Sayı 11 - TüvTürk

Transkript

Sayı 11 - TüvTürk
Gezi Eşsiz güzellikleriyle Doğu Karadeniz
07
08
09
2014
Geleceği
hayalperestler
kuracak
Hayat
Elektronik
beyinden
akıllı kaleme
Otomobil
Dostluk ve
Barış için:
Orient Rally
English Summary
of Contents
Topluma duyarlı
kurumsal vatandaş olmak
“Dünyada bir tane dahi mutsuz çocuk olduğu sürece, büyük icatlar ve ilerlemeler yoktur,” der
Albert Einstein. Bu büyük sözün altına imzasını atmayacak tek bir kişi var mıdır, bilinmez. Hayatı ve tabii dünyayı yaşanılır kılabilmek için ortaya koyulan çabanın neye hizmet etmesi gerektiği,
en güzel bu biçimde özetlenebilirdi belki de. Büyük icatlar yapabilir, büyük ilerlemeler de kaydedebilirsiniz; ancak attığınız adımların geniş kitleler üzerinde etkisi yoksa, diğer bir ifadeyle tek bir
kişinin bile yaşamında değişim veya dönüşüme aracılık etmiyorsa, o adımın kıymetiharbiyesinin
olduğunu söylemek pek mümkün değil ne yazık ki.
İster bireysel, isterse kurumsal olsun fark etmez; varlığımızı değerli kılmanın en önemli yolu,
düşüncelerimizin ve icraatlarımızın sadece bizi değil, içinde yer aldığımız toplumu ve o topluma
ait bireyleri de etkilemesidir kuşkusuz. Bu açıdan bakıldığında, kurumların da birer vatandaşmışçasına duyarlılık sahibi olması, topluma yönelik görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi gerekir. TÜVTÜRK olarak bizler, kendimizi içinde yaşadığımız toplumun bir parçası olarak görüyor
ve tüm diğer vasıflarımızın yanında kurumsal vatandaş kimliği taşıdığımızın farkındalığıyla hareket ediyoruz.
Faaliyete başladığımız günden bu yana, bu topraklar üzerinde yaşayanların trafik konusuna duyarlılığını ve farkındalığını artırmak amacıyla yürüttüğümüz çalışmaların hedefine hizmet
eder hale geldiğini görmek, bizler için hem mutluluk hem de gurur kaynağı. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı koordinasyonu ve TÜVTÜRK’ün desteği ile oluşturduğumuz Trafikte Sorumluluk Hareketi aracılığıyla hayata geçirdiğimiz çalışmalar, 7’den 77’ye herkesi kapsayacak nitelikteydi. Trafikte Sorumluluk Hareketi çatısı altında konumlandırdığımız Can Dostları
Hareketi ve Goodyear Lastikleri işbirliğiyle oluşturulan Trafikte Gençlik Hareketi ile özellikle gençlerimizin ve çocuklarımızın dikkatini bu yöne çekmeye çalıştık. Uzun soluklu bu iki projemizle gençlerimizin ve çocuklarımızın trafikte duyarlı, sorumlu, kurallara riayet eden ve karşısındakilere saygı duyan birer vatandaş olmasına katkı sağlayabilirsek, ne mutlu bize… Bununla
birlikte çevrenin ve doğanın korunmasına yönelik sosyal sorumluluk projelerinin bizler nezdindeki yeri ve önemi çok büyük. Gerek kendimizin, gerekse başka kurumların bu alanda başlattığı çalışmalara desteğimiz, bugün olduğu gibi yarın da devam edecek.
Çocuklarımıza
ve gençlerimize
daha iyi ve
daha güvenli
bir gelecek
sunabilmek için
yeni fikirler, yeni
projeler ürettik,
üretmeye de
devam ediyoruz.
Dergimizin yeni sayısı, yollarımızdaki trafiğin daha da artacağı Ramazan Bayramı’na denk geliyor. Bu vesileyle tüm yurttaşlarımızın Ramazan Bayramı’nı canı gönülden kutlar, karayollarımızdaki yoğunluğun artacağı bayram günlerinde, trafiğe çıkacak herkesin araçlarını daha dikkat
ve daha hoşgörüyle kullanmalarını temenni ederim.
Saygılarımla…
KEMAL ÖREN
TÜVTÜRK Genel Müdürü
İSTASYON
3
24
Tarihten
30 Gezi
10
Hayat
52
Otomobil
İçindekiler
38
Yeme-İçme
TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL 2014
06 HABERLER
Dünyada ve Türkiye’de öne çıkan
haberler...
10 HAYAT
Bilgisayarla 1960’ta, internetle
1993’te tanışan Türkiye’nin bilişim
kültürü, üretici olmaktan çok
sosyalleşmeye yatkın.
16 KARİYER
Görsel İletişim Tasarımı ya da
Reklamcılık gibi bölümlerin alt
dallarında eğitimi verilen Bilgisayar
Tasarımı ve Animasyon, “geleceğin
mesleği olma” unvanını taşıyor.
4
İSTASYON
Bu mesleğin hakkını verebilmekse
sınırsız hayalgücünden ve ‘uçuk’
fikirlerden geçiyor.
20 SÖYLEŞİ
Engin bilgisi, nezaketi ve tabii
yorumlarındaki üslubuyla ekranlarda
farklı bir yerde duran Vedat Milor,
İstanbul’un 100 lokantasıyla ilgili
düşüncelerini bir kitapta topladı.
24 TARİHTEN
Son yıllardaki araştırmalar, İlyada
destanının tarihi yansıttığını,
dolayısıyla Truva adlı bir kentin
olduğunu gösteriyor.
30 GEZİ
Bakanın gözünü alan bir renk
cümbüşüne sahip doğası, nev-i
şahsına münhasır insanları, başka
hiçbir yerde aynı lezzette olmayan
yemekleriyle bir başkadır Doğu
Karadeniz. Hele mevsimlerden yazsa,
yaylalara çıkma zamanıysa deymeyin
gezginin keyfine...
38 YEMEK
İyi ya da kötü günde ikram edilen
şerbetler, Türk mutfağındaki eski
önemine sahip değilse bile Ramazan
ayı bu değeri tekrar hatırlamaya ve
yaşatmaya vesile oluyor.
42 SAĞLIK
Acıbadem Atakent Hastanesi
Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Buğra
Tolga Konuk, karaciğer yağlanmasıyla
ilgili sorularımızı yanıtladı.
44 UZMAN GÖZÜYLE
Araç kabinlerinde muayene edilen
alanlarla ilgili bilinmesi gerekenler...
48 oyun
Brazilya’daki Dünya Kupası heyecanı
televizyonla birlikte konsollara da
yansıdı. EA Sports 2014 FIFA World
Cup, Xbox 360 ve PlayStation 3
konsolları için satışa çıktı.
52 OTOMOBİL
4 bin kilometresi ülkemizden geçen
Orient Rally’de toplam 10 kilometre
yol alındı. Organizasyonda Türkiye’yi
TÜVTÜRK temsil etti.
55 SOSYAL SORUMLULUK
Birçok sosyal sorumluluk projesinde
yer alan TÜVTÜRK, kurumsal
vatandaş anlayışıyla trafik konusuna
hassasiyetini gözler önüne seriyor.
58 TÜVTÜRK
TÜVTÜRK'ten haberler
62 English Summary
İmtiyaz Sahibi
TÜVTURK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım
ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören
Yönetim Yeri
Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18
Maslak-Şişli-İSTANBUL
Yayın Yönetmeni Sema Uludağ
Yayın Koordinatörü M. Koray Özcan
(Sorumlu Müdür)
Görsel Yönetmen Erhan Teksöz
Yapım Yeri Doğuş Grubu İletişim Yayıncılık ve
Ticaret A.Ş. Doğuş Power Center Ahi Evran Polaris
Caddesi No: 4 Maslak 34398 İstanbul
Tel: 0212 304 00 00 (Santral)
Baskı yeri Ömür Matbaacılık A.Ş. Beysan Sanayi
Sitesi Birlik Cad. No: 20 Haramidere-Beylikdüzüİstanbul Tel: 0212 422 76 00
Yayın Türü Üç aylık yaygın süreli yayın, TÜVTÜRK
Araç Muayene İstasyonları kurumsal yayınıdır,
parayla satılmaz. [email protected]
İSTASYON
5
HABERLER
Havacılık sektörünü
yeşil bir gelecek bekliyor
n Biliminsanları, havacılık sektörünün geleceğini değiş-
Yoksa bir sır daha mı
çözüldü?
Dünya üzerindeki binlerce kişinin ihtişamı karşısında saygı duruşunda
bulunduğu Mısır Piramitleri’nin nasıl yapıldığına dair sır çözüldü (mü?).
n Dünyanın en ilgi çekici ülkelerinden biri Mısır… Yüzyıllardır birçok medeniyete beşiklik yapan bu
ülke, sınırları içinde dünyanın “7 Harikası”ndan birine, piramitlere de ev sahipliği yapıyor. Tarih
boyunca ilgi odağı olan, olmaya da devam eden Mısır Piramitleri, her yıl binlerce kişinin ziyaret
etmek amacıyla binlerce kilometreyi göze almasına değecek denli önemli yapılar. Piramitleri bu
derece ilginç kılan unsurlardan biri görünümleriyse bir diğeri de nasıl yapıldığına dair kesin bir
bilgi olmayışı. Diğer bir ifadeyle günümüzde birçok soruya yanıt verebilen bilim, mevzu Mısır Piramitleri olduğunda tıkanıp kalıyor. En azından bugüne kadar durum böyleydi. Mısır Piramitleri’nin
inşa edildiği zamandan günümüze dev kayaların nasıl olup da üst üste konduğu, hangi teknolojinin
böylesi görkemli bir yapıtı ortaya çıkardığı tartışması hiç bitmedi. Devasa vinçlerden söz edenler de
vardı söz konusu tartışmaların tarafları arasında, Antik Mısırlıların bugün bilinmeyen, çok üstün bir
teknolojiye sahip olduğunu iddia edenler de. Hayalgücü sınır tanımayanlarsa daha ileri giderek, işi
uzaylılara kadar götürmekte beis görmediler. Ancak hiçbir olasılık, onları savunanların dışındakileri
ikna etmek için yeterli olmadı. Bugün gelinen noktadaysa yeni bir iddia söz konusu… Hem de bu
iddia biliminsanlarından; Amsterdam Üniversitesi’nden bir grup araştırmacıdan geldi. Bu araştırmaya göre Eski Mısırlılar, piramitleri oluşturan taşları, “ıslatılmış kum” üzerinden sürükleyerek inşa
ettiler. Amsterdam Üniversitesi ve Madde Üzerinde Temel Araştırma Vakfı’ndan (FOM) bir grup
fizikçi, laboratuvar ortamında piramitlerin yapılışına ilişkin bir deney gerçekleştirdiler. Kum dolu bir
kova içine eski Mısırlıların kullandığı “taş kızak” yerleştiren fizikçiler, sürtünme sonucu ortaya çıkan
enerjiyi hesapladılar. Kovadaki kuma, bir miktar su eklenince kumun içinde kılcal köprüler oluştuğu
ve sürtünmenin daha azaldığı belirlendi. Kılcal tüneller nedeniyle taş kızakların kum üzerinde daha
sorunsuz ve hızlı hareket ettiği anlaşıldı. Yapılan deney sonunda, eski Mısırlıların piramitlerin yapımında büyük olasılıkla bu yöntemi kullandıkları belirlendi. Fizikçilerin elde ettiği bulgulara göre,
Mısırlılar piramitlerin yapıldığı inşaat alanının çevresindeki kumları ıslattılar. Piramitleri oluşturan
taşları, ıslak kumlar üzerinde kızaklarla taşıdılar. Kumlar ıslatıldığı için sürtünmenin en aza inmesi
nedeniyle, taş kızakları sadece hafifçe itmek yeterli oldu. Kızakları çekmek için fazladan güce ihtiyaç
kalmadı. Bu nedenle daha az sayıda işçi istihdam edilerek piramitlerin inşaatı tamamlandı.
6
İSTASYON
tirecek, onu daha çevre dostu kılacak önemli bir gelişmeye imza attı. SOLAR-JET isimli bu projeyle uzmanlar,
güneş ışığı kullanılarak karbondioksit ve suyun sentetik
gaza dönüşmesinin mümkün olduğunu kanıtladılar. Bu
işlem ayrıca daha sürdürülebilir bir yolla dizel, benzin
ya da saf hidrojen gibi diğer yakıt türlerinin üretilmesi
için de potansiyel taşıyor. 2011 yılında başlayan SOLARJET projesi, Avrupa Birliği tarafından finanse ediliyor.
Söz konusu gelişme, projenin ilk ayağıydı. Sırada gerekli güneş reaktörünün optimize edilmesi ve endüstriyel çapta uygulamanın tekno-ekonomik potansiyelininin hesaplanması var.
Elektromanyetik
kuşları etkiliyor
n Neredeyse dünyanın
yarısını kat ederek her
yıl bir yerden başka bir
yere göç eden kuşların,
bu yolculuklarında sahip olduğu en önemli
unsur kanatlarının gücü
değil elbette. Yön bulabilme güdüleri olmasaydı, kuşlar kendilerinden bu derece emin kanat çırpabilir miydi,
bilinmez… Ancak, yapılan incelemeler, elektromanyetik alanların kuşların yön bulma kabiliyetlerini etkilediğini gösteriyor. Elektrikli aletlerin hayvanlar üzerinde
ne gibi değişimlere yol açtığını öğrenebilmek amacıyla yürütülen ve sonuçları Nature dergisinde yayınlanan
araştırmaya göre, kuşlar, bir nevi gizli manyetik pusulaya sahipler. Güneşi ve yıldızları rehber edinerek sürdürdükleri göç yolculuklarında söz konusu pusuladan da
hayli yardım alıyorlar. Fakat elektromanyetik alanlar,
onların pusulalarını bozan bir unsur olarak karşımıza
çıkıyor. Almanya’da yedi yıl boyunca bu konu üzerine
eğilen ve çeşitli deneyler gerçekleştiren araştırmacılar,
kuşların 5 KHz ila 5 MHz frekansları arasındaki elektromanyetik ses aralığında manyetik pusulalarının işlevini yitirdiğini, dolayısıyla yön duygularını kaybettiklerini belirtiyorlar.
Tasarruf bilinci küçük yaşta kazanılır
Doğuş Grubu’nun sponsorluğunda yürütülen 3 Kumbara Finansal Okuryazarlık Eğitim Programı, 81 ilde 500 bin
öğrenci ve veliye ulaşmayı hedefliyor. Programla bugüne kadar Türkiye çapında 70 bin çocuğa eğitim verildi.
n Bireylerin gelirlerini, birikim ve yatırımlarını akıl-
çocuklarda tasarruf ve birikim bilinci oluşturulması,
parayla doğru ilişki kurmalarının sağlanması, onlara
özgüven kazandırılması amaçlanıyor. Para Durumu
sosyal girişimiyle ortaklaşa yürütülen programdaki
tüm faaliyetler, Milli Eğitim Bakanlığı’nın desteğinde ve Finansal Okuryazarlık ve Erişim Derneği’nin
gözetiminde sürdürülüyor. 2012-2013 eğitim öğretim
yılında pilot olarak seçilen İstanbul
Levent’teki Lütfi Banat İlköğretim
Okulu’nda uygulanmaya başlanan
3 Kumbara ile 2013-2014 yılında
70 bin çocuğa finansal okuryazarlık eğitimi verilmesi sağlandı.
Çocukların ekonomik bilince sahip
olmasına vesile olacak uygulamaları
gündemine alan program, ataması
gerçekleştirilmemiş öğretmenleri
bünyesine katarak bu alanda belli
bir istihdam da yarattı. Çocuklara,
paranın hedef değil, hedefe ulaşmada sadece bir araç olduğunun
öğretildiği programda, “birikim”,
“harcama” ve “tasarruf” bilincinin
Program kapsamında sınıf içi eğitimlerle beraber, tiyatro eğitimi de bir araç
kazandırılmasına yönelik faaliyetolarak kullanılıyor. Profesyonel tiyatro oyuncularının yaratıcı drama yöntemiyle
ler yapılıyor. Çalışmanın adının 3
katkıda bulunduğu eğitimlerde çocuklara hayal, hedef, para, birikim, tasarruf,
Kumbara olarak belirlenmesinin bir
istek, ihtiyaç gibi kavramlar derinlemesine öğretiliyor.
lıca değerlendirip bütçelerini doğru yönlendirme
yetisine sahip olabilmesi olarak tanımlanan finansal
okuryazarlık konusunda birtakım projelere imza
atan Doğuş Grubu, ilkokul dördüncü sınıf öğrencilerine yönelik bir çalışma başlattı. “3 Kumbara Finansal
Okuryazarlık Programı” adı verilen bu çalışmayla,
nedeni de bu zaten. Temel amacını çocuğa “istek
mi, ihtiyaç mı” sorusunu sordurmak olan çalışmada
süreç, çocuğun ailesinden harçlığını almasıyla başlıyor. Oyuncak, bisiklet veya bilgisayar gibi nesnelerin
çocukta birikim yapma isteği uyandırdığı gerçeğinden hareketle, ailelerden çocuklarına hedef belirlemede yardımcı olmaları, fakat onların neyi hedef
olarak belirleyeceklerine müdahale etmemeleri
bekleniyor. Hedef belirleyen çocuklar, harçlıklarını
pet şişelerden yapılan ve bir nevi kumbara işlevi
gören “Kumbo”larda değerlendirmeye başlıyor.
Harçlığının bir kısmını hedeflerine ulaşmasını için
gereken miktarı oluşturacak “Birikim Kumbosu”na,
bir kısmını ihtiyaç sahipleriyle paylaşmak üzere
“Paylaşım Kumbosu”na atan çocuklar, kalan bölümü
ise gündelik ihtiyaçlarını gidermek üzere “Harcama
Kumbosu”na atıyor.
Bununla birlikte okullarda verilen eğitimler sayesinde çocukların ekonomi hakkında bilgi sahibi olması, evlerinde paraya ilişkin konularda görüşlerini
dile getirmesi de sağlanıyor. Ticari zekâyı geliştiren,
kullandığı materyaller nedeniyle (pet şişeler) çevre
bilinci oluşturulmasına katkıda bulunan 3 Kumbara
programının, 2017 yılına kadar tüm Türkiye’de yaygınlaştırılması ve dört yıllık zaman zarfında 500 bin
öğrenci ve velilerini kapsaması hedefleniyor.
İSTASYON
7
HABERLER
HAZIRLAYAN: Resul Buksur
İlk özel uzay gemisi
DRAGON V2
n SpaceX adındaki şirketiyle uzaya ilk ticari uçuşu yapan çılgın
girişimci Elon Musk, bir ilke daha imza attı. Şirket dünyanın
bir özel şirket tarafından üretilen ilk insanlı uzay aracını
kamuoyuna tanıttı. Dragon V2 adındaki araç, Uluslararası
Uzay İstasyonu’na yedi astronotu götürüp getirecek
kapasitede. Kişi başına
100 milyonlarca Dolar’a
insan taşıyabilen NASA,
maliyetlerini Dragon
V2 sayesinde 20
milyon Dolar’a kadar
indirebilecek.
LG G3
Google direksiyonsuz otomobil üretti
Son dört yıldır kendi kendine gidebilen otomobiller üretme sevdasına
kapılan ve sonunda da muradına eren Google, iki kişilik, elektrikli,
pedalsız ve direksiyonsuz modelini dünyaya tanıttı.
n Son yıllarda Google’ın el atmadığı neredeyse
hiçbir alan kalmadı. Teknoloji devi, 2010’da
ABD’de düzenlenen yarışmaya girerek, bir
Toyota’yı kendi kendine giden bir otomobil haline
getirmeyi başarmıştı. Bu yarışmadan sonra
iştahı kabaran Google, otomotiv endüstrisine
ilginç bir yerden giriş yaparak ipin ucundan
tutmaya karar vermişti. Aradan geçen yıllar
içinde, “kendi kendine giden otomobiller”, Google
sayesinde oldukça popüler. Ancak gerçek testleri
görseler bile, birçok kişi için kendi kendine
giden otomobiller hâlâ bilimkurgudan ibaret.
Oysa Google, otomotiv endüstrisi için dev bir
adım atarak, tamamen kendi markası olan mini
otomobili Google Car’ı dünyaya tanıttı, dolayısıyla
olay artık bilimkurgunun sınırlarını çoktan aştı.
Takip edenler bilir, şirket kendi kendine
gitmeyi sağlayan sistemleri ilk önce Toyota ve
Lexus marka araçlar üzerinde geliştirmişti. Bu
sistem o kadar başarılı oldu ki, tüm dünyada
otomotiv üreticileri kendi sistemlerini geliştirmeye
başladılar. Hatta bu robot otomobillerin ABD’de
8
İSTASYON
bazı eyaletlerde trafiğe çıkış izni verildiğini
de hatırlatalım. Bugün karşımızdaki oyuncak
görünümlü Google Car ise şirketin tümüyle
kendine ait ilk otomobili olma özelliğini taşıyor.
Tasarımından kullanımına kadar, yeni bir
elektrikli araç konsepti diyebiliriz. Neden?
Öncelikle direksiyon yok; onun yerine sadece
“yürü” ve “dur” tuşu var. Gaz pedalı da yok,
fren pedalı da! Ekrandan gideceğiniz yeri seçip
arkanıza yaslanıyorsunuz. İki kişilik araç, saatte
40 kilometre hızla, tamamen kendi kendine,
sizin hiçbir müdahaleniz olmadan gidiyor. Esnek
özel bir malzemeden yapılan ön camın, ileride
ekran olarak kullanılması da muhtemel. Şirketin
yetkilileri, bu minik araçtan çok etkilendiklerini
ve deneme amaçlı olarak 100 adet üretecekleri
söylüyorlar.
Google’ın şakası yok. Dünya gerçekten kendi
kendine giden otomobillere hazırlanıyor. Örneğin
İngiltere, trafik yasalarını robot araçlar için
güncelledi. Google geliştiricileri zaten iddialı.
Araçlarının kendi kendine 1 milyon kilometreye
n LG, yeni akıllı telefonu G3’ü, ilk defa kendi ülkesi
Kore’de gün yüzüne çıkardı ve rakiplerinin satış rekorlarını
kırmayı başardı. Tüm dünyada Andorid meraklılarının
heyecanla beklediği cihazın en öne çıkan özelliği, inanılmaz
çözünürlükteki 5.5 inç’lik
Quad HD ekranı. Bu
ekran kullanıcılara
2560x1440
piksel çözünürlük
sunuyor. 13.1
megapiksellik arka
kameraya sahip G3’te,
öne 2.1 megapiksellik kamera
yerleştirilmiş. Telefon dört çekirdekli 2.5 GHz işlemci, 2GB
RAM, 16GB dâhili depolama alanı sunuyor. Fiyatının ise 2
bin Lira’nın üzerinde olması bekleniyor.
PARROT BEBOP DRONE
n İnsansız hava araçları, yani Drone’lar, son yıllarda hızla popülerleşti. Araçların hassasiyeti
artarken fiyatları da düşüyor. Bu alanda en iddialı üreticilerden Parrot, yeni aracı Bebop Drone’u
duyurdu. Üzerinde full HD 1080p kamera bulunan Bebop, oldukça hafif tasarımıyla kolayca
uçabiliyor. Kamerasındaki 14 megapiksellik balıkgözü lensin yanı sıra hareketli lensle sağa sola
180 derecelik açıda video ve fotoğraf çekimi yapabiliyor. 8 GB dâhili hafıza sahip Bebop Drone,
tablet veya akıllı telefona yüklenen aplikasyon sayesinde yönetiliyor.
NOKIA X ve XL
yakın hatasız yol kat ettiğini söylüyorlar. Hatta
kimi iddialara göre, insan hatalarının olmaması
nedeniyle robot sürüşün trafik kazalarını ve
ölümleri hızla azaltacak. Sırada ne mi var? Sıkı
durun asfaltın sonu geliyor. Yeni geliştirilen bir
konsepte göre cam levhalar şeklinde üretilecek
yollar, güneş enerjisiyle elektrik üretecek ve bunu
arabalara aktaracak. İnanmadınız değil mi? İnanın,
inanın… Yakında uçacağız...
n Bir zamanlar Symbian vardı, ardından Microsoft ile
Windows geldi... Nokia şimdi, Android denizine de yelken
açıyor. Android uygulamalarla uyumlu Nokia X ve Nokia XL
modellerinden oluşan yeni seri, Nokia servislerinin yanı sıra
Microsoft servislerini de kullanıcılarına sunuyor. Fiyatlarıyla
ise diğer Android’li ürünlere oranla bir hayli iddialı.
Kullanıcıların sevdikleri Android’li
uygulamalara geçiş yapmasını
sağlayan Fastlane özelliğine sahip
Nokia X serisiyle hem Nokia hem
de diğer Android mağazalarından
uygulama indirilebiliyor. Nokia X serisi,
haritalar ve dâhili sesli navigasyon
içeren HERE Maps ve 13 milyon şarkılık
Nokia MixRadio gibi ücretsiz Nokia
servislerini sunuyor. 4 inçlik X modeli
499 TL fiyatla raflardaki yerini alırken,
yakında satışa sunulacak Nokia XL ise
599 TL olacak.
ALFA ROMEO GİTAR
n İtalyan otomobil markası Alfa Romeo, 110’uncu yaş
gününe ilginç bir hediyeyle hazırlanıyor. Kıvrımları, spor
çizgileriyle dikkat çeken otomobil, şimdi gitar markası oldu.
Harrison Custom Guitar Works tarafından, markaya özel ve
sadece 11 adetle sınırlı gitarın üretilmesi planlanıyor. Gitarın
gövdesinde akçaağaç ve kavak kullanılırken, metal parçalar
karbon fiberden yapılmış. Abanoz saplı gitarın arkasındaki
metal plakada, model üretim numarası ve üreticinin imzası
yer alıyor. Tamamen elle yapılan gitarların üretimi sekiz ay
sürerken, fiyatının da 6 bin 800 Dolar gibi yüksek bir rakamda
olması yürekleri hoplatıyor.
İSTASYON
9
HAYAT
ELEKTRONİK
BEYİNDEN
AKILLI KALEME
1960 yılında adı “IBM Müdürlüğü” olan Karayolları Bilgi İşlem Merkezi’nin çalışanları, uygulama ve sistem
desteği aldıkları ABD Karayolları Teşkilatı’ndan gelen ziyaretçilere verilen brifing sonrasında Türkiye’nin ilk
bilgisayarı olan IBM 650 başında bir hatıra fotoğrafı çektirmişti. Soldan sağa, makinenin solunda; Cahit
Başaran (Muhasebe Uygulamaları Şefi), Mr. Whitton (Yönetici), Kaya Kılan (Mühendislik Uygulamaları Şefi),
Orhan Kanpulat (Bilgisayar Merkezi Müdürü), Şaban Soydaş (İşletim Şefi), makinenin sağında Mr. Paul
Yeager (Yüksek Mühendis, Merkez Danışmanı), Mr. Aldrich (Mühendis), Saffettin Sile (Karayolları 4. Bölge
Müdürü), Feyyaz Taner (Asfalt Fen Heyeti Müdürü).
“K
YAZI: Akdoğan Özkan FOTOĞRAFLAR: Baran Özdemİr
Bilgisayarla 1960’ta, internetle 1993’te tanışan Türkiye’nin
bilişim kültürü, üretici olmaktan çok sosyalleşmeye yatkın.
10
İSTASYON
arayolları Genel Müdürlüğü Amerika’dan elektronik beyin almış. Bu beyin
bilmem kaç memurun,
bilmem kaç ayda yaptığını, birkaç dakikada yapıyormuş… Yalnız insanın içine bir
şüphe düşüyor; biz Allah’ın verdiği beyni
kullanamazken Amerika’nın verdiğini nasıl
kullanacağız bakalım.” Bembeyaz bir kar
örtüsüyle çevrili Polatlı–Sivrihisar karayolunda ilerlerken, Çetin Altan’ın Milliyet
gazetesinde yaklaşık 50 yıl önce “Tereddüt”
başlığı altında yazdığı bu satırlar düşüyor
aklıma. Altan’ın, yorumunu yaptığı 5 Şubat 1961 tarihinde, Türkiye ilk bilgisayarına, o zamanki popüler ismiyle “elektronik
beyin”e kavuşalı sadece birkaç ay olmuştu.
Ünlü yazarın, teknolojinin toplumsal ve
ekonomik hayatı dönüştüreceği vurgusunu
yapacağı günlere daha zaman vardı.
Altan gibi pek çok kişinin tereddütle
yaklaştığı “elektronik beyin”, 1960 yılı Eylül
ayının son günü ülkemize gelmiş ve Karayolları Umum Müdürlüğü’ne kurulmuştu.
IBM 650 Model I adını taşıyan bu sistem, o
tarihlerde sadece Türkiye’nin değil, Balkanlar ve Ortadoğu’nun da ilk bilgisayarı olma
özelliğini taşıyordu.
