PDF - Eurozine

Transkript

PDF - Eurozine
Jean−Louis Fabiani
Kamusal Alanda Değişimler (1983−2013)
Pierre Bourdieu, ölümünden sonra yayımlanan devlet konulu kitabında,
Öffentlichkeit kavramını türetip yaydığı için Jürgen Habermas'ı suçluyordu:
"Kamusal alan...Almanya kökenli şu itici kavram". Fransız sosyoloğu ile aynı
görüşte değilim. Kamusal alan kavramı pek çok kez eleştirilmiş, ama çarpıcı
bir esneklik göstermiştir ve karakteristik özelliği, çeşitli, yaratıcı
güncellemelerle güne uyum göstermesidir. "Kamusal alan"ı bir şablon gibi alıp
basmakalıp şekilde kullanmamalıyız; ama kavramın plastikliği, görüşlerin
şekillendirilip yayıldığı çoklu ağları, ilişkileri ve forumları yeniden
düşünmemizi sağlıyor. Elbette kavram ile gerçeği dile getirmeyi birbirine
karıştırmamalıyız. Spinoza bu konuda net bir dille uyarmıştır bizi: Köpek
kavramı havlamaz. "Kamusal alan", moderniteye götüren çoklu söyleşi
katmanlarının tarihsel−sosyolojik bir analizi olmaktan çok, özgür ve açık
tartışma ile ilgili düzenleyici bir fikirdir. Bu kavramı ciddiye almak,
hegemonyayı, simgesel kaynaklara eşitsiz erişimi ve baskıyı bir yana bırakmak
durumunda olduğumuz anlamına gelmez.
An improvised public library, one of many at Occupy interventions around the world, in
a tent at Occupy London, 22 October 2011. Photo: shaundon. Source: Flickr
Şu dev boyutlu soruya eksiksiz bir cevap vermeye kalkışmayacağım: Son 30
yılda Öffentlichkeit'a ne oldu? Böyle bir girişim, saçma ve iddialı olurdu. Onun
yerine, bir tür "portatif" çerçeve sunmaya çalışacağım; bu çerçeve, şu çifte
tuzaktan uzak durmamızı sağlayacaktır: yersiz kötümserlik (kamusal alan,
finans kapitalizminin buzlu sularında yok olmuştur, Avrupalı entelektüellerin
hepsi neo−liberalizmin kurbanlarıdır) ile naif iyimserlik (Arap Baharları
büyüyüp gelişecektir, katılımcı demokrasi dünyanın dört bir yanında kabul
edilmek üzeredir). Diyebiliriz ki, son 30 yılın karakteristik özelliği, İkinci
Dünya Savaşı sonrasındaki düzenin temelini sarsan güçlü hareketlerin
kesişmesidir:
An article from www.eurozine.com
1/8
−− iletişim sistemleriyle ilgili olarak olağanüstü bir teknolojik değişim
(internetin zaferi, bunun matbuat dünyasındaki sonuçları ve toplumsal ağların
karşı konulmaz yükselişi);
−− var olan sosyalizmin ani ve büyük ölçüde beklenmeyen çöküşü;
−− sivil toplum kuruluşlarının yükselişi ve ulus−devletin etki alanının
daralması;
−− bilgi toplumunun ya da uzman toplumun egemenliği (bu tür toplum,
entelektüel çalışmayı ve entelektüellerin kamusal alanda kendilerini
sunuşlarını yeniden biçimlendirmeye katkıda bulunmuştur);
−− piyasaların yayılması ve metalaştırmanın genellik kazanması;
−− (yakında süper güçler haline gelecek olan) yeni güçlerin ortaya çıkması ve
Avrupa'nın dünya sisteminde değişen yeri.
Küreselleşme (bu sloganın sınırları her ne olursa olsun), özellikle Avrupa'da
neo milliyetçiliklerin yükselişiyle el ele gitmiştir: Çağa uyacak şekilde gözden
geçirilen popülizmler artık Demir Perde'nin her iki yanında önemli güçlerdir.
