Dergi - Ayşe Seki Aslıyüce

Transkript

Dergi - Ayşe Seki Aslıyüce
İMTİYAZ SAHİBİ
ZUBEYDE HANIM
Zübeyde Hanım Kız Teknik ve Meslek Lisesi adına
Okul Müdürü Necibe MOKAN
■ Ankara Altındağ Zübeyde Hanım Kız Teknik ve Meslek Lisesi ■ Yıllık Dergi ■ Sayı: 1 ■
YAZI İŞLERİ SORUMLUSU
32
Ayla FİLİK Türk Dili ve Ed. Öğretmeni
Ayşe SEKİ ASLIYÜCE Türk Dili ve Ed. Öğretmeni
Gülperi GÜNGÖR
İNCELEME KURULU
■ Zü b eyd e H a n ı m K ı z Te k n i k ve M e s l e k L i s e s i 2 0 1 1 - 2 0 1 2 ■
ZÜBEYDE HANIM
Zübeyde Hanım
Kız Teknik ve Meslek Lisesi
Basın Yayın Kulübü
yayın organıdır.
Mayıs 2012 (Sayı: 1)
Baskı tarihi: 19 Mayıs 2012
46
17
SEÇME KURULU
42
33
32
İçindekiler
02
04
06
10
11
14
29
Ekmek ve Kitap
30
Okulumuz Etkinliklerinden
33
Ölmeden Önce Okunması Gereken
Kırk Kitap
Tarihsel Süreç İçerisinde
Türk Kadını ve Atatürk
Kız Meslek Liseleri’nin Tarihi Gelişimi
Önsöz
Ayla Filik
Soru ve Cevaplarla Mesleki Eğitim
Zübeyde Hanım’ın Eseri
Cumhuriyet Dönemi Mimarlığı
Amerika Büyükelçi’si Charles H. Sherrill’in
Raporuyla İsmet Paşa Kız Enstitüsü
İLETİŞİM ADRESİ
Hacettepe Mah. Atatürk Bulvarı
No:41 Sıhhiye/ ANKARA
Tlf: (0312) 311 42 47 - 311 17 93
324 56 63 - 324 56 64
Belge geçer: (0312) 309 38 39
Web: www.zubeydehanimkml.k12.tr
e-posta: [email protected]
e-posta: [email protected]
Seval GÜNGÜT Müdür Başyardımcısı
Erol HEKİM Müdür Yardımcısı
Bayram KABAKCI Müdür Yardımcısı
Ayla FİLİK Türk Dili ve Ed. Öğretmeni
Ayşe SEKİ ASLIYÜCE Türk Dili ve Ed. Öğretmeni
Salman AKSOY Tarih Öğretmeni
Memduh ALTINBULAK Coğrafya Öğretmeni
Eda BULAÇLIOĞLU İngilizce Öğretmeni
Mesleki Eğitim, Genel Dersler ve
Doldurulması Gerekli Bir Boşluk
Hepsi Okumuş Leydiler
Okulumuzun Eski Öğrencilerinden Suna
Esin (Belli) İle Sohbet
Melek TOP Anadolu 10-D
İlknur KARGI Anadolu 10-D
Elif YAKIN Teknik 10-A
Arzu AKTAŞ Teknik 10-A
Hilal TAŞKIRAN Meslek 10-D
Leyla ÇELİK Meslek 12-E
Büşra EROL Anadolu 10-D
Nazlı KAPLAN Anadolu 10-D
Yağmur Derya KOYUN Anadolu 10-F
Fatma KARATEPE 9-C
Yuşa Rabia YİĞİT 9-B
Sümeyye Merve ÖZEL Anadolu 11-C
Açelya AYGÜNEŞ Meslek 10-D
Medine ATALAY Meslek 10-D
Beyza Topaloğlu Grafik 10-D
İlayda KAYAOĞLU Grafik 10-D
Zeliha KARAKAYA Grafik 10-D
Şüeda YAĞCI Grafik 10-D
SAYFA DÜZENİ
35
Öğrenci Yazı ve Şiirleri
40
Tiftik ve Soft
18
42
Ankara Keçisinin
Bin Yıllık Öyküsü (Osmanlı Dokumacılığı)
KAPAK TASARIM
21
23
45
Türk Halı – Kilimlerinde Kullanılan
Mitolojik Semboller
GRAFİK TASARIM - BASKI
25
26
46
47
48
Hamamönü
Ankara’nın Tarihçesi
Biraz Gülelim
Ayla FİLİK Türk Dili ve Ed. Öğretmeni
Ayşe SEKİ ASLIYÜCE Türk Dili ve Ed. Öğretmeni
Gülperi GÜNGÖR
Hüseyin ASLIYÜCE
Tayfun Medya Reklamcılık Organizasyon Ltd. Şti.
Tel: 0 312 285 14 10 • Faks: 0 312 285 14 12
www.tayfunmedya.com.tr
WEB SİTEMİZİ ZİYARET ETTİNİZ Mİ?
w w w. z u b e y d e h a n i m k m l . k 1 2 . t r
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
ÖNSÖZ
ÖNSÖZ
Necibe MOKAN
Z
B
iz Zübeyde Hanım Kız Teknik ve Meslek Lisesi olarak 1928 yılından bu
yana öğrencilerimizi bilgi teknolojisini etkin bir şekilde kullanabilen,
değişime ve gelişime açık, sürekli kendini yenileyebilen, vatanını
ve milletini seven, değerlerine bağlı, ülkesinin ekonomik sosyal ve
kültürel kalkınmasına katkıda bulunan bireyler olarak yetiştirme
çabası içindeyiz.
Bir ülkede kadınların toplumsal yaşama etkin katılımı, o ülkenin gelişmişliği
ve çağdaşlığının önemli bir göstergesidir. Kadınların eğitimine önem veren
toplumlarda gelişme her zaman hız kazanmıştır.
4
ZÜBEY DE HA NI M
übeyde Hanım Kız Meslek ve Teknik Lisesi, öğrencilerimizi üniversiteye taşırken,
onları kendi alanlarında en iyi şekilde yetiştirerek, onlarla sıkı işbirliği ile
mezunlarına da istihdam imkanları yaratmaktadır.
Okulumuzdaki sosyal ve kültürel faaliyetler içinde bulunan öğrencilerimizin, öz
güvenleri artarak hayatlarında vereceği kararları da doğru olacaktır. Kişilikleri
gelişen, arkadaşlıklar kurmasını bilen, bilgisini paylaşan öğrencilerin başarı grafikleri
incelendiğinde grafiğin pozitif yönde arttığını görmekteyiz. Sosyal kültürel faaliyetler
içerisinde bulunan öğrenciler sürekli olarak daha iyiyi, daha güzeli bulabilmek için
hep okuyup hep araştıracaktır. Okuyan birey, bilgisi olduğu için yazacak, yazan birey
bilgisini paylaştığı için mutlu olacak mutlu kişi çevresine pozitif enerji veren kişi
olacaktır.
Okulumuzda Halkla İlişkiler ve Organizasyon Alanı öğrencilerimiz 2006-2007 Eğitim
Öğretim yılından bunu yana faaliyetlerini sürdürmüş; okulumuzda, ilçemizde ve ilimizin
bütün organizasyonlarında görev almışlardır. Yine aynı şekilde diğer bölümlerimiz de
faaliyetlerde bulunmuş, okulumuzu başarı ile temsil etmişlerdir. Görev alan öğretmen
ve öğrencilerimize teşekkür eder, başarılarının devamını dilerim.
ZÜB EYD E H ANIM
5
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Ayla FİLİK
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
BAŞLARKEN
Okulumuzun eğitim, kültür ve edebiyat
dergisinin ilk sayısı adına hepinize merhaba
diyorum.
Tarihi, cumhuriyetimizle bir olan okulumuzun
planı; Alman asıllı mimar Arnold Ernst Egli
tarafından 1925’te çizilmiş ve binası 1928’de
tamamlanmıştır. Okulumuz 1928’de İsmet
Paşa Kız Enstitüsü adıyla eğitim öğretime
başlamıştır. 1970 yılından sonra Maltepe Kız
Enstitüsü ile birleştirilmiş ve adını büyük Türk
annesi Zübeyde Hanım’dan alarak, Zübeyde
Hanım Kız Enstitüsü olmuştur. 1979-1980
eğitim öğretim yılında Ankara Olgunlaşma
Enstitüsü içinde bulunan “Ankara Kız
Meslek Lisesi” Bakanlık onayıyla okulumuza
aktarılınca, modern çağın getirdiği değişiklerle
branş ilaveleri de yapılarak “Zübeyde Hanım
Kız Teknik ve Meslek Lisesi” adını almıştır.
Hâlen bu adla eğitim ve öğretime devam
etmektedir.
sunduğumuz dergimizin, önümüzdeki yıllarda
da belirli sürelerde devamlı çıkarılmasını
diliyoruz.
Sayın
Montaigne:
Sayın; Huriye SARAÇ’A, Hürses ŞAYAN’a,
“Hedefi
olmayan
gemiye
hiçbir rüzgâr yardım edemez.” demiştir.
Okulumuzun, kuruluş amacına uygun
olarak; gençlerimizin tarihini, kültürümüzü,
sahip olduğumuz değerleri tanımaları ve
tanıtma fırsatı bulmaları gayemizdir. Bu
gayeyi gerçekleştirmeye hizmet etmek ve
okulumuzun faaliyetlerine canlılık ve hareket
kazandırmak, görünmeyen gönül bağlarını
ortaya çıkarmak, dünden bugüne köprü
kurup geleceğe ulaşmak amacıyla dergimizi
çıkarmış bulunuyoruz.
ile ilgili çalışmaları ve yazılarına yer verilecek.
Gençlerimizin filizlenen duygu, düşünce ve
çok yönlü yeteneklerini geliştirmek için, onlara
fırsat hazırlamak adına; Bugün ilk sayı olarak
desteğini
Kadının dünü, bugünü ve gelecekteki yerine dikkat çekmek,
Ata’nın kız meslek liselerine verdiği önemi anlamak,
Meslek liselerinin işlevini fark etmek,
Okulumuzun mimari özelliklerini ve okulun mimarını tanımak,
Batıdaki kadının eğitimi ile ilgili leydi okullarına dikkat çekmek,
İdeal kadın yetiştiren okulları örnek almak,
Dokuma sanayi ve bize ait kültürel değerlere sahip çıkmamız gerektiğine dikkat çekmek,
Geçmiş ve bugün arasındaki ortak bağı bulup canlandırmak amacıyla; gelecekte hedeflerin
neler olması gerektiğini vurgulayan konular ele alınmıştır.
ZÜBEY DE HA NI M
Tevfik FİKRET
84 yıllık dev bir eğitim çınarı olan okulumuz,
çağın teknolojik gereksinimlerine uyum
sağlarken; öğrencilerini yetiştirmek için, 1928
yılından günümüze emanet alıp koruduğumuz
tarihî binasını ve ilk oluşumundan beri
ilke edindiği kuruluş amacını muhafaza
etmektedir.
Bu sayıda:
6
“Elbette değil nasibi mezellet kadınlığın
Elbet sefil olursa kadın alçalır beşer“
Mükemmele ulaşmak için coşku ve heyecanla
sürdürdüğümüz bu yoldaki rotamız, bizi
Prof.
Hıfzı
DOĞAN’a,
dergimizin
hazırlanmasında makale ve şiirleriyle katkı
sağlayan meslektaşlarıma ve öğrencilerimize,
Suna ESİN BELLİ’ye, dergimizin düzenleme
ve yazım çalışmalarında emeği geçen kızım
Gülperi GÜNGÖR’e, Anadolu 10-D sınıfından
başarı ve medeniyete ulaştıracaktır.
Melek TOP ve İlknur KARGI’ya, Teknik 10-A
Önümüzdeki sayılarda ise bölümlerin tanıtımı,
ve destekleyen herkese okulumuz adına
beklentileri, öğretmen ve öğrencilerin alanları
Okulumuzun her bölümü; Türk kültürünü,
toplumdaki ve dünyadaki işlevini tanıtması
bakımından ele alınacaktır. Ayrıca okul aile
köprüsünü kurmaya çalışan eğitim anlayışı
sınıfından
Elif
YALÇIN’a,
bizlere
inanan
teşekkür ederiz.
Bu okul bizler için çok özel bir miras. Bizler,
bu mirası her geçen gün büyüterek gururla
taşıyoruz.
Eğitim
öğrencilerimizin
pınarı
okulumuzdan,
testilerini
doldurmalarını
içinde; velilerimizin düşüncelerini yansıtan
arzu etmekteyiz.
yazıları da bulacağınız bir sonraki dergimizin
Yuvayı dişi kuş yapar. Sağlıklı, huzurlu, mutlu
de faydalı olacağı inancındayız.
Dergimizin
hazırlanma
veren
okul
bir toplumun oluşmasında eğitimin ve kız
aşamasında
müdüremiz
Sayın
Necibe MOKAN’a, dergimizin sponsorluğunu
meslek liselerinin rolü büyüktür. Ünlü İngiliz
düşünürü Stuart Miller’ın dediği gibi “Bir
uygarlığın seviyesini ölçmek isterseniz, derhal
üstlenen Altındağ Belediye Başkanı Sayın
kadınlarının hayatına bakınız.”
Veysel
Neslini yüceltme isteği duyan herkesle, bir
TİRYAKİ’ye,
mülakat
isteğimizi
kabul etmelerinden dolayı Ankara İl Milli
Eğitim Müdür Yardımcısı Fikret YILMAZ’a,
sonraki sayıda buluşmak dileğiyle, hoşçakalın.
Kızlarını okutmayan millet, oğullarını
manevi öksüzlüğe mahkum etmiştir.
Hüsranına ağlasın.
Tevfik FİKRET
ZÜB EYD E H ANIM
7
Fikret YILMAZ
MESLEKİ EĞİTİM
■ Mülakatı Yapan: Ayla FİLİK ■ Görüşülen: Fikret YILMAZ (İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı)
Ankara Kalkınma Ajansı’nın desteklediği, 20 Şubat-20 Mayıs 2012 tarihleri arasında Ankara
Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından yapılan “Meslekli İşsizler” adlı projenin sonuçlarını
değerlendiren, Mesleki Eğitimden sorumlu İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Sayın Fikret
YILMAZ’ın sorularımıza verdiği cevaplardır:
1. Meslek Lisesi mezunu öğrenciler mezun oldukları alanda istihdam edilebiliyorlar mı?
Meslekli İşsizler Projesi Araştırma Raporu’ndan da görebileceğimiz gibi mezun olduktan alanında çalışanların oranı sadece %11’dir. Alan dışı çalışanların oranı %8 ve iş arayan ise %19 dur.
Çalışanlardan kendi iş yerini açanların oranı ise sadece %6’dır.
2. Meslek Liselerinde verilen eğitim sektör ile paralel gidiyor mu?
Meslekli İşsizler Projesi Araştırma Raporu’ndan da görebileceğimiz gibi araştırmaya katılanların
yaklaşık yarısı okulda verilen bilgi ve becerilerin iş ve meslek yaşamı için yeterli olduğunu belirtmiştir. Mesleki ve teknik liselerdeki atölye uygulamalarının iş hayatını tanıma ve iş hayatına
uyum konusunda yeterli olduğu araştırmaya katılanların yarıdan biraz fazlası tarafından ifade
edilmiştir.
3. Şu an uygulanan modüler sistemi mesleki eğitimde yeterli buluyor musunuz?
Halen uygulanmakta olan modüler sistem, hükümetimiz ve AB arasında imzalanan MEGEP
projesi kapsamında oluşturulmuştur. MYK’nın belirlediği Meslek Standartlarından yola çıkılarak
ulusal mesleki eğitim-öğretim programı standardı geliştirilmiştir. MYK yeni meslek standartları
oluşturup yayınladıkça bunlar eğitim-öğretim programlarına yansıtılmakta ve bir nevi modüler
sistem sürekli güncellenmektedir.
8
ZÜBEY DE HA NI M
Meslekli İşsizler Projesi Araştırma Raporu’ndan da görebileceğimiz gibi mesleki ve teknik liselerde işletmede yapılan staj/beceri eğitimi uygulamalarının iş hayatını tanıma ve iş hayatına
uyum sağlamada yeterliği konusunda araştırmaya katılanların çoğunluğu olumlu görüş bildirmişlerdir. Ancak sektörün teknolojik konularda okullarda verilen eğitimden daha gelişmiş olduğu da bir gerçektir.
5. Meslek liselerinde en çok hangi alan tercih ediliyor? Neden?
2011-2012 Öğretim yılında Ankara’da Meslek Liselerinde en çok tercih edilen beş alanın oranları
aşağıdaki gibidir;
1- Bilişim Teknolojileri % 13,32
2- Elektrik-Elektronik Teknolojileri %11,76
3- İmam Hatip Programı %8,36
4- Muhasebe ve Finansman %8,31
5- Çocuk Gelişimi ve Eğitimi %6,57
Meslekli İşsizler Projesi Araştırma Raporu’ndan da görebileceğimiz gibi öğrencilerin alan seçiminde tercih sebeplerinde en büyük oranları (toplam %71,5) “Ailem istediği için’’ ve “İlgi ve
yeteneklerime uygun olması’’ seçenekleri oluşturmaktadır.
6. Sanayinin gelişmesi için sektör ile meslek liseleri arasında nasıl bir işbirliği olması uygun
olur? Meslek liseleri sanayiye yönelik eleman yetiştirebiliyor mu?
Mevcut durumda sanayimiz ve sektör meslek liselerinden daha ileri teknolojilere sahiptir.
Meslek liselerinin yetiştirdiği elemanların sektöre uygun olabilmesi için sektörün beceri ve staj
eğitimlerini bizzat yürütmesi, bu süreçte öğrencileri getir-götür tarzı küçük işlerde kullanmak
yerine bilfiil makine-tezgâh başında çalıştırması gerekir. Aksi takdirde öğrenci okulda öğrenemediği teknolojiyi işyerinde de öğrenemeyecek ve sektöre hitap eden eleman olamayacaktır.
7. Okulunuzu öğrenciler kendi yetenek ve istekleri doğrultusunda mı yoksa aile ve çevrenin
etkisi ile mi tercih ediyorlar?
Meslekli İşsizler Projesi Araştırma Raporu’na dayanarak daha öncede belirttiğimiz gibi öğrencilerin alan seçiminde tercih sebeplerinde en büyük oranları ‘’Ailem istediği için’’ (% 35,2) ve “
İlgi ve yeteneklerime uygun olması’’ (%36,3) seçenekleri oluşturmaktadır. İki seçenek arasında
ciddi bir fark bulunmamaktadır.
8. Meslek liselerindeki eğitimi nasıl buluyorsunuz?
Bu soru Meslekli İşsizler Projemizde, “Mesleki ve teknik liselere ilişkin “okulda kazanılan bilgi,
beceri ve yetkinlikler iş yaşamı için yeterlidir” görüşüne katılma durumu’’ şeklinde araştırılmış
ve araştırmaya katılanlar Katılıyorum (%48,9), Katılmıyorum (%49,1) şeklinde cevaplamışlardır.
9. Toplumun meslek liselerine bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Toplumumuz şu anda meslek liselerine üniversite eğitimi alamayacak, sadece başarı düzeyi
düşük öğrencilerin öğrenim gördükleri okullar olarak görmektedirler. Bu bakış açısının değiştirilip, öğrencilerin belli yetenekleri doğrultusunda tercih ettiği ve aldıkları eğitimle meslek sahibi
ZÜB EYD E H ANIM
9
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
SORUve
CEVAPLARLA
4. Son sınıf öğrencilerinin işletmelerde aldıkları mesleki eğitim dersi ile okulda aldıkları mesleki eğitim örtüşüyor mu?
10. Meslek liselerindeki eğitimin daha verimli olması için neler yapılabilir?
Bu konuda, Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü olarak katkı sağladığımız ve EYUDER tarafından düzenlenen Mesleki ve Teknik Eğitim Çalıştayı’nda varılan mutabakatlardan bizimde katıldığımız
bazılarını sıralayabiliriz:
1- Okul türleri ve programları sadeleştirilmelidir.
2- Sınıf geçme sistemi yerine “ kredili modül geçme sistemine” geçilmelidir.
3- Çevre ve sektörün ihtiyaçlarına göre “alan ve dal” açılmalı, ihtiyaç analizi yapılmadan açılan
alanlardan ihtiyaç fazlası olanlar kapatılmalıdır.
4- Eğitim sistemi, sektörün beklentilerini ve ihtiyaçlarını devamlı surette takip etmelidir.
5- Meslek liselerindeki son sınıf öğrencilerinin işletmelerde beceri eğitimi çalışmaları tam zamana yayılmalı, son sınıfta almaları gereken dersler alt sınıflara yayılmalıdır.
