Pdf Olarak Görüntüle - Genetiği Değiştirilmiş Din

Transkript

Pdf Olarak Görüntüle - Genetiği Değiştirilmiş Din
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
1
Yüce Allah’ın Kulu ve Elçisi Hz. Muhammed
Kengerli Sümer Türkü’dür.
Evreni Yöneten Kozmik Geometri Altıgen
Yüce ALLAH Yerleri, Gökleri
Altı Günde Yarattı
Satürn’ün Kuzeyinde Bozulmadan 1800 km/Saat Hızla Dönen
Altıgen!
Aziz K. Burkay
İndependent inventor scientist & investigative author
Notary in Turkey and in USA / noter tasdiklidir.
Yayınlanan bu kitapların detaylarıyla birlikte tüm hakları yazara aittir.
http://www.quran-incil-tevrat.com/
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
2
Yayınlanmış kitapları;
4. Genetiği Bozulmuş Dinler.
3. Astrofizikçi Yedi Bilimciler, Kehf Er-Rakim Ekibi.
2. İncil’deki Muhammed.
1. Şİ-RA Gezegeni, Şeytani Ayetlerin Gerçeği.
http://www.quran-incil-tevrat.com/
Bu kitapların yazarı bilimsel çalışmalarını " EVRENDE ZAMAN VE HAYAT" adlı seri kitaplarında
hiç bir ücret talep etmeden yayınlamaktadır;
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Titreyen ve Işıldayan ATOMLAR,
QUR’AN, Tevrat ve Matematik,
QUR’AN, Tevrat ve Boşluk Şakulü,
Ta-Ha ve TUVA.
Dünya Atlantis’in Akıbetine Gidiyor,
Akıl ve Nefs,
Şirke boyanmış din tacirleri,
Black and White Holes, Kara ve beyaz delikler,
Fiziğin Felsefi Enginliği,
FİZİK-HİKMET KUTSALDIR,
Evrenin boşluk şakulü,
KADER nedir, AKIL nedir,
YARATILIŞIN PROGRAMLARI,
ÂDEM ve TORUNLARI,
TARIK suresi ve gecenin bel kemiği,
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
3
Kendisi, Bizzat Kendisi Okuyan, Soran, Sorgulayan, Araştırarak Yükselen ve
Yöneten İnsanlar…
Dinini, Tarihini, Geleceğini Başkalarından Dinleyerek Uyuyan ve
Yönetilen Zavallılar!...
Qur’an, İncil ve Tevrat’ı, genel olarak Dini; ticari bir meta haline getirerek saltanat ve
hükümranlıklarını devam ettirebilmek, insanları hayal âleminde uyuşturmak, realiteden,
çalışmaktan ve üretmekten men edip insanı insana düşman eden iblisin tayfası, karanlık cüppeli
fasıklar dışarıda değildir; içerdedir.
Kanıtı mı?...
QUR’AN’LA ilgisi alakası olmayan, QUR’AN’IN bilimsel disiplininden haberdar olmayan
uydurulmuş masallarla yüzlerce parçalara bölünmüş, Muhteşem Qur’an’ı kendi hevesine göre
yorumlayanların, birbirlerini ağızlarından salyalar akarak ısıranların, insanlığa ve bilime,
teknoloji ve üretime düşman olanların yaşantılarına bakmak yeterli değil midir?!...
Asırlardır masum insanları uyutan, ithal edilmiş ve Yüce ALLAH’IN QUR’AN’I ile herhangi bir ilgisialakası olmayan, insan icadı uydurma masallarla adına da ‘din budur’ dedikleri zehirle beyinleri
uyuşturan, epifiz bezini körelten LOBİLER, yabancıların hizmetkârlığını yapan, Yüce ALLAHIN
dinini örtebildiği kadar örtmüş içerideki karanlık cüppeli yerli LOBİLER de bu kitaplardan rahatsız
olacaklar, hoşlanmayacaklardır…
Umarım onlar da kendi AKILLARINA işlerlik kazandırıp idrak ederek doğru olan gerçeğe
yönelirler…
Çünkü; iki ve bir boyutlu (bu Eseflen Safilin yani aşağılarında aşağısı demektir) maddelerden
yaratılmış küre dünyaların her anı elem ve acılarla doludur.
Amacımız; hizmet edebildiğimiz kadar insanlığa faydalı olmak, asırlardır uyuyan ve uyutulan
Türkleri, Müslümanları, Musevileri, Hristiyanları ve ateistleri genel olarak insanları
uyanabilirlerse uyandırmaktır.
Bu, her AKILLI müminin asli ödevidir ki; Yaratan RABBIMIZA karşı mazeretimizi sunabilelim.
Çünkü AKLINI kullanan her gerçek Müslümanın asli ödevi gerçeği öğrenmek ve öğrendiğini de
aklın süzgecinden geçirip bilimsel metotlarla hiç bir karşılık beklemeden dağıtmaktır.
Çünkü iman her detayı ile sadece AKLIN onay ve kontrolündedir, AKIL imanın değil…
AKIL başka, zeka başka kavram ve değerlerdir, şöyle ki; İnsandaki üstün AKLIN kanıtı bilerek
iman etmektir. İman etmişliğin yegane kanıtı da SALATTIR; yani vermektir, vergi, zekat ve
ihtiyacı olana ALLAH’IN emri olduğunu bilerek ve mütevazilikle vermektir.
Bu muhteşem ayet en yeterli kanıttır;
[ Sevdiğiniz şeylerden (sizin için maddi değeri olan şeylerden muhtaçlara) infâk(*) etmedikçe
(Allah emri olduğunu bilerek vermedikçe), asla Birr'e(**) (iyiye, iyiliğe en iyiye yükselmeye)
nail olamazsınız. (Allah'ın size verdiklerinden) bir şey infâk ettiğiniz zaman muhakkak ki Allah,
onu en iyi bilendir. ÂLİ İMRÂN 92 ]
(*) İNFÂK sözcüğü ne-fe-ka kökünden gelir ve net anlamı; maddi kazancını, maddi varlığını veya benzeri maddi değeri olan metaları; ALLAH
emri olduğunun bilincinde olarak hayır yolunda harcamak demektir. Türkçeye de geçmiş ve ‘nafaka’ olarak kullanılmaktadır.
(**) BİRR; bütün iyilikleri, iyiliğe yükselmeyi içeren çok geniş anlamlı bir sözcüktür. Bu sözcük ‘iyiliğin’ sınırsız olduğu anlamındadır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
4
Bu Gezegende ve Tarihin Hiç Bir Diliminde
Akraad, Ekrâd, Kurdi, Kürt, veya Kûrd
Diye Bir Millet veya Irk Olmamıştır.
Günümüzde de kendilerine Kürt diyen, ayrı bir ırk veya milletmiş gibi ayrıcalık yapanlar
Sümer’in yok olma dönemlerine rastlayan tabletlerde de açıkça yazıldığı gibi; Kürtler; öz ve
kandaş, aynı DNA zincirinden devam edegelen Kenger Türkleridir.
Kürt, Ekrâd, Akraad, Kurdi veya Kûrd sözcüğü Sümer’de Kengerlerin bir sülale yani aile adıdır,
ayrı bir ırk veya millet değildir…
Sadece sülale, yani aile unvanı Akraad veya Ekrâd veya Kurdi veya Kûrd sözcüğü ile Sümer’de
yaşamış, ayrı bir ırk veya millet değil, Kengerlerin bir boyu (kolu) olan Türklerdir.
Kurdi veya Kûrd sözcükleri de Babil’iler zamanında bu telaffuzla anıldı. Kenger-Sümer dilinde
orijinal telaffuzu Akraad veya Ekrâd dır.
Günümüzde de Selçuklular, Oğuz boyları, Başkurtlar, Karahanlılar veya Kırgızlar, Türkmenler
vb. gibi unvanlarla asırlarca, aile unvan isimleriyle yaşamış insanlar Türk milletinin fertleridir,
başka bir millet veya IRK değildirler…
Yörükler; bu sözcük Sümerce URUK kelimesinden gelir ve anlamı kabile, aile, sülale demektir;
Yörükler de Türk milletinin fertleridir.
Kenger-Sümer lisanında; Akraad veya Ekrâd, Babil dillerinde Kurdi veya Kûrd sözcüklerinin
anlamı ‘çadır sakini, çadırda yaşayan’ (*) demektir. Akraad, Ekrâd, Kurdi veya Kûrd Türk
halklarına ait bir aile ismidir ve organik Türk boyudur.
Bu tarihi tespitimi, günümüzde de kendilerini farklı bir ırk zan edenler, yabancıların hazırladığı
ithal edilmiş ve kirletilmiş tarihlerle eğitildikleri için bilmezler, bilemezler. Çünkü beyinleri
yıkanarak kullanılmaktadırlar…
Uluslararası Gen Bankası bu detayları çok iyi bilmektedir. Vatanımdaysa bunun bilimsel
tabandan başlayıp araştırmayanların karanlık amaçlarını her AKIL sahibi insan sorgulamalıdır.
Kardeşi kardeşe kırdırmaktadırlar.
Bu ve sayısız benzeri nedenlerdir ki “Dinini, Tarihini, Geleceğini Başkalarından Dinleyerek
Uyuyan ve Yönetilen Zavallılar!” tanımını kullanmak zorunda kaldım… Bu çalışmamın net kanıtı
DNA soy araştırma ve GEN haritasıyla açığa çıkacaktır. Bu, genetik bilimcilerin, devletin en asli
ödevi olmalıdır…
Kürt sözcüğünün orijinal telaffuzu ‘Akraad’ veya ‘Ekrâd’ olup, asırlar içinde de etimolojik
değişime uğrayarak ‘Kurdi’ veya ‘Kûrd’ olarak Kengerlerin kurduğu yüksek medeniyet Sümer’in
son dönemlerinde görülen Türk oğlu Türklerdir.
M.S 12nici Y. Yıla kadar da tarihin hiç bir sahnesinde görülmediler ve derme çatma, devşirme
dillerinde gramer ve kural da yoktur. Günümüzde konuştukları dilleri de içinden çıkılamaz
karmaşalarla doludur. Tarihin hiç bir diliminde herhangi bir birlikteliği temsil eden bayrakları
da olmamıştır; çünkü, insanlığın ATASI büyük Türk ulusunun bir kolu olup Türkoğlu Türklerdir.
Bu tespitimi DNA soy ve GEN haritası araştırmalarından sonra ayrı bir kitapta tarihi belgeler,
kanıtlılar ve bilimsel detaylarıyla yazacağım.
(*) Asya’da yaşamış bütün Türk urukları (boyları) GENELLİKLE YEDİ (7) DİREKLİ , nadiren dört direkle yapılmış çadırlarda yani otağlarda (otak
da denir) yaşadılar. Birkaç direkli, uzun bölümlü çadırlara “oba”, gölgelenmek için gündüzleri kullanılan çadıra da “günlük” ismi verilmiştir.
Yuvarlak ve tavanları kubbeli çadırlara “yurt”, pencerelerine “tünlük” denir. Develerin konulduğu çadırlara da “kaytaban” denilmiştir.
Sümer’i tesis etmiş olan Kenger Türkleri de tarihilerinde asla çadırdan (Otağ) başka bir yerde yaşamadılar. Asla sabit yerleşke olarak bina veya
ev yapmadılar… M.O 1. Y Yılda Semerkant ve Buhara ve yörelerinde eğitim amaçlı kerpiç evler yapıldığını öğreniyoruz.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
5
Ön Türk Kenger Uruk’unun Kurduğu Sümer
Hakkında Kısaca;
Yüce ALLAH’IN kulu ve elçisi, insanlık tarihindeki en görkemli devrimleri yapmış, acımasız ferdi
zenginliği, toplumunu zengin ve güçlü millet yapma hedefine SALAT kuralıyla getirmiş Kureyşli
Hz. Muhammed, Kengerlerin tesis ettiği Sümer’de kutsal bölge olan Kutha’dan Arabistan’a göç
etmiş Haşimoğluları ailesinden gelen Türk oğlu Türk’tür.
Bunun en net kanıtı da yine Kureyş suresindedir; [Kureyşin ülfetini sağladığı (tanımadıkları yeni
vatanlarında yabancılığın kendilerini tedirgin etmemesi için alıştırıp ısındırdığı) için, Onları, yaz ve
kış (uzun, yorucu, meşakkatli) yolculuklarında (göçlerinde) ülfet ettirdiği (emniyette ve rahat
olmalarını sağladığı için). Artık bu Beyt’in (Kâbe’nin) Rabbine KUL olsunlar. O ki, onları açlıktan
doyurdu ve onları korkudan emniyete, korumaya aldı. Kureyş 1-4]
Bu surede ne Arap, ne bedevi veya Arabistan’da yaşayan sayısız başka kabileden söz edilmeden
doğrudan doğruya Kenger-Sümer’de kutsal bölge olan KUTHA’DAN Arabistan’a göç etmiş ve
Arabistan’da da Kureyş adıyla bilinen elit, korunan, yabancı ve vahşi çöl bedevilerinin yaşadığı
bir yere ısındırılan, açlıkla boğuşmaları giderilen özel bir toplumun göçleri, uzun yolculuklarında
ki emniyeti ve itinayla muhafazası açıkça, hem de bastırılarak apaçık şekilde anlatılmaktadır.
Ayetin tamamına hakim olan SES tonunda; özel bir ailenin, kabilenin şefkatle korunması esastır.
O devirde Mekke ve yöresinde yüzlerce kabileler ve küçükte olsa etnik isimlerle bilinen bedeviler
varken neden sadece Kureyş hakkında özel bir sure vahiy edilmiş? Qur’an vahiy edildiğinde
Kureyşliler en azından 1000 yıldır orada yaşamaktaydı. Ne göçü, ne koruması diye soran
soruşturan olmadı mı?... Hiç düşünen, araştıran olmadı mı?...
Bu sure Kureyş halkının Araplaştırılmış Arap ve Arabistanlı olmadığının, Arabistan topraklarına
başka yerlerden korunarak getirildiğinin apaçık kanıtıdır.
Tartışmasız bilinmelidir ki; 4000 seneden de fazla hüküm sürmüş ve tarihin de mimarları olan Ön
Türk Uruk’u Kengerlerin kurduğu Sümer, Yüce ALLAHIN arıduru dinini ekseninden kaydırmak,
şahsi menfaatler uğuruna kullanmak, sihir ve büyüyle uğraşmaya başladıktan sonra tarih
sahnesinden Sargonlar tarafından M.O1800lerde silinmişlerdir.
Asırlardır uyuyanlar uyanmasın diye; Batılılar kasten bu millete Sümerler demektedir. Dünyada
ve tarihte Sümer diye bir millet YOKTUR. Sümer’i kurup tesis etmiş kuzeyden, bugünkü
Özbekistan, Türkistan, Altay yörelerinden göç etmiş, dünyaya medeniyeti kurup yaymış Kenger
Türkleridir. Kenger sözcüğü ÖnTürk dillerinde yüce bir dağın zirvesi anlamında da
kullanılmıştır.(*)
Kenger Türklerine; başka gezegenlerden gelenler (**) tarafından kurdurulan bu ülkeye, bu
bölgeye, yeni yurtlarına kendileri SÜMER dediler…
Sümer sözcüğünün anlamı; kadın-erkek birlikte mübarek (Sümercesi moukaddes), kutlu, sevap
kazanmış, seçilmiş, sağduyulu, ağırbaşlı, iş hayatında başarılı, ticarete düşkün, mantıklı, enerjik,
gizemli enerjilere sahip, yüksek bilgili toplum demektir. Kadın haklarını ve eşitliğini ilk kez
Kenger-Sümer’de görmekteyiz.
Uruk, başkent olarak yedi(***) kültür merkezi şehirlerin en önemlisiydi. Günümüzdeki Yörük
sözcüğü de URUK (soy, sülale, kabile demektir) sözcüğünden gelir. Yüce ALLAH’IN Lütfudur ki;
1850lerde Kenger-Sümer tabletleri ve yazılı belgeleri insanlığa-bilime ışıklar saçarak aydınlığa
çıktı. Bu muazzam keşif Yüce ALLAH’IN insanlığa olan lütfudur, başkaca hiç bir şey olamaz.
(*) Günümüzde de dağların yükseklerinden toplanan kaliteli sakız cinsine kenger sakızı denmektedir.
(**) ‘Şeytani ayetlerin cevabı - Şeytanların akılsızlığı’ 1 numaralı kitabımız.
(***) Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye’yi coğrafi yedi ana bölgeye ayırmasındaki neden, Kenger-Sümer hakkında yüksek bilgilerinin olduğudur.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
6
Tevrat, İncil ve Muhteşem QUR’AN kesinlikle ve kesinlikle Sümer tabletlerinin ışığında gerçek
anlamına kavuşacaktır. Günümüze kadar da bu tabletlerde anlaşılamayan sayısız gizemler de
sadece Muhteşem Qur’an’ın öğretileriyle bütünleşerek insanlığa yön verecektir.
1979larda ben şahsen şahidim Basra’dan gemiler dolusu tabletler Amerika’ya, Avrupa’ya
götürüldü. Irak işgalinde de Bağdat müzelerinde kırıntı bile bırakmadılar! Hiç kimse sormadı bile
“Irakta Kenger-Sümer’e, Babil’e ait kırıntı bile kalmadı, nereye uçtu on binlerce tabletler?”
diye… Batılılar bu tabletlerin ve kalıntıların hazinelerden de değerli olduklarını 200 yıl kadar önce
anlamışlardı. Ya Müslümanlar ne yapıyordu?!... gavur işidir diye ya harap ediyordu veya üç beş
dolara satıyordu…
İnsanların, insanlığın ulaşabildiği en kıymetli hazine Kenger-Sümer tabletleri ve kalıntıları ve
Mahabharata yazıtlarıdır… NASA’NIN, Tarih ve GEN bilimcilerinin de başvuru belgeleridir…
Son 200 yıldır Batıda bilim, matematik, teknoloji dev adımlarla sıçramalar yaptı! Neden mi?
BİLİM, bilime laikiyle köle olanların malıdır, lakırdı yapanların, satın alanların değil.
Çünkü; [Rabbinin nimetleri hiç kimseden esirgenmiş değildir. İsra 20 ]
M.S. 1100lerde yaşamış Uluğ Bey gibi, Ebu Reyhan Biruni gibi deha matematikçilerin, bilimcilerin
de kaynağı Kenger-Sümer kalıntılarıdır. Ne yazıktır ki beyinleri; dini parçalayıp harap eden
mezheplerle, tarikatlarla, uydurma hadislerle yıkanmış halk bu bilimci dehaların da kıymetini
bilemedi, hadismatik torbalarında uydurulmuş masallarla asırları da heba ettiler.
Kenger-Sümer tabletlerinin bulunması demek; Qur’an’ın, Tevrat ve İncil’in henüz yeni doğmaya
başladığının da başlangıcı demektir.
Sümer tabletlerinde, özelikle Ulema Anunnaki öğretilerinde anlatılan hazinelerden de değerli
bilgilerin Qur’an, Tevrat ve İncil’le benzerlikleri, hatta birçok paragrafının çok, çok benzerliği de;
Qur’an’ın, Tevrat ve İncilin doğruluğunun da doğruluğunun kesin kanıtlarıdır.
Kenger-Sümer tabletlerinde ULEMA ANUNNAKİ yalnız DNA değil, DNA’ları oluşturan ve insanı
oluşturacak hücrelerin programından da söz etmektedir!!!... inanılır gibi değil!!!... Kenger-Sümer
tabletleri insan beyninin süper simetri (ikizi demektir) hafızasından (buna Ma bira-raç’h diyorlar)
söz etmektedir!!!. bu cümleleri günümüzde bile hiç bir bilim insanı kullanmaz, üstelik kullanamaz
da!!!. Bu ifadeleri kullanmaya günümüzün bilimsel gücü ve bilgileri de yetemez!… Kitabımıza
henüz başlarken ULEMA ANUNNAKİ sözcüğü ve anlamı hakkında kısa bir tanımlanmayı 9ncu
sayfada açmak zorundayız.
Benim net tespitlerimle; Kenger-Sümerlerden kalan bu harika bilgiler sanki dökümanter, sanki
onlara bir yerlerden miras kalmış gibi görünmektedir. Bu bilgilerin kıymetini bilmelerine rağmen
esas kaynak kendileri olamaz. Bu bilgiler nesiller öncesinden kendilerine ulaşmış ve UlemaAnunnaki öğretilerinden devam etmektedir. Hangi tarafından bakarsak bakalım Kenger-Sümer
tabletleri Muhteşem Qur’an’ın binlerce senedir anlaşılamamış, kanıtlanamamış net ve bilimsel
tabanlı kanıtlarıdır. Yüce Allaha Hamd olsun, bu hizmeti tarihte ilk kez bize lütfetti.
Qur’an’ın İlahi mesaj olduğunun en net kanıtı Kenger-Sümer tabletleriyle açığa çıkacaktır. Bunun
bir bölümüne bu kitapta tanık olacağız.
Gezgin Zerdüşt de; Sanskritçesi Namaste ve Surya-Namaskara, Sümercesi Namasu
günümüzde de bilinen farsça namaz ritüelini buralarda harmanladı ve kendine özgü bir model
düzenledi ve ihraç etti… İslam öncesi Mekkelilerin yaptığı her tarafı şirk dolu ritüeldi.
Sümer Devleti; Altay, Özbekistan, Türkistan ve kuzeyden gelen Türkler tarafından kurulmuştur.
Orta Asya göçmeni olup aslen kendilerine Kengerler demekteydiler. Kurdukları yeni ülkeye
kendileri Sümer dediler.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
7
Kenger-Sümer’de bulunan binlerce kafataslarında yapılan araştırmalar netlikle BRAKİSEFAL
kafatası olduklarını bilimsel kanıtlarla gösterdi. Bu da tartışmasız, kutsal ve seçilmiş bir millet
olan Türk olduklarının en net kanıtıdır. Sümeroloji bilimcileri bu gerçekleri açıkça bilmelerine
rağmen; Türkler!!!...
Mezopotamya Sümer’de yaşayan birçok farklı kavimden ilk öne çıkan ve daha sonraki bilge ve
kısmen de olsa medeni oluşumların temelini tesis eden yine Kenger-Sümerlerdir.
Grameri olan dil, farklı yazı teknikleri, tıp, astronomi, genetik bilimleri, matematik, cebirin
temelini kurmuş, felsefe, dokuma sanayisi, tarımcılık ve ihracatını, din, fal, büyü ve mitoloji gibi
alanlarda yazılı-tescilli verileri Kenger-Sümerler hayata geçirmiş, en önemlisi de; günlük
yaşananları bile yazıyla gelecek nesillere aktarmış tarihte bilinen en bilge, erdem insanlardı. Babil
ve Arap tarihlerinde de bunların anılarına atfen ziraatçılar anlamında NABATİLER (nebatatla,
tarımla uğraşan ziraatçılar) denmiştir.
Çam ağaçlarının etrafına toplanıp ağacı kesmeden Yılbaşı ağacı süsleme adeti, evlilik yüzüğü,
nazar boncuğu, ağaçlara çaput bağlamak vb. Kenger-Sümer kaynaklıdır. Yaratılış (Tevrat’ta
Tekvin) ve Tufan hakkında detaylı bilgiler, Emeş ve Enten’e ilk kez Sümerlerden öğrenmekteyiz.
Bu çok önemli konulara kısaca değinmemin nedeni; Yüce ALLAH’IN öğrettiği kurallarla alakası
olmayan, karanlık amaçlı cüppeliler tarafından işportaya indirgenmiş insan icadı uydurulmuş
dinle uyutulmuş Türkleri “sakın ha uyanmasınlar, her adımlarında onları kafa tasçı diye
aşağılayarak engelleyelim, küreselleşme tutkusunu aşılayalım, sakın ha! Tarihlerini, dinlerinin
gerçeğini öğrenmesinler, kaderciliğin içinde debelensinler, Zerdüşt namazıyla cennetin
tapusunu aldıklarını zan etsinler…” senaryolarıyla uyuyanları uyanabilirlerse uyandırmaktır
amacım…
Muhteşem QUR’AN’IN gerçek anlamları Kenger-Sümerce ve Samskrita ve Sanskritçe dillerinde
açığa çıkacaktır. Ve bunun bir kısmına bu mütevazi kitapta tanık olacağız. Diğer kanıtı iki
numaralı KEHF kitabımızda açıkça ortaya koyduk (*)…
Her şeyden önce QUR’AN sözcüğü dahi Arapça değildir ve Arapçada hiç bir anlamı da yoktur.
Gerçek anlamı KABARİ NİZAM olarak Kenger-Sümercededir ve anlamı evrensel nizam demektir.
Sümerce KABARİ sözcüğü günümüz Türkçesinde de Kainat olarak telaffuz edilmektedir.
Günümüzde de QUR’AN öğretileri evrensel nizamı, disiplini, evrensel mutluluğumuz için bilerek
uymamız gereken kuralları, gerçek anlamda hürriyeti bilgece öğretmiyor mu? Günümüzde de
QUR’AN öğretileri evrensel nizam değil midir?
Arap diline de K-R-A kök olarak girmiştir ve KIRA sözcüğü kıraat etmek, okumak anlamında yine
Kenger-Sümercedir.(**)
Muhteşem Qur’an’da sadece Buruc/ 22de doğrudan Levh-i Mahfuz (Levhın Mahfûzın) olarak
geçer ki; muhafaza edilen, muhafaza edilmiş levha (saklı düz tablet) Kenger-Sümer
tabletlerinde bulunacaktır veya bulundu ancak bunlar derin-derin uyurken Batılılar
götürdüler!...
Qur’an, Buruc/22de belirtilmiş Levhın Mahfûzın başka, diğer 9 ayette nitelikleri belirtilmiş ancak
asırlardır ‘Levh-i Mahfuz’ zan edilerek Qur’an meallerine doğrudan Levh-i mahfuz olarak geçmiş
sözcüğün içeriği çok başka kavram ve değerlerdir ki; bu önemli ayrıntıyı karıştırmamak gerekir.
(*) Bunun için 60 senemi 47 ülkede araştırmalar yaparak harcadım . http://www.quran-incil-tevrat.com/ hiç bir ücret almadan insanlığa hizmet
için sunuyoruz. Çünkü Yüce ALLAH’IN ayetleri parayla satılamaz.
(**) Bugünkü Arabiyetil Fusha denen en düzgün Arap lisanı QUR’AN ila düzene girmiştir. Daha önce derme çatma, farklı kabilelerin, bedevilerin
kullandığı kuralları olmayan dilleriydi. Sadece Kureyş dil ve lehçesi elit bir yapıya sahipti ve Qur’an Kureyş diliyle gelmiştir, araca değil.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
8
Hz. Musa’ya verilmiş levhalar Kenger-Sümer tabletlerinden başka bir şey değildir.
Kanıt; [Ve Biz, ona (Musa’ya) LEVHALARDA (fi el elvâhi = düz tabletlerin içindeki bilgiler
demektir) her şeyden vaaz ederek (eğitip) ve her şeyi tafsil ederek (detaylarını açıklayarak)
yazdık (dikkat! Hem öğretilmiş hem de yazılı olarak verilmiş). Artık onu kuvvetlice tut ve kavmine
emret. Onu, en güzel şekilde benimseyerek uygulasınlar. Yakında size fasıklar yurdunu
göstereceğim. Araf 145]
Tevrat’ta "iki levha" verildiği açıkça yazmaktadır. Bu iki levha ‘fi el elvâhi’ Kenger-Sümer
tabletlerinden başka hiç bir şey değildir.
Batılılar Basra’dan askeri ve sivil gemiler dolusu tabletleri götürdüler… Irak’ın işgalinde Bağdat,
Ninova müzelerinde kırıntı bile bırakmadılar… Ninova; Akad’ca Ninua’dır, burada ilk arkeolojik
kazılar da 1847 yılında Sir Austen Henry Layard tarafından yapılmış.
Şu anda da toprağın altında fiziki araç bulmak için tamamen işgal etmeyi mi planlamaktalar?…
Birileri de derin derin, Budist icadı tesbihleriyle daha derin uyuyorlarken!!!...
En kısa zamanda bütün Müslüman ülkeler birleşerek Kenger-Sümer tabletlerinin en küçük
detayına kadar araştırılması ve insanlıya kazandırılması için akademik çalışmalara başlamalı ve
üniversite kurmaları gerekmektedir.
Umarım daha fazla geç kalınmadan bu en önemli çalışma başlar. Ben çok yaşlandım, ancak bu
kadar yapabiliyorum.
Komutanının nezaretinde eli silahlı askerlerin ne işi olabilir Irak müzelerinde?
Hiç soran soruşturan olmadı mi?
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
9
Anunnaki
Ulema Anunnaki Hakkında Kısaca
Kenger-Sümerce ‘ULEMA’ yüce bilgi, en yüce bilgili, bilginlerin başı, bilginlerin sözcüsü vb. gibi
anlamlarda herhangi özel bir şahıs için değil de sanki ünvan olarak kullanılmış ve günümüzde de
şahsa atfedilerek kullanılmaktadır. Kısaca en yüce bilgiye, bilginin kaynağına verilmiş bir ünvan
sanki…
Öğrenilmesi zorunlu olan eksiksiz bilgiler, en gerekli bilgiler, insanların menfaati için en gerekli
yüce bilgiler vb. gibi anlamlarda da kullanılmış.
‘ANUNNAKİ’ herhangi bir şahıs değildir. Asırlarca devam edegelen erdemin öğreticisi, göksel
yüce bilgiler, cennetten gelen veya göklere ait veya yedi boyutlu maddelerden yaratılmış
yerlerden gelen bilgiler, bazen de yaratıcıyı kast etmeden Yaratıcı ALLAH’IN asları tanrı
anlamında da kullanılmıştır.
Nesilden nesile aktarılan, Yaratıcı ile yaratılanlar arasında bilgi getiren götüren, eğitici-öğretici
anlamlarında da kullanılmış.
Bu öğreti, yani Anunnaki bilgileri, kütüphaneleri, arşivleri binlerce sene devam edegelmiştir.
Sümer kültür ve inancında “An ki” dünya işleriyle ilgilenen göksel varlık anlamındadır. Anunnaki
veya ANNUNAKİ sözcüğü herhangi bir şahısın tanımı veya ismi değildir. Tanrı AN anlamına da
gelir ancak yine de yaratıcı anlamında kullanmamışlar.
Yaratılmış varlıklara göksel öğretiler, bilgi öğreten, erdemi öğreten, küre dünyalarda, yer
yüzünde kendisine seçkin temsilciler seçen en yüce bilgelik, öğretici, eğitici anlamlarında da
kullanılmış. Sümer kültüründe ‘An ki’ sözcüğünü; dünya düzeni, dünya işleriyle ilgilenen göksel
varlık anlamında da görmekteyiz.
Takdir etmek gerekir ki; 4000 seneden daha uzun ömür sürmüş Sümer lisanında ve gelişim
sürecinde kültürlerindeki değişimleri, gelişimleri asla göz ardı edemeyiz ki bu, ciddi akademik
başka bir konudur. Sümer tabletleri henüz tam anlamıyla çözülebilmiş de değildir. Çözülmeyi
bekleyen yüzbinlerce tabletler, yazıtlar, özellikle astrofizik, enerji, gerçekten uygulanabilen antigravitasyon hakkında bilgiler ve genetik alanlarında harika bilgiler var. Bu harika bilgilerin büyük
bir kısmına, 12 000 seneden daha eski olan Mahabharata (Sanskritçe) yazıtlarında da
rastlamaktayız.
Annunaki veya Anunnaki sözcüğü; küre dünyalarda; bundan kasıtları yer yüzlerinde yetenekli,
öğrenmeye-öğretmeye elverişli elit temsilciler tayin eden Tanrı An anlamında da kullanılmış.
Firavunlar, Roma, eski Yunan kültürlerinde çokça bulunan TANRILAR, TANRIÇALAR modasının da
kaynağı Sümer’den ithal edilerek model değişimine uğratılmış, şahsa mahsus yorumlanmış
uzantılarıdır. Kengerler dünyanın, dünyaların küre olduğunu da netlikle biliyorlardı.
Ne Sümer’de, ne Kengerlerde, ne de ön Türklerde asla TANRILAR/TANRIÇALAR ifadesi yoktur.
Tanrı (Tengri) sözcüğünü yaratıcı ALLAH anlamında da kullanmamışlar. Yaratıcı Tanrının asları
anlamında kullanmışlardır. Tanrı terimini, YÜCE YARATICIDAN emir, bilgi, yetki almış elit varlıklar
için kullanmış olabileceklerini metinlerden ayıklayabiliyoruz.
Hacc ibadetinde giyilen ihram denen giysinin, Roma senatörlerinin elit kesimin giydiği sağ tarafı
açık, sol tarafın kapalı olan giysi aynı şeydir ve binlerce-binlerce senedir Nepal rahiplerinin
kullandığı giysi olup batıya da gezginler tarafından ithal edildiği gibi. Hintliler hala bu ihram
denen giysiyi günlük yaşantılarında da giyerler.
Muhteşem Qur’an’da olmayan Namaz (Sanskritçe Namaste, Sümerce namazu) ritüelinin Zerdüşt
tarafından model değiştirilerek MÖ 6.Y. Yıldan sonra etrafa namaz diye ihraç edildiği gibi…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
10
ALTI GÜNDE YARATILMIŞ EVREN GENİŞLEMİYOR
SADECE DÖNMEKTEDİR
Militarist çıkarlar uğruna kör-topal, kırıp-dökerek yürüyen bilimin ürettiği teknolojiyi bomba
yapmak, yani insan öldürmek için kullanan, şişman karınları doymak bilmeyen otoriterler,
insanlığın gelişimine zaman kayıp ettirenler insanlığa karşı ne kadar suçluysa;
Erdemi, insana, İNSAN İNSANI olabilmeyi öğreten arı-duru dinleri, özellikle Qur’an’ı
mezarlıklarda okuyup, fal veya muska kitabı mertebesine getirip, ticari malzeme olarak kullanan,
yanlış yamalak Qur’an meali-tefsiri düzenleyen karanlık cüppeliler de bir o kadar suçludurlar.
Bilgi kirliliği diyemeyeceğim; bilginin kirlisi olamaz, sadece kirletilmiş bilgiler üretmekten başka
bir işe yaramayanlar bu kitapları ikişer kez okumaları gerekir.
Çünkü, iyi havlamakla iyi bir köpek olunamaz. Aynı zamanda bir insan, güzel ve yetkin bir
biçimde konuşarak, yakasına falan filan akademik etiketler takıp, kafasına Hint icadı sarık,
sırtına da karanlık cüppeler geçirerek BİLGE DE olamaz…
Şu iki ayeti yüzlerce kez anlamak için okuyup, anladığını da yaşamaları gerekir;
[Qur’an Bakara 204, 205; Ve insanlardan, dünya hayatında (yaşadığı süre içinde) sözü (şatafatlı,
etkileyici konuşmalarıyla) senin hoşuna giden (seni etkileyerek, kendi gizli-kirli amacını gizleyen,
iki veya çoklu kişilikleri olan karanlık amaçlı) kimseler vardır.
Ve kalbinde olana (mümin veya Müslüman görünümündedir ve inandırıcı yalanlarla üstelik
‘Allah şahidimdir’ şeklinde yeminler de ederek) Allah’ı da şahit tutar.
(OYSA) O, HASIMLARINIZIN, DÜŞMANLARINIZIN EN AZILISIDIR.
Ve dönüp (kendi kirli amacını planlamaya gittiği) zaman, (Onun yegâne hedefi, çabası)
yeryüzünde fesat çıkarmak, EKİNİ-NEBATATI (gıdalarınızın, sebzelerinizin, meyvelerinizin
genetiğini de değiştirerek) VE NESLİNİZİ (sizin geleceğinizi, yeni nesilleri floride ve diğer
ilaçlarla, görsel tuzaklarla ve genlerinize, epifiz bezine olumsuz etkiler yaparak) HELÂK ETMEK
İÇİN ÇALIŞIR. Ve Allah fesadı sevmez. Qur’an Bakara 204, 205 ]
Falanca filanca etiketli Qur’an mealcileri asırlardır hiç mi okumadılar bu apaçık ayetleri?
Okuduğunu anlamamak gibi özürleri varsa ne amaçla yanlış yamalak QUR’AN meal-tefsir
yaparlar, insanları karanlıklara mahkûm ederler?
Ayet açıkça belgelemektedir ki ‘ekinin, nebatatın, gıdalarınızın DNA’larını bozar ve böylece
neslinizi helâk etmek için çalışır ‘ ALLAH rızası için birileri açıklasın, bu ayetin açıkça anlattığı
tehlikeyi anlamamak mümkün müdür?
İblisin tayfaları, gıdalarımızın kaynağı nebatatın DNA’larını bozup neslimizi YOK etmeye çalışırken
Müslümanlar da daha derin uyumak ve zaman bulursa ilk fırsatta da birbirlerini ısırmak için
çalışır!… Kanıtı mı? Müslüman ülkelerin 1400 senelik halleri ortadadır!...
Nasıl olurda bu apaçık ayetler anlaşılamaz ve hala genetiği bozulmuş, kodlanmış gıdalarla
NESLİN, gelecek nesillerin yok edilmesine göz yumulur?
Devam edelim;
Edwin Hubble’ın harikulade tespitinden sonra bilimle herhangi seviyede alakası olmayanlar,
sadece para kazanmak için QUR’AN meal-tefsir edenler kolları sıvadı ve ‘QUR’AN zaten bunu
çoktaaaaan tasdik ediyordu’ yaygarasıyla ‘MUSIUNE’ sözcüğüne biraz ayar verdiler, kauçuk
lastik gibi oraya buraya çekiştirdiler. ‘Qur’an da evrenin genişlediğini yazıyor’ diye altını da
imzalayıp mühürleyerek, yanlışı da tasdik eden renklendirilmiş şarlatanlıklarını millete
yutturdular. Üstelik birkaç metrelik uzun uzun akademik unvanlarını da başlık yaparak…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
11
Oysa Evren genişlemiyor ve genişlemesi de mümkün değildir. Üstelik bunu QUR’AN da açıkça
belirtmektedir.
Evren; şu veya bu nedenlere genişliyorsa, atomların da, maddenin de bir şekilde genişlemesi
gerekmez mi?… Şimdiye kadar böyle bir şey tespit edildi mi?...
Sanki evren bu adamların arka bahçeleri, istedikleri gibi evirip çeviriyorlar. Dinini, tarihini, her
şeyini başkalarından dinleyerek öğrenen kaderci zavallılar da kaval dinler gibi dinliyor.
Abartısız elektron mikroskoplarının da altında inceledim bu detaylardır ki: Fiziki ölümden sonra
bir daha asla ölümün olmadığı, olamayacağı sonsuz yaşamın, hayatın İNANCINI, SAYGISINI VE
KORKUSUNU AKILCI VE BİLİMSEL METOTLARLA kendine önder yapan akıllı azınlıkların İNSAN
İNSANI olduğunu; arkasına alanların da nefes alan cesetler olduğunu gördüm…
Şayet; Muhteşem QUR’AN’I okumamış, evrensel bilimselliğinin enginliklerini içeren zarafetini
anlamamış olsaydım, bu, QUR’AN’LA alakası olmayan genetiği bozulmuş din denen maskaralığa
karşı dünyadaki en etkili ateist ben olurdum.
Çünkü din gibi en kutsal değerin işportada alınıp satılabilen bir ürün haline getirildiği, her
mezhebin, her cemaatin, her hokkabazın kendi dinini ve şahsa mahsus kurallarını oluşturduğunu,
bunu da kişisel ve maddi menfaatlere tahvil ettiklerini, kendi aralarında da onarılamaz
düşmanlıklar icat ettiklerini de gördüm. İşin en gülünç tarafı; her mezhebin, tarikatın veya
cemaatin kendi içinde de parça parça olduklarını, durmaksızın birbirlerini ısırdıkları da!!!...
Birbirinden farklı gibi görünen ancak birbirini tamamlayan konuların yardımı ve öğretileriyle
‘genetiği bozulmuş dinler’ ifademi neden başlık yaptığım kitap boyunca anlaşılacaktır.
Asırlardır Müslümanların QUR’AN’LA pek alaka ve ilgisinin olmadığını, QUR’AN’IN aydınlık
yolundan değil de, birilerinin keyfine göre yorumlayıp uydurulan masallardaki hayali
safsatalarının, pembe masalların ardından gittiklerini kitaplarımızda QUR’AN’IN lisanıyla açıkça
göreceğiz.
Günümüzde sayıları azımsamayacak kadar fazla olan, her nasılsa; medeni veya modernliği
sahneleyip, batının kirli sularında yıkanmayı bile onur zannedenler, hiç bir felsefesini, şahsiyet ve
ilkelerini tanımadığı halde Mustafa Kemal Atatürk’ü paravan yapan çığırtkanlar VE;
her nasılsa derme çatma Arapça öğrenmiş, kendi dil-edebiyat yapısını dahi bilmeden kafasına
sarık geçirip devlet memuru maaşını ALLAH’DAN korkmadan ve hiç bir şekilde hak etmeden alan,
sadece para kazanmak için yanlış yamalak QUR’AN meal edip beyin yıkayanlar; İşte! Dehşetengiz
sorunların temelindeki virüs bu kuytularda yumurtlar, çoğalır ve büyür…
Bu virüs sadece insanın yaşam kalitesini düşürmekle kalmıyor, bilimin de tökezlemesine neden
oluyor. Bilim tökezledikçe de, genç nesillerin düşünme, öğrenme, üretim ve yaşam kalitesi de
düşüyor… Bu da, toplumu ve geleceğini de zehirleyerek eriten en tehlikeli bir virüstür…
Önde koşması gereken Müslümanlar asırlardır yerlerinde sabitçe durmaktalar. Her gerçek bilim
adamına derin ıstıraplar veren bu kısır döngü böyle devam etmemelidir…
Allah’ın Kulu ve Resulü Hz. Muhammed; ‘Bugünü dünüyle müsavi olan olgun Müslüman
değildir, ziyan etmiştir’… der.
Bu mütevazı kitapta açıkça göreceğiz ki Müslümanlar nasıl ve neden asırlardır başkalarının kölesi
oldu, neden başkaları tarafından yönlendirildi ve yönetilmektedir. Kendilerini Müslüman
zannedenler, sadece kendilerinin cennete gideceğini ZAN eden milyonlarcası bu satırları
okuyunca kükreyecek ve “böyle saçmalık mı olur?” şeklinde çirkin ilkellikleriyle savunmaya
geçeceklerdir… Düşünmeyecekler bile; neden asırlardır gavur(!) dediklerine hizmetten başka
bir işe yaramadıklarının sebeplerini, soramayacaklar bile nedenlerini!...
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
12
Birileri sevmese de, istemese de Yüce ALLAH’IN koyduğu kurallar her zaman gerçektir.
Yüce ALLAH’IN yasaları, birilerinin şahsa mahsus olmasını arzu ettiği gibi değildirler. O yasalar
olması gerektiği gibidir. İnsanın da ödevi onların nasıllarını, nedenlerini keşfetmektir.
Çünkü yüce ALLAH’IN vaadi haktır, gerçektir ve kesindir. Bütün noksanlıklardan münezzeh olan
Yüce Yaradan vaat ettiğini mutlaka uygular, uygulamaktadır ve uygulamıştır.
Çünkü; önce aklı, sonra da insanı yaratmayı murat eden Yüce ALLAH kulu insana, Kendisini
tanımama (isyan) ve tanıma (itaat) duygu ve bilgilerini de programladı. Seçme hakkını da insanın
hür iradesine bıraktı. Dolayısıyla yüce ALLAH’IN yasaları, vaadi haktır, gerçektir ve kesindir.
İNSAN İNSANI olmaya çalışanların asli görevi de bu yasaların nedenlerini, neden yaratıldıklarını
ve nasıllarını araştırıp kendisine ve insanlığa olabildiğince faydalı olmaktır… Tekke köşelerinde,
havralarda, kiliselerde huuuu çekerek uyuşukluk yapmak değildir.
Başka boyutlardaki sonsuz hayat başlarken, hak etmişsek, başlangıçta genlerimize imtihan için
programlanmış, bizi ihtiraslara sürükleyen duyguların programları silinecektir.
Kanıt; [Onların (cennete girmeyi hak edenlerin) göğüslerinde, (bu sadr yani timüs bezidir)
afetlerinden (insanı helake sürükleyen kin, haset, kıskançlık, düşmanca duyguları tetikleyen
genler) ne varsa tamamını çekip aldık (tamamını sildik) Araf 43 ]
Bu üç boyutlu hayattayken ihtiras, kin, haset, kıskançlık, düşmanca duyguları kontrol altına alıp
hakim olan; İNSAN İNSANI olmaya adaydır. Siyamu (Farsçası Oruç), bu duygulara hakim olup
kontrol edilmesindeki en önemli ibadet ve öğretidir. Çünkü başka boyutlardaki maddelerden
yaratılmış Cennete girmeyi hak eden ADAM kristallerden de temiz olmalıdır.
Asırlardır çoğunluk tefsir ve meallerde (buna İncil ve Tevrat da dahildir) pek çok önemli konular
ve gerçekler örtülmüş, kesinlikle yanlış anlatılmış, eksik anlaşılmış ve hatalı çevrilmiştir.
Kitabımıza henüz başlarken asırlardır süregelen son derece ciddi bir çarpıklığa bir ayetle örnek
vereceğim; [ O (Allah) ki, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yarattı. SONRA GÖĞE YÖNELİP,
onları da yedi gökler olarak düzenledi (tesviye etti, eşitledi, düzenledi). Ve O, Alîm'dir. Bakara 29]
Bu çeviri kesinlikle yanlıştır ve hatalıdır ve çarpıktır. Asırlardır bütün klasik meallerde, hatta
Arapçadan Arapçaya açıklamalarda da son derece ciddi hatalar, çatlaklar vardır ve bu tür
çarpıklıklar anlam kaymasının başlıca nedenleridir. Kesinlikle yanlış anlaşılmış ve hatalı çevrilen
bu Ayeti biz şu şekilde çeviriyoruz.
Bize göre doğru anlam ve çevirisi;
[ O (Allah) ki, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yarattı. Sonra, GÖKLERİ; OLMASINI
PLANLADIĞI (olması gereken, planlanan, programlanan) HEDEFİNE YÖNLENDİRDİ. Ve o,
Alîm'dir. Bakara 29]
Doğru olan çeviri ve açıklama budur.
Yüce Allah’ın bir yere, herhangi bir şeye yönelmesi değil, göklerin olması planlanan,
ölçülendirilmiş hedefine (kaderine *) yöneltilmesi, yönlendirilmesi söz konusudur…
Fizik, astrofizik, matematik, felsefe bilmeyen eğitimsiz kişinin meali-tefsiri gördüğünüz gibi
QUR’AN’IN öğrettiği gerçeği saptırmaktadır. Yani QUR’AN’I kendi arzu ettiği şekilde meal-tefsir
etmektedir, QUR’AN’IN öğrettiği doğrultuda değil…
(*) ‘KADER’ Yüce ALLAH’IN takdir ettiği matematik kesinlik, matematik ölçü, kat’i ölçü, kesin ölçü, değiştirilemez miktar, ölçülendirme
anlamlarındadır. Örnek; Evrende X kadar atom var ve bu kaderdir. Eksilemez ve artırılamaz. Bozunan atomların yerine yeni imal edilen atomlar
eksiği tamamlar ve ölçülenmiş sabite değişmeden görevlerine devam eder. Evrende madde sabitesi kuralı vardır. Örnek; Kütle çekim kuvveti
kütlelere farklı miktarlarda ölçülendirilerek yüklenmiş kaderdir. Bilimsel diğer detaylarını ‘EVRENDE ZAMAN HAYAT, IŞILDAYAN VE TİTREYEN
ATOMLAR’ kitabımızda açıklıyoruz.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
13
Yüce ALLAH’IN kendi yarattığı bir şeye veya yere yönelmesi nasıl söz konusu olabilir? Hazretler(!)
QUR’AN meali-tefsiri yaparken bile ihanet ve küfür içindeler. Bu şaşkınlar haşa ve haşa ve haşa
Yüce ALLAH’I insan mı zan ediyorlar?!...
Her yerde, her an VAR olan Yüce ALLAH bir yerlere dönecekmiş!? Bu meal veya anlatım
bilgisizliktir, ihanettir… Bütün Qur’an meal-tefsirleri bağışlanamaz yanlışlarla doludur.
Qur’an’ın öğretmek istediği maksat, maalesef mealci şahsın kendi kısır fikri olmaktadır.
Çünkü; ayetin son cümlesi ‘Yedi kat’ ifadesi bir önceki cümleyi yönlendirir ve ‘gökleri olması
planlanan hedefe yönlendirdi’ anlamı açıkça ortaya çıkar. Çünkü ayetin sonunda ‘yedi gökler
olarak düzenledi, tesviye etti, müsavi konuma getirdi, eşitledi vb.’… denilmektedir. Açıkça
‘göklerin düzenlenmesi, tesviye etmek, süper pozisyonda dengeye getirmek, seviyeleri
eşitlemek vb.’ söz konusudur ki cümlenin açık anlamı bizim çeviri yaptığımız doğrultudadır.
Kanıtı da [Ve DOĞU da Allah'ındır BATI da. Artık hangi tarafa dönerseniz dönün, Allah'ın Vechi
(Zat'ı, yüzü) işte oradadır. Muhakkak ki Allah her şeyi kuşatan Âlimdir (her şeyi ilmiyle en iyi
bilendir). Bakara 115]
Yüce ALLAH’IN herhangi bir şeyi icat (*) etmesi ve yaratması için bir şeye veya bir tarafa
dönmesini düşünmek bile çirkinliktir, bilgisizliktir, kaldı ki söz konusu olabilsin…
Para kazanmak için QUR’AN meali yazan hazretler öğrenmelidir; Bakara 115 ve Bakara 29
ayetlerinin tamamına ve içeriğine yön veren en önemli anahtar, Yüce ALLAH’IN ‘Alîm’ sıfatıdır.
Neden; Rahman, Rahim, Gafur, Afuv, Semi, Basir gibi sıfatlar değil de bu ayetin sonunda Yüce
ALLAHIN ‘Alîm’ sıfatı kullanıldı diye sormak gerekiyor. Bu sorunun cevabını bulmak için çalışılsa,
QUR’AN kendisini açıkça öğretecektir. Bu, asırlardır asla üzerinde durulmamış ayrıntı o kadar
önemli başlama noktasıdır ki, 1400 senelik uykudan uyandıracaktır uyanmak isteyenleri.
QUR’AN’I QUR’AN’DAN anlamak isteyenlere haddim olmayarak ısrarla önerimdir; bu son
derece ciddi ve çok önemli olan nokta asla göz ardı edilmemelidir. Her ayetin sonundaki sıfat,
isim O ayeti anlamamız için ayetin içeriğine yön veren birinci derecedeki en önemli adımdır.
Çünkü şiir üslubuyla vahiy edilmiş QUR’AN, QUR’AN’I kendi yöntemiyle, kendi içinde kendini
yaşatarak öğreten en değerli evrensel hazinedir… Bu hazineye ulaşabilmenin yegâne kuralı; çok
geniş bilgi yelpazeleriyle anlamak için okumaktır…
Her insana mahsus özel bir QUR’AN da yoktur, her insana özgü hususi bir Allah da yoktur.
Dolayısıyla QUR’AN yorumlanmaya kesinlikle kapalı, hatta yorumlamanın yasak edildiği bir
hazinedir. Onun her kelimesi apaçık ortadadır. QUR’AN’I QUR’AN’IN bize öğretmek istediği
doğrultuda anlamaktır esas olan. Aksi halde her kafadan türeyen ve bilgiye dayanmayan hadis
torbalarında üretilmiş uydurma masallar gerçek birer kaos oluşturmaktadır. Bu kaosun kanıtını
görmek için de; asırlardır Müslümanların yaşam kalitesine bakmak yeterlidir.
Bu yıkıcı kaos Hz. Muhammed vefat ettiği günlerde başlamış, günümüze kadar da, renkten renge
bürünerek devam etmektedir.
Çok kısa bir örnek vereceğim. Hammurabi bütün acımasızlığı ve cehaletiyle ‘hırsızlık yapanın
elini kesiniz‘ emriyle sosyal bir suçu cezalandırdı. Aç kalan insan hayatta kalabilmek için çalar,
çalabilir. Aslında bu suç toplumundur, eğitimin çarpıklığından, yetersizliğinden, SALAT kuralının
işlememesinden kaynaklanır.
(*) bütün Qur’an meallerinde CÂİLUN sözcüğünü yaratma olarak çevirirler, oysa ‘CÂİLUN’ icat etmek, yenilik demektir. ‘CÂİLUN’ sözcüğünün
yaratma fiiliyle en küçük bir yakınlığı dahi yoktur. CÂİLUN günümüzde kullanılan cedit yani YENİ, YENİLİK sözcüğü kökünden gelir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
14
Muhteşem Qur’an’da Maide 38 ‘HIRSIZLIK YAPANIN ELİNİ H I R S I Z L I K T A N KESİNİZ’
arasındaki fark gibi!. Bu benim meal ve tefsirimdir, hatalıysa da sadece bana aittir…
Qur’an’ı oku, öğren ve öğret; zekâtını, vergini ver, SALAT (vergi, zekât, desteklemek demek
olup Zerdüşt namazıyla en küçük bir yakınlığı dahi YOKTUR) kurallarını aksatma, bilginle ve
maddi imkânlarınla muhtaçları destekle ki sosyal bir arıza olan hırsızlığı eritesin, yok edesin.
Çünkü hırsızlık sosyal, yani toplumsal bir arızadır, suçtur.
Tedavi edilmesi gereken hastalık seviyesindeki hırsızlık (kleptoman) için de; Ayette geçen ‘YEDD’
el anlamındadır ve bu el bildiğimiz EL değil, beyinin sağ lopundaki elektrot anlamındadır. Yani
beynin sağ lopundaki EL’İ, hırsızlık arzusu veya zevki veren sinyallerin kaynağını kesiniz, tedavi
ediniz anlamındadır… ‘baltayla, lazerle veya bıçakla kesiniz’ anlamında değildir. Hangi Anne “bu
kurabiyelere sakın dokunma misafir gelecek” dese de kurabiyeleri aşıran çocuğunun elini
keser?
Ciddi seviyede açlık sınırındaki her fert yemek için, yaşamak için çalabilir… Âlemlerin Rabbi olan
Yüce ALLAH Rahman sıfatıyla yarattığı kulunun elini keserse, adamı tamamen açlığa mahkûm
etmiş olmaz mı? Şayet bir ailede veya toplumda hırsız, hırsızlık varsa, bu öncelikle yönetimdeki
bilim adamlarının, idarecilerin sorumluluğu olmalıdır.
Örnek; ayette geçen fe iktaû kes anlamındaki bu sözcüğün ‘Kes sesini!.. kes şu şakayı!.. kes şu
radyonun sesini!..’ gibi tümcelerde kullanılan KES sözcüğü, ayette kullanılmış elini hırsızlıktan
kesiniz tümcesindeki anlamın ta kendisidir. Ses bıçakla, kılıçla kesilir mi? Ayette EL’in fiziki olarak
kesilmesi söz konusu olsaydı; QUR’AN’DA, ağzı ile çalanın veya ayağı ile çalanın detayları da
açıklanırdı. Ayette geçen gerçek anlamı; herhangi bir şeyi kesmekle ortaya çıkan çizgi gibi
işaretlemek anlamındadır. Bu işaret onlar için alçaltıcı, belirgin ceza olmalıdır denmektedir.
Çünkü ayette ‘Nekâlen’ yani ibret olması için de denmektedir.
İlerde çok detaylı göreceğiz ‘SALAT’ bu nedenlerle dinin ve kaliteli hayatın ve her detayının
direğidir. BÜYÜMENİN, GÜÇLÜ, BİLGE DEVLET OLABİLMENİN İLK BASAMAĞI SALATTIR.
Qur’an’da 87+3 kez geçen ‘SALAT’ Zerdüşt icadı namaz demek değildir, en küçük bir yakınlığı
dahi yoktur. Gerçi Muhteşem Qur’an’da namaz diye hiç bir şey yoktur, ileriki sayfalarda
kanıtlarıyla göreceğiz.
SALAT; vergi, zekât vermek, maddi ve bilgiyle desteklemek, karşılıklı destekleşmek, karşılıklı
yardımlaşmak, üretmek, üretime destek olmak, kaliteli mühendis, bilim adamı yetiştirmek ve bu
kuralı da devam ettirmek demektir.
İbadetlerin en asili, en gerekli olanı SALATTIR. Asırlardır, insanlar içi boşaltılmış SALAT
sözcüğünün Zerdüşt namazı olduğu yalanıyla şartlandı ve bu yüce din işportaya indirgendi.
Kanıtı da; Allah’ın gazabı asırlardır üzerlerinde ancak gören de YOK!...
Bu zavallılar da asırlardır dinini, tarihini sadece karanlık cüppelilerden dinleyerek yerlerde
gezinmeye devam ediyorlar.
Yüce ALLAH’IN SALAT emrini hakkiyle yerine getirenler de cehenneme bilet verdikleri
Yahudiler ve Hristiyanlar olmuş ve Dünyayı yönetiyorlar.
Müslümanlar da züğürt tesellisiyle “Cennet de bizimdir“ diye çığırmaktalar! Oysa Qur’an’ın salt
özeti olan ASR suresi bu iddianın tam tersini söylemektedir! Hem de tam tersini!...
ASR suresini dikkatle analiz ederlerse görülecektir; cennete gidebilecek Müslüman
sayısı?!?!?!...
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
15
Bilinmelidir, sadece SALAT, yani vergi-zekâtla ayakta kalmış, 4000 seneden(*) de fazla hüküm
sürmüş ve tarihin mimarları olan Kenger Türklerinin kurduğu Sümer, sadece ve sadece Yüce
ALLAH’IN dinini ekseninden kaydırmak, şahsi menfaatler uğuruna kullanmak, sihir ve büyücükle
uğraşmaya başladıktan sonra tarih sahnesinden Sargonlar tarafından silinmişlerdir.
Dünyada ve tarihte Sümerler diye bir millet YOKTUR. Sümer’i kurup tesis eden kuzeyden,
bugünkü Özbekistan, Türkistan, Altay yörelerinden göç etmiş, dünya medeniyetini kurup yayan
Kenger Türkleridir.
Kengerler kurdukları bu ülkeye, bu bölgeye, yani yurtlarına kendileri SÜMER dediler… Batılıların
‘Sümerler’ demelerindeki karanlık amaçları; günümüz Türkleri derin, derin uykularından
uyanmasınlar!...
Oysa;
Kureyşli Hz. Muhammed de Sümer’de kutsal bölge olan KUTHA’DAN
Arabistan’a göç etmiş Kayzeroğulları soyundan Adnan Oğulları
kolunun Haşimoğluları ailesinin devamı Kenger soyundan gelen
Kureyşli Türkoğlu Türk’tür.
(*) Kenger-Sümer de her yeni bulunan ve tercüme edilen yazılar bu 4000 senelik tarihi şimdilik MO.6000 seneye çıkarmıştır. Ve hala derinlere,
daha bilgelik içeren muhteşem bilgilere ulaşılmaktadır, ancak üçüncü dünya milletlerinden gizlenerek…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
16
ZAMAN NEDİR, NE DEĞİLDİR?
‘ALTI GÜNDE YARATILAN EVRENLER’ gizemlerine henüz başlarken mutlaka bilinmesi gereken
ciddi bir konuyu kısa da olsa analiz etmeyi yeğlemekteyiz.
Zaman yaratık veya boyut değildir, mahlûk hiç değildir, olamaz da. Kanaatimce yaratılmış üç
boyutlu kütlenin hareketinin, üç boyutlu ortamdaki hızının, hareket miktarının biz insanlar için
tanımlanması veya O olguyu kavrayabilmek için icat ettiğimiz veya cetvelsek şekliyle dilimize,
elimize almamız gereken vazgeçilemez enstrümandır.
İlkel (yavan, ham) bilgiden kurtulabilmek için ilk adım olarak, mahiyetini de bilmeden zaman
denen sözcüğü tanıdık ve dilimize monte ettik. Bunu yapmaktan başkaca hiç bir çare de yoktu.
Soralım; Herhangi bir hareket olmazsa ZAMAN’IN ne anlamı olabilir, kime ne ifade edebilir?
Bununla beraber hiç bir insan, hiç bir şekilde mutlak sükûneti (hareketsizliği) de idrak edemez ve
tanımlayamaz ve kavramsal şekilde de duygulanamaz. Bu, genetiğimize kodlanmış programın
gereğidir. Evrende ve düşüncelerimizde bile her şey her an hareket halindedir.
Demek ki bize programlanmış kodların yönetim ve sınırları içinde bizler hareketi (hızı) zaman
sözcüğü ile ancak tanımlıyoruz.
Gerek hayatın her anında, gerekse QUR’AN dilinde gün veya zaman, bizim psikolojik algılarımıza
göre ifade ettiğimiz şey, miktar, olgu değildir!...
ABD de noter tasdikli, termodinamik bilimleri alanında (ısı iletkenliği alanında) ciddi bir
denkleme ekler yaptığımı (yenilediğimi) ve zaman konusundaki bu fikrimi ve tespitlerimle birlikte
bir kaç ciddi konferansımda açıklamıştım. Timsah gülücükleriyle de alkışladılar, ancak ne ismimi
ne de QUR’AN hakkında yazmadılar… Çünkü ben Müslüman bir Türküm, üstelik hiç bir Türk,
Müslüman da bana destek olmamıştı…
Teorimin temelindeki tespitim; Zaman diye bir şey YOKTUR ve zaman boyut da değildir…
Henüz 10 veya 12 yaşlarındayım, Maden’de hayatımın her dakikası deneylerle geçiyordu. Tren
raylarına koyduğum bakır 10 kuruşları kâğıt gibi incelterek deneylerimde kullanırdım. Trenin
yüklü veya yüksüz olduğunu da bakır 10 kuruşun inceliğinden anlardım… Her deneyde aç
kalacağımı da bilirdim ancak yine de yapardım… Ancak, yoksul bir yetimin yapacağı kadarını…
Durduramadığım ihtirasım olsa gerek günlerce, saatlerce bu deneylere; sanki tren tekerinin ve O
10 kuruşlarla fiziki olarak bütünleşip, vücudumun gerçek parçası olduğunu hissederek dikkatle
devam ederdim. Çocuk aklı!... Atlattığım tehlikeleri anlatmak sayfalar alır…
Sordum; hareket olmasaydı zaman bana ne ifade edebilirdi? Trenin paramın üzerinden geçme
hızıyla her tekerler arasındaki mesafeyi de hesap etmeye çalışırdım… Ancak saatim olmadığı için
de bunu asla yapamazdım… Hoş saatim olsa da yapamazdım ya… çocuk aklı işte!
Bu karmaşık, saçma sapan gibi görünen duygular içinde yine sordum ‘zaman’ nedir?
O yıllarda (1950-1960larda) Madende bakır fabrikasında, maden sahasında pek çok yapancı
mühendis çalışırdı. Hepsi beni tanır ve ciddiyetle her soruma sanki büyük adammışım gibi cevap
verir ve bana çok, çok değer verirlerdi… Akşamları mühendislerin yemeklerine de ortak olurdum
ve İngilizce öğrenmemde de çok yardımları da olmuştur.
Şayet zaman denen şey varsa yönü nedir? Sordum ‘zaman’ nedir?
Aldığım cevap hep aynıydı ve asla tatmin de olamıyordum…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
17
İngiltereli maden mühendisi Tim (Timothy) sordu “senin zaman anlayışın nedir?”
“Hareket olmazsa zaman denen şeyin ne anlamı olabilir?” dedim… Tim bana “this is a true
logic” yani ‘Bu saf, gerçek mantıktır’ demişti…
Hiç unutamam O anı, teorimin temelini ve tavanını o anda kurmuştum. Cevap verdim;
Herhangi bir uzay parçası olmalıdır, herhangi bir kütle (cisim) bu uzay parçasında herhangi iki
nokta arasını, herhangi bir çabuklukla yer değiştirmelidir ki ben zaman denen olguyu
kavrayabileyim. Zaman, hareketle ortaya çıkan ve belleğimde O an için anlam kazanan anlık
bir olgudur. Benim şahsi tespitim; Zaman algı ve olgusu hafızaya asla kayıt edilemez, çünkü
anlıktır.
Zaman denen şey gerçek olsaydı hafızamda iz bırakır ve kalıtımsal olmalıydı. Çok hızlı giden bir
aracın hızının adrenalin etkisi hafızaya kayıt edilebilir. Oysa hız olgusunu zaman çizelgesiyle
anlamak için kullanmaktayız. Neresinden bakarsak bakalım ‘Zaman’ herhangi hareketin
ölçülebilen cetvelsek bir şekli olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hareket olmazsa zaman denen şeyin bana hiç bir şey ifade etmeyeceğini, edemeyeceğini
kesinlikle kavradım ve teorimi kurdum. Demek ki zaman denen şey gerçekte YOKTU…
Zaman, herhangi hareketin miktarını ölçmek için bu tanımlamayı biz icat ettik. Birinci sebebi de
günlük yaşamımıza, hayatımızın her anına egemen olan gece ve gündüz olgularıdır dedim…
Çünkü Güneş doğmuyordu ve batmıyordu… Sadece dünyamız dönüyordu… Sordum; İnsanlar
neden bu hatayı açıkça her gün tekrar ederler diye… Oysa dünya dönüyordu, Güneş
doğmuyordu ve batmıyordu.
Bu yanlış, hatalı ve gerçeği örten sözcükleri bizler keyfiyetten veya çaresizlikten türettik… Aynı
‘zaman’ aldatmacası gibi…
QUR’AN’DA sözü edilen GÜN ve ALTI GÜN, bildiğimiz gün olgusuyla, bildiğimiz zaman anlayışıyla
asla ilgisi olmayan, evrensel hareketin tanımlanması için kullanılmıştır. Çünkü gün iki nokta
arasındaki mesafede hareket miktarını ölçmek, anlamak için kullanmaktayız. Qur’an’daki ALTI
GÜN ifadesi, ne Dünyanın günü, ne de Jüpiter’in günüdür…
Evreni anlatan, evrene ait olan Evren gününden, Evrenin Döngüsünden söz edilmektedir…
‘EVREN GÜNÜ’ ne demektir? Buna bu kitabımızda ulaşmaya çalışacağız, ulaşabilirsek…
Dünyanın günü olarak çemberde iki nokta arasını 24 saat, Jüpiter’in günü için de iki nokta arasını
10 saat şeklinde cetvelimizde kurallaştırdık. Saat kavramını da biz icat ettik, evren değil… Daha
doğrusu Evren ve hareket bizi zaman dediğimiz cetveli bulmaya ve kullanmaya mecbur etti…
Herhangi veya her tür hareket miktarının ölçülebilen parçalara böldüğümüz cetveline kısaca ve
kestirmeden ZAMAN dedik.
Zaman, hareketin (hızın) bizim yakıştırdığımız başka bir adıdır. Bu tanımı, kendi gerçeğinin
doğrultusunda anlayıp kavradığımızda ‘ALTI GÜNDE YARATTI‘ ifadelerini çok daha açık ve gerçek
çerçevede bilerek, bilgi ile anlayacağız. Bu nedenle üzerinde kısaca durmaktayım.
‘ Zaman = harekettir’ şeklinde de geçiştiremeyiz, bu da yanlıştır.
‘Zaman’ herhangi bir hareketin miktarını tespit ederek tanımamızı, tanıdığımız olguyu bilmemizi
sağlayan cetvelsel adıdır diyebiliriz.
Benim üzerinde durduğum derinlik, ZAMAN ve ALTI GÜNDE yaratılmanın hareket döngüsünü
tamamen ayırmak ve QUR’AN’IN öğretmek istediği enginliği kavramak ve kavratmaktır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
18
Nereden nasıl satın alırlar bilinmez ancak yakalarına da her nasılsa şeyh, derviş, âlimi ulema veya
profesör etiketi takmış, yarım yamalak Arapça ile para kazanma amacı olanlar nasıl ki “evren
genişliyor” diye başkalarının (Edwin Hubble) hatalarına çanak tutarak ‘evrenin genişlediği
Qur’an’da da yazmaktadır’ diye insanları karanlık sokaklarda tuttuklarına şahit olduğum içindir
ki; kitaplarımda, bulgularımda her detayı AKLIN, QUR’AN VE BİLİMSEL MANTIĞIN süzgecinden
geçirmek zorundayım. Evrenin genişlemediğini daha açıkçası genişlemesinin de mümkün
olmadığını birazdan kanıtlayacağız.
Çünkü ‘GÜN’ kavramı, herhangi iki nokta arasında herhangi cismin yer değiştirmesindeki
olgunun, çabukluğun, hızın bizim tarafımızdan belirlenmesi için bunu biz zaman diye
tanımlamalıydık ve QUR’AN’DA bize bu öğretinin ilk basamaklarını öğretmektedir. Bu nedenle
bizler ilk adımı atalım ve ön kavramları sindirelim diye “zaman ve gün” kullanılmıştır. Çünkü
bunlar güncel hayatımıza egemen olan, bizden ayrılamaz birlikte yaşadığımız ve hafızaya kayıt
edilemeyen olgulardır.
Liseyi bitirmeden, kimsenin trigonometriyi öğrenemeyeceği gibi düzenli bir eğitim sürecinden
geçmekteydik. Dikkat ettiniz mi? ben de ‘süreç’ diye bir ifade kullandım!!!...
Çünkü hareketin miktarını tanımlayabilmek, ölçülendirebilmek için bizler günlük yaşamımızı
düzenlemek, bu düzeni anlamak için buna mecburuz. Süreç, hız, zaman, hareket, yavaş, hızlı gibi
bütün bu terimler ve tanımlamalar herhangi hareketin cetvelsek adıdır.
Gerçekte zaman diye hiç bir şey YOKTUR. Bu olguyu tanımlayabilmemiz için genlerimize ön
bilgiler kodlandı(*). Çünkü çevreyi tanımada önemli ilk adım bunlardır. Bu ön bilgileri sindirerek
üst bilgilere ulaşacağız. Çalışmak, yorulmak, uyumak, uyanmak bütün bu olgulara çizelge getirip
tanımlamak için zaman denen anlık algılama genlerimize başlangıçta programlanmıştır.
Çünkü evrende her şey her an hareket halindedir.
HIZ ve ZAMAN!… Hız herhangi bir harekettin miktarını, gerçeğini tanımlamamız için yine biz
insanlar tarafından anlamamız için eşit bölümlere ayırdığımız cetvele, dilimlere ZAMAN dedik.
Hızın miktarını zaman denen cetvelle tanımaktayız. Sümerler bunu önce 6lı, yani 60 saniye, 60
dakika ve asırlar sonra da 10lu rakamları icat ederek ifade ettiler.
Hatırlayalım; Güneş ne doğar ne de batar, sadece dünya döner… Bu eksikliği, bu ifade hatasını
ilkel duygularımızı tatmin veya ilkel psikolojik etkilerle binlerce senedir yapmaktayız… Ancak bu
ciddi bir yanılgıdır ve doğru değildir… Çünkü Dünya döner; Güneş doğmaz ve batmaz.
[ Dedi ki “Yeryüzünde kaç YIL kaldınız?”
“Bir GÜN veya GÜNÜN bir kısmı kadar kaldık. O zaman (onu), sayanlara sor.” dediler.
1. Sorgulayalım; Birinci cümledeki soruda ‘YIL’ olarak soruldu, ancak cevaptaki ‘GÜN’
sözcüğü ayrıcalığına dikkat etmek gerekir!
2. Soralım; “O halde (onu), sayanlara sor.” Kimlerdir sayanlar? Kime soracağız?
Dedi ki “Ancak AZ BİR MİKTAR** (cüzi bir süre, sözü bile edilemeyecek kadar kısa bir miktar, göz
açıp kapama gibi kısacık bir sure) kaldınız. Siz BİLGİLİ-BİLGE kişiler olsaydınız (bu gerçeği detaylı
olarak içeriğini bilimsel metotlarla anlardınız veya araştırırdınız veya araştırarak gerçeği
öğrenirdiniz)”.
Öyleyse Bizim, sizi abes olarak (amaçsız, anlamsız bir gaye için mi) yarattığımızı ve Bize
döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?
İşte Hakk Melik (gerçek kral, gerçek sahip) olan Allah çok Yüce’dir. O’ndan başka İlâh (tapılacak,
itaat edilecek mabut) yoktur. (O), KERİM ARŞ’IN RABBİDİR. MU'MİNÛN 112-116 ]
(*) Bu muhteşem bilgilerin detaylarını Tevrat Tekvin ve Alak (Yaratılış) suresinin ilk 5 ayetini yazdığımız kitabımızda öğreneceğiz.
(**) Mu-Miminun 114 ayetinde ‘ZAMAN’ diye bir kelime olmamasına rağmen, baksınlar ki bütün QUR’AN meallerinde ZAMAN sözcüğünü hemen
sokuştururlar. Bu ihaneti yapanlar kimlerdir?
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
19
‘Hakk Melik, KERİM ARŞ’ sözcükleri bizleri bu 5 ayetin enginliklerine yönlendiren ve konunun
bütünlüğüne gerçek anlamı kazandırmak için kullanılmış en önemli anahtar tanımdır.
Bu muhteşem 5 ayet zaman ve evren günü hakkında harika bilgileri içinde barındırmaktadır.
Evrenin yaratıldığı an ve son nokta arasındaki döngü, süre, periyod, cetvel vb… İlk an ve son
nokta arasındaki cetvele QUR’AN ‘ASR’ demektedir. Bunu da ASR suresi açıkça anlatmaktadır.
On yaşlarında genç bir insan 90 yaşlarına ulaşacağındaki halini asla algılayamaz ve idrak ta
edemez, duygulanamaz, çünkü 80 senelik bir geleceği henüz yaşamadı. Ancak 90 yaşındaki her
insan hatırlayabildiği kadar ki erken gençliğinin her anını hatırlar veya hatırlamaya çalışır ve
aradan 90 sene geçtiğini asla ZAN bile edemez. Sadece 90 seneyi birkaç saniyeye sığdırıp
anımsamakla; ne kadar çabuk geçti der ve 90 senelik cetvelsek iki nokta arasını sanki 90 sene
avucunun içindeymiş gibi geçmişe, yani zihnindeki depolanmış programa bakar… İyisiyle
kötüsüyle, kendisine sevinç veya utanç veya pişmanlık tattırmış 90 senelik anılarına, depoya
kayıtlı olan kutudan bakar ve bu depoya kayıtlı anıları da asla silemez…
ZAMAN denen şeyi algılamaya kendimizden dışarıya bakarsak başka, ancak dışarıdan içeriye,
yani kendimize bakarsak başka tanımlara yöneldiğimizi göreceğiz.
Çünkü Yüce ALLAH Yerleri, Gökleri ve İçindekileri, bizler anlayalım diye Muhteşem Qur’an’da
ALTI GÜNDE YARATTIĞINI öğretiyor…
İnanıyorum ki hayatımızdaki en yüce erdem, üstün AKILLA irdeleyen Bilim; ‘ALTI GÜNDE
YARATTI’ gerçeğinin enginliklerine AKIL ve bilimsel kanıtlarla ulaşacaktır.
Hareketin yönünün, üç boyutlu sonsuz hareketten, üç boyutlu sonsuz sükûnete, bir tek mutlak
noktaya yönelik olduğu kanaatindeyim. Bu benim şahsi tespitimdir…
Çünkü “evren neyin içinde veya dışında veya nasıl bir şey? Soruları hayatımın her anını işgal
etmişti.
Aslında sükûnet ortamında, o sükûnete müdahale eden bir başka hareket daha var. Cismi eksi 273.16 C. derecede tutan başka bir hareket daha var. Hem de çok kuvvetli bir hareket!.
Bu şekilde; Artı +hareket (+zaman) ve Eksi -hareket (-zaman) olarak analiz edebiliriz diye
düşünürüm.
Bundan ileriye gidemiyorum, çünkü üç boyutlu varlığım ve üç boyutlu düşüncelerim burada bana
sınır getirmektedir. Üç boyutlu çalışabilen matematiği keşfettiğimde belki başarabilirim. Bu
karmaşayı anlayabilmem için zamanı (hareketi) üçüncü boyutun kesiştiği noktaya taşımam
gerekiyor. Bu da şimdilik imkânsız gibi görünüyor.
Duygularımda Geçmiş ve durdurulamayan Gelecek var, arasında başka sabit hiç bir şey yok!
Şimdiki zaman veya şu an diye hiç bir şey yok ki!...
Eminim geleceğin matematikçileri, özellikle matematik dehası dostum Mimar Yük. Mühendis
Ertuğrul Çelik en azından buna matematik alanda ciddi açıklıklar getirip en azından başlama
koordinatını tayin edecektir.
Batılıların; Zamanın kısa tarihi veya zamanda yolculuk zırvaları sadece şahsa mahsus pembe
lakırdılardır, gerçeklerle alakası da olamaz. Bu masallarla Bilime ve insanlığa hiç bir yarar
getirememişlerdir. Ancak onlar Batılı olduğu için yanlışları dahi bilim diye yutturulur!.
Ne acıdır ki; Türkiye gibi ülkelerde de sorgusuz sualsiz yayınlanır, hatta batılıların az da olsa
yaptıkları şarlatanlıkları dahi sorgusuz kabul edilir…
Özel not;
Bazı cümlelerde ‘BEN’ sözcüğünü “yapacağım, yaptım, benim düşüncem, benim tespitimdir vb.’ şeklinde kullanmak zorundayım. Çünkü ferdi
sorumluğu veya o fikrin, o tespitin muhatabı sadece ben olduğum içindir. Sorumluluğu üzerime almak için BEN demek zorundayım. Bu hassas
konuyu kısaca açıklamak istedim henüz konumuza başlarken. Benlik gibi çirkin bir duygudan Yüce ALLAHA sığınırız.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
20
SATÜRN GEZEGENİNİN KUZEY KUTBUNDA
YÜKSEK HIZLA DÖNEN ALTIGEN!.
Güneş sistemindeki Altıncı gezegen olan zarafet abidesi Satürn’ünün tepesinde müthiş bir hızla
bozulmadan dönen ALTIGEN.
Bu gerçek resimler bir kaç sene önce Cassini adlı uydunun tespit ettiği gerçek fotoğraflardır.
Tekke köşelerinde huuu çekip uyuyan Müslümanlara bildirmek gerekir ki bu resimleri
cehenneme gönderdikleri gâvurlar temin edip insanlığa sundular…
Cassini uydusunun ALTIGENİ görmesi için harika bir zamanlama ve konumda olmanın yanı sıra,
uydu Satürn'ün yörüngesinde en müsait konumundayken 2012 yılının son aylarında Güneş
ışığından yararlanıp ALTIGENİN içini aydınlattığı zamanlarda çekilen gerçek resimlerdir.
2012 senesine kadar biz insanoğlu Satürn’ün tepesinde fırıl-fırıl dönen devasa boyutlarda
ALTIGEN olduğunu bilmiyorduk!!!...
Cevap alamayacağımı bildiğim halde “binlerce sene önce günümüzdeki Kırgızistan yörelerinde ön
Türklere ait Oş şehrinde O meşhur dağda eğitim almış Hz. Süleyman’a bir şekilde intikal etmiş
ALTIGEN MÜHRÜ Satürn’ün kuzeyinden mi esinlendiler acaba?” diye çok sormuşumdur.
Urya hanımdan dogma, Davud Peygamberin bilge oğlu Hz. Süleyman’ın ‘ne işi vardı Kırgızistan
yörelerinde, Oş şehrinde O meşhur dağda, kimlerden ne öğrendi, oralarda ne kadar kaldı,
binlerce km mesafeyi neyle gitti ve nasıl geri geldi?’ diye soran olmadı şimdiye kadar?
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
21
TEMUR-KAZIK, ÇOLPAN YILDIZI
Ön-Türklerde ve tarihlerinde, iç içe geçmiş iki ters üçgenden oluşan bu altı köşeli (altıgen) yıldız
yaratanı ve yaratılanı temsil etmektedir. 12000 seneden daha yaşlı olan Mahabharata
belgelerinde de aynı anlamdadır.
Yine aynı şekilde Hun ve Uygurlarda yüksek makam sahiplerinin sehpalarında üzeri altıgen
yıldızlarla ve altıgenlerle bezendiğini de görüyoruz.
Ön-Türk boylarında Tamga olarak da kullanılan sembol iç içe geçmiş iki üçgenden meydana gelen
ALTIGENDİR. Günümüzdeki Damga, yani mühür sözcüğü bu Tamga sözcüğünden türemiştir ve
Hz. Süleyman’ın mührü olarak günümüze kadar da gelmiştir. Süleyman’ın mührü denen o
meşhur Tamga yani damga budur. Ne acıdır ki günümüzde BAŞKALAŞIM HASTALIĞINA
YAKALANMIŞ Türkler bunun farkında bile değiller.
Başkalaşım hastalığının da başlıca nedeni Muhteşem QUR’AN ile alakası olmayan uydurulmuş
insan icadı dindir.
Arkaik Türkçede Kün-Eki sembolü iç içe geçmiş ters-yüz iki üçgendir, altıgen yıldız olarak da
bilinen bu şekil İdil-Ural bölgesinde ve Kumanlarda da görülmektedir. Bu altıgen sembolün
Proto-Türkçe’deki adı “Uçu-Eki” olup Gök İkilisi (iki ters üçgenin tanımı) anlamındadır. Altıgen
sembolün M.Ö 3000’lerde Ortadoğu’ya Asya’dan geldiğini görmekteyiz.
Ön-Türk boylarında ALTIGEN YILDIZ TEMUR KAZIK’I simgelemekteydi. Daha sonra bu yıldızın adı,
unvanı bazı Türk boylarınca “Çolpan Yıldızı” (*) olarak adlandırılmıştır. Çolpan Yıldızı tüm Türk
boyları tarafından Tanrı’nın bir lütfu ve kendilerinin yol göstericisi olarak kabul edilmiş ve kırmızı
renkli sabit yıldız ‘Temur Kazık’ olarak isimlendirilmiştir.
(*) Sümerce de ‘Çolpan’ sözcüğü, herhangi bir yıldız değil, kast edilen, sanki özelliği olup da O özelliğinden dolayı bilinen ‘O yıldız’ anlamında
kullanılmıştır. Tevrat’ta söz edilen bu Çolpan yıldızının Orion Yıldızı demektir ve Tevrat’tı yazanlar bu anıları Kenger Sümer den almışlardır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
22
Bunun dışında altıgen yıldızı Alpler’de kaya resimleri olarak görülen büyü ile ilgili yazmalarda bir
güç simgesi olarak beliren bir sembol olarak ta görmekteyiz. Daha sonraki dönemlerde bazı
kültürlerde adı geçen yıldızın sembolünün Yukarı Mezopotamya ve Britanya’nın bazı
bölgelerinde Demir Çağı’na ait örnekleri de bulunmuştur ki; bu hayret edilecek bir
gerçektir. Ayrıca Elephania Mağarası’nda ve Barbaria (Afrika Cezayirde bir bölgedir, bu
bölgelerde kendilerine mavi dünyanın çocukları dedikleri Tuareglerin geçmişlerini de araştırdım)
duvarlarına kadar, Alaska gibi uzak yerlerde dahi bu altıgen yıldızın izlerine rastlamak
mümkündür. Sadece Tasilli/Ahaggar, Hoggar (*) uygarlığında altıgen hakkında elle tutulur ciddiye
alınacak bir ize rastlayamadım.
Bu iç içe geçmiş ters ve düz iki eşkenar üçgen şekli insanın belki de varlığının başlangıcından beri
ya da en azından ilk şehirleşme ve medenileşme hareketinin başladığı ZAN edilen “Çatalhöyük”
den beri pek çok yerde görülür ve sembol olarak “erkeği” ve “kadını” temsil ettiği kabul
edilmiştir. İlah (eril) ve İlahe (dişi) sözcükleri kutsal evlilikleri de içerebilir.
Göbekli tepe, 12 000 bin senede harap olmasına rağmen ALTIGEN kendisini korumuş
Altıgenin gerçek anlamı, Atlantis’in (**) yok olmasından, O insanların zincirleme oluşan nükleer
bir afette karbonlaşmasından sonra altıgen sembolün anlamı gölgelerde kalmış ve hayatta kalan
yeni nesiller tarafından da birçok yakıştırmalar ve farklı kültürlerde, farklı tanımlamalarla gerçek
anlamı bir şekilde saptırılmıştır. Gerçek cevap QUR’AN’DADIR ve umarım bu kitabımızda
ulaşabilirsek bu gerçeğe ulaşacağız.
ÖN-TÜRKLERDEN binlerce sene sonra Hz. Süleyman’a intikal eden ancak Hz. Süleyman
tarafından da kıymeti, önemi, Oş dağlarında öğrendiği anılara olan saygısından altıgen
geometrik sembol, yani mühür yüzük hakkında üreten ve üreyen, erkeği ve kadını yani
cinselliğe ithaf etmiş olabilir. Çünkü Hz. Süleyman’ın 700 hanımı ve 300 de cariyesi vardı!…
Hz. Süleyman’ın dip atalarının topraklarında Kırgızistan’da Oş şehrinde bulunduğunu, o dağ ve
yörede kaldığını, bir takım bilimler öğrendiğini de biliyoruz. Aynı Hz. Musa’nın Himalayalarda,
Türklerin kıymetini bilemeyip kayıp ettikleri kadim toprakları TUVA da eğitim aldığı gibi…
Altı köşeli yıldız motifinin Roma’da kullanılışının örnekleri ve Lübnan Baalbek’teki mabetlerde yer
döşemelerinde de görülmektedir.
Altı köşeli altıgen yıldızın kaynağı Ön Türkler ve Hint Mahabharata olduğu kesindir. Hint
kültüründe güneşi sembolize eden altı köşeli yıldız bu kültürde Yantra olarak
adlandırılmakta; sembol çok eski Hint geleneğinde yaratıcı Vişnu üçgeni ile yıkıcı Şiva üçgeninin
birliğini (birlikteliğini) ifade etmekte, başka bir deyişle Kutsal Evliliği (***)
simgelemektedir. Böylece üç boyutlu bu maddi evrenin yaradılışına ve son anındaki yıkılışına
yorumlamışlardır.
(*) Cezayir’in güney doğularındaki mağaralardır. Libya ve Cezayir’in çöllerinde 7 sene yaşadım.
(**) ‘Dünya Atlantis’in akıbetine gidiyor’ kitabımız.
(***) evlilik sözcüğü sadece kadınla erkeğin birleşmeleri değil, iki farklı şeyin birleşmesi anlamında da kullanılmıştır. Bakırla kalay birleşir, yani
evlenir ve tunç dediğimiz alaşım materyali ortaya çıkar, bu örneğe benzetebiliriz. Genellikle Sümer’de Kutsal evlilikler gibi sözcüler de gerçek
anlamından saptırılmıştır. Evlilik; taban tabana zıt iki farklı şeyin birleştirilmesi de demektir. 2013 de Hindistan’da Samskrita ve Sanskrit dilleri ve
Mahabharata hakkında akademik araştırmalar yaptım.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
23
Bu yorumun kesinlikle doğru olduğu kanaatindeyim. Çünkü Yüce ALLAH yerleri ve gökleri ALTI
günde yarattı. Bu konuya başlama koordinatımız önce Tevrat Tekvin, Ulema Anunnaki ve tarihin
enginliklerinde dağılmış ve asırlar geçtikçe de şahsi çıkarlar için ekseninden kaydırılmış ve
parçalanmış bilgilerin tamamını da Muhteşem QUR’AN toparlamaktadır.
Altıgen yıldız üç boyutlu evrenlerin yaradılışına, yani YARATANI ve YARATILMIŞI sembolize
etmektedir. Tarihin enginliklerinden gelen Altıgen yıldız hakkındaki en doğru tanımlama budur.
Altıncı günün bitimi izin günüdür, üç boyutlu maddi evrenin, her şeyin dümdüz olacağı SON
gündür…
Hint kültüründe belirgin bir önem taşıyan bu altıgen yıldıza Hint mabetlerinde, mezarlarında,
hatta Hint gemilerinin sancaklarında da rastlamak mümkündür. Hint kültüründe Yantra’ya
benzeyen bir diğer altıgen yıldız şekli ise “Mandala” olarak isimlendirilmektedir.
Bu arada belirtmek isterim; iç içe geçmiş iki ters üçgenden oluşan bu altıgen yıldızın
Yahudilerle, Yahudilikle, Musevilikle, Tevrat’la en küçük bir alakası da yoktur...
Yahudilerin ataları bu iki ters üçgenden oluşan altıgen yıldız sembolünü Ön Türklerden ithal
etmişlerdir. Bunun için de Yahudileri takdir etmek gerekir derim.
Türkiye Siirt’te 1700lerde yapıldığı zan edilen Babdudarp camisinde altıgen yıldız. Yahudilerle ve
Yahudilikle en küçük bir ilgisi olmayan altıgen yıldızı 1940larda Yahudiler kendilerine bayrak
sembolü yaptılar… Uyutulmuş, 1400 senelik uykular içinde olan Müslüman Türkler kendi ATA
yadigârlarına sahip olamadılar… bu nedenle ‘Yahudileri takdir etmek gerekir’ dedim.
Hz. Davud ve Hz. Süleyman bu TAMGA ALTIGEN YILDIZI dip ataları Türklerden aldılar ancak neyi
sembol ettiğini, ne işe yaradığını, neyi anlatmak istediğini de bilmeden. Şayet Hz. Davud ve Hz.
Süleyman bu Tamga altıgen yıldız hakkında detaylı bilgi sahibi olsalardı, en azından Tevrat’ın
eklerindeki Davud ve Süleyman’ın meselleri bölümlerinde yazardı.
Altıgen yıldızın Yahudilikle en küçük bir alakası yoktur ve olamaz. Çünkü Yahudiler hiç bir zaman
Hz. Süleyman’ı ne peygamber, ne de Yahudi bilgini olarak kabul ettiler. ‘Urya’nın oğlu’ diye hatta
aşağıladılar. Neden Hz. Süleyman’ın altıgen yıldız sembolü taşıyan mühür yüzüğünü kendilerine
bayrak yapsınlar!!!...
ALTI günde yaratılan evrenler hakkında bir şekilde bilgi sahibi olmalıdır ki Hz. Süleyman altıgen
geometriyi yüzüğüne mühür yapsın. Hz. Süleyman’daki sırların detaylarını şimdilik bilmiyoruz.
Bu altıgen işaretin ön Türklerdeki adı ve anlamı da TAMGA, yani DAMGA, yani MÜHÜRDÜR…
ALTIGEN Tamga, Damga, Mühür ile [ Ve kesinlikle bilmelisiniz ki, gökleri ve yeri ve ikisinin
arasındakileri ALTI GÜNDE yarattık. Kaf 38 ] arasında çok, çok ciddi ve çok yakın ilişki var.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
24
Gerçekleri bilen her aklıselim Türk insanına derin derin utanç ve ıstıraplar veren bu gerçekler
alenen kasıtlı olarak örtülmüş, saklanmış, hatta yabancıların kültürel malı zan edilmiştir.
Bu yıldız binlerce sene önceleri de Ön-Türk boylarında altıgen yıldız Temur Kazık’ı
simgelemektedir. Aynı yedi mum tutucu şamdan gibi(*).
Gerçi Yahudiler Türkün torunlarının torunudurlar. Sadece Hz. Yakup’tan sonra İS-RA-İL oğulları
unvanıyla Ulema Anunnaki tarafından programlanmış farklı genetikleriyle yeryüzüne
dağıldılar.(**)
En az 6000 yaşında olan bu Sümer Ulema Anunnakiyi temsil eden kabartmada güneş merkezli
ALTIGEN YILDIZIN etrafında 12 gezegen açıkça görülmektedir…
Kabartma tablette bugün bizlerin farkında bile olmadığı en uzak 12nci gezegen merkezdeki
ALTIGEN yıldızdan en uzağında, üstelik gezegenlerin tamamı da küre olarak özellikle belirtilmiş.
(*) EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2 / Yedi astro fizikçi genç bilimciler; Kehf kitabımız.
(**) EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-1 / Şeytani ayetlerin cevabi kitabımızda daha geniş açıkladık.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
25
SATÜRN’ÜN KUZEY KUTBUNDA BOZULMADAN DÖNEN
ALTIGEN!...
Yüksek hızla dönen altıgen Satürn’ün kuzey kutbundadır. Dönen Satürn’ün tepesinde 1800
km/saat hızla ve bozulmadan dönen hareketli bir ALTIGEN!?. Oysa Satürn’ün kendisi 34884
km/saat hızla dönmekteyken tepesinde 1800km/saat dönen altıgen, bu nasıl mümkün
olabilir?(*)
Çok farklı filtrelerle tespit edilmiş Satürn’ün altıgeni resimde de açıkça görüldüğü gibi altıgen
1800 km/saat hızla dönmekte ve merkezkaç ve radyal kuvveleri YOK sayarcasına altıgen olarak
bozulmadan dönmeye devam etmektedir…. İnanılır gibi değil !!!...
(*) Erken gençliğimde çok sorardım “dakikada 100 veya 500 defa bir eksen etrafında dönen mıknatıs yakınındaki iletken bobinde yaklaşık 200 000
km/saniye (bu rakam kesin ve net değildir, iletkenin niteliğine, ısıya ve birçok başka özelliklere göre değişkendir) hızla hareket eden elektrik
hareketini oluşturuyor, bu nasıl olabilir?” diye. Hiçbir zaman doyurucu cevap da alamazdım…
Elektrik ve manyetizma etki alanı arasında altıgen geometrik bir ilişkimi var diye çok düşündüm!. Bu noktadan başlayarak 60 derece açı farkı olan
6 fazlı elektrik motorları da yapmayı planlamaktayım.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
26
Oysa türbülansın merkezi (toz, gaz burgacı) altıgen değil, altıgenin merkezdeki gözü çemberdir,
dairedir. İki en uzak nokta arası 32000 km olan Altıgen merkezden belirli uzaklıktaki dış
halkalarda meydana gelmekte ve nedenine de günümüz bilimsel verirleriyle hiç bir doyurucu
açıklamaya ulaşamıyoruz.
Altıgenin dışında da yine tozlardan oluşan çember var ve o tozlar da çok yüksek bir hızla ve
altıgen geometriyi bozmadan dönmektedir.
QUR’AN bana ısrarla öğretti ki; insan insanı olabilmek için kendine ve insanlığa faydalı olmayı,
durmadan, dinlenmeden okumamı, öğrenmemi, sevmemi, çalışmamı, sormamı, sorgulamamı,
icat etmemi, keşfetmemi, evreni tanımamı, detayların da detayına girmemi… Ancak bu şekilde
TAKVA (*) denilen en üst seviyede erdeme yönelebileceğimi öğretti.
2014 senesinde Cassini uydusu tarafından çekilen gerçek resim.
Bu ALTIGEN Satürn gezegeninin kuzey tepesinde 1800 km/saat hızla dönmekteyken, altıgen
alanın sınırlarının içinde pek çok çembersek türbülanslar da var. Bu küçüklü büyüklü
türbülansların tamamı ALTIGENİN koordinatıyla birlikte dönerken, ALTIGEN DE Satürn’ün
koordinatında olmasına rağmen farklı hızlarda dönmektedirler!!!...
Satürn’ün hızı 34884 km/saat başka, Satürn’le beraber bozulmadan dönen altıgenin 1800
km/saat hızı çok başka!… gelinde işin içinden çıkın!?
Bu nasıl mümkün olabilir? Bunu hangi bilimsel kurallarla açıklayabiliriz?
(*) TAKVA, insanın, Yüce ALLAHA samimiyetle teslim olarak içeriden ve dışarıdan kendine zarar verebilecek her şeyi alt edebilme, maksimum
savunma ve bertaraf etme, her an en faydalı, en mutlu, en bilgeliğe ulaşabilme, başkalarına daha çok faydalı olma bilgiler deryası veya bilgiler
bütünü şeklide algılayabiliriz.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
27
İLAHİ SAN’AT’IN ZERAFET ABİDESİ SATÜRN
Bu Muhteşem Zarafeti Ancak Yüce ALLAH Yapabilir…
NASA kaynaklı gerçek resim, Cassino uydusu tarafından alınmıştır.
Satürn’ün (Zuhal yıldızı ve Sekendiz olarak da bilinir) kuzey kutbunda bozulmadan 1800 km/saat
hızla dönen tozlardan oluşmuş ALTIGEN bulut!!!...
34884 km/saat hızla dönmekte olan Satürn’ün kuzeyinde; ALTI (6) KÖŞELİ 1800 km/saat hızla
bozulmadan dönen toz bulutu! Bu, bilinen bütün bilimsel kuralları alt üst eden gerçektir!.
Bu altıgen toz-gaz bulutlarını 1800 km/saat hızla döndüren kuvvet nedir şimdilik kesinlikle
bilinmiyor ancak böyle müthiş bir hızda dönmelerine rağmen sanki santrifüj ve radyal kuvvetlere
akıl almaz bir yöntemle hareketli duvar yaparak karşı koymaktadır ve ALTIGEN motor
bozulmaz(*)
İki en uzak nokta arası 32 000 km olan ve 1800 km/saat hızla dönen gazlardan, tozlardan oluşan
bu altıgen motor bilimsel hiç bir fizik kuralıyla şimdilik açıklanamaz. Ne aero dinamik, ne
akışkanlar dinamiği, ne de termodinamik gibi hiç bir bilimsel kuralla bu görkemli bir o kadarda
gizemli görüngü açıklanamıyor.
Her ne kadar Dünyada oluşan çembersel tayfunlara (**) termodinamik konveksiyon bilgilerimizle
birtakım açıklamalar getirirsek de bu 1800 km/saat hızla dönen ALTIGEN neyin nesidir?
Eminim erdemin yollarından sapmayan BİLİM bir gün bunun da üstesinden gelecektir.
Umarım bu mütevazi çalışmamızda bu dehşetengiz önemli cevaba yaklaşabiliriz.
Bu gizeme en akılcı yaklaşımı plazma ve yüksek enerjili parçacık fiziğinde bulacağımıza
inanıyorum. Ancak bu kitaba amacını aşacak yüzlerce fazladan sayfa olacağı endişesiyle
akademik konuları alamayız. Takdir edersiniz ki her okuyucum kuantum veya plazma fizikçisi
değildir.
(*) benim kanaatim; Kuzeydeki kimyasal yapısı farklı olan tozların ve ortamın bileşenleridir. O ortamdan etkilenerek Altıgenin içindeki ve dış
uzaydaki ISI farkı etken olabilir mi?
(**) 2004, 2006 arasından Ian ve Charlie hurricanlari ( TAYFUN) Orlando’daki evimin hemen kenarından geçtiler ve çok büyük zararlar açmıştı.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
28
Laboratuvarda elektrik arkı etkisiyle oluşan mikro kraterler, altıgen oluşturma eğilimdedirler. Göremediğimiz,
farkında bile olmadığımız hangi kuvvetler bu altıgenleri yapmaktalar? (*)
Satürn Altıgenini O müthiş hızla bozulmadan dönerken içeride dinamik tutan kuvvetin, içerideki
ve dışarıdaki etmenlerle birlikte çalıştıkları kesindir. İçerideki ve Dışarıdaki toz-gaz farklı
malzemelerin, farklı olan kütlelerin, farklı kuvveti (kuvvetleri) her özel noktada -ki bu nokta 60
derecelik açının A noktalarıdır- duvar yapmaktadır veya altıgenin yaklaşık 16000 km dış duvar
uzunluğunda 6 adet düzlem duvar yapmasını sağlamaktadır. Bu duvarın mimari AEROJEL veya
doğanın imal ettiği aerojel benzeri bir madde midir henüz bilemiyoruz. Çünkü zarafet abidesi
Satürn’ün O devasa kütlesi en hafif malzemeden yaratılmıştır.
İçerideki ve dışarıdaki ISI farkını süper pozisyonda tutabilen izole eden veya koruyan veya
dışarıdaki ısıyı içeriye, içeridekini de dışarıdan süper kaliteli bir izolasyonla koruyan, yani izole
eden silika esaslı %99.98 hava olan aerojel olabilir mi?
Aerojeller +1300 derece yüksek ısıya ve eksi -120 derece düşük ısılarda da süper kaliteli yalıtkan
bulutsu olup bilinen en hafif katı maddedir(**)…
Daha gerçekçi ve ayağı yere basarak soralım; Sayısız bu harika altıgenleri yapan, dinamik tutan
etki-kuvvet nedir? Neden kare veya yedigen değil de altıgen? Oysa, devasa hızla dönen her şey
santrifüj etkiyle mutlaka çember olur veya oluşturur veya dış uzaya savrulur…
Soralım; Kuzeyindeki altıgenin nedeni Satürn’ün halkası mıdır? Şayet bu halka sebep oluyorsa bu
nasıl bir etkidir ve Güneyinde neden altıgen yoktur?
İç ve dış sınırdaki malzemelerin farklıkları, çok sayıdaki X ekseni izdüşümünde vektörlerin Y
ekseninde ardışık duvar, yani kesintisiz duvar yapmasıyla oluşuyor olabilir mi? Bu yaklaşım
doğruysa altıgenin dışında görünmeyen başka bir altıgen olmalıdır.
Bu fikre kapılmamın nedeni, IR ve çok başka filtrelerle çekilmiş, durmaksızın dönen hareketli
resimleri inceleme şansım da oldu. Altıgenin içindeki hareketli kırmızı bulutların dışarıya kaçma
eğilimi de YOK!!!. Yani, santrifüj etki de görünmüyor, bununla beraber merkeze çağıran (radial)
kuvvetlerin herhangi bir belirtisi dahi YOK!!!.
Ancak ortada, iki en uzak noktası yaklaşık 32000 km olan ve 1800 km/saat hızla ve
bozulmadan dönen ALTIGEN GERÇEĞİ var!...
Kesin olmamakla beraber düşüncem; Satürn’ün çekim kuvveti 9.2N (Dünyanın 9.81N) ve dönme
hızı ve presesyon döngüler, içerideki ve dış uzaydaki ISI farkından kaynaklamış olabilir mi?
(*) Ortamdaki iç ve dış ISI farkındaki düzenli dalgalanmaların, enerji yüklü partiküllerin ortama etkisi olabilir mi?…
(**) Aerojel, diyebilirim ki asrın ciddi buluşlarından biridir ve 1931 de icat eden Stefan Kistlere saygı duymamak elde değil.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
29
Bu da mümkün olamaz, çünkü savurganlık eylemi Satürn’ün 9.2N (*) çekim gücünden çok daha
kuvvetlidir. Milyonlarca ton ağırlığındaki toz, gaz 1800km/saat hızla dönerken ortaya koyduğu
müthiş bir kuvvet var. Fır dönen bu altıgenin Satürn’ün kuzeyinde o şekilde olmaması gerekir, dış
uzaya savrulması gerekir, ancak yerinde ve bozulmadan ALTIGEN olarak dönmektedir!...
Kim bilir, gözlenebilen ve henüz farkına bile varamadığımız evrenlerde buna benzer kaç milyon
altıgen TAMGALAR (damgalar), mühürler var…
Hint kültüründe belirgin bir önem taşıyan bu altıgen yıldızı altı köşeli yıldızı YARATAN ve
YARATILAN olarak maddi dünyanın yaradılışına (doğumuna) ve yıkılışına (ölümüne)
yorumlamışlar;
[ Her can (her canlı, her nefis) ölümü tadacaktır. Ali İmran 185/1. ]
Her kitabımda açıkça belirttiğim gibi QUR’AN sözcüklerinin önce Kureyş Arapçasının atası olan
dillerde, İbrani, Hebrew, Akad, Uygurca, Sümer ve Sanskritçe lisanlarında gerçek anlamlarının
araştırılması şarttır. Bu zaruri çalışmayı da fen bilimcileri, tarihçi ve felsefeciler, matematikçiler
yapmalıdır, karanlık cüppeliler değil…
Bu yöntemle QUR’AN’IN gerçek anlamlarına daha ciddi ve akılcı değerlere kavuşacağız.
Muhteşem QUR’AN’IN gizemleri, müşkül ayetlerin tamamı, sözcüklerin kökleri ancak Sanskritçe
ve Sümercede bulunacaktır. Hamd olsun Rabbime ki; İslam tarihinde de bunu ilk kez
yapmaktayız.
Bir gün, İnsan eti yemeyi bırakır da Yüce ALLAHIN yarattığı kendimizi ve evrenini keşif etmeyi
hedeflediğimiz ve büyük temiz akılla düşünüp yürümeye başladığımız zaman gerçeklere adımadım ulaşabiliriz diye düşünürüm.
Mavi-Yeşil dünyamız hurdalığa dönmeden… daha fazla geç kalınmadan!.
(*) Kısaca ‘N’ ile ifade edilen çekim kuvveti Newton, [ Ağırlık = kütle x yerçekimi ivmesi] ni ifade eder.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
30
ÜÇ BOYUTLU EVRENDEKİ İLAHİ İMZA
KOZMİK TAMGA - DAMGA - ALTIGEN MÜHÜR
ÇÜNKÜ YÜCE ALLAH YERLERİ VE GÖKLERİ ALTI GÜNDE YARATTI
Cassini uydusu tarafından IR filtrelerle çekilmiş gerçek resimdir. Merkezdeki göze dikkat edilirse açıkça altıgenin
olmadığı görülecektir. Yarıçapı 16 000 km olan altıgen sadece dış halkada oluşmaktadır.
ALTIGENLERİN oluşmasında plazmanın O ortamda oluşturduğu içerideki ve dışarıdaki ISI
farklılıkları etken olabilir mi?…
Bu da bize ince kum yüzeyde elektrik arkının oluşturduğu altıgenleri hatırlatır. (Sayfa 22deki resim)
Satürn’ün altıgenini açıklamaktan şimdilik vaz gecelim; Satürn’ün uydusu Mimas bu altıgeni nasıl
imal etmektedir? Satürn’ün uydusu Mimasta ne gaz var, ne de tozlar, ne de elektrik ark
boşalması (plazma) var.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
31
SATÜRN’ÜN ÜÇÜNCÜ BÜYÜK UYDUSU IAPETUSDA
ALTIGEN
Galapagos adasinda yaşayan şirin bir iguana
Bu hayvanlar derilerine altıgen yapmayı nasıl becerdiler?
Bu muhteşem altıgenler ne anlatmak istiyor bizlere?
Evrene hakim olan hangi kuvvetin veya etkinin yansımasıdır bu altıgenler?
Oysa Satürn’ün kuzeyindeki altıgenle bu iguananın derisindeki altıgenler, buz kristallerinin
oluşturduğu şaşmaz altıgenler, hücrelerin kimyasal bağlarını inşa eden altıgenler arasında ciddi
ilişkiler ve ortak taraflar var. İnsanlığa ve bilime hizmet eden bilim; nedenlerini, nasıllarını
mutlaka bir gün bulacaktır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
32
En sağlıklı SU, molekülleri düzgün ALTIGENDİR.
Çamurdan yapılmış, Sümer kralı İddin-Dagan’a övgüler içeren şiirlerin yazılı olduğu ALTIGEN
prizma. Louvre müzesindedir.
Kenger-Sümerler Evrene, hücreye egemen olan ALTIGEN geometriyi bir şekilde öğrenmişler.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
33
GÜNEŞE EN YAKIN GEZEGEN MERKÜRDE
ALTIGEN
Satürn ve uydusu Mimasın altıgenlerini de açıkladığımızı varsayalım, Güneşe en yakın gezegen
Merkür’ün bu milyonlarca senede tahrip olmuş ALTIGENİN nedenlerini, nasıllarını araştırmak ve
anlamak zorundayız. Yüce ALLAHA kul olabilmenin yegane yolu; eşyanın nedenleri, nasıllarını
araştırmak, sormak, sorgulamak, keşfetmek, icat etmek ve en doğruya Qur’an, İncil ev Tevrat’ın
önerdiği doğrultuda yönelmekle olabilir.
Güneşe en yakın gezegen Merkür’ün ISISI ekvator bölgelerinde gündüz + 800 C, geceleri yüzeyin
ısısı -173 C arasında değişir. Bildiğimiz kadarıyla diğer hiç bir gezegende bu kadar farklı ISI
değişimi olmaz.
Merkür’ün milyonlarca senede bozunmuş altıgenleri.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
34
Güneşe en yakın gezegen Merkür’ün zamanla netliği bozulmuş diğer altıgenleri.
Çok ince kum yüzeye düsen herhangi bir cisim düzgün olmamasına rağmen mümkün olduğu
kadar çemberler, veya dairesel halkalar oluşturur deriz. Oysa bu meteor parçacıkları genellikle
altıgenler oluşturmaktadır!...
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
35
Üstün Akılla Yapılmış Bir Deney ve Sonucu;
Evrene, Maddeye, Her Şeye İmza Atan İlahi Geometri
ALTIGEN
Satürn'ün kuzey kutbundaki altıgenin nedenleri anlamak Oxford Üniversitesinde yapılmış
laboratuvar deneyinden bir görüntü. Farklı hızlarda dönderilen mekanizmada tüpün içinde yeşil
renk ışımayı sağlayan floresan konmuş.
Bu deneye dayanarak; gizemli altıgene Satürn atmosferinde jet rüzgârlar sebep olabilir şeklinde
yuvarlak açıklamaları da okumaktayız.
Bu deney ve ortaya koyduğu görüngüyü bir şekilde açıklayabiliriz. Ancak, Satürn’ün 1800
km/saat hızla dönen altıgenini açıklamak!... şimdilik imkânsız görünüyor!...
Satürn’ün altıgeninin gizemlerini açıklamak, anlamak için gâvur(!) dedikleri bilim adamaları yerde harika bir deney
yapmışlar…
Oxford üniversitesinde fizikçilerin laboratuvarda yaptıkları harika bir deney ve sonucu.
Bu deney ve net sonucu; evrene, maddede altıgen imza atan başka bir kuvvet var. Evrene
hâkim olan, evreni yöneten, dinamik tutan ve henüz tanımadığımız başka kuvvet(ler)den
etkilenen esas kaynak bu içinde yaşadığımız üç boyutlu evrenin dışından veya sınırlarından
merkeze yönelik olduğu kanaatindeyim.
Evreni yöneten, dinamik tutan bilinçli ve başka boyutları olan maddelerden kaynaklanan
kuvvetin etkisidir. Şimdilik tanımadığımız, detaylarını da bilmediğimiz bu kuvvetin üç boyutlu
maddeye yansıyan İMZASI, yani TAMGA, yani MÜHRÜDÜR.
Çünkü Yüce ALLAH; Yerleri, Gökleri ve İçindekileri en yüksek matematik (hesapla) ve en
mükemmel geometride (biçimde) Altı Günde Yarattı…
Altıncı günün bitimi, işte O gün izin günüdür, genişlemeyen ancak topaç gibi dönen bu üç
boyutlu evrenin mutlak sonudur ve bu sonla başlayacak olan gerçek, her şeyin başka boyutlara
dönüşeceği gündür…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
36
M61 GALAKSİNİN BOZULMUŞ - BOZULMAKTA OLAN ALTIGENİ.
Bilimsel her detayı ile gerek Satürn gerekse Merkür’ün veya Mimas’ın altıgenlerini açıkladığımızı
varsayalım; Ancak bu altıgen M61 numaralı Galaksinin altıgene benzeyen çok köşeli geometrisini
nasıl açıklayacağız?
Çapı yaklaşık 20 milyon Işık yılı olan bu galaksinin de dışında aerojeller var diyemeyiz?
Gerçi “içeriğindeki ISI ve dış uzaydaki ISI farkı altıgen geometriyi dinamik tutabilir mi, veya bu
altıgen plazmanın oluşturduğu vortex etkisi midir?” şeklinde düşünecek olursak, sorarlar adama;
vortex mekaniğinde, döngülerin doğasında altıgen yapma eğilimi olabilir mi? diye.
Şöyle yaklaşabilir miyiz ‘yüksek ısılardaki plazmanın yayılma şekli (pattern) altıgendir ve
etkidiği özel tasarımlı yerlerde de altıgen imza (pattern) bırakmaktadır’ deyip geçiştirebilir
miyiz?
Şimdilik kesin bir fikir yürütmeyelim. Bu tamamen plazma fiziğinin alanıdır ve çok, çok ciddi
çalışmalarla şimdilik birkaç adım atabiliriz. Hemen pat diye şeyhlerin, dervişlerin yalan yanlış
QUR’AN meali yaptığı gibi yaygara koparamayız.
Bilimin her alandaki çalışması, bilimin erdemine yakışır şekilde ve uzman ekiplerle yapılır…
Sadece M61 numaralı galaksi değil, uzayda daha pek çok galaksiler çokgenler, çok köşeli
geometrik yapıları sergilerler. Şimdilik en uzak gezegen olarak bilinen Plütonda da belirgin
Altıgen tespit edildi. Bu mütevazı kitabımızı da yüzlerce galaksi resimleriyle dolduramayız.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
37
PLÜTON’DA ALTIGEN
Güneşten yaklaşık 6 milyar km uzakta devinen Plüton da bozulmuş ALTIGEN
Bilimi, Fiziği militarist çıkarları uğruna kendilerine mal etmek isteyen şımarıklar bu aşağıdaki iki
cümlemi tekrar tekrar okusunlar ancak içeriğindeki enginlikleri anlayarak soralım; Bütün bu
altıgenler, göremediğimiz, şimdilik farkında bile olmadığımız dışarıdan etkiyen veya evrenin
dışından etkiyerek evreni içinde tutan bir kabın veya kalıbın veya kuvvetlerin etkisiyle mi
oluşmaktalar?
Evrene dışarıdan etki yapan ve göremediğimiz, bugünkü bilimsel değerlerimizle bilemediğimiz
veya farkında bile olamadığımız bir kuvvetin (kuvvetlerin) etkisiyle mi bu çok köşeli (polygonal),
özellikle süper hızda dönen Satürn ALTIGEN motoru ve binlerce diğer ALTIGENLER (hexogenler)
oluşmaktadır?
Tekke veya kilise köşelerinde huuu çekerek cennete gidileceğini ZAN edenler gibi 1918
Kopenhagen’da bilim adamlarının aldığı saplantılı kararlarla bir takım konularda AT GÖZLÜĞÜ
mü takıldı acaba?
Maddeye hükmeden temel kuvvetler;
Elektromanyetik kuvvetler,
Kütle çekim kuvveti,
Zayıf kuvvetler,
Çekirdek (Nükleer) kuvvetler,
olarak tespit edildi…
Bu evrende bilinen en zayıf kuvvetlerle varlığını sürdüren ve hayatın varlık nedeni olan suyu bu
gezegende tutan kuvvet nedir? Kütle çekim kuvveti mi? Net ve deneysel kanıt var mıdır?!.
Kanaatimdir ki; büyük temiz akılla düşünen ve keşfeden Bilim bu ALTIGENLERİN VE MADDENİN
dehşetengiz gizeminin üstesinden gelecek ve kesinlikle de açıklayacaktır. Bu konunun
aydınlanması, evreni yöneten kuvvetlerin mekaniğini anlamamızda daha aydınlık kapıları
açacaktır. Bilim, militarist ve ırkçı saplantılara göre yapılmamalıdır.
[ ANCAK KULLARINDAN ÂLİMLER ALLAH'A KARŞI SAMİMİYETLE DERİN SAYGIYLA HUŞÛ
DUYARLAR. Muhakkak ki Allah; Azîz'dir (en üstündür, en yücedir), Gafûr'dur (en mağfiret
edendir). FATIR 28]
‘Huşû’ sözcüğü ifrat derecesinde ulaşılan mutlulukla itaat etmek, ifrat derecesinde itaatten zevk
almak ve haddim olmayarak da Huşû terimini ‘ALLAH’DA, ALLAH’DAN ZEVK ALMAK’ olarak
tanımladım. Bu muhteşem olguya ulaştığım kaynak; bilgide bilgiden zevk almak oldu… Harika
bir duygu, muhteşem bir olgu, dehşetler veren bir mutluluk, çok yüce bilgelik…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
38
METEOR TAŞLARINDA HAYATIN EMİRNAMESİ
NASA’nın yeterli maddi desteği verdiği bu araştırmada, bilim adamları meteor taşlarında hayatın
emirnamesini içeren molekülleri yeterli kanıtlarla tespit ettiler.
Moleküllerin kimyasal düzeni de ALTIGENLERDİ.
Domatesin altıgen hücrelerinin mikroskop altındaki görüntüsü.
Kenger-Sümerler evrendeki ilahi imza altıgeni bildikleri için mi tarihte bilinen ilk matematik
uygulamayı önce 6lı rakamlarla yaptılar?
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
39
SATÜRN’ÜN GÜNEY KUTBUNDA ALTIGEN MOTOR YOKTUR
İşte, bu da bütün varsayımları, bilimsel bütün yaklaşımları alt-üst etmektedir. Kuzeyinde altıgen,
ancak güneyinde sadece göz olan çembersek türbülans!. Aynı malzeme, aynı koordinatta, aynı
koşullarda ancak altıgen sadece kuzey kutbundadır! Güneyinde yoktur.
Güney kutbunda ALTIGEN YOKTUR, sadece hızla dönen gaz-toz bulutlarının oluşturduğu
çemberin merkezinde bir GÖZ vardır. Güney kutbundaki bu görüngünün nedenlerini şu veya bu
şekilde açıklanabilir, aerodinamik ve akışkanlar dinamiği ve termodinamik bilimleri bunun içindir.