Görünen o ki, bu milliyetçilikler, ortak kültürel ilgi alanlarını belirleme
girişimlerine oranla (bu noktada akla hemen Avrupa kültür başkentleri
geliyor), Avrupa'daki homojenleşmenin daha güçlü bir etkenidir. Yeni
çelişkiler kendini göstermiştir ve artık ekonomi piyasalarını ve sosyal yaşamı
şekillendirmektedir. Bu manzarada, Avrupa'nın statüsü bir biçimde netlikten
uzaktır. Bir yandan, Avrupa gerek silahlı gerek silahsız olarak hâlâ bir güç
merkezidir. Ana−akım iletişim ve nüfuz kanalları artık kıtada olmamakla
birlikte, Avrupa teknolojisi, beğenisi ve yaşam tarzları küresel referans ve
norm olmaya devam etmektedir. Öte yandan, Avrupa bir düş kırıklığı ve inanç
yitimi beldesi gibi görünmektedir. Bu bütünüyle yeni bir olgu değildir. Fransız
Esprit dergisi, 1990'lı yılların sonundaki sayılarından birine "Avrupa'nın
Kültürel Olarak Geriye Düşmesi" (Le repliculturel de l'Europe) başlığını
veriyordu. Biz, Avrupa halkı, artık kendimizi dünyanın simgesel ve normatif
merkezi gibi görmüyoruz. Çok geçmeden dünyanın dans hocalarına
dönüşeceğimizden korkuyoruz: Buradaki çağrışımın dayanağı, Marx'ın Fransız
Devrimi'nden sonra Avrupalı aristokratları Avrupa'nın dans hocaları olarak
nitelemesidir; bu kişiler, kimi zaman düşük bir bedel karşılığında,
Bourdieu'nün bedenlenmiş sosyal ve kültürel sermaye dediği şeyi satmak
zorunda kalmışlardı. İki kutuplu bir duygu durumu içindeyiz: Bazı günler,
teknolojik değişimin, bir tür elektronik yataylık biçimi yoluyla koşulların
eşitlenmesini sağlayacağını ve elektronik barışın kalıcı olacağını düşünme
eğilimi gösteriyoruz. Kasvetli günlerde, refah toplumunun çöküşünün, yaşam
tarzlarımızın yok olmasına yol açacağından korkuyoruz, özellikle kültürel
alışkanlıklar açısından. Ne var ki, kaygılarımız yüzünden bir noktayı göz ardı
ediyoruz: Yaşamın kültürel zevkleri, demokratik bir kamusal alan oluşturmaya
yönelik uzun mücadelelerin sonucudur.
Sözlerime kültürel kamusal alan kavramını yeniden değerlendirerek başlayıp,
bu kavramın tartışmamız için olası kullanımlarını gözden geçireceğim. Daha
sonra, son yıllarda bütün dünyada kendini göstermeye başlayan kitlesel
seferberlik biçimlerine döneceğim; bunu yapmaktaki amacım, ne dereceye
kadar bir tür kamusal alanın kurulmakta ya da yeniden kurulmakta olduğunu
görmektir. Sözlerimi, bir post−sosyalist ülkede kendi paradoksal
deneyimimden söz ederek tamamlayacağım.
Kamusal alan kavramını nasıl değerlendirmeliyiz?
Kültürel kamusal alan kavramı, Habermas'ın Kamusal Alanın Yapısal
Dönüşümü (1962) adlı kitabından sonra Jim McGuigan tarafından türetilmiştir.
McGuigan, iki temel yetersizliğine karşın kavramı korumak için edimsel ile
An article from www.eurozine.com
2/8
ülküsel arasındaki boşluğu kullanır: Burjuvazinin kendine özgü çıkarlarının
evrensel çıkar sanılması ve piyasanın yurttaşları salt birer tüketiciye
dönüştürecek şekilde iletişim düzenine egemen olması.
İlk itiraz (tümel kategorisinin aslında tikel olduğu), kapsamlı bir itiraz olmakla
birlikte, iki şekilde yanıtlanabilir. İlki, Cornelius Castoriadis'in demokrasi
kuramında mevcuttur. Atina, demokrasiden yalnızca sosyal bir azınlık
yararlansa da ve demokrasinin düzgün işlemesi kölelere bağlı olsa da, bu fikrin
"öz"ü ya da tohumu olarak görülebilir. Bu öz, gelecekte gelişecek olan
düzenlemenin hem başlangıcı hem fikri dayanağıdır. Bu itiraza ikinci yanıt,
McGuigan'ın yapıtında zaten formüle edilmiştir ve Habermas'ın kavramı ile
Marksçı bir yaklaşımı bir araya getirir: Burjuva kamusal alanının açılması,
yeni bir sınıfın egemenliğini işaret etmekle kalmıyor, aynı zamanda ihtilaflara
−−işçi sınıfından, kadınlar ve azınlıklardan yeni talepler biçimindeki ihtilaflara
−− yol açıyordu. Kamusal alan fikrine ikinci itiraz, elbette Habermas'ın
Öffentlichkeit'ının oluşumundan daha eskidir ve on yıllardır demokratik
toplumlara musallat olan siyasal ataletle ilgilidir.