6- Okul ve işletmeler arası iletişim sağlanmalı, işletmelerin eğitim birimlerini aktif hale getirmeleri için gerekli alt yapı sağlanmalıdır.
11. Meslek liselerinde verilen mesleki eğitimi yeterli buluyor musunuz?
Meslekli İşsizler Projemizde, “Mesleki ve teknik liselere ilişkin “okulda kazanılan bilgi, beceri ve
yetkinlikler iş yaşamı için yeterlidir” görüşüne katılma durumu’’ şeklinde araştırılmış ve araştırmaya katılanlar Katılıyorum (%48,9), Katılmıyorum (%49,1) şeklinde cevaplamışlardır. Araştırmamıza katılanların yarısı meslek liselerinde verilen mesleki eğitimi yeterli bulmaktadır.
12. Meslek liseleri ile sanayi arasındaki ilişkileri arttırma çabaları var mı?
UMEM projesi gibi projelerle sanayi sektörü mesleki eğitime daha yakın hale gelmektedir. Birçok
büyük sanayi kuruluşu kendi bünyesinde mesleki eğitim veren uygulamalara yönelmektedir. Ayrıca MYK’nın Ulusal Meslek Standartları çalışmasını sektöre hazırlatması ve bu standartlar tamamlanıp yayınlandıkça Mesleki Eğitim programlarına yansıtılması da sanayi ve meslek liseleri
arasındaki ilişkiyi güçlendirmektedir.
13. Dünyada ve Türkiye de mesleki eğitimin gelişimi nasıl oldu?
Ülkeler, sanayinin ihtiyaç duyduğu iş gücü gereksinimini, uluslararası deneyimlerden de yararlanarak kendi dinamiklerine göre oluşturdukları meslekî teknik eğitim yöntemleri ile karşılamaktadırlar. Dünyada bu amaçla üç farklı sistem uygulanmaktadır. Bunlar; Okul-işyeri temeline dayalı
eğitim uygulayanlar, sadece okula dayalı eğitim uygulayanlar ve her iki anlayışı da benimseyen ama sürekli arayışlar içerisinde olan ülkelerdir. Genç ve dinamik nüfus yapısıyla, Türkiye
gelişmiş ülkelere göre önemli bir avantaja sahiptir. Bu yüzden, Türkiye’de de yukarıda belirtilen
her iki anlayışta benimsenmiş ama sürekli yeni arayışlar mevcuttur.
Meslekî eğitimin tüm eğitim içerisindeki oranı gelişmiş ülkelerde %65’ler civarında iken ülkemizde
bu oran tam tersidir. Bu durumun düzeltilmesi gereği vardır. Çünkü bu ülkeler geliştirdikleri
modellerle mesleki teknik eğitimde başarıyı yakalamışlardır. 2010-2014 Stratejik Plan dönemi
sonuna kadar meslek liselerine devam eden öğrencilerin genel orta öğretim içerisindeki oranının
%50’lere çıkarılmasına yönelik stratejiler belirlenmiştir. Bu rakamlara son yıllarda yaklaşıldığı
görülmektedir.
10
ZÜBEY DE HA NI M
14. Mesleki eğitimin genel eğitim içindeki durumunu açıklayabilir misiniz?
Mesleki eğitimin genel eğitim içindeki durumunu sayısal olarak değerlendirebiliriz. Bu da şu
anda Ankara’da ortaöğretimdeki öğrencilerin %52 oranında genel liselerde, %48 oranında da
meslek liselerinde öğrenim görmekte oldukları şeklindedir.
15. Ülkemizde hangi kesimler meslek lisesini daha çok tercih ediyor?
Meslekli İşsizler Projemizde görüşülen meslek lisesi mezunlarının ebeveynlerinin eğitim ve gelir
durumlarının incelenmesi sonucunda bu kişilerin annelerinin %87,4’ü ev hanımı, %56’ ilkokul
mezunu ve altı, %4 civarı da üniversite mezunu olduğu görülmektedir. Babalarına bakıldığında
ise %34’ünün ilkokul mezunu ve altı, %10 civarı da üniversite mezunu olduğu görülmektedir.
Ayrıca babaların %20’si iş yeri sahibi ve esnaf iken %16,4’ü masa başı çalışan memur, %37’side
vasıflı-vasıfsız işçi olduğu görülmektedir. Bu rakamlardan da anlaşıldığı üzere meslek liselerini
orta ve ortanın altı gelir seviyesindeki ailelerin çocukları tercih etmektedir.
16. Sanayi ile meslek liseleri arasındaki ilişkiyi açıklayabilir misiniz?
Mesleki ve teknik eğitim okullarının sanayi ile işbirliğinin güçlendirilmesi temel amaç olmalıdır.
Mesleki eğitim temelde iki boyutludur. Bir boyutu okullarda verilen teorik eğitim, diğer boyutu
işletmelerde staj ve beceri eğitimidir. Bu ikisinden birinde bir aksama meydana geldiğinde öğrencinin niteliği olumsuz etkilenmektedir. Bu yüzden işletmelerimiz buna sadece görev yerine
getirme gibi bakmamalıdır. Staj eğitimlerini topluma karşı sorumluluklarının bir parçası olarak
algılamalı, meslektaşlarını ya da kendi elemanlarını yetiştirdiklerini kabul etmelidirler. İşletmelerimiz öğretmenlerimize kapılarını açmalıdır. Sanayi ve Ticaret Odaları meslek liselerinin öğrencilerine staj yeri bulunması için il, ilçe ve okul müdürlükleri ile birlikte çalışmalıdır.
17. Bundan sonra mesleki eğitim nasıl yönlendirilmelidir?
Mesleki eğitimde kalite; sektör ihtiyaçları ve temsilcileri, öğretmen, donanım ve program dörtlüsü içinde ele alınmalıdır. Meslek standartları değiştikçe bunların modül programlarına aktarımı
daha hızlı sağlanmalı ve ilgili öğretmenler hizmet içi eğitimden geçirilerek yeni uygulama desteklenmelidir.
18. Dünya Bankası projelerinin mesleki eğitime katkısı nedir?
Dünya Bankası, Türkiye’de bugüne kadar 135 programı finanse etmiş ve toplam 15,5 milyar dolar kredi sağlamıştır. Dünya Bankası’nın Türkiye’deki mevcut portfolyosu 23 aktif proje, 4 hibe ve
Dünya Bankası Enstitüsü (WBI) ile ilgili bir programdan oluşmaktadır. Bu fonlar daha çok makro
ekonomik istikrar, büyüme ve verimlilik artışının sağlanması ile piyasalarda rekabet ortamının
oluşturulması üzerinde yoğunlaşmıştır. Banka bugüne kadar daha çok sosyal güvenlik, kamu
sağlığı su tedariki ve kanalizasyon, çevre, tarım, inşaat, hukuk reformu, kamu sektörü yönetimi
ve enerji sektörü reformu konularında Türkiye’ye destek sağlamış ve bu alanlarda bir dizi önemli
reform konusunda tavsiyelerin verilmesi ve bunların uygulanması açısından Türkiye ile ortaklık
içerisinde bulunmuştur. Dünya Bankası Projelerinin, meslekî ve teknik eğitime sağladığı katkı
ülke ekonomisini güçlendirmek, büyüme ve verimlilik artışını sağlamak ile piyasalarda rekabet
ortamını sağlamak noktasında düşünülebilecek dolaylı bir katkıdır. Ekonomik gelişmelerle birlikte meslekî ve teknik eğitim de gelişmektedir.
ZÜB EYD E H ANIM
11
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
olmalarının sağlandığı eğitim kurumları olarak değerlendirilmelidir. Bu doğrultuda Tanıtım ve
Yönlendirme faaliyetlerimize ara vermeden devam etmek zorundayız.
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
CUMHURİYET DÖNEMİ MİMARLIĞI1
Çiğdem ASLAN
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
Leyla ALPAGUT
Yrd. Doç. Dr., Abant İzzet Baysal Üniversitesi,
Mimarlık Bölümü
ZÜBEYDE HANIM’IN ESERİ
“Dünya üzerinde gördüğümüz her şey kadının
eseridir.”diyor büyük komutan, büyük devlet
adamı, yüce Türk Atatürk. Annesi ne kadar
gurur duysa azdır, evladıyla… Çünkü O Zübeyde
Hanım’ın eseridir;
Türkiye Cumhuriyeti ve
çağdaş kadın da O’nun eseri. Atatürk: Türkler’in
dahi komutanı, bir devri bitirip yeni bir devri
başlatan büyük devlet adamı, bütün dünyanın
saydığı başkumandan, ana yurdu yenilikle,
devrimlerle, ilkelerle çağdaş hale getiren,
Batı medeniyetine ulaşmamıza, aydınlığa
erişmemize önder olan büyük Ata’ya bu millet
her zaman minnettardır. Hele de bu milletin
anaları, gelinleri, kızları Atatürk’ü daima saygıyla
anacaktır. Ve bu milletin kadınları Zübeyde
Hanım’a gıpta ile bakacaklardır. Böyle bir oğlu
her ana doğuramaz diye.
Yüce anlayış sahibi, ileriyi görmeyi iyi bilen
Atatürk dünyanın pek çok ülkesinden daha önce
kadın haklarına kavuşmamızı sağlamıştır. Bu
haklar 1926 Türk medeni kanununa göre;
- Çok eşliliği yasaklar ve tek eşli olma
hükmü getirir.
- Boşanma mahkemeye bırakılır. Kadın ve
erkek eşit haklara sahip olacaklardır.
- Evlilik resmi kaynaklara dayalıdır.
- Kadın mirasta eşit pay alır.
- Kadın ve erkek eşit ise eşit ücrete göre
çalışır.
Nasıl gıpta ile bakmayalım Zübeyde Hanım’a
kendinde bile olmayan kadın haklarını oğlu bize
bağışladı diye.
Atatürk,
bizim
toplumumuzun
başarı
gösterememesinin temelinde kadınlarımızın
ihmal edildiği ve onlara karşı kusurlu olduğumuz
gerçeğini söylerken Türk kadınını daima omuzlar
üzerinde yükselmeye layık görür.
12
ZÜBEY DE HA NI M
Bir toplumun yücelmesi kadına bağlıdır. Çağdaş
bir Türk toplumuysa istediğimiz; kadınlarımız
erkeklerimizden daha aydın ve daha verimli ve
daha bilgili olmalıdır. Ancak o zaman gelecek
aydın günler yaklaşır. Türk milleti ilk eğitimini
ana kucağında alır. İşte bu yüzden Türk anneleri
öncelikle kendini geliştirmeli, iyi eğitmelidir.
Türk çocuğu da ancak iyi anneler elinde
eğitildikçe aydın, geleceği görebilen, vatanının
ve milletinin değerini bilen bireyler olarak yetişir.
Atatürk için kadın o kadar değerlidir ki, kadınları
küçük düşüren sözlerin bile söylenmesine
karşıdır.
Bu atasözleri deyimleri kullananlar için bunları
ağza alanlar kendi analarına kız kardeşlerine ve
kızlarına hakaretten başka bir şey yapmıyorlar
diyerek eleştirir.
Çünkü Türk kadını milletini zafere götürmekte
dünyanın bütün kadınlarının önünde yer alır.
“Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir kadın milletini
zafere götürmekte Anadolu kadınından
daha fazla gayret, çaba ve emek harcadığını
söyleyemez.” M.Kemal
Büyük zaferler için büyük komutanlara, büyük
devlet adamlarında ihtiyaç vardır. Onları
doğurmak, büyütmek ilk eğitimini vermek
ve bu eğitim öğretimi daima sürdürmek ise
onların annelerinin, eşlerinin yani kadınlarımızın
vazifesidir. Toplumda kadın ne kadar yüksekse,
toplum da o kadar medeni durumdadır.
Biz öğretmenler olarak, Zübeyde Hanım’ın
gölgesinde onun adına layık olmak üzere
Zübeyde Hanım Kız Meslek Lisesi’nde bu
toplumun kızlarına bir şeyler öğretebilmek, onları
geleceğe hazırlamak ve kızlarımızı eğitmek üzere
varız. Biz Zübeyde Hanım öğretmenleriyiz…
Cumhuriyetin
ilk
yıllarında
toplumsal
dönüşümde önemli sorumluluklar yüklenen
kadınlar için gerekli olan örgütlenme, kız
okulları aracılığı ile sağlanır. Okulların çağdaş
eğitim programları ve modern binaları bu
dönemin yayınlarında sıklıkla ele alınır.
Cumhuriyet döneminde diğer okul türleri gibi
kız okulları da öncelikle Ankara’da açılmıştır. İlk
açılan kız okulu İsmet Paşa Kız Enstitüsü’dür
(1928). Jacques H. Lambert, Bayındırlık İşleri
dergisinde İsmet Paşa Kız Enstitüsü’nden
övgüyle sözeder.
Atatürk, yurt gezilerinde kendisine eşlik
edebilen modern bir kadınla evlenerek
topluma örnek olmak istemiştir. Evlat edindiği
kızlar havacılık, tarih bilimi gibi bu dönemde
daha çok erkeklerin egemen oldukları
alanlarda yetişirler. 1929’da Cumhuriyet
gazetesinin devlet desteği ile düzenlediği
“Miss Turkey Güzellik Yarışması”, geleneği
kadınlar üzerinden kırmaya çalışan başka bir
etkinliktir.
Kız Enstitülerinin programı, Türk kızlarını
ev yönetimini bilen çağdaş eşler ve anneler
yetiştirmeyi hedefleyen kurumlar olarak
tasarlanmışlardır. Kızlar burada Batı tarzı
giyim kuşam, görgü, ev yönetimi, mutfak
kültürü gibi konularda eğitilmektedir. Osman
Nuri Ergin, 1940’ların başında, Adana, Afyon,
Ankara, Bursa, Edirne, Elazığ, İzmir, Kayseri,
Kütahya, Manisa, Sivas ve Trabzon’da
1’er tane, İstanbul’da ise 4 adet olmak
üzere Türkiye’de toplam 16 Kız Enstitüsü
bulunduğunu belirtmektedir.
Aynı yıllarda, kızların da erkekler gibi eğitim
olanaklarından yararlanabilmeleri için karma
eğitime geçilir.
Kadının Cumhuriyet çocuklarını yetiştirecek
anne ya da kamusal alanda çalışabilecek
birey olarak yetiştirilmesinde ve böylelikle
toplumsal
dönüşüme
hazırlanmasında
gerekli olan örgütlenme, kız okulları ile
sağlanır. Tanzimat sonrasında açılan bu tür
okullar, “henüz kafesli evin dışına çıkamayan
şehir kadınının ev yaşamına yetecek kadar
iş öğretmeyi” amaçlayan kurumlardır.
Cumhuriyet döneminde ise Kız Enstitüleri,
modern ve akılcı yöntemleri ev içindeki
verimliliği sağlamada kullanmaya yönelik ev
yönetimi konusunda eğitim vermektedir.
Cumhuriyet döneminde çağdaş kadının
kurgusundaki görsellik ile modern binaların
barındırdığı mesaj örtüşmektedir. Her ikisi de
Cumhuriyet öncesi ve sonrası arasında yapılan
karşılaştırmaların ortak nesnesidir. Modern
binalar ve modern kadınlar, Cumhuriyetin
kendisini tanımlarken ve konumlandırırken
başvurduğu önemli araçlardır.
İsmet Paşa Kız Enstitüsü Binası (1930)
İsmet Paşa Kız Enstitüsü, Maarif Vekâleti’nin
Mesleki Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü’ne
bağlı olarak 1928 yılında kurulur.
1 http://www.mimarlikdergisi.com adresinden alınmıştır. Kısaltılmıştır.
ZÜB EYD E H ANIM
13
Simetrik bir anlayışla tasarlanmış olan
yapı, yatay bir ana kütle ve yanlarda bunu
dengeleyen dikey bloklar ile iki uçtaki L
biçimli bloklardan oluşur. Ortadaki yatay kütle
bodrum üzerine dört katlı, dikey kütleler beş
katlı ve yanlardaki bloklar iki katlıdır. Yatay
kütlede, koridorun iki yanına yerleştirilen
derslikler, atölyeler ve bürolar bulunur. Dikey
kütlelerde merdivenler, depo ve tuvaletler, iki
yandaki daha alçak bloklarda ise konferans
salonu, toplantı salonu, öğretmenler odası
gibi daha büyük mekânlar yer almaktadır.
Bütün katlar birbirine benzer anlayışla
düzenlenmiştir. Kuzey ve güneyde birer hol, üç
kollu merdivenler, bunların arasında uzanan
koridorun iki yanında derslikler, atölyeler ve
bürolar bulunur. Zemin katta, özgününde giriş
holü olan koridor, gerektiğinde sergi amaçlı
kullanılabilecek biçimde düşünülmüştür.
Yapının ön ve arka cepheleri simetrik bir
düzenlemeye sahiptir. Özenle tasarlanmış ön
cephede pencere dizileri, birinci katta boydan
boya uzanan balkon, parapet duvarları ve dar
saçak silmesi yatay etki sağlar. Birinci kat, iki
uçta merdiven kovalarının açıldığı teras ile
sonlanır. Diğer katlarda ise iki uçta, bu kez
köşeleri yuvarlatılmış olan birer küçük balkon
bulunur. Bu cephenin asıl vurgu elemanları,
14
ZÜBEY DE HA NI M
saçak düzeyinden yukarı taşırılan dikey
kütlelerdir. Erken Cumhuriyet döneminin
birçok kamu yapısında olduğu gibi bina,
parapet duvarlarının arkasına gizlenmiş az
eğimli çatı ile örtülüdür.
diğer alanlarda eğitim alarak iş yaşamına
Yapının arkasındaki bahçe, özgününde Kız
Lisesi ile ortak kullanıma yönelik olarak
tasarlanmış, ilginç bir düzenlemedir. Bu
düzenleme, atölye ya da konferans salonu
gibi bazı mekânların iki kız okulunun birlikte
kullanması için düşünülmüştür. Egli burada,
mevcut topografyayı kullanarak, küçük
dairesel bir alanla birleşen teraslı bir bahçe
tasarlamıştır.
birimleri arasındaki ilişkiler akılcı biçimde
Değerlendirme
İsmet Paşa Kız Enstitüsü ve Kız Lisesi binaları,
simetrik plan ve cephe özellikleri, işlevselci
anlayışta biçimlenişleri, yalın ve sade
anlatımları ile Egli mimarlığının önemli yapıları
arasındadır. Belirgin biçimde modernist bir
estetikle tasarlanıp inşa edilen bu yapılar,
eğitime yönelik işlevselliği öne çıkarırlar. Egli
diğer eğitim yapılarında olduğu gibi, okulların
işlevleri, türü ve bulundukları konum ile
uyumlu farklı birer tasarım yapmıştır.
Kız Okulları, Cumhuriyetin kadın ve erkeği yan
yana gören ve gösteren anlayışıyla uyumlu
olarak, mimari özelliklerinde ve mimar
tercihinde erkek okulundan farklılaşmazlar.
Yapılarda böyle bir ayırımdan çok, bir okulda
olması gereken ve Cumhuriyet insanını
donatan mekânlar dikkati çeker. Kadın ve
erkek ile ortak bir dil mekâna taşınmıştır. Böyle
bakıldığında, yuva kurduklarında da ortak
bir dünyaları olacaktır. Cumhuriyetin “ulus”
kavramı çerçevesinde bütünleşen çağdaş
bireyler yetiştirme hedefi, eğitim yapılarını
kendi içlerinde bir dünya olarak kurgulamaya
götürmüştür. Bu dönemin eğitim yapılarında
yer alan laboratuar, atölye, konferans salonu,
müze gibi mekânlar kız okullarında da yer alır.
Bu mekânlarda çağdaş yaşamın gerektirdiği
bilgi ve görgü üretilirken, bir yandan da kızlar
hazırlanmaktadır.
İki kız okulunda geniş ve rahat koridorların
iki yanındaki derslik, laboratuar ve yönetim
“Ernst Arnold EGLI”
Kimdir?
çözümlenmiştir. Koridorlar, İsmet Paşa Kız
Enstitüsü’nün zemin katında, Kız Lisesi’nin
birinci katında genişleyerek çok amaçlı
mekânlar ya da kapalı teneffüs mekânları elde
edilmiştir. Çoğunlukla güneye ya da doğuya
bakacak şekilde yerleştirilen derslikler, bol ışık
alan, aydınlık ve geniş mekânlardır.
