pdf olarak indirmek için tıklayınız
Transkript
pdf olarak indirmek için tıklayınız
Söz: Şenol Göka Beste - Solist: Kerem Demircioğlu Düzenleme: Murat Tunalı Tulum: Volkan Arslan Supervisor: Amber Türkmen Şenol GÖKA TRT Genel Müdürü BÜYÜLÜ BİR SES, BU SESLE DÜNYA TEK NEFES Uzun zamanlar önce, gölgelerden kurdukları hayal dünyasını, perdede gerçeğe çeviren söz ustaları vardı. Hayâlî denirdi onlara; Hayâlî Memduh Bey, Hayâlî Kâtip Salih Efendi, Hayâlî Küçük Ali... Dönemlerinin büyük sanatçılarıydı her biri. Perdede Karagöz ve Hacivat’ın gölgelerine ses veren büyük ustalar. Radyocular da sesleriyle kurarlar dünyayı, hayalin sesi gelir radyodan. O hayallerden bir dünya kurulur. Tam da bu yüzden insanlar radyodan vazgeçmiyor. Radyonun büyülü dünyası, her an, her istediğimiz yerde bizimle. Yıllar boyunca evde, işyerinde, tarlada radyo hep yanı başımızdaydı. Her gün öğle vakti birde, akşam olunca saat yedide radyonun o büyülü sesinden aldık ajansı. Bayram coşkumuza Yurttan Sesler Korosu eşlik etti. Arkası Yarınlar’da meraklandık; spiker ‘mikrofonlarımız 19 Mayıs Stadyumu’nda dediğinde heyecanlandık. Hayallerimizin sesi oldu radyo. Radyoyla birlikte bir diğer vazgeçilmez de elbette müzik. İnsanlık tarihi kadar eski olan müziğin geniş kitlelere yayılması, sınır ötesine taşınmasında radyonun büyük katkısı var. Radyo yayınları sayesinde büyük kitlelerle buluştu müzik ve müziğin taşıdığı kültür. Müzik, bizi geçmişimize bağlayan bir zaman makinesidir de aynı zamanda. Bir radyo dalgasının üstünde geçmişe yolculuk yaparsınız. TRT Kurumu radyoları, hem kendi müziğimizi, hem de dünya müziğini dinleyicileriyle buluşturdu. Bu buluşmanın en önemli örneklerinden biri de Yurttan Sesler Korosu’dur. 1947 yılında Muzaffer Sarısözen şefliğinde kurulan Koro, kısa sürede radyonun vazgeçilmez programları arasına girdi. Sarısözen’in ifade ettiği gibi; “radyonun sımsıkı tuttuğu ve başardığı halk türküleri yayımı, ne sadece dinleyicilerine hoş bir vakit geçirmek ne de yalnız türkülerimizin çeşitleri hakkında fikir vermekten ibaret değildir. Gönüllerimizi bir araya toplamak ve bütün memleketi tek duygu haline getirmek Yurttan Sesler’in başlıca hedefidir.” Bu hedefin gerçekleştiğini görmekten mutluyuz, gururluyuz. Bu topraklarda türküler gürül gürül akan bir nehir gibidir. Anadolu’nun her bir karışı türkülerle beslenir. Bu kadim nehir, geçtiği her yörenin türkülerini, sazını sözünü alır, ülkenin bir ucundan diğerine taşır. Türküler bu ülkenin can suyudur. Kültürel geleneğimizi kuşaktan kuşağa taşıyan bu nehir, toplumsal belleğimizi biçimlendirir. Köklerimiz bu nehirden aldıklarıyla güçlenir, gelişir. İşte TRT, tam da bunu başarmıştır. TRT; radyosuyla, televizyonuyla, her türlü basılı yayınıyla bu ülkenin kültür tarihidir. Şair yazar Murathan Mungan’ın bir röportajında söyledikleri, TRT’nin gücünü, etkisini ve katkısını çok güzel özetliyor: “Ben, radyo oyunları dinleyerek büyüyen bir kuşağın yazarıyım. Radyo hayal gücünü etkin kılar. Pasif seyirci değil, aktif dinleyicisinizdir. Ayrıca benim kuşağım, Tarık Gürcan’lar, Baki Süha Ediboğlu’lar, Zafer Cilasun’lar ve Jülide Gülizar’ların Türkçesiyle büyüdü. İyi yazarlar kadar, iyi konuşanlardan da beslendi Türkçemiz. Kulaklarımızda sedaları kalanların yazdıklarımızda da hatırları vardır.” Radyonuz açık olsun. BİR DÜNYA KONU ŞENOL GÖKA… 12 Biz sesin büyüsüne inandık. Görmeden sevdik, görünmeden sevildik... Hayal ettik. Yüreklerimize gönlümüzce resimler çizdik… Bir ses, büyülü bir ses. Bu sesle dünya tek nefes… Radyoyu bu güzel dizelerle anlatan TRT Genel Müdürü Şenol Göka ile… TÜRKİYE RADYO TELEVİZYON KURUMU ADINA SAHİBİ ve GENEL YAYIN YÖNETMENİ Amber TÜRKMEN SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Birsen YÜKSEL TAYMAZ EDİTÖRLER Figen GÖKTAŞ Ümit DİRİCAN Nesrin BÜYÜKTURAN GRAFİK TASARIM Birsen YÜKSEL TAYMAZ YÖNETİM YERİ TRT MÜZİK DAİRESİ BAŞKANLIĞI TRT SİTESİ A BLOK KAT 9 Tel: (312)463 32 48 ISSN 2149-7982 SAYI 10 / MAYIS 2016 YAYIN TÜRÜ Yaygın/Süreli YAYIN TARİHİ 1 MAYIS 2016 YAYIN YERİ www.trtmuzikdairesibaskanligi.com TRT Bir Dünya Müzik @birdunyamuzik [email protected] 2 AMBER TÜRKMEN… 16 TRT Radyo Dairesi Başkanı Amber Türkmen’e, “Türkiye’nin Ortak Sesi” mottosuyla yayınlarını sürdüren TRT Radyoları’nı ve radyoların günümüze ve geleceğe yönelik hedeflerini sorduk… RADYONUN 24 BÜYÜCÜSÜ: İZZET ÖZ Tükenmez enerjisi ve bir adım önden giden vizyonuyla envai çeşit müziği ve sanatçıyı ayağımıza getiren radyo ve yayıncılık dünyasının 50 yıllık çınarı İzzet Öz’le; anlattığı hikâyelerin kuyruğuna takılıp daldan dala bir gezintiye çıktık. ADİLE KURT KARATEPE 26 “Turan Engin gibi ‘ahh!’ diyebilmek için yıllarca çalıştım. Sözleriyle bir “ahh”ın peşinden bir ömür gidecek kadar türkü sevdalısı Adile Kurt Karatepe ile TRT İstanbul Radyosu’ndaydık… GENEL YAYIN YÖNETMENİ’NDEN Bir Dünya Selam, SERBÜLENT YASUN 28 TRT Ankara Radyosu’ndan emekli Türk Halk Müziği Ses Sanatçısı ve koro şefi Serbülent Yasun’la sanatla geçen 50 yılını konuştuk… MUSİKİ İZİNDE: CEMİLE UNCU 34 TRT Ankara Radyosu Türk Sanat Müziği Sanatçısı ve Müdürü Cemile Uncu’yla; müzikle ilgili anılarını, Ankara Radyosunu ve TRT Nağme’yi konuştuk… RADYONUN GÜLEN SESİ 38 MÜZİK KUTUSU: CAT STEVENS 44 Radyoda sesin, müziğin macerasını, kendine has mizahıyla ve müzik yorumlarıyla aktaran Michael Kuyucu’yla, Türkiye’de radyo yayıncılığının zaman içerisindeki değişimi ve geleceğin radyosu üzerine… Rahmi Mert Özcan’la, 1960-1970 dönemlerine tamamen damga vurmuş, İngiliz pop-rock müziğinin içinde kendisini en yukarılara taşımayı başarmış ismi Cat Stevens’a ve sürekli umut dolu mesajlar veren şarkılarına dair… Tüm renklerine yer vermeye çalıştığımız dergimizde, bu ay yine müzik yolumuza ışık tuttu. Seçtiğimiz özel konunun heyecanı bir yana, birbirinden değerli konuklarımızın katılımlarıyla katlanan bu mutluluk, bir sayının daha heyecanla tamamlanmasını sağladı. Ankara Radyosu spikerlerinin ve teknik personelinin de gönüllü katkılarıyla hazırladığımız sesli dergi CD’si her ay olduğu gibi, bu ay da görme engelli okurlarımızla buluştu. Bu sayı sizler için seçtiğimiz kapak konumuz: “Radyo” . Sizlere sınırsız bir dünyanın kapılarını açan radyoyu ele almak, radyodan, radyo yayınlarından ve programlarından bahsetmek istedik ve elimizden geldiğince sizi radyonun büyülü dünyasına götürmeye çalıştık. Türkiye’de radyo demek, TRT demektir bir anlamda. Bu nedenle TRT Radyoları’nın 89. yıl kutlamalarına da bu vesileyle ortak olmaya çalıştık. İlk olarak, yıllardır “sesin büyüsü”nün izinden giden ve TRT Radyoları’nın bugünlere gelmesinde en büyük paya sahip olan TRT Genel Müdürü Şenol Göka bizleri onurlandırarak değerli görüşlerini paylaştı. Ardından “sesin büyüsü’’ne ve özellikle de TRT Radyoları’nın muazzam yolculuğuna birlikte tanıklık ediyoruz. Radyo ve müzik alanında en önemli isimlerden biri olan İzzet Öz, stüdyosunda ağırladığı Nesrin Büyükturan’la sanatsal birikimini ve anılarını paylaştı. Yurttan Sesler’in müziğe ve kültürümüze olan katkılarını, TRT İstanbul Radyosu Türk Halk Müziği Ses Sanatçısı Adile Kurt Karatepe Nesrin Büyükturan’a anlatırken, TRT Ankara Radyosu emekli sanatçı ve koro şefi Serbülent Yasun’la Ümit Dirican konuştu. TRT Ankara Radyosu Türk Sanat Müziği Müdürü ve Ses Sanatçısı Cemile Uncu; radyo anılarını, Beraber ve Solo Şarkılar’la geçen yılları ve TRT Nağme hedeflerini Ümit Dirican’a aktarırken, radyonun sıra dışı programcısı Michael Kuyucu, Türkiye’de radyo yayıncılığının zaman içerisinde nasıl değiştiğini ve geleceğin radyosunun nasıl olacağını Nesrin Büyükturan’la keyifli bir sohbetle paylaştı. Radyonun ayrıcalıklarını ve Meşk-i Muhabbet programını, yapımcısı TRT Ankara Radyosu Türk Halk Müziği Müdürü Sabri Sabuncu ve yönetmenleri Ahmet Erge-Sema Bay ile Ümit Dirican konuştu. Figen Göktaş’ın hazırladığı, Radyo-1 programlarına ve TRT Kent Radyo’larına ilişkin keyifli yazının ardından, İstanbul Radyosu “O Bir Efsane’’yle dergimize renk kattı. Sesli Kütüphane Radyo-3’te 42 yıldır TRT radyolarında sesine aşina olduğunuz Vefa Çiftçioğlu vardı. Sürekli yazarlarımızdan da yine ilgi çekici metinler, köşelerindeki yerlerini aldı. Rahmi Mert Özcan’ın Müzik Kutusundan “Cat Stevens” çıkarken, Reşit Saraçoğlu, “Radyo”yu anlattı. Murat Örem tarihi binalar arasında, Kızılay’dan Ulus’a doğru adım adım gezdirirken, Feridun Ertaşkan, radyoların önemini, tarihsel gelişimi ve teknolojinin etkileriyle birlikte ele aldı. Murat Ekşi ise sıra dışı yorumlarıyla yine Albüm Ekşi’si ve Klasik Albümlerle bizimleydi. Cahit Cesur’la müzik tarihine yolculuk, haberler, konserler, kitaplar dergimizin sayfalarında sizleri bekliyor. Haziran sayımızda görüşmek dileğiyle. Müzikle ve radyoyla kalın… Amber TÜRKMEN 3 Bu sesle dünya tek nefes. TRT Radyoları 89 Yaşında… 6 Mayıs 1927 tarihinde başlayan TRT Radyo yolculuğunun 89. Yılı “Radyo Günleri” adı altında uluslararası katılımla kutlanıyor. Radyo yayıncılığı açısından büyük önem taşıyan etkinliğin ilki 2009 yılında İstanbul’da yapıldı. TRT, hayal kutusunun içini sesin büyüsüne kapılıp görmeden sevenlere açtı, radyoya gönül verenler için camdan stüdyolar kurarak görünür hale getirdi. Geçen sene de TRT Radyo Dairesi Başkanlığı tarafından İstanbul’da kurulan “Radyo Köyü” nde büyük bir coşkuyla kutlandı. “Radyo Günleri” bu yıl da Antalya’da gerçekleşiyor. 2-6 Mayıs tarihleri arasında Antalya Kültür Parkı Radyo Köyü’nde müthiş etkinlikler tüm radyo severleri bekliyor. Yurt dışından gelen radyo program yapımcılarının da yer aldığı yayınların yanı sıra, etkinlik boyunca her akşam Atatürk Kültür Parkı’nda halka açık konserler verilecek. Vefalı radyo dinleyicileriyle beraber interaktif şekilde gerçekleşecek etkinlikler halkın beğenisine sunulacak. 4 BİR DÜNYA HABER Türk Tarihinde Destansı Bir Yolculuk Zümrüd-ü Anka’nın Peşinde TRT, kültür-sanat hayatımıza katkı sağlayacak çok özel bir projeyi hayata geçirdi. “Zümrüd-ü Anka, Bir Medeniyet Müzikali”, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla 6 Mayıs Cuma günü İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde sanatseverlerle buluşacak. TRT Radyo Dairesi Başkanı ve Müzik Dairesi Başkan Vekili Amber Türkmen’in Proje Başkanlığını yaptığı Destan’ın Şefliğini Musa Göçmen, Libretto ve Sanat Yönetmenliğini Sırrı Ali Talay yapıyor. Farklı sanatsal disiplinlerin bir arada kullanıldığı bir görsel şölen eşliğinde sunulacak olan Müzikal’in Proje Başkan Yardımcısı Elif Gökalp ve Proje Yürütmeni ise Tuğberk Evren. Anadolu’nun bütün seslerine kulak verilen Zümrüd-ü Anka Destanı’nda TRT Ankara Radyosu Çoksesli Korosu, TRT İstanbul Hafif Müzik ve Caz Orkestrası, TRT Ankara-İstanbul-İzmir THM-TSM sanatçıları görev alıyor. Hepsi birbirinden güzel eserleri seslendirecek olan koronun Şefliğini de Elnara Kerimova yapacak. İzleyenler, Zümrüd-ü Anka’nın kanatlarında Hz. Yusuf’un mağarasına, oradan Söğüt’e Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e öğütler verdiği sohbete, bu öğüde kulak verip çağ kapatıp çağ açan Fatih’le Bosna’ya uzanacak. Kırım’a, Kerkük’e, Fuzuli’yle Azerbaycan’a uğrayan sanatseverler, Necip Fazıl’la “Tevhid Vadisi”ne dalacak. Vadiden Yunus’un, Mevlana’nın, Hacı Bektaş-ı Veli’nin, Sezai Karakoç’un ve daha nicesinin sesini alıp günümüz Anadolu’suna akan ırmak olan destan, geçmişi ete kemiğe büründürecek. 5 BİR DÜNYA HABER Alaeddin Yavaşça 90.Yaş Konseri ’yle TRT’deydi. Atilla Özdemiroğlu hayatını kaybetti… Türk Müziği’nin çınarı Alâeddin Yavaşça’nın 90. Yaşı bir konserle TRT Müzik ekranlarında kutlandı. Şef Özgen Gürbüz yönetimindeki konserde TRT sanatçıları, büyük ustanın imzasını taşıyan birbirinden kıymetli besteleri canlı yayında seslendirdiler. Ankara Radyosu Türk Sanat Müziği Çocuk korosunun da katıldığı konserde Yavaşça, bir bestesini de kendi seslendirerek izleyicileri onurlandırdı. Klâsik Türk Müziğine ve Türk kültürüne büyük katkıları olan Yavaşça; TRT İstanbul Radyosu’nda, İTÜ Türk Mûsikîsi Devlet Konservatuarı’nda, Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıklarında, çok sayıda üniversite ve konservatuvarlarda, çeşitli dernek ve vakıflarda, ses sanatçısı, şef, besteci, eğitmen, uzman olarak hizmet verdi. Bir süredir akciğer kanseri tedavisi gören, Türkiye’nin önemli söz yazarı ve bestecilerinden Attila Özdemiroğlu 73 yaşında vefat etti. Ölümüyle sanat dünyasını yasa boğan müzik adamı; Züğürt Ağa, Muhsin Bey, Adı Vasfiye, Ağır Roman gibi Türk sinema tarihine damga vuran birçok filmin unutulmaz müziklerini hazırlamış ve yedi adet Altın Portakal Ödülü’nün de sahibi olmuştu. Besteci ve aranjör olarak çeşitli eserlere imza atan Özdemiroğlu, ardında sayısız eser bıraktı. 15. Mersin Uluslararası Müzik Festivali başlıyor… Mersin’de 15. kez gerçekleştirilecek Uluslararası Müzik Festivali “Mersin Yumuktepe için Müzik Arıyor” sloganı ile 2 Mayıs’taki beste yarışmasıyla başlıyor. 6-7 Mayıs’taki 17. Mersin Polifonik Korolar Şenliği ile devam eden festival, 11 Mayıs’ta Şef Rengim Gökmen yönetimindeki ÇDSO, 13 Mayıs’ta Karrın Allyson Jazzquartet, 14 Mayıs’ta Boğaziçi Caz Korosu, 15 Mayıs’ta Haydn Quartett, 18 Mayıs’ta Gökkuşağı Kucaklamak konseri, 20 Mayıs’ta Borusan Quartet, 22 Mayıs’ta Türk Bale Yıldızları, 23 Mayıs’ta İmam Bayıldı, 25 Mayıs’ta Turkuvaz Beşlisi, 28 Mayıs’ta Ekrem Düzgünoğlu’nun vereceği konserle son buluyor. 6 BİR DÜNYA HABER TRT Müzik Dairesi Başkanlığı Çoksesli Müzikler Müdürlüğü’nden blog sayfası… TRT Müzik Dairesi Başkanlığı Çoksesli Müzikler Müdürlüğü tarafından hazırlanan blog sayfası, profesyonel ve amatör korolara ait tüm etkinlik ve konser duyurularının paylaşılması amacıyla oluşturulmuş. Blogların en önemli özelliği güncel olmalarıdır ki bu sayfa da koroların güncel çalışmalarını, videolarını, seslendirdiği eserleri müzikseverlerle, aileleriyle ve sevenleriyle buluşturuyor. Aynı zamanda bu blog sayfası üzerinden, kişilerin kurumsal sosyal medya hesaplarına yönlendirilmesiyle çocukların ve gençlerin çalıştıkları keyifli ortam müzikseverler ile paylaşılarak onların da korolara teşvik edilmesi sağlanıyor. Tüm koroları(yaklaşık 800-900 kişi) aynı çatı altında toplayan blog sayfası, koroların birbirleriyle daha kolay iletişime geçmesine de yardımcı olmakta. (http://www.trt.net.tr/populercocuksarkilariyarismasi/blog/) Özgen Gürbüz memuriyete veda etti... TRT Müzik Dairesi Başkan yardımcısı, aynı zamanda Türk Sanat müziği sanatçısı ve koro şefi Özgen Gürbüz emekli oldu. TRT’de 40 yıllık bir sanat geçmişine sahip usta sanatçı, sadece memuriyete veda etti, zira sanat hayatı elbette devam edecek ve daha nice öğrenciler yetiştirecek. Müzik Dairesi Başkanlığı’nca düzenlenen veda gecesinde çalışma arkadaşları kendisini yalnız bırakmadı. Müzik Dairesi Başkanı Amber Türkmen’in de plaket verdiği gecede, sanatçının mesleğinin son gününde müzik ve duygu dolu anlar yaşandı. Pop ikonu Prince sevenlerini yasa boğdu… Albümleri dünyada 100 milyondan fazla satan şarkıcı Prince 57 yaşında hayatını kaybetti. Evinin asansöründe bulunan şarkıcı tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Sevenlerini ve tüm müzik dünyasını yasa boğan sanatçı için dünyanın birçok ülkesinde anma etkinlikleri düzenleniyor. Gerçek adı “Prince Rogers Nelson” olan ve “Rolling Stone” dergisinin düzenlediği “Tüm Zamanların En İyi 100 Sanatçısı” listesinde 28’inci sırada yer alan müzisyenin en tanınmış albümleri ise “1999” ve “Purple Rain” oldu. Ölümünün ardından, ABD’nin dört bir yanındaki binalar, şarkıcının ‘Purple Rain’ (Mor Yağmur) parçasına ithafen mor ışıkla aydınlatıldı. 7 BİR DÜNYA KONSER İSTANBUL mayıs KONSERLERİ Sahnelerden... Müzik dünyasının önemli dehalardan biri olan İngiliz müzisyen Steven Wilson, 2 Mayıs’ta Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde izlenebilir. Kemanist Nicola Benedetti, sezonun son konserine Scottish Ensemble ile 5 Mayıs’ta İş Sanat Kültür Merkezi’nde çıkıyor. Balkan müziğinin divası Esma Redzepova 6 Mayıs’ta Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi’nde yer alırken, Candan Erçetin 8 Mayıs’ta Bostancı Gösteri Merkezi’nde sevilen şarkılarını seslendiriyor. Mor ve Ötesi 10 Mayıs’ta Zorlu Performans Sanatları Merkezi Sahnesi’nde olacak. Elektronik müzik sahnesinin önemli isimlerinden, Ellen Allien 13 Mayıs’ta KLOSTER’da izlenebilir. Progressive house ve trance müziğin efsanevi ismi Markus Schulz yeni albüm turnesi kapsamında 14 Mayıs’ta garajistanbul’da yer alıyor. Dünyanın en iyi keman virtüözlerinden biri olan Joshua Bell 15 Mayıs’ta, Avrupa’nın en başarılı piyanistlerinden Nicholas McCarthy 21 Mayıs’ta, melankoliyi notaya dökmesini en iyi bilen gruplardan biri olan Tindersticks ise 27 Mayıs’ta Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde sahne alıyor. Avishai Cohen, orkestral projesi “Avishai Cohen’le Bir Gece” ile ilk kez 22 Mayıs’ta İş Sanat’a konuk oluyor. 8 %100 Metal sunar… Dünyanın en kalabalık ve kapsamlı senfonik rock/metal grubu Haggard 14 Mayıs’ta bir kez daha Küçük Çiftlik Bahçe’de hayranlarıyla buluşuyor. Chill-Out Festival İstanbul Bir bahar klasiği haline gelen festival, Caz’dan soul ve funk’a, electronica ve house’dan indie’ye uzanan müzikal seçkisi, kültürel ve sanatsal aktiviteleri ve eşsiz doğası ile festival tutkunlarını büyüleyici bir yolculuğa davet ediyor. 