Ancak neden uzaya savrulmadığını ise asla!. Bu görüngü Yer kürede sürüklenen tayfunların
hemen hemen aynısıdır, fakat bu devasa GÖZ yer değiştirmez, sabit koordinatta Satürn’le
beraber çembersek yapısıyla dönmektedir…
Satürn gezegeninin güney kutbunun gerçek resmidir.
Satürn’ün bir günü 10 saat 14 dakikadır. Dünyadan ortalama 1.195.500.000 km uzağında olan
Satürn merkezdeki Güneşe ALTINCI(*) gezegendir. Ekvator çapı 120.536 km ve kutupsal çapı
108.728 km’dir. Bu da 0.097 basıklığa neden olur. Güneşten aldığı Işığın tam 3 katını yansıtır, bu
nedenle dünyadan çıplak gözle görünen 5 gezegenden biridir.
Kutuplardaki dönüş hızı aynı olduğu halde, ekvatorda ölçülen hız farklıdır. Bu bölgelerdeki
bulutların 1800 km/saat hıza ulaşan rüzgârlar nedeniyle doğuya doğru hareket etmelerinden
kaynaklanmasının nedeni birtakım tahminler dışında hala günümüzde de kesin olarak
bilinmemektedir.
Birileri tekke köşelerinde huuu çekip uyurken, cehenneme gönderilen gâvurlar(!) çalışıp, bilimin,
teknolojinin gücüyle bu gerçekleri bulup insanlığın hizmetine sunmuşlar… O gavurlar(!!!) bu
resimleri çekmeseydi biz nereden nasıl anlardık Satürn’ün tepesinde ALTIGEN olduğunu?
Emevi Abbasî saltanatının devamı için, insanları sömürmek için çarpıtılarak değiştirilip işportaya
düşürülmüş uydurma din nasıl devam edebilirdi? Günümüzde de bu çarpıklık bir şekilde, çok
farklı renklerde ve hızla devam etmektedir. İnsanlara katmerli at gözlüleri takılarak bir şekilde
beyin yıkanmaktadır. Bunu ne Yahudi, ne de başkaları yapmadı, kendi içlerindeki iblisin taifesi
Müslüman kılığında, parayla din satan fasıklar yapmaktadır. Bu kutsal dini işportaya
düşürenler yapmaktadır.
(*) Kuzey tepesinde hızla dönen ALTIGENİYLE Satürn’ün Güneş sisteminde ALTINCI gezegen olması tesadüf mü acaba! Açıkça itiraf edeyim ben
de bilmiyorum.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
40
O fasıklar için; halkın tekke köşelerinde Budist icadı tespihleriyle Emevi Abbasî uydurması masal
çığırtıları önceliklidir. Hedefteki karanlık amaçları;
MÜSLÜMANLAR AKIL’A DÜŞMAN OLSUNLAR, oysa Yüce ALLAH ilk önce AKLI yarattı, sonra
İnsanı!... M.S 12 Yüzyılda Müslümanlar da AKIL hakkında konuşmayı dahi yasaklamışlardı!...
MÜSLÜMANLAR ANLAMINI DA BİLMEDEN KADERCİLİĞİN İÇİNDE HEM UYUSUN, HEM DE
ESİRİMİZ OLSUNLAR. Asırlardır okumaktan nefret eden Müslümanlar karanlık cüppelilerin,
iblisin masallarıyla zaten kaderci olup esir olmuşlar! Oysa ‘kader’ çok başka bir kavram(*) olup,
bilinen maskaralıkla en yakın bir ilişkisi de yoktur.
OKUMASINLAR; zaten bu onların en büyük meziyeti olmuş!.. QUR’AN bohçada duvarda asılı
muhafaza edilir ki kimse eline bile almasın!…
ÇALIŞMASINLAR; elbette tembellik yaşam standartlarının ayrılamaz demirbaşı olmuş!.
GÖZLERİ AÇILMASIN; ne gereği var, gâvurlar araştırıyor ya!.
KEŞİF ETMESİNLER; tatlı derin uyku varken kim gidecek kuzey, güney kutuplara bu kışta
kıyamette!.
İCAT ETMESİNLER; gâvurlara mahsustur, tövbe estağfurullah!. icat etmek gâvur işidir!.
YENİLİKLERE GÂVUR İCADI DESİNLER; şu cehennemlik gâvurlar var ya onlar zaten icat ediyorlar,
satın alır kullanırız biz neden yorulalım ki!.
ÜRETMESİNLER, ÜRETENE DE MUTLAKA ENGEL OLSUNLAR; satın almak daha kolay ve karlıdır!
İSLAMCILIĞIN, TARİKATLARIN, MEZHEPLERİN KEŞMEKEŞLİĞİNDE BİRBİRLERİNİ YESİNLER;
cennete bilet buradan verilir!...
KENDİ SALTANATIMIZ İÇİN, YÖNETİLEN SADIK HİZMETKÂRLARIMIZ OLSUNLAR vb.
gibi karanlık stratejileriyle tekkelerde tutabildikleri kadar uzun süre tutmaktı…
Yüce ALLAH’IN ilk emri ‘OKU (İKRA, K-R-A, hem sözcük hem gramer olarak harfi harfine
Sümercedir) okumaktan nefret eden Müslümanlar da; özellikle anlamını dahi bilmedikleri
uydurulmuş hadislerle veya ALLAH adına da uydurulmuş masallarla frenlenebilirdi…
Ne acıdır ki başardılar!... EVET, ne acıdır ki başardılar!... Böylece İblis; asli görevi gereği başta
Müslümanları ve insanları sapık yollara getirmeye ikna etmiştir. Oysa Yüce ALLAH QUR’AN’DA
‘İKRA-OKU’ demektedir, başkalarından dinleyin demiyor… Bizzat sen kendin OKU, OKU
demektedir.
Hatırlayalım İblis ne demişti?
[“Bundan sonra, beni azdırman (**) sebebiyle, MUTLAKA SENİN DOSDOĞRU YOLUNA
OTURACAĞIM (Senin doğru yoluna ulaşmalarına) MANİ OLMAK İÇİN.” dedi. Araf 16]
İnsanları saatlerce tekkelerde tutabilmek için ALLAH RESULÜNÜN hayatı boyunca icra ettiği iki,
nadiren dört rekâtlı Rükû, dua ve secde (bunu namaz sözcüğü ile değiştirdiler. Qur’an’ın açıkça
öğrettiği ALLAH’I çokça anmak, rükû, secde ve dua demektir) 10 veya 20 rekâta çıkarmakla…
Ardından, anlamını da bilmeden salavat ve benzeri düzmecelerle papağan gibi ezberleterek
tekrar ettirmekle, başarmışlardır… Sünnet namazı diye ekler de yaparak ki bu da aleni şirktir...
(*) Kader nedir ne değildir kitabımızda açıklamaktayız…
(**) istisnasız bütün QUR’AN meal-tefsirlerinde bu ayette geçen ‘agveyte-nî ’ sözcüğünü ‘azdırmak’ olarak kesinlikle hatalı anlamışlar. Bu ayeti
çevirirken İblisin saf, yalın, dumansız alevden, alevin özünden, yani enerjiyi oluşturan enerjiden yaratıldığını düşünememişler bile. Ciddi
seviyelerde fizik bilmeyen de bu sözcüğün gerçek anlamına asla ulaşamaz ve ‘azdırmak’ der, kestirmeden meal-tefsir yapar. Amaç; para
kazanmak!... ‘AGVEYTE-NÎ ’ ultra aktif, bilinçli bir enerji türüdür.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
41
Böylece cennete, hatta cennetteki hani şu tepenin yanındaki büyük caddenin hemen deniz
kenarındaki dubleks köşkleri de hazır! İkramiye olarak ta körpecik Huriler de hizmetlerindedir!…
Oysa O gafillerin bilmeleri gerekir; Yüce Allah hakkında ve Allah’ın QUR’AN’I ve diğer kitapları
ve Resulü, Resulleri hakkında yalan yanlış bir tek kelime dahi olsa uyduranların vay haline;
[Öyleyse Allah’ın (kurallarını koyduğu) dini hakkında yalan söyleyenden ve gerçekler (Qur’an’da
açıklanan kurallar, öğretiler) ona geldiği zaman onu yalanlayandan daha ZALİM(*) kim vardır?
Kâfirlerin yeri cehennemde değil mi? Zumer 32]
[ De ki; elbette yalanı (eskilerden kendilerine kadar ulaşmış veya kendi uydurdukları masalları)
Allaha (şahsi yorumlarını, gerçeği yansıtmayan zanlarını sanki Allah’ın emriymiş gibi uydurulmuş
senaryoları süsleyerek) iftira edenler felâh bulamazlar. Yunus 69]
[Allah'a karşı yalanla iftira eden veya onun ayetlerini yalanlayan (ALLAHIN ayetlerini bir kenara
bırakıp ta rivayetmatik hadislerin, uydurma masalların peşinden giden) kimselerden daha zalim
kim vardır? Muhakkak ki O, zalimleri felâha ulaştırmaz (kurtuluşa erdirmez). Allah'a yalanla iftira
eden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken “Bana da vahyolundu.” diyenden ve “Ben de
Allah'ın indirdiği şeylerin benzerini indireceğim” diyenden daha zalim kim vardır? Enam 21, 93]
Gerçeklerin enginliklerini apaçık anlatan bu üç ayet yetmezse, gerisini onlar düşünsünler…
İmam Azam Ebu Hanife gibi, Zemahşeri gibi, Muhyiddin İbni Arabi(**) gibi, Ebu Reyhan Biruni
gibi, İbni Haldun, Uluğ Bey gibi AKILCI deha bilim adamlarına, gerçeği dile getiren dehalara da
anında, saniyesinde zaman kayıp etmeden seviyesizce ‘ya zındık, veya fitneci veya bu adam
AKILCIDIR, kafirdir, vurun boynunu’ iftiralarıyla O bilge dehayı yok edecektir, aynı firavunun
yaptığı gibi;
[ Bu durumda mutlaka sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim (çizerek ibret için
işaretleyeceğim anlamı da var). Ve sizi mutlaka hurma ağacına asacağım. Ve böylece
hangimizin azabı daha şiddetli ve daha kalıcı gerçekten bileceksiniz.” dedi. Ta-Ha 71] (***)
tehdit veya telkinlerle insanların beyinlerini, epifiz bezini körelterek uyuşturur ve küçük kirlenmiş
akıllarını, hatta düşüncelerini, hatta şahsiyetlerini dahi kontrol ederek kullanırlar… Çünkü halk
onların arzu ettiği tarzda robotlaşıp uyuşarak dinlemelidir, halkın kendi kişiliği olmamalıdır…
Dolayısıyla küçük ve kirlenmiş akılla düşünenler de; kendilerini zevkle, isteyerek kullandırır.
Çünkü O zavallılara cennete gideceğini veya falanca şeyhin muskasını takarsa ve 2000 defa da şu
salavatı okursa zengin olacağını telkin ederler ve o da PROGRAMLANARAK ŞARTLANIR.
Dinlediği masalın doğru olduğunu ZAN eder, bilerek veya bilmeyerek Yüce ALLAHA isyan eder ve
şirk içindedir.
Oysa şeyh veya dervişin veya çığırtkanın başı ağrıdığında veya hasta olduğunda anında doktora
gider ve gâvur dediği insanların ürettiği ilaçlarla şifa bulmak için canhıraş şekilde koşuşturmaya
başlar… Başkasına sattığı muskayı kendisi takmaz…
Oysa Yüce ALLAH QUR’AN’DA; [ Allah, rahmetinden insanlar için ne açarsa (genişletirse,
verirse), o takdirde onu tutacak yoktur. Ve neyi tutarsa (kısarsa), artık O'ndan sonra onu
(tutulmuş olan şeyi de) serbest bırakacak da yoktur. Ve O; Azîz'dir (en üstün, en yüce),
Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibidir). Fatır 2 ]
(*) Z-L-M kökünden gelen Zalim sözcüğü ‘kendine zarar veren’ ve ‘aydınlığın olmadığı yer’ veya ‘aydınlatıcı bilgiye sahip olamayan adam’
anlamlarındadır. Söz konusu olan fiziki karanlık değildir. Aydınlatıcı bilginin olmadığı yer den kasıt; bilgisizliğin insanı içinde bıraktığı karanlık
anlamındadır.
(**) Muhyiddin İbni Arabi hakkında uydurulan safsataların İbni Arabi’ye ait olmadığını, sonradan hakkında yazılanlardan yola çıkarak günümüzde
de lakırdı eden vicdansızlar haksızlık etmektedirler… Fusüs-El Hikem harikalardan da harika bir hazinedir. QUR’AN’I anlamadaki en önemli
anahtar Fusüs-El Hikemdir, Buhari denen şahsın derlediği rivayetmatik hadisler değildir… İbni Arabi insanlığın en değerli bilginlerindendir.
Muhyiddin İbni Arabi’nin ne demek istediğini anlamamış diplomalı cahiller [ Ve Biz, ona şah damarından daha yakınız. Kaf 16] ayetini bir şekilde
inkâr ederler veya detayını da anlamadan zırvalar ve cehaletleriyle İbni Arabi’ye iftira ederler…
(***) Neden ‘çaprazlama keseceğim’ dedi, neden hurma ağacına asacağım dedi, hurma ağacının dalları yoktur, asmaya müsait değildir ki?
asırlardır bunu hiç düşünen olmadı mı?
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
42
Yüce ALLAH’IN bu ayetini okuduktan sonra açıkça, mertçe soralım; O hazretin(!) yalanına,
yanlışına, uydurma hadislerine veya şatafatlı lakırdılarına, muskasına-tıskasına mı inanayım,
yoksa Muhteşem QUR’AN’IN aydınlık ve dosdoğru yolunu mu tercih edeyim?
Çünkü Yüce ALLAH [“VE ÖYLEYSE (sadece) RABBİNE RAĞBET ET. İnşirah 8]
Soralım; ALLAH’A rağbet etmek ne demektir? Elbette bir tek cevap vardır; QUR’AN’INA rağbet
etmektir uydurulmuş hadis masallarına değil…
Ancak, Yüce ALLAH’A doğrudan aracısız kendisi dua ederek, İNSAN İNSANI olmak için, samimi
tevazu ve içtenlikle şayet ihtiyacı varsa ‘ki her an, her konumda sadece Yüce ALLAHA muhtacız’
Yüce ALLAH, elbet deki Görendir, Bilendir, Rahmandır, Rahimdir, Rezzak’tır, Ganidir, Muğnidir.
O şahsa istediğini verip vermemek te sadece Kendi takdirindedir şeyh veya muskası değildir.
Küçük kirletilmiş akılla yaşayan ve düşünenler bir şekilde yolunu bulup, ALLAH ile kendisi
arasına ya canlı insan veya türbe, şeyh, derviş veya muska-tıska, yani bir PUT sokacaktır. İŞTE BU,
AÇIKÇA ŞİRKTİR. Bu tür şaklabanlıklar asırlardır yerlerde sürünmenin nedenlerindendir.
Bu muhteşem ayet ne anlatmaktadır? “VE ÖYLEYSE SADECE RABBİNE RAĞBET ET. İnşirah 8]
Araya hiç bir aracı koymadan doğrudan doğruya Yaratana samimiyetle kul olmak, vasıtasız olarak
O’ndan istemek; İNSANDA YÜKSEK ŞAHSİYET VE ÖZ GÜVEN OLUŞTURMAKTADIR.
İşte! Yüce ALLAH insanda bu Hanif şahsiyetle riyasız ve kimseyi taklit etmeden KUL olmamızı
murat etmektedir… Kendisine esir olunmasını, robot gibi köle olunmasını değil. Yüce ALLAHA
bilinçli olarak, idrak ederek, bilgece KUL olabilmekten daha onurlu, daha şerefli ne olabilir ki?
Umarım bu çok, çok ciddi konuyu gereği gibi anlarlar.
Bu ilahi cevher insanda kişisel gelişim için, İNSAN İNSANI olabilmesi için en önemli nimettir,
hazinedir ve en değerli erdemdir. Kişisel gelişimi olgunlaşmamış insan bilgi sahibi olamaz, fikir
üretemez, onurlu olamaz, vakur olamaz, kişiliği olamaz ve başkaları tarafından da güdülür,
yönetilir… Bu çirkinlikler de topluma büyük zararlar vermiştir, vermektedir…
Bu en yüksek şahsiyete ulaşmış, en yüksek özgüvenle Hz. Muhammed “Güneşi sağ elime, Ayı da
sol elime verseniz ben bu davadan vaz geçemem” diyebilmişti… Dikkat etmek gerekir ‘geçmem’
demedi, ‘G E Ç E M E M’ dedi…
Bu nezih inceliği görmek gerekir ki; Bilerek, idrak ederek gerçeği bilen insan en yüksek kişisel
özgüvene ulaşmış İNSAN İNSANIDIR.
Babaya evlat olmak başka, evlatlık yapmak çok başka kavramlardır… Evlat sahibi olmak başka,
evladına Babalık yapmak da çok başka kavramlardır.
‘Ben Müslümanım’ diye çığırmak başka, QUR’AN’IN tanımladığı KUL olabilmeyi başarmış
samimi KUL-İNSAN olmak çok başka kavramlardır.
Muhteşem Qur’an daha nasıl açıkça anlatır bilemiyorum; [ Sana iyilikten (bilgi, güzellik, bol
nimetler) ne isabet ederse, işte o Allah'tandır. Ve sana kötülükten ne isabet ederse, o takdirde
o, senin kendi nefsindendir (kaybedecek hatalı bir şey yapmış olmandandır, kendi hatandan,
senin kendi eksik bilginden dolayıdır, sebebi bizzat sensin vb.). Ve seni, insanlara Resul (elçi)
olarak gönderdik ve şahit olarak Allah yeter. Nisa 79]
Çünkü; [ İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir(*), ONLARI SANA GERÇEK OLARAK AÇIKLIYORUZ. Ve
Allah, âlemlere zulüm olmasını dilemez. Ali-Imran 108]
(*) ‘Ayet’ sözcüğünün anlamı; evrenler, madde, bilgi, kanıt, kurallar, istisnasız yaratılmış her şey AYET demektir. Evren, evrenler her detayıyla
Yüce ALLAH’IN ayetlerdir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
43
Oysa Yüce ALLAH defalarca ve vurgulayarak emreder [ Ve muhakkak ki mescitler (*) Allah
içindir. ARTIK ALLAH İLE BERABER BAŞKA BİRİNE DUA ETMEYİN Cin 18] Açıkça ‘Allahtan
başkasından medet ummayın, ALLAH ile aranıza hiç bir vasıta, imam, hoca, aracı, insan, nebi,
şeyh, ölmüş ceset veya melek, şefaatçi, türbeler, uğur taşları vb. koymayın’ denmektedir.
‘Ve seni, insanlara Elçi olarak gönderdik ve şahit olarak Allah yeter ve ARTIK ALLAH İLE BERABER
BAŞKA BİRİNE DUA ETMEYİN, DUANIZDA, TALEPLERİNİZDE ASLA ARACI EDİNMEYİN.’
Açıkça ve genel olarak; ‘Bundan böyle elinizde her detayı açıkça anlatan QUR’AN var, ALLAHIN
kulu ve elçisi olarak bana vahiy edileni tebliğ ediyorum, öğreniyorsunuz, size QUR’AN’I eksiksiz
aktarıyorum’ öğretilerini anlamamak, tam tersini yapmak için asırlardır öylesine canhıraş
çalışılmış ki sadece bu iki ayet hakkında ciltler dolusu kanıtlarıyla birlikte yazabiliriz…
Asırlardır uyuklamanın, esaretin yegâne kaynağı da (insan insanı olanları tenzih ederim) imam,
şeyh, derviş, âlimi ulema veya hoca denen adamların eski Yunan filozoflarından, Yahudimatik
masallardan çalıntılarla (ki çoğunu da ellerine suratlarına bulaştırarak yarım yamalak
çalmışlardır) QUR’AN merkezli değil; şahsa mahsus, yeni icat edilen mezheplere, tarikatlara,
cemaatlere, fırkalara, gruplaşmalara dayalı insan icadı din oluşturmalarıdır.
Çünkü halkın pek çoğu beyinleri uyuşturan kirli senaryoları dinliyor hatta okuma yazma dahi
bilmiyordu… Firavunda aynısını yapıyordu!... Dolayısıyla bunun adı vahiy edilmiş din değil,
insan icadı şarlatanlıktır; DİN SADECE MUHTEŞEM QUR’AN’IN KURALLARIDIR.
Sormazlar mı o vicdansız şaşkınlara; Hz. Muhammedin mezhebi, tarikatı neydi? Oysa ALLAH
Resulü “Size ALLAH’IN QUR’AN’INI bırakıyorum, Allah’ın ipine sarılın” demişlerdi.
Sohbet esnasında bir şahısın kendi konuşmalarını düz taşlara yazdığını gördüğünde de hemen
elindeki taşı alıp bizzat kendisi parçaladı ve kesin emirle “sakın benim sözlerimi yazmayınız, ben
de sizin gibi bir insanım, benim sözlerim QUR’AN’IN içeriğine gölge düşürür, bunu asla
yapmayınız, ben sadece bana vahiy edilene uyuyor ve size bildiriyorum” şeklinde kesin emir
verdiğini de yine gerçek tarihlerden öğreniyoruz. (**)
En önemli kanıt; Hakka suresi 40-48 ayetleri bu gerçeği açıkça ve kesinlikle ve en sert emirle
men etmektedir, hem de çok sert şekilde. Dikkatle okuyup ayetlerin ne demek istendiğini
anlamak gerekir… Şahsen korkumdan ‘Hakka suresi 40-48, Isra 74-75’ ayetleri okumadan
geçerim, bu nedenle de buraya tekrar yazıyla alamayacağım(***). Dileyen okusun, baksın ki
hadis denen uydurma masalların asla ve asla olmaması, olamayacağını bizzat Yüce ALLAH’IN
QUR’AN’INDAN öğrensinler…
[VE HEPİNİZ, ALLAH'IN İPİNE (****) SIMSIKI TUTUNUN, FIRKALARA (partilere, tarikatlara,
cemaatlere, mezheplere) AYRILMAYIN! ÂLİ İmran 103]
Bunu QUR’AN yazmaktadır, QUR’AN!!!... insaf!!!… Yüce ALLAH’IN arıduru dinini hadismatik din
yaptı vicdansız fasıklar!... bunu yapan içerideki fasıklardır yabancılar değil... Hadis denen
uydurmalar ortadan kalkmadığı surece bu evrensel Din asla Qur’an’ın murat ettiği doğrultuya
gelemeyecek ve böylece parçalanmaya ve alçak sürünmeye devam!!!...
Mezhepçilerin, tarikatların, kukuletalı karanlık cüppelilerin bu Ayetten haberleri yok demek ki!...
(*) Mescit; binlerce asırlar içinde gönderilmiş resullerden miras kalan ‘gerçek dinlerin, doğru bilgilerin öğretildiği yer’ demek olup zamanla
saptırıldı, günümüzde de Cami oluverdi. Aslında mescit sözcüğünün bire bir karşılığı ve içeriği, yani kast edilen görevi Sümerlerin
tapınaklarına Ziggurat denirdi. Zigguratlar yedi katlı olup toplam üç ana bölümden oluşur. İlk katlar erzak deposu, orta katlar kütüphane, eğitim,
öğrenim, sosyal birliktelikler ve tapınak, son katlar ise rasathane ve bilimsel konuların eğitimi için kullanılmıştır. Mezopotamya'da evler ve
tapınaklar, taş az olduğundan kerpiç ve tuğladan yapılmıştır. Hem bu özelliğinden hem de sık sık istilalara uğradığından bu yapılar günümüze
kadar ulaşamamıştır. Ancak zaman gelmiş, Emevi Abbasî melunları insanları uyuşturup, kendi saltanatlarını devam ettirmek için de mescidi
sadece tapınak olarak algılatmışlar. Emevi Abbasîler de ‘siz burada 24 saat yatın kalkın burası cennetten bahçedir’ diye milleti asırlardır
uyuttular. QUR’AN’DA mescit, ilk anlamı eğitim öğrenim, karşılıklı destekleşmek için toplanma mekânıdır. Sosyalleşme için resmiyeti olan
toplanma mekânı ve bilinçli olarak topluca rükû, secde ve dua edilen özel mekândır, adresi belirli kamu binasıdır.
(**) Müslim, Sahihi Müslim Kitabı Zühd, Hanbel, Müsned 3/12, 21, 33. Hatırladığım kadarıyla kaynak buradaydı…
(***) Hakka 40-48 ayetlerini iki numaralı kitabıma almak zorunda kalmıştım, hala titrerim korkudan, ayetteki şedit SES tonundan…
(****) ayette neden İP denildi, neden ALLAH’IN AYDINLIK YOLU veya GÜZERGÂHI gibi anlaşılır sözcükler değil de İP sözcüğü kullanıldı?
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
44
Allah Resulünün O yüce ahlakı örnek alınsaydı bu gerçekler asırlar önce kavranacaktı… Ne gereği
var canım! Hindistan’dan Araplara ithal edilmiş derme çatma Arap kültürünün(!) veya batılıların
hizmetinde olmak daha zevkliymiş demek ki!!!...
Kendisi olmayan her fert hayatın her dalında başarısızdır. Bu da topluma büyük zararlar verir…
Kendisi olmayan her fert başkalarını taklit eder… Bu da topluma büyük zararlar verir…
Kendisi olmayan her fert kişilik bozukluğu hastalığı ile karşı karşıyadır…
Bu da topluma büyük zararlar vermiş, vermektedir ve verecektir…
Başkalarını taklit eden şahsın topluma faydası olamaz… Yararsız adamdır… İnsanlara, insanlığa
yararsız adam, Yüce ALLAH’IN; iyi adam, kötü adam listesinde ve nazarında da gereksiz adamdır.
Ben bu listeyi görmüş değilim, ancak Qur’an bunu ‘onlar hayvanlardan daha aşağıdır’. Furkan
44 ve A’Raf 179’ ayetleriyle teyit etmektedir…
Kanıtı da; [ Sizin hanginizin en güzel işler (insanlığa faydalı çalışmalar, icatlar, keşifler)
yapacağını imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. Ve O; Aziz’dir, Gafûr’dur. Mülk 2]
Âlemlere güzel ahlak örneği olan Hz. Muhammedi taklit etmek değildir esas olan; O zatı
şahanelerinin QUR’AN’LA öğrettiği gibi ahlak sahibi İNSAN İNSANI olmaktır doğru olan.
QUR’AN’I, QUR’AN’IN öğrettiği gibi anlamaya başlamak bu ilkeler ve kurallarla mümkündür,
uydurulmuş rivayetin de rivayeti hadislerle değil…
Hz. Muhammedi taklit etmek, O nezih, O muhteşem şahsına yapılan en çirkin hakarettir. Esas
olan; Qur’an’da öğretildiği gibi yüksek karakterli, durmaksızın OKUYAN, öğrenen, öğreten,
SALAT (*) eden İNSAN İNSANI olmaktır…
Bilirim hemen ellerinde fırça, kapkara boya kutularıyla hazır beklerler ki kim ilimden bilimden,
AKIL’DAN söz eder, hemen boyarlar…
Oysa Qur’an [ Allah'ın boyası; Allah'ın boyası ile boyanandan daha ahsen (en güzel) olan kim
vardır? Ve biz, O'na (bilinçli olarak, idrak ederek, bilerek) kul olanlarız. Bakara 138 ]
öğretisiyle biz insanlara en doğru, en temiz yöntem gösterilmektedir. ‘Resul Muhammed’in
sözleriyle veya boyasıyla boyanın’ denmedi!!!...
Bazen sorarım, bu şarlatan fasıkların elinde başka bir QUR’AN’MI var diye!!!...
Veya bu madrabazlar QUR’AN’I okumazlar mı?
Veya okuduklarını anlayamama gibi beyin özürlerimi var diye?
Veya kasıtlı olarak kargaşa oluşturup, bundan da menfaat mi elde ederler!.
Veya, Yüce ALLAH’IN apaçık emir ve öğütlerini hiçe sayıp ağızlarından salyalar akarak ‘bana göre
bu manadır’ bir diğer hokkabaz da “bana göre de şu manadadır” der ve utanmadan
çıkarabildikleri kadar çirkin kaoslar çıkarmaktalar…
Şayet Yüce ALLAH’IN arıduru dini önderimiz olsaydı; her tarafımıza bulaşmış adaletsizlik,
bilgisizlik, cehalet ve çirkin karmaşalar, düşmanlıklar, hırsızlıklar, cinayetler de neyin nesi?
Yüce ALLAH’IN Müslüman dünyasına olan asırların ikazları; farkında olmadıkları halde yerlerde
sürünme cezası-gazabı yetmiyorsa, şu iki ayetin SES tonunu iyi algılamaları gerekir;
(*) SALAT, namaz veya dua demek değildir. Devletine vergi, kazancından zekât vermek, başkalarını maddi, manevi ve bilginizle desteklemek
demektir. Bilinen Zerdüşt namazıyla en yakın alakası dahi yoktur. SALAT; İbatelerin en yücesidir, maddi imkânlarıyla ve bilgilerle ihtiyacı olanları
hiç bir karşılık beklemeden desteklemektir. Dinin yegâne direği SALATTIR, yani başkalarını maddi ve manevi desteklemektir. Başkalarına,
ALLAHIN EMRİ olduğunu bilerek, ALLAH rızası için karşılık beklemeden yardım etmek, desteklemek; kulluk görevinin en yücesi, en makbulü değil
midir?
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
45
[ O DİLERSE SİZİ YOK EDİP YERİNİZE YEPYENİ BİR HALK GETİRİR. İbrahim 19]
( aklınızı başınıza alın! )…
[ ALLAH DİLERSE SİZİ YOK EDER VE YERİNİZE YENİ BİR HALK GETİRİR. Ve bu, Allah için aziz (güç)
değildir. Fatir 16-17] ( aklınızı başınıza alın! )…
[ Ve sizden (içinizden), sadece zalim kimselere isabet etmeyen, sadece onlara has (belirli bir
zümreye özel) olmayan (hepinizi, toplumun tamamını, masumları da etkileyen, bulaşıcı virüs
olan) F İ T N E D E N (*) sakının. Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu biliniz. Enfal 25]
Bu muhteşem ayetin açıkça öğrettiği; Ebola virüsü bir tek şahısta da bulunsa hepinizi etkiler!
Bana göre kesinlikle doğru olan bir hadis; "İnsanlar zalimi görüp onu engellemezlerse, Allah'ın,
hepsine umumi, herkesi etkileyecek belâ göndermesi yakındır"…
Yüce ALLAH [ ALLAH İLE BERABER BAŞKA BİRİNE DUA ETMEYİN, SAKIN DUANIZDA,
TALEPLERİNİZDE ARACI (canlı veya cansız şeyler) EDİNMEYİN. Cinn 18] ayetiyle öğretirken;
Bu şarlatanlarda mescitlerde (bunu da ‘cami’ olarak değiştirdiler) ALLAH lafzı yazan tabelanın
hemen yanına ‘Muhammed’ yazan tabela ve diğer şahısların isimlerini yazan tabelaları koyarak
Yüce ALLAH’IN mescidinde ALLAH’A çoktan ortak etmişler bile!. yazıklar olsun!...
Zerdüşt namazı her tarafıyla şirkle doludur. Cinn 18 ayetine muhalif olarak ettehiyati okurken de
ALLAH ile beraber ‘Esselâmü aleyke eyyühen-Nebiyyü’ diyerek Peygambere selam da gönderir…
postayla mı, kargoyla mı artık ne denk gelirse, üstelik ALLAH’IN huzurunda!!!....
Mescitlerden (camilerden) hemen, şimdi, bugün insan ismini içeren tabelaların tamamının
kalkması şarttır. Bu çirkinliği Araplar bilerek yapmazlar…
Bu madrabaz fasıklar her konumda, her yaptıklarında da Yüce ALLAH’A ortak koştukları ve şirk
içinde olduklarının en açık kanıtlarından sadece birisidir bu yazdığım kısacık paragraflar…
Hiç bir mescitte ALLAH lafzından başka yazı, tabela vb. bulunmamalıdır, ALLAH’TAN başkasına
dua edilmemelidir.
Asırlardır süregelen bunun gibi sayısız virüsler temizlenmediği sürece bir adım dahi atılamaz…
[ ALLAH DİLERSE SİZİ YOK EDER VE YERİNİZE YENİ BİR HALK GETİRİR. Ve bu, Allah için güç
değildir. Fatir 16-17] ( aklınızı başınıza alın! )…
Unutmamak gerekir; Ebola virüsü bir tek şahısta da bulunsa koca bir ülkeyi tehdit eder!.
Hem de hiç acımadan, üstelik en kısa zamanda!... bu nedenlerle ‘İslam evrensel matematik bir
büyüklüktür‘ dedim…
İslam; Müslümanlık veya Hristiyanlık falan-filan değildir, değil!... İslam; evrensel matematik
bir büyüklüktür, Yüce ALLAH’IN arıduru kurallarıdır.
Kabul edip etmemek te insanın kendi hür irade ve kararına bırakılmıştır… Baskı veya zorlama
yoktur… İlahi imtihanın amacı ve esası da budur… Yüce ALLAH, Rahmet sıfatıyla yarattığı
insanın sadece ve sadece İNSAN İNSANI olmasını murat etmektedir… Eni, yerler ve gökler
kadar olan cennetlerini kazanmamızı istemektedir…
Çok şey mi istedi acaba!?...
(*) Fitne fiildir, yapan şahsa fasık denilir. F-S-K kökünden gelen bu sözcüğün anlamı; erimiş madenin üzerindeki okside olmuş tabakaya, işe
yaramayan cürufa, altındaki kıymetli cevheri örten işe yaramayan tabakaya denir. Aile içinde ve kasabada veya ülke çapında insanlar arasındaki
en tehlikeli, en yıkıcı virüs fitnedir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
46
Müslümanlar Sadece Bu Ayetin Açıkça Öğrettiği Doğrultuda Yaşasalar!...
Kısacık Dünya Hayatı Geçici de Olsa Cennet Olur…
[ Ve sizden (içinizden), sadece zalim kimselere isabet etmeyen, sadece onlara has (belirli bir
zümreye özel) olmayan (sizlere, herkese, toplumun tamamını da etkileyen, hepinizi, masumları
da etkileyen, geleceğinizi de karanlığa gömecek bulaşıcı virüs olan) F İ T N E D E N (*) SAKININ.
Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu biliniz. Enfal 25]
Ben fukaranın, bu muhteşem ayetin açıkça anlattığından, öğrettiğinden başkaca bir şey yazmak
ne haddime!…
Her şey en küçük detayına kadar açıkça bu Muhteşem ayette belirtilmiştir. Anlamamak için de
insandan gayri bir mahluk olmak gerekir…
Bohçaya konmuş duvarda asılı Qur’an’ı ellerine alıp ikişer kez okusunlar, defalarca okusunlar…
Gerçek virüs, en tehlikeli arıza Enfal 25 ayetin enginliklerinde öğretilmektedir.
Başarılı, üreten, çalışkan, bilgili, saygıyla seven, öğrenen ve öğreten bilge toplum olabilmenin,
insan insanı toplum olabilmenin en açık, en nezih metotla öğretildiği ayettir bu…
Bir tek şahsın ürettiği FİTNE, toplumun tamamını zehirleyerek etkiler… iblisin elindeki en etkili
silah budur… FİTNE hastalığı insanı kendine bile düşman eder…
Bu muhteşem ayetin öğrettiği hazine; bir milleti aynı bir aile gibi toparlamakta,
bütünleştirmekte, her bir ferdin bir diğer fertle doğrudan irtibatını, keder ve sevinçte
birlikteliğini, her güzelliğin birlikte yaşanmasını ve FİTNEYİ anında hep birlikte YOK etmenin
zaruretini öğretmektedir.
Bu muhteşem ayet her insanın zihninden, fikrinden çıkarmaması gereken hazinedir.
Fitneyi ortadan kaldırabilecek yegane güç de; [ Onlara: "Allah'ın sizler için Elçisine indirdiği
gerçek bilgilere, öğretilere gelin!" dense, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter!"
derler. Babaları hiçbir şey bilmeyen, doğru yolu bulamayan kimseler olsa da mı (aynı gafleti,
aynı hatayı devam ettirecekler)? Maide 104] ayetidir.
Aynı bugün de bu ayetin açıkça belirttiği ve içinde bulunduğumuz hezimetler, yani hadis dinciliği
ile, yani okuduğu ayetin anlamını dahi bilmeyen babasından dedesinden kalma masallarla
dincilik yapıp gençleri zehirleyenlerin, sokak Arapçasıyla Qur’an meal tefsir yazan eğitimsiz
şeyhlerin, dervişlerin uydurmaları ile Yüce ALLAH’IN evrensel yasaları, kuralları örtülmüş ve bu
insanlar asırlardır diğerlerinin kölesi, hizmetkârı olmuşlardır. Maide 104 ayeti okusunlar
okuyabildikleri kadar… bundan daha açık nasıl anlatılır?
QUR’AN’DA namaz denen şey yoktur, bu Zerdüşt icadıdır, içeriği putperestlikle doludur, ALLAHA
isyandır dediğimde aynı "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter! Maide 104"
saldırıyla karşılaşacağımı da biliyorum… Ancak ALLAH rızası için görevimi de yapmak
zorundayım… çünkü yegane muradım Yüce ALLAHA bilinçli iyi bir KUL olmak ve Hz.
Muhammed’e layık olabilmektir...
İnsanlar Yüce ALLAH’IN kurallarıyla değil, insan icadı uydurma masallarla din yaptıklarını zan
etmektedir… ben fukaranın canhıraş feryadım bu çarpıklıkları açıklamak ve düzeltmektir.
(*) Fitneye karşı; Nemelazım, bana ne, başın derde direr uzak dur, eller de vergi vermiyor ben mi vereceğim, işimden olurum, işimi kayıp ederim,
bana değmeyen yılan yaşasın vb. diyen her fert, hesabını da iki veya bir boyutlu maddelerden yaratılmış küre dünyalarda vereceklerdir. Fitneyi
görüp te engellemeyen her fert hesabını ALLAHA verecektir… kurtuluş YOK….
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
47
Kendisi, Bizzat Kendisi Okuyup, Sorup Sorgulayıp, Araştırıp Çalışarak Yükselen ve
Yöneten AKILLI İnsanlar…
Dinini, Tarihini, Geleceğini Başkalarından Dinleyerek Uyuyan ve
Yönetilen KADERCİ Zavallılar!...
Yüce ALLAH’IN; [ OKU, Yaratan Rabbinin İsmi ile. İnsanı yarattı bir alaktan.
OKU, ve senin Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. Alak 1,2, 3 ]
ilk vahyinde, üstelik iki kez ardı ardına bizzat kendin OKU emrini arkasına almış, sadece
birlilerinin lakırdılarıyla hayatlarını ve geleceklerini harap eden, yönetilen, kullanılan zavallılar!...
Kendilerini, kendi elleriyle başkalarına esir edenler, Genç beyinleri tarumar eden, insanı insana
esir eden fasıklar, onlar ki; Kutuplarda namaz nasıl yapılır (kılınır) madrabazlığını sahneleyen
şarlatanlar!... Olmayan şeyin serabıyla insanları asırlarca uyutan, dinden soğutan hainler…
Önümüzdeki sayfalarda bir tarih yazılacaktır; ikişer kez okumaları, anlamak için okumaları
gerekir(*)…
Çünkü kendisi OKUYAN insanın anlayışı yükselir, başkalarından dinleyenler de boşluklar içine
düşer ve anlayışları da körelir. Dinlediği O şahsa esir olur, şartlanır.
Bunun tıbbi tanımı da Stockholm sendromudur. Bunlar asırlardır hadismatik dinciliğiyle,
uydurma masallarla Stockholm sendromuna yakalanmış robotladır…
İnsanların bu zayıf açıklarını iyi bilen karanlık cüppeli fasıklar; boşluklar içindeki insanları
sömürmekte ve dünya ve ahiret hayatlarını da harap etmekteler.
“Sen Qur’an’ı okuma, sakın bunu yapma, anlamazsın ve kâfir olursun, sen sadece benim
öğrettiklerimi yap cennette yerin hazırdır”
telkinleriyle beyin yıkar ve kendisi okumayan zavallı da bu hainlere esir olur. Böylece hem
kendisi, hem de toplum bir insanını kayıp eder.
Cüzzam mikrobu bir tek şahısta varsa, toplumun, hatta ülkenin tamamının akıbeti de bellidir.
Biz sadece ve sadece Yüce ALLAHIN rızası için yazmaktayız, daha iyi bir dünya, daha iyi bir
gelecek için…
Hadismatik torbalarında icat edilmiş yüzbinlerce uydurma hadisler insanları Stockholm
sendromu hastalığına yakalatmış ve hala bu hastalığın etkisiyle şirk içinde debeleniyorlar…
Erimiş madenin üst tabakasını kaplayan okside olmuş FISK, yani FASIK yani cüruf tabakası nasıl ki
gerçek kıymeti olan cevheri örtüyorsa; hadisler, hadis dinciliği de Muhteşem Qur’an’ı aynı
şekilde örtmektedir.
(*) Bu kısacık kitaba kütüphaneleri sığdırmayı bize nasip eden ÂLİM, BEDİİ, LATİF olan Yüce ALLAHIMA Hamd ve Sena ederim.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
48
SON DERECE CİDDİ BİR KONUYA GİRMEDEN KISACA SORALIM;
Hangi Qur’an; Zekâtı senede bir defa kırkta bir (1/40) verin der?
Hangi Qur’an; İlahi emir, toplumsal görev olan SALAT’I Zerdüşt namazıyla takas eder?
Hangi Qur’an; SALAT sözcüğünü putperest Zerdüşt’ün icadı namazla değiştirir?
Hangi Qur’an; Şu vakitlerde ibadet edeceksin der? Diğer zamanlarda ALLAH izine mi çıkıyor?
Hangi Qur’an; Kutuplarda, maden ocaklarında, deniz altında, uzay istasyonunda namaz(!?) der?
Hangi Qur’an; Cuma günü haftalık toplantı ve duadan sonra derin derin uykuya dalın der?
Hangi Qur’an; Kurban bayramı yapın da miskin, miskin 4 gün hiç bir şey üretmeden uyuyun der?
Hangi Qur’an; Rükû, Dua ve Secde ibadetine namaz der?
Hangi Qur’an; ‘Sevgilim Muhammed, 18 bin âlemi senin için yarattım’ der?
Hangi Qur’an, Namazla cennete gidileceğini vaat eder?
Hangi Qur’an; Hacca gidenin tüm günahları silinir der ve insanlar suç işlemeye teşvik edilir?
Hangi Qur’an; Hacca gidin de, şeytanı taşlayın’ der? (*)
Hangi Qur’an; Kulum Resul’ü Mihraja-Mirac’a BURAK denen şeyle çıkardık der?
Hangi Qur’an; Vatanınız tehlikeye girdiğinde, savaş çıktığında hemen kaçın vatanınızı
namusunuzu başkalarına teslim edin ve Hristiyanlara sığının, der?
Hangi Qur’an; dirileri adam etmek için vahiy edilmiş ayetleri mezarlıklarda çürüyen cesetlere
okuyun der?
Hangi Qur’an; çürüyen cesetlere üç İhlas bir Elham okuyun da postayla gönderin der?
Hangi Qur’an; Savum ibadetine oruç der? Oysa savum ve oruç kavramları arasında ciddi farklar
vardır.
Hangi Qur’an; mescit kavramına cami der? Oysa mescit ve cami kavramları arasında ciddi farklar
vardır.
Hangi Qur’an; Babillilerden ithal edilip İslam dinine sokuşturulan 5 şart kuralına İslam’ın şartı
5dir der?
Okumak, öğrenmek ve öğretmek, vergi ve zekat vermek, dürüstlük, adil olmak, saygıyla sevmek,
şefkat, çalışkanlık, üretmek İslam’ın gerçek şartları değil midir, bu en önemli kurallar rafa mı
kaldırıldı?
Oysa Muhteşem Qur’an açıkça bildirmiştir: [ De ki “muhakkak ki ALLAH’A yalanla iftira
edenler (kitaplarına, kurallarına yalan-yanlış anlamlar yükleyenler, Rahman çocuk edindi
diyenler, keyfine göre yorum yapanlar) kurtuluşa eremezler. Yunus 69]
(*) şeytan taşlama ritüeli Sümerlerden gelir.. Qur’an, Hacca gezi için gidin demez; ‘söyle onlara (insanlara) QUR’AN’I senden dinlemeköğrenmek için sana gelsinler’ der…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
49
Muhteşem Qur’an’da SALAT Gerçeği
Kutuplarda NAMAZ Hokkabazlığı!...
Müslüman dünyasını asırlardır yerlerde gezindiren, yabancıların da Qur’an’ı anlamlarını
engelleyen, bu yüce Dinin gerçeğinin insanlığa yayılmasına engel olan virüsün kaynaklarından
kısa bir tanımlamaya değinmek zorundayım. Altıgen konumuzu dağıtmadan kısaca değineceğim.
Yüce ALLAH Qur’an’da; [Rabbinizden size indirilene tâbî olun. Ve O’NDAN BAŞKA EVLİYALAR
(ALLAH dostu etiketlileri veli, dost, şeyh, derviş vb.) edinmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz?
Araf 3] ayetiyle açıkça öğretiyor, fakat, bu aracılık makamına çıkmış ‘ALLAH DOSTU’(!!!) sahte
sertifikalı fasıklar da uydurma hadislerle beyinleri yıkıyor ve insanları uyutmayı başarıyorlar.
Kutuplarda nasıl namaz yapılacağını bulacağım diye, yakasında Prof. unvanıyla şaklabanlık da
yapıyor, hem de utanmadan!...
Kızını anaya, evladı babaya, yerleri göklere düşman edip Müslümanı Müslümana kırdırıyorlar.
Bunu yapanlar yabancılar değildir, kendi içlerindeki sinsi fasıklardır. Bilgi sahibi olunmadan
Qur’an’ı yanlış yamalak meal-tefsir edip PARAYLA satanlardır.
Bu ayetleri ikişer kez okuduktan sonra uydurulmuş rivayetin de rivayeti hadisler hakkında
sorgulayalım;
Hadislere taparcasına yapılan sapıklıklar Yüce Resulü ilahlaştırmakta, doğrudan veya dolaylı
olarak da Yüce ALLAHA isyan edilmektedir.
Hadislerle yapılan din; Hakka ve Isra surelerini, Muhteşem Qur’an’ı inkâr etmek demektir.
İnsanları dinden soğutmaktadır.
ALLAH ile kul arasına başkalarının aracılık yapmasına da zemin hazırlanmaktadır.
Onarılamayacak kadar derin yaralar açmıştır, açmaktadır.
Yüzbinlerce rivayetin de rivayeti hadisler içinde tek de olsa bir tutarsızlık varsa (ki en az %99
çelişkilerle, rivayetlerle doludur) bu şekilde QUR’AN sadece örtülür, asırlardır örtüldüğü gibi.
Bu da kâfirlik demektir. ‘Kâfir’(*) gerçeği örtmek, saklamak, gizlemek demektir. Qur’an dilinde
ise gerçek anlamı, Qur’an’ın öğrettiklerine gölge düşürmek, gerçeği gizlemek demektir.
Âlemleri yaratan Yüce Allah QUR’AN’INI açıklamaktan aciz midir ki; Kendi yarattığı kulu ve
elçisinden medet umsun? Hangi akıl, hangi vicdan bunu kabul edebilir?... Qur’an’ı hadislerle
anlamaya, anlatmaya teşebbüs etmek, haşa ve haşa Yüce ALLAH’I arka plana almak demektir…
Bu da alenen asiliktir, terbiyesizliktir, bilgisizliktir, ŞİRKTİR…
[ Hükmüne (kararlarına, yaptığı ve yapacağına, tasarrufuna vb.) HİÇ KİMSEYİ ORTAK ETMEZ. Kehf
26]
Âlemlere ahlak örneği olarak eğitilmiş ve gönderilmiş yüce Resulün sözleri QUR’AN’I
anlamamızda nasıl olurda ALLAHA destekçi olabilir!? Yüce ALLAH’IN kendi yarattığı kulun
desteğine ihtiyacımı olur?
[ Ve işte böylece sana emrimizden bir ruh (aydınlatıcı-eğitici Qur’an) vahyettik. Ve sen, kitap
nedir ve iman nedir bilmiyordun. Şura 52 ]
Hani Qur’an’ı anlamak için hadislere ihtiyacımız vardı?
QUR’AN’IN her ayeti apaçık ortadadır. Yeter ki her bir kelimenin anlamı analiz edilerek anlamak
için okunsun. Bu da para kazanma hevesinde olmayan, sadece ALLAH rızası için çalışan bilim
ekibiyle olabilir… karanlık cüppelilerle değil!!!...
Hadis dinciliği atalar dini oluşturmuştur. Bu her tarafı şirk ve uydurma masallarla dolu atalar
dini, hadis dinciliği kalkmadığı müddetçe Qur’an’ın muhteşem parıltısı açığa çıkamayacaktır.
(*) KAFİR, Arap dilinde tohumu toprağa gömmek demektir. Yani tohumu toprağın altına saklamak, gizlemeye de KAFİR denilir. Qur’an dilindeki
anlamı gerçeği, doğru bilgiyi, kanıtları örtmeye, saklamaya denilir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
50
Beni dehşetler içinde korkutan; Hakka 40-48 ve Isra 73-75 ayetleri ikişer kez okuduktan sonra
vicdan sahipleri kararlarını AKILLARIYLA kendileri versinler. En çok korktuğum ayetler olduğu
içindir ki buraya yazıyla alamayacağım, dileyen Qur’an’ı açıp kendisi okusun.
[ Arkadaşınız dalâlete (siz Mekkeliler gibi sapık düşüncelere) sapmadı ve (Resul oldum diye
mağrurlanmadı) azmadı. Ve O KENDİLİĞİNDEN HEVESLE (öğrettiğimizin dışında hiç bir şey)
KONUŞMAZ. (Qur’an’a bir şey katamaz, fikir yürütemez veya açıklama da getiremez) Necm 2, 3]
[ De ki; Allah’ın dilemesi hariç, ben kendime ne bir fayda, ne de bir zarar verebilecek güce malik
değilim. Eğer ben gaybı bilseydim, hayrı mutlaka çoğaltırdım, bana bir kötülük dokunmazdı. Ben
ancak mümin olan kavim için bir nezir (uyarıcı elçi) ve müjdeleyiciyim. A’Raf 188]
Bu ayetler Hz. Muhammed’in İnsan-KUL-Nebi-Elçi kimliğinin ve gerçek görevinin ve yetkilerinin
apaçık tanımıdır. Hz. Muhammed Yüce ALLAH’IN danışmanı veya ortağı değildir, KULU ve
ELÇİSİDİR…
[ De ki; “Muhakkak beni, hiç kimse Allah’tan (gelebilecek bir cezaya) bir şeye karşı asla
koruyamaz. Ve ben asla O’ndan başka sığınacak yer bulamam.” (bu Qur’an) sadece Allah’tan
olanı tebliğ ve O’nun Risalet’idir. (Oysa bu vicdansız fasıklar Hz. Muhammedi asırlardır
uydurulmuş masallarla Yüce ALLAH’A danışman bile yaptılar!!!...)
Ve kim Allah’a ve O’nun Resul’üne asi olursa(*), bundan sonra muhakkak ki onun için, içinde
ebediyen kalacağı cehennem ateşi vardır. Cinn 22, 23 ]
[ De ki; Ey kitap ehli gelin aramızda eşit olan tek söze; Ancak tek olan Allah'a kulluk edelim, Ona
(şeyh, derviş, hoca, evliya, mevlana, aracı, ölmüş cesetleri, türbeleri, putları, mesihi tanrı zan
ederek aracı) hiçbir şeyi denk (eş) ve ortak etmeyelim, Allah'ı bırakıp da bazılarımız,
bazılarımızı (ihtiyaçlarımızı gidermeye veya cennete girmemize yardımcı olacak diye aracı, Rab)
tanrı tanımayalım. Bundan sonra eğer (kabul etmeyip) dönerlerse, o zaman “Bizim Müslüman
olduğumuza (ALLAHA teslim olduğumuza) şahit olun” deyiniz (ve onları güzellikle terk edin). Al-i
Imran 64 ]
Dikkat edilirse; ‘De ki Ey kitap ehli gelin aramızda eşit olan yegâne doğru olan tek söze’ cümlesi
göstermektedir ki; Yahudi ve Hristiyanlara ve eskilerden gelen ancak zamanla ekseninden
kaymış, şirk içinde aracı edinenlere Qur’an’la bir şans daha verilmektedir ki; bu sapıklıklar
günümüzde de devam etmektedir. Ölmüş cesetlerden, türbelerden medet umanlar!!!.
ALLAH ile arasına şeyhleri, dervişleri, imamları sokanlar!!!...
Bu 10 ayetin içeriğinde bağışlanması imkânsız, müsamaha bile gösterilmeyen önce şirk, sonra
şirkin modern versiyonu olan şeyhlik, dervişlik, türbelerden medet umanlar, aracılık yapanlar,
cennete bilet verenler, muskalar-tıskalar, uğur taşları, üstelik ‘sahte sertifikalı ALLAH dostu’
ünvanlı şaklabanları, madrabazları ve bunlara inanan beyni yıkanmış, şartlanmış olanların
yaptıkları çirkinlikler genç nesilleri de zehirlemektedir!...
Dinin temelini ve tavanını kemiren virüsün birisi de budur. Bu virüs tedavi edilmedikçe bir
adım bile atılamayacaktır ve SALAT; BİLGİLİ VE BİRLİK OLUN, EKONOMİSİ GÜÇLÜ DEVLET OLUN
emri de asla Rabbimizin Murad ettiği gibi yapılamaz. Böylece alçak sürünmeye devam edilir!…
Yüce ALLAH’IN Kulu ve Resulü Hz. Muhammed ‘Ben ALLAH’IN Elçisiyim bana gelin de size
cennete bilet vereceğim’ mi dedi?!... ALLAH’IN kurallarına uyun dedi… ‘Gelin size Qur’an’ı
açıklayacağım mı’ dedi? Bana vahiy olunanı size eksiksiz tebliğ ediyorum dedi.
(*) Cinn 22, 23 Ayetinde geçen ‘ Ve kim Allah’a ve O’nun Resul’üne ASİ olursa’ cümlesini kısaca açmak zorundayım. ‘Resule asi olmak’ ne
demektir? Resulün yegâne asli görevi, ALLAHIN emirlerini insanlara tebliğdir. Resul, ALLAH’IN vahyinden başka bir şey söylemez/söyleyemez
iken; Resule asi olmak demek, ALLAH’IN ayetlerine asilik yapabilecekleri ima edilmektedir. Kast edilen Resulün şahsi sözleri değildir. Resul, yüce
ALLAH’IN seçtiği ahlak örneği olan üstün insandır, alelade benim gibi sıradan bir et yığını değildir. Resulün insanlara öğrettiği vahiye asi olmak,
doğrudan doğruya Yüce ALLAHA, Qur’an’ına asi olmaktır. Bu hassan noktayı çok iyi kavramak gerekir. RESULÜN İLAHLAŞTIRILMASI ŞİRKTİR.
RESULÜN, YÜCE ALLAHA BAŞ DANIŞMAN YAPILMASI ŞİRKİN DE ŞİRKİDİR.
Örnek; bir elçinin/habercinin getirdiği haberi beğenmeyen muhatabın, içeriğini beğenmediği için haberi getiren elçiyi hırpalaması, esasında
haberin kaynağına, sahibine yapılan hakarettir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
51
‘Size QUR’AN’I bırakıyorum, öğrenmek için okuyun, öğrenin, kurallarına uyarak yaşayın,
tartışmasız sadece ALLAH’IN ipine sarılın’ dedi. Muska yapıp boynunuza veya bohça yapıp
duvara asın demedi. Her insan ALLAH’IN dostudur, yeter ki bunun bilincine ulaşsın…
Çünkü her şeyi, insanı da Rahmet sıfatıyla yaratmıştır; Kimine az Rahmet, kimine çok değil…
Ben hadis düşmanı filan değilim, O yüce Resulün mübarek ağzından çıkmış her bir kelimenin aşkı
ile 60 seneyi 47 ülkede araştırmalar yaparak harcadım. Ancak doğru olan kelimeleri, Emevi
Abbasî rivayetmatik uydurmaları değil… Utancımdan buraya alamayacağım sayısız hadis denen
uydurmalar var ki, akıllara zarar!…
Muhteşem Qur’an’ın anlaşılmasını uydurulmuş rivayetmatik hadisler örtmektedir. Hadis
dinciliği asırlardır insanların dünya ve sonsuz yaşamlarını harap etmektedir.
Şayet Hz. Muhammed bir şekilde bu rivayetmatik siparişle uydurulmuş hadisleri dinlemiş olsa,
inanıyorum ki, Müslümanları yerden gökten siler süpürür. Kanıtını da Qur’an bu şikâyetle açıklar;
[ Ve Resul (mahkeme-i Kübra’da) “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Qur’an’dan
ayrıldı (veya ‘Qur’an’a büsbütün ilgisiz kaldılar’ veya ‘Qur’an’ın kurallarını terk ettiler’
anlamları da geçerlidir).” dedi. Furkan 30]
Benim sözlerimden dışarı çıktılar demiyor; ‘QUR’AN’I TERK ETTİLER’ demektedir.
Asırlardır kendilerine âlimi ulema (ulema sözcük orijini harfi harfine Kenger-Sümercedir) veya
veli veya evliya veya şeyh etiketliler, müritleri vasıtasıyla reklamı yapılmış her fert (Güneşe, ateşe
tapan Zerdüşt de bu yörelerde öğrendi), ana vatanı Hindistan olan Rişhi uydurmalarının yazıp
çizdiklerinden, çalıntılarla yüksek geliri olan dincilik tacirliği işine başlamışlardır. Bundan amaçları
sadece masumları sömürmek ve saltanat!... Halk da; alçak sürünmeye devam!...
Soralım şu sahte âlimi ulemalara(!) Hangi denklemin, hangi projenin altında imzan var? Hangi
ilacı icat ettin, insanlığa ne faydan oldu, kime ne faydan oldu? Görmeyen gözüne gözlük camını
neden gâvur diyerek cehenneme gönderdiğin insanlardan satın almaktasın? Sadece Allah’ın
tasarrufundaki cennetten hayali bilet satmaktan başka ne işe yaradın? Bu uydurma masallarınla
hiç bir şey üretmeden beynini uyuşturduğun masumların sırtından geçinerek asalak gibi
yaşamaktan başka?! Senin kazancın, yediğin helal mi?...
Altı günde yaratılan evren konumuzun dışında gibi görünüyorsa da, çok ciddi bazı kritik noktaları
da aydınlatmak istedim. Amacım, masum insanları, gençleri QUR’AN’IN kristal yollarına kendi
AKILLARINI kullanarak yöneltmektir. Çünkü Qur’an sadece üstün AKILLA anlaşılabilecek
hazinedir.
ALLAH ile insan arasına hiç kimse, canlı veya cansız hiç bir şey ASLA, ASLA VE ASLA koyulamaz…
Tarihler sayısız örnekleriyle doludur ki milletleri tarihin karanlıklarına gömmüş en temel suçlar;
Yüce Allah’ın arıduru dinini, kurallarını ekseninden çıkarmak, kişisel çıkarlar uğruna kullanmak
ve şirk ve SALAT emrini (vergi, zekât, muhtaçlara desteği) ret etmektir…
Qur’an ile ALLAH’IN kullarını ekseninden saptıran şarlatanlar, Dinin gerçek düşmanları bilmeleri
gerekir; şayet ‘SALAT’ namaz demek (dua) olsaydı, İslam’dan öncede Zerdüşt namazını, oruç
yapan Mekkeli müşriklere şu ayetlerdeki ihtarlar verilir miydi?
Bu satırlardan sonra çok daha iyi anlasınlar ne demek istediğimizi;
[ Ne (salatın, verginin faydalarını) doğruladı, ne de destekledi (SALLA yapmadı, yani vergi
vermedi, desteklemedi). Fakat (üstelik vergi-zekât emrimiz olan salat’ın yararlarını da) yalanladı
ve (vergiyi, zekâtı vermekten, arkadaşlarını desteklemekten de) yüz çevirdi. Kıyame 31-32]
Asırlardır utanmadan, ALLAH’TAN korkmadan bu ayete de NAMAZ sözcüğünü sokuşturdular!
Oysa ayette namaz hakkında HARF bile yoktur!...
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
52
[ Oysa kendilerine, dini yalnız Allah'a has kılıp O'nu birleyerek Allah'a kulluk etmeleri, SALATI
İKAME (vergi ve birbirlerine her tür desteği kesintisiz devam) etmeleri (ettirmeleri), zekâtı
vermeleri emredilmişti. İşte daima var olacak doğru din budur. Beyyine 5 ]
Bizim çevirimizdeyse; [ İşte, daima var olacak dinin doğru olan temel kuralları budur. Beyyine 5 ]
Zerdüşt icadı namaz bu ayetlerin neresinde? Hani ‘SALAT’ namaz anlamındaydı?
Şayet bu ayette ZEKÂT sözcüğü varsa ki kesinlikle VAR, zekâtın namazla ne alakası olabilir!?
Tekrar soruyorum; Zekât sözcüğü ve içerdiği maksadıyla namaz sözcüğü ve içeriği arasında ne
alaka vardır? Neden bir cümlede hem ZEKÂT hemen bitişiğinde NAMAZ sözcükleri kullanılsın?
[ Sizin veliniz (dostunuz) sadece Allah ve O’nun Resul’ü ve amenu olup SALAT yapan (vergi
veren, destekleyenler), zekâtı veren kimselerdir ve onlar RÜKÛ (saygıyla bilinçli olarak boyun
eğmek demektir) edenlerdir. Maide 55 ]
[ yukîmûnes SALÂTE ve yu’tûnez ZEKÂTE. Maide 55 ]
Yalancı, iftiracı, fasıklar; her Qur’an kavramını harap ettikleri gibi bu ayeti de mahvetmişler.
Soralım; şayet zekât, namazla ilintili bir kavramsa (ki değildir) bu ayete göre her namazda
zekât verilmeli değil midir?
YÜCE ALLAHIN APAÇIK [ yukîmûnes SALÂTE ve yu’tûnez ZEKÂTE ve hum râkıûn. Maide 55 ]
AYETİNE GÖRE TEKRAR SORUYORUM; ŞAYET SALAT NAMAZ DEMEKSE HER NAMAZDA ZEKÂT
VERİLMELİ DEĞİL MİDİR?...
‘ve yu'tûne = ve verirler’ demektir… Şayet ayette namaz denen şey olsaydı bu ‘verirler’
sözcüğünün ne işi var bu ayette?!... namaz alınan verilen bir şey midir?
Vergi ve zekâtı verince de; ALLAH’IN kendisine verdiği nimetler için Rabbine saygıyla rükû eder..
Yani boyun eğer… bu da Zerdüşt namazı değil QUR’AN’IN açıkça öğrettiği kuraldır.
Açıkladığımız bu ayet mi doğru söylüyor yoksa Yüce ALLAH’IN ayetlerini değiştiren asırların kâfir
fasıkları mı? Hz. Muhammed bu nedenlerle “Veren EL alan ELDEN üstündür” demiş olmalıdır…
Bu adamlar ya Türkçe bilmiyor veya Müslüman âlemini yerlerde süründüren eski fosillerden
kalmış yalan-yanlış meal-tefsirleri bir şekilde kopyalamaya devam ediyor…
Amaç, birbirini tekzip eden ihtilaflar çıkarmak, parayla QUR’AN satmak… insanları Yüce
ALLAH’IN arıduru kurallarından saptırmak!...
Günümüzde de bilinen namaz Zerdüşt mirasıdır ve QUR’AN’LA en küçük bir yakınlığı da yoktur.
İleriki sayfalarda da kanıtlarıyla göreceğiz, içeriği putperestlikle doludur. Bu çirkinlik; ALLAH ile
insan arasına imam, şeyh, derviş, hoca veya başka bir insan sokuşturmak ve bundan da
menfaat elde etmektir.
Asırlardır Müslümanların üçüncü sınıf olmalarındaki birinci neden budur.
İblis hiç boş durmuyor, uyumadan asli görevini yapıyor; bunlar da uyanmadan uyuma
görevini!...
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
53
Muhteşem Qur’an’ı Uydurulmuş Hadislerle Karartanlar…
Muhteşem QUR’AN hakkında herhangi bir insanın veya Resulün veya dervişin herhangi bir sözü,
yorumu veya uydurulmuş Emevi Abbasi hadismatik torbalarında üretilmiş her şey yalandır,
yanlıştır ve Qur’an’a ihanettir ve açıkça Yüce ALLAHA karşı işlenmiş aleni şirktir.
Müslüman âlemini insana, insanlığa, bilime ve üretime düşman eden, 1400 senedir yerlerde
gezindiren en büyük fitne hadis denen uydurmalardır.
Hadis, ALLAHA ve QUR’AN’INA tamamlayıcı, yardımcı tahsis etmek demektir.
Hadis ‘Allah QUR’AN’A yazmayı unuttu Resul tamamlıyor’ demektir.
Hadis, Yüce Resulü ALLAH’A ortak etmek, danışman tayin etmek demektir.
O Yüce Resulü tenzih ederim ki asla, asla, asla QUR’AN yorumu hakkında tek kelime dahi
etmemiştir… Üstelik tek kelime dahi söylemesi Hakka suresinde en şedit tehditle men edilmiştir.
Kendisi QUR’AN hakkında tek kelime söyleyemeyeceğini şahit olarak bildiği içindir ki Halife Ali
için “Ali yaşayan Qur’an’dır“ demiştir.
Üstelik “sadece ALLAH’IN ipine sarılın, bana vahiy edileni eksiksiz olarak sizlere, insanlığa
bırakıyorum” demiştir.
Kanıt mı?
[ Bilmelisiniz ki Biz, idrak etsinler diye, bu Qur’an’da tekrar tekrar (hakikatleri) açıkladık. Oysa bu
(açıklamalar), nefretlerinden başka bir şeyi artırmadı. İsra,41]
[ Bilmelisiniz ki, Biz, bu Qur’an’da bütün meselelerden (örnekleriyle veya misaller vererek)
açıklama yaptık. Buna rağmen insanların çoğu sadece inkâr ederek direndi. İsra,89]
[ Biz Kitapta (Qur’an’da) hiçbir şeyi eksik bırakmadık. En’Am,38]
[ Anlayan (anlayışı olan bilgili) bir toplum için, ayetleri en ince ayrıntısına kadar eksiksiz bir
biçimde ayrıntılı açıklamış bulunuyoruz. En’Am,98]
[ Ve işte böyle, ayetleri ayrı ayrı (birbirine uyumlu, ayrıntılarıyla) açıklıyoruz. En’Am,105]
[ Artık Allah’tan başka bir hakem mi arayayım? Size Kitab’ı açıklanmış (tafsilatlı) olarak indiren
O’dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, O’nun, senin Rabbinden hak ile indirildiğini
biliyorlar. O halde sakın sen, şüphe edenlerden olma! En’Am,114]
[ Şüphesiz bilmelisiniz ki; onların kıssalarında ulûl' elbab için (engin bilgi sahipleri, gerçek bilim
adamları için) bir ibret vardır. Uydurulan bir söz değildir ve lâkin onların ellerindekini (İncil,
Tevrat ve Zebur) tasdik eder ve her şeyi ayrı ayrı açıklar. Mü’min (bilinçli olarak inanan) kavim
için hidayet ve rahmettir. Yunus 111]
Ey hadis masallarıyla muhteşem Qur’an’dan bihaber ALLAH’A şirk koşanlar!…
Ey hadis masallarıyla beyin yıkayan, insanları hayal amelinde uyuşturup çıkar peşinde
koşanlar!….
Ey QUR’AN’DA Zerdüşt namazı var diye insanları şirke sokanlar!...
Hesabını nasıl verecekler düşünmek bile istemeyiz!!!...
Tam 1400 senedir yüz milyonlarca insanı, insanları hadis masallarıyla nasıl sömürmüşler, nasılnasıl aldatmışlar anlamak mümkün değil… Yüce ALLAH’IN dosdoğru apaydınlık yolunu
becerebildikleri kadar karartmışlar…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
54
Oysa Hakka suresi 40-48 Yüce Resulün bir tek kelime dahi söylemesi kesinlikle en şedit tehditle
men edilmiştir… Ben Hakka suresi 40-48 ayetlerini buraya yazıyla alamayacağım; okumadan
geçerim, çünkü iliklerime kadar korku salar, dileyen açıp okusun.
Hatırlayalım İblis ne demişti?
[“Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, MUTLAKA SENİN DOSDOĞRU YOLUNA OTURACAĞIM
(Senin doğru yoluna ulaşmalarına) MANİ OLMAK İÇİN.” dedi. Araf 16]
İblisin taifesi bu din bezirgânı fasıklar bu ayetleri demi okumadılar? Bu fasıklar güruhunun eline
başka bir Qur’an’mı var?
Kanıt mı?
Yüce ALLAH Muhteşem Qur’an’da [ Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Enam 38 ]
[Ve sen, kitap nedir ve iman nedir bilmiyordun. ŞÛRÂ 52, 1/4] açıkça bildirirken bu gafiller de
uydurma hadisler olmadan QUR’AN anlaşılamazmış diye çığırmaktalar!... Elbette bu
çürümüşlükler içinde QUR’AN anlaşılamaz.
Çünkü QUR’AN sözcükleri, lisanı Kureyş ve dip uzantısı Kenger-Sümer kökenlidir…
QUR’AN sözcüğü dahi Arapça değildir. Qur’an, Sümerce Kabari-Nizamdır. Anlamı ‘Evrensel
nizam, düzen kurallar’ demektir.
Bunlar hala hadis masallarıyla alçak sürünmeye devam etmekteler. Benim yüreğimi yakan
masum gençlerin Qur’an gerçeğinden uzaklaştırılmalarıdır.
Anlayabilirlerse ‘Hakka 40-48, Isra 73-75’ ayetlerini de anlamak için okumalarında da fayda var.
Hz. Muhammedin Qur’an hakkında bir tek kelime de olsa yorumlaması veya açıklama getirmesi
kesinlikle men edilmiştir. Zaten böyle bir şey yapmamıştır, asla yapmamıştır.
Bu nedenle halife Ali için “ O yaşayan Qur’an’dır ” demiştir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
55
ASIRLARDIR MÜSLÜMANLARIN AYAĞINDAKİ PRANGA!...
GENETİĞİ ZERDÜŞT NAMAZIYLA DEĞİŞTİRİLMİŞ
SALAT
Yüce ALLAH’IN açıkça emrettiği toplumsal önem ve emri olan SALATI (vergi, zekât) yapmamış,
sinsice değiştirerek reddetmişler, ancak Güneşe ve bulutlu havadaysa ateşe tapan Zerdüşt icadı
bir ritüeli de DİNE DİREK yapmışlar! Hesabını da 2 ve 1 boyutlu maddelerden yaratılmış küre
dünyalarda verirler! Demek ki asırlardır yerlerde debelenmekten ders alınmadı!...
Sanskritçede Namaste ve Surya-Namaskara güneşe ve ateşe saygıyla eğilme demektir. Sümerce
Namazu sözcüğü Farsçada Zerdüşt tarafından Namaz olarak model değiştirip Türkçe’ye de
geçmiş bu sözcük ve içeriği Qur’an’da, İslam’da ve Arapça lisanda YOKTUR…
Muhteşem Qur’an’da ibadetlerin en zarifi, en nezih olanı; RÜKÛ, DUA VE SECDE vardır. Bu da
imamla veya hocayla değil, topluca veya ferdi olarak her fert kendine özgü kendi duasıyla
yapar. Yüce ALLAH ile kendi arasına hiç kimseyi, hiç bir şeyi sokmadan…
Kafkasya Hekteban (Hamedan) yörelerinde Zaratustra adında biri M.Ö 6.YY ortaya çıkıyor,
boşluklar içinde bocalayan halka Zoroastercilik inancını sunuyor ancak bu inanç kısa zamanda
Soyluların ve Kralların, Prenslerin dini oluyor. Çünkü eğitimsiz halkı kontrol etmenin,
sömürmenin, kullanmanın biricik etkili yolunun 5 ayrı vakitte yapılacak namaz denen ritüelle
olacağını keşfediyorlar.
Muhteşem QUR’AN, bu ve benzeri çirkinlikleri ortadan kaldırmak için gönderilmiştir. İslam
öncesi Mekkelilerin en çok itibar ettiği şey bu namazdı. Çünkü Zerdüşt’ten kalmış pagan
uzantısı bu ritüelden kazanç temin ediyor ve halkı kontrol edebiliyorlardı.
Türkçede Zerdüşt denen, bilim dünyasında adının Latincede Zoroaster olarak tanınan bu kişi,
Sümer kalıntılarından, Hint’ten topladığı mistik masallarla, eski halk inançlarını da harmanlayarak
Magiciliği (Mecusilik), Zoroasterciliği ortaya atmıştır. Boşluklar içindeki her millet veya halk bu
tür fantezi yenilikleri bir şekilde kabullenir ki; toplum mühendisleri bu konuyu çok iyi bilir.
Zoroastercilik; Soyluların ve Kralların, Prenslerin, yani toplumu yönetenlerin, para sahiplerinin
dini oldu. Mekkeliler bu insan icadı namaz ritüelini çok iyi biliyorlardı ve İslam öncesinde de
yapanlar çoktu. Her millet de farklı şekil ve davranışlarla namaz yapardı (kılardı)…
Hz. Muhammedin ölümünden hemen sonra ve O adamların(!) SALAT sözcüğünü ve içeriğini
boşaltarak Farsça NAMAZ, Sümerce NAMASU, Sanskritçesi NAMASYU denen şirk dolu ritüelle
doldurdukları ARIZANIN KAYNAĞI BUDUR.
Araplar günümüzde de yine SALAT sözcüğünü kullanmaktalar. Ancak içerdiğindeki emir; çok
farklı lehçe ve anlayış farklılıklarından istifade ederek içi, vergi-zekât vermemek için boşaltıldı ve
içi Zerdüşt modeli namazla dolduruldu. Arapların kendileri de Resulün ölümünden hemen sonra
SALAT(*) sözcüğünün kast ettiği gerçek anlamı saptırdılar. Çünkü vergi-zekattan, muhtaca
yardım etmekten kaçmanın biricik yolu buydu…
Muhteşem Qur’an; bunun gibi deforme olmuş, zamanla ekseninden kaymış, içlerinde
putperestlik bulaşmış sayısız ritüelleri sildi ve RÜKÛ, SECDE VE DUA kuralını öğretti…
Benim hassasiyetle üzerinde durduğum konu budur ve Âlim olan ALLAH’IN yardımıyla bu konuyu
en küçük detayına kadar, QUR’AN kanıtlarıyla bu kısacık sayfalarda aydınlığa çıkaracağız.
Mekkeliler ALLAH Resulünün ölümünden sonra SALATI yapmamak, yani VERGİ-ZEKÂTI
vermemek için her yolu denediler. Ancak topluma yavaş ta olsa bir şekilde hakim olan ve
büyüyen İslam’ın, QUR’AN’IN kendi çıkarlarına uygun olmayan kurallarını reddettiler.
(*) İslam’dan öncede Araplar SALAT sözcüğünü biliyor ve kullanıyordu. SALAT, yüklü bir merkebin veya devenin yerden kalkarken yüküne verilen
desteğe denir. SALAT sözcüğünün en temel yegane anlamı maddi ve manevi ‘desteklemek’ demektir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
56
Kanıt [ Yoksa Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle
yapanların cezası, DÜNYA HAYATINDA ANCAK REZİLLİKTİR. Kıyamet gününde ise onlar azabın
en şiddetlisine maruz bırakılır. Ve Allah, yaptığınız şeylerden gâfil değildir. Bakara 85 - 1/3]
SALAT sözcüğünün içerdiği gerçek anlamını namaz sözcüğü ile yer değiştirip vergiden, zekâttan,
toplumsal ekonomiyi yükseltmekten, büyük güçlü devlet olmak için katkıya ortak olmaktan
kaçtılar… insan egosundaki ferdiyetçiliğin bariz bir göstergesidir bu.
İmanın gerçek tanımı ve kanıtı bu noktadadır; lakırdıdan öte gitmeyen “ben imam ettim”
demekle iman falan-filan olamaz. İman akılla değer kazanır, kanıtlamak içinde ALLAH’IN emri
olduğunu bilerek SALAT etmek , vergi, zekat ve muhtaca destek olmak şarttır…
MADDİ HERHANGİ BİR DEĞERİ DEVLETİNE VE BAŞKASINA VERMEYEN İNSAN ASLA VE ASLA VE
ASLA İMAN ETMİŞ OLAMAZ… imanın şartı Babil’den ithal edilmiş safsatalar değildir. Devletine
ve muhtaca karşılık beklemeden sadece ALLAH’IN emri olduğunu bilerek vermektir.
Bu nedenle Qur’an kontrolsüz ferdi zenginliğe karşıdır. Adil ve bilim adamaları tarafından
yönetilen Devlet zengin olmalıdır. Salat da bunun için emredilmiştir; DİNİN DİREĞİ SALAT
BUDUR, Zerdüşt namazı değildir(*). Çünkü Qur’an ekonomi ve bilim eksenli İlahi kurallardır.
Bunun en görkemli kanıtı da; Qur’an sözcüğünün Kenger-Sümerce karşılığa; Kabari Nizaam, yani
EVRENSEL NİZAMDIR. Üstelik Qur’an sözcüğü dahi Arapça değildir.
Âlimi-ulema geçinen soytarılar, hayatında hiç bir şey üretmemiş, insanlığa hiç bir fayda
sağlayamamış madrabazlar bilmelidir; DİNİN DİREĞİ ZERDÜŞT NAMAZI DEĞİLDİR, SALATTIR.
Amacı; müşteri ve taraftar toplamak, sömürmek, çalışmadan para kazanmak olan borazancılar;
şeyh, imam(**), hoca, namaz kıldırıcı, vaazcı gibi kiralık şarlatanlarla hem halkın beyinlerini
istedikleri gibi yıkadılar, hem de yeni tesis edilen haksız kazanç dalını da geliştirip İslam’ın içine
dinin direği etiketiyle sokuşturdular… Çünkü çoğunluğu okuma yazma bilmeyen ancak inançlı
insanların bir şekilde frenlenmesi ve kendilerine de yandaş oluşturmaları gerekiyordu… Bunu,
aynı Zerdüştler gibi günde 5 kez toplanıp, beyin yıkayan masallarla başardılar. O devirde okuma
yazma bilenlerin sayısı yüzde 1 dahi değildi. Bu rakam gerçek bir veridir ve çok önemlidir.
Bu nedenle Hz. Muhammed mescitleri, öncelikle üslendiği görevi aksatmadan yaymak için, daha
çok insan kitleleri ve ekonomik güç oluşturmak, çekirdek kadroyu karınlarını doyurarak eğitmek,
okuma yazma öğrenmeleri, Qur’an’ı; bir tek harfini bile unutmadan devamlı ezberlemeleri için
aktif tutmuştur(***). Güçlü, adil, yoksulu olmayan, üreten, büyüyen devlet kurmakla
görevlendirilen Hz. Muhammed için SALAT (vergi, zekât) mescidin ayakta kalabilmesi ve
toplumunun güçlenmesi için hayati önem taşıyan en önemli ekonomik gereklilikti. Aç susuz insan
okuyamaz, öğrenemez, güçlü devlet olamaz, üstelik hayati tehlike içindeydiler…
Qur’an dilinde kast edilen Rükû, Secde, Dua ibadeti de; mümkün olan en mütevazilikle, kibir ve
gurura kapılmadan yapılan ve ‘Yahirrune li el ezkâni succeden çeneleri üzeri kapanarak’ yapılan
SECDEDİR. Hangi Müslüman(!) bu gerçek secdeyi bilmekte ve yapmaktadır? Gören, duyan var
mıdır? Isra suresi 107-109; maskaralık yapmadan bu ayetleri adam gibi okusunlar…
Ancak Hz. Muhammed’den sonra Araplar SALAT sözcüğünün içeriğindeki anlamını değiştirdiler.
Farsçadan Türkçeye de Zerdüşt modeli namaz diye geçirdiler ve ihanetin de ihanetini yaptılar.
Böylece Yüce ALLAH’IN arıduru dinini bozdular!!!. Çünkü Yüce ALLAH’IN verdiği nimetleri,
zenginliği SALAT ederek paylaşmaktan kaçtılar. Asırlardır Müslümanları başkalarına esir eden
virüsün kaynaklandığı yere geliyoruz.
(*) Kontrolsüz Ferdi zenginlik toplumda kıskançlık, fesatlık, uçurumlar oluşturur. Toplumun sosyal birlikteliğini karanlıklara gömer.
(**) İMAM sözcüğünü halife Osman hazırladığı ilk Mushaf’a atfen; önderimiz, önümüzdeki Işığımız, yol göstericimiz anlamında verdiği bir
unvandır, insana verilmiş unvan veya etiket değildir.
(***)Tartışmasız bilinmesi gereken; Hz. Muhammed kendi toplumunda Kureyş lisanını çok iyi bilmekteydi. Konuştuğu zaman istisnasız herkes
dinlerdi, çünkü nezih Kureyş lehçesiyle hitap eder ve Yüce ALLAHIN ayetlerini insanlarına tebliğ ederdi. Asli görevi buydu. Ancak Mekkelilerin Hz.
Muhammedin Kureyş lehçesini de tamamen anlamadıkları da açıkça ortadadır. Asırlardır karanlıklarda kalmış son derece ciddi karmaşaların
içindeyiz, ancak Yüce ALLAH’IN izinliyle bu işin içinden çıkacağız.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
57
Resul öldükten sonra beyin yıkayan masalları: ‘Ey ahali! Kureyş lehçesinde SALAT denildi ama
aslında salat, vergi-zekât vermek değildir, bizim eskiden Zerdüşt’ten kalma putlarımızla
borazanlı yaptığımız ayinlerdi, yani namazdı’ şeklinde millete yutturdular…
Isra suresi 107 de açıkça öğretilen secdeyi asırlardır ‘alınları üzeri’ secde ederler şeklinde
günümüzde de yanlışı yanlışla örterek çevirdikleri gibi!. Oysa ayet açıkça ‘çeneleri üzeri’
demektedir. Hangi Arap, hangi Müslüman ülke bu gerçek secdeyi bilmekte ve yapmaktadır? Bu
konuyu ‘Yedi astrofizikçi Kehf ekibi’ kitabımızda detaylı açıkladık.
QUR’AN’DA öğretilen ve insanlar tarafında da maksadından, ekseninden çıkarılmış adına da
Namaz denen Zerdüşt ritüeli İslam âleminin başına bela edilmiştir. Bu da kanıtlar ki iblis asli
ödevini başarıyla yapmış ve yapmaktadır; bunlar da asırlardır uyuma görevini!…
Qur’an’ın öğrettiği yegâne gerçek Rükû, Yüce ALLAH’A en samimi şekilde tevazuuyla ve bilinçli
olarak boyun eğmek, saygıyla divan durmak, Allah’ı görürcesine dua etmek, kibir ve gurura
kapılmadan talepte bulunmak ve çeneleri üzeri yere kapanarak SECDE etmek ve kendi lisanında
DUA etmek, talepte bulunmaktır.
Kanıt; [ Ey Meryem! Rabbin için kânitîn ol (Rabbinin huzurunda divan dur, huşû ile eğil) ve
SECDE ET ve RUKÛ edenlerle birlikte RUKÛ et. Ali İmran 43 ]
Zerdüşt namazı bu ayetin neresinde? Qur’an’da namaz olsaydı öncelikle bu ayette olurdu!
Vaktini, mekânını, zamanını bildirdi mi? Günde 5 veya 10 kez bunu yapacaksın mı dendi?
Günümüzde bilenen namaz QUR’AN’DA yoktur, YOK! QUR’AN’DA olmayan bir şeyi Qur’an’da
varmış gibi yaygara etmenin cezasını QUR’AN açıkça yazmıştır. Asırlardır yerlerde sürünme
cezası hala görülemiyorsa ‘bırakın sarhoş yıkılıncaya kadar yürüsün’ derler!!!...
Boyun eğmek anlamındaki Rükûda rekâtın sayıları dahi YOKTUR. Detayı olmayan şeyi Yüce
ALLAH Qur’an’da belirtmemişken, namaz dinin direği diye asırlardır insanların beyinlerini
uyuşturmuşlardır. Araştırmayanlarda; kendisi bizzat okumayan, dinini kaval dinler gibi
başkalarından dinleyip uyuşmuşlardır. Asırlardır içinde bulunulan gazabın farkında bile değiller.
Yalanlarla dolu savunmaları da hazırdır. Sanki görmüş gibi; “ Allah Resulü böyle kıldı!!!.”
diyecek ve O yüce Resule de utanmadan iftira edeceklerdir.
Be şaşkın iftiracılar! Hz. Muhammed Resul olmadan önce de, gençliğinde bile pagan uzantısı, her
tarafı şirkle dolu, ateşe tapan, ellerinde putlarıyla yaptıkları Zerdüşt namazı hakkında
arkadaşlarına konuşur ve ortadan kaldırmak isterdi ve bunun için de çok çaba gösterdi. Bu
nedenle çirkin şekilde incitildi. Üstelik gençliğinde birçok kez putları kırdığı da bilinmektedir…
Müslümanın şanı, ulaşabileceği en yüce kulluk makamı; birincisi ALLAH için toplumsal görevi
olan SALAT (vergi, Zekât), ikincisi Yüce ALLAH’A ferdi olarak talepte bulunmak için BİLİNÇLİ ve
HUŞÛYLA YAPILAN RÜKÛ, SECDESİ ve DUASI, vardır. İnsanın gerçek Müslüman olması için bu ilk
basamaktır… Ve bu da bilerek yapılmalıdır, yapmadı demesinler diye şarlatanlıkla değil…
Ferdi yapılan hiç bir ibadet dinin direği olamaz. Topluma faydası olan SALAT ancak dinin direği
olabilir. Müslümanların bu hassas noktayı ve farkı gereği gibi anlamaları gerekir.
Ferdi olmazsa olmaz; Rükû, Secde ve Duadır. Toplumsal olmazsa olmaz; SALATTIR.
Dua yaparken, insan, Yaratanına aracısız olarak talepte bulunmalıdır. Bu duanın temeli ve tavanı,
ALLAH ile arasına hiç bir şeyi koymadan insanın kendisini mümkün olan en alt seviyeye, en
samimi mütevazilikle ölümlü olduğunu, basıp çiğneyip üzerinde gezindiği topraktan yaratıldığını
ve yine oraya döneceğini ve bir hiç olduğunu idrak etmesi, en samimi duygularla taleplerini
sunmalıdır. Bu en nezih ferdi ibadet; Rükû, Secde ve Dua sadece insan ve ALLAH arasındadır,
vakti, zamanı ve yeri YOKTUR, OLAMAZ DA. Fakat toplumsal ve tartışmasız görev olan
SALAT’IN vakti, zamanı ve kuralları vardır. Bu da Qur’an’da açıkça belirtilmektedir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
58
Dikkatle izlemeleri gerekiyor; Bildiğimiz duadan (namazdan) önce eller, yüz ve dirsekler, ayaklar
suyla temizlenerek yıkanır(*), buna Farsça abdest denmektedir. Fiziki temizliğin, özellikle
ayakların ve çorapların temizliği Müslümanın tartışmasız önde gelen bir meziyetidir. SALAT en
riyasız, en samimi, en nezih ibadet olduğu için, Salat yapan, yapacak olan kişinin de fiziki olarak
da, özellikle ayaklarının tertemiz olması gerekir. Çünkü SALATTAN hemen sonra veya önce; şükür
duası yapacak, kendisine bu muhteşem imkân verildiği için de Rabbine Hamd edecektir…
Bu, toplumda samimi ve güçlü birlikteliği, dayanışmayı oluşturmak için şarttır.
Bu en gerekli SALAT ibadetini (ki bu tartışmasız İlahi emirdir), sunarken ALLAH’A Hamd
edecek, şükür edecek, rükû ve secde edecek ki; kendisine maddi imkânlar verip bu görevi
yapmasını nasip ettiği için. Dolayısıyla mümkün olduğu kadar temiz, tertemiz olmalıdır…
SALAT NEDEN Qur’an’da günde 3 kez emredilmiştir? NEDEN Mİ? İnsanlar günde 3 kez yemek yer
de ondan. İşini, kazancını bırakmış Qur’an ayetlerini eksiksiz öğrenen, hatasız ezberleyenlerin,
yaşlı ve acizlerin ve kimsesizlerin, ihtiyacı olanların günde üç kez(**) doyurulması gerekir.
İbadetlerin en zarifi ve en samimi olan SALATI yapacak şahısın/şahısların da tertemiz olmaları
gerekir ki; SALAT en muhteşem, arıduru ibadettir. Çünkü Yüce ALLAH emrettiği için cebinden
maddi değerler (para) harcayarak yapar, ineğini, koyununu, devesini keser yedirir, zamanını
harcayıp toplumunu yükseltmek için eğitir yani toplumsal ibadettir, fedakârlık gerektirir… Yüce
ALLAHA yönelmenin birinci basamağı fedakârlıktır. Toplum içinde yapılan SALAT namaz demek
değildir. Topluma açıkça iyi örnek olmak için de SALAT (vergi-zekât) topluca, toplum önünde ve
kayıt altına alınarak yapılabilir.
SALAT sadaka da değildir, tartışmasız FARZ olan emirdir, görevdir, vergi ve zekâttır.
Öldürücü o çöl sıcaklarında günün ortasında mescitte Qur’an’ı öğrenen, unutulmasın diye
ezberleyen insanların, içlerinde yoksullarda var ki yemek ve su içme ihtiyaçları doruk
noktasındadır. Ayrıca, hayati tehlikeler içinde olduklarını da unutmamak gerekir.
Hatta Hz. Muhammed öldükten sonra bile; Halife Ömer’i, Osman’ı, Aliyi kimler öldürdü?
Yalnız Müslümanların değil, bütün insanlığın kaybı olan İmam Azam Ebu Hanife’yi kimler
öldürdü? Yabancılar mı?. Hani Müslümanlık rayına oturmuştu?. Günümüzde bile rayına mı
oturmuştur?!... Bu nedenle mi Müslüman Müslümanı zevkle boğazlıyor!?... utanmadan
kutuplarda nasıl namaz kılınacağı maskaralığını sahneliyor?
Sanskritçede ‘nAma, AzAsti, Namsita ve Namasyu ibadet etmek, dua, yalvarmak (daha en az 60
kelime var dua ‘namaz’ hakkında) Ön Türk Kengerlerin kurduğu Sümer’e namazu ve Farsçaya da
etimolojik değişimle geçmiş NAMAZ olarak belleklere kayıt edilmiştir. Farsçadan da Türklere
geçti. İlerde göreceğiz Sümerce ve Akadca’dan Arapçaya, Qur’an’a yüzlerce sözcük gerçek anlamı
kaydırılarak geçmiştir.
Kureyş elit lisanının da kökeni, Kureyşlilerin atası olan Kenger-Sümer dilidir.
Soralım; Qur’an’da Yüce ALLAH neden namasu veya namaz sözcüğünü kullanmadı? Qur’an’da
namaz diye bir kelimemi var? Elbette YOKTUR! Çünkü olmaması da gerekiyordu…
Ne garip tecellidir ki; Qur’an dilinde, Yüce ALLAH’IN emri olan SALAT sözcüğü emredildiği gibi
asıl anlamıyla GEÇMEDİ, GEÇEMEDİ VE GEÇİRTMEDİLER… Ancak Zerdüşt icadı namaz sorgusuz
sualsiz sökülemez çivilerle insanların başına bela edildi… Üçüncü sınıf olunmasının temelinde
gizlenmiş olan bir numaralı virüs budur.
(*) abdestle, elleri, yüzü, ayakları ıslatmakla vücudun bio-elektriksel (buna animal elektrik akımı demekteyiz) iletkenliği
artırılmaktadır. Bu konuyu kuantum ve Qur’an-Tevrat kitabımda açıklayacağım. Zerdüşt de bu önemli bilgiyi Kengerlerin Sümer
ülkesinden derlemiştir. Putperest Zerdüştler de her namazda yeniden abdest alırlardı.
(**) Hristiyan ülkelerde bazı kilisenin aşevi vardır ve günde 3 kez evsizlere, yoksullara karşılık beklemeden yemek verirler.
Dostum rahmetli Dr. Oktay Sinanoğlu hocamı ziyarete gitmiştim Florida/Sarasota şehrinde, bizzat bu geleneği kilisede gördüm ve
araştırmalarım ve gözlem için rica ettim ve ben de orada yemek yedim. Soralım; Müslüman dünyasında hangi mescidin aş evi
var? Bunu 1900lerde rahmetli dedem Buharalı Hacı Ali Rıza Bey yapmış Tarsus’ta, Mersinde ve Adana tabakhane mahallesinde.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
59
Sümercede ‘namazu’(*) tıbbi teknikler, sağlığa kavuşturan san’at veya sanatsal davranışlarla
sağlıklı olmak anlamında da kullanılmış. Namazu sözcüğü, bildiğimiz fiziki kuralları olan NAMAZ
yaparken, vücudun davranışlarının sağlığa olan faydaları anlamında da kullanılmış ve Sümercede
buna ‘tıbben faydası olan, sağlığa yararlı teknikler’ denmiş.
Beyine kan akışını ve oksijen basıncını sağlayan en sağlıklı davranış SECDE etmektir. Şayet bilinçli
olarak yapılırsa; Kulun ALLAHA en yakın hissettiği konum bilinçli ve huşû ile yapılan secdedir…
Bu muhteşem ibadet, yani SECDE insanı KULLUK makamına yükseltir.
Sanskritçede “Namas, Namasu, Namaste” tanrıyı selamlama, saygı gösterme, boyun eğme,
samimiyetle hürmet, derinliğine ağlamak, tanrıya hayranlık duymak gibi anlamları içermektedir.
Sanskritçeden Sümer’e ve Farsçaya da namaz olarak geçmiş bu sözcüğünün kökü Namaste’dir.
Zerdüşt denen adam içeriğini, her detayını kendi planladığı tarzda, kendi zevkine göre günde 5
kez güneşe, bulutlu havada da ateşe taparak yaptılar. Her namazda da yeniden abdest alırlardı.
Sanskritçede Namaste’nin içerdiği anlam; saygıyla, eğilerek tanrıya saygı ve taleplerini sessizce
sunmaktır… Borazan çalarak değil!... Yüce ALLAH Qur’an’da; putperestlikten esintiler de içeren
namaz ritüelini kökünden silmiş ve ibadetlerin en zarif olanını, en nezih olanını da Rükû, Secde
ve Dua alarak bizlere öğretmiştir.
Ancak asırlardır yine de Zerdüşt 1- 0 önde!!!. Çünkü Qur’an’da olmayan namazı maddi kazanç ve
toplumu kontrol yöntemi olarak gördüler ve halkı da bu yönde tutmayı başardılar.
Duaların, ibadetlerin en asili, en görkemlisi, kesinlikle karşılığı olan SALATTIR. Devletine vergi
vermek, karşılık beklemeden muhtaçlara destek olmak, maddi ve bilgiyle eğiterek destek
olmaktan daha muhteşem davranış, dua ne olabilir? SALAT toplumsal ibadet olup, dua (namaz)
da ferdidir. Müslümanların öncelikle bu en ciddi farkı köklüce anlamaları şarttır.
Kişi ile ALLAH arasındaki ferdi ibadet, dua, talep nasıl olurda bu evrensel Dinin direği olabilir?
Benim şahsi fikrim; Bildiğimiz namazı 5 vakitle sınırlamak acizliktir ve Qur’an’da böyle bir şey
hakkında harf bile yoktur. ALLAH’A ibadetin, duanın sayısı, vakti zamanı ve yeri olamaz. Her an
dua edilmelidir, her an Yüce ALLAH’IN şah damarından daha yakın olduğunu bilerek, idrak
ederek yaşamak, insana bir saniye bile kötülük düşündüremez, kaldı ki kötülük yapabilsin. Her
zaman OKUR, öğrenir ve öğretir, üretir, evrenini ve kendisini keşfeder, en azından çabalar;
[Onlar ayakta, oturarak ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar (ALLAHI fikirlerinde devamlı
dinamik tutarlar ki; zikir budur), göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler. Rabbimiz,
bunları boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateş azabından koru. Ali İmran 191]
Namaz bu ayetin neresinde? Qur’an’da namaz olsaydı bu ayetin içinde olmalıydı!…
Ayetinin açıkça belirttiği gibi düşünür ve daha faydalı işler yapar, insana, insanlığa daha çok
faydalı çalışmalar yapar, en azından yapmak için çabalar veya yapana da destek olur… İşte SALAT
budur… Yüce ALLAH’IN istediği Takva sahibi olmaya yönelmiş insan insanı, ideal KUL modeli bu
dur… Tekkelerde sabahlara kadar çığırmak, orasına burasına şiş sokmak din değildir, olsa olsa
şarlatanlıktır, putperestliktir…
Asırlardır yanlış meal tefsir edilen ALAK suresi 9, 10 ayetleri Qur’an’da namazın olmadığının
kanıtlarından sadece biridir. Bildiğimiz namazla bizim açıklamamız arasındaki gerçeği anlatan
eğitici bu Ayetler Mekke müşriklerinin, yani acımasız, sadece kendi çıkarını düşünen patronların
Resul olmadan önce Hz. Muhammed’i tartakladığı, incittikleri olayı anlatır.
(*) Kenger-Sümerce lisanı hakkında bir kaç örnek; Harran; ana YOL, merkezi YOL güzergâhı anlamındadır. Apollo; eski Yunana da
geçmiş bu sözcüğün anlamı; güneş tanrısıdır. Munzur; Türkiye’de bir dağ adı olan bu sözcük, acı bitkiler olan dağ, yamaç
anlamındadır. Şimdilik tespit edilen Sümerce en az 500 kadar günümüz Türkçesine, çok daha fazlası da Arapçaya geçmiş
kelimeler vardır. İlerde daha çok bulunacaktır. En önemlisi de Kureyş lehçesinin, dilinin de büyük ata lisanıdır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
60
Mekkeliler ellerinde PUTLARI, bugünkü bilenen namazı, eğile kalka Hubal(*), Lat, Uzza,
Menat(**) diye borazan öttürerek Kâbe’nin etrafında döner ve namaz yaparlardı. Hz.
Muhammed de bu hokkabazlıkları tam 40 sene gördü, onlarla birlikte yaşadı ve asla yapmadı.
Zaten öncelikle ortadan kaldırmak istediği bu Zerdüşt modeli ritüeldi… Tarihte bilinen ilk
incitilmesinin, ciddi şekilde tartaklanmasının nedeni de budur.
Budistler, Hintliler, Sümerler Yahudiler de namaz yapar ve her millet te kendine özgü bir modelle
Tanrıya ibadet ettiklerini zan ederlerdi… Bütün bunlar zamanın enginliklerinde Yüce ALLAHIN
gönderdiği Resullerin öğrettiği ancak asırlar içinde de bozulan ve ekseninden çıkartılmış ibadet
ritüelleridir. Asırlar içinde de bu ritüellere şu veya bu şekilde putperestlik girmiştir.
Bütün bu çirkinlikleri, puta tapmanın başka bir renklere bulaşmış bozukluklarını QUR’AN
açıkça düzeltmektedir… Benim üzerinde durduğum noktasal konu budur…
Hz. Muhammed henüz Nebi-Resul olmadan önce de SALATI yapmakta yani muhtaçlara
vermekteydi. Ancak ateşe tapan Zerdüşt namazını asla yapmadı, bunun putperestlik olduğunu,
insanları aldatan bir ritüel olduğunu bilerek yakın çevresini eğiterek anlatmakta ve yoksulları
gözetmekte, servetini ölçülü şekilde paylaşmakta ve insanları da Mekke’deki sapık aracı-put
inancına karşı eğitmekteydi.
Bu en asil, en nezih davranış Mekke patronlarının işine gelmedi! Bu nedenle incittiler!…
ŞİMDİ DİKKAT; ÇOK ÇOK DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN EN CİDDİ KONU;
Hz. Muhammed henüz Resul olmadan, 40 yaşından önce O muhteşem şahsıyla ilgili ayet;
[ E-reeytellezî yenhâ. Abden izâ SALLÂ.
Gördün mü nehyedeni (men edeni, engelleyeni, tartaklayanı)? (***) Bir KULU SALLÂ yaptığı
zaman. ALAK 9,10 ]
Ey asırların vicdansızları! Bu ayette namaz hakkında harf bile yoktur. Ancak asırlardır her
Qur’an mealine, tefsirine insanları şartlandırmak için namaz olarak sokuştururlar. Oysa bu
ayet vahiy edildiğinde hiç bir ibadet farz veya tavsiye bile edilmemişti ki!!!...
Bu ayet tartışmasız Resule; henüz Resul unvanı almadan önceki şahsına hitap eder. Hz.
Muhammed Resul olmadan önceki şahsını kast ettiğinin kanıtı; KULU sözcüğüdür. Çünkü ayette
sözü edilen hadise olduğu zaman henüz Nebi-Resul değildi. Elbet deki ayette ‘KULU’ denecekti.
Fasıklar, Ayette geçen SALLÂ sözcüğü ve ayetin gerçek anlamını namaz diye değiştirdiler. Oysa
ayet ‘Saygıyla, karşılık beklemeden, başa kakmadan, incitmeden, samimiyetle muhtaçlara
yardım eden, eğiten, putları aracı yapmanın çirkinliğini öğreten, büyük devlet olabilmek,
ekonomiyi güçlendirmek için vergi-zekât verenler vb. ’ anlamlarının tamamını içermektedir.
Şayet SALAT sözcüğü bildiğimiz namaz anlamında olsaydı, Mekke müşrikleri neden
engellesinler ki? Kendileri zaten putlarıyla beraber Zerdüşt modeli namaz, Hacc ve tavaf,
şeytan taşlama (****) vb. yapmaktaydılar!. NEDEN ENGELLESİNLER Kİ?
Sadece putları değil, Allah ile kendi aralarına ayin yaptıran şahıs (günümüzdeki imam), çenesi iyi
laf yapan borazancıları da vardı. Bunlar parayla dua ettirmek için varlardı ve gür sesleriyle milleti
galeyana getirerek Kâbe’nin etrafında dönerek namaz ve ayinler yaparlardı. Cenaze evlerinde
para karşılığı bağıra çağıra ağlama numarası yapan, elbiselerini yırtanlar ki; bütün bu çirkinlikler
firavunlardan kalma adetlerdi.
(*) tarih araştırmacısı Amr ibn-Luhayy’e göre; tamamı Arami kökenli tanrı Hubal (Ha-Baal) bir hologram gibi bir görüntüdür ve Moab veya
Mezopotamya'dan ithal edilmiştir. Ancak geçmişte var olan gerçek bilgilerin çekirdeği olabilir ki; asırlar içinde Arabistan’a ekseninden kaydırılarak
gelmiş masal halidir der.
(**) Lat, Uzza ve Menat detaylarını şeytani ayetler kitabımızda açıkladık. Babil kökenli sözcükler olup pembe masallardır
(***) Ayette ‘gördün mü’ sözcüğü en NET kanıttır. Çünkü bu olay bizzat resul olmadan önce Abdullah oğlu Muhammedin başına gelmişti.
Ebetteki olayın birinci tanığı, şahidi kendisiydi. Bu nedenle ‘gördün mü’ sorusunun muhatabı da doğrudan doğruya kendisiydi. Bu ayetin gelme
zaman ve nedeni hakkında en az 30 ayrı rivayet uydurmaları vardır ve tamamı birbirine taban tabana zıttır… OYSA DOGRU OLAN TEKDİR.
(****) şeytan kovma veya taşlama erken dönem Kenger-Sümer kaynaklıdır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
61
Mekkelilerin affedilmeyen suçları namaz yaparken putları, namaz yaptırıcılarını (imamları, ayin
yaptıran kişiyi) araya aracı olarak sokuşturmaları ve SALATI (vergiyi, zekâtı) reddetmeleriydi.
Çünkü put imalat sanayisi iflas etmişti, sömürü saltanatı elden gidiyordu, yeni iş dalları
oluşturmaları gerekiyordu. Mekke’ye gelen herkese putlarını para karşılığı ya kiraya veriyor veya
satıyorlardı. İnsanlık ayıbı; 5-10 yaşındaki körpecik kız çocuklarının satıldığı gerçekleri
yazamayacağım!... Bu nedenlerle MÜŞRİK ve GAFİLLER unvanıyla da dışlandılar.
Müşrik; Allah’ı inkâr etmek değildir, kelimenin net anlamı ALLAH ile kendisi arasına vasıta, imam,
put, namaz yaptırıcı, aracı gibi şeyleri koyan ve Qur’an’ın bir kısmına inanıp bir kısmını reddeden
demektir. Bu eylemi yapana müşrik, yaptığı eyleme de şirk denilir. Bir diğer terimle; aracıyı Yüce
ALLAHA ortak etmektir. İnsan, talebi kabul edilsin diye sadece Yüce ALLAHI değil, Allah’ı
etkileyecek başka bir vasıta eşya veya insan cinsi put tayin etmek gibi bir çirkinlik, sapıklık
sergiler; işte, şirk budur.
Arkasında namaz kılınan şahıs veya imam toplum adına ALLAHA bir şeyler söylüyormuş!... Peki,
bu yapılan hatanın adı ALLAH ile O şahsın arasına birilerinin konması demek değimdir?!...
ALLAH aşkı için bu yazdığım kısacık paragrafı QUR’AN ayetleriyle irdelesinler, tekkelerdeki cahil
şeyhinin lakırdısıyla değil.
Mekke müşrikleri putlarından, günümüzde de türbelerden, ölmüş insan cesetlerinden medet
umma gibi çirkinlikleri açıkça yapmaktaydılar. Türbenin önünde ALLAHA ‘ falanca dedenin
hürmetine bana şunu ve bunu ver’ demek ne anlama gelmektedir? Her vicdan ve izan sahibi
insan bu çirkinliği analiz etmelidir. ALLAH ile arasına falanca-filanca dedeyi sokma çirkinliğine
QUR’AN ne diyor? Şirk, yapana da Müşrik!... Çünkü bu çirkinlik aleni putperestliktir.
ALAK 9,10 ayetindeki sahne, Resul-Elçi olduktan sonra Hz. Muhammed’e ilk beş veya altı yıl
içinde vahiyle QUR’AN’DA açıklanıyor. Ayetin içeriğindeki olay ise Resul olmadan önce Kureyşli
Abdullah oğlu Muhammed’in başından geçen gerçek bir olayı anlatıyor ki O zaman Resul değildi,
ancak SALAT eder yani insanlara her yardımı yapar ve ateşe tapan Zerdüşt namazını asla
yapmazdı ve O bilgece aydın düşüncelerini, putları aracı yapma çirkinliğini en yakınındaki
arkadaşlarına her fırsatta öğretirdi. İşte bu nedenle Mekke çıkarcıları tarafından tartaklandı ve
ciddi şekilde de incittiler. Bu apaçık kanıtları asırlardır İslam âlimiyim(!) diyenler anlayamadı
mı?...
Mekkeliler ‘Ey Muhammed, sen Atalarımızdan gelen namaz ayinlerimize karşısın, aracı
putlarımız bizi ALLAHA yakınlaştırıyor ve sen ona da karşısın, üstelik bizden vergi de (SALAT)
istemektesin, ayrıca biz faizden kazanç elde ediyoruz sen ona da karşısın, gel bu sevdandan
vazgeç, seni Mekke’nin başına getirelim’ demediler mi? Ey âlimi ulama geçinen, maaşla namaz
yaptıranlar, parayla QUR’AN satan fasıklar?...
M.S. 600lerde Mekke’nin yönetici patronları vardı. Her şey onlardan sorulur, saltanatlarının
ayakta kalması için; hâkimiyetleri, insanları sömürme ilkelerine dayalıydı. Çünkü Mekke ticari
faaliyetleri olan ve gelir getiren bir yerdi. Bu sapık ve acımasız sömürü düzeninde Mekkeliler
KÂBEYE çok itibar eder, namaz ve ayinler de yapardı. Çünkü KÂBE gelir kaynaklarıydı. Körpecik
kız çocuklarını toprağa değil, hayatın en karanlıklarına gömüyorlardı, yani parayla satıyorlardı(*).
Mekkeliler, saltanat ellerinden gidecek korkusuyla şehit ettikleri Hz. Hamza’nın kalbini söküp
yemediler mi? Bu kadar alçalabilen, bu kadar vahşi insanlardı… Bu vahşeti yapanlar, saltanatları
elden gidecek, put sanayisi iflas edecek korkusuyla karşı çıkanlardı. Mekkelilerin herhangi bir dini
yoktu ki, bu vahşeti dinleri için yaptılar diyelim…
(*) daha pek çok başka hayasızlığın, kepazeliklerin de pazarlandığı çirkinlikler var ki; utancımdan yazamayacağım… Aklıma her geldiğinde
hıçkırıklara boğulurum bu insanlığın yüz karası anılarla. 1400 senedir kız çocuklarını toprağa gömdükleri zan edilmiş. Hayır, bu tamamen doğru
değildir. O körpecik kız çocuklarını satarak hayatın karanlıklarına gömüyorlardı, yalnızca toprağa değil…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
62
Kesin tarih bilemiyoruz, Bu ayet M.S. 614ler veya 5 veya 6 sene sonra geldiği zaman, QUR’AN
diliyle ne ibadet (onların uydurmalarıyla namaz ritüeli), ne de oruç henüz emredilmemişti ki;
ALAK 9,10 ayette geçen SALLA sözcüğü bildiğimiz namaz olsun!. Bu da yeterli KANITTIR…
Çünkü QUR’AN gelmeden önce hem Zerdüşt namazı, hem de oruç birçok Mekkeli tarafından
zaten bilinmekte ve yapılmaktaydı. Bütün bunlar pagan dininin ekseninden kaydırılmış şirk
bulaşmış uzantılarıydı. Buna mukabil Mekkelilerin adı-unvanı olan herhangi bir dini de YOKTU…
Kanıt; [Ey inananlar (ALLAHA inanan herkes), sizden öncekilere yazıldığı gibi (size zarar
verebilecek olumsuzluklardan) korunmanız için sizin de üzerinize sıyâmu (Farsçası oruç) yazıldı.
Umulur ki böylece siz TAKVA sahibi olursunuz. Bakara 183]
SALAT sözcüğünün QUR’AN öncesinde de anlamı vardı; kaldıraç, manivela, desteklemek veya
yüklü devenin, merkebin yerden kalkarken yüküne destek vermeye denilirdi. QUR’AN dilinde de
‘kesintisiz desteklemek’ olarak da ALLAH Resulüne içtenlikle inanan azınlık, samimi
Müslümanların hayatına hakiki anlamıyla geçerken, Hz. Muhammedin ölümünden sonra Emevi
Abbasî soyunun çoğunluk fasıkları da vergi-zekât vermemek için ‘namaz’ olarak içeriğindeki
maksadı değiştirdiler. Ve bu yıkıcı değişim günümüze kadar da aksaksız devam etmektedir!...
Günümüzde de, Arapçada da SALAT olan sözcüğün gerçek anlamı bozuldu, içeriği boşaltıldı ki; ha
namaz demişler veya Sanskritçe namaste veya başka bir şey, ne fark eder!?...
Amaç; SALAT (vergi, zekât, destekleme) sözcüğünü ve içeriğindeki İlahi anlamı silip süpürmekti.
Mekkelilere QUR’AN lisanında Müşrik denmesinin birinci nedeni; ALLAH ile aralarına put, aracı,
şefaatçi koymaları ve SALAT, vergi, sosyal devlet olma, toplumunu destekleme emrini, kuralını
ret etmeleriydi. Günümüzde de maaş alan imam, insanla ALLAH arasına girmiyor mu?
KANIT; Müslüman olduktan sonra SALATI yapmamak için Müşrikliğe dönen Velid Bin Mugire adlı
şahsın yaptığı çirkinliği bizlere örnek olması için anlatan ayet, en net kanıtı yine Qur’an
bildirmektedir ki, o fasıklar her bir cümlemizi analiz ederek anlasınlar, şöyle ki;
[ GÖRDÜN MÜ arkasını (SALAT, yani vergi-zekât vermemek için) döneni? Azıcık verip kalanını
kesti (sonra vermemek için direndi, vazgeçti). Gaybın bilgisi onun yanında mı, O mu görüyor?
(SALATI, vergiyi vermemek için eskilerden örnekler gösterip kaçmak istiyor). Yoksa Musa’nın
sayfalarında olan şeylerden ona haber verilmedi mi? Ve İbrahim ki, o vefa etti. (Tevrat’ta ve
İbrahim’e ait bilgilerde de SALAT, vergi vardı). Gerçekten bir günahkâr, bir başkasının yükünü
(günahını) yüklenmez. Ve insan için, kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. Necm 33, 39]
Dikkat! ayetin ilk sözcüğü ‘Gördün mü’ aynı ALAK 9-10 ayetlerindeki gibi matematik bir
disiplin, düzen var. Bu, Resulün bizzat görerek şahit olduğu bir olayı anlatmaktadır.
Bir batında tamamı aynı anda ve Elçilik görevinin ilk iki veya üçüncü senesinde Mekke’de vahiy
edilen Necm suresi, 360 kelimeden oluşur. Hz. Muhammedin hayatında ilk secde ettiği an
budur(*).
Aynı gün ve aynı anda da; mübarek parmağını kaldırıp kesin emirle “bundan böyle bütün
adetlerinizi, gelenek, görenek ve ibadet şekillerinizi terk edeceksiniz” demiştir. Yani ‘putperest
Zerdüşt’ten kalma içinde putperestlik bulaşmış, eskilerden kalma (namaz) ayin vb. gibi
ritüeller dahil her tür ibadet ritüellerini, adetlerinizi hemen terk edeceksiniz’ dedi…
ÇÜNKÜ QUR’AN’LA DOĞRUSU ÖĞRETİLİYOR VE Ö Ğ R E T İ L E C E K T İ…
Bu ayetlerin bize açıkça öğrettiği kanıtlar ve ön bilgiler var;
a) Namaz, Necm 33, 39 ayetlerinin neresinde? Velid Bin Mugire arkasını dönerek gitmekle
namazı mı yoksa SALATIMI reddetti? Adamlar zaten namaz yapmaktaydılar!. Mugire’nin
terk etme sebebi vergi, zekât vermemek içindi, namaz değildi ki!… Bu kadar açık ayeti
anlamamak için insandan gayri bir şey(!) olmak gerekir…
(*) Evrende zaman ve hayat, Şeytani ayetlere cevap, 1 numaralı kitabımızda detaylı açıkladık.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
63
b) SALAT emrini yerine getirmemek için arkasını dönüp kaçıyor, SALATI vermemek için
kendince mazeretler de uyduruyor. Oysa yanılıyor Musa ve İbrahim’in sayfalarında da
SALAT dinin direği ve emriydi deniyor. Kanıtı da yine ayette ‘Azıcık verip kalanını kesti’.
Neyin yarısını verdi de diğer yarısını kesti? Namazın mı?
c) Hani SALAT namaz demekti? Hani MUSALLİN namaz kılanlar demekti?
SALAT, mastar olup vergi-zekat-desteklemek demektir, MUSALLİN vergi-zekât veren,
destekleyen şahıs(lar) demektir.
d) Demek ki mezardaki cesetlere okunan QUR’AN veya yapılan duaların İslam diniyle alakası
yoktur. Her insan hayattayken yaptıklarından, hatta düşüncelerinden bile kendisi
sorumludur. Günümüzde de ALLAH ile arasına türbeleri aracı-vasıta yapıp, mezarlıklarda
cesetlere QUR’AN okuyanlara bildirmek gerekir! Necm 39 bunu açıkça yazmaktadır.
Dinin yegâne direği SALAT bu kadar önemlidir. Binlerce vakit namaz, dua yapıp SALAT
etmeyenler MÂÛN suresindeki ‘veylun’ yani ‘Vay onların haline, Yazıklar olsun!’ kategorisine
girmektedir. Şahsen böyle bir zillete düşmektense kanımı da, canımı da hemen veririm…
[ Yoksa siz Kitabın (Qur’an’daki kuralların) bir kısmına inanıp bir kısmını (anlamlarını
değiştirerek vergiden kaçmak için) inkâr mı ediyorsunuz? SİZDEN BUNU YAPANIN CEZASI,
DÜNYA HAYATINDA REZİL (başkalarına muhtaç) OLMAKTAN BAŞKA NEDİR? Kıyamet gününde
de (onlar) azabın en şiddetlisine itilirler. Allah yaptıklarınızı (düşüncelerinizi dahi) bilmez değildir.