İki kız okulu da, erken Cumhuriyet döneminin
kadını
ve
kurgularına
erkeği
ve
eşit
mimari
gören
mekânsal
biçimlenmelerine
karşın, kent içindeki konumları ve bahçe
düzenlemeleri ile dönemin diğer eğitim
yapılarından ayrılırlar. Her iki yapı da, Dil
ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Türk Tarih
Kurumu, Etnografya Müzesi gibi kentin
önemli kültür ve eğitim binalarının bulunduğu
bir alanda konumlanır. İsmet Paşa Kız
Enstitüsü Atatürk Bulvarı üzerine, Kız Lisesi
ise onun hemen arkasına, bulvara yakın
yerleştirilmiştir. Yapıların bulvarla böylesine
dolaysız ilişkisi dikkat çekicidir. Kadın cinsini
gizleyen gelenekçi anlatımın ve mekânsal
kurguların tersine, kadını kentin odağına
yerleştirmektedir. Bu durum, kız öğrencilerin
çağdaş, eğitimli, görgülü davranışları ve
görünümlerinden
yararlanarak
kentin
vitrinini kurgulama isteğini belirginleştirir. Kız
öğrencilerin doğrudan kent ile bütünleşmesi,
kadını duvarla ve avluyla gizleyen gelenekçi
yaklaşımdan farklı bir tutumla, kadın kimliğinin
Mimar (1893-1974)
Mimar, kent plancı ve eğitimci. Annesi
Avusturyalı, babası İsviçreli olan Egli,
mimarlık
eğitimini
Viyana
Teknik
Üniversitesi’nde yaptı. 1924’te aynı okulda
öğretim üyesi oldu. 1927’de Maarif Vekâleti
tarafından Türkiye’ye davet edilir. Modern
okul yapılarını organize ederek danışman
olarak görevlendirilir. 1936’ya kadar
süren danışmanlığı sırasında Egli, plan ve
tasarımlarını geliştirdiği okul binalarıyla
hem Ankara’nın mimari dokusuna yeni
bir çizgi katacak hem de sayısal olarak
diğer yabancı mimarlardan daha çok yapı
inşa edecektir. Çoğu Ankara’da yer alan
yapıları arasında Musiki Muallim Mektebi
(1927-1928), Erkek Ticaret Lisesi (192830), İsmet Paşa Kız Enstitüsü (Zübeyde
Hanım Kız Teknik Okulu, 1930), Yüksek
Ziraat Enstitüsü (Ankara Üniversitesi
Ziraat Fakültesi’nin bazı bölümleri 1933),
Mülkiye Mektebi (1935), Gazi Lisesi (1936)
sıralanabilir. 1930-1936 yılları arasında
İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde
öğrenimi yenileştirme programına katılan
Egli, 1936 yılından başlayarak dört yıl
Ankara’da, Türk Hava Kurumu Baş u,
-mamlar.
toplumda üstlendiği dönüştürücü rolü ortaya
koyar.
ZÜB EYD E H ANIM
15
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Cumhuriyet döneminin ilk Kız Enstitüsü
olan İsmet Paşa Kız Enstitüsü, ilkokul
mezunlarının alındığı beş yıllık eğitim veren
bölüm ile ortaokul mezunlarının alındığı iki
yıllık özel bölümden oluşmaktadır. Beş yıllık
ilk bölümde, ortaokul programının aynen
uygulanmasının yanında, kadın sanatı olarak
bilinen becerilerden birisini kazandırmaya
yönelik eğitim verilir. Bu aşamada, gerekli
olan teknik bilgiler uygulamalı olarak öğretilir.
Öğrenciler üçüncü sınıfta, biçki, dikiş ya da
moda alanlarından birisine yönlendirilir. Okul
başlangıçta Çocuk Esirgeme Kurumu Genel
Merkezi’ne ait bir binada eğitime başlamış,
1930-31 öğretim yılında bugünkü modern
binasına taşınmıştır.
Nilüfer Cevizliler2
Erkan Cevizliler3
Sherrill edindiği bilgilerle, “okulun beş yıl, kayıt
için en erken yaş 14 ve öğrencilerin yaşları 14
ile 24 arasında” demektedir. Buyse’nin teklif
raporunda; akşam okullarının biri sanat diğeri
ticaret olmak üzere iki kısımdan oluşarak
öğreniminin üç yıl; gündüz okullannın ise
orta öğrenim kısmının dört, yüksek kısmının
iki yıl olarak toplamı altı yıl tahsil vermesi
öngörülmüştü. İlkokulu bitirmiş olmak şartı
konularak, okula kabul yaşının her şube için
farklı olabileceği belirtilmiştir
Nilüfer Cevizliler2
Erkan Cevizliler3
Amerika Birleşik Devletleri’nin Ankara
Büyükelçisi Charles H. Shenill, 5 Temmuz
1932’de, Ankara’da İsmet Paşa Kız
Enstitüsü’nü ziyaret etmiş, edindiği bilgi
ve izlenimleri ayrıntılı bir rapor şeklinde
Washington‘daki
Siyaset
Bakanı’na
bildirmiştir. 7 Temmuz’da dosyalanan rapor,
10 Temmuz 1932’de Siyasi Şube’nin Doğu
İlişkileri Bölümü’nde incelenerek, “İsmet Paşa
Enstitüsü” adıyla arşivlenmiştir
Büyükelçi Sherrill raporuna, tamamı kız
yaklaşık 800 öğrencisi olan İsmet Paşa
Enstitüsü’nü 5 Temmuz 1932 sabahı ziyaret
ettiğini söyleyerek başlamaktadır. Enstitü’nün
ev ekonomisi, elbise dikimi, yamalama,
şapka yapımı, yıkama, çocuk bakımı, ev işi
gibi ev idaresi konularında eğitim verdiğini
ve bu amaçla dört yıl önce kurulduğunu
söylemektedir.
İsmet Paşa Kız Enstitüsü, büyükelçinin de
belirttiği gibi, Maarif Vekaleti ile imzaladığı
mukavele sonucunda Türkiye’ye gelerek
yurdun çeşitli yerlerinde incelemelerde
bulunan ve önerilerini bir raporlar bütünü
olarak sunan Prof. Dr. Omar Buyse’nin teklifi
üzerine, 1928 yılında kurulmuştu. Prof. Buyse
hükümet merkezinin ihtiyaçlarını karşılayacak
şekilde, kadınlara ait sanatlarda, ticaret
Büyükelçi, okul binasının Alman bir mimar
eşliğinde bir Türk inşaat şirketi tarafından
1931’de tamamlandığını yazar. 1931’de
okulu bir Fransız bayan hocanın idare ettiğini
söyleyen büyükelçi, gezisi sırasında okul
müdürünün Münir Hayri Bey olduğunu belirtir.
ve modern hayat bilgilerinde genç kızların
yetişmesi için gündüz ve gece eğitim vermek
üzere Ankara’da bir enstitü kurulmasını
tasarlamış, bu enstitünün nizamnamesi,
derslerin isim ve saatleri ile müfredat
programını Maarif Nezareti’ne 1927 yılında
sunmuş) ve rapor doğrultusunda enstitü
açılmıştı.
Büyükelçi Sherrill, okulda mükemmel bir resim
ve heykel şubesinin bulunduğunu ve bu iki
konunun çok ciddi bir şekilde öğretilmesinden
çok etkilendiğini söylemektedir. Heykel
öğretmeni Kemal Bey’in, yaptığı bir “Gazi”
büstünü
imzalayarak
kendine
hediye
ettiğini memnuniyetle belirten büyükelçi, bu
atölyede yapılan Gazi’nin ve İsmet Paşa’nın
büstlerinİn ülkenin her yerine “politik amaçlı”
gönderildiğini bildirmektedir. Büyükelçi okulda
Almanca, Fransızca ve İngilizce olmak üzere
üç yabancı dil öğretildiğini vurgulamaktadır.
Okulun düzenli sınıflarına ilaveten üç yüz kadar
ayrı şubenin bulunduğunu da eklemektedir.
Bu üç yüz şube sayısı bizi şaşırtmamalıdır.
1 Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi,2004, sayı:9. Kısaltılmıştır.
2 Arş. Gör. Atatürk Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnklap Tarihi Enstitüsü, Erzurum
3 Arş. Gör. Atatürk Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnklap Tarihi Enstitüsü, Erzurum
16
ZÜBEY DE HA NI M
ZÜB EYD E H ANIM
17
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
AMERİKA BÜYÜKELÇİ’Sİ
CHARLES H. SHERRİLL’İN RAPORUYLA
İSMET PAŞA KIZ ENSTİTÜSÜ1
Buyse’nin raporundaki her biri 36-40 kişilik
dört sınıf ile eğitime başlanması teklifinin
aksine, enstitü Büyükelçi Sherill’in belirttiği
gibi onbeş öğrenci ile açılmıştır.
A- Meslek ve Ticaret Kısmı
1- Biçki ve Dikiş Şubesi
2- Çamaşır ve Nakış Şubesi
3- Moda ve Çiçek Şubesi
4- Ticaret ve Lisan Şubesi
B- Yüksek Kısım
I- Kadın Sanatlan Şubesi
2- Ticaret ve Katiplik Şubesi
a- Ticaret ve Lisan Kolu
b- KatipIik ve Muhaberat Kolu
3- Öğretmen Şubesi
(meslek ve ticaret okulları için öğretmen
yetiştirir).
4- İçtimai Hizmetler Şubesi
(çocuk yurtları, sosyal yardım kurumları,
ocaklar ve kadın işçi çalıştıran fabrikalarda
nezaretçilik yapacak kızları yetiştirir).
5- Hastabakıcılık Şubesi
Büyükelçi Sherrill, bu büyük okulda altmışbeş
öğretmen bulunduğunu, bunun sadece dört
tanesinin-Belçikalı ve Avusturyalı-yabancı
olduğunu hayretle ifade etmiştir. Altmışbir
Türk öğretmenin onbirinin ise yurtdışında
eğitim almış olduğunu vurgulamıştır. Elçinin
hayretini uyandıran diğer bir husus da, bu
modern ve büyük binalar kompleksinde
sadece beş hizmetlinin çalışıyor olmasıdır.
Ayrıca, işlerin tamamını eğitimlerinin bir
parçası olarak öğrencilerin yapması da ilgi
çekicidir.
Okuldaki kooperatif birliği, Büyükelçi Sherrill’in
raporunda üzerinde genişçe durduğu bir
konudur. Büyükelçi, kooperatifin, ev idaresi
derslerinde kullanılan gerekli tüm malzemeyi
dışardan satın aldığını ve öğrencilere sattığını
belirtmiştir. Öğrencilerin bu malzemelerle hem
kendilerinin kullandığı hem de kooperatife
sattıklan ürunler yaptığını söyleyen Sherrill,
18
ZÜBEY DE HA NI M
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Çünkü Buyse’nin raporunda iki dereceli (orta
ve yüksek) gündüz ve tek dereceli gece eğitimi
verecek olan İsmet Paşa Kız Enstitüsü’nde,
şubeler şu şekilde düzenlenmişti:
kooperatifin üretilen bu ürünleri satması
sonucu elde edilen karın, öğrencilerle
kooperatif arasında bölündüğünü zikreder. Bu
karın öğrencilere zaman zaman verilmediğini
ve mezuniyete kadar alıkonulduğunu anlatan
Sherrill, mezun oldukları zaman her bir kıza
kendi beş yıllık birikmiş kazancının verildiğini,
bunun da öğrenci başına ortalama ikiyüz
dolar olduğunu ifade etmiştir.
Büyükelçi Sherrill, enstitünün yıllık maliyetinin
“sadece 3250 dolar” olmasını şaşırtıcı
bulmuştur. Bu rakam, özellikle 1928 yılı ve
sonrası bütçelerinde mesleki eğitime ağırlık
verilerek büyük oranda pay ayrılmış olmasına
rağmen, o dönem Türkiyesinin ekonomik
şartları düşünüldüğünde bizim açımızdan
aslında hiç de şaşırtıcı değildir.
Büyülkelçi Charles H. Sherrill, raporunun son
bölümünde pek çok değişik ülkede ev idaresi
okulları ziyaret etmiş olduğundan bahsederek,
İsmet Paşa Kız Enstitüsü’nün son derece
çağdaş ve üst düzeyde şartlara sahip bir
eğitim kurumu olduğunu vurgular. Sherrill,
Anadolu’nun küçük köylerinden buraya
gelen kızların okulun bünyesindeki değişik
smıflarda bu modem aletleri gördükten sonra
küçük ve basit köyevlerinde kısıtlt aletlerle ya
da hiç araç gereç olmadan, ayrıntılı aletlerle
öğrendiklerini
uygulamaya
çalışırlarken
çekecekleri zorluklar konusundaki endişelerini
ve tatbik edip edemeyeceklerinden duyduğu
şüphelerini de dile getirmiştir. İsmet Paşa
Kız Enstitüsü, milletin gelişmesi, ekonomik
bakımdan refaha kavuşması için çocukların
ilk öğretmeni, ailenin müdürü ve toplum
hayatının temel unsuru olan kadınların eğitimli
ve şuurlu olması gerektiği’ bilinci ve amacıyla
kurulmuştur. Örnek bir eş ve anne olan, çağdaş
Türk kadınını temsil eden “İsmet Paşa’nın Eşi”
adına izafeten isimlendirimiş enstitünün yeni
Türk devletinin kadın eğitimine çok önemli
derecede hizmet ettiğini vurgulamak gerekir.
Ancak, dönemin şartları dikkate alındığında,
Büyükelçi Sherril’in endişelerini paylaşmamak
da elde değildir.
Öyle Bir An Olur Ki Hayali Cihan Değer...
İsmet Paşa Kız Enstitüsü
Nisan 1935
Zübeyde Hanım Kız Teknik
ve Meslek Lisesi
1933 - İsmet Paşa Kız
Enstitüsü’nde sabah
ZÜB EYD E H ANIM
19
Selçuklular’ın X. Yüzyılda Anadolu’ya gelişlerine kadar, Türk kadını aktiftir.
Günlük yaşamda erkekle beraberdir. Eve kapatılmamıştır. “Harem” henüz
bilinmemektedir. Selçuklu egemenliği 300 yıl kadar sürer. Bu dönemde
kadının sosyal durumu hayli değişikliğe uğrar. Bununla beraber erkekten yine
kopmamıştır. Sanat ve kültür hareketleriyle ilgilidir. Kadınlar adına Medrese,
Hastane ve Kütüphaneler yapılmaktadır. İran’ın Kirman şehrinde Kutlu Türkan
Hastanesi (1271), Kayseri’de bugün adına Tıp Fakültesi kurulan Gevher Nesibe
Şifahanesi (1206), Divrik’te Turan Melek Hatun Kütüphanesi (XIV.yy) gibi.
Osmanlı toplumunda, özellikle İmparatorluğun
ilk dönemlerinde medreselerin, tarikatların
etkisiyle, kısmen kadına da dini inanışlarına
göre sosyal hayatta bir yer tanınmış ise de
bu durum gitgide kaybolmuştur. Osmanlı
toplumunda kadının “harem”e kapatılarak
toplum yaşantısının dışına itilmesinin
İstanbul’un alınışından sonra Osmanlılar’ ın
köleci Bizans devlet yapısından etkilenmesiyle
başladığı
sanılmaktadır.
Osmanlı
toplumunda, kadının önceleri sahip olduğu
yerini kaybetmesinin nedeni, İslamiyet’in
kabul edilmesiyle birlikte, Arap geleneklerinin
ve kültürünün etkisi altında kalmasının bir
sonucu olduğu öne sürülmektedir. İslam
dininin kabul edilmesiyle kadın toplumdaki
yerini kaybetmiş, eve kapanmıştır. Diğer
bir görüşe göre Türk kadınının toplumdaki
yerini kaybetmesine neden olan temel etken,
Osmanlı Devleti’ nin kuruluş aşamasından
başlayarak Bizans kurumlarının etkisinde
kalması ve kadının hareme kapanmasıdır (...)
Ancak Osmanlı toplumunda kent kadınları
tümüyle eve kapalı bir biçimde kurumsallaşmış
kadınlık uğraşını sürdürürken kırsal kesim
kadınının üretimde yer aldığı bilinmektedir.
Ayrıca bu dönemde yönetici sınıf kadınlarının
dışında kalan halk sınıfı kadınlarının kimi
uğraşlara girdikleri padişah fermanlarından
anlaşılmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman ve
Üçüncü Selim dönemlerinde halk sınıfından
kimi kadınların çalışma yaşamına girdikleri
bilinmektedir. Örneğin, bu dönemlerde
kadınların pratik hekimlik yaptıklarına ilişkin
belgeler bulunmuştur. Kanuni döneminde
evden eve dolaşan bohçacı kadınlar, çalışan
kadınlar sayılmaktaydı. (Çiftçi, 1982:81)
Kentlerdeki her türlü mesleksel etkinliklerin
kadına yasak oluşu onu, kocasına ya da
çocuklarına tümüyle bağımlı kılmıştır. Onları
terketmesi, yoksulluğa düşmesi ya da
ölümü halinde sefaletin kucağına iter. Giyim
konusunda da budönemde kadınlara bir
takım kısıtlamalar getirilmiştir.(...)
Gerek
Selçuklular
gerekse
Osmanlı
kadınını “Saraylı kadın” ve “kırsal alandaki
emekçi kadın” olmak üzere ikiye ayırarak
değerlendirmek gerekir. Her ikisi de temelde
erkeğe bağımlıdırlar. Saraylı kadın tam bir
tüketici olduğu halde, kırsal alandaki kadın
üreticidir. Saraylı kadın örneğinde özellikle
Valide Sultanların padişah nezdindeki
etkilerini anımsamak gerekir. Sarayda özel bir
yeri olan Valide sultanları özellikle yükselme
devrinden sonra politik bir nitelik kazanmıştır.(...)
1 Vahap Sağ, Tarihsel Süreç İçerisinde Türk Kadını ve Atatürk, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı1
Kısaltılmıştır.
20
ZÜBEY DE HA NI M
(...) Her türlü haktan yoksun olan kadın
statüsünün
durağan
hali
Tanzimat
hareketiyle hızla değişmeye başlamıştır.
Tanzimat’la başlayan çağdaşlaşma hareketi
çerçevesinde Türk kadını gerek düşünce
alanında, gerekse doğrudan doğruya siyasi
ve toplumsal haklar yönünde ciddi adımlar
atabilmiştir. Bu gelişmeler ancak, söz konusu
dönemlerin düşünce yapılarının ve ideolojik
kalıplarının kendine özgü kalıpları içinde
anlam kazanabilmektedir.
Toplumsal gerilemenin nedeni olarak
kadınların cehaletini ve geriliğini gören “batıcı”
aydınlar, kadınların eğitilmesi gereğini kabul
ederler. Kızlarımız için ilkokul ve ortaokulların
eğitimine 1858’ de başlanır. Meslek okulu
olarak ilk önce, 1842’ de Askeri Tıbbiye’ye
bağlı olarak ilk “Ebe Okulu”, 1869’ da İnan
Sanayi Mektebi (Kız Sanat Okulu), 1870’de
Darülmuallimat” (Kız Öğretmen Okulu) açılır.
(Böylece Türk kadınının ev dışında, okulda
yetiştirilmiş olarak ilk mesleği olan Ebelik ve
Öğretmenlik meslekleri için okullar açılmış
oldu. Kuşkusuz bu modern kurumlardan
yararlanabilen üst tabakalara mensup ve
büyük kentlerde yaşayan kadın sayısı çok
azdı. Bu okur-yazar kadınlar, yine de 19.yüzyıl
sonlarında gazetelerde kadın sayfalarının yer
almasına ve hatta kadınlar için, yazarları da
kadın olan gazete ve dergilerin yayınlanmasına
zemin oluştururlar.
Birinci Dünya Savaşı Osmanlıların yenilmesi
ve ardından başlayan Kurtuluş Savaşı ise,
kadınların gerçek yaşamlarında hukuki
statülerini
zorlamasına
imkan
veren
değişikliklere yol açar. Çok sayıda kadın
cepheye giderek, erkeklerin yerine işçi ve
memur olarak çalışma hayatına girmiş, ilk işçi
hakları kadın işçilerle ilgili olarak tanınmıştır.
Tanzimat’tan birinci dünya savaşı sonuna
kadar geçen dönemde kadın sorununan
ilişkin gelişmelerin temel niteliği, bu
gelişmelerin temel niteliği Oya Çiftçi’nin
belirttiği gibi (Çiftçi, 1982:29) kapsayıcı değil,
büyük kent kadınlarının çok sınırlıbir kesimine
yönelik olmasıdır. Bu dönemde kadınların
büyük bir bölümü tarımda çalışırken, büyük
kentlerde çok az sayıda bir kadın grubu
öğrenim olanaklarından yararlanabilmekte,
işçi kadınlarda fabrikalarda çok düşük ücret
karşılığı çalışmaktaydı. Evlenme ve boşanma
konularında şeriat hükümleri yürürlükteydi.
Kentli seçkin bir kadın kesiminin örgütlenme
çabasında olmasına karşın, Batılı kadınların
yürürlükteki eşit haklar mücadelesine benzer
bir mücadeleyi sürdürememiş ve sorunların
çözümünü yöneticilerden beklemişlerdir.