28-29 Mayıs tarihlerinde dev bir festival kasabasına dönüşen Life Park’ta… %100 Music Sunar: Parkfest Geçtiğimiz sene ilki gerçekleşen Parkfest, bu yıl da şehrin ilk açık hava festivali olacak. NEA ve VERA Müzik organizasyonuyla gerçekleşen festival, 15 Mayıs’ta Küçük Çiftlik Park’ta… BİFO’dan… BİFO’nun her sezon, Leyla Gencer anısına düzenlenen konserleri kapsamında bu yıl Vincenzo Bellini’nin başyapıtı olan Norma Operası sahneleniyor. Norma rolünü, opera sahnelerinin favori solistlerinden Maria Pia Piscitelli ’nin seslendirdiği bu muhteşem eseri, 12 Mayıs’ta Lütfi Kırdar ICEC’de izleyebilirsiniz. Cemal Reşit Rey Konser Salonu’ndan… The Nash Ensemble Topluluğu, etkileyici performansları ve Haydn’dan günümüz bestecilerine kadar uzanan geniş repertuvarları ile 4 Mayıs’ta büyüleyecek. Anadolu Rock’ın ve Türkiye’deki müzikal değişimin öncülerinden biri olan Cem Karaca, “Müziğin Ustaları” konser serisinde birbirinden özel isimler tarafından seslendirilecek olan şarkılarıyla 16 Mayıs’ta anılacak. Modern Talking’in efsanevi sesi Thomas Anders ise grubu ile 28 Mayıs’ta salon sezonunun kapanış konseriyle İstanbul’da olacak… BİR DÜNYA KONSER ANKARA Sahnelerden… Anadolu müziğini batı enstrümanlarıyla buluşturan Ahmet Aslan 1 Mayıs’ta, Ladino müziğinin sıra dışı yorumcusu Yasmin Levy ise 4 Mayıs’ta MEB Şura Salonu’nda Ankaralı müzikseverlerle buluşuyor. Dünyanın en kalabalık senfonik rock/metal gruplarından Haggard, 15 Mayıs’ta bir kez daha Jolly Joker Ankara’da hayranlarının karşısında olacak. Dünya Müzikleri Atölyesi 3 “Flamenko Atölyesi” İlk iki haftasında “Blues” ve “Tango” müziklerinin ele alındığı, “Dünya Müzikleri Atölyesi ”nin 3. etkinliği olan “Flamenko” 6 Mayıs’ta, 4.etkinliği Caz Atölyesi ise 13 Mayıs’ta Mozarthaus Konser Evi’nde izlenebilir. Ankara Piyano Festivali… Dünyanın en ünlü ve yetenekli piyanistlerini ağırlayan festival kapsamında, efsanevi Kanadalı piyanist Angela Hewitt, 7 Mayıs’ta CSO Konser Salonu’nda sahne alıyor. BSO konserlerinden… Şef Josep Caballe-Domenech yönetiminde, kutsanmış seslerden biri kabul edilen kontrtenor Max Emanuel Cencic konseri 7 Mayıs’ta izlenebilir. “Halil İnalcık 100 yaşında” temalı gençlik konseri 20 Mayıs’ta sahnelenirken, yaşayan efsane şef ve trombon sanatçısı Christian Lindberg yönetiminde piyanist Beatric Rana 28 Mayıs’ta piyanosunun başında olacak. CSO’dan… Şef Ender Sakpınar yönetiminde Maria Farantouri 6 Mayıs’ta izleyicilerle buluşuyor. Stefano Mazzoleni şefliğinde solist Ivana Bilic “Marimba Konçertosu” nu 12-13 Mayıs’ta seslendiriyor. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı konserinde Şef Krasen Ivanov yönetiminde solist Yıldız İbrahimova sahne alıyor. Devlet Opera ve Balesi’nden… Kalp Korosu 15 Mayıs, Leyla ile Mecnun Operası 19 Mayıs, Carmen Operası 21 Mayıs’ta son temsilleri ile sahnede… İZMİR Sahnelerden… Ege 5’lisi ve Türk Müziğinin usta sesi Güzin Değişmez bol sürprizli bir konserle 2 Mayıs’ta İzmir AKM Tiyatro Salonu’nda müzikseverleri bekliyor. Türkiye’de caz müzik sanatçısı olarak akla ilk gelen isimlerden olan Fatih Erkoç 6 Mayıs’ta Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu’nda sahne alıyor. Grup 27 6 Mayıs’ta Ooze Venue Sahnesi’nde, Soner Sarıkabadayı 07 Mayıs’ta Container Hall Sahnesi’nde sevenleriyle buluşuyor. Ahmet Aslan 9 Mayıs’ta Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu’nda izlenebilir. Senfonik rock/metal grubu Haggard 13 Mayıs’ta, ünlü müzisyen Riff Cohen ise 14 Mayıs’ta İzmir Container Hall sahnesinde... İzmir Devlet Senfoni Orkestrası Mayıs programını, Kamran İnce şefliğinde Jiri Barta’nın viyolonsel tınılarıyla 6 Mayıs’ta açıyor. Alessandro Cedrone yönetimindeki, Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı özel konserini 20 Mayıs’ta izleyebilirsiniz. Kapanış konserinde Efes Antik Tiyatro, soprano Seda Ortaç ve Mezzo Soprano Evrim Özülgen’in sesleri ile 28 Mayıs’ta çınlayacak. Diğer konserler A.A.S.S.M.’de gerçekleşiyor. ŞEHİR ŞEHİR Sahnelerden Yeni kuşak keman virtüözlerinden genç solist Emre Engin 19 Mayıs’ta Bezirhane Argos in Cappadocia Nevşehir’de. Efsanevi caz sanatçısı Sun Ra’nın orkestrası The Sun Ra Arkestra, “kozmik” bir deneyim için 20 Mayıs’ta, günümüz cazının en iyilerinden biri olarak kabul edilen; udi, şarkıcı ve besteci Dhafer Youssef ise 21 Mayıs’ta Uçhisar Kale’de müzikseverlerle Kapadokya’da buluşuyor. Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası; şef Emil Tabakov yönetiminde, piyanoda Ludmil Angelov’la 6 Mayıs’ta ve Jose Martinez Colomina şefliğinde ve viyolonselde Stanimir Todorov’la 13 Mayıs’ta izleyenleri büyüleyecek. Konserler Adana Büyükşehir Belediyesi Konser Salonunda. Bursa Senfoni Orkestrası’nın gerçekleştirdiği 19 Mayıs özel konseri ise Şef Orhun Orhan yönetiminde “Klazz Brothers” ile gerçekleşiyor, Konser Atatürk Kültür ve Kongre Salonu’nda gercekleştirilecek. 9 RADYO GÜNLERİ BAŞUCUMDA RADYO VAR ! “Burası Tecrübe Yayını Yapan Kısa Dalga Ankara Radyosu” Sınırsız bir dünyaya açılan kapıdır radyo. Bir radyo dalgasının üzerinde dolaşırsınız bütün dünyayı. TRT, radyoculuğun amiral gemisidir. Seksen dokuz yılın birikimiyle yedi gün yirmi dört saat, dünyayla buluşturur dinleyicilerini. Radyo heyecan demektir, dinamizm demektir. Kendinizi dinletebilmeniz için sahip olduğunuz tek şey sesinizdir. Duyguları o sese yükleyip insanları etkileyebilmek, dünyanın en zor işlerindendir. Görselliğin bu denli öne çıktığı ve medya mecralarının bu denli çeşitlendiği bir dönemde bunu yapabilmek daha da zordur. İnsanlar, istediği müziğe anında ulaştıran teknolojinin yaygınlaştığı bir dönemde, radyodan müzik yayını dinletebilmek için fark yaratmanız gerekir. İşte o fark TRT’dir. TRT’nin kurum kültürüdür. Dün ve bugün olduğu gibi yarın da radyo denilince akla TRT gelecektir. 6 Mayıs 1927’de, İstanbul’da Sirkeci’deki Büyük Posta- 10 ne’den yapılan ilk radyo anonsuyla başlıyor yolculuğumuz. Henüz radyo alıcıları olmadığı için, binanın dışına yerleştirilen hoparlörlerden veriliyor yayın. Aynı yıl kurulan Türk Telsiz Telefon A.Ş.’ye, radyo yayınları yapma yetkisi veriliyor. Bir yıl sonra da Ankara Radyosu yayına başlıyor. 28 Ekim 1938 yılında taşınacağı, bugünkü binasına kadar yayınlar, Ankara Postanesi’nin alt katından yapılıyor. Radyodan yapılan ilk canlı yayın, 1932 yılında Ayasoyfa Camii’nden yapılan mevlit yayını. 1927-1936 yılları arasında radyolarda genellikle akşam saatlerinde müzik yayını yapılmaktaydı ve günlük yayın ortalaması İstanbul radyosu için 4,5 saat, Ankara radyosu için yaklaşık 3 saatti. 22 Mayıs 1940’ta, radyo istasyonları kurma ve işletme yetkisi bu kez Matbuat Umum Müdürlüğü’ne verilir. Bu kuruluş bünyesinde radyo hizmetinin teknik yönüyle ilgilenmek için “Fen Heyeti Reisliği” ve radyo postalarını yönetmek, radyolar arasında yayın ahengini sağlamak ve programları düzenlemek üzere “Radyo Dairesi” adıyla iki yeni daire kurulur. 28 Mayıs 1949 tarihinde Basın, Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü Kanunu çıkarıldı. Fen Heyeti Reisliği kaldırılarak bütün radyo hizmetleri; Radyo Dairesine bağlandı. Kanun; Eğitim, İçişleri, Genel Kurmay Başkanlığı, Basın Derneği ve Üniversite Öğretim üyeleri temsilcilerinden oluşan 16 üyeli “Radyo Yayınları Danışma Kurulu” kurulmasını öngörmekteydi. Kanunun önemli maddelerinden biri de siyasi partilere seçim zamanlarında belli şart ve sürelerde radyoda konuşma hakkı getirmiş olmasıydı. 1961 Anayasası ile “radyo ve televizyon istasyonlarının idaresi özerk kamu tüzel kişiliği halinde kanunla düzenlenir. Her türlü radyo ve televizyon yayınları tarafsızlık esaslarına göre yapılır” ibaresi Anayasa’ya girdi. Bunun sonucu olarak 24 Aralık 1963’te TRT Kanunu çıkarıldı ve Türkiye’de radyo ve televizyon istasyonlarını kurma ve işletme hakkı TRT’ye verildi. Ve Türkiye’de radyonun altın çağı başladı. Bu sayımızda TRT radyolarının unutulmaz programlarının yapımcılarıyla bir yolculuğa çıkardık sizleri. Her birimi- zin anılarında yer etmiş programlarda imzası olan isimler konuk oldu dergimize. Radyoyu ve müziği dünden alıp yarına taşıyan programları, üretim sürecini, kalıcı ve dinlenir olmanın sırlarını anlattılar. Radyoyla beraber akıp giden hayatın öyküsünü dinledik onlardan. Gelişen teknolojiyle birlikte radyonun gelecekte alacağı yeni hali, bilgi ve akılla nasıl radyoculuk yapılacağını radyonun gelişimini ve değişimini konuştuk anılar eşliğinde. Radyoyla birlikte yazılan kültür tarihini bulabilirsiniz sayfalarımızda. Bir radyo programının, kültür hayatına nasıl yön verebileceğini, bir radyo programından bir okul yaratmanın mucizesini gösterdi bize Yurttan Sesler. Sadece bir radyo programı olmanın ötesine çoktan geçmiş olan Yurttan Sesler Korosu’nun öyküsünü özel dosyamızda ele aldık. Hayat, kaçınılmaz bir şekilde değişiyor. Hayatın hızı, insanların ihtiyaçları değişiyor. Bu değişime cevap verecek yeni nesil radyoculuğun öncüsü her zaman olduğu gibi yine TRT olacak. Seksen dokuz yıllık birikimin yapacağı daha çok iş var. 2-6 Mayıs tarihlerinde Antalya’da gerçekleştireceğimiz Radyo Günleri’nin büyülü dünyasında buluşmak üzere. Sayın Genel Müdürümüz Şenol Göka’ya bırakalım son sözü; “Radyoyu dünyanıza, dünyanızı radyoya açık tutun.” 11 BİR DÜNYA SOHBET Şenol Göka RADYONUN BÜYÜSÜ Sana radyoyu sorarlar; de ki; sestir. Ses nedir denirse; de ki nefestir. Nefes hayattır. Bildik, tanıdık, sıcak ve birlikte üretilen bir hayat. İşte radyoyu böylesine yaşayan kavramlarla tanımlar, TRT Genel Müdürü Şenol Göka. TRT Radyoları’nın 89.yılını kutladığımız şu günlerde dergimizin kapak konusu “Radyo” olsun istedik. Konu radyo olunca; radyoya neredeyse bir ömür adamış, bu kadar derin ve değerli anlamlar yükleyen Sayın Şenol Göka’dan öğreneceğimiz çok şey vardır elbette. Radyo sesinin “düşünce” dünyamızdaki imajlara, sembollere nasıl öncülük ettiğini ve üzerimizde nasıl bir insani etki uyandırdığını önceleyen Şenol Göka’ya, radyoya dair, dilimiz döndüğünce sorular yönlendirdik ve bu büyüye sizleri de ortak etmek istedik. Son alarak kendisinden bir alıntı daha yaparak bu güzel söyleşiyle sizleri baş başa bırakmak istiyoruz: “Evet, bir şey olsun özellikle de bir ses olsun ve bu dünyada yalnız olmadığımızı birçok şeyle birlikte olduğumuzu yeniden yeniden hatırlayalım.” 12 Radyonun büyüsü nedir? İletişim tarihi, insanların kaynağı kendileri olan doğal sesleriyle anlaşmalarıyla başlıyor. Sonra şekil ve işaretler... Zamanla doğal ses anlam kazanıyor, söze dönüşüyor. Yüzyüze iletişimin sınırları içinde kalmak yetmiyor insanoğluna; sözünü, göremediğine de ulaştırmak istiyor. Çeşitli araçlar üretiyor iletişimini kitleselleştirmek için. Yazı, kağıt, matbaa, telgraf, telefon... Nihayet 19. yüzyılın sonlarında çalışmalarına başladığı radyoyu 1900’lü yılların ilk çeyreğinde iletişim sahnesine çıkarıyor. Bütün büyüsüyle, ihtişamıyla... Sestir bu büyüyü yaratan. Hiçbir görsel uyarıcı olmadan sadece ses. Radyocu sesiyle anlatır derdini. Dinleyici, zihninde inşa eder anlatılanı. Bir mimar gibi dünyasını kurar, herşeyi yerli yerine yerleştirir. İşte büyü budur. Görmeden, görünmeden anlamak, bilmek ve sevmek. Radyo deyince neden aklımıza, hayal etmek, dayanışmak, birlikte yol almak geliyor sizce, bunu radyonun hangi özelliğine bağlamalıyız? Ailece, üzeri dantel işlemeli lambalı radyonun başına toplanıp ajans saatlerini beklemek; biraz metalik ama ŞENOL GÖKA “Tarih içerisinde yaratılan değerler sistemini geleceğe taşımak, bir radyonun özellikle kamu radyosunun temel işlevlerinden biri olmalı. Toplumsal mirasımız bizi biz yapan, bizi besleyen çok kıymetli bir hazine. Bu hazineyi bizden sonraki nesillere aktarmak ise boynumuzun borcu.” çokça dost ve içten sese hepbirlikte kulak vermek gibi. Radyo dün olduğu gibi bugün de birlikteliği, yarenliği, dayanışmayı çağrıştıran bir mecra. Oysa araştırmalar diyor ki, radyo mesajlarını dinleyici bireysel algıyor yani kişiye özel. Ancak bu ‘bir’ olma. birlik olma hissiyatı radyo-dinleyici bağının, radyo ortamındaki riyasız kaynaşmanın bir yansıması olsa gerek. Dinleyici de ekibin bir parçası olarak görüyor kendini. Bu nedenle eline bir tepsi börek alıp stüdyoya geldiğinde ne radyocuda şaşkınlık yaratıyor bu durum, ne de ziyaretçide. Tek amaç paylaşmak. Dinleyicinin, kendi program ekibiyle buluşması. Radyo sizce bir çeşit kültür taşıyıcısı mıdır, geleneği geleceğe taşımaktaki rolü nedir? Tarih içerisinde yaratılan değerler sistemini geleceğe taşımak, bir radyonun özellikle kamu radyosunun temel işlevlerinden biri olmalı. Toplumsal mirasımız bizi biz yapan, bizi besleyen çok kıymetli bir hazine. Bu hazineyi bizden sonraki nesillere aktarmaksa boynumuzun borcu. Her nesil miras aldığı kültüre katkı sunmak zorunda, güçlü bir toplumsal yapı için. İnancından, örfünden, adetinden, geleneğinden, yazılı ve sözlü kültür nesnelerinden kopuk bir toplum ayakta duramaz. Geleneğine sahip çıkmak, yeniliğe kapalı olmak anlamına gelmiyor tabii. Geleneğinden güç alan yenilikçi, yaratıcı fikirlerle donanmış nesillere bırakacağız emaneti. Geçmişten günümüze her evin en kıymetli parçası olan radyonun “büyülü dili Türkçe” tanımlamanızdan bahseder misiniz? Milletin en önemli sosyal varlığı dil. Kültürün temel unsuru. Duyguların, düşüncelerin, toplumsal belleğin, hatıraların, değerlerin aktarılmasının ana aracı. Türkçe geniş bir coğrafyada kullanılan, zengin söz varlığına sahip köklü bir dil. Türk dilini yaşatmak, kendini ‘dil’ ile var eden radyonun kültürümüze karşı sorumluluğu. Dilimizi koruyamazsak sanatımızı, edebiyatımızı da koruyamayız. TRT Radyoları kime hitap ediyor? Kamu Yayın Kurumu Radyoları tematik zenginliğiyle, dinleyici eğilim ve ihtiyaçlarına göre tasarlanmış içerik ve format yapısıyla herkese hitap eder. 13 BİR DÜNYA SOHBET Çocuk, genç, yaşlı, kadın,erkek bütün dinleyici kesimlerinin sesi olur. Her dinleyici özeldir. İhtiyaçları da beklentileri de özel ve kıymetlidir. Radyo hâlâ başvuru kaynağı, bilgi bankası pekçokları için. Bizim görevimiz de dinleyicilere en doğru bilgiyi en hızlı şekilde en iyi teknik kaliteyle sunmak. Pek çok radyocu, akademisyen ve dinleyici “radyoculuk misyonunu TRT’nin sürdürdüğü” görüşünü paylaşıyor. TRT için radyo niçin bu kadar önemli? TRT bir yayın kurumu. Televizyonuyla, radyosuyla, basılı yayınlarıyla… Bünyemizde faaliyet gösteren yayın mecralarının hepsi ayrı öneme haiz. Ülkemizde ilk radyo yayını 1927’de başlıyor. 1964 yılında TRT Kurumunun kurulmasıyla bütün radyolar TRT çatısı altında toplanıyor. Toplum hayatımızda olduğu gibi Kurumsal geçmişimizde de radyonun özel bir konumu var. Radyoyla başlayan yayıncılık tecrübemiz sonraki yıllarda televizyon yayınlarına da fayda sağlamış. Gerek yetişmiş yayın personeli gerekse programcılık anlayışı bakımından. Radyoyu toplum için önemli kılan unsurlar, aracın doğasından kaynaklanıyor. Kolay ulaşılabilir ve kişiye özel olması, başka uğraşlar içerisinde takip edilebilmesi, dinleyiciye etkileşimli bir iletişim ortamı sunması, ülke ve dünyadaki gelişmeleri teknolojik üstünlüğüyle en ücra köşelere kadar iletebilmesi, üretilen sözün sihirli ve merak uyandırıcı olması gibi özellikleri, radyoya ilginin hep canlı kalmasını sağlamış. Dinleyicilerin radyonun mutfağına konuk olup, dünyadaki serüvenine tanıklık etmesini sağlayan ve sizin öncülüğünüzde başlayan “Radyo Günleri” çok yoğun bir ilgiyle karşılandı ve gelen geri bildirimlerden de biliyoruz ki bir sonraki merakla bekleniyor. “Radyo Günleri”nin bundan sonraki misyonu, rotası ne olacak? 6 Mayıs’a sesi en güzel şekilde, en ücra köşeye yayma çabasının bir sembolü 14 6 Mayıs’a sesi en güzel şekilde, en ücra köşeye yayma çabasının bir sembolü olarak bakabiliriz. Türkiye de Radyo yayıncılığının başlaması, daha önce denemeler olmasına rağmen 6 Mayıs olarak kabul edilir. Gün tartışmaları yıllardır süregelse de aslolan radyo ve radyoculuktur. Yani, sesi ulaşma mecrası olarak kullanan ve sesin etkisini bütün içeriklerinde işlemeye çalışan radyo ve radyoculuk. olarak bakabiliriz. Türkiye de Radyo yayıncılığının başlaması, daha önce denemeler olmasına rağmen 6 Mayıs olarak kabul edilir. Gün tartışmaları yıllardır süregelse de aslolan radyo ve radyoculuktur. Yani, sesi ulaşma mecrası olarak kullanan ve sesin etkisini bütün içeriklerinde işlemeye çalışan radyo ve radyoculuk. Bütün radyocuların ve radyo dostlarının bu sesin büyüsüne kapıldığını ve birbirlerinin dostu olduğunu, her 6 Mayıs’ta yeniden yeniden idrak ederiz. Son zamanlarda bu etkinliklerin uluslararası alana taşınmış olması bizi sınır ötesindeki dostlarla da bir araya getiriyor. Bu yıl ülkemizin önemli turizm merkezlerinden biri olan Antalya’da buluştu radyo dostları. Önemli uluslararası organizasyonlara ev sahipliği yapan kentte, radyoyu ve radyocunun dünyasını şeffaflaştıran etkinliklerde bir araya geldiler. Bu vesileyle bütün radyocuların ve radyo dostlarının Radyo Gününü kutluyorum. Bilgi ve teknoloji çağında radyonun geleceğini nasıl görüyorsunuz? Radyo gelişmelere hızla uyum sağlayabilen, dinamik bir portal. Sayısal yayıncılık, internet radyoları, uydu ve mobil uygulamalar çok geniş bir ha- ŞENOL GÖKA reket alanı sağlıyor radyoya. Ancak unutmamak lazım ki, teknolojik gelişmeler yeni iletişim modellerini ortaya çıkarırken, yayıncıları da yeni stratejiler üretmeye zorluyor. Teknoloji alanındaki, sosyal yapıdaki dönüşümle uyumlu bir içerik ve format planlaması yapmak gerekiyor. Zaman değişiyor, dinleyici alışkanlıkları da bundan nasibini alıyor. Kendini yenilemeyen, gelişmelere ayak direyen bir yayıncılık anlayışının gelecekte yeri yok. Önce dinleyiciyi tanıyacağız, toplumsal dinamikleri analiz edeceğiz sonra da yayın planlarımızı gözden geçireceğiz. Homojen bir kitle değil seslendiğiniz. Farklı eğilimleri, ihtiyaçları olan ve yayınlarda buna karşılık bulmak isteyen bir kitle. Dolayısıyla radyoyu geleceğe taşımak için iyi bir analiz yeteneğine sahip olmalı ve dinleyiciye seçme şansı verecek tematik bir anlayışla yayınlarınızı zenginleştirmelisiniz. “Sestir bu büyüyü yaratan. Hiçbir görsel uyarıcı olmadan sadece ses. Radyocu sesiyle anlatır derdini. Dinleyici, zihninde inşa eder anlatılanı. Bir mimar gibi dünyasını kurar, her şeyi yerli yerine yerleştirir. İşte büyü budur. Görmeden, görünmeden anlamak, bilmek ve sevmek.” Bir radyo insanı olarak genç radyoculara önerileriniz neler olur? Radyoculuk gönül işi. Gönüllerde hoş bir seda bırakabiliyorsanız ne mutlu size, sizi dinleyenlere. Tevazuyu elden bırakmayın. Gösterişe değil ‘öz’e itimat edin. Saygıyla ve sevgiyle açın mikrofonlarınızı. Dilimize, kültürümüze, milli ve manevi değerlerimize sahip çıkın. 15 BİR DÜNYA SOHBET Kulaktan kalbe ulaşmanın adı, RADYO Amber Türkmen Dergimizin sayfalarında bu ay her yönüyle radyoyu anlatıyoruz. Radyonun ruhundan, kimyasından ve radyoculardan bahsediyoruz uzun uzun… Çocukluğumuzun iletişim fenomeni olan radyoyu, haberci terimiyle masaya yatırıyoruz. Çünkü görüntü çarpıcı ve etkili olduğu kadar yüzeyseldir, samimiyetten uzaktır ve gösterişe kaçar. Sesin ustaları der ki, “görüntüye içtenlik kazandırmak sese bağlıdır.” Yani derin ve kalıcı etki uyandırmak genel kanının aksine sesle oluyor. Uzun yıllardır uzakları yakın eden radyo da bizim için evde, iş yerinde, otomobilde yalnızlığımızı paylaşan, hayallerimizi süsleyen dost bir nefestir. Bu mecranın bu kadar güçlü ve etkili olmasında spikerler, prodüktörler, ses ve saz sanatçıları ve teknik ekip de dahil tüm radyo çalışanlarının hakkını teslim etmek gerekir. Bu büyülü ve güçlü dünyayı, radyoculuk geleneğinden gelen Radyo Dairesi Başkanı Amber Türkmen’ e de sorduk. Zira kendisi, ses sanatçısı olarak başladığı radyoda program yapımcılığı ve yöneticilik olmak üzere pek çok görevin üstesinden gelmiş bir radyo sevdalısı… 16 Radyo sevdalısı bir yönetici olarak, siz radyonun gücünü ve gelişen teknoloji karşısındaki konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? “Dağ dağ o güzel ses bütün etrafı gezindi: Görmüş ve geçirmiş denizin kalbine sindi.” dediği gibi şairin, sihirli kutudan yükselen ses de dağ dağ geziniyor ve dinleyicilerin kalbine siniyor. Radyonun gücü de bundan kaynaklanıyor. Yalın, zarif ve dokunaklı bir ses. Gösterişsiz ve etkili... Kulaktan kalbe ulaşmanın adıdır radyo. 