EDEBİYAT ve KOÇLUK Yeşim Erberksoy HER ŞEY YOLUNDA 1

Transkript

EDEBİYAT ve KOÇLUK Yeşim Erberksoy HER ŞEY YOLUNDA 1
EDEBİYAT ve KOÇLUK
Yeşim Erberksoy
HER ŞEY YOLUNDA
1. GİRİŞ
Edebiyatçılar geçmişten bu güne insanoğlunun hayat yolundaki deneyimlerini, kültürel
özelliklerini ve bilinçdışı simgelerini yaşanılan çağa taşıyan yaratıcı zihinler olarak evrensel bir
görev üstlenmişlerdir. Bazen yazar ve şairler yaratıcılık sürecinde kendilerini karmaşık ruhsal
sorunlar hatta melankoli içinde bulma ihtimallerinin yanında çoğu zaman da bilinçli olarak hayatı
değiştirme ve güzelleştirme amacı ile yazarak, unutulmaz eserleri ile insanlığa hizmet etmişlerdir.
Bizi hayatımızın değişik dönemlerinde etkileyen, yüreğimizde, aklımızda kalıcı izler bırakan
edebiyatçılar acaba bugün yaşasalar ve koçluk alsalardı hangileri daha farklı düşünüyor olurdu ya
da hangileri kendi düşüncelerinin koçlukta da hayat bulduğunu görürdü? Eserlerinde günümüzün
yaşam koçlarına ilham veren bazı yazarların eserlerinden alıntıların ışığında bu soruya yanıt
bulabiliriz. Hatta kendileri doğal koç olan bu insanların yazdıkları satırlarda profesyonel koçlar
olarak kendi danışanlarımız ile kendini gerçekleştirme süreçlerinde deneyimlediğimiz
farkındalıkların izlerini takip edebiliriz.
2. EDEBİ ALINTILARDA KOÇLUĞUN İZLERİ
Nobel ödüllü yazar Amerikalı yazar Eugene O’Neil (1888-1953) oyunlarında insanların onurlu
yaşamasını engelleyen kader dediğimiz karşı konulmaz güçleri ele alır. “Günden Geceye” adlı
oyununda kişisel istek ve arzularına göre yaşamayan ve bu nedenle özgürleşemeyen aile
üyelerinin hikayelerine tanık oluruz. Her birinin hikayesinde, çocukluktan getirdikleri kalıpları
1
gözler önüne serilen karakterler maruz kaldıkları bu güçlerle baş edemezler ve hayal kurarak
avunma yolunu seçerler. Hayalleri gerçekleşmeyince de bunalıma sürüklenir ve inançlarını
kaybederler. Boşlukta çabalayıp dururken sosyal değerleri alt üst olur, hayal kırıklığı ve
mutsuzluk içinde bulurlar kendilerini. Bu oyunda İkinci Dünya Savaşı sonrası hızlı ve olumsuz
bir değişim başlamasıyla birlikte insan ilişkilerinde para ve maddiyatın ön plana çıkışını işleyen
O Neil, bu kötümser resimle aslında bu gelişmeyi tehlikeli bulmakta ve okurlarına hayatlarının
kontrolünü ele almaları yönünde ışık tutmaktadır. Şimdi oyundaki en can alıcı diyaloglardan
birinde ana karakterlerden birinin söylediklerine odaklanalım.
“Hiçbirimiz, hayatın bize neler sunduğuna karışamaz. Biz daha fark etmeden onlar önümüze
sunulmuştur. Bir kere karşımıza çıktıktan sonra da başımıza gelenler bizi başka şeyler
yapmaya zorlar ta ki biz ne olduğumuzla ne olmak istediğimiz arasında kalana dek ve gerçek
benliğimizi sonsuza dek kaybedene dek.”
Hepimiz yaşam amacımızı bulmak ya da yaşamımızın anlamını yaratmak üzere var olduk yani
herkes kendi kuzey kutbunun peşinde. Bu anlam yaratma yolculuğunda bir çok seçenekler,
olanaklar ya da kısıtlayıcı,sınır koyucu unsurlar karşımaza çıkması çok doğaldır.
Sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda, insanlar nefes alsın, gözler görsün, elverir, yaşadıkça
şiirim, sana da hayat verir.”(Sonnet 18) Shakespeare’in ünlü sonesinden alıntıda şairin şiiriyle
sevgilisini ve ona olan duygularını ölümsüzleştirme ve gelecek nesillere aktarma ihtiyacını
okuyoruz.
İster ölümsüzlük arzusu, ister ardında bir eser bırakma isteği diyelim özünde kalıcı birşeyler
yapmak hayata anlam katmak, kendi izini bırakmak isteği vardır insanoğlunda. Kaderin cilvesiyle
kontrolü kaybedene birey yeniden direksiyona geçmek, gerçek benliğini yitirmemek ve
hayallerinden vazgeçmemek için didnir durur. Günümüzde koçluk bu zorlu uğraş sırasında
bireylere yaratıcılıklarını ve değerlerini fark etme yolunda yardımcı olurken aynı zamanda güçlü
yanlarını görmelerine de olanak sağlar. Bireye bir şeyleri yapamayacağını düşündüren ve
genellikle alacağı aksiyonları engellemeye çalışan sabotajcıyı yani kişinin aşırı tedbirli yanını
anlamasına ve hayat planını buna göre yeniden kurgulamasına yardımcı olan koç olasılıklar
dünyasına adım atması için danışanı teşvik eder.
2
Koçluk bulanık düşünce kalıplarıyla aslında pek çok seçenek bulunmasına rağmen çıkışı
olmadığını algıladığımız yaşam durumlarını kendi elimizle yarattığımız hayat yolunda herkesi
doğuştan tam ve bütün kabul eder. Herkesin potansiyelini gerçekleştirecek kaynakları vardır. Ya
bunları göremiyor ya da nasıl kullanacağını bilmiyordur. Koçluk yolculuğu sırasında kendi iç
sınırlarını keşfeden danışanlar, sonunda koçun kılavuzluğuyla iç sınırın ötesine geçerek yaşamda
gerçekte öğrenmek ve deneyimlemek istedikleri şeyler ve asıl amaçları ile yapmakta oldukları
şeyler arasındaki boşluğu görüp bunu kapatabilirler.