Kurtuluş Savaşı ve Sonrasında Türk Kadını ve
Atatürk (...)Türkiye Cumhuriyeti’nde siyasal
teoriler açısından tepeden inme ve devlet
merkezli bir zorlama olarak görülse de,
kadının radikal nitelikli hak kazanımlarına bu
dönem adeta bir zemin hazırlamıştır.
Cumhuriyet döneminde Atatürk devrimleri
ile kadınların toplumsal durumları önemli
bir değişimin ve gelişimin içine girmiştir.
Yasalarda kadın-erkek eşitliği büyük ölçüde
gerçekleştirilmiştir. Kadın, boşanma hakkında,
seçmeseçilme, eğitim, meslek seçimi, kamu
görevleri yapma haklarına kavuşmuştur.
Gerçek anlamda modern bir toplumu
oluşturan bütün sektörlerde en ciddi atılımlar
bu dönemde gerçekleştirilmiştir. Mustafa
Kemal Atatürk gibi karizmatik bir önderin
bunda belirleyici bir rol oynadığını söylemek
gerekir. Gerçekte Atatürk’ün düşünce
dünyasının oluşumunda Tanzimat’la birlikte
yaşanan batılılaşma çabaları etkili olmakla
birlikte, Atatürk’ün yalnızca yakın çevresinden
gelen etkileyici faktörlerin yanısıra, dünya
klasiklerine olan yakın ilgisi ve yoğun okuma
tutkusunun çok daha fazla yönlendirici olduğu
söylenebilir. Bu nedenle, Türkiye’ de ki kadın
konusundaki fiili gelişmeleri yakından görüp
anlayabilmek için O’nun düşünce dünyasında
yer alan kadın konusu ve bu konu ile ilgili
öngörüleri önemlidir.
ZÜB EYD E H ANIM
21
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE
TÜRK KADINI VE ATATÜRK1
Kadının başta eğitim olmak üzere, hukuk,
çalışma, siyasal katılım, toplumsal yaşamda
ve aile yaşamında eşit haklara sahip olarak
yerini alması için gereken tüm atılımlar
yapılmış ve mümkün olan kısa zaman
içinde gerçekleştirilmiştir. Daha Kurtuluş
Savaşı’nın başlangıç yıllarında gerek hazırlık
aşamasında gerekse savaş sırasında Türk
kadınının yapmış olduğu hizmetlerin önemi
tartışma götürmez ölçüde büyüktür.
Bir yurt gezisi sırasında daha açık ve seçik
sözcüklerle Mustafa Kemal şöyle demektedir.
“Türk kadını savaş sırasında ülkeye
çok büyük yardımda bulundu; herkes
gibi o da acı çekti. Bugün o özgür
olmalıdır, eğitim görmeli, okullar
kurmalı, ülkede erkeklere eşit bir
konuma sahip olmalıdır. Buna hakkı
vardır.”
(...) 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet’ in ilanı
ile birlikte Türkiye yeni devrim ve reformlara
sahne olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran
Atatürk Türk kadının toplumsal statüsünü
değiştirmek için çok sayıda reformlara
girişmiş ve hepsinde başarılı olmuştur.
Özellikle 1925- 1926 yılları kadın haklarının
sık sık konuşulduğu yıllar olmuştur.
Kadın hak ve statüleri konusunda en önemli
gelişmelerden biri de 17 Şubat 1926 günü kabul
edilen “Türk Medeni Kanunu” dur. Bu kanunla
Türk vatandaşları ayrım yapılmaksızın diğer
uygar ülkelerin vatandaşları gibi eşit haklara
kavuşmuşlardır. Bu yasa ile kadın, öncelikle
anne ve eş olarak değerlendirilmektedir.
Atatürk’ten güç alan Türk kadını, her sahada
kendini yenilemiştir... Poligami önlenmiş,
evlilikte tek eşlilik gündeme gelmiştir. Kadına
kocasından ayrılma hakkı tanınmış, tanıklıkta
cinsiyet farkı ortadan kaldırılmıştır.(Gündüz,
2000:238) Atatürk bu gelişmelerin ardından,
kadınlarımızın ekonomik hayattan sonra
eğitimde ve siyaset alanında da gerekli yerini
almalarının önemi üzerinde durmuştur.
Atatürk çok iyi biliyordu ki, kadının toplumda
yerini alabilmesi eğitimle mümkündür. 1924
yılında kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu
(Öğretim Birliği Yasası) ile kadın ve erkeklerin
eşit öğretim imkanlarından yararlanması
sağlanmıştır.
Türk kadını çok kısa bir zaman içinde
çalışma alanlarının her dalında başarı ile
görev yapabilme durumuna gelmiş ve pek
çok Avrupa ülkesinde bile yasal ve yasa
dışı olarak uygulanan ücret farklılıklarından
uzak olarak emeğinin karşılığını alabilmiştir.
Kadının toplumsal konumunun değişmesinde
en önemli haklardan biri de 3 Nisan 1930’da
tanınan Belediye Meclislerine seçme ve
seçilme hakkıdır. Türk kadınları bu haklarını
1933’te kullandılar. 5 Aralık 1934’te de
milletvekili seçme ve seçilme hakkıyla
birlikte Türk kadınlarına eşit yurttaşlık hakları
tanınmış oluyor... Atatürk bu konudaki
düşüncelerini şöyle dile getiriyor: “Bu kararla
Türk kadınları siyasal ve sosyal alandı pek
çok Batı ülkesindeki kadınlardan daha üstün
bir durum kazanmışlardır. Bundan sonra peçe
altında, kafes altında kadın kalmayacaktır.
Türk kadınları bugün en önemli haklarını
kazanmışlardır. Bundan ötürü ben bu kararı
en önemli reformlarımızdan biri sayıyorum.”
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
(...) Cumhuriyet kadını, bölgeler ve kültürler
arasındaki farklılıklara ve yaşanan yoğun
çelişkilere rağmen önceki dönemlerden
kıyaslanamayacak ölçüde farklıdır. Bu farklılık
yalnızca kadının dış görünüşünde değil,
toplumsal statüsünde, kültürel yapısında,
kişilik tanımlamasında tanık olunan çok yönlü
bir farklılıktır. Bu değişmeler, hiç kuşku yok ki,
ülkede yaşanmış olan ekonomik, toplumsal,
kültürel alandaki yoğun değişmelerle paralellik
göstermektedir.
KIZ MESLEK LİSELERİ’NİN
TARİHİ GELİŞİMİ1
Kız çocuklarına sanat öğretme düşüncesini ilk ortaya koyan Mithat
Paşa, 1865 yılında Ruscuk’ta ilk Kız Sanayi Mektebini açarken, hem
kimsesiz kız çocuklarına iş bulmayı, hem ülkenin bazı küçük sanat
ihtiyacını karşılamayı, hem de orduya gerekli olan kumaş ve giysileri
temin etmeyi amaçlamıştı.
1869 yılında İstanbul Yedikule’deki baruthane
binasında askerlerin çamaşır ve sargı
ihtiyacını karşılamak üzere ilk Kız Sanayi
Mektebi’ni yine Mithat Paşa açmıştır.
öğrencilere şahsi giyim ihtiyaçlarının yanı sıra,
başkalarının isteklerini de karşılayabilecek
nitelikte siparişe dönük çalışma yapabilecek
bilgi ve beceriler kazandırılmıştır.
1879 yılında Ahmet Vefik Paşa tarafından
Üsküdar Kız Mektebi adıyla bir okul açılmıştır.
Üç sınıflı olan bu okul, bir yandan Türk kadınını
giyim konusunda başkalarına muhtaç
olmaktan kurtarmayı, bir yandan da kızlarımıza
hem okuma hem de çalışarak para kazanma
imkânlarını sağlamayı amaçlıyordu. Bu okul,
1881 yılında Suphi Paşa tarafından Üsküdar
Kız Sanayi Mektebi haline dönüştürülmüştür.
Cumhuriyetle birlikte özellikle mesleğe ve
ev kadınlığına yönelik meslek okullarının
açılmasına başlanmıştır.
Aynı yıl bugünkü İstanbul Çapa’daki Selçuk
Kız Teknik ve Meslek Lisesi binasında Kız
Sanayi Mektebi olarak faaliyete geçirilmiştir.
1912 yılında valilikçe Avrupa’daki okullara
benzer nitelikteki İstanbul Kız Sanayi Mektebi
açılmış, daha sonra Üsküdar Kız sanayi
Mektebi ile birleştirilmiş, 1913 yılında yeniden
açılarak benzerleri ile birlikte 4 yıllık sanat
okulu haline getirilmiştir.
1914 yılından itibaren kız sanat mekteplerine
önem verilmeye başlanmıştır. Avrupa’dan
getirilen uzmanlarla, ülkemize yeniliklerin
girmesi
sağlanmıştır.
Bu
okullardaki
1927-1928 öğretim yılından itibaren, genç
kızlarımızı iyi bir vatandaş ve becerikli bir ev
kadını yetiştirmeyi amaçlaran, ilk okula dayalı
5 yıl süreli kız enstitülerinin ilki olan İsmet
Paşa Kız Enstitüsü Belçika’dan getirilen bir
yabancı uzmanın raporuna dayandırılarak
1927 yılında Ankara’da açılmştır.Cumhuriyetin
ilk 10 yılı içinde açılmaya başlayan kız
enstitüleri Ulu Önder Atatürk’ün kadın
eğitimine verdiği önemin bir göstergesi olarak
değerlendirilmelidir.
1929 yılında ilk defa İstanbul Beyoğlu’nda
açılan Terzilik Okulu ile özellikle, azınlıkların
hakim olduğu terzilik mesleğine, Türklerin de
sahip çıkmaları amaçlanmıştır.
1931 yılında ise, ev kadınlığına ait pratik
bilgilerin verildiği akşam sanat okullarının
açılmasına başlanmıştır.
1 Kaynak: http://mtegm.meb.gov.tr, http://okulweb.meb.gov.tr/59/05/966066/bolumler/tarihce.htm
22
ZÜBEY DE HA NI M
ZÜB EYD E H ANIM
23
Kız
enstitülerine
ortaokul
mezunu
öğrencilerin alınması ve öğrenim süreleri
2 yıl olan özel bölüm açılması 1935-1936
öğretim yılında gerçekleşmiştir.
1963-1964 öğretim yılına kadar devam eden
2 yıl özel ve 5 yıl esas bölümlerle faaliyetlerini
sürdüren kız enstitüleri, bu tarihten itibaren 3
yıl süreli meslek okulları haline getirilmiştir.
1974-1975 öğretim yılından itibaren kız
meslek liseleri adını alan bu okulların
yanı sıra, kız teknik liseleri de faaliyete
geçirilmiştir.
1938-1939 öğretim yılından itibaren, ilki
Bursa’nın köylerinde olmak üzere, küçük
kasaba ve köylerdeki genç kız ve kadınlar
için gezici kurslar açılmıştır.
Kalkınma plan hedeflerinin gerçekleştirilmesi
ve Şura Kararlarının uygulamaya konulması
ile, Kız Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü
bünyesindeki
okul
türlerinde,
okul
sayılarında ve uygulamaya konulan program
çeşitlerinde artışlar olmuş; eğitimde endüstri
ve hizmet sektörleriyle işbirliği çalışmaları
yoğunlaştırılmıştır.
1983-1984 öğretim yılında, bir kısım
derslerin öğretiminin yabancı dille yapıldığı,
hazırlık sınıfı dahil 4 yıl süreli eğitim-öğretim
verilen Anadolu kız meslek liseleri, 19881989 öğretim yılında ise hazırlık sınıfı dahil 5
yıl süreli eğitim-öğretim verilen Anadolu kız
teknik liseleri faaliyete geçirilmiştir.
1989-1990 öğretim yılından itibaren, çalışan
annelerin ilkokula giden çocuklarının boş
zamanlarını değerlendirmek ve derslerine
rehberlik etmek amacıyla, çocuk kulüpleri
açılmaya başlanmıştır.
Günümüzde kız teknik öğretim okulları, çağın
ve teknolojinin gereği olarak, iş hayatında
ihtiyaç duyulan yeni meslek alanlarıyla
zenginleştirilmektedir.
Mevcut örgün ve yaygın eğitim kurumlarına
ilaveten açılan, Anadolu kız meslek, kız
teknik, Anadolu kız teknik liseleri gibi yeni tür
ve düzeydeki okulların yaygınlaştırılmasıyla;
kız teknik öğretim kurumları yeni iş
sahalarında duyulan nitelikli ve kaliteli
eleman ihtiyacını karşılamakta önemli bir
görev üstlenmektedir.
Mesleki Eğitim, Genel Dersler ve
Doldurulması Gerekli Bir Boşluk
Prof. Dr. Hıfzı DOĞAN
Eğitim Bilimleri Fakültesi
Demokratik bir toplumda birey toplumun
temelini oluşturur. Bu bakımdan bireyin özgür
bir insan, sorumluluk sahibi, mal ve hizmet
üretebilen bir vatandaş olarak yetiştirilmesi
çok büyük önem taşımaktadır. Okullarda
okutulan tüm derslerin amaçları, toplumsal
ortak değerleri geliştirme ve bireyi üretici
olarak yetiştirme ekseni etrafında toplanabilir.
Genel eğitimin temel işlevi, toplumu, ortak
değerler etrafında bütünleştirmektir. Mesleki
eğitimin esas görevi ise, bireylerin ilgi ve
yetenekleri
doğrultusunda
ilerlemelerini
sağlayarak çeşitliliği ve farklılığı geliştirmektir.
Bu iki eğitim türü birbirini tamamlar niteliktedir.
Genel derslerle geliştirilen ortak değerler bir
elin ayasına, mesleki eğitimle kazandırılan
yeterlilikler de bir elin parmaklarına
benzetilebilir.
Mesleki okullarında genel derslerin iki
temel işlevi bulunmaktadır: Bunlardan
birincisi, toplumun bir bütünlük içinde bir
arada yaşamasını sağlayan ortak değerleri
geliştirmektir; ortak değerler toplumu bir
arada tutan bir çimento vazifesi görür.
İkincisi ise, mesleki uygulamaların bilimsel ve
sanatsal dayanağını hazırlamaktır.
Genel dersler aracılığı ile geliştirilmesi
öngörülen ortak değerler nelerdir sorusu
akla gelebilir. Öncelikli olarak genel derslerin
amacı,
bireylerde
mantıki
düşünme
yeterliliklerini geliştirmek olmalıdır. Burada
mantıki düşünme becerisi, işçi, teknisyen,
işletmeci, öğretmen gibi sade bir vatandaşın
günlük yaşamdaki olağan sorunlarının
çözümünde uygulanası gerekli bir yeterlik
olarak algılanmalıdır. Etkili düşünce; verilere
dayalı olarak sağlıklı ve doğru sonuca varmayı;
sorunu, ilişkili unsurlar bakımından analiz
edebilmeyi ve yaratıcılığı içerecek şekilde
öğeleri bütünleştirmeyi ve sonuca gitmeyi
24
ZÜBEY DE HA NI M
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
İlkokula dayalı 5 yıl süreli olan kız
enstitülerinde ilk meslek programları
uygulanmasına 1933-1934 öğretim yılında
moda-çiçek ve biçki-dikiş bölümleriyle
başlanmıştır.
içerir. Burada önemli olan sorunu meydana
getiren unsurlar arasındaki ilişkiler ağını
belirleme, tutarlılığı arama ve neden sonuç
ilişkisini gözlemlemektir. Birey bu yeterliliği,
meslek seçerken, araba satın alırken, eş
seçerken kullanabilmelidir. Çağımızda birey,
oy verirken adayın özgeçmişi yeterlimidir,
izlemek istediği politika açık mıdır gibi
sorulara mantıki olarak cevap verebilmelidir.
Demokratik bir toplumda her bireyin sahip
olması gerekli bir diğer yeterlilik de iletişim
becerisidir. Birey, başkaları tarafından iyi
anlaşılacak şekilde kendini ifade edebilmelidir.
İyi iletişim, mantıklı ve etkili düşünceden ayrı
düşünülemez. Etkili düşünme becerisi, her
türlü konuşma, matematiksel ve bilimsel
çalışmalar için esastır. İyi bir yazı, iyi bir
konuşma iyi düşünmenin belirtisidir. Açık ve
mantıki konuşmak için düşüncelerin de net ve
anlamlı olması gerekir.
Düşüncelerin iyi açıklanabilmesi için, bireyin
iletişim becerilerine sahip olması gerekir.
İletişim, sözlü, yazılı, çizgilerle ve vücut dili
ile yapılabilir. Dinleme becerisi de iletişimde
çok önemli öğedir. Karşınızdaki kişi dinlemeyi
bilmezse veya dinlemek istemezse iletişim
gerçekleşmez. Genel derslerle geliştirilecek
iletişim becerisi, iş hayatındaki yazışmaları
yapma, rapor hazırlama, vatandaş olarak
görüşünü ifade etme, soru sorma gibi
yaşamın içinde karşılaşılan sorunlara cevap
verebilmelidir. Demokratik bir toplumda her
türlü girişim için bireylerin ve toplumun ikna
edilmesi, görüşlerin paylaşılması gerekir ki,
bu da iletişimle olur. Bireyler arasında ve
vatandaşla devlet arasında iletişim kopukluğu
olursa, demokratik süreç aksar.
Karar verme ve bilgiyi uygulama yeterliği,
ortak değerlerin bir öğesi olarak, her bireyin
okullarda geliştirmesi gerekli bir yeterliliktir.
ZÜB EYD E H ANIM
25
Edebi ve sanatsal değerler arasında farkları
görebilme ve verilen değerler arasından uygun
seçimi yapabilme önemli bir diğer yeterliliktir
ve okullarda öğrencilere kazandırılmalıdır.
Verilen değerlerden uygun olanını seçme;
farklı değerlerden haberdar olmayı, değerler
arasındaki ilişkiyi görebilmeyi, değerlerin bir
birine göre önem derecesini ve süreç sonuç
ilişkisini gerektirir.
Değerler çok çeşitlidir; kendi kendini kontrol
etme, başkalarına saygı, cesaret, dürüstlük
gibi kişisel değerler; zihinsel üst düzey
faaliyetleri sevme, onları takdir etme gibi
entelektüel değerler; güzelliği, doğayı sevme,
müze ve sanat galerilerinin yanında doğal
yaşamdaki değerleri takdir etme gibi estetik
değerler. Eğitimin amacı, öğrencileri bu
konularda sadece bilgi sahibi yapmak değil,
bu değerlere bağlılıklarını geliştirmek, onların
hissetmelerini ve yaşamalarını sağlamaktır.
Edebiyat, sanat ve sosyal dersler sadece
olguları değil, iyi yaşam örnekleri içermelidir.
Öğrenci okulda iken olgu, veri, genelleme ve
soyutlama arasındaki farkları ayırt edebilmeli;
düşünceden eyleme geçebilme becerisini
kazanmalıdır. Okul, bu yeterlilikleri geliştirecek
şekilde bir öğrenme ortamı meydana getirmeli
ve değerlendirme süreçleri de belirtilen
hedeflere ne oranda ulaşıldığını ölçmeye
yönelmelidir.
Mesleki eğitimde genel derslerin bir diğer
çok önemli işlevi de, mesleki bilgi ve
becerilerin anlaşılması için öğrencilerde
sağlam bilimsel ve sanatsal bir alt yapı
meydana
geliştirmektir.
Öğrencilerin
mesleki alanlarında yeni teknolojileri ve yeni
gelişmeleri izleyebilmeleri, öğrenilen bilgileri
26
ZÜBEY DE HA NI M
meslek yaşamında uygulayabilmeleri ve
günlük yaşamlarında karşılaşılan sorunların
çözümünde kullanabilmeleri için sağlam bir
akademik dayanağa sahip olmaları gerekir.
Bugün iş hayatında kullanılan teknoloji,
büyük oranda bilimsel ve sanatsal ilkelerin
uygulanmasına dayanmaktadır. Eğer öğrenci
sağlam bir akademik temele sahip olmazsa,
yaşamı boyunca değişime uyum sağlamada
zorlanacaktır.
Bilimsel ve sanatsal ilkelerin meslek ve
günlük yaşamımızda karşılaşılan sorunların
çözümünde kullanılması için öğrencinin
okulda böyle bir ortam içinde eğitilmesi
gerekir. Bunun için öğrenci, yeni öğrendiği bilgi
ve deneyimleri, kendisinin önceki birikimleri
ve kazanımları ile bütünleştirebilmeli ve kendi
düşüncesini geçmiş deneyimine dayalı olarak
kendisi geliştirebilmelidir.