Bakara 85 ]
Bu ayet doğrudan doğruya Müslümanlara ‘Qur’an benim kitabımdır, namaz dinin direğidir’
diyenlere hitap eder. Ayette geçen ‘hıyzun’ rezillik, rüsvaylık demektir ki; rezilliğin kanıtı da
asırlardır yerlerde gezinenlerin, üçüncü sınıf olanların durumudur…
Yüce ALLAH’IN emri olduğunun bilincinde olarak; Severek, isteyerek maddi imkânlarımızla,
bilgimizle veya en azından tebessümle veya öğüt vermekle, eğitmekle veya arkadaş olup
doğruya yöneltmekle, herkesin iş ve istikbal sahibi olması için SALAT etmeliyiz. Çalışmaya ve
üretime teşvik etmeliyiz. Burs vererek Gençleri okutmalıyız. Kaliteli, üreten mühendisler
yetiştirmeliyiz. Müslüman olmanın kuralı budur ve bu kural dinin, dünya ve ahiret hayatının
direğidir. Başarılı ve başarıya doğru yönelen GÜÇLÜ DEVLET olabilmenin en temel direği budur.
Bu kurala uymayan, bu boyaya bulaşmayan asla ve asla iman etmiş olamaz ve TAKVAYA da
yönelemez kaldı ki ulaşabilsin. Sadece taklitçilik yapar. Taklitçilerin gideceği adres te bellidir!
MÂÛN suresi de bunu netlikle kanıtlar. Kısaca bu hassas konuya değinmemin nedeni; ellerinde
kapkara boya fırçalarıyla bekleyenler hemen ve riyakârca ‘ işte! namaz düşmanı’ diyeceklerdir…
Qur’an’da ve İslam’da namaz yok ki düşmanı olayım… Amacım, şartlanmışlık hastalığından
kurtulup öğrenebilirlerse Yüce ALLAH’IN öğrettiği Rükû, Dua ve Secde kuralını açıklamaktır.
MÂÛN suresi, SALAT etmeyip, SALAT etmeye engel olan veya teşvik edenleri de engelleyenleri
NAMAZ, HACC, ORUÇ YAPMALARINA RAĞMEN DIŞLANMIŞLAR olarak yani; veylun, ‘vay onların
haline, yazıklar olsun!’ sözcüğüyle tanımlar… Daha açık nasıl anlatılır?
[GÖRDÜN MÜ Dini (Salat kurallarını) yalanlayanı? (ortalıkta cezbederek konuşur, beyin
yıkarcasına yapmacık tavırlarla destek olduğunu da çığırır) Oysa yetimi itip kakan işte odur. Ve
miskini (yoksulu, çalışmaya gücü olmayanı) doyurmaya teşvik etmez (doyurmaya teşvik edeni de
engeller). İŞTE O MUSALLİNE (istemeyerek, az da olsa vergiyi riyayla verenlere) VAY ONLARIN
HALİNE, YAZIKLAR OLSUN. Onlar ki, yaptıkları desteklerinden (salatın topluma sağlayacağı
yararlardan) gâfil olanlardır. Onlar riya yapanlardır (gösteriş için yapanlardır, görsellikle
aldatanlardır). Ve MÂÛN’A (zekâta ve yardımlaşmaya) engel olurlar. Mâûn suresi 1,7 ]
Dikkat! MÂÛN Suresi de ‘GÖRDÜN MÜ’ sözcüğü ile başlıyordu, aynı konuyu açıklayan
ayetlerde aynı matematik bir disiplin ve düzenini gözden kaçırmamak gerekir.
Namaz bu surenin neresinde? Hani ‘li el musallîne’ namaz yapanlar (kılanlar) demekti?!.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
64
Üstelik bu ayetlerde ve QUR’AN’DA namazı ima edecek harf bile YOKTUR!. Üstelik Mekkeliler
İslam öncesinde de güle oynaya, borazan çalarak Zerdüşt namazını zaten yapmaktalardı…
Ey asırların vicdansız fasıkları! Maun sözcüğü zekât, yardımlaşma demektir; Namazla ne alakası
olabilir? Ayette geçen Musalline; az da olsa vergi (SALAT) verenlere yazıklar olsun demektedir.
Çünkü samimi değiller, istemeyerek, zorlamayla ve azıcık verirler…
Bu adamlar hangi vicdanla asırlardır Qur’an’ın bu suresine de namaz sözcüğünü sokuştururlar
anlamak mümkün değil!...
İslam henüz büyümeye başladığında, ekonomik sıkıntılar tahammül sınırlarının çok üzerindeydi.
Henüz oluşan İslam, yeni oluşmuş toplumu daha fazla hırpalamasın diye gelen bu suredeki en
önemli kelime; MÂÛN sözcüğüdür ve net anlamı da zekât vermek, vergi vermek, eğitmek ve
yardımlaşma demektir. Bu suredeki MÂÛN sözcüğü resmen tartışmasız, mazeretsiz vergi-zekâtdesteklemek demektir ve surenin tamamı SALAT’IN ne kadar önemli olduğunun en net kanıtıdır.
Bu surenin ana teması sadece; ZEKÂT, VERGİ, DESTEKLEMEK anlamlarını içermektedir.
Açlıkla karşı karşıya olan ilk samimi Müslüman çekirdek kadroyu aç bırakmak için kafirlerin
yaptığı engelleme açıkça [Onlar ki kâfirdirler. Ve sizi Mescid-i Haram’dan ve bekletilen
kurbanları (yemeniz için kesim) mahalline ulaşmaktan men ettiler. Fetih 25] belirtilmektedir.
ÇÜNKÜ QUR’AN; EKONOMİ ve BİLİM EKSENLİ İLAHİ KURALLARDIR. Toplumlar, milletler sadece
ve sadece SALAT (vergi, zekât) ve bilimsel alanlarda çalışıp üreterek insan onur ve vakaretine
yaraşır şekilde yaşar, güçlenir, eğitimi yüksek kalitelere çıkarır ve ahiretlerini de düzene
koyabilirler. Başkaca hiç bir yol yoktur.
Güçlü Devlet, eğitimli millet olabilmenin yegâne yolu devletine, milletine, yetimlerine SALAT,
vergi ve zekât etmekle başarılır. Muhteşem QUR’AN; güçlü devlet olabilmenin en temel ve tavan
kurallarını, ekonomik olarak büyümenin en önemli güç olduğunu açıkça öğretmesine rağmen,
asırlardır Zerdüşt modeli bir ritüelle bu insanları; fukaralığı hayatlarına kader olarak yamamış ve
yerlerde süründürmüşler ve hala da devam etmekteler.
MÂÛN suresinde ve Qur’an’da Zerdüşt modeli namaz hakkında harf bile yokken, asırlardır
QUR’AN meallerinde SALAT (musalline) sözcüğünü namaz veya namaz yapanlar (kılanlar)
şeklinde çevirdiler. Bu çirkinliğin adı ihanet ve kâfirlik değildir de nedir?.
Kelimelerin içeriğini ve anlamlarını boşaltarak değiştirdiler. Günümüzde de aynı ihanet devam
etmektedir. Bu safsataları dinleyen gençler Yüce ALLAH’IN AIRDURU dininden dönmekte ve
din diye insan icadı sapık yollara gitmektedirler… Buna sebep olanlar hesabını nasıl
verecekler?!...
Ayette geçen ‘veylun’ sözcüğü ‘pislikler’ terimi gibi ağır olup dışlanmışlığı içerir.
QUR’AN, Yüce ALLAH’IN ayetlerini değiştirenleri, yanlış çeviri yapanları nasıl tanımlar?
Hatırlayalım; Zumer 32 ve Yunus 69 ayetlerini…
Kırmızıçizgilere dikkat etmek gerekir!. Kaldı ki bu hazretlerin kırmızıçizgileri çoktan geçtiğini de
görmekteyiz.
Yirminci yüzyılda dünya QUR’AN’IN kuralları doğrultusunda Müslüman olmamışsa bu
hezimetin bir numaralı sanıkları Müslümanlardır. Bunun hesabını vermeye hazır olunması
gerekir!. Bu iki cümleyle ne demek istediğimi gereği gibi anlamak gerekir…
Bu arada kısaca belirtmek isterim; Namaz kılmak diye bir terim yoktur. ‘kılmak’ sözcüğünü kim
nereden getirip bu insanların lisanlarına sokuşturdu anlayamıyorum. Tevrat’a eklenmiş
masallarda bolca bulunur. Namaz kılıma terimi yanlıştır; Namaz (Rükû, Secde, Dua) YAPILIR.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
65
MÂÛN suresinde geçen ‘li el musalline’ kalıbı namaz kılmak değildir, Rabbin rızası için
yardımlaşan, Rabbin rızası için vergi vererek destekleyenler demektir. Çünkü duaların,
ibadetlerin en makbulü, en riyasız, en samimi olanı ALLAH’IN apaçık emri olduğu için yapılan
toplumsal görev SALATTIR.
MÂÛN suresinde anlatılan konunun içinde namazla alakalı tek bir harf dahi YOKTUR… İçeriğinde
Yardım, Zekât, Destekleme üçlüsünün zarafet içeren tablosu, engel olan ve olmaya çalışanın da
veylun (Vay onların haline!!!) tehdidine muhatap oldukları açıkça anlatılır.
Surenin açıkça anlatmak istediği; devletine vergi vermek, yetimin, aciz yaşlıların doyurulması, iş
ve çalışma alanları oluşturmak için ihtiyacı olanların desteklenmesi, QUR’AN’IN harfiyen hatasız
ezberlenmesi, çekirdek toplumu eğitmek, eğitmeye destek olmak, üretmek, üretime destek
olmak ve bütün bunların riyasız, isteyerek, idrak ederek, SALAT ettiği şahsı incitmeden ALLAH’IN
EMRİ olduğunun bilincinde olarak yapılmasını; yapmayanların ve yapılmasına engel olanların da
ne halde olacaklarını anlatmaktadır…
Şimdi soralım; Güneşe, bulutlu havada da ateşte tapan Zerdüşt icadı Namaz MÂÛN, MERYEM,
NECM, ALAK surelerinin ve QUR’AN’IN, 6236 ayetin neresinde?
Qur’an’da bilinen tarzda, bu modelde namaz yoktur ve kanıtı da yine Qur’an’dadır;
Qur’an’daki SALAT sözcüğünü namaz diye değiştiren Emevi Abbasî masallarıyla beyin yıkayanlar
gerçekleri öğrenmeden önce şu ayeti ikişer kez okusunlar;
[ De ki “muhakkak ki ALLAH’A yalanla iftira edenler felaha, kurtuluşa eremezler. Yunus 69]
Hesabını da 2 ve 1 boyutlu maddelerden yaratılmış küre dünyalarda verirler…
Qur’an’da ‘aşağılarında aşağısı, esfelin safilin’ denen yerler, bu, 2 ve 1 boyutlu maddelerden
yaratılmış küre dünyalardır… Birazdan Kenger-Sümer kütüphanelerinde Ulema Anunnaki
öğretilerinde bu konuyu açacağız…
Ebola virüsü bulunan bir ülke zengin batılılardan yardım istedi çünkü ekonomileri sıfırdı.
Ekonomisi düzgün olmayan insan, insanlar sağlıklı da olamaz, iyi beslenemez ve ilaç almaya gücü
de yetmez.
Ekonomisi düzgün olmayan ülke kendi ilacını da imal edemez, başkalarına köle olur.
Ekonomisi düzgün olmayan ülkede insanlar eğitilemez, yoksuldur veya açlık sınırındadır.
Ekonomisi düzgün olmayan ülkede ahlaksızlık meşru olur, çünkü çaresizdirler.
Ekonomisi güçlü olmayan ülkede insanlar güçlü şahsiyet, onurlu ve vakaret sahibi olamazlar,
çünkü eğitim kaliteleri düşüktür, başkalarını taklit eder ve boyun eğerler.
Ekonomisi güçlü olmayan ülke varlığını savunamaz, kendini koruyamaz.
Ekonomisi güçlü olmayan ülkede insanların inancı bataklıkta gezinen fil gibidir.
Şartsız, tartışmasız Yüce ALLAH’IN emri olan SALAT; zekât, vergi, muhtaçları desteklemek bütün
bu detayların en temel direğidir. Dinin, güçlü toplum olabilmenin, matematik bir büyüklük olan
İslam’ın direği SALATTIR, namaz değildir…
Hz. Muhammed 12 sene kadar Medine’de yaşadı, çevresi gelişti, toplumunun ekonomisi
güçlendi, sistemi mümkün olduğunca oturttu, silahlandı ve sonra Mekke’yi de kan dökmeden
fethetti.
Bu zafer SALATLA başarıldı, Zerdüşt namazıyla değil…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
66
Muhteşem Qur’an’ın tartışmasız FARZ OLAN EMRİ İKRA-OKU, öğren, öğrendiğini de yaşa ve
toplumsal ekonomini düzelt ve bilimsel alanda duraksamadan yürü… İnşirah ve Qur’an’ın net
özeti olan ASR surelerinin anlamını sindirerek oku ve öğrendiğini de yaşa… Bütün bunları da
ahirete, yargılanacağın güne ulaşacağını bilerek, inanarak, samimiyetle YAP…
Şu gerçeği çok iyi bellemeleri gerekir; 77400 kadar kelime, 6236 ayetten oluşan Muhteşem
Qur’an’ın bir tek özeti vardır ve bu özet 3 ayetli ASR suresidir;
[ Vel Asr. İnnel insâne le fî husrin. İllâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve
tevâsav bis sabr. ASR 1,2,3 ]
Şüphe etmeden inanın ki O ASR’A,
Gerçekten insanlar, insanlığın tamamı hüsrandadır, zarar etmektedir,
MÜSTESNADIR Kİ; O Samimiyetle inanıp, ölmeden önce Allaha kavuşmayı şiar edinenler,
kendine ve insanlığa faydalı çalışmalar yapanlar,
Adaleti ve Sabrı bilip yaşayıp, yaşatanlar… MÜSTESNADIR…
Ayette; Müslüman, Hristiyan, ateist veya Yahudi veya Budist denmedi… ‘bütün insanlar, insanlık
hüsrandadır’ denildi…
Qur’an’ın mutlak net özeti olan bu 3 ayetten ne anlıyorlarsa anlasınlar… başı ve sonu açıkça
ortadadır. Bu sure Muhteşem QUR’AN’IN en net, en anlaşılır özetidir.
Ben fukaranın bu muhteşem ayet hakkında başkaca bir şey yazmaya ne haddim, ne de hakkım
olabilir…
Asr suresi hakkında kısa not;
‘Vel asra innel insane’ sözcüğünü asra yemin olsun ki şeklinde çevirirler ve utanmadan
sıkılmadan Yüce ALLAH’A yemin ettirirler… utanmazlar!… Yüce ALLAHIN yemin etmesi de ne
demek?
Bu ne çirkinliktir, bu ne edepsizliktir? Anlamak mümkün değil…
Oysa ayet ‘tartışmasız, şüpheye düşmeden şartsız inanın ki’ demektedir.
Kureyş elit lisanının yani QUR’AN lisan kökeninin Kenger-Sümerce olduğunu bilemeyen
madrabazlar böyle çirkinlikleri uyduracak ki para kazansın, saltanat sürsün, bakkaldan eşya alır
gibi bol bol kadın alsın!!!...
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
67
KUTUPLARDA NAMAZ HOKKABAZLIĞI!...
Cevabı asla bulunamamış bu soru asırlardır QUR’AN’IN evrenselliğine gölge düşürmüş ve kimse
de işin içinden çıkamamıştır, çıkamaz da!... Neden mi!?
Yüce Allah’ın ayetlerini ekseninden saptıranlar iyi okusunlar, hatta ikişer kez!... Bu satırlar
tarihin en aydınlık sayfalarında yer alacaktır. Bunu da sadece Yüce ALLAH’IN rızasını kazanmak
için yapmaktayız.
Yüce ALLAH, sapıklığı seçmiş bir insanı şaşırtınca artık onun iflah olması mümkün değildir. Üstelik
yakasına da ilahiyat profesörü etiketi takmış şaşkın madrabaz! kutuplarda Norveç’te namaz vakti
arayacağına namazın mucidi, patentin sahibi Zerdüşt’e sorsaydı ya!...
[ Allah kime yol gösterirse, işte yolu bulan odur. Kimi de saptırırsa, işte ziyana uğrayanlar da
onlardır. Araf 178]
Aşağıdaki sayfalarda bir tarih yazılacaktır. Çok kısa tutacağım ancak, asırlardır zihinleri kemiren
‘kutuplarda namaz nasıl yapılır (kılınır)’ virüsü yok edilecektir. İnsanlığa armağanımız olsun ki;
sadece Yüce ALLAH’IN rızası için sunmaktayız. Maun ve Alak sureleri namaz denen şeyin
olmadığını, uydurulmuş çarpıklığı açıkça belirtmiştir, önceki sayfalarda kısa da olsa açıkladık.
Qur’an’da 90 kez geçen SALAT sözcüğünün anlamı ‘yalnızca ALLAH rızası ve emri olduğunu
bilerek devletine vergi, ihtiyacı olana zekât vermek, başa kakmadan, incitmeden ve karşılık
beklemeden, mağrurlanmadan muhtaçları desteklemek, öğretmek, öğrenmesine yardım
etmek, imkânları el verdiğince bu görevi aksatmadan devam ettirmek ve bir diğer anlamı da
irtibat kurmak, devamlı irtibatta olmak, rabıta halinde olmak’ demektir(*).
Şayet namaz bu hazretlerin(!!!) dedikleri gibi bir ibadet olsaydı; Yüce ALLAH detaylarını ve
gerekçelerini, rekâtlarını, kutuplarda, deniz altında veya uzay istasyonunda veya maden
ocaklarında nasıl yapılacağını açıkça bildirirdi. En azından kutuplarda nasıl namaz yapılacağını
açıklardı. Kutuplar da ALLAH’IN mülküdür. Böyle bir açıklama Qur’an’da yoktur. Üstelik
olmamalıdır da. Çünkü Zerdüşt namazı; bilinen NAMAZ Qur’an’da, İslam’da YOKTUR.
Qur’an’da olmayan ve Zerdüştlerin mirası, bilenen 5 veya 3 vakit namaz kutuplarda asla
yapılamaz. Çünkü ateşe tapan Zerdüştlerin kutupların varlığından haberleri bile yoktu!. İyi ki
yoktu, ona da bir şey uydururlardı!…
Yerin altında veya uzayda veya denizaltında yaşayanlar hangi vakit ve kuralla namaz yapacak? Bu
saydığım üç yerdeki insan sayısı kutuplardan binlerce kez daha fazladır.
Şayet, namaz ritüeli vakitlere bağlı bir şey olsaydı bu vakit çizelgesi kutuplar için, deniz altında
veya uzay istasyonu için de Qur’an’da belirtilirdi. Allaha ibadet etmenin vakti zamanı veya yeri,
mekânı mı olurmuş? Ne ayıp şey!. Bu ne çirkin bir sapıklıktır?
Ey Allahtan korkmaz, utanmaz şaşkınlar! Olmayan ŞEY için kutuplarda da şöyle veya böyle
namaz yapılacak (kılınacak) diye AYET SİPARİŞİ Mİ VERELİM?...
Maden ocaklarında, deniz altında, uzayda nasıl namaz yapılacak? Bu hazretler(!) akademisyen
mi, yoksa hokkabaz mıdır? Ancak kutuplarda, evrende ve her yerde, her an, QUR’AN’IN öğrettiği
gibi en nezih ibadet RÜKÛ, SECDE VE DUA YAPILABİLİR ve KESİNLİKLE DE YAPILMALIDIR… Birey
için dinin direği budur.
Ancak; matematik bir büyüklük olan İslam’ın direği de SALATTIR, Qur’an’da olmayan namaz
değildir.
(*) ALLAH’IN emri olduğunu bilerek SALAT eden her güzel insan elbet deki Yaratanıyla her an rabıta halindedir. Bilinçli yapılan, ALLAH emri
olduğunun bilincinde olarak yapılan SALAT yüce ALLAHA, bu hayatta iken kurulacak rabıtanın başlangıcıdır. Bu çok ciddi ve başka bir konudur ve
diğer kitaplarımızda açıklayacağız.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
68
Hz. Muhammed Resul olmadan da önce bilinen namaz ritüelini yapmadı ve Resul olduktan sonra
da ortalıktan sildi ve Yüce ALLAH’IN emri olan Rükû, Secde, Dua ibadeti olan kuralı getirdi. Zati
şahaneleri de Zerdüşt namazını asla, asla, asla yapmadı…
Çünkü, Güneşe tapan putperest Zerdüşt modeli namaz denen şey(!) Qur’an’da YOKTUR, YOK!.
ALLAH ile KUL arasına kimse, hiç bir şey giremez. Ancak günümüze kadar ulaşmış namazda
maaş (para) alarak imam, hoca, derviş, şeyhler girmektedir! Maaş almasa dahi Yüce ALLAH ile
insan arasına kimse giremez, girmemelidir… AKILLARINI kullansalar bu realitedeki enginliği
anlayacaklar…
Yüce ALLAHIN kurallarını açıkça tespit ettiği her ferdin bizzat kendisinin, ALLAH ile arasında
canlı veya cansız hiç kimse veya imam olmadan yapması gereken RÜKÛ, SECDE VE DUA vardır.
Bu da Zerdüşt namazı değildir ve kuralları da açıkça yine Qur’an’da belirtilmiştir.
Asırlardır sayısız masum insanlar ‘Kutuplarda nasıl namaz kılınacak’ sorusuna kalitesiz de olsa
herhangi bir cevap bulamadılar ve dinden dönmüşlerdir… Bunun hesabını bilgi sahibi olunmadan
ucuz fikir üreten, Qur’an’ı kendine uyduran çığırtkanlar verir, vereceklerdir.
Hiç bir zaman kutuplarda namaz hakkında bir cevap olmayacaktır, asla!. Çünkü QUR’AN’DA
bilinen Zerdüşt namazı denen şey yoktur. SALAT sözcüğü ile namaz kelimesine ve içeriğindeki
manaya yer değiştirenler ve günümüzde de bilinçsizce hala borazan çalanlar bu gerçekleri
öğrenmeleri gerekmektedir.
Bazı ülkelerde Prof. unvanı almak, bakkaldan domates almaktan daha kolay ki; her nasılsa
Profesör olmuş bir ilahiyatçı da kalkıp Norveç’in kuzeylerine gidiyor; asıl amacı isim yapmak,
meşhur olmak… Arıduru dini sokabildikleri kadar kaoslara sokmaktır. Bu hazret(!) ekinoks
noktasını ve döngü açısının hesaplamasını dahi bilmezken nasıl olurda Kuzey kutbunda namaz
için çizelge hazırlar? Bunun adı ilahiyatçılık değil sadece sirk şarlatanlığıdır…
Günümüzde bilmem ne unvanlılar bu çirkinliği yaparsa geçmişin tekke kültürünün müdavimleri o
şaklabanlıkları yapmış; çok mudur?
Soruyorum; Qur’an’da Doğunun da ve Batının da Rabbidir der. Ancak, asla KUZEY ve GÜNEYİN
de Rabbidir denmez!. NEDEN?(*)
Şu meşhur ilahiyatçılara, dünyadaki bütün Tevrat, İncil, Qur’an ilahiyatçılarına,
astrofizikçilerine da soruyorum; bu çok, çok ciddi bilimsel gizemi açıklayacak rivayetmatik
hadisleri, beyin yıkayan masalları var mıdır? Açıkça meydan okuyorum!… Neden KUZEY ve
GÜNEYİN de Rabbidir denmez?
Qur’an’ın Evrensel Nizaam olduğunun bir başka kanıtı da bu; KUZEY ve GÜNEYİN DE Rabbidir
denmediğidir. Daha doğrusu denmemesi de gerekiyordu; neden mi, nasıl mı? (*)
Hani ilahiyatçıydılar, hani Arapça, İbranice uzmanıydılar, hani fizikçi bilimciydiler? Hani cennetin
parselleri onlardan sorulurdu? Batılılardan satın almakla bilim yapılamaz, uydurma hadislerle de
QUR’AN öğretilemez.
Şayet Zerdüşt mirası namaz bilinen şey olsaydı, Yüce ALLAH önce Hz. Âdeme emrederdi;
[ Ve ey Âdem! Sen ve zevcen cennette yerleşin sonra da, dilediğiniz yerden yeyin. Ve bu ağaca
(genetik bilgi işlem programınızı bozacağı için) yaklaşmayın. O zaman olursunuz ikiniz
zalimlerden. A’Raf 19] (**)
(*) ileriki sayfalarda kısaca, diğer kitaplarımızda da detaylı olarak değineceğiz.
(**) Bu ağaç hakkında bilimsel tanımlamaları Ta-Ha ve Tuva, Ademin Torunları Nasıl Oldu kitabımızda açıklayacağız. Bu kitabı evrimci soytarılar
ikişer kez okumaları gerekecek. Belki doğruya yönelebilirler. Qur’an’da erim vardır hem de her an evrim içindeyiz… ancak bu maskaraların zan
ettiği evrim değil..
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
69
Bu kristal dine en büyük darbeyi bu dinin mensubuyum diyen, ancak önünü dahi göremeyen
madrabazlar, kapkaranlık cüppeliler, Vatikan’dan icazet rica eden ve Müslümanım diyen,
profesör etiketli fasıklar yapmaktadır.
Qur’an’da 62 kez isim kipinde ve fiil olarak toplam 90 kez geçen SALAT’IN günde 3 kez yapılması
emredilmiştir.
Çünkü henüz Qur’an öğrenenlerin, işini gücünü kaybetmiş ve yoksul kalanların günde 3 kez
doyurulmaları gerekmektedir ki; sosyal bir arıza olan hırsızlığı da önlemek içindir. O dehşetli
sıkıntılı günlerde paylaşmak şarttı. Çocuklar, hanımlar, yoksullar, üstelik hayati tehlike
içindeydiler, iki kez Habeşistan’a hicretin nedenleri bu sıkıntılardı.
.
Kanıtı da; [ Yoksa siz, sizden önce yaşayanların başına gelen dehşetli sıkıntıların (fedakârca
yaşadıkları zorluklar) sizin de başınıza gelmedikçe, cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara
(öyle) şiddetli belâ ve sıkıntılar (ekonomik ve ferdi sıkıntılar) dokundu ki, resul ve onun
yanındaki gerçekten inananlar da; “Allah’ın yardımı ne zaman?” diye FERYAT EDECEK KADAR
SARSILDILAR. Allah’ın yardımı gerçekten yakın değil mi? Bakara 214]
Demek ki cennete gidebilmek yumuşacık halılarda yapılan Zerdüşt namazıyla değil; maddi ve
manevi fedakârlıklarla oluyormuş. Bu muhteşem ayeti ANLAMAK için adam olmak, insan
olmak gerekir, yürek gerekir, beyin gerekir, temiz kalple ALLAHA yönelmek gerekir, en başta
da bizzat kendisinin anlamak için okuması gerekir…
İslam dininin gelmesiyle, samimiyetle inanan gerçek kahramanlar senelerce tahammül edilemez
ekonomik sıkıntılarla, açıkla da karşılaştılar. Birbirlerine yardım zaruri ve en gerekli toplumsal bir
görevdi… Ancak karnı doyan insanlara QUR’AN öğretilirdi. İnsanların hemen 23 senede ve
günümüzde de Qur’an’ı anladıklarını mı zan ederler? Anlayan kim? Kutuplarda namaz çizelgesi
hazırlamaya çalışan madrabazlar mı? SALAT sözcüğünü namaz zan edenler mi?
Kanıtı da; [ Yoksa ONLARIN ÇOĞUNUN, (tebliğlerimi) duyduğunu ve (ayetlerimin derinliklerini)
AKIL ettiğini (içeriklerini anladığını) mı sanıyorsun? Onlar sadece hayvanlar gibidir, hayır, onlar
(tercih ettikleri) yolca daha çok sapıktır. Furkan 44]
DAHA AÇIK NASIL ANLATILIR Kİ? ‘ONLARIN ÇOĞUNUN’ sözcüğünden ne anlaşılıyorsa; işte
milletleri asırlardır yerlerde gezindiren virüsün ana kaynağı da bu ayette tarif edilen ‘ÇOĞUNUN’
kast ettiği O adamlardır… Bu ayet o günler için de, günümüzde de her harfiyle geçerlidir.
Resul öldükten sonra SALAT sözcüğünün anlamını namaz kelimesiyle değiştirdiler. Çünkü
vergiden kaçmak için en ideal yol buydu. Namazı da aynı Zerdüşt gibi günde 5 kez olacak diye
şartlandırarak “ey ahali, Kureyş lehçesinde SALAT aslında eskiden yaptığımız namazdır, vergi,
zekât değildir…” masallarıyla insanları uyuşturdular.
Allaha ibadet etmenin vakti zamanı, mekânı mı olur? Bu ne çirkin bir terbiyesizliktir? Bana şah
damarımda da yakın olan Yüce ALLAHIM’IN beni duymak için zamana ve mekana ihtiyacımı
olurmuş?!... Şayet dua (namaz) zamana endeksli bir şeyse, Yüce ALLAH için zamandan ve
mekandan münezzeh denemez. Günümüzdeki namaz da bu nedenlerle Yüce ALLAHA isyandır,
ŞİRKTİR…
[ Ve DOĞU da Allah’ındır BATI da. Artık hangi tarafa dönerseniz dönün, Allah’ın Vechi (Zat’ı) işte
oradadır. Muhakkak ki Allah Vâsi’dir (her şeyi ilmi ile kuşatandır). Bakara-115]
Qur’an’da SALAT günlük 3 kez emredilmiş ve nedenlerini de az önceki sayfalarda açıkladık.
Qur’an’da SALAT namaz demek değildir ve alakası da yoktur. QUR’AN’DA namaz sözcüğü ve
bilinen şekilde herhangi ibadet te yoktur. Bunu Hz. Muhammed öldükten kısa bir zaman sonra
taze taze uydurulmuş hadislerin desteği ile kurallaştırdılar. Bunu Emeviler döneminde Halife
Mervan’ın katı kurallar koyarak yaptığı çok olasıdır. Çok geçmeden de namaza eklerde yapıldı,
sünnet namazı da icat edildi ki; BU DA TARTIŞMASIZ ALENİ ŞİRKTİR…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
70
Hz. Muhammed ayaklarına kara sular inene kadar ayakta RÜKÛ VE SECDE ederdi. Asla Zerdüşt
modeli namaz yapmadı ve bu namaz ritüelini de Necm suresi geldiği gün resmen yasakladı…
Kimsenin ayaklarına kara sular inemez namaz yapmakla (kılmakla). Günümüze kadar ulaşmış
bilinen namazda genellikle oturulur. Ancak saatlerce ayakta Rükû da durursa ayaklarına kan
basıncından dolayı kara sular iner. Bunu RÜKÛ, SECDE, DUA kitaplarımda detaylarıyla
açıklayacağım.
Emredilen en önemli ibadet; Birinci emir ve en büyük farz, ilk emredilen farz; anlamak için OKU
ve öğren ve şirke bulaşmadan SALAT et ve Rükû, Dua, Secdedir…
En açık, en eğitici kanıt O en yüce ihtişamıyla yine QUR’AN’DADIR;
[ Onlara söyle, onları eğit “Rabbim, DUALARINIZ (DUÂU-KUM) olmasa size değer vermez. Oysa
siz (elçilerle gönderdiğim kuralları, bilgileri) yalanlamıştınız. Fakat yargılanma kaçınılmaz olacak”
de. Furkan77 ]
[ RABBİNİZE YALVARARAK VE GİZLİCE (gizli yerde, başkaları duymadan, kendinize mahsus
talepleriniz için) DUA EDİN. Muhakkak ki O, haddi aşanları sevmez. A’Raf 55 ]
Şayet Qur’an’da namaz denen şey(!) olsaydı önce bu ayetlerde olurdu. İnsanların başına bela
edilmiş Zerdüşt namazı bu ayetlerin neresindedir?
Yüce ALLAH ‘Bana şu vakitlerde dua edin’ mi dedi? Duanın vakti, mekânı mı olur? QUR’AN’DA
Yüce ALLAH kulundan kulluğunu deklere etmesi için istediği ‘duâu-kum’ yani dualar, talepler,
istekler, Rükû ve Secdedir.
İnsanların asırlardır ‘kutuplarda namaz’ sorularına cevap bulamadığı, asla da bulamayacağı
kaos bu noktadadır ve şu anda bu sayfalarda sorun çözülmüştür.
SALAT yerine, hem sözcüğü, hem de içeriğini değiştirerek insanlara yutturulan namaz;
vergiden, zekâttan, başkalarını desteklemekten kaçmak için müşrikler tarafından sözcüklerin
anlamları ve içeriği değiştirildi ve insanların ve insanlığın başına bela edildi.
İşte! Asırlardır insanları şirk içinde süründüren virüsün kaynaklandığı yer buradadır…
Zerdüşt te insanlarını koyun güder gibi gütmeyi başardı günde 5 kez NAMUSU ritüeliyle.
Emevi Abbasî fasıkları da Zerdüşt’ü bire bir taklit etti ve insanları mescitte beyin yıkamak için
tutmayı başardı. Hem de günümüze kadar!... sünnet namazını da ekleyerek!...
Günümüzde de Qur’an’da olmayan, Yüce ALLAH’IN emretmediği namazı savunmak için
Zerdüşt’ün peygamber olabileceğini çığıran, kendini Müslüman zan eden madrabaz da pek
çoktur… Utanmaz şaşkınlar!.. Güneşe ve ateşe tapan peygamber öylemi? Yüce ALLAH
Zerdüşt’ü Qur’an’a yazmayı unuttu öyle mi?. Yazıklar olsun!!!... Hem çirkin yanlışlar
yapıyorlar, üstelik o çirkinlikleri de başka bir çirkinlikle örtmeye çabalıyorlar… hem de yüce
Allaha iftira ediyorlar ve utanmadan da ‘ben Müslümanım’ diyebiliyor!.
SALAT emrini sinsice reddedenler bu sözcüğü ve içeriğini bilerek değiştirdiler yerine beyin
yıkarcasına Qur’an’da olmayan Farsçadan ithal edip NAMAZ dediler… Zerdüştlerden ellerinde bir
bu sermaye kalmıştı. Çünkü vergi vermek istemiyorlardı… Hz. Muhammedin sağlığında bunu
(SALATI) istemeyerek te olsa zoraki yapanları da Maun suresi en sert ifadelerle açıklamıştır.
Ancak Hz. Muhammed öldükten kısa bir zaman sonra birçok şey eski haline geldi, getirildi.
O en asil, O muhteşem Resulün cesedi 3 gün ortalıkta kaldı ve 17 kişiyle defnedildi. Bu hazin,
utanç verici olayın aktörlerinin çocukları ve torunları SALATI Zerdüşt namazı diye millete
yutturanlardı. Hani Müslümanlık rayına oturmuştu?...
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
71
Üst akılla düşünelim; Qur’an’da açıkça SALAT sözcüğü varken, kimler neden Farsça ‘NAMAZ’
sözcüğünü Türkçeye sokuşturdular? Neden QUR’AN’DA açıkça 87 kez geçen SALAT denmedi?
Aradan 1400 sene geçmiş ve hala mı anlamayacaklar tezgâhlanmış bu çirkinliği?
Bu namaz ritüeli sadece putperest Zerdüşt’ün icadıdır ve geçmiş kavimlerden kalan bir
gelenektir, ancak bu yine de ALLAHIN emrettiği ibadet değildir. Ekseninden saptırılmış, içeriğinde
putperestlik bulaşmıştır ve Qur’an’da ve İslam’da yoktur.(*)
Çünkü kendi ile ALLAH arasına, papaz, haham, imam veya şeyh veya hoca koyarak ALLAHA
ibadet edilemez. Aksini yapmak aleni şirktir.
Bunu icat eden Zerdüşt de bu ritüeli Hindistan’dan, Sümer anılarından harmanlamıştır.
Mekkelilere kadar gelen bu ritüel insanlara nüfuz etmek, onlar üzerinde saltanat kurmak ve
Qur’an’ın emirlerini saptırmak için yaptılar. Bilinmesi gerekir; Namazda her QUR’AN ayeti de
okunamaz, oysa günümüzde de namazda anlamını da bilmeden Qur’an ayetleri okurlar.
Birazdan, duada (namazda) her Qur’an ayetinin okunmaması gerektiğini açıkça göreceğiz.
DUA, talep etmek, istemek, halini, isteğini kendi lisanıyla arz etmek demektir; her Qur’an ayetini
okumak değildir.
Qur’an’da açıkça belirtilen Rükû ve Secde, genel olarak DUA’DIR ve ferdi olarak olmazsa olmaz
olan budur.
Hz. Muhammed’den sonra da ekseninden saptırıldı ve her önüne gelen iki veya dört rekât
ekledikçe ekledi. Üstelik Qur’an’da rekât da yoktur, sayıları da yoktur…
İslam, evrensel matematik bir büyüklüktür, olmazsa olmazı da bireylerin toplum için yaptıkları
SALATIDIR, devletine vergi, ihtiyacı olanlara zekât vermektir.
Qur’an’da 87+3 kez geçen SALAT sözcüğünün geçtiği ayetlerden hiç birisinde bilenen namaz kast
edilmez, edilemez. Aksini savunan her fert Yüce ALLAHA ve QUR’AN’A iftira etmektedir.
Ferdi ibadetlerin en asili, en haysiyetlisi bilinçli yapılan Rükû ve Secde ve Duadır. Bu da açıkça
Isra suresi 107-109 açıklanmıştır… ‘li el ezkâni succeden’ Alınları değil, çeneleri üzeri secdeye
kapanmaktır. Hangi Müslüman bunu bilmektedir? Kim ne zaman nasıl yapmıştır bu gerçek
secdeyi? İnsanlara bu gerçek secdeyi neden öğretmediler?
Üstelik namaz sözcüğünün Farsçada da anlamı yoktur. Sümercesi Namaste, Sanskritçe Namasu
kökenli olup güneşe tapınmada hürmetle eğilme, derin derin ağlama, en samimi şekilde eğilmek
ve talep etme gibi anlamlar içerir. Teknik ve felsefi anlamda dua ve talep etmektir. İran’da
Zerdüşt denen adam kendine özgü bir model icat etti. İleriki sayfalarda kanıtlarıyla göreceğiz, bu
ritüelin ithal edildiği yerler Sümer ve Hindistan’dır.
Kendisi okumayan, dinini başkalarından dinlemeyi çok seven Müslümanlara; olmamış-olmayan
Miraçla gönderildiği yalanıyla hazırlanmış ve yutturulmuş masaldır.
Babil’den Araplara miras kalmış Miraç-Mihraja uydurulmuş şatafatlı düzmecedir. Kesinlikle
her yönüyle uydurulmuş yalandır. Sanskritçe Mahraja kökenli olup asırlar içinde de masal
haline getirilmiş bir masaldır. Namaz denen şey de tamamen uydurmadır. Çünkü Emevi Abbasî
uydurması hadisler, Qur’an’da olmayan namazın, hiç bir zaman olmamış miraçta emredildiğini
söyler. BU DA EN ÖNEMLİ KANITIMDIR.
1400 senelik zaman heba oldu, hiç değilse bu kanıtlarımızla adam olsunlar, gelecek nesillere de
Yüce ALLAH’IN Muhteşem QUR’AN’INI anlaşılır, matematik kurallarla miras bırakmak için 70
senemi sadece Rabbimin rızası için harcadım.
(*) Birazdan detaylarını kanıtlarla göreceğiz.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
72
Umarım bu kısacık sayfalar asırlardır cevaplanamayan sorunu gidermek için faydalı olmuştur.
Norveç’in kuzeylerinde aktörlük yapan profesör etiketli maskaralarda öğrenmiş olurlar…
Kutuplarda çizelge arayan her nasılsa Prof. Etiketli maskara da bilmelidir, temsilde hata olmaz,
olamaz; “havlamasını bilmeyen köpek, kendi sürüsüne kurt getirir”.
İslam’a hizmet edeceğim diye asırladır bu dini işportaya düşürmüşler, bütün insanlığın
Müslüman olmalarını da engellemişlerdir. Bilgi olmadan fikir yürütmek seviyesiz bir çirkinliktir.
[De ki; Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak AKLINI kullananlar öğüt alır. Zumer 9]
Bilgi olmadan fikir yürüten ve bu kategorideki akademik unvanlı aktörler (adam gibi olanlarını
tenzih ederim), 1990da yayınlanan kitabımdan ve genellikle geçmişin bilim adamlarının
eserlerinden cımbızla bazı cümleleri, fikirleri çalar, kendi fikriymiş gibi süzgeçten geçirir ve birinci
adam olabilmek için TV’lerde, internette bolca reklam yaparlar; 1990 da yayınlanan kitabımdan
ve web sitemdeki(*) çalışmalarımdan….
1990dan bu yana kitaplarımdan çalıntıları sıkça duydum ve müdahilde olmadım. Yeter ki
insanlığa faydalı olalım ve sadece yüce ALLAHIN takdirine sığınalım… Ancak bilimden, özellikle
fizik ve fen bilimlerinden, felsefeden, Sanskritçe ve Sümerceden yoksunlar ki; bizden çaldıklarını
da yarım yamalak ellerine yüzlerine bulaştırarak anlatmaktadırlar… Bilgi olmadan fikir yürütmek
çirkinliktir ve çok zararlıdır.
Bu arada hatırlatmak isteriz; Oruç tutulmaz, Savum (Oruç) olunur. Oruç olunurken insan, nefes
almak hariç her şeyden kendini soyutlaması, susması, konuşmaması, düşüncelerini enginliklere
ulaştırması, fiziki ve ruhsal temizliktir, kirlenmiş her şeyden arınma çabasıdır.
‘Allah buyurdu’ terimi yanlıştır. Bu İsrail’i (Tevrat’ta çokça bulunur) uydurma kelimedir ve ALLAH
kimseye bir şey buyurmaz; Nimetler verir, eğitir, öğüt verir, emreder, esirger, korur…
‘Buyurmak’ da nereden çıktı? Garson talep edene, ev sahibi misafirine veya satıcı müşterisine
buyurun der…
Saçma sapan sözcüklerle pek çok gerçek hazineler ekseninden saptırılarak örtülmektedir. Anlam
kayması bu detaylarda gizlidir… Daha yüzlerce bu tür hatalar var ki; bunlar lisanların yetersizliği
veya kasıtlı olarak deforme edilmesidir. Dolayısıyla kendisi okumayan insanlar, sadece
başkalarından dinleyenler de karanlık cüppelilerin elinde oyuncak olur ve şartlanır.
(*) http://www.quran-incil-tevrat.com/
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
73
Sanskritçede Mihraca, Mihraj, Mahraja Masalı!
Ve
Qur’an’a İftira Eden Fasıkların MİRAÇ ve NAMAZ Yalanı…
Âlemlere en güzel ahlak örneği olarak gönderilmiş Hz. Muhammed’e iftira eden fasıklar! Her
ayeti ellerine yüzlerine bulaştırmışlar, dünyanın Müslüman olmasını da engellemişler, üstelik
MİRAÇ (Sanskritçesi Mihraca, Mihraja) diye şatafatlı bir yalanı da kılıf yapmayı unutmamışlar…
Yüce ALLAH Qur’an’da;
[ Eksikliklerden uzaktır O (Allah) ki gecenin bir vaktinde KULUNU ayetlerimizden bir bölümünü,
kendisine göstermemiz (çıplak gözle görüp şahit olması) için, Mescid-i Haram’dan, çevresini
mübarek yaptığımız Mescid-i Aksâ'ya (en sondaki kiraz ağacı olan yere) YÜRÜTTÜ (esrâ bi, gece
yürütmek demektir). Gerçekten O, işitendir, görendir. Isra 1]
Yüce ALLAH ‘GECE YÜRÜTTÜK’ diyor bu vicdansız madrabazlarda asırlardır ‘Burak’a bindi
semalara çıktı, ALLAH ile namaz için pazarlık da yaptı’(*) diye ALLAH’A, Qur’an’a ve Hz.
Muhammed’e iftira etmekteler…
Qur’an’da ne miraç sözcüğü vardır ne de asırlardır miraç hakkında uydurulmuş masalların en
küçük bir kırıntısı. Bu düzmeceler rivayetmatik hadis torbalarında üretilmiş, renklenmiş Hint
kökenli masallardır.
Bu yüce dine en büyük ihaneti yine bu dinin bilgisiz, menfaatçi, Dini şahsi çıkarlarına alet eden
çığırtkanlar yapmışlardır ve hala yapmaktadırlar, yabancılar değil. Bu ucuz hokkabazlıklarla
insanların gerçeğe ulaşmalarına mani olmaktalar. Bu muhteşem dinin insanlığa yayılmasına
engel, öncelikle kendi dinini bilmeyen, bilmediğini de bilmeyen fasıklardır…
Miraç denen uydurma şey İslam’da ve Qur’an’da YOKTUR. Bunu dile getiren her fert hesabını
da ALLAH’A verecektir. ALLAH’DAN korkmaz, utanmazlar böylece namazın da Miraçta
emredildiği yalanını da sokuşturarak asırlardır insanları Zerdüşt namazıyla uyuttular.
Amaç; vergiden kaçmak, Yüce ALLAH’IN kurallarını ret etmek. Bir diğer karanlık hedefleri de
Arap olmayan, ataları Sümer’de kutsal bölge Kutha’dan göç etmiş Kureyşli Hz. Muhammed’e
olan dinmek bilmeyen kinleriydi. Bu elem verici tarihi anıları bu kitabıma almayacağım. Çünkü
Hz. Muhammed Arap değildir ve Kureyş kabilesi de Araplaştırılmış Araplar da değildir.
[Biliyoruz, onların dedikleri seni üzüyor, gerçekte onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler,
ALLAH’IN AYETLERİNİ BİLE BİLE İNKÂR EDİYORLAR. En’Am 33]
Tartışmasız net kanıt; Qur’an’da ve İslam dininde Miraç ve Namaz YOKTUR.
Qur’an’da ‘esrâ bi - gece yürüttük’ sözcüğünü Miraç (Sanskritçesi Mihraca, Mihraj) olarak
değiştirdiler. Oysa Miraç denen senaryonun aslı Hint ve Sümerlere dayanır ki; asla olmamış ve
Emevi Abbasîlerin ithal ettikleri hayal ürünü masaldır. Ne yazık ki; “Namaz miraçta hediye geldi”
senaryosuyla beyin yıkayan iblisin tayfası fasıklar da çirkin emellerine ulaşmışlardır.
Bu satırları yazarken bile korkudan, utançtan titremekteyim; bu fasıklar sürüsünde nasıl bir
vicdan var ki Yüce ALLAH’A ve Qur’an’a bile bile iftira ederler, hem de asırlardır…
Şimdi bu sayfalarda gerçek açıklığa kavuşmuştur. Miraç olayı her detayı ile yalandır, uydurmadır,
bu da açıkça kanıtlar ki; miraçta emredildiği söylenen namaz denen şeyin olmadığıdır. Yüce
ALLAH’IN emri Rükû, Secde ve Dua vardır.
(*) utancımdan buraya yazamayacağım öylesine çirkin senaryolar, öylesine akıl, QUR’AN, izan dışı maskaralıklar uydurmuşlar ki insanları
zehirlemektedirler. Bu renkteki maskaralara AKIL ile karşı çıkanlara da anında kâfir veya zındık damgası vurarak, saltanatlarını bir şekilde
sürdürmüşlerdir. Çünkü insanların kendileri bizzat okumuyorlar… Birilerinin duası veya lakırdısıyla cennete gideceğini zan ediyor.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
74
Böylece; namaz ve kutuplarda namaz safsatası da bitmiştir.
Emevi Abbasî’nin Hindistan’dan ithal ettiği masalların senaryoları Sanskritçe Mihrace ve Mihraç
sözcüğünü cahil millete “Ey ahali Muhammed de burak’a bindi miraca çıktı, size namazı hediye
olarak getirdi, SALAT vergi, zekât demek değildir, eskiden borazanlarımızla yaptığımız
namazdır, işte size taze taze hadisler, sizler için ALLAH ile pazarlık bile yaptı…” şeklinde
süsleyerek yutturdular. Cahil halk da yuttu, hatta günümüze kadar da bu yalan üzerine din
yapılmaktadır. Nasıl olsa Hz. Muhammed ölmüştü…
Miraç ve namaz yalanları birbirlerine destek için kılıf yapılmış, günümüzde de aynı yalanlar
mescitlerde beyin yıkamak için yapılmaktadır. Ve böylece üçüncü sınıf olmaya devam!!!...
Sanskritçede Mihrace, Maharaja sözcüğü de ‘yüksekte olan kişi, yüksekteki kral, Yükselen
şahıs, yüksek mevkiden hükmeden’ anlamlarındadır. Kelime ve içeriğindeki anlam da 12000
seneden daha eski Mahabharata kültünden gelir.
Abdullah oğlu Kureyşli Muhammed henüz Nebi-resul olmadan çok kısa bir süre önce Kadr
gecesinde Mekke’den Cirane (Ci’rane) vadisine gece yürütüldü, göklere çıkarılmadı…
[ ayetlerimizden bir bölümünü kendisine göstermemiz için; Isra 1]
Neden gündüz değil de O zifiri karanlıkta gece yürütüldü? Gece neyi nasıl görecek? Mescid-i
Aksa, AKSA ne demektir, neresidir? Çevresi, etrafı mübarek olan Mescid-i Aksa neden
mübarektir? Gibi soruları bir diğer çalışmamızda inceleyeceğiz. ALTI GÜN ve ALTIGEN konumuzu
fazlaca dağıtmak istemiyorum.
Mekke’den 30 km kadar uzakta Cirane vadisinde Beni Saad kabilesinin yaşadığı yerde Hz.
Muhammed, sütannesi Halime validemizden Cirane denilen yerde süt emdi…
BU ARADA; ‘gecenin bir vaktinde KULUNU’ ifadesini çırılçıplak ele alarak O olmayan bilgisiyle,
küçücük aklıyla, bu, şahıs zamirinde ki ‘Kulunu’ ifadesi, ayette kast edilenin Hz. Muhammed
olmadığını veya olmayabileceğini çığıran fasıklar da var… Fesatlık parayla değil ya!.
Küçücük AKILLA düşünen, Prof. da olsa, ateist de olsa, ilahiyatçıda olsa, akademik unvanı da olsa
bu kategoride birçok şarlatan da türeyebilir. İşporta dincileri gibi her köşe başında, TV’lerde
bolca bulunmaktadır, amaçları kaos çıkartıp bunu kazanca dönüştürmektir!...
Bu ayetteki ‘KULUNU’ ifadesi, Abdullah oğlu Kureyşli Muhammed henüz Resul (Elçi) olmadan
hemen önce ki şahsını kast edilmektedir. Henüz Nebi ve Resul (Elçi) değildi… Ayet elbette ki
KULUNU diyecektir… Bu gece yürüyüşünden, ilk vahiyden sonra Resul-Nebi (*) oldu, Nebi,
Resul diplomasını aldı.
O muhteşem gece yürüyüşünden sonra, yani Kadr gecesinde Ciranede Nebi oldu çünkü ilk vahiy
ALAK suresinin ilk 5 ayeti beynine, genlerine Ciranede programlandı. Resul olduktan hemen
sonra da yine Kulu ancak Elçisi unvanını aldı. Bu Kadr gecesinden sonra Kulu ve Resulü (Elçisi)
oldu. Her gün şehadet cümlesinde ‘abduhu ve resulühi’, Yüce ‘ALLAHIN kulu ve elçisi’
demekteyiz. [Muhakkak ki sen, gerçekten gönderilen resûllerdensin. Yasin 3]
Bu kısaca değindiğim hassas konu da, Hz. Muhammed’in ilk vahiy aldığı yerin Hıra dağı değil,
Cirane olduğunu da ortaya koyabilir. Bu çok hassas konuya diğer kitaplarımızda kanıtlarıyla
değineceğiz. Çünkü ayette ‘İŞİTEN VE GÖREN’ filleri kullanıldı(**)… İlk vahiy aldığı yer Cirane
midir, Hıra dağı mıdır gizemini bu ‘İŞİTEN VE GÖREN’ sıfat sözcükleriyle kanıtlayacağız; 1400
senedir nasıl aldatılıp uyutulduklarının kanıtlarıyla.
(*) Nebi sözcüğü de harfi harfine Kenger-Sümercedir.
(**) Bu kitabımızın esas konusunun dışında olduğu için bundan fazla değinemeyeceğim. Çok detaylı ve uzun bir konudur.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
75
En belirgin kanıtlarımızdan biri: Hıra dağında kiraz ağacı (Mescid-i Aksâ) bahçelerimi vardı? Hani
Muhammed ilk vahiyi Hıra dağında almıştı?
Çok önemli bir diğer ayrıntı: şayet ilk vahiy Hıra dağında gönderilmiş olsaydı; Isra 1 de ‘dağa
çıkardık’ denirdi, oysa ‘yürüttük’ denmektedir. Bu kadar açık, sade bir konuyu asırlardır
anlayamamışlar ve dinsizliğe davetiye çıkarmışlardır. QUR’AN’I anlamaları için daha ne yapılır
bilemiyorum… bunlar Qur’an’ı ne amaçla okurlar bunu da bilemiyorum!!!...
[ Biz Biliyoruz, onların dedikleri seni üzüyor, gerçekte onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o
zalimler(*) BİLE BİLE ALLAH’IN AYETLERİNİ İNKÂR EDİYORLAR. EN’AM 33]
Asırlardır Müslümanlar AKSA mescidinin Kudüs’te olduğunu ZAN eder ve Müslümanım der!!!.
Sonra da ‘Şefaaaaaat Ya Muhammed‘ diye borazan çalar… oysa Yüce ALLAH’DAN başka kimse
şefaat edemez… ALLAH’DAN başkasından şefaat (torpil, iltimas, kayırma demektir) dilemek te
şirk kere şirktir. (**)
Hz. Muhammedin, Cirane vadisini her zaman EN YÜKSEK BİR SAYGIYLA İHRAMA GİREREK
geçtiğini de biliyoruz, NEDEN?...
Kâbe’nin dışında hiç bir yerde öyle yüksek bir saygıyla ihrama girmemiştir, sadece Cirane’den
geçerken. Kâbe’den sonra en çok saygı duyduğu yer Cirane’dir, NEDEN?...
Gece yürütüldü, neden zifir karanlıkta GECE yürütüldü? Neden ayette ‘işiten ve gören’ sıfatları
kullanıldı?(***)… 1400 senedir hiç soran olmadı mı?
‘Şefaat Ya Muhammed’ diye borazan öttürenlere ve para kazanmak için Yüce Allah’ın Qur’an’ını
yanlış yamalak meal tefsir edenlere sormak gerekir. Mutlaka rivayetin de rivayeti beyin yıkayan
pembe masalları vardır…
Bu çok ciddi konuda bana ilham kaynağı olan Prof. Dr. Süleyman Ateş beye minnettarlığımı da
sunuyorum.
Bu son derece hassas ve ciddi konuyu ayrı bir kitapta kanıtlarıyla birlikte, mikroskopların altında
irdeleyerek açıklayacağız. İnsanların, bu yüce dinin gerçeklerini öğrenmeleri için…
(*) Z-L-M kökünden gelen Zalim, hem kendine zarar veren şahıs, hem de aydınlığın olmadığı yer anlamındadır. Dikkat etmek gerekir, ZLM
karanlık anlamında değildir, aydınlığın olmadığı yer demektir ki; çok farklı kavramlardır. Bilgiden yoksun adamın durumu kast edilmektedir.
(**) [Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden ŞEFAAT kabul olunmaz, fidye
alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz. Bakara 48]
(***) kitabımızın esas konusunun dışında olduğu için bundan fazla değinemeyeceğim.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
76
SALAT Emrinin İçini Boşaltıp Namazla Dolduran Fasıklar Kimlerdi?
Bunu Muhteşem Qur’an’dan öğrenmeliyiz, safsata masallardan değil. Bu üç ayet Hz.
Muhammedin güllük gülistanlık bir hayat içinde olmadığını, her an, her koşulda hiç bir insanın
tahammül edemeyeceği kadar ağır sorumluluklar, ıstıraplar içinde olduğunun küçük de olsa
kanatlarıdır. Ayrıca Hakka 40-48 ve Isra 73-75 ayetlerini de adam gibi okusunlar.
[ Bedevi Araplar, küfür ve ikiyüzlülükçe (gerçeği bile bile örtmede, iftirada, yalanda) daha yaman
ve Allah’ın Elçisine indirdiği şeylerin sınırlarını (kurallarını) tanımamağa (anladığı halde kulak ardı
etmeye) daha müsaittirler. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sâhibidir. Tevbe 97]
[ Bedevi Araplardan kimi var ki, verdiğini angarya (zayi olduğunu, ziyan ettiğini, boşuna vergi
verdiğini) sayar ve sizin başınıza belâlar gelmesini gözetler. Kötü belâ onların başına gelsin. Allah
işitendir, bilendir. Tevbe 98]
[ Ve sizin etrafınızda olan bedevî Araplardan, münafık olanlar (Müslüman olmuş görünen, O
günlerde birlikte yaşayanlar) ve şehir halkından nifak üzerinde olmaya alışmış (münafıklığı
kendine alışkanlık yapmış) olanlar var. ONLARI, SEN BİLMEZSİN. ONLARI, BİZ BİLİRİZ. ONLAR İKİ
KERE AZABA ÇEVRİLECEKLER, sonra azîm (dehşetli) azaba döndürülecekler. Tevbe 101]
Bu ayetlerde sözü edilen ‘sizin etrafınızda olan münafık’ cümlesi net kanıttır; bedeviler ve
çocukları ve torunları SALAT sözcüğünün içeriğini Hz. Muhammed öldükten hemen sonra
boşaltarak Zerdüşt namazı ile dolduranlardır. Qur’an sözcüklerinin anlamlarını örtebildikleri
kadar örtenlerdir. Zamanla da yerden mantar gibi çıkmış her mezhep, her tarikat kendine
mahsus özel mana vererek lügatler icat edenlerdir…
Bu münafıklar yalnız SALAT kuralına ve Hz. Muhammedin Resul olduğuna tahammülsüzlükleri
değil, asıl hedeflerini Muhteşem Qur’an bu ayetle açıklamaktadır; [ Biliyoruz, onların dedikleri
seni üzüyor, gerçekte onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler bile bile Allah’ın ayetlerini
inkâr ediyorlar. En’Am 33 ]
Bu çirkin insanların en alçakça vahşetleri de Semerkant Buhara’da yaptıkları katliamlardır.
Semerkant ‘semereli, zengin kent’ demektir ki Arapların zenginliklerinin kaynağı bu
soygunlardır. Yüzbinlerce masum Türkü katletmişlerdir.
Çünkü Kureyşliler Arap veya Araplaştırılmış bir kavim de değildi. Mekke etrafında ki münafık
kabileler bunu çok, çok iyi biliyorlardı. Kureyşli Hz. Muhammedin soyunu tüketmekti hedefleri.
Hz. Muhammed’den sonra ki Halifelik savaşının da esas nedeni buydu.
Çünkü Hz. Muhammed çocukluğunda, gençliğinde bile Zerdüşt namazı yapmadı, Kâbe’nin
etrafında borazan öttürerek namaz yapmadı (kılmadı). Her fırsatta da en yakın arkadaşlarını bu
çirkinliğe karşı eğitmeye çalıştı. Bu nedenle tartakladılar…
Resul olduktan sonra ki 3 veya 4 sene sonra vahiy edilen Necm suresinin son ayeti ki ‘ ilk secde
ayetidir’ bu ayetle ilk secdesini yapmıştır. Zaman sonrada Muhteşem Qur’an’la Rükû ve Secde
ve Duanın da kuralları öğretildi. 1400 senedir insanların başına bela edilen namaz, özellikle
putları veya canlı birilerini önder yapılarak icra edilen namaz Qur’an’da YOKTUR ve olmamalıdır
da!...
Nasıl olurda ALLAH’I’MA ibadet ederken birilerinin önderliğine, imamlığına, lakırdısına ihtiyacım
olabilir? O para alarak imamlık yapan şahıs benim neye ihtiyacım olduğunu, duygularımı nasıl
bilecek te ALLAHA havale edecek? Para alarak imamlık yapan şahıs ALLAH’IN sekreteri midir?
Bunun her tarafı maskaralıktır. Yüce ALLAH AKIL diye bir hazine vermiş!. AKLA işlerlik kazandırılsa
bu maskaralık açığa çıkacaktır… Ancak adamlar AKILLARINI bile başkalarının tekeline bırakmışlar.
Onların da kazandığı her zerre, haram kere haramdır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
77
Qur’an Ayetlerini Bile-Bile, Göz Göre-Göre Örten Kafirler!
1
Son iki ayetin analiziyle SALAT ve Zerdüşt namazı konusunu bitirmeden, kitap boyunca gerekli
olduğu için değinmek zorunda kalacağım konu Sümer’de SALAT yani, ZEKÂTU ve VERGİDİR.
Sümerce ‘ZEKÂTU’ sözcüğü ve az da olsa kullanılan ‘alms’ yani ‘vermek’ sözcüğü ve içeriğindeki
anlam; cebri, zorunlu olarak vergi vermek olup Akad’caya da Kengerlerin Sümer’inden geçmiştir.
Sümerce ZEKÂTU ‘zorunlu vermek’ demektir, kanuni emir olarak vergi demektir. ZEKÂT,
ZEKÂTU’ Arapçaya Sümer kökenli ZEKÂT sözcüğü Kureyş diliyle geçmiştir.
Qur’an’dan önce Mekkelilerin bedevi dillerine de ZEKÂT sözcüğü Sümer’den geçmiştir…
Tartışmasız bilinmesi gerekir; Sümer medeniyeti 4000 seneden (yeni bulgu ve tercümelerle 5000
seneye ulaştı) fazla uzun ömürlü olmasının birinci nedeni; VERGİ, ZEKÂT yani SALATTIR.
Sümer medeniyeti ekonomi, felsefe ve bilim eksenli bir uygarlıktı. Türk Kengerlerin tesis ettiği
Sümer’in 4000 sene sonra yok olmalarının nedeni de; dini şahsi menfaatler uğruna ekseninden
kaydırıp, sihir ve büyüyle uğraşmalarıdır.
Asırlardır yalan yanlış QUR’AN meal tefsir edenler ciddiyetle okuyup iyi anlasın ve genç
nesiller de zehirlenmesin;
[ Ve ekımis SALÂTE tarafeyin nehâri ve zulefen minel leyli, İNNEL HASENÂTİ yuzhibnes seyyiât,
zâlike zikrâ liz zâkirîn. Hud 114 ]
Türkçesi; [ Gündüzün iki tarafında (sabah, akşam) ve geceye yakın sâ'atlerde SALAT ET, çünkü
maddi destek (HASENÂT, sadece maddi, sadece maddesel yardım demektir) kötülükleri giderir.
BU, İBRET ALANLARA BİR ÖĞÜTTÜR. Hud 114 ]
Şimdi her bir kelimeyi ayrı-ayrı ve kelimeleri tümceleyerek bu ayeti analiz edelim;
‘e ekımı es salâte, namazı kıl, devam et’ şeklinde ALLAH’TAN korkamadan yanlış tercüme eder,
şahsi arzularına göre de kauçuk lastik gibi bir oryaya bir buraya çekiştirirler.
‘e ekımı es salâte’ bizim çevirimizde gerçek anlamı ‘vergiyi, zekâtı, desteklemeyi aksatmadan
devam et/ettir’ demektir. Üstelik ayetteki SES tonu tavsiye filan değil, komutanın askerine olan
kesin kes, yapılması mazeretsiz şart olan emri gibi KESİN EMİRDİR.
Tarafeyin; iki tarafında.
Nehâri; gündüz.
ve zulefen; ve gecenin ilk saatleri, gece yarısından önceki gündüzün son saatleri.
min el leyli; geceden.
Buraya kadarki beş kelime aslında 24 saatin 3e bölünmüş halidir. Ancak bastırılarak, iyice
anlaşılsın diye vurgulanarak açıklanmıştır. Çünkü QUR’AN’I devamlı tekrar edip, aralarında da
nöbetleşerek ezberleyenler, öğrenenler ve yoksullar ve ekonomik çöküntülere uğramış, yeni
Müslüman olmuş insanlar günde üç kez yemeleri, beslenmeleri gerekir. Onların ciddi seviyede
desteğe ihtiyaçları vardır, hayatları zaten risk altındadır. Devamlı Qur’an’ı bir tek harfini bile
aksatmadan ezberlemektedirler…
Ayetin esas maksadını aydınlatacak asıl SÖZCÜK ‘İNNE EL HASENÂTİ’ anlamı ‘muhakkak ki
hasenat’ iyilik amacıyla başkalarına yapılan maddi yardım, maddi destek vb. demektir.
Sözle dahi yapılan iyi öğütlere hasenat denmez, mutlaka maddi yardım demektir.
Şayet ‘ekımis salâte’ namaz demekse; Hiç kimse namazla, dua ile oruçla HASENÂT yapmaz,
yapamaz… Herhangi bir ibadeti anlatan konunun ve ayetin içinde veya kenarında dahi HASENÂTİ
sözcüğü de kullanılmaz ve kullanılamaz.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
78
EL HASENÂTİ sözcüğünün teknik ve felsefi anlamı; incitmeden güzellikle başkalarına yapılan
faydalı maddi yardımlar, bağışlar, iyilikler anlamında olup, bir başka çoğul biçimi de hasenedir ki,
her ikisinin tekili de hasendir.
SORALIM; namaz veya ibadet etmekle (bu ferdi duadır) hangi insan başkalarına faydalı, yararlı
işler yani HASENÂT yapmış olur? Kimseye!... Çünkü bu ferdidir ve faydası da sadece
kendinedir. İnsan da kendi kendine hasenat yapmaz, yapamaz. Bir cebinden alıp diğerine mi?!
Dolayısıyla bu ayetin içinde namaz olduğunu düşünmek bile şarlatanlıktır, sahtekârlıktır…
HASENÂTİ sözcüğü, birinci şahıstan başkalarına olan maddi destek, maddi yardım vb. için
kullanılabilir. Kimse kendine duayla, namazla HASENÂTİ yapamaz… Kimse namaz yaparak
kendine veya başkalarına Hasenat yapamaz. Hasenat, maddi bir değerin, eşyanın başkasına
verilmesidir.
Şayet SALAT yani ‘ekımis salâte’ tümcesinde bilinen namaz kast edilseydi bu ayetin içinde veya
kenarında dahi HASENÂTİ sözcüğü olmamalıydı.
Soralım; HASENÂTİ ve namaz sözcükleri arasındaki ilişki nedir? Taban tabana zıt iki ayrı sözcük
ve iki ayrı konu!... devam edelim;
yuzhibne; giderir, yok eder…
es seyyiâti; kötülükler (kaybedilen erdemin dereceleri)...
zâlike; işte bu...
zikrâ; zikir, öğüt, bilginin tekrarı, hatırlatma...
li ez zâkirîne; öğüt alanlar, zikredenler, ALLAH’I ve kurallarını devamlı hafızalarında aktif tutanlar
için.
Bu kadar net, apaçık gerçekleri göremiyorlarsa, kutuplarda namaz vaktini keşfedeceğim diye
hokkabazlık ta yapar, insanları çıkmazlara da sokar, kendileri de işin içinden çıkamazlar…
Ayetin esas maksadını aydınlatacak en can alıcı cümlesi, Yüce ALLAHA KUL olabilmenin en
temel kuralı ‘BU, İBRET ALANLARA BİR ÖĞÜTTÜR’ cümlesidir.
Yani; “Sizin de başınıza gelebilir, siz de yoksulluğa düşebilirsiniz, siz ve çocuklarınız karnı aç
olarak yatmaya mecbur kalabilirsiniz, siz de yalnız kalıp kimsesizliğin ıstırabını tadabilirsiniz…
İşte size tecrübe sahibi olmanız için, birbirinize kenetlenmeniz için bu ibrettir… Dolayısıyla
SALATI, birbirinize karşı desteklemeyi aksatmadan devam ettirin ki; toplumsal ibadet
SALATTIR, ancak bu kuralla büyük devlet olabilir ve güçlenirsiniz…”…
Görüldüğü gibi Hud 114 ayetinin can damarı ‘İNNE EL HASENÂTİ’ ve ‘Bu, ibret alanlara bir
öğüttür’ cümleleridir.
Haşa ve haşa, Yüce ALLAH Qur’an’da yazmayı unuttu mu kutuplarda nasıl namaz yapılacağını?
Kutuplara gideceğine, namaz vakitlerini deniz altında, maden ocaklarında araştır bakalım!
Ben ALLAHA ibadete karşı değilim, tam tersine; Yüce ALLAHIN emrettiği gibi her an dua, rükû ve
secde VE SALAT etmenin zaruretini, gerekliliğini anlatıyorum. Ancak Zerdüşt icadı şeyin
Qur’an’da olmadığını ve Hz. Muhammedin de böyle bir namaz yapmadığını, ayaklarına kara sular
inecek kadar, sabahlara kadar Rükû ve Secde ve Dua yaptığını anlatmaya çalışıyorum.
Çünkü bu namaz Hz. Muhammed’den sonra SALAT (vergi) vermemek için sözcüğün kast ettiği
anlamın içeriği boşaltılarak namaz olarak sinsice sokuşturuldu. Ve bugün de imamlara, hocalara
hak etmedikleri halde, hiç bir şey üretmedikleri halde, ekonomiye hiç bir katkıları olmadığı halde,
çalışıp vergi verenlerin sırtından hak etmediği halde maaş alarak devam ettirilen ve Qur’an’da,
İslam’da olmayan bir şey olduğu için üzerinde duruyorum.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
79
Bu adaletsizlikler, bu hokkabazlıklar milletleri 1400 senedir yerlerde gezindirip, başkalarına
muhtaç etmiştir.
Bu, şirk bulaşmış çirkin hatalar insanların üzerine Yüce Allah’ın GAZABINI getiriyor ancak gören
yok!… 1400 senedir göremedikleri gibi…
Yüce ALLAH’IN emretmediği şeyi, ALLAH emretti diye uydurmanın da cezası asırlardır insanların
ayağında prangadır.
Hatırlamak gerekir;
[ De ki “muhakkak ki ALLAH’A (Allah’ın Elçisiyle tebliğ ettiği kurallarına, vahiy’e) yalanla iftira
edenler (ilgisiz anlamlar yükleyenler, yalan yanlış meal-tefsir edenler, şahsa mahsus
yorumlayanlar) felaha, kurtuluşa eremezler. Yunus 69]
Qur’an dilinde aslı RÜKÛ, DUA VE SECDE ve mescitlerin nasıl olacağını, Qur’an’ın lisanı ve
öğretileriyle diğer kitaplarımızda detaylarıyla sunacağız.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
80
Qur’an Ayetlerini Bile-Bile, Göz Göre-Göre Örten Kafirler!
2
[ Kitaptan sana VAHYEDİLENİ OKU ve SALATI (vergi, zekât vermeyi) DEVAM ETTİR (bu cümleyi
‘namazı kıl’ şeklinde kasten yanlış çevirirler). Muhakkak ki SALAT FUHUŞTAN VE MÜNKERDEN
(fahişelikle oluşan sosyal kötülükten, toplumu etkileyecek hastalıklardan) men eder. Ve Allah’ı
zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir. Ankebut 45]
Hemen her ayeti kendi şahsi arzu ve tekke kültürüyle meal-tefsir ettikleri gibi bu muhteşem ayeti
de bilgisizliklerinden perişan etmişler. Bu meal, çeviri kesinlikle yanlıştır, hatalıdır ve ayetin
içeriğindeki konuyla taban tabana zıttır, Qur’an’a iftiradır.
Yani, Yüce ALLAH’IN emri, Qur’an ayeti açıkça örtülmüştür, hem de asırlardır. Oysa bu ayette
de namaz hakkında harf bile yoktur. Baksınlar 1400 senedir bütün Qur’an meallerine!!!...
Ayetin başlangıcı OKU emriyle SALATIN devam ettirilmesi ve fahişeliğin, oluşabilecek
hastalıkların ortadan kalkmasıdır. Ayetin hedefindeki anlam; ortalıkta bolca gezinen fahişeliğin
bitirilmesi, nötralize edilmesidir. Ayetin tamamı bu konuya odaklıdır.
Bu üç sözcük ayetin ana temasıdır;
1) Vahiyi Okumak, öğrenmek, (üstelik ilk vahiy edilmiş mutlak emirdir)
2) Salat etmek (vergi, zekât, muhtaca yardım, genel olarak desteklemek),
3) Fahişelik…
Soralım; ferdi ibadet olan namaz yapılmakla veya dua ile fahişelik nasıl olurda ortadan kalkar?
Dünyada, tarihlerde bunun bir örneği var mıdır? Buna çocuklar bile güler!...
Şimdi anlamak için okusun şu SALAT sözcüğünü namazla takas eden şarlatanlar, Yüce ALLAH’IN
ayetlerini örtenler, kutuplarda namaz çizelgesi arayan hokkabazlar da!...
Yüce Allah’ın kulu ve Elçisi henüz Medine’ye geldiğinde ortalık sarhoş berduşlarla dolu ve
fahişelik en revaçta olan sosyal bir arızaydı. Mekke de Medine’den aşağı değildi. Utancımdan bu
konu hakkında bundan fazlasını yazamayacağım…
Mekke ve Medine’deki kaç şey (!) evleri olduğunu sayarlarsa bu gerçekleri daha açık görürler.
Körpecik kız çocukları bu şey(!) evlerinde hayatın karanlıklarına gömülüyordu, sadece toprağa
değil...
Hz. Muhammed kısa bir zamanda (bunu kaç senede başardı kesinlikle bilemeyiz) 18 veya 20 adet
şey evlerini (randevu) Medine’de bizzat kendisi kapattırdı. Zamanla berduşlar, şarapçılar
yavaştan, hatta sarhoş olarak da mescide gelmeye başladılar. Hz. Muhammedi Medine’de ciddi
şekilde meydanda incittiklerini, dövdüklerini ve diğer ayrıntıları utancımdan yazamıyorum, ‘Nahl
suresi 90’ ayetini anlamak için okusunlar.
Kadın hakları olmayan O toplumda kadın sadece kullanılan ve hemen sokağa atılabilen bir eşya
gibiydi. Günümüzde de farklı değildir. Kadınların, özellikle dul hanımların hayatlarını devam
ettirmek için çalışmaları ve kazanç teminleri, çocuklarına azık vermeleri hemen hemen
imkânsızdı. Yapacağı tek şey istenmeyen O kötü yola girmeleri, tek sermayeleri vücutlarıydı.
Ayetin açıkça anlattığı;
Sen QUR’AN’DAN sana vahiy edileni OKU, öğren ve öğret, SALATI devam et ve ettir ki;
ekonomik sıkıntılardan dolayı fahişelik yapmaya mecbur kalmış kadınları destekle ki bu sosyal
arıza, hastalık saçan çirkinlik kalıcı olarak ortadan kalksın.
Ayet açıkça bunu anlatmaktadır. Yüce ALLAH’IN Zerdüşt namazına asla ihtiyacı da yoktur…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
81
İnandıkları kutsallar adına söylesinler; NAMAZ Ankebut 45 ayetinin neresinde?
Nasıl olurda ALLAH’TAN korkmadan bu ayetleri yanlış ve yalanlarla doldurarak meal tefsir
ederler?
SALAT ekonomi ve bilgiyle toplumun ortaklaşa güçlenmesi, kişilerin birbirlerini kenetleyerek
desteklemesi demektir. Vücudunu satarak kazanç temin eden fahişeliği, yoksulluğun getireceği
her kötülüğü ortadan kaldırır. Günümüzde de ekonomik sıkıntılardan dolayı bu çirkinliği yapanlar
yok mudur? Karnı doyan hanım bu çirkinliğe yönelmez. Ve bu Zerdüşt namazıyla değil, sadece
Yüce ALLAH’IN emri olan SALAT ile, ekonomik güçlenmeyle yapılabilir.
Üstelik İslam’ın ilk 15 senesini ciddiyetle incelersek, bu ayetin gerekliliğini; OKUMAK, öğrenmek,
öğretmek ve SALAT etmenin ne kadar büyük önem taşıdığını daha akılcı yöntemlerle anlarız.
O yüce Resul, bu şekilde yüzlerce hanımı himayesine almış ve onları içinde bulundukları
çirkinliklerden de kurtarmış, topluma kazandırmıştır.
Ankebut 45 ayeti vahiy edildiğinde bilinen Mihraje, Miraç uydurması yoktu ki; miraçla geldi
denen namaz söz konusu olabilsin!?...
Miraç yani namaz yalanlarını uyduranlar Hz. Muhammedin ölümünden sonra da millete
‘peygamber miraca çıktı, sizler için pazarlık yaptı, işte size namaz hediyesi’ şeklinde yutturuldu.
Hadismatik torbalarından çıkarılan uydurulmuş hadislerle de desteklendi ve okuma yazması
olmayan, dinini başkalarından dinleyen insanlar da bu yalanlara alenen inandı ve şartlandı!...
Ankebut 45 ayetinde de bilenen namaz hakkında HARF dahi yoktur. İbadetlerin en muhteşemi
olan SALAT yani vergi, destekleme, yardımlaşmak vb. ön plandadır. Ankebut 45 ayetinde SALAT
sözcüğünü ve içeriğini örterek yerine Zerdüşt modeli namaz yazanlar hesabını iki boyutlu küre
olan dünyada verirler. İki boyutlu küre dünya konusuna birazdan geleceğiz.
Ayetin en önemli vurgusu da ‘Ve Allah’ı zikretmek mutlaka EN BÜYÜKTÜR’ cümlesidir.
Vücutlarını satarak yaşayan hanımları SALAT ederek kurtarmak ve bunu da sadece ALLAH rızası
için yapmak, ALLAH’IN emri olduğu için yapmak elbette ki en ideal, en asil davranıştır. İşte zikir
budur. Mükâfatının da ne olduğunu ben bilemem, O sadece Rahman’ın tasarrufundadır.
[Ve muhakkak ki mescitler Allah içindir. ARTIK ALLAH İLE BERABER BAŞKA BİRİNE DUA
ETMEYİN Cin 18]
Güneşe, bulutlu havada ateşe tapan Zerdüşt namazı bu ayetlerin neresinde?
Şayet SALAT namaz anlamında olsaydı her şeyden önce bu ayetlerin içinde SALAT sözcüğü de
olurdu!...
Bu hokkabazlarda, Zerdüşt’ün aşkıyla yanıp tutuşan mealcilerde, tefsircilerde nasıl bir vicdan
var anlayamıyorum, hem de asırlardır!!!...
Qur’an’da namaz denen şeyin olmadığının Qur’an’la kanıtı;
[ İbrâhîm’e, Beyt’in mekânını (Kâbe’nin yerini) indirdiğimiz (gösterdiğimiz, öğrettiğimiz) zaman:
“Bana hiçbir şeyi ortak koşma! Ve Beytim’i tavaf edenler, kaim olanlar (boyun büküp ayakta
duranlar), rükû edenler ve secde edenler için temiz tut.” (dedik). Hacc 26]
Bu ayette ne SALAT sözcüğü var ne de namazı ima edecek herhangi bir sözcük. Sadece ve açıkça
Rükû, Secde ve Dua var… olması gereken de budur.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
82
İşte mekiklilere kadar uzanmış ve ekseninden Zerdüşt tarafından kaydırılmış ritüel namazın
QUR’AN’DA olmadığının en net kanıtlarından biri.
SORMAK GEREKİR; Kimler neden, nasıl engel olmaktalar, akılcı deha QUR’AN bilimcisi Mahmut
Zamahşerinin keşşaf unvanlı Qur’an meal-tefsir ve açıklamaları neden Türkçeye çevrilmez?
Müslümanlar, İnsanlar neyin yanlış, neyin doğru olduğunu bizzat kendileri okuyarak
öğrenmelidir.
Müslümanlara ve tüm insanlığa armağan ettiği en değerli hazinesi; El-Keşşâf an Hakâikı'tTenzîl ve Uyûni'l-Ekâvîl fı Vücühi't-Te'vîl dir.
Yaşadığı devirde, halkı sömürmek için en kestirme ve etkili senaryoların sahipleridir ki kaderciliği
oynayan şarlatanların ret ettiği bu akılcı bilim insanını rahmet ve minnetle anıyorum. QUR’AN’I
Arapçadan Arapçaya meal-tefsir eden AKILCI dehadır. Keşşafın hiç bir tadilata veya revizyona
uğratılmadan hemen Türkçeye tercümesi şarttır ve çok gereklidir.
Ben bizzat İngilizcesini birçok yabancı bilim adamının elinde ve ciddiyetle okuduğunu gördüm.
Türkçe hariç birçok dillere de çevrilmiş bu İngilizce QUR’AN “Al-Qur'an ma'a tafsir al-kashshaf
'an haqa'iq al-tanzil by Zamakhshar, Mamd ibn Umar, 1075-1144; Lees, W. Nassau (William
Nassau), 1825-1889” 1856 da yayınlanmış. 2015 de Müslümanların çoğunun haberi bile YOK!!!.
Zemahşeri der ki; İlim insanı fenalıklardan koruyan babadır. Takva da; kendisine sığınanı
bağrına basıp saklayan anadır.
Şiirlerinden kısa bir örnek;
Dünyada tefsirler sayısız çoktur,
Yemin olsun içlerinde Keşşaf’ım gibisi yoktur.
Hidayet ararsan onu okumaya koyul,
Cehalet gibi dert, Keşşaf gibi şifa yoktur.
Elbet deki Emevi Abbasî fasıklarının soyu da bu akılcı deha bu bilim adamını ret etmişler,
dolasıyla alçak sürünmeye devam!!!...
Mahmut Zemahşeri hazırladığı Qur’an tefsirine keşşaf unvanını layık görmüş… ancak
keşfetmeye, icat etmeye düşman olanlar da bu dehayı dışlamışlar… hem de asırlardır…
Yazık, çok yazık!!!...
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
83
İSTİSNASIZ BÜTÜN DÜNYA MÜSLÜMANLARINA
SİYAMU (ORUÇ) HAKKINDA SORULARIMIZ...
Qur’an’ın emri ve kurallarını açıkça öğrettiği RÜKÛ, SECDE VE DUA olarak Zerdüşt namazıyla
takas edenlerin hokkabazlığını ve Miraç (Mahraja, Mihraje) yalan ve iftirasını son 50 sayfada
açıkladık… Yüce ALLAH şahittir ki ödevimizi mümkün olduğu kadar açıklıkla ifade ederek ve bunu
da sadece Yüce ALLAH’IN rızası için 60 senelik, 47 ülkedeki ciddi seviyelerde bilimsel
araştırmaların birikimleriyle yaptık. Her insanın anlayacağı seviyeye de getirmeye çabaladık.
Hata etmişsek affımızı, hak etmişsek mükâfatını da sadece Yaratanımdan dileriz.
Soralım, Dünya Müslümanlarına… bütün insanlığa soralım;
1. Kuralları bilinerek yapılan, ferdi ibadetlerin en görkemlisi, en muhteşemi, en bilgece olanı,
epifiz bezine en aktif işlerlik kazandıran Siyamu, Savum (Farsçası oruç) kutuplarda, uzay
istasyonlarında, maden ocaklarında, deniz altında nasıl yapılabilir?
Bütün bu sıraladığım her yer Yüce ALLAH’IN mülküdür… Bu evrende yapılacak bilimsel herhangi
deney ve ibadet için herhangi bir yer, diğer her hangi bir yer kadar müsaittir.
Farsça ‘oruç’ aç kalmak demektir. Oysa Muhteşem Qur’an dilinde Siyamu, Savum insanın
kendine her konuda ancak bilinçli olarak hakim olması, arzularını, nefes almak hariç her ihtiyacını
kontrol etmesi, susması-konuşmaması, fiziki ve ruhsal arınması, düşünmesi, okuması demektir.
İki tanım arasında çok ciddi farklar vardır.
Qur’an’da olmayan namazın kutuplarda çizelgesini arayan Zerdüşt’ün taifesinden hokkabaza da
soruyorum; Savum (Farsçası oruç) kutuplarda, uzay istasyonlarında, maden ocaklarında, deniz
altında nasıl yapılabilir?
Hani bilmem neyin profesörü ilahiyatçıydınız, hani alimi-ulemaydınız? Cevap!!!...
2. Atamız Hz. Âdemin torunları nasıl oldu?… Bu insan nesli nereden, nasıl türedi? Çok iyi
biliyoruz ki Qur’an Hz. Âdemin iki oğlu olduğunu yazar, kızları olduğundan söz edilmez.
3. Hz. Musa’nın üst bilgiler öğrenmek için eşlik ettiği KUL (Hıdır-Hızır veya yeşil diye lakap da
takıverdiler) suçsuz genç çocuğu neden öldürdü ve kendini de neden haklı çıkardı?
Şarlatanlık yapmadan, kelimelerle oynamadan, rivayetmatik uydurma hadislere değinmeden,
Yüce ALLAH’IN Qur’an’ına iftira etmeden; AKILLA ve sadece bilimsel metotlar, kanıtlar ve
matematiğin, genetik bilimlerin lisanı ile cevabı olan var mıdır bu gezegende?.
Bizim var!... Yüce Allah’ın izinliyle Ta-Ha ve TUVA kitabımızda bilimin disiplini, kuralları ve
lisanıyla açıklıyoruz; sadece ALLAH rızası için… biz bu kitaplarımız parayla satmıyoruz, Yüce
ALLAH’IN ayetleri parayla satılmaz…
Ancak, haddim olmayarak hatırlatmak isterim, Yüce ALLAH’IN öğreti ve kurallarını içeren
QUR’AN’I (Kenger-Sümercesi Kabari Nizaam yani evrensel nizam demektir) paraya tahvil
edenler, şahsi menfaatleri uğruna kullananlar bilmelidir;
BU KISACIK SONLU OLAN HAYATIN SONU OLMAYAN TARAFI DA VAR!!!…
HEM DE ÇOK YAKIN!...
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
84
Muhteşem Qur’an’da Olmayan Teheccüd Namazı!...
Asırlardır çok büyük bir bölümü, bütün Qur’an mealleri hata üstüne hata, ihanet üzerine
ihanetlerle doludur. Müslümanların üçüncü sınıf olmalarının temelinde bu şirk tuzakları
yatmaktadır. Ben fukaranın asıl amacım; Müslümanları QUR’AN’A uyandırmak, diğerlerine de
QUR’AN’IN enginliklerini, AKILLARINA hitap ederek açıklamaktır.
Israrla ve yine tekrarlıyorum; QUR’AN’I fen bilimcileri, matematikçiler, fizikçiler, felsefeciler,
Sanskritçe, Sümer dilleri uzman ekipleri meal-tefsir etmelidir, sokak Arapçasıyla, kafasında Hint
sarığı, sırtında karanlık cüppeliler değil…
[ Ayrıca sana özgü olarak gecenin bir kısmında da Qur’an okumak üzere uyan! Rabbinin seni
güzel bir makama ulaştırması UMULUR. Isra 17] ‘Qur’an okumak üzere’ ifadesini ‘namaz kıl’
şeklinde çevirdiler ve asırlardır QUR’AN’A iftira ettiler…
Şayet varsa(!) inandıkları kutsal değerleri adına biri bana söylesin, bu ayetin neresinde namaz
var? Ayette ne namaz, hatta ibadet kelimesi dahi YOKTUR… Sadece NET, KESİN ‘uyan ve Qur’an
oku’ emri vardır…
Benim net tespitimle bu Ayet; gecenin tepe noktalarında epifiz bezi en yüksek seviyede
melatonin üretir. Hz. Muhammedin vahiyle öğrendiği QUR’AN ayetlerini ve içeriklerini ne sağlıklı
şekilde ancak bu yüksek melatonin etkisiyle tekrar ederek hatasız öğrenebilir ve bir tek harfini
dahi unutmadan hafızaya kayıt eder ve en yakın arkadaşlarına öğretmesi içindir. Bu NET-KESİN
emir, vahiyle programlanan bilgilerin hafızaya eksiksiz kayıt edilmesi içindir.
Neden gece uyan denildi?
Çünkü günlük meşgaleden, etraftaki gürültüden, olumlu veya olumsuz olaylardan uzak, sakin ve
yüksek melatonin ürerken Qur’an öğrenmesi, bir tek olsun harfinin dahi aksatılmadan hafızaya
kayıt edilip insanlara, insanlığa tebliği içindi.
Çünkü hem kendisi, hem etrafındaki insanların pek çoğu okuma yazma dahi bilmiyorlardı.
Çünkü Kureyş lehçesiyle vahiy edilen Qur’an’ı tam olarak anlayamıyorlardı.
Çünkü ‘sadece sana özgü olarak’ denmektedir. Soralım; ‘fe tehecced’ sözcüğü ne zamandan beri
namaz demek oldu?
Bu şarlatanların sapıklıkları asırlardır insanları yerlerde gezindirmektedir… Oysa ‘teheccüd’ gece
uykudan uyanmak demektir.
ALLAH’TAN korkmaz, utanmaz fasıklar! namaz Isra 17 ayetinin neresinde?
Şayet ‘SALAT’ namaz demekse, neden Isra 17 de SALAT sözcüğü YOK?
Günümüzde de yapılan namaz her tarafıyla şirkle doludur ve bu şekilde namaz, ibadet
QUR’AN’DA YOKTUR ve Hz. Muhammed de bu şekilde namaz yapmamıştır ve yaptırmamıştır.
İnsan ve ALLAH arasına hiçbir şey, hiç bir kimse giremez, girmemelidir.
Birisi çorap isterken bir diğer insan ev ister veya evlenmek ister veya af diler veya bilim ister. Bu
ferdi olarak şahsa mahsustur ve imamın, hocanın, herhangi bir kılavuzun arkasında veya
önderliğinde ibadet yapılamaz. BU ALENEN ŞİRKTİR.
Bugünkü namazı insanları kontrol etmek ve haksız kazanç sağlamak için icat ettiler ve
geliştirdikçe de geliştirdiler ki; daha çok kazanç ve millete daha köklüce hakim olmak için.
Açıp adam gibi okusunlar Yüce ALLAH’IN Vahyi Qur’an’ı; [ De ki: "Ben de sizin gibi bir insanım;
Tanrınızın bir tek Tanrı olduğu bana vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa İYİ İŞ
YAPSIN (kendine, ailesine, insanlığa faydalı çalışmalar, icatlar, kesifler, üretimler, yardımlar) ve
Rabbine (yaptığı, yapacağı) İBADETE HİÇ BİR KİMSEYİ ORTAK ETMESİN." Kehf 110 ]
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
85
[Ve muhakkak ki mescitler Allah içindir. ARTIK ALLAH İLE BERABER BAŞKA BİRİNE DUA
ETMEYİN Cinn 18]
[RABBİNİZE YALVARARAK VE GİZLİCE (gizli yerde) DUA EDİN. Muhakkak ki O, haddi aşanları
sevmez. A’Raf 55]
[O, GİZLİ YERDE (fısıltı seviyesinde, mütevazilikle) SESLENEREK, RABBİNE NİDA ETMİŞTİ. Meryem 3]
[Ve sabah ve akşam vakitlerinde Rabbini nefsinde (kendi kendine), KORKARAK, ÜRPEREREK VE
YALVARARAK, SÖZÜN SESLİ OLMAYANI (sessizce, açıkça olmayanı) İLE ZİKRET. Ve gâfillerden
olma. A’Raf 205]
Daha açık nasıl anlatılır?!...
Bu 5 ayet gerçek manada İNSAN İNSANI, ideal KUL modelini ve gerçek ibadeti açıklamaktadır…
Namaz bu ayetlerin neresinde? Bu ayetlerin hiç birinde SALAT sözcüğü de geçmedi!!!...
Asırların şarlatanlarına sormak gerekir; hani SALAT namaz demekti?
Resulün ölümünden kısa bir zaman sonra namaz ritüelini halkı sömürmek ve kontrol edebilmek
için dine direk yaptılar. Resulün sağlığında kaybolan saltanatlarının en azından bir kısmını
kurtarmak gerekiyordu. Bu kaosun başlangıcıydı ve Emevi Abbasî fasıkların ayak sesleriydi.
Günümüzde de insanlar kendileri okumadıkları için pembe pembe masallarla şartsız tartışmasız
inanırlar ve şartlanırlar. Bu Stockholm sendromu hastalığına yakalanmış, dinlediği adama
ALLAH’TAN daha çok bağlanmış şirk içinde bocalayan, birbirlerini boğazlayan kitleler
oluşturmaktadır..
Yüce ALLAH bu nedenle ‘Hacca turistik gezi için gidin’ demiyor ‘söyle onlara sana gelsinler’
dinlerini bir tek merkezden, QUR’AN’DAN öğrensinler demektedir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
86
Muhteşem Qur’an’ı, Tevrat ve İncili Anlamak İçin Okumak
Tartışmasız İlahi Emirdir…
Asırlardır insanlar ne amaçla Qur’an meal ve tefsir yaptı gerçek niyetlerini kesinlikle bilemeyiz.
Mutlaka dinine ve insanlığa hizmet etmek en başta gelen hedefleriydi diyelim…
Ancak bilmediği konularda sözcüklerin gerçek anlamlarını saptırmak, insanlara saplantı
bulaştıran sözcüklerle kendi şahsi fikirlerine esir etmeleri, insanlar arasında ayrılıklar,
düşmanlıklar oluşturmaları da affedilemez hatalardır. Bilgisinin yetmediği yerde susmalı veya
bilmediğini de açıkça, mertçe itiraf ederek, genç nesilleri saplantı sendromuna düşürmemeleri
gerekirdi.
Başkaları mikro ve makro evrenleri keşfetmeye çalışırken, bunların hala Zerdüşt namazıyla
ALLAH’IN gazabının üzerlerinde olduğunu görmemeleri anlaşılır gibi değildir!...
Sorumlu olduğum için bu kısacık örneği genç nesillere aktarmak için yazmak zorundayım;
[ Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her bir başağında yüz adet tane (tohum) olmak
üzere, yedi başak veren bir tek tohumun hali gibidir. Allah, dilediği kimse için kat kat artırıp
verir. Ve Allah Vasi’dir (Vasi; Allah’ın sonsuz gücünü, ilmini ifade eder), Alim’dir. Bakara 261]
Daha önce yazmıştım, QUR’AN fen bilimcileri tarafından meal-tefsir edilmelidir. Yaşadığı
kasabadan dışarıya çıkmamış, tekke Arapçasıyla da QUR’AN meal eden şahıslar bu ayeti nasıl
anlar? Kuyunun dibindeki kurbağa gökleri nasıl görürse, o da o çerçevede yazar çizer!...
Elbette ‘Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu’ cümlesi, SALAT ve içerdiği MAUN yani
vergi-zekât, muhtaca destek görevini en geniş, en NET emirle tanımlar.
Oysa bu ayetin bana açıkça anlattığı, benim de açıkça anladığım çok başka değerler vardır; Bir
tek tohumun 700 tane tohum verebileceğinin genetik formüllerine ulaşmaktır. Ayet bunu
açıkça belirtmektedir. Bu yüksek matematik içeren ayet dünyada açlığın sonunu getirecektir.
Benim sorunum şudur; 1400 senedir hiç bir mealci, tefsirci bu en önemli konuyu anlayamamış,
hatta değinmemiş bile ve Qur’an yazmış, Cennetten parseller satmışlar!…
Ben fukara ALLAHIMA Hamd ederim anadan dogma fizikçiyim, biyofizikte Lab deneyimlerim
sınırlıdır. Genetikçi de değilim, üstelik çok yaşlandım, ömrüm yeterse üzerinde çalışmaktayım.
Ancak hayatımda en çok korktuğum üç ayetten birisi; [ İndirdiğimiz açık delilleri-kanıtları ve
hidayeti (üst bilgileri) biz Kitapta insanlar(ın menfaatleri) için açıkça beyan ettikten sonra (kendi
şahsi çıkarları, bilgisizce yanlış anlamlarla veya hainliklerinden dolayı) gizleyenler (var ya), işte
onlara hem Allah lanet eder, hem bütün lanet edebilenler de lanet eder. Bakara 159]
Bu nedenle sorumluyum ve bu ön bilgiyi saklamadan açıklamalıyım. QUR’AN’A şartsız,
tartışmasız, matematik disiplinle, bilerek inanan bir bilimci olarak; Genç bilimcilere bu çok
hassas bilgiyi de bildirmek asli ödevimdir. Bu ayeti hokkabazların meal tefsirlerinden değil,
kelime, kelime Qur’an meallerinden bizzat kendileri araştırsınlar. Her bir kelimenin KengerSümer ve Sanskritçe, Babil dillerindeki enginliklerine kadar girmelidirler. Bu muhteşem bilgi ciddi
bir ekiple yapılacak çalışmadır. Bu ayet yüksek matematik içermektedir. Yüce ALLAH şahittir;
ben de bu bilgiyi saklamadan, sadece ALLAH rızası için şu anda bildirmekteyim. İnsanlığa
ALLAH rızası için hizmetin gereğidir ki, bu formül dünyada açlığın sonunu getirecektir.
Bu muhteşem bilgiyi bize nasip eden Rabbime Hamd ve Sena ederim. Bu konuda çalışacak her
bilimcinin de önünde kemali hürmetle eğilirim. Bu formülü araştırmak ve sonuçlandırmak her
gerçek Müslüman bilimcinin asli, en asli görevidir ve tartışmasız sorumludurlar!…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
87
Kısa Özet;
Hz. Muhammedin insanüstü muhteşem görevi, kimliği ve buraya kadar değindiğimiz konuların
kısa, ancak kapsamlı özetini yine Muhteşem Qur’an’dan öğrenelim; [ De ki: "Ben de sizin gibi bir
insanım; Tanrınızın bir tek Tanrı olduğu bana vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı arzu
ediyorsa İYİ İŞ YAPSIN (kendine, ailesine, insanlığa faydalı çalışmalar, icatlar, kesifler, üretimler,
yardımlar) ve Rabbine (yaptığı, yapacağı) İBADETE HİÇ KİMSEYİ ORTAK ETMESİN." Kehf 110 ]
Dikkat etmek gerekir;
1)
Ayette “hiç kimseyi” dendi, ‘hiç bir şeyi’ denmedi. Bu, ‘kimseyi’ sözcüğü canlı, yani
insan demektir ki, bunun adı da imamdır. Bir başkasının önderliğinde, imamlığında ne
ibadet edilir ne de böyle bir şeye tavassut edilebilir. Her insan kendinden
sorumludur… Benim, Yaratan ALLAHIMA ne talepte bulunacağımı imam nasıl bilebilir
veya niye bilsin ki? Onun görevi hak etmediği haram para, maaş!!! Bu hokkabazlık
papazların icat ettiği günah çıkarma senaryosudur.
2)
Ayette SALAT da denmedi!. sadece ‘bi ıbâdeti’ denildi. Açıkça Rükû, Secde ve Dua,
yani talep etmek denmektedir…
3)
Qur’an dilinde ibadetlerin en muhteşemi de, TOPLUMA, insanlığa, doğaya,
başkalarına, gelecek nesiller için de faydalı olan çalışmalar yapmaktır.
4)
Kutuplarda namaz araştıracağına, önündeki bilimle ilgilenseler, adam olacaklar.
Çalışmanın, üretmenin, icat etmenin, keşfetmenin, kendine ve insanlığa faydalı olmanın ALLAHA
ibadetin en önemli organik parçası olduğu daha açık nasıl anlatılır?
Çünkü; ‘Faydalı iyi iş yapsın ve Rabbine ibadete de kimseyi aracı ve ortak etmesin’ sözcükleri
bir biri ardına aynı cümlede ve anlatılmak istenen konuyu tek hedefe getirmektedir.
Hz. Muhammed hiç kimseyi arkasına alıp, günümüzdeki gibi topluma namaz yaptırmamıştır.
Bunu söyleyen her fert QUR’AN’I inkâr etmekte ve ALLAH Resulüne iftira etmektedir.
Hz. Muhammed insana, insanlara toplumuna nasıl Rükû, Secde ve Dua edileceğini, daha önce
yapılan Zerdüşt namazına asla benzemeyen bu nezih ibadeti öğretmiştir. Her fert kendisi,
kendisine ait, şahsına ait olan duasını, talebini, isteklerini sessizce ve Rükû ve secdeyi
yapmalıdır. Bir başka insan (imam) bunu başkası adına yapamaz. Bu adet İslam öncesi
Mekkelilerin para kazanmak için yaptığı Zerdüşt namazıydı. Aksini düşünen ve yapanlar; İnsan ve
ALLAH arasına aracı KİMSE koymaktadırlar, bu da şirktir.
Çünkü; yüce ALLAH Qur’an’da açıkça öğretmişken, Hz. Muhammed nasıl olurda insan ve ALLAH
arasına girerek imam veya aracı olabilir? Cevabı olan var mıdır? Kehf 110 ayeti açıkça yazmıştır.
Çünkü duada (namazda) Qur’an ayetleri de okunamaz. Qur’an’da öğretilmiş dua ayetleri
okunabilir ve anlamları da bilinerek okunmalıdır. Aksini yapmak aleni şarlatanlıktır. Bugünkü
bilinen namaz İslam’da ve Qur’an’da YOKTUR ve asiliklerle doludur. Benim yerime imam nasıl
olurda ALLAHIMA ricada bulunabilir, benim af edilmemi sağlar? Bu düşünce sapıklığı günah
çıkaran papazlıktan ithal edilmiştir. ALLAH AKIL diye bir hazine vermiştir… Kullanmayanlar için
de; [ Ve Allah AKLINI kullanmayanların üzerine pislik verir. Yunus 100]
Emevi Abbasî torbalarında uydurulmuş rivayetinde rivayeti yalanlarla asırlardır bu insanlar
tarumar edilmiştir. Bunu, Arap olmayan Kureyşli Hz. Muhammed’e olan düşmanlıklarından
yapmışlardır. Tarihleri adam gibi okusun ve anlasınlar… Toplu olarak RÜKÛ, SECDE VE DUA
yapılmalıdır ancak bunun usulünü QUR’AN açıklamıştır ve gelecek kitabımda bunun detaylarını
Rabbimin izniyle her detayını açıkça yazacağım. Bunu da maddi kazanç değil, sadece Yüce
ALLAH’IN rızası için yapmaktayız.
Altıgen konumuza çok geniş alanlarda çalışarak devam edelim;
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
88
DÜNYANIN UYDUSU AYDA ALTIGEN KRATER
Biliyoruz ki Dünyanın uydusu Ayda atmosfer yok denecek kadar azdır, fırtınalar oluşmaz ve
plazma boşalması yapacak hiç bir etki de tespit edilememiştir. Uydumuz Ayda bu altıgen
görüngüyü nasıl açıklarız?
Okyanus derinlerinde bulunan ALTIGEN desenli antik bir canlıya ait bu fosilin 10 milyon yaşında
olduğu tespit edildi.
Yine Hint okyanusunda bulunan bir canlıya ait beşgen bir fosil. Yaşı 10 milyon seneden de fazla.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
89
Tuz çölünde kısa zamanda kuruyan yağmurun oluşturduğu ALTIGENLER.
Bolivya Salar De Uyuni tuz çölünde doğal şekilde oluşan ALTIGENLER
Bolivya Salar De Uyuni tuz çölünde yağmurun hemen kurumasıyla doğal olarak oluşan ALTIGENLER
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
90
ASIRLARDIR FELSEFEDEN, BİLİMDEN KAÇMIŞ
ŞİRK TUZAKLARINDA UYUYANLAR…
Mütevazı kitabımıza henüz başlarken Arapça ve QUR’AN hakkında bilinmesi gereken bir kaç
detayı kısaca açıklamalıyız. Kimseye sataşmıyorum, kimseyi tenkit de etmiyorum… Okuyucularım
eminim ki anladılar saf olan amacımı; gençlerin ve insanların doğruları bilmesini, Bilimin
tökezlememesini, daha iyi bir dünya kurulmasına katkıda bulunmak için yazmakta ve
çalışmaktayım. İnsanoğlundan hiç bir beklentim de YOKTUR…
Çünkü yanlış din bilgisi sadece olması gereken karakterini ve yaşam kalitesini düşürmekle
kalmıyor, bilimi de tökezletmektedir. İnsanlar sadece ve sadece bilimsel çalışmalar ve
yeniliklerle adım atabilirler… Tekke köşelerinde tesbih çekmekle ilaç da icat edilemez, imal da
edilemez… Sadece gâvur dedikleri insanlardan satın alınır!... Bu da kişiliksiz, tembel,
şahsiyetsiz, başkalarını taklit eden toplumlar üretir…
Çok kısa bir gezintiden sonra ‘altı günde’ yaratılmanın gizemlerine devam edeceğiz. Bu kısacık
konuyu anlamadan ALTI GÜN - ALTIGEN gerçeğine kararlıca, bilgece ulaşamayız. Bu birkaç
sayfayı da layıkıyla analiz etmemiz gerekmektedir.
Her doğru bilgi, kendisinden önceki yanlışın üzerine oturur. Yanlış olmasaydı doğru dediğimiz
erdemin hiç bir anlamı olamazdı. Her an gündüz olsa, gece sözcüğünün ne anlamı olabilirdi?
Yüce ALLAH yarattığı insana önce isyan duygusunu programladı. Bu nedenle yasak olan meyve
yenildi. Atamız Hz. Âdem yaratıldığında “ALLAHIM teşekkür ederim, iyi ki beni yarattın, ne
güzel bir dünya yaratmışsın, bana hanım da verdin, bunlar harika şeyler, Sana çok teşekkür
ederim” filan demedi… İlk yaptığı icraat isyan edip yasağı çiğnedi ve o şeyi (*) yedi…
Yüce ALLAH insana önce isyanı ve sonra itaati programladı. Çünkü ilahi bir program olan İblisle
akran olarak yaratıldık… (**)
Bu açıklamalardan, QUR’AN delillerinden sonra derim ki; Ey ömründe bir kez olsun ‘la ilahe
illallah Muhammed Resulullah’ diyen her insanın cennete istediği kapısından gireceği yalanıyla
asırlardır uyuyanlar!!!.. uyutanlar!!!.insanları aldatanlar!!!...
İyi dinlesinler şayet kulaklarında ağırlıklar yoksa,
İyi anlasınlar kalplerinde örtüler yoksa,
İyi okusunlar gözlerinde perde yoksa,
[Yoksa siz; sizden öncekilerin başına gelmiş O dehşetengiz sıkıntıları başınıza gelmeden
hemencecik cennete girivereceğinizi mi ZAN ettiniz? Onlara öyle yoksulluklar, öylesine dehşetli
sıkıntılar gelmiş ve öylesine sarsıntılara uğramışlardı ki, nihayet Resul ve beraberindeki AMENÜ
olmuş (bilerek, bilinçli olarak inanmış) olanlar bile ‘Allah'ın yardımı ne zaman?’ diye (ıstırap
içinde sitem edecek) kadar daralmışlardı. Bilesiniz ki, Allah'ın yardımı pek yakındır. BAKARA 214 ]
Ayetteki;
‘ve ed darrâu’ ifrat derecesinde darlık, zarar, sıkıntı, felâket.
‘el be'sâu‘ çok şiddetli belâ.
‘ve zulzilû’ çok şiddetli deprem etkisi gibi sarsılmak anlamlarındadır.
Sormazlar mı O maskara uydurma RİVAYETMATİK hadis dincilerine? ALLAH Resulü fosur, fosur
yumuşacık halıların üzerinde mi ibadet etti, dua etti? ALLAH Resulü klimaların altında mı dua etti
O öldürücü çöl sıcaklarında?
(*) O şey elma veya armut değildir, O şeyin ne olduğunu biliyorum ancak bu kitabın konusunun çok dışındadır… ‘Hz. Âdem’in torunları, nesli
nasıl oldular?’ kitabımızda açıklayacağız.
(**) şeytani ayetler gerçeği ve Kehf Yedi uyurlar, evrende zaman ve hayat 1 ve 2 numaralı kitaplarımızda daha geniş açıkladık.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
91
Sormazlar mı, taklit, Resulün yaptığını yapmak, yapmadığını da yapmamaktır ki bu aleni maymun
taklitçiliğidir…
ALLAH Resulü hiç aspirin ve antibiyotik kullanmadı, arabaya da binmedi! Onlar neden kullanırlar
ki?
ALLAH Resulü genç yaşta henüz peygamber olmadan da önce kendisinden 20 yaş büyük ve dul
bir hanımefendiyle evlendi… Bu cinsi sapık madrabazlar neden 8-10 yaşındaki kız çocuklarıyla
kendisi 70 yaşındayken parayla satın alarak evlenebilir? Bunu hangi vicdan, hangi kitap meşru
kılmaktadır? Bunun adı sapıklık değildir de nedir?...
Asırlardır bunlar mı doğruyu yapıyordu da ben anlayamadım ve kâfir oldum, yoksa asırlardır
onlar mı şatafatlı yalanların, yanlışların, sayısız şirk tuzaklarının içinde sınıf geçemiyordu? Yerler
ve gökler ve aralarındaki varlıkları da kendilerine güldürüyorlardı?
Bırakalım da doğru olana Muhteşem QUR’AN karar versin…
Neden asırlardır Müslümanlar dördüncü sınıf milletler olmuş ve hala O cehenneme bilet
kestikleri gâvur dedikleri milletlerin kölesi oluyorlar, sokaklarını temizliyorlar, O gavur dedikleri
insanların ülkelerinde yaşamak için canlarını da veriyorlar? Fakat, ALLAH’IN kitabını anlamak için
okumuyorlar, QUR’AN ne diyorsa üstelik tam tersini yapıyorlar!… kendi ülkelerini daha
imrenilecek vatan yapmıyor, hazıra konarak gidip başka yerlerde yaşamayı yeğliyorlar… sonra da
‘ben Müslümanım, cennet bizimdir’ diye çığırıyorlar!!!... şaşılası şey!....
Erken gençliğimde Maden kasabasında ‘hava raporları düzenlemek günahtır, değildir’
kavgasında bir insan öldüğünü duydum ve O zaman kesin karar vermiştim, hayatıma da mal olsa
bu virüsün kaynaklandığı esas nedenleri mutlaka bulmalıydım… Rabbime Hamd ve Sena ederim
ki 70 senden sonra bulduk…
Müslüman dünyası kuracağımız bilim ekibinin yazdıklarını adam gibi okuyup, öğrenip ve
QUR’AN’IN açıkça öğrettiği gibi İNSAN İNSANI olacak, ya da;
[Gökleri ve yeri gerçekten Allah'ın yarattığını görmedin mi? O DİLERSE SİZİ YOK EDİP SİZİN
YERİNİZE YEPYENİ BİR HALK GETİRİR. İbrahim 19]…
Uydurulmuş dinin, rivayet safsatalarının peşinden gidenler bu ayeti (İbrahim 19) iyi bellesinler…
Bu apaçık ayet hakkında başkaca açıklama yapmak ne haddime!...
Bu ayetin SES tonu iliklerime kadar korku salar…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
92
Rükû, Dua ve Secde’de (namazda) Her Qur’an Ayeti Okunamaz!...
Bu sayfalar, Qur’an’da yani evrensen nizam olan İslam dininde namaz denen şeyin olmadığının,
olamayacağının, sadece Rükû, Secde ve Duanın var olduğunun net kanıtlarını içermektedir.
Her Müslümanın öğrendiği ilk sure; İhlas suresidir. Sadece birinci ayeti alacağım ve bana doğruyu
açıklayacak insanın da kölesi olacağım.
Namaza (yani ibadete, duaya) başlarken ne yapılır? Önce besmele, abdest, niyet, ALLAHIM sana
yöneldim ve sadece sana ibadet ederim, yani niyet ve Süphaneke yani Allah’ı yüceltme duası ve
Fatiha suresi… Buraya kadar harika? En çok huşu içinde zevk aldığım kısımdır…
Arkasından da 4 ayetli İhlas suresi okunur…
Bakalım İhlas suresinin ilk ayeti ne diyor; [ Kul huvallâhu ehad ]
Anlamı; “De ki O Allah, Tek'tir”… (*)
Şimdi, asırlardır gâvurlara cehennemin biletini verenler, Zerdüşt namazını Allah buyruğu diye
millete yutturanlar dinlesinler; Yüce ALLAH insanlara Resulü vasıtasıyla bu surede öğretiyor ‘De
ki O ALLAH Tektir’, biz de her duada (namazda) Yüce ALLAHA huzurunda diyoruz ki “De ki O
Allah Tekdir” !!!. hoppalaaaaaaa!!!...
Bunun neresi ibadettir, bunun neresi dindir? Bu nasıl bir maskaralıktır?
Yüce Allah QUR’AN’LA bana öğretiyor ben de iade edercesine Yüce ALLAH’A namazda diyorum
ki; ‘bak ALLAHIM de ki O ALLAH Tektir haberin olsun’ diye… Bu nasıl bir namazdır, bu nasıl bir
ibadettir diye senelerimi harcadım… şaşılası şey; bu hatayı Araplarda asırlardır yapmaktalar!…
Duada (namazda) anlamını da bilmeden Qur’an’dan ayetler okuyanlara göklerdekiler haşa ve
haşa “ALLAH’LA dalga mı geçiyorsunuz” demezler mi?
Asırlardır kimse çıkıp ta bunun gerçeğini açıklayamamış ve hala yanlışın da üzerine yanlışlar
bindirilir ve insanlar karanlıklara sürüklenmektedir. Şaşılası şey!. Araplar da dahil!!!..
Nasıl olurda namazda Kevser suresini okur ve Yüce Allaha [ Muhakkak ki Biz, sana Kevser’i
verdik. O halde Rabbin için SALAT et ve kurban kes. Muhakkak ki sana (nesli kesik diye)
buğzeden, o kendisi ebterdir (soyu kesiktir). Kevser 1-3] diyebiliriz? Bunun neresi ibadettir?
Hani nerede Arapça uzmanları, Arap dili edebiyatçıları… (sesleri pek çıkmasa da adam gibi adam
olanlarını elbette tenzih ederim)… Nerede ‘ben falan-filan bilmem neyin profesörüyüm’ diye
çığıran şarlatanlar? Bu, karanlıklarda kalmış ve insanları ateist yapan sorulara tatminkâr
açıklamalar getirmek zorundayız.
Dua ederken (namazda) yüce ALLAH’A nasıl olur da ’De ki O ALLAH Tektir’ denir? Veya
‘Muhakkak ki Biz, sana Kevser’i verdik’ denir. Bu ne çirkin bir maskaralıktır? Üstelik Yüce
ALLAH’A emir verir gibi ‘Gul, de ki’ denmektedir.
Asırlardır kimse çıkıp diyememiş ki dua da (namazda) Fatiha’dan sonra en çok;
[Rabbi Zid-ni ilma. Ta-Ha 114] ayetini okuyun…
Anlamı “RABBİM, ARTIR ZİYADESİYLE İLMİMİ-ANLAYIŞIMI” demektir…
Fakaaaaaat!!!.. İlim, bilim, icat etmek, keşfetmek, imal etmek, ilaçlar icat edip insanlığa faydalar
sağlamak, üretmek gâvurların(!) işidir değil mi? Müslümana tekke köşelerinde huuu çekmek mi
yaraşır, uyumak mı, yoksa yabancıların sokaklarını temizlemek mi yaraşır!!!…
(*) Baksınlar meallerin en az %80i ‘Allah birdir’ diye yazarçizerler. Bu kesinlikle yanlıştır, ALLAH bir veya iki filan değildir, ALLAH EŞSİZ TEK
OLANDIR. BİR başka, TEK başka kavramlardır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
93
Oysa Yüce ALLAH QUR’AN’DA; [Yapmakla mükellef olduğun herhangi bir işi bitirdin mi; O
halde, BOŞALIR BOŞALMAZ HEMEN KALK VE YENİ BİR İŞE KOYULUP ÇALIŞ! İnşirah 7]
Durup dinlenmenin bile yasaklandığı bir QUR’AN ve asırlardır uyuyan ve ‘ben Müslümanım’ diye
çığıranlar!!!....
Duanın (şimdilik bunu Namaz sözcüğü ile mukayese etmek için parantezler içinde
kullanmaktayım) esası, temel felsefesi sadece ve sadece Yüce ALLAH’A bilinçli olarak rükû, secde
ve yalvarmak, dua etmek, talep etmek değil midir? İnsan, her yerde, her an dua (namaz)
yapabilir, yapmalıdır, yani dua edebilir, etmelidir.
Kanıtı; [Onlar ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve
yerlerin yaratılışı hakkında düşünürler (bilimsel alanlarda enginliklere girer) ve derler ki "Ey
Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen Subhan'sın (eksiksiz, noksansız, mutlak tamsın),
artık bizi ateşin azabından koru”. Ali-İmran 191]
Yazıklar olsun onlara ki evrensel nizaam olan bu yüce QUR’AN’I ne hale getirdiler. Halk, ilimbilim öğrenirse şeyhin, tarikatın saltanatı çökecek korkusuyla asırlardır kendi menfaatleri için
boşluklar içindeki insanları karanlık uçurumlara sürüklediler. Çünkü halkın gözü açılacak,
öğrenecek neyin doğru, neyin yanlış olduğunu da bilerek bilecek…
Sadece duada (namazda) ve anlamını bilerek okunması gereken ayetler vardır. Diğerleri duada
okunmamalı, ancak QUR’AN’IN tamamını mümkün olduğu kadar sıklıkla ve kesintisiz her insan
kendi lisanında da okuyup anlamalı, anladığını da yaşamalı ve yaşatmalıdır.
Haşa; Yüce ALLAHA huzurunda nasıl olurda ‘Gul, kul’ anlamı ‘de ki, söyle ki’ şeklinde emir
verebilirim?