McGuigan'ın kamusal alan kavramının revizyonu, kitle kültürünün bu kavrama
dahil edilmesine dayanır. McGuigan şöyle yazar:
"Geç modern dünyada kültürel kamusal alan, edebiyat cumhuriyetiyle −−on
sekizinci yüzyılın edebi kamusal alanı−− ve ister klasik, ister modern, hatta
ister postmodern olsun, "ciddi" sanatla sınırlı değildir. Daha çok bu alan, çeşitli
kitlesel−popüler kültür ve eğlence kanallarını ve girişimlerini, iyi bir yaşamın
nasıl yaşanacağı ve tasavvur edileceği üzerine hep dolayımlı estetik ve
duygusal düşünceleri içerir."
Kültürel çalışmalar, genellikle yalnızca simgesel egemenlik ya da yoksunluğun
sonuçları olarak görülen popüler duygu ve heyecanlara bir varlık nedeni
atfetmek için büyük çaba sarfetmiş; bunu yapmakla, büyük kitleler için
üretilen eğlence ve bilgilerin insan zihni üzerindeki güçlü etkilerini önemsiz
gibi göstermiştir. Kültür endüstrisine yönelik Adornocu küçümsemeden, her
tür iletişim koşulunda insanların yaratıcılığını vurgulayan duygusal bir
popülizmin büyülü dünyasına çok çabuk geçtik. Böyle bir kamusal alan
görüşünde, kitle iletişim araçları ile demokrasi eşanlamlıdır: Reality şovlar ve
yarışma programları, siyaset ile kültürün buluştuğu çağdaş forumlardır.
Televizyon, deyim yerindeyse, siyasetin başka araçlarla sürdürülmesidir.
McGuigan, kamusal alanı bu kitle iletişim araçları katmanıyla sınırlı tutmaz, üç
durum ayırt eder: Eleştirel olmayan popülizm, radikal yıkıcılık ve eleştirel
müdahale. İlkinde, tüketicinin egemenliği "sorgulanmaz". Tüketiciler, aktif
yurttaşlar olup tüketim tarzları ile, farklı kültürel ve siyasal önerilere oy vermiş
olurlar. Starbucks, on sekizinci yüzyıl kahvesinin günümüzdeki eşdeğeridir.
Yelpazenin öteki ucunda, radikal yıkıcılık, kitleler için üretilmiş eğlence−bilgi
dünyasını çözüm olarak değil sorunun kendisi olarak görür: Bu dünya,
demokrasiyi biçimlendirmekten çok, onu engellemektedir. Medyaya yönelik
radikal eleştiri (bu hiçbir biçimde yeni bir yaklaşım değildir), yeni aşamalardan
geçiyor. Yeni Radikallik, 21. yüzyılın başından bu yana kamusal alanı işgal
eden en yakın tarihli sosyal hareketlerin şekillendirilmesine katkıda bulunuyor,
ama belirmekte olan protesto biçimlerine bütünüyle hâkim değil (söz konusu
protesto biçimleri bağlamında, adeta kamusal söylemin farklı tarihsel
katmanları beliriyor). Örnek olarak, Amerikalı blog yazarı Mark Besselink'in
görüşleri şöyle:
An article from www.eurozine.com
3/8
"Polisin UC Davis öğrencilerine biber gazı püskürttüğünü ilk kez gördüğümde,
altmışlı yılları anımsadım. Kısa, ama acı verici bir an boyunca, sanki geriye
gittiğimizi hissettim. Belki de, düzen karşıtlığı kültürü geri döndü. Belki de,
farklı bir dünya görüşünü savunmak için konuşma ve toplanma özgürlüğü
haklarını kullanmaya hazır olan insanlar, yeniden seslerini yükseltmek
istiyorlar." (Bessinger 2011)
Facebook'un kurucusu Mark Zuckerberg'in 2012'de tanımladığı biçimiyle
hekırların anarşik becerisini de anımsayabiliriz:
"Aslında, heklemenin anlamı, bir şeyi çabucak kurma ya da neler
yapılabileceğinin sınırlarını test etmeden ibarettir. Birçok şey gibi bu da iyiye
ya da kötüye kullanılabilir, ama rastladığım hekırların çok büyük bir bölümü,
dünyayı olumlu yönde etkilemek isteyen idealist insanlar olma eğilimindeler".