Söz gelimi, sınıfta dik üçgenin nitelikleri
tanıtılıyorsa, dik üçgene ilişkin kavramların
tarımda, inşaatta, sanayide, sağlıkta, evde
ve genel olarak yaşamda nerelerde ve nasıl
kullanıldığına ilişkin örneklerin verilmesi çok
önemlidir. Öğrenci, verilen örneklerle önceki
deneyimlerini bütünleştirebildiği oranda,
konuya karşı ilgisini artırır ve böylece yeni bilgi
onun için daha anlamlı hale gelir.
Deneyimleri, özgeçmişleri ve beklentileri çok
farklı olan öğrencilerle, yeni öğretilen bilgiler
arasında ilişki kurabilmek için öğretmenlerin
ve öğrencilerin yazılı ve görsel kaynaklarla
desteklenmesi gerekir. Bu alanda ülkemizde
yeteri kadar çalışmanın yapıldığı söylenemez;
bu sahada ciddi boşluklar bulunmaktadır. Bu
eksikliğin giderilmesi durumunda öğrenci,
yaşamla daha iyi ilişki kurabilir, bilgileri niçin
öğrendiğini, nasıl kullanacağını daha iyi anlar
ve kendi yaşamına anlam kazandırır.
Şu nokta unutulmamalıdır: Cumhuriyeti
kuran kadroların eğitim anlayışı öğrenilen
bilginin yaşamda kullanılması temeline
dayandırılmıştır. Atatürk, 1 Mart 1923’de
TBMM
yaptığı
konuşmada,
eğitimde
uygulanacak politikayı, ilkeleri ve yöntemi şu
sözlerle dile getirmiştir: “Eğitim ve öğretimde
ve uygulanacak yöntem, bilgiyi, insan için bir
süs, bir baskı aracı yahut uygar bir zevkten
çok, maddi hayatta başarılı olmayı sağlayan
bir araç haline getirmelidir.”
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Karar verme, öğrencinin alanla ilgili kavramları
uygulayabilmesidir.
Burada
kavramlar
arasındaki ilişkiden ziyade, uygulama
önemlidir. Kavramları ve formülleri yeni
durumlara uygulama gücüdür. Kuramdan
uygulamaya geçiş, karar vermeyi ve bilgiyi
uygulama becerisi gerektirir. Soyutlama,
uygulama ile bütünleşmezse anlamsız olur.
Karar verme yeterliği, sadece kuramsal
bilgelerle değil, uygulama yapmayı, örnek
çalışmaları incelemeyi zorunlu kılar. Karar
verme becerisinin kazandırılması, bir sanat
dalında olduğu gibi sürekli çalışmayı gerektirir.
HEPSİ OKUMUŞ LEYDİLER1
Gülden Özdencanlı - Montreux
50 Türk’ün de mezun olduğu “kartal yuvası okul”da genç kızlar
birer prenses gibi yetiştiriliyor.
İSVİÇRE’de,
Geneva
Gölü’ne
hakim bir tepede,
yüksek duvarların
arkasındaki okulda
öğrenim gören genç
kızları, yaşıtları olan
diğer öğrencilerden
ilk bakışta ayırmak
mümkün
değil.
Dünyanın sayılı zenginlerinin çocuklarının
gittiği bu okulu benzerlerinden farklı kılan
önemli bir özelliği var: “Leydi okulu”
Montreux’daki Surval Mont Fleuri okulu yalnız
İsviçre’nin değil dünyanın en gözde leydilik
okulu olarak biliniyor. Çünkü bu okulda klasik
eğitimin yanı sıra, oturup kalkmaktan yemek
yemeye, ses tonundan el sıkmaya kadar tüm
görgü kuralları ezberletilip öğrenciler birer
masal prensesine dönüştürülüyor.
Surval Mont Fleuri’nin eğitim süzgecinden
geçenler arasında Türk öğrenciler de
bulunuyor. Bugüne kadar 50 Türk kızı gerçek
birer leydi olarak okuldan mezun olmayı
başardı. Ancak Müdür F. Sidler, okullarında
eğitim gören gençlerin isimlerini vermiyor.
Sadece, yetiştirdiği bir Türk kızının düğününe
davet edilerek İstanbul’a geldiğini tatlı bir
anı olarak anlatmakla yetiniyor. Montreux’da
dağların tepesinden Geneva Gölü’ne bakan
olağanüstü manzaraya sahip bu okulda yaz
okulları da mevcut. 3 veya 9 haftalık yaz
okullarında leydi olabilirsiniz. Bu okullarda
farklı uluslardan gelen 13 - 21 yaş arasındaki
kızlar, yoğun yabancı dil derslerinin (İngilizce,
Fransızca) yanı sıra, spor ve diğer aktivitelerin
olduğu pratik dersler de görüyorlar.
Computer, fotoğraf, seramik, resim, yemek,
pasta, mücevher yapımı, görgü kuralları
dersleri; Geneva Gölü’ne bakan muazzam
bir şatonun içinde veriliyor. Spor dersleri
de, Alp Dağları’nın tertemiz havasında, ata
binmeyi, su kayağını, sörf yapmayı, tenis ve
bisikleti kapsıyor. F. Sidler, “Bazı genç kızlar bu
okulun kurallarına uymadı... Örneğin Amerika
basın imparatorunun kızı Patricia Hearst
bizim okula gönderilmişti. Fakat o kadar
asi ruhluydu ki, odasının duvarlarına `Asla
Fransızca konuşmayacağım’ diye yazmıştı.
Ama öğrencilerimizin çoğu memleketlerinde
iş sahibi, başarılı bir iş kadını ve iyi bir anne
olarak yaşamlarına devam ediyorlar”.
Neler öğretiliyor?
. Randevunuza çok erken veya geç gitmeyin
. Bir sohbetin arasına girmeyin
. İnsanları eleştirmeyin
. Mektupları asla daktilo ile cevaplamayın
. Çok geç veya erken saatte telefonla aramayın
. Kimse sormadıkça nasihat vermeyin
. Yüksek sesle konuşmayın
. Birini parmağınızla göstermeyin
. Garsonu elinizle çağırmayın
. Başkasının mektuplarını okumayın
. Özel sorular sormayın (yaş, din, çocuk)
. Maddi durumları araştırmayın
. Başkasının anlamadığı lisanı konuşmayın
. Kendi bardağınızdan ikram etmeyin
. Birinden ruj, diş fırçası istemeyin
. Ağlamaya başlamayın
. Masadan masaya konuşmayın
. Kocanıza kötü görünmeyin ve ona maddi
açıdan bağımlı olmayın.
Yemek kuralları
. Peçetenizi servis başladığı zaman açın
. Elinizde bıçak veya çatal olduğu zaman
konuşmayın
. Masada ekmek kesmeyin
. Yemeğin kemiklerini tabağın kenarına koyun,
başka bir tabağa koymayın
. Balık yerken balığı bıçakla tutup, çatalla kesin
. Marulu, sebzeleri bıçakla kesmeyin
. Şeftali, elma, armut, muz, portakal, kavun ve
karpuzu bıçakla ve çatalla yiyin.
1 http://www.milliyet.com.tr/1997/07/06/yasam/hepsi.html
ZÜB EYD E H ANIM
27
gençlerin aileleri artık enstitüyü değil de genel liseleri
mi tercih ediyor? Bizim zamanımızdaki iç açıcılığı
yok gibi geliyor bana. Ama tabi bizim zamanımızda
da bir bilgisayar buna benzer bazı dersler yoktu. İşe
yarar, öğrencinin ileride ufkunu açabilecek, ona para
kazandırabilecek, kendi ayakları üstünde durabilmesini
sağlayacak alanlar vardır belki şimdi, bilemiyorum.
SUNA ESİN (BELLİ)
Suna ESİN
İLE SOHBET
Bir anınızı anlatabilir misiniz ?
■ Konuşmacı: Taylan ESİN ■ Görüşülen: Suna ESİN (BELLİ)
Çok mazbut bir öğrenci olmama rağmen
arkadaşlarıma uyarak -güzel büyük bir sinema vardı
yakınımızda - birgün dersin boş olduğu bir saatte
arkadaşlarımla sinemaya kaçtığımı hatılyorum. Çok
büyük heyecan yaşamıştım. Çünkü aileme her zaman
doğruyu söylemişimdir. Bu benim için kaçamak
olduğu için çok heyecanlanmıştım.
Kısaca kendinizden ve Zübeyde Hanım Kız Meslek Lisesi’nden bahseder misiniz?
Ben 1937 yılında Konya - Akşehir’de doğdum. Ortaokulu Akşehir’de okuduktan sonra 1951
-1952 yılında İsmet Paşa Kız Enstitüsü’nün özel kısmına başladım.
Öğretmenlerinizden biraz bahsedebilir misiniz ?
Müdüre hanımınız Aliye Timuçin son derece çok
kıymetli bir hocaydı . Onu hepimiz pür dikkat dinlerdik.
Ağzından bal damlardı. Sapmaz diye bir hocamız vardı
. Son derece otoriterdi . Ondan herkes korkardı . Müdür
muavinimiz de erkek gibi bir hanımdı . Onun da ayrıca
girdiği bir ders yoktu. Ayrıca Türkan Hanım vardı . Çok
iyi bir hanımcağımızdı . Son senelere kadar kendisinin
yolda fazla görüyordum . Şimdi bilemiyorum .
Özel kısım 2 yıllıktı. Esas kısım 5 yıllıktı. Esas kısma ilkokuldan sonra gidiliyordu. Bir de Kız Teknik
Öğretmen Okulu vardı. Branş olarak bütün dersler vardı. Ev idaresi, yemek, dikiş-nakış, moda,
çiçek... Beden eğitimi dersi yoktu, müzik bir de resim dersi vardı.
Okuldan hangi yılda mezun oldunuz ?
Okuldan 1953-1954 yılında sene kaybetmeden mezun oldum. Okulumuz son derece disiplinliydi;
mesela çıkış kartı diye bir şey vardı. Biz o zaman uzakta Yeni Mahallede oturuyorduk. Gelirken
tabi ailem okula bıraktığı için, ben de öğle yemeklerini okulda yediğim için çıkış kartı almamıştım,
ilk seneler. Fakat bazen alışveriş yapmak, dikiş dersi için kumaş almaya dışarı çıkmak icap
ediyordu. Çıkmak icap edince evden imza alarak çıkabiliyorduk.
Moda hocam Afife Hanım vardı. O kadar şık, o kadar
zevkli giyinirdi ki , onun giyinişini seyretmek bize zevk
verirdi. El çantasının üzerine broş takardı.
Daha sonra Kız Teknik sınavlarına girdiniz mi ?
Hepsi de çok zevkli hocalardı.
Evet , girdim . Ama bir amatör olarak düşünemedim , ailemden de yol gösteren olmadı. Ben
dikiş dersinden sınava girdim . Dikiş dersine giren pek çok öğrenci vardı . Çoğunluk dikiş dersi
istiyordu . Bunların içinde çok kabiliyetli olanlar vardı . Çocuk bakımı dersinde ise Konyalı
Nadire Hanım isminde bir hocamız vardı . Onun dersinde muvafak oluyordum. Arkadaşlarımın
bilemedikleri konuları hoca kaldırıp , bana soruyordu ben biliyordum . Çünkü Ortaokulda
okuduğumuz ev idaresi ve çocuk bakımı dersindeki bilgilerden yararlanıyordum. Buna rağmen
ben çocuk bakımından girmeyi düşünemediğim ve dikişede talep çoğunlukta olduğu için
imtihanı kazanamadım.
Yemek hocamız Fatma Hanım 3 kardeştiler. Birisi
yemek hocasıydı , diğeri resim hocasıydı , bir diğeride
kreş hocası Melek Hanım’dı . Doktordu. Bu iki kardeş
hocanın kızlarının ikisinin adı da Mine’ydi. Kreşte
kalırlardı ve biz kreşte çocuk bakımı derslerinde ayda
bir nöbet tutardık. O kadar zevkli bir kreşti ki herşey
dört dörtlüktü. Çocuklarının bakımını , temizliğini
anlatamam, hayatımda o kadar güzel kreş o senelerde
bir tek orada gördüm. Ondan sonrasını bilemiyorum.
Okulun size olan katkıları nelerdir ?
Okulun bana olan katkıları tabiki çok. Bir defa bütün dersleri okuduğumuz için şapkasından
tutun yemeğinden çiçeğinden.. her türlü branş elimden geliyor ve çocuklarımın örgüerinden, en
kaliteli yemeklerden yapabildik. Hatta derste yaptığımız yemeklerden sofra hazırlayarak, çatal
bıçak kullanmasını masa hazırlamasını hocalarımızın önünde sergilediğimiz olmuştur. Tabiki bu
bizim için avantaj oldu.
28
ZÜBEY DE HA NI M
O dönem ile bu dönem arasındaki
eğitim farklılıklarını nasıl
buluyorsunuz ?
O dönemle bu dönemki eğitim
farklılıklarını tam olarak bilemem.
Ama şimdi branşlara ayrılıyorlar.
Tek bir ders benim için yeterli
gelmiyor.
Kültür
dersleri
ne
veriyor bilmiyorum, sanki bizim
zamanımızdaki arkadaşlarımız biraz
daha kültürlülerdi. Bu eğitimden mi
kaynaklanıyor bilmiyorum. Yoksa
Okulunuzda defile faaliyetleri olur muydu ?
Okulda sık sık defileler , hatta tiyatrolar olurdu. Bizim
sınıfımızdaki Yücel Akmansoy isimli arkadaşımızın
abisi,
Tekin
Akmansoy
gelip
okulumuzda
arkadaşlarımıza pek çok temsiller vermiştir.
ZÜB EYD E H ANIM
29
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
OKULUMUZUN ESKİ ÖĞRENCİLERİNDEN
meşhur
Bizim
sınıfımızda
meşhur
olanlarda mankenimiz Alev
vardı. Alev daha sonra iş adamı
Feyyaz Berber’le evlendi. Eşi
Tekfen Holdingin başkanı idi.
Sonra Bilge diye bir arkadaşımız
vardı. Eski Hilal Mağazasının
sahibinin kızıydı. Haydar Saltuk
isimli bir Paşa ile evlendi. Eşini
kaybetti. Başka Güner diye bir
arkadaşımız, o da mankendi.
Güner’in
kendisini
vakitsiz
kaybettik. 35 yaşında falan öldü.
“Bir kadın var ki ya annem, ya kardeşim, ya kızım
O’dur bende en mukaddes duygular yaratan
Bir diğer sevgilim ki; günüm, ayım, yıldızım
O’dur bana hayattaki şiirleri anlatan“
Ziya GÖKALP
Buna
benzer
bir
çok
arkadaşlarımız kalbur üstü
idi. Hepsi de iyi evlilikler yaptı.
İyi yerlere geldiler. Bunlardan
yedi tanesi ile görüşüyoruz.
Fırsat buldukça buluşuyoruz.
Oturuyoruz, iyi vakit geçiriyoruz.
Eskilerden anıyoruz. Okulumdan
son derece memnunum. İyi ki
orda okumuşum
Huriye SARAÇ
EKMEK VE KİTAP
Enstitü KİTAP demekti.
ÖĞRENME-ÖĞRETME demekti.
1940’larda köyümde Eğitmenli İlkokul
açıldı. İlkokula giderken konuk odasında
da Karacaoğlan, Kerem ile Aslı, Erzincan
Depremi,
(Aralık1939)
Yemen’e
gidip
dönmeyenlere yakılan Ağıtsı kitapçıkları v.b.
vardı. Askerde okuma-yazma öğrenenler
akşamları okur, babalar da evlerimizde
anlatırken kitap okumaya özenirdik. Öğrenci
olunca da okuma yarışı yapardık. En hızlı
okuyana eğitmenimiz bir kalem verirdi. Ucu
kırılmasın, bitmesin diye kullanmaz bir yerlere
saklardık.
Sonraki yıllarda savaş, tarih filan anlatan
kitaplardan aldı, köyün muhtarlığı. Konuk
odasına tahta raf çakıldı. Eğitmenimizin
söylediği kitaptan okuyor, sınıfta anlatınca
alkışlanıyorduk. Kendi aramızda ‘şöyle
olmuş, böyle yapılmış’ gibi tartışıyorduk.
Okuma odalarında kitabın tadını alıyor, ondan
sonra hep okumak, büyük adam olmak için
çırpınıyorduk.
Mayıs 1944’te alındığım Çifteler (Eskişehir)
Köy Enstitünde de sabahları bir, akşamları iki
saat okuma yapıyorduk. Okulumuzun kuzey
bitişiğinde tek katlı, çok güzel bir halkevi vardı.
Öğle paydosları, cumartesi, Pazar günleri
halkevine koşar, kimi ödevlerimizi yapardık.
Köyün (Mahmudiye) insanları, kimi zaman
da kadınları gelirdi. Okuma-yazma öğretilirdi.
30
ZÜBEY DE HA NI M
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Sizin döneminizde
olanlar var mı ?
1950 de KÖY ÖĞRETMENİ olunca, AFYON/
Emirdağ’ın Ekizce (Öğretmen Benisa’da ki
adıyla LEBLEBİCİ) köyüne atandım. Bir yıl
sonra da bir başka köye atandım. Ama
Ekizce’yi hiç unutamadım. 2007 de “Atatürk
Çocukları
Köylere
Kütüphane
Açma”
derneğine üye olunca da bu köyüme 4500
kitaplı bir kütüphane açtık. Bugün kitap sayısı
7, 8 bini geçti. Komşu köyler, çevredeki
okullar ziyaret ediyor, ödünç kitap alıyor,
okuyor iade ediyorlar. Ziyarete gelenler
kitap getiriyorlar… Köyün muhtarı Gürbüz ile
babası Emirdağ Ziraat Odası Başkanı Ahmet
KÖYCÜ’nün (öğrencim) ve zamanın Afyon
Valisi Sayın Haluk İMGA’nın katkıları büyüktür.
Köyün kadınlarından yılda; 68.96.123.137
ve daha fazla okuyanlar var. Daha değişik
kitaplar istiyorlar. Kitap ana yüreği gibidir.
Verdiğini geri almaz. Kitaplardan aldığımız
bilgiler yaşamımızın yolunu açar, Başarıya
götürür. Kötülüklerden
uzaklaşırız. Bir
köye
kütüphane açmam mesleğimin
ne büyük başarısı diyorum. Ekizceliler’e
teşekkürlerimi sunuyorum. Sofrada nasıl
ekmeksiz doyulmazsa, kitapsız da yaşamayı
düşünemiyorum.
ZÜB EYD E H ANIM
31
Mart ayının son haftasının Kütüphaneler
Haftası olması nedeniyle öğrencilerle birlikte
Milli Kütüphane gezisi düzenlendi.
Aynı haftada, 1930 yılında doğmuş yazar,
yaşayan tarih, emekli öğretmen, kendi yaşam
öyküsünü Öğretmen Benisa adlı kitapta yazan
edebiyatçımız Huriye SARAÇ okulumuzu
ziyaret etti. Okumanın önemi üzerine verdiği
konferansta ayrıca edebiyat yarışmalarında
dereceye giren öğrencilere kendi kitaplarından
hediye etti.
BİLGİ YARIŞMASI
Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğünün Ankara
Lisesi’nde düzenlediği “Ankara’yı Tanıyalım”
konulu “Turizm ve Kültür Bilgi Yarışması”nın
yarı finalinde ekibimiz ilçe birincisi olarak yarı
finale kaldı. Katılan tüm öğrencilerimize ve
emeği geçen öğretmenlerimize teşekkür eder,
başarılarının devamını dileriz.
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
OKULUMUZ ETKİNLİKLERİNDEN
“Mehmet Akif Ersoy
şiirlerinden” resim
yarışması 2011
Okulumuzun öğrencilerinden Anadolu 12/D
sınıfından Fatma TAMGÜÇ mansiyon ödülü
ve Anadolu 12/D sınıfından Seher ŞEN katılım
belgesi aldı.
FOTOĞRAF YARIŞMASI
Yenimahalle İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından düzenlenen Ankara Hatıra
Fotoğraf Yarışması’nda Okulumuz öğrencilerinden Büşra Erol teşvik ödülü aldı.
SES YARIŞMASI
Altındağ İlçesi Ses Yarışmasında okulumuzu
temsil eden T10A sınıfından Merve BAYRAM
1. Merve ÇETİN ise 3. , İl çapında düzenlenen
Şiir Olimpiyatlarında ise A11C sınıfından Hilal
EKRİ 3. “Ankara’yı Tanıyalım” konulu bilgi
yarışmasında ise ekibimiz İlçe birincisi oldu.
23 NİSAN
KUTLAMALARI
23 nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
okulumuzda coşkuyla kutlandı.
Müzik öğretmenimiz Daimi ÖZDEMİR
hocamızın eşliğinde söylenen şarkı ve türküler
çok beğenildi.
13 Aralık 2011 tarihinde toplanan 2.Ankara Hatıra Fotoğraf Yarışması jürisi
Ankara’nın tüm ilçelerinden katılan öğrencilere ait toplam 586 fotoğrafı
değerlendirdi. Katılımın yoğun olduğu yarışmada jüri yapılan değerlendirme
sonucunda toplam 74 fotoğrafı ödüle değer buldu.