Arkasındaki kol ve fikir emeğine saygı duruşunda bulunurcasına sabit hızda
ilerlediğim, 63 km uzunluğundaki Polatlı–Sivrihisar yolu, Türkiye Cumhuriyeti’nin
bilgisayar destekli ilk modernizasyon uygulamasıydı. Bugün karayolunda seyredenlerin, yolun 50 yıl önceki gizli mimarının,
bir zamanlar ancak üç ayda yapılabilen bir
yol hesabını bir saate indiren IBM 650 bilgisayarı olduğunu bilmeleri pek mümkün
değil! Polatlı–Sivrihisar yolu, bugün “bilgisayarcı” ya da “bilişimci” olarak adlandırdığımız meslek erbabının, Türkiye’deki ilk
alaylı üyelerinin, güzergâh tespiti ve yarma/
dolma hesaplarını yaptığı ilk karayolu.
Buna karşın elektronik beynin Türkiye’ye
gelmesi ve çalıştırılması hiç de kolay olmamıştı. Günümüz bilgisayarlarıyla karşılaştırıldığında komik gelebilir ama, belleğinde
sadece 2 bin sözcük saklayabiliyordu. Buna
rağmen pahalı bir sistemdi. Finansmanı
Türkiye’nin o dönem üyesi olduğu Merkezi
Antlaşma Teşkilatı Paktı’ndan (CENTO) yapılan 200 bin Dolar’lık bağışla sağlanmıştı.
Ancak ortada çok daha temel bir sorun vardı. 1960’ta Türkiye’de IBM 650’nin dilinden anlayan ne bir bilgisayar mühendisi ne
de bir bilgisayar programcısı bulunuyordu.
Bilgisayarın daha adının bile olmadığı dönemlerde bilişim sektörü, Türkiye’de “kendi
göbeğini kendi kesecekti”.
Bu öncü role soyunan kişi, Karayolları bünyesindeki Delikli Kart Makineleri Şefliği’ni bir bilgi işlem merkezine
dönüştürmekle görevli mühendis Orhan Kanpulat’tı. Kanpulat, öncelikle
Türkiye’nin ilk bilgi işlemci ekibini oluşturdu. Öncü ekip fizikçi, matematikçi ve inşaatçılardan oluşuyordu. Kanpulat’la birlikte,
Cahit Başaran, Güngör Günalçın, Çetin
Saatçioğlu, Kaya Kılan, Mehmet Şengül,
Tuncay Tanboğa, Bilge Onur gibi adlardan
oluşan bu ekibin öncelikle IBM 650’nin
eğitimini alması gerekiyordu. Bu amaçla
ABD Karayolları İdaresi’nden gelen Paul
Yeager, ekibe sistem ve programlama dersleri verdi ve organizasyonun şekillendirilmesine destek oldu. İkinci eğitimleri veren
kişiyse, o tarihte IBM Türk Umum Müdürü
olarak görev yapan, Orhan Pamuk’un babası Gündüz Pamuk’tu.
IBM 650, Karayolları’nda 1978 yılına
kadar, 18 yıl boyunca hizmet verdi. Fakir bir
ulustan, bir sermaye birikimi oluşturmayı
hedefleyen genç Türkiye Cumhuriyeti’ne
geçiş için, yol yapımı 1960’larda hayati bir
İSTASYON
11
HAYAT
26 Kasım 1960.
TC Karayolları Bilgi
İşlem Merkezi’nin
Mühendislik Programlama
Grubu elemanları Kaya Kılan,
Necdet Mutlu (arkada) ve
Leman Çetinkaya,
birinci kuşak radyo
lamba devreli IBM
650 bilgisayar
sisteminin işletim
konsolu başında çalışıyorlar.
Fotoğraf: Kaya Kılan arşivi
önem taşıyordu. Bu tür inşaat ihalelerini
yabancı müteahhitlik şirketleri alsa da, yeni
serpilmekte olan yerli şirketler taşeronluk
yaparak büyüyebiliyordu. Yol yapmak, hem
devletin teşkilatlarına ve vatandaşın erişimini kolaylaştıran hem de iç pazarın hacmini genişleten bir araçtı.
Hatta o dönem ifadesini, Halil Rıfat
Paşa’nın “Gitmediğin Yol Senin Değildir”
sloganında bulan modernleşme anlayışının Karayolları afiş ve tabelalarına kazındığı bir dönemdi. Buna karşın beş bölgede alt şefliklere kadar teşkilatlanmış olan
Karayolları’nda lojistik sorunlar, işlerin çok
yavaş ilerlemesine neden oluyordu. Maliyetlerin optimum düzeyde olabilmesi için,
güzergâh tespitinin toprak kazısı (yarma)
ve toprak doldurmasını (dolma) minimum
düzeyde tutacak şekilde yapılması gerekiyordu. Yarma sırasında çıkarılan toprağın
dolma işleminde kullanılabilmesi maliyetleri düşüren bir yöntemdi. Ancak yol, köprü ve viyadük güzergâhlarının belirlenmesi
için yapılan hesaplar üç, dört ay sürüyordu.
Karayolcuların imdadına yetişen IBM 650,
bu süreyi bir saate kadar indirdi. Ayrıca el
hesabıyla aynı anda sadece 2 yol tasarımı
Sel, deprem ve olağandışı hava koşulları gibi
durumlarda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı
Afet Koordinasyon Merkezi, bilgisayarlar yardımıyla
dev ekrana yansıyan grafikler, haritalar ve görüntüler
sayesinde afetin en az zararla atlatılmasını
sağlamak üzere koordinasyonu yürütüyor.
12
İSTASYON
teste tabi tutulabilirken, elektronik beyin
aynı anda 15–20 yol tasarımını birden test
edebiliyordu…
Eğitimlerini tamamlayan Türkiye’nin ilk
“kompütürcüleri”, bu bilgisayarı kullanarak
makine ve atölyelerin işletme hesaplarını
da tuttular. Planlama ve maliyet analizi yapabilen, yedek parça ve envanter işlemlerini de gerçekleştirebilen bilgisayar sayesinde
hem işler hızlandı hem de maliyetler düştü.
1960’lı yıllarda Türkiye’de bilgisayar,
pek çok insan için, neredeyse “dünya dışı”,
çok gelişmiş bir “beyin” olarak algılanı-
yordu. Sistemin işletim konsolu üzerinde
yanıp sönen lambalar, 70’lerin ünlü “Uzay
Yolu” dizisindeki uzay gemisi Atılgan’ın
iletişim subayı Uhura’nın önündeki paneli hatırlatıyor ve bu haliyle arka planda
olağanüstü hızlı çalışan bir “beyin” yattığı
izlenimini veriyordu. Hal böyle olunca bu
tip bir beynin işleyişinden de olsa olsa çok
kıymetli “operatörler” anlayabilirdi. Karayolları Genel Müdürlüğü’nde 1990’lı yıllarda Bilgi İşlem Merkezi Müdürü olarak görev yapan Çetin Saatçioğlu, Türkiye’nin ilk
bilgisayarına gösterilen yoğun ilgiden bir
Türkiye’de İTÜ’nün ardından ilk bilgisayarına kavuşan üniversite 1964’te ODTÜ oldu. Programcı–Asistan Kaya Kılan, 1969 yılında üniversitenin Hesaplama
Laboratuvarı’nda 40 KB belleği olan ikinci kuşak IBM 1620–Model II bilgisayar sisteminin işletim konsolu başında bir uygulama izliyor. Fotoğraf: Kaya Kılan arşivi
şekilde nasibini alanlar arasında bilgisayar
operatörlerinin de olduğunu vurguluyor:
“O zaman lise mezunu arkadaşlarımız IBM
650’de operatör olarak çalışıyordu. Bunlardan bazıları evlerinin kapısına ‘doktor’,
‘mühendis’ yazar gibi ‘operatör’ diye yazı
yazmıştı.” Elektronik beyne bu tip bir kıymet atfedilince, uzmanı olmayanların, bu
sistemlerin gelişinden tedirginlik duyması
da kaçınılmazdı. İlk tepkiler Karayolları
personelinden geldi. Bilgisayarın işlerini
ellerinden alacağını düşünenler, bordroların yanlış hesaplanabileceğini ileri sürerek
dolaylı yoldan tepkilerini göstermişti.
Bu endişelere karşın bilgisayar, yeni uzmanlık alanları yaratarak istihdamın gelişimine katkıda bulunmuştu. 1960’ta toplam
personeli 16 bin olan Karayolları’nda bu rakam 1965 yılında 25 bine, 1969 yılında ise
29 bin personele ulaştı. İnşaat ve makine
mühendisi dışındaki teknik personel sayısı ise 1960 yılında 592 iken, 1965’te 890’a,
1969’da 1040’a çıktı. Bilgisayara yönelik
olumsuz tepkilerin ardında kimi kamu kurumlarındaki bazı kişi veya şefliklerin imtiyazlı olduğunu düşündükleri konum veya
statülerini kaybetme endişesi de yatıyordu.
Bunlardan biri de kamu kurumlarında
hazırlanan bordrolara vize verme sorum-
luluğu olan Sayıştay’dı. Kurum personeli,
önceleri bir makinenin, bordro hesabını
yapabileceğine inanmak istemedi. Karayolları uzmanları günlerce Sayıştay’a giderek
dert anlatsa da, ikna edici olamadıkları için
aynı bordrodan bir tane de elle hazırlamak
zorunda kaldılar. Sayıştay onayını elle yapılan belgeye bakarak verdi, ardından IBM
650’den alınan çıktıyı onunla karşılaştırıp,
doğruysa onayladı. Ancak “kompütürcüler”
kararlıydı. Zamanla Sayıştay’daki uzmanların elle yaptığı bordro hesaplarındaki
yanlışlıkları bilgisayar yardımıyla bulup
gösterdiler. Yavaş yavaş bilgisayara duyulan güvensizlik son buldu ve Sayıştay, bilgisayarda hazırlanan bordrolara doğrudan
onay vermeye başladı.
Türkiye’nin ikinci bilgisayarı (IBM
1620), 1963 yılında İstanbul Teknik
Üniversitesi’ne; üçüncüsü (IBM 1620)
1964 yılında ODTÜ’ye; dördüncü bilgisayarı (Univac 1005) ise yine 1964’te Devlet İstatistik Enstitüsü’ne (DİE) kuruldu.
1960’lı yıllarda kamu kurum ve kuruluşlarında, üniversitelerde ve bankalarda bilgisayarlar boy göstermeye başladı. II. Dünya
Savaşı’nı izleyen yıllarda transistörlerle entegre devrelerin geliştirilmesi ve bunların
içinde germanyum yerine silikon kullanıl-
maya başlanması odalara sığmayan, tonlarca ağırlıktaki bilgisayarların küçülmesine
yol açtı. Ayrıca artık işin yazılım boyutu da
önemsenir hale gelmişti. Bu gelişmelerin
verdiği ivme sayesinde 1964’te geliştirilen
IBM Sistem/360 ana bilgisayarı, hem ticari hem de bilimsel alanların tartışılmaz
pazar lideri olarak hızla yaygınlaştı. Artık
bilgisayar demek, IBM demekti. Tarihler
1968’i gösterirken, IBM dünya genelinde
14 bin adet Sistem/360 model bilgisayar
kurulumu gerçekleştirmişti. Türkiye’de ise
kullanımda olan bilgisayar sayısı 1970 yılı
sonunda 76’ya çıktı.
1960’lı yıllarda bilgisayar, başına sadece
uzman kişilerin oturabildiği, dilinden çok
özel uzmanların anlayabildiği bir cihazdı.
Bugünkü bilgisayar kullanıcılarından farklı becerileri olan bu uzmanların makineyle
kurduğu ilişki de özeldi… Kullanıcı sayısının artırılabilmesi için sistemin dilinden
anlayacak insanlara birtakım kolaylıklar
sunulması da zorunlu görülüyordu. Yeni
geliştirilen orta boy bilgisayarların getirdiği yenilikler, gedikli bilgisayar uzmanlarının canını sıkmıştı. Ama deyim yerindeyse
“mertliği” asıl bozacak dalga, PC adı verilen
sistemlerle birlikte 80’lerin başında geldi.
Bu gelişmeyi 1970’lerde öngörebilmek pek
İSTASYON
13
HAYAT
Türk Hava Yolları’nın eğitim merkezinde kokpit
personeline, teorik eğitimlerin yanı sıra bilgisayar
temelli simulatör eğitimleri de veriliyor. Bu eğitimler
hava meydanlarının kritik uygulamalarıyla eşgüdüm
içinde iniş ve kalkış yapması gereken personele en iyi
pratik becerileri kazandırmayı amaçlıyor.
mümkün değildi. O dönem Türkiye’de henüz 100–150 tane kurulu bilgisayar varken,
pazarın nasıl bir hızla gelişeceği bilinmiyordu. Tabii bazı öngörüler de vardı. Türkiye
Bilişim Derneği’nin (TBD), toplam bilgisayar sayısının 3 bine ulaşacağını tahmin ettiği 1995 yılında ülkemizde yaklaşık 145 bin
bilgisayar satıldı.
Ağustos 1981’de, Apple’dan iki yıl sonra,
IBM ilk kişisel bilgisayarını (IBM 5150) geliştirdi. Bu sistem bilgisayar endüstrisinde
standart haline geldikten sonra, diğer firmalar kendi sistemlerini IBM standartlarıyla uyumlu hale getirerek üzerine “IBM
compatible” (IBM uyumlu) etiketi koydular. Intel 8088 işlemci kullanan 64 KB
RAM belleğe sahip böyle bir sistemin başına geçenler, günümüzdeki Excel uygulamasının ilkel versiyonu olan Visicalc hesap
tablosuyla şirketlerinin hesap işlerini yapabiliyor, EasyWriter 1.0 metin editörüyle yazışmalarını yürütebiliyordu. İş dünyasında
güç yavaş yavaş bilgisayar uzmanlarından,
masa başında oturan ve asli işi bilgisayar
olmayan firma çalışanlarına geçiyordu.
Kişisel bilgisayar, inanılmaz bir verimlilik
artışı getiriyordu. Bunun için kullanıcının
kendisini biraz eğitmesi yeterliydi. Yoksa
bilgisayar artık “çocuk oyuncağı” mı olmak
üzeriydi? Bu bir devrimdi! Time dergisi
bu yüzden, 3 Ocak 1983 tarihli sayısında
geleneğini yıktı ve bilgisayarı 1982’de “Yılın Adamı”, daha doğrusu “Machine of the
Year / Yılın Makinesi” seçti.
Her şeye rağmen Time’ın kapağındaki
bu bilgisayar, henüz bir “çocuk oyuncağı”
değildi. DOS işletim sistemiyle çalışan kişisel bilgisayarları kullanabilmek için ilk
adım 160 KB kapasitede 5,25 inç’lik işletim sistemi disketini sürücüye takmaktı.
Makine daha sonra belleğine DOS işletim
sistemini yüklüyor, yani “boot” ediyordu.
Sonrasında işletim sistemi diskini çıkarıp,
metin editörü veya hesap tablosu yazılım
diskini sürücüye takıp çalıştırmak gerekiyordu. O zamanlar daha ortada fare (mouse) ve grafik tabanlı bir kullanıcı arabirimi yoktu. Bilgisayarda çalışmak demek,
monokrom ekranda beliren DOS komut
satırına makine için bazı komutlar girmek
demekti. PC, gerçekten kişisel olabilecekse,
sadece iş dünyası uygulamalarına yer veren
bir sistem olarak kalamazdı. Üzerinde oyun
da oynanabilmeliydi. Nitekim zamanla bu
bilgisayarlarla beraber bazı oyunlar da gelmeye başladı. 1982’de tüm zamanların en
popüler bilgisayarlarından biri kabul edilen
Commodore 64 geliştirildi… Oyun oynamak için bile “kod yazmak”, yani bir miktar
uzman olmak gerekiyordu. Programlama
becerisi olmayan oyunseverlerin imdadına
dönemin dergileri yetişti. Dergilerin ekinde yer alan program kodlarını klavye yardımıyla bilgisayara giren kullanıcılar, bazı
uygulamaları çalıştırabilir, oyun oynayabilir hale geldiler.
Kişisel bilgisayarlar, 1990’lı yıllarda
Türkiye’de büyük bir yaygınlığa kavuştu.
2000 yılında 594 bin PC satılırken, 2005’te
IBM’in efsane sistem
mühendislerinden Erkal
Alyanakoğlu IBM’in
Gümüşsuyu’nda bulunan eski
binasındaki Bilgi Sistemleri
Merkezi’nde 1970’lerin
başlarında duyurulan Sistem
370’te çalışıyor. Fotoğraf:
Erkal Alyanakoğlu Arşivi
14
İSTASYON
Günümüzde adı Türkiye
İstatistik Kurumu (TÜİK) olan
Devlet İstatistik Enstitüsü,
eski sistemlerle sürdürdüğü
“tasnif çalışmalarını” 1970’te
sona erdirerek Univac 9400
bilgisayarıyla çağdaş bilgi
işlem teknolojisine geçti. 64
KB belleğe sahip bilgisayarda
işletim konsolunun dışında 7
teyp, bir kart okuyucu, bir
kart delici ve yazıcı
bulunuyordu.
Fotoğraf: TÜİK arşivi
bu rakam 1 milyona ulaştı. Apple’ın Mac
sistemleri o yıllarda daha çok masa üstü
yayıncılık sektörüyle sınırlı görülen bir kullanıma sahip olsa da, temsilciliğini yürüten
şirket, Türkçe F–klavyenin Türkiye’ye getirilmesinde, sistem ve uygulama yazılımlarının yerelleştirilerek kullanıcılara ulaştırılmasında öncülük etmişti. 1990’lar kişisel
bilgisayarların ofislerden sonra evlere de
girdiği yıllar oldu. Ortada daha internet
yokken son kullanıcılara yönelik modemler
de yaygınlaşmaya başladı.
Kullanıcıların uzaktaki bilgisayarlarda yer alan mesaj ve dosyalara ulaşmasına olanak tanıyan ilan tahtası sistemleri
Batı’da hızla popüler olurken yavaş yavaş
Türkiye’de de ilgi görmeye başladı. Bu
sistemlerin önderliğini daha çok gençler
yapıyordu. BBS’ler dünyayı küresel bir
köye dönüştürmenin kapısını aralarken,
o kapıyı ardına kadar açma ve dünya üzerindeki tüm bilgisayar ağlarını birbirine
bağlama işi 1994’te World Wide Web’in
(www) olacaktı. Artık, yaratıcı, girişimci ve
“inatçı” gençlerin küresel köyün sınırlarını
keşfetme zamanıydı. BBS’lerin imkân verdiği modem iletişimi son derece sınırlıydı.
İmdada 1974’te geliştirilen TCP–IP adlı
iletişim protokolü yetişti. Çok sayıda üniversiteyi bu sayede birbirine bağlayan ve
BITNET adı verilen otomatik haberleşme
listesi sistemi, özellikle akademik çevrelerde çabuk kabul gördü. İki yıl sonra da bir
benzeri olan European Academic and Research Network (EARN) devreye girdi.
İnternetin www dönemi öncesi deneme-
leri olarak bilinen bu girişimlerin temeli aslında ABD Savunma Bakanlığı’nın 1969’da
bilgisayar ağlarını geliştirmek üzere tasarladığı özel bir ağ olan ARPANET’e kadar
gidiyor. 1971’de ARPANET’teki bağlantı
noktası sayısı 15’e ulaşırken elektronik posta sisteminin geliştirilmesi, üniversiteler
arasındaki iletişimin bu ağa taşınmasına
yol açtı. ARPANET 1990’da varlığına son
verirken tüm dünyada 300 bin sunucu, bin
haber grubu vardı. Aynı yıl, ilk ticari internet servis sağlayıcı olan “The World”, çevirmeli internet erişim hizmetleri vererek,
“herkes için internet” çağının başladığını
ilan etti.
Türkiye’de ise Mustafa Akgül, Kemal Oflazoğlu gibi öncü akademisyenlerin ortaya
attığı “Türkiye İnternet Projesi” (TR–NET)
fikri uzun tartışmalar ve çalışmaların ardından 12 Nisan 1993’te Ankara–Washington arasında kurulan 64 KB’lik bağlantıyla
resmen uygulamaya geçirildi. Nisan 1993’te
Türkiye’de internete bağlı bilgisayar sayısı
sadece 194’tü. Kasım 1996’da 13 bin 367’ye,
2000 yılına geldiğinde de 600 bine ulaştı.
Kullanıcılara, ağa dâhil bilgisayarlar
üzerindeki programları çalıştırma olanağı
veren hizmetler de sunduğu için 2000’li yıllar artık internet yıllarıydı. Zamanla Türkiye geniş bant internet erişimine kavuşarak
sadece metin veya ses verileriyle değil, video temelli uygulamalarla da başa çıkabilir
hale geldi. Doğduğunda evlerinde telefon
bile olmayanlar artık internete girerek bir
Skype uygulaması üzerinden dünyanın başka bir köşesiyle görüntülü olarak konuşabi-
liyor, Anadolu’da yolu olmayan köylerde
yaşayan büyükanneler torunlarıyla mesajlaşabiliyor ve çektikleri fotoğrafları birbirlerine gönderebiliyorlar. 1960’ta bilgisayarla, 1993’te internetle tanışan Türkiye’deki
hanelerin yaklaşık yüzde 45’i bugün internet kullanıcısı. Ancak bu hanelerin yüzde
55’i hiç internet kullanmamış insanlardan
oluşuyor. İnsanlık tarihinde sanayi devrimi
kadar önemli bir gelişme olarak görülse de,
toplumların kültürel kodlarının, alışkanlıklarının çok kısa zamanda değişmediği bir
gerçek. Netscape’in kurucusu Marc Andreessen internet tarihi açısından çok ileri bir
gelişme olarak görülen, ilk gelişkin internet
tarayıcısını geliştirdiğinde 22; Steve Jobs,
Steve Wozniak ile birlikte 1976’da Apple I
bilgisayarını geliştirdiğinde 21 yaşındaydı.
Mark Zuckerberg bugün milyar Dolar’lık
sosyal paylaşım sitesi olan Facebook’u
2004’te geliştirdiğinde 20 yaşındaydı. Bill
Gates ise arkadaşı Paul Allen ile birlikte
BASIC’i geliştirdiğinde 19 yaşındaydı.
Bilgisayarımız 50 yılı devirdi. İnternetimiz ise 20 yaşını geride bıraktı. Elbette
yolun uzunluğuna aldırmamamız ve Çetin
Altan’ın her dönem vurguladığı gibi “enseyi
karartmamız” gerekiyor. Bu açıdan üretici
projelere ağırlık vererek, bir zamanlar Karayolcuların afişlere taşıdığı “gitmediğin
yol senin değildir” sloganını 21’nci yüzyılın
fiber bağlantılar üzerinde yükselen “bilgi
otoyolları” için söyler hale gelmemiz çok
önemli. Tabii direksiyonu bütün bir toplum
olarak “bilgi toplumu” istikametine doğru
kırmayı gerçekten arzu ediyorsak!
Bu konu National Geographic Türkiye dergisinden özetlenerek alınmıştır, NG Türkiye abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59
İSTASYON
15
KARİYER
Geleceği
hayalperestler
kuracak!
Görsel İletişim Tasarımı ya da Reklamcılık gibi bölümlerin alt
dallarında eğitimi verilen Bilgisayar Tasarımı ve Animasyon,
“geleceğin mesleği olma” unvanını taşıyor. Bu mesleğin
hakkını verebilmekse sınırsız hayalgücünden ve ‘uçuk’
fikirlerden geçiyor. YAZI: Sinem Özcan
S
ayısal ortamın günlük alışkanlıklarımızı, sosyal
iletişim ağlarımızı ve algımızı ne kadar değiştirdiğinin farkında mıyız? Artık bilgisayar ekranına baktığımızda karşımızdaki yalnızca bir metin
olsa da aslında onu bir görüntü olarak algılıyoruz. Çoğu zaman da karşımızdaki metni okuyup okumama kararını metnin fontundan dizimine, onu bir bütün
olarak algılamamıza neden olan görsel çekiciliğine dayanarak veriyoruz. Bilişim çağı sınırsız enformasyonun kapılarını açarken, hızlı bir şekilde kendi dinamiklerini de kuruyor.
Bu dinamikler artık boyutların zorlanmasına kadar uzanıyor. Sinemaya gittiğimizde üç boyut yetmiyor, izlerken koltuğumuz da sallansın, düşecek gibi olalım istiyoruz; sergiye
gittiğimizde eserle iletişim haline girebilecek yollar bulmanın peşine düşüyoruz; bir restorana gittiğimizde elimi-
ze tutuşturulan tabletten
yalnızca menüyü görmeyi değil, sipariş de verebilmeyi bekliyoruz. Yani kısaca artık gözün gördüğünü
gönlün istemesi devrini geride bırakıyor, gönlün istediğini gözlerimizle görmenin yollarını aradığımız bir
çağa adım atıyoruz.
Grafiğin yine grafik, tasarımın yine tasarım, mimarinin yine mimari,
reklamın yine reklam, sanayinin yine sanayi olduğu bir dünya düşünün. Şimdi bütün bunların başına “bilgisayar destekli” sıfatını ekleyin.
İşte geleceğin en aranan insanları usta grafikerler, dahi tasarımcılar, mimarlar ya da reklamcılar olmayacak. Rönesans nasıl belli bir bilgi ve deneyim birikiminin ardından
gelip kendinden öncekinin inşa ettiği duvarları kökleriyle
ilişkisini koparmadan yıktıysa, bilgisayar destekli tasarım
ve animasyon da bu devrimi köklerinden kopmayarak, ama
hayal edileni gözle görülür kılarak yapacak.
Geleceğin dünyasına aralanan kapı
Dünyanın dört bir yanında düzenlenen, “OFFF, Let’s Feed
The Future / OFFF, Haydi Geleceği Besleyelim” gibi bilgisayar destekli tasarımla sanatın masaya yatırıldığı paneller,
dünya sanatının trendlerini belirleyen ve Bienal’leri besle-
16
İSTASYON
İSTASYON
17
KARİYER
tıpkı Picasso’nun yaptığı gibi önce klasik olanı öğrenecek,
ardından tuğlaların yerini değiştirerek oyunun kurallarını yeniden yazacaksınız. Matematikle ya da fizikle aranızın olmaması da bir sorun. Çünkü minicik kablolar arasından aktarılan o veriler, adı üstünde sayılar ve kodlardan
oluşuyor. Üç ile beşi toplayıp 10 bulmanın sizi sonuca götürmeyeceği bir yerde, tek çareniz çok çalışmak, ama eğitimin temellerinden biri de 3 ile 5’i topladıktan sonra ne elde
edebileceğinizi bilip, inandığınız şey 10’sa ondan da vazgeçmemek. Çünkü mezuniyet zamanı geldiğinde ötekilerden
farklı çalışan zekânız iş arama yolunda kullanacağınız ilk
silahınız olacak. Tabii 3B Teknolojisi ve Üretim Süreçleri,
Post Prodüksiyon, 3B Modelleme ve Animasyon Uzmanlığı
gibi pek çok dersten başarılı olup üstüne bir de proje üretmeniz gerekiyor.
USTALARDAN TAVSİYELER
Uzmanlaşma önemli
Rönesans nasıl belli bir bilgi ve deneyim birikiminin
ardından gelip kendinden öncekinin inşa ettiği
duvarları kökleriyle ilişkisini koparmadan yıktıysa,
bilgisayar destekli tasarım ve animasyon da bu
devrimi köklerinden kopmayarak ama hayal edileni
gözle görülür kılarak yapacak.
yen dOCUMENTA gibi sayısal, izleyiciyle etkileşimli eserlerin sürekli arttığı festivaller sayesinde, bilgisayar destekli
tasarım ve animasyon çağımızın en rağbet gören ve önü hiç
kapanmayacak olan yegâne mesleklerinden biri. Zira gücünü sağlam maddi dayanaklardan alan bu alanın bakirliği
hiç bozulmayacak. İnsanlar gördükçe görmek, şaşırdıkça
şaşırmak ve kendilerini özgür hissetmek isteyecekler. Bilgisayar oyunlarından, sanayi alanındaki üretim tasarımlarına, güzel sanatlardan reklama, eğlence sektörünün hemen
her alt segmentinde (dünyanın en ünlü reklam fotoğrafçılarından Anton Corbijn’in Depeche Mode’un 1993 tarihli
Devotional turnesinin elektronik bir düzenekle tasarlanmış
sıra dışı aydınlatmasından tutun, New York’taki Gucci mağazasında gerçek ürün sergilemek yerinde LCD ekrandan
ürün tanıtma yolunu seçmesine kadar) ihtiyaç duyulan bu
meslek, gün geçtikçe değer kazanacak.