“O’Neil in bu satırlarına karşılık “Biz hayatımızın olayları hakkında söz sahibi değiliz,” der
Nietzche, “ama onları nasıl yorumlayacağımıza biz karar veririz” ve sanki koçlukta sıklıkla
kullanılan yeniden çerçevelemeyi anlatır. Yeniden çerçeveleme danışanlara yaşamlarında olup
bitenler hakkındaki fikir ya da algılarını değiştirebilmeleri için seçenekler sunar. Danışanın
deneyimlediği bir olayı yeniden çerçevelediğimizde değişen olay değildir. Olup bitene farklı bir
yolla bakmak söz konusudur. Böylelikle danışan belli kalıplara takılıp kalmaktan kurtulabilir ve
farklı bir bakış açısı geliştirebilir. Danışan kişi ya da olaylara yüklediği anlamı değiştirebilir,
bardağın dolu tarafını görebilirse sonuçları da değiştirebileceğini fark edebilir. Bu noktada durup
düşünmesi için danışana zaman tanımak önemlidir. Bazen de danışan yeniden çerçevelemeye
direnç gösterebilir hatta reddedebilir. Örneğin, öğretmenin sınıfta hep ona soru sorduğu için
kafayı ona taktığını düşünen bir öğrenci, öğretmenin onu derse katılmaya teşvik ve daha başarılı
olma yolunda yardımcı olmaya çalıştığı alternatifini görmezden gelebilir. Bu durumda “kurban”
olmaya bir değer yüklemişse sunulan yeni çerçeveyi kabul etmez. Bu aşamada danışana
öğretmeni ile ilgili bu düşünceye sahip olmaktan ne yarar sağladığı sorulabilir. Yani güçlü bir
danışan-koç ilişkisinde meydan okuma zamanı gelmiştir.
Bazen de pek çok insan bu kaderci yaklaşıma inat tam da Hermann Hesse’in Siddartha adlı
kitabının bu satırlarındaki gibi bir ruh haliyle bir koça başvurur.
“Zaman zaman yumuşak, tatlı bir ses duyuyordu içinde. Bu ses ona fısıldayarak bazı şeyleri
anımsatıyor ya da yavaş yavaş yakınıyordu. Öyle ki, Siddartha zar zor işitebiliyordu bu sesi.
Sonra birden acayip bir yaşam sürmekte olduğunu anlıyordu. Oyundan başka bir şey olmayan
3
bir sürü şey yapıyordu, neşesi yerindeydi, zaman zaman zevk de alıyordu yaptıklarından. Oysa
gerçek yaşam yanından akıp gidiyor, ona değmiyordu bile.”
Birey, günlük hayatın koşturması, sorumlulukları, üzerine biçilmiş roller, aile ve toplumun
beklentilerine karşılık vermeye çalışmak derken kendi iç sesini duyamaz olmuştur. Görüşme
gündemiyle ilgili anlaşma yaparken nasıl bir ebevenyn, nasıl bir müdür, ya da nasıl bir eş olmak
istiyorsun gibi sorularla içindeki sesin gücü yükselir. Akıp giden hayatını sorgulamaya, onu
gerçekten neleri mutlu ettiğini, nelere değer verdiğini ve hayatını nasıl anlamlandırabileceğini
keşfetmeye çalışır.
Hepimizin içinde yeterli miyim ve değerli miyim sorularına cevap bulmak için istek vardır. Onu
onurlandırmak için aksiyon alabildiğimizde ancak mutlu olabiliriz. Burada tabi anlam arayışı
kavramı devreye giriyor. O’Neil’in oyununda işlenen temanın bir benzerini Orhan Pamuk’un
unutulmaz eseri Cevdet Bey ve Oğulları’nda görebiliriz. Bu yapıtta da anlam arayışıyla
psikolojik sorunlara sürüklenen, zaman zaman iletişimsizliği seçerek toplumdan uzaklaşan
bireyler görüyoruz. Bir türlü kendi hayat amacını bulamayanlar toplumun beklenti ve kurallarına
uymaya çalışmış ancak hiçbir zaman tam olarak mutlu ve huzurlu olamamışlardır. En çok da
düşünce ve eylemlerinde tutarızlık yaşadıkları için bunalıma sürüklenmişlerdir.
Romanın can alıcı kahramanlarından biri Osmanlı ile Avrupa kültürü arasında sürekli
karşılaştırma yapan ve yaşadığı toplumun cahil ve karanlık içinde olduğundan dem vuran
Nusret’tir. Ancak Nusret düşüncelerini hiç eyleme dökememiş hatta kendinde bunu yapacak gücü
bulamayarak alkole sığınmış ve sonunda ölüme teslim olmuştur.
Koçluk sürecinde danışanın değerlerinin keşfedilmesi en önemli unsurdur. Zira kişi değerlerini
onurlandırabildiği ölçüde mutludur. Değerlerini fark etmeme ya da bildiği halde eyleme
geçememe durumunda Nusret gibi anlamdırılamamış bir hayat kişinin avuçlarından kayıp gider.
Aksine hayatın anlamını bulmadan ölmeyi reddeden diğer bir karakter Refik, uzun arayışlar,
başarısızlıklar ve hayal kırıklıklarına rağmen sonunda bir aydın olarak yaşamayı seçmiş ve
insanları aydınlatmak için çevirmenlik yaparak amacına ulaşmıştır. El yordamıyla yaşamlarını bir
4
anlama bağlamaya çalışan bu karakterler bir koçtan yardım alsalardı değerlerini fark edecekler ve
bunu takip eden bir bilinç seviyesinde çatışan değerlerini dengelemeyi öğrenecek ve değerlerine
yönelik seçimler yaparak hayatlarında dengeye kavuşacaklardı belki de.
Net bir vizyon ve misyon olduğunda ancak hayatı bir anlama bağlama kolaylaşacaktır.Bunun için
kişi potansiyelini tam olarak kullanma durumundadır ancak koçluk sürecinde sıklıkla kullanılan
Johari penceresi bize kişilerin hem kendilerinin hem de etrafındaki kişilerin gördüğü bildiği bir
açık alanla birlikte kör, gizli ve bilinmeyen alanları olduğunu işaret eder. Kör alanda kişi kendi
güçlü yanlarının, yeteneklerinin ya da potansiyelinin farkında değildir.”Geçmişte buna benzer bir
sorunun üstesinden geldiğiniz durum ya da durumlar oldu mu? O zor süreci atlatırken hangi
güçlü yönlerinizin size yardımcı olduğunu düşünüyorsunuz?”, gibi sorular danışana günlük
hayatın koşturması içinde unuttuğu özel niteliklerini ve güçlü yönlerini hatırlaması konusunda
yardımcı olur. Kendini kaybeden olarak gören bir danışanın başarılı anlarını hatırlamasından
sonra sorulacak bu anlattıkların ile kaybeden biri olmak arasında nasıl bir bağlantı görüyorsun
sorusu onu tekrar kendi potansiyeli üzerinde düşünmeye götürecektir.