Son olarak, 1980'li yılların sonları ile 1990'lı yıllarda Kara Blok'un temsil ettiği
şiddete dayalı siyaset kültürünün mirası söz konusu. Bu heterojen tutumlar
çoğunlukla orta sınıf çocuklarını, büyük ölçüde din törenlerini ve ayinleri
andıran eylemlere dayalı yıkıcı bir üslup içinde bir araya getiriyor. Gerçek
radikaller için kamusal alan diye bir şey yok ve isyandan, bireylerin "birleşme
aşamasındaki" bir topluluk olarak kaynaşmasından yepyeni bir siyasal alan
yaratılması gerekiyor. Alain Badiou'nun kendi olay kuramında ayaklanmaları
övmesi, Sartre'ın 1960 tarihli Diyalektik Aklın Eleştirisi'nde tanımladığı
"groupe en fusion" dan çok farklı değil (Badiou 1988). İki kuram da, sıcak
gündemin özelliklerine dayanıyor, ama demokratik bir iletişim alanının nasıl
olabileceğini ayrıntılı olarak betimlemiyorlar. Radikaller, kitle iletişim
araçlarının bütünüyle yapaylaştırdığı bir dünyada sahiciliği ve
kendiliğindenliği geri döndürme arayışı içindeler. Simgesel yıkıcılık, büyük
şirketlerin gücünü yok edebilir mi, yoksa Luc Boltanski ile Eve Chiapello'nun
artık klasikleşmiş Kapitalizmin Yeni Ruhu (1999) adlı kitaplarında
gösterdikleri gibi, o da yeni kapitalizm ruhu tarafından entegre edilmeye
mahkûm mu? Şimdiye kadar, radikalizm ekonomik gücü sarsabilme
kapasitesini ortaya koyamadı: Dahası, dev gösteriler, sanki artık bir tehdit
oluşturmuyorlarmış gibi etkisiz kalıyorlar. İspanya, Portekiz ve
Yunanistan'daki olağanüstü kitlesel seferberlikleri, ama aynı zamanda doğu
Avrupa ülkelerinde olup bitenleri düşünelim; bu sonuncularda, sokağa dökülen
insanların bıkkınlıklarını ortaya koymaları ihtimali daha az. Yakınlarda Bulgar
öğrencilerimden biri, "Bizi dinleyen var mı?" diye sordu. Sorduğu soruya
verebileceğim net bir yanıt yoktu.
McGuigan, en azından uygulamaya sokacak bir yol bulabilmemiz kaydıyla,
benim gibi, kamusal alan konusunda üçüncü tutumu benimsiyor. O buna
eleştirel müdahale adını veriyor ve bu tutum, hiç kuşkusuz kamusal alan
fikrine daha yakın. McGuigan'a göre bu konum, "eleştirel olmayan popülizmin
en iyisini −−fiilen var olan kültürel alanın değerlendirilmesi−− radikal
yıkıcılığın en iyisi ile birleştirip gerçek bir eleştirel ve potansiyel olarak
popüler duruş ortaya koyar". Kim buna karşı çıkabilir? Ne yazık ki, McGuigan
eleştirel müdahalenin uygulanabilir bir tarza nasıl dönüştürülebileceği
konusunda bize pek bir ipucu vermiyor; yalnızca Comic Relief ya da Bremner,
Bird and Fortune gibi BBC gösterilerinden söz etmekle yetiniyor. Hâlâ en
popüler eğlence biçimi olan televizyon, kamusal alanın merkezini oluşturuyor
ve güçlü bağımsız eleştiri biçimlerini harekete geçirebiliyor. Özellikle
Avignon Festivali sırasındaki kamu tartışmaları üzerine araştırmam sırasında
eleştirel müdahale kavramını ölçülü şekilde kullanmaya çalıştım (festival de
éducation populaire ağları, oldukça ütopik Öffentlichkeit koşulları sağlar).
