Yayımlanmış Kitaplarımız - Ege-book

Transkript

Yayımlanmış Kitaplarımız - Ege-book
Genetiği Değiştirilmiş
Organizmalar
Prof. Dr. Candeğer YILMAZ
Prof. Dr.Tayfun ÖZKAYA
Prof. Dr. Muzaffer TOSUN
Doç. Dr. Işıl ERGİN
Bornova - İZMİR
EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
HALK KİTAPLARI SAĞLIK SERİSİ
27
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar
Prof. Dr. Candeğer YILMAZ
Prof. Dr.Tayfun ÖZKAYA
Prof. Dr. Muzaffer TOSUN
Doç. Dr. Işıl ERGİN
Şubat 2013, Birinci baskı
ISBN: 978-975-483-985-2
© Bu kitabın tüm yayın hakları Ege Üniversitesi’ne aittir.
Kitabın tamamı ya da hiçbir bölümü yazarının önceden
yazılı izni olmadan elektronik, optik, mekanik ya da
diğer yollarla kaydedilemez, basılamaz, çoğaltılamaz.
Ancak kaynak olarak gösterilebilir.
Proje Üst Yöneticileri
Ege Üniversitesi Rektörü: Prof. Dr. Candeğer Yılmaz
EÜ Tıp Fakültesi Dekanı: Prof. Dr. Kamil Kumanlıoğlu
Yayın Yönetmenleri: Prof. Dr. Ayşenur Oktay, Prof. Dr. Tahir Yağdı
Yayın Alt Kurulu Başkanı: Prof. Dr. Ufuk Çağırıcı
Sağlık Kitapları Serisi Çalışma Grubu:
Prof. Dr. Elvan Erhan, Prof. Dr. Mehtap Çınar, Prof. Dr. Alpaslan Çakan
Koordinasyon: EÜ Tıp Fakültesi Yayın Bürosu
Kapak İllüstrasyonu: Merve Evren
Sayfa Tasarım: Hülya Sezgin
Fotoğraf: BİTAM
Basım Yeri: Ege Üniversitesi Basımevi Bornova, İZMİR
Tel
: 0 232 388 10 22
e-posta: [email protected]
Değerli Okuyucumuz;
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi; 2012 yılının sonu itibariyle
500 öğretim üyesi, 600’e yakın araştırma görevlisi, 2000’in
üzerinde tıp öğrencisi ile yaklaşık 2000 yataklı hastanede
eğitim, öğretim ve araştırma yapmakta ve sağlık hizmeti
vermektedir. Bu dönemde yaklaşık 900 bin poliklinik
hastasına ve 54 bin yatan hastaya tedavi uygulanmış,
2750 doğum gerçekleştirilmiş, 80 bin acil servis hizmeti
verilmiştir. Ülkemizin en büyük sağlık kurumlarından
olan fakültemiz hastanesinde 2011 yılında 16 bin olan
özellikli ameliyat sayısı 2012 yılında yaklaşık 18 bine
çıkmıştır. Verilen sağlık hizmetleri yanında Öğretim
Üyelerimizin ulusal ve uluslararası dergilerde 1 yıl içinde
yayınlanan bilimsel makale sayısı 800'ün üzerindedir.
Bu rakamlar Ege Üniversitesi Tıp Fakültesini ülkemizin
en büyük sağlık kurumlarından birisi yapmaktadır.
Ege
Üniversitesi
Tıp
Fakültesi’nin
en
önemli
vizyon ve misyonunu toplumsal sorumluluk bilinci
oluşturmaktadır. Bu bilinçle çalışan Ege Tıp topluma
nitelikli ve kaliteli sağlık hizmeti vermekte; “Toplum
Sağlığı Hizmeti”ni diğer tüm görevlerinin üzerinde
tutmaktadır. Ege Tıp Endokrinoloji ve Metabolizma
Hastalıkları Bilim Dalı, Türkiye’de bir ilk olarak ve 10
yıldır “Sağlık Halk Kongresi” düzenleyerek toplum sağlığı
için hizmet anlayışını gerçek bir bilgilendirme, uygulama
ve deneyim paylaşımı şeklinde sürdürmektedir.
Bilimsel araştırmalarla elde edilen bilgilerin kalıcılığı ve
yaşama geçirilmesi; bunların başvuru kaynağı belgelere
III
dönüştürülmesi ile sağlanır. “Ege Tıp Halk Kitapları
Sağlık Serisi” bu anlayışımızın bir ürünüdür. Bu seride
yayınlanan kitaplarımızın önemi ve farkındalık yaratacak
temel özelliği; ülkemizin önceliğinde olan güncel sağlık
konuları yanında; güncelliğini yitirmiş olsalar bile, ciddi
bir sağlık sorunu olduğunu düşündüğümüz konuları da
ele almış olmalarındadır.
“Ege Tıp Halk Kitapları Sağlık Serisi” yazarlarının
tümü Ege Üniversitesi’nde görev yapan ve konusunda
uzman öğretim üyeleridir. Serideki kitapların konu
seçimleri ve içeriklerinin hazırlanmasında birden çok
bilim insanının görüşlerinin yansıtılması sağlanmıştır.
Seride yayınlanan kitaplardaki grafik ve fotoğraflar
çoğunlukla kurumumuzun ürünüdür. Serimizin dil
editörü her kitabı sadelik ve anlaşılabilirlik yönünden
incelemektedir.
Neden böyle bir seriye gereksinim duyulmuştur? Sağlık
konularında dolaşımda olan, kolay ulaşılan ve günlük
yaşamda kullanılan bilgilerin çoğunun gerçek bilimsel
bilgi olup olmadığı kaygısı, bilim insanları olarak bizleri
daha da sorumlu davranmaya ve güven sarsılmasına
neden olan özensizliklerden uzak durmaya sevk
etmektedir. Birçok konuda doğru ve güvenilir bilginin
üretimi ve yayılması üniversitelerin öncelikli görevleri
arasındadır.
Saygılarımızla...
Prof. Dr. Kamil Kumanlıoğlu Prof. Dr. Candeğer YILMAZ
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi
Dekanı IV
Ege Üniversitesi
Rektörü
Prof. Dr. Candeğer YILMAZ
1973 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden
mezun olmuştur. 1977’de İç Hastalıkları Uzmanı
1982’de Doçent olan Candeğer YILMAZ, 1988
yılında Profesör unvanını almıştır. 1988-1992 yılları
arasında EÜ Tıp Fakültesi Hastanesi Başhekim
Yardımcılığı, 1994-1997 yılları arasında ilk kadın
Başhekim olarak görev yapmıştır. EÜ Tıp Fakültesi
Endokrinoloji Bilim Dalı Başkanlığı da yapan
Prof. Dr. YILMAZ, Evli ve 2 kız çocuk annesidir.