100 yıl önce rakipsiz ve güçlüydü. Şimdi rakiplerine rağmen güçlü. Yeniliğe açık, yaratıcı, hızlı ve hevesli. Bu nedenle teknoloji geliştikçe radyo da gelişiyor. AMBER TÜRKMEN Şehrin kültür-sanat ajandası olarak yola çıkan Kent Radyoları, söz ve müzik programlarıyla yerel halkı gönülden yakaladı. Şehre ait merak edilenlere cevap oldu. İstanbul, Ankara ve İzmir olarak devam eden Kent Radyoları’nda sırada hangi iller var? TRT Genel Müdürümüz Sayın Şenol Göka’nın projesi olarak hayata geçen TRT Kent Radyoları için kültür-sanat ajandası değil, kent ajandası demek daha doğru olur. Sağlık, ekonomi, çevre, hukuk, tarih, spor, güncel gelişmeler ve müzik. Kendini sürekli yenileyen, dinamik bir yayın akışı. Çok olumlu geri dönüşler alıyoruz. Hatta internet aracılığıyla farklı illerden takip eden dinleyicilerimiz de var. İlk hedef, TRT Kent Radyolarımızın bilinirliğini artırıp, dinleyici sadakatini sağlamak… Üç metropolde yayına başladık; ihtiyaçları tespit ederek ve verici dağılımını en akılcı biçimde yöneterek uygulamayı yaygınlaştırmak istiyoruz. Sadece sesle var olan radyoyu görünür kılan Radyo Günleri buluşmasında katılımcılardan nasıl dönüşler aldınız? Radyo Günleri etkinliklerinin başarısını neye bağlıyorsunuz? Kurumumuz 2009 yılında 6 Mayıs’ı “Radyo Günleri” adıyla bir şenlik havasında kutlama kararı aldı. TRT radyolarının usta isimlerini, emektar radyocuları, günümüzün sevilen yayıncılarını dinleyici ile buluşturmak, dinleyicinin radyoyla kurduğu sıkı bağı güçlendirmek amacıyla... Bu yıl “Radyo Günleri” coşkusunu 02-06 Mayıs tarihleri arasında Antalya’da yaşıyoruz. Geçtiğimiz yıl İstanbul’da halkın yoğun ilgi gösterdiği Radyo Köyü’nün bir benzerini Antalya’da Atatürk Kültür Parkı’nda kurduk. Yabancı konuklarımız, ülkemizin güzelliklerini Antalya’da gerçekleştirdikleri yayınlarla kendi dinleyicilerine kendi dillerinde aktardı. Cam stüdyolarımız aracılığıyla dinleyici yayın sürecine birebir tanık oldu; atölye çalışmalarıyla program yapım ‘’Yalın, zarif ve dokunaklı bir ses. Gösterişsiz ve etkili... Radyo, 100 yıl önce rakipsiz ve güçlüydü. Şimdi rakiplerine rağmen güçlü. Yeniliğe açık, yaratıcı, hızlı ve hevesli. Bu nedenle teknoloji geliştikçe radyo da gelişiyor.’’ ve yayınına ilişkin merak ettiklerini duayen yayıncılardan öğrendi. Her akşam farklı bir konserde, Radyolarımızın değerli ses ve saz sanatçılarıyla buluştu. Öyle güzel bir tablo vardı ki, Akdeniz’in sıcak renklerinden oluşan. Gerçekten doyulmaz tatlar aldık. Uluslararası toplum için en önemli diyalog platformlarından biri kabul edilen EXPO 2016 ile aynı tarihlere rastladı bu yıl Radyo Günleri. Beklediğimizin üzerinde ilgi gördük. Diyalog sürecimizin çok başarılı geçtiğini söyleyebilirim. Sizin jüri başkanlığını yaptığınız Sıra Sende yarışmasıyla birlikte TRT radyolarına bu yarışmadan sanatçı alımı da söz konusu oldu TRT’nin bu anlamda bir misyon üstlendiğini düşünüyor musunuz? Kurumumuz sadece ses yarışmalarıyla değil, katılım koşullarını sağlayan herkesin girebildiği genel duyurulu bir sınavla sanatçı alımı gerçekleştirdi. Geleneksel müziğimizin yaşatılıp yaygınlaştırılması, kültürel değerlerimizin korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması elbette kamu yayıncısı olan TRT’nin önemli bir misyonu. Zamanında Radyolarımızda görev almış pekçok sanatçı, eski yılları anarken “ TRT ekolüyle yetiştiklerini” söyler. Gerçekten de pekçok alanda olduğu gibi müzikte de doğru icra biçim ve üsluplarını aktarmasıyla TRT Radyoları örnek teşkil ediyor. Yurttan Sesler’in, Fasıl Heyetlerinin eşsiz mirasından güç alarak, usta ses ve saz sanatçılarımızla, zengin eser repertuvarımızla, korolarımızla müziğe hizmet etme çabasındayız. Öte taraftan ülkemizin ilk acapella korosu olan Ankara Radyosu Çoksesli Korosu, İstanbul Radyosu Hafif Müzik ve Caz Orkestrası, Çocuk ve Gençlik Korolarımız müziğin Batı yakasından sesler taşıyor radyolara. Radyonun geçmişte olduğu gibi günümüzde de hayatımızın vazgeçilmezleri arasında olduğunu düşünüyor musunuz? Issız bir adaya düşseniz yanınıza almanız gereken üç şeyden biri radyodur dersem mübalağa olmaz herhalde. Bilgi, haber, müzik, eğlence... Hayatın bütün renkleri, sesleri radyoyla yanı başınızda, yani siz neredeyseniz orada. İster büyük kentlerin kalabalığında ister denizin ortasında ıssız bir adada fark etmez. Radyonun ulaşamayacağı hiçbir nokta yok yerkürede. Teknolojik üstünlüğüyle, dinleyiciyi bulundu- 17 BİR DÜNYA SOHBET ğu ortamda yakalamasıyla, özel bir dikkat seviyesi gerektirmemesiyle, ekonomik olmasıyla ama en önemlisi samimiyeti ve içtenliğiyle radyo vazgeçilmez. Dünya radyoları ve uluslararası yayıncılık konusundaki tecrübelerinize dayanarak TRT radyolarını nerede görüyorsunuz? TRT bugün dünyanın en saygın kamu yayın kurumlarından biri. Kurumumuzun ev sahipliğinde düzenlenen eğitim etkinliklerinde, uluslararası yayın birlikleriyle yürüttüğümüz çalışmalarda, dünya radyocularıyla bir araya geldiğimiz her platformda TRT Radyoları büyük itibar görüyor. Bu durum çağın iletişim modellerini ve değişen dinleyici algısını iyi okumakla ilgili sanırım. Radyo insan ve teknoloji odaklı bir mecra. Dolayısıyla durağan değil, değişim kaçınılmaz. Planlama yaklaşımınızı tüm değişkenlere göre gözden geçirmeniz gerekiyor. TRT radyolarında program yapan ünlü program yapımcıları ve radyo 18 “Bilgi, haber, müzik, eğlence... Hayatın bütün renkleri, sesleri radyoyla yanı başınızda, yani siz neredeyseniz orada. İster büyük kentlerin kalabalığında ister denizin ortasında ıssız bir adada fark etmez. Radyonun ulaşamayacağı hiçbir nokta yok yerkürede.” programlarına katılan ünlü sanatçılar oldukça ilgi gördü. Onların TRT radyolarını tercih etmesini neye bağlıyorsunuz? Bazı saat dilimlerinde halkın beğeniyle takip ettiği ve TRT radyolarında seslerini duymak istediği sanatçılara ve radyocularla açtık mikrofonlarımızı. Stüdyodaki canlı müzik performanslarıyla, tanınmış sanatçı konuklarla yapılan keyifli sohbetlerle TRT FM’de müzik eğlence kuşağımıza renk kattılar. Onlar TRT aracılığıyla çok geniş bir dinleyici kitlesine seslendikleri için mutlu, biz de dinleyicileri sevdiği isimlerle buluşturduğumuz için... Siz de bir radyo sanatçısısınız aynı zamanda bunun sizin radyo yöneticiliğinizde önemli bir rolü olduğunu düşünüyor musunuz? Sanatçı olmayan bir yöneticiye göre. Birbirinden farklı tınılara sahip seslerin oluşturduğu bir koroda ahengi yakalamak… Galiba yöneticilik ve sanatçılığın benzeşen yanı bu. 19 BİR DÜNYA SOHBET İzzet Öz Radyonun Büyücüsü Röportaj: Nesrin BÜYÜKTURAN Kuşaklar boyu biz hep onun “Teleskop”undan baktık yıldızlara. “Sihirli Lamba”sından kimi zaman King Crimson, Jethro Tull, Traffic çıktı bahtımıza, kimi zaman da Moğollor, Cem Karaca, Barış Manço. Müzik zevkimizin sadece TRT’nin radyolarına emanet olduğu dönemlerde tükenmez enerjisi, bir adım önden giden vizyonu sayesinde envai çeşit müziği ve sanatçıyı ayağımıza getiren radyocuydu o. Evet bugün de aynı enerjiyle üretmeye devam eden yayıncılık dünyasının 50 yıllık çınarı İzzet Öz’den bahsediyorum. 7000’i aşkın radyo programı, bir o kadar televizyon programı ve müzik projesinin yaratıcısı. İzzet Öz aslında bir hikâye anlatıcısı. Ürettiği her projenin, hazırladığı her programın ardında hep bir anı, bir olay ya da bir hikâye var. Konumuz radyo yayıncılığı ve müzik olunca kapısını çaldık. O kadar çok hikâyesi var ki peşinden koşmakla yetişemeyeceğimizi anladık ve anlattığı anıların kuyruğuna takılıp daldan dala bir gezintiye çıktık. 20 Çoban kardeşim Van’da kavalını çalıyor ve kavalla flüt arasındaki bağlantıyı bulup benden Jethro Tull çalmamı istiyor. Ben o zaman müziğin ne kadar evrensel olduğunu bire bir gördüm. 7000’i aşkın radyo programı yapmışsınız. “Plaklar Arasında”, “Gençler İçin”, “Hafta Sonu”, “Pazarın Plakları”, “Metronom”, “Teleskop”, Voice of Turkey için “Musical Computer” gibi TRT dinleyicilerinin yakından tanıdığı programlarınız var. Nasıl radyocu oldunuz oradan başlayalım mı? Bizim radyoyla ilişkimiz çok eskiye dayanır. Hatta doğumum kadar eskiye dayanır. Şöyle ki doğduğum gün eve radyo girdi ve o radyo hala benim başucumda durur ve çalışır. Kanınıza da girmiş aynı zamanda. Evet aynen dediğiniz gibi kaderimi de belirlemiş bir anlamda. Annem radyodaki bir konsere götürmüş beni 3 yaş 3 aylıkken. Radyoya ilk girişimiz çok küçük yaşlarda olmuş. Ondan sonra 5 yaşlarına gelince bu sefer “Çocuk Saati”nde başladık göreve. Daha sonra 7-8 yaşlarında “Radyo Çocuk Tiyatrosu”nda bir şeyler yaptık. Lisedeyken seçerek, bilerek müzik dinleyen bir insan olma yoluna girmiştik. Üniversiteye girdiğim andan itibaren de kendimi Ankara Radyosu’nda buldum. Müziği seviyorum ilgileniyorum diye bana müzik programı yaptırmaya başladılar. Prodüktör olarak sizden öncekilerden biraz farklı bir tavrınız varmış değil mi? İZZET ÖZ Size annemin bir öğüdünü okuyayım: “’Sabır ve nezaket insanı daima güçlü kılar.’ diyen bir mütefekkirin sözündeki manayı yaşamış olmanın huzurunu ben duydum yavrum. Bunu zaman zaman senin hatırlamanı istiyorum.” Bu haklı tavsiye hep işe yaradı. Vietnam Savaşı’ndan sonra dünyada müzikle ilgili bir patlama olmuş, bir anda yep yeni olaylar, yep yeni müzikler, gruplar çıkmış. Ben de tüm dünyadan radyoları dinliyorum, Türk müzikseverlerin pek bilmediği grupları alıp programımda çalıyorum. Jethro Tull, King Crimson, Traffic gibi bir sürü grubun parçalarına yer veriyorum. Doğal olarak salt onlarla kalmıyorum bizden de Cem Karaca, Hümeyra, Barış Manço, Fikret Kızılok, Modern Folk Üçlüsü gibi sanatçı ve gruplara da yer veriyorum. Program doğal akışında farklı bir karakter kazanıyor. Bu zaman diliminde işin mutfağında pişerken, bizi bir de eğitime tabi tuttular. Alanında usta müzisyenlerden dersler aldık. Cazda Cüneyt Sermet’ten, Klasikte İlhan Usmanbaş’tan, Muammer Sun ve pek çok değerli müzik insanından eğitim aldık. Bizi tam bir müzik prodüktörü olarak yetiştirdiler. Radyonun evlerimizin ve hayatlarımızın başköşesinde yer aldığı dönemler bu değil mi? Benim girdiğim dönemde radyo çok önemliydi. Herkes pazartesi günleri “Mikrofonda Tiyatro”yu dinlerdi. Herkes arkası yarınları dinlerdi. Sadece dinlemekle de kalmayıp duygularını, isteklerini, kızgınlığını, beğenisini yazıp bize gönderiyorlardı. Bir gün ge- len bir mektupla daha doğrusu bir kartla hayatımız değişti. Kart deyip de geçmeyin, bana her hafta bir çuvala yakın mektup ve kart gelirdi dinleyicilerden. Bana gelen mektuplar arasında bir tanesi var ki hayatımdaki çok önemli olaylardan birisidir. Benim hayatıma yön veren olaylardan birisi annemin bana armağanı olan kitap ve bir de Van’dan bir çobanın gönderdiği karttır. Annenizin yazdığı bu kitabı bizimle paylaşır mısınız? Annem iyi bir yazar ve şairdi; Hikmet Omay. Gerçek bir Mevlevi’ydi. Yirmi yaşıma girdiğim gün annemin elini öpmeye gittim. Bana üç buçuk yaşıma kadar olan anılarımı içeren bir kitap verdi. Kitapta, hem anılarım vardı, hem de annemin hayata dair öğütleri, tavsiyeleri vardı. Ben ne zaman bir yerde tıkansam açıp tavsiyelerine bakarak bir çıkış buldum. Size bir öğüdünü okuyayım: “’Sabır ve nezaket insanı daima güçlü kılar.’ diyen bir mü- tefekkirin sözündeki manayı yaşamış olmanın huzurunu ben duydum yavrum. Bunu zaman zaman senin hatırlamanı istiyorum: Sabır ve nezaket.” Bu haklı tavsiye hep işe yaradı. Bir de Vanlı çobanın mektubu vardı değil mi? Bir gün istek mektuplarının arasından bir kart çıktı. Bozuk bir Türkçeyle yazılmış bir kart. Şöyle yazıyordu; “Merhaba ben çoban falanca. Van’dayım. Gölün kenarındayım. Koyunlarımı otlatıyorum. Kaval da çalarım. Radyoda dinledim bana ‘Cetrotal’ın Bune’sini çalsana.” Radyoda bizim programları dinliyormuş. Programda çaldığımız Jethro Tull’ın “Bourée”sini dinlemiş ve hoşuna gitmiş. Duyduğu ve anladığı şekilde de yazmış, istek parça olarak bize göndermiş. Olay şu; Jethro Tull’ın “Bourée”si klasik müzik formlarıyla yapılmış, güzel flüt soloları olan bir parça. Çoban kardeşim de Van’da kavalını çalıyor ve kavalla flüt arasındaki bağlantıyı bulup benden böyle bir parça 21 BİR DÜNYA SOHBET istiyor. Ben o zaman müziğin ne kadar evrensel olduğunu bire bir gördüm. Demek ki benim bundan sonra yapacağım iş bu olacak dedim. Bu yaşanmışlıklar sizi her dönemde proje üretebilir bir radyocu yapmış sanırım. Aldığınız dersleri unutmayacaksınız. Size katkısı olan feyz alabileceğiniz insanlara kulak vereceksiniz. Bakın bu gördüğünüz kitabın, bu Vanlı çobandan aldığım dersin, ürettiğim programların bu kadar akıllarda kalmasında, beğenilmesinde payı büyüktür. İşinize odaklanacaksınız ve sorumluluk sahibi olacaksınız. Ben müziği iyi bilmesem, yayıncılığa hâkim olmasam yaptığım işler de vasatı aşamazdı. Tabii çok önemli bir etken de biz zamanında TRT’de işin duayenlerinden dersler aldık. Araştırmayı öğrendik. Alçak gönüllü olmayı, takım çalışmasını öğrendik. TRT’den aldığımız yayıncılık, radyoculuk kültürü pıtrak gibi çoğalan radyolara geçiş döneminde bizi diğerlerinden ayırdı. Hâlâ da o fark görülüyor. 22 Aldığınız dersleri unutmayacaksınız. Size katkısı olan feyz alabileceğiniz insanlara kulak vereceksiniz. İşinize odaklanacaksınız ve sorumluluk sahibi olacaksınız. Ben müziği iyi bilmesem, yayıncılığa hâkim olmasam yaptığım işler de vasatı aşamazdı. Kolaycı dinleyicinin hâkim olduğu bir piyasada bu kadar ayrıntılı düşünmek işe yarıyor mu? Yaramaz mı? Özel radyoya geçtiğimde bir proje hazırladım. Derhal farkı görüldü. Çünkü gerekli altyapı var, yayıncılığı biliyorum. İşini iyi bilen insanın proje üretmesi de kolay oluyor, fark yaratması da. Bana dediler ki bir yıl içinde senden beklediğimiz şu kadar milyon lira. Ben onu iki ayda kazandırdım. Özel sektörde, patronların en sevdiği insan para kazandıran insandır. Tabii bu da hemen önümde başka olanakları kapıları açmış oldu. Ben de hem doğru projeler yaptım hem de para kazanmış oldum. Bu mantık hala sürüyor mu camiada ve radyoculuk nereye gidiyor? Radyo programcılığında devlet kanallarının dışında, daha çok hazır ve daha çabuk üretilen programlara yer verilmeye başlandı. Bir araştırması olmayan, eğitim ve kültürden yoksun olan pek çok yapım ortaya çıktı. TRT radyolarının, Ankara Radyosu’nun kalitesinde program yapan pek az radyo var. Gerçi o kadar çok radyo var ki programın iyisini de yapan var kötüsünü de. Radyo her zaman devam eder. Eğer söylenen kadar büyük bir kayıp olsaydı eskiden bir elin parmakları kadar radyo varken şimdi yüzlerce olmazdı. Dinlenmeyen bir radyoyu kim niye açık tutsun ki? YURTTAN SESLER Türkülerden Ülke Kuranlar: Yurttan Sesler Korosu Bu toprakların her bir karışında kim bilir kaç türkü yakılmıştır. Yakılan her bir türkü kim bilir kaç kişinin dilinde can bulmuştur. Sevincini kederini, derdini dermanını, acısını tatlısını, gözünün yaşını, gönlünün gamını türkü türkü dokuyan, avaz avaz okuyan bir halkın sesidir türküler. İşte o türküler ki her biri, dev bir halının her bir düğümüdür. Yıllar geçtikçe daha da kıymetlenen, paha biçilmez kültür zenginliğimiz. Bizi bir yapan toplumsal belleğimiz. Yüzlerce yılın sesini bugüne taşıyan bir kadim nehir. Bu nehrin sularını yüreklerimize serpen sanatçılarımızın altmış dokuz yıllık ailesinin adı, 1947 yılından bu yana Yurttan Sesler Korosu’dur. Yıl 1940. Vedat Nedim Tör, Ankara Radyosu Müdürü olarak göreve başlar. Hemen ertesi yıl Mesut Cemil yönetiminde; Klasik Türk Müziği Korosu halk müziği programları yayına girer. Bir Türkü Öğreniyoruz adı verilen bu programlar, Muzaffer Sarısözen’in şefliği ve repertuvar hocalığında yapılır. Bu programlar, Yurttan Sesler Korosu’nun ilk adımlarıdır. Çok geçmeden, 1947 yılında Ankara Radyosu Yurttan Sesler Korosu, Muzaffer Sarısözen şefliğinde kurulur. Sarısözen, Koro’nun kuruluş amacını şöyle anlatır: “Radyonun sımsıkı tuttuğu ve başardığı halk türküleri yayımı, ne sadece dinleyicilerine hoş bir vakit geçirmek ne de yalnız türkülerimizin çeşitleri hakkında fikir vermekten ibaret değildir. Gönüllerimizi bir araya toplamak ve bütün memleketi tek duygu haline getirmek Yurttan Sesler’in başlıca hedefidir. Artık izaha lüzum kalmamıştır ki, Yurttan Sesler’in sanatkâr işçileri memlekete en modern tahrip vasıtalarının bile zerresini koparamayacağı bambaşka bir istihkâm yapmakla meşguldürler.” Muzaffer Sarısözen şefliğindeki Koro’nun ilk saz sanatçıları; Sarı Recep (Giray), Avni Özbenli, Osman Özdenkçi, Ahmet Yamacı, Ahmet Gazi Ayhan ve Mucip Arcıman’dır. Koro’nun ses sanatçıları ise; Turhan Karabulut, Ali Can, Nurettin Çamlıdağ, Neriman Altındağ, Muzaffer Akgün ve Sebahat Karakulak’tır. Koro, icra yeteneğinin yanı sıra, eğitim ve derleme çalışmalarıyla öne çıkar. Ülkenin dört bir yanından derlenen türküler, Yurttan Sesler Korosu sanatçılarının sesinden dünyaya yayılır. TRT’nin kültürel hayata katkısının en önemli örneklerinden biridir Yurttan Sesler Korosu. TRT’nin yayıncı kimliğinin en güzel tanımlarından biridir. Koro; halk müziğimizin en önemli okulu olmuştur. Geçen yıllar içinde, yüzlerce sanatçı kazandırmıştır kültür hayatımıza. Bir Dünya Müzik Dergisi olarak bu sayımızda, Yurttan Sesler Korosu’nun değerli sanatçıları ile konuştuk sizler için. Adile Kurt Karatepe, Serbülent Yasun, Koro’nun onlar için ne ifade ettiğini, Yurttan Sesler Korosu’nun bir üyesi olmanın ne anlama geldiğini anlattılar. TRT’nin başarılı yapımcılarından Ahmet Erge ile de Yurttan Sesler’den bir açılım olarak Meşk-i Muhabbet’i konuştuk. 