KTAP 4.indd - Prof. Dr. Metin Hülagü

Transkript

KTAP 4.indd - Prof. Dr. Metin Hülagü
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ YAYINI-153
KİTAP ADI
Hoşgörü Toplumunda Ermeniler / Cilt 1V
Erciyes Üniversitesi ©
HAZIRLAYANLAR
Prof. Dr. M. Metin Hülagü ©
Yrd. Doç. Dr. Şakir Batmaz ©
Yrd. Doç. Dr. Süleyman Demirci ©
Yrd. Doç. Dr. Gülbadi Alan ©
ISBN:
Takım No: 978-9944-976-10-7
Kitap No: 978-9944-976-14-5
İlk Basım:
Ocak 2007
Kapakta Kullanılan Gravür
William Henry Bartlett
Kapak Tasarımı
Deniz Doğan
Baskı Öncesi Hazırlık
Bilge Grafik / (352) 232 29 05
Baskı
Orka Matbaacılık / (352) 322 17 00
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA
ERMENİLER
CİLT IV
§
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ I. ULUSLARARASI
SOSYAL ARAŞTIRMALAR SEMPOZYUMU
Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı:
Türk Ermeni İlişkileri Örneği
HAZIRLAYANLAR
Prof. Dr. M. Metin Hülagü
Yrd. Doç. Dr. Şakir Batmaz
Yrd. Doç. Dr. Süleyman Demirci
Yrd. Doç. Dr. Gülbadi Alan
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER
Arş. Gör. Ramazan ADIBELLİ
XIX. Asırda Ermeni Cemaatinde Görülen Dinî Farklılaşma Süreci ve Kayseri’deki Yansımaları..............................9
Dr. Recep ÇELİK
Osmanlı Bürokrasisinde Görev Yapan Ermeniler ..............................................................................................................27
Doç. Dr. Recep DUYMAZ
Romancı Gözüyle Ermeniler 1 ................................................................................................................................................55
Doç. Dr. Remzi KILIÇ
Osmanlı Yönetiminde XIX. Yüzyıl Ermeni Okulları ve Faaliyetleri.................................................................................77
Prof. Dr. Sadık SARISAMAN
Afyonkarahisar’da Ermeniler 1910-1914 (Şer’iye Sicillerine Göre) ................................................................................91
Doç. Dr. Sait ÖZTÜRK
Bir Osmanlı Kazasında Türkler ve Ermeniler: Darende .................................................................................................119
Arş. Gör. Seher BOYKOY
II. Meşrutiyet Dönemi Osmanlı Meclislerinde Ermeni Milletvekilleri ve Faaliyetleri (1908–1912).........................143
Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ
Türk Ermeni İlişkileri Örneğinde Türklerle Gayrimüslimlerin Ortak Yaşama Kültürünün Temelleri ..................173
Doç. Dr. Selma YEL / Orhan Gazi DEMİRTAŞ
Kayseri Bölgesindeki Türkler ve Ermenilerin Sosyo-Kültürel Etkileşim ve Dayanışmasının
Sözlü Tarih Yöntemiyle Değerlendirilmesi (Kayseri Örneği) .........................................................................................203
Yrd. Doç. Dr. Selman CAN
Son Dönem Osmanlı Mimarlığında Ermeniler ..................................................................................................................235
Arş. Gör. Serkan GÜL
Osmanlı Devlet Yönetiminde Kültürler Arası İletişim Örnekleri:
II. Abdülhamit’in Ermeni Devlet Adamları ile İlişkileri ..................................................................................................245
Arş. Gör. Serkan YAZICI
Diyarbakır Sosyal Yaşamı İçerisinde ve Devlet Hizmetinde Ermeniler........................................................................257
5
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Yrd. Doç. Dr. Sevinç ÜÇGÜL
Türk-Ermeni İlişkileri - İnternette.......................................................................................................................................275
Dr. Seyfullah KORKMAZ
Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Anılarından Seçmeler......................................................................................289
Yrd. Doç. Dr. Süleyman DEMİRCİ
Hoşgörü Toplumu’nda Birlikte Yaşamak: Osmanlı Toplumunda Gayrimüslim Ermeni Vatandaşları ve
Hukuk: Kayseri Örneği ..........................................................................................................................................................315
Doç. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK
XIX. Yüzyılda Mısır’daki Ermeniler ....................................................................................................................................327
Yrd. Doç. Dr. Şakir BATMAZ
Abdülaziz ve Boğaz’da Marş Okuyan Ermeni Çocukları .................................................................................................353
Şeyda GÜNGÖR AÇIKGÖZ
XIX. Yüzyıl Kayseri’sinde Ermeniler ve Kiliseler .............................................................................................................373
Şule PERİNÇEK
Birlikte Yaşama Kültürünün Mimarları: Osmanlı ve Cumhuriyet Döneminin
Ermeni Kültür ve Sanat Adamlarının Türk Devrimi ve Türk Devletine Katkıları .....................................................389
Doç. Dr. Taha Niyazi KARACA
Osmanlı Toplumunda Yaşama Sanatına Bir Örnek:
Yozgat’ta Türk ve Ermeniler Arasında Toplumsal Etkileşim ve Dayanışma Örnekleri ............................................413
Doç. Dr.Tamilla ABBASHANLI-ALİYEVA
Ermenilerle Birlikte Yaşayışın Azerbaycan Tiyatro Eserlerinde Gösterilmesi ...........................................................427
Dr. Öğ. Yb. Ulvi KESER
Kıbrıs’ta Sosyal Hayat Çerçevesinde Türk-Ermeni İlişkileri .........................................................................................447
Prof. Dr. Yahya AKYÜZ
Türk Kurtuluş Savaşı’nda Fransa’da Ermenilerin Türkiye’ye Karşı Propagandaları ve
Türksever Fransızların Karşıt Propagandası...................................................................................................................479
Öğr. Gör. Yasemin SARI
Türk Tiyatrosunun Gelişimi Yönünde Atılan ilk Adımlar ve Ermeni Sanatçıların Rolü ..........................................501
6
İÇİNDEKİLER
Dr. Yasin Çağatay SEÇKİN
Balyanlar ve Türk Camileri ..................................................................................................................................................517
Dr. Yaşar KALAFAT
Gregorian Türklerin Stratejik Boyutu ................................................................................................................................537
Yıldız DEVECİ
Tarihî Perspektif İçerisinde Türk-Ermeni İlişkilerinin Çağdaş Doğu-Batı Ermeni Edebiyatına Yansıması .......547
Yrd. Doç. Dr. Zekeriya BAŞKAL
Türk Ermeni Birlikteliğinin iki Farklı Resmi: Türk-Ermeni Birlikteliği Üzerine
Türkçede ve İngilizcede Yazılmış Edebi Eserler ...............................................................................................................563
Arş. Gör. Zeynep İSKEFİYELİ
Osmanlı Devleti Tarafından Ermenilere Verilen Nişan ve Madalyalar ........................................................................573
7
XIX. ASIRDA ERMENİ CEMAATİNDE GÖRÜLEN DİNÎ
FARKLILAŞMA SÜRECİ VE KAYSERİ’DEKİ YANSIMALARI
Arş. Gör. Ramazan ADIBELLİ
Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Anabilim Dalı
E-mail: [email protected]; Tel: 0 352 434 49 01-31152
Özet
Son yıllarda, çoğu sözde soykırım bağlamında olmak üzere Osmanlı Devleti dönemindeki Türk-Ermeni ilişkilerini
konu edinen birçok toplantı düzenlenmiş ve birçok yazılar
yazılmıştır. Bu faaliyetler sonucunda Türk-Ermeni ilişkileri
tek perspektife indirgenerek konunun diğer yönleri adeta
göz ardı edilmiştir. Örneğin XIX. yüzyılda Ermeni cemaatini
bölen dinî farklılaşma süreci ve bunun toplumsal düzene
etkileri üzerinde neredeyse hiç durulmamıştır. Oysa bu sürecin incelenmesi bize hem Ermeni cemaatini oluşturan
insanların kendilerini nasıl algıladıklarını hem de yüzyıllar
boyunca oluşmuş olan birlikte yaşama ikliminin zamanla
niçin ve nasıl bozulduğu konularını aydınlatacaktır.
Bu çalışmada, XIX. yüzyılda Ermeni cemaatini bölen dinî
farklılaşma sürecinin genel çizgileri belirlendikten sonra
meselenin daha somut hale gelebilmesi için o dönemin
tanıklarının beyanlarına dayanılarak bu sürecin Kayseri’de
yer alan Ermeni cemaati üzerindeki yansımaları üzerinde
durulacaktır.
Arş. Gör. Ramazan ADIBELLİ
Giriş
Son yıllarda, çoğu sözde soykırım bağlamında olmak üzere Osmanlı
Devleti dönemindeki Türk-Ermeni ilişkilerini konu edinen birçok toplantı
düzenlenmiş ve birçok yazılar yazılmıştır. Bu faaliyetler sonucunda TürkErmeni ilişkileri tek perspektife indirgenerek konunun diğer yönleri adeta
göz ardı edilmiştir. Meselâ XIX. asırda Ermeni cemaatini bölen dinî farklılaşma süreci ve bunun toplumsal düzene etkileri üzerinde neredeyse hiç
durulmamıştır. Oysa bu sürecin incelenmesi bize hem Ermeni cemaatini
oluşturan insanların kendilerini nasıl algıladıklarını hem de asırlar boyunca oluşmuş olan birlikte yaşama ikliminin zamanla niçin ve nasıl bozulduğu konularını aydınlatacaktır.
Bu çalışmada, XIX. asırda Ermeni cemaatini bölen dinî farklılaşma
sürecinin genel çizgileri belirlendikten sonra meselenin daha somut hale
gelebilmesi için o dönemin tanıklarının beyanlarına dayanılarak bu sürecin Kayseri’de yer alan Ermeni cemaati üzerindeki yansımaları üzerinde
durulacaktır.
Tarihî-fenomonolojik metodun sunduğu araçlarla bu konunun daha
iyi aydınlatılacağı kanaatindeyiz. Bu çift kutuplu yöntemle tarihî bağlam
hesaba katılarak o dönemde yaşayan insanların dünyaya bakışları, onların dünya görüşleri yani Weltanschanuung’ları betimlenecektir. Tarihsel
bir varlık olan insanın tarihsel şartlar tarafından şekillendirilişini tarihsel
yaklaşım ortaya koymakta ve insanı araştırma konusu (obje) haline getir11
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
mektedir. Bu yöntem tek başına kullanıldığında önemli bir tehlike doğurmaktadır. Şöyle ki kendisi de bir insan araştırmacı, obje haline dönüştürdüğü insanları anlamaya çalışırken bunları kendi paradigması çerçevesinde,
yani kendi düşünce çerçeveleri (cadres de pensée) perspektifinden değerlendirmektedir. Önceden sahip olduğu (préétablie) bir psikolojik, sosyolojik veya politik okuma süzgecinden (grille de lecture) geçirilen tarihsel
olgular ister istemez araştırmacının kendi zamanından, eğitiminden, inançlarından vs. tevarüs ettiği anlayışın sınırları içine hapsedilmiş olacaktır.
Tarihsel yaklaşıma fenomonolojik yaklaşımın eklenmesiyle bu sıkıntının
ortadan kalkacağını düşünüyoruz. Zira tarihsel araştırmanın nesnesi olan
insan aynı zamanda dünyaya belirli pencereden bakarak tarihsel olayların
öznesidir. Temel prensiplerinden biri önyargıları paranteze almak (epoché/
bracketing) olan fenomonolojik yaklaşımla nesne (obje) haline dönüştürülen insan tekrar özne (süje) haline gelmektedir. Bu şekilde hem tarihsel
şartların insanı ne şekilde etkilemiş olduğunu hem de bir özne olarak insanın tarihsel olayları hangi amaçla meydana getirmiş olduğunu açıklayabilir ve dolayısıyla da daha bütün ve tarihsel gerçekliğe daha yakın bir tablo
oluşturmuş oluruz.
I- Anadolu’da Türk Hakimiyetinden Önce Ermenilerin Dinî
Durumu
Ermeniler, kendi iç meseleleri ve Sasanilerle yapılan mücadeleler
sebebiyle MS 451 tarihinde yapılan Kadıköy konsülüne katılamamış, bu
konsülden çıkan Hz. İsa’nın iki tabiatlı -hem ilahî hem de beşerî- kararını kabul etmemişler ve böylece de Hıristiyanlığın monofizit akımına
intisap ederek Gregorian Ermeni Kilisesi’ni oluşturmuşlardır1. Kendi alfabeleri oluşturulmadan önce Ermenilerin resmî dili Rumca, idarî dili isi
Farsça’ydı. Ermeni Kilisesi bağımsızlığını kazanıp da MS V. asırda Aziz
Mesrop Grek alfabesinden esinlenerek otuz altı harflik Ermeni alfabesini
icat edince, Süryanîce’den ve Rumca’dan kutsal kitaplar Ermenice’ye çevrilmiş ve böylelikle Ermeni Kilisesi ve etrafında oluşan Ermeni cemaati
dinî ve kültürel otonomisine kavuşmuştur2.
Selçuklu fütuhatından önce, biri Bagrat Hanedanı’nın elindeki Anı, diğeri de Azdzuruni ailesinin başında bulunduğu Varspurgan Prensliği olmak
1
2
12
Davut Kılıç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler Arasındaki Dinî ve Siyasî Mücadeleler, Ankara
2000, s.23.
Mehlika Aktok Kaşgarlı, Kilikya Tâbi Ermeni Baronluğu Tarihi, Ankara 1990, s.47.
Arş. Gör. Ramazan ADIBELLİ
üzere Anadolu’nun doğusunda Bizansa tâbi iki Ermeni Prensliği bulunmaktaydı. Türklerin Bizansa doğru akınları başlayınca Vaspurgan Prensi
Senekharim, Bizans İmparatoru II. Basil (976-1025) ile anlaşmış ve 1021
yılında Van’ı Bizansa terk ederek tebaasının büyük bir kısmı ile kendisine
tahsis edilen Sivas bölgesine göç etmiş ve böylece de Van’daki Ermeni
Prensliği’ne son verilmiştir3.
1045 yılında ise IX. Konstantinos tarafından Anı zapt edilerek Bagratlı ailesinin hakimiyetine son verilmiş, bütün Ermenilerin, Ortodoks
Kilisesi’ne iltihak etmeleri için tehditte bulunulmuş ve Ermenilerin ahşap
kiliseleri yakılmıştır. Ermeni tarihçe Urfalı Mateos (†1144) bu olayı şu
şekilde nakletmektedir: (...) Rumlar tazyiklerini daha çok arttırdılar (...) ve
bütün Ermenileri batıl Kalketon (Kadıköy) mezhebine sokmak istiyorlardı.
Bizans İmparatorluğu’nun resmî dinî olan Ortodoksluk haricindeki diğer
Hıristiyan mezhepler batıl kabul edildiği için Gregorian Ermenileri Ortodoksluğa döndürmek amacıyla Rum Ortodoks Kilisesi bunlara sürekli baskı yapmıştır4. Dil, din ve kültürlerinin farklı olmasından dolayı Rum Ortodoks halk ve din adamları Gregorian Ermenileri hakir görmüş, kendileri
ile aynı dinî âyin ve usûlleri paylaşmadıkları için Ermenileri aşağılamış ve
bunu her fırsatta ortaya koymuşlardır5. Meselâ Kayseri Ortodoks metropoliti Markos, Ermenilere karşı daima sövüp sayıyor ve bütün köpekleri
‘Armen’ diye tesmiye ediyordu6.
XI. asırdan yani Selçukluların Anadolu’yu fethinden önce yalnız Ermenilere ait dinî kurumlara, manastırlara, Ermeni Kilisesi’ne ait bağımsız yöneticilere rastlamak imkânsızdır. Çünkü, Ortodoks Kilise anlayışına göre şehirdeki tüm Hıristiyanların, hangi milletten olurlarsa olsunlar,
hangi dili konuşurlarsa konuşsunlar, bir tek dinî yönetime bağlı olmaları
mecburiydi. Hâkim güç, idare ve dil Rumlara ait olduğu için, dinî âyinler,
vaftiz, evlenme, cenaze törenleri Rumca yapılıyordu. Rumca konuşulan
bir şehirde başka ulustan bir piskoposun varlığı da yabancı dinî tören uygulanması da yasaklanmıştı7.
3
4
5
6
7
Refet Yinanç, “Selçuklular’dan Osmanlılar’a Ermeniler”, Türk Tarihinde Ermeniler (Temel
Kitap), Hazırlayanlar Azmi Süslü ve Diğerleri, Ankara 1995, s.79.
Urfalı Mateos, Vakayiname, Tercüme Hrant Andreasyan, Ankara 1962, s.112-113; Krş.
Mathieu d’Edesse, Chronique, trad. E. Dulaurier, Paris 1858, s.113.
Abdurrahman Küçük, “Türklerin Anadolu’da Azınlıklara Dinî Hoşgörüsü”, Millî Bütünlüğümüzün Kaynağı: Asya’dan Anadolu’ya Taşınanlar, Hazırlayanlar Abdurrahman Küçük,
Harun Güngör, Ankara 1997, s.37, 561.
Urfalı Mateos, a.g.e., s.131.
Kayseri Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi, Türkiye Ermeni Patrikliği, İstanbul 1986, s.37.
13
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
II- XIX. Asra Kadar Ermenilerin Dinî Durumu
XI. asırda Anadolu’nun fethinden İstanbul’un fethine kadar (1453) diğer gayrimüslim halk gibi Ermeniler de o zamana kadar hiç görmedikleri
bir kültürel ve dinî özgürlüğe kavuşmuşlardır8. Bizans imparatorlarının
aksine Selçuklu sultanları gayrimüslim halkların din işlerine kesinlikle karışmamışlardır9.
İslâm Hukuku’na göre insanlar arasındaki temel ayırım ölçütü dinî
referanslara dayanılarak oluşturulduğu için reaya iki ana gruba ayrılmıştı; bir tarafta Müslümanlar ve diğer tarafta ise zımmî diye nitelendirilen
gayrimüslimler10. Bu anlayışa göre bir kimseyi kardeş ve yabancıdan ayıran ölçü olarak din referans kabul ediliyor ve dolayısıyla bir Müslüman,
dindaşını, hangi ülke, hangi renk, hangi ırk veya dilden olursa olsun onu
bir kardeş olarak görüyordu. Bernard Lewis’in isabetli olarak tespit ettiği
gibi Müslüman Türkler bu anlayışı öyle benimsediler ki İslâm’ı kabul eden
milletler arasında hiçbiri kendi ayrı özdeşliğini İslâm ümmeti içinde eritmekte onlardan ileri gitmemiştir11.
İstanbul’un fethinden sonra, Fatih Sultan Mehmet, Osmanlı İmparatorluğu sınırları dahilinde yaşayan halkların etnik, dinî ve sosyal durumunun
karmaşıklığının bilincinde olarak, fiilen Lozan Anlaşması’na kadar (1923)
yürürlükte kalan millet12 sisteminin temellerini atmıştır. Başlangıçta her
birinin başında sivil ve dinî işlerden sorumlu millet başı adında dinî bir
lider bulunan üç millet oluşturulmuştur:
1) Millet-i Rum
2) Millet-i Yahudi
3) Millet-i Ermeni: Keldanîler, Süryanîler, Nesturîler ve Yakubîler gibi
imparatorluğun Ortodoks olmayan bütün Hıristiyanları bu millete bağlanmıştır.
Bursa’nın 1326’da başkent yapılmasından sonra merkezî yönetimin ayrı bir cemaat halinde teşkilâtlanmalarına izin verdiği Ermenilerin
8
Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadoluda Türkler, Tercüme Yıldız Morgan, 2. Baskı,
İstanbul 1984, s.204.
9 Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi II, İstanbul 1969, s.134-135.
10 Enver Ziya Karal, “Non-Muslim Representatives in the First Constitutional Assembly
1876-1877”, Christians and Jews in the Ottoman Empire, C. I, Editörler Benjamin Braude
& Bernard Lewis, New York 1982, s.387; Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu,
Tercüme Metin Kıratlı, 5. Baskı, Ankara 1993, s.326.
11 Lewis, a.g.e., s.327.
12 Lewis, a.g.e., s.333.
14
Arş. Gör. Ramazan ADIBELLİ
Kütahya’nın Osmanlı idaresine girmesinden sonra, buradaki ruhanî merkezleri Bursa’ya taşınmıştır. Fatih Sultan Mehmet, 1462 senesinde Bursa
Ermeni piskoposu Ovakim’i bir kısım Ermeni aileleriyle birlikte İstanbul’a
getirterek Ermeni Patriği tayin etmiş ve Samatya’daki Sulu Manastır denilen kiliseyi kendilerine Patrikhane olarak vermiştir13. Bu sosyal organizasyon yapısal olarak reformlar dönemine yani XIX. asrın ortalarına kadar
olduğu gibi kalmış ve bu tarihten sonra da Ermeni milleti bölünerek yeni
milletler meydana gelmiştir14.
III- XIX. Asırdaki Gelişmeler
1781’den itibaren Roma ve Fransa’ya bağlı Katolik misyonerlerin faaliyetleri neticesinde bazı Gregorian Ermenilerin Katolikliğe meyletmesi
karşısında endişe duyun Ermeni Kilisesi, Osmanlı hükümetinden misyonerlik faaliyetlerine karşı tedbir alınmasını sağlamışsa da bu faaliyetleri
durdurmada başarılı olamamıştır15. Nihayet Fransa’nın tavassutu ile 22
Aralık 1831’de Hagop Çukuryan isimli bir papaz, II. Mahmut tarafından
Katolik Ermeni Patriği olarak atanmıştır. Katolik Ermeniler ayrı bir millet olarak tanındığı bu tarih aynı zamanda yaklaşık bir asır sonra Millet
Sistemi’ne son verecek olan sürecin başlangıç noktasını teşkil etmektedir.
Türkiye’ye gelen ilk Protestan misyonerler British and Foreign Bible Society’ye mensuptular. Bu misyoner cemiyet, 1804 yılında İzmir’e
yerleştikten sonra Anadolu’nun her tarafına misyonerler göndermiş, çok
sayıda kitap yayınlayarak Anadolu halkına bedava dağıtmıştır16. 1818’de
American Board of Commissioners for Foreign Missions, Ortadoğu’ya bir
misyon kurma kararı almış ve bu iş için Piny Fisk ve Levi Parsons isimli iki
misyoneri görevlendirmiştir. Protestan misyonerler, 1822’de Ortadoğu’ya
yönelik faaliyetlerde kullanılacak yayınları neşretmek üzere Malta’da bir
matbaa kurmuşlardır. 1824’te iki Ermeni din adamı Protestanlığı kabul
etmiş ve bunlar ilk misyoner okullarını açmışlardır. 1831 yılında ise H.
G.O. Dwight ve William Goodell isimli misyonerler İstanbul’a gelerek
13 Azmi Süslü & Yusuf Hallaçoğlu, “Selçuklulardan Osmanlılar’a Ermeniler”, Türk Tarihinde
Ermeniler (Temel Kitap), Hazırlayanlar Azmi Süslü ve Diğerleri, Ankara 1995, s.103.
14 Kemal H. Karpat, “Millets and Nationality: The Roots af the Incongruity of Nation and
Stati in the Post-Ottoman Era”, Christians and Jews in the Ottoman Empire, C. I, Editörler
Benjamin Braude & Bernard Lewis, New York 1982, s.142-143.
15 Küçük, “Türklerin Anadolu’da …”, s.571.
16 Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara 1983, s.40; Ilias Anagnostakis & Evangalia Balta, La découverte de la Cappadoce au dix-neuvième siècle, İstanbul 1994, s.47, 1. dipnot.
15
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Ermeniler arasında misyonerlik faaliyetlerine başlamışlardır. İstanbul’a
gelişinden kısa bir süre sonra Goodell, Ermeni harfleriyle yazılı Türkçe bir
Yeni Ahit tercümesini tamamlamış ve dokuz sene sonra da Eski Ahit’in çevirisini gerçekleştirmiştir. Bunun yanında Hıristiyanlıkla ilgili çok sayıda
kitap yayınlanmıştır. Misyoner okullarının sayısının giderek artması üzerine okul kitapları ve geniş halk kitlelerine yönelik dergiler hazırlanmıştır17.
Görüldüğü gibi Protestan misyonerlerin başlangıçta kullandıkları metot,
eğitim müesseselerinin yaygınlaştırılması ve Hıristiyan literatürün halka
ulaştırılması olmuştur. Ayrıca misyonerler, sağlık hizmetleri alanına da el
atmış ve hastaneler kurarak halkı kendilerine çekmeye çalışmışlardır18.
1846 yılında İstanbul Ermeni Patriği Çamurcuyan, cemaatinden Protestan olan Ermenileri aforoz etmiştir. Fakat buna rağmen para yardımı
ve eğitim kurumlarıyla desteklenen ve teşvik edilen mezhep değiştirme
olayları hızlanmıştır. 1850’de Protestan Ermeni cemaat İstanbul’daki Gregorian Ermeni Patrikhanesi’nden ayrılmış ve 1859 yılında ayrı bir millet
olarak Osmanlı idaresince resmen tanınmıştır19. Bu sürecin sonunda, XIX.
asrın ortalarına kadar bütünlüğünü muhafaza eden Ermeni milleti bu dönemden sonra bölünerek üç parça haline gelmiştir; Gregorian Ermeni milleti, Katolik Ermeni milleti ve Protestan Ermeni milleti.
IV- XIX. Asırda Kayseri’deki Ermeni Milleti
1) Kayseri’deki Ermeni Nüfusu
1021 tarihinde Van’ı işgal eden Bizans ordusu, Van gölü havzasında oturan kırk bin civarında Ermeniyi Orta Anadolu’ya sürerek bunları özellikle Sivas ve Kayseri yörelerine yerleştirmiştir20. Diğer taraftan
Türk hakimiyetinden sonra da Kayseri yöresine Ermeniler yerleşmeye
devam etmiştir. Meselâ XV. asrın sonu ile XVI. asrın başlarında Safevî
İmparatorluğu’nun baskısından kurtulmak için seksen Ermeni ailesi Doğu
Anadolu ve Kafkasya’dan göç ederek Kayseri’nin 6 km güneyinde yer alan
17 James Thayer Addison, The Christian Approach to the Moslem, A Historical Study, New
York 1942, s.81-84.
18 Amerikalı misyonerlerin Talas’ta kurdukları hastanesi bu amaçla yıllarca halka hizmet etmiştir.
19 Kılıç, a.g.e., s.164-181; Addison, a.g.e., s.87.
20 Ali Sevim, Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi, 2. Baskı, Ankara 1993, s.40.
16
Arş. Gör. Ramazan ADIBELLİ
Talas’a yerleşmişlerdir21. Osmanlı belgelerinde de Kozan’dan Kayseri’ye
göç eden Ermenilerden bahsedilmektedir22.
Otuz yıllık bir dönemi kapsayan (H.1247-1277/M.1831-1860) Kayseri müfredat defterinde Müslüman reaya için ehl-i İslâm terimi kullanılmakta, gayrimüslimler ise millet terimiyle ifade edilmektedirler. Ortodoks
Hıristiyanlar için millet-i rûmiyân tabiri kullanılırken Ermeniler, millet-i
Ermeniyân terimiyle belirtilmektedir23. Bu millet-i Ermeniyân’nın da kendi içinde bir ayrıma tâbi tutulduğu görülmektedir:
1) Cemaat-i Ermeniyân-u Kaysariyân,
2) Cemaat-i Ermeniyân-u Sisiyân,
3) Cemaat-i Ermeniyân-u Şarkiyân.
Özellikle XVIII. asır Kayseri tarihi alanında uzman olan İngiliz tarihçi R. C. Jennings’e göre bu ayırım, büyük bir ihtimalle Ermenilerin bağlı
bulundukları piskoposluk merkezlerindeki farklıktan kaynaklanmaktadır.
Buna göre birinci grubu (Cemaat-i Ermeniyân-u Kaysariyân), Kayseri’ye
ilk yerleşen ve İstanbul Ermeni Patriği’ne bağlı olan Ermeniler oluşturmaktaydı. İkinci grup (Cemaat-i Ermeniyân-u Sisiyân), Sis (bugünkü Kozan) piskoposluğuna bağlı olan Ermenilerden ibaretti. Üçüncü grup ise
(Cemaat-i Ermeniyân-u Şarkiyân) Erivan yakınındaki Eçmiyazin piskoposluğuna intisap eden Ermenilerden müteşekkildi24.
Bu müfredat defterinden ortaya çıkan diğer bir önemli tarihî gerçek de
Kayseri’deki Müslümanlarla Hıristiyanların ayrı mahallelerde yaşamadıkları ve dolayısıyla da şehirde gettolaşmanın olmadığı hususudur25. Daha da
21 Hasan Özsoy, “XIX. Yüzyılda Talas ve Talas’ın Amerikalılar Tarafından Misyon Merkezi
Olarak Seçilmesinin Sebebleri”, I. Kayseri ve Yöresi Sempozyumu Bildirileri (11-12 Nisan
1996), Kayseri 2000, s.256.
22 Akif Erdoğru, “XVI-XVII. Yüzyıllarda Kayseri Zimmileri”, I. Kayseri ve Yöresi Sempozyumu Bildirileri (11-12 Nisan 1996), Kayseri 2000, s.73.
23 Mustafa Keskin, “H. 1247-1277 Tarihli (Kayseri) Müfredat Defterine Göre Kayseri ve Tâbi
Yerleşim Yerlerinde Nüfus Dağılımı (1831-1860)”, II. Kayseri ve Yöresi Sempozyumu Bildirileri (16-17 Nisan 1998), Kayseri 1998, s.288.
24 Ronald C. Jennings, “Urban Population in Anatolia in the Sixteenth Century: A Study of
Kayseri, Karaman, Amasya, Trabzon, and Erzurum”, International Journal of Middle East
Studies, Vol. 7, No. 1 (January 1976), s.30.
25 Jennings, “Zimmis (Non-Muslims) in Early 17th Century Ottoman Judicial Records. The
Sharia Court of Anatolian Kayseri”, Journal of the Economic and Social History of Orient
(JESHO), XXI/3 (1978), s.280; Refet Yinanç, “XVI. Yüzyıl Sonlarında Kayseri Mahalleleri ve Nüfusları”, I. Kayseri ve Yöresi Sempozyumu Bildirileri (11-12 Nisan 1996), Kayseri
2000, s.367-376; Keskin, “1247-1277 Tarihli (Kayseri) Müfredat Defteri…”, s.290; Keskin,
Kayseri Müfredat Defteri 1831-1860, Kayseri 2000, s.IX; Rıdvan Yurtlak, 66/1 Numaralı
17
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
önemlisi, Kayseri’deki farklı toplulukların mahalleleri yana yana olmayıp,
bu mahallelerin içerisinde de bu çeşitle topluluklara mensup bireylerin evleri yan yanaydı26.
Asırlarca süren bu birlikte yaşama atmosferi içerisinde Kayseri toplumunun homojen bir yapı haline geldiğini söylemek mümkündür. XIX.
asırda Kayseri yöresini ziyaret eden Captain Fred Burnaby, Türkler ile
Hıristiyanlar arasında büyük bir ahengin mevcut olduğuna bizzat şahit olmuştur27. Ermeniler ve Hıristiyanlar da dâhil olmak üzere Kayseri halkının
tamamının anadili Türkçe olduğunu bütün tarihî kaynaklar bildirmektedir28. Kayseri Ermenileri Uğurlu, Kaplan, Huda Virdi, Şah, Su, Aslan, Yahşi, Murat, Kara Göz, Toros, Timur, Kara Bey, Şah Balı, Sinan, Hoca Bey
vs. gibi Türkçe isim taşıyorlardı29. Halk arasındaki tek fark aralarındaki
farklı dinî geleneklere bağlı olmalarından kaynaklanıyordu. Kayseri’deki
topluluklara mensup bireylerin aynı paradigmalara sahip olması da Kayseri toplumundaki kaynaşmanın (integration) boyutunu gözler önüne sermektedir.
Bu fenomeni daha iyi anlamak bakımından Tozer’in verdiği bilgiler
son derece önemlidir.
Bizi (Kerope Yakobian adında yerli bir Protestan Ermeni pastör) eşine
takdim etti; fakat evden ayrılıncaya kadar (bu kadın) bize hiç görünmedi.
Kadınların (erkeklerin görüş alanlarından) çekilmesi, bu yöre Hıristiyanları tarafından Muhammedîler (Müslümanlar) kadar titiz bir biçimde uygulanmaktadır. Gerçekten de seyahatimiz boyunca Amerikalı aileleri ziyaretlerimiz dışında kadın cinsini hiç görmediğimiz söylenebilir30.
Bu fenomenin sadece Kayseri Ermenilerine has olmadığını tarihî kaynaklardan öğrenmekteyiz. 1835 yılında Türkiye’ye gelen Helmuth von
26
27
28
29
30
18
Kayseri Şer’iye Sicili (H. 1067/M. 1657) Transkripsiyon ve Değerlendirme, Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1998, Belge
No: 72/32, s.112.
Lewis, a.g.e., s.354.
Captain Fred Burnaby, On Horse Through Asia Minor, C. I, London 1887, s.148.
Şemseddin Sami, Kâmusü’l-A’lâm, C. V, İstanbul 1314 (1896), s.3803. Ayrıca bkz. Simeon, Tarihte Ermeniler 1608-1619, Tercüme Hrand D. Andreasyan, 2. Baskı, İstanbul 1999,
s.255; Charles Texier, Asie Mineure, Paris 1862, s.554; Henry F. Tozer, Turkish Armenia
And Eastern Asia Minor, London 1881, s.138.
Yurtlak, a.g.t., Belge No: 66/29; Rukiye Yürüker Akşit, 297 Numaralı Şer’iye Sicili (H.
1319-1322/M. 1901-1904) Transkripsiyon ve Değerlendirme, Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1998, Belge No: 36/59, 42/66,
89/102, 102/113.
Tozer, a.g.e., s.104.
Arş. Gör. Ramazan ADIBELLİ
Moltke (1800-1891) Harbiye Nazırı Mehmet Hüsrev Paşa’nın baş tercümanı ve Arnavutköy’de yaşayan zengin bir Ermeni olan Mardıraki’nin misafiri olmuştur. 9 Şubat 1836’da kaleme aldığı bir mektupta Alman seyyah
şöyle yazmaktadır:
Hâkim milletin âdetlerinden ve hatta dilinden o kadar çok şey almışlardır ki bu Ermenilere ‘Hıristiyan Türkler’ demek gerçekten mümkündür.
Bunların dinî, yani Hıristiyanlık, onların tek kadınla evlenmesine izin vermektedir. Fakat Türk kadınları gibi bu kadın da hemen (erkeklerin görüş
alanından) kaybolmaktadır. Ermeni kadınlar dışarı çıktıkları zaman sadece gözleri ile burunlarının üst kısmı görünmektedir31.
Kayseri’de yaşayan Ermenilerin dünya bakışları, ahlâkî yapıları hakkında diğer bir önemli rivayeti ise İngiliz seyyah Henry C. Barkley nakletmektedir:
Otuz-kırk yaşlarında siyah sakallı iri bir arkadaş, birçok defa
Amerika’ya gidip orada zengin olmayı arzu ettiğini, ne eşi ne de çocuğu
olmadığı için bunu başarabileceğini; fakat babasının kendisine izin vermeyeceğini söyledi! Kendisini, kararlarını tek başına alabilecek yaşta bir
adam olarak görüp görmediğini sorduk; fakat o, şahsî kanaatini beyan
etmeye çalışmadan bize her konuda babaya itaat etmenin âdetten olduğunu söyledi. Yani altmış yaşındaki bir adamın babası hayattaysa ona itaat
etmelidir32.
Haremlik-selamlık ya da daha genel anlamda mahremiyet anlayışı
ve çocuğun babasına sınırsız itaati gibi temel eğitim prensipleri o dönem
Osmanlı kültürünün önemli unsurlarındandır. Asırlar boyu süregelen hoşgörü atmosferi içerisinde yaşayan Kayseri halkından bir Ermeni de bir
Müslüman’ın sahip olduğu temel paradigmaya sahip olduğunu görmek
gerçekten ilginçtir. Zaten bu durumu tespit eden Batılı seyyahlar bu paradigmaya sahip olmadığı için bu olaylara bir anlam verememiş ve bu olguları şaşkınlıkla karşılamışlardır.
31 Helmuth von Moltke, Moltke’nin Türkiye Mektupları, Tercüme Hayrullah Örs, İstanbul
1969, s.35; Nejat Göyünç, “Tuksih-Armenian Cultural Relations”, The Armenians in the
Late Ottoman Period, Editör Türkkaya Ataöv, Ankara 2001, s.24-25’ten naklen.
32 Henry C. Barkley, A Ride Through Asia Minor And Armenia, London, 1891, s.138.
19
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
2.Misyonerlik Faaliyetleri
a-Protestan Misyonerler
Amerikalı misyonerler 1854 yılında Kayseri’de ilk Amerikan misyon
merkezini, 1870’de de Talas’ta Kayseri’ye bağlı bir uç istasyon kurmuşlardır33. Talas’a bir hastane, bir erkek okulu, bir de kız okulu kurmak suretiyle eğitim faaliyetlerine başlamışlardır34. Amerikalı iki Protestan aile
dışında Kayseri’de çok sayıda Ermeni pastör bulunuyordu. Bunların birçoğu İngiltere’ye giderek misyonerler tarafından eğitilmişti. Nitekim İngiliz seyyah Barkley’i misafir eden yerli Protestan Ermeni pastör, misyon
tarafından iki yıl İskoçya’da eğitime tâbi tutulmuştur35. İncil adamı diye
nitelendirilen bu pastörlere bağlı olarak, her birine misyon tarafından maaş
verilen her iki cinsten, Kitab-ı Mukaddes okutan öğretmenler bulunuyordu36. Bu faaliyetler sonucunda kısa sürede çok sayıda Ermeni Protestanlığı
kabul etmiştir37.
b-Katolik Misyonerler
1884 yılında Compagnie de Jesus tarikatına bağlı beş Fransız misyoner Kayseri’de bir erkek okulu kurmuşlardır. 1891’de sayısı üç yüz ellinin
üzerinde olan bu okul öğrencilere, Türkçe derslerinin yanında Fransızca
ve Ermenice dersleri de veriliyordu38. Katolik misyonerlerin faaliyetleri
neticesinde sekiz yüz Ermeni Katolikliği kabul etmiştir39.
3.Misyonerlik Faaliyetlerinin Ermeni Milleti Üzerindeki Etkileri
Misyonerlik faaliyetleri neticesinde Ermeni milleti üçe bölünmüştür.
Bu durum karşısında bir taraftan daha önce de belirtildiği üzere İstanbul
Ermeni Patriği önlemler almaya çalışmış diğer taraftan da Gregorian Er33 Özsoy, “Kayseri’ye Amerikalı Misyonerlerin İlk Gelişleri ve Talas Amerikan Kız Okulu”,
II. Kayseri ve Yöresi Sempozyumu Bildirileri (16-17 Nisan 1998), Kayseri 1998, s.255.
34 Earl Percy, Highlands of Asiatic Turkey, London 1901, s.61-62; Karl Baedeker, Konstantinopel, Balkanstaaten, Kleinasien, Archipel, Cypern, Leipzig 1914, s.2999.
35 Barkley, a.g.e., s.104.
36 Barkley, a.g.e., s.151.
37 Karpat, “Ottoman Population Records an the Census of 1881/82-1893”, International Journal of Middle East Studies, Vol. IX, No. 3 (October 1978), s.261; Vital Cuinet, La Turquie
d’Asie. Vol. VI: L’Anatolie centrale Angora, Koniah, Adana, Mamouret-ul-Aziz, Sivas,
İstanbul 2001, s.47.
38 Le Conte de Cholet, Arménie, Kurdistan et Mésopotamie, Paris 1892, s.61.
39 Cuinet, a.g.e., s.47.
20
Arş. Gör. Ramazan ADIBELLİ
meni halkın misyonerlere ve din değiştirenlere karşı çok sert tepki göstermişlerdir. Asırlarca birlikte yaşamış olan Ermenilerin bir kısmının Katolikliği, bir kısmının da Protestanlığı seçmesi neticesinde bu insanların bir birlerine karşı tutumlarının değiştiğini görmek ilginçtir. XIX. asrın sonlarında
Kayseri’de bulunan İngiliz seyyah Henry C. Barkley’in belirttiğine göre:
Misyonerlerin en iyi dostları Türklerdir (...) Misyon çalışmasının gerçek düşmanları Hıristiyanlardır. Bunlar, düşmanlıklarını o kadar ileriye
götürüyorlardı ki, misyonerler ve hanımları, en kötü dille hakarete ve saldırıya uğramadan, taşlanmadan sokağa çıkamazlardı. Sokaklardan geçerken üzerlerine pislik atılması, kadın ve çocukların kendilerine tükürmesi
bu hanımların başlarına sık sık gelen hadiseydi40.
Le Conte de Cholet’ye göre de Cizvitlerin tek düşmanı olan Ortodoks
Ermeniler onları engellemeye çalışıyordu41. Le Conte de Cholet bu düşmanlığın nedenini şu şekilde izah etmektedir:
Şehrin (Kayseri) ticarî hayatının neredeyse tamamını ellerinde bulunduran ve dolayısıyla çok zengin olan Ermeniler, Türk idarecileriyle gayet
iyi geçinmektedirler. Bunlar Müslümanlara, Katolik soydaşlarından galiba daha yakındırlar. Şehrin Latin piskoposu Mgr. Bogos (...) (a göre) tüm
bu sıkıntılar (...) Katolik mezhebine geçen ırkdaşlarını kıskanan Ortodoks
Ermenilerin onlara zarar vermek için ellerinden gelen her şeyi yapmak
istemesinden kaynaklanmaktadır42.
İngiltere, Amerika, Fransa veya Rusya gibi dış güçlerin Osmanlı Devleti’ne nüfuz etmesinin en iyi destekçisi misyonerler olmuştur43.
Avrupa’dan gelen fikirler misyonerlerin kurdukları okullar ve matbaalar
vasıtasıyla tüm Osmanlı topraklarında yayılmıştır. Bu fikirlerin en önemlilerinden biri olan ve tipik bir Batı icadı olan milliyetçilik (nationalism)
fikri farklı milletlere mensup bireylerin benlik algılarını yavaş yavaş değiştirmeye başlamıştır44. Misyonerlerin açtıkları okullarda hiç Ermenice
bilmeyen Hıristiyan çocuklara dışarıdan getirilen öğretmenler vasıtasıyla
bu dil öğretilmiş45 ve bunlara millî duygular ya da başka bir tabirle azın40
41
42
43
44
Barkley, a.g.e., s.151-152.
Cholet, a.g.e, s.60.
Cholet, a.g.e, s.64.
Cholet, a.g.e, s.60.
Benjamin Braude & Bernard Lewis, “Introduction”, Christians and Jews in the Ottoman
Empire, C. I, Editör Benjamin Braude & Bernard Lewis, New York 1982, s.28.
45 Sapancalı H. Hüseyin, Karaman Ahval-i İctimaiyye ve Coğrafiyye ve Tarihiyyesi, Ankara
1993, s.193.
21
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
lık şuuru aşılanmıştır46. Bu sözde eğitim faaliyetlerinin asıl amacı, Ermeni
çocuklarını, kendilerine bu imkânları sunan cömert milletin menfaatlerini
gerçekleştirecek fertler şeklinde yetiştirmek olmuştur47. Ancak bütün bu
gayretlere rağmen misyonerlerin bekledikleri neticeyi elde ettikleri pek de
söylenemez. Ermenileri becerisizlikle suçlayan Le Conte de Cholet, 1890
yılında Kayseri ve çevresindeki teşebbüs edilen isyana hiçbir Ermeninin
katılmadığını esefle beyan etmektedir48.
Nispeten geç bir tarihe kadar Osmanlı Devleti’nde yaşayan halklarda ulusal varlıklar fikrinin, dinî ayrımlar üstüne çıkışına rastlanmamaktadır. Daha önce de belirtildiği üzere imparatorluktaki milletler, Batılıların
anladığı anlamda etnik milletler (nation) olmayıp, birer dinî cemaattiler.
Bu cemaatlere mensup fertler de kendi kimliklerini ifade ederken, ırkî kökeni değil, dinî aidiyeti referans alıyorlardı. Nitekim XIX. asrın sonunda
Kayseri’ye gelen Barkley’in naklettiğine göre:
Anadolu Ermenileri, Ermeni, Katolik ve Protestan olmak üzere kendilerini üç kısma ayırmışlardı. Onlara göre din bir milliyetti (nationality).
Bu yüzden ‘Hayır, ben bir Ermeni değilim, ben bir Katoliğim veya Protestanım’ türü sözler sıkça duyuluyordu49.
Roma Katolik Ermenilerinden ayırt etmek için Gregorian Ermenilere
kadim Ermeniler denilirdi50. Türkler için gâvur kelimesi ne kadar ağır bir
hakaretse, Gregorian Ermenilere de Protestan demek o kadar ağır bir hakaretti. Nitekim kendisi de bir Protestan olan Barkley, bu kelimenin onlara
göre en büyük hakaret olduğunu bildiği için Gregorian Ermenilerin kendisine Protestan demesinden son derece rahatsız olmuştur51.
Milliyet-din özdeşliği Osmanlı toplumunda XX. asrın başlarına kadar
devam etmiştir. Bu özdeşliğin iyi bir örneği, Lozan Antlaşması’ndan sonra düzenlenen Türk-Yunan nüfus mübadelesinde görülmektedir. Bu mübadele esnasında Yunanistan’daki Müslümanlar Türkiye’ye, buna karşılık
Anadolu’daki Ortodoks Rumlar da Yunanistan’a nakledilmişlerdir52. Yani
bu Karamanlı Hıristiyanlar, anadilleri Türkçe olmasına rağmen Ortodoks
oldukları için Yunanistan’a gönderilmişlerdir. Dolayısıyla yapılan iş bir
46
47
48
49
50
51
52
22
Tozer, a.g.e., s.107; Küçük, “Türklerin Anadolu’da Dinî Azınlıklara Hoşgörüsü”, s.572.
Cholet, a.g.e., s.62. Krş. Sultan Abdülhamit, Siyasî Hatıratım, İstanbul 1974.
Cholet, a.g.e., s.63.
Barkley, a.g.e., s.146.
J. W. Parker, Asia Minor, Mesopotamia, Chaldea and Armenia, London 1842, s.220.
Barkley, a.g.e., s.161.
Justin McCarthy, Müslümanlar ve Azınlıklar, Tercüme Bilge Umar, İstanbul 1998, s.137.
Arş. Gör. Ramazan ADIBELLİ
Türk-Rum mübadelesi değil, daha çok bir Rum Ortodoks ve Müslüman
mübadelesi olmuştur53.
1915 Ermeni tehciri sırasında genelde tarafsız kaldıkları düşüncesiyle
Katolik ve Protestan Ermeniler tehcirden hariç tutulmuşlardır54. Bu durum, Osmanlı idaresinin Ermenileri, tek bir bütün olarak görmeyip her bir
Ermeni cemaatini farklı birer topluluk olarak gördüğünü ispat etmektedir.
Eğer Osmanlı Devleti’nde Batılıların kabul ettiği anlamda, yani etnik anlamda bir milliyet anlayışı olsaydı bütün Ermenilerin aynı muameleye tâbi
tutulması gerekmez miydi?
Sonuç
Osmanlı toplumunun en karakteristik özelliklerinden biri, dinî referanslar temel alınarak oluşturulan Millet Sistemi’ne dayanmış olmasıdır.
Toplumda yaşayan çeşitli gruplar arasındaki farklar teke, yani din farklılığına indirgenerek huzurlu bir ortamın oluşması sağlanmıştır. Bu sistem
sayesinde her millet temel özelliği olan dinî farklılık karakteristiğini sonuna kadar korumuş ve hatta bu sistem, milletlerin, çoğunluğu oluşturan
Müslüman topluluk içerisinde eriyerek (asimile olarak) kaybolmasını engellemiştir. Asırlarca devam eden bu birlikte yaşama sürecinde toplumsal
kaynaşma (integration) meydana gelmiş ve toplumun bütün bireyleri aynı
temel paradigmayı benimsemişlerdir. Bu temel paradigmaya göre birey
kimliğini oluşturan temel kriter dinî aidiyet prensibi olmuştur. XIX. asrın
başlarında Kayseri’de yaşayan bir Ermeni ile bir Türk arasında din hariç görünürde hiçbir fark yoktu. Zira her ikisi de Türkçe konuşuyor, her
ikisi de Türkçe isim taşıyor, her ikisi de aynı kültürel ve ahlâkî değerleri
benimsiyorlardı. XIX. asrın ortalarından itibaren Ermeni milleti bölününce, Katoliklik ve Protestanlık gibi diğer dinlere geçen bireyler Gregorian
Ermenilere göre artık birer yabancı olmuşlar ve bunlara karşı şiddetli tepki gösterilmiştir. Zira aynı dinî geleneği referans kabul eden bireyler bizi
oluştururken diğer dinî geleneklere mensup bireyler öteki ve hatta yabancı
olarak görülmüşlerdir.
Bugünkü paradigmasıyla geçmişi anlamaya çalışan birçok araştırmacı,
XIX. asırdaki Batılı seyyahlar gibi o zaman insanının temel paradigmasını
kavramadan yanlış genelleme yaparak Ermeni diye nitelendirilen insanları
tek bir bütün olarak görmüş ve bunları bugünkü Ermenilerle özdeşleştir53 Lewis, a.g.e., s.352.
54 Azmi Süslü & Yusuf Hallaçoğlu, a.g.m., s.104.
23
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
miştir. Oysa bir Osmanlı Ermenisinin zihninde hiçbir etnik aidiyet fikri
yoktu. Bundan dolayı da o, Gregorian Ermeni Kilisesi’nin bir mensubu
olduğu için kendisini Ermeni olarak tanımlıyordu. Katolik ya da Protestan
olduğu zaman artık Ermeni olmaktan çıkıyordu.
Seküler dünyanın değerleriyle beslenen benlik algılarına sahip bireyler
olarak bu geçmişteki paradigmayı kavramanın zor olduğunu kabul etmek
gerekir. Fakat diğer taraftan tarihî olayları anlayabilmek için farklı zamanlarda farklı paradigmaların var olduğunu da göz ardı etmemek gerekir.
24
OSMANLI BÜROKRASİSİNDE
GÖREV YAPAN ERMENİLER
Dr. Recep ÇELİK
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü; E-mail: [email protected]; Tel: 0 212 440 3127
Özet
Ermeniler, Türkler başta olmak üzere, imparatorluğun tüm
unsurlarıyla XIX. yüzyıl sonlarına kadar barış ve güven içinde yaşamışlar, Osmanlı yönetimiyle ilgili hiçbir şikâyet ya
da sorunları olmamıştır. Kendilerine tanınan hak ve ayrıcalıkları başarıyla kullanarak hızla gelişmiş ve refaha kavuşmuşlardır. Ayrıca Ermeni toplumu Türk-Osmanlı kültürü,
yaşam tarzı ve yönetim biçimini de benimseyerek Osmanlıların güvenine lâyık olmuş ve Millet-i Sâdıka unvanına
hak kazanmıştır. Osmanlı Ermenileri bu unvan sayesinde
iş hayatında olduğu gibi, kamu hizmetlerinde de önemli
yerlere gelmişlerdir.
Biz de hazırladığımız tebliğde arşiv belgelerinden faydalanılarak ana hatlarıyla kamu hizmetlerinde görev yapan
Ermeniler hakkında ayrıntılı bilgiler vermeğe çalışacağız.
Dr. Recep ÇELİK
Giriş
Gerek devlete sadakatleri, gerek Türkçe konuşmaları ve Türk âdetlerini benimsemeleri Ermenilerin Osmanlı Devleti’nin çeşitli hizmetlerine
atanmalarına sebep olmuştur.
Ermeni toplumu kendisine tanınan hak ve ayrıcalıkları başarıyla kullanarak hızla gelişmiş ve refaha kavuşmuş, ayrıca Türk-Osmanlı kültürü,
yaşam tarzı ve yönetim biçimini de benimseyerek kısa zamanda Osmanlıların güvenine lâyık olmuş ve millet-i sâdıka unvanına hak kazanmıştır.
Osmanlı Ermenileri bu unvan sayesinde iş hayatında olduğu gibi, kamu
hizmetlerinde de önemli yerlere gelmişlerdir. Hem merkez devlet teşkilâtında hem de yerel yönetim birimlerinde aktif olarak görev yapmışlardır.
Ermeniler Osmanlı-Türk sanat, kültür ve müziğine önemli katkılar
yapmışlar, ünlü sanatçılar yetiştirmişlerdir. Bu sanatçılar bugün de Türkiye Ermenileri ve Türkler için övünç kaynağı olarak anılmaktadır. Burada,
dünyadaki ilk Ermeni matbaasının da XVI. yüzyılda İstanbul’da kurulduğunu belirtmek yerinde olur. Böylece Ermeniler, Türkler başta olmak üzere
imparatorluğun tüm unsurlarıyla barış ve güven içinde yaşamışlar, Osmanlı yönetimiyle ilgili hiçbir şikâyet ya da sorunla karşılaşmamışlardır.
XVI. yüzyılda vezir Mehmet Paşa ve XVII. yüzyılda kaptan-ı derya
ve sadrazam olan Halil Paşa Ermeni asıllı olup Müslüman olmuşlardır.
1523’te Toroslar’da Gülek kalesinde oturan 165 hane, 50 bekâr yaklaşık
875 kişi Ermenidir. Kale hizmetinde çalıştıklarından olağanüstü vergiler29
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
den (avarız) muaftırlar. Karaisalı’da en-Nahşa kalesinde oturan Ermeniler
de öşür, cizye ve bâd-ı hava gibi vergileri vermekten muaf tutulmuşlardır.
Belli ki bazı hizmetleri karşılığında bu muafiyeti kazanmışlardır.
Şüphesiz Osmanlı bürokrasisinde görev alan Ermeniler bu tebliğimizde yer veremeyeceğimiz ölçüde fazladır. Daha sonra bu konuyla ilgili daha
kapsamlı bir çalışma yapmak arzusunda olduğumuzu belirtmek isterim.
Osmanlı Devleti’nin Önemli Mevkilerinde Bulunan Ermeniler
ve Aileleri
1- Düzyan Ailesi
Bu ailenin bilinen en eski üyesi Divriğili olduğu sanılan Artin’dir.
Kuyumculukla uğraşmıştır. XVII. yüzyılda İstanbul’a gelip yerleşerek
bir dükkân açmıştır. Kısa zamanda sanatındaki mahareti ile tanınmıştır.
Torunu Mikael Hoca, I. Mahmud zamanında Saray kuyumculuğuna tayin
edilmiş ve III. Mustafa devrinde de darphane eminliğine getirilmiştir. Aynı
aileden Mihran Bey 1847’de darphane meskûkat nazırı, 1856’da meclis-i
Tanzimat üyesi, bir süre sonra da meclis-i maarif müsteşarı olmuştur1.
2- Kazzaz Artin Bezciyan
Karslı Hacı Bogos adlı fakir bir Ermeninin oğlu olan Artin, Kumkapı’da
Ermeni Patrikhanesi’ne bağlı bir okula devam etmiş, daha sonra bir ipekçi yanında çıraklığa başlamıştır. Kısa süre içerisinde kendi adına dükkân
sahibi olmuş ve bu alandaki başarısı onun ipekçilikle uğraşan Düzyan ailesinden Ohannes’in dikkatini çekmesine ve onu kendi hizmetine almasına
sebep olmuştur. Kazzaz Artin 1819’da darphane müdürlüğüne getirilmiştir2.
3- Balyan Ailesi
Balyanlar’dan önce de Saray’da bazı Ermeni mimarlar görev almıştır.
Bunlardan bazıları 1414’te Bursa’da Yeşil Cami ve Türbesi’ni yapan Yekyazar Kalfa, Hekimoğlu Ali Paşa Camii’nı yapan (1734) Araboğlu Hacı
Melidon Kalfa, Nevşehir’de İbrahim Paşa Camii ve Kurşunlu Camii Mimarı (1727) Serkis Kalfa, Fener’deki Bulgar Ortodoks Kilisesi’nin mimarı
1
2
30
Nejat Göyünç, Türkler ve Ermeniler, Ankara 2005, s.78.
Göyünç, a.g.e., s.79.
Dr. Recep ÇELİK
Hovsep Aznavor ve Yeniköy’de Avusturya sefareti yazlık binasını yapan
Hacı Mıgırdıç Kalfa (Çarkyan)’dır.
Bu aileden ilk bilineni Kayseri’nin Derevank köyünden Merametçi
Bali Kalfa’dır. İstanbul’a gelmiş, hassa mimarları cemaatine tamirci olarak
girmiştir. Oğlu Kirkor Balyan ebniye-i hassa-i şahane kalfası olmuş, başta
Aynalıkavak Kasrı, Darphane-i Âmire, Nusretiye Camii gibi pek çok mimarî eser yapmıştır. Oğlu Garabed Amira Balyan da II. Mahmud tarafından hassa mimarlığına atanmıştır. En ünlü eseri 1856’da tamamlanan Dolmabahçe Sarayı ve Dolmabahçe Camii’dir. Çırağan Sarayı ve Beylerbeyi
Sarayı’nın yapımında görev alan Nikogos Balyan ve Agop Balyan kardeşler Garabed Balyan’ın oğludurlar. Aynı aileden Senekirim Amira Balyan
da II. Mahmud dönemi hassa mimarlarındandır. En önemli eseri Bayezid
Yangın Kulesi’dir. Garabed’in diğer oğlu Serkis de mimarbaşılık görevinde bulunmuş3 ve Ayazağa Kasrı, Çağlayan Camii ve Yıldız Sarayı’nın yapımında görev almıştır. Simon Balyan da 1785’te hassa mimarlık görevine
getirilmiştir. En önemli eseri Maçka Silâhhanesi’dir. Aynı aileden son bir
mimar da Levan Balyan’dır4.
4- Manas Ailesi
Muhtemelen Kayserili, Padişah portreleri yapan bir ressam ailedir.
I. Mahmud, III. Osman, III. Mustafa ve I. Abdülhamit’in resimlerini yapan Rafael Manas’ın İtalya’da tahsil gördüğü söylenmektedir. Aynı aileden Rupen Manas, Gaspar Manas ve Aleksandr Manas da birer ressamdır.
Bu aileden pek çok kişi Osmanlı Hariciyesi’nde tercümanlık yapmış veya
benzer görevlerde bulunmuştur5.
5- Dadyan Ailesi
Ailenin bilinen ilk şahsı Arakel Dad, 1795’te Saray barutçubaşılığına
tayin edilmiştir. Oğullarından Simon, Halkalı civarında Azadlu Baruthanesi, Ohannes de Beykoz Kâğıt Fabrikası müdürü olmuştur. Simon’un oğlu
3
4
5
Göyünç, a.g.e.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Cevdet Belediye, Belge No: 569; Cevdet Askeriye,
Belge No: 44296, İrade Meclis-i Vâlâ, Belge No: 4946, İ.DH, Belge No: 15321, 1525,
63427; Pars Tuğlacı, Osmanlı Mimarlığında Batılılaşma Dönemi ve Balyan Ailesi, İnkılâp
ve Aka Yayınevi, İstanbul 1981, s.6-47, 49-324.
Göyünç, a.g.e., s.82.
31
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Bogos ise Yeşilköy Baruthanesi müdürlüğüne tayin edilmiştir. Ohannes,
ağabeyinin ölümü üzerine onun yerine getirilmiştir.
a- Artin Dadyan Paşa
Barutçubaşı Ohannes Dadyan’ın oğludur. Yüksek tahsil için Paris’e
gönderilmiş, dönüşünde çeşitli devlet görevlerinde bulunmuştur. Bunlar
Paris sefareti başkitabeti, Şura-yı Devlet ve ıslahat komisyonu azalığı, Maliye Nezareti müsteşarlığı, orman ve maadin umum müdürlüğü, altıncı belediye dairesi reisliği, Şura-yı Devlet azalığı ve nihayet 1880’de getirildiği
Hariciye Nezareti müsteşarlığıdır6.
Artin Dadyan Paşa, II. Abdülhamit’e sunduğu lâyihalarında Osmanlı
Devleti’nin yaşamasının dünya sulhu için önemini belirtip büyük devletlerin Osmanlı tebaası azınlıklar konusundaki faaliyetlerini son derece tehlikeli bulduğunu ileri sürmüştür.
Avrupa devletleri arasında cerayan eden gümrük tarifeleri ve ticaret
anlaşmalarına ilişkin müzakerelere dair lâyihası, Osmanlı Devleti’nin takip edeceği dış politikaya ilişkin görüşleri ve değerlendirmeleri, Rusya’nın
Avusturya sınırına asker yığması ve Makedonya meselesine dair mevzular
hakkında Dersaadet Rus sefiri ile görüşmeler yapmış, Rusya sefiri Nelidoff
ile yaptığı görüşmede Boğazlar’ın tahkiminden bahsedip Rusların İngilizlere karşı Osmanlı Devleti’ne yardıma hazır olduğu beyanında bulunmuştur7.
b- Diran Dadyan Efendi
Artin Paşa’nın oğlu Diran Dadyan da Hariciye’de hizmet veren ailenin
diğer bir ferdidir. Diran Dadyan, Mekteb-i Sultanî’yi bitirdikten sonra ikişer sene Şura-yı Devlet’in fihrist odasında ve Hariciye Nezareti’nin evrak-ı
ecnebiye odasında staj görmüş, ardından 6 yıl çalışacağı tahrirat-ı hariciye
kalemine girmiştir. 1880’de Nezaret’in telgraf odası mümeyyizliğine nakledilmiştir. 5 yıl sonra Babıâli istişare odası mümeyyizliğine geçiş yapmışsa da birkaç ay sonra 1886’da umûr-ı şehbenderî serhalifeliği görevine
getirilmiştir. 11 yıl burada görev yapmış ve çeşitli devletlerin nişanlarına
6
7
32
Göyünç, a.g.e., s.82.
BOA, Y.PRK.HR, Belge No: 9/61, 9/64, 10/52, 14/40; DH-Said, Belge No: 3/216; Abdülhamit Kırmızı, II. Abdülhamit Dönemi (1876-1908) Osmanlı Bürokrasisinde Gayrimüslimler, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Tarih Anabilim Dalı, Ankara 1998, s.32-34.
Dr. Recep ÇELİK
mazhar olmuştur. 1897’nin ilk günlerinde memurîn-i mülkiye komisyonu
azalığına ve 8 yıl hizmetten sonra 1904’te becayişle Şura-yı Devlet Tanzimat dairesi azalığına tayin edilmiştir. 1908 devriminden sonra çoğu II.
Abdülhamit devri bürokratları gibi kadro harici bırakılmıştır8.
c- Arşak Dadyan Efendi
1283’te İstanbul’da doğmuştur. Zaptiye Nezareti meclis azası Dadyan Nerses Efendi’nin oğludur. 4 sene Mekteb-i Sultanî’de, bir süre Orman ve Maadin Mektebi’nde okumuştur. Türkçe, Fransızca, Rumca ve
Ermenice’yi okuyup yazmıştır. İlk memuriyetine Hariciye Nezareti umûr-ı
şehbenderî kaleminde başlamış, daha sonra Hariciye Nezareti telgraf odasına geçmiştir. Nihayet tahrirat-ı hariciye kalemine naklolunmuştur9.
d- Vahran Dadyan Efendi
1272’de İstanbul’da doğmuştur. Barutçubaşızade Dadyan Nerses
Efendi’nin oğludur. Özel hocalardan Ermenice ve Nemçe’yi öğrenmiş,
Sultanî Mektebi’nde Türkçe, Fransızca, Latince ve Rumca Hesap ve Kimya okumuştur. Usul-i Muhakemat-ı Cezaiye Kanun-ı Muvakkat adlı eseri,
Osmanlıca’dan Ermenice’ye tercüme etmiştir. İlk görevine tahrirat-ı hariciye evrak odasında başlamış, Adliye Nezareti icra cemiyeti zabıt kâtipliği
muavinliğinde, mahkeme-i temyiz hukuk dairesi zabıt kâtibi muavinliğinde, encümen-i adliye sicil mukayyidliğinde, encümen-i adliye sınıf-ı evvel zabıt kâtipliğinde, Dersaadet bidayet mahkemesi ikinci hukuk dairesi
azalığında bulunmuştur. Son görevi Beyoğlu bidayet mahkemesi hukuk
dairesi azalığıdır10.
II. Abdülhamit döneminde görev yapan Zaptiye Nazırı Nazım Paşa’nın
hazırladığı raporda yer alan bilgilere göre Osmanlı Devleti hizmetinde bulunan Ermenilerin sayısı aşağıdaki gibidir11:
8
BOA, DH-Said, Belge No: 10/207; İ.HR, Belge No: 288/18036; İ.Hus, Belge No: 39/1313
M. 6-28; Kırmızı, a.g.t., s.34-35.
9 BOA, DH-Said, Belge No: 41/191.
10 BOA, DH-Said, Belge No: 2/954.
11 Memalik-i Mahrûse-i şâhanede yaşayan ve Osmanlı Devleti tebaası olan Ermeni cemaatinin genel nüfusu dokuz yüz küsûr bin adede erişerek, bunlardan merkezî dairelerde ve bağlı
kuruluşlarında çalışmakta olanların sayısı üç bine yaklaşmakta olup, taşra meclis idareleri
azalığında, sandık emînliğinde, belediye, aşâr, ağnam ve rüsûmat işlerinde ve sair hizmetlerde istihtâm olunan Ermenilerin mikdarı da lâ-ekall bunun iki katı olarak tahmin edilirse
devlet hizmetinde görev yapanların toplam sayısı dokuz bine ve belki de daha fazlaya vara-
33
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Ermeni memurların görev yaptığı daireler
Sıhhıye Nezaret-i celîlesi
Şura-yı Devlet dairesi
Mekâtib-i Askeriyye-i Şâhane
Defter-i Hâkânî Nezaret-i celîlesi
Dâhiliye Nezaret-i celîlesi
Maliye Nezaret-i celîlesi
Hariciye Nezaret-i celîlesi
Şehremanet-i celîlesiyle mülhakâtı
Orman ve Maadin ve Ziraat Nezaret-i Aliyyesi
Maarif Nezaret-i c celîlesi
Rüsûmat emanet-i celîlesi
Tophane-i Âmire dairesi ve mülhakâtı
Ticaret ve Nafi’a Nezaret-i celîlesi ve Ziraat Bankası dairesi
Adliye ve Mezahip Nezaret-i celîlesi
Adliye ve Mezahib Nezaret-i celîlesi
Bahriye Nezaret-i c elîlesi
Hazîne-i Hassa-i Şâhane Nezaret-i celîlesi
Duyun-i umumiye idaresi
Reji idaresi
Zaptiye Nezaret-i c elîlesi
Posta ve Telgraf Nezareti
Daire-i Celîle-i Askeriye ve Jandarma ve Fabrika-i Hümayun daireleri
Toplam
Adet
4
5
12
13
15
40
49
58
64
104
109
110
113
147
147
184
202
257
264
284
288
308
2413
Bazı Ermeni memurların nezaretlere göre dağılımı şöyledir:
Sıhhiye Nezareti
Memuriyet duhûl
tarihi
Sıfat-ı memuriyet
Rütbe
Nişân
Esâmî
12 Eylül sene 1277
Hudeyde karantinası
tabîbi
Sâniye
Dördüncü
Doktor Malezyan
Efendi
20 Nisan sene 1295
Akka karantina memuru
Sâniye
Dördüncü
Simon Malkazoni
Mülâhazat
Efendi-i mûmaileyh fî 20 Nisan sene 96
tarihinde hasbe’l-icab açığa çıkarılmış
ve muahharan râyet-i sıhhiye tababetine tayin olunarak ba’dehû Preveze ve
el-yevm Hudeyde Sıhhiye tabîbidir.
cağından, yaklaşık olarak Ermenilerin yüzde birinin devlet hizmetinde istihdam edildikleri
düşünülebilir. Bkz. Ermeni Komiteleri (1891-1895), Ankara 2001, s.58-59.
34
Dr. Recep ÇELİK
Memuriyet duhûl
tarihi
10 Ağustos sene
1292
Sıfat-ı memuriyet
Rütbe
Nişân
Esâmî
Trabzon karantina dazıcısı Sâniye
Dördüncü
Mülâhazat
Elmasyan
Hazine-i Hassa
İsmi
Mikail Efendi
Artin Zeki Efendi
Mıgırdıç Hekimyan Efendi
Agop Efendi
Kigork Turkomyan Efendi
Sehak Efendi
Naum Efendi
Behran Efendi
Stepan Efendi
Memuriyeti
Hazine-i Hassa Nazırı
Emlâk-ı hümayun kalemi
müdürü
Emlâk-ı hümayun orman
müdürü
Muhasebe mümeyyizi
Emlâk-ı hümayun altıncı
şube memuru
Muhâsebe kalemi ketebesinden
Muhâsebe Kalemi ketebesinden
Mefrûşât-ı hümayun ve
depo idareleri mübayaacası
Depo kalemi ketebesinden
Maaşı
Hizmet-i devlete duhûl
Rütbe
24 000
1278
2 500
27 Ş sene 85
Mütemayiz
3 000
28 Ş sene 81
Mütemayiz
4
1 750
15 Ra sene 92
Sâniye
4
2 500
5 C sene 300
Sâniye
4
950
2 R sene 97
Sâlise
1 500
13 R sene 98
Sâlise
800
9 B 303
Sâlise
1 000
13 Muharrem sene 99
Balâ
Osmanî
Mecidî
Murassa
2
4
3
4
Ohannes Efendi
Hazine-i maliye dava vekili12.
Artin Efendi
Hazine-i Hassa kalfası13.
Bogos Efendi
Hazine-i Hassa kalfası14.
Divan-ı Muhasebat
Memuriyeti
Divan-ı Muhasebat müdde’î-i
umumîsi
Esâmî
Ohannes Efendi
Maaş
5 000
Hidmet-i Devlete Tarih-i
Duhûlleri
10 Eylül sene 1272
Nişan
Rütbe
Osmanî
Ûlâ
2
Mecidî
2
12 BOA, İ.DH., Belge No: 1142/89094.
13 BOA, İ.DH., Belge No: 1444/89229.
14 BOA, İ.DH., Belge No: 1444/89229.
35
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Memuriyeti
Esâmî
Maaş
Hidmet-i Devlete Tarih-i
Duhûlleri
Nişan
Rütbe
Osmanî
Azadan
Onnik Bey
5 000
20 Rebîulevvel sene 1290
Ûlâ
3
Azadan
Karabet Efendi
5 000
1275
Sâniye
Mecidî
2
Maarif Nezareti Dairesi
Maaş
Esâmî
Hizmet-i devlete
tarih-i duhûl
Memuriyet
Memur-ı hâzıraya
zaman-ı tayin
Nişanları
Rütbe
Osmanî
1 425
Mikail
Efendi
Ermenice kütüb ve muâyene memuru ve Mekteb-i
İdadî Ermenice muallimi
2 700
Viçen
Efendi
Muhasebe mümeyyizi ve
Mekteb-i Mülkiye Usul
Defteri muallimi
Malûm olmadığı
1 Mart sene 98 ve
Saniye
1 Teşrîn-i Evvel sene 99
400
Petri
Muhasebe mümeyyizi ve
Mekteb-i Mülkiye Usul
Defteri ketebesinden
Malûm olmadığı
27 Mayıs sene 309
Mecidî
23 Kânûn-ı Evvel sene
97 ve 25 Teşrîn-i Sânî
sene 304
4
Mekteb-i Mülkiye-i Şahane
Maaş
Esâmî
Memuriyet
Hizmet-i devlete
tarih-i duhûl
Memur-ı hâzıraya
zaman-ı tayin
1 000
Petri Efendi
Veznedar
Malûm olmadığı
4 Eylül sene 99
2 400
Ohannes Efendi
İlm-i Servet ve Usul-i
İdare muallimi
Malûm olmadığı
21 Teşrîn-i Sânî sene 93
Viçen Hofçuyan Usul-i Muhakemat-ı
Efendi
Hukukiye muallimi
Malûm olmadığı
13 Teşrîn-i Sânî sene 94
1 980
Nişan Efendi
2 120
Terziyan Efendi
700
Yosefyan
36
Kimya-yı Uzvî ve
Madenî ve Mekteb-i
Malûm olmadığı
Tıbbiye-i Mülkiye Kimya
muallimi
Fransızca ve Mekteb-i
Sultanî Fransızca
Malûm olmadığı
muallimi
Cebir ve Müsellesât
muallimi
Malûm olmadığı
Nişan
Rütbe
Osmanî Mecidî
Ûlâ
2
1 Teşrîn-i Evvel sene 96
Sâlise
ve 16 Ağustos sene 97
1 Teşrîn-i Evvel sene
98/1 Teşrîn-i Sânî sene Sâlise
1285
23 Teşrîn-i Evvel sene95
Sâlise
4
4
4
Dr. Recep ÇELİK
Maaş
Esâmî
1 300
Boyacıyan
Efendi
500
700
Hizmet-i devlete
tarih-i duhûl
Memuriyet
Fransızca ve Mekteb-i
İdadî Cebir muallimi
Nişan
Memur-ı hâzıraya
zaman-ı tayin
Rütbe
Osmanî Mecidî
Malûm olmadığı
10 Kânûnusânî sene 301
Sâlise
ve 24 Mart sene 303
Ermenice Lisanı MualliOhannes Efendi mi ve Mekteb-i İdadî-i
Cebir muallimi
Malûm olmadığı
19 Teşrîn-i Evvel sene
304
Matyos Efendi
Malûm olmadığı
29 Mayıs sene 306
Sermubassır
Mekteb-i Sultanî
Maaş
İsmi
Memuriyeti
Hizmet-i devlete
tarih-i duhûl
Memur-ı hâzıralarına zaman-ı
tayinleri
650
Ohannesyan Efendi
Muallim
Malûm olmadığı
1 Eylül sene 96
1 000
Viçen Efendi
Muallim
Malûm olmadığı
21 Mayıs sene 307
400
Dikran Efendi
Ders halifesi
Malûm olmadığı
18 Eylül sene 301
Nişan
Rütbe
O
M
Sanayi-i Nefise Mektebi
Maaş
2 700
İsmi
Oskan Efendi
Memuriyeti
Dâhiliye müdürü ve
Heykeltraş muallimi
Hizmet-i devlete
tarih-i duhûlleri
Memur-ı hâzıralarına zaman-ı
tayinleri
Malûm olmadığı
1 Kânûn-ı Sânî
sene 302
Nişan
Rütbe
O
M
Malûm
olmadığı
Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye
Maaş
İsmi
Memuriyeti
Hizmet-i
devlete tarih-i
duhûlleri
Memur-ı hâzıralarına
zaman-ı tayinleri
Rütbe
O
600
Agop Efendi
Tıb Kanunu muallimi Malûm olmadığı
16 Ağustos sene 97
Miralay
980
Antranik Efendi
Hikmet muallimi
Malûm olmadığı
16 Ağustos sene 97
Miralay
500
Ohannes Efendi
Teşrî’ muallimi
Malûm olmadığı
1 Temmuz sene 306
Miralay
500
Hatırsimon Efendi
Fransızca muallimi
Malûm olmadığı
22 Eylül sene 303
300
Pervanet Efendi
Malûm olmadığı
25 Kânûn-ı Sânî sene 308
300
Oseb Celalyan Efendi
Malûm olmadığı
21 Kânûn-ı Sânî sene 308
Fransızca muallim
muavini
Fransızca muallim
muavini
Nişan
M
37
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Hüdavendigâr Vilâyeti
Maaş
İsmi
Memuriyeti
120
Stepan Efendi
Bursa Ermeni Mektebi
Lisan-ı Osmanî muallimi
150
Agop Efendi
Karesi İdadîsi Resim
muallimi
Hizmet-i devlete
tarih-i duhûlü
Memur-ı hâzıra tayin
zamanı
Malûm olmadığı
1 Eylül sene 304
Malûm olmadığı
1 Eylül sene 308
Rütbe
Nişan
O
M
Konya Vilâyeti
Maaş
İsmi
Memuriyeti
Hizmet-i devlete
tarih-i duhûlü
Memur-ı hâzıraya
zaman-ı tayini
1 100
Stepan Efendi
Konya İdadîsi muavin-i
sânî, Fransızca, Hesab,
Fenn-i Makine muallimi
Malûm olmadığı
24 Eylül sene 308
250
Kirkor Efendi
Konya İdadîsi Resim
Muallimi
Malûm olmadığı
1 Eylül sene 305
Nişan
Rütbe
O
M
Halep Vilâyeti
Maaş
İsmi
Memuriyeti
Hizmet-i devlete
tarih-i duhûlü
Memur-ı hâzıralarına
zaman-ı tayinleri
300
Mihail Efendi
Maârif idaresi kâtibi
Malûm olmadığı
29 Kânûnuevvel sene 308
150
Samuel Efendi
Halep İdadîsi tabibi
Malûm olmadığı
1 Eylül sene minh.
190
Kivork Efendi
Halep İdadîsi anbarcısı
Malûm olmadığı
1 Teşrînisânî sene minh.
400
Jozef Arsan
Efendi
Antakya Rüştiyesi
Fransızca muallimi
Malûm olmadığı
29 Haziran sene 305
Nişan
Rütbe
O
M
Trabzon Vilâyeti
Maaş
1 000
İsmi
Hizmet-i devlete
tarih-i duhûlleri
Trabzon İdadîsi muavin-i
Leon Şahpaz
sâlisi ve Hendese, Kavânîn Malûm olmadığı
Efendi
ve Cebir-i Eskâl muallimi
*BOA, Y.PRK.MF, Belge No: 3/7.
38
Memuriyetleri
Memur-ı hâzıralarına
zaman-ı tayini
16 Eylül sene 308*
Nişan
Rütbe
O
M
Dr. Recep ÇELİK
Rüsumat Emaneti ve Gümrükler
İsim
Memuriyet
Tarih-i Tayin
Maaş
Haçator Efendi
Başkitabet
7 Kânûnuevvel sene 1308
500
Haçik Ağa
Kolcu
Kirkor Ağa
Kantarcı
1 Mayıs sene 1307
180
Manuk Efendi
Kolcu
1 Haziran sene 1307
150
Agop Efendi
Kolcu
1 Haziran sene 1307
150
Stepan Efendi
Mütercim
1 Mart sene 1296
320
Kög Efendi
Kolcu
1 Nisan sene 1306
600
Refael Ağa
Odacı
8 Mart sene 1307
150
Anton Ağa
Kolcu
1 Teşrînisânî sene 1304
150
Karabet Efendi
Muhasebe refîk-ı evveli
1 Şubat sene 1203
700
Kalos Efendi
Anbar, manifatura ve eşya-yı aynîye memuriyeti
22 Teşrînisânî 1306
600
Agop Efendi
Kolcu
1 Kânûnısânî sene 1307
300
Karnik Efendi
Muayene kâtibliği
28 Teşrînisânî sene 1307
250*
150
*BOA, Y.PRK.BŞK, Belge No: 32/23.
Bogos Efendi
Reji komiserliği muavini15.
Mıgırdıç Arif Efendi
Antakya reji idaresi kontrol memuru16.
Dâhiliye Nezareti Matbuât-ı Ecnebiye İdaresi
İsmi
Memuriyeti
Maaş
Hizmet-i devlete
duhûl
Nişan
Rütbe
O
Mecidî
Nişan Efendi
Matbuat-ı ecnebiye müdürü 8 000
Gurre-i Ra sene 1280
Balâ, 13 Ş sene 1310
2., selh-i N sene
1307
Simon Efendi
Müdür muavini
3 500
1289
Ûlâ Sânîsi, Selh-i Ca
sene 1307
2., 11 C sene 1308
Mihran Efendi
Diğer muavini
3 800
1282
Ûlâ Sânîsi, 29 M 1302
2., 11 C sene 1304
15 BOA, İ.DH., Belge No: 1009/79675.
16 BOA, DH-Said, Belge No: 170/351.
39
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Dâhiliye Nezareti Matbuât-ı Dâhiliye İdaresi
İsmi
Memuriyeti
Hizmet-i devlete duhûlü
Maaş
Rütbe
Nişan
Bogos Efendi
Serhalife
1 200
1284
Ûlâ Sânîsi, 11 Ca sene 310
Agop Efendi
Ermenice gazeteler müfettişi 1 400
1265
Mütemayiz, 6 C sene 1310
Minas Efendi
Hulefadan
17 S sene 1293
Sâniye, 10 M sene 310
650
3., 11 M sene 307
Nüfus İdaresi
İsmi
Memuriyeti
Maaşı
Artin Efendi
Pasaport kalemi mümeyyizi
Pervanet Efendi
Galata mürûr şubesinde
müstahdem
1 500
Nişanı
Hizmet-i devlete
duhûlü
Rütbesi
1280
Ûlâ Sânîsi, 19 Ca sene 310
O
Mecidî
4., 28 C sene 305
11 N sene 1301*
*BOA, Y.PRK.DH., Belge No: 6/54.
Mihran Boyacıyan Efendi
Mürefte kazası kaymakamı17.
Ohannes Abdullah Efendi
İşkodra vali muavini18.
Ohannes Ferid Efendi
Kırkağaç ve Kesriye kazaları kaymakamı, Van vali muavini19.
Dikran Efendi
Palu kazası kaymakam muavini20.
Şehremaneti
Maaş
Esâmî
3 500
Minas Efendi
Memuriyet
Yedinci daire-i belediye müdüriyeti
Tarih-i memuriyet
18 Eylül sene 302
Hâiz olduğu
rütbe
Ûlâ Sânîsi
Nişan
3. Mecidî
17 BOA, DH-MKT, Belge No: 826/16.
18 BOA, DH-Said, Belge No: 7/309.
19 BOA, DH-Said, Belge No: 42/53; DH-MKT, Belge No: 1511/16, 1470/86; İ.DH., Belge
No: 1246/97627.
20 BOA, DH-MKT, Belge No: 825/10.
40
Dr. Recep ÇELİK
Maaş
Esâmî
Memuriyet
2 000
Andon Efendi
Meclis-i emanet azalığı
1 500
Murat Efendi
1 100
Mıgırdıç Efendi
600
Antuvan Efendi
600
Stepan Efendi
1 250
Stepan Efendi
Kantar idaresinde veznedarlık
1 Mart sene 307
800
Andon Efendi
Kantar idaresinde müfettişlik
1 Mart sene 307
400
Mihran Efendi
Kantar idaresinde müfettişlik
25 Nisan sene 308
300
Mıgırdıç Efendi
Kantar idaresinde kâtiblik
15 Şubat sene 308
500
Andon Efendi
Dokuzuncu daire-i belediye
mühendis-i evvel kâtibi
6 Şubat sene 296
750
Logom Efendi
Beşinci daire-i belediye tababeti 10 Haziran sene 308*
Onuncu daire-i belediye
muhasebeciliği
Altıncı daire-i belediye muhasebe kâtibi
Altıncı daire-i belediye tahrirât
kalemi kitâbeti
Evrak idaresi’nde muayenecilik
ve veznedarlık
Tarih-i memuriyet
Hâiz olduğu
rütbe
13 Mayıs sene 293
Ûlâ Sânîsi
15 Teşrînievvel sene 291
Sâlise
1 Temmuz sene 293
Râbi’a
Nişan
3. Osmanî 3.
Mecidî
29 Kânûnısânî sene 287
1 Mart sene 297
*BOA, Y.PRK.ŞH., Belge No: 2/25.
Şehremaneti
Artin Efendi
Bakırcı esnafında Antuvan’ın oğludur. 1270’te Bağdat’ta doğmuştur.
Bağdat’ta Ermeni ve Keldanî mekteplerinde Arapça, Türkçe, Fransızca ve
Ermenice lisanlarını tahsil etmiştir. 32 yaşında Bağdat Birinci Belediye dairesi Eczacılığı’na tayin olunmuştur. Daha sonra Bağdat Birinci Belediye
dairesi Gureba Hastanesi Eczacılığı’nda görev almıştır21.
Ücûrât-ı Yevmiye ile Fabrikalarla Sâir İmalât Mevkilerinde Müstahdem Olan Amele
Kazgancı
-Hasköylü Penik Hararves
-Yeniçeşmeli Nazret Abraham
-Hasköylü Kirkor Mardiros
Makine fabrikacısı
Bitlisli Serkiz Karabet
Tamirât fabrikası
Üsküdarlı Nişan Karabet
Makine Demirhanesi
Amasyalı Ohannes Tasos
21 BOA, DH-Said, Belge No: 59/161.
41
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Ücûrât-ı Yevmiye ile Fabrikalarla Sâir İmalât Mevkilerinde Müstahdem Olan Amele
Fabrikalar rençleri
-Bitlisli Kirkor Ohannes
-Şirvanlı Serkiz Şahin
-Bitlisli Vartan Serkiz
-Şirvanlı Minas Delli
-Hizanlı Tomas Serkiz
-Bitlisli Simo Haço
Çekiç fabrikası
-Beyoğlulu Agop Murat
-Şirvanlı Sogomon Morsiz
-Şirvanlı Mizro Hano
-Şirvanlı Külo Serkiz
İnşaat-ı cedîdiye fabrikası
-Beyoğlulu Mardiros
-Âsitâneli Ohannes Kirkor
-Amasyalı Hamparsun
-Sivaslı Dikran Nerses
-Hasköylü Karabet Mardiros
İmalât dökümhanesi
-Haçik Markar
-Hasköylü Alkar Karabet
-Hasköylü Frenkon Nişan
Torpida fabrikası
Yeniçeşmeli Zünub Abraham
Şura-yı Bahriye ayvazı
Hararos Kirkor
Kundak fabrikası
Sivaslı Karabet Agop
Fişenkhanede duvarcı
Artin Bogos*
*BOA, Y.PRK.ASK., Belge No: 93/54.
Duyun-i Umumiye-i Osmaniye Vâridat-ı Muhassasa İdaresinde
Müstahdem Ermeni Memurlarının Defteridir
İsmi
Memuriyeti
Maaşı
Nazar Efendi
Mühimme müdürü
4 500
İpekyan Efendi
Dava vekili
2 500
Oryan Efendi
Muhasebe-i ecnebiye kaleminde
300
Matos Efendi
Sevk memuru refîkı
500
Hizmet-i devlete
duhûl
Serkiz Süngücüyan Efendi Kuyud-ı mühimme ve bey’iyye refîkı
250
19 Ra sene 302
Hamparsun Efendi
Galata şubesi istimareci
600
25 B sene 86
Diran Efendi
Pul ve evrak-ı sahîha bey’iyye nezaretinde taharrî memuru ve nazır
muâvini
2 000
24 M sene 91
Onnik Efendi
Bursa duyun-i umumiye nezareti aşâr dördüncü kâtibi
400
20 S sene 96
Kirkores Efendi
Bursa duyun-i umumiye müdüriyeti sandık memuru
900
19 Ca sene 97
Minas Efendi
Bursa duyun-i umumiye müdüriyeti sandık memuru refîkı
500
18 S sene 307
Hayrabet Efendi
Karahisar duyun-i umumiye sandık memuru
500
Selh-i Ca sene 96
Agop Efendi
Sandıklı duyun-i umumiye ikinci kâtibi ve sandık emini
500
5 Ra sene 97
Kirkores Efendi
Aziziye duyun-i umumiye kâtibi ve sandık memuru
400
23 Ca sene 307
Bogos Efendi
İzmir duyun-i umumiye nezareti icmalât kâtibi
600
3 S sene 79
Agop Efendi
İzmir duyun-i umumiye nezareti tezakir-i müterâkime mukayyidi
450
4 C sene 97
Oseb Efendi
Ankara duyun-i umumiye nezareti tahrirât kalemi mübeyyiz-i
evveli
250
Ra 303
Rupen Efendi
Ankara duyun-i umumiye nezareti aşâr mukayyidi
250
Za sene 307
42
Dr. Recep ÇELİK
İsmi
Memuriyeti
Hizmet-i devlete
duhûl
Maaşı
Bogos Efendi
Ankara duyun-i umumiye nezareti tahrirât kalemi mübeyyizi
250
12 Ra sene 306
Oseb Efendi
Ankara duyun-i umumiye nezareti sandık emini refîkı
400
Gurre-i Ca sene 99
Viçen Efendi
Murtazaâbad duyun-i umumiye kâtibi
300
12 S sene 98
Mihran Efendi
Mihaliçcık duyun-i umumiye kâtibi
300
4 B sene 303
Bedros Efendi
Akdağ Madeni duyun-i umumiye kâtib ve sandık emini
400
Ra sene 95
Viçen Efendi
Sungurlu duyun-i umumiye kâtib ve sandık emini
400
Sene 94
Mıgırdıç Efendi
Bağdad duyun-i umumiye nezareti tuz anbarı memuru
300
2 Ra sene 300
Ağacan Efendi
Zaho duyun-i umumiye memuru
300
10 Ra sene 309
Viçen Efendi
Konya nezaretine mülhak Ereğli duyun-i umumiye memuru
300
20 B sene 306
Karabet Efendi
Konya nezaretine mülhak Tarsus memlehası başkâtibi
500
4 Ra sene 95
Karabet Efendi
Konya nezaretine mülhak Hacıbektaş memlehası anbar kâtibi
300
Sene 99*
*BOA, Y.PRK.A, Belge No: 9/4.
Şura-yı Devlet Tanzimat Daires
İsmi
Memuriyeti
Maaşı
Hizmet-i Devlete Duhûlü
Bedros (Kuyumcuyan) Efendi
Aza
7 500
4 Muharrem sene 1275
Ebru Efendi
Aza
5 000
Nuryan Efendi
Aza
5 000
Rütbesi
Osmanî
Mecidî
Balâ
2
1
1265
Balâ
2
2
1273
Ûlâ
2
2
Osmanî
Mecidî
Şura-yı Devlet Dâhiliye Dairesi
İsmi
Memuriyeti
Cayan Elyas Efendi
Aza
Maaşı
5 000
Hizmet-i devlete duhûlü
1276
Rütbesi
Ûlâ
4
2
Şura-yı Devlet Muhâkemat Dairesi
İsmi
Nişan Efendi
Memuriyeti
Aza
Maaşı
8 000
Hizmet-i Devlete Duhûlü
Gurre-i Rebîulevvel sene 1280
Rütbesi
Balâ
Osmanî
Mecidî
2*
*BOA, Y.PRK. ŞD., Belge No. 1/61.
43
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Kuyumcuyan Bedros Efendi
Feshane-i Âmire Fabrikatörü Kuyumcuyan Ohannes Efendi’nin oğludur. 1251 tarihinde Dersaadet’te doğmuştur. Sultanî Mektebi, Mülkiye İdadisi ve İzmir Fransız Mektebi’nde tahsilini tamamlamıştır. Rumca, Türkçe
ve Fransızca’yı okuyup yazar. İtalyanca konuşur. Tahsilini tamamladıktan
sonra sanayi ve fabrikalara dair malûmat edinmek için Avrupa’ya gitmiştir.
İlk görevine Hazine-i Hassa-i şahanede başlamıştır. Daha sonra mahkemei ticaret başreisliğine, sonra Şura-yı Devlet nafia dairesi azalığına, Ticaret
ve Nafia Nezareti müsteşarlığına, orman ve maadin umum müdürlüğüne,
Şura-yı Devlet Tanzimat dairesine ve nihayet Şura-yı Devlet mülkiye dairesi azalığına getirilmiştir22.
Ohannes Efendi
Şura-yı Devlet azası23.
Mekâtib-i Askeriye-i Şahane
Ohannes Efendi
II. Ordu Merkez Hastanesi tabib-i sânîsi24.
Ohannes Efendi
İnşaat-ı askeriye kalfası25.
Kaymakam Ohannes Bey
II. Ordu etibbasından26.
Ohannes Efendi
İşkodra fırka-i askeriyesi sertabib binbaşısı27.
Orman ve Maadin ve Ziraat Nezareti
Arslan Kelbogos Efendi
İzmit orman sermüfettişi28.
Haçator Efendi
Ankara vilâyeti orman sermüfettişi29.
22
23
24
25
26
27
28
29
44
BOA, DH-Said, Belge No: 93/105; İ.DH., Belge No: 759/61934.
BOA, İ.DH., Belge No: 775/63096.
BOA, İ.DH., Belge No: 922/73124.
BOA, İ.DH., Belge No: 911/72352.
BOA, İ.DH., Belge No: 1172/91654.
BOA, İ.DH., Belge No: 893/71053.
BOA, Y. A. Res., Belge No: 54/6.
BOA, DH-MKT, Belge No: 826/30.
Dr. Recep ÇELİK
Amasyan Efendi
Ziraat müdürü30.
Tokatlı Arslanyan Dikran Efendi
Ankara vilâyeti ziraat müfettişi31.
Berberoğlu Agopyan Mümtaz Efendi
Kosova vilâyeti telgrafhanesi memuru müteveffa Artin Servet
Efendi’nin oğludur. 1295 senesinde Kayseri kasabasında doğmuştur. Ermeni Mektebi, Üsküp’te Mekteb-i Edeb’de, Selanik’te Ziraat Ameliyat
Mektebi’nde okudu. Halkalı Ziraat Mektebi’ni bitirdikten sonra 1320 yılında Orman ve Maadin ve Ziraat Nezareti istatistik kaleminde 300 kuruş maaşla işe başlamıştır. Bilahare Ereğli orman tezkiresi muharrirliğine,
Bolu orman tezkiresi muharrirliğine, Ereğli orman fen memurluğuna, Zonguldak kazasının Üzülmez mevkii 2. sınıf orman fen memurluğuna, Ereğli
orman tezkiresi muharrirliği görevlerinde bulunmuştur32.
Ticaret ve Nafia Nezareti ve Ziraat Bankası
Ohannes Efendi
Nafia hukuk müşaviri muavini33.
Ohannes Efendi
Nafia Nazırı34.
Stepan Nubar Efendi
Aydın vilâyeti banka şubesi tercümanı35.
Artin Efendi
Kayserili âşar mültezimi Hasador Süseyan Efendi’nin oğludur. 1266
senesinde Kayseri’de doğmuştur. Ermeni Patrikhanesi Mektebi’nde tahsil
görmüş, bir süre Paris’te okumuştur. İlk memuriyetine 1284 senesinde Hariciye Nezareti tahrirat ve ecnebiye odasında başlamıştır. Sonra esham-ı
30
31
32
33
34
35
BOA, DH-Said, Belge No: 2/6.
BOA, DH-Said, 42/167.
BOA, DH-Said, 188-146.
BOA, İ. DH, 255/98483.
BOA, Y.EEb, 43/38; İ. DH, 759/61934.
BOA, İ. DHb, 1033/81386.
45
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
cedide odasında, Nafia Nezareti tercüme kalemi mütercimliğinde, tercüme
kalemi başkitabetinde ve nihayet heyet-i fenniye kalemi mümeyyizliğinde
bulunmuştur36.
Dadyan Simyon Efendi
Zaptiye’de divan-ı temyiz azası. Nerses Efendi’nin oğludur. 1272 senesinde Dersaadet’te doğmuştur. 11 yıl süreyle Paris’te tahsil görmüştür.
Türkçe ve Fransızca okur yazardır. İlk memuriyetine Nafia Nezareti’nde
Rumeli Demiryollarında görev almıştır. Sonra turuk ve maabir fen kalemi
ressamlık hizmetine atanmıştır. Kasaba demiryolu komiser muavinliğine,
Aydın vilâyeti umûr-ı nafia mühendisliğine tayin edilmiştir37.
Adliye ve Mezahib Nezareti
Bogos Efendi
Teke bidayet müddeî-i umumî muavini38.
Bogosyan Efendi
Adliye Nezareti ticaret mahkemesi icra dairesi memuru39.
Bogosyan Efendi
Adliye Nezareti ticaret mahkemesi muhasebe muavini40.
Ohannes Efendi
Dersaadet istinaf-ı ticaret reisi41.
Artin Efendi
Temiz mahkemesi azası42.
Bogos Efendi
Mardin sancağı ceza dairesi müddeî-i umumîsi43.
Ohannes Eminyan Efendi
Beyoğlu bidayet mahkemesi ikinci hukuk azası44.
36
37
38
39
40
41
42
43
44
46
BOA, DH-Said, 5/931.
BOA, DH-Said, Belge No: 5/913.
BOA, DH-MKT, Belge No: 1390/102.
BOA, DH-Said, Belge No: 187/216.
BOA, DH-Said, Belge No: 179/487.
BOA, İ.DH., Belge No: 1015/80074.
BOA Y.EE., Belge No: 3610/46.
BOA, İ.DH., Belge No: 869/69466.
BOA, İ.ŞD., Belge No: 65/3802.
Dr. Recep ÇELİK
Papazyan Serkis Efendi
Hüdavendigâr vilâyeti mahkeme-i istinaf dairesi azası45.
Agop Efendi
Ertuğrul bidayet mahkemesi hukuk dairesi azası46.
Ohannes Efendi
Ankara adliye müfettişi ve mahkeme-i temyiz azası47.
Ohannes Efendi
Dersaadet bidayet mahkemesi azası48.
Ohannes Efendi
Karahisar-ı Sahip ticaret mahkemesi reisi49.
Gülbanoğlu Ohannes Efendi
Ankara ticaret mahkemesi azası ve tüccar50.
Zaptiye Nezareti
Apik Pertev Efendi
Zaptiye Memuru51.
Posta ve Telgraf Nezareti
Artin Efendi
Posta ve telgraf umum müfettişi52.
Artin Aram Efendi
İttihad postaları umum müfettişi53.
Ohannes Efendi
Mabeyn telgrafhanesi muhaberât-ı ecnebiye memuru54.
Ohannes Lamasyan Efendi
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
BOA, DH-Said, Belge No: 72/447.
BOA, DH-Said, Belge No: 62/383.
BOA, İ.ŞD., Belge No: 68/4040; DH-MKT, Belge No: 1334/33.
BOA, İ.DH., Belge No: 1057/82952.
BOA, İ.DH., Belge No: 1074/84242.
BOA, İ.DH., Belge No: 1045/82122.
BOA, DH-MKT, Belge No: 824/15.
BOA, DH-Said, Belge No: 59/161 ve 198/312.
BOA, DH-Said, Belge No: 4/8.
BOA, İ.DH., Belge No: 1016/80182.
47
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Yıldız Sarayı telgrafhanesi muhaberât-ı ecnebiye memuru55.
Dikran Acemiyan Efendi
Posta ve Telgraf Nezareti Fabrikası Hevek muallimi56.
Mikail Kuyumcuyan Efendi
Ohannes Kuyumcuyan Efendi’nin oğludur. 1272 senesinde Dersaadet’
te doğmuştur. İzmir’de Fransız Mektebi’nde Türkçe, Fransızca, İtalyanca,
Rumca ve Ermeni lisanlarıyla Coğrafya ve Hesap okumuştur. İlk memuriyetine 1288 senesinde 16 yaşında 250 kuruş maaşla Dersaadet postası
memurluğuyla başlamıştır. Galata postanesi pul satışı memurluğu, Beyoğlu posta memurluğu, Selanik dahilî ittihat postaları müdürlüğü ve nihayet
Posta ve Telgraf Nezareti’ne bağlı posta mesâlihi kaleminde görev almıştır57.
Kayserili David Efendi
Telgraf ve Posta Nezareti muhaberât-ı ecnebiye kalemi memuru58.
Daire-i Askeriye, Jandarma ve Fabrika-i Hümayun
Haçik Efendi
Mekteb-i Sanayi dökümhanesinde görevli59.
Ohannes Efendi
Seraskerlik kalfası60.
Melkon Efendi
Seraskerlik tercüme kalemi vekili61.
Ohannes Efendi
Daire-i askeriye mimarı62.
Kilitçiyan Ohannes Efendi
55
56
57
58
59
60
61
62
48
BOA, İ.TAL., Belge No: 4/1310 S 8-14.
BOA, DH-MKT, Belge No: 825/30.
BOA, DH-Said, Belge No: 58/233.
BOA, DH-Said, Belge No: 7/249.
BOA, DH-MKT, Belge No: 820/22.
BOA, İ.DH., Belge No: 1004/79338.
BOA, İ.DH., Belge No: 926/73438.
BOA, İ.Hus., Belge No: 15/1311 S. 19-24.
Dr. Recep ÇELİK
Daire-i askeriye müteahhidi63.
Hariciye Nezareti’nde Görev Yapan Ermeniler
No:
Görev yaptığı birim
İsim
1
Hariciye Nezareti
Aram Efendi -Berdyanık şehbenderi
2
Hariciye Nezareti
Azaryan Manuk
3
Hariciye Nezareti
Doktor Ayvazyan Efendi
4
Hariciye Nezareti
Doktor Minas Efendi
5
Hariciye Nezareti
Doktor Taşçıyan Efendi
6
Hariciye Nezareti
Elmasyan Efendi
7
Hariciye Nezareti
Feyzi Kirkor Efendi
8
Hariciye Nezareti
Hrand Bey
9
Hariciye Nezareti
Hrand Abraham Bey
10
Hariciye Nezareti
Kapriyel Efendi
11
Hariciye Nezareti
Karakaş Rupen Efendi
12
Hariciye Nezareti
Yervant Efendi
13
Hariciye Nezareti
Mösyö Zoroyan
14
Hariciye Nezareti
Nişan Efendi
15
Hariciye Nezareti
Serkiz Efendi -Roma sefiri
16
Hariciye Nezareti
Acemyan Leon Efendi
17
Hariciye Nezareti
Aram Adil Efendi -istişare odası muavini
18
Hariciye Nezareti
Arşak Karagözyan Efendi
19
Hariciye Nezareti
Ayvan Efendi
20
Hariciye Nezareti
Ayvanyan Efendi
21
Hariciye Nezareti
Azaryan Efendi -Malta başşehbenderi
22
Hariciye Nezareti
Babayan Mihirdat Efendi
23
Hariciye Nezareti
Balyan Serkiz Efendi
24
Hariciye Nezareti
Bedros Efendi
25
Hariciye Nezareti
Bogos Efendi -istişare odası muavini
26
Hariciye Nezareti
Civanyan Nişan Efendi
27
Hariciye Nezareti
Dikran Çayan Efendi
28
Hariciye Nezareti
Diran Bey -istişare odası muavini
29
Hariciye Nezareti
Doktor Aram Giz Efendi
30
Hariciye Nezareti
Ermenak Efendi -istişare odası muavini
31
Hariciye Nezareti
Fesciyan Aryus Efendi
63 BOA, İ.DH., Belge No: 1187/92862.
49
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
No:
Görev yaptığı birim
İsim
32
Hariciye Nezareti
Salyan Efendi
33
Hariciye Nezareti
Haçik Efendi
47
Hariciye Nezareti
Hasun Efendi
34
Hariciye Nezareti
Hrand Bey -Belgrad sefareti kâtibi
35
Hariciye Nezareti
Hrand Bey -Mesina şehbenderi
36
Hariciye Nezareti
Hrand Abro Bey
37
Hariciye Nezareti
Hrant Noradunkyan Bey -istişare odası muavini
38
Hariciye Nezareti
Hrant Şamdancıyan
39
Hariciye Nezareti
Jakyan Ohannes Efendi
40
Hariciye Nezareti
Gabriyel Noradunkyan Efendi
41
Hariciye Nezareti
Karabet Nazaryan Efendi
42
Hariciye Nezareti
Karagözyan Arşak Efendi
43
Hariciye Nezareti
Karakahya Leon Efendi
44
Hariciye Nezareti
Karakaş Rupen Efendi
45
Hariciye Nezareti
Kirkor Efendi
46
Hariciye Nezareti
Leon Bey -umur-ı siyasiyye şube mümeyyizi
47
Hariciye Nezareti
Leon Kastan Efendi
48
Hariciye Nezareti
Mıgırdıç Efendi -Kefalonya şehbender vekili
49
Hariciye Nezareti
Mihran Efendi
50
Hariciye Nezareti
Minas Aram Efendi
51
Hariciye Nezareti
Aram Murat Efendi
52
Hariciye Nezareti
Mıgırdıç Karabetyan
53
Hariciye Nezareti
Mösyö Parsihyan
54
Hariciye Nezareti
Mösyö Rupen
55
Hariciye Nezareti
Mösyö Şemavonya
56
Hariciye Nezareti
Nafilyan Ohannes Efendi
57
Hariciye Nezareti
Ohannes Kuyumcuyan Efendi
58
Hariciye Nezareti
Ohannes Majakyan Efendi
59
Hariciye Nezareti
Onnik Efendi
60
Hariciye Nezareti
Onnik ParsihyanEfendi
61
Hariciye Nezareti
Pol Tahtacıyan Efendi
62
Hariciye Nezareti
Rupen Efendi
63
Hariciye Nezareti
Serkiz Hamamcıyan Efendi
64
Hariciye Nezareti
Simon Efendi -Peşte Şehbender Vekili
65
Hariciye Nezareti
Şamdancıyan Efendi
50
Dr. Recep ÇELİK
No:
Görev yaptığı birim
İsim
66
Hariciye Nezareti
Yervant Rahci Efendi
67
Hariciye Nezareti
Yusuf Arasyan Efendi
68
Hariciye Nezareti
Yusuf Misak Efendi
69
Hariciye Nezareti
Abro Efendi
70
Hariciye Nezareti
Agop Efendi
71
Hariciye Nezareti
Agop Paşa
72
Hariciye Nezareti
Agop Gazeloğlu Efendi
73
Hariciye Nezareti
Agop Makastar Efendi
74
Hariciye Nezareti
Agopyan Parsehyan Efendi
75
Hariciye Nezareti
Akçalyan Ohannes Bey
76
Hariciye Nezareti
Andon Efendi
77
Hariciye Nezareti
Andon Çıracı Efendi
78
Hariciye Nezareti
Andon Koçeoğlu Bey
79
Hariciye Nezareti
Andre Hasun Efendi
80
Hariciye Nezareti
Aram Bey -Ligorne Şehbenderi
81
Hariciye Nezareti
Arşoroni Mıgırdıç Efendi -Kars Kançıları
82
Hariciye Nezareti
Arşak Manukyan Efendi
83
Hariciye Nezareti
Artin Efendi -Bükreş sefareti başkâtibi
84
Hariciye Nezareti
Artin Efendi -Hariciye Nezareti müsteşarı
85
Hariciye Nezareti
Artin Efendi bin Oseb Markaryan
86
Hariciye Nezareti
Asador Efendi -tüccar
87
Hariciye Nezareti
Avram Efendi -hulefadan
88
Hariciye Nezareti
Azaryan Agop Efendi
89
Hariciye Nezareti
Azaryan Aranuk Efendi
90
Hariciye Nezareti
Azaryan Ohannes Efendi
91
Hariciye Nezareti
Azaryan Pozik Efendi
92
Hariciye Nezareti
Bedros Efendi -Erzurum tercümanı
93
Hariciye Nezareti
Bedros Berberyan Efendi
94
Hariciye Nezareti
Bedros Kuyumcuyan Efendi
95
Hariciye Nezareti
Bedros Kürkçühanlıyan Efendi*
*Sâlname-i Nezaret-i Hariciyye, Yayına Hazırlayan Ahmet Nezih Galitekin, İstanbul 2003, C. I-IV.
Mihran Aram Efendi
Posta ve telgraf umumî müfettişi müteveffa Artin Efendi’nin oğludur.
1285’te Bağdat’ta doğmuştur. 6 sene Venedik’te, 2 sene de Paris’te oku51
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
muştur. Türkçe, Fransızca, İtalyanca, İngilizce ve Ermenice’yi okur yazar,
Rumca ve Arapça’yı konuşurdu. 25 Temmuz 1325’te 3 bin kuruş maaşla Beyrut vilâyeti umûr-ı ecnebiye müdüriyetine tayin olunmuştur. Sonra
Bağdat umûr-ı ecnebiye müdürlüğüne atanmıştır. Bilâhare Midilli sancağı
mutasarrıfı olmuştur. Hariciye Nezareti’ne Midilli adasının istilası ile ilgili
Yunanlıların kuvvetleriyle ilgili muhtelif lâyihalar takdim etmiştir64.
Balyan Serkis Efendi
Evkaf-ı hümayun serdellallığında bulunmuş olan Bali Efendi’nin oğludur. 1277 senesinde İstanbul’da doğmuştur. Mekteb-i Sultanî’de okumuştur. Türkçe, Ermenice ve Fransızca’yı konuşurdu. İlk görevine Babıâli
tahrirat-ı ecnebiye odasında başlamış, sonra Tahran sefareti ikinci başkâtipliğine, Tahran sefareti ikinci kâtipliğine, Bar ve Ülgün şehbenderliklerine tayin edilmiştir65.
Osmanlı Devleti’nde istatistik genel müdürlüğü 1892 yılında kurulmuştur. Genel müdürlük görevini 1897-1903 yılları arasında Mıgırdıç Şınabyan isimli bir Ermeni yapmıştır66.
Ayrıca, Ermeni olaylarının arttığı ve tehcirin yapıldığı dönemlerde dahi
Ermenilerden Osmanlı merkezî yönetiminde üst düzey görevlerde bulunan
pek çok kişi bulunmaktadır. Tehcir öncesi ve sonrası dönemle ilgili olarak
devlet kayıtlarına bakıldığı zaman önemli bakanlıklarda görev yapan birçok Ermeninin görevlerine devam ettiği görülmektedir. Hariciye Nezareti
istişare odası muavinliğinde Nişan Civanyan Efendi, Dâhiliye Nezareti sicill-i ahval idare-i umumiyesi müdürü Agop Hamamcıyan Efendi, İstanbul
polis müdüriyet-i umumiyesi heyet-i sıhhiye tabipliğinde Dikran Efendi,
Adliye Nezareti ihsaiyat ve müdevvenat-ı kanuniye müdüriyetinde müdür
olarak Serkis Karakoç Efendi, hazine-i hassa-i şâhane müdürlüğüne bağlı
emlâk-ı hakanî muhasebe müdüriyetinde müdür olarak Agop Efendi, Maliye Nezareti müsteşarı Mihran Efendi, Hariciye Nezareti müsteşarlığında
Ohannes Kuyumcuyan Efendi, kalem-i mahsus mümeyyizliğinde Dikran
Çayan Bey67, Nafia Nazırı olarak Sinabyan Efendi tehcir öncesi dönemde
görev yapan önemli bürokratlardandır.
64
65
66
67
52
BOA, DH-Said, Belge No: 198/213.
BOA, DH-Said, Belge No: 10/263.
Ali Güler-Suat Akgül, Sorun Olan Ermeniler, Ankara 2003, s.95.
Ayrıntılı bilgi için bkz. Sâlname-i Devlet-i Aliyye, Dersaadet 1327; Sâlname-i Devlet-i
Aliyye, Dersaadet 1328.
Dr. Recep ÇELİK
Tehcir sonrası dönemin devlet kayıtlarına bakıldığı zaman da birçok
önemli görevde Ermenilerin bulundukları görülmektedir. Hazine-i hassa-i
şahane müdüriyet-i umumiyesi emlâk-ı hakanî muhasebe idaresi müdürü
Agop Efendi, daire-i sadaret müdevvenat-ı kanuniye müdürü Karakoç Serkis Efendi, Adliye ve Mezahib Nezareti kanunname-i ticaret komisyonu
reisi (eski Nafia Nazırı) Hallacyan Efendi, azası (eski Nafia Nazırı ve dava
vekili) Sınabyan Efendi, rüsumat müdüriyet-i umumiyesi kontrol kalemi
müdürü Mihran Efendi, Maliye Nezareti tercüme kalemi müdürü Panosyan Efendi, Ticaret ve Ziraat Nezareti orman müdüriyet-i umumiyesi ithalât şubesi müdürü Oseb Ekşiyan, Şura-yı Devlet Tanzimat dairesi azası
Hrant Asadoryan Efendi, Ziraat Bankası teftiş kalemi mümeyyizi Hrant
Efendi, Adliye ve Mezahib Nezareti mahkeme-i istinaf cünha kısmı azası Artin Musticiyan Efendi, Adliye ve Mezahib Nezareti Beyoğlu bidayet
mahkemesi birinci ceza dairesi azası Misak Mıgıryan Efendi68 önemli görevlerde bulunan Ermenilerden sadece bir kısmıdır.
Ermeniler bürokrasi yanında müteahhitlik hizmetlerinde de bulunmuşlardır. Menderes nehrinin temizlenmesi imtiyazı, biri Ohannes Sabancı olmak üzere iki şahsa ihale edilmiştir69.
İkinci bir örnek ise, Edirne vilâyeti dahilinde çıkan bakır madeninin
Ohannes Humeryan ile ortaklarına ihalesidir70.
68 Ayrıntılı bilgi için bkz. Sâlname-i Devlet-i Aliyye (1333-1334), Dersaadet 1334.
69 BOA, Y.A.Res., Belge No: 53/24, 55/19.
70 BOA, İ.DH., Belge No: 17/789.
53
ROMANCI GÖZÜYLE ERMENİLER -1
Doç. Dr. Recep DUYMAZ
Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
E-mail: [email protected]; Tel: 0 284 235 28 24-1243
Özet
Osmanlı Devleti’nin kurucuları ve yöneticileri Türklerdi. Yaklaşık altı yüzyıl (1299-1923) hüküm sürmüş bu devlet, merkezi
Anadolu olmakla beraber, Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarında
yaşamış dilleri, dinleri ve kültürleri birbirinden farklı olan pek
çok unsuru da yönetmiştir. Bu çok unsurlu siyasal yapı, sistemi kökünden sarsacak bir sarsıntıya uğramadan, genelde on
dokuzuncu yüzyıla kadar devam etmiştir. Bu yüzyılda, kendi
hakimiyet alanının dışında ortaya çıkan bazı gelişmelerden
sonra, çok unsurlu bu yönetim tarzı, önce sarsılmış, sonra da
çökmeye başlamıştır. Bu çöküş, önce devletin yönetimi altındaki unsurlara, sonra da devletin kurucu ve yöneticisi olan
Türklere kuşkusuz derin acılar yaşatmıştır. Bu çöküşle beraber,
yüz yıllarca devam etmiş birliktelik ve bunun doğurduğu güzellikler de sona erip gitmiştir.
Yeni kayıpların ve acıların yaşanmasını önlemek için, bugün
sorumluluk duygusuna sahip sanatçıların görevi, çok unsurlu yönetim tarzının hüküm sürdüğü yüzyıllardaki güzellikleri
modern çağlara taşımaktır. Yine sorumluluk duygusuna sahip
bilim adamlarının görevi ise o güzelliklerin nasıl ve niçin sona
erdiğinin sebeplerini ve sonuçlarını gözler önüne sermektir.
Çağımızın yaygın sanat dallarından biri romandır. Bir romanın, yazıldığı döneme ait birey, aile, toplum ve bunlar arasındaki ilişkileri doğrulukla yansıtan bir ayna olduğuna dair
görüşler vardır. Bu aynada biz, ait olduğu dönemdeki bireysel
ve toplumsal ilişkileri, seçilmiş tipik ve somut örneklere dayalı
olarak seyredebilir, çok karmaşık bir yapıya sahip olan insanı
harekete geçirici dürtüleri bir olay örgüsü içinde daha yakından tanıyabiliriz. Bu kazanım, bize o döneme ait insanları ve
olayları daha yakından tanıma ve anlama olanağını verir.
Çalıkuşu (1922), Pervaneler (1924) ve Haçin (1975) romanlarında Türk-Ermeni ilişkilerinin güzel, anlamlı ve düşündürücü
yönlerini ortaya koyan olay parçaları, olay ve kahramanlar
vardır. Türk-Ermeni ilişkilerine romancı gözüyle de bakmak,
bu toplumları oluşturan insanları daha yakından tanımaya
kuşkusuz yardımcı olacaktır. Bunun ortaya koyacağı gerçekler, toplumlar arasındaki ilişkileri değerlendirmede her iki
tarafa bir zenginlik kazandıracak ve onları birbirlerine yakınlaştıracaktır.
Doç. Dr. Recep DUYMAZ
Giriş
Osmanlı Devleti’nin Siyasal Yapısı
Osmanlı Devleti’nin kurucuları ve yöneticileri Türklerdi. Yaklaşık altı
yüzyıl (1299-1923) hüküm sürmüş bu devlet, merkezi Anadolu olmakla beraber, Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarında yaşamış dilleri, dinleri ve
kültürleri birbirinden farklı olan pek çok unsuru da yönetmiştir. Bu çok
unsurlu siyasal yapı, sistemi kökünden sarsacak bir sarsıntıya uğramadan
genelde XVIII. yüzyıla kadar devam etmiştir. Bu yüzyılda kendi hakimiyet alanının dışında ortaya çıkan bazı gelişmelerden sonra çok unsurlu bu
siyasal yapı, önce sarsılmaya, sonra da bütünlüğünü koruyamayarak dağılmaya başlamıştır.
Kendi hakimiyet alanının dışında meydana gelen olayların başında
Büyük Fransız Devrim’i (1789) gelir. Bu devrimden sonra ortaya çıkmaya
başlayan milliyetçilik duygusu, Avrupa’da imparatorluk tarzındaki siyasal
yapıları çökerttiği gibi, Osmanlı Devleti’ni de zamanla sarsmaya ve parçalamaya başlamıştır. Bu parçalanma ve dağılma olayları sırasında her iki
taraf da kuşkusuz acı olaylar yaşamıştır. Bugün bilim ve sanat adamlarına
düşen görev, acıları değil, uzun yüzyıllar boyunca devam etmiş birlikteliğimizin dil, edebiyat ve diğer güzel sanat dallarına yansımış güzelliklerini
öne çıkarmak ve onları yaşatmaya devam ettirmektir.
57
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Ermenilerin Türk Edebiyat Eserlerine Girmesi
Türk edebiyatı, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren yeni
türler kazanarak gelişmeye devam etmiştir. Batı edebiyatıyla kurulan yakın münasebetlerden sonra edebiyatımızda görülen yeni türlerin başında
makale, roman ve tiyatro gelir1. Tanzimat dönemi Türk edebiyatında yeni
bir tür olarak karşımıza çıkan roman, o tarihten itibaren pek çok örneği
yazılarak günümüze kadar gelmiştir.
Modern bir edebiyat türü olan romanın, yazıldığı döneme ait birey,
aile, toplum ve bunlarının arasındaki ilişkileri yansıtan bir ayna olduğuna
dair görüşler vardır. Estetik disiplinde uzun uzun anlatılan bu görüşlerden
biri olan yansıtma kuramına göre roman, birey, aile, toplum, doğa ve bütün
bunların arasındaki ilişkileri doğrulukla yansıtan bir aynadır2. Bu aynada
biz, romanın yazıldığı zaman ve mekândaki bireysel ve toplumsal olayları,
seçilmiş tipik kahramanlara ve somut örneklere dayalı olarak seyredebilir, çok karmaşık bir yapıya sahip olan insanı harekete geçirici dürtüleri
bir olay örgüsü içinde daha yakından tanıyabiliriz. Romanın okuyucusuna
sağladığı bu kazanım, bize onun yazıldığı dönem ve mekâna ait insanları,
bireysel ve toplumsal olayları kuşkusuz daha yakından tanıma, anlama ve
değerlendirme olanağını verir.
Osmanlı toplum yapısını oluşturan Arap, Arnavut, Bulgar, Ermeni,
Rum ve daha başka unsurların Osmanlı toplum yapısındaki hukuk, eğitim,
ekonomi ve diğer sosyal alanlardaki durumlarını araştırıp ortaya koyan
çalışmalar yapılmıştır3. Söz konusu azınlıkların, Osmanlı toplum yapısın1
2
3
58
Namık Kemal, Celâleddin Harzemşah, Hazırlayan Hüseyin Ayan, Hareket Yayınları, İstanbul 1969, s.11.
Yansıtma kuramını anlatan çalışmalar yapılmıştır. Sanatı bir yansıtma olarak görmek yüzyıllar boyu devam etmiş ve zamanımıza kadar gelmiş bir kuramdır. Bu görüşü savunanların
sık sık başvurduğu ayna benzetmesi de düşüncelerine ışık tutan açıklayıcı bir benzetmedir.
(...) Sanat eserini aynaya benzetmek yalnız resim sanatı için söz konusu değildi; Sokrates’in
dediği gibi şâirin yaptığı da bir yansıtmaydı. (...) Ayna benzetmesini on sekizinci yüzyılda
D. Johnson edebiyat için kullanır ve Shakespeare’i överken, okura hayatı doğrulukla yansıtan bir ayna tuttuğunu söyler. Daha zamanımıza yaklaşırsak başka örnekler de bulabiliriz.
Stendhal, Kırmızı ve Siyah’ta aynaya benzetir romanı: Yol boyunca gezdirilen bir aynadır
rorman. Marxist Plehanov için de Edebiyat ve sanat hayatın aynasıdır. Bizde de, örneğin,
Recaizade Ekrem, Araba Sevdası’na yazdığı önsözde, hikâye ve romanın birer ibret aynası
olduğunu söyler. Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, Cem Yayınevi, İstanbul
1994, s.15, 16.
Celâl Nuri, “Anasır Meselesi”, Tarih-i Tedenniyat-ı Osmaniye, Yeni Osmanlı Matbaa ve Kütüphanesi, İstanbul 1331, s.126-137; Tarık Zafer Tunaya, “Osmanlı Nizamı”, Türkiye’nin
Siyasî Hayatında Batılılaşma Hareketleri, İstanbul 1960, s.7-18; Cevdet Küçük, “Osmanlı
Doç. Dr. Recep DUYMAZ
da Müslüman Türklerle münasebetleri, kuşkusuz edebiyat metinlerinde de
konu edinilmiştir. Bunun başlangıcı çok eskilere uzanmakla beraber, biz
bu çalışmamızda modern Türk edebiyatında en yaygın bir edebiyat türü
olan romanda ele alınan Ermenileri ele alacak ve onları romanın aynasında
gözler önüne sermeye çalışacağız. Sözünü edeceğimiz romanlarda Ermeniler, asıl kahraman olarak karşımıza çıktıkları gibi, kendilerinden türlü
vesilelerle söz edilen yardımcı kahramanlar olarak da karşımıza çıkarlar.
On dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinden itibaren Ermenileri türlü düzeyde konu edinen romanları şöyle sıralayabiliriz:
YAZAR
ESER
BASIM YERİ ve YILI
Henüz On Yedi Yaşında,
1882, 2. Baskı, Vakit Matbaası, İstanbul
1943, 324 sayfa.
Felâtun Bey ile Rakım Efendi,
Kırkambar Matbaası, 1292/1876,154
sayfa.
Bekârlık Sultanlık mı Dedin?,
İstanbul 1294/1878, 81 sayfa.
Karnaval,
İstanbul 1298/1882, 269 sayfa.
Müşahedât,
İstanbul 1308/1886, 319 sayfa.
Şık,
Kırkambar Matbaası, İstanbul
1305/1889.
Efsuncu Baba,
Marifet Matbaası, İstanbul 1340/1924.
Kokotlar Mektebi,
Marifet Matbaası, İstanbul 1929.
Mehmet Celâl;
Küçük Gelin,
Mekteb-i Sanayi Matbaası, Dersaadet
1310/1893; Hazırlayan M. Fatih Andı,
Enderun Kitabevi, İstanbul 1995, VIII+
76 sayfa.
Ömer Seyfettin;
Pamuk İpliği (Hikâye),
Genç Kalemler Dergisi, C.2, S.4, 13
Mayıs 1327/26 Mayıs 1911, s.64-72.
Ashâb-ı Kehfimiz,
Kanaat Kitaphanesi, İstanbul 1918;
Bütün Eserleri, Hikâyeler 3, Hazırlayan
Hülya Argunşah, Dergâh Yayınları,
İstanbul 1999, s.76-117.
Ahmet Midhat Efendi;
Hüseyin Rahmi;
İmparatorluğu’nda Millet Sistemi ve Tanzimat”, Mustafa Reşit Paşa ve Dönemi SemineriBildiriler, TTK Yayınları, Ankara 1994, s.13-23.
59
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
YAZAR
ESER
BASIM YERİ ve YILI
Yeni Turan,
Turan Yurdu Kitapları, Tanin Matbaası,
İstanbul 1329/1913, 188 sayfa; İkinci
Tab’ı, İkbal Kütüphanesi, İstanbul
1342/1924, 168 sayfa.
Ateşten Gömlek,
Teşebbüs Matbaası, 1923, 2. Basılış,
Ahmet Halit Kitabevi, İstanbul 1943,
147 sayfa.
Çalıkuşu,
İstanbul 1922.
Yeşil Gece,
İstanbul 1928.
Acımak,
Suhulet Kütüphanesi, İstanbul 1928.
Memduh Şevket Esendal;
Miras, Meslek Gazetesi,
15 Kanunuevvel/Aralık1924-1 Eylül
1925; Bilgi Yayınevi, Ankara 1978.
Mehmet Rauf;
Halas,
İstanbul 1929.
Müfide Ferit Tek;
Pervaneler,
Matbaa-i Âmire, İstanbul 1340/1924;
Hazırlayan Recep Duymaz, Kaknüs
Yayınları, İstanbul 2002, 176 sayfa.
Peyami Safa;
Matmazel Noralya’nın Koltuğu,
İstanbul 1949.
İlhan Tarus;
Var olmak,
Varlık Yayınları, İstanbul 1957.
Hükümet Meydanı,
Ak Kitabevi, İstanbul 1962.
Vatan Tutkusu,
Ağaoğlu Yayınevi, İstanbul 1967.
Hikmet Ilgaz;
Şark Yıldızı,
2 Cilt, İstanbul 1959.
Orhan Kemal;
Kanlı Topraklar,
İstanbul 1963.
Kemal Tahir;
Yorgun Savaşçı,
İstanbul 1965.
Devlet Ana,
İstanbul 1967.
Büyük Mal,
İstanbul 1970.
Esir Şehrin İnsanları,
Adam Yayınları, İstanbul 1993.
Barbaros Baykara;
Nefret Köprüsü,
Akyar Yayınları, İstanbul 1974, 1982.
Yaşar Kemal;
Demirciler Çarşısı Cinayeti,
İstanbul 1974.
Kimsecik I, Yağmurcuk Kuşu,
Tekin Yayınları, İstanbul 1980.
Kimsecik II, Kale Kapısı,
Toros Yayınları, İstanbul 1985.
Halide Edip Adıvar;
Reşat Nuri Güntekin;
60
Doç. Dr. Recep DUYMAZ
YAZAR
ESER
BASIM YERİ ve YILI
Ömer Polat;
Saragöl,
May Yayınları, İstanbul 1974.
İlhan Selçuk;
Yüzbaşı Selahattin’in Romanı,
2 Cilt, İstanbul 1974, 1975.
Zebercet Coşkun;
Haçin,
Milliyet Yayınları, İstanbul 1975, 391
sayfa.
Ahmet Günbay;
Figan,
Timaş Yayınları, İstanbul 1979, 250
sayfa.
Turgay Daloğlu;
Ermeni Zulmü,
Dilara Yayınları, İstanbul 1983.
Mustafa Akgün;
Ağrı’da İki Mevsim,
Neden Kitap Yayınları, İstanbul 2004.
Abdullah Ayata;
Anılarda Son Ermeni,
Altın Kitaplar Yayını, İstanbul 2004,
2005.
Arif Irgaç;
Kervan Kıran Bir Yıldız Hikâyesi,
Dönence Yayını, İstanbul 2005.
Reha Çamuroğlu;
Bir Anlık Gecikme,
Everest Yayınları, İstanbul 2005.
Ayla Kutlu;
Bir Göçmen Kuştu O,
İstanbul 1985.
Şemsettin Ünlü;
Yukarı Şehir,
İstanbul 1986.
Toprak Kuşun Geçirmez,
İstanbul 1988.
Reha İsvan;
Gün Olur Devran Döner,
İstanbul 1992.
Attilâ İlhan;
Sırtlan Payı,
3. Basım, Bilgi Yayınevi, Ankara 1992.
Yılmaz Karakoyunlu;
Salkım Hanımın Taneleri,
Doğan Kitap Yayınları, İstanbul 2004.
Güz Sancısı,
Doğan Kitap Yayınları, İstanbul 2005.
Yılmaz Ünlü;
Giritli Gelin,
Berfin Yayınları, İstanbul 2005, 256
sayfa.
Erdal Erkut;
Asala’da Bir Kız Sevdim,
Erko Yayınları, İstanbul 2005, 192
sayfa.
Reha Çamuroğlu;
Bir Anlık Gecikme,
Everest Yayınları, İstanbul 2005.
Elif Şafak;
Baba ve Piç,
Çeviren Aslı Biçen, Metis Yayınları,
İstanbul 2006.
Veysel Dikmen;
Büyük Ölüler Meydanı,
Can Yayınları, İstanbul 2006.
Bu romanlarda Türk-Ermeni münasebetleri; gündelik hayattaki iyi
komşuluk ilişkilerinden başlayarak, zamanla silâhlı çatışmaya varıncaya
61
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
kadar çok çeşitli düzeylerde ele alınmıştır4. Biz bunlardan şimdilik sadece
iki tanesi üzerinde duracağız. Bu iki roman, Halide Edip Adıvar’ın Yeni
Turan’ı ile Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanlarıdır. Bunları seçmemin nedeni, birincisinin 1915 yılında yaşanan olayların hemen öncesinde,
ikincisinin ise hemen sonrasında basılmış olmasıdır.
Yeni Turan Romanında Ermenilere Bakış
Yeni Turan, edebiyat tarihimizde Millî Edebiyat dönemi (1911-1940)
olarak adlandırılan dönemde Türkçülük akımını roman diliyle anlatan ilk
edebiyat metnidir5. Romanın konusu, İkinci Meşrutiyet’in ilân (24 Temmuz 1908) edilmesiyle ülkemizde oluşan serbestlik ortamında İstanbul’da
başlayan parti çekişmeleridir. 1328/1912 tarihinde yazılıp önce Tanin gazetesinde tefrika edilen bu kitap yazılış tarihinden yirmi yıl sonrasının yani
1932 Türkiyesi’nin politik ve sosyal gelişmesini tasavvur eden, siyasî ve
ideolojik bir hikâyedir6.
Bu konu, romanda bir olay örgüsü (vak’a) etrafında anlatılmıştır. Anlatıcı, romanın kahramanlarından biri olan Asım’dır. Yirmi beş yaşında bir
genç olan bu delikanlının en büyük tutkusu, siyasettir. O, siyaseti vatana
hizmet işi olarak anlar. Asım’ın siyasetle bu kadar yakından ilgilenmesinin
sebebi, çocukluğundan beri, yurdunun karşılaştığı zorluklar dizisidir. O
yıllarda ülkenin bu zorluklar dizisine çare bulma iddiasında olan iki parti
4
5
6
62
Türk tarihinde Ermeni meselesinin ortaya çıkışına dair çeşitli görüşler vardır. Onlardan birisi şöyle dile getirilir: Ermeni meselesinin Mahiyeti: Osmanlı-Rus Harbi’nden (1877) önce
Osmanlı İmparatorluğu’nda bir Ermeni meselesi yoktu. Fakat bu harple böyle bir mesele
meydana geldi ve çeşitli şekillere girmek suretiyle gelişerek imparatorluğun yıkılmasına
kadar sürdü. Mesele, Rusya’nın söz konusu harpte, Anadolu’nun doğu kuzeyinde bazı Türk
şehirlerini işgal ederek bu şehirlerde yaşayan Ermenileri istiklâl amacı ile Babıâli’ye karşı
tahrik etmesiyle başladı. Ayastafanos ve Berlin Muahedeleri’nde Ermenilerin oturduğu yerlerde ıslahat yapılmasına dair hükümler konulması ve bu hükümlere dayanılmak suretiyle
büyük devletlerce Osmanlı Devleti’nin içişlerine müdahaleler yapılması suretiyle devam
etti. Bu esnada Ermeniler de tahrik edildikleri için kanlı olaylar çıktı. Bu suretle Ermeni
meselesi, en çok Rusya’nın ve İngiltere’nin çalışmaları ile devletlerarası bir karakter kazanarak Osmanlı Devleti’ni uğraştırdı. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. VIII, TTK
Yayınları, Ankara 1988, s.126.
Yeni Turan romanı önce tefrika yoluyla basılmıştır: Senin (Tanin), No: 42/1435-52-1481, 7
Eylül 1912-25 Teşrinievvel 1912. Daha sonra kitap şeklinde basılır. Türk Yurdu Kitapları,
Tanin Matbaası 1329, 188 sayfa. İnci Enginün, Halide Edip Adıvar’ın Eserlerinde Doğu ve
Batı Meselesi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1978, s.127.
Enginün, a.g.e., s.127.
Doç. Dr. Recep DUYMAZ
vardır. Bunlardan birincisi, muhalefette bulunan Yeni Osmanlılar, ikincisi
de iktidarda olan Yeni Turan Partisi’dir.
Asım’ın amcası Hamdi Paşa, Yeni Osmanlılar Partisi’nin en güçlü simasıdır. Onun okul ve silâh arkadaşı Lütfü Bey ise, koyu bir Yeni Turan
Partisi taraftarıdır. Siyaset, bu iki eski arkadaş arasındaki dostluğu, zamanla sona erdirmiştir. Artık birbirleriyle görüşmezler; bununla beraber Lütfü
Bey’in kızı Samiye, daha bir süre Hamdi Paşa’nın evine gidip-gelmeye
devam etmiştir. Asım, çok gururlu bir asker olan ve herkese yüz arşın yukarıdan bakan amcasının bu genç kıza gösterdiği yakınlığı ve yumuşak
muameleyi bir türlü anlayamaz.
Bir gün iktidar değişikliği olur. Yeni Osmanlılar iktidara geçer ve Hamdi Paşa, önemli bir mevki sahibi olur. Asım’ı özel kâtipliğine getirir. Yeni
Osmanlılar, Meclis’te çoğunlukta olmalarına rağmen, çok geçmeden Yeni
Turan, Partisi, halkın sevgilisi olmaya başlar. Bunun en büyük sebebi, Türk
kadını kurumlarıdır. Bunun yanında Yeni Turan Partisi, okulları, kurumları, gece salonları gibi mekânlarda yardım sevenler, nüfusu arttırma, genel
sağlık ve Türk edebiyatı kulübü ve benzeri gruplarla geniş bir propaganda
faaliyeti yürütür. Eğitim görmüş Yeni Turanlı kültürlü kadınlar, buralardaki toplantılarda yaptıkları konuşmalarda, kadınları, artık evlerinin süsü,
erkeklerinin sevda amaçları olmaktan çıkarır, onları çalışkan bir toplum
elemanı, bir ana, bir arkadaş durumuna yükseltirler. Bu konuşmalar, Yeni
Turan Partisi’nin toplumda gittikçe sevilmesine ve yükselmesine yardım
eder.
Asım ve arkadaşları, Yeni Turan Partisi’nin yükselişini engellemenin
yollarını aramaya başlarlar. Sonunda en kolay yolu bulurlar. Buldukları
yol, kadınların bu tür kurumlarda erkeklerin arasında konuşmalarının dinimize aykırı olduğu yoludur. Dini kullanmak yoluyla, halkı onlardan soğutmaya ve giderek uzaklaştırmaya çalışırlar. Asım, İstanbul’da Erenköy Yeni
Turan Yurdu’nda, Kaya (Lütfü Bey’in kızı Samiye’nin yeni adı) adlı bir
kadının düzenli olarak konuşmalar yaptığını duymuş ve onu merak etmeye
başlamıştır. Bir Cuma günü onu dinlemek amacıyla Erenköy’e giderken
vapurda eski arkadaşı Sabih ile karşılaşır. Sabih ona Kaya’nın çalışmaları
hakkında etraflı bilgiler verir. Merakı daha da artar. Erenköy Yeni Turan
Yurdu’na girerken kendi mahallesinin imamı Feyzi Efendi’yi görür. Hınca hınç dolmuş olan konuşma salonuna birlikte girerler. O gün Kaya’nın
yerine Oğuz’un konuşacağını öğrenirler. Önce beş altı Mevlevi, ney üfler.
Ardından on iki çocuk, Yeni Turan Türküsü’nü söyler:
63
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Ey Yeni Turan sevgili ülke
Söyle, sana yol nerede...
Asım, Mevlevilerin ney üflemesi, çocukların Yeni Turan Türküsü’nü
söylemesinden sonra, Yeni Turan Partisi’nin başkanı Oğuz’un şahsında
Türklerin olgunluk derecesini bulmuş bir örneğini görür; bir ara kendisinin
de aslında bu partinin bir mensubu olduğunu hisseder; fakat çok geçmeden
kendini toplar. Bu arada Oğuz, konuşmasını yapmak üzere kürsüde yerini alır. Sözlerine Kardeşlerim! hitabıyla başlar. Birkaç ay sonra yapılacak
seçimlerden söz ederek dinleyicilerinin önünde iki yol bulunduğunu, bunlardan birincisinin Yeni Turan’ın, ikincisinin ise Yeni Osmanlıların yolu
olduğunu söyler. Bunların hangisini seçeceksiniz? diye sorar. Bunların ikisi de size kendi yollarının doğru olduğunu söyleyeceklerdir dedikten sonra
sözlerine şöyle devam eder: Bugün ben, Yeni Turan’ın çocuğu sizi Yeni
Turan’ın yoluna çağırıyorum. Doğru yol budur diyorum; fakat siz bana bu
yol nerede ve nasıl? Diyeceksiniz. Evet,
Ey Yeni Turan, sevgili ülke,
Söyle, sana yol nerede?
Oğuz, Turan yoluna yalnız Turan’ın çocuklarını değil, Türk kardeşlerini değil, Türkiye’nin bütün çocuklarını, bu toprakta, (bu) ülkede mazisini, hayatını, ecdadını ve tarihini saklayan bütün Türkiye toprağının
çocuklarını, Kürtleri, Arapları, Ermenileri, hepsini çağırıyorum der. Yeni
Turan yolunun bu topraklarda yaşayan bütün çocuklar için selamet yolu
olduğunu iddia eder. Bu yol, memleketimizi iplikleri kaçmış çorap örgüsü
gibi dağılmak ve paramparça olmaktan kurtaracaktır. Sözlerinde Türkleri
öne çıkarmasının sebebi, kendi ırkını kurtarmak arzusuna öteki ırkların
menfaat ve selametlerini de karıştırmak istemesidir.
Turan yolunun selâmet yolu olduğunun ispatına gelince, Türkiye’nin
şimdiye kadar hangi yollardan geldiğine ve bunlardan hangisinin Yeni Turan yoluna benzeyip benzemediğine bakmak lâzım geldiğini söyler. Oğuz,
bunu anlamak için dinleyicilerini biraz Osmanlı tarihinde kendisiyle beraber dolaşmaya davet eder.
Türk tarihini üç devreye ayırır:
64
Doç. Dr. Recep DUYMAZ
1) Kuruluş/Temel Atma Devri
Bu devrin başlangıcı on dördüncü asırdır. Ecdadımız, bu asırdan itibaren Orta Asya’ya sonra Avrupa’ya doğru yayılarak Selçuklu
İmparatorluğu’nun harabeleri üzerinde Osmanlı Devleti’ni kurmuş ve gittikleri yerlerde yol, köprü, hamam ve daha başka bayındırlık işleri yaparak
insanları adaletle idare etmiştir. Kendilerinde bulunmayan edebiyat, sanat
ve meslekleri, Arap ve Farslardan almışlardır. Dil, din, ırk farkı gözetmeden yüzyıllarca büyük bir devlet kurucusu olarak hüküm sürmüşlerdir. Bu
âdeta yeni Amerika binası gibi bir şey!. Çok geniş topraklara hükmeden
bu kavi, âdil ve binası sağlam hükümetin asıl unsuru, temeli, yekpare bir
Türk ırkıdır. Arap, Arnavut, Bulgar, Ermeni ve daha başka ırklar, o temel
etrafında, toplanmışlardır.
2) Büyüme Devri
Osmanlı Devleti, kurulduktan sonra doğu, batı ve bilhassa batıya yönelerek geniş topraklara hükmetmeye başlamış, bunun doğal bir sonucu
olarak Arap, Arnavut, Bulgar, Ermeni ve Rumlar Türk hükümetinin etrafında toplanmışlardır. Bu devir Şehzade Süleyman Paşa (1316-1359)’nın
Rumeli’ye geçmesinden (1354) itibaren Fatih Sultan Mehmet (14131481)’in ölümüne kadar geçen devirdir. Büyümek devrinde pek çok unsur,
devletin yönetimine kısmen katılmıştır. Daha da önemlisi, artık büyümek
ve genişlemekten asıl maksadın ne olması lâzım geldiği hususunun gözlerden kaybolmasıdır. Ordumuz, merkezden çok uzak ülkelerde bulunan
bir şehri veya bölgeyi fethettiğinde orasını İstanbul’a daha sımsıkı bağlamadan, başka yerlerin fethine çıkmıştır. Asıl maksat, sanki yeni topraklar
kazanmaktan ibaretmiş gibi bir görüntü verilmiştir. Ordunun sefere çıkması, savaşa girmesi, bazen galip, bazen mağlup olması, aylarca hatta yıllarca Hilâfet merkezinden çok uzak ülkelerde konaklamak mecburiyetinde
kalması, sonunda tekrar merkeze dönmesi ve bunun yıllarca böyle devam
etmesi, devletimizin içindeki unsurların birleşmesine ve giderek kaynaşmasına engel olmuştur.
3) Millî Hakimiyet Üzerine Hükümet Kurmayı İsteme Devri
On dokuzuncu yüzyılın sonlarına gelindiğinde Türkler, hakimiyet-i
milliye esası üzerine bir hükümet kurmanın lüzumunu duymuşlar ve bunun
65
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
için çalışmaya başlamışlardır. Birinci Meşrutiyet’in (1876) ilân edilmesinden itibaren Türkler, bu yolda bir hükümet kurmaya çalışırken, öteden beri
hakimiyeti altında bulundurduğu her unsurun hakimiyet-i milliyeden farklı
anlamlar çıkardığını ve giderek kendi hakimiyetini istediğini görmüştür. O
yıllarda Fransa, İngiltere ve Almanya’da hakimiyet-i milliyeye dayalı bir
devlet ve hükümet kurmak kolaydı; fakat Osmanlı Devleti’nde bu mümkün değildi; çünkü Osmanlı Devleti, bir halita içindeydi. Yüzyıllardan beri
yönetimi altında tuttuğu unsurları, dil, din ve gelenekleriyle yaşamalarına
müsaade ettiği, asimile etmek siyasetini uygulamadığı için o unsurlar, ne
Türklerle, ne de kendi aralarında yakınlaşıp kaynaşabilmişlerdir. Milliyetçilik duygusu XIX. yüzyılda Balkanlar yoluyla Osmanlı Devleti’ne geldiğinde bir kısım Rumlar, Yunanistan’a, Bulgarlar Bulgaristan’a, Arnavutlar
Arnavutluk’a, Araplar da kendi devletlerine bağlanmak istemişlerdir. Bütün bu ayrılık talepleri karşısında Türklerin önünde iki yol ortaya çıkmıştır.
Bunlardan birincisi Yeni Osmanlılar, ikincisi de Yeni Turanlılar yoludur.
Yeni Turanlılar’ın yolunun esası, adem-i merkeziyet düşüncesidir. Ecdadımız, tarihimizin birinci ve ikinci devirlerinde kuvvetli bir merkeziyet
üzerine bina edilmiş âdil bir Türk devleti kurmuş ve bunu yirminci yüzyılın başlarına kadar devam ettirmiştir. Yirminci yüzyıl, milliyetler yüzyılıdır. Geçen yüzyıl boyunca gelişen milliyetçilik hareketlerinin sonunda
Avrupa’da aşağı yukarı her millet, kendi devletini kurmuştur. Bu milliyetler çağında tekrar Osmanlı Devleti tarzında bir hükümet kurmak ve devam
ettirmek mümkün değildir. Devleti oluşturan anasırın kısm-ı mühimminde
on dokuzuncu ve yirminci asrın meydana koyduğu ‘milliyet’ hissi son derece-i kuvvetindedir. Memleketimizde yeni bir siyasî yapı kurarken Türkü,
Arabı, Ermeniyi, Rumu ve diğer unsurları birbirine bağlayacak ortak bir
menfaat ve muhabbet yolu bulmalıyız.
Yeni Turan, yolunun esaslarını şöyle sıralar:
Her unsur idareye katılmalı,
Her unsur diğerleriyle iyi ilişkiler kurmalı,
Her unsur kendi toprağından sorumlu olmalı,
Her unsur Türk halifesi etrafında toplanan meşrutî bir federasyon yapmaya hazırlanmalıdır.
Bu federasyon bizi Avrupa’nın açık gözlerinden kurtaracak, bazı kardeşlerimizi ana toprağıyla küçük bir ihtilâf, hükümetine karşı küçük bir
isyan neticesinde yabancı hükümetlerin pençesine düşmekten koruyacak.
66
Doç. Dr. Recep DUYMAZ
Bazı yerler dün küçük bir yara iken bugün ta kalbimize, canımıza kadar
çıkan bir kangren olmaya başladı. Yarın da şüphesiz birer birer ötekiler
başlayacak ve bunları tutmak için her tarafa dağılan Türk, kuvvetini tamamen kaybedecek7.
Yeni Turan Partisi’nin lideri Oğuz, bu düşünceleri, II. Meşrutiyet’in
ilân edilmesini takip eden yıllarda söylemiştir. Konuşmasında iki ay sonra yapılacağını bildirdiği seçimleri kendi partisinin kazanmasından sonra
kurulan hükümette Dâhiliye Nazırı olmuştur. Çok geçmeden savunduğu
fikirleri uygulamaya başlamıştır. Yeni Turan Partisi’nin kazandığı büyük
başarının heyecanı geçmeden bazı Türk vilâyetlerine, buna Ermeniler
de dahildir, hususî imtiyazlar vermek için kanun lâyihaları hazırlamıştır.
Oğuz’un, dönemin siyasal hayatında bir simge olduğunu düşündüğümüzde, yorum yoluyla, siyasetçilerin Osmanlı Devleti’nin bünyesinde bulunan
azınlıklar, bu arada Ermenler hakkındaki görüşleri, bu konuşmayla ortaya
konulmuştur, diyebiliriz.
Buna göre Yeni Turan romanındaki siyasetçilerin bir bölümü, Osmanlı Devleti’nin yönetimi altında bulunan bütün unsurlara, bu arada, Ermenilere eşit gözle bakmışlardır. Bazı şehir ve unsurlara imtiyaz verilmesi
söz konusu olduğunda bunların arasına Ermenileri de dâhil etmişlerdir. II.
Meşrutiyet’in (1908) ilân edilmesini takip eden yıllarda ortaya konulan bu
tavır, Osmanlı Devleti’nin Ermenileri, siyasetine ve yönetimine katmak
istediğinin ve bunu uygulamaya koyduğunun romancı diliyle bir ifadesidir. Zaten Osmanlı Devleti, bu siyaseti öteden beri uygulamıştır: Osmanlı
tarihinde Ermeni asıllı 29 paşa, 22 bakan, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11
konsolos, 11 müderris ve 41 yüksek rütbeli memurun görev yaptığı dikkate
alınırsa, 1914 yılına kadar, iki toplum arasında hemen hemen hiçbir sorunun yaşanmadığı ve genel bir tabirle Ermenilerin ‘millet-i sâdıka’ olarak
daima değer gördüğü de anlaşılır8. Aynı anlayış ve tavır, Ermeni edebiyatçıları tarafından da kısmen gösterilmiştir: Türkiyeli Ermenilerin dünyanın hiçbir yerinde, bütün iyi şartlara rağmen unutamadıkları komşuları,
köyleri, evleri ve Türk dostları, meydana getirdikleri edebiyat eserlerinde
sürekli ana temayı oluşturmuştur. Bu eserlerde derin dâüssıla duygusu hakimdir. Bu da aslında her iki milletin tarihî beraberlikte uyum içerisinde,
barış ve huzurlu bir ortamda yaşamış olduklarını göstermektedir. Öyle ya
7
8
Halide Edip Adıvar, Yeni Turan, İkinci Baskı, İkbal Kütüphanesi, İstanbul 1924, s.43.
Ahmet Ertuğrul, “Ermeni Meselesine Edebiyat Penceresinden Bir Bakış”, Zaman gazetesi,
07. 05. 2005; Komidos Çarıkçıyan, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler 1453-1953, İstanbul 1953.
67
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
insanlar zulüm gördükleri, can güvenliği bulamadıkları bir yeri niçin özlesinler ki?!..
Yok mu cânâ zerre rahm-i şefkatin
Âşık öldürmek mi yoksa âdetin?
Çekmeden itmem şikâyet mihnetin
Cana kâr etti kemal-i hasretin
1865’te basılan Ermeni harfli bir şarkı mecmuasından alınan (...) bu
hicaz şarkı, ancak bir milletin his ve hayal dünyasını paylaşmayı başarmış
ve ortak bir zevki yaşayabilen bir kişi tarafından söylenebilir9.
Bu durumda Türkler ile Ermeniler arasında Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan acı olaylar, İngiltere ile Rusya’nın Ermenileri, Türklerin
aleyhine kışkırtmaları sonucu ortaya çıktığına dair görüş, haklılık kazanmaktadır.
Çalıkuşu Romanında Ermenilere Bakış
Türk edebiyatında 1915 yılında Türkler ile Ermeniler arasında yaşanan acılı olaylardan sonra Ermeni tiplerine yer veren ilk roman, Reşat Nuri
Güntekin’in Çalıkuşu romanıdır10. Çalıkuşu romanının konusu, Feride adlı
bir genç kızın evlenmesine üç gün kala nişanlısının kendisini aldattığına
dair tesadüfen öğrendiği bir haberle hayal kırıklığına uğraması üzerine,
bulunduğu akraba köşkünden kaçması ve öğretmenlik yapmak maksadıyla
İstanbul’dan Anadolu’ya geçerek Bursa, Çanakkale, İzmir ve Kuşadası’nda
öğretmenlik yapmasıdır. Feride, Bursa Merkez Rüştiyesi’ne Coğrafya ve
Resim öğretmeni olarak atandığında daha görevine başlamadan bir pürüzle karşılaşır. Bunu gidermek için uğraştığı ilk günlerde bir otelde kalır.
Burada bir Ermeni ailesi olan Hacı Kalfa ile tanışır:
Hacı Kalfa, ara sıra konuştuğum dertli bir komşumdan başka odama
giren tek insandır. İlk günlerde çekiniyordu. Bir iş için odama gireceği zaman kapıyı vuruyor: ‘Başını ört, hocanım, ben geliyorum’ diyordu.
9 Ertuğrul, a.g.m.
10 Çalıkuşu önce tefrika yoluyla basılır. Vakit gazetesi, 1 Ağustos-1 Aralık 1921. İki ay sonra
kitap şeklinde de basılır. Çalıkuşu, Cumhuriyet tarihi boyunca değişik yayınevlerince birçok kez basılmıştır
68
Doç. Dr. Recep DUYMAZ
Ben alay ediyor: Haydi canım, Hacı Kalfa, işin mi yok Allah aşkına,
teklif mi var aramızda? diyordum.
O, çatkın çehresini daha çatıyor:
- Yooo! İş senin bildiğin gibi değildir. İslâm ‘muhadderatları’nın yanına öyle sallapati girilmez, diye bana çıkışıyordu.
‘Muhadderat’ her halde kadın falan demek olacaktı. Fakat hocalık
gururuma yediremediğim için bunu Hacı Kalfa’dan soramıyordum. Maamafih alay ede ede Hacı Kalfa’ya bu saygının manasızlığını anlatmıştım.
Şimdi aklına estikçe kapımı vuruyor, çekinmeden içeri giriyordu.
Hacı Kalfa, gülmemin bir türlü kesilmemesine evvelâ kızacak oldu;
fakat sonradan vazgeçti:
- Beni kızdırmak için mahsus yapıyorsun; ama kızmayacağım, dedi.
Sonra gözlerinde garip bir hüzünle ilâve etti:
- Kafeste kuş gibi o kadar sıkılıyorsun bu yalnız odada ki biraz alay
çıkar, gül, ziyanı yok; ahbaplık daha artarsa ben, sana ben bir parça da
oynayacağım galiba, biraz eğlenesin için, anladın mı efendim?
Hacı Kalfa’ya ne yazdığımı anlatmak kabil değildi:
- Yazım pek çarpuk çurpuk da meşk yazıyorum Hacı Kalfa, dedim;
yarın öbür gün derse başlayacağım. Çocuklar ayıplar sonra.
Hacı Kalfa, fotoğraf karşısında poz alır gibi sopasına dayandı, gözlerinde tatlı bir gülümseme cevap verdi:
- Çocuk aldatıyorsun. Hacı Kalfa kaç baharın yoğurdunu yemiştir, bilirsin sen? Onlar ki hattat gibi sülüs yazarlar, iki para etmez yazdıkları.
Onlar ki böyle karınca ayağı gibi eğri büğrü bir şey karalarlar, ne çıkarsa
onlardan çıkar. Biz devairde ne kadar taban tepmiş, ne çeşit memurlar
görmüşüz, bilirsin sen? Bir derdin var senin, vardır ama, her neyse, onun
orası bizlere düşmez. Yalnız yazarken parmaklarını mürekkeple boyamamağa gayret et ki, çocuklara karşı asıl ayıp odur. Haydi bakalım, sen yaz
yazını; ben de tahtalarımı fırçalayayım11.
Feride ile Ermeni ailesi Hacı Kalfa arasında kısa zamanda bir dostluk
kurulur. Hacı Kalfa şehrin bütün dedikodusunu Feride’ye getirdiği gibi,
genç kızın Merkez Rüştiyesi’ne atanmasıyla ilgili çıkan pürüzleri gidermek hususunda tanıdıklarını devreye sokmak suretiyle yardım da eder.
Bir gün Feride’yi evine davet eder:
11 Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu, İnkılâp ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1964, s.96, 97.
69
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Ev bir derin uçurum kenarında. Uçurum o kadar derin ki bahçesinin
sarmaşıklarla örtülü tahta parmaklığına kollarınızı dayayıp aşağı baktığınız zaman başınıza bir dönme geliyor. Hacı Kalfa ailesiyle beraber ne tatlı
birkaç saat geçirdim!
Nevrik Hanım, Samatyalıymış. Kocası gibi kaba saba, fakat iyi ruhlu,
saf bir kadıncağız. Beni görünce ‘İstanbul kokuyorsunuz küçük hanım’
diye boynuma sarılmaktan kendini alamadı. İstanbul’un adı anıldıkça gözleri yaşarıyor, kocaman göğsü derin hasret nefesleriyle kalaycı körüğü gibi
kabarıp iniyor.
Bu Ermeni ailesinin on dört yaşında Hayganuş adlı bir kızı, on iki
yaşında Mirat adlı bir oğlu vardır. Hacı Kalfa, oğlunun adını bir hafta
aradıktan sonra bulmuştur:
- Mirat’ın adına dikkat etmişsin? Ne ârifane isimdir o. Bulmak için
bir hata kafa patlattım. İki lisana da uyar. Ermenice’si Mirat, Osmanlıca’sı
Murat.
Mirat, gündelik işlerde münasebetsiz bir halt yeyip babasını kızdırdığı
zaman Hacı Kalfa onu:
-‘... sen ne Mirat’sın, ne Murat; ancak bir meretsin...’ diyerek azarlar!
Çocuk, bu münasebetsizliklerinden birini, anasının pişirdiği yemeği
beğenmediğini söyleyerek, Feride evlerinde bulunduğu sırada yapar. Ermeni Hacı Kalfa ona, Türk atasözleri ve beyitleriyle haddini bildirir:
- Hele şu miskine bak. Bacak kadar boyu var, türlü türlü huyu var.
Dilenciye hıyar verdilerse beğenmemiştir, eğridir diye sokağa atmış. Eşek
hoşaftan ne anlar? İhtarlarımı semi itibar kulağına (!) sok. Yoksa, tektirat
ile uslanmayanın hakkı kötektir. Sen kim oluyorsun ki Allah’ın nan ve nimetini beğenmiyorsun?!...
Sen seni bil sen seni
Sen seni bil sen seni
Sen seni bilmez isen
Patlatırlar enseni12.
12 Güntekin, a.g.e., s.129. Türk edebiyatının Ermeni edebiyatı üzerindeki tesirlerini 1)Ermeni
Âşugları ve Eserleri, II) Âşuglarla Âşıklar Arasındaki Benzerlikler, III) Türklerle Ermenilerin Siyasî ve Fikrî Münasebetleri, IV) Ermenilerden Yetişen Türk Şâirleri: A) Mesihî-i
Ermeni, B) Mirza Can, C) Sarkis Zeki, başlıkları altında inceleyen Mehmet Fuat Köprülü,
70
Doç. Dr. Recep DUYMAZ
Feride ile bu Ermeni ailesi arasındaki bütün görüşme, konuşma ve
davranışlarında sıradan bir yakınlık ve dostluğu aşan birtakım değerler
vardır. Bunların başında bahçelerinde beraber bulunmaktan doğan tatlı
birkaç saat geçirmek gelir.
Feride ile Hacı Kalfa’nın otelde, okulda ve evlerinde ailecek yaptıkları
konuşmalarında birkaç sene önce Türkler ile Ermeniler arasında yaşandığı iddia edilen katliamlardan söz edilmemiştir. Dame de Sion’da öğrenim
görmüş Feride’nin sözü edilen olaylardan habersiz olduğu düşünülemez.
Yine bunun gibi, kökü Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı İstanbul’un Samatya semtine uzanan Hacı Kalfa ailesinin de o olaylardan habersiz olduğu düşünülemez. Buna rağmen her iki topluma ait kahramanlar, romanda
1915 yılı olaylarından hiç söz etmemişlerdir.
Tarihteki Türk-Ermeni münasebetlerini anlatan birçok edebiyat ve sanat eseri bulunmakla beraber, 1915 yılı olaylarını doğrudan doğruya ele
alan pek fazla eser yoktur.
Türk edebiyatında ‘Ermeni Kıyımı’ olarak adlandırılmış olgu veya onu
kapsayan süreç üstüne yazılmış, olayı ayrıntılı olarak açıklamayı üstlenen
fazla sayıda eser yoktur. Bütün bu süreç, gerek kendi başına, gerekse bugünün Türkiye Cumhuriyeti’nin biçimlenmesi bakımından çok önemli olduğu
halde, edebiyatta yeterince ele alınmamış olması, kendi başına ‘manidar’
bir durumdur. Buna karşılık, özellikle Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana üretilmiş edebiyatta, bu süreç dolayısıyla benimsenmiş bir tavrı yansıtan, neredeyse bir ‘serpinti’ gibi, arada bir ortaya çıkan çeşitli sözlere rastlamak
mümkündür. Bunlardan çoğu, ‘sol’ eğilimli olarak tanınan yazarlarda bile,
yalnız Ermenilere değil, Osmanlı uyruğu olmuş bütün azınlık unsurlara
karşı bir düşmanlık güden, böyle bir tavrı açığa vuran sözlerdir. Kimi durumda, ağırlıkla bu tavırda olan bir yazar, büsbütün ‘zenofobik’ ve tek yanlı görünmemek için iyi bir Rum veya Ermeniden söz edebilir. Daha seyrek
olarak, gerçekleşen olayların ‘tarihî anlamı’ konusunda nesnel denebilecek yorum niteliğinde olanlara da rastlanabilir13.
vardığı neticelerden birini şöyle dile getirmiştir: Türkler sayıca çok ve siyasetçe hâkim
bulundukları gibi, medeniyetçe de Ermenilerden yüksek olduklarından, Ermeniler, Türk
harsını benimsemek mecburiyetinde kalmışlardır. Bunun en büyük delillerinden biri de Ermenilerden birçok Türk Âşıkları yetişmesi ve bunların sair Türk Âşıkları gibi ekseriyetle
Bektaşî ve Alevî olmalarıdır. Esasen Bektaşîlik tam bir Türk tarikatıdır. Fuat Köprülü, Edebiyat Araştırmaları, TTK Yayınları, Ankara 1986, s.268.
13 Murat Belge, “Edebiyatta Ermeni Sorunu”, Birikim Dergisi, Sayı 202, Şubat 2006, s.28.
71
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Türklerin tarihlerinde, hattâ yakın tarihlerinde yaşadıkları acı olayların, düşmanlıkların üzerine gitmemeleri, onları edebiyat eserlerine yansıtıp
ebedileştirmemeleri nasıl yorumlanabilir? Gizlemek istedikleri bir suçları
olduğu şeklinde mi, yoksa tarihlerine karşı ilgisizlikleriyle mi?
Kanaatime göre bu konuda en uygun yorumu İnci Enginün yapmıştır:
Türkler, savaşçı, cihangir bir kavim olarak tarih sahnesine ilk çıktıklarından itibaren düşmanlarıyla savaşmışlardır. Fakat düşmanlıklarını asla
ebedileştirmemişlerdir. Bunu bir milletin dünya görüşünün en önemli belgelerinden olan ve basın, iletişim araçlarının bulunmadığı eski çağlarda
bu görevi yüklenen sözlü edebiyatın yaratıcılarında görüyoruz. Yazılı ilk
Türk belgelerinde, Bilge Kağan tam bir millî uyanışla düşmanlarının adını
verir. Fakat bu davranış, Bilge Kağan’ın Çin kültüründen faydalanmaması
ve onlara karşı sonsuz bir düşmanlık gütmesi manasına da gelmez.
İnci Enginün, sözlü edebiyat mahsullerinin o yüzyıllarda henüz yazıya geçmediği için eski Türklerin düşmanlarının hangi kavimler olduğunu
edebiyat metinlerinde göremediğimizi belirtir. Kerem ile Aslı halk hikâyesinde Kerem ile bir Ermeni papazının kızı Aslı, daha doğmadan nişanlanmışlardır. Çocuklar evlenme çağına gelince Ermeni Papaz, sözünden
dönerek kızını, Kerem’den kaçırmaya başlar ve böyle davranmakla güvenilemeyecek bir kimse olduğunu ortaya koyar. Bu hikâyede hem Türklerle
Ermenilerin bir arada yaşadıkları, hem de düşmanlık gösterenin Ermeni
olduğu bir motif olarak geçer.
(...)... Türkün vasfı affetmesini ve unutmasını bilmektir. Düşmanlık hissini beslemesini bilmeyen Türkler, yaşadıkları hazin tecrübeleri muhayyile
mahsulü eserlere de geçirmemişler ve onları unutmaya bakmışlardır14.
Sonuç
Çok unsurlu bir siyasal yapı olan Osmanlı Devleti, yirminci yüzyılın başlarında dağılmıştır. Bu dağılma ve parçalanma sürecinde yaşanan
olaylar, kuşkusuz edebiyat metinlerine de kısmen yansımıştır. Türkler ile
Ermeniler arasında Anadolu’da yüzyıllarca süren birlikteliğe rağmen bu
dağılma sürecinde birtakım acı olaylar yaşanmıştır.
Modern bir edebiyat türü olan romanda Türkler ile Ermeniler arasındaki münasebetlerin daha çok olumlu yönleri öne çıkarılmıştır. Bu iki top14 Enginün, “Romanlarımızda Ermeni Tipleri”, Mukayeseli Edebiyat, Dergâh Yayınları, İstanbul 1992, s.220, 230.
72
Doç. Dr. Recep DUYMAZ
luluk arasındaki ilişkilerin en acılı ve tartışmalı yılları olan Birinci Dünya
Savaşı’nın öncesinde basılmış Halide Edip Adıvar’ın Yeni Turan ile hemen
sonrasında basılan Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanındaki Ermeni
tipleri, Osmanlı toplum yapısının tarihsel bir unsuru olarak görülmüşlerdir.
Yeni Turan romanında dönemin siyasetçilerinin bir simgesi olan Oğuz,
adem-i merkeziyet siyasetini uygulamaya çalıştığı gibi, Ermenilerin yoğun
olarak yaşadığı şehirlere birtakım imtiyazlar vermeyi bile düşünmüştür.
Bu roman, Türklerin Ermenilere siyaseten yaklaşmak istediğinin roman
diliyle bir anlatımıdır. Çalıkuşu ise, Ermenilerin gündelik hayatta Türklere yakın davrandıklarının yine roman diliyle bir anlatımıdır. Bu romanda
Hacı Kalfa, yaramazlık yapan oğlunu, Türk atasözleri ve tekerlemeleriyle
azarlamaktadır. Bu davranışı, iki toplumun kültürün en önemli unsuru olan
dil bakımından birbirine yaklaştıklarının romana yansımış bir belgesidir.
Bugünün bilim adamı ve sanatçılarına düşen görev, geçmişteki romanlarımızda görülen bu güzel ilişkileri modern zamanlara taşımaktır.
73
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Kaynaklar
Adıvar, Halide Edip, Yeni Turan, İkinci Baskı, İkbal Kütüphanesi, İstanbul 1924.
Belge, Murat, “Edebiyatta Ermeni Sorunu”, Birikim Dergisi, Sayı 202, Şubat 2006.
Celâl Nuri, “Anasır Meselesi”, Tarih-i Tedenniyat-ı Osmaniye, Yeni Osmanlı Matbaa
ve Kütübhanesi, İstanbul 1331.
Çıkarçıyan, Komidos, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler 1453-1953, İstanbul
1953.
Enginün, İnci, Halide Edip Adıvar’ın Eserlerinde Doğu ve Batı Meselesi, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1978.
__________, “Romanlarımızda Ermeni Tipleri”, Mukayeseli Edebiyat, Dergâh
Yayınları, İstanbul 1992.
Ertuğrul, Ahmet, “Ermeni Meselesine Edebiyat Penceresinden Bakış”, Zaman
gazetesi, 07.05. 2005.
Güntekin, Reşat Nuri, Çalıkuşu, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1964.
Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C. VIII, TTK Yayınları, Ankara 1988.
Köprülü, Mehmet Fuat, Edebiyat Araştırmaları, TTK Yayınları, Ankara 1986,
Küçük, Cevdet, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet Sistemi ve Tanzimat”, Mustafa
Reşit Paşa ve Dönemi Semineri-Bildiriler, TTK Yayınları, Ankara
1994.
Moran, Berna, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, Cem Yayınevi, İstanbul 1994.
Namık Kemak, Celâleddin Harzemşah, Hazırlayan Hüseyin Ayan, Hareket Yayınları,
İstanbul 1969.
Tunaya, Tarık Zafer, “Osmanlı Nizamı”, Türkiye’nin Siyasî Hayatında Batılılaşma
Hareketleri, İstanbul 1960.
74
OSMANLI YÖNETİMİNDE
XIX. YÜZYIL ERMENİ OKULLARI VE FAALİYETLERİ
Doç. Dr. Remzi KILIÇ
Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yeniçağ ve Yakınçağ Tarihi
E-mail: [email protected]; Tel: 0 388 211 28 02
Özet
Türkler ve Ermeniler, Anadolu ya da Ön Asya olarak bilinen coğrafyada dokuz yüzyılı aşkın bir zaman beraber
yaşamışlardır. 1326’da Osmanlılar tarafından Bursa’nın
alınmasıyla Orhan Gazi, Ermenileri Bursa’ya davet etmiştir.
Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra 1461’de, Ermeni ruhanî
reisi Ovakim Efendi İstanbul’a getirilerek Ermeni Patrikliği
kurulmuştur. Bütün Ermenilerin dinî-ruhanî reisi sıfatı verilerek, Ermeni toplumuna Osmanlı Devleti’nin yakınlığı,
hoşgörüsü ve güveni gösterilmiştir.
Yüzyıllar boyu çeşitli toplulukları bir arada yöneten Osmanlı Devleti, farklı etnik yapıdan gelen, farklı din ve kültür sahibi olan toplumlara karşı geniş bir barış ve hoşgörü
anlayışı içerisinde bulunuyordu. XIX. yüzyılın başlarında,
Ermeni toplumu, Osmanlının diğer unsurlar gibi, tam bir
serbestlik, huzur ve imkân içerisinde, bütün şartlardan ve
fırsatlardan yararlanarak yaşamlarını sürdürmüşler; inanç
ve ibadetlerini özgürce devam ettirerek kendi dillerini,
kültürlerini, dinlerini ve sosyal ilişkilerini öteden beri açmış
oldukları cemaat okullarında öğrenmiş ve öğretmişlerdir.
Bu bildiride, Osmanlı topraklarında 1811 yılından 1897 yılına kadar açılmış bulunan, Ermeni toplumuna ait okulları
ortaya koymak istiyoruz. Her seviyedeki Ermeni okulları,
öğretmen ve öğrenci sayıları, ders müfredatları, Ermeni
cemaatine sağladığı yararlar, Ermeni toplumunun sosyal
ve kültürel yaşamına katkıları belirtilecektir.
Ayrıca, Osmanlı Devleti’nin bu kurumlara bakış açısı, desteği ve katkıları, okullara sağladığı imkânlar irdelenecektir.
Yine bu okulların Türk-Ermeni ilişkilerine katkıları, gelişim
ve değişime getirdiği yeniliklerin, iki toplumun yüzyıllar
boyu birlikte yaşama sürecine olumlu etkilerinini neler olduğu etraflıca açıklanacaktır.
Doç. Dr. Remzi KILIÇ
Giriş
Türkler ve Ermeniler, Anadolu ya da Ön Asya olarak bilinen coğrafyada, dokuz yüzyılı aşkın bir zamandır bir arada yaşamışlardır. Büyük
Selçuklular ve Türkiye Selçukluları gibi, önemli Türk devletleri zamanından beri Türkler ve Ermeniler beraber yaşamışlardı. 1326 yılında Osmanlılar tarafından Bursa’nın alınmasıyla birlikte Orhan Gazi, Ermenilerin
Kütahya’da bulunan ruhanî merkezlerini Bursa’ya nakletmiştir1. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden bir müddet sonra 1461’de, Bursa’da
bulunan Ermeni ruhanî reisi Ovakim Efendi ile Anadolu’dan bir miktar Ermeni İstanbul’a getirilmiştir. Fatih Sultan Mehmet tarafından Samatya’da
ki Sulu Manastır isimli kilise Ermenilere verilerek, Ermeni Patrikliği kurulmuş ve Ovakim Efendi Ermenilere Patrik tayin edilmiştir2. Bütün Ermenilerin dinî-ruhanî reisi sıfatı tanınarak, Ermeni toplumuna karşı, Osmanlı
Devleti’nin yakınlığı, hoşgörüsü ve güveni gösterilmiştir.
XIX. yüzyıla gelindiğinde nüfusu otuz milyonu aşan ve bünyesinde çeşitli din ve millet mensuplarını yaşatan, Müslüman ve gayrimüslim toplulukları barındıran Osmanlı Devleti yönetiminde, 1839 Tanzimat
Fermanı’ndan sonra yalnızca Müslümanlar görev almamışlardır. Ermeniler, Yunanlar, Slavlar, Bulgarlar, Rumlar, Yahudiler, Romenler, Macarlar
ve daha bazı küçük topluluk mensupları da, Osmanlı devlet yönetiminde
1
2
Erdal İlter, Ermeni Meselesi’nin Perspektifi ve Zeytun İsyanları (1780-1880), Ankara 1988,
s.29.
Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehciri, Babıâli Kültür Yayınları, 7. Baskı, İstanbul 2005, s.16.
79
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
üst düzey görevler almışlardır. Bu geniş ve her kesime hitap eden yönetim
anlayışı farklı kesimlerin bir arada bulunmasını kolaylaştırmış ve değişik
unsurlardan bir bütünlük meydana getirmiştir. Osmanlı Devleti topraklarında yaşayan toplulukların, kendi inançları, gelenekleri ve anlayışları
doğrultusunda, kendi kendilerini ifade etmelerine müsaade edilmiştir. Osmanlı Devleti, Türk ve Müslüman olmayan toplulukların alt kimliklerinin
korunmasına ve sürdürülmesine izin vermiştir3.
Yüzyıllar boyu çeşitli toplulukları bir arada yöneten Osmanlı Devleti,
farklı etnik yapıdan gelen, farklı din ve kültür sahibi olan toplumlara karşı,
geniş bir barış ve hoşgörü anlayışı içerisinde bulunuyordu. XIX. yüzyılın
başlarında, II. Mahmut (1808-1839) dönemine kadar Ermeni toplumu, Osmanlı Devleti bünyesindeki diğer unsurlar gibi, tam bir serbestlik, huzur
ve imkân içerisinde bütün şartlardan ve fırsatlardan yararlanarak yaşamlarını sürdürmüşlerdir. II. Mahmut: Tebaamdan Müslümanları Camii’de,
Hıristiyanları Kilise’de, Yahudileri de Havra’da görmek isterim diyerek,
Osmanlı vatandaşlarının istedikleri ve mensup oldukları dinin gereklerine hürriyet içerisinde uyabileceklerini belirtmiştir. İnanç ve ibadetlerini
serbestçe devam ettiren Ermeni toplumu, kendi dillerini, kültürlerini, dinî
yaşamlarını ve sosyal ilişkilerini öteden beri açmış oldukları cemaat okullarında öğreniyorlar ve öğretiyorlardı.
Burada, XIX. yüzyıl boyunca, Osmanlı topraklarında 1811 yılından
itibaren 1897 yılına kadar açılmış bulunan, Ermeni toplumuna ait okulları ve faaliyetlerini ortaya koymak istiyoruz. Ermeniler tarafından açılmış bulunan her seviyedeki Ermeni okulları, bunların öğretmen ve öğrenci
sayıları, ders müfredatları, okulların Ermeni cemaatine sağladığı yararlar,
Ermeni toplumunun sosyal ve kültürel yaşamına katkıları belirtilecektir.
Ayrıca, Osmanlı Devleti’nin Ermeni toplumunun eğitim kurumlarına
bakış açısı, desteği ve katkıları, okullara sağladığı fırsat ve imkânlar irdelenecektir. XIX. yüzyıl Osmanlı Devleti yönetiminde Ermeni okulları,
eğitim alanında Türk-Ermeni ilişkilerine katkıları, gelişim ve değişime getirdiği yenilikler nelerdir? Ermeni okullarının Türk-Ermeni toplumlarının
yüzyıllar boyu birlikte yaşama sürecine olumlu etkileri neler olmuştur? Bu
hususlara değinilecektir.
XIX. yüzyıl, tarihçilere göre Osmanlı Devleti’nin gerçekten en uzun
yüzyılı olmuştur. Çünkü XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti, insan hak ve hür3
80
Halit Ertuğrul, Azınlık ve Yabancı Okulları Türk Toplumuna Etkisi, Nesil Yayınları, İstanbul 1998, s.55.
Doç. Dr. Remzi KILIÇ
riyetleri konusunda Avrupa’nın da tesiri ile II. Mahmud devrinde birtakım ciddi yenilikler ve değişimler gerçekleştirmiştir. 1826’da son derece
bozulmuş olan Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması, 1839’da Tanzimat Fermanı ve 1856’da Islahat Fermanı’nın ilânını görmekteyiz. 1863’te Ermeni
Milleti Nizamnamesi hazırlanarak yürürlüğe konulmuştur. Bu gelişmeler
ve değişiklikler, bütün yurttaşların devlet yönetiminde eşit ve ortak, hak
ve sorumluluklara sahip olduklarını göstermektedir. Ayrıca, 1876’da I.
Meşrutiyet’in ilânı ve 1877-1878’de Osmanlı-Rus Harbi gibi önemli olaylar, değişim ve batılılaşma yolunda önemli adımlar olarak ortaya çıkmıştı.