2008 yılından itibaren Ege Üniversitesi Rektörlüğü
görevini ilk kadın rektörü olarak yürütmektedir.
Prof. Dr. Tayfun ÖZKAYA
1974 yılından itibaren Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümünde çalışmaktadır.
1990 yılında kurulan Tarım Ekonomisi Derneğinin
değişik dönemlerde başkanlığını yapmış ve şu anda
tekrar başkanlık görevini sürdürmektedir.
Tarım politikası, tarımsal yayım ve kırsal kalkınma konularında çalışma ve yayınları vardır. Kırsal
alanda katılımcı çalışmalarda bulunmuştur.
Son yıllarda yerel tohumlar, biyoçeşitlilik ile doğa
ve insan dostu tarım sistemleri üzerinde yoğunlaşmıştır.
V
Prof. Dr. Muzaffer TOSUN
1977 yılında Ege Üniversitesi Ziraat Fakülte’sinden
mezun olmuştur. 1988 yılında doktorasını tamamlamış ve 1991 yılında Doçent ünvanını almıştır. 1998
yılında ise Profesör olmuş ve halen Ege Üniversitesi
Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümünde Bitki
Islahı ve Genetiği Bilim Dalında öğretim üyesi olarak
çalışmaktadır.
Doç. Dr. Işıl ERGİN
1994 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden
mezun olmuştur. Van'daki mecburi hizmet görevini takiben Aile Hekimliği ve Halk Sağlığı alanında
uzmanlık eğitimlerini tamamlamıştır. 2001 yılından
beri Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalında görev yapmaktadır. 2005–2007 yılları
arasında İzmir Tabip Odası Halk Sağlığı Komisyon
Başkanlığı görevini yürütmüştür. Özelikle sağlığın
sosyal belirleyicileri, sağlıkta eşitsizlikler, kronik
hastalıkların epidemiyolojisi ve beslenme epidemiyolojisi konuları üzerine çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara ilişkin
yayınları arasında; Genetiği Değiştirilmiş Ürünler
ve Risk Algısı / GDO ve insan sağlığı: Halk sağlıkçılar ne yapmalı? / Genetiği değiştirilmiş organizmalar: Sağlığa zararlarını kanıtlamak neden zor? Sorunlar ve riskin ipuçları makaleleri yer almaktadır.
VI
İÇİNDEKİLER
Giriş
1
GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMALAR AÇLIĞA ÇARE
MİDİR? TARIMSAL, ÇEVRESEL VE SOSYO-EKONOMİK
ETKİLERİ NELERDİR?.............................................................. 3
Prof. Dr. Tayfun ÖZKAYA
TRANSGENİK BİTKİLERİN (GDO) İNSAN SAĞLIĞINA
OLASI ETKİLERİ..................................................................... 19
Prof. Dr. Muzaffer TOSUN
GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ GIDALARIN SAĞLIK
ETKİLERİ................................................................................ 37
Doç. Dr. Işıl ERGİN
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar
GİRİŞ
Genetik mühendisliğinin çeşitli teknikler kullanarak
yaptığı müdahalelerle kalıtımsal değişikliğe uğrattığı organizmalar günümüzde, İngilizce’de GMO (genetically
modified organism), Türkçe’de GDO (genetiği değiştirilmiş organizmalar) kısaltılmış adıyla ifade edilmektedir. Bu teknikler rekombinant DNA ya da “rekombinant
DNA teknolojisi” olarak bilinir. Rekombinant DNA teknolojisi sayesinde DNA molekülleri canlı organizmanın
ya da hücrenin dışında yani tüpte, yeni bir tür yaratmak
üzere bir araya getirilebilir. Bu DNA da bir organizmaya
aktarılınca değiştirilmiş ve kendine özgü özellikleri olan
bir canlının ortaya çıkması sağlanmış olur.
Rekombinant DNA teknolojisi ilk kez tedavi amaçlı olarak
1978’de escherichia coli bakterisinin genetik değişimle,
insülin üreten bir türünün yaratılmasıyla daha önemli
hale gelmiştir.
Bu alandaki çalışmalar artan hızıyla devam etmektedir.
Bugün dünyanın hemen her yerinde, yönelik ciddi
tartışmalar sürüyor. Yeşil devrim olarak da adlandırılan
bu süreci savunan ABD gibi ülkeler, GDO’ların dünya
açlığını önlemenin tek yolu olduğunu savunuyor.
GDO’lu ürünleri “frankeştayn gıda” olarak tanımlayan
GDO karşıtları da doğal yaşamın çok uluslu şirketlerce
patent altına alınarak, gelişmekte olan ülkelerin ve tarım
nüfusunun sömürüye açık hale getirildiğini savunuyor.
Yaşanan gelişmeler ve son nokta konulmamış ise de,
ülkemizde de genetik yapısı değiştirilmiş organizmaların
ekimi, satışı ve ithali konuları, tohum ithal eden ve üretme
talebinde bulunan şirketlerin, tarım bakanlığının, hayır
1
EÜ Tıp Fakültesi Halk Kitapları Sağlık Serisi ~ 27
diyen sivil toplum kuruluşlarının ve akademisyenlerin
gündeminde olmayı sürdürmektedir.
Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı
tarafından hazırlanan 10.Sağlık Halk Kongresi’nde bu
konu ele alınmıştır.
Önemi nedeniyle Sağlık Halk Kitapları Serisinde bir
başlık olarak bilgi ve yararlanımınıza sunulmaktadır.
Yazarlara katkıları nedeniyle teşekkürlerimi sunuyorum.
Editör Prof. Dr. Candeğer YILMAZ
2
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar
GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMALAR
AÇLIĞA ÇARE MİDİR? TARIMSAL, ÇEVRESEL
VE SOSYO-EKONOMİK ETKİLERİ NELERDİR?
Prof. Dr. Tayfun ÖZKAYA
GDO açlık sorununu çözer mi, çözmez mi? Çok net bir
şey var ki, GDO’lu tohumların çoğunluğu aslında biyoyakıt yapmak üzere üretiliyorlar. Mısırdan biyo-yakıtlar
yapılıyor (metanol) ve arabalarda kullanılıyor. Bunun
temel nedeni ABD’nin petrole olan bağımlılığını hiç
olmazsa bir miktar azaltma konusundaki çabasıdır. Şu
biliniyor ki, bir depo biyo-yakıt elde etmek istiyorsanız
bunun için (mısır vs. kullanılıyor) bir insanın bir yıllık
yiyeceği miktarda tarım ürünü kullanmak zorundasınız.