HAYAT BOYU ÖĞRENME PROGRAMI İLE DANİMARKA’DA STAJ
PROGRAMIMIZ GERÇEKLEŞTİRİLDİ
Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları
Merkez Başkanlığı (Ulusal Ajans) tarafından
yürütülmekte olan Hayat Boyu Öğrenme
Programı / Leonarda Da Vinci trafından Programı
dahilinde okulumuzun; Güzellik ve Saç Bakımı
Hizmetleri alanı, Cilt Bakımı 11. sınıf öğrencileri
AB ülkelerindeki yeni uygulamaları görmek,
izlemek sosyal ve kültürel etkinliklere katılarak
ülkeler arası işbirliği sağlamak üzere 19.02.2012
- 03.03.2012 tarihleri arasında Danimarka /
Ishoj şehri CPH Nost Teknik ve Meslek Lisesinde
iki haftalık staj programını gerçekleştirdiler.
Edindikleri deneyimleri Güzellik Saç Bakım Hizmetleri alanı öğretmen ve öğrencileri ile paylaştılar:
Tuğçe GÜRBÜZ, Sevcan SOYLU, Eda ŞİMŞEK, Rabia SÜMER, Merve YEŞİLYURT, Hava KÜPELİ,
Betül ÜÇBAŞ, Berna ERÇOBAN.
32
ZÜBEY DE HA NI M
ZÜB EYD E H ANIM
33
SPORTİF BAŞARILAR
Okulumuzun Atletizm, Kros ve Masa Tenisi takımları Ankara şampiyonu oldu. Okulumuz
takımları Ankara’yı Türkiye Şampiyonluklarında temsil ettiler.
Okulumuzun Masa Tenisi Takımı Nevşehir’de Grup 1.si, Kros Takımı Kütahya’da yapılan
yarışmalarda grup 3.sü olmuştur.
Kros Takımı 1 Mart 2012 Antalya’da yapılacak olan Türkiye Şampiyonasında, Masa Tenisi
Takımı da daha sonra belirlenecek bir ilde düzenlenecek Türkiye Şampiyonasında okulumuzu
temsil edecek. Yarışmalarda sporcu öğrencilere başarılar dileriz.
1950’li yıllarda Niğde köylerinde merkeple gezici
kütüphane işleten ve özellikle kadınların kitap
okuduğu bir milletin çocukları olduğumuzu yeniden
hatırlamak ümidiyle…
Kitaplarla çok küçük yaşlarda tanıştım.Bu tanışmada babamın katkısı büyüktür.Bir sürü kitabı
vardı, ciltletmişti.Bir gün bu kitaplardan birini
aldım, okumaya başladım.Polisiye bir romandı.
Elimden bırakamadım.Sonra devamı geldi.
Severek okuduğum kitaplardan bir liste oluşturmayı düşünüyordum, araştırırken gördüm ki
öykü dergisi olan “Notos Öykü” böyle bir liste
yapmış.Üçüncü sayısının kapağını da bu listeye ayırmış.Benim de en sevdiğim kitaplar var bu
listede:
Cervantes’in ‘Don Quijote’ u, Dostoyevski’ nin
‘Suç ve Ceza’ sı, Nâzım Hikmet’ in ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’.
NAAŞ-I MUHTEREMLER SAHNEDE
16 Mayıs tarihinde oklumuz öğrencileri, öğretmenlerimizden Çiğdem ASLAN ve İsmail TOKAR
ile birlikte hazırladıkları “Naaş- ı Muhteremler” isimli oyunu sahneye koydular.
34
ZÜBEY DE HA NI M
Okumadıysanız bir an evvel başlayın.Dergi, 74
yazarın Türk ve dünya edebiyatından belirlediği
10’ar kitabın adını toplayıp 405 kitabın önerildiği
bir liste oluşturmuş ve en çok oy alan 40 kitabı
belirleyerek bir kitap listesi ortaya çıkarmış.
KİTAP
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Ölmeden önce okunması gereken
Söz konusu 40 kitabin 28’i dünyadan, 12’si
Türkiye’den, 24’ü roman, 2’si öykü, 7’si de şiir
kitabı.
Bu 40 Kitap listesi her yaştan okurun ilgi alanına
girdikçe amacına ulaşacak.Listeden okumadığınız bir kitap varsa alın ve okumaya başlayın.
İŞTE LİSTE
1- Don Quijote, M. de Cervantes Saavedra
(1605)
2- Suç ve Ceza, Fyodor Dostoyevski (1866)
3- Memleketimden
İnsan
Manzaraları,
Nâzım Hikmet (1966-1967)
4- Alemdağda Var Bir Yılan, Sait Faik
Abasıyanık (1954)
5- Tutunamayanlar, Oğuz Atay (1971)
6- Hamlet, William Shakespeare (1600
dolaylarında)
7- Yüzyıllık Yalnızlık, Gabriel García Márquez
(1967)
8- Huzur, Ahmet Hamdi Tanpınar (1949)
9- Anna Karenina, Lev Tolstoy (1873-1877)
10-Karamazov Kardeşler, Fyodor Dostoyevski
(1880)
11-Kara Kitap, Orhan Pamuk (1990)
12-İlyada, Homeros (MÖ 9.-7. yüzyıl)
13-Odysseia, Homeros (MÖ 9.-7. yüzyıl)
14-Savaş ve Barış, Lev Tolstoy (1865-1869)
15-İlahi Komedya, Dante Alighieri (13071321)
16-Binbir Gece Masalları (8.-9. yüzyıl)
17-Madame Bovary, Gustave Flaubert (1856)
18-Dönüşüm, Franz Kafka (1915)
19-Ecinniler, Fyodor Dostoyevski (1872)
20-Bütün Öyküleri, Anton Çehov (d.ö. 18601904)
21-Küçük Prens, Antoine de Saint-Exupery
(1943)
22-İnce Memed, Yaşar Kemal (1955)
23-Denemeler, Michel de Montaigne (15721588)
24-Ulysses, James Joyce (1922)
25-Yunus Emre Divanı (d.ö. 1238?-1320?)
26-Mesnevi, Mevlana Celaleddin Rumi (1278,
en eski nüshası)
27-Dava, Franz Kafka (1913)
28-Budala, Dostoyevski (1868)
29-Mrs. Dalloway, Virginia Woolf (1925)
30-Son Şiirleri, Nâzım Hikmet (1970)
31-Macbeth, William Shakespeare (1606)
32-Kızıl ile Kara, Stendhal (1830)
33-Malte Laurids Brigge’nin Notları, Rainer
Maria Rilke (1910)
34-Kayıp Zamanın İzinde, Marcel Proust
(1917-1925)
35-Ses ve Öfke, William Faulkner (1929)
36-Gönülçelen, J.D. Salinger (1951)
37-Şeyh Bedrettin Destanı, Nâzım Hikmet
(1936)
38-Bir Düğün Gecesi, Adalet Ağaoğlu (1979)
39-Evliya Çelebi Seyahatnamesi (1898-1938)
40-Kötülük Çiçekleri, Charles Baudelaire
(1857)
ZÜB EYD E H ANIM
35
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
ÖĞRENCİ YAZI VE ŞİİRLERİ
Listedeki ilk üç kitap
Kitabın Konusu
Don Kişot
Fakir bir genç olan Raskolnikov, başarılı
olmasına rağmen hukuk fakültesini maddi
sebeplerden ötürü yarıda bırakmak zorunda
kalmıştır.Paranın, parayla ne yapılacağını
bilmeyen; insanlık, ailesine parazit olan aşağılık
insanların elinde iken, toplumun gelişmesine
büyük katkılar sağlayabileceklerin para sıkıntısı
çekmesinin yanlış bir düşünce olduğunu
düşünmektedir. Bu yanlışlığı düzeltmek üzere
yaşlı ve zengin olan bir tefeciyi, görgü tanığı
bırakmamak için öldürür. Kimsenin kendisini
görmediğini ve geride bir iz kalmadığını bildiği
halde, Raskolnikov müthiş bir tedirginlik içine
düşer. İnsanlığını, masumiyetini yitirmiştir.
Temiz kalpli Sonya’ya suçunu itiraf eden
Raskolnikov, polise de teslim olur ve cezasını
çekmek üzere Sibirya’ya gider.
Don Kişot, İspanyol romancı Miguel de
Cervantes Saavedra’nın romanı ve aynı
zamanda bu romandaki asıl şahsiyetin adı.
1605 ve 1615’te iki bölüm halinde yayımlanan
roman, İspanyol Altın Çağından bir örnek
olarak en akıcı edebi eserlerden biridir ve
belki de İspanyol edebiyatına ciddi bir giriştir.
Modern Batı edebiyatının en kayda değer
kurgu romanlarındandır.
Kitabın konusu
La Mancha’da yaşamakta olan 50’li
yaşlarındaki emekli bir centilmen olan Don
Kişot şovalyeleri anlatan kitaplara takıntılıdır
ve yazılan her şeyin doğru olduğunu
sanmaktadır. Don Kişot, Sancho Panza ve
Rosinante ile birlikte umarsızca şövalyelik
günleri tasarlarken, etrafındaki insanlar onun
yavaş yavaş çıldırdığını düşünür. Dulcinee du
Toboso, Don Kişot’un hayalinde canlandırdığı
ve onunla birlikte maceralar kurduğu
sevgilisidir. Don Kişot, yani Senyor Kesada;
halkını, vatanını çok seven bir insan olduğu için
olsa gerek Sancho Panza’yı da yanına alarak
Don Kişot oluyor. Kitapta da sözü edildiği üzere
Don Kişot, mazlumları korur ve de kötülere göz
açtırmaz. Fakat her zaman yere yıkılır.
Suç ve Ceza
Dostoyevski’nin en bilinen romanlarından
biridir. Orijinal ismi “Prestupleniye i Nakazaniye”
dir. Roman ilk olarak 1866’da Rus Habercisi
adlı edebiyat dergisinde yayınlandıktan
sonra cilt haline getirilmiştir. Dostoyevski’nin
Sibirya’da cezaevinden döndükten sonra
yazdığı roman, yazarın en uzun ikinci romanı
olma özelliği taşır. Bununla birlikte yazarın
olgunluk döneminin ilk büyük romanıdır.
Memleketimden İnsan Manzaraları
Nazım Hikmet, Memleketimden İnsan
Manzaraları’nı 1939’da İstanbul’da yazmaya
başlamıştır.
İkinci Meşrutiyet’ten II. Dünya Savaşı
sonrasına kadar çok geniş bir zaman
diliminin öyküsünü (1908-1945) bu kitapta
destanlaştırmıştır. Düzyazı, şiir, senaryo
tekniklerinin iç içe kullanıldığı Memleketimden
İnsan Manzaraları, şiir, roman, öykü, oyun,
senaryo, destan olmayan ve hepsini içeren
yeni bir türün habercisi olmuştur.
Memleketimden İnsan Manzaraları Türkiye’de
ilk olarak 1966-1967 yıllarında 5 cilt olarak
yayımlanmıştır. 2010 yılında dünya prömiyeri
yapılan Nazım Hikmet’in “Memleketimden
İnsan Manzaraları”ndan On bir Tablo adlı oyun,
bu kitaptan seçilen sahnelerin Nihat Asyalı
tarafından tiyatroya uyarlanması sonucu
ortaya çıkmıştır.
Ayşe SEKİ ASLIYÜCE
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
36
ZÜBEY DE HA NI M
GÖLGESİ BİLE AYDINLIKMIŞ
Melis TOKER - Anadolu 10-D
Bugün ışığı sönmüş hayatımın en parlak günü.Belki de en aydınlık,en gerçek ve en saydam günü. Yıllardır
yüzüme yapışmış siyah, yuvarlak gözlüklerimden kurtulduğum yepyeni bir gün.Bir hayalin gerçekliğe
dönüştüğü hayatımın en güzel günü.22 yaşında genç bir kadın olmama rağmen hayata yepyeni bir
bakış. Merak ettiğim o kadar çok şey var ki bendeki yoğun bir heyecan telaşı.Aslına bakarsanız yoktur
hiç memnuniyetsizliğim.Hele hele de isyan etmişliğim.Maruz görün yeniden çocuk oluşumu .Bunca yıl
alışmak zorunda kaldığım her şey bugün beyaz pamukların ardında yepyeni haliyle beni bekliyor olacak.
Umarım doktorların dediği gibi bu şeyler beni yepyeni bir ben yapacak.
Çocukken her imkansızı çözülemeyecek bir ip yumağına benzetirdim.Bir sorun benim için hep bin
sorundu.Hatta çoğu kez bir sorunu çözemeyeceğime inandığım için çözememişimdir.Fakat ‘İnanç
başarmanın yarsıdır.’cümlesi beni etkilemiş, ilerde görebileceğime bile inanmışımdır.Hem de öyle bir
inanmışımdır ki bir ses algıladığımda hep hayal etmişimdir gözlerim olsa ne göreceğimi.Umudumu
yitirmemekle birlikte hep görmek istemişimdir bir güneşin doğuşunu ve bir de batışını ...Ve söz
vermişimdir kendime, gözlerim açıldığında hayatımla birlikte dünyaya doğacak güneşi izlemek için.
Ve ilk bakışım...Aynada suretimi gördüğüm ilk dakikalarım...Kalbimin deli gibi çarptığı, ellerimin
heyecanla aynayı yere düşürebilecek kadar çok titrediği o mutlu ama korku dolu anlarım.Güneşin
doğuşu ve hayatıma yeniden başlayışım...
Göremediğimden hep annem anlatmıştır güneşin sabahları ne kadar duru, berrak ve masum bir kız
kadar utangaç yükseldiğini gökyüzünde.Ama şimdi ben dünyayı kendi gözlerimle tanıyacağım.
Bir kelebeğin üç gün sonra ölmeyeceğini öğrendiğimdeki mutlu yüz ifadesi kadar mutlu benim de artık
mimiklerim.Her şey annemin anlattığı gibi ;ağaçlar hiç olmadıkları kadar özenli ve temiz görünüyorlar
bugün.Çiçekler boyunlarını büküp siyahlara bürünmemişler ve güneş eskisi gibi karanlık bir top değil,
sıcacık sapsarı!Gölgesi bile aydınlık. Kuşlar... Kuşlar hiç olmadıkları kadar neşeli ve rengârenk.
Artık üşümüyorum. Çünkü yüzüme gölge düşüren bir gözlük yerine dünyamı aydınlatan bir ‘GÜNEŞ’im
var.
BAZEN BİR GEMİ GEÇER
ANNEME
Bazen bir gemi geçer hayalimden,
Mavi denizlere yolculuk yaparken.
Takılır giderim ne zaman gelse, peşinden.
Giderim gittiği yere kadar.
Zaten bir tek onun peşindeyken yürürüm denizde.
Ayaklarım sadece o zaman değer suya,
Sadece o zaman boğulmam hırçın dalgalarda
Sadece o zaman alırım özgürlüğün tadını.
Giderim peşinden gittiği yere kadar.
Aldırmam geride bıraktıklarıma,
Aldırmam çığlıklara,
Huzur varsa eğer yolun sonunda
Durmam buralarda…
Kapkaranlık bir yoldayım.
Merve ÇETİN
A. 12-F
Göremiyorum ama hissediyorum,
Yolum uzun…
Birçok ara yol var.
Karışık, zor bir yol.
Tek başımayım, korkuyorum,
Çığlık atıyorum duyan yok.
Tek yapabildiğim tahmin yürütmek.
Sonra karanlıkta bir çift el bana uzanıyor,
Bu yumuşak elleri tanıyorum.
İlk adımımda, ilk ağlayışımda yanımda olan,
Mutsuz olduğumda saçımı okşayan kadının elleri,
O benim annemin elleri…
Ellerimden tuttuğu gibi beni aydınlık bir yola
çekiyor.
Korkudan ağlamaya devam ediyorum.
Okşuyor başımı yavaş yavaş,
Öpüyor beni, kokluyor inceden inceden.
Sonra karanlıktan uzaklaşıyoruz hızla.
Ne olursa olsun bırakmıyorum ellerini.
Onsuz bir yol bulamıyorum,
Bulmayı da istemiyorum zaten…
Merve Mutlu DORAK
A. 10-B
KURABİYE
ADINI SEN KOY
HOŞ GELDİN !
Sevmek bazen dalmaktır derine
Dalmaktır gözlerine, dalmaktır en içine
Sevmek bazen mutluluktur
Bazen de mutsuzluk,
Sevmek bazen uzaklaşmaktır gerçekten
Bazen de en dibine girmektir gerçeğin
Sevmek bazen annenin “canım” demesinde gizli
Bazen babanın “bebeğim” demesinde.
Bir de kapı açıldığında sıcacık yemek kokusunda
Sevmek aslında gülmek kadar mutlu…
Ben sevmeyi, sende gördüm gözlerinde
Aklımda tuttum ismini, hiç tutamadığım tarih dersini
Bir gece sesler geldi,
Toplamış tası tarağı biri
Gelmiş bu saatte yamacımıza…
Açtım uzattım bir el
Hoş geldin komşu, sefalar getirdin…
Aklımda tuttum ellerini, sözlerini
Aslında televizyona bakarken seni görmeyi
Kitabın önsözünde, senin sözlerini
Aslında aynaya bakarken, senin için süslenmeyi
Sevmek mi bu bilmiyorum
Ama sanırım “seni seviyorum”…
Her zaman senin için takıyorum bu tokamı
Senin için giyiyorum bu montumu
Derdin ya, “sen ne giysen yakışır” diye
Aslında sen yakışıyorsun benim yüreğime
Sakın gitme hayallerimden
Sakın uzaklaşma,
Hiç tutamadığım ellerlinden
Hiç bakamadığım gözlerinden
Sakın gitme bir de
Telefonuma gönderdiğin “aşkım”dan
Şimdi adını sen koy, bunun
Adını sen koy hayallerimin
Senin gözlerine bakarken, gördüğüm benim
Adını sen koy, gerçeğim…
Kübra ÖZGEÇ
A-10B
Bir gece çaldım kapısını
Ateşim otuz dokuz…
Kimse yok elimi tutacak,
Koştum geldim yamacına
Komşu komşu ben geldim…
Derdim çok…
Anlatacak kimsem de yok,
Bir daha vurdum kapısına,
Komşu, ben geldim.
Komşu komşu hoş geldin…
Evveliyatım yok senle,
Tanımazsın beni belki de
Bacım yetişmez derdime,
Komşu ben geldim,
Komşu komşu hoş geldin…
Huzur aradım durdum,
Kapıları çaldım kimse yok…
Aman Allah’ım!
Yalnızlık mı dersin adın?
Komşu komşu hoş geldin…
Bir kuru ekmek ararken
Karşıdaki zile bastım,
Acaba ayıp mıdır adın?
Bir gıdım ekmek aradım…
Elinde tepsisiyle,
Komşu komşu hoş geldin…
Zaman zaman sıkılır canım
Daha geçenlerde anamdan ayrıldım.
Her gözyaşı damlamda
Yanımda sen vardın,
Komşu komşu hoş geldin…
Sefalar var,
Cümbüşler var dedim.
Yine yanımda sen vardın,
Komşu komşu hoş geldin…
Kendime not olsun ya da günlük gibi bir şey,
her neyse. Bu evden taşınmayı istemiyorum.
Annem galiba orta yaş krizine girdi ya
da yaşadığı o şey her neyse onu her şey
bunaltıyor. Babama taşınmak istediğini
söyledi oysa evimiz çok güzel benim odam 2.
yani en üst katta. Odamın camlarından deniz
ve kocaman bahçemiz görünüyor. Evimiz
nerede mi? Antalya’da Karpuzkaldıran’a biraz
yakın, ama kıyıda ve manzarası muhteşem.
Biraz düşününce aklım almıyor. Annem
için diyorum bunu. Sen yıllarca çalış onun,
bunun, elin sapığının, katilinin davasına bak
kendini parçala para kazan sonunda rahatla
ama durma kendini huzursuz etmek için
taşınacağım diye olay çıkar. Babam ne mi
dedi?
“Peki, Füsun sen nasıl istersen !” Babamın bu
tutumunu aklım erdiğinden beri düşünürüm.
O hep dinler ama hiç itiraz etmez. Bu onun
karakterinin bir parçası mı, mesleğinin getirisi
mi hiç anlamam. Bazen doğup büyüdüğü
şehri anlatır. “Bana o şehir öğretti böyle sakin
kalmayı” der. Ama ben anlamam bir şehir
nasıl sakin kalmayı öğrete bilir? Onun da
cevabını verir babam. “ O zamanlar oralar da
lüks daireler ve kocaman evler yoktu kızım
kenar mahallelerde birbirine yapışık, boyaları
dökülmüş, daha sonra çatlakları alçıyla
sıvanmış, çok yaklaşınca rutubet kokuları
gelen küçük evler vardı. Kışın ısınamazdın
ama karşıdan bir teyze gelirdi. O kara kış
günü elinde bir tabak çorba. Sen soğuktan
titrerken, esen rüzgârdan eşarbı yüzüne
dolanırdı. Bir bakmışsın gelen Muazzez teyze.
