Küreselleşme ve Neoliberalizm - 21. Yüzyılda Sosyal Bilimler

Transkript

Küreselleşme ve Neoliberalizm - 21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
KÜRESELLEŞME VE EKONOMİDE JUDEO -HIRİSTİYAN ELİTİST
BİR MODELLEME: NEOLİBERAL “ŞOK VE DEHŞET”
Dr. Ramazan KURTOĞLU
.
Küreselleşme ve Neoliberalizm
Dr. Ramazan KURTOĞLU
Yrd. Doç. Dr., İktisatçı, Uluslararası Finansman ve Dinler Tarihi Uzmanı,
İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi.
Özet: Kapitalizm neoliberalizm ile kendi içinde dönüşerek 20. yüzyılın son
çeyreğinde finansallaşmıştır. Chicago Ekonomi Okulu’nun teorik alt yapısını
oluşturduğu neoliberalizm küresel ekonomide “paraizm” hastalığına sebep olmuştur. 1970-Eylül 2008 döneminde Waterloo Savaşı’nın (1813-1815) “kazananları”
küresel sermayenin elitleri olarak daha çok “paralanmışlar”dır. Buna mukabil devasa kitleleri “hiksoslaştırma” yönünde bir ekonomik sonuç ortaya çıkmıştır. Bu
durum gerek ekonomik gerek askeri anlamda bir “şok ve dehşet” projesinin ürünüdür.
Anahtar Kelimeler: Neoliberalizm, Finansman, Judeo-Hıristiyan, Elitizm, Yeni
Dünya Düzeni, Hiksoslar.
Abstract: Capitalism with its new version neoliberalism is financialized in the
last quarter of 20 th century by transforming within itself. Chicago Economy
School formed the base of neoliberalism and it caused “money” sickness. The
“gainers” of the Waterloo War (1813 – 1815) were gaining wealth as the elites of
the global fund between 1970 – 2008, September. According to these, an economic result arised which hykosizes the crowds. This situation is a result of a “shock
and fear” project both in economy and military wise.
Keywords: Neoliberalism, Finance, Judeo-Christian, Elitism, New World
Order, Hyksoses.
GİRİŞ
21. yüzyıla girerken kapitalizmin 19. ve 20. Yüzyıldaki dişli rakipleri olan sosyalizm ve komünizm artık yoktu. Buna mukabil kapitalizm kendi içinde dönüşe21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
43
Dr. Ramazan KURTOĞLU
rek finansallaşma1 sürecinin doruklarını her geçen gün daha da yukarı itiyordu.
Üretim ve ticaret kapitalizmi liderliği finans kapitalizmine bırakmıştı. Eh “kapitalizm kelimesi kapitalden türemiş”2 olduğuna göre sermaye aslına rücu etmişti
ve kendisini kontrolsüzce büyütebilirdi. Diğer taraftan Ekim 1917 Bolşevik İhtilali’nden beri yeryüzündeki uygulamaları göstermiştir ki, komünizm bir ütopyadır.
Sosyalizm ise bir tür Judeo-Hıristiyan dini eskatolojilerinin –öteki dünya bilimibaşka bir adla yeryüzünde tartışılmasıdır. Tarihsel bir perspektif değil vahşi kapitalizme karşı “mitolojidir”.3
Nitekim Küresel Finans Sisteminde “top left” (sol üst köşe-zirvedeki) statüsünde olanlar ile “thombstone” (kredi alan zor durumdaki ülkelere/şirketlere verilen isim) statüsünde olanlar vardır. Ancak küresel finans sistemi içinde yer alan
“top left”ler finansal türev ürünlerde öyle bir çetrefilli ürünler piyasaya sürüyorlardı
ki, “şeytanın bile aklına gelmeyen” yöntemlerdi. Hele hele “Hedge Fund”ların
“eke”leri her daim “No problem, what so ever” (hiçbir mesele yok) diyorlardı.
Bu gruptan bir örnek; “LTCM(Long Term Capital Management), tahvil işlemlerinin zirvesinde bulunan Salomon Brothers’da “Master of Universe” (Evrenin
Hâkimi) diye lakap takılan efsanevi simsar John Meriwether’in Şubat 1994’te kurduğu, Nobel ödülü sahibi iki ekonomist Profesör Myron S. Scholes ve Robert C.