Bu demektir ki, bir insanı bir yıl boyunca aç bırakarak bir
depo yakıt elde ediyorsunuz. Siz eğer her hafta bir depo
yakıt kullanıyorsanız yılda 52 insanı aç bırakıyorsunuz.
Amerika’nın nüfusunu düşünelim. Eğer biyo-yakıt
kullanımı artarsa GDO yüzünden dünyada açların sayısı
çoğalacak. Örneğin; Monsanto, GDO’lu biyo-yakıtlar
üzerine çalışıyor. Çok daha enteresan bir şey var. Bu
mısırları üretmek için Brezilya’da yağmur ormanları
katlediliyor. Ormanları kesiyorlar ve mısır ekiyorlar. Bu
sanırım yeter… Bunun açlığa çözüm olmayacağı, açlığı
derinleştireceği kesin.
EÜ Tıp Fakültesi Halk Kitapları Sağlık Serisi ~ 27
Şimdi bu grafiğe bakalım:
Ekim Alanına Göre GDO Uygulamaları
Her ikisine
dayanıklılık
7%
1%
Virüslere
dayanıklılık
Böceklere
dayanıklılık 19 %
73 %
Ot öldürücü ilaca
(herbisit) direnci
Kaynak: James C. 2001, ISAAA (International Service for the
Acquisition of Agri-biotech Applications)
Bu grafik şunu gösteriyor. Dünyada GDO ekim alanlarına
göre GDO uygulamaları hangi konularda yapılıyor?
Ot öldürücü ilaçlara (herbisit) dayanıklılık gösteren
uygulamalar tüm GDO ekiliş alanının %73’ünü kapsıyor.
Bu istatistikler GDO’yu desteklemek üzere oluşturulan
ISAAA adlı kuruluşun yayınından alınmıştır.1 Herbisit ne
işe yarar? Ot öldürücü ilacı attığınız zaman ana bitki de,
yabancı ot da ölebilir. Ama ana bitkinin içine öyle bir
gen katılıyor ki, herbisiti attığınız zaman ana bitki ayakta
kalıyor, yabani otlar ölüyor. Bu insanlara çok güzel gibi
görünüyor ama bunun birçok sakıncaları da var. Bu
ot öldürücüleri kanserojen. Toprağı öldürüyor, çevreyi
James C. 2001, ISAAA (International Service for the Acquisition of
Agri-biotech Applications)
1
4
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar
bozuyor. Ayrıca bir süre sonra yabancı otlarda direnç
geliştiği gibi herbisit kullanımı artıyor, ek olarak daha
da zararlı herbisitler kullanılıyor. GDO’lu bu üründe
kullanılan herbisit tohumunu satan aynı şirkete ait.
Amaç aynı zamanda herbisit satışını arttırmak.
İkinci dilimde göreceksiniz, %19 uygulama ise bazı
böceklere dayanıklılık sağlıyor. Bt geni denilen ve
bakteriden alınan bir gen bitkinin genetik yapısına
katılıyor ve güya bunlar böceklere karşı bir korunma
sağlıyor. %7 uygulamada ise her ikisine de dayanıklılık
gösteriyor. Yani hem Bt, hem de ot öldürücülere
dayanıklılık gösterecek genlere sahiptir. %1’den az
uygulamada ise virüslere dayanıklılığı olanlar var.
Demek ki, birinci kategori ile üçüncüyü toplarsak %80
oranlarında yapılan bu iş, aslında ot öldürücülere
dayanıklılık kazandırmak için yapılmaktadır. Peki,
bu ot öldürücüleri kim satmaktadır? Yine bu tohum
firmaları satmaktadır. Yani olay aslında ot öldürücülerini
pazarlamak için yapılan bir oyundur.
EÜ Tıp Fakültesi Halk Kitapları Sağlık Serisi ~ 27
Tablo-1’in sol tarafında dünyanın en büyük 10 tohum
firması var. Sağ tarafında ise dünyanın en büyük tarım
ilaçları satan firmaları var. Bunların 5 tanesinin aynı
firmalar olduğunu görüyorsunuz. Bunlar öyle bir ürün
üretiyorlar ki, (mısır veya pamuk) bu ürün adını ilaçtan
(herbisit) alıyor. Olay apaçık ortadadır
Tablo-1. Dünyada tohum ve tarım ilaçlarında tekelleşme.
TOHUM FİRMALARI
%
TARIM İLAÇ FİRMALARI
%
Monsanto+Delta Pine
27
Syngenta
19
Dupont (Pioneer)
17
Bayer Crop Science
17
Syngenta
9
BASF
11
Groupe Limagrain
5
Monsanto
10
Land O'lakes/Winfield
Solutions
4
KWS AG
4
Bayer Crop Science
3
Dow AgroSciences
2
Sakata
Dow AgroSciences
9
Dupont
5
Sumitomo Chemical
5
Nufarm
5
2
Makhteshim-Agan
Industries
5
DLF-Trifolium A/S
1
Arysta Life Science
3
10 Firma Toplamı
73
10 Firma Toplamı
89
Kaynak: ETC Group,2011, Who Will Control the Green Economy,
ETC Group Communiqué no: 107.
http://www.etcgroup.org/content/who-will-control-greeneconomy-0
6
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar
GDO şirketleri üç yönden kazanıyorlar.
1
Tohum fiyatları çok artıyor. GDO’lu
tohum fiyatları muazzam bir artış
gösteriyor.
2
ABD’de GDO’lu soya tohum fiyatları
2006- 2008 yılları arasında %50 arttı.
Bunlar pahalı tohumlar…
3
Kullandıkları ot öldürücü (herbisit) fiyatları arttı. 2006- 2008 yılları arasında 2 yıldan kısa bir süre içinde ot öldürücü Roundup’ın fiyatı %134 artıyor.
7
EÜ Tıp Fakültesi Halk Kitapları Sağlık Serisi ~ 27
Herbisit (uygun marka) kullanımı arttı. Firmanın ürettiği
tohuma uygun herbisit kullanmadığınızda işe yaramıyor.
Uygun marka herbisit kullanımı (bunun etkin maddesi
glyphosate) 1994-2005 arasında 15 kat arttı. Bunu üreten
şirketler kârlarını anormal bir şekilde büyütüyorlar.2
Peki, GDO’lu ürünler verimi artırıyor mu?