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
ŞİİRLER
Açelya Aygüneş - Meslek 10-D
Onun bazen ekmek almaya parası olmaz ama
bir aç kapısını çalsa çoluğunun çocuğunun
rızkını ona yedirirdi. Sen bilmezsin kızım ama
o zamanlar komşuluk diye bir şey vardı.” O iki
kelime ne anlama gelir bilmem ve babama
sorarım. “O şey ne baba, yani komşuluk?”
Babam güler ve elini kafama koyar, böyle
şeyler sorunca ama cevapta verir. “Yan yana
olduğun, bir eksiğin olduğunda istediğin, her
daim gönül dostun olan çok iyi kişidir. Genetik
olarak ne kadar uzak olsan da maneviyat sizi
çelik zincirlerle bağlar ve o zincirler üzerinizdeki
raylar, aranızdaki her türlü manevi değeri ve
gıdanın iletimini yapar. Hem karnınız doyar
hem gönlünüz. Ama sen küçüksün kızım ve
bizim sen doğduğundan beri hiç komşumuz
olmadı” “Baba bizim de komşumuz olsun.”
Babam güler bunu dediğimde. “Olsun kızım”
Küçüğüm daha 9 buçuk belki 10 yaşındayım,
ama büyüyorum ve şimdi bu küçük yaşımda
bir komşumuz olmadan bu evden taşınıyoruz.
Babamın dediğine göre zaten burada
komşumuz olamazmış. Neyse beni aşağıdan
çağırıyorlar, gidiyorum.
Kendime not ya da günlük bu ikinci oldu
ama anlatayım. Annem taşınmakta kararlı,
gitmek istiyormuş. Babam ilk kez fikrini çok
sert bir dille söyledi. Annem ona küs, babam
Ankara’ya gitmek istiyormuş öyle dedi. Hey
galiba komşumuz olabilir. Annemin morali
bozulunca babam taşınacağımız dairenin
daha büyük olacağı sözünü verdi, ama yine
de annem ikna olmadı. Bu olaylar atlatıldıktan
sonra babamın klinikten bir arkadaşı kolileri
getirdi ve paketleme işleri başladı. Bu
Ayşenur Çatal
9-B
ZÜB EYD E H ANIM
39
Demiştim bir daha yazarım diye; Evet
biz taşındık. Bu sabah uyandığım da
Ankara’daydık. Annem Antalya’da kalmıştı,
emeklilik işlerini halletmek için, daha sonra
gelecekti. Eşyalar boşaltılırken babamla
birlikte markete gittik, dönüşte yolda bir teyze
gördük. Babam ilk önce şaşırdı sonra beni ve
elindeki poşetleri yere bırakarak kadına doğru
koşmaya başladı, aramızdaki az mesafeyi
hızlıca kapattı ve kadına seslendi “Muazzez
teyzem” Kadın döndü ilk başta anlamadı
babamın kim olduğunu. Babam seslenene
kadar bende fark etmemiştim kadının Muazzez
40
ZÜBEY DE HA NI M
teyze olduğunu. Sonra oda seslendi “Ertuğrul
oğlum” devamı kucaklaşma, sarılmalar ve
eski günleri anmakla geçti. Muazzez teyze
hep çocuğu gibi sevdiği babama ve şimdi
babamı yıllar sonra tekrar gördüğünde
yanında olan ailesine sevinerek yemekler
yaptı ve kendi evinde sofralar hazırladı.
Üstelik bizim evimiz yerleşene kadar Muazzez
teyzemde kalacakmışız. Annem babamı
aradı mahalleye geliyormuş açık adres istedi
babamdan, oda mahalleye ilk kez geliyordu
benim gibi. Akşamüstü olduğunda evimiz
yarı yarıya yerleşmişti ve annem az önce
gelmişti. İçeride Muazzez teyzem, annem ve
babam konuşuyorlardı, aradan geçen yıllarda
Muazzez teyzenin küçük kızı ( küçük dediğime
bakmayın 45 yaşında). Ona küçük bir pastane
açmıştı. Muazzez teyze haftanın iki günü
orada börek yapmakla ilgili uygulamalı kurs
veriyordu. Annem de katılacaktı galiba.
Emekli olmuştu ve hayatı boyunca hep iyi
yemek yapamamaktan şikâyetçi olmuştu.
Tabii bu arada aradan geçen yıllardan sonra
mahallede yenilenmiş, eski binalar yıkılmış,
yerine yeni çabuk ısınabilen dört katlı binalar
yapılmıştı ve mal sahipleri hakları olan
daireleri geri almışlardı. Muazzez teyze ve biz
artık karşılıklı apartmanlarda oturuyorduk. Ve
ben komşuluğun ne olduğunu öğreniyordum
yavaşça.
Komşuluk 10 yaşında bir çocuk için, aile
problemlerini yok gibi göstererek, kimseye
çaktırmayan, lezzetli yemek yapan altın
saçlı bir teyzenin davranışlarıdır. Ve o altın
saçlı teyze sizin bunalımda olan ailenizi bile
toparlar, evin yerleşmesine yardım eder
ve bir tanesiyle iki gün tok kalabileceğiniz
kurabiyeler yapardı.
KOMŞULUĞU ACI DRAMI
Medine ATALAY - Meslek 10-D
Her gün gibi bugün de güneş terk ediyordu
evreni, hava soğumaya başlamıştı. İnsanlar
acele acele evlerine gidiyordu. Kimse
görmüyordu etrafında olanları. Böyle kör eden
onları soğuk muydu yoksa vicdanları mı? Yine
kimse farkında değildi, koca koca binaların
yanındaki yıkık dökük evde oturan anne ve
iki yetim kızını. İnsanlar ne kadar acımasız
olmuşlardı, yoksa bu hayatın temposu muydu
her şeyi onlara unutturan?
Küçük Eda sordu annesine, hava neden bu
kadar soğuk diye, sanki isyan edercesine.
Ardından Ayşe, “Eskiden böyle miydi be anne,
insanlar kimseyi böyle umursamaz mıydı?”
dedi. Anneleri hiç cevap veremiyordu, hem
ne diyebilirdi ki, sadece üzülüyordu. Kimse
“Nasılsınız?” demez olmuştu. Belki de bu
evde birilerinin oturduğunu bile bilmiyorlardı.
Eskiden evde pişen yemek komşuya da
düşerdi. Komşusu açken içleri rahat etmezdi.
Şimdi ise bunların hiçbiri yoktu. Fatma Hanım
bunları düşünürken eski tahta kapı hızla
çalmaya başladı, nerdeyse kırılacaktı. Eda ve
Ayşe çok korkmuşlardı,onları böyle korkutan
kimdi? Fatma Hanım kapıyı açtı, ev sahibiydi
kapıdaki, “Kirayı ya verirsiniz yada yarın evi
boşaltırsınız.? diyordu, ateş püskürüyordu
resmen. Fatma Hanım da sadece dinliyordu
ve gözünden sürekli yaşlar süzülüyordu.
Ertesi sabah oldu, çocuklarını yanına aldı ve
birkaç parça eşyayla evlerinin karşısındaki
boş araziye yerleştiler. Ne yapacaklardı bu
kışın acımasız ayazında. Hava kararmaya
başladı yine, her günkü telaş başlamıştı.
İnsanlar evlerine gidiyordu ama bugün farlıydı;
yılbaşıydı, daha bir sevinç vardı yüzlerde.
Peki ya Eda ve Ayşe? Onlar yeni yıla böyle
mi gireceklerdi? Üzerlerine kar yağıyordu,
annelerine sarılmış ikisi de titriyordu. Hava
çok soğuktu ve git gide daha da soğumaya
başlamıştı. Kar artmaya, acımasız ayaz daha
da vurmaya başlamıştı.
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
arada söylemeyi unuttum, babam psikolog
ve bir kliniği var buradaki kliniği ortağı
Bülent amcaya devredip, Ankara’da yeni
bir tane açmayı düşünüyor ve demin salon
kapısından dinlediğim kadarıyla babam evi
eski mahalleden almaya karar vermiş. Eski
mahalle diyorum ama bu camları deniz gören
evden başka evim olmadı. O mahalle ile ilgili
tek bildiğim şey Muazzez teyze ve babamın
soğuktan donmakla ilgili olan anıları. Hem
Muazzez teyze yaşıyorsa onu çok merak
ediyorum. Altın rengi saçları varmış, babam
hep şöyle der konu o olunca. “Altın rengi
saçları vardı Muazzez teyzemin yazın bir
filenin içine koyar arkadan toplardı saçlarını,
elinde bir tabak ama öyle küçük değil koca
bir tabak Muazzez kurabiyesiyle çalardı
kapıyı ya da torunlarından birini yollardı. Eh o
zamanlar komşuluk ölmemişti tabii, o akşam
komşularda ne pişerse bizim sofrada, bizde
Allah o akşam ne verdiyse yettiğince onların
sofralarında olurdu.” İşte öyle sever babam
Muazzez teyzeyi. “Komşuluk nedir o öğretti”
der. Şimdi beni aşağıdan çağırıyorlar kolilere
bakacakmışım kapıda, kamyon gelene kadar.
Bir daha yazarım ben herhalde, hem de yeni
evden.
ENKAZA DÖNÜŞEN HAYATIM
Sümeye Merve (Özel Anadolu) 11-C
O gün her gün gibi sıradan bir gündü. Değişik
olan tek şey gönlümde kopan fırtınalarım.
Hani şu kötü bir his deyip de, anlatamadığımız
duygular.
Yüreğim daralıyor, ruhum bedenimde
sarsılıyor. Bu sarsıntı neydi? Bu sarsıntı koca
bir şehrin yıkılması, o kadar insanın kayboluşu
mu? Bundan bir gün önce herkesin evi,
kendine özgü yaşantısı vardı ya şimdi ev mi
kaldı, anne, baba hangisi?
Üşüyorum,
bunun
acısını
acizliğimi
damarlarımda akan kanın her damlasına
kadar hissedebiliyorum. İçim kan ağlıyor,
bu çaresizlik duygusu beni inceden inceye
bitiriyor.
Annem geliyor aklıma, her zaman yanımda
olan, hastalandığımda sabahlayan, koruyan
kollayan... Van depremi çok aileyi yok etti.
Enkaz kazılıp insanlar kurtarılıyor. İçimdeki
enkazı kim kazıp kurtaracak? Bana ailemi kim
verecek?
Yalnızım, kalabalığın içinde benliğimi arıyorum
ve beni uçurumun kenarına sürükleyen
duygu..Artık ailem yok mu? Onların yokluğunu
kabullenememişken bununla savaşmak
çok zor ve ortaya keşkelerim çıkıyor, keşke
annem yanımda olsa, keşke ona son bir kez
daha sarılabilsem ve keşke bir mucize olsa...
Van benim dünyam gibi koca bir enkaza
dönüşmese...
Küçük Eda, Ayşe, ardından da anneleri derin
ve kesintisi olmayan bir uykuya dalmıştı; artık
o hüzünlü gözler yoktu. Yoldan geçen birisi
nihayet görmüştü, hemen yanlarına koştu ve
anladı artık çok geç…
ZÜB EYD E H ANIM
41
Meryem TIRPALAN
Giyim Üretim Teknolojisi Öğretmeni
Ülkemiz son yıllarda dünyanın en hızlı büyüyen
2. ekonomisi ünvanını almıştır. Coğrafi
konumunun da etkisiyle küresel pazarda
gelişen bir ülke konumuna gelmesinde en
önemli ihracat kalemini oluşturan tekstil
ve hazır giyim sektörünün katkısı herkes
tarafından bilinmektedir.
Katma değeri yüksek ürünlerle ve pazar
payındaki artış oranları ile dikkat çeken
sektör ,2009 yılında 344 bin,2010 yılında 375
bin,2011 yılında ise 398 bin kişi istihdam
ederek büyümeye devam etmektedir.Zaman
içersinde bir dizi
evrim geçirerek hızla
değişen moda akımlarına uyum sağlayan
sektörde kullanılan en önemli hammade
liftir.Mamul kalitesini doğrudan etkileyen
bu hammadde,doğal lif ve sentetik lif olmak
üzere iki ana gruptan oluşmaktadır.
Toplam lif tüketimi içinde sentetik liflerin
kullanım oranı yaklaşık olarak yüzde 75, doğal
liflerin kullanım oranı ise yüzde 25 tir. Bu oran
içinde yünün payı ise yüzde 10 civarındadır.
Yapay liflere göre kullanışlı, yüksek nitelikli
,değerli ve ekolojik olduğu bilinen yün lifi
koyun keçi deve gibi hayvanların kıllarından
elde edilmekte ve tekstil elyafı olarak
kullanılmaktadır.
Bu elyaflardan en değerlisinden birisi batı
ülkelerinde MOHAIR diye adlandırılan
TİFTİK, bütün dünyaya yurdumuzdan yayılan
Ankara keçisinin ürünüdür. Ankara keçisinin
uzun,parlak ve yumuşak kıllarından elde
edilen hayvansal kıl kökenli doğal elyaf türü
olan tiftik.Ankara dan aldığı isim ile ANGORA
olarak da bilinmektedir.
42
ZÜBEY DE HA NI M
1500 lü yıllardan itibaren seyahatnamelere
bakıldığında Ankara ,keçileri ile anılmaktadır.
Bunlardan Ogier GhıselinDe Busbecg adlı
seyyah Ankara keçisi ile ilgili olarak
Türklerin çok meşhur keçilerini de gördük.
Tüyleri
gayet
inceve
bembeyazdır.Bu
tüylerden Comlet denilen bir cins kumaş
dokunur. Yerlere kadar sarkan bu tüyleri
çobanlar hiç kesmezler,tararlar.İpek kadar
değerlidir bu tüyler.Böyle oluşu hayvanların
yedikleri kuru ot gibi şeylerden ileri geliyordur
herhalde.Çünkü başka taraflarda otladığı
zaman yedikleri seyler değişen bu keçilerin
tüyleri bu güzelliğini kaybediyordu.demiştir.
1539’da
Michele
Membre,
Ankara
yı”Zambelotti (Sof) yapılan yer” şeklinde
tanımlamış. 1555’de ise Busbecq, uzun
tüylü tiftik keçilerini anlatmakta ve bunların
tüylerinin iplik haline getirilişini, bu işlemin
Ankara’ya özgü olduğunu belirterek işlemleri
ayrıntılı olarak açıklamıştır.
Evliya Çelebi de bir yazısında Ankara tiftik
keçisinin ipek yapağısını bir şey ile tasvir
etmek ve hakkında bir madde bulmak kabil
değildir.demiştir.
Ankara da köylü kadınlar bu ipek gibi
tüyleri
eğirerek,SOF denilen bir kumaş
dokumaktadır,. 16 dan 18. yüzyılda altın çağını
yaşayan sof dokumacılığı evlerde oluşturulan
küçük işlliklerde yapılmaktadır.Elde edilen
ürün Osmanlı kentleri nin yanı sıra Avrupa
kentlerinde de büyük ilgi görmekte,güzelliği ve
kalitesi ile aranan bir tekstil yüzeyi olmaktadır.
SOF YERİ olarak söz edilen Ankara da
neredeyse her yedi evden birinde dokumacılık
yapıldığı,4-5 bin dokuma tezgahının yılda
100.000 top civarında hammaddesi tiftik olan
dokuma tekstil yüzeyi üretilerek ticaretinin
yapıldığı bilinmektedir.
Yüzde yüz tiftikden üretilen Ankara sofu
parlak ve hareli bir görüntüye sahiptir.İnce
fakat sağlam bir kumaştır.Daha çok üst gelir
grubunun satın aldığı,büyük bir miktarı da
ihraç edilen değerli bir kumaş türüdür. Çeşitli
belgelerde belirtildiğine göre “Meviçli”, “Hareli”,
“Muhayyer”, “İnce” ve “Kalın” adlarıyla tanınan
çeşitleri olan bir sof ,açık ve koyu gülguni,açık
ve koyu kırmızı,tavşan kanı, leylak,kızılcık,açık
şarabi,çimeni yeşil,fıstık yesil,turuncu,mısır
moru gibi birçok renkte boyanmaktadır.Bu
renkler doğal(böcek gb) ve kök boyalarla
boyanarak elde edilmektedir.
Elde edilen bu renklerin parlaklığı,yumuşaklığı
öyle göz alıcı olmuştur ki,hanımların
vücutlarını belirginleştirdiği için , bir dönem
bu kumaştan yapılan feracelerin giyilmesi
yasaklanmıştır.
Yüksek nitelikli ve değerli bu liften,erkek
ve kadın dış giyim kumaşı,döşemelik
kumaş,halı,sapka şal gibi geniş bir yelpazede
ürün yapımı mümkün olmaktadır. Ülkemizde
çeşitli kurumlar tiftik üretim artışı sağlamak
ve sof üretiçiliğini yeniden canlandırmak
amacı ile çalışmalar yapmaktadır.Ankara
Olgunlaşma Enstitüsü sof dokumacılığını
canlandırmak,sof kumaşını yeniden tanıtmak
amacı ile proje gerçekleştirmiştir.
2023 yılı stratejik hedeflerinde, akıllı
giysiler, ev tekstil ürünleri, teknik tekstil
ürünlerinin geliştirilmesine ve özel üretiminin
sağlanmasına yönelik
arge ve eğitim
çalışmalarının öncelikli olduğu belirtilmektedir.
Hazır giyim ve triko sanayinde kayda değer
istihdam gerçekleştiren Ankara, dokuma
sanayinde yeterince varlık gösterememekktedir.Ankara bölgesinin eski bir sanatı olan
sof dokumacılığı ve adını Ankara dan alan
ANGORA tiftik üretimi hakkında yapılacak
her türlü çalışma,Ankara da mevcut tekstil
,hazır giyim,tekstil, ve aksesuar sektörünün
gelişmesine katkı sağlaması, istihdamı
artırması,ülke tanıtımına yardımcı olması
açısından önem taşımaktadır.
Yapılacak çalışmaların Başkent Ankara
ya SOF DİYARI ünvanının iade edilmesini
sağlaması umud edilmektedir.
Bu kadar değerli kumaş üretilmesine vesile
olan tiftik üreticiliğinin ve dokumacı,perdah
cı,boyacı,cendereci gibi meslek gruplarının
yok olmasının nedenleri elbette çeşitlidir.En
önemli nedenlerinden birisi de hammadde
eksikliğidir.DİE verilerine gore Ankara keçisi
nüfusu 1999 da 367.508,2010 yılında 85.140
dır.Başta Güney Afrika olmak üzere Ülkemiz
tiftik ithal etmektedir.
Konfeksiyon üretimi ve teknolojisi,prof.dr.Gülseren Kur
umer,Printeroffsetmatbaacılık,Kasım 2007. Seyahatnamelerde Haymana,Halil İbrahimUçak,Ankara,1995
Çünkü tiftik tekstil ve triko sanayinin aranılan
yüksek nitelikli ham maddesidir.Ülkemizin
Seyahatnamelerde Ankara ve Ankara Keçisi,Hakan
Kıldöküm,2007,blog.milliyet.com.tr
Kaynakça
Tiftik liflerinin üretimi ve kullanım alanları,Tekstil
ve Konfeksiyon Dergisi.Mart
2007 Sof Kenti
Ankara,www.torunoglutohum.com
ZÜB EYD E H ANIM
43
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
tiftik ve soft
de bu hammaddeyi işleyecek dokuma ve
örme makineleri açısından rekabet durumu
birçok Asya ve Avrupa ülkesinin önünde yer
almaktadır.
ANKARA KEÇİSİNİN
BİN YILLIK ÖYKÜSÜ1
(OSMANLI DOKUMACILIĞI)
O
smanlıyı kısa sürede aşiretten
devlete
ve
impararatorluğa
yükselten
büyük
ekonomik
gücün gizemi, Ankara tiftik
keçisinin öyküsünde gizliydi.