Ama bu festivalin görece demokratik koşullarında bile, günümüzde tiyatro,
Jean Vilar'ın II. Dünya Savaşı sonrası ütopyasını yeniden gündeme
An article from www.eurozine.com
4/8
getiremeyeceğimiz kadar bir azınlık pratiği haline gelmiş durumda (Vilar,
kamusal alanın ne olabileceğine dair son derece verimli bir tanımın temeli
olarak katılımcı seyirciden söz ediyordu). Bizzat McGuigan'ın bu eleştirel
müdahalelerin toplumsal etkisi konusunda herhangi bir fikri yoktur. Bu
etkilerin sınırlı olduğundan emin olabiliriz. Bana kalırsa, onlar gelecekteki bir
demokrasinin "ilk örnekleri"dir ve onlara değer vermemizin temel nedeni
budur.
Sosyal medya ve belirmekte olan seferberlik biçimleri
Teknolojik iyimserlik, uzun süre radikal siyasal değişime yoldaşlık etti. Bunun
aksine örnekler bulmak kolay değil. Öyle görünüyor ki, matbaadan Twitter ve
efsanevi Model T Ford'a her bilimsel ve teknolojik ilerleme, tam eşitlik vaadini
içerir. Aksi yöndeki tarihsel verilere rağmen, teknolojinin (en azından rasyonel
ve toplu olarak kullanıldığı zaman) yeni ve daha demokratik sosyal ilişki
türlerinin taşıyıcısı olduğunu düşünmeye devam ediyoruz. İletişim alanını göz
önünde bulundurduğumuzda, bu özellikle geçerli. Radyonun kullanılmaya
başlaması, bugün tasavvur etmekte zorlanacağımız yollardan ütopik bakışları
harekete geçirmişti. Üç boyutlu baskı, hiç kuşkusuz bugün en kapsamlı
yanılsamaları harekete geçiren teknolojidir. Bazı hayalciler, komünizmin hızlı
zaferini kolaylaştıracak araç olarak bile görüyorlar onu, sanki Lenin
komünizmin Sovyetler artı elektrik olduğunu hiç söylememiş gibi, sanki
komünizm gerçekten de elektriğin kendisiymiş gibi.
Bu yanılsamanın sürüp giden gücü, tıpkı yeni ağların kendini göstermekte olan
özellikleri gibi, sosyoloğun dikkatini çekmeli. Elbette, eski bir sosyolojik
hileyi −− dünyanın büyüden arındırılması −− yeniden sergilemek istemiyorum,
ama kamusal alanın görünürdeki teknik devrimlerinden uzaklaşmak
zorundayız. Teknik devrimler ile, yerel olarak ya da uzaktan bir araya
gelişlerimizde, sosyal medyanın sonuçları gibi gördüğümüz şeyler her ne ise
onları kastediyorum. Arap Baharı adı verilen olgu ve Los Indignados
("Öfkeliler") gibi hareketlerle bağlantılı protestoların bir araya gelmesi ya da
İşgal'in çeşitli biçimleri, iki farklı özelliği birleştirdikleri için zihinlerimizi
etkilediler. İlki, kamusal alanda sözü ele geçirme (Michel de Certeau'nun prise
de parole'ü), daha da iyisi, Arap örneğinde, sözü ele geçirme yoluyla kamusal
alanın oluşturulması. Sözü ele geçirme, zorunlu olarak yıkıcıdır. Arap
Baharı'nda da yaratıcı olmuş, bir Habermasçı Öffentlichkeit oluşturma
sürecinde bir tür kısa devreye yol açmıştır, ortaya çıkışının toplumsal ve
uzamsal koşulları sürekli olarak Arap diktatörlükleri tarafından yıkılmış olsa
da. Yakın tarihli "işgal" biçimlerinin çok farklı koşullarına rağmen, bu sosyal
hareketlerin ortak bir paydası var: Bütün bu hareketlerin en çarpıcı yanı, şehir
uzamının sürdürülebilir bir temel üzerinden somut olarak dönüştürülmesidir.
Artık yurttaşların işgal ettikleri alan, işyeri ya da baskıcı bir gücün simgesi
değil, yeniden tanımlanan, ortak ve yatay hale getirilen kamusal alandır. Bu
yolla, şehir uzamı yeniden tanımlanır ve geçici olarak karşı çıkılmak yerine
yeni özelliklerle donatılır. Çadır, yeni aktivizmin simgesidir. Kamp, geleneksel
gösteriden farklıdır, çünkü toplum dünyası hakkında salt sözlü itiraz ya da
talebi aşar. Kamp somut olarak bir başka dünya olasılığını imler; hem Zuccotti
Parkı'nda hem Tahrir Meydanı'nda tipik olarak böyle bir rol üstlenmiştir.