Üniversiteye giriş sürecinde hayal gücüne güvenen, yeni
fikirler ve projeler üretebileceğine inanan her gencin en az
bir kez düşünmesi gereken Bilgisayar Destekli Tasarım ve
Animasyon, henüz Görsel İletişim Tasarımı, Reklam gibi
bölümlerin ya da çeşitli mühendislik dallarının alt dersleri
18
İSTASYON
olarak alınabiliyor. Ama “geleceğin mesleği” unvanını şimdiden kapmış olması nedeniyle pek çok özel kurs ve programla da Bilgisayar Destekli Tasarım ve Animasyon eğitimi
veriliyor. Rönesans örneğine geri dönerek, “kafasında uçuşan fikirlere güvenen” herkesin bu işe soyunmaması gerektiğinin altını çizmekte fayda var. Çünkü ister bir alt dal olarak, isterseniz de özel bir kursta bu eğitimi almayı kafanıza
koyun, hatmetmek zorunda kalacağınız zorunlu bazı dersler var. Bunlardan ilki her sanat okulunda ilk yılda zorunlu
olarak almak durumunda bulunduğunuz Temel Sanat Eğitimi. Yani "ben sayısal dünyanın Picasso’su olacağım" diyorsanız, yanılıyorsunuz. Yaptığınız her tasarım öncesinde
Tüm bu dersler liseden yeni mezun olan parlak zihinlerde başta roket bilimi etkisi yaratsa da Roma’nın bir günde inşa edilmediğini hatırlamakta fayda var. İlk modellemenizi yaptığınızda yaşayacağınız heyecanı düşünün. Ya da
ilk projenizi hayata geçirdiğinizde hissedeceklerinizi… Bir
de bu keyfin üstüne büyük kitlelerle kuracağınız hızlı teması hayal edin. Sosyal medya hesabınızda yazdığınız bir metin ya da paylaştığınız bir fotoğrafın çok beğeni almasından
daha büyük tutun hayallerinizi. Birçok kişi sizin tasarımlarınızla eğlenecek, çocuklar sizin hayal gücünüzün ürünleriyle büyüyecek, insanlar sizin sunumlarınızla bir ürünü
almaya karar verecek, sanayi sizin tasarımlarınızla daha verimli, daha üretken bir şekil kazanacak. Kısacası yıllarca insanların hayallerini kurduğu ama bir türlü gerçekleştiremediği ne varsa siz, onu gerçekleştiren, onu paylaşan onu
ötekilerin hayatına katan olacaksınız. Bu hazzı yaşamak
için biraz ter dökmeye değmez mi? Değer elbette…
Fütürist ve ekonomist Ufuk Tarhan, 2013 tarihli bir röportajında, “Gelecek, 5-10-15 senede ‘Sibernasyon, Dijital, Hologram, Nano, Genetik, Robot’ dediğimiz yeniçağların etkilerini birbirine geçmiş vaziyette yaşayacağız” derken
2014’ün en gelecek vaat eden meslekleri arasında animasyon uzmanları, 3D modelleme yapabilen tasarımcılar, holografik, augmented program yazılımcılığı gibi dalların yer
alacağını kestirmiş miydi bilemiyoruz ama tıptan sahne sanatlarına, restorasyondan sosyal sorumluluk projelerine
kadar, gittikçe sayısal ve bir o kadar etkileşimli sistemlere
geçmiş bulunuyoruz. Robotlar tarafından yönetilmesek de
onların yardımıyla üretiyor, sorun tespiti yapıyor ve sağlık
sektöründe sık sık onları kullanıyoruz. Ciddiyeti ele almışken belirtmek zorundayız, alanınız ne olursa olsun uzman
olmak zorundasınız. Bilgisayar destekli tasarım ve animasyon, neredeyse ışık hızında ilerleyen bir sektör ve ister işin
tıp, sanayi, enerji tarafında olun, isterse reklam, sayısal çağda yıldızınızın yani Andy Warhol’un 1968’de bir televizyon
programında zikrettiği şekliyle “15 dakikalık şöhret”inizin
hemen yok olmaması için okumalı, araştırmalı, üretmeli ve
esinlenmeye açık olmalısınız. Adını ya da eserlerini hatırladığınız sanatçılar, edebiyatçılar, biliminsanları dönemlerinde o işi icra eden tekil şahıslar değildi elbette… Onları
ayrı kılan uzmanlıklarıydı.
Ç
ağımızda doğru mesleği seçmek ve iyi işler üretebilmek, başarılı olmanın yegâne
koşulu değil ne yazık ki. Biz de geleceğin bilgisayar destekli tasarım uzmanı ve
animatörleri için işin erbaplarının önerilerine bakmak istedik. Unutmayın ki James
Cameron, Avatar’ı kendi ürettiği teknolojiyle çekerken pek çok deneme yanılma
yöntemine başvurdu, finansal nedenlerle ödünler verdi, bazı teknolojik imkânsızlıkları
bertaraf ederken bazılarını da kabul etmeyi öğrenerek hayalini gerçekleştirdi. Neil
Maccormack, Henk Dawson, Carl Addy, Andrew Hickinbottom ve Joshua Davis gibi
bilgisayar destekli tasarım ve animasyon ustalarının 'çömezlere' tavsiyeleri her meslek
dalı için geçerli olack nitelikte.
• Her şeyin zaman alacağını kabul edin. Başta size çok ters gelen şeyler yapmak zorunda
kalsanız bile, kendinize dair bir şeyler katmaya çalışın.
• Önünüze gelen bir projeye başlamadan önce, üniversitelerde ya da festivallerde
düzenlenen forumlara gidin. Oralara çalışmalarınız takdir toplarsa, sizi tanıyan
müşterileriniz de tarzınızı bilerek sizinle masaya oturur.
• İşe ilk başladığınızda hızlı gelişmeler beklemeyin. Elinize aldığınız her projeyi sıkıntıdan
sizi öldürecek gibi olsa da sahiplenin. İleride iş seçmek için çok şansınız olacak, ama
kariyerinizin başında değil.
• Bilgisayar başından saatlerce kalkmamak sizi başarıya götürmez. Öncelikle sağlıklı
olmalısınız. Sosyal hayatınızdan vazgeçmemelisiniz. Sosyal hayat sizi besleyecek ki,
sağlıklı bedeninizle işinize odaklanabilin. Bu dengeyi kurmadan başarılı olamazsınız.
• Evden çalışmak herkese keyifli gelir. Ama tam anlamıyla dikkat dağınıklığı yaratır.
Ofisiniz yoksa evinizin izole ettiğiniz bir odasında çalışın. Salonun bir köşesinde değil.
• Sektörden insanlarla ilişkinizi canlı tutun. Bu size trendleri takip etme, endüstride neler
olduğu, gelecekte ne gibi ihtiyaçlar doğacağı konusunda bilgi verir. Hem de başka hiçbir
yerde bulamayacağınız bir bilgi.
• Değişime hazır olun. Hem yaratıcı hem de teknik trendler sürekli değişir. Bir konuda
uzman olabilirsiniz, ama kendinizi geliştirmeye açık olun. Eğer gelişime kapalı olursanız
bir anda oyunun dışında kalabilirsiniz.
• Bir proje üretip onu satmak için kapı çalmaktan çekinmeyin. Bir otomotiv firması için
yaptığınız proje, bir reklam ajansının hoşuna gidebilir. Elinizde dosyanızla dolaşmaktan
çekinmeyin.
• Ücretinizi belirlerken yaptığınız işin inceliği, tekniği gibi faktörler tabii ki önemlidir.
Ama müşterinin o işi ne amaçla, nerede ve ne süreyle kullanacağı da göz önünde
bulundurulmalı. Dünyanın en iyi tasarımını yaptım diye büyük paralar kazanmayı
beklemeyin. Her işi kendi doğası içinde değerlendirin.
• Anlaşılması kolay iş taslakları çıkarın ve bunlar üzerinde konuşmaya açık olun.
Müşteri ya da patronunuz ne istiyorsa anlayın ve onun işine yarayacak iş üzerine zaman
harcayın. Bu tarzınızdan ödün verdiğiniz anlamına gelmez.
İSTASYON
19
SÖYLEŞİ
En iyi
malzemenin ve
gerçek mutfağın
peşinde
Mayıs ayında NTV Yayınları’ndan çıkan İstanbul 100 Lokanta kitabıyla yemek
meraklılarına farklı bir mecradan seslenen Vedat Milor, gastronomiyi yaşam
kalitesinin önemli bir parçası olarak gördüğünü söylüyor.
Röportaj: Biray Anıl Birer FOTOĞRAFLAR: Murat Yılmaz
V
edat Milor’u uzun uzun tanıtmaya gerek yok; yemek konusundaki engin bilgisi, zarafeti ve yaptığı yorumlarla ekranlarımızın nev-i şahsına münhasır
isimlerinden biri o. Yemek ve şaraptan ne kadar iyi anladığı, hem yazılarından hem de
televizyon programından malumunuz üstelik. Milor, Mayıs ayında, NTV Yayınları’ndan çıkan İstanbul 100 Lokanta kitabındaysa, balıkçı, meyhane
ve esnaf lokantaları gibi farklı kategorilerde seçtiği
mekânları yazdı ve bizlere harika bir referans kitabı
hediye etmiş oldu. Milor’la yemek-kültür ilişkisinden ve gastronomiden konuştuk.
Kitabınızın hazırlanma sürecinden bahseder misiniz?
Hazırlanma süreci uzadı, çünkü kitapta bahsettiğim
yemeklerin fotoğraflarını kendimiz çekmek istedik.
20 İSTASYON
Bu dünyada bile pek yapılmayan bir şey. Böyle bir işe
girişildiği zaman genelde sponsorla yapılır; lokantalar
kitaba girmek için bir bedel verir. Yazıları da zaten çoğunlukla onlar yazar, fotoğrafları da onlar verir. Okuyucular pek bilmez ama, sistem budur. Bu kitap için
çalışırken, o sistemin aksine, lokantalar ne yazıldığını
bile bilmiyordu; içeriği hiçbir lokantayla paylaşmadık. Tabii ki ben seçtiğim için hepsi belli bir seviyeyi
tutturmuş, tavsiye ettiğim lokantalar. O yüzden süreç
biraz uzadı. Uzaması aslında iyi oldu, çünkü ben izleyicilerimden zaman zaman geri dönüş alıyorum. O geri
dönüşlere göre birkaç mekânı çıkardım; daha sonra
keşfettiğim birkaç lokantayı ekledim. Hanımeli, Duble
Meze ve Brosko bunlara örnektir.
Yemeğe olan ilginizin kökenleri nereden geliyor?
Benim için önemli olan belli bir yaşam kalitesi.
İSTASYON 21
SÖYLEŞİ
Gastronomi de o yaşam kalitesinin çok önemli bir parçası. Hem estetik açıdan hem de daha dolaysız şekilde bana
zevk veren, hayatın önemli bir bölümünü teşkil ediyor
gastronomi ve iyi yemek-içmek. Ben hiçbir zaman bu işi
eğitime dökmedim, gastronomi eğitimi almadım.
Ne açıdan?
Bir kere, sakatat çok lezzetli bir şey... İkincisi, köylülükten
şehirliliğe geçişte insanların kendilerini köy kültüründen
izole etme gibi bir çabası var. Özellikle de Türkiye’de iki kuşak geriye gidince köyden gelmeyen çok az aile bulursunuz
ve bazı insanlar daha bir alafranga olmak, kendilerini ayrıştırmak çabasındalar. Sakatat yemezler mesela. Sakatat çok
lezzetlidir; etin her yerini kullanıp değerlendirmek anlamına gelir, özellikle lezzetli kısımları. Onları değerlendirme
pahalılaşır, çünkü işin içine el emeği girer. Sakatat yemek,
kültürün evrimleştiğini gösterir. Aynı şekilde kabuklu deniz
hayvanlarını yemek yine daha zengin bir ufuk göstergesidir;
denizden yararlandığınızı gösterir. Sebze ve ot çok önemlidir; kullanılan yağlar da öyle. Bütün bunlardan o kültür, o
uygarlık konusunda çok ciddi sonuçlar çıkarabilirsiniz.
Ama hayatınızın bir parçasıydı hep...
Çok önemli bir parçası; güzel resimden, edebiyattan, müzikten zevk almak gibi... Bir de ben 20’li yaşlarımda, yurtdışına
çıkar çıkmaz şarap konusunda iyi bir burnum olduğunu öğrendim. Birlikte şarap içtiğim gruplarda, şarabı benden çok
daha iyi bilenler vardı. Ben utanarak konuştuğumda birçok
kişi bana “Sen bunun eğitimini aldın mı, nasıl anladın Cabernet Sauvignon ya da Kaliforniya olduğunu?” diye sordu.
Hâlbuki bana göre çok kolaydı o kokuları ayırt etmek. Yani,
o konuda küçük yaştan beri teşvik edildiğimi söyleyebilirim.
Gelgelelim, yemekle şarap benim için her zaman ayrılmaz bir
bütün oluşturmuştur.
Yani, sizce tatları ayırt etme gücü pratikten mi gelir?
Şarapları ayırt edebilmeniz için en az 10 bin şişe farklı yabancı şarap içmiş olmanız lazım. Türk şarabı demiyorum, çünkü Türk şarabı dünyada ne olup bittiğini iyi temsil etmiyor.
En az 10 bin şişe tatmış olmanız lazım ki, kafanızda belli bir
silsile, kütüphane oluşsun. Zihninizde eşit bölümleri olan bir
envanter oluşuyor. Yemek konusuna gelirsek… Dünyanın çeşitli yerlerinde iyi lokantalarda yemek yemiş olmak ve ürünleri, nerede neyin çıktığını ve malzemeyi çok iyi bilmek lazım.
Malzemeyi bilmek derken, bir yemeği tadıp “Bunun içinde
kimyon ya da zencefil var” gibi ayırabilmekten bahsetmiyorum. Balık hangi mevsimde yenir? Akdeniz’in veya İtalya’nın
hangi bölgesinde neler yetişir? Gerçek trüf nedir? Bu gibi şeyler kitabî olmuyor hiçbir zaman. Biraz yazarlık gibi… Mesela
Dostoyevski yazarlık eğitimi aldı mı? Örneğin, bazı büyük
empresyonist ressamlar akademiden ayrılmış, çünkü orada dar bir kalıba sokulmak istenmişler. Siyahlar ve beyazlar
şeklinde kuvvetli bir ayrıma gitmek istemiyorum ama şunu
söylemeliyim: Çok önolog ya da şarap yapımcısı tanıdım, iyi
burunları yok. Yemekleri ayırt edemeyen, damak tadı iyi gelişmemiş çok şef var. Demem o ki, gastronomi eğitimi almış
ya da şarap kursuna gitmiş, fakat o kadar da kabiliyeti olmayan çok insan var.
Bu tür eğitimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bazen ters tepiyorlar, çünkü eğitim çok iyi verilmiyorsa dar
kalıplara sokuyor sizi. Bir de, işin zevki kaçıyor, çünkü yemeiçme ve gastronomi her şeyden önce yaşama güzellik ve zevk
katan unsurlar. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum. Yaşam
zaten zor ve stres dolu; onlar bunu bir yarışmaya çevirip daha
da stresli hale getiriyorlar. Bir kurs verip ne kadar üstün olduğunuzu “Şu kokuyu ayırt edemedin” diyerek kafalarına vura
vura anlatırsanız, insanlar kendilerini kötü hisseder ve gastronomi zevk olmaktan çıkıp azap haline gelir. Gerek şarap gerek
gastronomi, yaşamınıza ek bir boyut ve zenginlik katan alanlar. Önemli olan onlardan zevk alabilmek. Tecrübeniz arttıkça, zevk de artıyor. Tecrübe denen şey de biraz şans elbette.
Ben hasbelkader yurtdışında yaşadım. Dünya Bankası’nda
çalışırken devamlı Avrupa’da kalıyordum. İyi lokantalarda
22 İSTASYON
“Hep söylüyorum; bizde maalesef zevk sahibi
olanların, iyi yemek yiyenlerin pek çoğunun
maddi gücü yok. Maddi gücü olanların pek
çoğu da ambiyans peşinde.”
Sakatata dönecek olursak, aslında Türkiye’de de sakatat
yeme geleneği yok mu?
Kesinlikle var. Bence, halk kültürünün en güzel taraflarından biri bu. İyi de pişiriliyor Türkiye’de. Tabii, eksik kalmış
tarafı var; insanlar ‘şarapla iyi gider’ deyince gülüyor ama
gerçekten çok iyi gider. Şarap tarafı eksik kalmış, ama halk
mutfağında gelişmiş. Sorun zaten kültürlerarası geçişte yaşanıyor. Yoksa gelenek elbette var. Şu anda da İstanbul’daki
bazı lüks lokantalar bu geleneği çok güzel değerlendiriyor.
Mesela başında Kaan Sakarya’nın olduğu Nicole diye bir lokanta var; kitapta da bulabilirsiniz. Kaan güzel şeyler yapıyor, ama satamadığından yakınıyor. Fransa’da La’Ami Jean
diye bir lokantada çalışmış; orada öğrendiği kuzu kellesinin
bir versiyonunu Türkiye’de uygulamış. Bence çok lezzetliydi, ama menüye kolay kolay koyamıyor. Belki onu takdir
edecek insanın Nicole’e gidip yemek yiyecek parası yok.
yemek yeme şansım vardı. Belki zaten mevcut bir yetenek ve
merak bu şekilde daha da gelişmiş oldu. Dolayısıyla ben “10
derste tat nasıl alınır?” gibi kurslara inanmıyorum.
Bir coğrafyaya ilk kez gidildiğinde, orayı gezmeden görmeden tanımadan, sadece yemeğini yiyerek söz konusu yerle
ilgili bir fikir edinilebilir mi sizce?
Edinilir tabii. Genellikle, coğrafya, topografya ve kültür ne
kadar zenginse mutfak da o kadar zengin oluyor. Örneğin İspanya’daki Katalan bölgesinde dağla deniz birleşir. Çok güzel
sebzeler vardır; hem balık hem kabuklular olmak üzere deniz
ürünleri çok gelişmiştir. Etler de çok gelişmiştir; av etleri ön
plandadır. Şarküteriyle tapa, yani meze kültürü çok gelişmiştir. Yemeklere eklenen soslar önplandadır. Tüm bunlardan
bölgenin çok zengin bir kültürünün olduğunu çıkarabilirsiniz. Dikkat edin, daha çok et ve patates yiyenlerin kültürü,
özellikle de biftek, yani steak kültürü; kapalı ve dar bir kültürdür. Sakatat yeniyor mu, yenmiyor mu mesela? İyi bir şeydir
yenmesi.
Vedat Milor’un bizzat deneyimlerinden yola
çıkarak kaleme aldığı İstanbul 100 Lokanta,
yemeğe ilgi duyanların kütüphanesinde olması
gereken bir kitap. Nerede ne yiyeceği konusunda
kararsız kalanlara da rehberlik edecek nitelikte.
Çok ilginç bir şey aslında, değil mi?
Hep söylüyorum; bizde maalesef zevk sahibi olanların, iyi
yemek yiyenlerin pek çoğunun maddi gücü yok. Maddi gücü
olanların pek çoğu da ambiyans peşinde. Tabii genelliyorum;
istisnalar mutlaka vardır.
Dünya mutfaklarından hem uygulama hem de ortaya çıkan
sonuç açısından favorileriniz hangileri?
Son yıllarda, dünyada inanılmaz bir kaliteli malzeme bilinci
ortaya çıktı. Giderek artan ekolojik nedenler, denizlerin kirlenmesi, hormonlar, sebzelerin ve meyvelerin aşırı nitratlı
olması ve tarımda suni gübreler kullanılması gibi unsurlar
ciddi sağlık sorunları yaratıyor. En çok da glikoz. İleride, glikoz içeren ürünlerin üstünde sigarada olduğu gibi “Öldürür”
uyarıları yazacak. Doğal ürünleri yemeğe dönüştürürken öyle
bir teknik kullanmalısınız ki, yemeği hem en güzel şekilde sunacaksınız ve basit görünecek; ama aslında basit değil, çünkü
her şeye rağmen tek yemekte birkaç malzeme birleşebiliyor.
Bunu iyi yapan mutfaklar öne çıkıyor. Şu anda öne çıkan, herkesin merak ettiği mutfak, Japonya. Michelin yıldızı sayısıyla
Japonya şu an Fransa’yı bile geçti ya da onunla aşağı yukarı
aynı düzeyde. Özellikle deniz ürünleri ve kabukluları; hatta
sebzeler, tomurcuklar ve tohumlar açısından enteresan bir
mutfak; ben de seviyorum. Yine de, burada doğduğum için,
kullanılan yağlardan dolayı damak zevkim yakın coğrafyayı
daha çok benimsiyor. Benim üç favorim Fransa, İtalya ve İspanya.
Bu ülkelerde nasıl lokantalar hoşunuza gidiyor?
Michelin yıldızlı lokantalardan ziyade, gerçek mutfak diye adlandırdığım, en iyi malzemeleri en iyi şekilde ve belki sevgiyle
pişiren daha otantik yerlerin peşindeyim. Bunlardan bazıları
Michelin yıldızlı oluyor tabii. Bu arada, Amerika da çok büyük atılımlar yapıyor. Özellikle San Francisco civarında, Bay
Area (Körfez Bölgesi) denen bölümde ve New York’ta çok iyi
lokantalar ortaya çıkmaya başladı çünkü ciddi boyutlarda
ekolojik ve biyodinamik tarım yapılıyor artık.
İtalya, Fransa ve İspanya mutfaklarının özelliği ne?
İtalya mutfağı diye bir şey yok aslında. Yöresel mutfakların bir
bütünü o. Fransa ve İspanya da aşağı yukarı aynı. Yöresel ve
mevsimsel ürünler ilgimi çekiyor en çok. Mesela “Şu anda mayıs ayında nerede ne yemek isterim?” diye soruyorum kendime. Tabii, insan istediklerinin çok azını yapabiliyor ama bazı
malzemeleri ancak o şekilde tanırsınız. Örneğin İspanyolların
Bask bölgesinde, dünyanın en lezzetli bezelyesi var. Ufacık ve
bonbon şeker gibi. Kokusu ve lezzetine inanamazsınız. Onu
o anda bahçeden koparmak müthiş bir duygu. Tür olarak da
çok iyi bir bezelye… Sadece mayıs ayında bulunuyor; haziranda bulamazsınız. Mayısta San Sebastian’a gidip o bezelyeyi
yemek benim için çok önemli. Sadece orada ve o zamanda
var; başka hiçbir yerde yok. Diğer yandan, siyah havyarı her
zaman yiyebilirsiniz. Trüf mantarının da doğru yeri ve zamanı vardır. Herkes bilmez ama siyah trüfün en iyi zamanı ocak
ayı ve şubatın başıdır. Beyaz trüfün en iyi zamanı ekim sonu
ve kasımdır. O kadar çok mantar çeşidi, sebze ve deniz ürünü
var ki dünyada! Bunların zamanını bilmek lazım… Hani bizde oğlağın belli zamanı vardır ya, onun gibi.
İSTASYON 23
TARİHTEN
Aka kahramanı Aias,
Troya kahramanı
Hektor’u savaşa davet
ediyor (İlyada XII.
Bölüm).
Troya Savaşı’nın
gerçek hikâyesi
Troya diye bir kent gerçekten vardı, burada gerçekten bir savaş olmuştu. Hatta
Truva Atı bile o devrin savaş taktiklerine uyuyordu. Son yıllardaki araştırmalar,
İlyada destanının tarihi yansıttığını gösteriyor.
T
Çağı, Yunanistan’da iki uygarlık ortaya çıkardı. Miruva atından Aşil topuğuna, güzel Helena’dan
nos ve Miken. Mikenliler bugün Yunanistan olarak
trajik Hektor’a, sirenlerin şarkılarından “kabildiğimiz yere MÖ 2000’lerde gelmişlerdi. Geç Tunç
natlı sözcüklere”, Troya (Truva) Savaşı’nın
Çağı’nda (MÖ 1600-1100) bir dizi savaşçı krallık kuhikâyeleri antik edebiyatın klasiklerine,
rarak Yunanistan’a egemen oldular. Bunların
Homeros’un İlyada’sına kadar
uygarlığına Miken uygarlığı deniyor,
uzanır. Ama Modern Batı kültürüne
ama kendilerine muhtemelen
kök salan bu öyküler doğru muAkhalar (Akalar) veya Danadur? Troya ve Troya Savaşı’nda
alar diyorlardı. MÖ 1450
efsane nerede bitiyor, tarih
civarında,
Mikenliler
nerede başlıyor?
Girit’i fethettiler; doğu
Bu eski sorulara yakın
Ege adaları ve Anadozamanda yeni cevaplar
lu’daki bazı kolonilerini
verildi. Son 20 yılda,
de ele geçirdiler. SonraTroya Savaşı araştırmaki birkaç yüzyılda, doğu
larında arkeoloji ve epigAkdeniz’in krallıklarıyla
rafi de yaşanan iki devrim
savaş, diplomasi, ticaret ve
etkili oldu. Kilit olaylar,
hanedan evlilikleri yoluyla
1988’den beri Troya’daki arilişkiye geçtiler. Troya Savaşı
keolojik sitte yapılan kazılar
gerçekten olduysa, Miken uyve Orta Anadolu’daki büyük Higarlığının MÖ 1100’lerde düşüşe
tit Krallığı’nın belgelerinde yapıgeçmesinden önceki son olaylardan
lan yeni incelemeler oldu. Sonuç şu:
biriydi.
Homeros’un anlattıklarının, önemli ölçüde tarihsel gerçek içerdiğini düşünmek
için elimizde bugün daha fazla neden var.
Troya kentinin öyküsü
Troya gerçekten de Batı Anadolu’da zenHeinrich Schliemann, Çanakkale Boğazı’nın
Schliemann’ın 1876’da Mycegin bir kentti; burada bir veya bir dizi savaş
girişinde Hisarlıktepe’deki ilk kazısına
nae’de
(Miken) bulup “Agamem- 1871’de başladı. Hisarlık (Troya), dokuz ayrı
olmuştu. Yunanlı savaşçılar kente saldırnon’un Maskesi” adını verdiği
mıştı. Homeros’taki renkli ayrıntıların bile
tabaka veya uygarlık düzeyinden oluşan, her
mask.
çoğu (teke tek dövüşler, bir kadın uğruna
biri öbürünün üzerine inşa edilmiş, tarihleri
savaş, savaş alanında tanrıların ve tanrıçaMÖ 3000’den MS 500’e kadar uzanan bir
ların bulunması), Tunç Çağı kültürünün bir parçasıydı.
yerdi. Schliemann, özensiz ve dürüstlükten uzak davranHatta Truva Atı bile tarihsel bir gerçek olabilirdi! Ancak
dı. Ama sonraki yaklaşık 150 yılda eğitimli arkeologlaHomeros bir tarihçi değil ozandı ve kilit tarihsel olaylarrın yaptığı bir dizi kazı, araştırmayı bilimsel bir temele
dan söz etmiyordu.
oturttu. Schliemann, Troya kentini keşfettiğini iddia etti.
Troya Savaşı, Geç Tunç Çağı’nda oldu. Geç Tunç
Hisarlık sakinleri yüzyıllardır Troya’da yaşadıklarına ina-
24
İSTASYON
İSTASYON
25
TARİHTEN
ZAMAN AKIŞI
MÖ 1210-1180
Troya Savaşı, büyük ihtimalle
bu tarihler arasında, kentin
Troya VIi (eski adıyla Troya
VIIa) denilen katmanı
zamanında oldu.
1945
Berlin, Mayıs başında Sovyet
ordusunun eline geçti.
Priamos’un hazinesi müzeden
gizlice Moskova’ya götürüldü.
Büyük İskender’in Troya’yı
ziyareti, G. P. Pannini,
17’nci yüzyıl.
1991
ABD’de yayımlanan ArtNews
dergisi Yaz 1991 (Cilt 90
No. 6) sayısında, hazinenin
Moskova’daki Puşkin Müzesi’nde
ortaya çıktığını bildirdi.
MÖ 700’ler
Smyrna’lı (bugünki İzmir)
olduğu düşünülen Homeros,
İlyada ve Odysseia adlı epik
şiirlerini yazdı.
MÖ 334
Plutarkhos’a göre, Büyük
İskender Troya’yı ziyaret
edip adak adadı.
MÖ 20
İlk Roma İmparatoru
Augustus, Troya’yı
ziyaret edip onarttı.
1461
İstanbul’un fethiyle ilgili
kitabıyla tanınan tarihçi
Kritovulos’a göre Fatih, Midilli
seferine giderken Troya’ya
uğradı ve kendisine İlyada
öyküsünün anlatılması üzerine
İstanbul’un fethinin Troya’nın
intikamı olduğunu söyledi.
1871
Osmanlı Devleti, Troya olduğu
düşünülen Hisarlık’taki
arazileri istimlak etti ve Alman
işadamı, define avcısı Heinrich
Schliemann, bir yıl önce
Troya’yı bulmak için izinsiz
olarak başlattığı kazıları bu
izinle daha da genişletti.
Homeros
Hisarlık sakinleri, yüzyıllarca Troya’da
oturduklarına inandılar. Şehre
İlyada’daki gibi İlion/İlium dediler.
nıyorlardı. Şehirlerine İlion diyorlardı. Bu isim Homeros’ta
Troya için kullanılan sözcüktü. Hisarlık’ın etrafındaki topraklar, Homeros’un anlattığı coğrafyaya uygundu.
1988’den sonraki kazılar, Homeros’un kent hakkında
doğruyu anlattığını kanıtlayan bir tür arkeolojik devrim
oluşturur. Tübingen Üniversitesi’nden Manfred Korfmann
ve o öldükten sonra Ernst Pernicka tarafından sürdürülen
yeni kazılar, bir savunma hendeğinin, aşağı kenti koruyan
karmaşık bir kapının izlerinin ortaya çıkmasını sağladı.