23 BİR DÜNYA SOHBET BİR “AHH” IN PEŞİNDE Röportaj: Nesrin BÜYÜKTURAN “Turan Engin gibi ‘ahh!’ diyebilmek için yıllarca çalıştım. Yine de tam O’nun gibi olmadı.” Bu kadarı bile Adile Kurt Karatepe’yi anlatabilmek için yeter. Henüz konservatuvarın ikinci sınıfındayken, dizleri titreyerek girdiği Yurttan Sesler Korosu’nun bugün ustalarından biri. Her bir notası altın kıymetinde bir icracı. Bir “ahh”ın peşinden bir ömür gidecek kadar türkü sevdalısı bir öğrenci. O “ahh”ın Anadolu demek olduğu bilgisini yeni kuşaklara aktarmak için çırpınan gerçek bir usta. Sohbeti de, kendisi de türküleri kadar güzel bir insan. Siz sevdiğiniz türküleri bir de Adile Kurt Karatepe’den dinleyin ne demek istediğimizi anlayacaksınız. Yurttan Sesler Korosu sizin için ne ifade ediyor? Yurttan Sesler benim için Anadolu demek. Bu medeniyeti; en estetik dilde, en güzel, en doğru, en sade şekliyle türkü- guydu. Çünkü ben altı yaşımdan beri türkü dinliyorum ve altı yaşımdan beri Yurttan Sesleri dinliyorum aslında. Yurttan Sesler bana türküleri sevdirdi. Bu kurumsal yapının içerisine onları dinleyerek, onlardan feyz alarak geldim. Şimdi de yarınlara aktarmak için ben de bir şeyler yapıyorum. Siz nasıl dâhil oldunuz Koro’ya? Benim hayalimde TRT dışında hiçbir şey yoktu. Çocukluğumdan beri hep bu çatının altında olmak istedim. İkinci sınıftayken bir akitli sınavı açıldı ve benim Yurttan Sesler yolculuğum böylece başladı. Dizlerim titreyerek girdiğim bu Kurum’da o gün bugündür aşkımı, heyecanımı hiç kaybetmedim. Çocukluğumdan beri hayalini kurduğum yerdeyim. Neydi TRT’de size bu kadar cazip gelen? Beklediğiniz şeyleri buldunuz mu? Ben radyo emisyonlarında o kadar yüksek konsantrasyon yaşıyorum ki, bittiğinde bir baş dönmesi yaşıyorum. O anda beni etkileyen başka bir şey yok. Sadece sesime ve duyguma yoğunlaşıyorum. Radyonun böyle bir gizemi var. ler bize anlatmış yıllar boyu. Yurttan Sesler de bu türkülerin yarınlara en doğru şekliyle aktarılması için var olan kurumsallaşmış bir yapı. Toplumun bir arada durmasını sağlayan, birbirine kenetleyen, en önemli dinamiklerimizden biri. Kültürel birliğimizi sağlamak açısından çok önemli. Kültürel birlik aynı zamanda vatan birliği demek, insan birliği demek. Farklı coğrafyalardan insanlar, Yurttan Sesler’in içerisindeyiz. Ama buraya geldiğimizde, bu çatı altında, Rumeli okuduğumuzda hepimiz Rumelili oluyoruz. Elazığ okuduğumuzda hepimiz Elazığlı oluyoruz. Bu açıdan Yurttan Sesler benim için çok önemli. Ben 1995’te girdim Kuruma. Henüz konservatuvar ikinci sınıftaydım. İnanın ilk geldiğimde İstanbul Radyosu’nun merdivenlerinden çıkarken ayaklarım titriyordu. Çok değerli ustalar vardı; Turan Engin, Ali Ekber Çiçek vardı. Sevgili Ümit Tokcan, Tuncel İnan, Yücel Paşmakçı… Onlarla birlikte olmak benim için çok onur verici bir duy- 24 Karşımda bir Turan Engin var. Ali Ekber Çiçek var. Zafer Gündoğdu var. Tuncel İnan var. Ben tir tir titriyorum. Onlarla birlikte müzik icra etmek büyük bir heyecan. Hepsinden kendime bir şey aldım. Ben bir harmanım aslında. Ben Yurttan Sesler’in bir harmanıyım. Hepsini dinledim, hepsinden güzel bir şeyler alıp kendi yüreğimde harmanladım. Birinin hançeresini duydum çok etkilendim, Turan Engin’in “ah”ını duydum çok etkilendim, yıllarca O’nun “ah”ını çalıştım ama yine de tam O’nun gibi olmadı. Çok çok değerli hocalarla çalışma fırsatı buldum ve onların bu geleneğe saygısı, vefası beni çok etkiledi. Kocaman bir türkünün özetini bir “ah”ta bulabiliyorsunuz. Kesinlikle öyle. Bir küçücük ifade türkünün özeti olabiliyor. Bir küçücük motif türküde o “ah”ı sizin yüreğinize bırakıyor. Tek bir kelime için bile uzun uzun tekrar yaptınız. Neden bu kadar hassas çalışıyorsunuz? ADİLE KURT KARATEPE Yurttan Sesler’de kabul görmüş bir icracı, dışarıda da kabul görür. Ama önce Yurttan Sesler’de kendini kanıtlaması lazım. Burası kurumsal bir yapı. Burada kendini ispatlamak zordur. Yurttan Sesler’in en önemli koruyucu özelliği bu. Siz şahit oldunuz. Bir türküyü belki on defa tekrarladık kayıt esnasında. Neden? Yarınlara doğru aktarılsın diye. Yurttan Sesler’de usta-çırak ilişkisi çok güçlü. Meşk geleneğinden gelen bir durum. Doğrusunu bilen, yöreye hâkim olan ustalarımız var. Doğrusu neyse, prova esnasında onu bulmaya çalışıyoruz, doğruyu aktarmaya çalışıyoruz. Hiç bilinmeyen bir türkü, Yurttan Sesler sayesinde toplumun belleğine ulaşıyor ve aktarılarak devam ediyor. Yurttan Sesler’den olur almak, kabul görmek kişinin sanatının tescili gibi. Yurttan Sesler’de kabul görmüş bir icracı, dışarıda da kabul görür. Ama önce Yurttan Sesler’de kendini kanıtlaması lazım. Burası kurumsal bir yapı. Burada kendini ispatlamak zordur. Kimi zaman istisna örnekler çıkabilir ama zemini sağlam olmadığı için çıkışı kadar inişi de kolay olur. Popüler kültür onu hemen tüketir, yok eder. Sıkı bir eğitimden geçiyorsunuz ve bir süre sonra siz eğitmeye başlıyorsunuz. Kurum kendi enerjisini kendi üretiyor. Kurucumuz Muzaffer Sarısözen; “kültürün sanatçı işçileri” demiş Yurttan Sesler için. Bizler birer işçiyiz aslında. Kültürü bir arada tutmak için, harmanlamak için, yarına, doğru aktarmak için tuğla taşıyoruz, harç yapıyoruz, bir kat daha yükseltmeye çalışıyoruz. Sanatta büyüdükçe egonuz küçülüyor. Bizim geleneğimiz zaten bir meşk geleneği. Yurttan Sesler’e yeni giren herkes bu geleneğe dâhil oluyor. Sürekli bir eğitim ve sınav süreci. Her solo, her konser bir sınavdır. Eğitim hiç bitmiyor. Yeni gelen arkadaşlarımıza aktarımımız da bu şekilde oluyor. Radyoda türkü icra etmekle televizyonda icra etmek farklı mı? Televizyonda sesinizle vermek istediğiniz duygu yüzünüze de yansıyor. Televizyon sizi destekliyor. Radyoda sizi bilmeyen, belki hiç görmemiş insanlara siz bir hayali anlatmaya çalışıyorsunuz sesinizle. Bunun için işte o “ah” çok önemli. Duyguyu nasıl aktaracağınıza çalışmanız gerekiyor. Çok gizemli buluyorum radyoyu bu anlamda. Ben radyo emisyonlarında, bittiğinde bir baş dönmesi yaşıyorum. O kadar yüksek konsantrasyon yaşıyorum ki. O anda beni etkileyen başka bir şey yok. Sadece sesime ve duyguma yoğunlaşıyorum. Görselliğin bu kadar öne çıkarıldığı bir dönemde radyonun önemini yitireceği düşüncesine Siz katılıyor musunuz? Radyonun toplum üstünde çok büyük bir etkisi var. TRT Türkü’nün, TRT Nağme’nin büyük bir dinleyici kitlesi var. Radyo çok önemli bir iletişim aracı. Radyo hiçbir zaman bitmez. Yeter ki siz doğru olanı aktarın. Peki türkülerin yeni kuşaklar üzerinde de etkisini devam ettireceğini düşünüyor musunuz? Ben edeceğini düşünüyorum. Sunum şekliniz çok önemli. Özünden çok ayırmadan, daha kaliteli alt yapılarla, genç kitleye ulaşabileceğimizi düşünüyorum. Bundan yıllar önce Yurttan Sesler’in içerisinde sadece bağlama ve ritim vardı. Bizim çok zengin enstrümanlarımız var. Malzememiz çok ve kuvvetli. Dört beş sene önce klarneti ekledik, garmonu ekledik, değişik ritim enstrümanlarını ekledik. Bağlamada değişik çalma teknikleri gelişti. İyi soundlar, kaliteli alt yapı, zengin enstrümanlar bizi daha da zenginleştirdi. Büyük bir genç kitle var türkülerin peşini bırakmayan. Ben şuna inanıyorum; bu topraklarda yaşayan herkes, yaşı belli bir düzeye ulaştıktan sonra bu türküleri mutlaka anlıyor, türkülere tutunuyor. 25 BİR DÜNYA SOHBET Serbülent Yasun’la tam yarım asırlık müzik yolculuğu… Röportaj: Ümit DİRİCAN 1966’da TRT’nin açtığı sınavla Ankara Radyosuna giren Serbülent Yasun, 3 yıllık bir eğitim sonunda kadrolu ses sanatçısı olarak profesyonel müzik yaşamına başlar. Ses sanatçılığının yanı sıra, koro şefliği sınavını da kazanarak, emekli olana kadar bu görevini sürdürür. TRT Müzik Dairesi Başkanlığı ve Ankara Radyosu’nda Denetim Kurulu üyeliği, çeşitli yarışmalarda jüri üyeliği, amatör koro ve derneklerde koro şefliği yapan Yasun, 1995 yılında Ankara Radyosu Türk Halk Müziği Gençlik Korosu’nu da yönetmeye başlar. TRT’de yayınlanan “TÜRKÜ TÜRKÜ TÜRKİYEM” adlı sevilen programa Gençlik Korosu ile katılarak, gençlere türkülerimizi ve kültürümüzü daha yakından tanıtmıştır. “Halk Türkülerimiz” adlı 3 ciltten oluşan bir kitabın yazarlığını da yapan Serbülent Yasun, 2008 yılında TRT Ankara Radyosu’ndan emekli olarak, amatör koro şefliği çalışmalarına devam etmektedir. Zarif eşi Bilge Hanım’la bizi evinde ağırlayan Serbülent Yasun’la, 50 yıldır devam eden müzik serüvenini, Ankara Radyosu’nu ve Yurttan Sesler’i konuştuk… Öncelikle 50. Sanat yılınızı kutlamak istiyorum. Müzikle dolu geçen bu 50 sene hakkında bir şeyler söylemek ister misiniz? Teşekkür ederim. Tabi sanatın her dalı kişiler için çok önemli, benim için de öyle. Diğer mesleklerin de değerli yanları var ama sanat ve müzik bambaşka. Biz ailece Türk müziği ile ilgilenirdik. Çocukluğum müziğin içinde geçti. Sonra Atatürk Lisesi’nde bir koroya katıldım, devamında da Halk Evleri korosuna girdim. 1 yıl sonra da 1966’da TRT ilk defa toplu sanatçı alım sınavı yaptı. Ben o sınavı birincilikle ka- 26 zandım. Radyonun öyle bir misyonu oldu o zaman, yetiştirilmek üzere alındık. 3 yıl konservatuvar seviyesinde eğitim verildi. 1969’dan itibaren de resmen kadrolu olarak yayınlara katılmaya başladık. Devamında televizyon devreye girdi, televizyonun da ilk şanslılarındanız biz. TRT o zaman tek televizyon kanalı olduğu için bir defa televizyona çıktığınız zaman tüm Türkiye sizi izlemiş oluyordu. Ancak radyo çok farklı bir olgudur. Hemen sormak istiyorum o zaman sizce radyo neden önemlidir? Radyonun hayatımızdaki yeri nedir? Şimdi radyo şu bakımdan önemli, iletişim araçları içinde en güçlü olan ve ilk başlayandır. O dönemde mesela gramofon varmış, plaklar vs… Bunlar iletişim olarak kısır kalıyor. Kullanıldığı yerden dinleniyor ama bir radyodan yayın yapıldığı zaman bütün bir kitle onu dinleme imkânına sahip oluyor. Bir de radyoculuk biz de özellikle Ankara Radyosu kurulduğundan itibaren çok güzel, düzgün ve disiplinli bir kadroyla başlamış. Yapımcısından, spikerine, sanatçısından, teknik elemanına kadar…Halen de öyledir. İçerisinde bir tarih barındıran Ankara Radyosu müzik yayınına nasıl başlamış? 1940’lı yıllarda kısıtlı imkânlarla başlamış, o zaman kayda alma imkânları yok, müzik yayınları canlı olarak yapılıyormuş, hazırlanıp çıkıyorlar. Tabii canlı yayında olabilen hatalar yayına gidiyor ama çok sistemli ve kurallı çalışıldığı için pek de hata olmadan yürümüş. Sonra işte kayıt cihazları devreye girince biraz daha iş rahatlıyor tabii. Önce kayıt yapılıyor sonra yayına giriyorlarmış. SERBÜLENT YASUN “Yurttan Sesler” adını Muzaffer Sarısözen hoca şöyle düşünerek koymuş; yurttan toplananın tekrar yurda aktarılması gibi… Çünkü kendi bizzat gidip Türkiye’nin her yerinden türkü derlemiş. İlk kurulan radyo Ankara Radyosu mu? Evet ilk Ankara Radyosu kurulmuş hatta PTT’nin bir faaliyeti gibi başlamış. Sonra şimdiki Ankara Radyosu binası yapılmış. Radyomuzun olduğu bölge fiziki olarak kayalık bir bölge olduğu için kayanın içine oyularak yapılmış, ses yalıtımı gibi şeylerden de yararlanmak için. Sonra İstanbul Radyosu devreye giriyor, İzmir ve Erzurum daha sonra. Radyo için önemli unsurlarımızdan biri olan “Yurttan Sesler”’i sormak istiyorum. Ne zaman kurulmuş ve neden “Yurttan Sesler” adını almış? Önceleri sanat müziği ile halk müziği beraber icra ediliyormuş. Sonra radyodaki yöneticiler bu iki dalın ayrılmasını uygun görüp, halk müziğini Muzaffer Sarısözen hocamıza veriyorlar. Sarısözen o dönem Sivas’tan Ankara’ya konservatuvara arşiv memuru olarak atanıyor ve 5-6 kişilik bir çekirdek kadro ile grubu kuruyor. Kendi derlediği türküleri onlara öğretiyor, canlı yayınlara bir bağlama eşliğinde ve bu çekirdek kadroyla çıkıyorlar. “Yurttan Sesler” adını Muzaffer Sarısözen hoca şöyle düşünerek koymuş; yurttan toplananın tekrar yurda aktarılması gibi… Çünkü kendi bizzat gidip Türkiye’nin her yerinden türkü derlemiş. Radyo yayınlarında Yurttan Sesler’ in kurulmasıyla bir farklılık olmuştur herhalde… Tabii ki. O çekirdek kadro, 15 sonra 30 olmuş, bir bağlama 10’a 15’e çıkmış, renk sazlar girmiş araya. Kalite artma- ya başlamış. Şimdi tabii o bantları dinliyoruz biraz karışık geliyor, biraz akortsuz falan geliyor bazı yayınlar ama giderek bu düzeliyor tabii. Notalama ve notayla icra derken gelişiyor ve o tarihten bu zamana kadar büyük bir gelişme oldu diyebilirim. Radyo sanatçılığı hakkında ne düşünüyorsunuz? Radyo sanatçıları hem geçmiş hem de bir sonraki kuşaklarla çalışma imkânı buluyor. Radyo sanatçılarının kültürel bir görevi olduğunu da düşünüyor musunuz? Radyoya başladığımız zaman bizden önceki büyüklerimizi örnek alıyoruz, onlardan müzik disiplini kazanıyoruz. Özellikle halk müziği bizim kültürümüz, milli değerimiz, dolayısıyla ileriki kuşaklara bozmadan ve yozlaştırmadan aktarmak lazım. Şöyle ki iletişim araçları çok arttı, bir internet ortamı çıktı. Eserlerimizi ve kültürümüzü bozma imkânları da çoğaldı. Ama radyo, başından itibaren bizim kültürümüz için çok büyük hizmetlerde bulunmuş. Türkü derlemesinden tutun bunların yayına aktarılması, sanatçı yetiştirilmesine kadar çok önem verilmiş. Bence TRT’nin yayıncılığının yanında, bu hizmetleri de çok çok değerlidir. Günümüzü konuşacak olursak TRT radyolarını nasıl buluyorsunuz? Mesela artık TRT Nağme, TRT Türkü ve daha birçok müzik türüne ayrılmış kanallar da bulunmakta… Her dönemde aşamalar kaydedildi hem müzik yayınlarında hem diğer yayınlarda. Ama şu son dönemde gördüğüm kadarıyla TRT radyolarında her özel zevk veya tercih için müzik yayını var bu önemli. Şu an mesela benim branşımla ilgili olduğu için TRT Türkü var 24 saat türkü yayını yapılıyor. Ben amatör korolarımda onu örnek veriyorum, TRT sanatçısını dinleyin ki yanlış bir şey öğrenmeyin. TRT sanatçısının yanlış yapma şansı yok çünkü denetim var. Denetimde yaptığı iş yayınlanmaz ve bu devam ederse sanatçılığı elinden gider. Bu derece ciddi çalışıldığı için o kanal bizim için çok önemli. Bir kaynak aynı zamanda değil mi? Tabii burada kişiler halk müziğinin her türlü eserini dinliyor. Deyiş sevenler deyiş buluyor, zeybek sevenler zeybek buluyor… Dolayısıyla çeşitli isimler altında yapılan bu programların ayrı dinleyici kitleleri var. Alternatif o kadar çok ki. Onları belli programlara kanalize etmek de bir beceri işi TRT de bunu güzel yapıyor. 27 BİR DÜNYA SOHBET Kendini musikiye adamış bir Hanımefendi… Ankara Radyosu TSM Sanatçısı Cemile Uncu Karabulut Röportaj: Ümit DİRİCAN Her zaman Türk müziğine ilgi duyan sanatçı, babasının önce okulunu bitirmesi yönündeki telkinleriyle, Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ndeki eğitimini tamamlayarak, musiki çalışmalarına başlıyor. Ardından Ankara Radyosu sınavlarına katılıyor ve Ankara Radyosu Türk Sanat Müziği Sanatçısı olarak günümüze dek başarıyla devam eden sanat hayatına adım atıyor. Halen Ankara Radyosu Türk Sanat Müziği Müdürlüğü görevini de yürüten değerli sanatçımız Cemile Uncu Karabulut’la; Ankara Radyosundan, TRT Nağme’ye, Türk Sanat Müziği’nden, Radyo sanatçılarına uzanan keyifli bir söyleşi yaptık… Müzikle ve Ankara Radyosu’yla tanışma süreciniz nasıl oldu biraz bahsedebilir misiniz? Bizimle sokakta Metin Everes oturuyordu, herkes ondan ders alıyordu. Ben de Türk müziğini çok sevdiğim için evde çalışırken, derslerin arasında şarkı söylerdim. Babam da kapıyı açar, “Kızım, okul bitecek sonra müzik” derdi. Okul bittiği zaman, Metin Bey’e derse gittim, yaklaşık 4 ay kadar. 4 ay sonra Metin Bey “Radyo sınav açıyor, 1966 yılından beri ilk kez açılıyor girer misiniz? Dedi. Bir şansımı deneyeyim dedim ve Radyo Sınavı’na girdim. Hocam o zaman iki eser çalıştırmıştı, birisi rast makamında “Sâgarda değil sâkî-i zîbâda gözüm yok”, biri de dügâh makamında “Ne yamandır dil-i bî-çâreye olsa müşteri” diye. Böyle eserlerin sınavlarda çok ilgi çektiğini gördüm, tabii bu da hocamın başarısıydı. Başladığımda arkadaşlarıma göre çok gerideydim repertuvar olarak, çünkü eserlerin ço- 28 Ancak biz yetiştirilmek üzere alındığımız için Ankara Radyosu’nda bizi yaklaşık 2 yıl, sabahtan akşama kadar eğitime tabi tuttular. Bona, solfej, Türk Müziği Tarihi, şan dersi, repertuvar dersi gibi sıkı bir eğitimle 2 yılı geçirdik. CEMİLE UNCU ğunu bilmiyordum. Birçok arkadaşım amatör korolarda yetişmişler ben de o yoktu. Ben herkese göre daha fazla çalışmak zorunda kaldım. Ancak biz yetiştirilmek üzere alındığımız için Ankara Radyosu’nda bizi yaklaşık 2 yıl, sabahtan akşama kadar eğitime tabi tuttular. Bona, solfej, Türk Müziği Tarihi, şan dersi, repertuvar dersi gibi sıkı bir eğitimle 2 yılı geçirdik. Bu iki yıl içinde de yaklaşık 7 kere sınava girdik. Bu eğitimi bitirdikten sonra sınavı kazandık, 40 kişi kaldık ve 4 radyoya dağıldık. 1983 yılıydı. İşte o günden bugüne yaklaşık 33 yıl olmuş Ankara Radyosu’nda zevkle çalışıyorum. Müzik öyle bir şey ki böyle insanın yüreğine işliyor, öyle bir yerden yakalıyor ki sizi her şeyi unutturuyor. Ankara Radyosu’nda Türk Sanat müziği korolarının ilk adımları nasıl atılmış, kurulma aşaması nasıl olmuş? 1938 yılında Ankara Radyosu kurulmuş, halk müziği ve sanat müziği sanatçıları hep beraber çalışmışlar yıllarca. Hem sanat müziği söylüyorlarmış hem de halk müziği. Daha sonra gruplara ayrılmışlar, branşlaşmışlar. Halk müziği sanatçılarının temel programına “Yurttan Sesler” deniliyor, Sanat müziğine de “Beraber ve Solo Şarkılar” deniliyor. Sizce Ankara Radyosu için bu koroların ne gibi bir anlamı var? Radyodaki müzik yayınlarının büyük bir kısmını, bu koroların ve sanatçıların seslendirdiği eserler mi oluşturuyor? Kültürümüzü yaşatmak açısından çok önemli. Bizim kültürümüzün o kadar büyük bir tarihi var ki yıllarca işleseniz bitmiyor. Bu kültürün unutulmadan iletilebilmesi, yeni nesillere taşınabilmesi için, radyoda çalışan sanatçıların yetiştirilmesine ve onların yayınlarına ihtiyaç var. Biliyorsunuz gençlik korolarımız ve çocuk korolarımız da var. Temelden yetiştirmeye çalışıyoruz. Ben de burada yıllarca eğitmenlik yaptım. Ankara Radyosu ve tüm TRT genelinde açılan sınavlarla bugün çalışan sanatçılarımızın büyük bir kısmını buralardan kazandık. TRT radyolarında sürekli sanat müziği yayını yapan TRT Nağme ve Türk halk müziği yayını yapan TRT Türkü, gibi kanalların kurulmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce faydalı oldu mu? Çok oldu. Daha önce karışık yayın vardı. Şimdi kanallar artınca, frekanslarımız ayrı, 24 saat yayın yapıyoruz düşünsenize. Programlarımız arttı, sanatçıların program yapacakları alanlar arttı. TRT Nağme’nin yayın politikası nedir? Dinleyici kitlesini kimler oluşturuyor? Nasıl geri dönüşler alıyorsunuz? Öncelikle Türk Sanat müziğini, doğru bir şekilde gelecek nesillere aktarmak ve genç nesle de sevdirmek amacımız. Çünkü dinleyici yaş ortalamamız yüksek biraz. 