Amerika’nın meşhur gıda ve ilaç kuruluşu FDA ve çevre
koruma kuruluşu EPA’nın uzmanı Sherman şunu
söylüyor; “verimi artıran hiçbir GDO ürünü yok. Aynı
şekilde susuzluğa dayanıklı, gübre kirlenmesini
önleyici bir tek GDO’lu ürün yok”3.
Ayrıca ABD Tarım Bakanlığı GDO’lu hiçbir ürünün
verimi arttırmadığını açıklamıştır.4 Ama zaman zaman
GDO’yu savunanlar “altın pirinç” var, şu var, bu var
diye, dünyayı kurtaracak şeyler söylüyorlar. Bunların
hiç biri piyasaya sürülmüş değil.
Friends of the Earth, 2009, Who Benefits the GM Crops-Feeding the
Biotech Giants, not the Worlds Poor, Amsterdam, (http://www.foei.org/en/
resources/publications/food-sovereignty/2009/gmcrops2009full.pdf).
2
Dog Gurian Sherman, 2009, Failure to Yield, Evaluating the Performance
of Genetically Enginered Crops, Union of Concerned Scientist, http://tiny.
cc/eqZTS.
3
Fernandez-Cornejo, J. and D. Schimmelpfennig, February 2004. Have
Seed Industry Changes Affected Research Effort? USDA’s Economic Research Service, Amber Waves,:14-19.
4
8
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar
GDO’lu ürünlerin tarım ilacı kullanımını azalttığı iddiası
var. Aslında böyle bir şey yoktur. Özellikle herbisit
kullanımı artıyor. Uygulamaların %80’i herbisite direnci
arttırmak üzere tasarlanmıştır. Büyük ölçüde herbisite
direnci arttırmak üzere planlanan bir teknoloji nasıl olur
da ilaç tüketimini düşürür? Böyle bir şey mantık olarak söz
konusu olamaz. Dr. Benbroock ABD Tarım Bakanlığının
1996 ile 2004 arasındaki tarım ilacı kullanımı verileri
üzerinde büyük bir çalışma yürütmüştür. Bu dokuz yıllık
dönemde GDO’lu soya, mısır, pamuğun kabul edilmesi ile
122 milyon libre daha fazla tarım ilacının kullanıldığını
ortaya koymuştur. Benbrook böcek öldürücülerde
16 milyon librelik küçük bir düşüşe karşılık, herbisit
dayanıklılığı olan GDO ürünler nedeniyle 138 milyon
libre daha fazla herbisit kullanıldığını belirlemiştir.5
Ayrıca etkin maddesi glyphosate denilen ot ilacına karşı
2000 yılından sonra yabancı otlar büyük bir direnç
göstermeye başlamışlardır (Resim-1). Elimizde çok büyük
listeler var. 20’ye yakın otta hangi yıllarda, ne direnci
olduğu raporlarda var.6 Üstelik o büyük şirket; Monsanto
da açıklamalarında bunu kabul ediyor. Yani diyor ki “ot
direnci vardır.”
C. Benbrook, 2004, Genetically Engineered Crops and Pesticide Use in
the United States: the First Nine Years, BioTech InfoNet, Technical Paper
no:7, Oct. 2004,. http://www.biotech-info.net/Full_version_first_nine.pdf
5
Friends of the Earth, 2009, Who Benefits the GM Crops-Feeding the Biotech Giants, not the Worlds Poor, Amsderdam, (http://www.foei.org/en/
resources/publications/food-sovereignty/2009/gmcrops2009full.pdf) s.2122.
6
9
EÜ Tıp Fakültesi Halk Kitapları Sağlık Serisi ~ 27
Resim-1. Avustralya’da GDO’lu ürünlerde glyphosate dirençli
ryegrass yabancı otu gelişimi.
Hatta ve hatta açıklamalarında tekrar sürüm yaparak
otları alma tavsiyesinde bulunuyor. Bu açıklamalarda bu
işlemlerin yapılması gereken tarihler var.
Ayrıca; başka ot ilaçlarının da kullanılması öngörülüyor.
Mesela; 2002–2005 arasında glyphosate’a ilaveten çok
daha fazla zararlı olan ve etkin maddelerinin isimleri 2–4
D, atrazin, acetachlor, metalachlor/S-metalachlor olan
herbisitlerin de uygulanması gerektiğini söylüyorlar.
Bunu firmanın kendisi söylüyor. Monsanto 13 Eylül
2005’de yayınladığı basın bülteninde herhangi bir herbisit
toleranslı ürününü eken çiftçilerin çimlenme öncesi
roundup ot öldürücüsü yanında başka ot öldürücülerini
de kullanmaları gerektiğini salık vermiştir.7 Amerika
Monsanto, 13 Eylül 2005, Investigation Confirms Case of GlyphosateResistant Palmer Pigweed in Georgia, Monsanto pres release.
7
10
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar
Birleşik Devletleri’nde 2002-2005 arasında mısırda
atrazin kullanımı %12 artıyor. Gene mısırda gylphosate
kullanımı da 5 kat artıyor.8 Çünkü dayanıklılık ortaya
çıkıyor. Evrim ile yabancı otlar kendilerini geliştiriyorlar.
Bu dayanıklılık geliştiren bitkiler Arjantin’de, Brezilya’da
her yerde ortaya çıktı. Dolayısıyla ilaç kullanımını
azalması söz konusu değildir.
Glyphosate’in başka bir ilacın yerini aldığı söyleniyordu.
Bu da kesinlikle doğru değil. Neden illaki yabani otu
ilaçla öldürmek gibi bir çaba var? Çok basit, çünkü
şirket satacak mal istiyor. Hâlbuki agroekoloji bilimi ilaç
kullanmadan, başka tekniklerle otların yok edilebileceğini
söylüyor. Otların zararlarını azaltmanın çok yolu vardır.
Ancak; en basit şekilde otlar çapa yaparak yok edilir.
Herbisit kullanımı dışında diğer bütün yöntemler az veya
çok işgücü kullanımını gerektirmektedir.
Dolayısıyla bu ilaçların girmesi işçinin çıkması anlamına
geliyor. Tarımdaki şirketlerin daha da büyümesi anlamına
geliyor. ABD, Brezilya’da dev tarım işletmeleri herbisitleri
tercih ediyorlar. Bu ilaçların çeşitli kanserojen etkileri
olduğu kesin. Dediğim gibi büyük bir tehlike söz konusu,
o zaman neden bunun kullanımını savunuyoruz? Başka
yöntemler de var.