Kentin güneybatısında Troya’nın limanını buldular. Arkeologlar, Troya’nın nüfusunun 5 ila 7 bin 500 arasında olduğunu düşünüyorlar.
Troya, MÖ 3000 ila 950 arasında Tunç Çağı’nın büyük
kentlerinden biriydi. Demir Çağı’nın başlangıcında terke-
26
İSTASYON
dildikten sonra, MÖ 750 civarında buraya kolonistler
yerleşti ve kent MS 500’e kadar küçük bir Yunan şehri
olarak kaldı. Tunç Çağı Troya’sında kent zaman zaman yangın, deprem ve savaşla yıkıldı ve yeniden
inşa edildi. Geç Tunç Çağı’nda, Orta Anadolu ve
Mezopotamya’daki kentlerin boyutunda değilse
de, Ege civarındaki en büyük kentti. Yakınındaki bir limanı kontrol ediyor ve kendisini duvarlar, hendekler ve ahşap çitlerden oluşan bir
sistemle koruyordu.
Homeros’un kanatlı sözleri İlyada ve Odysseia, iki uzun epik şiirdir. İlyada, Troya
Savaşı’nın sonundaki iki aylık çatışmaları, Odysseia ise Odysseus’un Troya’dan eve dönerken
yaptığı yolculuğu anlatır; Troya Savaşı hakkında
da bazı ayrıntılar verir. Bu metinler Homeros diye bir şaire Akhilleus, yendiği Hekatfedilir. Troya Savaşı Tunç tor’un ölüsünü kimseye
Çağı’nda olmuştur ama İlyada vermiyor. MÖ 5. yüzyıl vazosu.
2004
Wolfgang Petersen’in yönettiği
“Troy” (Truva) filmi, bütün
dünyada İlyada ve Troya’ya
duyulan ilgiyi yeniden
uyandırdı. Dünyada 497 milyon
Dolar gişe hasılatı elde edildi.
Filmin en başarılı olduğu
ülkelerden biri de 1 milyon 692
bin bilet satılan Türkiye’ydi. Bu,
yabancı bir film için çok yüksek
bir rakamdı.
1873
“Priamos hazinesi” adını
verdiği altınları yurtdışına
kaçıran Schliemann’ın kazı
izni iptal edildi. Ancak 1878’de
yeniden kazı izni aldı.
1882
Schliemann’ın Avrupa’ya
kaçırdığı “Priamos hazinesi”,
Berlin’de sergilendi ve
“Königliche Museen zu Berlin
/ Berlin Kraliyet Müzesi”
tarafından alındı.
Troya, 1889. Hisarlık’ta arazisi olan İngiliz konsolosu Frank Calvert ve Osman Hamdi Bey yanyana bağdaş kurmuş (önde, soldan birinci
ve ikinci). Heinrich Schliemann ayaktakilerin soldan beşincisi.
ve Odysseia Demir Çağı’nda kaleme alınmıştır. Büyük
ihtimalle, iki şiir de uzun süren bir sözlü geleneğin
sonunda yazılmıştır. Yüzyıllar boyunca ozanlar,
hikâyeler toplamıştır. Eski temaları kullanmış,
Tunç Çağı’na dair gerçek ayrıntıları katmış,
yeni yorumlar eklemişlerdir. Sonuç olarak İlyada ve Odysseia, tarih değildir, ama tarihi
yansıtır. Çoktan ortadan yok olmuş yerlerden, terkedilmiş teknolojilerden bahsetmekte, eski sözcükler kullanmaktadır. İki eser,
gerçekten yaşamış insanlara da atıfta bulunuyor olabilir, çünkü isimler sözlü gelenekte
kuşaktan kuşağa aktarılan en kolay şeydir.
Asıl önemlisi, bu şiirler arkaik bir zihniyeti
ortaya koyar. MÖ 700’de artık o kadar yaygın
olmayan, Geç Tunç Çağı’na ait motifleri içerir.
Örneğin Homeros savaşta kahramanların rolünü vurgular. MÖ 700’e ait Yunan metinleri ise grupları öne çıkarır. Ama Mısır ve Hitit krallığından kalma
Tunç Çağı metinleri kahraman kralların bireysel başarılarını abartarak Homeros’a ayna tutarlar. Mısır ve Hitit
kralları Akhilleus (Aşil) veya Hektor’a yakışan terimlerle
anlatılır. İki faktörü daha göz önünde tutmalıyız. Yazı
Yunanistan’da yok olmuştu, ama Anadolu’da yok olmamıştı. Gelenek Homeros’un Anadolu’da yaşadığını ve yazılı tarihsel belgelere ulaşabildiğini söyler.
Savaşın kurgusu
Eski yazarlar, hatta Tukidides bile Troya Savaşı’nın gerçekten olduğunda birleşirler. Ayrıntıların çoğunu mit
olarak dışarıda bırakırlar, ama savaşın kendisinden şüphelenmezler. Birçok modern yazarsa farklı düşüncededir.
1800’lerden bu yana Troya hakkında iki okul ortaya çıkmıştır. Pozitivistler, Troya Savaşı’nın gerçekten olduğuna
inanır. Şüpheciler ise Homeros’un yazdıklarında bir masaldan başka bir şey görmezler. Schliemann pozitivistlerin öne çıkmasını sağlamıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra şüpheciler öne çıkmıştır. 1930’larda Troya kazıları
İSTASYON
27
TARİHTEN
KARŞI GÖRÜŞ
Troya Savaşı’nın olduğuna
dair hiçbir kanıt yok
İlyada ve Odysseia tarih değildir,
ama tarihi yansıtır. Çoktan yok olmuş
yerlerden söz eder, eski bir zihniyeti
anlatır, savaşın geçtiği Tunç Çağı’na
ait motifleri içerir.
küçük bir yeri ortaya çıkarmıştı, İlyada’da anlatılan büyük
şehri değil. Dilbilimciler ve yazıtları okuyan öğrenciler,
Homeros’un hikâyesinin gerçek olduğunu kanıtlaması beklenen eski metinlerde boşluklar bulmuşlardı. İkinci Dünya
Savaşı’nın acı deneyimleri, Troya kahramanlık hikâyelerini
demode hale getirmişti. Şimdi sarkaç yine öbür tarafa döndü. Pozitivistler, arkeoloji ve epigrafideki devrimler sayesinde yeniden öne çıkıyor. Onlar da birkaç kategoriye ayrılıyor.
Bazıları Troya Savaşı’nı MÖ 1300 civarına, bazıları ise
1210-1180’e tarihliyor. Başkaları, Homeros’un Anadolu’da
yüzyıllarca sürmüş savaşları tek bir çatışmaya dönüştürdüğünü öne sürüyor. Savaş, büyük ihtimalle 1210 ila 1180
arasında, büyük bir yangın Troya kentini mahvettiği sırada oldu. Silahlar, gömülmemiş insan kemikleri, bir yağma,
yani ani saldırı olduğuna işaret ediyor. Troas’taki kentler,
arkeologların yakın tarihteki bir araştırmasına göre, 1200
civarında terkedildi, bu da bir işgali gösteriyor. Troya’da,
yağmalanmış eski kentlere göre daha az silah bulunduğu
doğru. Ama Troya, dokunulmamış bir yer değildi, eski zamanlarda da bir turizm merkeziydi.
Troya Savaşı gerçekten olduysa, nasıl olmuştu? Burada anlatacaklarımız bu savaşın varsayımsal bir kurgusudur. Kanıtlar kesinliğe değil, ama olasılıkların sınırlarını
daraltmamıza izin verir. MÖ 1200’de Yunanlılar, Batı
Anadolu’nun servetini zaten biliyorlardı, çünkü 200 yıldır
28
İSTASYON
buradaydılar. Troya’yı alarak büyük servet ve şan şöhrete
kavuşacaklardı. Ama savaşı sadece bir yağma olarak mı görüyorlardı?
Homeros, Paris adındaki bir Troya prensinin Lakedemon kraliçesi Helena’yı baştan çıkarıp Troya’ya götürdüğü
için Yunanlıların kente saldırdığını söyler. Bir kadın uğruna savaş, Tunç Çağı’nda bugünkü kadar gülünç görünmüyor olabilir. Amarna Mektupları, Tunç Çağı insanlarının
savaşları, ilkelerin çatışmasına değil, insanlara bağladığını
gösterir. İntikam, onur, imaj, erkeklik gösterisi ve aileye
bağlılık, Amarna Mektupları’nda savaş nedeni olarak karşımıza çıkar. Tunç Çağı insanları kavramlarla düşünmez.
Onların zihniyeti somut şeylere takılır. Herhangi bir Tunç
Çağı metni, baştan çıkarılan bir prenses üzerine patlak veren bir savaştan söz etmez. Ama kraliyet evlilikleri üzerine
başlayan savaşlardan bahsedilir
Yunanlıların, Homeros’un dediği gibi 1186 gemiyi denize indirmeleri veya Tukidides’in iddia ettiği gibi 102 bin
askeri toplamaları imkânsızdı. Ama 300 gemi ve 15 bin
asker, Tunç Çağı için tutarlı bir rakam olur. Homeros’a
göre, Troyalılar Batı Anadolu, Trakya ve Makedonya’daki
müttefiklerinden bir koalisyon meydana getirdiler. Homeros, bu ittifakların Troyalılara en az Yunanlılar kadar asker
sağladığını öne sürer. Kazılara dayanarak Troya’nın 2 binden fazla savaşçıyı toplayamayacağı açıktır, ama müttefikleri tarafından desteklenmiştir. Troya’ya girdiklerinde Yunanlılar, efsaneye göre uzun süredir savaşmaktaydı. Ancak
Homeros Troya Savaşı’nın on yıl sürdüğünü söylemez. Yunanlıların Troya’da dokuz yıl mücadele edip acı çektiğini,
onuncu yılda nihayet kazandıklarını belirtir. Bu ifade Yakın
Doğu’nun eski bir deyişini hatırlatır; “başarana kadar tekrar tekrar” anlamına gelir. Gerçekten
Truva Atı’nın en eski
de Troya’nın kolay alınamayacak bir
görüntülerinden biri:
kalesi vardı. Aşağı kent bir savunma
Mikonos’ta bulunmuş,
7. yüzyıla ait bir amfora. hendeği ve ahşap bir çitle korunuyor-
Schliemann’dan
sonra, Troya’daki
kazıları Wilhelm
Dorpfeld devraldı
(1902). Bu fotoğraf
onun arşivinde yer
alıyor.
du. Ama savunmanın kalbi yukarı kent veya hisardı;
Homeros buradan Pergamos diye söz eder.
Hisar, ovanın üzerinde 30,5 metre yükseliyor ve 2
bin metrekarelik bir alanı kapsıyordu. 350 metre uzanan surların yüksekliği 10, kalınlığı ise 4,8 metreydi.
Surların taş zemini dışarı doğru çıkmıştı; yani saldıranların savunmacıların oklarından korunacakları bir
kör nokta yoktu. Mimari, saldırganları dar bir mekâna
hapsediyor, savunmacılar da onları yukarıdan yok edebiliyordu. Yunanlılar Troya’ya ulaştıklarında kıyıda bir
kamp kurmaya çalıştılar. Peki, savaşın geri kalanında
neler olmuştur? Homeros’taki cevap açıktır: Akınlar...
Akhilleus ve Odysseus gibi liderler, şehirlere saldırmış,
yağmalamış, esir almıştır.
Odysseia, kentin bir aldatmacayla alındığını anlatır. Yunanlılar kamplarını toplayıp yakındaki Tenedos
Adası’na yelken açarlar. Geride de büyük, tahta bir at
bırakırlar. Bu at Troyalılara çekici gelir. At yetiştirmeye
uygun Troya otlakları ünlüdür. Efsaneye göre, Troyalılar, atı şehir surlarının içine alır. Ne yazık ki atın içi
savaşçılarla doludur. Geceleyin Troyalılar savaşın sona
erişini kutlarken Yunanlılar çıkıp kapıları açarlar. Böylece Troyalıları gafil avlayıp kenti yağmalarlar. Arkeoloji, Troya’nın yağmalanmasına uygun bir resim çizer.
Homeros, Troyalıların Yunanlılar terk ettikten sonra şehri yeniden yaptığını söyler, arkeoloji de bunu
gösterir: Eski yapılar, sokaklar tamir edilmiş, yeni binalar yükselmiştir. Ama bu başka bir kenttir. Yıkılan
Troya’nın refahına ulaşamaz. Nüfusu da farklıdır; Balkanlardan yeni göçmenler almıştır. Troya’yı yeniden
inşa edenler kuşkusuz kentleriyle gurur duyuyorlardı.
Belki kenti yok eden savaşı anlatan ozanları dinlemişlerdi. Ama herhalde 3 bin yıl sonra insanların hâlâ bu
rüzgârlı kentte olup bitenlere bu kadar merak duyacağı
akıllarından bile geçmemişti.
Homeros’un sözünü ettiği Troya
veya İlion’un Hisarlık tepeyle aynı
olduğunu kanıtlayan ne yazılı ne
arkeolojik belge var. Hisarlık’ta
kazılan yer Troya değilse, Troya
savaşlarının yapılıp yapılmadığı da
bilinemeyecektir. Hitit metinlerine
dayanarak Wilusa’yı (Vilusa) (W)ilios
olarak rekonstrüksiyonu yapılan İlios
veya Troya ile eşitlemek ve sadece
bu teoriden hareketle Hisarlık’ta
Homeros’un Troya’sının varolduğunu
iddia etmek kısır döngüden ve
yanıltıcı mantık oyunundan başka bir
şey değildir.
Bazı tesadüfi isim benzerlikleri
dışında Wilusa-İlias eşitliğinin
dayanacağı hiçbir destek yoktur.
Wilusa ülkesi kralı Alaksandu ile
II. Muwatalli arasında yapılan
antlaşmada şahit tanrılar içinde Hatti
ülkesinin birçok tanrıları arasında
“Büyük Deniz” de sayılırken, Wilusa
tanrıları arasında Deniz Tanrısı’ndan
hiç ama hiç sözedilmemesi bir
tesadüf müdür, yoksa Wilusa’nın
denizle ilgisinin olmadığının bir kanıtı
mıdır? Wilusa bize göre EskişehirBursa arasında olmalıdır.
Hitit metinlerinde geçen ve
Akha’larla eşitliği daha Hitit dili
çözülmeden önce tartışmaya açılan,
fakat bir türlü kanıtlanamayan
Ahhiyawa’lara (Ahiyava), Akhalar
veya Mikenler denilmekle kalınmıyor,
artık “Grek/Yunanlı” deniliyordu.
Son yıllarda tüm dikkatlerin konuya
odaklanması ve aşırı titiz araştırmalar
sonucu sadece Batı Anadolu’daki
Miken seramik parçalarının sayısı
biraz daha artmıştır. Ama en çok
artan şey, konuyla ilgili yayınlar
olmuştur. Birçoklarının ortak özelliği
ise, maalesef yeni modaya ayak
uydurarak, konuyu saptırmak ve Hitit
metinlerinde Yunanlıları aramak
oldu. Konuya olumsuz yaklaşanlar,
yani Ahhiyawa-Akha ve dolayısıyla
Yunan eşitlemesine kuşkuyla
bakanlar artık neredeyse tutucu
olmakla suçlanıyorlar.
Oldubittilere örnek olarak 1995’te
Troya’da VIIb1 veya ÖIIIb2
tabakasında bulunan bikonveks
ve Luvi hiyeroglif yazılı bir mühür
buluntusunu verebiliriz. Bu basit
mühür, sırf Troya’da bulunduğu
için fırtınalar estirmiş, Troya’da
yerli bir Luvi’li memur tarafından
kullanıldığı öne sürülmüş, Troyalıların
konuştukları dilin Luvice olduğuna
dair bir kanıtmış gibi yorumlanmıştır.
İyi bir tesadüf eseri olarak 1997’de
Boğazköy Büyükkaya’da ele geçen
Troya’dakinin benzeri bir mühür,
bu spekalüsyonların boş olduğunu,
mührün her nasılsa Orta Anadolu’dan
bir yerlerden Troya’ya götürüldüğünü
kanıtlamıştır.
Boğazköy-Hattusa’da kazılarda
bulunan tabletlerin dili olan Hititçenin
çözülmesiyle, bu metinlerin içerikleri
çeşitli ilgi odaklarına konu olmuştur.
E. Forrer dilin çözülmesi konusundaki
değerli çalışmaları yanında konuya
tek yanlı bir biçimde yaklaşmış ve
Homeros destanlarında anlatılan
“Grek kahramanlık çağının” şaşaalı
olaylarının Hitit metinlerine mutlaka
yansımış olması gerektiği ilkesinden
hareket etmiştir. Burada en büyük
yöntem hatası, Hitit metinlerinde
Homeros’un Yunanlılarını keşfetme
tutkusuyla yola çıkılmış olmasıdır.
Ölü dillerin yapısı ve çok fazla
bilinmeyenle dolu olması, önyargılı
keşiflerde bulunmaya yeltenen
herkesi ödüllendirecek niteliktedir.
Forrer de istediği ses benzerliklerini
fazlasıyla bulmuştur. Bunlar
arasında gelişigüzel bir sıralamayla
Alaksandu=Alexandros (Paris),
Attarsiya=Atreus, Wilusa=Ilion,
Taruisa=Troya vs. vardır. Ama bunu
yaparken ne metinlerin kronolojisi
ne içerikleri ne de olayların geçtiği
coğrafi ortam dikkate alınmıştır.
Ahhiyawalıların “Miken Grekleri” veya
“Homeros Grekleri” ile eşitlenmesi
henüz mümkün olmamıştır.
İSTASYON
29
GEZİ
Bölge, son
zamanlarda yerli
turistlerin de
ilgisini çekiyor. Bu
durumdan yola
çıkarak, Türkiye’de
yaşayanların da artık
Doğu Karadeniz’i
Temel fıkralarından
ibaret görmediklerini
söyleyebiliriz.
Yeşili başka yeşil
mavisi başka mavi
Bakanın gözünü alan bir renk cümbüşüne sahip doğası, nev-i
şahsına münhasır insanları, başka hiçbir yerde aynı lezzette
olmayan yemekleriyle bir başkadır Doğu Karadeniz. Hele
bir de mevsimlerden yazsa, yaylalara çıkılabilecek zamansa
yani, değmeyin gezginin keyfine… YAZI: SEMA ULUDAĞ FOTOĞRAFLAR: MURAT YILMAZ
Y
az mevsimine ramak kala başlar tatil planları. Nereye
gidileceği düşünülür uzun uzun. Ege mi olsun, Akdeniz mi? Tatil köyünde mi konaklamak gerek, yoksa butik otelde mi? Karayoluyla mı gidilsin, uçakla mı? Bu
ve buna benzer birçok soruya yanıt bulmak için zihnini yorar
da insan, alternatif yaratmayı, deniz ve kumla özdeşleşen yaz
tatili anlayışına farklı bir bakış açısı getirmeyi pek düşünmez.
Bu döngünün dışına çıkmayı göze alabilirse eğer, keşfedeceği
birçok kültürel değerin, doğal ve tarihi zenginliğin de var ol-
30
İSTASYON
duğunu; daha da önemlisi denizin olmadığı yerlere de tatile
gidebileceğini görecektir oysa. Biz de öyle yaptık; yaz aylarına
denk gelen bu sayımızda rotamızı gözde tatil beldelerine değil
de, Trabzon’a, Rize’ye ve Artvin’e çevirerek Doğu Karadeniz’in
nev-i şahsına münhasır atmosferini sayfalarımıza taşıdık...
Doğu Karadeniz seyahatini bölgenin başlangıcını oluşturan
kentten, Trabzon’dan başlatıyoruz. Birçok kaynak, “Karadeniz kıyılarının zümrüt kenti” olarak tanımlıyor bu şehri. Doğu
Karadeniz’e hiç gitmemişseniz, bu sözü çok tumturaklı bulabi-
Çay ve Rize
Bezi, bölgenin
karakteristik
unsurlarından
sadece ikisi.
Çay taşımayı
kolaylaştıran
teleferiğin ise
hayli fazla çeşidi
var.
Doğu Karadeniz yolculuğunuz
boyunca sık sık şelale ve nehirlerle
karşılaşacaksınız. Bazısı sakin sakin
akarken bazılarından çıkan sesin
tüm doğaya hâkim olduğuna tanıklık
edeceksiniz.
lir; dahası içinizden “yeşil her yerde yeşildir işte” diye geçirebilirsiniz. Doğu Karadeniz’i gördükten sonraysa ne kadar büyük
bir yanılsama içinde olduğunuzu; bu bölge içinde yer alan her
kentin ayrı bir zenginlik barındırdığını anlarsınız.
Trabzon, tarihi ve doğal güzellikleriyle meşhur ki, Uzungöl
ile Sümela Manastırı bunlara verilebilecek en iyi iki örnek bizce. Tanıtım yazılarında Alplerin güzelliğiyle kıyaslanan Uzungöl, Trabzon merkezine 99, sınırları içinde yer aldığı Çaykara
ilçesineyse 19 kilometre uzaklıkta. Bu da Trabzon’un merkezindeyseniz ve Uzungöl’ü görmek istiyorsanız bir buçuk, iki saatlik yolu aşmanız gerektiği anlamına geliyor. Yol boyunca doğanın sunduğu güzelliklerin keyfini çıkarmak, asma köprülerin
yanı başında mola verip çağlayarak akan derenin sesini dinlemek isterseniz, yol biraz daha uzuyor elbette. Ama yolu uzat-
ma pahasına bu güzelliklerin keyfine
varmanızı özellikle
tavsiye ederiz. Aksi
takdirde
Trabzon
gezisi biraz eksik, biraz yarım kalıyor. Kaynakçalar, vadinin ortasında yer alan, 1090 metre rakıma sahip bu gölün yamaçlardan düşen kayaların Haldizen deresinin önünü kapamasıyla
oluştuğunu yazıyor. Yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgisini
çeken bölgenin bir yanında klasik Karadeniz mimarisini temsil eden evlerden oluşan köy var. Tam ortada yer alan camii, sınırı çizen yer gibi duruyor. Camiyi arkanıza alıp ilerlediğinizde
daracık bir yolun iki yanındaki otel, motel ve restoranlarla karşılaşıyorsunuz. Buraya kadar gelmişken, restoranlardan birine
İSTASYON
31
GEZİ
Trabzon
Trabzon seyahati mensuplarının dikkatine...
Uzungöl’de uzun bir mola vermemiş, görüntüsü
bile iştah kabartan mıhlamadan yememişseniz,
kentin güzelliklerini yaşamamışsınız demektir!
32
İSTASYON
girmemek olmaz elbette. Peki, Karadeniz’e gidilir de ne yenir?
Tabii ki mıhlama, kaygana ve balık. Ancak mevsim yaz ve çiftlik alabalığı haricinde balık bulmak biraz zor. Hamsiden turşu bile kurdukları düşünülen bölge halkının, mevsimi olmayan
yemeği ise tabii ki mıhlama. Trabzon’un meşhur tereyağının
önce mısır unu, ardından da özel bir tel peynirle yüksek ateşte kavrulmasıyla oluşan bu yemek, damak zevkine düşkünlerin
mutlaka tatması gereken lezzetler arasında.
Uzungöl’ü görüp mıhlamanın tadına vardıktan sonra, sıra
geliyor Sümela Manastırı’nı ziyarete. Trabzon’un
Maçka ilçesinin Altındere Köyü sınırları
içinde kalan ve bazılarının Meryem Ana
Örenyeri olarak tanıdığı Manastır’ın,
adını siyah anlamına gelen “melas” sözcüğünden aldığı söyleniyor. Kaynakçaların bazıları bu ismin manastırın kurulduğu koyu
renkli Karadağlar’dan geldiğinin
altını çizerken, bazıları manastırdaki siyah Meryem Ana tasvirinden
kaynaklandığını belirtiyor. Yine kaynakçalardan yararlanarak manastırın tarihini incelediğimizde burasının Bizans İmparatoru Theodosius zamanında (375-395), Atina’dan gelen iki rahip tarafından inşa
edildiği yazılıyor. 6’ncı yüzyılda İmparator Justinianus’un talebi üzerine manastırın genişletildiği ve onarımdan geçirildiği bilgisi de yer alıyor. Manastır yolu bir hayli dik, dar ve virajlı.
Yolun hemen yanındaki uçuruma bakmamaya çalışarak dikkatle yol almak gerekiyor. Araç ancak belli bir noktaya kadar
size refakat edebiliyor, sonrasında bacaklarınıza güvenmek zorundasınız. Manastır’a yaklaştıkça karşınızda yükselen dağın
zirvesi göz hizasına gelmeye başlıyor. Aşağıdan bakıldığında
ulaşılmazmış gibi görünen bu dağ, ne kadar yüksekte olduğunuzu da somut biçimde anlatıyor aslında. Dik merdivenleri tırmandıktan ve biraz nefes nefese kaldıktan sonra varabileceği-
niz Sümela Manastırı’nın avlusuna adımınızı attığınız andan
itibaren yüzyıllardır her türlü hava şartına dayanan bu yapının,
çok daha iyi korunması gerektiğini düşünüyorsunuz.
Tarihi mekânları dolaşmaya başlamışken Trabzon’un merkezindeki Atatürk Köşkü’nü ve Ayasofya Müzesi’ni de es geçmemek gerek tabii. 19’uncu yüzyılın başlarında kente hâkim
Soğuksu sırtlarında yazlık mekân olarak inşa edilen, 1924 yılının Eylül ayında Mustafa Kemal’in ziyaret etmesi ve daha
sonraki gelişlerinde de orada konaklaması nedeniyle Atatürk
Köşkü olarak anılmaya başlayan müze, yakın tarihe ışık tutacak nitelikte. Giriş katında oturma, misafir, dinlenme ve yemek odalarının bulunduğu Köşk’ün ikinci katında yine benzer
amaçlarla kullanılan daha küçük odalar bulunuyor. Bu katta
odalardan çok, duvarda Atatürk’ün kendi eliyle işaretlediği savaş planını gösteren harita dikkat çekiyor.
Tarih boyunca birçok gezginin ve araştırmacının ilgisini çeken Ayasofya Müzesi’ninse Trabzon imparatorlarından I. Manuel Komnenos zamanında yapıldığı, Fatih Sultan Mehmet
dönemindeyse camiye çevrilerek vakıf eseri olduğu biliniyor.
Kaynaklar, bu yapının, Geç Bizans dönemine ait özgün bir örnek olduğunu, usta bir işçilik sonucunda Hıristiyan sanatının
en iyi şekilde icra edildiğini belirtiyor.
Trabzon, yaylalarıyla da dikkatleri üzerinde toplayan bir
kent… Lapazan, Sisdağı, Maçka Çakırköy, Çaykara Sultan Murat, Harmantepe ve Haçka Obası olarak bilinen Düzköy, adından sık sık söz ettiren yaylalar. Tatiliniz bir bölümünü buradaki yaylaların birinde ya da ikisinde geçirmenin; tertemiz havayı
soluyup taptaze yiyeceklerle beslenmenin bedene ve ruha geldiğini söylemek, abartılı olmayacaktır.
Trabzon’a kadar gelinir de Akçaabat’a köfte yemeye gidilmez mi? Gidilir elbette. Ünü kent sınırlarını aşan Nihat
Usta’nın yeri bu lezzeti tatmak için ideal. Nihat Usta’nın, hemen denizin yanı başında konumlanan mekânındaki köfteler,
tek kelimeyle anlatılabilir: Leziz. Köfteye eşlik eden mısır ekmeğinin bu lezzeti perçinlemek üzere üstlendiği rolü de unutmamak lazım tabii.
Doğu
Karadeniz’e
gitmek için
birçok neden
var. Ama tek
başına Sümela
Manastırı
bile, bu isteği
uyandırmak için
yeterli olabilir.
Trabzon, Artvin ve Rize’nin güzelliklerini kendi
gözlerinizle görmek isterseniz, en az bir hafta
ayırmanız gerek.
İSTASYON
33
GEZİ
Rize
Çayla var olmak!
Trabzon’un ardından sırada Rize var. Trabzon ile Rize arası
yaklaşık 80 kilometre ve yolun keyfini çıkararak ilerlediğiniz
takdirde bir, en geç bir buçuk saatlik bir zaman diliminde oraya varabiliyorsunuz. Bazı kaynaklar, Rize adının Yunanca “Dağ
Eteği” anlamına gelen Riza’dan, bazılarıysa Türkçeye “Düzlükler” olarak çevirebileceğimiz Lazca “İrizeni” kelimesinden geldiğini iddia ediyor. Coğrafyaya baktığınızda, her ikisinin de aslında bu kenti tam olarak ifade ettiği kanısına kapılıyorsunuz.
Nüfus daha ziyade, görece düzlük olan il ve ilçe merkezlerinde
yoğunlaşırken, dağlık ve tepelik alanlarda, geleneksel Karadeniz evleri göze çarpıyor. Göreni hayrete düşüren, bırakın ora-
34
İSTASYON
da nasıl barınıldığına, o kadar dik yamaçlara nasıl yapıldığına
dair ciddi zihinsel performans sarf ettiren bu evler, bölgenin çetin yaşam koşullarıyla ilgili de ipuçları sunuyor.