Meydanların, iletişimle ilgili olarak ikili bir varoluşları vardır. İlk olarak,
topluluk, birliktelik ve yataylık çerçevesinde son derece yansıtıcı bir inşa
yoluyla kendini kendine temsil etmeye çalışır. İşgal, gösterinin tek yönlü
akışına kıyasla, toplu bir görünürlük biçimi yaratır. Kişi yanından yürüyeni
görmekle kalmaz, toplu olarak sözü ele geçirenler topluluğunu da görür.
Dahası, İşgal dünyaya bir seslenmedir, çünkü olayın yönü daha baştan küresel
sahneye çevrilmiştir: Aynı anda hem endüstriyel ve kapitalist ağlar
An article from www.eurozine.com
5/8
(televizyonlar, haber ajansları) hem içerdiği bütün ikirciklerle interneti
kullanan yeni şirketlerin açtığı resmî olmayan ağlar (özellikle Facebook)
yoluyla. Geçmişte, artık mega olay olarak adlandırılan Cannes Film Festivali'ni
analiz etme fırsatını bulmuştum: Hareketli görüntülere adanmış bir festivalde
gerçek eylemle imgelerin ve imgelere ait imgelerin iç içe geçmesi söz
konusuydu. Görüntülerin ve simulakrumların çoğaltılması, seyircilerin bir
sinema uzamı içinde olduklarını yaşantılamaları açısından çok önemlidir:
Büyük bir ekran, ünlü merdivenleri çıkan meşhur sanatçıların görüntülerini
yansıtır ve seyircinin gözü gerçek merdivenlerden onların elektronik temsiline
doğru ilerler. Videonun sürekli olarak kullanılması, bu görüntülerin, olayın
arşivleri olarak gelecekte mevcut olacağını ortaya koyar. Festivalde çeşitli
yerlerde daha küçük ekranlar vardır: Kişi, merdivenlerdeki efsanevi kırmızı
halıda olan herhangi bir şeyi asla kaçırmadan bir filmi satın alabilir ya da
satabilir. Görüntüler, yansıtıcıdır ve bu yansıtma boyutu artık kolektif gücü
olan her gösteride mevcuttur. İnsan bir etkinliğin gücünü onun görüntüleri
çoğaltma kapasitesine bakarak ölçebilir.
Occupy tents, London, 28 November 2011. Photo: Kyoko Escamilla. Source: Flickr
İşgal hareketinin yarattığı yeni uzamsal örgütlenmede önemli olan, bir başka
dünyanın mümkün olduğunu ortaya koymaktır. Yataylık, toplantının şimdi ve
buradasında (hic et nunc) oluşturulabilir. Bu, niçin sosyal ilişkilerin ve onların
temsilinin, bütün bu tartışmaların merkezini oluşturduğunu açıklar. Dahası,
eylem repertuvarı bütünüyle yenilenmiştir: Örneğin, İsrail'deki Tentifada'yı ya
da bir Tel Avivli'nin taşıdığı "Ben Mısırlıyım" pankartını düşünün. Alıntılar ve
yinelemeler, aynı anda hem belirli yerel alanlara bağlı, hem canlı medya yayını
ile küresel dolaşıma açık protestoların yayılmasının karakteristik özelliğini
oluşturur. Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) ya da Dünya
Ticaret Örgütü (WTO) gibi uluslararası kuruluşlara karşı çoğunlukla düzenli
aktivistleri bir araya getiren sınırlı uluslarüstü hareketlerden çok, işgaller
yenilik ve aktarılabilir diri kaynaklar üretmiştir. Yakın tarihli hareketler
arasındaki aile benzerlikleri, büyük ölçüde olayların çeşitli medya organları
tarafından küresel ölçekte yayınlanmasıdan kaynaklanmaktadır. Buna karşılık,
iletişim biçimleri, bunların yinelenmesi ve karşılıklı ödünçlemeler, bütünüyle
yeni değildir. Olaylarla ilintili bütün tarihsel konjonktürler aynı şekilde analiz
edilebilir; Fransız Devrimi'nin dünya çapındaki yankıları bunun iyi bir tarihsel
örneğidir. Ama yeni iletişim teknolojileri, bunlara iki yeni öğe eklemiştir:
−− bunlar anında, "reel zaman" aktarımına dayalıdırlar (bu da yalnızca iletme
süresini değil, aynı zamanda iletişim maliyetini sıfırlar);
−− oyuncuların birden çok sahnede yer almasına imkân sağlarlar. Buna bağlı
olarak, Filistin'de 2011'de Nekbet Günü'nde insanların Ramallah sokaklarına
döküldükleri, bir yandan da Facebook ve Twitter ile anında haber alıp Batı
An article from www.eurozine.com
6/8
Şeria ya da Gazze'deki göstericilere tavsiyelerde bulundukları görülebiliyordu.