Esasen, Tanzimat dönemi ile birlikte Osmanlı toplumunda hızlı bir
değişim süreci başlamıştı. Bütün gayrimüslim cemaatlere, bu arada Ermenilere de en geniş haklar ve özgürlükler sağlanmıştır. Millet-i sâdıka
konumunda olan Ermeniler, Ermeni Milleti Nizamnamesi ile Osmanlı
Devleti’nin en güvenilir unsuru olma özelliğini korumaya devam etmişlerdir. Ermeni toplumu tarihinde hiçbir devletten ve hükümdardan görmedikleri ilgiyi Osmanlı Devleti’nden görmüştür4. Ermeniler, millî kimliklerini ve varlıklarını ancak Türk idaresinde koruyabilmişlerdir. Ermeniler,
Osmanlı toplumu bünyesinde yüzyıllardır, huzur içerisinde yaşamışlardı.
Devletin asıl sahibi olan Türklerden daha rahat ve güvenli bir şekilde hayatlarını idame ettirmişlerdir.
Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren yaklaşık olarak dört yüzyıla yakın
çok çeşitli etnik kökeni ve dinî inançları farklı milletleri bir arada yönetmeyi başaran Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlerin ve bu arada Ermenilerin de, dinî ve toplumsal işlerine kesinlikle karışılmamıştır. Osmanlı
yönetiminde Ermenilere birçok okullar, kütüphaneler ve hatta matbaalar
açılmasına müsaade edilmiştir. Ayrıca Ermeni gençler, XIX. yüzyıl boyunca tahsil amacıyla eğitim-öğretim için Avrupa üniversitelerine serbestçe
gönderilmiştir5.
Ermeniler, Osmanlı Devleti yönetiminde hem dinî hem de millî açıdan hür ve rahat bir dönem yaşamışlardır. Osmanlılar zamanında Ermeni Patrikliği çok geniş yetkiler ile donatılmıştı. Ermeni Kültürü, özellikle
Gregorian Kilisesi vasıtasıyla korunarak sürdürülmüştür. Ermeni halk da,
Osmanlı halkları arasında refah düzeyi en yüksek halklardan bir olarak
4
5
Hamza Eroğlu, Türk İnkılap Tarihi, MEB Yayınları, İstanbul 1982, s.216.
Süleyman Kocabaş, Ermeni Meselesi Nedir, Ne Değildir?, Vatan Yayınları, 5. Baskı, İstanbul 2003, s.22.
81
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
yaşamıştır. Ermenilerin Hıristiyan mezhepleri içerisinde kendilerine has
ayrı bir yeri vardı6.
XIX. Yüzyılda Osmanlıda Ermeni Okulları
XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti bünyesinde her kademede olduğu gibi,
eğitim kurumlarında da çöküş işaretleri başlayınca, Ermeniler, Rumlar
ve Yahudiler, Anadolu şehirlerinde gerçek anlamda birer eğitim-öğretim
seferberliğine girmişlerdi7. Osmanlı Türkiye’si diyebileceğimiz Anadolu
coğrafyasında, açılmış olan gayrimüslim okullarını yabancılar tarafından
açılmış olan okullardan ayrı mütalaa etmek hayli zordur. Çünkü gayrimüslimler kendi irade ve istekleriyle yabancılarla işbirliği yapmışlardı8.
Nitekim yabancıların emperyalist arzularla, misyonerlik yoluyla faaliyet
gösterdikleri Türkiye toprakları üzerinde kurduğu okullarda, azınlıklar da
yabancılara öğrenci, din adamı gibi, konularda destek vermişlerdir.
Ermeni azınlığın Osmanlı yönetiminde, eğitim alanındaki teşkilâtlanması, XVIII. yüzyılın sonlarında başlamıştı. Bundan önce Ermeni okulları
varsa da ancak, Türkiye’nin bazı bölgelerinde dağınık halde bulunuyorlardı. Kapalı cemaat şeklinde kendi çevrelerinde dil ve din eğitimi ve öğretimi faaliyetleri içerisindeydiler. 1831 yılı Haziran ayında William Goodell
ve ailesi, Amerikan Board misyonerleri tarafından Malta’dan İstanbul’a
getirilerek yerleştirilmişti. Goodell, İstanbul’un Büyükdere semtinde bir
eve oturmuş, Türkçe ve Arapça’yı mükemmel bir surette öğrenmiş bulunuyordu. Ermeniler arasında misyonerlik faaliyeti ile görevlendirildiği
için yanında, Ermeni alfabesiyle Türkçe yazılmış bir İncil bulunuyordu.
Goodell, bunu Protestanlığa yakın ilgi duyan iki Ermeni papazıyla birlikte
Beyrut’ta hazırlamıştı. Bu İncil’in kopyaları kırk yıl boyunca çoğaltılarak
dağıtılmış ve Ermeniler dinî bilgilerini bu kitaptan öğrenmişlerdi9.
Ermeni okulları konusunu inceleyen Azadyon’a göre, 1790 yılına
gelinceye kadar Osmanlı Devleti içinde, okul niteliği taşıyan bir Ermeni kurumuna rastlanmamıştır. Ancak, Rahip Mateos, Kumkapı Ermeni
Kilisesi’nde Ermeni çocuklarına ve gençlerine ders verdiğini belirtmekte6
7
8
9
82
Mustafa Ergün, II. Meşrutiyet Devrinde Eğitim Hareketleri (1908-1914), Ocak Yayınları,
Ankara 1996, s.371.
Necdet Sevinç, Ajan Okulları, İstanbul 1975, s.105.
İlknur Polat Haydaroğlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Yabancı Okullar, Ankara 1993, s.13.
Mustafa Dağlı, Anadolu’da Kurulan Yabancı Okullar ve Tesirleri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1990, s.3-4.
Doç. Dr. Remzi KILIÇ
dir. Tespitlerimize göre ilk resmî Ermeni okulu, 1790’da Şinork Mığırdıç
ve Amira Miricinyan tarafından Galata’da izin alınmak suretiyle açılmıştır.
Yine 1790’da açılan Ermeni okullarından biri de Mesropyan Okulu’dur.
Kumkapı Kilisesi başpapazı ve Kumkapı Mektebi Ermenice öğretmeni
Erzurumlu papaz Mesrop tarafından, 1808 yılında yayınlanan Gramer
muhtırasında, Patrik Ohannes Çamaşırcıyan’ın devrinde (1803-1812)
İstanbul’un bütün semtlerinde Ermeniler, ücretsiz cemaat mektepleri açmışlardı10, diye belirtilmektedir.
1824 yılında Patrik Karabet, Ermenice gramer okutan tek okul olan
Kumkapı Mektebi’ni Patrikhane’nin himayesi altına almıştır. Patrik Karabet, 10 Temmuz 1824 tarihinde, Anadolu’daki diğer Ermeni cemaatlerine
birer talimatname göndererek bölgelerinde yeni Ermeni okulu açmalarını
emretmiştir11. Ermeni toplumunun okullarının sayısı arttıkça ve okul eğitim sistemi geliştikçe, Ermeniler eğitim kadrosunun kalitesini artırmak için
1810 yılında Paris’e, 1816 yılında Moskova’ya ve 1823 yılında da Tiflis’e
öğrenci göndermişlerdi12. 1834 yılına gelindiğinde Anadolu coğrafyasında, Ermeni okulu sayısı 120’ye ulaşmıştır. Okulların sayısının artmasıyla
birlikte oluşan maddî ihtiyacı Ermeni esnafı üstlenmiş ve eğitim işlerinin
sorumluluğunu ise bir heyet üzerine almıştır13.
Çeşitli Ermeni kaynaklarına göre Patrik Karabet, 1831 yılında Ermeni
ileri gelenlerini toplayarak sayıları hızla artan okulların masraflarına katkıda bulunmalarını istemiştir. Bunun için de Ermeni iş adamlarına masrafları ödetmek için bazı senetler imzalatmıştı. Bu okullar mezun verdikçe,
yüksek okullar açmak gereği ortaya çıkmış, sorunu çözümlemek için de 13
Eylül 1838’de Üsküdar’daki Cemeran Okulu inşa edilerek faaliyete geçirilmiştir14.
Amerikalı misyonerler, Amerikan Ermeni teşkilâtlarının yardımı ve
Ermeni tüccarların desteği ile Ermeni eğitim kurumlarının, Anadolu’da
hızla yaygınlaşmasını sağlamayı amaçlıyorlardı. Bu yöntemle, Ermenileri Protestan mezhebine kazandırmak, siyasî nüfuz elde etmek, hem de
Osmanlı topraklarına yerleşmek için Ermeni okullarını kullanmak iste-
10 Sevinç, a.g.e., s.109-111.
11 Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, Eser Matbaası, C.I, İstanbul 1977, s.18.
12 M. Hidayet Vahapoğlu, Osmanlıdan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları, Ankara 1990,
s.10.
13 Ertuğrul, a.g.e., s.123.
14 Sevinç, a.g.e., s.112.
83
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
mişlerdi15. XIX. yüzyılda Osmanlı topraklarında Protestan Ermeni sayısı
altmış bin kadar olmuştu. Ermeni cemaati Protestan, Gregorian ve Katolik
olmak üzere üç kısma ayrılmıştı. Amerikan misyonerleri 1834’te İstanbul
Beyoğlu’nda Ermeniler için bir ilkokul açmışlardı. Ayrıca, Ermeni eğitim
sistemini ilkokul, lise ve yüksek okul şeklinde yeniden düzenlemişlerdir16.
Amerikalı misyonerler, Ermeni çocukları için 1834 yılında Pera’da bir
erkek lisesi açmışlardı. Bu okulda eğitim alanında, aktif ve katılımcı eğitim
yönteminin yanı sıra, çok daha gelişmiş eğitim araç gereçlerinden yararlanılmaktaydı. Pera’daki okulu model alarak, Goodell’in ilk öğrencilerinden
Ermeni Papazı Der Kevork, Hasköy’de mevcudu dört yüz öğrenciyi bulan
bir okul açmıştı17. Bu arada Ermeni Patrikhanesi’ne bağlı Papaz Bogos
Pisika, Üsküdar’da bir başka okul açmıştı. Bogos, ayrıca zengin Ermeni
bankerlerden Hasköy’deki okula maddî destek de sağlamıştı.
Amerikan misyonerleri İstanbul’da sürdürdükleri eğitim faaliyetlerinin yanı sıra, İzmir’de de azınlıklar için inanç, dinî eğitim, özgürlüklerin
arttırılması gibi faaliyetlere yönelmişlerdi. Özellikle, Hıristiyanlık inancı
ve kültürünün yayılması için Malta’dan İzmir’e naklettikleri matbaayı kurarak, açmış oldukları okullara daha çok yayın ve döküman sağlayabileceklerdi18. Ayrıca, İzmir’de 1836 yılında kırk öğrencisi olan bir Ermeni kız
ilkokulu açılmış ve yönetimini Ermeni cemaati mensupları kendi üzerlerine almışlardı.
Bu arada Ruslar da, Ermeniler ile ilgili Osmanlı Devleti’ne karşı siyasetini, Ermenilerin eğitim kurumları üzerinde yoğunlaştırmıştı. XIX.
yüzyılda bir kısım Ermeni, İran’dan Rusya’ya göç etmişlerdi. Rusya, 1816
yılında Moskova’da Ermeni Şark Dilleri Enstitüsü’nü kurarak, Ermeniler konusunda daha sistemli bir çalışma başlatmıştı. Rusya, 1826-1828
yıllarında İran’la yaptığı savaşları kazandıktan sonra 1828’de imzaladığı
Türkmençay Antlaşması ile elde ettiği Revan ve Nahçivan Hanlıkları’nı
birleştirerek, Ermeni vilâyetini kurup, ardından İran’dan yeni bir Ermeni
15 Necmettin Tozlu, Kültür ve Eğitim Tarihimizde Yabancı Okulları, Akçağ Yayınları, Ankara
1991, s.73; Ertuğrul, a.g.e., s.122.
16 Bilal Şimşir, “Ermeni Propagandasının Amerikan Boyutu Üzerine”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Ankara
1985, s.94; Ertuğrul, a.g.e., s.123.
17 Uygur Kocabaşoğlu, Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika, Arba Yayınları, İstanbul
1889, s.59.
18 Remzi Kılıç, “Osmanlı Türkiyesinde Azınlık Okulları”, Türk Kültürü, S. 431, Yıl XXXVII,
Mart 1999, s.153-154.
84
Doç. Dr. Remzi KILIÇ
göçü gerçekleştirmişti. Ruslar, Kafkasya hakimiyetini sağladıktan sonra,
kurmuş olduğu Ermenistan vilâyetine, Anadolu’daki Ermenilerin de göç
etmelerini istemişlerdir19.
Ermenileri ayrı bir siyasî güç olarak, Osmanlı Devleti’ne karşı kullanmak isteyen Rusya Çarlığı, bu konuda İngiltere Krallığı ve Fransa tarafından da desteklenmiştir. Ermeniler başta olmak üzere, azınlık okullarında
gayrimüslim gençlerine; kendi dilleri, dinî inançları ve ibadetleri, tarihleri,
edebiyatları, kültürleri ve diğer müspet ilimler okutulmaktaydı. Ermeni
okullarında eğitim bütünüyle din adamlarının elindeydi.
Ermeni toplumunda, yoksul öğrencilere yönelik ilk yatılı okul, 1838’de
İstanbul’da Bezciyan tarafından açılmıştır. Bezciyan tarafından hazırlanan
yönetmenlikte; Ermenice’den başka dil konuşulmaması, öğrencilere dayak atılmaması, okuyan öğrencilerin okul idaresinin izni olmadan alınıp
sanata verilmemesi gibi, kurallar konulmuştu20. Ermeniler, 1840 yılında ilk
kez Kumkapı’da Lusaviriç adlı bir kız okulu açmışlardır. 1853’ten sonra
ise, on dört kişilik bir Ermeni maarif komisyonu oluşturmuştu21. Ermeni
Anayasası niteliğindeki 1863’teki Nizamname-i Millet-i Ermeniyan adlı
çalışmayla Ermeni eğitim sisteminin denetimi, Osmanlı yönetimi tarafından yirmi kişilik Ermeni maarif komisyonuna verilmişti. Böylece Ermeni
eğitim anlayışı dinî motiften kurtarılarak, millî ve siyasî bir görünüme bürünmüştür22.
1859’da Ermenilerce yapılan bir istatistiğe göre, İstanbul’da kırk iki
tane Ermeni okulu ve bu okullarda toplam beş bininin üzerinde öğrenci
bulunduğu belirtilmiştir. 1871’deki bir araştırmaya göre de, İstanbul’da
kırk sekiz Ermeni mektebinde toplam olarak altı bin civarında öğrenci bulunmaktaydı. Yine Ermeni kaarif komisyonunun 1874 yılı verilerine göre,
Anadolu’da ilk ve toplam 469 tane ana mektebi seviyesinde, Ermeni okulu
bulunuyordu23. Ermeni okullarında uygulanan eğitim programında; daha
çok siyasî eğitime ve beden eğitimine önem verilmiş, öğrencilerin kişisel
beceri ve yeteneklerini geliştirmeleri ve hayatta kendi kendilerine yeterli
olmaları amaçlanmıştı24.
19 Halaçoğlu, a.g.e., s.27.
20 Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde Gayr-i Müslim Tebanın Yönetimi, Risale Yayınları,
İstanbul 1990, s.117.
21 Ertuğrul, a.g.e., s.124.
22 Ertuğrul, a.g.e., s.124.
23 Sevinç, a.g.e., s.113; Ertuğrul, a.g.e., s.124.
24 Ertuğrul, a.g.e., s.124.
85
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
1893 yılı itibariyle Türkiye’de 4 085 öğrenciye hizmet veren beş kolej
vardı. Bunlar; 1852’de Harput’ta Fırat Koleji, 1854’te Kayseri’de Talas
Koleji, 1854’te Mersin’de Tarsus Koleji, 1856’da Samsun’da Merzifon
Koleji, 1863’te İstanbul Bebek’te Robert Koleji olarak açılmış eğitim kurumlarıydı. Lise düzeyinde eğitim veren bu kolejlere ilâveten, ayrıca, seksen adet orta dereceli okul bulunuyordu. Bu okulların ise on altısı yatılı kız
okulları idi. İlkokul seviyesinde 530 ilkokul vardı. Toplam 624 okulda 27
400 civarında öğrenci bulunmaktaydı25.
Sonuç
Ermeniler, XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Avrupa devletleri karşısında gerilemeye başladığı fırsatını kendi lehlerine değerlendirerek, Hıristiyanlık ve Ortodoksluk özgürlüğü düşüncesiyle ciddî mesafeler almışlardır. Esasen Osmanlı ülkesindeki her bir azınlık grubu yönlendiren Batılı
Hıristiyan devletler, eşitlik, hürriyet, adalet sloganı ile bütün Türk ve Müslüman olmayan unsurları kışkırtıyorlardı. Amaçları, Osmanlı ülkesinden
koparacakları toplulukları kendilerine sözde bağımsız-sömürge yapmak
ve dünya yüzeyindeki pazar paylarını artırmaktı. Ne yazık ki, yüzyıllarca
barış, inanç ve ibadet özgürlüğü içerisinde yaşayan Ermeniler ve diğer toplulukların çoğu, bu ayrılıkçı rüzgarlara yelken açıyorlardı26.
Osmanlı Devleti yönetiminde gerek gayrimüslim, gerekse yabancılara eğitim kurumu açma imkânı verilmiş, hatta bu okulların açılması teşvik edilmiştir. Bu durum her geçen gün artarak gelinen noktada, Ermeni
okullarına İstanbul ve Anadolu’da 1901-1902 yıllarında toplam 104 300
öğrenci devam etmekteydi. Yabancı okulları, azınlık okullarından bazı
yönleri itibariyle ayrı mütalaa etmek zordur. Yabancı devletlerin, Osmanlı Devleti’nde açmış olduğu okullara gelince, 1897 yılında; Fransa 127,
İngiltere 60, Almanya 22, İtalya 22, Avusturya 11, Rusya 7 ve Amerika
Birleşik Devletleri 131 okula sahip bulunuyorlardı27.
Osmanlı Devleti kendi bünyesindeki azınlıkların eğitim işlerini düzenliyor, onlara geniş bir müsamaha gösteriyordu. Cemaat eğitimi; cemaat
veya millet ismi verilen ve Müslüman olmayan toplulukların sahip olduğu
eğitim teşkilâtı idi. Osmanlı ülkesinde yüzyıllar boyunca azınlıklar, ibadet ve eğitimlerini istedikleri gibi yapıyorlardı. Bu eğitim teşkilâtına dâhil
25 Şimşir, a.g.m., s.98-99.
26 Kılıç, a.g.m., s.155.
27 George E. White, Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerika Koleji Hatıraları, Tercüman Cem Tarık Yüksel, Enderun Kitabevi, İstanbul 1995, s.35.
86
Doç. Dr. Remzi KILIÇ
her dereceden okullar, azınlık cemaatleri tarafından kurulmakta ve cemaat parasıyla işletilmekte idi. Osmanlı Devleti 1856 yılından beri -Islahat
Fermanı’yla- sadece bu okulların öğretim usûllerini tespit ediyor ve öğretim elemanlarını tayin ediyordu28.
Osmanlı Devleti, kuruluşu ve devlet geleneği itibariyle bir Türk devleti ve hanedanlığıdır. 1299 yılından 1839 yılına kadar -Tanzimat’ın ilânına değin- 540 yıl boyunca Türk-İslâm anlayışı ve usûlü üzerine devlet,
Müslüman tebaa tarafından idare edilmiştir. Ancak gerek Batıda ortaya
çıkan 1789 Fransız Sanayi İnkılâbı’nın tesiri sonucu meydana gelen milliyetçilik akımları, gerekse Avrupa devletleri karşısında geri kalmışlığın
verdiği sıkıntılar veya baskılar sonucu, devlet yönetiminde gayrimüslimler
ile Müslümanları aynı vatandaşlık seviyesine ve eşit haklar ile yönetim
kadrolarına görevlendirme uygulamasına geçilmiştir.
Yabancı okullar ile azınlık okulları ortak çerçevede hareket ederek, Osmanlı Devleti içerisinde ayrılıkçı hareketlere destek vermişlerdir. Misyonerler ile birlikte, Türk millî varlığına zararlı faaliyetleri sonucu, Osmanlı
Devleti’nin yıkılışını hızlandırmışlardır. Ermeni okulları başta olmak üzere, azınlık okulları Türk eğitim sisteminin modernleşmesine, Batılı ülkeler
tarzında eğitim yapılmasına, müspet bilimlerin öğretim kurumlarında geliştirilmesine de katkı sağlamıştır. Türkiye’de, Türk toplumunun değişimi, demokrasinin gelişmesi, kadın hakları ve eğitimde fırsat eşitliği gibi
konularda yararlı etkileri olmuştur. Ayrıca, Türkiye’de siyaset, ekonomi,
basın-yayın, yönetim sahasında bazı başarılı şahsiyetler, yabancı ve azınlık
okullarında yetişmiştir.
Osmanlı Devleti, yüzyıllar boyunca; Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında çok çeşitli milletleri, toplumları, çeşitli din ve mezhep mensuplarını
yönetebilmiş bir dünya devletiydi. Bu anlayış yüzyıllar içerisinde, gerek
Türk tarihinin enginliklerinden gerekse İslâmiyet’in hoşgörü anlayışından
kaynaklanıyordu. Çok geniş coğrafyalarda, uzun ömürlü, çeşitli milletleri
ve inançları bir arada yaşatma, herkese saygı ve barış içerisinde muamele
etme hoşgörüsü ancak Türklere mahsus zengin bir uygulamadır. Ermeni
toplumu, yüzlerce yıl Türkler ile bir arada yaşayarak varlıklarını tam bir
güvenlik içerisinde sürdürmüşlerdi. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından bu
tarafa geçen süre içerisinde eski Osmanlı ülkelerinde, 40-45 kadar devlet
ya da topluluk ortaya çıkmıştır. Birçoğu halâ Türkün adaletini, eski yüzyılların huzur ve barış ortamını aramaktadır.
28 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, C. VII, Ankara 1988,
s.193.
87
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Kaynakça
Dağlı, Mustafa, Anadolu’da Kurulan Yabancı Okullar ve Tesirleri, Basılmamış
Doktora Tezi, Erciyes Üniversitei Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri
1990.
Ergin, Osman, Türkiye Maarif Tarihi, Eser Matbaası, C. I-II, İstanbul 1977.
Ergün, Mustafa, II. Meşrutiyet Devrinde Eğitim Hareketleri (1908-1914), Ocak
Yayınları, Ankara 1996.
Eroğlu, Hazma, Türk İnkılap Tarihi, MEB Yayınları, İstanbul 1982.
Ertuğrul, Halit, Azınlık ve Yabancı Okulları Türk Toplumuna Etkisi, Nesil Yayınları,
İstanbul 1998.
Eryılmaz, Bilal, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Tebanın Yönetimi, Risale
Yayınları, İstanbul 1990.
Halaçoğlu, Yusuf, Ermeni Tehciri, Babıâli Kültür Yayınları, 7. Baskı, İstanbul 2005.
Haydaroğlu, İlknur Polat, Osmanlı İmparatorluğu’nda Yabancı Okullar, Ankara
1993.
İlter, Erdal, Ermeni Meselesi’nin Perspektifi ve Zeytun İsyanları (1780-1880), Ankara
1988.
Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1988.
Kocabaş, Süleyman, Ermeni Meselesi Nedir, Ne Değildir?, Vatan Yayınları, 5. Baskı,
İstanbul 2003.
Kocabaşoğlu, Uygur, Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika, Arba Yayınları,
İstanbul 1989.
Kılıç, Remzi, “Osmanlı Türkiyesinde Azınlık Okulları”, Türk Kültürü, S. 431, Yıl
XXXVII, Ankara Mart 1999.
Sevinç, Necdet, Ajan Okulları, İstanbul 1975.
Şimşir, Bilal, “Ermeni Propagandasının Amerikan Boyutu Üzerine”, Tarih Boyunca
Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk
Üniversitesi Yayınları, Ankara 1985.
Tozlu, Necmettin, Kültür ve Eğitim Tarihimizde Yabancı Okulları, Akçağ Yayınları,
Ankara 1991.
White, George E., Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerika Koleji
Hatıraları, Terc. Cem Tarık Yüksel, Enderun Kitabevi, İstanbul 1995.
Vahapoğlu, M. Hidayet, Osmanlıdan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları, Ankara
1990.
88
AFYONKARAHİSAR’DA ERMENİLER 1910-1914
(ŞER’İYE SİCİLLERİNE GÖRE)
Prof. Dr. Sadık SARISAMAN
Afyon Kocatepe Üniversitesi Tarih Bölümü
E-mail: [email protected]; Tel (GSM): 0 542 742 14 93
Özet
Ermeni meselesi her ne zaman konunun uzmanları tarafından anılsa öncelikle Birinci Dünya Savaşı ve tehcir akla
gelmektedir. Bu çalışmada Afyonkarahisar özeline inilerek
Birinci Dünya Savaşı öncesinde Müslümanlarla Ermeniler
arasındaki ilişkiler incelendi. Afyonkarahisar sancağında
yaşayan Ermenilerin büyük çoğunluğunun Afyonkarahisar şehir merkezinde oturdukları ve Türk kültür unsurlarından büyük oranda etkilenmiş oldukları görüldü.
Prof. Dr. Sadık SARISAMAN
Giriş
Türk-Ermeni ilişkileri özellikle Türklerin, Anadolu’yu yurt edinmelerinden sonra gelişme gösterdi. Türk idaresi öncesinde Ermeniler Bizans
egemenliği altındaydılar. Bizanslılar, Ermenilerin Ortodoks mezhebine
geçmelerini temin edebilmek için onlar üzerinde baskı uyguladılar. Hatta
göçe zorladılar. Ermeniler, Türk idaresi sayesindedir ki baskıdan kurtulup
hoşgörülü bir ortam içerisinde yaşamaya başladılar. Bu durum dinî ve millî
kimliklerini rahatça ifade edebilme ve koruyabilme imkânı tanıdı.
Aslında Osmanlı Devleti’nin, din veya kültür birliği oluşturmak gibi
herhangi bir asimilasyon politikaları yoktu. Sadece Ermeniler değil, bütün
gayrimüslimlerden devletin beklentisi, başta devlete tâbi olarak isyan girişiminde bulunmamaları ve bunun yanı sıra vergilerini ödemeleriydi. Bu
temel kurala uyan gayrimüslimler üzerinde devletin herhangi bir baskısı
söz konusu değildi. Bilakis kişilerin mümkün olduğu kadar fazla kazanması ve dolayısıyla devlete fazla vergi ödemesinin sağlanması hedeflenmişti.
Bu genel politika doğrultusunda Ermeniler de her hangi bir baskı ile karşılaşmamışlar, buna karşılık devlet güvencesi altında çeşitli sanat ve ticaret
kollarında faaliyet göstererek zenginleşmişlerdi. Türklerin bu hoşgörülü
idareleri Ermenileri Türklerle yakınlaştırdı. Türk dili ve kültüründen fazlaca etkilendiler.
1453 yılında İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet’in temel politikası Katoliklik dışındaki Hıristiyan mezheplerini himayesi ve kontrolü
93
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
altına almaktı. Fatih bu doğrultuda 1461 yılında Bursa’daki Ermeni Metropoliti Ovakim’i İstanbul’a getirerek İstanbul Ermeni Patrikliğini kurdurdu. Ermeniler ticaret, bankerlik ve zanaatkârlıkla uğraştıkları için giderek
İstanbul’da ve diğer şehirlerde toplanmaya başladılar. Ermenilerin şehir
merkezlerinde toplanmaları, şehirlerin ihtiyaçlarını karşılamayı esas alan
Osmanlı Devleti’nin politikalarına da uygun düşüyordu.
Türklerle Ermeniler arasında XIX. yüzyıla kadar belirgin bir rahatsızlık yaşanmadı. Özellikle 1878 tarihli Berlin Anlaşması’ndan sonra Ermeniler dış devletlerin müdahaleleri ile bağımsız bir devlet kurabileceklerine inanmaya başladılar. Ermeni terör örgütlerinden Hınçak’ın 1886’da
Cenevre’de, Taşnak Sütyun Cemiyeti’nin de 1890’da Tiflis’te kurulmuş
olması, Ermenilere verilen dış desteklerin yönünü de göstermekte idi. Ermenilerin Avrupa ve Rusya merkezli tahriklere maruz kaldıkları açıktı.
1882 yılından itibaren küçük çaplı olarak başlayan Ermeni olayları 1890’dan sonra giderek büyüme eğilimi gösterdi. Olaylar İkinci
Meşrutiyet’in ilânı ile beraber bir ara hız keser gibi olduysa da Birinci
Dünya Savaşı sırasında yeniden alevlendi. Savaş ortamından istifade ile
Anadolu’da çok sayıda Ermeni ayaklanması patlak verdi. Osmanlı Devleti, ülke içerisindeki bu karışıklıklarla beraber savaşı sürdüremezdi. Çünkü,
kuvvetlerinin önemli bir bölümünü ayaklanmaların bastırılmasına ayırmak
zorunda kalıyordu. Bazı bölgelerde isyanlar bastırılmasına rağmen başka
bölgelerde yeni ayaklanmalar çıkmaktaydı. Osmanlı Devleti sürekli kendisini meşgul edecek olan bu tür bir problemin ilâ nihaye devam etmesine
izin veremezdi. Nihayet dönemin yetkilileri Tehcir kararını almak ve uygulamak zorunda kaldılar.
Biz bu çalışmamızda Türk-Ermeni ilişkilerine farklı bir yaklaşım getirmek istedik. Çünkü, Türk-Ermeni ilişkilerini genel hatları ile irdeleyen pek
çok çalışma mevcuttur. Fakat, özele inen araştırmaların sayısı çok yetersizdir. Bu yüzden belirli bir dönem için Afyonkarahisar özeline inerek TürkErmeni ilişkilerini irdelemek istedik. Bunun için de Türk-Ermeni ilişkileri
açısından sürekli tartışmalara konu olan Birinci Dünya Savaşı döneminin
hemen öncesini seçtik. Zira, biz bu çalışma ile en azından Afyonkarahisar
sancağı dahilinde tehcir öncesinde Türk ve Ermeni halklarının birbirlerine
karşı tutumlarını ortaya koymaya çalışacağız. Türk-Ermeni ilişkileri ile ilgili bu tür bölgesel ve derinlemesine çalışmalar arttıkça, parçadan bütüne
gidilmek suretiyle daha ciddi ve gerçekçi sonuçlara ulaşılacaktır.
94
Prof. Dr. Sadık SARISAMAN
1. Nüfus
Osmanlı döneminde Afyonkarahisar’da bulunan Ermeni nüfusuyla ilgili XVI. yüzyıl tahrir defterlerinde bilgilere ulaşmak mümkündür. Söz
konusu kayıtlar incelendiğinde Karahisar-ı Sahip sancağında sadece Afyonkarahisar şehir merkezinde Ermenilerin yaşadığı bunun dışında diğer
kaza ve köylerde hiç Ermeninin bulunmadığı görülmektedir1. Ermenilerin
sonraki yüzyıllarda bazı kazalarda da oturmaya başladığı anlaşılıyor. Ancak, onların ne zaman kazalara yerleşmeye başladıklarını net bir şekilde
tespit edemedik. Bunun için daha geniş çalışmalara ihtiyaç vardır.
Öte yandan XVII. yüzyıldan itibaren Afyonkarahisar şehir merkezinde
Ermenilerin yaşadığı mahallelerde bir artış gözlenmektedir2. Bu durum aynı
zamanda Ermeni nüfusunun artmasına da işaret olsa gerektir. Tanzimat’tan
sonra ise yoğun bir Ermeni nüfus artışından bahsetmek mümkündür. Bu
artış tabii bir nüfus artışından daha farklı görünmektedir. Muhtemelen bu
nüfus artışı, Afyonkarahisar’ın ticaret kapasitesi dolayısıyla başka bölgelerden Ermenilerin gelmiş olabileceğini akla getirmektedir.
XX. yüzyıl başlarında da Ermeniler umumiyetle Afyonkarahisar şehir merkezinde oturuyorlardı. Ancak, Sandıklı’da Dazkırı, Şeyhli ve
Geyikler’de, Bolvadin’de İshaklı ve Çay’da ve Aziziye’de Hanbarçın’da
bir miktar Ermeni yaşamaktaydı3. Afyonkarahisar şehir merkezindeki
Ermenilerin kırsal kesimde gayrimenkûlleri bulunuyordu. Ancak, gayrimenkûllerini kiraya vererek veya ortaklık ve yarıcı usûlüyle işletiyorlardı.
Köylerde yerleşmiş Ermeni yoktu4.
1906 tarihli Hüdavendigâr vilâyeti sâlnamesine göre Karahisar-ı Sahip sancağında toplam 265 469 nüfus yaşıyordu. Bu nüfusun 258 381’i
Müslüman, 6 502’si Ermeni, 586’sı ise Rum idi. Buna göre toplam nüfusun % 97.33’ünü Türkler, % 2.45’i Ermeniler ve % 0.22’sini Rumlar oluşturmaktaydı. Ermeni nüfusun 6 271’i Karahisar merkez ilçesinde, 149’u
Sandıklı kazasında, 8’i Bolvadin kazasında ve 74’ü de Aziziye kazasında
ikâmet ediyorlardı. Rum nüfusun dağılışında ise Sandıklı kazası ilk sırayı
1
2
3
4
438 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Anadolu Defteri (937/1530) I, Ankara 1993, s.136141, 155-211; Başbakanlık Osmanlı Arşivi, (BOA), TD, No. 147; Tapu Kadastro Kuyud-ı
Kadime Arşivi (TK.KKA.), TD, No: 154, 575; MAP, No: 230.
Mustafa Karazeybek, “Osmanlılar Döneminde Afyonkarahisar”, Anadolu’nun Kilidi Afyon, Afyon Valiliği Yayını, Afyon 2004, s.88.
Latif Daşdemir, “Afyonkarahisar’da Türk Yerleşim ve Nüfusu”, Afyonkarahisar Kütüğü I,
Afyon Kocatepe Üniversitesi Yayınları, Afyon 2001, s.266.
BOA, DH.EUM., 2.Şb.68/73.
95
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
alıyordu. Sandıklı’da 392 Rum yaşarken Aziziye’de 114 Rum, Karahisar
kazasında 59 Rum ve Bolvadin’de ise 3 Rum yaşıyordu5.
Justin McCarthy’e göre ise 1912-1914 yılları itibariyle Afyonkarahisar vilâyeti sınırları içerisinde toplam 322 919 kişi yaşamaktaydı. Bu nüfusun 313 699’u Müslüman, 8 415’ü Ermeni, 714’ü Rum, 7’si ise Yahudi’dir.
McCarthy, 84 nüfusu ise diğerleri grubunda zikretmektedir. Onun verilerine göre Ermeni nüfusun genel nüfusa oranı daha da düşüktür. Buna göre
Türk nüfus % 97.14 iken Ermeni nüfus % 2.61, Rum nüfus ise % 0.22
oranındadır6.
Genelkurmayın yayınladığı Türk İstiklâl Harbi adlı esere göre Birinci
Dünya Savaşı başlangıcı Afyonkarahisar vilâyeti dahilinde toplam 235 739
nüfus yaşamaktadır. Bu nüfusun 227 659’u Türk nüfus olup genel nüfusun
% 96.57’sini teşkil etmektedir. İkinci sırada Ermeni nüfus yer almakta olup
Ermenilerin sayısı 7 439’dur. Ermeni nüfusun genel nüfusa oranı ise % 3
155’tir. Rum nüfusa gelince, vilâyet dahilinde toplam 632 Rum yaşamaktadır. Rum nüfusun genel nüfusa oranı ise % 0.268’dir7. Başbakanlık Osmanlı Arşivi kayıtlarına göre ise 1915 yılı itibariyle Afyonkarahisar sancağında yaşayan Ermeni nüfus 7 991’dir8. Görülüyor ki değerlendirdiğimiz
bütün kaynaklar Afyonkarahisar’da Türk nüfus oranını % 96.5’ten aşağı
göstermemektedir.
Afyonkarahisar Ermenilerinin büyük çoğunluğunun Gregorian Ermenileri olduğu anlaşılıyor. Tehcir uygulaması sırasında 7 991 Ermeni’den
5 769 tanesinin tehcire tâbi tutulması bize Afyonkarahisar Ermenilerinin
mezhepleri hakkında değerlendirme yapma imkânı vermektedir. Zira, Katolik ve Protestan Ermenilerin tehcire tâbi tutulmadıkları bilinmektedir.
Şehirde bir de Protestan Ermeni kilisesi bulunmaktadır. Bu bilgilerden hareketle Afyonkarahisar Ermenilerinin yaklaşık % 72’sinin Gregorian Ermenileri olduğunu söylemek mümkün olabilir9.
Ermeni ailelerinin çocuk sayısına baktığımızda ağırlıklı olarak 3-4
çocuklu aileler karşımıza çıkmaktadır. İncelediğimiz döneme ait şeriyye
5
6
7
8
9
96
Hüdavendiğar Vilâyeti Sâlnamesi, 1324 Senesi, 33. def’a, s.606-607; Daşdemir, a.g.m.,
s.267-268.
Justin McCarthy, Osmanlı Anadolu Topraklarındaki Müslüman ve Azınlık Nüfus (Osmanlı
Anadolu’sunun Son Dönemi), Çeviren İhsan Gürsoy, Genelkurmay Başkanlığı Yayınları,
Ankara 1995, s.75, 91, 95, 102, 103.
Türk İstiklâl Harbi II, Batı Cephesi, 5‘nci Kısım 1’nci Kitap, Genelkurmay Başkanlığı
Yayınları, Ankara 1972, s.32.
BOA, DH.EUM., Şb.68/73.
BOA, DH.EUM., Şb.68/73.
Prof. Dr. Sadık SARISAMAN
sicillerinde 38 örnek Ermeni aile üzerinde yaptığımız değerlendirmelere
göre bu ailelerden, on biri 4, sekizi ise 3 çocuk sahibidir. Diğer ailelerin
çocuk sayıları ise şu şekildedir: Dört aile 1 çocuklu, altı aile 2 çocuklu,
dört aile 5 çocuklu, iki aile 6 çocuklu ve üç aile ise 7 çocukludur. Buna
göre Ermeni ailelerin yarısı üç ve dört çocukludur. Aile başına düşen çocuk
ortalaması ise 3 605’tır. Aynı döneme ait 38 Türk ailesindeki değerlendirmemizde ise Türk ailelerinin de ağırlıklı olarak 3 ve 4 çocuklu oldukları
görüldü. Bu ailelerin çocuk sayısı şu şekildedir: Dokuz aile 3 çocuklu, yedi
aile 4 çocuklu, altı aile 2 çocuklu, altı aile 6 çocuklu, dört aile 5 çocuklu,
üç aile 1 çocuklu, iki aile 7 çocuklu ve bir aile ise 10 çocukludur. Türklerde
aile başına düşen çocuk ortalaması ise 3 947’der.
Bu çalışmada değerlendirmeye alınan aile sayıları kesin hüküm vermek için yeterli olmayabilir. Daha sağlıklı yorumlarda bulunabilmek için
çok daha fazla ailenin değerlendirmeye alınması gerekebilir. Ancak yine
de bu çalışmanın Türk ve Ermenilerin çocuk sayılarının kıyaslanmasında
bir fikir verebileceğini düşünüyoruz. Buna göre, Türk aileleri çocuk sayısı
açısından Ermeni aileleri ile benzeşmektedir. Türk ailelerinin Ermeni ailelere kıyasla sadece 0.342’lik bir çocuk fazlaları vardır. Türklerde birden
fazla kadınla evlilik söz konusu olduğundan bu farkın daha bariz olacağı
beklentisi mevcut idi. Ermenilerde ise birden fazla kadınla evli olan hiçbir
aileye rastlanamamıştır. Ermenilerin eşlerinin ölmesi durumunda ikinci bir
kadınla evlendikleri görülüyor10.
2. Afyonkarahisar’da Yaşayan Ermenilerin Kullandıkları Sülale
İsimleri ve Lâkaplar
Aile toplum hayatının temelidir. Toplum hayatının ve sosyal ilişkilerin başlangıç noktasıdır. Aile isimleri ise mensubiyetlerin ve kültürün en
belirgin simgelerindendir. Kişilerin ömürleri boyunca, hatta ebediyete kadar taşıyacakları bu simgeleri seçerlerken kendilerini en iyi şekilde ifade
eden ve anlatan kelimeleri tercih edecekleri açıktır. İsim olarak seçilen bu
kelimeler onların mensubiyetlerinin anahtarı olacaktır. Bazen bir kişi adı,
bazen bir meslek adı, bazen özlem duyulan memleket adı aile ismi olarak
kullanılmaktadır. Dolayısıyla aile isimlerinden hareketle ailelerin meslekî,
ailevî özellikleri ve hatta, asıl memleketleri hakkında bilgi sahibi olunabilmektedir.
10 Afyonkarahisar Şeriyye Sicilleri (AŞS), Defter No: 640, s.173/295.
97
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Afyonkarahisar’da yaşayan en kalabalık gayrimüslim cemaat olan Ermenilerin kullandıkları aile isimleri gayrimüslim ismi ve Türk ismi olmak
üzere iki grupta toplanmıştır. Sicillerden tespit edebildiğimiz kadarıyla.
Ermenilerin sülale adı olarak kullandıkları gayrimüslim isimleri aşağıdaki
şekildedir:
-yan Ekini Alan Sülale İsimleri
Adadyan, Heci Agopyan, Altunyan, Andonyan, Arakilyan, Arapyan,
Arisdelyan, Avadikyan, Avakyan, Arslanyan, Bedikyan, Baronyan, Bedosyan, Bursalıyan, Corcalıyan, Çakalyan, Çekmezyan, Dedeyan, Duhancıyan, Donluyan, Düğmeciyan, Haçikyan, Hancıyan, Heci Kigorkyan, Heciyan, Hobçanyan, Işılyan, Kalohyan, Karabogosyan, Karayan, Kâtipyan,
Kazayan Kostayan, Kürkcüyan, Makaryan, Makriyan, Marangozyan, Martamanyan, Mesrobyan, Mısırlıyan, Mimaryan, Nersisyan, Nikogosyan, Nikosyan, Oskanyan, Papazyan, Pepeyan, Sirobyan;Sarrafyan, Şahbazyan,
Şirinyan, Şişmanyan, Tokatlıyan, Topalyan, Torosyan, Tütüncüyan, Varbatyan, Yılancıyan, Yonikyan
-oğlu Ekini Alan Sülale İsimleri
Aleksanoğlu, Andonoğlu, Arakiloğlu, Aranoğlu, Avakoğlu, Bacakoğlu, Bedikoğlu, Beteroğlu, Botekoğlu, Boyacıoğlu, Bursalıoğlu, Cicakoğlu,
Corcalıoğlu, Çarçakoğlu, Çarıkcıoğlu, Debdaboğlu, Diyarbakırlıoğlu, Diyaroğlu, Elizoğlu, Fodioğlu, Furuncuoğlu, Gemcioğlu, Hatinoğlu, Hazeroğlu, Hecioğlu, Hobçanoğlu, İğnecioğlu, İsayioğlu, İzmirli, Kantarcıoğlu, Karaoğlu, Karakülahoğlu, Kasapbaşıoğlu, Kavukcuoğlu, Keleşoğlu,
Kaplanoğlu, Kılıbosoğlu, Kostioğlu, Köraltunoğlu, Kürekcioğlu, Kürkcüoğlu, Makaroğlu, Manasoğlu, Manisalıoğlu, Manikoğlu, Martamanoğlu,
Mesroboğlu, Mısırlıoğlu, Mimaroğlu, Nebioğlu, Nikogosoğlu, Onanoğlu,
Oskanoğlu, Papazoğlu, Sarıoğlu, Sırmaoğlu, Sobacıoğlu, Şahinoğlu, Şirinoğlu, Doğanoğlu, Tatlıoğlu, Tekbacakoğlu, Terzibaşıoğlu, Tokatlıoğlu,
Tombakoğlu, Topaloğlu, Torkumoğlu, Tosunoğlu, Tufanoğlu, Uzunoğlu,
Yagoboğlu, Yarıcıoğlu, Yazıcıoğlu, Yementioğlu, Yoğurtcuoğlu
Yukarıdaki veriler göstermektedir ki Ermeniler sülale adlarını oluştururken kişinin bağlı olduğu aileyi ve soyu belirten Ermenice -yan eki
yerine yaygın bir şekilde Türkçe oğlu kelimesini kullanmışlardır. Tespit ettiğimiz sülale isimlerinin 75’inde –oğlu eki kullanılırken yalnızca 60’ında
98
Prof. Dr. Sadık SARISAMAN
-yan ekinin kullanılmış olduğu görülmüştür.Yine yukarıdaki bilgiler gösteriyor ki bazı Ermeni aileleri köken belirten Ermenice -yan ve Türkçe
-oğlu eklerini birlikte kullanmışlardır. Arakilyan, Arakiloğlu, Corcalıyan,
Corcalıoğlu gibi.
Ermenilerin, Türklerin taşıdıkları sülale isimlerini de kullandıklarını
görüyoruz. Ermeniler tarafından sülale adı olarak kullanılan Türk isimleri
ise aşağıdaki şekildedir:
Altunyan, Arapyan, Arslanyan, Bursalıyan, Corcalıyan, Çakalyan,
Çekmezyan, Dedeyan, Duhancıyan, Donluyan, Düğmeciyan, Hancıyan,
Bursalıoğlu, Işılyan, Karayan, Kâtipyan, Kürkcüyan, Marangozyan, Pepeyan, Sarrafyan, Şahbazyan, Şirinyan, Şişmanyan, Tokatlıyan, Topalyan,
Torosyan, Tütüncüyan, Yılancıyan, Bacakoğlu, Beteroğlu, Boyacıoğlu,
Bursalıoğlu, Cicakoğlu, Corcalıoğlu, Çarçakoğlu, Çarıkcıoğlu, Debdaboğlu, Diyarbakırlıoğlu, Furuncuoğlu, Gemcioğlu, Hazeroğlu, İğnecioğlu, İzmirli, Kantarcıoğlu, Karaoğlu, Karakülahoğlu, Kasapbaşıoğlu,
Kavukcuoğlu, Keleşoğlu, Kaplanoğlu, Kılıbosoğlu Köraltunoğlu, Kürekcioğlu, Kürkcüoğlu, Manasoğlu, Manisalıoğlu, Mısırlıoğlu, Mimaroğlu,
Nebioğlu, Sarıoğlu, Sırmaoğlu, Sobacıoğlu, Şahinoğlu, Şirinoğlu, Doğanoğlu, Tatlıoğlu, Tekbacakoğlu, Terzibaşıoğlu, Tokatlıoğlu, Tombakoğlu,
Topaloğlu, Torkumoğlu, Tosunoğlu, Tufanoğlu, Uzunoğlu, Yarıcıoğlu, Yazıcıoğlu, Yementioğlu, Yoğurtcuoğlu
Bütün bu sülale isimleri dikkate alındığında ilginç bir durum karşımıza
çıkıyor. O da Ermenilerin kendilerine has sülale isimleri yerine Türklerin
kullandıkları sülale isimlerini daha fazla tercih etmiş olmalarıdır. Biz bu
araştırmaya başlarken Ermenilerin Türk isimlerini de kullandıkları genel
bilgisine vakıftık. Ancak böyle ilginç bir sonuçla karşılaşabileceğimizi hiç
tahmin etmemiştik.
Sülale isimleri, Ermeni ailelerinin Afyonkarahisar’a nerelerden gelmiş
olabilecekleri konusunda da bize fikir vermektedir. Örneğin Bursalıyan,
Bursalıoğlu, Diyarbakırlıoğlu, İzmirli, Manisalıoğlu, Tokatlıyan Tokatlıoğlu, Mısırlıoğlu gibi sülale adları bu ailelerin atalarının Afyonkarahisar’a
söz konusu yerlerden gelmiş olabileceğini düşündürmektedir.
Yine sülale isimlerinde yer alan bazı ifadelerden Ermenilerin meslekî
durumları hakkında da bazı tespitler yapılabilmektedir. Kayıtlar arasında
geçen Altunyan, Duhancıyan, Düğmeciyan, Hancıyan, Kâtipyan, Kürkcüyan, Marangozyan, Mimaryan, Mimaroğlu, Sarrafyan, Tütüncüyan, Yılancıyan, Boyacıoğlu, Çarıkcıoğlu, Furuncuoğlu, Gemcioğlu, İğnecioğlu,
99
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Kantarcıoğlu, Kasapbaşıoğlu, Kavukcuoğlu, Kürekcioğlu, Kürkcüoğlu,
Papazoğlu, Sobacıoğlu, Tatlıoğlu, Terzibaşıoğlu, Yarıcıoğlu, Yazıcıoğlu,
Yoğurtcuoğlu gibi isimler aile adlarıyla söz konusu meslekler arasında bir
bağlantı bulunduğuna işaret etmektedir.
Bunların dışında belki de en çok rastlanılan sülale adları ise daha çok
önceki nesillerden bir şahsın ismiyle adlandırılarak oluşmaktadır. Bazen
de sülale isimleri aile bireylerinden birinin bazı özellikleri veya herhangi
bir özrüyle ilgili olabilmektedir. Kelbogosoğlu, Topaloğlu gibi sülale adları bunlardandır.
İncelediğimiz şer’iye sicil kayıtlarında Ermenilerin, Türklerin kullandıkları Kara, Kel, Topal, Pepe, Şişman, Boyacı, Yoğurtcu lâkaplarını kullandıkları görülmektedir. Bu lâkapların tamamının Türkçe olması ayrıca
dikkat çekici bir husustur11.
3. Ermeni Erkek Adları (1910-1914)
Değerlendirmeye aldığımız sicillerden tespit edebildiğimiz kadarıyla
Afyonkarahisar’da Ermenilerin kullandıkları erkek isimler şunlardır: Abraham, Agop, Agya, Aharon, Aksabet, Andon, Apel, Arakil, Aram, Araysak,
Aristakes, Armenak, Arsinakis, Artin, Atam, Avadik, Avadis, Avdis, Okas,
Bogos, Bedros, Pervand, Çorek, David, Dikran, Eliz, Esteban, Gavonte,
Gazar, Gazaros, Hacik, Haçador, Hayk, Hayrabet, Hayazıt, Harazat, Horan, Homayak, İsador, İsayi, İshak, Kalos, Kaloset,, Karabet, Karakin,
Karnik, Kaspar, Kılıbos, Kigork, Kirkor, Kostanti, Ligon, Lutfik, Maksud,
Manuk, Manas, Manyas, Mardiros, Markara, Mıgırdıç, Mihail, Mikail,
Misak, Mosis, Murat, Nazrat, Nikofor, Nikogos, Nikos, Nişan Avgos, Ohan,
Ohannes, Oseb, Obek, Penik, Rapail, Sahak, Serabyon, Serkiz, Sirob, Simon, Sorob, Surayek Tatlı, Tekfur, Takor, Toma, Toros, Vartan, Varnik, Zakarya
Ermenilerin erkek isimlerinde Türk adları da kullandıkları görülmektedir. Bizim incelediğimiz sicillerde Ermenilerin Kılıbos Murat, Mercan,
Tatlı, Maksud, Manas, Manyas, Nişan adlarını kullandıkları görülmüştür.
92 erkek adından 8 tanesi Türklerin de kullandıkları isimlerden oluşmaktadır. Diğer bir ifade ile bizim değerlendirdiğimiz sicillerdeki Ermeni erkek adlarının % 8.695’i Türk isimlerinden oluşmaktadır. Elbette bu kısıtlı
11 AŞS, Defter No: 647, s.48/12.
100
Prof. Dr. Sadık SARISAMAN
bilgiler bize kesin bir hüküm verme imkânı tanımazsa da fikir verebilir
kanaatindeyiz.
Ermenilerin en yoğun olarak kullandıkları erkek isimleri Agop, Artin,
Kigork ve Serkiz’dir. Bu isimleri Ohannes, Karabet, Esteban gibi isimler
takip etmektedir. Ayrıca semavî dinlerin hâkim olduğu toplumlarda farklı
şekillerde kullanılan din kaynaklı Abraham (İbrahim), İsayi (İsa), David
(Davut) gibi isimleri Ermenilerin de sıkça kullandığı görülüyor.
Bunların yanı sıra dinî menşeli Heci ünvanının sıkça kullanıldığı görülmektedir. Bu kelime sicillerde umumiyetle Heci bazen de Hacı şeklinde geçmektedir. Müslümanların hac görevini yerine getirdikten sonra elde
ettikleri bu paye ile karıştırmamak için Ermenilerin bu ünvanı Osmanlılar
döneminde umumiyetle Heci şeklinde kayıtlara geçirilmiştir.
Ermeni isimleri konusundaki tespitlerimizden bir tanesi de sülale isimlerine nazaran özel isimlerinde Türk adlarını daha az tercih etmiş olmalarıdır. Oysa sülale adlarında çoğunlukla Türk adları kullanmışlardı.
4. Ermeni Kadın Adları (1910-1914)
Şer’iye sicillerinden tespit edebildiğimiz kadarıyla Afyonkarahisar’da
Ermenilerin kullandıkları kadın adları şunlardır: Agoni, Anna, Antaran, Armenohi, Arosyak, Arasyak, Azino, Aznif, Azadohi, Beromya, Davise, Dikranohi, Dirohi, Giregi, Gülizar, Gülperi, Haykohi, Haykanos, Horobsima,
Horosya, Horose, Kader, Kalliye, Kereke, Karani, Luseper, Lusye, Makrohi, Maryem, Mariya, Meronik, Marta, Marice, Melekne, Mihrib, Novaret,
Pilok, Pelozik, Perozik, Serpohi, Sima, Sofik, Sofike, Sorik, Sogma, Sultan,
Sultana, Sümrüd, Şehnar, Şehnaz, Takohi, Takos, Vartohi, Zarohi, Zümrüd
Bunlardan Maryem ve Mariya adları dinî kaynaklı olup Türklerde Meryem olarak kullanılan ismin aynısıdır. Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem’e
atfen bu isim verilmektedir.
Ermeni kadınların çok sayıda Türk ismi kullandıkları görülüyor. Sicillerden tespit edebildiğimiz kadarıyla Afyonkarahisar’daki Ermeni bayanların kullandıkları Türk isimleri şunlardır: Enise, Gülizar, Gülperi, Nazlı,
Nurise, Şahnar, Kader Melekne, Sultan, Sultana Sümrüd, Şehnar, Şehnaz,
Zümrüd.
Şer’iye sicillerindeki isimler üzerinde yapılan inceleme sonucunda
Ermeni kadınlarının en fazla Maryem adını kullandıkları anlaşıldı. Bunu
Aksabet, Anna, Horopsima, Pelozik, Serpohi, Sultana (Sultan), Şehnar gibi
101
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
kadın isimleri takip etmektedir. 54 bayan adının 14 tanesi Türklerin de
kullandıkları isimlerdir. Sicillerdeki veriler esas alındığında, Ermeni kadınların kullandıkları isimlerin yaklaşık % 25.9’unun aynı zamanda Türk
ismi olduğu anlaşılmaktadır.
5. Ermenilerin Yaşadıkları Mahalleler
Ömer Fevzi Atabek’in aktardığı rivayet düzeyindeki bilgilere göre Ermeniler Afyonkarahisar’a ilk olarak Sultan Divânî zamanında yedi hane
olarak gelip yerleşmişler ve daha sonra da sayıları artmıştır12. Rivayetler
dışında Ermenilerin yaşadığı mahallelerle ilgili en eski bilgilere XVI. yüzyıl tahrir defterlerinde rastlamaktayız.
Afyonkarahisar’daki gayrimüslimlerin Tanzimat dönemine kadar genellikle dinî veya etnik adlarıyla anılan mahallelerde yaşadıkları görülmektedir. Tanzimat’tan sonra bu mahallelerin varlıklarını sürdürdüğü fakat pek çok gayrimüslimin de Müslümanlarla aynı mahallelerde yaşamaya
başladığı anlaşılmaktadır.
Ermeniler, XVI. yüzyılın ilk yarısına ait kayıtlarda verilen bilgilere göre Ermeniyan adı verilen mahallede yaşamaktadırlar. Aynı yüzyılın
sonlarında ise Ermeniyan mahallesinden Kilise mahallesi adıyla yeni bir
mahallenin ayrıldığı anlaşılmaktadır. Böylece Afyonkarahisar’daki Ermeniler iki mahallede yaşamaya başlamışlardır. Bu yeni mahallenin adı 1572
yılına ait kayıtlarda Kilise mahallesi, 1575 yılına ait kayıtlarda ise kilisenin
adına ve bulunduğu mevkie atfen Mahalle-i Kilisa-yı Ermeniyan13 şeklinde zikredilmektedir Ermeni mahallesi sayısının ikiye yükselmesi Ermeni
nüfusunun önemli oranda arttığı düşüncesini oluşturmaktadır.
XVI. yüzyılın ilk yarısında merkez kazadaki toplam mahalle sayısı ise
34’tür14. Ermeni mahallesi, XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren döneme ait kayıtlarda Nasârâ mahallesi adıyla geçmektedir. Ancak, XVI. yüzyıldan itibaren Ermenilerin Türk mahallelerinde de yaşamaya başladıkları
tespit edilmiştir. XVI. yüzyılın sonları ve XVII. yüzyıla ait bazı mahkeme
sicil kayıtlarında Ermenilerin Doğancı mahallesinde de yaşadıklarına dair
12 Ömer Fevzi Atabek, Afyon Vilâyeti Tarihçesi, Hazırlayan Turan Akkoyun, Afyon Kocatepe
Üniversitesi Yayını, Afyon 1997, s.119.
13 Üçler Bulduk, XVI. Asırda Karahisâr-ı Sâhip Sancağı, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı, Ankara 1993,
s.102.
14 Karazeybek, a.g.m., s.87.
102
Prof. Dr. Sadık SARISAMAN
kayıtlar mevcuttur15. 1 Ekim 1674 (H.1085) tarihli bir mahkeme kaydında
ise Nasara, Tacahmet, Kefere, Yukarıpazar ve Hisarönü mahallelerinde
oturan Ermenilerden bahsedilmektedir16.
1842-1851 tarihleri arasını kapsayan bazı kayıtlardan Tanzimat dönemiyle beraber gayrimüslimlerle Müslümanların eskisine nazaran daha yoğun olarak aynı mahallelerde yaşamaya başladığını anlamaktayız. Nitekim
bu dönemde Ardıç, Zâviye-i Sultan, Hisarönü, Karakâtib, Molla Bahşî,
Doğancı(lar), Tâc Ahmet, Yukarı Pazar ve Câmi-i Kebîr mahallelerinde
Ermenilerle Müslümanların birlikte yaşadıkları anlaşılmaktadır17. Ermeniler kendi mahalleri olan Nasârâ mahallesi dışında dokuz ayrı mahallede de
ikâmet eder duruma gelmişlerdir.
XIX. yüzyılın son çeyreğinde Afyonkarahisar’da toplam 79 mahalle
bulunmaktaydı H.1293-1314/M.1876-1896 tarihli kayıtlardan anlaşıldığı
kadarıyla söz konusu mahalleler şunlardır:
Akmescid, Arapmescidi(Arap Mescidi), Ardıç, Aziziye, Baldede
Başçeşme, Bedrik, Bekirağa, Burmalu, Cami-i Kebir, Canbaba, Cansız,
Cenkçi, Çavuşbaşı, Çavuşlar, Çavuşoğlu, Çerçel, Dâ-i Recep, Damardı,
Demir Yalayan, Devedede, Doğancı, Efecik, Egeste, Fakih Paşa, Gökçe,
Gül, Günbatı, Gündoğmuş, Hacı (Heci) Murat, Hacı Abdurrahman, Hacı
Ali Oğlu, Hacı Arab, Hacı Evtal, Hacı Eyyüb, Hacı İsmail, Hacı Mahmud,
Hacı Mustafa, Hacı Nasuh, Hacı Nuh, (Hacı) Nureddin, Hacı Suhte, Hacı
Yahya, Heci David, Hisarardı, Hıristiyan, İbik, İğneli, Kadınana, Kahil,
Kal’a, Karakâtip, Karaman, Karamanoğlu (Abdurrahim Mısrî), Kavaklı,
Kayadibi, Kestemend, Kırklar Makamı, Kubbelü, Kumluk, Marulcu, Mecidiye, Medli, Molla Bahşi, Nakilci, Nurcu, Sahablar, Sinan Halife, Sinan Paşa, Siyahlar, Sobtoros (Sorobtoros), Sofular, Tac Ahmet, Taşkapulu,
Taşpınar, Voyvoda, Yukarı Pazar, Zâviye (Zaviye-i Sultan)18.
XIX. yüzyılın son çeyreğinde Müslümanların ve gayrimüslimlerin
birlikte oturdukları mahalle sayısında ciddi bir artış söz konusudur. Bu
dönemde gayrimüslimler Canbaba, Devedede, Gül, Günbatı, Hacı (Heci)
Murat, (Hacı) Nûreddin, Hıristiyan, Heci David, İğneci, Kadınana, Sobtoros (Sorobtoros) mahallelerinde yogun olarak ikâmet ediyorlardı. Câmi’-i
Kebîr, Hacı Arab, Hacı Mahmud, Hacı Nûh, Kal’a, Kırklar Makâmı, Kubbelü, Mecidiye, Taşpınar, Yukarı-Pazar ve Zâviye (Zaviye-i Sultan) ma15
16
17
18
Karazeybek, a.g.m., s.88.
AŞS, Defter No: 514, s.18b/89.
Karazeybek, a.g.m., s.93.
Karazeybek, a.g.m., s.93.
103
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
hallelerinde ise Müslümanlarla birlikte oturuyorlardı19. Görüldüğü üzere
şehirdeki 22 mahallede farklı oranlarda gayrimüslim yaşamaktadır ki, bu
durum söz konusu dönemde gayrimüslim nüfusun artış eğilimi gösterdiğine işaret etmektedir. XIX. yüzyıl sonları ve XX. yüzyıl başlarında gelişen
ulaşım imkânları, özellikle demiryolu ulaşımı ile Afyonkarahisar’ın ticarî
potansiyelinin artmasının gayrimüslim nüfusun artışında etken olduğu
söylenebilir.
1910-1914 yılları arasındaki dönemin şer’iye sicillerine göre ise Ermeniler toplam 16 mahallede oturmaktaydılar. Ancak Ermenilerin yaşadığı
mahallelerin tamamının bunlar olduğunu iddia etmek mümkün olmayabilir. Zira, bizim tespitlerimiz mahkemeye akseden davalarla ilgili bilgilere
dayanmaktadır. Düşük bir ihtimal olmakla beraber Ermenilerin söz konusu
16 mahalle dışındaki mahallelerde de yaşamış olabilecekleri düşünülebilir.
Yine bu döneme ait sicillerde görebildiğimiz kadarıyla Ermeni nüfusun
en yoğun olduğu yer Sorob Toros mahallesidir. Ermenilerle ilgili olan 107
davanın 38 tanesinin Sorob Toros mahallesinde ikâmet eden Ermenilere
ait olması bu iddiamızı doğrular niteliktedir. Ermenilerce açılan davaların
% 35.514’ü Sorop Toros mahallesinde ikâmet eden Ermenilerle ilğilidir.
Sorop Toros mahallesini 12 dava ile Kadınana, 9’ar dava ile Hacı Murat
ve Mecidiye mahalleleri takip etmektedir. Bu 16 mahalle açılan dava sayısı sırasına göre şu şekilde sıralanmaktadır: Sorop Toros, Kadınana, Hacı
Murat, Mecidiye, Gül, İğneci, Kırklar Makamı, Hacı Davut, Molla Bahşi,
Canbaba, Hacı Nurettin, Zaviye Sultan, Hacı Arap, Kubbeli ve Günbatı
mahalleleridir20.
İncelediğimiz sicillerde Ermenilerin ikâmet ettiğine dair kayıtlara rastlanmayan, ancak 1900’lü yılların başlarında Ermenilerin yaşadığı bilinen
başka mahalleler de bulunmaktadır. Bu mahalleler, Ardıç, Cami-i Kebir,
Kırklar Makamı, Tac Ahmet ve Hacı Mahmut, Kale, Hacı Nuh, Taşpınar,
Yukarıpazar mahalleleridir. Şer’iye sicillerindeki kayıtlara göre tam bir sonuca ulaşmak mümkün olmasa da bu durum Ermenilerin yaşadığı mahalle
sayısının azaldığına işaret edebilir. Tehcir uygulaması ile Ermeni nüfusunun büyük oranda nakledildiği dikkate alınırsa Ermenilerin oturdukları
mahallelerin sayısının azalması da anlaşılabilir bir durumdur.
19 Karazeybek, a.g.m., s.94.
20 AŞS, Defter No: 640, 641, 642, 643, 644, 645.
104
Prof. Dr. Sadık SARISAMAN
6. Gayrimüslimlerin Hukukî Meseleleri ve Şer’iye Mahkemeleri
6.1. Vekaletname İşlemleri
Bugünkü noterlerde yapılan vekâletname işlemleri Osmanlı Devleti’nde
şer’iye mahkemelerinde gerçekleştiriliyordu. Bu iş için Ermeniler de Müslümanlar gibi şer’iye mahkemelerine gidiyor ve kadı huzurunda vekâletname bırakıyorlardı. Biz vekâletname bırakılması konusunda 70 davaya
rastladık. Bu 70 davanın 58’inde Ermeniler, Ermeniyi vekil bırakırken 9
davada Ermeniler, Türkleri vekil bırakmıştır. Üç davada ise Türkler Ermenileri vekil bırakmıştır. Ermeniler, genellikle vekâlet tayininde kendi
milletlerinden olan kişileri seçmelerine rağmen azımsanmayacak bir oranda da Türkleri vekil bıraktıkları görülüyor. Ermenilerin Türkleri vekil bıraktıklarına dair bir örnek vermek gerekirse Canbaba mahallesinden Hace
Aksabet binti Haci Esteban hukukî işlerini takip etmek üzere dava vekillerinden İzzet Efendi ibni İsmail Efendi’yi vekil tayin etmiştir21. Türklerin
Ermeniyi vekil bıraktığı davalara örnek olarak ise Sandıklı kazasının Çakır
mahallesinden Manavzade Ahmet Efendi ibni Ali Efendi’nin mahkemedeki işleri ile ilgili olarak dava vekillerinden Dedeyan Artin Efendi veledi
Esteban’ı vekil tayin ettiği görülmektedir22.
6.2. Miras Paylaşımı
Afyonkarahisar’daki Ermenilerin miras paylaşımlarını şer’iye mahkemesinde gerçekleştirdiklerine dair çok sayıda hükme rastladık. Diğer taraftan öteden beri gayrimüslimlerin özel hukuklarında bile şer’iye mahkemelerini tercih ettikleri de bir gerçekti. Gayrimüslimler kendi aralarında karar
almak yerine hukukî işlerinin devletin onayında ve garantisinde olmasını
arzu ediyorlardı.
Miras paylaşımıyla ilgili incelediğimiz bütün davalarda, Ermenilerin
miras paylaşımının Müslümanların miras paylaşımı ile aynı olduğu görülmüştür. Yani erkek çocuğa iki pay verilirken kız çocuğa bir pay verilmektedir. Örneğin Mecidiye mahallesinden Diyaroğlu Heci Gazar veledi Mosis veledi Kirkor’un veraseti paylaştırılırken kızları Marien ve Dikroni’ye
7’şerden 14 sehm(pay), oğulları Nazrat ve Karnik’e ise 14’er sehmden 28
sehm verilmiştir23.
21 AŞS, Defter No: 641, s.53/467.
22 AŞS, Defter No: 645, s.55/85.
23 AŞS, Defter No: 645, s.8/13.
105
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Veraset davalarında mahkeme, verasetin içeriğini onaylayan bir ilmühaberin bulunmasını şart koşmaktadır. Ermenilerin veraseti meselesinde
bu ilmühaber millet kethüdası ve mahalle ihtiyar heyeti tarafından düzenlenmektedir. Örneğin Mecidiye mahallesinden Işıloğlu Tekfur veledi
İstepan veledi Heci Gazar’ın 4 Haziran 1915 tarihinde askerlik görevini
yaparken vefat ettiğinde söz konusu ilmühaber Ermeni milleti kethüdası
Ohannes ve Mecidiye mahallesi muhtarı Kigork ve mahalle ihtiyar heyeti
üyelerinden Gagos Papazyan Veledi Kigork ve Karabogosoğlu Nazret veledi Simon tarafından hazırlanmıştır. Görüldüğü üzere kişinin tanınması
açısından millet kethüdası, mahalle muhtarı ve ihtiyar heyetinden iki kişi
tarafından ilmühaber hazırlanmaktadır. Ölen kişi Ermeni olduğundan doğal olarak onunla ilgili ilmühaberin de Ermeniler tarafından hazırlanması
uygun olmaktadır24.
6.3. Terekeler
Bu dönemde altı adet Ermeni terekesine rastlanılmıştır. Bu terekelerdeki bilgilerle kesin hükümlere varmak mümkün olmamakla birlikte Ermenilerin tereke başına mal varlıkları 20 722 kuruştur. Müslümanların terekelerine bakıldığında ise tereke başı mal varlığı ortalama 24 343 kuruştur.
Bu sonuca Müslümanlara ait 65 terekenin incelenmesi sonucu ulaşılmıştır.
Müslümanlara ait 65 terekenin 33’ü köylere, 32’isi ise şehir merkezine
aittir. Köy ve şehir ayırımı yapılarak bir değerlendirmeye gidildiği zaman
şehir merkezinde oturanların köylere oranla daha varlıklı oldukları sonucu
ortaya çıkıyor. Şehir merkezinde oturanların mal varlıkları ortalaması 33
318 kuruştur. Köylerde oturanların mal varlıkları ise 15 640 kuruştur. Diğer bir ifadeyle, şehirler köylülerden 2.13 kat daha zengindir25.
Ermenilere ait 6 terekenin 4 tanesinde seccadeye rastlanılmıştır. Müslümanlara ait 65 terekenin sadece 27’sinde seccade bulunmakta olup 38
terekede seccadeye rastlanmamıştır. Diğer bir ifadeyle Müslümanların yarısından fazlasının evinde seccade yoktur. En fazla seccade Çavuşbaş mahallesinden Hacı Hüseyin oğlu Hacı Salih bin Hacı Hüseyin bin Hasan’ın
terekesinde çıkmıştır. Hacı Salih’in terekesinde 13 seccadeye rastlanmış
olup bunlardan bir tanesi makad seccadesi olup ibadet maksadıyla değil
oturma amacıyla kullanılmaktadır26. Köylere ait olan 33 terekeden sadece
24 AŞS, Defter No: 647, s.48/12.
25 AŞS, Defter No: 640, 641, 642, 643, 644, 645.
26 AŞS, Defter No: 644, s.149/878.
106
Prof. Dr. Sadık SARISAMAN
5 tanesinde birer adet seccade çıkmıştır. Geriye kalan 28 terekede seccadeye rastlanmamıştır. Köylere ait terekelerden en büyük meblağa sahip olanı
Ablak köyünden ……ya aittir. 144 000 kuruş tutarındaki bu terekede de
seccadeye rastlanmamıştır27. Ermenilerin evlerinde seccade bulundurmaya
özen gösterdikleri görülüyor. Bu durum, Ermenilerle Müslümanların yakın
komşuluk ilişkisi içerisinde oldukları şeklinde yorumlanabilir.
Ermeni terekelerinin 2 tanesinde cura, keman, kanun, ud gibi müzik
aletlerine rastlanılması Ermenilerin mûsikîye önem verdiklerini gösterir.
Buna karşılık 65 Müslüman terekesinin hiçbirisinde müzik aletine rastlanılmamıştır. Yine 65 Müslüman terekesinin hiçbirisinde özel kütüphaneye
rastlanılmazken 1 Ermeni terekesinde özel kütüphane olduğu görülmektedir28.
6.4. Vasi Tayini
İncelediğimiz şer’iye sicillerinde, kimsesiz Ermeni çocuklarına vasi
tayini hususunda şer’iye mahkemeleri tarafından verilmiş 21 dava ile
karşılaştık. 1 dava da kendine hükmedemeyen babaya vasi tayin edilmesi ile ilgilidir. Mahkeme vasi tayin ettiği kişiye görevlerini hatırlatmakta
ve vasinin bu görevleri yapacağını mahkeme huzurunda beyan etmesini
istemekteydi. Vasi tayin edilen kişinin anılan görevleri yapacağını belirtmesinden sonra mahkeme vasiliği onaylamaktaydı. Bizim değerlendirdiğimiz vesayet tayini ile ilgili 22 davadan 19’unda anne vasi tayin edilmiştir.
Geriye kalan 3 vasi tayininden 2’sinde vesayet amcaya ve 1’inde de oğula
verilmiştir. Annenin vasi tayin edildiğini gösterir davalardan bir tanesi İğneci mahallesinden Soroptoros mahallesinden Avakyan Tokor Efendi veledi Aristakes’in ölümü üzerine küçük oğlu Aristakes’in vasiliğine annesi
Sultan binti Agop getirilmiştir29.
Amcanın vasi tayin edildiği davalardan bir tanesi Mollabahşi mahallesinden Heci Kigorkiyan Karnik veledi Mıgırdıç veledi Heci Kigork’un
ölümü üzerine küçük kızı Horase ile küçük oğlu Agop’un vasi tayini ile
ilgilidir. Mahkeme vasi olarak amcaları Heci Mıgırdıç’ı tayin etmiştir30.
27
28
29
30
AŞS, Defter No: 645, s.107/254.
AŞS, Defter No: 640, 641, 642, 643, 644, 645.
AŞS, Defter No: 645, s.69/107.
AŞS, Defter No: 640, s.82/163.
107
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Oğlun vasi tayinine dair olan dava ise Soroptoros mahallesinden Andonoğlu Heci Karabet Efendi hakkındadır. Heci Karabet Efendi’nin vesayetine oğlu Kostanti tayin edilmiştir31.
Hacı Murat mahallesinden Papazoğlu Agop veledi Heci Sahak’ın küçük kızı Agonik ile ilgili vesayet davasında ise küçük kızın amcaoğlusu
Sobtoros mahallesinden Papazoğlu Sakatil Efendi veledi Karabet vasi tayin edildi32.
Söz konusu mahkeme kararlarından da anlaşılacağı üzere, bir gayrimüslim öldüğünde eğer reşit olmayan küçük çocuğu var ise vesayet öncelikle anne veya babaya, yok ise kardeşlere ve yakınlık derecesine göre
diğer akrabalara verilirdi.
6.5. Mahkemede Şahitlik
Ermenilerle ilgili davalarda umumiyetle Ermenilerin birbirlerine şahitlik yaptıklarını gördük. Örneğin 1 Mart 1918 tarihinde vefat eden Mecidiye mahallesinden Hacı Agopyan Ohannes veledi Kirkor veraset taksimi
için ihtiyar heyetinden gönderilen ilmühaberin içeriğinin meşru olduğuna
dair Hacı Murat mahallesinden Toynakoğlu Bogos veledi Abraham veledi
Bogos, Hacı Davut mahallesinden Corcalıoğlu Artin veledi Kalos veledi Artin ve İğneci mahallesinden Kürkcüoğlu Ohannes veledi Abraham
veledi Ohannes’in şahitlikleriyle karar verilmişti33. Ermeniler birbirlerini
yakından tanıdıkları için birbirlerine şahitlik yapmaları doğal karşılanmalıdır.
7. Ermenilerin Meslekleri
Ermeniler genellikle ticaret veya zanaatkârlık ile uğraşıyorlardı. Ayrıca tıp ve eczacılık alanlarında da etkindiler. Örneğin 1907 yılı itibariyle Afyonkarahisar merkezinde faaliyet gösteren diplomalı 5 doktor ve eczacıdan
4 tanesi Ermeniydi. Bunlar tabip Arapyan Agop Efendi, eczacı Sebetyan
Markara Efendi, eczacı Nersisyan David Efendi ve eczacı Bogodcuyan
David Efendi idi34. Ermenilerin önemli bir bölümünün ticaretle uğraştıkları görülüyor. Sicillerde karşılaştığımız kadarıyla bakkallık yaparken başka
31
32
33
34
AŞS, Defter No: 641, s.315/839.
AŞS, Defter No: 651, s.159/881.
AŞS, Defter No: 651, s.180/913.
Hüdavendiğar Vilâyeti Sâlnamesi, 1325 Senesi, 33. def’a, s.560.
108
Prof. Dr. Sadık SARISAMAN
şehirlerde vefat eden Ermenilerle karşılaşılmıştır. Ermeniler umumiyetle
şehirlerde oturmakla beraber çiftçilikle de uğraşmaktaydılar. Şehirlerin
yakınında ve hatta köylerde tarlaları bulunmaktaydı. Örneğin, kayıtlarda
görebildiğimiz kadarıyla Meymenet köyünde, Ermenilerin tarlaları bulunuyordu35. Ancak, onların tarlalarını bizzat işletmek yerine umumiyetle
yarıcı veya kiraya verme usûlleriyle tasarruf ettiklerini düşünüyoruz.
Afyonkarahisar’da Ermenilerin avukatlık mesleğinde de etkin oldukları görülüyor. Ermeni avukatlar yabancı şirketlerde de görev yapıyorlardı.
Bizim değerlendirdiğimiz kayıtlarda Agop Efendi veledi Kirkor’un Demir yollarında dava vekili (avukat) olarak çalıştığı görüldü36. Yine Kayseri Ermenilerinden Avrailoğlu Atanaş Efendi veledi Yorgaki Efendi de
Afyonkarahisar’da avukatlık yapmaktaydı37.
XIX. yüzyılda Tanzimatla beraber gayrimüslimlerin yüksek oranlarda
gayrimenkûl almaya yöneldikleri ve bazı mesleklerin tasarrufunu ele geçirmeye çalıştıkları görülür. Bu durum şer’iye sicilleri incelendiğinde daha
belirgin olarak ortaya çıkmaktadır.Meselâ 1845 yılına ait şeriyye sicilinde
karşımıza çıkan Kuyumcular sokağında sekiz adet kuyumcu dükkânı Müslüman bir Türk tarafından ayrı ayrı gayrimüslimlere satılmıştır. Bundan
sonra bu mesleğin önemli oranda gayrimüslimlerin tasarrufuna geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
Afyonkarahisar’da Ermenilerin esnaflık mesleği üzerindeki ağırlığını
vurgulayan bir başka vesika Taş Han’ın 1845 yılında yenilenen kira defteridir. Buradan anlaşıldığı kadarıyla hanın kırk üç odasında faaliyet gösteren attar, bezzaz, dikici, haffaf keçeci ve terzilik gibi meslekleri icra eden
esnafın 26’sı Müslüman, 17’si gayrimüslimdir38.
8. Eğitim ve Öğretim
Ermeniler Osmanlı Devleti içerisinde eğitim-öğretim faaliyetlerini
serbestçe yürütebilmekteydiler. Her hangi bir engelleme ile karşılaşmaları
söz konusu değildi.
1901 yılı itibariyle Afyonkarahisar’da üç Ermeni rüştiyesi bulunuyordu. Bu üç rüştiyede yaklaşık 400 öğrenci okumaktaydı. Aynı dönemde ip35
36
37
38
AŞS, Defter No: 647, s.51/15.
AŞS, Defter No: 647, s.65/36.
AŞS, Defter No: 647, s.230/228.
Özer Küpeli, “Afyonkarahisar’da Ticaret”, Afyonkarahisar Kütüğü II, Afyon Kocatepe
Üniversitesi Yayını, Afyon 2001, s.381.
109
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
tidai mekteplere de Ermeni öğrencilerin devam ettikleri muhakkaktır. Ancak, iptidai mekteplerde ne kadar Ermeni öğrencinin öğrenim gördüğünü
tespit edemedik.
Ermeniler çocuklarını kendilerine ait okullarda okutabildikleri gibi
Müslüman öğrencilerin devam ettikleri devlete ait okullarda da okutabiliyorlardı. Çünkü Islahat Fermanı gayrimüslimlere bu hakkı vermişti.
Afyonkarahisar özeline inildiğinde de bu uygulamayı görebilmek mümkündür. Örneğin 1913-1914 eğitim-öğretim yılı itibariyle Afyonkarahisar
İdadisi’nde 4 Ermeni öğrenci öğrenim görmekteydi.
1912-1913 eğitim-öğretim yılında Afyonkarahisar’da altı azınlık iptidai okulu bulunmaktadır. Bunlardan üç tanesi Ermeni üç tanesi de Rum
mektebi olarak kaydedilmiştir. Ancak, biz Kız-Erkek Rum Protestan Mektebi adıyla anılan okula çoğunlukla Ermeni çocuklarının devam etmiş olduklarını düşünüyoruz. Zira, şehirdeki Protestan nüfusun büyük çoğunluğunu
Ermeniler oluşturuyordu. Şehirde Ermenilere ait bir Protestan kilisesinin
bulunuyor olması da bu iddiayı doğrular niteliktedir. Bu yüzden Protestan mektebini Ermeni okulları arasında zikretmenin daha doğru olacağını
düşündük. Bu durumda Afyonkarahisar’da 4 adet Ermeni iptidai mektebinden bahsetmek gerekiyor. Protestan mektebi dışındaki üç mektepten 2
tanesinde kız ve erkek öğrenciler birlikte okuyorlar ve karma eğitim sistemi uygulanıyordu. 1 okul ise sadece erkek öğrencilere hizmet veriyordu.
Protestan mektebinin Yusuf Ilgar’ın, 1909 yılında İngiliz misyoner Jeymis
Maknot tarafından açıldığını söylediği okul olduğunu düşünüyoruz.
1918 yılı itibariyle ise Afyonkarahisar’da ikisi erkek, birisi karma olmak üzere üç Ermeni mektebi bulunmaktadır.
Tespit edebildiğimiz kadarıyla Ermeni çocuklarının devam ettikleri
iptidai okulların kuruluş tarihleri ve öğrenci sayıları ile ilgili bilgiler şu
şekildedir:
1. Kilise Mektebi: Bu mektep Devedede mahallesinde bulunan Ermeni
kilisesinin içerisinde faaliyet gösteriyordu. Okulun kuruluş tarihini tespit
edemedik. Okulda hangi tarihte kaç öğrencinin öğrenim gördüğüne dair
bilgilere de ulaşamadık.
2. Kız ve Erkek iptidai Mektebi: Bu okulun ne zaman açıldığı ve hangi
tarihte ne kadar öğrencisi bulunduğuna dair bilgilere sahip değiliz.
3. Protestan Mektebi: Bu okul İngiliz Misyoner Jeymis Maknot tarafından,1909 yılında açılmış olup iptidai mektep niteliğindedir. İzmir’de
110
Prof. Dr. Sadık SARISAMAN
oturan Misyoner İngiliz Jeymis Maknot, Karahisar-ı Sahib’te Kubbeli mahallesinde sahibi olduğu arsalar üzerinde Kız ve Erkek İptidai Mektebi ile
yanında mabet ve papaz ikâmeti için bir bina yaptırmak istemiştir. Jeymis
Maknot 1908 yılında müracaatta bulunmuştur. Yapılan müracaat Maarif
Nezareti’nin 7 Ekim 1908 tarihli yazısıyla Şu’ra-yı Devlet’e havale edilmiş, 2 Haziran 1909 tarihinde sadrazam tarafından Padişah iradesine arz
edilmiştir. Aynı gün okulun açılmasına izin veren Padişah iradesi çıktığından, bu okulun 1909 veya en geç 1910 yılından itibaren faal olduğunu
söyleyebiliriz.
Ermeni çocuklarının devam ettikleri rüştiyelerin kuruluş tarihleri ve
öğrenci sayıları ile ilgili bilgiler ise şu şekildedir:
1. Erkek Ermeni Mektebi: Rüştiye derecesinde olan bu okul, 1600
(H.1009)yılında ruhsatsız olarak açılmıştır. İlk açıldığında iptidai mektep
niteliğindedir. 1869 tarihli Maarif Nizamnamesi’nin azınlıkların da rüştiye
açabilmelerine imkân tanıyan düzenlemesinden sonra rüştiyeye dönüştürüldüğünü düşünüyoruz. Bu okula 1898-1899 (H.1316-1317) eğitim-öğretim yılında 180 öğrenci devam etmiştir. 1900-1901 (H.1318-1319) eğitimöğretim yılında ise öğrenci sayısı 182’dir. 1895 yılında bu okulda Recep
Efendi adlı bir Müslümanın öğretmen olarak görev yapması ilgi çekicidir.
2. Ermeni Erkek Rüştiye Mektebi: Bu okul da rüştiye derecesinde olup
1882 (H.1300) yılında ruhsatsız olarak açılmıştır. 1898’de (H.1316) 13,
1899’da (H.1317) 130, 1900’de (H.1318) 135 ve 1901 (H.1319) yılında ise
140 öğrencisi bulunmaktadır.
3.Ermeni Kız Rüştiyesi: Bu okul 1892 (H.1310) yılında ruhsatsız olarak açılmıştır. Okulda 1901 (H.1319) yılında 70 öğrenci öğrenim görmekteydi.
1913-1914 eğitim-öğretim yılında Afyonkarahisar’daki Ermeni öğrencilerin sayısının 500 civarında olduğu anlaşılıyor. Net rakam veremememizin en önemli sebebi Protestan öğrencilerden kaynaklanmaktadır.
Protestan öğrencilerin milliyeti bilinmediği için tam sayıları veremiyoruz.
Ancak şehirde toplam olarak 590 gayrimüslim öğrenci olduğu biliniyor.
Bu rakama idadi öğrencileri dâhil değildir. Bu öğrencilerden 329’u erkek
ve 109’u kız olmak üzere 438’inin kesin olarak Ermeni olduğu biliniyor.
Fakat 51’i erkek ve 26’sı kız olan Protestan okulundaki toplam 77 öğrencinin milliyetleri belli değil. Biz bu öğrencilerin kahir ekseriyetinin de
Ermeni olduğunu düşünüyoruz.
111
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Afyonkarahisar’da milliyetlere göre öğrenci durumları dikkate alınırsa Ermenilerde kız öğrenci sayısının toplam öğrenciye oranının % 25 olduğu görülüyor. Diğer bir ifade ile öğrencilerin % 75’ini erkekler oluşturmaktadır. Kız öğrencilerin erkek öğrencilere oranı ise 1/3 şeklindedir. Yani
okullarda üç erkek öğrenciye karşılık bir kız öğrenci bulunmaktadır.
Genellikle Ermeni kökenli olduklarını varsaydığımız Protestan öğrencilerin % 33.76’sını kız öğrenciler, % 66.24’ünü ise erkek öğrenciler
oluşturmaktadır. Diğer bir ifade ile Protestan okulunda iki erkek öğrenciye
karşılık bir kız öğrenci öğrenim görmektedir. Bu bilgilerden hareketle Ermenilerin Protestan grubunun Gregorian grubuna göre kızların tahsil görmeleri konusunda daha titiz davrandıkları sonucuna varılabilir.
Rum öğrenci sayısı ise toplam 75 olup bunun 49’u erkek, 26’sı ise kızdır. Bu bilgiler ışığında Rumlarda kız öğrencilerin toplam öğrenciye oranı
% 34.6’dır. Erkek öğrenciler ise % 65.4 oranındadır. Rum okullarında yaklaşık olarak iki erkek öğrenciye karşılık bir kız öğrenci bulunmaktadır.
Aynı dönemde Afyonkarahisar’daki devlete ait iptidai mekteplerinde
okuyan Müslüman öğrencilerin toplam sayısı 3 917’dir. Bu öğrencilerden
3 592’si erkek, 325’i kızdır39. Buna göre Müslümanlardaki erkek öğrencilerin oranı % 91.7 iken kız öğrencilerin oranı ise % 8.3’tür. Diğer bir ifade
ile 10 Müslüman öğrenciden ancak 1 tanesi kızdır. Ermenilerde bu oran en
aşağı 1’e 3 şeklindeydi. Ermenilerin kız çocuklarını Türklere göre üç kat
daha fazla okuttukları anlaşılıyor.
Bahsedilen dönem itibariyle Afyonkarahisar’da toplam 11 Ermeni
öğretmenin görev yapıyor olması Ermenilerin eğitimin bütün alanlarında
faaliyet gösterdiklerinin açık bir ifadesidir. Bu 11 öğretmenden 8 tanesi
erkek 3 tanesi bayan idi. Okullarda görev yapan 1’i bayan 3’ü erkek toplam 4 Protestan öğretmenin ise milliyeti belli değildir. Yine bu dönemde
Afyonkarahisar’da 2’si bayan ve 1’i erkek olmak üzere 3 de Rum öğretmen görev yapmaktadır40.
Yukarıda verdiğimiz bilgiler gayrimüslim çocuklarına eğitim hususunda hiçbir engelleme yapılmadığı, Bilakis okumalarının teşvik edildiğini
göstermektedir. Ermeni okulunda Müslüman öğretmenlerin ve Müslüman
39 Sâlname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 1316, s.1042-1403; 1317, s.1184-1185; 1318,
s.1322-1323; Sâlname-i Vilâyet-i Hüdavendigâr, 1318 Senesi Def’a 33, s.335-337, 1332;
Yusuf Ilgar, “XX.Yüzyılın İlk Çeyreğinde Afyonkarahisar Şehrinde Eğitim- Öğretim”, VI.
Afyonkarahisar Araştırmaları Sempozyumu (10-11 Ekim-202), Afyon Belediyesi Yayınları, Afyon 2002, s.535.
40 Ilgar, a.g.b., s.540-543.
112
Prof. Dr. Sadık SARISAMAN
okulunda da Ermeni öğretmenlerin görev yapmaları Osmanlı Devleti’nin
göstermiş olduğu engin hoşgörünün bir ifadesidir41.
9. Kiliseler
Afyonkarahisar’da yaşayan gayrimüslimlerin büyük çoğunluğunun
dinsel açıdan Hıristiyan, milliyet bakımından da Ermeni olduğu biliniyor.
Bilindiği gibi Ermeniler genel olarak Gregorian mezhebine mensup oldukları halde Avrupalı devletlerin Osmanlı ülkesinde elde ettikleri ticarî ve
kültürel imtiyazlar çerçevesinde yürüttükleri misyoner faaliyetleriyle bir
kısmı Protestanlaştırılmış, bir kısmı da Katolikleştirilmiştir. Nitekim şehir
merkezinde Protestanlara ait kilise ve okul bulunması misyonerlik faaliyetleriyle oluşan bu mezhepsel değişimin Afyonkarahisar’da da gerçekleşmiş
olduğunu göstermektedir. Bu mezhepsel değişimin sadece Protestanlıkla
sınırlı kalıp kalmadığı konusunda net bilgilere sahip değiliz. Ancak, Afyonkarahisar Ermenileri arasında Katolikliğin de yayılmış olduğuna dair
herhangi bir bilgiye rastlayamadık.
Afyonkarahisar’daki Hıristiyan cemaatin mezhepsel dağılımı konusunda net verilere sahip olmasak da şehir merkezinde çeşitli tarihlerde üç
tane kilisenin inşa edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu kiliselerden birisinin
Protestan kilisesi olduğu bilinmektedir. Kiliselerden en azından bir tanesinin Gregorian kilisesi olduğu da kesindir. Bu üç kilisenenin hangi tarihler arasında birlikte varlığını devam ettirdikleri bilinemiyor. Ancak, 1302
(M.1885) tarihli Hüdavendigâr vilâyeti sâlnamesine göre, merkez kazada
2 kilise bulunmaktadır42. Bu tarihte üç kiliseden bir tanesinin artık faaliyet göstermediği anlaşılıyor. Faaliyet göstermeyen kilisenin Protestan ve
Gregorian kiliseleri dışındaki üçüncü kilise olduğu anlaşılıyor. Fakat, bu
kilisenin hangi mezhebe ait olduğu bilinmemektedir.
Bu kiliselerden en büyüğünün Kale eteklerindeki Meryem Ana Kilisesi olduğu sanılmaktadır. Kilisenin kalıntıları halâ mevcuttur. Bu kalıntılar
Kale mahallesinde Afyonkarahisar kalesinin güney eteğinde bulunan harabe halindeki bir evin temel kısmında bulunmaktadır. Bir avlu ile çevrilmiş olan bu evin müştemilatında kilise kalıntılarının yanı sıra Ermenilere
ait yazılı taşlar ile Bizans dönemine ait işlemeli taşlar bulunmaktadır43.
41 1895 yılında Ermeni iptidai mektebinde Recep Efendi adlı bir öğretmen görev yapıyordu.
Süleyman Gönçer, Afyon İli Tarihi II, Afyon 1991, s.82.
42 Hüdavendigâr Sâlnamesi, 1302 Senesi, Def’a 12, s.478.
43 Afyonkarahisar Arkeoloji Müzesi Envanter Kaydı, Envanter No: 03.00.0/1.0.
113
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Günümüze kalıntıları dahi ulaşamayan diğer kiliselerden birinin Protestan kilisesi olduğu ve Ulu Camii yakınlarında bulunduğu, üçüncü kilisenin
ise günümüzdeki Cumhuriyet İlköğretim Okulu’nun bulunduğu mevkide
olduğu anlaşılmaktadır. 1914 tarihli Afyonkarahisar şehir merkezindeki
mahalleleri, ibadethaneleri ve mezarlıkları içeren harita da bu bilgilerimizi doğrulamaktadır. Bu haritada iki tane kilise gösterilmiştir. Kiliselerden
birisi Meryem Ana Kilisesi olup kale eteğinde yer almaktadır. Diğer kilise
yani Protestan Kilisesi ise Ulu Cami yakınındadır44.
10. Kilise Vakfı
Diğer taraftan Afyonkarahisar’da yaşayan gayrimüslimlerin de Müslümanların vakıf sistemi gibi dinî kurumlar oluşturdukları görülmektedir.
Araştırmalarımızda Kilise Vakfı vakfiyesine ulaşamadık. Ancak, mahkeme
kayıtlarından ve basında yer alan resmî duyurulardan kilise vakfı hakkında
bir kısım bilgiler elde edebildik. Bu kurumla ilgili tespit edebildiğimiz en
eski kayıt Haziran 1740 (H.1153) tarihli bir mahkeme kaydıdır. Söz konusu
kayıtta yer tarifleri yapılırken dolaylı olarak Eski Kuyumcular Çarşısı’nda
Kilise Vakfı’na ait bir dükkândan da bahsedilmesi45, vakfın bu tarihte mevcut olduğunu göstermektedir.
13 Haziran 1784 (H.1199) tarihli bir mahkeme kaydından Kilise evkâfına ait yemeniciler ve yemişçiler içinde dükkânlar46, Nisan 1806 (H.1221)
tarihli bir başka kayıttan ise Yukarı Bedesten’de kiliseye vakfedilmiş dolap
tabir edilen bir dükkân47 olduğu anlaşılmaktadır. Afyonkarahisar’daki Gavur Hamamı olarak bilinen Millet Hamamı’nın Ermeni Kilisesi Vakfı’na
ait olduğu görülmektedir48.
Bu vakfın, XX. yüzyılın başlarına, hatta Ermeniler Afyon’u terk edene kadar varlığını devam ettirdiği anlaşılıyor. Nitekim Ocak 1912 (H.1330)
tarihli bir vakıf kaydında Köprübaşı mevkiinde Kilise Vakfı’na ait bir dükkân olduğu belirtilmektedir49. Basında emvali metruke malları arasında
44 Afyonkarahisar’da mahalleleri, mezarlıkları ve ibadet yerlerini gösteren R.1330 (M.1914)
tarihli haritanın bir örneği Afyonkarahisar Müze müdürlüğünde bulunmaktadır.
45 Afyonkarahisar Vakıf Eserleri I, Hazırlayanlar Mustafa Karazeybek, Yusuf Ilgar, Zelkif
Polat, Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörlüğü, Afyonkarahisar 2005, s.294.
46 AŞS, Defter No: 555, s.26b/68.
47 AŞS, Defter No: 558, s.7b/8.
48 İkaz, 12 Şubat 1341/ 1925, No: 470-471.
49 Afyonkarahisar Vakıf Eserleri I, s.114.
114
Prof. Dr. Sadık SARISAMAN
sayılan Millet Hamamı’nın 1925 yılında Millî Emlak tarafından satışa çıkarıldığı haberleri yer almıştır50.
Gayrimüslimlerin de Müslüman ahalide sıkça rastlanılan şekilde dinî
hizmetler için mülk vakfettikleri görülmektedir. Meselâ 25 Temmuz 1894
(H.1312) tarihli bir mahkeme kaydında Heci Murat mahallesindeki bir evin
satılıp parasının Kilise Vakfı’nın parasına katılması şartıyla vakfedildiği ve
vakfiyesinin düzenlendiği belirtilmektedir51.
Sonuç
Belgelerden tespit edebildiğimiz kadarıyla XVI. yüzyıldan beri
Afyonkarahisar’da Ermeniler yaşamakta idi. Ermenilerin genellikle şehir merkezlerinde yaşadıkları anlaşılmaktadır. İncelediğimiz dönemde
Afyonkarahisar’da herhangi bir Ermeni köyüne tesadüf edilmedi. Ermeniler genellikle ticaret veya zanaatkarlık ile uğraşıyorlardı. Umumiyetle
şehir ve ilçe merkezlerinde oturmakla beraber çiftçilikle de meşgul oluyorlardı. Şehirlerin yakınında ve hatta köylerde tarlaları bulunmaktaydı.
Ermeni nüfusunun özellikle Tanzimat’tan sonra arttığı gözlenmiştir.
Bunun sebebi 1838 tarihli Balta Limanı Ticaret Anlaşması’ndan sonra Avrupalıların Türkiye’deki iç ticarete de egemen olmaya başlamasından kaynaklanmaktadır. Batılı şirketler ticarî faaliyetlerini ülke içerisine yayarlarken gayrimüslim unsurlarla işbirliği yapıyorlardı. Afyonkarahisar’ın kara
ve demir yolları kavşağında bulunuyor olması ticarî önemini arttırıyordu.
Bu yüzden Ermeniler böyle bir merkezde toplanmayı ekonomik sebeplerden dolayı tercih ediyorlardı. Ancak, incelediğimiz dönemde Ermeni nüfusu toplam nüfusun % 3’ün üzerine çıkamamıştır. Bu Ermeni nüfusunun
yaklaşık % 72’sini Gregorian Ermenilerin oluşturduğunu sanıyoruz.
Ermeni nüfusundaki yaklaşık % 38’lik Protestan ve Katolik dağılım
Avrupalıların misyoner faaliyetlerinin ne kadar etkili olduğunu ortaya koymaktadır. Bu % 38’lik bölümünün büyük çoğunluğunu ise Protestan Ermeniler oluşturmaktadır.
İncelediğimiz dönemde Ermenilerin aile ismi olarak çoğunlukla Türklerin kullandıkları aile isimlerini tercih ettikleri görülmektedir. Kadın ve
erkek adlarında da Türk adlarının çokça yer aldığı müşahede edildi. Öyle
ki Afyonkarahisar Ermenilerinin kadın isimlerinin dörtte biri Türk adı idi.
50 İkaz, 12 Şubat 1341/ 1925, No: 470-471.
51 AŞS, Defter No: 626, s.31a/87.
115
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Aynı zamanda Ermenilerin Türkler tarafından da kullanılan Hacı lâkabını
Heci şeklinde kullandıkları görüldü. Ayrıca, Türkler arasında da yaygın
olan kara, kel, topal gibi lâkapları da kullandıkları tespit edildi.
İncelediğimiz dönemdeki şer’iye sicillerindeki bilgilere göre Ermeniler toplam 16 mahallede oturmaktadırlar. Yine bu dönemine ait sicillerde
görebildiğimiz kadarıyla Ermeni nüfusun en yoğun olduğu yer Sorobtoros
mahallesi idi. Soroptoros mahallesi mütemekkinleri tarafından açılan bütün davaların Ermeniler ile ilgili olması bu mahallede sadece Ermenilerin
oturduğu düşüncesine yönelmemize de yol açıyor.
Yaptığımız bu araştırma Afyon’da Ermeniler ve Müslümanlar arasında Osmanlı yönetiminden kaynaklanan bir düşmanlık olmadığını açık bir
şekilde ortaya koymaktadır. Ermeniler Türk avukatla, Türkler de Ermeni
avukatla çalışmakta hiçbir sakınca görmüyorlardı. Vekil tayin etmede de
mensubiyet şartı aranmıyordu. Kişiler tanıdıkları ve kendilerini en iyi şekilde savunacak olan kişiyi vekil seçiyorlardı. Devlet nazarında da Müslüman-Ermeni ayırımı söz konusu değildi. Eytam sandığı sadece Müslüman
çocukları koruyan bir kuruluş değildi. Ermeni çocukları ile ilgili işlemler
de yapıyordu.
116
BİR OSMANLI KAZASINDA
TÜRKLER VE ERMENİLER: DARENDE
Doç. Dr. Sait ÖZTÜRK
Osmanlı Araştırmaları Vakfı; E-mail: [email protected]; Tel: 0 212 513 40 33
Özet
XIX. yüzyılın ortalarından itibaren ortaya çıkan Ermeni meselesinin siyasî yüzü, yüzyıllar boyu yan yana yaşamış her
iki milletin, Türkler ve Ermenilerin sosyo-ekonomik ve kültürel ilişkilerini, etkileşimlerini inceleme fırsatı vermemiştir.
Hâlbuki özellikle Anadolu toprakları üzerinde her iki milletin birbirleri ile çok sıkı münasebetleri olmuş, birbirlerini
etkilemiştir.
Osmanlı yöneticileri değil sadece Ermenileri bütün azınlıkları, ilâhî mesuliyet perspektifinden muameleye tâbi
tutmuşlar, bu uygulama hoş görü ve müsamaha ortamının doğmasına yol açmıştır.
Tebliğimizde konu edineceğimiz mekân Darende’dir.
Darende’de tehcire kadar belli sayıda Ermeni yaşıyordu.
Demografik yoğunlukları fazla olmasa da, kazanın sosyal
ve ekonomik hayatında hatırı sayılır bir yere sahip idiler.
Türkler ve Ermeniler, Darende’de müsamaha içinde birlikte
yaşamışlar, hayatı birlikte kucaklamışlar, birbirlerinin derdi
ile dertlenmişler, mutlu günlerini birlikte paylaşmışlardır.
Hatta tehcire tâbi tutulan Ermeni komşularının arkalarından ağlamışlar, onları ta Halep’e kadar yolcu etmişler, tehcir sonrası da bu güzel münasebetleri devam etmiştir.
Tebliğimizde Darende özelinde, Türklerle iç içe yaşayan
Ermenilerin nüfus, iktisadî imkânları, Müslüman Türklerle
beşerî münasebetleri, tehcir sırasında olup bitenler, tehcirden sonra her iki toplumun insanî münasebetleri vb.
konular ele alınacaktır.
Doç. Dr. Sait ÖZTÜRK
Giriş
XIX. yüzyılın ortalarından itibaren ortaya çıkan Ermeni meselesinin
siyasî yüzü, yüzyıllar boyu yan yana yaşamış her iki milletin, yani Türkler
ve Ermenilerin sosyo-ekonomik ve kültürel ilişkilerini, etkileşimlerini inceleme fırsatı vermemiştir.
Hâlbuki, özellikle Anadolu toprakları üzerinde her iki milletin birbirleri ile çok sıkı münasebetleri olmuş, birbirlerini etkilemiştir. Bu konuda
üç tanıklığa müraacat edeceğiz. Biri yabancı diğer ikisi ise Osmanlı paşasıdır.
1835-1839 arasında Türkiye’de bulunan Helmuth von Moltke İstanbul’ da Osmanlı seraskeri Husrev Paşa’nın Ermeni tercümanı Mardiraki ve
ailesinden şöyle bahseder;
Bu Ermenilere hakikatte, Hıristiyan Türkler denilebilir. Rumların kendi özelliklerini korumalarına karşılık bunlar Türk âdetlerini, hatta dilini
benimsemişlerdir. Dinleri onların, Hıristiyan olarak tek kadınla evlenmelerine izin verir, fakat onlar Türk kadınlarından fark edilemez, ayrılmaz. Bir
Ermeni kadını sokakta sadece gözlerini ve burnunun üst kısmını gösterir,
diğer tarafını kapatır1.
Kâzım Karabekir Paşa çocukluk hatıralarını anlatırken Van’da tanıştığı Ermenileri şöyle anlatır;
1
Helmuth von Moltke, Moltke’nin Türkiye Mektupları, Tercüme Hayrullah Örs, İstanbul
1969, s.35.
121
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
1886 (1302)’da Van’a gittiğimiz zaman ilk Ermeni olarak aşçımızı gördüm. Sonraları da ailesini ve diğer Ermeni ailelerini, yakından ve
içlerinden gördüm ve tanıdım. Kılık kıyafetleri, ev hayatları, yemekleri,
eşyaları Türklerinkinin aynıydı. Ermeni kadınları beyaz çarşaf giyerlerdi. Müslümanlar gibi görünmekten kaçınırlardı. Erkeklerin kıyafetleri de
bizimkilerden farksızdı. Paşa o tarihlerde dört yaşında idi. Paşa devamla;
‘Ermeni zenginleri yanlarında halâ mutemed olarak Türk bulundurmayı
tercih ettiği gibi, Türkler de işlerinde bir Ermeniyi Türkten farksız olarak
kullanıyorlardı. Hacca giden bir Türk evini barkını bir Ermeniye emanet
ettiği gibi, yerinden uzaklaşan bir Ermeni de varını yoğunu bir Türke bırakırdı2.
Cemal Paşa;
Türklerle Ermeniler arasındaki dostluk her türlü hududu aşardı. Anadolu köylerinde oturan bir Türk, ticaret işleri dolayısıyla uzak yere gitse, ailesinin hak ve namusunu komşusu Ermeninin nezaret ve vesayetine
bırakır ve Ermeni de aynı itimadı Türk komşularına karşı göstermekten
çekinmezdi3.
Merhum Nejat Göyünç hoca Türkler ve Ermeniler adlı eserinde şöyle
diyor; Kadıköy’deki Ermeni dostlarımız her bayram bizi ilk tebrike gelenler olurdu, biz de Paskalya’da onlara gider, tebrik eder, ikramlara mazhar
olurduk. Teyzem 1978’de vefat ettiğinde de yine aynı dostlar Eyüp Sultan
Camii’ne gelmişler, sevgili Fahriye Hanımcığın (Abraş)’ın cenazesinde
gözyaşlarına boğulmuşlardı4.
Beş asır boyunca Türklerle Ermeniler arasında bu barışık ortamın tesisinde şüphesiz Osmanlı yöneticilerinin büyük payı vardı. Osmanlı yöneticileri değil sadece Ermenileri, bütün azınlıkları ilâhî mesuliyet zaviyesinden muameleye tâbi tutuyor, bu uygulama hoş görü ve müsamaha
ortamının doğmasına yol açıyordu.
II. Mahmud’un 1837 yılında Şumnu’da yaptığı bir konuşma Osmanlı
sultanlarının gayrimüslim topluluklara bakışlarını ve takındıkları hoşgörülü tavrı yansıtan iyi bir örnektir;
2
3
4
Kâzım Karabekir, Ermeni Dosyası, Yayına Hazırlayan Faruk Özergin, İstanbul 1994, s.1213.
Cemal Paşa, Hatıralar, Hazırlayan Behçet Cemal, İstanbul 1959, s.333; Aynı hatırat Ahmet
Zeki İzgöer tarafından yeniden yayına hazırlanmıştır. İstanbul 2006, s.330.
Nejat Göyünç, Türkler ve Ermeniler, Ankara 2005, s.15.
122
Doç. Dr. Sait ÖZTÜRK
Siz Rumlar, siz Ermeniler ve siz Yahudiler hepiniz Müslümanlar gibi
Allah’ın kulu ve benim tebaamsınız. Dinleriniz başka başkadır. Fakat hepiniz devlet kanunlarının ve irade-i şahanemin himayesindesiniz. Size tarh
edilen vergileri ödeyin. Bunların kullanılacakları maksatlar sizin emniyetiniz ve refahınızdır.
Sultan’ın başka bir konuşmasında;
Ben tebanın Müslümanını camide, Hıristiyanını kilisede, Musevîsini
de havrada fark ederim. Aralarında başka gûna bir fark yoktur. Cümlesi
hakkındaki muhabbet ve adaletim kavidir ve hepsi hakiki evlâdımdır.
Osmanlı sultanlarının üzerlerinde hissettikleri bu ilâhî sorumluluk,
yani teb’aya Allah’ın bir emaneti olarak bakan anlayış (Reâya ve berayâ
ki, vedâyi’-i Cenab-ı kibriyâdır5), farklı din ve milliyet kimliğine sahip kesimlerin bir arada yaşamalarını mümkün kılan bir üslûbun gelişmesine de
yol açmıştır. İslâmî literatüre Makâsıd-ı Şeri’a olarak giren yani İslâm’ın
aslî gayeleri olarak tanımlanan prensipler de, bu konuda Osmanlı sultanlarının uygulamalarını ilzam edici bir rol üstlenmiştir. Bu prensipler bu gün
de bütün insanlığın ortak paydaları olarak ele alınabilir. Zira güvenlik gerekçesiyle dünyanın birçok coğrafyasının işgal altına alındığı, kitle kıyımlarının her gün sergilendiği, açlık, susuzluk ve sefaletin birebir yaşandığı,
ötekinin hayat hakkının bütünüyle iptal edildiği bir zaman aralığında bu
ilkeler insanlığın huzur ve sükûnuna hizmet eder. Bunlar;
1- Canın muhafazası
2- Aklın muhafazası
3- Neslin muhafazası
4- Malın muhafazası
5- Dinin muhafazası6
Bu dibaceden sonra konuya geçmek istiyorum. Tebliğimizde konu edineceğimiz mekân Darende’dir. Darende özelinde, Türklerle iç içe yaşayan
Ermenilerin nüfus, iktisadî imkânları, Müslüman Türklerle beşeri müna5
6
I. Sultan Ahmet’in bütün Anadolu ve Rumeli vilâyetlerine gönderdiği adaletnamede geçen
bu ifade aslında bütün Osmanlı sultanlarının ortak bakış açısıydı. Bu yüzden çoğu ferman
vb. kayıtlarda bu ve müradifi ifadelere rastlanılmaktadır. Bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi
(BOA), Mühimme Defteri, Defter No: 78, s.897.
“Mekâsıdu’ş-şeri’a”, DİA, C. 27, s.425.
123
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
sebetleri, tehcir sırasında olup bitenler, tehcirden sonra her iki topluluğun
insanî münasebetleri vb. konular ele alınacaktır. Darende’de tehcire kadar
belli sayıda Ermeni yaşıyordu. Demografik yoğunlukları fazla olmasa da,
kazanın sosyal ve ekonomik hayatında hatırı sayılır bir yere sahip idiler.
1- Demografik Özellikler
Darende’nin nüfus yapısı durağan bir özellik arz eder. Klasik dönem
boyunca bu özelliğini koruyan şehrimiz, on dokuzuncu yüzyılda da her
hangi bir gelişme kaydedemeden XX. yüzyıla yetersiz nüfus ile girmiştir.
Cumhuriyet döneminde ise, şehrin kıt iktisadî imkânları dolayısıyla çevre
il, kaza ve metropol şehirlere daimî bir göç vermiştir.
Osmanlı idaresi altında bulunduğu dönem içerisinde Darende’de ciddi
bir nüfus farklılığı görülmemiştir. Mevcut kaynaklardan elde edilen bilgiler bu gerçeği doğrulamaktadır.
Darende’nin geneline yansıyan nüfus yetersizliği, kazada yaşayan
zımmîler için de geçerlidir. Ayrıca, Darende merkezinde ve köylerinde
gayrimüslim azınlığın nüfusu, Müslüman nüfusa göre önemsiz sayılacak
derecededir. Yerleşim birimlerinin çoğunluğunda zımmîler yaşamamaktadır. XX. yüzyılda şehir merkezindeki bir gayrimüslim mahallesi dışında
diğer bazı mahallelerde dağınık bir şekilde, köylerde ise sadece Aşudı köyünde zımmîler yaşamaktadırlar.
1530 tarihli mufassal tahrir defterindeki verilere bakılırsa şehirde 11
mahallede yaklaşık olarak 2 445 kişi yaşamaktadır. Bunun 226’sı gayrimüslim olup, şehir nüfusunun % 9’una tekabül etmektedir7. Aynı tarihli bir
başka icmal tahrir defterinde şehrin toplam 2 601 nüfusu içinde 226’sı zımmî olduğu kayıtlıdır8. 1548 tarihli diğer bir tahrir sonuçlarına göre şehirde
2 969 kişi yaşamaktadır. Gayrimüslim nüfus tahminî olarak 236’dır9.
XVI. yüzyılda köylerin tamamı nahiyelere bağlı gözükmektedir. Gayrimüslim bulunan köyler, Ovacık nahiyesine bağlı Aşudı ve Handaros
(Han-ı Toros), Gürün nahiyesine bağlı merkez nahiye, Karahisar, Sarukaya, Sazcuğaz-ı Sufla köyleridir.
XVI. yüzyılın ilk yarısında Ovacık nahiyesinin iki köyünde bulunan
zımmî nüfusta kısmî bir artış gerçekleşmiştir. Gürün nahiyesine bağlı köy
7
8
9
BOA, Tapu Tahrir Defteri (TTD), Defter No: 408, s.796-806.
BOA, TTD, Defter No: 387, s.964-965.
BOA, TTD, Defter No: 252, s.132-140.
124
Doç. Dr. Sait ÖZTÜRK
ve merkez nahiyede yaşayan zımmî nüfus ise 1530’daki sayısını koruyamamış 1548 sayımında düşmüştür. Gürün merkezde 1530 öncesi tahrirde 550 olan zımmî nüfus 1530’da 950’ye yükselmiş, 1548’de ise önemli
oranda bir düşüş ile 364’e inmiştir. Buna karşılık Gürün merkezde Müslüman nüfus kademeli bir artışla 250’den 473’e çıkmıştır. nahiye genelinde
1530 öncesi tahrir ile 1548 arasında % 13 oranında bir nüfus artışı gerçekleşmiştir.
Tablo 1: XVI. yüzyılda Darende nahiye ve köylerinde gayrimüslim nüfus
Aşudı zımmî
Handaros zımmî
Toplam zımmî nüfus
Genel nüfus
1530 Öncesi
1530
(408 No’lu Defter)
(387 No’lu Defter)
Ovacık nahiyesi
597
900
76
80
673
980
3 773
4 634
1548
(252 No’lu Defter)
788
110
898
4 924
Gürün nahiyesi
Gürün zımmî
Karahisar zımmî
Sarukaya zımmî
Sazcuğaz-ı Sufla zımmî
Toplam zımmî nüfus
Genel nüfus
550
45
245
240
1 080
2 168
950
50
250
250
1 500
2 602
364
38
232
240
874
2 447
Darende’nin XVII ve XVIII. yüzyıldaki nüfus yapısı ile ilgili ayrıntılı
dökümanlara sahip değiliz. Dolayısıyla bu dönemlerde zımmî nüfus rakamlarını tespit edemiyoruz.
Darende’nin XIX. yüzyıldaki nüfus yapısı ile alâkalı önemli veriler
bulunmaktadır. 1247/1831 tarihli nüfus sayımı önemli ayrıntılar verirken
gayrimüslimler bu sayımda gözükmemektedir. Bu sayım sonuçlarına göre
Darende şehir ve köylerinde 4 215 Müslüman erkek nüfus tespit edilmiştir.
Bu rakama kadınları da eklediğimizde yaklaşık olarak 8 430 Müslüman
nüfusun yaşadığını tahmin edebiliriz. Yaklaşık % 10-15 oranında gayrimüslim nüfusun bulunduğunu varsaydığımızda 1830’lu yıllarda Darende
125
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
merkez ve köylerinde 800-1200 civarında zımmî nüfus olduğu düşünülebilir10.
1840 yılına ait temettuat defterlerindeki verilere göre (her vergi mükellefi bir hane ve her hanede ortalama 5 kişinin bulunduğu varsayımıyla)
şehrin tahminî nüfusu 7 475’tir. Şehir merkezinde 1’i gayrimüslim olmak
üzere 21 mahalle vardır. Müslümanlara ait 6 mahallede de dağınık halde
gayrimüslim azınlık bulunmaktadır. 1264 tarihli bir belge zımmîlerin bir
mahallede toplu, diğer mahallelerde dağınık olarak yaşadıklarına işaret etmektedir11.
Tablo 2: Temettuat sayımlarına göre gayrimüslim nüfus
Mahallesi
Ali Fakı
Hane
Nüfus
3
15
Cami-i Kebir
32
160
Hacı Hasan
13
65
Hacı Muhammed
7
35
Tahtalı
3
15
Yazılı
13
65
Zımmî mahallesi
133
665
Şehir toplam
204
1 020
96
480
300
1 500
Aşudı köyü
Genel toplam
XX. yüzyıl başlarında Darende’de Ermenilerin yaşadığı ve kilisenin
bulunduğu yere Kilise mahallesi adı verildiğine hatıralar işaret etmektedir12. Kayıtlara göre şehrin en fazla nüfus barındıran mahalleleri arasında
Ermeni mahallesi de bulunmaktaydı. Bu dönemde Aşudı köyü zımmîlerin
yoğun olarak yaşadıkları bir köydü. Burada 480 zımmî yaşıyordu. Temettuat sayım sonuçlarına göre şehirde 1 020, Aşudı köyünde 480 olmak üzere
yaklaşık 1 500 gayrimüslim nüfus tespit edilmektedir.
10 Enver Ziya Karal, Osmanlı İmparatorluğu’nda İlk Nüfus Sayımı 1831, Ankara 1943,
s.153.
11 BOA, A.MKT., Belge No: 132/61.
12 İsmail Arıkan, Mahallemizdeki Ermeniler, İstanbul 2001, s.29.
126
Doç. Dr. Sait ÖZTÜRK
1852 tarihli bir nüfus defterine göre, şehirde toplam 20 mahallenin
7’sinde gayrimüslim bulunmaktadır. Defter, şehrin nüfus yapısının önemli ayrıntılarını açıklıyor. Toplam hane ve mahalle sayısı, her mahalledeki
çocuk, genç, ihtiyar sayısı ve gayrimüslimlerin cizye durumları, söz konusu defterde incelenmektedir. Verilen bilgilere göre bu tarihte 206 zımmî
hanesinde tahminî 1030 civarında zımmî bulunuyordu13. Müslüman hane
sayısı ise 2 057 idi.
Osmanlı sâlnamelerinin demografik yapıyla ilgili verilerinden istifadeyle Darende nüfusunun etnik farklılıklarını izlemek mümkündür. Sâlnameler erkek nüfusu verdiğinden toplam nüfus bu sayının yaklaşık iki
katıdır14.
Tablo 3: Sâlnamelere göre gayrimüslim nüfus
Yıl
1287/1870
1288/1871
1289/1872
1298/1880
1300/ 1882
1306/1888
1308/1890
Müslüman
(Erkek)
6 523
8 212
8 218
7 784
7 532
8 109
8 207
Gayrimüslim
(Erkek)
1 036
1 179
1 179
1 080
1 044
1 097
974
Toplam
Toplam Nüfus
(Erkek)
Gayrimüslim
7 559
2 072
9 391
2 358
9 397
2 358
8 864
2 160
8 576
2 088
9 206
2 194
9 181
1 948
Genel
Toplam
15 118
18 782
18 794
17 728
17 152
18 412
18 362
1306/1888 tarihli sâlname nüfusun etnik bileşiminin bütün ayrıntılarını veriyor. Kayıtlara göre, toplam nüfusun % 90’dan fazlası Müslümandır.
Ermeni nüfus gayrimüslim nüfusun tamamına yakınına sahip. Katolik ve
Protestan nüfus toplam 60 kişidir.
Tablo 4: 1306 tarihli sâlnameye göre nüfus
Kadın
Protestan
30
Erkek
25
Toplam
55
%
% 0.19
13 Osmanlı Arşivi’nde tespit ettiğimiz bu defterin numarası zayi olmuştur.
14 1287 Tarihli Sivas Vilâyeti Sâlnamesi, s.50; 1288 Tarihli Sivas Vilâyeti Sâlnamesi, s.56;
1289 Tarihli Sivas Vilâyeti Sâlnamesi, s.88; 1298 Tarihli Sivas Vilâyeti Sâlnamesi, s.142;
1306 Tarihli Sivas Vilâyeti Sâlnamesi, s.219, 254-255; 1308 Tarihli Sivas Vilâyeti Sâlnamesi, s.203-204.
127
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Kadın
Erkek
Toplam
%
Katolik
1
4
5
% 0.02
Ermeni
1 291
1 471
2 762
% 9.65
İslâm
1 2561
13 246
25 807
% 90.14
Toplam
13 883
14 746
28 629
% 100
Vital Cuinet’e göre 1890 yılında Darende’nin toplam nüfusu 27
163’tür. Bunun 21 174’ü Müslüman geri kalan 5 989’u gayrimüslimdir.
Şehir nüfusu 1 300’dür. Bunun 800’ü Müslüman geri kalanı 150 Ermeni, 90 Protestan, 49 Katolik, 211 Ortodoks olmak üzere gayrimüslimdir15.
Vital Cuinet’in gayrimüslim nüfus ile ilgili verdiği rakamlar şişirilmiş rakamlardır.
Şemseddin Sami, Darende’nin köyleri ile beraber 18 500 toplam nüfusundan 2 000 kadarının Ermeni, geriye kalanın Müslüman olduğunu
kaydeder16. Kemal Karpat ise, Darende kazasının nüfusu ile ilgili olarak
köyleri ile beraber 16 601 Müslüman, 2 276 Ermeni, 53 Protestan olmak
üzere toplam 18 930 rakamlarını verir17.
XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sırf nüfusu belirlemek maksadıyla ve daha modern yöntemlerle yapılan sayımlarda net bilgiler elde
edilmektedir18. Darende’nin 1300/1882 ve 1320/1902 yıllarında yapılan
nüfus sayımı sonuçları aşağıda tabloda verilmiştir. 1902 yılında yapılan
nüfus sayımı sonuçları 1882 yılında yapılan sayıma göre daha yüksektir.
Bu sayımda yerleşim birimi sayısı artmıştır19. 1882’de 1 387, 1902 yılında
1 932 gayrimüslim nüfus bulunuyordu.
Tablo 5: 1300 ve 1320 tarihlerinde nüfus
Sayım
tarihi
1882
Şehir
Gayrimüslim
Kadın
724
Erkek
663
Gayrımüslim toplam
1 387
Genel nüfus
8 467
15 Vital Cuinet, La Turquıe D’asıe, Paris 1892, C.1, s.693-694.
16 Şemseddin Sami, Kâmûsu’l-A’lâm, C.3, s.2087.
17 Kemal Karpat, “Ottoman Population Records and Census of 1881/1882-1883”, IJMES, IV,
No: 2, 1978, s.266; İlbeyi Özer, Darende Tanzimat Döneminde Bir Anadolu Şehri, s.42.
18 BOA, DH.SN.M., Belge No: 6/79.
19 BOA, DH.SN.M., Belge No: 6/79, 6/51.
128
Doç. Dr. Sait ÖZTÜRK
Sayım
tarihi
Şehir
Gayrimüslim
Kadın
910
1902
Gayrımüslim toplam
Genel nüfus
Erkek
1 022
1 932
9 994
345
498
690
938
9 538
18 692
Aşudı köyü
1882
1902
345
440
Bu sayımda köylerin toplam nüfusu 9 538’dir. Etnik olarak toplam nüfusun 8 848’i Müslüman, 690’ı gayrimüslimdir. Gayrimüslim nüfus kırsal
kesimde % 7.2’dir. 1902 yılında yapılan nüfus sayımı sonuçları ise 1882
yılında yapılan sayıma göre daha yüksektir. Bu sayımda yerleşim birimi
sayısı artmıştır. 23 yerleşim birimi daha eklenmiştir. Yaklaşık iki katına
çıkan nüfus, yerleşim birimi sayısının yüksekliğinden kaynaklanmaktadır.
Gayrimüslim nüfus sadece Aşudı köyünde olup toplam 938 nüfus barınmaktadır20.
2- Darende’de Gayrimüslimlerle Sosyal Münasebetler
Darende’nin Ermeni azınlığı yüzyıllar boyu Müslümanlarla iç içe yaşamışlardır.
Darende’de yaşayan Ermeniler, toplu olarak yaşadıkları bir mahallenin dışında diğer Müslüman mahallelerinden bazılarında birkaç haneden
ibaret olmak üzere dağınık şekilde yaşıyorlardı21. Dolayısıyla iç içe münasebetler söz konusu idi.
Darendeli azınlık, aynen Müslümanlar gibi meşru dairedeki her türlü faaliyetlerini serbestçe icra etmişlerdir. Müslümanlarla rahatça diyalog
kurmuşlar, alışverişlerinde, konu komşu münasebetlerinde, ölüm, doğum,
düğün, bayram gibi toplumsal faaliyetlerde komşuluk hukukuna riayet
etmişlerdir. Ölenlerin yakınlarına taziye ziyaretlerinde bulunulmuş, düğünler, bayramlar tebrik edilmiş idi. Ramazan ve Kurban bayramlarında
Ermeniler, Müslümanların evlerine tebrike giderler, kendileri de iyi karşılanırdı. Düğünlerde Ermeni komşular ayrı tutulmaz davet edilirdi. Kışın
zenginlerin evlerinde açtıkları sohbet odalarında Ermeniler de bulunurdu.
Darende’nin XX. yüzyılın başlarındaki durumu ve özellikle Ermeniler
20 BOA, DH.SN.M., Belge No: 6/51.
21 Arıkan, a.g.e., s.33.
129
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
ile Müslümanların birbirleriyle olan münasebetleri üzerinde duran İsmail
Arıkan’ın kaleme aldığı hatıratta bu sıcak diyaloğu görüyoruz22:
Ramazanlarda bazu büyüklerle beraber biz çocuklar, Nacar’ın oğlu
Artin, Mahir Usta’nın oğlu küçük Sevo, Demirci’nin oğulları Suren, Arzu,
Bakho, bazen Antranik, Napo, dönme Raif Ağa ve Müslüman ya da Ermeni ötekiler hem şuradan buradan gevezelik eder hem de karşı büyük
mezarlıkla Kumtepe Çarşı yeri doğusunda hükümet Konağı’nın yanında
topun atılmasını beklerdik. Daha topun ateşini görünce sesini almaya vakit
olmadan Ermeniler evlerine, Müslümanlar iftara koşardık23.
Tehcir kararı gereği, Darende’den ayrılmak durumunda olan Ermeni
komşularını uğurlayan, onların hüzünlerini paylaşan bir komşuluk ilişkisi
söz konusu idi. Ermeni ve Müslüman birbirinin kapı komşusu ve dert ortağı
idi. Ortak hatıralara sahiplerdi. Uzun süre memleketlerinden giden Ermeni komşularını da unutmuyorlardı. Hatta tehcir olunan yere kadar Ermeni
komşularını ya da yakın tanışıklığı olan Ermenileri, Müslüman tanıdıkların
götürdüğü olmuştur. Tehcir sonrası Halep’e taşınmaya karar veren Kirkor
Usta‘yı yakın tanışıklığı olan Yenice köyünden Mehmet Ağa‘nın yeğenleri
Halep‘e kadar götürmüştü. Kirkor Usta’nın temiz iş yaptığı sonraları da
kazada konuşulur, yad edilirdi. Bir iş için ya da hacca gidenlerin Halep’e
yerleşen Darendeli Ermeni komşularını ziyaretleri de sürmüştür24.
Tehcir sırasında sorumluluk üstlenen müdür Ahmet Efendi, Ermenilere hep insanca davranmış, onların incitilmesine izin vermemiştir. Hiç birinin canına, ırzına, malına ve parasına dokunmamış, zarar vermemiş, onları
teslim edilmesi gereken yere incitmeden götürmüştür. Hatta müdür Ahmet
Efendi kasabada sanatların ölmemesi için elinden iş gelen meslek erbabı
birçok Ermeniyi tehcir dışı tutmayı başarmıştır.
Tehcire tâbi tutulmayıp Darende’de kalan Ermenilere dokunulmuyordu. Evlerinin kapılarını kilitlemeye bile çoğu zaman gerek görmüyorlardı.
Hatıralar onlardan bahsederken;
...meslekleri, dükkânları, yerleşik işleri vardı. Sevkıyattan kurtulanlar,
işte ne güzel, küçüklerden büyüklerden yeter saygı görüyorlardı. Müslümanların hemen hepsinden daha iyi bir hayat sürüyorlardı25.
22
23
24
25
Arıkan, a.g.e..
Arıkan, a.g.e., s.36
Arıkan, a.g.e., s.53.
Arıkan, a.g.e., s.11
130
Doç. Dr. Sait ÖZTÜRK
Darendeli Müslümanlar eskiden beri Ermenilerden kız alırlar ancak
kız vermezlerdi. Kız vermeme dinî bir zorunluluk idi.
Kadınlar birbirleriyle sıcak diyalog kurarlardı. Ermeni-Müslüman ayrımı yerine komşuluk münasebetleri ön plana çıkardı. Müslüman kadınlar başı ağrıyan, kolu burkulan çocuklarını tedavi ettirmede, hamilelik ve
doğumlarda ebelik yapan Ermeni kadınlara gitmede tereddüt etmezlerdi.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Gelin Aba (yaşlı ya da yaşlılığa dönmüş Ermeni kadınlara Gelin Aba (abla) deniliyordu) diye tanınan yaşlı Ermeni kadın bunlardan biri idi. Gelin Aba din farkı gözetmeden komşularına
yardımda bulunurdu. Müslüman kadınlar, mayalı tandır ekmeği pişirmede
usta olan Ermeni kadınlara ekmek pişirtirlerdi. Üstelik bunun bir bedeli
yoktu. Uygun bir ikram yapılırdı. İsmail Arıkan hatıratında:
Değirmencinin oğlundan bize geçen evinde çok güzel, kolay ısınan
bir tandırı vardı. Ermeni, Müslüman kadınlar yumak yapmaya, ince uzun
oklavalarla onu açmaya, pişen nar gibi güzel ekmekleri Gelin Aba’nın elinin altından almaya, hem de oldukça sıcak bu yerde çene çalmaya gelirlerdi26.
İsmail Arıkan hatıratında kendisinin çocukluk yıllarında bir gün parmağı incindiğinde tedavi için Gelin Aba dediği Ermeni kadının kendi evlerine misafir edilişini şöyle anlatır;
...soğukça bir gün, akşam yemekten sonra idi. Gelin Aba gece oturmasına bize geldi. Özelden daha özel bir kabul gördü, anamla pek dostça
bakıştılar. Köz tavası ile getirilen ateş, kürsünün tandırına konmuş, herkes çekebildiğince kalın yorganı karnına, göğsüne kadar getirmişti. Gelin Aba kürsünün üst gözüne misafir edildi. Bir yandan hal hatır sorarken
Gelin Aba oturdu, ayaklarını herkes gibi yorganın altına uzattı, yerleşti.
Bu misafirlikten oldukça sıkıntılı idim. Başka hanım komşular da vardı.
Torus anasını bırakmış evlerine dönmüştü. Konuşmalar sürerken kürsünün üstüne ceviz, kavurga, çeşitli pestiller, meyve, leblebi, peksimetler,
üzümler yığıldı. Yaşlı teyzelere ve Gelin Aba’ya kahve yapıldı. Çay o zamanlar yaygın değildi. ‘Gelin Aba kardaşlarım gibi beni de çok severdi’.
Ondan hep gülümser yüz gördük. Bir aralık ‘İsmeyil şöyle biraz yakın
gelsene’ diyerek beni yanına çağırdı. Can sıkıntım artmakta idi. Okşadı,
bebek yakalar gibi tuttu, sol yanına oturttu. Boğukça sesi ile de herkesle laflarını sürdürüyordu. Anamla sıcak sıcak gözleştiler, bir hamam tası
içinde sabun ve sıcakça su geldi. İşte şimdi anlaşıldı, işimiz vardı. Anam
26 Arıkan, a.g.e., s.41.
131
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
gündüzden durumu anlatmış, onu çağırmış olacaktı. İki gün önce Tepe’de
oğlu Artin’le itişirken, el şakaları yaparken beceriksizce parmağımı incitmiştim. Çok ağrıyordu ve şişmişti. Gelin Aba şiş parmağımı yakalamıştı
bile. Bol sabunla ovuşturuyordu, sıkıştırıyordu. Bastırdıkça parmağımın
acısı dayanılamayacak düzeye çıkıyordu. Aklımca bu incinmenin neden
ileri geldiğini anlamasınlar istiyordum. Dişimi sıkıyor, yutkunuyordum.
O hem bu işkenceyi sürdürüyor hem de hanımlarla şuradan buradan beni
bastırırcasına yüksek sesle sohbetler ediyordu. Bir süre canımı yaktıktan
sonra işi açıklayarak, ‘Sen bizim olğana (oğlana) bu elinle mi vurdun’,
demez mi? Aynı sözü durmadan yineliyor ve sabunlu yerleri bastırıyordu.
Ara verdi, ceza sona ermişti. Çok sıkılmıştım. Gelen bezi sıkı sıkı sardı,
uçlarını bağladı. Esmer, kemikli ellerin tedavisi bitmişti. Yanından nasıl
ayrıldım, sıvıştım, anımsamıyorum. Sabah kalktığımda parmağımın şişi
gitmiş, ağrısı durmuştu27.
Darende’de Ermeniler ile Müslüman ahali arasındaki münasebetlerde
din farkından kaynaklanan bir ayrım görülmezdi. Birbirlerinin dükkânlarına giderler, şakalaşırlar, sohbet ederlerdi. Yan yana dostça çalışırlardı.
Darende çarşısında Müslümanların iş yerleri ile gayrimüslimlerin iş yerleri
karşı karşıya ya da yan yana idi.
XX. yüzyılın başlarında Darende ticarî hayatında önemli bir yere sahip olan Hacı Ahmet Ağa ile bölgede yaptığı iş ve şahsiyetiyle güven kazanmış olan Demirci Kirkor Usta’nın birbirine güvenleri sonsuzdu. İsmail
Arıkan’ın hatıratında bahsettiğine göre, ihtiyaç duyulduğunda birbirinden
ödünç 30-50 altın aldıkları oluyor, aralarında herhangi bir yazı ve senete
gerek görmüyorlardı28.
Tohma‘nın doğusuna yapılan çarşının karşısındaki camiinin yapımında çalışan kalfa ve işçilere Ermeni bazı ustalar (İğiye, Simon, Nişan) yol
göstermişlerdi. Pek çok camiin minaresini de Ermeni ustaların yaptıkları sanılmaktadır. Şeyh Hamid-i Veli Camii, Taceddin Camii, Öksürük(?)
Köprüsü yanındaki camii ve Ulu Camii’nin minareleri gibi.
Darendeli Ermeniler bir haksızlığa uğradıklarında haklarını mahkemelere müracaat ederek alıyorlardı. Ohannes isimli Ermeninin annesine ait
olup, ancak Darende müftüsü tarafından zabtedilmiş olan bir bahçe ve ev
1861 yılında geri alınmıştı29. Borç-alacak ilişkilerinde görülen bir haksız27 Arıkan, a.g.e., s.40-41
28 Arıkan, a.g.e., s.52.
29 BOA, A.MKT.DV., Belge No: 204/68.
132
Doç. Dr. Sait ÖZTÜRK
lık mahkemelere müracaat edilerek gideriliyordu. 1861 yılında Darendeli
Ohannes ile İlyas’ın bazı şahıslarda bulunan alacakları tahsil edilmişti30.
Buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Yöneticilerin icraatlarında bir suistimal görüldüğünde tahkikatı yapılıyordu. 1861 yılında Darendeli Artin’i hapse attığından dolayı kaza müdürü
Mustafa Necati Efendi‘nin sorgulanması için Sivas mutasarrıfına talimat
gönderilmiştir31. Müdürün iddia edildiği gibi bir işkence uyguladığı sabit
olursa derhal azledilerek yerine münasip birinin tayini Sivas mutasarrıfına
yazılmıştır32.
Zaten ilgili kayıtlar (ahkâm defterleri, şer’iye sicilleri vb.) bütün Osmanlı ülkesinde zayıfın güçlü karşısında korunmaya çalışıldığını, en küçük bir haksızlığın ve şikâyetin cevapsız kalmamasına özen gösterildiğini,
hukukun uygulanmasında etnik ayrımcılığa gidilmediğini göstermektedir.
Gerber’in araştırmalarında XVII. yüzyıl Bursası’nda mahkemeye her kesimden müracaatların olduğu, ancak çıkan sonuçların çoğunlukla alt tabakanın lehine olduğu tespit edilmiştir. Aynı tetkik gayrimüslimlerin Müslümanlar aleyhine açtığı davalarda % 85 oranında gayrimüslimler lehine
sonuçlandığını belirtmektedir. Halep valisinin Dâhiliye Nezareti’ne yazdığı 8 Muharrem 1329 tarihli raporda Antakya’daki mütegallibe güruhundan
söz ederken zât-ı sâmileri bilirler ki, bendenizin burada takip ettiğim meslek avâmın istifay-ı hakka kâdir, havassın ifay-ı hakka mecbur olmaları
emelinden başka bir şey değildir diyordu33.
Vergi konusunda Darendeli Ermeniler‘in 1848 yılında vukubulan şikâyetlerine göre Darende’nin sekiz mahallesinde Ermeniler bulunmaktaydı.
Bunlardan birinde Ermeniler oturmakta idi. Diğer mahallelerde ise beşer
altışar hane halinde dağınık halde ve Müslüman ahali ile birlikte bulunmakta, bu nedenle vergilerini de karışık olarak ödemekte idiler. Durumun
aleyhlerine olduğu iddiasıyla Patrikhane’ye müracaat etmişler, Patrikhane
de Meclis-i Valâ’ya yaptığı itiraz üzerine Sivas valisine durumun düzeltilmesi talimatı verilmiştir34.
30
31
32
33
34
BOA, A.MKT.DV., Belge No: 218/20.
BOA, A.MKT.UM., Belge No: 504/67.
BOA, A.MKT.UM., Belge No: 506/99.
BOA, DH-İD., Belge No: 44-1/30, s.6.
BOA, A.MKT., Belge No: 132/61.
133
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
3- Aşudı Kilisesi’nin Tamiri ve Tahta Çan Çalınması Müsaadesi
Osmanlı Devleti, İslâm Hukuku’nun zımmîlere tanıdığı hak ve hürriyetler çerçevesinde din hürriyeti tanımıştır. Bu çerçevede zımmî tebaanın
yaşadığı yerleşim birimlerinde ibadetlere, mabedlerinin tamir ve termimine de müsaade edilmiştir. Bu işlem kadim binanın esası üzerinde yapılıyor,
binanın genişletilmesine müsaade edilmiyordu.
Aşudı, Darende’de zımmî Osmanlı tebaasının yaşadığı birkaç köyden
biri idi. Buradaki kilisenin tamire muhtaç durumda olması üzerine, kilisenin tamir edilmesi ilgili makamlara arz edilmiş, durum değerlendirilmiş, şeyhülislâmdan bir karyede vakı’ kenise-i kadim harab oldukta erbabı, hey’et-i asliyesine nesne ziyade etmeksizin vaz’-ı kadimi üzre ta’mire
kâdir olurlar mı? El-Cevab olurlar diye fetva alınarak tamire müsaade
edilmiştir. Kilisenin tamirinde iki şart öne sürülmüştür; birincisi binanın
eski konumu üzere yapılması, ikincisi fukaradan para tahsil edilmemesi
idi. Bu şartlarda tamir müsaadesi evasıt-ı Recep 1247/Aralık 1831 senesinde Darende naibine ve voyvodasına bildirilmiştir35.
1273/1856 yılında ise aynı köyün kilisesinde âyin vaktini duyurmak
için tahta çan çalınması müsaadesi Patrik tarafından arz edilmiştir36.
1320/1902 yılında da Darende Kilisesi’nin tamiri yapılmıştır. Bu tarihte verilen kayıtlara göre daha önce mevcut olan Aşudı Kilisesi’nin kısmen
yanmış olması hasebiyle eski temeli üzerine 25x18 m. ölçülerindeki kilise
ile 10x8 m. ölçülerindeki kiliseye ait hücre, köyün 784 nüfustan oluşan Hıristiyan halkı tarafından 15 365 kuruş keşif ücreti ile tamir ettirilmiştir. Bu
tamir, kilise ve hücresinin yerden 3 m. yüksekliğine kadar kalıntıları bulunan duvarları üzerine yaklaşık 5 m. daha ilâve yapılarak gerçekleştirilmiştir. Kilise ve hücresinin toplam 19 adet penceresi olduğu kaydedilmiştir37.
4- Darende’de İhtida Hareketleri
İhtida din değiştirme manasına gelir. Bu terim daha çok gayrimüslimlerin Müslüman olması anlamında kullanılır. Zımmîlerin İslâm’ı seçmeleri
gerek Müslüman toplum gerekse yönetici tabaka tarafından iyi karşılanmış, teşvik edilmiştir. Hatta yeni Müslüman olanlara elbise parası verilmiş,
35 BOA, Cevdet Adliye, Belge No: 1462.
36 BOA, Mühimme Defteri, Defter No: 78, s.35.
37 BOA, Y.A.RES., Belge No: 117/41.
134
Doç. Dr. Sait ÖZTÜRK
taltif edilmiştir. Osmanlı Arşivi‘nde yeni Müslüman olanların taltifleriyle
alâkalı çok sayıda belge vardır.
Darende’de zımmî şahısların İslâm’ı seçerek Müslüman oldukları görülüyordu. Tehcir sonrası iyice azalan Ermeni nüfusun bütün hoş görüye
rağmen üzerlerinde daha fazla bir baskı hissettiklerini söylemek mümkündür. Müslümanlığı seçmelerinde yaşadıkları bölgede tedirgin edilmemelerinin rolü olduğu söylenebilir. Sonradan Müslümanlığı seçmiş zımmîleri
Müslüman halk bilirdi.
Haçir Ağa‘nın oğlu Babayan bunlardan biri idi. Yakın zamanlarda Babayan Müslüman olup Ali adını almış ve Çarşı Camii‘nin bakım ve temizliğini üstlenmiş idi. Babayan’ın diğer kardeşi Mahir Usta iyi bir marangoz
ve mobilyacı idi. Mesleğini Selanik’te bir akrabası yanında öğrenmişti.
Mahir Usta da Müslümanlığı seçmiş Mahir adını almıştı. 1935-1938 yıllarında Şeyh Hamid-i Veli Camii‘nin minberini yapmıştı. Asıl onun adını
yaşatan İbrahim Paşa mahallesindeki camiiye yaptığı kanatlı ceviz kapı
idi. Kapıda şu dörtlük halen Mahir Usta’yı belgelemektedir:
Lûtfu Hakk’a mazhar oldu âkibet
İhtida etti gelip Usta Gazar
Ahmet-i Mâhir diye nam verdiler
Sanatında olduğu için pür-hüner.
Taşçı Beli mahallesinden Boyacı Ali Ağa da sonradan Müslüman olmuş Darendeli Ermenilerden biri idi. Ermeni adı bilinmiyordu. Ermeniler
Ali ismini Eli olarak telaffuz ettiklerinden Eli Ağa diye de söz edilirdi.
Ali Ağa pamuk, yün iplik ve bez boyardı. Çarşıda sobacılar ve tenekeciler
arasında dükkânı bulunuyordu.
Gürün‘den gelmiş ve Müslüman olmuş bir diğer Darendeli ise Demirci Sağır idi. Demirci ustası idi. Adı bilinmez herkes onu Sağır olarak bilirdi. Oğlu ve torunları ticarî faaliyetlerini halen sürdürmekte ve memleketin
hatırı sayılır ve güvenilir kişileri arasında bulunmaktadır.
Darende hükümet Konağı yakınında evi bulunan Kalaycı Mustafa
adındaki şahsın kendisi veya babasının sonradan Müslümanlığı seçtiği bilinir. Bu zat da mesleğinde tanınan bir kişi idi.
135
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Cami hocası olan Hafız Ağa‘nın Müslümanlığı kabul etmesinde
ön ayak olduğu ve evlendiği Gelin Aba diye bilinen kadın da sonradan
Müslümanlığ’ı seçenlerdendi.
5- Azınlıkların İktisadî İmkânları
XIX. yüzyılda Ermeni ve Rum azınlığın refah seviyeleri Müslüman
kesimden daha yüksek olduğu bilinmektedir. Avrupa tüccarlığı avantajlarından faydalanmışlar, batı ülkelerinin iş alemiyle yakından temasa geçmişlerdir. 1839 yılında imzalanan İngiliz-Osmanlı Ticaret Anlaşması’ndan
sonra da bu azınlık grubunun ticarî hayatta pay ve tesirleri yükselmiştir38.
Ticarî serbestliğe kimse müdahale etmemiştir. Darende’de son zamanlara kadar yaşayan hiçbir Ermeninin ticarî faaliyetlerine engel olunmamış,
diğer Müslüman ticaret ve zanaat erbabı gibi faaliyetlerinde serbestçe hareket etmiştir. Darendeli zımmîler kendi aralarında serbestçe ortaklıklar kuruyordu. 1852 yılında Darendeli iki zımmî şahıs kurdukları şirketi feshetmişler idi39. Şifahî beyanlara bakılırsa yakın zamanlara kadar Darende’de
ticarî ve sınaî faaliyette Ermeniler etkin rol üstlenmişlerdi40.
XIX. yüzyılda Avrupa tüccarlığı yapan Darendeli tüccarlara rastlamak
mümkün idi. 1858 yılında Avrupa tüccarı olan Darendeli Şamlıoğlu Karabet bunlardan biriydi41. Darende’de sakin Tataroğlu Artin aynı yıllarda
(1859) Avrupa tüccarı idi42. Bunun dışında yurt içi ticarete katılan çok sayıda tüccar görülüyordu. Sinop gümrüğü üzerinden mal ithal ve ihrac eden
Darendeli tüccar daha XIX. yüzyılın ortalarından itibaren faaliyette idi43.
Darende’nin kıt iktisadî imkânları sebebiyle yakın ve uzak bölgelere yerleşerek buralarda ticarî faaliyetlerini sürdüren pek çok Darendeli tüccara
38 Bu konuda detaylı bilgi için bkz. İbrahim Yılmazçelik, “XIX. Yüzyılda Anadolu’da Ermenilerin Sosyal ve İktisadî Durumları Hakkında Bazı Belgeler”, Fırat Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, C. 1, Sayı 1, Elazığ 1987, s.239 vd. Ayrıca bkz. Benjamin Braude, “Millet
Sistemi’nin İlginç Tarihi”, Osmanlıdan Günümüze Ermeni Sorunu, Ankara 2000, s.134137; Salahi Sonyel, “Hristiyan Azınlıklar ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Dönemi”,
Osmanlıdan Günümüze Ermeni Sorunu, s.195.
39 BOA, A.MKT.DV., Belge No: 71/80.
40 Ali Sezegen, Darende Tarihi, Basılmamış Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Ankara 1971, s.34.
41 BOA, A.MKT.DV., Belge No: 138/4.
42 BOA, A.MKT.DV., Belge No: 152/9.
43 BOA, A.MKT.NZD., Belge No: 224/10, 78.
136
Doç. Dr. Sait ÖZTÜRK
rastlamak mümkün idi. Meselâ Bedros adında diğer Darendeli bir zımmî
şahıs 1857 yıllarında İskilip‘de ticaretle uğraşıyordu44.
Darende şehir merkezinde ve köylerde yaşayan gayrimüslimlerin iktisadî durumlarını temettuat defterlerinde yer alan verilerden hareketle inceleyeceğiz. Dolayısıyla 1840’lı yıllarda Darende’de bulunan zımmî nüfus
incelenecektir.
Bu tarihte Darende’nin Ali Fakı, Cami-i Kebir, Hacı Hasan, Hacı
Muhammed, Tahtalı ve Yazılı mahalleleri ile Aşudı köyünde gayrimüslim
bulunmaktadır. Ayrıca Darende merkezde zımmî nüfusun yoğunlukta yaşadığı bir Ermeni mahallesi bulunmaktadır. Fakat kayıtlarına ulaşılamadığından değerlendirme dışı kalmıştır. Ermeni mahallesi dışında Aşudı köyü
ve şehrin diğer mahallelerinde 166 vergi mükellefi bulunmaktadır. Buna
müşterekler dâhil edilmemiştir. gayrimüslimlerin 1844 yılında elde ettikleri gelirin kaynaklar itibariyle dağılımı şöyledir:
Darende’de yaşayan gayrimüslimlerin gelirlerinin önemli bir kısmını
(% 82.6) ticarî ve mesleki gelirleri oluşturmaktadır. Hâlbuki ticarî ve meslekî gelirler itibariyle genel ortalama % 70’dir. Zımmîlerin çoğunun ticarî
ve meslekî gelirleri bulunmaktaydı.
Şu biliniyor ki zımmîler genelde zanaat ve ticaretle uğraşıyorlardı.
Meslekleri, dükkânları, yerleşik işleri vardı. Genellikle kazançlı meslek
sahibi idiler. Geniş, bol çeşitli dükkânlarda iş yaptıkları söylenirdi. Kalaycılık, demircilik, değirmencilik, bez dokumacılığı, marangozluk gibi
meslekler icra ederlerdi. Ermeni meslek erbabı civar köylerin taleplerini
de karşılardı. Çerçilik Darende’de pek fazla iştihar bulmasına rağmen Ermeniler bu işi yapmazlardı. Müslümanlardan daha iyi bir hayat sürdükleri
söylenebilir.
Darende merkez ve kırsal alanda ekilebilir alanların toplamı 6 664
dönümdür. Toprakların % 76.6 gibi önemli bir oranı kırsal kesimde bulunmaktadır.
Gayrımüslimlere ait toplam 200 dönüm45 ziraî toprakların 43.5 dönümü ekili, 32 dönümü nadas, geri kalan 125 dönümde ise bahçecilik yapılmaktadır. Arazilerin ve bahçelerin büyüklüğü küçük ölçekli işletme tipine
girmektedir. Ekili araziler 1.5, 5, 10, 11 dönüm, bahçeler ise 0.5, 1, 2 dönüm büyüklüktedir.
44 BOA, A.MKT.DV., Belge No: 124/87.
45 Darende merkezde Ermenilerin toplu yaşadığı mahalleye ait temettuat defterine ulaşılamadığından buradaki veriler bu mahalle dışında yaşayan Ermenilere ait verilerdir.
137
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Beslenen hayvanlar küçük ve büyük baş hayvanlar ile yük hayvanlarıdır. Arıcılık yapılmaktadır.
Tablo 6: Gayrimüslimlerin gelir kaynakları
Kaynaklar
Ziraî gelir
Kuruş
%
9 947
% 16.2
727
% 1.18
Meslekî ve ticarî gelir
50 767.5
% 82,6
Toplam
61 441.5
% 100
Hayvan geliri
Darendeli zımmîlerin 1840’lı yıllarda meslekî ve ticarî faaliyet alanları ise şöyledir; abacı, amele, attar, basmacı, baytar, boyacı, cüllah, çancı,
çerçi, çırak, çiftçi, çulha, değirmenci, demirci, doğramacı, hallaç, hamal,
hizmetkar, ırgad, kalaycı, katırcı, kazancı, keşiş, kizir, kuyumcu, merkepçi,
pamukçu, pınarcı, taşçı, teba, terzi, tüccar, yapıcı, zurnacı.
6- Vergi Yükü ve Vergi Dağılımı
1844’te vergi yükü, vergü-yi mahsusa, cizye ve öşür vergisi olmak
üzere üç vergi çeşidinden oluşmaktadır. Darende şehir ve kırsal alanda bu
üç vergi çeşidinden sağlanan toplam vergi miktarı 113.422 kuruşa baliğ
olmuştur. Bunun 83.760 kuruşu (% 73.8) vergü-yi mahsusadan, 8 355 kuruşu (7.4) cizyeden ve 21 307 kuruşu (18.8) öşürden sağlanmıştır.
Bir mukayese açısından Rumeli‘de Ahyolu kazasının kırsal kesiminde
vergi yükünü oluşturan kalemlerin toplam vergi içinde oranlarına baktığımızda şu oranlarda geliştiği görülmektedir; vergü-yi mahsusa % 57.4,
cizye, % 12, öşür % 30.646.
Darende’nin kırsal kesiminde en az miktarda öşür vergisi yükü Aşudı
köyü reaya kesimindedir. Öşrün tahsil edildiği toplam mezru hasılat içindeki payı köyler genelinde % 11.2’dir. Bu oran Aşudı köyü reaya kesiminde
% 14.6’ya çıkmıştır. Aşudı köyü zımmîleri tarım dışı faaliyetleri sebebiyle
en az hasılat ve en az miktarda öşür ile dikkati çekmektedir.
46 Bkz. Şevket Kâmil Akar, 19. Yüzyılda Edirne Eyaletine Bağlı Ahyolu Kazası’nın Sosyal ve
Ekonomik Yapısı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1991, s.26.
138
Doç. Dr. Sait ÖZTÜRK
Tanzimat idarecileri tarafından örfî vergiler yerine ikame edilen ve
1256/1840 yılından itibaren tatbik edilmeye başlanan ve An-cemaatin vergi, Vergü-yi Mahsusa, Vergü ve Komşuca alınan vergü gibi muhtelif adlar
verilen Vergü-yi mahsusa, herkesin az çok kazancı gözetilerek tevzî edilen
ve dikey eşitliği sağlayabilme özelliği gösteren genel bir vergi niteliğini
taşıyordu.
Darende şehir merkezinde kayıt dışı Ermeni mahallesi hariç geri kalan
6 mahallede bulunan 71 hane gayrimüslimlerin vergü-yi mahsusa durumu
şöyledir. Bunlardan 5 hane vergi ödemesi yapmamıştır. Geri kalan 66 hanenin toplam hasılası içinde vergi oranı % 12.6’dır. Bu oran şehir genel
ortalamasının altındadır. Mahalleler itibarıyla oranlar % 8.5-19 arasında
değişmektedir. Hane başına ortalama 47.2 kuruş vergi düşmektedir. Hane
başına düşen vergi ise şehir genelinde 36.6 kuruştur. Hane başına daha
yüksek miktarda vergü-yi mahsusa veren gayrimüslim kesim, yıllık kazançlarına göre daha az vergi ödemektedirler.
Şehir genelinde 36.6 kuruş olan vergi, diğer bazı Anadolu kentlerine
göre oldukça düşüktür. Meselâ, aynı dönemde Bilecik şehir merkezinde
119 6847, Bursa şehir merkezinde 1842 yılında 50.24, 1847 yılında ise
60.39 kuruş idi48.
Darendeli gayrimüslimlerin cizye yükümlülükleri itibariyle ayrımı ise
aşağıda görülmektedir. Bu tabloyu zımmîlerin refah seviyelerini gösteren
bir tablo olarak da değerlendirmek mümkündür.
1840’lı yıllarda Darende şehir merkezinde 6 mahallede, köylerde ise
sadece Aşudı köyünde gayrimüslimler bulunmaktadır. İncelememiz dışında kalan şehir merkezinde bir gayrimüslim mahallesi daha vardır. Bu mahalleden kaynaklanan eksikliği 1261 yılı cizye defterini kullanarak tabloyu tamamladık49. Şehirde bulunan 364 cizye mükellefinden 10 020, Aşudı
köyünde bulunan 183 cizye mükellefinden 5 325 kuruş cizye bedeli tahsil
edilmiştir. Şehirde cizye mükelleflerinin % 4.9’u en yüksek düzeyde cizye
bedeli ödedikleri halde, Aşudı köyünde bu oran % 6.6’dır. En düşük bedel
ödeyenlerin oranı şehirde daha yüksektir.
47 Said Öztürk, Tanzimat Döneminde Bir Anadolu Şehri Bilecik, İstanbul 1996, s.178.
48 Salih Aynural, Tanzimat Dönemi Bursa’nın Sosyo-Ekonomik Yapısı, Yayınlanmamış Doçentlik Tezi, İstanbul 1994. s.104-105.
49 BOA, ML.VRD.CMH., Belge No: 517. Darende’nin gayrimüslim mahallesine ait temettuat defterine ulaşılamamıştır. Bu sebeple 1261 yılı cizye defteri kullanılarak bütünlük sağlanma yoluna gidilmiştir.
139
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Dolayısıyla Aşudı köyü zımmîleri şehirde bulunan zımmîlerden daha
yüksek gelire sahiptirler.
Tablo 7: Ödeme gücüne göre cizye yükümlüleri (%)
A’lâ
Evsat
Edna
Toplam
Şehir merkezi
% 4.9
% 70.9
% 24.2
% 100
Aşudı köyü
% 6.6
% 74.3
% 19.1
% 100
Şehir merkezinde gayrimüslim tebaa arasında toplam 364 cizye yükümlüsünden 18’i yüksek, 258’i orta ve 88’i düşüktür. En fazla cizye yükümlüsü zımmî mahallesinde bulunmaktadır. Yüksek cizye yükümlüsü
zımmî mahallesinde 16, Cami-i Kebir mahallesinde 2 kişidir. Fakat bu iki
cizye mükellefinin cizye bedeli yazılmamıştır.
Hacı Muhammed mahallesinde muaf bulunan 2 kişi sabi yani çocuk
yaşta olduğundan cizye mükellefi sayılmamıştır. Yine Yazılı mahallesinde
1 çalışamaz durumda (amelmande), 2 yetim kişi de muaf addedilmiştir.
Cami-i Kebir mahallesinde 2 cizye mükellefinin durumu ise belirsizdir.
Bunlardan biri için cizye-i şer’iyesi olmadığına dair şerh verilmiştir. Diğeri için her hangi bir açıklamaya gidilmemiştir.
Cizye ödeme yükümlülerinin en fazla sayıda bulunduğu grup görüldüğü gibi orta seviyede bulunanlar olup bütün mükelleflerin % 70.9’unu
meydana getirmektedir. Cizyede tatbik edilen bu tasnifin, kişilerin gelir ve
servet durumlarına göre yapılması nedeniyle toplum içinde yüksek, orta
halli ve düşük gelir gruplarını da yansıtmış olmaktadır. Bu bağlamda gayrimüslim tebaanın % 71’inin orta gelir grubunda olduklarını söyleyebiliriz.
Orta cizye yükümlülerinin en fazla bulunduğu mahalle zımmî mahallesidir.
Bu dönemde yüksek düzeyde cizye yükümlülerinden 60, orta düzeyde
olanlardan 30, düşük düzeyde olanlardan 15 kuruş cizye alınmakta idi.
Buna göre sadece yerli halkın ödediği cizye toplamı 10 020 kuruştur.
140
Doç. Dr. Sait ÖZTÜRK
Tablo 8: Ödeme gücüne göre cizye mükellefleri
Köy
Ali Fakı
Cami-i Kebir
Hacı Hasan
Hacı Muhammed
Tahtalı
Yazılı
Zımmî mahallesi
Toplam
%
Mükellef sayısı A’lâ
7
0
55
2
29
0
7
0
7
0
14
0
245
16
364
18
4.9
Evsat
Edna
0
7
41
12
24
5
5
2
5
2
10
4
173
56
258
88
70.9
24.2
Belirsiz Muaf Cizye bedeli
105
2
1 410
795
2
180
180
3
360
6 990
2
5
10 020
Kırsal alanda gayrimüslim halkın ikâmet ettiği yerleşim birimi sadece
Aşudı köyünün reaya mahallesidir. Aşudı köyünde yaşayan gayrimüslim
cizye mükellefi sayısı 183’tür. Gayrimüslim cizye mükellefinin ödeme
güçlerine göre yapılan tasnife göre orta seviyede cizye mükellefleri en fazladır. Orta seviyede cizye mükellefleri şehirde de en yüksek idi. Aşudı köyünde orta seviyede cizye mükellefi sayısı toplam 136’dır. Yüksek ödeme
gücüne sahip mükellef sayısı 12, düşük seviyede mükellef sayısı 35’tir.
Cizye yükümlülüğünden muaf olanların sayısı 2’dir. Bunlar fakir ve yardımla geçinmektedirler.
Cizye hukuku gereği üç kategoride tahsil edilen cizyenin en düşük
miktarı fert başına 15, orta seviyede 30, en yüksek miktarda olanı 60 kuruştan tahsil edilmiştir. 183 cizye mükellefinden tahsil edilen miktar 5 325
kuruştur.
Şehir merkezinde bulunan hane reisleri içinde orta derecede ödeme
gücüne sahip cizye mükellefi oranı ile köyleri karşılaştırdığımızda yaklaşık oranlarda olduğu görülmektedir; şehirde % 70.9, gayrimüslimlerin yaşadığı tek köy olan Aşudı köyünde % 74.3 oranında olduğu görülmektedir.
Şehirde yaşayan zımmîlerde A’lâ olarak cizye ödeyen 18 kişidir. Köylerde
ise 12 kişidir50.
Cizye yükümlülerinin yaş limiti 12-80 arasında değişmektedir. Yaş limiti şehir merkezinde 13-65, köylerde 12-80 arasındadır51.
50 Bu rakamlara, kaydedildikleri defteri inceleme imkânımız olmayan, şehirde yaşayan 133
Ermeni vergi mükellefi dâhil değildir. Bu açıdan söz konusu rakamları ihtiyatla kullanmak
gerekmektedir.
51 BOA, ML.VRD.CMH., Belge No: 517, s.2.
141
II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ OSMANLI MECLİSLERİNDE
ERMENİ MİLLETVEKİLLERİ VE FAALİYETLERİ
(1908–1912)
Arş. Gör. Seher BOYKOY
Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü
E-mail: [email protected]; Tel (GSM): 0 505 397 43 62
Özet
Çalışma, yoğun siyasal gelişmelerin yaşandığı hareketli bir dönem olan II. Meşrutiyet dönemi parlamenter yaşamında Ermeni
milletvekillerinin her yönüyle incelenmesine yönelik olacaktır.
Kısa süreli bir Meşrutiyet dönemi sonrası otuz yıl süren meclissiz idare, Türk siyasetinin ikinci parlamenter dönemini temsil
eden II. Meşrutiyet’in 1908 yılında ilânıyla son bulmuştur. Bu yeni
dönemde dört meclisin toplandığı görülmektedir: 1908–1911,
1912, 1914–1918 ve 1920. Bu dönemlerden dördüncü dönem,
mütareke koşullarının ve Anadolu’da gelişen ulusal hareketin
izlerini taşıması ve bu dönem meclisinde Ermeni üye bulunmaması itibariyle diğerlerinden farklılık gösterdiği için ilk üç yasama
dönemi, meclisin Ermeni üyeleri ve bu üyelerin meclis içerisinde
ve yasama sürecindeki faaliyetleri noktasından hareketle ele alınacaktır.
Meşrutiyet meclislerinde yer alan azınlık grupları temsilcileri içinde, Ermeni üyelerin siyasal yapı içerisindeki yeri hem dönemin
iç-dış siyasal gelişmeleri hem de dönemin en etkin ve önemli siyasal kuruluşu İttihatçılarla ilişkileri bakımından önemlidir.
Çalışmada, Ermeni milletvekillerinin ülkedeki Ermeni nüfusa ve
diğer azınlık gruplarına oranla temsil durumları ve temsil oranlarının farklı dönemlerde gösterdiği ivme; siyasal tutumlarına
ve faaliyetlerine yön veren sosyal nitelikleri; Ermeni toplumunun gerçek talep ve eğilimlerini ne ölçüde temsil edebildikleri;
hassasiyet gösterdikleri konular ve başlıca talepleri; çeşitli konulardaki görüşleri, muhalefet gösterdikleri ve destekledikleri
noktalar; hükümet politikalarına yönelik eleştirileri ve bu eleştirilerin düzeyi; gerek birbirleriyle, gerekse Türkler ve diğer azınlık
gruplarından üyelerle hangi konularda ortaklıklar ve farklılıklar
gösterdikleri; yasama sürecindeki faaliyetleri; 1908, 1912, 1914
seçimleri sürecinde yaşanan gelişmelerin Osmanlı yönetimine
yönelik tutumlarına nasıl yansıdığı; siyasal tutumları ve cemiyet
ile olan ilişkileri; İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Hürriyet ve İtilaf
Fırkası’nın Ermeni milletvekilleri tarafından nasıl görüldüğü; iktidar ve muhalif grupların Ermeni temsilciler üzerindeki etkisi;
Ermeni ihtilâlci hareketleriyle bağlantıları değerlendirilmeye çalışılacaktır. Müzakere tutanaklarının yer aldığı Mebusan Meclisi
Zabıt Cerideleri; Mebusan Meclisi Kanun Teklifleri ve Encümen
Mazbataları; dönemin iktidar ve muhalefetinin görüşlerini yansıtan gazeteler, milletvekillerinin özlük dosyalarına ilişkin arşiv
malzemesi; döneme ilişkin anılar ve özgün nitelikteki araştırmalar çalışma sürecinde kaynak malzemesi olarak kullanılmıştır.
Arş. Gör. Seher BOYKOY
Giriş
Osmanlı İmparatorluğu, tarihsel süreç içerisinde çok uluslu, çok dinli,
çok dilli, çok kültürlü yapısıyla, birlikte yaşama sanatının en güzel örneklerini vermiştir. İmparatorluğun çok uluslu yapısının yansıdığı kurumların
başında, yasama organı olarak faaliyet gösteren Meşrutiyet dönemi meclisleri gelmektedir.
Meşrutiyet dönemi Osmanlı meclislerinin en önemli özelliği, kozmopolit yapısı olmuştur1. Bu yapı gereğince, çeşitli milletlerden gayrimüslim
Osmanlı vatandaşları, siyasal sistem içerisinde yüksek oranlarda temsil
edilme olanağına sahip olmuşlardır. Bunun bir başka boyutu da, imparatorluk siyasetini belirleyen düşün akımlarından biri olan ve İttihatçıların
temsil ettiği Osmanlıcılık düşüncesidir. Bu düşünce, imparatorluk içerisindeki farklı dinsel ve etnik gruplar arasında Osmanlıcılık siyaseti ekseninde
ortak birliktelik sağlamak amacına yönelik olup, Türk ve Türk olmayan
bütün azınlık mensuplarının tüm Osmanlı milletinin temsilcisi olarak meclis çatısı altında bulunmalarını öngörmekteydi.
1
İlber Ortaylı, dönemin çok uluslu imparatorlukları olan Avusturya-Macaristan monarşisi
ve Rus Duması’nı örnek vererek, bu kozmopolit yapının XIX. yüzyılda yalnız Osmanlı Devleti’ne özgü bir özellik olduğunu belirtmektedir. Buna göre, Avusturya-Macaristan
monarşisinde Çek, Hırvat, Sloven, Slovak, Polonez, Rumen gibi azınlık unsurların parlamentoda temsil oranları çok düşük iken; Rus olmayan milletlerin Rus Duması’nda temsili,
özel statü ile sağlanmıştır. Ortaylı, “İlk Osmanlı Parlamentosu ve Osmanlı Milletlerinin
Temsili”, Kanun-ı Esasî’nin 100. Yılı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, Ankara 1978, s.170.
145
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
İşte Osmanlı kozmopolit yapısı ve bu yapının bir uzantısı olarak ortaya çıkan “Osmanlıcılık” düşüncesinin etkisiyledir ki; Meşrutiyet dönemi
meclisleri, hâkim unsur Türkler yanında Arap, Rum, Ermeni, Bulgar, Sırp,
Arnavut, Kürt gibi azınlık grupları temsilcilerinin aynı çatı altında birleştikleri meclisler olmuştur. Bu süreçte Osmanlıcılık siyasası, gerçekten İttihatçıların beklediği gibi farklı etnik unsurları birleştirici bir rol oynamış
mıdır? Yoksa, dış etkenlerle de beslenen yapay bir Osmanlıcılık görüntüsü
altında imparatorluğun çöküş sürecini hızlandırmış mıdır? sorusuna verilecek yanıt ise, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sürecinde çok uluslu
yapısının belirleyici olduğu gerçeğini ortaya koyar niteliktedir.
Türkiye’de anayasal ve parlamenter sistemin gelişim sürecinde, I. ve
II. Meşrutiyet dönemlerinin önemli bir yere sahip olduğu görülmektedir.
23 Aralık 1876 tarihli ve Kanun-ı Esasî adı verilen Osmanlı Anayasası2,
bu süreçte Osmanlı parlamenter sisteminin hukukî dayanağını teşkil etmiştir. 1876 Kanun-ı Esasî’sine göre Meclis-i Umumî adı verilen Osmanlı Parlamentosu, Ayan Meclisi ve Mebusan Meclisi olarak iki organdan
oluşmaktaydı. Böylece, Kanun-ı Esasî’nin çift meclis sistemini getirdiği
görülmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk parlamenter denemesi olan I. Meşrutiyet dönemi Osmanlı Parlamentosu3, iki dönemden ve birer toplantı yılından oluşmaktadır. Meclisin birinci dönemi, 19 Mart 1877’de başlamış
ve 56 birleşim sonunda 28 Haziran 1877 tarihinde sona ermiştir. 13 Aralık
1877’de başlayan ikinci dönem ise, 29 birleşim sonunda 14 Şubat 1878
tarihinde son bulmuştur4.
2
3
4
Suna Kili, A. Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri (Sened-i İttifaktan Günümüze),
Türkiye İş Bankası Kültür Yayını, İstanbul 2000, s.43-55.
I. Meşrutiyet dönemi Osmanlı parlamentosu için bkz. Hakkı Tarık Us, Meclis-i Mebusan
(1293-1877), C.1-2, İstanbul 1939, 1954; Sina Akşin, “I. Meşrutiyet Meclis-i Mebusanı”,
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C.XXV, Ankara 1970, s.19-39; Akşin, “I. Meşrutiyet Meclis-i Mebusanının Ele Aldığı Başlıca Sorunlar”, Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C. XXVI, Ankara 1970, s.101-122; İhsan Güneş, Türk
Parlamento Tarihi, Meşrutiyete Geçiş Süreci I. ve II. Meşrutiyet, C.1, TBMM Vakfı Yayını,
Ankara 1997, s.73-222; Çoşkun Üçok, “1876 Tarihli Osmanlı Anayasası’nın 1876-1908
Yılları Arasında Uygulanıp Uygulanmadığı Konusu”, IX. Türk Tarih Kongresi Bildiriler II,
Ankara 1988, s.1171-1175.
İhsan Ezherli, “Türkiye Büyük Millet Meclisi (1920-1998) ve Osmanlı Meclis-i Mebusanı
(1877-1920)”, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayını, Ankara 1998, s.185-186.
146
Arş. Gör. Seher BOYKOY
İlk mecliste birinci dönemde 69 Müslüman, 46 gayrimüslim toplam
115 ; ikinci dönemde ise, 59 Müslüman, 47 gayrimüslim toplam 106 milletvekili meclis faaliyetlerine katılmıştır6. Bu oranlar, toplam nüfus içerisindeki oranlarıyla karşılaştırıldığında; gayrimüslim milletvekili sayısının, toplam nüfus içerisindeki oranlarına göre daha yüksek düzeyde temsil
edildiklerini göstermektedir7.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı dolayısıyla ilk meclisin yoğun eleştirilerine maruz kalan II. Abdülhamit’in, Anayasa’nın kendisine verdiği
yetkiye dayanarak Şubat 1878’de meclisi kapatması üzerine Meşrutiyet’in
birinci dönemi sona ermiştir. Kısa süreli I. Meşrutiyet dönemi sonrasında
otuz yıl süren meclissiz idare, Kanun-ı Esasî’yi eşitlik, özgürlük, hürriyet
simgesi haline getirmiş; Türk siyasetinin ikinci parlamenter dönemini temsil eden II. Meşrutiyet’in 1908 yılında ilân edilmesiyle son bulmuştur.
Bu yeni dönemde, dört meclisin toplandığı görülmektedir. Dört toplantı yılından oluşan ilk yasama dönemini (1908-1911), tek toplantı yılından oluşan ikinci dönem (1912), beş toplantı yılından oluşan üçüncü dönem (1914-1918) ve tek toplantı yılından oluşan dördüncü dönem (1920)
izlemiştir8. Bu çalışma kapsamında, II. Meşrutiyet dönemi I. ve II. yasama
5
5
6
7
8
‘İlân-ı Cumhuriyet’in 80. Yıldönümünde’, 1908 Seçimleri ve ‘Mebusan Hatıraları’, Hazırlayan Zafer Toprak, C.10, Tarih ve Toplum Kitaplığı, Ağustos 1988, s.5.
Akşin, “I. Meşrutiyet Meclis-i Mebusanı”, s.22. II. dönem Meclis-i Mebusan üye sayısı,
bazı kaynaklarda 56’sı Müslüman 40’sı gayrimüslim olmak üzere toplam 96 olarak verilmiştir. Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi, Risale Yayını, İstanbul 1996, s.161.
Eryılmaz, a.g.e., s.159.
II. Meşrutiyet dönemi Osmanlı Mebusan Meclisi’nin yasama çizelgesi (I. ve II. dönemler)
İkinci Meşrutiyet döneminin ilk meclisi, Aralık 1908’de toplanmış; Ocak 1911’de dağılmıştır.
Birinci dönem Mebusan Meclisi, dört toplantı yılından oluşmaktadır.
I. toplantı yılı
Başlangıç tarihi: 4 Kanunuevvel (Aralık) 1324 (1908) Cuma
Bitiş tarihi: 8 Ağustos 1325 (1909)
Birleşim: 1-140
II. toplantı yılı
Başlangıç tarihi: 1 Teşrinisani (Kasım) 1325 (1909)
Bitiş tarihi: 15 Haziran 1326 (1910)
Birleşim: 1-125
III. toplantı yılı
Başlangıç tarihi: 1 Teşrinisani (Kasım) 1326 (1910)
Bitiş tarihi: 21 Mayıs 1327 (1911)
Birleşim: 1-114
IV. toplantı yılı
147
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
dönemleri, meclisin Ermeni üyeleri ile bu üyelerin meclis içerisinde ve
yasama sürecindeki faaliyetleri noktasından hareketle ele alınacaktır.
II. Meşrutiyet dönemi meclislerinde Türk, Arap, Arnavut, Rum, Ermeni, Musevî, Bulgar, Sırp, Ulah, Kürt etnik gruplarından temsilcilerin
yer aldığı görülmektedir. I. ve II. dönem yasama meclislerindeki üyelerin
sayısal dökümü şöyledir9:
Etnik kökeni
Türk
Arap
Arnavut
Rum
Ermeni
Musevî
Bulgar
Sırp
Ulah
9
I. Dönem
170
67
31
24
13
4
4
3
1
II. Dönem
177
45
17
15
10
4
5
2
1
Başlangıç tarihi: 2 Teşrinievvel (Ekim) 1327 (1911)
Bitiş tarihi: 5 Kanunusani (Ocak) 1327 (1911)
Birleşim: 1-40
İkinci dönem Mebusan Meclisi, bir toplantı yılından oluşmaktadır.
Başlangıç tarihi: 5 Nisan 1328 (1912)
Bitiş tarihi: 23 Temmuz 1328 (1912) Balkan Savaşları’nın başlaması nedeniyle yeni meclis
için yapılacak seçimler ertelenmiş, meclis süresiz olarak kapanmıştır.