Rize de Doğu Karadeniz’deki diğer iller gibi yaylalarıyla biliniyor, bunlardan en meşhuru ise Kaçkar Dağları Kültür
Parkı’nın sınırları içinde kalan Ayder Yaylası kuşkusuz. İçinden geçen Fırtına Deresi nedeniyle Fırtına Vadisi olarak da bilinen bu bölge, gerek trekking, gerekse rafting tutkunlarının
vazgeçilmez rotalarından biri. Rize’deki yaylalar, yaz ve sonbahar aylarında sadece Türkiye’den değil, yurtdışından da binlerce kişi tarafından ziyaret ediliyor, Mevsimin uygun olmadığı
zamanlarda boş kaldığını söyleyemeyiz; yanlarına tulum çalan
bir arkadaşlarını da alıp araçlarına binen gençler, kendilerini
Ayder Yaylası’na atıyor. Beraberlerinde getirdikleri piknik tüpleri üzerinde meşhur Rize çayı, yavaş yavaş demini alırken, onlar da tulumun sesiyle büyülenmişçesine horon tepiyorlar. Seslerinin güzel olup olmadığına aldırmaksızın, hep bir ağızdan
müziğe eşlik ederek şarkılarını söylüyorlar.
Kaçkar Dağları Kültür Parkı, Ayder Yaylası’ndan ibaret
bir yer değil. Birçok şelaleyi, yaylayı ve tarihi eseri içinde barındırıyor. Bunlardan biri de Zil
Kalesi. Fırtına Deresi’nden 100, denizdense 750 metre yükseklikteki bu kaleye varmak için dar ve bozuk toprak yoldan geçmeniz lazım. Aslında
bu sadece Zil Kalesi yoluna özgü
bir durum değil. Trabzon, Rize ve
Artvin’de nereye giderseniz gidin,
dar ve virajlı bu yollarla karşı karşıya kalıyorsunuz. Yapım tarihi tam
olarak belli olmamakla birlikte Zil
Kalesi’nin Trabzon İmparatorluğu döneminde ya bizzat Komnenoslar ya da İmparatorluğa bağlı yerli lordlar tarafından inşa
edildiği varsayılıyor. Kalenin alt ucunun, tepelerin üzerinden başka kalelere ve eski kilise kalıntılarının bulunduğu
Fırtına Deresi’ne kadar uzandığı rivayet ediliyor.
Zil Kalesi’nden Çamlıhemşin’e doğru ilerlerken yol üzerindeki manzara görünmeye değer. Bir yanda coşkun akan Fırtına Deresi, diğer yanda yeşilin envai tonu... Yol üzerinde ku-
rulan alabalık çiftliklerini ve tabii çiftliklerin hemen yanında
konumlandırılan restoranları da unutmamak gerek. Fırtına
Deresi’nin hemen yanı başındaki restoranlardan birinin bahçesinde kendinize yer bulmanızı tavsiye ederiz. Hemen kenarından akıp giden dereden yükselen su sesinin, tüm diğer sesleri bastıracak nitelikte olması, insana huzur verecek nitelikte.
İnsan burada çok değil yarım saat geçirdiğinde, eskiden neden ruhsal tedavilerde su sesinin tercih edildiğini
de daha iyi anlıyor.
Karadeniz Bölgesi’nin bütününde olduğu gibi burada da mıhlama sofranın baş tacı. Bununla birlikte turşu
kavurmasının, mısır ekmeğinin, laz
böreğinin hakkını yememek lazım.
Bilen bilir ama, bilmeyenler için
hatırlatmakta yarar var; laz böreği, klasik anlamda bir börek değil,
yufkaların içine muhallebi dökülerek yapılan bir tatlı.
Mevzu Rize ise eğer çaydan bahsetmemek olmaz… Hemen her şeyin çay üzerine kurulduğu bölgenin tüm köylerinde çay
alım depoları var. Bir dönem kivi yetiştirmek üzere
çay bahçelerini bozan köylüler, kividen yeterince para kazanamayınca çaya geri dönmüşler. Kokusu, rengi ve tadıyla dünya üzerinde milyonlarca tutkunu bulunan çay, hasat zamanını
beklediği bahçelerde bile, görenin gönlünü çalmakta zorlanmıyor.
İSTASYON
35
GEZİ
Artvin
Çifte Köprüler ve İşhan Kilisesi, sadece Artvin’in değil, tüm bölgenin önemli tarihi miraslarından ikisi.
36
İSTASYON
Karadeniz’in sınır kapısı
Borçka, Hopa, Yusufeli, Şavşat, Arhavi… Bu topraklar üzerinde yaşayanların adını belki de hiç duymadığı bu ilçeler,
Türkiye’nin en güzel illerinden Artvin’in sınırları içinde bulunuyor. Gürcistan’la sınır komşusu olan Artvin’de ağırlıklı olarak Laz’lar ve Gürcüler yaşıyor. Laz’a özellikle vurgu yapmak
gerekiyor, zira Karadeniz’de yaşayan herkes Laz, kullandıkları
şive de Laz’ca değil. Diğer bir ifadeyle özellikle Rize ve Artvin’de
yaşayan Lazlar, kendilerine özgü kültürleri ve dilleri olan bir
halk…
Hopa, Karadeniz’in hırçın sularına ev sahipliği yapan bir
ilçe. Plajları ve denizin hemen yanı başına konumlandırılan
kafeteryalarıyla sahil kasabasını andırıyor. Hopa’dan yola çıkıp Borçka’ya doğru yol aldığınızda ise bambaşka bir tabloyla
karşılaşıyorsunuz. Rakımın giderek yükseldiği ve yeşilden başka hiçbir şeyin olmadığı bu ilçenin gözde bölgesi Karagöl ve civarı elbette. Denizden neredeyse 1150 metre yükseklikte bulunan Karagöl’e ulaşmak için yürümeyi göze almanız gerekiyor.
Ama karşılaşacağınız manzara, uzun yürüyüş nedeniyle sızlayan ayaklarınızın acısını unutturacak nitelikte. Karagöl’ün
yanı sıra Borçka’ya kadar gitmişken Macahel Yaylaları’nı, Gorgit Tabiat Koruma Alanı’nı, Maral Şelalesi’ni, Biyosfer Rezerv
Alanı’nı da görmeden geri dönmek olmaz!
Kentle aynı adı taşıyan ve merkez ilçe konumunda olan Artvin ise doğayla iç içe birkaç gün geçirmek isteyen gezginlerin
uğrak noktalarından biri olmaya haiz değil. Çünkü burası biraz
daha kent görünümüne sahip... Dolayısıyla orada fazla zaman
kaybetmeden Yusufeli’ne, oradan da kentin sayılı tarihi yapılarından İşhan Kilisesi’ne doğru yol almakta fayda var. İşhan Kilisesi, Yusufeli’ne yaklaşık 40 kilometre uzaklıkta ve oraya giden yol hayli dar ve Doğu Karadeniz’deki tüm illerinde olduğu
gibi virajlı. Bu güzergâhta sizi en çok şaşırtacak olan ise yine
doğa. Yeşilin her tonuna sahip Artvin’de, Yusufeli ile İşhan Ki-
Tatil çok kişisel bir şey ancak Doğu Karadeniz’in
gönlünüzü çalmakta zorlanmayacağını ve onun
davetkârlığına kulak tıkamanızın mümkün
olmayacağını garanti edebiliriz.
lisesi arasındaki yol, çölü andırıyor. İrili ufaklı tepeler, bozdan
koyu kahveye uzanan renk skalası sunuyor toprak yolda ilerleyen konuklarına. İşhan Kilisesi ve Manastırı’na vardığınızda
ise bozuk yolda saatlerce gitmenin boşa sarf edilmiş zaman ve
enerji kaybı olmadığını da görüyorsunuz. Türkiye’nin diğer illerindeki benzerlerine nazaran daha az zarar görmüş olan bu
yapının yalnızlığı ise iç burkucu.
Yusufeli’nin ardından istikamet Arhavi… Güzellik göreceli
bir kavram ama bu satırların yazarınca Artvin’de iki güzel ilçe
var: Borçka ve Arhavi. Arhavi, Borçka kadar rakımı yüksek bir
ilçe olmamakla birlikte, sınırları içine Mançura başta olmak
üzere birçok şelaleyi konuk ediyor. Ve bir de Çifte Köprüler’i.
Rize’de olduğu gibi Artvin’de de bir yerden bir yere geçiş, gürül gürül akan derelerin üzerine kurulan köprüler vasıtasıyla
sağlanıyor. Yüzlerce köprü arasında, Çifte Köprüler’in yeri ayrı,
zira bu köprülerin yapım tarihi 18’inci yüzyıla dek uzanıyor.
Mançura Şelalesi ise Arhavi’ye gelenlerin mutlaka uğradıkları
bir yer. Şelaleyi görmek için biraz çaba harcamanız gerek, çünkü araç şelalenin yanına kadar gitmiyor, dolayısıyla bu güzelliğe çıplak gözle nail olabilmek için 15-20 dakikalık yürüyüşü
göze almalısınız.
Evet, yaz mevsimi geldi çattı. Özellikle büyük şehirlerde,
termometreler 40 dereceye doğru tırmanışa geçtiğinde, serinlemek için klimalardan medet ummak dışında alternatifin
kalmadığı günlerden geçiyoruz. Oysa Doğu Karadeniz ve bölgenin yaylaları ‘doğal klimasıyla’ mevcudiyetlerini korumaya
devam ediyor. Gelin bu yıl bir değişiklik yapın. Tatil planlarınız
içine Doğu Karadeniz’i; Trabzon’u, Rize’yi ve Artvin’i de ekleyin. Trabzon’da Uzungöl’ü, Rize’de Fırtına Vadisi’ni, Artvin’de
Karagöl’ü görün. Yeşilin başka yeşil, mavinin başka mavi olduğu bu bölgede, temiz havayla ciğerlerinizi, lezzetli yemeklerle
midenizi, güleryüzlü insanlarla ruhunuzu şenlendirin. Ege ya
da Akdeniz’e gitmediğiniz için pişman olmayacaksınız… Bizden söylemesi…
İSTASYON
37
YEME-İÇME
E
Hayatı renklendiren
içecek: Şerbet
vvel zaman içinde, sular temiz, meyveler kendi halinde, çiçekler mis kokulu iken, diyarın birinde insanlar
o berrak sularla mis kokulu meyve ve çiçekleri kaynatarak nefis şerbet ve hoşaflar yaparmış. İsrafın günah
sayıldığı, kavunun çekirdeğinden bile şerbet yapıldığı bu zamanlarda, misafir ağırlamak başlı başına bir sanatmış. Gel
zaman git zaman, çaylar poşet denilen garip kâğıtların içine hapsedilerek bir iple kalın bardaklara sallanır olmuş; içeriği “sır” gibi saklanan gazlı içecekler, en geleneksel yemeklerin vazgeçilmez eşlikçisi ilan edilmiş. “Sallama mı, demleme
çay mı” ya da “meyve suyu mu, kola mı” diye sorma gafletini, misafirine sunduğu çeşitlilik sanan ev sahipleri sarmış
ülkenin dört bir yanını. Yine de bazı evlerde, yaşamı güzelleştirmenin, kendi emeğiyle hazırladığı tatlarla damakları
şenlendirmekten geçtiğini bilen birileri, gizli gizli vişne hoşafı kaynatmaya, torunu doğduğunda loğusa şerbeti, kaybettiği yakınının ardından mevlit şerbeti, bahar geldiğinde gelincik şerbeti ikram etmeye devam etmiş.
Asırlar boyu tam bir kültür skalasına dönüşen esaslı Türk
mutfağının mirasçıları, yaz sıcağında içini serinleten, kış soğuğunda içini ısıtan içeceğini yapmaktan
aciz miydi ki, sofralarını bir yudumuyla neredeyse ağzı eritecek kadar anlamsız gazlı içeceklere ve sallama çaylara teslim etti? Ayran
ya da limonata içenlere sözümüz yok, ama
geleneksel içeceklerimiz bunlardan ibaret sanıyorsanız, yaşamı güzelleştirmeye dair bildiklerinizde bir eksik var, bilesiniz.
YAZI: EVREN SOYAK
DOĞUMDA DA ÖLÜMDE DE ŞERBET
Çoktan kaybettiğimiz
mesleklerden biri şerbetçilik. Çoğu şehirde esameleri
okunmuyor artık. Ama
sayıları bir elin parmağını
geçmese bile İstanbul’da,
özellikle de Sultanahmet
Meydanı’nda kendilerine
rastlamak mümkün.
38
İSTASYON
kokusundan damaklar da nasibini almalıydı. Gül şerbeti,
iğde çiçeği şerbeti ve yasemin şerbeti gibi; yabani çiçeklerle yapılan gelincik şerbeti, mürver şerbeti ve menekşe şerbeti de modern mutfaklarda pek revaçta olan çiçeklerin, Türk
mutfağında asırlardır kullanıldığının kanıtı. Tatlarını bilmesek de isimleri bile içimizi ferahlatmaya yetiyor. Ya “eski insanlar ne kadar şanslıymış” ya da “bir gün ben de yapacağım” dedirtiyor.
Geleneksel içecekler sadece Osmanlı’nın başkenti İstanbul’da değil, her yerde göze çarpıyor. Karadenizliler, hamsinin yanında, ekşi üzüm pekmezini sulandırarak
“nardek” adını verdikleri şerbeti içerler. Güney ve Güneydoğu Anadolu’da içilen meyan şerbeti, et yemeklerinin hazmını kolaylaştırır. Egelilerse, rengine vurgun oldukları gelincik
şerbetini, mürver şerbetiyle bir tutar.
“Şerbet mi desek, şurup mu” sorusu aklınızı karıştırmasın; meyve, şeker ve suyun içine bazen tarçın, karanfil, çam
fıstığı ve bal gibi tatlandırıcılar katarak kaynatılan koyu kıvamlı şuruplar, biraz suyla inceltilerek şerbet haline getirilir.
Arapça’da içmek anlamına gelen “şariba” sözcüğünden türetilen şerbet, buzlu tatlı anlamına gelen sorbe
sözcüğünün de kaynağı aslında.
Şimdi sıcak yaz günlerine vişne rengi bir
lezzet katmanın tam zamanı. 1 kilo kadar vişneyi yarım kilo toz şeker ve 2 litre suyla bir
taşım kaynatın. Dilerseniz içine bir parça tarçın kabuğu atın ya da bırakın, vişnenin kesif
tadı buram buram burnunuzu okşasın. Gerçeğini yapmak bu kadar kolay ve keyifliyken,
taklitlerini içmeye gerek var mı? Aynı vişne
şerbetini biraz nişasta ile muhallebi kıvamına gelene dek pişirin. Belki biraz daha şeker
eklemek iyi olabilir. Kâselere döküp üzerine
kavrulmuş badem ya da fındık serperek ikram edin. Bu küçücük başlangıçla, ninelerin
bile unuttuğu geleneksel içeceklerin, hayatınıza nasıl renk kattığını görün.
Her şey suyla başladı ve suya
tat vermek içindi her şey. İçecek
kulvarında gelenekselle modern
arasındaki mücadele tüm hızıyla
sürüp giderken şerbeti bilmeyenler,
sorbeyi dillerine pelesenk ediyor.
Oysa bir an için durup Türk
mutfağına baksalar, o mutfakta
yüzyıllardır iyi ya da kötü günlerde
dostlara, misafirlere ikram edilen
şerbetleri görecekler.
Doğum sonrası anneye ve bebeğe iyi geldiği
bilinen, ziyarete gelenlere ikram edilerek bebeğin gelişini baharatın büyüsüyle şenlendiren bir ritüeldir loğusa şerbeti. Leziz mi leziz bu şerbet, loğusa şekeri, zencefil, karanfil,
tarçın ve karabiberi suyla kaynatarak yapılır.
İkram edilirken içine badem ya da kavrulmuş çam fıstığı konur. Sarayda, her doğumdan sonra cariyeler tepsilerde loğusa şerbeti
dağıtırmış. Bebek kızsa beyaz tüle sarılarak, erkekse kırmızı
kurdeleyle bağlanarak resmi dairelere ve önemli kişilere gönderilirmiş.
Karsambaç ise suyun donmuş formunun bile nasıl lezzete
dönüştüğünü yüzyıllar öncesinden öğretir bize. Pekmez, gül
suyu ve kar karışımıdır alt tarafı, ama yüksek tepelerden develerle aşağı indirilen kar suyu, yaz sıcağında içenlere kış serinliği verir adeta. Osmanlı’nın pek sevdiği demirhindi şerbetini bugün de birkaç restoranda tatmak mümkün. Nişan
ve düğün törenlerinde şerbet ikram etmek, sahur yemeğinde pirinç pilavının yanında hoşaf içmek adettendi. Bedevi tarikatında, mürşit tarafından tarikata girene şerbet sunulurdu. Kara üzüm ve hardal tohumuyla kaynatılan hardaliye,
Hz. Fatıma’nın düğününde içildiği rivayet edilen bal şerbeti, sünnet şerbeti, çilek şurubu, karadut şurubu, üzüm şırası,
portakal şerbeti, lavantalı karabaş otu şerbeti, koruk şerbeti,
meyan kökü şerbeti unutulmaya yüz tutmuş içeceklerimizden bazıları.
Bahçeden evlere dolan gülün, menekşenin ve yaseminin
İSTASYON
39
SAĞLIK
Unutmak
iyidir…
İyi de
geliyor
hasta da
ediyor
n Günümüzün en önemli sorunlarından biri
stres… Huzursuz, stresli ve agresif ruh halinin
beraberinde birçok sorunu getirdiğiyse aşikâr.
Aile içinde tartışmalara sebebiyet veren, kişinin
çevresinin gün geçtikçe daralmasına yol açan
bu durum, yaşamsal önem taşıyor. Kopenhag
Üniversitesi’nden bir grup araştırmacının
gerçekleştirdiği ve sonuçları geçtiğimiz aylarda
Journal of Epidemiology and Community Health
dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, çeşitli
nedenlerle insanın çevresindekilerle münakaşa
etmesi, pek çok olumsuz etkinin yanı sıra,
özellikle orta yaşlarda ölüm riskini yükseltiyor.
Kaygı düzeyi yüksek olan, eşi ya da çocuklarının
taleplerinden bunalan, aile bireyleriyle sık sık
tartışan ya da işsiz kalan kişilerin kalp krizi veya
felç geçirme ihtimali, diğerlerine oranla iki-üç
kat fazla. 36 ila 52 yaş arasında, 9 bin 875 kişiyle
gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda elde edilen
verilere göre, erkekler strese, kortizol ile karşılık
veriyorlar ki, bu sağlığı bozan, kan basıncını ve
şekeri artıran bir hormon. İşsizlikse de tıpkı diğer
faktörler gibi, geleceğe yönelik kaygıya yol açtığı
için sağlığı olumsuz yönde etkiliyor. Bununla
birlikte Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan
stresle ilgili bir diğer araştırmanın sonuçlarıysa
durumun tam da böyle olmadığını gösteriyor.
Çünkü bu araştırma, baskı altında olmanın
insanı alışveriş yapmaya ya da aşırı yemek
yemeğe sevk etmediğini iddia ediyor. Güney
California Üniversitesi’nde gerçekleştirilen ve
Kişilik ve Sosyal Psikoloji dergisinde yayınlanan
bu araştırmada, adı geçen üniversiteden 65
öğrenci 10 haftalık bir deneye tabi tutuldu.
İnsanların stres altındayken irade gücünü ne
ölçüde kullanabildiğini ölçümlemeyi amaçlayan
araştırmada, öğrencilerin, yoğun ve stresli sınav
döneminde bile spor yapmaktan ya da sağlıklı
beslenmekten ödün vermedikleri tespit edildi.
Hatta kimi öğrencilerin zaman çok kısıtlı olsa bile
takip ettikleri köşe yazarlarını okuyarak dünyayla
bağlarını kesmedikleri de ortaya çıktı.
n Bilgileri depolamak ve
gerektiği zamanlarda bu
bilgilerin kullanılmasını
sağlamak insan beyninin
sorumluluklarından biri…
Şaşırtıcı gelecek ama
bir başka sorumluluğu
da unutmayı sağlamak.
www.sciencedaily.com
sitesinde yayınlanan bir
makaleye göre, hemen
her bilgiyi depolayan
beynin bir yandan da
gereksiz olanları silerek
sinir sistemi plastisitesini
korumayı görev edindiği
bilinen gerçekler
arasındaydı. Bilinmeyense
bu sürecin nasıl işlediğiydi.
Yapılan araştırmalar,
musashi adlı proteinin,
bir nöronun diğer
nörona bilgi gönderdiği
boşluklar olan sinaptik
bağlantı noktalarının
yapısını kontrol ederek
hafıza kaybının önüne
geçtiğini ortaya çıkardı.
Musashi proteini,
öğrenme ve hatırlama
için gerekli olan sinaptik
bağlantıları sabitleyen
moleküllerin sentezini
durduruyor. Musashi
proteininin karşısında ise
sinapsların gelişiminden
sorumlu olan addusin
proteini bulunuyor:
Musashi proteini,
sinaptik stabilizasyonu
engelleyerek hafızada
kayıplara yol açarken
addusin proteini sinaptik
gelişimi destekleyerek
hafızanın kalıcılığını
sağlıyor. Unutmanın pasif
bir olgu yerine aktif bir
süreç olduğunu ortaya
çıkaran gelişmenin
aktarıldığı makalede,
musashi ve addusin
proteinlerinin arasındaki
bu dengenin bozulması
durumunda ciddi mental
problemler ortaya
çıkabileceğine de vurgu
yapılıyor.
Ölümü durduracaklar
n Amerika Birleşik Devletleri’nin Pittsburgh kentindeki
UPMC Presbyterian Hastanesi’nin cerrahları, deneyecekleri
yeni tedavi yöntemiyle, kurşun veya bıçak yaralarıyla acil
servise getirilen, ölümün eşiğindeki hastaları “dondurarak”
kurtaracak. Geliştirilen yönteme göre doktorlar, aşırı kan
kaybeden hastanın damarlarını soğuk ve tuzlu bir solüsyonla
dolduracak. Solüsyon, hastanın vücudundaki tüm hücre
faaliyetlerini ve kimyasal tepkimeleri etkileyecek, böylece
hücrelerin oksijen taşıması kuralı beklemeye alınacak. Bu
sayede, ölümün neredeyse kaçınılmaz olduğu yaralılarda,
40
İSTASYON
tıbbi müdahale için gereken sürenin kazanılması amaçlanıyor.
Doktorlar, aşırı kan kaybıyla hastaneye gelen hastaları
kurtarmak için ilk önce kan kaybını durdurmak, ardından
aynı nedenle duran kalbi çalıştırmak zorunda. Ancak kalp
çalıştırılsa bile oksijen taşıyacak miktarda kan kalmaması,
ölümü kaçınılmaz kılıyor. Geliştirilen teknik, 10 hasta üzerinde
denenecek. İstatistiklere göre, hastaneye her ay aşırı kan kaybı
nedeniyle kalbi duran en az bir hasta geliyor ve bu hastaların
kurtarılma şansı yüzde 7 olarak belirtiliyor. Doktorlar, ölümü
durduran yöntemle söz konusu oranı ciddi olarak artırabilirler.
Artık kobay olmayacaklar!
n Biliminsanlarının çalışmaları sonucunda elde
edilen olumlu sonuçlar, birçoğumuzu mutlu
kılıyor. Bu buluşların önemli bölümünün, kobaylar
üzerinde, onlarca kez denendikten sonra ortaya
çıkması ise tartışmalara yol açıyor. Birçok
kişi, bilimsel deneylerin hayvanlar üzerinde
yapılmasından şikâyetçi. Fakat artık durum
değişecek gibi görünüyor. Zira laboratuvarlarda
geliştirilen insan derisi sayesinde, hayvanların
kobay olarak kullanılmalarının sonu gelebilir.
BBC’nin haberine göre Londra’daki King’s College
üniversitesindeki bir araştırma ekibi, vücudun
Anne karnı o kadar da
steril değilmiş
Anne karnının pirüpak olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Zira
Amerika’daki bir araştırma sağlıklı hamilelerin plasentalarının bile koloni
halinde yaşayan birçok bakteriye ev sahipliği yaptığını ortaya çıkardı.
n Birçok kişi, anne karnının son derece steril
olduğunu düşünür. Ancak geçtiğimiz günlerde
Anadolu Ajansı’nda yer alan bir habere göre
sağlıklı hamilelerin bile plasentalarının birçok
bakteriyi barındırdığı ortaya çıktı. Fetüslerin
oldukça steril ortamda büyüdüğü yönündeki
kanıyı alaşağı eden ve sonuçları Science
Translational Medicine dergisinde yayınlanan
araştırma, ABD’de, Houston’daki Baylor Tıp
Fakültesi’nde gerçekleştirildi. Araştırmalarında
bakterilerin büyük bölümünün hemen
herkeste rastlanan “iyi mikroplar” olduğunu
keşfeden Dr. Kjersti Aagaard ve ekibi,
plasentada söz konusu mikrobiyal koloni
yapılanmasının, erken doğum üzerinde rol
oynadığını ortaya çıkardı. Bağışlanan 320
plasentayı inceleyen Kjersti Aagaard,
plasentanın mikroplarla beraber
hareket etmediğini, sadece düşük
seviyede mikrobu barındırdığını
vurgulayarak, bunlar arasında sağlıklı
kişilerin bağırsaklarında yaşayan E. koli
türlerinin yer aldığını söyledi. Erken
doğum yapan kadınlardan alınan 89
plasentada, yararlı olduğu bilinen bazı
bakterilerin seviyelerinin önemli ölçüde
düşük olması gözlemlenirken, plasental
mikrobiyomunun, ağızda sıkça
rastlanan bakterilere benzediğinin
keşfedilmesi araştırmacıları şaşkınlığa
uğrattı.
ana hücreleri olan kök hücrelerden insan derisi
geliştirdi. Biliminsanları daha önce de kök
hücrelerden insan derisi elde etmişlerdi. Tıpkı
insan derisi gibi geçirgen bir dokuya sahip yeni deri
sayesinde, hayvanlara zarar verilmeyeceği gibi,
maliyetler de düşürülmüş olacak.
İlk Avatar’lar
2016’da geliyor
n Zürih’in Hallenstadion
stadyumunda Ekim
2016’da gerçekleştirilecek
Cybathlon Olimpiyatı,
dünyanın ilk biyonik
atletlerini ağırlayacak.
Engelli atletler, ilk kez
teknolojik donanım ve
yazılımlarla boy gösterip
engellerin ortadan
kalktığını gözler önüne
serecekler. Biyonik insan
çağını başlatacak olan
Cybathlon, aynı zamanda
James Cameron’ın
Avatar’ına uzanan bir
geleceğin ilk adımı
addediliyor. İsviçreli
robotik firmalarının bir
araya gelerek kurduğu
İsviçre Ulusal Robotik
Yeterlilik Araştırma
Merkezi’nin (NCCR
Robotics) düzenlediği
Cybathlon Olimpiyatı,
kol protezi, beyinbilgisayar simülasyonu,
bacak protezi, dış
iskelet, tekerlekli
sandalye ve fonksiyonel
elektrik simülasyonu
bisiklet yarışını
içiyor. Atletler, zorluk
derecesi birbirinden
farklı yarışlarda
birinci gelmekten çok,
protezlerinin ne kadar
kullanılabilir ve etkin
olduğunu sınayacak.
Muhtemelen en dikkat
çekici müsabaka
ise beyin-insan
simülasyonu olacak.
Düşüncelerini gerçek
zamanlı bilgisayara
aktaran başlıklarla birer
avatarı yönlendirecek
yarışmacılar, dev
ekranlarda at veya
araba yarışı yapacak.
Organizasyonun 8 Ekim
2016’da gerçekleşmesi
bekleniyor.
İSTASYON
41
SAĞLIK
Karaciğerinizi korumaya alın
Vücudumuzun fabrikası
gibi davranıp arıtma tesisi
gibi çalışırken bir yandan
da depo işlevi gören
karaciğer, “korunması
gereken nadide bir
eser” muamelesini hak
ediyor. Acıbadem Atakent
Hastanesi Gastroenteroloji
Uzmanı Dr. Buğra Tolga
Konuk, hiçbir tedavi
yönteminin alınacak
bireysel önlemler kadar
etkili olmadığını belirtiyor.
Aşırı kilo, karaciğer yağlanmasında etken
olarak gösteriyor. “Aşırı kiloya sahip kişilerde, aynı zamanda
karaciğer
yağlanması vardır” şeklinde genel bir şey
söylemek mümkün müdür? Bu hastalıkta
genetik faktörler de rol oynar mı?
Genel olarak bunu söylemek mümkün,
bununla birlikte aşırı kilolu olup karaciğer
yağlanmasına ait belirti ve bulgular aşikâr
olmayabileceği gibi, zayıf bireylerde de bazen karaciğer yağlanması tespit etmek olası.
Karaciğer yağlanmasında genetik faktörler
rol oynasa da bütün bu sayılan yağlı karaciğer sebeplerini bir kenara bırakıp durumu
sadece genetik özelliklerle açıklamak doğru
olmaz.
Aşırı kilo gibi aşırı zayıflık da bu hastalığa
neden olabilir mi?