40-45’in üstü bizi daha çok dinliyor, tanıyor, yaş ortalaması epeyi yüksek. Sosyal medya kullanmıyorlar. İstiyoruz ki sosyal medya kullanan genç kesimi de kazanalım, onun için asıl çabamız. Bir de amatör korolar var onlar da Türk müziğinin yaşaması açısından çok önemli. Çünkü radyo programlarını en çok dinleyen kitlelerden biri de onlar. 29 BİR DÜNYA SOHBET Röportaj: Ümit DİRİCAN Meşk-i Muhabbet’le “Sıra Gecesi” tadında… TRT radyolarında müziğin önemi ve farklılığı tartışılmaz elbette. En değerli kültür ürünlerimizden olan şarkılarımızı, türkülerimizi, farklı seslerden ve güzel yorumlarla dinlemenin tadına doyulmaz, hem de aslına uygun olarak. İlk olarak radyo yayınlarıyla faaliyetine başlayan TRT, ardından tek televizyon kanalı olmuş, günümüzde ise tematik kanalları dâhil, geniş ölçüde televizyon kanalı sayısına ve zengin radyo istasyonlarına sahip. İşte tüm bu yayın kanalları yelpazesinde, her tür zevke ayrı hitap eden müzik istasyonları ve TRT Müzik kanalı gibi sadece müzik programlarına yer veren bir kanal da mevcut. O halde her dinleyici ve izleyici TRT’de, zevkine göre 24 saat müzik bulabiliyor, daha ne olsun değil mi? Tüm bu müzik eserlerinin oluşmasında büyük katkıları olan TRT Radyo sanatçılarını da unutmak olmaz. Gerek Türk Sanat Müziği, gerek Türk Halk Müziği, gerekse Çoksesli icra edilen müzik türleri ve daha birçok türden gelen sanatçıyı aynı çatı altında barındırır. Nice programlar yapılmış, nice kayıtlar alınmıştır o çatı altında. Bu örneklerden birisi de TRT’de uzunca bir süre devam eden “Radyo Sanatçıları Konserleri”. Her hafta Türk Sanat Müziği ve Türk Halk müziği örneklerini dönüşümlü olarak sunan bir klasiğe dönüşmüştü… 30 Müzik denilince radyo ve TRT farkı… “Televizyon daha çok göze hitap ettiği için, biraz şov ağırlıklı oluyor ama radyo çok farklı. Bir de radyo sanatçılarının önemi çok büyük. Onların bilgisi, deneyimi çok fazla ve repertuvarları çok geniş. Örneğin güncel bir şarkıcı, 1 şarkıyla meşhur oluyorsa bir sonraki sene unutuluyor ama radyo sanatçıları öyle değil” Bu serinin ardından yepyeni bir proje daha, hem radyo hem de televizyonda, dinleyicilerle ve izleyicilerle buluşuyor. TRT Ankara Radyosu Halk Müziği Müdürü Sabri Sabuncu’nun yapımcılığını, Ahmet Erge ve Sema Bay’ın da yönetmenliğini üstlendiği Meşk-i Muhabbet programı. Bu programdan yola çıkarak, radyoda yayınlanan müzik programlarının dinleyicide nasıl etkiler bıraktığını, program yapımcısı ve yönetmenleriyle görüşerek, radyo ve televizyon unsurlarını birlikte ele alarak incelemek ve sizlerle paylaşmak istedik. Meşk-i Muhabbet’in yönetmenlerinden Ahmet Erge’nin programla ilgili aktardıkları şöyle: “Radyo Sanatçıları konserleri 2 sene önce Ankara Radyosu Stüdyosu’nda, bir hafta Türk Sanat Müziği bir hafta Türk Halk Müziği olmak üzere başladı. Aynı zamanda da TRT AHMET ERGE Türkü radyo kanalı ve TRT Müzik televizyon kanalında ortak yayınlandı. Bu radyo programında TRT repertuvarında olan eserler seçilip, koro şeklinde icralar da sololar da yer aldı. Tam bir radyo programı, bir şov programı anlamında düşünmeyin. Bir radyo eğlencesi gibi düşünün. Şimdi ise yepyeni bir format belirlendi, bu yeni program ise Meşk-i Muhabbet.” Önce sadece radyoda, Ankara Radyo Stüdyosu’nda yapılıyor. Sonra daha geniş kitlelere ulaşması istenildiği için Arı Stüdyosu’na taşınıyor. Ahmet Bey, programa gelen tepkilerden de izleyici ve dinleyiciler tarafından çok beğenildiğini gördüklerini vurguluyor. Programın yapımcısı ve projenin de sahibi olan Sabri Sabuncu, radyoda böyle bir programın eksikliğinden yola çıkarak, 3 sene önce bu programı tasarladığını ve hayata geçirdiğini söylüyor. Sabuncu “Daha önce sadece bir radyo programı olarak başlayan Meşk-i Muhabbet, oldukça ilgi çekti ve bunun üzerine TRT Müzik kanalından da ortak yayınlanarak hem dinleyiciler, hem de izleyiciler için müzik programlarına yeni bir soluk getirdi.” şeklinde açıklıyor programın estirdiği rüzgarı. Program, 15 günde bir TRT Türkü ve TRT Müzik kanalından ortak ve canlı olarak yayınlanıyor. Müzik ekibi, Ankara Radyosu’nun 7 tecrübeli solisti; Mehmet Seske, Mehmet Aldaşoğlu, Hasan Özen, İmran Koç, Coşkun Gök, Bülent Arslan, Ali Demirhan’dan oluşuyor. Programın yönetmenliğini ise Sema Bay ve Ahmet Erge üstleniyor. Sema Bay, programda her sanatçının kendi yöresine ait türküleri seslendirdiğini ve Türkiye’nin her yöresinin işlendiğini söylüyor ve ekliyor: “Bu programın şöyle bir yönü de var, daha önce hiç okunmamış ya da çok az bilinen türküleri gün yüzüne çıkarıyor. Repertuvarımız araştırılıyor ve o türküler bulunuyor ve onlara yer veriliyor. Öyle türküler var ki, 50 sene 100 sene okunmamış türküler…” Ahmet Erge ise radyonun ve radyo “Radyo ve televizyon programları ortaya çıkartılırken, yapılan hazırlık aşamaları farklı tabii. Televizyona bir program hazırlığı yapılırken görsellik önemli olduğu için, şova yönelik bir hazırlık yapılıyor ve çok çabuk bir proje üretilebiliyor. Fakat radyo için bir program olduğu zaman iş daha ciddi. sanatçılarının önemine vurgu yapıyor. Erge, “Televizyon daha çok göze hitap ettiği için, biraz şov ağırlıklı oluyor ama radyo çok farklı. Bir de radyo sanatçılarının önemi çok büyük. Onların bilgisi, deneyimi çok fazla ve repertuvarları çok geniş. Örneğin güncel bir şarkıcı, 1 şarkıyla meşhur oluyorsa bir sonraki sene unutuluyor ama radyo sanatçıları öyle değil.” diyor. Radyo ve televizyon programlarının ortaya çıkartılırken yapılan hazırlık- ların aşamalarının farklı olduğunun altını çizen Ahmet Erge, “Televizyona bir program hazırlığı yapılırken görsellik önemli olduğu için, şova yönelik bir hazırlık yapılıyor ve çok çabuk bir proje üretilebiliyor. Fakat radyo için bir program olduğu zaman iş daha ciddi. Solistler kim olacak, şarkılar nereden seçilecek, yöresel yoksa güncel şarkılar mı olacak, böyle daha önce hiç okunmamış eserler mi olacak?” gibi araştırmaların da çok uzun sürdüğünü ekliyor. Radyonun hafızalarda kalan yanının çok farklı olduğunu belirten Sema Bay, televizyonun görsel olarak daha güçlü olduğunu ama radyonun her zaman bir başka olduğunu vurguluyor. Bay, “Bazen de birbirlerini destekliyorlar bu şekilde. Bir de diğer radyo kanallarında güncel parçalar 10 parçayı geçmez ama TRT radyolarına döndüğümüzde geçmişten günümüze kadar oldukça zengin. Ayrıca televizyonda, seyirciyi yakalamak adına, güncel eserlere daha çok yer vermek ve herkesin bildiği şeyleri yapmak zorunda kalınabiliyor ama radyo öyle değil.” diyor. Ahmet Erge radyodaki Yurttan Sesler kavramının kültürümüze ait müzikleri geleceğe taşıma anlamında ne kadar özel olduğuna da dikkat çekerek ekliyor: “Radyo her zaman vardır ve her zaman da olacaktır, bunun için özellikle sanat yapmak isteniyorsa radyonun ve radyo sanatçılarının ayrıcalığı bambaşkadır.” 31 RADYO GÜNLERİ HAVADA Hazırlayan: Figen GÖKTAŞ Biz sesin büyüsüne inandık. Görmeden sevdik, görünmeden sevildik. Hayal ettik. Yüreklerimize gönlümüzce resimler çizdik. Bir ses, büyülü bir ses. Bu sesle dünya tek nefes. Bu mısraların sahibi TRT Genel Müdürü Sayın Şenol Göka’nın da dediği gibi görünmeyen gizemlidir ve görünmeyenden gelen ses büyülüdür. TRT Radyo kanalları uzun yıllardır eğiten, bilgilendiren, eğlendiren programlarıyla dinleyicilere bir dost, bir arkadaş kimi zaman da bir yoldaş oldu. İşte bu büyülü dünyaya hizmet eden TRT Radyolarından biri de Radyo-1… Eğitim, kültür, haber kanalımız RADYO-1, program çeşitliliği itibariyle Türkiye’de alanında tek kanal. Dinleyicinin nabzını tutan, güncel gelişmelerin her yönüyle irdelendiği haber programlarının yanı sıra tarihten edebiyata, spordan sağlığa hayatın tüm sesleri bu kanalda buluşuyor. 386 FM vericisine sahip olan RADYO-1, nüfusun %88’ine ulaşmakla kalmıyor, uydu, internet ve mobil uygulamalarla dünyanın her yerinden dinlenebiliyor. Her sabah 06:30’da kocaman bir günaydınla karşılayan “GÜNAYDIN TÜRKİYE” programı, ülkenin farklı köşelerinde yaşayan dinleyicileri güne hazırlıyor. Cuma sabahları dışında her gün aynı saatte, aynı frekansta eğitim, kültür, sağlık, hukuk, çevre, toplumsal yaşam, kır ve kent yaşamı, kısacası insana dair ne varsa güzel müzikler eşliğinde hepsi ele alınıyor Türkiye Radyolarının klasiklerinden biri olan “Günaydın Türkiye”de… Ardından Sabah Haber Analiz, Drama, Kadın, Aile ve Dezavantajlı Gruplar, Her Halde İnsan, Gün Ortası Haber Analiz, Hayata Dair, Dil- Edebiyat, Strateji, Politika, Bir Zamanlar, Din - Ahlâk, Vatandaşlık - Kurum ve Kuruluşlar, Ekonomi, Akşam Haber Analiz, Kent ve Kültür, Spor, Müzik Kültürü ve Gece kuşakları ile devam ediyor. Bu kuşaklarda haftanın her günü iyi bir ön hazırlığa dayalı, zengin içerikli pek çok yapım dinleyicilere sunuluyor. Bizde bu değerli yapımlardan bazılarını sizlere hatırlatmak istedik… Edebiyatseverler de unutulmamış Radyo 1’de. Tarih ve edebiyatımızın en değerli isimlerinden anılarla sizleri buluşturan ANI EDEBİYATIMIZ, Mimar Sinan’dan, Barbaros Hayrettin Paşa’ya, Halit Ziya Uşaklıgil’den, Yakup Kadri’ye, Ömer Seyfeddin’den, Yahya Kemal’e, Müzeyyen Senar’dan, Sadun Boro’ya, Falih Rıfkı Atay’dan, Atatürk’ün not defterlerine ziyaretler yaparak haftaya başlıyor. 32 RADYO SESİ VAR… Konu radyo olunca en iyisini elbette TRT yapar diyelim ve iki güzel programdan daha bahsedelim. İÇTEN DIŞA SESLER, radyonun yetmiş yıllık kayıt geçmişi dinleyicileriyle paylaşarak radyo tarihine yolculuğa çıkartıyor. HAYATIM RADYO ise kuruluşundan bu yana destekçisi olan vefakâr dinleyicilere bu program içinde yer veriyor. 65 yaş ve üstü kişilerle sohbet ederek, radyonun yaşantılarındaki yerini irdeliyor ve adeta radyo hep vardı, var olacak tezini ortaya koyup yorumunu dinleyiciye bırakıyor. Radyo ve müzik kopmaz, ayrılmaz ikili. Radyo-1’in beğeniyle dinlenen müzik programlarından biri olan KİTAPTAKİ MÜZİK’te bu ikiliye bir de kitap katılıyor. Program yapımcıları öykü, roman, deneme, söyleşi, biyografi ve otobiyografi gibi eserlerden alıntıları müzikle buluşturuyor. İki haftada bir de edebiyat eserlerinden üretilen besteleri tanıtıyorlar. Bu besteler, konserlerde pek çalınmayanlar… Çok bilinenin değil az bilinenin ve hep güzelin peşinde koşuyor Kitaptaki Müzik. DAMLADAN DERYAYA ULU OZANLAR da Maveraünnehir’den Dicle’ye, Fırat’tan Tuna’ya kadar olan coğrafi bölgede Türk-İs- lam sentezi ile yoğrulmuş ozanlarımız Dede Korkut, Ahmet Yesevi, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Köroğlu, Karacaoğlan, Âşık Veysel, Neşat Ertaş ve diğerlerini konu ediyor. Hepsi, damlası oldukları âşıklar deryasında dile geliyor. MÜZİKLE BİR ÖMÜR programında ise Türk Pop Müziği’nin dünü, bugünü ve yarını; ustasının anlatımında hayat buluyor. Sektörün dinamiklerini oluşturan bütün isimler; besteci, söz yazarı, yorumcu, eleştirmen ve yapımcılar dinleyicilerle buluşuyor. Veee radyo klasikleri… Bir radyo fenomeni ARKASI YARIN günümüz kuşakları ile de buluşuyor… 20’şer dakikalık bölümler halinde yayınlanan dramalarda, Türk ve Dünya klasiklerinin yanı sıra çağdaş yerli ve yabancı yapımlara da yer veriliyor. Bir diğer klasik ise RADYO TİYATROSU. Yeni kuşak Radyo Tiyatrosu, yepyeni ve özgün eserlerle, müzikal yapımlarla, stüdyo içi ve dış mekân kayıtlarıyla; kısacası yepyeni çehresiyle sizlerle… 60’ar dakikalık yapımlar, Türk ve Dünya klasiklerinin yanı sıra TSM ve THM türlerinde özgün dramalar ile dinleyicisiyle buluşuyor. Radyo’da tiyatro dinlemeyi sevenler radyoları başına. Biz kırklı yaş- RADYO -1 RADYO-1 güncel gelişmelerin her yönüyle irdelendiği haber programlarının yanı sıra tarihten edebiyata, spordan sağlığa hayatın tüm sesleri bu kanalda buluşuyor. RADYO-1, uydu, internet ve mobil uygulamalarla dünyanın her yerinden dinlenebiliyor. larını sürenler için çocukluğumuzun rakipsiz programı ÇOCUK SAATİ’de bir klasiktir. Programda usta tiyatro oyuncularının eğitiminden geçen çocuklarla birlikte, pedagojik bir bakış açısıyla belirlenecek arkadaşlık, çevre, iletişim, teknoloji, bayramlar, kitaplar, spor, sağlık gibi konularda, interaktif, eğitici ve yaratıcı dramalar yaratılıyor. Elbette engelli yaşamın topluma dâhil olmaya engel olmadığına vurgu yapmak, engellilere ve engelli yakınlarına sosyal, ekonomik ve kültürel alanda, iş yaşamında pozitif bakış açısının kazandırılmasına katkıda bulunmak da Radyo-1’in varoluş amaçlarından. ENGELSİZ SESLER, BİZ DE VARIZ programları ile ülke nüfusunun yüzde 13’ünü oluşturan engelli bireylerin ve onların yakın çevresinin sorunları, bu sorunların çözümleri bu programda sizlerle. Ve gün geceye kavuştuğunda “GECENİN İÇİNDEN” karşılar dinleyiciyi… Programı hazırlayanlar, “Geceye dair, geceyle iyi gidecek her şey Gecenin İçinden’de, sinema, oyun, müzik, kitap. Biraz huzur, biraz hareket, uykucular için rüya, uykusuzlar için gerçek, Gecenin İçinden’e bekleriz.” diyorlar bizden söylemesi. 33 RADYO GÜNLERİ Şehrinizin Sesi, Kent Rehberiniz, Kültür Sanat Ajandası Kent Radyoları... Hazırlayan: Figen GÖKTAŞ İstanbul, Ankara ve İzmir’de “Kentin sesini dinle, kendini dinle!” sloganıyla yayın hayatına başladı “TRT Kent Radyoları” bundan yaklaşık bir yıl önce… Metropollerin değişen yüzüne uygun yeni bir radyoculuk anlayışı getirmekti amaç ve TRT bu konuya da öncülük ederek kentin sesi olan Kent Radyoları’nı yayın hayatına soktu. TRT Kent Radyoları, İstanbul’da 106.6, Ankara’da 105.6, İzmir’de 99.1 frekansından yayın yapıyor. Kent Radyo, sabah 07.00’den gece 01.00’e kadar spordan sanata, yaşamdan trafiğe şehrin nabzını tutuyor. Kentinize dair her şeyi burada bulmak için radyonuzun sesini açın ve kendinizi kentin akışına bırakın. Hani deriz ya 20 yıldır bu şehirdeyim ama şu müzeye gitmedim, bu parkı gezmedim, şu ilçe 40 km. uzakta ama bir türlü kısmet olmadı… Belki de birinden detaylı bir anlatıma ya da bir davete ihtiyaç vardır. Ya da ne zaman, nereden ve nasıl giderim sorularına hem ekonomik hem pratik çözüm önerileri getiren güzel seslere ne dersiniz? Tam da bu noktada kentinizin radyosu yanınızda. Size hem gece hem gündüz rehberlik etmek için istekli ve hazır. Nasıl mı? Tabi ki sizin için hazırladıkları programlarla. Kent Radyoları, sabah 07.00’de size yaşadığınız şehirde rehberlik etmeye başlıyor. Emektar radyonuz, genç radyocular eşliğinde, siz işe gitmeye hazırlanırken veya kahvaltıda, şehir trafiği ile ilgili bilgiler veriyor, alternatif yollar öneriyor. Ha bir de bunları tatlı sohbetler ve müzik eşliğinde yapıyor. Gün ortasına doğru şehrinizin tarihi, çevresel değerleri, kültürel simgeleri, tarihi ve toplumsal dokusu, havası, suyu, kente özgü lezzetler ve tarifleri gibi duyup unuttuğumuz, bilip de anlatamadığımız ya da hiç bilmediğimiz pek çok şeyi değerli programcı ve yapımcı arkadaşımız sizlerin beğenisine sunuyor. Peki şehrimizde yaşayan yabancı konuklar, şehrin akışı, dokusu ve yerlileri konusunda neler hissediyor? Bunu da merak ederseniz, radyonuz yine hizmetinizde. Yaşadığınız şehri daha yakından tanımak ve daha çok sevmek için kentin nabzını tutan yayınlar bir kulaklık uzakta. Yaşadığınız şehri farklı ve özel kılan ne varsa Kent Radyo’da. “Bununla yetinmek olmaz, kentin sorunlarıyla da ilgilenmek gerekir” dediniz galiba. Elbette buna yönelik programlar da var. Burada yerel yöneticilerle, kamu kurum ve kuruluşları ya da sivil toplum örgütü temsilcileriyle şehrin sorunları ele alınarak, çözüm önerileri getiriliyor ve ortak bir 34 KENT RADYOLARI ses oluşturmaya çalışılıyor. Kentimizde yaşayan engellilerin engellerini kaldırmaya yönelik paylaşımlar, öneriler ve çözüm önerileri de bu programların gündeminde. Tabii şehrin kültür, sanat ajandası olma konusunda epeyce yol kat eden Kent Radyoları şehrin kültür sanat haritasını çıkarmada da oldukça başarılı. Nerede ne var? Sinemalar, tiyatrolar, opera ve bale gösterileri, sergiler, konserler, festivaller… Festivallerden, sergi ve konserlerden canlı bağlantılar, sinema ve tiyatro bileti ödülleri, hoş sohbet, sevdiğiniz müzikler hepsini radyonuzda bulabilirsiniz. Zaman zaman sevdiğiniz sanatçılar da stüdyo konuğu olarak evinizde, iş yerinizde veya arabanızda sizlere eşlik ediyor. Yaşadığımız bölgede yetişen bitkiler, bitki florası, bitkilerin yetiştirilmesi, çevre ve ekoloji ile ilgili ne kadar bilgiliyiz? Bu konuda dinleyiciyi donatan, heyecanlandıran programlar da Kent Radyosu ayrıcalığı ile kulaklarınızda. Kentimizin eğitim olanakları, eğitim çalışmaları ve öğrencilerimizin başarılı etkinlikleri, örnek çalışmalar, örnek öğrenciler ve öğretmenler, eğitim alternatifleri gibi merak ettikleriniz de dinleme seçenekleri arasında… Kentin iş potansiyelini ortaya koyan, işveren ile iş arayanı buluşturan programlar da dinleyenlerin hizmetinde. Ve spor… Şehrinizdeki sportif faaliyetler, spor kulüpleri, şehrin spor kültürü ve gelişmeler elbette kent yaşamının olmazsa Kent Radyoları, sabah 07.00’de size yaşadığınız şehirde rehberlik etmeye başlıyor. Günün devamında da şehrinizin tarihi, çevresel değerleri, kültürel simgeleri, toplumsal dokusu, havası, suyu, kente özgü lezzetler gibi pek çok şeyi sizlerin beğenisine sunuyor. olmazlarından. Süper Lig’de oynanan maçlar ile hafta içinde gelişen tüm spor olayları, spordaki son dakika gelişmeleri, Avrupa Kupası mücadeleleri, milli takımlar, basketbol, voleybol ve tüm amatör sporlar, sporda olimpik ruh, fair play anlayışı, federasyonların çalışmaları, bireysel başarı hikâyeleri, yöneticilerin, sporcuların, spor yazarlarının, uzmanların görüşleri, maçların ve spor olaylarının analizleri de Kent Radyo’nuzda sizlerle. Akşamlar geceye farklı türde müzikler ve dinlendirici sohbetlerle bağlanıyor Kent Radyoda… Hayata dair küçük ayrıntılar, dünya neleri dinliyor, neleri takip ediyor araştırıp dinleyicilerle paylaşıyor radyo emekçileri. Özel koleksiyonlardan özenle seçilmiş müzikler eşliğinde, uykusuz hemşehrilerine eşlik ediyor Kent Radyonuz saatler 01.00’i gösterene dek… 35 BİR DÜNYA SOHBET MICHAEL KUYUCU: RADYONUN GÜLEN SESİ Röportaj: Nesrin BÜYÜKTURAN Müzik her zaman radyo yayıncılığının vazgeçilmezi oldu. Dünyanın her köşesinden müziklerle, kültürlerle buluştuk radyo sayesinde ve tabi radyolardaki sesin sahibi, görünmeyen kılavuzlar sayesinde. Radyoda sesin, müziğin macerasını, kendine has mizahı ve müzik yorumlarıyla tanınan çok yönlü bir radyo programcısı olan Michael Kuyucu ile konuştuk. Radyo programcılığının yanı sıra, pek çok müzik projesinin ve televizyon programının altında imzası olan, yazarlıktan akademisyenliğe geniş bir alanda çalışan Kuyucu’yu, TRT dinleyicileri; “Renkli Saatler”, “Müziğin Kilometre Taşları”, “Karşı Kıyıdan” programlarından tanıyor. Radyonun sıra dışı programcısı Michael Kuyucu, Türkiye’de radyo yayıncılığının zaman içerisinde nasıl değiştiğini, bu değişimin gerekçelerini ve geleceğin radyosunun nasıl olacağını anlattı. Radyo yayıncılığının müzikle ilişkisi zaman içerisinde nasıl değişti? Müzikal açıdan baktığımızda, radyoda müzik ya da söz yayınlarından hangisinin daha çok olacağına dair tartışmalar 1920’lerin sonunda başladı. O dönemde Türk Telsiz Telefon Anonim Şirketi tarafından yönetilen radyoda, müziğin daha ön planda olması yönünde bir strateji benimsendi. 