Birleşim: 1-47
Ezherli, a.g.m., s.187-188; Birinci dönem Mebusan Meclisi dördüncü toplantı yılı bitiş
tarihi olarak, 5 Kanunusani 1327 tarihi verilmekteyse de; burada, başlangıç tarihi ile bitiş
tarihi arasında bir tutarsızlık görülmektedir. Bu kayıt, Mebusan Meclisi zabıtlarında da aynı
şekilde geçmektedir. Bununla birlikte, tarihler arasında bir tutarlılık sağlanması açısından
5 Kanunusani 1328 tarihi daha uygun düşmektedir. Feroz Ahmad ile Dankwart Rustow’un
makalesinde de, birinci dönem meclisinin bitiş tarihi Ocak 1912 olarak verilmiştir. Bkz.
Feroz Ahmad-Dankwart Rustow, “İkinci Meşrutiyet Döneminde Meclisler (1908-1918)”,
Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, C.1, S.4-5, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, İstanbul 1975-1976, s.245.
Tablo için bkz. Fevzi Demir, II. Meşrutiyet Dönemi Meclis-i Mebusan Seçimleri 19081914, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir 1994, s.209. 1908 genel seçimleri dolayısıyla Tanin gazetesinin Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfusu hakkında vermiş olduğu rakamlara göre; 30 milyona yakın imparatorluk nüfusunun 20 küsur milyonu Müslümanlardan,
2 küsur milyonu Rumlardan, 1 küsur milyonu Ermenilerden, 700 bini ise Musevîlerden
oluşmaktadır. Tanin, 12 Teşrinisani 1324; Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasî Partiler
(1859-1952), Arba Yayını, İstanbul 1952, s.164-165.
148
Arş. Gör. Seher BOYKOY
Etnik kökeni
Kürt
Toplam
I. Dönem
6
II. Dönem
5
323*
282
*Zafer Toprak, II. Meşrutiyet dönemi ilk meclisinde; 142 Türk, 60 Arap, 25 Arnavut, 23 Rum, 12 Ermeni, 5 Musevî, 4 Bulgar, 3 Sırp, 1
Ulah olmak üzere toplam 226 temsilcinin bulunduğunu kaydetmektedir. Toprak, a.g.e., s.7. Ancak burada bütün üyelerin toplamı, 225
çıktığından; verilerde bir eksiklik olduğu görülmektedir.
Tablodan da görüleceği üzere, 1908 seçimlerinde Meclis-i Mebusan’a
13; 1912 seçimlerinde ise 10 Ermeni temsilci gönderilmiştir. Ancak, 24
Kasım 1909’daki ara seçimde Halep sancağında Şura-yı Devlet üyeliğine
atanan Hacı Mustafa Bey’in yerine Ermeni Artin Boşgezenyan Efendi’nin
atanması ve Tekfurdağı mebusu Agop Babikyan’ın 1909’da ölümü üzerine
yerine Agop Boyacıyan’ın getirilmesi nedeniyle, I. dönemde toplam 15
Ermeni milletvekili yer almıştır. Bununla birlikte ikinci dönemde milletvekili sayısının 10’a düşmesi; İttihatçıların, muhalif safta yer alan temsilcileri tasfiye etme ve yeniden seçtirmeme politikasının bir uzantısı olarak
görülmelidir. Nitekim 1908’de Kozan’dan seçilen Hamparsum Boyacıyan,
İttihat ve Terakki’ye karşı Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile anlaşan Hınçak örgütü üyesi olduğu için10, ikinci dönemde milletvekili seçilemeyecektir11.
Hınçak-İttihatçı ayrışmasına karşılık Taşnak-İttihatçı anlaşmasının12 da,
meclislerdeki Ermeni üyelerin temsil durumlarında etkili olduğu söylenilebilir. Bu da, meclislerdeki Ermeni temsilcilerinin sayısının en az değişime
10 Hamparsum Boyacıyan, Hınçakların İstanbul teşkilâtının başında bulunmuştur. Sadi Kocaş, Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri, Altınok Matbaası, Ankara 1967,
s.157.
11 Demir, a.g.t., s.61. Hamparsum Muratyan, 1908 seçimleri öncesinde Ermeni milletvekili
adaylarını belirlemek için kurulan ve Patrikhane görüşlerini yansıtan Meşrutiyet-i Osmaniye Ermeni Cemiyeti adındaki derneğin başkanlığını da yapmıştır. Bu derneğin başına
Hınçak olan böyle bir kişinin getirilmesi, Hınçaklar ve Patrikhane arasındaki yakınlaşmaya
işaret etmektedir.
12 Arsen Avagyan, “İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Ermeni Siyasî Partileri Arasındaki İlişkiler”, Çeviren Ludmillo Denisenko, Ermeniler ve İttihat ve Terakki İşbirliğinden Çatışmaya,
Aras Yayını, İstanbul 2005, s.69-73, 92-102. İttihatçılar ve Taşnaklar arasındaki olumlu
ilişkilere karşın; iki tarafın idealleri birbirine zıttır. Cemiyet, bütün dinsel ve etnik cemaatleri Osmanlı çatısı altında toplamak isterken; Taşnaklar, yerel özerklik ve hatta bağımsızlık
talebi içerisinde olmuşlardır. Feroz Ahmad, “İttihatçıların Osmanlı İmparatorluğu’ndaki
Rum, Ermeni ve Yahudi Cemaatleriyle Olan İlişkileri”, İttihatçılıktan Kemalizme, Kaynak
Yayını, İstanbul 1986, s.150; Salâhi R. Sonyel, “İngiliz Gizli Belgelerine Göre Adana’da
Vuku Bulan Türk-Ermeni Olayları (Temmuz 1908-Aralık 1909)”, Belleten, C. LI, Sayı
201, Aralık 1987, s.1257-1258.
149
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
uğramış olmasında kendini göstermektedir. Bu konuda Araplar, Mecliste
Ermenilere kendi paylarından fazla temsilcilik verildiğini ileri sürmüşlerdir13.
Meclislerdeki sayısal durumunu bu şekilde ortaya koyduğumuz Ermeni toplumunun temsilcisi olan Ermeni üyelerin siyasal yapı içerisindeki
yeri ise, Meşrutiyet meclislerinde yer alan diğer azınlık grubu temsilcileri içerisinde, hem dönemin iç-dış siyasal gelişmeleri (Ermeni sorununun,
Doğu Sorununun bir parçası olarak gündemde tutulduğu, Ermeni milliyetçi ve ihtilâlci hareketlerinin yoğunlaştığı dönem); hem de dönemin en
etkin ve önemli siyasal kuruluşu olan İttihatçılarla ilişkileri bakımından
önemli bir yer tutmaktadır.
Ermeni milletvekillerin yasama sürecindeki faaliyetlerine geçmeden
önce, kendileri hakkında kısaca bilgi vermek yerinde olacaktır. Burada
öncelikle, Ermeni üyeler hakkında ayrıntılı bilgiler veren biyografilerin
bulunmaması itibariyle söz konusu kişiler hakkında yeterli bilgiye sahip
olunmadığını belirtmek gerekmektedir.
II. Meşrutiyetin I. ve II. dönemlerinde Mebusan Meclisi’nde yer alan
Ermeni milletvekilleri şunlardır14:
Adı
Seçim çevresi
Devresi
Agop Babikyan Efendi
Tekfurdağı
I
Agop Boyacıyan Efendi
Tekfurdağı
I, II. dönemler
Artin Boşgezenyan Efendi
Halep
I, II, III. dönemler
Bedros Hallaçyan Efendi
İstanbul
I,II,III. dönemler
Hamparsum Boyacıyan (Murat) Efendi*
Kozan
I. dönem
İstefan Çıracıyan Efendi
Ergani
I,II,III. dönemler
İstefan Ispartalıyan Efendi
İzmir
I. dönem
Karabet Paşayan Efendi
Sivas
II. dönem
Karakin Pastırmacıyan Efendi
Erzurum
I, II. dönemler
Kegam Dergarebetyan Efendi
Muş
I, II, III. dönemler
13 Ahmad-Rustow, a.g.m., s.255. Milletvekillerinin etnik kökenlerine göre tekrar seçilme durumu için bkz. Demir, a.g.t., tablo:4, s.211.
14 Listenin oluşturulmasında, Meclis-i Mebusan Zabıt Cerideleri, Ezherli, a.g.m., s.203-220;
Ahmad-Rustow, a.g.m., s.265-284’ten yararlanılmıştır.
150
Arş. Gör. Seher BOYKOY
Adı
Seçim çevresi
Devresi
Krikor Zohrab Efendi
İstanbul
I, II, III. dönemler
Nazaret Dagavaryan Efendi
Sivas
I. dönem
Trayan Narlı Efendi
Gelibolu
I, II. dönemler
Vahan Efendi
Maraş
I. dönem
Vahan Bardizbanyan
İzmir
II. dönem
VahanPapazyan Efendi
Van
I, III. dönemler
Varteks Serengülyan Efendi
Erzurum
I, II, III. dönemler
Virmiyan Efendi
Van
II, III. dönemler
*1895’te Sasun isyanına öncülük eden Hamparsum Boyacıyan, öldürülmekten korktuğu için bazı yerlerde kimliğini saklayarak Murat
takma adını kullanmıştır. Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1985, s.147. Bu nedenle Mebusan zabıtlarında da,
Hamparsum Muratyan olarak geçmektedir. Esat Uras, bu kişinin Temmuz 1890’da İstanbul’da yapılan Kumkapı gösterisini idare eden kişi
olduğunu belirtmektedir. Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayını, İstanbul 1987, s.461.
Ermeni milletvekillerinin uğraştıkları meslek ve bağlı bulundukları siyasal görüşlerin, Meclis’teki tutumlarına yansıması itibariyle önem taşıdığı görülmektedir. Meslekî açıdan bakıldığında; I. ve II. dönemdeki Ermeni
üyeler arasında, bakan, diplomat, doktor, avukat, şâir, yazar, ziraat mühendisi gibi hem devlet hizmetinde idareci olarak çalışan; hem de çeşitli
meslek gruplarına bağlı olan kişilerin olduğu görülmektedir. Devlet bürokrasisinde yer alan üyelerin sayısı, Ayan Meclisi’ndeki gibi fazla olmamakla birlikte15; Bedros Hallaçyan Efendi (1871-?), II. Meşrutiyet döneminde
Hakkı Paşa ve 1912 Sait Paşa kabinelerinde Nafia Nazırı olarak yer alan
tek kişi olmuştur16. Agop Babikyan17 (1856-20 Temmuz 1909) avukat-diplomat; Krikor Zohrab18 (1861-1916), avukat-şâir-yazar-gazeteci; Nazaret
Dagavaryan19 (1863-?), ziraat mühendisi; Agop Boyacıyan ve Karabet Paşayan, doktor olarak Meclis’te yer alan diğer Ermeni üyelerdir.
15 H. Aliyar Demirci, “İkinci Meşrutiyet Birinci ve İkinci Yasama Döneminde (1908-1912)
Osmanlı Âyan Meclisi’nin Ermeni Üyeleri ve Faaliyetleri”, Ermeni Araştırmaları I. Türkiye Kongresi Bildirileri, C.1, ASAM Yayını, Ankara 2003, s.304-308.
16 Y. G.Çark, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler (1453-1953), Yeni Matbaa, İstanbul 1953,
s.235; Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki 1908-1914, Çeviren Nuran Yavuz, Kaynak Yayını,
İstanbul 1995, s.208.
17 Çark, a.g.e., s.236-237; Hüdavendigâr Onur, Ermeni Portreleri, Yayın Yeri ve Tarihi Yok,
s.26.
18 Osmanlı Meclisinde Bir Ermeni Mebus Krikor Zohrab, Öyküler, Aras Yayını, İstanbul
2001, s.158-166; Çark, a.g.e., s.234-235.
19 Onur, a.g.e., s.53; Çark, a.g.e., s.238.
151
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Ermeni milletvekillerinin dönemin egemen siyasal kuruluşu olan İttihat Terakki Cemiyeti ve muhalefetle olan bağlantıları ise, siyasal kimliklerini yansıtması açısından önem taşımaktadır. Bu bağlamda bir kısmı
İttihatçı; bir kısmı da İttihat Terakki’ye muhalefet eden liberaller saflarında yer alırken; içlerinde siyasal tutumu belirsiz olanlar da vardır. Feroz
Ahmad-Dankwart Rustow’un makalesinde yer alan listede, Karakin Pastırmacıyan, İstefan Ispartalıyan, Kegam Dergarabetyan, Vahan Papazyan,
Virmiyan, Vahan Bartizbanyan, Trayan Narlı, Karabet Paşayan, İstefan
Çıracıyan Efendiler; siyasal tutumları hakkında bilgi sahibi olunmayan
müstakiller grubunda gösterilmiştir20.
Bu dönemde meclisin iç yapısında iktidar-muhalefet ilişkilerini belirleyen başlıca üç eksen vardır. Bunlardan birincisi, İttihatçı ve bunun dışındaki partilere mensup olmak; ikincisi, milletvekillerinin etnik dağılımı;
üçüncüsü, modernleşme taraftarlığı ve aleyhtarlığıdır21. Bu durum, 19081912 dönemi meclislerindeki Ermeni milletvekilleri açısından değerlendirildiğinde; ana belirleyicinin, İttihatçı ve liberal olmak yani milletvekillerinin bağlı bulundukları siyasal görüş olduğu görülmektedir. Bununla
birlikte, İttihatçı ve muhalif kanattan üyelerin kendi etnik sorunları etrafında birleşebilmeleri dolayısıyla, etnik dağılımın da bu süreçte belirleyici
olduğu söylenilebilir.
I. ve II. dönemlerde, muhalefet safında yer alan liberallerin çoğunlukta olduğu görülmektedir. Meclisin I. döneminde toplam 13 üyeden 9’u
liberal, 3’ü müstakil, 12’si İttihatçı iken; II. döneminde toplam 10 üyenin
7’sinin liberal, 1’inin müstakil, 2’sinin İttihatçı olduğu görülmektedir22.
1908-1912 döneminde Meclis’te yer alan Ermeni üyelerden Vartkes
Serengülyan23, Krikor Zohrab, Karakin Pastırmacıyan, Vahan Papazyan
Efendiler Taşnak; Hamparsum Boyacıyan Efendi Hınçak örgütleri mensubu; Agop Babikyan, Artin Boşgezenyan, Agop Boyacıyan ve Bedros Hal20 Ahmad-Rustow, a.g.m., s.265-284.
21 Şükrü Hanioğlu, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Temsil ve İkinci Meşrutiyet Dönemi Meclisleri”, İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Yıllığı IV, İstanbul
1989, s.67.
22 Mebusan Meclisi üyelerinin siyasal tutumlarına göre dağılımı için bkz. Demir, a.g.t., tablo:7, s.219.
23 Vartkes Efendi, Kanun-ı Esasî’nin 35. maddesinin değiştirilmesine ilişkin kanun tasarısı
görüşmelerinde, Erzurum’dan milletvekili seçildiği zaman İttihat ve Terakki’nin programıyla değil, Taşnaksutyun Fırkası’nın programıyla seçilmek istediğini belirtmiştir. Meclis-i
Mebusan Zabıt Cerideleri (MMZC), D. 1, İ.4, C.2, s.464.
152
Arş. Gör. Seher BOYKOY
laçyan Efendiler koyu İttihatçı; Nazaret Dagavaryan Efendi, Hürriyet ve
İtilaf’ın kurucularından ve ilk yöneticilerindendir24.
Meclis tartışmalarında, Ermeni üyelerden Vartkes Serengülyan ve
Zohrab Efendilerin sosyalist kimlikleriyle ön plana çıktıkları görülmektedir. Bu konuda zaman zaman fikir ayrılıklarına da düşmüşlerdir. Meclisin ikinci yasama döneminde gerçekleşen savaş vergisi kanun tasarısı
görüşmelerinde, Zohrab Efendi, verginin geçici olmayıp aslî vergi olması
itibariyle bu vergi için süre tayininin söz konusu olamayacağı şeklindeki
görüşlerinden dolayı, Vartkes Efendi tarafından sosyalistlik prensibine aykırı hareket etmekle suçlanmıştır25.
Görüldüğü üzere, siyasal bakımdan Meclis’teki Ermeni üyeler arasında türdeş bir yapı olduğu söylenemez. Bu da, Osmanlı Ermeni toplumunun
siyasal gruplaşmasını yansıtmaktadır. Buna göre Ermeni toplumu Taşnaklar, Hınçaklar ve Patrikhane çevresinde toplanan zengin din adamları grubu olmak üzere üç siyasî gruba ayrılmış durumdadır. 1887’de Cenevre’de
Rusya Ermenilerinin kurmuş olduğu Hınçak Komitesi, Osmanlı siyasal
yaşamında pek fazla nüfuza sahip bulunmazken; 1890’da Tiflis’te kurulmuş olan Taşnak Komitesi, ihtilâlden önce Abdülhamit istibdadına açıkça
karşı koydukları için İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından imparatorluk
içerisindeki Ermenilerin temsilcisi olarak görülmüş ve siyasal alanda daha
geniş nüfuza sahip olmuştur26.
Bu tablo, İttihatçıların Meclis’te istedikleri şekilde egemenlik kuramadıklarını göstermekle birlikte; İttihatçılar, yalnız kendilerine karşı muhalefet saflarında yer alan değil, Ermeni ihtilâlcilerin de Meclis’e sızmalarına engel olamamışlardır. Varteks Serengülyan’ın, 1895’te Van’da çıkan
Ermeni isyanına27; Karakin Pastırmacıyan’ın28 da (Erzurum), 1896’da dü24 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler II. Meşrutiyet Dönemi, C.I, Hürriyet Vakfı
Yayını, İstanbul 1988, s.573-574.
25 MMZC, D.2, İ.1, C.2, s.222-223.
26 Ahmad-Rustow, a.g.m., s.254-255. Ermeni Hınçak ve Taşnak Komiteleri’nin kurulması, programları, faaliyetleri için bkz. Esat Uras, a.g.e., s.426-531; Ermeni Komitelerinin
Amaçları ve İhtilâl Hareketleri (Meşrutiyetin İlânından Önce ve Sonra), Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayını, Ankara 2003, s.10-131; Kocaş, a.g.e., s.121169; Gürün, a.g.e., s.128-168.
27 Vartkes Serengülyan, 1895 Van isyanına katılma suçundan idama mahkûm edilmişse de;
İngiltere’nin aracılığı ile cezası müebbede çevrilmiştir. Demir, a.g.t., s.61.
28 İlk dönem Mebusan Meclisi’nde Ermeni üyesi olan bu kişi, Birinci Dünya Savaşı sırasında çetesiyle Kafkas cephesinde Türklere karşı çarpışmış, büyük zulümlerde bulunmuştur.
Uras, a.g.e., s.573; Gürün, a.g.e., s.163.
153
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
zenlenen Osmanlı Bankası baskınına katılan ihtilâlciler olduğu görülmektedir29.
Bir kısmının da, Osmanlı Devleti’ne ihanet edebildiği savaş yıllarında
ortaya çıkmıştır. Savaş, iki taraf ilişkilerinde yeni bir sayfanın açılmasına yol açmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte, Mebusan
Meclisi’ndeki üç Ermeni milletvekili hemen cepheye koşarak çetelerinin
başına geçeceklerdir. Savaş içerisinde, Erzurum mebusu Karakin Pastırmacıyan (Garo takma adıyla), Kozan mebusu Hamparsum Boyacıyan
(Murat takma adıyla), Van mebusu Vahan Papazyan30 çetelerinin (Haço ve
Tro çeteleri) başına geçerek faaliyet göstermişlerdir31. Yine savaş sürecinde, Ermeni eylemcilerine karşı alınan önlemler çerçevesinde tutuklanarak
askerî mahkemelere sevk edilen kişiler arasında, Ermeni milletvekillerinden Vartkes ve Zohrab Efendiler yer almıştır32.
Meclis tartışmalarında Ermeni milletvekillerine bakıldığında, en çok
söz alanların Krikor Zohrab, Vartkes Serengülyan, Hamparsum Boyacıyan, Nazaret Dagavaryan, Bedros Hallaçyan olduğu görülmektedir. Diğer
Ermeni üyeler, Türkçe’yi iyi bilmedikleri için tartışmalarda etkili olamamışlardır33.
Ermeni milletvekillerin mecliste en çok üzerinde durdukları ve şiddetle savundukları konuların başında, bütün Osmanlılar için hak ve görevler
konusunda yasalar önünde eşitlik ve özgürlük yer almaktadır. Toplanma,
tasarruf, basın-yayın, eğitim, düşünce, dernek kurma, iş bırakma, dolaşım
özgürlüklerini, bu çerçevede ve Kanun-ı Esasî’nin sağladığı haklar nazariyesinden savundukları görülmektedir.
29 Gürün, a.g.e., s.163
30 Osmanlı Meclisi’nde Van milletvekili ve savaşta çete komutanlığı yapmış olan Papazyan,
Ermenice VEM dergisinde yayınladığı hatıralarında, daha savaş başlamadan önce komitelerin aldığı karar gereğince, Rus ordusunun Osmanlı topraklarına saldırısı anında, onlarla
birlikte Doğu cephesinde Türklere karşı savaş kararı alındığını ve ona göre hazırlıklar yapıldığını yazmıştır. Kocaş, a.g.e., s.188.
31 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, s.578-579; Kocaş, a.g.e., s.96.
32 Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, Bateş Yayını, İstanbul 1981, s.66. Ayrıca Atay, Vartkes ve
Zohrab Efendiler’in, Van Divan-ı Harbi’ne götürülmeleri sırasında İttihat Terakki fedailerinden Çerkes Ahmet ve Nazım çetesi tarafından öldürüldüklerini, bu nedenle Şam Divan-ı
Harbi’nde yargılanarak idama mahkûm edildiklerini kaydetmektedir. Atay, a.g.e., s.66-67.
33 Avagyan, a.g.m., s.54. Meclisin 2. döneminde, ikisi de Erzurum temsilcileri olan Vartkes
ve Pastırmacıyan Efendilerin seçim mazbatalarına, Türkçe okuyup yazma bilmedikleri için
karşı çıkılmışsa da; Meclis bu iddiaları geri çevirmiş ve mazbataları kabul etmiştir. Tunaya,
a.g.e., s.575.
154
Arş. Gör. Seher BOYKOY
II. Meşrutiyet döneminde, meclisten geçen yasalardan anayasa değişiklikleriyle ilgili olanlar dışında kalan Kamu Toplantıları Kanunu, Basın
ve Yayın Kuruluşları Kanunu, Grevler Kanunu, Serseriler ve Zanlı Kişilerle İlgili Kanun, Müslüman Olmayan Vatandaşların Askere Alınmalarıyla İlgili Kanun, Cemiyetler Kanunu; Ermeni üyeler tarafından Osmanlı
unsurlarının hak ve özgürlüklerini kısıtladığı gerekçesiyle eleştirilmiştir.
Gerçekte bu kanunlar, İttihatçıların hükümete daha merkeziyetçi yapı kazandırma ve imparatorluk içerisinde yaşayan çeşitli unsurları Osmanlılaştırmak suretiyle farklı ırk grupları arasındaki ayrılıkları kaldırarak birlik ve
bütünlük sağlama politikasının uzantısı olmakla birlikte; hükümete, izlemiş olduğu siyasetten memnun olmayanların başlatacağı karşı hareketleri
önlemek fırsatı verdiği için 1908 Devrimi’yle tanınan özgürlükleri kısıtlayıcı olarak görülmüştür34.
Gösteri, miting şeklindeki kamu toplantılarını düzenleyen İctimaatı Umumiye Kanun Tasarısı, kamu protesto gösterilerini sınırlandırdığı
noktasından eleştirilmiş; kişi hak ve özgürlükleri kapsamında değerlendirilmiştir. Ermeni üyeler bu konuda, tam bir ittifak içerisinde görüşlerini
ortaya koymuşlardır. Toplandıkları ortak nokta, toplantı hakkının ve fikir
serbestisinin Kanun-ı Esasî, Meşrutiyet ve bunların sağladığı hürriyetin
en önemli esaslarından biri olduğudur. Bununla birlikte meclisteki konuşmalarından anlaşılacağı üzere, bu hak sınırsız bir hürriyet anlayışıyla değerlendirilmemekte; toplantı öncesi niteliği hakkında hükümetin haberdar
edilmesi, kanuna aykırı hareketleri men etmek suretiyle asayiş ve emniyetin korunması için ihtiyatî tedbir olarak gerekli görülmektedir35. Bu da,
söz konusu kişilerin hürriyetlerden yana olmasına karşın; bu hürriyetlerin,
başkalarının hürriyetlerini sınırlayacak şekilde kullanılmasına karşı olduklarını göstermektedir.
Yine toplantı hakkı kapsamında, bu hakkın yeniden düzenlenmesi hususunda hükümetin icraatlarına yönelik eleştirilerde bulunmuşlardır. Bu
konuda Zohrab Efendi, Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa’nın, bu gibi toplantılarda ortaya çıkabilecek uygunsuz durumlara karşı bir tedbir olarak
hükümetin bu hakkı kaldırmaya veya sınırlandırmaya yetkili olduğu yönündeki açıklamalarına, icra kuvveti olan hükümetin salâhiyeti açısından
karşı çıkmıştır. Ona göre, hükümet yalnızca sokakların güvenliğini ve dü-
34 Ahmad, a.g.e., s.84-85.
35 MMZC, D.1, İ.1, C.2, s.135, 139-140, 143-144, 147.
155
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
zenini korumakla yükümlü olup toplantı hakkını sınırlandıracak nitelikte
bir kanun koymaya yetkili değildir36.
Zohrab Efendi, toplantı hakkının kabulü konusundaki görüşlerinden
dolayı Biga mebusu Arif Bey’in, bu görüşlerinin Ahrar Fırkası programında yer alması ve kendisinin de bu fırka mensubu olması itibariyle kişisel
menfaatleriyle hareket ettiği yönündeki suçlamalarına, Osmanlılık kimliğini ortaya koyar nitelikteki İzah etsin. Biz burada Osmanlıyız, biz burada
menafi-i hususîye takip etmiyoruz. Osmanlı mebusuyuz, biz bundan başka
bir şey değiliz37 sözleriyle karşılık vermiştir.
Toplantı hakkının ateşli savunucusu olan Zohrab Efendi, insanların
siyasî görüşlerinden dolayı suçlanmasını ve hükümetin bu hususta kayıtsız
kalmasını da şiddetle eleştirmiştir. Bu konuda kendisinin, Serbestî gazetesi başyazarı Hasan Fehmi’nin38 katledilmesi ve katilinin yakalanamamış
olması itibariyle bunun sebeplerini Dâhiliye Vekâleti’nden soran bir takrir
verdiği görülmektedir. 25 Mart 1325 (1909) tarihli bu takrirde, başka bir
Ermeni üye olan Kozan milletvekili Hamparsum Muratyan’ın da imzası
vardır. Bu takrirde, olay meşrutiyet, fikir ve vicdan hürriyeti açısından Hasan Fehmi’nin siyasî sıfatına ve gazeteciliğine yönelik siyasî bir suç olarak
değerlendirilmekte; hükümet, katillerin henüz yakalanamamış olması itibariyle asayişi sağlamada yetersiz görülerek eleştirilmektedir39.
Ermeni milletvekilleri, basın ve yayın kanun tasarısı çerçevesinde de,
basın serbestisini savunmuşlardır. Vartkes Efendi, çıkarılacak gazeteler
için belli miktar depozito verilmesi hükmünü, basın serbestisi ve aydın
fikirli olanların önüne engel teşkil etmesi itibariyle eleştirmiş; Osmanlı ülkesinde mevcut din ve mezhepten birine yapılacak saygısızlıktan dolayı
gazete sorumlu müdür ve makale sahipleri hakkında verilecek cezaların
arttırılmasını teklif etmiştir40.
Zohrab Efendi ise, hukukçu sıfatıyla cezaların arttırılmasıyla suçların
azalmış olacağı görüşüne katılmamakla birlikte; zararlı yayında bulun-
36 MMZC, D.1, İ.1, C.2, s.150-152.
37 MMZC, D.1, İ.1, C.2, s.152.
38 Hasan Fehmi, Ahrar Fırkası üyelerinden, İttihatçı aleyhtarı gazeteci. Ahmet Rıza’nın
Paris’te çıkardığı Meşveret gazetesinde çalışmış; 1908 devriminden sonra, İttihatçı aleyhtarı yayınlar yapan Serbestî gazetesini çıkarmıştır. 7 Nisan 1909’da Galata Köprüsü üzerinde
öldürülmesi, 31 Mart Ayaklanması’nın başlangıcı olmuştur. Ahmad, a.g.e., s.205.
39 MMZC, D.1, İ.1, C.2, s.651-654.
40 MMZC, D.1, İ.1:, C.3, s.334, 563-564.
156
Arş. Gör. Seher BOYKOY
maktan dolayı hükümetin gazete kapatma salâhiyeti olmadığını savunmuştur41.
Basın tartışmaları çerçevesinde görüşülen yabancı piyangoların gazetelerde yayınlanması konusunda, Ermeni üyeler arasında farklı görüşlerin
ortaya çıktığı görülmektedir. İstanbul milletvekili Hallaçyan Efendi, halkın
aldatılmaması ve menfaatlerinin korunması noktasından hareketle, Trayan
Narlı Efendi’nin yabancı piyangoların gazetelerde yayınlanmasının menedilmesi ve buna aykırı hareket eden gazete sahibi ve sorumlu müdürünün
cezalandırılmasına ilişkin teklifini desteklerken; Zohrab Efendi, devlet tarafından tanınmış olması ve paranın ülke içerisinde kalacak olması itibariyle iktisadî açıdan ülke içerisinde piyango bileti satılmasının suç teşkil
etmediğini belirtmiştir42.
Ermeni milletvekillerinin kişi hak ve özgürlükleri kapsamında ele aldıkları haklardan biri de, işçiler için grev hakkının tanınması olmuştur43.
Ekonomik alanda, çalışma hayatına ilişkin düzenlemeler ve işçi-işveren
ilişkilerini düzenleyecek yasalar çerçevesinde grev hakkını da, toplumun
menfaati ve işçi haklarının korunması açısından meşrû bir hak olarak savunmuşlardır.
Ermeni üyelerin işçi hakları konusundaki görüşlerinin, sosyalist eğilimlerinin izlerini taşıdığı görülmektedir. Bunlardan Zohrab Efendi ve
Hamparsum Muratyan, işçi hakları, çalışma koşulları ve ücretlerini belirleyen sözleşmeyi hukukî kaidelere aykırı bulurken; işçi haklarının sosyalizm ile korunması yolunda görüşler ileri sürmüşlerdir. Sermayeye karşı,
çalışan kesimlerin haklarını koruması itibariyle sendikaların gerekliliği, bu
konuda Avrupa sendikaları ve işçileriyle ortak çıkar için bir araya gelinmesi ve uzun süreli-az ücretli çalışma koşullarına karşı grev hakkının işçilere
tanınması yolundaki görüşlerini; haksızlıklar karşısında insan haklarının
koruyucusu ve hürriyet savunucusu bir sistem olması itibariyle sosyalist
nazariye ile ortaya koymuşlardır. Bu kapsamda, Dâhiliye Nazırı’nın sendika teşkili aleyhindeki yaklaşımını da eleştirmişlerdir44.
Ermeni üyelerin, tabii haklar ve medenî haklar kapsamında değerlendirdikleri haklardan birinin de, telif hakkı olduğu görülmektedir. Bu konudaki ortak görüşleri, düşünce ve kalem ürünü olan her türlü esere telif
41 MMZC, D.1, İ.1:, C.3, s.565-566, 660.
42 MMZC, D.1, İ.1:, C.3, s.579-580.
43 Meclislerde işçi hakları tartışmaları için bkz. Mesut Gülmez, Meclislerde İşçi Sorunu ve
Sendikal Haklar (1909-1961), Öteki Yayını, Ankara 1995.
44 MMZC, D.1, İ.2, C.1, s.691-695.
157
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
hakkı verilmesi, fiyat bedelinin her müellifin kendi taktirine bırakılması,
bu konuda hiçbir müdahalede bulunulmaması noktasında toplanmaktadır.
Ermeni milletvekillerinden Nazaret Dagavaryan, Agop Boyacıyan ve Zohrab Efendiler tarafından, hocaların verdiği derslerin öğrencileri tarafından
bastırılıp satılması, kişinin manevî haklarına saldırı olarak eleştirilirken;
hocalığın toplum içerisinde parlak bir mevki teşkil etmemiş olmasına işaretle, hocaların maddî yönden takviye edilmesi ve haklarından istifadesinin sağlanmasının, mesleğin şerefi açısından gerekliliği üzerinde durulmuştur45.
Ermeni üyelerin, seyahat-dolaşım özgürlüğü çerçevesinde Pasaport
Kanunu’na karşı çıktıkları görülmektedir. Kanunun 1. maddesine göre, Osmanlı ülkesinden yabancı bir ülkeye gidenler pasaport almaya mecburdur.
Zohrab Efendi, bu maddeyi, kişi hürriyetini ve tabii haklarını sınırlandıran
istibdada özgü bir uygulama olarak eleştirmiştir46.
Kişi hak ve özgürlükleri kapsamında değerlendirilen bu kanunlar yanında, serseriler ve zanlı kişiler hakkındaki kanun tasarısı da, kişisel eylemleri sınırlandırdığı ve Kanun-ı Esasî’nin gereği olan kişi hürriyetinin her
türlü saldırıdan korunması gerektiği noktasından hareketle Ermeni üyeler
tarafından eleştirilmiş; kişi dokunulmazlığına aykırı bir uygulama olarak
değerlendirilmiştir. Bu bağlamda, özellikle serseriliği sabit olan kişiler için
nizamname dahilinde alınacak tedbirlere47 karşı çıkmışlar; sorumluluğun
hükümette olduğuna işaretle, ceza yerine, bu tür kişilerin ıslah edilmeleri
ve topluma kazandırılmaları, serseriliğe yol açan sebeplerin ortadan kaldırılması gereğini vurgulamışlardır48.
Görüşmeler sırasında bazı üyelerin görüşlerini ortaya koyarken, İstibdat ve Meşrutiyet devirlerini hür fikirlerin işlemesi açısından karşılaştırdığı görülmektedir. Hamparsum Muratyan, nizamnamede yer alan dayakla
terbiye hususuna karşı çıkarken; öncelikle serseriliğe yol açan sebeplerin
kaldırılması gerektiğini İstibdat ve Meşrutiyet devirlerine atıfta bulunarak
ortaya koymuştur. İstibdatta hür fikirlerin baskı altına alınmasına rağmen,
o fikirleri hazırlayan koşulların devam etmesi itibariyle fikirlerin de kalkmadığını; hürriyetle birlikte fikirlerin özgürce ifadesi suretiyle karışıklık45 MMZC, D.1, İ.2, C.1., s.588-595.
46 MMZC, D.1, İ. 2, C.2, s.512-513.
47 Bu tedbirler; zabıta tarafından nezarette tutulma, başka yerlere gönderme, dayakla terbiye
etme, istihdam edilmeleri halinde ücretlerini sınırlandırma.
48 MMZC, D.1, İ.1, C.2, s.534-535, 542, 556-557.
158
Arş. Gör. Seher BOYKOY
ların önlendiğine işaretle zamanla sebepler kalktıkça serseriliğin de olmayacağını belirtmiştir49.
Ermeni üyelerin nizamnamede karşı çıktıkları hükümlerden biri de, 15
yaşını tamamlamamış çocukların serserilik yapmalarında anne-baba veya
velisinin sorumlu tutulmasıdır. Muratyan Efendi, ancak, Amerika’da olduğu gibi kültür işlerinin Osmanlı ülkesinde de mecbur kılınması halinde velisinin sorumluluğunun kabul edilebileceğini ileri sürerken; Nazaret Dagavaryan, Avrupa’da serseri çocuklar için oluşturulan koloni agriko benzeri
ziraat çiftliklerinin tatbiki suretiyle bu çocukların orada çalışmaya mecbur
edilmesi teklifinde bulunmuştur50.
Meclis tartışmalarında, kavmiyet-milliyet, dinsel-mezhepsel ayrıcalıklar konusunda Ermeni üyelerin büyük bir hassasiyet gösterdikleri görülmektedir. Bu hassasiyetlerini yansıttıkları konulardan biri, kavmiyet
ve milliyet esaslarına dayalı cemiyet kurma hakkının tanınması olmuştur.
1876 Anayasası’nda 1909’da yapılan değişikliklerle cemiyet kurma hakkı
tanınmış51 ve bu hak, 16 Ağustos 1909 tarihli Cemiyetler Kanunu ile düzenlenmiştir. Bu kanunla, cemiyet kurma hakkı getirilirken; yasalara ve
genel ahlâka aykırı, devlet bütünlüğünü ve unsurlar arasındaki bağı bozucu, kavmiyet ve cinsiyet esaslarına dayanan cemiyetlerin kurulması yasaklanmıştı. Ermeni üyelerin, kanunda en çok karşı çıktıkları ve eleştirdikleri
husus da, ırksal temele dayanan ya da bir millet ismi taşıyan cemiyetlerin
kurulmasını yasaklayan 4. maddesi52 olmuştur. Bu madde üzerindeki görüşmeler, layiha maddeleri üzerindeki tartışmaların odak noktasını oluşturmuştur.
Cemiyetler kanun tasarısı çerçevesinde yapılan görüşmelerde Ermeni
üyeler, cemiyet teşkilinin hükümet tarafından serbest bırakılmasını savunurken; 4. maddeye, gizli faaliyetlere yol açacak olması itibariyle rejim ve
hürriyete zarar vereceği noktasından karşı çıkmışlar ve ayrı milletlerden
oluşmuş bir siyasî cemiyet yerine, ayrı millet içinden ayrı cemiyetler oluşmasının, bütün unsurların hak ve eşitliği açısından önemini vurgulamışlardır.
49
50
51
52
MMZC, D.1, İ.1, C.2, s.534-535, 542, 595-596.
MMZC, D.1, İ.1, C.2, s.615-616.
Kili-Gözübüyük, a.g.e., s.88.
Meclis-i Mebusan’da tartışılan Cemiyetler Kanunu Layihası’nda 4. madde şöyledir: Kavmiyet ve cinsiyet esas ve ünvanlarıyla siyasî cemiyetler teşkili memnûdur. Güneş, a.g.e.,
s.465. Cemiyetler Kanunu hakkında Dâhiliye Encümenince kaleme alınan esbab-ı mucibe
mazbatası ile Layiha Encümeninin hazırladığı taslak için bkz. Güneş, a.g.e., s.463-468.
159
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Bu konuda Vartkes Efendi, insanlardaki en önemli hissiyatın, milliyet
olduğuna işaret ederek Meşrutiyet’in ilân edilmesinde ve muhafazakârlara, irtica taraftarlarına karşı korunmasında Ermeni ihtilâl cemiyetlerinin
önemini vurgulamıştır. Bu görüşlerinden dolayı kendisine yöneltilen koyu
milliyetçi suçlamalarına ise, 1910’daki bir konuşmasında, … Ben asla
nasyonalist değilim. Pek iyi bilirim ki, özellikle Ermeni milleti Osmanlı
memleketinden başka hiçbir yerde yaşayamazlar. Benim fikrimi yanlış telakki ediyorsunuz. Anlıyorsunuz ki, ben kart Ermeniyim, asla Ermenilikten
başka bir şey düşünmüyorum. Hâlbuki ben sizden ziyade Türküm, Türkten
ziyade Türküm sözleriyle karşı çıkmış; Türk milletvekilleriyle milliyetçilik
konusunda tartışmalara girmiştir53.
Zohrab Efendi de, cins ve mezhep ıslahı gibi özel menfaatlerin temini
için çalışan cemiyetlerin meşru olduğunu savunurken; baskı ile birlikteliklerin meydana getirilemeyeceğini, aksine ayrılıkların derinleşeceğini
belirterek baskı ve zora dayanan usûlleri Osmanlı birliği açısından eleştirmiştir54.
Burada, İttihat Terakki yönetimi ve Ermeni üyeler arasında, Osmanlıcılık düşüncesi çerçevesinde farklı yaklaşımların ortaya çıktığı görülmektedir. Milliyet ve kavmiyet esasına dayalı olarak kurulacak siyasî cemiyetlerin yasaklanması, İttihat ve Terakki yönetimince meşrutiyetin getirdiği
özgürlüklerden yararlanarak özgürlükleri ortadan kaldırmaya veya ülke
birliğini bozmaya yönelik örgütlenme hareketlerini kontrol altına alabilecek yasal çerçeve, Osmanlı birlikteliğine aykırı hareketleri önlemek
suretiyle unsurlar arasında birlik sağlamaya yönelik bir uygulama olarak
görülürken; Ermeni milletvekilleri, gizli cemiyetler teşkili ve gizli faaliyetlere yol açma tehlikesi itibariyle Osmanlı unsurları arasındaki ayrışmayı derinleştirerek Osmanlı birlikteliğini tehlikeye düşüreceği noktasından
hareketle, bu uygulamaya karşı çıkmışlardır.
Ermeni üyelerin, tasarıdaki cins ve kavmiyete dayanan siyasal örgütlerin yasaklanmasına gösterdikleri tepki; bir bakıma meşrutî sistemin getirdiği özgürlüklerden ve yeni düzen anlayışından yararlanmak suretiyle
ulusalcı amaçlarının gerçekleştirilmesi için bu cemiyetleri bir basamak
olarak kullanmak istediklerini göstermektedir55.
53 MMZC, D.1, İ.1, C.5, s.446-448.
54 MMZC, D.1, İ.1, C.5, s.454-455.
55 Güneş, a.g.e., s.470.
160
Arş. Gör. Seher BOYKOY
Ermeni milletvekillerinin kavmiyet-milliyet eksenli eleştirilerine konu
olan kanun tasarılarından biri de, Sicil-i nüfus kanun tasarısı olmuştur.
Kanun tasarısının 3. maddesi56 çerçevesinde, milliyetin nüfus tezkeresine
yazılıp yazılmaması hususu uzun tartışmalara yol açmış; Ermeni üyeler tarafından bu husus, Osmanlı birlikteliği, Osmanlılık hissiyatını zayıflatması
açısından değerlendirilmiştir.
Ermeni milletvekilleri, herkesin ait olduğu milliyetin nüfus tezkerelerine yazılmasının, Osmanlı birlikteliğine engel teşkil etmeyeceğini ileri sürerken; insanlardaki en önemli hissiyatın, milliyet olduğunu önemle
vurgulamışlardır. Bu konuda Hamparsum Muratyan Efendi, bir milliyete
sahip olmanın Osmanlı olmaya engel teşkil etmediğini, Hangi mezhebe salik olursa olsun ben Ermeniyim. Böyle Ermeni olmaklık, hiçbir vakit benim
Osmanlı olmaklığıma engel değildir. Bu noktada nazar-ı dikkatinizi celbederim. Bizim içimizde milliyetler vardır. Arap Araptır, Çerkez Çerkezdir,
Rum Rumdur. Şu halde her ne mezhebe tâbi olursa olsunlar zikredecek
olursak daha esaslı bir taş üstünde bina yapılmış olur sözleriyle ortaya
koymuştur57.
Yine, doğan çocuğun meşru olup olmadığına ilişkin esasları ortaya
koyan 18. madde üzerindeki tartışmalarda da, kendi dinsel-mezhepsel ayrıcalıklarını sürdürmek istediklerini ortaya koymuşlardır. Vartkes Efendi,
maddeyi Hıristiyanlık kaidelerine uygunluk noktasından eleştirmiş; Hıristiyan çocukların meşru olup olmadığı konusunda ruhanî meclisin karar
verebileceğini belirterek Hıristiyanlar için doğum meselelerinde, muhtarların, vaftiz olan çocukların doğum ve vaftiz gününün kayıt edildiği kilise
defterlerine müracaat etmeleri teklifinde bulunmuştur. Buna göre muhtar,
kilise defterlerine müracaat edecek; iki şahit ile beraber kilise meclisinde
mührüyle onu alıp hükümete gösterecek; bu suretle çocuğun doğduğu günden meşru olup olmadığı anlaşılacaktır58.
Tartışmalar kapsamında Hamparsum Muratyan Efendi, gayrimeşrû
olarak dünyaya gelmiş çocukların, toplumda meşrû olmayan kişi olarak
56 3. madde şöyledir: Nüfus sicili, kadın ve erkeğin isim ve şöhretiyle mezhebini İslâm, Musevî, Hristiyan mezheplerinden hangisine mensup bulunduğunu, babasının isim ve doğum
yeriyle annesinin ismini ve vilâyet ve kaza itibariyle doğum tarihini ve yerini ve ikâmetini
ve sanat ve sıfatıyla okur-yazar olup olmadığını, seçim salâhiyetini, mensup olduğu askerlik dairesini, boyu ile gözü ve çehrenin bıyık, sakal ve saçın rengini, evli ise eşi, anne
ve babasının hayatta olup olmadığını, askerlik sene ve devresini kamerî ve malî yıl olarak
kayıt tarihini içerecektir.
57 MMZC, D.1, İ.2, C.2, s.266.
58 MMZC, D.1, İ.2, C.2, s.419.
161
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
dışlanmaması için bunların da kaydı yapılarak meşrû sayılmaları noktasının encümen tarafından dikkate alınmasını talep etmiştir59.
Meclis’te, gayrimeşrû çocukların nesebsiz kişiler olarak görülmesine
karşı çıkan ve bunların topluma kazandırılması yolunda görüşler ortaya
koyan Ermeni milletvekillerinden biri de, Zohrab Efendi’dir. Zohrab Efendi, Ceza Kanunu’nun bazı maddelerini değiştiren kanun tasarısı görüşmelerinde, tasarının zinaya ilişkin 201. maddesinde zinanın suç sayılmasına
ve bu suç için neslin temizliğinin korunmasından sorumlu olması itibariyle
kadınlara daha büyük yaptırım getirilmesine karşı çıkmış; bu maddenin,
aile namusunu temin etmek yerine ihlâl edeceğini ileri sürmüştür. Zinada
kadın ve erkeğin rolü konusunda asıl sorumluluğun kadınlara yüklenmesini kabul etmeyen Zohrab, İslâmiyet’te çok eşlilik olmasından hareketle
zinada en büyük kabahatin erkeklerde olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre,
Kanun-ı Esasî’nin getirdiği eşitlik ilkesinin gereği olarak hiç bir çocuk,
anası veya babası belli olmadığından dolayı veled-i zina tabiriyle toplumda
ayıplanmamalı, dışlanmamalı; anne veya babasının cezasını çekmemeli;
diğer çocuklarla eşit haklara sahip olarak himaye edilmelidir60. Ermeni
tarihçilerden Pars Tuğlacı, 7 Şubat 1993 tarihli Cumhuriyet gazetesinde,
yazar Ahmet Mumcu ile Zohrab Efendi arasındaki fikrî benzerliğe dikkat
çekmiştir. Tuğlacı’ya göre Zohrap, Osmanlı parlamentosunda kadın haklarını savunan ilk kişi olmuş; insan hakları ve demokrasinin ateşli bir şekilde
koruyuculuğunu yapmıştır61.
Zina tartışmalarında, Artin Boşgezenyan Efendi de, cemiyetin esasının aile ve ailenin temel direğinin iffet ve sadakat olduğunu belirttikten
sonra, kadın-erkek eşitlik kaidesine göre kadınların haklarının korunması
gerektiğini, zinada kadınları baştan çıkarması itibariyle erkeklerin daha
suçlu olduğunu ileri sürmüş; zinada kadın ve erkeğin eşit derecede cezalandırılmasını talep etmiştir62. Böylece Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı, zinayı tartışan ilk meclis olmuş; erkeklerin egemen olduğu mecliste Ermeni
üyeler, kadın haklarını savunmuşlardır.
Ermeni milletvekillerin üzerinde durdukları konulardan biri de, devletin malî itibarı ve şerefinin korunması olmuştur. Devlet maliyesinin durumu açısından ileri sürülen görüşlerin başında, memurların ıslahı ve devlet dairelerinde gereksiz masrafların kısıtlanması yer almıştır. Bu konuda
59
60
61
62
MMZC, D.1, İ.2, C.2, s.423-424.
MMZC, D.1, İ.3, C.5, s.400-403,
Cumhuriyet, “Uğur Mumcu ve Zehrab Efendi”, 7 Şubat 1993.
MMZC, D.1, İ.3, C.5, s.390-392.
162
Arş. Gör. Seher BOYKOY
Ermeni üyeler, devlet teşkilâtı hakkında esas teşkil edecek ve nezaretlerin
kaç daireden oluştuğu ile teşkilâtın kaç memurla idare edileceğini gösterecek bir teşkilât kanununun gerekliliğini, bütçe tetkiki açısından taşıdığı
öneme işaretle vurgulamışlardır63.
Hallaçyan Efendi, memurların ıslahı meselesini, memuriyet için nicelik ve niteliksel olarak seçim yapma taktiri ve masraflar, bütçe olarak iki
açıdan ele alıp değerlendirmiştir. Ona göre birincisi, yürütme yetkisi dahilinde olmasına karşılık; masraflar konusunda karar vermek meclise aittir.
Memur maaşları konusunda, maliyenin durumuna uygun düşmeyen
harcamaların kesilmesinde Ermeni üyelerin ittifak içerisinde oldukları görülmektedir. Zohrab Efendi, mülkiye memurlarına emeklilik ve işten çıkarılma durumunda verilen maaşları, israfa yol açtığı noktasından eleştirmiş;
bir emeklilik nizamnamesinin esas kaidelere uygun surette düzenlenmesini, israfın önlenmesi için gerekli bir tedbir olarak teklif etmiştir64.
Zohrab Efendi’nin devletin malî itibarı açısından ele aldığı konulardan birisi de, borçlar ve borçların zamanında ödenmesi olmuştur. Ona
göre, borçların hak sahiplerine zamanında ödenmemesi ve tahsil edilecek
alacaklardan borçların verilmesi, devletin malî itibarına indirilen bir darbedir. Buna karşılık hükümetin, kendi borçlarını vaktinde ödeyen bir hükümet olması gerekmektedir65. Yine Riyaset-i Celile’ye hitaben yazdığı bir
takrirde, 1324 malî yılından 1325 malî yılına devreden borçların düzenli
ödenmesinin, Meşrutiyet hükümetinin en başta gelen görevi olduğunu ve
bu borçların zamanında ödenmesi için istikraz tekliflerinin kabul edildiğini
belirtmiş; bu borçlara karşılık bulmak üzere gerekli tedbirlerin düşünülmesi için konunun Maliye encümenine havalesini teklif etmiştir66.
Ermeni üyelerin, maliye politikası konusundaki görüşlerinin bir başka
boyutunu da, herkesten kazancına göre vergi alınması, adil vergilendirme
oluşturmuştur. Köylü haklarının korunmasına yönelik düzenlemeler çerçevesinde iltizamın kaldırılması, aşar vergisi için tahmis usûlünün67 uygulanması, büyük toprak sahiplerinin vergilendirilmesini savunurken; Musakkafat Vergisi Kanunu68 (Bina Vergisi Kanunu) münasebetiyle yapılan
63
64
65
66
67
68
MMZC, D.1, İ.1, C.2, s.516-517.
MMZC, D.1, İ.1, C.2, s 529-530.
MMZC, D.1, İ.1, C.2, s 216-218.
MMZC, D.1, İ.1, C.2, s 445-447.
Beş yıllık iltizam bedelinin toplanması.
Emlâk Vergisi, Osmanlı döneminde arazi ve bina vergisi adıyla aynı kanun içerisinde düzenlenmiş iken; Meşrutiyet döneminde, bina vergisi, Musakkafat Vergisi olarak ayrılmış-
163
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
tartışmalarda, herkesin kazancına göre verginin tespit edilmesi görüşünü
ileri sürmüşlerdir. Buna göre, kazancı yüksek olanlardan yüksek; düşük
olanlardan düşük vergi alınmalıdır.
Bina Vergisi Kanunu tartışmalarına, sosyalistlik ve kapitalistlik söylemlerinin damgasını vurduğu görülmektedir. Ermeni milletvekillerinden
Vartkes, Zohrab, Muratyan Efendiler; Maliye Nazırı Cavit Bey’in ne kadar
yüksek vergi konursa o zaman servet mahvolur, fabrika açılmaz, kapitalist
olmaz şeklindeki sözlerine karşılık, sosyalistlik nazariyesinden hareketle
ne kadar yüksek vergi alınırsa o zaman ülke ilerler görüşünün savunuculuğunu yapmışlar ve serveti çok olanlardan fazla vergi alınmasının, sefaletin
azaltılması, fakirlerin rahatlatılması açısından önemini vurgulamışlardır69.
Meclis’te Ermeni üyelerin en çok karşı çıktıkları konuların başında ise
gayrimüslimlerden askerlik bedeli alınması gelmektedir. Bu konudaki tartışmalar, tahsil-i emval kanun tasarısı (Vergi Tahsil Kanunu) ve Muvazenei Maliye Encümeni Mazbatası görüşmelerinde başlamıştır. Ermeni milletvekilleri, görüşmeler sırasında, Müslümanların askerlik hizmeti yapmakta
serbest olmalarına karşın; bu serbestiyetin gayrimüslimlere tanınmamış
olup onlardan askerlik bedeli alınmasına, Osmanlı ülkesinin birliğini bozacak ve unsurlar arasındaki eşitliği ortadan kaldıracak bir uygulama olması
itibariyle karşı çıkmışlardır.
Hallaçyan Efendi, askerlik bedelinin Kanun-ı Esasî’nin Müslüman ve
gayrimüslim unsurlar arasında tayin ettiği eşitlik ilkesine tamamen aykırı
olduğuna işaretle, bunu, bedel-i askerî adı altında alınan bir tür haraç olarak nitelendirirken; Nazaret Dagavaryan Efendi de, Kanun-ı Esasî üzerine
yemin ettiğimiz günden itibaren bu mülke artık Türkiye denmeyip Saltanat-ı Osmaniye denmektedir ve bundan böyle bu mülk, yalnız Türkün, Arabın olmayıp bütün gayrimüslimin, bütün ahalinindir sözleriyle70, Osmanlı
bayrağı altında yaşayan Ermeni milletinin, bütün Osmanlı vatandaşları
gibi nakdî bedel ile değil kendi canlarıyla vatan savunmasında yer almak
istediklerini vurgulamıştır.
Yine bu konuda Zohrab Efendi, bazı Müslüman milletvekilleri tarafından kendilerine yöneltilen vergi vermemek suretiyle Hıristiyanlara malî
menfaat sağlamak suçlamalarına karşı; meseleyi kardeşlik, vatan savuntır. 1931 yılında ise, Bina Vergisi Kanunu çıkarılarak binaların vergilendirilmesi yeniden
düzenlenmiştir. Arazi ve bina vergileri, 1936 yılından itibaren özel idarelere devredilmiş;
1970 yılında, her iki vergi Emlâk Vergisi Kanunu ile yeniden düzenlenmiştir.
69 MMZC, D.1, İ.2, C.4, s.276-279.
70 MMZC, D.1, İ.1, C.4, s.417-429.
164
Arş. Gör. Seher BOYKOY
ması, siyaset meselesi olarak gördüklerini Bugün bütün bu memleket içinden tefrikaları kaldırmak istiyoruz. Kavmiyet, milliyet vesair birtakım bu
gibi şeyleri men etmek için uğraşıyoruz. Biz beraber yaşamak istiyoruz.
Beraber yaşamak cihetini öğrenmek için de, ölmek lâzımdır sözleriyle dile
getirmiştir71. Böylece meselenin, Osmanlı kardeşliği ve Osmanlılık açısından ele alınıp değerlendirildiği görülmektedir.
Ermeni üyelerden Vartkes Efendi de talebeler, zenginler, ruhaniler, hocalar gibi bazı kişilerin askerlikten muafiyetini, eşitlik ve kardeşlik ilkeleri
açısından eleştirmiş; çeşitli unsurların birbirine yaklaşması, birbiriyle kardeş olması için alim, ruhanî, zengin herkesin askerlik yapması gerektiğini
vurgulamıştır72.
Görüldüğü gibi Ermeni üyeler tarafından askerlik yapmak, vatanın ve
hakların korunması için her Osmanlının kutsal ve şerefli bir vazifesi olarak
görülürken; askerlik bedeli, vatanın birliğine karşı işlenmiş bir suç, meşrutiyete, adalete, hürriyete, eşitliğe vurulan darbe olarak ele alınmıştır.
Ermeni milletvekillerinin, Meclisin I. yasama döneminde hükümete
yönelik eleştirilerde bulundukları ve meşrutî düzene bağlılıklarını vurguladıkları konulardan biri de, Nisan 1909’da Adana ve çevresinde Müslümanlar ile Ermeniler arasında ortaya çıkan olaylar olmuştur. Meclis’te uzun
tartışmalara yol açan bu olayların, Türk-Ermeni ilişkileri açısından ele alınıp değerlendirildiği görülmektedir.
Adana’da meydana gelen olaylar üzerine tartışmalar, Adana valiliğinden gelen ve Adana ve çevresindeki karışıklıklarda Ermenilerin sorumlu olduğunu bildiren telgraf münasebetiyle başlamıştır. Meclis’te Ermeni milletvekilleri Dagavaryan (Sivas), Kigam (Muş), Muratyan (Kozan),
Babikyan (Edirne), Vartkes (Erzurum), Vahan (Van) Efendiler tarafından
verilen 18 Nisan 1325 tarihli takrirde; olayların çıkmasında Adana valisi
ve Dâhiliye müsteşarı Adil Beyler’in sorumluluğuna işaretle bu kişilerin
Divan-ı Harp’te muhakeme edilmeleri, kimsesiz ve mağdur durumda olanların iaşesi için yardımda bulunulması, gasp edilen malların sahiplerine iadesi, yanmış binaların zararının tahkik edilerek defterlerinin düzenlenmesi
için karma ve tarafsız komisyonlar teşkili talep edilmiştir73.
Ermeni milletvekilleri tarafından bu eylemlerin, meşrutî rejimi yıkmaya ve unsurlar arasındaki birlikteliği, eşitliği ortadan kaldırmaya yönelik
71 MMZC, D.1, İ.1, C.5, s.189-191.
72 MMZC, D.1, İ.2, C.4, Sayı 131-133.
73 MMZC, D.1, İ.1, C.3, s.110.
165
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
hareketler olarak değerlendirildiği görülmektedir. Tartışmalar çerçevesinde, valinin telgrafının yalan ve sahte olduğu, olayların irtica taraftarlarınca
kışkırtıldığı, pek çok Hıristiyanın mağdur edildiği, yabancıların vurulmayıp Ermenilerin hedef alındığı, hatta Dâhiliye müsteşarı tarafından valiye Ermenileri vurunuz, ecnebilere dokunmayınız diye telgraf gönderildiği
dile getirilmiş; konunun, asayişin sağlanması ve oradaki muhtaçlara yeterli
yardımın yapılması noktasından aciliyeti vurgulanmıştır74. Olayların çıkmasında hükümetin sorumluğu üzerinde duran Vartkes Efendi, olayların
sebebinin, bölgedeki kaymakam, vali, mutasarrıf gibi yerel güçlerin Meşrutiyet aleyhtarlığı olduğunu ileri sürmüş ve olayların çıkmasında sorumlu
olan çevrelerin örfî idare ile Meclis tarafından cezalandırılmasını istemiştir75.
Meclis’te Adana’da yaşanan olaylar, Ermeni üyeler arasında bu şekilde yankı bulurken olayların sebeplerinin yerinde incelenmesi ve sonuçların rapor halinde meclise sunulması için Adana’ya bir heyet gönderilmesi kararlaştırılmıştır. Adana’ya gidecek heyetin iki üyesinin, Mebusan
Meclisi’nden seçildiği görülmektedir. Bu iki üyeden biri, Ermeni milletvekili Agop Babikyan’dır76.
Edirne milletvekili Agop Babikyan adına yazılan raporda77, Adana’daki
olayların 31 Mart Olayı ile bağlantısı üzerinde durulmuş, yeni rejime ve
meşrutiyete bağlılıklarından dolayı Ermenilerin, Meşrutiyet idaresi altında
çıkarları sarsılan muhafazakâr çevrelerin saldırılarına maruz kaldıkları ileri sürülmüştür78. Feroz Ahmad, olayın bu şekilde meşrutî düzene yönelik
bir hareket olarak görülmesine katılmamakta, bunun geçerli olması için
İstanbul ve doğu vilâyetlerinde de Ermenilere yönelik saldırıların olması
gerektiğini belirterek olayları, yabancı müdahalesini kışkırtma güdüsüne
bağlamaktadır79. Esat Uras da olayların, devletin içinde bulunduğu karışık74 MMZC, D.1, İ.1, C.3, s.111-116.
75 MMZC, D.1, İ.1, C.3, s.70-71, 132.
76 MMZC, D.1, İ.1, C.3, s.405. Meclis-i Mebusan’dan bir Ermeni üyenin bulunmasına karşılık, Meclis-i Ayan’dan hiçbir Ermeni üye heyette yer almamıştır. Demirci, a.g.m., s.310.
77 Gürün, Babikyan Efendi’nin meclise takdim etmek üzere hazırlamış olduğu raporun, ölümü dolayısıyla mecliste görüşülemediğini kaydetmektedir. Gürün, a.g.e, s.176. Ahmad da,
Babikyan’ın raporunun 1909’da meclise sunulmuş olmasına rağmen; 1919’da yayınladığını belirtmektedir. Ahmad, a.g.m., s.154.
78 Adana Cinayeti, Agop Babikyan’ın Raporu, İstanbul 1919 (Ermenice)’den aktaran, Uras,
a.g.e., s.557-558.
79 Ahmad, a.g.m., s.154-155. Ayan Meclisi’nde bulunan Ermeni üye Gabriel Narodunkyan
Efendi ise, Adana’daki olayları incelemek üzere kurulan tahkikat heyetinin çalışmaları
166
Arş. Gör. Seher BOYKOY
lıktan yararlanmak suretiyle yabancı müdahalesini sağlayarak Kilikya’da
Küçük Ermenistan kurmak amaçlı olduğunu belirtmektedir80.
Olayların Meclis’teki tartışmaları sırasında da, Gümülcine milletvekili İsmail Bey, olaylar sırasında öncelikle elçiliklerin muhafaza altına alınmasının yabancı müdahalesine meydan vermemek için alınmış bir tedbir
olduğunu ileri sürmüştür81.
Adana’da yaşanan olaylarla ilgili meclis tartışmaları çerçevesinde,
olaylar sırasındaki kayıplar da söz konusu olmuştur. Zohrap Efendi ile bazı
arkadaşlarının, 20-30 bin kadar Ermeninin olaylarda telef olduğu şeklindeki iddialarına karşılık; Dâhiliye Nazırı Ferit imzalı 26 Nisan 1325 tarihli
tezkirede, olaylarda ölü ve yaralı sayısı hakkında bilgi verilmiştir. Burada
Müslümanlardan 1 924 ölü, 533 yaralı; gayrimüslimlerden 1 455 ölü, 382
yaralı olduğu bildirilerek ileri sürülen iddiaların gerçeğe aykırılığı ortaya
konulmaya çalışılmıştır82.
Adana Olayları dolayısıyla, bu olaylar sırasında mağdur olanların durumlarının iyileştirilmesine yönelik bazı kanun tasarılarının meclise geldiği görülmektedir. Bunlardan biri, Adana Olayları sırasında öldürülen veya
hükmen idam olunanların tasarrufunda bulunan arazi ve vakıfların geride
kalan ve mirasçısı bulunan yetim ve dullarına karşılıksız ve harçsız intikaline ilişkin kanun tasarısıdır. Vartkes Efendi, tasarı kapsamında mirasçısı
bulunmayıp hükümete kalan arazilerin de, yetim ve dullara bakan hayırlı
kuruluşlara verilmesini teklif etmiştir83. Yine bu çerçevede olmak üzere,
ırk-mezhep ayrımı yapılmaksızın zarar görenlere meclisten 30 bin liranın
ayrılması kararlaştırılmış; yaralıların tedavisi, halkın beslenmesi hususlarına önem verilmiş; olaylara sebebiyet verenlerin cezalandırılması için,
Rumeli subaylarından bir askerî mahkeme teşkil edilmiştir.
Burada Ermeni üyelerin ileri sürdükleri Ermeni yetimlerine ve dullarına bakan kuruluşların başında, Ermeni hastane ve yetimhanelerinin geldiği Meclis görüşmelerinden izlenmektedir. 1326 senesi Dâhiliye Nezareti
bütçesi münasebetiyle yapılan görüşmelerde, Vartkes Efendi, Ermeni milletinin çekmiş olduğu sıkıntılar içerisinde yetimleri ve kimsesiz kalanları
80
81
82
83
hakkında olumlu düşüncelere sahip olup, heyetin vardığı sonuçların doğru olmadığı düşüncelerine karşı çıkmıştır. Demirci, a.g.m., s.310-311.
Uras, a.g.e., s.550-551.
MMZC, D.1, İ.1, C.3, s.112-113.
MMZC, D:1, İ:1, C.3, s.318. Babikyan adına yazılan raporda Adana ve civarında ölenlerin
sayısı olarak, 21 bin kişi gösterilmiştir. Esat Uras, a.g.e., s.557; Gürün, a.g.e., s.176.
MMZC, D.1, İ.2, C.3, s.291-292.
167
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
koruması itibariyle Ermeni hastanelerinin önemine işaret etmiş; hastaneler
ne kadar çoğalır ve hükümet ne kadar çok yardım yaparsa, o kadar faydalı olacağını dile getirmiştir. Bu konuda Sivas milletvekili Dagavaryan
Efendi’nin imzasının bulunduğu 13 Mayıs 1326 (1910) tarihli takrirde de,
Ermenilere ait Yedikule ve Hasköy hastane ve yetimhanelerinin kuruluşundan beri hükümet tarafından verilmekte olup, iki yıldır kısmen kesilen
ekmek ve et bedelinin eskiden olduğu gibi yeniden verilmesi talep edilmiştir84.
Ermeni milletvekillerinin, asayişin sağlanması noktasında genel aflara karşı çıktıkları görülmektedir. Vartkes Efendi, Adana’da yaşanan olaylar dolayısıyla iki unsur arasındaki anlaşmazlığın kaldırılması ve barışın
sağlanmasının önemini belirtmekle birlikte; barışın, bu işte masum olan
halk için sağlanması, suç sahiplerinin ise cezalarını çekmesi gerektiğini
belirtmiştir85. Bu konuda Zehrap Efendi, Meşrutiyet’in ilânını izleyen dönemde çıkarılan aflar kapsamında aflarla asayiş temininin yanlış bir siyaset
olduğuna işaretle, yalnız siyasî suçluların değil zulümlerde bulunanların,
cinayet suçlularının da bu kapsama alınmasını eleştirirken; Kigam Efendi
de, Muş ve Diyarbakır taraflarında firarda bulunan eşkiyaların cezalandırılmaması halinde asayişin sağlanamayacağı ve kişi haklarının savunulamayacağını dile getirmiştir86.
Ermeni milletvekillerinin, verdikleri soru önergeleriyle hükümetin denetlenmesinde etkili oldukları görülmektedir. Zohrab Efendi’nin Hicim vapur faciası hakkında Bahriye, Ticaret ve Nafia Nezaretleri’nden istizahı87,
Sivas Mebusu Dagavaryan Efendi’nin, Anadolu’da hüküm süren sığır vebasının tedavisi için ne gibi tedbirler alındığına dair Ziraat Nezareti’nden
soru takriri88, buna örnek teşkil etmektedir. Zohrab Efendi’nin istizah talebinde bulunduğu tarihte, Nafia Nezareti başında kendisi de bir Ermeni
olan Bedros Hallaçyan’ın bulunduğu görülmektedir89. Zohrab Efendi’nin,
kazanın hata, ihmalkârlık, noksanlıklar sonucunda gerçekleştiği suçlamalarını kabul etmeyen Hallaçyan Efendi, bu konuda, yolcuların kurtarılmasına çalışmayan kaptan, tayfa ile keşifname talep etmeden geçiş izni veren
Zonguldak liman idaresinin sorumluluklarına işaretle bunlar hakkında ge84
85
86
87
88
89
MMZC, D.1, İ.2, C.5, s.477-478.
MMZC, D.1, İ.1, C.5, s.363-364.
MMZC, D.1, İ.1, C.6, s..532.
MMZC, D.1, İ.2, C.1, s.111-114.
MMZC, D.1, İ.2, C.4, s.52-58.
Nafia Nazırı Cavit Bey, Balkan Savaşları’nın başlaması nedeniyle Maliye Nezareti’ne getirilmiş; Hallaçyan Efendi de, onun yerine Nafia Nazırı olmuştur. Ahmad, a.g.e., s.132-133.
168
Arş. Gör. Seher BOYKOY
rekli işlemin yapılacağını belirtmiştir. Yine Hallaçyan’ın Nafia Nazırlığı
döneminde, Dersim milletvekili Lütfi Fikri Bey tarafından şimendiferler,
yollar, limanlar, arazi sulama gibi önemli meseleler hakkında soru takriri
verilmiştir90.
Ermeni üyelerin, ülke sorunlarına ilişkin olarak da hükümet uygulamalarını zaman zaman eleştirdikleri görülmektedir. Sadrazam İbrahim Hakkı
Paşa’nın, hükümetin iç-dış siyasetine ilişkin beyanatı, Ermeni üyeler tarafından çeşitli yönlerden eleştirilmiştir. Hamparsum Muratyan Efendi, hükümetin Adana olayları karşısında aldığı tedbirleri, Meşrutiyet ve Kanun-ı
Esasî ruhuna aykırı olarak yetersiz bulurken; Zohrab Efendi, hükümetin
Arnavutluk’ta ortaya çıkan olayları askerî harekat ile bastırma politikasını,
ülke menfaatleri için zararlı bir siyaset olarak değerlendirmiş ve bu şekilde şiddet politikasına yönelmek yerine, olaylara yol açan nedenlerin iyice
tahlil edilip ona göre tedbirlerin alınması gerekliliğini belirtmiştir91.
Görüşmeler sırasında Vartkes Efendi’nin, Doğu Anadolu vilâyetleri
için Ermeni vilâyetleri tabirini kullanması, Ermeni üyelerin de milliyetçi
akımların izlerini taşıdıklarını bir kez daha ortaya koymaktadır. Muş milletvekili İlyas Sami Bey’in Ermeni vilâyetleri olmadığı, Osmanlı Devleti
olduğu şeklindeki sözlerine, Kürdistan oluyor da Ermenistan’ı niçin kabul
etmiyorsunuz? Sen Kürtsün. Kürdistan var da, Ermenistan yok mu? Ben
Ermenistan diye dava etmiyorum, Ermenistan’a Padişahlık talep etmiyorum. Bunlar hep Kürtlere olsun diyerek karşılık veren Vartkes Efendi, Van
ve Bitlis dolaylarında artan eşkiyalık olaylarına karşı hükümetin gerekli
tedbirleri alması gerektiğini belirtirken, bu eşkiyalıklardan Ermeni unsurların sorumlu görülerek ezilmemesi gerektiğini vurgulamıştır92.
Kanun-ı Esasî’nin 35. maddesinin değiştirilmesine ilişkin kanun tasarısı tartışmaları sırasında da, Ermeni üyelerin, meclisin hükümet üzerindeki denetimini sınırlayacağı ve millî hakimiyeti ihlâl edeceği noktasından
bu tasarıya karşı çıktıkları görülmektedir93. Padişahın hükümet ile meclis
90
91
92
93
MMZC, D.1, İ.2, C.3, s.24-35.
MMZC, D.1, İ.3, C.1, s.322-330, 438-439.
MMZC, D.1, İ.3, C.1, s.367-373.
35. madde, ilk haliyle, hükümet ile Meclis arasındaki anlaşmazlıkta hükümet kararında
ısrar ettiği ve meclis bu teklifi ret ettiği takdirde Padişaha meclisi dağıtabilme hakkını verirken; 1909’da yapılan değişiklikle, Meclis’in Padişah tarafından dağıtılması engellenerek
yasama organı güçlendirilmiştir. Yasama organında denetimini yitirmekte olan İttihat ve
Terakki Cemiyeti, hükümet ve meclis üzerindeki denetimini sürdürmenin yolunu, Meclis’in
feshinde; Meclis’in feshini de, 35. maddenin eski haline getirilmesinde görmüş ve buna
ilişkin önergeyi, Aralık 1911’de Sadrazam Sait Paşa aracılığıyla meclise sunmuştur.
169
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
arasındaki mücadelelerde tarafsız olmasının önemini vurgulayan Vartkes
Efendi, hükümetin hiçbir kayda bağlı olmadan serbestçe hareket etmesinin, meclis aleyhine olacağını; meclisin görevinin, hükümeti kontrol etmek
olması itibariyle fesih hakkının, bu kontrolü, millî hakimiyeti ve meclisin
nüfuzunu ortadan kaldıracağını ileri sürmüştür94. Karabet Paşayan Efendi
de, değişiklik teklifinin doğrudan hükümetten gelmesinin, bu maddenin,
milletin vekili olan meclisin feshi suretiyle icra kuvvetinin elinde bir alet,
olağanüstü bir kuvvet olarak kullanılacağını gösterdiğini belirtmiştir95.
İkinci dönemde denetim açısından en önemli girişim ise, İstanbul milletvekili Hallaçyan Efendi ve arkadaşlarının İttihat ve Terakki’nin iktidardan düşmesinde etkili olan Halaskâr Zabıtan Grubu96 hakkında verdikleri
önerge olmuştur. 21 Temmuz 1328’de Meclis-i Mebusan başkanlığına verilen bu önergede, Halaskâr Zabıtan Grubu hakkında Harbiye Nezareti’nden
istizah istenmiştir. Ancak Meclis’in kapatılması dolayısıyla, bu istizah takriri Meclis’te görüşülememiştir97.
Ermeni milletvekillerinin, askerlik mensuplarının siyasetle uğraşmalarının yasaklanması hakkında Asker Ceza Kanunnamesi’ne ek kanun tasarısına verdikleri destek, askerlerin siyasette yer almasından yana olmadıklarının bir göstergesidir. Bu konuda, ülkenin korunmasında ve Meşrutiyet’in
elde edilmesinde ordunun oynadığı role işaret etmekle birlikte; siyasî fırkaların kendi siyasî vazifelerini, ordunun da Meşrutiyet’in bekçisi ve vatan
kurtarıcısı olarak kutsal vazifesini gereğince yerine getirmesi için askerlerin siyasî cereyanlardan, siyasî fırkaların da askerden arınması gerekliliğini vurgulamışlar ve askerlerin siyasîyattan uzak tutulması için alınacak
önlemler konusunda görüşlerini ortaya atmışlardır98.
Görüldüğü gibi, II. Meşrutiyet dönemi Osmanlı meclislerinde birçok
konuda Ermeni milletvekillerinin etkili oldukları görülmektedir. Görüşmeler sırasında, anayasal sisteme bağlılıklarını ortaya koyan Ermeni üyeler,
zaman zaman milliyet ve bağımsızlık ülkülerini, dinsel-mezhepsel ayrıcalıklarını sürdürmek isteklerini açığa vuran söylemlerde bulunmuşlar ve
94 MMZC, D.1, İ.4, C.2, s.464; MMZC, D.2, İ.1, C.1, s.446-448.
95 MMZC, D.2, İ.1, C.1, s.452.
96 Halâskâr Zabıtan Grubu, 1912 Mayıs ve Haziran aylarında İstanbul’da birtakım subaylar
tarafından kurulmuştur. Makedonya’da isyan eden birliklerle ve İstanbul’da Hürriyet ve
İtilaf ile bağlantıları vardır. Amaçları, askerlerin siyasetten çekilmesini sağlamak, iktidarı
İttihat ve Terakki Cemiyetinden almak ve yasal hükümeti geri getirmek olmuştur. Ahmad,
a.g.e., s.134.
97 MMZC, D.2, İ.1, C.1, s.616-617, 637; Tunaya, a.g.e., s.229-230.
98 MMZC, D.2, İ.1, C.1, s.555, 562, 571-574.
170
Arş. Gör. Seher BOYKOY
bu suretle, Meşrutiyet’in sağladığı özgürlük ortamından kendi çıkarları
doğrultusunda yararlanmak istediklerini göstermişlerdir. Dönemin, Ermeni ihtilâlci hareketlerinin yoğunlaştığı bir dönem olduğu ve mecliste yer
alan Ermeni üyelerin bazılarının da bu hareketler içerisinde bizzat yer aldıkları göz önüne alındığında ise, bu kişilerin, ayrılıkçı söylemlerini mecliste açıkça yansıttıkları görülmemektedir. Milliyet üzerine tartışmalarda
da, Osmanlılık kimliğini ön plana çıkararak daha ılımlı bir tavır içerisinde
kalmışlardır.
Bununla birlikte, etnik çeşitliliğiyle, görünüşte gerçek bir Osmanlılık
tablosu çizen Mebusan Meclisi, aynı zamanda türdeş olmayan bir yapıyı,
bölgeselcilik ve milliyetçilik tartışmalarını beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla kozmopolit yapı, İttihatçıların istedikleri gibi Osmanlı sistemini
güçlendirmek, Osmanlı birlikteliğini sağlamak bir yana; her unsurun kendi
çıkarları doğrultusunda ortaya attığı çözümlenemez sorunlarla yapay Osmanlılık görüntüsü altında imparatorluğun parçalanmasını hızlandırmıştır.
Batılı bir yazar tarafından söylenen şu sözler, tespitimizin doğruluğunu
destekler niteliktedir. …Memleketin ihtiyaçlarını göz önüne almadan,
büyük ve geniş ölçüde bir parlamentarizm idaresinin gençler tarafından
oluşumunu seyreden Avrupa, Türkiye için başka yıkılma sebepleri hazırlamaya lüzum görmedi. Çeşitli unsurlar, o büyük ölçüdeki hürriyetle, fikir
ve emellerini daha kolay uygulayabileceklerdi99.… Böylece, temelinde Osmanlıcılık düşüncesi yatan Meşrutiyet meclisleri, birliktelikten ayrışmaya
uzanan bir yapıyı yansıtmış; bu durum da, çeşitli unsurların birleştirilmesi
için yasaların yeterli olmadığı, ancak, ortak çıkarların olmasıyla birlikteliğin sağlanabileceği gerçeğini açıkça gözler önüne sermiştir. İşte bundan
sonraki süreçte, ortak çıkarların sağlanması noktasında ulus kavramı ön
plâna çıkacak ve Türkçülük akımı güç kazanacaktır.
99 Tunaya, İnsan Derisiyle Kaplı Anayasa, Arba Yayını, İstanbul 1988, s.26.
171
TÜRK ERMENİ İLİŞKİLERİ ÖRNEĞİNDE
TÜRKLERLE GAYRİMÜSLİMLERİN ORTAK
YAŞAMA KÜLTÜRÜNÜN TEMELLERİ
Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
E-mail: [email protected]; Tel (GSM): 0 532 599 24 06 – (iş) 0 344 219 11 99
Özet
Bu bildiride, Türklerin Ermenilerle ortak yaşama kültürünün tarihî, sosyal ve dinî-tasavvufî temelleri üzerinde durulacaktır. Türklerin, hakimiyetinde yaşayan gayrimüslimlere, özellikle Ermenilere karşı göstermiş oldukları engin
müsamahanın, geleneksel Türk hoşgörüsü, mistik yorumlu İslâm anlayışı ve nihayet Millet Sistemi üzerine bina edildiği görülecektir. Avrupa’nın siyasî amaçlarla Osmanlılara
dayattıkları Tanzimat ve Islahat hareketlerine bakıldığında,
aslında yapılan düzenlemelerin, köklü birer inkılâp olmadığı, sadece eskiden beri mevcut olan temel bazı hakların
yazıya geçirilmiş halinden ibaret olduğu da görülecektir.
Anadolu’da geleneksel Türk müsamaha ve toleransının
oluşmasında, İslâmî değerlerin yanı sıra Türk toplumunun,
başka din ve etnik unsurlarla bir arada yaşama yeteneklerinin örfileşmiş olması, temel unsur olmuştur. Osmanlılarda bu temel, Millet Sistemi şeklinde kurumlaşmıştır.
Türk mistisizmi, İslâmiyet’i, Türk toplumunun hoşgörü
meziyetleriyle birleştirerek, dinler üstü ve evrensel bir felsefe üretmiştir. Bu düşünce ikliminden gelen İbn Arabî,
Mevlâna Celâleddin Rumî, Yunus Emre, Hacı Bektaşî Veli
ve Şeyh Bedreddin gibi sufîlerîn telkin ettiği ve gayrimüslim kitleler tarafından da paylaşılan prensipler, Anadolu’da
toplumsal ahenge büyük katkılar yapmıştır. Bu bildiride,
Kayseri ve Maraş kadı sicillerinden de örnekler verilerek,
Türklerle Ermeniler arasında ortak yaşama kültürünün sosyal bir kesitinin verilmesi düşünülmektedir.
Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ
Giriş
Selçuklu ve takiben kurulan Osmanlı Devleti’nin, Türklerin doğudan
getirdiği millî ve medenî unsurlarla, batıdan almış olduğu değerlerin oluşturduğu bir sentez, tarihi bir terkip olduğunu belirten Fuat Köprülü1, bu
medeniyetlerin teşekkülünde, Ermeniler de dâhil olmak üzere, Anadolu’da
birçok yerli unsurun da katkısı olduğunu ifade etmiş olmaktadır.
1204’teki Dördüncü Haçlı Seferi’ne katılan Katoliklerin, İstanbul’u
fethi ve yağmalaması, Hıristiyanlık dünyasını doğu-batı diye ikiye ayırırken, İznik’e taşınan Hıristiyanlık merkezi, Anadolu’da Türklerle yakın
temas için bir dönüm noktası olmuştur. Aynı şekilde Anadolu Türklüğü
de benzer bir akıbetle, Moğol istilasıyla sarsılınca, Konya-İznik yakınlaşması, halkları birbiriyle kaynaştırmaya vesile olmuştur. Bu Türk-Bizans yakınlaşması, Türk destanlarına da yansımıştır. Bizans Sarayı ile
Türk sarayı arasında akdedilen evlilikler önemlidir. Aydınoğlu Umur Paşa
Destanı’nda: Üç kızımdan birini alsana, dedi Bizanslı. Paşa onları gördü,
gözleri kamaştı... O zaman şöyle dedi: İnsan kızını biraderine nasıl verir?
Tekfur kardeşimdir, kızı kızım, bizim dinimizde yoktur böyle iş2. Türklerle
Hıristiyanlar arasında bu iç içe geçmişlik görüntüsünü çoğu zaman ortak
1
2
Mehmet Fuat Köprülü, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, TTK Yayınları, Ankara
1999, s.110; Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, TDİB Yayını, Ankara 1993,
s.191.
Michel Balıvet, Ortaçağda Türkler, Çeviren Ela Güntekin, Alkım Yayınevi, İstanbul 2005,
s.142.
175
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
olan halk inançları ve ibadetleri perçinler; büyü, eskatoloji, veli-aziz kültü,
hatta Müslümanların da Hıristiyanlar gibi şarap içmesi ve ikonların önünde
diz çökmesi gibi Osmanlıların son zamanlarına kadar gelen örnekler var.
Meselâ İstanbul’da surlardaki kiliselerde, Kara Meryem gününde Hıristiyan ve Müslüman kadınların o gün beraber olması, bu kaynaşmanın güzel
örneklerindendir3. XV. yüzyılda Alman seyyahı Schiltberger, Hıristiyanların, Mevlâna’nın mürşidi, Şemseddin Tebrizî’ye kendi ulu kişilerinden biri
gibi saygı gösterdiklerine işaret eder4.
Anadolu’da çeşitli şehirlerde bulunan mumyalı cesetler ve birtakım
heykeller XII. yüzyıldan beri Müslüman ve Hıristiyanlar için müşterek bir
ziyaretgâh olmuş, aynı süreç Balkanlarda da devam etmiştir. Her kesimden
ziyaretçinin geldiği bu tür yerlerde Müslümanlar için cami, Hıristiyanlar
için de kilise vardı. Türklere göre bu cesetler sahabelerden beri Müslüman
şehitler, Hıristiyanlara göre de kendi azizlerine aitti. Böylece halk arasında
da iki din arasında bir çatışma olmadan, F. W. Hasluck’un kaydettiği iki
taraflı ziyaretgâhlar oluşuyordu. Herhangi bir hastalıktan kurtulmak için
Müslüman hocalara başvuran Hıristiyanlar olduğu gibi, rahiplere müracaat
eden Müslümanlar da vardı.
XVI. yüzyılda her iki din arasında kesin bir ayırım yapacak bilgiye
muktedir olamayan Arnavutlar, Pazar günü kiliseye, Cuma olunca da camiye giderlerdi. XIX. yüzyıl sonlarında, çok sayıda Müslüman ve Hıristiyan her gün Bektaşî tarikatının kurucusu Hacı Bektaşî Veli’nin türbesini
ziyarete geliyor, yerli Hıristiyanlar onu Aziz Haralambos’la özdeşleştiriyor. Bu inanç doğrultusunda türbeye girerken Hıristiyan ziyaretçiler haç
çıkarıyor, Müslüman hacılar ise bitişikteki camiye gidip ibadet ediyor. Her
iki kesim aynı şekilde iyi karşılanıyor5. Anadolu’da Hacı Bektaşî Veli’den
başka Balkanlarda Şeyh Bedreddin, Gül Baba ve Sarı Saltuk en önemli
ortak azizler olarak asırlarca kutsanmışlardı. Fuad Köprülü, Ahmet Yaşar
Ocak, F. W. Hasluck, I. Melikoff’un araştırmaları, bu ortak azizlerin örnekleriyle doludur.
Sufî dervişlerin açık ve hoşgörülü ideolojisi, Anadolu’da daha Konya
Selçuklu Sultanlığı bünyesinde bir İslâm-Hıristiyan uzlaşması yaratmayı
başaran güçlü şahsiyetler tarafından XIII. yüzyıldan itibaren yayıldı. Mevlevî tarikatının piri Mevlâna Celâleddin (1207-1273), Bektaşî hareketinin
3
4
5
İlber Ortaylı, Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek, Timaş Yayınları, İstanbul 2006, s.37.
J. Schiltberger, The Bondage and Travels’ten naklen Balıvet, Şeyh Bedreddin Tasavvuf ve
İsyan, Çeviren Ela Güntekin, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2002, s.20.
Balıvet, Şeyh Bedreddin, s.V.
176
Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ
lideri Hacı Bektaşî Veli (öl.1271), Anadolu’da bulunduğu sırada Türk tasavvuf hareketinin yönelişine büyük ölçüde damgasını vuran İbn Arabî
(1165-1240), bu şahsiyetler arasında en önemli olanlarıdır. Yine serbest
dinî düşüncelere sahip Türkmen kitlelerinin ve bunlara yön veren Yunus
Emre (öl.1308) gibi Türkmen şeyh ve dervişlerin bu ortak yaşamayı teşvik
eden aracılar rolünde olduğu tarihî bir vakıadır.
Şeriat katı şekilleriyle Tanrı’nın korkutucu Celal cephesine dayanırken, mistik anlayış onun güzellik Cemal vasfına dayanır. Böylece kişiler
de temsil ettikleri görüşe göre hepsi aynı tanrı ve dinî benimsemede birbirleriyle çatışırlar. Bu anlayışın mümessilleri olan Türk mutasavvıfların,
Hıristiyanlarla olan sıkça temasları ve münasebetleri çok önemlidir. Keza
sufîler, en geniş ve serbest felsefî düşüncelere sahiptirler. Osmanlı Balkanları gibi XII ve XIII. yüzyıl Anadolu’sunda nüfusun büyük bölümü Hıristiyandır ve Türk sufîleri konumlarını buna göre belirlemek durumunda
kalmışlardı. Bu ortamı hesaba katmamak, Türk tasavvufuna ve en önemli
temsilcilerine büyük bir evrensellik, hatta mezhepler ve dinler üstü bir nitelik kazandıran alan derinliğinin bir bölümünü göz ardı etmek anlamına
gelir. Bu açıdan bakıldığında dinleri birleştiren batın ilmi, ibadet ve dogma
farklılıklarından önemlidir ve ruh nasıl biçimlerin üstündeyse, sufî de din
sınırlarının ötesindedir.
Selçuk Türkiyesi’nde yetişen mutasavvıflardan Mevlâna’nın dinler
arasında nasıl bir yakınlaşma havası yarattığı birçok kaynakta zikredilmektedir. Özellikle eserlerini Farsça, Türkçe ve Grekçe yazmış olması
bütünleştirici, birleştirici felsefesini göstermektedir. Ne olursan ol yine
gel felsefesiyle timsalleşen Mevlâna, çeşitli din, mezhep ve tarikatlara
mensup geniş bir mürit kitlesine sahipti. Hıristiyan rahipleri ile dostane
münasebetlerde bulunuyor, kilise ve manastırlarını ziyaret ediyordu. Hatta
Hıristiyanların meyhanelerine kadar giderek onlarla sohbet ediyordu. İlâhî
vecdini sema ile ifade etmesi de onları kendine cezbediyordu. Türlü din ve
mezhep mensupları dinlerin ve peygamberlerin hakikatini onun sayesinde
öğrendiklerini söylüyor, cenazesine kendi mukaddes kitapları ile birlikte
katılıyorlardı. Mevlevîler, her kavmin bir peygamberi, her mezhep ve tarikatın bir şeyhi tazim ettiğini oysa Mevlâna’yı bütün din ve mezhep mensuplarının sevip saydığını övünerek söylüyorlardı. Onun müritleri arasında
Hıristiyan mimar, ressam ve rahipler de bulunuyordu. Mevlâna sayesinde
İslâmiyet’i kabul eden 18 binden fazla Rum, Ermeni ve Yahudi’nin bulun-
177
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
duğu kaydedilir6. Bu konuda Menakıbu’l-Arifîn’de, özellikle Mevlâna’nın
tesirinde kalan Ermenilerden bahsedilmektedir7.
Mevlâna, yaradanın aşkı her yerde ve ister Mecusî, ister Yahudi, ister
Hıristiyan, bütün insanların üzerindedir der. Tasavvufa göre, samimi bir
kafir, mürai (iki yüzlü) bir mümine evla idi. Tecrit olmuş Hıristiyanların,
İstanbul’daki Patriklik otoritesi ile ruhanî bağlarının giderek gevşediği bir
ortamda, bu kadar hoşgörülü bir şeyhin peşinden gitmenin ve Ermenilerin esnek ve herkese açık Mevlevî öğretisiyle özdeşleştirdikleri İslâm dinini benimsemenin çekiciliği büyüktü. Mevlevîlerin bağdaştırmacı ruhu
hakikati arayanların yoluna girenlerin manevî cemaatı içinde biçimsel
dinî farklılıkları önemsiz sayma eğilimindeydi ve bu durum ihtidayı kolaylaştırıyordu. Böylece Anadolu’da başlatılan derviş tarikatlarının uzlaştırıcı niteliği, fethedilen halklar arasında İslâm’ın başarısının önemli nedenlerinden biri olmuştur. Keza Mevlâna hayranı ve müridi olmanın şartı
Müslümanlık değildi. Osmanlı Devleti, Anadolu’dan miras aldığı manevî
kuvvetler sayesinde milliyet, İslâmiyet ve insaniyet duygularını tam bir
ahenkle terkip etmesini başarmıştır. Mevlâna, Mesnevisi’nde; dinle neyden
çun hikâyet etmede, ayrılıklardan şikâyet etmede feryadıyla başlarken, Yetmiş iki millet sırrını bizden dinler, biz, iki yüz millet ve mezhebi tek perdede
birleştiren ney gibiyiz. Yine başka bir gazelinde, pergel gibi bir ayağımla
şeriat üstünde sağlamca durduğum halde, diğer ayağımla yetmiş iki milleti
dolaşıyorum8 şeklinde seslenmesi, onun ne kadar evrensel bir düşünceye sahip olduğunu gösterir. Mevlâna’nın bu inancı, dünya işlerine değer
vermekle beraber ondan kaçınması, para gibi insanları küçülten şeylerden
tertemiz kalışı ona karşı beslenen sevgiyi, saygıyı attırmıştır. O derece şöhreti, ünü yayılmıştı ki o artık yalnız Selçuklu Devleti’nin sınırları arasında
kalmayarak Bizans’tan ta Semerkant’a kadar bütün İslâm memleketlerinde biliniyor, seviliyordu. Zaten o tarihte Asya saltanatının başında Türkler
bulunuyordu. Farsça yazmış olmasına rağmen bütün okumuşlar, bu dili
iyi bildikleri için Mevlâna’nın eserlerini asıl kaynağından okuyabiliyorlar,
ondan zevk ve keyif alabiliyorlardı. İranlı yaşlıların, her köy ve kasabada hemen her evde Kur’an’la birlikte Mesnevî bulundurması, kutsal bir
gelenek olarak devam etmekte imiş. Hindistan ve Pakistan’daki Mevlâna
6
7
8
Ahmet Eflakî, Ariflerin Menkıbeleri, Çeviren Tahsin Yazıcı, MEB Yayını, İstanbul 1989,
C.II, s.31; C.I, s.531.
Eflakî, Ariflerin Menkıbeleri, C.I, s.530.
Füruzanfer, Mevlâna Celaleddin, Çeviren F. N. Uzluk, MEB Yayınları, İstanbul 1963,
s.IV.
178
Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ
sevgisinin bizim ülkemizden az olmaması, bu tarihî süreçten kaynaklansa gerektir. Hindistan Devleti’nin kurucusu, Mahatma Gandi, her zaman
Mevlâna’nın Mesnevîsi’nden şu beyti okurmuş: Biz birleştirmek için geldik, ayırmak için gelmedik9.
Ortaçağ Türkiyesi’nde Hıristiyanların önemli manastırları vardı. Konya’da Akmanastır, Mevlâna’nın da sık ziyaret ettiği bir yerdi10.
Eflakî’nin bilgi verdiği Konya’daki Eflatun manastırı11, Müslüman-Hıristiyan ortak yaşama kültürünün canlı bir örneğidir. Manastırda üç kilise ve
bir de cami bulunmakta, Mevlâna da yılda bir geceyi bu camide dua etmekle geçirirdi. Manastır, cemaatlar arası bir buluşma yeri olma özelliğini
XIX. yüzyıla kadar sürdürmüştür. İstanbul’da Balıklı Kilisesi, Yenikapı
Mevlevîhanesi’ne her yıl zeytinyağı gönderirdi. Eflakî’nin anlattığına göre
Mevlâna’nın cenaze töreni, bağdaştırmacılık yolunda çok ilerlemiş bir
toplum manzarası sergilemektedir. Hıristiyanlardan, Yahudilerden, Ermenilerden, Araplardan, Türklerden vb. bütün milletler, bütün din ve devlet
sahipleri hazır bulunuyordu. Her biri kendi âdetleri üzere kitapları ellerinde önden gidiyorlar, Zebur’dan, Tevrat’tan, İncil’den ayetler okuyorlardı12.
Hatta güvenlik güçleri, bu gayrimüslim güruhu dağıtmak istiyor, fakat muvaffak olamıyorlardı.
Dinler üstü inancını gür bir sesle ilân eden Yunus Emre: bütün dinler
bizim için makbuldür demiştir. Samimi âşık kendini herhangi bir ibadet yerinde rahat hissedebilir, çünkü o yerin her köşesinde ve her zaman cananını
bulabilir: Bir dem varur mescitlere yüz sürer anda yirleri/Bir dem varur
deyre girer incil okur ruhban olur. Bu tavır gayrimüslimlere karşı çok açık
bir yaklaşım doğurur. Gökyüzünde İsa ile Tur dağında Musa ile...............
ol Muhammed mahbub ile çağırayım Mevlam seni.. diye devam eden dizelerinde Yunus Emre, üç semavî dinin de peygamberine eşit mesafede bulunmaktadır. Yunus, yetmiş iki millete bir gözle bakmayı insanlığın kemali
sayıyor ve bu umdeler aynı misyonu günümüze kadar taşıyordu13: Yetmiş
iki millete bir göz ile bakmayan/ şer’in evliyası da olsa hakikatte asidir.
9 Füruzanfer, a.g.e., s.VIII.
10 Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, Nakışlar Yayınevi, İstanbul 1980,
C.II, s.493.
11 Eflakî, a.g.e., C.I, s.321, 609.
12 Eflakî, a.g.e., C.II, s.13-14; Balıvet, Şeyh Bedreddin, s.19.
13 Yunus Emre, Risalet: Risalet’ün-Nushiyye ve Divan, Editör Abdulbaki Gölpınarlı, İstanbul
1965, s.156; Abdulbaki Gölpınarlı, Yunus Emre, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul 1991,
s.17.
179
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Yunus’un; yaradılanı severim yaradandan ötürü hoşgörü umdesiyle
taçlanmış yaklaşım, Tanzimat dönemi edebiyatımızda ve halk tiyatrosunda
da görülür. Örneğin Karagöz-Hacivat ortaoyununda, Yahudi ve Hıristiyan
tiplemeleri, sadece onların konuşma biçimleri ve görüntüleriyle karakterize edilir. Hiçbir küçümseme niyeti yoktur, çünkü Osmanlılar, bir kimsenin
ırkından veya dininden dolayı aşağılanmasına izin vermemiştir. Gerçekten
de bizim edebiyatımızda, kültürümüzde, Ermenilerle ilgili şakalar, aşağılayıcı laflar pek yoktur.
XIII. yüzyılda Anadolu’da tasavvufi hayatın önde gelen bir başka temsilcisi, İbn Arabî; Bir zamanlar benim dinimden olmadığı için komşumu
suçlardım. Ama şimdi kalbim bütün biçimlere açık; o artık ceylanlar için
bir çayır, keşişler için bir manastır, putlar için bir mabet, hacı için bir
Kâbe, Tevrat levhaları ve Kuran kitabıdır. Ben aşk dinini vazediyorum ve
hangi yöne yönelirse yönelsin bu din benim dinim ve imanımdır demiştir14.
Taşıdığı felsefî ve tasavvufî fikirlerinin anlaşılamamasından dolayı İslâm dünyasının diğer toraklarında şeyh-i ekfer olarak telin edilen İbn Arabî, Anadolu’ya geldiğinde şeyh-i ekber ünvanıyla anılmıştır. Selçukluların,
Hıristiyan tebaalarına karşı gayet derecede hoşgörülü olmalarına ve onlarla sıkı ilişkiler içerisinde olduğunu görünce şaşırmış, bu konuda şaşkınlığını Sultan Keykavus’a mektupla ifade etmiştir15. İbn Arabî’nin kiliseye
giderek vaaz etmekte olan papazı dikkatle dinlediği ve sonra da itiraz ettiği
konuda tartıştığına dair rivayetler de bulunmaktadır16. İbn Arabî’nin fikirlerinde Hz. İsa’ya verdiği önemden dolayı rakiplerinin onun yeri kilisedir
demelerine yol açmıştır.
Mistik şahsiyetler, Selçuklu ve daha sonra da Osmanlı dünyasında çok
güçlü ve kalıcı etkiler bırakmışlardı. Çünkü burada hükümdarlar derviş etkinliğinin siyasal iktidarı tartışma konusu yapmaması gibi kesin bir şartla
sufîlere çoğu zaman lütufkâr davranmıştır. Ayrıca bu sufiler, kökeni Orta
Asya’ya uzanan ve evrenselcilikten rahatsız olmayan Türk-Moğol geleneğinden rahatsızlık duymamışlar, aksine kendi inançlarında bu anlayışın iz-
14 Balıvet, Şeyh Bedreddin, s.1.
15 Claud Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, E Yayını, İstanbul 1994, s.251;
Balıvet, Şeyh Bedreddin, s.6.
16 Balıvet, Şeyh Bedreddin, s.10; Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi,
C.II, Nakışlar Yayınları, s.492.
180
Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ
lerini görmek mümkündür17. Anadolu’nun dinî ve tasavvufî tarihiyle ilgili
çalışmalarıyla bilinen Michel Balıvet’e bakılırsa, XIII. yüzyılda Anadolu
nüfusunun beşte dördü gayrimüslim olan ve çeşitli dinlerden, Müslüman,
Budist, Şamanist Türklerden geniş bir hoşgörü yelpazesi içinde bir arada
yaşadığı bu durum, İbn Arabî ile gayrimüslimler arasında bir yakınlaşma
sebebi olmuştur18.
Sufîlik, mistik mesajın evrenselliğini çeşitli diller kullanarak ifade etmeye çok sıcak bakmıştır. 1330’larda yazan Âşık Paşa, Garipnamesi’nde
Ermenice ve İbranice dizelerin yanı sıra, Allah lafzı yalnızca Arapça, Farsça ve Türkçe değil, aynı zamanda Rumca olarak da yer alır. Farklı kültürden insanların, insan olarak birbirleriyle anlaşmaları gereğini vurgular ve
şöyle bir hikâye anlatır: Bir Arap, bir Acem, bir Türk ve bir Ermeni birlikte
yola çıkarlar; bir yerden üzüm satın almak isterler, fakat birbirine bu isteklerini dil ayrılığı yüzünden anlatamaz, kavga ederler. Sonra üzüm gelince
her biri isteklerinin aynı olduğunu görür. Âşık Paşa, bu hikâyeyi anlattıktan sonra; insanlar bir evdendir, bu cümle mevcudat muhtelif düşmüştür,
illa mahlukat Tanrı birliğine ermek için ikilikten kaçmak gerek hikmetini
ifade eder19. Mevlâna gibi Âşık Paşa’nın bu sözleri, o dönemde özellikle
bağnazlıktan uzak sufi-derviş çevrelerinde, dinî ve etnik bakımdan karışık
Anadolu toplumunda uzlaşma ve kaynaşma gereğini ifade etmektedir.
Orta Asya Şaman ve aşiret gelenekleri ile İslâmî değerleri tasavvuf anlayışı içinde özgün bir sentez halinde kaynaştıran özerk bir tasavvuf akımı
olan Bektaşîler, bağdaştırmacı ve evrensel düşüncelerini, bütün Osmanlı
dönemi boyunca, Mevlevîlerden çok daha geniş çapta yaymayı başarmıştır. Hacı Bektaşî Veli’den kaynaklanan bu düşünce, faaliyetlerinin bir bölümünü özellikle gayrimüslimlerle temaslara ayırmıştır.
Anadolu’daki Türk yayılmasının mızrak başı olan Bektaşî türündeki
dervişler, daha askerî fetih başlamadan önce, mutasavvıfların yaydığı mistik evrenselciliğin çekiciliğine kapılan Hıristiyan yandaşlar kazanabilmişlerdir. Hıristiyan-Bektaşî ilişkileri Osmanlı döneminde gelişecek ve tarikat
17 Balıvet, Şeyh Bedreddin, s.2. Bütün dinler aynı elin beş parmağı gibidir, Tatarların tek kaygısı, topraklarında Tanrı’ya tapıldığını bilmektir. Eğer Han’a sâdıksanız ve belirlenen haracı ödüyorsanız....... ruhunuza kimse karışamaz, XV. yüzyılda bir Ramazanoğlu beyi, İsa
ile Muhammed arasında tercih yapmak istemez ve Tatarlar İsa’yı ‘kibirli bir peygamber’
olmakla suçlarlar, çünkü o, diğer tanrılarla bir arada olmayı hiç istemez. Bu bağdaştırmacı
gelenek hakkında, Köprülü, Melikoff ve Ahmet Yaşar Ocak, çeşitli eserlerinde bir hayli
bilgi vermektedirler
18 Balıvet, Şeyh Bedreddin, s.3.
19 Âşıkpaşa, Garipname, Hazırlayan Kemal Yavuz, TDK Yayını, Ankara 2001, s.149.
181
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
mensupları gayrimüslimlerle yakın bağlar kuracaktır; amaçları arasında
onları İslâm’a döndürmek şüphesiz vardır ama, çoğu zaman İslâm’a şeklen bağlanmayı zorunlu kılmadan dinler üstü bir anlayışla mistik temaslara
öncelik verirler. Bu duruma imparatorluğun son dönemlerine kadar gayrimüslim kaynaklar tanıklık etmektedir: Bektaşîler, karma ibadet yerlerini,
ritüellerin bir birine karışmasını destekler, saflarına Hıristiyanları kabul
ederler, rahiplerle düzenli temas halindedirler ve kimi zaman açıkça evrenselci nitelik taşıyan tüzükler hazırlarlar.
Selçuklu ortamının bağdaştırmacı uygulamalarının mirasçısı gibi görünen ve buraya kadar zikrettiğimiz önemli sufilerin fikirlerine dayandığı
anlaşılan Şeyh Bedreddin de (1358-1416) doğup büyüdüğü Rumeli’de Hıristiyan dünyası ile hep iç içe olmuştur. Babası Trakya’yı fetheden gazilerden biri, anası eski bir Hıristiyan’dır. Eşi de Hıristiyan olacaktır gelini de.
Ayrıca o, Müslüman bir azınlığın Hıristiyan kitlelerle sürekli temas halinde
olduğu darü’l-harpte doğmuştur. Rumeli’deki ilk gaziler olan Hacı İlbeyi
ve Gazi Ece ile onların silâh arkadaşlarıyla akraba olduğu öne sürülür20.
Papazlara yönelik: Dinde ayrıysak nola iy sırr-ı Hak/Rabbimüz birdür kamumuz abd-i Hak diyen Şeyhin, gayrimüslimlerden de birçok hayranı bulunmaktaydı21.
Aile tarafından Mevlevîlere, tasavvufî açıdan İbn Arabî’ye bağlanan
ve muhtemelen Bektaşîlerle kaynaşmış bir hareketin kurucusu olan Şeyh
Bedreddin, Avrupa’da doğan birinci kuşak Türklerdendi. Bir gazi ile bir
Hıristiyan annenin oğlu olan Bedreddin, Ortaçağın sonunda Balkanlarda
bağrında kurulmakta olan Türk-Osmanlı dünyasında önemli bir rol oynamasını sağlayacak birçok mirası kimliğinde barındırıyordu. Müritlerinin
en kalabalık olduğu ve varlıklarını halâ kısmen korudukları yerler, devletin
Avrupa tarafındaki toprakları, Balkanlardı. Balkanlarda İslâm beş yüzyıl
boyunca çoğunlukta kalan Hıristiyan halklarıyla iç içe, bir kültür kaynaşması ve doktrin bağdaştırmacılığı halinde yaşadı. Bu durum uzun süre söz
konusu halklar arasında bir denge ve konsensüs de sağlamış oluyordu.
Ağır ağır ilerleyen toplu bir olgunlaşmanın sonucunda ve güçlü mistik
şahsiyetlerin etkisiyle 1000 yılından sonra Anadolu’da iki dinsel grup, Bizanslılardan ve Ermenilerden oluşan Hıristiyan grup ile Türklerin baskın
olduğu Müslüman grup tek bir coğrafyayı paylaşmakla yetinmek ve düşün20 Balıvet, Şeyh Bedreddin, s.38; Sencer Divitçioğlu, Osmanlı Beyliği’nin Kuruluşu, Eren
Yayını, İstanbul 1996, s.48.
21 Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Menakıbı, Yayına Hazırlayan Gölpınarlı-Sungurbey,
Eti Yayınevi, İstanbul 1967, s.90.
182
Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ
sel bir yerleşik anlayışla içlerine kapanmak yerine, Selçuklu döneminden
itibaren karşılıklı bir tahlil süreci başlatmışlar, birbirlerine ayna tutmuşlar;
karşılıklı alışverişleri içinde kimi zaman çeşitli ibadetleri kaynaştırarak
yeni bir dinler üstü düzen kurma gibi köktenci, arzular geliştirmişler ve bu
süreç, sonunda gerçek bir dinsel iç içe geçişe yol açmıştır.
Bizansın kötü yönetimi, Hıristiyan mezhepler arasındaki anlaşmazlıklar, Müslüman-gayrimüslim dostluğunda önemli rol oynamıştır. Hatta
başlangıçta Türkler, Ortodoks rahipleriyle de anlaşarak Anadolu’ya Türkmenleri yerleştirmişlerdir22. Uzun Hasan, yeni yapılmakta olan iki Ermeni
kilisesine maddî yardımda bulunmuştu23. Osmanlı Devleti’nde, özellikle
güneydoğuda bulunan Süryanîler, aynı din ve mezhepten oldukları için,
zaman içerisinde Ermenileşmişlerdir. Ermeniler her dönemde varlıklarını
korumuşlardır.
Rum Patrikhanesi’nin Roma’dan ayrılmasından sonra Ortodoksluğun Bizans toprakları üzerinde hızla yayılması ile Ermeni Kilisesi’nin
Roma’dan ayrılması ve Gregorianlığın Ermeniler arasında kolay ve çabuk yayılması arasında büyük benzerlik vardır. Bizce Ortodoks kilisesinde olduğu gibi Gregorian kilisesinde de Roma’dan ayrılmanın tek nedeni
inanç farkı değildir. Hatta bu ayrılmalarda siyasal nedenlerin daha ağır
bastığı söylenebilir. Bu siyasal nedenler, Ermeni dinî başkanlarının, Ermeni Devleti’nin ve Ermeni Kralı’nın, Roma’nın dinî nüfuzundan kurtulmak istemesinde odaklanır. Diğer yandan Roma ile Ermenistan arasındaki
coğrafî uzaklık bu ayrılmayı kolaylaştıran başka bir nedendir. Ortodoks
Rum Patrikhanesi dağılmışken Fatih tarafından yeniden kurdurulmuştu.
Bursa metropoliti Ovakim’in Patrik seçilmesi (1461), bunların durumlarını düzeltmişti. Daha sonra Osmanlı sınırlarındaki Süryanî, Habeş ve Kıptî
kiliselerinin sorumluluğu da Ermeni Patrikhanesi’ne verilmiştir. İstanbul
Ermeni Patrikhanesi’nin farklı yanı, yine aynı Padişah tarafından fakat ilk
kez kurulmuş olmasıdır. Ermeni tarihinde ve dinî hiyerarşisinde, hiç yeri
olmadığı halde İstanbul bir Patriklik, hem de bütün Ermeni milletini yöneten bir Patriklik olarak teşkilâtlandırıldı. Bu, İslâm Hukuku’na kesinlikle
aykırı ve İslâm dünyasında görülmeyen bir olay olduğu gibi, Hıristiyan
22 Paul Wittek, Menteşe Beyliği, Çeviren Orhan Şaik Gökyay, TTK Yayınları, Ankara 1999,
s.5, 7, 11; Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, TTK Yayını, Ankara 1999, s.77-79; Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, Ankara 1965; Yavuz Ercan, “Türkiye’de
XV ve XVI. Yüzyıllarda Gayrimüslimlerin Hukukî, İçtimaî ve İktisadî Durumu”, Belleten,
C.XLVII, Sayı 188, Ankara 1983, s.1126.
23 W. Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, Çeviren T. Bıyıklıoğlu, Ankara 1948, s.96, 105.
183
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
dünyasında da pek az görülen bir olaydır24. Osmanlılarda Fatih’ten itibaren
kurumlaşan Millet Sistemi sayesinde, geniş bir coğrafyada dağınık halde
yaşayan Ermeniler, İstanbul başta olmak üzere Osmanlı ülkesinde bir araya
gelerek, bir millet bilinci ve onuru sayesinde yaşamaya başlamışlardı25.
Balkanlar’da Katolik tahakkümüne ve mezhep çatışmalarından çok
çekmiş yerli halk, Türk hakimiyetini tercih ettiklerini her fırsatta dile getirmişlerdi. Türkler ile Macarlar mücadele halinde iken, Sırp Kralı Brankoviç
Macar Kralı Hunyadi’ye muzaffer olursanız bize ne yapacaksınız sorusuna; Katolik mezhebini kuracağız cevabını almıştı. Oysa Osmanlı Padişahı
ona; Her mescit yanında bir kilise bulunacak, herkes dininde ve ibadetinde
serbest kalacaktır demişti26.
Bizans İmparatorları, Müslüman Arap ve sonra da Türk istilasına karşı,
doğu sınırlarını korumak için Ermenileri kalkan olarak uçlarda yerleştirirlerken, başlayan haçlı seferleri sırasında Türklerin Doğu ve İç Anadolu’ya
hâkim olmaları sonucu güneye inerek, ilk kez Çukurova’da bir Ermeni
Devleti kurmuşlardı27.
Anadolu ve Balkanlarda hakimiyet kuran her Türk devleti zamanında gayrimüslimlere ve özellikle Ermenilere geniş bir müsamaha gösterilmiştir. Anadolu’ya ilk kez Danişmendliler ve Selçuklu fatihler tarafından
getirilen Türk İslâmı, Anadolu’da öncelikle Ermeniler arasında yayılmıştı.
Balkanlardaki İslâm anlayışı, Hıristiyanlığın Bizans ve Ermeni biçimleriyle çok uzun süre (sekiz yüzyıldan çok) birlikte yaşama deneyiminden
geçmiştir.
Bu durumda Selçukluların ve Osmanlıların Türk İslâmı, coğrafî ve
insanî gelişme alanı açısından sürekli olarak Hıristiyanlar iç içe olmuştur.
Mekân içindeki bu giriftlik Anadolu ve Balkan İslâmına göreceli doktrin
esnekliği ve kültür bağdaştırmacılığından oluşan o çok özel rengini verenlerin deneyimini büyük ölçüde etkilemiştir.
24 Ercan, “Türkiye’de Gayrimüslimler”, Belleten, 1983, s.1134; Yavuz Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler, Turhan Kitabevi, Ankara 2001, s.89.
25 Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi, Ağaç Yayınları, İstanbul 1992, s.107;
Ercan, “Türkiye’de Gayrimüslimler”, s.1133.
26 Turan, Türk Cihan Hakimiyeti, s.530.
27 Urfalı Mateos, Vakâyiname ve Zeyl, Çeviren H. Andreasyan, Ankara 1962, s.50; Osman
Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Turan Neşriyat, İstanbul 1971, s.69, 190-191; Faruk Sümer, “Çukurova Tarihine Dair Araştırmalar”, Tarih Araştırmaları Dergisi, C.I, 1963,
s.4-19.
184
Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ
Beylik dönemi toplum ve kültür çevresinde dinlerin ve halkların uzlaşma gereğine inancı, 1354’te tutsak Gregory Palamas’ın bağnazlığı karşısında, Osmanlıların tutumunda, açık ifadesini bulmuştur28.
Bu arada aynı dönemde Anadolu’da kurulmuş çeşitli Türkmen
Beylikleri’nin, Türkmen kitlelerinin ve bunlar arasında çok kuvvetli birer
dinî telkin edici olan Türkmen şeyh ve dervişlerinin dinî yelpazeleri çok
genişti ve gayrimüslimleri de içine alan geniş bir düşünce dünyaları vardı.
Hatta Papa, Bizans İmparatorları ve İtalyan şehir devletleri ile ittifaklar
kuran ve dinî bağnazlık taşımadıklarını gördükleri, Karamanoğlu Alaaddin
ve Uzun Hasan gibi Türkmen hükümdarlarını Hıristiyanlığa davet ettiklerine dair kayıtlar vardır. Uzun Hasan’ın Trabzon Pontus Hanedanı’yla akraba olduğunu da hatırlayalım. Keza birçok Selçuklu ve Osmanlı hanedan
üyelerinin rakip Hıristiyan devletlerin saraylarından gelin getirmeleri, bu
yakınlaşmayı perçinlemiştir.
Müslüman olmayan halkın vicdan özgürlüğü, Selçuklular döneminde Bizansa kıyasla daha geniş oldu. Ermeniler, asırlarca Bizans
İmparatorluğu’nun ve Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin baskısı altında kaldı ve her fırsatta Rumlaştırılmaya çalışıldı. Doğal olarak Ermeni toplumu
Bizansa karşı oldu. Arap istilası ve Haçlı Seferleri gibi olaylar Anadolu’da
ekonomik ve sosyal çöküntü yaratınca Selçuklu Türklerinin adilâne yönetimleri, dinî özgürlük tanımaları, hatta onlara saygı duymaları, Türk
toplumunun duygularını yansıtan, Mevlâna, Yunus Emre ve Hacı Bektaşî
gibi sufîlerin her türlü din ve ırk ayrılığını bir yana bırakan insancıl davranışları ta o dönemlerden itibaren Ermenilerin ihtidalarına sebep olmuştur.
II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in evlendiği Gürcü Prensesi Konya’ya gelirken,
bir papaz ve kendisine ait kutsal eşyayı da birlikte getirmişti. Kaynakların belirttiğine göre Prenses için Saray’da küçük bir de kilise yapılmıştı29. Söz konusu Prensesin daha sonra kendi isteğiyle Müslüman olduğu
Menakıbu’l-Arifîn’de kaydedilmiştir30.
Türkiye Selçukluları hükümdarlarından, II. Kılıç Arslan, I. Keyhüsrev
ve en parlak döneminin temsilcisi olan I. Alaaddin Keykubad, Bizansla
pek sıkı münasebette bulunmak, hatta Bizansta yaşamak bakımından o geleneklere âşina idiler. Alaeddin Keykubad, Yassıçimen Savaşı’nı kazan28 Bkz. Selahattin Döğüş, Osmanlı Devleti’nin Doğuşunda Sosyal Kuruluşlar, Basılmamış
Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1999, s.189, 357.
29 Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, s.257; Turan, Türk Cihan Hakimiyeti,
s.483; Gregory Ebu’l-Farac, Tarih, C.I, Çeviren Ö. R. Doğrul, Ankara 1945, s.543
30 Eflakî, a.g.e., s.98, 152, 288.
185
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
dıktan sonra Kayseri’ye döndüğünde, Müslüman alim ve şeyhleri ile birlikte Hıristiyan papazları da kendisini karşılamışlardı. Ermeni kaynağına
göre Müslümanların tebrikine katılamayan ve geride kalan Hıristiyanlar,
bir tepe üzerine çıkmış; bunları gören Keykubad, onların arasına girmiş,
merasimlerinde çan çalmalarına ve ilâhîler söylemelerine müsaade etmiş
ve şenlik içinde şehre girmiş idi. Meclisinde Hıristiyan alimler de çok itibar görüyorlardı31. Selçukluların bu serbestçe halleri, komşu sarayların
mutaassıp muhitinde tabii hiç hoş karşılanmıyor, onların eski putperestliğe, mecusiliğe dönüp dönmedikleri soruluyordu. Ayrıca, mümin bir Müslüman olan Halep emiri Nureddin Zengi, Selçuklu Sultanlarını bu derece
hoşgörülü olmalarını anlayamamıştır. II.Kılıç Arslan’ın gerçek bir mümin
olduğuna inanmadığı için onun, elçisinin önünde kelime-i şehadet getirmesini şart koşmuştu. Selçukluların Hıristiyanlarla dostça ilişkiler kurması,
Halife tarafından da kınanmıştır32.
II. İ. Keykavus zamanında, Hıristiyan dayıları devlet işlerinde çok nüfuz kazanmışlardı. Selçuk Sultanları Hıristiyan dayılarını Saraylarında barındırmış ve onlar üzerinde hiçbir dinî baskıda bulunmamıştır. 1256 yılında
Keykavus, Sultan Hanı yenilgisini duyunca karısını ve Hıristiyan dayılarını yanına alarak Alanya taraflarına gitmiştir. Eflakî; Keykavus’un Sarayında Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında dinî tartışmalar gerçekleştiğini,
sultanın suallerine Mevlâna’nın ciddi cevaplar verdiğini kaydederek, Hıristiyanların Selçuk Sarayındaki yoğunluklarını teyit etmiştir. Ebu’l-Ferec,
Keykavus’un 1258’de Barsuma (Malatya’da) Manastırı’nı ziyaret ederek
rahiplere bir takım vaatlerde bulunduğunu yazar33.
Haçlı kaynakları, Keykavus ve II. Kılıç Arslan başta olmak üzere
birçok Selçuklu Sultanının ve bu arada Ramazanoğlu ve Karamanoğlu
gibi bazı Türkmen Beylerinin de gizli Hıristiyan olduklarını kaydetmeleri, Ortaçağ’da Hıristiyan taassubunun ne derece ileri boyutta olduğunu
gösterirken, Müslüman yöneticilerinin de o derece dinî bağnazlıktan uzak
bir hoşgörüye sahip olduklarını göstermektedir34. Aynı bağnazlık, gayrimüslimlere tanıdığı geniş toleransı anlayamayan Papa II. Pius’un, Fatih’i
İstanbul’un fethinden sonra, Hıristiyanlığa davet etmesiyle de görülmüş-
31 Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s.192; Turan, Türk Cihan Hakimiyeti,
s.484.
32 Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s.192; Balıvet, Şeyh Bedreddin, s.20.
33 Turan, Türk Cihan Hakimiyeti, s.485.
34 Turan, Türk Cihan Hakimiyeti, s.485.
186
Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ
tür35. Ortaçağ’da batılıların Türklerin bu geniş dinî müsamahalarına böyle bir mana vermeleri taassupları icabı idi. Meselâ Moğollardan kaçıp
İstanbul’a sığınan Keykavus’un oğlu da zorla Hıristiyan yapılmış ve Melik
Konstantin adını almıştı36.
Anadolu’ya hâkim olmaya başlayan Türklerin engin merhameti karşısında Haçlı zihniyetinin çok zor durumda kaldığı anlaşılmaktadır. Bir Haçlı kroniğinde; Rumların zulmünden kaçan üç bin Haçlı Müslüman oldu.
Ah merhamet sen hıyanetten daha zalimsin! Çünkü Türkler, Hıristiyanlara
yardım ve şefkat göstererek dinlerini satın alıyor; bununla beraber asla
onları din değiştirmeye zorlamıyorlardı37.
İbn Bibî, Anadolu’da beş dil konuşulduğunu söyler. Osman Turan’a
göre bununla Türkçe, Farsça, Rumca, Ermenice ve Süryanîce kastedilmiştir. Bu arada halklar arasındaki kaynaşma o dereceye varmıştır ki, Rumlar
ve Ermeniler kilise âyinlerini Türkçe yapıyorlardı38.
Bizanslı sanatçılar ve memurlar Anadolu Selçuklularının maiyetinde
çalışırlarken, Yahudi, Müslüman ve Hıristiyan bilginler de Sicilya krallarının koruması altında işbirliği yaparlardı. İki başlı kartallı Bizans bayrağının Konya’da da dalgalandırılması ve bu sembolün Selçuklu mimarîsinde
kullanılması, iki başlı kartal ve şahinin silâh ve armalarda kullanılması
aynı zamanda Müslüman-Hıristiyan kaynaşmasının en önemli sembolü
oluyordu. Yine Anadolu Selçukluları, üzerlerine hem İsa ve Meryem Ana
tasvirleri, hem de ayetler basılı sikkeler kullanmışlar, hatta taş üzerine yontulmuş resimli mezar taşlarına rastlanmıştır. Konya’da, İranlılardan, Rumlardan, Araplardan, Orta Asya’dan vb. alınmış vergi terminolojisi ve Saray
unvanları kullanılıyordu39.
Bizans döneminde Ermenistan’dan Çukurova’ya kadar olan bölgelerde yayılan Ermeniler, İstanbul’da bir ruhanî merkez kuramadıkları gibi
İstanbul’a da çok sayıda yerleşememişlerdi. Oysa fetihten sonra çok sayıda
Ermeninin şehre yerleştirildiklerini görüyoruz. Yavuz ve Kanunî dönemlerinde Doğu Anadolu ve Kafkaslardan birçok Ermeni, İstanbul’a gelip yerleştiler. Padişahlar da bizzat usta, kuyumcu, sarraf ve sanatkâr Ermenileri
İstanbul’a getirerek yerleştirdiler. Böylece İstanbul’da kalabalık bir Erme35 Halil İnalcık, Doğu Batı (Makaleler I), Cantekin Matbaacılık, Ankara 2005, s.48.
36 İbn Bibî, El-Evamiru’l-Alaiye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye (Selçukname), Hazırlayan M. Öztürk,
Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1996, C.II, s.161.
37 Turan, Türk Cihan Hakimiyeti, s.496.
38 Turan, Türk Cihan Hakimiyeti, s.522.
39 Balıvet, Ortaçağda Türkler, s.60.
187
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
ni toplumu oluştu40. Bizansa karşılık Osmanlı dönemi, İstanbul Ermenileri
için adeta bir altın devir olmuştur. İstanbul zaman içinde dünyada Ermeni
nüfusunun en kalabalık olduğu şehir haline gelmişti. Fethedilen yerlerden
Ermenilerin İstanbul’a getirilmesi, kendilerine verilen önemi de gösteriyordu. 1577 yılında yapılan bir sayımda alınan sonuçlara göre İstanbul’da
485 camiye karşılık 743 kilise bulunuyordu. XIX. yüzyıla gelindiğinde
İstanbul’da 150 bin Ermeni yaşıyordu. Bu tarihlerde şehirde, Müslüman
olmayan halk, çoktan sayı bakımından azınlık durumuna düşmüştü41.
Büyük Selçuklular döneminde dostça geçen Türk-Ermeni ilişkileri,
Anadolu Selçukluları zamanında da sürmüş olmalı ki, Ermeni (veya dönme) vezir, Sinop donanmasında komutan ve iğdişbaşıların varlığı bunu
göstermektedir42. Selçuklu Devleti’ni, sarsan büyük ve korkunç Babaîler
isyanı, ancak Ermeni asilleri ve Frank şövalyelerinin yardımı sağlanarak
bastırılmıştır43.
Selçuklular zamanında, gündelik hayatta Ermenilerin ticaret, el sanatları, tarım yaptıkları, özellikle üzüm yetiştirdikleri, değirmencilik yaptıkları, vakfiyelerdeki kayıtlardan anlaşılmaktadır. Yine halı ve dokumacılık
yaptıkları seyahatnamelerden anlaşılmaktadır44. Şehirlerde yaşayanlar
özellikle ticaretle uğraşmaktaydılar. Cacaoğlu Nureddin vakfiyesinde, çeşitli Türk pazarları yanında Ermeni pazarı da geçmektedir. Ermeni pazarında kebapçı evinin bulunması, yine Konya’da bir Ermeni esnafının kasaplık
yapması, ortak yaşama konusundaki güzel örneklerdir45. Bunların dışında,
Osmanlılar döneminde olduğu gibi, İslâm’ın yasakladığı alkollü içkilerin
ticaretini yapabildikleri, Konya’da Ermenilerin gittiği bir meyhaneden anlaşılmaktadır46.
Selçukluların çöküş sürecinde, özellikle Osmanlı Devleti’nin kuruluş
döneminde önemli hizmetlerini bildiğimiz Ahi-esnaf teşkilâtı, her zanaat
şubesinde Ermeni üstatların veya çırakların çalışmasına imkân vermiştir.
40 Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler, s.80.
41 Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler, s.89; Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde Millet
Sistemi, s.23.
42 İbn Bibî, a.g.e., C.II, s.529; Nejat Kaymaz, “Anadolu Selçuklularının İnhitatında İdare Mekanizmasının Rolü”, TAD, C.II, s.122.
43 Cahen, a.g.e., s.144; Turan, Selçuklular Tarihi, s.228.
44 Metin Ersan, “Selçuklular Döneminde Türk-Ermeni İlişkileri”, Dünden Bugüne Türk-Ermeni İlişkileri, Nobel Yayını, Ankara 2003, s.66.
45 Ahmet Temir, Kırşehir Emiri Caca Oğlu Nureddin’in 1272 Tarihli Arapça-Moğolca Vakfiyesi, TTK 1989, s.125; Eflakî, a.g.e., C.I, s.164-165.
46 Cahen, a.g.e., s.210.
188
Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ
Bursa’nın en eski hayatında Ermeni esnafa bol bol rastlamaktayız. Bursa
örneğinde görüldüğü üzere, Bizans ahalisinin (Rumların), Ahi teşkilâtının çalışmasına ayak uyduramadığını, fakat Ermenilerin bu konuda çok
yatkın oldukları anlaşılmaktadır47. Mistik bir renk taşıyan, Sasasaniler zamanında kurulan ve daha sonra da Abbasî halifeleri tarafından organize
edilen fütüvvet teşkilâtı, Anadolu’da Ahi Evren tarafından Ahilik adıyla
teşkilâtlanmıştır. Bir esnaf ve sanatkâr zümresini de ifade eden Anadolu
Ahi teşkilâtı, bünyesinde Ermeni esnaf ve sanatkârlara da yer vermesinde bu mistik yönü etkili olmalıdır48. Mevlâna ve onun yanındakiler de ilk
zamanlardan beri fütüvvet ehli ile kaynaşmışlardı. Mevlâna’nın en önemli
hayranı, Mesnevî’nin yazılmasına sebep ve Mevlevîlerin kutbu olan Ahi
Hüsameddin Çelebi, Konya Ahilerinin piri Ahi Türkün oğluydu. Mevlevi
kaynaklarında da sık geçen bir kuyumcu esnafı olan Salahaddin Zerkub da
bir Ahi ileri geleni olmasına rağmen, Mevlâna’nın en has müridi idi49. Ahi
tekke ve zaviyelerinde, Mevlevî sema, musiki ve diğer ritüellerin aynısı
tatbik edilirdi.
Osmanlı Devleti’ni kuran aşiretin çok erken dönemde, Ermeni Beli,
Yarhisar, Domaniç, Söğüt ve Bilecik dolaylarında hayvanlarıyla birlikte,
yaylak-kışlak hayatı yaşadıklarını biliyoruz. Kaynaklarda Ermeni Dağı,
Ermeni Derbendi adıyla da anılan yaylak sahada, Osmanlıların daha ilk zamanlarında Ermenilerle münasebet halinde oldukları anlaşılmaktadır. Yazın hayvanlarıyla birlikte yaylaya çıkan Türkmen aşiretinin ağırlıklarını,
dönüşte tekrar almak üzere, Ermeni komşularına bıraktıkları anlaşılmaktadır. Bu hizmetin karşılığında sonbaharda dönen Türkmenler halı, kilim,
peynir ve koyun vererek anlaşmış oluyorlardı. Ermeni Derbendi denilen
yer bugün, Pazarcık ile Bozüyük arasında bulunup eskiden yol üzerinde
idi50.
Fatih dönemine kadar Osmanlıda gayrimüslimlere özerk bir statü tanınmıştır. Din adeta ikinci derecede dikkate alınmış, hatta Bizansa akın
yapan kuvvetler içerisinde Hıristiyan komutanlar da yer almıştır. Osman
Bey zamanında gayrimüslimlerle alışveriş yapılmış, hatta Osman Bey gay47 Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, C.I, Cem yayınevi, İstanbul 1977,
s.484.
48 Gölpınarlı, Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1983, s.186.
49 Bayram, Ahi Evren ve Ahi Teşkilatı’nın Kuruluşu, Konya 1991, s.95; Gölpınarlı,
Mevlâna’dan Sonra Mevlevilik, s.305.
50 R. Paul Linder, Ortaçağ Anadolu’sunda Göçebeler ve Osmanlılar, Çeviren Müfit Günay,
İmge Kitabevi, Ankara 2000, s.52; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.I, TTK
Yayını, Ankara 1988, s.102.
189
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
rimüslim komşularının düğünlerine katılarak hediyeler bile götürmüştür51.
Âşıkpaşazade’ye göre Osman Bey’e Hıristiyanlarla niçin iyi geçindiği sorulduğunda, Osman Bey; komşularımızdır, biz bu ile garip geldik geldiğimiz zaman onlar bizi hoş tuttular. Şimdi bize dahi gerektir ki bunlara
hürmet edelim demiştir52. Tuna’dan Fırat’a kadar uzanan sahada bir imparatorluk kuran ve merkeziyetçi politikasıyla merkezkaç kuvvetlerin tepkisini çeken, Ankara Savaşı’nda da bu kuvvetlerin ihanetini gören Yıldırım
Bayezid’in Şehzadelerine İsa, Musa, Süleyman, Mehmed gibi üç semavî
dinin kurucusunun adını vermesi bir tesadüf olmasa gerektir.
Osmanlı dönemine geçildikten sonra Anadolu’da Rumca bilmeyen
Rum ve Ermenice bilmeyen Ermeni halkın varlığı bazı kaynaklarda belirtilmektedir. Bu da hiçbir zaman Türklerin asimile faaliyetinde bulunmadıklarını göstermektedir. Balkanlarda da Müslüman Boşnak, Arnavut ve
Pomakların varlığı ve bunların Türkleşmemeleri de bunu göstermektedir.
Osmanlılar, fütuhatında, istimalet politikasını esas almışlar idi.
Osmanlı Devleti’nin toplumsal, siyasî ve idarî yapısı ırk esasına göre
değil, Millet Sistemi denilen, düşünce ve inanç temeline göre örgütlenmişti. Millet, sadece farklı dil ya da ırkı belirten bir kavram değil, bir sosyal
teşkilâtlanma, bir ruh hali ve tebaanın birbirine bakışını ifade eder. Batının
Pax Ottomana (Osmanlı nizamı) tabiri, Osmanlı düzenine tâbi milletlerin
bu idare altındaki uyumunu ifade eder. Ekalliyet (azınlık) sözü, Osmanlı
devlet hayatında son zamanlarda kullanılmaya başlanmıştır53. Dolayısıyla,
Osmanlılarda nüfus, Müslüman ve gayrimüslim olarak iki sınıfa ayrılmıştı, ancak bu şeriatın koyduğu bir sınıflandırmadır ve toplumdaki gerçek
toplumsal ve ekonomik ayrılıkları yansıtmaz. Müslüman ve gayrimüslim
tüccarlarla sanatkârlar gerçekte aynı sınıftandılar ve hepsinin hakları aynıydı. Zengin Yahudi, Rum ve Ermeni tüccarlar Müslümanlar gibi giyinir,
ata biner ve davranırdı. Padişahlar, III. Murat döneminde olduğu gibi, zaman zaman gayrimüslimlerin Müslümanlarla aynı biçimde giyinmelerini
yasaklayan yasalar çıkararak şeriatın şartlarını yerine getirmek isterdi, ama
bu fermanlar etkisiz kalırdı. Meselâ, gayrimüslimlerin kürk giymeleri yasaklandığı halde, bu işin ticareti tamamen onların elindeydi54.
51 Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Tebanın Yönetimi, İzmir 1988, s.1519.
52 Âşıkpaşazade, Âşıkpaşazade Tarihi, Hazırlayan Ali Bey, Matbaa-i Amire, İstanbul 1332,
s.12-16.
53 İlber Ortaylı, Osmanlı Barışı, Ufuk Yayıncılık, 3. Baskı, İstanbul 2004, s.29.
54 İsmail Eren, “Hamdiye Kreşevlankoviç ve Eseri”, İstanbul Üniversitesi. İktisat Fakültesi
Mecmuası, C.17, İstanbul 1960.
190
Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ
Osmanlının klasik çağında bu konuda bir sınırlandırmanın olduğuna
dair bir belgeye henüz sahip değiliz. III. Murat’a ait 4 Eylül 1577 tarihli bir
fermanda giyim konusundaki kısıtlamanın Fatih zamanında da olduğu belirtilmiştir. Buna rağmen XV. yüzyıl sonlarına kadar Osmanlı Devleti’nde
gayrimüslim halkın da büyük ölçüde giyiniş, mesken yapma ve davranış
serbestisi içinde olduğunu tahmin edebiliriz. Çünkü XV. yüzyıl ortalarında Türkiye’ye yerleşmiş olan Musevîlerden İsak Zarfati, Almanya ve
Macaristan’daki Yahudileri Türkiye’de oturmaya davet etmiş ve bunun nedenlerini şöyle anlatmıştır:....Burada en iyi elbiseleri giyebilirsiniz, herkes
kendi asma ve incir ağacının altında oturabilir. Hıristiyan egemenliğinde,
çocuklarınızı mosmor dövülme tehlikesi ile karşı karşıya bırakmadan asla
mavi veya kırmızı renkli elbiseler giydiremezsiniz...55. İslâm Hukuku’na
göre gayrimüslimler, Müslümanlardan daha büyük ve yüksek ev yaptıramazlarken, bu döneminde böyle bir yasak söz konusu olmamıştır. Ancak
Müslümanlar için kutsal sayılan yerlerde ve civarlarında mesken yapma
yasağı konmuştur. Bununla birlikte seyahat özgürlüğü de tamdı.
İş hayatı dışında mahallede değişik dinde olanlar kentin ayrı bölgelerinde, kilise veya sinagogları etrafında kendi dinî önderlerinin başkanlığında yaşarlardı. Osmanlı kentlerinde her zaman, birbirinden ayrı Müslüman,
Hıristiyan ve Yahudi mahalleleri olmuştur. Çingenelerin de dinleri ne olursa olsun, ayrı cemaat olarak kendi mahalleleri olurdu. Karşılıklı ticarî ve
meslek alışverişleri konuları, her iki topluluğu daha da kaynaştırırdı. Müslüman erkekler gayrimüslim kadınlarla, kadın dinini değiştirmek zorunda
kalmaksızın evlenirlerdi; ancak, çocuklar Müslüman olmak zorundaydı56.
Zımmîlerin giyim kuşamı, kilise âyinleri ve çan çalmaları gibi konular
Selçuklular döneminde de gündeme gelmiş, geniş bir özgürlükle karşılanmışlardı. Aynı şekilde gayrimüslimler, Osmanlı ordusunda askerlik, sipahilik, topçuluk yaptıkları gibi, donanmada da görev almışlardı. Ayrıca çok
önemli resmî işlerde de görev almışlardır. Hassa mimarlığı, tercümanlık,
hassa tabipliği diplomatik işler yanında daha sonraları da valilik, bakanlık
gibi en üst devlet görevlerinde bulunduklarını biliyoruz.
Aile hukuku çerçevesi içinde gayrimüslimler arasındaki evlenme ve
boşanma tamamen kendi din adamlarının yetkisine bırakılmıştır57. İki zımmî arasındaki evlenme ve boşanmayla ilgili olarak hemen hemen bütün
55 Ercan, “Türkiye’de Gayrimüslimler”, s.1140.
56 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2003, s.157.
57 Ercan, “Türkiye’de Gayrimüslimler”, s.1145.
191
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
belgelerde şu kayıt vardır: Bir zımmîye erinden kaçsa veya bir zımmî avret
almalu ve boşamalu olsa, aralarına rahib-i mezburdan başka hiç kimse
girmeye ve karışmaya.
Mahalle imamlarının zımmî çiftlerin nikâhlarını kıydıkları da görülmüştür. Hatta bunlardan birinde evli gayrimüslim erkek veya kadın ikinci
kez evlenmiştir. Bunun gibi kilise yasalarında da uymayan durumlar yasaklanmıştır. Kadılara zımmî çiftleri boşama yetkisi verilmiştir. Nitekim
15 Ocak 1584 tarihli bir şer’iye sicili kaydına göre kadı, iki zımmîyi boşayıp ellerine hüccet vermiştir58.
Arazi-yi haraciye tabir edilen topraklarda gayrimüslimler bağ, bahçe
ve diğer toprak mülklerine sahip olup, özgürce tasarruf hakkına sahiptiler. Baştine adı verilen ve mülkiyet üzere Hıristiyanların tasarruf hakkına
sahip oldukları çiftlikler dikkat çekicidir. Kira ile toprak tasarrufu genellikle tımar şeklinde olurdu. Osmanlılarda Hıristiyan halka pek çok tımar
verilmişti. Bu konuda tapu defterlerinde bir hayli kayıt vardır. Bu arada
rahiplere bile tımar verildiği olmuştur59.
Tahrir defterlerinin ortaya koyduğu gibi, Hıristiyan nüfusunun azaldığı XV. yüzyıldan önce Anadolu’da önemli Rum, Ermeni nüfus bölgeleri
mevcuttu ve Selçuklu döneminde bu gruplar daha da genişti. Meselâ Karamanlı Rumların bir bakiyesi olarak Konya civarında Sille, XX. yüzyıla
kadar bir Rum-Türk Müslüman kasabası durumunu saklamıştır. Derenin
bir tarafı Rum, öbür tarafı Müslüman mahallelere aitti ve bu insanlar kutsal
yerleri ortaklaşa ziyaret ederlerdi60.
Zımmîler dil bilmeleri yüzünden ticarî hayatta ve devlet hizmetinde
çok avantajlı yerler edinmişlerdi. İngiliz konsolosu Palgrave 1868’de bir
raporda şunları yazıyordu: Türkiye’deki Hıristiyanların Müslümanlara kıyasla refah içinde olmalarını, onların daha enerjik, çalışkan ve erdemli
olmalarına yormak yanlıştır. Gerçek şu ki, çalışkanlık, doğruluk, namusluluk ve dürüst iş çıkarma bakımından Müslümanlar şaşmaz biçimde, Rum
ve Ermeni hemşehrilerinden kesinlikle bir gömlek üstündüler. Ama ne var
ki Müslümanlar muazzam bir yükün altında sistematik olarak ezilmişlerdir ve ezilmekteler. Hıristiyanlar ise Osmanlı Devleti’nde ayrıcalıklı durumlarını sürdürerek son yüzyıldan beri sürekli olarak zenginleşmişlerdir.
58 Ankara Şer’iye Sicili (AŞS), Defter No: 1, Belge No: 1036.
59 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Tapu Defteri, Defter No: 154, s.165, 172, 178.
60 İnalcık, Doğu Batı (Makaleler I), s.149.
192
Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ
Zenginleşmeleri de çok su götürür spekülasyonlarla, apaçık hilelerle ya da
tefecilikle olmuştur61.
Kuyumculuk, sarraflık, bankacılık, hekimlik ve mimarlık gibi işler
genellikle zımmîler tarafından yürütülmüştür. Bu arada gayrimüslimler
içerisinde kuyumculuk ve sarraflıkla uğraşan en önemli nüfus, Ermeniler
idi. XIX. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’da tahvil ve hisse senetleri borsasında egemen olanlar, İstanbul ve ülkenin sair yerlerinde küçük sanayi
tecrübesini geçirmiş olanlar Ermenilerdi.
Namık Kemal, memur olmak bize ne fayda sağladı? Biz sıkıntılar
içindeyken Hıristiyanlar sanat ve ticaretle uğraşıp Avrupa seviyesine geldiler diye yazıyordu62. Gerçekten şer’iye sicillerine bakıldığında, Namık
Kemal’in serzenişinde ne kadar haklı olduğu görülmektedir. Meselâ Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerden olan Maraş’a ait kadı sicillerinde, incelediğimiz belgelerde, Türk halkı genellikle tarım, hayvancılık
ve memuriyetle uğraşmaktadırlar. Oysa Ermenilerden, veresesine kalan
mirasların önemli miktarını gayrimenkûl, para, çeşitli ticarethaneler, şirketler oluşturuyordu ki bunlardan bir tanesinin İngiltere’ye kadar uzanan
ticarî faaliyetleri vardı. XIX. yüzyılda Maraş’ta beş üyesi bulunan sanayi
ve ticaret odasının üç üyesi Ermeni idi63.
1912’de İstanbul’da kayıtlı 40 özel bankerin hepsi gayrimüslim iken
12’si Ermeni idi. Hatta ülkedeki maden işletmelerinde bunlara pek çok ferman verildiği görülmektedir. Tanzimat’la getirilen eşitlik ilkesi gereğince
adliye, eğitim, belediye ve maliye işleri ile barutçuluk, mimarlık, sikke
darbı yani darphane işleri, Ermenilerin elindedir. Onlara Ermeni amira
sınıfı denir. Artin Dadyan Paşa, Hazine müsteşarı, Maliye bakanı oldu.
Abdülhamit’in gözdesi idi. Osmanlı Millet Sistemi içinde konumlarından
memnun, Ermeni milliyetçiliğiyle ilgisi olmayan Osmanlı idiler64. Reformlarla bir sivil bürokrasi yaratıldı ve özellikle Ermenilere büyük ölçüde
yer verildi. Parlamenter hayata geçildiğinde de mecliste gayrimüslimler
mebus ve bakan olarak görev yaptılar. İngiliz parlamentosunda bir Hintli, bir Afrikalı; Fransız parlamentosunda bir Cezayirli mebus olmamasına
61 Bilal Şimşir, Osmanlı Ermenileri, Ankara 1986, s.15.
62 Gülnihal Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşların Hukukî Durumu, TTK Yayını, Ankara 1989, s.155.
63 Döğüş, “Maraş Şer’iye Sicillerine Göre Şehirde Müslüman-Ermeni Münasebetleri”,
Kahramanmaraş’ta Ermeni Sorunu Sempozyumu, Kahramanmaraş Sütçüimam Üniversitesi Yayınları, Kahramanmaraş 2002, s.133-134.
64 Ortaylı, Osmanlı Barışı, s.123; G. Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî
Durumu, s.155.
193
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
rağmen, Osmanlı parlamentosunun nerdeyse yarısının gayrimüslim oluşu
dikkat çekicidir. 1905’ten sonraki Çarlık Rusya Dumalarında bile Rus olmayan milletlerin düşük oranda temsili özel bir statü ile sağlanmıştı65.
1844 yılında dışişlerinde görev yapanların % 71’i Müslüman, % 29’u
gayrimüslim idi. I. Meşrutiyetten sonra bu oran yarı yarıya, 1893’te ise
Müslüman oranı % 43’e düştü. Pek çok gayrimüslim yurt dışında elçi
olarak Osmanlı Devleti’ni temsil ediyordu. Meselâ, 1854’te Topkapı civarında doğan fakir bir Ermeni genci, aldığı bursla Mekteb-i Sultanî’de
okumuştu. Bu kişi geeleceğin Ermeni Patriği Ohannes Arşaruni’dir. Yine
başka bir örnek, Divan-ı Hümayun tercümanları içinde Sahak Abro Efendi, Osmanlıcası’nın zenginliği ve yaptığı telif ve tercümelerle iktisat ilmine ait Türkçe karşılık bulduğu yeni kelimeleriyle tanınır.66 İlk dönemlerden
itibaren tercümanlık işlerini yürütürlerken, tercümanlara geniş yetki ve
vergi muafiyetleri tanınıyordu. Osmanlının Balkan topraklarındaki bürokratlarının ezici çoğunluğunu gayrimüslimler oluşturmuştu67.
Cemaatler kendilerine tanınan ayrıcalıklara uygun olarak kendi dinî
kuruluşları, hastaneleri ve darülacezeleri yanında okullarını da kurmuşlar
ve eğitimlerini dinî kuruluşlarına bağlı olarak, kendi dillerinde ve devlet
denetimi dışında sürdürmüşlerdi. 1863’te yürürlüğe giren Ermeni nizamnamesine göre, Gregorian Ermenilerin başı olan Patrik, bütün Ermeni
meclislerinin başkanı ve yürütme organıdır. 1868’de açılan Galatasaray
Lisesi’nde okuyan gayrimüslimlerin çoğu Ermeni idi. Bununla birlikte
gayrimüslimlerin askerî okullara girmeleri de kolaylaştırılmıştı. Ayrıca
Ermeni Patriği, açılan Ermeni okullarının teftiş edilmemesini isteyecek
özgürlüğe de sahipti. 1868’de kurulan Şura-yı Devlet’in (Danıştay) 41
üyesinden 28’i Müslüman, 13’ü gayrimüslim idi. 1864’te yürürlüğe giren
vilâyet nizamnamesiyle mülkî idarenin her kademesinde seçimle oluşan
idare meclislerinde Müslümanlarla birlikte gayrimüslimlerin temsilcileri
de yer alıyordu68. Bütün bu gelişmeler Tanzimat dönemiyle birlikte çıkarılan yasalarla kararlaştırılmış idi.
İktisadî hayatı ellerinde tutan ve özellikle Ermeni, Rum ve Yahudiler
bir de zaman zaman vergi konusunda maktua bağlanınca, bu onlar için
bir bakıma iktisadî özerklik olmuştur. Ayrıca daha geniş anlamda idarî ve
65 İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadî ve Sosyal Değişim, Turhan Kitabevi,
Ankara 2000, s.213-14.
66 Ortaylı, Osmanlı Barışı, s.26-27.
67 Ortaylı, Osmanlı Barışı, s.196-199.
68 Bozkurt, a.g.e., s.160; Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi, s.13, 86.
194
Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ
dinî özerklikleri de vardı. Bütün bu özerklikler, Ermenilerin uzun Türk
egemenliği sırasında dil, kültür ve milliyetlerini yitirmeden yaşamalarına
en büyük neden olmuştur. Bu durum aynı zamanda imparatorluk içinde
bir birliğe ve kaynaşmaya engel olmuş ve çöküntü döneminde Ermeniler,
bağımsızlık isteyerek imparatorluktan ayrılmak isteyen diğer uyrukların
etkisinde kalmışlardı.
Bu arada yargı karşısında Müslüman-gayrimüslim ayrımı yapılmaması önemlidir. İltizam, emanet, kavga, hırsızlık ve yol kesme ile ilgili
davalara da ister zımmîler arasında isterse Müslüman ile zımmî arasında
olsun doğrudan doğruya şer’î mahkemelerce bakılmıştır. Duruşma sırasında Müslüman-gayrimüslim arasında bir fark gözetilmemiştir. Zımmîler de
büyük bir kolaylıkla ve istedikleri zaman haklarını aramak üzere Müslümanları mahkemeye verebilmiştir69.
Kudüs, Osmanlı idaresine geçip de, Yavuz Selim 1516’da bir kısım
devlet adamı ve askerle şehre girdiğinde, Kudüs Ermeni Patriği III. Serkis
de Sultanı karşılamaya çıktı ve 1517 tarihli bir fermanla bunlara çok geniş
ayrıcalıklar verildi70. Osmanlı Padişahının bu fermanla Hıristiyan tebaasına tanıdığı ayrıcalıklar, insanlık tarihi içinde ve insan hakları konusunda
gerçekten övgüye değer niteliktedir.
İslâm Hukuku’nda yeni bir kilise yapılması kesinlikle yasakken, hatta
onarımı bile pek çok kayıt ve şartlara bağlanmışken, Fatih’ten 60 yıl sonra
Yavuz’un Kudüs’te yeni bir Ermeni Patrikhane kurdurması çok önemlidir.
Kudüs’e atanan Ermeni Patriği III. Serkis’e verilen fermanla Ermenilere
tanınan ekonomik, sosyal, dinsel ve idarî konularda haklar en kesin ve
güvenilir biçimde sağlanmıştır71. Bizans döneminden beri Rumlar Ermenilere zulmediyorlardı. Kudüs’te de Ermeni Kilisesi’ne mensup topluluklara Rumlar yine kötü davranınca, Osmanlı yönetimi buradaki Ermeni
Kilisesi’nin yetkilerini arttırmıştır. Bunun dışında eski Suriye ve Mısır valilerinden Osman Paşa (öl.1686) Balkanlardaki köyüne papaz kardeşleri
için bir kilise yaptırmıştı. Sokollu Mehmed Paşa da Ortodoks rahibi olan
kardeşi için bir kilise inşa ettirmişti. Tanzimat’la birlikte kilise inşasına
müsaade eden fermanlardan sonra bizzat Sadrazam, 80 bin kuruş vererek yardım da ediyordu (1831). Türkler bu sırada Hıristiyan vatandaşlara
69 Bkz. Döğüş, 25 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Erciyes
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1994.
70 Yavuz Ercan, Kudüs Ermeni Patrikhanesi, TTK Yayınları, Ankara 1987, s.16; Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler, s.109.
71 Bkz. Ercan, Kudüs Ermeni Patrikhanesi, s.15-17.
195
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
kiliseyi yaptınız keşke bir de 4 minare ekleseydiniz diyerek duygularını
ifade ederken, Manastırlı bir Hıristiyan da böyle devam ederse, Türklerin
bizimle yortu edeceklerine, bizim de onlarla iftara oturacağımıza eminim
demiştir72.
Türk toplumu ile Ermeni toplumu arasında dil, kültür, edebiyat ve müzik gibi ortak duygu ve düşüncelerin paylaşıldığı çok örnekler vardır. İki
ayrı Kitap mensubu olmalarına rağmen, her iki toplumun da dinî değerlerinde ortak hurafeler, batıl inançlar gelenekselleşmiş âdetler bulunmaktaydı. Ermeni harfleri ile yazılmış, metni Türkçe bir edebiyat türü gelişmiştir.
Biz müzik aletinin eşliğinde gezginci Ermeni âşıkların söyledikleri halk
hikâyeleri arasında Köroğlu, Âşık Garip, Kerem ile Aslı gibi geniş kitlelere mal olanları bulunmaktadır. Ermeni âşıklar (gusanlar), Pir Sultan’dan
Karacaoğlan’a kadar, ozanların şiirlerini terennüm ederlerdi. Anadolu’daki
mahallî ağızları kullanarak yöresel ezgi ve türküleri, şölen ve düğünlerinde söylerlerdi. Türkçe yazdığı veya ezberlediği şiirleri ilkin kemençe
eşliğinde icra eden Ermeni gusanları, daha sonra Türk sazını benimsemiş
hatta zamanla mahir saz imalâtçılarının Ermenilerin arasından çıktığı görülmüştür73. Ermenilerin Türk mûsikîsi ve tiyatrosuna olan hizmetleri de
kayda değer. Bugün Türk sanat müziğinde icra edilen pek çok şarkının
güftesini yazan ve bestesini yapanlar arasında Ermeniler bulunmaktadır.
Türk atasözleri de Ermeniler arasında aynen, Türkçe olarak kullanılmıştır74. Halen bugün bile hiçbir ülke, başka milletlerin folklorunda bu kadar
yoğunlukla anılmaz. Namus sözünün Yunanca nomostan geldiğini hatırlamak, Anadolu’da bir arada yaşayan bütün toplumların bu konudaki ortak
tutumunu görmek için yeterlidir.
Tarihte Türklerle Ermenilerin ağırlıklı olarak Anadolu’da dostça yaşadıklarının en belirgin vesikaları sözlü edebî ürünlerle, Ermenilerin bizzat
kendi alfabeleriyle yazıya geçirdikleri çok çeşitli yazılı ürünlerdir. Bundan
başka pek çok Ermeni, Arap harfleriyle Türkçe eski Türk edebiyatı (manzum, nesir vd.) ürünleri vermişlerdir. İki halk arasındaki dil ilişkilerinin
karşılıklı gelişmesi şüphesiz Ermeni harfli Türkçe eserlerin vücuda getirilmesinden çok önce teşekkül etmiş olmalıdır. Büyük şehirlerde yaşayan
Ermeniler, aktif olarak kültür, ticaret ve medenî hayatın hatta kısmen idarî
72 Bozkurt, a.g.e., s.41.
73 Zeynelabidin Makas, “Türk Halk Hikâyelerine Ermenilerin Bakış Açıları”, Ermeni Araştırmaları I.Türkiye Kongresi Bildirileri, C.III, Ankara 2003, s.121.
74 Ahmet Kankal, “Ermeni Öykülerine Göre Osmanlı Türk Toplumunda Ermeniler”, Ermeni
Araştırmaları I.Türkiye Kongresi Bildirileri, C.III, ASAM, Ankara 2003, s.119.
196
Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ
sistemin içindedirler ve bu yüzden devlet dili olan Türkçe’yi iletişim ve yayın dili olarak kullanmışlardır. Bu arada Ermenilerin matbaayı İstanbul’da
Türklerden çok önce kullandıklarını belirtmeliyiz75.
Türklerle Ermenilerin bir arada yaşamasının âdet olduğunu ve her iki
toplumun da birbirlerinden şikâyetçi olmadıklarını gösteren bir Ermeni
vecizesi dikkate değer;... bizde pek uzunca boylu hak, kanun, hukuk düzenlemez hayatımızı; yüzlerce yıllık birikmiş ahbaplıklar komşuluklar, mertlikler ve ahte vefalar tayin eder devamımızı76. Anadolu sevda türkülerinde
rastladığımız: Benim sevdiğimde din var, iman yok, gönül ferman dinlemez
gibi sözler, bir arada yaşayan Türk ve gayrimüslim gençler arasındaki gönül ilişkilerinden bahseder ki, Türklerde derin dinî taassubun olmadığını
gösteren ve tarihten günümüze kadar gelmiş örneklerdir77. Neşrî, tarihinde;
şer’î nikâhla evlenen Türkmen unsurlar için hazır ev, hazır avrat bulup,
geçüp saray gibi evlerde oturavardılar diye yazar78.
Sonuç olarak bakıldığında, bazı istisnalar hariç tutulacak olursa,
Anadolu’daki Ermeniler ile Müslümanlar arasında düşünüş ve yaşayış açısından çok büyük farklılıklar yoktur. Bu da asırlarca aynı devletin çatısı
altında, kök köy, mahalle mahalle, kapı komşu bir yaşamaktan kaynaklanmaktadır. Müslümanlar daha çok devlet idaresinde yer alıp, tarım ve
hayvancılıkla uğraşırken, onlar ticaret ve sınai alanında faaliyet göstermiş;
böylelikle bir toplumun birbirini tamamlayan parçaları gibi hareket etmişlerdir.
Nihayet bütün Türkiye tarihi boyunca genel bir gözle bakıldığında, Türklerin gayrimüslimlere ve bu arada Ermenilere yaklaşımını II.
Mahmud’un bu sözleri özetlemektedir: Ben tebaamın Müslümanını camide, Hıristiyanını kilisede, Musevîsini de havrada fark ederim. Aralarında
başka güna bir fark yoktur. Cümlesi hakkındaki muhabbet ve adaletim kavidir ve hepsi hakiki evlâdımdır79.
Tarihi açıdan bakıldığında fethedilen ülkelerin insanlarının, hâkim
milletlerin yönetimi altında kimliklerini koruyamadıkları ve kaybolup git75 Bu konuda ve Ermeni harfleri ile yazılan Türkçe kitapların isimleri için bkz. Metin Kutalmış, “Ermenice ve Ermeni Harfli Türkçe Eserlerin Türk-Ermeni İlişkilerindeki Yeri”,
Ermeni Araştırmaları I. Türkiye Kongresi Bildirileri, Ankara 2003, s.133.
76 Kankal, a.g.m., s.100; Makas, a.g.m., s.122-125.
77 Bu tür hoşgörü örnekleri ile ilgili bkz. H. Adams Gibbons, Osmanlı İmparatorluğu’nun
Kuruluşu, 21. Yüzyıl Yayınları, Ankara 1988, s.67.
78 Mehmet Neşrî, Kitab-ı Cihannüma, Hazırlayan Faik Reşit Unat, TTK Yayınları, Ankara
1949, C.I, s.159.
79 Reşat Kaynar, Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat, Ankara 1954, s.100.
197
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
tikleri görülür. Oysa Osmanlılar, Bizans ve diğer devletlerin yenik düşen
insanlarını kültürel yönden asimile etmek ya da köleleştirmek yoluna gitmedikleri gibi, dinlerini değiştirmek için baskı da yapmamışlardı. Eğer
aksi olsaydı, bugün Ermeni diye bir toplum kalmayacaktı.
198
Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ
Kaynakça
Arşiv Kaynakları
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Tapu Defterleri, Defter No: 154.
Ankara Şer’iye Sicilleri, Defter No: 1.
Tetkik Eserler
Ahmet Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri, Çeviren T. Yazıcı, C.I-II, MEB Yayınları,
İstanbul 1989.
Akdağ, Mustafa, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, C.I, Cem Yayını, İstanbul
1977.
Âşıkpaşazade, Âşıkpaşazade Tarihi, Ali Beğ Neşri, Matbaa-yı Amire, İstanbul 1332.
Âşıkpaşa, Garipname, Hazırlayan Kemal Yavuz, TDK Yayınları, Ankara 2001.
Balıvet, Michel, Şeyh Bedreddin Tasavvuf ve İsyan, Tarih Vakfı Yurt Yayınları,
İstanbul 2002.
__________, Ortaçağda Türkler, Çeviren Ela Güntekin, Alkım Yayını, İstanbul
2005.
Bayram, Mikail, Ahi Evren ve Ahi Teşkilâtı’nın Kuruluşu, Konya 1991.
Bozkurt, Gülnihal, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu, TTK
Yayınları Ankara 1989.
Cahen, Claude, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, E Yayınları, İstanbul 1994.
Divitçioğlu, Sencer, Osmanlı Beyliği’nin Kuruluşu, Eren Yayını, İstanbul 1996.
Döğüş, Selahattin, Osmanlı Devleti’nin Doğuşunda Sosyal Kuruluşlar, Basılmamış
Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri
1999.
__________, Kayseri’nin 25 Numaralı Şer’iye Sicili, Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1994.
__________, “Maraş Şer’iye Sicillerine Göre Şehirde Müslüman-Gayrimüslim
(Ermeni) Münasebetleri”, Kahramanmaraş’ta Ermeni Sorunu
Sempozyumu, Kahramanmaraş Sütçüimam Üniversitesi Yayınları,
Kahramanmaraş 2002.
Ercan, Yavuz, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler, Turhan Kitabevi, Ankara
2001.
__________, Kudüs Ermeni Patrikhanesi, TTK Yayınları, Ankara 1987.
__________, “Türkiye’de Gayrimüslimler”, Belleten, 1983.
__________, “Türkiye’de XV ve XVI.Yüzyıllarda Gayrimüslimlerin Hukukî, İçtimaî
ve İktisadî Durumu”, Belleten, C.XLVII, S. 188, 1983.
Eren, İsmail, “Hamidiye Kreşevlankoviç ve Eseri”, İstanbul Üniversitesi İktisat
Fakültesi Mecmuası, C.17, İstanbul 1960.
Ersan, Metin, “Selçuklular Döneminde Türk-Ermeni İlişkileri”, Dünden Bugüne
Türk-Ermeni İlişkileri, Nobel Yayınları, Ankara 2003.
Eryılmaz, Bilal, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslimlerin Yönetimi, İzmir 1988.
199
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
__________, Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi, Ağaç Yayınları, İstanbul 1992.
Füruzanfer, Bediüzzaman, Mevlâna Celaleddin, Çeviren F. N. Uzluk, MEB Yayınları,
İstanbul 1963.
Gibbons, H. Adams, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, 21. Yüzyıl Yayınları,
Ankara 1988.
Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik, İnkılap Kitabevi, İstanbul
1983.
__________, Yunus Emre, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul 1991.
Gregory Ebu’l-Farac, Tarih, Çeviren Ö. R. Doğrul, C.I, Ankara 1945.
Hinz, W., Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, Çeviren T. Bıyıklıoğlu, Ankara 1948.
İbn Bibî, El-Evamiru’l-Alaiye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye (Selçukname), C.I-II, Hazırlayan
M. Öztürk, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1996.
İnalcık, Halil, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu Klasik Çağ (1300-1600), Yapı
Kredi Yayınları, Ankara 2003.
__________, Doğu Batı (Makaleler I), Cantekin Matbaacılık, Ankara 2005.
Kankal, Ahmet, “Ermeni Öykülerine Göre Osmanlı Türk Toplumunda Ermeniler”,
Ermeni Araştırmaları I. Türkiye Kongresi Bildirileri, III. Cilt, ASAM,
Ankara 2003.
Kaymaz, Nejat, “Anadolu Selçuklularının İnhitatında İdare Mekânizmasının Rolü”,
TAD, C.II.
Kaynar, Reşat, Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat, Ankara 1954.
Köprülü, Mehmet Fuat, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, TTK Yayınları, Ankara
1999.
__________, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, TDİB Yayınları, Ankara 1993.
Kutalmış, Metin, “Ermenice ve Ermeni Harfli Türkçe Eserlerin Türk-Ermeni
İlişkilerindeki Yeri”, Ermeni Araştırmaları I.Türkiye Kongresi
Bildirileri, Ankara 2003.
Linder, R. Paul, Ortaçağ Anadolu’sunda Göçebeler ve Osmanlılar, Çeviren M. Günay,
İmge Kitabevi, Ankara 2000.
Makas, Zeynelabidin, “Türk Halk Hikâyelerine Ermenilerin Bakış Açıları”, Ermeni
Araştırmaları I. Türkiye Kongresi Bildirileri, III. Cilt, Ankara 2003.
Mehmet Neşrî, Kitab-ı Cihannüma, Hazırlayan Faik Reşit Unat, C.I, TTK Yayınları,
Ankara 1949.
Ortaylı, İlber, Osmanlı Barışı, Ufuk Kitap, İstanbul 2004.
__________, Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek, Timaş Yayınları, İstanbul 2006.
__________, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadî ve Sosyal Değişim (Makaleler I),
Turhan Kitabevi, Ankara 2000.
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Menakıbı, Hazırlayan A. Gölpınarlı, Eti
Yayınları, İstanbul 1967.
Sümer, Faruk, “Çukurova Tarihine Dair Araştırmalar”, Tarih Araştırmaları Dergisi,
C.I, 1963.
Şimşir, Bilal, Osmanlı Ermenileri, Ankara 1986.
Temir, Ahmet, Kırşehir Emiri Cacaoğlu Nureddin’in 1272 Tarihli Arapça-Moğolca
Vakfiyesi, TTK Yayını, Ankara 1989.
200
Yrd. Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ
Turan, Osman, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, Nakışlar Yayınları, İstanbul
1980.
__________, Selçuklular Zamanında Türkiye, Turan Neşriyat, İstanbul 1971.
__________, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, Ankara 1965.
Urfalı Mateus, Vakâyiname ve Zeyl, Çeviren H. Andresyan, Ankara 1962.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, C.I, TTK Yayınları, Ankara 1988.
Wittek, Paul, Menteşe Beyliği, Çeviren Orhan Şaik Gökyay, TTK Yayınları, Ankara
1999.
Yunus Emre, Risalet-i Nushiyye ve Divan, Editör A. Gölpınarlı, İstanbul 1965.
201
KAYSERİ BÖLGESİNDEKİ TÜRKLER VE ERMENİLERİN
SOSYO-KÜLTÜREL ETKİLEŞİM VE DAYANIŞMASININ
SÖZLÜ TARİH YÖNTEMİYLE DEĞERLENDİRİLMESİ
(KAYSERİ ÖRNEĞİ)
Doç. Dr. Selma YEL*
Orhan Gazi DEMİRTAŞ**
*Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi; E-mail: [email protected]; Tel: 0 312 212 64 70-3802
**Avukat; E-mail: [email protected]; Tel: 0 312 222 84 83
Özet
Bu çalışmada Ermenilerin ve Türklerin yüzlerce yıl birlikte
dostluk ve hoşgörü içerisinde yaşamalarının sonucunda
oluşan kültürel etkileşimi, dostluğu ve dayanışmayı sözlü
tarih yöntemi kullanarak hali hazırda yaşamakta olan kişilerin ya bizzat kendi gözlemleri ya da önceki nesillerden
aktarım yoluyla derleme yoluna gidilmiştir. Bu amaçla Yukarı Talas mahallesinde ikâmet etmekte olan 82 yaşındaki
Karnik Teke, 75 yaşındaki eşi Viyanüş Teke, Surp Krikor Lusvoriç Gregorian Ermeni Kilisesi yönetim kurulu başkanı 65
yaşındaki Atik Erkuyumcu’yla görüşülmüştür. Bu görüşmelerden elde edilen bilgiler maddî kanıtlarla desteklenmiştir. Aynı sözlü tarih yöntemi uyarınca Kayseri Barosu’na kayıtlı ve Talas’ta ikâmet etmekte olan Avukat Ali Demirtaş’ın,
95 yaşında vefat eden babası Gazi Demirtaş’tan dinlemiş
olduğu Talas Ermenileri ve Türkleri arasındaki ortak sosyal yaşama dair bazı anılar nakledilecektir. Aynı şekilde şu
anda 85 yaşında olan Ayşe Demirtaş’ın anılarına da yer verilecektir. Araştırmamıza konu olan hususlar şunlardır:
Ortak yemek kültürü; ortak gelenek, görenek ve sosyal
hayattaki benzerlikler; ortak yaşamda dostluğa, paylaşıma
dair anekdotlar; Tehcirde Türk aileleri tarafından himaye edilmiş Ermeni aileler ve çocuklar ve bugün Talas ve
Kayseri’de yaşamakta olan Ermenilerden Karnik Teke, Atik
Erkuyumcu ve ulaşılacak diğer kişilerin Ermeni meselesine
bakış açıları üstünde durulacaktır.
Bu çalışma ile geçmişten günümüze Ermeni ve Türkler
arasındaki maddî ve manevî paylaşım değerlerini bir nebze de olsa tanık ifadeler ve kanıtlarla ortaya koyarak günümüz Türkiye Ermenileri ve Türkler arasında Cumhuriyet
dönemi ile birlikte yeniden tesis edilmeye başlanmış olan
dostluğa ve kardeşçe yaşamaya katkı sağlamak amaçlanmıştır.
Doç. Dr. Selma YEL / Orhan Gazi DEMİRTAŞ
Giriş
1960 Ankara doğumlu olmama rağmen çocukluğum, ilk gençliğim
Kayseri’de geçti. Evimiz hali hazırda ibadete açık tek kilise olan Surp Krikor Lusvoriç Gregorian Ermeni Kilisesi’nin çok yakınında olan Cafer Bey
mahallesi, Etlikçi sokaktaydı1. Bundan dolayı da 1960’lı yıllarda çok az sayıda kalmış olan şehirdeki Ermeni aileler ile komşuluk, arkadaşlık ve dostluk ilişkileri içinde yaşandığına şahit oldum. Çocukluk arkadaşım Marnik
(Marne)’ti. Ablaları Çiçek ve Üstüyan, anneleri Topal Maryam (Meryem);
annemin, yengemin, halalarımın arkadaşlarıydı. Bu durum 1966-1967’lere
kadar devam etti. Hatırladığım kadarıyla çok yakındık. Çok sık evlerine
giderdim, onlar da bize gelirlerdi. Oyun grubumuzun lideri Marnik’ti. Çok
güçlü bir karakterdi, lider oydu, o ne isterse onu oynardık. Bazen kırılır küserdik. Ama asla onun bizden farklı bir dine mensup olduğunu düşünmez
ve bunu vurgulamazdık. Annemlerin de onlara karşı önyargılı olduklarını
hiç görmedim.
Marnik ve ailesi 1967’de İstanbul’a taşındılar, çok üzüldük, ağlayarak
ayrıldık. 1973 yılında evin büyük kızı Üstüyan, annemi ziyarete geldiğinde
nasıl hasret ve gözyaşıyla kucaklaşmışlardı? Bugün gibi hatırlarım. Sonraki
yıllarda, biz o mahalleden taşındık, ama ne zaman terziye ihtiyacımız olsa,
yine Toros Teyze’nin gelinine, eski mahallemize giderdik. Toros Teyze’nin
1
Bu sokak, Hüsamettin Çetinbulut’un Kayseri Belediye Başkanlığı yaptığı yıllarda (1980’li
yıllar) başlattığı geniş çaplı imar ve iskân politikaları sonucunda yıkılarak, üzerine geniş bir
cadde yapılmıştır.
205
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
yaşını hatırlamıyorum, ama çok yaşlıydı. Yalnız şunu iyi biliyorum,
1979’da mahallede kalan tek Ermeni aileydiler. İki torunu İstanbul’da yatılı okuyordu. Toros Teyze’nin hiç görmediğim oğlu Beyrut’ta çalışıyordu,
ya da bize öyle söylüyorlardı. Sadece gelin ve kayınvalide Kayseri’deydi.
Toros Teyze’nin klasik Kayserili kayınvalideler gibi gelinini çekiştirirken
söylediği şu sözü hiç unutamam.
Sırf beni deli etmek için mama diyor. Ben, böyle söyleme, anne de
diyorum dinletemiyorum.
Gelin hanımın adını hatırlamıyorum ama çok güler yüzlüydü. Bu çekiştirmeyi duyar, ama istifini bozmadan yine mama demeye devam ederdi.
Ben üniversitedeyken, onların da Beyrut’a taşındıklarını duydum. Sonradan, Ermeni ailelerin çocuklarının İstanbul’daki yatılı okullarda eğitildiğini öğrendim. Beyrut ve Lübnan ise ASALA terör örgütünden dolayı hiç de
iyi şeyler hatırlatmayacaktı. Ama her zaman çocukluk arkadaşımı ve komşularımızı düşündüğümde içimde hep aynı sızıyı hissedecek, kulaklarımda
da yengemin sözlerini duyacaktım.
Hiç gâvur gibi değildi, bu gâvurlar
Bu sempozyumda ve yakın zamanlarda yapılmış ve yapılacak diğer
bilimsel çalışmalarda, sanırım artık bu sorunun da cevabı verilmeye çalışılacak. Kültür, örf, âdet olarak Türklere bu denli benzer yaşantı içinde olan
başka gayrimüslim unsur var mı? Bu benzerlik nereden kaynaklanıyor ve
nasıl teşekkül etmiş2?
Yazılı tarihe göre 1071’den ibaren beraber yaşamaya başladığımız Ermenilerle aramızdaki benzerlikleri tespit hususunda sözlü tarih yöntemi
ile araştırma yaptık. Bazen hadiselerin tanıklarından, bazen de nakledilen
kişi/kişilerden Kayseri, Talas, Develi ve Ekrek Ermenilerine dair bilgi alarak, ortak yaşamın sırlarını bulmaya çalıştık. Ümit ediyoruz ki, az miktarda da olsa bu hususta başarılı olabilelim.
2
Bu hususta Abdurrahman Küçük kapsamlı bir eser ortaya koymuştur. Daha detaylı bilgi
için bkz. Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, 2. Baskı, Ankara 2003; Ramazan Adıbelli,
“19-20. Yüzyılda Kayseri ve Civarında Hristiyan Gruplar’’, IV.Kayseri ve Yöresi Tarih
Sempozyumu Bildirileri (10-11 Nisan 2003), Kayseri 2003, s.8. Bu benzerliği şu ifade de
teyit etmektedir. Kayseri nüfusunun Müslüman-Ermeni, Ermeni-Katolik, Ermeni-Protestan
ve Rumlardan oluştuğunu bildiren Şemsettin Sami, bunların (…) cümlesi lisan-i Türkî ile
mütekellimdir ve sima ve ahlâk ve âdetçe bir farkları yoktur demektedir.
206
Doç. Dr. Selma YEL / Orhan Gazi DEMİRTAŞ
Birçok kaynakta da ifade edildiği üzere, Kayseri hiçbir zaman sözde
Ermenistan sınırları içinde gösterilmemiştir3. Fakat Birinci Dünya Savaşı
esnasında, Kayseri’de de ciddi bir Ermeni cemaatinin varlığı bilinen bir
gerçektir. Bizzat Türkiye Ermeni Patrikhanesi’nin yayınlamış olduğu eserde, 1890’lı yıllarda Kayseri sancağının genel nüfusu şöyle verilmektedir;
-Müslüman
-Ermeni Gregorian
-Ermeni Katolik
-Ermeni Protestan
-Rum Ortodoks
-Toplam
136 590
43 318
1 575
1 800
25 449
208 7324
1914 resmî devlet istatistiklerinde Kayseri genel Müslüman nüfusu 184
292 olarak verilirken, Ermeni Nüfusu 50 174, Rum nüfus ise 26 590’dır5.
Kayseri Ermenileri tehcirde Malatya üzerinden Musul ve Halep civarına
sevk edilmişlerdir. 31 Aralık 1918’de çıkarılan kanun ile de geri dönmelerine müsaade edildiğini görmekteyiz6. Bu kanun dahilinde kaç Ermeninin yeniden Kayseri’ye döndüğünü tespit etmek mümkün değildir. Ancak,
mütareke ile aslen Kayserili olmayanların da bölgeye yerleştikleri bilinmektedir7. Fakat hemen sonrasında bu defa kendi istekleri ile Kayseri’den
3
4
5
6
7
Bu hususta detaylı bilgi için bkz. Ramazan Tosun, Kayseri’de Ermeni Olayları, Kayseri
1997.