Aşırı zayıflık da bir beslenme bozukluğu
olup kişinin alması gereken gıdaları yeterince almaması, karaciğerde yağlanmaya
neden olabilir.
SÖYLEŞİ: SEMA ULUDAĞ
Karaciğer yağlanması nedir? Belirtileri nasıl ortaya çıkar ve görünme sıklığı nedir?
Karaciğer yağlanması, karaciğer hücrelerindeki olağan yağ miktarı ve oranının üst seviyelere çıkması; rakamsal olarak ifade etmek
gerekirse, hücrelerin yüzde 5’inden fazlasının yağlı olmasıdır. Karaciğer yağlanmasının alkole bağlı olan ve alkole bağlı olmayan
iki ana grubu var. Hastaların büyük bir kısmında, yakınma veya belirti yoktur, yakınması olanlardaysa halsizlik, yorgunluk ve
sağ kaburga altında dolgunluk hissi olabilir.
Hastalar, yakınmaların varlığından ziyade
başka sebeplerle yapılan batın ultrasonu,
Acıbadem
Atakent Hastanesi
Gastroenteroloji
Uzmanı
Dr. Buğra Tolga
Konuk.
42
İSTASYON
Eklem ve kas iskelet hastalıklarına bağlı
hareketsizlik, düzenli egzersiz yapılmaması, beslenmedeki yanlışlıklar, metabolizma
üzerine etki eden bazı hormon hastalıkları
veya durumlar da karaciğer yağlanmasıyla
birlikte sıklıkla görülen ve ilk darbeye neden olan sebeplerdir.
batın tomografisi, karaciğer enzimleri gibi
bazı incelemelerde bu durumu öğreniyor.
Ayrıca “alkolik karaciğer hastalığı”, “hepatit
C”, “Wilson”, “Lipodistrofi”, “çok uzun süre
aç kalma”, “damardan beslenme”, “abetalipoproteinemi”, “bazı ilaçların kullanımı”,
“Reye ve HELLP sendromu” “gebeliğin akut
yağlı karaciğeri”, “doğuştan bazı metabolizma bozukluklar” da karaciğer yağlanmasına
neden olan faktörler arasında.
Karaciğerinde yağlanma olan bir kişinin tedavi sürecindeki evreler nelerdir?
Başka birçok hastalık veya bozuklukla birlikte görüldüğü için karaciğer yağlanmasının tedavisine altta yatan sebeplerin düzeltilmesiyle başlanıyor. “Obezite”, “sistemik
hipertansiyon”, “dislipidemi”, “insülin direnci ve aşikâr diyabet” altta yatan sebepler
arasında bulunuyor.
Diğer birtakım hastalıklar, karaciğer yağlanmasını tetikleyici bir unsur mudur?
Karaciğer yağlanmasının tüm mekanizmaları, tam olarak ortaya konmuş değil. Fakat
temel mesele insülin direnci olarak gözüküyor. İlk darbeyi sadece karaciğer hücrelerinde basit yağ birikimi (hepatosteatoz) olarak
alan karaciğerde daha sonra oksidatif hasar, karaciğer demir birikimi, antioksidan
eksiklikleri, leptin ve intestinal bakterilerin
aşırı gelişmesiyle daha da artıyor ve bu durumlarda karaciğer daha şiddetli olan ikinci
darbeyi alıyor.
birçok kişi için üstteki fotoğrafta görülen yiyecekler
hayatın tadı aynı zamanda. ama gelin görün ki,
karaciğerimize en çok zararı verenler de onlar.
ceği unsurları düzeltmesinin, örneğin beslenme alışkanlığını değiştirmesinin yerine
konulabilecek ve herkeste işe yarayabilecek
mutlak bir yöntem yok. Bununla birlikte,
geçmişte tüm çabasına rağmen, yağlı karaciğer rahatsızlığına ait sorunları yaşamaya
devam eden hastalar için geliştirilen birtakım yöntemler de yok değil.
Alkolün karaciğer üzerinde nasıl bir etki
oluşturduğuna dair bilgi alabilir miyiz?
Alkolün kendisi ve alkol metabolize edildikten sonra oluşan ürünler, karaciğer hücrelerinin yanı sıra bunların bir arada düzgün
ve fonksiyonel olmasını sağlayan diğer yardımcı hücrelerin çalışmasını bozuyor. Alkol
kullanımıyla hepatik yağlı asitlerin oksidasyonu azalıp lipogenez artıyor. Alkol ile karaciğerdeki redox durumu, beta oksidasyon
ve trikarboksilik asit siklüsü aktivitesindeki
bozukluklar nedeniyle değişiyor.
Her karaciğer yağlanmasının aynı zamanda sirozun habercisi olduğunu söyleyebilir
miyiz?
Her karaciğer yağlanması için bunu söylemek doğru olmaz, çünkü yağlanma hem
geri döndürülebilir özellikler taşıyor hem
de yağlanması olan bireylerin tamamında
siroz gelişmiyor.
Tıp dünyasındaki gelişmeler, bu hastalığın
tedavi sürecini nasıl etkiliyor?
Tıp dünyasındaki gelişmeler devam ediyor.
Ancak bireyin kendi yaşamında düzeltebile-
Günümüz yaşam koşulları ve beslenme alışkanlıklarındaki değişiklikler karaciğer yağlanmasını tetikleyen bir unsur. Peki, gününün önemli bölümünü iş yerlerinde geçiren
kişilere nasıl bir beslenme önerirsiniz?
Genel bir öneride bulunmak gerekirse
imkânlar dâhilinde taze mevsim sebzeleri, çiçek ve zeytinyağlarıyla hazırlanmış
yemekleri tercih etmelerini önerebilirim.
Hayvansal doymuş katı gıdaları, kızartmaları, gereksiz kalori alımına neden olacak
tatlı ve şekerlemeleri azaltmalarını, hatta
mümkünse hiç almamalarını tavsiye ederim. Bunların yerine, yemek listelerine taze
meyve ve sebzeleri dâhil edebilirler.
Son olarak karaciğer yağlanmalarında, bireylerin alacağı önlemler ve ilaçla tedavinin
yanı sıra cerrahi müdahalelere de gerek duyulduğu oluyor mu?
Öncelikle beslenmenin düzenlenmesi, kişiye uygun egzersiz programları, yandaş metabolizma
hastalıklarının düzeltilmesine yarayan uygun medikal tedavi düzenlenmesi gerekiyor.
Ancak tüm bu önlemlere rağmen başarı elde edilmemesi
durumunda, cerrahi tedavi
yöntemleri hastayla konuşulmalı. Bu girişimler ve cerrahi
yöntemler arasında endoskopiyle yapılan mide balonu
uygulamaları,
endobarrier
uygulaması, bariatrik cerrahi yöntemleri sayılabilir. Her
tedavi yönteminde olduğu gibi, endoskopik
ve cerrahi tedavilerinin olumlu ve işlemler
sonrası hastanın tedaviye uyumunun devam etmemesi halinde, olabilecek olumsuz
durumlar hakkında da hasta bilgilendirilmeli. Karaciğer yağlanması olan hastaların
karaciğer hastalıkları uzmanı, endokrinoloji uzmanı, yeme bozuklukları açısından
değerlendirilmesi için psikiyatri uzmanı,
diyetisyen ve bariatrik cerrahi yapan bir
cerrahın da olduğu bir ekiple beraber ele
alınması, başarı oranlarını artırıyor.
İSTASYON
43
UZMAN GÖZÜYLE
5
Araç kabin içi kontrolleri
Araçların sürücü tarafından kontrol edildiği, yolcuların konfor ve güvenliğinin sağlandığı kabinlerin
barındırdığı unsurlar da muayene kapsamında bulunuyor. Bu unsurları ve muayeneyle ilgili
değerlendirmeleri TÜVTÜRK Teknik Eğitmeni Mehmet Savaş Uçar anlatıyor.
6
SİNYAL KUMANDA VE UZUN FAR SELEKTÖR KUMANDA KOLU
DİREKSİYON KİLİDİ
UZUN FAR SELEKTÖR KUMANDA
KOLU: Uyarı amacıyla yakılan uzun
far (selektör), tüm lambalardan
bağımsız olarak çalışmalıdır. Kol
üzerinden selektör fonksiyonu kontrol
edilmektedir.
SİNYAL KUMANDA KOLU: Sinyallerin diğer lambalardan bağımsız
olarak kumanda edilmesini sağlayan sinyal kolunun fonksiyonelliği
kontrol edilmektedir.
09.10.2001 tarihinden sonra imal veya
ithal edilen Otomobil ve Kamyonet
sınıfı araçlarda bulunması zorunlu
olan direksiyon kilidinin fonksiyonelliği
kontrol edilmektedir. Kontak anahtarı
çıkartılıp direksiyon 1/4 tur çevirildiğinde direksiyon kilidinin devreye
girdiği, kontak anahtarı takılıp 1. kademeye alındığında ise devreden
çıktığı görülmelidir. Otomobil ve Kamyonet sınıfı harici araçlarda
bulunması zorunlu değildir ancak bulunuyor ise çalışması zorunludur.
7
8
EMNİYET KEMERİ VE KİLİTLERİ
İÇ ve DIŞ DİKİZ AYNASI
KALORİFER KUMANDA PANELİ
Emniyet kemeri kaza
esnasında
meydana gelebilecek yaralanmaları azaltmaya
yönelik pasif güvenlik ekipmanıdır. Muayene esnasında emniyet
kemerleri ve kilitlerinin kullanıma
hazır, hasarsız ve gerekli sayıda
bulunduğu kontrol edilir.
Araçlarda
sürücünün
ön görüş alanı dışındaki
kendisini ilgilendiren bütün trafik hareketlerini
açıkça görmesini sağlayacak şekilde ve boyutlarda iç
ve dış dikiz aynaları bulunmalıdır.
Muayene esnasında dış dikiz aynalarının ayarlanabilir olduğu ve
ayarlandıktan sonra kendiliğinden
bu ayarın değişmediği kontrol edilip iç ve dış dikiz aynalarının mevcudiyeti ve hasarlarına da bakılır.
Araçlarda sürüş sırasında
pencereler kapalı iken de, en az
cam sileceğinin etki alanı kadar bir
kısmın buzlanması veya buğulanması
önlenmelidir. Muayene esnasında
kalorifer sisteminin fonksiyonu
ve kalorifer kumandası vasıtasıyla ön cam buğu gidericinin çalışıp
çalışmadığı kontrol edilmektedir.
Hasarlı emniyet kemeri
1
10
ABS ve HAVA YASTIGI İKAZ LAMBALARI
ABS İKAZ LAMBASI: Model yılı itibarıyla ABS fren sistemi zorunlu olan araçlarda, sisteminin çalışır ve aktif durumda olduğunu
sürücüye bildiren ikaz lambasıdır. Araç çalıştırıldıktan kısa bir süre sonra sönmelidir. Yanmaya devam eden lamba, ABS fren
sisteminde bir sorun olduğunu bildirir. Bazı araçlarda ABS ikaz lambası araç 10 km/s hıza çıkınca, sönmektedir.
HAVA YASTIĞI İKAZ LAMBASI: Hava yastığı (AirBag) bulunan araçlarda, sistemin çalışır ve aktif durumda olduğunu sürücüye
bildiren ikaz lambasıdır. İkaz lambasının kontak açıldığında yanıp kısa bir süre sonra sönmesi gerekmektedir. Lambanın sürekli
yanması sistemde arıza olduğunu belirtir. Ayrıca araçtaki hava yastıklarının görsel ve fiziksel hasarları da kontrol edilmektedir.
2
AYDINLATMA KONTROL KUMANDASI
Park lambaları, kısa hüzmeli farlar, arka sis lambası ve ön sis farlarının
sürücü tarafından kumanda edilmesini sağlayan
kontrol panelidir. Muayenede bu donanımın fonsiyonelliği kontrol edilir.
FAR YÜKSEKLİK AYAR KUMANDASI: Aracın yüküne ve sürüş şartlarına bağlı olarak kısa, uzun farların açılarının sürücü tarafından içeriden ayarlanmasını sağlar. Muayenede far yükseklik ayar
kumandasının çalışıp çalışmadığı kontrol edilir.
44
İSTASYON
9
3
11
KOLTUKLAR
KORNA
Motorlu araçlarlarda bulundurulması
zorunlu olan kornanın fonksiyonu ve
ses ahengi kontrol edilmektedir.
Hasarlı koltuk
Döşemesiyle birlikte, yetişkinlerin oturması için tasarımlanmış bir
yapıdır. Muayene esnasında hareketli koltukların ayarlanma imkânları,
kilit mekanizmaları ve pozisyon uygunluğu kontrol edilmektedir. Ayrıca
tüm koltukların hasar durumu kontrol edilir.
12
CAM YIKAMA SİSTEMİ
UZUN FAR ve SİS LAMBASI İKAZ LAMBALARI
UZUN FAR İKAZ
LAMBASI: Uzun hüzmeli farlar yakıldığında veya selektör yapıldığında gösterge paneli
üzerindeki ikaz lambası da yanmalıdır. Uzun far bulunan tüm araçlarda
uyarı lambasının olması zorunludur.
ÖN VE ARKA SİS İKAZ LAMBASI: Ön ve arka sis
lambası yakıldığında lambanın yandığını sürücüye
ikaz eden uyarı lambasıdır. Sis lambası bulunan
araçlarda zorunludur.
4
Sürüş esnasında dış etkenlere karşı sürücünün görüş alanının temizlenmesi gerekir.
Cam yüzeyinde bulunan (yağmur, çamur, toz vb.) maddelerin gerektiğinde cam suyu
yardımıyla temizlenmesi için sürücünün kolay ulaşabileceği bir kumanda kolu ile sistem
çalışır duruma getirilebilmelidir. Muayene esnasında cam yıkama sisteminin aktif olarak
çalışır durumda olduğu kontrol edilir.
DÖRTLÜ İKAZ KUMANDA DÜĞMESİ
Aracın diğer
araçlar için
geçici olarak
tehlike
oluşturduğunu
göstermek
amacıyla, yön belirten lambaların tamamının
aynı anda yakılmasını sağlayan dörtlü
ikaz düğmesinin fonksiyonelliği kontrol
edilir. Ayrıca gösterge panelinde veya
kumandasına bütünleşmiş şekilde kontrol
(ikaz) lambası bulunmalıdır.
13
14
GÜNEŞLİK
FREN ve DEBRİYAJ PEDALI
Sürüş esnasında karşıdan dik
olarak gelen güneş ışığını keserek
sürücüye uygun görüş imkânı
sağlayan donanımdır. Muayene
esnasında fonksiyonelliği ve hasar durumu kontrol edilir.
Pedallar üzerindeki lastik aksamın aşınmış olması veya hiç
olmaması vites geçişlerinde ve frenleme esnasında ayak
tabanının kaymasına ve sürüş güvenliğinde risklere sebep
olabilir. Muayene esnasında debriyaj ve fren pedallarının
ve pedal lastiklerinin durumu kontrol edilmektedir.
İSTASYON
45
SOSYAL MEDYA
Kullanıcı deneyimi ve sosyal medya
Neredeyse tüm işlerimizi dijital ortamda gerçekleştirdiğimiz günümüzde, ziyaret ettiğimiz sitenin işlevsel,
rahat ve hızlı olması, kullanıcılar açısından aranan ve deneyim oluşturan bir özellik.
n Sık sık duyduğumuz ancak ülkemizde önemi
daha yeni anlaşılmaya başlanan “User Experience
- UX / Kullanıcı Deneyimi” dijital dünyada birçok
açıdan büyük önem taşıyor. Peki, nedir bu “Kullanıcı Deneyimi”? Hepimiz her gün onlarca web sitesine giriyoruz. Örneğin; bir ürün satın almak için
bir e-ticaret sitesine girdiğinizi düşünün. Ürünle ilgili yeterli bilgiye hemen ulaşabiliyor musunuz?
“Ya elime ulaştığında sitede gördüğümün aynısı
olmazsa, nasıl iade ederim?” diye düşündüğünüzde bu koşulları kolayca bulabiliyor musunuz? Tam
da satın alma işlemini gerçekleştireceğiniz anda
minik yazılar dikkatinizi çekiyor ve güvenlik açısından merak edip, yazıları okumaya çalışırken sepetinizdeki ürün kayboluyor ve tüm süreç baştan mı
başlıyor? İşte bunların hepsi sizin o sitedeki deneyiminizi oluşturup, satın alma ya da siteyi tekrar
ziyaret etme kararınızı etkiliyor. Neredeyse tüm işlerimizi dijital ortamda gerçekleştirdiğimiz günümüzde, ziyaret ettiğimiz sitenin işlevsel, rahat ve
hızlı bir kullanımının olması, kullanıcılar açısından
aranan ilk özelliklerden.
Kullanılan dijital ortamın kullanıcıya ne kadar fayda sağladığı, teknik özelliklerinin ne kadar
yeterli olduğu, ne kadar kolay kullanılabilir olduğu ve insan beynini gerek kullanılan kelimelerle, gerek renklerle etkilediği bilimsel bir gerçek. İşte tasarım
içinde “Kullanıcı Deneyimi” kavramını oluşturan ana
etmenlerden bazıları bunlar. Tüm bu unsurlar değerlendirildiğinde, müşterilerine iyi hizmet sunan marka-
ların başında Apple, Google, Microsoft, Sony, BMW ve
Ikea geliyor (Homestead, 2012). Yapılan araştırmalara
göre kullanıcı deneyimi için harcanan miktarlar, 1’e 10
olmak kaydıyla geri dönüyor.
Sosyal medya, kullanıcı deneyiminin oldukça güç-
lü bir parçası. Markalar için var olan ve potansiyel
müşteriler için sağlam bir köprü. Kullanıcılar için
bilgi sağlayıcı içerik oluşturmanın yanı sıra, ürün
satın alma ya da bilgi edinme süreci öncesinde,
esnasında ve sonrasında pozitif bir marka algısı
oluşturmak ve bu algıyı sabitlemek açısından sosyal medya, en güçlü kanallar arasında bulunuyor.
Web sitelerinde gördüğümüz sosyal medya butonları küçük olmalarına rağmen oldukça önemli bir
görevi üstleniyor. Kullanıcıların sevdikleri ürünleri
sosyal mecralarda paylaşmaları, sorun yaşadıkları
durumları bu kanaldan markaya anlık iletebilmeleri ve nihayetinde markanın bu sorunu çözmeye
yönelik attığı adımlar çok daha hızlı, rahat ve sorunsuz bir iletişimi garantiler. Marka, kullanıcıları
sosyal medya üzerinde dinler, onlar hakkında bilgi edinir, alışkanlıklarını ve taleplerini gözlemleyip
anlar. Bu istek ve ihtiyaçları bir süzgeçten geçirip
onlara ulaştığı dijital mecralarda uyguladığındaysa teknik yeterliliği sağlayarak daha kaliteli hizmet verir. Kaliteli hizmet alan kullanıcılar için bu
deneyim yüksek standartlarda olacağından, iki taraf için arada sağlam ve sağlıklı bir bağ oluşacak,
uzun süre devam edebilecektir.
Kullanıcılar için seçeneğin çok, sabrın ise az olduğu bu dönemde, markalar “bunu paylaş”tan öte gidip, kullanıcılar bu çağrılara kulak verdiğinde güzel bir
etkileşim yakalanacak ve hayat standardımız daha kaliteli hale gelebilecek.
Şebnem Kavcin, Sosyal Medya Uzmanı, Likeable Istanbul
Facebook’tan “Herkese Açık’’ özelliğinde güncelleme
n Facebook, mevcut gizlilik ayarlarıyla ilgili bazı değişiklikler yaptığını duyurdu. Geçmişte durum güncellemeleri “Herkese Açık” olarak paylaşılırken bu değişiklik sayesinde artık
“Arkadaşlar” olarak otomatik bir şekilde paylaşılacak. Örneğin
Facebook‘a yeni katılan ve ilk kez durum güncellemesi yapan kullanıcı, kendisi gizlilik
ayarlarını değiştirmediyse
paylaşımını sadece arkadaşları görebilecek.
Mevcut kullanıcılarsa durum güncellemeleri paylaşırken artık bir uyarıyla
karşılaşacak. Durum güncellemesini yazan kişi, tam
yayınlayacakken “Gizlilik
46
İSTASYON
Kontrolü” ibaresiyle karşılaşacak ve bu sayede kimlerle paylaşıp paylaşmak istemediğine en başından karar verebilecek. Gizlilik kontrolü, yine kullanıcının elinde olacak.
Facebook, konuyla ilgili olarak mobilde de değişiklikler
yapmış durumda. Daha önce ekranın sağ alt köşesinde fark
edilmesi pek kolay olmayan paylaşım tercihi butonu, yeni
tasarım sayesinde güncelleme kutusunun üst kısmına taşınıyor. Yani gizlilik tercihlerini kullanıcılar için daha görünür kılıyor.
Hem web hem de mobilde sunulan bu değişiklik, Facebook’un gizlilik ayarlarına erişimi kolaylaştırıyor.
Herkese Açık olan gönderiler, arkadaşınız olmayan kişiler ve Facebook dışındaki kişiler tarafından görülüyor. Bu fonksiyonun aktif olması, arkadaşınız olmayan kullanıcılar tarafından tüm içeriklerin, resimlerin kopyalanmasına davetiye çıkarabilir.
Amaç direkt hedef
kitleye ulaşmak
n Facebook’un yeni algoritma güncelleme-
sinde üçüncü parti uygulamalarının otomatik paylaşımlarının artık haber kaynağında
eskisi kadar yeri olmayacağı açıklandı. Bu
güncelleme, üçüncü parti uygulamalarını
Facebook’a bağlayan markalar için endişe
verici bir haber olsa bile aslında hayranların
markaya bağlılığını sorgulamak için iyi bir
fırsat. Otomatik paylaşımlara verilen olumsuz tepkiler markaların aslında bu paylaşımlarla ne elde ettiğini ortaya koyuyor. Özellikle oyun paylaşımlarının arkadaşların arasını
açtığını bile gördüğümüz oluyor.
Güncellemeyle daha detaylı bilgi vermek
gerekirse, Facebook kullanıcıların paylaşımlara kendi yorumlarını da ekledikleri takdirde, haber kaynağında görünürlüğünün
artacağını söylüyor. Facebook’un bu uygulamayla bize anlatmaya çalıştığı şey, otomatik
paylaşımlarla kullanıcıları boğmak yerine,
markanın gerçekten hayranı olan ve kendi
isteğiyle paylaşım yapacak kitleye ulaşmaya
odaklanmamız gerektiği. Bunu başarmanın
en önemli yolu ise hedef kitlemize uygun bir
marka stratejisi yaratmak, sosyal medyayı
doğru kullanarak bir “lovemark” olmak.
OS 8 ile Hayatımızda
yeni bir dönem başlayacak
i
Apple, meraklılarının uzun süredir beklediği iOS 8’i tanıttı. Marka, kullanıcısına
birçok avantaj sunan bu uygulamayla iOS pazar payını artırmayı amaçlıyor.
n Haziran başında gerçekleşen Apple’ın yeni yazılım ve
ürünlerini açıkladığı WWDC’14 etkinliğinde heyecanlı bir
gelişme yaşandı: iOS 8 tanıtıldı. Tim Cook tarafından tüm
yenilikleriyle anlatılan iOS 8 ile Apple, iOS pazar payından çalmayı planlıyor.
iOS 8 ile hayatımıza girecek yeniliklerden
bazıları gerçekten uzun zamandır beklediğimiz, gerekli özellikler diyebiliriz. Peki, iOS 8
ile hayatımızda neler değişecek? Öncelikle artık bildirimlere daha hızlı geri dönüş yapabileceğiz. Örneğin başka bir uygulama kullanırken Facebook’tan gelen bir bildirime yorum
yapıp beğenmek mümkün olacak. Hem de Facebook uygulamasına gitmeden! Sosyal medya dinamikleri açısından incelediğimiz zaman
bu özellik için geç bile kalındı diyebiliriz. Ayrıca çalışan
uygulamalar görünümüne geldiğimizde uygulamaların
üzerinde favori kişilerimiz görünecek ve onlarla hızlıca
iletişime geçebileceğiz.
Tüm iOS kullanıcılarını sevindirecek, bu zamana kadar eksikliğini çok hissettiğimiz özelliklerden biri ise tek
sürüklemeyle e-postaların işaretlenip silinebilmesi. iOS 8
ile bunu yapabileceğiz. Ajandasını cebinde taşıyan, yoğun
takvimi olan kullanıcılar da artık e-posta uygulamasından ayrılmadan takvime yeni bir etkinlik ekleyebilecek! iOS 8 ile hayatımıza girecek yeni mesajlaşma özellikleri de var. Mesajlaşma uygulaması
içinde grup mesajlaşması mümkün olacak. Bu yenilikle birlikte gruptan ayrılma, kişi ekleme – çıkarma, grubun bildirimlerini susturmak da mümkün olacak. Ayrıca Türkçe anlamayacak olsa bile
sesle mesaj gönderip yazıya dönüşmesini sağlayabileceğiz. Aynı zamanda kendini yok edecek
şekilde ayarlanabilen video mesajlar da gönderebileceğiz. iOS 8 ile Apple, WhatsApp ve Snapchat’i rakip
olarak belirlemiş diyebiliriz. iOS 8 Beta olarak indirilebiliyor, ama tam sürümü ile sonbaharda tanışacağız.
Süzet Halki, Sosyal Medya Uzmanı, Likeable Istanbul
Foursquare’den yeni uygulama: Swarm
n 50 milyon üzerinde kullanıcısı olan ve günde 6 milyar üzerinde yer bildirimi yapılan Foursquare, yeni uygulaması
Swarm’u tanıttı. Bu uygulamayla kişiler, yer bildirimi yapmamış olsalar dahi, yakındaki arkadaşlarını kolayca görebiliyorlar. Ancak arzu eden kullanıcılar, lokasyonlarını gizleyebiliyorlar.
Swarm’un en önemli özelliği, kişilerin dilediklerinde planlarını paylaşarak, diğerlerinin de mesajlaşmaya katılımıyla grup aktivite planları yapabiliyor olmaları. Bunun yanı sıra, yer bildirimi yaparken arkadaşlar da etiketlenebiliyor. Foursquare’de kazanılan rozetlerin aksine, edinilen mayor’lıklar Swarm’a taşınamasa da, sadece arkadaşlar
arasında mayor’lık elde edilebiliyor. Hızlı ve kolay iletişim sağlayan Swarm, şimdilik sadece iOS ve Android’de kullanıcıyla buluşuyor.
Serkan Eskalen, Sosyal Medya Uzmanı, Likeable İstanbul
Sosyal medya sayfaları
ve
tarafından hazırlanmıştır.
İSTASYON
47
OYUN
HAZIRLAYAN: RESUL BUKSUR
Mobİl oyunda mücadele sürüyor
Konsolda Dünya Kupası heyecanı
Konsol oyunlarda firmalar rakiplerini geride bırakabilmek için bir yandan mevcut ürünlerine yeni özellikler
eklerken, diğer yandan da yeni oyunlar üzerine çalışıyorlar. Konsolda hal böyleyken mobil oyun üreticileri de
boş durmuyor elbette. İşte mobil oyun dünyasındaki son gelişmeler…
taşıyan grubun şarkılarının isimleri de oyun içi
eşyalardan geliyor. Grubun üyeleri ise Pentakill
Mordekaiser, Pentakill Karthus, Pentakill Yorick,
Pentakill Sona ve Pentakill Olaf. Sekiz şarkıdan
oluşan albümünün iTunes fiyatı 5,99 Dolar ve
albüm rekor kırarak bir haftada 4 milyon sattı.
ANA MODLAR
Road to the
FIFA World Cup
Haziran ayında başlayan Brazilya’daki Dünya Kupası heyecanı televizyonla birlikte
konsollara da yansıdı. EA Sports 2014 FIFA World Cup, Xbox 360 ve PlayStation 3
konsolları için satışa çıktı.
n EA Sports 2014 FIFA
World Cup, adından
anlaşılacağı gibi, FIFA
14’ün üzerinde yapılan
yenilikler ve geliştirmelerle
üretilse de 100’den fazla
yeni animasyonla Xbox
360 ve PlayStation 3’teki
en erişilebilir, en eğlenceli
ve en heyecanlı EA Sports FIFA oyunu olarak
nitelendiriliyor.
Bir EA Sports turnuva oyununda, bugüne kadar
görülen en kapsamlı modlarda, 203 adet Milli Takım
arasından tercihinizi belirledikten, dünyanın en büyük
turnuvasına katılıp 7 bin 400’den fazla futbolcu
arasından seçim yaptıktan sonra, otantik Brezilya
statlarında maça çıkıyorsunuz. Brezilya 2014 FIFA,
Dünya Kupası’nın heyecanını ekrana yansıtan yepyeni
48
İSTASYON
taraftar görüntüleriyle kendinizi bu büyük
organizasyonda hissetmenizi sağlıyor. Yeni
oyunda yeni dripling, duran top taktikleri,
penaltı atışları ve kafa vuruşları gibi pek
çok konuda yenilik bulunuyor. Yeni kontrol
sistemiyle oyuncuların topa adeta hükmetmesi
hedefleniyor. Örneğin yeni dripling özelliğiyle,
her açıda hızla dönebilecek
ve topu kontrol altında
tutacaksınız. Yeni top sürme
sistemi sayesinde sol tetik
düğmesini kullanarak yavaş
hızlarda bile rakiplerinizden
kurtulabileceksiniz. Ayrıca
savunma oyuncularını geçmek
için yepyeni hareketler, feykler
ve Brezilya’dan esinlenilmiş
beceri hareketleri de sizi
bekliyor.