Merton ve Salomon Brothers’ın yıldız oyuncularını ortak ve işlem takımında bir
araya getiren Hedge Found dünyasının elit topluluğuydu. Bilgisayarlarla hesaplanan karmaşık matematik-finans modelini devreye sokarak her yıl yüksek gelirler
elde ediyorlardı. Özellikle 1995 ve 1996’da önce % 42.8 sonra da % 40.8 gibi
muazzam geri dönüş rakamlarına ulaşmışlardı. En düşük yatırım rakamı 10 milyon dolar, yatırım sonrasında üç yıl boyunca sözleşme fesih yasağı gibi zorlu katılım şartlarına rağmen yabancı ülkelerin hükümetleri, yatırım bankaları, kurumsal
yatırımcılar hep birlikte sermayelerini bu “rüya takım”ın ellerine teslim etmişlerdi.
Fakat Ağustos 1997’deki bahane “bulaşıcı Rusya etkisi”nin yayılmasıyla birlikte
LTCM an be an uçuruma doğru sürüklendi. “Kredi Yatak İşlemcisi” LTCM elbette
bu alana çok para bağlamıştı.”4
LTCM yatırımcılardan topladığı dört milyar doları ipotek ederek, borçlanma
ve finansal türev ürünlerle yaptığı çetrefilli işlemlerle malvarlığı büyüklüğünü, 125
milyar dolar ve toplamda 1.3 trilyon dolara ulaşan pozisyonları5 gibi, bütün mantıklı hesapları alt üst ederek, şişirmişti. “Kredi yatağı işlemleri başta olmak üzere
neredeyse hepsini kumara aktarmıştı. Finansal türev ürünlere, yatırım yaptığı bono
1
2
3
4
5
44
Costas Lapavitsas, “Finansallaşma ve Kapitalizmin Krizi”, Yordam Kitap, Türkçesi Tuncel Öncel, İstanbul,
2009.
Immanuel Wallerstein, “Tarihsel Kapitalizm”, Metis Yayınları, İstanbul, Mayıs 2006, s. 11.
Immanuel Wallerstein, a.g.e, s. 94.
Ryo Kuroki, “Top Left-Wall Street Kartalını Vurun”, Türkçesi: H. Can Erkin, Bizim Kitaplar, İstanbul 2010,
s. 275.
Richard L. Peterson, “Aklın Para Üzerindeki Gücü-Karar Anı”, Türkçesi: Canan Feyyat, Scala Yayıncılık,
İstanbul Ocak 2012, s. 27-28.
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Küreselleşme ve Neoliberalizm
türlerini ipotek olarak göstermişti. Ama bono değerleri düşmeye başlayınca ilave
“reel ipotek” isteğiyle karşı karşıya kalmıştı.”6
Açıkçası “saadet zinciri” bir başka anlatımla “ponzi oyunu” artık “it is over”
(oyun bitti) moduna gelmişti. 17 Ağustos 1997’den 2 Eylül tarihine kadar yatırımcıların 4 milyar doları 2.3 milyar dolara inmişti. Durum John Meriwether’in
mektubuyla yatırımcılara duyurulmuştu. Gün geçtikçe durum daha da kötüleşmiş
LTCM sermayesini tüketmeye başlamıştı.