Ya da gizli alanda mahrem paylaşmadığı ancak isterse paylaşacağı yönler vardır. Koç zaman
zaman danışanı geçmiş anılarına götürerek kendinin güçlü, başarılı, yeterli ve değerli anlara
odaklanmasını sağlayarak kör alanın aydınlanmasına yardımcı olabilir. Güven ilşkisinin sağlam
kurulduğu bir koçluk sürecinde gizli alan da aydınlanabilir. Koç gerekli yerlerde yeniden
çerçeveleme yaparak tek bir düşünce kalıbına takılmaktan kurtulmalarına yardımcı olabilir.
“Herkesin üç kişiliği vardır. Ortaya çıkardığı, sahip olduğu, sahip olduğunu sandığı” demiş
Fransız yazar Alphonse Karr. Hangi kişilikle nasıl bir hayat sürmek istediğini bulmak koçun
yapacağı kimliğe yönelik anlaşma ile mümkündür.
“Yaşadığımız hiçbir şey yok olamaz” demiş Paul Auster Yanılsamalar Kitabı’nda. İşte tam bu
yüzden çocuklukten gençliğe ve daha ileri yaşlara yaşanan her deneyimin, en ufak bir sahnenin
ya da sözün yaşanılan sıkıntıların kaynağını anlamada ya da güçlü yönlerimizi hatırlamada önemi
büyüktür. En mutlu, başarılı ya da korktuğunu hissettiğn an gibi sorular bu kapıları aralamak için
sorulur. Bu sırada danışanın sorunları bir sıkıntı değil fırsat olarak görebilmesi mucizevi sonuçlar
doğurabilir. Olumlu ya da olumsuz anıları bize harekete geçmek için bir şans daha vermek üzere
5
ortaya çıkan yeniden canlanan fırsatlar olarak görebilmenin eşsiz deneyimi danışanda farkındalık
anlamında sihirli değnek görevi görür.
Işığın Savaşçısı’nın El Kitabı adlı eserinde “Hayatının sonuna kadar, yaşadığın güçlüklerden
doğan iyi şeyleri aklında tut. Bunlar senin ustalığının kanıtı olacak ve başka engellerle
karşılaştığında sana güven aşılayacaktır.” diyen Paulo Coelho doğal bir koç olarak özetlemiş
yukarıda anlatılan süreci. Danışan geçmişte yaşadığı bir anı anlatırken koç dikkatle ve merakla
dinlemelidir. Dinleme esnasında kendi yorumunu, tahminlerini katmadan ve en önemlisi de
danışan adına cevapları bilen kişi gibi bir rolün peşinde olmamalıdır.
Yüreğinin Götürdüğü Yere Git adlı kitabında “Anlayış, bilgiçliğin kibiriyle değil,
alçakgönüllülükle doğar.” diyen Suzanna Tamaro en önemli koçluk becerilerinden biri olan
dinleme konusunda sade ve net bir mesaj veriyor. Bu mesajda neler var? Herşeyden önce
karşımızdaki danışanı sadece dinlemek değiş söylediklerini anlamak var. Bunu yaparken kendi
danışanın bildiğinden daha iyisini, ya da daha doğrusunu biliyormuş gibi bir yaklaşımla değil,
onunla aynı seviyede durarak, merak ile dinlemekten söz ediyoruz. En önemlisi de yargılamadan
dinlemek. “Herkes dünyanın sınırları olarak kendi görüş alanının sınırlarını alır” diyen
Schopenhaur’ın sözlerinde, kendi bakış açımız ve değer yargılarımızla danışanı dinlemenin
doğru olmadığının vurgusunu buluruz. Aslında hiç bir şey iyi veya kötü değildir. “Her şey bizim
onlar hakkında düşündüğümüze bağlıdır” diyor Shakespeare ünlü oyunu Hamlet’te. Bu
şekilde düşünen ve hisseden bir koç danışanını dinlerken onu eleştirmez, danışanın anlattıklarına
kendi değerlerine göre yüklediği anlamı anlamaya çalışır. Aynı şekilde danışan da bu süreçte
kendisine iyi görünen şeyin bir başkasına kötü görünebileceğini fark eder. İnsanlarla yaşadığı
sorunlar ya da kaotik ortamlar ile ilgili koçun güçlü sorularıyla değişik bakış açıları geliştirir.
Anne ve babasını suçlayan bazı düşünce ve duygular geliştiren bir danışana anne ve babasının
ona bazı sözleri söylerken ya da bazı davranışlarda bulunurken onları böyle davranmaya neyin
itmiş olabileceği ne hissetmiş olabilecekleri gibi sorular danışana kendini onların yerine koyma
şansını verir ve onlarla aynı fikirde olmasa da anlamaya başlar. Ebeveynlerinin o davranışlarıyla
kendi çocuklarında ebeveynlerinden öğrendikleri ve iyi olduğuna inandıkları şeyi yaptıklarını da
görebilir. Üstelik bazen kabul edilmesi en zor olan kişinin kendisi olabilir. Bu durumda da
doğada her şeyin kendisi için yapıldığını anladıktan sonra yaşadıklarını iyi, kötü, güzel,çirkin
6
diye kestirip atmamayı öğrenebilir. Artık herkesin kendi imgeleme olanaklarına göre farklı
yargılara varabildiğini biliyordur. Hayatı sıklıkla bir oyun sahnesi olarak tanımlayan
Shakespeare’in oyunlarındaki karakterler kurban, kurtarıcı ya da suçlayıcı rollerle karşımıza
çıkarak bu farklılıkları temsil ederler.
Başarılı bir koç danışanının bu psikolojik oyunda hangi rolü üstlendiğini anlayıp bunu
çerçeveleme yaparak ona sunar. Aşkın Cep Defteri adlı kitabında Murathan Mungan, “Bazı
kadınlar kuyudan adam kurtarma gayretini aşk sanırlar”,derken tam da kurtarıcı rolünü
benimsemiş danışanlara uygun bir benzetme yapmış. Kişilerin ikili ilişkilerde ebeveyn rolünü
üstlenmeye meraklı oluşları ve birlikte oldukları kişileri korumaya, yardım etmeye hatta onlar
bunu talep etmezken bile o bazı şeyleri tek başına beceremezmiş gibi yaklaşmaları pek çok
danışanda görülen bir durumdur. Bilinç altında başkalarının zayıflıklarından kendi değerini
yüceltme çabası yatıyor olabilir. Danışanın anlattıklarından aynı tür ilişkilerin tekrar edildiğini
fark eden bir koç aradaki ortak noktayı bulması için danışana güçlü sorular sorarak kurtarıcı
rolünün onun hayatında neye hizmet ettiğini bulmasına yardımcı olabilir.