Glyphosate’in zararları konusunda epeyce bir çalışma
yapılmıştır. Friends of Earth tarafından hazırlanan bir
eserde bu etkiler bir araya getirilmiştir.9 Şirketlerin göz
ve cilt için düşük düzeyde tahriş dışında insan sağlığına
bir zararı olmadığı iddialarına karşı, bağımsız araştırma
Friends of the Earth,2009, age,s.25.
David Buffin ve Topsy Jewell, 2001, Health and Environmental Impacts of
Glyphosate: The Implications of Increased Use of Glyphosate in Association
with Genetically Modified Crops, Friends of The Earth,
8
9
11
bulguları değişik ülkelerde glyphosate’in en çok
zehirlenme olaylarına yol açan ilaçların içinde olduğunu
göstermektedir.
Gene şirketlerin ilacın su ve toprakta çabucak inaktive
olduğuna dair iddialarına karşı araştırmalar topraklarda
ve sedimentlerde çok dirençli olduğunu göstermektedir.
Bunlara daha başka etkiler de eklenebilir. Eserde bunlar
ayrıntılı olarak dokümante edilmiştir.
Peki, neden GDO ekiliyor? Amerika’da, Brezilya’da,
Arjantin’de hatta Hindistan’da… Bu ülkelerin sayısı çok
fazla değil ama bu ekim yapılıyor. Sebep aslında şu:
Büyük işletmeler işçiyi sevmiyor. İlacı seviyorlar. Bir örnek
verelim; Gustave Grobocopatel denilen bir işletme var.
80.800 dekar büyüklüğünde korkunç bir işletme… Bu
işletme sahibinin açıklamaları; GDO’lu olmayan soyadan
daha fazla verim alındığı halde işçi tasarrufu nedeniyle
GDO’lu herbisite dayanıklı soya ektikleri yönündedir.
Çünkü işçi kullanmıyor, onun yerine herbisit kullanarak
bu olayı bitiriyor. Hâlbuki yabancı otun zarar vermesini
engelleyecek birçok agroekolojik yöntem var. Çapa
bunlardan sadece birisidir. Bazı yerlerde yabancı ot
dediğimiz şeyler yenmektedir. Büyük işletmeler işçiyi
dışlayarak zehirleri seviyorlar. Ama bunun yanında
herbisitlerin kanser yaptığı da unutulmamalıdır.
12
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar
İkinci bir nokta daha var. Latin Amerika ve Kuzey
Amerikanın bazı bölgelerinde köylü tarımı ortadan
kalkmış durumda, buralarda tarım büyük işletmeler
tarafından yapılmaktadır. Brezilya’da toprak büyüklüğü
Belçika’nın yüz ölçümü kadar olan işletmeler var. Bu
insanlar işçi sevmiyorlar. Dolayısıyla her şeyi ilaçla
yapmak istiyorlar. Bunun sonu ne oluyor? Brezilya’da
ve Arjantin’de gördüğümüz sefalet manzaraları ortaya
çıkıyor. İnsanlar şehirlere sürülüyorlar. Orada tuvaleti
bile olmayan yerlerde yaşamak zorunda kalıyorlar.
GDO’nun yayıldığı ülkelerde aynı zamanda şunlar da
olmaktadır;
GDO’lu olmayan tohum bulmak zorlaşmaya başlıyor.
Hindistan’da devlet GDO’yu destekliyor. Devlet kendi
ürettiği GDO’lu olmayan tohumların üretimini kısıyor.
Bazı yerlerde de yasaklıyor. Çiftçilerin tohum satışı
yasalarla yasaklanıyor. Mesela ülkemizde de böyledir.
Ülkemizde çiftçiler çıkan tohum yasasından sonra kendi
tohumlarını satamazlar. Ancak değiştirebilirler. Bu
müthiş bir hegemonya, müthiş bir baskı fakat biz buna
alıştık. Artık bu normal gelmeye başlıyor. Bütün bunlar
ilerleme adına yapılıyor. Daha iyi, daha verimli olsun
deniyor. Köylüler sanki tohumlara bir hile katacaklar
gibi düşünüyorlar. Tohum yasası köylüyü baskı altına
alıyor, tohum ve fide satmasını yasaklıyor.
GDO şirketleri başka bir şey daha yapıyor. Nedir o?
Mesela Kanada’da artık GDO’lu olmayan kolza (yağ bitkisi)
yetiştirmek imkânsız hale geldi. Çünkü GDO’lu tohum
tamamen bulaştı. Yetmiyor, GDO şirketleri, siz GDO’lu
bir şey yetiştirmek istemeseniz bile, komşunuzdan size
bulaşıyorsa tohum çalmak suçu ile sizi mahkemeye verip,
13
EÜ Tıp Fakültesi Halk Kitapları Sağlık Serisi ~ 27
ağır cezalar ödetmeye çalışıyor. Böyle yüzlerce örnek var.
Bunun sonucunda Kanada’da, Amerika’da çiftçiler artık
GDO’lu olmayan tohumları ekmekten vazgeçiyorlar. O
ürünü terk edenler var. Ya ürünü terk ediyor, ya büyük
şirketin boyunduruğunu kabul etmek zorunda kalıyorlar.
Ancak şirketlere karşı davaları kazanıp, şirketlere
tazminat ödeten çiftçiler de var.
Bunun sonucunda Hindistan’da, pamukta büyük bir
hegemonya yayıldı ve birçok çiftçi verim düşüklükleri
nedeniyle intihar etti.
Acaba dünyayı besleyebilecek başka seçenekler var mı?
Yani biz GDO’lara muhtaç mıyız?
“Entegre ürün yönetimi” (ICM) veya “entegre zararlı
yönetimi” (IPM) denilen bir yöntemle pamukta veya
başka ürünlerde hiç ilaç atmadan üretim yapmak
mümkün. Bunu kabaca böceği böceğe yedirmek diye tarif
edelim. Ancak bakteri veya kültürel önlemler gibi başka
uygulamalar da var. Entegre ürün yönetimi İzmir’de
pamukta da uygulanmış idi. Ancak çok küçük ölçülerde
oldu. Hâlbuki başka ülkelerde örneğin Endonezya’da
milyonlarca çiftçi bu yöntemi başarı ile uyguluyor. Bu
konuda yapılmış araştırmalar pamukta % 21 daha fazla
verim alındığını gösteriyor.10
Bir başka uygulama da çek-it teknolojisi (push-pull
technology) adını alıyor. Mısırlarda ekilen alanın dışına
böcekleri çekici bir bitki yetiştiriyorsunuz, içine ise bu
böceği ittirecek başka bitkiler yetiştiriyorsunuz. Mısırı
kurtarıyorsunuz.