Daha açıkçası şu şekilde olmalıdır diye düşünürüm. Her insan kendi lisanında ‘Allah’ım sen
teksin, her şey Sana muhtaçtır, Sen hiç bir şeye muhtaç değilsin, Sen doğurmadın, Sen
doğurulmadın, Senin dengin, benzerin yoktur, ben günahkârım, bir daha yapmamak üzere
Sana söz veriyorum, Senin öğrettiğin gibi iyi bir insan ve iyi bir KUL olacağım, beni bağışlamanı
dilerim’ Şeklinde duasını (namazını) yapsa çok daha akıllı ve gerçek anlamda ibadet etmiş olur
diye düşünürüm…
Arapça orijinal şekline ASLA VE ASLA VE ASLA dokunulmadan… Zaten kimse dokunamaz ancak
yanlış anlam yüklenerek anlamlar tefsir ve çevirilerde tahrif edilir, edilmektedir de…
Duada (namazda) Yüce ALLAH’IN huzurunda ALLAH’IN QUR’AN’LA bize öğrettiği ayetleri biz iade
edercesine ALLAHA öğretmeye kalkıyoruz gibi bir maskaralık çıkıyor karşıma…
Mertçe soralım kendimize; neden dördüncü sınıf sürüngen yerine konulmuş insanlarız diye?
Cehenneme bilet verip ‘gâvur’ dedikleri kişiler Müslümanlara sürüngen gözüyle bakmaktadırlar.
Ben bu hezimeti tam 47 ülkede yaşadım… Bizzat içim kan ağlayarak yaşadım… Max Plank
Institution of Technologyde ki bir toplantıda Müslümanlar hakkında şahsıma sorulan ve haklı
olan bir soruya “yakında uyanacaklar’ şeklinde çok kısa cevabım için hala yüreğim kan ağlar, hala
haykırırım Müslüman bir Türk olarak O utanca neden düştüm diye…
Mezarlıklarda ölülere, yaratıldığı toprağa, yani aslına dönüşen cesetlere anlamını da bilmeden
QUR’AN okuyan okutturanlar, bu çirkinliğe aracı olanlar, engellemeyenler, bu ayetlerin
gerçeğini açıkça anlatmayanlara ithaf olunur ve hesabını da yüce ALLAHA verirler;
[SEN ÖLÜLERE işittiremezsin, arkalarını dönmüş kaçmakta olan sağırlara da duayı işittiremezsin
(ölüye yapılan duayı mezardaki ceset duyamaz). Neml 80]
[ (Bu QUR’AN) DİRİ OLANLARI UYARSIN ve inkâr edenlere de azap hak olsun. Yasin 70]
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
94
[BİLSİN Kİ, İNSAN İÇİN KENDİ (yaşarken, hayattayken ki) ÇALIŞMASINDAN BAŞKA HİÇ BİR ŞEY
YOKTUR. Necm 53]
Daha başka nasıl açıkça anlatılır mezarlıklarda cesetlere QUR’AN okunmayacağı? Bu din taciri
maskaraların elinde başka bir QUR’AN’MI var acaba? Dedesine 100 Fatiha, 500 de Yasin okusa
dedesine hiç bir yararı YOKTUR.
Ancak bunu yapan da, yaptıran da, buna vesile olan da alenen şirk içindedir. Bu üç ayeti (Neml
80, Yasin 70, Necm 53) yüzlerce kez okusunlar bakalım ne anlayacaklar… Mezarlıklarda veya
ölülere QUR’AN okunulmayacağı bu ayetlerden daha açık nasıl anlatılır, nasıl öğretilir
bilemiyorum!…
Streptomisine türünden ilaçlar mezarlık topraklarından yapılır. Mezarlıklarda çürüyen
cesetlerden organik kökenli toprağın üstünde yaşayanlar için tehlikeli (VOC) gazlar çıkmaktadır.
Dedesine 100 Fatiha, 500 Yasin suresini okur ya bir şişeye ya da bir zarfa da koyar, pulunu da
yapıştırır artık postamı olur, kargo mu olur ne denk gelirse ruhuna gönderir!!!...
Pekâlâ, ‘adres neresi’ demezler mi? Hangi Qur’an’da Ruhlara, cesetlere Fatiha gönderin
denmektedir?
Utanmadan, sıkılmadan üstelik ‘bağışladım’ demeyi de ihmal etmez…
Be utanmaz soytarı! ‘Sen kimin malını kime bağışlıyorsun’ diye sormazlar mı?
QUR’AN’DA ölülere QUR’AN okuyunuz diye hiç bir ayet olmadığı için utanmadan sıkılmadan O
Yüce Resule iftira ederek “Bu hadistir” der ve savunmaya geçerler. Emevi Abbasî hadis torbaları
vardır, şapkadan tavşan çıkaran sihirbazlar gibi torbaya her elini attığında yüzbinlerce hadis
çıkarırlar… Oysa ‘HAKKA suresi 40-48’ ses tonu oldukça şedit başka emirler vermektedir!.
ALLAH Resulü asla, asla ölülere, mezarlıklara QUR’AN veya Yasin okuyunuz dememiştir asla… Zatı
şahanelerini tenzih ederim böyle şeylerden. Hz. Muhammed kendi annesinin mezarının
yakınından geçerken hiç bir şey okumadı hatta Rahmet bile dilemedi. Kendisine sorulan
soruları da cevapsız bıraktı. Nedeni çok başka konulardır ve bu kitabın konusunun da dışındadır.
[ İzin günü (altıncı günün bitimi ve başka boyutlara geçiş günüdür) insanlar, amellerinin (hayatta
iken yaptıkları çalışmaların) kendilerine gösterilmesi için dağınık olarak (hanımların birbirine
karışmış saçları gibi, darmadağın halde) ortaya çıkacak. Artık kim zerre kadar hayır işlerse onu
görür. Ve kim zerre kadar şerr işlerse onu görür. Zilzal 6,7,8]
QUR’AN ne muhteşem öğretici bilgiler zarafet dolu tavsiyeler veriyorsa, bunlar da(!) asırlardır
tam tersini yapıyor, mezarlıklarda QUR’AN okuyor!!!... aferin!!!...
Aklın gözleriyle baktığımız zaman, ölen şahıs sağlığında dedesiydi, artık O bir cesettir ve
çürüyecek, geldiği öze dönüşecektir. O artık dedesi değildir ki, O artık insan değildir ki, O
canlıyken dedesiydi… Asırlardır bu gerçekleri nasıl anlamazlar bir türlü anlayamıyorum. Bu
maskaralığın PUTA tapmaktan ne farkı vardır? Ölmüş dedesinin hala dedesi olduğunu iddia
eden bir beyin(!) var mıdır bu gezegende? O sağlığında dedesiydi; bu gerçeğin idrak edilmesi
şarttır.
Asırlardır uyuyanlar mı, yoksa bu gerçekleri bilgece korkmadan açıklayan mı kâfirdir?
Kararı Yüce QUR’AN vermektedir; Ölmüş cesetlere QUR’AN okumak, türbelerde, mezarlıklarda
Yüce ALLAH’IN dirileri adam etmek için vahiy ettiği şanlı QUR’AN’I çürüyen cesetlere, ölülere
okumak YÜCE ALLAHA karşı işlenen en çirkin suçtur. Kesinlikle puta tapmaktan farksızdır. Bu
çirkinlik Müslüman âleminin üzerine ALLAH’IN gazabını getirmiştir… Asırlardır yerlerde
sürünmenin nedenlerindedir bu çirkinlikler. Ancak bu gerçekleri gören yok!...(*)
(*) Oysa QUR’AN açıkça öğretir [ BİLSİN Kİ, (kesinlikle bilmelisiniz ki) İNSAN İÇİN HAYATTAYKEN KENDİ ÇALIŞMASINDAN BAŞKA HİÇ BİR ŞEY
YOKTUR. Necm 53 ]
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
95
İnsan insanı olunması için vahiy edilmiş Qur’an derki; [ Onlar cansız ölüdürler, diri değildirler. Ve
ne zaman beas olunacaklarının (diriltileceklerinin) bilincinde değillerdir. Nahl 21]
Hala mı mezarlıklarda çürüyen cesetlere QUR’AN okumaya devam edilecek?!... 1400 senedir
bunu yasalaştıramamış alimi-ulemalar öyle mi? Diriler insan insanı olsunlar diye gönderilen
Qur’an’ı çürüyen cesetlere okumak ALLAHA karşı işlenmiş aleni suç, apaçık şirk değil midir?
Bu ve benzeri maskaralıklarla Müslüman âlemi son sınıf insanlar olmuşlardır… Müslümanların
asırlardır içinde bulundukları hezimetler de Yüce ALLAH’IN küçükte olsa gazabı ve ikazıdır…
Nasıl olur da asırlardır bu gerçekleri göremezler? (*)
Müslümanlar bu saçmalığı para kazanmak için icat edilmiş Hristiyan ayinlerinden
kopyalamışlardır. Fakat Hristiyanların mezar başında ki ahaliye İncil’den kısaca okuduğu da
kesinlikle doğrudur “Topraktan geldik, toprağa döneceğiz”… Bu ifade Muhteşem QUR’AN’A
göre ‘Allahtan geldik, Allaha döneceğiz’ fiziki ölümün gerçek olduğunu insanlara hatırlatmada
faydalıdır, ancak çürümüş cesetlere, türbelere QUR’AN okumak çirkinliktir, şirktir.
Karanlıkların da karanlıklarında kalmış bu gerçekleri bir şekilde açıklamak ödevimizdir. O
maskaralar zaten iblisin yoldaşı olmuşlar, ancak gençleri, gelecek nesilleri kurtarmak, doğrusunu
açıklamak da asli ödevimizdir.
[Kitap'ta indirdiğimiz apaçık delilleri-hidayeti insanlara açıklamamızdan sonra gizleyenler (var
ya), işte onlara, Allah lânet eder ve lânet ediciler de onlara lânet eder. Bakara 159]
Ey âlimi-ulema geçinenler, ey para alarak namaz yaptıran, papaz, haham, imam-hoca
lakaplılar, ey Qur’an mealcileri… Suçu suçla örtmeye çalışan hainler bu ayeti okumadan mı
geçerler? Neden, ne amaçla, hangi çıkarlar uğruna bu kaosları çıkarmaktalar?
Arapça Kâfir (gerçeği örten, saklayan, gizleyen demektir) sözcüğünün birinci derecede muhatabı
‘Müslümanım’ diyenlerdir. QUR’AN’I okuyup ta gerçeği açıklamayanlardır, saklayanlardır,
gizleyenlerdir. Anlamadığı halde anlamış gibi yanlış bilgi verenlerdir, dirileri İNSAN İNSANI
yapmak için gelen yüce QUR’AN’I ölülere, cesetlere okuyan ve okutturanlardır!!!...
Asırlardır bu çirkinlikleri planlayanların tek hedefi; kişisel saltanatlarını dinamik tutmak ve maddi
menfaat. Kendilerini bu şarlatanlara kullandıranlar da şirk içindedir…
Vakıa suresi/96 ayetini duada (namazda) okuyan şahıs; ALLAH’IN huzurunda ve duada ‘Fe sebbih
bismi rabbikel azîm’ ayetini okuyor… Anlamı ‘Öyleyse (artık, bundan böyle) Rabbini Azim
isimliyle tesbih et” demektir. Bu şahıs duasında (namazda) Yüce Allah’ın huzurunda Yüce
ALLAHA emir vererek diyor ki; ‘Sen artık Rabbini AZİM ismiyle tesbih et’ !!!...
Aman ALLAHIM!!! bu ne maskaralıktır böyle!?... Asırlardır nasıl anlaşılmadı bu soytarılık?
Bu edepsizliğin, bilgisizliğin, bu soytarılığın neresi ibadettir (namazdır)?! Hani 1400 senedir
neredeler şu borazancı karanlık cüppeliler?… Namaz dinin direği diye borazan öttürenler?
QUR’AN diliyle cevapları var mıdır? Kendilerini nasıl savunacaklar izin gününde?
Fakat dua da, rükû da, ifrat derecesindeki tevazu ile eğilme, boyun bükme esnasında okunan
‘Subhane Rabbiyel Azim” kesinlikle en doğrudur ve kesinlikle en gerekli, en şart olan hitaptır.
Anlamı ‘Ey büyük Rabb'im! Seni bütün noksanlıklardan tenzih ederim’ demektir.
Ancak; bu yüceltme cümlelerini papağan gibi anlamını da bilmeden ezberlemek değil; bilerek,
idrak ederek içtenlikle dile getirilmesidir doğru olan.
(*) [ Tartışmasız inanın ki (Andolsun ki seklinde tercüme ederek ALLAHA yemin de ettirirler!) Biz, insanı en güzel yerlere, yüksek boyutlara
ulaşabilecek programda yarattık. Sonra onu (asiliğinden, mağrurluğundan, kurallara uymayıp iblisin yoldaşı olmasından dolayı) esfeli safiline (en
sefil hale, aşağılarında aşağısına) iade ettik (veya; çevirdik). Âmenû olanlar (Allah’a bilerek ulaşmayı dileyenler) ve faydalı çalışmalar, işler
yapanlar hariç. İşte onlar için kesintisiz mükâfat vardır. Tin 4,5,6] esfeli safilin; 2 ve 1 boyutlu maddelerden yaratılmış olan küre dünyalar, yerler
demektir. Bu konuya ileriki sayfalarda Sümer medeniyetinde değineceğiz.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
96
Bütün Müslümanlara soruyorum: Müslümanım diyen adam önce hangi bilgisi ve kanıtıyla Allah’ı
noksanlıklardan tenzih edebiliyor? Herhangi inançsız bir adam sorsa; dünyada kaç Müslüman
Yüce ALLAH’IN noksanlıklardan münezzeh olduğunu kanıtlayabilir?... Cevabı olan Müslüman
VAR MIDIR? Önce bunu soralım cevap almak için… Kaç Müslüman bunun bilincindedir? Papağan
gibi bu cümleyi tekrar etmekle Yüce ALLAH’I inandıracak mı? Anlamını bilmeden, anlamını bir
şekilde öğrenmiş te olsa içeriğini bilmeden bu cümleleri papağan gibi tekrar etmekle ALLAH’I
inandıracağını mı zan ederler?
Bu ve benzeri hatalar bilgisizlikten kaynaklanır ki daha yüzlerce sayabiliriz. Hatta yüce ALLAH’A
hakaret edercesine yüzlerce gülünç yanlışlar vardır. Üstelik bunları insanlara din diye, namaz
(dua) diye yuttururlar, onlar da QUR’AN’I kendileri okumadıkları için yutarlar. Dinini köşe
başlarında satılan uydurulmuş ilmihal-namaz dergilerinden öğrenirlerse, daha asırlarca gâvur
dediklerinin sokaklarını temizleme işine devam edilir…
[Yoksa o, gece vaktinde SAYGIYLA (Allah’ı duygulanarak derin saygıyla, bilinçli, huşuyla) AYAKTA
DURARAK İBADET EDEN, SECDE EDİP (ahiretten, yargılanacağını) İDRAK EDEREK, BİLEREK
KORKAN ve Rabbinin rahmetini (yalvararak) dileyen gibi midir? De ki; "Bilenlerle bilmeyenler
bir olur mu?" Doğrusu ancak (aklını kullanan) sağduyu sahipleri öğüt alır. ZUMER 9 ]
Soralım şu fasıklara; NAMAZ BU AYETİN NERESİNDE?!. Şayet Qur’an’da namaz denen şey(!)
olsaydı her şeyden önce bu ayette olurdu!...
Şimdi aklımıza, sağduyularımıza başvurarak samimiyetle soralım; Zerdüşt icadı namaz, bu
muhteşem ayetin neresinde? Bu ayette SALAT sözcüğü var mıdır? Hani SALAT namaz demekti?
En gerçek, en nezih, en samimi tarzda Yüce ALLAHIN öğrettiği ibadet; Rükû, Dua, Secde bu
ayette açıklanan tarzdadır. Gerçek Müslümanın duası, ibadeti budur ve istediği yerde, istediği
zaman yapmalıdır.
İşte! Hz. Muhammed bu ayette açıkça belirtilen ibadeti yaparak mescitte arkadaşlarına öğretti,
Zerdüşt namazını değil. Medine’de mescitte Qur’an eğitimi verdiği esnada eski alışkanlıklarından
dolayı Zerdüşt namazı yapan birini şiddetle azarlamış ve mescitten kovmuştur.
O fasıklar bilmelidir; Yüce ALLAH’IN kurallarıyla kulluk yapmak gerekir, soytarılıkla değil.
Ayetin ve Qur’an’ın tamamı Rükû, Secde, Dua ve SALAT derken, vergiden, zekâttan yani
SALATTAN kaçmak için ellerinden geleni asırlardır yapmışlar ve hala da yapmaktalar. Gerçek
ibadet bu ayette de açıkça tüm detaylarıyla belirtilmişken, nasıl olurda putperest Zerdüşt’ün
modeli namaz denen şey dinin direği olabilir ve insanlar uyutulur veya uyurlar?
[ Ve o gün (izin günü, altıncı günün bitiminde) zalim (dinini başkalarından öğrenerek kendine
yazık eden adam) ellerini öfkeyle ısırır; “Keşke resulle beraber (Allah’a giden) bir yol edinseydim”
der. Yazıklar olsun (bana), keşke ben filanı (kendim okumadan sadece başkalarını dinleyerek ve
tavsiye ve manipülasyonlarına inanıp da o kişiyi, kişileri) dost edinmeseydim (der). Furkan 27,28]
Görüldüğü gibi asırlardır din diye insanlara yutturulan bu işportaya düşmüş genetiği tahrip
edilmiş maskaralığın QUR’AN’LA ve Hz. Muhammed ve gerçeklerle hiç bir alakası yoktur.
Adam gibi öğretenleri (var mı acaba! Varsa asırlardır neredeydiler!?), meal-tefsir edenleri tenzih
ederim ki; QUR’AN meal-tefsir eden hokkabazlar “Gemi CUDİ DAĞINA oturdu” diye pembe
pembe senaryolarla Qur’an meali yazar çizerler…
İnsanlar bilmelidir; O zatların amaçları sadece para kazanmak olup; QUR’AN dilinde Cudi (cebel)
zaten DAĞ anlamındadır… “gemi DAĞ DAĞINA oturdu“ diye QUR’AN meali yapamazlar… Buna
hakları olamaz… Ayet sadece “Gemi dağa oturdu” demektedir, hangi DAĞ olduğunu yazmaz!.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
97
Qur’an’da dağın adının yazılmaması de gerekirdi üstelik. Çünkü O devirde O dağın adı ‘A’ olabilir,
binlerce sene sonra başka bir kültürün insanları da O dağa ‘Z’ diyebilirlerdi ve böylece hakikat
ekseninden kaymış olurdu.
Gördüğünüz gibi Qur’an bilgelikle anlaşılacak bir hazinedir, şarlatanlıkla değil!..
QUR’AN’LA ilgisi alakası olmayan, riyakârca devam ettirilen, yalanlarla dolu, şarlatanlığı oynayan
işportaya indirgenmiş, genetiği tamamen bozulmuş bir din var… Hem de asırlardır mezheplerle,
tarikatlarla, fırkalarla parçalanmış, insanı insana, AKLI dine, dini AKILA düşman eden bir
maskaralık var ortalıkta. Hz. Muhammedin mezhebi neydi, tarikatı hangisiydi diye sormazlar
mı?
Para kazanmak için, insanın ölmüş cesedi için yok 40ıncı gecesi, yok 52. gecesi, yok 40 Yasin
suresi okunacak ‘ver şu kadar parayı deden cennete gitsin’ !!!. Bunun neresi dindir, hangi
QUR’AN’DA mezarlıklarda ölülere QUR’AN okuyun denmektedir?
[ BİLSİN Kİ, İNSAN İÇİN HAYATTAYKEN KENDİ ÇALIŞMASINDAN BAŞKA HİÇ BİR ŞEY YOKTUR.
Necm 53 ]
Muhteşem QUR’AN ne emrediyorsa bunlar asırlardır tam tersini yapıyor.
Bu kadar açık, bu kadar net ayeti anlamamak için nasıl bir beyin olması gerekiyor, bilemiyorum!.
Öylesine azdılar ki intihar etmiş kişinin de cenaze için Rükû (namazını) yapmaya başladılar. Tek
amaçları vardır; PARA !!!...
Yüce ALLAH’A samimiyetle yönelmeye çalışan, temizlenmiş kalple; Rabbine yönelmek isteyen
gençlere, insanlara haddim olmayarak derim ki QUR’AN’DA açıkça yazılmış sadece Rükû, Secde
ve Dua yaparken okunacak dua ayetleri vardır… ANCAK bu ayetlerin manasını da bilerek
okumak da şarttır.
Ta-Ha 114, son cümlesi,
Bakara 201, 250 (son cümlesi), 255, 286,
Ali İmran 147, orta cümlesi.
Araf 126,155
Hud 47, dedi sözcüğü hariç,
İbrahim 38, 40, 41,
Isra 80, ilk üç sözcüğü hariç,
Kehf 10, ilk cümlesi hariç,
Enbiya 89, ilk cümlesi hariç,
Mü’minün 97, 109 ilk cümlesi hariç,
Sadece duada (namazda), Yüce ALLAH’IN huzurunda iken Felak ve Nas surelerinin ‘Gul veya Kul,
anlamı; de ki’ kısımları çıkarılarak okunmalıdır. Çünkü Yüce ALLAHIN huzurunda dua etmektedir
insan. Yüce ALLAHA ‘de ki’ diyemeyiz. Veya Yüce ALLAH’IN ayette “onlar dediler ki” gibi
ifadeleri ben nasıl olurda ALLAH’IN huzurunda duada (namazda) tekrar ALLAH’A iade edercesine
veya ALLAH’A öğretircesine veya ALLAH’A, ALLAH’IN bize anlattığı o olayı anlatırcasına haddi
aşan bir saçmalıkla niyaz edebilirim?
Bir diğer örnek;
[ Muhakkak ki Biz, O’nu Kadir Gecesi’nde Biz indirdik. Ve Kadir Gece’sinin ne olduğunu sana
bildiren nedir? Kadr 1,2]
Yüce ALLAH’IN bize öğrettiği bu ayeti, dua da (namazda) nasıl olurda Yüce ALLAH’A öğretme
hakkım olabilir? Çünkü yüce ALLAH’IN huzurundayım… Ona niyaz ediyorum, Ondan talep
ediyorum, nasıl olurda ALLAH’I’MA ‘Muhakkak ki Biz, O’nu Kadir Gecesi’nde Biz indirdik. Ve
Kadir Gece’sinin ne olduğunu sana bildiren nedir? ’ diyebilirim? Bunun neresi ibadettir?
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
98
Bu kadar açık aleni soytarılığı 1400 senedir göremediler mi? Yazıklar olsun!!!...
İnsan hiç bir şekilde ve konumda yüce ALLAH’A “beni affet !“ şeklinde de emrivaki dua da
edemez… Kanaatimce bu da alenen yanlıştır, çünkü AF talebinin bütünlüğünde AF edilmeyi
gerektirecek mazeret, pişmanlık, itiraf ve bir daha yapılmayacağına dair verilecek samimi söz
açıkça belirtilmelidir. Emir vererek ‘Beni affet’ demekle af edileceğini mi zan etmeliyiz?
Hangi gerekçeyle ne gerekçeyle AF etsin ki? Yüce ALLAH; haksızlığı, fitneyi, ihaneti, yetimi itip
kakmayı, SALAT etmeyeni sahte lakırdılarla AF edecek makam değildir ve bu Ona yakışmaz…
ANCAK VE ANCAK; samimi tevazu ve pişmanlıkla, mütevazilikle, en samimi duygularla yaptığının
suç olduğunu bilir, bunu açıkça itiraf eder ve giderir ve bir daha yapmayacağına söz verir ve
gerçekten yapmaz ise elbette Yüce ALLAH Afuv’dur AF edebilir. Bu Onun tasarrufundadır
lakırdının değil…
Şöyle ki: “ Yüce ALLAHIM, sadece Sana yöneldim, sadece Senden diliyorum, ben hata yaptım,
şeytana uydum, Senden özür diliyorum, şu ve şu ve şu suçları işledim, bir dahi yapmamak
üzere azimle söz veriyorum ki yapmayacağım, beni bağışlamanı affetmeni diliyorum, Sen
Gafursun, Sen Rahmansın, Sen Rahimsin, Sen Afuvsun, Sana sığınırım, ilmimi, anlayışımı
artırmanı dilerim…” şeklinde, ifrat derecesinde mütevazilikle, pişmanlıkla, ricayla, minnetle,
samimiyetle ağlayarak olmalıdır.
Uçağın havada türbülansa girdiğindeki dua gibi riyakârca yapılan DUA değil!!!… Temelin
Karadeniz’de fırtınaya yakalandığı zaman çığırdığı riyakârca DUA gibi değil!!!...
Yüce ALLAHA ifrat derecesinde tevazu ve samimi pişmanlıkla, ifrat derecesinde saygıyla dua
edilmelidir… Mümkün olan en mütevazi ve mümkün olan en samimi duygularla af dilenmelidir,
anlayış ve ilim dilenmelidir… Emir ederek ‘beni affet’ denmemelidir…
Bir Müslüman nasıl olurda namazda (dua ederken) Yüce ALLAHIN huzurunda inşirah suresini
okur ve utanmadan, sıkılmadan, terbiyesizce Yüce ALLAHA; [ senin göğsünü genişletmedik mi,
senden yükünü kaldırmadık mı? İnşirah 1,2] der? Bu maskaralık nasıl olurda ibadet olabilir?
Qur’an Arapça olmasına rağmen Araplar da bu çirkinlikleri, bu hataları asırlardır yapmaktalar!…
Tezlerimin başında gelen kanıtlardan birisi de budur. Qur’an bilinen Arapça ile anlaşılacak bir
hazine değildir. Bu hazineyi anlayabilmenin birinci kaynağı AKIL, Bilim, ÖnTürk dilleri, Sümerce
ve Sanskritçedir.
Önce temiz AKLA işlerlik kazandırmak, anlamak için okumak, araştırmak, gerçeğe ulaşmaya
çabalamak, idrak edebilmeye ulaşmak, sormak, sorgulamak, taklitten ve saplantılardan
uzaklaşmak, Babil ve ötesindeki lisanlara hakim olmak vb. şarttır.
Çinli yazar Chuang Tzu doğruyu söylemiş; İyi havlamakla iyi köpek olunmaz, şatafatlı lakırdılar
çığırmakla, karanlık cüppelerle, kafasında sarıklı takkeler geçirmekle, göbeğine kadar sakalla
bilge de olunamaz.
Duaların en makbulü, en muhteşemi ve nezih olanı nedir? Açıklamak asli ödevimizdir;
[RABBİNİZE YALVARARAK VE GİZLİCE DUA EDİN. Muhakkak ki O, haddi aşanları sevmez. A’Raf 55]
[O, GİZLİ YERDE SESLENEREK, RABBİNE NİDA ETMİŞTİ. Meryem 3]
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
99
[Ve sabah ve akşam vakitlerinde Rabbini nefsinde (kendi kendine sessizce), KORKARAK,
ÜRPEREREK VE YALVARARAK, SÖZÜN SESLİ OLMAYANI (sessizce, açıkça olmayanı) İLE ZİKRET.
Ve gâfillerden olma. A’Raf 205]
Zerdüşt mirası namaz; bu en nezih, bu en muhteşem ibadetin öğretildiği ayetlerin neresinde?
Tekrar soralım kendini âlimi ulema zan eden maskaralara; NAMAZ BU AYETLERİN NERESİNDE?...
Duada (namazda) Qur’an ayetlerini okuyun dendi mi?
Yedi mahalleye borazan öttürmekle ALLAHA DUA edilemez. Her insanın kendine has, kendine
özel duası, talepleri vardır ve olmalıdır; ‘Âlemlerin Rabbi olan Yüce ALLAHIM, yerlerde ve
göklerde sadece Senin iraden olsun, Sen bizim neye muhtaç olduğumuzu bizden iyi
bilmektesin. Sana, Senin merhametine, Senin şefkatine sığınıyoruz. İlmimizi, anlayışımızı
artırmanı dileriz. Bizi insanlığa faydalı insanlar olarak yetiştirmeni dileriz. Geçici Dünya malına
değil, Senin rızana tamah edenlerden olalım. Niyazımızı kabul etmeni dileriz’…
Bu arada; DÜNYA MALINA TAMAH duygusu ki; bu, ihtiras dediğimiz sinsi düşmanı uyandırır.
İnsanı en aşağı seviyelere getirebilecek kadar tehlikeli ve köreltilmesi gereken virüs DNA larimiza
kodlanmış TAMAH duygusudur. Bu tamah virüsünü kontrol edebilen, düşüncelerinden silebilen
İlahi imtihanı geçebilir. Çünkü DÜNYA MALINA TAMAH demek, hak etmediği halde sahip olma
ihtirasıdır.
Amen veya Amon veya Amin denmemelidir, anlamı ‘saklı, gizli, örtülü veya saklanmış olan’
demektir… QUR’AN’DA böyle bir saçmalık yoktur… Bu Israil oğullarının Mısırdan kurtulduktan
sonra beraberlerinde taşıdıkları firavunlara ait bir ünlemedir, sözlü ritüeldir…
Firavun AMON-RA unvanına hitaben kullanıldı. Müslümanlar, Museviler ve Hristiyanlar da bu
sözcüğü asla kullanmamalıdır… (*)
Araplar Qur’an’ı Qur’an’ın öğrettiği gibi anlamış olsalardı, Fatiha suresinin bitiminde borazan
çalar gibi hep birden ‘AAAAMİİİİİİİİN’ derler miydi?
Amen ‘Amon, Amun, Ammon, Amoun şeklinde de telaffuz edilir’ Amen’in Kıpti dilinde anlamı
“saklı olan” demektir. Bu sözcüğü Gizza Sfenksinin altında saklı uzay aracı için kullandılar.
Gizza ‘Sfenksin altında saklı olan, Kehf ekibinin uzay aracı’ anlamında bu sözcük firavunların
kültürlerine AMEN yani ‘saklı olan’ anlamında yerleşti. Evrende zaman ve hayat 2 kitabımızda
açıkladık. Gizza Sfenksin altında saklı olan, Kehf ekibinin uzay aracı var…
Qur’an Kehf suresinin öğretileriyle bunu tarihte ilk kez biz tespit ettik, 2001de ABD de NASA
başta birçok Üniversiteye de bildirdim… Başladılar eşelemeye… Ancak bulunan her bilimsel tarihi
değer maalesef Mısırdan dışarı götürülmekte (iyi ki götürmekteler, yoksa Müslümanlar gâvur işi
diye harap ederler) ve yüksek bilimsel verileri ve detayları da kendi çıkarları ve menfaatleri
doğrultusunda kullanılmaktadır. İki numaralı Kehf kitabımızda detaylarıyla açıklamaya çalıştık.
Batılılar Gizza sfenksinin altında bulacak, bulduktan sonra da Müslümanlar ‘ işte! zaten
Qur’an’da vardı’ diye çığıracaklardır… Bu değişmez bir kural gibi asırlardır arkadan gidenler,
yönetilenler olunmuş!
Batılılar henüz bir şey bulmadan önce biz her detayı ile ve kanıtlarıyla insanlığa yedi astrofizikçi
Kehf kitabımızla sunduk… Sonuç?!...
(*) Âhkaf suresi 17 de geçen âmin (iman et demektir) sözcüğü ile AMEN veya AMİN arasında hiç bir alaka ve anlam içeriği olarak da benzerlik
dahi yoktur. Telaffuz farkları da ayrıdır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
100
QUR’AN, KUREYŞ LEHÇESİ, SÜMER VE SANSKRİTÇE KÖKENLERİ
İslam öncesi Arapça, kuralları olmayan, fakir ve pek çok lehçelere sahip karmaşa bir dildi. Sadece
Kureyş lehçesi kaliteli, ifade, anlayış, anlatış zenginliğiyle bilinen elit kesimin diliydi. QUR’AN’DA
kullanılan Kureyş Arapça lisanı hakkında bilinmesi gereken şu detaya kısaca değinelim.
QUR’AN ALLAH’CA (*) bir anlatım, öğreti ve ilahi programlarla [bu son derece değişik matematik
bir kodlamadır ki umarım gelecek yüzyılların bilimcileri anlayabilir] Allah Resulünün genetiğine,
beynine, işlenmiştir, yani kalem(**) ile kodlanmıştır. Sesle veya sohbetle değil, doğrudan
doğruya Allah Resulünün beynine programlanmıştır. Atamız Hz. Âdem, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz.
Musa hangi lisanla RABBINA dua etti? Arapça mı, Farsça mı? Elbette değil!...
[ Biz, her elçiyi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açıklasın. İbrahim 4 ]
VAHİY şayet ses veya sohbet veya Arapça olsaydı [ Ve VAHY ETTİ senin Rabbin, BAL ARISINA
evler edinmelerini, dağlardan, ağaçlardan ve onların kurdukları çardaklardan. Nahl 68 ]
Soralım; Yüce ALLAH bal arısına hangi sesle, hangi lisanla vahiy etti? Bal arısının lisanı neydi?!
Ayette geçen ‘evhâ’ vahiy; bildirmek, programlamak, öğretmek demektir.
Bu ayet en görkemli kanıttır ki, vahiy sesle veya sohbetle değil, doğrudan doğruya ilahi
yöntemlerle; beyine, genlere, DNA’lara daha doğrusu sadrı (göğüsteki timüs bezine) kodlanan
programlardır(***).
BAL ARISI hangi kulağı ile vahiy dinledi ve bu gezegendeki en harika mühendisliği icra
etmektedir? Dizaynını, imalatını yaptığı harika petekler altıgendir ve gözleri de altıgendir.
Arılar yeni yavru verdiği zaman, Z ekseni yönünden, yani aşağıdan yukarıya bakıldığında da
henüz dünyaya gelmiş yavru arıların kümenin etrafında FIR dönerken altıgenler yaptıkları
gözlemciyi huşu ve hayretler içinde bırakmaktadır. ARI oğul verdiğinde yani, yeni yavru koloni
yaptıklarında kovanın dışında zevkle yaptıkları döngüler tamamen ALTIGENDİR.
[Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni (programlanan bilgiyi) tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun
verdiği elçilik görevini yerine getirmemiş olursun. (korkma, çekinme, yılma) Allah seni insanlar
(ın zulmünden, baskısından) korur. Allah, küfre batmış (kendisine bildirildiği halde, gerçeği veya
öğrendiğini açıklamayan veya gizleyen) topluluğa kılavuzluk etmez. Maide 67]
‘Ey resul! Rabbinden sana indirileni’ cümlesi ve ayetin akış yönünü göstermektedir; ikinci tekil
şahıs (Cebrail, Sümerce Gabrial)) ALLAH Resulünün şahsına hitaben zihnine, beynine yani sadrına
(bu timüs guddesidir) dışarıdan (external) bilgilerin programını yapmaktadır.
Dikkat! ‘mâ unzile ileyke - sana indirileni’ sözcüğü tezimizin net kanıtıdır. Sana öğretildi, sana
söylendi, sana yazılı olarak verildi denilmedi ‘sana indirileni’ denildi…
Soralım; Allah Resulünün lisanı, günlük ve hayatının tamamına egemen olan lisanı neydi? Elbette
konuştuğu Kureyş Arapçasıydı. Üstelik edebi farklı üslup ve lehçeleri olan şairlerin cirit attığı bir
devirde Elçilik gibi yüce bir görevi üslendi, daha doğrusu bu görev Ona verildi.
(*)Eski-Eski Hintlilere göre tanrıların lisani Vedic idi; on binlerce (belki yüzbinlerce) sene sonra Samskrita ve sonra da günümüzde bildiğimiz
Sanskritçe olmuştur. Sanskrit sözcüğünün anlamı, eksiksiz, tam, hatasız demektir. Vedic sözcüğünün ve içeriğinin ilahi programla dili olduğu
kanaatindeyim.
(**) Bu kalem sözcüğü kelam sözcüğü ile özdeşleşmiş, yazılan veya işaretlenen şekilleri yapan alet veya vasıta ve işaretlerin yani bilginin sözlere,
sözcüklere dönüşümünü de içeren anlamlardadır. (Sanskritçede ‘KALAMA’ yazmak ve yazılanı okumak anlamındadır. Diğer detayları Alak
suresinin ilk 5 ayeti kitabımızda ve İncil’deki Muhammed Kitaplarımızdadır.
(***) [Göklerde ve yerde olanları bilir. Ve gizlediklerinizi, açıkladıklarınızı bilir. Ve Allah, sadırlarda (proteinlerin, dışarıdan alınan gıdalardaki
hücrelerin eğitim aldığı yer olan göğüsteki timüs bezidir) olanı en iyi bilendir. Tegabun 4].
Bu nedenlerle QUR’AN’DA beyin yerine, öğrenme merkezi yerine devamlı olarak kalp kullanılmıştır. Şairlerin cirit attığı zamanda Araplar beyin
yerine devamlı kalp sözcüğünü kullanırlardı. 6. YY kültür ve anlayışına hitap edilmesi gerektiği için bu gizemli anlatım ön plana çıkmaktadır. Ani
korku ve ani heyecan önce kalbi etkiler değil mi? Oysa emir beyinden gelir… İnsanlar asla beyinde olup biteni 5 duyularıyla algılayamaz ve analiz
de edemez… Beyin zaten kendisi analiz, emir, komuta yönetim merkezidir. Beyinin faaliyetlerini asla algılayamayız, ancak herhangi heyecanla
kalbin ritimlerini hemen duygulanıp hissederiz. Bununda kaynağı yine beyin ve timüs bezi arasındaki irtibattır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
101
Allah Resulü kendisine programlanan vahiyi, bilgileri hangi lisanla insanlara tebliğ edecek? Elbet
deki kendi lisanı olan Sümer’de kutsal bölge KUTHA’DAN göç etmiş Kureyş’in zengin diliyle, elit
Arapçayla… Oysa onlarca ayrı kabilelerden oluşan halkın bildiği farklı lehçeleri de olan Arapçada
kökü ve anlamı bile olmayan onlarca sözcükler de vardır. Mesela; Arf, Mahr, Sündüs, İstebrak,
Arş, Nur, Hubüki, RA, Kevser, Selsebil, Kehf (bir uzay aracının kabini demektir ki bunu bulduk,
Kehf kitabımızda açıkladık), kâfurun, Tevrat vb. gibi.
Zamanla insanlar bu kelimelere birtakım anlamlar yüklemişse de bu anlamlar QUR’AN’IN
anlatmak istediği gerçeği yansıtamaz. Bu sözcüklerin gerçek anlamları geçmişin, Sanskritçe ve
Sümercenin derinliklerinde ortaya çıkacaktır. SALAT sözcüğünün içi boşaltılarak namaz,
mihraceyi de miraç olarak kasıtlı ve yanlış anlam verilerek asırlardır insanlara yutturulan
zehirlerin tamamını temizlememiz gerekiyor.
Bu tür ihanetler, maskaralıklar ayıklanmadığı sürece insanlık QUR’AN’IN öğretmek istediği
doğrultuya gelemeyecektir. ÂMİN sözcüğünün QUR’AN, İncil ve Tevrat’la en küçük bir ilintisinin
olmadığı gibi… SALAT sözcüğünün namaz olmadığı gibi…
QUR’AN’A yabancılar değil kendini imam, derviş, şeyh sandalyesine çivilemiş, kendi dilinin
enginliklerini dahi bilemeyen, eski Yunan filozoflarından üstelik hatalı kopyalamalarla, Tevrat ve
İncil’deki tarih anlatan masallardan çalıntılarla âlimi ulema olmuş menfaatçi maskaralar en
büyük darbeyi vurmuşlardır. Bu maskaralara bilinçsizce inanmış ve asırlardır bu çirkin geleneği
sürdürenler de hala ihanet, şirk ve küfr içindedirler.
O günkü Kureyş ve günümüzdeki Arapça Sami kökenli (Sami dilinin kökenleri de Akad, Sümer
kökenlidir ve Kabala, Talmut tamamen Sümer anılarıyla doludur) yeni ve gerçekten pek çok
gizemli anlamları, detayları(*) içinde barındırabilen bir lisandır. Kureyş Arapçası Hami, Sami
dilleri ailesinin Sami koluna mensup, Sümer kökenli muhteşem bir lisandır.
Asırlar sonra kendini Qur’an’a göre düzenleyen Arap harflerinin yazılışları, kelimenin başında,
ortasında ve sonunda bulunmalarına göre kısmi, bazı hallerde de köklüce değişiklikler gösterir.
İşte! Bu çok ciddi bir düzendir ve QUR’AN’I anlamaya başlamamızda en önemli anahtarlardan
biridir.
Sanskritçe ve Sümerce kökenli, Sami dilleri uzantısı Kureyş Arapçasından; özellikle Endülüs(**)
yüksek kültüründen Yunancaya, İngilizceye, İspanyolcaya 1000 den fazla Sümer kökenli Arapça
kelime geçmiştir. Farsça da pek çok dünya lisanlarını etkilediği gibi günümüz Türkçe üzerindeki
etkisi de çok büyüktür.
Kısaca değinmeliyiz; En bariz olan sözcük, Farsçası oruç, Qur’an dilinde ise ‘kendine hakim olarak
sükûnete (Siyamu) ulaşma’ anlamında olan kelime Avrupa Germen dillerine de silent, yani
sessizlik, sükûnet anlamında geçmiştir. Qur’an dilinde de siyamu (oruç) gerçek anlamı; sabahın
en erken saatlerine gölün hiç kımıldamadığı dümdüz olduğu ve fiziki ve ruhsal olarak her konuda
kendine hakim olarak; susmak, düşünmek, düşüncenin derinlerini temizlemek demektir. Oruç
ibadetindeki şartların birisi de, Ramazan ayında mümkün olduğunca konuşmamak, anlamını
bilerek QUR’AN okumak ve sadece düşünmektir. Bu siyam (farsça oruç, İngilizcesi sükûnet olarak
silent) sükûnet ibadetinin epifiz bezinin ürettiği melatonin ve serotoninle doğrudan ilişkisi vardır.
Diğer kitaplarımızda belirtmiştik; bütün dinlerin ana vatanı Hindistan’dır. Oruç sözcüğü de
Farsçadan Türkçeye girmiş ve QUR’AN’IN saum, siyamu (oruç) hakkında kast ettiği kelimenin
gerçek anlamı da karanlıklara gömülmüştür. Oysa siyamu (Oruç) ibadetinin en temel felsefesi,
fiziki ve ruhsallığın mümkün olduğunca sükûnete ulaştırılması ve temizlenmesi için yapılan en
muhteşem ibadettir.
(*) Segway denen iki tekerlekli harika aracı icat eden Yahudi bir fizikçi Tevrat’ın Hezekiel bölümünden esinlendiğini söylemişti.
Tevrat’ın Hezekiel bölümü, Sümerlerden esintilerle çok, çok kaliteli bilimsel verilerin zaman içinde lisan deformasyonuna uğramış verileriyle
doludur. Benimde bilimsel hayatıma ciddiyetle etki etmiştir.
(**) çok kısa ömürlü oldu çünkü toplum olarak bilime, bilim adamına sahip çıkılmadı, öldükten sonra da mezarına çaputlar bağladılar,
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
102
Savum (oruç) ibadetinin de ana vatanı yine Hindistan olarak karşımıza çıkaran bir kanıt da
YOGA olarak bilinen felsefe tabanlı ritüeldir. YOGA felsefesinde, saatlerce hatta gün boyunca
yemeden içmeden ve asla konuşmadan, düşüncelerin gücüyle fiziki vücudun da arınmasıdır.
Kişinin her alanda kendisine mutlak anlamda hakim olması, kontrol etmesi YOGANIN en temel
ilkelerdir.
Sanskritçe de ekadasi oruç günü, upavassa oruç, Farsçası da oruç olup Qur’an lisanında Siyamu’
insanın kendisine hakim olup kontrol etmesi anlamındadır. Sanskritçede felsefi anlamı da
‘Tanrıya yakın’ olmak demektir.
Sanskritçede ‘Upvas’ saum, siyamu yani oruç (oruçlu olmak) sözcüğünün birebir karşılığıdır ve
kast edilen teknik ve felsefi anlamı ‘arzularına hakim olup Tanrıya yakın olmak, Tanrıya yakın
yerde bulunmak’ demektir.
QUR’AN Bakara 183 de Oruç ibadetinin on binlerce senedir var olduğunu bildirir;
[ Ey âmenû (bilinçli olarak idrak etmiş) olanlar! siyamu (oruç) sizden öncekilerin üzerine yazıldığı
gibi sizin üzerinize de yazıldı. Umulur ki (*) böylece siz TAKVA SAHİBİ OLURSUNUZ. Bakara 183]
Demek ki Oruç ibadetinin öncelikli yararı, faydası TAKVA ile ilgilidir. TAKVA en üst bilgiye
ulaşmayı, nasıl idrak ettiğini de idrak etmeyi öğreten, beyine, genlere yaratılışımızda
programlanan arı duru temiz bilgilerin aktif hale gelmesini sağlamak içindir. Bunu bilerek
yapmak başka, yularından bağlanmış merkebin 24 saat aç susuz bırakılması çok başka
kavramlardır. Çünkü cennetin yolu sadece TAKVA olup insandaki muhatabı da AKILDIR.
On binlerce senedir Hintliler YOGA yaparak fiziki olarak vücudu ve ruhsallığı mümkün olan en üst
seviyede sükûnete ulaştırırlar ki oldukça faydalıdır. Qur’an’da SAVM, SİYAMU (oruç, oruçlu
olmak) sözcüğünün kast edilen gerçek anlamı (**) insanın her alanda, her konuda arzularına,
kendine hakim olması, kendini kontrol etmesidir. Mümkün olan en üst sükûnet seviyesine
bilerek, idrak ederek ulaştırıp bütün olumsuz ve istenmeyen kötü düşüncelerden arınması ve
QUR’AN’I anlamak için okuması ve anladığını da yaşaması ilkelerine dayanır. Bu yöntemle epifiz
bezine işlerlik kazandırılması, daha yüksek seviyede idrak etmeyi başarmaktır. Bu da AKIL’A
işlerlik ve üstünlük kazandıran en önemli ibadettir.
Oruç Ramazan ayında olunur, çünkü QUR’AN Ramazan ayında indirilmeye başlanmıştır. Oruç
olmanın en önemli özelliği oruç ayında QUR’AN‘I daha çok okuyup araştırmak, öğrenmek ve
öğretmektir. Oruç olarak sevap kazanılır mı bilemem. Ancak, Oruç olmanın temel ilkeleri
öğrenilir ve öğrenilen de bilerek yaşanırsa yüksek sevap kendiliğinden gelir.
Hristiyanlıkta vaftiz ritüeli de Hindistan’dan ithaldir ki, on binlerce senedir ve günümüzde de
Ganj nehrinde her gün insanlar vaftiz olur. Hz. İsa’ya gökten gelmiş emir falan-filan da değildir.
Türkçede Arapça kökenli pek çok sözcük vardır ancak gramer yapılarındaki büyük farklar
dolayısıyla Arapça kökenli sözcükler Türkçede anlam kaymasına, değişmesine neden olmaktadır
ve olmuştur. Bundan istifade eden karanlık cüppeliler de anlamları kendi arzularına göre evirip
çevirip uydurmuşlardır.
Standart Arapça herhangi bir ülkede halk dili olarak konuşulmamakla beraber resmi dil olduğu
için eğitim görmüş her Arap standart Arapçayı anlar ve konuşabilir. QUR’AN Arapça olması
nedeniyle Arap dili İslam dininde özel bir yere sahiptir. Şartsız, tartışmasız olması gereken de
budur. Bizler bu dilin enginliklerine, kökenlerine, gerçek anlamlarına girdiğimiz zaman
başaracağız.
(*) Ayetteki “umulur ki, umulabilir!.” ifadesini de çok iyi anlamak ve unutmamak gerekir. Biz bu konuya bu kitapta girmeyeceğiz.
(**) QUR’AN’DA savm (oruç) sözcüğü mastar olup, gölün, sabahın erken saatlerinde cam gibi pürüzsüz, hareketsiz, olduğu hale denilir.
Yaprakların kımıldamağı görüngüye denilir. Siyam da oruç olmak demektir. Saum; kelime kökeninden gelen anlamla siyam, insanın, vücudunu ve
ruhsallığını mümkün olan en ideal sükûnet seviyesine bilerek idrak ederek ulaştırması demektir. Yemeden, içmeden, cinselliği de düşünmeden en
önemlisi de SUSMAKLA yapılan, insanın kendini nefes almak hariç her konuda KONTROL ETMESİ, KENDİNE HAKİM OLMASI ANLAMINDA
MUHTEŞEM BİR İBADETTİR. BİLEREK YAPILDIĞINDA MUHTEŞEM, MUHTEŞEM, MUHTEŞEM BİR İBADETTİR.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
103
Benim kişisel tespitim ve kesinlikle doğru olduğu kanaatim bana bilimsel alanda 298 proje, 17
patents pending ve bir uluslararası patent kazandırdı. Yegâne kaynağım da, Yüce ALLAH’IN biz
fukaraya bahşettiği limitsiz BİLİM AŞKI, AZİM ve QUR’AN, İncil ve Tevrat, Fususu’l Hikem ve
Sümerce ve Sanskritçeye kadarki lisanların kökenleridir…
QUR’AN’I yaşayarak okumak, gerçekten insan beyninin enginliklerindeki lojik (biyolojik
matematik disiplin) devrelerini açmakta, epifiz bezine yüksek işlerlik kazandırmaktadır ki; idrakin
de idrakine ulaştırmaktadır. Yeter ki anlamak için okunsun.
Standart Arapça olarak kabul edilen bu dil Arabiyyet-ül fushâ (Fasih, Düzgün Arapça) olarak
ifade edilir ve tüm Arap devletlerinin de resmi dili olmuştur.
Hz. Muhammedin, elimizde kesin tarihi belgeler olmamakla beraber 8 veya 10 yaşlarına kadar
bedevilerin içinde yaşadığını, edebi Arapçayı lehçeleriyle öğrendiğini, nezih hitabetiyle Kureyş
Arapçasını çok iyi konuşan Kureyşli (Sümer’de KUTHA) olduğunu da biliyoruz. Bilindiği gibi;
çocuklar, lisanları en çabuk ve detaylarıyla hemen öğrenirler(*).
Kureyş lehçesiyle halkın konuştuğu farklı lehçeler arasındaki anlayış, ifade etme farkını göz
önünde tutarak devam edelim. Üstelik çoğunluğun hayatı 40-50 kelimeyle geçmektedir…
Bu nedenlere Mekkeliler “Ey Muhammed senin ne dediğini anlamıyoruz, bunlar çok başka
sözlerdir, kelimelerdir vb.” demelerinin bir nedeni de budur.
Kısaca; Araplar öncelikle Thamood (Hamood) soyundan olanlar olup helak olmuşlar. İkincisi iki
gruba ayrılır. Yemenliler ve Yakrub İbn Kahtaan soyundan gelir ve arta kalan azınlık Araplar olup
kalabalık bir kavim değillerdir. Mısırlılar Arap filan değildir, Kipti uzantılarıdır.
Hz. İbrahim oğlu İsmail soyundan kaynaklanan Adnaan kaynaklı olup Araplaştırılmış Araplardır.
Anneleri Cürhümlüler kabilesinden gelen bir Arap kadınken, onların atası İsmail de Arap değildir,
o aile Araplaştırılmış Araplardır. Hz. İsmail’in anası Mısırlı Kıpti’dir, babası Hz. İbrahim de (ilk adı
Brahmadır) Sümer’de yüksek bilgilere ulaşmış Türk’tür.
Bu onlarca ayrı göçebe halde yaşayan grupların, kabilelerin dillerindeki lehçe ve anlayış
farklılıklarını hiç bir şekilde göz ardı edemeyiz. Bu göçebelerin kendilerinden kalan en küçük yazılı
bir belge de YOKTUR. Genellikle Asur ve Babil’in arta kalanlarındaki kaynaklarından öğreniyoruz.
Soralım; Türkiye’de herkes Türkçe konuşmasına rağmen, kaç insan okuduğu bir gazetenin veya
hukuk kitabın veya tıbbi bir kitabın veya mühendislik kitabını veya bu konular hakkında eğitim
veren öğretmeni ne kadar anlayabiliyor, ne kadarını öğrenebiliyor?
Resul olmadan önce de hitabeti, saygılı, sevgili, bilge davranış ve konuşmalarıyla herkesin
nezdinde itibarlı, elit bir insandı. Resul olmadan önce putperestlik içeren Zerdüşt namazı ve
putlar hakkında etkileyici konuşmalarından dolayı da hırpaladılar, incittiler.
Resul olduktan sonra da ilk üç veya 4 sene içinde Zerdüşt namazı hakkında daha ciddi ve etkili
tenkitlerle en yakınları başta ve halka da anlatıyordu. Bu elçilik görevinin gereği idi. Bu nedenle
ikinci kez ciddi sekilde incitildi; NEDEN Mİ?
Her ne kadar çoğunlukla Resul olduğuna inanıyorsa da; Birinci nedeni saltanat kaygısıydı ve
söylediklerini, konuşmalarındaki enginliği tam olarak anlayamıyorlardı. Qur’an’ın muhteşem
lisanı, Kureyş lehçesi ve halkın konuştuğu farklı lehçeler, ifade ve anlayış farklılıkları öncelikli
engellerdi… Bu anlayış fukaralığı günümüzde de aynı şekilde devam etmektedir.(**)
(*) bunun bilimsel nedenlerini ve detaylarını ALAK kitabımızda açıklamaktayız.
(**) Asırlardır mezhepler, tarikatlar kendilerine özgü anlamlar vererek lügatler yapmış ve Qur’an’ı örtebildikleri kadar da örtmüşlerdir… Allaha
Hamd olsun ki Hintli Müslüman İkbal’in Müfredatı yetişti ve Sümer tabletleri bu örtüleri, kurmayı planladığım ekiple mümkün olduğunca
kaldıracaktır. Hintli Müslüman İkbal Sanskritçeye de hakim bir bilim adamıydı. Bu nedenle sözcükleri detaylı açıklamaya çalıştı.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
104
İkinci nedeni de elbette maddi çıkarlar, put sanayisi iflas edecekti, saltanat bitecekti!.. SALAT
yasası getiriliyordu, faiz kökten yasaklanıyordu. Bu ilahi kurallar Mekkelilerin işine gelir mi?
Bunu açıkça özetleyen ayet;
[ Azîz ve Rahîm tarafından indirilmiştir. Babaları Uyarılmamış* (eğitilmemiş, sapkınlıklar içinde
olan) bir kavmi, uyarman (onlara gerçeği öğretmen) içindir. Çünkü onlar GÂFİLLERDİR. Yasin 5, 6]
Qur’an’ın kalbi olan Yasin suresi 5 ve 6 ayetlerine lütfen dikkat! Qur’an gelmeden önce
Mekkeliler Zerdüşt namazı, oruç, hacc yapmalarına rağmen, ALLAH’I da bilmelerine rağmen
Qur’an yine de bunlara GAFİLLER demektedir… Bu ayrıntı çok, çok, çok önemlidir.
Yasin 5, 6 ayetleri ve içeriğindeki ‘GAFİLLER’ sözcüğünün içeriği bu kitapta açıkladığım her bir
detayın en net kanıtıdır.
Muhteşem Qur’an’ı o asırdaki insanların anlamadıkları savını bir kenara bırakalım; günümüzde
de kaç insan anlayabiliyor?
Yirmi birinci (21Y.) Yılda bile SALAT sözcüğünün namaz olmadığı, olamayacağı ve içerindeki
gerçek anlam bu kitabımızla ortaya konmuştur.
Açıkça ve pervasızca diyebilirim; 21 Y. Yılın bilimsel değerleri, kültürü ve matematiği QUR’AN’I
tam anlayabilecek seviyeye henüz gelebilmiş değildir. Asırlarca sürecek olan zihinsel evrime
ihtiyacı var…
Bu iddiamı kuantum alanından astrofiziğe, matematikten biyokimyaya kadar ve her alanda
kanıtlarım.
Bu kanıtların mütevazi bir bölümüne bu kitapta ve diğer kitaplarımızda tanık olunacaktır.
(*) Neden ayette “Babaları Uyarılmamış” dendi? Çünkü doğru bilgiler teklif edildiğinde, her sorulduğunda ‘babalarımızı böyle yapıyor bulduk,
atalarımızdan gelen bize yeter’ demekteydiler. Muhteşem Qur’an’ın ilahi matematik disiplini içinde bir zarafeti daha….
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
105
EN BÜYÜK HAZİNE, EN MUHTEŞEM İLAHİ NİMET
AKIL - A-K-L
Öğrenilen Bilgi, kimsenin böbreğine, ciğerine, eline veya ayağına hitap etmez. Beynine, beyinin
muhatabı olan AKLINA hitap eder ve vücut bulur. Var oluşun doğası, Akıl ve beyinin iç içe olan
ayrılamaz gerçeği ve birlikteliğidir. Böbrek te, ciğer, el ve ayak ta beyinden gelen programlanmış
bilgilerle (budan kast ettiğim AKIL değildir) işlevini yapar. Çünkü aklı olmayan adamın da bütün
organları eksiksiz çalışabilmektedir. Dolayısıyla bunu; içerde kodlanmış istem dışı bilgiler ve
duyularla dışarıdan öğrenilen bilgiler olarak kısaca ayırt edebiliriz.
Sanskritçede ikAra sözcüğü, harf veya harflerin (buna geometrik şekiller de diyorlar) oluşturduğu
sesler anlamında olup okumaktan, ifade etmekten mastardır. Arapçada IKRA (K-R-A) aynı
anlamıyla Sanskritçe kökünden gelir. Kıraat olarak, harflerin seslerinin bir araya getirilmesi ile
vücut bulan işaretlerin, yani harflerin oluşturduğu ses, yani sözcük demektir. Biz bunu
QUR’AN’IN ilk sözcüğü IKRA olarak öğrendik.
IKRA, ilk gerçek anlamı OKU (bu Qur’an’daki en kesin ilk emirdir), fonksiyonel anlamı da öğren,
öğrendiğini öğret anlamında QUR’AN’LA lisanımıza girmiştir(*). Gerek IKRA, gerekse Sanskritçe
ikAra sözcüklerinin anlamı; harfleri (geometrik şekilleri) seslendirerek sözcüklere dönüştürmek,
yani kelimelere dönüştürmek, yani OKUMAK, konuşmak, söylemek, ifade etmek anlamlarındadır.
AKLIN kullanılmaya yönelimi IKRA ile olmaktadır. IKRA sözcüğü sadece yazıları okumak değil,
duyularla her şeyi analiz temek, tanımak, faydalanmak vb. gibi anlamlar da içermektedir…
Görme engelli bir insanın şeyleri, eşyayı dokunmakla tanıyıp okuduğu ve öğrendiğini anımsamak
gerekir.
Bizi hayvanlardan ayıran ne önemli ayrıcalık eşyayı isim vererek tanıyıp, kavrayıp, analiz edip,
ifade ederek düzenli-disiplinli olan seslere, sözcüklere dönüştürebilmemizdir. İşi çıkmaza
sokmuş, gerçeği ellerine-yüzlerine bulaştırmış evrimcilere de bildirmek gerek!!!(**)
Hatırlayalım Yüce ALLAHIN insana ilk öğrettiği neydi?
[Ve, Âdem’e, eşyanın (evrendeki istisnasız her şeyin) isimlerinin hepsini öğretti (programladı).
Bakara 31]
[ Ki O, KALEM ile öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti. Alak 4,5]
Sanskritçe ve Sümercede de Kalam ve Kalem günümüzde de bilenen kalemdir. Çizgiler yapan
(bu geometrik işaretler, yani harfler, yazı demektir), aynı zamanda Sümercede Kalam ve Kalem
‘paralel evrenler’ anlamını da içermektedir(***)…
QUR’AN, kurmayı planladığımız ekiple ve kontrolümüzde her bir kelimeyi Sanskritçede, Sümerce
ve eski Uygur dillerindeki anlamlarını analiz edip evrenin, yaratılışın enginliklerine çok daha akılcı
metotlarla ulaşacağız. Dualarım, ruhumu Rabbime teslim etmeden bunu başarmaktır.
Sümercede Kira-Fik ve Akadcada Kira (Kira’at) okumaktan mastardır. FiK (Sümercede de f-k-r
den gelir) AKL’I kast ederek hafızaya almak, hafızayla, fikir edinmekle ilgilidir. (****)
Ki-ama; Sümercede ‘Ki’ Yer, yani Dünya anlamında olup, Ama (Amu) fiziki vücudun esası,
hülasası demektir. Ki ve AMA (Amu) birleşik kelimesi de KİAMA olup, Kıyamet kast edilir.
Ölmüş adamın KIYAM edeceği, ayağa kalkacağı, insan vücudu moleküllerine ayrılarak
parçalanmış bile olsa Kıyamette ölmeden hemen önceki kendi hülasasına bütün olarak
dönüştürüleceği kast edilmektedir;
(*) Batılı bilimcilerin ellerinden düşüremedikleri hazine Sanskritçe ve Sümer lisanları ve kültürlerdir. Bu en gerekli bilgi kaynağı Müslümanların
farkında bile olmadıkları bilim dalıdır. Bilim ve teknolojide bu denli yükseklerde olmalarının temelinde bu kısaca değindiğim hazineler vardır.
(**) Qur’an’ın diliyle evrimi ve evrimin doğasını da yazacağım.
(***) Bu, muhteşem bilgiler içeren konudur ve bu kitabımızda kısa verilerle geçiştirmekteyiz. Ömrüm yeterse bunu da yazıp insanlığa sunacağız.
(****) Qur’an’da çok sık tavsiye edilen ‘zikr’ sözcüğü, ALLAHIN yarattıklarını, öğütlerini devamlı fikrinizde (f-k-r) tutun, işlerlik kazandırın, aktif
tutun anlamındadır. Bizim hazretlerde(!) ellerinde tesbih ‘2876 kez şu zikri çekersen cennetin şurasında evin hazır’ diye milleti uyutmuşlardır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
106
[İnsan (öldükten sonra) onun kemiklerini asla bir araya getiremeyeceğimizi mi sanıyor? Hayır,
Biz, onun parmak uçlarını bile yeniden düzenlemeye kadiriz. Kiyame 3, 4]
Muhteşem alfabesinde 52 ünsüz, 15 ünlü harf bulunan Sanskritçe de;
KAVİ, akıllı adam,
BUDDHİMATTARA, süper akıllı adam veya deha,
AMANDA, AMURA, BUDDHİ ve MANAS, üst akıl anlamında kullanılmış. Ayrıca Manas, duyularla
işlerlik kazanan AKIL veya duyulara işlerlik kazandıran AKIL demektir.
Manas, Sanskritçe de icat etmek veya icat eden anlamında da kullanılmaktadır.
ABUDDHAYA, az akıllı adam (vasati akıllı) anlamında kullanmışlardır. Türkçedeki APTAL da bu
sözcüğün uzantısıdır.
Antahkarana sözcüğünü FURKAN, yani farkında olmayı öğreten bilginin birinci derecede
muhatabı olan kaynak anlamında kullanmışlar.
Gerek Sanskritçe gerekse Sümer kültüründe A-K-L yani akıl için, fiziki vücudun görünmeyen tarafı
için de KA demişler ve insan ırkı için her zaman baştaki taç olarak en yüce değer, en üstün
hazine olarak tanımlamışlar. Bu tanımlamaya hayran oldum. AKIL, hayatımızın her alanında
başımızın tacı değil midir?
Bilimsel alanlarda Sanskritçe, Samskrita lisanlarından etkilenmiş ancak kendilerine özgü, daha
önce bilinmeyen yeni lisanlarında yani Sümercede; KA, beyin ve AKIL anlamında da kullanılmış,
zamanla Arapçaya A-K-L köküyle AKIL olarak gelmiştir.
Unutmamak gerekir; Sümer yüksek medeniyetinin 4000 seneden fazla ömürleri oldu, bu kadar
uzun zaman içinde lisanlarındaki yenilikler, dillerin gelişimi (buna etimolojik değişim diyoruz),
yazılar içinde kültürel gelişmeler vb. göz ardı edilmemelidir. Eski Mısırı, günümüzdeki Arapçayı ve
İbranilerin tamamını, günümüz Türkçesini, Çinceyi de etkilemiş köklü bir lisan tesis etmişlerdir.
Örnek; ilk dönem, kadim Kenger-Sümercede An-Nabu, sonra Nabu ve Nabi ve Al Nabi ve El Nebi
olan bu sözcüğün anlamı; ağır sorumluluğu olan mesajlar getiren, elçi, gören, bilgin ve kısaca
günümüzdeki Arapçada Nebi (Farsça, haber getiren; peygamber) sözcüğünün orijinidir.
Sümercede ve Akadcada kökleşmiş ve Hebrew diline de geçmiş KATHERA, en yüksek bilgi, yani
mastardır.
Sümercede ‘Kathera’ üstün akılın akıllıca ürettiği netice anlamında ki bu sözcük Hebrew dilinde
‘KETHER’ olmuş, anlamı da başa takılan taç olarak Hebrew dilinde kullanılmış. Ancak görüldüğü
gibi başa takılan en yüksek ödül taç olduğuna göre, baştaki AKILIN ürettiği başarılı neticeye atfen
KETHER, yani BAŞTAKİ TAÇ denilmiş. Veya AKIL’I baştaki taç olarak dillerine geçirmişlerdir.
Dikkat etmek gerekir; sadece baştaki taç denmiş, kralın veya kraliçenin başındaki taç
anlamında değil… Bu bilgelik kokan nezih tanımlama her insana özgü olarak kullanılmış. AKILLI
adamın TAÇ takınması için kral olmasına gerek olmadığı da böylece açığa çıkmıştır. AKIL,
özellikle işleyen AKIL her insan için en değerli taçtır. Akılsız adamın imanı olur mu?
Sümercedeki Kazinkah-ilm; yüksek AKIL’IN ortaya koyduğu, yüksek bilinç, bazı hallerde beyin
olarak veya farkında olmak, yani FURKAN anlamında da kullanılmış. Bilgiyi idrak eden organ gibi.
Bir diğer lehçe farkıyla ‘Gizzal veya Gestu’ sözcüklerini de akıl, akıllılık anlamında da kullanmışlar.
KA, yani Aklın İLM veya İLMU (bilimsel) alandaki faaliyetine ithaf edilen olup, günümüz
Arapçasında da İLM veya İLMU aynı sözcükler aynı manada kullanılmaktadır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
107
İLMU sözcüğü aslında AKILLI adamların birlikteliği ile ortaya koyduğu netice gibi anlam içerir.
Örnek verecek olursak, herhangi bir denklem, bilimsel bir çalışma bir veya birden fazla bilim
adamının birlikte ortaya koyduğu ve kabul edilen bilimsel net tanımlamadır. İlmu, ferdi değil
birden fazla akıllı insanların birlikte ekip çalışmalarıyla ortaya koydukları veya ulaştığı neticedir.
Örnek; bir şahıs ciddi bir denklem yaptı, ancak kimsenin haberi yoksa buna bilim veya ilim denir
mi? Benim kanaatim; İlim, bilginin, bilgilerin ortaya koyduğu ve topluma yansıyan bütünlüğüne
denmesi gerekir.
Sümercedeki Ana’kh-Zinkah çok zeki adam, deha demektir. Zika, veya Zeeka günümüzde Arapça
ve Türkçede de zekâ olarak kullanılmaktadır. Çok zeki ve yüksek makam sahibi bir şahsiyeti kast
etmek için Ana’kh takısı Firavunlar hanedanlığında da ‘Tuth-ANKH-amon’ birleşik isime ana
malzeme yapıldığını tespit ettim(*)…
Görüyoruz ki Sümerler, AKIL ve ZEKÂ arasındaki ilintiyi bilerek lisanlarına da yerleştirmişler.
Sanskritçe Rişhi, Sümerceye ve Fars dillerinde rüşte ermiş veya şeyh olarak, yine aynı anlamı
taşıyarak geçmiştir. Rişhi ‘gerçeği gören, şeyh, rüşte ermiş adam’ anlamlarında kullanmışlar. Bu,
bilgeliği içeren sözcükler zamanla mistikler, muskacı-tıskacılar tarafından da kendi amaçları
doğrultusunda kullanılmış, günümüzde de her köşe başında menfaat sağlamak için vardırlar.
Günümüz Arapçanın ilk akrabası Sami dilidir. Arapların atası ARABA yöresinde yaşamış milletin
(Araplaştırılmış Arapların atalarıdır) Hebrew kökenli dili olup bütün bu dil ve lehçelerin ilk atası
AKADCA ve Sümercedir. Sümerlerin de kendilerine özgü geliştirdikleri özel dilde çoğunlukla
ÖnTürk dillerinden ve Sanskritçe ilişkilerini de görmekteyiz. Ancak, Kenger-Sümerce başlı başına
geliştirilmiş, henüz anlayamadığımız bir dizi kuramsal matematik tabanlı lisandır. Kanaatim
başka gezegenlerden gelenler tarafından dikte edilmiş bir lisanları vardı.
Sanskrit lisan ve kültüründe bilinen 92 sözcük (bu rakam benim tespitimdir, belki daha fazla var)
AKIL VE AKILLA ilgilidir. İnsanlık tarihlerinde bilinen hiç bir lisan, kültür AKIL hakkında bu kadar
etkileyici zenginliğe, zarafet ve bilgeliğe sahip değildir.
Ve AKILA en büyük önemi veren, işlerlik kazandırılmasını tartışmasız emreden de sadece
QUR’AN elimizdedir. Ne acıdır ki birileri de akıl hakkında konuşmayı bir zamanlar yasaklamış!
Günümüzde de AKIL’IN anlayamayacağı, her zaman yanılabileceğini, sadece KADERE boyun
eğilmesi gerektiğini çığıran şarlatanlar az değildir. Emevi Abbasî’nin Dini parçalamasındaki
başarısı burada yatmaktadır. ‘Yönetmek benim, yönetilmekte de senin kaderindir’! gibi…
Gönül ister ki bu MUHTEŞEM QUR’AN’I, sadece ALLAH rızası için, sadece insanlığa hizmeti
amaç edinmiş geniş kapsamlı bilim ekibiyle, büyük-büyük temiz AKILLA okuyup anlayalım ve
anlatalım ve onun gölgesinde yaşayalım.
Sümer kıralı Ulema Annunaki’nin kolundaki saate ve çam kozalağına (epifiz bezini ifade eder,
tıbbi adı da pineal gland) bakarsak, Sümer medeniyetin lisanını, O yüksek kültürünü
deşeleyebildiğimiz kadar fen ve felsefe alanlarında da deşelemeliyiz… Neden mi? QUR’AN’I Yüce
ALLAHIN murat ettiği gibi anlamak için. Bu adımla birlikte her bir sözcüğü Sanskritçede
aramalıyız… Asıl kaynak Sanskritçedir…
Bilgece atılacak bu adımlar biz insanları en eski Türk milleti olan Atlantis’e (**) götürecektir.
Bunun başkaca hiç bir yolu yoktur. Aksi halde karanlık cüppelilerin uydurduğu masallarla başta
Müslümanlar ve insanlık daha karanlık çıkmazlara gidecektir. Bu ifadem üç boyutlu bu hayatta
kesindir, ancak gelecek sonsuz hayatta karar da sadece Yaratanın tasarrufundadır!…
(*) Evrende zaman ve hayat 2 numaralı Yedi astro fizikçi Kehf kitabımızda açıkladık.
(**) Dünya Atlantis’in akıbetine gidiyor kitabımız.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
108
İnsanın kaliteli hayat seviyelerine ulaşabilmesinin yegâne kapısı; öğrenebilmesi, öğrendiğini
hayata geçirebilmesi, başkalarına öğretebilmesinin birinci basamağı lisanıdır. Lisanındaki kelime
hazinesi ve öğrendiği anlamlar doğrultusunda eşyalarla, evreniyle bütünleşebilir.
Kelime hazinesi 40-50 sözcükle sınırlı adam QUR’AN’I nasıl anlayabilir?
Ne matematik üretebilir ne de teknoloji, ne ilaç imal edebilir ne de evreni tanıyabilir…
sadece bakar!!!... baktığını da anlayamaz… inekler düdük çalarak geçen trenden ne anlar?
Sağ kolunda saati olan Sümer tanrısı Ulema Anunnaki. Oysa bu adam başka gezegenlerden gelen eğiticileri, elçileri
taklit etmektedir. Kendisi tanrı filan değildir. Asırlar sonra gelen nesiller bu eğiticileri de tanrı sandalyesine
oturttular. Ana vatani Sümer olan miraç masalı da, başka gezegenlerden gelen eğiticilerin taklit edilmesi ve bu
elçilerin gelip gitmelerinden esinlenerek asırlar içinde de ekseninden kaydırılmış masal olmuş hatıralardır.
Annunaki’nin unvanı; ULEMA ANUNNAKİ olup âlimlerin başı anlamındadır. Anunnaki, cennet
adamı veya cennetten gelen bilgi adamı, yüksek boyutlardan gelen bilgi anlamlarında da
kullanılmıştır.
‘Ulema’ Sümercede de bilginlerin bilgin başı, çok bilgili, erdem kişi (mürşit) anlamlarındadır.
Günümüze kadar ulaşmış bu sözcüğün ve anlamının ana vatanı Sümer’i kurmuş olan Kenger
Türkleridir. Ulema bilgiyi öğretene verilen unvan olup, Anunnaki de yüce bilgi demektir.
Yine sağ elinde tuttuğu bilgeliğin sembolü çam kozalağı (pineal gland) EPİFİZ bezini betimler…
On binlerce sene önce bu insanlar mercimek büyüklüğünde ve beyinin en muhafaza edilen
odacığına yerleştirilmiş epifiz bezinin AKLIN-TAKVANIN ilk muhatabı olduğunu öğrenmişler.
[ Andolsun ki, Biz senden önce nice elçiler gönderdik. Onlardan bir kısmını sana anlattık, bir
kısmını da anlatmadık. Mü'min, 78 ]
[ Her kavmin (milletin) bir hidayet (eğitici) davetçisi vardır. Ra'd, 7 ]
[ Her ümmetin bir elçisi vardır. Yunus, 47.]
Kenger-Sümer’e gönderilmiş birçok elçiden, 5000 seneden de fazla hüküm sürdükten sonra,
günümüzdeki gibi dini, ilahi bilgileri, şahsi çıkarları için araç olarak kullanmışlar, gerçek bilgileri
saptırarak saltanatlarının menfaatleri için ekseninden kaydırarak ve kendilerine de tanrı unvanını
yakıştırıvermişler. Veya masumları sömürmek için bir takım şeyhler, dervişler, papazlar gerçek
bilgileri, Ulema Anunnaki’nin öğretilerini asırlar içinde saptırmışlar. Böylece halkı sömürmüşler
sömürebildikleri kadar. Hayranlık veren bir medeniyet kurmuş, matematiği, geometriyi
geliştirmiş, astronomide de ciddi gözlemler ve tespitler yapmış, cebirin temelini kurmuşlar.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
109
Başka gezegenlerden gelenler tarafında da eğitilmişler. Ben bu gezegenin Şi-Ra olduğu
kanaatindeyim(*).
Akadlar tarafından çökertilen Sümer ülkesi bir daha eski haline gelemedi ve Sargon iktidarının
ardından tarih sahnesinden M.Ö 1800lerde silindiler. Arta kalanlardan Arabistan’a, kuzey batıya
göç ederek dağıldılar. Kureyş kabilesi de bu göçlerle Kutha’dan Arabistan’a geldi.
[ Bütün ümmetler için bir ecel (süre, müddet) vardır. Onların ecelleri geldiği zaman ne bir saat
ileri, ne bir saat geri alınmaz. A’Raf 34 ]
[De ki; “Allah’ın dilediği şey hariç, ben nefsime (kendime) bir fayda veya bir zarar vermeye malik
değilim. Her ümmetin bir eceli vardır. Onların eceli geldiği zaman artık bir saat tehir edilmez ve
öne alınmaz.” Yunus 49]
Tarihin enginliklerinde açıkça görmekteyiz Dini; şahsi menfaatleri ve çıkarları doğrultusunda
kullanmak (!!!.) Milletlerin sonunu getirmiştir. Günümüzde de cennetin arsalarını satan,
müritlerine cennetten parsel-parsel arazi veren şeyhler, dervişler, cemaatler, tarikatlar daha
neler, neler!!!...Bu şarlatanlıklara göz yumanlarda aynı suçun ortaklarıdır. Veba mikrobu bir
tek şahsı ölümcül şekilde harap eder, ancak toplumun tamamı da aynı akıbete adaydır!...
Oysa Hz. Muhammed “kızım Fatima ola ki Resulün kızıyım diye yanlış bir düşünceye
kapılmayasın, ben bana ne olacağını bilmiyorum” derken bu şaşkınların Zerdüşt namazıyla
cennetten arazi dağıttıklarını nasıl açıklarız bilemiyorum!!!...
Yüce ALLAHIN kırmızı çizgilerine dikkat etmek gerekir!.
Neden Sanskritçe ve Sümerce diye ısrar etmekteyim? Arapça, Yahudilerin bir kolu olan Araba
kabilesinde başlamış ve Sami dillerinden gelen zenginliklerle türemiş bir dildir. Bu da Akad’ca ve
Sümer kökenli olup ata dilleri Sanskritçe ve kültürüne dayanır.
Günümüzdeki Arapça ve Türkçede kullanılan Kenger-Sümerce sözcüklerden bir kısmı;
Arapça, kHalika, Halak, Sümerce KHALKA, HALK-ha yaratmak demektir.
Anth-Khalka Sürmecede ‘en yüksek akılla Yaratan, Yaratıcı’ anlamındadır.
Türkçe ÇİZME, Sümerce GİSMA. Gisma; tekne, sandal, gemi anlamında da kullanılmış,
Arapça NUR; Sümerce NURU, Immaru, Mussu Nura demektir,
Arapça ARD; dünya, Sümerce ARD dünya, yerküre olup Sümerler Dünyanın küre olduğunu da
beliyorlardı.
Arapça kelp köpek; Sümerce Kalb, kalbi, köpek demektir,
Arapça Ellinci; Hamsin olup Sümerce HAMSU, hams(a) veya Hamsum. (Sümerler önceleri 6lı
rakamları, asırlar sonra 10lu rakamlari icat ettiler),
Arapça AŞRA on(10); Sümerce ESşRU,
Arapça Zikr (fkr); Sümerce de zikru (fikirde aktif tutmak demektir),
Arapça İlah; Sümerce ilu (tanrı, erildir),
Arapça İlahe; Sümerce ilati (tanrıça, dişi),
Arapça merhab, Türkçe Merhaba, Sümerce Merkabah (saygıyla selamlama)
(*) şeytani ayetlerin cevabı, Şi-Ra gezegeninden gelenler, 1 numaralı kitabımız.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
110
Arapça ve Türkçe esir; Sümerce ESERU, esir etmek anlamındadır,
Arapça ve İngilizce MEN; Sümerce Men, adam, şahıs, kişi, erkek ve kadın birlikte,
Arapça SALAM; emniyette ol, huzurlu ol demek olup, Sümercede SALAMU. Bu sözcük cümledeki
ifade ve gramer kuralına göre bütün renkleri içerdiği için Sümer’de ‘siyah’ anlamında da
kullanılmış.
Türkçe Baba, Sümerce ve Sanskritçe Baba,
Arapça ‘AHU’ erkek kardeş veya kardeşim anlamındadır, Sümercede de ‘AHU’,
Türkçede miktar, ölçü kast edilen ‘AZ’ Sümercede da ‘AZ’ aynı sözcüktür,
Türkçede süzmekten emir olan ‘SÜZ’ sözcüğü Sümerce de aynıdır,
Türkçede ‘YARIM’ sözcüğü Sümercede ‘YARyM’ olarak karşımıza çıkmaktadır.
Arapça yedi (7) rakamı ‘sebb’a’, Sümercede SEBET. Bu SEBET sözcüğü İbraniceye de sabbat, yani
yedinci gün, Cumartesi olarak geçmiştir.
Türkçe ALTI(6), Sümerce ALTy,
Türkçe iki veya eki(2) Sümerce ikki,
Türkçede de ER, Sümerce asker ER,
Türkçe Çolpan (yıldız), Sümercede Çolpan,
Türkçede ağırlık, Sümercede Auur veya Aur,
Türkçe kangal, Sümerce Kan-Gal koyun kopeği
Arapça Melekût; Sümerce Malakot veya Malekut.
Arapça ‘ZİKİR’ Sümerce ‘ZIKRU’ yani fikir anlamında kullanılmış, zaten QUR’AN dilinde de zikr
sözcüğünün içerdiği anlam ‘ALLAH’I ve kurallarını fikirde devamlı aktif tutmak’ demektir. Eline
Budist icadı tesbih alıp papağan gibi kelimeleri tekrar etmek değildir.
Mısır hanedanlığının ilk dönemlerinde (M.O 3000ler) Sümer’den ithal edilen bir tanrı olan
Khunum-Kneph insanı topraktan, kurutulmuş çömlekten yarattığını öğreniyoruz.
[ İnsanı kiremit gibi pişmiş çamurdan yarattı. Rahman 14]
Ayette geçen el fahhâri sözcüğü; çın- çın çınlama sesi çıkaracak kadar kupkuru çamur esaslı
topraktan demektir. Cam gibi seramik bir materyale benzetebiliriz.
Ayette geçen Salsâlin sözcüğü ıslatılmış, çok ince toprağın özü, esası, hülasası, nemli olan çok
ince torağın hülasası anlamlarındadır. Piramitlerin blok taşlarının imalatı bu esasa, bu tekniğe
dayanmaktır. Kehf kitabımızda açıkladık.
Bütün bu sözcüklerin ve anlamının enginlikleri, bizlere, Sümerceyi İbraniceden başlayarak
mümkün olan en ileri enginliklerine kadar araştırmamızın gerekli olduğunu anlatmaktadır.
Türkçe, Arapça ve Hebrew dilinde bereket, Sümerce Barak, anlamı bol nimetler demektir.
Türkçe ve Arapça ikram, Sümerce Kirama, anlamı ikram etmek, sunmak vb. demektir.
Sümerce Kirama aynı zamanda keramet anlamında da kullanılmaktadır.
Günümüzde de masal uyduranların sıkça kullandığı tayyi-mekan sözcüğü ve içeriği Sümercedir
ve Tay Al Ard ve Tay Al Mekan’dır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
111
Sümerler, yedinci (7nci) boyutların varlığından ve bu boyutlarda da melekût âlemi olduğundan
söz ederler. Bu melekût âlemine enerjinin (kudretin) anayasası veya enerjinin ana kaynağı
veya krallıkların cenneti de demişler. Birazdan bu konunun enginliklerine gireceğiz.
Sümerce Kakaal, gezegenler arası seyahat demektir. Böyle bir ifade şu anda NASA da bile
kullanılamaz. Sadece Mahabharata yazılarında rastlanır. Sümerliler gezegenler arası seyahat mi
yaptılar veya böyle bir olayın şahitleri mi oldular da dillerine KAKAAL sözcüğünü yerleştirdiler?
Ulema Anunnakiye bakarsak, başka gezegenlerden (buna boyutları farklı küre dünyalar diyorlar)
gelenlerin bilgece öğretileriyle doludur. Doğal olarak KAKAAL sözcüğünü bilerek
kullanacaklardır.
Burçları 12 burç olarak tespit etmiş günümüze kadar da gelmesini başaran Sümer medeniyetidir.
[Gökte burçlar yapan O (Allah), Mübarek’tir. Ve orada Ay’ı, aydınlatıcı bir kandil yaptı. Furkan 61]
Bu kültürlerin yüzlerce sözcük, kelime ve cümle yapısının enginliklerini ve bu dillerin bilimsel
metotlarla QUR’AN Kureyş lisanındaki analizlerden sonra QUR’AN’I en doğru şekilde
anlayacağımızı ifade etmeye çalışıyorum.
Pervasızca diyebilirim ki QUR’AN’I en mükemmel, en az hatayla anlayacak, anlatacak dil Öz
Türkçedir. Çünkü Öz Türkçenin ifade ve anlayış enginliği, maddeyi tanıma ve düşünceyi
tanımlama, sözcüklerin içeriğindeki enginlikleri kucaklama zenginliği bu çalışmaya en mükemmel
zemini hazırlar.
Önemli ve kısa bir not; Sümer yazıtlarıyla iç içe, çok yakınlıkla örtüşen QUR’AN, Tevrat ve İncil
ayetlerinin benzerliği insanları, özellikle eğitimsiz, saplantılı düşünen, bilgisiz dincileri yanlış
düşüncelere soktu.
Oysa bu örtüşmeler QUR’AN’IN, Tevrat ve İncilin doğruluğunun da doğruluğunun en NET
kanıtıdır. QUR’AN’IN evrensel doğruluğunun kanıtlarından ilki Kenger-Sümer tabletlerinde ki
benzerliklerdir. (*)
Kanıt; [ Kitaptan sana vahyettiğimiz, KENDİNDEN ÖNCEKİLERİ DOĞRULAYAN GERÇEKTİR. Allah
kulların(ın her halinden) haberdar olandır, görendir. Fatır 31]
Bu muhteşemliği anlayamayan eğitimsiz, okuduğu ayetin anlamını dahi bilmeyen, dinciliği
oynayan şarlatanlar ki; Müslümanlığın yüz karalarıdır bu hazineyi yanlış değerlendiler. Bu çok
hassas konuyu ‘ Yedi genç Astro fizikçi, Kehf’ kitabımızda da açıkladık.
Onlarca kanıttan sadece birisi de bu ayettir;
[ BİLMELİSİN Kİ, BİZ SENDEN ÖNCE (milletlere, kavimlere) NİCE ELÇİLER GÖNDERDİK.
ONLARDAN BİR KISMINI SANA ANLATTIK, BİR KISMINI DA ANLATMADIK. Mü'min, 78 ]
Arapça kökü veya nereden geldiği de bilinmeyen ‘Andolsun ki, kasem olsun ki’ gibi yemin
sözcükleri çok yanlış değerlendirmişler, aslında anlamamış ve kestirmeden ‘ALLAH yemin
etmektedir’ diye bir etiket yapıştırmışlardır. O hainler bu yanlışlıkları asırlardır hep yaparlar!.
Bu şekilde düşünüp meal-tefsir yapmak Muhteşem Qur’an’a karşı yapılan iftira değil midir?
Yüce ALLAHIN kendi yarattığı kullarını ikna etmek için yemin etmesine gerek var mıdır?
Qur’an’ın bilinen Arapça ile anlaşılamayacağının bir kanıtı da budur.
[Hayır, o (sana vahyedilenler) kendilerine bilgi-ilim verilmiş olanların göğüslerinde (sudûri, bu
timüs bezidir) bulunan açık açık ışıldayan ayetlerdir. Bizim ayetlerimizi, zalimlerden başkası
inkâr etmez. Ankebut 49 ]
(*) Kutuplarda namaz çizelgesi hazırlayan Prof. etiketli madrabazda internette bedava dağıtılan kitabımdaki bu tespitlerimi çalarak Sümer
tabletleri Qur’an’a aykırı değildir diye, bilgiyi yani öğrendiği yeri gizleyerek eline yüzüne bulaştırarak anlatmaktadır. Oysa daha düne kadar
Sümer tabletlerine düşmanlıkları ayyuka çıkmıştı!...
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
112
Yemin etmek; dinleyeni, sözün muhatabını ikna etmek içindir. Ancak yanlışı da karşı tarafa kabul
ettirmek için yemin edebilirler… Bu terbiyesizlik Yüce ALLAHA nasıl isnat edilebilir?
Qur’an mealcileri, tefsircileri bu sözcüklerin insan gibi yeminlerin aslında ‘Hiç bir şüpheye
kapılmadan emin olun ki, eski bildiklerinizi unutun buna kesinlikle inanın ki’ anlamında
olduğunu nasıl anlamadılar? Ayıptır ayıp!...
Qur’an’da, Kasem olsun ki, andolsun ki gibi sözcüklerin gerçek anlamları; kuvvetli, en kesin
şekilde;
Batıl masallardan etkilenip şüpheye düşmeyin,
Bu emrimiz kesinlikle doğrudur,
Bütün bilgeliğinizle inanmalısınız ki,
Bu senin eksiksiz tam olarak bilmen gerekendir,
Şartsız bilmeniz ve inanmanız için gereklidir,
Bu tartışmasız kesinliktir, netliktir,
Bu senin/sizin için en doğru olandır vb. anlamlarındadır…
Örnek; [Yâ sîn. Vel kur’ânil hakîm. Yasin 1,2]
Bütün meallerdeki anlamı Yâ sîn. Hikmet sahibi Qur’an’a andolsun ki.
Bize göre çevirisi ‘Yâ sîn. Hikmet (fen bilimleri) içeren Qur’an’a şüphe etmeden inanın’
olmalıdır.
Qur’an’da andolsun, kasem olsun ki gibi sözcüklerin gerçek anlamları; öğretilen bilgilerin
netliğinin, kesinliğinin insanlar tarafından şartsız kavranmasının bastırılarak özümsenmesi
içindir.
Bu yüce Dini işportaya düşürmüş Qur’an meal-tefsircilerine bildirmek gerekir; Yüce ALLAH’IN
kuluna karşı yemin etmesi nasıl söz konusu olabilir?
Yemin; Doğruyu veya yanlışı karşı tarafa kabul ettirmek için kullanılan bir tür aldatmaca da
olabilir, gerçek te olabilir. Yüce ALLAH’IN böyle bir şeye ihtiyacımı olur?
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
113
KENGER’LER veya Kİ-EN-GİR’LER
BİLİNEN ESKİ TÜRK URUKUNUN KURDUĞU
SÜMERLER ÜLKESİ
Ben de bu ‘Sümerler’ ifadesini hatalı kullandım!. Çünkü bu millete batılılar kasıtlı olarak ve
herkes Sümerler(*) demektedir. Oysa bu millet, yaşadıkları bölgeye (burası güney
Mezopotamya’dır) Sümer dediler. Kendilerine Kİ-EN-GİR veya KENGER demektedirler. Anlamı;
soylu efendilerin yurtlarından, yerlerinden, bir diğer anlamı da dağın zirvesi, demektir. Sümer
kelime anlamı da ‘siyah şapkalı, siyah kalpaklı veya siyah çizmeli’ anlamlarını da içermektedir.
Firavunlar da Kıpti dilinde Kengerlere aynı anlamda ‘Hiksos’ lar dediler ‘büyük toprakların,
alanların sahipleri, kural-kanun koyucular vb.’ anlamlarındadır.
Sümerler efsanevi kahramanlarına BİL-GA-MEŞ derken Akad’ca da Gilgameş denmektedir. BilgeKağan(**) isminin Bilgameş den türediği kanaatindeyim, çünkü her iki isim de efsanevi bilge ve
kahramanlara ithaf edilen unvan isimlerdir.
Sümerliler tarihte bilinen en uzun ömürlü devlet kurmuş bilge millettir. Her ne kadar
Sanskritçeden bulaşan(***) çok veri varsa da; Bilinen hiç bir lisanda olmayan özellikleriyle
kendilerine özgü ifade zenginlikleriyle dolu bir lisan geliştirmişler, yazıyı icat (şimdilik) ettikleri
bilinmektedir. Medeniyetin atası olarak bilinen ÖnTürk soyunun Kengerleri (Sümerliler)
matematik ve astronomi alanlarında ciddi adımlar atmış, yaşamlarındaki her olayı, hemen her
detayı da kil tabletlere tarihleyerek yazmışlar. Günümüzdeki medeniyetin de temel taşları
olmuşlardır. Güneş sisteminde 12 gezegen olduğunu resmen, açıkça belirtmişlerdir.
Günümüzde de kullanılan AY ve Güneş takvimlerini icat etmiş ve günlük zaman dilimlerini 6lı
hanelerle düzenlemişlerdir. Dakikayı 60 saniye, saati 60 dakika vb. gibi. Matematikte 6lı ve 10lu
rakamları ve dört işlemi icat ettiler. Sıfır rakamını da Hintliler buldular.
Günümüzde de bilinen TIP bilimlerinin, kutsal meslek olan (benim için en kutsal meslektir)
doktorluğun simgesinin ana vatanı Sümer diyarı ve bunu icat edip disiplini metotlarla hayatımıza
kazandıranlar da Kenger-Sümerlerdir.
Günümüzün tıbbının da simgesi, birbirine dolanmış iki yılan ve aynı zamanda DNA´yı simgeler
yani DNA´nın çift sarmalı Enki´nin simgesidir. Sümerlere ait DNA sembolü vazolar İngiltere
müzesindedir. Yaşları 5500 seneden de fazla olan bu vazo kabartmalarda merkezi sinir sisteminin
açıkça belirtildiğini göz ardı etmemeliyiz. Kenger-Sümer lisanları, kültürleri, gelen nesillere
(bizlere) bıraktıkları anıları, milletlerin güncel hayatlarını ve dinlerini, inanç felsefelerini
ciddiyetle etkilemiştir.
(*) İbranice Shinar, Mısır Sngr ve Hitit Sanhara, güney Mezopotamya'ya atıfta bulunarak SHUMER, yani Sümer demişlerdir
(**) Göktürk imparatorluğunun, hanlığının kurucusu M.S 683-734.
(***) Sanskritçeden bulaşan bir şeyler varsa neden yazıyı da almadılar diye çok düşündüm ancak ciddi bir kaynak da bulamadım. Neden yeni
bir yazı ve dil icat ettiler? Nasıl olurda pat diye yeni bir lisan ortaya çakabilir ve günümüze ışıklar saçan harikalar içerir? Başka gezegenlerden
gelenler mi öğrettiler? Mezopotamya’ya geldiklerine bu bilinen lisanlarını kullanmıyorlardı, kendi nativ dillerini konuşuyorlardı.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
114
Sümerliler, yalnız günümüze değil, tarihe, Hz. İbrahim’den İsa’ya, hanedanlık Mısırına kadar inkâr
edilemez etkin izler bırakmış, daha binlerce tabletler tercümeyi beklerken, binlercesi de toprağın
altından çıkarılmayı beklemektedir. Batılılar Mezopotamya’yı petrol için değil yerin altındakiler
için istemektedir… bu gerçeği bir öğrenebilseler!!!...
Kenger-Sümer’den günümüze kadar gelen anıların, Tevrat, İncil ve QUR’AN’LA uyum ve bazı
bölümlerinin de ciddiyetle benzerliği, QUR’AN’IN doğruluğunun da doğruluğunu, gerçekliğini
en açık şekilde kanıtlayan verilerdir. Hatta tüm insanlık için en kıymetli kanıt belgelerdir.
1400 senedir hiç bir Müslüman Qur’an’ın ALLAH vahyi olduğunu kanıtlayamadı… Sadece
Kengerin Sümer kalıntıları harfi harfine kanıtladı. Yüce Rabbim bu muhteşem güzelliği bize
lütfetti ve çalışmalarımıza aralıksız devam ediyor ve ALLAH rızası için araştırıyor ve yazıyoruz.
Eğitimsiz pek çok şahıs Sümer yazıtlarının okunmaması gerektiğini, bunların kafir şeyleri (!!!)
olduğunu çığırmakla, aslında kendi dinlerine çirkince ihanet içindedirler. Bu şahıslar
Müslümanlığa leke getirmekte, insanları Dinden uzaklaştırmakta, hatta insanları dine düşman
etmektedirler.
Kendini aydın zan eden diğer şarlatan maskaralar da; Sümer tabletlerindeki verilerin Qur’an ve
Tevrat’la uyuşmasını, Hz. Muhammedin QUR’AN’I, Hz. Musa’nın da Tevrat’ı Sümerlerden
çaldığını çığıran diplomalı şarlatanlar da bir o kadar suçludur ve çirkinlik içindedirler.
Her yeni bulunan tabletler 5000 sene kadar hüküm sürmüş yüksek bilgeliğe ulaşmış bir milletin
anılarında günümüzdeki Din (Qur’an, İncil, Tevrat) kitaplarında olan verilerin kısmen bulunması
en doğal ve en mantıklı bilgilerdir. Hatta olması gerekende buydu…
Kenger-Sümer tabletlerindeki benzerlikler QUR’AN’IN, İncil ve Tevrat’ın doğruluğunun, ALLAH
vahyi olduğunun apaçık, en net kanıtıdır…
Qur’an’da hemen her 100 sayfada ‘Qur’an onların ellerindekini tasdik eden bir gerçektir’ der.
[ bilmelisin ki, biz senden önce nice elçiler gönderdik. Onlardan bir kısmını sana anlattık, bir
kısmını da anlatmadık. Mü'min, 78 ]
[ Her kavmin (milletin) bir hidayet (eğitici) davetçisi vardır. Ra'd, 7]
[ Her ümmetin bir elçisi vardır. Yunus, 47]
[ BU İKİSİNDEN DAHA DOĞRU KİTAP getirin Allah tarafından da, ben ona uyayım. Kasas 49]
[ Görmediler mi kendilerinden (Mekke ve yöresinde yaşayanlardan) önce nice nesilleri yok ettik;
onlar bir daha kendilerine dönüp gelmezler? Yasin 31]
Hz. Muhammed MS. 1850lerde bulunan Kenger-Sümer tabletlerini Mezopotamya’da toprağın
altından çıkarıp tercüme edip sonra QUR’AN yazıp sonra da torağa geri mi gömdü?
Bu çirkin aptallığı diplomalı insanlar yaparsa(!!!) bu maskaralık değildir de nedir? Her aklı
başında insanın sorması gerekir!!!.
M.S 1850lerde bulunan tabletler 1940larda Noah Samuel Kramerle önce Akad‘ca, Asur dilleri
çözülerek Sümerceye ulaşabilmiş ve tercüme edilerek bilime kazandırılmıştır. Sümerce, Akad
ve Asurca farklı kuralları olan dillerdir.
1960larda Amerikalı araştırmacılar kazılarda çok derinlere inerek M.Ö. 2700 yılının edebi
eserlerine, Almanlar da 1929larda Uruk şehrine (bugünkü Warka) da Gökyüzü tapınağı olan
anna tapınağına ulaştılar. Gökyüzü tanrısı Anu ve ülkenin tümünde her zaman ünlü, zengin ve
güçlü Anu’nun kölesi İnanna adına bu tapınak yapılmış, tarih M.Ö. 3200’ler.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
115
İngilizler 1854’den başlayıp 1934’e kadar devam eden kazılarında yine Uruk yakınlarında,
bugünkü Tel Mugaiyar Ay tanrısına Sümerce Nonna ve Akadca’da Sin’e ithaf edilmiş, Ekişnugal
Büyük Işık Tapınağı’nı bulup ikinci Nabukadnezar dönemine kadar inecek yazıt ve tabletleri elde
ettiler.
Iraklı arkeologlarda 1946-1949 arasında Eridu’da tanrı Enki/Ea’ya ithaf edilen tapınağını buldular.
Tarih MÖ. 4000lere ulaştılar. Ayrıca bölgenin ON YEDİ (*) bilim ve kültür katmanından
oluştuğunu da ortaya çıkardılar. Asırlar, asırlar öncelerine gittiler. 1979larda ve 1982lerde
(Bahreyn’deydim) ben bizzat şahidiyim askeri gemiler dolusu değerleri, bilgi hazinelerini de
bilimi baş tacı edenler götürdüler! Bunlar da uyuma görevini hakkiyle icra ettiler…
Günümüzde de kazılar sürüyor, tarih M.Ö. 6000’lere iniyor. Hala bugün Nippur ve Sippar
arasında bir yerlerde, daha binlerce veriler, tarihi aydınlatacak, bilime ışıklar saçacak hazineler
bu toprakların altında yatıyor. Bu arkeolojik kazıları, on binlerce tercümeyi Hz. Muhammed mi
yaptı ve Qur’an yazdı?
Şunu da çok iyi bilmekteyim. Bizler Kengerin Sümer’i hakkında bulunan bilimsel değerlerin
sadece %1 kadarını belki biliyoruz. Özellikle üçüncü dünya insanlarından ciddiyetle saklanan
çok, çok değerli astrofizik ve genetik konularında verilerin olduğunu da şahsen biliyorum.
Benim şahsi net kanaatim;
İnsanları QUR’AN’A, İncil ve Tevrat’a düşman edenler, bu konuma getirenler sadece ve sadece
eğitimsiz, okumayan, uydurma hadis masallarıyla Emevi Abbasî dinciliği yapan, kendilerini
Müslüman ZAN eden, egolarını tatmin için yalan-yanlış, yarım-yamalak Qur’an meal-tefsir
eden şartlanmış, Müslümanlığın yüz karası fasıklardır. Dünyanın da Müslüman olmasına engel
olanlardır.
QUR’AN; Kureyş dil ve lehçesinin en dip ataları olan Arami, Sami dilleri, Akad’ca ve Sümerce ve
Sanskritçe kelime ve anlam kökenleri araştırıldığında gerçek anlamlarına kavuşacaktır. Şahsa
mahsus QUR’AN meal ve tefsirleri de af edilemez anlam sapmalarıyla, insanların beyinleri
yıkanmış ve üstünün tuzu biberi de uydurulmuş hadislerdir.
Yalnız Sümer yazıtları değil Sanskritçeye kadar her tarafı düzeltecek yegâne kaynak QUR’AN
olmasına rağmen; eğitimsiz, fen bilimlerinden, felsefeden, dünya tarihleri ve kültürlerinden
habersiz tacirler tarafından meal-tefsir edildikçe bir adım dahi atılamayacaktır. RÜKÛ, SECDE,
DUA; en zaruri, en gerçek bir ibadet olarak her millette ve Sümer’de de vardı…
Secde eden bir Sümerli, M.Ö 3400ler!!!..
(*) Kengerin Sümer’inde 17 rakamı ve içeriğindeki anlam son derece önemlidir. Ancak bu kitabın konusunun dışındadır. Orta Asya ÖnTürk
boylarına göre gök 17 kattır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
116
Elleri timüs bezi üzerinde Kenger-Sümerli aile boyu saygıyla duaya (kıyama) yönelmiş insan
heykelleri.
İslam’dan önceki milletler de ALLAH’IN kullarıydı…
Sümer’de bulunan, dua ettiklerini sembolize eden her heykel, heykelcikler; insanların ellerinin
göğüste, timüs bezinin olduğu bölgede tutulmasının çok ciddi nedenleri ve anlamları vardır.
Ancak bu kitabımızın konusunun çok dışındadır. Rükû, Dua, Secde ibadetini açıklayacağım
kitaplarımda yazacağım.
Sümer yazıları; başlangıçta yukardan aşağı satırlar, sonra M.Ö 3500lerde yatay olarak soldan
sağa satırlar aynı zamanda 90 derece açıda saat akrebi doğrultusunda da farklı yazmışlar.
Yazılarında, sanki sözcüklerin içeriğini resimlere de dönüştürmüşler. Bu da herhangi bir sözcüğün
çok farklı anlamlarını bir çırpıda dile getirdiklerini ortaya koymaktadır.
Sümerce, Akad’ca dilinin çözülmesinden sonra çözülmüş ve anlaşılabilmiştir.
Ben yakinen, şahsen bilmekteyim; Batılılar Cern araştırmalarından çok daha ciddi şekilde
Sanskritçe ve Sümer dilleri tabletlerini çözmek için çalışmaktadırlar.
Üzerinde akıllı varlıkların yaşadığı gezegen koordinatları en başta gelen araştırmalarıdır. (*)
Tevrat’ta açkıca yazan, Orion ve Süreyya yıldız topluluklarından, hatta bu Yıldızlara ulaşmanın
emir olduğundan söz edilmektedir.
(*) 1 numaralı Şİ-RA kitabımız.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
117
TÜRKLERDEN, MÜSLÜMANLARDAN CANHIRAŞ ÇABALARLA SAKLANAN
EPİFİZ GERÇEĞİ!.
QUR’AN’IN gizemlerini anlamak için haddim olmayarak tavsiye ederim ki; devamlı ve bilinçli
olarak fakat anlamak için devamlı, kesintisiz okumaktır… Her okunduğunda insan beynindeki
Logic Fundamentals Data dediğim, bilgi iletişim bankasının faaliyetlerini en doğru yönde ve en
yüksek seviyede çalıştırmaktadır. Bu da FURKAN fiilinin aktif konuma gelmesi demektir. Bu
faaliyetin kaynaklandığı organ da EPİFİZ, pineal gland (çam kozalağı) bezidir. (*)
Bu ilahi değerler; düşünen, soran, sorgulayan, doğru cevaba ulaşmaya çalışan, doğruyu
araştıran, bilimin lisanıyla anlayan, anlatan, icat eden, keşif eden erdem insan oluşturur.
Yasin suresinin ilk iki ayeti bu en hassas noktayı belgeler ‘Ey insan, Hikmet sahibi QUR’AN’A’
cümlesiyle hitap eder. Hikmet sözcüğü “karşımıza çıkabilecek her tür engele karşı savunma
bilgileri, her konumda daha iyi yaşayabilmeyi içeren fen bilimleri bütünü” demektir.
Erken gençliğimde QUR’AN’IN bilinen tarzda, bilinen Arapça lisanla ve O asırların kültürüyle
anlaşılamayacağını sezinledim. Bunu Evrende Zaman ve Hayat 1 ve 2 kitaplarımızda
açıklamıştım. Sormak lazım; QUR’AN O devrin kültürüyle ve bilinen lisanıyla anlaşılacak bir kitap
olsaydı, müşrikler neden arsılarca kabul etmediler? Neden hala bir dişli bile icat edemediler?
QUR’AN’IN bilimsel alanlardaki gizemleri O çağlarda da bugün de Arapça lisanda anlaşılacak
bir kitap değildir. Yüzbinlerce sene geçmişten gelen bilimsel öğretiler, gizemler ancak
Kureyş’in elit lisanı olan Kureyş Arapçasında gizlenebilirdi.
Qur’an 7 harf, 7 lehçe formülüne dayalı olarak geldi denmesinin nedeni budur.
QUR’AN’IN kullandığı Kureyş Arapçası, diğer kabilelerin lisan ve üslubundan ciddiyetle
farklıdır. Arapların derme çatma, toplama kültürü; Hindistan, Asur, Babil, Sümer ve çölden
devşirdikleri ithal edilmiş çeşni kültürleriyle QUR’AN sözcülerinin içerdiği muhteşem anlam,
ifade farkını açıkça görmekteyiz. Bilgiyi-öğretileni anlama ve anlayış farklıkları bunun birinci
derecede kanıtı ve nedenleridir. Bu nedenlerle “Ey Muhammed biz senin ne dediğini
anlamıyoruz, senin söylediklerin bizim şiirlerimize de benzemiyor, daha önce böyle şeyler
duymadık gel sen bu davandan vazgeç, senin deli olduğundan, mecnun olduğundan
şüpheleniyoruz!” demekteydiler.
Soralım; Hz. Musa İbranice mi konuşuyordu? Şayet Hz. Musa İbranice konuşuyorduysa,
Firavunla nasıl anlaştı? Senelerce eğitim aldığı Orta Asya TUVA’DA insanlarla nasıl anlaştı?
Mısırdan çıkardığı İsrail oğulları İbranicemi konuşurdu? Hz. Musa’yı tam anlamadıkları için
Sümerli Semire denen prensin manipülasyonlarına inandılar ve böğüren buzağı (bu radyasyon
yayan insan genlerini ciddiyetle bozan bir cihazdı) imal ettiler… (**)
(*) Evrensel bir kanun olarak pervasızca derim; epifiz bezi yeterli çalışmayan insan, QUR’AN’I ve bilimi asla anlayamaz ve devamlı iblisin
dürtmesiyle hurafe üretir. Bilim alanında ve hayatın hiçbir alanında değer üretemez, anlayışı sıfıra yaklaşır, pozitif düşünemez, yapıcı olamaz,
streslidir, anlayışsızdır, her an başkaları tarafından kullanılabilir… vb… Epifiz bezinin bir numaralı düşmanı da diş macunlarında kullanılan
floride kimyasalı ve cep telefonlarındaki mikro dalga frekanslarıdır.
(**) Ta-Ha ve Tuva kitabımızda açıklayacağız.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
118
Her şeyden önce QUR’AN sözcüğü dahi Arapça değil, Sümer dilinde Kabari-Nizaam demektir.
Kabari-Nizaam; Evrensel nizam, evrenin anayasası anlamındadır.
QUR’AN’DAN sonra insanlar bu kelimeyi yine QUR’AN’DAN öğrendiler… Qur’an gelmeden önce
Arapçada QUR’AN diye bir sözcük mü vardı? QUR’AN’IN kendisi dahi bu sözcüğe önceleri Kitap,
bazı hallerde RUH, bazı hallerde ÖĞÜT, Vahiy veya Nur veya ‘kalbine indirdik’ sözcükleriyle
kendini tanımladı. Belirli bir zaman sonra QUR’AN sözcük olarak gerçek unvanını bizlere öğretti.
Bu 1400 senedir farkına bile varılamamış çok önemli bir ayrıntıdır.
IKRA (ikra) gibi K-R-A kökünden gelen QUR’AN sözcüğü, durmaksızın okunulacak, okunulması,
öğrenilmesi gereken anlamlarının tümünü içermektedir ve bu felsefi anlamıdır.
[ YOKSA ONLARIN ÇOĞUNUN, (senin sesli olarak yaptığın tebliğini) duyduğunu ve (ayetlerimin
derinliklerini) akıl ettiğini (içeriklerini anladığını) mı sanıyorsun? ONLAR SADECE HAYVANLAR
GİBİDİR, HAYIR, ONLAR (tercih ettikleri) YOLCA DAHA ÇOK SAPIKTIR. Furkan 44]
Bu ayette; Hz. Muhammed’in hayattayken, etrafında Onu dinleyenlerin, etrafında olanların,
nereden nasıl bir menfaat elde edeceğini planlayanların birçoğu kast edilmektedir. Çünkü lisan,
lehçe ve kültür fukaralığından Qur’an ayetlerini ve içeriğini anlamadıkları da açıkça ayettedir.
[ Bilmelisiniz ki (andolsun ki şeklinde tercüme ederler; Yüce ALLAH’A yemin de ettirirler!!!.)
cehennemi, insanların ve cinlerin ÇOĞUNLUĞU için hazırladık.
Onların kalpleri vardır, onunla idrak etmezler.
Onların gözleri vardır, onunla görmezler.
Onların kulakları vardır, onunla işitmezler.
Onlar hayvanlar gibidir. Hatta (şuursuz hayvanlardan) daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar
gâfillerdir. A’raf 179]
Ey hurafenin peşinden koşanlar!. Yüce ALLAH’IN Qur’an’ını terk edip uydurma masalları din diye
millete yutturanlar; bu muhteşem iki nezih ayet kanıtlarımızın başındadır.
Örnek; asırlardır FURKAN sözcüğünün hedefteki anlamı anlaşılamamış ve sadece yakıştırmalarla
geçiştirilmiştir. Oysa tespitlerimizde de FURKAN, idrak edebilmeyi İDRAK ETMEKTİR. İdrak
ederek gerçeğin kaynağının da farkında olmak demektir. Bunun da yeşerdiği alan beyindeki
EPİFİZ bezidir. Rivayetlerle süslenmiş uydurma masallar, safsatalar değildir.
[ Umulur ki hidayete (üst bilgiye) ulaşabilirsiniz diye Musa’ya kitabı ve FURKANI verdik. Bakara 53]
[ ÂLEMLERE UYARICI OLMASI (epifiz bezini uyaran idrak etmeyi idrak ettirmek) için kuluna
FURKAN'I indiren MÜBAREK’TİR. Furkan 1]
Bu iki ayetle bilinmesi gerekenler;
1. FURKAN bilgisinin indirildiği bilgisi yine FURKAN suresinin ilk ayetindedir.
2. FURKAN denen programlı enerjinin yalnız bu gezegendeki insana değil, ÂLEMLERE, diğer
galaksilerdeki akıllı varlıklara da indirildiği açıkça ortadadır.
3. Yüce ALLAH’DAN başka hiç bir şey mübarek değildir… Mübarek, eksiksiz, noksansız kutsal
demektir.
Atmış senelik çalışmalarım bana tartışmasız netlikle gösterdi ki; QUR’AN’I bilimsel bütünlükte
anlamanın birinci ve en önemli basamağı şöyledir;
Felsefe ve matematik,
Sanskritçe, Sümerce, Arami, İbranice, 6.Y Yıl Arapçası, arkaik Uygurca, Akad’ca, Mısır yerli dilleri
kelime kökenleri ve matematik,
Fizik ve matematik,
Kimya ve matematik,
Astrofizik ve matematik,
Biofizik, biyoloji ve matematik,
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
119
Geometri ve matematik, evren bu iki bilim dalının birlikteliği ile varlık olmuştur.
Tarihler ve matematik,
Tevrat-İncil ve matematik,
Mahabharata dökümanları ve matematik.
Sümer medeniyetleri, sözcüklerin anlamları ve matematik.
Bu alanlarda akademik seviyede bilgisi olmayan şahısların meal veya tefsir ettiği QUR’AN
insanları asırlardır esarete mahkûm etmiş hatta birbirlerine de düşman etmiştir. QUR’AN sokak
kültürüyle meal veya tefsir edilirse birbirlerini yalancılıkla suçlayan mezhepleri veya şarlatanlığı
oynayan tarikatları ortaya çıkarır. En acı gerçek te; her mezhep kendine özgü anlam vererek
sözlük düzenlemiş ve kelimelerin, sözcüklerin gerçek anlamları karanlıklara gömülmüştür. Ve
ateizm doğmuştur.
Üstelik kendi mezhepleri veya tarikatları arasındaki düşmanlıkları ve ihanetleri saymakla
bitiremeyiz.
İdrak etmek ve nasıl idrak edebildiğini de idrak etmek gibi enginliklerin enginliğine götüren teshir
ve tefekkür bilgileridir. İbni Arabi’nin FUSUSUL HİKEM adlı şaheseri insanları bilgeliğe, bu
muhteşem deryaya götürür.
Halife Ebubekir’in harika bir tespiti; İdrak, nasıl idrak ettiğini de idrak etmekten acizdir…
Bu temel ve tavandaki ilkelerden başlayarak bu kadar projelerimin, bu kitaplarımda yazdığım
keşiflerimin yegâne kaynağının QUR’AN, Tevrat ve İncil, Fususul Hikem ve anadan dogma fizik
bilimlerine (fen bilimleri ‘hikem, hikmet’ sözcüğüne eşdeğerdir) sevdam olduğunu belirtmek
yerinde olur.
Projelerimden küçük bir liste;
1. SU bu gezegene nasıl geldi? NASA/Los Alamos ulusal Lab benden alarak 2004 Temmuz 04 günü
deneyle kanıtladı. Bu buluşumu 1990 da Türkiye’de yayınlanan kitabımda da açıkça belirtmiştim.
Tanınan bir bilim adamı olmama rağmen bana bir tek Müslüman inanmamıştı… Ancak
kanıtlandıktan sonra da “gerçekten öyleymiş” deme zahmetine kısaca değindiler… Ne acıdır, ne
ıstırap verici bir gerçektir bu!?.
2. Ortam (24 derecede) ısısında %83 verimlikte süper iletkenlik,
3. Epifiz bezinin FURKANLA ancak temizlenip, işlerlik kazanacağı, insanın evrenle bütünleşmeye,
iletişime gireceği ve süper zeki, yaratıcı vasıflı üstün insanların oluşacağı hakkında öneriler,
4. Günümüzde bilinen Bohr atom modelinin kesinlikle yanlış olduğunu, doğru model ve resmini
çizecek kadar gerçeğini öğrendiğim kaynak QUR’AN’DIR.
5. Işığı evrende sabit hızla yayan, taşıyan ve evrenin tamamını dolduran ve atomların (maddenin)
de yapılandığı esas cevheri, esas kaynağı olan DUHHAN ÇİFTLERİ dediğim parçacıkları,
6. Kara deliklerin gerçeğini,
Ve daha yüzlerce projelerimiz insanlığa ışıklar tutacaktır ki temel bilgileri bana Yüce QUR’AN
verdi. QUR’AN’I sevap olsun diye okumadım. Biliyordum ki; anlamak için okuyup, anladığımı da
yaşamam ve yaşatmam gerekiyordu… Sevabın da sadece Yaradan’ın tasarrufunda olduğu da
biliyordum.
Asırlardır uyutulan ve uyuyan Müslüman dünyası ve günümüze kadar karanlık amaçlı
kaynaklardan gelen tamamı yanlış ve safsatalarla süslenmiş; QUR’AN adına uydurulan yalanyanlış rivayet hadislerine ters olabilecek çok konu işledim ve işleyeceğim.
İyi bilirim Müslüman toplumlarda gerçek bilim adamının akıbetini ki; hayatta olduğu süre içinde
kesinlikle başaran çok azdır… Öldükten sonrada mezarına çaput bağlarlar… Hatta M.S 1210’larda
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
120
yazılmış Fusus-El Hikem adlı şaheser, Keşşaf gibi hazineler 2014 de hala Müslümanlar tarafından
hakkiyle anlaşılamamıştır. Avrupa’nın yeniçağa girmesinde ışık olmuş hazinelerdir bunlar.
Adı John veya Tony olmayan Müslüman bir Türküm, bilimsel çalışmalarımın, kanıtlarımın
Müslüman dünyasında hemen anlaşılmasını da beklemiyorum, bu imkânsızdır… Onlar için,
cehenneme bilet kestikleri gâvurların hizmetkârlığı önceliklidir…
Bunu zaman takdir ve tayin edecektir… Soralım; ne zamana kadar?