Koçluk sürecinde ortaya çıkan inanç kalıpları çoğu çocukluktan ve gençlik yıllarından ya da
yaşanmışlıklardan kaynaklanırlar. Koç sorularıyla danışanda belli inanç kalıplarının oluşmasına
neden olan verileri ve deneyimleri gözlemler ve davranış kalıplarının nasıl oluştuğunu danışanın
kendisinin görmesi için yardımcı olur.
“Zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak
isterdim. Bu hal gerçi birçok fırsatları kaçırmama sebep olurdu, fakat fazlasını isteyerek
talihimi ürkütmekten her zaman çekinirdim.”Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna
romanında bu sözleri sarf eden roman kahramanı muhtemelen çocukluğundan gelen bazı
paternler ile bu sözleri söyler hale gelmiş. Anne babadan miras, azla yetinmeyi öğren, çok gülme
sonra ağlarsın gibi nasihatler insanın ileri yaşlarda mutlu hissettikleri anlarda kendilerini adeta
suçlu hissetmelerine sebep olur. Hep iyi ve güzel olamaz her şey bunun arkasından bir şey çıkar
gibi kalıplar aslında anne babadan sıkça duyulan ve zihnimize yerleşen inanç sistemleridir.
Bayramda giymek için saklanan yeni kıyafetler, sadece misafirlere ikram için kullanılan tabak
çanaklar, kendi evlerinde müze gibi salonlarının kapısını kapalı tutup misafirlere açan kendilerini
7
oturma odasına hapsederek kendine değer vermeyi bilmeyen ailelerde yetişen danışanlar
kendilerine yüksek hedef koyma ve arzularını dile getirme konusunda zorlanabilirler.
Koçun takdiri buna benzer bir çocukluk geçirmiş danışanı başarılarının kutlama kısmını
atlamaması için teşvik eder. Sürekli mütevazı olması, üzerine fazla dikkat çekmemesi konusunda
tembihlenen danışanlar başarı kutlamalarını kendini övme olarak görürler ve çoğu zaman da geri
planda durmayı tercih ederek bilgilenme ve öğrenme şanslarını ellerinden kaçırırlar. Mutlu ve
neşe dolu olmak onları ürkütür. Başarılı bir koçluk sürecinde takdir etme danışanın daha dik
durmasını sağlar ve öz güvenini arttırır.
“Hiç bir şey üzerinde düşünmeye, hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle,
kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta
dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul
kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz.”Sabahattin Ali İçimizdeki Şeytan
romanındaki bu cümlelerinde kurban rolündeki insanları çok iyi anlatmış. Aynı zamanda başına
gelenler için dış unsurları, kişileri ya da hatta kaderi suçlayan suçlayıcı roldeki insanları de
görmek mümkün bu satırlarda. Koçluk sürecinde kendi değerini ve kapasitesini fark edebilen
danışan hayatındaki olumsuzluklar için dış etkenleri ve insanları suçlamayı bırakıp olumlu
adımlar atabilir.
Pek çok stres durumunda tekrar tekrar gözlenen raket duyguları gözlemlemek koçun danışanın
duygu durumunu ve kaynağını anlayabilmesi için çok önemlidir. Bunlar çocuklukta eneveynleri
model alarak öğrenilmiş, verilen temas iletileriyle desteklenen ve pekiştirilen hatta kişiye beveyn
tarafından ne hissedeceği söylenen durumlar sonucu kişi otantik durumu kapatmak için raket
kullanır. Örneğin erkekler ağlamaz söylemi yetişkin bir insanın problemini çözmeye yaramayan
örneklerden biridir.
Çocuklukta sürekli mükemmel olması empoze edilen bir danışanın sen sen olarak iyisin şeklinde
bir serbest bırakıcıya ihtiyacı vardır. Başka bir danışana her zaman güçlü olması gerektiği
aşılanmıştır. Açık olup, istediklerini ifade edebileceğine fark edebilen bir danışan için sağlık bir
8
özgüven oluşumu mümkündür. Hele ki sürekli yarışma halinde akranlarıyla karşılaştırılarak, iyi
bir not aldığında bile sınıfında daha iyi not alan bir öğrenci olup olmadığı hatta neden 100 değil
de 90 aldığı sorgulanark sürekli en yüksek not için gayret etmesi istenen bir gence aslında
yapabildiğin kadar yap demek aşağılık duygusunu önleyecektir. Acele et komutunun hakim
olduğu bir ortam yerine zamanını rahatça kullanması beklenen bir genç çok daha sağlıklı bir
psikoloji geliştirecektir. Tüm bu sürücü karmaşasında kendini mutlu etmeyi unutmuş, ve belki de
hiç düşünmemiş danışanı yargılamadan, bir yöne çekmeden anlamaya ve danışanın da kendini
anlamasını ve daha mutlu bir hayat için adım atmasına yardımcı olmaya çalışan koç, Nazım
Hikmet’in 5 Satırla adlı şiirinin son iki dizesinden fırlamış gibidir adeta.
“Anlamak sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
Anlamak gideni ve gelmekte olanı”
“Hepsi çocukluklarından beri mahrum oldukları kuvvete hasret çekerek ve kendilerini yiyerek
bu hale gelmişler. Hakikaten kuvvet sahibi olanlara haset ve imkansızlıkla baka baka nihayet
kuvveti en büyük, en tapılmaya layık bir mevcudiyet olarak kabul etmişler.”Sabahattin Ali’nin
romanın başka bir bölümü insanın kendisi ve başkaları ile ilgili değer yargısı küçük yaşlarda anne
babanın neyin doğru neyin yanlış olduğunu empoze etmelerinden kaynaklandığını işaret eder.