Bu yeni tür hareketi betimlemede "sözü ele geçirme" kavramı geçerliliğini
korur. Michel de Certeau, Fransa'daki Mayıs 1968 ayaklanmalarını analiz
etmeye çalışırken, temel olarak siyasal temsil kriziyle ilgileniyordu (Certeau
1994). Tartışma edimi, bir konuşma edimi olup siyasal alanda söyleme ile
yapma arasındaki ilişki sorununu gündeme taşır. Söz alanlar, gerçekten
söylediklerini yapmak −−örneğin, bir devrimi başlatmak−− istiyorlar mı, yoksa
protesto dil ile mi sınırlı? Çünkü söz alanlar, temsilcilerin kendi adlarına ya da
yararlarına konuşmalarına izin vermiyorlar. İktidar ilişkilerindeki
değişikliklerin fiili boyutuyla ilgili herhangi bir güvence vermeden,
demokrasilerin işleyişine imkân sağlayan anlaşmayı bozuyorlar. Söylemek ile
yapmak arasındaki ikircikli ilişki, Certeau'nun sorgulamasının özünü oluşturur
ve bugün de tartışmanın merkezinde yer alır. Yakın tarihli toplumsal
hareketlerde öylesine çarpıcı olan sözü ele geçirme, hiç kuşkusuz iktidar
ilişkileri ve siyasal temsil sistemine yönelik radikal bir eleştiri biçiminin
bütünsel bir parçasıdır. Ama kimi zaman, rollerin kesin olarak belirlendiği bir
temsil sisteminin ağına takılmış gibidir. Kısacası: Olay her zaman benzersiz
tekilliğini ya da geçici niteliğini dışavurup hemen düş kırıklığıyla son bulmaya
mahkûm mudur? Yoksa, tersine, yeni bir demokrasi biçimini harekete
geçirebilir mi (tükenmiş bir demokratik sistemin güncellenmesinden ya da
siyasal yeniliğin kaynağı olarak isyanı övmeden farklı olarak)? Bu soruyu
yanıtlamak için henüz çok erken.
Yeni toplumsal hareketler ve talepleri ile ilgili iki soru gündeme getirilebilir:
−− ilki, demokratik yorgunlukla ilgilidir. Eski sosyalist ülkeler, büyük ölçüde
çekiciliğini yitirmiş, tükenmiş bir dünyaya adım attılar ve mali kriz, durumu
daha da kötüleştirdi. Siyasal atalet ya da gizli vergiler ve yoğun lobicilik ve
büyük çaplı yolsuzluğun sonuçları, demokratik modelimizi itici hale getirdi.
Ama anlaşıldığı kadarıyla, yakın gelecekte ne küresel bir alternatif
öngörülüyor, ne de bir dizi sınırlı iyileşme;
−− ikincisi, çok farklı hareketlerin birleşmesi olasılığı ile ilgili: Arap
dünyasında kendini gösteren temel demokrasi ve insan hakları arzusunun,
Zuccotti Parkı'ndaki orta sınıf memnuniyetsizliklerle −− bunların meşruluğunu
hiç kimse yadsımasa da−− pek ilgisi yoktur. Bu hareketlere farklı zamanlar ve
heterojen kaynaklar biçim vermiştir. Eleştirel müdahalelerin ulus−devlet
çerçevesi ötesinde yapılabileceği küresel bir kamusal alanın oluşturulması,
siyasal yeniliği gerektirir. Gene de, Avrupa örneği, sürecin hiç de kesin
olmadığını açıkça göstermektedir. Şu da var ki, demokratik aktivizm, eleştirel
müdahalenin zorunlu koşulunu oluşturur. Öyleyse, yakın tarihli hareketlerin
belirlediği yeni eleştirel alan, bilinçli bir azınlıkla mı sınırlıdır ve çoğunluk son
otuz kırk yıldır medya alanına egemen olan siyasetin ucuz
estetikleştirilmesinden memnun mudur? Eleştirel müdahaleye ayrılan alan
çoğu zaman on dokuzuncu yüzyıl Fransa'sının meşruti monarşisi idaresindeki
son derece sınırlı seçim sistemini andırır. Eleştirel güce genel erişim, çağımızın
en önemli siyasal meselesi olmaya devam etmektedir.