Kayseri ve Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi, Türkiye Ermeni Patrikliği, İstanbul 1986, s.27;
Salih Özkan, “Kayseri ve Yöresinde Azınlık ve Yabancı Okulları” II. Kayseri ve Yöresi
Tarih Sempozyumu Bildirileri (16-17 Nisan 1988), Kayseri 1988, s.359. 1308-1309 Tarihli (1890-1891) Ankara vilâyet sâlnamesinde ise Kayseri’nin nüfusu şöyle verilmektedir;
Kayseriya şehri 49 498 nüfusa şamil olup, bunun 31 252’si İslâm, 2 419’u Rum, 14 082’si
Ermeni ve 813’ü Katolik, 921’i Protestan milletlerinden ibarettir.
Süleyman Beyoğlu, “1914-1922 Yıllarında Kayseri’de Yaşanan Bazı Sıkıntılar”, II. Kayseri
ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri (16-17 Nisan 1988), Kayseri 1988, s.85; Ali Güler,
“Kayseri’de Demografik Durum (1831-1914), III.Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu
Bildirileri (06-07 Nisan 2000), Kayseri 2000, s.208-209. İlgili kaynakta da aynı rakamlar
verilmektedir. Birinci Dünya Savaşı esnasında Kayseri’den 45 036 Gregorian Ermeninin
tehcir edildiği görülmektedir. 4 911 kişi tehcir dışı bırakılmıştır. Bu hususta geniş bilgi için
bkz. Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehciri, 4. Baskı, İstanbul 2004, s.96; Tosun, a.g.e., s.2425.
Halaçoğlu, a.g.e., s.76-104; Tosun, a.g.e.,s.82-83.
Bunu bizzat Arsak Albayacıyan teyit etmektedir. Bkz; Kayseri ve Surp Krikor Lusavoriç
s.37
207
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
ayrılmaya başlarlar. İstikâmet Çukurova, ya da İstanbul’dur. 27 Eylül 1919
tarihli Fransız Yüksek Komiserliği’nden Dışişleri Bakanı Pichon’a giden
raporda, bu göçle ilgili detaylı bilgi verilmekte olup, Kayseri Katolik piskoposunun bölge Ermenilerini göçe teşvik ettiği belirtilmektedir8. Lozan
Antlaşması sonrasında Ermeni Patrikhanesi’nin de bu yönde takip ettiği
politikalar sonucu, bütün Anadolu’daki Ermeniler, İstanbul’a göç etmeye başlarken, Kayseri de bundan nasibini almıştır. Arşak Alboyacıyan’a
göre;
1924’te Kayseri’de 2653 Ermeni yaşamakta olup, bunun da ancak yarısı Kayserilidir. 1932’de bu sayı 1600’e inmiştir. Bunun da yine ancak
554’ü Kayserilidir9.
Geçen yıllarla birlikte nüfus sürekli azalmıştır. 21 Ekim 1945’te yapılan genel nüfus sayımında Kayseri’de anadiline göre Ermeni olduğunu
söyleyen 136 erkek, 165 de kadın bulunmaktadır10. Mezheplerine göre tasnif yapıldığında Gregorian olan erkek nüfus 40, kadın nüfus ise 45’tir11.
1960’larda, 800 civarında görünen nüfus, hızlı bir göç sonucunda bugün
12 kişiye düşmüştür12.
Araştırmamıza kaynak kişi olan Karnik Teke cemaatin en yaşlı üyelerinden birisi olup 1928’de Talas’ta doğmuştur. Kendi ifadesi ile Talas’taki
hayatları ve komşuları ile ilişkileri şöyledir;
Besicilik yapardık, Kayseri’deki kasaplara verirdik. 1-2 hafta sonra
eksiksiz parayı verirlerdi. Ermeni hakkı yenmez, günahtır derlerdi. Şimdi
böyle insanlar kalmadı, dolandırıcılık arttı. Besi alır, hemen arkasından
parayı getirirlerdi13. Bir defasında 100 lira fazla ödeme yapıldı. Parayı
8
9
10
11
12
13
Tosun, a.g.e., s.86-87.
Kayseri ve Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi, s.37. 1937’de Kayseri’yi ziyaret eden E. H.
King, Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi’nin ibadete açık tek kilise olduğundan bahisle, cemaatin giderek daha da azalması halinde, kilisenin kapanıp, yıkılacağını iddia etmektedir ki,
bugün bu kilisenin halâ ibadete açık olması sanırım en iyi cevaptır. Bkz. “Kayseri Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi”, www.virtualani.freeserve.co.uk (08.04.2006 tarihinde indirildi)
21 Ekim 1945 Genel Nüfus Sayımı, Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü, Ankara 1949,
s.101. Bunlardan bir çoğunun tehcirde doğmuş olduğunu doğum yerlerinden çıkarabilmekteyiz. Doğum yeri olarak Irak, Suriye ve Mısır’ı gösterenler vardır. Elbette ki tehcirde,
Mısır’a Ermeni gönderilmemiştir. Başka nedenden dolayı buradan da Kayseri’ye gelenler
olması mümkündür.
21 Ekim 1945 Genel Nüfus Sayımı, s.25.
Kayseri ve Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi, s.37.
Karnik Teke, bunun için Erzurum’dan besi getirdiklerini söylüyor. Ali Tuzcu da bunu doğrulayarak, pastırma, sucuk yapımı için gerekli eti, Kayseri ve çevresinden temin edemeyen
üreticiler her sene Erzurum, Kars ve Sivas yöresinden 50 000-60 000 adet manda ve sığırı
208
Doç. Dr. Selma YEL / Orhan Gazi DEMİRTAŞ
aracı olan Şaban Ağa’ya iade ettik. O da koyunları sattığı şahsa parayı
vermiş.
Adam bize şöyle bir pusula göndermişti. ‘Allah gönlünüzden ırak etmesin, sen de bu istikâmet oldukça, Allah seni bu doğruluktan alı koymasın.’
Karnik Teke, konuşmasında sıkça tekrarladığı üzere yine yineliyor, öyle
dürüst adamlar vardı eskiden, sahtekârlık yok idi. Şimdi yok onlar. Aynı
zamanda inşallahsız konuşmuyor ve akıcı bir Kayseri şivesi kullanıyor. Kız
ya da oğlan everenler, gelip bizden borç alırlardı, güzün harman sonunda
da borçlarını öderlerdi. Hiç vermeyen olmazdı, biz de faiz almazdık14.
Kadir Kolsuz, 1944 Talas doğumlu ve İstanbul Üniversitesi Yüksek
Gazetecilik Okulu mezunu. Hali hazırda Talas, Tablakaya mahallesinde
oturuyor. 1949’dan itibaren Talas’ın sosyal hayatını çok iyi hatırlıyor15.
50, 100 aile vardı. Yukarı Talas’ta Peni ve Panos arkadaşlarımdı. İlkokulu beraber okuduk. Amerikan Koleji’ne süt götürürdüm. Mr. Wilson
okul müdürü idi. Biz Ermeni çocuklarla Talas Merkez İlkokulu’nda karışık
okurduk, oradan mezun olduk. Fakat Peni ve Panos koleje kabul edilirken
benim müracaatım, Türkçe’yi yeterli bilmiyor gerekçesiyle reddedildi. Zaten, Ermeni çocuklar ya burada koleje ya da Tarsus ve İstanbul’a giderlerdi16. Fakir olduğum ve okulun aidatlarını ödemede zorlanacağım için mi,
yoksa gerçekten Türkçe’yi yeterince kullanamadığım için mi koleje kabul
edilmedim? Fakat bunu kendime hep sordum, Peni ve Panos benden daha
mı iyi Türkçe konuşuyorlardı diye.
satın alırlardı demektedir. Geniş bilgi için bkz. Ali Tuzcu, “19. Yüzyıl Başlarından 20.
Yüzyılın İlk Çeyreğine Seyyahların Gözüyle ve Konsolosluk Raporlarında Kayseri’nin İktisadî Yapısı”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri (06-07 Nisan 2000),
Kayseri 2000, s.540-542.
14 Vacit İmamoğlu, “20. Yüzyılın İlk Yarısında Kayseri Kenti: Fizikî Çevre ve Yaşam”, I.
Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri (11-12 Nisan 1996), Kayseri 2000, s.123;
20. yüzyılın ilk yarısında Kayseri’deki aileler, bir tür kendi kendine yeten ekonomi içinde
yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bağ ve bahçelerin yaygın kullanımı, köylerde yakın ilişki,
ailelerin sahip olduğu evcil hayvanlar bu tür ekonominin birkaç belirtisidir. Müslümanlar
toprak sahibi veya tüccardırlar. Rumlar da ticaretle özellikle Avrupa ile yapılan ticaretle
uğraşırlardı. Hizmet sektörü ve kuyumculuk, marangozluk, terzilik, kavaflık, halıcılık ve
pastırmacılık gibi el sanatları çoğunlukla Ermeniler’in elindeydi. Bu ifadeden de anlaşılabileceği gibi hayvancılık ve buna bağlı gelişme gösteren pastırma imalatında söz sahibi
olan Ermenilerdir.
15 Hüseyin Cömert, “19. Yüzyıl Vergi Kayıtlarında Talas”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri (06-07 Nisan 2000), Kayseri 2000, s.98. 1880 yılına ait arazi ve bina
kayıt defterlerine göre Talas’ta Tablakaya caddesi mevcuttur.
16 Kadir Kolsuz’un kolej ve tehcir uygulaması ile ilgili anıları oldukça geniş yer tuttuğu için
buraya alınmamıştır.
209
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere görünüşte dostluk ve arkadaşlık
olmakla birlikte, uygulamada haksızlığa uğradığını düşünenler de vardır.
Fakat Kadir Kolsuz’un anıları hep böyle olumsuz değildir. Bilhassa da
daha sonraki anlattıkları büyük ölçüde Karnik Teke’yi doğrulamaktadır.
Talas’ta yaşayan Ermenilerin ekserisi bedel ödeyerek askere gitmemişlerdir. Karnik Bey’in babası ve kayınpederi gitmiş olabilir. Karnik Bey
ve babası, bizim tarla ortağımızdır. Tarla, Balıkçıoğlu deresinde Yukarı
Talas’taydı. Büyük bir tarlaydı. Buraya beraberce burçak ekiyorduk. Karnik Bey’in babası Sarkis17 ya da halk arasındaki adıyla Zımbat Ağa, tarlaya bize yemek getirirdi. Yemekleri, özellikle de keteleri çok güzel olurdu.
Evimizin et ve kuyruk yağı ihtiyacını onlar karşılar, biz de onlara ihtiyaçları olan arpa, burçak vb. yem gönderirdik. Çünkü ortaktık. Her şeyi fazla
fazla gönderirlerdi. Asla ortaklığı suistimal etmediler, biz de etmedik. Ama
önyargı yine de vardı.
Babam bir gün bir yük karpuz gönderdi Zımbat Ağanın evine. Kapıyı
Karnik Bey’in yeni evlendiği eşi Siyonüş (Meryem) açtı. Bu esnada Zımbat
Ağa’nın ‘Allah, Allah’ diye bağırmalarını duydum. Dönüşümde babama
çıkışarak ‘adama gâvur, gâvur diyorsunuz, ama adam Allah diye bağırıyor’ dedim. Babam, ‘oğlum Allah hepimizin Allahı’ dedi18.
Kadir Kolsuz’un hatıralarında Talaslı Ermeniler ve Amerikan Koleji
oldukça önemli yer tutuyor. Türklerden kimse çift demiri yapamazdı, onlar
yaparlardı diyor.
Hali hazırda Kayseri Barosu avukatlarından olan 1946 Talas doğumlu
Ali Demirtaş da, 1915 doğumlu babası Gazi Demirtaş’tan duyduğu kadarıyla, Talas’taki binaların çatılarını her zaman Ermenilerin onardığını söylüyor. Talas’ın zenginleri onlardı; ayakkabıcılık, marangozluk, sarraflık,
dokumacılık, cehri yetiştiriciliği bunların elindeydi diyor. Kadir Kolsuz.
Talas’ta cehri tarlaları vardı, özel yetiştirip satarlardı. Ayrıca ihracat ürünü olarak kullanırlardı diye de ilâve ediyor19. Ticaretin bu denli yaygın
17 Cömert, a.g.m., s.88. Serkis isminin yazılışını bu şekilde vermekle birlikte kaynak kişilerimizin tamamı Sarkis olarak telaffuz ettikleri için bu şekilde alınmıştır.
18 Belki de çağlar boyunca bütün kutsal dinler arasındaki çatışmanın sebebini bu küçük hadise
açıkça gösteriyor.
19 Cehri, kök boya imalâtında kullanılıyor. Tosun, a.g.e., s.37. Kayseri’de üretilmekte olan
Bünyan halılarının motiflerinin yansıtılmasında renk çok önemlidir. Bkz. www.evdose.
com/tur/zemin/hali/zemhal 0055.html (10.04.2006 da indirildi).
Mehmet Somuncu, “Cehri Üretimi ve Ticaretinin 19. Yüzyılda Önemi”, Erciyes Üniversitesi İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı 22, Ocak-Haziran 2004, s.99-125.
Meyvesi boya hammaddesi olarak kullanılan cehri bitkisi, XIX. yüzyılda Anadolu’da yay-
210
Doç. Dr. Selma YEL / Orhan Gazi DEMİRTAŞ
olduğu bir yerde doğal olarak zengin ve güçlü iş adamları da çıkacaktır.
Dünyanın en büyük petrol hissedarlarından olan Gülbenkyan, Talaslı olup
Siyanüş Teke’nin dayı diye hitap ettiği söyleniyor20.
Kadir Kolsuz, Yukarı Talas’ta büyük bir çarşı olduğunu, buradaki dükkânlardaki mal çeşitliliğinin Kayseri’de olmadığını söylüyor. Gerçekten
Nahit Sırrı Örik de Kayseri ile ilgili izlenimlerini aktardıgı eserinde bunu
doğruluyor. Yukarı Talas’ta oldukça büyük bir çarşıdan söz ederek buradaki zengin Rum ve Ermenilere ait konaklara dikkat çekiyor21.
Yukarı Talas’ta bulunan bu çarşı şimdi harabe olmuş, eski şaşaası ile
uzak yakın alâkası yok gibi görünüyor… Bu dükkânlar yok olurken Talas
ekonomisi de ciddi zarar görmüş. Kadir Kolsuz, çocukluğunda Talas’taki
bu çarşının Kayseri’de bile olmadığını, aksine oradan Talas’a alışverişe
gelindiğini söylüyor ki, kaynaklar da bunu doğruluyor22.
gın olarak yetiştirilmekteydi. Bitkinin yetişmesi açısından doğal şartların çok uygun olduğu Kayseri yöresi ise o dönemde Anadolu’da cehrinin en iyi kalitede ve en çok üretildiği
yöre idi. Üretilen cehrinin bir bölümünün satışı ülke içinde yapılırken, büyük kısmı başta
İngiltere olmak üzere tekstil endüstrisinin gelişmiş olduğu çeşitli Avrupa ülkelerine uzun
yıllar ihraç edilmiştir. XIX. yüzyılda üretilip ticareti yapılan cehri, Kayseri halkı için büyük bir gelir kaynağı idi ve bu yönüyle de yöre ekonomisi açısından önemliydi. Cehri,
XV-XVI. yüzyıllarda Kayseri ve çevresinde Türk, Rum ve Ermeni dokumacılar tarafından
kullanılmaktaydı. Çeşitli şap, güz taşı, karaboya, yemek tuzu, bikromat gibi mordanların
katkısıyla yünü sarı-yeşil renklere boyamaktadır. Cehri, çiftçiler tarafından toplandıktan
sonra Ermeni tüccarlar tarafından alınarak İzmir’e satılmaktaydı. Şehrin çevresinde geniş
plantasyonlar ve Talas civarında da Ali dağının yamaçlarında cehrilikler bulunmaktaydı.
Hamilton (1842-1926), bu bitkinin Anadolu’nun büyük bölümünde yabanî halde yetiştiğini, Kayseri bölgesinde ise nereye gidilirse gidilsin bir kültür bitkisi olarak üretildiğini ifade
etmektedir. Ülkenin yıllık toplam cehri üretiminin 2/3’ünün Kayseri’den karşılandığı ifade
edilmektedir 1938 Kayseri Ticaret ve Sanayi Odası’nın yayınlamış olduğu verilere göre
cehri üretimi halen devam etmekle birlikte, üretim miktarında büyük düşüş gözlenmektedir.
20 Nahid Sırrı Örik, Kayseri, Kırşehir, Kastamonu, İstanbul 1955, s.36. Yazar da Talas’tan ihracat-ithalât yapıldığını doğruluyor. Erdal Şafak, “Cehennemim Kapısını Aralayan Adam”,
Sabah 28 Nisan 2006. Kalust Gülbenkyan 1869’da İstanbul Üsküdar’da dünyaya gelmiştir.
Fakat ailesi Kayseri’nin Talas bölgesindendir. Eğitimini tamamladıktan sonra petrol işine
girmiştir. 1928’de Irak Petrolrum Company’nin kuruluşu esnasında % 5 hisse almasından
dolayı Bay % 5 olarak da ünlenmiştir. 1955’te vefat ettiğinde en az 3 milyar dolarlık bir
servet bırakmıştır ki, bunun da önemli bir bölümünün Ermeni vakıf ve derneklerine aktarılmasını sağlamıştır.
21 Örik, a.g.e., s.37. Avrupa ve İstanbul’a göç etmiş olan zengin Rum ve Ermeniler debdebe
içinde yazları Talas’a gelir, tatil yaparlarmış. Gülbenkyan’ın Ali dağına yemekler ve çadırlarla çıktığı söyleniyormuş.
22 “Talas Tarihi”, www.talasbeldesi.com (30.03.2006’da indirildi); Cömert, a.g.m., s.96.
Talas’taki işyerleri ve dükkânlar Esvak-ı Sultanî semtinde kayıtlı olup, bu semtteki kayıtlı
dükkânlar şunlardır: 14 adet çeşitli mağaza, 24 adet bakkal dükkânı, 1 adet ehsab dükkânı,
211
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Kayseri Ermenileri ve Türkler ile ilgili hatırlarını derlediğimiz diğer
kaynak kişilerden birisi olan Atik Erkuyumcu, Surp Krikor Lusavoriç
Gregorian Ermeni Kilisesi Yönetim Kurulu Başkanı olup, 1936 Kayseri
doğumludur. 70 yaşında ve Kayseri Lisesi mezunudur. Babası Abraham
Atonyan Felahiyeli olup, Dede Homparsum, nam-ı diğer Hasan Çavuş,
Atik Bey’in ifadesiyle Felahiye’de hatırlı bir adam. Tehcire tâbi tutulmuyorlar. Aynı şekilde Karnik Teke de ailesinin tehcir dışı olduğunu söylüyor. Çünkü babası, seferberlikte 7 yıl askerlik yapmış, dedesi de 30 yıl
Yukarı Talas’ta muhtarlık yapmış. Fakat yine de tehcir sırasında Atik
Beyler’in arazisine el konmuş. Yaklaşık 15 yıl önce bu araziler için dava
açmışlar. Hacılar karakol kumandanı olan Hamdi Keskin, bunların dedeleri Osmanlıya silâh çekmemişlerdir diye şahitlik yapıyor. Fakat mahkeme
tamamen lehte gelişirken, Atik Bey vazgeçiyor. Çünkü bu araziler üzerine Yunanistan’dan gelen mübadiller yerleşmişler ve huzursuz oluyorlar.
Bu süreçte Felahiye Belediye Başkanı Hacı Kesici, Atik Beyler’e parasal
olarak destek oluyor. Aynı dönemde, kilisenin müştemilâtında yaşayan ve
bugün Şahin Sucukları’nın sahibi olan İshak Fazlıoğlu ve oğulları Salih,
İbrahim Fazlıoğlu ailesinin yanında aşçılık yapan Homes Demir, ailesinden geri kalan Hasan dağı civarındaki arazileri geri alıyor23.
1948 Kayseri doğumlu 58 yaşındaki Avukat Hamdi N. Göncüer de
ailesinin uzun yıllar Atik Erkuyumcu’nun ailesi ile ortak olarak besicilik
yaptıklarını, kimsenin diğerinin hakkını suiistimal etmediğini söylüyor.
Zaten, çocukları arasındaki halen devam eden sıkı dostluk da bunu doğruluyor24.
6 adet berber dükkânı, 1 adet zeyvaneci dükkânı, 4 adet terzi dükkânı, 4 adet kuyumcu dükkânı, 3 adet dühancı dükkânı, 6 adet kasap dükkânı, 2 adet nalbant dükkânı, 7 adet kunduracı dükkânı, 1 adet pençeci dükkânı, 2 adet fırın vb., 187 adet ticarî işyeri bulunmaktadır.
Esvak, alış-veriş yapılan semt, pazaryeri anlamına gelmektedir.
23 Tehcir sonrasında isyan etmemiş Ermenilere ait taşınmazların iadesi kararı gereğince bu
mümkün olabiliyor. 80 yaşlarında 15 yıl önce vefat eden Homes Demir, bekâr olduğu ve
malını da kiliseye bağışlayamadığı için miras yeniden devlete kalıyor.
24 Bu araştırmayı yaparken özellikle bu ortaklık konuları çok ilgi çekici gelmişti. Daha sonra
yaptığımız araştırmada Nazmi Toker’in valilik yaptığı dönemde her azınlık mensubu sanat
erbabının yanına ya muhakkak çırak ya da ortak olarak Müslüman birisini alma zorunluluğu
getirdiğini öğrendik. Ancak bu uygulamadan sonra bilhassa pastırma imalâtında Türklerin
de söz sahibi olmaya başlamaları mümkün olabiliyor. Ancak, 19. yüzyıl Kayseri ekonomik
hayatını anlatan eserlerde birçok Türk-Ermeni iş ortaklıklarına örnekler verilmektedir. Bu
hususta geniş bilgi için bkz. Şaban Bayrak, “18-19. Yüzyılda Kayseri’nin Ticarî Hinterlandı”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri (10-11 Nisan 2003), Kayseri
2003, s.73-81.
212
Doç. Dr. Selma YEL / Orhan Gazi DEMİRTAŞ
Atik Erkuyumcu, canlı Kayseri tarihi gibi konuşuyor. Hafıza çok güçlü, tarihleri net belirtmese de Kayseri sosyal ve ekonomik hayatı ile ilgili
olarak isimler verebiliyor. Erciyes Üniversitesi, Kayseri Tarih Araştırmaları Merkezi uzmanı 1946 Kayseri doğumlu Hüseyin Cömert’in de teyit
ettiği üzere, özellikle terzilikte Ermeni ustalar büyük söz sahibi gibi görünüyorlar. Atik Erkuyumcu’nun hatırlayabildikleri şunlardır;
- Etlikçi Gülbek Ağa ve eşi Nazlı Kuyumcu: Meşhur bir terzi dükkânı olup, işyerleri Yahşiler Hamamı’nın oradaymış.
- Kula Bedros: İstiklâl İlkokulu’nun orada faaliyette bulunuyormuş.
Hem erkek, hem de kadın terzisi. 1938 Kayseri doğumlu Şükriye Ünlü de
sürekli bu terziye gittiğini söylüyor.
- Şişman Bedros: Dükkânı yeni yapılan Yahşiler Hamamı’nın oradaymış.
- Terzi Vahan: Bahçebaşı’nda eşiyle çalışıyormuş.
- Paris Terzisi: Hem kadın, hem erkek terzisi olan Gazer Usta, şehirde en popüler terzilerdenmiş. Valiler ve üst düzey memurlar ona gelirlermiş.
- Artin Çiçek: Erkek terzisi olup, babaları Çanakkale gazisidir. Dükkânları Kazancılar çarşısındaymış.
- Dede Âşık: Erkek terzisidir. Dükkânı Belediye İşhanı’nda bulunmaktaymış. Ustası ise meşhur Geyingör olup, belki de meşhur terziler içinde Müslüman olup, çırağı Ermeni olan tek kişidir.
1938 Kayseri doğumlu Şükriye Ünlü de Bahçebaşı’nda Terzi Güllü’nün
çıraklığını yapmış. Güllü sonradan Müslüman olmuş. Kayseri’ nin ileri gelen aileleri Adem Ağa’nın kızları ve gelinleri de buraya gelirlermiş.
Araştırmayı yapmamda büyük yardımı olan Kayseri Barosu avukatlarından Gazi Demirtaş’ın, hali hazırda Talas’ta ikâmet etmekte olan 1916
doğumlu 90 yaşındaki babaannesi Ayşe Demirtaş da mahallelerinde oturan
Anjil, Aneyik, Zarih, Armin ve Lucin’den dikiş nakış öğrenmiş. 20 gün
sürekli evlerine gitmiş. En ufak ayrımcılık görmemiş. Benzeri açıklamayı Şükriye Ünlü de yapıyor. Cafer Bey mahallesinde kiliseye çok yakın
oturduklarını, komşuları olan Ermeni kızlarından kanaviçe işlemeyi ve
dantel örmeyi öğrendiğini söylüyor. Hatta Kayseri’de aşmakarna olarak
ifade edilen hamur işlerinden erişte kesmesini de yine aynı şekilde onların
öğrettiğini ifade ediyor.
213
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Atik Erkuyumcu, Kayseri mimarîsinde önemli bir yere sahip olan taş
işlemeciliğini yapan ustaları da hatırlıyor:
- Setrakmor, nam-ı diğer Osman Usta, en meşhurlardan birisi,
- Serkis Demir, bir diğer taş ustası,
- Behçet Usta, kilisenin karşısındaki taş ev onun eseri.
Bugün olduğu gibi o dönemlerde de birinci sınıf sucuk, pastırma
imalâtı yapılıyor. Ohonnes Samsa bunlardan birisi. Martoğulları ve Mesiya Gazeryan da bu işteki diğer imalâtçılar. Göncüler de aynı imalât işinde
olan Türk menşeli ailelerden. Bu imalâtçılar, o yıllarda kilisenin önündeki
sokakta sıralanmış dükkânlarda hizmet veriyorlar.
Demirci ustalarından en meşhuru Çatlı Horen Usta olup, Atik Bey,
mükemmel bir işçiliği olduğunu ve Kayseri’de çok tanındığını söylüyor.
Yeri eski sanayideymiş. Birçok çırağı bugün orada faaliyete devam ediyor.
Bünyanlı Hacı Emmi bunlardan sadece biri.
Karnik Erkuyumcu, (Atik Bey’in üvey amcası) Kayseri’nin en maruf
sarraflarından olup, Hacı’nın çırağıdır. Sarraf Hacı Müslümandır, ama annesi Ermeni asıllı Gülhanım olup, Müslüman olmuştur. Atik Erkuyumcu’nun
ifadesine göre, Gülhanım Erkuyumcu’nun babası Kayseri mutasarrıflığı
yapmıştır25.
Gerek terzilik, gerek kuyumculuk, demircilik ve taş ustalığında, sucuk pastırma imalâtında Ermeniler ve Rumların söz sahibi olduğunu bütün
kaynak kişilerimiz doğrularken, Karnik Teke’nin bununla ilgili anlattığı
olay, Müslümanların bu iş alanlarına geç girmesini bir nebze de olsa açıklar gibi görünüyor.
- Talaslı gencin biri kıt kanaat para biriktirip, bir ayakkabı almış. Hoca
genci çağırıp niye bunu giyiyorsun, gavur malı demiş. Böyle diye diye o
zamanlar Türkleri geri koydular bacım. Ama şimdi ne adamlar yetişti.
Asırlar boyunca, Türk asker olsun, şehit olsun anlayışının Türkleri
geri bıraktığını bundan daha güzel açıklayan bir anekdot olabilir mi bilmiyorum.
25 6 Temmuz 1897’de, Kayseri sancağı mutasarrıflığı yardımcılığına Ermeni Hamanuyan
Agop Efendi, 5 Haziran 1899 tarihinde de Aleksiyan Servet Efendi tayin edilmişlerdir.
Atik Bey’in kastettiği bunlardan biri olmalıdır. Bkz. Tosun, a.g.e., s.35; Mustafa Keskin,
Mehmet Metin Hülaga, Geçmişteki İzleriyle Kayseri, Erciyes Üniversitesi Yayını, Kayseri
2006, s.137. İlgili kaynakta 19. yüzyılda Kayseri’de Müslüman ve gayrimüslim unsurlar
arasında söz sahibi olunan sanat dalları gösterilmektedir. Bu bilgiler de kaynak kişilerimizin ifadeleri ile uyumludur.
214
Doç. Dr. Selma YEL / Orhan Gazi DEMİRTAŞ
Atik Erkuyumcu’nun anneannesi evde boğma rakı imal ediyor. Kuru
üzümden de şarap yapıyor. Atik Bey anneannesinin mükemmel imalâtçı
olduğunu söylüyor. Anneannesinin adı Diremar, fakat halk arasında çok
sevildiği için Melek Hanım diye hitap ediliyor. Aynı zamanda halı modeli
çizerek, uygun şekilde renklerini belirliyor.
Ermeniler şarabı genelde zerzemi dedikleri bodrum katlarında imal
ediyorlar. Buralarda hevenklik üzüm, kavun, karpuz, havuç, gilaburu, turşu saklanıyor. Şarap da burada yapılıyor. Testilere peynir basılarak, ters
çevrilip, toprağa gömülüyor. Buna basma çömlek peyniri deniliyor. Şükrüye Ünlü, yaklaşık on yıl önce vefat eden kayınvalidesi Hatice Ünlü’nün
de aynı şekilde meyve sakladığını ve peynir yaptığını söylüyor ve ilâve
ediyor, o tatlar kalmadı artık.
Atik Erkuyumcu da, Kadir Kolsuz’un anlattıklarını doğruluyor. Cehri
boyası imalâtı, Ermenilerin kontrolü altındaydı diyor. Hacılar’ın, Kartın
bölgesinde doğal cehri yetişirmiş. Ermeniler merkeplerle getirip halıcılara
satarlarmış26. Ermeni kadınları aynı zamanda iyi halı ve kilim dokurlarmış.
Homes Demir, yazları ipek halı imal edermiş. Şükrüye Ünlü de, aynı durumun Türkler arasında da yaygın olduğunu söylüyor, ama bu durum daha
çok 1950’lerden itibaren söz konusu olmuş.
Yemek kültürü arasında da büyük benzerlik olduğu, bütün kaynak kişilerimizce doğrulanıyor. Kimin, neyi, kimden aldığını tespit etmek imkânsız gibi görünüyor. Ayşe Demirtaş, komşuları Zarih’in Talas Amerikan
Koleji’nde aşçı olduğunu ve kendilerine kadayıfa benzeyen lezzetli bir
tatlı ikram ettiğini, koleje süt taşıyan çocuklara da bundan verdiğini söylüyor. Pastırma ve sucuk ortak kültür unsuru olarak kabul görüyor. Atik Erkuyumcu, kuru et sizden, çemen bizden, birleştirdik, pastırma çıktı diyor.
Pastırmanın kuru et hali, Orta Asya menşeli, fakat çemen ne zaman, nerede
ilk olarak kullanılmış tespit etmek zor27.
Mantı ve su böreğini her iki kesimde de görüyoruz. Kaynak kişilerimizden Kayseri Ekrek köyünden Zakarya Mildanoğlu, 1950 doğumlu olup
56 yaşında. Ağabeyi Tercan, uzun yıllar Pınarbaşı’nda doktorluk yapmış.
Eşi Şebinkarahisarlı Müslüman bir aileden geliyor. Baldızının eşi vefat ettiğinde, Zakarya Bey’in kızkardeşi cenaze evine çorba, tavuk, pilav ve bir
26 Tuzcu, a.g.m., s.536-540. Kayseri o yıllarda dış ülkelere yaptığı satımdan en büyük geliri
cehri, kökboya ve kitreden elde etmekte olup, en fazla satış yaptığı ülkeler ise Hollanda,
Fransa, İngiltere ve Almanya’dır. Bu ticaret zaman içinde azalsa da 1940’lı yıllara kadar
devam etmiştir.
27 www.pastırmam.com, türkishtime.org (03. 10.2005 tarihinde indirildi.)
215
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
tencere mantı ile yoğurt getiriyor. Mantı geleneğinin Kayseri dışında da
devam ettirildiğini buradan anlıyoruz. Kabak, biber dolması, mumbar dolması, yaprak sarması her iki mutfakta da mevcut.
Türkiye’nin çok az bölgesinde bilinen kabak çiçeği dolması da aynı
şekilde, her iki mutfakta biliniyor. Tatlılardan aside, açma baklava, nevzine de yine aynı şekilde ortak kültür unsuru olarak uygulanmakta.
Ermeniler bilhassa keteyi güzel yapıyorlar. Bunu Kadir Kolsuz da,
Şükrüye Ünlü de doğruluyor. Karnik Teke yine bununla ilgili bir anekdot
naklediyor.
-Bir Ermeni, bir Türk, bir Rum bir Ramazan günü Talas’ta çardak
başına çıkarlar28. Müslüman mantı, Rum pastırma, Ermeni oğlu da kete
getirmiş. Onlar yemek yerken, iki kişi üstlerine gelip, orucuz ama deyip
yemeğe ortak olmuşlar. Daha sonra da, Müslümanın mantısı, Ermeninin
ketesi, Rumun pastırması, kaypak Müslümanı dinden çıkarır, ifadesi yaygınlaşmış.
Kıssadan hisse çıkarmamız gerekirse, hangi yemeği, hangi milletin
daha iyi yaptığı da bu şekilde vurgulanmaktadır. Mantı her iki millet arasında çok sevilmekte. Atik Erkuyumcu, Nubar Gülbenkyan’ın halâ telefon
ederek, Kayseri’den İsviçre’ye uçakla mantı istediğini söylüyor.
Karnik Teke son derece renkli bir kişilik. Pastırma ile ilgili anlattığı
bir başka anekdot var ki, Kayseri’de farklı şekillerde ifade ediliyor.
-Ermeni bakkal bir okka pastırma çaldırmış, dizlerine vurarak dövünürken, bir taraftan da şöyle diyormuş, pastırmanın gittiğine yanmıyorum
da, ya çalan şimdi kesmeyi de bilmez rezil ederse diye üzülüyorum29.
Yemek kültürü dışındaki örf âdetler de çok benzeşmektedir. Türklerde, İslâmiyet sonrası görücü usûlü yaygınlaşırken, aynı durum Ermenilerde de Hıristiyanlık sonrasında geçerli hale dönmüştür. Beşik kertmesi ve
küçük yaşta evlilikler, her iki toplumda da mevcuttur. Evlenilecek kişinin
7 göbek yabancı olması esası ise, Ermeni kültüründe geçerlidir30.
Karnik Teke, evliliklerde anne ve babanın gelin olacak kızı beğenmesinin esas olduğunu ifade etmektedir. Atik Erkuyumcu da benzer açıklamalar yapmıştır. Nişanlılar tek başlarına görüşemezlermiş. Bu uygulama
28 Cömert, a.g.m., s.98. Yine aynı defterde Çardak Başı ismi de geçmektedir. Geçmiş yıllardan itibaren burasının mesire yeri olduğu anlaşılıyor.
29 Abdullah Satoğlu, Kayseri Pastırmacılığı, Kayseri 1960, s.17’de, aynı olayda bakkalı
İstanbul’a pastırma götüren bir Türk olarak göstermektedir.
30 Kilise bu kuralı getirmiştir. Bkz. Küçük, a.g.e., s.260.
216
Doç. Dr. Selma YEL / Orhan Gazi DEMİRTAŞ
Şükriye Ünlü’ye göre, her iki toplum için de geçerlidir. Önce söz kesiliyor,
yani kahve içiliyor, nişan günü belirleniyor. Nişanda takı takılıyor. Aileler,
durumlarına göre anlaşarak düğün tarihini belirliyorlar. Düğünün başlamasına yakın gelinin çeyizi görücüye çıkarılarak, sergi yapılıyor. Düğün devam ederken de çeyiz damat evine gönderiliyor. Kayseri Türk ailelerindeki
uygulamalar da yakın zamanlara kadar bu şekildedir. Damadın kirvesi ya
da sağdıcı (Ermenilerde gınka-hayız) düğünü yönettiği gibi, aynı zamanda
oğlan evinin en büyük söz sahibi oluyor. Bu manevî akrabalık daha sonra
babadan oğula intikal ederek devam ediyor.
Düğünler büyük sofalarda yapılıp, mahallî olarak klarnet, ud, keman,
def gibi enstrümanlar çalınıyor. Kadınlar ve erkekler ayrı ayrı oturarak eğleniyorlar. Düğün 3-4 gün sürüyor. Kına gecesi, güvey hamamı ve traşı ile
gelin hamamı uygulamaları yine her iki toplulukta da icra ediliyor. Gelin
Pazar günü çıkarılıyor, Türkler Perşembe de alabiliyorlar. Gelinin yolunu
keserek bahşiş isteme genelde uygulanıyor. Geline kuşak bağlama Ermenilerde yok. Düğünlerde daha çok çorba, pilav, kavurma, su böreği, haşlama
et, Ermeni ketesi ve baklava ikram ediyorlar.
Gerdek sonrası, gelinin çarşafı annesine götürülerek, bahşiş ya da hediye alınıyor. Bir hafta sonra da gelin görmeye gidiliyor. Bu da her iki
toplumdaki ortak uygulamalardandır.
Şükrüye Ünlü, düğünlere her iki tarafın da birbirlerini davet ettiklerini, hatta kilisedeki nikâh törenine giden Müslüman komşuları olduğunu
söylüyor.
Gelin mutlaka kayınpederin evine alınıyor. Büyük aile tipi o yıllarda
her iki toplumda da geçerli gibi görünüyor. Gelin bazen yıllarca konuşmayarak gelinlik yapıyor31. Bu uygulama, Türkler arasında da geçerliliğini
yakın zamana kadar muhafaza ediyor. Gelinliğin sona ermesi için müsaade
verilerek, altın bilezik ya da hediye alınması gerektiğini söyleyen Karnik
Teke, yine ilginç bir anekdot naklediyor.
Bir Ermeni gelini, 3 yıl gelinlik yapıp konuşmuyor. Bu gelin ahraz
(dilsiz) diyerek, oğlanı yeniden evlendiriyorlar. Yeni gelen gelin eve girerken, ocaktaki sütün taştığını görerek şöyle diyor;
- Sağır gelin, ahraz gelin, sütün taşıyor savursana;
Eski gelin ilk defa konuşarak şöyle karşılık veriyor.
31 Bkz. Zeki Arıkan, “Türk-Ermeni Kültür İlişkileri Üzerine”, Bilim ve Aklın Aydınlığında
Eğitim Dergisi, Nisan 2003, Yıl 4, Sayı 38.
217
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
- Geline bak geline, şu gelinin diline, attan inmeden bak şundaki
dile.
- Üç sene oldu ben geleli daha duymadı kimse sesimi32.
Uzun yüzyıllar birlikte yaşamanın getirdiği bir zenginlik olsa gerek,
hem Türk hem de Ermeniler çocuklarının isimlerini koyarken aile büyüklerinin isimlerinden seçim yapmaktadırlar. Örneğin Karnik Teke, oğluna
kendi aile büyüğünün ismini vermiştir. Türklerden farklı olarak, isim koymada vaftizlik uygulaması göze çarpmaktadır. Bu kişi aynı zamanda manevî büyük baba rolünü de üslenmektedir.
Loğusalık, albasma, çocuğun kırkını çıkarma her iki toplumda da halen yaşatılan inanç ve geleneklerdendir33. Abdurrahman Küçük ise daha
çok vaftiz töreni üzerinde durmaktadır34. Kayseri halkı arasında çocuğun
kırkını çıkarmaya, banyo ve dualarla hali hazırda devam edilmektedir.
Aynen Müslüman Türk hanımlarında olduğu gibi Ermeniler arasında da erkekten kaçma (ağız ve yüz kapama) mevcuttur. Yabancı erkeklere
karşı mesafe vardır. Benzer şekilde erken yaşlarda her iki toplumda da başörtüsü kullanma vardır. Bunu 1927 Kayseri doğumlu Siyanüş (Meryem)
Teke’nin hayatında da görüyoruz. Kendisi Kayseri şivesiyle bu durumu
şöyle anlatıyor;
Okul sabahtan öğlene kadarıdı, öğlenden sonra evdeydik. Karışıktı okul, Ermeni, Müslüman. Hepsi karışığıdı. Bitirdik desem yalanım.
Beşinci sınıfa geçtim, babam, böyle başıma yaşmak koydurdu, Müdür
Bey de dedi ki, ‘Şimdi artık bunlar kalktı, yaşmak falan’ dedi, babam
da beni çekti aldı. Beşinci sınıfa geçtim, dörtten beşe geçtim, okutmadı
babam, mütaasıptı babam35.
Benzer bir uygulamanın Şükrüye Ünlü’nün hayatında da olduğunu
görüyoruz. Başarılı bir öğrenci olmasına rağmen ve hatta öğretmeninin
onu öğretmenlik mesleğine yöneltmek istediği de bilinmesine rağmen,
annesi kızının yeterince okuduğunu düşünerek dördüncü sınıfın sonunda okuldan almıştır.
32 Bu öykünün anonim olma ihtimali son derece güçlüdür. Çünkü gelinlik yapma, sadece
Türklerde ya da Ermenilerde değil, Müslüman toplumların genelinde rastlanılan bir durumdur.
33 Arıkan, a.g.m.; http://yayın.meb.gov.tr
34 Küçük, a.g.e., s.245.
35 Milliyet, 06 Kasım 2003 Perşembe.
218
Doç. Dr. Selma YEL / Orhan Gazi DEMİRTAŞ
Yas rengi Ermenilerde bugün bütün dünyaca da kabul edildiği üzere siyahtır. Zaten normal günlük hayatlarında da Ermeni kadın ve genç
kızları, Şükrüye Ünlü tarafından da teyit edildiği üzere genelde siyah
giymektedirler. Omuzlarında da el örgüsü siyah şal vardır. Cenazenin
defin edilmesinden sonra ya kilise ya da cenaze evinde taziyeye gelenlere çay kahve ikram edilmektedir. Eş dost komşular bir hafta cenaze
evine yemek getirmektedir. Aynı uygulama bugün Türkiye’nin dört bir
tarafında olduğu gibi Kayseri halkı arasında da yaşatılmaktadır. Atik
Erkuyumcu, Karnik Teke ve Şükrüye Ünlü bu durumda Müslüman,
gayrimüslim ayırt edilmediğini, herkesin üstüne düşen sorumluluğunu
yerine getirdiğini söylemektedirler. Vefat eden kişinin kırkıncı günü her
iki toplumda da dualarla anılmaktadır. Ermenilerde rızıklık adı altında
genelde kete ve meyve suyu mezara götürülüp dualar eşliğinde ikram
ediliyor, sene-yi devriyesi de aynı şekilde yapılıyor. Yine din farklılığı gözetilmeksizin bütün komşular bu törenlere davet ediliyor. Kayseri
bölgesi Türk halkında ise vefat eden kişinin ilk Perşembesi, kırkıncı,
yetmiş ikinci ve sene-yi devriyesi anma günleri mevcut olup, genelde
mevlüd okutularak yemek verilmektedir. Vefat eden kişinin arkasından
kurban keserek hayır yapılması daha çok Ermeni kültür ve inancında
görülebilirken, fakire fukaraya giysi ve yiyecek yardımı yapılması hali
hazırda her iki toplumda da görülebilen uygulamalardır.
Gregorian Kilisesi olarak Kayseri Surp Krikor Lusyovoriç
Kilisesi’ni örnek alırsak eğer, Katolik ve Protestan kiliselerinden açık
olarak farklı olduğunu teyit etmek durumundayız. Geleneksel kilise mimarîsine sahip olmakla birlikte yerler tamamıyla halı kaplı olup, ahşap
sıralara yer verilmemiş. Sadece en arkada iki sıra mevcut. Bunlar da
ayakta ya da yere oturarak ibadet edemeyecek durumda olanlar için
konulmuş36.
Gregorianlar’ın inanç ve ibadet şekliyle ilgili en detaylı çalışmayı
Abdurrahman Küçük Hoca yapmış olduğu için bu konuyla ilgili bilgi36 Ramazan Adıbelli, “19-20. Yüzyılda Kayseri ve Civarında Hristiyan Gruplar Arasındaki
İlişkiler”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri (10-11 Nisan 2003), Kayseri
2003, s.4. MS 451 tarihinde yapılan İstanbul-Kadıköy toplantısına katılmamış, bu konsilden çıkan Hz. İsa’nın iki tabiatlı olduğu görüşünü benimsememişlerdir. Ermeni Kilisesi, bu
görüşün zıttı olan Hz. İsa’nın tek tabiatlı olduğu görüşünü kabul etmiştir. Böylece Ermeniler, Kadıköy Konsili’nden sonra Hiristiyan dünyasında ayrı bir Hiristiyanlığın temsilcisi
olarak Gregorian Ermeni Kilisesi olarak anılmaya başlamışlardır.
219
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
lere Ermeni Kilisesi ve Türkler isimli kaynaktan ulaşmak mümkündür.
Atik Erkuyumcu kilise girişinde bizim şaşkınlığımızı görünce, cami
gibi kendi ibadet hanelerine de baş örtüsüz ve ayakkabıyla girmenin
mümkün olmadığını söyledi. Halı üzerinde diz çökerek ve alınlarının
secdeye değmesi ile ibadet ettiklerini söylüyor. Aynen Müslümanlarda
olduğu gibi kadın ve erkeklerin ayrı bölümlerde ibadet edebildiklerini
ve ayrıca kadınların makyajsız, baş örtülü ve uygun bir kıyafet ile kiliseye girebileceklerini belirtiyor. Kilise girişindeki sol ya da sağ bölümdeki ahşap parmaklıklarla ayrılmış vernedon denilen bölümün kadınların ibadeti için ayrıldığını belirtiyor. Aşağıdaki on sekizinci yüzyılla ait
gravürde bu durum görülmektedir37.
Fakat son yıllarda, kilise daha çok turistik amaçlı kullanıldığı için Atik
Erkuyumcu bu kuralların birçoğuna artık dikkat edemediklerini söylüyor.
Atik Erkuyumcu, Zakarya Mildanoğlu ve kısa bir süre görüştüğümüz
Kastamonulu altmış yaşındaki Eskiya İstepanyan kendi inançlarında biri
sabah, diğeri akşam namazı olmak üzere iki vakit namaz kılındığını söylüyorlar. Fakat son yıllarda bu ibadeti yapan çok az kişi kalmış olduğunu da
belirtiyorlar. Bilindiği gibi Gregorian Ermenilerinde oruç ibadeti de mevcuttur. Abdurrahman Küçük Hoca bu hususta da detaylı bilgi verdiği için
konuya girme ihtiyacı duymadık. Şükrüye Ünlü, onların orucu bizden ağırdır, uğundurma tutarlardı demektedir. Özellikle de komşusu genç kızların
beğenilmek için bu orucu tuttuklarını söylüyor.
Kültür olarak her iki milletin ne denli birbirlerine benzediklerinin
belki de en önemli delili Siyanüş Teke’nin kendi ifadesi ile seferberlikte
(Birinci Dünya Savaşı) asker olan babasına ait olan fotoğraf ve fotoğrafın
arkasındaki ifadelerdir.
Yukarıdaki ifadelere bakarak Ermeniler ve Türkler arasında en ufak
bir ayrımcılık olmadığını ve sıradan Kayserili bir Türk askerinin ailesine
söyleyebileceği sözlerin dile getirildiğini görebiliriz.
Uzun yüzyıllar iç içe yaşamış bir toplumda din farklılığı olsa dahi evliliklerin ve aşkların kaçınılmaz olduğu bir gerçektir. Bunu sorduğumuzda
yakın zamanlara kadar, genellikle gönül rızası ile kız vermediklerini, kaçma ya da kaçırılmayı da hoş görmediklerini, ancak bu görüşün son yıllarda ortadan kalktığını söylediler. Fakat geçmiş yıllarda iki toplum arasında
kabul görmeyen aşklar mutlaka yaşanmış olmalı ki, Karnik Teke bir Türk
37 http://www.virtualani.freeserve.co.uk/kayseri/turkish.htm,
220
Doç. Dr. Selma YEL / Orhan Gazi DEMİRTAŞ
Resim 1.
Kayseri Surp Krikor Lusyovoriç Kilisesi’nin XVIII. yüzyıla ait gravürü
221
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Resim 2.
Siyanüş Teke’nin babasına ait olan fotoğraf
222
Doç. Dr. Selma YEL / Orhan Gazi DEMİRTAŞ
Sevgili validem,
Hayli oldu. Selam hatır ile ellerinden öperim. Beni dahi sual ederseniz, vücudum
sıhhatte olup, sizlerin de sıhhatte olmanızı Cenab-ı Haktan niyaz eylerim. Kayınların
her ikisinin de fotoğrafını aldım. Çok memnun oldum. Fotoğrafını almazdan evvel
mektubu aldım. Onun için ben size yazamadım. Benim için hiç merak eylemen… Ben
çok rahatım sizden başka bir (giderim..kederim) yoktur. Eyüp Ağa’ya selam eder ellerinden öperim, hanesi tarafına selam ederim. Hüsnü Efendi’ye hanesi tarafına selam
ederim. Madama selam ederim. Geline selam ederim. Çocuğun gözlerinden öperim.
Mehmet Ağa’ya hanesi tarafına selam ederim. Sultan Hanım’ın ellerinden öperim.
Ubderis Ağa’ya, Sarkis Ağa’ya, Artin Ağa’ya haneleri tarafına selam ederim. Cümle
sorup sual edenlere selam olunur. Çocuğumu serbest bırakman, sahip olun…Yadigar
olarak fotoğrafımı gönderiyorum. Başka yazacağım olmayıp, baki dua olunur.
İstefan Grasty
Siyanüş Teke’nin Babasına Ait Olan
Fotoğrafın arkasındaki mektubun Osmanlıca ve Türkçe görüntüsü
223
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
gencinin bir Ermeni kızına olan aşkını anlatan, aslında Harput yöresine ait
olan şu türküyü söylüyor.
Bahçelerde mor meni,
Verem ettin sen beni,
Ya sen İslâm ol Ahçik,
Ya ben olam Ermeni
Yukarıdaki mısralarda bir Türk gencinin Ahçik isimli Ermeni genç kızını İslâm’a davetinin yanı sıra gerekirse kendisinin de aşkı uğruna din değiştirebileceği ifade edilmektedir. Fakat buradaki isteğin çok kolay gerçekleştiğini söylemek zordur. En azından Müslüman bir genç kızın bir Ermeni
genciyle evlenmesi yakın zamanlara kadar neredeyse imkânsız gibidir.
Şükrüye Ünlü kendisi on, on bir yaşlarında iken yaklaşık olarak
1948’lerde komşularının akrabası olan Agop’un, Cafer Bey mahallesinden bir Müslüman kıza sevdalandığını, din değiştirmeyi de kabul etmesine
rağmen, bu evliliğe kız tarafının onay vermediğini söylüyor. Genç daha
sonra kara sevdaya düşerek ölüyor. Şükrüye Ünlü halen bu olayı üzülerek
hatırlıyor.
Zakarya, Jale Mildanoğlu evliliği daha yakın zamanda 1980’de gerçekleşiyor. Tabi yine de Jale Mildanoğlu’nun baba ve annesinin onayını
alması evlilikten sonra mümkün olabiliyor. Bu evlilikte her iki taraf kendi
inancını yaşamaya devam ediyor, din değiştirme söz konusu değil. Atik
Erkuyumcu’nun iki yeğeni Ohannes Keçeci ve Mıgırdıç Kaya da Müslüman kızlarla evleniyorlar ve herkes kendi dininde yaşamaya devam ediyor.
Atik Erkuyumcu’nun kardeşi Garip Erkuyumcu38 Müslüman bir bayanla evlenip din değiştiriyor. Atik Bey’in Armoni adlı bir başka akrabası da aynı şekilde Tevfik adlı bir gençle evlenip Müslüman oluyor. Atik
Erkuyumcu’nun iki halası da Türk gençlerle evlenmişler. Bir halası Yahya38 Türkiye Boks Federasyonu Merkez Hakem Kurulu, Avrupa ve Dünya Birlikleri Hakem
Komitesi üyesi Garip Erkuyumcu, 1996’da bokstaki üstün hizmetleri nedeniyle Türkiye
Millî Olimpiyat Komitesi Fair Play Konseyi, Fair Play ödülü olan şeref diplomasını almıştır. Atik Bey’in ifadesiyle Kayseri Beden Terbiyesi eski müdür yardımcısı aynı zamanda
Dünya Boks Federasyonu üyesi ve Dünya Boks Hakemi Celal Sandal’ın hocasıdır. Bu hususta detaylı bilgi için bkz. Milliyet, 19 Temmuz 2002, www.gsgm.gov.tr, www.turkboks.
gov.tr, www.fairplayturkiye.com
224
Doç. Dr. Selma YEL / Orhan Gazi DEMİRTAŞ
lı Musahacılı köyünde Küpeli ailesine, diğeri de Felahiye’de Kısırlar ailesine gelin gitmiş. Şükrüye Ünlü de şu anda İstanbul’da oğlu, gelini ve torunu ile yaşayan, dayısının eşi olan doksan yaşlarındaki Hikmet Yengesi’nin
aslında bir Ermeni kızı olduğunu söylüyor. Aile içinde bu durumun telaffuz edilmediğini, hatta gelininin bile Hikmet Yenge’nin hikâyesini bilmediğini söylüyor. Tabi bunlar normal şartlar altında gerçekleşen evlilikler.
Zira Kadir Kolsuz ve Şükrüye Ünlü’ye göre, tehcirde birçok Ermeni kız ve
kadını Türk aileler tarafından himaye altına alınarak evlendiriliyorlar. Bu
hususta İçişleri Bakanlığı’ndan mutasarrıflık ve valiliklere gelen genelge
doğrultusunda hareket edildiği anlaşılıyor39.
Karnik Teke’nin söylediğine göre dedesi uzun yıllar muhtarlık yaptığı,
babası da seferberlikte asker olduğu için tehcirden muaf tutulmuşlar. Belgeler Karnik Teke’yi doğruluyor40. Aynı zamanda Siyanüş Teke’nin babasının da seferberlikte 7 sene askerlik yaptığını söylüyorlar.
Atik Erkuyumcu da yer ve isim belirtememekle birlikte benzeri olayların yaşandığını, özellikle Mengücek köyü halkının Ermenilerden birçok aileyi himaye ettiğini söylüyor. Şükrüye Ünlü ise komşusu Solmaz
ve Üstüyan’ın anne-babasının tehcirden bir Türk aile tarafından himaye
edilerek kurtulmuş olduklarını söylüyor. Kadir Kolsuz da, aile büyüklerinden duyduğu kadarıyla Türk aileler tarafından himaye altına alınan birçok
Ermeni kadın ve çocuk olduğunu, bunlardan çoğunun Talas’ta bilindiğini söylüyor. Hatta 40-50 kadın böyle kalmıştır diyerek abartılı bir rakam
veriyor. Bunların içinde en iyi bilineni jandarma olarak Yozgat’ta görevli
iken, kimsesiz bir Ermeni çocuğunu evlât edinen Arif Hoca dır. Çocuğa Ali
ismi veriliyor. Önceleri Gâvur Ali diye hitap edilirken, çevrede çok sevilip
sayılmaya başlayınca ve de Talas’ın önde gelen ailelerinden birinin kızı ile
evlenince Müslüman Ağa’ya dönüşüyor. Kadir Kolsuz bu şekilde üç beş
yaşlarında evlât edinilip, yetiştirilip evin oğlu ya da yeğenleri ile evlendirilen Ermeni kız/oğlan çocukları olduğunu söylemektedir.
Bütün kaynak kişilerimizin hatıralarında dostluk, arkadaşlık ve komşuluk ilişkilerinin halen saygıyla muhafaza edildiğini, fakat özellikle de
bayramların ve Ramazan’a verilen önemin ayrı bir yer tuttuğunu gördük.
39 BOA, DH. ŞFR., Belge No: 55/18; Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920), Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Ankara 1995, s.85.
40 Osmanlı Belgelerinde Ermeniler, s.10. Tehcir kararı, bütün Ermenilere şamil değildir. Bazı
şartları taşıyanlar bunun dışında tutulmuştur. Bunlar hasta ve âmâlar Katolik ve Protestan
mezhebinden olanlar, askerler ve aileleri, memurlar, tüccarlar, bazı amele ve ustalardır.
Karnik Teke ailesinin durumu askerlikle bağdaşıyor.
225
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Atik Erkuyumcu, annesi Penik Hanım’ın (lâkabı Osmanlı Hanımı)
Ramazanlarda iftar yemekleri hazırlayıp, hali hazırda Kayseri’nin tanınmış sanayicileri ve esnafları arasında olan Ruhbaşlar’ı, Güpgüpler’i,
Bamyacıoğulları’nı Talas’taki evlerinde ağırladıklarını söylüyor. Karşılıklı
olarak bu ziyaretlerin yapıldığını vurguluyor. Karnik Teke de annesi Virkin
Hanım’ın kete yaparak Ramazan ayında oruç tutan komşulara dağıttıklarını ve çoğu zaman da iftar yemeği düzenleyip komşuları çağırdıklarını
söylüyor. Ramazanlara saygı duyulduğu için yiyeceklerin fiyatında indirim yapıldığını belirtiyor. Komşularımız da bize aynısını yaparlardı. Doğumlarda, nişanlarda, düğünlerde ve ölümlerde aynı gelenekler ve âdetler
çerçevesinde içtenlikle bu mahaller karşılıklı uygulanırdı diye de ilâve
ediyor Karnik Teke.
1955’lerde Kayseri üst yönetim erkanı vali, emniyet müdürü kiliseye
bayramlaşmaya geliyorlar. 1966’lardan itibaren Ermeni cemaati İstanbul’a
gittiği için bu uygulama artık devam etmiyor. Ancak, Atik Erkuyumcu
2004 Nisan ortalarında Şahin Sucukları’nın sahibi Mehmet Şahin, Mehmet Duymaz, Mustafa Suludere, Vahti Çelik ve İstanbul’dan gelen Mateos Gözoğlu ile daha birçok kişinin katılımı sonucu kilisenin oturma salonunda kırmızı yumurta bayramını kutladıklarını söylüyor. Şükrüye Ünlü,
Paskalya’da Ermeni komşularının yumurta ve çörek getirdiklerini, ayrıca
kurban kestiklerinde etli bulgur pilavı pişirip komşulara dağıttıklarını söylüyor. Ramazanlarla ilgili en çok hatırladığı ise, en ufak bir şekilde de olsa
komşularının bir şey yeme ya da içmelerine şahit olmamaları. Son derece
saygılı davranırlardı diyor. Fırından ekmek pişirtip getirirken her iki kesimin de komşulara ikram ederek eve götürdüğünü belirtiyor41.
Ramazanlarla ilgili en çarpıcı hatırayı ise Avukat Ali Demirtaş, babası Gazi Demirtaş’tan naklederek anlatıyor. Gazi Demirtaş gençliğinde
Talas Hamurkesen mevkiinde (1945’li yıllar olması gerekiyor) bir Ermeni sarrafın tarlasını keserlemek için Tablakaya ve Kiçiköy mahallesinden
kesercilerle işe gelmişler. Ermeni tarla sahibi keserleme işi bitince, atıyla
41 Tuzcu, a.g.m., s.528-529. Kayseri’nin XVIII. yüzyıl sonlarındaki durumunun da benzer şekilde olduğunu kaynaklar doğruluyor. Avrupalı seyyahlardan birisi bunu şöyle ifade ediyor;
… Türk, Müslüman, Rum, Yahudi herkes birbirine misafir olarak gidiyor. Bayramlarda birbirlerini ziyaret ediyorlar. Yahudiler, fazla aralarına girmiyorlar. Gregorianlar da Müslümanlar gibi sabah-öğle-akşam ibadet yerlerine gidiyorlar. … Kayseri’deki ev sahiplerimyeni dostlarım bu sorunu temelinden çözmüşler, barış içinde yaşıyorlar. Ev sahibim Tanrı
huzurunda her insanın tarak dişleri gibi eşit olduğunu, her üç Peygamberin de Allah’ın
elçisi olduklarını, bunlar arasında bir çelişkinin olmayacağını, barışın ve uyumun daha
mantıklı olacağını bana açıkladı. Ev sahibim Türktü, Kayseri’nin de hem tüccar hem de
dinî görevlisinin oğlu idi.
226
Doç. Dr. Selma YEL / Orhan Gazi DEMİRTAŞ
gelerek sizin paranızı evde vereceğim demiş. Eve gitmişler, para beklerken
ev sahibi buyurun sizi misafir edeyim, orucunuzu burada açın demiş. Bu
incelik onları çok şaşırtmış. Yemekten sonra daha da şok olmuşlar, çünkü
Ermeni ev sahibi namazı ben kıldıracağım diyerek gruba imam olmuş. Bu
olayı en az yarım saat anlatan Gazi Demirtaş, oğluna böyle Müslüman olan
Ermenilerin çevre baskısı nedeniyle kendilerini gizlediklerini söylermiş.
Kadir Kolsuz da benzer şekilde kayınpederi Mehmet Can’ın 40 yıl
Talas Tablakaya mahallesinde muhtarlık yaptığını, 1986’da 87 yaşında
öldüğünü söylüyor. Mehmet Can da Ermenilerden camilere gelerek vaaz
dinleyenler olduğunu nakledermiş.
Komşuluk ilişkileri çerçevesinde düğünlerde ve çocuk doğumlarında
hediye götürüldüğünü kaynak kişilerin hepsi de doğruluyor. Karnik Teke
ailesi, Kadir Kolsuz’un ağabeyinin düğününe gelerek altın takıyorlar. Benzer şekilde Atik Erkuyumcu’nun düğününe gelen Türk ahbapları da hediyelerle gelmişler. Avukat Hamdi N. Göncüer de sünnet düğününe gelen
Abraham Ağa’nın oğlu Aram Koza (Topal Hacı)’ nın iki onluk para ve bir
kösele renginde yapılmış, nadiren bulunan, belki de kendisinin yaptığı bir
futbol topu hediye getirdiğini söylüyor.
Kadir Kolsuz, komşuluk ilişkilerinde dayanışmanın çok önemli olduğunu söylüyor. Berber Mircan’ın Talas Yukarı mahallede berber dükkânı vardı. Müslüman berber yok, onlar genelde çift sürüyorlar. Mircan,
Türkler tarafından da çok seviliyor. Bizin kuşaktaki herkesin Mircan’la bir
hatırası vardır. Mircan, daha sonra Talas meydanında dükkân açtı. Traş
25 kuruş. Fakat bizde para nerede? Traş olmam lâzım, Pazartesi okula
gideceğiz. Annem ‘şuradan bir karpuz götür, seni traş etsin’ dedi. Utana
sıkıla çaresizlik içinde gidip, ‘Mircan Abi, şu karpuzu yiyeceksin, beni de
traş edeceksin’ dedim. O, ‘senin bana hakkın geçiyor, bu karpuz 10 traş
eder’ karşılığını verdi. Zaten para kimde vardı ki? Bu yüzden bizim kuşağın çocuklarının birçoğunu bedava traş ederdi. Tabi Mircan da 1955-1960
arası yıllarda İstanbul’a gitti.
Kadir Kolsuz’un Mircan’la ilgili anıları üniversite eğitimi için
İstanbul’a geldiğinde de devam ediyor.
Biz İstanbul’a okumak için gittik. Ben yurda giremedim. Mecburan
Tarlabaşı’nda Sular İdaresi arkasında ev tutacağım. Bir bayan çıktı. Fransız asıllı bir Ermeni kızı idi. ‘Bana kefil gösterebilir misin’ dedi. İranlı pansiyonerler vardı. Odayı tutmak zorundaydım. Hemşerilerimden biri ‘git,
Mircan’ı bul, Tarlabaşı’nda bir berber dükkânında kalfa olarak çalışıyor’
227
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
dedi. Mircan’a gittim, derdimi anlattım, bana kefil olmayı kabul ederek,
pansiyonun sahibi kıza, ‘kız Şerif, bunlar benim kardeşim, evi bunlara vermeyip de kime vereceksin’ dedi. Şerif de ‘sen söyledikten sonra, ev senin
olsun’ karşılığını verdi42.
Komşuluk ve dostlukla ilgili hatıralar karşılıklı olup Avukat Hamdi N.
Göncüer de babası Ahmet Göncüer’den duyduklarını naklediyor.
Merhumun Setrakmor, nam-ı diğer Osman Usta isminde, okuması yazması olmayan bir ortağı vardı. Osman Usta, İstanbul’a taşınınca da bu
ortaklık devam etti. Babam kendisine halı gönderir ama üstlerine kalitelerini göstermek amacıyla 1 çizik, 2 çizik, 3 çizik atardı. Setrakmor Usta
da çiziklere göre halıları değerlendirerek satardı. Bu ticarî ilişkiler uzun
yıllar devam etti. Hatta müştereken İstanbul’da gayrimenkûller edinerek,
İstanbul Paşabahçe’nin hissedarı olmuşlar. Cavid Akansu da bu ikili ortaklığa dâhil olmuş.
Setrakmar Usta’nın ölümünden sonra bir gün oğlu Kirkor, bana telefon ederek, babamın kasasından Paşabahçe’nin hisse senetleri çıktı, sizin
mi, bizim mi diye endişeye kapıldık diye sordu.
Karnik Teke’nin de sık sık ifade ettiği gibi o yıllarda ticaret ve ortaklıklar güven esası üzerine kuruludur. Biraz önceki hatırada da görüldüğü
gibi ikinci kuşak oğullar da bu dostluğa ihanet etmezler, hatta aralarında
zorla da olsa Türk-Ermeni düşmanlığı yaratılmaya çalışılsa bile.
Hamdi N. Göncüer de Kadir Kolsuz gibi üniversite eğitimi için
İstanbul’a gelenlerdendir. Tabii ki buraya gelince eski dostlarını ziyaret
etmek ister. Gerisini kendi ifadesinden takip edelim.
Tabii ki eski dostlarımı ziyaret etmek insanî bir vazifemdi. Karaköy’e
gittim. Orada Çerkezköy Mezecisi diye meşhur bir yerleri vardı. Öğrendiğime göre Kenan Evren de oradan alışveriş yapıyormuş. Kirkor Ağabey,
bana ‘Hamdi okuyup da ne yapacaksın, işte üniversite burası, para basıyoruz, gel işin başına geç’ dedi. Bu denli sıcak bir dostluk vardı.
Sadece erkekler arasında değil, kadınlar arasında da dostluğa verilen
önem hissedilmektedir. Yine Hamdi N. Göncüer’in babasından dinlediği
olay şöyledir:
42 Mircan’ın oğlu Talas Amerikan Koleji’ni bitirerek Amerika’ya giderek zengin olmuştur.
Mircan’ı yanına çağırır. O da New York’a oğlunu görmeye gider. Oğluyla hasret giderdikten sonra bindiği takside kalp krizi geçirerek vefat eder. Ama hatıraları bugün Kadir
Kolsuz’da çok canlı olarak yaşamaya devam ediyor.
228
Doç. Dr. Selma YEL / Orhan Gazi DEMİRTAŞ
Babam anlatırdı, bizim Abraham Usta (Topal Abraham) adında çok
yakın bir aile dostumuz varmış. Sırtında heybeyle gezerek tarak satarmış.
Bakımsız ve giyimine pek dikkat etmeyen birisi olmasına rağmen, lafazan
ve iş bitirici olduğu için oğlan everme, kız gelin etme işlerinde hep bunu
çağırırlarmış. Kapıdan kovsalar pencereden içeri girerek, kızı mutlaka almayı başarırmış.
Babam evlenir. Bir gün akşamüzeri kapı çalınır, tabii ki yeni gelin
kapıyı açamadığı için babaannem açar, gelen Abraham Usta’dır ve baş
köşeye misafir edilir. Yeni gelinin suratı asılır. Kendi kendine bu dilenci
kılıklı adamın evimizde ne işi var diye söylenirken, babaannem müdahale
ederek; kızım bana bak, bu adam, bu ailenin bir parçasıdır. Bir gün belki
sen gidersin ama o kalır der43.
Gerçekten de Abraham Ağa’ya verilen önem daha sonra oğluna da
gösterilecektir. Hamdi N. Göncüer şöyle devam etmiştir:
Abraham Ağa’nın oglu Aram Koza (Topal Hacı) kundura imalâtçısıydı. Devamlı okuyan aydın bir kişiydi. Ölümünden sonra babam cenazesini
İstanbul’a götürmüştü. Fakat çok istememize rağmen biz oğullar babalarımızın dostluk ilişkisini aynı düzeyde götüremedik.
Ermeniler tiyatro oyunlarına da Türk komşularını davet etmektedir.
Ayşe Demirtaş’ın naklettiğine göre Talas Harman mahallesindeki Ermeni Kilisesinde düzenli olarak oyunlar sergilenmektedir. Ayşe Demirtaş, bu
oyunları seyrederken çok eğlendiklerini söylemektedir44.
43 Tuzcu, a.g.m., s.529. Aynı seyahatnamede bu hususların da üzerinde durulmaktadır. Seyyahın ifadesi şu şekildedir: Beni Talas’ta ve Kayseri’de misafir eden Türk, Ermeni ve Rum
aileler arasında tam bir uyum var. Misafir odalarına ve sofralarına kadınlar girip oturamıyor. Misafirlikte beni meraklandıran bazı olaylar oldu. Zenginler Türk evinde, işyerinde
en ağır görevi yapan, zaman zaman işyeri sahibinin kızdığı bir Rum işçisini sofrada sağ
yanına oturtuyor. Ermeni ve Rum evlerinde bu durum da Türk işçiye uygulanıyor. Kimse
inadından dolayı bir harekete ve ayrıma tâbi tutulmuyor. Evlerinde hizmetçi ve uşak bulundurmuyor. Yalnız maddî gideri oranında evlerine öksüz ve fakir ailelerin çocuklarını
yanlarına alıyorlar. Aile fertlerinden ayrı tutmuyorlar. Bunlar belirli bir yaşa gelene kadar
meslek sahibi yapılıyor ve evlendiriliyor, işyeri açılıyor. Bu uygulamanın 1940’lı yıllarda
Kayseri’de devam ettirildiğini kaynak kişilerimizden Şükriye Ünlü de doğruluyor.
44 Benzer şekilde anneannesi Talaslı Ermenilerden olan ve sadece bir defa görüşebildiğimiz,
şu anda Doğu Anadolu’da stajyer hekimlik yapan Klodyüs Toros da Talas’ta Ermeni cemaatinin özellikle Paregentan bayramlarında tiyatro oyunları sergilediklerini duyduğunu
ifade etmiştir. Bunlardan da Talas’ta sosyal hayatın 1915’lerde dahi çok canlı olduğu sonucunu çıkartabiliriz. Paregentan, Nevruz’a benzer bir bayramdır. Bu hususta geniş bilgi
için Küçük, a.g.e. Ayrıca www.minidev.com sitesinden de bayramlar konusu incelenerek,
Nevruzla Paregentan arasındaki benzerlikler tespit edilebilir.
229
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Ayşe Demirtaş’ın naklettiğine göre, Talas Amerikan Hastanesi’nde
çalışan Ömüroğlu lâkaplı Ermeni, doktorlara yardım etmekle görevlidir.
Talas’tan hastaneye gelen hastalara her türlü yardım ve ilgiyi göstermiştir.
Dadır adlı Ermeni Hanım da uzun yıllar bel fıtığı tedavisinde çevreden
gelen hastalara yardımcı olmaya çalışmıştır.
Şu ana kadarki örnek olaylardan ve hatıralardan varılan sonuç açık bir
şekilde şöyledir:
Ermeni ve Türkler arasındaki dostluk, arkadaşlık, komşuluk yüzyıllar
boyunca olduğu gibi, bu durum tehcir sonrasında da devam etmiştir. Aynı
dili konuşmuşlar, aynı duygularla mutlu olmuşlar ve üzülmüşlerdir. O halde ne olmuştur da, bu iki dost millet dünya kamuoyu karşısında birbirlerine düşman hale getirilmişlerdir? Bunu yine en iyi Karnik Teke ve Atik
Erkuyumcuyan’ın ortak olarak söylemiş oldukları şu sözler gösterecektir
sanırım:
Bu işte ne Artin’in ne de Ahmet’in kabahati yok. Yahudinin nifakı,
İngilizin altını, Rusun silâhı bu iki kardeşi düşman etti. Yahudi, Osmanlı Sarayı’na Ermeni girdiği için kıskanıp Ermenilerden önde gelenlere
Sivas’a kadar senin diyerek kışkırttı. Rus da ben sana silâh vereceğim
Türke vur, dedi. İngiliz altın vereceğim, dedi. Fransa da bu koalisyonu
destekledi.
Birbirine yüzyıllarca dostça davranan bu iki milletin birbirine düşman
edilmeye çalışılmasına rağmen Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren bu
dostluğun yeniden tesis edilmeye başlandığını kaynak kişilerin tanıklıkları
ile kısmen de olsa ortaya koymuş olduğumuzu ümit ediyoruz. Son söz olarak Zakarya Mildanoğlu’nun Türk ve Ermeni milletinin bir arada ve barış
içinde yaşaması dileklerini ileterek sunumu bitirmek istiyorum.
230
Doç. Dr. Selma YEL / Orhan Gazi DEMİRTAŞ
Kaynakça
21 Ekim 1945 Genel Nüfus Sayımı, Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü, Ankara
1949.
Adıbelli, Ramazan, “19-20.Yüzyılda Kayseri ve Civarında Hıristiyan Gruplar
Arasındaki İlişkiler”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu
Bildirileri (10-11 Nisan 2003), Kayseri 2003.
Arıkan, Zeki, “Türk-Ermeni Kültür İlişkileri Üzerine”, Bilim ve Aklın Aydınlığında
Eğitim Dergisi, Nisan 2003, Yıl 4, Sayı 38.
Bayrak, Şaban, “18-19. Yüzyılda Kayseri’nin Ticarî Hinterlandı”, IV. Kayseri ve
Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri (10-11 Nisan 2003), Kayseri
2003.
Beyoğlu, Süleyman, “1914-1922 Yıllarında Kayseri’de Yaşanan Bazı Sıkıntılar”, II.
Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri (16-17 Nisan 1988),
Kayseri 1988.
Cömert, Hüseyin, “19. Yüzyıl Vergi Kayıtlarında Talas”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih
Sempozyumu Bildirileri (06-07 Nisan 2000), Kayseri 2000.
Halaçoğlu, Yusuf, Ermeni Tehciri, 4. Baskı, İstanbul 2004.
İmamoğlu, Vacit, “20. Yüzyılın İlk Yarısında Kayseri Kenti: Fizikî Çevre ve Yaşam”,
I. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri (11-12 Nisan 1996),
Kayseri 2000.
Kayseri ve Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi, Türkiye Ermeni Patrikliği, İstanbul 1986.
Keskin, Mustafa, M. Metin Hülaga, Geçmişteki İzleriyle Kayseri, Erciyes Üniversitesi
Yayını, Kayseri 2006
Küçük, Abdurrahman, Ermeni Kilisesi ve Türkler, 2. Baskı, Ankara 2003.
Milliyet, 06 Kasım 2003 Perşembe.
Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920), Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel
Müdürlüğü Yayını, Ankara 1995.
Örik, Nahid Sırrı, Kayseri, Kırşehir, Kastamonu, İstanbul 1955.
Özkan, Salih, “Kayseri ve Yöresinde Azınlık ve Yabancı Okulları” II. Kayseri ve
Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri (16-17 Nisan 1988), Kayseri
1988.
Satoğlu, Abdullah, Kayseri Pastırmacılığı, Kayseri 1960.
Somuncu, Mehmet, “Cehri Üretimi ve Ticaretinin 19. Yüzyılda Kayseri
Ekonomisindeki Önemi”, Erciyes Üniversitesi İktisadî ve İdarî Bilimler
Fakültesi Dergisi, Sayı 22, Ocak-Haziran 2004.
Şafak, Erdal, “Cehennemin Kapısını Aralayan Adam”, Sabah 28 Nisan 2006.
Tosun, Ramazan, Kayseri’de Ermeni Olayları, Kayseri 1997.
Tuzcu, Ali, “19. Yüzyıl Başlarından 20. Yüzyılın İlk Çeyreğine Seyyahların Gözüyle
ve Konsolosluk Raporlarında Kayseri’nin İktisadî Yapısı”, III. Kayseri
ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri (06–07 Nisan 2000), Kayseri
2000.
231
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
İnternet Adresleri:
www.evdose.com/tur/zemin/hali/zemhal, www.fairplayturkiye.com,
www.gsgm.gov.tr, http://yayın.meb.gov.tr, www.minidev.com,
www.pastırmam.com, www.talasbeldesi.com, www.turkboks.gov.tr,
http://www.virtualani.freeserve.co.uk/kayseri/turkish.htm
232
SON DÖNEM OSMANLI MİMARLIĞINDA ERMENİLER
Yrd. Doç. Dr. Selman CAN
Atatürk Üni. Güzel Sanatlar Fakültesi Temel Eğitim Bölümü
E-mail: [email protected]; Tel: 0 442 231 50 95
Özet
Osmanlı mimarlığının son dönemine ilişkin olarak yapılan çalışmalarda, gayrimüslim mimarların ön plana çıkarıldıkları görülmektedir. Özellikle Ermeni araştırmacılar,
XIX. yüzyılda inşa edilen binaların çoğunluğunun Ermeni
mimarlara ait olduğunu belirtilmektedirler. Bilimsel bir temelden uzak bu iddialar, kendi içinde de çelişkilerle dolu
bilgiler içermesine rağmen, sanat tarihi literatürüne girmiş
bulunmaktadır.
XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin yeniden yapılandırılması
çalışmalarına paralel olarak mimarlık teşkilâtı da değişime
uğramış ve 1831’de hassa mimarlar ocağı kaldırılarak yerine ebniye müdürlüğü/binalar müdürlüğü teşkilâtı kurulmuş ve imar ve inşa çalışmalarında, plan ve projelerin
hazırlanmasında merkez olmuştur. Mimarlık teşkilâtının
yeniden yapılandırıldığı bu dönemde bina inşa ve onarımında uygulanan esaslar da değişime uğramış ve münakasa (açık eksiltme) sistemine geçilmiştir.
Bu sistemle rekabet ortamında binaların düşük maliyetle
yapılması amaçlanmıştır. Bu da maddî birikimleri bulunan
ve finans kaynaklarına yakınlıkları ile tanınan Ermeni mimarları, gelir seviyesi düşük olan yerli mimarlar karşısında
öne çıkarmıştır. Bu mimarların isimleri yaptıkları binalar ile
ilgili olarak düzenlenen masraf defterlerinde ve borç pusulalarında sık sık geçtiği için, yapının planını hazırlayan
mimarların bunlar olduğu düşünülmektedir. Oysa bina
planları ihalelerden önce hazırlandığı için, gerçek mimarlar ile planı uygulayanlar farklı kişilerdir. Yani Ermeni mimarlar inşa ettikleri yapıların çoğunluğunda mimar değil
müteahhitlik işlevi üstlenmişlerdir.
Osmanlı arşivlerinde uzun süredir yaptığımız çalışmalar
sonucu Ermeni mimarların son dönem Osmanlı mimarîsindeki gerçek konumları ortaya çıkarılmıştır. Bu çalışmalarda Ermeni mimarlara mal edilen pek çok yapının asıl
mimarları inşaat kayıtlarından tespit edilmiştir. Sunulacak
bildiride mimarlık tarihimizin önemli bir dönemine ilişkin
arşiv belgelerine dayalı bir değerlendirme yapılacaktır.
Yrd. Doç. Dr. Selman CAN
Giriş
Osmanlı Devleti’nde, mimarlık teşkilâtının kuruluşundan itibaren,
ihtiyaç duyulduğu oranda gayrimüslim (Ermeni ve Rum mimarlar gibi)
mimarlara da görev verilmiştir. Bunların sayısı teşkilât içerisinde sürekli
olarak belli bir oranda sınırlanmamış ve değişik dönemlerde farklı sayılara ulaşmıştır. Osmanlı arşivlerinde şimdiye değin tespit edilebilen mimar halifelerinin listelerine göre; XVI. yüzyılda sayıları üçü geçmeyen1
gayrimüslim mimarların Hassa mimarlar ocağı içerisindeki oranı XVII.
yüzyılın ilkyarısında % 47.5’e kadar çıkmış ve aynı yüzyılın sonunda bu
oran % 9’a düşmüştür2. XVIII. yüzyıla ait elimizde hassa mimarlar ocağının mevcudunu gösteren bir liste bulunmamaktadır. Ancak, bu yüzyılda
birtakım imar faaliyetlerinde gayrimüslim mimarların isimlerinin sıkça
geçmesinden dolayı geçmiş yüzyıllara oranla sayılarının arttığı yolunda
bir kanaat vardır3.
XIX. yüzyıl başına ait tespit ettiğimiz bir listede mimar halifelerinin
sayısı 52 kişidir4 ve ölmüş olan mülâzım Yani kalfanın dışında hiç bir gay1
2
3
4
Erhan Afyoncu, “XVI. Yüzyılda Hassa Mimarları”, Prof. Dr. İsmail Aka Armağanı, İzmir
1999, s.200.
Fatma Afyoncu, XVII. Yüzyılda Hassa Mimarları Ocağı, Ankara 2001, s.63.
Sinan Güler, “18. Yüzyılda Hassa Mimarlar Teşkilâtı”, 18. Yüzyıl İstanbulu’nda Sanat
Ortamı, Sanat Tarihi Derneği Yayını 3, İstanbul 1998, s.145-151; Mustafa Cezar, Sanatta
Batıya Açılış ve Osman Hamdi, İstanbul 1971, s.110.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Cevdet Maarif, Belge No: 5481, 27 Şaban 1216/2
Ocak 1802.
237
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
rimüslim mimarın isminin geçmemesi dikkat çekicidir5. Bu belge ışığında, hassa mimarlar ocağı içerisindeki gayrimüslim mimarların sayısının
XVIII. yüzyılda artmadığı, aksine XIX. yüzyıla gelinceye değin tamamen
azaldığı anlaşılmaktadır. Mimarlık teşkilâtının XVII. yüzyıl sonlarından
itibaren düzeninin bozulmaya başlaması, atama ve azillerde liyakatin gözetilmemesi, ocak içerisinde istenilen vasıflarda eleman eksikliğini doğurmuştur. İktisadî nedenlerle de mimar kadrolarının sayısı artırılamadığı gibi
mümkün olduğunca mevcut kadrolar azaltılmaya çalışılmıştır. Bununla
birlikte XVIII. yüzyılda gerekli imar faaliyetlerinin bir kısmında kullanılmak üzere maaş ödenmeyen, mülâzım ocağı ismiyle anılan ve belirli bir
derece, unvan ve kadroya sahip olmadan, ulufeli ocak mimarları dışında
(haric ez-tertib) hizmetleri karşılığında kendilerine ödeme yapılan bir grup
oluşturulmuştur6. Gayrimüslim mimarların çoğunluğu bu grup içerisinde
yer aldığından doğal olarak XIX. yüzyıl başına ait tespit ettiğimiz hassa
mimarlar ocağı listesinde isimleri geçmemektedir.
Hassa mimarlar ocağının 1831’de kaldırılışından sonra kurulan ebniye
müdürlüğü döneminde de görevli mimar halifelerinin içerisinde gayrimüslim mimarların yer almadığı görülür. Ebniye müdürü Seyyid Abdülhalim
Efendi’nin 1834 yılında hazırladığı bir rapora göre teşkilât içerisinde kırkı
aşkın mimar halifesi vardır ve bunların içinde gayrimüslim yoktur7. Yalnızca ebniye müdürlüğü içerisinde 1848 yılında Ebniye Meclisi oluşturulduğunda teşkilât dışından tecrübeli Rum ve Ermeni kalfalar meclis azası
olarak atanmışlardır. Ebniye meclisinde görev verilen gayrimüslim kalfalar şunlardır:
Ermeni milletinden; Kirkor, Minas, Küçük Ohannes Kalfa,
Rum milletinden; Panayot, Todori, Onikos Kalfa. Bunların yanısıra
gerektiğinde görüşmelere katılacak olan Rum milletinden Ohannes ve İstefan Kalfa8.
Ebniye meclisinin kuruluşundan sonra uygulanmaya başlanan münakasa (açık eksiltme) adı verilen ihale sistemi ile yapıların inşasında uygulanan prosedür tamamen değiştirilir. Bu sistemde, inşası düşünülen bir
yapı, plan ve projeleri ebniye müdürlüğünce hazırlandıktan sonra tahmini
5
6
7
8
Yani kalfanın hariç ez-tertib (ocak için düzenlenen maaş kayıtlarının dışında) 3 akçelik
yevmiyesinin mülâzım Mehmed Eşref’e verilmesi kararlaştırılır.
Cezar, hassa mimarlar ocağında meydana gelen boşalmalara mülâzım ocağından atamalar
yapıldığını belirtmektedir. Cezar, a.g.e., s.45.
BOA, HH, Belge No: 26244.
BOA, İ.Mes.Müh., Belge No:175, 7 C.emaziyehahir 1264/11 Mayıs 1848.
238
Yrd. Doç. Dr. Selman CAN
bir bedel ile ihaleye çıkarılmaktaydı. Belirlenen bedel üzerinden en düşük fiyatı teklif eden müteahhide bir mukavele ile yapılacak iş teslim edilmekteydi. İnşaat malzemelerinin piyasasını ellerinde bulunduran, ticaret
erbabı Ermeni ve Rum kökenli mimar kalfaları için bu durum önemli bir
fırsat oluşturur. Yapılan hemen her ihalede gayrimüslim kalfalar yer alırlar.
Aynı anda birkaç işi üstlenen müteahhitler, her yapının başına kendi adlarına mezuniyet Pusulası (yeterlilik belgesi) sahibi birini bırakmak durumundaydılar. Ancak, müteahhitlerin görevlendirdikleri kişiler çoğunlukla
böyle bir belgeye sahip olmayan, cemaatlerine mensup kişiler olmaktaydı.
Eminönü’ndeki Ahiçelebi Camii’nin tamiratını üstlenen İstefan Kalfa’nın
görevlendirdiği Kiryako, yapıyı istenilen şekilde tamir etmediği ve harcamaları olduğundan fazla gösterdiği tespit edildiğinde, 20 Mart 1853 tarihinden itibaren, elinde mezuniyet pusulası olmayanların bu tür işlerde
kullanılması kesin olarak yasaklanır9.
Bazı durumlarda ihale yerine tercih sistemi de kullanılmaktaydı. Özellikle saray ve kasır gibi, inşasında yüksek miktarda harcama yapılması
gereken binalarda bu durum söz konusuydu. Sermaye birikimi olmayan,
çoğunluğu orta ve alt seviye gelir grubuna dâhil ailelerden gelen, kendi
geçimlerini dahi zor temin edebilen yerli mimarların bu tür bir uygulamada yüklenici olmaları oldukça güçtü. Mimarlık teşkilâtı içerisinde görev
alanların uzun sürelerle maaşlarını alamadıkları, yalnızca keşfini yaptıkları
binalardan haklarına düşen cüzi harçlarla işlerini yürütmeye çalıştıkları bilinmektedir. Osmanlının son başmimarı Seyyid Abdülhalim Efendi bu durumu Sultan II. Mahmut’a bildirir ve Müslümanlar arasında artık kimsenin
mimarlık mesleğini tercih etmediğini, ilerde mimar sıkıntısı çekileceğini
vurgular10.
Devletin son iki yüzyılı içinde durumları sürekli kötüye giden Müslüman mimarların yanında gayrimüslim mimarlar, bazı çalışmaları nedeniyle
yükümlü oldukları vergilerden muaf tutulup, özel haklara sahip olabilmekteydiler. Üsküdar Selimiye Camii mimarı Foti Kamyanos Kalfa’ya verilen
muafiyet beratı, bu uygulamaya güzel bir örnektir. 1805 tarihli berat ile Foti
Kalfa’nın elde ettiği haklar şunlardır: Gayrimüslimlerin ödemek zorunda
oldukları bütün vergilerden muaf tutulur. Kişi dokunulmazlığı sağlanır.
Üst-başı aranamaz, kılık kıyafetine müdahale olunamaz, evine zabıta ve
kolluk kuvvetleri giremez. Seyahat ve yol serbestisi ve ayrıcalıklarından
istifade eder. Yargı muafiyeti verilir. Olağan mahkemelerde yargılanamaz,
9 BOA, A. MKT. MVL., Belge No: 65/14, 9 C.âhır 1269/20 Mart 1253.
10 BOA, HH, Belge No: 26244.
239
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
ancak Divan-ı Asafî’de (Yüce Divan) yargılanabilir11. Muafiyet beratlarında elde edilen haklar babadan oğlu ve yakın akrabalara da geçebiliyordu.
Foti Kalfa gibi Kirkor Balyan da Sultan II. Mahmut döneminde muafiyet
beratı sahibi olur ve ölümünden sonra sahip olduğu muafiyet beratına istinaden damadı Ohannes ve oğlu Karabet’e de birer muafiyet beratı verilir12.
Yaşanılan bütün bu gelişmeler, Ermeni kalfaların XIX. yüzyılda ön
plana çıkmasını sağlar. Özellikle Balyan ailesi, üç nesil boyunca saraya
yakın olarak çok sayıda yapının müteahhitliğini üstlenmişlerdir. İçlerinden Serkis Balyan’a, Sultan II. Abdülhamit döneminde sermimar-ı devlet unvanı verilir13. Bu unvan aslında 1831 yılında kaldırılmıştır14. Serkis
Balyan’ın saraydaki özel bağlantıları sayesinde şahsına ait olmak üzere
verilmiş bir payedir ve Osmanlı mimarlık teşkilâtının başındaki en üst düzey mimar anlamı taşımamaktadır.
Ermeni asıllı kalfalar ile Türk mimarlar arasında sürekli bir çekişme de söz konusudur. Kendi menfaatleri uğruna başarılı Türk mimarları
Saray’dan uzak tutmaya çalıştıkları da bir gerçektir. 1827-1829 yılları arasında başmimarlık yapmış olan Kırımlı Mahmut Ağa’nın görevden uzaklaştırılması Kirkor Balyan’ın bir oyunuyla meydana gelir. Kirkor Kalfa
ve Mahmut Ağa arasındaki gerginlik Heybeli Ada Deniz Harp Okulu’nun
1827’de inşası sırasında başlar. Sultan II. Mahmut her ikisinin hazırladığı planlardan Mahmut Ağa’nınkini tercih eder. Pars Tuğlacı’nın Kirkor
Balyan’a ait olduğunu belirttiği yapının15 gerçekte mimarlığını Kırımlı
Mahmut Ağa yapar16. Kısa bir süre sonra Kirkor Balyan, Mahmut Ağa’nın
Sultan II. Mahmut’un atları için 1829’da Tarabya’da yapmış olduğu ahırın inşasında çalışan işçileri ayarlayarak yapının çatısında uygun olmayan
malzeme kullandırır ve ahırın çatısı beş on gün sonra yıkılarak on bir atın
11 Kemal Beydilli, “III. Selim Devrinde Verilen Bazı Muaf ve Müsellemlik Beratları Hakkında: Foti Kalfa’nın Beratı”, Osmanlı-Türk Diplomatiği Semineri (30-31Mayıs 1994),
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırmaları Merkezi, İstanbul 1995, s.86.
12 BOA, Cevder Maarif, Belge No: 4451, Evâsıt-ı C.evvel 1251/10 Eylül 1835; HH, Belge
No:27724, 1251/1835.
13 BOA, Cevdet Dâhiliye, Belge No: 62375, 27 R.evvel 1295/31 Mart 1878.
14 BOA, Cevdet Saray, Belge No: 2860, 1247/1831.
15 Pars Tuğlacı, Osmanlı Mimarlığı’nda Balyan Ailesi’nin Rolü, İstanbul 1993, s.46.
16 BOA, HH, Belge No: 29310, 1243/1827-28.
240
Yrd. Doç. Dr. Selman CAN
ölümüne sebep olur17. Bunun üzerine Sultan, Mahmut Ağa’yı görevden
uzaklaştırarak ailesi ile birlikte Bursa’ya sürgüne gönderir18.
Son dönem Osmanlı mimarlık teşkilâtının yapısal değişiminin, bina
inşa ve onarımındaki süreçlerin yeterince bilinmemesi ve arşiv kayıtlarına
inilip ihale şartnamelerinin incelenmemesi birçok binanın gerçek mimarının gün yüzüne çıkmamasına, müteahhitliğini yapan kalfaların binaların
mimarları olarak algılanmasına sebep olmuştur. Arşiv belgelerinden tespit
ettiğimiz bir kısım yapının gerçek mimarları şunlardır: Sultan II. Mahmut
Türbesi Garabed Balyan’ın19 değil mühendis Abdülhalim Efendi’nin20,
Bayezit Yangın Kulesi Senekerim Balyan’ın21 değil Seyyit Abdülhalim
Efendi’nin22, Rami Kışlası Kirkor Balyan’ın23 değil Seyyit Abdülhalim
Efendi’nin24, Ortaköy Camii Nikoğos Balyan’ın25 değil Seyyit Abdülhalim Efendi’nin26, Mecidiye Kışlası (Taşkışla) Serkis Balyan’ın27 değil
İngiliz mimar William James Smith’in28, Yıldız Hamidiye Camii Serkis
Balyan’ın29 değil Rum Nikolaki Kalfa’nın30, Sarayburnu Antrepoları Simon Balyan’ın31 değil August Jasmund’un32 eseridir.
Ermeni kalfalar yaptıkları işlerde yolsuzluklara karıştıklarından XIX.
yüzyılın sonuna doğru gözden düşmeye başlarlar. Sultan II. Abdülhamit
döneminde birçok yapı inşa eden Alman August Jasmund, Bayındırlık
Bakanlığı’nın (Nafia Nezareti) kadrolarının Ermeni çalışanlarla doldurulmasından dolayı kendi alanında Ermenileri karşısında bulduğunu, işlerin görülmedik bir şekilde- daha çok kulis arkalarındaki görüşmelerle yürütüldüğünü, bu yüzden de devlet için yapılan binaların rezil olmasına rağmen
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
Ahmet Lütfi, Tarih-i Lütfi, Cilt 2, İstanbul 1291, s.163.
BOA, Cevdet Maarif, Belge No: 5525, 22 Cemaziyelevvel 1245/19 Kasım 1829.
Tuğlacı, a.g.e., s.278.
BOA, İD, Belge No: 3, 22 Rebiyülahir 1255/5 Temmuz 1839.
Tuğlacı, a.g.e., s.86.
BOA, MAD, Belge No: 8959, s.59, 21 Ramazan 1241/29 Nisan 1826.
Tuğlacı, a.g.e., s.53.
BOA, HH, Belge No: 29041-C, 27 Safer 1248/25 Haziran 1832.
Tuğlacı, a.g.e., s.381.
BOA, EVd., Belge No: 13498, 3 Zilhicce 1264/31 Ekim 1848.
Tuğlacı, a.g.e., s.534
BOA, HH.EBA., Belge No:1/4, 23 Safer 1267/ 29 Aralık 1850.
Tuğlacı, a.g.e., s.497.
Dolmabahçe Sarayı Arşivi, Evrak No: II/ 989.
Tuğlacı, a.g.e., s.660.
BOA, P.PRK.ML., Belge No:10/65, 29 Şevval 1307/18 Haziran 1890.
241
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
teslim alındığını belirtiyor33. Devlet başmimarı payesiyle onurlandırılan
Serkis Balyan’ın dahi, 1882’de başlatılan ve 1886’da sonuçlanan bir soruşturma sonucu Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamit döneminde yaptığı
yapılardan toplam üç yüz bin lirayı aşkın bir meblağı zimmetine geçirerek34 büyük inşaat yolsuzluğu yaptığı anlaşılmaktadır. Soruşturma neticesinde hakkında açılan dava ile bütün mal varlığına el konmasına35 rağmen,
Ekim 1888’de Saray’ın başdoktoru Mavroyani Efendi’nin aracılığı ile II.
Abdülhamit tarafından affedilir36. 1890’lardan sonra Ermeni kalfaların Osmanlı mimarlığındaki etkileri de sona erer. Bunda gerek yaptıkları yolsuzlukların, gerekse dönemin siyasî gelişmelerinin etkisi büyüktür37
33 Mehmet Yavuz, “Mimar August Jasmund Hakkında Bilmediklerimiz”, Sanat Tarihi Dergisi, Aydoğan Demir’e Armağan, Sayı XIII/I, C.181-205, İzmir Nisan 2004, s.197.
34 BOA, Y.PRK.AZN., Belge No: 2/49, 17 Şevval 1303/19 Temmuz 1886.
35 BOA, Y.PRK.AZJ., Belge No: 13/44, 26 Temmuz 1304/7 Ağustos 1888.
36 BOA, Y.MTV., Belge No: 54/38.
37 İngiltere’de Serbest Fırka’nın iktidara gelmesiyle Ermeni meselesinin canlandığı, Osmanlı
ülkesinde hizmetli olan Ermeni ve Rumların memleketin zararına çalıştıklarından memuriyetlerden uzaklaştırılmaları ve Hariciye’de Fransızca yerine Türkçe kullanılması hakkında
bkz. BOA, Y.EE., Belge No: 127/57, 20 Rebiyülahir 1308/3 Aralık 1890.
242
OSMANLI DEVLET YÖNETİMİNDE KÜLTÜRLER ARASI
İLETİŞİM ÖRNEKLERİ: II. ABDÜLHAMİT’İN ERMENİ
DEVLET ADAMLARI İLE İLİŞKİLERİ
Arş. Gör. Serkan GÜL
Erciyes Üniversitesi Yozgat Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
E-maili: [email protected]; Tel (GSM): 0 535 777 35 69
Özet
Osmanlı Devleti’nin son dönem Padişahlarından II. Abdülhamit, birçok açıdan en fazla tartışılan Padişahlardan
birisi olmuştur. Abdülhamit hakkındaki en önemli tartışma konularından birisi de onun Ermenilerle olan ilişkisi
olmuştur.
Abdülhamit, Ermenilere karşı şiddet uygulamak ve onları
katletmekle suçlanmış bir Padişahtır. Kendisinin Ermenilere sempatiyle bakmadığı ve onları bir tehdit olarak gördüğü söylenegelmiştir. Burada sorulması gereken soru
şu olmalıdır: Abdülhamit gerçekten koşulsuz bir Ermeni
düşmanı mıydı? Bu sorunun cevabı, Abdülhamit’in Ermenilerle bireysel ilişkileri incelendiğinde ortaya çıkacaktır.
Abdülhamit, saltanatı esnasında birçok Ermeni devlet
adamına görev vermiş ve hatta onlarla bireysel dostluklar
bile kurmuştur.
Sunacağım bildiride, Abdülhamit döneminde görev almış
bazı Ermeni devlet adamları ile Abdülhamit’in bu devlet
adamlarıyla kişisel ilişkilerine değinilecektir. Bu sayede,
Abdülhamit’in Ermenilere karşı olan yaklaşımının koşulsuz
bir düşmanlık değil, içinde bulunulan dönemin bir sonucu olduğu görülecektir.
Arş. Gör. Serkan GÜL
Giriş
Ermeni Meselesi’nin uluslararası bir mesele olarak ve ciddi bir biçimde ortaya çıktığı zaman olarak 1878 Ayestefanos Anlaşması ve Berlin
Kongresi kabul edilmektedir. Sultan II. Abdülhamit’in saltanatının ilk yıllarına rastlayan bu anlaşmalardan sonra, Ermeni Meselesi uzunca bir süre,
Osmanlı Devleti’nin gündemini meşgul etmiştir.
Sultan Abdülhamit’in tahtta kaldığı 33 yıllık süre içinde Ermenilerin
defalarca isyan hareketlerine kalkıştığı görülmektedir. Mesele öyle bir hal
almıştır ki; sorun Osmanlı Devleti’nin bir iç politika konusu olmanın ötesine geçmiş ve Osmanlıya karşı uluslararası bir kampanya şekline dönüşmüştür. Bunun temel sebebi olarak, mevcut uluslararası siyasî rekabeti ve
güç mücadelesini görmek yanlış olmayacaktır.
Büyük devletler, Ermenileri dünya kamu oyunda Osmanlıya karşı koşulsuz olarak destekleme yoluna gitmişlerdir. Öyle ki; Ermenilerin çıkardığı isyanlar sonrasında Osmanlı Devleti’nin aldığı tedbirler, Ermenilerin
katliamı şeklinde duyurulmuştur. Özellikle Sultan Abdülhamit tam bir Ermeni düşmanı ve katili olarak gösterilmiştir. Bunun bir göstergesi olarak ta
kendisi Kızıl Sultan olarak adlandırılmıştır1.
Bu noktada akla gelen soru şudur: Sultan Abdülhamit gerçekten bir
Ermeni düşmanı mıdır ve Ermenileri katletme politikası mı takip etmiştir?
Bu sorunun cevabı son derece kapsamlı olarak ele alınabilir. Ancak burada,
1
Joan Haslip, Bilinmeyen Sultan II. Abdülhamit, İstanbul 2001, s.250.
247
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
bu sorunun cevabını bulmamıza yardım edebilecek sadece bazı örnekler
verilecektir. Doğaldır ki; Abdülhamit’i Ermeni düşmanı olarak değerlendirebilmek için yaptığı eylemlerin buna uygun olması gerekmektedir. Fakat
Abdülhamit’i yakından incelediğimizde durumun bahsedilenden son derce
farklı olduğunu gösteren birçok örnekle karşılaşmaktayız.
Bir millete karşı, koşulsuz bir düşmanlığa sahip bir kişinin eylemlerinin buna uygun olmasını beklemek son derece doğaldır. Fakat Sultan
Abdülhamit’in Ermenilerle olan kişisel ilişkilerine bakıldığı zaman, onun
Ermenilere karşı kesin bir düşmanlık duymak bir tarafa, Ermenilere karşı
büyük bir güven duyduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Örneklerle görülmektedir ki; Sultan Abdülhamit devlete karşı isyan içinde olan Ermenilerle devletine bağlı Ermeniler arasında kesin bir ayrım yapmıştır.
Sultan Abdülhamit devrinde, çok sayıda Ermeni devlet adamı ve bürokratın Osmanlı Devleti’nin değişik kurumlarında görev yaptığı bilinmektedir. Bu devirde merkez dairelerinde görev yapan Ermenilerin sayısı
2 633 olarak belirlenmiştir2. Bunlar Maliye, Hazine-yi Hassa, Hariciye,
Dâhiliye, Adliye Nezaretleri’nde vs. görev yapmışlardır. Bunlar arasında
birçok nazır ve üst düzey bürokrat bulunmaktadır. Merkez yönetiminin dışında, taşra idaresinde de binlerce Ermeni memur devlet görevinde çalışmaktadır3.
Aslında Ermenler uzun yıllar boyunca Osmanlıda devlet hizmetlerinde bulunmuşlardır. Ancak XIX. yüzyıl Ermeniler için altın bir devir olmuştu. Özellikle, Osmanlı devlet yönetiminde önemli görevlerde bulunan
Rumların Yunanistan’ın bağımsızlığından sonra gözden düşmesi, Ermeni
devlet adamlarının önünü iyice açmıştır. Ermeniler de hizmetlerinden ve
devlete olan bağlılıklarından dolayı millet-i sâdıka olarak adlandırılmaya
başlanmıştır4.
2
3
4
Ayşe Tozduman Terzi, “Osmanlı Maliyesinde Söz Sahibi Üç Nazır”, Uluslararası TürkErmeni İlişkileri Sempozyumu, İstanbul 2001, s.21.
Abdülhamit döneminde taşrada Ermeni memurların sayısı, çalıştıkları daireler vb. için bkz.
Mesrob Krikorian, Armenians in the Service of the Ottoman Empire 1860-1908, London
1977. Ayrıca Abdülhamit döneminde taşrada görev yapan Ermeni bürokratlar ile ilgili değerlendirme için bkz. İlber Ortaylı, “II. Abdülhamit Devrinde Taşra Bürokrasisinde Gayrimüslimler”, Osmanlı Devleti’nin 700. Kuruluş Yıldönümünde Sultan II. Abdülhamit Dönemi Paneli, Bilge Yayıncılık, 2000.
Ercüment Kuran, “Tarihte Türkler ve Ermeniler”, Yeni Türkiye, Ermeni Sorunu-II, C.38,
Ankara 2001, s.617. Ercüment Kuran burada Ermenilerle Türklerin birçok âdetlerinin ve
zevklerinin ortak olduğunu ve Ermenilerin pek çok alanda Osmanlı Devleti’nde hizmetlerde bulunduğunu belirterek, bu nedenlerle XVIII ve XIX. yüzyıl Osmanlı belgelerinde
millet-i sâdıka olarak adlandırıldıklarını söylemektedir.
248
Arş. Gör. Serkan GÜL
Sultan Abdülhamit’in Ermeniler hakkında hatıralarında yazmış olduğu satırlar, onun Ermenilerin Osmanlıdaki durumunu nasıl gördüğünü göstermektedir: Bizi Ermenilere eziyet etmekle suçlamak gülünçtür. İmparatorluğumuzun tarihine göz gezdirilirse Ermenilerin her zaman çok zengin
olageldikleri tespit edilebilir. Bu hususu yakından bilenler Ermenilerin,
Müslüman tebaamızdan çok daha zengin olduklarını teyit edeceklerdir.
Her devirde Ermenilerin, vezirlik dâhil, memuriyette en yüksek mevkilere
kadar geldikleri görülmüştür. Memurinin üçte birini Ermenilerin teşkil ettiğini söylesem, hiç de izam etmiş olmam5. Abdülhamit bu şekilde devam
eden hatıralarında, Ermenilerin Osmanlı içinde sahip oldukları uygun durumu açık bir şekilde dile getirmektedir.
Sultan Abdülhamit Ermenilere karşı en fazla zulüm eden Padişah olarak
suçlanmasına karşın, Ermeniler en fazla onun devrinde üst düzey görevlere
gelmişlerdir. Bunlar arasında en dikkat çekici olanlar, Abdülhamit’in özel
hazinesine yani Hazine-yi Hassa’ya nazırlık yapmış olan Agop Kazazyan,
Ohannes Sakız ve Mikail Paşalardır. Bunların dışında Artin Dadyan Paşa
ve Gabriel Noradunkyan dikkati çeken diğer isimlerdir.
Agop Kazazyan Paşa (1832-1891), Abdülhamit döneminde hizmet eden Ermeni devlet adamları arasında en dikkat çekici şahsiyetler
arasındadır. Hem devlet hizmetinde bulunduğu önemli görevler hem de
Abdülhamit’in güvenini ve dostluğunu kazanmış olması önemlidir. Agop
Paşa’nın fakir bir aileden geldiği ve yüksek öğrenim görmediği kaynaklar
tarafından belirtilmektedir6. Buna karşın işlerinde göstermiş olduğu başarı
sayesinde sivrilmeyi başarmıştır.
Agop Kazazyan değişik memuriyetlerde bulunduktan sonra Osmanlı Bankası’nın Türkçe muhabere kalemi müdürlüğüne atanmıştır. Burada
çalışmaları ve başarılarıyla dikkat çekmiştir. Özellikle bankada meydana
gelen bir usûlsüzlüğü ortaya çıkarmasının yıldızını parlattığı söylenmektedir. Bu özellikleriyle dikkat çeken Agop Kazazyan, Osmanlı Bankası genel
müdürü Forster tarafından Abdülhamit’e tavsiye edilmiştir. Abdülhamit,
Agop Kazazyan’ı Hazine-yi Hassa müdürlüğüne getirmiştir. Bu müdürlük
18 Nisan 1880 tarihinde nezarete çevrilmiş ve Agop Kazazyan nazırlık
görevine getirilmiştir. Daha sonra kendisine 1 Mart 1887 tarihinde Hazine-yi Hassa Nazırlığı yanında Maliye Nazırlığı görevi de verilmiştir7.
5
6
7
II. Abdülhamit, Siyasî Hatıralarım, İstanbul, 1999, s.72.
Y. G Çark, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler 1453-1953, İstanbul 1953, s.156. Ayrıca
bkz. Levon P. Dabağyan, Sultan Abdülhamit ve Ermeniler, İstanbul 2001, s.272.
Terzi, a.g.e., s.22-23.
249
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Hazine-yi Hassa Nazırlığı görevinin Padişah’ın şahsî itimadını kazanmış
olan kişilere verilmesi nedeniyle, Agop Kazazyan’ın bu göreve getirilmesi
son derece dikkat çekicidir8.
Agop Kazazyan’ın Hazine-yi Hassa Nazırlığı’na geçmesiyle birlikte
toprakların ve gelirlerin artırılması için emlâk-i müdevvere yani devredilmiş topraklar meselesi ortaya çıkartılmıştır9. Sultan Abdülmecit döneminde Emlâk-ı Hümayun’un Maliye hazinesine devredilmesi sırasında bazı
emlâkın gözden kaçırıldığı ve başkalarının elinde kaldığı görülmüştü. Bu
toprakların tekrar Hazine-yi Hassa’ya kazandırılması yoluna gidilmiştir10.
İşte bu görevin yerine getirilmesi konusunda Agop Kazazyan son derece
önemli bir görevi yerine getirmiştir. Osmanlı Devleti içinde birçok arazinin ayrıca gümrüğün Hazine-yi Hassa’ya katılmasını sağlamıştır.
Agop Kazazyan’ın takip ettiği politika nedeniyle birçok devlet adamının tepkisini çektiği belirtilmektedir. Bu nedenle değişik vesilelerle
Abdülhamit’e şikâyet edilmiştir. Sadrazam Sait Paşa uygulanan politikalara tepkisini şu şekilde dile getirmektedir: Buna delâlet edenlerin hizmetlerini Padişaha hizmet-i sahihe addedemiyorum. Buna müpteni idi ki dördüncü defa sadaretim zamanında Hazine-yi Hassa Nazırı Agop Paşa’nın
bu yoldaki hizmetini taktir etmezdim11.
Abdülhamit’in Agop Paşa hakkındaki şikâyetleri dikkate almadığı
ve onun icraatlarını taktir ettiği, Abdülhamit’in kendi ifadeleriyle sabittir. Abdülhamit, Kazazyan hakkında şu ifadeleri kullanmaktadır: …büyük
bir servet yapabildimse ormanlarımın, arazimin geliri sayesinde olmuştur.
Agop Paşa çok dirayetli bir maliyecidir. Mülkümü gayet iyi idare etmiş,
senede 500 000 lira (altın) gelir getirecek hale koymuştur. Hususî eşhasa
ve vakıflara ait olmayan araziyi Sultan malı olarak ilân etmek fevkalade
bir fikir olmuştur12.
Burada dikkat edilmesi gereken husus; Agop Paşa’nın uyguladığı politikadan ziyade onun görevini Padişah’ın istediği şekilde icra etmesi ve
bunun Padişah tarafından açıkça taktir edilmesidir. Zaten Sultan Abdülhamit, Agop Paşa’ya karşı taktirini sadece sözlerle ifade etmekle kalmamıştır. Kendisine Sultan Abdülhamit tarafından ikinci rütbeden Mecidiye
8
9
Dabağyan, a.g.e., s.273.
Vasfi Şensözen, Osmanoğullarının Varlıkları ve II. Abdülhamit’in Emlâkı, Ankara 1982,
s.41.
10 Şensözen, a.g.e., s.41.
11 Mehmet Sait, Sait Paşa’nın Hatıratı, Cilt.2, İstanbul 1328 (1910), s.216.
12 Şensözen, a.g.e., s.43.
250
Arş. Gör. Serkan GÜL
nişanı, birinci rütbeden Osmanî nişanı, vezirlik rütbesi, Murassa Al-i Osman, Murassa Mecidiye ve İmtiyaz nişanları verilmiştir. Bunların dışında,
Padişah’ın Agop Paşa’ya başka ihsanlarda da bulunduğu bilinmektedir.
Abdülhamit, Agop Paşa’ya kendi emlâkından Selanik’te ve Nişantaşı’nda
arsalar vermiştir13.
Sultan Abdülhamit ve Agop Paşa arasında yaşanan ve iyi bilinen bir
diyalog, ikisi arasındaki yakın ilişkiyi de ortaya koyar niteliktedir. Sultan,
Agop Paşa’ya, Saray çıkışında nereye gittiğini ve ne yaptığını sorar. Buna
cevaben Agop Paşa; ata binip gezinti yapmayı sevdiğini söyler. Bunun
üzerine Sultan Abdülhamit kendisine bir at hediye eder. Agop Paşa’nın
ölümü de bu attan düşerek olmuştur.
Sultan Abdülhamit, Agop Paşa’nın ölümünden son derece müteessir
olmuştur. Baş mabeyincisi Ragıp Bey’i Paşa’nın validesine göndermiş ve
ona her türlü ihtiyacının karşılanacağı bildirilmiştir. Padişah’ın, Paşa’nın
vefatından dolayı çok üzgün olduğunu öğrenen Agop Paşa’nı annesi: Bir
oğlum öldü ise diğeri sağdır. Allah Padişahımıza uzun ömür ihsan eylesin
demiştir14.
Genel olarak bakıldığında, Sultan Abdülhamit’in Agop Paşa’ya karşı
olan taktir ve teveccühünün sebebinin sadece Paşa’nın, Padişah’ın servetini iyi idare edip, Padişah’a çok para kazandırmak olmadığı görülebilir. Elbetteki, Agop Paşa’nın hizmetleri kendisinin Padişah tarafından taktir edilmesini sağlamıştır. Ancak Padişah, Agop Paşa’ya karşı büyük bir güven
gibi insanî hislere de sahipti. Ayrıca ikili arasındaki diyaloglar ve Paşa’nın
ölümü üzerine Padişah’ın tavrı, onun Paşa’ya karşı kişisel bir sempati duyduğunun göstergesidir.
Agop Paşa’nın ölümünden sonra yerine yine Ermeni bir devlet adamı olan Mikail Paşa (1842-1897) Hazine-yi Hassa Nazırı olarak atanmıştır. Mikail Paşa, Babıâli tercüme odasında başladığı memuriyet hayatına
Şura-yı Devlet nafıa dairesi, Galata Gümrüğü Nezareti, Beyrut Rüsumat
Nezareti’nde devam etmiş, Meclis-i Rüsumat ve Şura-yı Devlet üyeliklerinde bulunmuş, Cemiyet-i Rüsumiye başkanlığı yaptıktan sonra Maliye
Nezareti müsteşarı olmuştur. Mikail Paşa, 1888 yılında yeni kurulmuş olan
Ziraat Bankası genel müdürlüğüne getirildi. Burada göstermiş olduğu başarılar sayesinde Mikail Paşa, hükümetin ve Saray’ın dikkatini çekmiştir.
13 Terzi, a.g.e., s.24.
14 Çark, a.g.e., s.159.
251
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Mülkiye Mektebi’nde de dersler vermekte olan Mikail Paşa, 1891 yılında
Hazine-yi Hassa Nazırlığı’na tayin edilmiştir15.
Mikail Paşa da selefi Agop Paşa gibi Hazine-yi Hassa’nın gelirlerini
artırmak için büyük gayret göstermiştir. Memleket dahilinde birçok araziyi ve imtiyazı Emlak-ı Hümayun’a dâhil etmiştir. Abdülhamit’in, Mikail Paşa’nın hizmetlerinden son derece memnun olduğunu Padişah’ın şu
sözlerinden anlıyoruz: …Mikail Paşa da daha iyi bir idarecidir. Büyük
şirketlere verilen imtiyazlar sayesinde gelirimizi artırmaya muvaffak olmuştur16.
Sultan Abdülhamit, Mikail Paşa’ya hizmetlerinden dolayı birinci dereceden Al-i Osman nişanı vermiş, 1893 yılında da vezirlik rütbesi vererek
paşalığa yükseltmiştir. Bunların dışında Altın Liyakat, Altın ve Gümüş İmtiyaz madalyaları ve Murassa Mecidî nişanları da kendisine verilmiştir17.
Mikail Paşa’nın ardından Hazine-yi Hassa Nazırlığı’na Sakız Ohannes
Paşa (1836-1912) getirilmiştir. Ohannes Paşa memuriyet hayatına Babıâli tercüme odasında başlamıştır. 1863’te matbuat müdürü sıfatıyla Maarif
Vekâleti’nde tercüme ve tahrirat kalemine geçirildi. Sonrasında 1868’de
Şura-yı Devlet tesis edildiğinde, muhakemat şubesinin birinci kısmı müşavirliğine, aynı senenin sonunda da aynı Şura’nın azalığına seçilmiştir.
Vazifesinde gösterdiği başarılar, onun 1871 tarihinde üç ay kadar bir süre
Hariciye Vekâleti’nin umumî kâtipliği gibi ağır ve önemli bir makamın
vekâleten kendisine verilmesini sağladı. 1872’de Ticaret Bakanlığı müşavirliği, 1877’de henüz oluşturulan Mülkiye Mektebi’nde Siyaset, İktisat
veya Servet-i Milel ve Usûl-i İdare dersleri hocalığı yapmıştır. Nihayet
1879’da muhasebat dairesinin umumî savcılığı (17 sene devamlı şekilde)
gibi önemli mevkilerde görev yapmıştır.1897’de Hazine-yi Hassa Nazırı Mikail Portakal Paşa’nın vefatından sonra, Sultan’ın iradesiyle mezkûr
idarenin başına geçti18.
Ohannes Paşa’nın görevde bulunduğu sırada Bağdat-Basra deniz taşıtlarının işletilmesi ve Bağdat-Musul petrollerinin imtiyazları Hazine-yi
Hassa’ya bağlanmıştır. Bu gibi gelir getiren çabalara rağmen Hazine büyük sıkıntı içine girmiş ve büyük bütçe açıkları ortaya çıkmıştır. Bunun
15
16
17
18
Terzi, a.g.e., s.25.
Şensözen, a.g.e., s.43.
Çark, a.g.e., s.161.
Çark, a.g.e., s.163.
252
Arş. Gör. Serkan GÜL
üzerine Hazine-yi Hassa’nın gelir kaynakları borçlarla birlikte Maliye hazinesine devredilmiştir19.
Döneminde yaşanan bütün sıkıntılara rağmen, Ohannes Paşa’nın hizmet ve gayretleri Padişah tarafından taktir görmüştür. Kendisine birinci
rütbeden Mecidî nişanı ve Altın Liyakat madalyası, Murassa Osmanî, Murassa Mecidî, Murassa İftihar nişanları verilmiştir. 1907 yılında da vezirlik rütbesi verilmiştir. Paşa kendi isteğiyle 1908 yılında Hazine-yi Hassa
Nazırlığı’ndan ayrılmıştır. Sultan Abdülhamit, Mikail Paşa’yı kısa bir süre
sonra Ayan Meclisi üyeliğine seçmiştir. Ancak kendisi sağlık durumunu ve
yaşlılığını ileri sürerek bu görevi kabul etmemiştir20.
Sultan Abdülhamit’in Ohannes Paşa’yı kendisi istifa edene kadar görevinde tutması ve sonrasında Ayan Meclisi üyesi seçmesi son derece dikkat çekicidir. Daha önce bahsettiğimiz gibi Agop ve Mikail Paşaların görev yaptığı dönemde Hazine-yi Hassa oldukça kârlı ve istikrarlı bir işleyişe
sahipti. Bu nedenle adı geçen nazırlar Padişah’ın özel taktirlerini kazanmışlardır. Ancak Ohannes Paşa’nın döneminde Hazine iflas noktasına gelmiştir. Buna karşın Sultan Abdülhamit’in Paşa’yı görevinden almadığını
hatta birçok nişan ve rütbeyle taltif ettiğini görüyoruz. Ohannes Paşa kendisi istifa ederek görevi bırakmıştır. Sonrasında Padişah kendisine Ayan
Meclisi üyeliği teklif etmiştir. Bu durum, Abdülhamit’in Ohannes Paşa’ya
duyduğu kişisel güven ve yakınlığın bir göstergesi olarak görülmelidir.
Abdülhamit döneminde Ermeniler sadece Hazine-yi Hassa’da görev
yapmamışlardır. Ermeni devlet adamları özellikle Hariciye Nezareti’nde
önemli vazifeler ifa etmişlerdir. Bunlar arasında ilk dikkati çekenler Gabriel Noradunkyan ve Artin Dadyan Paşa gibi isimlerdir.
Gabriel Noradunkyan (1852-1941) Fransa’da eğitimini tamamlamış
ve 1875 yılında Hariciye Nezareti’ne girmiştir. Gabriel Paşa, Hariciye
Nezareti’nde değişik kademelerde yıllarca hizmet vermiştir. Bu hizmetlerinden dolayı kendisine Ulâ ve Balâ nişanları verilmiştir21. Abdülhamit’in
Gabriel Paşa’nın hizmetlerini taktir ettiği bilinmektedir. Abdülhamit, Gabriel Paşa’yı Ayan Meclisi’ne seçerek kendisine verdiği önemi ortaya koymuştur. Ancak, Gabriel Paşa, Abdülhamit tahttan indirilirken bu durumu
Abdülhamit’e bildiren heyetin içinde yer almıştır. Değişen şartların bir sonucu olan bu durumun Abdülhamit’te büyük bir üzüntü ortaya çıkardığını
19 Terzi, a.g.e., s.27.
20 Terzi, a.g.e., s.28.
21 Çark, a.g.e., s.155.
253
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
söylemek mümkündür. Abdülhamit, Gabriel Paşa’nın 1912 yılında Hariciye Nazırı yapılmasını uygun bulmadığını belirtmiştir.
Artin Dadyan Paşa (1830-1901) Osmanlı Hariciyesi’nin en önemli Ermeni devlet adamlarından birisidir. Fransa’da yüksek öğrenim gören Artin
Paşa, Hariciye Nezareti’nde değişik görevlerde bulunmuştur. Yaptığı hizmetler taktir edilen Paşa, Şura-yı Devlet üyeliğine seçilmiş ve ormanlar ve
madenler genel müfettişliğine getirilmiştir. Daha sonra Maliye Nezareti
müşavirliğine tayin olmuştur. Yaptığı hizmetlerin Abdülhamit tarafından
taktir edildiği ve Artin Paşa’nın Abdülhamit tarafından Hariciye müsteşarlığı görevine getirildiğini görüyoruz22. Son derece hassas bir dönemde
böylesine yüksek ve önemli bir göreve getirilmesi önemlidir. Kısa bir ara
vermesine rağmen bu görevde uzunca bir süre kalması önemli bir durumdur. O dönemde üst düzey bir devlet adamının makamını bu kadar uzun bir
süre koruyabilmesi ancak Sultan Abdülhamit’in isteğiyle olabilirdi. Artin
Paşa ile beraber çalışmış olan Galip Kemalî Bey anılarında, Abdülhamit
gibi titiz ve hassas bir Padişahla, Artin Paşa’nın çok uyumlu çalıştığını
belirtmektedir. Artin Paşa millet işlerinin en buhranlı olduğu dönemlerde bile Sultan’ı teskin etmiş ve sorumluluk almıştır. Bu yüzden Sultan
Abdülhamit’in daha da sevgisine mahzar olmuştur23.
Osmanlı bürokrasisinin bir görevlisi olmamasına rağmen, Ermeniler arasında büyük politik gücü olan Patriklerle ilgili bir örnek vermek
yerinde olacaktır. Ormanyan Efendi 1896 yılında Ermeni cemaati umum
meclisi tarafından Ermeni cemaati Patriği olarak seçilmiştir. Padişah tarafından bu karar onaylanmıştır. Bunun üzerine Patrik Ormanyan teşekkür
için Padişah’ın huzuruna çıkmıştır. Ormanyan Efendi bu ziyaret esnasında
Sultan Abdülhamit’ten siyasî suçlardan mahkûm 1 200 Ermeninin serbest
bırakılması için ricacı olmuştur. Padişah, Patrik’in bu isteğini kabul etmiştir. Ayrıca idama mahkûm edilmiş olan 30 Ermeninin cezası müebbede
çevrilmiştir24.
Sonuç
Sonuç olarak; Sultan Abdülhamit döneminde bahsi geçenler dışında
birçok Ermeni devlet adamı Osmanlı bürokrasisinde görev yapmıştır. Binlerle ifade edilecek sayıda Ermeninin Osmanlı idaresinde hem de çok üst
22 Çark, a.g.e., s.148.
23 Çark, a.g.e., s.150.
24 Dabağyan, a.g.e., s.311.
254
Arş. Gör. Serkan GÜL
düzeyde görev yapması gerçeğiyle Abdülhamit’in bir Ermeni düşmanı olarak gösterilmesini ne şekilde ele almalıyız?
Abdülhamit döneminde Ermenilerin Osmanlı Devleti’nin birçok yerinde isyanlar çıkardığı ve hatta Osmanlının başkenti İstanbul’da Padişah’ın
bizzat kendisine suikast girişiminde bulunduğunu göz önüne aldığımızda,
Osmanlı Devleti’nin bu türlü faaliyetlere karşı önlem almasında anlaşılmayacak bir durum yoktur. Ancak bu arada dikkat etmemiz gereken nokta;
bütün bu olaylara rağmen, Sultan Abdülhamit’in devletine bağlı Ermenilerle isyancılar arasında kesin bir ayırım yapmasıdır.
Sultan Abdülhamit döneminde Ermeniler Osmanlı devlet yönetiminde tarihte hiç olmadığı kadar yer almışlar ve çok önemli makamları işgal
etmişlerdir. Bunlardan birçoğu Padişah’ın kişisel güvenini ve taktirini kazanmışlar ve hizmetlerinin karşılığını da daima görmüşlerdir. Çok uzun
bir tarihsel geçmişe dayanan Türk-Ermeni ilişkileri son zamana kadar kültürler arası etkileşimin en güzel örneklerini sunmuştur. Bu etkileşimin bir
parçası ve sonucu olan Ermeni devlet adamlarının Osmanlı devlet yönetiminde önemli görevler almaları, üzerinde dikkatle durulması gereken bir
konu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Son söz olarak; Abdülhamit’in Ermenilere karşı koşulsuz bir düşmanlık
beslediğine dair bir kanıt ortaya konulamaz. Aksine Sultan Abdülhamit’in
Ermeni devlet adamlarına karşı büyük güven duyduğu ve onların bilgi ve
becerilerinden sonuna kadar yararlandığını söylemek için elimizde fazlaca
kanıt mevcuttur.
255
DİYARBAKIR SOSYAL YAŞAMI İÇERİSİNDE
VE DEVLET HİZMETİNDE ERMENİLER
Arş. Gör. Serkan YAZICI
Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
E-mail: [email protected]; Tel: 0 532 769 40 64
Özet
Diyarbakır Sosyal Yaşamı İçerisinde ve Devlet Hizmetinde
Ermeniler başlıklı bu bildiri, Diyarbakır sosyal hayatında
Ermenilerin durumundan başlayarak, vilâyet genelinde
kamu hizmetinde bulunan Ermenileri konu edinmektedir. Bildirinin hazırlanmasında 1893 tarihine ait Diyarbakır
vilâyetinde devlet hizmetinde çalışan Ermenilerin listesini
gösteren resmî bir cetvel (tablo) esas teşkil etmiştir. Devlet hizmetinde bulunan Diyarbakır Ermenilerinin isimleri,
maaşları, görevleri, önceki görevleri (bir kısmının), rütbe
ve nişanlarını gösteren bu cetvel, şehirdeki kamu yaşamının doğru anlaşılması açısından önemli bir belgedir. Bu
kaynağın yanı sıra Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden farklı belgelerle ve yerli-yabancı birçok eserle Diyarbakır’da
devlet işleyişi içinde Ermenilerin durumu ortaya konulmaya çalışılmıştır. Ayrıca Diyarbakır’da Ermenilere ait eğitim
kurumları, basın-yayın faaliyetleri gibi iştigal ettikleri diğer
iş kolları, Diyarbakır günlük yaşamı içinde hak ve özgürlükler açısından durumları, Ermeni cemaati içinde birbirleriyle ve devlet kurumlarıyla olan ilişkileri ele alınan konular
arasındadır.
Arş. Gör. Serkan YAZICI
Giriş
Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok milleti bir arada yaşatabilen yapısı
içinde, Ermeniler devletin Müslüman tebaası ile en yakın ilişkilere sahip
unsurdu. Gerek devlet hizmetinde gerekse günlük yaşamda iç içe geçmiş
bu yapı imparatorluğun tüm şehirlerinde gözlemlenebilirdi. Diyarbakır
örneğinde de Ermeniler, şehir yaşamının her basamağında karşımıza çıkmaktadır.
XIX. yüzyılın sonu ve XX. yüzyılın başı itibariyle ahalisi, Türk, Kürt,
Ermeni, Keldanî, Rum, Süryanî ve Yahudi unsurlardan oluşan Diyarbakır, Ortadoğu için geçit noktasında bulunduğundan tarih boyunca var olan
stratejik önemini muhafaza etmekteydi. Akkoyunlular gibi büyük devletlere başkentlik yapan şehir, tarih boyunca farklı unsurların bir arada yaşayabildiği çok kültürlü bir alan olmuştur. Bu unsurlardan biri olarak şehir
nüfusu içinde kabaca % 10-20 arasında bir ağırlığa sahip olan Ermeniler,
Diyarbakır sosyal yaşamı içinde ve devlet kademelerinde önemli bir yere
sahip olmuşlardır.
Diyarbakır’da Ermenilerin, yerleşim alanı olarak genellikle şehir
merkezlerini tercih etmelerine rağmen köy yerleşimleri içinde de Ermenileri görmekteyiz. Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere göre 1655-1656’da
Diyarbakır’da yedisi Ermeni, kırk yedisi Müslüman elli dört mahalle bulunmaktadır1. XX. yüzyıla gelindiğinde 1902 yılı Osmanlı sâlnamesine
1
Nejat Göyünç, “Diyarbakır”, TDVİA, Cilt 9, s.464-472 (468).
259
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
göre, Diyarbakır vilâyetinin idarî bölünümü 3 sancak, 14 kaza, 58 nahiye,
3 177 köy şeklindedir2. 1914 yılında Diyarbakır’da köylerin dinî gruplara
göre dağılımı ise Ali Emirî’nin verdiği rakamlarla şöyledir3.
Diyarbakır’da köylerin dinî gruplara göre dağılımı
Müslüman karyeleri
2 871
Gayrimüslimlerle muhtelit karyeler
296
Gayrimüslim karyeleri
183
Yekun
3 350
Diyarbakır’da Ermeniler, diğer kentlerde olduğu gibi ağırlıklı olarak
ticaretle uğraşıyorlardı, ancak ticaret dışında Ermenileri birçok farklı iş
kolunda görmek de mümkündür. Osmanlı idaresinde, 1540’larda Müslümanların dinen yapamayacağı meyhanecilik gibi işleri yürüten Ermeniler, bu dönemde ekonomik anlamda büyük kazançlar sağlayan ve büyüyen bir sektör olan bağcılıkla da ilgileniyorlar, bunun yanı sıra 1566’da
Diyarbakır’da hayvancılığın merkezi olan koyun pazarı mukataası İbrahim adlı bir Ermeniye veriliyordu4. Ancak Ermeniler arasında çiftçilik,
maden işçiliği ve hamallık gibi maddî anlamda düşük seviyede işlerle uğraşanlar da vardır5. Genel olarak ticarî faaliyetleri kuyumculuk ve maden
işletmeciliği gibi güçlü sermayeler gerektiren ve büyük kazançlar sağlayan
işlerdi6. Dönemi yaşayan ve anılarında yer veren Mustafa Akif Tütenk, 93
Harbi’nden sonra Diyarbakır’da ticaretin büyük oranda Ermenilerin eline geçtiğini dile getiriyordu. Yabancı dil bilgileri ve Avrupalı tüccarlarla
olan iyi ilişkileri sayesinde ithalât ve ihracat işlerini de onlar yürütüyordu7.
Ermenilerin ellerinde bulundurdukları ticaret hacmi konusunda doğrudan
bilgi sahibi olmasak da 1900’lü yıllarda Diyarbakır ihracatının 242 800,
ithalâtının 274 100 Osmanlı lirası düzeyinde olması bize Ermenilerin sermaye birikimleri ve zenginlikleri ile ilgili bir fikir verebilir8.
2
3
4
5
6
7
8
1320 Senesine Mahsus Sâlname-i Devlet-i Âli Osmaniye, 1902, s.649.
ALİ EMİRİ, Osmanlı Vilâyet-i Şarkiyyesi, İstanbul 1918, s.32.
Göyünç, a.g.e., s.467.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Y.PRK.AZN., Belge No: 14/5.
BOA, A.MKT.UM., Belge No: 396/54.
Şevket Beysanoğlu, Kültürümüzde Diyarbakır, Ankara 1992, s.10.
Göyünç, a.g.e., s.468.
260
Arş. Gör. Serkan YAZICI
Ermeniler, Osmanlı Devleti’nin iyi eğitim alan unsurlarından biridir.
Fakat eğitimle ilişkileri bununla sınırlı değildir. Eğitim kurumlarında, okul
müdürlüğü-müdireliği ve öğretmenlik yapan birçok Ermeni ile ilgili kayıtlar Başbakanlık Osmanlı Arşivinde yer almaktadır9. Burada bahsi geçen okullar bazen bizzat Ermeniler tarafından açılan, bazen de Katolik,
Protestan gibi Hıristiyan mezheplerinin misyonerlik faaliyetlerini yürüten
okullardır. Katolik misyonerliği çerçevesinde Diyarbakır’da 1, Mardin’de
2, Protestan misyonerliği çerçevesinde Diyarbakır’da 1 okul bulunmaktaydı10. Azmi Süslü’nün, Baghdjian’dan aktardığı (İngiliz Mavi Kitabı’nda da
yer alan) 1901-1902 İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin İstatistiği’ne göre,
Diyarbakır’da dört Ermeni okulu vardı11. Yine aynı istatistiğin kullanıldığı
bir başka eserde Osmanlı Devleti bünyesinde toplam 803 Ermeni okulu
ve bu dönemde Diyarbakır’a bağlı Palu’da sekiz Ermeni okulu daha mevcuttur12. Ermenilerin açtıkları okullar arasında, 1911’de açılmasına ruhsat
verilen müdiresi Sürmeliye Hanım13 adında Ermeninin olduğu, Ermeni
Kız Okulu da bulunmaktaydı14. Bu okulların çalışanları, ağırlıklı olarak
Ermeniler olmakla birlikte, eğitim sonunda Ermeniler, batı dillerini ve kültürünü öğrenerek mezun oluyordu. Bu okulların öğretmenlerinden bazıları
kimi zaman, gerek eğitim ve öğretimde gençleri ihtilâle sevk edecek yöntemlere başvurmaları gerekse devlet aleyhinde yasak yayın bulundurma
ve yayınlama suçlarından cezaî işleme tâbi tutulmuşlardır. Çüngüş Ermeni
Mektebi’nden 25 öğretmen bu tür bir cürümün parçası olarak mahkemeye
sevk edilmişlerdi15.
Mesrob Krikorian, Armenians in the Service of the Ottoman Empire
adlı kitabında Ermenilerin Diyarbakır, Sivas ve Elazığ gibi şehirlerde dikkate değer ölçüde Sağlık ve Polis teşkilâtlarında yer aldıklarından bahsetmektedir. Krikorian’ın aktardığı bilgilere göre Ermeniler yurt dışında tıp
eğitimi aldıktan sonra bu bölgelere geri dönmektedir16.
9 BOA, DH-İD, Belge No: 30-1/37.
10 Ayten Sezer, “Osmanlı Döneminde Misyonerlik Faaliyetleri”, Yeni Türkiye Mart-Nisan
2001 (Ermeni Sorunu Özel Sayısı), Ankara 2001, s.948-960,.
11 Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Ankara 1990, s.46.
12 Azmi Süslü, Fahrettin Kırzıoğlu, Refet Yinanç, Yusuf Halaçoğlu, Türk Tarihinde Ermeniler, Ankara 1995, s.141-142.
13 Bu isim Takvim-i Vekayi’de Amelya Hanım olarak anılmaktadır
14 BOA, DH-İD, Belge No: 30-1/37.
15 BOA Y.PRK.AZN., Belge No: 20/68. Bu belgede üstte bahsedilen 25 öğretmenin isimleri
bulunmaktadır.
16 Mesrob Krikorian, Armenians in the Service of the Ottoman Empire 1860-1908, Scotland
Amerika 1977, s.106.
261
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Ermeniler günlük hayatta karşılaştıkları birçok sorunu devlet mahkemeleri aracılığı ile çözüme kavuştururdu. Mahkemeler âdil bir şekilde
davaları hükme bağlar, bu durum davalı ya da davacının milliyetine bağlı
olarak farklılık göstermezdi. Bu davaların bazılarını örnek olarak sunalım.
Ergani’de, Ermeni kilisesine ait olan bir araziye bazı kişilerin sahip çıkması üzerine açılan davada mahkeme, arazinin kiliseye ait olduğunu doğruluyor ve iadesine karar veriyordu17. Bir başka vakada, Amerika’ya gitmelerine yardımcı olunacağı umuduyla kandırılan ve paraları alınan Ermeniler
devlete baş vuruyor, suçlular yakalanıp mahkeme önüne çıkarılıyordu18.
Tarafları, gergin ilişkiler içinde olan iki Hıristiyan mezhebi ruhanileri olan
bir başka anlaşmazlıkta, Keldanî kilisesinin, daha önce kapalı olan, Ermeni kilisesine bakan pencereleri açtırması, bir anlaşmazlık vesilesi oluyor,
bunu haber alan polis ve jandarma yetkilileri her iki tarafın ruhanî reisleri
ile görüşerek meseleyi olay çıkmadan çözüme kavuşturuyordu19. Davanın
her iki tarafının da Ermeni milletine mensup olduğu bir başka örnekte de
adaletin tecelli ettiğini görmekteyiz. Ergani madenindeki bir olayda, maden işletmecilerinden Ohannes, madene tahsis edilen parayı, kendi yandaşı
bulunan Ermenilere kullandırması ve yine bu durumdan başka Ermenilerin mağdur olması üzerine adlî takibata uğruyordu20. Zaman zaman dile
getirdiğimiz olaylarda mahkemeye sevk olunan herkesin ceza almadığını
ve bazılarının suçsuz bulunduğunu da gösteren birçok arşiv belgesi vardır.
Bunlardan birinde, 1890 yılında Mardinli Kazazyan Osib ile kardeşine isnat edilen suçların gerçeği yansıtmadığı Diyarbakır valisi Hamid Bey’in
bir telgrafında dile getiriliyordu21.
Hak ve özgürlükler açısından Diyarbakır’da, Ermenilerin sahip oldukları imkânlardan biri de gazetelerdi22. Devlet izniyle ve tasarrufunda çıkarılan bazı Ermeni gazeteleri de mevcuttu. Gazete kurma isteğiyle devlet
makamlarına başvuran Ermenilerin istekleri gerekli yasal işlemin ardından
ruhsat verilerek kabul ediliyordu. 1865’te, bir yüzü Türkçe bir yüzü Ermenice harflerle basılacak olan Diyarbakır adlı gazetenin çıkmasına karar
17
18
19
20
21
22
BOA, A.MKT., Belge No: 545/34.
BOA, A.MKT.MHM., Belge No: 617/37.
BOA, A.MKT.MHM., Belge No: 637/47.
BOA, A.MKT.MHM., Belge No: 396/54.
BOA, Y.MTV., Belge No: 43/19.
Ermeniler 1832’den 1970’lere kadar, İstanbul’da 350, İzmir’de 38, bunların dışında sayıları 20’ye ulaşan diğer il ve ilçe merkezlerinde 70 kadar, Ermenice gazete ve yayın neşretmiştir. Sezer, a.g.e., s.63-66.
262
Arş. Gör. Serkan YAZICI
verilmiştir23. Ayrıca 1909’da Palulu Hemeyan Aromyan adlı şahsın Gühan
adını taşıyan Ermenice bir gazete çıkarma talebi de kabul edilmiştir24.
Diyarbakır’ın sosyal hayatı içinde Ermenilerin dinî konularda da sıkıntıları olmadığı, her mezhebin yararlanabileceği kiliselerin mevcut olduğu görülmektedir. Osmanlının bu konuda toleransa dayalı yaklaşımı bu
şehirde de sürmektedir. Hatta Nejat Göyünç’e göre şehirde hiçbir kitabî
dine mensup olmayanlar dahi vardır25. Gayrimüslim vatandaşların dinî
vecibeleri yerine getirmelerinde sorun olmadığı gibi, mezhep değiştirmek
isteyenlere de anlayış gösterilmekte idi. 1851 yılına ait bir belge, Serkis
adında bir Ermeninin mezhep değiştirmesine ve Antalya’dan memleketi
olan Diyarbakır’a gitmesine izin verilmesinden bahsediyordu26. Yine bu
tarihlerde, Diyarbakır’da birçok Ermeni, Rum mezhebine (Ortodoks) geçmek istemiş, bu talep devletçe, Rum milleti defterine kaydolunarak bu
taleplerinin kabul edilmesi şeklinde arşiv devlet yazışmalarına yansımıştır27.
Diyarbakır şehri, camileri, kiliseleri, havralarıyla dinî bakımdan
Anadolu’da bu dönemdeki renkliliği yansıtmaktaydı. Kendi ibadethaneleri
bulunan her mezhep, buralarda özgürce dinî vecibelerini yerine getirebiliyordu. Diyarbakır Ermenileri de birçok kiliseye sahipti. Kent merkezinde
tarih boyunca 22 tane kilisenin varlığından haberdarız, ancak bu kiliselerden 8 tanesi ayaktadır. Sağlam olan 8 kiliseden de yalnızca 1 tanesi
çalışır durumdadır. Bunların 14 tanesi, cemaatlerinin kaybolmuş olması ya
da işlevini yenilerine devretmesi nedeniyle yıkılmış ve yok olmuştur. Bu
kaybolan kiliselerin 12 tanesinin hangi cemaate ait olduğu bilinmemektedir. Bilinenlerinse 6 tanesi Ermeni cemaatine aittir. Günümüzde28, Meryem
23
24
25
26
27
BOA, A.MKT.MHM., Belge No: 435/39.
BOA, ZB, Belge No: 330/76.
Göyünç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, İstanbul 1983, s.26.
BOA, HR.MKT., Belge No: 44/75.
Davut Kılıç, Osmanlı İdaresinde Ermenilerin Arasındaki Dinî ve Siyasî Mücadeleler, Ankara 2000, s.89.
28 Nurşen Mazıcı’ya göre, kitabın basıldığı yıllarda Türkiye’de 33 kilise çalışır durumdadır, bunlardan dört tanesi, Kırıkhan, İskenderun, Kayseri ve Diyarbakır olmak üzere İstanbul dışındadır. Mazıcı, Uluslararası Rekabette Ermeni Sorununun Kökeni, İstanbul 1987,
s.141. Kültür Bakanlığı’nın Diyarbakır kiliseleri hakkında verdiği bilgilere göre, Mart
Thoma, Meryem Ana, Kırklar Kilisesi, Mart Pityon Kilisesi Diyarbakır’ın önde gelen dört
kilisesidir. http://www.kultur.gov.tr/portal/destinasyon_tr.asp?belgeno= 47281&belgekod=45868& baslik=Detay (28. 07. 2004).
263
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Ana Kilisesi, az sayıdaki Süryanî cemaati tarafından kullanılmakla birlikte
aktif durumdadır29.
Osmanlı Devleti çoğu zaman kiliselerin yapım ve onarım masraflarını üstlenmiştir. 1919 yılına ait bir belgede Ergani kazasında harap halde
olan kilisenin, hali harapta terki münasip olmayacağı gerekçesiyle gerekli
bütçenin hazırlanması ve gereğinin yapılması Meclis-i Vükelâca kararlaştırılmıştır30. Ancak şüphesiz bu bilgiyi 1919 yılının siyasî koşulları içinde
değerlendirmek gerekmektedir.
Ermeni Sorunu içinde önemli bir nokta olan kilise ve ruhanîlerin faaliyetleri, Diyarbakır olaylarında da kendisini göstermiştir. Kiliseler, Ermenilerin Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan kurma düşünceleri
ortaya çıkana kadar mütevazı mekânlar iken bu süreçten sonra yapıları,
büyüklükleri iktidar ve güç sembolü olarak görülmüş, Diyarbakır’da Küçük Kilise diye anılan kilise, Ermenilerce yıktırılarak çan kulesi Şeyhmatar Camisi’nin minaresinden yüksek olmak üzere yeniden inşa edilmiştir31.
Diyarbakır Ermeni olayları ve Ermeni isyanları derinlemesine incelendiğinde görülüyor ki, bahsi geçen kiliselerin bazıları, kimi zaman bir propaganda toplantısının yapıldığı yer, kimi zaman bir silâh deposu, kimi zaman
da firarîlerin sakladığı bir sığınak olarak karşımıza çıkmaktadır.
Diyarbakır’da Kamu Hizmetinde Ermeniler
XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra Ermenileri, büyük-küçük birçok devlet görevinde de görmeye başlamaktayız. Osmanlı Devleti, millet-i
sâdıka olarak adlandırdığı Ermenilere birçok kamu hizmetinde görev vermiştir. Tahsil ve yeterliliklerine göre devletin üst makamlarına yükselen
Ermeniler, Osmanlı devlet sisteminin bir parçası olmuşlardır.
Şevket Beysanoğlu’nun, Mustafa Akif Tütenk’ten aktardığı cümlelerde mahkeme, meclislerde, polis ve jandarma hizmetlerinde birçok Ermeninin bulunduğu, hatta valinin tercümanının bile Dikran isimli bir Ermeni
olduğu belirtiliyordu. Tütenk; Dikran adlı bu kişinin, Ermenilerin devlet
makamlarına yansıyan işlerini taraflı bir şekilde aktararak, bu kurumları
yanıltıcı bir takım faaliyetler içinde olduğunu belirtiyordu. Örneğin, Ermenileri ihtilâl düşüncelerine sevk edecek propaganda unsurları içeren
29 Orhan Cezmi Tuncer, Diyarbakır Kiliseleri, Diyarbakır 2002, s.13.
30 BOA, M. V., Belge No: 215/92.
31 Beysanoğlu, a.g.e., s.10.
264
Arş. Gör. Serkan YAZICI
Ermenice sahnelenecek bir tiyatro oyununun, sakıncasız olduğunu bildirir
raporlar vermesinden bahsetmektedir32.
Bu noktada elimizde olan Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ne ait bir belgede verilen bir cetvel, Diyarbakır’da, kamu hizmetinde çalışan birçok
Ermeni hakkında detaylı bilgi vermektedir. 30 Ağustos1893 tarihinde hazırlanan bu belgeye göre, Ermeniler uzun süreden beri devlet hizmetinde
bulunmuşlar, bunlardan kimi yüksek devlet hizmetleri yürütmüş, dolgun
maaşlar almış ve hizmetleri nispetinde devlet nişanlarıyla ödüllendirilmişlerdir. Bu tablo, 47 devlet görevlisinin memuriyete giriş tarihlerini, o
tarihteki görevlerine başlangıç tarihlerini, maaş miktarlarını, rütbelerini,
nişanlarını, isimlerini ve bu kişilerle ilgili ilâve açıklamaları içermektedir.
Bu isimleri tek tek saymak yerine bunlar içinden genel durumu yansıtan
14 tanesinden bahsetmek istiyorum. Tablodaki şahıslardan 16 tanesi fahrî
olmak kaydıyla maaşsız, bir tanesi aidatla ve kalan 30 tanesi maaşlı olarak
çalışmaktadır.
Diyarbakır vilâyeti dahilinde müstahdem Ermeni memurları33
Mülâhazat
Nişanları
Esami
Rütbeleri
Miktar-ı
Maaşları
Memuriyet-i hazıralarına zaman-ı tayinleri
Hizmet-i devlete
tarih-i duhulleri
Diyarbakır sancağı
Evvelce daire-i
mezkûrede muvazzaf
aza idi.
Mahkeme-i istinaf
hukuk dairesi azasından Handanyan
Karabet Efendi
Evvelce daire-i
mezkûrede muvazzaf
aza idi
-
Salise
Fahrî
3 Nisan 1309
Meçhul
Mahkeme-i mezkûre
ceza dairesi azasından Boyacıyan Osib
Efendi
-
Fahrî
3 Nisan 1309
Meçhul
Beş on seneden beri
bu azalıkta bulunur
Meclis-i idare-i
vilâyet azasından
Minasyan Ohannes
Efendi
4.
Osmanî
Salise
Fahrî
1 Nisan 1309
Meçhul
Evvelce mülga
Diyarbakır ticaret
mahkemesi ikinci
kitâbetinde de
bulunmuştur
Merkez bidayet
mahkemesi hukuk
dairesi zabıt kâtibi
Tuhman Efendi
-
-
300
1 Temmuz 1304
Meçhul
32 Beysanoğlu, a.g.e., s.10.
33 BOA, Y.PRK.DH., Belge No: 6/94.
265
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Mülâhazat
Nişanları
Esami
Rütbeleri
Miktar-ı
Maaşları
Memuriyet-i hazıralarına zaman-ı tayinleri
Hizmet-i devlete
tarih-i duhulleri
Mahkeme-i mezkûre ceza dairesi
zabıt kâtibi Haçadur
Efendi
-
-
300
16 Teşrinisani 1305
Meçhul
Siverek kazası
bidayet mahkemesi
müstantık muâvini
Bedros Efendi
-
-
300
12 Ağustos 1307
Meçhul
Kazay-ı mezkûr
bidayet mahkemesi
azasından diğer
Bedros Efendi
-
-
225
12 Ağustos 1307
Meçhul
-
-
225
3 Nisan 1305
Meçhul
Diyarbakır muhâberat-ı ecnebiye
şefdö* Amaysan
Efendi
-
-
900
Rebiyülevvel 1884
Diyarbakır baş
müdiriyet kalemi
muhasebe kâtibi
David Efendi
-
650
Cemaziyelevvel 1892
Meçhul
Diyarbakır muhaberat-ı ecnebiye ser
memuru Altunyan
Efendi
-
-
570
Recep 1890
Meçhul
Mumaileyh Adana
şefdö sabıkı olup 3
Kanunevvel sene
306 tarihinde tayin
olmuştur.
Diyarbakır muhaberat-ı ecnebiye ser
memuru Kazamir
Efendi
-
-
570
Meçhul
Halep muhaberat-ı
ecnebiye memuru
olup 5 Haziran 305
tarihinde tayin
olunmuştur.
Diyarbakır muhaberat-ı ecnebiye
memuru İstefan
Efendi
-
-
500
Meçhul
Diyarbakır muhaberat-ı ecnebiye
ser memuru Dikran
Efendi
-
-
500
Evvelce kaza-i
mezkûr mukâvelat
muharrirliğinde
bulunmuştur.
Lice kazası bidayet
Evvelce kaza-i mezkûr
mahkemesi azasandık eminliğinde
sından Aleksandır
bulunmuştur
Efendi
Recep 1302
Meçhul
Meçhul
*Bu terim, Fransızca’dan geçmiştir ve chef de station tabirinin kısaltılmış halidir. Mesrop K. Krikorian bu şahsı 1892 yılında Diyarbakır telgraf
servisinin müdürü olarak takdim etmektedir. Krikorian, a.g.e., s.23.
266
Arş. Gör. Serkan YAZICI
Nişanları
Rütbeleri
Miktar-ı
Maaşları
Memuriyet-i hazıralarına zaman-ı tayinleri
Hizmet-i devlete
tarih-i duhulleri
Mülâhazat
Esami
Kalozmon tahaffüzhanesi memur-ı
sabıkı olup 18 Nisan
1309 tarihinde tayin
olunarak kendisi Rum
milletindendir
Diyarbakır muhaberat-ı ecnebiye ser
memuru Aristidi
Efendi
-
-
400
Meçhul
Musul muhaberat-ı
ecnebiye memuru
olup 20 Teşrinievvel
304 tarihinde tayin
olmuştur.
Diyarbakır muhaberat-ı ecnebiye
ser memuru Aram
Efendi
-
-
400
Meçhul
Diyarbakır muhaberat-ı ecnebiye
ser memuru Zoryan
Efendi
-
-
380
23 Nisan 1306
Meçhul
Diyarbakır muhaberan-ı ecnebiye
memuru makinecisi
Agop Efendi
-
-
400
Zilkade 1281
Meçhul
Ergani telgraf
çavuşu Oakim Ağa
-
-
285
Eylül 1301
Meçhul
Diyarbakır telgraf
musul muhâreratı
Ohannes Ağa
-
-
142
16 Şubat 1302
Meçhul
Diyarbakır telgraf
Musul muhâreratı
Artin Ağa
-
-
142
7 Kanunusani 1306
Meçhul
Maden sancağı
Rütbeleri
Miktar-ı
Maaşları
Memuriyet-i hazıralarına zaman-ı tayinleri
Hizmet-i devlete tarih-i
duhulleri
Maden sancağı
muhasebe baş kâtibi .
Artin Efendi
.
400
6 Teşrinisani sene 307
1 Ağustos sene 97
Maden sancağı
ketebesinden
Aleksan Efendi
.
225
24 Şubat sene 307
15 Eylül sene 87
Mülâhazat
Esami
Muhasebeci vekâletinde bulunmaktadır.
Nişanları
.
267
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Mülâhazat
Banka azalığında da
bulunmaktadır
268
Nişanları
Esami
Rütbeleri
Miktar-ı
Maaşları
Memuriyet-i hazıralarına zaman-ı tayinleri
Hizmet-i devlete
tarih-i duhulleri
Maden sancağı
hazine dava vekili
İstepan Efendi
.
.
Aidatla
1 Haziran sene 306
1 Eylül sene 97
Maden sancağı
mahkeme-i bidayet
azasından Bedros
Efendi
.
.
360
3 Nisan sene 309
sene 89
Maden sancağı
hukuk aza mülâzımı
Agop Efendi
.
.
270
6 Nisan sene 303
6 Şaban sene 303
Maden sancağı meclis idare azasından
.
Mardiros Efendi
.
Fahrî
sene 308
1 Mart sene 97
Maden sancağı
meclis-i beledî azasından Murat Ağa
.
.
Fahrî
14 Mart sene 301
14 Mart sene 301
Maden mühendisi
Aram Efendi
.
.
1500
Şubat sene 304
Mart sene 304
Maden polis memuru Karabet Efendi
.
.
300
sene 305
Mart 906
Palu kazası meclisi
idare azasından
Mıgırdiç Ağa
.
Hamise
Fahrî
5 Şaban sene 303
17 Şaban sene 90
Palu kazası sanduk
emini vekili Agop
Efendi
.
.
360
9 Mayıs sene 309
9 Mayıs sene 304
Palu kazası meclis-i
beledî azasından
Sahak Ağa
.
.
Fahrî
1 Mart sene 306
1 Mart sene 306
Palu mahkeme-i
icra mübaşiri Gabriel .
Efendi
.
160
1 Kanunuevvel sene 95
1 Kanunuevvel sene 95
Arş. Gör. Serkan YAZICI
Mülâhazat
Müstantık memuriyetinde de bulunmaktadır.
Nişanları
Esami
Rütbeleri
Miktar-ı
Maaşları
Memuriyet-i hazıralarına zaman-ı tayinleri
Hizmet-i devlete
tarih-i duhulleri
Palu mahkeme-i
bidayet azasından
Bogos Efendi
.
.
225
1 Mart sene 308
1 Mayıs sene 85
Palu meclis-i beledi
azasından Donabet
Ağa
.
.
Fahrî
1 Mart 306
1 Mart sene 306
Palu meclis-i idare
azasından Bakdasar
Ağa
.
.
Fahrî
15 Nisan sene 307
15 Nisan sene 307
Çermik kazası meclis-i idare azasından
Minas Ağa
.
.
Fahrî
1 Şubat sene 307
13 Nisan sene 98
Çermik kazası
mahkeme-i bidayet
azasından İguş
Efendi
.
.
225
sene 308
sene 298
Çermik kazası meclis-i beledî azasından Mahsa Ağa
.
.
Fahrî
29 Ağustos sene 306
29 Ağustos sene 306
Çüngüş nahiye azasından Murat Ağa
.
.
Fahrî
22 Mayıs sene 307
22 Mayıs sene 307
Çüngüş nahiye azasından Bogos Ağa
.
.
Fahrî
22 Mayıs sene 307
22 Mayıs sene 307
Maden sancağının bakiyesi
Mülâhazat
Esami
Nişanları
Rütbeleri
Miktar-ı
maaşları
Memuriyet-i hazıralarına zaman-ı tayinleri
Hizmet-i devlete tarih-i
duhulleri
Çüngüş nahiyesi
meclis-i beledî
azasından Ohannes
Ağa
.
.
Fahrî
11 Teşrinievvel sene 301
11 Teşrinievvel sene 301
269
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Mülâhazat
Nişanları
Esami
Rütbeleri
Miktar-ı
Maaşları
Memuriyet-i hazıralarına zaman-ı tayinleri
Çüngüş nahiyesi
meclis-i beledî
azasından Karagöz
Ağa
.
.
Fahrî
11 Teşrin-i Evvel sene
301
Çüngüş nahiyesi
meclis-i beledî azasından Serkis Ağa
.
.
Fahrî
11 Teşrinievvel sene 301
Hizmet-i devlete
tarih-i duhulleri
11 Teşrinievvel sene 301
11 Teşrinievvel sene 301
Mardin sancağı
Mülâhazat
Esami
Nişanları
Rütbeleri
Miktar-ı
maaşları
Memuriyet-i hazıralarına zaman-ı tayinleri
Hizmet-i devlete tarih-i
duhulleri
On seneden beri
telgraf memuriyetinde müstahdem olup
Mardin’e 8 Temmuz
sene 308 tarihinde
tayin olunmuştur.
Mardin telgraf ikinci
muhabere memuru
Mıgırdiç Rasim
Efendi
.
.
380
8 Temmuz sene 308
.
Esasen Ermeni-i
Kadim milletinden
olup Süryanî-i Kadim
Patrikhanesi’ne
müntesip ve mütereddittir.
Nusaybin kazası
bidayet mahkemesi
azasından Herbo
.
.
225
Mart sene 309
.
Bunların dışında Diyarbakır duyun-i Umumiyyesi’nde bir, maden reji
idaresinde bir, Cizre duyun-i Umumiyyesi’nde yirmi üç olmak üzere yirmi
beş Ermeni daha devlet hizmetindedir34. Bu kişilerin görevlerini, maaşlarını, rütbe ve derecelerini bilmek şüphesiz ilgi çekici, ancak bundan daha
da ilginç olan bu kişilerin sahip oldukları görevlerin stratejik konumudur.
Bahsettiğimiz cetvelde Ermeniler, kimi zaman polis memuru, kimi zaman
telgraf müdürü, telgraf memuru, belediye meclis üyesi, il idare meclisi üyesi, dış haberleşme sorumlusu gibi çeşitli görevlerle karşımıza çıkmaktalar.
Bu durumun, Ermenilere duyulan güveni yansıtmasının yanı sıra, devlet
eliyle bu topluluğa karşı gerçekleştirilecek bir katliam veya herhangi bir
şekliyle art niyetli bir cürmün işlenmesini imkânsız kılmaktadır. Görüldüğü üzere iletişim, icra ve yargı makamlarının çeşitli kademeleri Ermeni
34 BOA, Y.PRK.UM., Belge No: 35/125.
270
Arş. Gör. Serkan YAZICI
milletinden kamu çalışanlarıyla doludur. Mesrop Krikorian da, içlerinden
bazıları bu cetvelde bulunanlar olmak kaydıyla önemli mevkilere gelmiş
25 kadar Ermeni hakkında benzer bilgiler vermektedir. Kendisinin verdiği
bilgiler büyük ölçüde bu cetvelde yer alan bilgilerin sağlaması niteliğindedir35.
Diyarbakır’da Ermenilerin, çeşitli kamu hizmetlerinde görülmesinin
yanı sıra, milletvekilliği seçimlerinde de yine Ermenileri görmekteyiz.
1912-1914’te yapılan seçimlerde Diyarbakır’dan bir Ermeni milletvekili
seçilmiştir. Bu milletvekili, İstepan Çırakçıyan’dır36.
Görüldüğü üzere devlet kurumlarında çeşitli görevler alan Ermenileri, Birinci Dünya Savaşı’na kadar geçen süreçte birçok istenmeyen olay
gerçekleştirmelerine rağmen, Osmanlı Devleti, kurumlarına almaya ve
istihdam etmeye devam etmiştir. Ancak bunların içinden bazıları, devlet
aleyhinde bazı fiillerde bulunmuş ve bu yüzden de haklarında takibat başlatılmıştır. Örneğin, 1916 yılında Çüngüş nahiyesi telgraf müdürü olan bir
Ermeni, askere alınması gereken birçok Ermeniye, devlet yazışmalarını
sızdırıp firar etmelerini sağlayarak, 300 nefer alınması beklenen bölgeden
yalnız 8-9 kişi bulunabilmesi üzerine, hakkında adlî işlemlere başlanmıştır37.
Bu noktaya kadar Diyarbakır’ın sosyal yaşamı içerisinde Ermenilerin, gerek ticarî, gerekse kamu hizmetindeki faaliyetleri, günlük yaşamları,
dinî kurumları, adlî ve resmî kurumlarla ilişkileri hakkında çeşitli örneklerle durumlarını açıklamaya çalıştık. Bahsettiklerimiz, daha çok Ermeni
Meselesi olarak adlandırdığımız sürecin öncesinde, sırasında ve sonrasında Ermenilere karşı iyi niyet taşıdığını göstermektedir. Buna bir örnekte
1895’te Diyarbakır’da yaşanan olayların ardından, 9 Aralık’ta tüm gayrimüslim ruhanîlerinin, bu olaylarla bir ilişkileri olmadığını beyan ettikleri
bir belgede, Osmanlının bu toplumlara neler kattığını kendileri; dinimiz
ve mezhebimiz, lisanımız, mal ve can ve ırzımız hükümet-i seniyenin keyf-i
himayesinde… sözleriyle ifade ediyorlar ve Müslüman halktan, aziz komşularımız ahali-i İslâmiye şeklinde bahsediyorlardı38. Osmanlı Devleti’nin,
1-3 Kasım 1895’teki olaylardan on gün sonra yardımda bulunmak üzere
35 Krikorian, a.g.e., s.24.
36 Recep Karacakaya, Kaynakçalı Ermeni Meselesi Kronolojisi (1878-1923), İstanbul 2001,
s.127-142.
37 BOA, DH.EUM.EMN., Belge No: 90/64.
38 BOA, Y.PRK.AZN., Belge No: 15/1.
271
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Müslüman ve Ermeni fakirlerin listesini istemesi, devletin her şeye rağmen iyi niyetini muhafaza ettiğinin bir başka göstergesidir39.
Ermeni Meselesi konusunda, emperyalist devletlerin politikaları göz
ardı edildiğinde, üzerinde yaşadığımız toprakların neredeyse her yerinde
yaşanan acı ve sancı asırlarca aynı ülkenin zenginlik ya da yoksulluğu ve
tüm koşulları içinde beraberce yaşamış iki toplumun birbirinden ayrılmasının, etle tırnağın ayrılmasının sancıları olarak değerlendirilebilir. Ancak
bu iyi niyetli yaklaşım, diyalog temellidir. Bugün bu sempozyumda da yapılmak istenen gibi, fakat diyalog kelime kökünden de anlaşılacağı üzere
karşılıklı gerçekleştirilen bir fiildir. Taraflardan biri soykırımı, millî tarihi
olarak algıladığı müddetçe de diyaloğun gerçekleşmesi olanaksızdır.
39 BOA, A.MKT.MHM., Belge No: 636/20.
272
TÜRK-ERMENİ İLŞKİLERİ –İNTERNETTE-
Yrd. Doç. Dr. Sevinç ÜÇGÜL
Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü
E-mail: [email protected]; Tel: 0 352 437 49 01- 334 56
Özet
Günümüzde bilgiye ulaşmak, onu kullanmak ve paylaşmak
için Internet siteleri hızı, zaman tasarrufu ve rahatlığıyla ön
planda gelir. Konu yelpazelerinin genişliği, istenilen bilgiye ulaşmanın mümkünlüğü ve kolaylığı da taktir edilen
diğer bir özellik sayılır. Buradan yola çıkarak düzenlenecek
sempozyumun konusunu Internet’teki arama motorlarında Türk, İngiliz ve Rus dillerinde ortak kullanılan google,
altavista, yahoo, alltheweb sayfalarında taradım. Ayrıca
sadece Rus dilli arama motorlarından en çok kullanılan ve
yaygın olan yandex.ru ve rambler.ru’da da arama yaptım.
Amaç günümüzün güncel konusu haline gelmiş ve dünya kamuoyunu ilgilendiren Türk-Ermeni ilişkileri hakkında
tarafların; yani Türklerin ve Ermenilerin, bunun dışında ise
diğer üçüncü taraf diye tanımlayacağımız kişilerin yazdıklarını gözden geçirerek bir istatistik bilgiyi ortaya koymak.
Kimlerin ne yazdıklarını, konuya hangi açıdan yaklaştıkları
ve tutumlarının ne şekilde belirttikleri, tabii ki belirli amaç
ve hedefler belirlendikten sonra kapsamlı bir çalışmadır.
Sunumun amacı bu değildir. Buradaki amaç ismi geçen
bu sitelerdeki yazıların sayısı, yazarları, başlıkları ve ağırlıklı
olan türleri; yani gazete, kitap, konferans, makale veya özel
yaklaşımlar: fikir beyanları, anketlerin cevaplandırılması,
forumlar, mektuplar, duyurular, yazılan ve yayınlananların,
öylece de konu ile ilgili televizyon programlarının, sinema
ve diğer belgesellerin tartışılması vs. Bu tarama ve derlemelerden sonra her iki toplumun ve üçüncü tarafların (tabii onlara etki eden şeyler de göz ardı edilemez) konuyla
ilgili yaklaşımındaki benzerlik ve farklılıkları da ortaya konulabilir.
Tarihi, tarihçiler değil halk yaratır. Tarihçisi, edebiyatçısı, dilcisi, sosyologu, iktisatçısı, hukukçusunun anlatacaklarıyla
birlikte sıradan insanların birlikte paylaştıkları yaşamdan
bahsetmekle de tarihimize yapılan önyargı yok edilmeli,
kendi içimizde değil herkesle konuşmak, paylaşmak için
günümüzün fırsatından yararlanılmalıdır. Çok sayıdaki
materyalleri tararken dünya kamuoyunu, farklı ulusları
etkilemede her Ermeninin sadece bunu yaptığına kanaat
getirilir.
Yrd. Doç. Dr. Sevinç ÜÇGÜL
Giriş
Günümüzde bilgiye ulaşmak, onu kullanmak ve paylaşmak için İnternet siteleri; hızı, zaman tasarrufu ve rahatlığıyla ön planda gelir. Konu yelpazelerinin genişliği, istenilen bilgiye ulaşma olanağı ve kolaylığı da takdir
edilen diğer bir özelliktir. Buradan yola çıkarak sempozyumun konusunu
İnternet’teki google, altavista, yahoo, alltheweb gibi internet arama motorlarında Türkçe, İngilizce ve Rusça dillerinde konuyla ilgili taramalar yaptım. Ayrıca sadece Rusça arama motorlarından en çok kullanılan ve yaygın
olan yandex.ru ve rambler.ru’da da tarama yaptım. Amaç günümüzün güncel konusu haline gelmiş ve dünya kamuoyunu ilgilendiren Türk-Ermeni
ilişkileri hakkında tarafların; yani Türklerin ve Ermenilerin, ayrıca üçüncü
taraf diye tanımlayacağımız diğer kişilerin yazdıklarını gözden geçirerek,
elde edilen bilgiler ışığında istatistik verileri ortaya koymaktır. Tabii ki belirli amaç ve hedefler belirlendikten sonra kimlerin ne yazdıkları, konuya
hangi açıdan yaklaştıkları ve tutumlarını ne şekilde belirttikleri oldukça
kapsamlı bir çalışmadır. Bunu göz önünde tutarak daha ağırlıklı genel değerlendirmeler yapmaya çalışılacaktır. Bu tarama ve derlemelerden sonra
her iki toplumun ve üçüncü tarafların -tabii onlara etki eden şeyler de göz
ardı edilemez- konuya ilişkin yaklaşımları arasındaki benzerlikler ve farklılıklar da ortaya konulacaktır.
277
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Ağırlıklı olarak Rusça kaynaklar üzerine yaptığım araştırmada istatistik verilerini şöyle sıralayabiliriz1:
Yahoo: Türk-Ermeni ilişkileri (турецко-армянские отношения)
isimli aramanın sonuçları 711 dosya, Türklerin Ermenilere yaklaşımı
(отношения турков армян) 1 320 dosya, Ermenilerin Türklere yaklaşımı (отношения армян туркам) 1 450 dosya, sadece soykırım (геноцид)
404 000 dosya, Ermeni soykırımı (геноцид армян) 121 000 dosya olarak
tespit edilmiştir.
Google: Türk-Ermeni ilişkileri (турецко-армянские отношения)
isimli aramanın sonuçları yaklaşık 198 dosya, Ermeni-Türk ilişkileri
(армяно турецкие отношения) 860 dosya, Türklerin Ermenilere yaklaşımı (отношения турков армян) 183 000 dosya, Ermenilerin Türklere
yaklaşımı (отношения армян туркам) 216 000 dosya, sadece soykırım
(геноцид) 2 200 000 dosya, Ermeni soykırımı (геноцид армян) 638 000
dosyadır.
alltheweb: Türk-Ermeni ilişkileri (турецко-армянские отношения)
isimli aramanın sonuçları yaklaşık 13 300 dosya, Ermeni-Türk ilişkileri
(армяно турецкие отношения) 1 130 dosya, Türklerin Ermenilere yaklaşımı (отношения турков армян) 306 000 dosya, Ermenilerin Türklere yaklaşımı (отношения армян туркам) 929 dosya, sadece soykırım
(геноцид) 109 000 dosya, Ermeni soykırımı (геноцид армян) 556 dosya
şeklinde tespit edilmiştir.
altavista: Türk-Ermeni ilişkileri (турецко-армянские отношения)
isimli aramanın sonuçları yaklaşık 718 dosya, Ermeni-Türk ilişkileri
(армяно турецкие отношения) 14 400 dosya, Türklerin Ermenilere yaklaşımı (отношения турков армян) 1 320 dosya, Ermenilerin Türklere yaklaşımı (отношения армян туркам) 1 460 dosya, sadece soykırım (геноцид)
404,000dosya, Ermeni soykırımı (геноцид армян) 121 000 dosyadır.
Яндекс.ru: Türk-Ermeni ilişkileri (турецко-армянские отношения)
isimli aramanın sonuçları yaklaşık 3 585 dosya, Ermeni-Türk ilişkileri
1
Bilgiler, 10-25 Şubat 2006 tarihleri arasında yapılan aramalardaki tespitlerdir.
278
Yrd. Doç. Dr. Sevinç ÜÇGÜL
(армяно турецкие отношения) 22 738 dosya, Türklerin Ermenilere yaklaşımı (отношения турков армян) 49 101 dosya, Ermenilerin Türklere
yaklaşımı (отношения армян туркам) 73 526 dosya, sadece soykırım
(геноцид) 887 471 dosya, Ermeni soykırımı (геноцид армян) 161 406
dosya olarak belirlenmiştir.
rambler.ru: Türk-Ermeni ilişkileri (турецко-армянские отношения)
isimli aramanın sonuçları yaklaşık 598 dosya, Ermeni-Türk ilişkileri (армяно-турецкие отношения) 1 213 dosya, Türklerin Ermenilere
yaklaşımı (отношения турков армян) 834 dosya, Ermenilerin Türklere yaklaşımı (отношения армян туркам) 4 560 dosya, sadece soykırım
(геноцид) 33188 dosya, Ermeni soykırımı (геноцид армян) 5 313 dosya
olarak tespit edilmiştir.
Rakamlara dikkat edildiğinde sempozyumun konusu başlıklı aramanın günümüzde bu etkinliği düzenleme gereği doğuran iddialar karşısındaki zaruretini bir kez gösteriyor.
Çalışma, İnternet’te aynı konunun farklı boyutları ve anlatımıyla derlenen bir içerik arz ettiğinden konudan konuya atlamaların zarureti doğuyor. Bu açıdan konular arasındaki sıçramalar da bu bildiriye özgü bir husus
sayılabilir.
Öncelikle Türkçe kaynaklardan kıyaslama şeklinde çok kısa bahsetmek uygun olacaktır.
Türk-Ermeni ilişkilerine dair Türkçe taranan sayfalarda, tarihsel süreç içerisinde konunun tarihî, hukukî, siyasî, sosyal, askerî, toplumsal,
ekonomik, sağlık, dinî ve diğer yönleri ele alınarak değerlendirilmektedir.
Türkçe kaynakların konuya gösterdikleri hassasiyet, kullanılan ifadelerde
bile fark edilmektedir. Şöyle ki, birçok metinde Ermenilerden Ermeni asıllı Türk vatandaşları diye bahsedilmektedir. Ayrıca sık sık konuyla ilgili
arşiv belgelerine değinilmesi ve Türk-Ermeni ilişkileri ile ilgili bir ihtisas
kitaplığı ve arşiv oluşturulması düşüncesinin gündeme getirilmesi de yine
bu hassasiyetin bir göstergesidir. Bu pencereden bakıldığında Yüzyıla Girerken Tarihe Dostça Bir Bakış, Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu gibi
bilimsel etkinliklerin düzenlenmesi de takdir edilecek konulardır.
Fakat son yıllarda Türk Tarih Kurumu, Türk-Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi, Türkiye Büyük Millet Meclisi genel kurulu gibi kurumlarca
279
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
konunun irdelenmesi ve incelenmesi Ermenileri açıkça rahatsız ettiğini
belirten yazılara da rastlanmaktadır. Bu türlü etkinlikleri alaya almalar,
Türklerin geç kalmış tepkisi, tarihi yeniden yazma çabaları gibi ironik yaklaşımlar sergilenmektedir. Türk tarihçileri ve bilim adamlarınca konunun
aslının dünya kamuoyuna duyurulma yönündeki çalışmalarını durdurmak,
duraklatmak ve engellemek için çeşitli yöntemlere başvurulmaktadır.
Ermeni Diasporası, Türklerin konuya yeni bir bakış açısı getirmelerini,
soykırımı kabul etmiş parlamentolara saygısızlık olarak değerlendirip bu
ülkeleri de zan altında bırakma çabası içerisindeler. Bütün bunlar değerlendirildiğinde, karşı tarafın konuya tek yönlü bakış sergilemesi, gerçekleri ortak değerlendirmeden kaçınması, durumu en çok zorlaştıran hususlar
arasındadır.
Ermeniler Türk tarafının yaklaşımını her ne kadar kendi söylemleriyle
geç kalmış bir yaklaşım diye tanımlayıp Türk tarihçilerinin ve bilim adamlarının bu veya diğer araştırmalarına karşı sert tepki gösterseler de bu tepkilerde tedirginlik, endişe ve bir korku sezilmektedir. Yıllardır tek taraflı
çalıp çağırdıkları konserinde şimdi karşılarına bir karşı taraf çıkmış ve bu
da onlara büyük bir endişe vermektedir. Konuyu saptırmaya çalışmaları,
Ermeni tarihçileri veya bilim adamlarının bu endişesinin bir göstergesidir.
Meselâ soykırımın reddi ile ilgili Türk tarihçilerinin, siyaset bilimcilerinin,
akademisyenlerinin yazılarına tepkilerini, bu güne dek soykırımı tanımış
ülkelere saygısızlık yapılıyormuş gibi farklı yönlere çekerek, yalancı iddialarla kandırdıkları ülkelerin de, zaman içerisinde zor durumda bırakılabilineceğinin uyarısını veriyorlar. Nedim Kaya’nın üç dilde Internet’te yer
alan Ermeni Soykırımı Hakkında Mit2 yazısı Ermenilerce çok büyük tepki
almaktadır. Bizans, Selçuk ve Osmanlı İmparatorlukları’nda Ermenilerin
yeri, rolü, siyasî ve dinî tutumlarını verilere dayanarak kısa ve öz bir biçimde anlatan bu makalede, aslında onların uluslararası arenada bir maşa
konumlarını da gündeme getirmektedir.