1960’lı yıllarda, TRT ile birlikte radyoda sözel yayıncılık ön plana çıkıyor. Radyo programcılığı TRT ile birlikte güçlendi. 1970’li, 80’li yıllarda radyoda sözel programlar %75-80’e kadar çıkmıştı. Bu durum 90’lara kadar devam etti. 90’larda bir kırılma noktası yaşandı ve Türkiye’de özel radyo yayınları başladı. Ben 1994’te sektöre girdim. İki döneme ayırmak lazım radyoda müzik yayıncılığını. 90’lardan 2010’lu yıllara kadar olan süreç ve sonrasındaki süreç. 36 90’larda müzik, radyoda son derece zengin. Müzikle konuşma arasında bir denge vardı. Alaturka, halk müziği, arabesk aklınıza gelen bütün müzikler karma bir formatta özel radyolarda yayınlanıyordu. Dolayısıyla 90’lı yıllarda radyo yayıncılığında müzik, altın dönemini yaşadı. Bir şarkının duyulmasına ve toplum tarafından sevilmesine katkıda bulunuyordu radyolar. Böyle bir misyonları vardı. 2007’ye kadar bu durum devam etti. 2009’dan sonra özel radyolarda bir değişim yaşandı. Bu biraz da ekonomik nedenlerden dolayı oldu. Radyonun, reklam harcamalarından aldığı pay küçülmeye başladı. Yapılan araştırmalarda, özellikle 2003, 2004 yılları sonrasında gençlerin ve radyo dinleyicisinin, sözden çok, müzik yayınını tercih ettiği savı ortaya atıldı. Bu da özel radyo sahiplerini, sözü azaltalım, daha çok müzik yayını yapalım noktasına taşıdı. CHR (Contemporary Hit Radyo) dediğimiz, aynı şarkıları ve aynı sanatçıları yüksek tekrarla çalan müzik yayını yapma alışkanlığı ortaya çıktı. Neden bu noktaya gelindi? Reklam harcamalarından daha fazla pay alabilmek için. Ancak beklendiği gibi olmadı. Radyonun popülaritesi mi düştü? Medya tarihine baktığımızda her yeni medya mecrasının, kendinden önceki mecranın rolünden çaldığını görürüz. Radyo ilk ortaya çıktığında, gazetenin popülaritesini elinden aldı. 60’lı yıllarda televizyon, radyoya aynı şeyi yaptı. 90’larda internet ve yeni medya iletişim teknolojileriyle birlikte, radyo ve televizyonun popülaritesi azaldı. Bundan en büyük yarayı radyo aldı. Tüketicinin ilgisinin düşmesinin en büyük nedeni, istedikleri müziğe yeni medya üzerinden kolaylıkla ulaşabilmesi oldu. Radyo bu anlamda bir boşluğa düştü. MICHAEL KUYUCU Popüler kültür merakı var ana akım medyada. Küresel ekonomilerin oluşturmaya çalıştığı tek tip tüketici profilinin müziğe yansıması. Bu da yerel zevkleri ve yerel kültürleri yok ediyor. Bu süreçte TRT radyoları nasıl konumlandı? Özellikle 70’li yıllarda denetim mekanizması çok katıydı. Bu durum TRT radyolarının müzikal dağarcığını olumsuz etkiliyordu. Seksenlerde de devam eden bu durum 90’larda TRT FM’in kurulması, diğer kanalların yeniden konumlandırılmasıyla birlikte yumuşadı. Bugün müzik endüstrisiyle olan sıkıntı giderilmiş durumda. Müzikal olarak baktığımızda ise en geniş müzikal perspektif TRT radyolarında. Özellikle TRT FM ve TRT Radyo 3’te. TRT radyolarını farklı kılan temel özelliklerden biri budur müzikal açıdan. Dinleyicinin daha çok müzik talebi öne çıktı ama bununla birlikte programcının yayına katkısı da ön plana çıktı. Programı dinlenir kılan programcının kendisi değil mi? Ben 90’lı yıllarda, altmış dakikalık bir programın otuz dakikasında konuşuyordum. Bugün, bu kadar konuşmanın dinleyiciyi sıktığını düşünüyorum ve yaşıyorum. İletişimin hızlandığı bir çağda insanlar artık uzun uzun konuşmaları değil de, az ve öz konuşmayla müziğin balans edildiği, buluşturulduğu bir yayını istiyorlar. Programcı zekâsı burada devreye giriyor sanırım. Kesinlikle bir mizah zekâsı gerekiyor. Yeni tüketici buna zorluyor. Ben zaten istediğim dijital mecradan bu müziği dinlerim, sen bana özgün bir şey getir diyor. Dijital mecranın kolay ulaşılabilirliğine rağmen radyoya yine de bir talep var. Evet, ama bu talep düşüyor. Özellikle büyük şehirlerde bu düşüş daha hızlı seyrediyor. Arabada yoğun bir kullanım var ancak araba müzik çalarlarına, dijital mecranın entegre edilmesiyle birlikte oradaki klasik radyo tercihi de azalacaktır. Almanya’da bunun ilk örneklerini görüyoruz. Oto teyplerine internet ve uydu bağlantısı imkânı getirildi. Birkaç yıl içinde yaygın kullanıma hazır hale gelecektir. Radyo her zaman olacak ama internet radyoları üzerinden bir gelişme yaşanacak. İnsanlar istediği içeriğe ulaşabilecek. Kırılma noktası, internet bağlantısı yapabilen oto teyplerinin yaygınlaşması olacaktır. Dinleyicinin radyodan uzaklaştığını söylediniz. Bir yerde bir hesap hatası olabilir mi? Radyodan asla vazgeçmeyen bir kitle var. Aktif bir dinleyici kitlesi var. 90’larda bu çok daha fazlaydı. Müzik radyodan dinlenirdi. Dijital iletişim kanalları henüz yoktu. Müziğe dair bütün focus radyonun üzerindeydi. Bugün yine bir yoğunluk var ama azalan trend içinde. Radyonun bu noktada farklılaşması gerekiyor. Aktif radyo dinleyicisini artır- ması gerekiyor. Mecra kalıyor ama hep bir dönüşüm var. Radyonun bu dönüşümüne hepimizin uyum sağlaması gerekiyor. Radyo her zaman olacak. Radyonun kültürle olan ilişkisini terk etmek, dinleyicinin azalmasında bir etken olabilir mi? Sadece radyonun değil bütün medyanın bu misyona sahip olması gerektiğine inanıyorum. Ama serbest piyasa ekonomisi kuralları içinde, her şeyin ticarileştiği bir dönemde radyo da diğer mecralar gibi sadece bir ürüne dönüştü. Radyonun haber verme, eğitme gibi fonksiyonları da bu ticari yaklaşım içinde geride kaldı. TRT bu misyonu tek başına yürütüyor. ‘‘Toplum bunu istiyor’’ kolaycılığının arkasına sığınmak aslında radyoların kendi sonlarını da hazırlamıyor mu? Programcının ve içerik sağlayıcının sorumluluğu daha da artıyor. Çünkü çok daha odak bir dinleyicisi var. İyi yayınla iyi olmayanı ayırmak da dinleyiciye düşüyor. Öyle ki; ürünün tanıtımı, ürünün içeriğinden daha önemli hale geldi. Siz muhteşem içerikli bir program hazırlayabilirsiniz ama onu tanıtamadığınız sürece, rekabetçi piyasa içinde onu dinletemezsiniz. İyi içeriği, aynı zamanda iyi sunmanız gerekiyor. Dünyada da aynı şekilde bir popüler kültür merakı var ana akım medyada. Küresel ekonomilerin oluşturmaya çalıştığı tek tip tüketici profilinin müziğe yansıması. Bu da yerel zevkleri ve yerel kültürleri yok ediyor. 37 RADYO GÜNLERİ O Bir Ef A.Dilek GÜLÜSER [email protected] (İstanbul radyosu TSM Müdürü) 1927 yılı, günlerden 6 Mayıs… Eşref Şefik’in “Alo alo muhterem samiin” anonsu ve 5 kilovat vericiyle yapılan ilk radyo yayınıyla hayatımıza girdi radyo… Sonra günler, ardından yıllar geçti, derdimize ortak, yolumuza yoldaş, ruhumuza arkadaş oldu. Evlerimizin hep başköşesinde yer aldı radyo. Onu dantel örtülerle süsledik. Ailemizin bir ferdi, hayatımızın vazgeçilmeziydi artık ve radyo yıllar boyunca en iyi dostumuz oldu bizim. Radyo hayalimizdi; gitmek istediğimiz uzak diyarlar, dinlemek istediğimiz hikâyeler, olmak istediğimiz yerdi. O sihirli kutu öyle kolay içine alıveriyordu ki insanı… Akşam saatlerinde ajansı dinlerken, tüm aile fertleri başındaydık. Bir taş plak cızırtısıyla dalıyorduk hayallere. Cazın notalarıyla bir anda başka bir diyara gidip, türkülerin iç burkan ezgileriyle titriyordu yüreğimiz ansızın. “Arkası Yarın”ın Ahmet Bey’i acaba ne yapacaktı bugün? İple çekiyorduk o saatleri. Bu kültür hazinesi içinde her gün bir başka güzellikle tanışıyorduk. Nice üstatlar, nice sesler, nice sazlar geçti radyonun koridorlarından. Hala yankılanır sesleri bu duvarlarda. Öyle derin ki izleri, silinmez, silinemez. Kimler geldi kimler geçti radyo koridorlarından. Ses ve saz sanatçıları, yapımcılar, idari ve teknik personel, spikerler; bir şekilde radyoya emek vermiş, yolu buradan geçmiş tüm değerli şahsiyetler. Kısacası Radyo’ya, radyoculuğa adanmış ömürler, unutulmayacak şahsiyetler. İzleriyle, emekleriyle, eserleriyle hep yanımızda, hep bizimleler. Öğrettikleri ve radyoculuk adapları genç kuşakların rehberi olacak sonsuza dek… Radyo hayattır, hayatın ta kendisidir. Radyonun dostluğu karşılıksızdır çünkü o bir efsane. Yıllar geçecek, zaman durmaksızın ilerleyecek ama radyo hep yanımızda yanı başımızda olacak. 38 İSTANBUL RADYOSU fsane… Nice üstatlar, nice sesler, nice sazlar geçti radyonun koridorlarından. Hala yankılanır sesleri bu duvarlarda. Öyle derin ki izleri, silinmez, silinemez. Kimler geldi kimler geçti radyo koridorlarından. 39 SESLİ KÜTÜPHANE Bir Tutkudur ‘‘Radyo’’... Hazırlayan: Vefa ÇİFTÇİOĞLU Asıl mesleği diş hekimliği olmasına rağmen mesleğinin yanında, 40 yılı aşan bir süredir radyo yapımcılığı yapan, radyoya gönül vermiş bir isim Vefa Çiftçioğlu. Halen Radyo-3’te programlar yapan Çiftçioğlu yaptığı programları, anılarını ve radyoya dair aktarımlarını, bizzat kaleme alarak bizlerle paylaştı… 40 Radyoda ilk programa başladığım tarih 1974’tü... O zaman TRT teknik bölümde çalışan Mazlum Gür elimden tutup beni dönemin şube müdürüne götürmüş ve “Bu çocuğu bir deneyin “ demişti. Utancımdan ne yapacağımı şaşırmıştım. 17 yaşındaydım ama 2 yıldır da polis radyosunda klasik müzik program- ları hazırlayıp sunuyordum. Müdüre hanım beni bir müddet sorguya çektikten sonra “ Sana bir deneme programı hazırlatayım bakalım nasılsın “dedi. Bir deneme programı hazırladım ve beğendiler, 1974 de “Yorumlar ve Yorumcular” isimli programla 42 yıllık serüvene başladım... Bu kadar süreden sonra takdir edersiniz, bu bir “hayat”, bir yaşam biçimi haline dönüştü. TRT benim için bir aile oldu. Kurumdan uzak kaldığım yıllarda, adı “pek ünlü” radyolarda program yapınca anladım ki “radyoculuk”, “ yayıncılık” değil, benim kanıma işleyen “TRT Ankara Radyosu” olmuş. Geçen yılları bu sayfalarda anlatmanın imkanı yok; yüzlerce anekdot, programlarım adına kurulmuş fan kulüpleri, webde program hayran sayfaları, bir amatör olarak programlarımı arayan, bugün çok büyük isimler olan genç kuşak şefleri, solistleri… Bu programlara daha ne kadar devam ederim bilmiyorum ama şimdilik, kurum tarihinde belki de ilk kez bu kadar büyük bir destekle yaklaşım gösteren Radyo Dairesi Başkanlığı ve Ankara Radyosu Çoksesli Müzikler Müdürlüğü’nün bu pozitifliği sürdüğü müddetçe ve bana izin verdikleri süre içerisinde programlara devam edeceğim sanırım. Bilmem radyonun benim için ne anlam ifade ettiğini anlatabildim mi? Yaptığım programlara gelirsek; “Yorum Analiz” ve “Müzik Güncesi “ hazırlayıp, TRT Radyo-3’te canlı olarak sunduğum iki program... Yorum Analiz programı konulu olarak hazırlanıyor. Bir eserin, pek çok icrası içerisinden seçtiklerimizi dinleterek, karşılaştırma ve analiz yapıyoruz. 4 yıl önce bir yıl sunmuştum, bir yıl ayrılıktan sonra iki yıldır yine devam ediyor. 42 yıllık geçmişimde benim için hazırlanması ve yayına hazır hale getirilmesi en zor prog- RADYO-3 ram diyebilirim. Her pazartesi saat 20.00’de Türkiye nin ünlü sanatçılarından birisi, 60 dakika boyunca stüdyomuzda konuk oluyor. Ankara’da olmanın zorluğu ve en az 3 genelde akademisyenler, üst düzey dinleyici gurubu ve sanatçılar programın takipçileri oluyor. Müzik güncesinde ise profil değişiyor eser içeriğini de daha kısa sevilen ilginç eserlerden oluşturuyoruz ve geniş bir dinleyici kitlesine hitap ediyoruz. Müzik Güncesi” aynı gün yani çarşamba sabahları saat 10.30 canlı olarak sunduğumuz “Müzikli Söyleşiler “ in bir devamı. Orada limitimiz yok; Türk sanat müziği, halk müziği jazz, film müziği hatta etnik müzik bile sunuyoruz ana temayı bozmadan. Günceyi takip etmek için yine yoğun bir dünya etkinlik haritasını takip etmek zorundayız. Yeni çıkan CD’leri hemen edinip dinleyiciye sunmak çok zor bir süreç... Bizi ve sanatseverleri ilgilendiren haberler ön planda elbette. Bu saati yıllardır, değerli dostum Haluk Ertem ile bir- kişiyi, zamanında stüdyoda bulundurmak tam bir eziyettir. Standart sorup cevap almak röportaj değildir. Karşılıklı oturup, konu ile ilgili derinlemesine sohbettir röportaj. Bu nedenle bizim röportajlarımız çok fazla değildir. Yaptığımız kişilere: “Gel oturup sohbet edeceğiz “ deriz ve gelirler sohbet ederiz çok zevk alırlar. Önlerinde soru ve cevaplar yazmadan bir sohbet çok keyiflidir. Son olarak eklemek istediğim ise: bütün samimiyetimle söylüyorum ki eski tanıdık yöneticiler beni bağışlasın. 42 yıldır ilk kez yönetimden bu kadar büyük destek ve yardım almaktayız. Radyo ve Müzik Dairesi Başkanı Amber Türkmen ve Ankara Radyosu Çoksesli Müzikler Müdürü Elif Gökalp hanımefendilerin, çoksesli koro kökenli olmalarının yanı sıra, özgür yayıncılık anlayışlarına gün önceden veya daha fazla, eserlerle ilgili çalışmalara başlamaları, benim yorumları seçip hazırlamam, gerçekten çok zaman ve emek istiyor. Yarım asıra yaklaşan birikimin oluşturduğu 70.000’e yakın kayıt benim en büyük desteğim. Programların dinleyici profillerine gelince; programların içeriğine göre dinleyici profili değişiyor, örneğin; “Yorum Analiz” de geleneksel dinleyici portföyünü görmek zor, likte sunuyoruz. Artık ona sunucum demiyorum, zira gerçekten en az bir yapımcı kadar emek ve heyecan taşıyarak giriyor programa. Beraberce o masada birlikte heyecan duyduk birlikte koşturduk birlikte yaşlandık değerli dostumla... Bu program sohbet havasında geçen oldukça aktif bir program. Bir programda en zor şey röportajdır. Hem yapmak için bir donanım gerekir, hem de röportaj yaptığınız olan destekleri ve aynı zamanda Genel Müdürümüz Şenol Göka’nın da bu anlayışa destek vermesi, kim ne derse desin TRT Radyo-3’ün son dönemlerdeki başarısının en büyük etkenidir. Bir süre öncesine kadar neredeyse kapatılma aşamasına gelmiş, vericileri kilitlenmiş bir kanal, bugün çok büyük dinleyici kitlesine ulaşmaktadır. Demek ki birileri bu işe gönül vermiş ve amaç edinmiş. Takdir edilmesi gerekir. 41 KENT HİKAYELERİ ‘‘ RADIO GAGA’’ Reşit SARAÇOĞLU [email protected] “Tek başıma oturur, Işığını izlerdim, Ergenlik günlerimin tek arkadaşı. Ve bilmem gereken herşeyi, Radyomdan öğrenirdim…” diye başlıyordu söze Freddie Mercury, “Radio Gaga”(Radyo Gaga)’yı her söyleyişinde. 5 Eylül 1946 günü Tanzanya’da doğan bu dev sesli, kara bıyıklı adam belli ki aşıktı radyosuna zira ancak aşk yazdırabilirdi ve aşk söyletebilirdi dünyaca ünlü Queen grubuna böyle bir şarkıyı. İçinde hiçbir metafor barındırmayan, herhangi bir aşka gönderme yapmayan ve salt radyo sevgisini konu alan “Radio Gaga”, Freddie’nin sesinden mi, sözlerinin kuvvetinden mi bilinmez, pop müzik tarihinin en akılda kalan şarkılarından biri oldu. Şarkının etkisi o kadar büyüktü ki, yayınlandığı 1984 yılında henüz doğmamış olan bir kız çocuğu, ilerleyen yıllarda sahne adını bu şarkıdan alacak ve “Lady Gaga” ismiyle dünya müzik piyasasını kasıp kavuracaktı… 42 Radyo sevgisini anlatan “Radio Gaga” büyük başarı kazanmıştı ama şarkının piyasaya sürüldüğü 1984 yılında radyo için durum iç açıcı gözükmüyordu. Rakip ciddi, mücadele zorluydu. 1923 yılında John Logie Beard isimli bir İskoç tarafından icat edilen televizyon, radyonun neredeyse bir asırdır süren hakimiyetini bitirmek üzereydi. Şarkıcılar, sanatçılar artık radyoyu fazla önemsemiyor ve televizyonda görünmeye çabalıyordu. Herkesin bir gün 15 dakikalığına da olsa meşhur olacağını söyleyen Andy Warhol’u doğru- RADIO GAGA larcasına, tüm insanlık “sihirli kutu” denen televizyonda yer almaya çabalıyordu. Televizyon o kadar popülerdi ki, dünya müzik piyasasının en etkili aktörlerinden biri olan müzik kanalı MTV(Music TV – Müzik Televizyonu), ABD’de 1 Ağustos 1981 günü saat 12:01’de gerçekleşen ilk yayınına The Buggles grubunun “Radyo Yıldızını Kim Öldürdü?”(Who Killed The Radio Star?) şarkısıyla başlıyordu. The Buggles’a göre video(televizyon) radyo yıldızını öldürmüştü ve artık bundan dönüş yoktu. Halbuki, televizyon henüz emeklemekte olan bir bebekken, radyo koskoca bir Kuzey Amerika’yı “Marslılar saldırıyor” diye sokağa dökebilecek güçteydi! Aslına bakarsanız, çok da isteyerek olmamıştı bu durum. İnsanlığın yetiştirdiği en büyük dâhilerden olan Orson Welles, CBS Radyosu’nda 30 Ekim 1938 günü tiyatrocu arkadaşlarıyla “The Mercury Theater On The Air”(Mercury Tiyatrosu Yayında) isimli programına başladığında muhtemelen olacakları tahmin etmiyordu. Welles, arkadaşlarıyla haftalık olarak CBS’te radyo tiyatrosu yapıyordu ve o hafta, Amerika’da “Cadılar Bayramı”(Halloween) olması nedeniyle kendilerine H.G.Welles’in “War of the Worlds”(Dünyalar Savaşı) romanını konu almışlardı. Kötüniyetli Marslılar’ın dünyaya saldırısını anlatan ve bir bilimkurgu klasiği olan roman o kadar başarılı canlandırılmıştı ki, tüm ABD gerçekten de Marslılar’ın dünyaya saldırdığını zannetmişti! Koca bir memleketi kaosa sürükleyen yayın, New York Emniyet Müdürlüğü’nün radyoyu basması ve Orson Welles’in ertesi gün özür dilemesiyle sonuçlandıysa da, radyonun gücünü göstermesi bakımından tarihe geçti. Enteresan olan, insanların Welles’in yayın boyunca (ve özellikle New York polisi tarafından yapılan baskının ardından) “bu bir canlandırmadır, radyo tiyatrosudur, Marslılar ABD’ye saldırmıyor!” şeklindeki uyarısına kulak vermek yerine kendi hayalgüçlerine inanmayı tercih etmeleriydi! Bu, radyonun sihriydi ve radyonun sihri milyonların hayalgücüyle birleşince televizyonda zor karşılaşılabilecek bir durum ortaya çıkmıştı… Milyonlarca Amerikan vatandaşı Marslılar’ın dünyayı istila ettiğine ciddi ciddi inanmıştı! Doğası gereği talepkar olan televizyon, doğası gereği hizmetkar olan radyo karşısındaki üstünlüğünü uzun yıllar sürdürdü. Ta ki, Köroğlu’nun o muhteşem deyişinde ifade ettiği gibi delikli demir çıkıp mertlik bozulana kadar! Televizyon radyonun delikli demiri, tüfeğiydi ama internet de galiba onu yendi! Aynen, The Limousines grubunun 2010 yılında piyasaya çıkan şarkısında söylendiği gibi: “İnternet video(televizyon) yıldızını öldürdü!”