[Artık göğün, apaçık duman getireceği günü gözle, insanları sarmıştır. İşte bu, elim bir azaptır.
(savunmaya geçip utanmadan diyeceklerdir) Rabbimiz, azabı bizden kaldır, muhakkak ki biz,
mü'minleriz.
(oysa) Onlara her şeyi açıklayan bir elçi gelmişti.
(Buna rağmen elçimizle vahiy ettiğimiz bilgilerden ders) ibret almadılar.
Ve “öğretilmiştir” ve “mecnundur, delidir” dediler ve sonra O'ndan yüz çevirdiler.
Muhakkak ki Biz, azabı biraz kaldırsak (bile) şüphesiz ki siz (şirke, çirkinliklere, uyumaya) dönecek
olanlarsınız. Duhan 9-15]
Bu apaçık İlahi ikazdan sonra benim bir şeyler yazmam çok yakışıksız olur, Yüce ALLAH’IN
muhteşem ayetleri bütün zarafetiyle ortadadır.
QUR’AN hazinelerini idrak edebilmek için, nasıl idrak ettiğini de idrak edebilmek için, büyük
temiz akılla anlamak için;
1. Çok, çok ciddi temel ve tavan fen bilimleri sahibi olunması gerekmektedir. Fizik, kimya,
matematik, felsefe, astrofizik, tarihler vb.
2. QUR’AN’IN bilimsel verilerini anlamak için sadece Arapça bilmenin fazlaca önemi yoktur.
Zaten bu saplantılı hata Müslümanları Asırlardır uyumaya mahkûm etmiştir… Özellikle Arapça
bilmeyenler, en azından duada (namazda) okunan Qur’an ayetlerinin anlamını da bilmediği
için kirli masallar arenasında karanlık amaçlı misyonerlerin yazıp çizdiklerini ALLAH buyruğu
zan etmiş, uyuşmuş ve daha derin uykulara dalmışlardır.
Bu arada; QUR’AN Arapça anlaşılabilseydi, Arapların çoktan Marsa gitmeleri gerekmez miydi? En
azından kendi petrollerini çıkarmaları gerekirdi? Arap imamları 21. Y. Yılda dünyanın döndüğüne
bile inanmıyor iken!!!.
Çünkü Qur’an, Hz. Âdemden Hz. Muhammed’e kadar gönderilmiş ve insanlar tarafından bir
şekilde de tahrifata uğratılmış ilahi bilgileri, kitapları, öğretileri düzeltecek yegâne hazinedir.
Bu nedenle QUR’AN [Ve sana ellerindeki kitapları tasdik edici (doğrulayıcı) ve onu koruyucu
olarak bu Kitabı hakk (gerçek, eksiksiz, tam) olarak indirdik. Maide 48 ] bize öğretmektedir…
3. QUR’AN’I anlamak için öncelikle büyük temiz akılla araştırıp ve Kureyş kökenli sözcükleri
İbranice, Akad’ca, Sümerce ve Sanskritçeye uzanıncaya kadar enginliklerini araştırmak şarttır. Bu
noktada çok, çok ciddi eksiklikler asırladır devam etmiştir.
ALLAH Resulünün ölümünden 100 veya 150 sene kadar sonra icat edilen mezhepler, imamlar,
dervişlerin şahsi ihtiraslarından kaynaklanan rekabetleriyle her mezhep kendine göre sözlük
çıkarmıştır. QUR’AN’IN sözcüklerinin gerçek anlamlarını kendi kısır kültürleri ve saltanat
rekabetleri ve keyfiyetlerine göre yaptılar… Bu şekilde gerçeği örtebildikleri kadar da
örtmüşlerdir… İşin en acı tarafı, tuzu biberi de Buhari denen hazretin binlerce rivayetlerin de
rivayetleri uydurma hadisleridir ki; QUR’AN gerçeğini, QUR’AN’IN bilimselliğini karanlıklara
gömmüştür.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
121
Oysa Hakka Suresi 40-48 en net, ne şedit ihtarı vermekteyken nasıl olurda hadistir diye
milyonlarca yalanı, safsatayı millete din diye yuttururlar? Herhalde Yunus 69 ayetini okumadılar;
[ De ki “muhakkak ki ALLAH’A yalanla iftira edenler felaha, kurtuluşa eremezler. Yunus 69]
Onlar QUR’AN’IN tanımladığı İNSAN İNSANI olsaydı asırlardır Müslümanlar bu halde olur
muydu? Beni üzen asırlardır aynı terane devem etmektedir, sadece aktörler farklı!!!.
4. QUR’AN önce Arapçanın atası dillerinde aranması gerekmektedir. Çünkü QUR’AN’IN O engin
kültürünün kaynağı İbranice, Babil dilleri, Sümer, Hindistan ve Mahabharata kültleridir.
Kanıtlarımın küçük bir kısmı; Budist icadı tesbih, yemeği elle yemek, HACC ibadetinde kullanılan
ihram denen tek parça giysi, Arapların gündelik giydiği entari gibi giysi, hacc yapılırken baştaki
saçların tıraş edilmesi, şeytan taşlanması vb. bunlardan hemen göze çarpan ilk kopyalardır ve
tamamen Hint kökenlidir ve hala günümüzde de bu ritüeller Tibet’te, Hindistan’da Budistler ve
Hristiyan Katolikler tarafından da binlerce senedir uygulanmaktadır.
5. Her Arapça sözcük köklerindeki (Sümerce ve Sanskritçe) anlamlarıyla ve her cümle üç boyutta (X,
Y, Z eksenlerinde) incelenmeli ve ele alınmalıdır;
a. Sosyal içerikli anlamları,
b. Bilimsel, teknik anlamaları,
c. Felsefi tabanda o günün insanına hususi ve tüm insanlığa genel olarak ne demek istendiği.
İşte bu ‘C’ şıkkı çok, çok önemlidir. Bu ‘C’ şıkkı anlaşılmadan ‘A’ da anlaşılamaz.
Bu gerçeklerin dışında bir şey arıyorlarsa Emevi Abbasî uydurma rivayetin de rivayeti hadislerin
esiri olmaya, cehenneme bilet verdikleri gâvurların hizmetinde olmaya devam ederler…
Ben asla hadis düşmanı değilim, ancak çok, çok iyi bilmekteyim ki Yüce ALLAH’IN Qur’an’ın
uydurulmuş hadislerle anlatımı insanları asırlardır bu hallere getirmiştir. Kanıtı da Hakka suresi
40-48 bunu açıkça men etmiştir…
Yüce ALLAH kullarına Qur’an’ını açıklamaktan aciz midir? Kendi yarattığı ve elçilikle
görevlendirdiği kulundan medet mi ummaktadır? Hem Yüce ALLAHI bütün noksanlıklardan
tenzih edeceğiz hem de hadis denen uydurmalarla QUR’AN’I anlamaya çalışacağız!.
Bir kaç kısa örnek vereceğim; QUR’AN sözcüğü Türkçedeki ‘K’ harfinin sesiyle değil Latincedeki
‘Q’ harfinin sesiyle doğru telaffuz edilebilir… Yani QUR’AN sözcüğünü günümüzde KUR’AN
şeklinde telaffuz ediyoruz ancak bu hatalıdır, eksiktir, aslı QUR’AN olmalıdır. ‘Kalem’ veya
‘Kamil, Kemal ’ sözcüğündeki ‘K’ doğru sestir, ancak QUR’AN sözcüğündeki ‘K’ doğru ses değil
eksiktir, doğrusu ‘Q’ sesi olmalıdır.
Bu son derece küçük fakat önemli ayrıntıyı dahi göremeyenlerin QUR’AN meali veya tefsiri
yapabilmeleri mümkün müdür? Lakırdıya gerek yok, işte, sonuç ortadadır…
Türk ne demektir?
Sosyal anlamı; Terk eden, göç eden, bir yere yerleşip bir zaman sonra orayı terk eden demektir.
Teknik anlamı; türeyen, türemiş, türeten, çoğalan, üreyen, üreten demektir.
Cihat ne demektir? Sahibi herhangi nedenlerle ölmüş veya hastalanmış bir atın veya devenin
sırtındaki yükle evine veya hedefine kadar aç ta kalsa, susuzda kalsa umursamadan ulaşması için
ortaya koyduğu çabaya, yani CAHT’A cihat denilir… Nefsiyle savaşıp, azimle ortaya koyduğu fiile
CAHT denir ve bu fiilin tanımına da CİHAT denilir… İnsan öldürmeye cihat denmez… En büyük,
bilgelikle yapılan cihat da insanın kendi dürtüleriyle, nefsiyle olan savaşıdır, insanlarla değil…
Bu davranışın birincil kanıtı SALAT’TIR. İsteyerek, sevinçle vergi-zekât vermek, saçıp savurmadan
akıllıca desteklemektir. İbadetlerin en makbul olanı, dinin yegâne direği SALATTIR, çünkü
toplumsaldır. Çünkü SALAT; insanı insan olmaya yönelten en önemli ibadettir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
122
İkincisi Oruç ibadetidir. Şahsa mahsus ferdi olup, mutlaka çok büyük mükâfatları vardır.
Bildiğimiz Rükû, Secde, dua, yalvarma, talep etmek olmazsa olmazdır, hakkında tartışmak bile
zırvalamaktır. Ancak dinin direği Zerdüşt namazı değil tartışmasız SALATTIR, desteklemektir.
Furkan ne demektir; Nasıl idrak ettiğini İdrak edebilmek, bir insan için en üst bilgi ve anlayış
seviyesidir. İki numaralı kitabımızda açıklamaya çalıştık.
Tasavvuf ne demektir? Her şeyiyle eski Hint, çoğunluğu Sümer’den hatalı kopyalanmış insan
icadı bir şeydir ve Tasavvuf kelimesinin içeriği;
Teknik anlamı; yapağı yün, semirtilmiş yün demektir,
Sosyal anlamı; Ana kucağı, doğanın şefkatli kucağı demektir.
Bilenen tasavvuf insanları QUR’AN’IN önerdiği aktif hayattan, Yüce ALLAHIN yasakladığı pasifmistik hayata geçiren, uyuşturan, insanı insana esir eden, düşünmekten ve icraattan men eden,
teshir ve tefekkürden men eden anlamsız şiirlerle pembe hayal dünyalarında cennet vaadiyle
beyin yıkayan insan icadı ZARARLI bir şeydir. Şiirleri de Sümer kökenli kötü kopyalardır.
Bakalım Yüce QUR’AN şairler, şiirler için ne diyor;
[ Şeytanlar (şeytani dürtüler) kimlere iner size haber vereyim mi? (İftira eden, yapmadığını,
yapamayacağını yapıyor gibi gösteren) yalancı günahkârların hepsine inerler. O yalancılar
(şeytanlara) kulak verirler ve onların çoğu yalancıdırlar. Ve şairlere sadece azgınlar (haddi
aşanlar) tâbî olurlar (veya; ‘Ve şâirlere de akılsızlar ve ziyankârlar uyar’ anlamı da geçerlidir).
Bütün vadilerde hayal peşinde şaşkın, şaşkın koştuklarını görmedin mi? Ve muhakkak ki onlar
(şairlerin kendilerinin de) yapmadıkları, yapamayacakları şeyleri söylerler. Âmenû olanlar
(bilinçli olarak Allah'a ulaşmayı dileyen gerçekçiler) ve amilüssalihat (insanlığa faydalı çalışmalar)
yapanlar ve Allah'ı çok zikredenler ve kendine zulüm yapıldıktan sonra yardım edilenler hariç
zulmedenler yakında hangi dönüş yerine (bundan kasıt 2 veya 1 boyutlu maddelerden yaratılmış
küre dünyalar, yani cehennemdir) döneceklerini (ulaştırılacaklarını) bilecekler. Şuara 221-227 ]
Ayetin açıkça öğrettiği; Ayağı yere basarak, realist, gerçekçi, öğrenen, öğreten, öğrendiği ile
yaşayan, üreten İNSAN İNSANI modeli söz konusudur… Yapmadıkları, yapamayacakları pembe
sözcüklerle beyin yıkayan şairler ve şiirleri ilaç ta imal edemez, fabrika da kuramaz…
Bu tür zararlı akımların çirkinliğini yine Qur’an öğretmektedir;
[ Ve Biz, O’na (Resule) ŞİİR ÖĞRETMEDİK. Ve bu (hafiflik, olmadığı gibi görünmek) O’na
yakışmaz. O sadece zikir (devamlı hafızada aktif tutulan kurallar) ve apaçık Qur’an’dır. Yasin 69]
Bugün İngilizceye çevrilmiş QUR’AN’I İngilizceden Türkçeye çevirdiğimiz zaman, Arapçadan direk
Türkçeye çevrilmiş anlamla ciddi farkları hemen göreceğiz.
Bu farklılıkların asıl nedeni; kelime ve anlam fukaralığı, Türkiye’de ve Müslüman ülkelerde
asırlardır bastırılmış duygular ve şartlanmış yanlış düşüncelerin, saplantılı öğretilerin,
uydurulmuş rivayet hadislerinin esiri olunmuş, insanlar şartlanmış ve sözcük anlamları meal
yapan şahısın kendi kısır düşünceleri, kendi vasat kültürü, kendi sınırlı eğitim çerçevesini
aşamamıştır. Yani kısır bir döngünün içinde zaman tüketmişlerdir.
Yüce ALLAHIN dini; Qur’an merkezli değil, uydurulmuş hadismatik merkezli bir şey(!) olmuş…
HAKKA SURESİ 40-48, ISRA 73-75 hiç okunmamış, okuduysalar da hiç bir şey anlamamış ve asıl
arıza burada doğmuştur.
Fizik, astrofizik, Kimya, analitik kimya, matematik, felsefe, biyoloji, dünya tarihleri, özellikle ÖnTürklerin, Mahabharata tarihlerini ve dillerin etimolojik değişimlerini bilmeyen, İbranice,
Sanskritçe araştırmamış şahısların yazdıkları QUR’AN mealleri insanları değil cennete, kesindir ki
kanaatim hiç bir yere götüremez, asırlardır bir yere gidilemediği gibi.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
123
Bu nedenle mütevazı kitabımızı “genetiği tahrip edilmiş din“ şeklinde tanımlayabildim, başka
çarem kalmadı!...
İstisnasız tüm detaylarıyla QUR’AN’DAN keşif ettiğimiz şu iki projemiz, insanlığın, bilimin
çehresini değiştirecektir;
NUR (*) suresi 35-47 ayetleri; ATOMLARIN gerçek kere gerçeğini ve hatta çizilmişçesine resmini,
fonksiyonlarını, aktif planını dahi anlatırcasına açıkça öğretirken, baksınlar 1400 senelik
hazretlerin(!) yazdığı QUR’AN meal-tefsirleri ne diyor!!!.
FUSSİLET (**) 1 ve 12 ayetleri; ATOMLARIN nasıl ve hangi temel ögelerden yaratıldığını,
günümüzde de TANRI parçacığı denilen (benim Duhhan çiftleri dediğim) esas cevheri açıklarken;
açıp baksınlar günümüzdeki QUR’AN mealleri ne diyor!!!…
Fussilet 10, Asırlardır insanoğlu bu ayetin ne anlamını bulabildi ne de anlayabildi ne de
çevirebildi… Asırlar içinde bir tek adam gibi adam çıkmış Dr. Süleyman Ateş açıkça “biz de dâhil
kimse bunu (Nur 35 ve Fussilet 10 ayetlerini) anlayamadı, doğru dürüst bir anlam veremedik”
demektedir. Hamd olsun ÂLİM olan ALLAHIM’A bize nasip olduysa.
TANRI parçacığı (Higgs boson) diye hiç bir şey YOKTUR… QUR’AN’NIN açıkça öğrettiği DUHHAN
çiftleri vardır…
Evren, madde her şey DUHHAN’DAN yaratılmıştır ve DUHHAN okyanuslarının içinde varlıktır.
Kendi imkânlarımla yaptığım sayısız deney verileriyle de kanıtladım.
Sanskritçede Duhan (duman, ince sis anlamındadır) sözcüğünün karşılığı;
dhUma (Türkçede duman, Arapça duhan sözcüğünün kaynağıdır) veya dhUmaka veya
dhUmamahiSI veya dhUmarI veya dhUmikA veya KuhA veya dhUmikA sözcüklerinin tamamı
ince sis, belli belirsiz duman, çıplak gözle görülemeyen gaz yani Duhan anlamdadır.
Sümercede;
Du-gud veya du-man veya bu-har bulut yani duhan anlamındadır.
Üç boyutlu maddenin en temel yapı taşı olan iki farklı en temel malzeme olduğu için ben çift ‘H’
kullanarak DUHHAN olarak telaffuz etmeyi tercih ettim.
Madde, evren her şey, istisnasız her partikül DUHHAN çiftlerinden yaratılmıştır.
(*) NUR, Işık, lamba, aydınlık falan-filan değildir. Evrene, evrenlere, kâinatlara, içindeki dışındaki istisnasız her öğeye bu düzenli aktiviteyi veren
ilahi enerji, süper üstün bilinç, süper yüksek kuvvet, ifrat derecesinde yüksek bilgi, istisnasız her şeyi süper pozisyonda tutan kuvvet-kudret vb.
demektir. RA sözcüğünün içeriği ile doğrudan ilişkindir, ancak detaylarına Sanskritçede hala çalışmaktayım. [ Allah, göklerin ve yerin nurudur.
Nur 35/1] Hani NUR lamba veya aydınlıktı?
(**) Fussilet, anlamı ‘açıklanmıştır, alenen açıkça artık açıklanmıştır, O aleni olarak artık ortadadır, detayları gizemi açıkça açıklanmıştır
anlamlarını içermektedir. Açıklanmıştır, yani artık O anlaşılabilecek seviyede ortadadır demektir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
124
ÜÇ BOYUTLU EVREN-MADDE KENDİNİ VAR EDEN DUHHANLA
KENDİ İÇİNDE VARLIKTIR.
Evren bütünüyle, istisnasız bütün maddeler DUHHAN çiftinden yaratılmıştır. Buna, madde
olmayan, maddeyi oluşturan öz cevher diyebiliriz belki… Hidrojen su değildir, oksijende değildir…
İkisi bir araya geldiğinde SU oluşur… Sperm insan değildir, dişi yumurtası da insan değildir. İkisi
bir araya geldiğinde insanın ilk prototipi oluşmaya başlar. Şimdilik bu örneğe benzetebiliriz veya
bu benzetmeyle algılayabiliriz…
Bu öğelerin (Duhhan çifti) doğaları gereği birbirinin kesinlikle zıttıdır. Evrendeki bütün zıtlıkların
yegâne nedeni de bu iki mutlak en temel cevherin yani DUHHANIN birlikteliğidir.
Elektrik ve manyetik kuvvetler; atomu, atomların oluşturduğu evreni, her fonksiyonuna hakim
olan hareketlerin de yegâne kaynağı ve nedeni bu iki ZIT şeyin birlikteliği ile varlık olmuştur.
Bu kısaca değindiğim konu iddia filan değildir. Kanıtlarını da açıkça, netlikle inkâr edilemeyecek
kadar gerçek deneylerin net verileriyle kanıtladım. Duhhan çiftinin üç boyutlu bu evrende
doğasının gereği;
Birinin yönü mutlak sonsuz harekete (*),
Diğerinin yönü de mutlak sonsuz sükûnete yöneliktir (*)…
Evren-Madde her detayı ile bu iki esastan yaratılmıştır.
Evrenin, maddenin O görkemli gizemlerini ve kanıtlarını bu noktada gördüm. Bilim tarihinde hiç
bir şekilde yapılmamış manyetik deneylerimle, açıkça gördüğüm deney verileriyle de
açıklamaktayım. Bu, fiziği hak ettiği yöne doğrultacaktır. Ancak ben Müslüman bir Türküm!!!.
Üç boyutlu Evrenin, evrenlerin tamamı, içindeki her detay, sonsuz sayıdaki detayları oluşturan
atomlar, istisnasız bütün bileşenleriyle birlikte sadece bu birbirinin mutlak zıttı olan iki temel
öğeden yaratıldı.
Üç boyutlu Madde sadece bu iki temel öğeden yani DUHHAN çiftlerinden yaratıldı. Bu iki öğe
birleştiği anda kütle oluştu (enerji yoğunlaştırıldı veya enerji üç boyutlu varlık oldu, şekil aldı) ve
kütle çekim kuvveti de (gravitasyon da) yapay bir kuvvet olarak açığa çıktı.
Soralım; Tek kutuplu sadece çekme eğiliminde olan kütle çekim kuvvetin tek kutuplu
olmasının nedeni nedir? Diğer kutbu var mıdır? Varsa bunu neden saklamaktadır?
Şimdilik hiç bir bilgimiz YOK!. Buna rağmen kesinlikle karşı kutbu olduğunu da biliyorum…
Bu üç boyutlu maddeyi meydana getiren mutlak son elementer öğe, birbirinin mutlak zıttı iki
öğedir, yani DUHHAN çiftleridir. Maddeyi oluşturan bu iki temel öğe, yani henüz yoğunlaşmamış
ve madde şeklinde de tanımlayamayacağımız(**) öğeler ilk maddeyi, yani hidrojenin
bileşenlerini ve hidrojen atomunu oluşturdu ve andaş olarak iki yapay kuvvet daha ortaya çıktı…
İstisnasız diğer bütün elementler de hidrojen atomundan yaratıldı.
Bu iki yapay kuvvet; kütle çekim ve baskı kuvvetleridir. Baskı kuvvetinin görevlerinden birisi de
SUYU (H2O) gezegende tutan kuvvet olduğu kanaatindeyim. Büyük birleşik alanlar kuramının en
temel ilkelerine (grand unified theory) bu noktada ulaşacağımı biliyorum.
(*) Bilim tarihinde bu şekilde bir tanımlama maalesef yoktur. Tespitlerim kesinlikle doğrudur ve deneylerle kanıtladım. Günümüzde olmasa bile
geleceğin herhangi bir diliminde bu tespitimiz kesinlikle kabul edilecektir.
(**) Erkeğin vücudundaki sperm’e ‘bu insandır’ diyebilir miyiz? Soğan tohumuna bu soğandır diyebilir miyiz? Elbette diyemeyiz. Ben de DUHHAN
çiftlerine ne şekillendirebileceğim madde diyebiliyorum, ne de başka bir sözcükle tanımlayabiliyorum. Buna bilim dünyası bir tanımlama getirir
kanaatindeyim. Şimdilik buna DUHHAN çiftleri dedim.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
125
SUYU gezegen yüzeylerinde SIVI olarak tutan çok özel bir kuvvetin, O gezegenin moment hızı
ve presesyon eğiminin, gezegenin geometrik yapısı, ISININ birlikte çalıştığı matematik bir
kombinasyonla açıklanabileceğine inanıyorum.
Allah’ın izniyle Matematik dehası dostum Yük. Mühendis Ertuğrul Çelik’in matematik katkılarıyla
bunu da açıklığa kavuşturacağımıza inancım tamdır.
Dünya yüzeyinin %71,2 oranındaki yüzey alanı SUYLA kaplıdır. SUYUN Dünyanın katı kütlesine alt
katmalarla birlikte oranı da kesin olmamakla beraber %0,5 kadarıdır.
Bu küre şeklindeki dünyadan SUYU, okyanusları bu gezegenden çekip alalım!. Karşımıza gülünç
bir ucube çıkacaktır. Ne küre, ne altıgen, hiç bir şeye benzemeyen bir ucube!... Dünyayı küre
yapan ve balanstan birinci derecede sorumlu olan SU’DUR.
Soralım; SU bu gezegene gelmeden önce lavlarla fokurdayan küreydi. Dünya zamanla soğudu ve
kabuk oluştu ve devasa ölçülerdeki katı kütle nereye nasıl gitti ve yerine SU geldi? Kargoyla mı
geldi, hortumla mı? Dünya SUYLA birlikte küredir… SU gittiği zaman!.. Hiç bir şeye benzemeyen
ucube bir şeyle karşılaşırız.
[ De ki; "Baksanıza, eğer suyunuz çekilse, size kim (durmaksızın titreşim, hareket halinde olan)
akan SU getirebilir?" Mulk 30]
SUYU gezegende tutan kuvvetin yani mekanizmanın, gezegenin kütle büyüklüğü, ISISI, presesyon
eğimi ve moment hızı ve sistemdeki diğer gezegenler arasında matematik bir bağıntı var. Bu
kesinlikle doğrudur ancak şimdilik matematik lisanla açıklayamıyorum.
Konumuza devam edelim;
Evren ve her şey DUHHAN çiftinden yaratıldı ve evrenin her noktası da DUHHAN çiftleriyle
doludur. Boyutsuz herhangi bir şeyi idrak edemeyeceğimiz için ‘boyutsuz’ da diyemiyorum!.
Çünkü boyutsuz olması da imkânsızdır. Boyutsuz olsaydı üç boyutlu maddeyi oluşturamazdı.
Işık da, elektromanyetik dalgalar da evrende DUHHAN tarafından sabit hızla yayındırılır.
elektromanyetik dalgalar üç boyutlu evrende üç boyutlu ve sabit hızla yayınırlar.
Işığın evrende sabit hızla yayılmasının tek nedeni DUHHAN’DIR, IŞIĞIN KENDİSİ DEĞİLDİR…
Işık, Duhhanla doldurulmuş evrende üç boyutlu dalgalar halinde sabit hızla yayınır.
‘Işık evrende boşlukta yayınır, evren boştur’ hatası köklüce değişmelidir, değişecektir.
4.6 milyar yaşında Dünyamız kabuk bağlayıp kısmen soğuduktan çok sonra SU bu gezegene nasıl
getirildi, kimler hangi zaman diliminde getirdi? Şayet H2 ve oksijen SUYU bu gezegende
oluşturduysa bunu hangi yöntemlerle yaptı? NASA’NIN benden aldığı ve 2004’de deneyle
kanıtladığı projemdir… Daha doğrusu NASA’YA ve yüzlerce dünya Üniversitelerine resmen
verdim, ancak bu keşfimin kaynağı QUR’AN hakkında bir tek kelime dahi yazmadılar…
ABD de bir tek Müslüman da bana yardım etmedi. Anladım ki genlerine kodlanmış bir virüs var;
bilimsel çalışmaları sadece batılılar yapar ve Müslümanlarda onlardan ezberleyerek öğrenir ve
satın alır ve derin, derin uyurlar!…
‘projemi çaldınız, meteorların içinde SU olduğu 04 Temmuz 2004 de deneyle kanıtlandı…
Benim adımı yazmamanız hiç önemli değildi, ancak QUR’AN/Bakara 74 hakkında yazmalıydınız
ve tarihin önünde utanacak, çok çirkin bir konuma düşeceksiniz, çünkü O meteorların içine O
suları nasıl yerleştirildi, bu bilgiyi de sizlere vermeyeceğim’ dedim ve bıraktım…
Bu kızgınlığımla bilgiyi saklamadım, ancak kediye de ciğer emanet edilemezdi… Vatanımda,
başkalarına yalakalık yapmayan şahsiyet sahibi birkaç gerçek bilimci bulurum umudundayım…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
126
[Ve kâfirlerin (gerçeği örtenlerin) amelleri (ayetteki a’mâluhum sözcüğü, sözüm ona bilimsel
alanlarda ‘onların değerli zan ettikleri, ancak hiç bir değeri olmayan çalışmalarını’ ifade eder ki
ayette sitemli ses tonu vardır) düz arazideki serap gibidir. Susamış olan, onu su zannetti. Ona
ulaştığı zaman, bir şey bulamadı. Ve yanında (veya karşısında) Allah'ı buldu. Böylece (Allah),
onun hesabını ona tam olarak ödedi. Ve Allah, hesabı (matematiği) en hızlı (sonuçlandırandır)
görendir. Nur 39]
Onlar bu yarım yamalak bilgiyle Ozonu deldiler… Biz de Ozon tabakasını tekrar tamir etmeyi yine
QUR’AN’DAN öğrendik… Ancak öğrettiğimizi anlayacak, öğrenecek, uyanıp yapacak kim?
Nasıl olsa batılılar bir şeyler yaparlar değil mi?
Bekleyip göreceğiz;
[Artık göğün, apaçık duman getireceği günü bekle (veya gözetle), insanları sarmıştır (insanları
sarmalayan, etrafımızdaki hava gibi vücudu kucaklayarak içeriden ve dışarıdan her noktaya
sirayet etmiştir). Duhan 9]
Kısa bir açıklama;
Duman (Arapça Duhan) gaz ve duman, yani gözle görünen olanına duman, gözle görünmeyen
olanını da gaz sözcüğüyle tanımlarız. Ayette kast edilen görünmeyen ve mesamata kadar işleyen,
eklemlere, hücrelere kadar girecek, hücrelerin derinlerine sirayet edecek bir gazdan veya gaz
gibi bir şeye benzetilerek yapacağı etkiden söz edilmektedir.
Örnek verecek olursak; radyoaktife bir serpintide insanlar radon gazını veya radyoaktife
partikülleri asla göremez. Ancak bu etkiler hücreleri de köklüce tahrip eder, stratoplazmayı da
parçalar. Bu da hücreyi, genleri, her şeyi köklüce tahrip eder.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
127
YÜCE ALLAH YERLERİ VE GÖKLERİ VE İÇİNDEKİLERİ
ALTI GÜNDE YARATTI…
TEVRAT’TA ALTI GÜN
Bu, Davud yıldızı da denilen iç içe ters üçgenler, ALTIGEN; Bütün ırkların, milletlerin ATASI,
Tarihin en eski milleti Ön Türkler de YARATANI ve YARATILANI temsil ettiğine inanılıyordu.
Zaman içinde genellikle Hintlilere kadar da ulaşan bilgilerle bu ALTI KÖŞELİ yıldız olarak Hindu
rahiplerin dua kutusu olarak asırlardır ve günümüzde de kullanılıyor. Tevrat’ın ekindeki bölümler
(Kabala, Talmut) her haliyle Hint, Sümer, Akad kökenli olup Yüce ALLAHIN Hz. Musa’ya levhalar
halinde verdiği Tevrat’la alakalı değildir.
Türk milletinin bu iki ters üçgen ALTIGEN sembolüne ve ATA yadigârı yedi şamdana hemen
sahip çıkmaları en asli ve milli görevidir derim. ALTI KÖŞELİ yıldızın ve yedi şamdanın
Atlantis’ten kalan, oldukça etkili, milletlerin hafızalarında onbinlerce sene kalabilmiş KEHFİ
yedi genç astro fizikçilerinin anılarına atfen yapılmış semboldür. (İki numaralı KEHF kitabımız)…
Asırlar sonra İsrail hükümeti 1945lerde kurulurken altı köşeli yıldızı bayrak edindiler. Bu altıgen
yıldız İsrail oğullarının icadı filan değildir… Sevgili İbrahim bu yıldızı belki hiç görmedi… Davud
yıldızı da dedikleri bu mühür Hz. Süleyman’ın yüzüğündeki mühürdür. Hz. Süleyman, kendi dip
ataları olan Türk yurtlarında, Kırgızistan'da Oş kenti yakınındaki dağı neden ziyaret etti ve eğitim
aldı. İsrail nerede! Kırgızistan nerede!?.Ta-Ha ve Tuva kitabımızda ele alacağız.
Bu kitabı okuyan pek çok Müslüman bana “ işte bir misyoner, bize Tevrat’ı ve İncili okumamızı
tavsiye ediyor (*)” şeklinde acımasızca, vicdansızca, ağızlarından salyalar akarak saldıracaklardır.
Aslında bana değil, Yüce ALLAHA isyan etmekteler, fakat O boşluklar içinde bocalayan şaşkınlar
gerçeğin farkında bile değiller.
Tevrat ve İncili laikiyle anlamayanlar QUR’AN’I asla anlayamazlar. Bu eşyanın tabiatına
aykırıdır. Tevrat Yahudi’nin malı değildir ki; Yüce ALLAHIN kitabıdır. Okumadığı şeye nasıl
bozuldu derler? Bunu da bir bilimci olarak anlayamıyorum!…
Şimdi, bu satırlardan ve QUR’AN ayetlerinden sonra başarabilirlerse asırlardır yaptıkları
hataların, ihanetlerin farkına varacaklar. Bu kanıtlarımdan bir ayettir; [ (Resulüm onlara) de ki;
eğer doğru söyleyen (bilgili, bilinçli) kimselerseniz, BU İKİSİNDEN DAHA DOĞRU KİTAP getirin
Allah tarafından da, ben ona uyayım. Kasas, 49]
(*) Ben, 47 ülkede en az 100 kilisede elimde QUR’AN ve QUR’AN’DAKI gerçek İSAYI gözlerinin içine sokarcasına anlattım…. ne devletten ne de
birinden tek kuruş destek almadan, Yüce ALLAHA, Onun O yüce ilmine, insanlığa olan aşkımla çalıştım ve çalışmaktayım…. Ve bana kimse ‘SEN
MÜSLÜMANLARIN MİSYONERİSİN’ demedi…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
128
Tevrat’ın asırlar içinde uğradığı yazıcı ve tercüme ve etimolojik hataları ve eksiklikleri
enginlikleriyle bilmekteyim. Ancak bir tek cümle olsun Rabbimden içinde mesaj varsa ‘ki pek çok
var’ ben Ona olan hürmetimden yine de sonsuz saygı göstermeliyim ve okumalıyım.
Oysa Tevrat ve İncil’e yanlıştır, yalandır, bozulmuştur demek doğrudan doğruya ALLAHA haşa ve
haşa yalancı demekle eşdeğerdir. Nedeni de birazdan QUR’AN’LA açıkça kanıtlanacaktır.
[ Allah'a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak'a, Yakub'a ve sıbt(torun kabile)lere indirilene,
Musa ve İsa’ya verilene ve (diğer) Nebilere Rabbleri tarafından verilene inandık, onlar arasında
bir ayırım yapmayız, biz Allah'a teslim olanlarız deyin. Bakara 136]
Şayet Müslümanlar gerçekten QUR’AN’IN tanımladığı Müslüman olsalardı; Tevrat’ı ve İncil’i
onların ellerinden alır, baş tacı eder ve tamamını tümleyerek QUR’AN’IN ışığında evrensel
bütünlüğe getirilirdi… Bu acımasız ve anlamsız düşmanlıklar da olmaz, öncelikle İNSANLIK ve
BİLİM daha erdem seviyelere gelirdi.
Bu ihtirasımı, idealimi başarıya ulaştırmak için tam 60 sene harcadım… Kiliselerdeki
konferanslarımda iki papaz Müslüman oldu… Ne acıdır ki en büyük kösteği de ABD deki
kendilerini Müslüman(!) zan eden fasıklardan gördüm.
Asırlar önce bilimi, matematiği batıya kaptırdılar… Şimdi derim, QUR’AN’IDA, Müslümanlığın
gerçeğini de, cehenneme bilet kestikleri batıya kaptıracaklar ve onlardan öğrenecekler…
Neden ‘Tevrat ve İncil bozuldu, sakın haaaaa!!! el sürmeyin’ diye asırlardır insanlara
yutturuldu? İnsanların, asırlardır yapılan bu hainlikleri açıkça bilmeleri gerekiyor…
BİRİNCİ NEDENİ;
Müslümanların içinde yaşayan, adı soyadı Ahmet, Mehmet olan, herkesten daha dindar ve bilgili
bir Müslüman gibi görünen, ağzı güzel lakırdılar yapan gizli fasıklardır, yabancılar değil.
Bu fasıklara asırlardır, Müslümanların Tevrat’ı ve İncili okumalarını, gerçek tarihlerini
öğrenmelerini bir şekilde beyin yıkayarak engellemişlerdir. Gerçi Müslümanlar kendi QUR’AN’INI
da anlamak için okumazlar ya!!!...
Müslümanlardan arada bir iki aklı başında ilim adamı çıkmış doğruyu anlatmaya çalışmışsa da
“bu misyonerdir, vurun boynunu, Tevrat ve İncil bozulmuştur, bize Tevrat’ı ve İncili okumamızı
tavsiye ediyor vb…“ diye halkı galeyana getirmiş ve O bilge kişiyi yok etmişlerdir.
Çünkü halk, Müslümanlar, Tevrat ve İncili okursa, aynı edebiyat, aynı lisan kökünden gelen
QUR’AN kültürünü ve dilini daha iyi anlayacak ve QUR’AN’IN anlatmak istediği gerçeklere
yaklaşacak ve doğruyu öğrenecektir. Bu, elbette fasıkların işine gelmiyor. O, Müslümanlar
uyanmasın diye çabalıyor… Böylece İblis durmaksızın asli görevini yapıyor ve Müslümanlar da
uyuma görevini!!!.
Tekke köşelerinde uyuyan Müslümanlar da ağzı güzel laf yapan bu tür kişilere inanmış, korumuş,
hatta beslemiş, devletten maaş da vermiştir. Bu karanlık zihniyetlerle Yüce ALLAH’A doğrudan
doğruya yalanla iftira ederek “Tevrat ve İncil bozulmuştur, sakın ha okumayın, özellikle
felsefeye düşman olunuz, falanca şeyhimiz var ya böyle dedi, okursanız cehennemi
boylarsınız” şeklinde insanları parçalayabildikleri kadar parçalamışlardır.(bkz Bakara suresi 204-205)
İKİNCİ NEDENİ;
Çünkü insanlara Tevrat’ın arkasındaki (yaklaşık 600 sayfa) tarihlerden (ki birçoğu da doğru tarihi
anlatımlardır ve kaynağı da Hindistan, Babil, Sümer’dir), Talmuttan ve İncilin arkasındaki tefsir
bölümlerinden öğrenip, kendilerine özgü çerçeveye oturtup çalıntı konularla halka vaaz
veriyorlardı, beyin yıkıyorlardı. Bu çirkinlikler günümüzde de hızla devam etmektedir.
Şayet insanlar İncili ve Tevrat’ı adam gibi okuyup anlasalardı; O vaaz veren çığırtkanın ne
sahtekâr olduğunu, ne yalancı olduğunu, anlattığı hikâyelerin temelinin Tevrat ve İncil’de
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
129
olduğunu da açıkça anlayacaklardı… Ve O beyin yıkayan vaazcı çığırtkanın saltanatı da
yıkılacaktı…
Az önce sözünü ettiğim misyonerler günümüzde de TV’lerde boy göstermektedirler… İnsanlar
İncili ve Tevrat’ı okusalar; O madrabazların kopyaladığı pasajları da açıkça göreceklerdir.
Her şeyden önce İncil sözcüğünün Hz. İsa’nın lisanındaki anlamı ‘AHSENAL AHBAR’ anlamı ‘en
güzel haber, müjde’ demektir. Yüce ALLAH Hz. İsa’ya İncili, yani en güzel haber içeren kitabı
verdi, Onu en iyi haberci yaptı; neyin haberini?
Abdullah Oğlu, Amine’den doğma Abdullah oğlu Muhammed’in geleceğinin haberini…
Açsınlar adam gibi okusunlar, İncil’de bir tek cümle var mıdır, herhangi bir şekilde ‘en güzel
haber’ sözcüğüne konu olmuş veya şu veya bu şekilde içersin veya desteklesin. İncil sözcük
anlamı sadece ahsenal ahbar, yani ‘en güzel haber, müjde’ demektir.
Soralım, Hz. İsa’nın İncil’de getirdiği en güzel haber nedir?
Allah Resulü Hz. Muhammedin kendisinden sonra geleceğinin haberini getirdi! ‘İncil’deki
Muhammed’ kitabımızda açıklamaktayız… 2014 senedir okunan ve anlaşılamamış İncil’deki bu
hazineyi Âlim olan yüce ALLAH bize 1991 senesinde bağışladı… Hamd ve sena ederiz
Rabb’ımıza…
İki ayrı İncil’de Hz. Muhammed’in gerçek tanımını, vasfı ve kimliği, görevi ve geleceği açıkça
yazmaktadır. İncil’deki Muhammed adlı kitapçıkta açıklamaktayız.(*)
Hiç kimse Tevrat’ı ve İncili eğrisiyle doğrusuyla anlamadıkça, QUR’AN’I ve QUR’AN’IN
yüceliğini asla ve asla anlayamayacak ve kavrayamayacaktır. Hiç kimse ilk mektebi bitirmeden
lisede eğitim alamaz. Bir şekilde rüşvetle liseye gitse bile hiç bir şey öğrenemez çünkü temel
YOK… Bunun en açık kanıtını bu kitapta Tevrat ve QUR’AN ayetlerini analiz ederek göreceğiz.
Şimdi büyük temiz akılla soralım; QUR’AN M.S. 611 de gelmeye başladı ve 23 senede
tamamlandı. Âlemlere en güzel AHLAK örneği olan Hz. Muhammed memur tayin edildi.
QUR’AN, kendisinden 611 sene önce gelen İncilin ve kendisinden en az 3000 sene kadar önceleri
gönderilmiş Tevrat’ın bozulduğunu bilmiyor muydu da;
[ De ki; o halde bu ikisinden daha doğru kitap getirin Allah tarafından da ben ona tabi
olayım eğer bilginseniz, bu konuda bilginiz varsa. Kasas 49]
Dikkat edilirse, QUR’AN Kasas suresi Tevrat’tan en az 3000 sene sonra vahiy edildi!.
[" Ey Müminler! Yahudi ve Hristiyanların sizi kendi dinlerine davetlerine karşı şöyle deyiniz;
Biz Allah'a ve bize indirilen QUR’AN’A, İbrahim'e ve İsmail'e ve İshak'a ve Yakup’a ve
torunlarına indirilene, Musa'ya, İsa'ya verilenlere ve BÜTÜN PEYGAMBERLERE Rableri
tarafından verilen KİTAPLARA iman ettik. ONLARIN HİÇ BİRİNİ DİĞERİNDEN ASLA AYIRD
ETMEYİZ. Biz, ancak Allah’a teslim olanlarız. QUR’AN/Bakara/136]
Tevrat ve incilin kaç sayfa olduğunu dahi bilemeyenler de Tevrat İncil bozuldu der ve Yüce ALLAH’A
iftira ederler… sonra da alçak sürünmeye devam….
(*) http://www.quran-incil-tevrat.com/
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
130
[" Ve beraberinizdeki Tevrat'ı TASDİK EDİCİ olarak indirdiğim QUR’AN’A iman ediniz. ONA
İNANMAYANLARIN İLKİ OLMAYINIZ. Benim ayetlerimi, dünya menfaati için az bir ücret
karşılığında <O devirde çevre kabilelerde az da olsa okuma yazma bilenler maddi çıkarlar için
Tevrat yazarlardı, günümüzde para kazanmak için yanlış-yamalak QUR’AN tefsiri yapanlar
Gibi> satmayın ve ancak benden korkunuz. Hakkı (gerçeği), batıla (hayal ürünü, kendi
zanlarınız gibi safsataları) karıştırıp ta BİLE BİLE GERÇEĞİ GİZLEMEYİN. Bakara/41-42.]
Ayette geçen semenen sözcüğü sadece maddi ücret anlamında değil; şahsi menfaati için
ayetlerin içeriğini değiştirmeye ve yüksel bilgilerin ucuzlatılması gibi anlamlarda içermektedir.
Demek ki Tevrat yanlış değilmiş. Yanlış olan şeyi Yüce ALLAH M.S 611 tarihinde tasdik eder
mi?
["Yahudileri; Cenabı Allah'ın indirdiği İncil ve QUR’AN’A iman ediniz denildiği zaman; Biz bize
indirilen Tevrat'a iman ederiz, derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Hâlbuki O QUR’AN,
Ellerindeki, ONLARDAKİ TEVRAT'I TASDİK EDEN BİR GERÇEKTİR." QUR’AN/ Bakara/ 91 ]
İşte!!! Bu affedilemez hatanın bir diğer modelini asırlardır Müslümanlar yapmaktadır… Oysa
gerçek bilgiyi Yüce ALLAH bizzat QUR’AN’DA vermektedir [Biz bize indirilen Tevrat'a iman
ederiz, derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Bakara 91]
Müslümanlar da, günümüzde bu ikaza muhatap olmuş ve Yahudilerin isyanının aynısını yapmıyor
mu? “ Biz, bize indirilen QUR’AN’A iman ederiz başkası bizi ilgilendirmez(*)” demiyor mu?
Böylece ALLAHA isyan etmiyor mu, Yüce ALLAHIN emrini inkâr etmiyor mu?
QUR’AN’I okumadan, anlamadan şeyhin anlattığına inanıyor ve Tevrat-İncil okumuyor veya inkâr
ediyor ve gerçeği öğrenmekten de korkuyorlar… Asırlardır Tevrat’ı, İncili okumadıkları için iblisin
taifesi tarikatların, cemaatlerin, şeyhlerin hegemonyasında hayatlarını harap edip gâvur
dediklerinin hizmetini tercih ediyorlar, Yüce ALLAH’IN gerçek vaatlerini değil.
Genellikle küçük akılla düşünen zayıf insanlar gerçeği öğrenmekten korkarlar… EVET, YANLIŞ
OKUMADINIZ; Zayıf insanlar gerçeği öğrenmekten korkarlar… Neden mi?
Kendi hayal dünyalarında yarattıkları ve Onun doğru olduğunu zan ettikleri pembe masalların,
beyin uyuşturan şiirsel safsataların gerçeklerle yıkılacağını bilir ve O zan onu zihninde kendi
yarattığı dar çerçevede mutlu eder… İblisin taifesi ona düşüncelerinin doğru olduğunu, bu
uyuşuklukla mutlaka cennete gideceğini telkin eder. O sunni (yapay) mutluluğun kayıp olmasını
istemez ve okumaz, gerçeği anlamak bile istemezler… Kalplerinde örtüler, gözlerinde perdeler
ve kulaklarında da ağırlıklar vardır… Onlar hayal âleminde ZAN içindedirler.
[ (fiziki ölümden sonra gerçek hayata geçildiğinde) Bak da gör kendilerine karşı (kendi
nefislerine karşı kendi) uydurduklarıyla iftira ederek (gerçek olmayan pembe masallarla
kendilerini aldatarak) uydurdukları şeyler (hayal ürünü gerçek dışı her şey) onları terk edip
bıraktı (pembe hayaller uçtu gitti ve artık gerçeklerle karşı karşıya geldiler). EN’AM 24 ]…
Daha açık, daha eğitici nasıl anlatılır bilemiyorum!...
La İlahe İlla Allah; ne demektir, bu kısacık muhteşem cümlenin enginliklerini bir şekilde anlasalar
var ya!...kesinlikle başaracağız demektir… Müslümanlar bu harikulade cümlenin gerçeğini bir
şekilde kavrayarak anlasalar, en doğruya yönelmeyi, Yüce ALLAH’IN dosdoğru gerçek yoluna
yönelmeyi başaracaklar…
Net, apaçık anlamı; Yoktur, YOK!.. Senin bilinçaltında uydurduğun, senin zan ettiğin bir İlahe
(dişi tanrıca) falan-filan, YOKTUR, YOK!… Sadece ve gerçek olan, âlemleri yaratan TEK ALLAH
vardır.
(*) Hoş, bohçaya konmuş, kimse ellemesin diye de duvara asılmış QUR’AN’I anlamak için okudukları vaki midir bilemiyorum! Kazara okuyorsa da
ya dünya menfaati için muska-tıska yapar veya mezarlıklarda anlamını da bilmeden çürümüş cesetlere okurlar.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
131
[Hâlbuki O QUR’AN, Ellerindeki, ONLARDAKİ TEVRAT'I TASDİK EDEN BİR GERÇEKTİR." QUR’AN/
Bakara/ 91] Yanlış olan şeyi Yüce ALLAH M.S 611 tarihinde tasdik eder mi?
Yüce ALLAH MI doğru söylüyor yoksa bu uyuyan şarlatanlar mı? Bozulmuş bir kitabı veya
konuyu Yüce ALLAH Qur’an’da tasdik eder mi? Bunun aksini düşünmek bile yüce ALLAHA isyan
değil midir, maskaralık değil midir?
Yüce ALLAH’IN, QUR’AN’IN tasdik ettiğine Müslümanlar ‘yanlıştır’ demektedirler. Var mıdır bir
başka açıklaması? Sırası gelmişken şimdi soralım; bunlar Qur’an Müslümanı mı, yoksa EmeviAbbasî soytarısı mıdırlar?
M.S 611de gelmeye başlayan QUR’AN açıkça, emirler yağdırarak her Müslümanın Tevrat’ı ve
İncili ve QUR’AN’I birlikte okumalarını öneriyor. Bu madrabazlar da Yüce ALLAHIN sanki (haşa ve
haşa ve haşa) bilmediğini, Tevrat’ın ve İncilin bozulduğunu çığırıyor… Yüce ALLAH QUR’AN’DA
tasdik ediyor, asırlardır Müslümanlar da “ Hayır ALLAHIM öyle değil, O kitaplar bozuldu sen
bilmezsin ben bilirim!” mi diyorlar acaba?
Ey şaşkınlar! Yüce ALLAH Tevrat’ın ve İncilin bozulduğunu bilmiyor mu? Bunu neye dayanarak
uydurdular? Müslümanlar her şeyden önce ellerindeki QUR’AN’I okumuyorlar, kirli
kaynaklardan okuduğunu da zaten anlamıyorlar, nasıl olurda okumadıkları bir kitaba bozuldu
diyebilirler? Bu nasıl bir vicdandır, bu nasıl bir beyindir, anlamak mümkün değil… İblis yine işini
iyi yapıyor görünüyor… Müslümanlar da birbirilerini ALLAHU EKBER diyerek zevkle boğazlıyorlar.
Sormazlar mı; üç beş Yahudi Tevrat’ı bozarken Yüce ALLAH neden sahip çıkmadı kitaplarına?.
QUR’AN "Tevrat'ı tamamlayan, tasdik eden esastır" veya "Tevrat; QUR’AN’LA okunup analiz
edilmedikçe gerçek olan bütünlük asla tam olarak anlaşılamaz" denmektedir.
Tevrat’ı okuyan insan Yahudi mi oluyor? Yahudilik din değil, Irkın adıdır… Yahudi’nin dininin adı
Museviliktir (Musa’nın izinden gidenler demektir), yani İslam’dır. İslam da; büyüklük ifade eder,
bilgiyle, bilerek ALLAHA yönelmek, esenlikle O büyüklüğe teslim olmak demektir…
Gerek İblisin memurları fasıklara, gerekse yalan-yanlış vaaz çığıran iblisin tayfaları gerçekten
başardılar, hem de asırlardır… İblis hiç uyumadan asli görevini yaparken, bunlar da derin, derin
uyuma görevini!…
Müslümanların QUR’AN’I anlamamaları için öylesine sinsi, öylesine akıl almaz stratejiler
geliştirdiler ki; akıllara zarar!... Ne acıdır ki Müslümanlar da iblisin tayfası fasıklara kapılarını
ardına kadar açmış…
Hayatı boyunca hiç bir şey üretmemiş, üretemeyeceğini de bilenler tekkelerde sokak Arapçası
öğrenip, Emevi Abbasî uydurması rivayetmatik hadisleri ezberleyip kafasına da bir sarık geçirip
maaş almak için şeyh veya derviş veya imam-hoca oluvermiş. Bu şahıslar bilerek veya bilmeyerek
karanlık amaçlı misyonerlerin tuzağına da düşmüşlerdir. Bu kategorideki madrabazlar asla
hesabını veremeyecekleri maaşla doğru yolda olduklarını mı zan ederler?.
İçerideki ve dışarıdaki misyonerlerin canhıraş hedefleri; Müslümanlar Tevrat’ı ve İncili asla
okumasınlar, asla!!!. Yeni yetme Prof. etiketli fasıklar da Fusus-El Hikem gibi bir şahesere iftira
ederler. Anlamı ‘Fen bilimlerinin esası, hülasası’ demektir.
Üç sayfa önce Yüce ALLAH’IN ayetlerindeki emirleri açıkça yazdık; Tevrat ve İncili okumadan,
anlamadan QUR’AN anlaşılamaz… QUR’AN’IN değerini de, bilimsel içeriğini de anlayamazlar… Bu
mümkün değildir, bu eşyanın tabiatına aykırıdır… Üstelik Yüce ALLAHA yakışıksızca isyan
etmektir, ALLAHA karşı yalan uydurmaktır. Az önce bunu QUR’AN’IN kendisi açıkladı.
Tevrat veya İncili okuyan şahıs Yahudi mi oluyor? Bu nasıl bir zihniyettir?
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
132
Müslümanlar QUR’AN’IN öngördüğü gibi Tevrat ve İncili layıkıyla okusalardı, QUR’AN’I
QUR’AN’IN istediği gibi anlayabilecek, en azından anlamsız düşmanlıklar da olmayacaktı.
Kısaca değinelim; Yahudiler 12 kabileden oluşur… 12 ayrı DNA farkı olan soydur… Bu soyun en
kutsal olanı LEVİ soyudur. İs-RA-il oğulları unvanı da Hz. Yakup peygamberle başlar.
Yakup’un DNA sarmalları (merdiveni) da başka gezegenden getirildi(*)… Ve Yakup’un unvanı da
İs-RA-il oldu… Bu unvanı Yakup’a Yüce ALLAH verdi… Evrende Zaman ve hayat 1 ve 2
kitaplarımızda açıkladık.
İs-RA-il oğullarının kutsal soyu Hz. Musa’dan sonra önemi en ön plana çıkan LEVİ(**)soyudur. Hz.
Yakup’tan sonraki bütün resuller, nebiler de bu LEVİ soyundan, bu DNA zincirinden gelir…
Bu arada; Hz. İbrahim ve Hz. Sara Yahudi filan değildir, Türkoğlu Türk’tür. Dileyen bunu da
tercüme eder ve daha fazla bilimsel değerlere de ulaşabilir; http;//www.revisionisthistory.org/khazars.html
New York Times Reveals that European-Descended Jews are Counterfeits and have no Blood line to Abraham.
Konumuza devam edelim; Gerçi Müslümanlar ellerindeki QUR’AN’I okumuyorlar… Okuyorsa da
ya kızına koca bulmak için veya oğluna iş bulmak için veya mezarlıklarda veya fal kitabı niyetiyle
okuyorlar; gerçekleri öğrenmek için değil, İNSAN İNSANI olmak için değil…
QUR’AN okuyarak sevap kazanıldığı hangi QUR’AN’DA yazıyor? Bana bunu gösterecek bir fert
var mıdır bu gezegende? Ömür boyu kölesi olacağım…
QUR’AN, anlamak için okunur, emirleri, kuralları ve görevini öğrenir, anladığını hayata geçirir,
öğrendiğini yaşar ve yaşatırsa, önce kendisine ve başkalarına faydalı olmak için SALAT eder,
yani destekleşirse mutlu ve başarılı hayat başladı demektir; İŞTE SEVAP OLAN BUDUR…
2014 senedir İncil’de Hz. Muhammedin kimliğini, görevini açıkladığımda; Benim ifrat
derecesindeki ihtirasım ve çabam da; bu güçlü Hristiyan dünyasının Müslümanlara olan
düşmanlıklarını, Müslümanlarında onlara karşı olan düşmanlıklarını en azından frenlemek ve
uyuyanları da uyandırmaktır… Düşmanlıkları; kurallarını Yüce ALLAHIN tesis ettiği din gibi yüce
bilgeliğin ışığında sonlandırmaya çalışıyorum. Bunu başarmaya çabalıyordum…
Benim canhıraş çabam, Tevrat ve İncil ve QUR’AN’IN bütünlüğü içinde tüm olumsuzlukları
eritmektir… Yüce ALLAHIN izinliyle bunu yapacak hüccet, bilgi ve güçteyim… Ancak
Yaratanımdan gayri hiç bir yardımcım yok…
Başkalarının Müslüman olup olmamaları beni asla ilgilendirmez. Kimse kimseyi Müslüman
yapamaz, bu sadece Yüce ALLAH’IN tasarrufundadır. Qur’an’ın öngördüğü tarzda Müslüman
olursa elbette sevinirim. ABD’de iblisin uşaklığını yapan ve Müslümanlığı oynayan Türk kimlikli
melunlar 15 senedir her tür melanetle bana engel oldular.
Florida da bir Sinagogda tanıştığım bir Hahamla İbrani-Hebrew(***) kelime kökenleri konusunda
görüşürdüm. Bir gün sordum “samimiyetine değer veriyorum, beni iyi tanırsın, gel bana
doğruyu söyle, siz nasıl oluyor da bu kadar başarılısınız, sizin isyanlarınızı QUR’AN’DAN da
önce Tevrat ve İncil de yazarken sen bunları inkâr edipte bana kendinizi sütten çıkmış kaşık
gibi gösterme. Tevrat sizin isyanlarınızı açıkça yazarken siz bugün nasıl oluyor da bu kadar
başarılısınız, hem de her konuda dünya genelinde süper başarı, gel sorumu mertçe
cevapla…”….
(*) Tevrat bunu apaçık şekilde yazar; Onun merdiveni gökten geldi” şeklinde. DNA sarmalları bildiğimiz merdivenden başka neye benzer?
Evrende zaman ve hayat 1 numaralı kitabımızda değindik.
(**) Alevilik (bir diğer ve eski unvanı kızılbaşlık) bu ‘LEVİ’ sözcüğü kökünden gelir ve “Alevilik nedir ne değildir” adlı kitabımızda açıklıyoruz.(***)
İbranice, Aramice; köklü ve resmi bir lisan değildir, Babil lisani olan Akadca’dan türetilmiştir. RAB, RABBİ, RAHMAN gibi pek çok sözcüğün ana
vatani Sanskritçeden Akadcaya geçmiştir. Günümüzdeki Arapçanın da atası İbranice ve ARABA dilidir. ARABA kabilesi hakkında detayları Ta-Ha ve
Tuva kitabımda yazacağım.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
133
Bu Haham QUR’AN’I, Tevrat ve İncili bilimsel alanlardaki çalışmalarımı da bilmektedir. SUYUN bu
gezegene nasıl geldiğini QUR’AN’DAN bulduğumu, Tevrat’ın Hezekiel bölümünden bulduğum
sayısız bilimsel değerleri devamlı mütalaa ettiğim birisiydi… Çünkü arkaik İbrani, Aramice,
Hebrew, Akadca kökenli kelimelerin dip kökenlerini de araştırıyordum… İbranice de kuralları
olan resmi bir lisan değildir; Akadca ve Babil dilleri ve Sümerce uzantısıdır.
Haham başı tebessüm ederek bana QUR’AN’DAN [ Ellezîne yukîmûnes SALÂTE VE YU’TÛNEZ
ZEKÂTE ve hum bil âhireti hum yûkınûn] Neml suresinin 3. ayetini nezih bir Arapçayla okudu…
Elimi omuzuna koydum ve utancımdan kısa kesmek için “anladım, anladım yeter” dedim…
Fasıkların meal ve çevirilerinde anlamı; Asırlardır Müslümanları aldatan, kandıran ve şatafatlı
yalanlarla şahsa mahsus hazırlanmış QUR’AN meallerinde bu ayetin uydurma anlamı aynen
şöyledir; [Onlar, NAMAZI ikame ederler, zekâtı verirler ve onlar ki ahirete inanırlar. Neml 3]
HAYIR!. Bu meal, çeviri kesinlikle DOĞRU DEĞİLDİR, YALANDIR VE YANLIŞTIR, QUR’AN’A
İHANETTİR, İFTİRADIR… Bu şekilde QUR’AN meal ve tefsir eden her fert küfürdedir, haindir,
fasıktır, hatta iblisin maskarasıdır ve hesabını da Yüce ALLAHA verir, veriyordur…
Gerçek anlamı; [ONLAR, VERGİYİ, ZEKÂTI, YARDIMLAŞMAYI, DESTEKLEŞMEYİ, DESTEKLEMEYİ
KESİNTİSİZ, DEVAM ETTİRİRLER, ZEKÂTI VERİRLER VE ONLAR Kİ, ONLAR AHİRETE DE BİLİNÇLİ
İNANIRLAR. Neml 3] ayetin gerçek anlamı, çevirisi budur. Namaz hakkında harf bile yoktur.
İşportada din satan fasıklara öğretmek gerekir ki; Ayetin gerçek açılımı ‘Onlar yargılanacağı
ahirete bilerek inanırlar, bu nedenle aksatmadan SALATI ve vergiyi, desteklemeyi; ALLAH emri
olduğu için devam ettirirler’ demektir.
Demek ki SALAT; vergiyi sadece vermedi demesinler diye vermek değildir; ahirete bilerek
inanmak ve bunun da ALLAH’IN emri olduğunun idrakinde olarak yapılan en asil, en nezih
ibadettir… Dinin ve kaliteli hayatın direği olan SALAT budur, Zerdüşt namazı değildir.
Bu ayetin içeriği şu veya bu nedenlerle torbadan tavşan çıkarırcasına ‘ahirete paldır-güldür
inanmak’ değildir söz konusu. Ahirete bilerek inanmak, kendini her an fiziki ölüme yani ahirete
yakın hissetmektir esas olan… İşte bu hassas nedenler ve kanıtlarla bütün hayatım boyunca
QUR’AN’I anlamak için okumak ilkelerini ve eğitimini vermeye çabalıyorum… İnanmak başka,
bilerek, idrak ederek inanmak çok başka değerleri olan kavramlardır.
Açıp baksınlar asırlardır bütün QUR’AN meal ve tefsirlerinde ne yazıyor? Utanmadan, sıkılmadan,
ALLAH’TAN korkmadan SALAT sözcüğünü namaz diye yutturmuşlar.
Haham daha ayeti bitirmeden ne demek istediğini anlamıştım… Ancak utancımı gizlemek için “siz
Yahudiler gerçekten ahirete inanıyorsanız ve cevabın EVET ise asırlardır bu asilik te neyin nesi,
neden İsa ve Muhammed’e inanmıyorsunuz?“ Şeklinde söyleşiyi kısa tutmak zorunda kalmıştım.
Ancak SALAT sözcüğünün bildiğimiz namazla, niyazla en küçük bir yakınlığı ve benzerliği ve
alakası da yoktur, kesinlikle YOKTUR… Bütün QUR’AN mealleri ve tefsirleri yanlıştır… Üstelik
bunu birazdan QUR’AN da kanıtlamaktadır ki; QUR’AN’DA Zerdüşt namazı yoktur…
Huşu içinde yapılan RÜKÛ, SECDE ve içtenlikle DUA, yalvarma, talep etme, istemek vardır.
QUR’AN’DA ES SALÂTE veya SALAT sözcüğünün geçtiği her cümlede hemen ardından, bir virgülle
bitişik olarak gelen sözcük ZEKÂTTIR… Her ES SALÂTE sözcüğünün geçtiği her cümle aynen
birbirinin kopyası gibidir; [es SALÂTE ve yu’tûnez zekâte] …
[ EKAMUS SALATE VE ATEVUZ ZEKÂTE. Bakara 277] ‘vergi-zekât ve destekleşmeyi kurallara uygun
olarak devam ettirirler, bu görevi durmaksızın yerine getirirler ve zekâtı da verirler, dolayısıyla
daha çok çalışırlar, daha çok üretirler, daha çok öğrenir ve öğretirler’ demektir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
134
Matematik büyüklük olan İslam’ın esas direği, Yüce ALLAHIN Qur’an’da en çok üzerinde
durduğu, hakkında kesin emirler verdiği SALAT; vergi, zekât ve karşılıklı destekleşmek asırlardır
Müslümanlar arasında asla, asla olmamıştır… Kim bilir belki gâvur(!) dediklerinin sokaklarını
temizleme mertebesine inmenin bir nedeni de bu olsa gerek…
Dinin direği, mahiyetini bile bilmedikleri dua (namaz) değildir, SALAT’TIR, SALAT (*); ALLAHIN
emri olduğunun idrakinde olarak vergi-zekât, insanlarını eğiterek kalkındırmaktır, fakir, muhtaç
ve bilgisiz insan bırakmamaktır, eğiterek desteklemektir, üretimi devam ettirmek için her tür
desteği kıyam etmek ve devam ettirmektir…
Rükû, secde ve dua ferdidir, olmazsa olmazdır ancak dinin direği değildir. Yahudilerin
dünyanın her ülkesinde en başarılı, en zengin insanlar olmasının en temel nedeni de budur,
yani; BİLİNÇLİ, DİSİPLİNLİ OLARAK YAPTIKLARI SALATTIR, birbirlerini desteklemeleridir…
Emevi Abbasî ve peşinden gelen İblisin tayfaları öylesine köklü tahrifatlar yerleştirmiş ki,
asırlardır Müslümanların genlerine de işlemiş. Ve bu nasıl onarılır bilemiyorum!…
Bunu ancak Yüce ALLAH yapabilir [ O DİLERSE SİZİ YOK EDİP YERİNİZE YEPYENİ BİR HALK
GETİRİR. İbrahim 19] (aklınızı başınıza alın)…
[ALLAH DİLERSE SİZİ YOK EDER VE YERİNİZE YENİ BİR HALK GETİRİR. Ve bu, Allah için aziz (güç)
değildir. Fatir 16-17] (aklınızı başınıza alın)…
Bu iki ayetin ses tonu, alenen ve tavizsiz tehdidi her okuduğumda korkudan ve utançtan
kemiklerimin içine kadar titrerim. Ayetin akış şekli ve içeriğindeki ses tonunun tehdidi kesin ve
keskinliği açıkça şunu ifade eder; aklınızı başınıza alın!…
Müslümanlar bu QUR’AN ayetlerini kulak ardı etmiş, belleklerine iblisin emriyle kodlamışlar
“neme lazım canım, bana veren Allah’ın ona vermeye gücü yok mu, gemisini kurtaran
kaptandır, bir tekme de sen vur, onlar da vergi vermiyor ben mi vereceğim, görmedimduymadım-işitmedim…” ve daha binlerce bu tarz çirkin örnekleri kendilerine hayat felsefesi
yapmışlardır….
Bu maskaralıklarla, şirklerle dolu uydurma din ortadan kalkmadığı sürece Müslümanlığı içinde
bulunduğu bataklıktan çıkaramayacağız.
SALAT sözcüğünün bilinen namaz olmadığının, bu muhteşem dini harap edenlerin ve hala
günümüzde de bunlara inananların QUR’AN’LA kanıtı AHZAP suresi 56; Asırlardır yanlış meal ve
tefsir edilen günümüze kadar ulaşmış QUR’AN’DA;
[ Muhakkak ki Allah ve melekleri, Nebî'ye SALAT EDERLER. Ey amenü olanlar (bilerek, idrak
ederek inananlar) siz (de) O'na teslimiyetle SALATI TESLİM EDİN! Ahzap 56]
Salat sözcüğü namaz olarak alınmış ve asırlardır yanlış ve yalan dolu meal ve tefsirlerde bu
ayette; haşa ve haşa ve haşa, Yüce ALLAH’IN ve meleklerin Nebi’ye namaz kılıp, secde ettiği
anlamı ortadadır!!!…. Bu şekilde meal edilen QUR’AN’DA ALLAH ve melekler peygambere
namaz ve secde yapıyormuş’ anlamı açıkça ortadadır!!!…
İşte! asırlardır Müslüman alemini yerlerde süründüren alimi ulema geçinen fasık maskaraların
QUR’AN meali!… Haşa! ALLAH’IN ve meleklerin peygambere namaz kıldığını çığırır!!!...
Bu nasıl bir vicdandır, bu nasıl bir insanlıktır, bu nasıl QUR’AN meal tefsiridir hem de 1400
senedir!. Bu iğrençliği yapanlar yabancılar değil, kendi içlerindeki fasıklardır… Bunun adı kâfirlik
değil de nedir, bu şarlatanlık, sahtekârlık, şirk, fasıklık değildir de nedir?
(*) SALAT sözcüğünün QUR’AN gelmeden önceki gerçek anlamı da; yüklü devenin yerden kalkması için devenin rahat kalkabilmesi için deveye,
yüküne destek olmak için yapılan yardımdır, destektir, yani kaldıraç gibi anlamlardadır. Ancak rükû, secde ve dua zaten olmazsa olmazdır. Bu
yüce din Zerdüşt modeli namaza endekslenemez, bu çok ciddi suçtur, hainliktir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
135
Oysa ayetin açık ve gerçek anlamı [ Muhakkak ki Allah ve melekleri, Nebî'ye (rabıta halinde
oldukları için) DESTEK VERİRLER, DESTEKLERLER. Ey âmenû olanlar (bilerek, idrak ederek
inananlar), siz de O'na (maddi imkânlarınızla, bilginizle, gücünüzle, samimiyetle) DESTEK
OLUNUZ (ki toplum olarak güçlenip büyük devlet olun) Ve (kurallara şartsız) teslim olarak
(Resule esenlik içinde moral vererek) SELAM EDİN! Ahzap 56] denmektedir.
İşte! SALAT sözcüğünün namaz olmadığının en net ve en kesin kanıtı da bu ayettedir.
Ayette geçen ‘ve sellimû’ ve ‘tesliman’ sözcükleri; teslim edin demektir. Yani vergiyi, zekâtı
aksatmadan bizzat kendisine teslim edin demektir. Türkçedeki ‘tesellüm’ teslim almak bu
sözcükten gelir. Ayette namaz YOKTUR, sadece vergiyi, zekâtı teslim edin denmektedir.
QUR’AN’DAKİ SALAT sözcüğü asla, asla, kesinlikle namaz, niyaz, dua anlamında değildir ve
kelimenin, cümlenin içerdiği maksadının da bilinen namazla en küçük bir yakınlığı dahi yoktur.
Yüce ALLAHA kulluk için yapılan veya yapılacak olan ibadetlerin en muhteşemi, en güzeli, en
samimisi, en riyasız olanı SALATTIR… Çünkü SALAT toplumsaldır, dua (namaz) ise ferdidir. SALAT
vergi, zekât, karşılık beklemeden muhtaca sadaka olarak değil; onun kalkınması için karşılık
beklemeden vermektir, kalkındırmaktır, eğitmektir, eğitime, üretime destek olmaktır.
Derler ya “mal canın yongasıdır” diye!. Namaz kılan cebinden para pul harcamaz, ferdidir…
Fakat, iş elini cebine atmaya gelince!!!. hey haaaaat!.. hemen kaçıverir… ölünce mezara
götürecek ya!!!. nasıl olsa kefeninin cebi de var!!!. firavunda aynı fikirdeydi!...
Bu muhteşem ayetten sonra benim başkaca bir şey yazmak ne haddime [Fe veylun lil MUSALLİN
/ İşte o destekleyenlere (kısarak, nefret ederek, istemeyerek, zoraki, gösterişle, riyayla
verenlere) yazıklar olsun. Maun 4]
SALAT; en sevdiğimiz şeylerden, canımızla, malımızla, bilgimizle, maddi imkânlarımızla
yardımlaşmak ve bunu samimiyetle ve sadece ALLAH RIZASI için yapmak ibadetlerin en
muhteşemidir, DİNİN ESAS DİREĞİ DE SADECE bu tanımını yaptığımız SALATTIR, yani
DESTEKLEŞMEKTİR… Çünkü toplumsaldır, gelecek nesillere, doğacak çocuklara da faydası
büyüktür…
Bildiğimiz namaz (dua), oruç (kendine hakim olarak sükûnete ulaşmak) vb. gibi ibadetler için
Yüce ALLAH QUR’AN’DA “le allekum” der ve anlamı “ola ki umabilirsiniz” hiçbir şekilde garantisi
YOK demektedir…
Kesinlikle garantisi olan da SALAT; ‘Maddi ve manevi olarak, malınızla, bilginizle, canınızla,
kuvvetinizle, birlikteliğinizle sisteme destek olunuz’ anlamındadır… Sağlam temeli olan, gerçek
hedefi olan, içinde ayrılık olmayan toplum oluşturmanın, sınıf farkı olmayan büyük devlet
olabilmenin en temel ilkesi budur. Hz. Muhammedin 23 senelik muhteşem görevi içinde bu
muhteşem kuralı tesis etmek için çalışmadı mı?
ALLAH Resulü Mekke’nin zenginlerindendi, ancak Resul olduğu günden itibaren bir anda bütün
servetini çevresine bilinçli ve samimiyetle ve başa kakmadan isteyerek, sevinçle dağıttı ve sosyal
dengeyi aksaksız olarak kurdu. Sınıf farkını ortadan kaldırdı, insanlarını insan gibi yaşatmak için
çabaladı… Ve kızı Hz. Fatıma’ya yeni bir hırka alamadan bu dünyadan göçtü…
[ Ey inananlar, hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve
(insanları uydurulmuş masallarla) Allah yolundan (ALLAH’IN emrettiği yoldan başka taraflara)
çevirirler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onlara acı
bir azâbı müjdele! O gün cehennem ateşinde bunların üzeri ısıtılıp, bunlarla, onların alınları,
yanları ve sırtları dağlanır; "İşte nefisleriniz için yığdıklarınız, yığdıklarınızı tadın!" Tevbe 34, 35]
Bu ayetler yeteri kadar yeterlidir anlayana… anlamak isteyene!...
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
136
Çünkü Muhteşem Qur’an ekonomi ve bilim merkezli evrensel matematik bir bütünlüktür,
evrensel nizamdır. Kenger-Sümer dilinde de QUR’AN = KABARİ NİZAAM denilmektedir.
Dua, ibadet, (namaz) ferdidir, topluma asla faydası yoktur, şahsa mahsustur.
QUR’AN’DA tanımlanan RÜKÛ, SECDE ve DUA olmazsa olmaz olan ferdi ibadettir.
Ancak en mükemmel, toplumsal ibadet ‘SALAT yani vergi-zekât, destekleşmek’ budur…
Muhteşem QUR’AN bundan daha açık nasıl anlatır gerçekleri bilemiyorum;
[Muhakkak ki; Allah katında, yerde debelenen, sürüngen hayvanların en şerlisi (kötüsü) AKILINI
KULLANMAYAN sağır ve dilsizlerdir. Enfal 22]
Bu ayetin kimlere ne anlattığını çok iyi analiz etmeleri gerekmektedir. Ayette geçen ‘şerre ed
devâbbi’ yerde sürünen sürüngen hayvanların en değersizi, debelenen şuursuz, en şer olanı,
amacı, hedefi olmayan sürüngen anlamında bir sözcüktür.
ALLAH Resulünden şefaat umanlar bu ayeti adam gibi okusunlar;
[Ve Resûl (izin günü şikâyet ederek) “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu QUR'AN'DAN
ayrıldı (QUR’AN’I terk etti, birilerinin uydurduğu safsataların peşinden gitti, gerçeği terk etti,
cemaatlerle, tarikat veya mezheplerle ayrılıklar oluşturdular, salatı yapmadılar).” dedi. Furkan 28-30]
QUR’AN’LA ilgisi alakası olmadan uydurulmuş masalların peşinden giderler, hem de bilinçsizce
‘şefaat Ya Muhammed’ diye çığırırlar. Oysa Yüce ALLAHDAN başka kimse şefaat edemez…
[Onların, O’ndan (Allah’tan) başka bir dostu ve şefaat edeni yoktur. En’Am 51]
[ Ve bilmelisin iz ki Biz, İDRAK ETSİNLER DİYE, BU QUR’AN’DA TEKRAR TEKRAR açıkladık. Oysa
bu nefretlerinden başka bir şeyi artırmadı. Isra 41]
Hz. İsa İncil’de “içinde ayrılık olan (farklılık olan) ülke çöl olur” der… İbadetlerin en görkemlisi,
en çok üzerinde durulanı, Yüce ALLAHIN en tavizsiz kesin emri SALAT; devletine vergi, zekât ve
karşılık beklemeden en sevdiğimiz şeylerden muhtaçlara vermektir, onları bilgilendirmektir,
onları kalkındırmaktır, üretmek ve üretimi artırmak, desteklemek; yıkılamaz güçlü ve gerçek
bir devlet oluşturur.
SALAT görevini en iyi yapanlar önce Kenger-Sümerler olmuş ve 4000 senden de uzun yaşamışlar
ve Yahudiler ve sonra Hristiyanlar olmuş… Bu nedenle refah ve bilgelik içinde yaşamakta ve
dünyayı yönetmektedirler. Bunlarda züğürt tesellisiyle cennette bizimdir diye YALAN uydurur ve
bu yalana da şartsız inanırlar… Oysa ASR suresi tam tersini açıklar.
Qur’an’ın tanımladığı Rükû, secde ve dua ibadetleri ve oruç zaten şartsız ve tartışmasız olmazsa
olmazdır. Fakat bu dinin değil hiç bir şeyin direği de değildir. Çünkü dua (namaz) ferdidir…
Mükâfatı için de “leallekum” denilir, yani ‘ola ki umabilirsiniz’ asla garantisi YOKTUR…
Fakat ‘SALAT’ için kesin mükâfat vardır… Çünkü riyasızdır, samimidir… Hatırlayalım; mal canın
yongasıdır… Maun suresi bunu sert ve nezih bir üslupla açıklar…
Yüksek sesle derim ki; SALAT ibadetini, emrini riyasız, sevinçle, bilerek başardığımız zaman
arkasında Güneşin batmadığı sonsuz aydınlığa, 4 veya 5 veya 6 boyutlu maddelerden
yaratılmış küre dünyalara ulaşabiliriz…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
137
Kanıtı da Muhteşem QUR’AN’DA; [ En sevdiğiniz şeylerden (karşılık beklemeden maddi
değerleri olan, imkânlarınız elverdiğince) başkalarına vermedikçe (desteklemedikçe) asla iyiliğe
(üst basamağa) erişemezsiniz. Ne harcarsanız Allah onu bilir. Ali İmran 92]…
Namaz bu muhteşem ayetin neresinde?.
İslam’ın, imanın, ahiretin ve kulluğun tartışmasız birinci ve yegâne şartı; SALATTIR.
Babil’den ithal edilmiş İslam’ın 5 uyduruk şartı falan-filan değildir. Günde 1400 vakit dua (namaz)
da etse, hayatı boyunca her gün oruç ta olsa ve SALAT yapmıyorsa!!!. vay haline onların!.
Ayette açıkça ‘En sevdiğiniz şeylerden’ demek; eskimiş elbiselerin, hurdaya çıkmış malzemenin
verilmesi değildir… bu ciddi ayrıntıyı gereği gibi anlamak yaraşır Müslümana… gerçek
Müslümana…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
138
BEŞ VAKİT NAMAZLA MÜSLÜMANLIK MI?!
Yüce ALLAH’I bir günde sadece 5 kez mi anmalıyız?… yazık!... çok yazık!...
[ Şüphe etmeden bilmelisiniz ki insanı Biz yarattık ve (üç boyutlu yaratılışı gereği insanın asla
göremeyeceği ancak her an kendisiyle beraber olduğu) NEFSİNİN ona ne(ler) fısıldadığını da
biliriz, ÇÜNKÜ BİZ ONA ŞAH DAMARINDAN DAHA YAKINIZ. Kaf 16 ]
Bana şah damarımdan daha yakın olan Yaratanımı günde 5 kez mi anmalıyım!? Ne ayıp şey!...ve
bununda adı Müslümanlık öyle mi?
Her an, her konumda, her ortamda, her nefeste Yüce ALLAH’IN harikalarını görmek, işitmek,
duygulanmak ve her an dua yapmak, her an O’nun daha çok sevgisini, rızasını kazanmaya
çabalamak, her an daha çok öğrenmek ve öğretmek, daha çok çalışıp, kazanıp daha çok üretmek,
daha çok SALAT etmek, daha çok sevmek, başkalarına şefkatli ve faydalı olmak vb.
QUR’AN’IN tanımladığı İnsan İnsanı, gerçek Müslüman bu ikinci paragraftaki erdemliler olsa
gerek.
[ Asra kesinlikle inanın ki; istisnasız tüm insanlar hüsrandadır, ziyandadır, kayıp etmekteler.
Ancak Bilerek, idrak ederek iman edenler ve kendisi ve insanlık için faydalı çalışmalar
yapanlar, adaleti ve sabrı bilerek yaşayan ve yaşatanlar müstesnadır… ASR suresi, 1-3 ]
QUR’AN’IN tamamının özeti olan bu 3 ayetin içeriğini yaşayarak okuyup anlamak gerekir;
Müslüman, Hristiyan veya Musevi veya ateist denmedi, ayırt bile edilmedi, sadece “istisnasız
bütün insanlar hüsrandadır, zarar etmektedirler” dendi.
İslam öncesinde de Mekke müşrikleri namaz da kılar, oruç ta tutarlardı, hem de 5 kez aynı
Zerdüştler gibi, Kâbe’yi tavaf da ederlerdi… Cünüp gezmez mutlaka yıkanırlardı, ALLAHI bir tanır
ve Hanif dinin ekseninden kaymış, bozulmuş uzantısını yaparlardı… Sünnet olanları da çoktu…
Peki, fark neydi? Yüce ALLAH neden onlara müşrikler yani veylun (vay onların haline!) dedi?
Çünkü bugün ki gibi, ALLAH ile kul arasına mutlaka bir aracı, terminal mekanizması, şefaatçi,
mezarlarda çürüyen cesetleri, türbeleri (Tekasur suresini iyi okusunlar), şeyhleri veya
dervişleri, melekleri medet umarak aracı olarak koyarlardı.
Müşriklerin yegâne müşriklikleri; put veya şeyh veya aracı kullanmaları ve SALATI, yani vergiyi,
zekâtı, destekleşmeyi, yoksulu gözetmeyi kabul etmediler… Salatı ve Zekâtı ve vergi vermeyi
ret ettiler. Faizin kesinlikle, tartışmasız yasaklanması da tuzu biberi oldu…
Oysa Qur’an onlarca ayetinde ısrarla; [ Allah ile beraber başka bir tanrı edinme, sonra kınanmış
ve yalnız başına bırakılmış olarak oturup kalırsın! Isra 22] dolaylı olarak ta bizlere
öğretmektedir.
Doğrudan doğruya Resule hitap eden bu ayetin içeriğini, bizlere verdiği mesajın enginliklerini
bilen her aklı başında insanı kemiklerinin içine kadar ürpertir…
Tevrat da aynı şekilde şirke şiddetle karşıdır; ÇIKIŞ 20/1,2; Karşımda başka ilahların
olmayacaktır. Kendin için oyma put, yukarda göklerde olanın (bundan kasıt diğer
gezegenlerden gelenleri Sümerler gibi tanrı zan ederek Anunnaki gibi heykellerini yapmayın)
yahut aşağıda yerde olanın yahut yerin altında sularda olanın hiç suretini yapmayacaksın,
onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet etmeyeceksin.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
139
ÖZET;
Genellikle QUR’AN mealleri kesinlikle yanlıştır, ekseninden ciddiyetle kayıktır. Muhteşem
QUR’AN; kuracağımız ekiple, Kureyş elit dininden başlayarak, İbranice, Akad’ca, Sümer,
Sanskritçe dillerinin enginliklerinde ancak; fizikçi, kuantum fizikçileri, felsefe, matematik
dehaları, kimya ve biyo-kimyagerler, antropolojistler, özellikle tarihler ve dünya tarihleri, Tevrat
alanlarındaki uzmanlarla sadece ve sadece hazırladığım yıkılamaz matematik bir düzenle
doğruya yönelebiliriz… BUNUN BAŞKACA HİÇ BİR YOLU YOKTUR.
Qur’an’da NAMAZ ve MIHRAJE veya benzeri hiç bir şey yoktur. Huşu ile bilerek, isteyerek, Yüce
ALLAH’I görürcesine yapılan RÜKÛ, DUA VE SECDE vardır. Kutuplarda, maden ocaklarında bilinen
namaz yapılamaz, ancak RÜKÛ VE SECDE VE DUA evrenin her yerinde yapılır ve yapılmalıdır.
SALAT; vergi, zekât ve desteklemek, felsefi anlamı da irtibat, rabıta halinde olmak demektir.
Bu evrende her şey üç boyutlu maddelerden yaratılmıştır ve oluşturduğu her şey de üç
boyutludur. Fiziki ölümden sonra kötüler 2 veya 1 boyutlu maddelerden yaratılmış küre
dünyalara tedavi ve dezenfekte olmak için gidecektir… İyilerde 4 veya 5 veya 6 veya 7 boyutlu
maddelerden yaratılmış olan küre dünyalara sonsuz bir yaşama gideceklerdir.
Kötü teriminin tanımı; okumamak, mağrurlanmak, ihtiras, asilik, iblise yoldaş olmak…
İyi teriminin tanımı; nicel ve nitel olarak Qur’an öğretisiyle sonsuz sayıdadır…
Bu sayfalara kadar açıkça gördük ki; Yüce ALLAH bizi esiri veya kölesi değil; KULU olmamızı murat
etmektedir… KULU olmamızı murat etmesi bizleri muhatap aldığının da delilidir… Bu en yüce
taltife, bu en yüce hazineye layık olmak gerekir… ben fukaranın bastırarak üzerine durduğum
konu budur…
İnsan durmaksızın isteyen ve talep eden bir fıtratla yaratıldı. Dolayısıyla her an her konuda da
yanılgılara açıktır… İşte bunu dengelemek için QUR’AN ve ilahi öğretiler gönderdi… yüzbinlerce
sene içinde gönderilmiş binlerce veya yüzbinlerce ilahi bilgiler şu veya bu şekilde insan eliyle
tahrip edildi. Günümüzde de QUR’AN’I yanlış yamalak meal edenler gibi…
Qur’an’ı az önce belirttiğim gibi uzman bir ekiple, matematik disiplinle meal-tefsir etmeye
başladığımızda insanlar gerçeğe yönelecektir… Bunun başkaca hiç bir yolu yoktur.
Müslümanlar asırlardır başkalarının kontrol ve komutasındadırlar… İcat edemez, üretemez,
yenilikler getiremezler, başkalarının gölgesinde yaşamayı yeğlerler. Fakat satın almayı çok
severler… Müslümanları kilitleyen müzmin virüs bu işportaya düşürülmüş ve QUR’AN’LA en
küçük bir yakınlığı olmayan insan icadı hadis dinciliğidir, boş lakırdılardır…
Bu nedenlerle Müslümanlar egolarına esirdirler, asla takdir etmez ancak hak etmediği halde
takdir edilmeye bayılırlar… Bu virüs doğalarına işportadaki uydurulmuş dinle girmiştir.
İşportaya indirgenmiş bu uydurulmuş din yerden gökten silinmedikçe, içinde bulundukları gazabı
göremeyeceklerdir… Her an gazap ve ikazlar içinde yaşamaktalar. Gözlerinde perde, kulaklarında
ağırlıklar, kalplerine örtüler var, dolayısıyla bu gerçeklerin farkında bile değiller… Gerçeğe
yönelemezler, işin en vahim tarafı bilmediğini de bilemezler… Çünkü şartlanmışlardır…
İşportadaki din insanda; özgüven, şahsiyet, üretmeye meyil, icat etmeye azim, okumaya ve
öğrenmeye takat bırakmamakta, sevgi ve saygıyı silip süpürmekte ve insanlar arasında
gruplaşmalar ve düşmanlıklar oluşturmaktadır.
Benim şahsen üzerinde ciddiyete durduğum; BİLİM, TEKNOLOJİ VE ÜRETİMİN ilerlemesi bir
şekilde engellenmektedir. Bu çirkinliklerin heba ettiği genç beyinler için yüreğim kan ağlıyor…
Şayet hatalıysam bağışlayınız lütfen.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
140
SON DERECE KALİTELİ BİR SORU
SU NE ZAMAN YARATILDI?
Ne Qur’an, ne Tevrat ve İncil ‘SUYU DA BEN YARATTIM’ demez!!!. 2013 de Hindistan’a gittim
akademi platformlarında Sanskritçe Mahabharata yazıtlarını araştırdım, Kenger-Sümer
yazıtlarında da izine bile rastlayamadım. Ulema Anunnaki öğretilerini kelime-kelime araştırdım,
ancak tek kelime bile YOK!...
Hindistan’da Sanskritçenin enginliklerinde nerdeyse mikroskoplarının altında araştırdım ve bir
tek kelime veya cümle olsun bu konuda veri bulamadım. Sanki çok özel bir konu, çok gizli bir
sırrın aşılamaz duvarı, sanki üç boyutlu varlığımızla anlayamayacağımız bir bilgi bizden bir
şekilde saklanıyordu. Belki de saklanması gerekiyordu!...
Muhteşem QUR’AN, Yüce ALLAHIN yerleri ve gökleri yarattığını ve her canlıyı da SUDAN
yarattığını çok açık, ancak farklı konuların aydınlanması için birçok ayette farklı anlatımlarla,
farklı konuların anlaşılması için bilgece açıklar.
Varlığımızın bir numaralı kimyasalı, hayatın en değerli, en önemli maddesi olan ‘SUYU da Ben
yarattım’ demez. Madem hayatı olan her şey SUDAN yaratıldı (ki bu kesinlikle doğrudur), SUYUN
daha önce yaratılmış olması gerekir. SUYU yarattığını ima edecek tek kelime veya bir cümle YOK,
binlerce kitapları karıştırmama rağmen tek kelime dahi bulamadım.
Oysa Qur’an [ Allah her şeyin yaratıcısıdır, O, her şeyin yöneticisidir. Zumer 62 ] der ve hususi
olarak ‘SUYUDA Ben Yarattım’ denmemesi gerçeği değiştiremez. Ayetteki ‘HER ŞEY’ sözcüğü
suyu, suyun bileşenlerini ve istisnasız her detayı içermektedir.
‘Helvayı da ben yarattım’ demez, ancak helvayı, insanın aklıyla bütünleştirip yapabileceği bütün
malzemelerin, elementlerin ve helvanın yapılabilmesi için de insana gerekli bilgilerin
programının da yaratıcısıyım der.
Fakat benim sorunum bu değildir. Çünkü birçok inançsız arkadaş açıkça sormuştu, hem de
eğitimli inançsızlar ki; Tevrat’ı, İncil ve Qur’an’ı iyi bilen, hatta Arapça sözcük detaylarını benden
de iyi bilenler de aynı soruyu farklı şekillerde sormuştu…
Ve kendini sorumlu hisseden dindar bir fizikçi olarak bu insanları tatmin edecek bilimsel en
kaliteli cevabı dileyenlere bildirmeliydim. Hatta bu konuyu akademik bir ders haline getirmeyi de
hedefledim.
Bu her Müslüman bilim adamının asli ödevidir. İnsanlar “ben şahadet getirdim, artık
Müslümanım” demekle asla Müslüman olamaz. Olsa olsa Emevi Abbasî soytarısı olur… Bu
cümleyi papağan gibi tekrarlamakla da, kimseye ‘buyurun efendim cennete hoş geldiniz!’
denmez. Bu saçma sapan inanç QUR’AN’IN fıtratına da aykırıdır. [ Furkan 44 ayeti ]
Kanaatimce her Müslüman kesinlikle sorumludur ve asli ödevi de; [ Ey Resul! Rabbinden sana
indirileni tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan O'nun sana verdiği elçilik görevini yapmamış
olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah, kâfirler toplumunu doğru yola iletmez.
Maide 67]
[Ey (örtülere) bürünmüş olan KALK !, artık inzar et (sana vahyedileni, öğretileni öğret, beyan et,
uyar, ilan et). Mudesir 1,2]
bu ayetlerin içeriği ve emirlerini mümkün olan en kaliteli ve bilimsel yöntemlerle öğrenip
inanmayanlara da açıklamaktır. Hz. Muhammed’e layık olmak bu metotla olabilir, O yüce
şahsiyeti taklit etmekle değil… O yüce Şahsiyetin nezih şahsında bize bildirilen QUR’AN’IN
öğretilerini en kaliteli şekilde anlamak, insanlığa anlatmak ve öğretmektir esas olan.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
141
Ve bu ödev için de hiç bir ücret almadan bu hizmetleri yapmaktır gerçek Müslümanlık.
Dolayısıyla inançsız arkadaşların saplantılarını destekleyen ayetin ilk cümlesi [“Hanginiz en güzel
çalışmaları yapacak?” diye sizi imtihan etmek için 6 günde (fî sitteti eyyâmin; 6 gün içinde)
semaları ve yeryüzünü yaratan O’dur. VE O’NUN ARŞI SU ÜZERİNDEYDİ. Hûd 7.]
geçmiş zaman kipinde açıklamada; evren-madde yaratılmadan önce suyun var olduğu açıkça
ortadadır.
Bu ve benzer pek çok ayetin ilk ve açıkça anlattığı; hiç bir şey yaratılmadan önce SU bir şekilde
vardı. Yani üç boyutlu evren, gökler, yerler vücut bulup hayata geçmeden önce SU bir şekilde
vardı… Ayetler de bunu açıkça belirtmektedir.
Bu kişilere sıradan cevaplar veremezdim ‘gerçekten cevap arıyorsanız anlayabileceğiniz şekilde
kitaplarımızda herkesin bilgilenmesi için mümkün olduğu kadar enginliklerine değinerek, faydalı
olmak umuduyla açıklamaya çalışacağız, şimdi pat diye torbadan uydurma masallar çıkaranlar
gibi cevap beklemeyin’ şeklinde olmuştu. Rabbime Hamd ederim bu kitapta buna ulaşacağız.
İyi biliyorum, şartlanmış, ALLAH’IN kitaplarının değil, uydurulmuş pembe masalların peşinden
gidenler de asla, asla anlamayacak, hatta anlamak da istemeyeceklerdir. Çünkü şartlanmışlık
hastalığı beyinleri uyuşturur, esir eder, yeniliğe, üretime, icatlara kapalıdır ve hedefi de kendi
gibi düşünmeyenlere karşı düşmanlıktır…
Neden mi? Çünkü onlar Yüce ALLAH’IN [ de ki; "Eğer siz, gerçeği bilen bilginlerdenseniz, Allah'ın
katından O ikisinden daha çok hidayete erdiren bir kitap getirin de ona tâbî olayım.” Kasas 49 ]
ayetini alenen inkâr edercesine dolaylı olarak ‘Tevrat bozuldu, ALLAH bilmez ben bilirim’ der ve
asırlardır rivayetmatik masalların ninnisiyle uyurlar.
SUYU DA Yüce ALLAH’IN yarattığı cevabına 4000 seneden de yaşlı Tevrat ve Ulema Anunnaki
öğretileriyle devam etmemizde yarar var;
Tevrat / Tekvin (Yaratılış);
1. Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.
2. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu, engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı'nın Ruhu suların üzerinde
dalgalanıyordu.
3. Tanrı, "Işık olsun" diye buyurdu ve ışık oldu.
4. Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı.
5. Işığa "Gündüz", karanlığa "Gece" adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu.
6. Tanrı, "Suların ortasında bir kubbe olsun, SULARI SULARDAN (veya suları birbirinden)
ayırsın" diye emretti.
7. Ve öyle oldu. Tanrı gök kubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı.
8. Tanrı kubbeye "Gök" adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.
9. Tanrı, "Göğün altındaki sular bir yere toplansın ve kuru toprak görünsün" diye emretti ve
öyle oldu. Yahudiler ‘emretti’ sözcüğünü ‘buyurdu’ şeklinde alırlar ki kesinlikle yanlıştır!
İlk anlaşılan; Yüce ALLAH’IN önce yerleri ve gökleri yarattığı, ancak SUYUN daha önce de bir
şekilde var olduğudur. İnançsız arkadaşlarında bana tevcih ettikleri soru bu esasa dayanıyordu.
Hem QUR’AN, hem de Tevrat’ın aynı ifadeleri bize bildiriyor ki SU bir şekilde daha önce var.
Oysa çok iyi biliyoruz ki SU mahlûktur ve üç boyutlu hidrojen(*) ve oksijen atomlarının bir
bileşiğidir.
Kesin kanıtlarla biliyoruz ki Hz. Muhammed; "Evvele mâ halakallâhu'l Akle", "ALLAH'IN İLK
YARATTIĞI ŞEY AKIL'DIR" demiştir(**). Hz. Muhammed’in bu hadisi tartışmasız, kesinlikle
doğrudur. Şahsen en sevdiğim ve saygıyla devamlı andığım hadis budur.
(*)Atmosferimizde eser miktarda bulunan ve evrende en çok tanınma şansı olan element hidrojendir. Hidrojen de diğer bütün elementlerin en
temel taşıdır, yani diğer bütün elementler hidrojenden yaratılmıştır.
(**) M.S 900larden sonra da Müslümanlardan büyük bir kesim de AKIL hakkında konuşmayı dahi yasaklamışlardı!!!.onlara göre AKIL demek,
Kaderi inkar etmekmiş!!!..
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
142
Qur’an ve Tevrat ayetlerinin hiç birisi AKLIN sonradan yaratıldığını veya SUYUN, hayat
yaratılmadan daha önce yaratıldığını ima edecek bilgi de vermez, ima da etmez. Ancak
görüyoruz ki Yüce ALLAH yerleri ve gökleri yaratmaya başladığında Arş ve SU bir şekilde vardı.
Cevabı bilgece aramamız gereken NOKTA şudur; Tevrat/Tekvin 6; Tanrı, "Suların ortasında bir
kubbe (herhangi bir kürenin herhangi bir dilimidir, genellikle bunu ½ olarak değerlendiririz)
olsun, SULARI SULARDAN (veya SULARI BİRBİRİNDEN) ayırsın" diye buyurdu.
Soralım; Suların ORTASINDA hangi SULARI hangi SULARDAN ayırdı? Neden kenarı değil de
özellikle ortası? SUYUN ortası mı yoksa SUYUN içinde bulunduğu kabın ortası mı?
‘SUYUN ORTASI’ sözcüğünden kime ne anlayabilir?
Bizi doğru cevaba götürecek SORU budur. Gerçeğe, geleceğin bilimlerine de Işık olacak kadar da
önemli ve kaliteli cevaba bu noktadan başlayarak bilgece ulaşacağız.
Bu sorunun başlangıçtaki net cevabı QUR’AN Bakara 255in üçüncü cümlesi ne demişti? [ O’nun
bildirdiklerinin (öğrettiğinin, programladığının) dışında insanlar, O'nun ilminden (Onun
genlerimize öğrettiğinden, kodladığından başka) hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. Bakara 255]
Dikkat! ‘bilemezler’ denmedi, ‘TAM OLARAK BİLEMEZLER’ dendi.
Nasıllarına, nedenlerine de önce İbni Arabi ve Ulama Anunnaki öğretilerinde ulaşacağız.
Örnek;
1. Yüce ALLAHIN nasıl bir varlık olduğunu ne düşünebilir, ne idrak edebilir, ne de kavrayabiliriz.
2. Biz hiç bir olasılıkla MELEK nedir, nasıl bir şeydir, neye benzer bilemeyiz, bilemeyeceğiz(*).
3. Cennetin veya üç boyuttan başka bir boyutun, geometrinin nasıl bir yer olduğunu ne
duygulanabiliriz ne de kavrayabiliriz. Sadece üç boyutlu varlığımızla bir takım şeyleri malzeme
olarak kullanır ve benzetme yoluyla üç boyutlu hafızamızda mukayese edebiliriz ki bunların
tamamı gerçek olmayan hayal ürünleridir.
Çünkü genetik bilgi işlem bankamızda, beynimizde bu bilgileri anlayacak, tanımlayacak,
kavrayacak herhangi bir bilgi programı yoktur. Bu bilgileri kavrayacak, tanıyacak bilgiler
genlerimize yazılmadı, öğretilmedi.
Günümüzdeki modern bilimlerin de bize öğrettiği gerçek şudur; insan aklının, bilgi iletişim
bankası olan beynin de kesin sınırları vardır.
Bu sınır hakkında kısa birkaç örnek;
Biz insanlar hiç bir şekilde üç boyuttan başka bir boyutu ne algılayabiliriz, ne anlayabiliriz ne de
kavrayabiliriz. Hatta şu anda bize bu üç boyutlu varlığımızla gözümüzün önüne başka boyutları
olan herhangi bir şey getirilse bile biz O başka boyutlu şeyi, o şey her neyse asla, asla
anlayamayız, tanıyamayız. Çünkü bilgi işlem bankamızda, genlerimizde bu bilgiyi kavrayacak,
tanıyacak program yoktur.
Gözlerimiz 380nm ve 780 nm (nano metre) dalga boyundan daha kısa ve uzun ışık dalgaları
göremez algılayamaz. [ O’nun bildirdiklerinin (öğrettiğinin, programladığının) dışında insanlar,
O'nun ilminden (Onun genlerimize öğrettiğinden, kodladığından başka) hiçbir şeyi tam olarak
tanıyamaz, bilemezler. Bakara 255]
Şayet bu sınırları ahmakça aşmak ve iblise dost olmak isterse -ki bunu yapmakta hürdür- sonu
kesinlikle hüsrandır. Ancak AKLINI kullanarak icat edeceği filtrelerle bu sınırları aşabilir ve daha
uzun veya daha kısa dalga boyundaki Işınları da görebilir veya tespit edebilir. Bu nedenle Yüce
QUR’AN biz insanları istisnasız her konuda eğitmektedir. Hem bu yaşantımızda hem de başka
boyutlardaki sonsuz yaşam mükâfatını, Yaratanın murat ettiği gibi hak ederek kazanalım, çünkü;
[ALLAH ÂLEMLERE zulmü murat etmez. Ali İmran 108] Dikkat etmek gerekir ‘ÂLEMLERE’ dendi,
sadece insanlara veya dünyaya veya Âleme denmedi…
(*) Evrende zaman ve hayat 1 kitabımızda daha geniş açıkladık.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
143
AKIL; organ veya madde veya gölge de değildir. Ancak yaratılmış mahlûktur. Enerji midir?
Öyleyse hızı korkunç bir hız olmalıdır. Kütlesi veya rengi var mıdır? Hangi maddelerden yaratıldı?
Acaba İlahi bir program mıdır? Oysa bilebilmemiz kesinlikle imkânsız gibi görünüyor; neden mi?
AKIL; Bio-elektromanyetik enerji kanalı mıdır? Kaynağı başka boyutlardan gelen evrene yayılmış
bir enerji midir?
Bence 7 boyutlu yerlerde ve 7 boyutlu maddelerden yaratılmış ve bu 3 boyutlu maddi evrende
insanın kontrol edilmesi için dinamik tutulan ilahi bir yönetici-hükmedici enerji olduğu kanaatim
yüksektir. Birazdan Ulema-Anunnaki öğretilerinde de göreceğiz.
İyi biliyoruz ki vücudumuz ve varlığımızdaki istisnasız bütün maddeler bu evrendeki
elementlerin bilinçli olarak bir araya getirilmiş, hücreleri, genleri programlanmış, insan cinsi
olma özelliği taşıyan düzenli organik bir bileşkesidir, Qur’an dilinde buna EMŞAC denir.
[ Muhakkak Biz, insanı emşac’dan yarattık. Onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işiten, gören
(bir varlık) olarak yaptık. İnsan 2]
[Ve emin olun ki Biz, insanı balçığın özünden (süzülmüşünden) yarattık. Mu’minun 12 ]
Kullandığımız Radyodaki elektro manyetik dalgalar bilinmeyen elementlerin oluşturduğu enerji
değildir. Bu evrende bulunan elementlerin birlikteliği ile, kombinasyonu ile yapılmış cihazın
çalışmasıyla oluşan atom altı faaliyetlerin oluşturduğu dalgalardır. Germanyum, silikon, demir,
kalay, bakır, elektrik vb… bütün bu elementlerden vücudumuzda da belirli ölçülerde vardır…
Şayet AKIL biyoenerji ise; daha önce ayrıştırılmış ve boyutlarını bilemediğimiz yukardaki SULARIN
bulunduğu yerlerden gönderilen ve üç boyutlu bu evrene yayındırılan bio-elektromanyetik enerji
dalgaları mıdır?
Şayet bu yaklaşım (teorimiz) doğruysa, AKLIN hızı dehşetengiz bir rakam olarak karşımıza
çıkabilir… AKLIN hızı (!). Hız terimi maddi cisimlerin bir fonksiyonu olduğuna göre AKLIN HIZI
teriminden de vazgeçmek doğru bir yaklaşım olur mu? Ancak, ALLAHDAN başka her şey
yaratıksa (ki bu kesinlikle doğrudur), AKIL DA yaratık olduğuna göre, acaba AKIL başka
boyutlardaki başka cisimlerin ürettiği enerji veya fonksiyonu olabilir mi?
Neden ilk önce AKIL yaratıldı? Yerleri ve gökleri yaratmadan da önce ARŞI SULARIN üzerinde idi.
Hz. Muhammed ‘Allah önce AKLI yarattı’ demiştir. AKLIN; Arş ve SU’DAN önce veya sonra
yaratıldığını ima edecek bir belirti de yok Qur’an’da. Buradan anlayabiliriz ki AKIL, Arş ve Su’dan
önce yaratıldı. En mantıklısı da bu yaklaşım olsa gerek. Çünkü SUYUN ve ARŞIN var olması için de
en üstün AKIL gerekmektedir.
Evrende, Evrenlerdeki her şey AKILLA MI yönetilmektedir? Şayet bu yaklaşım doğru ise, biz
insanlara cüzi bir miktar, az bir ölçüde, sınırları olan bir hazine verildiği de anlam kazanır…
Soralım; AKLI olmayan, AKLINI kullanamayan adam için ALLAH’IN, cennetin, cehennemin,
günah ve sevabın ne anlamı olabilir?
Evrenlerdeki istisnasız her şeyin sevk ve idare ve canlılığın yegâne sorumlusu AKIL olarak
algılamaktayım. Bu benim şahsi yaklaşımımdır. Saygıdeğer okuyucularım hatırlayacaktır, daha
önce belirtmiştim bu çalışmamızda, kitabımızda ‘AKLIN sınırlarını zorluyoruz’ diye… doğru
bilgiye ulaşmak için bunu yapmak zorundayız, kaçmak YOK!!!...
AKIL; her şeyi biçimlendirip varlıklarla bilgi alışverişinin yegâne nedeni olarak tanımladım. KADER
de AKLIN, ölçülendirerek yarattığı maddenin sonsuz sayıdaki fonksiyonları olarak karşıma
çıkmaktadır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
144
AKIL; hayata, organlara, maddeye, her şeye hükmeden, yöneten inanılmaz müthiş bir enerji
hazinesi. Bilginin, varlığın, iman veya inancın, Furkan’ın doğrudan muhatabı, cennetin veya
cehennemin doğrudan sorumlusu bir hazine. Kurallara uygun kullanıldığında AKIL; cennete
götürecek olan TAKVA’YA yönelten yegâne dost.
AKIL; Var oluşun, Hayatın en değerli cevheri dersem de çok yetersiz tanımlamış olurum. AKIL,
vücut sağlığımızdan da önemli dersem yanılır mıyım acaba? Akılsız adam doğru dürüst giyinmez
soğukta üşütür hasta olur veya bilmediği deliğe parmağını sokar akrep ısırır ve akıllı biokimyager de ona ilaç icat eder. Akıllı adam bilgeliğe, cennete hedeflenir, akılsız da başka
taraflara yönelir… Akıllı adam Qur’an’a, akılsız da uydurulmuş masallara yönelir…
Yer, bırakılan taşı çeker, taş da yeri kendine; kütle büyüklüğü ile doğru, mesafenin karesiyle ters
orantılı bir kuvvetle çeker. Fakat cisim saniyede 11,2 km hıza ulaşırsa Yer O cismi çekemez ve
cisim dünyadan kurtulur. Bu kısacık anlattığım olgunun her tarafı AKIL ve ortaya koyduğu
işlevlerini de ölçülendirilmiş, programlanmış KADER (*) olarak tanımladım.
Cismin varlığının sebebini AKIL, yerden kurtulmasını veya yere düşmesini de, kurallarını AKLIN
düzenlediği, ölçülendirerek tayin ettiği KADER olarak tanımladım. [Muhakkak ki Biz, her şeyi bir
KADERLE (matematik ölçüyle, ölçülendirilmiş programla) YARATTIK. Kamer 49] Kader, her tarafıyla
AKLIN değişmez-şaşmaz kontrolündedir.
Ayette önce Yaratma fiili kullanıldı. Yaratma fiildir ve EN ÜSTÜN AKLIN icadı ve yaptıklarıdır.
Yaratılmış her şey de, yaratılmadaki miktar ve ölçüleri, vücut bulduktan sonraki fonksiyonlarının,
hedef ve amacının ölçülendirilmesi de KADERDİR. Filler uçmak, balıklar da yük çekmek için
değildir. Fillerin varlığı Üstün AKLIN icadıdır, uçamaması onun kaderidir…
İnsan en üst AKIL tarafından üç boyutlu maddelerden yaratıldı. 4, 5 veya 6 veya 2 veya 1 boyutlu
küre dünyalara gitmesi de kendi seçtiği kaderdir. Kader de, insanın önünde sonsuz sayıda
ölçüleri, miktarları olan seçenekler vardır. Bu sonsuz sayıdaki seçeneklerden birini AKLIYLA
seçmesi kendi kaderini seçip O yolda gitmesi demektir. Seçen AKILA da yön verip yol gösteren
muhteşem yaratılışındaki öğretilerde yani QUR’AN’DIR.
A-K-L kökünden gelen AKIL sözcüğü; Arapça lügatlerde sıkı sıkıya bağlamak anlamında mastardır.
AKIL, insanı bilinçli olarak ALLAHA, gerçeklere bağlayan anlamındadır derim. Zekâ da bağlayabilir
veya tersini de yapar, garanti YOK. Ancak AKIL bilime hükmeder ve bilim AKLIN hükmündedir.
Bilimi, bilmeyi analiz ederek kavrayabilmemiz için bize hiç bir şekilde tanımlayamadığımız
sınırlı, ölçülü AKIL programlandı. ALLAH bilincine ancak bilgi ile ulaşılır, bilgi de sadece AKILLA
disiplinli olarak idrak edilebilir… Takvaya, cennete giden yol buradan geçer.
AKIL imanın değil, iman AKLIN kontrol ve hükmündedir. Sokakta kazanılan iman akşama
kaybedilebilir. AKILLA idrak edilerek kazanılmış iman asla yitirilemez. AKILLA kazanılan iman,
bilginin alanındadır. Bunun en güzel örneği cumhurun babası Hz. İbrahim’dir. Bilgiyle, analizle,
soruşturmayla, sorgulamayla başladı ve idrak ederek ulaşmak istediği hedefe AKILLA ulaştı.
Kafadaki iki göz, programı gereği cisimleri görür ve şu veya bu şekilde tanımlar. AKIL, o
programın da üzerinde maddenin de içindekinin de içindekini, davranışlarını kendi bağlantılı
sensörleriyle görür, algılar, tanımlar, sorar, sorgular ve faydalanır ve korunur. Bu olgular
muhteşem yaratılışındaki programların gereğidir.
(*) gerçek bir Müslümanın KADER hakkında uydurulmuş safsatalardan ateşten kaçarcasına kaçması ve uzak durması gerekir. Bu çok yasak bir
konudur ve beynimizde bu konu hakkına hiç bir bilgi kodlanmamıştır. Bu konu hakkında araştıran her fert beynini harap etmiş sonu hüsran
olmuştur. Aysen’in Mehmet’le evlenmesi kader filan da değildir. Ruh, Kader, Kıyamet ve ALLAH hakkında bilgiler bizler için asla kavranamayacak
ALLAH’A ait bilgilerdir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
145
Milyonlarca sperm, müthiş bir hızla yumurtaya, üstelik en kısa ve en doğru yoldan uçar ve bir
tanesi yumurtayı delip insan neslinin prototipini oluşturur. QUR’AN’DA devamlı açıklanan tespih
budur. Tekkelerde kullanılan Hint icadı 99luk tesbih Qur’an’ın kast ettiği tesbih değildir. Yüce
ALLAHIN yarattığı ve birbirinin devamı olan hayatın devam edegelen surecidir. Kişi babasının
tesbihi, evladı da kendisinin tesbihi, yani tekrarıdır.
[ Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah'ı TESBİH etmiştir. O, üstündür, hüküm ve hikmet
sahibidir. Haşr 1]
[ Göklerde ve yerde olan her şey Allah'ı TESBİH(*) eder. Mülk(**) O'nun, Hamd da O'nun, O her
şeye kadirdir. Tegabun 1]
Kâinatı, kâinatları her detayı ile yöneten Yüce ALLAH Qur’an’da;
[Allah size ayetlerini işte böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz AKIL edersiniz. Bakara 242]
Dikkat etmek gerekir ‘böylece siz iman edersiniz’ denmedi ‘AKIL edersiniz’ dendi.
Bir adım daha atalım;
[ Hikmeti (fen bilimleri demektir) dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse böylece ona çok hayır
verilmiştir. Ve ÜSTÜN AKIL sahiplerinden başkası (bu enginlikleri) düşünemez. Bakara 269]
Ne garip tecellidir ki; Hikmetin %99 Yahudilere gitmiş… Çok kıskanıyorum!…
Ardı ardına gelen bu iki ayette akılı, AKIL ve ÜSTÜN AKIL olarak farklı seviyelerde görüyoruz.
Qur’an’da AKIL ve BİLGİ biri diğerinin tamamlayıcısı veya biri diğerinin var olma sebebi olarak
anlatılır. Görme engelli bir insana Işığı tarif edebilir miyiz? İşitme engelli bir insana sesi anlatabilir
miyiz? Bir babaya ANA sevgisini tattırabilir miyiz? Asla!. Oysa özürlü olan bu insanların hepsinde
AKIL da var… Diğer tarafta; Akıl özürlü bir insanı cennetle okşayıp, cehennemle korkutabilir
miyiz?
Hz. Muhammed tarafından ‘Yaşayan Qur’an’ unvanı verilmiş Halife Hz. Ali ‘Akıl başta, mekânı
da göğüstedir’ demiş. Bundan kast ettiği göğüsteki timüs bezidir.
[Onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki onların, onunla AKIL ettikleri kalpleri ve onunla işittikleri
kulakları olsun. Fakat baş gözleri kör olmaz. Lâkin SİNELERDEKİ (SADRU, göğüs kafesindeki timüs
bezi) kalpler kör olur. Hacc 46]
Qur’an’da kalp her zaman timüs bezini kast ederek ifade edilir.
Dikkat edersek, AKIL’IN hem kalp hem de duyu organlarını da kontrol ettiğini açıkça göreceğiz.
(*) Tesbih; devamlı, durmaksızın ona programlanmış bilgiyi tekrar etmek,
(**) Mülk; Evrende, evrenlerdeki tüm madde, madde altı istisnasız her partikül Allah’ın mülküdür.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
146
ARŞ VE SUYUN DAHA ÖNCE VAR OLMASI
[ Nesefi; "Arş'ı su üzerinde bulunurken" ifadesini şöyle tefsir eder; Ale'l-mâi, "SU ÜZERİNDE"
demektir, yani gökler ve yer yaratılmazdan evvel O'nun Arş’ın’ın altında sudan başka bir şey
yoktu. Burada, Arş'ın ve suyun göklerin ve yerin yaratılmasından evvel yaratılmış olduğuna dair
de bir delil vardır. ] Nesefi kendi çağındaki bilgilerle oldukça kısır bir yaklaşımla yorum yapmış.
Sormak lazım; SUDAN başka bir şeyin olmadığının kanıtı nedir?
Gökler ve yer yaratılmadan da sonsuz sayıda pek çok şey vardı, ancak başka boyutlardaki
maddelerden olduğu için biz ne algılayabiliriz, ne de bizi ilgilendirmektedir. Çünkü suyun bir
yerde durması için O SU bir kabın, bir kalıbın, bir yerin üzerinde veya içinde olması gerekmez mi?
Bu anlayışımızla ve bu şekilde düşünmekle ne hata yaparız, ne de aykırı bir şey. Üstelik bu şekilde
sorup, sorgulayıp, düşünüp cevap aramaya hakkımız da vardır. ‘SU muallakta durur mu’ deriz ve
kestirmeden cevaplarız. Biz evreni asla sorgulayamayız. Bu çok saçma olur… Ancak evrende olup
bitenleri, nedenlerini ve nasıllarını araştırmak, sormak, sorgulamak, öğrenmek, daha enginlikleri
öğrenmek te insan olarak asli ödevimizdir, üstelik buna da mecburuz.
Bu deneyi yapmayı çok isterdim; bir bardak suyu uzay boşluğuna dökelim ve sonucu da
gözlemleyelim!!!. SU, saliseler içinde aniden bileşenlerine ayrışıp donmaya bile vakit bulamadan
uzaya saçılacağına inanıyorum. Ancak SU olarak değil, hidrojen ve oksijen olarak. SUYU, SU
olarak tutacak fiziksel ve kimyasal kuralları olan başka bir ortama, kuvvete, kütleye ihtiyacı
vardır.
1970lerde Qur’an’da tespit ettim ve 1990 da yayınlanan kitabımda da açıklamıştım; Mars ve
Jüpiter arasındaki meteorların içi SU doludur, dünyaya SU meteorlarla getirilmiştir. Dışında SU
duramaz; QUR’AN BAKARA, AYET 74. Jüpiter ve Mars arasındaki meteorlar birer SU
deposudurlar.
1990 da Türkiye’de yayınlanan kitabımda da yazmıştım. Bu proje benimdir, 04 Temmuz 2004 de NASA ve Los
Alamos National Labradorlarının birlikte yaptıkları deneydir. 83 milyon mil uzaktaki meteora 340 kg ağırlığında bakır
bir mermiyle ateş edildi ve içindeki SULAR bileşenlerine ayrışarak anında uzaya fışkırdı.
Radyo frekanslarını asla göremeyiz, varlığını, detaylarını ve bileşenlerini de düzeneklerle biliriz…
Bildikten sonra da artık görmemize gerek bile kalmayabilir. Aslında elektromanyetik dalgaları
görsek, görebilsek iyi mi olur bilemiyorum!. Çünkü sonsuz sayıda dalga boyu farklılıkları olan
elektromanyetik dalgaları gözle görmenin bizi çok rahatsız edeceğini de bilmemiz gerekir. Kim
bilir belki bir gün insanoğlunun AKLI bunu da başaracaktır.