Grain, 2007, “Bt cotton the facts behind the hype” Seedling içinde, January,2007, http://www.grain.org/seedling/?id=457
10
14
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar
Elimizde bir rapor var. 58 ülkeden 400 uzmanın yaptığı
Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankası’nın desteklediği bir
rapordur.11
Bu raporun hazırlanması 4 yıl sürüyor ve 2008’de
tamamlanıyor. Çözüm olarak diyorlar ki, “ekolojik,
düşük girdili, düşük masraflı tarım yöntemleri açlıkla
mücadele için en iyi yöntemdir.” “GDO ürünleri açlık
ve yoksullukla mücadelede çok az bir potansiyel
gösteriyor”. Bu çalışmanın başında GDO şirketleri
bu raporu destekliyorlarmış, içinde yer almaya
çalışıyorlarmış, sonunda bu raporun kendi isteklerini
söylemeyeceği anlaşıldığında hepsi bu çalışmadan
ayrılmışlar. Bu yaklaşık 600 sayfalık büyük bir rapor.
Diğer yandan GDO dışı teknolojilerle daha başarılı
ıslah yapılabiliyor. Bu “katılımcı ıslah” dediğimiz
bir yaklaşım. Bu yaklaşımda bilim insanları, ıslahçılar
çiftçilerle en başından itibaren, yani daha ıslah çalışması
fikri ortaya çıkmadan önce birlikte çalışıyorlar. Bugünkü
bütün kültür bitkileri aslında çiftçiler tarafından
geliştirilmiştir. Ayrıca Türkiye’de Batı Akdeniz Araştırma
Enstitüsü tarafından mısır, sap ve koçan kurduna karşı
mısır tohumu geliştirilebilmiştir. Yani
UNDP, FAO, UNEP, UNESCO, World Bank, WHO, GEF, 2009, International Assesment of Agricultural Knowledge, Science and Technology for
Development, Washington, http://www.agassessment.org/
11
15
EÜ Tıp Fakültesi Halk Kitapları Sağlık Serisi ~ 27
GDO
tek çözüm değil.
Ama ulusaşırı şirketler hızla yerel türlerin tohum
kaynağını yok etmekteler. Tohum Yasası bunun en
büyük nedenlerinden biridir. GDO’lu şirketler “biz bu
işten vazgeçtik” deseler bile başımızda çok büyük bir
tehlike var. Yerel çeşitlerimizi kaybediyoruz. Hâlbuki bu
yerel çeşitler üzerine İngiltere’de ve Amerika’da yapılmış
araştırmalar, bunların bize büyük miktarda antioksidanlar sağladığını gösteriyor.
Bu nedenden dolayı hem zehirli ilaçlar, hem de besleyici
özelliğini yitirmiş şirket tohumları nedeniyle bütün
ülkelerde ve ülkemizde kanser alabildiğine gidiyor.
Bunun sebebi bu tarım sistemleridir.
Diğer yandan GDO’lu olan ve olmayan ürünler yan yana
yaşayamıyorlar. GDO bulaşması söz konusu oluyor.
Meselâ; Kanada’da yağlık organik kolza üretimi tamamen
yok olmuş vaziyettedir.
Türkiye’de en son bir Biyo-Güvenlik Yasası çıktı. GDO’ya
Hayır Platformu’nun, Ziraat Mühendisleri Odası’nın
ve birçok insanın katkılarıyla ve çabalarıyla GDO’lu
ürünlerin üretimi Türkiye’de yasaklandı, ancak ithalatı
serbest durumdadır. Fakat kalırsa hem ithalatı, hem
üretiminin yasaklanması gerekir. Bunun yarattığı birçok
zarar var. Bir de hep şu söyleniyor :
16
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar
“yersiniz bunlar
hazım olur gider.”
Yapılan
araştırmalar
insanların
bağırsaklarında
milyarlarca faydalı bakteri olduğunu gösteriyor. Siz bize
baktığınızda bir tek insan görüyorsunuz, bizim içimizde
bizimle beraber simbiyoz (dayanışma) halinde yaşayan
milyarca faydalı bakteri var. Bunlara bu genlerin geçtiği
konusunda kesin kanıtlar var. Bitkilerden de toprak
bakterilerine geçtiğine dair kesin bilgiler var. Avrupa veya
Amerika’nın Gıda ve İlaç örgütlerinin her açıklamasına
güvenilmemelidir. Bu ülkelerin bu kurumları çok iyidir
demenin de bir anlamı yok. Meselâ; EFSA “deli dana”
hastalığında sınıfta kalmıştır. Yıllarca deli dana’yı
küçümsediler, ondan sonra tedbir almaya başladılar.
Prion denilen bakteri altı bir varlığı etlerle yiyorsunuz.
Beyninize gidiyor ve orada çoğalmaya başlıyor. Sonra
beyniniz süngere dönüyor. Biyoloji o kadar basit bir şey
değil. “yeriz gider, bunlardan kurtuluruz” demek çok
yanlıştır.
17
EÜ Tıp Fakültesi Halk Kitapları Sağlık Serisi ~ 27
18
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar
TRANSGENİK BİTKİLERİN (GDO) İNSAN SAĞLIĞINA
OLASI ETKİLERİ
Prof. Dr. Muzaffer TOSUN
Transgenik bitkiler ya da diğer bir ifadeyle GDO'ların
insan sağlığı üzerine olası etkilerini allerjik, antibiyotik
dayanıklılık, yabancı DNA’nın yenmesi, karnabahar
mozaik virüsü ve gıda kalitesi açısından incelemek
mümkündür.
Transgenik bitkilerin olası allerji etkileri.
Belirli gıdalara karşı allerjisi bulunan bireyler, herhangi
bir ürünü satın aldıklarında bunun içeriğini inceleyerek
allerjik reaksiyona sebep olan maddelerin bulunup
bulunmadığını kontrol etmektedirler. Belirgin bir allerjisi
bulunmayan kişilerin bile transgenik bitkilerdeki yeni
proteinler nedeniyle allerji olma riskleri bulunmaktadır.
Dünyada yaygın olarak ticari üretimi yapılan bazı
bitki türlerine (mısır, pamuk, soya ve kanola) Bacillus
thuringiensis bakterisinden izole edilen Cry (delta
endotoksin) genleri ve Streptomyceses hygroscopicus
bakterisinden izole edilen Bar geni transfer edilerek
transgenik bitkiler elde edilmiştir. Cry geni bitkilere
aktarıldığında bazı böceklerin larvalarına toksik olan
bir protein üreterek bitkileri böceklere dayanıklı
hale getirmektedir. Bar geni ise aktarıldığı bitkide
bazı herbisitlere (fosfinotrisin-ot öldürücülere) karşı
dayanıklılık sağlamaktadır. Ancak şu ana kadar ticari
üretimine izin verilen transgenik bitkilerin, transgenik
olmayan bitkilerden ileri gelebilecek allerji risklerinden
daha fazla risk taşıdığına dair kanıtlar elde edilememiştir.