(Internet Killed The Video Star). Şimdilerde, tüm sektörlerde kurallar değişiyor. İnternet denen müthiş icat sadece iletişim vasıtası olan radyoyu ve televizyonu değil, üretimin yapıldığı yerler olan sinemayı, bilimi, edebiyatı ve özellikle müziği yeniden düşünmeye zorluyor. İletişimin ve kitlelere ulaşmanın kuralları yeniden yazılıyor ve burada başrolü genç internet alıyor. Radyo bu duruma alışık çünkü televizyon deneyimini yaşadı. Bu yüzden olsa gerek, yeni koşullara iyi adapte oluyor ve zümrüd-ü anka misali küllerinden tekrar doğuyor. İnsanlık, hayalgücünü özgür bırakarak yaşamanın değerini yeniden keşfediyor. Televizyon ise, büyük etkisi ve gücü hala devam etmekle birlikte, daha genç ve atak bir teknolojinin kendisini alt etme ihtimali karşısında, icadından bugüne kadar geçen yaklaşık bir asırdan bu yana belki de ilk defa… Düşünüyor… Düşünüyor… 43 MÜZİK KUTUSU WILD WORLD Rahmi Mert ÖZCAN [email protected] “Son zamanlarda gülümsüyorum. Dünyayı ‘bir’ olmuş halde hayal ediyorum. Ve olabildiğince inanıyorum. Bir gün olacak... “ (Peace Train) Müzisyenlik olması zor ve içi dolu kocaman bir kavram. Önce müziğin ruhunu hissedip kendinle karıştırman gerekir. Ardından bakacaksın ruhunun ne kadarını koyabilmişsin ortaya ve senden neler yaratmışsın. Sonrasında da eleştirebileceksin sen dâhil her şeyi. Duyarlı olacaksın... En önemlisi de “sen” olacaksın. Kendisi olmayı başarabilmiş önemli müzisyenlerden birisi de kesinlikle Cat Stevens’tır. Özellikle 1960-1970 dönemlerine tamamen damga vurmuş, İngiliz pop-rock müziğinin içinde kendisini en yukarılara taşımayı başarmış olan Stevens, gitarını, piyanosunu, kontrbas ve perküsyonunu kayıtlarının çoğunda bir başına çalmış, grup kültürünün ön plana çıktığı bu dönemlerde ismini var etmiştir. Şarkılarında sürekli umut dolu mesajlar verip karamsarlığı her şeye rağmen ötelemeye çalışmış, dünya meselelerini fazlasıyla kafaya takmış, her şeye fazlasıyla inançlı ve “Sanatçı” sıfatını üzerinde hiç emanet durmadan taşıyan gerçek bir müzisyendir Cat Stevens. “Sabah kırılmış, tıpkı ilk sabah gibi. Yağmurun yeni düşüşü ne tatlı, cennetten aydınlık. Tıpkı ilk çiğ gibi, ilk çimenin üstündeki. Ayağının geçtiği yerin bütünlüğüne bahar geldi.” (Morning Has Broken ) 44 İsveçli bir anne ve Kıbrıslı Rum bir babanın oğlu olarak 1948 yılında Londra’da dünyaya gelen Cat Stevens’ın gerçek adı Stephan Demetre Georgio’dur. Daha henüz 18 yaşındayken “I Love My Dog” albümüyle ismini duyurmaya başlamış ve özellikle pop-rock tarzındaki şarkılarını folk, soft ve psychedelic tema ve tavırlar ile fazlasıyla harmanlamıştır. Bu albümünden tam bir sene sonra yeni albümü ile çıkışını daha da sürdürmüş ve özellikle fazlasıyla da farklı düzenlemeleri yapılmış “The First Cut is The Deepest” gibi muhteşem bir eseri bizlere sunmuştur. Şarkı sözleri, müziği ve içeriği ile dinlememiş olanlara acilen tavsiye edilir. Hatta özünü hissettikten sonra Sheryl Crow ve Rod Stewart yorumları da hissiyatı daha da bir arttıracaktır diye düşünüyorum. Müzikteki yoluna emin adımlar ile devam eden Cat Stevens’ın farklı zamanlarda hayatı ile ilgili dönüm noktaları olmuştur. Bunlardan bir tanesi tam başarılarını büyüttüğü sıralarda gerçekleşmiş ve 1968’de ne yazık ki verem hastalığına yakalanmıştır. Belirli Hayran kitlelerinin oluştuğu ve albüm satışlarında en yukarıyı zorladığı bu süreçte böyle bir hastalık onu iki sene boyunca müzikten uzaklaştırmıştır. Kendisi ise bu hastalık sürecinde ona en iyi gelen tedavinin ruhunda hissettiği müzik ve sahnede olma tutkusu olduğunu belirtmiş ve bu hastalıkla savaşırken hep o gün için yaşadığını söylemiştir. Cat Stevens müziğin en büyük gücünü kullanmış ve bu ölümcül hastalığı yenerek hayata adeta yeniden dönmüştür. Dönüşü de muhteşem olmuştur tabi. CAT STEVENS “Şimdi sana dair her şeyimi kaybettim. Yeni bir şeye başlamak istediğini söylüyorsun. Ve kalbimi kırıyor terk edişin. Üzülüyorum bu vahşi dünyada.” (1970 Wild World ) Hastalık dönüşü 1 yıl içerisinde iki adet muazzam albüm çıkaran Stevens, İngiltere ve ABD başta olmak üzere hemen hemen tüm dünyada albüm satış listelerinde zirveye doğru yürümüştür. “Mona Bone Jakon” albümünde Patti Darbanville için yazılmış “Lady Darbanville” şarkısı ile gönülleri fethetmiş, hemen ardından 1970 yılının ikinci yarısında çıkan “Tea for The Tillerman” albümündeki “Wild World” parçası ile başta duygulara sonrasında ise tüm dünyada folk-pop kültürüne yeni bir soluk yeni bir bakış açısı getirmiştir. İlk olarak “The Very Best of Cat Stevens” albümü ile tanıştığım ve dinlerken masumiyeti, yalnızlığı, sevgi ve aşkı ezgilerinde fazlasıyla hissettiğim Stevens’ın şarkı sözlerini inceleyip, o şairane tavrını da görünce neden 70’li yılların pop-rock ikonu olduğunu daha da iyi anlamış oldum. Türkiye’de Bülent Ortaçgil, MFÖ ve İlhan İrem’in de aynı dönemlerde Cat Stevens’ın tarzından etkilendiğini ve böylece Türkçe pop-rock kültürüne bir batı soluğu getirdiğini de söylesek yanlış olmaz sanırım. Gitarın ön planda olduğu bir müzik yapan Stevens işin kısası gitarıyla kendisini anlatmayı başarmış ve dünya üzerinde pek çok kişiye de kendisini anlatabilmesi için farklı yollar göstermiştir. Kolay dinlenen ve akılda kalan şarkılarıyla her zaman farkını ortaya koymuştur. “Nereye bakarsan bak, gerçek gizlenmek için zorlanacak. Muhasebe başladı, neye dönüşeceğim? Kalbine bak, niyetini temiz tut, Pişman olmayayım diye, belki başarırım.” (Angel of War) Cat Stevens’ın farklı zamanlarda hayatı ile ilgili belirli dönüm noktaları olduğunu söylemiştim. Bunlardan bir diğeri de 1976 yılında yaşamış olduğu bir kazadır. Boğularak ölme tehlikesi geçiren müzisyen tam olay anını bir röportajında şöyle anlatıyor: “O esnada ne düşünebileceğinizi bilmiyorsunuz hatta bir şey düşünemiyorsunuz da ama 2006 yılına geldiğimizde uzun yıllardan sonra ilk kez İrlandalı şarkıcı Ronan Keating ile “Father and Son” parçasını söyleyerek bir konsere çıkmış ve sahnelere geri dönmüştür. hatırladığım tek şey içimden sürekli olarak ‘Tanrım eğer beni kurtarırsan senin için çalışacağım’ diye dua ettiğim.” 1968 yılında verem hastalığını yenerek ölümden dönen Stevens bundan sadece sekiz sene sonra bu kez bir kazada ölümü yine yenmeyi başarmıştır. Özellikle erkek kardeşi David olaydan çok etkilenmiş ve bir Kudüs ziyaretinde abisine iyi geleceğini düşünerek aldığı Kur’an-ı Kerim’i ona hediye etmiştir. Böylece İslamiyet ile tanışmış olan Cat Stevens 1977 yılında kitaptan etkilendiğini belirterek Müslüman olmuş ve Yusuf İslam adını almıştır. 60 milyondan fazla albüm satmış olan Stevens, din değiştirdikten sonra yaklaşık 30 yıl müziğe ara vermiş, sahnelerden uzaklaşmış ve sadece ilahi nitelikli albümler yayınlamıştır. 2006 yılına geldiğimizde uzun yıllardan sonra ilk kez İrlandalı şarkıcı Ronan Keating ile “Father and Son” parçasını söyleyerek bir konsere çıkmış ve sahnelere geri dönmüştür. Bu tarihten sonra kariyerine başladığı tarzda üç albüm daha çıkarmış ve hayranlarına yıllar sonra tekrar merhaba demiştir. “Şimdi değişiklik yapmak için uygun bir zaman değil. Sadece rahatla, zorlama. Hala gençsin, hatan bu senin. Bana bak! Yaşlıyım ama hala mutluyum...” (Father and Son) Benim tavsiyem şimdi açın “Father and Son” parçasını, şöyle güzelce arkanıza yaslanın ve rahatlayın. Geçmişteki sizle bir yolculuğa veya gelecekteki size doğru güzel bir keşfe çıkın. Her detay için tek tek kendinizi yormanıza gerek yok. Zorlamayın! Sadece notaları hissedin. Kondurun çehrenize küçük bir tebessüm ve çekin mutluluğu içinize. Şimdi değişiklik yapmak için uygun bir zamandasınız... 43 BİR DÜNYA TARİH Murat ÖREM [email protected] k e m t E k ı l k ı n Tarihe Ta Hayatının bir dönemini Ankara’da geçirip de, şehrin “kalbi kırık da olsa” merkezi olan Kızılay’dan Sıhhiye ve Ulus tarafına yürümemişlerin sayısı yok denecek kadar azdır. Dükkanları ve geniş kaldırımlarıyla günün neredeyse hemen her saatinde hareketlidir bu güzergah. Atatürk Bulvarı’nın Soysal İşhanı önünden Sıhhiye tarafına yürürken önce Sakarya Caddesine açılan ağız karşılar sizi. Bu ağız ve Sakarya Caddesinin tümü günün her saatinde kendine özgü bir telaşın resmini verir. İşportacılar da vardır bu kalabalıkta… Biraz daha aşağıya ilerlediğinizde artık yerinde yeller esen Devlet Tiyatrolarıyla anılan Yeni Sahne’nin de bulunduğu Tuna sokağın önünden yolunuza devam edersiniz. Bulvarın tam burasında haftanın ve günün her saatinde kalabalıkları ağırlayan telaş vardır. Burada 1980’lerin yoksunluk zamanlarında yapıldığında büyük ilgi görmüş ama artık zamana yenik düşmüş üstgeçidin merdivenleri çıkar karşınıza.... Tarihi Piknik Büfe’yle ve Sevgi Soysal’ın “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti“ romanıyla da ölümsüzleşen yerlerdir buraları Aşağıya doğru yürümeye devam ederseniz yine çoktan maziye karışmış Büyük Sinema’nın muazzep ruhu hatırla- 46 tabilir kendini. Büyük Sinema artık yoktur ama dış cephesindeki lale kabartmalarını hala görebilirsiniz dikkatle baktığınızda. Biraz daha ilerlediğinizde Ankaralıların, şaşaalı devirlerde baş tacı ettiği ve şimdilerde oksijen çadırında yaşamaya çalışan Zafer Çarşı’sına varır yolunuz. Zafer Çarşısı çok şükür yerindedir ama onun da boynu epeyi bükülmüştür... Zafer Çarşısı da kırgındır ve başına gelecekleri tahmin etmenin merakındadır. Daha aşağıda hızla akan trafiğin arasından Sağlık Bakanlığı binasına geçtiğinizde artık bir ayağınız Abdi İpekçi parkındadır. Bilenler bilir Abdi İpekçi 1979 yılının Şubat ayında öldürülmüş usta bir gazetecidir… Abdi İpekçi Parkı Sıhhiye’nin o kendine özgü keşmekeşinde kimileri için bir huzur adacığıyken, bu park daha bakımlı olmalı diyenleri de haklı çıkaracak durumdadır. Yine de parkın tam ortasındaki Metin Yurdanur’un emekleriyle yapılan Eller isimli anıt görmek isteyenlere çok şey anlatır otuz yıldan fazladır... Abdi İpekçi Parkı’nın tümüyle içine girmeden yoluna devam edenleri bütün hareketliliği keşmekeşi ve neredeyse yirmi dört saat yaşayan haliyle bir farklı yer karşılar… Üzerinden trenlerin, otobüslerin, dolmuşların, koşuşturan insanların geçtiği Sıhhiye Altgeçididir bu. Sosyoloji araştırmalarında başkent Ankara’nın en katastrofik/karmaşık/ yorucu yerlerinin başında gelir diye tanımlanan Sıhhiye Altgeçidi bu ifadelerden ne kadar memnundur bilinmez ama hakkında yapılan tanımlar o kadar mesnetsiz değildir. Barakadan hallice dükkanları, seyyar satıcıları, durakları işgal eden gamsız ve külhani tarzlı şoförleri, otobüs bekleyenleri, aylaklık edenleri, işine evine yürüyenleri, duraklarda ve okul önünde dolanan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin öğrencileriyle adeta keşmekeşin zaferini ilan etmiştir Sıhhiye Altgeçidi. Teşbihte hata olmazsa, Sıhhiye Altgeçidi bir yanıyla İstanbul Üniversitesinin de bulunduğu tarihi Bayazıt Meydanının Ankara şubesi gibidir... Sıhhiye altgeçidinden sonra, cumhuriyetin ilk dönem tarihi binalarının hem önünden hem içinden yürürsünüz adım adım. Alman Mimar ve Şehir Plancısı Bruno Taut imzalı Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi binası, alnındaki ‘Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir... Kemal Atatürk” yazısıyla bütün azameti, haşmeti ve kalenderliğiyle tam üç çeyrek asırdır “ben burdayım ey Ankaralılar…” der. Özellikle baharda öğrenci eylemlerinin artmasıyla fakülte girişinin önü apayrı bir yer olur. Dönem dönem her şey öyle bir hale gelir ki gün içinde hep karşı karşıya gelen güvenlik görevlileri ve öğrenciler dinlenme anlarında birbirlerine çay, simit ve sigara bile ikram eder…. Kızılaydan Sıhhiye’nin bu kısmına kadar yürüdükten sonra, “ben daha yorulmadım” diyenlerin karşısına bu kez DTCF’nin neredeyse hemen yanında diyebileceğimiz Olgunlaşma Enstitüsü çıkar...Bir dönemin simge kurumlarından olan Olgunlaşma Enstitüsünün yanı başında duran diğer bina da elbette tarihi Ankara Radyosudur... Dil ve Tarih Coğrafya Fa- kültesi gibi Ankara Radyosu da üç çeyrek asırdır ayaktadır. Rivayet odur ki, fakülte binası ve eskilerin tabiriyle Radyoevinin arasında kadim bir dostluk ve hukuk vardır yalnızca görmek isteyenlerin görebildiği.... Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk döneminin unutulmaz kardeşleridir onlar ve yapım tarihleri arasında yalnızca bir yıl vardır. Dil ve Tarih Coğrafya Fakülte binası 1937 yılında açılmışken tarihi Ankara Radyoevinden yükselen ilk ses de 1938 yılının Ekim ayının sonlarıdır. Cumhuriyetin 15. yılıdır… Yetmiş küsur yıldan bu yana Ankara’nın sembol yapılarından olan TRT Ankara Radyosu da mutlaka alır selamınızı siz önünden yürüyüp giderken , çok şeylere tanık olmanın ağırbaşlılığı, tecrübesi ve güngörmüşlüğüyle. TRT Ankara Radyosu tarihin tanığı olmaktan öte unutulmaz aktörüdür de... Bu tarihi kapıdan türkü ustaları Aşık Veysel , Özay Gönlüm , Atilla İçli de, yazar Sevgi Soysal da, spiker Jülide Gülizar da, tiyatronun ustası Muhsin Ertuğrul da girmiştir defalarca. Dönemin başbakanları, cumhurbaşkanları da... Darbe bildirileri de okunmuştur radyoevinin stüdyolarında, bayram programları da yapılmıştır gülüş cümbüş... Ama Ankara Radyosu’nu unutulmaz kılan en büyük özelliği şudur… Ankara Radyosu , cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün sağlığında Türk Milleti’nin hizmetine sunduğu son resmi bina ve en önemli kurumdur…Milletine son hediyesidir…Atatürk’ün ölümüyle Ankara Radyosu’nun açılması arasındaki zaman iki hafta bile değildir çünkü… Nasıl Atatürk her daim yaşayacaksa, O’nun son hediyesi olan Ankara Radyosu da kültür , sanat ve eğitimin emsalsiz sesi olmaya devam edecektir… 47 RADYO GÜNLERİ Devir artık internet devri derken ; Radyoların önemi niye daha da arttı? Feridun ERTAŞKAN Cazkolik.com Dünya radyo tarihinin saygın ismi, VoA (Voice of America)’nın programcısı, prodüktör, yayıncı, Beyaz Saray konserlerini, Newport Caz Festivali’ni organize eden, TV ve film yapımcısı Willis Conover, bundan yaklaşık elli yıl kadar önce bütün dünyanın ne diyeceğini, duyuracağını heyecanla beklediği programlarından birinde kırık dökük bir Türkçeyle önce Ahmet Ertegün, ardından Arif Mardin ve en sonunda Özdemir Erdoğan ismini telaffuz ettiğinde muhteme- 48 len bunun tarihi bir an olacağının farkında bile değildi. Willis Conover radyo programları hazırladığı altmış yıl boyunca böyle sayısız isim anons etmiştir, belki onun için değişik ve renkli isimlerdi söyledikleri ama bizim için, dünyanın öbür ucundaki Türkiye için önemli bir an ve bir ilkti. Conover’ın ismini andığı ilk iki isim artık hayatta değil, Özdemir Erdoğan ise müziğe geçen elli yılı aşkın emeği nedeniyle bu yaz Yaşam Boyu Başarı Ödülü alacak. Türkiye’de ve dünyada müzik tarihi radyolar üzerinden büyümüş, milyonlarca insana ulaşmıştır. Bir radyo programcısının ağzından çıkan isim ünlü olur, binlerce albüm satar, başarıyı yakalardı, radyoların bu kadar büyük bir gücü ve etkisi vardı. Benim de içlerinde olduğum sayısız dinleyici, müziği Erol Pekcan, Aykut Sporel, Engin Arman gibi radyo ustalarından öğrendi, hayaller kurdu, dinledi ve o albümleri sokak sokak mağazalarda bulmaya çalıştı, radyo programlarını radyonun önüne mikrofon koyarak kaydetmeye çalıştı, o kasetlerin bir kısmı halen durur. TRT ile Türkiye’de radyo yayıncılığı çok büyük bir gelenek ve yetişmiş, tecrübeli nesiller kazandı. Ama… Radyoları ve radyoculuğu nostalji dehlizlerine hapsetmeyelim. Maalesef son yıllarda radyo denilince tıpkı benim de biraz önce bilinçli yaptığım gibi ısrarla nostaljik anılara dalınıyor. Üstelik, bu dalıp gitmeler sadece en eski günleri, lambalı, transistörlü, cızırtılı istasyon arama günlerini hatırlatan nostaljik göndermeler de değil. Daha yakınlara gelin, doksanlarda radyoculuk yapmış olanların çoğu kendini bu yakın tarihli nostalji dehlizinden bir türlü kurtaramıyor. Yirmi yıl öncesinin dahi nostaljisi yapılmaya başlandı! İki nedenden ötürü bu hiç adil değil. İlki, radyo üzerinden nostalji yapılmaya başlandığında aslında işlevi sona ermiş bir kavram olduğunu iddia edenlere istemeden destek oluyorsunuz demektir. Şunu hiç unutmamalı ki radyo ve radyoculuk temelde iki insan arasındaki iletişimdir. Araya giren materyaller sadece konuşulanları aktarma mekanizmalarıdır. Bu iletişim geçmişte lambalı radyolar, kısa dalga frekanslar, transistörlü radyolar üzerinden sağlanırken bugün bunlara cep telefonları, fiber hız teknolojisi, internet radyoları vs. eklenmiştir. Radyoculuk cihazların teknolojik değişimi değil, anlatılanların ne olduğu, onları kimlerin ve niye dinlediğidir. Önemi bu yüzden hiç azalmayacak tersine daha da artacak ve artmıştır. İkincisi, radyoların mikrofonun ardında görünmeyen insan gizeminin narsistik programcı egoizmi yaratmasıdır. Radyonun temelde aynı yerde bulunma imkanı olmayan iki insanın iletişimi olduğu gerçeğinin -bilhassa özel radyolar eliyleunutturulup DJ tarzı programcılık ismi altında programcıların kendini büyük topluluklara karşı iştahlı konuşma şehvetine kaptırmasının yarattığı tahribattır. Tıpkı, müzik ve kayıt endüstrisinin geçirdiği büyük teknolojik değişim gibi radyoculuk da benzer bir evrimi yaşadı ve halen de yaşıyor. Televizyonlar her şeye hakim olduğunda radyolara artık ihtiyaç kalmadığı dahi konuşuldu. İnternet yaygınlaşmaya başladığında da benzer şeyleri söyleyenler olmadı mı? Geçen zamanın getirdiği zorluklar bize bir şey öğretti ki radyoculuk tıpkı müziğin kendisi gibi öneminden hiçbir şey kaybetmeyecektir. Çünkü radyoculuğun temeli basit ve o oranda güçlüdür, anlatan ve dinleyen, yani iki kişi arasındaki iletişim hiçbir zaman kopmayacaktır. Ama radyoculuk maalesef çocukluk hastalıkları gibi sıkıntılar yaşamıştır. Bugün doksanlı yıllardaki gibi berbat bir Türkçeyle mikrofon başında konuşmaya kalksanız önce kendi dinleyiciniz sizinle dalga geçer. Büyük, şık ahşap kasalardaki küçük kırmızı ışıktan cep telefonlarındaki küçük kırmızı ‘buton’lara radyolar. Bugün, eminim ki radyoların önemi daha da artıyor. Gelişen iletişim zenginliği bir açığı kapatamadı, evet, bilgiye belki eskisinden çok daha hızlı ulaşıyoruz ama hangi bilgiye? Bugün, insan ne yapacağını bilmediği ham bilgi yerine o bilginin ne işe yarayacağını öğrenmek istiyor. İnanır mısınız, bu bilgiyi dünya üzerinde radyolar- dan daha iyi aktaracak bir medya yok. Eğer, radyocular, programcılar, yayıncılar, prodüktörler doğru okuma yapmayı başarırsa internet bugün radyonun en önemli dostu olabilir. İnternet ham bilgiyi ışık hızında iletebilir ama o bilginin ne olduğunu radyolar anlatır. Bir örnek vermeye çalışayım; konumuz müzik elbette… Bugün dünyanın en baskın müzik türü Hip Hop, albümleri milyonlarca satıyor ama biliyor musunuz ki Hip Hop müzisyeni yeni müzik üretmede çıkmazda ve çözümü geçmişe bakıp cazda aramaya başladı. Sebebi ne? Çünkü Hip Hop’ın kökeni cazdır. Bu nesiller birbirinden kopmadan yaşar ve öyle ilerler. Bu yüzden bir radyo programcısı dinleyicilerine yeni bir Hip Hop parçasının yanında eski bir caz standardı dinletirse eğer işte bu yeni bir şeydir ve bunu herkes sizden öğrenir. Bunu bir dergide yapamazsınız, televizyonlar mass media’lardır olmaz, gazeteler başka bir dünyadır, internet siteleri kaotik karmaşasını çözemedi ve bu gidişle çözemeyecek ama radyolar bilginin yeni ve eski tüm halleri için en esnek ve en dinamik medyalardır. Eskiden de öyleydi, hala da öyle ve bence gelecekte de hep böyle olacak. 