15-17 Mart 2006 tarihinde 24 ülkeden bilim adamlarının katılımıyla
İstanbul Üniversitesi tarafından düzenlenen Türk-Ermeni İlişkilerine Yeni
Bir Yaklaşım adlı sempozyum da geniş yankı bulmuştur. Konunu askerî,
sosyal ve psikolojik boyutunun ele alındığı bu sempozyuma Ermeni tarafından her hangi bir davetli katılmamıştır. Bunun sebebini tarihçi Prof.
Ruben Safrastyan, Noev Kovçeg gazetesinde3, Türkler Ermeni Soykırımı
Konusunu Tarihî Bir Tartışma Boyutuna Çekmek İstiyorlar başlıklı yazı2
3
http://www.karabakh-doc.azerall.info/ru/articls/artc025
http://noevk-1.hosting.parking.ru/article.asp?n=43&a=5
280
Yrd. Doç. Dr. Sevinç ÜÇGÜL
sında; Türk tarihçileri ile konunun her hangi bir düzeyde olursa olsun ilmî
tartışması her şeyden önce Ermeni soykırımını kabul etmiş ülkelere saygısızlık olur diye açıklamaktadır. Safrastyan, kendisinin yanı sıra Ermenistan Bilimler Akademisi’nin başkanı Aşot Melkonyan ve Soykırım Müzesi
müdürü Lavrenti Barsegyan’ın da davet edildiği bu sempozyuma katılıp
katılmama konusunu, Ermeni tarihçi bilim adamlarınca tartışmaya açılması gerektiğini belirtmiş ve Ermeni tarihinin trajik sayfası diye adlandırdığı bu konunun tartışılacak bir yönünün olmadığını bildirmiştir. Sempozyumda soykırım iddialarını çürütmeye çalıştıkları için mahkemelerce
yargılanma emri altında olan Yusuf Halaçoğlu, ABD’den Justin McCarty
ve İngiliz araştırmacı İrving gibi isimlerin de iştirak etmesinden rahatsız
olduğunu ima eden Safrastyan, bu üçlünün dünya bilim çevrelerince çok
ciddiye alınmadığını da fikirleri arasına eklemiştir.
Rusça kaynaklarda tıklanan her sayfada, 1894-1923 yılları arasında
Türkiye’de soykırıma hasredilmektedir yazısıyla başlayan bir metinle karşı karşıya kalıyorsun. Konu yelpazesi ise, başta soykırım iddiaları olmak
üzere, her şeyi kapsamaktadır. Taranılan kaynaklarda altının özellikle çizilmesi gereken şey, Ermeni şovenizmiyle zehirlenmiş bir tutkunun hâkim
olmasıdır. Ermenilerce veya Ermenilerin etkisi altında olan kişilerce yazılan hiçbir kaynakta nefretsiz, kinsiz bir yorum yoktur. Yıllarca yaşanılan
bir coğrafyada geçen çocukluk, yetişkinlik, yaşlılık, sevinçler, acılar, günlük yaşam uğraşları hiç olmamış izlenimi vardır.
23 Eylül 1991 tarihinde özgürlüğünü ilân eden Ermenistan, devlet
siyaseti olarak soykırımı ana madde haline getirdi. Azap çeken bir halk
imajıyla dünya arenasına atılma taktiğinin hazırlanması ve uygulanması,
diğer konuların üzerine çizik çekmekle mümkündü. Ancak, çok sayıdaki
kaynağın taranması sonucunda, uzun bir geçmişe sahip birlikte yaşanılan
gerçekleri anlatan bir çok kaynak bulunmasına rağmen, kendi iddialarını destekleyen yazılı kaynaklar yok denilecek kadar azdır. Bu kaynaklara
kişisel günce veya anılar da dahildir. Bu noktadan bakıldığında, iddiaların yelpazesinin genişliğinin bir prensip olmadığı, aşamalı kat edilen bir
siyasetin uygulanışı olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır: Maddî tazminat,
Büyük Ermenistan vs.
23 Ağustos 1990 tarihindeki Ermeni parlamentosunun deklarasyonunda geçen Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Batı Ermenistan’da 1915
yılındaki soykırımın yapıldığının uluslararası düzeyde itirafı için Erme-
281
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
nistan Cumhuriyeti her türlü faaliyeti ve gayreti destekleyecektir4 ifadeleri
ve BMT’nin 53. genel toplantısında Ermenistan Cumhurbaşkanı Robert
Koçaryan’ın Soykırımı hiçbir zaman unutmayacağız, tüm dünya bu trajediyi hatırlamalıdır, bu olay cezasız kalmıştır, uluslararası arenada yeterli
yankısı bulunmamaktadır ifadelerini kapsayan konuşması, kendinden önceki Ter-Petrosyan dönemindeki ılık ilişkileri kritikleştirmiştir.
Kandilli’deki Ermeni Kilisesi’nin baş papazı Dikran Gevorkyan bu
konuşmanın hemen ardından Kanal 6’da Koçaryan’ın bu ifadelerinde bazı
düzeltmeler yapmış ve Soykırımı ve tehcir farklı kavramlardır. O dönemin önde gelen isimleri emperyalist güçlerinin elinde araç olmuşlardı.
Patriarkın bile siyasete karışması kanımca büyük bir hata demiştir. Konuşma, siyasî içerikli dönemin olaylarının anlatımı ve Gevorkyan’ın dünyaya bakıldığında sadece Türkiye’de Ermenilerin kendi millî değerlerini
ve kimliklerini daha çok koruyabildiklerine dikkat çektiği ifadelerle devam etmektedir. Bu dünyada yaşanan bir gerçektir. Çünkü yurtdışındaki
Diaspora’ya Ermeniler, isim değişikliği yaptıktan sonra girebilirler. Bunun
altında yatan neden ise oradaki büyük kültürlerin küçük kültürleri yutma
gayretinde olmasıdır. Diaspora Ermenileri de çok iyi bilmektedirler ki
Amerika’da Ermeniler Pazar ayinlerini bile İngilizce yapmaktalar ve ortada unutulan ve kaybolan bir dil vardır.
22 Mayıs 1999 tarihinde Cumhuriyetin 75. yıldönümü dolayısıyla
İstanbul’daki Ermeni Patriği II Mesrop’un yaptığı konuşmadaki şu konuşmaları dikkat çekicidir: Osmanlı döneminde Sulatan Fatih Mehmet tarafından 1461 yılında Ermeni Patrikliği’nin açılmasına dikkatleri yönelterek
farklı dinlere ve kültürlere somut örnek göstermektedir. Tarihte ne Fatih’e
dek ne de ondan sonra bir dinin taşıyıcısı diğer dine ait bu denli üst bir
kurumun yapımı, faaliyeti için imkân sağlamamıştır. Mehmet Fatih İmparatorluk sınırları içerisinde Ermenilerin gelenek ve göreneklerini, dinî
inanışlarını ifa etmeleri için imkân sağlamıştır. İlk patriğimiz Hovagim
Bursinski’den başlayarak 83 Ermeni Patriği bu görevi yerine getirmiştir.
Dünyaya baktığımızda günümüzde bile 538 yıl öncesinde yapılmış bu hoşgörü ve saygı çok az görülmektedir.
Yine internette, 16 Mayıs 2006 tarihinde düzenlenecek Umum Dünya
Ermeni Kongresi ile ilgili çok sayıda dosya bulunmaktadır. Burada TürkErmeni ilişkilerinden değil, bıkmadan usanmadan konuşulan soykırımı iddiaları ve Diaspora’nın faaliyetleri ve planlarından bahsedilmektedir. İlk
4
http://noevk-1.hosting.parking.ru/article.asp?n=43&a=5
282
Yrd. Doç. Dr. Sevinç ÜÇGÜL
ve orta öğretim okullarında ideolojik propagandaya ağırlık verilmesi, Ermeni olmanın benlik şuuruna yerleştirilmesi ve dilin korunması yönünde
mesajlarla dolu programıyla Büyük Ermenistan ideasının hayata geçirilmesini ana madde olarak kabul eden Dünya Ermeni Kongresi’nin temel
amacı, Türk-Ermeni ilişkilerinde soykırımın kabulünün yolları ve araçlarını ortaya koymaktır.
MCB SNG bölgesinde Ermenilerin bağımsız gazetesi Noev Kovçeg’in
13.04.2006 tarihli sayısında Ara Abramyan, Umum Ermeni Sorunu: Soykırımın Yaralarını Sarmak başlıklı yazısında Ermeni Uluslararası Hukuk
ve Siyaset Bilimi Enstitüsü’nün Moskova’da yayınladığı Hukuk bilimleri doktoru Yuriy Barsegov tarafından hazırlanmış olan Ermeni Soykırımı,
Türkiye’nin Sorumlulukları ve Dünya Kamoyununun Görevleri, Belgeler
ve Şerhler adlı üç ciltlik kitabın tanıtımını yapmaktadır. Tanıtımda, Türk
üniversitelerinde Ermeni soykırımı konusunun ders müfredatında yer
alacağıyla ilgili konu ele alınmakta ve oldukça farklı boyutta değerlendirilmektedir. Uygulamanın, Amerikan baskısıyla emri vaki uygulanmaya
başlandığı ve 3 Ocak sayılı Agos gazetesinin haberlerine göre hava kuvvetleri emekli generali Erdoğan Öznel başkanlığında bir komisyonca değerlendirilip uygulamaya konulacağından, Öznel’in konuyla ilgili üniversite
rektörlüklerine yazılı mektup gönderdiğinden bahsedilmektedir. Aslında
burada hükümetin üniversitelerle işbirliği çerçevesinde konuyu güncel tutmasından doğan bir endişe sezilmektedir5.
Taranan kaynaklar arasında sosyolojik bakımdan üzerinde durulması
gereken bir dosya6 da, 2001 yılında Sosyolog Gevork Pogosyan ve Ferhand
Kent başkanlığında TESEY merkezince yapılan bir sosyoloji araştırmasıdır. Türkiye’nin 68 vilâyetinden 34’ünde, Ermenistan’ın 11 vilâyetinden
21’inde yapılan ve 1219 Türk ile 1000 Ermeninin katılımıyla gerçekleşen,
iki ulusun bir birini ne kadar tanıdığı, ilişkileri ve ileriye yönelik durumlarını ortaya koymak için yapılan bu çalışmanın sonuçlarının değerlendirildiği
ve Gevork Petrosyan’ın yaptığı yorumları içeren bu yazıda bazı gerçekler
saklanamamıştır. Ermenilerin sayıca çok olması ve üç denizle çevrili coğrafyasının olması gibi sonuçları Ermeni sosyolog garip bulsa da, Büyük Ermenistan hayalinin yazılı kaynaklarda ne kadar geniş yer aldığını göz ardı
etmiştir. Tanınmış Ermenilerden Şarl Aznavur ve Matilda Manıukyan’ın
isminin anılması da sosyologu şaşırtan bir başka konudur.
5
6
http://www.armenia.ru/azg/20030215/2003021507.shtml<BR< a> />
http://www.iravunk.com/rus/2004/print/c4802.html
283
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Ermenilere, Türkler sorulduğunda oldukça detaylı bilgilerin ortaya
çıktığından bahsedilmektedir. Abdülhamit, Enver Paşa, Talat Paşa’dan
başlayarak Demirel, Tansu Çiller’e kadar 60-70 arasında isim yer almış
ve bunlardan futbolcu Hasan Şaş, sanatçı Tarkan en popüler isim gibi ifade edilmiştir. Burada da bir gerçek ortaya çıkmaktadır. Ermeniler Türkleri
çok da ilgilendirmiyor. Birlikte yaşama veya evlilik gibi konularda, Ermenilerden % 98’i çocuklarının Türk ile evlenmesine karşı çıkarken, tam
tersine yapılan ankette tüm Türkler bu konuya olumlu bakmıştır. Sosyolog Pogosyan’ın konuya bakışı Ermenilerin Türkiye’de yaşamış ve yaşıyor olması ve Türklere hiçbir zaman zarar vermemesine bağlarken, böyle
denmemesi için bir sebebin yokluğundan öte Türklerde şovenizm ve insan
sevgisinin ağırlığını göz ardı etmiştir.
Anket değerlendirmesinin sonucu daha ilginçtir. Soykırımın Türkiye
resmî makamlarınca kabul edilmesi veya edilmemesi, onun Avrupa ailesine entegrasyonunu belirleyecek bir konu olarak görülmektedir. İki konu
arasında kurulan bu ilgiyi anlamak mümkün değildir.
Ermeniler ve Türkler arasında yapılan bu anket sonucu bile, her iki
ulusun bir birini tanımadığını ortaya koymaktadır. Tarihten akıp gelen
kin ve propagandalar bugünkü kuşakları birbirine yabancı hale getirmiştir. Sitelerde Ermeni konusu ile ilgili bütün ülkelerden uzmanı olan bilim
adamlarının katılımıyla objektif ve bilimsel bir yaklaşıma çağrı hakimdir.
Konuya Ermeni ve yabancıların gözüyle bakıldığında gerçeklerin göz ardı
edilmemesi istenmektedir.
Edebiyatta konunun yansımalarına gelince, taradığımız onlarca sayfada Türk edebiyatçıları Ermeni şair ve âşıklarının sanatında bu bahsettiğimiz motifleri inceliyorlar. Meselâ: Dr. Ahmet Ertuğrul’un Ermeni Meselesine Edebiyat Penceresinden Bir Bakış adlı makalesinde Türkiyeli Ermenilerin dünyanın hiçbir yerinde, bütün iyi şartlara rağmen unutamadıkları
komşuları, köyleri, evleri ve Türk dostları, meydana getirdikleri edebiyat
eserlerinde sürekli ana temayı oluşturmuştur. Bu eserlerde derin daüssıla
duygusu hâkimdir. Bu da aslında her iki milletin tarihî beraberlikte uyum
içerisinde, barış ve huzurlu bir ortamda yaşamış olduklarını göstermektedir. Öyle ya, insanlar zulüm gördükleri, aşağılandıkları, can güvenliği
bulamadıkları bir yeri niçin özlesinler ki?!.. diye yazmaktadır7.
Güzellik peşinde olan bir sanat olan edebiyat bile Ermenilerin bu ideolojisine, propagandasına öncüllük etmektedir. Türkçe sitelerde Türk ve
7
http://www.zaman.com.tr/?hn=171006&bl=yorumlar&trh=20050507
284
Yrd. Doç. Dr. Sevinç ÜÇGÜL
Ermeni edebiyatında, halk sanatında, âşık edebiyatında dostluk motifleri aranırken Ermeni edebiyatında olumlu Türk karaktere tesadüf edilmemektedir. Bunun dışında diğer edebiyatlara da etki yaparak kendi acılarını
beşeri acı seviyesine kaldırmışlardı. Umarım kitabım bir katalizator olmayacaktır diye yazısıyla karşımıza çıkan aslında üçüncü taraf gibi görünen İspanyol yazar Gonsalo Guarço Ermeni Soyağacı8 kitabı hakkında çok
sayıda yazı vardı. Ermenistan Yazarlar Birliği’nin başkanı Levon Ananyan
İspanyol yazarın konuya yaklaşımını; Haktan yana, hakikat peşinde olan
yazarların asrın başlarındaki Ermeni trajedisine duyarsız kalamamasına
bağlasa da yazarın kendisi Ermeni Soyağacı romanı nasıl doğdu sorusunu
şöyle yanıtlar: Terez Jindro Agapyan isimli İsviçreli bir Ermeni kadınla
tanışan yazar kadının Ermeni trajedisiyle ilgili anlattıklarına bigane kalamamış ve ‘bu cinayet saklı kalmamalı ve bunu dünya bilmelidir diyerekten
kolları sıvamıştı. Birinci Dünya Savaşı’na katılmayan İspanya’nın duyarlı
yazarı Ermeni kadının anlattıklarından aşırı etkilenerek materyal toplar
ve bu konuyu bir romanda kurgular. Romanın kahramanı babası Türk, annesi Ermeni bir kadındır. Kadın damarlarından akan Ermeni kanının baskısıyla, Ermeni soyağacını arar. Yazar David Muradyan Adalete yolları
sadece vicdanın parlamentosu olan edebiyat yol açar. Çeşitli edebiyatlara
bizim acımıza ortak oldukları için minnettarız. Bu gün bu İspanyol edebiyatıdır..
İtalyan yazar ve Doğu Hıristiyan kiliseleri üzerine araştırmaları ile
tanınan bilim adamı Covanni Guayata’nın da Ararat’tan gelen Çığlık: Armin Vegner ve Ermeni Soykırımı (Moskova, 2005) kitabı hakkında geniş
yazılar yer almaktadır. Ermeni edebiyatında Türk kelimesi diye aranan
kaynaklar son derece üzücüdür. Burada kastedilen üzülme, Türk imajına
yaktıkları olumsuz çizgiler değildir. Bir ulusun sanatı bu demli ideolojik
silaha çevirip, çevresine, milletine, gençliğine ve geleceğine kin dolu,
nefret dolu bir edebi miras bırakmasıdır. Хачатура Абовяна (1809-1848)
eserlerinde onun yaşıdı Türk ve Azeri yazarlar halkalar dostluğundan bahsederken Araks ırmağının öte tarafındaki barbar Türkler diye Azerilerden
bahseder ve halkının onların her an hucum edip onları yok etmesi korkusuyla yaşadığını yazar. Tarihe bakıldığında Abovyan’ın yaşadığı yıllarda
hiç bir problem yoktu. Fakat edebiyat tarihçileri ve eleştirmenler konunun
tarihine bakmaksızın burada da uydurma bir yol takip etmişlerdir. Ermeni şairi Mkrtiç Peşiktaşlıyan’ın (1828-1868) şiirlerinde karanlık gecelerde
8
Kitap İspanyolca’dan Ermenice’ye Meri Sukiasyan tarafından çevrilmiş ve Californiya
Üniversitesi’nden Prof. Richard Ovannisyan sonsöz yazmıştır.
285
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
bahsettiği tehlikelerin de Türkleri ima ettiği belirtilir. Durum aynı. Garegin
Servandztyan’ın (1840-1892): Toros Axbar adlı kitabında Zile’deki Ermenilerin hepsinin Türkçe konuştuklarını Ermeni edebiyatçıları bir baskının
sonucu olarak açıklar, bu insanlarda millî Ermeni ruhunun öldüğünü yazarlar. Sovyet dönemi Ermeni edebiyatında da bu motif devam etti. Yazarlar roman kahramanlarının çocukluklarından, anılarından bahsederek bu
konuyu unutturmadılar ve güncel tutmaya gayret ettiler. Vahan Totovents
(1894-1938) öykülerinde terk etmek zorunda kaldığı yerlere özlemini dile
getirerek hasretinin sebeplerine değinir.
Tarihi, tarihçiler değil halk yaratır. Tarihçisi, edebiyatçısı, dilcisi, sosyologu, iktisatçısı, hukukçusunun anlatacaklarıyla birlikte sıradan insanların birlikte paylaştıkları yaşamdan bahsetmekle de tarihimize yapılan
önyargı yok edilmeli, kendi içimizde değil herkesle konuşmak, paylaşmak
için günümüzün fırsatından yararlanılmalıdır. Çok sayıdaki materyalleri
tararken, dünya kamuoyunu etkilemede her Ermeninin sadece bunu yaptığına kanaat getirilir.
286
Yrd. Doç. Dr. Sevinç ÜÇGÜL
Kaynaklar
1. http://www.google.com
2. http://www.altavista.com
3. http://www.iravunk.com/rus/2004/print/c4802.html
4. http://www.zaman.com.tr/?hn=171006&bl=yorumlar&trh=20050507
5. http://www.souzarmyan.ru/k2analnews.php?Action=Full&NewsID=1957
6. http://www.armenia.ru/azg/20030215/2003021507.shtml<BR< a> />
7. http://noevk-1.hosting.parking.ru/article.asp?n=43&a=5
8. http://www.karabakh-doc.azerall.info/ru/articls/artc025
9. http://noevk-1.hosting.parking.ru/article.asp?n=43&a=5
287
OSMANLI TOPLUMUNDA BİRLİKTE YAŞAMA
ANILARINDAN SEÇMELER
Dr. Seyfullah KORKMAZ
Erciyes Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi
E-mail: [email protected]; Tel: 0 536 346 15 74
Özet
Bu araştırmada, Osmanlı hoş görüsü içerisinde birlikte
yaşamış olan toplumların özellikle de Ermenilerin eski
günlere dair hatıralarından seçmeler bir araya getirilmiştir.
Bunlardan ilki Amerikalı yazar Leonard Ramsden Hartill’in
Men Are Like That isimli eserine konu olan, Ohannes Apresyan isimli bir Ermeni subayın belgesel niteliğindeki
anılarından tebliğ başlığına uygun nitelikte olanlarından
seçmelerdir.
Ohannes Apresyan, babasının varlıklı bir Ermeni tüccar olduğundan, Ermenilerin halkın zengin tabakasını oluşturduklarından, köylerinin yarı yarıya Türk ve Ermenilerden
meydana geldiğinden bahsetmekte ve çocukluk arkadaşlarının çoğunun da Türk olduğunu söylemektedir.
İkinci sırada, önceleri Darende’de yaşayan, sonradan 1915
yılında çıkarılan İskân Kanunu gereği Halep’e (ki o zaman
Halep, en emin ve müreffeh şehirlerden biri idi) yerleştirilen Ermenileri, Darendelilerin unutmadıkları ve bir iş için
ya da hacca gidişlerinde Halep’te onları ziyaret ettiklerine
dair hatıralar anlatılmıştır…
Bu araştırmada sıralanan onlarca hatıra gösteriyor ki tüm
insanlar Osmanlı Devleti dahilinde, birlikte huzur ve barış
içinde yaşamışlardır.
Dr. Seyfullah KORKMAZ
Giriş
Bu bildiride, Osmanlı hoş görüşü içerisinde birlikte yaşamış olan insanların, özellikle de Ermenilerin bizzat yaşadıkları ve başka tanıklarca da
doğrulanmış anılarından seçmeler bir araya getirilmiştir. Söz konusu hatıralara konu olan olaylar, Erzurum, Kars, Darende, Gemerek ve Özvatan1
çevresinde geçmiştir.
I- Bir Ermeni Subayın Anıları
Sunacaklarımın ilki, Amerikalı yazar Leonard Ramsden Hartill’in
Men Are Like That isimli eserine konu olan Ohannes Apresyan isimli bir
Ermeni subayın anılarından seçmelerdir:
Adım Ohannes Apresyan’dır. 1892 yılında Suşa bölgesindeki Kakandi
köyünde doğdum. Annemi hatırlamıyorum. Babam emlâk ve çiftlik sahibi
varlıklı bir insandı..
Birinci Dünya Harbi’nden önceki devrede bu bölgedeki emlâk sahipleri ve ticaret adamları Ermenilerdi. Büyük çapta emlâk sahip olmaları ve
ticareti ellerinde bulundurmalarından ötürü Ermeniler halkın varlıklı ve
yüksek tabakasını teşkil etmekteydiler...
Benden biraz daha büyük olan ağabeyim ve diğer birkaç Ermeni çocuk dışında çocukluk arkadaşlarımın hepsi çiftliğimizde çobanlık yapan
1
Eski ismi Çukur’dur.
291
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Türk çocuklarıydı. Türklerin çoğu fakir insanlardı, bazıları köylerde yaşar
ve sahip oldukları küçük tarlalarını sürerek çiftçilik yaparlardı. Büyük bir
kısmı da göçebe atalarının yaşadıkları hayat şeklini değiştirmemişlerdi.
Bunlar, mevsimlere göre değişen otlak yerlerini bulmak için sürülerini,
ovalardan dağlara, dağlardan ovalara sürerlerdi.
Evden okula, okuldan eve yürüyüşümde bana katılan arkadaşlarımın
bazıları da yine köyümüzdeki Türk çocuklarıydı.
Suşa kasabasının halkı, köyüm Kankandi gibi yarı yarıya Türkler ile
Ermenilerden oluşuyordu. Yaşlı bir Türkü evimize çağırıp, ona evimize
girip bir yerde saklanmış olan tehlikeli bir yılanı yakalattığımızı hatırlıyorum. İhtiyar Türk, yılanın birkaç kere göründüğü odanın ortasında bağdaş kurup oturdu. Yanına içi boş bir torba koydu. Koynundan bir Kur’an
çıkarıp sakin ve monoton bir sesle okumaya başladı. Biraz sonra yılan
ortaya çıktı. Ara sıra duraklayarak ve kafasını kaldırarak ihtiyarın sesinin
ahengine uygun bir şekilde sürünmeğe başladı. Elinin uzanacağı bir yere
varınca, ihtiyar Türk, sesinin ritmini bozmadan Kur’an okumasına devam
ederken yavaşça elini uzatıp ani bir hamle ile yılanı kafasının gerisinden
yakaladı. Bir an sonra da yılan, elindeki torbanın içine girmişti. Bu anlattıklarım gibi Türklerle ilgili diğer pek çok olaylar (1905 öncesi) çocukluk
günlerimi renklendirmiştir2.
Bu kitapta sıralanan anıların hepsinin bu şekilde birlikte yaşama sanatı anısı olamadığını söylemek isterim. Çünkü, 1905’ten sonra özellikle Çarlık Rusyası, Fransa ve İngiltere’nin Türk vatanı dahilinde huzur ve
refah içinde yaşayan Ermenileri, Türklerin aleyhine tahrik ve teşvikleri3
sebebiyle birlikte mutlu yaşama ortamı bozulmuştur. Bir Ermeni subayın
bizzat yaşadığı anılarından oluşan bu kitap, başka bir yönü ile de yüz binlerce savunmasız Türkün Ermeniler tarafından katledilişinin belgesidir.
Ohannes Abresyan, katlettikleri kimselerin, kendilerine karşı savaşmaya
çıkmış kimseler olmadıklarını, silâhsız ve savunmasız insanlar olduklarını
söylemektedir. İşte, kitabın farklı sayfalarından seçtiğin diğer bir kaç anı2
3
Leonard Ramsden Hartill, Men Are Like That, The Bobbs-Merrill Company, Indianapolis
1926, s.1-15; Çeviri Kerim Cengiz Kevenk, İnsanlar Böyledir, Baylan Matbaası, Ankara
1978, s.1-9.
Ayrıntılı bilgi için bkz. Hüseyin Nazım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi, Başbakanlık Devlet
Arşivleri genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın No: 15, Ankara 1998;
Abdurrahman Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ocak Yayınları, Ankara 1997, s.98-120;
Mehmet Saray, Türk-İran İlişkileri, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk
Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1999, s.100, 104.
292
Dr. Seyfullah KORKMAZ
sını da, benzeri olayların tekrar yaşanmamasını dileyerek burada arz etmek
istiyorum.
Leonard Ramsden Hartill, arkadaş olduğu Ermeni subay Ohannes
Apresyan’ın anılarını tespit etmeye karar verişini şu şekilde anlatmaktadır:
...Örneğin bir gezimizde İran ve Ermenistan sınırı yakınlarında içine
girilebilir, ayakta kalmış tek binası yarı yıkık bir cami olan, harabe halindeki Türk köyünde gecelemek zorunda kalmıştık. O gece Ohannes’e bu
köy ve bu köyün tahrip edilmesine dair bir şey bilip bilmediğini sordum.
Soğukkanlılıkla ve sanki önemsiz bir şey söylüyormuş gibi Evet dedi. ‘Bu
köyün yıkılmasına ve yağmalanmasına ben de yardım ettim. Harabeler
arasında şurada burada gördüğün insan kemiklerinin sahiplerinin öldürülüşlerini gözlerimle gördüm. Bu köyde bir Türk vardı.. Yaşlıca bir adamdı.
Bu Türk gibi cesur ve kahraman adamı ömrümde görmedim4...
Yer ve tanıklarla doğrulanacak nitelikte bir olaylar dizisi olduğunu gören Leonard Ramsden Hartill, Ohannes’i anılarını anlatmaya ikna eder ve
bunları bir kitap haline getirir.
Ermeni subay Ohannes Apresyan anlatıyor:
…Bahsettiğim olay gibi olaylar, Taşnak hükümetine, Türklere karşı
yapılacak bir misilleme hareketi için aramakta oldukları bahaneleri vermişti. Tatar Türklerine karşı açılan savaş kısa zaman içinde tam bir yok
etme savaşı halini aldı. İnsanın aklının alamayacağı ve kelimelerle ifadesine imkân olmayan korkunç şeyler oldu. Benim de katılmış olduğum
bu hareketlerde görmüş olduğum sahneler ve tanık olduğum olaylar beni
hasta etti. Maalesef harp insanların korku, nefret ve melunluk hislerinin
boşaldığı korkunç bir şeydir.
Türklerin Türkiye’deki Ermeni meselesini, Ermenileri sürmek5 suretiyle hallettikleri gibi, biz de Ermenistan’daki (kontrolümüz altına giren
yerlerdeki) Türk problemini halletmeğe giriştik. Türklerin kaçmalarına
imkân verecek yolları ve dağ geçitlerini tutarak kapattık. Hemen yok etme
işine giriştik. Birliklerimiz, birbiri ardına köyleri kuşatıyordu. Topçu ateşi ile izbe köy evleri taş ve toprak yığınları haline getiriliyor ve köylüler
4
5
Hartill, a.g.e., Önsöz; Kerim Cengiz Kevenk, a.g.e., s.III.
Her ne kadar anı sahibi burada sürmek kelimesini kullanışmışsa da buna katılmamız mümkün değildir. Çünkü Osmanlı Devleti, Ermeni İskân Kanunu’nu çıkararak o günlerde Osmanlı Türk vatanının en emin yerleri olan Halep ve yakın bölgelerine Ermenileri iskân
etmiştir.
293
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
köyde barınamaz bir hale gelip, köy dışındaki kırlara kaçmaya başlayınca da tüfek mermileri ve süngülerle işlerini tamamlıyorduk. Hiç şüphesiz
ki Türklerin bazıları kaçabildiler. Bunlar ya dağlarda kendilerine sığınacak bir yer bulabildiler veyahut da sınırı (kontrolümüz altındaki bölgeyi)
aşıp Türkiye’ye kaçtılar. Geri kalanlar ise tamamen öldürüldü. Böylece
Nahcivan’dan Akilkelek’e kadar bütün sınır bölgesi, Ağrı dağının eteğindeki sıcak ovalardan kuzeydeki soğuk dağ yaylalarına kadar her yer, yerle
bir edilmiş Türk köylerinin dilsiz kalmış harabeleri ile doldu. Şimdi bu
köylerde, buralarda kalmış insanların kemiklerini bulmak için giren kurt
ve çakalların ulumalarından başka bir ses duyulmaz.
Bu köylerden birinin zapt edilip yağma edilmesi sırasında vuku bulan
bir olay karşılıklı kin ve nefretin ne derece büyük olduğunu gösteren bir
misaldir. Dev yapılı bir Tatar (Türk) vardı. Çok güzel dövüşüyordu. Bir köy
evinden fırlayıp elinde bir tüfekle bir grup Ermeni askerinin ortasına atıldığını ve tüfeğinin dipçiği ile askerleri sağa sola dağıttığını gördüm. Her
taraftan üzerine ateş ediliyor, fakat o Allah Allah diye haykırarak tüfeğini
savuruyor ve çevresini dolduran bir sürü Ermeni askeri ile savaşıyordu.
Askerlerden birisi süngüsünü Türkün göğsüne saplamayı başarmıştı. Süngünün ucunun adamın sırtından çıktığını gördüm. Türk ise vücuduna girmiş olan süngüyü taşıyan tüfeği namlusundan yakalamıştı. Ermeni asker
de tüfeğini Türkün vücudundan kurtarmaya çalışıyordu. Bu boğuşma sırasında Ermeni hesapsızca ona yaklaşınca, Türk birdenbire tuttuğu namluyu
bırakıp Ermeni’yi gırtlağından yakaladı. Bu esnada diğer Ermeni askerler
bu iki dövüşçünün etrafında bir halka yapmış kahkaha ve haykırmalarla
onları teşvik ediyorlardı. İkisi birden yere düştüler. Bu sırada dövüşü seyretmekte olan Ermenilerden biri yerden koca bir kaya parçası yakalayarak
Türkün kafasına indirdi. Türk kafasına yediği kaya ile dövüşmeyi bırakıp
sessiz ve hareketsiz kalmıştı. Süngüleyen Ermeni ayağa kalkıp Türkün vücudundan süngüsünü çekip çıkardı. Süngüyü dudaklarına götürdü, sıcak
kanı yalayıp, tatlı tatlı diye bağırdı.
Bir gece, kısa bir süre önce bir Tatar Türk köyü olan bir harabenin
yanından geçiyordum. Yıkılmış evlerin birinin önünde bir ateş yakılmıştı.
Ateşe doğru yürüdüm. Ateşin etrafında bir grup Ermeni askeri oturuyorlardı. Aralarında da henüz çocuk denecek yaşta iki Türk kızı vardı. Kızlar
yere çömelmiş ve ara sıra gelen hıçkırıklarla sessiz sessiz ağlıyorlardı. Kırılmış ev eşyaları ve Türk köy evlerinin diğer malzemesi etrafa saçılmıştı.
Keza orada burada ölüler de yerde yatıyordu.
294
Dr. Seyfullah KORKMAZ
Kızları kurtarmak için maalesef geç kalmıştım. Fakat bu zavallılara
elimden gelen yardımı yapmak istedim. Kendi lisanları ile hitap ederek artık korkmamalarını söyledim. Benden kendilerine bir zarar gelmeyeceğini
sadece kendilerine yardım etmek istediğimi anladıkları zaman ıstırapları
yine boşalarak acıklı şekilde hüngür hüngür ağladılar. Askerlerden korku
ve dehşete kapılmışlardı ve onların yanında kızları teselli etmeğe imkân
yoktu. Kızları yanıma alarak oradan uzaklaştım ve zaferlerinin kendilerine
sağladığı nimeti ellerinden aldığımı zanneden askerleri de çirkin bir ruh
haleti içinde bıraktım. Bir iki kilometre ötede yine aynı akıbete uğramış diğer bir Müslüman Türk köyüne geldik. Karanlık basmıştı ve geceyi orada
geçirmeye karar vermiştim. Yanımdaki yiyeceği Türk kızlarıyla paylaşıp
harap olmuş köyde biri kendim diğeri de onlar için ayrı ayrı barınacak
birer yer buldum. Az sonra uyumuştum. Gece yarısı, devamlı bir şekilde
ağlayan bir çocuk sesi ile uyandım. Ay ışığı hayal meyal etrafı görmemi
sağladı ve bana burada cerayan etmiş olan diğer bir facianın bütün ayrıntılarını gösterdi. Ağlayan çocuğun sesini rehber alarak görünüşünden
bir Türk ailesinin evi olduğu anlaşılan bir ev yıkıntısının avlusuna geldim.
Avlunun köşesinde ölü bir kadın yatıyordu. Gırtlağı kesilmişti. Kadının üstünde bir yaşında kadar bir kız çocuğu duruyor ve ölü kadının memesinden
süt emmeğe çalışıyordu. Çocuğu kucağıma alıp cebimde kalmış olan ekmek
parçasını su ile ıslatıp doyurabildiğim kadar çocuğu doyurmaya çalıştım.
Sonra da çocuğu o gece bakmaları için ayrı bir odaya yerleştirmiş olduğum iki Türk kızının yanına bıraktım. Ertesi gün bir fırsat çıkmasından
faydalanarak bu üç talihsiz çocuğu Amerikan yetimhanesinde yetiştirilmek
direktifi ile Kars’a yolladım. Türk köyleri bu şekilde temizlendikten sonra
ben de tekrar Kars’taki eski alayıma katıldım6.
Ermeni subay Ohannes Apresyan, bölgelerindeki Türklerin kökünü
kazıdıklarını7 ifade ettikten sonra, bir insan olarak üzüntüsünü açığa vurup, katlettikleri insanların savunmasız zavallılar olduğunu da şu ifadeleri
ile dile getirmiştir:
Ben öyle katliam sahnelerine tanık oldum ki buralarda öldürülmüş
yerde yatan insanların sayısı, sonbaharda bir ormanda yere düşen yaprakların sayısı gibiydi. Bunlar koyunlar gibi biçare ve savunmasız insanlardı.
Bunlar harpte ölen askerler gibi, silâhları ellerinde, ateşe ateşle karşılık
vererek ve cesaretle çarpışarak ölmemişlerdi. Bunlar zavallı ve çaresiz insanların ölmesi gereken şekilde, kalpleri ve zihinleri ölümün kendisinden
6
7
Hartill, a.g.e., s.204-210; Kevenk, a.g.e., s.167-170.
Hartill, a.g.e., s.217; Kevenk, a.g.e., s.179.
295
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
daha korkunç olan korku ve dehşetle dolu olarak ölmüşlerdi. Böyle bir katliamın yapıldığı yerde toprak çürümeli ve toprağın üzerindeki gök ilelebet
kararmalıdır. Hâlbuki bu yerler gene de güneşin sıcak ışınları ile ısınmakta ve her yerde olduğu gibi bu yerlerin de üstünü mavi gök kaplamaktadır.
Burada kuşlar yine ötmekte ve çiçekler aynı güzellikte açmaktadır8.
II- Robert Dunn’un Anıları
Ermeni subay Ohannes Apresyan’ın (bir önceki başlık altında) dile getirilen anılarını, Amerikalı yazar Robert Dunn, Word Alive A Personal Story
isimli eserinde doğrulamaktadır. Robert Dunn, Birinci Dünya Savaşı’na
katılmış ve Amerika Fevkalâde Komiseri Amiral Biristol’un haber alma
subayı olarak görev yapmıştır. Bu görevi esnasında Doğu Anadolu, Rusya
ve Kafkasya’da çalışmış olan yazar, Ermeni ordusu komutanı Drastamat
Kanayan’ın, -kısa adı ile Dro’nun- daveti ile Ermenilerin askerî bir hareket
şeklinde yapmakta oldukları Türk köylerini birer birer yok etme (soykırım) işine (görgü tanığı) misafir bir devlet subayı olarak katılmıştır9.
Robert Dunn, söz konusu eserinin 21. bölümünde özetle gördüğü şu
gerçekleri anlatmıştır:
..Ermenilerin, politik kontrollerini genişletirlerken Türk köylerinde
yaptıkları tahribatlar.. Amerikan halkına açıklanmamış hakikatlerdir. Ermeni Generali Dro’nun yaptığı bir harekâta katıldığımda bunlara bizzat
kendim de tanık oldum10...
Erivan’da bulunduğum günlerde, Ararat dağının eteklerinden devamlı
olarak silâh seslerinin geldiğini duyuyordum. Türk-Ermeni çatışması sanki balkonumun hemen önünde cerayan ediyordu. Fakat bu çarpışmaları
bizzat müşahede etmem, Ermeni ordusu haber alma bürosunda Ermeni
bir yüzbaşıya rastlamamla gerçekleşti. Subay gülümseyerek ‘Adım Merrimanov, General Dro’nun (Drastamat Kanayan’ın) emir subayıyım. Yarın
birliklerimize evrak götürmek için Karabağ’a gideceğiz. Sizleri de eşlik
etmeniz için davet ediyorum’ dedi.
Dro (Drastamat Kanayan), Ermeni ulusal lideri, efsaneleşmiş çete
başı, şimdi ise Ermeni ordusu başkomutanı idi. 1915 yılında Çarlık Rus or8
9
Hartill, a.g.e., s.218; Kevenk, a.g.e., s.180.
Robert Dunn, World Alive A Personal Story, Crown Publishers, Inc., New York 1952, Copyright 1956, by the estate of Robert Dunn, Library of Congress Catalog Card Number 567189, s.347-365; Kevenk, a.g.m., s.259.
10 Dunn, a.g.e., s.347; Kevenk, a.g.e., s.259.
296
Dr. Seyfullah KORKMAZ
dusunun Erzurum’u işgal etmesi sırasında (Türklere verdiği büyük zararlar sebebiyle) Grand Duke Nicholas tarafından (yanaklarından) öpülerek
madalya ile ödüllendirilen çeteler reisi.. Altıncı hissim bana ‘git Dro’yu
gör’ diyordu.
...Nihayet Dro’nun (Drastamat Kanayan’ın) karargâhına ulaştım.
Beni toprak zeminli bir odaya yerleştirdiler. Ertesi sabah çay içerken Dro
ve adamları bir haritayı masanın üzerine yaydılar. Plan üzerinde görüşülerek Müslüman Türk köylerine karşı bir harekat düzenleniyordu.
‘Dro’nun kuvvetleri 60 kişilik birlikler halinde, ekseriyeti süvarilerden
oluşan gruplar halinde’ ifadelerini içeren raporumu Amiral Bristol yakında okuyacaktı11.
Çul (Djul) denen bir köyün adı oradaki herkesin ağzındaydı. Dro ‘hareket üç saat sürecek, köyü üç tarafından kuşatıyoruz’ dedi. Merrimanov
da ‘The man on foot will not shoot, but use only the bayonets: piyadeler
ateş etmeyecekler, sadece süngüleri ile iş görecekler’ diyordu. Dro da ‘moral bakımından’ diye ekledi. Devam ederek, ‘Müslümanlara bizim zalimliğimizin üstün olduğunu gösterip kendilerine dehşet salmamız gerek’ dedi.
‘Bu askerlere mi yoksa sivillere mi yapılacak’ diye sordum.
‘İkisi arasında bir fark yok’ dedi Dro. ‘Üniforma giysin veya giymesin
hepsi de silâhlı’ diye ekledi.
‘Kadınlar ve çocuklar ne olacak’ diye tekrar sordum
‘Kaçabilirlerse diğerleri ile birlikte kaçarlar’ dedi12.
Yüksekçe bir tepeden Çul’a bakmaktayım. Köyü sis ve duman sardığından bir şey göremiyordum. Aşağılardan top patlamaları ve makineli
tüfek sesleri işitiliyordu. Bu seslere sığırların böğürmeleri ve köpeklerin
havlamaları karışıyor fakat bir şey görülmüyordu. Nihayet sis ve duman
açılmağa başlarken önce yavaştan başlayıp, gitgide artmak üzere insan
çığlıkları da duyuluyordu. Bu arada ağaçlar arasındaki bir cami ve dar
yollar görünmeye başladı.
...Topun başındaki Ermeni, topu tekrar tekrar doldurup (köye doğru)
ateşlerken her ateşlemede diğer erler komik hareketlerle kaçışıp kayalıkların arkalarına saklanıyorlardı. Atışların gürültüsü ile bunların mermileri,
dere ve sel yataklarından beyaz dumanlar saçarken köyden yükselen kadın
feryatlarını duyulmaz hale getirmişti.
11 Dunn, a.g.e., s.350-354; Kevenk, a.g.e., s.260-261.
12 Dunn, a.g.e., s.358; Kevenk, a.g.e., s.261.
297
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Nihayet topçu ateşi durdu. Ben de hemen atıma atlayıp, atı Çul’a sürdüm. Kasaba halen yanmaktaydı. Sert çalılıklarla kaplı dik bir yamaçtan
inerek ağaçlar arasına serpilmiş, içlerinden duman çıkmakta olan evlerin
bulunduğu düzlük bölgeye ulaştım. Silâh arkadaşlarım köyün hayvanlarını, birkaç öküz ve koyunu köyün harman yerine doğru götürüyorlardı13.
Evlerden cesetler çıkarılmaya başlandı. İlk gördüğüm düz siyah saçlı,
iri gözlü, güzel bir kız çocuğu cesedi idi. 12 yaşlarında gözüküyordu. Harman yerindeki anız üzerinde, sırtüstü yatıyor, öldürüldüğü sırada yemek
yediği kaptaki yemeklerin etrafa saçılmış olduğu görülüyordu. Sırtında
gördüğüm yaranın etrafında çok az kan pıhtısı olduğundan sırtından süngülenmiş olduğunu tahmin ettim. Göğsünde de bir mermi yarası için küçük
sayılacak kan çıkması vardı. Anlaşılan süngünün çıkış noktası olan diğer
bir yaradan çıkmış olan kan da el örgüsü (ya da dokuması) kumaştan yapılmış elbisesi üzerinde pıhtılaşmıştı.
Ardından kalın kumaştan yapılmış bir ceket ve kısa pantolon giymiş
yaşı 10 ya da daha küçük yaşlarda olabilecek bir oğlan çocuğu ölüsü gördüm. Kulübelerin arasındaki yolda yüzükoyun yere yatmış durumdaydı.
Götürürken yere düşüp kırılmış, içinde hamur bulunan bir kap, uzanmış
olan elinin az ötesinde duruyordu. Boynunun hemen altından giren bir
süngü bel kemiğine saplanmıştı.
Etrafıma baktığımda pek çok yetişkin insan cesetlerinin sağa sola saçılmış olduklarını gördüm. Cinayet.
Yanıma Dro’nun Almanca bilen albay rütbeli bir subayı geldiğinde,
Çul kasabasında canlı hiçbir varlığın bırakılmamış olduğunu öğrendim.
Albay, kaçıp da canlarını kurtaramayan Türklerin tamamının öldürüldüğünü söyledi14.
‘Çoğu evlerinin içinde gel de gör’ dedi.
‘Kahretsin, benim midem öyle şeyi kaldırmaz’ dedim.
‘Bir tanesi üniformalı bir Türk subayı, bunu kesin görmelisin’ dedi.
Açıkta bir caminin avlusunda bulunan ağaçların altında idik. Havada
para, altın vs. bulmak için Ermenilerin süngüleri ile delik-deşik edilmiş
yataklardan saçılan pamuk ve yün tanecikleri uçuşuyordu. Etrafı ter ve
yanık kokusu kaplamıştı.
13 Dunn, a.g.e., s.361; Kevenk, a.g.e., s.261-266.
14 Dunn, a.g.e., s.361.
298
Dr. Seyfullah KORKMAZ
‘Sözüne inanmıyorum’ diyerek peşinden, üzerine çiviler çakılmış bir
kapıya doğru yürüdüm. Ermeni albay kapıyı aralayarak bana yol gösterdi.
İçeri girip cesedi incelememi bekledi.. Dişlerimi sıkıp odaya girdim. Boş
ve çıplak bir odaydı ve odanın orta yerinde sinekler vızıldıyordu. Kapı
arkamdan kapandığında bu sineklerin yerde sırtüstü yatan ve üzerinde başındaki sarıktan başka bir şey bulunmayan cesedin üzerinde uçuştuklarını
anladım. Adamın yüzünden geriye ne kalmışsa -bir dipçik darbesi ile içeri
çökmüştü- ondan anladığıma göre 50 yaşlarında gözüküyordu. Üzerinde
bir üniforma var idiyse bu çıkarılıp götürülmüştü. Parça parça edilmiş
tenasül aletlerini görünce kendimi güç zapt ederek dışarı fırladım.
Yerde tozlar içinde bulduğum bir çocuk oyuncağını -dövme bakırdan
yapılma küçük bir ördek- yapılan çapuldan bu da benim payım olsun diye
alıp karşıdaki çayırda akan dereye doğru yürüdüm. Burada bir çadır kurulmuş ve kendilerine katılmış olan başka çetelerden gelmiş acayip suratlı Ermeni adamlarla birlikte Dro’nun kurmay heyeti akşam yemeklerini
yiyorlardı. Gece battaniyemi ekilmiş bir buğday tarlasına serip kendime
bir yer hazırladım. Hemen yanımda Çar ordusu apoletleri olan, gülümsemeyen fakat yuvarlak ve güzel siması ile Rus olduğunu belli eden genç bir
teğmen oturmuştu. İngilizce olarak bana ‘merhaba, Amerikan donanması
subayı mısınız’ diye sordu ve hemen ekledi ‘bu çeşit maceralardan (katliamlardan) hoşlanıyor musunuz’? Bu soruyu şaka ediyormuş gibi sormuştu
ve cevap vermeme fırsat vermeden ‘ben hoşlanmıyorum’ dedi. ‘Ama yine
de onlarla berabersin’ dedim. ‘İnsanın yaşaması lâzım, başka seçeneğim
yok’ diye cevap verdi. ‘Niçin General Wrangel’in ordusunda savaşmıyorsun?’ şeklindeki soruma ise ‘Burada Çul’dan kalkıp oraya kadar gitmeme
imkân yok’ dedi.
‘Çul kasabasında kaç kişi yaşıyordu’ diye sordum.
‘Sekiz yüz kişi kadar’ dedi ve esnedi.
‘Burada (Çul’da) hiç Türk subayı gördün mü?’
‘Hayır efendim, daha gün doğmadan buradaydım. Öldürülenlerin
hepsi de köylü elbiseli Türklerdi’ dedi.
Gün doğarken kilometrelerce uzaktaki köylerinden gelen Ermeni köylüleri, Çul’u istila ettiler. Erkekleri, dünkü olayda yara almış olduklarından topallayarak yürüyebilen köyün sığır ve koyunlarını sürüp götürüyor,
kadınları da bir zevk ve neşe içerisinde harabe haline gelmiş evlerde ne
bulurlarsa yağma ediyorlardı. Köyün her şeyini toplayıp, heybelere, güğümlere doldurup götürdüler.
299
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Ardından kılavuzumla birlikte çıplak ovada kuzeye doğru saatlerce sürecek olan yolculuğuma başladım. Yolda yürürken bir ara dönüp arkama
baktım. Geride İran sınırına doğru uzanan bölgede bir çok yerlerden çıktığını gördüğüm toz ve dumanlar daha pek çok Müslüman Türk köylerinin
(tıpkı Çul’daki) akıbetini belirtiyordu15.
III- Darendelilerin Anıları
Önceleri Darende’de yaşayan, 1915 yılında çıkarılan Ermeni İskân
Kanunu gereği Halep’e (ki o zaman orası, Osmanlı Devleti’nin en emin
ve en müreffeh şehirlerden biri idi) yerleştirilen Ermenileri, Darendeliler,
gidişte uğurlamışlar ve ardında da unutmamışlar ve bir iş için ya da hacca
gidişlerinde Halep’te onları ziyaret etmişlerdir16.
Ermenilerle ilgili olarak 1915 yılında o günün şartları gereği çıkarılan
kanuna Tehcir Kanunu denilmesi hatadır. Kanun İskân Kanunu’dur. Olay,
deprem ya da heyelan sebebiyle tehlikeli bir yerden alınıp emin yere nakledilen insanların durumuna benzer bir durumdur. Devlet, Ermeni vatandaşlarını, vatanın merkezinde -kalbinde- emin bir yer olan Halep ve çevresine
yerleştirmiştir.
Halep’e uğurlama ve Darende’de birlikte mutlu yaşam anıları:
Halep yolcusu. Güneş yükselmekte, azdan ısıtmaya başlamakta. Yolcu
edecekler de yolcular da vaktin pek geçmesini istememekte. Sürücüler ise
sabırsız. Erken çıkıp yol almak gerekiyor...
Gidecek kadınların ve yolcu edeceklerin ellerinde bükük bükük renkli,
beyaz mendiller, gözleri dolu dolu. Kadınlar birbirlerini avutur gibi koklaşmaya doymamakta. Uğurlayan Müslüman tazeler, sürücülerden biraz
sakınarak ayrılanlarla son kucaklaşmalarını yapmaktalar. Bunca yıllar
beraber yemiş, içmiş, birbirlerine ikramda, hizmetlerde bulunmuşların,
acı tatlı günlerde karşılıklı yardım görmüşlerin boğulan hıçkırıkları. İki
taraflı birbirine iyi dilekler, tembihlemeler... Görüşülemeyenlere selam
bırakmalar... Sabahın alacakaranlığında hazırlanmış azıklar, çıkınlarla,
paketlerle yerlerine veriliyor. Un helvaları, peynir helvaları iyi anı olsun
diye şekerle yapılmıştı. İnce undan (kepeği alınmış) tereyağında pişmiş
lokumlar, gevrek gevrek... Peynirli, ıspanaklı, tereyağında kızarmış börek15 Dunn, a.g.e., s.358-363; Kevenk, a.g.e., s.261-266.
16 İsmail Arıkan, Mahallemizde Ermeniler, İstanbul 2001 s.1-14, 94; Ahmet Akgündüz-Said
Öztürk, Darende Tarihi, İstanbul 2002, s.357.
300
Dr. Seyfullah KORKMAZ
ler. Günlerce sürecek yollarda bunlar tok tutardı ve çabuk bozulmayacak
şeylerdi. Altın sarısı dut pestilleri ile seçme ceviz içi koyanlar da olmuştu.
Yolcu kadınların kalanlara verdikleri küçük kolye, yüzük, nazarlıklar, mendiller, eldivenler, çoraplar...
Hayvanlar tek sıra yola yukarı yürümeye başladı. Az sonra yol batıya
doğru yöneliyor, Heyik’e doğru ilerliyor. Yolcular, kadın ve erkek, onların
sağında solunda, üzgün dikkatli. En arkada uğurlayanlar. Çocuklar aralarında zıplıyorlar17...
İki hafta sonra sürücüler döndüklerinde, yolcularını herhangi eşkıya
ya da edepsiz baskınına uğramaksızın Antep’e selamet hastalıksız ulaştırdıklarını ve oradan da Halep’e götürerek güvenilir kimselerle tanıştırdıklarını söylemişlerdi18.
Yaşlı ya da yaşlılığa dönmüş Ermeni kadınlarının hepsine Gelin Aba
(Abla) derdik. Bunlardan birisi mahallede adeta merkezdi... Soğukça bir
gün, akşam yemekten sonra idi. Gelin Aba, gece oturmasına bize geldi.
Özelden daha özel bir kabul gördü, anamla pek dostça bakıştılar. Köz tavası ile getirilen ateş kürsünün tandırına konmuş, herkes çekebildiğince
kalın yorganı göğsüne kadar getirmişti. Bir yandan hal hatır sorarken Gelin Aba oturdu, ayaklarını herkes gibi yorganın altına uzattı. Başka hanım
komşular da vardı. Torus anasını bırakıp evlerine dönmüştü. Konuşmalar
sürerken kürsünün üstüne ceviz, kavurma, çeşitli pestiller, meyve, leblebi,
peksimetler, üzümler yığıldı. Yaşlı teyzelere ve Gelin Aba’ya kahve yapıldı.
Çay o zamanlar yaygın değildi. Gelin Aba kardeşlerim gibi beni de çok
severdi. Ondan hep gülümser yüz görürdük19...
İsmail Arıkan’nın Mahallemizdeki Ermeniler isimli eserindeki anılar,
Türk ve Ermenilerin birlikte, uzun yıllar mutlu bir yaşam geçirdiklerini ve
birbirlerinin kültürlerinden son derece etkilendiklerini belgelemektedir.
IV- Hallacyan (Bedros) Efendi
Nafıa Nazırı Noradokyan Efendi istifa edince yerine konacak bir
Ermeni vatandaşa lüzum görülmüştü. Araya araya Hallaçyan’ı buldular.
Avrupa’da hukuk doktorası yapmıştı; Türkçe biliyordu. Ermeni komitacılardan hiçbirine mensup değildi, Osmanlılık idealine bağlı görünüyordu.
17 Arıkan, a.g.e., s.1-11.
18 Arıkan, a.g.e., s.14.
19 Arıkan, a.g.e., s.39-40.
301
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Güzel, uzun bir sakal yüzünü süslüyordu. Yeni fikirli idi. Bu meziyetlerini
göz önüne alan Osmanlı hükümeti, Hallacyan Efendi’yi Nafıa Bakanlığı’na
getirdi20.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Nafia Nazırı Hallacyan Efendi, işi ciddiye aldı. Bakanların en devamlı ve en çalışkanlarından biri oldu. Memurlarına heybetli tavırlarla nutuklar verdi. Kendisine bağlanan ümitleri boşa
çıkarmadı ve Osmanlılık politikasına bağlı kaldı. İlk icraatı ile en ateşli
milliyetçilere bile parmak ısırttı. Haydarpaşa’da bir açılış töreni (küşat resmi) yapılıyordu. Alman direktör Kauç, vükelâdan, rüfekadan, yerliden ve
ecnebiden mürekkep büyük bir heyet huzurunda nutkunu okumak üzere
ayağa kalktı. Birdenbire, kulaklara, alışmadığımız, bilmediğimiz bir dil
çarptı. Bu ne tuhaf Almanca idi! Hayır, herkes aldanıyordu. Bir kelime
Türkçe bilmeyen direktör Kauç şimdi Babıâli üslûbuyla Türkçe bir nutuk
söylüyordu, yani elindeki kâğıttan okuyordu! Gözlerim Hallacyan’a gitti.
O bakışlarında bir zafer tebessümü ile mağrur sakalını okşuyordu. Sonra
bana izahat vererek aynen şöyle dedi:
-..Bu herifler Osmanlı topraklarında bulunuyorlar, burada çalışıp
para kazanıyorlar. Bir resmî küşatta (resmî açılış töreninde) resmî nutuk
Türkçe olmak lâzım değil mi? ‘Türkçe’den başka bir söz söyletmem, hepinizi berbat ederim’ dedim. Nutku Almanca harflerle yazdırttım, Türkçe
okuttum21...
Bulgaristan Kralı Ferdinand, Sultan Reşat’ı ziyarete geldiği zaman
Hallacyan Nafia Nazırı bulunuyordu. Osmanlı bakanları içerisinde Ferdinand üzerinde en çok etki yapanı, unutulmaz bir hatıra bırakanı şüphesiz
Hallacyan idi22.
Bu anıdan Osmanlı toplumunda Ermenilerin her hakka sahip olduklarını anlıyoruz.
V- 1900-1915 Yılları, Gemerek, Çat köyü ve Sızır
G. G. Demiray diyor ki:
Ben Gemerekliyim. Benim aile tarihim Gemerek’in tarihiyle özdeştir.
Yaşlı kişilerden dinlediğime23 ve yaptığım araştırmalara göre Osmanlı dö20
21
22
23
Hüseyin Cahit Yalçın, Tanıdıklarım, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2002, s.155.
Yalçın, a.g.e., s.156.
Yalçın, a.g.e., s.156-157.
Fikri Cadoğlu, Gülhanım Demiray -Babaannem-, Fatma Ünalmış -Anneannem-, Hayriye
Kuyucu -Ermeni kökenli, İshak Çavuşla evli, en iyi komşumuz-, Kiraz Demiray -Annem-,
302
Dr. Seyfullah KORKMAZ
neminde Gemerek ve çevresinde oldukça bir Ermeni nüfusu bulunmaktadır. O zamanlar Gemerek’in orta yerinde taş yapı kiliseleri vardı. Türklerle
kardeş kardeş geçinip gitmektedirler. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’na
kadar göze batan bir olay yaşanmamıştır. Rahattır Ermeniler. Servet sahibidirler. Özellikle nalbantlık, kuyumculuk, ticaret meslekleri onların elindedir. Türkler daha çok tarımla uğraşmakta ve askerlik yapmaktadırlar.
XIX. yüzyılın sonlarına doğru Çarlık Rusyası’nın desteği ile Taşnak
ve Hınçak örgütlenmeleri başlamış, Kayseri Talas’tan bu yana Amerikan
misyoner propagandaları24 bir Ermeni devleti kurma fikrini yörede yaşayan Ermeni toplumuna aşılamaya durmuştur. Bu gizli, açık çalışmalar
meyvelerini Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında vermeye başlamıştır. Tam savaşın içinde, Gemerek ve çevresinde bir Ermeni isyanı kendini göstermiştir. Özellikle Taşnakçı Ermeni militan gençler ve bunların
arkasına takılanlar Ermeni bayrağı açarak yürüyüşler düzenlemişler, Türk
mahallelerine yer yer zarar vermişlerdir. Bu bulanık ortamda dostluklar,
komşuluklar, kardeşçe ilişkiler sönmüş, Ermeni devleti kurma hayalleriyle
gözü dönmüş topluluklar oluşmuş, bunlar Türk halkına öfke ve kin kusarak
meydan okumaya başlamışlardır. Gemerek ve çevresinde şiddetli çarpışmalar olmuştur. Dendil Kayalıkları silâhlı Ermeni çetelerinin barınağı haline gelmiş, günlerce karşılıklı boğuşmalar yaşanmıştır. Her iki taraftan da
çok sayıda insan ölmüştür. Yine Sızır’da Ermeni çeteleri tarafından birçok
Türk öldürülmüştür.
Hatta dağlık Çat köyünde kanlı savaşlar olmuş, Çat geçici bir süre
çevreye kin kusan Taşnakların ordugâhı haline gelmiştir adeta...
...Evimizin bir üyesi bildiğimiz sürekli konuğumuz saygıdeğer Hayriye Kuyucu (Hayriye ablamız) Gemerekli bir Ermeni papazının kızıdır.
Gemerek’ten İshak Çavuş’la evlenmiştir. O, bu olayları yaşadığını bize sık
sık anlatırdı ve şunları söylerdi: ‘Bu isyan edenlere Doğu’dan mektuplar
gelir şunları şunları yapacaksınız diye talimatlar verirlerdi. Babam papaz
olduğu için ondan gizlemezlerdi. Ama babam bağırır çağırır bunun sonunun kötü olacağını söylerdi. Yapmayın, etmeyin diye yalvarırdı. Ama onlar
bayrak açarak, bağırıp çağırarak yürürler, Ermenistan kurmak için etrafı kışkırtırlardı. Hayriye Kuyucu’nun kız kardeşleri, daha sonra Paris’e
Hatun Bacı -Ermeni kökenli... yardımsever bir komşumuzdu- vb…
24 Bu benzeri faaliyetlerden olarak …Kayseri, Yozgat,, Talas ve Gemerek’te ve mevâkı’ı-i sâirede birer komite teşkil edip Ermeni camaatı ezhanını tahtîş eylemek ve posta vurmak ve
kat‛-i tarik ve katl-i nufûs etmek gibi bir takım harekât-ı ihtilâyyeye… Ayrıntılı bilgi için
bkz. Hüseyin Nazım Paşa, a.g.e., s.27.
303
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
yerleşmişlerdir.. Kardeşlerini görmek için zaman zaman İnönü döneminde
Paris’e gidip gelmiştir. Anlattığına göre; kendisinin Türkiye’ye dönmemesi için kardeşleri çok çaba sarf etmişler, ‘kıyım ve öldürme’ sözleriyle onu
usandırmışlardır. O da onlara şunları söylemiş: ‘Ben de sağım, işte sizler
de sağsınız, Paris’te rahat bir hayat sürüyorsunuz. Toplu bir öldürme olsaydı şimdi burada bir arada olur muyduk?’ demiştir25.
Şimdi M. Güner Demiray’ın anısı ile o günlerin tarihî olayları arasında bağlar şu şekildedir:
Birinci Dünya Savaşı başlarken Ermeniler, gruplar halinde Rus ordusuna katılarak özel Ermeni taburları teşkil etmişler ve Osmanlı Devleti’ne
karşı fiilen savaşa girmişlerdi. Cephe gerisine özellikle Doğu ve Orta
Anadolu’da kalabalık şekilde yaşayan Ermeniler kilisenin öncülüğünde
silâhlandılar. Eli silâh tutan Türklerin cephede bulunmaları, geride kalanları tamamıyla savunmasız bıraktı. Van, Erzurum, Erzincan, Sivas ve
Yozgat’ta kasaba ve köylerde Müslümanlar vahşice öldürülüyordu. Taşnak
Komitesi ise yandaşlarına verdiği talimatlarla, Rus ordularının sınırı geçtiğinde ve Osmanlı orduları geri çekilmeye başladığında her yerde isyanlar
çıkarmalarını istemiştir26..
Erzurum’da, Kafkasya’dan gelen Taşnak delegelerinin de katıldığı
Ermeni toplantısında alınan kararlardan dördüncüsü şu idi:...Türk ordusu ricat eder, yahut ilerleyemeyecek duruma gelirse, çetelerin ellerindeki
programa uygun olarak ordu gerisinde faaliyete geçmeleri... Kararlar aynen uygulanır. Bu söz konusu dördüncü maddede belirtilen ortam 1914’ün
sonundan itibaren çok belirgin bir duruma gelince Ermeni ihtilâl ve terör
faaliyetleri çığırından çıkar. Artık cephede savaşan Türk ordusunun gerisinde emniyet kalmamıştır. Van, Erzurum, Şebinkarahisar, Sivas, Gemerek
ve benzer yerlerde Ermeni çeteleri derhal faaliyete geçer. Köyler, kasabalar yakılır, masum savunmasız Türkler katledilir27...
25 M. Güner Demiray, http://www.mudafaai-hukuk.com.tr/test/okuyucu/8_gunerdemiray.
htm
26 Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri 1914-1918, Cilt I, Genelkurmay ATESE ve Genelkurmay Denetleme Başkanlığı Yayını, Ankara 2005, s.123-129; Saray, Ermenistan ve
Türk-Ermeni İlişkileri, s.55-59; Küçük, a.g.e., s.115, 121; Metin Ayışığı, “Ermeni Tehciri
Konusunda Yeni Perspektifler”, Türkiye’nin Ermeni Meselesi Sempozyumu, Celal Bayar
Üniversitesi ve Manisa Yöresi Türk Tarihi ve Kültürünü Araştırma ve Uygulama Merkezi,
Manisa 23-25 Mayıs 2002.
27 Ahmet Tetik, “Belgelerin Diliyle Gerçekler”, Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri 19141918, Cilt I, Genelkurmay ATESE ve Genelkurmay Denetleme Başkanlığı Yayını, Ankara
2005, s.V-VII.
304
Dr. Seyfullah KORKMAZ
İşte M. G. Demiray’ın naklettiği anılarda sözü edilen Gemerek’teki
Ermeni isyanının sebebi de budur. Ardından sunacağım Özvatan (Çukur)
çevresinde geçen anılar da Gemerek olaylarının, başka bir ifade ile savaşan
Türk ordusunun gerisindeki emniyeti bozma ve askerimizi iki ateş arasında bırakma hareketinin28 bir uzantısıdır.
VI- Önceleri Özvatan’da Yaşamış Olup 1923 Yılında İmzalan
Lozan Antlaşması Mübadele Hükümleri Gereği Yunanistan’a
Göç Etmiş Olan Kimselerin Anlattığı Anılar ve Bunları
Doğrulayan Beyanlar
1914 yılı ortalarında Gemerek ve Çat köyünde isyan başlatan Ermeniler, eşkıya mangaları oluşturup, bunları çevrenin stratejik yerlerine yerleştirmeye başladılar.
Amaçları, çevredeki Müslüman köylerine saldırılar yaparak Osmanlı
emniyet kuvvetlerinin bir kısmını Gemerek-Çat-Çukur istikâmetine çekmek suretiyle, Ruslarla savaş halinde olan Türk birliklerine gönderilecek
destek kuvvetlerini azaltmak ve Türk savunma hattını iki ateş arasında bırakmaktı29. Bu durumu, Mustafa Kemal Atatürk, Amerikalı gazeteci Clarence K. Streit’in sorusu üzerine şu cümleleri ile izah etmişti:
...Rus ordusu, 1915’te bize karşı taarruzunu başlattığı bir sırada o
zaman Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Komitesi, askerî birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve
malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi
daima iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız bir şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu. Bu cinayetleri
işleten ve saflarına eli silâh tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler, silâh,
cephane ve iaşe ikmallerini, bazı büyük devletlerin daha sulh zamanından
itibaren kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklardan istifade ve bu maksada matuf olarak büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerinden yapıyorlardı30...
28 Saray, Ermenistan ve Türk-Ermeni İlişkileri, s.55, 196.
29 Saray, Ermenistan ve Türk-Ermeni İlişkileri, s.55-57, 117, 196.
30 Atatürk’ün Millî Dış Politikası, Millî Mücadele Dönemine Ait Yüz Belge, C. I, Kültür
Bakanlığı Yayını, Ankara 1994, s.259-276; Saray, Ermenistan ve Türk-Ermeni İlişkileri,
s.117, 196.
305
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
İşte bu terör eylemleri kapsamında olarak, 1915 yılı baharında bir
Ermeni öncü birliği, saldırılar yapmak gayesiyle Gemerek’te yaptıkları31
plan çerçevesinde, Çat köyünden kalkarak Özvatan istikâmetinde ilerlemeye başlar..
Sayıları 300’ü geçen Ermeni eşkıya birliği, Çukur-Taşlık arasındaki
hâkim ve son derece stratejik bir yer olan Murat Tepesi’ne yerleşip pusu
kurar. İçlerinde bir de kadın vardır.
O yıllarda (1914) Çukur, Kayseri’ye bağlı bir köy. Nüfusunun yarısı
Müslüman Türk, yarısı Hıristiyan Türk. Çukur’da sadece Türkçe konuşuluyor.. dağ, tepe, yer... tüm isimler Türkçe. Türkçe düşünülüyor, Türkçe
anlatılıyor, Türkçe yazılıyor.. Müslüman kelimesi pek fazla kullanılmıyor.
Hıristiyanlardan birisi Müslüman dinine geçtiği zaman Türk oldu diyorlar.
Müslüman olsun Hıristiyan olsun, düğünlerine beraber gidiyorlar, vefat
eden olursa ölü evinde beraber ağlıyorlar. Köyün hocası Hasan Efendi ile
köyün papazı her gün bir araya geliyorlar, sohbet ediyorlar, eğer köyde
bir hasta varsa elden gelen tedavinin yapılmasının yanı sıra, hoca da papaz da ziyaret ediyor aynı hastayı. Zaman zaman yakın köyler arasında
güreş müsabakaları yapılıyor. Müslüman-Hıristiyan beraberce gidiyorlar
güreşi seyretmeye... Çukur’dan da güreşe çıkan pehlivanlar oluyor. Müslüman olsun Hıristiyan olsun, çıkan pehlivanlar lehine tezahürat yapıyorlar,
yenene alkış tutuyorlar. Köyde birkaç tane köy odası var, en meşhuru da
Hüseyin Beyler’in odası. Akşamları köy odalarında toplanıp Türk, Hıristiyan beraberce sohbet ediyorlar. Odada Hıristiyan İshak, güzel sesiyle türkü
söylerken diğerleri dinliyor... Hıristiyanlarla Türkler beraber ava gidiyorlar, imece olduğunda tüm köy halkı katkıda bulunuyor.. Çukur köyünde
fakirlik, yoksulluk var ama bunun yanında, farklılığın güzelliği ve birlikte
yaşamanın mutluğu da hâkim..32
31 O yıllarda, Gemerek ve çevresi yıllardan beri süregelen komitacıların planlı çalışması sonucu Ermeni ihtilâl merkezi ve silâh deposu haline gelmişti. 28 Kanunusani 1895 tarihinde
Londra’dan Plangazyan tarafından gönderilen bir mektupta şu ifadeler dikkat çekmektedir:
… Gemerek etrafında bulunan on beş pare Ermeni köyü ahalisi ne hal içindedir ve Jirayir
(nam-ı diğer Mardiros) vasıtasıyla tertip edilen kuvve-i ihtilâliye el-yevm vazifelerine devam ediyorlar mı?.. (Vereceğiniz malûmat üzerine) oranın komitelerine daha ziyade kuvvet
veririz. Bu mektup ve Gemerek’teki diğer Ermeni yıkıcı faaliyetleri için bkz. Hüseyin Nazım Paşa, a.g.e., s.17, 18, 27, 28, 30, 34, 39. 58, 59.
32 Yaşlıların Anlatımları; (Hanifi’nin şehit edildiği yıllarda Çukur’da yaşamış olup mübadele
gereği Yunanistan’a gidenlerin) Lorisa’ya Bağlı Karditsa İlçesinin Kapodokika Beldesinde 16.06.1984 Yılında Video Kasetine (Sesli-Görüntülü) Anlattıkları Anılar, Ercan Alımcı
Özel Arşivi, Kayseri.
306
Dr. Seyfullah KORKMAZ
1915 Mart ayında Çukur’da tüm erkekler, ya Çanakkale cephesine ya
da Erzurum cephesine gittikleri için köyde sadece kadın, yaşlı ve çocuklar
kalmıştı. Osmanlı idarecileri, bu gibi yerlerin tümden tüme savunmasız
kalmaması için bir karakol kurmuşlardı. Ama karakoldaki jandarma sayısı
çok mahdut idi. Bu sıkıntılı dönemde jandarmaya yardımcı olması amacıyla köyden bir ya da iki kişiyi korumacı olarak görevlendiriyordu. İşte
Çukurlu Hüseyin Bey ve Seyit Halil Ağa oğlu Hanifi Bey de bu şekilde
Çukur’da korumacı olarak görevlendirilmişti33.
Çukur’a yaya bir buçuk saatlik bir yerde o yıllarda Hıristiyan bir köy
olan Taşlık’ın arazi bekçisi, Gemerek-Çat-Kavak köyü tarafından gelen bir
Ermeni çete birliğinin, Hasan isminde birini vurduklarını ve Murat Tepesi zirvesine çıkmakta oldukları haberini köye ulaştırır. Korumacı Hüseyin
bey ve Hanifi Bey, bu haberi alır almaz hemen atlarına binerek o istikâmette yola çıkarlar34.
Niyetlerinin Çukur’a yapılacak bir Ermeni çete saldırısını önlemek ve
durdurmak olduğu bellidir.
Erzincan-Erzurum hattında Türk ordusunun çok zor durumda olduğu
günlerde, ordumuzu iki ateş arasında bırakmak35 ve cephe gerisine dair
telaşa kapılmalarını sağlamak amacıyla, Taşnak ileri gelenlerinden sonra
da Fransızlardan da Gemerek-Çat çevresi Ermenilerine, çevredeki Müslüman köylere baskınlar yapmaları36 hususunda emir ve talimatlar verildiği
anlaşılmaktadır.
O yıllarda Çukur’da yaşamış olup, mübadele ile Yunanistan’ın bir köyüne yerleşmiş olan Hıristiyanların bizzat video kasetinde sesli anlattıkları
ve köyün yaşlılarından dinlenen anılara göre olaylar şöyle gelişmiştir:
Hüseyin Bey ve Hanifi Bey, Murat tepesi istikâmetinde ilerlerlerken
aynı anda gafil avlanmamak için yan yana yürümeyi bırakıp 200- 300 metrelik aralıkla iki yandan ilerlemeye başlarlar. Hanefi Bey, el işareti yaparak
Hüseyin Bey’e orada beklemesini, kendisinin ise ilerleyeceğini bildirir ve
atını zirveye doğru sürer. Tepe zirvesinde bulunan Ermeniler, kendilerine
yaklaşmakta olan ve farklı yönlerdeki altıları görürler ve kuşatıldıklarını zannederler. Biraz sonra da içlerinden iki kişi kendilerine yaklaşmakta
olan Hanifi’yi uzaktan tanır... Tanıyanlar, Hanifi’nin babasına ait değir33 Yaşlıların Anlatımları; Alımcı, “Hanifi’nin Türküsü”, Erciyes, S.307-308, Temmuz-Ağustos 2003, s.52.
34 Alımcı a.g.m., s.52.
35 Saray, a.g.e., s.55-56, 196; Tetik, a.g.e., s.V-VII ve devamı.
36 Saray, a.g.e., s.55-56, 196; Ahmet Tetik, a.g.e., s.V-VII ve devamı.
307
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
mende uzun yıllar işçi olarak çalışmış olan iki Ermenidir. Çat-Çukur arası
yolu iyi bildikleri için saldırı çetesine kılavuz oldukları anlaşılmaktadır.
Aralarında geçen kısa konuşmalardan sonra Ermeniler Hanifi’ye birden
şöyle seslenirler:
Hanifi!.. bilirsin baban Seyit Halil Ağa’nın çok ekmeğini yedik, sofrasına günlerce oturduk...
Hanifi, korunmasız bir yerdedir, ilerideki kayayı kendine siper almak
için atını sürer. Çete içerisinde bir de bayan vardır.
Bu esnada çete içinde bulunan bu Ermeni kadın, ateş eder ve attığı
kurşun Hanifi’nin alnına isabet eder ve Hanifi Bey o anda şehit olur (Mart
1915).
Hanifi’nin, düşüp şehit olduğunu gören diğer bir Ermeni, koşup üzerini arar ve yeleğindeki cep saatini alarak kaçar37.
Haber, Çukur’a hemen duyulur. Çoğunluğu çocukların ve kadınların
oluşturduğu kalabalık Murat tepesi istikâmetinde yollara düşerler.
Koşar ayak, yalınayak, toz toprak içinde ilk gelenlerin başında
Hanifi’nin kız kardeşi Ayşe (Arıboğan) Hanım vardır... Hanifi’nin babası
Kayseri’de olduğu için cenaze gömülmeyerek bir gün bekletilir...
Şehidin defninden altı ay sonra Hanifi’yi vuran Ermeni kadının babası, Seyit Halil Ağa’ya haber göndererek, Seyit Halil Ağa’nın evinde yirmi
gün misafir kalan bir Ermeni olduğunu, Hanifi’nin saatini geri vermek istediğini söyletir. Seyit Hali Ağa da saati istemediğini bildirerek görüşmek
istemez38....
Bir yıllık evli olan Hanifi’nin hanımı Balcı kızı Fadime, üç aylık kızı
Leyli’yi bağrına basıp şu ağıtı söyler:
Taşlık’ın yolu yokuşu
Murat tepesi Ağdağ’a karşı
……………………………
Hanifi’nin tebdili şaştı
37 Yaşlıların Anıları; (Hanifi’nin şehit edildiği yıllarda Çukur’da yaşamış olup mübadele gereği Yunanistan’a gidenlerden) Giryaki Panagidodis ve Arkadaşlarının Anıları, Ercan Alımcı
Özel Arşivi, Kayseri.
38 Alımcı, a.g.m., s.52; 16.06.1984 tarihli a.g.e., Video Kaydı ve özel arşiv.
308
Dr. Seyfullah KORKMAZ
Taşklık’ın yolu arpa
Gır at gelir gırpa gırpa
Hanifi de şehit düşmüş
Ellerini çırpa çırpa
Samanlıkta sarı saman
Hanifi’nin hali yaman
Kayseri’de babası var
Bir günlük dursun aman
Belinde kuşağı sarı
Alnından akar kanı
Ana ben biliyom
Hanifi gelmez gayrı
Kara çadırlı babam
Gamgalara karıştı atam
Yüce gönlüm yüce
Geçti Hanifi bu dünyadan
Aman n’oldu bize n’ldu
Sarardı gül benzim soldu
Taşlık’tan haberci gelmiş
Hanifi de şehit oldu
Ameleri ameleri
Leyli’m öksüz demeleri
Hanifi’yi düşümde gördüm
Kapıya bayrak çekenleri39.
39 Alımcı, a.g.m., s.52.
309
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Olay Kayseri’ye bildirilir. Askerî birliğin gelmesi üzerine çete ormanlık alanda gizlenir.. Daha sonraki aylarda bu Ermeni çetesinin Çukur yakınından geçtiği, aralarındaki bayanın doğum yaptığı, çete reisinin adamlarımı tehlikeye sokar diyerek bebeği boğdurup öldürttüğü, sonra da Adana
tarafına geçerek Fransız ordusuna katıldıklarına dair haberler gelir.
Sözün burasında, mübadele gereği Çukur’dan Yunanistan’a giden İshak ….?’ın ağzından 1910’lu yılların yaşam anılarından kısa bir bölümü
sunmak istiyorum:
Biz Türkiye’de iken Türklerle beraber ava giderdik. Tüfeğim var
idi. Bir gün Pastek’in Astos, ben, kalabalık ava gittik. Hasan Kahyaların Şükrü’nün meterisine vardık. Hazım’ın oğlu Hacı da geldi. Meteriste
dört kişi olduk. O gün bir erkek keklik vurdum. Kekliği, o gün hiç vuramamış Ümmügülsüm’ün Mustafa’ya verdim. Bir gün Hüseyin Beyler’in
odasında, bir gün Karaköse’nin oğlunun odasında, bir gün Delibeyler’in
Ali Efendi’nin odasında, diğer gün Solak’ın oğlunun odasında beraber
olurduk. Davet edip çağırırlar, oynatırlardı. Köye büyük bir adam geldiği
zaman Karsantılı’nın Kosti keman (saz) çalar ben de türkü söyler oynardım. Bir gün yine beni Hüseyin Beyler’in odasına çağırdılar. Orada çalıp
çığırıp, (bir şeyler) içip türkü söylüyoruz, Türklerden Hıristiyanlardan hep
beraber hendek eşmeye gedecekler. Türklerin hepsine çok çok selam ederim40...
Yine mübadele gereği Yunanistan’a gidenlerden Girayki Panagidodis
Türkiye’den ayrılışından 38 yıl sonra, 1960’lı yıllarda eski köyü Çukur’a
ziyarete geldi. Hayatta kalan arkadaşlarını buldu. Birlikte mutlu yaşam
anılarını yad ettiler. Çukurlular onu sevinçle karşıladılar ve pek çoğu evinde misafir etmek için seferber oldu. Çok ısrar eden Mehmet Arslangiray
40 Bu anılar o günlerin Çukur ağzı ile İshak …..?’ın dilinden (yaklaşık) şu şekildedir: Biz
Türkiye’daykene Türkiya’da Türklerinen barabar ben ava giderdim. Tüfeğam varıdı. Bir
gün Pasteğin Astos, ben, kalabalıkh, ava getttik. Hasan Kaagliğ Şükrü’nün meterisine
vardıhk. Orıya Hazım’ıng oğlu Hacı da geldi. Meteriste dört dene olduk. Oğöng ben bir
erkek keklik vurdum.. Ümmüsün’ün oğlu da var idi hiç vuramamış, kekliği Ümmüsü’nüng
Mustafa’ya verdim.. Haydi bağlım, böğong Üsümbeğ’gilin odasında, böğonğ Garaköseniğ Oğlu’nun odasında, böğonğ Delibağlıng Ali Efendi’nin odasında, Solağıng Oğlu’nun
odasında olurduk, böyle götürürler oynatırlardı.. Soğra köğe böyük bir adam geldiğinde
de Garsantılınığ Kosti, keman çalar ben de türkü çağrır oynardım Bir gün ağşam beni
Üsümbeğ’in odasına çağırdılar, orada çalıp çığrıp, içiyokh türkü söylüyohk. Türklerden
Hıristiyanlardan hep beraber hendek atmaya gedecekler”,.. Türklerin hepsine çoh çoh selam ederim. 01.07.1984’te Yunanistan’ın Lorisa İline Bağlı Karditsa İlçesinin Kapodokika
Beldesinde Çekilmiş Video Kaydı (Sesli-Görüntülü Anı Anlatımı), Ercan Alımcı Özel Arşivi, Kayseri.
310
Dr. Seyfullah KORKMAZ
(Ak Memet)’ın evinde misafir kaldı. O yıllarda hayatta olan Hüseyin Bey
(Hüseyin Kayhan), Rıza Efendi (Rıza Kayhan), Halil İbrahim Kaplan, Ali
Koncaoğlu ve daha pek çok eski arkadaşları ile sohbet etti. Hoca Abdullah
Efendi (Abdullah Karaköse)’yi ziyaret etti ve ona iyi dileklerini iletip yanından ayrılırken hocam bizler için de Allah’a dua et dedi.
Yunanistan’a gidenlerin evlâtlarından bir grup (ikinci kuşak), 2002
yılında Özvatan’a bir gezi düzenlemişlerdir. Bu gezi esnasında pek çok
birlikte mutlu yaşama anısı dile getirilmiş ve her iki tarafın büyüklerinden
duydukları, hafızalarda kalan aynı türküler birlikte söylenmiştir.
VII- Kâzım Karabekir’in Dilinden Ermenilere Dair Anılar
Gümrü’de Taşnaklarla sulh muahedesi akti esnasında Ermeni sulh heyeti başkanı Hanisyan sordu: ‘Harbord’a41 ne yaptınız ki Erivan’da bize
dedi ki:
‘Parise delege göndereceğinize Erzurum’a gönderin de Türklerle anlaşın, aksi halde işiniz haraptır’. Cevap olarak ben de:
‘Ermeni masum insanlarına da bir şefkat hissi ile acıdığımı, siyasî
entrikalara kurban gideceklerinden bizimle dost olmaları ve katliamlara
nihayet vermeleri için aracılığını rica etmiştim. Demek General Harbord
insanî vazifesini yapmış. Bu hususları bizzat bir mektupla da rica etmiştim.
Bunu da hatırlarsınız’ dedim. Hanisyan içini çekerek:
‘Samimi sözlere inanmadığımızın cezasını bu gün çektik dedi. Ben de
ona cevap olarak:
‘İstiklâlinize en evvel biz hürmet etmiştik, bu gün de en acıklı vaziyetinizde düşmanlığı ilerletmiyor, mevcudiyetinize kastetmiyoruz. Ermeni
edebiyatının esasını Türk düşmanlığı değil, Türk dostluğu yapmazsanız
Ermeni milletinin istiklâlini daha büyük felâkete atarsınız’ dedim. Hanisyan söz verdi42.
41 General Harbord, 1919 yılında, Ermeni meselesini yerinde incelemek üzere Amerika Birleşik Devletleri tarafından Türkiye’ye gönderilen heyetin başkanıdır. General, Kilikya’dan
çıkarak Erzurum, Kars, Revan ve Nahcıvan bölgelerini gezmiştir. Amerika’ya dönüşünde, Ermeni meselesine dair hazırladığı raporunu Başkan Wilson’a takdim ederek Büyük
Ermenistan’ı gezdim fakat içinde bir Ermeni görmedim demiş ve Kâzım Karabekir Paşa’nın
Ermeni mezalimine dair verdiği raporu gazetelerinde ilân etmiştir. Geniş bilgi için bkz. Kâzım Karabekir, 1917-1919 Arasında Erzincan’dan Erivan’a Ermeni Mezalimi, Hazırlayan
Ömer Hakan Özalp, İstanbul 2000, s.139-155.
42 Kâzım Karabekir, a.g.e., s.153-169.
311
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Kâzım Karabekir Paşa’nın bizzat General Harbord’a söylediği ve ardından verdiği rapordan alınan şu cümleleri de burada zikretmekte fayda
görüyorum:
Ermeniler bu gün bir politika aletidir, iyi düşünmüyorlar veya Taşnak
komiteleri halkı düşünmeye bırakmıyor. Bizimle düşmanlıktan vazgeçsinler şu veya bu devletin politikasına alet olmayarak bizimle anlaşsınlar.
Hududun öte tarafından kaçıp gelenlerden ve gerekse biçarelerin feryadından anladım ki; Ermeni milletinin içerisinde kök salmış çeteciler, kesip
yakmakta halâ ber-devamdırlar ve bunların bu cinayetlerini tasvip ve insanlığın gözüne aksini göstermek için her tarafta kuvvetli fikir yayanları
da vardır; fakat itikadımca komitecileri aralarından defetmedikçe ve siyasî entrikalardan uzaklaşmadıkça Ermeni milleti, ne kendisi ve ne de aralarında yaşayanlar rahat ve emniyet görmeyeceklerdir... Türk her zaman
sözünde durmuştur. Maatteessüf bize verilen sözde duranlar azdır43.
Sonuç
Ermeni subay Ohannes Aprasyan’ın babasının ekonomik durumunun iyi olduğuna ve Türk arkadaşlarına dair anıları, Hallacyan Bedros
Efendi’nin Osmanlı Devleti’nde Bayındırlık bakanı olması ve Türkçe’ye
sahip çıkması, Ermeni çetelerinin Çukurlu Hanifi’ye; Günlerce sofranıza
oturduk, çok ekmeğinizi yedik... diye seslenmeleri, Hanifi’yi vuran Ermeni kızın babasının, daha önceleri Hanifi Beylerin evinde günlerce misafir
kaldığını bildirmesi, Darende ve diğer yerleşim yerlerinde karşılıklı iyi
komşuluk ilişkileri ve benzeri anılar, Osmanlı toplumu içerisinde Türk ve
Ermenilerin birlikte huzurlu günler geçirdiklerini belgeleyen delillerdir.
Türk dostluk, himaye ve hoşgörüsünü taktir eden pek çok Ermeni olduğuna inanıyoruz. Kâzım Karabekir Paşa’nın Ermenilere öğütleri, göz
ardı edilmemelidir.
43 Kâzım Karabekir, a.g.e., s.155.
312
Dr. Seyfullah KORKMAZ
Kaynakça
Akgündüz, Ahmet-Öztürk, Said, Darende Tarihi, İstanbul 2002.
Alımcı, Ercan “Hanifi’nin Türküsü” Erciyes, S.307-308, Temmuz-Ağustos 2003.
Arıkan, İsmail, Mahallemizde Ermeniler, İstanbul 2001.
Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri 1914-1918, Genelkurmay ATESE ve
Genelkurmay Denetleme Başkanlığı Yayını, Cilt I-II, Ankara 2005.
Atatürk’ün Millî Dış Politikası, C. I, Millî Mücadele Dönemine Ait Yüz Belge, Kültür
Bakanlığı Yayını Ankara 1994.
Ayışığı, Metin, “Ermeni Tehciri Konusunda Yeni Perspektifler”, Türkiye’nin Ermeni
Meselesi Sempozyumu, Celal Bayar Üniversitesi ve Manisa Yöresi
Türk Tarihi ve Kültürünü Araştırma ve Uygulama Merkezi, Manisa,
23-25 Mayıs 2002.
Demiray, M. Güner, http://www.mudafaaihukuk.com.tr/test/okuyucu/8_gunerdemiray.
htm
Dunn, Robert, World Alive A Personal Story, Crown Publishers, Inc., New York 1952,
Copyright 1956, by the estate of Robert Dunn, Library of Congress
Catalog Card Number 56-7189.
Hartill, Leonard Ramsden, “Men Are Like That”, The Bobbs-Merrill Company,
Indianapolis 1926, Çeviri Kerim Cengiz Kevenk, İnsanlar Böyledir,
Baylan Matbaası, Ankara 1978.
Hüseyin Nazım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi I-II, Başbakanlık Devlet Arşivleri genel
Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın Nu: 15, Ankara
1998.
Kâzım Karabekir, 1917-1919 Arasında Erzincan’dan Erivan’a Ermeni Mezalimi,
Hazırlayan Ömer Hakan Özalp, İstanbul 2000.
Küçük, Abdurrahman, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ocak Yayınları, Ankara 1997.
Saray, Mehmet, Ermenistan ve Türk-Ermeni İlişkileri, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 2005.
__________, Türk-İran İlişkileri, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu,
Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1999.
Tetik, Ahmet, “Belgelerin Diliyle Gerçekler”, Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri
1914-1918, Cilt I, Genelkurmay ATESE ve Genelkurmay Denetleme
Başkanlığı Yayını, Ankara, 2005.
Yalçın, Hüseyin Cahit, Tanıdıklarım, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2002.
313
HOŞGÖRÜ TOPLUMU’NDA BİRLİKTE YAŞAMAK:
OSMANLI TOPLUMUNDA GAYRİMÜSLİM ERMENİ
VATANDAŞLARI VE HUKUK: KAYSERİ ÖRNEĞİ
Yrd. Doç. Dr. Süleyman DEMİRCİ
Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
E-mail: [email protected]; Tel: 0 352 437 49 01-33308
Özet
Kayseri şer’iye sicillerindeki kayıtlardan hareketle kaleme
alınmış olan bu çalışma arşiv belgeleri/bilgileri ışığında
yakın doğu devlet anlayışını kısa bir şekilde irdeledikten
sonra çalışma konumuzun ilgilendiği kadarıyla Osmanlı
toplumunda yaşayan gayrimüslim Ermeni vatandaşların
hak arama mücadelelerini, adalet arayışlarını ve toplum
içerisinde şikâyete konu olan hususlara yönelik isteklerinin
nasıl ele alındığı konusunu Kayseri örneğinde incelemektedir. Bu araştırma ile Osmanlı sosyal hayatı içerisinde yaşayan insanların karşılaşmış oldukları sorunlar ile ilgili hak
arama ve hakkı teslim etme anlayışını Müslim-gayrimüslim çerçevesinde ortaya koymak ve bu şekilde gerek yurt
içi ve gerekse yurt dışında konu ile ilgili yerleşmiş yanlış
kanaatlere konunun sınırları çerçevesinde bilimin ve bilim
insanının ihtiyaç duyduğu metodolojiyi kullanarak toplumlararası hoşgörü ve birlikte yaşama anlayışının tarihî
temelleri çerçevesinde mütevazı bir katkıda bulunmaktır.
Yrd. Doç. Dr. Süleyman DEMİRCİ
Giriş1
Kültür ve medeniyet hayatımızda önemli bir yer işgal eden hoşgörü
çoğu zaman kusurlara göz yumma, farklı düşünce ve kültürlere saygı gösterme, affedilebilecek her şeyi affetme şeklinde tarif edilir. Fakat başkalarının hukukunun söz konusu olduğu bir yerde hoşgörü adına müsamaha
gösterme, kimsenin hakkı olmamalıdır. Birey olarak bizler kendimize ait
konularda fedakârlıkta bulunabiliriz; fakat kamunun hakkını kişilere tek
taraflı olarak bağışlama hoşgörü içerisinde değerlendirmek yanlış olmakla
kalmaz, o aynı zamanda topluma karşı işlenmiş bir suç olarak değerlendirilir.
Hoşgörü ve Cumhuriyet ile ilgili bilimsel bir etkinlikteki konuşmasında Toktamış Ateş hoşgörüye dair kendine özgü şu tanımlamayı yapar:
“Hoşgörü, bir insanın kendinden farklı düşünceleri, farklı inançları, farklı
bir yaşam tarzı olan, farklı değerler sistemi olan insana ya da insanlara
sevecen bir tavır göstermesi demektir. Yani hoşgörü, farklılığa, başkasına
tahammül etmek demektir. Ama bu nasıl tahammül? ‘Lanet olsun’ gibisin-
1
Bu tebliğ; Türk-Ermeni İlişkilerinin Barışçı Yönü: Tokat, Amasya, Sivas ve Kayseri İllerinde Türk-Ermeni Ortak Yaşamı ve Dostluğuyla İlgili Anlatıların Araştırılması ve Sonuçların
Diasporadaki Ermenilerin Eserlerindeki Verilerle Karşılaştırılması isimli TÜBİTAK-2006
destekli proje çerçevesinde hazırlanmıştır.
317
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
den, kerhen bir tahammül değil, saygı duyarak, sevgi duyarak, sevecen bir
tahammül demektir2.
Hoşgörü Toplumu’nda Birlikte Yaşamak şeklinde isimlendirdiğimiz
tebliğimizden mülhem olarak söyleyebiliriz ki Osmanlı Devleti’nin de bu
anlamda en önemli özelliği hiç şüphesiz, üç semavî dine mensup, farklı
dilleri konuşan ve farklı kültürel kökenleri olan milletleri 620 küsur yıl
idaresi altında yönetebilmiş olmasıdır. Osmanlı hükümdarları çağdaşı ülkelerde görülmedik şekilde Müslüman ve gayrimüslim tebaasına inanç ve
ibadet özgürlüğü tanıdılar. Bu devlet ve hakimiyet anlayışının bir sonucu olarak sınırları içerisindeki Hıristiyan ve Musevî vatandaşlarına kendi
inançlarının gereğine göre yaşayabilme imkânını sundular3.
Türkiye Ermeni Kilisesi Metropoliti Kirkor Damadyan’ın hoşgörü ile
ilgili bir yazısında Büyük Selçuklu Hükümdarı Melikşah hakkında Ermeni
Tarihçi Urfalı Matheos’un tarihe not düşen şu sözlerine atıfta bulunarak
Türk toplumundaki hoşgörü ve birlikte yaşamanın tarihî temellerine de
dikkat çeker: Sultanın yüreği Hıristiyanlara karşı şefkatle dolu idi. O geçtiği memleketlerin halkına bir baba gözüyle bakıyordu. Ermeni katolikosu
Barsef, Melikşah’ın yanına gitti. Katolikos bazı yerlerde Hıristiyanların
tazyik edildiğini, Allah’ın kilisesiyle, ruhanîlerden vergi istenildiğini söyledi. Sultan huzuruna kabul ettiği katolikosa iltifat etti ve onun bütün arzularını yerine getirdi. Bütün kilise, manastır ve ruhanîleri vergiden muaf
tuttu4.
Osmanlı idaresinde Ermeni Patrikliği’nin dinî otoritesi, devletin genişleyen sınırlarına doğrudan orantılı bir şekilde genişledi; İstanbul Ermeni Patriği, yeni fethedilen topraklarda yaşayan Ermeni cemaatinin da dinî
lideri oldu. Fatih Sultan Mehmed’den sonra Osmanlı saltanatında bulunan
hükümdarlar, vermiş oldukları beratlarla Patriklerin görev ve yetkilerini
tanımışlardı. Patriklik beratlarındaki hükümlerden anlaşılıyor ki Osmanlı
hükümdarları Ermeni cemaatinin dinî, içtimai yaşamı düzenleme ile cemaat içindeki miras ve aile hukuku konularına müdahale etmediklerini
fakat hukukî konularda gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarının diledikleri
taktirde kadı mahkemelerini kullanmalarına müsaade etmişlerdir. Devletçe
Patriklere ve maiyetlerine tanınan cizye, avârız ve tekâlif-i örfiye muafi2
3
4
Toktamış Ateş, “Hoşgörü ve Cumhuriyet”, Osmanlıda Hoşgörü Birlikte Yaşama Sanatı, Yayına Hazırlayan Mustafa Armağan, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, İstanbul 2000,
s.77.
Bkz. Bahaeddin Yediyıldız, “Protokol Konuşmaları”, Osmanlı Hakimiyet Anlayışı”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, C.XI, İstanbul 1989, s.293 vd.
Kirkor Damadyan, Osmanlıda Hoşgörü Birlikte Yaşama Sanatı, s.176.
318
Yrd. Doç. Dr. Süleyman DEMİRCİ
yeti vs. muafiyetler, Ermeni cemaati ruhanîlerine ve makamlarına duyulan
saygı ve hoşgörünün bir başka ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır5.
Bu konuyla ilgili kadı mahkemesine intikal etmiş ve bilimsel çalışmalara konu olmuş çok sayıda mahkeme kaydı bulunmaktadır. Birlikte yaşama sanatına güzel bir örnek olması bakımından Kayseri kadı defterlerine
kayıtlı 1645 tarihli bir dava örneğini hep birlikte incelemeye çalışalım.
Kayseri şehri Selaldı mahallesi sakinlerinden Sefer veled-i Kanber, Manas veled-i Yagub ve Murat veled-i Mıgırdıç’ın kadı mahkemesine giderek
Babuk veled-i Arizman hakkında avârıza müteallik vergisini ödemediğini
ifade ederek hakkında kadılık nezdinde şikâyette bulunmaları ile ilgilidir.
Davacılar şikâyetlerinde Babuk veled-i Arızman Selaldı mahallesinin avârız defterine tahrir-i cedit esnasında tahrir emini tarafından kaydedildiğini
ve mahallede vergiye tâbi mülkü olduğunu dolayısıyla kendisinden avârız
vergilerini talep ettiklerini fakat bu ödemeyi reddettiğini dile getirirler.
Babuk veled-i Arizman bunun üzerine kadı tarafından suçlamaların doğru
olup olmadığı konusunda sorgulanır.
Babuk veled-i Arizman kadı önünde durumunu ayrıntılarına girerek
açıklar ve aslında avârız vergisini ödemekle mükellef olduğunu ve mahallenin avârız defterine kayıtlı bulunduğunu fakat tahrir-i ceditte haric-i defter olarak kayd edildiğini ifade eder. Bu çerçevede ekonomik durumunun
da uygun olmadığını merkezî (İstanbul’a) idare nezdinde dile getirir. Bu
girişiminin neticesinde avârız vergilerinden muaf tutulur ve Kayseri’deki
Gebe İlyas mahallesinde El-hac Ahmet Çelebi’nin inşa etmiş olduğu
Çeşme’nin bakım ve onarım işlerini yürütmek üzere merammetçi kayıt
edildiğini kadı mahkemesinde dile getirir.
Mahkemelerin işleyişi gereği verilen bilgilerin doğruluğuna yönelik
bir delilin olup olmadığı Babuk veled-i Arizman’dan sorulması üzerine
konu ile ilgili fetvayı delil olarak kadıya sunar. Eldeki deliller çerçevesinde Babuk merammetçi olarak kaldığı sürece avârız vergilerinden muaf
olduğu ve davacıların da bu yüzden davalarının düştüğüne hükmedilir. Bu
örnekte dikkatimi çeken husus hiç şüphesiz Müslüman olduğundan şüphe
edilmeyen El-hac Ahmet Çelebi’nin kamunun yararına yapmış olduğu bir
çeşmenin zaman içerisinde oluşabilecek bakım ve onarım ihtiyaçlarını giderme karşılığında Ermeni milletinden Babuk veled-i Arizman’ın avârız
vergilerinden muaf tutulmuş olmasıdır6.
5
6
Damadyan, a.g.e., s.176-177.
Bkz. Süleyman Demirci, “Complaints About Avâriz Assessment and Payment in the AvârizTax System: An Aspect of the Relationship Between Centre and Periphery. A Case Study
319
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Damadyan’ın da ifade ettiği gibi aralarındaki ilişkileri sürdürmek isteyen toplumların her şeyden önce tarihlerindeki müspet olayları hatırlamaları gerekir. Bu anlamda toplum hayatının değişik yönlerinde gördüğümüz Türk-Ermeni ilişkilerinde bilim dünyası için olduğu kadar halktan
insanların dikkatine sunulması ve değerlendirilmesi gereken birçok tarihî
kayıt vardır. Tarihte şu ya da bu şekilde cerayan etmiş ve insanlara karşılıklı acılar vermiş olayları birinci plana çıkarmak yerine, bu müspet ve yapıcı
olayların hatırlanması mutlak surette yararlı olacaktır7.
Son zamanlarda gündemini bir hayli meşgul eden Osmanlı toplumundaki gayrimüslim Ermeni vatandaşların durumu ile ilgili yapılmış olan taktire şayan birçok çalışmada belki ön plana çıkarılmayan bir hususu hiçbir
siyasî ya da ideolojik tarihçilik anlayışına sapmadan Osmanlı kadı mahkemelerine intikal etmiş birkaç dava konusu ve sonuçları çerçevesinde incelemeye çalışacağız. Hukukun üstünlüğü, hak arama ve hakkı teslim etme
çizgisinde Kayseri’de yaşayan Ermenilerin 1900’lı yılların başında verdikleri hukuk mücadelesine yönelik örneklerden elde edeceğimiz sonuçları
konuya ilgi duyanların değerlendirmelerine sunmaya çalışacağız.
Bu kısa değerlendirmenin maksadı Osmanlı sosyal hayatı içerisinde
yaşayan insanların karşılaşmış oldukları sorunlar ile ilgili hak arama anlayışlarının nasıl olduğunu Müslüman ve gayrimüslim çerçevesinde değerlendirme kapsamına almak ve bu şekilde gerek yurt içi ve gerekse yurt
dışında konu ile ilgili yerleşmiş yanlış kanaatlere konunun sınırları çerçevesinde bilimin ve bilim insanının ihtiyaç duyduğu metodolojiyi kullanarak toplumlararası ilişkilere yönelik küçük bir katkıda bulunmaktır.
Bilindiği gibi devlet üç unsurun bir arada bulunması ile varlık kazanabilir. Bunlar; ülke, insan topluluğu, siyasî ve hukukî teşkilâtlanmalardır.
Devlet yetkileri yönetenler aracılığı ile yönetilenler üzerinde kullanılır8. Bu
noktada devletin gücü siyasî ve hukukî bir teşkilâtın elinde toplanmıştır.
Millet, bireyleri çok sayıda olan geniş bir ailedir. Bir aile büyüğünün çocuklarına gösterdiği sevgi, şefkat ve hoşgörü ile devlet idaresinde bulunan
kişilerin yani iktidar sahiplerinin yönettiklerine karşı besledikleri duygu
ya da adaletin dağıtıldığı ceza mahkemelerinde görevli hukuk adamlarının
verecekleri kararlar arasında ayrımcılığı çağrıştıran farklar olmamalıdır.
Bu yüzden devlet yönetiminde bulunan idarecilerin gerçek adaleti tesis
7
8
of Kayseri, 1618-1700”, Journal of Economic and Social History of the Orient, 46.4/2003,
s.470.
Damatyan, a.g.e., s.177-178.
Yusuf Oğuzoğlu, Osmanlı Devlet Anlayışı, Eren Yayınları, İstanbul 2000, s.10-24.
320
Yrd. Doç. Dr. Süleyman DEMİRCİ
edebilmeleri için yapılması gereken şey hiç şüphesiz, şu veya bu şekilde
toplumun dışına itilmiş kıyıda-köşede tek başına kendi halinde toplumdan
kopuk olarak yaşayan insanların da kimsesi olmasıdır. Bu bağlamda onları
bekleyen görev haksızlığa uğrayanlara yardımcı olmakla kalmayıp aynı
zamanda haksızlığa sebep olanların da hukukun içerisinde kalınarak cezalandırılmalarını sağlamaktır.
Bu çerçevede kendisinin eşi tarafından sokağa terk edildiğini 279 numaralı Kayseri kadı mahkemesi kayıtlarından gördüğümüz bir gayrimüslim Ermeni kadınının hak arama mücadelesini hep birlikte görelim.
Kayseri şehri Selman mahallesinde oturmakta olan Gülizar binti
Karabet’in eşi Haci veled-i Yenos tarafından zorla kapı dışarı edilir. Kendisinin gündelik hayatını idame ettirmesine yönelik bir ödemenin de yapılmaması üzerine zor durumda kalır ve konunun hukuk çerçevesinde halledilmesi için Kayseri kadı mahkemesine mağduriyetinin giderilmesi ve
kendisine nafaka ödemesi için eşi aleyhinde dava açar. Durumu inceleyen
mahkeme Talas köyü Salar mahallesinden Henri oğlu Serek ve İstanbullu
oğlu mahallesinden Manuk oğlu Serkiz şahitleri huzurunda 14 Mayıs 1903
tarihinde Haci veled-i Yenos’u eşi Gülizar binti Karabet’e nafaka ödemeye
mahkûm eder9.
Benzer bir örnek yine Kayseri şehri Kiçikapı mahallesinde görülmektedir. Duka oğlu Agop veled-i Haci Karabet demiryolu hattında çalışmak
üzere Konya’ya gider, fakat belgeden anlaşıldığı kadarıyla eşi ve çocuklarını ihmal eder. Bu yüzden eşi Marya binti Karabet konu ile ilgili kadı
mahkemesine giderek kendisini ihmal eden ve 3 yaşındaki oğlu ile 4 ve 7
yaşlarındaki kızları Makabi ve Levapez’e maddî bir destek sağlamayan
eşinden şikâyetçi olur ve konunun kadı marifetiyle halledilmesini talep
eder. Bunun üzerine kadılık bahse konu kişinin bu ihmalinin maddî durumunun iyi olmamış olmasından mı, yoksa kişisel ihmalinden mi kaynaklandığını öğrenmek üzere Agop veled-i Haci Karabet’i tanıyan ve Ermeni
milletinden olan iki kişiyi konu ile ilgili bilgilerine başvurmak üzere mahkemeye çağırır. Bilgilerine başvurulan Eslempaşa mahallesinde oturan
İncircioğlu Artin veled-i Agop ve Tos mahallesinden Hamamcioğlu Artiv
veled-i Asvador mahkemedeki ifadelerinde Agop veled-i Haci Karabet’i
tanıdıklarını ve maddî durumunun ailesine bakmaya elverişli olduğunu
ifade ederler. Yapılan bu araştırmalar neticesinde Marya binti Karabet ve
çocuklarının mağduriyetini giderecek şekilde Agop veled-i Haci Karabet
9
Kayseri Şer’iye Sicili (KŞS), Defter No: 279; Belge No: 89, s.102.
321
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
17 Eylül 1903’te eşine nafaka ödemeye mahkûm edilir.10 Burada dikkati
çeken husus Osmanlı-Türk hukukunun tarafsızlığı ile din ve milliyet ayrımı yapılmaksızın mağdur olan herkesin hakkını arama ve alma yönünde
hukuk mahkemelerine güvenmesi ve bu güvenin de boşa çıkmamasıdır.
Üçüncü örneğimiz yine Kayseri şehrinde yaşamakta olun Ermeni Mihran veled-i Kaspar ile Abdulbaki oğlu Yakup Ağa arasındaki bir alım-satım
davasını konu edinmektedir. Kayseri kadı sicillerine yansıdığı kadarıyla
olay şu şekilde gelişir. Kayseri’de Süleyman mahallesinde oturmakta olan
Mihran veled-i Kaspar, Sasik İslâm mahallesinden Abdulbaki oğlu Yakup
Ağa’ya 49 çuval sabun satar. Satın alınan sabunun ağırlığının o zamanlar cari olan ağırlık birimi üzerinden 410 batman olması beklenmektedir.
Bu alış-veriş içinde Yakup Ağa tarafından Mihran veled-i Kaspar’a yine
o zamanlar için kullanılmakta olan para birimi üzerinden 10 250 kuruşluk nakdî bir ödeme yapar. Fakat Yakup Ağa’nın satın almış olduğu sabun
miktarının ödemeyi yaptığı miktardan daha az olduğunu tespit etmesi üzerine durumdan Mihran veled-i Kaspar’ı haberdar eder ve yapmış olduğu
fazladan ödemenin kendisine geri iadesini talep eder. Fakat Yakup Ağa
beklediği olumlu yaklaşımı Mihran veled-i Kaspar’dan göremez. Bunun
üzerine meselenin hukuk içerisinde halledilmesi için Kayseri kadı mahkemesine müracaat ederek söz konusu fazladan ödemenin kadılık marifetiyle
tarafına iadesinin sağlanması için Mihran veled-i Kaspar’dan davacı olur.
Resmî sürecin tamamlanması üzerine davalı ve davacı kadı mahkemesine
çağrılırlar ve kadı her iki taraftan da olayın gelişimini dile getirmesini ister.
Bu şekilde kadı kendisine intikal eden şikâyete konu olan hususun ve pek
tabii olarak da Yakup Ağa’nın iddialarının doğru olup olmadığından emin
olmak ister.
Mihran veled-i Kaspar mahkemede Avukatı Varteris oğlu Bardenet
veled-i Hacik tarafından savunulur. Kendisine kadılıkça sorulan sorulara
vermiş olduğu cevapta bahse konu bu iki kişi arasında böyle bir alım-satım
olduğunu teyiden ifade eder. Tam bu esnada bizler hemen şunu düşünmeye
başlayabiliriz. Mahkeme olayı tespit eder. Davalı ve davacı yönüyle durum
değerlendirilir ve neticede mağdur olan tarafın mağduriyeti giderilir. Fakat gelişmelerden durumun öyle olmadığını görmekteyiz. Mihran veled-i
Kaspar’ın avukatı Varteris oğlu Bardenet veled-i Hacik mahkemeye usûl
yönüyle itiraz ederek konunun bir ticaret konusu olduğunu ve bu yüzden
de davanın ticaret mahkemesinde görülmesi gerektiği yönünde kadı mahkemesine itiraz eder. Bu yüzden kadı davayı düşürür ve davanın ticaret
10 KŞS, Defter No: 279, Belge No: 109, s.125.
322
Yrd. Doç. Dr. Süleyman DEMİRCİ
mahkemesinde görülmesine karar verir11. Kadı sicillerindeki kayıtlardan
sonrası gelişmeleri takip edemiyoruz fakat burada önemli olan husus
Kayseri’deki gayrimüslim Osmanlı vatandaşı Ermenilerin hiçbir can ve
mal endişesine mahal vermeksizin hukuku kullanabilmenin yanında kendi
menfaatleri söz konusu olduğunda da hukukî haklarını kullanabilme adına
zamanımızda sürekli olarak değişik vesilelerle dile getirilen hukukun üstünlüğü çerçevesinde hukuk bilgisini sonuna kadar kullanabilme özgürlüklerinin kendilerine sağlanmış olmasıdır.
Son örneğimiz iki toplum arasındaki tarihî dostluk, hoşgörü ve samimiyetin iğfale uğramadan önce ne denli güzel bir seyir içerisinde olduğunu
gösteren bir başka dava konusu. Muhtemelen bu örneği gördükten sonra
insanın gerçekten de bu medeniyet ile ilgili kalem oynatan ilim ehlinin
insanlığın yaşayan son adası demelerindeki haklılığı bir kez daha görme
fırsatı yakalıyor.
Kayseri şehri Sınıkçı mahallesinde ikâmet etmekte olan Ermeni milletinden Yozgatlı oğlu Aleksan veled-i Elhanek, Eskibedestan mahallesinde
oturmakta olan Bağcı oğlu Ahmet Ağa’dan 14 Ocak 1899 tarihinde o dönemde cari olan para birimi üzerinden olmak üzere 5 Osmanlı lirası (lira-i
Osmanî) borç para alır, fakat parayı geri ödeyemeden ölür. Bunun üzerine
söz konusu borç para Ahmet Ağa tarafından eşi Gülisna binti Simyon ve
çocuklarından istenir, fakat eşi ve çocuklarının böyle bir borçtan haberleri olmadığı için borcu sahiplenmek istemezler. Bunun üzerine alacağını
mahkeme kanalıyla tahsil etmek üzere Ahmet Ağa kadı mahkemesine Gülisna binti Simyon ve çocukları aleyhinde dava açarak söz konusu paranın kadılık marifetiyle tarafına ödenmesini ister. Bunun üzerine davalı ve
davacılar mahkemeye çağrılır. İki taraf da konu ile ilgili dinlenir. Davalı
Gülisna binti Simyon mahkemedeki ifadesinde eşinin borcundan haberi
olmadığını fakat mahkemeye ibraz edilen belgeden görüldüğü kadarıyla
eşinin borcunun olduğunu kabul eder. Bu durum karşısında paranın hemen tahsil edilmesi gündeme gelecektir. Fakat Gülisna binti Simyon’un
müteveffa eşinden Serkiz, Ohannes, Haykaz, Karbir ve Artin isimlerinde
5 oğlu ile Haykanoş isminde bir kızı vardır ve bunlardan Artin, Haykanoş
ve Karbir’in henüz çok küçük olduklarından ötürü onun adına söz alan
avukatı Muhyiddin (vekil-i musahhar Muhyiddin) ailenin mağdur olmaması için Artin, Haykanoş ve Karbir’in ergenlik çağına gelinceye kadar
söz konusu ödemenin ertelenmesini mahkemeden talep eder. Durumu değerlendiren mahkeme 4 Mayıs 1902’de vermiş olduğu kararla ödemeyi
11 KŞS, Defter No: 279, Belge No: 120, s.134.
323
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
davacı Ahmet Ağa’nın aleyhinde olacak şekilde çocukların ergenlik çağına
kadar erteler12.
Aksine birçok örneklerin olmasına rağmen Millî Mücadele öncesi
İstanbul’un işgal yılları sırasında, birçok yerli Rum’un taşkınlıklar yaparak
Türk düşmanlığını körüklediği bir ortamda, yüzyıllarca Osmanlının adalet
anlayışı ve hoşgörü şemsiyesi altında İstanbul’da huzur içinde hayat sürmüş hakperest bir Rum olan Alerko Mandacı’nın, elinde tespihi, başında
fesi ile dolaşarak: Ben bu fesin altında doğdum, bunun altında ölürüm!
diyerek soydaşı diğer Rumlara muhalefet edip onlarla yaka paça mücadele
etmesi farklı bir açıdan birlikte yaşama sanatının simgesi olarak karşımıza
çıkmaktadır13.
Sonuç
Sonuç olarak burada sadece bir kaç örneğini verebildiğimiz, Kayseri
kadı mahkemesi kayıtlardan göründüğü kadarıyla Osmanlı toplumu içerisinde Kayseri örneğinde de olduğu gibi insanların hak arama ve hukuku
kullanmada dinî ya da ırkî anlamda bir ayrımcılık ile karşılaşmadıklarını
ve hatta dördüncü örnekte gördüğümüz şekliyle farklı inanç sisteminden
ve Ermeni milletine mensup bir şahsa borç para veren Ahmet Ağa’nın toplumun ezici çoğunluğunu temsil eden bir unsurdan gelmiş oluyor olmasına
rağmen, alacağının tahsil edilerek kendisine verilmesi yönündeki girişiminin olumlu neticelenmemiş olması ve alacağının gayrimüslim Ermeni
çocukların ergenlik çağına gelinceye kadar ertelenmesi bize Osmanlıda
hoşgörü ve birlikte yaşamanın sosyal hayatta bir kültür haline geldiğini
gösteren en sağlam tarihî delillerindendir. Vatandaşın hukukî sıkıntıları ile
ilgili problemlerini mahkemelere getirmesi ve orada kalıcı çözümler ile sonuçlandırılmış olması ancak çağları aşan devlet anlayışlarının en mümeyyiz vasıfları olarak kabul gören ve günümüz insanının birçok sıkıntısına da
çözüm getirebilecek sevgi, şefkat ve hoşgörü medeniyetinin sahip olduğu
iklim şartlarının yeşermesi ile mümkün olabilecektir14.
12 KŞS, Defter No: 279, Belge No: 2, s.5. Ayrıca bkz. Süleyman Demirci, “Justıce For All:
Muslıms And Non-Muslıms Settlıng Dısputes at The Kadi’s Court in Kayseri, C.1900”, Revue d’Histoire de l’Université de Balamand/Chronos-the History Journal of the University
of Balamand, Cilt 14, Lübnan 2006, ISSN 1608 7526 yayında makale.
13 Necati Güngör, Bir Taşralının İstanbul Nostaljisi, Yılmaz Yayını, İstanbul 1992, s.9.
14 Bkz. Süleyman Demirci, “State and Society in the Middle East. Living Together in an
Islamic Society: Non-Muslim Armenians in the Ottoman Empire and Law: The Case of
Kayseri (As Reflected by the Sharia Court Records of Kayseri)”, 11-16 Haziran 2006 ta-
324
Yrd. Doç. Dr. Süleyman DEMİRCİ
rihleri arasında Ürdün’ün başkenti Amman’da yapılan İkinci Dünya Ortadoğu Çalışmaları
Konferansı/WOCMES2’na İngilizce olarak sunulan tebliğ.
325
XIX. YÜZYILDA MISIR’DAKİ ERMENİLER
Doç. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
E-mail: [email protected]; Tel (GSM): 0 535 779 95 45
Özet
Ermeniler, Osmanlı Devleti’ni oluşturan Rum, Bulgar, Arnavut, Arap, Türk vb. unsurlardan biri olarak ülke sınırları içinde, görece geniş özgürlüklere ve haklara sahiptiler. Ermeniler, Osmanlı Millet Sistemi’ne göre, özel vakıfları aracılığı
ile din, eğitim ve sağlık hizmetlerini, merkezi otoritenin
herhangi bir kısıtlamasına maruz kalmadan, kendi başlarına organize ediyorlardı. Bu bağlamda, Yabancı ülkelere
gitmek, oralarda eğitim gördükten sonra tekrar Osmanlı
Devleti’ne dönerek bürokraside görev almak konusunda
herhangi bir engelle karşılaşmıyorlardı. Bu şekilde, başta
hariciye nezareti olmak üzere, diğer bürokratik birimlerde görev alan ve zamanla nazırlığa kadar yükselen birçok Ermeni asıllı Osmanlı tebaası vardır. Hatta bunlardan
bazıları, mesleklerindeki başarıları nedeniyle, çok taktir
toplamıştır. Bunların oğulları, torunları veya ailenin diğer
bireyleri baba-dede mesleğini uzun yıllar devam ettire
gelmişlerdir. III. Selim (1789-1807) zamanındaki Dadyanlar,
II. Mahmut (1808-1839) zamanındaki Düzoğulları, Balyan
aileleri gibi, Mısır’da da önemli makamlara gelen Ermeni
milletine mensup aileler vardır. Bu durumun bir benzerini Kavalalı zamanında ve sonrasında Mısır’da da görmek
mümkündür. Örneğin Abroyan, Yusufyan ve Nubaryan ailelerine mensup çeşitli fertler, Mısır bürokrasisinde önemli
makamlara gelmişlerdir.
Bu tebliğin başta gelen amacı, Mısır’ın modernleşme çabaları sırasında, devleti meydana getiren unsurlardan biri
olan Ermenilerin Mısır’daki yeni politikalara katkıları ve
rolleri olacaktır. Ayrıca Mehmet Ali Paşa’nın teşvikleriyle
Mısır’a yerleşen Ermenilerin çalıştıkları meslekler, kurdukları vakıf, okul gibi hayır kurumlarına değinilecektir.
Doç. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK
Giriş
Mısır’da Ermenilerin varlığı VII. yüzyılın başlarına kadar geri gider.
Bu dönemde Mısır ordusunda asker olarak bulunan Ermeniler vardı. Fatimiler zamanında XI. yüzyılda Mısır’daki Ermenilerin sayısı 30 bin civarındaydı. Hatta bu yüzyılın sonunda vezirlik makamına kadar yükselen ve
bu makamı çocuklarına bırakan Ermeni asıllı meşhur devlet adamları da
vardı. Eyyubilerden itibaren nüfuzları azalmaya başlayan Ermeniler, bir
cemaat olarak varlıklarını Memlûklar zamanında da sürdürdüler. XIV. yüzyıldan itibaren Mısır’daki Ermeni kilisesi Kudüs Ermeni Patrikhanesi’ne
bağlıydı. Mısır’ın Osmanlılarca fethedilmesinden sonra da bu durum devam etti1. XIX. yüzyılın başından itibaren, Mısır’da Mehmet Ali Paşa’nın
giriştiği reformlar ve ekonomik gelişmeyle beraber Mısır’daki Ermeni nüfusu göreceli olarak çok hızlı arttı. Mehmet Ali Paşa giriştiği kalkınma
hamlesi ve reformların başarıya ulaşması için yeterli sayıda uygulayıcılara, yani teknokrat ve bürokratlara ihtiyaç duyuyordu. Bu ihtiyacının önemli bir kısmını Ermeni asıllı kişilerden karşılamaya karar verdi. Şüphesiz ki
Ermenileri seçmesinin bazı pratik nedenleri vardı2.
1
2
Avedis K. Sanjian, The Armenian Communities in Syria under Ottoman Dominion, Cambridge, Massachusetts; Harvard University Press, 1965, s.154-156.
Mehmet Ali Paşa devrine ilişkin bilgiler çoğunlukla Rouben Adalian’dan faydalanılarak
yazılmıştır. Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Rouben Adalian, “The Armenian Colony
of Egypt During the Reign of Muhammad Ali (1805-1848)”, The Armenian Review, Vol.
XXXIII, No: 2-130, June 1980, s.115-144.
329
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Bu tebliğin başta gelen amacı, Mısır’ın modernleşme çabaları sırasında, devleti meydana getiren unsurlardan biri olan Ermenilerin Mısır’daki
yeni politikalara katkıları ve rolleri olacaktır. Ayrıca Mehmet Ali Paşa’nın
teşvikleriyle Mısır’a yerleşen Ermenilerin çalıştıkları meslekler, kurdukları vakıf, okul gibi hayır kurumlarına değinilecektir. İmparatorluk devlet yapısının Fransız İhtilâli’nden itibaren milliyetçilik hareketleriyle çözülmeye başladığı dönemde, Mehmet Ali Paşa Mısır’da bu gelişmelerin
tersine bir deneyime girişti. Valisi olduğu Mısır’da güçlü bir idarî yapı
oluşturmaya karar verdiğinde imparatorluk düzenini, hatta bazı alanlarda
Osmanlıları taklit etmeye koyuldu. Bu bağlamda, Ermeni milletine mensup zanaatkâr, bürokrat, tüccar ve sarraf gibi meslek sahiplerini Kahire ve
İskenderiye’de toplamaya başladı. Bu makalede Paşa’nın bu politikasının
sebepleri ve XIX. yüzyıl boyunca süren etkileri konu edilmektedir. Ayrıca, Ermeniler Paşa’nın yenilik hareketlerinde ne gibi roller aldılar? XIX.
yüzyılda Mısır’da hangi açılardan etkin oldular? Bu sorulara cevaplar aranacaktır.
XVIII. yüzyılın sonuna gelindiğinde İstanbul’daki Amira sınıfı devlet
tekellerinin önemli bir kısmında imtiyaz sahibi olmuştu. Tophane’de silah
yapımı idaresinde Dadyan ailesi 1795’ten itibaren nesilden nesile geçen bir
konum elde ettiler. Bunların oğulları, torunları veya ailenin diğer bireyleri
baba-dede mesleğini uzun yıllar devam ettiregelmişlerdir. III. Selim (17891807) zamanındaki Dadyanlar, II. Mahmud (1808-1839) zamanındaki
Düzoğulları, Balyan aileleri gibi, Mehmet Ali idaresindeki Mısır’da bazı
seçkin Ermeniler bir takım görevlere soyundular. Paşa onlara başkentteki
işlevlerine benzer roller verdi. Doğu Akdeniz’de yıldızı parlayan Mısır’da
yeni bir sosyo-ekonomik altyapıyı onlarla kolayca kuracağını düşünüyordu. Yusufyanlar, Abroyanlar, Aşıkyanlar, Gülbenkyanlar ve Cevahirciyanlar Paşa’nın bu beklentilerine olumlu katkılar sağlamışlardır. Hatta, söz
konusu beklentilerin ötesinde Mısır’ın politik yapısının değişmesinde de
aktif rol aldılar. Kısacası, Mısır’daki Ermeniler Arap toplumuyla da uyum
içinde olmakla beraber batıdaki yenilikleri sosyal ve kültürel yaşama taşımakta da bir aracı olmuşlardır3.
3
Bir Ermeni ailesinin düğününe katılan Sir Richard F. Burton’un gözlemlerinde bunu
görmek mümkündür. Bkz. Sir Richard F. Burton, (ed. Isabel Burton), Personal Narrative of
a Pilgrimage to al-Medina and Meccah, New York, 1964, Vol. I, s.123.
330
Doç. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK
I. Mehmet Ali Paşa Paşa ile Başlayan Hareket: Kariyer ve
Zenginlik İçin Mısır’a Giden Ermeniler
Mısır, 1805 yılında Mehmet Ali Paşa (1805-1848)’nın vali olmasından itibaren, siyasî ve ekonomik açıdan güçlü ve atılımcı politikaların
uygulanmasına sahne oldu. Sanayi alanındaki yatırımlar ve tarımdaki iyileşmeye bağlı zenginleşme ile birlikte Süveyş Kanalı’nın açılması Mısır’ı
bir cazibe merkezi haline getirdi. Kızıldeniz ve Doğu Akdeniz’de ticari
faaliyetlerin artış göstermesi, Osmanlı Devleti içinden ve dışından çok sayıda müteşebbisin ve tüccarın dikkatini Mısır’a yöneltti. Bunun sonucunda, çok sayıda Avrupalı, başta İngiliz ve Fransızlar olmak üzere, özellikle
İskenderiye’ye ticari faaliyetlerde bulunmak amacıyla yerleştiler4. Fransız işgali sırasında, yani 1798-1801 yıllarında İskenderiye’nin nüfusu 8
bin civarında iken, Mehmet Ali Paşa’nın tersane kurması, su kanalları ve
fabrikalar kurmasından sonra şehrin nüfusunda birdenbire büyük artışlar
oldu. Kent, Mısır içinden ve Osmanlı Devleti’nin diğer kentlerinden de
büyük göçler almaya başladı. Osmanlı Devleti teb’asından olan Ermeni
ve Rumlar da İskenderiye’ye yerleşmeye başladılar5. Hatta İskenderiye’ye
göç edenlerin çoğu, Osmanlı Devleti’ne mensup gayrimüslim tebaa idi6.
Çukurova bölgesinde yaşayan Ermeniler, XIX. yüzyılın sonlarında batıya
göç etmeye başladıklarında, Mısır üzerinden gidiyorlardı. Bazıları orada
bir müddet kalıyor yakınlarının yanlarında çalışıyorlardı. Böylece Mısır’da
önemli sayıda bir Ermeni cemaati oluştu. Bunlar kendi dillerinde gazeteler
de çıkardılar. İngiltere’nin Mısır’ı işgalinden sonra Mısır’a göç eden ve
orada Osmanlı Devleti aleyhine, yayın faaliyetlerine girişen Ermenilerin
sayısında artışlar oldu7. Babıâli de kendi tebaasından olan Ermeni, Yahudi
4
5
6
7
Bu arada vurgunculuk peşinde koşan bir çok yerli ve yabancı tüccar da İskenderiye’ye göç
etmeye başlamıştı. Daha fazla bilgi için bkz; Robert Ilbert, “İskenderiye Kozmopolit Bir
Kent Miydi?”, Paul Dumont-Francois Georgen (Der.), Modernleşme Sürecinde Osmanlı
Kentleri, Çev: Ali Berktay, İstanbul; Tarih Vakfı Yayınları, 1999, s.155.
Mısır’a yerleşen Ermeniler için bkz; Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Bab-ı Ali Evrak Odası
Mümtaze Kalemi-Mısır 3-C/68. Ayrıca bkz: Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul; Belge Yayınları, 1987, s.449.
Bu dönemde, Kosnoloslukların tespit ettikleri rakamlar da gerçeği yansıtmıyordu. Kendi
vatandaşları diye nitelediklerinin en az üçte biri Osmanlı vatandaşı idi. Robert Ilbert bu tahmini çaprazlama yöntemine göre tespit ettiğini belirtiyor. Daha fazla bilgi için bkz; Robert
Ilbert, a.g.m., s.156.
Mısır Fevkalede Komiseri Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Mısır’daki Ermeniler ve çıkardıkları
gazetelerdeki zararlı yayınlar hakkında bazı raporlar kaleme almıştır. Bunların bir kısmı
için bkz: Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Bab-ı Ali Evrak Odası Mümtaze Kalemi-Mısır 3C/68.
331
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
veya diğer gayrimüslimlerin Mısır’da yerleşmesine veya ticaret yapmak
üzere orada geçici olarak ikamet etmesine engel çıkarmıyor ve ayrıma tâbi
tutmuyordu8.
XIX. yüzyılda, Mısır’daki ilk Ermeni nesli Yeğiazar Amira ve Garabet
Kalustiyan tarafından temsil edildi. Bunlar Mısır idaresinde görev aldılar.
İlk görevleri ekonomik alanı kapsıyordu. Anadolu’nun başlıca iki farklı
bölgesinden gitmişlerdir. İlk grup İzmir’den gitmiştir. Bunlar İzmir’de küçük dükkânları bulunan esnaf ve zanaatkârlardır. Bununla birlikte, imparatorluğun diğer önemli kentlerinde kurulu ticarethanelerinin bu kentteki
şubesi vasıtasıyla ticaret yapan küçük işletme sahiplerini de bu grup içinde
görmek mümkündür: Abroyanlar ve Yusufyanlar gibi. Ayrıca, yabancı tüccarlarla bağlantısı olan veya onların Anadolu’da acentalığını yapanlar da
bir liman kenti olan İzmir’de bulunuyorlardı. Örneğin, Bogos Bey’in kardeşi Bedros Yusufyan Tirieste’de kurduğu firmanın İzmir’de bir şubesini
açmıştı. Avrupa’da Pierre George adıyla iş yapan Bedros Venedik, Viyana,
Manchester gibi ticaret kentlerinde pamuk, tütün ve diğer ihracat ürünlerinin alım-satımını yapıyordu. İkinci Ermeni tüccar grubu Doğu ve İç
Anadolu’dan Mısır’a gitmiştir. Örneğin Yeremyanlar ve Yeğiazar Amira
Eğin kentinden, Garabet Kalustiyan Van’dan Hampartsum Amira Krikoryan (öl. 1840) Çemişkezek’ten gitmiştir. Sarrafbaşı Kevork ölünce 1832 yılında Tokat’tan giden Krikorian onun yerine geçmiştir. Akhisarlı Metzador
Konstantin (öl. 1846) seraskerbaşının sarrafı idi. Sarraf Hagop Ağa Hovsepyan (öl. 1860) ve 1830’lu yıllarda sandık emini olan Havece Melkon
ise Diyarbakırlı idi. Cihadiye nazırının sarrafı Aleksan ise Bağdatlı idi9.
Bunların önemli bir kısmı ise bir-iki nesil önce İstanbul veya İzmir’den bu
kentlere gitmişlerdi. Örneğin Bogos Bey’in ve Abraham Gülbenkyan’ın
babası Kayserili idi. Oradan İzmir’e gitmişlerdi. Anadolu’dan gelen Ermeniler kırsal burjuvaziyi temsil etmektedirler. Bunlar küçük ölçekli ticarî
faaliyetlerini Mısır’ın gelişen ekonomik yapısıyla paralel olarak büyütmek
amacında olan ve Akdeniz’in sunduğu imkânlardan faydalanmak isteyen
tüccarlardı10. Sayısal olarak bakıldığında birinci gruptakiler ikincisine nispeten azınlıktaydı. Ama bürokraside görev alma ve ekonomik etkinlik bakımından durum tam tersiydi denilebilir.
İstanbul ve İzmir gibi ticarî faaliyetlerin yoğun olduğu kentlerden
Mısır’a göç eden, nispeten kent burjuvazisi diyebileceğimiz grup ise Av8 Robert Ilbert, a.g.m., s.156.
9 Rouben Adalian, a.g.m., s.125.
10 Rouben Adalian, a.g.m., s.124.
332
Doç. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK
rupa’ daki firmalarla uzun ailevî bağlantıları olan tüccarlardı11. Bunların
Mısır’ın ekonomik faaliyetlerini düzenleyen kurumlarda görev alan aile
bireyleri sayesinde, daha avantajlı bir konumları vardır. Bununla birlikte,
Mısır içindeki ekonomik faaliyetleri Paşa’nın hemen her alanda kurduğu
devlet tekeli sayesinde biraz sınırlıdır. Ama bunlar dış ticaret yaptıkları
ve batılı firmaların faydalandıkları kapitülasyonlar çerçevesinde hareket
ettikleri için nispeten avantajlıydılar. Çünkü firmaları Avrupalı firmalarla
iş yapıyordu, kimi zaman da onların Mısır’daki acentasıydılar. Mehmed
Ali Paşa devrinde oluşturulmaya çalışılan Mısır orta sınıfının en iyi örneklerini Ermeni tüccarlar arasından göstermek mümkündür. Öte yandan,
bunların bir kısmı Mısır’ın orta sınıfından zamanla üst sınıfa sıçramışlardı.
Politik olarak da üst sınıfla iyi ilişkileri olan, idarede görev alan ve bir
anlamda Hidivlerin yeni siyasetlerine yön veren hatta, uygulayan onlardı.
Bu pozisyonlarını 1950’li yılların başına kadar yani, Nasır dönemine kadar
korudular diyebiliriz12.
1830’lu yıllara kadar Mısır’daki Ermeni topluluğu Mehmet Ali
Paşa’nın sağladığı olanaklar çerçevesinde başlıca üç alanda ekonomik faaliyet içinde bulundular: Tarım, zanaat ve ticaret. Mehmet Ali Paşa zamanında tarımla uğraşan Ermenilerin Mısır ekonomisine en önemli katkısı;
yeni teknikleri getirmeleri ve bunun sonucunda üretimde verimliliğin artırılmasına katkıda bulunmalarıdır. Ayrıca, yeni ürünlerin tanıtılması, tarımsal üretimde çeşitlilik sağlanması ve pazar için üretim mantığının yerleşmesine katkıları da olmuştur.
I.1. Tarım Alanındaki Faaliyetleri
Mısır’da en önemli tarım ürünü olan pamuk, başlıca alıcı ülke durumundaki İngiltere ve Fransa’ya satılmaktaydı. Bu dış ticaretin başta gelen
alıcı firması Briggs and Co. (Briggs ve ortakları) şirketi idi. Mr. Briggs
şirketini kurmadan önce, İngiltere’nin Mısır elçiliği görevinde bulunmuştu13. Bogos Bey ile de yakın ailevi bağları vardı. Bogos Bey ise Mısır
11 Aynı yer.
12 Nasır 1956 Süveyş Krizi’nden sonra Süveyş Kanalı’nı millileştirmesinin yanında Mısır’da
faaliyet gösteren Yunan, İtalyan, Ermeni, Suriyeli Hristiyanlar ve Yahudiler’in ekonomik
hayattan çekilmesini sağladı. Daha fazla bilgi için bkz. M.W. Daly (ed.), The Cambridge
History Of Egypt, Vol. II, Modern Egypt, from 1517 to the End of the Twentieth Century,
The Cambridge, 1998, s.309-310, 339-340.
13 Briggs Mısır’daki Ermenilerle arası iyi idi ve onları destekliyordu. Hatta aralarında
Hekekyan’ın da olduğu bazı Ermeni gençlerin Avrupa’daki eğitimlerine de finans sağladı.
333
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Hükümeti’nde ticaret nazırlığı yapıyordu. Mısır’daki Ermeni tüccarların
bu bağlantıları kullanarak pamuk ticaretinden büyük pay alıp almadıkları
hakkında kesin bilgilere sahip değiliz. Bu durum teknik olarak da pek imkân dahilinde değildir. Çünkü Mehmet Ali Paşa hem üretimi hem de satışı
denetimi altında tutup devlet tekeli yapmıştı. Bu bakımdan pamuk devlet tarafından toplanıp Mısır’da acentaları olan batılı şirketlere doğrudan
satılıyordu. Ancak, Bogos Bey’in kardeşi Bedros Yusufyan Trieste’deki
firması aracılığıyla Mısır’dan pamuk alıyordu.
Ermeni tarım müteşebbislerinin en başarılı olduğu ürün mandalinadır. Hatta bu ürün Mısır’daki ilk üreticisinin adıyla çoğu arap ülkesinde
adlandırılmaktadır: Yusuf Efendi. Yusuf el-Ermeni 1826 yılında Mehmet
Ali Paşa tarafından Fransa’nın Roville kentine ziraat eğitimi için gönderilmişti. Yusuf eğitimini tamamlayıp dönerken Malta’ya uğramış ve oradan mandalina fidanları alarak Mısır’a götürmüştür. Mehmet Ali Paşa’nın
bahçelerine bunları dikerek Mısır’daki ilk üretimin denemesine girişmiştir.
Paşa bu yeni meyvenin lezzetini çok beğenmiş ve Şubra’daki diğer bahçelerinde de bu meyve ağaçlarının dikilmesini emretmiştir. 1835 yılında
Nabaroh’da bir Ziraat Mektebi açan Paşa bu okulun başına Fransız M.
Grandjean’i getirmiştir. Yusuf el-Ermeni de yeni ziraat tekniklerinin halka
anlatılması konusunda ihtiyaç duyulan tercümanlık görevine getirilmiştir.
M. Grandjean’in görevinden ayrılmasından sonra Yusuf el-Ermeni onun
yerine geçmiştir. Bu ziraat okulu her iki idareci döneminde de pek başarılı olamamıştır. Ancak mandalina üretiminde çok başarı sağlamıştır. Yusuf
el-Ermeni makamını kaybetmiş ve okul Şubra’ya taşınmıştır. Mandalina
üretimindeki başarı hem Yusuf el-Ermeni’nin hem de mandalinanın adını
Yusuf Efendi olarak değiştirerek yaygınlaştırmıştır14.
I.2. Zanaat Alanındaki Faaliyetleri
Mısır’daki Ermeni zanaatkarlar çoğunlukla XIX. yüzyılın başlangıcından itibaren İstanbul ve İzmir’den gelen ailelerden oluşuyordu. Mısır’daki
elverişli iş koşulları diğer bir ifadeyle yüksek ücretler, daha az rekabet ve
gittikçe artan nüfus bu zanaatkarların İstanbul ve İzmir gibi ticaret ve zanaat bakımdan gelişmiş kentlerde kazandıkları tecrübelerine yeni bir atılım
Bkz. Ahmed Abdel-Rahim Mustafa, “The Hekekyan Papers”, Political and Social Change
in Modern Egypt: Historical Studies From the Ottoman Conquest to the United Arab Republic, ed. P.M.Holt, New York, 1968, s.68.
14 Rouben Adalian, a.g.m., s.119.
334
Doç. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK
imkânı sunmuştur. Elbette Mehmet Ali Paşa’nın hırslı yatırımları ve Ermeni elitleri ile kurduğu dostça ilişkiler de bir başka motivasyon kaynağı idi.
1827 yılında, marangoz, demirci ve duvar ustası ve diğer zanaakarlardan oluşan 200 kadar Ermeni Kahire’ye geldi. 1820 ila 1830 yılları arasında 10 adet yazmacı dükkânı Ermeniler tarafından Kahire’de işletiliyordu.
Ermeni kadınları İstanbul’da nakış eğitimi alıp Mısır’a geliyordu. Diğer
taraftan ayakkabıcılık konusunda yetenekli Ermeni zanaatkarlar Mısır’da
rağbet görüyordu. Bu gelenler Mehmet Ali Paşa’nın planları çerçevesinde
aldıkları davet ve yeni açılan ve gelişmekte olan bir Pazar için üretim becerilerini kara dönüştürmek isteyen girişimci ruha sahip kişilerdi15.
Ermeni zanaatkarların iddialı oldukları bir alan da kuyumculuk idi.
1864 yılında İskenderiye’de çok küçük fakat ticaret ve zanaat alanında etkili bir Ermeni topluluğundan söz edebiliriz. Şöyle ki 45 Ermeni zanaatkar
dükkânından 8’i kuyumcu idi. Bunların 6’sı da İstanbul’dan gelen kişilerce
işletiliyordu. Mehmet Ali Paşa’nın sarayında çok sayıda Ermeni kuyumcu
vardı. Hatta Cevahirciyan ailesi sarayın resmi kuyumcusu olarak Mehmet
Ali Paşa, İbrahim Paşa ve Said Paşa zamanlarında görev yaptı. 1830’lu yıllarda Havece (Hoca) Yeğia Cevahirciyan, Cevahircibaşı yani başkuyumcu
idi. Yeğia Cevahirciyan, muhtemelen Parsiğ Ağa Cevahirciyan’ın akrabası
idi. Parsiğ Ağa’nın oğlu Stepan Ağa Kevork Bey Yeremyan’ın kızkardeşi
ile evlendi. Kevork Bey’in kızı da Nubar Paşa ile evlenmiştir. Abbas Hilmi
II Paşa’nın hidivliği sırasında sarayın başkuyumcusu yine bir Ermeni idi:
Hovhannes Bey Nakhnukh16.
Mısır’daki Ermeni zanaatkarlar her zaman mesleki bakımdan etkilerini sürdürmüşlerdir. I. Dünya Savaşı öncesinde, Mısır’da Mehmet Ali
dönemindeki parlak günlerini geride bırakan ve geri planda kalan belki de
bu yüzden Avrupa ve Amerika’ya giden bürokratlara karşılık Ermeni asıllı
zanaatkarlar mesleklerini sürdürüyorlardı. Bunlar hatta yarı-Mısırlı olarak
adlandırılıyordu17. Mısır ekonomisinde faaliyet gösteren Ermenilerin kayda değer bir kısmı da sarraflardır. Bunlar sarraf olarak adlandırılır ama,
bankerlik, İmtiyaz sahibi, taşeron ve vergi toplayıcılığı yani mültezimlik
de yaparlardı.
Osmanlı İmparatoluğu’nun çeşitli kentlerinden Mehmet Ali Paşa döneminden itibaren Mısır’a gelen çok sayıda tüccar, zanaatkar ve bürokrasi15 Rouben Adalian, a.g.m., s.120.
16 Rouben Adalian, a.g.m., s.120.
17 Charles Issawi, Egypt An Economic And Social Analysis, Londra, 1947, s.35.
335
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
de görev bekleyen iği eğitimli memur adayları vardı. Bunlar içinde sayıca
az ancak görece cemaat bağları kuvvetli Ermeniler Mısır’da etkili alanlarda bulunmayı başardılar.
Mısır’daki Ermeni toplumu ve tüccarları arasında dikkate değer birisi
de Van’dan giden Garabet Ağa Kalustiyan (1790-1864)’dır. 1812 yılında
Bulak gümrük binasının idarecisi idi. Bulak gümrüğünde Garabet Ermeni
yardımcılar ve Türk hamallar çalıştırdı. Tarihçi El-Cebertî bu durumu kritik
ederken kapitülasyonlar sebebiyle yerli tüccarların %10 gümrük vermek
zorunda kalmasını buna karşılık Avrupalı Hristiyan tüccarların %2.5 gibi 4
kat düşük bir avantaja sahip olduklarını bildirmektedir. Ancak Garabet’in
istihdam ettiği Türk ve Ermenilerin verimli çalıştıklarını da övmektedir18.
I.3. Ticaret Alanındaki Faaliyetleri
Mısır’da özellikle üç Ermeni aile zenginlik ve ticaret bakımından göze
çarpmaktadır: Yusufyanlar, Nubaryanlar ve Abroyanlar. Bunların bazı ortak özellikleri vardır. İlk olarak üçü de İzmir’den Mısır’a göçmüşlerdir.
İkinci olarak, her üç aileye mensup bireylerin çoğu ticaretle meşguldürler.
Bazıları işlerini daha profesyonelce yapıyor ve dış ticaretle uğraşıyordu.
Ayrıca, bazıları devlet memuriyeti tecrübesine de sahipti. Birkaçı Çelebi
unvanı almış kişilerdi19.
Ermeni tüccarların çoğu bankerlik ile ticareti birlikte yapıyorlardı. Ticaretten elde ettikleri kazancı Mehmet Ali Paşa’nın finans ihtiyacını karşılamak için ikinci bir kez daha değerlendiriyorlardı. Paşa’ya ilk olarak
bankerlik hizmeti veren Yeğiazar Amira idi. Yeğiazar 1825 yılında ölünce,
Mehmet Ali Paşa banekrlik hizmetlerinin devam ettirilmesi amacıyla, diğer kardeşlerini davet etti. Bu maksatla Yeğiazar’ın yeğenini Ermenistan’ın
batısındaki Eğin kentine göndererek diğer yakınlarını ikna ederek Mısır’a
getirmesini istedi. Böylece Aleksan Missakyan (öl. 1848 Tuscany) ve Hagop Missakyan (öl. 1858) Paşa’nın verdiği bankerlik görevini sürdürdüler20.
Yeğiazar sermayesini İstanbul’dan Mısır’a getirmişti. Diğer bankerler
ise sermayelerini Mısır’da yaptıkları diğer işlerden elde ettikleri gelirlerden sağladılar. Bogos Garabedyan saraya finans sağlayan bir memurdu.
18 Abd al-Rahman al-Jabartî’s History Of Egypt, -‘Ajâ’ib al-Âthâr fî’l-Tarâjim wa’l-Akhbâr(ed. Thomas Phlipp-Moshe Perlmann), Stuttgart, 1994, c. IV, s.157, 221.
19 Rouben Adalian, a.g.m., s.134-135.
20 Rouben Adalian, a.g.m., s.122.
336
Doç. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK
Kirkor ve Mkertiç Reyisyan kardeşler Nil nehrindeki ulaşım firmasının
gelirleri ile zenginleştiler. Takvor Paşa Hagopyan (1827-1880) kariyerine küçük bir memur olarak başladığı Mısır’da İskenderiye’deki Ermeni
toplumunun liderliğine kadar yükselmişti. Hagop Aşıkyan (1819-1887)
servetini Mısır’da oluşturan bir başka Ermeni banker ve emlak zenginidir.
Babasıyla birlikte Talas kentinden Mısır’a göç etmiştir. Mısır’daki devlet
okullarından birinde tahsil hayatına başlamıştır. Aynı zamanda kereste ithalatı yapan babasının firmasında da çalışma hayatına atılmıştır. Bu sırada
Mısır yönetimi ile yakın ilişkiler kurmuştur. Hatta, bu ilişkiler oğlu Bogos
Bey Aşıkyan zamanında en üst seviyeye çıkmış ve daha sonra Hidivlik
makamına ulaşan Tevfik’in yakın arkadaşı olmuştur21.
Bu Ermeni sarrafların servet elde etmelerinde iki unsur göze çarpmaktadır. İlk olarak Mehmed Ali Paşa ailesinin üyeleri olan “prensler”le iyi
ilişki kurup onların finansal ihtiyaçlarını karşılamışlardır. İkinci olarak dış
ticaretten elde ettikleri kazançlardır. daha garantili gördükleri bankerlik
alanında işletmişlerdir. Bunun yanında dış ticaretten elde edilen gelirler
yabancı altın ve gümüş paralardır. Bunlar alım-satım işleminde Mısır’ın
her yerinde geçerli olmakla birlikte küçük alış-verişler de elverişli bir mübadele aracı olmadığı için Mısır para birimine değiştirilmesi konusunda
sarraflara başvurmak şarttı. Mehmet Ali Paşa bir çok kez para ile ilgili
reform denese de tam başarılı olamamıştı. Kısacası dış ticaretten elde edilen yabancı altın ve gümüş paraların değerlerinin tespiti ve değişimi için
sarraflar vazgeçilmezdi. Bu noktada Ermeni sarraflar önemli bir işleve sahipti22.
I.3.a. Emlak Spekülatörleri ve Yeni Toprak Zenginleri
Mısır’da özel toprak sahipliği 1837 yılından itibaren karşılaşılan bir
durumdur. Bu tarihten itibaren Mehmet Ali bazı yüksek görevlilere ve kendisine hizmeti geçen şahıslara hibe olarak toprak vermiştir. Bundan önce
tüm topraklar devlet mülkü olarak görülüyor ve toprağın kullanım hakkını
elinde bulunduran şahısların tam bir mülkiyet hakkı söz konusu değildi.
Sadece valinin soyundan olan üyeler gerçek anlamda özel mülk edinebiliyordu. Valinin ailesine mensup kişilerin sahibi olduğu bu tür verimli tarım
21 Rouben Adalian, a.g.m., s.122-123.
22 Rouben Adalian, a.g.m., s.123; Fawzy Mansour, Development of the Egyptian Financial
System up to 1967: A Study in the Relation between Finance And Socio-Economic Development, Kahire, 1970, s.8.
337
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
arazilerine de çiftlik adı verilmekteydi. Diğer kişilerin elde ettiği araziler
ise iltizam olarak görülüyordu. Müteahhid adıyla anılan mültezimler sahibi oldukları toprakları köylülere kiralar ürünün genellikle yarısını paylaşırlardı23.
1820’li yıllardan itibaren bazı Ermenilerin toprak ve emlak işine girdiğini görüyoruz. Hızla kalkınmaya başlayan Mısır ekonomisi tarım merkezli büyüdüğü için toprak alım-satımı spekülasyona açık bir ticaret alanıydı.
Yukarıda da belirtildiği üzere Mehmet Ali’nin valiliğinin son yıllarına kadar özel mülkiyet anlayışı olmadığı için şahıslar bir mülk edindiklerinde
bunu çocuklarına miras bırakmak konusunda bir garantileri yoktu. Osmanlı Devleti’nin diğer yerlerinde olduğu gibi bu durum şahısların mülk
edinmesini kısıtlamakla birlikte tamamen engellemiyordu. Şahıslar elde
ettikleri malları vakıf kurumu vasıtasıyla mirasçılarının kullanımı sağlama imkânına müracaat ediyorlardı. Mısır’daki Ermeni seçkinleri Kudüs’e
bağlı kiliselerini doğrudan Mısır’dan idare etmek ve aynı zamanda ortak
sorunları olan mülkiyet sahipliğini de kuracakları vakıf vasıtasıyla çözme
yoluna başvurdular. Böylelikle Mısır’daki zengin Ermenilerden önemli
gelir elde eden Kudüs Patrikliği bir kazanç ve otorite kaybına uğramış oluyordu. Gerek Kudüs Ermeni Patrikliği gerekse Mısır Ermeni Kilisesi elde
ettikleri gelirleri emlak yatırımında değerlendiriyorlardı. Beklendiği gibi
Mısır’daki Ermeni kilisesinin vakıf kurma doğrudan idare edilme taleplerine karşı çıktı. Bu sorun Bogos Bey’in çabalarına rağmen çok geç çözüme
kavuştu24.
Kamu İşleri Nezareti’nde çalışan memurlar aynı zamanda toprak yatırımına da giriştiler. Sulama yatırımlarına ilişkin projeleri yürüten kurumda çalışmak onlara hangi arazilerin nasıl değerleneceği konusunda birçok
ipucu veriyordu. Onlar da bu avantajlarını kullanarak çok akıllı (!) yatırımlar yaptılar. Sulama kanalları, ulaşım yolları gibi kalkınma projeleri
öncesinde çok değersiz olan arazileri çok uygun fiyata alıp proje gerçekleştikten sonra yüksek bir fiyata satıp yeni arazi yatırımlarına yöneliyorlardı. Mehmet Ali Paşa ve ardından gelen vali/hidivler döneminde devlet
katında memur olanlar bu şekilde kolayca zenginleşme imkânı buldular.
Bu durumdan yararlanan Ermeni memur/banker arazi spekülatörleri vardı.
23 Helen Anne B. Rivlin, The Agricultural Policiy of Muhammad Ali in Egypt, Cambridge,
1961, s.64-7.
24 Kudüs Ermeni Patrikliği ile Kahire Ermeni Kilisesi arasındaki uzlaşmazlıkların detayı için
bkz. Avedis K. Sanjian, The Armenian Communities in Syria Under Ottoman Dominion,
Cambridge; Harvard University, 1965, s.156-160.
338
Doç. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK
Onların en önemli avantajı kamu işleri nezaretinin başında Bogos Bey’in
olmasıydı. Bogos Bey kendi ofisinde şekillenen projelerin ipuçlarını Ermeni cemaatinden yakınlarına ileterek onların servetlerinin artmasına ve yeni
alanlara yatırım yapmalarına imkân veriyordu. Bogos Bey gerek kendi girişimciliği, gerekse gelişen Mısır ekonomisinin sunduğu imkânların yani
projelerin başında olan yetkili bir kişi olarak verdiği tavsiyelerle dostlarına
büyük kazançlar sağladı. Ayrıca kendi adına da büyük servetler kazandı.
Bogos Bey bu yarışta ilk sırada ise ikinci sırada Dikran Paşa d’Abro’nun
babası Stepan d’Abro gelir. Mehmet Ali Paşa devrindeki sulama ve inşa
işlerini yürüten Dâhiliye Nezareti kamu işleri idaresi meclisinin üyelerinden olan Stepan d’Abro mülk edinme konusuna Bogos Bey’den daha önce
başlamıştır. 1865 yılında Dâhiliye Nazırı olarak görev yapan Bogos Nubar
Paşa’dan daha fazla mülke sahipti.
Nubaryanlar ve Stepan d’Abro aileleri yanında edindikleri mülkler
sayesinde zenginleşen başka Ermeniler de vardır. Takvor (Tekfur) Paşa
Hagopyan ve Garabet Ağa Kalustian sonraki sıradadırlar. Diğer bir dikkat
çeken toprak zengini Abraham Paşa Partoğ’dur ki o da tüm zenginliğini
babası Partoğ Ağa Gülbenkyan’ın bıraktığı mirasa borçludur. Mısır’daki
ilk Gülbenkyan, Paroğ Ağa’nın kardeşi Abraham Gülbenkyan’dır. Aslen
Kayserili olan Abraham İzmir’de iken Bogos Nubar’ın özel öğretmenliğini yapmıştı. Bogos Bey Mısır’a gittikten sonra hocasını aile üyelerine özel
ders vermek üzere davet etti. Diğer seçkin ailelerin çocuklarına da özel
ders veren Gülbenkyan harisliği ve çalışkanlığı sayesinde hatırı sayılır bir
birikime kavuştu. Öğrencisinin de desteğiyle birkaç yıl içinde zenginleşti
ve Mehmet Ali Paşa’nın bankerlerinden biri oldu. Kendisine ettiği hizmetlerden memnun olan Paşa ona Garbi köyündeki kıymetli bir araziyi hediye
etti. Bu mülk Abraham Gülbenkyan’ın yeni yatırımlarına ve zenginleşmesinde yeni bir dönüm noktası oldu25.
Zanaat sınıfından olanlar valinin sarayına iş yaparak güçlenmişlerdir.
Tüccarlar ve taşeronlar arasından başarılı olanlar bankerlik ve emlak işine
giriştiler. Bunların bir kısmı aynı zamanda bürokraside de görev aldılar.
Başarılı bürokratlar arasından nazırlık makamına kadar yükselenler oldu.
Bu sayılan sınıftakilerden öne çıkanların hemen hepsi Bey ve Paşa unvanları aldılar.
25 Rouben Adalian, a.g.m., s.124.
339
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
II. Ermenilere Karşı Mısırlılar’ın Eleştirileri
Ermeni bürokratların bu şekilde hızla zenginleşmeleri ve bürokraside
ön planda bulunmaları çeşitli kıskançlıklara sebebiyet vermiş ve doğal olarak bazı tartışmalara ve suçlamalara da yol açmıştır.
Tarihçi el-El-Cebertî Ermenileri Müslümanlara tercih ettiği için sürekli olarak Mehmed Ali Paşa’yı suçlamaktadır. Ermeniler hem Mısırlı
değil hem de gayri-müslimdirler. Tekel yönetimlerine Ermeni asıllıların
getirilmesi ona göre büyük bir yanlışlıktır26. Mehmet Ali Paşa, Mısır’ı
ekonomik, sosyal ve idarî açıdan yeniden inşa ederken bu atılımları eski
bürokrat sınıfla yapamayacağını bildiğinden yeni, Avrupa’daki gelişmeleri
iyi kavrayan bir kadroya ihtiyaç duymuş ve bu noktada batı tarzı eğitim
almış Ermenilerin işine yarayacağını keşfetmişti. Bu yeni yönetici kadro
El-Cebertî gibi ulema sınıfından gelmediği için arkalarında sosyal-kültürel bir etki grubu yoktu. Onların bağlantıları Avrupa ülkeleriyle idi. Zaten
Mısır’ı modernleştirmek isteyen Paşa’nın Avrupa ve özellikle Fransa ile
ilişkilerini geliştirmek hedefiydi. Bu bakımdan Ermeniler tercih nedeniydi.
Paşa onların bulundukları makamların avantajlarını kullanarak zenginleşmelerinden de rahatsız değildi. Çünkü onlar kazandıklarını yine Mısır’da
yeni yatırımlara dönüştürüyorlardı. Bu da Paşa’nın devlet eliyle yaptığı
hamlelere paralel idi. Zaten istediği anda onların mallarını müsadere etme
imkânına sahipti. Söz konusu kişiler gayri-müslim ve Mısır dışından oldukları için denetim altında tutulmaları nispeten daha kolaydı. Mısırlı bürokrat veya ileri gelen ailelerden yenileşme politikalarına katkı sağlayacak
kişiler bu teorik yaklaşım nedeniyle aranmamış ve istihdam edilmemiştir.
Bu durum da yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı anlaşılabilir hatta yerinde bir politik tercihtir.
Öte yandan, XIX. yüzyılın ortalarından itibaren Mısır idaresinde görev
alan ve hızla zenginleşen Nubar Paşa için de çeşitli suçlamalar yapılmıştır.
Nubar Paşa’nın kendi çıkarları peşinde koştuğu onu yakından tanıyan bazıları tarafından dile getirilmiştir. Gazi Ahmet Muhtar Paşa da Babıâli’ye
yazdığı raporlarda Nubar Paşa’nın İngiliz yanlısı tavırlarına ve kendi kişisel çıkarlarını önemsemesine değinmiştir27. Sir James Rennel anılarında
26 El-El-Cebertî, Abd al-Rahman al-Jabartî’s History Of Egypt, -‘Ajâ’ib al-Âthâr fî’l-Tarâjim
wa’l-Akhbâr- (ed. Thomas Phlipp-Moshe Perlmann), Stuttgart, 1994, c. IV, s. 252.
27 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Yıldız Esas Evrakı, 129/7. Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın Nubar Paşa hakkındaki raporlarından birisi de budur. Nubar Paşa’nın ilk Reis-i Nüzzarlık
görevinden ayrılmasından sonra kaleme alınmıştır. Burada Nubar Paşa hakkında kısa fakat
kapsayıcı ve başarılı bir kritik yapılmıştır.
340
Doç. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK
Nubar Paşa’nın Mısır’a bir İngiliz gibi yabancı olduğunu belirtmektedir28.
Mısırlı milliyetçi yazarlar, İngiliz işgali ve buna yol açan politikalarda pay
sahibi olduğu için Nubar Paşa’yı suçlamaktadırlar. Hatta bazıları, Nubar
Paşa’nın katıldığı başarılı projelerde onun adının geçmesini bile gizlemeye
çalışmaktadırlar. Örnek olarak, Mısırlı modern dönem tarihçisi Abdurrahman el-Râfi‘i, İbrahim Paşa’nın oğlu Prens Mustafa Fazıl Paşa’nın başkanlığında 1857 yılında kurulan Mecidiye Vapur Şirketi’nde başkan yardımcısı olarak görev yapan Nubar Paşa’nın adını bilinçli olarak belirtmemiştir29.
Öte yandan İngiltere’nin Mısır’ı işgal etmesinden sonra, Nubar Paşa’nın
nazır veya nazırlar reisi olduğu sırada yazılan bazı raporlarda, Nubar
Paşa’nın Ermeni asıllı olduğunu vurgulayan ifadelere rastlanmaktadır30.
Nubar Paşa örneğinde görüldüğü üzere bu şekildeki -suçlayıcı- ifadelerde
bulunma tercihi, Türk yazar ve idareciler yanında, Mısırlı yazarlarda daha
sıkça rastlanmaktadır.
III. Mehmet Ali Paşa Sonrasında Ermeni Bürokratların Gözden
Düşüşü
Mısır’da ticari alanda faaliyet gösteren Ermeni ailelerin çocukları
idarî yapıda rol almaya başladılar. Ülkenin yenileşme çabaları içerisinde
Fransızca, İngilizce gibi lisanları çok iyi konuşmalarının da katkısıyla batıdaki gelişmeleri yakından takip eden bu yeni nesil hemen her alanda görev
alma imkânına sahipti. Dış ticaret yapan şirketlerde tercüman olarak görev
yaptıkları gibi devlet dairelerinde de aynı görevi yapıyorlardı. Bilgi ve yetenekleriyle kendilerini kanıtlamalarından sonra bizzat yetkili makamlara
tayin ediliyorlardı. Önceki neslin tek eksiği Arapça bilmemeleriydi. Artık
yeni nesil hem Arapça hem de Türkçe bilme imkânına sahipti ve batı lisanlarına ilaveten bu dilleri de bildiklerinde önemli makamlara gelmeleri
nispeten daha kolaydı. Örneğin Aristakes Altun-Divri Vaka-i Mısriye’nin
1840’taki baş editörü idi.
Mehmed Ali Paşa, ihtiyaç duyduğu bürokratları yetiştirmek için Kahire Kale’de yeni bir okul açtı. Burada üstün başarı gösteren öğrenciler
Fransa’ya daha ileri bir eğitim için gönderiliyordu. Öğrenciler arasında
28 Rodd, Social And Diplomatic Memories (Second Series) 1894-1901; Egypt And Abysinnia, s.31.
29 Talhami H. Ghada, Egypt’s Civilizing Mission: Khedive Ismail’s Red Sea Prov-
ince, 1865-1885, Basılmamış Doktora Tezi, University of Illinois, 1975, s.8.
30 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İrade Mısır, 1253, iç No: 1
341
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Ermeni seçkinlerin ve Mehmet Ali Paşa’nın çocukları da vardı. Bazı ailelerin ikinci ve üçüncü Ermeni nesli bu okulda ve Paşa’nın sarayındaki
özel eğitimlere katılma imkânına sahip oldu. Bogos Paşa Avrupa’ya gidecek öğrencilerin Mısır’daki eğitim işlerine memur olunca hem yakınları
hem de kendi çocuklarına bu imkânı kullanma şansı tanıdı31. Batı tarzı
eğitim bilinci ve alt yapısı olan Ermeni öğrenciler de bu şansı iyi kullandılar. Briggs’in himayesinde İngiltere’ye de Mısır’dan öğrenci gönderildi32.
1826 yılında Avrupa’ya gönderilen ilk öğrenci grubu 44 kişiden oluşuyordu. Bunların 4 tanesi Ermeni idi. Artin Çırakyan, kardeşi Husrev (Khosrov) Çırakyan, Stepan Demirciyan ve Yusuf Effendi el-Ermeni. Bunların
hepsi 1831 yılında Mısır’a geri döndü.
Mısır’a 1810’lu yıllarda göç eden Ermenilerin çocukları yani, ikinci
nesil 1820’li yıllarda 10’lu veya 20’li yaşlardaydılar. Bunlar önce Mısır’da
aldıkları özel batı tarzlı eğitim sayesinde Fransa ve İngiltere gibi ülkelere gitme fırsatını elde ettiler. 1830’larda yüksek eğitimlerini tamamlayıp
Mısır’a döndüklerinde bürokraside kilit noktalarda görev aldılar. Hızla
modernleşmeye çalışan Mısır’da inşaat, sulama, yol ve fabrika yapımı gibi
alanlarda sorumluluk aldılar. Ayrıca Mısır’da modern tarzda kurulan tüm
okullarda aktif olarak rol aldılar. Bu arada dış ilişkilerde tercümanlık ve
diplomatlık gibi görevlerde de tercih edildiler. 1841 yılında Mehmet Ali
Paşa Fransa ve İngiltere’nin Osmanlı tarafına ağırlık vermesiyle iç ve dış
politikasında yeni parametreleri dikkate almak zorunda kaldı. Artık Fransız ve İtalyanlara karşı daha dikkatli ve mesafeli olmak şart olmuştu. Hatta,
İngiltere’nin bunlar karşısındaki global gücünü hesaplamak ve ona göre
Suriye de dâhil olmak üzere Doğu Akdeniz, Sudan ve Kızıldeniz sahillerinde yeni bir politika geliştirmek gerekiyordu.
Mehmet Ali Paşa’nın sağlık sorunları ortaya çıkınca oğulları İbrahim
ve Abbas arasında valilik makamını ele geçirme mücadelesi başladı. İbrahim Osmanlı Devleti ordularına karşı başarı kazanmış ünü ve karizması olan bir güçlü bir kişilikti. Uyguladığı politikaları sebebiyle Mehmet
Ali Paşa’nın yönetim tarzını en iyi devam ettirecek vali adaydı. Abbas ise
babasının uyguladığı politikalardan rahatsız olan, yenileşme hareketlerine
ayak uyduramayan ve daha doğrusu bu konuda kendilerinin ihmal edildiğini gören geleneksel düşüncelere sahip memurlardı.
31 J. Heywort-Dunne, An Introduction to the History of Education İn Modern Egypt, Londra,
1939, s.169.
32 J. Heywort-Dunne, a.g.e., s.181.
342
Doç. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK
İbrahim Paşa’nın valilik makamına geçmesi birinci grubun başarısı
gibi görünse de bu sevinçleri uzun sürmedi. İbrahim Temmuz 1848’de elde
ettiği makamı ömrünün dolması sebebiyle aynı yılın Kasım ayına kadar
sürdürdü. Mısır’daki reformlardan rahatsız olan seçkinler Abbas Paşa’nın
etrafında toplanmışlardı. Bunlar hem reformlara hem de uygulayıcılarına
karşıydılar33. Abbas Paşa vali olunca beklendiği gibi tüm yabancı memurlara karşı bir tavır takındı. Ermeni memurlar da tüm yabancılar gibi görevlerinden alınmaya başlandı. Ancak Abbas Paşa’nın da valiliği çok uzun
sürmedi 1855’de Said Paşa vali olunca tekrar eski tecrübeli ve yetenekli
memurları bürokrasinin üst makamlarında görevlendirmek üzere geri çağırdı. Fakat Mehmet Ali Paşa’nın 1820’li ve 1830’lu yıllarda başlattığı bürokrat yetiştirme, tecrübe ve daha iyi donanım için batıya gönderme yöntemi artık çok iyi işlemiyordu. Eskiler pozisyonlarını koruyorlardı ancak
yeniler için açık alanlar pek bulunmuyordu. Bu bakımdan bir kesintiden
söz etmek mümkündür. İsmail Paşa da daha önce görev yapmış yetenekli
Ermeni bürokratlardan faydalanmıştır. İdarî reformlarını yaparken özellikle Nubar Paşa’nın dikkate değer katkısı olmuştur. Nubar Paşa ve onun
ekibinde yer alan Ermeni asıllı memurlar söz konusu reform ve imar faaliyetlerinin hazırlık ve uygulama aşamasında Paşa’nın hizmetinde bulunarak önemli roller almışlardır34.
Öte yandan, Mısır’daki Ermenilerin bürokratik ve ekonomik alandan
çekilmelerini hızlandıran bir başka gelişme de Urabi Paşa’nın başlattığı
milliyetçilik hareketiyle olmuştur. Urabi Paşa 1879’dan itibaren baş rol aldığı Vataniler hareketinde Mısır’da yabancılar olarak adlandırdığı kesimler
içinde Ermenileri de saymıştır. Mısır’daki Türklerin ordu ve idarede Ermenilerin ise bürokrasi ve ekonomik alandaki pozisyonlarına karşı açıkça sürdürülen tepkiler Urabi’nin temel söylemleri arasındaydı35. Ermeniler doğal
olarak bu tepkiler sebebiyle yönetimde görev almaktan kaçınmışlar hatta
Mısır’dan uzaklaşarak Avrupa ve Amerika kıtasına gitmeye başlamışlardır.
1882 yılında İngiltere Mısır’ı işgal edince durum biraz değişmiştir. 1940’lı
yıllarda ticaret, sanayi ve zanaat alanında faaliyet gösteren 20 bin civarında Ermeni Mısır’da yaşıyordu36. Nasır’dan sonra bu sayı iyice düşmüştür.
Bugün 6 bin civarındadır.
33
34
35
36
M.W. Daly (ed.), a.g.e.,s. 264-5.
Charles Issawi, Egypt at Mid-Century: An Economic Survey, Londra, 1954, s.29-30.
Charles Issawi, a.g.e.,s. 17.
Charles Issawi, a.g.e.,s. 166.
343
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
III.1.a. Nubar Paşa (1824-1899)
Nubaryanlar, 1850’li yıllarda başlayan -inişli çıkışlı bir seyir izlese de
bir süreklilik gösteren- Ermeni ve diğer yabancılara karşı tutuma rağmen
etkisini uzun yıllar sürdürebilmiştir. Bu bakımdan kısaca Nubaryan ailesinden bahsetmek yerinde olacaktır.
Nubar 1825 yılında İzmir’de doğdu. Ailesi bundan kısa bir süre önce,
Karabağ’dan Osmanlı Devleti topraklarına göç etmiş ve İzmir’e yerleşmişti37. Nubar’ın ailesi ticaretle geçimini sağlıyordu ve dönemin koşullarında
aydın olarak nitelendirilebilecek ölçüde idi. Nitekim, ailesi Nubar’a ilk ve
orta eğitimini yurt dışında yapma imkânı sağladı. İsviçre ve Fransa’da bir
müddet eğitim aldıktan sonra 15 yaşında tekrar İzmir’e döndü. Burada iki
yıl kaldıktan sonra, Mısır’ın Ticaret ve Hariciye Nazırı olan dayısı Boğos
Yusufyan tarafından 1842 yılında Mısır’a davet edildi. Nubar, Mısır’a
gittikten kısa bir süre sonra, ikinci katip sıfatı ile Mehmet Ali Paşa’nın
hizmetine girmiştir. Bogos Bey Nubar ile diğer iki kardeşini Mısır’a getirdi. En büyükleri olan Garabed (Charlo) tercüman ve katip olarak 1830’lu
yıllarda Mehmet Ali Paşa’nın yanında çalıştı. 1839 yılında daha çok genç
iken öldü. Diğer iki erkek kardeş Arakel ve Nubar Mısır’da kariyer basamaklarını hızlı adımlarla çıkma şansı buldular.
Arakel Bey Nubar (1826-1859) kariyerine İbrahim Paşa’nın yanında tercüman olarak başladı. Ticaret Nazırlığına kadar yükseldi. Abbas bu
iki kardeşi birden görevden aldı. Ancak daha sonra Berlin ve Viyana’daki
temsilcisi olarak görev verdi. Said Paşa vali olunca iki kardeş de Mısır’a
geri döndü. Said Paşa Arakel’i Sudan Seferi sırasında yanına aldı ve daha
sonra da Sudan valisi yaptı.
Nubar’ın Fransızcaya mükemmel denebilecek bir düzeyde vakıf olması, onun Mısır’da bürokraside kolayca yer edinebilmesini temin etti. Çünkü
Mehmet Ali Paşa zamanında idarî alanda başlatılan yenileşme toplumsal
yapının diğer alanlarında hızlı bir şekilde yol alıyordu. Gerek bürokraside, gerekse ticari faaliyetlerin yoğun olduğu kent merkezlerinde, özellikle
İskenderiye’de, Fransız yaşam biçimi dilden başlayarak tartışmasız üstünlük kazanmıştı. Örneğin İskenderiye’de yaşayan nüfusun resmen Mısırlı
sayılan çok büyük bir bölümü yalnızca Fransızca konuşuyordu38. Bu ba37 Nubar Paşa hakkında daha fazla bilgi için bkz. S. Kızıltoprak, “Kriz Döneminde Osmanlı
Bürokrasisinde Ermeniler: Nubar Paşa Örneği”, Dünden Bugüne Türk Ermeni İlişkileri,
(editörler: İdris Bal, Mustafa Cufalı), Ankara; Nobel Yayın Dağıtım, 2003, s.173-187.
38 Robert Ilbert, a.g.m., s.160.
344
Doç. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK
kımdan Fransızca bilen ve batıda çok iyi bir eğitim almış olan Nubar, 1844
yılında dayısı öldükten sonra katip ve tercüman olarak Mısır’da çalışmaya
başladı. Nubar ayrıca, Mısır Demiryolları teşkilatında da başarılı görevler
yaptı. 1844 yılında eğitim almak üzere Genova’ya gitti. 1849’da Mısır’a
döndüğünde demiryolları ve ticaret dairelerinde görev aldı. Kardeşi Arakel
de aynı şekilde Nubar’la birlikte çalışmaktaydı. Hatta kısa bir zaman sonra, kendisini başarılarıyla öne çıkaran Nubar, Mehmet Ali Paşa’nın oğlu
İbrahim Paşa’nın yanında, danışman sıfatı ile Avrupa ve İstanbul’da resmi
temaslara katılma fırsatı da yakaladı. Abbas Paşa’nın valiliği (1848-1854)
zamanında, Fransız yanlısı olarak bilinen iki kardeşin kariyeri sekteye uğradı. Çünkü Abbas Paşa, Fransız yanlısı politikalardan ayrılarak İngilizlere
yaklaşmayı tercih etti39. Bu politik ortamda Fransız ekolünden gelen Arakel azledildi. Nubar da gözden düştü. Bununla da yetinmeyen Abbas Paşa
iki kardeşi Kahire’den uzaklaştırarak Viyana ve Berlin’e memur olarak
gönderdi40.
Said Paşa (1854-1863)’nın valiliği sırasında Nubar tekrar Mısır’a döndü. Süveyş Kanalı’nın yapımı sırasında önemli roller üstlendi. Bu sırada
ortaya çıkan sorunların çözümü için Nubar, Babıâli ve Fransız hükümeti
nezdinde görüşmeler yaptı. Bu görüşmeler neticesinde, 1864 yılında, Napolyon III’e Mısır’ın 84 milyon Frank ödemek koşuluyla şirket üzerindeki
haklarına sahip olabilmesini kabul ettirdi.