Osmanlı’da tiftik üretimi, 1220 yıllarında
Moğol Orduları’nın Kayı boyunu, Süleyman
Şah’ı ve halkını Türkmen topraklarından
sürüp çıkarması ile başlamıştı. 70 yıl sonra
Osmanlı Devleti’ni kuracak olan Osman Bey,
tiftik keçisini Anadolu’ye getiren Süleyman
Şah’ın torunuydu. Süleyman Şah 1229’da
ölünce oğulları Kayseri’den Ankara’ya kadar
uzanan bölgede tiftik keçisi sürüleriyle yayılıp
yerleştiler ve bu bölgeyi yurt edindiler. O
günden başlayarak Ankara ve çevresinde halk
tiftikten ipek gibi kumaşlar dokudu.Türklerin
dokuduğu tiftik kumaşların ünü Ankara’dan
tüm dünyaya yayıldı ve tiftik keçisi dünyada
Ankara Keçisi (Angora Goat) adıyla anılmaya
başladı. “Öteden beri Ortadoğu’da olduğu
kadar Avrupa ve İtalya pazarında aranan
Türk kumaşları, bezleri ve halıları, (Selçuklu
döneminde)kazanmış oldukları ünü (Osmanlı
döneminde de ) koruyorlardı. Başta tiftikten
dokunan moher ye da sof’larla boğası denilen
pamuklu dokumalar ve ipekli kadifeler bunlar
arasında yer alıyordu. 15. yüzyılda ‘ yeniçeri
çuhası’ denilen kumaşlar da dış ülkelerde
rağbet edilen görülüyordu. Bu nedenle kumaş
ticaretiyle uğraşan Türkler de artık İtalyan
şehrine yerleşecek derecede alım satım
işlerini genişletmişlerdi,” diyor Şerafettin
Turan.
Tıpkı ipek kumaş gibi, Osmanlı ekonomisinin
bel kemiği ve en çok gelir getiren dışsatım
ürünüydü tiftik kumaşı.1554’te bir çift Ankara
keçisi bir “hanedan hediyesi” olarak Kutsal
Roma İmparatorluğu’na gönderilmişti. Başta
İngiltere ve Hollanda olmak üzere Avrupa’ya
ve Arap ülkelerine satılan Osmanlı tiftik
kumaşına Avrupa ‘da öyle büyük talep vardı
ki, gün geldi Anadolu tiftik kumaşı üretimi,
Avrupa’nın kumaş talebini karşılayamaz hale
geldi. Avrupa, “bize işlenmiş tiftik kumaşı
satmak yerine işlenmemiş ham tiftik yünü
verin, biz kendimiz dokuyalım ya da bize
damızlık Ankara Keçileri satın,”diyordu.
Osmanlı’nın dünyadaki Ankara tiftik keçisi
1 Yukarıdaki bilgiler Araştırmacı Yazar Cengiz Özakıncı’nın (Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı)
kitabından alınmıştır.
44
ZÜBEY DE HA NI M
ve kumaşı tekelini kırmaya yönelik bu
çabalar karşısında Sultanlar, işlenmemiş
ham tiftik dışsatımına yasak koymuşlardı:
Avrupa’ya yalnızca işlenmiş tiftik ürünleri,
tiftik ipliği ve tiftik kumaşı satılacak; damızlık
Ankara keçisi ve ham tiftik yünü kesinlikle
yabancılara
satılmayacaktı.
Kalitesiyle
rekabet edemediği Osmanlı tiftik kumaşı,
Avrupa’lı kumaş üreticilerinin en büyük sorunu
olmuş, Avrupalılar Osmanlı topraklarından
damızlık Ankara keçisi kaçırma girişimlerine
başlamışlardı. Evliya Çelebi 1640’larda
Ankara için “burası tiftik kumaşı (sof) yeridir…
Bu kumaş da Ankara’ya özgüdür. Yeryüzünde
başka bir yerde üretme olanağı yoktur. Kadın
ve erkek herkesin işi tiftik kumaşı dokumaktır.
Fransızlar bu Ankara keçilerinden Fransa’ya
götürüp yumuşak iplik eğirip tiftik kumaşı
Avrupa dokumacılıkta kol gücünden makine
gücüne geçmeyi yeni yeni deniyor, ama
dokumacılar kendilerini işsiz bırakacak bu
makinelere karşı ayaklanıp kullanılmasını
yasaklıyorlardı.
Osmanlıda
ise
böyle
dokumacıları işsiz bırakmakla tehdit eden
dokuma makinesi icad etme girişimleri
görülmüyordu. 1711 de güneybatı Almanya’da
Plaf bölgesinde bir Ankara keçisi çiftliği
kurma girişimi keçilerin iklime uyumsuzluğu
nedeniyle
başarısız
olurken,
1740’ta
Ankara keçisinin İsveç’e götürülme girişimi
önlenmiş ve 1778’de Venedikliler Ankara
keçisi besiciliğinde (yine iklim uyumsuzluğu
nedeniyle) düş kırıklığına uğramışlardı.Osmanlı
dünyanın en pahalı tüftik kumaşı tekelini
kıskançlıkla koruyor, yabancıya işlenmemiş,
ham madde ve damızlık keçi satmamakla
direniyordu. İngilizler Osmanlı tiftik tekelini
kırmak için gizlice kaçırmayı planladıkları
damızlık Ankara keçilerinin dünyada uyum
sağlayabileceği iklimi araştırmış ve bu
keçilerin Ankara’dan başka Güney Afrika’da
yaşayabileceklerini saptamışlardı. 1830’larda,
içinde 12 teke(erkek keçi) ve 1 anaç(dişi keçi)
de bulunan bir kafile başka bir kıtaya, Afrika’ya
varmak için açık denizlere yelken açmış,ancak
bu 12 tekenin yolculuktan önce Osmanlılar
tarafından kısırlaştırılmış olduklarının farkına
varmışlardı. Osmanlı çok kötü alay etmişti
İngiliz damızlık avcılarına.
Ancak James Watt’ın 1765’te İngiltere’de icat
ettiği buhar makinesinin 1785’te Edmond
Cartwright ve 1790’da Richard Arkwright
tarafından buharlı dokuma tezgahına
dönüştürülmesinden sonra İngiltere’de ip
ZÜB EYD E H ANIM
45
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
dokumak isterler de dokudukları şey sof
olmaz. Hatta Ankara’dan eğrilmiş ipliği alıp
Fransa’ya götürerek tiftik kumaşı yapalım
dediler fakat yine olmadı.” der. O tarihlerde
başta Ankara olmak üzere; Zir, Çankırı,
Beypazarı, Nallıhan ve Kalecik’te 1355 tiftik
tezgahının bulunduğu ve her yıl 20.000 top
kumaşın yurt dışına satıldığını bildiriyordu.
İngilizler, sömürgeleri olan Hindistan’da
Hintli dokumacıların ellerini, parmaklarını
keserek el işi ip eğirme ve kumaş üretim,ne
son vermiş, Hindistan’ın yerli dokumacılığını
kanla şiddetle yok etmiş ve İngiliz malı fabrika
işi kumaşlarına Asya’da Pazar açmışlardı
böylece. “Bulunmaz Hint Kumaşı” deyiminde,
Hint kumaşının “bulunmaz” olmasıyla
1700’lerde gerçekleşmiştir.
ÇIKRIKLARIN DURMASI
(OSMANLI DOKUMACILIĞININ SONU )
1800 ‘lerin başında yerli iplik ve kumaş üretimi
tıpkı Hindistan’da olduğu gibi İngilizlerin
fabrika ürünleri tarafından tehdit edilirken, bir
de 1789 Fransız Devrimi’nden kaynaklanan
etnik ayrılıkçı akımlarla başı derde giriyordu
Osmanlı’nın.
Osmanlı İmparatorluğu dış kışkırtmalarla
örgütlenen iç ayaklanmalarla sarsılmış
yıkılma noktasına gelmişken, 1835’lerde
Ankara’ya gelen İngiliz gezgin Hamilton
burada tiftik kumaşı üreten 1000’den çok
tezgahın bulunduğunu yazıyordu. Osmanlı’nın
ayrılıkçı iç ayaklanmaları ve Mehmet Ali Paşa
isyanı’yla bunaldığı 1837’de, 18 yaşında
tahta çıkan İngiltere Kraliçesi Victoria ,
Fransızlarla işbirliği yapıp İngiliz mallarının
Mısır ve Suriye ‘de satılmasını yasaklayan
Mehmet Ali Paşa’ya karşı Osmanlı Padişahı
II. Mahmut’la 1838 Balta Limanı Antlaşması
imzalayarak , Osmanlı tahtının Mehmet Ali
Paşa eline geçmesini önlemek karşılığında,
İngiliz mallarına karşı uygulanan gümrüğü
kaldırtmış ve böylece bir yandan Osmanlı
pazarını ucuz İngiliz fabrika kumaşlarıyla
doldurarak Türk yerli dokuma sanayisini yok
46
ZÜBEY DE HA NI M
etmeye yönelirken, bir yandan da ham tiftik
ve damızlık tiftik keçisinin yabancılara satışını
önleyen yasakları delmişti.
Osmanlı’nın sanayisini, ticaretini, dirliğini,
düzenliğini bir daha hiç düzelmeyecek denli
baltalayan 1838 Balta Limanı Antlaşması’ndan
sonra, İngiliz Albay Handerson Ankara’dan
seçtiği damızlık tiftik keçilerini Güney
Afrika’da özel olarak kurulan İngiliz çiftliklerine
götürmüş, çoğaltmış ve böylelikle 1856’ya
gelindiğinde İngiltere, Osmanlı’nın 1838’e de
kıskançlıkla koruduğu tiftik kumaşı tekeline
son vermişti.
Böylece ,1220’lerde Osman Bey’in dedesi
Süleyman Şah’ın Türkistan’dan Anadolu’ya
getirdiği tiftik keçileriyle, Osmanlı- Türk Tiftik
Kumaş tekeli üzerinde yükselen Osmanlı
İmparatorluğu, 1838’de tekeli İngilizlere
kaptırıp elinden kaçırmakla, kendi sonunu da
belirlemiş oluyor ve Ankara Keçisine İngiliz
damgası vuruluyordu.
Ankara keçisinin bin yıllık öyküsü gösteriyor
ki; Osmanlı, savaş alanlarında askeri ve
siyasi yenilgilere uğramadan önce, bilimsel,
teknoloji alanda geri kalarak ekonomik-siyasi
çöküntüye ve askeri yenilgilere uğratılmış,
üretimde buhar gücünden yararlanamayan
Osmanlı sanayisi, ucuz yabancı fabrika
ürünlerinin karşısında el yapımı yerli pahalı
ürünlerle dikilemediği içindir ki, yerli çıkrıklar
durmuş ve 600 yıl Batı’ya ekonomik olarak da
üstün olan Osmanlı çökmüştü.
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
eğirme ve kumaş üretiminde kol gücünün
yerini buharlı makinelerin almaya başlaması,
İngiliz malı ucuz fabrika işi kumaşların
gümrük duvarlarına yığılarak yerli kumaş
üretimini tehdit etmesi sorunuyla karşı
karşıya bırakmıştı Osmanlı’yı.
TÜRK HALI – KİLİMLERİNDE
KULLANILAN MİTOLOJİK
SEMBOLLER1
Bir Kızılderili’yi uzaktan izleyen kişine diyor?
“Totem önünde kurban kesiyorlar ve sonra
ona tapıyorlar” Tabi ki bu, onun yorumu. İşi
bilmeden; konuşmuş olmak için konuşmuş,
yazmış olmak için yazmış… Hâlbuki gerçek
öyle değildir. Kızılderili ne diyor? “Bize uzaktan
baktınız, kurban kestim, önünde eğildim. Ben
Totem’e tapmam. Ona saygı gösteririm. Tabiki
kurban keserim; çünkü o benim soy kütüğüm,
atam ve saygı duyduğum bir sembol. Hangi
kişi Haç’a tapıyor da, ben Totem’e tapayım.
Beni o kadar mı batıl zannettiniz? Siz beni
kötülemek için öyle yazdınız” Kızılderili bunları
söyledikten sonra çok iyi düşünmek lazımdır.
Onlar da aynen uzaktan izleyen ve zamanı
dar, bir şeyler yazmak zorunda kalan kasıtlı,
acemi, araştırmacılar. Bir Kızılderili soy kütüğü
Totem’e yazmış, diğer toplumlarda halıya
yazmış, tarih dersi veren bir kompozisyon
ortaya çıkmış. Ondan sonra da halıyı binlerce
yıldır duvarlara asmışlar. Yere ise sembolsüz,
düz, sıradan çiçek ve ağaçlar ile süslenmiş
halı ve kilimler atmışlar. Önce
adını koymak lazım. “YER
HALISI MI?” “ DUVAR HALISI
MI?” “ YER KİLİMİ Mİ?” “ DUVAR
KİLİMİ Mİ?” Öyle değil mi? Eskiden ev yansa
bile ilk kurtarılacak malzeme duvar halısı veya
kilimiydi. Çünkü onu diğer zamana taşıyacak
arşivi oydu. Çocuk sayısına kadar halı ve
kilime yazılıyordu. Kimmiş, dini, soyu, sopu,
gelmişi ve geleceği yani tarih belgeleriydi. Biz
ne yaptık? Onları yere attık. (Çünkü kutsallığını
kaybetmiş, biz onlara tapmıyoruz, saygı
duyuyoruz.) Üzerine ayakkabı ile basıyoruz.
Tanrı sembolünün, hayat ağacının, bayrak
sembolünün… Yazık bize! Peki, muska niye
üçgen ve Türkler muskayı niye ters takıyor?
Hiç düşünmedik. Tanrı sembolünün içine
O’nun sözü var diye kutsal üçgen yapıldı ama
biz muskanın da üstüne basıyoruz. Anlamak
mümkün değil!..
Bir motif çok ilgimi çekiyor: “ DULAVRAT
OTU” motifi. Bazıları ise “Buturak otu” motifi.
İnsanı göz ve nazardan korurmuş. Gözün
çıkmasın… Göz halıya bakarak nazardan
koruyacakmışmış… Akrep motifinin ise;
akrep o motifi görünce halı veya kilimden
yani eve giremeyecekmişmiş… (Yılan ve
akrepten korunmanın yolu sarımsak ve keçi
kılıdır. Yörükler çadırlarını keçi kılından yapar.
Türkmenler çadıra keçi kılı ipler sararak
korunurlar. Yılan için ise sarımsak yeterlidir,
hatta çocuklara nazarlık yapılır, bebeklerin
omuzlarına nazarlık takılır; çünkü yılan, çocuk
süt koktuğundan hemen gelir. Yılan gelmesin
diye takılır veya yastığın altına bir diş sarımsak
konur, çobanlar ise bol bol sarımsak yerler. )
Nazarlık korunma ve koruma amaçlıdır.
Aslında akrebin gözleri çok az görür, keçi kılına
dokunur dokunmaz kaçar. Sert ve oynaktır.
Akrep hızla koşar ve bir taş altına saklanır,
üzerine basmasınlar diye. Motifi nasıl görecek
zavallı. ( boğa kırmızıya saldırmaz, çünkü
boğalar renk körüdür.! )
1 Kaynak: Selim Kudar -Muatazmayinşatürta mitoloji-efsane-obje-takı ve sembol evrimi s.f 135
ZÜB EYD E H ANIM
47
ANKARA’NIN TARİHÇESİ
Ayşe SEKİ ASLIYÜCE
Hürses DALGIÇ
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
“Koca Ankara vilayetinin merkezi 25-30 bini ancak bulan nüfusuyla kaledeki konaklardan
Hacettepe eteklerine yayıldı. Mütevazı bir eyalet başkentiydi. Mütevazıydı ama renkliydi…
Koca konaklarına ve hoş avlulu evlerine pek tutkundular. 1970’lerde eski Ankaralılar apartman
hayatına pek gönülsüz geçtiler”. Tarihçi İlber Ortaylı Ankara Kalesi adlı yazısında Hamamönü ve
civarından böyle bahsediyor.
Ankara’nın en eski yerleşim yerlerinden olan
Hamamönü, adını Oğuz Türkleri’nin Bayındır Boyu
beylerinden Karacabey’in yaptırdığı hamamdan
almıştır. Yaklaşık 250 yapının bulunduğu Hamamönü
metruk halinden kurtulmaya 2006 yılında başlamış.
Son dönem Osmanlı mimarisinin yansıdığı evlerin,
konakların, camilerin bulunduğu bu bölge, Altındağ
Belediyesi tarafından restore edilerek 19. Yüzyıldaki
orijinal haline döndürülmüş durumda.
Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşı’nı yazdığı ev
de bu bölgede bulunuyor. Ersoy’un bir dönem
yaşadığı mütevazi ev, müze haline getirilmiş.
Mehmet Akif Ersoy Müzesi haline getirilen bu
küçük yapı ve içerisindeki eşyalar şairin mütevazı
hayatını sergiliyor. Az sayıda eşyanın bulunduğu
evin duvarlarında eşinin ve çocuklarının fotoğrafları
görülüyor.
Hamamönü, yüz elli yıl önceki sosyal hayatı
hatırlatması yanında bazı kültür sanat etkinliklerine
de ev sahipliği yapıyor. Bölgede bulunan tarihi
konaklardan Kabakçı Konağı, Kamil paşa gibi
konaklarda kültür, sanat, tarih, edebiyat söyleşileri,
şiir dinletileri yapılıyor. Yakın zamanda hizmete
açılan sanat sokağında ise çeşitli sergiler, müzik
dinletileri düzenleniyor. Sokakta “kaybolmaya yüz
tutmuş el sanatları” ile uğraşan pek çok sanatçı da
atölye çalışmalarına devam ediyor.
Altındağ Belediyesi, Hamamönü restorasyonu
ile Avrupa Parlamentosu tarafından düzenlenen
“Avrupalı Seçkin Turist Destinasyonu” ödülünün
2011 yılındaki sahibi olmuştu.
48
ZÜBEY DE HA NI M
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
Sayı-1 ■ Tem m uz 2012
hamamönü
Sanat Tarihi Öğretmeni
Ankara’da kronolojik sıraya göre şu devletler hüküm
sürmüşlerdir: M.Ö. 8-7. Yy Frigler, M.Ö 7-6. Yy Lidyalılar, M.Ö.
547- 331 Persler, M.Ö. 331- 278 Helenistik Dönem, M.Ö.
278-189 Galatlar, M.Ö. 189-m.s. 395 Romalılar, 395-1073
Bizanslılar. Anadolu Türklerin yönetimine geçtikten sonra
1073 Selçuklular, 1127 Danişmendler, 1143 Selçuklular, 1304
İlhanlılar, 1344 Bağımsız ahi yönetimi, 1354 Osmanlılar, 1923
yeni Türkiye Cumhuriyeti Ankara’ya hakimiyet kurmuşlardır.
ANKARA’NIN BAŞLICA TARİHİ ESERLERİ
Paleolitik dönemden çeşitli yüzey şekilleri ,10.000 yıllık el baltaları.
Tunç çağından Gordion yöresinden heykeller.
Hitit döneminde Ankara kalesinin bir bölümü.Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde
sergilenen eserlerin bir bölümü. Sfenksler, Alacahöyük Çatalhöyük buluntuları.
Frigya döneminden yassı höyük kalıntıları, Gordion Tümülüs ve mezar odaları.
Roma dönemi Roma hamamları, Augustus Tapınağı, Jülyen Sütunu Ankara surlarının bir
bölümü
Selçuklu dönemi Alaeddin Camii, Arslanhane Camii, Akköprü
Osmanlı dönemi Hacıbayram Türbesi
Çukurhan
19-20. YY YAPILARI
Gazi Eğitim Ensititüsü, Gazi Köşkü, Etnografya
ve Devlet Resim Heykel Müzesi, Çocuk
Esirgeme Kurumu, bazı elçilik binaları, Vakıf
hanları, Ankara Palas, DDY Gar Müdürlüğü
Binası, Başbakanlık Köşkü, İller Bankası,
Anıtkabir, Fen ve Edebiyat Fakültesi binaları…
ANKARA’NIN MÜZELERİ
Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Gordion Açık
Hava Müzesi, Roma Hamamı Açık Hava
Müzesi, Atatürk Kültür Merkezi (Cumhuriyet
Karacabey Camii, Mahmutpaşa Bedesteni,
Müzesi), Devlet Resim Heykel Müzesi,
Kurtuluş Savaşı Müzesi (Birinci TBMM Binası),
Etnografya Müzesi, Alagöz Karargah Müzesi,
Anıtkabir ve müzeleri, Oyuncak Müzesi, Atatürk
Orman Çiftliği’ndeki Atatürk Evi Müzesi,
Çankaya Köşkü Müzesi, Devlet Meteoroloji
Müdürlüğü Müzeleri, Devlet Mezarlığı Müzesi,
Eğitim Müzeleri, Kız Teknik Öğretim Müzesi,
MTA Tabiat Tarihi Müzesi, Mehmet Akif Ersoy
Evi Müzesi, Milli Mücadelede Atatürk Konutu
ve Müzesi, Buharlı Lokomotif Müzesi, M.S.B
Haritacılık Müzesi, Odtü Müzesi, Ptt Müzesi,
Ziraat Bankası Müzesi, Yüzüncü Yıl Spor
Tarihi Müzesi…
ZÜB EYD E H ANIM
49
Biraz G lelim

Benzer belgeler