49 BİR DÜNYA SOUNDTRACK RADIO DAYS Murat EKŞİ [email protected] Radyo. Kitlesel iletişim çağının başlangıç noktası değil belki de ama en önemli kırılma noktalarından birini oluşturduğu su götürmez bir gerçek. Bu aygıt ile iletilenin sadece sesler, notalar vs. olduğunu düşünüyorsanız elbette yanılıyorsunuz. Radyo ile hisler, düşünceler, dilekler, umutlar, hüzünler, iyi kötü haller de iletildi, yollandı, paylaşıldı. Görüntünün, resmin de bu iletişime girmesi ve bugünlere gelinmesi ile bu mecrada görece payı azalmış gibi görülse de radyo büyüsünü her zaman koruyan bir ilgi nesnesi olarak var olmaya devam edecek. Hem şunu herkes bilir ki; her hangi bir şarkıyı kendinizin çalması ile aynı şarkının radyoda bir anda çıkıvermesi arasında bile büyük hissi farklılık mevcuttur. İşte radyonun o bahsi geçen “büyü”sünün küçük bir örneği size. 50 RADIO DAYS “Radyo Günleri”nin hem filmi hem de soundtrack’i 40’lı yıllarda radyonun altın çağında olduğu dönemlere götürüyor bizi. Savaş yıllarının buhranlı havasından kurtulmanın yoludur radyo ve tabii radyoda bol bol dinlenen müzik programları, yarışmaları. “Radyo Günleri”nin film müzikleri 16 adet şarkıdan oluşuyor. Albümde radyo zamanlarını hissettirecek ve dinleyenlerin o zamanlara gitmesini sağlayacak melodilere, temalara sahip şarkılar yer alıyor. Tam da bu noktada o “görsel”lik gücü ile bazı şeyleri radyodan devralan sinemanın, televizyonun bir günah çıkarması sayılabilecek eserler dikkatimizi çekiyor. Woody Allen’ın 1987 tarihli “Radio Days”i, tam da yukarıda bahsi geçen “günah çıkarma”nın ta kendisi olarak radyonun bizzat kendisine ve o büyülü günlere dair bir övgü/özlem yapıtı olarak yazımıza konu oluyor. Ve elbette aslolan müzikleri ve bunların o günlere ait sundukları. “Radyo Günleri”nin film müzikleri 16 adet şarkıdan oluşmakta. Genellikle 30’lu yılların sonu ve 40’lı yılların baş kısımlarına ait şarkıların seçiminde elbette radyo zamanlarını hissettirecek ve dinleyenlerin o zamanlara gitmesini sağlayacak melodilere, temalara sahip şarkılar albümde yer alıyor. 40’ların göstergesi kıyafetler içerisinde bir bahçe partisinde köşede çalan gramafondan yükselen ve çok da net olmayan melodiler ve bu ortamdaki saf ve güzel insanlar. Tommy Dorsey’in “You and I”nda dans ediliyor ve çevreyi rahatsız etmekten kaçınır hallerde gülüşme sesleri etrafa yayılıyor. İşte radyo günlerinin büyüsünü tamamlayan, tanımlayan atmosferin belki de bir fotoğrafı. Allen’ın filmlerindeki farklı tadı, yönetmen filmlerinde bulunan farklı sinema dilini ve Allen’ın geçmişe bakışında da değişmeyen kendine has komedi unsurlarını tamamlayan bir kayıt bu. Filmi izlemeden de dinlediğinizde şarkıların sizi götürmek istediği yerlere rahatça ulaşabiliyorsunuz. Zaten radyo bu değil miydi? Büyüsüyle sizi alıp bir yerlere istemsiz götürmüyor muydu? 49 BİR DÜNYA ALBÜM Murat EKŞİ [email protected] Gece – Kalbe Kördüğüm Mor ve Ötesi’nden Harun Tekin’in yapımcılığında kaydedilen yeni Gece albümü “Kalbe Kördüğüm” 2 yıl aradan sonra grubun yeni albümü olarak müzik marketlerde yerini aldı. Birçok rock/ alternatif rock yapan grup gibi Ankara kökenli olan Gece, zaman içerisinde yine birçok grup gibi İstanbul’u merkez edindi. İlk albümleri “İçinde Saklı” ile eleştirmenlerden son derece olumlu geri dönüşler alan, gelecek için umut beslenmesine neden olan Gece -ne yazık ki- üretimlerindeki kalitenin baş aşağı gitmesine engel olamıyor, aslında bunu ister bir durumları da yok sanki. Gece bir karar vermeli; zaten albüm satışları böylesine düşmüşken ticari melodiler, ortalama dinleyiciyi yakalayacak basit numaralar mı yoksa Türk rock tarihine geçecek üretimler yapmak mı? Gece de ikinci seçenek için potansiyel var. Ama dediğimiz gibi. İstemek lazım Murat Boz – Janti Murat Boz yaklaşık 5 yıl aradan sonra yeni albümü “Janti”yi dinleyecilere sundu. “Janti”nin ilk bakışta dikkat çeken özelliği albümün yapımı aşamasında yer alan ünlü isimler oluyor; Mustafa Ceceli, Ebru Gündeş, Sıla, Fettah Can ve Ozan Çolakoğlu bu isimlerden bazıları. Gelelim albümün müzikalitesine. Albümün Türkçe pop ölçütlerindeki yapım kalitesi ve paralelinde harcanan emek kendini hemen belli ediyor. Ve fakat bu çaba ve emeğe rağmen “Janti” sıradan bir Türkçe pop albümü kalitesini aşamıyor. Yalnızca sanatçının sevenlerini tatmin edebilecek, müziğe katkı adına yeni hiçbir şey söylemeyen bir kayıt bu. Ferhat Polat – Sarılınca Geçer “Sarılınca Geçer” aslında bir kısa albüm. Toplam 6 şarkıdan oluşuyor bu albüm. Polat’ın geçmişinde konservatuarda ses eğitimi ve Broadway müzikallerine varan değişik eğitim ve üretim başlıkları göze çarpıyor. “Sarılınca Geçer”, asıl ve öz olarak Türkçe pop ‘un alışılagelmiş yaklaşımlarını ve Akdenizli sıcaklığını içeriyor. Ama Polat bu bilindik yaklaşımı son zamanların 52 popüler elektronik/dubstep alt yapısı ile sunarak batılı benzerlere yakın bir sunum tadı yakalamaya çalışmış. Bu soundsal farklılıkla bile Ferhat Polat farklı bir tat yakalama yolunda bir adım atmış diyebiliriz. Gelecek kayıtlarda sunumun yanında içerikle de bunu desteklemesi ümitlerimizi buraya not düşelim. ALBÜM EKŞİSİ Dvsn – Sept. 5th Kanadalı r&b/PBR&B ikilisi, şarkıcı Daniel Daley ve yapımcı Nineteen85’dan oluşmakta. “Sept. 5th”, ikilinin ilk albümü, ama ne albüm! Nineteen 85 albümde sound ve alt yapı noktasında harikalar yaratırken, Daley ise mikrofon başında tam da siyahi kökenlere uygun iş çıkartıyor. Aslında Nineteen85 grubun PBR&B, Daley r&b tarafı. Yani grubun vokalleri tanıdık r&b melodiler ve vokal şeklinde ilerlerken, bu vokallerin PBR&B altyapılar üzerinde yürümesi olarak açıklanabilecek bir kayıt bu. Büyük ihtimalle yılsonu en iyi albümler listelerinde yer alacak, siyahi taraftan kalite kokan, ışıltılar saçan bir kayıt “Sept. 5th”. Andy Stott Too Many Voices “Too Many Voices”, Stott’un 5. stüdyo albümü. Andy Stott, İngiliz down-tempo elektronik müziğinin otomatikman ulaştığı noktaya entelektüel olarak ulaşabilen kalburüstü bir sanatçı. O noktayı ise elektronik müziğin soğuk, karanlık ve keskin tarafı olarak ifade etmek mümkün. “Too Many Voices”, gece karanlığına yakışan, kişiselliği fazla, aynı zamanda groove’u da olan şarkılardan oluşan bir albüm. Stott albümüyle down-mid tempo hisli elektronik müzik sevenler için, cafe-restaurant gibi ticari mekânları müzikle daha kaliteli göstermek isteyenler gibi kişiler için harikulade bir seçim sunuyor. Yılın ilk çeyreği söz konusu olduğunda en iyi işlerden biri kesinlikle “Too Many Voices”. John Carpenter Lost Themes II Amerikalı meşhur korku/bilim kurgu film yönetmeni Carpenter’ın 2015’te çıkan ilk albümünü takip eden ikinci albümü “Lost Themes II”. 68 yaşındaki Carpenter esasen 70’ler ve 80’lerde çevirdiği “Helloween”, “The Fog”, “The Thing” ve “Escape from New York” gibi filmlerle tanınıyor. Carpenter bu albümde de bahsi geçen zamanlara ait filmlerinin zamanına ve ruhuna uygun şarkılarla bizi karşılıyor. Gelgelelim artık zamanlar ne o zamanlar, ne de o zamanların ruhu şu an ile örtüşüyor. Görsel tatlar yakalayan, iniş ve çıkışları bir filmin değişik sahneleri için tasarlanmış gibi duran ama öte yandan da belli bir derinliği yakalayamayan şarkılar “Lost Themes II”yu belli bir seviyede tutuyor. Carpenter’ın filmlerini sevenler için güzel, ilk defa tanışacaklar için çok şeyler vaat etmeyecek bir kayıt bu. 53 Cahit CESUR [email protected] 10 Mayıs 2008 Leyla GENCER 10 Mayıs 2008’de Milano’daki evinde kalp ve solunum yetmezliğine bağlı olarak hayatını kaybeden dünyaca ünlü Türk opera sanatçısı Leyla Gencer, 20. yüzyılın en önemli sopranolarından birisi olarak kabul edilir. Opera sanatına çok önem veren batı ülkelerinde “La Diva Turca”, “La Gencer”, “La Regina” olarak ün yapan; Milano, Roma, Napoli, Venedik, Viyana, Paris, San Francisco, Köln, Buenos Aires, Londra, Rio de Janerio, Bilbao, Chicago’da sanatını dinleten; Lucia’nın, Norma’nın, Lady Macbeth’in, Queen Elizabeth’in, Filoria Tosca’nın, Lucrezia’nın, Madam Butterfly’ın, Alceste’nin, Aida’nın, Violetta’nın, Leonora’nın “Leyla la Turca”sı dramatik soprano Leyla Gencer, hem seçkin opera sahnelerinde hem resitallerinde hayranlık uyandırmış sanatçımızdır. T.C. Devlet Sanatçısı olan Gencer’in 23 bestecinin 72 yapıtından oluşan oldukça geniş bir repertuvarı vardır. Leyla Gencer 1928’de Polonezköy’de doğdu. Babası Safranbolulu köklü Müslüman bir ailenin oğlu olan Hasanzade İbrahim Bey, annesi Polonyalı Katolik bir ailenin kızı olan Alexandra Angela Minakovska’dır. Ailesi sonradan Çeyrekgil soyadını aldı. Annesi, İbrahim beyle evlendikten sonra Müslüman olup Atiye adını aldı. Gencer yıllar sonra verdiği bir röportajda “Müslüman ve oryantal bir altyapıdan geliyorum” demiştir. Babası İbrahim Bey, ağabeyi Hüseyin Çeyrekgil ile çiftçilik, balıkçılık, taşımacılık ve Çubuklu suyunun işletmesini yapıyordu; ayrıca Lale Sineması’nın işletmesini üstlenmişti ve Karaköy’de hanları bulunuyordu. Leyla, babasını genç yaşta kaybetti. 1946’da varlıklı bir bankacı olan İbrahim Gencer ile evlendi ve Gencer soyadını aldı. Leyla Gencer, İstanbul İtalyan Lisesi’ni bitirdi ve bir süre İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda şan eğitimi aldı. İstanbul Şehir Korosunda solist olarak çalıştı. Konservatuarda, Fransa’nın önde gelen hocalarından Reine Gelenbevi, ünlü orkestra şefi Muhittin Sadak ve besteci Cemal Reşit Rey’in öğrencisi oldu. 1948’de Hollanda’nın Philips Şirketinin düzenlediği bir yarışmaya katılmak üzere İstanbul Belediye Konservatuvarı tarafından bu ülkeye gönderildi, yarışmada beğeni kazandı. Ankara Devlet Konservatuarı’nda ders vermek üzere Türkiye’ye gelen ünlü İtalyan soprano Giannina Arangi-Lombardi ile tanıştıktan sonra İstanbul’daki konservatuar eğitimini yarıda bırakarak çalışmalarını Ankara’da onun özel öğrencisi olarak sürdürdü. 54 Operanın tiyatroya bağlı olduğu yıllarda Ankara Devlet Tiyatrosu’nun korosuna girdi. Ankara Devlet Operası’nın açtığı sınavı kazanarak Cavalleria Rusticana’da “Santuzza” rolünü oynadı. “Tiefland”da Martha rolüyle dikkat çekti. Tosca operasında başarı kazandı. Hocası Arangi Lombardi, bir yıl sonra kızını ziyaret için gittiği İtalya’da hastalanarak hayatını yitirince çalışmalarını İtalyan bariton Apollo Granforte ile sürdürdü. 1952’de İtalya’da sahneye çıktı. Milano Scala Operasında görev yapan ilk Türk sanatçı oldu. 1956’dan başlayarak her yıl San Francisco’ya konuk sanatçı olarak gitti. Bir yıl sonra Poulenc’in “Dialogues des Carmelites”inin ilk seslendirilişinde oynadı. 1959’da Floransa’nın Maggio Musicale ve Spoletto şenliklerinde Prokovyef’in “Ange du feu” adlı eserinde rol aldı. 1961’de Viyana Devlet Operasına konuk sanatçı olarak çağrıldı ve Salzburg şenliğinde Amelia rolüyle başarı kazandı. 1963’de Scala Operasında Aida rolünü üstlendi. İngiltere’nin Glynde Bourne Şenlik Operası’nda “Figaro’nun Düğünü” yapıtında Kontes rolünü üstlendi. İtalya ve İngiltere’de resitaller verdi. 1963’de Venedik’te Verdi’nin “Jerusalem” operasında başrole çıktı. Aynı yıl Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşliğinde konser verdi. Roma Operasında görev aldı. Daha sonra New York, Lüksemburg, Napoli, Buenos Aires ve Roma’da çok sayıda operanın solist rollerinde beğeni topladı. 1965’de Verona Şenliğinde “Norma” operasında başrol oynadı. 10 Mayıs 2008’de Milano’daki evinde kalp ve solunum yetmezliğine bağlı olarak hayatını kaybetti. Leyla Gencer”in cenazesi 12 Mayıs günü Milano’da La Scala Operası’nın Santa Babila Kilisesi’nde düzenlenen kalabalık bir törenden sonra vasiyeti doğrultusunda krematoryuma götürülerek yakıldı. Leyla Gencer’in külleri daha sonra İstanbul’a getirildi. Kendi vasiyeti gereği küller, 16 Mayıs günü Dolmabahçe Sarayı ile Dolmabahçe Camii arasındaki yapılan bir törenden sonra Dolmabahçe açıklarında Boğaz sularına döküldü. Törende, Mozart’ın Requiem’inden “Lacrimosa” ile Ahmed Adnan Saygun’un “Yunus Emre Oratoryosu”nun 5, 12 ve 13. bölümleri İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestra ve Korosu tarafından seslendirildi. İstanbul Kültür Sanat Vakfı”nın yeni yapılmakta olan merkezinde sanatçının vasiyeti üzerine bir “Leyla Gencer Müzesi” oluşturulması planlanmaktadır. ZAMAN TÜNELİ 1 Mayıs 1786 Beaumarchais’nin tiyatro eserini operaya çevirmek fikri Mozart tarafından ortaya atılmış ve Mozart bu tiyatro eserinden liberetto yapması için Da Ponte’ye sipariş vermiştir. Figaro’nun Düğünü, besteci Mozart ile liberetto yazarı Da Ponte arasında yapılan çok ünlü işbirliği ile ortaya çıkartılan üç operadan birincisidir. Daha sonraki işbirliği sonucu Don Giovanni ve Cosi fan tutte operaları yaratılmıştır. Figaro’nun Düğünü’nün prömiyeri Viyana’da 1 Mayıs 1786’da Burgtheater’da yapılmıştır. İlk iki oynanışında orkestra şefliğini, o zamanın modasına uygun olarak klavyeli enstrümanda Mozart şahsen yapmıştır. Wolfgang Amadeus Mozart’ın Figaro’nun Düğünü adlı operası ilk kez sahnelendi. Folies Bergère adlı ünlü müzikhol Paris’te açıldı. Günümüzde de faaliyet gösteren ve 1890’lardan 1920’lere kadar şöhretinin doruklarında olan Paris müzikholü ilk olarak opera binası olarak tasarlanmış ve 2 Mayıs 1869’da Folies Trévise adıyla açılmıştır. 13 Eylül 1872’de ise adı Folies Bergère olarak değiştirilmiştir. 7 Mayıs 1824 İşitme duyusunu yitiren Beethoven, Viyana’da 9’uncu senfoniyi ilk kez sundu. 6 Mayıs 1936 Yaşamı boyunca sağlık problemleri çeken Beethoven 1801’de işitme problemleri yaşamaya başlamış ve 1817’de tamamen sağır olmuştur. Bu dönemden sonra sağırlığı müzik yaşamını hiçbir şekilde etkilememiştir. 9. senfoniyi sağırlık döneminde bestelemiş ve Viyana’da ilk kez sunmuştur. 2 Mayıs 1942 2 Mayıs 1869 Türk Pop Müziği Ses Sanatçısı Ömür Göksel doğdu. Türk Pop Müziği’nin “Kadife Sesli Romantik Prensi” Ömür Göksel, Kadıköy, İstanbul’da dünyaya geldi. 1969’da “Mutluluk”, 1972’de “Sevemem Artık” ve 1975’de “Yanıyorum” adlı yapıtıyla üç kez altın plak ödülü alma başarısını gösterdi. Sanatçının diğer önemli şarkıları: “Ağlıyormuşsun”, “Senden Bana Yar Olanda”, “Yaşadım mı Öldüm mü Anlayamadım”, “Umurumda mı Dünya?”, “İçki Sigara”, “Eğer Bir Gün Bırakırsan”, “Yaş Kalmadı Gözlerimde”, “Kızım”, “Şeytan diyor ki”, “Ha 3 Gün Önce Ha 5 Gün Sonra”, “Sensiz”. Ankara Devlet Konservatuvarı kuruldu. Cumhuriyet’in ikinci yılında Ankara’da müzik öğretmeni yetiştirilmesi amacıyla “Musiki Muallim Mektebi” açılmasını takiben, Atatürk’ün direktifleriyle müzik ve sahne sanatlarının gelişmesi için konservatuvar kurma çalışmaları başlatılmıştı. Türkiye’de ilk kez Ankara’da kurulan konservatuvar, önce Musiki Muallim Mektebi içerisinde açılmıştı. 6-12 Mayıs 1936 tarihleri arasında öncelikle Musiki Muallim Mektebi öğrencileri sınavdan geçirilerek, kimileri tiyatro, kimileri de müzik bölümüne alınmıştı. 55 8 Mayıs 1947 Ulvi Cemal Erkin, Prag’da Çek Filarmoni Orkestrası’nı yönetti. Birinci kuşak çağdaş Türk müziği bestecileri arasında yer alan, opera dışında hemen bütün formlarda yapıtlar vermiş bir besteci olan Ulvi Cemal Erkin, besteciliğin yanı sıra orkestra şefliği, piyano öğretmenliği ve Türkiye 24 Mayıs 1956 İlk Eurovision Şarkı Yarışması. Eurovision Şarkı Yarışması fikri ilk kez 1955 yılında Monako’da gerçekleştirilen Avrupa Yayın Birliği toplantısında ortaya konmuş ve İsviçre’nin Lugano kentinde düzenlenen ve sadece 7 ülkenin katıldığı ilk Eurovision Şarkı Yarışmasını ev sahibi İsviçre’den katılan Lys Assia Refrain adlı parçasıyla kazanmıştı. Bu İsviçre’nin ilk ve tek Eurovision birinciliği olmuştur. Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında açılan müzik kurumlarında yöneticilik yaparak Müzik Devrimi’nin sevilmesi ve yaygınlaştırılması konusunda öncülük etmiştir. Müzik tarihinde Türk Beşleri adıyla anılan sanatçılar arasında yer alır. Sanatçımız 8 Mayıs 1947’de Prag’da Çek Filarmoni Orkestrası’nı yönetmişti. 31 Mayıs 1969 Ünlü soprano Maria Callas, Pier Paolo Pasolini’nin Göreme’de çekeceği ‘Medea’ filmi için Türkiye’ye geldi. “Medea” Pasolini’nin Euripides’in Medea’sından esinlenerek yazıp neredeyse tamamını Kapadokya’da çektiği önemli bir filmdir. O yılların Kapadokya’sını merak edenler için eşsiz görüntüler sunan Medea’nın başrolünde ünlü soprano Maria Callas oynuyor. Bölgede yaşayanların da figüran olarak yer aldığı Medea’nın sürpriz oyuncularından biri de cellatbaşı rolündeki sinemacı Muzaffer Hiçdurmaz. Çekimler sürerken basında çıkan haberler şöyle: Bir haberde Callas’ın Türkiye’ye gelirken bavullarının kaybolduğu, bir diğerinde Kapadokya’daki çekimlerde sıcaktan fenalaşarak bayıldığı ve Pasolini’nin kendisiyle bizzat ilgilendiği yazıyor. Ama en ilginç haber Callas’ın “musluklarından şarap akan ama suları akmayan” otelde duşunu alabilmek için suların gelmesini beklediğinden onuruna verilen resepsiyona çok geç kalmasını anlatan haber. 56 12 Mayıs 1967 İlk Quadrofonik Rock Konseri. Pink Floyd grubu, İngiltere’de Queen Elizabeth Hall’da dünyada ilk quadrofonik rock konserini düzenledi. Quadraphonic sistemde ses dört ayrı hoparlör grubuna dört ayrı kanaldan gönderiliyordu. 17 Mayıs 2005 Türk Sanat Müziği bestecisi Melehat Pars hayata gözlerini yumdu. 1944 yılında sınavda başarı göstererek, solist olarak Ankara Radyosu’nda göreve başladı. 1954 yılında Ankara'dan ayrılarak İstanbul'a yerleşti. İstanbul Radyosu'nun Türk Musikisi yayınlarına katıldı. Emel Sayın ve Bülent Ersoy’un üstadlarından olan sanatçının önemli eserleri: “Hiç dinmeyen bir arzudur sana olan hasretim”, “Âvâre gönül yine sensiz hicrâna daldı”, “Gümüş tellerle örsem saçının her telini”, “Ben gamlı hazan sense bahar dinle de vaz geç”