Bundan sonra kariyerinde hızlı adımlar attı. Bir süre elçi olarak görev
yaptıktan sonra 1865 yılında Mısır Kamu İşleri Nazırı oldu. 1866 yılında
Hariciye Nazırı oldu. 186 yılında da Ticaret Nazırlığı görevine getirildi.
Nubar Paşa Kevork Bey Yeremyan’ın kızı Fulik ile evlendi. İsmail Paşa
(1863-1879) zamanında Avrupalı ve Mısırlı hakimlerden oluşan Karma
Mahkemeler’in kurulması projesini üstlendi. Bu görevlerinde gösterdiği
gayretler neticesinde, Nubar’a Osmanlı Devleti tarafından bir çok rütbe
verilmiştir. Bu rütbelerin en önemlisi ve sonuncusu, 5 Eylül 1873 tarihinde
verilen vezirlik rütbesidir41. Nubar bundan sonra Paşa ünvanı ile anılmaya
başlandı.
39 Fatima Ilmuddin Abdulvahid, Tadavvur el-Nakl ve’l-Muvâsalât el-Dâhiliyye fî Mısr fî
Ahdi’l-İhtilâl el-Biritânî 1882-1914, Kahire: El-Hey’et el-Mısrıyye el-Amme li’l-Kütüb,
1989, s.43.
40 M. Sabry, “Nubar Paşa”, İslâm Ansiklopedisi, Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı, Cilt. IX,
s.337.
41 M. Sabry, a.g.m., s.337. Ayrıca bkz; Salname, İstanbul, 1304.
345
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
1876 yılından itibaren yaklaşık 7 yıl boyunca Mısır’daki Karma mahkemelerin kuruluşu ve işleyişinde çalıştı. Aynı zamanda Avrupalı büyük
devletlerle Mısır’ın yaptığı görüşmeleri yürüttü42. Üç ayrı dönemde Mısır
(Nazırlar Reisi) Reis-i Nüzzarı oldu:I) 28 Ağustos 1878-20 Eylül 1879, II)
10 Ocak 1884-8 Ocak 1889, III) 16 Nisan 1894-12 Kasım 1895)
Nubar Paşa, Hidiv İsmail zamanında Mısır’ın en güçlü politik figürleri
arasındadır. İngiltere’nin Mısır’ı işgal ettiği sırada da etkin bir politik role
sahiptir. Yukarıda da belirtildiği gibi bu dönemde iki kez Reis-i Nüzzarlık
yapmıştır. Oğlu Bogos Nubar I. Dünya Savaşı sonrası kurulan Ermeni Ulusal Delegasyonu’nun başında olarak Paris Barış Konferansı’na katılmıştır.
Onun oğlu Arakel 1955 yılında ölmüştür. Mısır’da Paşa unvanını kullanan
son Ermeni kişidir.
Abroyanlar arasında iki önemli isimle karşılaşmaktayız. Arakel Bey
d’Abro Nubar Paşa’nın danışmanı olarak 1866-183 yılları arasında görev
yaptı. İsmail Paşa ile birlikte Sudan Seferi’ne katıldı. Bu sırada Massava
valisi tayin edildi. Etiyopya’da ordusu zor durumda olan Prens Hasan’a
yardıma giderken öldü. Dikran Paşa d’Abro kariyerine katip olarak Nubar
Paşa’nın yanında 1868 yılında başladı. 14 Mayıs 1891-15 Nisan 1894 tarihleri arasında Hariciye Nazırı oldu. Nubar Paşa’nın kızı Ziba ile evlendi.
Dikran Paşa d’Abro Mısır Hükümeti’nde en son nazırlık makamını koruyan kişidir43.
IV. XIX. Yüzyıl Sonunda Mısır Ermeni Cemaati
Mısır’daki Ermeni aristokrasisi cemaat içi evlilikler yoluyla ortaya
çıkmış ve güçlenmiştir. Kariyerlerindeki başarılarına orantılı olarak yükselen ailelerin ikinci nesli kendi içlerinde evlenerek sahip oldukları sosyal,
ekonomik ve politik konumlarını daha ileri bir aşamaya taşımaya çalıştılar.
Bu konuda oldukça başarılı oldular denebilir. Artin Paşa Çırakyan ve Josef
Bey Hekekyan birbirlerinin kız kardeşleriyle evlendiler44. Çünkü her ikisinin de ailesi Katolik Ermenilerin ileri gelenleriydiler. Apostolik cemaat
içindeki bağlar diğerlerine nispetle daha girift idi. Cevahirciyanlar zanaat
sınıfından iken tüccar sınıfından Yeremiyanlar ile evlilik bağı kuruyorlardı.
42 M. Bey Rifaat, The Awakening of Modern Egypt, Londra 1947, s.118-21.
43 Rouben Adalian, a.g.m., s.133.
44 Ahmed Abdel-Rahim Mustafa, “The Hekekyan Papers”, Political and Social Change in
Modern Egypt: Historical Studies From the Ottoman Conquest to the United Arab Republic, ed. P.M.Holt, New York, 1968, s.70.
346
Doç. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK
Yeremiyanlar aynı zamanda profesyonel/bürokrat sınıftan Nubaryanlar ile
de evlilik bağı kurmuştu.
Mısır’daki Ermeni cemaati içinde seküler liderlerin ortaya çıkması
1830’lu yıllara rastlamaktadır. 1834 yılında Kudüs Patrikliği tarafından
atanan Mısır Ermeni Piskopos’u Gabriel Marashtsi, Kudüs’ten bağımsız
hareket edeceğini ilân etti. Bu başkaldırı aynı zamanda, Mısır’daki Ermeni toplumundan sağlanan maddi gelirler ve kilise kurumlarından elde
edilen kira vb. gelirlerin Kudüs tarafından artık kontrol edilemeyeceği
anlamına geliyordu45. Nitekim 1852 yılında, İstanbul Ermeni Patrikhanesi
ile kurulan diyalog sonuç verdi. Bu tarihte alınan ferman ile Mısır Ermeni Kilisesi, Kudüs’ten bağımsız olarak doğrudan İstanbul’a bağlandı. 19.
yüzyıla kadar Osmanlı Devleti, ana hatlarıyla Hıristiyan unsurlarını iki
millet içinde görmüştür: Ermeni ve Rum milleti. Hıristiyanlığın erken devirdeki iki ana kolundan biri olan diyofizit inanca sahip olan Ortodokslar
Rum milleti içinde telakki edilerek İstanbul’daki Ortodoks patrikhanesine
bağlandı. Diğer yandan, başta Ermeniler’in büyük çoğunluğu olmak üzere,
Suriyeli Yakubiler, Mısır’daki Kıptiler ve Habeşiler gibi monofizitler ise
İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesine bağlandılar. Ermeni Patrikhanesi’nin,
Ermeni olmayan Hıristiyanlar üzerindeki otoritesi kağıt üzerindeydi. Maruniler, Nesturiler, Yakubiler, Kıptiler ve Habeşiler üzerinde teorik bir
yetkiye sahip olan Ermeni patrikhanesi, Ermeniler üzerinde ise tam bir
otoriteye sahipti46.
Nubar Paşa’nın 1879 yılında, Mısır reis-i nüzzarı (başbakanı) olmasından sonra Kudüs Patrikliği ile Mısır kilisesi arasında çözülemeyen daha
çok kiliseye ait bina ve arazilerin kira gelirlerinden kaynaklanan sorunlar
üzerinde bir uzlaşma sağlandı47. 1907 yılında Kahire ve İskenderiye’de
yapılan seçimlerle Mısır’daki Ermeni toplumunun ruhani ve sivil meclisi
seçildi. Tutucular ve laikler arasındaki sorunlar ile Kudüs Patrikliği’nden
kaynaklanan çatışmalar bundan sonra büyük ölçüde çözümlenmiş oldu48.
45 Avedis K. Sanjian, The Armenian Communities in Syria Under Ottoman Dominion, Cambridge; Harvard University, 1965, s.157-158.
46 Avedis K. Sanjian, a.g.e., s.33; Vartan H. Artinian, The Formation of Catholic and Protestant Millets in the Ottoman Empire, The Armenian Review, Vol. XXVIII, No: 1-109,
Spring 1975, s.3; H.A.R. Gibb- Harold Bowen, Islamic Society and the West, Vol. I, Oxford, s.251.
47 Nubar Paşa’nın Mısır’daki hayatı ve görevleri hakkında bkz., Süleyman Kızıltoprak,
a.g.m., s.174-175.
48 Avedis K. Sanjian, a.g.e., s.160.
347
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Mısır’daki Ermenilerin bürokratik ve ekonomik alandan çekilmelerini
hızlandıran bir başka gelişme de Urabi Paşa’nın başlattığı milliyetçilik hareketiyle olmuştur. Urabi Paşa 1879’dan itibaren baş rol aldığı Vataniler
hareketi ile “Mısır Mısırlılar’ındır” sloganı etrafında topladığı kalabalık
halk kitlesiyle yabancılara karşı açık bir tutum takındı. Urabi Paşa’nın
sloganıyla harekete geçen Mısırlılar temel olarak İngiliz, Fransız ve İtalyan
gibi Avrupalı tüccar ve memurlara karşıydılar. Ama yabancı karşıtlığı gittikçe genişledi. Urabi Paşa, Mısır’da yabancılar olarak adlandırdığı kesimler
içinde Ermenileri de saymıştır49. Bu bağlamda, Mısır’daki Türklerin ordu
ve idarede Ermenilerin ise bürokrasi ve ekonomik alandaki pozisyonlarına
karşı açıkça sürdürülen tepkiler Urabi’nin temel söylemleri arasındaydı50.
Sonuç
Mısır’da Mehmet Ali Paşa’nın yükselmesi ve ekonomik ve politik idarenin güçlenmesi ile Ermeni asıllı bürokrat, tüccar sınıfının etkinleşmesi
paralel bir biçimde olmuştur.
Ermeni asıllı bürokratlar ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında
Mısır’da önemli makamlara gelmiştir. Nubar Paşa da bunlardan biridir.
Mehmet Ali Paşa’nın daveti ile Mısır’a giden orada ekonomik ve politik
roller üstlenen Ermeniler üç açıdan önemlidir. İlk olarak Ermeniler, Osmanlı Devleti’ni oluşturan unsurlardan biri olarak ülke sınırları içinde bir
takım özgürlüklere ve haklara sahiptirler. Bu haklar sadece yazılı metinler
olarak görülmemelidir. Uygulamada da bu haklar hiçbir engelleme olmaksızın diğer unsurlar tarafından kullanıldığı gibi Ermeniler tarafından da
kullanılmıştır. İkinci olarak Ermeniler, sadece Osmanlı Devleti’nin merkez teşkilatında değil, Mısır gibi eyalet-i mümtaze olarak Osmanlı siyasal
sisteminde yer alan bir yerde önemli makamlara gelmiştir. Üçüncü olarak,
Osmanlı topraklarında dünyaya gelmemiş olmasına rağmen, Karabağ’dan
göç ederek Osmanlı tabiiyetine geçen Nubar Paşa, bir önyargı ve engelleme ile karşılaşmaksızın devlet hiyerarşisinde kolayca yükselme şansı elde
etmiştir.
Sonuç olarak, Osmanlı Devleti içinde Ermeniler, merkezi bürokraside önemli mevkiler elde etmeleri yanında, taşrada da liyakat ve ehliyet
49 Charles Issawi, a.g.e., s.29-30.
50 Urabi Paşa hareketi hakkında daha fazla bilgi için bkz., S. Kızıltoprak, Mısır’ın İngiltere
Tarafından İşgali ve Osmanlı Devleti’nin Diplomasi Mücadelesi: 1882-1887, (Basılmamış
Doktora tezi), Marmara Üniversitesi, 2001, s.131-156.
348
Doç. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK
süzgecinden geçtikten sonra, en üst makamlara gelmişlerdir. Bu şekilde
yükselmeleri sırasında, merkezi yönetimin herhangi bir engellemesi ya
da önyargılı yaklaşımı olmamıştır. Mehmet Ali Paşa ile başlayan Mısır’ın
modernleşme ve kalkınma atılımlarında Ermeni bürokrat ve müteşebbis
sınıfın kayda değer katkıları olmuştur. Osmanlı bürokrasisinde görev alan
diğer etnik unsurlarla kıyaslandığında onlar da benzer başarılara imza atmışlar, zaman zaman da yolsuzluk ve haksız kazanç elde etme gibi benzer
suçlamalara muhatap olmuşlardır.
349
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Kaynaklar
Arşiv Vesikaları
Başbakanlık Osmanlı Arşivi; Bab-ı Ali Evrak Odası Mümtaze Kalemi-Mısır 3-C/68.
Yıldız Esas Evrakı, 129/7.
İrade Mısır, 1253.
Tetkik Eserler
El-Cebertî, Abd al-Rahman al-Jabartî’s History of Egypt, -‘Ajâ’ib al-Âthâr fî’l-Tarâjim
wa’l-Akhbâr- Editör Thomas Phlipp-Moshe Perlmann, Stuttgart 1994.
Abdulvahid, Fatima Ilmuddin, Tadavvur el-Nakl ve’l-Muvâsalât el-Dâhiliyye fî Mısr
fî Ahdi’l-İhtilâl el-Biritânî 1882-1914, El-Hey’et el-Mısrıyye el-Amme
li’l-Kütüb, Kahire 1989.
Adalian, Rouben, “The Armenian Colony of Egypt During the Reign of Muhammad
Ali (1805-1848)”, The Armenian Review, Vol. XXXIII, No: 2-130,
June 1980.
Artinian, Vartan H., The Formation of Catholic and Protestant Millets in the Ottoman
Empire, The Armenian Review, Vol. XXVIII, No: 1-109, Spring 1975.
Burton, Sir Richard F., Editör Isabel Burton, Personal Narrative of a Pilgrimage to
al-Medina and Meccah, New York 1964.
Daly, M.W., (ed.), The Cambridge History of Egypt, Modern Egypt, from 1517 to the
End of the Twentieth Century, Vol. II, Cambridge 1998.
Ilbert, Robert, “İskenderiye Kozmopolit Bir Kent Miydi?”, Paul Dumont-Francois
Georgen (Der.), Modernleşme Sürecinde Osmanlı Kentleri, Çev: Ali
Berktay, İstanbul; Tarih Vakfı Yayınları, 1999.
Ghada, H. Talhami, Egypt’s Civilizing Mission: Khedive Ismail’s Red Sea Province,
1865-1885, Basılmamış Doktora Tezi, University of Illinois, 1975.
Gibb, H.A.R., - Bowen, Harold, Islamic Society and the West, Vol. I, Oxford. 1969.
Heywort-Dunne, J., An Introduction to the History of Education In Modern Egypt,
Londra, 1939.
Issawi, Charles, Egypt An Economic And Social Analysis, Londra, 1947.
__________, Egypt at Mid-Century: An Economic Survey, Londra,
1954.
Kızıltoprak, Süleyman, Mısır’ın İngiltere Tarafından İşgali ve Osmanlı Devleti’nin
Diplomasi Mücadelesi: 1882-1887, (Basılmamış Doktora Tezi),
Marmara Üniversitesi, 2001.
__________,“Kriz Döneminde Osmanlı Bürokrasisinde Ermeniler: Nubar Paşa
Örneği”, Dünden Bugüne Türk Ermeni İlişkileri, (editörler: İdris Bal,
Mustafa Cufalı), Ankara; Nobel Yayın Dağıtım, 2003.
350
Doç. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK
Lane, William Edward, An Account of the Manner and Customs of the Modern
Egyptians (Written in Egypt during the years 1833-34-35), Londra:
East-West Publications, 1978.
Mansour, Fawzy, Development of the Egyptian Financial System up to 1967: A Study
in the Relation between Finance and Socio-Economic Development,
Kahire 1970.
Mustafa, Ahmed Abdel-Rahim, “The Hekekyan Papers”, Political and Social Change
in Modern Egypt: Historical Studies From the Ottoman Conquest to the
United Arab Republic, Editör P. M. Holt, New York 1968.
Rıfat, M. Bey, The Awakening of Modern Egypt, Londra 1947.
Rivlin, Helen Anne B., The Agricultural Policiy of Muhammad Ali in Egypt,
Cambridge 1961.
Sabry, M., “Nubar Paşa”, İslâm Ansiklopedisi, Cilt. IX Millî Eğitim Bakanlığı,
Ankara.
Sanjian, Avedis K., The Armenian Communities in Syria under Ottoman Dominion,
Harvard University Press, Cambridge, Massachusetts 1965.
Uras, Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul 1987.
351
ABDÜLAZİZ VE BOĞAZ’DA MARŞ OKUYAN
ERMENİ ÇOCUKLARI
Yrd. Doç. Dr. Şakir BATMAZ
Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
E-mail: [email protected]; Tel: 0 352 437 49 01-33311
Özet
Abdülaziz, klasik düşünceyi temsil eden bir Osmanlı şehzadesi idi. Ancak tahta geçişi ile birlikte bütün beklentilerin
aksine Tanzimat ve Islahat Fermanlarını, teb’anın istisnasız
olarak refahını sağlamak maksadıyla çıkarılmış olan bütün
kanunları tanıdığını açıklamıştır. Böylece daha şehzadeliğinden itibaren Müslüman ahali kendisini bir kurtarıcı olarak beklerken tahta çıkışı ile beraber gayrimüslim teb’anın
da gönlünü fethetmekte gecikmemişti. Diğer Osmanlı Padişahlarından farklı olarak halkının içinde olmaktan çekinmemiş, yaptığı bütün yurt içi ve yurt dışı seyahatlerinde
Müslüman ahali kadar Hıristiyan ve Yahudi ahalinin de büyük ilgisi ile karşılaşmıştır. O da buna kayıtsız kalmamış, gittiği her yerde İslâmî mekânların yanında Ermeni, Rum ve
Yahudi mekteplerini, fakirlerini ziyaret etmiş onlara ihsanlarda bulunmuştur. Hatta İstanbul’a ulaştığında kendisini
karşılayan Ermeni çocuklarının okuduğu marşlar onu çok
etkilemiş ve bu çocukları daha sonra buldurarak marşları
Türkçe olarak onlardan yeniden dinlemiştir. Bu tebliğde
Sultan’ın İzmir, Çanakkale, Gelibolu ve İstanbul seyahatlerinde Ermeni, Rum ve Yahudi ahali ile ilişkileri, dönemin
kaynaklarından da yararlanılarak ele alınmıştır.
Yrd. Doç. Dr. Şakir BATMAZ
Giriş
Abdülaziz’in Osmanlı tahtına geçişi yabancı devlet adamları tarafından temkinli karşılaşılacak bir olay olarak görülürken ahali içinse tam
aksine kaygılar ümide dönüşmüştü. Onu yabancılar daha çok yenilikten
uzak klasik düşünceyi temsil eden yönüyle tenkit ediyorlardı. Lamouche
onun ıslahat aleyhine olmakla tanındığını ifade ederken1 Joan Haslip ise
çok mütevazı ve basit zevklere sahip olduğu yenilikten ziyade muhafazakâr
temayüllü bir kimse olarak tanımlıyor ve pederinin vücut verdiği icraatı
tenkit ettiği, tasvip etmediğini ifade ediyordu2. Gerçektende Şehzade Abdülaziz, bilhassa Abdülmecid devrinde İstanbul’da başlayan alafranga hayata rağmen ananelere bağlı kalan, hayat tarzında eski usulü tercih eden bir
yanı hep vardı. Alaturka musikiden, pehlivan ve horoz güreşlerinden, Veliaht Dairesinde, Kurbağalı Dere’de cins hayvanlar yetiştirmekten büyük
zevk alıyordu3. Sultanın şehzadeliğinden itibaren aldığı eğitimin elbette
ki eksik yönleri vardı. Ancak o bütün her şeyin farkında idi ve bunun telafisi için elinden geleni yapıyordu. O dönem Sarayda ve Mühendishane-i
Hümâyun’da hocalık yapan L. Gardey, Abdülaziz Allah’ın kendisine emanet ettiği bütün vazifeyi bidayetinden itibaren layıkıyla yerine getirmek
için yeterince bilgi ve tecrübe kazanamamasından dolayı duyduğu üzün1
2
3
Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, C.3, İstanbul 1994, s.418.
Joan Haslip, II. Abdülhamid, Tercüme Zeki Doğan, İstanbul 1998, s.49.
Halûk Şehsuvaroğlu, Sultan Aziz -Hususî, Siyasî Hayatı, Devri ve Ölümü-, Hilmi Kitabevi,
Ankara, s.6.
355
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
tüyü birçok defa ifade etme samimiyetini göstermiştir. Böyle bir itirafta
bulunmakla, kendi konumunun üstüne yükselme ihtiyacı hissettiğini ortaya
koyar4 der. Gerçekten de Topkapı Sarayı’nda, Kubbealtı’nda kurulan tahta çıktıktan sonra ilk yaptığı işlerden biri Islahat Fermanı ile Tanzimat-ı
Hayriye’nin esaslarını benimsediğini açıklamak olmuştur5. Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Paşa’ya hitaben yazılan Hatt-ı Hümâyun’da, tebaanın istisnasız olarak refahını sağlamak maksadıyla çıkarılmış olan kanunları teyit
ettiğini, tasarrufa da riayet edilerek maliyenin düzene konulacağını, ordu
ve müttefik devletlerle dostluğun gerektirdiği münasebetlerin devam ettirileceğini ve anlaşmalara saygı gösterileceğini ilan etmiştir6. L Gardey
Abdülaziz’in bu dengeli ve hassas yaklaşımını şu şekilde anlatır:
…adalet, eşitlik ve emniyet prensiplerini devam ettirme ve daha da
geliştirme hususunda kesin iradesini ilân etmek suretiyle Abdülaziz, batmakta olan devlet gemisini gördü. Temkinli ve enerji dolu bir kaptan olarak
onun kumandasını ele aldı. Seçtiği devlet adamlarının kendisine lâyıkıyla
yardım etmesiyle bu gemiyi kurtardı ve güvenli bir yere sürdü7.
Abdülmecit döneminde aldıkları siyasî hakları kaybetmekten korkan
gayrimüslim ahali için bu gelişme bir sevinç vesilesi olmuştu. Abdülaziz
artık her gittiği yerde Müslüman ve gayrimüslim herkes tarafından sevinç
gösterileriyle karşılanıyor, o da seyahatlerinde özellikle Ermeni Rum ve
Yahudi Mekteplerini, fakirlerini ziyaret ediyor onlara türlü ihsanlarda bulunuyordu.
a. Abdülaziz İzmir’de: Vive le Sultan!
Sultanın büyük bir heyecanla çıktığı Mısır seyahatinin başladığı gün
takvimler 3 Nisan 1863’ü gösteriyordu. Geziye Abdülaziz, yeni Mısır Hidivi İsmail Paşa’nın İstanbul ziyaretinde hediye ettiği Feyz-i Cihad gemisiyle katılmıştı8. Aynı gemiye oğlu şehzade Yusuf İzzeddin Efendi’yi,
Fuad Paşa’yı, Mabeynci Yaver Beyi, Hasan ve Halid Beyleri, özel tabibi
4
5
6
7
8
L.Gardey, Voyage du Sultan Abd-ul-Aziz de Stamboul au Caire, Paris 1865, s.XX.
İbrahim Necmi, Tarihî Edebiyat Dersleri, C.2, Matbaa-i Amire, İstanbul 1920, s.30.
Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.7, TTK Yay., Ankara 1988, s.2-3.
Gardey, a.g.e., s.XX.
A.Kemalî Aksüt, Sultan Aziz’in Mısır ve Avrupa Seyahati, Ahmet Said Matbaası, İstanbul
1944, s.9. Bu gemi İsmail Paşa tarafından Abdülaziz’e sunulmuş olup Osmanlı donanmasında vazife almaya başlamasıyla adı Sultaniye olarak değiştirilmiştir. Bu konu ile ilgili
olarak bkz. Şakir Batmaz, “Osmanlı Donanmasının Üç Devrine Mukayeseli Bir Bakış (Abdülaziz- II Abdülhamit-V Mehmet Reşat)“, XV. Türk Tarih Kongresi, Ankara 2006.
356
Yrd. Doç. Dr. Şakir BATMAZ
Abdülaziz’in gezilerinde kullandığı Feyz-i Cihad (Sultaniye) Yatı
Boğazda demirlemiş halde
Marko Paşa’yı Başkâtip Mustafa Efendi’yi, Hüseyin ve Beşir Paşaları,
Muhtar Beyi, Ressam M. Masson’u, saray hizmetlilerini, imamları, birkaç
Zühaf Askeriyle sipahi ve korumalarla kaptan Mehmet Paşa’yı da almıştı9.
Diğerleri Mecidiye, Taif, İzmir, Kars, Gemlik ve Peyk-i Şeref gemileriyle
geziye iştirak ediyorlardı10. Ayrıca Peyk-i Zafer ve Fethiye Kalyonları,
Malakof ve Beyrut Korvetleri ise diğerlerinden evvel yola çıkmışlardır.
Geziye Şehzade Yusuf İzzeddin Efendiden başka şehzade Murad, Abdülhamid ve Reşad Efendiler de iştirak etmişlerdir11.
İstanbul’dan yola çıktıktan sonra ilk olarak Sakız adası önlerine ulaşan gemiler burada bir müddet beklemiş ve buradan İskenderiye’ye doğru
yola koyulmuşlardır12. Bu seyahatin bütün gelişmelerini dönemin gazeteleri ayrı ayrı ele alınarak coşkulu ifadelerle anlatmışlardır. Buna göre, 7
Nisan Salı günü İskenderiye’den gönderilen telgrafta, havanın letafetinden
dolayı zahmetsiz bir yolculuk yapıldığı padişah ve şehzadelerin sıhhat ve
afiyet içinde oldukları bildirilerek kendilerini karşılamak için hazırlanan
göz kamaştırıcı alay ve şenliklerden bahsedilir13. 9 Nisan Perşembe günü
trenle İskenderiye’den Kahire’ye hareket edilmiştir14. Her ne kadar Hi9 Gardey, a.g.e., s.1-2.
10 Aksüt, a.g.e., Gardey, a.g.e., s.2.
11 Tercümân-ı Ahvâl, 16 Şevval 1279 (5 Nisan 1863). Ayrıca Tercümân-ı Ahvâl diğer kaynaklardan farklı olarak bu sayısında Gemlik Gemisi’nden bahsetmez.
12 Rûznâme-i Ceride-i Havâdis, 18 Şevval 1279 (7 Nisan 1863).
13 Tasvîr-i Efkâr, 20 Şevval 1279 (9 Nisan 1863); Rûznâme-i Ceride-i Havâdis, 19 Şevval
1279 (8 Nisan 1863). Tercümân-ı Ahvâl, 20 Şevval 1279 (9 Nisan 1863).
14 Tercümân-ı Ahvâl, 23 Şevval 1279 (12 Nisan 1863).
357
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
div İsmail Paşa, bu seyahatle muhtariyetini genişletme konusunda önemli
bir kazanım elde etmişse de Mısır’la ilişkilerin geliştirilmesi de Osmanlı
açısından önemli bir sonuç olarak ortaya çıkmıştır15. Vak’anüvis Ahmed
Lûtfî Efendi’de eserinde …İskenderiye ve Mısır’da li-ecli’l-istikbâl ahâli
tarafından icrâ edilen âsâr-ı meserrât fevka’l-âde idi şeklinde bahsetmektedir16. Ayrıca Ahmed Cevdet Paşa, bu seyahatin nihayetinde Müslüman
ahalinin Padişahı çılgınca selamlaması ile bu ana kadar uygulanıla gelen
saygı ve ta’zimle karışık adetlerin değiştiğini şu şekilde ifade eder:
…İşte hükümdârâna ta’zim husûsunda dahi Osmanlılar ile Avrupalıların âdetleri yekdiğerine zıdd-ı tâmdır. Avrupa’da bağırup çağırarak alkışlamak hükümdâra hürmetdir… Bizde ise, bi’l-akis halk başlarını önlerine eğüp samt-u sükût üzre durmak en büyük ta’zim u ihtirâmdır. Hattâ Padişahın yüzüne dikkatli bakmak câiz görülmez… Pâdişahlara ta’zîm içün
sükût üzre durmak dahi öteden berü ber-vech-bâlâ örf ü âdet-i Osmâniyan
iken Sultan Abdülaziz Han hazretlerinin Mısır’dan avdetlerinde bu örf ü
âdet birdenbire tebeddül etmiştir17.
Gerçekten Abdülaziz, Mısır seyahatinin gidiş ve dönüş yolculuğunda uğradığı bütün limanlarda Müslüman ve gayrimüslim ahali tarafından büyük bir sevgi tezahürü ile karşılaşmıştır. 19 Nisan Pazar günü
İskenderiye’den ayrılarak İstanbul’a doğru yol alan Osmanlı filosu Rodos
ve Sakız Adalarına uğramadan doğruca sıradaki liman olan İzmir’e hareket etmiştir. Sultanın dönüş yolculuğunda İzmir’e uğrayacağı günler öncesinden bütün gazetelerde yayınlanmış ve İzmir’de yerli ve yabancı bütün
ahali Padişahın gelmesi dolayısıyla yapılacak olan gösterilere hazırlanmaya başlamışlardır18. Pazartesi sabahı Beyrut Vapuru İzmir önlerine gelerek
Padişahın gelişini haber vermiştir19. İtalyan donanmasından bir kıta kapak
ile korvet ve karşılama yapmak için kale önünde bulunan Peyk-i Zafer,
Sinop, Beyrut ve Gemlik gemileri ile Navara isimli Avusturya fırkateyni
15 Bu seyahate ilişkin daha geniş bilgi için bkz. Mehmed Memduh, Mir’at-ı Şuunat, Ahnin
Matbaası, İzmir 1328; Hüseyin Hıfzı, Sultan Aziz Devri, 38 Numaralı Matbaa, İstanbul
1326; Ahmed Cevdet Paşa, Tezâkir 13-20, Yayına Hazırlayan Cavid Baysun, Ankara 1986;
Ahmed Cevdet Paşa, Ma’rûzât, Hazırlayan Yusuf Halaçoğlu, İstanbul 1980.
16 Vak’anüvis Ahmed Lûtfî Efendi Tarihi, C.X, Yayına Hazırlayan Münir Aktepe, Ankara
1988, s.88.
17 Cevdet Paşa, Ma’rûzât, s.58.
18 Abdülaziz’in İzmir’e gelişini dönemin gazetelerinde coşkulu ifadelerle bahsedilmektedir.
Tasvîr-i Efkâr, 4 Zilkade 1279 (22 Nisan 1863); Rûznâme-i Ceride-i Havâdis, 6 Zilkade
1279 (24 Nisan 1863); Tercümân-ı Ahvâl, 3 Zilkade 1279 (21 Nisan 1863).
19 Gardey, a.g.e., s.212.
358
Yrd. Doç. Dr. Şakir BATMAZ
ve bir de İngiliz beylik gemisi bir hat üzerine dizilerek karşılama törenine hazırlanmışlardır. İzmir Valisi, mahalli memurlar, askerî amirler, şehrin
ileri gelen eşrafı, gayrimüslim cemaatlerin reisleri, Nizamiye askerleri ile
Müslüman ve gayrimüslim mektep çocukları iskele başına inip saygı ile
durarak, padişahın gelişini beklemişlerdir. Padişah İzmir’e geleceği için,
İstanbul’dan zaptiye neferleri de istenmiştir. Saat 07.15’te Padişahın binmiş olduğu Feyz-i Cihad, Mecidiye isimli vapurla birlikte İzmir önlerine
gelmiştir. Adı geçen gemilerden ve sahildeki tabya ve diğer yerlerden toplar atılmış, askerler ve bütün mektep çocukları dua etmeye başlamışlardır.
İzmir valisi Ahmed Paşa padişahın vapuruna giderek Sultan Aziz’in huzuruna çıkmıştır. Bir saat sonra da Serasker Fuad Paşa karaya çıkıp hükümet
konağına giderek şehzadeler ve devletlü efendiler geride kalıp yetişemedikleri için, Padişahın İzmir’e teşrifinin ertesi güne ertelendiği haberini
vermiştir. Bu haber üzerine ahali dağılarak şehrin süslenmesiyle meşgul
olmuştur. Padişahın gelişinden birkaç gün evvel her yer defne dallarıyla
süslenmişti. Kışla önünden Punta burnuna kadar olan yerler bayraklar, çiçekler, tuğralar, avizeler, aynalar, resimlerle donatılmıştır. O gece İzmir’in
bütün evleri ve sokakları kandillerle aydınlatılmış ve çeşitli fişekler atılmıştır. Çarşı ve pazarlar açık bulunarak törenler icra edilmiştir20.
21 Nisan Salı günü bütün ahali sahillerde gözlerini açarak padişahın
gelişini beklemişlerdir21. Sabahleyin orada bulunan deniz komutanları vapur-ı hümâyuna gelerek Fuad Paşa’nın yol göstermesiyle padişahın huzuruna çıkmışlardır. Saat 03.30 sıralarında Sultan Aziz şehzadelerle birlikte
filikaya binerek yeniden yapılmış, zeminine çuka döşenmiş, etrafı çiçeklerle süslü ve üzerine kırmızı-beyaz örtüler çekilmiş iskeleye çıkmıştır22.
Gardey bu anı şu şekilde anlatır:
Top sesleri susup ta Abdülaziz yere ayak basınca Maşallah, Sefa geldin,
Allah bağışlasın, Çok yaşa, Seni Allah gönderdi, Hoş geldin, Allah sana
uzun ömür ihsan etsin! İfadeleri Konak’a kadar Sultan’a refakat ediyordu.
Bir süre dinlendikten sonra maiyet alayı demir yolunun bitiş yerine gitmek
üzere tekrar yola düştü. Böylece şehri bir uçtan bir uca aşacağız… Tütsü
yanıyor, çiçekler havalarda uçuşuyor; kollar, şapkalar, kasketler sallanıyor; atlar tarafından ezilme pahasına bazı Rumların, Sultanın bacaklarını
ve ayaklarını öpmeye gittikleri görülüyor. İster Müslüman olsun ister Hris20 Yahya Bağçeci, Sultan Abdülaziz’in Mısır Seyahati, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Kayseri 2003, s.47.
21 Tercümân-ı Ahvâl, 12 Zilkade 1279 (30 Nisan 1863).
22 Rûznâme-i Ceride-i Havâdis, 11 Zilkade 1279 (29 Nisan 1863).
359
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
tiyan birçok yerde okul çocukları ilahiler okuyor; kiliselerin önlerinde dinî
kıyafetleri ile bulunan papaz adayları ile birlikte papazlarda hükümdarının üzerine Allah’tan rahmet yağması için dua ediyor; şenlikli selamlama
müzikleri çalınıyor, herkes kendinden geçiyor, her yerde sevinç çığlıkları
duyuluyor, Türkçe, Rumca, Ermenice, İbranice, İtalyanca, Fransızca, İngilizce kısaca her dilde ifade edilen yaşasın! Çığlıkları işitiliyor23.
Sultan Aziz’in İzmir’i ziyareti görüldüğü üzere Müslüman ahali kadar Hristiyanları da memnun etmişti. Bu Osmanlı ahalisi için pekte alışık
olunmayan türden bir olaydı. Ahmed Cevdet Paşa Abdülaziz’in İzmir’e
gelişinde gayrimüslim ahalinin sevinç gösterilerini şu şekilde anlatır:
Zât-ı şâhâne Mısır’dan avdetlerinde İzmir’e uğrayub burada ise muhtelif milletler mevcut olduğundan cümlesi büyük alkışlar ile istikbâl etmişler, hattâ madamalar ve madmuazeller sokaklarda diz çökerek: Vive le
Sultan! Deyu çağrışmışlar24.
Padişah kendisi için sevinç naraları atan veya dualar eden tebaasının
sadakati ve kendisine gösterdikleri ilgiden dolayı son derece memnun oluyor ve normal teşrifat kaidelerinin dışına çıkarak kimi zaman bir Rum tüccarının evini kimi zaman ise tarihî mekânları kendince ziyaret ediyordu.
b. Efes’te Bir Osmanlı Sultanı
Padişah iskeleye çıkınca kurbanlar kesilmiş, dualar edilmişti. Memurlar ve askerler padişahın geçeceği yerlerde saygı duruşunda bekliyorlardı.
Halk, ruhanî liderler padişahı gördükleri için seviniyorlardı. Kışla meydanına getirilmiş olan mektep çocukları da dualarda bulunmuşlardı. Sultan
Aziz önce hükümet konağına gelmiş daha sonra demir yolu istasyonunda
önceden hazırlanmış olan daireye gelerek bir müddet istirahat etmiş ve
buradan arabayla Efes’e geçilmiştir25. Burası demir yolunun son noktasıdır. Seyahatte Sultanın hemen yanı başında bulunan L. Gardey bu anı şu
şekilde anlatır:
Tren garından çıkan Sultan kahvehanelerin arasından geçerek Efes’in
üzerinde yükseldiği tepeciği temaşa etmek üzere bir süre duraklıyor, daha
sonra kalabalığı yararak çadırına yönelip su kemeri ve yıkıntıların üzerinden geçip gidiyor. Bu esnada din adamları ve çocuklar ilahi söylüyor.
23 Gardey, a.g.e., s.220.
24 Cevdet Paşa, Ma’rûzât, s.58.
25 Rûznâme-i Ceride-i Havâdis, 11 Zilkade 1279 (29 Nisan 1863).
360
Yrd. Doç. Dr. Şakir BATMAZ
Meraklılardan birçoğu elbiselerinin çok sade olmasından dolayı Sultan’ın
Sultan olmasından şüphe etseler bile bunlarda alkış tutuyor26.
Çarşamba günü sabahleyin şiddetli bir deprem olmuş, sarsıntı sırasında Fransız ve İtalyan konsoloslukları önünde çalan Osmanlı müziği aniden
durmuştur. Gergin bir bekleyişten sonra her şey normale döndüğünde Sultan Aziz, Feyz-i Cihad vapuruna İzmir’de bulunan dost devletlerin konsoloslarını kabul eder27. Padişah konuşmasında üç noktaya değinmiştir:
İlk olarak, müttefik ve dost devletlerin temsilcilerini görmekten duyduğu hakiki sevinç; İkinci olarak, ziraat, ticaret ve sanayi yoluyla halkı
mutlu kılma yönündeki büyük kaygı ki seyahati yapmasındaki amaç da
budur; Son olarak da, ülkelerinde oturan yabancıların (ecnebilerin) refahına katkıda bulunma ve onlar ile Türk teb’ası arasındaki iyi ahengi git gide
daha fazla temin etme yönündeki sürekli arzu. Sultan Aziz, Fuad Paşa’yı
kendi adına hem gelişte hem de dönüşte, dünkü tezahüratlara güzel katkılarından dolayı konsolos efendilere teşekkür etmeye gitmekle görevlendirmiştir28.
23 Nisan Perşembe günü birçok resepsiyon gerçekleşmiştir. Birçok
dinî temsilcinin de katıldığı ve iltifat gördüğü bu resepsiyonlar hakkında
L.Gardey şu bilgileri verir:
O gün birçok resepsiyon gerçekleşti. Farklı kültürlerin temsilcileri ve
ileri gelen başka birçok kişi Sultanlık salonunda teveccühle karşılaştılar.
Bu kabullerde tercümanlığı Fuad Paşa ile M. Abro yaptı. Sivil, askeri ve
dinî görevlilerin hepsinin Sultan’ın etrafında toplanmış bulunduğu esnada
Padişah gündüz gerçekleştirdiği faydalı görüşmeleri övgüsünü taşıyan bir
konuşma yaptı.
Sultan Aziz bu konuşmasında, bütün amacının, istisnasız tüm Müslüman ve Müslüman olmayan halkını rahat ettirmek olduğunu ve bunun
gerçekleşmesinden emin olmak için bu seyahatleri yaptığını söylüyordu.
Tercüman-ı Ahval’de yayınlanan bu konuşma şu şekildedir:
Daima efkârımız her suretle memleketimizin tezayüd-i mamuriyetine
ve her sınıf teb’amızın mütesaviyen istikmal-i hüsn-i hal ve mutluluğuna
masruftur. Böyle memalikimizi seyahat ve sunuf-ı teb’a-i sadıkamızı bizzat
rüyetten muradım, ancak bu ümniyye-i hayriyede olduğumu iraedir. Cenab-ı vahibülâmale teşekkür ederim ki memleketimiz her güne terakkiyata
26 Gardey, a.g.e., s.224.
27 Tercümân-ı Ahvâl, 12 Zilkade 1279 (30 Nisan 1863).
28 Gardey, a.g.e., s.234.
361
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
müsait ve ahalisi ise sıdk-ı taviyyet ve hüsn-i kabiliyyetle her şeye müsaid
olmağla Devlet-i Aliyemizin mesail-i masrufe ve himem-i matufesinin az
vakit içinde netice-i asar-ı hayriyyet-disarını göreceğimi eltaf-ı ilâhiyyeden memul ve temenni etmekteyim…29
Bu konuşma yapıldıktan sonra Sultan Aziz, kışlanın içine teşrif ettiğinde Katoliklerin ruhani reisinin padişahın önünde eğilerek yardım talep
etmesi üzerine, İzmir’de yapılmakta olan Katolik kilisesi için de 50 bin kuruş ihsanda bulunmuştur. Sultan özellikle bu seyahatlerinde sık sık yabancı devlet temsilcilerine gayrimüslim tebaa ile Müslüman tebaa arasındaki
ilişkilerde oluşturulan dostane havanın bozulmaması için elinden geleni
yapacağını açıklamak olmuştur. Zira Tanzimat ve Islahat Fermanlarının
Müslümanlar üzerinde yarattığı olumsuz hava ancak bu ziyaret ve gezilerle dağılabilirdi O akşam Sultan’ın emri üzerine ve onun adına Bahriye Nazırı Mehmet Paşa tarafından, Peyk-i Zafer gemisinde konsoloslara, ecnebi
harp gemilerinin komutan ve subayları ile bazı ileri gelen şahıslara yemek
verilmişti30. Gardey bu anı şu şekilde anlatır:
Yemek sırasında Mouette isimli geminin tayfaları yedi kere ‘Vive le
Sultan!’ (Yaşasın Sultan) diye bağırırken, Zenobie isimli geminin topları atılıyordu. Yol boyunca sıra halinde dizilen deniz erleri silahlarını kuşanmışlardı. Buraya koşup gelen binlerce seyirci heyecan dolu hoş geldin
çığlıkları atıyordu. Şenlik muhteşem ve samimiydi. Demet, taç ve güneş
şeklindeki binlerce alev, liman ve rıhtımları gündüz gibi aydınlatmıştı. Sultanın Peyk-i Zafere göndermiş olduğu sultanlık musikisi Norma ve Barbier
de Seville’nin parçalarını çalıyor ve halk Sultan Aziz’i alkışlıyordu31.
24 Nisan Cuma günü Abdülaziz’in emri ile İzmir’in ihtiyaçlarının listesini çıkarmak üzere özel bir masa oluşturulmuştur. Karşılaştığı muhteşem manzara karşısında adeta büyülenen Sultan, İzmir ahalisinin ihtiyaçlarının karşılanmasını irade buyurur. Gardey o gün yapılan hazırlıkları ve
Sultan’ın ihsanlarını şu şekilde anlatmaktadır: İzmir’den memnun kalan
Sultan, şehrin ihtiyaçlarını gidermek istedi. Sultan Aziz, hem demir yolu ile
katedralin tamamlanmasına ve Birun-ı Abad yolunun güzelleştirilmesine
hem de zor durumda olduğunu öğrendiği diğer büyük işlere yardımda bulunacaktır. Sultan’ın sivil ve dinî müesseselere bıraktığı bağışlar insanları
hoşnutsuz değil mutlu kılması için adalet ve eşitlikle dağıtılması gerekmekte idi. Çoğunluğu oluşturan Müslümanların tamir edilmesi gereken cami29 Tercümân-ı Ahvâl. 12 Zilkade 1279 (30 Nisan 1863).
30 Tercümân-ı Ahvâl, 12 Zilkade 1279 (30 Nisan 1863).
31 Gardey, a.g.e., s.248.
362
Yrd. Doç. Dr. Şakir BATMAZ
leri, okulları var. Sultan’ın lütfüne bildirilmesi gereken tekkelere, fakirlere,
hastanelere, Konağın çalışanlarına vs. İşte bütün bunlara 345 000 kuruş
verilecektir. Rumlardan daha az olan Katoliklere özel bir ilgiye lâyık olan
katedralden dolayı yinede bunlardan daha fazla verilecektir. Katolikler,
Saint Marie Okulu, Saint Antonie ve Saint Roch Hastaneleri vs. yerler için
120 000 kuruş verilecektir. Rumlara 80 000, Ermenilere 65 000, Yahudilere 40 000 ve Protestanlara 15 000 kuruş tahsis edilecektir.
Ayrıca demir yolu çalışanlarına 100 000 kuruş, Birun-ı Abad yoluna 10 000 kuruş. Jokey kulübüne 20 000 kuruş ve Kayserili Vali Ahmet
Paşa’ya 150 000 kuruş tahsis edilmiştir. Herkes için ve her yerde Sultan’ın
Has hazinesi’nin bu şekilde açıldığını gören maiyeti şu şekilde bağırma
temayülündedir. Bize ne kaldı? Size, ümitle birlikte Müslümanlar kadar
gayrimüslimler, yani herkes tarafından razı olunan hükümdarınızın ve
efendinizin ismini görme mutluluğu kalacaktır32.
Gazetelerde Cuma günü selamlık resminden sonra İzmir’den İstanbul’a
hareket edileceği, yolda Midilli adası ve Kala-i Sultaniyye (Çanakkale)’ye
uğranılacağı haberi veriliyordu33 Ancak donanma, seyahatin yirmi üçüncü
günü yani 25 Nisan Cumartesi sabahleyin İzmir’den ayrılabilmiştir. Sultan
Aziz sabahleyin İzmir’den hareket etmeden önce Fransa ve İtalya amirallerine ikinci, Avusturya amiraline üçüncü rütbelerden birer kıta mecidiye
nişanı vermiştir34. Feyz-i Cihad saat 02 sıralarında İzmir’den hareket etmiştir. Onun hareketiyle kaleden toplar atılmaya, rıhtım boyunu dolduran
halk silahlar atmaya, dualar okumaya başlamıştır35. Dost devletlerin harp
gemileri Feyz-i Cihad’ı kaleye kadar uğurlamıştır36. Midilli’ye uğramadan Saat 06 sularında Seddülbahir’den geçerek saat 08.00 de Çanakkale
önlerine gelinmiştir. Sultan Aziz o gün ve ertesi pazartesi günü zamanını
vapurda dinlenerek geçirmiştir. Gardey, Sultanın Çanakkale’deki temaslarını şu şekilde anlatır:
Pazartesi günü sabahtan itibaren maiyet alayında bulunan gemilerden biri Kumkale’den başlayarak Seddülbahr ve Nara’ya kadar sırasıyla bütün kaleleri dolaştı. Kalelerin iyi bir vaziyette muhafaza edilmesi ve
bunları koruyan askeri birliklerin hiçbir eksiğinin olmaması padişahın
32
33
34
35
36
Gardey, a.g.e., s.251.
Rûznâme-i Ceride-i Havâdis, 5 Zilkade 1279 (23 Nisan 1863).
Rûznâme-i Ceride-i Havâdis, 12 Zilkade 1279 (30 Nisan 1863).
Aksüt, a.g.e., s.23.
Tercümân-ı Ahvâl, 12 Zilkade 1279 (30 Nisan 1863).
363
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
iradesi idi. Zırhlı savaş gemilerinin zorunlu kıldığı yeni hücum ve savunma
yöntemleri buralarda yakın zamanda tatbik edilecekti37.
28 Nisan Salı günü sabahleyin Sultan Aziz karaya çıkmıştır38. Padişahı görmek için halk sahile dolarak dualar etmiş, sevinç gösterilerinde
bulunmuşlardır39. Sultan Aziz hükümet konağında hazırlanmış olan daireye geldikten sonra orada bulunan kaleleri gezmiştir. Buradaki büyük
ve eski topları inceler. Bunlardan birisinin içine 17.5 kıyye barut konarak
padişahın huzurunda ateşlenir. Sultan Aziz antika olan bu topların muhafazalarını emretmiş, buradan sonra kendisi için hazırlanan Otağ-ı şahaneye
teşrif etmiştir. Mahalli memurlar, komutanlar ve dost devlet konsolosları
huzura kabul edilir. Kal’a-i Sultaniye’deki kaleler serasker Fuad Paşa tarafından da gezilerek restorasyonları için gerekli emirler verildi. 28 Nisan
Salı günü Sultan Aziz’in saat 08 sıralarında Çanakkale önünden hareket
ederek Gelibolu’ya yöneldiği haberi telgrafla Babıâli’ye bildirilir40.
c. Ermeni, Rum ve Yahudilere Dağıtılan Atiyyeler
Gelibolu, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda Balkanlara geçişte oynadığı stratejik rolün yanında Bizans’la cihat sahasında olması münasebetiyle de sayısız gazi derviş ve alperen’e mezar olmuştu. Bu nedenle donanma
Gelibolu önlerinden geçerken isimleri gemilerin seyir defterlerinde sırasıyla kaydedilen bütün bu mezarlar gemilerden her biri için atılan bir pare
topla selamlanırdı. Bu esnada bütün mürettebat gemi imamının önünde
güvertede toplanır ve herkes işini bırakarak birer Fatiha okurdu. Osmanlı
Devleti’nin yıkılışına kadar devam eden bu âdete göre ilk olarak Rumeli’ye
ayak basan Türk kumandanı Süleyman Paşa için yapılırdı. Buradan sonra
sırayla Yazıcızâde Muhammed ve kardeşi Ahmed-i Bican Efendilerin, Akbaş Baba, Gazi Fazıl ve Ece Beyin, Nara burnunda yatan Nara Baba’nın,
Akbaş Baba’nın kabirleri aynı şekilde selamlanırdı41.
Abdülaziz Gelibolu’da bu adet-i kadimenin bütün gereklerini yerine
getirmiştir. Gardey onun Gelibolu’ya ilk adım atışıyla başlayan gelişmeleri
şu şekilde anlatır:
37
38
39
40
41
Gardey, a.g.e., s.285-286.
Rûznâme-i Ceride-i Havâdis, 12 Zilkade 1279 (30 Nisan 1863).
Takvim-i Vekâyî, 15 Zilkade 1279 (3 Mayıs 1863).
Rûznâme-i Ceride-i Havâdis, 12 Zilkade 1279 (30 Nisan 1863).
Bu konuyla alakalı olarak Tarihi Deniz Arşivi’nde bulunan Şihâb-ı Bahrî Seyir Defteri’nden
istifade edilmiştir.
364
Yrd. Doç. Dr. Şakir BATMAZ
Sultan‘ın kendisini ziyaret edeceğinden emin olan Gelibolu hiç uyumayarak gece ile sabahı iskelesini tamir etmek, onu halı ve yeşilliklerle
süslemek, sokaklarını kumla kaplamak, duvarlarını bayraklarla donatmak, marşların tekrar etmek, nutuklarını hazırlamak ve nihayet rıhtımlarda maiyet alayının geçeceği güzergâhın tamamına yerleşmekle geçirdi.
Sultan, memleketin durumu hakkında bilgi almak ve şehrin ihtiyaçlarının
kendisine sunulması için bir süre sarayda kaldı. Daha sonra resmî maiyet
alayını istirahate gönderen Sultan, birkaç mabeynci ve yaverle kırda bir
gezinti yapmak üzere dışarı çıkıyor. Gezi Bolayır’da son buluyor. Burada
Sultan Orhan’ın oğlu olan Süleyman Paşa’nın kabri bulunmaktadır42.
Süleyman Paşa’nın kabrini ziyaret edip öğle namazını kıldıktan sonra
saat 08‘e doğru Fener civarında Namazgâh denilen mevkide hazırlanmış
olan çadıra teşrif eden Sultan Aziz, orada bazı yerli memurları huzuruna kabul etmiştir. Sultan Aziz, daha sonra büyük kimselerden Yazıcızâde
Muhammed Efendi Türbesini ziyaret etmiştir43. Muhammediye adlı eserin müellifi olan Yazıcızâde Muhammed Efendi, II. Murat devri gazi dervişlerinden olup aynı zamanda Hacı Bayram-ı Veli’nin talebelerindendir.
Sultan Aziz, Gelibolu‘da iken Müslüman ve gayrimüslim ahaliye birçok
ihsanlarda bulunmuştur. Gelibolu‘ya ait atiyyeler hakkında Babıâli‘ye gelen tahrirat şöyledir:
Bolayır ve Gelibolu kasabalarında ulema, şeyhler ile dört milletin
mektep çocuklarına ve fakirlerine yüz on altı bin kuruştan on sekiz bin
kuruş bizzat seraskerlerin eliyle verilmiş, geriye kalan seksen sekiz bin
kuruş dahi şeyhlere ikişer yüz ve dört milletin mektep hocalarına yüz elli,
hatipler ile papazlara yüz, cami hademelerine elli, dört milletin mektep
çocuklarına sekiz ve fakirlerine yirmi beşer kuruş peşin olarak elden dağıtılmıştır.
Öncelikle Sultan Aziz ziyaret ettiği yerlerde bulunan tekkelerin
türbedarlarına atiyyeler dağıtmıştır. Bunlardan ilki Yazıcı zade Muhammed Efendi hazretlerinin türbedarına 5 000 ve buranın 50 adım ilerisinde
yatan kardeşi Yazıcızade Ahmed-i Bican Efendinin türbedarına 2 000, Süleyman Paşa’nın türbedarına da 2 000 kuruş verilmiştir. Gelibolu’da bulunan tekkelerin şeyhleri, dervişler, âlimler ve buradaki camilerin ihtiyaçları
için 11 500, İslâm mektebi öğrencilerine 775, Mekteb-i Rüşdiye ve diğer
İslâm mektebi öğrencilerine 9 910, Rum mektebi öğrencilerine 1 200,
42 Gardey, a.g.e., s.296.
43 Rûznâme-i Ceride-i Havâdis, 12 Zilkade 1279 (30 Nisan 1863).
365
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Rum, Ermeni ve Yahudi Sıbyan mektepleriyle fukarasına 28 988, fukara-yı
İslâmiye’ye 15 132, Rum fakirlerine 2 295, İslâm fakirlerine 2 720, muhacirin fukarasına 3 900, Telgraf Müdürüne 2 000, telgraf hademesine 3 000,
Karantina hizmetlerine 2 000, Liman reisine 2 000, zabitan ve zaptiye askerine birer aylık 5 650, Mahkeme hademesine 6 000 kuruş verilmiştir. Bu
ihsanların toplamı 100 000 kuruştur44.
Görüldüğü üzere Sultan Aziz Gelibolu’da Ermeni, Rum ve Yahudi Mektep öğrencileriyle fakirlerine Müslüman ahali ile hiçbir ayrım
yapmaksızın ihsanlarda bulunmuştur. Dağıtılan atiyyenin üçte biri Ermeni, Rum ve Yahudi Mektep öğrencileriyle fakirlerine verilmiştir. Feyz-i
Cihad ve maiyetindeki diğer gemiler 30 Nisan perşembe günü seher vakti İstanbul’a doğru hareket ederek aynı gün akşam Büyük Ada önlerine
gelmişlerdir. l Mayıs Cuma günü saat 10.30 da Adalar önünden İstanbul’a
hareket edilmiştir45. İstanbul’da her tarafta hazırlık yapılmaktadır. Askeri
mevkilere ve Yedikule semtinde bazı mevkilere toplar yerleştirilmiş, Müslüman olan ve olmayanların mektep çocukları süslü elbiseleriyle sahillere
dizilmiştir. İstanbul ahalisi de sahilleri doldurmuştur. Halk, Üsküdar ve
Tophane taraflarının yüksek mahallelerinde toplanmıştır. Boğaziçi ahalisi
dahi vapur ve pek çok kayıklarla Dersaadet, Kadıköy, Üsküdar ve Beşiktaş
arasındaki deniz yüzünü doldurmuştu. Ahali sayısı 20-30‘u geçen vapurlarla padişahı karşılamaya çıkmışlardır. Donanma Adalar‘dan hareketle ilk
olarak Zeytinburnu tarafına gelmişti. Önce oradaki toplar müjdeyi verir46.
Gardey, İstanbul’a yaklaşırken yaşananları şu şekilde anlatır:
İstanbul’dan bizi karşılamaya gelen Kılıç Ali isimli geminin içinde seyahatimiz boyunca devleti idare etmiş olan yüksek rütbeli memur ve paşalar
bulunuyordu. Bunlar hükümdarın yokluğunda duydukları esefi ve onu geri
görmekten dolayı duydukları memnuniyeti ifade etmenin sabırsızlığı içinde idiler. Mutlu bir şekilde Abdülaziz’de sadık vezirlerine seyahatinin bazı
sevinçli anlarını anlatıyor ve onları gemide tutuyordu…İstanbul’a girişte
sadece nişan madalyaları ile kordonu ve kılıcını taşıyan Abdülaziz, geçit
töreni sandalına biniyor ve dosdoğru babası Sultan Mahmut tarafından
inşa ettirilen Tophane Camiine yöneliyordu. Güzergâhı üzerinde deniz, bir
sıvı değil elleri, ayakları, sesleri ve hareketleriyle, her türlü vasıtayla en
canlı ilgilerini harekete geçirerek Padişahı alkışlayan binlerce seyircinin
bulunduğu geniş bir arenaya dönüşmüştü. Padişahın sandalının dümenini
44 Bağçeci, a.g.t., s.64-65.
45 Tercümân-ı Ahvâl, 15 Zilkade 1279 (3 Mayıs 1863).
46 Takvim-i Vekâyî, 15 Zilkade 1279 (3 Mayıs 1863).
366
Yrd. Doç. Dr. Şakir BATMAZ
her zaman elinde tutan Kaptan Paşa’nın kürekçileri olmasa bu insanlar
Sultan’ın mantosunun eteğini öpmek için geçtiği yerlere atılırlardı47.
Zeytinburnu’ndan saray-ı hümayun yakınına, Üsküdar‘dan Fenerbahçe‘ ye kadar olan mevkilerden, Devlet-i Aliyye‘nin ve diğer devletlerin
gemilerinden ve askeri mevkilerden top ve tüfek atışları yapılıyordu. Sahillerde saf bağlayarak saygı duruşunda olan Asakir-i Şahane ile Müslüman ve gayrimüslim tebaanın mektep çocukları Padişahım çok yaşa diye
bağırıyorlardı48. Padişahı görmek isteyen pek çok kimseler hazırlanmış
olan Şirket-i Hayriye vapurları ile padişahı karşılamaya çıkmışlar ve sevinç gösterilerinde bulunmuşlardır49.
Gardey, Sultanı karşılayanlar arasında bulunan Müslüman ve Gayrimüslim mektep talebeleri ile ilgili şu bilgileri verir:
Her yerden daha çok burada, inançları farklı olsa da, güneş gibi İmparatorluğun bütün sakinleri üzerine himaye ve hüsnü niyetinin ışınlarım
yayan Hükümdara karşı aynı saygı ve sevgi etrafında birleşen milletlerin
kaynaşması görülüyordu. Türk okulları, Yahudi okulları, Hristiyan okulları, Ermeni okulları, Yunan okulları, Katolik okulları, Hıristiyan Doktrini Kardeşleri‘nin okulları, Avrupa şapkaları, Osmanlı takkeleri, İstanbul
yaşmakları, Paris kaputları, Asya gömlekleri, Avrupa giysileri, işte bunların hepsi burada sultanların sarayının kapılan önünde bu gruplardan her
birinin kendi dilinden duygularının şiddetini ifade etmenin farklı tarzlar
içerisinde yolladığı canlı tebrikleri ve sıcak temennileri aynı memnuniyetle kabul eden Sultan Abdülaziz‘in bakışları altında aynı duyguların etkisiyle yan yana bulunuyordu. Dolmabahçe’nin arz ettiği tablo, Müslümanlar ile gayrimüslimlerin, vatandaşlarla yabancıların bu uzun ve unutulmaz
gezintilerde Abdülaziz’i durmadan selamladıkları gönül ile ruhtan gelen
sevginin bir demeti gibi değerlendirilebilir50.
Tercüman-ı Ahvâl ve Rûznâme-i Ceride-yi Havâdis Gardey’in anlattıklarını şu şekilde tamamlar:
Saraya gelen Sultan Aziz burada, idaresindeki bütün yüksek vekilleri
huzuruna kabul etmiştir. Halk bir haftadır karşılama hazırlıkları yapıyordu51. Sultan Aziz’in dönüşü nedeniyle evler ve sokaklar onar ve yirmişer
kandillerle donatılmıştı. Caddeler de çeşit çeşit kandil, avize vs. ile süs47
48
49
50
51
Gardey, a.g.e., s.325.
Tercümân-ı Ahvâl, 15 Zilkade 1279 (3 Mayıs 1863).
Tercümân-ı Ahvâl, 10 Zilkade 1279 (28 Nisan 1863).
Gardey, a.g.e., s.331.
Tercümân-ı Ahvâl, 10 Zilkade 1279 (28 Nisan 1863).
367
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
lenmişti Hatta birkaç caddede hazırlanmış olan onar yirmişer bin kuruş
değerindeki avizeler beş yüzden fazla idi52. Büyük küçük herkes ev ve dükkânların önlerini defne dalları, çiçekler, limon, portakal ve fidanlar ile süslemişti. Pek çok sokaklar süs ile donatılmıştı. Asmaaltı‘nda bulunan pirinç
tüccarlarının mağazalarının bulunduğu yol avize, ayna, saat ve çiçekler
ile süslenerek bir nefis salon şekline konulmuştu. Hasırcılar sokağının
süslemesi de böyleydi53. Galata ve Beyoğlu taraflarında görülen avize ve
kandil ve çeşitli şekil ve suretlerde gaz donanması dahi pek mükellef ise de
İstanbul‘da pirinççi ve hasırcı esnafının yerleri müsait olmadığı halde bu
konuda 100-150 bin kuruş sarf ederek gösterdikleri zahmet diğer hepsinden fazlaydı. Sokaklara Osmanlı sancağı ile Osmanlıca ve başka dillerde
Yaşasın Padişahımız yazan levhalar asılmıştır54.
d. Sultan ve Boğaz’daki Ermeni Çocukları
İstanbul’a gelişinin ikinci gününde Abdülaziz, Beyazıt Meydanına gitmişti. Burada karşılaştıklarını Gardey şu şekilde anlatır:
Bu kalabalık ve zengin mahalleler arasında şahsının konu olduğu bu kadar içten ve canlı tezahüratlar karşısında çok belli bir şekilde
duygulanmış olan Sultan, kalbi memnun ve mutmain bir vaziyette Beyazıt Meydanı’na geliyor. Buradan da bu meydana ve seraskerliğin avlusuna hâkim olan köşke varıyor. Bir miktar bilgi aldıktan sonra Harbiye
Nezareti’nin avlusunda Fuad Paşa’nın emri üzerine toplanan garnizon
alaylarından bir kaçının manevra ve silah atışlarında hazır bulunuyor.
Köşkün etrafına hâkim olan canlılığı görüp yemeği etrafında
yankılanan müzik bandolarını, alkış seslerini ve şarkıları duyan Abdülaziz, dün Marmara Denizi ortasında ve Boğaz’da giyinişleri ve şarkılarıyla
dikkatini çeken Ermeni çocuklarını hatırlıyor. Bunları tekrar dinlemek ve
gemilerinde söyledikleri marşların Türkçelerini dinlemek istiyor. Onun bu
iradesi anında yerine getiriliyor ve Patrikhane bu kadar gurur verici bir
olaydan ötürü mutluluk duyuyor55.
Böylece Sultan Aziz’in seyahatleri Müslüman ve gayrimüslim tebaanın sevgi gösterileri arasında geçmişti. Bir yandan Osmanlı Devleti iktisadî ve siyasî çalkantılar yaşarken diğer taraftan ise özellikle yabancı elçi
52
53
54
55
Tercümân-ı Ahvâl, 12 Zilkade 1279 (30 Nisan 1863).
Rûznâme-i Ceride-i Havâdis, 12 Zilkade 1279 (30 Nisan 1863).
Tercümân-ı Ahvâl, 12 Zilkade 1279 (30 Nisan 1863).
Gardey, a.g.e., s.342.
368
Yrd. Doç. Dr. Şakir BATMAZ
Dönemin İstanbulu’ndan bir kesit.
ve devlet adamlarının beklentisinin aksine bütün ahali Sultanın huzurunda
adeta kenetlenmişti.
369
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Kaynakça
a.Arşiv Belgeleri
Deniz Müzesi Arşivi (DMA), Şihab-ı Bahrî Seyir Defteri.
b.Gazeteler
Rûznâme-i Ceride-i Havâdis;
Takvim-i Vekâyî;
Tasvîr-i Efkâr;
Tercümân-ı Ahvâl;
18 Şevval 1279 (7 Nisan 1863).
19 Şevval 1279 (8 Nisan 1863).
5 Zilkade 1279 (23 Nisan 1863).
6 Zilkade 1279 (24 Nisan 1863).
11 Zilkade 1279 (29 Nisan 1863).
12 Zilkade 1279 (30 Nisan 1863).
15 Zilkade 1279 (3 Mayıs 1863).
20 Şevval 1279 (9 Nisan 1863).
4 Zilkade 1279 (22 Nisan 1863).
16 Şevval 1279 (5 Nisan 1863).
20 Şevval 1279 (9 Nisan 1863).
23 Şevval 1279 (12 Nisan 1863).
3 Zilkade 1279 (21 Nisan 1863).
10 Zilkade 1279 (28 Nisan 1863).
12 Zilkade 1279 (30 Nisan 1863).
15 Zilkade 1279 (3 Mayıs 1863).
c. Kitap, Makale ve Tezler
Ahmed Cevdet Paşa, Tezâkir, 13–20, Yay. Cavid Baysun, Ankara 1986.
Ahmed Cevdet Paşa, Ma’rûzât, Haz. Yusuf Halaçoğlu, İstanbul 1980.
Ahmed Lûtfî Efendi Tarihi, C.X, Yay. Münir Aktepe, Ankara 1988.
Aksun, Ziya Nur, Osmanlı Tarihi, C.3, İstanbul 1994.
Aksüt, A. Kemali, Sultan Aziz’in Mısır ve Avrupa Seyahati, Ahmed Said Matbaası,
İstanbul 1944.
Bağçeci, Yahya, Sultan Abdülaziz’in Mısır Seyahati, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,
Kayseri 2003.
Batmaz, Şakir, “Osmanlı Donanmasının Üç Devrine Mukayeseli Bir Bakış (AbdülazizII. Abdülhamit-V. Mehmet Reşat)”, XV. Türk Tarih Kongresi, Ankara
2006.
Gardey, L., Voyage du Sultan Abd-ul-Aziz de Stamboul au Caire, Paris 1865.
Haslip, Joan, II. Abdülhamid, Trc. Zeki Doğan, İstanbul 1988.
Hüseyin Hıfzı, Sultan Aziz Devri, 38 Numaralı Matbaa, İstanbul 1326.
İbrahim Necmi, Tarihi Edebiyat Dersleri, C.2, Matbaa-i Amire, İstanbul 1920.
Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C.7, TTK Yay., Ankara 1988.
370
Yrd. Doç. Dr. Şakir BATMAZ
Mehmed Memduh, Mir’at-ı Şuûnât, Ahnin Matbaası, İzmir 1910.
Şehsuvaroğlu, Halûk, Sultan Aziz -Hususi, Siyasî Hayatı, Devri ve Ölümü-, Hilmi
Kitabevi, Ankara.
371
XIX. YÜZYIL KAYSERİSİ’NDE
ERMENİLER VE KİLİSELER
Şeyda GÜNGÖR AÇIKGÖZ
Erciyes Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
E-mail: [email protected]; Tel: 0 352 437 49 01-35157
Özet
Kayseri’de uzun yıllardan beri varolan Ermeniler, kent kimliğinin biçimlenmesinde önemli rol oynamışlardır. Ermeniler arasında Hıristiyanlığın yayılmasını sağlayan ve Gregorian mezhebini kuran Krikor Lusavoriç’in o dönemde
Kayseri başepiskoposu olması, kenti Ermeniler için özel
kılmaktadır. XX. yüzyılın ikinci yarısına kadar Kayseri’de
bir Ermeni nüfusundan bahsedilebilir. Kayseri Ermenileri,
kent merkezinde daha çok; iç kale ve dış surlar arasında
ve Talas, Germir, Develi, Gesi vb. çevre yerleşimlerde kimi
zaman kendi mahallelerinde, kimi zamansa Rum ve/veya
Türklerle birlikte yaşamışlardır. Ticaret ve zanaat ile uğraşan Ermenilerin büyük çoğunluğunun kullandığı dil Türkçe idi. Özellikle Tanzimat Fermanı’ndan sonra ve misyonerlerin de etkisiyle eğitime verdikleri önem artmış, kent
merkezi ve çevresinde sosyal ve kültürel yaşama da katkısı
olan okullar inşa etmişlerdir. Tanzimat Fermanı’nın kente
yansıyan en çarpıcı görüntüleri kiliselerde izlenebilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Ferman’dan önce, bir çok
toplumu bir arada tutmasını sağlayan ve şeriat hükümlerine göre işletilen Millet Sistemi’nde; gayrimüslimlerin yeni
kilise inşa etmeleri yasaklanmıştı. Eski kiliselerin onarımı
için Padişahtan izin almak ve bu onarımlarda bir takım
şartlara uymak zorunda olan gayrimüslimler için, yeni kilise yapabilmenin çok büyük önemi olduğu kuşkusuzdur.
Yapı sanatı ile uğraşan ve ticarî ilişkileri nedeniyle farklı
mimarî örnekleri de görme şansına sahip olan Ermeni ve
Rumlar, bu birikimlerini, ekonomik güçleri ve aralarındaki
dayanışmanın da desteğiyle rahatlıkla mimarîlerine aktarmış ve kentin çehresini değiştirmişlerdir.
Şeyda Güngör AÇIKGÖZ
Giriş1
Kayseri, Ermeniler için tarih boyunca önemli bir kent oluşunu dinî
nedenlere borçludur. Hıristiyanlığın Ermeniler arasında yayılmasını sağlayarak Gregorian mezhebini kuran Krikor Lusavoriç, Kayseri başepiskoposudur. Pagan imparatorluğun tüm şiddet ve yasakları sürerken, yüksek
Hıristiyanlık biliminin öğretildiği Kayseri, Anadolu’nun en büyük dinî
merkezi ve tüm taşra kiliselerinin başkenti olmuştur2. Buna karşın, Hıristiyanlığın resmen kabulü, Ermenilere, kendi dinî örgütlenmelerini sağlama özgürlüğü getirememiştir. Bunun nedeni, eski Ortodoks kilisesinin bir
kentteki tüm Hıristiyanları, ulus ya da dil farkı gözetmeden tek dinî yönetime bağlı kılmasıydı. Bizans yönetimine tâbi Ermeniler de, Anadolu’daki
tüm Hıristiyan toplumlar gibi; Rumlarla aynı kiliseleri kullanmış ve Rumca ibadet etmişlerdir. Rumca konuşulan bir kentte; başka ulustan bir piskoposun varlığı da, tören yapması da yasaklanmıştı3. Pek çok topluluğun
kültürünü yitirerek yok olduğu bu sistemde, Ermenilerin durumu Kadıköy
konseyinden sonra değişmiştir. Konseyde; monofizitizmi kabul eden ve
1
2
3
Bu çalışma, Kayseri ve Çevresindeki XIX. Yüzyıl Kiliseleri ve Korunmaları İçin Öneriler
başlıklı doktora tezine dayanarak hazırlanmıştır. Tez, bölgedeki Rum ve Ermeni kiliselerini
kapsamakta olup yapılar; plan, kesit, cephe rölöveleri ve koruma sorunları ile birlikte ele
alınarak incelenmiştir. Sempozyumun çerçevesine uygun olması bakımından burada mimarî ayrıntılara değinilmemiştir.
İstanbul Ermeni Patrikliği, Kayseri ve Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi 1986, s.31.
Kayseri ve Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi, s.35.
375
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
alınan kararlara karşı çıkan Ermeniler sapkın ilân edilmiştir4. Ardından gelen baskı ve saldırılar kimliklerini daha da korumalarına, kendi dillerine,
kilise ve âyinlerine sahip çıkmalarına neden olmuştur. Ancak, yasaklar,
dinî kurumlarını oluşturmalarını engellemiş, Alpaslan tarafından 1067’de
gerçekleştirilecek fethi ve Danişmendoğulları’nın kente egemen olmasını
beklemeleri gerekmiştir5. Kendi kiliselerine sahip oldukları bu dönemde,
Ermeni baş Patrikliği Tomarza’da konumlanmış ve Kayseri, İstanbul Ermeni Patrikhanesi’ne bağlandığı XVII. yüzyıla kadar başpiskoposluk makamı olmuştur 6.
Ermeniler, bağlı oldukları devletlerin iskân politikaları gereği, tarih
boyunca yer değiştirmek zorunda kalmıştır. Bizans Devleti tarafından
III. yüzyılda Kafkaslardan Toroslar çevresine gönderilen Ermenilerin
Kayseri’ye yerleşmesi bu dönemde gerçekleşmiştir. Öyle ki Ermeni tarihçi Horenli Movses’e göre kentin bu dönemden kalan eski adı Mazaka,
Ermenice’dir7 İstanbul’un fethi ve Kıbrıs’ın alınması da, Kayserili Ermeniler için göç demekti8. Kayseri’de uzun asırlardan beri var olan Ermeni
nüfusun önemli bir bölümü, yine bir zorunluluk nedeniyle Kayseri’ye gelenlerden oluşmaktadır. Bunlar, Şah Abbas’ın 1603’te Osmanlılardan aldığı; Tebriz, Erivan ve Nahcivan’dan İran’a gitmeye zorladığı ancak, İran’a
değil de Kayseri’ye yerleşen Ermenilerdir9.
Kayseri’nin demografik yapısı üzerinde yürütülen çalışmalar, aile sayısı, ya da kimi zaman sadece erkek, kimi zamansa toplam nüfusun dikkate alınması, kent merkezi ya da merkez ve çevresinin birlikte değerlendirilmesi gibi nedenlerle, birbiriyle örtüşmeyen bilgiler vermektedir. Bu
konuda çalışmaları bulunan Güler’in, ayrıntılı ilk bilgilere adres gösterdiği
1892-1893 tarihli nüfus sayımına göre; Kayseri sancağının toplam nüfusu
183.339 olup bu sayının 35 819’u (% 19.53) Gregorian Ermenidir10. Kayseri Ermeni piskoposluk bölgesinin 1897 yılı kayıtlarına göre; 2 500 aile
4
T. Soykan, Osmanlı İmparatorluğu’nda Gayrimüslimler, Ütopya Kitabevi, İstanbul 2000,
s.211
5 Kayseri ve Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi, s.36.
6 K. Damadyan, “Aziz Aydınlatıcı Grigor ve Kayseri’nin Ermeni Kilisesi Bakımından Önemi”, Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi Bildirileri, 23-28 Ekim 2000, Ankara 2001,
s.189.
7 Kayseri ve Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi, s.31.
8 K. Pamukciyan, Ermeni Kaynaklarından Tarihe Katkılar-Zamanlar, Mekânlar, İnsanlar,
Aras yayıncılık, İstanbul 2003, s.165.
9 Pamukciyan, a.g.e., s.114.
10 A. Güler, “Kayseri’de Demografik Durum”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Erciyes Üniversitesi, Kayseri 2000, s.207.
376
Şeyda Güngör AÇIKGÖZ
olmak üzere; Ermenilerin toplam nüfusu 14 760’tır. Kent merkezini esas
alan bu sayımda; 75 aile Katolik, 175 aile Protestan’dır. 1905-1914 arasında, içinde gayrimüslimlerin de yer aldığı komisyonlarca, her kaza, vilâyet
ve köyde yapılan nüfus sayımına göre ise, Kayseri’de 184 292 Müslüman
ve 50 174 Ermeni yaşıyordu11. Buna karşın 1910 yılında Kayseri sancağı
için Patrikhane’nin çıkardığı istatistikte; kentteki Ermeni Kilisesi üyesi 40
000’dir. 31 ruhanî bölgeyi kapsayan kentte, 30 kilise ile 2 000 Katolik, 2
000 de Protestan Ermeni bulunmaktadır12.
Geleneksel Osmanlı şehirlerinde; genellikle her cemaat, içinde ibadethanelerinin de bulunduğu kendi mahallelerinde diğerlerinden büyük
oranda yalıtılmış halde yaşamaktaydı. Kendi okulları, hastaneleri, vakıfları
vardı. Çarşı, pazar gibi ortak kamusal alanlar, karşılıklı etkileşimin daha
çok gerçekleştiği yerlerdi13. Buna karşın, gayrimüslimler, icazet aldıkları
taktirde, Müslüman mahallelerinde oturabiliyorlardı. Ancak, cami, türbe,
mektep gibi yerlerin yakınına yerleşmemeleri şartı aranıyordu14. Bu konuda Erdoğru, farklı bir görüşle; Osmanlı Devleti’nde siyasî bir yapılanma
endişesiyle gayrimüslimlerin kendilerine ait mahallelerde yaşamalarına
izin verilmediğini, Müslümanlarla aynı mahallelerde yerleştirildiklerini
belirtmiştir15.
Cami, kilise, havra ve çoğu zaman da bitişiğindeki okul etrafında oluşan mahallelerin yönetimi, XIX. yüzyılın ilk yarısına kadar imam, papaz
ya da hahamın sorumluluğundaydı16. Kadıya bağlı olan din adamlarının
yöneticilik yetkisi, II. Mahmut’un reformlarıyla azalmış; ancak gayrimüslimlerin yaşadığı köy veya mahallelerde idarî bir değişiklik yapılmamış,
1864 Vilâyet Nizamnamesi uygulanıncaya kadar eskisi gibi papaz veya
kocabaşılar yönetimi devam etmiştir17.
Anadolu kentlerindeki gayrimüslimlerin, Türklerin gelişiyle genellikle şehrin iç kale ve dış surları arasında yerleştiği görülmektedir18. XIX.
11 Ramazan Tosun, Kayseri’de Ermeni Olayları, Kaytam Yayını No:2, Kayseri 1997, s.24.
12 A. Safrastyan, İstanbul Ermeni Patrikliği Tarafından Türkiye Adalet ve Mezahib Nezareti’ne
Sunulmuş Ermeni Kiliseleri ve Manastırları Listeleri ve Takrirleri 1966.
13 Soykan, a.g.e., s.186.
14 Soykan, a.g.e., s.151.
15 Mehmet Akif Erdoğru, “16-17. Yüzyıllarda Kayseri Zımmîleri”, I. Kayseri ve Yöresi Tarih
Sempozyumu Bildirileri, 11-12 Nisan 1996, Erciyes Üniversitesi, Kayseri 2000, s.73.
16 İlber Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahallî İdareleri, TTK Basımevi, Ankara 2000,
s.107.
17 Ortaylı, a.g.e., s.109.
18 Mehmet Karagöz, “XVI-XVIII. Yüzyıllarda Kayseri Şehrinin Fiziki Görünümü ve Mahallelerin Durumu”, II. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu, Erciyes Üniversitesi, Kayseri
377
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
yüzyılda Kayseri’de bulunan 75 mahalleden Eslempaşa, Fıruncu, Genlik,
Batman, Dader, Emir Sultan, Harput, Karabet, Konaklar, Karakiçi, Köyyıkan, Mürekebçi, Puşegan, Sayacı, Sınıkcı, Süleyman, Tavukçu ve Tutak Ermeni mahalleleriydi19. Baldöktü, Bektaş, Gürcü, Hacı Kasım, Hacı
Mansur, Hasan Fakih, Hasinli, Hisayunlu, Kiçikapı, Oduncu, Rumiyan,
Selaldı, Sisliyan, Sultan, Şarkiyan, Tŭs ve Varsak ise Ermenilerin, Rum ya
da Türklerle birlikte yaşadığı mahallelerdi20. Farklı kaynaklarda; Kiçikapı,
Bahçebaşı, Kazlı, Boyacıkapı21, Şiremenli, Bahçebaşı, Seten ve Bezrenönü
mahallelerinde22 Ermenilerin bulunduğu belirtilmiştir.
XIX. yüzyılda Kayseri’ye bağlı 112 köy ve bu köyleri oluşturan 114
mahallenin 23’ünde Ermeniler, 5’inde Müslümanlarla Ermeniler, 1’inde
Müslüman, Rum ve Ermeniler, 15’inde de Rumlarla Ermeniler birlikte
yaşamaktaydı23. Ermenilerin merkez dışında yaşadığı yerler ise, çeşitli kaynakların verdiği bilgilere göre şöyle özetlenebilir: Talas, Tavlusun,
Germir, Gesi, Erkilet, Darsiyak, Derevenk, Balâgesi, Nirze, Bünyan, Mancısın, Muncusun, Çomaklı, Cücün, İncesu, Tomarza, Karacaören, Yenice,
Söğütlü, Gömedi, Taşhan, Sazak, İlibe, Çayıroluk, Yağdıburun, Musahacılı24, Gergeme, Karacaören, Develi, Pınarbaşı, Taşçı, İsbile, Kazlıgömedi,
Mason, Madazı.
Kayserili Ermeniler Orta çağdan beri esnaf olarak özellikle kuyumculuk, dericilik ve -Marco Polo’nun da taktirini kazanan- halıcılıkla tanınmıştır. XVII. yüzyılda özellikle Venedik ve Amsterdam’da etkili olan bu
sınıf, uluslararası ticaretteki etkinliğinin azalmaya başladığı XIX. yüzyılda, Anadolu ticaretine yönelmiştir25. Simeon’a göre, XVII. yüzyıl başlarında şehirdeki 500 Ermeni hanesi arasında zengin tüccarlar ve namlı kocalar
olduğu gibi, yoksullar da fazladır. Bunlar genellikle terzi ve kaftancıdır26.
Şehre 1890’da gelen Kont de Cholet’e göre çok zengin olan ve neredeyse
1998, s.257.
19 M. Keskin, “1247-1277 Tarihli Kayseri müfredat defterine göre Kayseri ve tâbi yerleşim
yerlerinde nüfus dağılımı (1831-1860)”, 1998. II. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu
Bildirileri, Erciyes Üniversitesi, Kayseri. s.291-292
20 a.g.e., s.291-292
21 R. Kevorkian, ve P.B. Paboudjian, Les Armeniens en Ottoman, 1992. Arhis Yayınevi, Paris,
s.219
22 Svajian, A Trip through historic Armenia, 1983. Greenhill Publishing, Newyork, s.55
23 M. Keskin, s.290
24 R. Kevorkıan, P.B. Paboudjıan,s.220
25 a.g.e, s.220
26 H.D. Andreasyan, Simeon Tarihte Ermeniler 1608-1619, 1999. Çiviyazıları, İstanbul,
s.254
378
Şeyda Güngör AÇIKGÖZ
tüm ticarete hükmeden Ermeniler, Türk yetkililerle iyi ilişkiler içindedir ve
Müslümanlara, Katoliklerden daha yakındırlar27.
Kültürün önemli göstergelerinden olan dil ile ilgili olarak, seyyahların
çoğu, şehir içindeki Ermenilerin kendi dillerini bilmediğine tanık olmuştur. XVIII. yüzyıl sonlarında Efkere, Gesi, Belagesi, Nize, Muncusun ve
Derevenk köylerinde ise Ermenice konuşulmaktadır28. Ancak, diğer köylere nazaran, fazla yabancı gelenek edinmemiş tek köy olan Efkere’de dahi
Türkçe’yle karışık bir Ermenice kullanıldığını belirtmek gerekir29.
Kayseri Ermenileri eğitime önem veriyordu. İstanbul’daki Kayserili
Ermenilerden toplanan bağışlarla yapılan Bahçebaşı mahallesindeki kız
lisesi, 1800’de Surp Asdvadzadzin Kilisesi yakınında kurulan Hayguhiyan Enstitüsü, Surp Hagop Okulu, 1826’da Surp Krikor Kilisesi’ne bitişik
yapılan Sarkis Gümüşyan Lisesi30, Efkere’deki yatılı ve gündüzlü lise31,
kentteki okullar arasında en bilinenleriydi. 1898 Maarif Sâlnamesi’nde,
Kayseri’de biri yüksek okul, diğerleri lise olmak üzere 12 Ermeni okulu kayıtlıdır32. Bunlardan biri Katolik Emmanuelian Enstitüsü, diğer ikisi
Protestan cemaatine ait okullardır. Develi’deki Roupinian Okulu’nun Tiyatro Grubu, Mesrobyan Okulu’nun yayınladığı Hektograf isimli dergi ve
kentte çıkarılan Şepor (1910) ve Nor Şerunt (1912) gazeteleri33 Kayseri
Ermenilerinin sosyal yapısı hakkında fikir vermektedir.
Osmanlı Ermenileriyle ilgili çalışmalar, misyonerlik üzerine eğilmeyi
de gerektirmiştir. Amaçları, kimi zaman yorumlandığı gibi; yüksek medeniyetli bir devlet kurmak34 ya da eğitilmiş bir orta sınıf yaratmak35 olsun ya
da olmasın, getirdikleri yeni alışkanlıklarla imparatorluktaki Hıristiyanlar
arasında bir burjuva tabakasının gelişmesine yol açtıkları şüphe götürmez.
Peder Elnathan Gridley’in 1827’de geldiği Kayseri36 de misyonerlerin
ilgisini çeken şehirlerdendir. 1852’de American Board of Commisioners
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
O. Eravşar, Seyahatnamelerde Kayseri, 2000. Ticaret Odası yayını, Kayseri s.214
H.D. Andreasyan, s.309.
J. Varjabedian, efkere.com
Kevorkıan,, Paboudjıan, s.21
Çayırdağ, M., “Kayseri’de Sultan II. Abdülhamit dönemi bina ve kitabeleri”, 2000, I. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Erciyes Üniversitesi, Kayseri, s.47
S. Özkan,”Kayseri ve yöresinde azınlık ve yabancı okullar”, 1998. II. Kayseri ve Yöresi
Tarih Sempozyumu Bildirileri, Erciyes Üniversitesi, Kayseri, s.360
Kevorkıan, Paboudjıan, s.220
Barkley, H., A ride through Asia Minor and Armenia, 1891, John Murray, London, s.150
W.M. Ramsay, Impressions of Turkey, 1897. Hodder and Stoughton, London s.227
U. Kocabaşoğlu, Kendi belgeleriyle Anadolu’daki Amerika, 2000. İmge Yayını Ankara
s.29.
379
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
for Foreign Missions (ABCFM) tarafından gönderilen Amos ve Caroline
Fransworth37 iki yıl sonra Batı Türkiye Misyonu’na bağlı olarak Kayseri
istasyonunu kuracaktır. Talas’ın misyon istasyonu olması ise 1870’e rastlar38. Everek, Muncusun, Çomaklı, Zincidere, Stefana, Rumdigin, Aziziye,
Magharoğlu, Menteşe, Urnej, Gaziler, Cücün, Çepni, Efkere, Fenese, İncesu, Kayabaşı ve Küçükköy uç istasyonlar39 olarak misyonerlerin kazanımlarıdır.
Devletin dayandığı temel ilkelerde köklü değişiklikler öneren Tanzimat Fermanı, imparatorluktaki diğer toplumlar gibi, Ermenileri de millet
olmaktan çıkarıp vatandaş ya da ekalliyet konumuna taşımıştır40. Bu statü
değişiminin azınlıklar için en büyük getirisi, kendilerini rahat ifade edecekleri bir ortam sunmasıydı. Ferman’dan önce; yaşadıkları yerler, yapı
yapma koşulları, giyim kuşam, evlenme, cenaze vb. törenleri ve ibadet
biçimlerini kısıtlayan sistemin çözülmesi, en somut karşılığını mimarîde
bulmuştur. Yerel olandan uzaklaşıp Avrupa çizgisine öykünen, zemini sağlamlaştıkça daha da anıtsallaşan bir mimarîdir bu. Gerekli ekonomik gücün de varolduğu düşünülürse; yüzyıllardır imparatorluğa mimar ve yapı
işçisi yetiştiren Kayseri’nin bu deneyimde zorlanmadığı görülebilir. İşlevi
ve taşıdığı sembolik değerler bakımından kiliseler bu gelişmelerin en açık
gözlenebileceği yapı türünü oluşturmaktadır. Tanzimat’tan önce yeni kilise
inşa edemeyen, Padişahın vereceği izinle, eski kiliselerini onararak bugüne taşıyan yapı üreticileri hünerlerini koşulsuz sergileyebilecektir artık.
Tanzimat ve ardından Islahat Fermanları’nın yanı sıra, bu reformlarla
beslenen misyonerlik de şehrin sosyal altyapısı ve mimarî görünümünü oldukça etkilemiştir. Okul ve hastaneler misyoner faaliyetleriyle desteklenen
yapı türlerinin büyük bölümünü oluşturmaktadır41. Kayseri’de de misyonerler eğitim alanındaki çalışmalarıyla dikkat çekmektedir. Ancak konu
kilise olduğunda, farklı görüşler ortaya çıkmaktadır. Müslümanlardan ge37 M. Hülagü, “19. Asrın ortalarında Kayseri’de aşiret olayları” II. Kayseri ve Yöresi Tarih
Sempozyumu Bildirileri, Erciyes Üniversitesi, Kayseri, 1998, s.200
38 H. Özsoy, “Kayseri’ye Amerikalı misyonerlerin ilk gelişleri ve Talas Amerikan Kız Okulu”, II. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Erciyes Üniversitesi, Kayseri
1998 s.365.
39 G. Alan, “Amerikan Board’un Anadolu’daki teşkilâtlanması çerçevesinde Kayseri istasyonu ve uç istasyonların kuruluşu ve gelişimi”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu,
Erciyes Üniversitesi, Kayseri 2003, s.46
40 G. Bozkurt,Gayrımüslim Osmanlı vatandaşlarının hukukî durumu (1839-1914), 1996, TTK
Basımevi, Ankara, s.70
41 www.ktuvakfi.org.tr/gorusler4.htm
380
Şeyda Güngör AÇIKGÖZ
len tepkiler nedeniyle misyonerlerin kilise açmak gibi
dinsel çalışmalarının fazla
ilerleme
gösteremediği,
bunun yerel yöneticilerin
anlayışıyla ilişkili olduğu
belirtilmiştir42. Buna karşın, Amerikan Board 1893
yılına kadar 436 ibadethane açmayı başarmıştır43.
Kayseri’de 1861’de iki Protestan Kilisesi açılmışken,
1898’de 8 ve 1910 yılına
gelindiğinde kilise sayısı
19’a ulaşmıştır44. Bu kiliselerden biri Zincidere’dedir
(Fotoğraf 1). Kilise, Zincidereli Protestanların ibadet
Fotoğraf 1: Zincidere Kilisesi
ettikleri evin harabiyeti nedeniyle 1883’te Babıâli’ye
başvurmaları üzerine yapılmıştır45. Başvuruda, yapım masraflarının yardımlardan elde edilen 300 Osmanlı lirası ile karşılanacağı da belirtilmiştir.
İşlevini yitirdikten sonra çeşitli amaçlar için kullanılan yapı, bugün, birkaç
geleneksel eşya ve fotoğrafın sergilendiği bir müzedir. Bölgedeki kilise
mimarîsinden farklı tasarımı ve kırmızı rengi ile dikkat çekmektedir.
İmparatorluktaki tüm gayrimüslim cemaatlere aynı ortamın sunulduğu bu dönemde, Kayseri’de pek çok Ortodoks ve Gregorian kilisesi yapılmış, Hıristiyanların yaşadığı mahalle ya da köylerin hemen hepsinin bir
kilisesi olmuştur46. Kayseri’deki Ermeni kiliselerinden bugüne ulaşanlar,
kent merkezi, Tavlusun, Darsiyak, Efkere, Germir, Develi, Gesi, Nirze ve
Tomarza’da bulunmaktadır.
42 G. Augustinos, Küçük Asya Rumları: 19. yüzyılda inanç ve etnisite, 1997, Ayraç Yayınevi,
Ankara, s.196-197
43 Ş. Kantarcı, www.ktuvakfi.org.tr/gorusler4.htm
44 G. Alan, s.53-54
45 Adl.Mzhp. 76/5 1310 M 5-10.
46 A. Aktan, “Osmanlı belgelerine göre Kayseri’deki gayrimüslim tebaanın durumu”, 2000,
III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu, Erciyes Üniversitesi, Kayseri, s.14
381
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Kent merkezinde, Kiçikapı’da bulunan Surp Asdvadzadzin Kilisesi
1835’te yapılmış olup 1875 ve 1885 yıllarında onarım görmüştür47. Birinci
Dünya Savaşı’na kadar işlevini sürdüren yapı sonraları depo, sergi salonu,
belediye ve zabıta karakolu olarak kullanılmıştır. Bugün, Gençlik ve Spor
İl müdürlüğüne bağlı spor ve resim, müzik, yabancı dil kursları verilen bir
merkez olarak değerlendirilmektedir (Fotoğraf 2).
Yine kent merkezindeki Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi 1859 yılında
inşa edilmiş 1883-1885 yılları arasında onarım görmüştür. 1902-1903 yıllarında kilisenin içi sıvanarak altın kaplanmış ve kadınlara mahsus bölüm
ile üst kat koro ve ibadet yerleri genişletilmiştir. Birinci Dünya Savaşı’ndan
sonra bazı ufak tefek onarımlarla 1919’da tekrar açılmıştır48. Halen kilise
olarak kullanılan yapı İç Anadolu Bölgesi’nde ibadete açık tek Gregorian
kilisesidir (Fotoğraf 3, 4).
Tavlusun’daki 1835 tarihli onarım fermanı bulunan kilise bugün herhangi bir kullanımla değerlendirilmemektedir. Darsiyak’taki kilisenin,
köyde bulunan Surp Andreas ve Surp Toros kiliselerinden49 hangisi olduğu
bilinmediği gibi yapının Rum kilisesi olma ihtimali de bulunmaktadır50.
Efkere Surp Stepanos Kilisesi (Fotoğraf 5) 1691 yılı ve 1718-1760
yılları arasındaki muhtelif elyazmalarında anılmaktadır51. Bugünkü kilise, 1871’de yapılmış olup52 1886’da onaylanan bir onarım başvurusu bulunmaktadır53. Kubbesi mevcut olmayan yapı, etkileyici giriş cephesi ve
iç bezemeleriyle dikkat çekmektedir. Germir’deki XIX. yüzyıl kilisesinin
bugün sadece; apsis ve batı duvarı ile yan duvarlarının bir kısmı ayaktadır.
Develi’deki 1895 tarihli Surp Toros Kilisesi, 1978’de cami olarak kullanıma açılmış, aynı yıl minare eklenmiştir. 1999’da Vakıflar genel müdürlüğünce başlatılan tadilât ve restorasyon çalışmaları 2002’de tamamlanmıştır (Fotoğraf 6).
47
48
49
50
51
52
53
A. Alboyacıyan, Badmootiun Hye Gesaria, 1937, Cairo.
P. Tuğlacı, İstanbul Ermeni Kiliseleri, 1991. Pars Yayın Ltd., İstanbul, s.268
Kevorkian ve Paboudjian, s.223.
Konuyla ilgili ayrıntılı tartışmaya tezde yer verilmiştir
efkere.com
A. Alboyacıyan,.
Aktan, a.g.m., s.14
382
Şeyda Güngör AÇIKGÖZ
Fotoğraf 2: Surp Asdvadzadzin Kilisesi
Fotoğraf 3: Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi
383
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Fotoğraf 4
Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi
Fotoğraf 5
Surp Stepanos Kilisesi
Fotoğraf 6: Surp Toros Kilisesi
1835 tarihinde yapımına izin verilen Tomarza’daki Surp Bogos Bedros Kilisesi54 özgün işlevinin ardından sırasıyla, Toprak Mahsulleri Ofisi
deposu, sinema ve belediye deposu olarak kullanılmıştır (Fotoğraf 7, 8).
Dinî kimlikler üzerine kurulu bir sistemin çözülmesinin, belki de en
fazla dinî yapılarla temsil edilmesi, ironik bir rasyonalite barındırmaktadır.
Bu dönemin Kayserisi’ni anlatan seyyahlar bir Hıristiyan kenti55 imgesin54 C.Adl.2885 Ra 1251.
55 Naumann, s.214.
384
Şeyda Güngör AÇIKGÖZ
den söz etmektedir artık. Öyle
ki, çan sesleri ve kubbelerin
üzerindeki haçlar, İslâm’ın gücünün azalmasına bağlı olarak,
Alparslan zamanında yıkılan kiliselerin yeniden doğuşu olarak
yorumlanmıştır. Yabancı gözler, birkaç minare dışında, kilise kompleksleri ve taş evlerden
oluşan bir kent56 görmektedir
burada.
Fotoğraf 7, 8
Surp Bogos Bedros Kilisesi
56 Schweinetz, s.114
385
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Kaynaklar
Aktan, Ali, “Osmanlı Belgelerine Göre Kayseri’deki Gayrimüslim Tebaanın Durumu”,
III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu, Erciyes Üniversitesi, Kayseri
2000.
Alan, Gülbadi, “Amerikan Board’un Anadolu’daki Teşkilâtlanması Çerçevesinde
Kayseri İstasyonu ve Uç İstasyonların Kuruluşu ve Gelişimi”, III.
Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu, Erciyes Üniversitesi, Kayseri
2003.
Alboyacıyan, A.,. Badmootiun Hye Gesaria, Cairo 1937.
Andreasyan, H. D., Simeon Tarihte Ermeniler 1608-1619, Çiviyazıları, İstanbul
1999.
Augustinos, G., Küçük Asya Rumları: XIX. Yüzyılda İnanç ve Etnisite, Ayraç
Yayınevi, Ankara 1997.
Barkley, H., A ride through Asia Minor and Armenia, John Murray, London 1891.
Bozkurt, Gülnihal, Gayrımüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (18391914), TTK Basımevi, Ankara 1996.
Çayırdağ, Mehmet, “Kayseri’de Sultan II. Abdülhamit dönemi bina ve kitabeleri”, I.
Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Erciyes Üniversitesi,
Kayseri 2000.
Damadyan, K., “Aziz Aydınlatıcı Grigor ve Kayseri’nin Ermeni Kilisesi Bakımından
Önemi”, Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi Bildirileri, 23-28
Ekim 2000, Ankara 2001.
Eravşar, O., Seyahatnamelerde Kayseri, Ticaret Odası yayını, Kayseri 2000.
Erdoğru, Mehmet Akif, “16-17. Yüzyıllarda Kayseri Zımmîleri”, I. Kayseri ve Yöresi
Tarih Sempozyumu Bildirileri, Erciyes Üniversitesi, Kayseri 2000.
Güler, Ali, “Kayseri’de Demografik Durum”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu
Bildirileri, Erciyes Üniversitesi, Kayseri 2000.
Hülagü, Metin, “19. Asrın ortalarında Kayseri’de Aşiret Olayları”, II. Kayseri ve
Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Erciyes Üniversitesi, Kayseri
1998.
Kantarcı, Şenol, www.ktuvakfi.org.tr/gorusler4.htm.
Karagöz, Mehmet, “XVI-XVIII. Yüzyıllarda Kayseri Şehrinin Fiziki Görünümü
ve Mahallelerin Durumu”, II. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu,
Erciyes Üniversitesi, Kayseri 1998.
Kayseri ve Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi, İstanbul Ermeni Patrikliği, İstanbul 1986.
Keskin, Mustafa, “1247-1277 Tarihli Kayseri Müfredat Defterine Göre Kayseri ve
Tâbi Yerleşim Yerlerinde Nüfus Dağılımı (1831-1860)”, II. Kayseri ve
Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Erciyes Üniversitesi, Kayseri
1998.
Kevorkian, R., P.B. Paboudjian, Les Armeniens en Ottoman, Arhis Yayınevi, Paris
1992.
386
Şeyda Güngör AÇIKGÖZ
Kocabaşoğlu, Uygur, Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika, İmge Yayını, Ankara
2000.
Naumann, E., Vom Goldenen Horn zu den Quellen des Euphrat, Verlag von R.
Oldenbourg Yayınevi, Leipzig 1893.
Ortaylı, İlber, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahallî İdareleri, TTK Basımevi, Ankara
2000.
Özkan, S., “Kayseri ve yöresinde azınlık ve yabancı okullar”, II. Kayseri ve Yöresi
Tarih Sempozyumu Bildirileri, Erciyes Üniversitesi, Kayseri 1998.
Özsoy, Hasan, “Kayseri’ye Amerikalı Misyonerlerin İlk Gelişleri ve Talas Amerikan
Kız Okulu”, II. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri,
Erciyes Üniversitesi, Kayseri 1998.
Pamukciyan, K., Ermeni Kaynaklarından Tarihe Katkılar-Zamanlar, Mekânlar,
İnsanlar, Aras Yayınları, İstanbul 2003.
Ramsay, W.M., Impressions of Turkey, Hodder and Stoughton, London 1897.
Safrastyan, A., İstanbul Ermeni Patrikliği Tarafından Türkiye Adalet ve Mezahib
Nezareti’ne Sunulmuş Ermeni Kiliseleri ve Manastırları Listeleri ve
Takrirleri, 1966.
Soykan, T., Osmanlı İmparatorluğu’nda Gayrimüslimler, Ütopya Kitabevi, İstanbul
2000.
Svajian, S., A Trip Through Historic Armenia, Greenhill Publishing, Newyork 1983.
Tosun, R., Kayseri’de Ermeni Olayları, Kaytam Yayını No:2, Kayseri 1997.
Tuğlacı, Pars, İstanbul Ermeni Kiliseleri, Pars Yayın Ltd., İstanbul 1991.
Varjabedian, J. Preserving the History of Efkere, Turkey www.efkere.com.
387
BİRLİKTE YAŞAMA KÜLTÜRÜNÜN MİMARLARI:
OSMANLI VE CUMHURİYET DÖNEMİNİN ERMENİ
KÜLTÜR VE SANAT ADAMLARININ TÜRK DEVRİMİ VE
TÜRK MİLLETİNE KATKILARI
Şule PERİNÇEK
Kaynak Yayınları Atatürk’ün Bütün Eserleri Genel Yayın Yönetmeni
E-mail: [email protected]; Tel: 0 212 292 21 08 – 0 535 661 93 11
Özet
Osmanlı toplumunu oluşturan en önemli azınlıklardan
biri olan Ermeniler, sanatçı ruh ve beceriyle Osmanlı döneminde birçok ilke imza atmışlardır. Kültür ve sanat hayatımıza büyük katkılarda bulunmuşlardır. Daha sonra bu
gelenek Atatürk döneminde de sürmüştür.
İlk Batılı anlamda tiyatro, ilk kadın tiyatro oyuncusu, Şark
Musiki Cemiyeti adlı ilk müzik derneğinin kurucusu, ilk
heykeltıraş, Bahriye Mektebi’nin ilk keman öğretmeni,
ilk piyano öğretmeni, ilk kadınlar korosunun kurucusu,
sahneye çıkan ilk kadın opera sanatçısı, Türk dilinin ilk
etimolojik sözlüğünün yazarı, ilk Türkçe mizah dergisinin
yayıncısı, usta mimarlar, Cumhuriyet döneminin ilk Hıristiyan milletvekili, Millî Mücadele döneminde destek olanlar,
Türk Dil Kurumu’nun başuzmanı, Türk Ansiklopedisi’nin redaktörü ve diğerleri…
Bizim Ermeniler.
Yaşamları ve yapıtları. Bugün yaşayan ailelerinin tanıklıkları.
Şule PERİNÇEK
Giriş
Sanat ve kültür yaşamın aynasıdır. İnsanın bilincini belirleyen, toplumsal varlığıdır. Sanatçı da yaşadığını düşünür, bunun öyküsünü ve romanını yazar, yaşadığının resmini yapar, yaşadığının müziğini notaya döker.
Sanatçının toplumsal pratiği ve yaşadığı toplum ile onun yarattığı yapıt
arasında sıkı bir bağ bulunur. Sanatçının eseri, yaşadığı tarihe tanıklıktır.
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemindeki Ermeni kültür ve sanat adamlarını incelerken, bu tanıklığa başvuracağız.
Osmanlı Sistemi
İlk önce Osmanlı Devleti’nin bir tanımını yapalım. Osmanlı, köhneyen Bizans imparatorluğu ve Moğol istilalarıyla sarsılan Selçuklu imparatorluğu coğrafyasında bir atak yaparak ön aldı. Bizans, egemen olduğu
topraklarda haydutların yağmalarını önleyemezken Osmanlı, tarım ve ticaretin güvenliğini sağlayarak geniş tarım alanlarını üretime açtı. Zenginlik
birikimi için gerekli ortamı yarattı. Tarım ve zanaat üretiminde gerçekleştirdiği bu büyük sıçramayla büyük bir feodal imparatorluğa dönüştü.
Sosyal yaşamda da düzeni sağladı. Toplumu bir arada tutan Padişaha
ve beylere bağımlılık bilinciydi. Padişahın kulu olmak ve beylerin himayesinde bulunmak, ümmetin kimliğini belirliyordu. Cemaatler, etnik gruplar
391
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
bu feodal bağımlılıklar temelinde vardı. Mensubiyet buna göre tanımlanıyordu.
Asya’nın Birlikte Yaşama Kültürü
Kapitalizm öncesinde, milliyetçiliğin henüz doğmadığı devlet örgütlenmelerinde, Padişahın ve feodal beylerin kendi hakimiyet sistemlerini
korumaları ve geliştirmeleri her şeyden önde gelir. Bu sistem, bir yönüyle
farklı etnik grup, din ve mezheplerden gelen toplumu bir arada barış içinde
yaşatma sistemidir. Padişahın ve beylerin siyasal ve ekonomik hakimiyeti
bu sayede devam eder. Bir arada yaşatma kültürü, bütün imparatorluklar
için geçerlidir. Paxa Romana denen Roma barışı da buna dayanır. Ancak
Roma bir yana, imparatorlukların asıl coğrafyası Asya’dır. Etnik ve dinsel
toplulukları bir arada tutma ve yaşatma da, esas olarak Asya kültürüdür.
Asya coğrafyasında kavimler sürekli harmanlanmış, biz kavramı kan bağıyla değil, siyasal birlikle tanımlanmıştır.
Osmanlının kökeninde de böyle bir Asya imparatorluk kültürü vardır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun 600 yılı aşkın sürmesi ve içinden dünyada bir
ilkin, Kemalist Devrim’in doğmasına yol açması bir rastlantı değildir. Bu
açıdan Türk, İran, Çin ve Rus devrimleri arasındaki tarihsel bağlantılar
da dikkat çekicidir. Asya’nın büyük imparatorluklarına beşik olan bu coğrafyalar, aynı zamanda bir bağımsız yaşama geleneği de yaratmışlardır.
Birlikte yaşama ve bağımsız devlet geleneği, bu ülkelerde demokratik devrimler için önemli bir birikim yaratmıştır. Asya’nın bütün öncü atılımları
bu coğrafyalarda gerçekleşmektedir. Osmanlının ayırt edici özelliklerinden biri de bu kültürüdür.
Irksal açıdan az karışmış toplumlarda önemli uygarlık birikimleri ve
atakları görülmüyor. Örneğin Eskimolar. Bütün büyük milletler, çeşitli kavimlerin birbirine karışması ve birbirini özümsemesiyle oluşmuştur, bütün
büyük ve zengin kültürler, çeşitli kavim ve kültürlerin kaynaşmasının ürünüdür.
Osmanlı Döneminde Ermeniler
Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunda Ermeniler, Anadolu’da ve
Kafkasya’da küçük beylikler halinde, Karamanoğulları ve Ramazanoğulları Beylikleri’nin idaresinde yaşıyorlardı. Osman Bey döneminde Bizans
zulmünden korunmak için kendilerine Batı Anadolu’daki ilk dinî merkez392
Şule PERİNÇEK
lerini Kütahya’da kurma izni verilmiştir. Orhan Gazi, Bursa’yı başkent
yaptığında Ermeni Patriği buraya gelmiştir. Bu dönemde Kütahya’dan ve
Eskişehir’den Bursa’ya çok sayıda Ermeni göçü olmuştur. Fatih Sultan
Mehmet de Ermeni piskoposu Ovakim’i 1461’de İstanbul’a getirerek Ermeni Patriği tayin eder ve Rumlara verdiği imtiyazları onlara da tanır.
İstanbul’da Ermeni nüfusu çoğalır. Ermeniler, Rusya Ermenilerine
göre kültür ve sanat alanında daha geniş ve serbest olanaklara kavuşurlar.
Yavuz Sultan Selim zamanında Tebriz’den birçok sanatkâr İstanbul’a getirilir. Ermenilerin çoğu Türk âdetlerini benimser, iyi Türkçe konuşurlar.
Osmanlı Devleti’nde Millet-i Sâdıka yani sadık millet olarak adlandırılırlar. 1835’te dört yıl Türkiye’de kalan Alman generali Helmuth von Moltke
Ermenilere, gerçekte Hıristiyan Türkler denilebilir diye yazar.
Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler birçok devlet işlerinde görev
almışlar. Bezirganbaşı, Padişahın şahsî hazinesinin yöneticisi, haremin
alışveriş işleri sorumlusu, kilercibaşı, saray terzisi, saray fotoğrafçısı, saray kuyumcusu, vergi toplayıcısı, yargıç, noter, müfettiş, Şirket-i Hayriye
yöneticisi, bankacı, müsteşar, elçi, milletvekili olmuşlar; hariciye, darphane, baruthane, posta-telgraf nazırlığı yapmışlardır. Balkan Savaşları sırasında Hariciye Nazırı bir Ermenidir.
Osmanlı matbaacılığının gelişmesinde önemli katkıları olmuştur.
1567’de İstanbul’da matbaa açan Tokatlı Apkar Tıbir’den sonra tarihçi Eremya Çelebi, Merzifonlu Krikor, Sivaslı Parseh ve Hagop kardeşler, Trakyalı Apraham, Araboğlu adıyla bilinen Eğin’li Boğos Arabyan,
Ohannes Mühendisyan, Haçik Kevorkyan, Rafael Kazancıyan bu alandaki
önemli adlardan. Boğos Arabyan Türkçe nesih ve ta’lik yazıları türetti,
bunlar ileride onun adıyla anıldı. Serpuşunda pirinçten Matbuat nişanı takma imtiyazı verildi. Takvimhane-i Amire’nin yöneticiliğine atandı.
İlk Türkçe gazete Takvim-i Vekayi’yi ve bu gazetenin Ermenice’sini bastı.
Daha sonra oğulları da matbaacılığı sürdürdüler. Matbaaları yanınca Türkçe yazı kalıplarını Bahriye Nezareti’ne devrettiler.
Mühendishane-i Bahri-i Hümayun müderrislerinden mühendis Kevork’ un oğlu olan Ohannes Mühendisyan Türklerin Gutenberg’i olarak
anılır. Amerika’dan getirdiği alet ve makinelerle 1844’ke Darphane-i Amire tarafından sipariş edilen kaimeleri bastı. Galvano, stereotip ve çinkografi yöntemlerini ilk uygulayan Mühendisyan olmuştur.
Kevorkyan, Ahmet Mithat Paşa’nın önerisiyle 2 200 parçadan oluşan
Osmanlıca alfabeyi 1 600 parçaya indirdi. 30 Temmuz 1899 tarihli İkdam
393
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
gazetesi 16 punto yeni çeşit hurufat hazırlanmasını duyururken bilime ve
sanata katkıları nedeniyle Haçik Efendi’yi taktir ediyor ve sanat faaliyetinin devamını diliyordu. Haçik Efendi, 1923’te Cumhuriyet’in ilânından
sonra da Maarif madalyası ile ödüllendirildi.
Duvar takvimleri Kevork Zartaryan’ın buluşudur. Ayrıca Osmanlı
Devleti’nin renkli ve çok büyük boyutta 24 parçadan oluşan haritasını da
yapmıştır.
Garabed Biberyan Pera adlı haritalı sigara kâğıdını bulmuştur.
Yervant Mısırlıyan ilk kez fasikül halinde kitap yayımlama sistemini
getirdi. Ermeni matbaacılar tarafından sendikal basım örgütleri de kuruldu.
Bunlardan en önemlisi Matbaa İşçileri Meslek Birliği’dir. Türk ve Ermeni matbaa işçilerinin katıldıkları birlik sayesinde iş saatleri 10-12 saatten
sekize inmiş, ücretleri iki kat artmıştır. Birlik 31 Mart olayından sonra
1909’da kapandı.
Kralın Saltanatı ve Ahali
Kral saltanat sürer
Papa ona da hükmeder
Asker ikisi içun de kavgaya gider
Ehali üçünü de besler
Amele dördüne de hizmet ider
Avukat beşini de birbirine düşürür
Eczacı altısını da zehirler
Hekim yedisini de öldürür
Mezarcı sekizini de gömer
Papaz dokuzının da günahını af ider
Şeytan onunı da kabul ider
Hacı Eyvhad onbirine de ehemmiyet verir
Karagöz topına da güler
Hikmet başlıklı bu şiir Ermeni harfli Türkçe mizah gazetesi Hayal’in
8 Aralık 1873 tarihli altıncı sayısında yayımlanmıştır. Aslında o dönem
Osmanlı toplumuna gerçekten ayna tutmaktadır. Arap harfli Türkçe Hayal
gazetesi 30 Ekim 1873’te Rum asıllı Kayserili gazeteci ve çevirmen Te394
Şule PERİNÇEK
odor Kasap Efendi tarafından çıkarılmaya başlanmış. Aynı gazetenin Ermeni harfli Türkçe’si de 3 Kasım’da yayımlanmıştır. Kasap Efendi, daha
önce ilk Türk mizah dergisi Diyojen’i 1870’de çıkarmış, yayını birkaç kez
içindeki yazılar nedeniyle yasaklanmış, 10 Ocak 1873’te tamamen kapatılmıştı. Dergide Namık Kemal, Ali Bey, Ebüzziya Tevfik’in hicivleri de yayımlanırdı. Daha sonra 5 Nisan 1873’te Çıngıraklı Tatar’ı çıkarmış, ancak
o da kapatılmıştı. Hayal gazetesinde Matbuat kanun dairesinde serbesttir
diye Kanun-ı Esasî’yi eleştiren bir karikatür yayımladığı için Kasap üç
yıl hapis cezası alır. Görüldüğü gibi kralın saltanatına dokununca ahalinin etnik kökeni Rum, Ermeni ya da Türk olsun, hangi dil ya da alfabe
kullanılsın fark etmiyor. Türk karikatürünün öncülerinden Nişan Berberyan da bu dergide çizmektedir. II Abdülhamit ve Abdülaziz’in baskılarını
eleştiren karikatürist Harutyun Hekimyan, Boşboğaz Bir Adem adlı Türkçe
mizah dergisi çıkaran (1852) Hovsep Vartanyan Paşa, İstanbul yaşamını
bütün yönleriyle ele alan, toplumsal kuruluşları, aydınları, din adamlarını,
tüccarları, hekimleri, aile yapısını, çarşıyı, özellikle cemaatine mensup kişileri hele zenginleri, ağaları acımasızca eleştiren Hagop Baronyan diğer
mizah ustalarıdır.
Din Ayrı, Möhkem Kardaşız
Osmanlı İmparatorluğu’ndan günümüze kadar yayımlanmış Ermenice gazetelerin sayısı 600’den fazladır. Anadolu’da yayımlananların önemli
bir bölümü Türkçe’dir. Anadolu da iç içe geçme elbette çok daha yoğun
yaşanmış.
Din ayrı, möhkem gardaşız
Senin bahtına benzerik
Gol bir, el bir eliyek, birlikte dağık
Ayrılıgda, nazik bir goluz
1882’de ölen Ermeni Âşık Emir’in bu dörtlüğü aslında durumu yansıtmaktadır.
Bizim türkülerimizde de benzer duygular dile getirilir.
395
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Ahçik’i yolladım Urum eline
Eser badı-ı saba zülfün teline
Gel seni götürem İslâm içine
Serimi sevdaya salan o Ahçik
Aman o Ahçik, civan o Ahçik
Vardım kiliseye baktım haçına
Mail oldum ardındaki saçına
Gel seni götürem İslâm içine
Serimi sevdaya salan o Ahçik
Aman o Ahçik, civan o Ahçik
Vardım kiliseye haç suda döner
Ahçik’i kaybettim yüreğim yanar
Ben dinen dönsem el beni kınar
Serimi sevdaya salan o Ahçik
Aman o Ahçik, civan o Ahçik
Bu Harput türküsünün tehcir yıllarında yakıldığı söylenmektedir.
Aşk bu, ferman dinlemiyor. Dinleri ayrı ama gerçek kardeşler, bahtları
birbirine benzer. Âşık olmaları da, âşık diline, sazına düşmeleri de çok
doğal.
Bahçelerde mor meni
Verem ettin sen beni
Ya sen İslâm ol Ahçik
Ya ben olam Ermeni.
Âşuğ adı verilen, bir müzik aletinin eşliğinde gezginci Ermeni âşıkları
da Köroğlu Destanı’nı, Âşık Garip’i, Kerem ile Aslı’yı da Anadolu’nun
dağında, bayırında anlatırlar. Bazen bir kıtası Ermenice, bir kıtası Türkçe.
Bazen bütünüyle Türkçe. Kul Eflâzî, Kul Agop, Kevkebî, Ganî, Âşuğ Civan, Bidarî, Lisanî, Serverî, Namî Anadolu’da yetişmiş Türkçe söyleyen
396
Şule PERİNÇEK
âşuğların en bilinenleri. Kadın âşuğlara da varşağ denilirdi. İstanbul’da
da âşık kahvelerinde fasıllar düzenlenir, hep birlikte söylenir, en güzel ve
söylenmemiş söze ulaşılmaya çalışılırdı.
1884’te Bursa’yı ziyaretinde ünlü Türk bestekârı Hacı Arif Bey’in dikkatini Ermeni kilisesi korosunda ilâhîler söyleyen küçük bir çocuk çeker.
14 yaşında İstanbul’a gelen, dönemin ustalarından ders alan, 1943’e kadar
da İstanbul’da yaşayan Bimen Şen halâ radyolardan, televizyonlardan bize
seslenir. Soyadını da, onu özel olarak Ankara’ya çağırıp dinleyen, şu ünlü
Kürdili Hicazkâr şarkısı nedeniyle Atatürk vermiş.
Yüzüm şen, hatıram şen, meclisim şen, mevkiim gülşen
Dilim şen, hem revim şen, hemşerim şen, hem demim şen
Nasıl şen olmasın gönlüm, bu bezm-i iyş ü işrette
İçen şen, söyleyen şen, yar ü agyaş şen
Şen olmayan bir sanatçı bunları söyleyebilir mi? Bu şenlikte kavimlerin bir arada yaşama kültürünün kuşkusuz önemli bir payı var.
Ermeni Bimen Şen’in yaş farkı ve belki de din farkı tanımayan şu şarkısı da, aynı kültürün ürünüdür:
Bilirim, daha pek küçüceksin
Gönlüm seni sevdi, ne diyeceksin
Ne bir istiğna, naz edeceksin
Gönlüm seni sevdi, ne diyeceksin
Kendi icadı olan notalarla birçok Türk bestecisinin eserlerini kayda
geçiren, Hamparsum Limoncuyan (1786-1839), Saray’da görev aldıkları
için ağa sıfatını alan Nikağos Ağa (?-Ö. 1890), Astik Ağa (1833-1912),
Tatyos Ağa (1855-1913), Osmanlının son dönemini yaşayan, birçok Türk
sanatçısı gibi Cumhuriyet döneminde de Türk müziğine katkılarını sürdüren Levon Hancıyan (1857-1947), Artaki Candan (1885-1948), Udi Hrant
Emre (1901-1960) ve diğerleri.
Elbette bu arada halâ Türk zilleri adı altında üretimi sürdüren, Samatyalı Zilciyan ailesini anmadan geçmek olmaz. Topkapı surlarının arkasın397
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
daki atölyede geliştirdikleri ve aile sırrı olan özel bileşimle yaptıkları ziller
birçok ünlü orkestra ve cazcı tarafından aynı adla bugün de kullanılıyor.
Bahriye Musiki Mektebi, Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın desteğiyle 17 Mayıs 1916’da kuruldu. İstanbul’da ilk orkestrayı kuran Kirkor
Sinanyan’ın oğlu, İttihat ve Terakki, Şehitler ve Prens Sabahattin marşlarının bestecisi Harutyun Sinanyan piyano, Vahram Mühendisyan da ilk
yıllarından başlayarak keman öğretmenliği yaptılar ve birçok öğrenci yetiştirdiler. Mütareke yıllarına kadar süren bu çalışma, Cemal Paşa’nın yurtdışına çıkmasıyla iyice aksamaya başladı, hocaların bir bölümü paralarını
alamayınca ayrıldı. Sinanyan ve Mühendisyan en son terk edenler oldu.
Uzun süre fahrî olarak çalıştılar.
1924’te yeni bir Bahriye Mektep Bandosu ve Orkestrası kuruldu. Bu
okulda, daha sonra İstiklâl Marşı’nın armonisini yapan Edgar Manas da
öğrencilere pratik armoni dersleri verdi. Manas, tehcir yıllarında 19121921 arasında Darü’l-Elhan’da armoni, kontrpuan ve piyano öğretmenliği
yapıyordu. Cumhuriyetin ilânından sonra 1923’ten 1933’e kadar Belediye
Konservatuarı’nda armoni ve kompozisyon dersleri verdi, kadınlar korosunun ve orkestrasının da yönetmenliğini yaptı. Birçok yapıtının yanında beş Ermenice, beş de Türkçe Ahmet, Kara Tavuk, Aşkın, Yalı Havası,
Dama Çıkma adlı şarkısı vardır. Türkçe bestelediği Vatan Şarkısı, Tepebaşı
Tiyatrosu’nda 160 kişilik orkestra korosuyla 1933’te icra edildi.
Tehcir Yıllarında İstanbul’da Sanat
Yıl 1915. Talat Paşa, Dâhiliye Nazırı. Harbiye Nezareti’nin başında da
Enver Paşa var. İstanbul’da Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin hemen yanı
başında Enver Paşa’nın önerisiyle yeni bir kurum da çalışmalara başlar.
Merkez Ordu Sinema dairesi. Başında bir Leh Yahudisi Sigmund Weinberg
vardır, yardımcısı da ilk Türk sinemacısı, o zaman teğmen olan Fuat Uzkınay. İlk konulu film çekmek için gerekli izinler alınır. Arşak Benliyan’ın
Millî Operet Kumpanyası’nda gösterilmekte olan Dikran Çuhaciyan’ın
bestelediği, librettosunu Takvor Nalyan’ın yaptığı Leblebici Horhor Ağa
opereti. Çoğunluğu Ermenilerden oluşan Benliyan topluluğuyla da anlaşılır. Ancak çekimlerin ilerlediği bir aşamada baş roldeki oyunculardan
birinin ölmesi üzerine yarım kalır. Benliyan’ın başka bir oyunu Himmet
Ağa’nın İzdivacı çekilmeye başlanır. Bu kez oyuncuların önemli bir bölümü savaş nedeniyle askere çağrılınca, 1916’da başlanan film, Uzkınay tarafından ancak 1918’de tamamlanır. Dikran Çuhaciyan’ın, 1875’te Rama398
Şule PERİNÇEK
zan ayının ilk gününde sahnelenen, o zamandan bu yana da aryaları dilden
dile dolaşan, halk müziğinden esinlenerek bestelenmiş Leblebici Horhor
Ağa operetini daha sonra Muhsin Ertuğrul, Ateşten Gömlek’i çektiği yıl
Kemal Film adına ilk kez sessiz olarak 1923’te, sesli olarak da ikinci kez
1934’te tekrar beyaz perdeye aktarmıştır. 1934 yapımı Leblebici Horhor
Ağa filmi 1934 Ağustosu’nda Lido’da yapılan 2. Venedik Film Festivali’ne
katıldı ve onur ödülü aldı.
Muhsin Ertuğrul sahneye ilk Odeon Tiyatrosu’nda çıkmıştı. Ufak
roller alıyor, pek de beğenilmiyordu. Bırakmak üzereydi ki, oyuncu arkadaşlarından Vahram Papazyan’ın ısrarı üzerine Avrupa’ya gitti. O nedenle
Papazyan’ın Muhsin Ertuğrul’un yaşamında özel bir anlamı vardır. 20 Kasım 1922’de çevirdiği İstanbul’da Bir Facia-ı Aşk filminde diğer birçok
Ermeni sanatçının yanında ilk sahne arkadaşları Vahram Papazyan, Onnik
Binemeciyan da oynadı.
Çuhaciyan, Türkiye’de çok sesli müziğin önderi, geleneksel Türk
mûsikîsi ezgilerine armoni ve Batı tekniğini uygulayan ilk besteci, Şark
Musiki Cemiyeti adlı ilk müzik derneğinin kurucusu. İlk Türkçe operanın, ilk Türkçe operet Arif’in Hilesi’nin bestecisi. Batılı kaynaklar ondan
Türkiye’nin Verdi’si, Doğu’nun Offenbach’ı diye söz eder. Abdülhamit
Batı kopyacılığı adına gerçi Saray’da Verdi’nin vatan sevgisini işleyen
operalarını izliyordu, ama o kültür ve sanatın yerli üretimine karşıydı.
Namık Kemal’in Vatan yahut Silistre’sinin, Ahmet Mithat’ın Çerkes Özdenleri ve Çengi’sinin sahnelendiği Gedikpaşa tiyatrosunu kapatıyor; o da
yetmiyor, iki yıl sonra da 400 belediye çavuşuyla bir gecede yıktırıp yerle
bir ediyordu.
Çuhacıyan da Namık Kemal’lerle, Ziya Paşa’larla, Ahmet Vefik’lerle,
Tevfik Fikret’lerle aynı kara listedeydi. Gerçi II. Abdülhamit için 1897’de
Hamidiye Marşı’nı bestelemişti, ama Vatan yahut Silistre, Zeybek Opereti marşları da vardı; halkın içinden konuları, halk müziğini kullanıyordu. Leblebici Horhor Ağa opereti Yunanistan’dan Mısır’a, İngiltere’den
Almanya’ya Romanya’ya birçok ülkede sahnelendi.
Ermenilerin Türkiye’de yalnız Batı tiyatrosunun Türkiye’ye yerleşmesine değil, geleneksel tiyatronun oluşmasında da katkıları olmuştur. Türkçe oynayan Ermeni tiyatro adamları için Metin And öylesine bizdendirler
ki, onları Türk sayıyoruz diyor. Diğerleri zaten bir süre sonra Türkiye’den
kopmuştur. 1870’de Türkçe oyunları oynama tekeli Sadarazam Ali Paşa’nın
desteğiyle 10 yıllığına, yeni tiyatrolar açma, oyun sayısını artırma gibi bazı
399
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
koşullarla Şura-yı Devlet umumî tezkeresi ve şartnamesiyle Güllü Agop’a
verilir. Bir çeşit devlet tiyatrosu. Güllü Agop, Beyoğlu’na gitmekte zorlananlar için Gedikpaşa’da ve Üsküdar’da tiyatro açmış, kadınlar için ayrı
oyunlar düzenlemiş, kafesli localar yapmıştır. Bu localar bile Osmanlı toplumunda kadınların yeri konusunda büyük tartışmalara yol açmıştı.
Aslında Ermeni kadınlarının sahneye çıkması, Ermeni toplumu içinde
de hoş karşılanmıyordu. Ya 12-13 yaşında çocukları ya da Ermeni olmayan
Hıristiyan kadınları oynatıyorlardı. İlk kadın oyuncu, İstepan Ekşiyan’ın
Mühürdar’daki tiyatrosunda sahneye çıkan asıl adı Agavni Hamoyan olan
Fanni’dir. Gönüllü oyunculardan sonra ilk profesyonel kadın tiyatro sanatçısı Arusyak Papazyan’dır. Türkçe’si de çok iyiydi.
Ermeni oyuncuların telafuzlarının bozuk olması eleştiriliyordu. Namık
Kemal ve Ali Bey, Osmanlı Tiyatrosu’nda Ermeni oyunculara ders vermiş,
söyleyiş yanlışlarını düzeltmişlerdi. Tiyatroyu geliştirmek için kurulan komitede Namık Kemal de yer almıştır. Fasulyeciyan’ın kurduğu topluluk
Edirne’de Vatan yahut Silistre’yi oynarken iki kadın oyuncu Hiranuş ve
Hratçya arasında gerektiğinde vatanını kurtarmak için erkek kılığına girip
cepheye koşacak kadar gözü pek ve vatansever Zekiye rolünü kim oynayacak diye anlaşmazlık çıkar. Zekiye, halk tarafından çok tutulduğu için
paylaşılamayan bir karakterdir. Yahudiler ve Avrupalılar Hiranuş’u, Türkler diğerini tutarlar.
Vatan yahut Silistre oyunu halkın büyük coşkusuna yol açar. Namık
Kemal, Nuri Bey, Ebüzziya Tevfik, Ahmet Mithat sürgüne gönderilir. İbret gazetesi kapatılır. Gazetenin yöneticisi Sarafyan ve İstanbul’da oyunu sahneleyen Güllü Agop tutuklanır. Bir süre sonra bırakılırlar ama artık
İstibdat dönemi başlamıştır. Mücadele bitmez. Namık Kemal’in Zavallı
Çocuk oyunu, onun adı yazılmadan sahnelenir. 1876’da sürgündekiler geri
gelince mevsim yeniden Vatan yahut Silistre’yle açılır. 1877’de OsmanlıRus Savaşı’nın yarattığı havayla Sohum Muzafferiyeti, Bir Türk Kahramanı, Plevne Vatan Şarkısı, Osmanlı Marşı gibi oyunlar ve kantolarla halkın
vatanseverlik duygularına uygun düşen oyunlar sahnelenir.
Güllü Agop’un tekelinin dışında kalan operetler, operalar, tulûat tiyatroları gelişir. Oyunlarda Jön Türklerin etkisiyle vatan sevgisi, Osmanlılık,
zulme ve sömürüye karşı başkaldırma işleniyor; erkeklerin eğlence kadınlarına, kumara içkiye düşkünlükleri, sindirilmemiş Batılılaşma, yüzeysellik, özentiler eleştiriliyordu. Güllü Agop, 1882’de Saray’a alınır, kendi
400
Şule PERİNÇEK
isteğiyle din değiştirir. 1884’te Fasulyeciyan’ın yönetimindeki Gedikpaşa
Tiyatrosu yıktırılır.
Bu dönemin Güllü Agop’tan başka önemli tiyatro adamlarından biri
de Mardiros Mınakyan’dır. Güllü Agop’tan sonra, özellikle istibdat döneminde tek başına tiyatro çalışmalarını sürdürdüğü gibi, Meşrutiyet’in ilk
yıllarında Türk yazarların önemli yapıtlarını sahnelemiştir. Zor dönemlerden geçilir, oyunlar Zaptiye Nazırlığı’na gönderilir, sansür görevlilerine
armağanlar, rüşvetler verilir. Oyunlarda tarih verilmez, olaylar Hindistan,
Afganistan gibi yerlerde geçer, adalet, ihtiyar, burun kelimeleri çıkarılır.
Tiyatro oyuncusu Çaprastyan bir ara Üsküdar’da bir dans okulu açar, ayak
oyunları için izin ister. Görevli, oyunun onaylı baskısının olup olmadığını sorunca Çaprastyan görevlinin önünde dansetmeye başlar. Görevli alay
ediliyor sanar, öfkelenir.
1908’de Hürriyetin ilânıyla yasaklanan sahne sanatları çalışmaları
daha ilk aydan başlar. Tanzimat döneminin yasaklanan oyunları sahnelenir, yeni oyunlar yazılır. Ermenilerin elinde olan oyunculuğa herkes özenir,
sahneye çıkma isteği başlar. İttihat ve Terakki’nin liderleri de bu eğilimi
destekler. Oyunların gelirleri, yeni savaş gemisi alınması için devlete ya da
orduya, yoksullara bağışlanır.
Demokratikleşme her alanda kendini göstermektedir. 1909’da İttihat
ve Terakki bir tiyatro oyunu düzenler. Oyuna kadınlar da gelmek ister ve
kabul edilirler. Ancak gericiler ellerinde bıçaklarla tiyatroyu kuşatırlar.
Bu süreçte yalnızca kadın seyirci değil, Müslüman kadınların sahneye
çıkması da tartışılmaya başlandı. Türkçe’nin düzgün kullanımına özel bir
önem veriliyordu. Halit Ziya Uşaklıgil ve İsmail Müştak’tan ders alan Eliza
Binemeciyan ve Kınar Sıvacıyan çok düzgün Türkçe konuşuyorlar, Türk
kadınını başarıyla canlandırıyorlardı. 1920’de Temaşa dergisinin yaptığı
bir araştırmada Osmanlı temaşa hayatında mümessil ve mümessilelerden
birinciliği kime verirdiniz? sorusuna gelen yanıtlarda Eliza Binemeciyan
birinci, Raşit Rıza ikinci olmuştu. Bir oyunda Eliza Binemeciyan yurtdışına gidince, yerine 1920 yılında ilk kez Afife Jale çıktı. Ancak kadının
sahnede yerini alabilmesi, Cumhuriyet’ten sonra gerçekleşti.
Yine Tehcir yıllarına bakarsak, Mınakyan Darülbedayi’de ders veriyor, Tatbikat Sahnesi’nde oyunlar sahneliyordu. Madam Binemeciyan,
Benliyan, Küçükyan, Siranuş gibi bir dizi topluluk, kumpanya faaliyetini
sürdürüyordu.
401
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Kavim ve Dinler Arasındaki Hoşgörü Ortamı
Bütün bunları neden anlattık? Amacımız, 1915’te alınan ve uygulanan
tehcir kararının öncesindeki durumun toplumsal ve kültürel açıdan saptanmasıdır. En son sahne sanatlarının gelişiminde de net bir biçimde izledik.
Tehcir öncesinde Osmanlı toplumunun sanatsal ürünlerinin tanıklığına baş
vurduğumuzda Ermeni soyunu kırma gibi bir fikrin kırıntısına bile rastlanmaz. Bırakın onu, Tehcir yıllarında bile Ermeni sanatçıların yapıtları, Ermeni sanatçılarla filme çekiliyordu, sahneleniyordu, devletin ve ordunun
en önemli okullarında öğretmenler ders veriyordu.
Osmanlı toplumu içinde ırk ayrımcılığı olmadığı gibi, Ermeniler sanat ve kültür hayatının en etkin kesimiydi. Bu konumları, kavim ve dinler
arasındaki hoşgörü ortamını gösteren çok önemli bir kanıttır. Bu ortamı,
emperyalizmle işbirliği yaparak baltalayanlar da vardı kuşkusuz. Ermeni
ayrılıkçı terörü ile dinci bağnazlık; hoşgörü koşullarını iki cepheden tahrip
etmekle uğraşıyorlardı.
Talat Paşa; memleketimize iltica yoluyla gelen bu millet Osmanlılardan iyi kabul görmüş ve kendilerine daima vatandaş muamelesi yapılmıştır. (…) her unsurdan daha ziyade müsterih ve mesut yaşamaktaydı diyor.
İttihat ve Terakki’nin 1917 Kongresi’ndeki konuşmasında da şunları vurguluyor:
Ermeniler asırlardan beri bu devletin bayrağı altında yaşayan bir unsurdur. Haricî ayrılıkçı telkinlere kendilerini kaptırıncaya kadar bir mesai ve barış unsuru olarak devletin teveccüh ve korumasından tamamıyla
istifade etmişlerdir. Memleketimiz hakkındaki ihtiraskâr gayelerini temin
için Hıristiyan unsurları ayaklandırmayı alışkanlık edinmiş olan Ruslar,
XIX. asrın ortalarında Ermenileri tahrike başlamışlar ve birtakım Ermeni hayalperestlerini kendilerine fesat ve ihtilâl aleti olarak hazır bulmuşlardır. (…) Zaman zaman cüret ettikleri isyanlarla devletin gailelerini
artırdıkları gibi kendi milletlerini de felâketten felâkete sevk etmişlerdir.
İstibdat zamanında hürriyet mücadelesi şeklinde yine aynı maksada hizmet etmek suretiyle çalışan Ermenileri biz Osmanlı hürriyetperverleri,
Meşrutiyet’i tesis mücadelesinde en tabii ortak saymış, kendileriyle el
ele vererek onları siyasî haklardan tamamıyla istifade ettirmiştik. Nüfusları nazarı dikkate alınmayarak Âyan ve Mebusan heyetinde birçok üye
bulundurdukları gibi, Şurayı Devlet üyeliği ve bütün devlet şubelerinde
pek mühim mevkilerin kendilerine verilmesinden çekinilmemiştir. 1909
senesi 31 Martı’nda İstanbul’da patlayan irtica memleketin her tarafını,
402
Şule PERİNÇEK
Arnavutluk’u, Arabistan’ı, Anadolu’nun çoğu vilâyetlerini sarmış; yer yer
vuku bulan hürriyet aleyhindeki ihtilâlleri bastırmakla meşgul olunduğu
sırada İtalya Harbi ve Balkan hezimetleri devletin mevcudiyetini tehlikeye
atmıştı. Hariçten ve dahilden maruz kaldığımız tecavüzlerin Meşrutiyet’i
boğmak kastıyla yapıldığını gördükleri halde Ermeni komitecileri yine ham
hayallere kendilerini kaptırdılar, gerçekleşmesi imkânsız ayrılık emelleri
arkasında Avrupa’da heyetler dolaştırmaya koyuldular. Ermeni meselesi
bu vaziyetteyken Harb-i Umumî ortaya çıktı. (…) Bu büyük badirede vatana hıyanete cüret edilebilmesi uzak görüldüğünden Ermeniler de diğer
vatandaşlar gibi ordu kadrosuna alınmış ve kendilerine silâh da dağıtılmıştı. Harbe müdahalemiz zamanına kadar sükûnu muhafaza eden komiteciler, Ruslar hududumuzu tecavüzle bazı yerlerimizi işgal altına almaya
başlayınca sükûndan ihtilâle, sadakatten isyana geçtiler. (…) Hükümet-i
seniye İstanbul’da Patrike ve komiteye mensup mebuslara vaziyetin vahametini izah ile engelleyici tedbirler almalarını tavsiye etmiş ve neticesini
bir buçuk ay daha beklemiştir. Ancak ordunun önünde Van ve arkasında da
Zeytun ihtilâli vuku bulduktan sonra ordu kumandanının gösterdiği lüzum
üzerine her tarafta aramalar başlamıştır. (…) Silâhlar, bombalar, infilâk
maddeleri elde edilmiş ve bunların mühim kısmı manastırlarda, kiliselerde
bulunmuştur. Bu suretle yanları ve arkası tehdit altında bulunduğu ortaya
çıkan ordunun selâmetini temin için harp mıntıkaları haricine nakil muamelesi başlamıştır. (…) Silâh elde isyan edenlere karşı kendisini müdafaa
etmek her devletin hakkıdır. Bu hak İngiltere ve Fransa’da olduğu gibi
bizde de mevcuttur.
Talat Paşa, 1 Kasım 1918’de İttihat ve Terakki’nin son kongresinde
yaptığı konuşmada tehcir konusunda geniş bir açıklama yapıyordu ve şunları ekliyordu: Vukua gelen hadiselerin mesuliyeti her şeyden evvel onlara
sebep olan tahammül edilemez hareketleri yapan unsurlara aittir. Şüphesiz bundan bütün Ermeniler, bütün Rumlar mesul değildir. Fakat devletin
hayat ve mematı kararını verecek bir büyük harp esnasında ordularının
hareket serbestisini ihlâl eden, arkada isyanlar çıkararak memleketin selametini, ordunun emniyetini tehlikeye düşüren hareketlere müsamaha edilememesi tabii ve zaruriydi.
Nitekim, tehcir uygulaması 24 Nisan 1915’te, İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin Gelibolu yarımadasına yaptığı çıkarma harekâtından bir
gün önce başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın konusu da bilindiği gibi
Osmanlı İmparatorluğu’nun emperyalist devletler arasında paylaşılmasıy403
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
dı. Eğer Çanakkale’de ve diğer cephelerde vatan savunulmasaydı, Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşma koşulları yaratılamazdı.
Buna karşılık Ermenistan’ın ilk başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin saptadığı gibi amaçsız ve abartılmış talepler doğal olarak yerini acı bir hayal
kırıklığına terk edecekti. Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve pişmanlık
duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır, sonradan anlaşılacağı üzere bu yöntem, Türkiye’de Ermeni meselesinin temelli çözümü
açısından en kesin ve en uygun yöntemdi. Biz Türkiye’de gürültü çıkardığımızda, bu gürültü sayesinde büyük devletlerin dikkatlerini Ermeni konusuna çekeceğimizi sanıyorduk ve onları bizim lehimize aracı olmaya zorlayacağımızı sanıyorduk. Şimdi ise böyle bir aracılığın kaç para ettiğini
artık biliyoruz.
Ermeni tarihçi Lalayan, Türkiye Ermenilerinin ‘kurtarılması’ meselesi de, Taşnaksutyun’un ve diğer karşıdevrimci Ermeni örgütlerinin yardımıyla, arkasında Çarizm’in kendi emperyalist tasarılarını hazırladığı ve
uyguladığı bir paravanaydı. (...) Türkiye Ermenileri, emekçileri Sultan’ın
baskılarına defalarca karşı çıkmışlardı. Ancak burada da Çarlık ajanı
Taşnaksutyun ve diğer milliyetçi Ermeni örgütler aracılığıyla, var gücüyle
emekçi Ermeni yığınlarının ulusal kurtuluş hareketlerine gem vurmaya ve
Türkiye’ye karşı savaşında onları kendi çıkarları için dizginlemeye çalışıyordu.
Ermenilerin, Cumhuriyet Kültürünün Oluşmasına Katkıları
Kavimleri bir arada tutan Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması ve bunun yıkıntılarından yepyeni millî bir devletin doğumu artık kaçınılmazdı.
Kurtuluş Savaşı boyunca adım adım kurulan, Cumhuriyet’in ilânıyla hızla
inşa faaliyetine geçilen, yeni siyasî ve toplumsal düzen, yeni demokratik kültürünü de birlikte getirdi. Mazlumlar dünyasının başarıya ulaşan bu
ilk devriminin kültürü, aslında XIX. yüzyılların ortalarından beri Osmanlı
toprakları içinde yaşayan bütün ileri unsurlar tarafından birlikte yaratıldı.
Cumhuriyet kültürünün oluşmasına Ermenilerin yaptığı katkı önemlidir.
Bu büyük devrimci atılım basit bir yönetim biçimi değişikliği değildi.
Artık ümmet değil, millet vardır. Milleti oluşturan etken ırk ve mezhepler, etnik kökenler değil; siyasal bağdır, kültürdür. Ne mutlu Türküm diyene bir siyasal bağımsızlığı ve onuru, ona kastedenlere baş kaldırarak dile
404
Şule PERİNÇEK
getirmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti
denir.
Atatürk, bazen kendi el yazısıyla yazdığı, bazen dikte ettiği Medeni
Bilgiler kitabında şöyle demektedir: Bugünkü Türk milleti siyasî ve içtimaî camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkeslik fikrî ve hatta Lazlık
fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsülü olan bu yanlış
tevsimler, birkaç düşman aleti, mürteci beyinsizden maada hiçbir millet
ferdi üzerinde teellümden başka bir tesir hasıl etmemiştir. Çünkü bu millet
efradı da umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlâka,
hukuka sahip bulunuyorlar. Ayrı ve kesretli cemiyetlere malik olduklarını
iddia etmiş ve bu yüzden Türklerle birleşip bir millet teşkil etmemiş olan
Araplar -hem de dinlerini kabul ettiğimiz halde- acaba bugünkü esaretlerinden memnun mudurlar?
Bugün içimizde bulunan Hıristiyan, Musevî vatandaşlar mukadderat
ve talihlerini Türk milliyetine vicdanî arzularıyla raptettikten sonra kendilerine yan gözle, yabancı nazariyle bakılmak medenî Türk milletinin asil
ahlâkından beklenebilir mi?
Atatürk daha sonra kısaca her millete uyabilecek millet tanımını verir:
a) Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan,
b) Beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatte samimi
olan,
c) Ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda
iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden vücuda gelen cemiyete
millet namı verilir.
Artık, kaderlerini Türk milletinin kaderiyle kendi arzularıyla birleştiren ve ortak yaratılan mirasa sahip çıkan Ermenilerimiz de has Türk vatandaşlarıdır.
Sizler Gibi Bu Vatanın Çocuğuyum
Bizim Ermenilerimiz, Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşı vatan
savunmasına katılmışlardı. İstanbul’dan Anadolu’ya silâh kaçırılmasında
önemli katkılarda bulundular.
405
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Fransız Vapur Kumpanyası müdürü iktisatçı Kalçi Efendi; Sizi haklı
buluyorum, mücadelenizin büyüklüğünü biliyorum. Bu toprağı severim.
Ailem burada yaşadı ve mutlu oldu. Şirketin beşi bana ait olmak üzere, dokuz vapuru var. Son vapur da elden çıkana kadar sizinle çalışacağım diyerek, o zamanın emperyalizme karşı özel örgütlenmesi olan MM
Teşkilâtı’na (Mahsus-ı Millî Teşkilâtı) destek oldu. Aynı şirkette çalışan
Pandikyan, Terziyan ve Karabet Hogasyan M.M. Teşkilâtı’nda etken görev
aldılar. MM’in liderlerinden Kemal Koçer 1946’da yayımlanan Kurtuluş
Savaşlarımızda İstanbul kitabında şöyle anlatıyor:
Terziyan çok işgüzardır. Cephaneliklerle vapur arasındaki çok güç işlerde arkadaşlara refakat ederdi. Hogasyan, vapurların sevkinde değerli
hizmetler ifa etmiştir. Papazyan, La Fransez vapur şirketinin faal ve temkinli üyesidir. O en çapraşık durumlarda uzlaştırıcı bir siyaset takip ederdi.
Birkaç dil bilir; munistir ve samimidir. Sevkiyat programlarının projelerini
hazırlar, tetkike arz ederdi. Papazyan vapurlarda ve cephanelerdeki işlere
kimseyi karıştırmazdı.
Millî Mücadele’ye silâh ve cephane gönderme işini örgütleyenler arasında İtilaf Devletleri baş tercümanlarından Büyükdereli Tavit Sehakkuli
ve Anadolu Kavağı liman çavuşu Karabet Efendi de vardır. MM grubu
silâh kaçırma işinde Tavit Efendi’nin yardımcı olabileceğini saptar. İlyas
Sami Efendi’nin ilişkiye geçmesine karar verilir. Yapacağı işi için para teklif eder. Tavit Efendi parayı ret eder. Ben her şeyimi Türklere borçluyum.
Türk okullarında okudum, yetiştim, oralardan feyz aldım. Size yardım etmek benim vazifem der. Taka ve gemilerin denetimini İngilizlerden önce
kendisi yaparak Boğaz’dan kolayca geçmesini sağlar. Bir keresinde güçlük
çıkaran bir Türk gümrükçüye bağırır: Yazıklar olsun sana, utanmıyor musun! Vatan elden gidiyor. Sen İngilizlere hizmet ediyorsun. Ayıp!
Davutyan, uzun yıllar Ankara’da Atatürk’e hizmet eden Marizaruhi
İstepanyan’ın eniştesi. Millî Mücadele’nin başladığı yıllarda işgal kuvvetlerinin gümrük müfettişi. Bir muhbir, Davutyan’a Sadıkzadeler’in gemisiyle sandıkların içinde silâh kaçırıldığını iletir. O günlerde önemli bir
haberdir. Davutyan, hemen üç askerle limana gider. Güvertedekiler telaşla
ambara iner. O da arkalarından. Orada Ruşen Kaptan’ı, işgal kuvvetleri
baş tercümanlarından Tavit Efendi’yi ve henüz kamufle edilmemiş sandıkları görünce durumu anlar. Tam tutuklamak üzere askerleri çağıracakken
aklına çocukluğunun Ayşe Ninesi gelir. Şehit olan Davut adlı torununun
hasretini biraz gidermek için okul önlüğünün cebine elma, ayva koyan,
406
Şule PERİNÇEK
onu öpüp koklayan Ayşe Nine. Babası öldüğünde yarım bıraktığı eğitimin
tamamlaması için en iyi tarlasının yıllık gelirini onlara veren Ayşe Nine.
Bunlar da başka Ayşe Nine’nin torunlarıydı. Yapamazdı.
Ben de sizler gibi bu vatanın çocuğuyum. Dedelerim de babam da bu
toprakların çocuğuydu. Onlar burada doğdular. Burada yaşayıp, burada
gömüldüler. Ben burada gömüleceğim. Her ne kadar görevim şu anda sizi
tutuklamaksa da, görevin de fevkinde kutsal bir varlık mevcuttur ki; onun
adına vatan diyoruz. Bu itibarla müşterek vatanımızın selameti yolunda,
bu andan itibaren beraber çalışacağız.
Fotoğraf sanatçımız Ara Güler’in babası da Çanakkale gazisidir. Eczacı er olarak katıldığı savaşta bacağından yaralanır. Onunla her zaman onur
duymuştur. Etrafına sık sık sorar ben bu vatan için savaştım, yaralandım.
Sen ne yaptın…
Berç Keresteciyan Mütareke günlerinde Osmanlı Bankası’nın müdürü. Mustafa Kemal’le Selanik’ten tanışıyorlar. Keresteciyan, Atatürk’ün
arkadaşı Sadettin Ferit Bey’e Paşa hazretlerine iletmek üzere önemli bilgi
verir: Bindiği vapur Boğaz dışında bir İngiliz torpidosu tarafından batırılacak. Bu bilgi üzerine alınabilecek önlemler alınır, pusulasız Bandırma
vapuruyla kıyıdan kıyıdan giderek sağ salim Samsun’a ulaşılır. Bu durumda Ali Kemal mi daha Türktür, yoksa Keresteciyan mı?
Sakarya Savaşı sırasında, topların ateşleme mekânizmalarını el altından satılan İstanbul’dan almak için gereken para Mustafa Kemal’in bir
ricası üzerine Keresteciyan’dan sağlanır. Bankadaki bütün parasını çeker
verir. Kersteciyan, aynı zamanda Hilâl-i Ahmer (Kızılay) ikinci başkanıdır.
Millî Mücadele boyunca sandık sandık ilaç ve sağlık malzemesi yanında Anadolu’ya silâh dâhil, ihtiyaç olan ne varsa gönderir. Zaferden sonra
Keresteciyan Ziraat Bankası’nda uzman olarak çalıştı. Cumhuriyet döneminin ilk Hıristiyan milletvekili olarak meclise girdi. Atatürk 1934’te ona
Türker soyadını verdi. Taksim’deki Cumhuriyet Anıtı’nın komisyonunda
da görev yaptı. Atatürk’ün Türker soyadını bir Ermeni vatanseveri için uygun bulması, Türk tanımının çok özlü ve kuvvetli bir ifadesidir. Türk, bir
ırk değil, fakat bir millettir. Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı olan ve yüreği
bu millet, bu halk için çarpan herkes, Türktür.
Türkçe’nin ilk etimolojik sözlüğünü hazırlayan Osmanlı dilbilimci Bedros Keresteciyan’ın (1840-1909) mirasına çocukları, torunları da
Cumhuriyet döneminde sahip çıktı.
407
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Reşat Nuri Güntekin’in Bakanlık müfettişi sıfatıyla teftişe gittiği zaman önünde saygıyla eğildiği, öğretmenlerin öğretmeni diye nitelendirdiği dilbilimci, Türkolog, eğitimci Istepan Gurdikyan (1865-1948) ve Kevork Şimkeşyan ve Agop Martayan (1895-1979) 1932’deki I. Türk Dil
Kurultayı’na özel çağrılıydılar. Aslında Yunus Nadi’nin Kurultay öncesinde yazdığı gibi Bir vatanda oturan insanların, o vatanın efradı olarak
müşterek bir dil etrafında toplanmaları pek tabii bir zarurettir. Bir vatanın
ırk ve din farkı olmaksızın hukukta müsavî olan vatandaşları, vatandaşlığın zarurî icabı olan diğer işlerinde de müşterek sayılırlar. Bu nedenle
Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin yayımladığı beyannameye göre, ırkan Türk
ve dinen Müslüman olmayan vatandaşları da vatandaşlık vahtetinin en
sağlam ifadesi olan dil işinde hak itibariyle olduğu gibi, vazife itibariyle
de müsavi ve müşterek sayarak kadın-erkek bütün yurttaşlar cemiyetin tabii azası ilân ediliyordu.
Agop Martayan, o sırada Sofya’da. Atatürk’le çok öncelerden, Kafkasya cephesinden kaçmayan bir subay olarak Şam’dan tanışıyorlar. Sofya’da
da Türk dili ve kültürü üzerine çalışmalarını sürdürüyor. Orhun Yazıtları’yla
ilgili bir yazısı Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmış. Atatürk’ün özel olarak onun da gelmesini istemesi üzerine bütün bürokratik engeller aşılıyor.
İlk Kurultay’da Türk, Sumer ve Hint Dilleri Arasındaki Rabıtalar, ikincisinde Türk Paleo Etimolojisi konulu tebliğ sunuyor. Ölene kadar Türk Dil
Kurumu baş uzmanlığı görevini yaptı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih
Fakültesi’nde Dilbilim Tarihi ve Genel Dilbilim okuttu. Türk Ansiklopedisi kurucularından, başdanışmanı ve başredaktörü. Dilin sadeleşmesine ve
çağdaş kavramları karşılayacak bir bilim ve kültür dilinin yaratılmasına
çalıştı. Atatürk ona Dilaçar soyadını verdi. Oğlu Vahe Dilaçar bütün yaşantımız Atatürk’ün yaşantısıyla ilgiliydi diyor, İstanbul’a gideceği zaman
biz de taşınırdık. Eski cephane sandıklarına kitaplar konur, özel trenle giderdik. Akşamları sık sık Atatürk’ün sofrasına konuk oluyor.
Millî Birlik ve Beraberlik
Aynı sofranın, aynı vatanın çocuklarıydık. Kaderimiz birdi. Onlarla
bir sorun o gün de olamazdı, bugün de yok. Emperyalizmin elinde oyuncak olanlarla, hangi etnik kökten gelirse gelsin. o gün de sorunumuz vardı,
bugün de vardır. İster Türk, ister Kürt, ister Ermeni kökenli olsun, AB kapısına bağlananlar: Türk Devrimi’ni, millî devletimizi ve millî birliğimizi
yıkmaya kalkışanlar, aslında siyasal açıdan aynı soydandırlar.
408
Şule PERİNÇEK
Türkiye’de bugün vatanı savunma kararlılığı tayin edicidir. 1914-1923
arasında vatanımızı, ona göz dikenlere karşı savunduk. Kurtuluş Savaşı
yaptık. Gerekirse yine yaparız. Kurtuluş Savaşları haklıdır. Emperyalizme
boyun eğmeyiz. Bugün alınması gereken tavır budur.
Bugün Ermeni soykırımı yalanı Türkiye’yi bölme ve Kuzey Irak’ta
kurdurulan ikinci İsrail Devleti’ni ülkemiz topraklarına doğru genişletme
planıyla bağlantılı olarak gündeme getirilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu
zamanında başlayan hürriyet ve bağımsızlık mücadelesiyle, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimi’yle bir millet oluşturan Türkümüzü, Kürdümüzü, Ermenimizi, bütün milletimizi sımsıkı birleştirmek göreviyle karşı
karşıyayız. Çünkü biz gol bir, el bir eliyek, birlikte dağık!
409
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Kaynakça
Afetinan, Medeni Bilgiler ve Atatürk’ün El Yazıları, Atatürk Kültür ve Tarih Yüksek
Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1988.
And, Metin, 100 Soruda Türk Tiyatrosu Tarihi, Gerçek Yayınevi, İstanbul.
__________, Meşrutiyet Döneminde Türk Tiyatrosu, Yapı Kredi Yayınları.
__________, Tanzimat ve İstibdat Döneminde Türk Tiyatrosu, Yapı Kredi Yayınları.
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, İstanbul.
Çeviker, Turgut, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü, İstanbul, 1986.
Ertürk, Hüsamettin, İki Devrin Perde Arkası.
Geçmişten Günümüze Türk Müziği, 3 Kitap, 1. Bir Operetti Yaşamak, 2.
Direklerarası’ndan Pera’ya, 3. Yıldızlar Düşerken, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, İstanbul.
İstepanyan, Torkom, Hepimize Bir Bayrak.
Kaçaznuni, Ovanes, Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir Şey Yok (1923 Parti Konferansı’na
Rapor), 10. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul 2006.
Kaygısız, Mehmet, Türklerde Müzik, Kaynak Yayınları, İstanbul 2000.
Koçaş, Sadi, Tarih Boyunca Ermeniler ve Selçuklardan Beri Türk-Ermeni İlişkileri,
Truva Yayınları, Ankara 1970.
Koçer, Kemal, Kurtuluş Savaşlarımızda İstanbul, 1946.
Koloğlu, Orhan, “Türkçe Dışı Basın”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye
Ansiklopedisi, C.1.
Lalayan, A. A., Taşnak Partisi’nin Karşıdevrimci Rolü (1914-1923), 2. Basım, Kaynak
Yayınları, İstanbul 2006.
Madat, A., “Operaları Avrupa’da Temsil Edilen Bir Yurttaşımız: Çuhacıyan”, Perde
ve Sahne, 1 Mart 1944.
Onaran, Âlim Şerif, Muhsin Ertuğrul’un Sineması, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara
1981.
Özön, Nejat, İlk Türk Sinemacısı Fuat Uzkınay, TSD Yayınları, İstanbul 1970.
Öztürk, Kâzım, Türk Parlamento Tarihi Araştırma Grubu, Türk Parlamento Tarihi
TBMM IX. Dönem (1950-1954), C.VII (Özgeçmiş), Türkiye Büyük
Millet Meclisi Vakfı Yayınları, Ankara 1998.
Pamukciyan, Kevork, Mizahî Hayal Gazetesinin Ermeni Harfli Türkçe Baskısı, Tarih
ve Toplum, Haziran 1987.
__________, Zamanlar, Mekânlar, İnsanlar/Ermeni Kaynaklarından Tarihe Katkılar,
Aras Yayıncılık, 2003.
Perinçek, Doğu, Orta Asya Uygarlığı, Kaynak Yayınları, İstanbul 2005.
__________, Parti ve Sanat, Kaynak Yayınları, İstanbul 1995.
Perinçek, Şule, “Bizim Ermeniler”, 2000’e Doğru Dergisi, 12 Nisan 1987.
Salışık, Selahattin, Kurtuluş Savaşı’nın Gizli Örgütü, MM Grubu, Kaynak Yayınları,
İstanbul 1999.
Şen, Bimen, Klasik Türk Mûsikîsi Koleksiyonu.
410
Şule PERİNÇEK
Talat Paşa, Hatıralarım ve Müdafaam, İkinci Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul
2006.
Tuğlacı, Pars, “Osmanlı Türkiyesi’nde Ermeni Matbaacılığı”, Tarih ve Toplum, Şubat
1991.
__________, Mehterhane’den Bando’ya, Cem Yayınevi, İstanbul 1986.
Türk Halk Müziği Sözlü Eserler Antolojisi, TRT Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu
Müzik Dairesi Başkanlığı, Ankara 2000.
411
OSMANLI TOPLUMUNDA YAŞAMA SANATINA BİR
ÖRNEK:YOZGAT’TA TÜRK VE ERMENİLER ARASINDA
TOPLUMSAL ETKİLEŞİM VE DAYANIŞMA ÖRNEKLERİ
Doç. Dr. Taha Niyazi KARACA
Erciyes Üniversitesi Yozgat Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
E-mail: [email protected]; Tel (GSM): 0 544 463 01 60
Özet
Yozgat şehri Çapanoğullarının çeşitli etnik kökenden insanların bölgeye getirilmesi ile XVIII. yüzyıl başlarında
oluşturulmuş bir şehirdir. Bu açıdan şehirdeki Türk ve Ermeni toplumlarının sosyo-kültürel etkileşimleri, toplumsal
yaşantıdaki değişimlerini tespit etmek, Osmanlı şehrinde
sergilenen birlikte yaşama sanatına mikro bir yaklaşım olacaktır.
Yozgat, Orta Anadolu’da Türk ve Ermeni nüfusun yoğun
olarak yaşadıkları yerlerden biridir. Çeşitli bölgelerden iç
göç yolu ile şehirde bir araya gelen ve iki farklı toplum
oluşturan Türkler ve Ermeniler farklılıklarına rağmen bir
arada yaşayabilecekleri bir alan oluşturmayı başarabilmişlerdir. Siyasal olayların ortaya çıkardığı etkiler dışarıda
bırakıldığı taktirde, şehirde her iki kesim büyük bir zaman
dilimini birlikte huzur içerisinde geçirmişlerdir.
Bu tebliğde; iki farklı toplumun yaşantı alanları, aile yapıları, toplumsal ve kültürel anlamda etkileşimleri, komşuluk
ilişkileri ve özellikle çeşitli doğal afetler ve sıkıntılar karşısında sergiledikleri yardımlaşma tavırlar belgelerle tespit
edilmeye çalışılacaktır.
Doç. Dr. Taha Niyazi KARACA
Giriş
Yozgat şehri Türk-Ermeni ilişkileri ve Ermeni isyanları açısından
özellikle incelenmeye tâbi tutulması gereken bir bölgedir. Çünkü buradaki Ermeni nüfusunun oluşumu tamamen memnuniyet esasında bağlı kalmıştır. Şehirde Ermenilere karşı gösterilen hoş görünün bir sonucu olarak
1800’lü yılların başında henüz 1 000 kişi1 olan Ermeni nüfusu 1914 yılı
sayımlarına göre 13 736 kişiye ulaşmıştır2. Bu da göstermektedir ki, Ermeniler şehirden göç etmeyi değil, sürekliliği olan bir şekilde çok değişik bölgelerden Yozgat’a gelerek yerleşmeyi tercih etmişlerdir. Nitekim Yozgat’a
gelen Charles Texier, Poujoulat, Kinnier, Cuinet, Perrot gibi birçok seyyah şehirdeki Ermenilerin rahat yaşantıları ve zenginliklerine dair bilgiler
vermişlerdir3. Şehirde olabildiğince varsıl bir şekilde yaşayan Ermenilerin
Türklerle toplumsal ilişkisi ve dayanışmaya yönelik tavırları bu tebliğin
konusunu oluşturmaktadır.
1
2
3
M. Baptistin Poujoulat, Voyage Des l’Asie Mineure En Mesopotamie, A Palmyre En Syrie
En Paletsine Et En Egypt, Paris 1840, s.293.
Kemal Karpat, Ottoman Population 1830-1914, Demographic and Social Characteristics,
The University of Wisconsin Press, Wisconsin-London 1985, s.172-173; Yozgat şehrindeki
demografik yapı ve yıllara göre nüfus değişim oranları ile ilgili çalışma için bkz. Taha
Niyazi Karaca, “Yozgat Şehrinde Demografik Yapı”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri (10-11 Nisan 2003), Kayseri 2003, s.307-321.
Yozgat’a gelen seyyahların şehir yaşantısı hakkında verdiği bilgileri ihtiva eden çalışma
için bkz. Karaca, 19. Yüzyıl Avrupa Seyyahlarının Gözü İle Bir Anadolu Şehrinin SosyoEkonomik Yapısı, Doç. Dr. Günay Çağlar Amağanı, Editör Mehmet İnbaşı, Erzurum 2004,
s.150-163.
415
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
1-Toplumsal Etkileşim
Osmanlı döneminde dinî gruplar cemaat ya da millet olarak adlandırılmışlardır. Toplumsal etkileşimden kasıt ise Osmanlı dönemi tabiri ile bir
cemaatin yaşam tarzının diğeri üzerindeki etkisidir. Bu etkinin ne şekilde
olduğu şehre ait şer’iye sicilleri ve seyyahların hatıralarından tespit edilebilmektedir.
a-Aile Yaşantısı ve Örf-Adetler
Şehre gelen seyyahların üzerinde durdukları en önemli konu her iki
cemaatin yaşam tarzlarının, örf ve âdetlerinin birbirlerine olan yakınlığı
olmuştur. Bu açıdan verilebilecek ilk örnek, her iki cemaatin aile yaşantılarının muhafazakarlık açısından birbirlerine yakın olmasıdır. Fred Burnaby
diğer şehirlerde yaşayan Ermeni kadınlarının dış dünya ile bağlantılarının
çok rahat olduğunu fakat Yozgat Ermenilerinin aile yaşantılarının Müslüman Türk etkisi ile muhafazakar bir şekle büründüğünü belirtiyor4.
Başka bir seyyah ve araştırmacı olan Charles Texier Ermeni ve Türk
aile yapısının ortak yönlerinden bahsediyor. Texier’in belirttiğine göre her
iki toplumda da aile içi yaşantı benzerlik göstermekte ve kadınlar kocalarına karşı aşırı hürmetkâr davranmaktadırlar. Aile reisine duyulan hürmetten
dolayı her iki toplumda da kadınlar kocaları ile aynı sofrada yemek yemezler. Oğullar da aynı şekilde babalarına karşı Türk geleneklerine göre davranırlar ve babalarının yanında asla çubuk içmezler. Texier bu benzerliklere
değindikten sonra esas vurgusunu her iki toplumun birbirleri ile asla kavga
etmeden geçinmelerine getirir ve ahalinin beşeri ilişkilerinin hüsn-i münasebet üzere olduğundan bahseder5.
İki toplumun aile yaşantısında etkin unsurun Türk örf ve gelenekleri
olduğu her iki seyyahın da ortak tespitidir. Bu tespit başka bir belge ile
de kuvvetlendirilebilir. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri kayıtlarından tespit ettiğimiz belgede; Ermeni cemaati kiliselerinde iki bölüm olduğunu ve
kadınlara ait olan bölümün tamire ihtiyacından bahsederek bunun için izin
istemektedirler ki6, belge kilisenin haremlik ve selamlık olarak yapıldığını
göstermektedir.
4
5
6
Fred Burnaby, At Sırtında Anadolu, Çeviren: Fatma Taşkent, İstanbul 1999, s.148
Charles Texier, Küçük Asya, III, Mütercim Ali Suad, Matbaa-ı Amire, İstanbul 1340, s.46.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Hariciye Nezareti Mektubî Kalemi, Belge No: 32/70.
416
Doç. Dr. Taha Niyazi KARACA
Diğer taraftan Ermeni dinî inançlarının yaşantı tarzları üzerindeki etkileri tamamen kaybolmamıştır. Kendilerini Avrupa’ya daha yakın hisseden Ermeniler yemeklerini masa üzerinde yerlerken Müslümanlar yerde
yemeye devam etmektedirler7.
Sosyal ilişkilerde gözlenen etkilerden en dikkat çekenlerden biri de
Ermenilerin şarap üreticiliği ve sofralarında şarap bulundurmalarının Müslümanlar tarafından hoş görülmesi, hatta bağcılığın Müslümanlar arasında
da çok yaygın olması idi. Her ne kadar Müslümanlar şarap içmiyorlarsa da
Hıristiyan misafirleri ile aynı masada bulunduklarında ve onları ağırladıklarında ikram etmek için evlerinde şarap bulundurabiliyorlardı8. Bu da Hıristiyanların Türk cemaati üzerindeki etkisinden kaynaklanıyor olmalıdır.
b-Mimarî Yapılar ve Binalar
Toplumsal etki açısından düşünüldüğünde her iki toplumun ortak kültürel değerlerini yansıtan en önemli öğelerden biri hiç şüphesiz ki mimarî
yapılardır. Şehirdeki mimarî yapıların tasvirleri yine seyyahlar tarafından
yapılmaktadır. Seyyahlara göre Yozgat mimarî yapıları ve özellikle evlerinin görüntüsü açısından tam bir Avrupa şehrine benzemektedir9. Evlerin Müslüman ve Hıristiyanlara ait olanları tamamen aynıdır. Yapı olarak
birbirlerinden farkları yoktur10. Bu evlerin hemen tamamı iki katlı geniş
bahçeli ve kiremit çatılıdır11.
İbadethaneler hariç olmak üzere diğer mekânların biçimlendirilmelerinde de Avrupa etkisi gözlenmektedir12. Yozgat’ın tamamında görülen
ev tiplerinde daha ziyade geleneksel Türk ev planlarının kullanıldığı görülmektedir. Bunlar İç Sofalı, Dört Eyvanlı, Köşe Odalı plan tipleridir13.
Evlerin Türk tipinde fakat iç süslemelerinin batı tarzı resimlerle yapılmış
olması şehirdeki Ermenilerin etkilerinden kaynaklanıyor olmalıdır. Bunun
en somut örneği seyyahların hiçbir şehirde göremediklerini söyledikleri
7
8
9
10
11
12
13
George Perrot, Souvenirs D’un Voyage En Asie Mineure, Paris 1867, s.385-393.
Perrot, a.g.e., s.385. Ayrıca bkz. Henry F. Tozer, Turkish Armenia and Eastern Asia Minor,
Longman&Co., London 1881, s.83.
Tozer, a.g.e., s.80-81.
Texier, a.g.e., s.46.
Vital Cuinet, La Turquie D’Asie, Paris 1891, s.297.
Avrupa etkisinin Anadolu içlerine ve Yozgat’a kadar uzanan etkisi için bkz. Rüçhan Arık,
“Sanatta Batılılaşma Sürecinde Balkan-Anadolu Beraberliği”, Balkanlarda Kültürel Etkileşim ve Türk Mimarîsi Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, Cilt 1, Atatürk Kültür Merkezi
Yayınları, Ankara 2004.
Hakkı Acun, Tüm Yönleri İle Çapanoğulları ve Eserleri, Ankara 2005, s.190.
417
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
büyük çarşı idi. İki katlı ve bir yüzü boydan boya camlı olarak yapılmış bu
çarşı tam anlamı ile bir şaheser görüntüsünde idi14.
Sosyal yaşantının önemli mekânlarından biri de hamamlardır. Osmanlı toplumunda Hıristiyanlar ile Müslümanların ayrı hamamları bulunmaktadır. Yozgat’taki uygulama biraz faklıdır. Hıristiyan ve Müslüman hamamları ortaktır. Şehre 1837 yılında gelen Hamilton’un ifadelerine göre,
hamamlar şehirdeki sosyal yaşantının en renkli ve eğlenceli kısımlarını
oluşturuyordu. Bu sebeple hamamlar muhteşem güzellikte binalar olarak
yapılıyorlardı15.
Hamilton’un verdiği hamam örneğinde dikkat çeken nokta iki farklı
cemaatin hamamı eğlence mekânı olarak kullanması ve birbirlerini dışlamamalarıdır.
Binaların süslemeleri ve iç dekorasyonları Ermeni sanatçılara aitti. Konaklar resimlerle süsleniyordu. Hatta Türkiye’de çok nadir olan içi
resimli camilerden biri Başçavuş Camii 1800-1801 yılında Yozgat’ta yapılmıştır16. Caminin iç duvarları manzara ağırlıklı resimlerle süslenmişti. Aynı şekilde Çapanoğlu Camii’nin dış mahfili de resimlerle süslenmiş
bir şekilde yapılmıştır17. Cami içinin süslenmesi hiç şüphesiz ki, şehirde
yaşayan Ermeni sanatçılarının Müslüman toplum üzerindeki etkilerinden
kaynaklanmaktadır.
c-Giysiler
Toplumlararası ilişkilerde üzerinde durulması gereken diğer bir husus giysilerdir. Yine seyyahlar tarafından tespit edildiğine göre Ermeni
kadınları ile Müslüman kadınlarının giyimleri arasında pek fark bulunmamaktadır. Kadınların tercih ettiği en meşhur giysi Salta marka elbiseydi.
Venedik’ten getirilmiş olan ve kadifeden yapılmış olan bir çeşit hırkadır.
Bu elbisenin yakası ve kolları ipeklerle süslenirdi. Bu elbise Yozgat’ın
zengin Müslüman Ermeni ve Rum kadınları arasında rağbetteydi. Daha
düşük gelirlere sahip olanlar da entari, fistan, maşlah, fermaniye, ferace
türlerini giyerlerdi18.
14
15
16
17
18
Burnaby, a.g.e., s.137; Tozer, a.g.e, s.81.
William Hamilton, Researches in Asie Minor, Pontus and Armenia, London 1842, s.386
Acun, a.g.e., s.258-261.
Cami resimlerinin ayrıntılı tasvirleri için bkz. Acun, a.g.e, s.101-144.
İsmail Cansız, “Osmanlı Döneminde Yozgat’ta Sosyal ve Kültürel Hayat”, Osmanlı Devleti
ve Bozok Sancağı, Yozgat 2000, s.227-228.
418
Doç. Dr. Taha Niyazi KARACA
Erkeklere gelince onlar da genellikle setre giymektedirler. Diğer elbiseler ise şalvar, ceket, cepken, cemedan, palto, sako, aba, erkek saltasıdır19.
Şehrin soğuk iklime sahip olması ayrıca kürk giyeceklerin bol miktarda
kullanılmasına yol açmıştır. Cenova, Rumeli, kuzu, nafe gibi çeşitleri kullanılmıştır20.
Her iki toplumun da giysilerinde belirgin bir ayırım göze çarpmamaktadır. Zenginliklerine göre giysinin kalitesi şekillenmektedir.
d-İsimler ve Lâkaplar
Sosyal ilişkilerin diğer bir boyutunu da isimler ve lâkaplar oluşturmaktadır. Ermenilerin, Müslüman çoğunlukta bir toplumda yaşamaları
onların kullandıkları isimlerde belirgin değişmelerin olduğunu göstermektedir. Kadınlara konulan Müslüman isimler; Sultan, İpek, Maviş, Gülkız,
Melek, Güllü, Yosma, Elmas gibi isimlerdir. Erkeklere konulan isimler ise;
Arslan, Ayvaz, Ateş, Burak, Bahadır, Civelek, Hacı, Hıdır, İskender, Kaplan, Murat, Rüstem vs. isimlerdir. Bu isimlerden başka özellikle erkeklere
lâkaplar da takılmıştır. Bunlar; Balta, Bakla, İnce, Kara, Kişi, Kahya, Kafadar, Kalfa, Ölmez, Şişman, Kocaoğlan, Körpe vs. lâkaplardır21.
e-Mahalleler
Yozgat’ta iki farklı cemaat olarak yaşayan Türk ve Ermenilerin yaşama alanları olan mahaller de iç içe geçmiş bir durumdadır. 1844 yılına ait
temettuat defterlerine göre Yozgat’taki mahallelerin büyük oranda karma
bir yapıya sahip olduğu tespit edilmektedir. Medrese (123 hane), Taşköprü
(260 hane), Mutafoğlu (148 hane), Çatak (267 hane) ve Nohutlu mahalleleri yalnızca Müslüman nüfustan oluşmaktadır. Tekye (250 Müslüman,
199 Ermeni hanesi), İstanbulluoğlu (130 Müslüman, 63 Ermeni ve 48 Rum
hanesi), Köseoğlu (108 Müslüman, 238 Ermeni hanesi), Tuzkaya (68 Müslüman, 186 Ermeni) mahalleleri karma yapıdadır22.
19
20
21
22
Cansız, a.g.e., s.228.
Cansız, a.g.e., s.230-231.
Cansız,, a.g.e., s.226.