Yeni oyunda top fiziği
konusunda da önemli bir adım atıldı. EA Sports ve Adidas
ortaklığı sayesinde, Xbox 360 ve PlayStation 3’te bugüne
kadarki en gerçekçi top fiziği sistemi yer alıyor. Adidas’ın
Almanya’daki İnovasyon Laboratuarı’nda toplanan
fizik verilerini EA Sports 2014 FIFA World Cup Brazil’de
kullanan geliştirme ekibi, Brazuca ve diğer Adidas
toplarının gerçeğiyle aynı uçuş ve çim sürtünmesine
sahip olmasını sağladı.
EA Sports tarihindeki en
kapsamlı turnuva modu...
FIFA tarafından onaylanmış
203 Milli Takım arasından
seçim yapın ve önce sıralama
turlarında, sonra da Brezilya
2014 FIFA Dünya Kupası grup
aşamalarında 32 oyuncuya
kadar yerel bağlantıyla bir
arada oynayın. Turnuva
boyunca, EA Sports Talk Radio
üzerinden turnuva bilgileri
almaya devam edeceksiniz.
Captain Your Country
EA Sports 2014 FIFA World Cup,
tüm zamanların en popüler
FIFA oyun modlarından birinin
geri dönüşü anlamına geliyor.
Sıfırdan başlayarak kadroda
kendinize yer bulun, sonra
da ülkenizi eleme turlarından
geçirerek FIFA Dünya Kupasına
isminizi yazdırın. Yeni
otomatik-pozisyonlama sistemi
modu, yeni oyuncular için de
son derece erişilebilir olmasını
sağlayacak.
n MAYA THE BEE: THE ANT’S QUEST
Arı Maya’ya yeni oyun
n RED BULL X-FIGHTERS FREE
Motor heyecanı
Arı Maya’nın yeni oyunu “Maya the Bee: The Ant’s
Quest” çıktı. Birçoklarının çocukluk kahramanı
olan Arı Maya, video oyunlar ve aplikasyonları
alanında dünya liderleri arasında bulunan Studio
100 tarafından üretildi. 35 yıllık çizgi kahraman
Arı Maya’nın, 2012 yılında 3D teknolojisiyle filmi
hazırlanmıştı. Maya the Bee: The Ant’s
Quest oyunu da, adeta sinema filmi gibi
kurgulanan sürükleyici senaryosuyla
büyük ilgi görüyor.
Bu oyundaki temel hedef, her türlü zorlu
koşuldaki bir motocross pistini seçmek ve
motosikletle mümkün olduğunca ayakta kalarak
ilerlemek. Birbirinden zorlu etaplarda diğer
yarışmacıları geride bırakarak bir an evvel
bitiş çizgisine ulaşmak. Red Bull X-Fighters
Free’de kazandığınız yarışlardan
gelen paralarla kendinize yeni motor
alabiliyorsunuz. Grafikleri ve ses efektleriyle
oldukça dikkat çeken oyunu denemekte fayda
var. Bizden söylemesi…
Road to Rio de Janeiro
Oyuncular lisanslı ve otantik
stadyumlarda Brezilya’nın
12 şehrinde top sürerek
ilerleyecekler. 203 Milli
Takım arasından seçim
yaparak Çevrimiçi Aşamalara
katılacak, şehirlerarasında
ilerleyebilecek, aynı şehirde
kalabilecek veya küme
düşebileceksiniz. 12 aşamanın
finalini kazanarak Rio’daki
Estadio do Maracana stadında
FIFA Dünya Kupası’nı havaya
kaldıracaksınız.
n TEMPLE RUN
1 milyar indirmeyi aştı
1 milyar indirme rakamını geçen tek oyunun Angry
Birds olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz.
Imangi Studios, mobil platformun başarılı
oyunlarından Temple Run’ın da 1 milyar indirme
rakamını geride bıraktığını açıkladı. iOS, Android
ve Windows Phone platformlarında boy gösteren
‘sonsuz koşma’ türündeki oyunda şimdiye kadar
148 milyon altının toplandığı, 50 trilyon kez
zıplandığı ve 32 milyar kez ölündüğü belirtildi.
Oyunu en fazla oynayan ülke ise Çin… Bu ülkeyi
sırasıyla Amerika, Hindistan, İngiltere ve Almanya
takip ediyor... Temple Run’ın indirme rakamına
bakıldığında yüzde 60’ının kadın olması göze
çarpıyor. Geçtiğimiz yılın Mayıs ayında 300 milyon
kez indirildiği açıklanan Temple Run’ın bir yıllık
sürede büyük bir ivme yakaladığı görülüyor.
n LEAGUE OF LEGEND
Oyunun müzik albümü rekor kırıyor
Sevilen oyun League of Legends’ın üreticilerinin
yeni fikri, ortalığı kasıp kavuruyor. Riot Games’in
içindeki hayali grubun gerçek albümü, elektronik
müzik dükkânı iTunes’da listeleri altüst ediyor.
Haziran’da iTunes’da yerini alan, League of
Legends’ın beş karakterinden oluşan metal
grubunun albümü Smite and Ignite, kendi
kategorisinde popülerler listesinde bir numara
oldu. Tahmin edilebileceği üzere Pentakill ismini
İSTASYON
49
ÇOCUK
aşık atı
m
r
a
s
i
l
r
i
h
e
ştırır.
Keçiler z
Salyangoz tıraş bıçağının
keskin yerinde kendine
hiç zarar vermeden sürünebilir.
Garip
AMA
,
Gercek
AHTAPOT
AROMALI
DONDURMA
BULABİLİRSİN.
ABD’de yaşayan
bir at o kadar
küçük ki
uyuyor.
bir köpek kulübesinde
MUKUSU
BİR ZAMANLAR
MOR BOYA
YAPIMINDA KULLANILIRDI.
Hawaİİ
AŞAĞIDAKİ BİLGİLER
SENİ ŞAŞIRTACAK
HER YIL
Alaska’YA
BU ÇOK
DOST
İR
N
A
C LISI B
!
M
TE
SİS
AVRUPA ÜZERİNDE
ÇÖL BULUNMAYAN
TEK KITADIR.
ZÜRAFANIN
TOYNAKLARI
YEMEK TABAĞI
KADAR
BÜYÜKTÜR.
DENİZ SALYANGOZU
JAPONYA’DA
YAKLAŞIK
8
BİR HEYKELTIRAŞ
BİR ŞARK
I
DAHA İSTE
R
MİSİN?
ÇİKOLATADAN
MASA, SANDALYE VE
KOLTUK YAPTI.
SANTİM
YAKLAŞIYOR.
DEVELERİN
KÖKENİ
A GERMAN
FASHION
DESIGNER
KUZEY
AMERİKA’DIR.
FROM
Bir şeker
firması
Amerikan
futbol topu
büyüklüğünde
ayıcık
şeker
üretiyor.
50
İSTASYON
BAZI
ERKEK
MAKES
CLOTHING
SUSAMURLARI
UYURKEN
SÜRÜKLENİP
BİRBİRLERİNDEN
AYRILMAMAK İÇİN
PENÇELERİNİ
BİRLEŞTİRİR.
MILK
BAZI
ÇOCUKLAR
YAZ
AYLARINDA
DAHA HIZLI
BÜYÜR.
Gergedanlar güneşte
yanmamak için
çamurda
yuvarlanır.
ABD’nin
Seattle
kentinde
bir duvar
binlerce
çiğnenmiş
sakızla kaplı.
POWDER.
ÇOĞU
TORNADO
ÖĞLEDEN
SONRA
3 VE AKŞAM
9 ARASINDA
OLUŞUR.
FARELER
DİŞİLERİ
ETKİLEMEK
İÇİN
ŞARKI
SÖYLER.
Genç
zürafalar
bazen
möö’ler.
Bu konu NatIonal GeographIc KIds Türkiye dergisinden alınmıştır, NG KIds abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59
İSTASYON
51
OTOMOBİL
sonra, Ürdünlü yetkililere teslim edildi. Satılacak araçlardan elde edilecek gelir, yardıma
muhtaç çocuklar için harcanacak. Organizasyonun ruhunu daha iyi anlayabilmek amacıyla,
zihnimizdeki soruları Allgaeu Orient Ralli Başkan Yardımcısı Nadir Serin’e yönelttik.
Sevindiren, gurur
veren, geliştiren Ralli
Üç yıldır TÜVTÜRK’ün desteğiyle düzenlenen Orient Rally, Almanya’dan Ürdün’e 10 bin
kilometre yol yaptı. 4 bin kilometresi Türkiye’de gerçekleşen rallide, TÜVTÜRK Takımı da
yarıştı. Biz de bu vesileyle Allgaeu Orient Rally Başkan Yardımcısı Nadir Serin ile görüştük.
A
vrupa Birliği tarafından desteklenen,
Birleşmiş Milletler’in de partner olarak yer aldığı, “Allgaeu Orient Rally Dostluk ve Barış Rallisi”nin dokuzuncusu, 3-24 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirildi.
Kurallara göre sadece değeri 1111 Euro’nun altında ve 20 yaşından yaşlı araçların katılabildiği Ralli’de, araçların otoyollara çıkmasına ve
GPS kullanmasına izin verilmiyor. Üç yıldır
TÜVTÜRK’ün de destek verdiği Ralli’ye bu yıl,
toplam 111 takım ve 333 araç katıldı.
Almanya’nın Allgaeu Bölgesi’nde yer alan
Oberstaufen kasabasından 3 Mayıs’ta yola çıkan araçlar, Balkanlar üzerinden 7 Mayıs’ta İstanbul Sultanahmet Meydanı’na geldi. Türkiye
etabı, 8 Mayıs günü Avrupa Birliği Bakanı ve
Baş müzakereci Mevlüt Çavuşoğlu ve İstanbul Valisi Hüseyin Mutlu’nun katıldığı törenle
52
İSTASYON
başladı. Ankara, Çorum, Amasya, Ordu, Erzurum, Van, Şanlıurfa ve Mersin rotasında 4 bin
kilometre yol yapan yarışmacılar, daha sonra
TÜVTÜRK ekibi, Ürdün’deki ödül töreninde.
Mersin Limanı’ndan İsrail’in Hayfa Limanı’na
geçti. İsrail ve Ürdün içinde de yol yapan Ralli
katılımcıları, Ürdün’deki Ölü Deniz kıyısında
bitiş çizgisine ulaştı.
Zaman veya sürate dayalı herhangi bir etabın
bulunmadığı Ralli’de,
rota üzerinde belirlenen sosyal ödevlerin
yerine getirilmesinde
en başarılı olan takım
birinci oldu. Alman
katılımcılardan oluşan
takıma, Ürdün Veliaht Prensi Hüseyin bin
Abdullah ödül olarak
bir deve verdi. Ralli’ye
katılan 333 araç daha
Ralli’nin hangi özelliği Dostluk ve Barış Rallisi
adıyla anılmasına vesile oluyor?
Orient Rally, ülkeler, kültürler ve yaptığımız
sosyal faaliyetler nedeniyle “Dostluk ve Barış
Rallisi” adını alıyor. Örneğin, İsrail, Filistin,
Ürdün gibi aynı zamanda komşumuz olan
ülkelerde birçok problem ya da savaş var. Biz
bu ülkelerden de geçiyoruz ya da o ülkelerden
bizim organizasyonumuza katılan yarışmacılar
da oluyor. Diğer yandan, dört yıldır, Türkiye’nin
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden
geçmekteyiz. Bizler, dostane duygularla oralara giderek insanlarımıza yalnız olmadıklarını hissettirmeye çalışıyoruz. Kendimizi turist
değil, misafir gibi görüyoruz. Bizi destekleyen
dostlarımızın ve kurumların yardımlarıyla gittiğimiz yerlerde elimizden geldiğince sosyal ve
kültürel faaliyetlerde bulunuyoruz. Okullara,
engelli eğitim merkezlerine, depremzedelere,
sivil toplum örgütlerine yardım ve bağış yapıyoruz. Dostlarımızla birlikte dünyaya barış ve
dostluğun gelmesi için çabalıyoruz. Organizasyonumuzun ismi de tüm bu nedenlerden ötürü
“Dostluk ve Barış Rallisi”. Ve bu isim bizim formatımızla örtüşüyor.
Ralli’ye ilgi, her geçen yıl artıryor, bunu neye
bağlıyorsunuz?
Avrupalılar, sosyal, kültürel ve hobi olarak
nitelendirilebilecek etkinliklere ve organizasyonlara destek veren ve bizzat içinde yer almak
isteyen insanlar. Gerçekten iyi, hedefine ulaşan
ve ses getiren bir organizasyon yaparsanız, insanlar da bunun içinde yer almaktan mutluluk
duyarlar. Burada önemli olan ne için ve kimin
için organizasyon yaptığınızdır, insanlar ancak
doğru amaç için yola çıkmışsanız sizinle birlikte hareket ederler. Bunun en güzel örneği
ise TÜVTÜRK’tür bence. TÜVTÜRK, Orient
Ralli’ye her sene büyük bir ilgi ve istekle katılıyor. Çünkü bu, TÜVTÜRK’ün hedeflerine uygun bir organizasyon ve verilen mesajın doğru
yerlere gittiğine inanıyor. Bizler için de önemli
olan doğru mesajı doğru yerlere ulaştırmaktır.
Katılımcıların gerçekleştirmesi gereken sosyal
sorumluluk aktiviteleri belirlenirken hangi
kriterler dikkate alınıyor?
Öncelikle yapacağımız yardımın gerçekten
ihtiyacı olan yerlere ya da kurumlara ulaşma-
Nadir Serin (arkada), Orient Rally’nin
gidilen ülkeler, ulaşılan kültürler ve
gerçekleştirilen sosyal faaliyetler
nedeniyle Dostluk ve Barış Rallisi
olarak anıldığını belirtiyor.
TÜVTÜRK ekibi de Ralli’de
Ralli’de Türkiye’yi, TÜVTÜRK’ün oluşturduğu
üç araçlık Türk Takımı temsil etti. TÜVTÜRK
çalışanlarından oluşan ekip, Oberstaufen - İstanbul
rotasında direksiyona geçti. Türkiye’de araçları
devralan bir başka TÜVTÜRK ekibi ise, AnkaraÇorum-Tokat etabına katıldı. TÜVTÜRK takımının
kaptanlığını yapan ve İsrail - Ürdün etabına da
bizzat katılan TÜVTÜRK Genel Müdürü Kemal
Ören, “Bakımı, periyodik muayeneleri zamanında
ve kurallara uygun yapılan otomobiller, ralli gibi
mücadele oranı yüksek organizasyonlarda bile yer
alabiliyor. TÜVTÜRK olarak bu organizasyonda
bulunmamızın en önemli sebeplerinden biri de buydu” diyerek organizasyonun kendileri için
taşıdığı önemi dile getirdi. TÜVTÜRK ekibinin Almanya’daki starttan bu yana Ralli’yi takip ettiklerini
ve Ralli’nin Türkiye etabının belirli bir bölümünde de yarıştığını ifade eden Ören, “Her ne kadar
dünyanın en eğlenceli rallilerinden biri olarak adlandırılsa da, otomobillerin özellikleri ve geçtiği
parkurlar olarak değerlendirdiğinizde yüksek düzeyde dayanıklılık isteyen bir yarış. Biz de TÜVTÜRK
olarak üç otomobille bu yarışa katılarak, yarışmacıların ülkemizi ve güzelliklerini tanımalarına
katkıda bulunmak istedik” dedi.
Organizasyonun Sultanahmet etabı, işte bu görüntüyle başladı.
İSTASYON
53
OTOMOBİL
Fotoğraflar: ERTUĞRUL BALIKÇIOĞLU
Allgaeu Orient Rally, dünyanın en önemli otomobil
maceralarından biri olarak kabul ediliyor.
sanların Batı bölgelerde yaşayanlara nazaran bu tür yardımlara daha çok ihtiyacı var.
sını hedefliyoruz. Yardım yapılacak yerleri ya bize yapılan
başvurular arasından seçiyoruz ya da bir önceki sene Ralli
güzergâhında ilerlerken bizzat gördüğümüz ve ihtiyacı olduğunu düşündüğümüz yerleri Organizasyon Komitesi’ne
bildirerek gerçekleştiriyoruz. Bizim yapabileceklerimiz sınırlı,
katkıda bulunabileceksek yardımımızı yapıyoruz ancak hiçbir
zaman insanlara vaatte bulunmuyoruz. Örneğin Kars’ın Ardahan ilçesinde bulunan Karakan Köyü İlköğretim Okulu’na
iki yıl üst üste teknik, materyal ve kıyafet yardımında bulunduk. Onların gerçekten ihtiyaçları vardı. Bu sene ise Ordu’daki bir ilköğretim okulu, boya malzemelerini getirmemiz için
bize başvuruda bulundu, değerlendirdik ve sponsorlarımızın
desteğiyle boya malzemelerini temin ettik. Van’daki okulların
bazılarınaysa okul çantası, giyim, oyunca gibi eşyaları getirdik. Doğu Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki in-
54 İSTASYON
Güzergâh boyunca belirlenen sosyal sorumluluk aktivitelerini en iyi şekilde icra eden Ralli’nin birincisi, diğer katılımcılarsa ikincisi ilan ediliyor. Peki, her şeyin kazanmak ve derece
elde etmek üzerine kurulduğu bir dünyada, ezber bozan niteliğe sahip bu organizasyonun katılımcılara sağladığı duygusal tatmini nasıl tanımlarsınız?
Bu bir sosyal sorumluluk projesi. Önce iyi bir network oluşturuyorsunuz. Dostluğu ve yardımlaşmayı burada daha iyi
öğreniyorsunuz. Birinci olmak değil, ne kadar ve nasıl yardımlar yapabileceğiniz ön plana çıkıyor. Yarışmacılar da bu
duygularla yarışıyor ki, bu çok önemli. Diğer taraftan yarışmacılar on binlerce Euro harcadıktan, bir sürü masraf yaptıktan sonra araçlarını hibe edip evlerine uçakla dönüyor ve
bundan büyük keyif alıyor. Evine dönen yarışmacılar, eşine
ya da çocuklarına bu organizasyonu anlatıyor. Orient Ralli
aracılığıyla yapılan yardımları babasından dinleyen, etkinlik
boyunca yaşananlara dair hikâyelerle büyüyen bir çocuğun
hümanist bir insan olmama şansı var mı? Ezcümle, Dostluk
ve Barış Rallisi’nde hem kendinizi geliştiriyorsunuz hem de
başkalarını sevindiriyorsunuz. Ailenizin yaptıklarınızla gurur
duyması da cabası…
İş alanı her ne kadar araç muayenesiyse bile, trafiği bir bütün olarak gören ve “trafikte sorumluluk ve duyarlılık
bilinci” oluşmadan yapılan çalışmaların yetersiz kalacağı gerçeğinden hareket eden TÜVTÜRK, kurumsal
vatandaşlık anlayışıyla desteklediği ve dâhil olduğu Sosyal Sorumluluk projeleriyle herkesin dikkatinin bu konuya
çekilmesini hedefliyor. İşte TÜVTÜRK’ün bu hedef doğrultusunda imzasını attığı çalışmalardan bazıları…
Ortak soruna
ortak çözüm
BÜYÜK HAYALLER
KÜÇÜK İHMALLERLE BİTER
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın
koordinasyonunda, trafik ve taşıt güvenliği alanında
çalışma yapan kurum ve kuruluşların işbirliğinde ve
TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonları’nın desteğiyle
gerçekleştirilen Trafikte Sorumluluk Hareketi, trafik
güvenliğinde bireysel sorumlulukların önemine dikkat
çeken bir proje. Bu çalışma hayata geçmeden önce
yapılan anketlerde katılımcıların yüzde 98,5’inin,
diğer sürücülerden daha sorumlu olduğuna dair
beyanlarının gerçeği yansıtmaması üzerine harekete
geçen yetkililer, projenin odak noktasını trafik
güvenliği ve bireysel sorumluluk olarak belirledi. Özel
hedef gruplarına yönelik geliştirilen alt projelerde,
trafik güvenliği ve bireysel sorumluluklar arasındaki
ilişkinin önemi vurgulandı. Proje çerçevesinde, dört
yılda, eğitim faaliyetleriyle 900 binden, iletişim
faaliyetleriyle 3 milyondan fazla kişiye erişim
sağlandı.
Son olarak, trafik güvenliğinin insanın yaşamında
ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmek amacıyla,
alışılagelmiş iletişim araçlarından farklı olarak Bir
Hayatın Hikâyesi isimli bir kısa öykü hazırlandı. İlk
tanıtımı 17 Nisan’da İstanbul’da düzenlenen Trafik
Güvenliği Medya Ödülleri töreninde yapılan öykü,
proje paydaşlarının yanında, ünlü isimlerle de
paylaşıldı ve trafik güvenliği konusunda gündem
oluşturuldu.
“Bazı büyük hikâyeler, küçük ihmaller yüzünden
başlarken bitiyor” dipnotuyla yayımlanan Bir
Hayatın Hikâyesi, bir bölüm ve tek bir sayfa
üzerinde yer alan kısacık bir metinden oluşuyor.
Hikâye şöyle: Genç kadın, o gün adını koyamadığı
bir coşkuyla uyandı. Baharın en güzel günlerinden
biri yaşanıyordu dışarıda. Bu coşkuya katılmak için
çocuksu bir telaşla hazırlandı. Sokağa çıkıp yeni
günün tüm enerjisini içine çekerken, duyduğu son
şey uzun bir fren sesi oldu.
Maltepe Üniversitesi
İletişim Fakültesi, 29
Nisan’da Türkiye’de
ilk kez gerçekleştirilen
bir sempozyuma ev
sahipliği yaptı. İşçi Sağlığı,
Güvenliği ve Trafik başlıklı
etkinliğin katılımcılarından
biri de TÜVTÜRK’tü.
Akademisyenlerin ve özel
sektör temsilcilerinin
Türkiye’de işçi sağlığı,
güvenliği ve trafik konusunda
yürütülen kampanyalarla ilgili
bilgi aktardığı sempozyumda
TÜVTÜRK’ü İletişim ve
Müşteri Temsilcisi Yönetmeni
Mahmut Sipahi temsil etti.
Sempozyumdaki oturumlarda
katılımcılar, toplumun
tamamını ilgilendiren
bu maddelerle ilgili bilgi
alışverişinde bulundu. Mahmut
Sipahi ise, toplumun tüm
kesimlerinde trafik güvenliği
ve bireysel sorumluluk
konusunda farkındalık
oluşturmayı amaçlayan
Trafikte Sorumluluk
Hareketi’yle ilgi bilgi verdi.
İSTASYON
55
Gençlerden ödüle değer duyarlılık
öğrencilerine açık olan yarışmaya 80’e yakın
başvuruda bulunuldu. Ön değerlendirme sonucunda, 10 lisenin öğrencileri, kampanyalarını
final jürisi önünde sunma fırsatı elde etti. Jüri
üyeleri, her biri özenle hazırlandığı aşikâr projeler arasından seçim yapmakta zorluk çekti.
Değerlendirme sonucunda; Ankara Ayrancı Ticaret Meslek Lisesi’nden Oğuzhan Solmaz, Dicle
Baydar, Yusuf Efe Temiztürk, Buket Civan ve Can
Berk Çalbay’ın, öğretmenleri Selçuk Arslan danışmanlığında hazırladıkları, “Engel Sen Olma!”
isimli kampanyalarıyla birinciliği elde etti.
İstanbul Güngören Ergün Öner-Mehmet Öner
Anadolu Lisesi’nden Arıkan Kaya, Mert Dikbıyık,
Burak Topçu, Yasemin Yazıcı ve Berk Duman’ın,
öğretmenleri Hasan Dinçer Ekmekçi danışmanlığında hazırladıkları, “Yaya Geçitlerinde Yol
Bizim” kampanyası ikinci; Çanakkale Çan Teknik
ve Endüstri Meslek Lisesi’nden, Mustafa Durmaz,
İbrahim Türken, İsmail Can Işık, Sezgin Gödel ve
Atakan Özkan’ın, öğretmenleri Burhan Öztürk
danışmanlığında oluşturdukları, “Güvenli Motosiklet Kullanımı ve Kask Takma” kampanyası ise
üçüncü oldu.
Hem dereceye giren hem de finale kalan öğrencilere ödüllerinin verildiği törende bir konuşma
yapan TÜVTÜRK İletişim ve İş Geliştirme Direktörü Koray Özcan, gençlerin bu kadar ciddi projelere imza atmasına imkân tanıdıkları için bir kez
daha mutluluk duyduğunu dile getirerek, gurur
verici çalışmalarından dolayı gençleri tebrik etti.
TÜVTÜRK gençleri ağırladı
Millî Eğitim Bakanlığı, Ulaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme Bakanlığı, TÜVTÜRK Araç Muayene
İstasyonları ve Goodyear Lastikleri arasında imzalanan işbirliği protokolüyle, Trafikte Sorumluluk Hareketi çatısı altında 2012 yılında hayata
geçirilen Trafikte Gençlik Hareketi (TGH), liseli
gençlerde trafik güvenliği ve bireysel sorumluluklar konusunda farkındalığı geliştirmeyi amaçlayan bir sosyal sorumluluk projesi. Projeyle
gençlerin trafik güvenliği konusunda sorumluluk
56
İSTASYON
almalarını ve yaparak, yaşayarak öğrenme süreçlerine dâhil olmalarını teşvik etmek amacıyla
Trafik Olimpiyatları yarışması düzenleniyor. Bu
proje çerçevesinde hayata geçirilen Trafik Olimpiyatları yarışmasının kazananları, 9 Mayıs’ta,
Ankara’da yapılan toplantıyla belli oldu.
Öğrencilerin, tespit ettikleri bir trafik sorununa ilişkin kampanya geliştirerek dâhil olabildiği
Trafik Olimpiyatları’na ilgi büyüktü. Türkiye’nin
neresinde eğitim görüyor olursa olsun bütün lise
Projenin okullardaki uygulamalarını desteklemek amacıyla, Ankara Mamak’ta bulunan Abidinpaşa Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi’nin
öğrencileri, 8 Mayıs’ta, Trafikte Gençlik
Hareketi’nin destekçilerinden Goodyear’ın yetkili bayilerinden Eurolas’ı ziyaret etti. Öğrenciler
burada, güvenli bir yolculuk için doğru lastik
seçiminin önemini, mevsime uygun lastik kullanımının sağlayacağı faydaları ve lastiğin yol güvenliği açısından önemini yerinde gözlemleyerek
öğrenme fırsatı buldu. Bayi ziyareti sonrasında,
TÜVTÜRK Kamu İşleri Direktörü Ahmet Bulut’un
da katılımıyla Ankara Gölbaşı araç muayene istasyonuna giden öğrenciler, araç muayenesinde
dikkat edilmesi gereken noktalar, muayenenin
yol güvenliği açısından önemi gibi konularda
bilgi alırken, sorularını doğrudan uzmanlara yöneltme fırsatı da buldular.
Ödüllü TrafiCaps
yarışması
Trafikte Sorumluluk Hareketi, 5-30 Mayıs tarihlerinde, Facebook kanalıyla bir yarışma organize etti.
www.facebook.com/trafik.hareketi sayfası üzerinden
gerçekleştirilen TrafiCaps adlı bu yarışmada dereceye giren caps’in sahiplerine Samsung Galaxy Note 2,
Apple iPad 4 ve Nokia Lumia 925 hediye edildi. Yarışmacılar, bu sayfasındaki uygulama yardımıyla yükledikleri fotoğraflara kısa bir metin yazarak caps’e
çevirdiler ve böylece TrafiCaps yarışmasına katılmaya hak kazandılar. Caps’ler UDHB Düzenleme Genel
Müdürlüğü Trafik Güvenliği Daire Başkanı Yılmaz Kılavuz, EGM Trafik Planlama ve Destek Dairesi Başkanlığı Şube Müdürü Hüseyin Şimşek, Drive Dentsu
Kreatif Direktörü Ersel Serdarlı ve İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi Dr. Özgür
Uçkan’dan oluşan jüri tarafından değerlendirdi ve
Çağlar Özkahyalar, Samet Yıldız ve Burak Kalsın’ın
çalışması ödül kazandı. Pelin Balkanlı ise en beğenilen caps kategorisinde ziyaretçilerin beğenileriyle
ödüle değer bulundu.
Ağaç yaşken eğilir
Milli Eğitim Bakanlığı, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ve TÜVTÜRK arasında imzalanan protokolle hayata geçirilen Can Dostları Hareketi, her geçen gün biraz daha büyüyor.
İlkokul dördüncü sınıf öğrencilerinde trafik güvenliği konusunda farkındalığı artırmayı hedefleyen proje kapsamında 2013-2014 eğitim öğretim yılında 89 pilot okulda uygulamalar yapıldı.