Aldanma suresinin (Tegâbun 18) ayeti her şeyi apaçık destekler [ Bilendir görünmeyeni ve
görüleni. Azîz’dir, Hakîm’dir. Tegabun 18] Çok dikkat etmek gerekir ki; ayette öncelikle
görünmeyen (el-gaybi) sözcüğü kullanıldı.
Arş ve SU konusunda, eğitimli ancak inançsız arkadaşları mümkün olan en kaliteli ve bilimsel
verilerle aydınlatmak gerçekten de asli ödevimdir diye çok zaman harcamaktayım. Ben cevabını
bilmekteyim, ancak bu net cevap benim ruhumun veya aklımın enginliklerinde parıldamaktadır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
147
Bu, bana huşu veren muhteşem bilgiler şahsa mahsus olduğu için Hanif olan çabam da bu bilgiye
vücut buldurup, sadece ALLAHIN rızasını kazanmak için, hiç bir karşılık beklemeden sunmaktır.
Hedef ve hassasiyetim; karşımdaki inançsız insanları da incitmeden bu konunun da enginliğe yine
QUR’AN ve bilimin diliyle girip açıklamak da ödevimizdir derim…
Bu insanların şu ayette açıklanan hezimete düşmelerini de istemeyiz… Çünkü Hz. Muhammedin
izini samimiyetle, bilinçli olarak takip eden Müslüman bir bilimci olarak sorumluyum diye
düşünüyorum ki;
[ Kitab'ı sana indiren O'dur. Onun bir kısmı muhkem (hüküm ihtiva eden, manası açık olan,
anlamı herkes tarafından anlaşılan) ayetlerdir, onlar Kitab'ın esasıdır ve diğerleri, muteşâbihtir
(sadece bilimsel araştırmalarla, bilgiyle anlaşılabilecek ayetlerdir).
Fakat kalplerinde eğrilik bulunanlar, bu sebeple muteşâbih olanlara (kanıtsız, temelsiz, bilim dışı
masallarla yorum getiren fasıklara) tâbî olurlar. Ondan fitne çıkarmak için, onun te'vilini
(yorumunu) yapmak isterler. << asırlardır Müslümanları üçüncü sınıf yapan nedenlerden biriside
bu apaçık tanımdır, yani şahsa mahsus ‘YORUM’ dur. Asırlardır sürünmenin nedenlerinden bir
de Muhteşem QUR’AN’I yorumlamalarıdır.>>
Ve onun te'vilini Allah’dan başka kimse bilmez ve ilimde RUSUH (yüksek bilgi, tefekkür ve
teshir bilgi) SAHİPLERİ ise; “Biz O'na (bilerek, idrak ederek) iman ettik, hepsi Rabbimizin
katındandır” derler.
Onlarsa tezekkür(*) edemezler (ve mâ yezzekkeru, olumsuzluk edatıyla ayetteki anlamı; kafa
yormak istemedikleri için düşünemezler, dolayısıyla anlamını da bulup gerçeğe, neticeye
ulaşamazlar demektir),
SADECE ULÛL'ELBAB (sadece üstün AKIL sahipleri, gerçek bilim adamları, bilgiye beyninde
vücut bulduranlar, disiplinli düşünen ve başaran bilimciler ulaşır.) Ali İmran 7 ]
Her zaman fitneye yönelen birilerinin, gençleri ve başkalarını da zehirlemeden ve ayetlerin
teviline girmeden, şaha mahsus yorum yapmadan; bilimsel metotlarla bu konuyu yine
muhteşem Qur’an’ın O muhteşem AKLIYLA açıklığa kavuşturmak istiyorum…
Yüce ALLAH yerleri ve gökleri yaratmadan önce ARŞ ve SU vardı… Bunu açıklayabilirim. Ancak
elimde çok daha real deliller olmalı… Çünkü her fizikçiyi, kimyageri, bio kimyageri, felsefeciyi,
Yahudi veya Hristiyan din adamlarını vb. tatmin edecek cevapları ve açıklamaları bulmaya
çalışacağız.
ARŞ, dört ucu, köşesi olan salıncak gibi, beşik gibi salınan (oscillation), dalgalanmalar anlamı da
verilmiş. Bu nedenle Tevrat’ta ‘Tanrı'nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu.’ denmektedir.
Tevrat, Tekvin 6; Tanrı, "Suların ortasında bir kubbe olsun, SULARI SULARDAN (veya SULARI
BİRBİRİNDEN) ayırsın" diye emretti. (Yahudiler emretti sözcüğünü ‘buyurdu’ şeklinde çevirirler
ki; bu anlamsız terimin kaynağı Yahudi lisanındaki yetersizliklerdir, ALLAH kimseye bir şey
buyurmaz; öğretir ve emreder.)
Bize kapıları açacak başlangıç şu ayetlerdir;
[ İşte izin günü, o vakıa (kıyamet, dehşetengiz büyük olay) vuku bulmuştur. Ve sema yarılmıştır.
Artık o (yerler, gökler, evren, madde) izin günü zaafa uğramıştır (dengesi bozulmuştur). Ve o
melek, onun çevresi üzerindedir. Ve izin günü (evrendeki faaliyetlerin sonu) Rabbinin ARŞINI
üstlerinde taşıyanların sayısı sekizdir. Hakka 15,16,17 ]
(*) Tezekkür; üst bilgilere sahip kişilerin toplanıp O iş veya O konu üzerinde görüşmeleri, müzakere etmeleri, bilgiyi hayata geçirmek veya bilgiye
hayat vermek için yapılan zihinsel faaliyetler, kararlaştırmak, topluma yansıtmak için yapılan toplantı anlamındadır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
148
Tartışmasız bütün batı dillerinin, Latincenin kaynağı Ulema Anunnaki, Kenger-Sümer kültürü ve
lisanlarıdır.(*)
‘An’ Anakh (anlamı; Anunnaki’nin lisanı, öğretileri, konferansları demektir) 5 tanımı var; 1)
başlangıç, 2) en ilk, en birinci, 3) eksiksiz tamamı (bundan kasıt bütün evren), 4) orijinal, 5) SU.
Anunnakiye göre, bu, aşağıdaki üç boyutlu evrende, dünyada bu SU sözcüğünün Alef olduğunu
veya Alef’e dönüştüğünü öğretiyor.
Arapça alfabenin ilk harfi Elif, Hebrew dilinde Alef, Yunancada Alfa (Alpha).
Bu noktada iki Yods kavramı var. Yods yukardaki SULARI ve aşağıdaki SULARI temsil ediyor.
Veya bu SULAR Yods’un sorumluluğunda veya kontrolünde gibi bir anlam da var.
Aşağıdaki (bu üç boyutlu evrende) SUYUN soğuk, Yukarıdaki, dışarıdaki (ve o’nun arşı SU
üzerindeydi. Hûd 7) boyutlarını asla bilemeyeceğimiz SUYUNDA ılık ve ıslak olduğunu da
öğrencilerine anlatıyor.
Böylece O, boyutlarını, hangi boyutlardaki maddelerden yaratıldığını, kimyasını asla
bilemeyeceğimiz SUYUN Ilık ve ıslak olduğu bilgisine ulaştık.
Anunnakiyi doğrulayan Qur’an ayeti;
[ Orada (rahatsız edici sıcaklık) güneş ve şiddetli dondurucu (üşüten) soğuk görmezler. İnsan 13 ]
Üç boyutlu bu evrende uzay ISISI genellikle eksi -270 C civarındadır. Evrende o kadar büyük
alanların sıcaklığını artıracak bir olay olmadığı sürece ISI da -273 C de kalır. Ancak uzayda ve bu
ISILARDA SU bulunamaz, bir şeylerin içinde olsa olsa bolca BUZ olur. Belli ki Ulema Anunnaki
burayı hesap edemedi! Bu da demektir ki Ulema Anunnaki göklerden gelmiş veya başka
gezegenlere gidip gelen birisi değil. Başka dünyalardan gelen Elçilerden kendisine kadar ulaşmış
bilgilerden öğrendiklerini anlatıyor ve bu anlatılan her kelime de yazıya geçiriliyor. Ancak bilgeliği
asla elden bırakmadan ve mümkün olduğunca sapmadan yazılı belgelere dönüştürmesi
günümüze kadar ulaşmış medeniyetin ayak izlerini tesis ediyor.
Dikkat edilirse, Kenger-Sümer tabletleri, Anunnaki oldukça hassas olan bir konuyu dağınık olarak
anlatırken Muhteşem Qur’an;
[ VE O’NUN ARŞI SU ÜZERİNDEYDİ. Hûd 7]
ayetiyle bizlere
[ Ve ÜSTÜN AKIL sahiplerinden (soran, sorgulayan, araştıran bilim adamlarından) başkası (bu
enginlikleri) düşünemez. Bakara 269] eğitiyor, yönlendiriyor ve yönetiyor.
Alef bir numarayı ve Nibiru ve Orion Takımyıldızlarında Aldebaranı da temsil ediyor. Tevrat’ın
hikayeler bölümündeki konuların tamamı Kengerlerin Sümer’ine aittir.
Bu dersin devamında Ulema Anunnaki Hayya’h, Hayat, A-HaYA, Aelef hepsinin de anlamı
bildiğimiz HAYAT demektir ve devam ederek İnsan ve evrenin yaratılışı hakkında dersler
veriyor…
Arapçaya da geçmiş HAYAT sözcüğünün ana vatanı da Sanskritçe ve Kengerlerin Sümer’idir.
‘Suyu da Ben yarattım’ denmemesi ve üç boyutlu maddelerden yaratılmış SU konusunda ilerde
devam etmek için birtakım ciddi ve önemli bilgiler toparladık ve konumuza devam edelim
(*) Ebetler ebedince RAHMET üzerine olsun, Atam Mustafa Kemal de bunu açıkça beyan etmiştir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
149
HER DETAYI İLE ÜÇ BOYUTLU MADDEYİZ
ÜÇ BOYUTLU EVRENDE YAŞIYORUZ.
[ ÜÇÇATALLI (üç boyutlu) OLAN GÖLGEYE GİDİNİZ. veya,
Üç boyutlu maddenin oluşturduğu gölgeye gidiniz (giriniz) veya,
Üç boyutlu maddeden oluşan gölgeye gidiniz (giriniz)… Murselat 30 ]
Hazretler(!!!) asırlardır ve günümüzde de bu ayetteki kısacık cümleye ‘üç çatallı’ diye, ağaç
dalları zannıyla geçiştirip QUR’AN meali yazmışlar!… Aferin!...
Hiç mi akıllarına gelmedi bu ayetin açıkça üç boyutu; en, boy ve derinliği anlattığı? En azıdan
ayette geçen gölge sözcüğü ve üççatal sözcükleri arasında akıllıca bağlantı kurmaları gerekirdi.
Ayette bildiğimiz üç boyut gerçeğinin de ötesinde ‘üç boyutlu gölge’ denmektedir. 21 Y. Yıldaki
bilimsel değerlerimizle ‘Gölgenin boyutu’ ifadesinden ne anlarız?
Gölge madde değildir ki; ne kütlesi vardır, ne de rengi… Cismin ve Işığın rengi ne olursa olsun,
gölgenin rengi olamaz. Herhangi bir gölgede en, boy, derinlik tayin edebilmemiz mümkün
müdür? Ancak hemen gözümüzün önünde bizimle birlikte yürümektedir. Işığın ve maddenin
varlığının bir başka alandaki ispatı da gölgedir.
Ayetteki ‘ŞUABİN’ sözcüğü bir noktadan, bir tek merkezden ayrılarak üç kola ayrılmış, üç boyuta
ayrılmış, üç ayrı istikamete ayrılmış demektir. Açıkça; en, boy, derinlik yani üç boyut demektir.
Ayette ‘üç boyutlu maddenin oluşturduğu üç boyutlu gölge’ denmektedir.
Bu ayet açıkça, net ifadelerle bu maddi ortamda, bu evrende oluşacak cehennemin ilk perdesini
açmaktadır. Üç boyutlu cehennemde dezenfekte(*) olmak, hayatta iken genlerimizin kayıt ettiği
her çirkin davranıştan, her çirkin düşünceden arınmak, cezasını çekmek için, yani arınmak,
kristaller gibi tertemiz olmak için tanışacağımız bu maddi, yani üç boyutlu bu evrende kurulacak
cehennem denilen yerdir.
En başlangıçta maddeyi oluşturan, kendi içindeki dehşetengiz enerjiyi boşaltacağı, açığa
çıkaracağı (çekirdek parçalanması fisyon, çekirdek birleşmesi füzyon) olayının adı cehennem olsa
gerek.
Hatırlayalım [ İnkâr edenler, semaların ve arzın bitişik olduğunu görmediler mi? Enbiya 30/1]
Ezelde, başlangıçtan da evvelde her şey Yaratıcı ALLAH’IN arşivlerinde bir tek noktada, bir tek
şeydi. [Sonra Biz, o ikisini (birbirinden apansız) ayırdık. Enbiya 30/2]
Müslümanlar kaderciliğin dibinde uyurken Batılı bilimciler bu ayetten yola çıkarak big-bang
(büyük patlama) teorisini öne sürdüler, Pavlusun masal torbalarından değil!...
(*) benim şahsi kanaatim; cehennemi dezenfekte yeri olarak algılamaktayım. Cismimizdeki her bir hücre, her bir atom yaşadığımız süre içindeki
her olayı, her düşünceyi, her detayı hafızasına kayıt etmektedir. Cehennemde tüm negatiflikler bu şekilde dezenfekte edilecektir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
150
Murselat 30da ’Şuabin’ sözcüğü herhangi bir çiftin ezelde, başlangıçtan da önce bir tek şeydi. O
şey (retk-bitişik, bütün) veya bilemediğimiz bir formda, sanki boyutsuz bir tek noktadan, bir tek
olan O şey, şiddetle ayrıştırıldı (fatk-ayrılmak, ayırmak) ve üç boyutlu evrenler, maddenin ilksel
bileşenleri ve üç boyutlu maddeler, evrenler yaratıldı.
Bu evrende hiç bir insan asla ve asla bir veya dört boyutu veya başka boyutları asla algılayamaz
hatta düşünemez, hatta hayal bile edemez. Çünkü genetik bilgi işlem bankamızda üç boyuttan
başka bir cismi, ortamı algılayacak ve analiz edecek, tanımlayabilecek hiçbir bilgi, kod, program,
adres YOKTUR. Olamazda, çünkü biz ve bizi biz yapan her şey üç boyutludur.
Bu üç boyut sınırlaması bize yaratılışımızda programlandı, başka boyutu doğal olarak
algılayamayız. Çünkü biz üç boyutlu bu maddelerden, üç boyutlu evrende var olan istisnasız
bütün elementlerin bilinçli karışımından, Emşactan yaratıldık ve üç boyutlu evrende
yaşamaktayız ve yine üç boyutlu evrenden dezenfekte olduktan sonra başka boyutlara
geçeceğiz. Emşac anlamı; içeriği sadece kimyasal analizle anlaşılabilen kompozisyon olup, sadece
canlı organizmalar için kullanılan bir sözcüktür.
Bu hayatta iken O boyutların nasıl olduğunu da asla kavrayamayacağız. Çünkü beynimizde,
genlerimizde bunu kavrayacak kod, O bilgiyi tanıyıp onaylayacak adres YOKTUR…
Örnek; ‘SU’ kokusu yoktur deriz!. Acaba doğrumu? Elbette değildir. SUYUN kokusu vardır ancak
biz insanlarda bu kokuyu algılayacak bilgi programı yoktur. Oysa filler 15 mil ve bir çok başka
hayvanlar da uzaklardaki SUYUN kokusunu rahatlıkla algılamaktadırlar.
[Biz arzı (dünyayı, üç boyutlu maddeden oluşan yerleri) toplanma yeri yapmadık mı canlılara ve
ölmüşlere? İzin günü yalanlayanların vay haline. Murselat 25,26,28 ]
Altıncı günün bitiminde, son günde canlı olanlar ve ölmüşlerin diriltileceği sahne anlatılmaktadır.
Evrende var olan istisnasız bütün elementlerden insanın fiziki vücudunda belirli miktarlarda
vardır. Ve bu elementleri tanıyabilmemiz için de O maddeler hakkında her detay beynimize,
genlere her detayı ile programlanmıştır.
Beynimde demir ile ilgili bilgi olmasaydı, demiri asla algılayamazdım. Evrendeki her elementten
vücudumda belli miktarlarda vardır ve bunları tanıyacak bilgiler de genlere programlanmıştır.
QUR’AN, Murselat 30; üç boyutlu bu evrenleri içindeki istisnasız her şeyi açıklamaktadır.
Küçüklük veya büyüklük göreceli kavramlardır. En büyük derken, en küçüklerden bolca bir araya
gelmiş kütle demek istiyorum. Elimizdeki kalem trilyonlarca (ortalama) 200 pikometre (*)
çapında atomların bir araya gelmiş halidir. Gerçekte büyük veya daha büyük yoktur. Kuantuma
göre bir tek hidrojen atomunun yaklaşık çapı 50 piko metredir. Herhangi bir büyük maddeye
çapı 50 piko metre gibi akıl almaz küçük mikro evrenin (atomun) milyarlarcasının bir araya
gelmesiyle oluşur. Atomların içinde başka (mikro) ve dışında başka (makro) evrenler vardır. Bu
muhteşem devasa evren(ler) aslında 50 veya 100 piko metrelik atomların oluşturduğu
kütlelerdir, ortamlardır.
Murselat suresinin tamamı bu evrenin Altıncı gününün bitimi, yani bizim cihetimizden mutlak
son gün, kıyamet günü veya saati veya saniyesi ve başka boyutlara geçisin başlangıcı yani izin
günü sahnesi açıklanarak her detayı açıkça öğretmektedir. Yeter ki anlamak için okunsun.
(*) hidrojen atomunun çapı çok yaklaşık 25~260 pm dir. 1 piko metre = 1/1 000 000 000 000 metredir. 1 piko metre ölçü; Terametre'de biri, diğer
bir söyleyişle milyon kere milyonda biri.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
151
Bu surede tam 10 kez ‘İzin günü (Rabbine asi olan veya hayattayken kıyamet gerçeğini)
yalanlayanların vay haline!’ cümlesi geçmektedir. İtiraf etmeliyim; bu surede 10 kez tekrarlanan
cümlenin neden 10 kez tekrar edildiğinin gerçek mahiyetini şimdilik ben de yüreğim kan
ağlayarak bilmiyorum. Umarım gelecek nesiller bu gizemi anlayacak, bilime ve insanlığa ışıklar
tutacaktır.
‘Biz arzı toplanma yeri yapmadık mı’ ayeti açıkça göstermektedir, cehennem üç boyutlu bu
evrende olacak ve kötü adam dezenfektasyona da buradan 2 veya 1 boyutlu maddelerden
yaratılmış küre dünyalara gönderilecektir.
[Ve cehennem kızıştırıldığı şiddetle alevlendirildiğinde. Tekvir 12 ]
Bu ayet de açıkça gösterir ki cehennem henüz aktif değildir. Altıncı günün bitiminde oluşacak.
[Ve denizler (büyük sular, okyanuslar) ateşlendiğinde. Tekvir 6]
Yakan ve yanan; hidrojen ve oksijen. Gelecekte olacak dehşetengiz olayın tanımı; Maddeyi
meydana getirip yoğunlaştıran enerjinin boşalması olarak da algılayabiliriz.
Üç boyutlu Evrenimizde en çok bulunan element elbette ilk yaratılan hidrojen elementidir(*).
Kısaca bu üç boyutlu madde, başlangıçta kendini varlık yapan atom altı, atomu oluşturan her
parçacığın yüksek enerjisini boşaltacaktır. Bu da 20 milyon dereceden daha yüksek ISI ortamı
demektir. Bilindiği gibi enerji asla kayıp olamaz, ancak form değiştirir.
Bu yüksek enerji atom altı parçacıkların ve atomun ilk yaratıldığı, FATK edildiği anda
enerjilenmesidir şeklinde algılamaktayım. [Sonra Biz, o ikisini (FATK birbirinden apansız,
şiddetle) ayırdık. Enbiya 30/2] Çünkü bu şiddetli ayrılma, yani FATK ve cümlenin devamındaki konu;
öncelikle üç boyutlu maddenin ve O maddelerle göklerin ve yerlerin yaratılmasıdır.
Asıl aramamız gereken sözcük ‘Sonra Biz, o ikisini’ dir. Nedir ‘O İKİSİ’, neyi öğretmek istiyor
bizlere ‘O İKİSİ’ demekle? Elbette DUHHAN çiftlerini….
Nitinol(**) alaşımı gibi hafızası olan SU; 2 hidrojen ve 1 oksijen atomunun birleşmesiyle oluşan
SIVI, GAZ VE KATI hallere geçebilen bir bileşiktir.
Fizik-kimya alanında kısa bir tur atacağız. Hidrojen atom numarası 1 olan ve en hafif elementtir.
Acıdır ve seyreltilmiş hali bile teneffüs edildiğinde boğazı yakar, acılık tadı verir ve son derece
aktif ve tehlikelidir. ISI iletkenliği en yüksek birinci elementtir. Felaketler oluşturmak için en kritik
eşik noktasında süper hareketlidir.
Hava içinde bir kıvılcımla ekzotermik bir reaksiyon sonucunda SUYU oluşturur ve enerji açığa
çıkar. Buna mukabil Hidrojen SUYLA reaksiyon vermez.
Kimyasal olarak suyun nasıl oluştuğuna gelince; suyun elektrik yükü sıfır yani nötrdür. Ancak
oksijen ve hidrojen atomlarının büyüklük farkından dolayı su molekülünün oksijen tarafı çok
zayıfça eksi, hidrojen tarafı da çok zayıfça artı yüklüdür. Birden fazla su molekülü bir araya
geldiğinde artı ve eksi yükler birbirlerini çekerek hidrojen bağı denilen çok özel bir bağ oluşturur.
Hidrojen bağı çok, çok zayıf bir bağdır ve aklımızın alamayacağı kadar da kısa ömürlüdür. Bu
bağın ömrü saniyenin yüz milyarda biri kadar kısadır. Bu nedenle su molekülleri birbirlerine
yapışır ve diğer taraftan zayıf bir bağla birbirlerine bağlandıkları için de viskozitesi çok düşük yani
iyi akışkandır. Ve her an, her koşulda da titreşim halindedir.
(*) Hidrojenin üç doğal izotopu bulunur, bunlar 1H, 2H, ve 3H. Diğerleri, laboratuvar ortamında sentezlenen fakat doğada gözlenemeyen aşırı
kararsız çekirdeklere sahiptir.
(**) Titanyum ve nikel karışımlı ‘akıllı metaller’ olarak adlandırılan alaşımdır. 1959 da Naval Ordnance laboratuvarlarında Willaim J. Buehler ve
Frederick Wang tarafından keşfedildi.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
152
Devam edelim;
[ Hatta kabirleri (ölmüş cesetleri ziyaret ederek, ölüden medet umarak mezarlıkları) ziyaret
ettiniz. Hayır! Siz yakında (hatanızı) bileceksiniz. Sonra, hayır! Siz yakında (Öyle sizin zan ettiğiniz
gibi olmadığını, gerçeklerin gerçeğini bizzat fiziki varlığınızla görerek ve yaşayarak ne olduğunu)
bileceksiniz. Hayır, keşke siz, İLM'EL YAKÎN (keşke bilimsel alanda, gerçek bilgilerle, etrafınızdaki
sayısız kanıtlarla, idrak ederek) bilseydiniz MUTLAKA CAHÎMİ (çılgın alevli ateşi, ultra aktif
enerjiyi) GÖRECEKSİNİZ. Sonra mutlaka onu Ayn'el Yakîn ile (hesap gününde tekrar
diriltildiğinizde bu üç boyutlu fiziki varlığınızla, bu hayattaki gözünüzle, duyularınızla)
göreceksiniz. Sonra İZİN GÜNÜ mutlaka nimetlerden sorgulanacaksınız. Tekasur 2-8 ]
O gün, hayatta veya ölmüş tüm insanların tekrar beas (dirilecekleri) günü İnsanlar hangi
şartlarda olursa olsun cennete yani 4, 5 veya 6, belki de 7 boyutlu diğer evrenlere gidecek te
olsa, buradan, bu cehennemi ortamdan geçip gideceğinden üç boyutlu cehennemi mutlaka,
bizzat göreceğiz, ÇILGIN ALEVLİ ATEŞİN, ULTRA AKTİF ENERJİNİN ne olduğuna mutlaka şahit
olacağız. Kaçış YOK!...
[ Üç çatallı olan gölgeye gidiniz. Murselat 30.] ‘gölgenin boyutları’ ifadesi anlamsız olduğu için ben şu
çeviriyi yapmaktayım; [ üç boyutlu maddenin oluşturduğu gölgeye giriniz. Murselat 30 ]
Dezenfekte için üç boyutlu maddi cehennemi, bu üç boyutlu fiziki varlığımızla, bu gözümüzle,
duyularımızla mutlaka göreceğiz. İyiler de, kötüler de her fert mutlaka bu dehşetengiz sahneyi
göreceğiz. Daha açıkçası, nasıl ki doğuma mahkum edildik, bu sahneyi görmeye de mahkumuz,
kurtuluş YOK!...
[ Muhakkak ki size vaat edilen, vaat olunduğunuz şey, mutlaka gerçekleşecektir. Öyle ki,
yıldızların ışığı silinmiştir. Ve gök yarıldı. İzin günü (hayatta iken, yaşadığı süre içinde)
yalanlayanların vay haline. Murselat 7,8, 9 ve15]
[üç boyutlu maddenin oluşturduğu gölgeye giriniz. Murselat 30.] Ayetinde geçen ZILLİN ve Zİ
sözcüklerinin bilinen Arapçada gölge veya perdeleme anlamlarında olabileceği ancak bu iki
sözcüğün kesin, net anlamlarını bilinen Arapça lügat anlamlarına benim de tam olarak tatmin
olamadığımı, dolayısıyla bu ayete seneler önce kesinlikle NET anlam veremediğim için deney
yoluna başvurduğumu itiraf etmeliyim.
ZILLİN ve Zİ sözcükleri birlikte ‘gölge sahibi, gölgesi olan, perdelenmesi olan’ gibi anlamlar
içerebilir. Çok iyi biliyorum gerçek anlamı bu olamaz, çok daha engin anlamları var.
Fisyon, uranyum atomlarının çekirdek parçalanmasıyla açığa çıkan enerji 10 veya 12 milyon
derecedir ve bu ortamda füzyon yani hidrojen çekirdeklerinin birleşmesi sağlanır ve 20-22
milyon derece gibi devasa tera-süper yüksek ISI açığa çıkar…
Nükleer füzyon, nükleer kaynaşma; iki en hafif (iki hidrojen) elementinin nükleer reaksiyonlar
sonucu (bu reaksiyon uranyum parçalanmasıyla ancak elde edilebilir) birleşerek daha ağır bir
element oluşturmasıdır. Çekirdek tepkimesi olarak da bilinen bu tepkimenin sonucunda çok
büyük miktarda enerji açığa çıkar.
Bu zincirleme reaksiyonlar ve süper yüksek ısıl ortamlarda çılgın alevlerin farklı noktalarındaki
farklı ısılar birbirlerini devamlı gölgelemektedir…
Diyelim ki; bir bölüm 1000 derece iken hemen 5 cm az ilerdeki bölüm 1500 derece olabilir ve bu
da birbirini gölgeleyen alevler demektir. Bu konuyu eksiksiz anlamak için birçok deney yaptım
ve kesinlikle alevlerin birbirini gölgelediklerini, ISI değerlerinin yer değiştirdiklerini ölçümlerle de
gördüm. Bu, konvansiyonel ortamda vorteks döngüleri gibi ISI değişkendi.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
153
Bu resimde görüldüğü gibi ve çok daha başka alevler oluşturdum ve hemen her deneyde 20 ayrı
thermocouple 20 ayrı noktaya yerleştirdim, 20 ayrı bağımsız ölçüm aletleri kullandım. Her ölçüm
aletinde, küçükte olsa ISI farklılıklarını, bir alevin diğerini gölgelediğini de açıkça gördüm. Bu
deneyleri mümkün olan en hassas şekilde ve mümkün olan en hatasız yöntemlerle defalarca
tekrarladım. Sonuç kesinlikle doğruydu ve en harika tanımlama da ZILLİN-Zİ sözcüğü idi.
Rabbime hamd olsun ki; QUR’AN, Tevrat ve İncili bilimsel alanda çok, çok iyi anlayan bir fizikçi
olarak ZILLİN- Zİ sözcüğü bana bu zincirleme atom çekirdeklerinin parçalanmasını ve diğerlerinin
de kaynaşmasını ve açığa çıkan dehşetengiz ISI ortamındaki değişkenlikleri, birbirini gölgelediğini
anlatmaktadır.
‘Mutlaka CAHÎMİ (ÇILGIN ALEVLİ ATEŞİ) göreceksiniz’ Ayeti, bunu, yani ‘ZILLİN-Zİ’ sözcüğünü
sahnelemektedir. Alevlerin, ISININ devamlı ve durmaksızın değişkenliğini açıkça anlatmaktadır.
Çünkü [Gölgelendirmez ve yakıcı aleve bir faydası da olmaz. Murselat 31] Ayetinin içeriği beni bu
zincirleme nükleer reaksiyonların enginliğinde ‘ZILLİN-Zİ’ sözcüğüne getirmektedir.
Örnek; 2000 derecelik ortamdan kaçarken, 1500 derecelik ortama girilmesi gibi. 3000 derecelik
ortamdan bir anda 1000 derecelik ortama girilmesi gibi.
Çünkü; Murselat 31’den hemen önceki ayette [ÜÇ BOYUTLU (üç çatallı) OLAN GÖLGEYE
GİDİNİZ. Murselat 30.] denmektedir.
1000 derecelik ortamın, 2000 derecelik ortamı gölgelemesi gibi. Bütün bu dehşetengiz olayların
hayata geçeceği adres de bu içinde yaşadığımız ve içinde öleceğimiz ve sonsuz-gerçek ve artık
ölümün olmadığı hayata başlamak için uyandırılacağımız üç boyutlu yer kesinlikle bu üç
boyutlu maddi evrendir.
[MUTLAKA CAHÎMİ (çılgın alevli ateşi, ultra aktif enerjiyi) GÖRECEKSİNİZ. Sonra mutlaka onu
Ayn'el Yakîn ile (bu üç boyutlu fiziki varlığınızla, bu hayattaki gözünüzle, inkâr edemeyeceğiniz
netlikle) göreceksiniz. Sonra İZİN GÜNÜ mutlaka nimetlerden sorgulanacaksınız. Tekasur 2-8 ]
Hatalıysa da bize ait olan kısa bir felsefe turu yapalım;
Işığın yönü karanlığadır, karanlığın yönü ışığadır,
Hayatın yönü fiziki ölümedir, fiziki ölümün yönü sonsuz yaşamadır,
(*) Evrendeki her şey çift, birbirinin zıttı olan çiftiyle birlikte bir teknikle yaratıldı. [Her şeyden (her şeyi) çift yarattık ki düşünüp öğüt alasınız.
Zariyat 49] ayette gecen çiftin birisi elektrik ve diğeri de manyetik kuvvetlerdir. DUHHAN çiftleri dediğim bu iki en temel öğedir.
Evrendeki her hareketin, rotasyonun, zıtlıkların yegâne nedeni elektrik (sonsuz aktivasyonun nedeni) ve magmatik (mutlak sükûnetin nedeni)
kuvvetlerin birlikteliği ile hayat bulmuştur. Her madde, kendi doğasına yerleştirilmiş zıttı ile var olabilir. Doğasında kendi zıttı olmayan herhangi
bir madde vücut da bulamaz. Her şey zıttı ile çift yaratıldı; Tek kutuplu olduğunu zan ettiğimiz kütle çekim kuvvetinin de karşı kutbunu da
mutlaka bir gün bulacağız.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
154
Dişinin yönü erkektir, erkeğin yönü dişidir,
Sıcaklığın yönü soğuğadır, (yüksek ısıdan düşük ısıya demek istiyorum)
Hareketin yönü sükûnettir,
Maddenin yönü geldiği tekillik noktasıdır,
Elektrik kuvvetin yönü sonsuz aktif harekete (*),
Manyetik kuvvetin yönü sonsuz sükûnete yöneliktir (*)…
Ya insanın yönü?
Kanaatimce sadece iki seçeneği var; seçme hakkı da kendi hür iradesine, kendi iradesiyle kendi
eline verilmiştir.
Kitabın başlangıcında belirtmiştim; fiziki ölümden sonra bir daha asla ölümün olmadığı,
olamayacağı sonsuz yaşamın, hayatın inancını, saygısını ve korkusunu akılcı ve bilimsel
metotlarla kendine önder yapan akıllı azınlıkların İNSAN İNSANI olduğunu; arkasına alanların
da sadece nefes alan cesetler olduğunu gördüm…
(*) bu iki tanımlama kesinlikle bize aittir. Sonsuz aktivitenin ve sonsuz sükûnetin ölçüleri nedir? Bu, matematik tanımlamalarla anlaşılabilecek
konuyu bilimsel alanlarda ilerde tanımlayabileceğiz.
Evren ve evrendeki her şey bu iki ZIT maddenin birlikteliği ile varlık olmuştur. Bu ZIT madde İlahi emirle ayrıştırıldığı zaman tüm evrende
rotasyon duracak her şey dümdüz olacaktır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
155
YÜCE ALLAH’IN KURDUĞU TUZAKLARDAN BİRİ
[Ve Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır. Enfal 1/3 ]
Dinin genetiğini bozan şarlatanlığın küçükte olsa bir kaç kanıtını bulacağız bu üç beş sayfada.
Konumuzun enginliklerini layıkıyla anlatabilmemiz için bu konuya başvurmam gerekiyordu.
[Rabbinizden size indirilene tâbî olun VE O'NDAN BAŞKA VELİLERE UYMAYIN. Ne kadar da az
öğüt alıyorsunuz! A’raf 3.] Anlamını dahi bilmeden üç beş kelime sokak Arapçası ezberleyen her
beyin özürlü “ben evliyayım, ben veliyim” diye çığıranlar az mıdır?
Yüce Yaratanımız her hal üzere sadece ve sadece kendisine tapılmasını, kendisinden istenmesini
bildirmektedir. ALLAH ile aranıza, hiç bir şekilde kimseyi, hiç bir şeyi sokmayın içerikli onlarca
ayetler vardır. A’RAF 3 ayet de bunun açık örneklerinden sadece birisidir.
Yüce ALLAHIN böyle bir şeye asla ihtiyacı yoktur. Bu muhteşem öğüt, öğreti biz insanlar için çok
büyük önemi haiz bir davranıştır. Yüce Allah’ın veliliğine yönelmek cennete bilet verir…. insan
cinsinden veli nereye bilet verir o da gidince anlaşılır!...
Neden ‘ALLAH ile aranıza, hiç bir nedenle, hiç bir kimseyi, hiç bir şeyi sokmayın’ ısrarlı emri
verilmektedir?
Bu ilahi emir; İnsan kişiliğinin, insan şahsiyet ve öz güvenin olgunlaşması için bu en elzem
başlama noktasıdır. İnsanın bir diğer insana kul olmasını, boyun eğmesini, esiri olmasını
önlemektir. İnsanı yüksek şahsiyet sahibi yapmak içindir.
Nasıl olurda asırlardır bu hassas noktayı günümüzde de anlamadılar ve insanları kendilerine köle
ettiler? İnsanlar köle yapılırsa, bir müddet sonra O köle tırmalar, hem de ölümcül tırmalar!.
Yaratan ALLAH yaratığı kullarını kendisine köle veya esir etmiyor… Yarattığı kuluyla muhatap
olup cennetini kazanabilmesi için nerdeyse ricada da bulunuyor… Fakat insanoğlu da birbirini
esir ve köle yapmaktan haz alıyor… şaşılası şey doğrusu!...
Galiba bu nedenle; [Kahrolası insan, ne kadar da nankördür! Abese 17] ve
[Gerçekten insan, Rabbine karşı nankördür. Adiyat 6] ayetleri vahiy edildi…
Bu, bir insanın bir diğerinin karşısında el pençe divan durmasını önlemek içindir. Bu ilkel ve çirkin
davranış; amirin memurunu esir etmesi, şahsiyetini, benliğini kendi egosu için kullandığının aleni
bir göstergesidir. Bu ayetler açıkça öğretmektedir ki; insan egosunun bir yansıması olan bu
çirkinliği tamamen kaldırmak, onurlu, vakur, şahsiyetli, erdem insan modeli ortaya koymaktır.
[(fiziki gözlerle) Görmediği halde Rahmana ifrat derecesinde saygı ve huşu duyarak ve Ona
yönelmiş (temiz aklıyla, samimi) bir yürekle gelen kişiye vaat edilen bu(dur). Kaf 33]
Bu üç boyutlu hayatımızdaki asıl gaye; aklını kullanan samimi kul olmak, samimiyetle, gerçek
saygıyla sadece Yüce ALLAHA kulluk etmek, ilahi imtihanı başarmak, en iyi çalışmaları yapmak,
sevgi ve saygı ile insanlaşmak, her tür kötülükten uzak yaşamak, kendimize ve başkalarına
mümkün olduğu kadar faydalı olmak, destekleşmek, yardımlaşmak en temel ilkelerdir.
Bu ayet Rabbimizin insanlara açıkça ihtarı ve en açık öğüdüdür ki; insanlar karanlık cüppelilerin
tuzağına düşmesinler! Biri diğerinin egosunun esiri olmasın. Bu nedenlerdir ki; QUR’AN’DA
hoca, imam, derviş, şeyh, din adamı gibi kategoriler YOKTUR, YOK!!!...
Yüce ALLAH hem tuzağı açıkça kurmakta ve aynı zamanda da tuzağa düşülmemesini de imtihan
etmek için okşayarak öğretmektedir. Çünkü; Yüce ALLAH her an her koşulda yarattığı kulunu
imtihan eder. Bana şah (aort) damarımdan da yakındır…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
156
Ama her an, ve her koşulda ki imtihanını ‘nihayetsiz nimetler verdiği kul ne derece samimidir,
ne derece riyakâr veya riyasız, saf, hanif, sevgi ve saygılıdır’ şeklinde imtihan içindeyiz.
Rahmet sıfatıyla yarattığı kullarından mutlak teslimiyeti, yani AMENU (bilerek, idrak ederek
inanan müminler) olunmasını murad eden Rabbimiz bu imtihanı her koşulda yaparken imtihanı
da tuzaklarla donatmıştır diyebilirim. Hem de son nefesimize kadar bu tuzaklar, imtihanlar
böylece devam edecektir.
Hatırlayalım; [Ve biz demiştik ki; “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette yerleşin ve dilediğiniz her
şeyden bol bol yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.” Bakara 35]…
Hem ağacı yaratıyor ortalığa bırakıyor, hem de bundan yemeyin diyor!!!... Bunun adı imtihan
tuzağı değildir de nedir?
[ O'ndan başka velilere uymayın! Araf 3] (*) sert ve tavizi olmayan emri ve ihtarını verirken,
[ DE Kİ; “SEMALARI VE ARZI YARATAN ALLAH'TAN BAŞKA BİR VELÎ EDİNİR MİYİM? EN’AM 14]
Buraya kadar açıkça öğrendik ki; Yüce ALLAHTAN başka ne veli, ne evliya, ne de medet umulacak
hiç bir şey, hiç bir kimse de YOKTUR.
Şimdi tatlıca sunulan Maide 55 ayetindeki imtihan tuzağına çok dikkat etmek gerekiyor;
[Sizin VELÎNİZ sadece Allah ve O'nun Resûl'ü ve âmenû olup SALATI (VERGİYİ, DESTEKLEMEYİ)
devam ettirenler, ZEKÂTI veren kimselerdir ve onlar RÜKÛ (**) edenlerdir. Maide 55]
Namaz bu ayetin neresinde? Hani SALAT namaz demek ti?
MAİDE 55 AYETİ QUR’AN’IN TANIMLADIĞI GERÇEK KUL, GERÇEK MÜSLÜMANDIR…
Maide 55 ayette de veli olarak Kendisinden başka veli olabileceği dolaylı yolla ima edilmektedir.
Bu hassas nokta çok, çok, çok önemlidir ki samimiyetimizi, sadakat ve dürüstlüğümüzü imtihan
için açık bir kapı bırakılıyor. Bu kapı imtihan tuzağıdır!...
Bunun bana göre nedeni; insanın temiz, saf samimiyeti, riyasız ciddiyeti ve istikrarının bir şekilde
imtihanıdır.
İmtihan için açık bir kapı bırakarak, insanın, araya aracı veya vasıta veya şefaatçi (torpil
demektir) koyacak mı, koymayacak mı? Aleni veya gizlide ‘falancanın evliyanın(!) yüzü suyu
hürmetine bana şunu ver bunu ver’ diyerek ikiyüzlülük mü yapacak, yoksa “YALNIZ SANA
İBADET EDER, YALNIZ SENDEN MEDET UMARIM” mı diyerek mertliğini, sadakatini mi
kanıtlayacak… AMENU (bilerek, idrak ederek inananlar) olma şeklinin saflığı, temizliği, hanifliği
test edilmektedir. Yani bu açıkça bir imtihan tuzağıdır.
Eminim okuyucuların birçoğu şahit olmuştur, hani garip giysileriyle şekilden şekle, renkten renge
bürünen hazretler(!) vardır… Bu tür hazretlerin ağzı laf yapan, sık-sık ta hüngür hüngür ağlayan
yardımcıları da vardır “Bu şeyhim var ya! ALLAHIN bir numaralı velisidir, hatta beraber oturup
sohbet bile ederler, benim dervişim müridinin yatakta kaç kez sağa sola döndüğünü dahi görür
(böylece mahrem ilişkisini de görmüş olur), benim dervişimin karşısında boynunuzu, başınızı yere
eğerek odasına girin çıkın (bu Firavunların kuralıydı), yoksa var ya! çarpılırsınız, benim hazret
şeyhim dervişlerin dervişidir, benim dervişim ALLAHIN dostudur, arkadaşıdır, ALLAH dostu ne
demektir sen bilir misin, cennetin kapısı şeyhimden sorulur” daha ne maskaralıklar! …
Utancımdan kısa keseceğim, ancak binlerce sayfa kanıtlarıyla yazabilirim bu çirkin sapıklıklar
hakkında… Hatırlayalım; asırlardır uyutanlar ve uyuyanları!!!...
(*) Ortalıkta işportaya düşmüş ‘ben Mevla’yım, evliyayım’ diyen şaklabanlar az mıdır? Bu milleti Asırlardır yerlerde süründürmüşler ve bu
kepazelikler hala devamda etmektedir.
(**) RÜKÛ, saygıyla boyun bükmek, eğilmek, mümkün olan en samimi, yaratana en içtenlikle dua ederken başın öne çokça eğilmesine denir.
QUR’AN meallerinde RÜKÛ sözcüğünü de namaz diye yanlış çeviriler ve ihanet içindedirler. Zerdüşt modeli namaz bu ayetin neresinde?
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
157
Oysa Yüce ALLAH;
[ DE Kİ; “SEMALARI VE ARZI YARATAN ALLAH'TAN BAŞKA BİR VELÎ EDİNİR MİYİM?. EN’AM 14 ]
ayetiyle doğru bilgiyi açıkça, ancak çok, çok nezih bir üslupla bize öğretmektedir.
Bu ayetten sonra hala veli veya evliya veya mevlana veya derviş, şeyh diye insanların veya ölmüş
insanların peşinden gidenlere ne denir bilemem, ancak bu kitabın başında kullandığım tespitim
bu konuyu daha anlaşılır şekilde açığa çıkarmak içindi. Fiziki ölümden sonra artık ölümün
olmadığı sonsuz hayatın inancını, saygısını ve korkusunu AKILLA ve sadece QUR’AN’IN
öğretisiyle kendi önünde götüren azınlıkların İnsan insanı olduğunu, arkasına alanların da
sadece nefes alan cesetler olduğunu gördüm.
[Yoksa kâfirler, (sağlam karakterli, şahsiyetli, vakur, bilgili) kullarımın BENDEN BAŞKA EVLİYA
(veliler, dostlar) edineceklerini mi zannettiler? Muhakkak ki Biz, cehennemi kâfirlere bir ikram
(kalacak yer) olarak hazırladık. Kehf 102]
Bu muhteşem ayet kanıtlarımın başındadır. Yüce ALLAH’TAN başka veli, evliya vb. gibi şeyleri
üretenlerin, ALLAH’TAN başka VELİ, EVLİYA, DOSTLAR edinenlerin akıbetini Kehf 102 açıkça
yazmaktadır, başkaca bir şey yazmak ne haddime! Bu saygısızlık olur…
Ayetler açıkça öğretiyorken, bu madrabaz hazretler de QUR’AN’I hiçe sayarak kendi ürettiği
pembe masalları, rivayet hadislerini ALLAH buyruğu diye insanlara yutturuyor ve ALLAH ile kul
arasında terminal görevini para alarak icra ediyorlar. Çünkü kendisi okumayan ve boşluklar
içinde olan insanların büyük bir bölümü kendisi bizzat kendisini kullandırıyor ve QUR’AN’I
okumuyor!.. Bu boşluğu yakalayan şarlatanlar da bir şekilde evliya, veli etiketiyle insanları
kullanıyor. Aynı Firavunun ilahlık koltuğuna oturup halkını köle etmesi gibi…
QUR’AN başkalarından dinlemek için gelmedi, her insanın, her ferdin bizzat kendisinin
okuması, anlaması ve anladığıyla yaşaması için gönderildi. Her fert bizzat kendinden
sorumludur.
Açıkça ve pervasızca diyorum; QUR’AN’I kendi lisanında anlayarak okumamak asla ve asla af
edilemeyecek bir suçtur. Bunun hiç bir şekilde mazereti de yoktur ve asla da olmayacaktır.
Yüce ALLAH kullarıyla dalga geçmez, kullarının Kendisiyle dalga geçmesine de izin vermez…
Hiç kimse ‘QUR’AN’I okumaya fırsatım olmadı, anlayamadım, anlamadım’ deme hakkına asla ve
asla sahip değildir. İsterse günde her dakika 1440 vakit namaz yapsın, isterse hayatı boyunca
oruç olsun, hepsi nafiledir… QUR’AN’I okumamak ve anlamını da öğrenmeden, anlamını da
bilmeden okumak Yüce ALLAHA karşı yapılan çok çirkin bir davranıştır.
‘Ben, parayla namaz kıldıran imamın hemen arkasındaydım, hutbeleri de dinliyordum, dedem de
derin hafız idi, pembe pembe hikâyeler anlatırdı, her Cuma hutbede zaten QUR’AN okunuyor’
vb. gibi saçmalıkların da hesabını İZİN GÜNÜDE vereceğiz…
QUR’AN kendi içinde kendini açıklayarak, öğreten, kendi içinde kendini öğreten Rahmettir,
muhteşem ilahi okuldur. Nasıl olur da okunmaz, hele ki Yüce Yaratanım gönderdi?
Bu hassa ve en ciddi konudaki ilk suçlular elbet deki Müslümanlardır. Hem cennetin tapusunu
aldıklarını zan ederler, hem de QUR’AN’I anlamını da bilmeden okur (şayet okursa!),
bilimselliğine asla değinmez, faydalı hiç bir şey yapmaz, icat etmez, keşfetmez başkalarından bol
bol satın alır ve onlara da cehennemi layık görür sanki Yüce ALLAHIN sekreteriymiş gibi…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
158
Peki soralım; O gavur dedikleri şahıs cehennemin kapısına geldiğinde derse ki;
‘ Hey görevli DUR lütfen!. beni cehenneme atamazsın, bu haksızlık olur, bak Müslümanlar
bana hiç bir şey öğretmediler, kendileri de anlamamış, anlamını da bilmeden hokkabazlık
yapmışlar, yaşantıları bilim düşmanlığından öte gitmemiş, adalet göremedim, kimseyi
yardımlaşma yaparken görmedim, iftira, fesatlık çok fazlaydı, kimseyi Kitap okurken de
görmedim, birbirlerine fesatlık yapıyorlardı, çalıştırdığı isçisinin de ücretini ya eksik veriyordu
ya da hiç vermiyordu, hak etmedikleri halde uyuyarak maaş alıyorlardı, İslam hakkında soru
sordum, kimse cevap da veremedi, Qur’an’ı mezarlıklarda çürüyen cesetlere okuyorlardı,
birbirlerini ALLAHU EKBER diye boğazlıyorlardı, ben de QUR’AN’IN insan boğazlamak için
gönderildiğini zan ettim ve korktum, dolayısıyla ben masumum, sen herkesten önce
Müslümanları getir buraya…’ derse!!!...
Kendini Müslüman zan edenlerin hali nice olur?!... cevabını da onlar versin artık…
Buraya 4 sayfa diğer tuzaklar hakkında daha ayrıntılı yazacağım.
[ Haydi, eğer sizin bir tuzağınız varsa hemen Bana karşı tuzak kurun. Murselat 39]
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
159
QUR’AN VE TEVRAT’TA
ALTI GÜNDE YARATILAN EVREN
Tevrat’in ilk suresi Tekvin ‘yaratılış’ demektir. QUR’AN’IN ilk suresi ALAK da ‘yaratma, yaratılış’
demektir. Kenger-Sümercede ‘KHALKA, HALK-ha’ yaratılış demektir. Kısaca HALK etmek harfi
harfine Kenger-Sümercedir.
Sümerce Kir-RA-İbra hayat formu, yaratılışın fakültesi, hayatın var olma sebebi demektir.
Tevrat’ta birinci ayetten 31 ayete kadar birinci gün, ikinci gün, üçüncü gün, dördüncü gün,
beşinci gün şeklinde devam eder ve 31. ayette;
Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü, akşam oldu sabah oldu ve ALTINCI
GÜN OLUŞTU. Tevrat ayetinde ‘ALTINCI GÜN OLUŞTU’ altıncı günün tamamlanması, oluşması
demektir. Daha önce böyle bir ‘günün’ olmadığını henüz yeni icat edilip, yaratılıp, düzenlenip iki
nokta arasındaki cetvel veya mesafe veya hız O devrin anlayışında ve günümüzde de anlaşılması
için mümkün olduğunca sadeleştirilmiştir. Altı evrede Evrenin çarkı tamamlandı ve çark
dönmeye başladı diyebiliriz.
[ Elbette ki GÖKLERİ VE YERİ YARATMAK, insanları yaratmaktan çok daha büyük bir iştir. Fakat
insanların çoğu bilmezler (bu gerçeğin farkında olacak yeterli bilgi sahibi değiller) Mu’min 57]
‘ALTINCI GÜN OLUŞTU’ ifadesi, çemberde iki nokta arasını O çağın insanları anlasın diye Gün
sözcüğü ile tanıtıyor. Oysa bildiğimiz güncel sabah-akşam anlamında değildir. Şimdi Altıgen
çolpan yıldızını hatırlayalım.
Tevrat’ta ve QUR’AN’DA geçen GÜN sözcüklerinin içeriklerinin hiç birisi Dünya veya Satürn veya
Jüpiter’in veya galaksinin döngülerle oluşturduğu günü falan-filan değildir…
Örnek; güneş sistemi samanyolu galaksisindeki sarmal koldaki devrini, seyahatini 250 milyon
senede bir kez tamamlar yani yörüngesindeki başladığı noktaya gelir. Bu da güneş sisteminin
galaksideki 1 günü demektir. Gün sözcüğünü bizim psikolojik, günlük sabah akşam olagelen
algılarımıza göre değil, bilimin diliyle ve hareketin (rotasyonun) geometrisiyle anlamamız gerekir.
Evren, evrenler, her şey, yerler gökler semalar evrene ait olan ve bizim hiç bir şekilde
tanımlayamadığımız bir süre, periyod veya hareket sürecinin (buna zaman dedik) dilimi olan 6
günde yaratıldı.
Tevrat / Tekvin İkinci bölüm;
1. Gök ve yer bütün ögeleriyle (detaylarıyla) tamamlandı,
2. Yedinci gün geldiğinde Tanrı yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi.
3. Yedinci günü kutsadı (Şabbat gününü mübarek etti, Arapçası Sebt, Cumartesi) Onu kutsal bir gün
olarak belirledi, çünkü Tanrı o gün yaptığı bütün işi bitirip dinlendi (!!!).
Haşa Tevrat’ın değil, Tevrat’ı yazanların zaman içinde kelimelerin yerlerini kaydırarak ve
lisanların da etimolojik değişimlerinden kaynaklanan insan hatalarıdır(*) ki, haşa yüce ALLAH’IN
dinlendiği yazılmış veya çok eski metinlerden gelen sözcüklerin zaman içinde değişen lisanların
anlamı, yani sözcüklerin karşılığı; ALLAH’IN haşa ve haşa ‘dinlendiği’ şeklinde ZAN edilmiştir.
Oysa ALTI GÜNÜN bitiminde yarattığı insana dinlenmesi, istirahat etmesi için yedinci günü
dinlenme zamanı olarak programlamış, yani yarattığı insanın dinlenmesi söz konusudur.
(*) Bu elem verici hataların benzerleri günümüze kadar da gelmiş ve QUR’AN için de söz konusudur. Açsınlar her farklı şahsın mealinde veya
tercümesinde Türkçe veya İngilizcede veya Urdu dillerinde kelimeler ve almalar farklıdır. Hatta aynı ayeti birbirinden taban tabana zıt anlamlarla
meal de etmişlerdir. Bu da bizlere, genç nesillere QUR’AN’IN bize öğretmek istediğini değil, meal-tercüme eden eğitimsiz, fen bilimlerinden, tarih
ve felsefeden habersiz kişilerin arzu ve fikirlerini anlatır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
160
İbranice dil uzmanları şayet gizlemezlerse bundan böyle ‘altı gün çalışma yedinci gün
dinlenmeleri gerekir’ ifadeleri Akadca kökenli olup ithal edilmiş bir lisan olan İbrani metinlerinde
de açığa çıkacaktır. Aynı Tevrat Çıkış 35 bölümünün açıkladığı gibi.
Tevrat-Tekvin 3. ayet şöyle olmalıdır; Yedinci günü kutsadı (Sümercesi Moukadas, yani
mukaddes, yani mübarek etti). Onu kutsal bir gün olarak belirledi, çünkü tanrı o gün yaptığı
bütün işi bitirip altıncı günde de yarattığı insan veya akıllı varlıkların yedinci günde
dinlenmesini diledi. Tevrat’ın yazıcı hatalarından kaynaklanan çarpıklığı, Tevrat’ın Çıkış35
bölümü Tekvindeki hatayı düzelterek çalışmalarımızı kesinlikle kanıtlamaktadır, şöyle ki;
Tevrat Çıkış 35; Şabbat (Arapça Sebt, yani Cumartesidir. Sümerler buna Sapattu veya Sabattu
der*) Dinlenme Günü RAB Musa'ya şöyle buyurdu; İsrailliler'e de ki, Şabat günlerimi (saygı ve
sevinçle) kesinlikle (kuralları aksatmadan) tutmalısınız. Çünkü o sizinle benim aramda kuşaklar
boyu sürecek bir belirtidir (alamettir, işarettir). Böylece anlayacaksınız ki, sizi kutsal kılan
(Tevrat’taki bu cümle kesinlikle şöyle olmalıdır ‘Şabat gününü sizin için kutsal kılan’) RAB benim.
Şabat Günü'nü tutmalısınız, çünkü sizin için kutsaldır. (yazıcıların hatasına dikkat!, hem sizi kutsal
kılan deniyor hem de Şabat günü kutsaldır deniyor ki az önce düzelttik). Kim onun kutsallığını
bozarsa, kesinlikle öldürülmeli (bu da kanıttır ki; yüce ALLAH kutsal olan insanın öldürülmesini
emir eder mi?). O gün çalışan herkes halkının arasından atılmalı. Altı gün çalışılacak; ama
yedinci gün RABB’E adanmış Şabat'tır, DİNLENME GÜNÜDÜR. Yüce Allah’ın değil, yarattığı
insanların dinlenmesi kast edilmektedir ki; Tekvin 3. Ayetteki hatanın kanıtı da yine Tevrat’tadır.
Tevrat Çıkış 35; son cümle kesinlikle doğrudur.(**) Öncekilerse hatalı, eksik, kültürel
değişimler, lisandan lisana geçişlerden (hatalı meal-tefsirlerden) kaynaklanan eksiklilerden dolayı
levhalardan yazıya aktarılmış hatalı uzantılardır. Böylece parantezler içinde yazıcıların da
hatalarını düzeltmekteyiz. (***)
Kısaca ve açıkça Tevrat Çıkış/35 de onaylamaktadır ki; altı gün çalıştıktan sonra yedinci günü
insanların dinlenmeleri için tahsis edilmiştir(****). Yüce ALLAH’IN dinlenmesi söz konusu bile
değildir.
Günümüzde bile neden Tekvin bölümünde ‘Tanrının dinlenmesi’ olarak bu çirkin hataya devam
ederler anlayamıyorum. Oysa Çıkış 35 ayette Şabat gününün insanların dinlenmesi için tahsis
edildiği de açıkça yine Tevrat’tadır… Yahudiler ya Tevrat’ı okumuyorlar, veya okuduklarını da
anlamıyorlar galiba!!!...
Yüce ALLAHIN dinlenmeye ihtiyacı mı var?
[Ve tartışmasız bilmelisiniz ki, gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri ALTI GÜNDE yarattık. Ve
Bize (hiç)bir yorgunluk dokunmadı. Kaf 38]
(*) Tarihte, yazılı ve resmi olarak haftayı 7 gün olarak Kenger-Sümerler’in düzenlediğini görmekteyiz.
(**) Tevrat kitap olarak değil, Hz. Musa’ya disketler, levhalar halinde verilmiştir. Hz. Musa’nın O muhteşem sandığı taştan yapılmış levhalarla mı
çalışıyordu?
(***) Hz. Musa Şayet Hebrew dilini konuşuyorsa firavunlarla hangi lisanla anlaştı? Firavunlar Hebrew ve Akad dilini mi konuşuyordu? Binlerce
senedir bu en gizemli ancak en mantıklı soru sorulmamış bile! Hz. Musa’ya verilen levhalar hangi lisandaydı ve hangi lisana tercüme edildi?
Hz. Musa TUVA vadisinde peygamberlik görevini üslendi ve oralarda bir müddet yaşadı… TUVA, Himalaya dağları, güney Sibirya’da özerk bir Türk
cumhuriyetidir ve on binlerce senedir de Türk yurdu olup, o yörelerde TURAN diye adlandırılır. Hz. Musa buralarda eğitim de aldı… Çağının,
yaşadığı devrin en kültürlü, en bilge şahsiyeti ve bana göre çok kaliteli bir mühendisti. Bular çok ayrı konulardır, sadece esas konumuza yardımcı
olabilecek parçaları aldım.
(****) Allah ömür verirse yazıcıların binlerce senelik hatalarını da temizleyip yeni Tevrat meali de yapacağım ve QUR’AN’IN içinde eriteceğim.
Umarım böylece adam olurlar… QUR’AN’IN bana öğrettiği; Qur’an’ı inanmayanların ayağına götürüp, bilimsel ve felsefi her alanda anlatmak,
onlarında doğru olana yönelmelerine vesile olmaktır. En azından düşmanlıklarını frenlemektir. Bunu da ücret beklemeden, sadece ALLAH
rızası için yapmaktır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
161
Mükemmel Sayılar
Nedir bu altı gün, neden 3 değil, neden 7 gün değil de devamlı ALTI GÜNDE (*) yaratıldığı
bastırılarak bildirilmektedir? Evrende, dünyada hayatımızın her yerinde var olan saysız
altıgenlerle ne ilgisi olabilir?
[ Ve sana dağların durumu hakkında soruyorlar. O zaman onlara de ki; “Rabbim onları un ufak
edip (tozcuklar gibi, moleküllerine ayrılmışçasına) savuracaktır.” Ta-Ha 105, 108]
Böylece onu boş bir alan, düzlük olarak bırakacaktır. (dağlardan kasıt tüm evrende rotasyon,
küresel hareket, momentum veya küre cisimler, istisnasız her madde, atom, atom altı parçacıklar
her şey dümdüz yapılacak, üç boyutlu madde içindekini boşaltacak, ilk yaratıldığı elementer
cevhere, maddeyi meydana getiren O esas cevhere dönüşecektir).
Orada bir eğrilik ya da bir engebe (dalgalanma, pürüz) göremezsin.
O GÜN İZİN GÜNÜ kendisinde eğrilik (sapma) olmayan davetçiye tâbî olurlar. Rahmân'a karşı
sesler kısılır. O zaman hemsa (çok, çok hafif ses, fısıltı) dan başka bir şey işitmezsin (veya
işitemezsin anlamı da geçerlidir). Ta-Ha 105, 108]
Bu ayet Elektro-manyetik-gravity-motor (**) hareketlerin sonlandığı bir ortamı anlatmaktadır.
Çünkü izin günü sükûnet; kaosun, kargaşanın ve rotasyonun olmadığı gün veya sahne veya
engebeli olmayan, evrenin tamamının cam gibi dümdüz yapılacağı ortam olsa gerek. Bu sahneyi
bizzat görmeden hakkında hiç bir şey bilemeyiz. Ancak bilimin ışığında aklın süzgecinden
geçirerek anlayabiliriz. Evrendeki bütün madenin dümdüz bir levha veya düzlem olacağını
anlayabiliriz.
108nci ayette sözcüğün kısa analizi;
‘Yevme izin’ tekil ÖZEL bir gün kast edilmektedir, ‘EYYAMİN’ değil.
‘Eyyamin’ çoğul olan bu sözcük üç günden fazla olan günler için kullanılır.
Az önce Tevrat’taki yedinci gün hakkında fikir yürüttüm, aslında genç araştırmacılar için beyin
jimnastiği yapmıştım…
Haşa! Yüce ALLAHIN istirahat ettiği ifadesi veya sözcük yanlışlığı kitap haline getirilmiş günümüz
Tevrat’ına bir şekilde geçmiştir. Oysa Tevrat kitap olarak değil, yazılı sert materyalden yapılmış
levhalar, tabletler, diskler halinde Sevgili Musa’ya bizzat elden verilmiştir. Bu, diskler, levhalar
halinde gelmiş Tevrat’ta bu taş levha olarak yazılıdır. Asırlar sonra kulaktan duyduklarını kitap
halinde çoğaltanların yami yazanların kısır bilgileri doğrultusunda, Babil lisani olan Akadca’dan
İbraniceye geçişte ortaya çıkmış sözcük anlamları ve gramer hatalarıdır.
İbranice ve Aramice köklü orijini olan lisanlar değildir; Babil-Akad, Asur, Sümer lisanlarının
harmanlanmış uzantısıdır. Bu nedenle Tevrat’ı tam olarak çeviremiyorlar… Umarım Rabbim bunu
bize nasip eder.
Bu, Tevrat’ın (***) bozulduğu anlamına gelemez… Çünkü en az 4000 sene önceki Akadcadan
bozunmuş İbraniceden günümüz dillerine çevrilirken uğradığı kültür ve anlayış farkını,
terminallerin sayısını bile tespit edemeyiz. Sümer, Hittiler, Elamlar, Babil, Akad lisanları, Aramice,
İbranice ve İbraniceye etkisi olan Mısır eski yerli, yani Kipti dillerinin kalıntılarıdır (****).
(*) mükemmel sayılar listesinde 6 baştadır. Kendisi dışında bütün pozitif bölenleri (çarpanları) toplamı kendisine eşit olan sayılara mükemmel
sayılar denir ve 6 en bilinenidir.
(**) bu yeni terim ‘Elektro-manyetik-gravity-motor ‘ bize aittir, umarım bilim dünyası kabul eder.
(***) Tevrat kitap olarak değil, levhalar halinde Hz. Musa’ya verildi… Bu çok ciddi ayrıntıdır. Bu nedenle Tevrat’ta yazıcılar hakkında ciddi
suçlamalar da vardır. Günümüzdeki Tevrat Yeremya bölümünün kendisi yazıcıların yalan, yanlış düzmeceler yazdığını da açıklar…
(****) En bariz olanı da Firavunlar hanedanlıklarının kullandığı Amon-RA’ya olan saygılarını ifade eden Kıpti’ce ÂMİN-AMEN-AMON sözcüğüdür.
Bu ÂMİN sözcüğü QUR’AN’DA yoktur Arapça hiç değildir. Ancak Müslümanlara, günümüze kadar da İsraillilerden geçmiş, her gün onlarca kez
kullanılan bir sözcüktür. İbranice de değildir, eski Mısırın kipti dilinde saklı olan, gizli olan anlamda ünleme sözcüğüdür. Sfenksin altındaki sakli
olan uzay aracı için bu sözcüğü kullandılar.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
162
Oysa doğru olan cevap, gerçek açıklama “İZİN GÜNÜ, Ta-Ha 108” deki ayettedir.
İzin sözcüğü genel anlamda istirahat etmektir. İzine çıkan adam istirahat da eder.
İZİN GÜNÜ; gerçek anlamda sükûnet olacağı, evrende rotasyonun, elektro-manyetik-gravitymotor döngülerinin sonlandığı gün demektir. Evrendeki bütün maddenin dümdüz olacağının,
maddenin içindeki, daha açıkçası maddeyi oluşturan O muhteşem mekanizmanın boşalacağı
sahne açıkça belirtilmektedir.
[Gökyüzü yarıldığı zaman. Ve Rabbine itaat etti ve (göklerin yarılmasını) gerçekleştirdi. VE
YERYÜZÜ (tüm madde) UZATILIP DÜMDÜZ OLDUĞU ZAMAN. VE İÇİNDEKİLERİ DIŞARI ATTI VE
BOŞALDI. İnşikak 1-3]
‘Ve içindekileri (dışarı) attı ve boşaldı’ ayetine Qur’an mealcileri asırlardır ziyaretgâh yaptıkları
mezarlardaki cesetlerin çıkarıldığı anlamını yüklemişler. Oysa en küçük alakası bile yoktur!.
Oysa ATTI ve BOŞALDI, ‘ELKAT’ sözcüğü; attı, fırlattı, mancınık gibi fırlattı, içindekini dışarıya
hızla fırlattı demektir. Halk dilinde de hayvanın işkembesinin yıkanırken içinin dışarıya
çevrilmesini anlatmak için de kullanılmıştır.
TEHALLET; sözcüğü, aniden boşaldı, demektir. Aniden ters çevrilen bardaktaki suyun boşalması
gibi. İğne ile delinen balonun içindeki havanın aniden, hızla dışarı çıkıp balonu boşaltması gibi.
Hiç bir şekilde mezarlardaki ölmüş cesetlerin dışarıya çıkması bu ayette bahis konusu bile
değildir… Oysa Asırlardır öylesine yanlış, öylesine cahilce QUR’AN mealleri yapmışlar ki!… ne
masallar uydurmuşlar, neler!… Başarılarının kanıtı da Asırlardır uyuyan Müslümanların halidir!!!.
İZİN GÜNÜ, evrendeki tüm madde kendisini oluşturan yoğunlaşmış enerjiyi dışarı fırlatacak…
Ayette geçen ELKAT sözcüğü içten dışa hızla fırlamak demektir ki, bu da apansız çabukluğu, hızla
boşalmayı içeren sözcüktür.
Maddenin yoğunlaşmış, yani, onu oluşturan yoğunlaşmış enerjinin maddeyi terk ettiği zaman O
madde TEHALLET oldu, yani boşaldı, o şeyin boşalması denmektedir ‘Ve içindekileri dışarı attı ve
boşaldı.’
Açıkça, bizlere gelecekte mutlaka gerçekleşecek dehşetengiz bir olayın ilk sahneleri; evrende
rotasyonun sıfırlanacağı, her yer, istisnasız her şeyin dümdüz levha gibi dümdüz olacağı…
anlatılmaktadır…
Fakat gözden kaçırılmaması gereken başka ciddi bir konu var; Bir şeyin, bir ortamın dümdüz
olabilmesi için yine de maddi bir ortam gerekir. Bu üç boyutlu madde içindekini boşalttığı
zaman, dümdüz olan veya olacak ortamın maddesi nedir?
Yüzlerce sorudan birisi şudur; bu üç boyutlu madde içindekini boşalttığı an, bir başka boyuta
veya forma mı geçmektedir?
Gerçi bu maddi dünyamız, galaksiler Duhhan okyanusunda hiç bir dayanağı olmadan ve
ölçülendirilmiş kaderinde de şaşmadan duraksamadan, düzenli enerjisiyle devinmektedirler.
Biliyoruz ki bu evrende hiçbir sabit cismi, sabit kütleyi referans alabileceğimiz sabit bir koordinat
noktası YOKTUR. Her şey her an hareket halindeyken evrende sabit bir koordinat olamaz.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
163
Elektro Manyetik Gravity Motor
EMGM
Bilim dünyası kabul ederse onur duyarım bu yeni tanımı/terimi bilime kazandırmak isterim ki;
gezegenler, kütleler, atomlar bu ifadenin içeriğindeki kuvvetlerin birlikteliği ile devinirler.
Gezegenler arası, kütleler arası iletişim ve ilişkilerde mutlaka elektrik, manyetik ve gravity
kuvvetler birlikte çalışırlar ve devinimlere hareketlere bu üç temel kuvvet egemendir. Birini
diğerinden ayrı düşünmek bile imkânsızdır.
Elektro Manyetik Gravity Motor / EMGM terimine atomik ölçülerde başlayarak matematik
tanımlamalar da getirebiliriz. Mutlaka, mutlaka bu kuvvetleri birlikte tanımlayacak matematik
sabiteler-kurallar getirmek zorundayız diye düşünürüm.
Bu önerimi BİRUNİ ATOM modelimi açıkladığımızda kesinlikle eminin ki bilim dünyası şartsız,
tartışmasız kabul edecektir.
Kanıtım da; 295 Kelvin ısıl ortamda %83 verimlikle yaptığım süper iletken çalışmalarım bunun en
gerekli bir zorunluluk olduğunu göstermiştir.
Evrene, maddeye egemen olan bu üç temel kuvvet asla, hiç bir şekilde, hiç bir ortamda,
düşüncelerimizde dahi ayrı tutulamaz. Herhangi bir cisim, herhangi bir uzay parçasında,
herhangi bir hareketi mutlaka bu üç kuvvetin (Elektro Manyetik Gravity Motor) birlikteliği ile
gerçekleştirebilir.
Günümüzde bu çalışmamız kabul edilmeyebilir. Bu, günümüzdeki bilgimizle bu realiteyi anlayıp
kavrayabilecek yetersizliğin doğasıdır. Çünkü Bilim kendini durmaksızın yenileyen, gelişen
erdemdir. Bu durdurulamaz ilahi bir kuraldır.
Uzayda Işığın hızını biliyoruz, suda ve camdaki hızını ve elektriğin iletkendeki, hızını da biliyoruz.
Manyetik kuvvetin hızı nedir?
Elektrik ve manyetik kuvvetleri birbirinden ayırt edemediğimiz için ikisinin birlikteliğine
elektromanyetik ışın veya Işık veya radyo dalgaları demekteyiz. Elektromanyetik dalgaların
istisnasız tamamı elektrik ve manyetizmanın birlikteliği ile oluşan dalgalardır.
Manyetik kuvvetin hızını da ayrı olarak ışık hızındadır diyebilir miyiz?
Yalın manyetik alan olamaz. Yalın elektrik alan da olamaz… Bu iki en temel kuvvet/kavram
birliktedir. Evrende değişemez, değiştirilemez mutlak kural budur.
Elektrik ve manyetik kuvvetler her hal de, her konumda mutlaka birbirlerine eşlik eder ve asla
ayrı düşünülemez. Evrenin kanunları buna müsaade etmiyor. Belki bu nedenle yalın olarak
sadece manyetik kuvvetin hızını elektrikten ayrı ölçmek için girişimde bulunulmamış.
Bilim dünyası kabul etmeyebilir ancak kesin ve net tespitim; Elektrik dediğimiz şeyin (kuvvet,
atom altı hareket diyelim) yönü sonsuz ultra aktif harekete, Manyetik kuvvetin yönü de ultra
düşük sükûnete yöneliktir; taban tabana zıttırlar.
Evrenin; çağımız ve geleceğimiz için anlaşılır sırlarına bu noktada ulaşacağımı biliyordum,
kesinlikle biliyordum… Büyük birleşik alanlar kuramına ayakları yere basarak ulaştığım yer
burasıdır. Dualarım, çabalarım bu en görkemli bilgileri ömrüm yeterse insanlığa layıkıyla
sunmaktır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
164
Herhangi bir mıknatıs hareket ettiğinde, mıknatısın etkin alanında mutlaka ölçülebilen elektriksel
bir alan oluşur. Hareket yoksa iletkende ölçülebilir miktarda elektrik oluşamaz.
Herhangi bir iletkenden herhangi bir miktarda akım geçtiğinde, iletkenin etrafında mutlaka
manyetik bir alan oluşur.
Bu evrensel ilahi bir kanundur ve asla değiştirilemez. Elektrik manyetizmadan, manyetik
elektrikten ayrı da düşünülemez(*) kaldı ki ayrılabilsin…
Soralım; Gravitasyon ve hızı nedir?
Sadece çekim kuvveti olan, polaritesi, yani karşıt kutbunu henüz keşfedemediğimiz, belki de
karşı kutbu yok, sadece çekme eğilimindedir! Belki de karşı kutbu var ancak şimdilik
saklanıyor!.
Gravitasyon (**) dediğimiz ve asla kontrol edemediğimiz bir kuvvet var. Bu kuvvet de atomun
enginliklerinden kaynaklanmaktadır. Şimdilik graviton, yani virtüel tozlar olarak adlandırıldı
ancak hiç bir gerçek tanımlama ve kanıt da YOK ortalıkta.
Gravitasyon şayet graviton virtüel tozcuklardan oluşuyorsa, O tozcukların zıttı olan karşı kutup
tozcukların da oralarda bir yerlerde olması gerekmez mi?
Kütle çekim kuvveti elektrik ve manyetizmanın birlikteliği ile atomda ortaya çıkan yapay bir
kuvvet olduğu kanaatindeyim. Gravitasyonun karşıt kutbu yine atomun enginliklerinde bir
yerlerde olduğu kanaatindeyim.
Evrendeki en zayıf ancak Işık hızının karesi kadar hızı olan kuvvet Gravitasyon karşıt kutbunun
atomun merkezinde bir yerlerde midir acaba?
Herhangi şekilde elektrik ve manyetizma ayrıldığı an! (ki bu imkânsızdır, bunu sadece Yüce
Yaratan yapabilir izin gününde) kütle çekim kuvveti de andaş olarak sıfırlanacaktır.
Altıncı günün bitiminde sadece Yüce YARADANIN ilmiyle oluşacaktır.
[ Ve yeryüzü (tüm madde) uzatılıp dümdüz (levha gibi) olduğu zaman. Ve içindekileri dışarı attı
ve boşaldı. İnşikak 3-4]
Rotasyonlar, hareketler, uçuşup kaçışmalar sıfırlanacak, küreler her şey dümdüz levha gibi
olacak.
Hatırlayalım; [ “ikisi de isteyerek geldik dediler”
Fussilet 11
]
‘İkisi’ kimlerdi, nedir ‘ikisi’ ? Ne anlatılmak isteniyor ‘ikisi de’ denmekle?
‘isteyerek geldik’ sözcüğü, yaratılmadan önce birbirlerine karşı duyarsızlığı, sıfır etkileşimlerini
açıklar. Çünkü henüz ‘O ikisi’ denen şeyler birleştirilmedi, yani kutsal evlilik oluşmadı, henüz O
müthiş enerji yoğunlaştırılıp madde olmadı…
(*) Bu noktada maddeye hakim olan, kontrol eden ve maddenin dışında olan başka bir kuvvet tespit ettim ve deneyle de kanıtladım. Zamanı
geldiğinde ilgili kurullara ekipler eşliğinde bildireceğim. İçinden herhangi seviyede elektrik akımı gecen bir iletkende yaptığım son derece açık
bir deneyle bunu açıkça kanıtladım. İletkendeki manyetik kuvvete dışarıdan benimde detayını netlikle bilmediğim bir kuvvet ciddiyetle etki
yapmaktadır. Veya bir diğer ifadeyle, yerdeki manyetik kuvvet kendi kütlesinin dışındaki bir başka kuvvetin etkisinde dengeleniyor.
(**) bütün çağların büyük bilim adamı Ebu Reyhan El-Birunu M.S 990larda kütle çekim kuvvetini keşfetti ve buna cazibe (kütlesel çekim) kuvveti
demiştir… M.S 1680lerde de Newton tanımladı. MÜSLÜMANLARIN BAŞTA GELEN ŞİARLARI; KENDİ İÇLERİNDEN ÇIKAN BİLİM ADAMINI AKILCI
DİYE YOK ETMELERİDİR.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
165
DÜNYA TEPSİ ÜZERİNDE DEVİNİR!
ÖNTÜRK ATALARIMIZDAN GELEN BU İFADE KESİNLİKLE DOĞRUDUR…
Merkezinde güneş olan şimdilik sayıları dokuz olan (*) gezegenlerin kütle merkezinden geçen
çizgiden sapamadan yörüngedeki düzlem tepside, Y ekseni düzleminde devinirler… Z ekseninde
(longutunal) eğilmesi, Z-Y eksen tepsiyi (düzlemini) etkilemeden atalarımızın ‘dünya tepside
devinir’ dediği kesinlikle doğrudur… KANITI DA ORTADADIR!.
Yabancı hayranı cahiller bir türlü anlayamamış atalarının binlerce sene önce neden ‘dünya tepsi
gibi bir düzlemde devinir’ dediklerini. Neden sözcüklerin enginliklerine girmediler, anlamadılar,
neden analiz etmediler hala sorarım. Bütün bu sakatlıklar, eksiklikler, sorgulamadan yapılan
yabancı hayranlığı Müslümanların bilimsel alanda yürümelerini şu veya bu şekilde engellemiş ve
engellemektedir.
Bu resmin gerçek yörüngeleri içeren devinim görüntüsü, yörüngeleriyle, güneşi ve tüm
gezegenleriyle elips-tepsi veya elips-sini veya elips-düzlem diski değildir de nedir?
Belli ki ÖN TÜRK atalarımız doğruyu söylemiş ancak bizler şımarıklıktan olsa gerek
anlayamamışız. Nasıl olsa batılılar siyaha beyaz da deseler kesinlikle doğrudur!!!.
Merkezinde güneş ve tüm gezegenler kütlelerinin ekvator çizgilerinden geçen çizgi-düzlem
üzerinde tepsi gibi düz bir düzlemde elipsler yaparak devinirler ve merkezindeki güneşle
sürüklenerek belirlenmiş bir noktaya, kararlaştırılmış bir yere kıvırcık saç gibi spiraller çizerek
giderler…
[ Ve Güneş, onun için kararlaştırılmış (istikrarlı, programlanmış güzergâhında) akar (tecrî
sözcüğün anlamı; duraksamadan akar, kesintisiz süratle) gider. İşte bu Azîz ve Alîm olan (en iyi
bilen) Allah'ın takdiridir. Yasin 38 ]
Hiç bir gezgen diğerinin ekvator çizgisinin altına veya üstüne 1 mm dahi çıkıp inemez. Mutlaka
ekvator çizgisinden geçen düzlemde; dünya ve tüm gezegenler harika bir elips-disk, elips-tepsi,
düzleminde devinirler.
Acaba atalarımız bir şekilde güneş sistemini dışarıdan gözlediler de bu harika tanımı mı
getirdiler?
(*) eminim; güneş sisteminde gelecek yüzyıllarda 12 gezegen tespit edilecektir. Kenger Sümerler bunu açıkça keşfetmişler ve küre olduklarını da
açıkça yazmışlar.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
166
Gezegenlerin devindikleri bu ortam dümdüz tepsi değildir de nedir?
Sadece yerin veya Jüpiter’in veya Neptün’ün değil, yerin (yerlerin) de tepsi gibi bir düzlemde
birlikte süper pozisyonda, ahenkle birbirlerine elektro-manyetik-gravity-motor kuvvetlerin etki
ve kontrolüyle devindiğini, hareket ettiğini farklı bir lisanla söylemişler.
Ancak gerçeği anlamak için büyük temiz akılla okumak, anlamak ve düşünmek gerekiyormuş.
Atalarını hor görüp yabancıların yalakalığını yapmak milletleri köle yapıyormuş.
Merkezinde Güneş olan bütün gezegenler gerçek bir tepsi düzleminde ancak elipsler çizerek
belirlenmiş, kararlaştırılmış bir noktaya doğru kıvırcık saç gibi devinerek giderler.
Hiç bir zaman tam bir çember çizemezler, çünkü güneş ve sistemin tamamı belirli bir hızla
belirlenmiş bir noktaya doğru akmaktadır. Ancak gezegenlerin ekvator çizgisi düzleminde,
devinim düzlemi kesinlikle tepsi gibi düzdür ancak sistemin tamamı sabit olmadığı için de asla
tam bir çember çizemezler. Şu anda bu satırları okurken bile 1 saniye önceki yerimizde
olmadığımız gibi.
[ Ves semâi zâtil hubüki / Hareli yollara sahip olan göğe andolsun ki. Zariyat 7]
Bu, fen bilimlerinden yoksun QUR’AN meali yapanların Türkçe çevirisidir.
Benim tespitimde ayetin tam Türkçesi şöyledir; [ bilmelisiniz ki; doğasında (yaratılışında,
programında) spiral yolları, geçişleri olan semaya şan olsun (veya sema şanlıdır). Zariyat 7]
Biz ‘andolsun ki’ yeminini “bilmelisiniz ki” bu şekilde almaktayız, Yüce ALLAH kullarını ikna
etmek için yemin etmez. Qur’an’da yemin konusunu ayrıca ele alacağız.
Ayette geçen HUBÜKİ kıvırcık saç veya helis spiraller, kıvrılarak ilerleyen anlamlarındadır.
ZÂTİL sözcüğü; doğasında, yaratılışında, programında, kendinde var olan demektir.
Dünya tepsidedir şeklinde bu harika ifadeleri kullanan bilge Atalarımız doğruyu belki de eksik bir
tanımlamayla söylemiş veya asırlar içinde gerçek anlam lisanların değişimleriyle kayıp olmuş ve
Ön Türk atalarımıza da saygısızlık yapılmış. Bu da başkalaşım hastalığının tarihi bir kanıtıdır!
Dünyamız ve gezegenler kesinlikle şaşmaz dümdüz elips tepsi gibi uzay düzleminde, hubüki yani
spiraller yaparak ilerler ve devinirler. Spirallerin içerideki ve dışarıdaki düzenleri mikro metrik
doğrulukta ve hassasiyetle kararlaştırılmış yoluna devam ederler.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
167
Çapı 30 Işık yılı tahmin edilen güneş tepsi sistemi bilinen dokuz gezegeni ve bilinen 166
uydusuyla kararlaştırılmış hedefe kendi güzergâhında, kendi büyük yörüngesinde taklalar
yaparak, spiral döngüleriyle 200km/saniye hızla yol almaktadır.
Bütün gezegenlerin yörünge düzlemleri, Güneş'in ekvator düzlemi çizgisinde yer alır. Tepsiyi
şaşmaz doğrulukla düzlemde tutan bu elektromanyetik-gravity mekanizmadır.
Hiç bir gezegen birbirlerine ekvator çizgisindeki düzlemle şaşmaz bir mekanizmayla bağımlıdırlar
ve elips-tepsi düzlemi bozulamaz. Açıkça görünüyor ki Bilge Atalarımız çok, çok önemli doğruyu
bilgiyi bizlere miras bırakmışlar… Aklın gözleriyle bakılırsa kimse bu gerçeğe itiraz edemez…
Sistemdeki her gezegen birbirlerinin ekvator çizgisindeki bir düzlemdedirler. Bu düzlem
gezegenlerin yörüngeleriyle birlikte ortaya koyduğu net gerçek te tepsidir, disktir. Rotasyon
güzergâhlarında da asla çember yapamadan elips-tepsi düzlemde devinirler. Sistemin tamamı
durmaksızın belirli bir hedefe gittiği için de asla tam bir çember çizemezler, elipsler yaparak
yoluna devam eder. Evren de, Güneş sistemi de 1 piko saniye bile sükûnet, durgunluk olamaz.
Her şey her an hareket halindedir. Bu gezegenler birbirlerine elektro-manyetik-gravity-motor
kuvvetlerin işlerlikleriyle bağımlıdırlar.
Kısaca şu ayrıntıyı hafızalarımıza kayıt etmemiz gerekmektedir. QUR’AN kültüründe ‘ZATULHUBÜK, zatilhubük’ niteliği eşsiz, nezih, harika bir ifadedir. En eski Arapça lügatlerden de
esinlenerek sözcük araştırmanlarının müşterek kanaati ‘HUBÜK Habike’nin, Hibak’ında çoğulu
olabilir’ şeklinde tanımlar.
ALLAH Resulünün ölümünden yaklaşık 150 sene kadar sonra yerden mantar gibi biten her
mezhep, her tarikat kendine mahsus lügatler yapmışlar ve sözcük anlamlarını keyfiyetten ve
cehaletten dolayı farklı olarak düzenlemişler. Muhteşem Qur’an’a uymamış, Qur’an’ı kendilerine
uydurmuşlar.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
168
Habike müşterek anlamı; dikkat ve özenle veya hatasız, şaheser bir sanatla dokunmuş yol-yol,
meneviş gibi kumaşa isim olarak ta verilmiş.
Oysa gerçek anlamı; kıvırcık saç gibi veya helis spiraller gibi veya düzenli kıvrımlarla ilerleyen
demektir. Buna cismin spin (kendi etrafında dönme) hareketi denmektedir. Cismin herhangi
bir hedefe ilerlerken aynı zamanda, andaş olarak kendi ekseninde dönerek (spin) yol
almasıdır. Elektronlar kendi ekseninde helyosantrik spin, yani hem kendi etrafında hem de
güzergâhında presesyon salınımlarla yol alır. Bu yol kesinlikle spiraldir, yani spindir, yani
zatilhubük dur. Dünyamız ve bütün gezegenlerde aynı bu şekilde devinmektedir.
Habik; rüzgâr estiği zaman denizde veya kumda meydana gelen yol yol ahenkli dalgalanmaya,
ahenkli, uyumlu kıvrımlara da isim olmuştur. Kelimenin kökü ‘HABK’ dokuları sıkıca bağlı sağlam
yapmak, kumaşı sıkı, sağlam zemin üzerinde sanat eseri ortaya çıkacak şekilde güzel bir zemin
üzerine dokumak anlamı da verilmiş ki, aslı ‘sefakat’ yani kumaşı sağlam ve güzel dokumak
olarak özetlenmiş.
[Ves semâi zâtil hubüki. Anlamı; spiral yolları doğasında (yaratılışında) olan semaya şan olsun
ki. Zariyat 7]
ayetin enginliklerindeki gerçekleri ‘HUBÜKİ’ sözcüğünü mümkün olan en doğru şekilde
tanımlayarak anlayabiliriz(*).
QUR’AN düşmanları şahsa mahsus anlamlar vererek kelimeleri de köklüce tahrip etmişlerdir.
İnsan onur ve vakarını, şahsiyetini; kendi egolarını tatmin etmek için silip süpürmüşlerdir. İnsanı
insana köle, esir etmişlerdir. Çalışmadan, üretmeden halkın sırtından geçinmiş asalak gibi
yaşamışlardır. Gelen nesillere de dördüncü sınıf insanlar olmamızı hediye etmişlerdir.
Bu nedenle Yüce ALLAH QUR’AN’DA doğrusunu öğretmektedir;
[ Allah’tan başka EVLİYÂE (dostlar, veli, mevlana) edinenlerin durumu, (kendisine) ev edinen
örümceğin hali gibidir. Ve muhakkak ki evlerin en çürüğü örümceğin yuvasıdır. Keşke onlar bu
gerçeği biliyor olsalardı. Ankebut 41]
[ De ki; Muhakkak ki ben, sizin için (bana vahiy edileni) açıkça ifade eden kesin bir uyarıcıyım.
Allah’tan başkasına kul olmamanız için (açıkça uyaran bir uyarıcıyım). Muhakkak ki ben, elîm
(acı verecek olan) günün azabının sizin üzerinize olmasından korkuyorum. HÛD 25, 26]
(*) Hz. Muhammed’den 150 veya 200 sene sonra yazılmaya başlanmış uydurulmuş hadisler, masallar, mezhep ve tarikatlarla bu bilimsellikler asla
anlaşılamamış. Tam tersine, QUR’AN’IN öğretmek istediği gerçekler örtülebildiği kadar da örtülmüştür.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
169
Yâ Sîn Suresi 38
Ayetine çirkince saldıran, kendilerini aydın ZAN eden cahil insanları incitmek te istemem, ancak
bilgi sahibi olunmadan fikir yürüterek bilmediğini de bilmeden insanları zehirleyenlere karşı
tahammül sınırları gerçekten sıfırlanmaktadır. Çünkü bu şahıslar astrofizikçi olduklarını da
çığırırlar;
[ Güneş de kendisine takdir ettiğimiz (programladığımız) güzergâhında akar (Tecri, kesintisiz,
duraksamadan yoluna devam eder demektir) gider. İşte bu, Aziz, Âlim’in takdiridir. Yasin 38] (*)
Bu muhteşem ayete ağızlarından salyalar akarak “Güneş sabitmiş, diğer gezegenler etrafında
dans ederek dönermiş!’. Bu da demekmiş ki; Qur’an Yasin suresi 38e yanlış bilgi veriyormuş…
Ve bu sapıkların ellerinde de akademik diplomalar var!!!…
Güneş etrafındaki gezegenleriyle birlikte Samanyolu galaksisinin sarmal kolunda her 250 000 000
senede bir kez döndüğü biliniyorken!!!. Bu insanların(!) Yasin suresi 38 saldırmalarını anlamak
imkansızdır!. Güneş kendi ekvator düzlem tepsisinde ve sabit mesafede tuttuğu çocuklarıyla her
250 milyon yılda bu sarmal kolda, kendi büyük dış yörüngesinde 200km/saniye hızla
devinmektedir. Buna gök ada yörüngesi denmektedir. Bu kesin bir rakam değildir ancak, olasılık
hesaplarıyla yapılan ciddi ve gerçeğe çok yakın bir rakamdır. Şu ana kadar bu sarmal kolda kaç
kez döndü bilemiyoruz. Dünya 4.6 milyar yaşında olduğuna göre tahminen 18 veya 19 kez bu
sarmal kolda döndüğüdür.
İnsanoğlunun, canlıların ve bu gezegenler sisteminin yaratıldığı, doğduğu yerler, Muhteşem
Qur’an’ın; BEL KEMİĞİ VE KABURGA dediği adres NASA’NIN 1972lerde çektiği bu gerçek
resimde açıkça ortadadır. Güneş sisteminin ve insanlığın yaratıldığı adres buralar olarak açıkça
Tarık suresi kitabımızda açıklamaktayız. Bilgi sahibi olunmadan fikir yürütmek çok çirkindir.
Resimde açıkça görüldüğü gibi bel kemiği omurga ve kaburgalar ortadadır.
Güneş te etrafındaki gezegenleriyle birlikte kendi yörüngesinde 250 000 000 senede bir kez
dönmektedir. Sistemin tamamı ekvator eksenlerinden 1 mm dahi kayamadan taklalar atarak,
helis, kıvırcık saçlar gibi, yollar yaparak gök ada yörüngesinde kararlıca, sapmadan yörünge
tepsisi üzerinde devinmektedir.
Soralım; 250 milyon dünya senesi Güneş sisteminin tamamının galakside sarmal kolda
tamamladığı döngüsü 1 günü değil midir? ‘Altı günde yaratıldı’ gizemine bu kapılardan
ulaşacağız.
(*) Yasin suresinde, bütün insanlığın hava su kadar ciddiyetle muhtaç olduğu 18 ayrı bilim dalında önbilgilerin, yani şifrelerin anahtarlarını tespit
ettim. Bu nedenle Yasin suresi QUR’AN’IN kalbi olarak adlandırıldı. Çünkü kalp, vücudun her noktasına hayat sıvısı olan kanı pompalar da ondan
QUR’AN’IN kalbi denildi…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
170
İZİN GÜNÜ
Bu evren, kâinat ve her şey büyük-büyük, deryalardan da büyük okyanusların
içindeki bir kabarcığın boşluğundadır…
Her bir kabarcık bir evrendir, kim bilir benzer kaç böyle kabarcıklar var!?. Bu kesinlikle benim
tespit ve kanaatimdir. Kesinlikle de bildiğim net bir gerçektir. Büyük temiz akılla düşünen ve
anlayanlar için kanıtlarımız olacaktır. Kabul edip etmemekte onların sorunudur.
Kabul edilmesi; bilimsel veriler, aklın süzgecinden geçirip gerçeklerle anlaşılabilir ve
anlaşılacaktır…
Birazdan bu kanaat ve tespitimiz ne kadar doğru göreceğiz…
İstirahat günü, izin günü, sükûnet günü ifadesi benim tespitlerimle açıkça iki anlamda
kullanılmıştır. Bu iki anlamda kesinlikle doğrudur. Çünkü Evrenden insana bakışın yönü, insandan
Evrene bakışın yönü olarak değerlendirmek gerekir.
İnsan ve benzeri akıllı varlıklardan evrene yönelik bakış; Altı günde yaratılma ve yedinci gün
istirahat ifadesi; Bu evrende yaratılmış insanın veya akıllı başka varlıklarında altı gün çalışıp
yedinci günde istirahat etmeye programlanmasıdır.
İstisnasız bütün milletlerde, kabilelerde, hatta takvimden haberdar olmayan ilkel toplumlarda
bile bu gereksinim bir şekilde duraksamadan çalışmıştır… Her millet haftayı mutlaka 7 gün olarak
algılamış ve yaşam düzenlerini ister istemez buna göre yaşamlarında değişmez bir kalıba
oturtmuşlardır.
Tarihte, haftayı 8 gün veya 10 gün kabul etmiş bir toplum olmadığı gibi. Birbirlerinin varlığından
bile habersiz milletler haftayı 7 gün olarak algılamışlardır. Görünmeyen eğiticiler tarafından mı?
Tarihte, resmi olarak haftayı 7 gün olarak Sümerler düzenlemiştir.
Evrenin, evrenlerin, gezegenlerin, galaksilerin, yıldızların, kütlelerin ne altı gün gibi bir limite
ihtiyaçları vardır ne de dinlenmeye ihtiyaçları vardır. Bu biz insanlar, akıllı varlıklar için gereklidir.
Evrenden insan ve benzeri akıllı varlıklara yönelik bakış; Yerler, gökler ve aralarındaki her şey
altı günde yaratıldı… Tartışmasız, kesinliği olan bu bilgiyi, bizler sadece Yüce ALLAH’IN
öğretilerinden biliyoruz. Bu muhteşem öğretileri üstün AKILLA anlayıp araştırmak da en asli
ödevimizdir. İnsan insanı olmanın erdemi bunu gerektirir. İnanıp inanmamak keyfiyete kalmıştır,
ancak bilim de keyfiyete göre çalışmaz.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
171
Bu üç boyutlu maddelerden yaratılmış evren; evreni istisnasız her tarafından tamamen kaplayan
büyük-büyük okyanusun içindeki kabarcık bir boşlukta ve müthiş bir süratle dönen, asla
genişlemeyen ve mutlaka, kesinlikle, tartışmasız sonu olacak bir yer olduğu gerçeğidir.
[ Ve kesinlikle bilin ki Sema, doğasında (yaratılışında) DÖNME ÖZELLİĞİ (programlanmış)
olandır. Tarik 11]
Hani Qur’an’da evrenin genişlediği yazıyordu?
Şu tekke kültürüyle QUR’AN meali tefsiri yapanları bir kenara bırakalım. Akademik eğitim almış
üstelik fizikçiyim diye ortaya çıkmış ve Hubble’ın yanılgısına QUR’AN’I alet etmiş, Mussiune
sözcüğüne genişleme anlamı vermiş hokkabazlara ne demeli bilemiyorum.
Bu evrende (*) biz ve diğer akıllı varlıklar(**) ve her şey büyük-büyük okyanusun içinde
DUHHAN dolu bir ortamdayız. Ve bu ortama evren, evrenler veya uzay veya kâinat dedik.
Her kabarcığın bir evren olmadığını nasıl kanıtlarız? Mümkün değildir değil mi?
[ Hamd, ÂLEMLERİN Rabbi Allah'a mahsustur. Fatiha 2 ]
Ben de bu her bir kabarcığın bir âlem (evren) olduğunu şimdilik kanıtlayamam. Ancak
enginliklerin de derinlerinde; paralel evrenler olarak bir gün insanoğlunun bu hazinelere
ulaşacağını da biliyorum. Çünkü günümüzdeki matematik henüz Qur’an’ı anlayacak seviyeye
gelememiştir.
Bilindiği gibi küçüklük veya büyüklük sadece göreceli kavramlardır. Üç-beş tonluk filde ne varsa
sivrisinekte de aynısı var.
Bu aşağıdaki açıklamalar tamamen benim tespit ve görüşümdür; Evrenimiz balon, küre veya
altıgen ne olursa olsun her tarafı SUYLA çevrilidir. Ve üç boyutlu bizler bu üç boyutlu okyanusun
içinde, faaliyetlerinin evrene ait olan altıncı gününün bitiminde son bulacağı üç boyutlu varlıklar
olarak üç boyutlu bir ortamdayız.
İşte O gün, altıncı günün bitimi izin günüdür (Tevrat ifadesiyle istirahat günü), bu evrene
dışarıdan etkiyen ALTIGEN görüngülerin alenen açığa çıkacağı ve bir başka boyuta geçileceği
sükûnet günüdür. Üç boyuttan başka boyutlara geçiş günüdür…
(*) Ön Türkler, Gök çıkrığı ile Felek’e sonraları EVREN demişlerdir. Karahanlı devleti çağında, Türkler arasında “ EVREN” teriminin ortaya çıktığını
görüyoruz. Bu deyim bütün metinlerde “EVREN EVRİLUR” yani “EVREN DÖNER” şeklinde tanımlanıyor. Öyle ki bu ‘EVREN’ sözcüğü de ‘evirmek’
yani evirerek, döndürerek çıkarmak fiilinden bir isim olarak türetmişler. Yün iplik yapan çıkrığın dönmesini örnek göstererek Evrenin döndüğünü
dile getirmişler…
(**) diğer akıllı varlıklar ki QUR’AN bunu MEN sözcüğü ile açıklar, MEN sözcüğü İngilizceye M.S. 1000lerde geçmiş ve ‘kimseler’ anlamında,
genellikle erkeği ifade ederek hala kullanılır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
172
O gün, faaliyetleri son bulacak olan bu evren ortamından büyük-büyük okyanusun dışına
çıkarılma veya dışarıdaki başka evrenleri görme, tanıma, kavrama günüdür.
O gün, üç boyutlu sonu olan bu üç boyutlu yaşamdan, şimdilik enginliklerini asla
kavrayamayacağımız dört, beş veya altı veya yedi boyutlu sonsuz ve başka bir hayata, ölümün
olmadığı hayat gerçeğini göreceğimiz gündür…
O gün, kâinatları yaratan âlemlerin Rabbi olan Yaratanımız ALLAH’IMIZIN din günüdür… ‘Eyvah,
gerçekten de varmış, keşke iyi bir insan olsaydım’ diyeceğimiz gündür… O gün, hayattayken
pembe hayallerin, uydurulmuş masalların bizleri aldattığını açıkça göreceğimiz aldanma yani
tegâbun günüdür…
[Sizi toplanma günü için bir araya toplayacağı gün; işte bu aldanma (tegâbun) günüdür. Tegâbun 9]
O gün, “Eyvah! keşke ALLAH’TAN başka veliler, şeyhler, tarikatlar edinmeseydim, ALLAH’TAN
başkasından istemeseydim, SALAT etseydim, kendim okusaydım, kendim öğrenseydim, daha
çok çalışıp, daha çok kazanıp daha çok destekleyip verseydim, zenginliğimin hiç bir değeri,
anlamı kalmadı…” diyeceğimiz gündür…
O gün “Eyvah! Yok mudur bir çaresi, bir çıkış yolu, tekrar dünyaya döneyim de ALLAHIN murat
ettiği gibi iyi bir insan olayım” diyeceğimiz gündür…
O gün iblisin de “Ben sizden uzağım. Gerçekten ben, siz (insanların yaratılışı gereği)
göremediğiniz şeyleri görüyorum. Muhakkak ki ben, Allah'tan korkarım.” dedi. Ve (ben yakinen
bilirim ki) Allah azabı şiddetli olandır. Enfal 48] diye itiraf edeceği gündür.
[ Zilzal suresi 1 - 6; Sarsıldığı zaman o Arz şiddetli sarsıntısı ile.
Mutlak son günde, altıncı günün bitiminde olacak sahneden bir bölüm tanımlanıyor.
Evrenin, Dünyaların santrifüj ve radyal kuvvetlerin dengesinin bozulduğu, vibrasyonla,
titreşimlerle, (bu sur ses dalgalarıdır) darbelenen maddenin enginliklerindeki sarsıntı, yıkılma,
kendi içine çökme, maddeyi dağılmadan birlikte bir bütün olarak tutan etkenlerin
çözülmesi/çökmesi vb.
Ve arz (madde) dışarı çıkardı AĞIRLIKLARINI, (madde, kendisini yoğunlaştıran şeyi boşalttı)
Ona, yani arza ait olan, arzın-maddenin doğasında var olan, ağırlık eylemine neden olan kütle
çekim kuvvetini, enerjiyi boşalttı. Çekim kuvvetinin yarattığı AĞIRLIK EYLEMİ budur. Birazdan
daha detaylı göreceğiz, atomların yapay bir kuvvet olarak oluşturduğu Gravitasyon, kütle çekim
kuvveti bu Ağırlık sözcüğü ile ifade edilen enerjidir. Çünkü O gün evren cam gibi dümdüz,
pürüzsüz düz levha gibi olacak, rotasyon, küre, elektro-manyetik-gravity motor döngülerinin
aktivasyonu son bulacaktır. ‘Ve arz (madde) AĞIRLIKLARINI dışarı çıkardı’ kalıbı bunu açıkça
anlatıyor…
Ve insan dedi “Ona ne oluyor?
O gün hayatta olanların şahit olacağı olağanüstü bir olayın tanımlanması.
Rabbinin ona (arz’a, maddeye) VAHYETMESİYLE,
Demek ki vahiy tekke kültürünün zan ettiği şey değil; emir-bilgi iletişim, haberleşme, matematik
kodlama, sevk ve idare, kontrol anlamındadır.
İzin günü kendi haberlerini Rabbin ona vahiy etmesiyle.
Arz, yani madde, yani evrendeki her partikül, her hücre, her şey, bu hayatta iken her salisesini
dahi hafızasına kayıt ettiği bilgileri açıkça ortaya koyacaktır. Hafızanın okunması gibi
algılayabiliriz.
İzin günü insanlar, amellerinin (hayattayken yaptığı çalışmalarının, iyi veya kötü her tür
düşüncelerinin dahi) kendilerine gösterilmesi için dağınık olarak (iç içe girmiş karmaşık saçlar
halinde, helis spiraller gibi) ortaya çıkacaklar. Zilzal suresi 1 - 6]
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
173
18 000 ÂLEM YALANI VE 18 GERÇEĞİ NEDİR?
Emevi-Abbasî rivayet-hadismatik torbalarında imal edilmiş bir tekerleme vardır, hem de
asırlardır; “Yaratmazdım 18 000 âlemi seni yaratmasaydım Ey sevgilim Muhammed…” (*)
Tamamı yalan, uydurma bu utanç kaynağı olan safsatayı büyük temiz akılla düşünenler sormaz
mı; “Siz Yüce ALLAH’I rakamlarla mı sınırlıyorsunuz, 18000 âlemi yarattı da 18001 âlemi
yaratmaya gücü mü yetmedi?
Bu şatafatlı yalan hangi QUR’AN’DA yazmaktadır?
Yüce ALLAH bunu Resulüne söylerken siz yanında mıydınız?
ALLAH Resulü böyle bir şey söylemiş midir? (Asla! Zati şahanelerini tenzih ederim)…
Bu uydurma yalanla siz Yüce ALLAHA iftira etmiyor musunuz, mahiyetini bilmeden nasıl olurda
bu kadar çirkin bir şeyi asırlardır insanlara yutturursunuz?”…
Siz Isra 36 ve Yunus 69 ayetlerini okumadınız mı;
[ Bilmediğin bir şeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz ve idrak eden organlar, kalp, bunların hepsi
o (yaptığı)ndan sorumludur.]
[ De ki “muhakkak ki ALLAH’A yalanla iftira edenler felaha, kurtuluşa eremezler. Yunus 69]
Şimdi QUR’AN’IN gerçeğine dönelim; QUR’AN’IN yüce yüce bilgilerine ulaşmak isteyenlere ısrarla
gerçeğin de gerçeklerini öğretmek için sık sık yer değindiği konuların birisi de "sema tekil,
semavat çoğul kavramlarıdır.
Yüce Allah'ın yaratıklarının, mülkünün ve kudretinin açıklandığı ayetlerde genellikle "semaya”
vurgu yapılmadan geçilmemektedir. Kudret ve sema, semavat (gök ve gökler) sözcükleri birlikte
kullanılır.
QUR’AN’IN 36 yerinde semalarda (evrenlerde) akıl taşımayan nesnelerden söz edilir. Üstelik
Yasin suresi de 36ncı suredir.
1 yerde, semalarda bulunanların kıyametin dehşetinden korktuklarından,
2 yerde, semaların meleklerin yeri olduğundan,
2 yerde, Allah’ın semayı bina ettiğinden söz edilmektedir.
4 yerde, semadakilerin Allah'a secde ettiklerinden,
4 yerde, semanın veya semalardaki ordulardan, topluluklardan,
4 yerde, semanın kapılarından,
5 yerde, semayı inşa ettiğinden,
18 yerinde de semalardaki akıllı kimselerden (varlıklardan) söz edilir,
Benim kısaca üzerinde duracağım konu; QUR’AN’DA 18 yerde semalardaki akıllı varlıklardan,
kimselerden söz edilmesidir.
“Yaratmazdım 18 000 âlemi seni yaratmasaydım Ey sevgilim Muhammed”… Safsatasını
uyduranların dayandığı ve mahiyetini anlamadıkları için de esas anlatılmak isteneni
değiştirdikleri nokta bu olabilir. 18 rakamını 18 000 yapmak zor mu? Bedava üç sıfır!.
18 rakamını bedava üç sıfırla 18000 yaptılar, QUR’AN’DA 18 yerde geçen ‘semalarda akıllı
varlıklar’ ifadesini de 18 000 âlem olarak değiştirdiler, bunlar yetmiyormuş gibi; haşa ve haşa
yüce ALLAHIN “Yaratmazdım 18 000 âlemi seni yaratmasaydım Ey sevgilim Muhammed…”
dediğini neye dayanarak söyler, yazarçizerler anlamak mümkün değil. (**)
(*) Bu utanç verici yalanı, iftirayı açıklayabilmek için buraya yazmak zorunda kaldım. Ancak utancım ve ıstırabım bu sayfalara yansıyamaz. Böyle
çirkin bir iftiradan, yalandan Yüce ALLAHA Sığınırım. İşin en acı tarafı da bu yalanı uyduranlar “ ben Müslümanım’ diyenlerdir, hem de 1300
senedir. Bu çirkin yalanları yabancılar yapmadı, kendi içlerindeki fasıklar yaptı ve hala yapmaktadırlar.
(**)Bunların 1400 sene secdeden kalkmadan affı-mağfiret dilemeli gerekir bu gibi çirkin hatalarından dolayı.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
174
Üstelik QUR’AN açıkça öğretir [ Ve kim Allah’a yalanla iftira edenden daha zalimdir? İşte onlar
Rab’lerine arz edilirler. Ve şahitler (üst bilgiyle gerçeği bizzat görerek bilenler demektir) “İşte
bunlar Rab’lerine yalan söyleyenlerdir.” derler. Allah’ın lâneti zalimlerin üzerine değil mi? HÛD
18] (*)
Galiba QUR’AN’DA [ Ve biz seni, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. Enbiya 107] (**)
Yüce ALLAH’IN bu ayetini yanlış ve tersine çevirerek okudular, 18 yerde geçen akıllı varlıklar
olabileceğini ima eden rakamı da bir şekilde istatistik yapanlardan duydular. Başladılar Hz. İsa
hakkında uydurulan tanrısal masallardan daha etkili masallar uydurmaya.
Rekabet bu ya!!!. “İsa’dan aşağı kalmak olur mu canım!. benim peygamberim seninkinden
daha büyüktür” zırvalamaları gibi!. “Hristiyanlar İsa’nın tanrının oğlu olduğunu çığırırsa, benim
Peygamberim nasıl 18 âlemin yaratılmasına vesile olamaz. On sekiz az olur nasıl olsa sıfırlar
bedava gel biz bunu 18 000 âlem yapalım” dediler ve pembe masallarla süsleyip asırlardır
insanlara da “Yaratmazdım 18 000 âlemi seni yaratmasaydım Ey habibi Muhammed…” iftira ve
yalanını yutturdular. Kendi dinini kendisi bizzat okumadan başkalarından kaval dinler gibi
dinleyenlerde asırlardır bu yalana inandılar ve hala günümüzde de inananlar pek çoktur. Tuzu
biberi de uydurulmuş hadisler…
Üstelik pek çok Qur’an meal-tefsirlerinde de yüce ALLAH’IN Resulüne ‘sevgilim-habibi’ şeklinde
hitap ettiği iftirasını da eklediler. Bu alenen küfür değildir de nedir?
Hangi QUR’AN’DA Yüce ALLAH ‘habibi, sevgilim Muhammed’ demektedir?.
[ Bilmediğin bir şeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz ve idrak eden organ, kalp, bunların hepsi o
(yaptığı)ndan sorumludur. Isra 36]
[ Ve kim Allah’a yalanla iftira edenden daha zalimdir? Hud 18]
Demek ki; asırlardır Müslümanların dördüncü sınıf olmalarının nedenleri dışarıda değil,
içeridedir.
[ O'NDAN İSTERLER (DİLERLER) GÖKLERDE VE YERDE OLAN KİMSELER. O her gün bir şe'n dedir
(ayrı bir tecelli, yeni bir oluş, yeni bir) yaratıştadır (veya devamlı yaratmaktadır). Rahman 29]
Arapça okunuşu; [Yes’eluhu MEN fis semâvâti (***) vel ard (arz veya ardı), külle yevmin huve fî
şe’nin. Rahman 29]
Ayette geçen ‘MEN’ İngilizceye de geçmiştir ve erkek ve kadını ayırt etmeden ‘kimseler, kimse,
insan, akıllı varlık vb.’ anlamındadır. Ayetteki ‘men fis semâvâti’ göklerdeki kimseler demektir
Araştırmalarımda 18 hakkında ciddi bir veri; Sümerce de, Kah-Dorshar-RA, ifrat derecesinde
saf, mübarek, kutsal enerji veya hayatın kaynağı anlamındadır. Kah-Dorshar-RA sözcüğü; bundan
daha saf, daha mübarek, daha kutsal yok anlamındadır.
Kah-Dorshar-RA aynı zamanda Ulema Anunnaki kendisine ait eğitim verdiği okulun da ikinci ders
sınıfıdır ve buradaki KOD adı da 18 dir. Hür masonlar da 18nci mason derecesine ulaşarak
Kadosh, Kaddos (kutsal, mübarek anlamında) unvanını alırlar!.
(*) dikkat edilirse, Yüce ALLAHA karşı uydurulan 18 000 uydurma yalanın cezası; Hûd 18nci ayette açıkça belirtilmektedir. Oysa Qur’an bu
uydurma hadisten yüzlerce sene önce vahiy edildi…
(**)[ Ve biz seni, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. Enbiya 107] bu ayeti de evire çevire yanlış meal ederler… Bu ayette anlatılmak
istenen Hz. Muhammed’in RAHMET olması değildir, Hz. Muhammed’in şahsında QUR’AN âlemlere Rahmet olarak gönderilmiştir. Yani alemlere
RAHMET olan QUR’AN’DIR… İnsan rahmet kanyağı olamaz, rahmet de olamaz. Rahmet sadece Yüce Yaradan’a mahsustur. İncil’deki Muhammed
yazımızda açıkladık. Hz. Muhammedi O en yüce makama ulaştıran seçilmiş olmasıdır, QUR’AN’IN onunla âlemlere Rahmet olarak gönderilmesidir
ayetin esas anlamı.
(***) ‘semâvâti’ herhangi gök değil, bu sözcük işaret zamiri içerir ve O gökler veya O katmanlar veya O tarafta kimselerin olduğu gökler
demektir. Sema, semevat ve semevati farklı anlamlardadır… Biz, dünyada yaşayan bizler bu evrende yalnız değiliz. Olmamız zaten mümkün de
değildir… Evrende zaman ve hayat 1 ve 2 kitabımızda açıklamıştık.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
175
Hebrew dillerinde de Kadosh sözcüğü Kuddüs (mübarek) anlamında yerini almış.
Kadosh, Kouddos, Koddos sözcüğü, en son durağı Arapça ve birçok Ortadoğu dillerine
Moukadass (mukaddes), Arapçaya da Mübarak olarak geçmiş olup Sümercedir.
Sümerce Kira’at; Anunnaki’nin konferansları-öğretileri demektir. Arapçada bu sözcük
günümüzde de kıraat olarak telaffuz edilmektedir.
Kama-Kira’at; Anunnaki’nin genel kütüphanesi, genel bilgi hazinesi demektir.
Kitbahan Sohaf; Anunnakinin yazılı kitaplar halinde düzenlenmiş kütüphane salonu demektir.
Kitbahen; yazılı dokuman demektir. Günümüzdeki kitap sözcüğü de Sümercedir.
Sohaf; kütüphanedeki kitapların listesi veya aranan konunun bulunmasını sağlayan düzen,
direktör demektir. Türkçe de sofa yani alan, yani büyük giriş odası olarak günümüzde de
kullanmaktadır.
Benim için en önemli veri Anunnaki AKASHIC adıyla bilinen kütüphanesidir ki, yaşanmış ve
olmuş her olayın, her bilginin yazıya aktarılması ve doküman olarak arşivlenmesi ve muhafaza
edilmesidir. İşte bu harikalardan da harika bilgelik bugünün medeniyetinin temellerini atmıştır…
Bunu yapanlar Kenger Uruk’unun Türkleridir.
1850lerden sonra Batının durdurulamayan yükselişleri, bilimsel üstünlükleri Sümer
tabletlerinin tercüme edilen verileriyle olmuştur.
Kharta; harita demek olup Arapçada kHarita olarak telaffuz edilmektedir.
Piri reisin haritasının da kaynağı, orijini Medyen’e Kengerin Sümer’inden geçtiği kanaatim çok
yüksektir; ‘Dünya Atlantis’in akıbetine gidiyor’ kitabımızda açıklayacağız.
Sümer anılarını ve Sanskritçe dillerini de öğrenmiş olmalıdır ki Muhammed İkbal, Müfredat (*)
dediğimiz şaheser kitabını bizlere armağan etmiştir. İkbalin bilgi kaynağı akademik disiplinle
hakim olduğu lisan Sanskritçedir, çünkü kendisi Hindistanlı bilge bir Müslümandır.
Sümerce;
Maktoub; yazılmış kitap veya yazılmış kader anlamında olup, mektup olarak günümüzde de
telaffuz edilmektedir.
Mounawar, Münevver, aydın kişi anlamında aydınlatan bilge usta demektir.
Mouzakaraat; günlük notlar demek olup günümüzde de müzakere anlamında telaffuz
edilmektedir.
Açıkça görüldüğü gibi, gerek Qur’an’ın gerekse İncil ve Tevrat sözcüklerinin, anlamlarının, hatta
şiirsel üslupla edebi yapısının kaynağı Kenger-Sümercedir.
Orijinal kaynağı Kenger Uruk’unun (milletinin) Sümerce lisanından birkaç sözcüğü hafızada
tutarak konumuza devam edelim;
(*) İkbal'e göre Qur'an'ın tasvir ettiği mümin tamamen aktif bir insandır, uyuyan değil!..
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
176
ÜÇ BOYUTLU EVREN VE HER ŞEY BÜYÜK-BÜYÜK OKYANUSUN İÇİNDEKİ BİR
KABARCIĞIN BOŞLUĞUNDADIR…
Tevrat Tekvin / Bölüm ½;
Tanrı`nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu. Dikkat edilirse ‘Ruhun’ suların üstünde olduğu
bir ortamdan söz ediliyor.
Okuyucularıma hatırlatmak isterim, bu sayfalardan itibaren gerçek anlamda akıl fırtınasına
girmek üzereyiz. AKLIN sınırlarını zorlayacak konulara girmek üzereyiz.
[ Onu tesviye edip düzene koyup biçimlendirdiğim ve ona (Can veren) RUHUMDAN üflediğim
zaman hemen (çarçabuk, yere düşün, anında, derhal) ona secdeye kapanın. QUR’AN/Hicr 29]
Bizleri İnsan ve sorumlu yapan en büyük emanet edilmiş birinci hazine ‘ona RUHUMDAN
üflediğim zaman’ yani Yüce ALLAH’DAN, O ilahi emaneti (ilahi enerjiden) taşımamızdır. Bu en
değerli emanet bizi insan yapan, sorumlu tutan, tutacak olan ilahi cevherdir.