Bugüne kadar yapılan çalışmalardan sadece iki potansiyel
19
EÜ Tıp Fakültesi Halk Kitapları Sağlık Serisi ~ 27
problem tam açıklanamamış ve bu iki transgenik bitkinin
de insan gıdası olarak kullanımı yasaklanmıştır.
Bunlar soya fasulyesi ve Starlink Mısır’dır. Pioneer
firması tarafından soya bitkisine Brezilya Nut (Brezilya
fındığı)’ından alınan bir gen aktarılmıştır. Buradaki amaç,
Brezilya fındığında bol olmasına karşın, soya fasulyesinde
az bulunan methionin amino asidi oranını fazlalaştırarak,
soya fasulyesinin besin kalitesinin arttırılmasıdır. Ancak
Breziya fındığına allerjenlik oldukça yaygın olduğundan,
bu allerjenlik etkisi transgenik soyada da gözlenmiştir.
Soya fasulyesine aktarılan genin aynı zamanda allerjenik
reaksiyonları da tetiklediği düşünülmektedir. İlgili firma
bu soya fasulyesini hayvan yemi olarak pazarlamayı
arzuladıysa da daha sonra bunun hasat, taşıma ve
depolama esnasında denetlenmesinin zor olduğu
anlaşıldığından, bu transgenik soya fasulyesinin ticari
üretim için onayı alınmamış ve piyasaya sürülmemiştir.
Aventis
firması
tarafından
geliştirilen
Starlink
transgenik mısır çeşidinin insan gıdası olarak da
20
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar
tüketimi hedeflenmiştir. Ancak bu mısır çeşidi insanlar
için allerjik olabileceği endişesi ile sadece hayvan yemi
olarak kullanılmak üzere onaylanmıştır. 2001 yılındaki
araştırma sonuçlarından elde edilen bulguların, olasılıkla
bu transgenik mısırın da allerjen olmadığını göstermesine
karşın, uzmanlar arasında tam bir görüş birliğinin
oluşmaması nedeniyle bu konudaki tartışmalar halen
devam etmektedir.
Tartışmaların bazı önemli noktaları şunlardır;
a.
Aventis şirketi tarafından yapılan denemelerde,
mısır tanesine aktarılan proteinin daha sonra ısıtma ve
ıslatılma işlemleri ile parçalandığı belirtilmektedir. Böylece ticari olarak pazarlanan gıdaların pişirilmesi veya
nemlendirme proseslerinden geçirilmesi sonucunda yabancı protein parçalanmış olacaktır. Ancak uzmanlar
kurulu bu işlemlerden sonra bile transgenik proteinin
mevcut olabileceğini ve allerjik reaksiyon yapabileceğini
düşünmektedir. Ayrıca, ıslatılma ve ısıtılma işlemleri sonucunda transgenik protein molekülünün biçiminin değişmesi durumunda, mevcut test yöntemleri ile bunun
belirlenmesinin mümkün olamayabileceği vurgulanmaktadır.
EÜ Tıp Fakültesi Halk Kitapları Serisi ~ 27
b.
ABD.’lerindeki Hastalık Kontrol ve Koruma
Merkezi, Starlink mısır çeşidinin ürünlerini yiyen
kişilerde allerjik reaksiyonların meydana geldiğine dair
kanıt bulamamıştır. Ancak bu kuruldaki bilim adamları
Hastalık Kontrol ve Koruma Merkezi’nin yaptığı testlerin
yeterli hassasiyette olmadığını da belirtmişlerdir.
c.
ABD.’de Starlink mısır ürünlerinin olası allerjik
etkilerinin görüldüğünü belirleyen ve doktorlar tarafından
verilen sağlık raporları bulunmamaktadır.
Allerji testleri, gerek test tüpü reaksiyonları ve gerekse
canlılar üzerindeki tepkileri ölçen komplike bir
işlemdir. Araştırıcılar değişik deney hayvanlarını (fare,
domuz) allerji testleri için kullanmaktadırlar. Ancak
bu sonuçlar her zaman doğru çıkmamaktadır. Örneğin
Brezilya fındığına allerjenliğin saptanması öncelikle
fareler üzerinde incelenmiş ve bunun allerjen olmadığı
belirlenmiştir. Ancak daha sonra bazı kişilerde bunun
allerjen etkilerinin bulunduğu saptanmıştır.
Günümüzde bazı kişilerde buğday, yumurta ve kivi
gibi yaygın yiyeceklere karşı allerjiler oluştuğu dikkate
alındığında, bu kişilerde transgenik ürünlere karşı
allerjilerin oluşması olasıdır. Ancak günümüzde yapılan
araştırmalarda transgenik bitkilerden yapılan gıdaların
transgenik olmayan bitkilerden yapılan gıdalardakine
oranla daha fazla allerjik risk taşıdığına dair kanıtlar da
mevcut değildir.
Yatay gen geçişi ve antibiyotiklere dayanıklılık
Transgenik bitkilerin geliştirilmesinde bazı antibiyotik
dayanıklılık markörlerinin kullanılması nedeniyle,
transgenik gıdaların antibiyotik tedavisi gören kişilerde
herhangi bir etkisinin olması endişesi doğmuştur. Çünkü
doktorların önerdiği antibiyotiklerin yanlış kullanılması
sonucunda etkinliklerinin kaybolduğuna dair raporlar
bulunmasından dolayı, kamuoyu bu tehlikenin transgenik
gıdalarla ortaya çıkabileceği endişesini taşımaktadır.
Transgenik bitkilerin geliştirilmesi sırasında belirli
antibiyotiklere dayanıklılığı kodlayan DNA parçaları
seleksiyon
amacıyla
kullanılmaktadır.
Bu
DNA
parçalarının laboratuvar aşaması dışında başka bir
23
EÜ Tıp Fakültesi Halk Kitapları Sağlık Serisi ~ 27
amacı olmamasına karşın, transgenik bitkilerde sürekli
olarak bulunmaktadır. Bu durumda transgenik gıdalar
kullanıldığında, varolan antibiyotik problemlerine
bir etkisi olacak mıdır? sorusu akla gelmektedir.