Anne babamızın koruyucu kollayıcı ve aynı zamanda cezalandırıcı ve yargılayıcı yaklaşımlarına
da maruz kaldığımız için bazen farkında olmadan sosyal ortamlarda ebeveyn-ego durumuna
geçer, çevremizdeki insanları yargılar, eleştirir hatta cezalandırırız. Çocukluğunda dominant anne
baba ile istekleri ya da fikirleri bastırılarak hep ne yapması gerektiği söylenen, korkutulan, hatta
küçük düşürülen çocuklar iş hayatında güç ve otorite kendilerine geçtiğinden genellikle
çalışanlara karşı sert yaklaşımı olan, köşeye sıkıştıran, emrinde çalışanlara tepeden bakan ve
gerektiğinde onlara haddini bildiren ebeveyn rolüne geçerler. Üzücü olan kısım bazen de
insanların bu tarz bir otoriteyi kendileri ebeveyn olduklarında artık güç bende psikolojisiyle
çocuklarına uygulamalarıdır.
Transaksiyonel Analiz koç için danışanın benlik durumlarını anlama açısından çok önemli bir
kaynaktır. Transaksiyonel Analizin amacı kişide özerklik ve özgürlük sağlamaktır. Danışanın
kendini ifade ederken çocuk, ebeveyn ya da yetişkin benlik ile mi konuştuğunu fark etmek koç
9
için çok önemlidir. Örneğin danışan ebeveyn-çocuk benlikte ise kısır döngü oluşabilir. Benzer
sorunlar sık sık tekrarlanır. Ayrıca ebeveyn benlikte bir kişi kısıtlayıcı ve geliştirici olabilir ya da
yargılayıcı ve eleştirici bir yaklaşım içindedir. Koç danışanın benlik durumuna uyumlanır önce ve
güven oluştuktan sonra yetişkin benliğe döner çünkü yetişkin benlik irdeleyen, sorgulayan,
düşünen ve ön yargı ile hareket etmeyen benliktir. Aksiyon alma ve aldırma aşaması için yetişkin
benlikte olmak gerekir. “Öyle zamanlar olur ki karakterimin değişik parçalarına şaşkınlıkla
bakarım”, diyen İngiliz yazar Somerset Maugham, büyük olasılıkla hayatının değişik
dönemlerinde ortaya çıkan farklı benlik durumlarından ya da bu üç yapının zaman zaman
birbirine bulaşmasından söz etmektedir.
Gelelim koçluğun temellerinden olan takdir unsuruna. “Bir iş övülmezse, ölür gider; ardından
gelecek binlerce iyi işi de yok eder. Övülmek bizim gündeliğimizdir. Mahmuzlamakla bize bir
adım attıramaz iken, binlerce fersah yol aldırabilirsiniz tatlı bir öpücükle”, (Kış Masalı) diyen
Shakespeare koçluk sürecinde takdirin önemi ile ilgili ilham verici şeyler yazmış. Gerçekten de
takdir danışanın güçlü yönlerini fark etmesi ve aksiyon almak için güçlü yönlerini fark ederek
özgüven geliştirmesi açısından vazgeçilmez bir araçtır. Bazen danışan alçakgönüllü bir duruşla
kendi kuvvetini, öne çıkan özelliklerini görmüyor ya da görmezden geliyordur. Özellikle de
kendi değerleri yönünde takdir gördüğünde danışan, harekete geçme yolunda büyük destek
görmüş olur. Yaratıcılık değeri yüksek olan bir danışana “Bu projende yaratıcılığını açıkça
görebiliyorum” diyen bir koç direct ne gördüğünü ifade ederek
danışanı destekler. Süreç
içerisinde danışanın büyüdüğü ve güçlendiği noktaları işaret etmek de cesaretini arttırır. “Geçen
hafta patronunun yine senden fazla mesai talebini nazikçe geri çevirebildin, üstelik işini fazla
mesai yapmadan da bitirebildiğini gösterdin ve bu da gösteriyor ki artık gerektiğinde hayır
diyebiliyorsun. Karşı tarafın talebini onu kırmadan ve sonrasında kendini kötü hissetmeden
reddetme becerin şu an daha güçlü” derken bir koç hemen ardından danışanın tepksini dikkatle
gözlemler. Takdirin amacına ulaşıp ulaşmadığını kontrol eder. Övgü ve tebrik ile yaptıkları ön
plana çıkan danışan, artık takdirin gücüyle daha ileri hamlelere hazır hale gelir.
Soru cevap yoluyla ilerleyen bu süreçte koç “ne, nerede, nasıl ve ne zaman ile başlayan açık uçlu
olan, danışanı savunmaya geçirmeyen kısa güçlü sorular sorar ve “Bilmiyorum” cevabını cevap
olarak kabul etmez. Danışanın söyledikleri ile davranışları ve duyguları arasındaki farklar
konusunda uyanık olur. “Kendimle çelişkiye düşüyorum. Genişim. İçimde çokluklar
10
barındıyorum” diyen ünlü İngiliz şair Walt Whitman’ın bu sözleri çelişkilerle dolu bir
danışanın itirafı gibidir.
Metafor ustalarından İngiliz şair William Wordsworth “Kağıdınızı kalbinizin nefesiyle
doldurun” derken, içten gelen ve gerçekten hissettiğniz duygularla yazmanın önemini
vurgulamış. Aynı şekilde koçluk sürecinde metafor kullanımı duyguların açığa çıkmasını
sağlayarak daha etkin bir süreçe yol açar.
Sözü geçen şair ya da yazarların çoğu bugün koçluk yapsalardı herhalde zaten eserlerinde
kullanmaya çok yatkın oldukları metaforu şüphesiz bu konuda yaratıcılıkları ile danışanlarının
duygularını daha duygusal boyutta, direnç göstermeden ifade edebilmelerine olanak sağlamak
için kullanırlardı. Danışanlar yaşadıkları deneyimleri ya da genel olarak hayatı nasıl
algıladıklarını anlatmak için metafor kullanırlar. Hızlı sonuçlar almak isteyen bir koç bu metafor
dilini meraklı ve detaylı sorularla anlamaya çalışır. Örneğin “Babam taş kalpli biri” diyen ve
belki babasıyla ilgili duygularını genellemeler yaparak geçiştirme eğiliminde olan bir danışana
koç “taş senin için ne demek? Taş kalpli biri nasıl bir kişidir? Biraz daha açabilir misin? “ , gibi
sorularla danışanın bilincinin devre dışı bırakmasına yardımcı olur ve babası ile duygularıyla
ilgili daha açık ve hazır hale gelmesini sağlar.