Bu gerçeği idrak ederek, bilerek yaşayan insan, asla, asla kötü bir şey düşünemez bile, kaldı ki
kötülük yapabilsin. Bu gerçeği AKILLA idrak etmek (zikr budur) bir insanın sahip olabileceği en
değerli hazinedir. İnsan insanı olabilmek bu hazinenin kurallarıyla yaşamakla mümkündür.
Yüce ALLAH’IN “Söyle, Ben onlara can (şah) damarından daha yakınım” demesinin sebebi bu
olsa gerek. Bu en yüce emanete hakkiyle layık olunduğu sürece İnsan İnsanı oluruz. Aksi halde!.
RUH konusunda herhangi bir şey yazamayacağım. Çünkü hiç bir şey bilmiyorum, genlerimde de
RUH’A ait hiç bir bilgi YOKTUR. RUH hakkında hiç bir insan da hiç bir şey bilemeyecektir… RUH
hakkında her kim ne konuşuyorsa, yazıyorsa kesinlikle yalandır, hurafedir, O iblisin yandaşıdır.
[ Sana RUH hakkında sorarlar. De ki RUH Rabbimin emrindedir (sadece O’nun kontrolündedir).
Ancak size ilimden çok, çok az bir şey verilmiştir. Isra 85] ‘siz RUH’U idrak edemezsiniz, bilgi
bankanızda RUH’U anlayacak, kavrayacak bilgi, adres yoktur’ anlamı da ayetin içindedir.
[ (insanlar) Ve O'nun ilminden, O'nun dilediğinden başka bir şeyi asla kavrayamazlar.
O'NUN KÜRSÜSÜ GÖKLERİ VE YERİ KAPLAMIŞTIR. Ve o ikisini muhafaza etmek (yerlerin ve
göklerin dengesini korumak, süper pozisyonda tutmak, gözetmek), kendisine zor gelmez ve O
Alâ'dır (en yücedir), Azîm'dir (en büyüktür). Bakara 255]
Dikkat edilirse ayete yön veren son iki sıfat Âlâ ve Azim olup ayetin ciddiyetini ve bilimsel
enginliğini kavrayabilmemiz için bizi yönlendirmektedir. QUR’AN’IN bilimsel değerleri olan
verileri anlamak için bu ayrıntıya çok dikkat edilmesi gerekir. Ayetlerin sonundaki ALLAH’IN
sıfatı, ayetin içeriğine yön veren ilk anahtardır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
177
Bir örnek; Bakara 255 ayetindeki ana tema ‘O'NUN KÜRSÜSÜ GÖKLERİ VE YERİ KAPLAMIŞTIR’
ifadesidir. Bu cümlenin içeriğindeki azameti, en büyüklüğü, en yüce makamı gibi en yücelikleri
içerirken ayetin bitiminde Yüce ALLAH’IN “Alâ'dır (en yücedir), Azîm'dir (en büyüktür)” sıfatları
kullanılmıştır. Rahman, Rahim, Semi, Basir vb. gibi sıfatları kullanılmadı…
[“Hanginiz en güzel ameli (faydalı çalışmaları, icatları, keşifleri) yapacak diye sizi İMTİHAN etmek
için 6 GÜNDE semaları ve yeryüzünü yaratan O'dur. VE O'NUN ARŞI SU ÜZERİNDE İDİ.
Eğer sen; “Muhakkak ki siz, ölümden sonra beas edileceksiniz (diriltileceksiniz).” dersen, kâfir
olan (gerçeği örten) kimseler mutlaka derler; “Bu ancak apaçık bir sihirdir.” Hud 7]
Soralım; bu devasa evrenler, bu harika dünyalar, bu akıllara durgunluk veren muhteşemlikler
sadece insanın imtihanı için mi ALTI GÜNDE yaratıldı?...
EVET, Yüce Allah, RUHUNDAN üflediği, emanet ettiği, halife dediği, çok değer verdiği, en güzel
bicimde (geometride) icat edip hayat verdiği insan için yaratıldı. İşte bunun hesabını
vereceğiz…
[O (Allah) ki, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yarattı. Bakara 29]
Haydi, hep beraber en iyi, daha iyi, daha-daha iyi insan olmak için başlayalım… Bu muhteşem
ödüle layık olmak için caht edelim. 4 veya 5 veya 6 veya 7 boyutlu maddelerden yaratılmış
dünyalara gitmeyi hedefleyelim. İki veya 1 boyutlu küre dünyalar çok elem verici…
“O'NUN KÜRSÜSÜ GÖKLERİ VE YERİ KAPLAMIŞTIR “ kaplamak sözcüğü ne demektir, biraz
açmamız gerekmektedir. Ayette geçen ‘vesia’ sözcüğü; genişliği her tarafı kapladı, kuşattı,
kapsadı anlamlarını içerir.
Gökleri ve yerin kaplanması cümlesinin tek bir anlamı çıkar karşımıza; üç boyutlu madde olan
göklerin, yerlerin, evrenlerin, bizlerin, her şeyin; O kürsünün de üzerinde olduğu SU tarafından
dışarıdan kaplanıp gökleri ve yeri içine almasıdır.
Dikkat edilirse, devamlı olarak vurgulanan; göklerin ve yerlerin O kürsü tarafından 360 derece
her yönden kaplanıp, muhafaza edilircesine bulunduğumuz evrenin içeride tutulması, her şeyin
içerde olduğunu anlatmaktadır. Kaçacak hiç bir yer YOK!. Çatlak veya gedik te yok
[Yedi gökler olarak yaratan O’dur. Rahman’ın yaratmasında bir uyumsuzluk göremezsin. Haydi,
bakışını çevir (tekrar bak), bir yarık (çatlak) görüyor musun? Sonra iki defa daha bakışını çevir.
Bakışın aciz ve yorgun olarak sana (geri) döner. Mülk 3,4 ]
.
Gözlenebilen bu ve gözlenemeyen başka evrenler de ve istisnasız her şey büyük-büyük
okyanusun içindeki bir kabarcığın içindedir. Hatırlayalım ‘Tanrı`nın Ruhu suların üzerinde
dalgalanıyordu’.
Bütün evren ve içindekiler ve her şey ilk önce iki asal malzemeden DUHHAN çiftinden yaratıldı.
Andaş olarak ilk biçimsel madde Hidrojen atomunun en temel yapı taşları, yani bileşenleri
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
178
yaratıldı. İstisnasız her element de hidrojenden yaratıldı… Bütün elementlerin Atası kesinlikle ve
kesinlikle hidrojen atomudur…
Atomun, atomların, maddenin, evrenin en temel taşı, ilksel madde ise DUHHAN çiftleridir.
Evren kendini oluşturan DUHHAN’IN içinde üç boyutlu maddi varlıktır.
Hidrojen atomunun ve istisnasız bütün bileşenlerinin (elektron, proton, nötron, muon, mezon,
nötrino vb.) temel malzemesi sadece DUHHAN (*) çiftidir ve evrendeki istisnasız her şey
DUHHAN çiftinden yaratılmıştır.
Bütünüyle bu evren her şeyiyle sadece iki temel malzemeden yaratılmıştır. Bu iki temel şey
(Duhhan çifti) yoğunlaştığı anda, andaş olarak yoğunlaşan enerji veya bizim şimdilik
tanımadığımız bir enerji bu iki temel malzemeyi birleştirdi. Bu iki zıt madde birleşti ve Evrende
zıtlıklar, her şeyin çift yaratılması da gerçekleşmiş oldu…
Yani madde, kütle meydana gelirken andaş iki yapay (suni, sonradan olma) kuvvet daha oluştu
ve bu üç boyutlu hayatın faaliyetleri, sayısız rotasyonlar, elektromanyetik-gravity-motor, sonsuz
sayıda hareketler andaş olarak sahneye çıktı.
1977 de keşfettim ve netlikle biliyorum ve geleceğin tarihleri de yazacaktır; sadece çekme
eğiliminde olan Gravitasyon kuvvet, yani kütle çekim kuvveti ışık hızının karesi seviyesinde ki
hızdadır. Gravitasyonun süper yüksek hızından dolayı şimdilik anlayamıyoruz(**). Belki
geleceğin bilimcilerinin ortaya çıkaracağı bu çalışmamın günümüzde kabul edilmesini de
bekleyemem.
.
Eminim, bilim bir gün Gravitasyon, kütle çekim kuvvetinin şimdilik bilemediğimiz kayıp
kutbunu da bulacak veya neden tek kutuplu olduğunu da anlayacaktır. Öncelikle bu müthiş
hızı anlaması, kavraması ve matematik modelle tanımlanması gerekmektedir.
Gravitasyon kütle çekim kuvveti şimdilik tek kutuplu görünüyor, oysa evrende Yüce ALLAH her
şeyi çift yarattı;
[Ve Biz, her şeyden ÇİFT YARATTIK. Umulur ki böylece siz öğüt alıp düşünürsünüz. Zariyat 49]
Kütle çekim kuvveti neden tek kutupludur, neden sadece çekme kuvvetini sergiler? İnsanoğlu,
şayet diğer kutbunu bulursa evreni bir parkı gezer gibi gezecek enerjiyi kullanmaya başlar.
Açıkça söyleyebilirim; şimdilik diğer kutbu hakkında en küçük bir bilgi sahibi olamadığımızın ve
tanıyamamamızın tek nedeni; kütle çekim kuvvetinin hızının Işık hızının karesi seviyesindeki
hızından dolayıdır.
M.S. 1100lerde Işığın sesten çok daha hızlı olduğu konularını, ayni miktarlarda sıcak ve soğuk SU
arasındaki yoğunluk farklarını 0,041677 olarak tespit etmiş Atam Ebu Reyhan El-Biruni ciddi
miraslar bırakmıştır. Ebu Reyhan El-Biruniden asırlar sonra 1907’lerde de evrende Işığın hızı
mutlak son hız limiti olarak kabul edildi.
Oysa Işık hızı (***) evrende mutlak son hız limiti değildir. Ancak hiç bir cisim Işık hızında bile
seyahat edemez bu da şimdilik doğrudur.
(*) Bu sözcüğün aslı DUHAN’DIR. İki en temel ve birbirinin zıttı olan öğeler olduğu için saygımdan dolayı iki ‘H’ harfi kullandım ve DUHHAN
dedim.
(**) Bu sadece bize aittir ve ABD de birçok araştırma laboratuvarı ön detaylarını çok istemesine rağmen hiç bir detay vermedim. Çünkü NASA ve
Los Alamos ulusal laboratuvarları çok önemli bir başka keşfimi gözümün içine bakarak 2004 senesinde çaldılar. Evrende zaman ve hayat 1 ve 2
kitaplarımızda açıklamıştım.
(***) Işığın, elektromanyetik dalgaların hızı 299.792 metre /saniyedir. Işık hızının ilk başarılı tahmini 1675'te Danimarkalı astronom Ole
Roemer yapmıştır, Hristiyanlar giyotinle insan öldürürken, Müslümanlar da tekke köşelerinde uyurken!.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
179
Işığın kendisi de ışık hızında seyahat etmez, edemez; YOK BÖYLE BİR ŞEY. Işığa bu hızı yaptıran
yani, evrende bu hızda seyahat ettiren ışığın kendisi değil, maddeyi ve evreni oluşturmuş ve
istisnasız her noktasıyla evreni dolduran DUHHAN çiftleridir. Evren her noktasıyla DUHHAN
çiftleriyle doludur.
DUHHAN okyanusu olmasaydı; farklı şiddet ve farklı frekanslarda Işık farklı hızlarda yol alırdı.
Yok böyle bir şey!...
Ses dalgalarının yayılması için maddi ortam gerekir, bu da hava ve maddi ortamdır.
Işık ve tüm elektromanyetik dalgaların şaşmaz sabit bir hızla yayılması için son derece akıllı, en
yüksek matematikle düzenlenmiş, ölçülendirilmiş (işte bu KADER demektir) son derece hatasız
çalışan maddi bir ortam gerekir. Bu ortam da DUHHAN çiftleriyle dolu evrenlerdir.
Evrenin varlık sebebi ve Evrenleri dolduran DUHHANDIR.
Şayet DUHHAN olmasaydı, kuvvetli Işığın zayıf ışıklardan, kısa dalga boyundaki ışığın uzun
dalga boyundaki ışıktan farklı hızlarda yol almaları gerekirdi, gerekebilirdi. Aralarında belirgin
hız farklılıkları olmalıdır… Bugün çok iyi biliyoruz ki hızlarında herhangi bir fark YOKTUR!.
Evren; istisnasız her noktası DUHHAN çiftleriyle doludur. Madde ve evrenler 6 günde DUHHAN
çiftlerinden yaratılmıştır. Yaratılmış her şey çifttir ve kendi zıttı ile ancak vücut bulabilir.
Sonsuz sayıda farklı frekansı, farklı dalga boyları ve farklı enerjisi olan elektromanyetik
dalgaları MUTLAK sabit hızla taşıyan, evreni dolduran DUHHAN çiftleridir. Işık hızının
limitlenmiş kerameti ışıkta değildir, Işığı O hız limitinde taşıyan, yayan DUHHANDIR.
Bu hız sabitesinin tartışmasız tek nedeni DUHHAN çiftleriyle dolu evrendir, DUHHAN
ortamıdır, Işığın kendisi değildir… Bunu her alanda, photelectrik görüngüsünde de
kanıtlamaktayım ki Işık dalgadır, foton değil.
Işık ve tüm elektromanyetik dalgaların şaşmaz sabit bir hızla yayan DUHHAN çiftleridir.
Çünkü elektrik akımı iletkenin geçirgenlik özelliği ile farklı hızlarda iletkende akar. Elektrik
akımının hızını tayin eden iletkenin fiziki yapısıdır, direncidir.
Işık, suda ve camda farklı hızlarda yayınır.
Bütün bunlar kanıtlar ki; Işık evrende DUHHAN deryasında sabit hızla yayınır. Bu sabit hızı
tayin eden DUHHANDIR, Işığın kendisi değil.
Su dalgaları bunun en net kanıtıdır ancak her detayı ile bize ait olan deney verilerini ve net
sonuçlarını bu kitaba alamayacağım.
Micelhson Morley deneyinin çarpık anlaşılmasından dolayı Evren boştur, ether (Sümerler buna
Lin dedi, ben buna DUHHAN dedim) yoktur, Işık hızı evrendeki limittir şeklinde kabul edildi. Işığın
boş evrende yayıldığını kurallaştırmak hataydı diyemeyiz, bu bilime karşı ciddi şekilde saygısızlık
olur. Fakat en azından açık kapı bırakmaları gerekirdi. Çünkü bilim durmaksızın kendini
yenileyen en büyük erdemdir. Bilim adına bu af edilemez hatayı yapanların, tekke köşelerinde
huuu çekerek cennete bilet verenlerden farkı olamaz.
‘Nasıl olurda sonsuz farklılıklardaki elektromanyetik dalgalar sabit hızla yayınırlar?’ sorusu
sorulsaydı ve bu sorunun üzerine gidilseydi, bilim belki daha iyi yerlerde olabilirdi diye sızlanırım
çoğu kez. Bu konunun tüm detayını ‘IŞILDAYAN VE TİTREYEN ATOMLAR’ kitabımızda yazıyoruz.
Bu kısa ve farklı konulara ve açıklamalara temas etmemin nedeni; esas konumuz olan ALTIGENİ
mümkün olduğu kadar aksaksız anlatabilmek için geniş bir alanda, farklı gibi görünen ancak
birbirine ilişkin konulara değinmek zorundayım.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
180
Aşağıda yazacağım ayetlerde en çok dikkat edilmesi gereken nehirler ve cennetler çoğul olarak
her ayette açıkça belirtilmektedir. Bu çoğul ifadelere çok dikkat etmemiz gerekmektedir.
Biz insanların perspektifinden bakarak ‘Alt yanından, altından, zemininden ırmaklar akan’ ne
demektir, sorusunun üzerine gidebildiğimiz kadar gitmeliyiz.
Dünyada hangi koordinatta, hangi noktada olursa olsun, insan başının üst tarafını yukarı,
ayağının alt tarafını aşağı taraf olarak bilecektir. Bunu bize duygulattıran genlerimize kodlanmış
programlardır. Bunu algılayan da beynimizdeki jiroskoptur. Her konumda bizi dengeye çağıran
ve dengede tutan organik mekanizmadır. Güney ve kuzey kutup noktalarında ve doğu ve batı,
180 derece diğer taraftaki iki gözlemci de taban tabana zıt 180 derece çizgi üzerindedirler ancak
bu dört deneyci de baş taraflarına ‘yukarıdır’ diyecektir.
Bu ayetlere hangi perspektiften bakarsak bakalım kesinlikle etrafı ve sınırları olan bir yerlerdeyiz
ve dış tarafımızda da durmaksızın hareket halinde olan sular, okyanuslar kere büyük
okyanusların içinde bir damla kabarcığın içindeyiz. Bu kabarcık evrenimizdir.
QUR’AN [Ve semayı MUHAFAZA edilmiş (korunmuş, süper pozisyonda dengelenmiş) bir kubbe
yaptık. Ve onlar, O'nun ayetlerinden yüz çevirenlerdir. Enbiya 32]
Hani evren genişliyordu?!. Muhafaza edilen, korunan şey genişler mi?
Tevrat Tekvin Bölüm 1;
1. Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.
2. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. TANRI`NIN RUHU SULARIN
ÜZERİNDE DALGALANIYORDU.
6. Tanrı, “Suların ortasında bir kubbe olsun, suları sulardan (veya birbirinden) ayırsın” diye
emretti, planladı, düzenlerdi vb. (Yahudilerin ‘buyurdu’ olarak anlamsızca çevirirler).
7. Ve öyle oldu. Tanrı gök kubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki SULARI ÜSTÜNDEKİ SULARDAN
ayırdı. (hangi SULAR hangi SULARDAN ayrıldı, şimdilik bunu atlayalım. Ancak görüldüğü gibi
açıkça bir boşluk oluştu denmektedir)
8. Kubbeye “Gök” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.
9. Tanrı, “Göğün altındaki sular bir yere toplansın, kuru toprak görünsün” diye emretti
(buyurdu) ve öyle oldu.
10. Kuru alana “Kara”, toplanan sulara “Deniz” adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.
Soralım en az 100 kadar Nobel ödülü almış Yahudilere, hatta Sevgili Musa’dan bu yana yaşamış
ve yaşayan tüm Tevrat âlimlerine, Yahudilere ve bütün insanlığa soruyorum, bu ayetten ne
anladılar acaba?
7). Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı.
SORALIM; HANGİ SULAR HANGİ SULARDAN AYRILDI?
[Sonra Biz, o ikisini şiddetle (birbirinden) ayırdık. Ve her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ
inanmazlar mı? QUR’AN Enbiya 30]
Soralım; ayrılan ve ayrıştırılan O iki şey nedir? Ayette açıkça; O iki şeyin şiddetle ayrıştırılması
ve hemen ardından da aynı cümlede hayatın SU ile başladığının anlatılması bizi en doğru
cevaba götürecek detaydır.
Bugün çok iyi biliyoruz ki, hayatın birinci derecede muhtaç olduğu oksijenin kaynağının çok
büyük bir bölümü denizlerin diplerinde yaşayan ve milyarlarca üreyip diğer canlılarında en temel
besin kaynağı olan ve hayatın nerdeyse başlangıcı olarak yorumladığım planktonlardır. Bu
mikroskobik canlılar başka bir gezegene göç ederse ne karada, ne de denizlerde canlı kalmaz.
Her dakika 18-20 kez ciğerlerimize almak zorunda olduğumuz oksijenin büyük bir bölümü bu
mikroskobik canlılar tarafında üretilir ve bizi boğulmaktan kurtarır. Önce O canlıları Yaratan Yüce
Allaha Hamd edelim ve O canlılara da minnet borcumuz var dersem hatamı ederim?
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
181
Tekvin 6. “Suların ortasında bir kubbe olsun, suları sulardan (birbirinden) ayırsın”
‘Suların ortasındaki kubbe’ ifadesi açıkça göstermektedir; bu üçboyutlu maddi evrenler bu
kubbenin, kürenin, bu SU baloncuğunun içindedirler. 360 derece her tarafı sularla çevrili, sularla
kaplanmış evrenlerde yaşamaktayız. Gezegenimizin hangi noktasında olursak olalım, tepe
tarafımızı her zaman kubbe-tavan olarak algılarız. Bu da; QUR’AN ve TEVRAT’IN bize açıkça her
tarafı sularla kaplı okyanusların içinde bir su kabarcığının içinde olduğumuz sahneyi öğreterek
öğretmektedir(*).
Aşağıda sıraladığım bütün bu ayetlerde aynı ifade kalıplarıyla açıkça anlatılmak istenen bir tek
hedef vardır. İçinde yaşadığımız evrenin, odanın, balonun her neyse hemen dışında SULARDAN
oluşmuş boyutları başka maddelerden yaratılmış bir ortam, ortamlar var…
O ortamın yaratıldığı madde de maalesef üç boyutlu değildir. Bu nedenle göklere kafamızdaki
gözlerle baktığımız zaman hiç bir şey algılayamıyoruz…
Bir diğer ifadeyle derim ki; Bu evren, kâinat, suların içindeki bir boşluktadır. Her noktası
DUHHAN çiftleriyle dolu bir SU kabarcığının içindeyiz.
Bu ayetlerin açıkça sergilediği manzarayı şöyle tanımlayabiliriz; bir insan şu veya bu şekilde
cennete yerleşti, cennetin alt tabanı, yani altı, altından-zemininden durmaksızın akan, hareket
halinde sular var demektir. Veya altında suların olduğu okyanusların çok üzerindelerdir.
Bu üç boyutlu maddi evren, evrenler, kâinatlar suların içindeki bir boşluğun içindedir.
İzin gününde, bu üç boyutlu ortamdan çıkıp cennete gitmeyi hak etmiş insan(lar) kesinlikle üç
boyuttan soyutlaşıp başka boyutlara ve ölümün olmadığı sonsuz bir hayata geçilecektir.
[Ve Rabbiniz'den olan mağfirete (bağışlanmayla) ve GENİŞLİĞİ YERLER VE GÖKLER KADAR
OLAN, muttekîler (inanmış ve faydalı çalışmalar yapan bilim insanları) için hazırlanmış olan
cennete koşun! Ali Imran 133] takva sahibi; faydalı çalışmalar yapan bilim insanları için özel cennet
sahnesi anlatılmaktadır ve bu ayette geçen özel cennet sözcüğü tekildir.
[Rabbinizden, bağışlanmak için ve GENİŞLİĞİ, YERYÜZÜ VE GÖKYÜZÜNÜN GENİŞLİĞİ KADAR
OLAN (Bu cümle de açıkça kanıtlar ki evren genişlemiyor), Allah'a ve O'nun Resûl'üne inananlar
için hazırlanmış olan cennete (kavuşmak için) yarışın. İşte bu, Allah'ın fazlıdır. Onu dilediğine
verir. Ve Allah, büyük fazl sahibidir. Hadid 21] bu ayetteki özel cennet sözcüğü de tekildir.
Ali İmran 133 ve Hadid 21 ayetleri cennetlerin nerdeyse sınırlarını dahi açıklamaktadır.
‘GENİŞLİĞİ YERYÜZÜ VE GÖKYÜZÜNÜN GENİŞLİĞİ KADAR OLAN’ cümlesi açıkça anlatmaktadır
ki; ‘Suları sulardan ayırdı’ ve ‘Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı’ cümlelerinin
enginliklerini kendiliğinden açıklar.
Hatırlayalım; [ ARŞ'I SU ÜZERİNDE BULUNURKEN, bakalım hanginiz daha güzel çalışmalar
yapacak diye, gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. Hûd 7]
Yine hatırlayalım; Tevrat/Tekvin 7; Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı.
Neden, ‘Suyu da Ben yarattım’ şeklinde hususi bir ayetin ve açıklamanın olmamasının en açık
kanıtıyla karşı karşıya geliyoruz. Bu şekilde bir ayetin gerçekten olmaması gerekiyordu ve
benzerini dahi ima edecek ayet olmaması gerekirdi ve gerçekten de YOKTUR.
(*) Yüce ALLAH bunu asırlardan sonra bu şekilde anlamayı nasip etti, HAMD VE SENA EDERİZ ÂLİM OLAN ALLAH’IMA. Fakat ben Müslüman bir
Türküm, vatanımda da kabul edilemeyecek bilimsel çalışmalarım asla değer de bulamaz… En azından adım Tony veya John olmalıydı!!!.
Müslümanlar kendi içinden çıkan bilim adamını asla kabul etmez, edemezler… Öldükten sonra da mezarına çaput bağlar çürüyen cesetten medet
umarlar… ve ALLAHA şirk koşarlar… ALLAHA dua ederken mezarlıklarda ellerini açar ‘bu falanca babanın, dedenin yüzü suyu hürmetine bana
şunu ver bunu ver’ diye zırvalar ve zannınca ALLAHA yalvardığını ve talepte bulunduğunu zan eder… Oysa şirkin içinin de içindedir…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
182
Saygın okuyucularımı emrivaki “işte bu budur, şu da şöyledir” gibi klasik saplantılarla değil,
bilgece sorup sorgulayıp AKLIN süzgecinden geçirerek bu sayfalara getirmekti muradım.
Neden mi? Benim asıl amacım böyle bir ayetin olmaması değil; aslında cevabın sorunun içinde
olduğunu kanıtlamaktı. Hiç bir yoruma, rivayetmatik masallara, pembe hikâyelere başvurmadan
okuyucularımı ve inançsız arkadaşları da bu kristal doğrultuya AKIL ve QUR’AN’IN AKLIYLA
getirmekti. Başarıyı verecek olan sadece Yüce ALLAHDIR. Üstün ve temiz AKILLA düşünen ve
okuyanlar bu zarafet içeren detayları anlayacaktır.
Bu evrendeki üç boyutlu maddelerden yaratılmış ve hala mahiyetini, gerçek kimyasını da tam
olarak henüz bilemediğimiz ve her gün içerek hayatta kalmamızı sağlayan üç boyutlu SU ile;
Evrenlerin dışındaki SU farklı boyutlardaki maddelerden oluşan SUDUR. Farklı kimyasalları
olan şimdilik hangi boyutlardaki maddelerden yaratıldığını bilemediğimiz SUDUR.
Biz insanların genlerimizde O suyun kimyasını, boyutlarını, hangi maddelerden yaratıldığını
kavrayacak ne herhangi bilgi var, ne de böyle bir bilgiye bu üç boyutlu varlığımızla ulaşabiliriz.
Çünkü genlerimizde bunu kavrayacak kod, bilgi, adres YOKTUR. Nasıl ki üç boyuttan başkaca
bir şey kavrayamayız, hayal bile edemeyiz, O SUYU da bu hayatta iken asla
kavrayamayacağız… Ancak varlığını bilmek te yasak değildir.
Bize, ne QUR’AN’DA, ne de Tevrat’ta ‘suyu da ben yarattım’ denmemesi gerekirdi.
ALAK suresi açıkça belirtmiştir. Biz insanların bilgi iletişim bankamıza, genlerimize programlanan
bilgilerden başka bir şeyi (O şey her neyse) asla, asla ve asla kavrayamayız, anlayamayız…
AKIL bu üç boyutlu evrende sınırsızdır… Ancak bundan ötede hiç bir şeyi hafızasında
biçimlendiremez ve tanıyamayacağını da idrak edebilir. İşte bu yüksek bilgi; TAKVADIR.
Bu evrendeki SU üç boyutlu maddelerden yaratılmış SU’DUR, diğeri!. Birazdan geleceğiz…
Hatırlayalım, QUR’AN, Bakara 255/ üçüncü cümlesi ne demişti? [ O’nun bildirdiklerinin
(öğrettiğinin) dışında insanlar, O'nun ilminden (Onun genlerimize öğrettiğinden, kodladığından
başka) hiçbir şeyi TAM OLARAK BİLEMEZLER. Bakara 255]
Mutlak sükûneti kavrayabilir miyiz, anlayıp anlatabilir miyiz? ASLA!. Evrende her şey her an
hareket halindeyken mutlak sükûnet de ne demek diye sormazlar mı?
En azından vücudumuzda, her an milyarlarca hücre şuradan buraya seyahat ederken hangi
sükûnetten söz edilebilir ki?
Eminim Okuyucularımda farkındalar; bu kısacık sayfalarda AKLIN sınırlarını zorlamaktayız…
Âlemlere RAHMET olarak gönderilmiş QUR’AN’IN bize öğrettiği bu nezih bilgilerin ışığında
ALTIGEN konumuza devam edelim.
Aşağıdaki ayetler bize ne anlatmak istiyor ki; daha bunun gibi onlarca ayetler var QUR’AN’DA.
[Ey insanlar! Rabbinize karşı takva sahibi (faydalı çalışmalar yapan bilge, üst bilgilere ulaşan bilgili
insanlar) olun. O saatin (kıyametin) zelzelesi (dehşetengiz sarsıntısı), muhakkak ki (hayatta iken
veya görmeden veya O olayı yaşamadan hafızalarınızın alamayacağı) çok büyük bir şeydir. Hacc 1]
Bu ayetler orijinal Arapçasında bile her bilim adamının büyük temiz aklıyla anlamadıkça sadece
cennetteki ırmakları veya süper lüks rüya gibi harika bir yaşamı anlatır. Bu lüks O çağın
insanlarının veya günümüzde de birçoklarının hayali olabilir… Şahsen ben öncelikle Yüce
ALLAHIMIN İlminin, Rızasının, Sevgisinin hayalindeyim… Üstün ilim sahibi olmayan da Rızasının
ne olduğunu bile idrak edemez… O öncelikle paldır güldür Rızasını talep eder ki; bu yanlıştır,
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
183
riyadır… ‘Rızasını talep edecek ne yaptın’ diye sorsalar ne cevap verecek? Söz konusu öncelikle
bilgidir. Ancak bilgi ile idrak eder ve nasıl idrak ettiğimizi de idrak ederek Rızasını talep edebiliriz.
Yüce ALLAH’IN Rızası pazarda satılan meta değildir… Hak etmek gerekir…
Bu ayetler, harika senaryoları sahneleyen perdenin hemen arkasındaki gerçekleri büyük temiz
akılla düşünen ve anlamaya çabalayan her bilim adamını bir tek hedefe yönlendirir. Bu hedef
sadece ALLAH’IN rızasını, sevgisini bilerek, hak ederek kazanmaktır.
Bilerek, idrak ederek inanan Amenü olmuş, olabilmiş veya olmaya çalışan her bilim adamı zaten
böyle harika lüks bir hayatın değil, öncelikle ALLAHDAN faydalı bilginin, sevgisinin, rızasının
peşindedir. Büyük akılla düşünen ve anlayan her bilim adamı durduramadığı, durdurmak ta
istemediği ihtirasının peşindedir. Bu ihtiras, daha çok öğrenmek, gerçeklerin gerçeklerini
öğrenmek ve öğretmektir, insanlara faydalı olmaktır. Cennet veya başka bir yerin talebini asla
düşünmez, çünkü akıbeti takdiri Yaratana bırakır. O ‘ben şu işi yaptım sevaba girdim’ hatasına
düşmeyecek, hatta düşünmeyecek kadar da doğal tevazu ve terbiye içindedir.
Hiç bir gerçek bilim insanı cenneti de talep etmez, cehennemden de asla korkmaz. O sadece
ALLAHDA ALLAHI arar, ALLAH bilgisine doymaz, O durduramadığı, durdurmak ta istemediği
öğrenme ihtiraslarının içinde zaten alev, alev yanmaktadır… Neden korksun ki?
Korkmak, ALLAHA güvenmemenin bir uzantısı, kanıtı değil midir?
Şu misali asla unutmaz [Böylece firavun ordusuyla onları takip etti. Bunun üzerine deniz, onların
ÜZERİNE ÖYLE BİR KAPANIŞLA KAPANDI Kİ, TAMAMEN ÖRTEREK KAPLADI. Ta-Ha 78]
O bilimci, bu ayet sadece firavunun denizde yok olma sahnesi için değil, QUR’AN’IN her ayetinin
herhangi bir diğer ayetiyle mutlaka ve mutlaka ilişkisinin var olduğu (evrensel network) gibi çok
amaçlı bilgiler içerdiğini de bilir. Bu ilahi denklemler evreni, kendisini ve akıbetini anlatan
denklemlerdir. Takvaya ancak bu yola girenler yönelebilir, tekkelerde tesbih çekenler değil…
[ görmediler mi O kâfir (gerçeği bilerek örtmekte) olanlar, semaların ve arzın bitişik olduğunu
görmediler mi? SONRA BİZ, O İKİSİNİ (birbirinden) AYIRDIK. Ve hayatı (canlı) olan HER ŞEYİ
SUDAN yarattık. Hâlâ inanmazlar mı? Enbiya / 30]
Ayette geçen bu iki sözcük en önemli anahtardır; Retkan, bitişikti, dikkat etmek gerekir bu
tekilliği içeren bir sözcüktür. İki veya üç veya beş şeyin bitişikliği değil, sadece tekil olarak sanki
iki ayrı şeyin bir tek noktada sükûnetinden, sıfır aktivitesinden söz edilmektedir.
Üç boyutlu bu evrenler, madde yaratılmadan önce DUHHAN çiftlerinin mutlak sükûnet (bizler
mutlak sükûneti de bu hayatta iken asla kavrayamayız) halinde, sanki noktasal ve tekil anlamda
ki bir konumda oldukları durum olsa gerek.
fe fetaknâ-huma ve cealnâ, bitişik veya tek olan O materyali, O şeyi şiddetle ayırdık ve sonra o
şey iki farklı şey oldu, sanki iki ayrı materyal çıktı ortaya ve anlam ‘onları birbirinden şiddetle
ayırma işlemini yaptık, icat ettik, ortaya koyduk, yaptık vb.’ demektir.
Dikkat! Sözcük, cümlenin yapısını bir anda sükûnetteki tekilden iki ayrı süper aktif materyale
dönüştürdü. Arapçada üçten az şeyler için çoğul kelime kullanılmaz.
Bu iki sözcük insanlığın kendini, evrenini, maddeyi keşfedebilmesi, tanıması için en önemli, en
büyük hazinedir. Bu iki kelimeyi ve içeriğini çözdüğümüz hazine ise Fussilet 1-12 ayetlerinin
kombinasyonudur.
[ De ki; “Gerçekten siz, ARZI İKİ GÜNDE halk edeni (yaratıp vücut bulduranı) mı inkâr
ediyorsunuz? Ve O'na eşler mi yakıştırıyorsunuz? İşte O, ÂLEMLERİN RABBİDİR.” Fussilet 9]
Temiz akılla bakıldığında ayetin önce inkâr edenlere hitabı söz konusu ancak ayete asıl yön veren
en önemli sıfat olarak da ‘sizin Rabbiniz’ denilmedi, O, ÂLEMLERİN, EVRENLERİN RABBİDİR
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
184
denildi… Çünkü bu iki günde sadece bu dünya veya galaksi değil, sayamayacağımız kadar çok
dünyalar, galaksiler, başka AKILLI varlıklar da yaratıldı.
[Sonra DUMAN (buhar veya gaz) HALİNDE olan semaya (masif materyal) yöneldi. Sonra da ONA
VE ARZA (dikkat edilirse açıkça ve gizemleriyle İKİ FARKLI ŞEY söz konusudur); “İsteyerek veya
istemeyerek gelin (ortaya çıkın, varlık olun) dedi. İKİSİ DE “İSTEYEREK GELDİK” dediler. Fussilet 11]
ÇOK DİKKAT ETMEK GEREKİR! Önce ‘İsteyerek, sükûneti, uysallığı, pasif konumu içerir’ ifadesi
kullanıldı ve sonra ‘istemeyerek, zıtlıkları, sonsuz sayıda ve biçimde hareketleri içerir’ ifadesi
kullanıldı. Açıkça iki zıt materyalden söz ediliyor. Birisinin yüksek aktivasyonu, diğerinin de
göreceli olarak uysallığı, sükûneti anlatılıyor.
Kâinatlar, evrenler, madde yaratılmadan, birbirlerine karşı duyarsız, ilgisiz haldeki DUHHAN çifti
için ‘isteyerek’ denildi. Üç boyutlu ilk madde yaratıldığı an, andaş olarak ta hayat, canlılıklar,
sonsuz müthiş aktiviteler, doğasına (fıtratına) ZITLIKLAR programlanmış sonsuz sayıdaki
maddelerin itişmeleri, kakışmaları, rotasyonlar, Elektromanyetik-Gravitasyon motor, sonsuz
sayıda hareketler başladı.
Henüz yaratılmadan sükûnet halinde ‘isteyerek’ sözcüğü kullanıldı ve yaratıldığı an da andaş
olarak ‘istemeyerek gelin’ sözcüğü kullanıldı, yani zıtlıklarla dolu evrensel aktivasyon başladı
demektir. Başlangıç anını ve 6 günün bitiminde de tekrar başladığı noktaya dönüş
anlatılmaktadır. İzin günü, tekrar sükûnete, sıfır rotasyona, dümdüz bir yerden sonra başka bir
boyuta dönüşecektir.
Maddeyi oluşturan en küçük ögeler, mutlak ilk elementer malzeme, evren ve her şey bu İKİ
ŞEYDEN (DUHHAN çiftlerinden) yaratıldı ve yaratıldığı anda da andaş olarak kütle çekim kuvveti
Işık hızının karesi hızıyla evrene, evrenlere ve maddeye, her şeye egemen oldu.
Einstein ve yüzlerce fizikçinin hayali Grand Unified Theory (büyük birleşik alanlar kuramını)
bulmaktı… Grand Unified Theory (büyük birleşik alanlar kuramı) artık teori filan değil, gerçeğin
de gerçeği olarak, Fussilet (anlamı; alenidir, açıklanmıştır demektir) ortadadır.
.
Fakat ben Müslüman bir Türküm… Cehenneme biletleri verilmiş gâvurların onayı ve emri
olmadan kendi vatanımda bile kabul edilemez, keşif ve icatlarımızın hiç bir değeri de olamaz…
Demek ki; gâvurların uşaklığına veya hizmetlerine göbekten bağlanmışlığın, hayranlığın, esaretin
lezzeti başkaymış; 47 ülkeyi gezdim ancak ben bunu hiç tadamadım 70 senedir…
[Ve orada, ONUN ÜZERİNDE SABİT DAĞLAR oluşturdu (bu ifade 1648 km/saat hızla dönen
dünyanın merkezkaç ve radial kuvvetlerin balansının, dengesinin en açık ifadesi değildir de
nedir?). Ve orayı bereketli kıldı. Orada (yerde, arzdaki canlıların) bulunanların besinlerini
(rızıklarını) takdir etti. Arayıp soranlar için (veya gerçeği öğrenmeyi dileyenler) için EŞİT OLARAK
DÖRT GÜN DE. Fussilet 10] (bu ayet sanki yarım kalmış, sanki devamı aniden kesilmiş gibidir!)
Bu, Fussilet 10 ayete asırlardır hiç kimse cevap ta veremedi, mahiyetini de anlayamadı… En
müşkül ayetlerin başındadır.
Üç boyutlu Evrene ve maddeye hâkim olan dört kuvvetin bileşkesi, birlikteliği, ancak eşit dört
kuvvet açıkça sergilenmektedir.
Bu üç boyutlu maddi evrene, maddeye egemen sadece iki asal ve iki yapay toplam dört kuvvet
vardır. Evren bütünüyle, maddeler her şey sadece dört kuvvetin kontrol ve yönetiminde varlıktır.
Bu üç boyutlu evren, evrenin sonlandırıldığı izin günü, yani mutlak son anda boyutları başka,
başka bir ortama dönüşecektir.
Bu üç boyutlu evrenin simetrisi, ancak göremediğimiz, göremeyeceğimiz, duygularımızla da asla
kavrayamayacağımız dört, beş veya altı boyutlu diğer ortamdır. Mutlak son anda (kıyamette)
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
185
dönüşecek başka bir âlemdir. Beynimizde, genlerimizde bunu algılayacak, tanımlayacak hiç bir
kod, program veya şekillendirecek hiç bir bilgi adresi yoktur. Ancak varlığını AKLIN gözleriyle
bilerek birazdan kavrayabiliriz…
Ateşte eli yanmayan insan ateşin can yakan bir şey olduğunu asla kavrayamaz… Şeker tatmamış
çocuk şekerin lezzet verdiğini asla duygulanamaz… Şekeri tadıncaya kadar ve elini sobaya
değdirinceye kadar…
Ayette, kuvvetleri eşit olarak dört kuvvetin bileşkesi (Grand Unified Theory, büyük birleşik
alanlar kuramı) ve ‘sabit dağlar’ ifadesi de baskı kuvvetinin tanımıdır. Bildiğimiz dağ anlamında
değildir. Baskıları, ağırlıkların momentin balansını kontrol ettiğini tanımlamak için 6. YY insanına
Dağ sözcüğü kullanılmıştır. Çünkü dağlar için doğal olarak ağırdır deriz.
Oysa çok iyi biliyoruz ki dağlar da sabit değildir [Ve dağı görürsün, onu hareketsiz (cansız)
sanırsın. O, bulut gibi hareket eder. Herşeyi sağlam yapan Allah'ın yaratmasıdır. Muhakkak ki O,
yaptıklarınızdan haberdardır. NEML 88]
Muhteşem Qur’an’ın bir zarafeti daha. Neden ‘O, bulut gibi hareket eder’ benzetmesi
kullanıldı? Düşünelim; dünyamız saatte 1648km hızla dönmekteyken bunu hisseden oldu mu
şimdiye kadar? Bu yüksek hızı duygulanalım veya duygulanmayalım, bu gerçeği değiştiremez ki…
Oysa dünyamızın hissedilemeyen bu hareketini, gözümüzün önünde devamlı hareken eden fakat
hemen farkında olamayacağımız bulutların hareketine benzetildi ki; O Yüz Yıldaki Mekkelilere
mukayeseli olarak öğretmek içindi. Bu gibi nedenlerle “Ey Muhammed biz senin ne değini
anlayamıyoruz” diye baskı yapıyorlardı.
Bu ayetin (Fussilet 10) gerek orijinal Arapça meal-tefsiri, gerekse her lisana çevirilerde de sadece
sözcüklerin herhangi bir şekilde dizelenmesinden, kısaca içeriği bomboş 1400 senelik lakırdıdan
başka bir şey değildir…
Bu sözcüklerin gerçek içeriği kuantum fiziğinin enginliklerindedir. Bu ve gizemleri hala
anlaşılamamış benzeri ayetler, sözcükler sadece, engin İbranice, Aramca, Akad’ca, Sümerce,
Sanskritçe, fizik, kuantum, matematik bilimleriyle anlaşılabilir. Tekkelerde, kiliselerde veya
sinagog köşelerinde huuu çekmekle anlaşılamaz. Yüce ALLAH müsaade ederse ölmeden önce,
gençlerin QUR’AN’I ve Tevrat’ı nasıl okumaları, okuduklarını nasıl anlamaları, hangi yöntem ve
metotları takip etmelerini de yazacağım.
Kısaca değinelim; üç boyutlu bu evrende hayat-canlılık formu ne demektir? Hemen her
kimyagerin, bio fizikçinin de detaylarıyla bildiği konuya kısaca değinelim.
Hidrojen, karbon, oksijen ve nitrojen atomlarının bir araya gelmeleriyle ilkel hayat formu ortaya
çıkar… Hayatın bel kemiği bu elementlerdir. Yapısında hidrojen, oksijen, nitrojen ve karbon
olmayan hayat molekülü, hayat formu düşünülemez bile.
Her canlının kütlesinin yaklaşık %80 miktarı hidrojenden oluşur. Evrende en çok tanınma şansı
olan element, bütün elementlerin atası olan yine hidrojendir. Hidrojen ve bütün bileşenlerinin
de oluştuğu esas cevher de DUHHAN çiftleridir.
Bu üç boyutlu evrende, üç boyutlu maddelerden oluşan üç boyutlu SULARIN, maddenin ve bu
maddeden yaratılmış hayatın, istisnasız her şeyin öz cevheri DUHHAN çiftleridir. Bütünüyle her
madde, her canlı sadece iki esas cevherden Duhhan’dan yaratılmıştır.
AKIL, RUH üç boyutlu maddeler değildir. Başka boyutlardaki maddelerin fonksiyonlarıdır. Bu
nedenle asla algılayamayız, sadece bize sınırlı olarak öğretilmiş kısmını, yani var olduğunu biliriz.
Suları sulardan ayırdı; kubbenin altında kalan aşağıdaki sular üç boyutlu bu maddi evrenler olup
okyanusların içindeki bir damlacığın içindedir. Bizler evrenimizle birlikte bu damlacığın içindeyiz.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
186
Üstündeki SULAR başka boyutları olan maddelerden yaratılmış Sulardır ve bizler bunu asla, asla
algılayamayız, asla tanımlayamayız. Üstelik bu suların maddesi, boyutları üç boyutlu varlığımızla
bizleri hiç bir şekilde ilgilendirmemektedir…
“Suyu da Ben yarattım” denmemesinin sebebi budur.
Algılamayacağımız şeyi Yüce ALLAH bize anlatmaz, sorumlu da tutmaz.
Qur’an göndermemiş, AKIL vermemiş ve bizi eğitmemiş olsaydı, bizi yargılamazdı…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
187
DUHHAN HAKKINDA KISACA ÖZET VE TANIMLAMA
Bu evrende varlığını bildiğimiz veya ilerde de bulabileceğimiz atom altı en küçük materyal de
elektrik ve manyetizma kuvvetleri içermektedir. Bunun aksini düşünmek bile mümkün değildir.
Elektrik ve manyetik kuvvetler asla, asla birbirinden ayrı düşünülemez.
En küçük bir elektrik hareketine bir parça manyetiklik, en küçük manyetik bir harekete de
mutlaka elektrik eşlik edecektir.
Bu evrenler, üç boyutlu madde yaratılmadan iki temel öğe Yüce ALLAHIN arşivlerinde sükûnetle
duruyordu. ALLAHIN arşivlerinde yaratacak malzememi yok?
[ Allah’ın, semaları ve yeryüzünü gerçek olarak yarattığını görmüyor musun? Eğer O, dilerse
sizi yok eder ve yeni bir halketme (yaratma) yöntemiyle (yeni bir tür) getirir. Ve bu, Allah için
büyük (veya güç bir iş) değildir. İbrahim 19,20]
Maddeyi ve insanı ve kâinatları yaratmayı murat eden Rab’ımız bu iki en temel öğeden,
DUHHAN’DAN bu muhteşemlerinde muhteşemi üç boyutlu evrenleri yarattı… Şekil verdi, düzene
koydu ve hayat aktivitesi verdi ve yolunu gösterdi… Sonsuz sayıda nimetler yarattı…
Allah Resulü “ALLAH İnsanı yaratmadan önce AKLI yarattı ve Ta-Ha (*) suresini okudu,
yarattıktan sonra da Yâ-Sîn suresini okudu” demiştir. Bu, kesinlikle doğru hadistir.
‘İsteyerek ve istemeyerek’ sözcükleri iki en temel öğenin yaratılmadan önceki ve yaratıldığı
andaki konumunun bize açıkça öğretilmesidir. Yaratılmadan önce birbirine karşı duyarsız,
yaratılma tekniği ile birlikteliği, kaynaşması yapıldığı anda da istemeyerek ifadesidir ki sonsuz
sayıda zıtlıklar ve hareketler başladı demektir. Bu, Evrenin, maddenin yaratıldığı andır.
[ O (Allah), bir şey irade ettiği (dilediği) zaman O’nun emri, sadece ona; "Ol!" demektir. O,
hemen olur. Yasin 82]
Bütünüyle her şey, istisnasız bütün yaratılmışlar, Yüce Yaratanın iradesinde sanki hologram
gibiyiz… Bir anda her şey başka boyutlara geçecek. Bizim ölçülerimize göre milyarlarca asır
aslında bir gün veya bir günün yarısı kadar bir anlık dilim gibi bir şey olsa gerek… Bu sözünü
ettiğim gün neyin günü? Kelebeklerin mi, insanın mı, galaksinin mi, yoksa neyin günüdür?
Yasin suresinin 82nci ayeti insanoğlunun ulaşabileceği en son 18nci bilgi/bilim dalı hazinesidir…
Bu benim tespitimdir… Bu nedenle Yâ-Sîn suresi Qur’an’ın her cümlesine hayat sıvısı
pompalayan kalbidir. Mezarlıklarda okumak için değildir…
Bu detayları yazmamın nedeni, gelecek nesillerin AKIL sahibi gençleri bu mütevazi
çalışmalarımızdan, bu bilgilerden faydalansın ve bayrağı bir adım daha ileriye götürür
umudundayım. Ancak bu çabaları sadece ALLAHIN RIZASI için yapmalıdırlar… Asla herhangi bir
çıkara alet etmemelidirler… Ne dünya malı, ne de nefsin oyunları!..
Bu hayattan, dağarcığa koyabilirsek sadece TAKVA ile göç edeceğiz. Sahibi olduğumuz,
olacağımız her şey ALLAHIN mülküdür ve burada kalacak… Çünkü Altıncı günün bitiminde evren
ve madde içindekini boşaltacak ve evren dümdüz, pürüzsüz cam gibi dümdüz olacak ve başka
boyutlara geçeceğiz. Hem de çırılçıplak… Beş parasız… Evlatsız, anasız babasız… Sadece
kendimiz ve bize şah damarımızdan da yakın olan Yüce Yaratanımızın huzurunda…
O izin günü duymayı hiç istemeyeceğimiz; [Ey insan! Nihayetsiz kerem sahibi olan Rabbine karşı
seni ne isyankâr etti? İnfirat 6 ]
(*) Ta-Ha ne demektir? Anlamını ve detaylarını kesinlikle bulduk Hamd ve sena ederim Rabbime… Ta-Ha ve Tuva kitabımızda açıklayacağız.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
188
YÜCE ALLAH AKIL YÜKLEDİĞİ VARLIKLARI YARATMASAYDI!.
Kim bilir belki Hz. Muhammed “neden bu nankör insanı yarattın, neden bu dosdoğru yolu
görmeyip, eğriliklerin içinde zevkle kan döken, insan boğazlayanları yarattın?” şeklinde sormuş
veya yakınmış olmalı ki; [ Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et (duyur, ilan et). Eğer bunu
yapmazsan, o takdirde O’nun Risalet’ini (sana gönderdiğini) tebliğ etmemiş (duyurmamış)
olursun. (korkma, yılma) Ve Allah seni insanlardan korur. Muhakkak ki Allah, kâfirler kavmini
hidayete erdirmez. Maide 67]
Çünkü Hz. Musa da Mısırdan kurtardığı Yahudiler için benzer şikâyette bulunmuştu.
Aslında böyle bir soruyu sorması için çok nedenleri de vardı… En azından hayatının son 23 senesi
Istıraplar, sıkıntılar içinde geçti. Belini büken yük çok, çok ağırdı; [inşirah suresi net kanıtıdır]
Doğruluğu tartışılamaz bir hadis; Hz. Muhammed bizlere bu bilgiyi miras olarak bırakmıştır.
“Yüce ALLAH, Ben bilinmeyen hazineydim, bilinmek için insanı, varlıkları yarattım”…
Gerçekten de bilgece, enginliklere bilgiyle girdiğimizde kendimizi anlamlı boşlukların içinde
hissederiz. Boşluklardayızdır, ancak bu boşlukların da anlamları vardır ve durmaksızın arayış
içindeyizdir. Saçma sapan kalitesiz veya bilgece kaliteli sorular sorar ve kendimizce cevaplar da
verebiliriz. Bu cevaplar gerçeğe, temele, bilime, Yüce ALLAH’IN öğrettiği temele dayanıyorsa bir
şekilde doğru olana yöneliriz. Aksi halde!.
Soralım; Yüce ALLAH akıllı varlıkları yaratmasaydı ALLAH’IN O ALLAH olduğunu kim bilecekti?
Evlat babanın ispatidir, gölge cismin ve Işığın ispatidir. Sonsuz sayıdaki mahlûklar da ALLAHIN
gerçekten de gerçek olan ispatıdır.
Adına, gerçek felsefeden uzaklaştırılmış bilimsel felsefe(*) denen sadece inkâr etme hedefine
kilitlenmiş şarlatanlıkla veya kahvehane kültürüyle tekke köşelerinde rivayetmatik uydurulmuş
safsatalarla bu nezih bilgiler, bu muhteşem hazineler insanlara fayda getiremez. Sadece anarşi
çıkarır, bilgi terörü estirir. Öyle ki asırlardır bu böyle devam edegelmiştir. Bu nedenledir ki;
Müslümanlar asırladır üçüncü sınıfta kalakalmışlardır.
Bu karmaşadan soyutlanmayı başarmış insanlar, milletler evrenin keşfi peşindeler, ilaçlar icat
etmekteler… Uyuyanlarda satın alma peşindeler.
Dünya da, Güneş de, hava da, hayat da, ölüm de her şey bizlerin en müşterek malı değil midir?
Güneş her insana ışıldar, yağmur da her insanın üzerine yağar, içtiğimiz SU her insan için, her
canlı için hayatın varlık sebebi ve devamı için vazgeçilemez iksiri değil midir?
Hz. Muhammed’in ‘Ben bilinmeyen hazineydim, bilinmek için kâinatları, varlıkları yarattım”
dediği Hadisi bize en doğru adresi göstermektedir.
[Ve Ben, cinleri ve insanları Bana KUL olmaları için yarattım. Zariyat 56]
‘Bana esir veya köle olsunlar’ denmedi, ‘KUL olmaları için’ dendi. Yüce ALLAHA KUL olmak
demek, öğrettiği kurallarıyla yaşayıp, ALLAH’IN sevgisini hak etmek ve koruyucu ellerinde
olmak demektir. İnsanın dünya ve sonsuz hayatında ulaşabileceği en yüksek makam;
kendisinin KUL olduğunun bilincine arıduru bilgiyle ulaşmasıdır. Artık O adama ateş bile
dokunamaz.
(*) oysa ben çok, çok ciddi seviyede bilim felsefeciyim diyebilirim ve felsefeye aşığıyım. QUR’AN’I enginliklerine girebilmenin ve anlamanın birinci
basamağı çok ciddi seviyelerde felsefe bilmek ve felsefenin enginliklerinde düşünmekle başlar… Felsefe okumakla felsefeci de olunamaz. Felsefe
RUHUN enginliklere uzantısıdır. Felsefe beynin evrenle konuşması, bütünleşmesidir…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
189
Bilerek, idrak ederek, huşuyla, sevinçle Yüce ALLAHA KUL olmaktan daha onurlu hiç bir değere
rastlayamadım 70 senede… Yüce ALLAH’IN beni, bana hayal bile edemeyeceğim hazineleri
vermek için yarattığının bilincine vardım. Yüce ALLAH benden hiç bir şey istemedi ki!.
İnsan insanı olabilmem için bana yol gösterdi, çok geniş bir yol, aydınlık geniş yol, elime lamba
da verdi belki göremem diye… üstelik Resulünü de önder gönderdi belki şaşarım diye…. Adresi
de bildirdi bir günün yarısı kadar bir yolda, iki adımda ulaşabileceğim yerdi… benden başka hiç
bir şey istemedi ki!.
Gördüm ki; Kulluk makamı da insanın AKLINI kullanarak, bilerek yaptığı rükû ve secde ve dua anı,
sadece ALLAH için SALAT etmesi yani başkalarını desteklemesi, vergi vermesi ve en azından
TAKVAYA yönelmesidir… Garanti veririm ki Cennet hemen karşısındadır…
Kimseye Cennetten arazi veremem, ancak cennetin garantisini veririm. Yeter ki anlamak için
okusun, anladığını yaşasın, gücü yettiği kadar mutlaka SALAT etsin, bu en kolay, en nezih, en
zarif, en güzel olana yönelsinler… hepsi bu kadar kolay!…
Çoğunluk insanlar gerçekten boşluklar içindeler, ellerindeki tekke kültürüyle meal veya tefsir
edilmiş QUR’AN veya Tevrat genellikle Yüce ALLAHIN kast ettikleri değildir. Bu boşluklardan
yararlanmaya çabalayan karanlık cüppelilerin yanlış yamalak meal ve tefsirleriyle temiz bilgi
kirlenerek insanlara sunulmaktadır.
Qur’an’ın parayla satıldığı Müslüman ülkeler ve mescitte para alarak Zerdüşt namazı kıldırılan
Müslüman toplumlar!!!. okuduğunun anlamını da bilmeden namaz yapanlar!!!. Kızı Fatima’ya
yeni bir hırka dahi alamadan Rabbine kavuşan Hz. Muhammedi tanımadan izini takip etmeyen
‘şefaat Ya Muhammed’ diye çığıranlar… Aferin!!!.
Oysa QUR’AN; [ De ki; “Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum, ancak Rabbine doğru bir
yol tutmak isteyen kimseler olmanızı istiyorum.” Furkan 57]
Demek ki bu fasıkların bu ayetten haberleri YOK!.
O Yüce Resul 23 sene gecesini gündüzünü harcayarak QUR’AN’I tebliğ ediyor, buna karşılık hiç
bir ücret de istemiyor, bu utanmaz madrabazlarda yatıp kalkıp ‘hadis’ diye çığırıyor. Hedefleri,
dinin aydınlık bilge yollarını çıkmaz sokaklara getirmek, insanları kullanarak para, para ve para…
Oysa peygamberin izinden gittiğini hıçkırıklarla ağlayarak çığırıyor ki daha çok para gelsin…
Her ne kadar kitabın ana temasının dışında gibi görünen farklı konulara değiniyorsam da; gerçek
konumuza yardımcı bilgilerin masaya konması için bunu yapmaktayım, bağışlayınız lütfen.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
190
İKİ DENİZ, İKİ SU, İKİ IRMAK
KAVUŞTU ANCAK KARIŞAMADI…
SU, 1 moleküler Hidrojen (bu bir çift hidrojen atomudur, H2) ve 1 atomik oksijenin birleşmesiyle
oluşan SIVIDIR, hayat SIVISIDIR.
Hatırlayalım; Suları sulardan ayırdı, kubbenin altıdaki suları üstündeki sulardan ayırdı…
Kubbenin altındaki bu SU, üçboyutlu maddelerden yaratılmış SUDUR.
Kubbenin üstündeki YEDİ BOYUTLU MADDELERDEN YARATILMIŞ SU hakkında hiç bir şey
bilemeyeceğiz ta ki öğretilinceye, bizzat görünceye kadar…
Hidrojen yakar ve oksijen yanar ve alev dediğimiz plazma açığa çıkar. İkisi bir araya geldiğinde SU
olur ve bu sefer de alevi, yani kendi oluştuğu plazmayı, alevi söndürür.
Su; renksiz, kokusuz ve tatsız sıvı bir bileşiktir. Kimyada formülü (H2O) 2 Hidrojen ve
1 Oksijen atomundan meydana gelmiştir. H+ iyonu içeren bir madde ile (örneğin asit) ve OHiyonu içeren maddenin (örneğin baz) tepkimesi ile oluşur. Yanıcı olmadığı gibi söndürücü özelliği
vardır. Bu özelliği yangınlarda ateşi söndürmeye yarar. Oysa bileşenleri yanmanın asıl nedenidir.
Işığın sudaki hızı da (çok yaklaşık) 200 000 km/saniyedir.
Yüce ALLAH atmosferimizde hidrojeni eser miktarda düzenlemiş. Şayet atmosferimizde hidrojen
gazı % 0.01 daha fazla olsaydı yangınları söndüremezdik. Bu benim tespitimdir ve yanlış olmaz.
[Ve iki deniz eşit olamaz. Bu lezzetli, tatlıdır, susuzluğu gideren, içilmesi kolay olandır. Ve bu
(diğeri) tuzludur, acıdır. Fatır 12 ]
Hidrojen gazını bir miktar koklayarak bunu açıkça kanıtlayabiliriz. Hidrojen koklandığı zaman
boğazı yakarcasına tahriş edercesine etkiler, yani ayette ifade edilen acılık tadıdır…
Oksijen ise her an ciğerlerimize çektiğimiz havanın %20.9 oranındaki atomik gazıdır.
Bu Rahman 19, 20 ayeti; 2 hidrojen ve 1 oksijen bileşiğini mi anlatıyor?
Tekke köşelerinde huuuu çekerek birilerinin kendisine gökten ekmek getirmesini bekleyenler için
bu ayetler hiç bir şey anlatamaz.
Büyük akılla düşünen ve çalışan da Yüce ALLAHIN emir ettiği gibi gerçeklerin peşindedir ve
mutlaka başarıya ulaşacaktır. Çünkü yüce ALLAHIN vaadi vardır; akıllıca çalışana verecektir.
Tekke köşelerinde QUR’AN meali yapan eğitimsiz cahiller bu harika bilginin denizlerde kaptan
Kustonun (Jacques Cousteau) bulduğu tatlı ve tuzlu akan sular olduğunu çığırdılar…
Tamamı uydurma, yalan ve yanlıştır. Beni üzen bu yalanların, yanlışların QUR’AN’A mal
edilmesidir.
Çünkü ayet açıkça belirtmiştir; İki denizi, birbiri ile karşılaşacak (birbirine kavuşacak) şekilde
akıttı. İkisi arasında berzah (maddi engel) vardır, ikisi birbirinin sınırını geçemez
KARIŞAMAZLAR. Rahman 19, 20]
Nasıl olurda bu kadar açık izahatı asırlardır anlayamazlar… Nasıl bir vicdanla bu harika apaçık
bilgileri kaptan Kustoya mal ederler ve QUR’AN adına yalan söyleyebilirler. Bunu yapanlar da
‘ben aydın bir Müslümanım’ diyenlerdi… Kendi bilim adamına sahip çıkmaz, öldükten sonra da
mezarına çaput bağlar… Ancak batılıların da ayaklarını yalamaktan beri kalmaz…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
191
Ayet açıkça iki ayrı materyal için ‘kavuştular ancak karışamadılar’ demektedir… Gerçekte de iki
hidrojen bir oksijenle kavuşur ve bağ yapar, ancak asla karışamazlar, çünkü berzah yani ikisi
arasında maddi engel vardır, 2 hidrojen ve 1 oksijen aynı atomik formlarıyla sabittir ve SU (H2O)
oluşur… Elektrolizle ayrıştırabilir veya kızgın metal yüzeye çok sıcak su buharı püskürtmekle
hidrojen ve oksijen gazlarını ayrı ayrı elde edebiliriz. (*)
Şayet karışmış olsalardı (ki bu kuantuma göre de imkânsızdır) hidrojeni oksijenden nasıl
ayırırdık? Düşünmek bile saçmalamaktır…
Bu ayetin anlattığı detayların, deniz kenarlarında sıkça görünen deniz altı küçüklü büyüklü denize
akan, denizlerde doğal olarak akan ırmaklarla alakası yoktur.
Ayet ‘KARIŞAMAZLAR’ demektedir. Kütlelerin kavuşması ve karışması ayrı, ayrı kavramlardır. İki
farklı elementin atomlarının bir birlerine karışması da çok, çok farklı şeylerdir, mümkün de
değildir. 16 Y. Yılda simyacılar uğraştı altın elde etmek için ancak çıkmaz sokaklarda…
Hidrojen atomuyla bir oksijen atomunun birbirlerine karıştığını düşünmek bile saçmalamaktır.
Ancak iki ayrı elementin atomları bağ yaparak kavuşur ki; canlı metabolizmalar bu yöntemle, bu
mekanizmayla çalışabilir. İki veya daha fazla atomların kavuşmalarına yani bağlanmasına
‘covalent bonds’ demekteyiz. Bir protein; nitrojen, karbon, sülfür, oksijen, hidrojen atomlarından
oluşur ve hidrojen bağı veya kovelant denilen bağlarla kavuşurlar ancak asla karışamazlar…
ÂLİM OLAN ALLAH’A HAMD OLSUN; bu son iki sayfa da asırlardır uyuyan ciddi bir gizemi de açığa
çıkarmış olduk.
İKİ DENİZ BİRBİRLERİNE KAVUŞTU ANCAK KARIŞAMADILAR… Bunun açıkça anlamı hidrojen ve
oksijen atomlarının kavuşup suyu oluşturmalarıdır, karışmaları değil. Zaten karışamazlar da…
Kadın ve erkek kavuşuyor ancak karışamıyor, gece ve gündüz kavuşuyor ancak karışamıyor, su
tuza kavuşuyor ancak atomik yapısıyla asla karışamıyor. Bakır kalayla kavuşuyor tunç oluyor
ancak atomik yapıları asla karışamıyor, kanımızdaki moleküler demir atomları moleküler
oksijenlere kavuşuyor ve hemoglobin oluşturur ancak karışamıyorlar… Daha binlerce sayabiliriz…
(*) Birileri tekkelerde huuu çekip uyurken; 1784te saygın bilim adamı Henry Cavendish tarafından ilk deney verileriyle kanıtlandı
ve Lavoisier de isimlendirerek hidrojen kâinatta en fazla ve en yaygın bulunan element olarak bilimde yerini aldı.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
192
[“Hanginiz en güzel işler (icatlar, kesifler, ilaçlar, faydalı olacak çalışmalar) yapacak?” diye sizi
imtihan etmek için 6 GÜNDE semaları (masif cisimleri) ve yeri (katı cisimleri) yaratan O'dur. Ve
O'NUN ARŞI SU ÜZERİNDE İDİ. Eğer sen “Muhakkak ki siz, ölümden sonra beas edileceksiniz
(diriltileceksiniz)” desen, kâfir (inkâr eden, gerçek bilgiyi örten) kimseler mutlaka derler “Bu
ancak apaçık bir sihirdir”. Hud 7.]
Temiz suda mikro yosunlar, Hydrodictyon reticulatum oluşturduğu altıgenler, beşgenler. 2000 Angström = 0.2
mikrometredir.
Yüce ALLAH Kâinatları 6 günde yarattı, hayatı olan her şeyi de sudan yarattı… Her su molekülü
mutlaka genellikle ideal geometrik yapı olan altıgen, eser miktarda bir kısmı da beşgen
geometriyi (patern) oluşturur veya şimdilik mahiyetini bilmediğimiz dışarıdan etkiyen bir
kuvvetin etkisiyle bu altıgenleri yaparlar…
Bu açıklamalarım; araştırmacı genç bilimcilere ne çağrışım yapmaktadır?
Devam edelim;
‘ARŞI SU ÜZERİNDEYDİ’ ne anlamı vardır diye soralım? Bu sorunun cevabi ‘ARŞ’ sözcüğünün
enginliklerindeki anlamda yatmaktadır. Tevrat ne diyordu; [ Tanrı`nın Ruhu suların üzerinde
dalgalanıyordu. ]
Geçmiş zaman kipinde, evreni altı günde yaratmadan da önce [ALLAHIN ARŞ’I SUYUN
ÜSTÜNDE, ÜZERİNDE Hud 7.] anlamları tüm açıklığı ile bizi doğru yolda ve doğru olan tanıma
götürmektedir…
Birinci anahtar kelime ARŞ’DIR ve bu sözcüğün gerçek anlamına ulaşabilmek için gidebildiğimiz
kadar gitmeliyiz.
ARŞ; En yüksek yer, En yüksek Tavan, En yüksek kubbe, dam, çardak. Hükümdarın en yüksek
tahtı. Hükümdarlık veya Saltanat En Yüksek makamı, bütün âlemleri her yönden kuşatan sevk ve
idare eden En Yüce makam.
ARŞ; kâinatın ve bütün varlık âlemlerinin sağını, solunu, üstünü, altını 360 derece her yönüyle
kaplamış ve hükmü altına almıştır. Yani baştan sona, dıştan içe her şeyi kuşatmıştır.
QUR’AN’DAN önce Arapçada ARŞ sözcüğü QUR’AN’IN anlattığı anlamda yoktu, bilinmezdi. Ne
Tevrat, ne İncil’de, ne Mahabharata dillerinde açıkça böyle bir sözcük maalesef YOKTUR. Bu
sözcük QUR’AN’LA ve QUR’AN’CA özel lisanı ve anlamıyla sözlüklerimize ARŞ olarak girdi.
Sümercede aynı anlamla en yakın sözcük; ABZU. Fakat Sümercede, mesafelerce çok uzaktaki
SULAR ve İLKEL DENİZ anlamıyla ‘ABZU’ tanrıya ait yerler de dendi. Akad’ca da; APZU aynı
anlamdadır.
Kenger-Sümerler 4000 senden daha fazla omur sürdüler.. bu zaman içinde kültürün, lisanların ve
anlayış transformasyonlarını asla göz ardı etmeden bu araştırmaları yapmalıyız.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
193
Bazı metinlerde ‘ABSU veya ABYSS’ cehennem veya Nar-Mattaru da demişler. Bu ciddi
farklılıklar asırlar içinde gelişen veya unutulan veya kazanılan yeni kültürlerin ve ifade
farklılıklarından da oluşmaktadır.
Sümercede ABZU, ayni zamanda yaratılmaya başlanan kutsal yer veya ortam veya kutsal SU
anlamını da içermektedir. Bu parça bölük saptırılmış bilgileri Qur’an bilgece toparlamaktadır.
[ Ve her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmazlar mı? Enbiya 30, 1/3 ]
Sümer’in farklı tanrı, tanrılar ve 4000 sene içinde de şekilden şekle girmiş inançlarındaki
sapmaları da göz ardı etmemek şarttır. Batılı bilimciler buna hiç dikkat etmezler ancak biz her
kelimeyi mikroskopların altında incelemekteyiz. Biz buna mecburuz. Akıl, Qur’an ve mantık dışı
anılarını çok detaylı ayıklayıp QUR’AN’IN Işığında ve öğretisiyle en doğruya yönelmeliyiz. Bu her
Müslüman bilimci için en gerekli ödev ve analizdir.
Sümerlere gönderilmiş Elçilerin öğrettikleri, ilahi temiz bilgilerin zamanla deforme edilmesi ve
ekseninden saptırılmış olanları da göz ardı edilemez. Bu ayıklamaları sadece ve sadece bilimin
diliyle yapabiliriz. Aksi halde bu muhteşem bilgiler bizi daha karanlık karanlıklara götürür.
Son derece ciddi bir örnek;
Asırlar içinde ekseninden saptırılan doğru bilgilerin anılarını yeni nesillere anlatmak için; Eridu
şehrinde, Enki’nin tapınağı olarak bilinen, bataklığın hemen kenarındaki yere ve su göletine
‘Abzu, kozmik sular, ilkel deniz, kutsal SU’ da dediler.
Bu bölgenin adı Kutsal bölge anlamında KUTHA dır. Hz. Muhammedin mensubu olduğu kabile;
Kureyş sözcüğünün ana vatanı burasıdır. KUTHA, Kureyşlilerin geldiği yerin ta kendisidir.
Sümer topraklarında KUTHA bölge adıdır, KUTHADAN Arabistan’a göç edenler olarak kendilerine
de Kureyşliler olarak Kureyş kabilesi unvanıyla anıldılar. Kuthada yaşayan ve tanınmış bilge
insanların topluluğu olarak tarihte Kureyşlileri aynı zamanda Nebatiler (*) olarak da görmekteyiz.
Nebat sözcüğünün kaynağı budur, çünkü Kenger Sümer’i tarımcılıkta da çok ilerdeydiler, hatta
pamuk dokumalarını ihraç da ediyorlardı. Nebatiler; nebatla, bitki tarımıyla uğraşan çiftçiler
demektir…
Kenger-Sümerler; gönderilmiş binlerce resullerle öğretilmiş ilahi ‘O'NUN ARŞI SU ÜZERİNDE İDİ’
ayetine benzer bilgileri doğru olarak öğrendiler. Aradan geçen asırlar içinde de bu temiz bilgiler,
insan eliyle, dillerin tekâmülüyle yön değiştirdi, ekseninden saptı. Aynı günümüzde de; QUR’AN’I
yalan yanlış meal tefsir edenlerin sözcük anlamlarını saptırdıkları gibi.
Asırlar içinde ekseninden saptırılan doğru bilgileri, bataklığın hemen kenarındaki yere, su
göletine de ‘Abzu, kozmik sular, ilkel deniz, Kutsal SU’ dediler. Bu bölgeyi ve geçmişten gelen
doğru olan ilahi anıların hatıralarına ya saygıdan veya şahsi otorite kurmak için simgeleyerek bu
bölgeyi kutsallaştırdılar… Oysa bu ritüel on binlerce senedir Ganj (Ganges) nehrinde vaftiz olarak
yapılmakta, günümüzde de aynı ritüel devem etmektedir. ABZU kozmik SU olarak, ancak
Sümerce ‘Mayyah’ bildiğimiz SU anlamında da kullanılmış günümüzdeki Arapçada ‘Mayya, SU’
olduğu gibi.
Bu ifadelerin enginliğinde ABZU’NUN başka boyutlardaki materyallerden yaratılmış SU,
Mayyah’ında üç boyutlu bu evrendeki üç boyutlu maddelerden yaratılmış SU olduğu her
yönüyle açığa çıkmaktadır.
İlk dönem Kenger-Sümerde alt Dünya birkaç isimle bilinmektedir. ABSU veya Abyss yani
cehennem anlamında da kullanılmış, bazen de Nar Mattaru, büyük Alt Dünya Okyanusu da
dediler. ‘Alt dünya’ sözcüğünden maksat fiziki ve zihinsel acı veren yerler demektir.
(*) Bunlar bugünkü Türkmenistan yöresinden gelen öz Türklerdir. Bütün dünya tarihleri bu gerçekleri biliyor da bugünkü Türkler biliyor mu
acaba?
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
194
Tanrı sözcüğünü yaratıcı ALLAH anlamında değil, ALLAHIN elçileri, çok yüksek yetki veya bilgi
sahibi önderler anlamında kullandılar. Asırlar içinde kendi anlayışlarında birçok tanrı, tanrılar
edindiler. Modeller geliştirerek tanrılarına saygının tekrarlanması veya bataklığa yakın yerdeki
SU birikintisine, eski anılarını yaşatmak için saygı gösterilmesini dini bir gereklilik olarak
hayatlarına geçirdiler. Bu nedenle O bölgeye, şehre KUTHA veya KUTHAH dendi. Bu adetler,
gelenek ve görenekler, ritüeller her yüz yılda renk ve anlam değiştirerek, içine çeşni hurafeler de
karıştırılarak içeriği boşaltıldı ve devam edegeldi.
[ Artık seni yalanlarlarsa (üzülme), oysaki senden önceki, AÇIK BELGELER (KANITLAR), YAZILI
SAYFALAR VE NURLU (aydınlatıcı) KİTAPLAR getiren resuller de yalanlanmıştı. Âli Imrân 184] NUR
sözcüğü bu cümlede zihinsel aydınlatıcı anlamındadır…
1. Demek ki geçmişte gönderilmiş birçok resuller, gözle görülebilen kanıtlar, bizzat fiziki
kitaplar ve yazılı belgelerle gelmişler.
2. Yahudi ve Hristiyanlığa da geçen bu gelenek kutsal suyla yıkanmak, temizlenmek, vaftiz
gibi ritüellerin ana vatanı da bu yöreler ve bu kültürlerdir.
Tartışmasız; Kenger-Sümer kalıntıları insanlığın cehresini değiştirmiştir ve daha da etkiyerek
değiştirecektir… Bunu sadece ve yalnızca TEVRAT VE QUR’AN’IN önderliğinde ele alırsak, her
detayı QUR’AN’IN bilimsel değerleriyle analiz edersek başaracağız. Bunun başkaca hiç bir yolu
olamaz.
Batılılar bunu mikroskopların altında yapmaktalar ancak Müslümanlar yine fersah-fersah
gerideler. Hatta Sümer tabletlerine şiddetle karşı çıkan karanlık-yobazlar az değildir.
Öncelikle QUR’AN’I işportadaki kapkaranlık cüppeli madrabazların elinden alınmalıdır. Benim
ısrarla üzerinde durduğum konu budur.
[ Ve işte Ad kavmi, Rab’lerinin ayetlerini BİLEREK (bile bile, göz göre göre) İNKÂR ETTİLER ve
O’nun resullerine asi oldular (isyan ettiler). Ve azgın, menfaatçi zorbaların hepsinin emrine tâbî
oldular. Hud 59]
O günün zorbaları doğru bilgileri, ilahi kuralları kendi çıkarlarına alet ettiler ve ilahi doğru olan
hazineleri de işportaya düşürdüler… Günümüzde olduğu gibi ‘BİLEREK (bile bile, göz göre göre)
İNKÂR ETTİLER’ ifadelerdeki inkârı, saptırmaları Mekkeliler Hz. Muhammed’in ölümünden
hemen sonra yapmadılar mı?
Benim kanaatimdir ki; 4000 sene gibi bir ömür sürmüş Sümerleri tarihten silen birinci etmen;
Doğru dini ekseninden saptırarak, sihirle, büyüyle, muskalar-tiskalarla uğraşmaya başladılar…
Zamanın enginliklerinde Onlara gelmiş doğru olan ilahi bilgileri menfaatleri uğruna ekseninden
saptırdılar. Birçok sözcük anlam kaybetti. İnsanları sihirle, büyüyle sömürmeye başladılar…
Bakara suresi 102 de bizlere anlatılan Harut ve Marut isimli iki meleğin olayı budur.
Dini ekseninden kaydırmak, Büyücülük, Sihir gibi bilim dışı uğraşlar Sümerlerin sonunu getirdi.
Bu çirkinliği Kengerlerin (Sümer) tamamı yapmadı, ancak bu çok tehlikeli virüsü toplum olarak
birlikte önlemediler ve herkese bulaştı ve toptan YOK edildiler…
Cüzzam hastalığı bir tek şahısta varsa, toplumun tamamı en üst risk altında olduğu gibi. Bir tek
şahıs sihirle uğraşıyorsa bu tolumun tamamını etkileyecektir.
Bu nedenle İslam matematik bir büyüklüktür demiştim. Başlangıçta bir tek rakam hatalıysa,
sonuç asla doğru olamaz ve telafisi de imkânsızdır. İslam oyuncak değildir. Bilmeleri gerekir;
Yüce ALLAH yarattığı kullarıyla dalga geçmez, yaratığı kulların dalga geçmesine de müsaade
etmez.
Son derece ciddi ikinci örneğe değinmeliyiz;
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
195
Hz. Muhammed Kureyş kabilesinin ferdidir. Kureyş, bir yerin, bir şehrin, bir bölgenin adıdır.
Herhangi aile, soy, sülale veya şahıs adı değildir… Yani Kureyşliler; kökü, geldikleri yeri, KUTHA’YI
ifade ederek Kureyş kabilesi denildi. Kureyşliler hiç bir şekilde Arap milletinden de değillerdir.
Oraya KUTHA’DAN asırlar önce gelmiş ve geldikleri yerin adıyla kök salmış bir aileydi. Araplar o
gün de, bugün de yalnız sülale (aile) isimleriyle anılırlar, yer veya kasabalarının unvanıyla değil.
Araplarda hiç bir kabile, asla yer veya bölge adıyla tarihe geçmemiştir, sadece KUREYŞ.
Sümer’den göç etmiş Kureyş kabilesi; Haşimi, Emevi, Nevfel, Abdüddar, Esed, Teym, Mahzum,
Adiy, Cumah, ve Sehm adında aile isimleriyle ON kola ayrılmıştır. Bu ON (10) kabilenin, ailenin
hiç birisi Arab değildir. Hz. Muhammed’in soyu Haşimoğluları ailesinden devam etmiştir.
Kureyş sözcüğü her şeyden önce Arapça değildir. Arapçada da hiç bir anlamı da yoktur. Eski
Sümer dilinde kutsal bölge anlamında Mezopotamya’da ‘Kutha, Kuthah’ olarak bilinmektedir.
İslam’dan önce de ‘Kureyş’ sözcüğüne Arab halkları kendi yerli dillerinde anlamı olmadığı için
‘toplamak, toplu, toplanmışlar’ anlamını da vermişlerdir.
Kısa bir örnek; Zem-Zem suyu. Eski Mısırın yerli Kıpti dilindendir ve bu sözcüğü Hz. Hacer “dur
dur gitme” anlamında kullanmıştır. Bu sözcük ne Arapçadır ne de Kureyş diline aittir. Ancak
bölge dillerine olduğu gibi yerleşmiş ve günümüze kadar da gelmiştir.
Neo-Babil (MÖ 1800ler) dönemine ait kalıntılar ortaya koymuştur ve Kutha (Kuthah) kutsal bölge
olması nedeniyle tarihi kaynaklarda da KUTHA (kutsal şehir, bölge) sıkça görünmektedir.
Arkeolojik araştırmalar, Kutha veya Kuthah, Sümerce Gudua da denmiş ki; Hz. İbrahim hakkında
bilinen her şeyin ana vatani Kutha ve yöreleridir. Bu nedenle Batılı kaynaklarda; Hz. Ali’nin
‘Kureyş, Nebatilerin yerlerinden Mezopotamyada Kutha’dan gelenlerdir, biz İbrahim’in
torunlarıyız’ dediğini kaydeder.
Binlerce sayfa Sümer anılarını, akademik verilerini mikroskopların da altında inceledim… Başka
hiç bir yere, bölgeye KUTSALLIK atfetmemişler, sadece KUTHA!…
Ön Türk Kengerlerin kurduğu ülke Sümer dilinden Babil’e geçmiş bu meşhur kasaba (bölge)
KUTHA sözcüğü, kutsal yerden gelenler olarak Kureyş kabilesi unvanıyla Mekke yörelerinde
yerini aldı. Nebatiler MS 160larda Romalılar tarafından tarih sahnesinden silindiler.
Son dönem Asurluların zulüm ve işkenceleri yüzünden Kayzaroğulları’ndan Hz. Muhammed’in
20. dedesi Adnan’ın oğlu Mead Mezopotamya KUTHADA’DAN göç edip Mekke civarına yerleşti.
Her yeni nesli 80 sene alırsak bu da 1600 sene gibi bir zaman eder ki; Asurluların tarih
sahnesinden silinme zamanlarına denk gelmektedir.
Mead’ın torunu olan Mudar ve Rebia’dan gelen soyun insanları, kabileleri Mekke yörelerinde,
diğer kabilelerden çok farklı kültürlere sahip oldukları için çok meşhur oldular. Bu göçle geldikleri
yerin kutsal anılarını da getirdiler ve KUTHA kutsal bölgeye ithaf olarak O günkü yerleştikleri
bölgede kendilerini Kureyşli olarak telaffuz ettiler ve kendileri de ‘Kutha’dan gelenler’ olarak
tarihte yerlerini aldılar.
Tarihte ‘Arap’ adına ilk olarak Asur kaynaklarında rastlamaktayız. Asurlular, bugünkü adı
Arabistan çöllerinde göçebe olarak yaşayan Semitik kolların topluluklarına Arabaya, Araba
diyordu. Bu isim daha sonra değişime uğrayarak Arab şeklini almıştır. ARABA halkına yakın
yaşayan AMELİKA(*) kabilesi de vardı. Günümüzde batı lisanlarına geçmiş Angelika, angel,
Amerika, Amerillo ve benzeri sözcüklerin atası AMELİKA sözcüğüdür. Bu milletin en çirkin özelliği
kız kardeşlerle evlilikleriydi.
Bununla beraber İslam’dan önce Yemen ve kuzeyinde zengin ve oldukça bilgili Yahudi insanlar da
vardı.
(*) Tevrat Çıkış, Bap 17/ 1-8. Böylece Yeşu, Amalek ordusunu yenip kılıçtan geçirdi. Rab, Musa'ya, "Bunu hatıra olarak kayda geç" dedi, "Yeşu'ya
da söyle, Amalekilerin adını yeryüzünden büsbütün sileceğim."…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
196
Ancak Mekke ve yöresinde Arab adıyla birçok farklı ve nüfusları az kabileler olmasına rağmen
çoğunlukta değillerdi.
Kâbe’deki özel kayanın, Necm suresinde anlatılan Şi-Ra gezegenindeki özel bir noktayla
izdüşümünde olduğu kanaatindeyim. İnsanoğlu Şi-Ra gezegenler sistemiyle 2046 senesinden
sonra irtibat kuracaktır veya Onlar kuracaktır. Ancak bu hiç iyi bir haber değil!... 1 numaralı
kitabımızda açıklamaya çalıştık.
Kureyş sözcüğünün Sümer topraklarında oldukça meşhur kutsal bölge olan KUTHA sözcüğünden
geldiğini ve Kenger soyundan gelen Hz. Muhammed’in de Türkoğlu Türk olduğu kanaatim de
kesindir. Kureyş sözcüğünün kökeni hem Sümercede hem de Mezopotamya Kutha, Kuthah
olduğu da tarihi kayıtlarda da mevcuttur.
Devam edelim; Sümercede Qur’an’ın ARŞA İSTİVA ETTİ sözcüğüne hem sözcük, hem de
içeriğindeki anlam olarak en yakın olan ASTE, ASTA ‘tanrıya mahsus, tanrıya özel olmak’
anlamında; hükmeden aydınlanmış taht, aydınlık kral tahtı, kuşatılmış, eşitlenip (istiva),
dengelenip hükmetti anlamlarında karşıma çıktı.
[ Rahman, arşın üzerine istiva etti. Ta-Ha 5]
[ Muhakkak ki sizin Rabbiniz Allah, semaları ve yeryüzünü 6 günde yaratandır. Sonra arşa istiva
etti. İşleri düzenler ve O’nun izni olmadan hiç bir şefaatçi yoktur. İşte bu Allah, sizin Rabbinizdir.
Artık O’na kul olun. Hâlâ tezekkür etmez misiniz? Yunus 3]
Ayette geçen ‘summe istevâ’ anlamı “sonra eşitledi, sonra müsavi konuma getirdi” demek
olup, Sümercedeki ASTA veya ESTA sözcüğü ve içeriğindeki anlamıyla aynı olarak karşıma çıktı.
Sümerce de MASALU, iki şeyi eşitlemek, aynı seviyeye getirmek demektir. Qur’an’daki İSTEVA
sözcüğünün içeriği ile aynı anlamdadır.
Fakat, Sümercede ASTE veya ASTA sözcüğü de Hadid 4 ayetteki ESTEVÂ sözcüğünün içeriğini,
anlamını da ifade ediyor. Bu iki sözcük ‘ARŞA İSTİVA’ birlikte hem Arş hem de eşitlenme
anlamlarını da içermekte. Tek başına ASTE de aynı anlamda görünüyor.
[ Gökleri ve yeri 6 günde yaratan O’dur. Sonra arşın üzerine istiva etti. Arza gireni ve ondan
çıkanı ve semadan ineni ve orada uruç edeni (yükseleni) bilir. Ve siz nerede iseniz O, sizinle
beraberdir. Ve Allah, sizin yaptıklarınızı en iyi görendir. Hadid 4]
ISTEVA sözcüğünün Arapça lügat anlamı; düzgün olmak anlamındaki ‘s-v-y’ kökünden türeyen
istivâ sözlükte, iki şey birbirine eşit olmak, düzgün olmak. ‘ala’ edatıyla kullanıldığında
yükselmek, tahta çıkmak. ‘ilâ’ edatı ile kullanıldığında yönelmek, kastetmek. ‘be’" edatıyla
kullanıldığında helâk olmak anlamlarına gelir.
Altı köşeli çolpan yıldızında iki uç arası veya üçgenlerin eşitliğini, iki ters üçgeni, altıgen yıldızı,
Tamgayı, Hz. Süleyman’ın mührünü hatırlayalım. Üçgende her uç arası kesinlikle eşittir.
İstivanın Arapça lügatte anlamı, bir şeyin ve düzgün olmasını istemektir. Veya iki nokta
arasındaki çizginin, diğer iki nokta arasındakine eşit olmasını istemek… A=B ve C=D, bu da AB
mesafesinin CD ye eşit olması gibi… Ayeti ve Esteva sözcüğünü üç boyutlu ele aldığımız zaman
bu detayı açıkça görürüz.
Türkçede ‘seviye’ sözcüğü esteva’ dan gelir. Muhyiddin İbni ARABİ (*), ARŞ sözcüğünü, dört
köşesi olan beşik (salınan, hareketli beşik) şeklinde tanımlamış.
(*) Asıl adı, Ebu-Bekir Muhyiddin Bin Ali’dir. Avrupa’yı Avrupa yapan en akılcı dehalardandır… Müslümanlar da İbni Arabi’nin AKILCI olmasından
dolayı iztemezüüüüük (!) diye RET etmişlerdir… Bu nedenlerle asırlardır gâvur dediklerinin de sokaklarını temizleme mertebesine ulaşmışlardır.
Lavazye (Lavoisier) “Müslümanlar içinden bir tek adam çıkmış, onu da kendilerinden saymıyorlar” diye İbni Arabi’nin kıymetini dile
getirmiştir… Michel de Nostredame kehanetlerin de model aldığı pek çok konuyu İbni Arabi’den aldığını bizler biliyoruz da, huuuu çekenler
biliyor mu acaba?
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
197
Araştırmalarımda öğrendiğim kadarıyla açıkça diyebilirim ki; genel anlamı ‘ARŞ’ Evrensel
doğurganlık, Evrensel üreten, evrensel türeten (*), gibi anlamalarını içermektedir. Elbette ki
dört köşesi olan beşik anlamı kesinlikle doğru tanımlama olmalıdır.
Lügat ve edebi Arapçada her ne kadar ARŞ en yükseklik, en yüksek yer, en yüksek tavan, en
yüksek sevk ve idare eden makam gibi anlamlar yüklenmişse de bunlar tamamen çaresizlikten
olmuştur… Bu kısır tanımlamaların hepsi haşa ve haşa Yüce ALLAH’A sınırlama getirir.
En yüksek yer demek, haşa ve haşa Yüce ALLAH’A mekân ve sınırlama, yön, taraf gibi anlamlar
getirir. Oysa Yüce ALLAH mekândan ve sınırlamalardan mutlaka münezzehtir.
Çığırtkan şaşkınlar bu hatalarını bir anlasalar var ya!. Hayatımız harika olacak… Bir insan için en
tehlikeli virüsün ‘bilmemek’ olduğu değil, ‘bilmediğini de bilmemesi’ olarak tanımladım.
QUR’AN’I anlamayan veya kendi arzu ve isteği doğrultusunda yorumla anlayanlar, Muhyiddin
İbni Arabî gibi dehaların tefekkürlerini QUR’AN’A ters kabul ederler ve onlara göre QUR’AN
sembollerine, öğretilerine hiçbir anlam vermemek gerekir. Onların tekke köşelerinden çığırdığı
lakırdıları şöyledir; “Ayetlerin ve QUR’AN kavramlarının gerçeğini ancak Allah ve Resulü bilir,
biz bilemeyiz, biz düşünemeyiz, anlam veremeyiz, sadece olduğu gibi okuruz, yanlış anlam
verirsek günaha gireriz”.
Asırlardır insanları karanlıklara mahkum eden virüslerden birisi de bu çirkin zihniyettir.
Sormamakla, sorgulamamakla, araştırmamakla daha çok günaha girdiğini idrak edemeyenlerdir.
Bu zihniyet QUR’AN’IN “düşünün” emrini “düşünmeyin” e dönüştürmüş ve “QUR’AN’I sadece iki
kişi bilir; birisi oralardaki yüce Allah birisi de aşağıdaki peygamberi” mantığına hapsetmiştir.
Oysa peygamberin bilmediğini ve sadece QUR’AN’I tebliğ için memur edildiğini de yine QUR’AN
açıkça bildirmektedir.
[ Ve işte böylece sana emrimizden bir ruh (Qur'an’nın bir unvanı da RUH’TUR) vahyettik. Ve sen,
kitap nedir ve iman nedir bilmiyordun. Şûrâ 52]
[ Ey Resul! Rabb'inden sana indirileni tebliğ et (ilan et, duyur). Eğer bunu yapmazsan, o takdirde
O'nun Risaletini (sana gönderdiğini) tebliğ etmemiş (duyurmamış) olursun. Ve (ret edileceğinden
korkma, sana saldırılacağından da çekinme, yılma, çünkü) Allah seni insanlardan korur.
Muhakkak ki Allâh, kâfirler kavmini hidayete erdirmez. Maide 67]
Qur’an’a taban tabana ters ve asi olan bu maskaraların asırladır uydurdukları hadis (Yüce
Peygamberimin zati şahanelerini tenzih ederim) masallarıyla suçun meşru olduğu ‘iki rekât
namazla tüm günahların af olur, bir gün oruç tutarsan 70 senelik (30 günlük oruçla 2100 senelik)
günahların af olur’ safsatalarını doğurmuş ve insanlar suça teşvik edilmiştir…
Kanıtı mı? Asırlardır bütün Müslüman ülkelerin içinde bulundukları (!!!) durumu görmek yetmez
mi?. Sayısız detaylara ne gerek var!.
Üstelik 21. YY ve Türkiye’de din adına çığıranlar (belli ki büyük fasıkların beslediği ucuz
fasıklardır) Muhyiddin İbni Arabi gibi bir dehayı anlamadıkları veya günümüzdeki Müslümanların
da anlamasını engellemek için bu dehanın hakkında lakırdı ederler; yazıklar olsun, yazıklar
olsun!…
Bu konuyu ilham kaynağım olan İbni Arabi’den daha nezih, daha bilgece açıklayacak
olmadığından ona bırakacağım. Bu konu hakkında tek kelime bile yazmak haddime değildir, bu
edepsizlik olur;
(*) seçilmiş millete unvan olan Türk sözcüğünün esasi bu türemek sözcüğünden gelir. Tevrat’ta seçilmişler olarak betimlenen millet ön Türklerin
torunları olan bildiğimiz Yahudiler değildir, Türklerdir. İstisnasız bütün nebiler, elçiler (Farsçası peygamber) Türk soyundan gelmektedir. Gerçi
LEVİ soyu Yahudiler de Türkün torunlarıdır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
198
ALLAH, tekdir ve eşsizdir. (ALLAH birdir demedi; TEKDİR dedi)
Her şey O’ndandır, her şey O’nundur ve her şey O’dur. (Nur 35 ayetini kast ediyor olsa gerek)
O hiç bir şeye muhtaç olmayandır.
ALLAH ‘bir’ tanımlamasıyla bile sınırlandırılamayandır.
Biz, ALLAH hakkında kayıtsız şartsız (salt) ilim ve hayat sahibi deriz.
Buna göre, ALLAH diri ve bilgindir ve biz HAKK’IN ilmi hakkında, O, başlangıcı olmayandır,
deriz.
İnsanın ALLAH’I tam olarak idrak edebilmesi hiç bir zaman mümkün değildir. Hiç bir varlık,
elde ettiği değerle, Onun eşsiz birliğini eksiksiz ve mükemmel olarak kendi varlığında bulamaz
ve O’na ulaşamaz. Bu mümkün değildir. Böyle olmasaydı, her bilinç sahibi varlık için hem
kendisinin (mikrokozmos), hem de evrenin (makrokosmoz) hiç bir gizliliği, bilinmeyeni
kalmazdı.
Yalnız, O’nun için gizlilik ve bilinmeyen yoktur. Geri kalan varlıklar için çeşitli düzeylerde
gizlilikler ve bilinmeyenler vardır. ( hatırlayalım; boyutlarını, hangi maddelerden yaratıldığını
asla bilemeyeceğimiz dışarıdaki SU… )
"Hiçbir varlık Allah'ı idrak edemez. Bu, tam olarak mümkün olsaydı, insan hem kendisinin
(mikrokozmos), hem de evrenin (makrokozmos) bütün gizemini ve bilinmeyenini öğrenirdi.
“Âlem, Allah’ın belirmesidir. O, âlemin ruhu olup, sevk ve idare eder.
Âlemin başka gerçek bir varlığı yoktur. Âlem, O’ndan ayrı bir varlık değildir. Görmez misin ki,
gölge sahibinden çıkmış ve ona bitişik olduğu halde, sahibinden görünüşte ayrılması
imkânsızdır. Nasıl insanın gölgesi, ancak gölgenin düştüğü yer aracılığı ile görünüyorsa, Âlem
de, Allah’ın gölgesinin üzerine düştüğü madde aracılığı ile idrak edilir, bilinir.”
İlham kaynağım İbni Arabi’nin bu harika tanımını yine QUR’AN [ Ve siz nerede iseniz O, sizinle
beraberdir. Ve Allah, sizin yaptıklarınızı en iyi görendir. Hadid 4] ayetiyle onaylar.
Yüce Allah’ı insan cihetinden tanımlamayı bu kadar nezih anlayan ve anlatan bir bilgin daha
var mıdır acaba?.
[(insanlar, akıllı varlıklar) Ve O'nun ilminden, O'nun dilediğinden başka bir şey ihata edemezler
(kavrayamazlar). O'NUN KÜRSÜSÜ GÖKLERİ VE YERİ KAPLAMIŞTIR. Ve o ikisini muhafaza etmek
(yerlerin ve göklerin dengesini korumak, gözetmek, sevk ve idare etmek) kendisine zor gelmez
ve O Ala’dır (en yücedir), Azîm'dir (en büyüktür). Bakara 255]
[ Gökleri ve yeri 6 GÜNDE yaratan O'dur. Sonra arşın üzerine istiva etti. Arza gireni ve ondan
çıkanı ve semadan ineni ve orada yükseleni bilir. Ve siz nerede iseniz O, sizinle beraberdir. Ve
Allah, sizin yaptıklarınızı en iyi görendir. Hadid 4]
Uyuyanlar ve uyutanlar; İdrak etmeleri için bu ayetleri defalarca okusunlar…
Tartışmasız bilinmelidir; bu ayetlerin öğrettiği doğrultuda yaşamanın anlamı ‘BİLİNÇLİ KUL’
olmak demektir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
199
ÜÇ BOYUTLU MADDELERDEN YARATILMIŞ
ÜÇ BOYUTLU EVRENLER
Altıncı günün bitiminde, izin gününde bu hayatta iken asla kavrayamayacağımı 4 veya 5 veya 6
boyutlu başka bir yaratılışla tanışacağız. Umarın 2 veya 1 boyutlu maddelerden yaratılmış
aşağılarında-aşağısındaki küre dünyalara gitmeyiz!...
Bütün insanlar, Müslümanlar; Zemahşeri’nin Keşşafını, İbni Arabi’nin Fususul Hikem hazinesini,
Tevrat’ı ve İncili okumadan, anlamadan, Sanskritçe, Akad’ca ve Sümerceye hakim olmadan
QUR’AN’I asla, asla ve asla anlayamayacaklardır… Sadece hurafe üreteceklerdir. QUR’AN bilinen
Arapça ve tekke kültürüyle anlaşılacak bir hazine olsaydı, Arapların çoktan Marsa gitmeleri
gerekirdi.
Neden mi? [ de ki; "Eğer siz, gerçeği bilen bilginlerdenseniz, Allah'ın katından O ikisinden daha
çok hidayete erdiren bir kitap getirin de ben ona tâbî olayım.” Kasas 49]
İnanmayabilirler ancak kesinlikle ve içlerinde yaşayarak bilmekteyim ki; Batıyı, Yahudi’yi dünyaya
hakim eden mihenk noktası burasıdır. Onlar Tevrat’ı, İncili ve QUR’AN’I okuyor ve herkesten
daha iyi biliyor ve ibadet hariç diğer bütün kurallarını da aksatmadan uyguluyorlar, sadece
‘Müslümanım’ demiyorlar… Bu onların sorunu bizim değil… Tevrat’ı okuyan Yahudi filan olamaz.
Anlatmak istediğim Tevrat bilgileri alınmadan QUR’AN’IN enginlikleri tam olarak asla
anlaşılamayacağıdır…
Devam edelim;
Muhakkak ki Amenü olanlar (yaşarken Allah’ı bilerek idrak edenler veya bilerek ulaşmayı
dileyenler) ve FAYDALI İŞLER, ÇALIŞMALAR YAPANLAR İÇİN ALTINDAN NEHİRLER AKAN
CENNETLER vardır ve işte bu büyük kurtuluştur. Buruc 11. (*)
Rab'leri Katında onların mükâfatı, ALTLARINDAN NEHİRLER AKAN ADN CENNETLERİDİR, orada
ebediyen kalacak olanlardır. Beyyine 8.
Onları mutlaka, ALTINDAN NEHİRLER AKAN CENNETTE YÜKSEKLERE yerleştireceğiz. ANKEBÛT-58.
Onlar için ALTLARINDAN IRMAKLAR AKAN, içinde ebedî olarak kalacakları CENNETLER vardır.
Maide 119.
İşte onların mükâfatları, Rab'lerinden mağfiret ve ALTLARINDAN NEHİRLER AKAN, içlerinde
devamlı kalacakları CENNETLERDİR. Faydalı işler, çalışmalar yapanların mükâfatları ne güzel!. Ali
İmran 136.
Amenü olanlar ve faydalı işler çalışmalar yapanlar, ALTLARINDAN NEHİRLER AKAN CENNETLERE
konulurlar. İbrahim 23.
Ve Amenü olan ve faydalı işler çalışmalar yapanları ALTINDAN NEHİRLER AKAN CENNETLERE
koyacağız. Nisa 57.
Takva sahipleri ALTINDAN NEHİRLER AKAN ADN CENNETLERİNE girerler. Nahl 31.
Muhakkak ki Allah, Amenü olanları ve faydalı işler yapanları ALTINDAN NEHİRLER AKAN
CENNETLERE koyar. Hacc 23.
Ve sizi ALTINDAN NEHİRLER AKAN CENNETLERE koyar. Saff 12.
(*) Namaz bu ayetin neresinde? Rabbimizin istediği bilinçli yapılan Rükû, Dua ev Secde vardır, Zerdüşt namazı Qur’an’da yoktur. Kanıtı da yine
Muhteşem Qur’an’dadır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
200
Ve Rabbiniz'den olan mağfirete ve takva sahipleri (insanlara faydalı olmuş bilim insanları) için
hazırlanmış olan GENİŞLİĞİ YERLER VE GÖKLER KADAR OLAN, CENNETE koşun! Ali Imran133.
Rabbinizden mağfirete ve GENİŞLİĞİ, YERLER VE GÖKLERİN GENİŞLİĞİ KADAR OLAN, Allah'a ve
O'nun Resûl'üne inananlar için hazırlanmış olan cennete (kavuşmak için kendinize,
toplumunuza, insanlığa daha faydalı işler yapmak için) yarışın. İşte bu, Allah'ın fazlıdır. Onu
dilediğine verir. Ve Allah, büyük fazl sahibidir. Hadid 21.
Gözden kaçırmayalım ki, bu muhteşem ayetler; aklımızı, düşüncelerimizi, dikkatimizi devamlı
olarak yukarda, boyutlarını asla bilemeyeceğimiz SULARIN DA ÜZERİNE yöneltmektedir. Bu çok
ciddi bir ayrıntıdır.
[ Muttakilere (inanmış faydalı işler yapan bilim adamları) vaat olunan cennet, altından nehirler
akan ve onun meyvesi ve gölgesi değişmez olandır. İşte bu, takva (yüksek bilinçli, inanmış bilgi)
sahiplerinin sonudur. Kâfirlerin sonu ise ateştir. Ra’d 35 ]
‘gölgesi daimî, değişmez olan’ ifadesi rotasyonun, elektromanyetik-gravity-motor döngülerinin
olmadığı, gece veya gündüzün olmadığı, devamlı aydınlık, dümdüz bir yerler olduğu
anlamındadır. Ancak çok, çok daha engin anlamları var ki; ömrüm yeterse yazacağım…
[Resul, amenü olanları (Allah'a bilerek ulaşmayı dileyenleri) ve amilüssalihat (başkalarına faydalı
olacak çalışmalar, icatlar, keşifler vb.) yapanları, karanlıklardan nura çıkarmak için size Allah'ın
apaçık âyetlerini okur. Ve kim, Allah'a iman ederse ve salih (başkalarına faydalı olacak çalışmalar,
icatlar, keşifler vb.) yaparsa onu, içinde ebediyyen kalmak üzere, ALTINDAN IRMAKLAR AKAN
CENNETLERE KOYAR. Bu onun (O insan) için ALLAH’IN verdiği en güzel rızık olmuştur. Talak 11.]
[İkisi de (iki cennet de) YEMYEŞİLDİR (ifrat derecesinde yeşildir*) Rahman 64]
Altıncı günün bitiminde, izin gününde acaba ALTI BOYUTLU başka bir yaratılışla mı
karşılaşacağız? Bu, içinde yaşadığımız üç boyutlu maddi evrenin simetrisi midir, paritesi midir?
Yoksa anti maddeden oluşan başka bir evrene mi geçilecek?
Evrenin SON bulacağı, evren ölçülerinde veya evrene ait gün anlamında ki gündür. Jüpiter’de
yaşasaydık vay halimize!. Her 10 saatte bir günümüz ve 12 dünya senesiyle 1 yılımız olurdu.
Ayette söz konusu gün; biz insanların yaşadığı dünyanın veya Jüpiter’in günü filan değildir…
Bu ayetlerdeki ‘GÜN’ sözcüğü evrenin günüdür, evrene ait iki nokta arasındaki dilimdir, dünyanın
veya Jüpiter’in değil… QUR’AN’DA ve Tevrat’ta Altı gün ifadesindeki iki nokta arasındaki dilimleri
en açık şekilde anlatan; Yaratanı ve Yaratılanı temsil ettiğine inanılan iç içe ters üçgenlerdir.
Kenger-Sümer dilinde Tamga, Çolpan Yıldızı
(*) Yeşil, Işık spektrometresinin 555 nano metreye denk gelen bandıdır. Biz insanların görme bandımızın sınırlarında müsaade edilen, görme
merkezinin algıladığı renktir. İnsan gözü 380 nm ve 780 nm arasındaki bandın müsaade ettiği aralıkta görebilir. Bu aralığın merkezi de 555 nm
(nano metre) yeşil rengi açığa çıkaran Işık dalgasıdır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
201
İnsan tanımlaması olan bu geometride, üçgenlerin her tepe noktası arasındaki dilim bir evren
gününü mü anlatıyor?
Altı günün bitimindeki yedinci gün, istirahat günü, izin günüdür, üç boyutlu bu maddi evrenin
faaliyetlerinin sonudur. Adım adım ilerleyerek bu muhteşem ayetlerin bizleri engin gerçeklere
götüreceği kesindir.
Tevrat’ta da açıkça kullanılan GÜN sözcüğü biz insanların yaşamlarına durmaksızın egemen olan
olgunun, asla inkâr edemeyeceğimiz gece gündüz olgusuyla mukayese etmek için O devrin
insanlarına veya O günün bilgi düzeyine hitap eder ancak gelecek nesillere, bilim adamlarına da
yeterli açıklamayı miras olarak bırakır… Elbette anlamak için okunursa…
Bu nedenlerle bu tür engin bilgiler sadece Kureyş Arapçasında gizlenebilirdi. Ancak QUR’AN’IN
bilimsel gizemleri asla ve asla bilinen Arapçayla anlaşılamaz. Mutlaka antik Sanskritçeye
uzanıncaya kadarki terminal lisanlarında ve bizim kontrolümüzde çevrilmesi gerekmektedir.
Yüce ALLAH Evrende evrene özgü muhteşem matematikle, harika geometrilerde, süper
pozisyonda süper aktif düzenler kurdu. [ GÖKLERDE VE YERDE OLAN KİMSELER O'NDAN isterler
(dilerler). O her gün (her an) bir şe'n (ayrı bir tecelli, yeni bir oluş, yeni bir yaratış) üzerindedir.
Rahman 29] ayette gecen ‘men’ sözcüğü İngilizceye de geçmiş adam, insan, akıllı kimseler demektir.
Evrenlerdeki bu muhteşem düzeni en güzel geometrilerle işledi… Evren her an her koşulda
şaşmaz süper pozisyondadır. Bizim psikolojik algılamalarımızla zan ettiğimiz, Bozunan herhangi
bir şey bozunduğu anda bile O bozunmanın getirdiği bir başka süper pozisyonundadır ve bir
başka moda (faza) geçmek için görevini yapar. Bozunma sözcüğünü biz insanlar keyfiyetten daha
doğrusu psikolojik duygularımıza göre uydurduk… Bozunan hiç bir şey yok, herhangi bir formdan
başka bir forma geçiş var.
Evren ve yasaları bizim onları olmasını arzu ettiğimiz gibi değildirler, onlar olması gerektiği
gibidir.
Harap etmek te, iblise esir olmuşların görevidir!…
Atmosferdeki CO2 miktarı 2014 senesinde 421 PPM (*) oldu!… Normalde 300 PPM ve altında
olmalıdır.
421 PPM CO2 anlamı; telafisi imkânsız felaketlerin kapının hemen önünde olduğunun
kanıtıdır.
(*) particle per million, yani milyonda bir partikül
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
202
ALTI GÜNDE YARATILMIŞ EVREN GENİŞLEMİYOR
MÜTHİŞ BİR HIZLA DÖNMEKTEDİR
[ Ves semâe beneynâhâ bi eydin ve innâ le MÛSİÛN. Zariyat 47]
Klasik eksik, yanlış Türkçeleştirmeyle; [Ve sema; Biz onu büyük bir kudret ile (büyük bir kuvvetle)
bina ettik. Ve muhakkak ki genişletici (Arapçası MUSIUN) olan elbette Biziz. Zariyat 47] bu ayetin bu
şekilde çevirisi kesinlikle yanlıştır…
EVREN MAALESEF GENİŞLEMİYOR, GENİŞLEYEN FİLAN YOK… Ancak QUR’AN adına yalan yanlış
söyleyen pek çok… bilgi olmadan fikir yürüten, bilmediğini de bilemeyen hokkabaz pek çok!.
Benim çevirimde; [Ve-ssemâe beneynâhâ bi-eydin ve-innâ lemûsi’ûn(e) Zariyat 47]
Biz göğü büyük bir kudretle bina ettik. Hiç şüphesiz Biz, çok, çok genişlik ve kudret sahibiyiz,
Hiç şüphesiz kudretimizin, egemenliğimizin hükümranlığı çok geniştir.
Ayetin analizi yapalım;
Ves semâe beneynâhâ bi eydin ve innâ le mûsiûn (mûsiûne).
Ve sema; Biz onu büyük bir kudret ile bina ettik. Ve muhakkak ki genişletici Biziz. Bu geleneksel
çeviri tamamen yanlıştır. Bütün mealler de yanlışlarla doludur.
Orijinal cümleyi ‘ve-innâ lemûsi’ûn(e)’ alırsak anlam ‘çok genişlik ve kudret sahibiyiz’ olur.
Cümleyi ‘ve innâ le mûsiûn (mûsiûne)’ kalıbıyla alırsak anlam ‘Ve muhakkak ki genişleticiyiz‘
anlamları ortaya çıkabilir… Ve bütün bunlar ciddi çelişkilerdir…
Ayetin ana teması Göklerin yaratılmasından söz edildiği için ‘innâ le mûsiûn’ genişleme, genişlik,
genişletici, onun benzeri gibi genişlikte, ona benzer genişlikte veya büyüklükte’ sözcüğü gökler
hakkında ki bir olayı anlattığı için bunu doğru olmasa da bu haliyle keyfiyetten dolayı QUR’AN
meallerinde yazabilirler. Ancak bu doğru değildir; ÇÜNKÜ DOĞRU OLAN DA TEKDİR…
Hazretler!. ‘Yok, benim canım bu manayı vermek istiyor’ diye QUR’AN meali yaparsa, 1400 sene
daha alçak sürünmeye devam edilir…
ve-innâ lemûsi’ûn(e) cümlesi de; ‘çok genişlik ve kudret sahibiyiz’ yani yarattığımız evren ‘çok
geniştir, çok büyüktür’ anlamları da ortadadır… Bu da doğru gibi duruyor karşımızda.
Ancak hangisi doğru?!. açıkça görülmektedir ki ortada çok, çok ciddi çelişkiler var!!!.
QUR’AN meali-tefsiri yapan hazretler! Hubble adlı saygın bir bilimcinin büyük bir ihtimalle
yanılgısını referans alıp hemen evrenin genişlediğini QUR’AN’DA yazıyor diye ‘inna le musiun’
olarak almış ve sözcüğü genişletmek anlamında çevirmeye başlamışlar… 18 rakamının önüne üç
bedava sıfır koyup 18 000 alem diye çığıranlar gibi!. SALAT sözcüğünü namaz ile takas edenler
gibi.
Halbuki ve-innâ lemûsi’ûn(e) olarak yazılırsa anlam, cümlenin başındaki konuya istinaden
göklerin genişlediğini anlayabiliriz. Bu da kesinlikle doğru değildir… QUR’AN bizim arzularımıza
göre anlayalım diye gelmedi… Keyfiyete göre kahve falı gibi yorumlayalım diye de gelmedi…
NEDEN Mİ?
Hubble evrenin genişlediğini ZAN etti ve bu hazretler de hemen, anında atladılar ve “ bak işte şu
cehennemlik gâvurlar var ya, evrenin genişlediğini buldular, işte bak QUR’AN’DA bunu teyit
ediyor“ diye Hubble’ın belki de büyük bir yanılgısını tasdik ettiler… Hubble doğru olsa bile önce
Müslümanların bulması gerekmez miydi?
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
203
Oysa bir diğer açıdan bakarsak Evren genişlemiyor, birazdan anlatmaya çalışacağım. Benim
kanaatimce Hubble da yanılmış olabilir… ÇÜNKÜ AYETTE ZAMİR KULLANILMADI Kİ…. Nasıl
olurda ALLAH’DAN korkmadan sıkıştırarak, sokuşturarak ALLAH’IN kelimelerini lastik gibi
oraya buraya kaydırırlar?
‘musiun, genişletici’ anlamında değildir “Onun misli gibisini de yaratır, O hacimde, O
büyüklüktekinin de mislini, benzerini de yaratır” veya ‘çok genişlik ve kudret sahibiyiz,
kudretimiz yaratma işinde de geniştir, kudretimiz geniştir, kudretimiz sınırsızdır’ anlamları da
gerçeğe çok, çok daha yakındır.
Nereden çıkardılar ‘Musiune sözcüğünün göklerin genişlediği’ anlamına geldiğini hala
anlayamıyorum!. demek ki şarlatanlık bedava!. SALAT sözcüğünü namaz diye çevirenler gibi!
[ Gökleri ve yerleri yaratan, onların BİR BENZERİNİ DE, EŞİNİ (paralel evrenler, anti
maddelerden yaratılmış evrenler ve mislini) DAHA YARATMAYA Kadir olan değil midir? Evet, O
Yaratıcı ve En İyi Bilen'dir. Yasin 81 ]
Hani QUR’AN evrenin genişlediğini yazıyordu? Bu en önemli kanıtımdır.
Bu insanlarda nasıl bir vicdan var, nasıl cüret edebilirler Hubble’ın yanılgısına QUR’AN’I alet
etmeye, anlayamıyorum. Üstelik ilahiyatçı Prof. etiketleriyle… yazıklar olsun!.
Yasin81 ayeti Zariyat47 ayetleri en net şekilde evrenin genişlemediğini onaylayan ayetlerdir.
Çünkü Yasin suresi Qur’an’ın kalbidir ve evrensel bilimlerin anahtarlarını, şifrelerini, başlangıç
öğretilerini içermektedir.
‘Benzerini, eşini, mislini’ sözcükleri, üç boyutlu bu evrene paralel başka boyutlardaki
maddelerden veya anti maddeden yaratılmış başka evrenlerde kast edilmiş olabilir…
‘Zariyat 47de Musiun’ sözcüğünün sonunda bir zamir getirilmemiştir, bir şeyin genişlediği ifade
edilemez ki! Cümlenin, yani ayetin başındaki konuya göre de ‘sınırsız genişlik ve sınırsız kudret
sahibiyiz’ anlamı açıkça ortadadır. Çünkü evrenin genişlemediğini birazdan daha açıkça QUR’AN
kendisi açıklayacaktır!!!.
[VE DÖNÜŞ SAHİBİ (döngüsü olan, dönen) SEMAYA andolsun. Tarik 11]
Hani QUR’AN evrenin genişlediğini yazmaktaydı?
Üstelik bu meal ve çeviri de kesinlikle yanlıştır. Doğrusu; [VE şüphe etmeden bilmelisiniz SEMA
(doğasındaki, yaratılışındaki programı gereği) DÖNMEKTEDİR. Tarik 11] Yüce ALLAH kulunu ikna
etmek için yemin mi eder?
Bizim çevirimizde ise: [ ve şüphe etmeden bilmelisiniz ki sema dönmektedir. Tarik 11]
Oysa Yüce ALLAH;
[Emin olsunlar ki (Yemin ederim diye meal tefsir yaparlar!!!); öğüt alsınlar diye biz bu
QUR’AN’DA insanlar için her türlü misali verdik. ZUMER 27]
["Kitapta biz, (menfaatiniz için) hiçbir şeyi eksik bırakmadık." EN’AM 38.]
[ Allah'tan başka bir hakem (hakem=hadisçi) mi arayayım? Size Kitab’ı açıklanmış (tafsilatlı)
olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz (Tevrat ve İncil verilen) kimseler, O'nun, senin
Rabbinden hak ile indirildiğini biliyorlar. O halde sakın sen, şüphe edenlerden olma! En’am-114.]
[Emin olun ki Biz, bilmediklerinizi size AÇIK SEÇİK BİLDİREN (öğreten) ayetler indirdik. NUR 46.]