1844-1845 yılı Yozgat temettuat defteri üzerine yapılan bir çalışma için bkz. Ahmet Akgündüz, Said Öztürk, Yozgat Temettuat Defterleri I-III, Yimpaş Holding Yayını, İstanbul 2000.
Ayrıca diğer bir çalışma için bkz. Z. Ahmet Bağdatlı, Tanzimat Dönemi Yozgat Kasabasının Sosyo-Ekonomik Yapısı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi,
İstanbul 1991.
419
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Bu karma yapı Yozgat’taki iki farklı unsurun iç içe yaşadığını ve komşuluk ilişkilerini devam ettirdiğini göstermektedir ki, bu ilişkilerin mal ortaklığına kadar gitmesi de birbirlerine olan güvenlerini göstermektedir23.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan vukuat raporları ve şer’iye sicillerindeki kayıtlar dikkate alındığında her iki kesimin birbirlerine karşı işledikleri suç miktarının yok denecek kadar az olduğu görülebilir. Nitekim
1882-1887 yıllarına ait olan 2 numaralı şeriyye sicilindeki kayıtta bir yaralama hadisesi görülmektedir24. Bu defterdeki kayıtlarda her iki toplumun
birbirlerine mahkemelerde vekillik yaptıkları da tespit edilebilmektedir25.
George Perrot, iki toplum arasındaki ilişkilerin bir değerlendirmesini
yaparken Yozgatlı Hacı Ohannes’in Müslüman arkadaşlarından bahsetmektedir. Ohannes’in yalnızca şehir merkezinde değil, çevre köylerde de
birçok arkadaşı vardır ve bunlar şehre geldiklerinde kendisini ziyaret etmeden ayrılmamaktadırlar26.
Yukarıda belirttiğimiz örnekler doğrultusunda Yozgat şehrinde Türk
ve Ermenilere dair bir toplumsal etkileşim betimlemesi yapılacak olursa
denilebilir ki; her iki toplum da etkin özellikleri doğrultusunda diğerini
etkilemişlerdir. Türklerin Ermenileri aile, örf, gelenek ve yaşam tarzı açısından belirli bir etkide bıraktığı, Ermenilerin de Müslüman Türkleri sanat
ve mimarî uygulamalarda etkilediği tespit edilebiliyor.
2-Toplumsal Dayanışma Örnekleri
Yozgat şehrinde ortaya çıkan görüntü Müslümanlarla Hıristiyanların
iyi komşuluk ilişkileri yaşadığını ortaya koymaktadır. Büyük toplumsal
felâketlerde bu komşuluk ilişkilerinin dayanışmaya dönüştüğü olaylar da
yaşanmıştır. Bu dayanışmaya dair vereceğimiz ilk olay 1874 yılına ait kıtlık felâketi ile ilgilidir.
1874 kıtlığında binlerce insan ve hayvan açlıktan hayatını kaybetmiştir27. Hamilton’a göre bu kıtlık sırasında 100 000 baş sığır ve 150 000 insan
23 Karaca, Ermeni Sorununun Gelişim Sürecinde Yozgat’ta Türk-Ermeni İlişkileri, Ankara
2005, s.43-45.
24 Hatice Yüzgeçer, 2 Numaralı Yozgat Şer’iye Sicilinin Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi (H.1299-1304/M.1882-1887), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2005, s.297.
25 Yüzgeçer, a.g.t., s.298.
26 Perrot, a.g.e., s.385-393.
27 1873-1874 yılına ait bu kıtlığın görgü şahitlerinden biri de 1852 doğumlu Ankaralı Halime
Çamçır’dı. 1952 yılında anlattıklarına göre kıtlık yılında onbinlerce koyun telef olmuş,
420
Doç. Dr. Taha Niyazi KARACA
ölmüştür28. Bu kadar büyük bir kıtlığın ortaya çıkardığı tahribatın önüne
zamanında geçemeyen hükümet, Anadolu’nun diğer illerinden hayırseverlerin yardım etmeleri konusunda gazetelere ilân vermişti29. Hükümet bu
kıtlığı ancak halkın yardımları, diğer illerin gönderdiği ve İngiltere’den gelen yardımlarla biraz olsun hafifletebilmişti30. Fakat bölgedeki etkiler uzun
süre devam etmiş, kıtlık diğer yıllarda da çeşitli vesilelerle yaşanır olmuştu. İşte bu süreç içerisinde Ermeni zenginlerinden Papazyan Hamparsum
hükümetin talebi olmadığı halde Keskin kazasındaki ihtiyacı karşılamak
üzere karşılıksız olarak yardım ve hizmette bulunmuştu. Hamparsum’un
bu davranışı karşısında hükümet onu taltif etmeye karar vermiş ve üçüncü
dereceden nişan ile ödüllendirmişti31.
Diğer bir dayanışma örneği 1910 yılında Girit Meclisi’nin Yunan
Kralı adına yemin etmesi üzerine yaşanmıştı. Olayı protesto etmek için
Türkler ve Ermeniler büyük bir dayanışma içerisinde protesto mitingleri
düzenlemişlerdi. Mitinge 20 000 Osmanlı vatandaşı katılarak, hep bir ağızdan Osmanlılığa bağlılıklarını haykırmışlardı. Mitingde Kirkor ve Nersis
adlarındaki iki Ermeni vatandaşın konuşmaları iki cemaatin tek yumruk
olduğunu gösteriyordu32.
İyi komşuluk ilişkilerinin ve dayanışmanın belki de en anlamlı örneği tehcirden dönen Ermenilere Müslümanların yaptığı yardım olmuştur.
1918 Ekimi’nde Ermenilerin geri dönüşleri için kararname çıkartıldığında
binlerce Ermeni tekrar Yozgat’a dönmüştü. Hükümetin gerekli yardımı ilk
28
29
30
31
32
zengin olmalarına rağmen yiyecek hiçbirşey bulamamışlar, süpürge tohumu ve kuru otlarla
yaşantılarını devam ettirmek zorunda kalmışlardı. Kıtlık yılında Ankara’da günde bin kişiden fazla ölüm olmuş ve sokaklar cesetlerle dolmuştu. Bkz. Kemal Bağlum, Beşbin Yılda
Nereden Nereye Ankara, Ankara 1992, s.25.
Tozer, kıtlığın oluşumunu şu şekilde anlatıyor: İlk sorun 1873 yılındaki kuraklık sebebi ile
mahsül azalmış ve takip eden Kasım-Aralık aylarında şiddetli yağmur yağmış ve OcakŞubat aylarında çok şiddetli kar yağışı olmuştu. Talihsizliğin en ağır şekli şehirlerde yaşanmıştı. Çünkü yiyecek rezervleri kullanıldığından hiç bir şey kalmamış ve kar yağışı yolları kestiğinden bahara kadar kaçınılmaz açlık şehirde yaşayanları tüketmişti. Bkz. Tozer,
a.g.e., s.45-93.
BOA, A. MKT. MHM, Belge No: 476/13.
Diyarbakır valisi İsmail Hakkı Paşa şehrin ihtiyacını karşılamak üzere zahire ve hayvan
gönderilmesi işini üzerine alarak çalışmalara başlamıştı. BOA, A.MKT.MHM., Belge No:
74/23. Kıtlık üzerine Levant Herald gazetesinin yayınları üzerine İngiltere’de bir miktar
yardım toplanmış ve bölge için harcanmak üzere hükümete teslim edilmişti. Levant Herald
gazetesinin kıtlık yardım ile ilgili gazete haberleri için bkz. The Famine in Asia Minor, its
History, Compiled From the Pages of the Levant Herald, Constantinople 1875.
BOA, Y.PRK.BŞK., Belge No: 12/43.
Karaca, a.g.e., s.182.
421
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
hamlede yapamaması üzerine Ermeniler zor durumda kalmışlardı. İşte bu
noktada Yozgatlı Müslüman komşuları devreye girerek yardım kampanyası başlatmışlar ve Ermenilerin iaşelerini temin etmeye çalışmışlardır33.
Sonuç
1914-1918 yılları arasında korkunç olaylar oldu. Bu korkunç olaylar
milyonlarca insanın ölümüne neden olan Birinci Dünya Savaşı’nın ta kendisiydi. 1915 yılında Türkler ve Ermeniler arasında da yaşadıkları yüzlerce
yıllık birlikteliğin en gergin ve olumsuz dönemi yaşandı. 1915’e götüren
etkenler ve 1915’te nelerin olduğunun anlaşılması için her iki toplumun
yüzlerce yıllık birlikteliklerinin iyi değerlendirilmesi gerekir. 1915 yılı ya
da Ermeni ihtilâl hareketlerine bağlı olaylar bir kenara bırakıldığında açıkça görülmektedir ki, Anadolu’nun en muhafazakar şehirlerinde bile Ermenilere karşı bir husumet duygusu gelişmemiştir. Tam tersine her iki cemaat
çeşitli açılardan birbirleri üzerinde etkilerde bulunmuşlardır.
Bu şehirlerden bir olan Yozgat, iç göç yolu ile nüfusunu oluştururken
Çapanoğulları uyguladıkları vergi muafiyeti ile Ermenilerin de bölgeye
gelmesini sağladılar. 1878 yılına kadar şehre gelen bütün seyyahlar Ermenilerle Türklerin uyumlu birlikteliğinden bahsetmişlerdir. Bu seyyahlar
arasında, ön yargılarla ve propagandaların etkisi ile Anadolu’ya gelen ve
Yozgat’ın durumunu inceleyen Fred Burnaby vardır. O da bölgeyi gezdikten sonra Avrupa’da yapılan propagandaların ne denli yalan ve utanmazlık
eseri olduğunu hatıralarında dile getirmiştir.
Uzun süren barış dönemlerinde toplumlar arası uyum batılı devletlerin
müdahaleleri ile bozulmuştur. Bağımsızlık için mücadele eden Ermeniler
kahraman, Türkler ise katil olarak tasvir edilmiştir. Yapılan propagandalarda Türklerin yüzlerce yıldır Ermenileri öldürmek için fırsat beklediği
özellikle belirtilmiştir. Fakat şehir yaşantısına yönelik yapılan mikro çalışmalar bu propagandaların ne denli büyük bir yalan üzerine kurulmuş olduğunu da ortaya koymaktadır. Türkler ve Ermeniler yüzyıllarca düşmanlık
içinde değil, iyi komşuluk ilişkileri içerisinde yaşamışlardır. Belgeler bunu
göstermektedir.
33 Karaca, a.g.e, s.227.
422
Doç. Dr. Taha Niyazi KARACA
Kaynakça
Arşiv Vesikası
Başbakanlık Osmanlı Arşivleri:
Hariciye Nezareti Mektubi Kalemi, Belge No: 32/70
A.MKT.MHM., Belge No: 74/23, 476/13
Y.PRK.BŞK., Belge No: 12/43
Tetkik Eserler
Acun, Hakkı, Tüm Yönleri ile Çapanoğulları ve Eserleri, Ankara 2005.
Akgündüz, Ahmet-Said Öztürk, Yozgat Temettuat Defterleri I-III, Yimpaş Holding
Yayını, İstanbul 2000.
Arık, Rüçhan, “Sanatta Batılılaşma Sürecinde Balkan-Anadolu Beraberliği”,
Balkanlarda Kültürel Etkileşim ve Türk Mimarisi Uluslararası
Sempozyumu Bildirileri, Cilt 1, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları,
Ankara 2004.
Bağdatlı, Z. Ahmet, Tanzimat Dönemi Yozgat Kasabasının Sosyo-Ekonomik Yapısı,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, İstanbul
1991.
Bağlum, Kemal, Beşbin Yılda Nereden Nereye Ankara, Ankara 1992.
Burnaby, Fred, At Sırtında Anadolu, Çeviren Fatma Taşkent, İstanbul 1999.
Cansız, İsmail, “Osmanlı Döneminde Yozgat’ta Sosyal ve Kültürel Hayat”, Osmanlı
Devleti ve Bozok Sancağı, Yozgat 2000.
Cuinet, Vital, La Turquie D’Asie, Paris 1891.
Hamilton, William, Researches in Asie Minor, Pontus and Armenia, London 1842.
Karaca, Taha Niyazi; “19. Yüzyıl Avrupa Seyyahlarının Gözü ile Bir Anadolu Şehrinin
Sosyo-Ekonomik Yapısı”, Doç. Dr. Günay Çağlar Amağanı, Editör
Mehmet İnbaşı, Erzurum 2004.
__________, “Yozgat Şehrinde Demografik Yapı”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih
Sempozyumu Bildirileri (10-11 Nisan 2003), Kayseri 2003.
__________, Ermeni Sorununun Gelişim Sürecinde Yozgat’ta Türk-Ermeni İlişkileri,
Ankara 2005.
Karpat, Kemal, Ottoman Population 1830-1914, Demographic and Social
Characteristics, The University of Wisconsin Press, Wisconsin/London
1985.
Perrot, George, Souvenirs D’un Voyage En Asie Mineure, Paris 1867.
Poujoulat, M. Baptistin, Voyage Des l’Asie Mineure En Mesopotamie, A Palmyre En
Syrie En Paletsine Et En Egypt, Paris 1840.
Texier, Charles, Küçük Asya III, Mütercim Ali Suad, Matbaa-ı Amire, İstanbul 1340.
The Famine in Asia Minor, Its History, Compiled From the Pages of the Levant
Herald, Constantinople 1875.
423
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Tozer, Henry Fanshawe, Turkish Armenia and Eastern Asia Minor, Longman&Co.,
London 1881.
Yüzgeçer, Hatice, 2 Numaralı Yozgat Şer’iye Sicilinin Transkripsiyonu ve
Değerlendirilmesi
(H.1299-1304/M.1882-1887), Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Kayseri 2005.
424
ERMENİLERLE BİRLİKTE YAŞAYIŞIN AZERBAYCAN
TİYATRO ESERLERİNDE GÖSTERİLMESİ
Doç. Dr.Tamilla ABBASHANLI-ALİYEVA
Osmangazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
E-mail: [email protected]; Tel: 0 222 239 37 50-2728
Özet
Azerbaycan’ın tarih kitaplarında Ermenilerin bu topraklara nasıl gelip yerleştikleri hakkında sayısız kaynaklar vardır. Bunlardan sadece birini okumak bile yeterlidir: Dağlık
Karabag: Tarihi Faktlar, olaylar (Bak: “İlim” neşriyatı, 1989).
Kitabı Azerbaycan’ın ünlü tarihçisi Ord.Prof. Aliyev yazmıştır. Bu eserde belirtildiği gibi, Ermenilerin Kafkaslarda hiç
zaman toprakları olmamıştır. Onlar Azerbaycan Türklerinin
topraklarına sahiplenerek burada Ermenistan adlı bir ülke
kurmuşlardır. Dağlık Karabağ’daki Ermeniler ise Türkiye’den,
İran’dan ve Suriye’den gelenlerdir ki, onları da Ruslar buraya yerleştirmişler. Ermeniler hem Azerbaycan’ın komşuluğunda, hem de Azerbaycan’ın tam kalbinde – Karabağ’da
dünyanın hiç yerinde olmadıkları kadar çok rahat ve sakin
yaşamışlar. Ancak her zaman kendilerini Azerbaycan adlı
bir toprağın kanuni sahibi saymış, Ruslara güvenerek bu
toprağın “Şımarık çocuğu” olmuşlardır. Hümanist Azerbaycan Türkleri her zaman onlarla insanlık etiğine emel ederek
yaşamışlardır. Bunlar da şâir ve yazarların eserlerine yansımıştır. Azerbaycan’ın ünlü âlimi Prof. Dr. A.Sultanlı yazıyor
ki, sözlü edebiyat döneminde dinî dramlarda Ermeniler
bile iştirak edermiş. Azerbaycan’ın ve Doğunun ilk tiyatro
yazarı M. F. Ahundov’un eserlerinde Azerbaycan’da yaşayan Türklerin Ermenilere dostluk ilişkileriyle yaklaştıkları
belirtilir. Kızıl Ordunun (1920. yıl, 28 Nisan) Azerbaycan’ı
işgal ettiği dönemlerde Azerbaycan’ın Cumhurbaşkanı,
aynı zamanda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de dostu olan ünlü Azerbaycan yazarı ve hekimi N. Nerimanov
“Bahadır ve Suna” adlı tiyatro eserinde Türk-Ermeni dostluğundan bahseder ve biri Türk evlâdı (Bahadır) biri Ermeni
kızı (Suna) olan gençlerin dinî inançlar yüzünden kavuşmamalarını lânetler ve üzüntüsünü dile getirir. Sovyet
döneminin en güçlü tiyatro yazarı C. Cabbarlı “1905. yılda”
eserinde 1905’te Ermeni-Türk savaşını kaleme alarak bu savaşın her iki halkın sıradan insanları tarafından arzulanmadığını yazar, aynı zamanda üçüncü bir kuvvenin bu savaşı
teşvik ettiğini de belirtir. Üçüncü taraf ise Çar Rusya’sıdır.
Azerbaycan basılan kitapların çoğunda her dönemlerde
Azerbaycan Türklerinin Ermenilere ve burada yaşayan bütün milletlere kardeş olarak yaklaştığı ısrarla vurgulanır. Bu
da Türklerin büyük hümanizmini gösterir.
Doç. Dr. Tamilla Abbashanlı ALIYEVA
Giriş
Bu gün Azerbaycan Cumhuriyetinin en önemli ve ağrılı problemi
olan Karabag problemi sadece bu ülkenin problemi olmaktan çıkmış, ister Batının, isterse de Doğunun gündeminde oturan önemli bir meseleye
çevrilmiştir. Çok siyasetçiler baş sındırsa da helelik bu meseleye aydınlık
getirilmemiştir. Bele görünür ki, bir ata sözünde denildiği kimi bu hamur
çok su aparacak. Bazi siyaset adamları bu işi lâbirente benze diyorlar. Aslında ise bu lâbirenti onlar çizmişler. Kafkasları ve Doğunu sakin görmek
istemeyen dünya siyaset adamları, tabii ki, bunların başında Amerika ve
Avrupa dayanır, onlar bu suları çok bulandıracaklar, çünkü iyi biliyorlar
ki, bulanık suda balık tutmak daha rahattır. Eğer Ermeniler hiçbir hakları
olmayan Karabağ: -Bu bizim dede-baba topraklarımız deyirse ve Ermeni
Lobisinin elinde oyuncak olan Amerika ve Avrupa”nın siyaset insanları
onların nazı ile oynuyorsa, bu meselenin hak-adalet yolu ile çözüleceği
müşküle çevrilecek. Konumuzda ele aldığımız tiyatro eserlerindeki olaylar
Karabağ köylerinde baş verdiyi için mutlaka Karabağın geçmişine küçük
bir ziyaret etsek, iyi olur.
Tarih kitaplarında okuyoruz ki, bu gün Azerbaycan topraklarında biz
zamanlar Alban devleti yerleşirmiş (MÖ 3. asır). O zamanlar orada hem
Alban menşeli, aynı zamanda savdeyler ve gargarlar da olmuş ve onlar
şüphesiz ki, Karabağda yaşamışlar. Alimler bele hesap edipler ki, Alban
diyalektleri Dağıstan dillerine aittir, Hatta Udinler 1 Pyotra mektup gönde429
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
rirken böyle yazıyordu: -Biz avganlarız (yani albanlarız) milliyet itibarile
Udileriz”. Ermenistan Ermen etnosunun vatani değildir, bunlar bu topraklara gelmedirler. Eski Ermeni halkı Yukarı Fırat vadisinde, tahminen M.Ö. 1
bin yıllığın birinci yarısında teşekkül tapmışlar(1). Yunan tarihçisi Heredot
yazıyor ki, Ermeniler Ermeni yaylası denilen yerin yalnız Batı hissesinde
meskûnlaşmışlar. Ermeniler çok geç zamanlarda Kafkaslarda görünmeye
başlamışlar. İran devletinin çökmesi onların Doğuya doğru irelilemesine
şerait yaratmıştır. Ermeniler Merkezi Ermeni yaylası üzerinde nezareti
güzlendirmişler. Yunan tarihçisi Strabon Ermenilerin tecavüzkarlığından
yazıyor: “Ermeniler tecavüzkarlığı ile Midiya’lılardan, İberya’lilardan...
suriyalılardan toprak kopardılar, arazilerini genişlendirdiler”. (A.g.e. s.24)
Ama sonradan bunu Ermeni dilli vilâyetlerin birleşmesi kimi yazdılar.
Nispeten kısa müddet arzında Ermeniler irelileyerek arazileri işgal etmiş,
yerli halini sıkıştırmağa başlamışlar. Sonradan işkâlcı Ermeniler Kür-Aras
nehrinin arasındaki toprakları işgal etmiş, Albaniya’ya Ermeni Albaniya’sı
demişler. M.Ö.66 senede Romalılar ‘.Tigranı darmadağın ettiginden sonra
hiçbir “Büyük Ermenistan” olmamıştır. Bu zaman Ermenistan işgal ettiği birçok topraklardan el çekmiştir. Ermeni Çarı özlerini “Roma halkının
dostu ve müttefiki” ilân etmiştir. Bu ise Ermenistan’ın Roma”dan tam asılı
olması demek idi. M.Ö.37.senesinde Roma ve Parfiya arasında imzalanmış senete göre Ermenistan Parfiyaya, aynı zamanda Mezopotamya”nın
idaresine geçir. Ermenistan’ın taliyi o dönemim paraları üzerinde de öz
aksini bulur. Orada Ermenistan çarlığının devrilmesi, Romanın Ermenistan üzerinde galebesi, Roma İmparatorunun ayakları altında oturmuş kadın, öküz şeklinde aman isteyen Ermeni savaşçı resimleri var. 1-2 asırlarda
Ermenistan’da Roma askerleri vardı, m.ö.358 –a kadar Ermeniler Romalılara vergi vermişler. 1-1V asırlarda “Büyük Ermenistan” hic cüre işkâlcılık
ede bilmezdi, çünkü ya Roma”dan, ya Parfiya’dan asılı idi. Bütün Kafkasların Roma”ya tâbi olduğu halde yalnız Albaniya müstakil kalmıştır. V111
asırda Arap işkâlı sonucunda Alban çarlığı çöker. Ahalinin bir hissesi Gregorianlaştırılır, sonradan ise Ermenileştirilir. Ama insanlarda Alban ruhu
kalmıştı ve Allbaniya Çarlığı Artsak arazisinde kismen barpa edilmiştir.
Kadim Albaniya’nın yerinde X11-X111 asırlarda Haçen knyazlığı yükseldi. Albaniya çarı Hasan Celal”ın zamanında (1215-1261) bura daha da gelişti, burada Gandzasar manastır kompleksi inşa edildi.
Azerbaycan’ın ünlü bilim adamı Z. Göyüşov’un “Karabagın geçmişine seyahat” adlı eserinde okuyoruz: Karabagda yaşayan Ermeniler menşe
itibari ile üç kola ayrılır: Birincisi Fars dilli Ermenilerdir. Bunlar sadece
430
Doç. Dr. Tamilla Abbashanlı ALIYEVA
Karabaga degil, Batı Azerbaycan’a ve Şirvan’a da göçürülmüşler. Eğer
X1X asrın evvellerinde Karabagın Dağlık hissesinde 2 Fars dilli Ermeni
köyü vardıysa, 30-cu yıllarda bu köylerin sayı 20-ye çatır. Fars dilli Ermenilerin Karabaga göçürülmesi Rusya-İran Savaşının 1828-de bitmesiyle
ilgili başlıyor. Türkmen çay Barış Antlaşmasınnın15-ci maddesinde yazılır
ki, bu Antlaşmadan geçen bir yıl süresince Ermeniler Aras nehrinden geçerek istedikleri yerde yaşaya bilerler. İlgi çeken ise budur ki, Ermeniler
yılı beklemeden Rus Ordusu ile birğe Kuzeye geçir ve Karabagın çeşitli
bölgelerinde meskûnlaşırlar, sanki Dede-baba topraklarında olduğu gibi.
1828-1830-cu yıllarda Ruslar Kafkaslara İran’dan 40 bin Ermeni göçürdüler. Rus menşeli N.N.Şavrov yazıyor ki, 1828-in yalnız ayı süresince
Arazdan 8249 Ermeni ailesi geçerek Karabagın Dağlık bölgesinde, Göyce
gölü civarında, Şirvan”da yerleşti. Gelme Ermeniler yerli ahalinin elinden
200 bin desyatin yani 2 milyon manatlık toprak sahesini alarak öz ellerine
geçirdiler. Rus bilim adamı V.L.Veliçko yazıyor ki, Gelme Ermeniler yerli
Müslüman ahalisinin şan-şöhretine zarar vurdular, bununla onları gelecekte bu topraklardan kovmak siyasetini yürütürdüler. Ermenilerin ikinci kolu
Karabagın yukarı hissesinde meskûnlaştılar. Onlar 10 bine yakın idiler,
Türkiye’den- Rus-Türk Savaşı bittikten sonra Edirne Barış Antlaşması ile
Kafkaslara göçürülmüştüler. Çoğunu Gürcistan’a, bir hissesi Karabaga göçürüldü. Onlar hem yerli ahalini, aynı zamanda İran’dan gele Ermenileri
incitirdiler. Ermenilerin 3-cü kolunu asırlarla Ermenileşme prosesine maruz kalan yerli Alban’lar idi. Z. Göyüşov’un yazdığına göre o dönemde Karabagda Hrıstianlık yayılmıştı. Karabagın ova hissesinde İslâm yayılırdı.
Karabağın Kuzey-Batısında bütpesetlik idi. Bu kaos zamanı Arap Hilâfeti
ile Bizans İmperiya’sı Kafkaslar uğrunda mücadele ediyordular. Ermeni
diplomatiyası bundan istifade etti, Arapların tarafında durdu. Ülkeni öz
dinî himayesine geçirmeye çalıştı. 699-da Ermeni Katalikosu İlya Halife
Abdulmelike mektup yazdı ki, ülkemiz acizane Sizin tâbiliğinizdedir. Biz
de Albanlar da İsaya inanırız. Ama Albanlar Roma İmparatoru ile konuşmaya gedir ki, onlarla bir dinde olsun. Siz bunu dikkatinizden kenarda
koymayın ve onları cezalandırın”. Arap Halifesi de İlya”nın sadakatini “
yüksek kıymetlendir, ona yardım ediyor. Yardım bundan oluşur ki, kıyam
kaldırmış Albanları Ermenilerin dinini kabul etmesini İlya”ya havale ediyor. Ermeni Katalikosu Halife Abdulmelikin gönderdiği koşunla Berde”ye
gelir, Alban Katalikosunu ve onun hemfikirlerini idam ettirir, büyük Meclis çağırır, karar kabul ediyor ki, Alban kilisesi Ermeni Grigoyan kilisesine
tâbi olacak. Yeni seçilen Katalikos Ermenilere sadık kalacağına yemin etti.
431
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Üç yıldan sonra yine toplantı oldu, bütün Karabaglı rahip ve Yepiskopların
dilinden iltizam alındı ki, eğer onlar Grigoryan mezhebine sadık olmasalar, kafir ilân olunacaklar. Ele o zamandan X1-X11 asra kadar Garabagda
önce Grigoryanlaşma, sonra Ermenileşme prosesi geddi. Bunlar X1-X11
asırlarda Karabagda yaşayan Ermenileşmiş Albanlar idi. Araştırmacılar
İ.P.Petruşevski, İ.O.Orbeli, N.Y.Marr, T.Ter-Grigoryan, M.Barhudaryan ve
birçok alimler Karabagda araştırma aparırken haklı olarak Karabagın Dağlık hissesinin Albaniyanın-Azerbaycan’ın ayrılmaz hissesi hesap etmişler.
V asırdan X1X asıra gibi Ermeni tarihîcileri doğru olarak bu toprakların
Alban arazisi olduğunu yazmışlar. X-X1 asırda Karabagın Dağlık hissesinde Haçın feodal Devleti yaranmış, X111 daha da gelişmiştir. Karabagın
düzen ve Dağlık hissesinde yaşayan ahali arasında özgeleşme sebebi için
bir nece amil vardı. Bunlardan en önemlisi Karabagın düzen hissesi Azerbaycan kimi İslâm’ı kabul etmişti,, Dağlık hissesi Grigorinlaşmaya maruz
kaldı, burada Hrıstian mefkuresi formalaşırdı. Dinî ayrılık iktisadî-siyasî
ayrılık yaratmıştı, düzen ve dağlıkta yaşayan halk her zaman bir-birile ilişki kururdu. Rus Çarizmi her zaman “Parçala, hükümranlık et” siyasetini
yürüterek V111 asırdan başlayarak Karabağ Hanlığını parçalamak, burada küçük Ermeni-Hıristian devleti yaratmak istiyordu. 19 Mayıs 1783-de
knyaz G. A.Potyomkin 2. Yekatrına”ya yazıyordu: “Fırsat olan gibi Karabagda hakimiyeti Ermenilere verecek,bunlar vasitesiyle Asya”da Hrıstian
devleti kuracağız. Bu barede Ermeni meliklerine gösteriş vermişim” (3).
Sonradan Ruslar Karabagı aldıklarından daha buranı Ermenilere vermediler. 1917-ci yıl İhtilâlı’ndan sonra Dağlık Karabagın Ermenistan”a birleştirmek hakkında kompaniya başlandı. Yüzlerle Ermeni Ermenistan’dan
gelerek Karabagda Türkler aleyhine işe başladılar. 1918-de 22 Haziran’da
Şuşa’da Ermenilerin 1 Kurultayı oldu. Karabag müstakil Kurum oldu, Millî Şurası seçildi. Lâkin bu İrevan Ermenilerini temin etmedi. Onlar istiyordular ki, Karabag Ermenistan’a katılsın. 1920 –cı yılın Mayısında Dağlık Karabag Ermenilerinin 1X kurultayı çağrıldı. Halkın fikri sorulmadan
bir grup Ermeni Karabagın Dağlık hissesinin Ermenistan’a birleştirilmesi
hakkında karar çıkardı. 5 Temmuz 1921 de Karabagın Dağlık hissesi öz
talihini Azerbaycan’la bağladı.
Azerbaycan’ın ünlü tarihçısı Ord.Prof. Dr.İ. Aliyevin Dağlık Karabag”
adlı kitabında çok değerli fikirler var ve o bu fikirleri dünyanın çok ünlü
alimlerinin fikirleri ile birge takdim eder. O fikirlerden biri Ermenilerin
her zaman “Büyük Ermenistan yaratmak” ideyasıdır. Yüzden ırak Ermeni
“alimcikleri” her zaman “Büyük Ermenistan’ın” haritasını çiziyor ve güya
432
Doç. Dr. Tamilla Abbashanlı ALIYEVA
kayıp olmuş toprakları geri almak için gece-gündüz mücadele edeceklerini
söylüyorlar. Bu haritada sadece yakın komşuların toprakları değil, uzak
komşuların da toprakları var. Bu harita denizden denizedir, içerisine Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye, Rusya, İran ve Suriye topraklarını da alır. İ.
Aliyev dünyanın en ünlü bilim, devlet ve siyaset adamlarının Ermeniler
hakkında fikirlerini vermekle onların iç dünyasını ustalıkla açıyor, bunlar
gelecek konulardır, mutlaka araştırılacak.
Şimdi ise esas konumuza geçek.
Biz yukarıda yazılarda Ermenilerin Azerbaycan topraklarına nasıl geldiklerini ve bunların Azerbaycan’da öz evlerinde oldukları gibi çok rahat yaşadıklarını anlattık ve bu yerde yalnız Azerbaycan’ın değil, bütün
Türk Dünyasının ünlü şâiri olan B.Vahabzade’nin bu şiirini hatırlatmamak
mümkün değil:
Biz yakın olmuşuz kadimden yakın,
O kadar yakın ki, bizim dağların,
Gölgesi düşüp dür sizin dağlara,
Ben efsus demirim öten çağlara,
Bahşının kemanı bizi ağladıb,
Cebbarın ceh-cehi sizi ağladıb.
Babam baban ile dost olup ancak,
Dostluk dan bir kelime danışmazdılar.
Biri-birimize diş kıcırtarak
Dostluktan deyiriz şimdi o ki var. (4)
Şâir burada Azerbaycan Türkleriyle Ermenilerin asırlarca bu toprak da
bir kardeş gibi yaşadıklarını söylüyor.
Biz Ermenilerle toplum halında yaşamağın en gerçek örneğini göstermek için Azerbaycan’ın ünlü tiyatro yazarı C. Cabbarlı’nın “1905-ci
yılda” eserini götürdük. Elbette bu konuda Azerbaycan’da çok sayıda eser
var, ama bu eser bizim arayacağımız sorulara o kadar doğru, dürüst cevaplar veriyor ki, o biri eserlere müracaat etmeye lüzum görmedik, Aslında C.Mehmetkuluzade’nin “Kamanca” eseri baresinde de birkaç keli433
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
me demeyi düşünüyoruz. C. Cabbarlı Sovyet yazarı hesap olunur, yani
eserlerinde en fazla Sovyet dönemi övülür, onun halkları güzel günlere
ulaştırdığı okuyucuların nazar-dikkatine çattırılır. Ama biz “1905-ci yılda”
eserinde bu tebligatı az gördük, yazar en fazla Kafkaslarda yaşayan iki
kardeş halkın mehriban, dostluk şeraitinde yaşamasından sohbet açır. Yazar bu dostluğu Sovyetlerin ayağına bağlasa da aslında bu dostluk Sovyetlerden önce de vardı. C. Cabbarlının yaradıcılıgını inceleyen Prof. Dr.M.
Arif yazıyor: “1929-cu yılda C. Cabbarlı Kafkas halklarının medenî birliyi
aylığında iştirak etmişti. O Gürcistan ve Ermenistan’a gedmiş, şehir ve
köyleri gezmiş, kardeş halkların hayat ve meişeti ile tanış olmuştur(5). M.
Arif bu değerli incelemesinde C. Cabbarlının eserinin niye mehz 1905-ci
yıl olduğunu açıklıyor. Onun fikrince, 1905-ci yılda Azerbaycan’da- en
fazla Bakıda Türk-Ermeni kırgını oldu, ama bu kırgın birden-bire, nedensiz baş vermedi. Artık ömrünün sona erdiğini gören İki başlı koca kartal
ömrünü sürdürmek için halkları bir-birine karşı kaldırdı. Bu hakta Rus yazarı M. Gorkinin güzel bir fikri var. M. Gorki “Kafkas olayları hakkında”
makalesinde yazıyor: “Tufeyliler (Çarın etrafında halkın emeğini yiyip çalışmayanlar nazarda tutulur) can vermekte olduklarını ve ölümlerinin yaklaştığını hiss ederler, ama onlar yaşamak istiyorlar ve halk iradesine karşı
becerdikleri gibi, şerefsizcesine, korkakçasına ve biabırcasına mücadele
ediyorlar. Onlar acıktan acıga Rusları Yahudilerin, Polyakları Finlerin, Tatarları (Azerbaycan Türkleri nazarda tutulur) Ermeni ve Rusların, acından
kazeplenmiş avam köylüleri öğrenci ve hatta çocukların üstüne köpek gibi
kıskırdırlar. Beşer tarihinde, hiçbir ülkede bizim ülkede olduğu gibi hâkim
sınıf hakimiyeti elinde saklamak için bu kanlı günlerde olduğu gibi hayasız, kobutcasına mücadele etmemişler” (6)
C. Cabbarlı bu eserini şahsi müşahedesi esasında yazmıştır ve ona göre
de eserdeki olaylar, kahramanlar, Karabagda toplum halında yaşayan Türk
ve Ermeni halklarının örf-âdetleri, dostlukları oldukça canlı çıkmıştır. C.
Cabbarlı Edebiyat gazetesine verdiyi müsahibesinde diyor ki, “...Ben Gürcistan, Ermenistan ve Dağlık Karabagda olduğum zaman bütün milletlere mensup olan insanlara rast geldim. Bunlar sakince sosyalizm kuruluşu
ile, yani kendi hayatlarını yaşamakla meşgul idiler. Ben köcerilere tesadüf
ettim. Hayvan sürüsünün yanında bir Azerbaycanlı kadın yermekte idi.
O, çadrasız idi. Sonra başka bir kadına rastladım. Bu Ermeni kadını idi.
Bu kadında aynen Azerbaycanlı kadın gibi giyinmişti. Onları bir-birinden
ayırmak zor idi. Ev eşyaları, işlettikleri aletler, şarkıları dansları –hepsi
aynı. Aslında bu iki halk aynı halkı oluştururdu. Öyle ise, bu halkları sene434
Doç. Dr. Tamilla Abbashanlı ALIYEVA
lerce kanlı vuruşlara ne mecbur etmişti. Bu meseleni derinden öğrenmeye
başladım. Öğrendim ki, bu iki kardeş halkı azatlık uğrunda mücadeleden
uzaklaştırmak ve sömürgecilik siyasetini sürdürmek için Rus çarı bu yolu
seçmiş, iki kardeş halkı bir-birine karşı mücadeleye kaldırmışlar (7)
“1905-ci yılda” tiyatro eserinde esas konu halklar dostluğunu ön
plana çıkarmaktır. M. Arif yazıyor: “Eserin esas konusu ile ilgili olarak
C. Cabbarlı 1905-ci yılda Azerbaycan’da cerayan eden mürekkep olaylar içerisinden esas hattı doğru seçmiş, eserin esas dramatik süjetini de
bu hat üzerinde kurmuştur” (8) C. Cabbarlı bu eserinde gösterir ki, Türk,
Ermeni, Gürcü ve Rus emekçileri sınıfı ve talice bir-birlerine yakın oldukları olduklarından onlar arasında hiçbir zıtlık yoktur; Çar hükümeti ve
ona hizmetçilik yapan burjuaziya inkilapi harekata mani olmak için kardeş halkları bir-birile savaştırır. M. Arif eserinde (unutmak lâzım değil ki,
eser 1956-cı yılda basılmıştır) I.V. Stalinden örnek getirir. Stalin yazıyor
ki, çarın siyaseti “Parçala ve hüküm et”tir. Çar bu gırgınları sadece Rus
olmayan milletler arasına salmamıştır. O aynı zamanda Ruslar yaşayan
– Gomel, Kişinyov şehirlerinde de salmıştır. Stalının fikrince Çar taht-tacını korumak için bu kırgını hazırlıyor. Onun fikrince, Çar Şüuru olmayan
Müslümanları (her zaman Rusya”da Müslümanlara böyle bakmışlar) dinç
Ermenilerin üstüne kaldırmışlar. İfadeye bakın! Şuuru olmayan Müslüman
ve her zaman “Dinç” olan Ermeni! Bu “Dinç” Ermeni bu gün dinçlikten
çıkmış, dünyada Terör rüzgarı estirir, “dinç” Ermeni sözde Ermeni soykırımını Avrupa Parlamentolarında kabul ettirdi. “Dinç” Ermeni Karabağı aldı
ve bu gün Türkiye”den, Gürcistan”dan toprak istiyor, Karabag azmış gibi,
Nahçıvan da benimdir” diyor. Stalinin “dinç” Ermeni”si sadece bu gün
değil, asırlarla sübut etmiş ki, o kadar da dinç değil. Fikrin devamı:-Çar şuuru olmayan Müslümanlara silâh paylamıştır, Polis ve Kazaklara (aslında
bu Kazaklar Kıpçaklardan dönmedir- Bak: M. Adci, “Yavşan çölünün kokusu”)(9). Müslüman elbisesi geydirerek Ermenilerin üstüne saldırmıştır.
Bakın, o dönemlerde “Dinç” Ermenilere kalbi ağrıyan Stalin 1941-1945-ci
yıl ‘-ci Cihan Savaşında da bir daha kanıtladı ki, “Dinç”, “Yazık” Ermenilere münasebeti çok iyidir ve buna göre de Ahıska”nın etrafında yaşayan
ve gözü topraktan doymayan “dinc” Ermeni”lerin yerini genişlendirmek
için (bunun başka nedenleri de var) buradaki Ahıska Türklerini bir gecenin
içinde vagonlara doldurup Sibirya’ya, susuz-yeşilliksiz Kazakistan sahralarına sürgün etti.
C. Cabbarlı’nın “1905-ci yılda” eserinde birçok halkın ve sınıfın nümayendeleri var. Unutmadan deyek ki, o dönemlerde Kafkaslarda en fazla
435
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
milletlerin yaşadığı yer Azerbaycan ve onun başkenti Bakı idi. Biz bunu
bariz örneğini C. Cabbarlının eserinde görürüz. Bu ayrıca bir konudur,
biz sadece Türk ve Ermeni ilişkilerine, bu ilişkilerin dostluk ve komşuluk
üzerinde durduğuna dikkat yetireceğiz. Tekrarlamağa ehtiyac yok ki, bu
kardeş kırgınını Çar Rusya”sı salmıştır. Tarih sübut etti ki, sonradan da
Rusya’nın eli ile 1918, 1988-de yeniden kardeş gırğınları oldu, ama unutmak lâzım değil ki, Rusların “değirmenine” Daşnaksütyün partiyası da su
döktü. Aynı zamanda Ermenilerin dünyalarca “ünlü” Terör teşkilâtları da
Daşnaksütyün Partisi ile el-ele vererek dünyanın neresinde Türk gördüyse
de hiç şeye bakmadan katliam etti ve bu iki halk arasında münasebetleri
her zaman gerginlreştirti, dostluk rüzgarını beşikdece boğdu. Unutmak lâzım değil ki, dünyada iki şey seçilmiyor: Ata-Ana ve Komşu. Bu Allah”ın
eli ile olan bir şeydir. Komşu komşu ile doğruluk, adalet çerçevesinde yaşamalıdır. Türkiye,Rusya, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan... Bunlar
tarihten her zaman komşu olmuşlar, isteseler de istemeseler, dost olsalar,
düşmen de olsalar... Ama düşmençiliktense dost olsalar daha iyi değimli?
Bizim müdriklerimiz hep böyle demişler”Gel, gel kim olursansa gel...”,
“Sevelim sevilelim...” Mevlane, Yunus, Nizami, Nesimi böyle demiş...
Konudan uzaklaşmayalım. C. Cabbarlının eserinde tesvir ettiği komşular talihin yaptığı komşuluktur. Allahverdi Ermeni, İmamverdi Türk...
Karabağın Tuğ adlanan köyünde komşudurlar, bunlara sadece komşu demek azdır, sanki bir evde yaşayan iki kardeş... Allahverdinin çocukları
İmamverdinin evindedir. Yemekler bir yenilir, tavuklar bele öz hinlerinde
değil, komşunun hininde yumurtluyor. Eserden örnek: “Gülsüm (İmamverdinin karısı, Türk): Nebat bacı (Allahverdinin karısı, Ermeni), iki gündür çil tavuk yine fal aparır, belki sizin hine geldi.
Nebat:-Hine bak, ay Gülsüm bacı, dün hinden iki garip yumurta buldum(10).
Eserdeki ünlü kahramanlardan olan Eyvaz Ermenidir, Nebatla Allahverdinin oğludur. Yine de kardeşliye bir örnek. Eyvaz Bakıya gedecek,
yol üstündedir. Nebat başı onu uğurlamağa karışıp ve bazi işlerini Gülsüme havale ediyor:-Sen Allah, Gülsüm bacı, hayvanlar gelende onları
yemle, ben Eyvazı uğurluyum. Gülsüm: -Dana gelip, yemlemişim, o birileri de feragat eylerim. Sen rahatsız olma, işini gör (Yine orada, s.112).
Bize öyle geliyor ki, eserden getirilen bu örnekler her şeyi açıktan-açığa
söylüyor. İmamverdi”nin oğlu Bahşı Allahverdi”nin kızı Sona”ya âşıktır.
Yazar Sona’nın sözleriyle ayrı-ayrı milletin nümayendeleri olan bu insan436
Doç. Dr. Tamilla Abbashanlı ALIYEVA
ların sima yönünden de bir-birine okşarlığı okuyucunun nezerine çattırılır. Elbette, belki de bunlar bir-birlerine çok benzemiyorlar, ama insanlar
bir-birlerini sever, saygı gösterirlerse, onlara öyle geler ki, sanki bir-birine
benziyorlar. Sona”nın sözlerine dikkat yetirek: “Sona:- Bak, bu babamın
sakalı, bu İmamverdi dayının sakalı, bu babamın yüzü, bu da onun yüzü.
Gerçekten hiç fikir vermemişim, babam ile İmamverdi dayım ne kadar birbirlerine benziyorlar! Evet, evet... (Her ikisini öpüyor).(11).
Ara-sıra köyde Ermeni ile Ermeni arasında anlaşılmazlık olanda böyle
bunu nizamlayan da Türk”dür. Mes: Sona komşuları Haykanuşun danasının gözüne selbe atarak onu sakat etmiştir. Haykanuş savaş için Allahverdinin üstüne gelir, ama Türk İmamverdi buna razı olmuyor, kadını sakinleştirip evine uğurluyor veya: Türk bu savaşın içinde komşusu Ermeni
Aramı görür, ona diyor ki, A gede, niye o arvada (Aramın annesi nezerde
tutulur) beş-altı köpüy (para anlamında) göndermiyorsun? Kalıp el-amanda (zor durumda). Ahır o gün gücnen taş-baş elemişim, bir batman buğday
vermişim, beş girvenke de arpa; karıştırıp el değirmeninde çekiptir” (12).
Buradan böyle bir sonuç çıkıyor ki, Türk-Ermeni ailesine o ailenin oğlundan – yani en aziz adamından –oğlundan bele yakındır. Yukarıda söyledik
ki, Sona Ermeni olduğu halda Ermeni”nin hayvanını sakat etmiş. Ne için?
Çünkü bu hayvan onun canı kadar sevdiği Türk Bahşı için ektiyi karanfil
çiçeğini yemişti. Meğer bu iki halkın dostluğu için örnek deyilimi?
Yukarıda yazdık kı, Çar Nikolay toprağının altı-üstü altın olan
Azerbaycan”dan rahatlıkla el çekmek fikrinde değil. O düşünür ki, inkılâp
olursa, bu yağlı tike onun ağzından çıka bilir. Yağlı tikeni kayıp etmemek
için Çarın hizmetçileri hep yollar aradılar ve sonuçta buldular: Türklerle
Ermenileri bir-biriyle savaştırmak! Bundan güzel yol ne ola bilir!? Eserdeki Rus Gubernatorun sözlerine dikkat yetirek: -“Durumdan çıkacak birce
yol var:- Yerli Tatarlarla (Azerbaycan Türkleri nezerde tutulur) Ermenileri
millî savaşa atmak, böylece inkılâbı ikinci plana çekmektir. Ermeniler en
ihtilâlçı millettir (yani durmadan kavga çıkaran) Bunlar aradan çıkarsa, o
birilerin de kuvveti sarsılmış olur. Türk ve Ermeni burjuaziyası arasında
savaşa neden olacak noktalar vardır” (C. Cabbarlı. a.g.e., s.118)
C. Cabbarlının “1905-ci yılda” eseri konu yönden çok zengin eserdir.
Doğrudur, eserde en önemli konu Halklar dostluğudur ve bunun da başında Türk-Ermeni dostluğu durur. Umumilikte götürsek, bu dostluk daha geniş alanı kapsıyor. Burada sadece bu iki halkın dostluğu değil, Rus, Gürcü,
Yahudi ve başka halklar da var. Ayni zamanda Çarın Rusya”sının bu halk437
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
lara münasebeti var ve Rusya bunların hiç birini delicesine sevmiyor, onun
azacık ve yalancı sevgisi maddî meraklar üzerindedir. Eğer Azerbaycan
petrol unu sona kadar kullanırsa, Azerbaycan onun dostudur, yarın petrol
yoksa, dostluk da yok! Bu günkü gibi. Eserde İhtilâlın karşısının alınması,
Rusların bu günkü duruma münasebetleri, Azerbaycan Türklerinden Petrol
Milyoncularının Ruslara rüşvet vermesi, Çara yağ çekmeleri, Ermeni zenginlerinin aynan Ruslar”ala iyi münasebetleri, ihtilâle darbe için Eyvaz”ın
bacısı ile evlenme, Eyvazı dile tutmak, onu yalancı Millî Kahraman etmek, becermedikçe onun başına fesatlar açmak – bunlar ayrı-ayrılıkta bir
konudur, ama yine de unutmadan demek lâzımdır ki, bunların da fazlası
Türk-Ermeni dostluğunun çevresinde dolanır, ne kadar yakın ve uzak olsalar da... Rus Gubernatoru bir kepçe ile birkaç kazanı karıştırır. Meselâ,
Gubernatorun zaman-zaman Türkiye”de güya Ermenilerin başına getirilen
felâketleri (aslında bu felâket hiç olmamıştı, bu günkü sözde Ermeni soykırımı gibi) söylemekle ateşin üstüne petrol dökmeyi de ihmal etmiyor:
“Elimde olan bütün vasitelerle Müslümanların hain katillerden korunmasına çalışıp, Türkiye”deki işlerin kısasının burada alınmasına yol vermeye
cem” (135) Böyle sözler zaman-zaman zengin Ermeni ve Azerbaycanlı
Türklerin de dilinden çıkıyor: Ermeni Agamyanın dilinden: Türküye”ye
fikriniz gedmesin. Dişlerini kıraçam, hepinizi vere rem pulemyotun ağzına” (14). Daha bir örnek: -“Düşmenler Türkiye”deki işlerinden doymayıp
burada da işlerini devam ettirirler” (15). “Bu Türkiye”den başlayıp gelen
tarihi savaştır. Ermeni milletini bastırmak isteyenleri tarih ve Ermeni milleti karışka (karınca anlamında) gibi ezecektir” (16). Rus çarının korkutan
mesele Azerbaycan”dakı Türklerle Ermenilerin dostluk halında yaşamalarıdır. Ne edip, ne yapıp çalışmak lâzımdır ki bunlar her zaman bir-birleri
ile savaşsınlar. Gubernator bunu çok güzel becerir. Meselâ, Türkleri görürken Emenileri onların yanında, Ermenileri görürken Türkleri kötüleyir.
Türk Bahadır beye diyor ki Agamyan senin neft buruklarını hasara alıp
kendi adına geçirecek, onlar (yani Ermeniler) Büyük Ermenistan planının
bir hissesini hayata geçirirler, onlar sizi buradan kovacaklar ve ya Ermeniye de aksini söylüyor. Ermenilere Tatarların (yani Azeri Türklerinin) vahşî millet olduğunu söylüyor ve Ermenilere bunlardan ihtiyatlı olun, lâzım
gelerse, size hem silâhla, hem asker vererek yardım ede bilirim, kimseye
söylemeyin-diyor (17). Şimdi Gubernator aynı şeyleri Türklere de söylüyor:-Müslümanlara bir az silâh vermek lâzımdır, lâzım gelerse kazaklar
da bir az yardım etsinler (18). Belli olur ki, ortada Türk ve Ermenilerden
ölenleri Kazaklar-yani Rus askerleri öldürmüşler.
438
Doç. Dr. Tamilla Abbashanlı ALIYEVA
Eserdeki Ağamyan Azerbaycan’da kazandığı serveti korumak için her
yolu deneyir. Türk-Ermeni savaşı, Türkün sevdiği kızı oğluna almak, Rusların hizmetçiliğini yapmak ve s. Agamyan gemide oturup gemici ile dava
ediyor. Aslında onun bu toprakta hiçbir hakkı yok, ama bu azmış gibi neyinki burada servet kazanır, aynı zamanda buradaki fakir insanları öldürür.
Ağamyanlar öz milletinin nümayendelerinin beyinlerini yıkayarak Türklerin onlara düşman olmalarını ne kadar söylese de hiç faydası yok, bu iki
halkın sade insanları yine bir-birine kardeş gibi bakıyorlar, dostluklarını
devam ettiriyorlar. Eserde iki halkın dostluğu Eyvaz ve Bahşının sözlerinde çok güzel ifade olunup. Meselâ, Eyvaz öz milletinden olan Ağamyana
müracaat ediyor: -Siz kızışmayın, cenap Ağamyan. Bu sözlerle bana tasir
edemezsiniz. Benim hakikat sandığım kitap da Türk, Ermeni sözü yoktur,
işçi var, fabrikant (fabrika sahibi) var. Bincilerle kardeş, ikincilerle düşmanım” (19); Bir başka örnek: -Eyvaz: -O ateşin içindekiler kimlerdir?
Korumalı bir şeyi olmayan aç, yoksul kütle, var-yokunu iki kurşuna verip
atır; lâkin kime? Kardeş kardeşe (20). Ermeni Allahverdi’nin fikrince: Ara yerde halkı verdiler gırğına (21). Ne kadar haklı bir söz. Eserin sonunda dar ağacına geden Eyvaz Anne ve bacısını Ermeni akrabalarına değil,
Türk Bahşıya emanet eder. Bu iki halkın dostluğu için bundan güzel ne ola
biler?!
Eserde iki gencin – Türk ve Ermeni”nin sevgisi de bu halkların ne
kadar kaynayıp-kavuştuğunu gösterir. Ermeni kızı Sona ile Bahşı bir evde
büyümüş çocuklardır. Artık büyümüşler, sevginin ne olduğunu tatmışlar.
Onların bu temiz, saf aşkı anne ve babalarının da kalbini sevinç hissiyle
doldurur. Ağamyanın oğlu Haykaz Sona”ya âşık olur, aslında bu aşk değil, sadece olarak Türkü seven bir kızı onun elinden almak, Türk-Ermeni ilişkilerini bozmaktır. Haykaz Sona ile evlenir, onun kuru cismini alır,
ama Sona kalbini Bahşıya verir. Eyvaz bacısının bir Türk”le evlenmesini
sevinçle karşılıyor, biliyor ki, bu Türkün ailesi senelerce onların komşusu olmuş, sevinç ve kederlerini onlarla paylaşmışlar. O bu aşkı sevinçle
karşılıyor, korkmadan Agamyana söylüyor: - Onun (Sona”nın) sevdiği bir
Türk”dür. “(22). Ağamyana göre ise:- Türkler bizin din düşmanımız, millet düşmanımız, kan düşmanımızdir(23). Agamyana göre, Sona”nı Bahşıya vermek Ermenilerin millî namuslarına karşı kara bir leke, bir hiyanettir
(24). Agamyamnın oğlu da aynen babası gibi düşünür: - Benim evime düşmen bir Türkün sevgisini taşıyıp getirmek?! İki millet bir-biri ile kan davası ederken bir düşmeni sevmek, bir Ermeni kızı için namussuzluk,hem de
millî namussuzluktur (25). Eyvazın Ağamyana ve Haykaza verdiği cevap
439
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
onların başında yıldırım gibi çakır. – Bizim Türklerle hiçbir düşmancılığımız yoktur. Bizim düşmanımız Türkler değil, sizler- yani Ağamyanlarsızınz. Biz Türk”lerle kardeşiz, siz bizi bir-birimize düşmen ediyorsunuz,
bizim savaşımız millî savaş değil, sınıfı savaştır” (26). Oğlu Eyvazı kurtarmak için kızı Sona”nı Agamyanın oğluna veren Allahverdi sonda peşimançılık çekiyor: - Ahmak gibi, kızı vermedim İmamverdinin oğluna, hiç
olmazsa, atası atası ile, kardeşi kardeşi ile tay idi. Götürdüm öz elimle kızı
saldım oda (27). Haykazla zorla evlendirilen, ama her zaman ona nefret
eden, kalbi Türk Bahşıda kalan Sona yegâne oğlunun adını ilk aşkının anısına Bahşı koyur, oğluna bakarak bu sözleri diyor: - Bahşımın bütün mutlu
günlerimden bana kalan bir senin adındır, bir de Bahşıdan alıp bu güne
koruyup sakladığım tardır.” (28) Hasta ve ömrünün son günlerini yaşayan
Sona”nın tek arzusu oğlu Bahşının elini Bahşının eline vermektir. Sona
son arzusuna da çatır. İlgi çeken meselelerden biri de odur ki, Bahşı da
kızının adını Sona koymuştur. Yani bu o anlama gelir ki, Bahşılar, Sona”lar
ölüp getse de bu iki komşu halkın dostluğu yaşayacak.
Azerbaycan’ın ünlü yazarı Celil Mehmetkuluzadenin “Kamanca” eserinde de Türklerle Ermenilerin bir yerde yaşamaları, dostlukları gösterilir.
C.Mehmetkuluzade 1906-cı yılda çok ünlü satirik dergi olan Molla Nasrettin dergisini yayımlamağa başladı ve o günden sonra onu yaratıcılığında
halklar dostluğu konusu hususî önem taşımağa başladı. Yazar bu adavetin
arkasında kimlerin durduğunu iyi anlıyor ve yazıyordu: Bu iki komşunun
adavetini araştırarak gördük ki, bunların her ikisi suçsuzdur. Nasıl oluyor
ki, senelerce kardeş gibi dolanan bu iki komşu birden-bire yırtıcı hayvan
olup bir-birinin canına daraştılar. Rus-Japon savaşında yenilen Rusya
Kafkasların bu iki güçlü halkı arasına adavet saldı ki,onlar öz dertlerine
müptelâ olsunlar ve Rusya’nın politikasına karışmağa zamanları olmasın.
Ermenileri Türklerin üstüne küşküren tekçe Rusya idi. Bu ülkelerin aydınları çok çalıştılar ki, bu adaveti söndürsünler, ama adavet uzun yıllar devam etti, binlerce günahsız insanın musibetine neden oldu (29). Yazarın
Kamanca (Keman) eseri de bu mücadelenin mantıgı devam olarak meydana gelmiştir. Eserde çok keskin bir sosyal-siyasî mesele: iki komşu halkın
asırlardan beri gelen kardeşlik, dostluk tarihini lekeleyen kanlı, ağır bir
dönem öz aksini bulmuştur. Azerbaycan’ın ünlü roman yazarı, uzun dönem Azerbaycan Yazarlar Birliyi Başkanı vazifasında çalışan M. Hüseyn
bu eser hakkında yazıyor: ‘Kemanca’ eserinde Molla Nasrettin’in (C. Mehmetkuluzade nezerde tutulur) bir defa da olsun dudağı kaçmıyor (yani gülmüyor). O burada ne gülüyor, ne ağlıyor. O yalnız derin hayala dalıp teec440
Doç. Dr. Tamilla Abbashanlı ALIYEVA
cüpten ve teessüften geniş açılmış gözleriyle kardeş halkların hayatındaki
bu facieni seyir ediyor (30). Eserin esas kahramanları Kahraman Yüzbaşı
ve Bahşıdır. Kahraman Bey Türk, kemanca çalan Bahşı Ermenidir. Yine de
Türk-Ermeni savaşıdır, her taraftan binlerce günahsız adam ölmüştür. Şimdi Kahraman Bey ormanda tesadüfen ayağı sakat elinde keman olan Bahşını esir alırlar. Kahraman Beyi birce şey düşündürür: -Ermeniler ne kadar
onun yiğit, genç dostlarını kanlarına boyamıştır. Şimdi o da Bahşını öldürecek, dostlarının kanını alacaktır: Biz onların beş-on dığa-mığasını öldürmüşüz, bes Necefkulu kimi yiğidi bir de nereden bulacağız? Şirzadı nereden bulacağız? Misirhanı kaç Ermeniye değişmek olar?(31). Eserdeki
Kahraman hiç de kan içen bir insan değildir, günahsız insanların Ermeni”let
tarafından katliam edilmesi, gırğın ve talanlar onu zor duruma düşürüp.
Kahraman yüzbaşı tora düşmüş ve aldanmıştır. Ama en iyisi odur ki, onun
kalbindeki insanî hisler, güzellik duygusu ölmemiştir. Eğer ölseydi o, mûsikînin ecazkar sihrine düşmez ve günahsız bir insanı-Bahşını öldürerdi.
Bahşı aynı zamanda onu Azerbaycan-Türk mûsikîsi ile evsunlayır ve bu da
Kahraman Beyin kafasını iyi anlamda karıştırır. O Ermenilerle sevgi ve
hoşgörü içinde geçen günleri hatırlıyor. Gah da onun yadına şehit arkadaşları, ateş içinde kalan ve talan olunmuş evler geliyor. Yüzbaşı birden-bire
onları kızıştırıp bir-birinin üstüne salan insanlara nefret ediyor, onlara lanetler ediyor, derin ızdırap yaşıyor. Bahşının beklenilmeden ele geçmesi
gerilmiş asapları bir az da geriyor. Kısas hissi en yüksek hadde çatıyor.
Onlar bütün günahları hiçbir suçu olmayan sakat Bahşının üstüne dökmeye çalışırlar. Ölümü başı üstünde gören Bahşı da ağlıyor ve onu bu durumda gören Türkler: - Evet, ağlarsan, ağlarsan. Bu saat başını koyun başı gibi
keseceyiz. Şimdi bak, korkutan yoluk cüceye (civ-civ anlamında) benziyorsun. Ama vallahi, fırsat bulsan Müslüman kanına yerikleyen Ermenilerden birisin” (32). Birden-bire kanlı faciaya geden olayların yönü deyir.
Buna neden Bahşının sade, doğal hareketleri elinde tuttuğu keman neden
olur. Belli oluyor ki, Bahşı ömrünü Azerbaycan Türklerinin hayır işlerinde, düğünlerinde geçirmiştir. Bu sakin, mütavazi insan her cür adavetten
kenardır. O bu münakişeni yaratanlara nefret ediyor, onlara lanet yağdırır.
Bahşı ölüm ayağında bele geleceğe olan inamını kayıp etmiyor. Bu adavetin aradan kalkacağına, yine de dost, kardeş olacaklarına inanıyor. Hatta o
Nevruz Beyden: -Seni and virıyorum bizi yaradan Allah”a. Bu kemanı Kazancı köyünde benim Muğuş balama ver deye rica ediyor. Bahşının cok
güzel keman ustası olduğunu bilen Kahraman Bey ondan bir şey çalmasını
rica ediyor. O da Azerbaycan Türkleriinin çok sevdikleri mûsikîni – “Rast”ı
441
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
çalıyor. Bu mûsikînin tesiri altında Kahraman Beyin kalbindeki kazap, kısas hissi dağılıp gediyor. Yadına öten günler, akansız-kadasız
zamanlar,Ermenilerle birlikte geçirdiği hoş, sakin günler düşür. Bir az önce
Bahşını parçalamağa hazır olan Kahraman Bey değişir, o ittihamçıdan savunana çevrilir. Artık onun sesinde kısastan daha fazla giley-güzarlık duyulur. Kahraman Bey diyor: - Ay balam, Ermeni bizden ne istiyorsun? Sağır değilsen ki? Bir de görüm, bizden niye el götürmüyorsun?(33). Bahşının: - Ağa, ben ne yaptım ki? Sözü Kahraman Yüzbaşını daha fazla zor
durumda bırakır. Onun millî adavete ve münakişe ile hiçbir ilişkisi olmayan fakir, elsiz-ayaksız kemancacıya el kaldırmağa gücü yetmiyor. Kahraman Yüzbaşı kalbinde baş kaldıran insanî hislere hakk kazandırmak için
iki başlı sözler konuşur: - Siz güman ediyorsunuz ki, ben bu sakat Ermeni”ni
öldürmekle kazebim soğuyacak?! Şeytana pabuç dikiyorlar. Bu sakat da
kemanı bağrına basıp ne emellerden çıkıyor. Haramzade ele çalıyor ki,
öten günler yadıma düşür. Allah”ü Ekber” (34). Azerbaycan Türklerinin
ruhunu, zevkini, mûsikîsini iyi bilen, manevî yönden bu halka yakın olan,
durumun iyiliğe doğru deyiştiğini gören Bahşı yeni bir hava – Segah Zabul
çalıyor. Öten günleri insanın karşısına koyan mûsikînin sedaları altında
Kahraman Yüzbaşının içinde iki kuvve- adalet ve şer, adavetle kardeşlik
duyguları. Başına gelen facieler, musibetler, kanlı savaş sahneleri, şehit
olmuş arkadaşlarının ruhu Kahraman Beyi intikama, kısasa seslese de,
Ermeni ve Azerbaycan Türklerinin manevî yakınlığının simgesi olan musiki, büyük tarihi dostluktan haber veren öten günler ise kardeşliğe, barışa
sesliyor. Bu iki zıt kuvve uzun zaman çarpışır, gah o, gah o biri yenilir, ama
sonda fitne karlık ne kadar güçlü olsa da derin köklere malik halklar dostluğunun karşısında geri çekilir ve yenilir (35). İş o yere ulaşır ki, kadar
Kahraman Bey duygulanır, Bahşını övmeye çalışır. Ama birden-bire şehit
arkadaşları gözü karşısında duruyor ve o Bahşıya bağırır: -Ermeni kemanını götür ve git. Yoksa seni de, kendimi de öldürürüm. Çık git (36). Kahraman Bey silâhını atar. Keman eserini inceleyen Prof. Dr. H. Alimırzeyev
yazıyor: “Bunu okuyan insan anlıyor ki, Kahraman Bey bu olaydan ona
eline silâh almayacak, hiç zaman elini kardeş kanına batırmayacak. Onun
“-Bu saat seni de, kendimi de öldürürüm ve Ey namert dünya “ sözleri çok
düşündürücüdür”.(37). Kahraman Beyin dediği sözler günahını anlamış,
dahilen deyişmiş bir insanın feryadı, tövbesidir. Kahraman Beylerle Bahşıların derdi aynıdır. Kahraman Bey “Ey namert dünya” demekle bu adavet
tohumunu sepenleri kast ediyor. Kemança- iki kardeş halkı – Türklerle
Ermenileri birbirine bağlayan yüreklerinin, örf-âdetlerinin, manevî anla442
Doç. Dr. Tamilla Abbashanlı ALIYEVA
yışlarının birliğini gösteren simgedir.. Asırlar boyu bir yerde yaşamış, ağır,
zor günlerde bir-birine arka-dayak olmuş, hayır-şeri, derdi-kederi bir olmuş Türk ve Ermenilerin bir-biri ile kanlı adavet etmeye esasları varımı?
Tabii ki yok! Her iki halk kenardan denilen fitne-fesada uymamalı, yine de
hayatlarını barış, hoşgörü içinde sürdürmelidir. Fikrimizi C. Cabbarlının
kahramanı ihtiyar Bahşının sözleriyle bitiriyoruz “Onlar komşu idiler. İki
külfet: bir Azerbaycan Türkü, biri Ermeni. Onların yaşayışı da bir idi, işleri bir, görüşleri bir,dertleri bir, sevinçleri bir, dilekleri bir,emekleri bir idi.
Çocukları bir evde büyür,malları bir yerde otluyor, tavukları bir hinde yumurtluyordu...”(38). Veya: “...Ver elini Sona, ver elini Bahşı! Geçmişin
kanlı tarihi bu eski mezarlıkta ebedi gömülsün. Yeni kardeşlik dünyasının
kırılmaz kolları sizin ellerinizi, iki kardeş halkın birleşmiş hayatı gibi, ebedilik birleştirsin...”(39).
443
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Dipnotlar
1. İaliyev. Dağlık Karabağ. Bakı, Elm neşriyatı,1989, s.21
2. İ. Aliyev. a.g.e.,s.24
3. XVIII asırın 1 yarısında Ermeni-Rus münasibetleri, 2 cild, 2 bölüm, Yerevan,1967,
s.204-205
4. B.Vahabzade, Sandıktan Sesler, Bakı, “Tefekkür”, 2002, s.57.
5. M. Arif. C. Cabbarlının yaratıcılık yolu. S.M.Kirov adına ADU”nun neşri,
Bakı,1956,s.180.
6. M. Gorki.Seçilmiş eserleri (Rus’ca), 23 cü cilt, Moskova, 1953, s.333-334
7. “Edebiyat gazeti”, 30 Mayıs 1934, numara 9
8. M. Arif. a.g.e.,s 184
9. M. Adcı. Yavşan Çölünün Kokusu.
10. C. Cabbarlı. “1905-ci yılda”, Eserleri 2-ci cild, Bakı, Azerneşr, 1968, s.112
11. C. Cabbarlı, a.g.e.
12. C. Cabbarlı, a.g.e., s.172
13. C. Cabbarlı, a.g.e., s.135
14. C. Cabbarlı, a.g.e., s.136
15. C. Cabbarlı, a.g.e., s.139
16. C. Cabbarlı, a.g.e., s.143
17. C. Cabbarlı, a.g.e., s.135
18. C. Cabbarlı, a.g.e., s.173
19. C. Cabbarlı, a.g.e., s.142
20. C. Cabbarlı, a.g.e., s.167
21. C. Cabbarlı. a.g.e., s.170
22. C. Cabbarlı. a.g.e., s.143
23. gös. yer.
24. gös. yer
25. C. Cabbarlı, a.g.e., s.162
26. C. Cabbarlı. a.g.e., s.143
27. C. Cabbarlı. a.g.e.,s.161
28. C. Cabbarlı. a.g.e.,s.189
29. H. Alimirzeyev.Problemler,karakterler dramaturgiyası.Bakı, Yazııcı, 1979, s.248
30. H. Alimirzeyev. a.g.e., s.249
31. C. Memmetkuluzade. Kemanca. Eserleri, 2-ci cilt, Bakı, Azerneşr, 1984, s.103
32. C. Memmetkuluzade, a.g.e., s.105
33. C. Memmetkuluzade, a.g.e., s.106
34. C. Memmetkuluzade, a.g.e., s.107
444
Doç. Dr. Tamilla Abbashanlı ALIYEVA
35.
36.
37.
38.
39.
H. Alimirzeyev. a.g.e., s.254
“Kemanca”, s.107
gös. yer
C. Cabbarlı, a.g.e., s.117
C. Cabbarlı, a.g.e., s.191
445
KIBRIS’TA SOSYAL HAYAT ÇERÇEVESİNDE
TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ
Dr. Öğ. Yb. Ulvi KESER
Maltepe Askerî Lisesi Öğretmen
E-mail: [email protected]; Tel: 0 232 234 40 96
Özet
Osmanlı İmparatorluğu’nca Kıbrıs adasının fethedilmesi
sırasında Türklere yardım ettikleri bilinen Ermenilerin nüfusu, İngilizlerin adayı devraldığı 1878 yılına gelindiğinde
sadece 150 kadardır. Birinci Dünya Savaşı döneminde çeşitli şekillerde artış gösteren Ermeni nüfusu özellikle İkinci
Dünya Savaşı sonrasında adanın dört bir yanına dağdı ve
Türklerle iç içe bir hayat sürmeye başladılar. 21 Aralık 1963
tarihinde Kıbrıslı Rumların Yunanistan’ın desteğiyle Megali
İdea’yı gerçekleştirmek ve Enosis’e ulaşmak gayesiyle başlattıkları Türkleri yok etme planına kadar adada sakin bir
hayat sürmekte olan ve sosyal hayatın her alanında faaliyet gösteren Ermeniler, artan baskılara dayanamayarak
adayı terk etmeye başladılar. Özellikle ticarî hayatta kendilerini gösteren ve Kıbrıs Türk toplumunu Kayseri sucuğu
ve pastırmasıyla tanıştıran, onlarla komşuluk ilişkileri içersine giren, özellikle dinî bayramlarda tanıdıklarıyla beraber
olmayı tercih eden, olayların patlak verdiği dönemde her
şart altında Türklere yardım etmeye çalışan ve Rum propagandalarına alet olmayan Ermeniler 1963 sonrasında adadan ayrılarak başta ABD, İngiltere, Avustralya ve Kanada’ya
göç ettiler.
Bu çalışma özellikle 21 Aralık 1963 tarihine kadar Kıbrıs’ın
sosyal hayatının ayrılmaz bir parçası olan Ermenilerin Kıbrıs Türk halkıyla olan sosyal, ticarî, kültürel ve insanî ilişkilerini ortaya koymaya çalışacaktır.
Dr. Öğ. Yb. Ulvi KESER
Giriş
Adını, kına çiçeği olarak bilinen Kypros’tan, mitolojide Kiniros’un kızından, aşk tanrıçası Kipris’ten veya bakır manasındaki Latince Cuprum
kelimesinden aldığı söylenen Kıbrıs’ın bir başka isim kaynağı da Kıbrıs’ta
bol miktarda yetişen Kypros bitkisidir1. Bazı kaynaklara göre ise tuzlandıktan sonra kuruması için bir ahır kapısına gerilen öküz derisine benzeyen
biçiminden dolayı bu adı aldığı ifade edilmektedir2. Ayrıca adını Yadana,
Kittim, Cypr ve yine bakır anlamına gelen zabar kelimesinden aldığı rivayet edilen3 ada, Doğu Akdeniz’de jeopolitik konumuyla Avrupa, Asya ve
Afrika arasında kilit noktadadır4. Coğrafî, fizikî, kültürel, folklorik değerler göz önüne alınınca ada, Anadolu’nun bir parçasıdır.5 Ada, 9 251 km2
yüzölçümü ile6 Doğu Akdeniz’in en büyük, Sicilya ve Sardunya’dan sonra
1
2
3
4
5
6
Sir George Hill, A History of Cyprus, Volume I, Cambridge University Press, Cambridge
1949, s.1; Halil Fikret Alasya, Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs’ta Türk Eserleri, Ankara 1964, s.13;
Robin Parker, Aphrodite’s Realm, Zavallis Press, Lefkoşa 1962, s.9.
Lawrence Durrel, Acı Limonlar; Kıbrıs-1956, Belge Yayını, İstanbul Eylül 1992, s.27.
Ahmet Özyurt, “Hep Sıcak Bir Ada; Kıbrıs”, Atlas Dergisi, Sayı 15, İstanbul Haziran 1994,
s.32.
Pierre Oberling, The Cyprus Tragedy, Rüstem and Brothers Press Yayını, Lefkoşa 1989,
s.3.
BOA. 030.01.64.394.7.
Atilla Atan, “Kıbrıs-Yeni Bir Türk Devletinin Doğuşu”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi,
Sayı 14, Ankara Nisan 1986, s.56.
449
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Akdeniz’in üçüncü büyük adası olup, çok eski ve zengin bir tarihe sahiptir7.
Kıbrıs adası; Fenikeliler, Egeliler ve Frekler zaman zaman adaya yerleşmiş olsalar da etnik çoğunluğunu Anadolu insanının oluşturduğu ve
Anadolu insanının göç ettiği bir adadır8. Öte yandan adada Ermenilerin
VI. yüzyıldan itibaren bulundukları bilinmektedir9. 395-1191 yılları arasında Kral Moris yönetimindeki 3 000 Ermeni askeri adaya gelerek ilk
Ermeni nüfusunu oluşturur. Osmanlı Vakanüvisi Abdurrahman Şeref Bey
ise sadece Kıbrıs’takiler için değil, Anadolu’da yaşayan Ermenilerin genel
karakteri konusunda şunları ifade eder10;
...Ermeniler ehl-i silâh ve kavgacı olmadıkları için kendi işleriyle,
sanatla, ticaretle uğraşmışlardır. Vergilerini zamanında vererek devlete
karşı vazifelerini tamamıyla ifa ettiklerinden hükümete hiçbir güçlük çıkarmamışlardır... Mülayim tabiyatları ve hayat tarzları hasebiyle Türkün
asıl mayasına ve karakterine intibak ettiler. Türklerle et-kemik misali hem
halk, ham menfaat, hem nasip oldular. Bu itibarla devlet Ermenilere güveniyor ve inanıyordu...
14 Mart 1489 yılında Venedik idaresine geçen Kıbrıs’ta Rum, Ermeni
ve Maronitler11, Ortodoks ve Yunan baskısıyla Yunanlılaştırılmış bir halde Kormakitis, Aromatos, Aya Marina ve Karpasya köylerinde köle hayatı yaşarken12, adanın 1571 yılında fethiyle her alanda tam bir serbestlik
kazanırlar ve bu durum adanın İngilizlere verildiği tarihe kadar devam
eder. Lefkoşa’nın 9 Eylül 1570 tarihinde fethi sırasında Ermenilerin Baf
Kapısı’nı açarak Türk askerlerini içeriye aldıkları bilinmektedir13. Adaya
7
8
9
10
11
12
13
Gülay Öğün, “Kıbrıs’ta İslâm Hakimiyeti ve Selçuklular Zamanında Kıbrıs ile Ticaret İlişkileri”, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Kıbrıs’ın Dünü Bugünü Uluslararası Sempozyumu,
Lefkoşa 1991, s.29.
Afif Erzen, “Kıbrıs Tarihine Bir Bakış”, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Milletlerarası
Birinci Kıbrıs Tetkikleri Kongresi, Ankara 1971, s.82.
www.http.cyprus.gov.cy/cyphome.
Bayram Kodaman, “Üç Ermeni Şarkısı ve Ermenilerin Türklere Bakışı 1891-1990”, Doğu
Akdeniz Üniversitesi, Kıbrıs’ın Dünü Bugünü Uluslararası Sempozyumu, Doğu Akdeniz
Üniversitesi Yayını, Lefkoşa 1991, s.107.
Arif Alagöz, “Kıbrıs Tarihine Coğrafî Giriş”, Milletlerarası Birinci Kıbrıs Tetkikleri Kongresi Türk Heyeti Tebliğleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1971, s.25.
Hilmi Kılgın, “Tarihsel Perspektif İçinde Enosis Hareketine Bir Bakış”, Güvenlik Kuvvetleri Dergisi, Sayı 2, Lefkoşa Temmuz 1987, s.25.
Baf Kapısı civarında bulunan Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi de o dönemden kalma
olup manastıra bitişik haldedir. Signor Hayrabed Melikyan ailesinin kanunî mirasçılarına ait olan bu manastır 40’tan fazla odası ve birbirinden güzel kemerleriyle Lefkoşa’nın
Türk tarafında tarihî bir eser niteliğinde olmasına rağmen bugün ne yazık ki terk edilmiş
450
Dr. Öğ. Yb. Ulvi KESER
çıkan Türk askerlerine karşı Ermenilerin gösterdiği ilgi son derece kayda
değer bir durumdur14. Fetih sonrasında yapılan sayım ve kayıt işlemi (tahrir) sonrasında adada kadınlar ve çocuklar haricinde 14-50 yaş arasında 85
000 Ermeni, Rum, Maronit ve Kıptî olduğu ortaya çıkar15. Fetih sonrasında adada Türk yönetiminin Rumlara olduğu kadar Ermenilere gösterdiği
hoşgörü, dengeli ve adil bir yönetim olarak kendisini gösterir16. Osmanlı
durumdadır. Maalesef aynı kilise Viktorya sokağında Baf Kapısı ve Arap Ahmet Camisi
arasındaki stratejik konumu nedeniyle yıllar sonra EOKA mensubu Rumların askerî üssü
haline gelir. Hemen bitişiğindeki ayakkabı fabrikasının sahipleri de belki de zorla ve baskıyla bu şekilde davranmaya yöneltilir ve civardaki Türk ailelerine karşı saldırılar başlatılır.
Kilisede görevli olan bazı Ermenilerin bu eylemlere katılmaları neticesinde tutuklanmaları
sonucunda özellikle Rumların Türkler Ermeni din adamlarını tutukladı şeklinde sansasyonel kamuoyu oluşturma çabaları artmaya başlar. Söz konusu Ermenilerin Lefkoşa’da dinî
törenler haricinde hiçbir şekilde farklı amaçlarla kullanılmayan Bayraktar Camii’nin minaresinin EOKA tarafından havaya uçurulmasına, aynı şekilde Baf ve Larnaka’da manevî değere haiz yerlere yapılan saldırılara sessiz kalması da Türkler arasında tepki toplar. Ermeni
Kilisesi ve bitişiğindeki Alpha ayakkabı fabrikasında olaydan hemen sonra yapılan incelemelerde bizzat bulunan Ümit Süleyman ise duvarlarda son 24 saat içerisinde kapatılmış 2
büyük delik bulunduğunu, ayrıca kiliseden ayakkabı fabrikasına girişi sağlayan bir başka
geçidin ise karton kutularla kapatıldığını, fabrikanın içinde de aynı şekilde gizli geçitler
bulunduğunu ve bunların da karton kutularla kapatıldığını, bu durumu 2 Türk ve 1 İngiliz
mimarın da teyit ettiklerini belirtir. Konuyla ilgili 30 Ocak 1964 tarihli ve 5 numaralı yazı.
Kıbrıs Türk Millî Arşivi (KTMA), Klasör (K) No: 61, 1970-E. Papouran, Kipros Gueghzi,
1903, s.63 ve 68’den aktaran Sir George Hill, A History of Cyprus, Volume I, Cambridge
University Press, Cambridge 1949, s.3.
14 Robert Stephens, Cyprus-A Place of Arms, Pall Mall Press Yayını, Londra 1966, s.36.
15 Arhimandrit Kiprianos, Excerpta Cypria: Istria Hronoloiki Tis Nisu Kibro, Venedik 1788,
s.345.
16 Kıbrıslı Ermeni hukukçu ve şâir Nubar Maksutyan da değişik dönemlerde yayımladığı makalelerde adada Türk hoşgörüsü üzerine örnekler vererek Türklerin Hristiyanlara gösterdiği
engin hoşgörüyü vurgular ve Türklerin yabancı dinlere olan saygısını dile getirerek Türk
yöneticilerin gereksinim duymadıkları Latin kiliselerini Venedik dönemindeki gibi ahır,
ambar, depo vs. gibi amaçlarla kullanılmaması ve sadece dini amaçlara hizmet etmesi koşuluyla adadaki Hristiyan toplumlara verdiğini belirtir. Örneğin Lefkoşa’nın 9 Eylül 1570
tarihinde fethedilmesinden hemen sonra Lefkoşalı Ermeniler Kıbrıs Beylerbeyi Muzaffer
Paşa’ya başvurarak Notre Dame de Tyre kilisesinin kendilerine verilmesini talep eder. Venedikliler tarafından yıllarca tuz ambarı olarak kullanılan Notre Dame de Tyre kilisesi de
Ermenilere devredilir. Girne yakınlarındaki Alevkayası bölgesinde bulunan kilisenin yanında oradaki Soup Megar adlı Ermeni manastırına da Muzaffer Paşa’ya gönderilen 27
Nisan-25 Mayıs 1571 tarihli fermanla vergi muafiyeti tanınır. Deprem sonrasında yıkılan
bu manastır 1811-1814 döneminde tekrar inşa edilir ve 1895 yılında Lefkoşa Ermeni Öksüzleri Fonu tarafından devralınarak yaz kampı olarak kullanılmaya başlanır. Söz konusu
bu manastır da halen Türk tarafında kalmakla beraber bakımsız bir haldedir. 1881 yılında
bu manastır yanına Ermeniler tarafından yeni bir kilise edilmesine de müsaade edilir. Ermeniler bu karara o kadar çok sevinirler ki inşa edilen kilisenin girişine astıkları mermer bir
levha üzerine Osmanlı tuğrasıyla beraber Padişahın ismini de yazdırırlar. Soup Megar ma-
451
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
topraklarında yaşayan gayrimüslimler ehl-i zimmet olarak adlandırılmaktadır. Adanın fethiyle beraber bu söz konusu zimmetlenmiş insanlar da kendilerine verilen haklarla huzur içinde yaşarlar. Osmanlı dönemi hiçbir zaman Ermeniler açısından kaba ve baskıya dayalı bir zulüm dönemi olmaz.
Dengeli, hoşgörülü ve uyumlu bir yönetim sistemiyle Ermenilerle Türkler
aynı adada güzel komşuluk hayatının örneklerini verir. Vergilerini vermek
ve hizmet mükellefiyetlerini yerine getirmek şartıyla adada kendi dillerini konuşma konusunda hiçbir sıkıntı çekmeyen, kendi dillerinde Osmanlı
makamlarına problemlerini aktarmakta bir mahzur görmeyen bu insanlar
ayrıca kendi dinî örgütlenmeleri içinde ibadetlerini de yapabilmektedirler.
Bu duruma tepki gösterenler ise sadece Rumlardır17;
...Şaşılacak şey, Lefke’de Ermeniler, Rumlardan çok Türklerle düşer
kalkar, lafı özellikle açılmadıkça Anadolu’da olanlardan söz etmez, bize
karşı herhangi bir düşmanca tavırlarına rastlanmazdı. Yoksa öyle değildi
de ben mi öyle anımsıyorum? Ama rahmetli babamın ölümünden bir yıl
önce İngiltere’ye gittiği dönemde, Agop’un saatler harcayarak gidip onu
görüp hasret gidermesine bakarsak galiba aklımda kalanlar yanlış değil...
İngiltere Sömürgeler Bakanı Chamberlaine de adaya Ermenilerin yerleştirilmeleri konusunda...Ermeniler, adadaki Kıbrıslı Hıristiyanlar tarafından da sevilmemektedir. Bu nedenle burada Ermeni göçmenlerden bir
koloni oluşturulması toplum tarafından olumlu karşılanmayacaktır der18.
Yıllar boyu Rumlardan çeşitli alanlarda eziyet ve sıkıntı görmüş olan Ermeniler, Türklerle beraber bir hayatı tercih eder ve komşuluk ilişkileri
gelişir. Dönem içerisinde cemaatler arasında evlilikler de söz konusudur.
Aynı şekilde boşanmalar da karşılıklı tespit edilen koşullara uygun olarak yapılır. Komşuluk ilişkileri içinde aynı mahallelerde yaşayan ve dükkân açan bu insanlar emlâk alışverişi de yaparlar. Lefkoşa’da Ali Ağa ve
Osman Ağa, aynı kazadaki bir evi körükçü Bogos ve Bedros’a satarken,
Debbağhane mahallesinde Mehmed bin Mustafa da dükkânını Kazgancı
Aaci Gavriyel’e 800 kuruşa satar19. Öte yandan beraber yaşama sanatını en
güzel yansıtan bu insanlar arasında da problemler çıkar. Örneğin 1800’lü
yıllarda Lefkoşa’da Serkiz ve Artin isimli iki Ermeni kardeş, bazı Müslünastırı 1642 yılından itibaren her türlü vergiden muaf tutulur. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ahmet
C. Gazioğlu, Kıbrıs’ta Türkler 1570-1878, Cyrep Yayını, Lefkoşa Aralık 2000, s.398-399.
17 Nazım Beratlı, Lefke Sevgilim, Işık Kitabevi Yayını, Lefkoşa Nisan 2002, s.25.
18 CO.67/101/21466’dan Salahi R. Sonyel’in New Cyprus dergisinde (Kasım 1986) yayımlanan makalesinden aktaran Ahmet C. Gazioğlu, Kıbrıs’ta Türkler 1570-1878, Cyrep Yayını,
Lefkoşa Aralık 2000, s.399.
19 Nuri Çevikel, Kıbrıs’ta Osmanlı Mirası, 47 Numara Yayını, İstanbul Nisan 2006, s.198.
452
Dr. Öğ. Yb. Ulvi KESER
manların mallarına haksız yere zarar verdikleri ve gasp şikâyetiyle El-hac
Hasan ve El-hac Mehmed tarafından İstanbul’a şikâyet edilir20.
6-16 Haziran 1801 tarihinde adayı ziyaret eden Cambridge Üniversitesi profesörlerinden Edward Daniel Clarke da adadaki Ermenilerle ilgili
olarak...Zengin bir Ermeni tüccarı olan Sarkis’in evi oryantal ihtişamın
en yüksek düzeyini taşımaktadır. Her yönüyle adeta bir saraydır. Daireleri sadece bol ve ferah değil, aynı zamanda iyi düşünülmüş bir incelik
ve zarafetle süslenmiştir. Yerler nakışlı yastıklarla döşelidir der21. Yabancı
gezginler de varlıklı Ermeniler ve Rumların sosyal hayatlarından çok etkilenirler. Örneğin Mariti, Lefkoşa’daki bedestenle ilgili olarak, Burası belli
başlı Türk, Rum ve Ermeni tüccarlarının iş yeridir demektedir22. Osmanlı
döneminde Saray’da Türkçe, Rumca ve İngilizce bilen Saray tercümanı
olarak Ermeniler de çalışmaya başlar. 1821 Yunan İhtilâli’ne kadar görev
yapan bu tercümanlar vergi işleri, Osmanlı hükümeti ile Kıbrıs Beylerbeyi
arasındaki yazışmaları çeşitli ayrıcalık ve haklarla donatılmış olarak yerine
getirir. Bu tarihten sonra bu Ermeni tercümanlar, sadece tercüme faaliyetleri yaparlar ve devlet kademelerine müdahalede bulunmaları engellenir23.
Özellikle 1900’lü yılların başında İngiliz sömürge yönetiminin Türkçe tercümanlığını yapan H. A. Ütücüyan da bu tercümanlardan birisidir24. Bu
arada 1839 tarihli Gülhane Hatt-ı Hümayunu sonrasında Ermeniler ilk defa
temsil imkânı bulurlar ve İstanbul’dan atanan kaymakamın başkanlık ettiği Divan’a Ermeniler ve Maronitler de bir temsilci göndermeye başlarlar25.
1841 yılında adada 75 000-76 000 Rum, 32 000-33 000 Türk, 1 200-1 300
kadar Maronit, 50 kadar Avrupalı Roman-Katolik ve 150-160 civarında da
Ermeni yaşarken, 1881 tarihinde yapılan sayımda Ermenilerin nüfusu 154
olarak ortaya çıkar26.
20
21
22
23
Çevikel, a.g.e., s.198.
Gazioğlu, a.g.e., s.399.
Gazioğlu, a.g.e., s.400.
1821 Yunan İhtilâli döneminde adadaki “Frenkler, Maronitler ve Ermeniler” de dâhil olmak
üzere adada kesici aletlerin taşınması yasaklanır. Gazioğlu, a.g.e., s.330, 358.
24 Ahmet An, “Kıbrıs Ermenileri” Tarih ve Toplum, Ekim 2000, Sayı 202, s.30.
25 An, Kıbrıs Türk Kültürü Üzerine Yazılar, Kıvılcım Yayını, No: 5, Ağustos 1999 Lefkoşa,
s.24.
26 Bu Ermenilerin ada sathına dağılımı ise Lefkoşa’da 88, Orini (Dağ)’de 5, Değirmenlik’te
2, Mağusa’da 1, Limasol’da 6, Larnaka’da 14, Baf’ta 1,Girne’de 37 Ermeni olmak üzere
toplam 154’tür. Kıbrıs’taki Ermenilerin sayısı 1921 yılında 1 197 iken bu sayı 1931 yılında
3 337’ye yükselir. Söz konusu 2 180 kişilik veya % 182.14’lük artış özellikle 1922-1928
döneminde yaşanan mülteci akınıyla doğru orantılıdır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Haşmet Muzaffer Gürkan, Bir Zamanlar Kıbrıs’ta, Galeri Kültür Yayını, Lefkoşa 1996, s.33-34, 91.
453
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
A- Kıbrıs’ta İngiliz İdaresi
Doğu Akdeniz ve çevresi, Ortadoğu ve Hindistan’daki çıkar ilişkileri
ve politikası açısından stratejik öneme haiz Kıbrıs adasının İngiltere açısından tek kusuru, Osmanlı İmparatorluğu’na ait olmasıdır. 3 Mart 1878
tarihinde imzalanan Ayastefanos Antlaşması27 sonrasında Rusların ilerlemesini önlemek maksadıyla İngiltere, Osmanlı Devleti’ne yardım talebinde bulunur28 ve Kıbrıs’ın geçici olarak kendisine devredilmesini ister29. 4
Haziran 1878’de30 Hariciye Nazırı Safvet Paşa ve İngiliz elçisi Ostan Henry Layard arasında Yıldız Sarayı’nda iki maddelik nihaî antlaşma imzalanır31 ve yıllık 92 986 Sterlin icar karşılığında Kıbrıs mader-i aslisinden ve
ağuş-i şefkat ve merhametten ayrılıp İngiltere’ye verilir. Ancak İngilizler
bu parayı da Kıbrıs’tan toplayıp öderler32.
Birinci Dünya Savaşı Dönemi Kıbrıs’ta Ermeniler
1909 Adana olayları sonrasında Anadolu’dan ayrılan bazı Ermeniler de
adaya yönelir ve farklı bölgelerde kendilerine yurt edinirler. Bu dönemde
adaya gelen Ermeniler adada 8 000 kişilik bir nüfus oluşturarak Limasol’da
Armenahor, Baf’ta Armenu, Mağusa’da Spathariko, Girne’de Kornokepos
köylerini kurarlar33. Adaya ikinci Ermeni göç dalgası 1915 Ermeni Tehciri
döneminde yaşanırken, bunun hemen ardından 1921 tarihli Ankara Anlaşması neticesinde, özellikle Çukurova bölgesini tahliye eden Ermenilerin
bir kısmı da adaya göç eder. Öte yandan Ekim 1916’dan itibaren, özellikle Çanakkale cephesinde esir alınan Türk askerleri, Gazi Mağusa’nın
Karakol esir kampına getirilirler34. Esir kampının emniyeti ve güvenliği
için Ermeni kampındaki Ermenilerden de istifade yoluna gidilir. Osmanlı
saflarında çarpışırken esir düşen Suriyeliler ve Iraklı Araplar ile Ermeniler
de bu kampa getirilmelerine rağmen, kamptaki zor şartlardan kurtulmak
27
28
29
30
31
32
Mufassal Osmanlı Tarihi, 6. Cilt, İstanbul, 1963, s.3224-3227.
Colin Thubron, Journey Into Cyprus, Middlesex 1986, s.217
Uluslararası İlişkiler Ajansı, Kıbrıs Gerçeğinin Bilinmeyen Yönleri, İstanbul 1992, s.24.
İbrahim Artuç, Kıbrıs’ta Savaş ve Barış, Kastaş Yayını, İstanbul 1989, s.31.
Achille Emilianides, Histoire De Cyprus, Paris 1963, s.90.
Salahi R.Sonyel, “İngiltere Dışişleri Bakanlığı Belgelerine Göre: Osmanlı Padişahı Abdülhamit 48 Saat İçinde Kıbrıs’ı İngilizlere Nasıl Kiraladı?”, Belleten, Cilt XLII, Sayı 165168, Ankara 1978, s.741.
33 Ahmet An, Kıbrıs Türk Kültürü Üzerine Yazılar, Kıvılcım Yayını, No: 5, Ağustos Lefkoşa
1999, s.14.
34 Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Keser, a.g.e., Lefkoşa 2000.
454
Dr. Öğ. Yb. Ulvi KESER
isteyen veya yapılan propaganda sonucu kandırılanlar İngiliz kampından
ayrılarak Ermeni kamplarına getirilirler35. Bu iki dönem arasında da bir
grup Ermeninin adaya gelmesi söz konusudur. Fransızlar tarafından 1916
yılında Mısır’da oluşturulan Ermeni Doğu Lejyonu’nun Kıbrıs’ta tekrar
faaliyete geçirilmesi ve bu Ermenilerin Çukurova bölgesinde Türklere
karşı kullanılması amaçlı girişimler sonrasında farklı yerlerden toplanan
Ermeniler önce Port-Said’de toplanır, daha sonra da aileleriyle Kıbrıs’a
getirilirler36. İngilizlerin müsaadesiyle Mağusa’nın 24 kilometre kuzeyinde deniz kıyısında, meskenin olmadığı, su kuyuları bulunan yer seçilir.37
Ermeni kampının Karakol bölgesindeki İngiliz esir kampına yakınlığı38 ve
iki kamp arasındaki bölgenin savaşın başlamasıyla beraber askerî eğitim
alanı olarak kullanılması Fransız ve İngilizlerin bu konuda da işbirliği içerisinde olduklarını gösterir. İngilizlerin tek itirazı adaya Port Said kampından Ermeni kadınların ve çocukların getirilmemesi konusundadır39. Doğu
Lejyonu Talimatnamesiyle40 kampın faaliyete geçtiği ilk dönemde 200’er
kişilik 6 lejyon bölüğü41 ve 160 Araptan oluşan mevcut daha sonra 5 000’e
ulaşır42. Ancak Fransız subayların,43 Ermenilere sıcak davranırken Ermenilerin Trikomo köyünü basıp soymaları ve bir İngiliz askerin öldürülmesi
gerginliği arttırır44. Bu arada Fransız kamplarındaki Ermenilerin istihbarat,
casusluk ve jurnalcilik çalışmaları adayı yaşanmaz hale getirir45. Ayrıca
Rumların Ermenilere yardım ederken Türk esir kampını taş yağmuruna
tutmaları da bardağı taşırır46. Olaylar üzerine İngiliz yüksek komiseri tek
35 ATASE, Klasör No: 2680, Dosya No: 210, Fihrist No: 1-31.
36 Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Keser, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları,
İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, Akdeniz Haber Ajansı Yayını, No: 17,
Lefkoşa 2000.
37 ATASE, Klasör No: 2680, Dosya No: 210, Fihrist No: 1-37, 1-59, 1-60, 1-61, 1-62, 1-63,
1-64, 1-65.
38 ATASE, Klasör No: 2680, Dosya No: 210, Fihrist No: 1-37, F.1-59, 1-60, 1-61, 1-62, 1-63,
1-64, 1-65.
39 Kapyalı, a.g.d., s.108.
40 Ömer Sami Coşar, “Musa Dağı’nın Öteki Yüzü”, Milliyet 21.6.1992.
41 Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi-1, Ankara Kasım 1991, s.99.
42 Atase, Klasör No: 2680, Dosya No: 210, Fihrist No: 1-24 ve Klasör No: 2680, Dosya No:
210, Fihrist No: 1-3.
43 ATASE, Klasör No: 2680, Dosya No: 210, Fihrist No: 1-4.
44 Altay Sayıl, Kıbrıs Polis Tarihi, Lefkoşa 1985, s.258.
45 ATASE, Klasör No: 2680, Dosya No: 210, Fihrist No: 1-24.
46 Ali Nesim, “Mustafa Nuri Efendi”, Yeni Kıbrıs, Nisan 1990 Lefkoşa, s.28.
455
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
yetkilinin valilik makamı olduğunu belirtir ve buraya sınırlamalar getirir47.
Bu Ermeni ailelerden bazıları daha sonra geri dönmeyerek adaya yerleşir.
Söz konusu bu Ermenilerin gelmesi sonrasında tercih ettikleri yerleşim
bölgeleri ise Türk çarşılarına yakın yerlerdir. Böylece Türklerle Ermeniler
Anadolu’dan sonra Kıbrıs’ta da bir arada yaşamaya başlar. Daha sonraki
dönemde ise Limasol, Larnaka, Mağusa, Lefkoşa ve Baf’ta yerleşmeye
başlayan Ermeniler artık sıradan insanlar değil ekonomik, sosyal ve devlet
hayatında söz sahibi doktor, diş hekimi, veteriner, sivil savunma uzmanı,
bankacı ve tercüman gibi mesleklerle İngiliz idaresinde söz sahibi olmaya
başlar.
Lozan Anlaşması Sonrasında Kıbrıs
Lozan Antlaşması’nın hemen sonrasında antlaşma hükümleri İngiltere
tarafından 6 Ağustos 1924 tarihinde tasdik edilir48. O güne kadar Türk tebaası olarak görülen Kıbrıslı Türklerden İngiliz uyruğuna geçmek veya Türk
tâbiiyetine sahip olarak adayı terk etmek seçeneklerinden birisini kabul
etmeleri istenir. Sonuçta yaklaşık 7 000-8 000 civarında Kıbrıslı Türk de
Türkiye’ye göç eder49. Bu dönemde İngiliz yönetimi okullara ve camilere
Türk bayrağı asılmasını, 19 Mayıs ve 29 Ekimlerde bayram kutlamalarının
yapılmasını, Türkiye’den kitap getirtilmesini yasaklar50;
...Adada 23’ten fazla ortaokul vardı. Bir tek ortaokul ve lise bırakıyor
Lefkoşa’da ve başına Çanakkale’de dizinden kurşun yarası alan Mr. Wood
diye birisini getiriyor. Bu Mr. Wood’un karısı da Ermeni51.
Ancak İngilizlerin bu davranışının arkasında İngiliz idaresinin özellikle Kıbrıslı Türkleri sindirmeye yönelik olarak planlı bir girişimi söz konusudur52. Kıbrıs’ta ne olup bittiği konusunda Türk hükümetinin bilgisi
47 The Cyprus Gazette, 4 Temmuz 1915, Sayı 9020, Karar No: 13067; The Cyprus Gazette, 3
Eylül 1920 Lefkoşa.
48 Murat Sarıca, Erdoğan Teziç, Özer Eskiyurt, Kıbrıs Sorunu, İstanbul Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Yayını, İstanbul 1975, s.7.
49 Gürkan, a.g.e., s.91.
50 TMT Limasol kadrosundan Mehmet Y. Manavoğlu ile 25 Ağustos 2004 tarihinde Girne’de
yapılan görüşme.
51 Söz konusu bu Ermeni kadın bugün bile Kıbrıs’ta o dönemi yaşamış Kıbrıslı Türkler tarafından tepki çeken davranış ve uygulamalarıyla ve Türk düşmanlığıyla tanınmaktadır.
Belki de adada olumsuz bir model oluşturan tek Ermeni de bu kadındır.
52 TMT Limasol kadrosundan merhum Macit Aydınova ile 13 Temmuz 2003 tarihinde
Girne’de yapılan görüşme.
456
Dr. Öğ. Yb. Ulvi KESER
vardır ve bu konuyla ilgili olarak Kıbrıs’taki konsolosluk kanalıyla ayrıntılı raporlar hükümete ulaştırılmaktadır53. Ancak Türklerin boşalttığı iş
alanlarını doldurmak üzere Anadolu’dan yaklaşık 1 300 vasıfsız Ermeni de
Kıbrıs’a gider ve Larnaka’da karaya ayak basar. Bu gelenler tüccarlar, esnaflar yanında el emeğiyle çalışan ustalar ve vasıfsız insanlardan oluşmaktadır. İpek dokumacısı, terzi, marangoz, halı ustası, ayakkabıcı, gümüş,
bakır ve altın ustası, basmacı, yemenici, kazaz, kürkçü, aktar, saraç, tüfekçi, yüncü, mobilyacı, tenekeci ve tarak ustaları çarşıları doldurur. Adada
Türk toplumu idaresizlik, aşırı borçlanma, israf, günün koşullarına ayak
uyduramamak ve göçler54 sonrasında mal varlığını kaybederken verimli
topraklar, tarım alanları, çiftlikler ve mandıralar el değiştirir ve Ermenilerle Rumların olur. Ayrıca Rumlar ve Ermeniler ticarî hayatın kalbinin attığı
merkezlerde dükkânlar ve evler yaptırmağa başlar. Bu dönemle ilgili olarak o dönem tarih öğretmenliği yapan İsmet Konur şu ifadeleri kullanır55;
…Hükümet, Kıbrıs Türklerinin mazi ve istikbalini hiç düşünmeden,
bilhassa son senelerde onu mağdur edecek bazı icraatta bulunuyor, pek
açık haksızlıklara meydan veriyor ve 65 000 kişilik bir Türk kitlesini aynı
ada üzerinde yaşayan birkaç bin kişilik bir Ermeni kütlesinden de aşağı
tutarak onu birçok işlerinde adeta sıfır gibi kullanıyor… Mesele bu kadarla da kalmadı, araya Ermeniler de karışmış ve Türklerden inhilâl edilen
yerlere bunlar sokulmuştur. Şimdiki halde memurlar arasında hatırı sayılır miktarda Ermeni memurlar vardır. Binaenaleyh memurların tasnifi için
teşkil edilen komisyonda bir Ermeni memurun da bulunuşunu pek tabii
buluyoruz…. Evet ama mesele onda değil, bize yapılan muamelededir. Bu
komisyonun bir tesadüf eseri olması akla gelmez. Çünkü bunların birisi
İngiliz, birisi Rum ve birisi Ermenidir…
Kıbrıs’ta ticarî hayat yavaş yavaş Ermenilerin eline geçmeye başlamıştır. Daha sonra adaya göç eden Ermeniler arasında ise birkaç fotoğrafçı, matbaacı, araba tamircileri ve döşemeciler de bulunmaktadır. Birkaç dil
bilmeleri ve idarî faaliyetlerdeki kıvrak zekâları sayesinde pek çok Ermeni
de bankalardan adliyeye, özel teşebbüsten polis ve asker teşkilâtına kadar
farklı alanlarda görev almaya başlar. Böylece gazeteci, doktor, mühendis,
mimar, veteriner, bankacı, psikiyatr, maliye uzmanı ve avukat kendi iş
yerlerini açmaya ve işveren konumuna girmeye başlar. Kıbrıslı Türklerin
farklı sebeplerle ortadan silinmesi sonrasında öğretmenlikten polisliğe ka53 Kıbrıs Konsolosluğu’nun 14 Eylül 1938 tarihli raporu. BOA.030.10.124.887.3.
54 Gürkan, a.g.e., s.96.
55 İsmet Konur, Kıbrıs Türkleri, Remzi Kitabevi, İstanbul 1938, s.90.
457
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
dar pek çok alanda İngilizce şartı getiren İngiliz idaresi, Ermenilere devlet
dairelerinde yeni iş imkânları yaratır. İlginç bir nokta ise Ermeniler arasında İngiliz döneminde ufak çaplı da olsa siyasî görüş ayrılıklarının ortaya
çıkmasıdır. İngiliz idaresinin de desteğini alan varlıklı tüccar Ermeniler,
adada istikrarı bozan bu unsurları ada dışına çıkartmak için teşviklerde
bulunur ve bu tip insanlara parasal destek bile sağlanır56.
Bu dönemde Lefkoşa’da karşımıza çıkan bir başka Ermeni ise gazeteci
Mehmet Remzi Okan ve gazetesi Söz aleyhine dava açan İngiliz Muhipleri
Cemiyeti üyesi Sait Molla’nın avukatı Baron Amerya’dır57. Baron Amerya
aynı zamanda gazeteci Mehmet Remzi Okan’ın kapı komşusudur. Mehmet
Remzi Okan’ın bir yazısıyla ilgili olarak açılan davada58 İngiliz mahkemesi Mehmet Remzi Okan’ı hakaret suçlamasıyla iki ay hapse mahkûm eder.
4 Temmuz 1926 günü Girne kalesine gönderilen Mehmet Remzi Okan’ın
ardından gazetesi de üç hafta kapanmak zorunda kalır. Ayrıca Baron Amerya, gazeteye haciz koydurmak ve mağduru köşeye sıkıştırmak amacıyla
çok yüksek bir meblağ talep eder59. Ücretin ödenmesi sonrasında gazete
tekrar yayın hayatına başlar.
Lefkoşa’da ilk Ermeni okulu 1887 yılında Mısır, İngiltere ve
Fransa’dan Ermenilerin finansman desteğiyle açılmıştır. Daha sonra da
Türkiye doğumlu Krikor ve Garabed Melkonyan kardeşlerle Melikyan ve
Ouzonian ailesi tarafından malî destek sağlanan ve Melkonyan Enstitüsü
olarak bilinen merkez 1924 yılında hayata geçirilir60. Okulda Yunanistan,
İran, Lübnan, Birleşik Arap Emirlikleri, Etiyopya ve Amerika da dâhil olmak üzere yirmiden fazla ülkeden öğrenci bulunmaktadır61 ve okuldan 1
500 civarında Ermeni çocuk istifade eder. Bu okul 2005 yılında alınan bir
kararla kapatılır62. Ermeniler tarafından 1934 yılında tesis edilen bir başka
hayır kurumu ise AYMA olarak bilinen Ermeniler Birliği’dir.
56 Bu Ermeniler dışında diğer Ermenilerin de ada dışına çıkartılması konusunda makarios ile
Berch Tilbiyan arasında gizli anlaşmalar yapıldığı da o dönem ileri sürülenler arasındadır.
Kıbrıs Türk Enformasyon dairesinin Osman Uzunoğlu tarafından hazırlanan 17 Eylül 1965
tarihli Kıbrıs Ermenileri Hakkında Bir Rapor başlıklı çalışması. KTMA, Klasör No: 61,
1970-E.
57 Ali Nesim, Batmayan Eğitim Güneşlerimiz, KKTC Millî Eğitim ve Kültür Bakanlığı Yayını, Lefkoşa 1987, s.82.
58 Nesim, a.g.e., s.82.
59 Nesim, a.g.e., s.82.
60 www.hayem.org/indeks.htm.
61 Dilbilimci Pars Tuğlacı da Melkonyan Enstitüsü mezunudur.
62 www.hayem.org/indeks.htm.
458
Dr. Öğ. Yb. Ulvi KESER
İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Kıbrıs’ta Ermeniler
Kıbrıs’ta Ermenilerle Türklerin dostça ve iyi komşuluk çerçevesinde devam eden ilişkileri daha sonraki dönemde de artarak devam eder.
Özellikle 1915 Ermeni Tehciri sonrasında adaya gelmiş olan Ermeniler
mükemmel ve aksansız bir Türkçe konuşmaktadırlar63;
...Kıbrıslı Türkler, Ermenilere her zaman saygı göstermişlerdir.
Kıbrıs’ın Türk kesimlerinde Ermenilere karşı her zaman içten bir sevgi söz
konusudur. Bugünkü nesilden binlerce Kıbrıslı Türk çocukluklarını kendi
yaşıtları Ermenilerle aynı mahallelerde geçirmiştir. Binlerce Kıbrıslı Türk
Ermenilerle adadaki İngiliz Okulu’nda64 ve Amerikan Akademisi’nde sınıf
arkadaşı olmuştur. Pek çok Ermeninin bugün bile Türk tarafında taşınmaz
malı vardır. Bu taşınmazlar Kıbrıslı Türklerin gözetimi altındadır...
63 Rum baskıları sonucu Lefkoşa’nın Türk kesiminde kalan evini bırakıp gitmek zorunda
kalan Haig Assadouriyan isimli Ermeni de BM Barışgücü aracılığıyla doğup büyüdüğü
bölgeye tekrar gelir ve evini ve eşyalarını Türkler tarafından korunmuş olarak bulduğu
için son derece sevinir ve Kıbrıslı Türklere müteşekkir olduğunu belirtir. 50 yıldır yaşamakta olduğu Lefkoşa’nın Türk bölgesini Rum baskıları sonucu bırakmak zorunda kalan
82 yaşındaki Katherina Bohdjaliyan oğlu Michele Bohdjaliyan’ı göndererek evinin ve eşyalarının emniyette olduğunu öğrenir. Ayrıca Garabet Medazouniyan, Kohanig Shahinian
ve başka Ermeniler de yıllarca yaşadıkları Türk bölgesine geçerek evlerini ve eşyalarını kontrol ederler. Bu Ermeni kadınlardan birisi duygularını Yıllarca Türk bölgesinde ve
Türklerle beraber yaşadım. Buradaki Türkleri çok iyi tanıyorum ve onlardan ne bana, ne
de eşyalarıma bir zarar gelmeyeceğini biliyorum diyerek açıklar. Aynı şekilde Mıgırdıç
Balyan, Konanig Şahinyan, Haig Assaduryan ve Vahan Muratyan isimli Ermeniler de Türk
bölgesine gelerek Viktorya sokağındaki evlerinden bazı özel eşyalarını alırlar ve evlerini
aynı şekilde muhafaza edilmiş görmekten memnun olduklarını belirtirler. Öte yandan 4 Şubat 1964 tarihli Cyprus Mail gazetesinde özellikle Viktorya sokağında oturan Ermenilerin
evlerini Türklerin baskıları sonucunda ve zorla boşaltmak zorunda kaldıkları iddia edilir;
ancak bu haber bizzat Ermeniler tarafından yalanlanır. Special News Bulletin, 24 Nisan
1965, 2 Haziran 1964 ve 5 Haziran 1964 Lefkoşa. KTMA, Klasör No: 61, 1970-E.
64 Bu okulun öğrencilerinden birisi de Rauf R. Denktaş’tır. Okul, 1939 yılında 3-4 öğretmenin
nezareti altında 13-14 yaşlarında Ermeni, Türk ve Rum öğrencilerden oluşan 30 kişilik bir
grupla Londra’ya bir gezi de düzenler. 1941 yılında okul savaş nedeniyle Girne’ye taşınır.
Rauf R. Denktaş da diğer arkadaşları gibi ancak hafta sonları Lefkoşa’ya ailesinin yanına gidebilir. 1943-1944 döneminde Rauf R. Denktaş aynı okula yurt öğretmeni ve birinci
sınıf öğretmeni olarak döner. Aynı yıllarda okulda daha önceki yıllarda olduğu gibi Türk,
Rum, Ermeni ve Maronit öğrenciler bulunmaktadır. Rauf R. Denktaş daha sonraki dönemde tekrar Londra’ya gitmek istediğinde ona sicil belgesi verecek olan kişi ise tapu dairesi
genel müdürü Bayramyan olur;...Bayramyan’la babam çok iyi dosttular. Ailece tanışıyorduk. Bayramyanlar bize gelir, biz de onlara giderdik. “Buralarda ne yapıyorsun? sorusunu
cevaplandırdım... Beni odasına aldı ve kendisi daktilo başına geçerek bana çok güzel bir
karakter belgesi verdi. İyi şanslar diledi. ‘Zorlukla karşılaşırsan bana gel.’ dedi... Rauf. R.
Denktaş, Karkot Deresi, Akdeniz Haber Ajansı Yayını, Aralık 1999 Lefkoşa, s.19-20, 57.
459
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Özellikle İngiliz Okulu vasıtasıyla başlatılan ve daha sonra bütün ada
sathına yayılan bir başka faaliyet ise izcilik faaliyetleridir. Türk Lisesi müdürü İsmail Hikmet Bey’in de desteğiyle Türk Lisesi ve bu okul dışındaki Türk gençleri arasında faaliyetler hızlandırılır. 30-40 kişilik bir grup
ayrıca para kazanabilmek düşüncesiyle girişimler de başlatır. Bu konuda
uygulanan yöntem ise Ermeni çocukların yaptıklarıyla aynıdır; sokaklarda
boyuna asılan küçük bir kutu içinde çorap, kibrit, düğme gibi küçük eşya
satışı yapmak65. Türk, Rum ve Ermeni okullarının izcilik kolları arasında
Lefkoşa/Atalasa’da da yarışmalar düzenlenir.
Bu dönemde de ticarî faaliyetlerin büyük bir kısmı Ermeni tüccarların
elindedir. Ermeniler, özellikle ticaret hayatında Kayserililere has özellikleri rehber edinirler. Son derece elleri sıkıdır, boşa para harcamaktan hoşlanmazlar, sermayenin en kısa zamanda ve risksiz olarak artmasına gayret
gösterirler ve sebatkârdırlar. Hiç üşenmezler ve bıkkınlık göstermezler.
Belki de en önemli özellikleri birbirlerine son derece bağlı olmalarıdır66;
...Atlı Ermeni bezirganlar Lefkoşa sokaklarında dolaşırdı. Veresiye
verdiklerinden tutunmuşlardı. Ermeni, yalnız Ermeniden alışveriş eder,
Türkler ise Ermeniden ve Rumdan. Lefkoşa sokaklarında Ermeni dilenciye
rastlanmadığı söylenmekteydi. Lefkoşa’da ve Larnaka’da okulları vardı.
İngiliz arabalarının ve Riley bisikletlerinin acentalığı Ermenilerde idi. İslim onarıcılığı, bezirgancılıkla işe başlayan Ermeniler zengin olmuşlardı...
Özel İtalyan Okulu, İngiliz Okulu ve Larnaka’daki Amerikan
Akademisi’nde okuyan Ermeniler de Rumlardan ziyade Türk öğrencilerle
arkadaşlık kurmayı tercih eder67. Her ne kadar Kıbrıslı Türklerle çok iyi
komşuluk ilişkileri içerisinde olsalar68 da konu alışveriş olunca Ermeniler
sadece birbirlerini destekleme konusunda titiz davranırlar69;
...Örneğin Sarayönü’nde eskiden Şükrü Kaya’nın berber dükkânı yanında bir kahvehane vardı. Kahvehanede yanımızda oturan Ermeni, ani65
66
67
68
Fazıl Plümer, Anılar, Cyrep Yayını, Lefkoşa 2001, s.16-17.
Hüseyin Özdemir, Kıbrıs’ta 60 Yıl, Volkan Yayını, Şubat 1997 İzmir, s.10.
Rauf Özhun ile 29 Ocak 2006 tarihinde Ankara’da yapılan görüşme.
Lefkoşa’da Ermeniler arasında belki de en fakiri olarak nitelendirilebilecek bir kişi daha
söz konusudur; ancak Kıbrıslı Türklerle çok yakın ve sıcak bir ilişki içerisinde olan bu
kişi neredeyse ölünceye kadar gerçek kimliğini açıklamaz, Kıbrıslı Türk bir ailenin kızıyla
evlenir ve adada yaşayanlar arasında Ermeni olduğu pek bilinmez. Rauf Özhun ile 29 Ocak
2006 tarihinde Ankara’da yapılan görüşme.
69 KKTC’nin ilk Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş’tan aktaran Erten Kasımoğlu, Eski Günler
Eski Defterler, İzmir 1986, s.13.
460
Dr. Öğ. Yb. Ulvi KESER
den kalkar, ‘Gidek bir sigara alak da gelek.’ diyerek Ermeni bakkaldan
sigarasını alır gelirdi. Kahvehanede sigara satıldığı halde ve kendisine
‘Buradan al, efendi.’ denmesine rağmen o ‘Yok, ben veresiye alırı’ der ve
Sarayönü’nden kalkıp taa Baf Kapısı’ndaki Ermeni bakkala gidip sigarasını alır ve geri dönerdi. Tabii bunun orada konuşmaları olurdu. Türkün
Türkü desteklemediği vurgulanırdı. Bu da çocukluk yıllarımda benim aldığım ve unutamadığım mesajlardan biriydi...
Ermenilerin birbirlerini alışveriş bağlamında da desteklemeleri Kıbrıslı Türkler tarafından gözlemlenen ve bilinen bir durumdur;70
Ermenilerin kendilerinden olan insanlarla alışveriş yaptıklarını, bir
kibrit kutusu almak için bile olsa Türk bakkaldan değil de bir iki kilometre
uzakta olan Ermeni bakkala gidip aldıklarını biliyorum. Bugünkü Arasta
sokağındaki dükkânların çoğunun Ermenilere ait olduğunu Kıbrıs’ta bilmeyen yoktur. Kıbrıs’ın en işlek caddelerinden biri olan Lefkoşa’nın ‘uzun
yolu’diye tabir edilen yerde birçok dükkânın da Ermenilere ait olduğunu görüyorduk. Kıbrıs’ta yaşayan bütün Ermenilerin Türklerden daha iyi
Türkçe konuştukları bir gerçektir.
Ticaret hayatının el değiştirmesiyle beraber özellikle kaza merkezlerinde, tabelalarında sonu -yan ekiyle biten Garabyan, Menokyan, Damadyan,
Malukyan gibi pek çok mağaza bulunmaktadır. Belli başlı kuyumcu, terzi,
manifaturacı, fotoğrafçı, halı satıcısı ve okkacıların neredeyse tamamı Ermenilerdir ve Türk gelenek göreneklerini de devam ettirmektedirler71;
...Bir Türk kadar, hatta diyebilirim ki bir Türkten daha güzel Türkçe
konuşurlardı. Yaşlıları Ermenice bilmiyordu. Aramızda yaşamış bu Ermeniler Türk âdet ve ananelerini ve yemek çeşitlerini benimsemişler, yemekleri sevmişler, yemişler. Türk mûsikîsi ile eğlenirlerdi. Aralarında tanınmış
müzisyen ve bestekarlar yetişmişti. Kıbrıs’a göçmen olarak geldiklerinde
İngiliz hükümeti, Türk mahallesinde boş bulunan evleri kiralayıp, her evin
büyüklüğünce iki, üç, dört aileyi bir arada yerleştirmiş. Ermeniler, Kıbrıs hayatına uyum sağlamağa başlayınca iş kurma, kazanç temin etmek
için uğraş verdiler. Diğer kazalarla temas kurarak Larnaka, Leymosun ve
Mağusa’ya dağıldılar ama çoğunluk Lefkoşa’ya yerleştiler. Çok geçmeden
tüm Kıbrıs’ta dünyaca tanınmış acentelikler elde ettiler. Araba, bisiklet,
radyo, ısınma ve yemek pişirme sobaları, saatler, ev eşyaları, fotoğraf ma70 Rauf Özhun ile 29 Ocak 2006 tarihinde Ankara’da yapılan görüşme.
71 Turhan Zihni, “Anılarla Sabuncu Kaspariyan”, Kıbrıs Mektubu Dergisi, Kıbrıs Türk Kültür
Derneği Yayını, Eylül-Ekim 2004, Cilt 17, No.5, Ankara, s.42-44.
461
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
kineleri, daktilolar, kumaşlar, halılar ve daha nice sayılamayacak kadar
çok temsilcilikler elde ettiler. Yeniden zengin olup lüks hayat yaşamaya
başladılar...
Lefkoşa’da adı en çok bilinenlerden birisi ise Aram Uzunyan ve ailesidir. Bu aile şirketi Kıbrıs’a ilk defa çeşitli marka otomobil ve değişik
elektrikli ev aletleri getiren ailedir. Adanın mimarî dokusunda kendisini
göstermeye başlayan yeni bir tarzla beraber, özellikle sanat alanında ve
müzikte yetenekli müzisyenler de boy göstermeye başlar. Bu Ermeniler
arasında ud üstadı olarak bilinen Keğam Celalyan da bulunmaktadır. Türk
müziği çalan ve alaturka Türk müziği seslendiren Celalyan gibi Ermeni
müzisyenler, ayrıca koro, grup ve topluluklarda da görev alırlar. Türk sanat müziği ve kanun üstadı Şekerci Keğam Celalyan, Aralık 1963 tarihine
kadar Zeki Taner, Mustafa Kenan’la beraber pek çok radyo ve televizyon
programı yapar ve halk konserlerine katılır72. Bir diğer müzisyen ve Kıbrıslı Ermeni sanatçı ise keman virtüözü Vahan Bedelyan ile öğrencileri
Manuk Parikian, Levon Çilingiryan ve Hartun Bedelyan’dır. Ayrıca piyano
öğretmeni Sirvart Çilingiryan, kardiyolog Vatçe Kalbiyan, yazar Ohannes
Şöhmeliyan, şöhreti dünyanın dört bir yanına yayılmış Larnakalı gömlek
imalâtçısı Stefan Harutunyan, adaya ilk sinemayı getiren Vahe Nigogosiyan, ressam Vartan Taşçıyan da önemli simalardır73. Ayrıca avukat ve tarihçi Nubar Maksutyan da özellikle 1940’lı yıllarda Kıbrıs’taki Türk gazete
ve dergilerinde Kıbrıs tarihi ile ilgili makaleler yayımlar.
Lefkoşa’da Kıbrıslı Türkler ve Ermeniler
Lefkoşa’da yaşayan ve iş yapan Ermenilerin hemen büyük bir kısmı Arap Ahmet mahallesi, Yediler mahallesi, Viktorya sokağı ve Korkud
Efendi mahallesinde yaşamaktadırlar. Bu semtte ayrıca yönetici konumundaki Türkler, yüksek rütbeli devlet memurları, zengin ve varlıklı aileler de
yaşamaktadır74. Lefkoşa’da Ermenilerin rağbet ettikleri bir diğer mahal ise
72 Ahmet An, “Kıbrıs Ermenileri”, Tarih ve Toplum, Ekim 2000, Sayı 202, s.30.
73 An, a.g.m., s.29.
74 Aynı bölgede Osmanlı döneminde de yüksek rütbeli devlet memurları, kadılar ve paşalar Ermenilerle beraber yaşamışlardır. Mariti’nin ifadesiyle, Lefkoşa’da yaşayan Rum ve
Ermeni ailelerinin birçok bireyinin buradaki merkezî hükümette çeşitli görevleri vardır.
Ayrıca adada Türk döneminin son yıllarına gelindiğinde Lefkoşa’yı ziyaret eden Avusturya
Arşidük’ü Louis Salvator da gezi notlarında Ermeniler her yerde Türklerle kaynaşmıştır
der. Giovanni Mariti, Travels in The Island of Cyprus, Cambridge 1909, s.45; Archduke
Louis Salvator, Levkosia, The Capital of Cyprus, Londra 1983, s.18’den aktaran Ahmet C.
Gazioğlu, Kıbrıs’ta Türkler 1570-1878, Cyrep Yayını, Aralık 2000 Lefkoşa, s.400-401.
462
Dr. Öğ. Yb. Ulvi KESER
Köşklüçiftlik bölgesidir. Bu bölgedeki Ermeni evlerinin kendine has bir
mimarîsi vardır ve hepsi sarı kesme taşlardan inşa edilmiştir. Kıbrıslı Türklerle her zaman iyi ilişkiler içerisinde bulunan Kıbrıslı Ermenilerden birisi
ise Lefkoşa Türk Lisesi müzik öğretmeni ve lisenin bandosunu çalıştıran
Vahan Bedelyan Efendi’dir75. Ancak adanın dört bir yanında konserler vermek suretiyle ada halkına hoşça vakitler geçirten, Kıbrıslı Türklerin müzik
bilgisi ve kültürünü artıran ve liseli öğrencilere geleceğe yönelik bir altın
bilezik kazandıran Bedelyan Efendi’nin görevine sudan bir sebeple son
verilir76. Ancak bu duruma tepki gösterenler de olur77;
Bütün talebenin üzerine titrediği bandosunun son zamanlara kadar
muallimi bulunan kıymetli müzik hocası Bedelyan Efendi’nin vazifesine niçin birdenbire son verilerek lisenin müziksiz bırakıldığını sorup öğrenmek
isteyen sağduyulu talebeye bazı... muallimlerin müdürün ağzı ile söyledikleri saçma sapan sözlere içimiz sızlayarak kulak misafiri olduk...
Bedelyan Efendi ise müzik eğitimine ve çalışmalarına ara vermez ve
Kıbrıslı Türklere keman dersleri vermeye devam eder78. Lefkoşa’nın Arasta
bölgesinde ve Bandabuliya’da esnaflık yapanlar arasında ayrıca ibrikçiler
de bulunmaktadır79. Ancak belki de en ilginç mesleklerden birisi, bir Ermeni aile tarafından yapılan lokmacılıktır. Bugün özellikle Ege bölgesinde
son derece yaygın olarak yapılan ve özellikle dinî bayramlar öncesinde
hayır için yapılıp fakir fukaraya dağıtılan lokma da Kıbrıs’a bir Ermeni
aile tarafından getirilmiştir. Lefkoşa, Arasta’daki bu küçük lokmacı dükkânı Aralık 1963 tarihine kadar çalışmaya devam eder80. Daha sonra Lidra
caddesi üzerinde geçişler kapatılıp bir barikat oluşturulduğundan, burası o
tarihten sonra Lokmacı Barikatı olarak isimlendirilecektir81;
75 Kıbrıs Erkek Lisesi, “1933-1934 Yıllığı”, Kıbrıs Erkek Lisesi Mecmuası, Birlik Matbaası,
Lefkoşa 1934.
76 Hüseyin Özdemir, Kıbrıs’ta 60 Yıl, Volkan Yayını, Şubat 1997 İzmir, s.18-19.
77 Hakkı Süha, “Lisenin Atletizm Müsabakaları Bize Neyi Hatırlattı?” Halkın Sesi, Lefkoşa 6
Mayıs 1949.
78 Ahmet An, “Kıbrıs Ermenileri” Tarih ve Toplum, Ekim 2000, Sayı 202, s.30.
79 Örneğin eski Lefkoşa’nın sosyal hayatı çerçevesinde ölüm ve ahret hayatı bağlamında yapılan hazırlıklar arasında mezar testileri ile ibriklerin satın alınması ilk sıradadır. Bu ibrikleri
yapanlar ise genellikle Köşklüçiftlik’te otura Ermeni zanaatkarlardır. ölüler “isbaho ilif” adı
verilen liflerle ve Trablus sabunu ile yıkanırdı. Lefkoşa doğumlu Hizber Himmetağalar’dan
aktaran Tuncer Bağışkan, Kıbrıs Türk Halkbiliminde Ölüm, KKTC Millî Eğitim Kültür
Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayını, No: 36, Ankara 1997, s.11.
80 Gülten Tuncel Keser ile 10 Ocak 2006 tarihinde Anamur’da yapılan görüşme.
81 Gülten Tuncel Keser ile 10 Ocak 2006 tarihinde Anamur’da yapılan görüşme.
463
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
...Lokmacı Barikatı’nda, Arasta’da kumaş satan Ermeni tüccarlar
vardı. Bize çok güvenirlerdi, biz de onlardan veresiye alışveriş yapardık.
1.5 sene boyunca Rum tarafında İngiliz kantinlerinde çalıştım. Lokmacı
Barikatı’ndan daha yukarıda bulunan kantinde beraber çalıştığım Ermeni
arkadaşlarım vardı. Ayrıca Türk mahallesinde de Ermeni arkadaşlarım
vardı. Türk mahallesinde oturan; ancak Rum bölgesinde çalışan Ermeni
arkadaşlarım da vardı. Birinin annesi öğretmendi. Çok iyi insanlardı. Demek ki onlar da korkuyorlardı ki işe korkarak gider gelirdik. Çarşıda çok
Ermeni esnaf vardı. Ayakkabılarımızı, kumaş, bez ihtiyacımızı onlardan
alırdık. Yoğurtçumuz da bir Ermeni satıcıydı.
Komşumuz Sirvat Hanım çok iyi bir hanımdı. Türklerin dinî bayramı
geldiğinde bizleri ziyaret eder ve hediyeler getirirdi. Annem yıllarca onların yanlarında çalıştı, ütüye giderdi. Sirvat Hanım annemle bize her zaman hediyeler, babama da sigara yollardı. Tam Türk dostuydular. Annem
onların yanında 1960’lara kadar çalıştı. Daha sonra bu Ermeni ailesi de
Londra’ya kaçtı82.
Trablus’tan getirildiği için Trablus sabunu olarak bilinen sabunlar
ise özellikle ölü yıkamada kullanılır ve sevap kabul edilir. Girişimci bir
Ermeni olan Kaspariyan tarafından Kıbrıs’ta da imal edilmeye başlayan
bu sabunları daha sonra Ermeni ustalardan görerek Türkler de üretmeye
başlar83;
Geçmiş o eski yıllarda insanın vücut temizliğinde kullanılan tek ürün
sabun idi. Türk, Rum sabuncular olduğu gibi her iki toplum arasında sabunları çok satılan Lefkoşa’da bir de Ermeni sabun imalâtçısı vardı… Çocukluğumdan hatırladığım Ali Efendi ile Kaspariyan’dır. Kaspariyan’ın
sabun yapan yeri ve evi Lefkoşa içerisinde Avni Efendi sokağında Karakaş
Bahçesi yanında ve Memduh Fuat Bey (tapu-kadastro memuru)’in evi idi...
İki katlı olan Kaspariyan’ın evi doğu ile batı arasında iki kol tutuyordu.
Avni Efendi sokağında bulunan ana kapıdan girildiğinde alt bölüm ve bir
kısım üst bölüm imalâthane olarak kullanılıyordu. Geriye kalan üst katında dul kız kardeşi ve kız kardeşinin iki kızı ile ikâmet ediyordu. Ailenin
oturduğu bölüme Laleli Camii sokağından girilirdi, büyük bir bahçesi vardı. Kaspariyan kimdi? Kaspariyan, Anadolu’da doğmuş büyümüş, Türk
ekmeğiyle yaşamış bir Ermenidir... Türkiye’den kaçan Ermeniler birçok
ülkeye dağıldılar... Babamın anlattığına göre bazıları katı yağ tenekeleri82 Kıbrıslı Türklerde kaçmak fiili bugün bile gitmek manasında kullanılır.
83 Turhan Zihni, “Anılarla Sabuncu Kaspariyan”, Kıbrıs Mektubu Dergisi, Cilt 17, No: 5,
Kıbrıs Türk Kültür Derneği Yayını, Ankara Eylül-Ekim 2004, s.42-44.
464
Dr. Öğ. Yb. Ulvi KESER
ni altınlarla doldurmuş ve üzerlerini katı yağla örterek gizlemişler... İşte
Kaspariyan bu şekilde kaçan ve Kıbrıs’a gelen Ermenilerden birisiydi...
Kaspariyan imalâthanesinde ilkel yöntemlerle, ham madde olarak zeytinyağı ve soda kullanarak sabun yapardı. Banyo ve çamaşırda kullanılan
bu sabunları Afrodit resmiyle süsleyerek satışa sürerdi… Çocukluğumda
her hafta Kaspariyan imalâthanesine gider ve sabun kiri alırdım. Sabun
kalıpları yapılırken artan tam beyaz veya yeşil olmayan kirli muhallebi
gibi bir madde idi. Kadınlar çamaşır yıkamada sabunla beraber ekonomik
ve etkili olan bu sabun kirini de kullanırlardı. Çok az para ile, Kaspariyan
götürülen kabı doldururdu. Kaspariyan 1963 toplumlararası çarpışmaları
başlayınca aramızda fazla kalmadı. Ailesiyle Rum kesimine taşındı. Evi,
imalâthaneyi senelerce çok iyi ilişkiler içinde yaşadığı bir Türk ailesine
emanet etti. Söz yerinde ise, zaten çoktan yükünü almış ve zengin olmuştu.
Rum kesiminde evler yaptırdı. Kız kardeşinin kızlarını evlendirdi. Ermenilerle evlendirmişti. Burada bıraktığı iki katlı ev zamanla çok harap olmuş, bakımsızlıktan kullanılamaz hale gelmişti. Tehlikeli duruma girince
belediyenin ikazıyla yıktırılmıştır. Şimdi Kaspariyan sabun imalâthanesi
ve evinden eser kalmamıştır...
Akdeniz ikliminin hâkim olduğu Kıbrıs’a -Trodos dağları hariç- neredeyse hiç kar yağmaz; ancak Kıbrıslı Türklerin ilk defa karşılaştıkları kar
hoşafı84 da Ermeniler tarafından adaya getirilmiştir85. Kıbrıs’a Kayseri’den
bir Ermeni vasıtasıyla geldiği bilinen, dana etinden yapılan86 ve but pastırması olarak da adlandırılan Kayseri pastırması da özellikle Rum ve Ermeni
lokantalarında çok rağbet görür87.
...Kıbrıs’ta ilk pastırmayı Ermeniler yapmışlardır. Lefkoşa’da ortaokula devam ettiğim yıllarda eski Kadınlar Pazarı sokağında Şükrü Veysi’nin
ticarethanesi yanında, konusunda çok tutunmuş ve çok satış yapan Ermeni
84 Kar hoşafı bugün de Anadolu’nun pek çok yerinde büyük bir iştahla yenilen bir serinletici
durumundadır. Özellikle yazın sıcak günlerinde ferahlamak maksadıyla genellikle yüksek
zirvelerden ve karlık adı verilen nispeten güneş görmeyen çukurlardan toplanan karların
köylüler tarafından kesilerek çuvallara konması ve yerleşim merkezlerine getirmesiyle kar
hoşafı hazırlanır. Karın erimemesi için üzerine genellikle çam dalları örtülür. Böylece çam
dallarının kokusu da kar hoşafına siner. Bir bakır sahan içine konulan belli ölçüdeki kara
ayrıca birkaç kaşık pekmez eklenir ve daha sonra kaşıkla yenilir.
85 Kemal Altınkaya ile 20 Şubat 2006 tarihinde İzmir’de yapılan görüşme.
86 Ermeni ve Kıbrıs Türk mutfağı neredeyse aynı denecek kadar benzerlik göstermektedir.
Yıllarca beraber yaşamış toplulukların birbirlerinden etkilenmemeleri de söz konusu olmadığından özellikle mutfak kültürü şiş kebap, kokoreç, pastırma, farklı turşu çeşitleri, soğuk
ve sıcak mezelerde benzerlikler gösterir.
87 Zihni, a.g.e., s.43.
465
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
bir pastırmacı vardı. Bir de Larnaka’da ilkokula devam ettiğim yıllarda
sucuk cinsi pastırma yapan bir Ermeniyi hatırlıyorum. Her gün bu evin
yanından geçerek okula giderken pastırma ve sarımsak kokularından bunalıyor, süratli adımlarla uzaklaşıyordum...
Ticarî ve kültürel hayatın dışında sosyal hayatın bir parçası olarak karşılıklı komşuluk ilişkileri, cenaze, baş sağlığı, düğün, nişan, sünnet, bayram gibi özel günlerde karşılıklı ziyaretler yapılır, taziye ve baş sağlığı
dilekleri iletilir. Komşular birbirlerine yardımcı ve destek olur88.
...Ermeni komşularımız çok iyi insanlardı, karışır görüşürdük. Komşumuz Viktorya vardı, annesi çok hastaydı ve babası da berberlik yapardı.
Viktorya benim mahalleden arkadaşımdı ve bana bir bilezikle bir mont
hediye etmişti. 1950’li yıllarda. Ayrıca Lefkoşa’nın zenginlerinden Sirvak
Hanım ve kocası Gasparyan vardı. Annem Lefkoşa’da onlara temizliğe
giderdi. Türk dostuydular ve evlerinde her zaman Türkleri çalıştırırlardı. Sirvat Hanım ile kız kardeşi bitişik evlerde oturuyorlardı. 1963 yılında
hadiseler başladığında Rumlar bunlardan silâh almak için tehtitle para
isterler. Evlerine devamlı tehdit mektupları gönderilirdi. Para alamayınca
da bu Ermeni ailesi Rumlar tarafından öldürüldü...
Mağusa’da Kıbrıslı Türkler ve Ermeniler
Ermenilerin Lefkoşa’dan sonra en yoğun yaşadıkları yer Mağusa’dır.
Buradaki Ermeniler de ekseriyetle esnaftır ve ticaretle uğraşmaktadırlar89.
Mağusa’da fotoğrafçılıkla uğraşan Agopyan isimli bir Ermeni vardı.
Kilo ile kumaş satan ve okkacı olarak bilinen Ermeniler vardı. Mükemmel
Türkçe konuşurlardı. Çok güzel İstanbul Türkçesi konuşurlardı. Ayrıca
terzilik yapan Garabet usta vardı. Ermeni terziler, şapkacılar, okkacılar
vardı. Okul şapkalarımızı hep onlardan alırdık. Biz Kıbrıslı Türkler olarak
hep onlardan alışveriş yapmayı tercih ederdik. Yukarı Maraş’ta da Kirkor
isimli son derece esprili, güler yüzlü, cana yakın bir Ermeni vardı. Çarşıdaki Türk esnafla tavla oynamayı çok severdi. Taşları dizdikten sonra
illaki bir tanesini kenara koyar veya elinde tutardı. ‘Ya Kirkor neden böyle
tek taş tutuyorsun?’ diye sorulduğunda da ‘Ya zelzele olursa’ diye cevap
verirdi. Tavla oynamayı çok sevdiğinden oyunun bozulmasını ne olursa
olsun hiç istemezdi. Türkiye ve Türklere karşı hiçbir olumsuz düşüncele88 Gülten Tuncel Keser ile 10 Ocak 2006 tarihinde Anamur’da yapılan görüşme.
89 Kemal Altınkaya ile 20 Şubat 2006 tarihinde İzmir’de yapılan görüşme.
466
Dr. Öğ. Yb. Ulvi KESER
ri yoktu; ancak patırtı gürültü başlayınca (21 Aralık 1963 sonrası) hepsi
öbür tarafa geçti.
Ermenilerle beraber adada yaşayan Kıbrıslı Türklerin ortak düşüncesi
ise hiçbir problem, sıkıntı, önyargı ve olumsuz hareketler olmadan huzur
içinde yaşadıklarıdır90.
...Mağusa’daki üç fırından ikisi Ermenilere aitti. Ermenilerle Türkler
arasında neredeyse hiç problem yoktu. İlkokula gittiğimiz günlerde o albenili küçücük şekercikleri yapanlar Ermeni ustalardı. Türk takımlarıyla
maçlar yapan kendi takımları da vardı.
Diğer Bölgelerde Kıbrıslı Ermeniler ve Türkler
Mağusa ve Lefkoşa dışında diğer kasabalarda da nispeten az sayıda
Ermeni mevcuttur. Ticaretle uğraşan Ermenilerin tarım ve ziraat faaliyetleriyle ise pek bir ilgileri söz konusu değildir. Bu kasabalardan birisi de
adanın su kaynakları en zengin bölgesi olan Lefke’dir91.
...Rumlardan sonra, kasabanın küçük bir Ermeni kolonisi vardı. Bugün sevgili Hüseyin Uskuri’nin çalıştırdığı dükkânın yerinde Lefke’nin en
popüler Ermenisi olan Agop ile ağabeyi Tomas’ın manifaturacı dükkânları
vardı. Anneleri Varteni Hanım (beyaz saçlı, ak yüzlü, hep karalar giymiş,
ağzı bol altın dişle dolu yaşlı bir kadın) her ikindi giyinir kuşanır, koluna
çantasını takarak misafirlik turlarına çıkardı. Genizden gelen bir Doğu
Anadolu ağzıyla mükemmel Türkçe konuşurdu. Zaten iş Türkçe’ye geldiğinde Agop’un da bizden farkı yoktu. Yalnız Tomas’ın Lefkoşa’da oturan
karısı ve çocukları Lefke’ye geldikleri zaman farklı bir dil konuştuklarını
anımsamaktayım. Artık Ermenice miydi konuştukları lisan, yoksa basbayağı Rumca mı? Orasını bilemem. Atnis Hanım ve Nişan aklımda kalan
diğer Ermeniler. Nişan’ın burnunda koca bir şark çıbanı izi vardı ve bundan dolayı ‘Burnu Yenik Ermeni’ diye anılırdı.Yoksa Nişan ile Burnu Yenik
iki ayrı kişi miydiler? Sanırım ki bunlar 1915 olaylarında Anadolu’yu terk
edip adaya göçmüş bahtsız insanlardı... Ermeniler de bir bakıma Lefke’nin
yerlileriydiler...
90 Mustafa Başer ile 20 Şubat 2006 tarihinde İzmir’de yapılan görüşme.
91 Nazım Beratlı, Lefke Sevgilim, Işık Kitabevi Yayını, Lefkoşa Nisan 2002, s.24.
467
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Lefke’de özellikle Cyprus Mining Corporation (CMC) adlı maden
işletmesinde çalışan Türkler ve Ermeniler de vardır. Genellikle ticaretle
uğraşan Ermeniler, Lefke’de de aynı işle meşguldürler92;
...Zamanın en ünlü mağazası Himonidis’inkiydi. Himonidis’ten sonra
en çok çalışan kumaş mağazası Agop ve Tomas’ınki olmalıydı. Tomas çok
sevimli biri değildi, ama bu iki Ermeni kardeşten Agop, Lefke’nin güllerinden biriydi. Müthiş şakacı, devamlı güler yüzlü, dazlak bir adamdı. Babalarını anımsamam. Anneleri Varteni Teyze de Agop kadar sevimli bir insan
olup hanımların öğleden sonrası toplantılarının vazgeçilmezleri arasındaydı. Tomas’ı bilmem ama Agop, Kıbrıs’ta yaşayamadı, Londra’ya göçtü.
Orada da Lefkelilerle düşüp kalktığını işitiyorum.
Lefke’de Ermeniler, Türklerle sosyal ve kültürel ilişki içinde olduklarından Lefke halk edebiyatı çerçevesinde Lefke Sayıklamaları isimli şiirde
olduğu üzere bu Ermenilerle ilgili pek çok örnek vardır93;
3- Evlerde külhanları hurma dalı ısıtır
Hamam günü Takuyi hep kınalar yakardı.
12- Raflar boşaldı diye tınmazdı Ermen Baba
Sardığı sigarayı fago ile yakardı.
29- Ermeni Lüccan vardı; demircilerin piri
Gündüz kazandığını meyhanede yakardı.
32- Gololambi Bahçesi inciriyle ünlüydü
Çepeçevre böcekler lambalarını yakardı.
33- Söz olmazdı işine şoför Başi Yanni’nin
Dümene geçer geçmez bir cigara yakardı.
34- Bıçağının üstüne yoktu kasap Yango’nun
Salih Hafız’dan sonra hep tepeden bakardı.
38- Udî Bedros olmadan olmazdı düğün dernek
Birkaç kadeh atınca söze beste takardı.
43- Kuyruk acısı vardı Türkten Kör Ermeninin
92 Beratlı, a.g.e., s.217.
93 Toplam 136 satırdan oluşan bu şiirin sadece ilgili beyitleri alfabetik sıralamaya göre verilmiştir. Harid Fedai, Kıbrıs Türk Kültürü Bildiriler I, Özyurt Basımevi, Mayıs 2002 Lefkoşa, s.499.
468
Dr. Öğ. Yb. Ulvi KESER
Atatürk denildi mi dişlerini sıkardı.
54- Eva peri kızıydı Kontarini Doktor’un
Çile çile yün satar, gelene hoş bakardı.
59- Ahilli, mekânıydı Yahudi göçmenlerin
Halk bu kalantorlara gıpta ile bakardı.
Bugün Kıbrıs Rum kesiminde kalan Lefkara köyünde de Osmanlı
döneminin hazine müsteşarlarından Yahya Efendi ve ailesi yaşamaktadır.
Nevard ve Azadui isimli iki kızı ve Agop isimli bir oğlu olan Yahya Efendi
ve ailesi kırtasiyecilik ve fotoğrafçılık yapmaktadır. Lefkara’daki bir başka
aile ise tenekecilik ve kalaycılık yapan Garabet ailesidir. Baba Garabet’in
en güzel özelliği yanına Türk çıraklar alarak onları da birer kalaycı ustası
olarak yetiştirmesidir94.
Adanın belki de 1963 öncesi en karışık ve çok uluslu kasabası Girne’dir.
Rumlar, Türkler, İngilizler, Ermeniler yanında Maronitler de çoğunlukla bu
bölgede yaşamaktadır95. Limasol ise Kıbrıs’ın ikinci büyük şehri olmasına
rağmen çok fazla Ermeni bulunmamaktadır. Bugün itibarıyla Limasol’da
250 civarında Ermeni vardır. Burada 1939 yılında açılmış Sourp Kevork
Kilisesi’ne ait bir okul vardır. Larnaka’daki Sourp Stephanos Kilisesi ise
1909 yılında hizmete girmiştir.
Larnaka’da da Türkler açısından durum diğer merkezlerden pek farklı
değildir. Otelcilik, matbaacılık, ticaret Ermenilerde ve Rumlar; helvacılık,
kösecilik, sebzecilik, enginarcılık, kazancılık ve balıkçılık ise Türklerdedir96. Bölgenin en büyük sanayi tesisi olan düğme fabrikası ise bir Ermeniye aittir97. Larnaka’da bulunan Amerikan Akademisi, Türk ve Ermeni
öğrencileri yakınlaştıran bir okul olur98;
1936-1937 döneminde akademide çok samimi ikiz Ermeni arkadaşlarım vardı. Beraber tenis oynar, gezmelere giderdik. Çok samimi olduğumuz
94 Mehmet Ali İzmen, Lefkara ve Lefkaralılar, Özyurt Matbaacılık, Girne 2005, s.10.
95 1881 Nisan ayında yapılan nüfus sayımında Girne’nin nüfusu 621 Türk ve 701 farklı unsurlar olmak üzere toplam 1 322’dir. İngilizlere devri öncesinde Girne, Lefkoşa ve Baf’ta
Türklerin nüfusu Rumlara göre fazladır ve Girne’nin ilk belediye başkanı da bir Türktür. Türklerin bölgeyi terk etmeleri, köylerden Rum ailelerinin gelmesiyle Türkler burada
azınlığa düşer. Haşmet Muzaffer Gürkan, Bir Zamanlar Kıbrıs’ta, Galeri Kültür Yayınları,
Lefkoşa 1996, s.27.
96 Hüseyin Özdemir, Kıbrıs’ta 60 Yıl, Volkan Yayınları, Şubat 1997 İzmir, s.39.
97 Özdemir, a.g.e., s.39.
98 Feyyaz Hamidoğlu ile 12 Aralık 2005 tarihinde İzmir’de yapılan görüşme.
469
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Türkçe öğretmenimiz Gasuni vardı. Larnaka’da komşumuz olan Ermeni
Onnik ailesi vardı. Onlarla da ailecek görüşürdük. Limasol’da ‘Madamın
Koleji’ diye bir okulda Antin isimli çok samimi bir sınıf arkadaşımız vardı.
Alışveriş yaptığımız pek çok Ermeni manifaturacı ise Lefkoşa’daydı. Babam polis müdürü olduğu için Ermeni esnaf bana hep ‘Ne zaman istersen
gel al, ben parasını babandan alırım’ derdi. Lefkoşa’da o zamanlar bir Ermeni üniversitesi vardı ve ben arkadaşlarımı görmek için oraya gittiğimde
beni koruyup kollarlardı.
Spor Faaliyetlerinde Kıbrıslı Türkler ve Ermeniler
1910 yılında kurulan Lefkoşa Türk Futbol Ocağı; Rum, Ermeni ve
İngilizlerden oluşan bir karma takıma karşı ilk maçını 1916 yılında yapar. 1934 yılında kurulan Kıbrıs Futbol Federasyonu Kipriaki Omospondia
Bodosferu (KOB) da Lefkoşa’dan Apoel99, Trust, Olimpiakos ve Lefkoşa Türk Spor Kulübü ile Limasol’dan Ael ve Aris, Larnaka’dan Epa ve
Mağusa’dan Anorthosis takımlarının katılımıyla ortaya çıkar. Bu tarihten
sonra Ael ve Epa kulüplerinde Türk ve Ermeni futbolcular beraber oynamaya başlar. Örneğin 1938 yılında yapılan futbol turnuvalarında Türk
Lisesi, Larnaka Rum Lisesi, Amerikan Akademisi yanında Melkonyan ve
Samuel Ermeni Mektebi de bulunmaktadır100. Adada Türklerle Ermeniler
arasındaki dostluk ilişkilerine öteden beri tepki gösteren Rumlar ise bu futbol turnuvalarından birisinde Ermeni takımı Kayzak’ın şampiyon olmasından hemen sonra Ermeni tüccarlara karşı ticarî ambargo uygulamaya başlar. Bunun sonucunda da Kayzak takımı faaliyetlerine son vermek zorunda
kalır.101 Öte yandan 1946-1947 sezonundan itibaren ilk Ermeni futbol takımı olan 1934 tarihli Ayma102 Ermeni takımı da lige dâhil edilir103. Ermeniler genellikle Çetinkaya ve Yenicami gibi Türk takımlarını desteklerken,
Türkler de Rum takımlarına karşı Ermeni takımlarını destekler104. Bu dönemin Ermeniler ve Türkler açısından en kayda değer olayı ise Mayıs 1950
99 Apoel ve Omonia takımlarında Türk ve Ermeni futbolcuların yan yana futbol oynadıkları
da ileri sürülmektedir; ancak bu takım esasında Rum takımlarıdır. Mustafa Başer ile 20
Şubat 2006 tarihinde İzmir’de yapılan görüşme.
100 KTMA, Ses, 14 Sonkanun 1938, Sayı 128.
101 Kıbrıs’ın spor tarihi konusunda ayrıntılı bir araştırma Ahmet Sami Topcam imzasıyla 6-9
Temmuz 1989 tarihinde Halkın Sesi gazetesinde yayımlanır.
102 AYMA ifadesi esasında Armenian Young Men Association ifadesinin baş harflerinden oluşmaktadır ve Genç Ermeniler Birliği anlamına gelmektedir.
103 Rauf Özhun ile 29 Ocak 2006 tarihinde Ankara’da yapılan görüşme.
104 Rauf Özhun ile 29 Ocak 2006 tarihinde Ankara’da yapılan görüşme.
470
Dr. Öğ. Yb. Ulvi KESER
tarihinde Beyrut’a giden Lefkoşa futbol karmasının (2-2) ve (1-1) biten iki
maç yapmasıdır. Kafilede beş Türk futbolcu bulunmaktadır105. Öte yandan
Ermeni, Rum ve Türk futbolculardan oluşan Kıbrıs karmasının yaptığı ilk
ve son yurtdışı karşılaşması ise İsrail’de gerçekleşir. Bu arada Çetinkaya
da İsrail’e gitme hazırlığı yapan Kıbrıs karmasıyla 3 Mart 1954 tarihinde
yapılan maçı (4-1) kazanır106. 7 Mart 1954 günü Kıbrıs’a gelen İsrail millî
takımı ise Türkiye Futbol Federasyonu hakemlerinden Faik Gökay’ın yönettiği maçta Kıbrıs karmasını (5-1) yener. 10 Mart 1954 tarihinde yapılan
maçı (3-2) İsrail kazanır107. 4-9 Mayıs 1954 tarihinde İsrail’e giden Kıbrıs
karmasında beş Türk futbolcu yanında Apoel’den Şandri, Lello, Anastasiades, Nikui, Epa’dan Aram, Omonia’dan108 Psillo Pezoporikos’tan Daki,
Anorthosis’ten109 Mancallo, Koço, Şaylo ve Ayma’dan Sarkiz olmak üzere
Rum ve Ermeni futbolcular da bulunmaktadır. 6 Mayıs 1954 günü yapılan
Kıbrıs-İsrail B millî maçı (2-2) sona erer. Hemen iki gün sonra yapılan
maçı ise İsrail (2-1) kazanır110.
Kıbrıs Cumhuriyeti Döneminde Kıbrıslı Ermeniler ve Türkler
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 16 Ağustos 1960 tarihinde ilân edildiği dönemde adada 3628 Ermeni yaşamaktadır111. Bu Ermenilerden 2500’ü
Lefkoşa’da, 800’ü Larnaka’da, 250’si Mağusa’da, geriye kalanlar da köylerde yaşamaktadırlar. Bu dönemde Maronitler, Latinler (Fransızlar ve Venedikliler) ve Ermeniler dinî gruplar olarak kabul edilir ve Türk veya Rum
kesimlerinden birine ait olmaları konusunda bir referandum yapılır. 1077
Kıbrıslı Ermeni bu referandum sonrasında Rumlar lehine oy kullanırken,
beş Ermeni de Türkler lehine oy kullanır112. Böylece Kıbrıs’taki Ermeni cemaati, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. maddesinin 3. bendine uygun
105 Yücel Hatay, Futbolda Türk-Rum (1934-1955), Mavi Basın Yayınları, Lefkoşa 2000, s.65.
106 Hatay, a.g.e., s.80.
107 Hatay, a.g.e., s.80.
108 Bu araştırmanın tamamlanması aşamasında görüşülen bazı Kıbrıslı Türkler özellikle
1940’lı yıllar sonrasında Ohamya isimli bir Ermeni takımından ve Türklerin de bu takımı
desteklediklerinden söz ederler; ancak bu takımla ilgili fazla bir bilgiye ulaşılamamıştır.
Omonia isimli Rum takımıyla bir isim benzerliği ve yıllar sonra bir kavram kargaşası olması ihtimali de göz önünde tutulmalıdır.
109 Bu takım geçen yıl Trabzonspor’u Avrupa kupa maçlarından eleyen takımdır.
110 Hatay, a.g.e., s.80.
111 KTMA, Klasör No: 61, 1970-E.
112 Lefkoşa’da 737 Ermeni, 281 Maronit ve 1870 Latin, Limasol’da 69 Ermeni, 35 Maronit,
59 Latin, Mağusa’da 64 Ermeni, 18 Maronit, 15 Latin, Larnaka’da 203 Ermeni, 8 Maronit
ve 57 Latin, Girne’de 4 Ermeni, 704 Maronit ve 12 Latin Rum toplumu üyesi oldukları yö-
471
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
olarak kendilerine verilen hakkı kullanır ve Rum cemaatine ilhak ederler.
Ermenilerin büyük bir kısmının tüccar ve sanatkâr olmaları, iş yerlerinin
neredeyse tamamının Rum tarafında bulunması ve Türklere karşı girişilen
Rum saldırılarından etkilenmemek için Rum bölgesine göç hareketi hızlanır. Buna rağmen altı-yedi aile Lefkoşa’nın Türk tarafında kalıp burada
yaşamayı tercih eder113. Ortaya çıkan bu sonuç Kıbrıslı Türkler arasında
herhangi bir hayal kırıklığına sebep olmaz ve ilişkiler daha önceki şekilde
devam eder. Ancak bu günlerde EOKA baskısı giderek şiddetini arttırır
ve Rum taleplerini karşılayamayan Ermeniler tehtitlerle adayı terk etmeye
başlar. İlk etapta adayı terk etmek zorunda kalan aile sayısı 200 civarındadır. Rum baskılarına karşı koymaya çalışan Petrosyan ve Chakariyan
ailelerinin kadınları ise ibret olsun denilerek EOKA tarafından önce tecavüze uğrar, sonra da öldürülür114. 26 Şubat 1964 günü Lefkoşa’nın Rum
kesiminde Luiza Bedrosyan ve annesi Samandciyan Bedrosyan da EOKA
nünde oy kullanırken Lefkoşa’da 4 Ermeni ve 1 Latin ve Larnaka’da 1 Ermeni Türk olduğu
şeklinde oy kullanır.Ayrıntılı bilgi için bkz. www.http/hayem.org/indeks.htm.
113 Bu Ermeni aileleri Posta sokak, No: 3’te oturan ve Türk Cemaat Meclisi İaşe ve Malzeme
dairesinin yardımlarıyla yaşayan 60 yaşındaki Viktorya Kamuyan, Kamil Paşa sokak, No:
12’de yalnız başına yaşayan 75 yaşındaki Annik Sahinyan, Tanzimat sokak, No: 15’te oturan 65 yaşındaki Arşak Nalbantyan, 60 yaşındaki Arşak Nalbantyan, Agâh Efendi sokak,
No: 20’de oturan 63 yaşındaki Artin Kirkor, 60 yaşındaki Artin Kirkor, Köşklüçiftlik’te
oturan emekli devlet memuru Nişan Nisanyan, Laleli Cami soka,.No: 2’de oturan Lüskan
Kabriel, Artin İdoyan ve Artin İdoyan’dan oluşmaktadır. Nişan Nişanyan haricindeki bütün
Ermeniler Kıbrıslı Türklerin yardımlarıyla ayakta durmaktadırlar. Arşak Nalbantyan doğup
büyüdüğü evden ayrılmamasının sebebini; Türkler bana kendi boğazlarından kestikleri yiyeceği veriyorlar. Eski defterleri karıştırarak geçmişte olan müessif hadiseleri tekrarlamaya
ne lüzum var? Bütün bunlar tehdit ve baskı neticesidir der. Aynı bölgeden göç eden Ermeniler ise Kohonig Shohiniyan, Katherina Bohdjalian ve 2 oğlu, Garabet Medazounian ve
ailesi, Haig Agaduryan ve ailesi, Mıgırdıç Bulyan ve Vahan Muratyan’dır. Göçmen Bürosu
kayıtlarına göre 1960-1963 döneminde Ermeni nüfusunun yaklaşık % 27’si olan yaklaşık
1 000 Ermeni göç eder. Olayların patlak verdiği ilk günlerde ise 160 Ermeni göç eder. Orta
halli ve fakir insanlar olan bu Ermeniler arasında geçimini el emeğiyle karşılayan pek çok
sanatkâr da bulunmaktadır. Ada dışına göç etmeyi tercih eden Ermeniler ise Lefkoşa’daki
Rus büyükelçiliğinin devreye girmesi sonrasında her seferinde 500-600 kişi taşıma kapasitesi olan 2 Rus gemisi ile Ermenistan’a gider. Daha sonraki dönemde de yaklaşık 200
Ermeni ailesi Kıbrıs’tan ayrılır ve özellikle Lübnan, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri
ve Suriye başta olmak üzere farklı ülkelere göç eder. Olayların durulması sonrasında ada
dışına göç eden bazı Ermeniler Kıbrıs’a dönmelerine rağmen memur statüsünde olanlarla
hükümet mekânizmalarında görev yapanların bu görevlerine kaldıkları yerden devam etmelerine müsaade edilmediğinden, bu insanlar tekrar ada dışına göçebilecek maddî kaynak
buluncaya kadar perişan bir vaziyette ortalıkta kalır. Sokaklarda yatıp kalkan bu Ermeniler
dışında bazıları da İngiliz üslerinde kalacak yer derdine düşer. KTMA, Klasör No: 61,
1970-E.
114 Special News Bulletin, 22 Mayıs 1964 Lefkoşa.
472
Dr. Öğ. Yb. Ulvi KESER
tehtitlerine karşı çıktığı ve şantajla kendilerinden istenen parayı ödemeyi reddettikleri için evlerinde öldürülür. Ayrıca Yebruhi Lusarriyan isimli
yaşlı Ermeni kadının da evine zorla girilir. Yaşlı kadını kaçırmayı başaramayan EOKA mensupları evi talan eder, yükte hafif pahada ağır ne varsa
alıp gözden kaybolur. Türklere karşı olumsuz davranışları görülen tek Ermeni ise Zafer Sineması’nda çalışmakta olan Beliğpaşa’dır. Bu Ermeninin
1963 olayları döneminde Rumlara Türklerle ilgili bilgi sızdırdığı anlaşılır
ve Türk kesiminden uzaklaştırılır115.
21 Aralık 1963 tarihinde Akritas Planı çerçevesinde EOKA mensupları tarafından adada başlatılan saldırılarda Türkler kadar Ermeniler de zarar
görmeye başlar. Rum propagandalarına aracılık etmeyen, şantaja boyun
eğmeyen, haraç vermeyen Ermenilerin evleri bombalanır, pek çoğu öldürülür, ev ve dükkânları yağmalanır ve yakılır, ölümle tehdit edilir ve
paraları gasp edilir116. Bu arada başpiskopos Makarios’un Ermenileri de
Türklere karşı kışkırtma politikası çerçevesinde Ermeni gençleri zorunlu
askere almaya başlaması Ermenilerin tepkisini çeker ve bu uygulamaya bir
son verilmesi istenir117.
Bu dönemde Kıbrıslı Rumların ve Yunanlıların tahrik politikaları artarak devam eder. Özellikle 21 Aralık 1963 sonrasında Kıbrıs Rum ve Yunan gazeteleri 1915 Tehcir Kanunu ile ilgili maksatlı ve yanlı yayınlarla
Kıbrıslı Ermenileri Türklere karşı kışkırtmaya devam eder118. Olayların
Kıbrıslı Ermenileri Türklere karşı kışkırtma halini alması üzerine Kıbrıslı
Türkler de millî bir davanın maksatlı olarak istismarını engellemek amacıyla harekete geçer ve karşı propaganda girişimleri hızlanır119. 21 Aralık
1963 sonrasında Türklerin temsil edilmediği fiilen ortadan kalkmış Kıbrıs
meclisinde 1915 olaylarının 50. yıldönümü nedeniyle özel oturumlar yapılır ve Kıbrıs Rum hükümeti tarafından özel heyetler oluşturularak Erme115 Rauf Özhun ile 29 Ocak 2006 tarihinde Ankara’da yapılan görüşme.
116 Örneğin Lefkoşa’nın Türk bölgesinde yaşayan Koharig Shahiniyan isimli 60 yaşındaki bir
Ermeni kadın Yeşilhat civarındaki Paphos Street (Baf Sokağı)’ten evine gelirken 4 Rum
tarafından yolu kesilir. Baf Kapısı’nda karanlık bir köşeye çekilen yaşlı kadın burada ciddi
bir şekilde darp edildikten sonra Kanadalı BM askerleri tarafından kurtarılır. Polis tarafından gözaltına alınıp tutuklandığı belirtilen saldırganlar ise aynı gün yaşlı kadını tekrar takip
ederler. Ertesi gün alışveriş yaparken Andreas ve Petrakis isimli 2 Rum polis tarafından
yolu kesilen Koharig Shahiniyan Lefkoşa’nın Rum kesimine geçmesi halinde bir çuvala konulup kaçırıldıktan sonra öldürüleceği şeklinde tehdit edilir. KTMA, Klasör No.61,
1970-E.
117 Special News Bulletin, 3 Ocak 1965.
118 Special News Bulletin, 30 Nisan 1965.
119 KTMA, Klasör No.61, 1970-E.
473
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
ni ileri gelenleriyle irtibata geçilir. Adada Ermenileri kışkırtmaya yönelik girişimlerin artmaya başlaması üzerine Kıbrıslı Ermeni ileri gelenleri
bir araya gelir ve yaptıkları toplantıda adada ve Türkiye’de yıllardan beri
huzur içinde bir arada yaşayan insanları örnek göstererek itidal tavsiye
ederler120. Bu arada Berch Tilbian isimli Kıbrıslı Ermeninin Türkiye’yi
suçlayıcı açıklamalar yapması üzerine Nurshak Nalbantyan isimli Ermeni
kadın buna, Türkler her zaman yiyeceklerini benimle paylaştılar. 50 yıl
önce meydana gelmiş olayları kullanmanın kime ne faydası var? Türklere
karşı bu davranışların tek sebebi Rum tehtitleridir diyerek cevap verir121.
Bu arada Victoria Kamyan isimli bir başka Ermeni kadın da aynı konuyla
ilgili olarak...50 yıl önce meydana gelmiş üzücü olaylardan bahsetmesek
daha iyi olur. Berch Tilbian122 Kıbrıs’ta doğmuştur. Bu olayları nasıl bilebilir ki? Rum tarafında yaşayan Ermeni kadınların Rumlar tarafından
vahşice öldürülmelerini nasıl bu kadar çabuk unutabilir ki? Rumlar ellerindeki Ermeni tutsakları istedikleri gibi konuşmaya zorlamakta serbestler, fakat 50 yıl önceden bahsetmek hiç de hoş değil açıklamasını yapar123.
Aynı gün açıklama yapan Artin İdoyan ve eşi de Türkçe’nin kendi ana
dilleri olduğunu, Türklerle Ermenilerin adada barış ve huzur içinde beraber yaşadıklarını, şu andaki bütün güçlüklere rağmen Türklerin Ermenilere gerek maddî, gerekse yiyecek yardımında bulunduklarını belirtir124. 14
Ağustos 1965 tarihinde Mağusa’da daha önce EOKA tehtitlerine maruz
kalan Makar Cherchadiyan isimli Ermeniye ait bir yedek parça dükkânı
havaya uçurulur125. EOKA baskısından bunalan Ermeniler ne yapacaklarını bilemez duruma gelirler126;
Bu şekilde kendilerini beklemedikleri bir baskı ve terör havası içinde
bulan Ermeniler, istemeyerek Rumların siyasî propaganda vasıtası durumuna düşmüşler ve bazıları gerek televizyonda ve gerekse basında zaman
zaman Türkler aleyhine beyanatlar vermek ve toplantılar düzenlemek mecburiyetinde bırakılmışlardır. Ermenilerin bütün bu hareketlerinin büyük
baskı ve tehdit sonucu olarak yapıldığı bilinmesine rağmen, Lefkoşa’nın
Türk kesiminde rahat ve huzur içinde yaşayan Ermeniler, soydaşlarının bu
120 Special News Bulletin, 28 Nisan 1965.
121 Special News Bulletin, 27 Nisan 1965.
122 Söz konusu kişi daha sonra Rum Cemaat Meclisi’nde milletvekili olarak görev yapar. Bazı
resmî kaynaklarda ismi Berj olarak verilmektedir.
123 Special News Bulletin, 27 Nisan 1965.
124 KTMA, Klasör No.61, 1970-E.
125 Special News Bulletin, 17 Ağustos 1965.
126 “Kıbrıs’taki Ermeni Cemaati” başlıklı rapor. KTMA, Klasör No: 61, 1970-E.
474
Dr. Öğ. Yb. Ulvi KESER
hareketlerini tel’in etmeyi bir insanî görev saymışlar ve 25 Nisan 1965 tarihinde gazete muhabirlerine verdikleri beyanlarla hislerini açıklamışlardır... Hadiselerin ilk günlerinde Türk kesiminde bulunan bazı Ermeniler,
Rumlarla işbirliği yapmışlar ve ellerindeki telsiz cihazları ve telefonlarla
Rumlara bilgi vererek, Türkleri imha için giriştikleri saldırılarda kendilerine yardımcı olmuşlardır... Durum bu merkezde olduğu halde, Türkler
hiçbir zaman Ermenilere karşı düşmanca hisler beslemediler ve düşmanca
muamelede de bulunmadılar. Çünkü Kıbrıs’ta Türklerle Ermeniler senelerce ahenkli bir şekilde kardeşçe yaşamışlardır. Hadiselerin başlamasından
sonra Türk tarafında kalan Ermenilere Türkler yine kardeşçe muamele
etmişler, kendilerine iaşe ve yiyecek dâhil her türlü yardımda bulunmuşlardır...
Taşınmaz mallarını Türk tarafında bırakarak kendilerini EOKA’nın
insafına bırakan Ermeniler ayrıca geride bıraktıkları mallarıyla ilgili olarak dokuz kişilik bir yönetim kurulundan oluşan Yerlerinden Olan Ermeni
Mal Sahipleri Cemiyeti isimli bir dernek kurarlar. Tehtitler karşısında ne
yapacaklarını bilemeyen Ermeniler ise şantajlara daha fazla dayanamaz ve
önce Rum kesimine, daha sonra da ada dışında özellikle İngiltere, Amerika, Fransa ve Kanada’ya göç etmeye başlarlar.
Sonuç
Ermenilerin ağırlıklı olarak adaya gelmeye başladıkları 1915 sonrasında Türklerle aralarında neredeyse hiçbir problem yaşanmamıştır. Örnek
alınabilecek kadar güzel, uyumlu ve barış içerisinde komşuluk ilişkileri
yaşanmış ve adada Türklerle Ermeniler arasında özellikle Rumlara karşı adı konulmamış bir dayanışma yaşanmıştır. Ermeni nüfusu adada 1963
yılına kadar geçen süreçte 150 ile 3000 arasında değişmiştir. Bu konudaki tek istisna ise 1916 yılından itibaren adaya getirilen Legion D’Orient
mensubu Ermenilerin aileleridir. Bu Ermeni aileler de zaman içinde farklı
ülkelere göç ettiklerinden ortalama nüfus 3000 civarında olmuştur.
Öte yandan 21 Aralık 1963 tarihinde EOKA’nın başlattığı saldırılar
sırasında adadaki Ermenilerin korunması ve taşınmaz mallarının emniyet
altına alınması Kıbrıslı Türkler yanında adada konuşlanan Kıbrıs Türk
Kuvvetleri Alayı tarafından gerçekleştirilmiştir. Bugün adada tamamı Kıbrıs Rum kesiminde olmak üzere 2000 civarında Ermeni yaşamakta ve etnik
kimliklerini korumak bağlamında büyük bir gayret sarf etmektedirler. Gerek KKTC ve gerekse Türkiye, Ermenilere yönelik iyi niyet hareketini her
475
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
zaman göstermektedir. Bunun son örneği ise 20 Temmuz 1974 Barış Harekatı sonrasında Lefkoşa’nın Türk kesiminde kalan eski Ermeni taşınmazlarıyla Melikyan-Ouzounian İlkokulu ve Sourp Asdvadzadzin Kilisesi’nin
tekrar Ermenilere devredilmesidir.
476
TÜRK KURTULUŞ SAVAŞI’NDA FRANSA’DA
ERMENILERIN TÜRKIYE’YE KARŞI PROPAGANDALARI
VE TÜRKSEVER FRANSIZLARIN KARŞIT PROPAGANDASI
Prof. Dr. Yahya AKYÜZ
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi
E-mail: [email protected]; Tel: 0 312 363 33 50-3214
Özet
Tarih, tarihçilerin uğraştıkları, fakat, onların ortaya koydukları bulguları toplumların bilmelerine, ilgilenmelerine
gerek olmayan bir sosyal bilim değildir. Tarihî gerçekleri
bilmek toplumların bugün barış aramalarına engel olmaz,
aksine toplumlararası barışa hizmet eder. Çünkü, tarihin
bilinmesi, toplumların birbirlerine karşı giriştikleri haksızlıkların, iftira ve karalama kampanyalarının, savaşların ve
yaşanan karşılıklı acıların bilinmesi demektir. Eğer bunlar
bilinirse, bugün geçmişten ders alınarak aynı hatalara düşmekten kaçınılıp barış içinde yaşamanın değeri daha iyi
anlaşılabilir. Buna en güzel örnek, daha düne kadar birbirleriyle acımasızca savaşan Fransız, Alman ve İngiliz milletlerinin hem tarihlerini iyi inceleyip okullarında çocuklarına
öğretmeleri, hem de bundan böyle barış ve işbirliği içinde
yaşamanın değerini anlayıp Avrupa Birliği’ni kurabilmiş
olmalarıdır.
Bildirimizde, esas olarak, üzerinde çalıştığımız 1919-1922
yılları arasında Fransa’da yayınlanan gazetelerden ve bazı
Fransızca kitaplardan vs. yararlanılmıştır.
Konu şu alt başlıklar altında incelenecektir.
1. Türk millî kurtuluş hareketinin doğuşu ve Ermeni propagandası
2. Paris Barış Konferansı ve Ermeni propagandası
3. Türk-Ermeni Savaşı ve Ermeni propagandası
4. Türk-Fransız Savaşı ve Ermeni propagandası
5. Türksever Fransızların karşıt propagandası
Bildirimizin sonunda bir sonuç ve genel değerlendirme ile
bazı resimler ve karikatürler yer alacaktır.
Prof. Dr. Yahya AKYÜZ
I. Türk Millî Kurtuluş Hareketi’nin Doğuşu ve Ermeni
Propagandası
Fransız kamuoyu, Mustafa Kemal’in adını ilk kez 1919 Temmuzu’nun
başlarında Ermeni kaynaklı haberlerden duydu. Türkiye’deki Ermeni Patriği ve din adamlarının Fransız basınına gönderdikleri iki telgraftan birini
yarı resmî ve etkisi büyük Le Temps gazetesi, diğerini de büyük gazetelerden Le Figaro yayınladı. Bu telgraflar kamuoyunu endişeye sevkedecek
nitelikteydi:
Birinci Telgraf:
Elde ettiğimiz kesin bilgilere göre, Doğu Ordusunun eski genel müfettişi, halen başkaldırmış bulunan ve Doğu Anadolu’da duruma hâkim olan
Mustafa Kemal ile yine başkaldıranlardan eski Bahriye Nazırı Rauf’un
teşkil ettikleri alaylarla milis kuvvetleri Ermeni Cumhuriyeti’ne saldırmak
için Erzurum’da toplanıyorlar. Silâhları tamamen alınmayan Türk ordusunun elinde her türlü imkân var. Ermeni Devleti’nin kurulmasını engellemek için Kafkas Ermenilerini katletmeyi tasarlıyorlar. Tehlike ciddîdir.
Müdahale ediniz.
481
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
İkinci Telgraf:
Hıristiyanlar yeni bir katliam karşısındadır. Urmiye kadın ve çocuklarından sağ kalanlar da tehlikededir. Nesturî ve Ermeni halkları derhal
yardım istiyorlar. Gecikme kötü olacak1.
1919 yılının sonuna kadar Fransız basınında Millî Mücadele’nin
doğuşu ve gelişmesi konusunda Ermeni kaynaklı daha birçok telgraf
ve haberin çıktığını görüyoruz. Bu haberleri şöyle özetleyebiliriz: Barış
Konferansı’nın Türk meselesini çözmekte gösterdiği yavaşlık ve galip
devletlerin arasındaki uyuşmazlıklar, çekişmeler nedeniyle Türkler cüretlerini artırıp şimdiye kadar kılıçtan kurtulabilen beş on bin Ermeniyi de
öldürmek istiyorlar. 1918’in galipleri, gecikme yüzünden, Doğu sorununu
kendi çıkarlarına ve esaretten kurtarılan diğer halkların menfaatine uygun
şekilde çözememe tehlikesi ile karış karşıyadırlar. Zaferin meyveleri toplanamayacaktır. Eli çabuk tutmalı, kıpırdamaya başlayan Türkiye’ye derhal
müdahale etmelidir.