Koç metaforlar hakkında soru sorarak altta yatan sorunların ortaya çıkmasına yardım eder. “Bu
taş ne kadar sert?”, “her zaman mı” gibi sorular düşünce kalıbını kırarak danışana yeni seçenekler
sunar. Ancak bazen de danışan sürekli olumsuz cevaplar verebilir ki bu durumda danışan
dönüşene kadar metaforlar değiştirilebilir. Bu süreçte danışanın metafor kullanmaya ne kadar
yatkın olduğu ve metaforlar ile ilgili soru sorarken danışanın temsili sistemlerini göz önünde
bulundurmak da bir o kadar önemlidir. İşitsel bir danışana o taş kalp sana ne söylüyor diye
sorulabilecekken, görsel bir danışan o taş nasıl görünüyor sorusuna daha kolaylıkla net bir cevap
verebilecektir. İş yaşamında hedefinin dağın zirvesi olduğunu söyleyen bir danışana “Var say ki
zirveye ulaştın, manzaraya neye benziyor sorusu” ulaşmak istediği hedef konusunda iyice
netleşmesini sağlayacaktır.
Bazı durumlarda da danışanlar pek fazla metafor kullanma eğiliminde olmayabilirler. Bu
durumda yapay metafor oluşturma yoluna gidilebilir. Nasıl bir insan olmak istediğini anlamak
için en sevdiği film ya da roman karakteri sorulabilir. Hangi yönlerinin onu etkilediği ve o
11
karakter ile kendini nasıl özdeşleştirdiğini öğrenmek kimlik ile değerleri ile ilgili çok önemli
bilgiler sağlayacaktır.
Tüm bunların bir adım ötesinde gerek duyduğunda koç alternatif metaforlar sunabilir. Alternatif
metafor aslında danışana yeni seçenekler sunmaktır. Etkili, eğlenceli ve ilginç metaforlar hem
koç hem danışan için ilham verici olabilir. Örneğin hayatım boyunca yokuş yukarı tırmanmak
zorunda kaldım diyen bir danışan için bu metaforun anlamı ortaya çıkarıldıktan sonra ne olsaydı
yol düz ya da yokuş aşağı olurdu”, diye sorulabilir.”Aslında düz, engebesiz bir hayat yolunda
yürümek istiyorum” diyebilir danışan. O zaman da en son ne zaman böyle bir yolda yürüdüğü, o
zamanki şartlar, duygular sorulabilir ve elindeki kaynaklarla o yolda nasıl yürüyebileceği üzerine
beyin fırtınası yapılabilir.
Şüphesiz İngiliz oyun yazarı ve şair William Shakespeare en çok sevilen ve okunan metafor
ustasıdır ve hala günümüzde her meslekten insana ilham vermektedir. Nasıl Hoşunuza Giderse
adlı oyunundan bir alıntıda unutulmaz dünya bir sahnedir metaforu ve dizelerin devamı insan
hayatını mükemmel bir şekilde özetler. 7 perdelik bu oyunda geçici dünya hayatından ve
rollerden bahsederken en önemlisi de insanların zaman zaman rollerinin esiri olduklarını
anlatmasıdır ki otorite sembolü görevlerde çalışıp özel hayatlarında o rolün kostümünü
çıkaramayıp sorun yaşayan danışanlar kendilerini bu satırlarda kolaylıkla bulabilirler. İnsanın
zararınaymış gibi görünen ilişkilerde bile bunu bir tecrübe olarak görüp sonuçta gelişimimize
yardımcı olduğu fikri sunulur satır aralarında. Kendi değerlerini fark edip onları nasıl
onurlandıracağını ve bu amaçla hayatından neleri çıkarıp neleri eklemesi gerektiğini gören
danışan artık hayat akışında sürüklenen bir kurban değildir. Hayat sahnesinde kendi rolünü yeni
bakış açısıyla oynamayı seçer.
“Bütün dünya bir sahnedir,
Ve bütün erkekler ve kadınlar sadece birer oyuncu;
girerler, çıkarlar.
Bir kişi birçok rolü birden oynar.
Bu oyun insanın yedi çağıdır.”
William Blake’in Masumiyet ve Deneyim Şarkıları masumiyet ve deneyim karşıtlığını
anlatırken, kullandığı metaforlarla çocukların büyüyüp hayat deneyimi edindikçe masumiyetlerini
12
yitirdiklerini ifade etmektedir. Masumiyet durumunda meraklı, yaratıcı ve araştırmacı olan çocuk,
ilerleyen yıllarda edindiği birikimlerle öğrenilmiş davranışlar geliştirmektedir. Ancak bu tecrübe
döneminde yaşadıklarımız bazen öğrenilmiş çaresizliklere, çeşitli inanç kalıplarına dönüşebilir ve
üstelik hayat ile ilgili olumsuz senaryolar yazmaya kadar götürebilir bizi. İşte tam bu noktada koç
danışanın algılarını temizlemesi ve yeniden vizyonuna odaklanması için yeniden masumiyet
haline geçmesine yardımcı olur. Ben tembelin tekiyim diyen danışanın hangi tecrübe ya da
telkinlerle kendini böyle görür hale geldiğini hatırlayıp, daha ileri bir bilinç seviyesinde
masumiyete geri dönüp hedefine ilerleyebilir.
“Çünkü mutluydum çalılıklar üzerinde ve gülüyordum kışın yağan karlar arasında
Onlar giydirdi bana ölümün giysisini ve öğrettiler bana kederin ezgileriyle şarkı söylemeyi
Ve çünkü mutluydum, oynuyordum, şakıyordum
Onlar sandılar ki haksızlık yok yaptıklarında”
Özetle koçun burada amacı sorduğu sorularla kendine” ben tembelin tekiyim” gibi olumsuz
ifadelerle anlatmasının altında ne olduğunu ortaya çıkarmaktır. Danışana bu sözleri söyleten bilgi
midir yoksa inanç mı? “Hepimiz kendimize yabancıyız, kim olduğumuz ile ilgili algılarımız ise
yalnızca başkalarının gözlerinin içinde yaşadığımız kadarıyla var,” diyor ünlü kitabı Kış
Günlüğü’nde, Paul Auster.
Tüm bu anlatılanların ötesinde aslında yaşam koçluğu basittir. Asıl amaç danışan hangi gündemle
gelirse gelsin, yaşamının her alanında dengede durmasına yoğunlaşmaktır. Var olan engelleri
ortadan kaldırırken, yenilerinin eklenmesini engellemektir. İngiliz şair Rudyard Kipling’in
“Eğer” adlı ünlü şiiri insan olmanın reçetesini verirken bir sürü eğer içeren satırda aslında bu
dengeden bahsediyor.
“Eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan
Eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen
Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır
Ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen”
Koç en son aksiyon aşamasında “Bunu ne zaman yapacaksın”? , sorusuyla danışanın eyleme
geçme ile ilgili erteleme eğilimine meydan okur. “Belki, olabilir, 2 ay sonra belki” gibi cevapları
13
kabul etmez. Danışanın aldığı karar ile ilgili ne kadar sorumluluk aldığını teyit etmek yönünde
sorular sorar. Burada koçun amacı baskı ya da zorlama ile bir karar aldırtma değil, bir çok değişik
seçenek üzerinde beyin fırtınası yaptıktan sonra, değerlerini ve güçlü yönlerini keşfeden
danışanın ulaşılabilir ve gerçekten arzu ettiği hedefe ulaşması yolunda mum ışığı görevi
görmektir. Denizci ve Amerikalı yazar Herman Melville, “Her şeyi denerim ama
yapabildiklerimi yaparım” demiş. Vroom Teorisinden yola çıkarak olasılığı ve değeri yüksek
hedefler koymak danışan için daha motive edici olacaktır. “Yapabiileceğin bir şey mi bu
söylediğin şey? “, “Ne kadar sorumlu hissediyorsun”? ,” Bunlar kulağına yapılabilir geliyor
mu? “ gibi sorular bu aşamada çok etkili olacaktır.
Danışanların koçluk almak istedikleri en yaygın konulardan biri çoğu zaman istekleri konusunda
ikileme düşmeleri. Seçeneklerimiz çok olsun istiyoruz ama sonra kararsızlık yaşayıp hiç birini
yapamıyoruz ve bu da geleceğe dönük mutsuzluk ya da pişmanlığa sebep oluyor. Burada koç
danışana karar aldırmak durumundadır. Kendi gündemi, değer yargıları ya da doğrularını hiç
karıştırmadan ve gerçekte doğru karar diye bir şey olmadığını unutmadan danışanla birlikte yol
almalıdır. Sonuç olarak herkes kendi kaynaklarıyla en uygun kararı alır.
“Yol ikiye ayrılmıştı ormanda ve ben-Daha az katedilmiş olanı seçtim,
Ve bütün ayrımı yaratan da buydu.”
Robert Frost’un Gidilmeyen Yol’da dediği gibi hayatta her zaman seçimlerle karşılaşırız.
Bazen iki seçeneği de isteriz. Hem dünyayı gezmek hem de evil ve çocuklu olmak isteriz. İkisini
de isteriz ama bu noktada çatışan değerlerimizdir. Biri özgürlük değeri diğeri aile. Bu noktada
hangisini seçsek bizi nereye götüreceğini bilmek isteriz. Kimi zaman genelde çevremizdeki
insanların seçtiği yoldan gitmek isteriz. Bu daha güvenli gelir. Öte yandan az seçilen yol çekici
gelir, heyecan duygumuzu kamçılar. Bazen de seçilen bir yol ile diğerini de elde edebiliriz.
Dünyayı gezerken bizim gibi macera ruhu olan biri ile tanışıp, ülkeden ülkeye seyahatleri içinde
barındıran bir meslekte çalışıp, hem de mutlu bir aile kurabiliriz. Hangi yolu seçseydik nasıl bir
hayatımız olurdu bunu tam olarak bilemeyiz ta ki onu yaşayana kadar.
14
Bu noktada koçluktaki en güçlü sorulardan biri olan “Gerçekten ne istiyorsun? “ Çok önemlidir.
Çünkü bunu cevaplayabildiğinizde konfor alanınızı değiştirme cesaretini göstereceksiniz ama
cevabı değerlerinizi göz önünde bulundurarark verdiğiniz için gerçek benliğinize kavuşacaksınız.
Bu aşamada koç danışanına dinginliğini deneyimleyebilmesi için zaman tanır. Zaman zaman
sorulan sorulardan sonra boşluk bırakılması danışanın zihin çalkantılarını hafifletir, düşünmesine
ve içine dönmesine fırsat verir.Aşağıdaki satırları yazan Suzanna Tamaro, Yüreğinin
Götürdüğü Yere Git romanında koçluk sürecinde tam da böyle bir sahneyi canlandırır. “Ve
sonra, önünde pek çok yol açılıp sen hangisini seçeceğini bilemediğin zaman, herhangi birine
öylece girme, otur ve bekle. Dünyaya geldiğin gün nasıl güvenli ve derin derin soluk aldıysan,
öyle soluk al, hiçbir şeyin senin dikkatini dağıtmasına izin verme, bekle ve gene bekle. Dur,
sessizce dur ve yüreğini dinle. Seninle konuştuğu zaman kalk ve yüreğinin götürdüğü yere
git.”
Günümüzde koçluktan en çok faydalanacak olanlar ise gençlerdir. Değerlerin en az değişen
özellikler olduğunu düşündüğümzde, genç yaşta bir koç yardımıyla değerlerini fark etme
üzerinde çalışma fırsatı bulan bir genç gelecekteki pişmanlıkları azaltmada önemli bir adım atıp,
önlem almış olacaktır. Örneğin özgürlük ve macera değeri çok yüksek olan bir genç, gerek
toplumun ve ailenin gerekse eğitim kurumlarının yönendirmesi ile daha yüksek kazanç ve prestij
sağlayacağı düşüncesiyle bankacı olmaya yönlendirilebilir. Oysa ki, özgürlük ve macera değerleri
uzun ve sabit çalışma saatleri ve işin bazı rutin gerekleri arasında hayat bulamaz, kolay kolay bu
değerler onurlandırılamaz. Pek çok insan bu durumu fark edip, daha farklı yönde kariyer
değişikliği gibi seçeneklerin ardına düşmekle beraber, tercih edilen değerler ve seçilen kariyer
özellikleri arasındaki uyumsuzluğun daha önceden fark edilmesidir. Ancak bu şekild ekişi hayatı
boyunca her yaş döneminde mesleği ile ilgili tüm yetenek , istek ve tutkularını yoğun bir cosşku
ile gerçekleştirecek, maddi kazanç doğal olarak peşi sıra gelecek ve toplum da bu bireyin
verimliliğinden en üst düzeyde faydalanacaktır.
Oysa ki, pek çok toplumda olduğu gibi bizim ülkemizde de gençler içinde bulundukları zamanın
öne çıkan gözde mesleklerine yönelmekte ve kendi yeteneklerini, isteklerini ve hayallerini bir
tarafa bırakmak zorunda kalmaktadırlar. “Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle
15
gece gündüz çalışan bir dünyada, kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşını
vermektir”, der, Cummings.