Endişelerden biri de, bir organizmadan diğerine ebeveyndöl ilişkisine bağlı gen geçişi dışında bir DNA geçişidir.
Buna yatay (horizontal) gen geçmesi denmektedir. Ağız,
mide ve bağırsaklarda bulunan mikroorganizmalara
transgenik gıdalardan bir antibiyotik dayanıklılık
geninin geçmesi olasılığı, tedavi amacıyla kullanılan
antibiyotiklerin
mikroorganizmalara
karşı
etkisiz
kalmasını sonuçlandırabilecektir.
DNA’nın yatay geçişi bazen doğal koşullarda da
meydana gelebilmektedir. Agrobacterium tumafaciens’in
plazmidleri bitkilerde taç uru olarak bilinen hastalığı
oluşturarak DNA’nın yatay geçişini gerçekleştirmektedir.
DNA’nın yatay transferi laboratuvar koşullarında
düşük frekanslarda meydana gelmektedir. Ancak böyle
bir yatay geçişin insan bağırsaklarındaki bakterilere
konjukasyon yoluyla geçip geçmeyeceği akla gelmektedir.
Bazı koşulların varlığı böyle bir geçişin pek mümkün
olamayacağını düşündürmektedir. Çünkü midedeki
asidik ortam DNA’yı parçalamaktadır. İnsan midesinin
kimyasal içeriğinin benzeri olan hidrofonik asit ve ağız
salyası karışımında DNA otuz saniyede parçalanmıştır.
Ayrıca, bazı organizmalar ancak özel koşullarda DNA’yı
içerisine alırken, birçok canlıda organizmaya giren yabancı
DNA’yı parçalayan mekanizmalar da bulunmaktadır.
New Castle Üniversitesinde yapılan bir araştırmada,
transgenik soya yiyen kişilerin bağırsaklarındaki
mikroorganizmalara antibiyotik dayanıklılık geninin
24
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar
geçtiği rapor edilmiştir. Ancak bu çalışma diğer
bilim adamları tarafından da incelenmiş ve bağırsak
sisteminde herhangi bir hasar bulunmayan kişilerin
dışkılarında transgenik DNA saptanmamıştır. Fakat
bağırsak operasyonu geçiren ve bağırsakları kısaltılmış
olan kişilerde transgenik DNA’ya rastlanmış ve
mikroorganizmaların çok az bir kısmında transgenik
DNA bulunmuştur. Bu durum transgenik DNA’nın yatay
geçişinin bazı özel koşullarda insan bağırsaklarında da
mümkün olabileceğini göstermektedir.
Antibiyotiklere dayanıklılık genlerinin bazıları antibiyotiği
inaktif hale getiren veya parçalayan bir enzim oluşturarak
işlevini yerine getirmektedir. Böyle bir dayanıklılık geninin
fonksiyonu devam edecek olursa, yenen transgenik
bitkilerde bu dayanıklılık enziminin çok az bir miktarı da
bulunabilecektir. Ancak ısıl işlemler sonucunda enzimler
inaktif hale gelmektedir. Fakat taze olarak yenen veya
ısıl işlem geçirmeden tüketilen transgenik gıdalarla az
miktardaki enzim de alınmış olabilecektir.
Calgen firmasının transgenik olarak geliştirdiği
ve
insanlarda
enfeksiyonlara
karşı
kullanılan
antibiyotiklerden Gentamisin A ve B, Neomisin ve
Kanamisin’e dayanıklılık genlerini içeren Flavr Savr
domatesinin onaylanma aşamasında, Amerikan Gıda ve
İlaç Dairesi (FDA) 1993 yılında bu durumla karşı karşıya
kalmıştır. İnsan midesinin simulasyonlarını kullanan
FDA testlerinde transgenik gıdalardaki enzimlerin mide
asitleri tarafından parçalandığı bildirilmiştir.
Ciba-Geigy firmasının geliştirdiği transgenik Bt-176 mısır
çeşidi de insanlarda kullanılan antibiyotiklere dayanıklılık
sağlayan bir geni içermektedir. Penisilin grubundan olan
25
Yayımlanmış Kitaplarımız
Hipertansiyon
Osteoporoz (Kemik Erimesi)
Düşmeler ve Önlenmesi
Obezite
Meme Kanseri Cerrahisine Bağlı Lenfödem
Yayımlanmış Kitaplarımız
Kan Yağları ve Kalbimiz
Her Yaş İçin Spor ve Sağlık
Diyabetik Ayak
Sağlıklı Beslenme
Varis
Yayımlanmış Kitaplarımız
Göğüs Ağrısı, Kalp Krizi, Aspirin Kullanımı
Herediter Anjioödem
Kanın Pıhtılaşmasını Önleyen İlaçlar ve
Kalbiniz, Atriyal Fibrilasyonlu Yaşam
Kalp Yetersizliği ile Yaşamak, Kalp Pili İle
Yaşamak, Kalp İlaçlarını Nasıl Kullanalım
Kalp Hastalığında Cinsel Yaşam/Şeker Hastalığı/
İnme Teşhis ve Ameliyatsız Tedavi
Yayımlanmış Kitaplarımız
Mitral Kapak Sarkması Nedir? Koroner
Arter Baypas Ameliyatınız, Kalp Kapağı
Ameliyatınız
Damar Sertliği ve Risk Faktörleri
Guatr ve Tiroid Hastalıkları
Diyabetim ve Ben
Çocuklarda Yanık ve Korunma Yolları
Yayımlanmış Kitaplarımız
Sünnet
Çocuklarda Fıtık ve İnmemiş Testis
Sağlığımız ve Genetik
Uyku Bozuklukları ve Tedavi Yaklaşımları
Şaşılık ve Tedavisi
Yayımlanmış Kitaplarımız
Kadınlarda İdrar Kaçırma Şikayeti ve
Tedavi Yöntemleri
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar
Sağlıklı Beslenme ve Zeytinyağı
Yayıma Hazırlanan Kitaplarımız
Sjögren Sendromu Nedir?
(Kuru Göz - Kuru Ağız)
Demans (Bunama)
Sağlık İçin Vazgeçilmez Kaynak: SU

Benzer belgeler

E-Kitabi indir - Halk Sagligi Okulu ve E

E-Kitabi indir - Halk Sagligi Okulu ve E işe yarar? Ot öldürücü ilacı attığınız zaman ana bitki de, yabancı ot da ölebilir. Ama ana bitkinin içine öyle bir gen katılıyor ki, herbisiti attığınız zaman ana bitki ayakta kalıyor, yabani otlar...

Detaylı