Bu uygulamalar aracılığıyla 15 bin öğrenciye, 30 bin veliye ve
bin servis şoförüne ulaşıldı. İstanbul, Kütahya, Mardin ve Şanlıurfa’daki çeşitli okulların mobil araç muayene istasyonuyla
ziyaret edilmesi, araç muayenesinin taşıdığı öneme yönelik bilincin küçük yaşta geliştirilmesi hedefinin bir parçasıydı.
Öğrendiklerini resmettiler
Trafikte Sorumluluk Hareketi’nin uzun soluklu projelerinden
olan Can Dostları Hareketi, aynı zamanda çocukların bilgi birikimlerini resim yoluyla kâğıda aktarmalarına, dolaylı da olsa
resim sanatına daha fazla ilgi duymalarına aracılık ediyor.
Projenin uygulandığı pilot okullarda eğitim gören çocukların
öğrendiklerini değerlendirebilmek amacıyla düzenlenen Can
Dostları Hareketi Resim Yarışması da bu savı destekliyor.
Yarışmada, öğrencilerden sınıflarında trafik konusunda öğrendiklerini resim yoluyla aktarmaları istendi. Trafik güvenliği temalı serbest teknik ve malzemeyle resimler üreten ve
Trafik Haftası’na özel...
TÜVTÜRK iş ortakları 1-7 Mayıs tarihlerindeki Trafik Haftası vesilesiyle Rize, Mardin ve Kütahya’da bir
dizi etkinliğe destek oldu. Trafik Güvenliği Platformu tarafından 6 Mayıs’ta Rize’de yapılan etkinlikte,
okullar arası yarışmada başarı kazanan İşitme Engelliler Okulu’ndan üç öğrenciye tablet bilgisayar verildi. Ödüller, TÜVTÜRK Rize iş ortağı Parkur AŞ adına Rize Vali Muavini Mehmet Özer tarafından verildi.
Mardin’de İl Emniyet Müdürlüğü tarafından düzenlenen etkinliğe, Trafik Haftası’na özel broşür, afiş ve
poster çalışmasıyla destek olan iş ortağı Acarsan AŞ
aracılığıyla katılan TÜVTÜRK, Kütahya’da ise iş ortağı Han AŞ tarafından temsil edildi. Emniyet kemeri similasyonlarının yapıldığı Kütahya’daki organizasyonda Han AŞ’nin hazırladığı broşür, poster ve
afişler kullanıldı.
başvurularını 29 Nisan’a kadar yapan öğrencilerin çalışmaları, MEB Temel Eğitim Genel Müdürlüğü Eğitim Uzmanı Cemal
Tınkılıç, TÜVTÜRK İnsan Kaynakları Direktörü Melis Avalin Aygül ve Maltepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim
Görevlisi Mehmet Özen tarafından değerlendirildi. Jüri, 750’ye
yakın çalışma arasından Konya’nın Karatay ilçesi İzzetbey
İlkokulu’ndan Ahmet Sarıoğlu’nu birinciliğe, Isparta’nın Merkez
ilçesi, Hafız İbrahim Demiralay İlkokulu’ndan Işık Şahin’i ikinciliğe, Antalya’nın Döşemealtı ilçesi, Yeniköy İlkokulu’ndan Bersu
Dilek’i üçüncülüğe değer buldu.
Yarışmada birinciliği, ikinciliği ve
üçüncülüğü kazanan (yukarıdan
aşağıya) resimler.
Bu maraton desteklenir!
Shell Eco Maraton, katılımcıların 1 Kw enerjiyle en uzun mesafeyi yapmak için ter döktüğü bir
organizasyon. Türkiye’yi Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinden oluşan ve TÜVTÜRK tarafından
desteklenen Hidrojen Arabası Takımı’nın temsil ettiği yarışma 18 Mayıs’ta Hollanda’nın Rotterdam
kentinde gerçekleştirildi. Bu yıl, 27 ülkeden gelen, teknik lise öğrencileri ve üniversitelilerden oluşan
198 takımın katıldığı Shell Eco Marathon’da, gençlerin geleceğin yakıt alternatifleriyle çalışan
araçlar geliştirmesinin teşvik edilmesi ve enerjinin verimli kullanılmasına yönelik bilincin artırılması
hedefleniyor. Yarışmayı 1 Kw enerjiyle 428,5 kilometre yol giden
Hollandalı Team H2Atakımı kazandı.
TÜVTÜRK
Fikir ve Tecrübe Paylaşım Toplantısı
Nıce’de gülen yüzler
Karayolu trafik sempozyumu yapıldı
Büyümeye
devam
Bu yıl beşincisi düzenlenen Uluslararası Karayolu Trafik Sempozyumu ve Sergisi, Bakanlıklar, üniversiteler ve sektör
kuruluşlarının temsilcilerinin katılımıyla 21-23 Mayıs tarihlerinde, Ankara’da yapıldı. Sempozyumda TÜVTÜRK’ü, “Araç Yaşları,
Muayeneden Kalma Oranları, Kazaya Karışan Araçlar” konusunda sunum yapan COO Aykut Özgülsün ile “Araç Muayenesinde
Profesyonel Yargılama Gücü, İzlenebilirlik ve Hesap Verebilirlik” başlığı altında katılımcılara hitap eden Kurumsal Gelişim
Direktörü Emre Büyükkalfa temsil etti. Sergi alanındaki standında araç muayenesiyle ilgili bilgilendirme yapan
TÜVTÜRK, ayrıca faaliyete geçen TÜVTÜRK Akademi’yi de tanıtma fırsatı buldu. Bununla birlikte Trafikte
Sorumluluk Hareketi (TSH) de etkinliğin sergi alanında bir stant kurarak bilgi yarışmaları düzenledi.
Kendilerine yöneltilen trafik güvenliği temalı sorulara doğru yanıt veren yarışmacılara,
konuyla ilgili mesajlar ve materyaller içeren ödüller verildi. Katılımcılar ayrıca, emniyet
kemeri simülatörünü deneyerek emniyet kemerinin trafik için önemini bizzat
test etti. Kişinin algı ve hareketlerini alkollüymüşçesine etkileyen, alkol
gözlükleriyle kaleye gol atma çabaları ise yoğun ilgi gördü.
Trafikte meydana gelen kazaları en aza indirmek hedefiyle
faaliyet gösteren TÜVTÜRK, müşteri memnuniyetini
sağlamak ve araç sahiplerinin ihtiyaçlarını hızlı bir şekilde
karşılamak amacıyla, istasyon ve kanal sayısını artırmayı
sürdürüyor. Muğla’nın Milas, Fethiye ve Marmaris ilçeleri
ile Tekirdağ’ın Çorlu ilçesindeki kanal sayılarını artırılması
da bu yatırımlar arasında. Yapılan çalışmalar sonucunda,
Milas ve Marmaris istasyonları tek kanaldan iki kanala,
Fethiye istasyonu iki kanaldan üç kanala, Çorlu
istasyonuysa iki kanaldan dört kanala
çıktı.
58
İSTASYON
Duyarlılık
ödül getirdi
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Emniyet Genel Müdürlüğü,
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü işbirliği ve TÜVTÜRK’ün
desteğiyle düzenlenen Trafik Güvenliği Medya Ödülleri, sahiplerini buldu. Gazete
ve televizyon haberleri, eğlence programları, klipler, reklam filmleri ve dizilerde emniyet
kemeri, hız kontrolü, cep telefonu, kırmızı ışık, kask kullanımıyla ilgili haberler ve görüntülerde
trafik güvenliği bilincinin yerleştirilmesini hedefleyen projede, tüm yapımlar bir yıl boyunca
takibe alındı ve bu süre içinde trafik konusuna hassasiyet gösteren yapımlar belirlendi. 16
Nisan’da İstanbul Lütfi Kırdar ve Kongre Merkezi’nde düzenlenen törende TÜVTÜRK İletişim
ve İş Geliştirme Direktörü Koray Özcan, Seksenler dizisiyle Mint Yapım’a, Karadayı dizisiyle
Ay Yapım’a, Digiturk’e ve TRT Müzik’e, trafik kurallarına gösterdikleri hassasiyet nedeniyle
ödüllerini takdim etti.
TÜVTÜRK, bu yıl altıncısını düzenlediği İş Ortakları Toplantısı için Fransa’nın Nice kentini tercih etti. “Nice’de hep
beraber, TÜVTÜRK’te gülen yüzler!” mottosuyla, 10-13 Nisan’da yapılan toplantıda, geçen yıldan bu yana
yapılan çalışmalar, önümüzdeki dönemde hayata geçirilmesi planlanan projeler paylaşıldı, fikir
alışverişi yapıldı. Etkinlik çerçevesinde Cannes, Monaco, Monte Carlo, St. Paul de Vence
şehirlerine ziyarette bulunuldu. TÜVTÜRK, Nice’deki toplantının yanı sıra Haziran
ayında iş ortaklarıyla iletişimini daha da etkin hale getirmek amacıyla, 3
Haziran’da Gaziantep’te, 5 Haziran’da ise Bursa’da operasyonel
gündem odaklı Fikir, Tecrübe Paylaşım Toplantıları
düzenledi.
TÜVTÜRK Akademi’ye
BM ziyareti
Birleşmiş Milletler Ulaştırma Bölümü’nde görevli François Guichard, İstanbul’un Şile
ilçesindeki TÜVTÜRK Akademi’yi ve Araç Muayene İstasyonu’nu ziyaret etti. 13 Haziran’da
Akademi’ye gelerek dört sınıfta, teknik atölyesinde, eğitim odasında incelemelerde
bulunan Guichard, işbaşı eğitimleri, işe giriş sınavları, e-öğrenme sistemleri ve kişisel
eğitimlerle ilgili bilgi aldı. TÜVTÜRK Akademi’nin hemen yanındaki Şile Araç Muayene
İstasyonu’na da giden ve araç muayene prosedürlerinin uluslararası TS EN ISO 17020
standartları temelinde kurgulandığı bilgisini alan François Guichard, burada gördüğü
teknik ve kalite metotlarının Avrupa’daki birçok kuruluşla önemli ölçüde benzerlikler
taşıdığının altını çizdi ve TÜVTÜRK’ün operasyonel mükemmeliyete giden başarılı
yolculuğunu geçmişte olduğu gibi gelecekte de yakından takip edeceğini
belirtti. François Guichard’a bu ziyareti esnasında TÜVTÜRK Kurumsal
Gelişim Direktörü Emre Büyükkalfa ve İnsan Kaynakları
Direktörü Melis Avalin Aygül ve TÜVTÜRK Akademi
Uluslararası Motorlu Araç Muayene Komitesi’nin Avrupa Bölgesi Danışma
Müdür Yardımcısı Ali Bilgin eşlik etti.
Grubu’nun yıllık toplantısı, 15-16 Nisan’da İstanbul’da yapıldı. Komiteye üye ülkelerin kalite
ve eğitim sistemlerinin geliştirilmesiyle ilgili görüş alışverişinde bulunulduğu toplantıya,
İsveç, Almanya, Hollanda, Lüksemburg, Fransa, İngiltere, İspanya, İrlanda, Sırbistan
ile Litvanya’dan araç muayenesi, kalite ve eğitim alanlarında görev yapan yöneticiler,
bürokratlar ve Türk Akreditasyon Kurumu yetkilileri katıldı. “Üye ülkelerdeki kuruluşlar
için kalite ve eğitim sistemlerinin geliştirilmesi” ana temalı programda, CITA üyeleri
TÜVTÜRK Akademi, Şile ve Tuzla Araç Muayene İstasyonları’nı da ziyaret ederek
uluslararası eksende en iyi uygulamalardan biri olarak gösterilen TÜVTÜRK’ün
idari ve operasyonel faaliyetlerini inceleme fırsatı buldu. CITA’nın kalite ve eğitim
konulu 3 numaralı Çalışma Grubu’nda dört yılı aşkın süredir Teknik Uzman olarak
görev yapan TÜVTÜRK Kurumsal Gelişim Direktörü Emre Büyükkalfa, toplantıyı
değerlendirerek, “Tabi olduğumuz evrensel standartların hazırlanmasında
TÜVTÜRK’ün de görüşlerine başvurulması, bir başka deyişle
uluslararası mevzuatın geliştirilmesinde söyleyecek bir
sözümüzün olması kurumumuz ve ülkemiz adına
saygınlığımızı artırmaktadır” dedi.
CITA bu kez
İstanbul’da
toplandı
İSTASYON
59
TÜVTÜRK
STK’lara özel çalışma
Özellikle tarımsal üretim yapıldığı bölgelerde meydana gelen kazaların önemli bölümünün muayenesi
yapılmamış traktörler ya da tarım makineleri nedeniyle meydana geldiğini gerçeğinden hareket eden
TÜVTÜRK, Ziraat Odaları’na bir mektupla birlikte broşür ve posterler göndererek dikkatlerin bir kez daha bu konuya
çekilmesine vesile oldu. 19 Şubat’ta yürürlüğe giren yönetmeliğe göre muayenesiz araçların ikinci el satışının yasak olduğuna
dikkat çekilen mektuplarda, bu sınıfa giren araçların karayolu trafiğinde yoğun olarak kullanılmasının trafik güvenliği açısından
yarattığı tehlikeli durum da dile getirildi. Araç sahiplerinin randevu alırken bazı yanlış sitelere yönlendirildiğinin de ayrıca
vurgulandığı mektupta, www.tuvturk.com.tr adresinden ücretsiz olarak randevu alınabileceği belirtildi. Benzer bir çalışmayı,
Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonu (TŞOF) ve Türkiye Otobüsçüler Federasyonu’na (TOFED) bağlı tüm üye kurumlarla
paylaşan TÜVTÜRK, hem federasyon hem de Ziraat Odası yöneticilerinden kendilerine mensup çiftçi ve esnafın bilgilendirme ve
yönlendirmesi konusunda desteğini istedi.
60
İSTASYON
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Resmi Gazete’de
yayınlandıktan sonra yürürlüğe giren yönetmeliğe göre, artık egzoz
emisyon ölçümü yapan noktalarda en az iki sertifikalı ölçüm personeli
bulunması gerekiyor. Bu personellerin teknik eğitim veren okullardan
mezun olmalarının yanında, egzoz emisyon ölçümü konusunda eğitim
almaları şart koşuluyor. Yönetmelikte ayrıca işi yapacak kişilerin
mezun olması gereken okullar ve egzoz gazı ölçümü konusunda eğitim
aldıklarına dair belgelerin olması gerektiği de belirtiliyor. Yönetmelik
değişikliği nedeniyle oluşan personel ihtiyacını karşılamak isteyen
TÜVTÜRK Akademi, egzoz gazı emisyonu ölçümü eğitim sertifikası verme
yetkisi aldı ve 8 Haziran’a kadar 14 lokasyonda 1071 kişiye eğitim verdi.
Eğitimler, yine Bakanlık ve kamu kurumları tarafından yetki verilen
kurumlardan da alınabiliyor. Bu kurumların arasında TÜVTÜRK de
yer alıyor. Dört yıldır kendi çalışanlarına egzoz ölçümleriyle ilgili
eğitim veren TÜVTÜRK, Şile’de kurduğu TÜVTÜRK Akademi
aracılığıyla diğer kurum ve kuruluşlar için de eğitim
programları hazırladı. Dört saat sürecek eğitimlerde
hem teorik hem de pratik bilgiler aktarılacak.
Gerekli koşullar oluştuğu takdirde TÜVTÜRK
bu eğitimleri firmaların kendi ölçüm
noktalarında da gerçekleştirebilecek.
Araç
muayenesinin
tarihçesi
İstasyonlar
artık haritada
TÜVTÜRK, araç sahiplerinin istasyonları
daha rahat ve daha çabuk bulabilmesi için dijital
haritalandırma çalışması yaptı. Yellowmedia ile yapılan
işbirliği sonucunda oluşturulan haritalandırmada
istasyonlara ait tüm bilgilere kolayca ulaşmak mümkün.
Tamamen etkin kullanıcı deneyimlini hedef alan bir
tasarımla oluşturulan harita sistemiyle, istasyon
lokasyonlarını bulmak ve yol tarifi almak mümkün. Tüm
lokasyonlar, Google ve Yandex başta olmak üzere
önde gelen dijital harita sitelerinde ve
yellowpages.com.tr adresinde.
TÜVTÜRK
AKADEMİ’de Egzoz
Gazı Emisyon
Ölçümü eğitimi
Manisa’da
motosiklet projesi
Manisa Valiliği İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğü’nün koordinasyonu, ilgili kurum
ve derneklerin işbirliğiyle “Motosiklet Kullanımının Yaygınlaştırılması, Fark Edilme, Güvenli
Sürüş Teknikleri ve Trafik Kurallarına Uyulması” başlıklı proje hayata geçirildi. Projenin tanıtım
toplantısında konuşma yapan Manisa Valisi Abdurrahman Savaş, geçen yıl yapılan trafik kontrollerinde 4
bin 665 kişiye kask kullanmadıkları için ceza kesildiğini belirterek konunun ne derece önem taşıdığına dikkat
çekti. Projeye toplam 18 kurum, kuruluş ve derneğin destek verdiğini belirten Savaş, temel amaçlarının güvenli
sürüş teknikleri ve trafik kurallarına uyulması konularında motosiklet sürücülerinin bilinçlendirilmesi, toplumsal
duyarlılığın artırılarak can ve mal kaybının en aza indirilmesi ve önlenmesi olduğunu söyledi. Manisa’nın
traktör ve motosiklet sayısı bakımından Türkiye’de ilk sıralarda yer aldığını belirten TÜVTÜRK iş ortağı Aktur
Araç Muayene İstasyonları İşletmeciliği AŞ Genel Müdürü Mehmet İlem ise muayene yaptırmayan araçların
çokluğunu, motosiklet ve traktörlerden neredeyse üçte ikisinin muayeneye gelmediğini vurguladı. Proje
kapsamında, yaklaşık 200 kask dağıtıldı.
Elektronik
tescilde yeni dönem
başladı
TÜVTÜRK Denetçisi Hudai Akçura, Ahmet Necdet Sezer
Üniversitesi, Teknoloji Fakültesi Otomotiv Mühendisliği
Bölümü’nün yılsonu etkinliğine katılarak ülkemizdeki
araç muayenesinin tarihçesini anlattı. Seminere
öğrencilerin yanı sıra Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hüseyin
Bayrakçeken ve Yrd. Doç. Dr. F. Emre Uysal
katıldı.
Elektronik tescil kayıtlarının kullanılması, araç muayenelerindeki yeniliklerden biri.
Araçların tescil kayıtlarına elektronik ortamda güvenli bir şekilde ulaşılmasını amaçlayan bu
uygulama sayesinde, ruhsatlar üzerindeki hatalı ve yanlış bilgiler, elektronik ortamda, tescil
belgesi basılmadan, düzeltilebiliyor. Araç sahipleri, muayenelerini yaptırdıktan; elektronik tescil
kayıtlarındaki hatalı ve yanlış bilgiler düzeltildikten sonra, ruhsatlarını almak için tescil kuruluşuna
başvurabilecekler. Aracını satacak, plakasını değiştirecek, ruhsatına logo işletecek araç sahiplerinin
iki kez tescil belgesi değiştirmesine neden olan olumsuz durum da yeni uygulamayla birlikte ortadan
kaldırılmış oldu. Elektronik tescil kayıtları doğru olan, ancak tescil belgesinde yıpranma, maddi hata
gibi eksiklikler bulunan araçların muayeneleri, ağır kusurlu sonuçlanıyor ve araç sahipleri tescil
belgelerini yenileyerek muayene tekrarına
geliyordu. Yeni uygulamayla birlikte, araç
muayenelerinde elektronik kayıtlar esas
alınarak yapılıyor ve araç sahiplerine
muayeneden sonra tescil belgelerini
yenilemeleri gerektiği konusunda
bilgi veriliyor. Böylece, araç
sahibi iki kez muayene
istasyonuna gelmek
zorunda kalmıyor.
İSTASYON
61
ENGLISH SUMMARY
Why do you think people paid so much attention to the Rally?
Europeans support social, cultural activities and organizations that can be called as
hobby, and they want to participate in them
in person. If you organize a really good, influential event that achieves its goal, people
happily get involved in it. What is important
here is for what and for whom you organize
the event; people would support you only if
you set out for the right goal. The best example is TÜVTÜRK, I think. TÜVTÜRK
participates in Orient Rally every year eagerly because it suits TÜVTÜRK’s targets
and we believe that the message reaches to
the right receivers. What is important for us
is to convey the right message to the right
receivers.
They covered 10 thousand
km for Friendship and Peace
Having been held with the support TÜVTÜRK for three years, Orient Rally had 333 vehicles that covered
10 thousand km from Germany to Jordan. TÜVTÜRK team represented Turkey. We took the opportunity to
interview Allgaeu Orient Rally Vice President.
S
upported by the EU and in partnership with UN, the 9th “Allgaeu Orient Rally – Friendship and Peace
Rally” was held on May 3-24. At
the rally, in which only vehicles worth less
than 1111 Euros and more than 20 years old
can race, the vehicles can not go on highways and use GPS according to the rules.
This year, 111 teams and 333 vehicles participated in the rally, which has been supported by TÜVTÜRK Vehicle Inspection
Stations for three years. To understand the
event’s spirit better, we asked the questions
in our minds to Allgaeu Orient Rally Vice
President Nadir Serin.
Why is Orient Rally named as Friendship and
Peace Rally?
Orient Rally has the name “Friendship
and Peace Rally” due to the countries, cultures and social activities we organize. For
62
İSTASYON
example, there are many problems or war
in countries like Israel, Philistine and Jordan, which are also our neighbors. We pass
through these countries as well or there are
contesters racing at our event from these
countries. On the other hand, we have been
passing through Eastern and South Eastern
parts of Turkey, where some people hesitate
to go, for 4 years. We go there with friendly
feelings and try to make those people feel
that they are not alone. We see ourselves as
guests not tourist. With the help of our supporters and sponsors,
we organize social and
cultural activities as
much as possible. We
help and donate to the
schools, handicapped
training centers, earthquake victims and
NGOs. With all the
friends who love us, we
try to bring peace and
friendship to the world.
That is why the name
of our event is “Friendship and Peace Rally.”
While defining the social responsibility activities that the participants take part in, which
criteria are considered?
First of all, we aim that our help would
reach the places and institutions that really
need that help. We pick the places to help
either among the applications made to us or
we notify the Organization Committee the
places we saw the previous year on the Rally
route and thought it needed help. What we
can do is limited; of course we help as much
as we can. However, we never make promises to people.
How would you define the emotional satisfaction that the participants get from the event,
which goes beyond the ordinary in a world
that everything is based on winning?
This is a social responsibility project. You
first build a good network. You learn friendship and sharing better here. How much
and what kind of help you can do comes into
prominence here rather than ranking first.
Racers also race with these feelings, which
is very important. On the other hand, racers
go back home by plane after spending thousands of Euros and giving away their vehicle
and really enjoy it. The racers that go back
home tell their spouses or children about
this rally. Is there any chance that a kid
who listens to the donation made via Orient Rally and grows up with the stories of
the event would not be a humanist? Briefly,
you both improve yourself and make others
happy in Friendship and Peace Rally. That
your family is proud of what you do is just
icing on the cake.
TÜVTÜRK team at the Rally
A Turkish team of 3 vehicles represented Turkey
at the rally. The team of TÜVTÜRK employees got
behind the wheel on the Oberstaufen - Istanbul
route. Another TÜVTÜRK team, who took over the
vehicles in Turkey, joined Ankara-Çorum-Tokat
lap. TÜVTÜRK General Manager Kemal Ören, who
was the captain of TÜVTÜRK team and joined the
Israel – Jordan lap in person, emphasized the
importance of the event saying “The vehicles that
are inspected periodically and fairly can even
take place in such tough event like rallies. This is
one of the reasons that we joined this event as
TÜVTÜRK.” Stating that TÜVTÜRK team had been following the rally ever since the start in Germany
and raced partly in the Turkey lap, Ören said “Even if the race is called one of the most fun rallies in
the world, it requires high endurance when you consider the cars and the tracks. We, as TÜVTÜRK,
wanted to contribute to the fact that racers would get to know our country by participating in the
race with 3 vehicles.”
İSTASYON
63
ENGLISH SUMMARY
Dreamers will build the future!
Imagination unlimited and ‘eccentric’ ideas are needed for Computer Design and Animation jobs to be
done properly. Written by: Sinem Özcan
A
re we aware how much digital media changes our
daily habits, social communication networks and
perception? When we look at the computer screen
now, we perceive it as a visual even if it’s only a text. And
mostly, we make our decision to read the text or not according to its visual appeal from its font to its typesetting which
causes us to perceive it as a whole. While the age of informatics opens doors to unlimited information, it is swiftly building its own dynamics. These dynamics now stretches out to
push the dimensions. In short, the age of wishing for what
you see is over; we take a step to a new age where we look
for ways to see what we wish for. Just like renaissance came
after a certain accumulation of knowledge and experience
and destroyed the walls that the previous one built without
destroying its connection with its roots, computer-aided design and animation will also start a revolution without losing touch with its roots but by making the imagined visible.
Computer-aided design and animation is one of the
most popular occupations of our age that will never fade.
This field, whose strength comes from solid real resources, will never lose its virginity. Needed for almost every sub
segment of entertainment business from computer games
to industrial production design, from fine arts to advertising; this occupation will gain value day by day. Every teenager, who thinks he/she has a vivid imagination and believes
that he/she could come up with new projects and ideas,
should consider choosing the field of computer-aided design and animation during university entrance process. For
now, it can only be taken as a course of departments such
as Visual Communication Design and Advertising or various engineering branches. However, since it has already taken on the title “career for the future”, many private courses
and programs provide Computer-Aided Design and Animation education. Either as a sub branch of a department
or in a private course, there are some required courses that
you need to read thoroughly. One of them is Basic Art Training, which is a required course in the freshman year of every
art school. Therefore, if you say “I will be the Picasso of the
digital world”, you are wrong. It is also a problem if you are
not good with math or physics because the data transferred
through those tiny cables consist of numbers and codes. Of
course, you need to be successful in many courses such as
3B Technology and Production Process, Post Production,
3B Modeling and Animation Expertise, and moreover, you
have to create a project.
Computer-aided design and animation is almost a fasterthan-light sector, and whether you are in medicine, industry and energy or in advertising part of it, you need to read,
do research, create and be open to be inspired in this digital age if you don’t want your “15-minute fame” to fade away
as put by the star Andy Warhol on a TV show in 1986. The
artists, men of letters and science people, whose names or
works you remember, were not singular persons that were
carrying out those jobs at the time, of course… What made
them different was their expertise.
İSTASYON
65
ENGLISH SUMMARY
TÜVTÜRK news
Smiling faces in Nice
n TÜVTÜRK preferred Nice of France for the 6th Busi-
ness Partners Meeting this year. In the meeting held on
April 10-13 with the motto “All together in Nice, smiling faces at TÜVTÜRK!”, the activities of the last year and
the projects planned to be carried out next year were discussed; ideas were exchanged. Within the framework of the
organization, the cities Cannes, Monaco, Monte Carlo and
St. Paul de Vence were visited. Aside from the meeting in
Nice, TÜVTÜRK held Idea and Experience Sharing Meetings that focused on operational agenda on June 3rd in Gaziantep and June 5th in Bursa to make communication with
business partners more efficient.
CITA gathered
in Istanbul this time
Spain, Ireland, Serbia and Lithuania, as well as bureaucrats
and Turkish Accreditation Agency officers. The participants
have exchanged the ideas about the improvement of member
countries’ quality and training systems at the meeting. In the
program with the main theme “Improving quality and training systems for member state enterprises”, CITA members
visited TÜVTÜRK Akademi, Şile and Tuzla Vehicle Inspection Stations, and had a chance to observe TÜVTÜRK’s executive and operational business, which is cited as one of the
best practices internationally. Having been working as a Technical Specialist for more than four years at the Working Group
Number 3 of CITA themed quality and training, Emre Büyükkalfa, TÜVTÜRK Corporate Development Director, said “The
fact that they also resort to TÜVTÜRK’s opinions during the
process of setting universal standards that we are dependent
on, in other words, the fact that we have influence on the improvement of international regulations boosts our prestige
both for our company and our country.”
Keeps growing
n International Motor Vehicle Inspection Committee’s Europe Advisory Group held its annual meeting on April 15-16
in Istanbul. The meeting was held with the participation of
vehicle inspection, quality and training managers from Sweden, Germany, Netherlands, Luxemburg, France, England,
66
İSTASYON
n Operating to reduce traffic accidents, TÜVTÜRK keeps increasing the number of its stations and channels to provide
customer satisfaction and to meet the needs of vehicle owners as fast as possible. Accordingly, the number of channels
has been increased in Milas, Fethiye and Marmaris
districts of Muğla, and Çorlu district of Tekirdağ. Following the field work, Milas and Marmaris stations
have been increased from
1 channel to 2, Fethiye stations from 2 channels to 3,
and Çorlu stations from 2
channels to 4.
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K

Benzer belgeler

Sayı 15 - TüvTürk

Sayı 15 - TüvTürk TÜVTÜRK'ten haberler

Detaylı

Sayı 10 - TüvTürk

Sayı 10 - TüvTürk TÜVTÜRK'ten haberler

Detaylı

Sayı 14 - TüvTürk

Sayı 14 - TüvTürk TÜVTÜRK'ten haberler

Detaylı