Öğrenci Koçluğu sadece meslek seçimi değil genç bireyin benlik imgesi yani ben kimim
sorusunun cevabını bulması ve ideal benlik yani kim olmak istediğine odaklanması için değerli
bir fırsat sunar. Erken koçluk alanların potansiyellerini kullanma becerisi daha çok gelişir ve
güçlenir. Çarklar Arasında, Knulp, Bozkırkurdu ve daha pek çok eserinde devlet ve aile baskısı
ile tutkuları sökülüp atılan yerine toplumun dayattığı ideallerin tohumlarıyla beslenen ve ruhları
önemsenmeyen gençleri anlatan Hermann Hesse, en tutkulu koçlardan biri olabilirdi bugün
yaşasaydı.
3. SONUÇ
Makalenin başındaki O’Neil’in söz ettiği kader denilen karşı konulmaz güçlere karşı
Nietzche’nin başımıza gelenleri kendimiz yorumlama gücüne sahip olduğumuz fikri, başarılı bir
koçluk sürecinden geçen danışana daha yakın gelecektir. Danışan artık yaşamını kontrol
edemeyeceğini ama seçimler yapabileceğini anlamıştır. Hangi deneyimleri seçeceğine bilinçli
zihnini kullanarak karar verebilir ama bunu ne zaman yapacağını nasıl yapacağını egonun
aceleciliğiyle değil dingin bir savaşçı gibi yaşamın sunduklarından esinlenerek ve yaşanan ana
teslim olarak görecektir.
“İnsanın yaşam düzeyini bilinçli bir çabayla yükseltme konusundaki tartışma götürmez
yeteneğinden daha cesaret verici bir olgu bilmiyorum”, der ünlü Amerikalı yazar Henry David
Thoreau. Koçluk sürecinden kendinden hoşnut olma duygusuyla ayrılan danışanın aslında
ulaşmayı istediği en yüksek hedef budur. Bu hedefe ulaşmaya çalışırken kendi için neyin iyi ya
da doğru olduğunu bulmaya çalışacaktır. Birlikte çıkılan bu yolculukta koç kendi doğruları ya da
neyin iyi olduğu ile ilgili imgelerine değil, danışanın istek ve imgelemesine odaklanacaktır.
Çünkü herkesin yapısı ve çıkarları ayrıdır. Siyah ve beyazın birbirinin içine geçmiş halde
sembolize edildiği yin ve yang yani dişi ve erkek enerji Taoculara göre birbirinden parçalar
16
taşıyan iki zıt güçtür. Bu iki zıt kutup arasında danışan değişime uyumlanarak daha huzurlu bir
yaşama adım atar.
İnsanlığa hizmet yolundaki mesleğinde tutkuyla ilerleyen bir koç danışanlarının kendi
duygularını anlama ve çevresindeki insanlarla sağlıklı ve mutlu ilişkide olma, yaşam kalitesini
geliştirme yolunda yol arkadaşlığı yaparken aynı zamanda kendi potansiyelini de geliştirerek
kendini gerçekleştirme yolunda adımlar atar.
Zihin haritalarının mucidi Tony Buzan hedefe ulaşmak için çabalama sürecinde evrenin bizi
desteksiz bırakmayacağını savunur ve Hermann Hesse”in Siddartha adlı eserinde yazdıklarıyla
danışanın karşısına oturan bir koç bu duygu durumunun yansımasıyla danışanın hayatında
mucizelere giden yolda önemli bir rol oynayacaktır.
“Var olan her şey iyidir.Yaşam gibi ölüm de, kutsallık gibi günahkarlık da, aptallık gibi
bilgelik de. Her şey gereklidir.. Her şey yalnız benim onayımı, benim benimsememi, benim
sevgi dolu anlayışımı beklemektedir. O zaman her şeyim yolundadır. Hiç bir şey zarar vermez
bana.” Yani her şey yolunda…
17
KAYNAKÇA
ALİ, Sabahattin, (2013), İçimizdeki Şeytan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
ALİ, Sabahattin, (2013), Kürk Mantolu Madonna, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
AUSTER, Paul,(2012), Kış Günlüğü, Can Yayınları, İstanbul.
AUSTER, Paul, (2003), Yanılsamalar Kitabı; Can Yayınları, İstanbul.
BOCK, Petra,(2013), Mind Fuck, Paloma Yayınları, İstanbul.
BURNS, David, (2013), İyi Hissetmek, PsikoNET Yayınları, İstanbul
BUZAN, Tony, (2011), Değişimi Kucakla, Alfa Yayınları, İstanbul.
COELHO, Paul, (2003), Işığın Savaşçısının El Kitabı, Can Yayınları, İstanbul.
COVEY, R. Stephen, (2014), Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı, Varlık Yayınları, İstanbul.
CÜCELOĞLU, Doğan, (1999), Savaşçı, Sistem Yayıncılık, İstanbul
FORD, Debbie, (2013), Işığı Arayanların Karanlık Yanı, Akaşa Yayınları, İstanbul.
FRANSEZ, Morris, (2012) Spinoza’nın Taosu, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul.
GILBERT, Daniel, (2007), Stumbling on Happiness, Vintage Books, New York.
HALMAN Talat Sait, (1993), Shakespeare Tüm Soneler, Cem Yayınevi, İstanbul.
Hesse Hermann, (1984), Siddhartha, Can Yayınları, İstanbul.
JAMES, Muriel, Jongeward Dorothy, (1978), Signet, Boston.
MARTİN, Curly, (2012), Yaşam Koçluğu El Kitabı, Paloma Yayınevi, İstanbul.
MUNGAN, Murathan, (2012), Aşkın Cep Defteri, Metis Yayıncılık, İstanbul.
Oxford Anthology of English Literature, volume 1 / 2, (1973), Oxford University Press, London.
PAMUK, Orhan,(2014), Cevdet Bey ve Oğulları, Yapi Kredi Yayınları, İstanbul
TAMARO, Suzanna, (1996), Yüreğinin Götürdüğü Yere Git, Can Yayınları, İstanbul.
TOLLE, Eckhart, (2006), Var OlmanıNn Gücü, Koridor Yayıncılık, İstanbul
WHITWORTH, Laura& Karen Kimsey& Henry Kimsey &Philip Sandhal, (2013) İstanbul.
18