Sonsöz: Macaristan'daki ortam
Kasım 2013'ün sonlarına doğru, ders verdiğim Merkezî Avrupa
Üniversitesi'nin bağışçısı George Soros, kemer sıkma politikasının sonuçlarını
analiz etmek için Avrupa'nın "kendi kendine açtığı yaralar"dan söz etti.
Yaraların mı, güçlü bir terapinin mi söz konusu olduğu, tartışmalı bir konu.
Soros, ilk akıl hocası Karl Popper'den aldığı "açık toplum" kavramına öncelik
tanıyarak, yeni bir sosyal demokrasi biçimini savunuyor ve devlet
An article from www.eurozine.com
7/8
müdahalesini övgüyle karşılıyordu: Yardımsever kişiler yolu gösterir,
hükümetler bunu sürdürüp ana yolları inşa ederler. François Hollande, bu tür
bir tartışmaya girmeyi göze alamazdı. Soros, komünist diktatörlüklerin
çöküşünden yaklaşık 20 yıl sonra, Marx ile Lenin'i coşkuyla yeniden keşfeden
öğrencilerin önünde konuştu. Bu öğrenciler, Badiou, Rancière ve Zizek'i rock
yıldızları gibi karşılıyor ve metalaştırılmış bir radikalizm biçiminden haz
duyuyorlar. Ama bu arada, iyi ABD üniversitelerine başvuru belgelerini
hazırlamaya epey zaman ayırıyorlar. Budapeşte'nin Nador Sokağı'ndaki küçük
konferans salonu, bugün Avrupa'daki entelektüel yaşamın bütün ikircikli
yönlerini bünyesinde barındırıyordu. Karl Popper ve Ernst Gellner sınıflarında
ders verirken, bir neo liberal kurumun tuzağına düşmüş olmaktan
çekiniyordum. Franz Liszt Havaalanı'na indiğimde, bu kadar çok genç
Marksçının çevremi saracağını düşünemezdim. Canlı bir kamusal alan, bu
yanlış anlamalardan oluşur.
Kaynakça
Badiou, Alain, L'Être et l'événement, Paris: Seuil, 1988.
Bessinger, Allan "Is the Occupy movement the counterculture of the new
millenium?", 29 Kasım 2011,
www.allanbesselink.com/blog/rhubarb/899−is−the−occupy−movement−the−counterculture−of−the−new−millennium?tmpl=co
Boltanski, Luc ve Eve Chiapello, Le nouvel esprit du capitalisme, Paris:
Gallimard, 1999.
Bourdieu, Pierre, Sur l'État, Paris: Seuil, 2012.
Certeau, Michel de, La prise de parole et autres écrits politiques, Paris:
Hachette, 1994 (ilk basım: 1968).
Fabiani, Jean−Louis, "Images d'images: Le Festival de Cannes vécu et
transmis en direct", Protée 31, Sayı 2 (Güz 2003): 57−61.
Fabiani, Jean−Louis, L'Education populaire et le théâtre: Le public d'Avignon
en action, Presses universitaires de Grenoble, 2008.
Mc Guigan, Jim, "The cultural public sphere", European Journal of Cultural
Studies 8 (2004): 427−−43.
Zuckerberg, Mark, "S−1 letter", 1 Şubat 2012,
techcrunch.com/2012/02/01/facebook−ipo−letter/.
Published 2014−06−11
Original in French
Translation by Kemal Atakay
Contribution by Varlik
First published in Varlik 6/2014 (Turkish version); Eurozine (English version)
(c) Jean−Louis Fabiani / Varlik
(c) Eurozine
An article from www.eurozine.com
8/8

Benzer belgeler

this PDF file - Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi

this PDF file - Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi gelişlerimizde, sosyal medyanın sonuçları gibi gördüğümüz şeyler her ne ise onları kastediyorum. Arap Baharı adı verilen olgu ve Los Indignados ("Öfkeliler") gibi hareketlerle bağlantılı protestola...

Detaylı

Habermas ve İletişimsel Etkinlik

Habermas ve İletişimsel Etkinlik Pierre Bourdieu, ölümünden sonra yayımlanan devlet konulu kitabında, Öffentlichkeit kavramını türetip yaydığı için Jürgen Habermas'ı suçluyordu: "Kamusal alan...Almanya kökenli şu itici kavram". Fr...

Detaylı