1919’un Temmuz ayı başlarında Fransız basınında yer alan bu haberler Türkiye’de hangi olaylara ilişkindir? Bunlar esas olarak 21/22 Haziran
1919 gecesi Mustafa Kemal’in Amasya’da hazırlayıp yayınladığı Amasya
Genelgesi ile ilgilidir.
Bu genelgenin ilk üç maddesi şöyledir2:
1. Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir.
2. İstanbul hükümeti üzerine aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gibi gösteriyor.
3. Milletimizin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
Genelgede, Doğu illeri adına 23 Temmuz’da Erzurum’da bir kongre
toplanacağı da duyurulmaktadır.
İşte, Ermeni propagandası, Türk millî kurtuluş hareketinin doğuşunu
ve amaçlarını Fransız kamuoyuna yeni bir Ermeni katliamına hazırlık gibi
göstermiş ve 1919 yılı boyunca kamuoyunu etkilemeyi başarmıştır.
1
2
Le Temps, 11 Juillet 1919, s.2; Le Figaro, 13 Juillet 1919, s.1.
Kemal Atatürk, Nutuk (1919-1927), Ankara 2004, s.21-22 (Yayıha hazırlayan Zeynep
Korkmaz)
482
Prof. Dr. Yahya AKYÜZ
II. Paris Barış Konferansı ve Ermeni Propagandası
Müttefik devletler (başlıcaları: Fransa, İngiltere, Rusya, İtalya, ABD)
Ermeni haklarından ve bir Ermeni Devleti kurulması gereğinden ilk kez
1917 Rus ihtilâlinden sonra söz etmeye başlamışlardır. Bu konuda Wilson,
Lloyd George ve Clemenceau’nun bazı demeçleri zikredilebilir. Ancak, bu
vaat ve demeçlerin samimilikten yoksun olduğu açıktır. Zira daha 1916’da
İngiltere, Fransa ve Rusya gizli anlaşmalarla Türkiye’yi Ermeni hakları gibi bir kavramı akıllarının ucuna getirmeden aralarında paylaşmışlar,
Doğu Anadolu’yu Rusya’ya bağışlamışlardı.
Şu var ki Ermeniler, Rusya’da ihtilâl çıkmasından yararlanarak 1918
başlarında Erivan’da bir Ermeni Cumhuriyeti kurmayı başardılar ve
Aharonian’ı Cumhurbaşkanı seçtiler. Müttefiklerin bu devleti hemen değil
de 1920 başında fiilen tanımış olmaları onların samimiyetsizliğini gösteren başka bir örnektir. Her ne ise Ermeniler, devletlerinin sınırlarını genişletmek için Müttefiklerin 1918’deki vaatlerine bel bağladılar. Aslında,
onların ordularında gönüllü olarak çarpışmışlardı. Öyle ki, Müttefik ordularında yer alan Ermenilerin sayısının 200 binden fazla olduğu bazı Batılı
tarihçilerce belirtilmektedir3.
Bu nedenle, Müttefikler Birinci Dünya Savaşı’ndan galip çıkınca,
Ermenilerin, parçalanacak olan Osmanlı pastasından önemli bir pay alabilecekleri umutları kuvvetlendi. Bu amaçla, Mondros Mütarekesi’nden
sonra diplomatik faaliyetlerde bulunmak ve propagandaya girişmek üzere
Paris’e üç ayrı heyet gönderdiler: Boghos Nubar Paşa’nın başkanlığındaki
Avrupa Millî Ermeni Delegasyonu, Aharonian’ın başkanlığındaki Ermeni
Cumhuriyeti Delegasyonu ve Ermeni Patriği Monsenyör Terzian’ın başkanlığında din adamları delegasyonu.
Birinci Dünya Savaşı’nı siyasî olarak sonuçlandırmak için 18 Ocak
1919’da Paris’te bir Barış Konferansı çalışmaya başladı.
Ancak, Paris’te bulunan Ermeni heyetlerinden hiçbirinin Barış Konferansında sürekli temsilciliği kabul edilmedi. Aharonian, 1919 Şubatında Le
Temps’a verdiği demeçte, Barış Konferansı’nın dışında bırakılmak Ermeni
ulusu için çok acı bir hayal kırıklığı olmuştur der4. Ermeni tarihçisi Pasdermadjian da Panama ve Liberya gibi güyâ savaşa katılmış devletler bile
3
4
Türkkaya Ataöv’ün bulduğu belgeler: “Türklere Karşı 200 Bin Ermeni Savaştı”, Hürriyet
gazetesi, 31 Ekim 2005, s.1 ve 22.
Le Temps, 27 Fevrier 1919, s.4
483
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Konferansta daimî temsilci bulundururken, Müttefikler için dereler gibi
kan akıtan Ermenistan’ın temsil edilmemesinden yakınır5.
Fakat Ermeniler Barış Konferansı öncesi ve Konferans sırasında
Fransa’da yoğun bir propagandaya giriştiler ve isteklerini ilk kez, resmî
olarak açıklamaları için, 26 Şubat 1919’da Konferansa kabul edildiler.
Ermenilerin hak iddiaları ve istekleri ile bunların dayanakları ne idi?
Fransız kamuoyu ve Barış Konferansı önünde Ermeniler hak iddialarını, milliyetler prensibi ile hissî-tarihî delillere dayandırıyorlardı.
a) Milliyetler Prensibi
Ermeniler isteklerini milliyetler prensibine dayandırıyorlarsa da, bazan, Fransız Ermeniseverleri bile, Doğu Anadolu’nun birçok yerinde Ermenilerin azınlıkta bulunduklarını ileri sürerek geniş bir Ermeni İmparatorluğu kurmaya bu prensibin yetki veremeyeceğini söylüyorlardı. Şu
halde, Ermeniler daha ziyade hissî, manevî ve tarihî deliller ileri sürmek
zorunda kalıyorlardı.
b) Hissî-Tarihî Deliller
Bu deliller birkaç sloganda toplanmaktadır:
aa) Ermenistan Doğuda medeniyetin öncüsüdür sloganı
Paris Aydınlar Ermeni Birliği başkanı A. Tchobanian, Aralık 1918’de
verdiği bir konferansında der ki: Söylevime ‘Doğuda Yunan-Latin medeniyetinin öncüsü olarak Ermenistan’ başlığını koydum. (...) Ermeni sorununu her ele alışta, kanımca, bu formülü tekrarlamak, bu tezi hatırlatmak
kesinlikle gereklidir, çünkü yalnızca bu formül Ermenistan faciasının nedenlerini açıklıyor ve çözümünü gösteriyor. Ermenistan’ın uğradığı zulüm,
daha güçlü bir halk tarafından esir edilip ezilen bir halka reva görülen
zulüm değildir; bu barbarlık ile en güzel insanlık kültürü arasındaki mücadeleden bir sayfadır. İlk kez Yunanistan’ın dünyaya öğrettiği ve modern
devirlerin Yunanistan’ı Fransa’nın savunup yaydığı hür düşünce ile Doğu
despotizminin karanlık zihniyeti arasındaki eski mücadeledir; iki âlemin,
iki ayrı anlayışın, iki ayrı prensibin mücadelesidir ve yeni biten Büyük Savaş bu mücadelenin çok önemli ve kesin bir safhasıdır.
5
H. Pasdermadjian, Histoire de l’Arménie, Paris, 1964, s.419; Revue des Etudes Arméniennes, 1920, Tome I, Fascicule 2, s.139
484
Prof. Dr. Yahya AKYÜZ
Ermenistan asırlardan beri, gücü ölçüsünde, fakat bütün ruhu ve sarsılmaz iradesiyle işte bu mücadeleyi vermektedir (...)6
bb) Ermenistan Fransa’ya akrabadır sloganı
Şubat 1920’de, Paris Üniversitesi’nde Profesör Charles Brun, Ermenistan lehinde Fransız Komitesi üyelerinden yazar ve milletvekili Gaston
Deschamps’ın başkanlığında yapılan ve Boghos Nubar Paşa’nın da hazır
bulunduğu konferansta bu akrabalığa değinir: Ermenistan yüzyıllar boyunca medeniyetin nöbetçisi olmuş ve yönünü her zaman Fransa’ya doğru
çevirmiştir. Son Ermeni kralları Fransız Hanedanı Lusignan’lara mensuptu. Ermeniler uzak, ıztırap çeken fakat sadık kardeşlerimizdir ve bu halk,
istilâcıya karış zayıf ve silâhsızdır7. Ermeni propagandasına göre Ermenistan Doğunun küçük Fransası’dır8.
cc) Ermenilerin zihnî üstünlüğü sloganı
Ermenilerin zihnî üstünlüğüne gelince, bu da çok sık ortaya atılan bir
slogandır. Örneğin, Toulouse kentinin büyük gazetesinde bir yazar, Ermeni
zekî ve yaratıcıdır, ve maharet isteyen bir iş onun yapabileceği iştir; Osmanlı ise o ölçüde dar görüşlü ve kısırdır demektedir9.
dd) Mazlum Ermenistan sloganı
Ermeni propagandasının en çok kullandığı ve en etkili görünen sloganı budur. Mazlum Ermenistan ve katliamlar teması her zaman, fakat özellikle Türk millî uyanışı sırasında Fransız ve dünya kamuoyunun önüne
sürülmüştür. Günümüzde de (2006) en çok işlenen slogan budur.
Barış Konferansı’nda kendilerine genişçe bir imparatorluk biçtirebilmek için Ermeni propagandası ana çizgileriyle, mazlum Ermenistan sloganını şu şekilde kullanmıştır: Zihnî bakımdan geri, politik bakımdan barbar
bir ırk olan Türkler, üstün bir ırk, medenî ve çalışkan bir halk olan Ermenileri katletmiştir, katletmektedir10. Bu yüzden, Ermeni ırkı yer yer azınlıkta kalmış olabilir. Ancak, bu nedenle Ermenilere istedikleri toprakları
6
Denys Cochin, A. Tchobanian, B. Bareilles, (...), La Renaissance de l’Orient, Paris 1919
s.18
7 Le Temps, 10 Février 1920, s.1
8 La Croix, 30 Avril 1920, s.1
9 La Dépèche (de Toulouse), 21 Juillet 1918, s.1
10 Madame Captanian’ın bir kitabından, Le Temps zikrediyor, 24 Janvier 1920, s.3
485
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
vermemek adalete sığmaz; katliamların kurbanları da hesaba katılmalıdır;
yoksa bu, barbarlığın hakka, kaba kuvvetin adalete üstünlüğünü onaylamak demek olur.
Fransız kamuoyu, ilk zamanlarda, Ermeni isteklerini bu açıdan ele
almaya eğilimli idi. Üstelik kamuoyu katliamlardan yalnızca Türkleri sorumlu tutmuyor, bunda Prusya parmağı görüyordu. Le Petit Parisien’in
1918 sonunda İstanbul’da yaptırdığı bir ankette de bu belirtiliyor: Bir buçuk milyon kurban..... Böyle katliamlar tesadüfen ve tam bir teşkilât olmadan yapılamazdı. Bunları, metot ülkesi Almanya, ilmî, stratejik ve hemen
hemen askerî şekilde yönetti. Enver Paşa, Talât, Cemal ve İttihatçı bütün
haydutlar cellâttır, fakat mareşal Liman von Sanders, cellâtların şefidir11.
Şu halde, mazlum Ermenistan sloganı ile Ermenilerin Fransa’da kamuoyunun desteğini kazanması kolaydı. Ancak, Ermenilerin ve Fransız
dostlarının verdikleri yalan yanlış ve çelişkili bilgiler kamuoyunun sorunu
bu açıdan değerlendirmesini geniş ölçüde engelledi.
Yukarıda açıkladığımız gibi, Ermeniler Barış Konferansı önünde isteklerini ilk kez 26 Şubat 1919’da dile getirdiler. Fransa’nın o tarihlerde
yarı resmî ve en ciddî günlük gazetesi olan Le Temps, 28 Şubat günkü başyazısında Ermenilerin Barış Konferansı’nın önündeki isteklerine ilişkin şu
değerlendirmeleri yaptı:
Ermeni ırkı, ıztıraplarının kendisine hakettirdiği rövanşı nihayet alıyor. İki Ermeni delegesi, Boghos Nubar Paşa ve Mösyö Aharonian büyük
Devletler Konseyi önünde isteklerini açıkladılar. Onların hak iddialarını
özel bir karşılama bekliyordu. Mazlum bir halkın temsilcileri zaten herkesin sempatisini önceden kazanmıştı.
Bu nazik ve duygusal ifadelerden sonra Le Temps, delegelerin ileri
sürdükleri istekleri ele alıyor ve onların haklı olup olmadığını tartışıyordu:
Ermenilerin istekleri Van, Bitlis, Diyarbakır, Harput, Sivas, Erzurum ve
Trabzon illerini içine alıyor ve yalnızca Dicle’nin güneyindeki Kürt bölgeleriyle Ordu-Sivas çizgisinin batısındaki Türk bölgelerini dışarda bırakıyor.
Öte yandan Ermeniler Kilikya (Çukurova)’yı da, yani Akdeniz’e kadar uzanacak, özellikle Mersin ve İskenderun limanlarını kapsayacak bölgeyi de
istiyorlar. Böylece Ermeni Devleti, Toroslar’dan ve Sivas yaylasından itiba-
11 Le Petit Parisien, 2 Janvier 1919, s.1
486
Prof. Dr. Yahya AKYÜZ
ren Küçük Asya’nın (Anadolu’nun) bütün doğu kısmını işgal etmiş olacak,
Karadeniz ve Akdeniz’de kıyısı bulunacak.
Ermeni delegeleri, Karadeniz konusunda Yunan hükümeti ile anlaştıklarını, böylece Yunanistan’ın Trabzon’u istemeyeceğini ilâve etmektedirler. Buna karşılık, Fransa’nın tarihî bir rol oynayacağı ve bazı haklar
ortaya atacağı Kilikya ve İskenderun’a ilişkin Ermeni iddiaları ise Fransa
hükümeti ile anlaşılmadan ileri sürülüyor.
Le Temps, Ermeni delegelerinin isteklerinin çok abartılı olduğunu,
Van hariç Anadolu’da hiç bir yerde Ermenilerin çoğunluk teşkil etmediklerini, Van ilindeki Ermeni çoğunluğunun da pek zayıf kaldığını söyledikten ve bu konuda Ermeni kaynaklarını zikrettikten sonra delegelere
şu tavsiyede bulunur:
Ermeni nüfusunu, yoğun bir kitle teşkil edeceği küçük bir vatanda mı
toplamaya çalışmalı, yoksa her tarafta azınlıkta bulunacağı bir imparatorluk kesip biçerek bu nüfusun dağılışını kesin hale mi sokmalı? Küçük bir
vatan ile geniş bir imparatorluk fikri arasında Ermeni delegeleri dün imparatorluk lehinde konuştular. Kendi vatandaşlarının menfaati yönünden
başka bir yol seçmeleri düşünülebilir12.
Diğer Fransız gazetelerinde çıkan yazı ve yorumlar da Ermeni delegelerinin isteklerini haklı bulmaz. Öyle ki, Kurtuluş Savaşı boyunca
tamamen Türk düşmanlığını ve Ermeni-Yunan dostluğunu meslek edinen
Auguste Gauvain bile başyazarlığını yaptığı Journal des Débats gazetesinde Ermeni isteklerinin ortaya konduğu şekliyle kabul edilemeyeceğini yazmıştır13.
Aynı 1919 yılı Şubatı’nda Fransız kamuoyunun Yunanlıların Anadolu
ve Trakya konusundaki isteklerini içten alkışladıkları bir gerçektir. Oysa,
yukarıda kısaca görüldüğü gibi, kamuoyu Ermeniler için duyduğu sempatiye rağmen onların hak iddialarını desteklemiyordu. Fransız gazeteleri,
Yunanlıların Batı Anadolu ve Trakya’da Rum nüfusuna ilişkin istatistiklerini hiç tartışmadan yayınlarken, Ermeni delegelerinin iddialarını istatistiklerle çürütmek için özel bir çaba gösteriyorlardı. Yunanlıların rakamları sanki
daha mı geçerli, istekleri Ermenilerinkinden daha mı gerçekçi idi?
Fransız kamuoyunun Ermeni isteklerine pek sıcak bakmamasının başlıca üç nedeni vardır: Önce Ermenilerin Yunan Başbakanı Venizelos gibi
Fransa’da çok sevilen, kurnaz, işbilir bir diplomatları yoktu, Bilakis, Erme12 Le Temps, 28 Fevrier 1919, s.1
13 Journal des Débats, 1er Mars 1919, s.1
487
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
ni diplomatları ve propagandacıları Türk antlaşması ile ilgili isteklerinde
beceriksiz davranıyorlar, gaf üstüne gaf yapıyorlardı. İkinci olarak Ermeniler
Kilikya’yı da istiyorlardı. Oysa 1919 boyunca, özellikle bu yılın ilk aylarında Fransız kamuoyu Le Temps’ın da belirttiği gibi, Fransa’nın Kilikya’da oynayacak tarihî bir rolü bulunduğunu düşünüyor ve bu bölgenin Fransa’ya
verilmesini istiyordu. Nihayet Ermeni istekleri kamuoyuna aşırı, dolayısıyla samimiyetten yoksun ve gerçekleşmesi olanaksız görünmüştü.
III. Türk-Ermeni Savaşı ve Ermeni Propagandası
10 Ağustos 1920’de imzalanan Sèvres Antlaşmasına göre Türkiye,
Erivan’da kurulan Ermenistan Cumhuriyeti’ni hür ve bağımsız bir devlet olarak tanıyordu. Bu devletin sınırlarının belirlenmesi ABD Başkanı
Wilson’un hakemliğine bırakılmıştı.
Fransız kamuoyu, Ermeniler için içgüdüsel denebilecek sıcak bir sempati duymakla beraber, genç Ermeni Devleti’nin çok güç durumda bulunduğunu görüyordu. Le Journal gazetesinin deyimiyle, Ermenistan’a
verilmesi düşünülen bölgeler Türk milliyetçilerinin genel karargâhı değil
miydi14?
Bu nedenle, 1920 Ekimi’nde gazeteler Türk-Ermeni savaşına ait ilk
haberleri vermeye başlayınca kamuoyu buna şaşmadı. Zira, 1920 yılı başından beri kamuoyunda Türkler lehinde bir tutum ve kanaat değişmesi
meydana gelmekteydi; öyle ki, Sèvres Antlaşması’nı kamuoyunun büyük
kısmı onaylamamıştı. Kamuoyunun bu antlaşmaya yönelttiği eleştirilerden biri onun barış değil savaş antlaşması olması idi. Le Temps’ın dediği
gibi, devir artık Nuh’un gemisinin Ağrı dağına yanaştığı devir olmadığı
ve bütün Doğu Anadolu Müttefiklerin etki alanı dışında kaldığı için Ermenilere herhangi bir yardımda da bulunulamazdı15.
Türk-Ermeni savaşının neden çıktığı ve nasıl geliştiği konusunda Fransız kamuoyuna pek fazla bilgi ulaşmamıştır. Ermeni propagandası da kamuoyunu pek etkileyemedi. Çünkü bu savaş, Yunanistan’da Fransızların
nefret ettiği eski Kral Konstantin’in tekrar tahtına dönüşü ile ilgili olaylarla aynı zamana rastladı: 1920 yılının bütün sonbaharı boyunca herkesin
kafasını hemen tamamen Yunanistan olayları işgal ettiği için Ermenistan
savaşı Fransız basınında fazla bir yer tutmadı. Öte yandan, Yunanistan olay14 Le Journal, 10 Mai 1920, s.1
15 Le Temps, 10 Novembre 1920, s.1
488
Prof. Dr. Yahya AKYÜZ
ları sonunda Fransız kamuoyu Türkiye lehine kesin bir dönüş yaptığı için
ister istemez Ermenilere olan sempatisinde de azalma görüldü.
IV. Türk-Fransız Savaşı ve Ermeni Propagandası
Türk Kurtuluş Savaşı sırasında Kilikya ve Suriye’deki Fransız kuvvetlerinin başkomutanı bulunan General Gouraud’nun Aralık 1920’de dediği gibi,
Fransa, 1919’da Kilikya’da bir Ermeni politikası izlemiştir16. Fransa’nın bir
süre böyle bir politika izlemesi Ermeni propagandasının etkisiyledir.
Fransa’nın, Ermeni propagandasına âlet olan Kilikya politikası başlıca
iki doğrultuda kendini gösterir:
a) Ermenilere Askerî Harekâta Yer Verilmesi
Yine General Gouraud, emrindeki altı taburdan üçünün Ermeni taburu olduğunu söyler. Ermeni kuvvetleri dünyanın dört bucağından koşup
gelen binlerce Ermeni gönüllüsünden oluşmuştu. Bu kuvvetler tabiatiyle
Fransız üniformaları giyiyor, Fransız bayrağı altında çarpışıyorlardı. Fakat
özel bir sancakları da vardı.
b) Kilikya’nın İdarî Yönden Ermenileştirilmesi
1918’de ve 1919’un son günlerine kadar Fransa hükümeti
Kilikya’ya, başka deyişle Çukurova ve civarındaki oldukça geniş bir bölgeye Ermenistan demekteydi. Fakat aslında Fransa buraları kendisi ele
geçirmek için planlar yapıyordu. Buna rağmen Başbakan Clémenceau,
Suriye ve Kilikya için Suriye ve Ermenistan Yüksek Komiseri unvanıyla Georges Picot’yu idareci tayin etmişti. Ali Fuat Cebesoy, hatıralarında
Picot’nun 1919 sonlarında Sivas’a geldiğini, Mustafa Kemal’in kendisini
taşıdığını ileri sürdüğü Ermenistan... Komiseri unvanını reddetmeye razı
olması üzerine kabul ettiğini yazar17. Öte yandan, Kilikya’daki Fransız
idare makamları Ermenistan Fransız idarecileri adını taşıyordu18.
16 L’Asie Française, Janvier 1921, No.188, s.9
17 A. F. Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, İstanbul 1953, s.269-271
18 Journal Officiel de la République Française, 25 Décembre 1920, s.3995 (Chambre des Députés)
489
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Fransa hükümeti, Kilikya’nın idarî işleri için geniş ölçüde Ermeni memur kullanıyordu: Polis, demiryolları, posta vs. gibi önemli hizmetlere Ermeniler atanmıştı.
Olayların gelişmesi sonucu Mart 1921’den itibaren ciddî biçimde
Türk-Fransız yakınlaşması görülünce Ermeni propagandası bu kez, Ermenilerin çoğunluk teşkil ettiği Kilikya’nın Türklere geri verilmemesi için
çaba harcamaya başladı, bir takım kitap ve broşürler yayınladı. Bunlardan
E. Altiar’ın Kilikya Sorunu ve Fransa’nın Yakın Doğu’daki Geleceği
başlıklı kitabını zikredelim19. Ancak, Ermeni propagandasının basında artık bir tek yazısı bile çıkmıyordu, çünkü Fransız kamuoyu 1921 yılında
hemen hemen tümü itibariyle, hükümetin Türklerle anlaşıp Kilikya’yı boşaltmasını istiyor, Kilikya savaşlarında Ermeni tahriklerinin ve propagandasının payı olduğunu anlamış bulunuyordu.
20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara Anlaşması ile Fransızlar Kilikya’yı
boşaltmaya başlayınca Le Temps, Beyrut’taki bir okuyucusunun aşağıdaki
mektubunu yayınladı. Bu mektupta, Türk-Fransız savaşının sona ermesini
bile Ermeni propagandasının kendi çıkarları için nasıl kullanmaya çalıştığı
görülmektedir:
Kilikya’nın boşaltılacağı (Fransa’nın Ankara Anlaşması gereğince
Kilikya’yı Ankara hükümetine geri vereceği) haberi duyulur duyulmaz,
bölgede, Ermeniler arasında sinsi bir propagandanın işlediği seziliyordu;
bu propagandanın amacı onların endişelerini artırmak, onları akılsızca
bazı hareketlerde bulunmaya itmek ve böylece, Ankara Anlaşması’nın Ermenilere ve Hıristiyanlara sağladığı can güvenliği vs. gibi güvencelerin
güyâ yetersizliğini ortaya koymaktı.
Bu şekilde bir propaganda yapıldığı izlenimi, çok sayıda Suriye’ye
gelen Ermeniler arasında açılan ciddî bir anketin sonuçlarıyla da kuvvet
kazanıyor. Daha şimdiden anketten kesinlikle anlaşılıyor ki, Kilikya’nın
boşaltılması onlara, öteden beri, dışardan, örneği görülmemiş bir katliam
ve çapulculuğun işareti şeklinde anlatılmış.
Oysa, Türklerin, ilân ettikleri sükûnet isteklerine tamamen uygun ve
dürüst hareketleri, dünya kamuoyunu tahrik ederek Kilikya’yı boşaltma
işini ve Ankara Anlaşmasının uygulanmasını önlemek için şiddet hareketlerinden medet uman aşırı eğilimli politik komiteleri hüsrana uğrattı.
19 E. Altiar, Le Problème de la Cilicie et l’Avenir de la France au Levant, Préface de F. JeanDesthieux, Paris 1921.
490
Prof. Dr. Yahya AKYÜZ
Ancak, bu propaganda kampanyasının daha şimdiden kötü sonuçlar
verdiği, canlarını tehlikede sanan birçok zavallı insanın ev-barklarını, bırakarak yollara düştüğü ve Suriye’ye ciddî güçlükler çıkardığı da gerçektir20…
Le Temps, Kilikya’nın boşaltılması bitince, bir baş makalesinde, bölgedeki Hıristiyanların sayısı hakkında bilgi verdi: Kilikya’nın tamamen
Hıristiyanların oturduğu bir ülke olduğu, Fransa’nın bu yeri Müslüman
bir devlete geri vermekle kötü bir harekette bulunduğu söyleniyordu. Oysa,
son iki aydaki devir teslim işleri Hıristiyanları tam olarak saymaya imkân
verdi. Bunlardan 49 884’ü, bazı kötü propagandacılar tarafından kandırılarak veya tehdit edilerek kesin veya geçici şekilde göç ettiler. 3 828’i ise
yerlerinde kaldı. Genellikle 300 000 kişinin oturduğu tahmin edilen bir
ülkede topu topu 53 712 Hıristiyan varmış21.
V. Türksever Fransızların Karşıt Propagandası
Bazı Türksever Fransız yazarlar, Ermeni propagandasına karşı bir propaganda geliştirmişlerdir. Bu yazarlar, kıyımların iki toplum arasında karşılıklı olduğunu, fakat Ermeni propagandasının baskın çıkarak Fransız ve
20 Le Temps, 8 Janvier 1922, s.3.
21 Le Temps, 6 Janvier 1922, s.1.
491
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
öteki Batılı kamuoylarını etkisi altına aldığını, Türklerin ise tezlerini Batıda savunma imkânlarına o ölçüde sahip olmadıklarını ve propaganda yapmayı da bilmediklerini söylerler. Ermeni ve Yunan-Rum propagandalarına
karşı Türkleri savunan Fransızlar, esas olarak bazı ünlü yazarlarla, Birinci
Dünya Savaşı’nda Doğuda Türklere karşı çarpışmış, fakat onların savaşta
mertliğini, asil tutum ve davranışlarını görmüş, Doğuda çeşitli toplumları,
ırkları gözlemiş eski Fransız subay ve askerleridir (eski muharipler).
Bu tür yazarların başında Pierre Loti, Claude Farrère ve Léon Rouillon
gelir. Pierre Loti şu olayı nakleder:
1896 katliamları sırasında Anadolu şehirlerinden birinde, Fransız
bayrağı altındaki Konsüllüğe mümkün olduğu kadar fazla Ermeni toplayan Fransa Konsülü, civarda olup bitenleri anlamak için terasa çıkar çıkmaz arkasında iki kurşun kulaklarında vızlar. Başını çevirince ne görsün?
Komşu bir evden Ermeninin teki ona nişan almıyor mu? Sinsi saldırgan
yakalanınca demiş ki: ‘Türkler suçlansın diye ve konsüllerinin ölümü ile
Fransızlar onlara cephe alır umuduyla ateş ettim’22. Bir Paris gazetesinin
İstanbul muhabiri de katliamları şöyle açıklar: Türkler Ermenileri katletmişlerse, Ermeniler de Türkleri aynı ölçüler içinde öldürmüşlerdir. Aradaki tek fark, Ermeninin kanı akınca âlemi ah vahlarıyla doldurması, oysa
Türklerin öç almayı susarak beklemeleridir23.
Bu konuda Claude Farrère ve başka birçok Türksever zikredilebilir.
Biz eski muhriplerden Léon Rouillon’un kitabından birkaç paragraf almakla yetineceğiz.
Léon Rouillon, Birinci Dünya Savaşı’nda Fransa’nın Yakın Doğu ordusunda bulunmuş, Türkleri tanıyıp sevmiş eski bir muhariptir. 1919 sonlarında terhis olup Fransa’ya döndüğünde ülkesinde Ermenilerin, Yunanlı
ve Rumların Türklere karşı acımasız bir propagandaya giriştiklerini ve
Fransızları yanılttıklarını görünce buna karşı çıkmak istemiştir. Rouillon,
Türklere karşı girişilen yalan ve iftira kampanyalarına karşı büyük Fransız
gazetelerine bazı yazılar göndermiş, fakat yayınlatamamıştır. Rouillon, ancak bazı küçük taşra gazetelerinde Türkler lehine birkaç yazı yayınlatabilmiştir. Fakat o, bilgi ve belge toplamayı sürdürmüş, hazırladığı bir kitabı
Aralık 1920’de ve 1921’de olmak üzere iki kez bastırmıştır.
Rouillon’un kitabı Pour la Turquie, Documents (Türkiye İçin, Belgeler) başlığını taşır ve küçük boy 124 sayfadır.
22 Loti, La Mort de Notre Chère France en Orient, Paris 1920.
23 Le Gaulois, 20 Décembre 1920, s.1.
492
Prof. Dr. Yahya AKYÜZ
Rouillon’a göre, Fransa, Avrupa ve bütün dünya, efsanevî Ermeni katliamı hikâyelerinden üzüntüye kapılıyor; Türklere karşı bütün iddia ve yakıştırmaları denetimsiz geçerli kabul ediyor. İşte bu nedenledir ki, mazlum
Ermenistan efsanesi doğmuştur ve Ermeniler mukaddes kurbanlar, onların
güyâ cellâtları da canavarlar olarak görülmüştür. Yazara göre aksini ispata
çalışmak çok güç ve nazik bir iştir, çünkü, efsanelere, ön yargılara, önceden edinilmiş fikirlere karşı yapılacak bir şey yoktur.
Yazar, Fransız ve Avrupa kamuoyunun bu konudaki yanlış saplantılarını, gerçek durumu bilmemesi, Ermenilerin, bu arada İngiltere’nin kamuoyunun bilgisizliğini sömürmesi, Türklerin de kendilerini savunmamaları
ile açıklar: Zavallı, pasif ve dürüst Türkler! Bilgisizliğimizi aydınlatmaya
çalışmayıp bu bilgisizliğin yalnızca Yunanlılar tarafından değil, Ermeniler, İngilizler tarafından da sömürülmesine ses çıkarmıyorlar. Bütün suçlamalara karşı en küçük bir direnme, en küçük bir düzeltme yok. Tabiî,
‘böyle yazılmış’ (mukadderat) deyip geçiyorlar!
Rouillon, Fransa’nın ve Avrupa’nın bu bilgisizliği nedeniyle, bir de
aynı dinden oldukları için Ermenilerin korunması ile uğraştığını söyler.
Ona göre, Ermeniler, Rum ve Yunanlılar, Yahudiler ticaretle uğraşmakta,
Türkleri sömürerek zenginleşmektedirler. Rouillon der ki;
Ermeniler çok tutumludur. Yunanlılar gibi ticarete de giriştiklerinden
tez zenginleşirler. Türkler ise fakir tarımcıdırlar ve ekseriya borç almak
için onlara başvururlar. Ermeniler çok yüksek faizle Türklere borç verir,
sonunda borçlular parayı ödeyemeyince ve garanti de gösteremeyince,
mallarına ipotek konduğu için Ermeniler malları sattırır veya ellerine
geçirir. Türkler böylece çabucak mal ve mülklerinden olur. Bazan birçok
köyde, hatta illerin bir kısmında bu tür olaylar görülünce, bunalan Türkler
bazan ayaklanır ve alacaklılarını öldürür. Savaştan önce bazı Alman ajanlarının da onları ayaklanmaya ittiğini söyleyelim24.
Rouillon ve öteki Türksever Fransızlar, Ermenilere karşı girişilen
olaylarda metot ülkesi Almanya’nın parmağının bulunduğunu söyler. Bu
konuda şunları yazar:
Almanya’nın tüm Osmanlı ülkelerini ele geçirebilmesi için Ermenilerin
ortadan kaldırılmaları gerekiyordu. Çünkü, Yahudilerden bile kurnaz olan
böyle rakipler varken Almanya bu amacını gerçekleştirebilir miydi25?
24 Rouillon, Pour la Turquie, Documents, Paris 1921.
25 Rouillon, a.g.e.
493
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Sonuç ve Genel Değerlendirme
Türk Kurtuluş Savaşı sırasında Ermenilerin Fransa’da giriştikleri
Türkiye’ye karşı propaganda başlıca dört olayla ilgili olarak gelişmiştir:
Bunlardan Paris Barış Konferansı ile Türk-Ermeni savaşı konularındaki
propaganda çeşitli nedenlerle etkilerini pek gösterememiştir. Fakat Millî
Hareketin doğuşu ile Türk-Fransız savaşına ilişkin propaganda amacına
ulaşmıştır. Öyle ki, Türk Millî Hareketi’nin Fransız kamuoyuna Ermeni
katliâmına yeniden başlangıç şeklinde tanıtılması kamuoyunda Türkiye’ye
karış olumsuz etkilerini uzunca süre hissettirmiştir.
Kuşkusuz, Ermeni propagandasının Fransız kamuoyunu etkisi altına
almasında Türklerin kendi davalarını ve olayların gerçek yüzünü kamuoyuna iyi tanıtamamaları da çok önemli bir etkendir. Ermeni propagandasına karşı propaganda esas olarak kimi Türksever Fransız yazarlar tarafından yapılmıştır.
Asıl amacı tarihsel bir araştırma olan bildirimizin günümüzle de sıkı
ilişkileri vardır:
Bugün de Ermeniler Batı dünyasında çok etkili bir propaganda faaliyetleri ile soykırımı dünyaya duyurmaya ve Türkiye’ye kabul ettirmeye
çalışmaktadır. Birçok ülkeye soykırım anıtları diktirmekte, Fransa, İsviçre,
Kanada vs. gibi ülkeler soykırımı siyasî ulusal meclislerince çıkarttıkları
(ya da çıkarmaya çalıştıkları) karar ve kanunlarla gerçek kabul edip, aksini
söyleyenleri cezalandırmaktadırlar. Böylece tarihi tarihçiler değil, seçimle gelen politikacılar yazmaktadır. Bu gelişmeler, insanların ve ulusların
araştırma, tarafsız kalma, özgürce düşünme ve farklı ifade gibi en temel
haklarına ve sorumluluklarına büyük bir darbe vuracaktır.
Oysa tarihin tarihçiler tarafından yazılması gerekir. En iyi yöntem
ise, farklı görüşteki çeşitli ulusların tarihçilerinin Türk ve yabancı arşivlerinde beraberce çalışıp ortak bir sonuca varmaları ya da farklı sonuçlarını
ve farklı yorumlarını beraberce yayınlamalarıdır. Ermeniler ve Batılı hükümetler Türk tarihçi ve yetkililerince önerilen bu yönteme sırt çevirmektedirler.
Bir yazarımız Fransa’nın günümüzdeki tutumunu şöyle değerlendirmektedir: Doğmalarla ve tabularla mücadele geleneği olan bir ülke ‘düşünülmesi ve söylenmesi yasak’ bir bölge yaratıyor, bir anlamda ortaçağı
hortlatıyor26!
26 Haluk Şahin, La France Irrationnelle, Radikal, 10 Mayıs 2006.
494
Prof. Dr. Yahya AKYÜZ
Fakat, Fransa’da, Batı ülkelerinde kimi tarihçiler ülkelerindeki politikacıların bu tutumuna karşı çıkabilmektedirler. Örneğin, Mayıs 2006’da
Fransa’nın önde gelen 19 tarihçisi Fransız hükümetinin soykırımı onaylatmak için hazırladığı yasa tasarısını utanç verici ve fikir özgürlüğü önünde
bir engel olarak değerlendirmiş ve tepki göstermişlerdir27. Bu bize, Türk
Kurtuluş Savaşı sırasında Ermeni propagandasına karşı çıkan kimi Fransız
yazarları anımsatmaktadır. Bir farkla ki, günümüzde bu Fransız tarihçiler
bu tutumlarını Türk tezini savunmak için değil, farklı düşüncelerin de söylenebilmesi için sergilemektedirler.
27 Fransız Tarihçilerden Soykırım Tepkisi, Milliyet, 8 Mayıs 2006 (Paris’ten Sabetay Varol’un
haberi)
495
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Kaynaklar
Bildirimizin Kaynağı Esas Olarak Şu Kitaptır:
Akyüz, Yahya, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu (1919-1922), Türk Tarih
Kurumu Yayınları, 2. Baskı, Ankara 1988, 406 s.+Belgeler
Metinde kullanılan kaynaklar:
Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk (1919-1927), Yayına Hazırlayan Zeynep Korkmaz,
Ankara 2004.
Cebesoy, Ali Fuat, Millî Mücadele Hatıraları, İstanbul 1953
Cochin, Denys, A. Tchobanian, B. Bareilles, (...), La Renaissance de l’Orient, Paris
1919
E. Altiar, “Le Problème de la Cilicie et l’Avenir de la France au Levant”, Préface de
F. Jean-Desthieux, Paris 1921.
“Fransız Tarihçilerden Soykırım Tepkisi”, Milliyet, 8 Mayıs 2006 (Paris’ten Sabetay
Varol’un haberi).
Journal des Débats, 1er Mars 1919, s.1.
Journal Officiel de la République Française, 25 Décembre 1920, (Chambre des
Députés).
L’Asie Française, Janvier 1921, No: 188
La Croix, 30 Avril 1920
La Dépèche (de Toulouse), 21 Juillet 1918
Le Figaro, 13 Juillet 1919
Le Gaulois, 20 Décembre 1920
Le Journal, 10 Mai 1920
Le Petit Parisien, 2 Janvier 1919
Le Temps :
27 Février 1919
28 Février 1919
11 Juillet 1919
10 Février 1920
24 Janvier 1920
6 Janvier 1920
8 Janvier 1920
10 Novembre 1920
Loti, “La Mort de Notre Chère France en Orient”, Paris 1920.
Pasdermadjian, H., Histoire de l’Arménie, Paris, 1964
Revue des Etudes Arméniennes, 1920, Tome I, Fascicule 2.
Rouillon, Pour la Turquie, Documents, Paris1921.
Şahin, Haluk, “La France Irrationnelle “, Radikal, 10 Mayıs 2006.
Türkkaya Ataöv’ün bulduğu belgeler: “Türklere Karşı 200 Bin Ermeni Savaştı”,
Hürriyet Gazetesi, 31 Ekim 2005.
496
Prof. Dr. Yahya AKYÜZ
497
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
498
TÜRK TİYATROSUNUN GELİŞİMİ YÖNÜNDE ATILAN
İLK ADIMLAR VE ERMENİ SANATÇILARIN ROLÜ
Öğr. Gör. Yasemin SARI
Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Plastik Sanatlar Bölümü
E-mail: [email protected]; Tel: 0 262 511 56 80 (174)
Özet
Uzun süre aynı devlet çatısı altında birlikte yaşamış olan
Türk ve Ermeni toplumunun kültürel yapılarına değinerek
birbirleriyle etkileşimlerini tiyatro sanatı bağlamında ele
almak ve XIX. yüzyılın gerçekçi benzetmeci Avrupa tiyatro
anlayışına dayalı gelişim gösteren Türk tiyatro sanatının
temelinin atılma sürecinde, iki toplumun etkinliklerini ortaya koymaktır. Ayrıca bu tiyatro anlayışının Tanzimat’ta
benimsenmesiyle yeni bir yönelişe giren, Türk tiyatro sanatının gelişme sürecine ışık tutmak ve Ermeni sanatçıların Türk tiyatrosu üzerinde oynadığı olumlu rolü vurgulamaktır.
Osmanlıda bir kültür etkinliği olarak Türk ve Ermeni toplumlarında tiyatronun yeri, tiyatro anlayışları ve bu anlayışların Türk tiyatrosunda yansımaları, 1839-1923 dönemi
Türk tiyatrosunda; yazarlar, oyuncular, tiyatro yapıları, tiyatro grupları değerlendirilerek bu dönemde Saray’ın tiyatroya karşı tutumu, kurumsallaşma süreci ve bu süreçte
etkin rol oynayan kişiler ele alınarak özellikle Ermeni sanatçıların Türk tiyatrosunun gelişmesindeki katkıları üzerinde
durulacaktır.
Türk tiyatrosunun gelişim öyküsü bağlamında Türk ve
Ermeni toplumlarının kültürel etkileşimleri değerlendirilerek, tiyatro sanatının kurumsallaşmasında ve günümüz
Türk tiyatro anlayışının belirlenmesinde Ermeni sanatçıların etkin bir rol üstlendikleri sonucuna varılmıştır.
Öğr. Gör. Yasemin SARI
Giriş
Türk ve Ermeni toplumlarının birliktelikleri XI. yüzyıla kadar inmektedir. Araştırmalar, Abbasî Ordularında hizmet eden Türk komutan ve ailelerinin Ermenilerle ilişkileri olduğunu göstermektedir. Ancak Türk ve
Ermeni toplumları arasında gerçek anlamda yoğun ilişkiler, Büyük Selçuklular’ ın İran üzerinden Anadolu ve Kafkasya’ya yönelmeleri ile başlamıştır.
Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçukluları sonrası Anadolu’nun kontrolünün Osmanlılara geçmesiyle, sonuçları ve etkileri bugüne ulaşan, yoğun
ve karmaşık ilişki başlamış olur. Ermenilerin, Osmanlı yönetimiyle birlikte
Bizans ve kendi krallıkları döneminde bile görmedikleri siyasî bir istikrar,
düzen ve güven ortamına kavuşmuş olduklarını söylemek mümkündür.
Osmanlı İmparatorluğu, yükselme döneminde coğrafî sınırlarını Avrupa içlerine doğru genişlettikçe; ister istemez Avrupa ya da klasik ifadesiyle
Batı ile ilişkileri artmıştır. Bu askerî-coğrafî ilerleyiş, Batı ile hem ticarî
hem de sosyal, kültürel etkileşimlere yol açmıştır. Ancak XIX. yüzyıla kadar, bu etkileşimler kalıcı ve geniş çaplı olmamıştır. Batıya duyulan ilgi,
öncelikle Saray’dan kaynaklanmış ve doğal olarak Osmanlı Padişahlarının
kişisel tercihlerine göre biçimlenmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in 1480’de
Venedikli sanatçı Gentile Bellini’ye portresini yaptırması, 1543’te Osmanlı-Fransız Antlaşması şerefine İstanbul’a gönderilen bir orkestranın
Saray’da 3 konser vermesi, 1582’de Şehzade Mehmet’in sünnet düğünü
503
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
için düzenlenen şenliklerinde bale ve pandomim gösterilerinin yer alması1,
hem bu ilişkileri hem de bu ilişkilerin temel yapısını, çıkış noktasını ortaya
koymaktadır.
Aslında daha 1700’lerin sonunda zamanını doldurmuş gözüken Osmanlı İmparatorluğu2 bu dönemde kendini yenileme çabasına girmiştir. Bu
çabaların temelinde imparatorluğu korumak ve eski gücüne kavuşturmak
amacı yer almaktadır. Ancak, imparatorluğu kurtarmak adına atılan adımların ve çabaların ne ölçüde yeterli olduğu tartışmaya açıktır. Bu adımların
bile, bir süre sonra Osmanlının kontrolünden çıkarak Avrupa’nın büyük
askerî ve ekonomik güçlerinin isteklerine göre şekillenmeye başladığı görülmektedir.
1839’da Sadrazam Reşit Paşa’nın Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nu okumasıyla başlayan ve Tanzimat olarak adlandırılan, Türk kültür tarihine Batılılaşma olarak geçen dönem; Türk kültür değişim evrelerinin en önemli
halkalarından biridir. Değişimin temel amacı, Avrupa’da ulaşılmış olan
bilimsel ve kültürel süreci Osmanlıda da gerçekleştirebilmek için Batıya
açılmak, Batının geliştirdiği tekniklerden yararlanmak ve bu yöntemleri
benimsemek olmuştur. Tanzimat’la başlayan, çeşitli zorluk ve kesintilere
rağmen 1908’de II. Meşrutiyet’in ilânıyla devam eden değişim süreci; yönetim biçiminde, ekonomik yaşamda olduğu kadar, kültürel ve sosyal yaşamda, en önemlisi sanatta, geleneksel çizgiden apayrı bir gelişime zemin
hazırlamıştır. Özellikle İstanbul’da yaşayan gayrimüslimler doğal olarak
bu değişimleri kolaylıkla özümsemiş, Batı yaşam biçimi ve kültürünün
Osmanlıda yayılmasında büyük rol oynamışlardır.
Batılılaşma olarak adlandırılan bu süreç, Batılı toplumların kurumlarını, işleyiş düzenini, yaşama biçimini hazır model olarak alıp kullanmak
olarak algılanmıştır. Avrupa’da gelişimi sağlamış olan rasyonel, eleştirel
düşünce sistemi ve bilimsel yaklaşım tam olarak kavranamadığından yenileşme, toplumun tüm kesimlerinde etkili olamamıştır. Bu dönem için öncelikle vurgulanması gereken nokta, üst yönetici sınıf ile halk arasındaki
sosyal uçurumdur. Ziya Gökalp’in (1876-1924) resmî medeniyet ve halk
medeniyeti olarak tanımladığı bu uçurumu İpek Aksüğür, antropolog Ro1
2
Sevda Şener, Cumhuriyet’in 75. Yılında Türk Tiyatrosu, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 1998 s.19-20.
1789 Fransız Devrimi ve ardından Napolyon’un Avrupa Krallıkları, özellikle Rusya ve
Avusturya üzerindeki etkileri nedeniyle zaman kazanılmış olduğu çeşitli tarihçiler tarafından ifade edilmektedir.
504
Öğr. Gör. Yasemin SARI
bert Redfield’ın büyük ve küçük kültür ifadesini kullanarak tanımlamıştır3.
Toplum yani halk, içinde bulunduğu derin ekonomik bunalım, güvensizlik
ortamı ve sürekli olarak yaşanan toprak kayıpları nedeniyle Osmanlının,
yani resmî medeniyetin bu yenileşme çabalarını şüphe ile karşılamış, dolayısıyla bu değişimleri özümsememiştir. Osmanlı (büyük kültür) ile halk
(küçük kültür) arasındaki iletişimi sağlayabilecek, iki sınıf arasındaki bağlayıcı işlev gören, ara kurum ya da kültür niteliğindeki dinî sınıf (ulema)
ise tutucu yapısı nedeni ile bu değişim çabalarına şiddetle karşı çıkmıştır.
Tüm bu nedenler, yenileşme (ıslahat) hareketlerinin toplumsal destekten
yoksun kalmasına yol açmıştır. Ayrıca Osmanlının bu değişimleri ülkenin
tamamına yayabilecek ne ekonomik gücü, ne de ulaşım ve iletişim olanakları vardır.
Osmanlı İmparatorluğu’nu çöküntüden kurtarmaya yönelen Tanzimat
aşamasının yeterince başarılı olmadığı, amaca ulaşılamadığı bir gerçek olsa
da, yenileşme ve Batılılaşmada önemli adımlar atıldığı, çağdaşlaşmada da
yeni yolların açıldığı kabul edilmelidir. En azından bu süreçler sonucunda,
Türkiye Cumhuriyeti’nin ihtiyaç duyacağı bazı hayatî, siyasî, askerî, ekonomik, kültürel kurumların temellerinin atılmış olduğunu görmekteyiz.
Türk tiyatrosu denilince çoğu kişinin aklına Batı etkisindeki Türk tiyatrosu gelir. Daha önce bir Türk tiyatrosundan söz edilemeyeceğini, Türk
topluluklarının tiyatro konusunda çeşitli evrelerden geçmediğini, Anadolu Türklerinin tiyatroyla XIX. yüzyılda tanıştığını düşünmek yanlış olur.
Türk tiyatrosu denince, ilkel Türk topluluklarına kadar inen bir geçmişin
düşünülmesi gerekmektedir. Tiyatronun kökenini; tiyatronun üç temel ilkesini4 görebildiğimiz ilkel insanın av oyununa5, başka bir deyişle ilkel
insanın doğayla ve tanımlayamadığı güçlerle ilişki kurabilmek için yaptığı
törenlere6 dayandıracak olursak; Türk tiyatrosunun izi Orta Asya Türklerinin şaman törenlerindeki canlandırmalara kadar gidebilir. Ancak bu bildiride, Türk tiyatrosunun geçirmiş olduğu evrimlerden çok; Batılılaşma döneminde Türk tiyatrosunu kurumsallaşmaya götüren süreçle ilgilenilecek
ve bu süreçte batılı toplumlarla ilişki kurmada köprü oluşturan Ermenilerin
kayda değer etkinliklerinden söz edilecektir.
3
4
5
6
İpek Aksüğür, Türk Resmi ve Eleştirisi 1900-1950, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Mimar
Sinan Üniversitesi, İstanbul 1983, s.13.
Taklit, eylem, topluca katılma.
Özdemir Nutku, Dünya Tiyatrosu Tarihi 1, Remzi Kitabevi, İstanbul 1985, s.17-18.
Sevda Şener, Tiyatronun Kaynağına İlişkin Kuramlar, Oyundan Düşünceye, Gündoğan Yayınları, Ankara 1993, s.10-12.
505
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Metin And, yaptığı incelemelerde ve araştırmalarda, 1838’de İstanbul’
da içinde çeşitli gösterilerin yapıldığı iki amfiteatr bulunduğunu, yüksek
fiyatlara rağmen; salonların dolup boşaldığını, bu gösterilerin Saray tarafından desteklendiğini ortaya koymaktadır. Saray’ın (Sultan III. Selim,
II.Mahmut, Abdülmecit’in, bir ölçüde Abdülaziz ve II. Abdülhamit’in)
Batı tiyatrosuna gösterdiği ilgi; tiyatronun gelişimin, kolaylaştırmanın
yanı sıra, uygun ortamı da hazırlamıştır. Saray’ın bu tutumu, tiyatroya tutucu çevrelerden gelecek olan tepkilerin de önüne geçmiştir.
Saray’ın yanı sıra devlet adamlarının da, Batı modeli Türk tiyatrosunun gelişiminde önemli katkıları bulunmaktadır. Sadrazam Ali Paşa, Güllü
Agop’un Osmanlı tiyatrosunu, tanıdığı 10 yıllık ayrıcalıkla, hemen hemen
bir devlet tiyatrosu konumuna getirmiştir. Ahmet Vefik Paşa Bursa valiliği
sırasında bu şehirde bir tiyatro kurmuş; Ziya Paşa, Adana valiliği sırasında
tiyatro çalışmalarını desteklemiş; tiyatro yazarı Ali Bey de çeşitli şehirlerdeki mutasarraflığı sırasında tiyatro çalışmalarını teşvik etmiştir7.
Bununla birlikte Batılı anlayıştaki sanat ortamının oluşumu, temelde
yabancı elçilerin etrafında gelişmiştir ve bu noktada Fransızlar8 başı çekmektedir. Bugün Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin gerçekleştirdiği Fransa
gezisi, Batıya açılan ilk pencere olarak kabul edilmektedir. Mehmet Çelebi
döndükten sonra Fransa’daki hayatı, kralların saray yaşantılarını ve törenlerini anlatarak Fransa saray yaşamına karşı duyulan hayranlığın temelini
atmıştır9.
Tanzimat öncesi ve sonrasında kurulan elçiliklerimizden, Batılılaşmaya katkı sağlayacak bilgi aktarmaları istenmişti. Bu elçiler, raporlarında
Batı tiyatrosuyla ilgili aydınlatıcı bilgiler verdikleri gibi, yurda döndüklerinde gördükleri tiyatro çalışmalarının uygulanması için çaba göstermişlerdir.
7
8
9
Türk Tiyatrosu Tarihi, s.299, http://turkoloji.cukurova.edu.tr/ANSIKLOPEDI/tiyatro.pdf.
Fransa’nın Osmanlı üzerindeki etkileri yalnızca ekonomik alanda değil, toplumsal yapının
değişmesinde de önemli rol oynamıştır.
Günsel Renda, Batılılaşma Döneminde Türk Resim Sanatı 1700-1850, Hacettepe Üniversite Yayınları, Ankara 1977, s.15-16.
506
Öğr. Gör. Yasemin SARI
Batı tiyatrosuyla tanışmamızda, bunların dışında yeni gelişmekte olan
basın-yayının10 da önemli katkısı bulunmaktadır11. Basın da tiyatro çalışmalarını benimsemiş; tiyatro duyurularına, haberlerine, eleştirilerine, hatta
oyun metinlerine yer vermiş, özellikle de Avrupa’daki tiyatro yaşamı üzerine bilgiler vererek, kamuoyu oluşturulmasını sağlamıştır.
Batılı anlamda Türk tiyatrosunun temeli olan Osmanlı tiyatrosunun
gelişimindeki etkenlerden sonuncusu; gayrimüslimler (özellikle Ermeniler) ve dışarıdan temsil vermek üzere gelen yabancı tiyatro ve opera topluluklarıdır. Özellikle bu sonuncu etken, dönemin tiyatrocuları için bir tür
okul yerine geçmiştir.
Hıristiyan oluşları Ermenilerin, Osmanlı Devleti’nde tiyatronun öncü
kimliğini taşımalarında belirleyici olmuştur. Batıdan opera, operet gibi sanat dallarında eserler ve ustalarla birlikte, tiyatro da ithal edilmiş ve Ermeni toplumunun çevresinde gelişme göstermiştir. İlk tiyatro gösterimleri
Türklerin yoğun olduğu İstanbul yakasında değil de Beyoğlu yakasında
başlamıştır. 1830’lu yıllara rastlayan dönemde seyirci sahneye, şarkılar,
rontlar, monologlar, hatta cambaz ve sihirbazlarla alıştırılmış, Ramazan
bayramlarında Aramyan Topluluğu12 ve Gedikpaşa Tiyatrosu bir eğlence yaşamı oluşturmuştur. Bu çalışmaların içerisinde yetişen, tiyatro bilgi
ve görgüsünü kazanan Güllü Agop; Türkçe oynanan, zamanla Müslüman
Türk oyuncuların katılacağı bir tiyatronun önemini anlamıştır. Kurduğu
Asya Tiyatrosu’nu Osmanlı tiyatrosuna dönüştürerek, İstanbul yakasında eski bir sirk ve tiyatro binası olan Gedikpaşa Tiyatrosu’nda temsiller
vermeye başlamıştır. Daha çok yabancı tiyatroların merkezi olan Beyoğlu
yerine, Türklerin çoğunlukta olduğu bir bölgede açılan tiyatro, bu sanatın
Türk toplumunca özümsenmesi ve seyirci sayısının arttırılması bakımın10 İstanbul’da ilk olarak 1 Kasım 1831’de Takvim-i Vakâyı ile yayınlanmaya başlayan gazeteler ve 1840’da herkesin kitap tabettirmesine izin verilmesiyle (kısa süre sonra kitap yayını
için Padişah’ın izni zorunlu kılınmıştır) Osmanlının yenileşme hareketleri ve Batıdaki siyasî, bilimsel, ekonomik gelişmeler, düşünce sistemleri, doğal olarak da Batı sanatı halk
tarafından öğrenilmeye başlamıştır.
11 Metin And, Tanzimat ve İstibdat Döneminde Türk Tiyatrosu, İş Bankası Kültür Yayınları,
Ankara 1972, s.30.
12 1846’da Ohannes Kasparyan tarafından Beyoğlu’nda kurulan Aramyan Topluluğu
topluluk olarak profesyonelliğin temellerini atması, tiyatro binaları kurması, halka
yönelik olması, Türk geleneksel tiyatrosuna yakın bir üslûpta oyunlar vermesi, Ermeni kızları sahneye çıkararak bu alanda öncülük yapması bakımından önemlidir.
Diğer önemli topluluklar arasında Şark (Aravelyan) Topluluğu, İzmir’de Vaspuragan Topluluğu, Şark Tiyatrosu ve kapatılması sonucu oluşan Asya Kumpanyası
bulunmaktadır.
507
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
dan önemli bir işlevi yerine getirmiştir. Ancak bununla yetinmeyen Güllü
Agop, her türlü rekabete karşı korunmak ve halkın desteğinden yararlanmak için 1870’te bir tekel ferman da almıştır. Böylece müzikli oyunlar
dışında tüm Türkçe temsillerin tekeli, 10 yıl için Güllü Agop’a verilmiştir.
Bu ayrıcalığa karşılık Güllü Agop, düzenli temsiller vermeyi ve Galata,
Üsküdar, Beyoğlu gibi İstanbul’un çeşitli yerlerinde tiyatrolar açmayı üstlenmiştir. Güllü Agop’un, Türk oyun yazarlarının yüreklendirilmesinde,
Müslüman Türk oyuncularının sahneye çıkmasında, seyircinin yetişmesinde, Batı tiyatrosunu tanımasında büyük hizmetleri olmuştur. Bu noktada,
Batı modeli Türk tiyatrosunun temeli olan Güllü Agop’un kurduğu Osmanlı tiyatrosunun bir kumpanya değil, irili ufaklı topluluklar, sanatçılar,
yazarlar ve olaylardan oluşan bir tarih olduğunu belirtmek gerekmektedir13.
Verdiği hizmetlerden ve yetiştirdiği öğrencilerinden dolayı Saray’ın
himayesine alınan Güllü Agop ve tiyatronun sanatçı kadrosunun çoğu, teknik ve sahne görevlilerin hemen hepsi Ermeni asıllıdır. Topluluk, kendisine tanınan ayrıcalık gereği sadece Türkçe oyunlar oynaması gerekirken,
Türkçe oyunlara eşit sayıda Ermenice oyunlara da yer vermiştir14. Bu durumda ortaya çıkan görünüm Osmanlı tiyatrosunun iki ayrı dilden, iki ayrı
kültürden bir tiyatro olduğudur. Güllü Agop, bir Osmanlı vatandaşı olarak
öncelikle Türkçe temsillere, Türk seyircisine ve yazarlarına önem vermiştir. Hatta yeni başlayan bu tiyatro anlayışına Müslüman oyuncu bulmak
için gazeteye ilân vererek, Müslüman oyuncu kadrosu oluşturma yönünde girişimde bulunmuştur. Ancak ait olduğu Ermeni toplumuna, basınına,
izleyicisine karşı olan sorumluluk anlayışı ve en önemlisi, sanatçı kadrosunun çoğunun Ermeni olmasından kaynaklanan izlenim zorluğu; Güllü
Agop’u Ermenice oyunlar sahnelemeye yöneltmiştir.
Aldığı ayrıcalıkla, müzikli oyunlar dışında İstanbul’da Türkçe oyun
oynama tekelini elinde bulunduran Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatrosu, bir
noktada farklı tiyatro yaklaşımlarının gelişimi için de engel oluşturmaktaydı. Ancak Güllü Agop’un tekel fermanında açık bulanan iki tiyatro grubunun15 oluşturduğu rekabetle Güllü Agop’un tiyatrosu sarsılmış; özellikle
13 Sevan Ataoğlu, “Dar Alanda Kısa Paslaşmalar”, Görüş, İstanbul Ağustos 2001, s.74-77.
14 And, Osmanlı Tiyatrosu: Kuruluşu-Gelişimi-Katkısı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih
Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara 1976, s.9.
15 Bunlardan ilki tuluatçılardır. Tuluat oyuncuları metinsiz, doğaçlama oynadıklarından tekelin kendilerine karşı uygulanamayacağını belirterek Tuluat Tiyatrosu’nu kurmuşlar;
başlangıçta, Güllü Agop Tiyatrosu’nun oynamış olduğu oyunları kendi üslûplarıyla sahnelemişlerdir. Bunda öncülüğü, ünlü ortaoyuncusu Kavuklu Hamdi, Hayahane-i Osmanî
508
Öğr. Gör. Yasemin SARI
Dikran Çuhaciyan’ın Opera Tiyatrosu’na karşı kurtuluşu, müzikli oyunlar
oynamakta bulmuştur. Gedikpaşa Tiyatrosu’nun yıkılışı16 ve tekelin süresinin sona erip tekrar yenilenmemesi üzerine birçok yeni topluluk kurulmuştur. Hem o çağın hem de Meşrutiyet tiyatrosunun önemli tiyatro
adamlarından Mardiros Mınakyan, önce Osmanlı Tiyatrosu adını sürdürmüş; topluluğu daha çok Osmanlı Dram Kumpanyası olarak tanınmıştır.
İlk başlarda Güllü Agop’un oyun seçimine yakın yol izlerken, gerek kendi
tiyatro anlayışı, gerek istibdat şartlarının zorlaması17 sonucunda yerli veya
edebî değeri olan oyunlara rağbet etmeyerek Fransa’da kapıcı romanları
denilen ucuz romanlardan adaptasyonlarla ikinci, üçüncü derece melodramları sahnelemiştir18.
Güllü Agop’un ayrıcalığının sadece İstanbul için geçerli olması, başka
illerde tiyatronun gelişimine ön ayak olmuştur. Dönemin önemli girişimlerinden olan Ahmet Vefik Paşa’nın Bursa valiliği sırasında kurduğu; kadrosunda İstanbul’dan gelmiş olan Fasulyeciyan Efendi, Ahmet Fehim ve Küçük İsmail Efendiler’in de bulunduğu Bursa Tiyatrosu bu duruma örnektir.
İyi seçilmiş ve hazırlanmış, halka tiyatro sevgisini aşılayacak oyunlarla
birkaç yıl Bursa’da düzenli temsiller verilmişse de, kendisini çekemeyenlerin ihbar etmesi üzerine Ahmet Vefik Paşa soruşturma için geri çağrılınca
çalışmalar durmuştur.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına kadar Mardiros Mınakyan başta olmak üzere, Magakyan, Fasulyacıyan, Benliyan, Bedros Atamyan, Eliz Binemeciyan, Aliksanyan Efendi gibi Ermeni sanatçılar da Türk tiyatrosunun
temel taşlarını oluşturmada öncü oldular. Onları Çobanyan, Baltazar, Sisak, Eliza Binemeciyan, Knar ve Aznif Hanımlar izledi. Temsillerine çoğunlukla Türkçe olarak devam eden kumpanyalar, birçok Türk gencinin de
tiyatro alanında isim yapmasına neden olmuşlardır19.
Geleneksel Türk tiyatrosu ile Batı tiyatrosu arasında ilk bakışta iki
önemli ayrılık görülmektedir. Bunlardan ilki geleneksel Türk tiyatrosunda
yazılı bir metin olmayışı, ikincisi de yerleşik bir mekân ve sahne düzeni-
16
17
18
19
Kumpanyası’yla Aksaray’da kurduğu bir tiyatroda yapmıştır. Tekeldeki ikinci açık kapı
ise, tekel dışı bırakılan müzikli oyunlardır. Çağın ünlü bestecisi Dikran Çuhaciyan, Opera
Tiyatrosu adıyla kurduğu toplulukla daha çok kendi müzikli oyunlarını, bu arada çeviri
müzikli oyunları oynamıştır.
Osmanlı Tiyatrosu’nun oynanan Ahmet Mithat Efendi’nin Çengi ve Çerkez Özdenler oyunları saraya jurnal edilir ve Gedikpaşa Tiyatrosu bir gecede yıktırılır (1884).
I. Meşrutiyet’in ilânıyla bir rahatlama olduysa da, bu kısa sürer.
Türk Tiyatrosu Tarihi, s.300, http://turkoloji.cukurova.edu.tr/ANSIKLOPEDI/tiyatro.pdf.
Ataoğlu, a.g.m., s.74-77.
509
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
ne sahip olmaması20; buna karşın Batı tiyatrosunun bir metne bağlı olarak
sahne üzerinde, bir tiyatroda oynanışıdır.
1839 yılı Tanzimat’ın benimsenmesinin yanı sıra, İstanbul’da tiyatro
binalarının yapılması nedeniyle Batı tiyatrosu geleneği için de bir başlangıç yılı olarak kabul edilebilir. İstanbul’un birçok semti başta olmak üzere,
Yıldız ve Dolmabahçe Sarayları’nda, İzmir, Bursa, Adana ve Ankara gibi
kentlerde tiyatro binaları yapılmış ve özel tiyatro toplulukları kurulmuştur. Aynı yıl, Prag’da bir dergide şu bilgiye yer verilmiştir: Bilindiği gibi,
İstanbul’un bir süredir iki anfiteatr ile İtalyan operalarının da oynandığı
bir tiyatrosu var. Şimdi de İngiliz gazeteleri bu yakınlarda açılan ve Türk
oyunlarını oynayan bir başka tiyatronun sözünü etmektedirler. Bu ilk Türk
tiyatrosu olup gelişmesi şimdilik kuşkulu gözükse de bir ulusal tiyatronun
temelini oluşturmaktadır21.
1840’da biri Batı modeli tiyatro anlayışı, ikisi sirkler, biri de geleneksel Türk tiyatrosu için toplam dört tiyatro kurulmuştur22. İlk iki tiyatro
binası, o dönemde çok moda olan sirk toplulukları için yapılmıştır. Bu topluluklardan en önemlisi olan Souillier Sirki için yapılan bina ise; bir süre
sonra Gedikpaşa Tiyatrosu, sonraki adıyla da Osmanlı Tiyatrosu olarak
karşımıza çıkmaktadır.
1859’da açılan Sultan Abdülaziz döneminde yanan Dolmabahçe ve
1889’da açılan ve bugün müze olarak kullanılan Yıldız Sarayı tiyatro sahnelerine rağmen, Saray kendi tiyatro topluluğunu oluşturamamıştır.
Tiyatronun temel öğelerinden biri de izleyicidir. Tanzimat’a kadar
Karagöz, Meddah, Ortaoyunu ile tanışmış olan Türk izleyicisinin kendisi
için yeni olan, Batı modeli tiyatronun izlenim biçimini birden anlaması
beklenemezdi. Tiyatroya yalnızca eğlenmek için giden dönemin izleyicisi
mutlaka gülmeye koşullandığından, oyun esnasında hiç de hoş karşılanmayacak davranışlar sergilediğini gösteren kayıtlar bulunmaktadır.
20 Tiyatronun kaynağında, izleyici oyunculardan ayrı değildir ve gösteri alanını çevreleyerek,
oyuncunun yakınında zaman zaman da oyunun içinde bulunmaktadır. İzleyici de bir çeşit
oyuncudur ve oyun alanı ve izleyici arasında hiçbir sınır yoktur. Anadolu’daki köy seyirlik
oyunlarında izleyici-oyuncu içiçeliğini izlemekte, Türk tiyatrosu tarihi içinde bu iç içeliğin
en başarılı örneğini Ortaoyunu’nda görmekteyiz. Buna karşın, çerçeve sahne anlayışına
sahip Batı modeli tiyatro anlayışında izleyici-oyuncu içiçeliği ortadan kalkmakta, izleyici
ve oyuncu arasında mesafe oluşmakta, tiyatronun temel ilkelerinden topluca katılmanın
gerçekleşmesi zorlaşmaktadır.
21 And, Osmanlı Tiyatrosu: Kuruluş, s.19.
22 Petra de Bruıjn, Moliere On The Turkish Stage, s.1, http://www.let.leidenuniv.nl/tcimo/
tulp/Research/pdb2.pdf.
510
Öğr. Gör. Yasemin SARI
Moliere gibi önemli yazarların eserlerine sürekli yer veren Ahmet
Vefik Paşa’nın tiyatro izlemeyi öğretmek için uygulamış olduğu yöntem;
izleyici konusunda fikir verecek niteliktedir. Basında çıkan bir haberde;
Paşa’ya yöneltilen suçlamalar arasında, halkı zorla tiyatroya gönderdiği,
kendisi el çırptığında halkın alkışlamasına izin verdiği, kendisi alkışlamamış da halktan biri oyunu ve sanatçıyı alkışlamışsa Paşa’nın o kişiyi uluorta azarladığı23 yer almaktadır24.
Diğer bir örnek ise ilk zamanlar oyun izleme kurallarını öğretmek için
el ilânlarında uyarıların bulunmasıdır. Bu ilânlardan birinde; yerlerin numaralı olduğu, başka yere oturulmaması, perde aralarında yemek içmek
için gidilecek yerler, görgü kuralları, salonda sigara içilmeyeceği, gürültü
edilmeyeceği gibi konularda bilgiler verilmektedir.
Bu dönemde kadınların tiyatroya gitmesi hoş karşılanmadığından, kadın izleyiciyi bu profil dışında tutabiliriz. Kadınlar ya kendilerine özgü
temsillere gitmekte ya da tiyatroda kafesli bir bölme arkasından oyun izlemekteydiler. Kurduğu tiyatronun popülaritesini arttırmak için Güllü Agop,
kadın izleyicilerin oyunları izleyebileceği ayrı bir bölüm oluşturmanın
yanı sıra; kombine bilet satışı gibi yenilikler de getirmiştir. Güllü Agop’un
1879’da yaptırdığı kafesli locaların, tiyatronun bulunduğu bölge halkı
tarafından hoş karşılanmadığını görmekteyiz25. Ancak ilginç olan; kadın
üzerinde titizlik gösteren toplum, oyunun içeriği ne olursa olsun çocukların tiyatroya gitmelerinde herhangi bir sakınca görmemektedir.
Aslında, basında sürekli eleştirilen Tanzimat izleyicisinin bu durumundan sadece kendisi sorumlu değildir. Burada izleyiciden çok tiyatroların yöneticilerinin de büyük sorumluluğu bulunmaktadır. Güvenliği sağlaması beklenen kolluk görevlilerinin görevlerini yapmadıkları bilinmektedir26. Tiyatronun eğlenceden çok bir kültür yeri olduğu ne kadar söylenirse
söylensin; oynanan oyunların dili, oynanışı, oyuncuların dili halka tiyatro
sevgisini tam olarak aşılayacak nitelikte değildir.
Bu noktada tiyatronun karşısına çıkan en önemli sorun dil sorunudur.
Oyuncuların çoğunun Ermeni olmasından kaynaklanan telaffuz sorunu
nedeniyle Osmanlı (Gedikpaşa) Tiyatrosu’nda Ali, Fehmi, Şehab, Namık
23 Ahmet Vefik Paşa’nın Bursa Valiliğinden alınmasının gerekçeleri arasında bu nedenlerde
bulunmaktadır.
24 And, Osmanlı Tiyatrosu: Kuruluş, s.89.
25 And, Osmanlı Tiyatrosu: Kuruluşu s.101.
26 And, Osmanlı Tiyatrosu: Kuruluş, s.88.
511
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Kemal ve Şemseddin Sami’den27 oluşan, Bursa’da da Ahmet Vefik Paşa
yönetiminde kurullar oluşturulmuş28; bu kurullar dönemin en önemli sorunu olan sahne dili ve telaffuz konusunda kalıcı bir çözüm getirme çabasına
yönelmiştir.
Tam profesyonel olan ve başka bir uğraşları olmayan dönemin oyuncularının zaman zaman ekonomik sıkıntı çektikleri ve bunu da sahnede
izleyiciye aktardıkları görülmektedir. Örneğin Ekşiyan, 1862-1863 döneminde sahneye çıkarak izleyiciye para alamadığı konusunda yakınmış;
bunun üzerine Ermeni zenginleri oyuncuya aylık bağlamışlardır29. Daha
sonra da Ermenilerin oyunculara ve tiyatroya çeşitli biçimlerde ekonomik
destekte bulunduklarını görüyoruz.
İslâm’ın etkisi ile Türk kadınının toplum içindeki yerini bulamayışı
Türk kadınının tiyatro oyuncusu olarak öne çıkmasını engelleyen nedenlerdendi. Tanzimat döneminde kadın karakterleri, özellikle Ermeni veya
başka etnik kökenli Hıristiyan kadınlar oynamıştır. Üstelik o yüzyılda Osmanlıya Batı tiyatrosunu sokan Ermeniler arasında bile kadının sahneye
çıkması kolay olmamıştır. Ermeni Patrikliği ve Ermeni toplumunun tutucu kesimi kadının sahneye çıkmasına engel olmuştur. İlk başlarda ancak
12-13 yaşlarındaki Ermeni kızları sahneye çıkabilmiştir. İlk Ermeni kadın sahne sanatçısı, 1856’da asıl adı Agavani Hamoyan olan Fanni’dir. İlk
profesyonel kadın oyuncu ise, 14 Aralık 1861’de sahneye çıkan Aruzyak
Papazyan olmuştur30.
Tanzimat’la başlayıp 1914’te kurulan, 1934’te İstanbul Şehir Tiyatroları adını alan Darülbedayi’nin kuruluşuna kadar olan dönemde Türk
tiyatrosu önemli gelişmelere sahne olmuş; ancak bu gelişmeler diğer alanlarda olduğu gibi belli bir kesime ulaşabilmiş, üst yönetici sınıf (büyük
kültür) ve halk (küçük kültür) arasındaki sosyal uçurum bu alanda da kendisini göstermiştir. Tanzimat ve sonrası Osmanlı aydınları, toplumun modernleşmesi için bir takım yolların yanında tiyatroyu da bir araç olarak
görmüşler ve kullanmışlardır. Osmanlı aydını için tiyatro Batılı olmanın
bir ölçütüdür. Dolayısıyla toplumun kendi geleneksel tiyatrosundan kurtulup Batılı tiyatro beğenisine kavuşması modern toplum olmanın gereği
27 Karnik Stepanyan bu kurulu daha geniş tutmaktadır: Ali Bey, Kemal Bey, Ekrem Bey,
Ahmet Mithat Efendi, Ebuzziya Tevfik, Bedri Bey, Sami Bey, Hamit Bey, Rıfat Bey, Nuri
Bey, Mahmut Nedim Bey, Halet Bey, Hoca Hakkı vb.
28 And, Osmanlı Tiyatrosu: Kuruluş, s.121-123.
29 And Stepanyan’dan aktarmaktadır. And, Osmanlı Tiyatrosu: Kuruluşu…, s.134.
30 And, Osmanlı Tiyatrosu: Kuruluş, s.147-148.
512
Öğr. Gör. Yasemin SARI
olarak düşünülmüştür. Bu noktada tiyatroya bir eğitim aracı, yol gösterici
olarak yaklaşılmıştır. Batılı olmanın gereği olarak Batı modeli tiyatro anlayışının olduğu gibi benimsenmesi ve Türk tiyatrosunun gelişimini belirlemesi; geleceğin Türk tiyatrosunun kendi kökeninden kopuk gelişmesine
neden olmuştur.
Ne var ki, o güne kadar kurumsal bir yapıya sahip olmayan Türk tiyatrosunun gelişimi yönünde önemli adımlar atılmıştır. Bu noktada Ermeni
sanatçıların etkin rol oynadıklarını, Türk tiyatrosunun kurumsallaşmasına
giden yolda önemli görevler üstlendiklerini ve büyük oranda başarı sağladıklarını görmekteyiz. Ancak bu, Türk tiyatrosunu kurucularının Ermeniler
olduğu anlamına gelmemektedir. Günün koşulları ve Ermeni toplumunun
Türk toplumuna yakınlığı dikkate alındığında; Batı model alınarak biçimlenmesi amaçlanan tiyatronun gelişimini, Türk geleneklerini yakından tanıyan Müslüman olmayan bir kültürün yönlendirmesi doğaldır.
513
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Kaynaklar
Aksüğür, İpek, Türk Resmi ve Eleştirisi 1900-1950, Yayımlanmamış Doktora Tezi,
Mimar Sinan Üniversitesi, İstanbul 1983.
And, Metin, Osmanlı Tiyatrosu: Kuruluşu-Gelişimi-Katkısı, Ankara Üniversitesi Dil
ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara 1976.
__________, Tanzimat ve İstibdat Döneminde Türk Tiyatrosu, İş Bankası Kültür
Yayınları, Ankara 1972.
Ataoğlu, Sevan, “Dar Alanda Kısa Paslaşmalar”, Görüş, İstanbul Ağustos 2001.
Bruıjn, Moliere on the Turkish Stage http://www.let.leidenuniv.nl/tcimo/tulp/
Research/pdb2.pdf
Fuat, Memet, Başlangıcından Bugüne Türk ve Dünya Tiyatro Tarihi, Varlık Yayınları,
İstanbul 1984.
Nutku, Özdemir, Dünya Tiyatrosu Tarihi 1, Remzi Kitabevi, İstanbul 1985.
__________, Sahne Bilgisi 2, İzlem Yayınları, İstanbul 1984.
Renda, Günsel, Batılılaşma Döneminde Türk Resim Sanatı 1700-1850, Hacettepe
Üniversite Yayınları, Ankara 1977.
Süslü, Azmi, Türk Tarihinde Ermeniler, Kafkas Üniversitesi Rektörlüğü, Kars 1976.
Şener, Sevda, Cumhuriyet’in 75. Yılında Türk Tiyatrosu, Türkiye İş Bankası Yayınları,
İstanbul 1998.
__________, Tiyatronun Kaynağına İlişkin Kuramlar, Oyundan Düşünceye, Gündoğan
Yayınları, Ankara 1993.
Türk Tiyatrosu Tarihi, http://turkoloji.cukurova.edu.tr/ANSIKLOPEDI/tiyatro.pdf
514
BALYANLAR VE TÜRK CAMİLERİ
Dr. Yasin Çağatay SEÇKİN
İstanbul Üniversitesi
E-mail : [email protected]; Tel: 0 212 226 11 00-25386
Özet
Türk ve Ermeni toplumları arasında, yüzyıllardan beri süregelen ilişki, diyalog ve işbirliği, mimarlık alanında da
kendini göstermiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli
dönemlerindeki anıtsal mimarî eserlerin ortaya konulmasında iki kültür arasındaki güçlü iletişim önemli bir rol
oynamıştır.
Özellikle, başkent İstanbul’da inşa edilen mimarî eserlerde,
Anadolu’dan gelen birçok Ermeni yapı ustası ve kalfasından da yararlanılmıştır. Bu ustaların bir kısmı, hem sahip
oldukları sanat yetenekleri, hem de kişisel ilişkilerdeki başarıları nedeniyle, Saray çevresinde de taktir kazanmışlar
ve mimarbaşı seviyesine kadar yükselmişlerdir.
Bunların arasından, Karaman’ın Belen köyünden İstanbul’a
gelen Ermeni kökenli Balyan ailesi, Osmanlı İmparatorluğu mimarîsinde önemli bir yere sahiptir. Sultan III. Selim
zamanında isimleri duyulmaya başlayan Balyan ailesi üyeleri, yaklaşık 200 sene İmparatorluk için çalışmışlar ve özellikle II. Mahmut ve Abdulmecit dönemlerinde, çok sayıda
saray, köşk, cami ve kilise inşa etmişlerdir.
Bu çalışmada, özellikle, Balyanların tasarladıkları dinî yapılar üzerinde durulacaktır. Bu amaçla, İstanbul’da inşa ettikleri, Dolmabahçe Camii, Ortaköy Camii, Aksaray Valide
Camii ve Tophane Nusretiye Camii, gerek strüktürel, gerek
mekânsal açıdan incelenecek; Hıristiyan ve Ermeni kökenli
Balyan ailesinin, Müslüman ve Türk kültürünün en önemli
mimarî yapısı camiye yaptıkları katkılar tartışılacaktır.
Dr. Yasin Çağatay SEÇKİN
1. Giriş
Ondokuzuncu yüzyılda Osmanlı siyaset, sanat ve bilim ortamını şekillendiren en önemli olay hiç kuşkusuz Tanzimat’ın ilânıdır ve çoğu araştırmacı tarafından, Batılılaşma hareketinin resmîleşmesi olarak yorumlanmaktadır1. Yönetim değişiklikleri çoğu kez uygulamaları ile o ülkenin
mimarîsini ve kentsel görüntüsünü de değiştirmiştir2. Tanzimat’ın değişim
programı da, mimarlık alanına ağırlıklı biçimde yansımıştır. Dönem yapılarında plan kurgusu, yapı malzemesi ve üslûp anlayışı açısından önemli
yenilikler gözlenmektedir3.
Tanzimat, Avrupa’yı model alan bir değişim ve yenileşme dönemidir.
Yenilikçilerin tercih ettiği üslûp da, doğal olarak Batı kökenli Neoklasik
ağırlıklı bir üslûptur. Batı kültürünü simgeleyen sanat akımları, XIX. yüzyıl İstanbulu’nda devletin resmî söylemi durumuna gelen ve Tanzimat’la
belgelenen Batılılaşma hareketiyle örtüşmektedir. Tanzimat Fermanı, birçok alanda kendi değerlerinden üretmek yerine, Batıdan devşirmeyi tercih
etmiştir. Bu nedenle fikir ve uygulamaları ile geniş halk kitlelerine ulaşa-
1
2
3
Aygül Ağır, “Balyanların Eğitimleri Üzerine Notlar”, Afife Batur’a Armağan-Mimarlık ve
Sanat Tarihi Yazıları, Literatür Yayınları, İstanbul 2005, s.65.
Cengiz Can, “Tanzimat ve Mimarlık”, Osmanlı Mimarlığının 7 Yüzyılı: Uluslarüstü Bir
Miras, 25-27 Kasım 1999, YEM Yayın, İstanbul 2000, s.130.
Can, a.g.m., s.131.
519
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
mamış, fakat mimarlık alanındaki sonuçları özellikle İstanbul mimarîsinde
iz bırakmıştır4.
Tanzimat’ın ilk yirmi yılında Fossati gibi yabancı mimarlar, takip
eden yıllarda ise Levanten ve gayrimüslim mimarlar, dönem mimarîsi üzerinde etkili olmuşlardır5. Ermeni Balyanlar da sözü geçen gayrimüslim mimarlar arasındadır ve hassa mimarı olmaları sebebiyle de çok sayıda XIX.
yüzyıl yapısının müellifidirler. Sultan III. Selim için çalışan Krikor Amira
Balyan’dan başlayarak hepsi hassa mimarı olarak çalışmışlardır6.
Balyanlar üzerine kapsamlı araştırma ve yorumları bulunan Prof. Dr.
Afife Batur’un belirttiği gibi: Batılılaşmanın içeriğini ve programlarını
kavramak, nasıl algılandığını öğrenmek, eğilim ve özlemlerini tanımak konusunda Balyan Mimarlığı önemli ipuçları vermektedir7.
2. Balyan Ailesi
Tanzimat’ın ilânı, o dönem hassa mimarlığı görevini yürüten Balyan
ailesini de doğrudan etkilemiş olmalıdır8. Nitekim, Balyanlar’ın gerçekleştirdiği tüm eserlerde dönemin tercihi olan Batılı üslûplar belirgin biçimde göze çarpmaktadır. Balyanlar, Osmanlı mimarîsinin son döneminde
Batı seçmeciliği yönünde gelişen değişim sürecini hızlandırmışlar, 4 nesil
boyunca toplam 6 Padişahın hizmetinde çok sayıda eser vererek döneme
damgalarını vurmuşlardır.
Ermeni kökenli bir Osmanlı ailesi olan Balyanlar, birçok araştırmacıya
göre, XVIII. yüzyıl sonunda Kayseri’nin Derevenk köyünden İstanbul’a
göçmüşlerdir9. İstanbul’a göçen ve Saray’ın emrinde çalışmaya başlayan
4
5
6
7
8
9
Ağır, “Balyan Ailesi’nin Mimarlığı’nda Palladio İzleri”, Electronic Journal of Oriental Studies, C. IV, No: 3, Utrecht University, Utrecht 2001, s.1-2; Ekmeleddin İhsanoğlu, “Tanzimat Öncesi ve Tanzimat Döneminde İstanbul’da Darülfünun Kurma Teşebbüsleri”, 150.
Yılında Tanzimat, Ankara 1992, s.389.
Can, a.g.e., s.136.
Doğan Kuban, İstanbul Bir Kent Tarihi, TET Tarih Vakfı, İstanbul 1996, s.374-375.
Afife Batur, “Balyan Ailesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. II, TET Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1994, s.36.
Ağır, “Balyanların Eğitimleri Üzerine Notlar”, s.65.
Ağır, “Balyanların Eğitimleri Üzerine Notlar”, s.65; Selçuk Batur, “Balyan Ailesi”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C.IV, İletişim Yayınları, İstanbul, s.1089-1090;
Kevork Pamukciyan, Ermeni Kaynaklarından Tarihe Katkılar, Biyografileriyle Ermeniler,
C.IV, Editör Osman Köker, Aras Yayıncılık, İstanbul s.90.
520
Dr. Yasin Çağatay SEÇKİN
Dülger Bali Kalfa’nın dört çocuğu olmuştur ve çocukları onun adından
ötürü Baliyan ya da Balyan ismiyle anılmışlardır10.
Balyan soyadını taşıyan bu mimarlar, yaklaşık 100 yıl boyunca birbirlerini izleyerek, verimli ve İstanbul’un XIX. yüzyıl mimarîsinde etkin bir
meslek yaşamı sürdürmüşlerdir. Nitekim, XIX. yüzyıl boyunca hassa mimarı olarak çalışan Balyanların toplu yapı listesi incelendiğinde yaklaşık
olarak dönemin resmî yapım programı ile karşılaşılmaktadır11.
Mimarlıkta Batıya açılma çabaları kapsamında XVIII. yüzyılda gerçekleştirilen ilk denemelerin ardından; taklit sürecinin hızlandığı ve hissedilir bir beğeni değişikliğinin yaşandığı XIX. yüzyılda, Balyan adının
etkinlik kazanmaya başladığı görülmektedir. Bu beğeni değişikliği, geç
dönemin her yapısında olduğu gibi, geleneğe en çok bağlı olması beklenen
camilerde de izlenmektedir.
3. Osmanlı Cami Mimarîsi
Osmanlı mimarlığında cami yapısı, kübik bir gövde ile camiye kimlik
kazandıracak ve sembolik anlamını oluşturacak küresel bir örtüden meydana gelmiştir.
Panteon ve Ayasofya’dan sonra, kubbenin dış sembolizminin değil
fakat iç mekân yaratma niteliğinin üzerinde duran Türkler olmuştur12. Osmanlı camilerinin kubbeyi kabullerinin ana nedenleri, merkezî şema arayışı, aydınlık mekân ihtiyacı ve strüktürel sorunlara verdiği tutarlı cevaptan
kaynaklanmaktadır. Özellikle Osmanlı camisinin imparatorluğun Müslüman dünyasındaki konumu ve gücü dolayısıyla taşıdığı simgesel anlam,
onu anıtsal olmaya zorlamıştır. Bu anıtsallık arayışı strüktürel açıdan gelişmenin yolunu açmış; kubbe de bu arayışa örtü elemanı olarak katkıda
bulunmuştur13.
10 S. Batur, “Balyan Ailesi”, s.37.
11 S. Batur, “Balyan Ailesi”, s.36.
12 Aras Neftçi, “Batılılaşma Dönemi Osmanlı Cami Mimarîsinde Strüktür Analizi”, Osmanlı
Mimarlığının 7 Yüzyılı: Uluslarüstü Bir Miras, 25-27 Kasım 1999, YEM Yayın, İstanbul
2000, s.137; Doğan Kuban, Türk ve İslâm Sanatı Üzerine Denemeler, Arkeoloji ve Sanat
Yayınları, İstanbul 1982, s.104.
13 Jale Erzen, Mimar Sinan Cami ve Külliyeleri, ODTÜ Yayını, Ankara 1991, s.18-19; Leyla
Baydar, Batı Tesirine Kadar Osmanlı Mimarîsinde Estetik Kriterler, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Ankara 1986, s.30; Müzeyyen Çorbacı, Tasarım Yardımcı Araçları Işığında Günümüz Cami Yapısında Oluşan Biçimsel Dönüşüme İlişkin Bir Çalışma,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, İstanbul 1998, s.64-66.
521
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Bu katkı öylesine büyük bir katkıdır ki, kubbe, Osmanlı mimarlığında yapının bütün biçimlenmesini yöneten ana öğe olmuştur. Kubbe yapıyı
taçlandırmakta, tüm strüktürel ve mekânsal yapıyı şekillendirmekte, fakat
onlardan bağımsız olarak kendi kimliğini ilân etmemektedir. Bu haliyle
Osmanlı kubbesi, tarihin strüktürel açıdan en son ve en tutarlı aşaması olarak kabul edilmektedir14.
Klasik dönemde ulaşılan bu son noktanın ardından, Batılı üslûpların
etkisi altında gelişen dönemde, kubbeler yüksek kasnaklara oturtulmaya
ve camilere düşey bir görünüm verilmeye çalışılmıştır15. Batılılaşma dönemindeki mekân etkisinin Klasik dönemden ayrılan en önemli tarafı iç
mekân ve kütlede, yapının düşey boyutunun daha abartılmış olmasıdır16.
Osmanlı cami mimarîsinde Batı etkisi, Sultan III. Ahmet döneminde
girmeye başlamıştır. Bu devirde Avrupa’da Rokoko üslûplar hakimdir. Artık Klasik dönem Osmanlı mimarîsi öğeleri ve duvar kalem işleri yerlerini
Batıdan ithal Rokoko ve Barok detaylara ve süslemelere bırakmaya başlamıştır. İlerleyen yüzyıllarda, bu değişim yalnızca Barok ve Rokoko ile sınırlı kalmamış, Neogotik, Neoklasik gibi eklektik üslûplarda yeni mimarî
anlayışındaki yerlerini almışlardır17.
Gayrimüslim Balyanların İstanbul’da tasarladığı Tophane Nusretiye,
Dolmabahçe Bezmialem Valide Sultan, Ortaköy ve Aksaray Pertevniyal
Valide Sultan Camileri de, hem sözü edilen bu eklektik üslûpların, hem
de XIX. yüzyılda yaşanan mekân, strüktür ve süsleme ile ilgili değişimin
incelenebileceği önemli örnekler olarak göze çarpmaktadır.
4. Balyan Ailesinin Camileri
4.1.Tophane Nusretiye Camii (1826)
Sultan III. Selim döneminde, Tophane-i Amire’de inşa edilen Arabacılar Camii’nin 1823’teki Firuzağa Yangını’nda yanmasının ardından, aynı
yerde II. Mahmud tarafından yaptırılan camidir18. Nusretiye Camii’nin
14
15
16
17
Kuban, Mimarlık Kavramları, YEM Yayınları, İstanbul 1992, s.64.
Çorbacı, a.g.t., s.78.
Kuban, Kent ve Mimarlık Üzerine İstanbul Yazıları, YEM Yayın, İstanbul 1998, s.75.
M. Ece Çaldıran Işık, XVIII ve XIX. Yüzyıl İstanbul Camilerinde Antik Öğeler, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, İstanbul 1991, s.42-43.
18 Pars Tuğlacı, Osmanlı Mimarlığı’nda Batılılaşma Dönemi ve Balyan Ailesi, İnkılâp ve Aka
Yayınları, İstanbul 1981, s.29.
522
Dr. Yasin Çağatay SEÇKİN
kompozisyonunun Barok karakterine karşın, caminin ayrıntıları o zaman
moda olan Ampir19 üslûbundadır20. Barok ile Ampir üslûpları arasında bir
geçiş yapısı olarak da kabul edilen cami mimarı Krikor Amira Balyan’ın
en tanınmış yapıtıdır21. Krikor, III. Selim ve II. Mahmud dönemlerinde
inşa edilmiş belli başlı kamu yapılarının ve sarayların mimarı olarak, Balyan ailesinin ilk kuşağının en önemli kişiliğidir22.
Nusretiye Camii’ni oluşturan ana elemanlar şunlardır:
-Kare planlı ana ibadet mekânı (harim) ve ona takılı çokgen planlı bir
mihrap nişi,
-Harimin doğu ve batısında, içe kapalı, dışa açık yan galeriler,
-Harimin giriş tarafında içe açık bir galeri ve ona takılı son cemaat
yeri,
-Cami girişinin doğu ve batısında iki katlı Hünkâr Kasrı.
Yukarıda sıralanan bu elemanların her biri özerk bir birim görünümündedir ve yapının genel kompozisyonu da bu özerk birimlerin gruplaşmasından meydana gelmiştir. Kütle kompozisyonu, Hünkâr Kasrı’nın doğu
ve batı kısımları arasındaki birkaç nokta hariç, genel itibariyle mihraptan
geçen aksa göre simetriktir23.
Harimi örten pandantifli yüksek kubbe, boyutu açısından kompozisyonun en belirleyici elemanıdır24. Kubbe kasnağının oturduğu büyük
askı kemerli beden duvarları, köşelerde kasnak hizasına kadar yükselmemekte, pandantifler askı kemerleri boyunca alçarak köşelere bağlanmaktadır (Şekil 1). Köşe ayaklarının üzerinde, içi boş, sözde ağırlık kuleleri
bulunmaktadır. Bu soğan formlu sözde ağırlık kuleleri ve bunları kubbe
kasnağına bağlayan kıvrımlı payandalar, kasnak pencereleri arasındaki
kaideleri bombeli pilasterler25, taşkın askı kemerleri ve kemerlerin oturduğu dekoratif konsollar, son cemaat yerine çıkan iki kollu Barok tarzında
19 Napoleon’un egemenlik yıllarında (1804-1814) ortaya çıkan ve etkisini mimarlıkla dekoratif sanatlarda gösteren antik Yunan, Roma ve Mısır etkili yeni klasik üslûp, Sultan II.
Mahmud döneminden (1808-1839) itibaren Osmanlı mimarlığına da yansımıştır.
20 Kuban, Kent ve Mimarlık Üzerine İstanbul Yazıları, s.75.
21 A. Batur, “Nusretiye Camii”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.VI, TET Tarih
Vakfı Yayınları, İstanbul 1994, s.105.
22 A. Batur, “Balyan Ailesi”, s.37.
23 Tuğlacı, a.g.e., s.30.
24 A. Batur, “Nusretiye Camii”, s.105-106.
25 Duvardan hafifçe çıkıntı yapan ve taşıyıcılığa katkısı olmayan, kaideli ve başlıklı sütun
benzeri dekorasyon öğesi.
523
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Şekil 1 ve 2. Nusretiye Camii ve kasnak çevresine ait detay.
kıvrımlı merdivenler, hep barok mimarînin izlerini taşımaktadır (Şekil 2).
Fakat yapıda, bu ve benzeri elemanların dışında, asıl dikkati çeken, Barok
düşeyliği vurgulama çabasıdır. Bu da kubbe kasnağı ve küresindeki oran
yükseltmeleri ile sağlanmıştır.
Anlaşılacağı üzere, harimin dış cephesindeki elemanlarda süregelen
Türk Barok anlayışına oldukça sadık kalınmıştır. Ama genel planlamada ve
harim dışındaki mekânlarda Ampir üslûp ağırlık kazanmaktadır. Örneğin
Hünkar Kasrı’nın sade dikdörtgen söveli pencereleri ile son cemaat yeri ve
yan revakların yuvarlak kemerleri Ampir üslûbuna uygun tasarlanmıştır.
Dış cephede birçok antik öğe süsleme amaçlı kullanılmıştır. Özellikle
abartılı palmet26 motifleri dikkat çekicidir. Palmet motifi, son cemaat yerinin kubbelerini taşıyan üç kemerin ortasında, cümle kapısının üstündeki
kitabede, cümle kapısının iki yanında bulunan kapıların ve beden duvarlarındaki üst sıra pencerelerin üzerinde yüksek kabartma olarak yer almak-
26 Bir orta eksenin iki yanında simetrik olarak düzenlenmiş, birbirinden ayrı duran yapraklardan oluşan, palmiye yaprağının soyutlandığı bitkisel bezeme.
524
Dr. Yasin Çağatay SEÇKİN
tadır. Akant27 ve girland (askıçelenk)28 motifleri ile sütun başlıklarındaki
volütler29 de camide sıkça kullanılan diğer antik öğeler olarak görülmektedir.
Ampir üslûbun asıl baskın olduğu yer ise iç mekândır. Özellikle akant
motifi çok çeşitli tarzlarda çalışılmıştır. Ana kubbede ve onu destekleyen
yarım kubbelerde altın yaldızlı akant motifi alçak kabartma olarak işlenmiştir. Yine alt sıra pencerelerin üzerinde de akant motifi görülmektedir.
Özellikle mihrap ve minber çevresinde olmak üzere, akant, girland ve palmet motifleri iç mekânda sıkça tekrarlanmakta; pilaster ve yarım sütun
başlıklarında volütler bulunmaktadır.
Cami, bünyesinde barındırdığı çok sayıdaki antik mimarî öğenin de
etkisiyle, Barok’tan Ampir’e yönelişte bir geçiş yapısı olarak değerlendirilebilir. Nusretiye Camii’nde oranların değiştiği, dikey gelişimin abartıldığı
göze çarpmaktadır. Bu, ana kütlenin kare tabanlı prizma görünümünden
minarelerin inceliğine kadar birçok noktada dikkati çekmektedir. Nusretiye Camii, malzeme ve konstrüksiyon yönünden bir bütünlük arz etse de,
gerek mekânsal biçimlendirme, gerekse cephe düzenleme açısından iki
ana bölüme ayrılmış gözükmektedir: Harim ve Hünkar Kasrı.
XIX. yüzyılda inşa edilmiş başka camilerde de görülen bu farklılık,
diğer anlamlarının yanı sıra dinî ve siyasî iktidar ayrımı kavramının da
bir anlatımı sayılmaktadır30. Bunların dışında, Nusretiye Camii, dört sıralı
pencere dizilerine sahip cephesiyle, Klasik Osmanlı mimarlığı pencere düzeninin son örneğidir31.
4.2. Dolmabahçe Bezmialem Valide Sultan Camii (1853)
Sultan Abdülmecid’in annesi Bezmialem Valide Sultan tarafından, hayır eseri olarak Garabet Amira Balyan’a yaptırılmıştır32. Sultan II. Mahmud,
27 Antik Yunan ve Roma mimarlığında, Korint ve kompozit düzendeki sütun başlıklarında
bulunan, uçları kıvrık yaprak biçimindeki ayırt edici bezeme öğesi.
28 İki nokta arasına yay şeklinde asılmış yaprak ve çiçeklerden oluşan, çelenk biçiminde bezeme öğesi.
29 İyon sütun başlarında görülen spiral biçimli karakteristik öğe.
30 A. Batur, “Ortaköy Camii”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.VI, TET Tarih Vakfı
Yayınları, İstanbul 1994, s.144.
31 A. Batur, “Nusretiye Camii”, s.106-107.
32 Çelik Gülersoy, Dolmabahçe-Çağlar Boyu İstanbul Görünümleri III, İstanbul Kitaplığı, İstanbul 1984, s.19; A. Batur, “Dolmabahçe Camii”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi,
C.III, TET Tarih Vakfı, İstanbul 1994, s.88.
525
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Abdülmecid ve Abdülaziz dönemlerinde hassa mimarlığı yapan Garabet,
ailenin sürekliliğinde ve etkinliğinde kilit noktada olan kişiliktir. Mimarlık
tarihine adını Dolmabahçe Sarayı’nın Mimarı olarak yazdırmıştır33.
Caminin en belirgin biçimsel özelliği net bir kurgu ve geometriye sahip olmasıdır. Bu yapıdaki geometri egemen tasarım, Ampir veya Neoklasik üslûbun en bütüncül örneklerinden biridir. Harim kare planlı, kubbeli
yüksek bir kitledir. Hünkar Kasrı ise, dikdörtgen planlı, prizmatik alçak
bir kitledir. Harim ve Hünkar Kasrı, işlevlerine de bağlı olarak ayrı ayrı
tasarlanmış ve sonradan birleştirilmiş gibidir34.
Harim, kare bir plan üzerinde kurgulanmıştır. Kare planın köşeleri 1
metreyi bulan genişlemelerde vurgulanmıştır. Bu şekilde bir baldaken35
strüktürü yaratılmaya çalışılmıştır. Harim bölümünün beden duvarları büyük taşıyıcı kemerlerle sonlanır ve kubbe, pandantifler aracılığıyla bu duvarların üstüne doğrudan doğruya oturur. Yapının dört cephesindeki büyük
taşıyıcı kemerlerin kuvvetle belirtilmesi ve pandantiflerin yapının dışında
açıkça gösterilmesi baldaken imgesini güçlendiren diğer özelliklerdir36.
Taşıyıcı kemerlerin içindeki dairesel pencere düzenlemesi, baldakenin
geometrik kurgusuna, kendine özgü bir dışavurumla katılmaktadır ve bu
geleneksel strüktürün görsel alışkanlıklarını değiştiren bir öneridir (Şekil
3). Kemer içinin biçimlenmesi, cephede de bir üçlü bölünme ile karşılanmıştır37.
Köşe ayaklarının üzerinde ve pandantiflerin ucundaki sözde ağırlık
kuleleri ise kurulmaya çalışan baldaken strüktür ile çelişmekte, kurguyu
zayıflatmaktadır. Bu, yapının geneline hâkim Ampir ve Neoklasik üslûplarla da çelişmektedir38.
Caminin genelinde buna benzer bir uyumsuzluk, minarelerin plan
içindeki yerleşimlerinde de görülmektedir. Hünkar Kasrı’nın iki ucundan
yükselen minareler, geometrik kurgudan bağımsız konumları ile yapının
bütünlüğüne zarar vermektedir.
Hünkar Kasrı, daha önce de belirtildiği üzere, ibadet dışı mekânlara
belirli bir özerklik kazandırılma çabasının bir ürünü olarak oldukça sade
33 Tuğlacı, a.g.e., s.338.
34 A. Batur, “Dolmabahçe Camii”, s.88.
35 Kubbe ya da piramidal çatıyla örtülü, kare, çokgen veya daire planlı, sütunlarla taşınan,
farklı işlevlere hizmet eden küçük, açık strüktür.
36 A. Batur, “Dolmabahçe Camii”, s.88.
37 A. Batur, “Dolmabahçe Camii”, s.88.
38 A. Batur, “Dolmabahçe Camii”, s.88.
526
Dr. Yasin Çağatay SEÇKİN
Şekil 3. Dolmabahçe Camii taşıyıcı kemerleri içindeki dairesel pencere düzenlemesi.
bir görünümdedir. Zaten özellikle bu cami, Dolmabahçe Sarayı ile arasındaki görsel ve fiziksel ilişkisi nedeniyle ayrı bir siyasî kimlik taşımaktadır.
O dönemde devlet protokolü, Cuma Selamlığı Merasimi’ni bu mekânda
gerçekleştirmektedir39. İki katlı ve klasik mimarî öğelere sahip Hünkar
Kasrı cephesindeki süslemeler de, sözü edilen bu resmî kimlik nedeniyle,
saçak kornişindeki40 trigylph41 motifleri ve üst pencerelerin üzerine almaşık olarak yerleştirilmiş üçgen alınlıklardan ibarettir.
Özetle cami, asal geometrik biçimlerin kullanıldığı şeması, yarım daire kemerleri, alınlıklı pencereleri ve bir ölçüde bezemeden arındırılmış
cepheleri ile dikkati çeken ağırbaşlı bir görünüme sahiptir. Caminin içinde,
yer yer Barok karakter de gösteren Ampir üslûbunda bir dekorasyon vardır.
39 Gülersoy, a.g.e., s.66.
40 Yapı cephelerinin en üstünde, çatı seviyesindeki profilli yatay çıkıntı. Katlar arasında ayırıcı, profilli cephe öğesi.
41 Üçüz yiv.
527
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Palmet ve akant motifleri ile Lesbos42 ve İon kymationları43, iç mekânda
kullanılan başlıca antik öğelerdir.
4.3. Ortaköy Camii (1854)
İstanbul’u dünyaya tanıtan simgeler arasında yer alan Ortaköy Camii
ile ilgili aktaracaklarıma geçmeden önce kısa bir anımı paylaşmak istiyorum. Mimarlık Fakültesi’nde öğrencilik yıllarımda, Ortaköy’de dolaşırken,
İstanbul’a yabancı bir arkadaş yanıma yaklaşmış ve ‘abi burada öyle bir
cami varmış ki, İstanbul’a gelip de onun fotoğrafını çekmezsen dövüyorlarmış, nerededir bu ağabeycim, biliyorsan göster de, şimdi dönüşte evdekilerle papaz olmayalım’ demişti. Serde mimarlık öğrenciliği olduğundan
arkadaşı almış ve sadece bir sokak ötemizdeki camiye bizzat götürmüş ve
gezdirmiştim. Ardından da kendi kendime düşünmüştüm, İstanbul’un en
hareketli, kalabalık ve gürültülü noktalarından birinin tam göbeğinde olmasına rağmen, bu denli yalnız ve sessiz olabilmeyi nasıl başarıyor diye.
Ortaköy Camii, Dolmabahçe Sarayı’nın yapıldığı ve kentin anıtsal dokusunun Boğaziçi’ne doğru kaydığı yıllarda, bu hareketi simgeleyen yapılardan biri olarak gerçekleştirilmiştir44. Camii, Abdülmecid tarafından,
Nigoğos Balyan’a yaptırılmıştır45. Balyan ailesinin akademik eğitimden
geçtiği iddia edilen ilk bireyidir ve kısa ömrüne (32 yaşında tifodan ölmüştür) rağmen, oldukça verimli bir meslek hayatına sahiptir46.
Dolmabahçe Sarayı’nın muayede (bayramlaşma) salonunun ve saltanat kapılarının tasarımı, kendisine atfedilen Nigoğos Balyan, ailenin
Krikor’dan başlayarak benimsediği Neoklasik ve Ampir üslûplarından tarihçi seçmeciliğe geçişi başlatan, tüm denemelerini bu yönde gerçekleştiren bir mimardır47.
Cami, Nusretiye’de de olduğu gibi, tasarım anlayışı açısından birbirinden net bir biçimde ayrılan Barok egemen Harim ve Ampir üslûplu Hünkar
Kasrı bölümlerinden oluşmaktadır. Ortaköy Camii’ni Nusretiye’den ayı-
42 Lesbos kymationu, üstteki dışbükey bölümü çıkıntı yapan dalgalı bir korniştir. Çoğunlukla
kalp biçimli yaprak motifleriyle süslenmiştir.
43 İon kymationu, yumurta dizisi ya da İon ovolosunun diğer adı.
44 A. Batur, “Ortaköy Camii”, s.168.
45 A. Batur, “Ortaköy Camii”, s.168.
46 Tuğlacı, a.g.e., s.172.
47 A. Batur, “Balyan Ailesi”, s.38.
528
Dr. Yasin Çağatay SEÇKİN
Şekil 4 ve 5. Ortaköy Camii ve yuvarlak kemerli pencerelerden bir detay.
ran, bu iki bölümün planda oran olarak birbirine eşit büyüklükte düşünülmüş olmasıdır.
Harim, yüksek beden duvarları üzerinde belirgin bir kubbeyle örtülüdür. Kubbe, kıvrımlı payandalara sahip sağır bir kasnak üzerinde, oldukça
sade bir yapıdadır. Kasnak üzerinde, yaygın olarak pencerelerin bulunduğu açıklıklar, kabartma rozetlerle bezenmiştir.
Pandantifler askı kemerleri boyunca alçalarak köşelerdeki kulemsi
elemanlara bağlanmaktadırlar. Statik açıdan gerçek bir ağırlık kulesi olmayan bu elemanların üstünde dekoratif figürler bulunmaktadır48.
Beden duvarları, Osmanlı cami geleneğinde olduğu gibi köşelerde
kubbe kasnağı hizasına kadar yükselmemektedir. Beden duvarlarını oluşturan üç açıklığın üçü de içbükey olarak düzenlenmiş; içbükey yüzeyler
arasında yer alan gömülü kolonlar belirgin bir şekilde öne çıkarılmıştır
(Şekil 4). Bu karşıtlık, cephe hareketliliğini kuvvetlendirmekte ve Barok
bir espriyi yansıtmaktadır49. Bu Barok işaretin yanı sıra, sözü edilen kolon48 A. Batur, “Ortaköy Camii”, s.169.
49 A. Batur, “Ortaköy Camii”, s.170.
529
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
ların strüktürel değil dekoratif nitelikte tasarlanışı, cepheye Gotik bir etki
de vermektedir50.
Harimin dış cepheleri, kompozit bir üslûpla taştan oyma ve kabartma
süslemelerle yoğun bir biçimde işlenmiştir. Bu konuda sadece yuvarlak
kemerli pencerelere göz atılması bile bu konuda yeterince fikir vermektedir (Şekil 5). Pencereler arasındaki pilasterlerin sütun başlıklarında yer
alan palmet motifi, kemerler üzerindeki Lesbos kymationu ve pencerelerin hemen üstündeki kornişte ise İon kymationu ve guttalar hemen dikkati
çekmektedir.
Dolmabahçe Camii’nde olduğu gibi geniş ve yüksek pencereler sayesinde, cami iç mekânında oldukça aydınlık bir ortam oluşmaktadır. Yapı,
adeta deniz manzaralı bir saray pavyonu görüntüsündedir51.
Harim bölümlerinin tersine Hünkâr Kasrı çok sade tasarlanmıştır. Buradaki bezeme öğeleri, üzeri basık kemerli pencerelerin çevresindeki sade
silmeler52 ile salonlardaki üçgen ve dairesel alınlıklardır. Yine, mekânlar
arasında dikkati çeken bu farklılık, dinî ve siyasî iktidar ayrımı kavramının
bir anlatımı olarak yorumlanabilir. Bu bölümdeki klasik biçimlenmeden,
harim bölümünde sergilenen kompozit üslûba geçiş, Barok stilde tasarlanmış oval giriş merdivenleri aracılığıyla gerçekleştirilmektedir.
Ortaköy Camii, mimarının genel tarihçi-seçmeci yaklaşımından kaynaklanan nedenlerle, kompozit ve Klasik Osmanlı mimarî geleneğinden
tamamen kopuk bir yapı sergilemesine rağmen; bugün bulunduğu mekâna
kimlik kazandıran yapısı ve büyük açıklıklarla parçalanarak saydam bir
nitelik kazandırılmış cephesi ile dikkati çekmektedir.
4.4. Aksaray Pertevniyal Valide Sultan Camii (1871)
Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Valide Sultan tarafından Agop
ve Sarkis Balyan’a yaptırılan camidir53. Valide Camii’nin mimarı olarak
bazı kaynaklar, İtalyan asıllı Pietro Montani’nin de adını vermektedir54.
50 Tuğlacı, a.g.e., s.340.
51 Yıldız Demiriz, Geç Dönem Osmanlı Mimarîsi, http://istanbul.edu.tr/Bolumler/guzelsanat/
gecdonem.htm.
52 Duvar yüzeyi üzerinde hafif çıkıntılı olarak yer alan şerit biçiminde, sürekli giden bezeme
öğesi.
53 Tuğlacı, a.g.e., s.233.
54 Tahsin Öz, İstanbul Camileri, C.I, TTK Yayınları, Ankara 1962, s.149.
530
Dr. Yasin Çağatay SEÇKİN
Cami, köşeleri zeminden başlayarak yükselen kulelerle vurgulanmış
kare bir ana ibadet mekânı ve buna ekli, iyice içeri çekilmiş bir son cemaat
yeri ile Hünkar Kasrı’ndan oluşmaktadır.
Valide Sultan Camii, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı mimarîsinde etkili olan eklektik mimarînin, dinî yapılar kategorisinde
en karakteristik örneklerinden biridir55. Fakat genel anlamda, o zamana
kadarki tüm XIX. yüzyıl camilerinden farklı bir tasarım ve bezeme anlayışına sahiptir. Camide Gotik ve Oryantalist etki ağırlıklı olmakla beraber
çok sayıda eklektik üslûp kullanılmıştır. Örneğin, sivri kemerli pencerelere
sahip cephe düzenlemesi, Gotik; yapının genelindeki yoğun girift bezeme
anlayışı, Barok; süsleme detaylarındaki istiridye formları, Rokoko; yüksek kasnaklı kubbe, Rönesans ve cephedeki İslâm sanatına ait süslemeler, Oryantalist etkiler taşımaktadır. Erken Osmanlı süsleme sanatı içinde
iç mekânda kullanılmış olan dilimli sivri kemerli nişler de, Valide Sultan
Camii’nde cephede görülmektedir56. Bu uygulama iç mekâna özgü dekorasyon ilkelerinin cepheye yansıması biçiminde ifade edilebilir ve Valide
Sultan Camii’nde karşılaşılan yeniliklerden birisidir.
En fazla dikkati çeken bezeme yoğunluğu, köşe kulelerinde görülmektedir. Mukarnaslı ya da düz nişler, köşe pilasterleri ve çeşitli yıldız
motifleri bu kulelerde yer alan başlıca bezeme öğeleridir. Kuleler soğan
biçimli dilimli birer tepelikle sona ermektedir. Kulelerin bu tip tepeliklerle
vurgulanması da, daha çok Hint mimarîsi örneklerinde rastlanan bir uygulamadır57.
Caminin mihrap cephesi ile ona bitişik diğer iki cephelerdeki üç pencere aksını barındıran orta bölümler, çıkma yaparak öne alınmış ve yüzeyi
bezemeli üçgen bir alınlıkla sonlandırılmıştır. Cami cephesinde, geleneksel askı kemerleri görülmemekte; içerideki strüktürden bağımsız bir cephe
giydirilmesi ile karşılaşılmaktadır. Bu tasarımda kubbe adeta geri plana
alınmıştır. Onaltı kenarlı çokgen kasnak, geometrik yapısı ve dekorativizmi ile kubbenin bilinen imgesini değiştirmiştir58. Kubbenin geri plana alın-
55 Orhan Meriç, Aksaray Pertevniyal Valide Sultan Camii ve Külliyesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, İstanbul 1997, s.205.
56 Turgut Saner, XIX. Yüzyıl İstanbul Mimarlığında Oryantalizm, Pera Turizm ve Ticaret,
İstanbul 1998, s.138.
57 Saner, a.g.e., s.65.
58 A. Batur, “Valide Camii”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. II, TET Tarih Vakfı,
İstanbul 1994, s.361.
531
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
masıyla, caminin mimarîsinde aranan anıtsallık cephedeki büyük üçgen
alınlıklarla yakalanmaya çalışılmıştır.
Caminin kubbesi, yapıdaki düşey etkiyi artıran yüksek bir kasnak üzerine oturmaktadır. Yüksek çokgen kasnaklı kubbesi alt yapıdan koparılarak
bağımsız bir düzenleme ile konumlandırılmıştır (Şekil 6). Kubbe çıkarıldığında, caminin ana kitlesi bozulmamakta; herhangi bir sivil mimarî örneği
gibi gözükmektedir (Şekil 7). Çokgen kasnağın her yüzeyinde birer Gotik
pencere ve yüzey köşelerinde pilasterler bulunmaktadır.
Kubbe altındaki mekân, askı kemerlerinin intradosları59 çok geniş tutularak yanlara doğru açılmıştır. Böylece kubbenin büyük olmayan çapına
rağmen, daha geniş bir merkezî mekân elde edilmiştir60.
Valide Camii, Viyana’daki 1873 Dünya Sergisi için hazırlanan ve aynı
tarihte İstanbul’da basılan Usul-i Mimarî-i Osmanî adlı kitapta, Neotürk
üslûpta bir eser olarak sunulmuştur. Fakat, yapıda ilk bakışta bile gözden
kaçması olanaksız olan Gotik espri ve Türk-İslâm mimarîsine ait olmayan
detaylar, bu iddiayı geçersiz kılmaktadır61.
Kuban, Pertevniyal Valide Sultan Camii’ni, eski kentin ortasına tümüyle yabancı aksanlar getirmiştir demekte, Gotik ve Oryantalist karışımı
cephesini garip olarak nitelemektetir62.
Özetle yapı, batılı ve doğulu üslûpların birlikte kullanıldığı eklektik
bir biçimde tasarlanmıştır. Özellikle dış süslemede, Oryantalizm ve Gotik,
ortak bir etkiyi paylaşan iki ana unsur olarak belirmektedir63. İlk bakışta,
strüktürel vurgu ve mekân etkisi anlamında tartışmaya açık çözümleri ve
birbirinden farklı, çok sayıda üslûbu bünyesinde barındırması gibi nedenlerle, karmaşık ve tutarsız bir yapı kimliğine sahip gözükse de, Pertevniyal
Valide Sultan Camii, farklı zevklerin başarılı bir sentezi ve dönem mimarîsini yönlendiren değerli bir örnek olarak da yorumlanabilir.
5. Sonuç
Osmanlı cami mimarîsinin, Klasik dönem içinde ne denli başarılı
eserler vermiş olduğu bilinmektedir. Özellikle strüktür yönünden bir hayli
59
60
61
62
63
Kemer iç sırtı ya da yüzü.
A. Batur, “Valide Camii”, s.361.
Saner, a.g.e., s.64.
Doğan Kuban, İstanbul Bir Kent Tarihi, s.373-375.
Saner, a.g.e., s.118.
532
Dr. Yasin Çağatay SEÇKİN
Şekil 6 ve 7. Pertevniyal Valide Sultan Camii ve kubbesi çıkartılmış hali.
gelişmiş olan bu mimarînin kubbeye verdiği önem bilinmektedir. Kubbe,
yapının bütün biçimlenmesini yöneten ana öğedir.
Kubbeli yapıların değerlendirilmesinde başlıca ölçütlerden birisi kubbenin geometrik ve strüktürel karakterinin yapı biçimini ne yönde etkilediğini saptamaktır. Klasik Osmanlı mimarîsinde, kubbenin taşınması fil
ayaklara aktarılarak, duvarlara olan ihtiyaç ortadan kaldırılmıştır. Bu sayede, kubbenin yatayda ve düşeyde büyümesi sağlanmıştır.
Bu araştırma kapsamında incelenen XIX. yüzyıla ait dört camide ise,
batılı üslûpların uygulanması adına, fil ayakların terk edildiği; buna bağlı
olarak da mekânı örten kubbe çapının düştüğü görülmektedir. Bu durum,
iç mekânda göreceli bir küçülmeyi beraberinde getirdiği gibi, anıtsallık
anlamında da zayıflamaya neden olmaktadır.
Yine, ana ibadet mekânı önüne yerleştirilen Hünkar Kasrı bölümünün
kırma çatı gibi sivil mimarîye özgü elemanlarla çözümü, giriş cephelerindeki anıtsallık ifadesine zarar vermiştir. Zayıflayan anıtsallık, Pertevniyal
Valide Sultan Camii’nde olduğu gibi üçgen alınlık ya da benzeri antik öğelerin kullanımı ile sağlanmaya çalışılmıştır.
Dönem üslûplarının beklentilerine paralel olarak, mekânda düşey etki
yaratma adına, kubbenin yükseltilmiş bir kasnak üzerinde çözümü, kubbe
ile ana ibadet hacmi arasındaki bütünlüğü etkilemiştir. Harim ile Hünkar
533
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Kasrı tasarımlarındaki anlayış farkları ve örneğin Dolmabahçe Camii’nde
görüldüğü gibi minarelerin genel kütle kompozisyonu içindeki tartışmalı
konumları da bu bütünlüğü etkileyen diğer unsurlar olarak dikkati çekmektedir.
Kubbenin yükselmesine bağlı olarak, kütle kompozisyonundaki oranlar değişmiştir. Örneğin Nusretiye Camii’nde olduğu gibi, kubbe ve ana
kütleye bağlı olarak, minareler de yükselmiş ve ince bir görünüm almışlardır. Bu ve benzeri uygulamalar, klasik dönem ile Batılılaşma döneminin
cami mimarîsine yaklaşımları arasında ritm ve oran yönlerinden farklılıklara neden olmuştur. Bir anlamda yapının bileşenleri arasındaki oransal
disiplin değişmiştir.
Osmanlı cami mimarîsinde vurgulanması gereken bir diğer nokta da,
anıtsallıkla ilişkili olarak, kubbe boyutlarının, camiyi inşa ettiren kişinin
statüsüne göre değiştiği bilgisidir. Geçmişte vezir camilerinde kullanılan
kubbe boyutları, yeni dönemde selâtin camilerinde kullanılır hale gelmiştir.
Bu açılardan bakıldığında dört caminin de, mimarî anıtsallık, kompozisyon, strüktür ve statü belirleme anlamında, Klasik Osmanlı mimarîsinden farklı bir tutum içinde davrandıklarını söylemek çok da yanlış olmayacaktır.
Bu farklı tutum, cephe düzenlemeleri ve bezemeleri anlamında da çok
belirgindir. Cephe düzenlemelerinde farklı derinlikte kütle hareketleri ve
plasterler, kat silmeleri, pencere söveleri gibi prekast elemanlarla gerçekleştirilmiş zengin cephe süslemeleri, Klasik Osmanlı cami mimarîsine yabancı yeniliklerdir. Mimarın bu yenilikleri kullanmadaki başarısı, örneğin
Dolmabahçe Camii’nde olduğu gibi askı kemerlerine paralel yerleştirilen
dairesel pencerelerde olduğu gibi yapıya özgünlük ve hareket kazandırabilmektedir.
Sonuç olarak Balyanlar, XIX. yüzyıl Osmanlı mimarîsine damgasını
vurmuş bir ailedir. Osmanlı mimarîsinin son dönemindeki eklektik yaklaşımlara bazı denemeleri ile yön vermişler ve özellikle başarılı ekip çalışmalarının sonucunda, mimarîdeki değişim sürecini hızlandırmışlardır.
Eğitimlerini Hassa Mimarlar Ocağı’nda almış Krikor ve oğlu Garabet
Balyan’ın eserlerinde, Osmanlı mimarî geleneğinin izleri daha çok korunmuştur. Yurtdışında mimarlık eğitimi aldıkları iddia edilen Garabet’in
oğullarından başlayarak ise Batı üslûp ve biçimleri, ailenin eserlerine daha
fazla hâkim olmuştur. İlk kuşakların, Barok etkili Neoklasik yaklaşımları, ileriki kuşaklarda yerini tarihçi-seçmeci yaklaşımlara ve nihayet yeni
534
Dr. Yasin Çağatay SEÇKİN
bir üslûpmuş gibi tanıtılan ve Neotürk adı verilen denemelere kadar uzanmıştır. Burada unutulmaması gereken, aşırı süslü, seçmeci-kompozit yapıları, geleneksel cami kompozisyonundaki anıtsallıktan uzak oluşları ve
biçimsel bütünlük konusundaki zayıf noktaları nedeniyle çokça eleştirilen
bu dört caminin, çağın ortak zevkini yansıtan yapılar olduğu gerçeğidir.
Bu açıdan bakıldığında da Balyan ailesi, mimarî yorumlama ve sentezleri tartışılsa da, Tanzimat sonrası dönemin gerekleri ile bağlantılı olarak,
Batıdaki güncel akımları takip etmiş ve imparatorluk başkenti İstanbul’a
uyarlama konusunda iyimser denemelerde bulunmuşlardır.
535
GREGORİAN TÜRKLERİN STRATEJİK BOYUTU
Dr. Yaşar KALAFAT
Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) Kafkasya Araştırmaları Masası
Özet
Biz bu bildirimizde, Türklüğün, dinî kimlik olan Gregorian
Türkler olarak da tezahür etmiş olacağı üzerinde kısaca
durup, Hıristiyan Türkler stratejimizin olmayışının ne denli
millî kayıplarımıza yol açtığını, buradan hareketle Hıristiyan Türkler stratejimizin olması halinde, günümüzde ne
derece stratejik avantajlar sağlamış olacağımız üzerinde
duruyoruz.
Bir kısım Türklerin geçmişte Anadolu’da, günümüzde
Azerbaycan’da Gregorian mezhepli Türkler olduklarını, dil
onomastik, toponomi, mitoloji, yaşayan halk inançları ve
halk edebiyatı itibariyle kısa dokunmalarla ortaya koyuyoruz Bu konuda yapılmış tespitlere birkaç yeni ilâve de
daha bulunuyoruz.
Yakın geçmişte, Hıristiyan Türkler bu arada Gregorian
Türkleri stratejik bir obje olarak almadığımız için, Gregorian Türk Kilisesi ve Gregorian Türk eğitim müfredatımız
olmamış, Ermeni eğitim müfredatı ve kilise, misyoner yönlendirmeleri ile Gregorian Türkler Ermenileşmekle yüzleşmişlerdir. Giderek Ermenilerin çıkarmış oldukları isyanlar
ve onlara uygulanan tehcir dönemlerinde de, Gregorian
Türkler Gregorian Ermenilerin kaderlerini paylaşmak zorunda bırakılmışlardır. Böylece Türklük karşıtı bir hareketi
engellemek noktasında rol alması beklenilebilecek olan
soyca Türk inanç itibariyle Gregorian olan bir potansiyel
Türklüğün karşısına hasım olarak çıkarıldığı için, hasmın
güçlenmesinde katkıda bulunmuşlardır.
Ermeni stratejisiler aynı filmi bu kez Karabağ olaylarında
sergilemişlerdir. Haçperest Türkler olarak bilinen Gregorian inançlı Azerbaycan Türkleri, Ermenilerle birlikte soydaşları olan ve fakat inançları farlı olan Müslüman Azeri
Türklerine karşı savaştırılabilmişlerdir.
Bildirimizde vermek istediğimiz mesaj, Hıristiyan Türklüğün bir parçası olan Gregorian Türkler, Küresel Güç’ün Ortadoğu ve Kafkasya politikaları itibariyle, Türklüğün ortak
çıkarları adına stratejik bir objedirler.
Dr. Yaşar KALAFAT
Giriş
Ermeni ulusunun kimliği, onu oluşturan unsurlar itibariyle muhtelif
vesilelerle bir şekilde gündeme gelmiş, fakat ilgili bütün yönleri ile ele alınıp Türk ulusal kimliği açısından irdelenmesine yeterince gidilememiştir.
Son dönemde yapılmaya başlanılan bir kısım önemli çalışmalara rağmen1
Türk-Ermeni ilişkilerinin ideolojik derinliklerine inilebilmesi, konunun
tekrar araştırılıp gün ışığına çıkarılması gerekir ki, Türk-Ermeni ilişkilerinde günü değerlendirirken, ilmeği olayların geçmişinden alıp geleceğe
bakış açıları geliştirmek gerekmektedir. Bu türden çalışmalara, müesseseleşerek süreklilik kazandırılabilmesi bakımından Ermeniler biz Türklerden
çok kere bir adım maalesef ileride olmuşlardır2. Bu yapılanmanın gerçekleştirilememiş olması, Türk-Ermeni siyasetinde ortak stratejinin belirlenebilmesinde Türkiye ve Azerbaycan ihtiyacı karşılayabilecek nitelikte
organize olamamışlardır. Uzmanların bir araya gelebilmeleri ve tema üretmeleri, ancak vesilelere bağlı olabilmiştir. Bu durumun bir sonucu olarak
1
2
Mahmut Niyazi Sezgin, “Anadolu Türklüğünün Kayıp Halkası: Gregorian Türkler”, İkibinyirmiüç, 15 Kasım 2005, S.15, s.62-72; Yaşar Kalafat, “Türk-Ermeni İlişkilerinde Siyasî ve Kültürel Boyut”, Ermeni Araştırmaları, S.12-13, Kış 2003-İlkbahar 2004, S.12-13,
s.59-93.
Hacalı Necefoğlu, “Ermenistan’da Gelecek Tasarım Çalışmaları”, Türk Dış Politikası Sempozyumu, 29-30 Nisan 2004 Kars, Editör Hacalı Necefoğlu, Kars 2005, s.101-112.
539
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
da Azerbaycan’da yapılan ve konusu Gregorian Türkler olan çalışmaları3,
Türkiye’de takip etmek kolay olmamıştır.
Biz bu yazımızda, Ermeni ulus kimliği ile karşımıza çıkarılan toplumun, etnik kimlik olarak mitolojik Hay kavmine bağlanışı, Hay kavminin Kafkasya’da yaşamakta bulunduğu Hayıstan’ın çok daha kuzeyindeki
yüksek ülke anlamına gelen Ermenistan ismi ile yurt anlamında bütünleştirilmesi ve nihayet Hıristiyanlığın mezheplerinden bir mezhep olan
Gregorianlığın, Ermeniliği nasıl millî mezhep haline getirildiği üzerinde
fazla durmayacağız. Ermeniliğin bu boyutu inceleme konumuzu dolaylı
ilgilendirmektedir.
Ermenilerin tarihin muhtelif dönemlerinde farklı coğrafyalarda küçük
adacıklar halinde sahneye çıkışları, Gregorian mezhebi ile izah edilebilir.
Zira Ermeniler büyük bir ırkın kolu olmadıkları gibi, göçmen bir ırk da
değillerdir. Ermenilerin birbirlerini naks eden iddialar şeklinde; Urartular,
Hititler, Friklerle, Traklarla bağlantılandırılmalarının izahı da burada yatmaktadır. Ermeniler Gregorian mezhebini tamamen ve sadece kendilerine
mahsusmuşçasına sahiplendikleri nispette ve sürece bu inanca mensup olan
halkları Ermeniden saymış ve bu halkların geçmişlerini de Ermeni geçmişi
olarak algılayıp yansıtmışlardır. Ermeni ulus inşaası zihniyetinde var olan
bu husus, Alban-Ermeni kültürel miras ilişkileri itibariyle de görülmektedir. Gregorian kilisesinin ilk kurucusu ve Kafkasya’da Hıristiyanlığın ilk
banisi olma adına, bu kavim Türkistan menşeli bir halk olan Albanların da
kültür mirasını sahiplenmek istemişlerdir4.
Konumuzu doğrudan ilgilendirmemekle beraber, üzerinde durduğumuz inşaası süren Ermeni ulus kimliğinin mitolojik boyutu ile, batı Türklüğünün ulus kimliği ve Anadolu’da var olma mücadelesinin bağlantılı bir
yakası da, vaat edilmiş topraklar inancı meselesidir. Ermeniler kendilerini
Tanrı tarafından seçilmiş bir halk aynı zamanda Nuh Peygamber’in gemisinin Ağrı dağına oturması ve Nuh’un torunu Hayk’ın ataları olduğunu iddia ederlerken, İncil’de geçen cenneti sulayan dört ırmağı Kür, Araz, Dicle
ve Fırat olarak algılarlar. Bu nehirlerin geçtiği toprakların Tanrı tarafından
3
4
Kalafat-Sezgin, “Ablanlar Tarihi ve Ermeni Kültür Stratejisi”, İkibinyirmiüç C.1, S.12, Ermeni Sorunu Özel Sayısı, Nisan 2002; Kalafat, “Albanlardan Günümüze Azerbaycan Türk
Halk Kültüründe Devamlılık”, Geçmişte ve Günümüzde Ablanlar, 29 Nisan-3 Mayıs 2001,
Bakü 1991, s.157-161.
Kalafat- Sezgin, a.g.m.; Kalafat, Ablanlar Tarihi ve Ermeni Kültür Stratejisi”, Siyasî Tarihi
ve Kültürel Boyutları ile Ermeni Sorunu, İkibinyirmiüç Dergisi, S.12, s.16-26.
540
Dr. Yaşar KALAFAT
kendilerine vaat edilmiş olduğuna inanırlar5. Bu topraklar, Saltukname’nin;
Raviler aydur, Peygamber buyurdu ki: ‘Cennette Tuba ağacının altından
akan dört ırmak vardır. Bunlar; Seyhun, Ceyhun, Fırat ve Nil’dir diye belirttikleri topraklardır. Böylece batı Türklüğü Anadolu ve müştemilatı ile,
Azerbaycan ve müştemilatı, ulusal kimliğinde vaat edilmiş topraklar mitolojik inancı yer almış olan İsrail’in güneyden ve Ermenistan’ın kuzeyden
kıskacı altında olup, pençenin veya kıskacın kolları ABD’nin elindedir6.
Bu itibarla süper gücün dünya hakimiyetinde bölgesel aktörlerden birisi
Gregorianlık ise, şüphe yok ki Gregorian Türkler bu nokta itibariyle de ayrıca önem arz eden bir faktördürler7. Günümüzde saldırganlığı ile varlığını
sürdürmeğe çalışan 200 değişik etnik unsurdan oluşan8 bu kimlikte Ermenice olarak bilinen dilin oluşması da, bu kültür ortamının bir ürünüdür9.
Ermeniler, Gregorian inançlı her toplumu Ermenilik adına sahiplenme
stratejisini gütmüşlerdir. Buradan, hareketle Gregorian kilisesi cemaatinin
sahip olduğu siyasî ve ekonomik potansiyel ile çok kere de mahallî örgütlenmelerle yerel güvenlik güçlerini Ermeni milliyeti adına sahiplenmişlerdir10. Ermenilik bir köken değil bir dinî şemsiye kimliğinin adıdır11. Bu
şemsiye kesimlerinden birisi bir şekilde inisiyatifi ele alıp, cemaatte zamanla oluşturulacak ulus kimliğine kendi adını vermiştir. Anonim ve farklı
etnik unsurların ortak ürünü olan cemaat imzalı genel kültür, sanat ve bu
arada dil, bu yapay millete mal edilmiştir. Ermeni ulusunun oluşturulmasında iki yöntem vardır. Bunlar; sahiplenerek asimile etmek ve asimile
olmayanları, yani Ermeni etnik milliyetine direnenleri siyasî hudutlarının
dışına atmaktır. Gregorian Tatarların, Gregorian Farsların durumları ikinci uygulamanın ve Erivan Gregorianlarının karşısında direnen Karabağ
5
Rouben Torossian, The Contemporary Armanian Nationalist Movement, s.25-26’dan aktaran Sezgin, a.g.m.
6 Kalafat, “Türkiye Kuzeyden Ermenistan Güneyden İsrail Tehtidi Altında”, İkibinyirmiüç
Dergisi, 15 Kasım 2023, S.3, s.14-18; “Büyük Ortadoğu Projesi, İsrail Özne Türkiye Nesne” İkibinyirmiüç Dergisi, Mart 2004, S.30, s.42-46.
7 Kalafat, “Misyonerlik-Azınlık Okulları Gergefinde Gregorian Türkler”, Türk Dünyasına
Bakışlar, Prof. Dr.Mehmet Saray’a Armağan, Derleyen Halil Bal, Muhammet Erat, İstanbul
2003, s.377-385.
8 I. M. Diakonoff, The Pre-History of The Armenian People, New York 1984, s101-130’dan
aktaran Sezgin, a.g.m.
9 Kegam Kevorpyan, Mitolojik Evrim Tarihi, İstanbul 2000’den ktaran Sezgin, a.g.m.
10 Kalafat, Misyonerlik Azınlık Okulları …”; Kalafat, “Kültürel Küreselleşme, Dinler Arası
Dialog ve Mono Milliyetçilik”, Dinler Tarihi Araştırmaları III, Hıristiyanlık Dünü Bugünü
ve Geleceği, Ankara 2002 s.563-567.
11 Sezgin,a.g.m.)
541
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Gregorianlarının durumu ise, birinci uygulamanın örnekleridir12. Nitekim
Karabağ Gregorianlarının Haçperest Türkler olarak bilindiklerini Rus kaynaklarından biliyoruz13. Ayrıca Karabağ Gregorianları ile Erivan Gregorianlarının fizikî antropoloji itibariyle gösterdikleri farklılıklara rağmen,
Karabağ’ın bir kısım Gregorianlarının Azerbaycan Türklüğü ile gösterdiği
antropolojik müşterekler de tespit edilmiştir. Gregorianlığın sadece Hay
kavmine ait olmadığının anlaşılması, Türk kültürlü ve fakat vernaküler
dilli doğu ve güneydoğulu bir kısım aşiretlerle ilgili olarak ileri sürülen
Ermeni kökenli iken sonradan Kürtleştiler gibi asılsız iddialara da çözüm
getirmiş olacaktır. Gregori, Hıristiyanlık adına evrensel bir dinin tebliğini
yaparken, bölge halklarından etnik kökeni veya ana dili farklı olsa da, bu
ilâhî duyuruya icabet eden çeşitli halklar Gregorian olabildiler. Zamanla
bu inancı seçmiş bir kısım halk, İslâmiyet’e girmiş veya İslâm inançlı iken
Gregorianlığı seçmiş olabilir. Bunun anlamı din değiştirmektir. Son yüzyılda Ermenilik milliyet olarak sahnelenilmektedir. Türkün Gregorianlığı
seçmiş olması, başlangıçta/dönemi itibariyle milliyet değil, din değişimi
olarak ifade edilebilirdi.
Böylece denilebilir ki, ulus devletlerinin özümseyemedikleri bir kısım
Gregorianları etnik milliyetçilik adına dışlayan Ermenistan ile Muhammedî olmayan Türkleri dışlayan bir Türkiye vardır. Bu arada Gregorian
Türklere sahip çıkılamamış bu soydaşlar planlı bir şekilde, Ermeni ulusunun inşasında onlarla kader birliği yapmaya itilmişlerdir14. Tebasına dil ve
din serbestisi tanıyan Osmanlı Devleti’nde, Gregorian cemaat, dinî hayatını kiliseleri merkezli yaşarlarken, cemaati, çeşitli halklardan Gregorian
inançlılarla birlikte Gregorian Türkler de oluşturuyorlardı. Bunlar, Türk
soylu, doğal olarak da Türk dilli, başlangıçtan itibaren de hiç Ermenice
bilmeyen Türklerdi. Gregorian kilisesi Türkler bazında milliyetlere göre
oluşturulmamışlar ve buradan hareketle de bir Türk Gregorian kilisesi
yoktu veya tarafımızdan varlığı bilinmemektedir. Bu tespitimize şahitlik
yaparken Ermeni seyyah Simeon, Anadolu Ermenilerinin büyük bir kısmının anadilleri Türkçe’dir demektedir15. Kilise okullarında batı tipi eğitim
geliştiği nispette, etnik kimlik olarak heterojen olan cemaate, Ermeni Hayk
12 Kalafat, “Mono Milliyetçilik ve Millî Kilise”, Sekizinci Askerî Tarih Semineri, İstanbul 2427 Ekim 2001, Ankara 2003, s.113-116; Kalafat, “Karabağ’ın Gregorian Türkleri”, Dünya
Azerbaycanlılar Dergisi, 2003, s.2, 59-60.
13 Kalafat-Nazmi Gül, “İnportance of Folklore in Shaping the Identity-Ermenian Culture and
Cultural İdentity”, History of the Caucasus, The Scientific-Public Almanas, Bakü 2001.
14 Kalafat, “Misyonerlik Azınlık Okulları…”
15 Simon, Tarihte Ermeniler l608-l619, İstanbul, 1999’dan aktaran Sezgin, a.g.m.
542
Dr. Yaşar KALAFAT
tarihi, dili, sanatı, kısaca kültürü verilerek, cemaat; Ermeni Hayk kimliği
istikâmetinde homojenleştirilmeye başlandı.
Bahtiyar Tuncay Musa Kalankatlı’nın Gıyaseddin Geybullayeve’nin
Azerbaycan’da yaptıkları araştırmalarla Hunlardan itibaren, Kafkasya’da
Türklerin Gregorian mezhebi kapsamında, zamanla nasıl Ermenilik bünyesinde mütalâa edildiklerini anlatmaktadırlar. Musa Kalankatlı, Albanların
Tarihi isimli eserinde, Albanlarla birlikte Eftalitler, Abdalların Hıristiyanlaştırılmalarını, keza Kıpçak Türklerinden Gargarların da bu dönemde Hıristiyan olduklarını anlatırlar. Aynı eserde Azerbaycan’a V. yüzyılda gelen
Gor ve Gazan isimli 2 Türk hanının halkı ile birlikte Hıristiyanlığ’ı kabul
ettikleri açıklanmaktadır. Ermenistan ve Gürcistan arşivlerindeki Ermeni
alfabeli ve Türk dilli edebî eserlerin yayınlanmaları o dönemde başlamıştır. Bilhassa dinî metin örnekleri çoktur16.
Ermeni alfabesinin oluşumuna dair rahmetli hocamız M. Fahri Kırzıoğlu ve daha sonra da Abdurrahman Küçük hocamız bilgi verirlerken,
bu alfabedeki Türk harf karakteri üzerinde de dururlar17. Bahtiyar Tuncay,
Ermeni alfabesinin gelişme sürecini anlatırken, bu alfabenin V. yüzyılda
oluştuğunu Türklerin bu bölgede Hıristiyanlığ’a girişinin çok daha evvel
olduğunu belirtiyor ve Demeli, Ermeni grafikalı, Hıristiyan mezmunlu
Türk edebiyatı V. Esrden tespit edilmeli idi. Ya da ibadet ve maarifçilik
başka dilde olmalı idi demektedir18. Biz bu filmi Osmanlı Gregorianlarında
da görüyoruz. Bu kültürel aksiyon, XIX. yüzyıldan Ermeni siyasî aksiyonu ile birleşecektir. Osmanlıda anadili Türkçe olan Gregorian Türkün
içinde yaşadığı toplumun dili, soydaşları Türklerin dili olan Türkçe olduğu
için, onların kilise dışındaki sosyal hayatlarında fazla etkilenme ve ihtiyaç
duyma doğal olarak olmuyordu. Bu süreç 1850’lerden sonra batının Osmanlının Anadolu toprağında müttefik araması döneminde hızlandı19. Tıpkı bugün ABD’nin Ortadoğu’da yerli halklardan müttefik aramaları gibi
misyonerlik hareketleri ile şekillenmeye yüz tuttu. Etnik menşei farklılığı
merkezli olmasa da, isyanlara karşı olan ve olmayan Gregorianlar vardı.
Gregorian inançlı halk misyoner okulları marifeti ile silâhlandırılırken ve
batının Osmanlı Devleti’nde görevli bir kısım diplomatları, Gregorian asi16 Bahtiyar Tuncay “IV-VII Esrler ve Ondan Önceki Türk Dilli Edebî Numunelerimiz”, 525.
Gazet, 12 Yanvar 2002.
17 Abdurrahman Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ankara 1996; M Fahreddin Kırzıoğlu,
Ablanlar Tarihi Üzerine, Ankara 1994, s.49.
18 Tuncay, a.g.m.
19 Küçük, a.g.m.
543
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
lere arka çıkarlarken, istismar ve alet edilen Gregorian halkın arasında çeşitli etnik kökenliler, bu arada bahsi geçen Gregorian Türkler de vardı. İsyanlarda Muhammedî ve İsevî Türkler, ayaklanan ve ayaklanmayı bastıran
taraflar olarak karşı karşıya getirilmişlerdi. Tıpkı Anadolu’nun fethinde,
Müslüman Oğuz Türklerinin karşılarında, Bizans ordusu saflarında Hıristiyan Kıpçak Türklerini görmeleri gibi...Nihayet Ermeni tehciri yapılacak,
aradan geçen 3 çeyrek asra rağmen, Orta Doğu’nun bir kısım Gregorianları
halâ Türkçe’yi anadilleri gibi kullanmayı sürdüreceklerdir.
Misyonerlik faaliyetleri sonucu Ermeni halk ihtilaflı üç inanç kesimine bölünmeden evvel, kendilerini tanıtırlarken, ben bir Ermeniyim demiyor, Gregorianım diyor, kendisine Katolik denilmesini hakaret olarak
algılıyordu20.
Gregorian kilise cemaati Katolik misyoner faaliyetlerinin etkinliğini
anlatılırken, Ermeniler Katolikleştiler denilmektedir21. Ermeni adını kendi
tekeline alan Hay kavmi, Gregorian Hıristiyanlık şemsiyesi altında, tüm
Hıristiyanların kültürel mirasından hareketle kimlik oluşturuyor, daha
sonra bu kimliği siyasî ve iktisadî alanda kullanmayı sürdürüyordu. Hâlbuki bir dönem Ermeni adı, bölge veya yöre karşılığında kullanılıyordu.
Kuzeyli, Konyalı, Adanalı gibi22. Bu kimliği bütün katılımcı halklarla birlikte Gregorian Kilisesi oluşturuyordu. Bu görüşümüzü Monte Melkonian
da paylaşmaktadır23.
Anadolu’ya Türklük, Müslüman Türklerden yüzlerce yıl önce hocam
Kaşgarlı’nın belirttiği gibi; klansız ve kağansız dönemde gelmiş, bir kısmı
Anadolu’da İslâm’a girerlerken, bir kısmı da Ortodoks veya Gregorianlığı seçmişlerdir24. Gerek Selçuklular döneminde, gerekse Osmanlılar döneminde, gayrimüslim kategorisinde değerlendiren bu Türk toplulukları,
böylece Müslüman üst kimliği ile ifade edilen Türklük dairesinden çıkarılarak, Müslüman olmayan Türk olmayan kesimlerle özdeşleştirilmişlerdir.
Böylece Gregorian mezhebine bağlı Türklerin, tıpkı Bulgar Türklerinin
Slavlaştırılmasına benzer bir süreçle Haylaştırılması, diğer bir değişle,
20 Ramazan Adıbelli, “XIX. Asırda Ermeni Cemaatinde Görülen Dinî Farklılaşma ve
Kayseri’deki Yansımaları”, Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk-Ermeni
İlişkileri Örneği, 20-22 Nisan 2006 Kayseri.
21 Ahmet Refik, Hicrî 13. Asırda İstanbul, 1932. s.31-32’den aktaran Sezgin a.g.m.
22 Küçük, a.g.e., s.2.
23 Monte Melkonian, The Right to Struggle, San Foncisco 1993, s.26’dan aktaran,.Sezgin.
a.g.m.
24 Yaşar Kalafat, “İslâmiyet’e Anadolu’da Giren Türkler”, Millî Kültür, Eylül 1986, S.54,
s.32-40.
544
Dr. Yaşar KALAFAT
bugünkü anlamda Ermenileşmeleri süreci yaşanmıştır25. Dönemindeki bu
gelişmenin farkında olan Osmanlı yönetiminin, Ankara ve Kayseri Sancakbeylerine hitaben yazdıkları fermanlarla, Anadolu’daki Gregorian Türk
ailelerinin çocuklarının Gregorian Kilisesi’ndeki Ermeni papazlarca manastırlarda Ermenileştirmeye karşı uyarıldıkları bilinmektedir26.
Gregorian Kilise cemaat kültürü içerisinde Türkçe’nin izlerini kelime
varlığı, gramer kuralları, alfabe etkilenmesi itibariyle görebildiğimiz gibi,
halk inançları ve bilhassa koçlu koyunlu mezar taşları itibariyle de görüyoruz27.
Bütün bunlardan sonra söylenilebilir ki, Türklük, Bulgaristan’da Bulgar Türkleri ile Evladı Fatihan’ın ihtilafa düşürülmesi deneyimine rağmen,
Anadolu ve Azerbaycan’da yaşanılan Müslüman ve Gregorian Türk ihtilafını da önleyememiştir.Orta Doğu ve Kafkasya’da beklenilen vaat edilmiş topraklar hesaplaşmasında, unutulmaması gereken husus Gregorian
Türklerin,Türklüğün bir parçası olduklarıdır. Türk ulus kimliği üzerinde
çalışanlar, uzun süre Türklüğü İslâmiyet’le sınırlı tutulmuşlardır. Millî
kimliklerinde dini millileştirerek sahiplenen geçmişin birlikte yaşadığımız
bir kısım halkları ise, Türk kimlik mimarlarının bu ihmalinden stratejik
avantaj sağlayabilmişlerdir. Türk kimliği adına sadece İslâmiyet’le sınırlandırılmayan bir strateji belirlenebilmelidir. Bu strateji; Ortodoks Bulgar
Türklerini, Çuvaş Türklerini, Yakut Türklerini,Hıristiyan Tatarlar olan Mişelleri, Gagauz Türklerini, Kırım, Azerbaycan, Gürcistan ve göç etmiş olan
Anadolu Ortodoks Türklerini de kapsayabilmelidir. O taktirde Gregorian
Türklerin Stratejik önemleri daha net görülebilecektir.
25 Sezgin. a.g.m.
26 Hasan Fehmi, “Anadolu’da Gregorian ve Ortodoks Türkler”, Ülkü, C.4, S.21, s.173182’den aktaran, Sezgin, a.g.m.
27 Kalafat, “Türk-Ermeni İlişkilerinde Siyasî ve Kültürel Boyut”.
545
TARİHÎ PERSPEKTİF İÇERİSİNDE TÜRK-ERMENİ
İLİŞKİLERİNİN ÇAĞDAŞ DOĞU-BATI ERMENİ
EDEBİYATINA YANSIMASI
Yıldız DEVECİ
Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, İnsanlığa Karşı Suçlar Araştırma Enstitüsü
E-mail: [email protected]; Tel (GSM): 0 542 654 21 02
Özet
Bu çalışmada Ermeni edebiyatında yaratılan Türk imgeleri
incelenecektir. Araştırmalar Ermeni edebiyatında yaratılan Türk imgesinin oluşumunda Birinci Dünya Savaşı’nın,
Ermeni Tehciri’nin, Ermeni Kilisesi’nin, iki ülke arasında
diplomatik ilişkinin olmamasının, Ermenilerin uzun yıllar
Osmanlı Devleti himayesinde azınlık bir grup olarak yaşaması ve daha birçok olayın önemli bir etkisi olduğunu
göstermektedir. Bunların yanı sıra geçmişten günümüze
kadar gelen Ermeni edebiyatının oluşumunda doğal olarak siyasî, sosyal ve ekonomik nedenlerin de önemli bir
katkısının olduğunu unutmamak gerekmektedir.
Yıldız DEVECİ
Giriş
Bu çalışmada, tarihî perspektif içerisinde çağdaş doğu ve Batı Ermeni edebiyatı yazarlarının eserlerinde yarattıkları Türk imgesi ve yaratılan
negatif Türk imgesinin oluşumunda nelerin etkili olduğu incelenecektir.
Bazı eserlerden hareketle Ermeni yazarlarının Türk ve Türkiye algılaması
ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu makale Ermeni edebiyatı konusunu tüm
yönleriyle anlatma iddiasında değildir. Genel olarak sanatın bir dalı olan
edebiyatın gerçek işlevini yerine getirmesi ve toplumlararası diyaloga katkıda bulunması dileğiyle kaleme alınmıştır.
Bilindiği gibi Ermeni toplumu Anadolu’nun en eski halklarından biridir. Ermeni toplumu geçmişte birçok devlete bağlı olarak küçük beylikler
ve prenslikler şeklinde yaşamıştır. Tarih boyunca Persler, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Selçuklular, Moğollar (İlhanlılar), Osmanlılar, İranlılar
ve Rusların hakimiyetine girmişlerdir.
Fransız tarihçi René Grousset’e göre, Türk-Ermeni ilişkileri ilk defa
1045–10461 yılları arasında başlamıştır. The Kingdom of Armenia adlı
eserin yazarı İngiliz tarihçi Mark Chahin ve Vahan Kurkjian2 da Grousset
gibi Türklerle Ermenilerin ilk karşılaşmalarını XI. yüzyıla dayandırmakta1
2
Renè Grousset, Başlangıcından 1071’e Ermenilerin Tarihi, Aras Yayınları, İstanbul 2005,
s.571.
Vahan Kurkjiyan, A History of Armenia, Armenian General Benevolent Union of America,
1958.
549
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
dır3. Oysa Grousset, Chahin ve Kurkjian, Selçuklu Türklerinin dolayısıyla
Müslüman Türklerle Ermenilerin ilk karşılaştığı dönemi esas almaktadırlar. Bu yönüyle XI. yüzyıl Müslüman Türklerle Ermenilerin ilk karşılaştığı dönemdir. Çünkü Türkler Anadolu’ya Müslümanlığı kabul etmeden
önce yerleşmeye başlamışlardı. Örneğin Selçuklular 1018 yılında Anadolu
kapılarına, Azerbaycan’a geldiklerinde orada kendilerinden önce gelmiş
bazı Türkmen gruplarına rastlamışlardır. Onlarla birlikte Anadolu sınırlarını geçerek küçük bir Ermeni Prensliği olan Vaspurakan’a yani Van gölü
havzasına girmişlerdir4.
Görüldüğü gibi Türklerle Ermenilerin ilk karşılaşmalarıyla ilgili olarak kesin bir bilgi olmamakla beraber, bu karşılaşmanın erken tarihlerde
gerçekleştiğini söylemek mümkündür. (6-7. yüzyıllarda Kimmerler-Sakalar)
Yakın tarihlere bakıldığında ise XV. yüzyılda Türk-Ermeni İlişkileri
konusunda Esat Uras’ın Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi adlı kitabında önemli bilgilerin olduğu görülmektedir. Uras, bu eserinde Fatih Sultan Mehmet dönemini özellikle vurgulamaktadır.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u aldıktan sonra, sırf kendi teşebbüsü
ile Ermenilerin Bursa’daki ruhanî reisleri Hovakim’i İstanbul’a getirerek,
Rum Patrikliği’nin yanında, bir de Ermeni Patrikliği kurmuş ve Ermenileri
bu Patriklik ile idare etmiştir5.
XV. yüzyıldan itibaren Ermeniler İstanbul’a yerleşmeye başlamış ve
Kumkapı, Yenikapı, Samatya, Narlıkapı, Edirnekapı, Balat Kapısı6 gibi
semtlerde ikâmet etmeye başlamışlardır. XVI. yüzyılda ise Yavuz Sultan
Selim’in Çaldıran Savaşı sırasında İran’da yaşayan birçok Ermeni7 yazar,
şâir ve sanatçıyı İstanbul’a getirdiğine değinilmektedir. Bu dönemlerde
Türkiye’de yaşayan Ermenilerin ticaret ve sanatla uğraştıkları ve askerlikten muaf oldukları için nüfuslarının sürekli artmakta olduğu ve toplumsal
bir ilerleme gerçekleştirdikleri görülmektedir.
3
4
5
6
7
Mark Chahin, The Kingdom of Armenia, Curzon Press, England 2002.
Erdal İlter, “Doğu Anadolu’daki Ermeniler’in ve Diğer Gayrimüslimlerin Devlet Himayesine Alınmaları (XVI. Yüzyıl)”, Ermeni Araştırmaları, Sayı 18, 2005, s.75.
Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul 1987, s.149.
Uras, a.g.e, s.149.
Detaylı Bilgi için bkz. Uras, a.g.e.
İran Ermenileri; İran’da Taşnak gruplarının da etkisiyle çeşitli örgütler, dinî ve siyasî kuruluşlar, özellikle Ermeni tarihi üzerinde çalışmaları ile dikkati çekmekte ve katliam konusu hakkında ayrıntılı bilgiler hazırlayarak dünya kamuoyuna İran araştırmacıları ve bilim
adamları aracılığı ile duyurmaktadırlar.
550
Yıldız DEVECİ
XIX. yüzyılda Ermeniler, Türkiye’de ticaret ve sanat alanında rahat
bir yaşam sürdürürken bir yandan da devlet işlerinde görev almaya başlamışlardır. III. Selim zamanında Dadyan’lar, II. Mahmud döneminde ise
Düzoğulları, Balyan ailesi8 gibi Ermeni vatandaşları önemli görevlerde
bulunmuşlardır. Birçok Tanzimat ve Meşrutiyet devri devlet adamlarının
danışmanları Ermenidir. II. Mahmud döneminden itibaren Avrupa’ya gönderilen öğrenciler arasında birçok Ermeni ailenin çocukları da bulunmaktadır9.
Bunun yanı sıra Osmanlı Devleti’nde askerî alanda paşa, siyasî alanda üst düzey bürokrat, bakan, milletvekili, büyükelçi ve başkonsolosluk
gibi görevlerde birçok Ermeni vatandaşı görev almıştır. Yine 1912-1915
yıllarında Balkan Savaşları sırasında Osmanlı Devleti’nin Dışişleri Bakanı
Gabriel Noradunkyan adlı bir Ermenidir.
Sonuç olarak, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) ile birlikte
Türk-Ermeni ilişkilerinin birçok nedene bağlı olarak bozulmaya başladığını ve bu bozulmanın Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte hızlandığını söyleyebiliriz. Bu ilişkinin bozulma nedenlerini genel hatlarıyla şöyle sıralamak
mümkündür;
Siyasî ve dinî nedenler,
Savaş koşulları,
Dış müdahaleler,
Ermeni siyasî partilerinin kurulması,
Ermenilerin bağımsızlık özlemi,
Ermeni isyanları ve Ermeni terörü,
Türk-Ermeni ilişkilerinin kısaca tarihsel gelişimine bu şekilde değindikten sonra Ermeni edebiyatında Türk imgesinin oluşumunda önemli etkileri olan yazınsal eserlere değinilecektir. Bu nedenle daha çok Batı Ermeni
edebiyatındaki yazarlar ve onların eserlerinden yararlanılacaktır. Bilindiği
gibi Ermeni edebiyatı Doğu Ermeni Edebiyatı ve Batı Ermeni Edebiyatı
olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Böyle bir ayrımın yapılmasında siyasî ve
coğrafî faktörlerin önemli bir etkisi bulunmaktadır.10
8
9
Uras, a.g.e., s.150.
Ahmet Kankal, “Ermeni Öykülerine Göre Osmanlı-Türk Toplumunda Ermeniler”, Ermeni
Araştırmaları 1. Türkiye Kongresi Bildirileri, III. Cilt, s.98.
10 Birsen Karaca, Ermeni Edebiyatı Seçkisi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2001, s.1.
551
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Kültürel bağlamda tarih ve edebiyat arasında çok yakın bir ilişki vardır.
Toplumların tarih içinde geçirmiş olduğu deneyimler kendilerini ifade etme
biçimi olan edebiyatlarına da yansımıştır. Örneğin XVIII. yüzyıl Alman
romantizmi bölünmüş bir Alman siyasî coğrafyasının bir araya gelmesinde
yaşanan sancının sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bunun gibi Türk-Ermeni ilişkilerinin tarihsel gelişimi de Ermeni edebiyatının gelişimini önemli
ölçüde etkilemiştir. Yüzyıllar boyunca bir arada yaşayan bu iki toplumun
ilişkilerinde yaşanan kırılma Ermeni edebiyatında yansımasını bulmuştur.
Tarih-Edebiyat etkileşiminin önemine binaen tebliğimin bundan sonraki
kısmında Ermeni edebiyatında Türk imgesi üzerinde durulacaktır.
Türk-Ermeni ilişkilerinin oluşmasında ve şekillenmesinde yazın eserlerinin önemli bir etkisi vardır. Örneğin şiir, roman, anı, mektup, günlük,
hikâye, efsane vb. yazın türlerinde yaratılan imgeler kuşaktan kuşağa aktarılır ve günümüze kadar gelirler. Bu yazın türlerinin kuşaklar üzerinde
olumlu olduğu kadar, olumsuz etkileri de bulunmaktadır. Örneğin yıllar
önce yazılmış bir eser aracılığı ile Türk-Ermeni toplumlarının farklı dinî
ve etnik yapıya sahip olmalarına rağmen bir arada nasıl yaşadığını, her iki
toplumun birbirinden nasıl etkilendiğini ve benzeri gelişmeleri öğrenmek
mümkündür. Bu yönüyle edebiyat adeta kuşaklar arası bir köprü vazifesi
görmektedir.
Bugün çağdaş doğu ve Batı Ermeni edebiyatının temsilcileri arasında,
Zaven Biberyan, Ara Güler, Mıgırdiç Margosyan, Mıgırdiç Armen, Kevork Pamukciyan, Yervant Gobelyan, Kirkor Ceyhan, Aram Andonyan,
William Saroyan, Antan Özer, Ruben Maçoyan, Toros Toranyan, Sergey
Vartanyan, Hagop Mıntzuri, Agop Arslanyan, Aram Pehlivanyan, Aret Gıcır, Arman Çuhacıyan, Boğos Levon Zekiyan ve Hamesdağ önemli bir yer
tutmaktadır11. Çağdaş Batı Ermeni edebiyatının temsilcilerinin büyük bir
kısmını İstanbul’da yaşayan Ermeniler diğer kısmını ise dünyadaki diğer
Ermeni yazar ve şâirleri oluşturmaktadır.
Ermeni yazarların büyük bir kısmı öykü ve romanlarına konu olarak
Anadolu’da yaşayan Ermeni ve diğer etnik grupların hayatlarını, İstanbul’u
ve tehcir yıllarını ele almıştır. Ayrıca yukarıda isimlerini saydığımız yazarlar eserlerinde Türklerden de bahsetmişlerdir.
Bu çalışmada sadece birkaç yazarın eserleri üzerinde durulacaktır. Birincisi Mıgırdiç Armen’in Hegnar Çeşmesi adlı eseridir. Mıgırdiç Armen’in
gerçek adı Mıgırdiç Grigori Harutyunyan’dır. Armen, 1936 yılında kaleme
11 Karaca, a.g.e., s.21.
552
Yıldız DEVECİ
aldığı Hegnar Çeşmesi’nde sadece Türk toplumunu değil Ermeni toplumunu da ağır bir dille eleştirmektedir.
Hegnar Çeşmesi’nin ana teması Ermeni bir kadın ve Ermeni bir genç
arasındaki yasak aşktır. Bu aşkın yasaklanma nedeni Ermeni Hegnar’ın
evli olmasıdır. Bu nedenle Ermeni kadını, dönemin Türk kadınlarının giydiği çarşaftan giyerek bir bakıma kendini kamufle edip gizlice sevgilisi
Varos’la buluşur. Zamanla bu durumu fark eden Ermeniler bir Türkle bir
Ermeni arasında aşk yaşandığını sanarak bu konuda türlü yorumlarda bulunmaya başlarlar.
Kuşkusuz, Türkler de bizler gibi Allah’ın kulları, Allahları bizimkinin
aynısı... Fakat başka bir inanca sahipler, başka bir kandan gelmeler. Bir
Hıristiyanın bir Müslüman kadınla bağ kurduğu işitilmiş şey midir? Buna,
ne Ermeni, ne Türk, ne de başka biri razı olur. Aile kurmalarına kim karar
verebilir? Ermeni kendi inancından olur, bunun üzerine öteki Ermeniler
onu öldürürler, aynı davranış Türkler için de geçerlidir.
-’Her köy kemiklerini, kendi köpekleri için saklar’. Bu çok eski bir
atasözüdür, diye devam etti. Türk kadını Türk erkeği için, Ermeni kadını
Ermeni erkeği için dünyaya gelir12.
Yasak aşkın tüm toplumlarda aynı şekilde yorumlandığı ve genellikle
kötü sonla bittiği, özellikle de iki farklı toplumdan olan insanlar arasında
bir aşkın daha da ötesi bir evliliğin söz konusu olamayacağı teması roman
boyunca ele alınır. İşte Mıgırdiç Armen’in romanı da bu yönüyle Ermenilerin Türkleri bazen din merkezli olarak ötekileştirebildiğini gösteren bir
ipucudur.
Yine Çağdaş Batı Ermeni edebiyatı temsilcilerinden olan Mıgırdiç
Margosyan da Söyle Margos Nerelisen? adlı eserinde Türkler’den bahseder. Ermeni taşra edebiyatının yaşayan temsilcisi olarak bilinen Margosyan, öykülerinde doğduğu yöreleri, Diyarbakır’ı özellikle de 1940’lı ve
1950’li yıllarda Diyarbakır’daki sıradan insanların günlük yaşamlarını sunar. Türklerin yanı sıra Ermeni, Süryanî, Keldanî, Prot, Kürt ve Yezidîlerin
sıradan hayatlarını ele alan Margosyan, birden fazla etnik grubun tek çatı
altında fakat bir o kadar uzak olan yaşamlarını konu edinir. Margosyan bu
eserinde özellikle Birinci Dünya Savaşı’nın kendisi ve ailesi üzerindeki etkilerine değinmiş ve ailesinin içinde bulunduğu durumdan, dolaylı olarak,
Türkleri sorumlu tutmuştur13.
12 Mıgırdiç Armen, Hegnar Çeşmesi, Aras Yayınları, İstanbul, s.79.
13 Mıgırdiç Margosyan, Söyle Margos Nerelisen?, Aras Yayınları, İstanbul 1995, s.104.
553
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Çağdaş Ermeni edebiyatının önemli bir başka yazarı olan Kirkor Ceyhan (1926 Zara-1999 Bonn) da eserlerinde Türk imgesini işlemiştir. Kendisi bir Cumhuriyet dönemi çocuğu olarak ve en önemlisi de Cumhuriyetin
onuncu yılında ülke çapında yapılan kutlamaları Zara ölçeğinde görerek;
Atatürk dönemini çocukluk, İsmet İnönü dönemini gençlik ve delikanlılık,
Adnan Menderes dönemi ve sonrasını da olgunluk çağında görüp yaşayarak şahit olmuş ve bu dönemlere ait mühim ipuçları bırakmıştır.
Ceyhan’ın kaleme aldıklarının çoğu, özellikle Osmanlı dönemine,
seferberlik ve sevkiyat yıllarına aittir. Ceyhan, 1965’te ailece Ermenistan
Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne göç etmiş, ancak on ay sonra geri dönerek Beyoğlu’nda terzi dükkânı açmıştır. 1980’de terziliği bırakmış ve
emekli olmuştur. 1982’de Fransa’ya çocuklarının yanına göç eden Ceyhan, 1988’de Almanya’ya yerleşmiş ve Bonn’da vefat etmiştir.
Kirkor Ceyhan, gerek kendi başından gerekse anne ve babasının başından geçen acı ve tatlı hadiseleri üç Türkçe öykü kitabıyla bizlere aktarmıştır. Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm adlı öykü kitabı, yazarın Türkçe
basılan ilk eseridir. Yazar bu eserinde, Cumhuriyetin ilk yıllarında 1930’ların başında Zara’da olup bitenleri anlatmaktadır. Kendi başından geçen
olayları yerel ağızla aktarmayı özellikle tercih etmiş ve bunu da büyük bir
başarıyla gerçekleştirmiştir.
Zara’ya özgü ağızla kaleme alınan ve Türkçe olarak yayınlanan ikinci
eseri Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize adını taşımaktadır. Yazar bu eserinde de, Müslüman olsun gayrimüslim olsun, Zara insanının hayatından
kesitler sunmaktadır. Bu eserde babasının kendisine anlattığı olaylara da
yer vermiştir.
Kirkor Ceyhan eserinde sık sık yöresel terimlere ve Ermenice kelimelere yer vermiştir. Bu da her defasında okuyucunun kitabın arkasındaki
sözlüğe bakmasına ve ister istemez konudan uzaklaşmasına neden olmaktadır. Bu eserde yine Ermeni yazarların karakteristik özelliklerinden biri
olan öz yaşam öyküsünden yola çıkılarak yazılmıştır. Öz yaşam öykülerinde ise daha çok çocukluklarında yaşadıkları sıradan ve belki de edebiyat
dünyasında çoğu zaman işlenmeyen konuları ele alarak bir bakıma da kendi farklarını ortaya koyma amaçlı bu tür eserler meydana getirmişlerdir.
Ceyhan, eserlerinde üstü kapalı da olsa seferberliğe göndermelerde
bulunmuş ve bir bakıma içinde bulundukları durumun tek suçlusu olarak
seferberliği görmektedir.
554
Yıldız DEVECİ
Bu nasıl bir iştir, bu nasıl gazaptır? Gide de gelmeyesin seferberlik,
kahr ile gazap olasın e mi, diye ağlar dururdu anam. Biz kardeşler, etrafına
üşüşür, yüzümüzü asar, zaman zaman da beraber ağlardık14.
Ceyhan’ın bir başka eseri ise Kapıyı Kimler Çalıyor’dur. Bu eserde de
Ceyhan tehcir yıllarında, ailesinin ve sevkiyata tâbi olan diğer Ermenilerin başından geçen olayları konu etmektedir15. Bu yazar da eserinde diğer
çağdaşları gibi 1915 olayları ve tehcirin kendisi ve ailesi üzerinde negatif
bir etki yarattığını anlatmaktadır.
Eserlerinde Türk imgesini ele alan yazarlardan biri de William
Saroyan’dır. Çağdaş Batı Ermeni edebiyatında önemli bir yere sahip olan
Saroyan, Bitlis’ten Amerika’ya göç etmiş Ermeni bir ailenin ferdidir16.
William Saroyan’ın en önemli eseri olarak değerlendirilebilecek olan
Ödlekler Cesurdur adlı kitabında anlatılanlar kendilerini yaşadıkları yere
ait hissetmeyen insanların sorunlarını ele almaktadır. Kendi toplumunu
deli olarak diğer toplumlardan ayıran yazar delilikten öte, biraz da ait olduğu toplumu bu yönüyle diğer toplumlardan farklı ya da üstün göstermeye
çalışmaktadır.
Başkalarını gözlemlediğim zaman, yani başka ailelerin çocuklarını,
kendi çocuklarımı ve Armenak Saroyan’la Takuhi Saroyan’ın dört çocuğundan biri olan kendimi düşünürüm. Başkalarının çocuklarının ne kadar
aklı başında, terbiyeli, becerikli, saygılı ve ne yapacaklarının kestirilebilir
olduğunu, buna karşın benim halkımın çocuklarının, insanları hayretten
hayrete düşürdüğünü görür, şaşar kalırım. Öteki çocuklar kim oldukları,
bu dünyadaki yerleri ve yapıp ettikleri konusunda fevkalade rahattır. Oysa
biz Ermeniler için bu ta en başından beri müthiş bir mücadeledir. Sonunda,
belki de hepimizin deli olduğu hükmüne vardım, ama tırmarhaneye kapatılacak türden değil. Bizler öfkemizi, toplum ya da tıp yetkilileri üzerimize
varmadan bastırmayı biliyoruz. İçimizde kaçık olmayanlar parmakla gösterilecek kadar azdır. Bunu aşağı yukarı ‘hep böyle’ olduğumuz anlamında
söylüyorum; yani eskisine göre daha beter olduğumuz sanılmasın17.
14 Kirkor Ceyhan, Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm, Aras Yayıncılık, İstanbul 1998, s.23.
15 Ahmet Kankal, “Ermeni Öykülerinden Türkçe Yayınlananlar Üzerine”, Millî Eğitim Dergisi, Sayı 157, Kış 2003, s.213-225.
16 William Saroyan 31 Ağustos 1908’de Kaliforniya eyaletinin Fresno kasabasında dünyaya
gelmiştir. 1939 yılında The Time of Your Life oyunuyla Pulitzer Ödülü’nü kazanan Saroyan,
bu ödülü kişisel gerekçelerle reddetmiştir.
17 William Saroyan, Ödlekler Cesurdur, Aras Yayınları, İstanbul 2001.
555
HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER
Ermeni edebiyatında ve Ermeni toplumunun belleğinde Türk imgesinin oluşturulmasında tarihî etkenlerin yanı sıra psikolojik etmenlerin etkisinin olduğu da bilinmektedir. Bilindiği gibi Ermeni toplumu yıllar boyunca Osmanlı Devleti’nin bünyesinde azınlık olarak yaşamıştır. Bugün
Ermeni çevreler tarafından ileri sürülen görüşe göre, bu durum Ermenilerin çoğunluğu psikolojik bir baskı grubu ya da potansiyel düşman olarak
görmelerine neden olmuştur. Oysa ileri sürüldüğü gibi bunun tek nedeni
sadece Osmanlı Devleti bünyesinde azınlık olarak yaşamış olmaları değildir. Çünkü Ermeniler tarih boyunca bulundukları coğrafî bölge itibariyle
Bizans, Roma, Pers, Arap, Selçuklular gibi büyük imparatorlukların sınır
bölgelerinde yaşamışlar ve çoğu zaman bu devletlerin çekişmelerinin arasında kalmışlardır. Bu durum da toplum olarak psikolojilerini ister istemez
olumsuz etkilemiştir.
Görüldüğü gibi çağdaş doğu ve Batı Ermeni edebiyatında yaratılan
negatif Türk imgesinin oluşumunda birçok etken bulunmaktadır. Özellikle
Diaspora’daki Ermeni yazarların eserlerinde nefrete varan negatif tutumun
asıl nedeni dağınık halde bulunan Ermeni toplumunu tek bir amaç doğrultusunda tek çatı altında toplayabilme isteğidir. Bunun için de ortak bir
düşman yaratılması gerekmektedir. Erol Göka, Diaspora’nın bu tutumunu
şöyle ifade etmektedir;
Diaspora Ermenileri için, yaşadıkları zengin Batı ülkesinin kimliğine
sarılmak dışında, bir ulusal kimlik şansı yoktur, ama grup (cemaat) kimlikleri açısından Türk düşmanlığı ve intikam duyguları kurucu bir işleve
sahip olabilir. Grup kimliğine sahip olmanın ve mağduriyet psikolojisinin
avantajlarını Türk düşmanlığı sayesinde yaşayabilirler. Hayatlarında hiç
Türkiye’yi ve hatta bir Türkü görmemiş olan ikinci nesil ve sonraki Ermeni
nesilleri için her şey hayalî olduğundan, Türk düşmanlığının boyutlarını
hayalî biçimde arttırarak böyle bir kimlik inşası kolayca gerçekleştirilecektir18.
Bu gruba verilebilecek en uygun örnek ise Türklere karşı önyargılı
bir tutum sergileyen ve diğer eserlere oranla biraz daha sert bir dille kaleme alınmış olan Hilâlin Gölgesinde Bir Ermeni Kızın Yazgısı adlı eserdir.
Kitabın yazarı David Kherdian 1931 yılında Wisconsin’da dünyaya gelmiştir. Yazar eserinde, annesi Veron Dumhejian’ın başından geçen olayları
kaleme almıştır. Romanın kahramanı olan Veron, 1907 yılında Afyon’da
18 Erol Göka, “Ermeni Sorunu’nun (Gözden Kaçan) Psikolojik Boyutu”, Ermeni Araştırmaları, Sayı 1, Mart-Nisan-Mayıs 2001, s.128.
556
Yıldız DEVECİ
dünyaya gelmiştir. Veron, Sevk ve İskân Kararı’nın çıkması üzerine ailesiyle birlikte Suriye’ye sevk edilmiştir. Burada annesini kaybeden Veron,
daha sonra Birecik’te bir Türk ailesinin yanında kalmıştır. Bu esnada babasını da kaybetmiş ve tanıdıkları vasıtasıyla tekrar Afyon’a getirilmiştir.
Artık Afyon’da yapamayacağını anlayan Veron, İzmir’e yerleşmiş, ancak
burasının da Yunan işgaline uğraması ve arkasından da tekrar Türklerin
eline geçmesi üzerine, önce Midilli adasına, oradan da Atina’ya gitmiştir.
Buradayken, Amerika’da bulunan bir Ermeni ile evlenmiş ve Amerika’ya
göç etmiştir. Evliliğinden bir oğlu ve bir kızı dünyaya gelmiştir. İşte bu
evlilikten dünyaya gelen oğlu David, annesinin kendisine anlattığı ve sevkiyat yıllarında Afyon’dan Halep’e kadar giden ailenin karşılaştığı zorlukları, biraz da Osmanlı Devleti ve Türklere nefret duyguları içinde kaleme
almıştır19.
Eserlerinde tehcir yıllarını konu alan yazarlardan biri de Hamasdeğ
mahlaslı Hampartsum Gelenyan’dır. 1895 yılında Harput’da dünyaya gelen Hamasdeğ Güvercinim Harput’ta Kaldı adlı eserinde doğup büyüdüğü
yerlere olan hasret ve özlemini dile getirerek, Anadolu köy hayatını usta
bir biçimde ele almıştır. Hamasdeğ’in köy edebiyatı, hayatın dışına itilenlerin, toplumdan hatta doğadan kovulanlar

Benzer belgeler