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
204
[ İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti Kitap’ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya,
işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet etme konumunda olanlar da lânet eder.
BAKARA 159.]
Evrenler Altı Günü bitirmek için müthiş bir hızla dönüyor, genişlemiyor. Hızla dönen bu harika
evren altıncı gününü bitirdiğinde; O gün İzin günüdür. Üç boyutlu evrenin mutlak sonudur, bir
başka boyutlara geçisin, ölümün olmadığı sonsuz hayatın da başlangıcı olan izin günüdür…
İnsanların fiziki ölümle gerçeğe uyanacakları, artık ölümün olmadığı, olamayacağı gündür.
Çok iyi biliyoruz ki, hiç bir şey yoktan var edilmez, var olanda yok edilmez. Evreni yaratan Yüce
ALLAH evrendeki madde miktarını sabitledi ve bu sabite hiç bir şekilde değişemez,
değiştirilemez…
Şımarık batılılar da bildirmek gerekir; Şayet evren genişliyorsa ‘hiç bir şey yoktan var olmaz, var
olanda yok edilmez’ kuralı kökten iflas etti demektir.
Bu kuralın QUR’AN’LA kanıtı da;
[Ve semayı muhafaza edilmiş (korunmuş, süper pozisyonda dengelenmiş) bir kubbe yaptık. Ve
onlar, O'nun ayetlerinden yüz çevirenlerdir. Enbiya 32]
Şayet Evren genişliyorsa genişleyen evrende madde miktarı hacmiyle doğru orantılı olarak
dengesini kaybeder. Dolayısıyla genişleyen hacim neyle, kim tarafından doldurulacak diye
sorarlar adama!...
Evren genişliyorsa (ki bu mümkün olamaz) atomlarında genişlemesi gerekir.
Bilimde birini kurtarmak için iki kişiyi feda etmek mi gerekiyor? Bu adamların yaptıkları bilim
midir yoksa filim senaryosu mu?
Evren genişleyemez, sadece ALTINCI GÜNÜ tamamlamak için dönmektedir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
205
ASR, HÎNUN, DEHRİ, ZAMAN ve GÜN
[ Kesinlikle emin olun ki Asr’a (yemin olsun diye çevirirler). Asr 1]
ASR sözcüğü üç boyutlu maddelerden oluşmuş ilk insanın yaratıldığı AN ile insanlığın tamamının
son bulacağı iki nokta arasındaki dilimdir, ölçüdür, ölçülendirilmiş bir cetveldir. İnsan altıncı
günün son dilimde yaratıldı, insanın yaratılması altı günün tamamında değildir. Ayetin ana
teması insan olduğu için ASR, cetvelsek bir zaman tanımıdır ve sadece insan ile ilgilidir, konusu
evren veya gökler olamaz.
[ Hel etâ alel insâni HÎNUN mined DEHRİ lem yekun şey’en mezkûrâ. İnsan 1]
İnsanın üzerinden uzun DEVİRDEN (HİNUN) öyle bir ZAMAN (DEHRİ) gelip geçti ki (o süre içinde
o insan) anılmaya değer bir şey bile değildi. İnsan 1]
Bu son derece önemli ayette gecen HİNUN ve DEHRİ sözcükleri zaman veya süre veya iki nokta
arası filan demek değildir… insanın yaratılışında ilk prototiplerin laboratuvar düzeninde ki
aşamalarıdır. Bu konuyu Ta-Ha ve TUVA kitabımızda daha açık anlatacağız.
Bizi altı gün gerçeğine götürecek en önemli anahtar üç sözcük var karşımızda;
1. ASR; insan cinsinin yaratıldığı AN ile son bulacağı AN arasındaki ölçüdür, dilimdir. Sadece insan
hayatı ile ilgilidir, bu ayette insandan başka bir şey, yani evren konu edilemez.
2. HİNUN; sınırsız bir vakit, sınırsız bir zaman dilimi. Başlangıcı ve sonu sanki bizden gizlenmiş,
sanki başı sonu olmayan bir aşamanın dilimi. Sanki bir çember durmaksızın dönüyor, dönen
çemberin başlangıcı ve sonu olmayacağı gibi. Sınırsız veya bizim programımız gereği
anlayamayacağımız bir transformasyon, başlangıcı ve sonu kapalı çemberde olan çok uzun bir
aşama, herhangi bir çalışmadaki aşama gibi anlamları içermektedir.
3. DEHRİ; çok uzun bir süre, çok uzun bir aşama dilimi. Ancak başlangıcı ve sonu olan fakat bizim
algılarımıza göre çok uzun bir çalışmanın aşaması. insanın çamurdan, çamurların özünden
yaratıldığı an ile tesviye edile-edile kâmil, söz dinleyecek, anlayacak, öğrenecek ve anılmaya
değer bir varlık olduğu çizgiye kadarki aşamalar arasındaki dilim diyebiliriz.
Özellikle İNSAN 1 ayetini yalnız Türkçe değil, orijinal Arapçasında, İngilizcesinde de anlamak
gerçekten çok zor hatta çağımızda da imkânsızdır diyebilirim… Biz insani algılarımızla bakarsak;
zaman içinde zaman veya zaman dışında bir başka zaman var gibi bir karmaşa çıkıyor karşımıza…
İnsan suresinde iki farklı anlamları olan aşama (HİNUN ve DEHRİ ) sözcükleri kullanılmış. Biz bu
en gizemli sözcüklere yönelmeliyiz. İnsan (dehri) suresinin sadece 1.ci ayeti değil, ilk 20
ayetindeki her kelimenin Aramca, Akadca, Sümerce ve Sanskritçedeki köklerine de girmeye
çalışıyorum. Bu sure dehşetler içinde bırakıyor beni(*)…
İnsan suresi; Evren ve evrendeki insanlar gerçeğe uyandıktan sonra (yani fiziki ölümden sonra)
diğer sonsuz hayatın sahneleri konunun ana teması olduğu için bu HİNUN ve DEHRİ sözcükleri
hem evreni, gökleri, semaları, yerleri ancak insanı da içermektedir… Dolayısıyla bu iki sözcük çok
ciddi birinci derecede anahtardır…
[ Göklerin ve yerin yaratılışı, insanın yaratılışından muhakkak ki daha büyük bir iştir. Ve lâkin
insanların çoğu (bu gerçeği) bilmezler. Mu-Min, 57]
[Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü mü? Onu (imal etti, yaptı, vücut buldurdu,) bina
etmiştir. ONUN TAVANINI (kubbesini, boyunu ölçülendirip) YÜKSELTTİ. SONRA DA ONU SEVVA
(düzeltti, süper pozisyonda dengeye getirip seviyeleri eşitledi, tesviye) ETTİ. Naziat, 27-28]
Bu arada; Hani evren genişliyordu?
(*) Bütün İnsanlık tarihinin en büyük keşfinin insan suresinin bu ilk 20 ayette olduğunu çok, çok iyi biliyorum, çok yanaştım, ancak ‘ne zaman ?’
bunu sadece Âlim olan Rabbim nasip ederse başarabilirim. ATOMUN GERÇEK RESMİNİ, GERÇEK KİMLİĞİNİ BULACAĞIZ.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
206
Ayetteki BENA-HA; onu bina etti, onu sağlam, muhkem ve ölçülü bir şekilde yarattı demektir.
Dikkat! ‘Onun tavanını (boyutlarını ölçülendirip) YÜKSELTTİ’ denildi, Y Ü K S E L T M E K T E D İ R
denilmedi. Geçmişte olmuş bir hadisedir.
Ayrıca Rahman 7 ayetinde; Göğü yükseltti ve değişmez ÖLÇÜYÜ KOYDU (değişmez sabiteyi
koydu) yükseltmektedir denilmedi, Y Ü K S E L T T İ denildi.
Demek ki evren, gökler altı günde belirli bir ölçüye göre yükseltildi ve hacim olarak da
sabitlendi ve dönmektedir. Neye dayanarak evrenin genişlediğini çığırırlar anlayamıyorum.
İşte bu nedenledir ki ‘O doğuların da Rabbidir batılarında Rabbidir’ denildi, Kuzey güney
denilmedi. Dönen cisimlerin kuzeyi ve güneyi anlatmak veya anlamak için dönme momentini
referans alamayız, almayız, sadece doğru ve batı söz konusu olabilir.
Dünyanın hangi noktasında olursa olunsun, baş tarafımız her zaman tavandır. Bu nedenle
QUR’AN’DA her çağın insanlarının anlaması için ‘TAVAN, KUBBE’ sözcüğü kullanılmıştır.
Eh şu para kazanmak için, bilgisizce QUR’AN meal-tefsir eden hazretler var ya!!!. İnsanları 1400
senedir yerlerde gezindirmişler, Zerdüşt namazıyla da cennetten arsalar satmışlar…
Konumuza devam edelim;
Bilimin km taşlarından Edwin Hubble şöyle bir tespit yaptı ve bu tespit kesinlikle doğrudur.
Kendi gözlem yerinden yani dünyadan, yani Hubble teleskobundan, bizden uzaklaşan yıldızların
%68 kadarının kırmızı renge, yani Işığın uzun dalga boyuna kaydığını gözlemledi. Bu 650-780
nanometre aralığındaki ışığın uzun dalga boylarıdır…
Bu tespitle Kırmızı renkli yıldızların bizden uzaklaştığı gerçeği açıkça ortadadır. Bu tespit ve
yaklaşım kesinlikle doğrudur ve dâhiyane bir yaklaşımdır.
Arta kalan yıldızların %32 kadarının da renkleri mavi renge yani 450 - 380 nanometre dalga
boyuna denk gelmekteydi. Mavi renkli yıldızların bize doğru yaklaştıkları gerçeği de açıkça
ortadadır.
Bu yıldızların bizden kaçış ve bize doğru gelme hızları elbette farklıdır. Bu teoride öncelikle
yıldızların Işığının dalga boylarındaki fark esas olandır ve Hubble ödülü saygınlıkla hak etmiştir.
Buna göre açıkladıkları en mantıklı; %68 yıldızların bizden uzaklaştığı yani ortamın, yani evrenin
genişlemekte olduğudur. Kanıtı da %68 oranında yıldızların Işığının kırmızı dalga boylarına (750
nano metre dalga boyu sınırlarında) yakınlığıdır.
Burada 4 sayfa kadar deney verilerini yazacağım… ancak tekrar Hindistan’a gideceğim Sanskrit
dilleri uzmanlarıyla görüşmem gerekiyor, bu da en az 3 veya 4 sene zaman alacak…
Hatta öyle aktörlerde çıkmışlardır ki; evrenin her sene 500 million km/saniye hızla genişlediğini
bile bilimsel tabanlı makalelerde dile getirmişlerdir. Dayanakları da sadece varsayım!.
Varsayımcı zatın adı Tony veya John olursa yanlış ta olsa her dediğini yayınlarlar… gerçekleri
ortaya koyan Müslüman bilim adamının da !!!...
Uzaklaşan cisimden gelen kırmızı Işığın (bu elektromanyetik dalgadır) dalga boyu uzaklaşma
süratine bağlı olarak artar. Hubble'ın en büyük başarısı, kırmızıya kaymanın, yani uzaklaşma
süratinin uzaklık ile orantılı olduğunu ortaya çıkarmasıdır. Başka bir ifadeyle bir galaksi ne
kadar uzaksa o kadar büyük bir hızla uzaklaşmaktadır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
207
Nereden uzaklaşıyor, uzaklaşmanın tanımı için referans hangi nokta alındı, bu belirsizdir?
Evrende sabit bir yer mi var referans alabilelim? Bizim dünyamız veya galaksimiz özel bir
koordinatta mıdır ki bu noktayı referans alalım? Gibi sayısız sorular sorulacaktır. Ayağı yere
basan akıllı cevap verilemeyeceğini çok iyi bildiğim için şimdilik bunları geçelim.
Bu tür varsayımların başlıca nedeni de; üçüncü sınıf milletlere teknolojik üstünlüklerini
göstererek psikolojik baskılar ve aba altından sopa göstermektir. Üçüncü sınıf milletler de bunu
yutarlar.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
208
DÖNEN EVREN GENİŞLEMİYOR
ÜSTELİK GENİŞLEYEMEZ DE…
[ Ve şüphe etmeden bilmelisiniz ki SEMA (doğasındaki, yaratılışındaki programla)
DÖNMEKTEDİR. Tarik 11] Hani Qur’an evrenin genişlediğini yazıyordu?!...
Şimdi mütevazı ve zihinsel bir deneye başlayacağız;
H1 koordinatında bir gözlemci var. Bu gözlemci %68 yıldızların Işığının kırmızıya kaydığını
görüyor ve gerçekten de bu yıldızlar H1 gözlemcisinin baktığı yerden (ki bu herhangi bir yön
değil, 360 derece küresel olarak her yöne bakmaktadır) kırmızıya yakın dalga boylarında
görünüyor ve ‘Eyvah evrenim genişliyor’ diyecektir ve tespiti kesinlikle doğrudur. H1 gözlemcisi
bir Nobel ödülü alacaktır. Hubble bunu [ H = v.d ] denklemiyle bilim tarihine yazdı (*).
Bir de H2 koordinatında bir gözlemci var ve H1 koordinatına göre 180 derece karşı taraftaki
dünyada yaşıyor ve O da gözlemler yapıyor. H2 gözlemcisi de 360 derece küresel olarak her yöne
baktığında %68 oranındaki yıldızların kendisine mavi ışıkla (480nm dalga boyu ve altında)
göründüğünü ve ‘Eyvah evrenim daralıyor, üzerime çökecek’ diyecektir ve bu şartlarda H2
gözlemcisinin de tespiti kesinlikle doğrudur. Böylece H2 gözlemcisi de bir Nobel ödülü almalıdır.
Ancak, bir gözlemci daha var bu evrende.
H1 ve H2 gözlemcilerine 12 milyar Işık yılı kadar uzağında 90 derece açı farkındaki gezegende (H3
gözlemcisin koordinatını üçgenin A noktası olarak alınız lütfen) yaşayan bir üçüncü gözlemci
daha vardır kendi dünyasında yaşamaktadır. H3 gözlemcisi de ciddi bir deney yapar, çünkü H1 ve
H2 den gelen berbat haberlerden rahatsızdır. Birisi evren genişliyor derken diğeri evren
çöküyor, daralıyor haberlerinden rahatsız oluyor.
Bu üçüncü H3 gözlemcisi de, bir kısım yıldızların kırmızı diğerlerinin de mavi Işıklı olduğunu ancak
evrenin genişlediğini veya daraldığını değil, kesinlikle döndüğünü, dönme eyleminden dolayı
sanki Doppler yanılgısı gibi H1 ve H2 nin deney sonuçlarına itibar etmemesi gerektiği sonucuna
varacaktır. H3 gözlemcisi, H1 ve H2’nin koordinatlarının bu ciddi konuya kesin cevap
alabilecekleri yerler olmadığı kanaatine varır. H3 gözlemcisinin bu yaklaşımı da doğrudur ve
tartışılır.
Benim bizzat yaptığım deney; Döner salıncağa hemen her insan bir kez olsun binmiştir. Henüz
erken gençliğimde Hubble’ın bu teorisini öğrendiğimde yaptığım deneydeki algılarımı kısaca
anlatmam gerekiyor.
Salıncağa bindim ve salıncak merkezkaç etkiyle beni savuruyordu diğer salınan arkadaşlarım gibi,
üstelik çok ta keyifliydi. Alenen savruluyordum ve beni zincirle oturduğum yere tespit eden
emniyet mekanizması vardı. Duygularım bana merkezden savrulduğumu hissettiriyordu… Bir
saniyesini bile zayi etmeden hem tadını çıkarıyor hem de deney amaçlı duygularımı belleğime
kayıt ediyordum.
Bu müthiş duyguları belleğime kayıt ettim ve zaman kayıp etmeden ertesi gün, kaçamak yaparak
salıncağı döndüren ana milin yere en yakın, herkesin kolayca görmediği yere, motorların olduğu
yere gizlice girerek sadece dönen mili kucaklayıp, kollarımın, bacaklarım ve parmaklarımın
desteğiyle kenetleyip kendimi sıkı sıkıya O mile sarılarak bağladım. Yani kucakladım. Biliyorum
çılgınca bir deneydi, ancak yapmalıydım.
(*) Denklemin kısaca açılımı; v = H.d Burada v radyal hareket yapan galaksinin sürati yani bizden uzaklaşma hızı, milyonparsek uzaklığıyla(d),
Hubble sabitinin (H Megaparsek başına 3.26 milyon ışık yılıdır) çarpımına eşittir. Bu sabitin birimi genellikle km/s/ megaparsek cinsinden verilir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
209
Salıncağın mili dönmeye başladı ve salıncaktakilerin bağrışmaları, korku dolu kahkahaları
duyuluyordu… Salıncakta savrularak dönerken ve mildeki duygularım ve etkisi altında kaldığım
kuvvetler kesinlikle çok farklı gerçeklerdi. Çok, çok başka gerçek etkilerle karşı karşıyaydım.
Salıncakta savruluyordum, ancak mildeki duygularım farklıydı ve bunlar bende ciddi etkiler
bırakmıştı. Henüz çocuktum, duygularımı anlayabiliyor ancak bir yere oturtamıyordum.
Salıncağın dönmesi durduğunda başımın dönmesi dakikalarca sürmüştü. Bu son deneyde
kendimi sanki merkeze çeken bir kuvvetin etkisinde hissettim. Savrulma duygusu çok, çok azdı…
H1 ve H2 gözlemcilerinin kararlarına inandırıcı bulmayan ve büyük akılla düşünen ve çalışan H3
gözlemcisi karar verir bu kırmızı ve mavi yıldızların Işıkların farklı dalga boylarında görünmesinin
nedenlerini, kaynaklarını araştırır. Gördüğü kırmızı ve mavi Işıklar yanıltıcı olabilir endişesi ona
daha derin araştırmalar yapmasını emreder. Laf aramızda bu durdurulamaz hırs, her gerçek
bilim adamının doğasında vardır. Bu hırs olmadan bilim adamı olunamaz.
H3 gözlemcisi H1 ve H2 gözlemcilerine sorar; siz kırmızı veya mavi Işıklarının kaynaklandığı
yıldızların kimyasal yapılarını, bileşenlerini, atmosferlerini araştırdınız mı ki ‘biriniz evren
genişliyor, bir diğeriniz evren çöküyor diye yaygara koparıyorsunuz?’…
Nerden biliyorsunuz kırmızı ve mavi ışıkların esas nedenlerinin O yıldızların yapısındaki gazlar
veya kimyasal tepkimelerden veya radyoaktif reaksiyonlardan veya plazma etkilerinden
kaynaklamadığını, dünyadaki insanları da tedirgin ediyorsunuz?
Bak Venüs’ün rengi genellikle kirli sarıdır, çünkü sülfürik asit yağmurlarıyla gününü geçirir.
Mars kırmızıdır, çünkü yapısındaki maddelerin rengidir. Ayrıca, sodyum alevinin rengini
anımsamıyorsunuz?
Görmediniz mi Neptün gezeğeni mavidir ve bu mavilik atmosferindeki yoğun metan (CH4)
gazından kaynaklanır, diyebilir ve bu tenkitlerinde haklı olabilir.
Hubble’ın (*) bu teorisinden sonra QUR’AN mealcileri-tefsircileri kolları sıvadı ve ‘QUR’AN zaten
bunu çoktaaaaan tasdik ediyordu!.’ diye ‘MUSIUN’ sözcüğüne biraz ayar verdiler, kauçuk lastik
gibi oraya buraya çekiştirdiler ve evrenin genişlediğini, altını da imzalayıp mühürleyerek tasdik
ettiler. Üstelik birkaç metrelik uzun uzun profesör unvanlarını da başlık yaparak…
Soralım şu şey(!) unvanlı dincilere, QUR’AN mealcilerine, TVlerde boy gösteren hadis uyduran
madrabazlara; bilimsel yeni bir kanıt, yeni bir gözlem sonucunda evrenin genişlemediği sadece
hızla döndüğü kesin verilerle kanıtlandığında ‘af edersiniz QUR’AN yanlış yazıyormuş mu’
diyecekler?
Bu ne maskaralıktır, bu ne hokkabazlıktır böyle!. İşte, bu harika dini işportaya düşürenler bilgisiz
fikir yürüten çığırtkanlardır!…
Yıldızların ışıklarının kırmızı ve maviye kaymış olmalarının asıl nedeninin, evrenin genişlediği
değil, O yıldızların atmosferlerindeki kimyasal reaksiyonlardan olduğu kanıtlanırsa O Nobelli
bilimciler, yanlış yamalak QUR’AN meal-tefsir edenler nereye kaçacaklar acaba?
Çünkü Evren asla, asla genişlemiyor… Üstelik teknik olarak da genişleyemez, sadece dönüyor…
Ancak galaksiler, yıldızlar birbirinden akıllara zarar hızlarda uzaklaşmaktalar ve birbirlerine de
yaklaşmaktadırlar. Bu evrenin doğasındaki harikaların en doğal görüngüsüdür. Evrende her şey
her an hareket halindedir.
(*) Biraz daha açıkça ifade edeyim. Edwin Hubble saygın bir bilim adamıdır. Evrenin genişlediğini harika bir yaklaşımla dile getirdi ve bu öneri
bilim dünyasında da kabul edildi 1927. Ben şahsen Hubble’a derin saygılar duyuyorum. Fakat evren yine de genişlemiyor, sadece büyük bir hızla
dönmektedir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
210
Hatırlayalım; Hubble'ın en büyük başarısı, kırmızıya kaymanın, yani uzaklaşma hızının uzaklıkla
orantılı olduğunu ortaya koymasıdır. Evet, bu orantı kesinlikle doğrudur ve bizden çok
uzaklardaki cisimlerin evrenin hızla dönme etkisinden daha fazla etkilendiği (döner salıncağı
hatırlayalım) ve Işığının da kırmızıya kayması doğaldır. Hubble’ının bu orantısı yani denklemi
evrenin hem genişlediğini hem de genişlemeden hızla döndüğünü de ortaya koyabilir.
Hubble’ın teorisi kesinlikle tutarsızdır ancak QUR’AN’IN açıklaması da kesinlikle doğru olandır.
2014 senesinde Hubble teleskobunun tespit ettiği gerçek resim. Mavi Işık kaynakları kırmızılardan daha fazla… Bu
gerçek resme göre Evren çöküyor mu demeliyiz?
Her neyse; biz mümkün olduğunca AKLIN ve gerçeklerin takipçisi olalım ve devam edelim altı
gün konumuza.
Çok kısaca değinmek zorundayım; Hubble yıldızların ışığının kırmızıya ve maviye kaymasının
cismin uzaklaştığı veya yakınlaştığı anlamına geldiği kanaatine nereden ulaştı?
Elbette deha Einstein’ın harika bir gözlemidir. Hızla gelen veya giden tiren sirenlerinin çıkardığı
ses dalgalarının tiz (yüksek frekans) ve pes (alçak frekans) gerçeğiyle.
Kendisine hızla gelen tren düdüğünün sesi tizdir, daha kısa dalga boyundadır ki bu da 1000 Hertz
veya daha yüksek ses frekanslı dalgalarıdır. Sesin kaynağı ile kulak arasında trenin hızıyla doğru
orantılı olarak ses dalgalarına baskı uygular ve birim zamanda dalga boyu kısalır ve bu doğanın
bir yasasıdır.
Tren kendisinden uzaklaştıkça düdüğün sesi daha pes yani daha uzun dalga boyuna kayar, bu da
100 Hertz veya daha altındadır… Bu doğal görüngü de doğanın bir yasasıdır.
Sesi kulağa taşıyan nedir? Sesin kaynağı (düdük) ile kulak arasındaki hava, yani maddi ortam,
yani atmosferdir. Şayet düdükle kulak arasında ses dalgalarını taşıyan maddi bir ortam olmasaydı
ses duyulur muydu? Elbette hiç bir şey duyulamazdı.
Hubble ile milyonlarca Işık yılı uzağımızdaki yıldızlar arasında ne var ki yıldızın Işığının kırmızı
veya mavi olduğunu Hubble’nin teleskobuna taşınsın? İyi biliyoruz ki Işık kaynağını terk ettiği an
kesinlikle kaynağından bağımsızdır. Ve uzayda sabit bir hızla yoluna devam eder…
Tren düdüğü ile kulağım arasında hava vardır, bana yaklaşan düdüğü tiz ve benden uzaklaşan
düdüğün sesini de pes duymamı sağlayan havadır.
Hubble ile yıldızlar arasında nasıl maddi bir ortam vardır ki kırmızı veya mavi rengi gözümüze,
teleskoba yansıtmaktadır?
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
211
Şayet Işık maddi partiküllerse (buna kestirmeden foton dendi), sonsuz sayıdaki her dalga boyuna
denk gelen ışık partikülleri (fotonlar) sonsuz sayıda farklı hızlarda yol almalıydı. Oysa gerçekler
hiç te böyle değildir. 100 Kilo Hertz de aynı, 10 üzeri 23 Hertz de aynı sabit hızlarla yol alırlar.
Hubble ve yıldız arasında bir şeyler olmalıdır ki; o ortamda uzaklaşan yıldızın Işığının kırmızı veya
mavi dalga boylarındaki, sayısız farklı dalga boylarındaki enerjisini eşit ve sabit hızla taşısın.
Oysa 1918 Kopenhagen kararları evreni dolduran ilksel cevheri (buna Yunan filozofları eski
çağlarda hayula veya esir dediler *) denen şeyi ret etmişti. Sümerlerin LİL, eskilerin esir dediği
benim de DUHHAN ÇİFTLERİ dediğim cevheri militarist saplantılarıyla ret ettiler…
Ne Sümer ne de Yunanlılar bunun bilimsel tanımını getiremediler. Herhangi bir açıklama da
getiremediler… Sadece bizim DUHHAN çalışmamız ve net kanıtlarıyla açıklanacaktır.
Yapılan en büyük hata Bohr atom modelinin esas alınması ve matematiği yamalıklı pijama gibi,
olmayan bir şeyin üzerine giydirmeleriydi. Aynı dincilerin, vergi ve zekât vermemek için SALAT
sözcüğünü namaz sözcüğü ile yer değiştirmeleri, Mihrajeyi de Hz. Muhammedîn göklere çıktığı
Miraç yalanı gibi…
Her detayı ile yanlışı veya doğrusu ile sadece bize ait kurallar;
İstisnasız her tür Işık, sonsuz sayıda frekansta, dalga boylarında bütün elektromanyetik enerjiler
kesinlikle ve kesinlikle dalgadır, parçacık (foton) değildir… Sonsuz farklılıklardaki istisnasız tüm
elektromanyetik dalgalar evrende sabit hızla yayılırlar… Bu hız sabitesini yapan DUHHAN
çiftleridir, boş uzay değildir, Işığın kendisi veya doğası hiç değildir…
Işığın foto elektrik etkisinin sadece Işığın parçacık teorisini kanıtladığı, Işığın foto elektrik
görüngüsünü dalga ile açıklanamayacağı ZAN edilmişse de, her koşulda Biruni ATOM modeli ve
O harika yapısıyla foto elektrik etkinin Işığın sadece elektromanyetik dalga yapısından olduğunu
ortaya koydum.
Işığın photoelektrik etkisi Işığın kesinlikle dalga olduğunun bir başka kanıtıdır ve elektron
mikroskopları da bu tekniğe dayanarak çalışır.
Çünkü bugün bilinen Bohr atom modeli kesinlikle, tamamı ve her detayı ile hatalıdır ve fiziği
bataklığa gömmüştür.
[Ve kafirlerin bilimsel çalışmaları düz arazideki serap gibidir. Susamış olan, onu su zannetti.
Ona ulaştığı zaman, bir şey bulamadı. NUR 39 ]
Ancak; ben Müslüman bir Türküm, hiç değer verilir mi benim çalışmalarıma… Elbette
gâvurlar(!) yapar, söyler, yazarçizer böyle şeyleri değil mi?!.
Işığın, her detayı ile sadece bize ait olan Biruni ATOM model ve yapısından dolayıdır ki kesinlikle
ve kesinlikle dalga olduğunu ortaya koydum.
1. Şayet Işık parçacık olsaydı ve evren boş olsaydı sonsuz farklılıklarda elektromanyetik dalgaların
uzayda veya farklı iletkende farklı hızlarda yol alması gerekmez miydi? Böyle bir saçmalığı
düşünmek bile fiziğin intiharı olurdu. Işık ve sonsuz sayıda farklı elektromanyetik dalgalar uzayda
sabit bir hızla yol alırlar. Buna da Işık hızı demekteyiz.
Bu hız sabitesinin bir tek nedeni vardır; evreni dolduran en istikrarlı, en kararlı ve maddeyi
oluşturan DUHHAN çiftleridir. Işık ve sonsuz sayıda farklı elektromanyetik dalgalar Duhhan
okyanusunda sabit hızla yol alır.
(*) Esi Yunan da bu fikri Sümer ve Mahabharata öğretilerinden ithal edildi… Bu ether (esir) ve heyula fikri kendilerinin de değildir. Sümerce Apollo
tanrı unvanını eski Yunana getirdikleri gibi. Apollo sözcüğü de Yunanca değil, Sümercedir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
212
ABD de Brookhaven National Laboratory bunu bir şekilde kabul etti ve bir dizi deneyle
“Atomların Bohr, yani bildiğimiz modelde olmadığı fakat doğrusunun ne olduğunu da
bilmediklerini” açıklamışlardı… ekibin başında da Yunanlı bir fizikçi vardı !!!”… Şahsi nedenlerden
dolayı anlaşamadık… Hani Batılılar ‘bilimde milliyet farkı gözetilmez’ derlerdi?
Detayları vermedim, çünkü NASA çok ciddi ve görkemli bir keşfimi çaldı gözümün içine bakabaka…
2. Gravitasyon hızının Işık hızının karesi seviyesinde bir hızı olduğu karşımıza çıkacaktır. Bu rakam
da gözlenebilen veya bir diğer tanımlamayla bilinen evrenin yaklaşık olarak çapıdır.
3. Işıktan çok daha hızlı hem de karesi seviyesinde hızı olan kuvvet kütle çekim kuvvetidir. Ve bu
kuvvet yapay, sonradan olma kuvvettir. Maddeyi, kütleyi, Evreni ve her şeyi oluşturan bir çift
DUHHAN birleştiği an üç boyutlu madde oluştu ve kütle çekim kuvveti de andaş olarak maddeye
eşlik etmeye başladı.
Evrendeki en zayıf kuvvet, ancak Işık hızının karesi seviyesinde hızı olan kuvvet kütle çekim
kuvvetidir.
Evren de istisnasız her köşesi DUHHAN çiftleri ile doludur ve ışığı sabit hızla taşıyan da DUHHAN
çiftleridir.
Madde, kütle her şey sadece iki esas öğeden yaratıldı. Detaylarını ‘ışıldayan ve titreşen atomlar’
kitabımızda yazdık.
Bir kanıt sunacağım ve daha fazla kanıt yazmayacağım bu kitapta. Herhangi bir Işık veya
elektromanyetik radyo sinyalini Jüpiter’e gönderirsek 58 dakikada ulaşacaktır.
Peki; Jüpiter’in bir anda YOK olduğunu düşünelim! Bu dünyamız aynı anda yörüngesinden
kayacak, aynı salisede uzayın enginliklerine pufff diye savrulacaktır, 58 dakika filan
beklemeyecektir. Cisimleri birbirlerine göreceli olarak dengeye çağıran ve dengede tutan kuvvet
Gravitasyon kütle çekim kuvvetidir.
Güneş sistemindeki bu harika rotasyonlar, elektromanyetik-gravity-motor devinimler bir saniye
bile şaşmadan biri diğerine göreceli etkileşimlerle devinirler.
Çünkü Jüpiter ve diğer tüm gezegenlerle elektromanyetik-gravity-motor kuvvet etkileşim ve
iletişimleri kesinlikle vardır ve bu şekilde muhteşem bir düzenekte devinmektedirler ve bu
devinimi kontrol eden komünikasyon kütle-çekim hızındadır. Evreni bu dinamikte tutabilmenin
tek yolu kütle çekim hızının varlığıdır ve bu da Işık hızının karesidir.
Bu önerilerimden sonra gelecek nesiller Gravitasyon kuvvetin neden var olduğu, nereden
kaynaklandığını, neden sadece çekme eğiliminde olduğunu çok daha akılcı ve enginliklerde
araştıracaklardır.
Evrenin herhangi bir yerindeki herhangi olay(lar)ın, andaş olarak evrenin en uzağındaki herhangi
şey(ler)le iletişimi olması gerekir ve bu iletişim de sadece Işık hızının karesi seviyesindeki bir hızla
mümkündür.
Bu ve fiziğin enginliklerinde köklüce değişiklikler yapacak Biruni ATOMU ve yüzlerce kanıtımdan
en önemli olanı da 24 derece ISIL ortamda ve %83 verimlilikle kendi imkânlarımla ve kendi
laboratuvarımda yaptığım süper iletken materyaldir.
Birileri milyar dolarlar harcayıp Tanrı parçacığı hayalinin ardından giderken, biz kendi şahsi
imkânlarımızla ancak ÂLİM OLAN ALLAHIN yardımıyla bunları başarabildik.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
213
4. Işıldayan ve Titreyen ATOMLAR adlı 1176 sayfada bu ve diğer çalışmalarımızı insanlığa sunmaya
çabalıyoruz.
Bu kısaca değindiğim konuların ALTIGENLE ne ilgisi var diyebilirler. Elbette çok ciddi ilişkileri var.
Şimdilik en büyük zorluğum, dehşetler içinde kaldığım nokta; DUHHANI nasıl vakum yapabilirim!
Atom altı parçacıklar değil ki vakum yapabileyim. Atomları da oluşturan en temel taş’ı, en son
materyal nasıl vakum yapabilir!?. en katı madde de DUHHANA karşı mutlak saydamdır.
Örneğin; tau neutrino ve neutrino parçacığı için hemen her madde transparant iken neutrino
parçacığını da oluşturan DUHHAN vakum yapılamaz… Ancak diğer dalgaların davranışlarıyla bunu
kanıtlayacağız ki bu noktada ciddi deney verileriyle yol aldım. Bütün bu sır gibi fiziği çıkmazlarda
oyalayan soruların cevabını BİRUNİ Atomlarında bulacağız.
Her, gerçeği bilen bilimciye derin Istıraplar verir ki; birileri sadece para peşindeler, şu veya bu
şekilde para kazanmak!… Helal veya haram demeden, hak edip etmeden, günlük veya anlık
yaşamaktalar. Hatta ALLAH’IN QUR’AN’INI, Tevrat ve İncilini bile sadece para kazanmak için
yalan yanlış meal veya tefsir edebiliyorlar… Korkmadan, sıkılmadan para kazanmaya araç
edebiliyorlar…
Bilim, teknoloji ve üretimle ilgilenmiyorlar… batılalar imal ediyor, satın almanın peşinde azimle,
hırsla genç nesilleri ve geleceklerini karanlıklara gömüyorlar…
Yüce ALLAHIN yerine peygamberi RAB edinmişler, peygamberin makamına da şeyhlerini
dervişlerini oturtmuşlar… Cennete idare amirliğini oynuyorlar…
Oysa Yüce QUR’AN;
[Ve insanlardan, dünya hayatında (yaşadığı süre içinde) sözü (şatafatlı, etkileyici
konuşmalarıyla) senin hoşuna giden (seni etkileyerek ancak kendi olmayan iki veya çoklu
karakterli) kimseler vardır.
Ve kalbinde olana (mümin veya Müslüman görünümündedir ve inandırıcı yalanlarla, seni
inandırmak için üstelik) Allah’ı da şahit tutar.
(OYSA) O, HASIMLARIN, DÜŞMANLARIN EN AZILISIDIR.
Ve dönüp (fesat çıkaracak yuvasına gittiği, kendi esas kimliğini de anladığın) zaman, (Onun
yegâne hedefi, çabası) yeryüzünde fesat çıkarmak, EKİNİ-NEBATATI (gıdalarınızın,
sebzelerinizin, meyvelerinizin genetiğini de değiştirerek) VE NESLİNİZİ (sizin geleceğinizi, yeni
nesilleri, çocukları ilaçlarla, hava kirliliğiyle, görsel tuzaklarla ve genlerinize, epifiz bezine
olumsuz etkiler yaparak) HELÂK ETMEK (sizleri yok etmek, İlluminati veya sayısız yöntemlerle sizi
harap etmek) İÇİN ÇALIŞIR. Ve Allah fesadı sevmez. Qur’an Bakara 204, 205]
Asırlardır binlerce QUR’AN mealinde bu en önemli ayet hiç bir şekilde açıklanmamış,
değinilmemiş ve dile de getirilmemiş… Oysa ayet açıkça DNA’larıyla oynanan besinlerin insan
neslini helak etmek için yapıldığını, tedbir almamızı açıkça anlatmaktadır…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
214
BASİT ANCAK AŞIRI SABIR GEREKTİREN PAHALI BİR DENEY
Yaklaşık uzunluğu 12 metre, genişliği 5 metre olan bir havuzda defalarca yaptığım deney sonucu.
Havuzun yüzeyinin yarısını ham petrol dökerek kaplattım. Diğer yarısı SU… Karışmasınlar diye
çektiğim çileyi anlatamam… Ortalayarak araya 50 mm kalınlığında düzgün-gergin urgan duvar,
yani engel yaptım. Gergin urgan havuz suyunun yüzeyinde ve durgun havuz da petrol ve su
yaklaşık eşit olarak havuzun yüzeyini hareketsizce kapladılar… Havuzun yüzeyinde ham petrol ve
su karışmıyordu. Rüzgarı, esintiyi de engelleyen perdeler yaptım.
Her iki tarafın ISILARININ eşitlenmesi için iki gün beklemiştim. Ancak petrol tarafındaki yüzey
ISISI her zaman üç ile dört derece daha yüksekti. Su tarafındaki yüzeyde petrol yoktu, su temizdi.
Zaman kayıp etmeden havuzun ortasındaki gergin urgana Z ekseninden (dikeyden) biçimsiz
yuvarlamsı 1 kg ağırlığında, 3 metre yüksekte yaptığım düzenekle taşı serbest bıraktım…
SU tarafındaki dalga vektörlerinin hızı, petrol tarafındaki hızdan üç kat daha fazlaydı. Deneyi
defalarca tekrarladım, her seferinde de aynı sonucu gözledim.
Açıkça gördüm ki; Havuzda oluşan dalga vektörlerini taşıyan maddi ortamın yoğunluğu (yapısı)
hız farkının yegâne nedeniydi.
Elbette dalga mekaniğinde ISI ve havuzun derinlikleri, kimyasal bileşenleri vb. gibi çok başka
faktörlerde vardır. Ancak benim hedefim ve görmek istediğim Işığın evrende sabit hızla
yayılmasının temel nedenlerini bizzat deneyle ‘belki ilkel veya basit bir deneydi ancak gerçekleri’
görmekti. Laf aramızda bana çok pahalıya mal olmuştu…
Aradığım net cevabı da bulmuştum.
Taşı havuza daha şiddetli veya daha hafifçe de bıraktım. Her seferinde dalga farkının aynı
olduğunu açıkça gördüm. Taşın süratle veya yavaş düşmesi sudaki dalgaların hızını
etkilemiyordu.
En yüksek şiddette ses de, en düşük fısıltılı ses dalgaları, frekansı ne olursa olsun değişmeden
aynı hızla yayınılar 343 metre/saniye ve 22 derecelik ortamda. Sesin şiddeti veya frekansı HIZINI
asla etkiyemez.
Ses dalgalarının helyum gazı içindeki hızı 972 metre/ saniyedir. Sesin şiddeti ve frekansı bu hızı
etkileyemez.
Havuza taşı yavaş ta bıraksak, hızlı da atsak ortaya çıkan dalga vektörlerinin hızı sabittir.
Sonsuz şiddet ve frekanstaki ışıkların, elektromanyetik dalgaların hızı da evrende basittir, buna
da Işık hızı diyoruz.
Çünkü Işığı sabit hızla taşıyan sadece DUHHAN çiftleridir, Işığın kendisi değildir.
DUHHAN çiftlerinin varlığı ve kanıtı da tüm çıplaklığı ile ortadaydı.
Photoelektrik etkinin MUTLAK nedeni Işığın dalga karakterindendir, tanecik değildir… Işık tanecik
falan-filan da değildir… Günümüz bilimi bunu da ancak Biruni ATOM gerçeği ile anlayabilir.
Renklerin kaynaklandığı nedenleri kuarklar değildir, Biruni ATOM yapısı açıklamaktadır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
215
BAL ARISI PETEGİNİ ALTIGEN İMAL EDER
Yaratılmış bu en harika mühendislerin önünde saygıyla eğilirim.
Bal arıları, arılar peteklerini şaşmaz doğrulukta ve şaşmaz ALTIGENLER olarak imal ederler.
Tanıdığım en muhteşem, en harika mühendislerdir. Başlı başına yüksek matematikçiler,
kimyagerler, inşaat mühendisleri, mekanik mühendisleri, meteoroloji mühendisleri vb. her şey
eksiksiz var…
[Ve senin Rabbin, balarısına, dağlardan, ağaçlardan ve onların kurdukları çardaklardan, evler
edinmelerini VAHYETTİ. Sonra meyvelerin, çiçeklerin hepsinden yiyin! Rabbinin emre amade
kılınmış yollarında yolculuk edin (uçun, dolaşın). Onun karnından muhtelif (çeşitli) renklerde
içecek çıkar. Onda insanlar için şifa vardır. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden (mantıklı bilimsel
seviyelerde düşünen) bir millet (kavim, toplum, ekip) için elbette bir ayet (delil, kanıt,
açıklamalar) vardır. Nahl 68-69]
İnandıkları kutsal değerle adına rica ediyorum, NAHL 70 ayetini defalarca okusunlar şu kendini
âlimi ulema zan eden berduşlar, şarlatanlar, tarikatçılar, cemaatçiler, kukuletalılar… Ancak
yüzlerce kez okusunlar bakalım ne anlayacaklar!.
[ Ve Allah, sizi yarattı. Sonra sizi vefat ettirecek. Ve sizden kim, ömrünün en rezil devresine geri
(hidayetten dalâlete) döndürülürse, bu, bir şey konusunda ilim sahibi olduktan sonra
bilemediği (nasıl idrak ettiğini de idrak edemediği, mağrurlandığı) içindir. Muhakkak ki Allah,
en iyi bilendir, kaadir olandır (her şeye gücü yetendir). Nahl 70]
Bu ayetin açık anlamı ve içeriğindeki akıbet sahnesini şöyle açıklayalım; İnsan şu veya bu
şekilde bir şeyler öğrenir, bir şekilde ilim sahibi olur veya zengin olur veya bir şekilde saltanat
sahibi olur. Nerdeyse kendini haşa ve haşa Yüce ALLAHIN sekreteri zan eder, her şeyin ancak
kendisinin bildiğini, cennete sadece onun çizdiği yoldan gidilmesi gerektiğini, her şeyin ondan
sorulduğunu ZAN eder. ‘mağrurluk bayrağını eline alır ve ben âlimi ulema oldum, ben çok
bilgeyim’ sevdasına kapılır, ona gelen bilgilerin, zenginliğin veya kuvvetin asıl kaynağını iblis ona
vesvese vererek unutturur, saptırır ve işte akıbeti de ortadadır; NAHL 70 ayetini okuyabildikleri
kadar okusunlar…
Nasıl oluyorsa ben bir şeyler biliyorum! Bu Bilgiler bana nerden ve nasıl geliyor. Ben nasıl olurda
bu muhteşem az veya çok, faydalı veya zararlı bilgilerin kaynağını idrak edemiyorum.
Dolayısıyla nasıl idrak ettiğini de idrak edemeyen, benlikleri içinde şımarmış sözde bilim
adamının, AMENU olamamış, bilginin kaynağını da idrak edemeyen, mağrurca ilahlık
makamlarında gezinen sözde âlimin durumu ve akıbeti sahnelenmektedir. NAHL 70 ayetini
okuyabildikleri kadar okusunlar… Âlemlerin Rabbi olan yüce Allaha sığınırız böyle bir zillette
düşmekten…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
216
Bu nedenle [Ancak kullarından âlimler Allah’a karşı huşû duyar. Fatır 28] dendi. Dikkat edilirse
‘insanlardan’ denmedi, KULLARINDAN denildi. Kulluk makamına ulaşabilmiş, kendisini Yüce
ALLAHA KUL olarak, bilerek bilen; ALLAHTA ALLAHTAN ZEVK alan demektir.
Yüce ALLAHIN kendisiyle muhatap olduğunu bunun da ne yüce şeref olduğunu, bilginin, her
şeyin kaynağının ALLAH olduğunu bilerek bilen demektir.
Oysa Yüce ALLAH; [Ki O, kalem ile öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti. Hayır, muhakkak ki
insan gerçekten azgınlık yapar. Kendini müstağni görmesi (hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını
sanması, mağrurlanması) sebebiyle. ALAK 4-7 ]
[ O gün melekleri (üç boyutlu bu maddi gözlerle) görecekler, izin günü mücrimlere müjde yoktur.
‘ Ve (melekler onlara size müjde, iyi haber) yasak edilerek haram kılınmıştır’ diyecekler. Ve
onların (mağrurlanarak) yaptığı amellerin (çalışmaların) önüne geçtik (değersiz yaptık, boşa
çıkardık). Böylece onu (onların faydalı zan ettikleri çalışmalarını) savrulmuş toz zerresi yaptık
(değersiz kıldık). İzin günü cennet ehlinin kalacağı yer, en hayırlı ve en güzel dinlenme yeridir. Ve
semanın bulutlarla yarıldığı gün, melekler sıra ile indirildi. Mülk (istinasız üç boyutlu bu maddi
evren), izin günü Rahmân için haktır ve o gün kâfirler için zor bir gündür. Ve o gün, zalim ellerini
ısırır; “Keşke Resulle beraber (Allah'a giden) bir yol edinseydim.” der. (bana) Yazıklar olsun, keşke
ben filanı (o kişiyi, kişileri) dost edinmeseydim. Artık biliyorum ki; bana zikir (Qur’an’daki ilim)
geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve şeytan, insanı yardımsız bırakandır. Furkan 22- 29]
Bu nedenlerle Âlim olan ALLAH gerçek bilim insanlarını şu ayetle tasvir eder;
[Ancak kullarından âlimler Allah’a karşı huşû duyar. Allah Azîz'dir (en üstün, en yücedir),
Gafûr'dur (en mağfiret edendir). Fatır 28]
Nalh 70 ayetinin içeriğindeki ürpertici açıklamaları Fatır 28 ayeti gayet net bir şekilde ideal
insanı, ideal, mütevazi, insanlardan karşılık beklemeden çalışan bilim insanını mukayese ederek
açıkça tasvir eder ve öğretir.
Bu açıklama içinde ki açıklamalar Yüce QUR’AN’IN harikalardan da harika öğretisinin bir
uzantısıdır. Bu nedenlerle QUR’AN devamlı okunulacak en gerekli, en değerli İlahi hazinedir.
Daha önce de yazmıştım; QUR’AN kendi içinde kendini açıklayan evrensel hazinedir… İnsan
insanı olabilmek için yegâne tutunacak kılavuzdur. Her yeniden okuduğumda ne kadar bilgisiz
olduğumu da idrak etmekteyim… Bunu laf olsun diye yazmıyorum… Gerçeklerinde gerçeğini
yazıyorum.
Ayette ‘Allah'tan ancak âlimler korkar’ ifadesi zalim bir kraldan korkmak gibi bir şey değildir…
Âlim kişi her an Yüce ALLAHIN rızasının, ilminin peşindedir, bu hazineden alabildiği kadar
alabilmenin, daha fazla öğrenmenin, daha fazla faydalı olmanın idrakinde ve peşindedir…
Âlim kişinin korkusu uyuklayıp da bir an olsun bu erdemlerden az da olsa kayıp etmekten dolayı
korkar… Âlimin korkusu bir an olsun gaflete düşüp ve bu hazinelerden pay alamamaktır…
Âlim kişi İnşirah suresini yaşayarak yaşayan kişidir…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
217
EVRENSEL MÜHENDİS ARILAR
BAL HÜCRELERİNİ NEDEN ALTIGEN YAPARLAR?
Bu sorunun cevabini araştıran matematikçiler ilginç bir sonuca ulaştılar; “ Bir alanın maksimum
kullanımı için en uygun geometrik şekil altıgendir”. Altıgen hücre, en çok bal depolarken, inşası
için en az balmumu gerektiren geometridir. Yani arı en uygun şekli bilerek kullanmaktadır.
Yüce ALLAH peygamberleri, resulleri hariç hayvanlar âleminde sadece ARI için “ BİZ ONA
VAHYETTİK” demektedir.
Çeşitli çiçek tozlarının (polenlerin) mikroskopla görülebilen ALTIGENLERİ
Evrensel mühendis arıların gözleri de altıgendir
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
218
KAR TANELERİ MUTLAKA ALTIGENDİR.
Dünyanın hangi koordinatında olursa olsun, kutuplarda veya ekvatordaki Klimanjora dağına
düşen kar taneleri de mutlaka düzenle simetrik şekilde ALTIGENDİR.
Çıplak gözle göremeyeceğimiz, göremediğimiz ve evrene egemen olan, şimdilik
tanımlayamadığımız bir kuvvetin, durmaksızın kendine özgü hızı olan hareketin kaynağı ve
hareket halindeki bütünün (ki, bu evren demek istiyorum) temel bir vektörünün etkisiyle mi,
girdabında mı bu ALTIGENLER oluşmaktadır?
Evrenin içindeki bu altıgenler, evrene dışarıdan etkiyen bir kuvvetin simetrisi midir, bir başka
etkinin yansıması veya kopyalanması mıdır?
Başkalaşım hastalığına yakalanmış Türkler sahip çıkmamış Yahudiler Çolpan yıldızını bayrak
olarak seçmişler!
Bütün milletlerin atası, Tarihin en eski milleti Ön Türklerin de kullandığı ancak genellikle
Hintlilere kadar da ulaşan bilgilerle bu ALTI KÖŞELİ yıldız; YARATANI ve YARATILANI temsil
ediyor ve Hindu rahipler dua kutusu olarak asırlardır ve hala kullanılıyorlar.
Her yerde, her alanda altıgen geometri evreni yöneten kuvvetin geometrisinin etkisi midir,
şimdilik hiç bir anlam vermediğimiz bu sayısız altıgenler, evrene egemen olan bir kuvvetin veya
evreni dinamik tutan bir operasyonun etkisinde mi oluşuyor veya kopyalıyorlar?
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
219
[ Biz semaları ve yeryüzünü ve o ikisinin arasındaki şeyleri, başka bir şey için yaratmadık. Ancak
hak (gerçek) olarak yarattık. Ve muhakkak ki; o saat (üç boyutlu evrenlerin sonu, kıyamet)
mutlaka gelecektir. Artık onlardan güzellikle yüz çevir. Hicr 85]
[“Sizin hanginizin en güzel ameli (inanarak icatlar, keşifler, faydalı bilimsel çalışmalar) yapacağını
” imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O'dur. Ve O; Aziz'dir, Gafûr'dur.
O, biri diğeriyle 'tam bir uyum (mutabakat, denge, harmoni) içinde yedi gök yaratmış olandır.
(demek ki evren genişlemiyor) Rahman’ın yaratmasında hiçbir tefavüt (çelişki, uyumsuzluk,
dengesizlik ve uygunsuzluk) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık
(bozukluk ve çarpıklık, hata, eksiklik) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çeviripgezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş aciz bir halde bitkin olarak sana geri
dönecektir. Mülk 2,3,4]
[Ve Biz, semadan takdir edilmiş miktarda (belirli ölçüde) SU indirdik. Böylece onu yeryüzünde
tutmaktayız (durdurmaktayız). Ve muhakkak ki Biz, onu elbette gidermeye de muktediriz.
Muminun 18]
Suyu bu gezegende tutan kuvvet gezegenin (maddenin) dışından etkiyen süper bilinçli bir
kuvvettir. Bu kuvvetin kontrolü 1 salise bile kesilse gezegendeki SU andaş olarak uzaya uçacaktır.
Hidrojen ve oksijeni bir arada tutan akıl almaz zayıf kuvvet kalkacak ve gezegenlerdeki,
meteorlardaki SU bir anda bileşenlerine ayrılarak gaz olarak ayrışacak ve SU, bileşenlerine
ayrışıp uzaya atomlar olarak saçılacaktır.
Çünkü Hidrojen2 ve oksijen 1i bir arata tutan kuvvet bilenen an zayıf kuvvettir ve aralarındaki
bağ saniyenin yüz milyarda biri kadar akıl almaz kısa zamanda birleşir ve bozundur. Bu SUYUN
bilinen en doğal bir o kadarda gizemli karakteristiğidir.
[Öyleyse üzerlerindeki semayı nasıl bina ettiğimize (*) ve onu nasıl süslediğimize bakmıyorlar
mı? Ve onun hiçbir ÇATLAĞI (deliği, kırığı, gediği, sızıntısı) yoktur. Kaf 6]
Üç boyutlu bu evren, evrenler denizin altındaki gibi büyük-büyük okyanusların içinde bir
damlacığın içindedir. Çatlağı, eksiği, deliği olmayan her tarafı SUYLA çevrili harika bir evren…
[ Gökleri yedi tabaka olarak yaratan O’dur. Rahman’ın yaratmasında bir uyumsuzluk göremezsin.
Haydi bakışını çevir (tekrar bak), bir yarık (çatlak) görüyor musun? Mülk 3]
Başka boyutlardaki maddelerden yaratılmış Okyanusların içindeki bir damlacığın içinde üç
boyutlu maddi evrende olduğumuzun kanıtıdır. Hemen dış tarafımız okyanuslarda çevrilidir,
ancak bizler üç boyuttan başka bir boyutu algılayamıyoruz, bu nedenle göremiyoruz.
İçindeki üç boyutlu maddi evrenler, dışındaki de başka boyutları olan başka maddelerden
yaratılmıştır ortamlardır. Bu nedenle QUR’AN ‘MÜLK ALLAHINDIR’ demektedir.
En sağlıklı su hatasız altıgenler yapan kar tanesi gibi kristaller oluşturan sudur.
Meyve ve sebze, derin kuyu suları ve bozulmamış derelerden akan soğuk su, kar suyu ideal,
düzgün altıgen yapıya sahiptirler.
(*) ‘semayı nasıl bina ettiğimize’ Ey vicdansız cahili cühela mealciler! … Hani Evren genişliyordu? Bina edilmiş şey, ev, bina genişler mi?.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
220
Musluk suyundan kristal altıgenler oluşamaz. Suyun tüm özellikleri, onun altıgen yapısının
kalitesindedir ve aynı zamanda da en kırılgan moleküllerdir. Bu nedenle en iyi akışkandır.
Bu harika altıgenler çevresel kirleticilerle kolayca bozulur ve modern su arıtma süreçleri
tarafından da yok edilir.
Bu iki resimdeki gibi;
Altıgeni bozulmuş, sağlıksız su molekülleri.
Satürn’ün altıgenlerinden arıların altıgen gözlerine, Merkür’ün altıgeninden suyun altıgen
kristallerine kadar sayısız altıgenlerin bize anlattığı yegâne gerçek; evren ve her şey sadece
büyük-büyük okyanusların içindeki bir damlacık boşluğun içindedir.
Altı günde yaratılmış evreni yöneten kuvvetlerin etkisinde bu harika şaşmaz altıgenler
oluşmaktadır.
Üç boyutlu bu evrende, üç boyutlu her şey en mükemmel sadece ALTIGEN mimariyle bir araya
gelebilir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
221
İnanılır gibi değil… Ancak gerçek te ortadadır.
Mikroskop altında kar tanelerinin ALTIGEN kristalleri, 300 mikro metre!
Yusufçuk (dragonfly) böceğinin gözleri de altıgenlerden oluşur.
Valide sultan camisinde idi… hala yerinde duruyor mu bilmiyorum
Tamga - Altıgen yıldız.
.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
222
TAMGA - ALTI GÜN
Asırlardır QUR’AN’DA gizemini koruyan bir rakam 19’dur. 19 adet küre yapalım ve düz bir satıhta
her küre birbirine değecek şekilde dizelim. Karşımıza hatasız bir altıgen çıkacaktır.
SATÜRN’ÜN ÜÇÜNCÜ BÜYÜK UYDUSU LAPETUS
Iapetus (Yunanca Japetus) Satürn’den yaklaşık 172.900 kilometre uzaklıkta, 31 Aralık 2004
tarihinde bu görüntüleri Cassini uzay aracı, dar açılı bir kamera ile elde etmiştir. Orijinal
görüntüde elde çözünürlük piksel başına 1 kilometredir. Görüntü, yüzey özelliklerinin açıkça
görünmesi için görüş iki kat büyütülmüştür.
Bu sayısız Altıgenler bütün cömertliği ile biz insanlara çok şey anlatmaktadır…
Yüce Allah evrenleri ALTI GÜNDE yaratmış,
Suyun kristalleri hatasız ALTIGENLERDİR.
Satürn’ün tepesindeki bulutlar yüksek hızda savrulmasına rağmen (kuzey kutbu) ALTIGENDİR,
Arılar üretimi ve yaşamını devam ettirmek için peteğini ALTIGEN YAPIYOR,
Kar taneleri ALTIGEN DÜŞÜYOR,
Tevrat da; Yüce ALLAH’IN gökleri ve yerleri ve her şeyi ALTI GÜNDE yarattığını yazıyor.
Binlerce senelik Ön Türkler ve Hindu tarihi verilerinde de altıgen iç-içe ters iki üçgenin ALTIGEN
geometrisiyle karşılaşıyoruz.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
223
Pisagorcular mükemmel bir sayı olarak 6 rakamını görüyorlardı.
İncil’deki 6 rakamıyla ilgili ayetlerin anlattığı 2000 senelik tercümelerle ve lisan
transformasyonları ile deforma olmuş halidir… aslında İncil doğruyu betimliyor, ancak tercüme
hataları var ya!!!. İşte, bu şahsa mahsus, bilim dişi QUR’AN, Tevrat ve İncil çevirileri her şeyin
üstünü altına getirmektedir.
İkiyüz (200) sene önce ölmüş büyük-büyük dedesinin bir şekilde hayata döndürüldüğünü
varsayalım; kim gidip dedesiyle doğru dürüst konuşabilir veya anlaşabilir? Eminim 200 sene önce
ölmüş dedesi hemen geri mezara gitmek için yola koyulacaktır. Çünkü onun yaşadığı devir
kesinlikle 200 sene sonraki devirle, ortamla bilgi iletişimi kuramaz. Bu gibi nedenlerle 2000 sene
önce gelmiş İncilin günümüzde hatalı-eksik tercüme, anlayış ve anlatım eksikliklerini de
QUR’AN’LA düzeltmekteyiz. Yegane başvuru referansımız AKIL ve QUR’AN’DIR…
İncil’deki bu ayetin gerçek anlamı; altıncı günün bitiminde, izin gününde hiç kimsenin; bu üç
boyutlu hayatta iken sahip olduğu fiziki gücü, zenginliği, bilgisi, otoriteleri, krallıkları, evlatları her
şey sıfırlanmakta ve yalnızlığı, çıplaklığı, halsizliği, çaresizliği ve tek başına ilahi adaletin önündeki
durumunu ve şeytanın ona hayatta iken yaptırdığı edepsizlikleri, yaptırdığı suçları
sahnelemektedir.
İncil’de, Âdemin (insan cinsinin) altıncı günde yaratıldığını anlatır.
İbranice metinlerde ‘bir köle altı yıl hizmet ettikten sonra yedinci sene azat edilecek’ der.
Yüce Yaratanın bizlere lütfettiği sadece AKILLA okuyup anlamamız gereken QUR’AN’DA ise;
[Allah O ki; yarattı onları, semaları ve arzı ve yeri ve içinde ikisinin arasındakileri ALTI GÜNDE
Secde 4]
[ Muhakkak ki sizin Rabbiniz Allah, semaları ve yeryüzünü ALTI GÜNDE yaratandır. Yunus 3]
[“Hanginiz en güzel ameli yapacak?” diye sizi imtihan etmek için ALTI GÜNDE semaları ve
yeryüzünü yaratan O'dur. Hud 7]
[Gökleri ve arzı (yeryüzünü) ve ikisi arasındakileri ALTI GÜNDE yaratan O'dur. Sonra Rahmân arşa
istiva etti. Öyleyse onu, bundan haberdar olana sor. Furkan 59]
[Gökleri ve yeri ALTI GÜNDE yaratan O'dur. Sonra arşın üzerine istiva etti. Arza gireni ve ondan
çıkanı ve semadan ineni ve oradan yükseleni bilir. Ve siz nerede iseniz O, sizinle beraberdir. Ve
Allah, sizin yaptıklarınızı en iyi görendir. Hadid 4] (yahrucu; yerden yükselme demektir)
[Semaları ve arzı ALTI GÜNDE yaratan, muhakkak ki sizin Rabbiniz Allah'tır. Sonra arşa istiva etti.
Gündüz, onu süratle (hasîsen, süratli, hızı devamlı anlamındadır) talep eden (takip eden) gece ile
örtülür. Ve güneş ve ay ve yıldızlar O'nun emrine musahhardır (boyun eğmişlerdir). Yaratma ve
emir O'nun değil mi? Âlemlerin Rabbi mübarektir, şanı yücedir. A’Raf 54]
[Ve bilmelisiniz (andolsun) ki, gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri ALTI GÜNDE yarattık. Ve
Bize (hiç) bir yorgunluk dokunmadı. Kaf 38]
QUR’AN dilinde gün ‘YEVM’ dir. Bu 7 ayetin tamamında geçen sözcük ise ‘EYYAMİN’ üzerinde
yaşadığımız dünyanın veya Satürn’ün günü filan değildir. Şahsa mahsus QUR’AN meali-tefsiri
yazanların zırvalarıyla da alakası olmayan döngünün cetvelsek bir (zaman) dilimidir…
Her ne kadar Arapçada 3 den fazla şeyler için çoğul kullanılırsa da bu ‘EYYAMİN’ sözcüğü,
beynimizdeki programımız gereği, yaratılışımızdaki duygular gereği gündüz-gece değişiminden
günlük veya üç beş gün gibi zaman aralığı anlamı çıkarılabilir. Bu yasak değildir ancak doğru da
değildir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
224
EYYAMİN, Hacc (kurban) ibadetinin birinci gününden sonraki diğer üç güne verilen isim olarak ta
bilinmektedir. Bu sadece halk arasında uydurma ve sıradan bir yakıştırmadır. Qur’an’da olmadığı
halde fazladan 4 günlük uyumayı tercih edenlerin uydurmalarıdır. Dört gün Hacc görevinde
Mekke’de olanlar içindir. Mekke’nin dışında olanların derdi nedir ki dört gün üretmeden,
çalışmadan uyurlar, anlamak mümkün değil?
Ancak ‘EYYAMİN’ sözcüğünün doğru anlam ve kast ettiği detayı da bulmalıyız.
Sadece, temiz AKLI kullanarak QUR’AN’IN bize öğrettiği ve öğreteceği evrensel değerlerle adım
atabiliriz. Bunun başkaca hiç bir yolu yoktur.
Ya QUR’AN’I QUR’AN’IN öğrettiği gibi öğrenecek, yaşayacak ve yaşatacak insan insanı olacağız….
VEYA !!!...
İşte! Bu ‘VEYA’ sözcüğünden sonrasına hiç kimse asla müdahale edemez, fikir de yürütemez.
Bunun kararı ve hükmü sadece Din Gününün Meliki olan Yüce ALLAHA aittir.
Kimseye ne cennete gidebilirsin deme hakkına sahibiz ne de cehenneme gidersin… Böyle çirkin
bir terbiyesizlikten Yüce Yaratanıma sığınırım… Kim yüce ALLAHIN tasarrufuna müdahale edebilir
ki? Sadece dervişler, tarikat şeyhleri, mücrimler, meczuplar hariç… onlar cennetin biletini de
verirler!!!.
[Dedi “Ey Nuh! Muhakkak ki o senin (oğlun, evladın) ailenden değildir. Muhakkak ki onun yaptığı
salih olmayan bir ameldir (kabul edilemeyecek, tolerans verilemeyecek davranıştır, çirkin iştir).
Öyleyse, senin, hakkında bir ilmin (bilgin) olmayan şeyi, Benden isteme (sorma, ardına gitme).
Muhakkak ki Ben, (hissi davranarak farkına varmadan) cahillerden(*) olmayasın diye sana öğüt
veriyorum (seni eğitiyorum).” Hud 46]…
[Affetmeyi kendine usul edin ve irfanla (bilgeliğinle, güzel ahlakınla sana vahiy edileni) emret ve
cahillerden yüz çevir. A’raf 199]
Bu ayet birinci derecede ALLAH RESULÜNE ve dolaylı olarak bizlere, insanlara hitap eder.
(*) Cahil, eğitimsiz demek değildir, kendi saplantısını, bilgi veya temeli olmadan ortaya attığı temelsiz fikirlerini durmaksızın savunan, gerçeği
duymasına rağmen temelsiz fikrinde ısrar eden kimse demektir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
225
Dişi, erkek ve olgun sivrisinek gözleri
Epifiz bezinin ürettiği ve hayati önemi olan melatonin altıgen molekülü
Epifiz bezi tarafından üretilen Melatonin insan beyninin merkezinde çam kozalağı şeklindeki
epifiz bezi tarafından salgılanır. Bağlanmış bir beşgen halkasıdır.
Bu konuda ‘EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2 / GEZEGENLER ARASI DENEY YAPAN KEHF VE ER-RAKİM
EKİBİ’ kitabımızda daha geniş yazmıştık.
Epifiz bezinin ürettiği ve hayati önemi olan altıgen Serotonin molekülü
Serotonin altıgen yapısıyla EPİFİZ bezi tarafından üretilir. Esenlik ve mutluluk hormonları
salgılayan nörotransmiter moleküldür. Ayrıca, hafıza ve öğrenme kalitesinde çok ciddi bir rol
oynar. (*)
(*) ‘ Evrende zaman ve hayat-2. Gezegenler arası deney yapan Kehf ve Er-Rakim ekibi ‘ adlı kitabımızda geniş yer verdik.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
226
Doğada kendiliğinden oluşan kristaller genellikle düzgün altıgenlerdir!
Tarihi en az 12 000 seneye dayanan Göbekli tepede yeni bulunan altıgen.
Resim 2014 tarihlidir.
67P/ Churyumov - Gerasimenko adlı meteordaki altıgenler.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
227
ABD de New Jerseyde bulunan fosil, ortak adları Petek Mercan’dır.
Korondum içerikli safir, Madagaskar’da bulundu.
Doğada nasıl bir kuvvet veya etki olabilir ki bu milyonlarca düzgün altıgenleri imal edebiliyor?
QUR’AN’IN önerdiği gibi insan insanı olmayı başardığımız zaman mutlaka bu muhteşem bilgilere
ulaşacağız.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
228
QUR’AN’A,
CUMA SURESİNE VE YÜCE ALLAH’A BİLEREK VEYA BİLMEYEREK
İSYAN EDENLER!...
Senelerdir düşünürüm her projemi mutlaka birden fazla deneylerle tanımlayan bir fizikçi olarak;
nasıl olurda bu Emevi Abbas hainleri milyonlarca insanı asırlardır uyutmayı başarmışlar? Bu nasıl
mümkün olabilir? Acaba tembelliğin hormonunu mu buldular da bu uyuşukluk nesilden nesille
miras olarak aktarılmaktadır?
QUR’AN’IN ne anlattığını, ne öğrettiğini bilmeden asla, asla okumayan bu millet nasıl olurda bu
QUR’AN’DANDIR der ve rivayetlerin, masalların, pembe yalanların peşinden asırlardır gözü kapalı
gidebilir?
Bu nasıl bir vicdandır, bu nasıl bir insan modelidir, bu nasıl bir beyindir anlayamıyorum. Üstelik
cennete de yalnız kendilerinin girebileceğini zan etmektedirler… Hatta cennetin kapısında
bekçidirler… Kendi tarikatlarından, kendi mezhep veya cemaatinden olmayanların o kapılardan
içeri girmelerinin de mümkün olmadığını çığırarak.
Çünkü O kapılardan ancak miskinler, tembeller, icat etmeyenlerin, araştırmayanların, sormayan
sorgulamayanların girebileceği programlanmış ve inatla bu şaklabanlık asırlardır devam
etmektedir…
Cuma suresi, cuma haftalık zekat, vergi, istişare ve ibadetinden, toplumun haftalık
toplantısından sonra üretim ve çalışma için işlerinizin başına dönün diyor. Bunlar da Cuma
gününü toptan tatil ilan edip derin derin uykuya gidiyorlar.
Hangi QUR’AN Cuma gününü tatil ilan etti? Elimdeki QUR’AN da ‘hemen işlerinizin başına
dönün’ derken!!!. Bunlarda nasıl bir vicdan vardır, bu ne çirkin asiliktir anlayamıyorum…
Kim ve hangi QUR’AN ramazan bayramının 3 gün, Kurban bayramının da 4 gün tembel tembel
oturulmasını emreder?
Bakalım Yüce Yaratanımız ALLAHIMIZ CUMA suresinde ne emrediyor ve bunlarda asırlardır Yüce
ALLAH’A ve QUR’AN’A nasıl isyan ediyorlar;
[Ey âmenû olanlar (ölmeden önce idrak ederek Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Cuma günü SALATA
(destekleşmek için haftalık toplantıya, eğitim ve öğrenim için dayanışmaya, ibadete, topluca
duaya) çağrıldığınız zaman hemen ALLAH'IN ZİKRİNE (emirlerini öğrenmeye) KOŞUN VE
ALIŞVERİŞİ BIRAKIN. İşte bu, sizin için daha hayırlıdır, keşke bilseniz.
Ayette açıkça neden namaz denmedi? Neden ‘zikrine koşun’ dendi?
Zikr, ALLAH’IN insana şah damarından da yakın olduğunu bilerek, öğrettiği kuralları her an
fikrinde aktif tutmak demektir. Yapacağın, düşündüğün her şeyi, ALLAH’IN kurallarını AKLIN
süzgecinden geçir demektir.
Haftalık istişareyle kimlere ne destekler verilecek, kimlere ne yardım gerekiyor anlamında [Artık
karşılıklı yardımlaşmayı destekleşmeyi bitirdiğinizde yeryüzüne yayılın ve Allah'ın fazlından
isteyin ve Allah'ı çok zikredin. UMULUR Kİ, böylece siz (ekonomik üstünlükler kazanıp,
bağımsızlığınızı tesis ederek, güçlenerek) KURTULUŞA ERERSİNİZ.
VE TİCARET VEYA EĞLENCEYİ GÖRÜNCE O TARAFA YÖNELİP DAĞILDILAR VE SENİ AYAKTA
BIRAKIP GİTTİLER. De ki; “Allah'ın katında olan şeyler, eğlence ve ticaretten daha hayırlıdır ve
Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” Cuma 9-10-11]
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
229
1400 senedir hemen her ayetin yanlış meal-tefsir edildiği gibi Cuma suresi için de aynı yanlışları
yapmışlar ve hala bu yanlışlara devam etmekteler…
Cuma suresinde açıkça haftalık istişare, dayanışmaya, zekât, vergi vermeye ve toplu duaya davet
ve hemen ardından da herkesin kendi işine dönmesini ve çalışmaya, üretime, eğitime
öğrenmeye, öğretmeye devam edilmesini emreder…
Bunlar da derin, derin uyuklamaya giderler… Demek ki 1400 senelik uyku yetmedi!.
Cuma emrinin birinci derecede asıl maksadı haftalık SALAT ve istişare ve duası (bu Rükû, Dua ve
secdedir) sadece iki rekât ve iki secdedir. Bu toplu duadan sonra (ki Zerdüşt namazıyla hiç bir
şekilde ilgisi alakası da yoktur) Allah Resulü toplumuna öğretir ve toplumsal istişareleri yaparlar,
eğitimi ve yardımlaşmayı ve yeni işlerin düzenini anlatır; Çünkü Resul devletin başıdır.(*)
Fakat bu istişare toplantısında, dışarıdaki eğlenceyi yeğleyen Araplar ”Ve ticaret veya eğlenceyi
görünce o tarafa yönelip dağıldılar ve seni ayakta bırakıp gittiler” ayeti bize O günün
Araplarının Hz. Muhammed’e ne tür zorluklar, ne tür zulümler yaptığının apaçık tanımı ve
kanıtıdır…
Bu tür insanlar peygamber henüz mescitte konuşurken ayakta bırakıp eğlenceye gittiler, Resul
öldükten sonra da QUR’AN hakkında ahkâm kestiler ve kelimelerin üstünü altına getirenlerdir…
Bu insanlardır; bir kaç on yıl sonra da hadismatik torbalarında uydurma masallar icat ederek
halkı uyutmayı başaranlardır.
Hz. Muhammed öldükten sadece 6 ay sonra Kızı Hz. Fatima’yı meydanda hamileyken değneklerle
döverek ciddiyetle incittiler ve ölümüne neden oldular(**)…. 60 sene sonra da Kâbe’yi
mancınıklarla yaktılar… Yüz yıl sonrada başladılar mezhepler, tarikatlar, hadisler icat ettiler… Bu
çirkinlikleri yabancılar yapmadı… içeridekiler!. SALAT sözcüğü ile namazı takas edenler yaptı…
Neden ‘Genetiği Değiştirilmiş Din’ dediğim umarım anlaşılmıştır…
Küçük Akılla AKIL yürütmenin, bilgi olmadan fikir yürütmenin; herhangi bir olguyu net olarak
kavrayamamış olmanın göstergesi olduğunu da gördüm.
Küçük akılla, uydurulmuş hadislerle QUR’AN’I yorumlamaya kalkanlar, Emevi Abbasî
masallarının peşinden giderek Müslümanları dördüncü sınıfa indirmeyi başarmışlardır.
(*) İlk Cuma Hutbesi yani konferansı, dersi, toplantısı ve Rükû, Secde Dua dersleri de Medine’de olmuştur.
(**) Uydurulan ilk hadis. Hz. Fatima’nın öldürülmesini meşru yapabilmek için “ Mucize, işte bu mucizedir, Hz. Muhammed demişti ki ‘kızım
Fatima sen üzülme, bana altı ay sonra en önce sen kavuşacaksın, işte bakın mucize nasıl gerçekleşti” yalanlarıyla cinayetlerine kılıf uydurdular…
Bu ilk icat edilen hadistir… Bu safsatalarla QUR’AN meal tefsiri yaparlar ve insanları asırladır yerlerde süründürdüler.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
230
KENGER - SÜMERCE KABARİ-NİZAAM OLAN
MUHTEŞEM QUR’AN
KAF 38
[ Ve tartışmasız emin olunuz ki gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri
ALTI GÜNDE YARATTIK. Kaf 38]
[ Semaları (masif gaz türünden cisimleri) ve arzı (katı, kütlesel maddeleri) ALTI GÜNDE
YARATAN, muhakkak ki sizin Rabbiniz Allah'tır. Sonra arşa istiva etti. Gündüz, onu süratle
(durmaksızın devamlı) takip eden gece ile örtülür. Ve güneş ve ay ve yıldızlar O’nun emrine
musahhardır (emir, koruma ve kontrolündedir). Yaratma ve emir (makamı, yetkisi sadece) O’nun
değil mi? Âlemlerin Rabbi mübarektir, şanı yücedir. Araf 54 ]
‘ Ve İkisinin arasındakileri ’ ifadesi, altı günde yaratılan evrenlerin hem geometrisini hem de
bizim anlayabileceğimiz detaylarını içermektedir. Ancak başvurmamız gereken güvenilir kaynak
Türk boylarından Kenger medeniyeti yani Sümer’dir.
Bu sayfalardan sonra Sümer kültürüne ve bilime ışık tutacak son derece kıymetli verilerine kısaca
göz atacağız. Bu, kitabımızın içeriği için seçerek bizzat kendim İngilizce bilimsel çalışmalar için ve
Sümerolog bilimciler tarafından hazırlanmış güvenilir çevirileridir.
Sümercede Kabari-Nizaam sözcüğü başlama koordinatımızdır. Arapça ve Türkçeye de geçmiş
Nizam sözcüğünün orijini Sümerce Nizaam’dır.
Sümerler Kabari sözcüğünü ‘evrensel, göksel, bütün küresel dünyaların, hayatın, kozmosun
tamamını’ kast eder anlamında kullanmışlar. Çok genel bir terim; bizim her şeyi içine alarak kast
ettiğimiz kainat, veya dünya âlem dememiz gibi. Bu tanımdan da Kengerlerin (Sümer) dünyanın
ve diğer gezegenlerin küre olduğunu bildiklerini de ciddiyetle ortaya koymaktadır.
Nizaam sözcüğü; kozmik emir, kozmik kanun, kozmik adalet, kozmik idare anlamlarındadır. Üç
boyutlu maddelerden yaratılmış evrenlerin, bütün küresel dünyaların düzeni, nizami.
Günümüzde de Nizam sözcüğü bu anlamlarda ve disiplin, düzen anlamında kullanılmaktadır.
Muhteşem Qur’an; asırlarca sayısız elçilerle gönderilmiş ilahi bilgilerin ekseninden şu veya bu
şekilde kaydırılmış her çarpıklığı düzeltip en doğru şekilde tanımlar [ Hamd, ÂLEMLERİN Rabbi
olan Allah’adır. Fatiha 2] Âlem değil, ÂLEMLER dendi.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
231
Kengerler Türk soyunun kurduğu Sümer medeniyetine hayran olmamak elde değil… Bakalım
gelecekte ne tür tabletler gün yüzüne çıkacak insanlığa ve bilime Işıklar saçacaktır…
Kabari-Nizaam birleşik sözcüğü; evrenin, evrenlerin düzenini, istisnasız her detayını ve insanın
bu hayattaki sorumluluklarını ve gelecek hayattaki konumunu içerir.
Hz. Muhammedin nezih olan şahsında Âlemlere Rahmet olarak gönderilmiş QUR’AN sözcüğü
aynı anlamı içermektedir.
QUR’AN kelime anlamını nedir? Arapçada bir anlamı var mıdır? Arapça değildir ki anlamı olsun,
elbette Arapçada anlamı yoktur. İslam öncesinde Arapçada QUR’AN diye bir sözcük mü var?
Qur’an, Rahmete, İlahi öğretiye, İlahi kelimeler, öğütler bütününe atfedilen bir sözcüktür. Kısaca
evrensel nizam, intizam, düzen vb. demektir. Çünkü QUR’AN’IN tamamının içeriğindeki kurallar;
insanın yaratıldığı ve içinde yaşadığı evrenle uyum ve düzen içinde yaşaması için ve geleceklerini
düzene koymaları içindir.
[Biz (Qur’an’ı seninle tebliğ ettirerek) seni sadece âlemlere RAHMET olarak gönderdik. Enbiya 107]
Bu benim çeviri ve tefsirimdir. Hatalıysa bana aittir.
Kısaca nedeni; insan Rahmet olamaz, rahmetin kaynağı da olamaz. Bu ayette kast edilen
Âlemlere rahmet olan QUR’AN’IN Hz. Muhammedin o görkemli şahsında âlemlere tebliğ
edilmesidir söz konusu olan. Rahmet sadece ve sadece Yüce ALLAHA aittir.
Enbiya 107 ayetini tek başına alırsak, hem kast edilen anlam hem de öğretileri eksik olur.
Konunun tamamını almalıyız, şöyle ki;
Şüphesiz bunda KULLUK eden kimseler için yeterli bir öğüt vardır. 106.
Biz seni ancak âlemlere rahmet için gönderdik. 107. Asırlardır değişmez bu çeviri kesinlikle eksik,
maksadın dışında ve yanlıştır. Hz. Muhammed insandır, Rahmet değildir. Qur’an alemlere
Rahmet olarak O nezih olan şahsında insanlığa, alemlere gönderilmiştir. Dolayısıyla bizim
çevirimiz, anlam kazanmaktadır; [ (Qur’an’ı seninle tebliğ ettirerek) Biz seninle sadece (Qur’an’ı)
âlemlere rahmet olarak gönderdik. Enbiya 107]
Enbiya 107 ayetinin geleneksel meallerinde Hz. Muhammed Rahmet kaynağı gibi
gösterilmektedir ki; bu çok, çok ciddi yanlıştır. Bu hatayı düzeltmek şarttır.
De ki; "Bana, Tanrınız, ancak bir tek Tanrıdır; diye vahyolunur. O'na teslim olacak mısınız? 108.
Eğer yüz çevirirlerse de ki; "Ben sizin hepinize eşit biçimde (vahiyi, Qur’an’ı) açıkladım. Artık
tehdit edildiğiniz şeyin yakın mı, yoksa uzak mı olduğunu ben bilmem (bunun bilgisi sadece
ALLAH’A aittir)." 109.
Devam edelim;
QUR’AN, âlemlere rahmet ve en gerekli bilgiler hazinesi, ilahi kuralların yasasıdır.
Kenger dili Sümercede ‘Kabari-Nizaam’ tümcesi de aynı anlamdadır. Kabari-Nizaam Qur’an
demektir. Oysa Arapçada Qur’an sözcüğünün anlamı dahi yoktur, çünkü Arapça değildir.
Tabletler Ulema Kıraatinde (bu sözcük harfi harfine Sümercedir) talebelerin sorularına karşı bu
konferansın verildiğini yazar.
Devamında, kötü adam öldüğünde, iyi adam öldüğünde ve ne kötü ne iyi hiç bir işe yaramayan
adamın gelecek hayattaki durumu hakkında talebelerin sorularına öğretici cevapları Ulema
Anunnaki ’den dinlemeye devam edelim; Hiç kimse final mahkemeden kaçamaz, Her birimiz
yaptıklarımız, hatta düşüncelerimizden dahi sorumluyuz.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
232
[ Ve (hakkında) ilmin-bilgin olmayan bir şeyin ardına düşme (karışma, bilgi olmadan fikir
yürüterek açıklamaya çalışma)! Muhakkak ki işitme, görme ve idrak, onların hepsi, ondan
mesul (sorumlu) oldu (mesuldürler). Isra 36]
Bunun içindir ki Yüce Allah’ın ilk ve en kesin emri bizzat kendin OKU, ÖĞREN VE ÖĞRET
olmuştur.
Ulema Anunnaki devamla;
İyiler Ba-ab’dan kolayca geçecek, çok yüksek, harikulade (burada mübalağa sığası vardır)
mutluluk içinde başka yüksek boyutlara geçecektir. Bundan kasıt üç boyuttan fazla yani 4 boyuta
veya 5 veya 6 boyutlu maddelerden yaratılmış küre dünyalar veya yerler demektir.
Kötü adam Ba-ab’dan girmesi, tedavi olmadan, yargılanmadan mümkün olmayacaktır. Kötü
adam öldüğünde hemen kendine eşlik eden, hayatta iken göremediği, var olduğunun farkında
bile olmadığı tarafıyla yüzleşecek. Hayatının her anını kayıt eden tarafıyla.
[ Hiçbir can yoktur ki başında (ayrılamaz, beraberinde) ona her an eşlik eden bir gözetleyici
olmasın. Tarik 3]
Ulema Anunnaki devam ediyor;
Kötü adama öldüğünde, yaşamındaki her anı, yaptığı her şey hologram gibi gösterilecek.
Yaptığı her şey, eksiksiz gösterilecek. Kötülük yaptıran tarafı ön plana çıkmış ve vicdanlı adil
yargılanmaya sevk edilecektir. Kötü adama hayatında yaptığı her kötülük, her şey hologram gibi
eksiksiz gösterilecek. Yaptığı ve yapmayı düşündüğü her şey, her detay, eksiksiz, sanki ekranda
görünür gibi gösterilecektir.
Çünkü O kötü adamdı onun Madkhal’a (Sümercede başka boyutlardaki dünyaya geçiş
demektir*) girmesi mümkün olmayacak, O alt (iki veya bir) boyutlardaki maddelerden oluşmuş
yerlere (aşağılara) gönderilecektir. Kötü adam cezalandırılacak ve yalnızlıklar içinde binlerce sene
ıstırapların içinde olacaktır. Bu kötü adam akli ıstıraplar ve fiziki acılar içinde ve kaçış YOK!. Hatta
düşüncelerinde bile büyük acılar içinde olacaktır, kaçış YOK!.
[ Bilmelisiniz ki Biz, insanı ahseni takvim içinde (en güzel olana, en yüksek mevkilere,
cennetlere ulaşabilecek kabiliyet, fıtrat ve özellikte) yarattık. Sonra onu, esfeli safiline (iki veya
bir boyutları olan aşağıdakinin de aşağısındaki dünyaları tercih ettiği için biz de onu layık
olduğu yere) iade ettik (gönderdik, çevirdik). Tin, 4,5]
Birinci esfeli; 2 boyutlu küre dünyalar,
İkinci safiline; en alttaki 1 boyutlu küre dünyalar demektir.
Birleşik olduğu zaman ‘esfeli safiline’ aşağısının da aşağısı, alt tarafın da alt tarafı demektir.
[ Allah kimi sapıklıkta bırakırsa artık onun, Allah'tan sonra bir velisi yoktur. Ve görürsün zalimler
azabı gördükleri zaman "YOK MUDUR GERİ DÖNECEK BİR YOL?" diyorlar. Yine onları görürsün;
Aşağılıktan başlarını öne eğmiş vaziyette ateşe sunulurlarken göz ucuyla gizli gizli bakarlar.
İnananlar da "İşte asıl ziyana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem ailelerini ziyan
edenlerdir. Bakın, gerçekten zalimler sürekli bir azap içindedirler" demişlerdir. Şura 44,45]
Qur’an bu sahneyi eğitici o muhteşem üslubuyla açıklarken, Sümerli öğretmen Ulema Anunnaki
talebelerine öğretmeye devam ediyor; Kötü adam öldükten sonra Madkhal’a girmek isteyecek,
ancak kötü tarafı (onunla beraber olan, onun çifti olan göremediği varlık) onu engelleyecek.
(*) Anunnaki’nin Ulemaları MADKHAL sözcüğünü, 7 ayrı, boyutları farklı olan başka tabakalarla bu dünyalar arasındaki geçiş kapısı olduğunu
söylemişler ve talebelerine de öğretmişler. Madkhalism akımı olarak ve insan ismi olarak da ‘Madkhal’ Araplarda kullanmışlardır. Bu Madkhalism
İslam insancına en radikal bir düşünce akımı olarak girmiş ancak kabul görmemiştir. Rabee' Ibn Haadee 'Umayr al-Madkhalee kurucusu olarak
bilinir. Madkhali bilinen tek Selefi Müslüman ilim adamıdır. Madkhalis hareketinin kurucusu olup en radikal düşünürlerinden biri olarak kabul
edilir.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
233
Kötü adam hayatta başkalarına çektirdiği acıların aynısını kendisi de yaşayacak (veya tadacak).
Daha önce anlattığım gibi, fiziki acılar yoktur, ancak fiziki acılar verecek olan ateşten (bundan
kasıt yanmak veya cehennemdir) çok daha fazla acılar verecek bir yargılanma (veya tedavi veya)
temizlenmedir. Çünkü Onun çifti olan veya ‘ona eşlik eden’ anlamı da geçerlidir) tarafı Ona
kötülükler yaptırdı (veya; O adam, görünmeyen tarafının kendisine kötülük yaptırmasına
müsaade etti). Kötü adamın çifti olan tarafından kurtulabilmesi çok uzun zaman alacaktır ki
orada acılar, korku ve yalnızlıklar içinde olacaktır.
Asırlar önce Sümerlere de gönderilmiş ALLAH elçilerinin öğretilerinden kalan bilgeliği izlerken
QUR’AN bu konuda hatasız, eksiksiz ancak kadim zamanlarda bozulmuş ilahi bilgileri
toparlayarak nihai net açıklamaları yapmaktadır.
[ O zaman, sağda ve solda oturan ikisi tespit ediciler, (diğer) ikisi yazıcı (larda konuştuklarını,
düşüncelerini dahi kayıt altına alarak) tespit ederler. Hiçbir söz söylemez ki yanında kendisini
gözetleyen, söylediklerini (düşündüklerini de) zapt eden hazır bulunmasın. Kaf 17, 18]
Söylenen-söylenecek veya yapılan-yapılacak her şey önce düşüncede şekillenmez mi?
Bu üç boyutlu varlığımızla asla göremeyeceğimiz, asla kavrayamayacağımız başka boyutlardaki
maddelerden yaratılmış varlıklar. Bu nedenle cennet veya cehennem, cenin gibi sözcükle; saklı,
gizli, duyularımızla tanıyamayacağımız anlamındadır. Yani saklı, gizli, bize programlanmış sınırlı
olan bu duyularımızla tanımlayamayacağımız, anlayamayacağımız anlamlarındadır.
[ (hayatta iken sonu olmayan gerçek hayatı, yargılanmayı, iyi insan olmanın yüceliklerini öğreten
vahiyleri) İnkâr etmeniz sebebiyle bugün ona (kirliliğinizin temizleneceği yere) yaslanın (girin).
Bugün onların ağızlarını mühürleriz. Kazanmış olduklarını (söylediklerini, yaptıklarını,
düşüncelerini) Bize onların elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder. Yasin 64, 65]
Şaka değil! Her yaptığımız, düşüncelerimiz dahi eksiksiz ve aksaksız kayıt altındadır.
Kaf 17, 18 ve Yasin 64, 65 ayetlerini kendine önder yapan fert ALLAH’IN rızasına yönelmiş
insandır. Yalan söyleyemez, yalan şahitlik yapamaz, haksızlığa arkasını dönemez, geçici dünya
malına değil ALLAH’IN rızasına tamah edendir; İnsan İnsanıdır.
Aslında bu kayıtlamanın kanıtı da her an günlük yaşantımızda hemen önümüzdedir. Örnek; bir
insan hakkında iyi veya kötü bir şeyler düşündük ve bir şekilde de vaz geçtik… Aradan seneler
geçse dahi o an’ı, O düşünceleri bir Gün hatırlar ve O düşündüğümüz kötü şey için utanır, iyi
şeyse neden bunu hayata geçirmedim diye pişmanlık ta duyarız… Bu da kayıt altında
olduğumuzun en açık kanıtıdır.
Düşüncelerimizi dahi Yaratandan saklayabileceğimizi mi zan edelim!. Siyamu (oruç) bu
nedenlerle muhteşem bir ibadettir… Zihinsel faaliyetleri pasaklar bulaşmışsa temizlemek ve bu
temizliği de muhafaza etmektir. Bu meziyet de insanı TAKVAYA yöneltir.
Ulema Anunnaki öğretmeye devam ediyor;
Temizleninceye kadar, saf ve günahsız konuma gelinceye kadar. Bundan sonra huzurlu ve barış
içinde başka boyutlardaki kürelere (veya boyutları 4 veya 5 veya 6 boyutlu maddelerden
yaratılmış başka kürelere) geçecektir.
Fakat bu 4 veya 5 veya 6 boyutlardaki kürelerin olduğu yerler eksiksiz (harikulade) barış, huzur
ortamı değildir. Çünkü buralar 7 boyutlu çok yüksek tabakalardaki kürelerinin altındaki
tabakalardır.
Bu başka boyutlardaki veya yedinci (7) boyutlu tabakaların olduğu yerler insanoğlu için varılacak
en son nihai kürelerdir.
[ ve o’nun arşı SU üzerindeydi. Hûd 7]
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
234
Bu SU, yedi veya başka boyutlardaki maddelerden yaratılmış SU’DUR. Bizim evrenimizde
içtiğimiz üç boyutlu maddelerden yaratılmış su bu SU değildir.
Biz hiç bir şekilde, hiç bir olasılıkla bu üç boyuttan başka bir boyutu bu hayatta iken de
algılayamayız.
‘SUYU DA BEN YARATTIM DENMEMESİNİN’ nedeni budur.
Umarım bu mütevazi açıklamalar O inançsız arkadaşların da gerçeği öğrenmelerine yardımcı
olmuştur.
Devam edelim;
Fakat yedinci tabakalardaki yedi boyutlu yerler en iyi insanların (Ulul Elbab’ın, üstün AKIL
sahiplerinin, yaşarken ALLAHA kavuşmayı başaranların) gideceği kürelerdir. Yedinci boyutlardaki
yerler MALAKUT katmanlarıdır. Arapça, Hebrew, Akad dillerinde de buna MELEKÛT
denmektedir.
Ulema Anunnaki;
MALAKUT katmanları en yüksek enerjinin kaynağı, tanrıya ait makamların, krallığın makamı,
koruyan, sevk ve idare eden, kontrol yerleri olarak tanımlanmış.
[Orada ebedî kalıcılardır. Ne güzel bir karargâh ve ne güzel ikâmet yeridir. Furkan 76]
Başka bir talebe sordu şerefli öğreticiye; şayet adam kötü değil, ancak iyi de değil, bunun hali ne
olacak? Öldükten sonra Ba-ba hemen girebilecek mi?
O adam öldükten sonra kendisine eşlik eden göremediği tarafıyla birlikte, tarafsız kürede 40 gün
temizlenecek, saflaştırılacak. Bu 40 gün içinde gelecek mutlu yaşamı için eğitilecek. Bu adama
geride bıraktığı ailesine bakması için izin de verilebilecek. Ancak yaşayanların bu ölmüş adamla
herhangi fiziki bir muhaberesi asla söz konusu değildir. Bundan kast edilen, ölen kişi ailesini
görebilecek, ancak ailesi onu asla göremeyecek.
[Allâh yolunda öldürülenlere, "ölüler" demeyin; hayır, onlar canlıdır (hayattadırlar, diridirler)
ama siz şuurunda (bu üç boyutlu varlığınızla farkında) olmazsınız. Bakara 154 ]
Göremediğimiz, bizden ayrılamaz tarafımız, her şeyi kayıt eden tarafımızdır. Gölge asla bizden
ayrılamaz. Fiziki olarak yaptığımız her şeyi ve düşüncelerimizde de olagelen her şey
göremediğimiz tarafımızın bilgisindedir ve eksiksiz kayıt edilmektedir.
Göremediğimiz tarafımız üç boyutlu maddeleri görürken, biz üç boyuttan başka hiç bir şeyi
göremeyiz ve algılayamayız. Ulema Anunnaki bunu öğretmektedir.
Bizi kontrol etmesine izin vermemiz veya müsaade etmememiz gereken şahıs bu göremediğimiz
başka boyutlardaki maddelerden yaratılmış tarafımızdır.
Eskilerin NEFS dedikleri ancak mahiyetini asla bilemedikleri her konumda kontrol etmemiz
gereken hem dost hem düşman olan cevher bu göremediğimiz tarafımızdır.
[ İnsan başıboş (kontrolsüz) bırakılacağını mı zannediyor? Kıyame 36]
Göremediğimiz hem dost hem de en büyük düşman olan tarafımızı kontrol etmenin yegâne yolu
hemen önümüzde; Qur’an’ı bilimin lisanıyla, bizim önerimizle anlamak için okumak ve anlamak
ve yaşamaktır.
Son üç kitabımız bunu detaylarıyla yazmaktadır. Kimse korkmadan çekinmeden sorsun ve
sorgulasın. Ancak gerçeğe ulaşmak için sorsun, şarlatanlık olsun diye değil…
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
235
ALTI GÜNDE YARATILAN EVRENLER.
Tarihin başlama mihengi olarak kabul edilen (ki bu kesinlikle haklı bir tanımlamadır) Türk
Kengerlerin (Sümer) yazıtları ve bilgelikleri QUR’AN’IN doğruluğunun tartışmasız en nezih,
tartışmasız NET kanıtlarından birisidir.
Gerçi Muhteşem Qur’an’ın kanıta filan ihtiyacı yoktur, yeter ki AKLI kullanarak okuyalım.
QUR’AN tekkelerde huuu çekerek, yaşadığı kasabadan dışarı çıkmamış eğitimsizlerin meal-tefsir
edeceği bir hazine değildir.
Benim şahsi araştırma ve tespitlerime göre Sümerlerin yok olmalarının başlıca nedeni de sihir ve
büyüyle insanları sömürmeye başlamaları ve dinin temel kurallarını ekseninden kaydırmalarıdır.
Ne acıdır ki;
Türk soyunun Kenger-Sümer tabletlerine 1800lerde Noah Kramer tarafından ulaşabildik.
Orhun abidelerine Rus bir gezgin tarafından ulaşabildik.
Beyaz piramitler başkalarının elinde, bölgeyi gezdirmiyorlar bile.
Sfenks ve Mısır piramitleri Türkün (Hiksoslar) imzasını taşıyor bunların haberi bile yok!
Altıgen Tamga, Çolpan yıldızı, Süleyman mührü Yahudilerin bayrağında geziniyor…
Türkler ve Müslümanlar hala günümüzde de derin, derin uyumaya devam etmekte ve cennet de
bizimdir diye züğürt tesellisiyle zaman öldürürler. Demek ki bunların inancında zaman
öldürenlere cennet veriliyormuş!. Oysa Asr ve İnşirah suresi de başka öğütler ve emirler
vermektedir.
İnsanlık tarihinde hiç bir ulus, uruk, millet 4000 seneden de uzun ömürlü hüküm sürememiştir.
Kengerlerin (Sümer) bu kadar uzun ömürlü olmayı başarmalarının temelinde ve tavanında SALAT
görevini yani vergi, zekât ve yardımlaşma erdeminin olduğunu tespit ettim. İlk adım SALAT…
Çünkü SALAT, Ekonomik bağımsızlık, güçlenme, eğitim ve üretim, bilim ve teknolojiye destek
ve temelleri sağlam, geleceği parlak gerçek bir toplum oluşturur.
İçlerinde olduğum için ciddiyetle bilmekteyim ki; Sümer tabletleri bulunduktan sonra Batı dev
adımlarla yükselmeye başladı ve QUR’AN’I Müslümanlardan çok, çok daha bilimsel platformda
anlamaktadırlar. Muska yapıp boyunlarına asmıyorlar. Ayetleri de; çocuğu olmayan hanımların
göbeğine yazmıyorlar!!!...
Hubble ve Big bang teorisinin ekseni elbet teki QUR’AN’DIR. Yanılarak da evrenin genişlediğini
ZAN ettiler. Altı günde yaratılmış Evren genişlemiyor sadece dönmektedir.
Ortalıkta kara delikler hakkında en küçük bir düşünce bile yok iken NUR suresi Kara deliklerin
varlığını ve en temel fonksiyonlarını açıklamaktadır. Prof. etiketli AKIL hastası birileri de QUR’AN
bilim kitabı değildir diye bohçaya koyup duvara asmaktalar.
Biz, atamız Hz. Âdem de bu üç boyutlu evrende Hindistan’da Prayag (Sanskritçede ‘KURBAN
YERİ’ demektir *) denen yerde üç boyutlu maddelerden yaratıldık…
Burada yaşayıp, kurallar gereği burada fiziki olarak öleceğiz. İzin günü, altıncı günün bitimimde
buradan tekrar aynı fiziki varlığımızla uyanacağız. Bu uyanış, doğduğumuzdaki saniyeye hiç
benzemiyor, benzeyemez.
Çünkü uyandığımızda bilinçliyiz, kibir ve gururumuzla suçlu veya az suçluyuz, artık gerçeğin
farkındayız, artık üç boyuttan başka boyutların da varlığını bizzat göreceğiz. Doğduğumuzda
bunları bilmemiz mümkün değildi, çünkü hayata saf-tertemiz başladık ancak zamanla kirlendik…
(*) Kehf, iki numaralı kitabimiz. Hz. Ademin oğullarının kurban sunumlarını yaptığı yer burasıdır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
236
[ Hayır, keşke siz, İlm'el Yakîn (keşke bilimsel metodlarla, gerçek bilgilerle, etrafınızdaki sayısız
kanıtlarla, idrak ederek) bilseydiniz MUTLAKA CAHÎMİ (çılgın alevli ateşi, ultra aktif enerjiyi)
GÖRECEKSİNİZ. Sonra mutlaka onu Ayn’el Yakîn ile (bizzat fiziki varlığınızla, gözünüzle)
göreceksiniz. Tekasur 5,6,7 ]
[ Biz bu Kitap’ta, herhangi bir şeyi (eksiksiz, tam anlayasınız diye) ne eksik bıraktık, ne (de
kapasitenizin, bilginizin yetemeyeceği seviyeden de) fazla yaptık. Onlar, sonunda Rableri önünde
haşredilirler. Enam 38]
[ Kesinlikle bilmelisiniz Biz bu Qur’an’da, insanlar için her misalle nice örnekler sıraladık. Ama
insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler. İsra 89]
[ Muhakkak ki O (Qur’an), senin için ve senin kavmin için mutlaka bir zikirdir (tekrar, tekrar
okunarak anlaşılması gereken, fikrinizde devamlı aktif tutmanız gereken eğiticidir). Ve siz,
(Müslümanlar bu Qur’an’dan) sorumlu tutulacaksınız (sorumlu olacaksınız). Zuhruf 44]
Gerek bu kitabımız gerekse diğerlerinde papağan gibi durmadan OKUMAMIZ gerektiğini dile
getirmemin bir nedeni de bu ayettir. Okumak, anlamak için Okumak, anladığını yaşamak ve
yaşatmaktır esas olan. Anlamını bilmeden dua da (namazda) ayet okuyana ne denir
okuyucularım karar versinler!!!...
[ Ve sur’a üfürülmüştür. İşte o zaman onlar, mezarlarından Rab’lerine koşarlar. "Eyvahlar olsun
bize, mezarlarımızdan bizi kim beas etti (diriltti, kaldırdı çıkardı)? Bu, Rahman’ın vadettiği şeydir.
Ve resuller demek ki doğru söylemişler." dediler. Yasin 51, 52]
[ Semaları ve arzı ALTI GÜNDE YARATAN, muhakkak ki sizin Rabbiniz Allah'tır. Sonra arşa istiva
etti. Gündüz, onu süratle talep eden (takip eden) gece ile örtülür. Ve güneş ve ay ve yıldızlar
O’nun emrine boyun eğmişlerdir. Yaratma ve emir O’nun değil mi? Âlemlerin Rabbi mübarektir,
şanı yücedir. A’Raf 54 ]
A’Raf 54 ayetin analizi:
‘Sonra arşa istiva etti’ cümlesinin hemen bitiminde aniden, sanki başka konuymuş gibi ‘Gündüz,
onu süratle talep eden (takip eden) gece ile örtülür’
Herhangi bir çemberde başlama ve başladığı noktaya gelme döngüsüne Gün demekteyiz.
Dünyanın 24 saatlik Günü veya Güneş sisteminin 250 milyon dünya senesiyle tamamladığı da 1
gündür.
Biri dünyanın 24 saatlik günü, diğeri Güneş sisteminin galaksideki 250 milyon dünya senesiyle
tanımladığımız günüdür.
‘Evren Günü nedir, kaç dünya senesidir’ gibi çılgın bir soru sormayacağım!... Ancak altı gün ve
altıgen gizemine girebildiğimiz kadar da girmeliyiz.
Altı günde yaratılan evrenler gizeminin anahtarı da bu altıgen Tamgadır, Mühürdür.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
237
MUHTEŞEM QUR’AN
YEDİ HARF VEYA YEDİ LEHÇE KURALLARIYLA İNDİRİLMİŞTİR.
Bilindiği gibi Qur’an’ın yedi harfle indirilmiş olduğunu hadislerden öğrendik. Bu hadisler farklı
ifadeler içermesine rağmen genel olarak güvenilir olduğunu Qur’an da dolaylı yoldan
onaylamaktadır.
Hadisler Hz. Muhammed’den en erken 200 sene sonra, insanların torunlarının torunlarından,
rivayetin de rivayetlerin uzantılardan geldiğini unutmayalım. En azından 150 sene sonraki
herhangi bir cümle de kast edilen anlam kaymaları ki; nesilden nesle bozulmadan, harfiyen
orijinali gibi kalamaz.
Son derece ciddi ve herkes tarafından bilinen “ Komşusu aç yatarken kendisi tok yatan bizden
değildir” Hz. Muhammed’in yüce şahsiyetini böyle ucuz ve anlamsız uydurmalardan tenzih
ederim. Üstelik bu cümle her tarafıyla Qur’an’ın fıtratına aykırıdır ve O yüce Resul böyle bir şey
söylemediğine her şeyimle kefilim.
Ancak zaman içinde de; aslı son derece nezih ve anlamlı olan bu cümlesi fasıkların elinde-dilinde
bu şekle getirilmiştir.
NEDEN Mİ?
İnsanın, insanların Müslüman olup olmamaları, kısaca din sadece Yüce ALLAHIN tasarrufundadır.
Hz. Muhammed kimseye sen iyi, sen kötü Müslümansın demez, diyemez. Kimseye sen bizden
değilsin dememiştir, üstelik diyemez. Bu O’nun asli görevinin fıtratına da aykırıdır.
Benim kanaatim doğrusu “ Komşusunun aç yattığını bile bile kendisi TOK yatan olgun
Müslüman olamamıştır” demiş olmalıdır. Hatalıysam bana aittir.
Qur’an, Hz. Muhammedin kavminin lehçesiyle (Kureyş lehçesiyle) ve şiirsel bir üslupla
indirilmiştir.(*) Oysa Hz. Muhammed hayatında hiç şiir yazmadı ve ilgilenmedi bile. Bu konuda
en küçük bir kayıt, hatta uydurulmuş hadis bile yoktur.
Dil kuralları olmayan diğer lehçeler Qur’an’ı anlamada ciddi, çok ciddi zorluklar içindeydiler.
Hatta “ Muhammed senin ne dediğini anlamıyoruz, söylediklerin şiirlerimize de benzemiyor,
biz seni akıllı ve güvenilir bilirdik, senin delirdiğini zan ediyoruz, gel bu sevdadan vazgeç, seni
Mekke’nin başına getirelim” diye çok baskı yaptılar…
Çünkü; QUR’AN’IN şiirsel üslubunu, şiirsel lisanını anlamakta çok zorlanıyorlardı, hatta hiç
anlamadıkları çok sayıda konular da vardı… İşte! bir diğer neden de budur ki; Hz.
Muhammed’den sonra SALAT sözcüğünü hiç bir dirençle karşılaşmadan namaz olarak kabul
ettirdiler ve benimsediler…
Şimdi ciddiyetle anlaşılmıştır neden ‘QUR’AN bilinen Arapça ile anlaşılmaz’ dediğimizi? Kanıtı da
1400 senedir aynı noktada üçüncü sınıf yönetilen insanlar olunmasıdır!.
Ancak yedi harf ile Qur’an’ın farklı lisanlar ve lehçeleriyle okunmasına da müsaade edilmiştir.
Şüphesiz yedi harf konusunu sadece Arap lehçeleri ile açıklamakta mümkün değildir. Bu farklı
lehçeler, Resulün ölümünden 200 Yıl kadar sonra rivayetin de rivayeti sözler anlam kaymalarıyla
bir şekilde kayıtlara geçmiştir. Bu nedenle Hz. Muhammed Halife Hz. Ali için ‘O yaşayan
Qur’an’dır’ demiştir.
(*) Kenger-Sümer edebiyatı, tabletler genellikle şiirsel üsluptadır.
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
238
[Ve bilmelisin ki; sana ikinciden 7’yi (7’liyi, 7’li olarak) ve büyük Qur’an’ı verdik. Hicr 87 ]
[Bilmelisin ki; sana ikililerden yedi ve bu büyük büyük Qur’an’ı verdik. Hicr 87 ]
Yüreğim kan ağlayarak itiraf etmeliyim. Nereden bakarsak bakalım, bu ayete bu yüzyılda da
gerçek anlam veremeyeceğiz. Bu ayet hakkında ciltlerle hikâyeler var, hiç birisi de gerçeğe yakın
bile değiller…
Ahruf’s Seb’a yani yedi harf, yedi kıraat, yedi lehçe, yedi aşere anlamlarını güvenilir referans
alarak diyebilirim ki; Benim şahsi kanaatim; Acaba Qur’an inmeden önceki yedi ayrı lisanlarla
analiz edip, esas hedefe gidebilir miyiz? Lisan zincirinin geriye dönük, bir biri ardına gelmiş
Kureyşte son bulmuş 7 ayrı lisan demek itiyorum…
Yedi harf hakkında şimdiye kadar ulaşabildiğim en güvenilir bu yaklaşım olduğu kanaatindeyim.
Qur’an geldiği zaman Arapça diye kuralları olan bir dil YOKTU… derme çatma sayısız lehçe ve
dillerin harmanlanmış bir şekli vardı. Qur’an saf ve yalın Kureyş lehçesiyle gelmiştir.
KUTHA kökenli Kureyş dilinden geçmişe; Hebrew, İbrani, Arami, Asur, Babil dilleri, Sümer ve
Sanskritçeye kadar araştırmalı ve analizini detaylarıyla ancak AKLIN ve bilimin kurallarıyla
yapmalıyız. Hz. Muhammedin doğduğu yer, konuştuğu Kureyş lisanı ve genlerinin geldiği süreç
içindeki lisanlar Kenger-Sümer de Kutha; biz insanlara en doğru yolu gösterecektir…
Son derece dağınık gibi görünen, aslında birbirlerini tamamlayan ve tanımlayan konuların
açıklandığı mütevazi kitabımızda her detayı toparlamak için Arş ve Kürsü sözcükleriyle devam
edelim.
Para kazanmak veya meşhur olmak için Qur’an meal-tefsir edenler Arş ve kürsü ifadelerini
öylesine çarpıtmışlar ki; bu satırları yazarken bile korkudan titrerim, utanırım.
Haşa ve haşa sanki Yüce ALLAH Arşın üzerinde sandalyesine oturmuş, elinde değneği, Rahmet
sıfatıyla yarattığı her şeyi cezalandırıyor. Hatta nerdeyse kürsüsündeki sandalyenin rengini,
modelini bile beyin yıkayarak anlatacaklar!...
Asırlardır bütün meal ve tefsirlerde ‘Sonra arşın üzerine istiva etti’ cümlesini aynı kalıpla
almışlar, birbirini kopya ederek temcit pilavı gibi insanlara sunarlar. Bu cümleden kim ne anladı
bilen de yoktur!... kendisi de bilemez ki!...
Bu şekilde cümle, Haşa ve haşa ve haşa Yüce ALLAHIN maddi bir varlık olduğu, kendi yarattığı
herhangi bir şeyin üstüne veya altına gidebileceği gibi insana mahsus davranışlar yüklenir. Bu
çeviri kesinlikle yanlıştır, hatalıdır, hatta terbiyesizliktir. Bilmiyorsa adam gibi bilmiyorum der…
Ve izin günü Rabbinin ARŞINI üstlerinde taşıyanların sayısı sekizdir. Hakka 17
VE O’NUN ARŞI SU ÜZERİNDEYDİ. Hûd 7
O'NUN KÜRSÜSÜ GÖKLERİ VE YERİ KAPLAMIŞTIR. Bakara 255
Oysa Qur’an açıkça bildirmektedir; “Yüce Allah her an her yerdedir”… Hatalı çevirilerde de, Arşın
üzerinde olması demek, O anda arşın altında olmadığının bir göstergesi gibi de algılanabilir. Oysa
Yüce ALLAH her an her yerdedir, bana benden de yakındır.
Ayetin devamı ve başlangıcındaki enginlik bana aynen şunu anlatır; Sonra ‘yaratma emriyle,
düzenlediği program, sevk ve idare ve hükmetme ilmi’ arşın üzerine (alt semalardaki her şeyi
eşitleyip, eşit seviyede sevk ve idare etme, dengeye alma, düzene koyma, her sema arasındaki
mesafelerin birbirlerine çökmesini önleme, dengesini sabitleyen ilmiyle) istiva etti’ ….
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
239
Bu muhteşem ayeti anlamayan karanlık cüppeliler, haşa ve haşa ve haşa Yüce ALLAHI insan mı
zan ederlerde ARŞIN ve üzerinde ki bir mekanda oturuyor şeklinde gösterirler? Anlamak
mümkün değil…
Ayet şunu açıklamaktadır; Yüce ALLAH’IN ilmi, kudreti her detaylı ile eksiksiz yarattığı bu
muhteşem evrenlerin de, ARŞIN da üzerinde ilim ve bilgi ve kudret sahibidir.
Allah’ın ilmi, kudreti arşı ve yarattığı evrenleri, gökleri istiva etti, eşitledi, birbiriyle uyum ve
ahenk içinde dengeyi kurdu. Bunu yapan ALLAH’IN ilmidir, kudretidir, kendi Zatı değildir.
[ Allah, göklerin ve yerin Nûru’dur. Nûr 35]
Kanaatimce Nûr sözcüğü; aydınlatıcı bilgi kaynağı, yaratıcı bilgi kaynağı, bilgisizliği gideren
aydınlatan bilgi demektir, Işık falan filan değildir. Bu muhteşem bilgi kayganının Epifiz (pineal
gland) etkiyerek aydınlatıp idrakin idrakine yönelmesi olarak algılamaktayım. FURKAN budur.
Nûr; karanlığı yani Işığın olmadığı yeri aydınlatan anlamında değildir. Bilgisizlikle oluşmuş
cehalet karanlığını bilgiyle aydınlatan anlamındadır ve bu birinci tespitimdir. (*)
Batılılar 1776lar da illuminati akımını başlatmaları QUR’AN’IN bu ayetinin analizini yaptıkları için
tesis ettiler.
Aynı 17 Y. Yılda pat diye kara delik lakırdısını ortaya attıkları gibi… Oysa kara deliklerin varlığı ve
fonksiyonları açıkça QUR’AN Nûr suresindedir.
[Veya derin denizdeki karanlıklar gibidir. Onun üstünü, dalga üstüne dalga kaplar. Onun üzerinde
de bulutlar vardır. Karanlık üstüne karanlıktır, elini çıkarttığı zaman neredeyse onu göremez.
(**) Ve Allah, kime Nûr vermemişse artık onun için bir Nûr yoktur. Nûr 40]
KANIT:
[Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet (fen bilimleri bütünü demektir) nasip edilmişse,
doğrusu, büyük bir hayra mazhar olmuştur. Ancak tam akıllı olanlar, gerçekleri anlar ve
düşünürler. Bakara 269]
Nûr sözcüğünün aydınlatıcı bilgi, yaratıcı bilgi olduğu kanaatim böylece anlam kazanmış
olmaktadır.
[ Rabbi zidnî ılmâ / Rabbim ilmimi ziyadesiyle ARTIR. Ta-Ha 114]
Bu ayette memurun amirine emir sığası vardır… Kul, kendisini Yaratana emir vererek ‘benim
ilmimi artır’ demekle emir vermektedir.
Ayetin başında ise RAB sıfatı vardır ki anlamı; eğiten, öğreten demektir. Bu muhteşem ayette
Yüce ALLAHIN başka bir sıfatı kullanılmadı. Ayeti anlamadaki en önemli ayrıntı budur.
İşte! aydınlatıcı ilim-bilgi (Nûr) bu kadar muhteşem yüceliklerdir.
İnsanlar Yüce ALLAH’A Zerdüşt namazıyla değil, sadece ve sadece AKIL, BİLGİ, QUR’AN,
FURKAN’LA, TAKVA VE İLİMLE ulaşabilirler. Ne mutlu bu erdeme bilerek ulaşmaya çalışan
insana… Ne mutlu bu erdeme bilerek ulaşmaya çalışan insana…
Aydınlatıcı (Nûr) ilim bu kadar dehşet yüceliklerdir.
(*) Nûr ayni zamanda atomları muhteşemlerinde üzerindeki muhteşemliklerle bir arada tutan enerji, bilgi, anlamındadır. Işıldayan ve titreyen
atomlar adlı kitabımızda açıklıyoruz.
(**) Kara deliklerin varlığını ve en belirgin özelliğinin mekanizmasını bu cümlelerden daha açık anlatacak birileri var mıdır bu gezegende?
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT- 4
GENETİĞİ BOZULMUŞ DİNLER
240
Tekke köşelerinde QUR’AN meal tefsir etmeye kalkan şarlatanlar ışığın spektrumda 380nm ile
780nm dalga boyundaki radyasyon olduğundan haberi bile olamaz… yani ışık bandı spektrumda
akıl almaz ince bir aralıktır ve bu aralığın da adı görmemizi sağlayan ışık radyasyonudur.
Tekrar belirtmek zorundayım; Qur’an sadece bilim adamaları, Sümerce ve Sanskritçe dil
kökenlerinde uzmanlaşmış ekipler tarafından meal edilebilir.
Kökeni Sümerce olan Kureyş diliyle vahiy edilmiş Muhteşem QUR’AN kendi içinde kendini
açıklayan evrensel ilahi hazinedir. Sümerce KaAbari NizaAm demektir, yani evrensel nizam, kural
demektir.
Arapça NUR; Sümerce NURU, Immaru, Mussu Nura demektir ki, Sümerler de Işık anlamında
değil aydınlatıcı kozmosa hakim bilginin aydınlatılması anlamında kullanmışlar,
Buradan devam ediyorum…. Henüz tam bitmedi ancak web sitesine koymamın nedeni, ölüm
bizler için en gerçek akıbettir. Her an Rabbime kavuşabilirim, bu değerler benimle kayıp olmasın
düşüncesinde olduğum içindir. Çünkü tekrar Hindistan’a gitmem gerekiyor… Çok yaşlandım,
Rabbim yardımcım olsun dileğimdir…
Rabbim izin verirse bundan sonra Ta-Ha ve Tuva, Ademin Torunları kitabına başlayacağım…

Benzer belgeler