Açıkçası olanlar neoliberalizmin “rasyonel insanı” John Meriwether’i büyük
bir hırsla kişisel çıkarlarının peşinde koşan herhangi biri kadar soylu kılıyordu. O
“Yalancının Pokeri”ndeki finans oyuncularından biriydi.7 Hırs ve açgözlülük, diğer
taraftan Eylül 2008’in habercilerinden olan, finansal açıdan LTCM’nin iflası likit
olmayan pozisyonlardaki aşırı kaldıraç, kibir, azamet ve nihayet psikolojik sebepler
erken ve hızlı ölümü getirmişti.8
Başta New York eyaletinin Merkez Bankası olan New York Federal Reserve
Bank’ın Başkan yardımcısı (Executive Vice President) Peter Fisher ve bazı Wall
Street bankasının üst düzey yetkilileri birlikte LTCM’nin Connecticut eyaleti Greenwich şehrinde bulunan merkezini ziyaret edip işlem kayıtlarını inceleyince Fisher’in beti benzi atmıştı. Küresel finans sistemini toptan havaya uçuracak güçte
bir saatli bomba gözlerinin önündeydi. Menkul kıymetli finansal türev ürünler
(equity derivative) toplam getirilerin takası (total return swap) endeksli opsiyonları
(indexs option), şirket alımlarıyla ilgili finansal türev ürünler gibi işlemlerin toplam
hacmi bir trilyon dolar gibi astronomik bir meblağa ulaşmıştı. Şayet LTCM bu
finansal türev ürünler işlemlerini yerine getiremeyecek duruma düşerse, bu bir
“kelebek etkisi”, şok dalgası şeklinde küresel finans sistemine sirayet edecek, bütün
piyasaları ve finans sistemini çökertecekti. Bir meteor tam tepelerine düşmek üzereydi… New York Federal Reserve önderliğinde Wall Street’in “eke”leri bir kurtarma operasyonu başlatmışlardı.
15 bankanın başkanları 3.75 milyar doları LTCM ‘ye yatırmak konusunda anlaşmışlardı. Küresel finans sistemi kurtulmuştu. Ancak daha sonraki süreçte LTCM
sisteme zarar vermeyecek tarzda tasfiye edildi. Bu süreçte İsviçre’nin en büyük
bankası olan UBS’nin başkanı Mathis Cabiallavetta ilk kurban oldu. Çünkü
LTCM’ye 950 milyon İsviçre frangı gibi devasa bir yatırım yapmıştı. Sırada
LTCM’ye 250 milyon dolar yatırım yapan İtalyan Merkez Bankası Başkanı Antonio Faggio’nu vardı. Merrill Lynch yıldırım hızıyla 3400 kişiyi işten attı ve diğer
yatırım bankaları buna ayak uydurdu.9
Hikâyenin devamı Eylül 2008’de Wall Street merkezli Bear Stearns ve Lehman
6
7
8
9
Ryo Kuroki, a.g.e, s. 276.
Michael Lewis, “Liars’s Poker”, Penguin, New York 1990, s. 15.
Richard L. Peterson, a.g.e, s. 29.
Ryo Kuroki, a.g.e, s. 277-282.
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
45
Dr. Ramazan KURTOĞLU
Brothers’ın “aniden” çöküşü ile dünya kamuoyuna mal oldu. İki dev ABD yatırım
bankası Eylül 2008’de trilyon dolarlık yükümlülükle battı. Amerikan basınında
yer alan haberlerden bir paragraf şöyleydi: “Bear Stearns and Lehman Brothers,
both investment banks have collapsed, Merrill Lynch was acquired by Bank of
America last weekend, and Goldman Sachs and Morgan Stanley have changed
their status to bank holding campanies.”10
UYGULAMADA NEOLİBERAL EKONOMİ:
PARAİZM - BÜYÜME VE PAYLAŞIM
Dünya ekonomisi 1960’lı yıllarda enflasyondan arındırılmış olarak ortalama
yılda % 5 büyüme sağlamıştı.11 1970’lerde dünya ekonomisindeki büyüme senelik
ortalama % 3.6’ya, 1980’lerde yılda % 2.8’e düştü. 1990’ların ortalarında ise
dünya ekonomisindeki ortalama yıllık büyüme % 2’ye düşmüştü.12 1973’ten
1994’e kadar bütün Avrupa’da bir tek net yeni iş bile sağlanamadı.13 Açıkçası kapitalizm, 20 yıl içinde, büyüme hızının % 60’ını kaybetmişti.14 1968 yılında,
İkinci Dünya Harbinden sonraki dönemde, uzun zamandır yerinden kımıldamayan Kuzey Kutbu buzulları misali, ekonomik eşitsizlik iyice kendini göstermeye
başladı.15 Bu tarihten 20 yıl sonraki dönem boyunca gelir dağılımındaki eşitsizlik
öylesine hızlı genişleyip yoğunlaştı ki, 1990’lı yılların başlarında gelir dağılımındaki
eşitsizlik hem sosyal gruplar arasında hem de bu gruplar içinde olmak üzere, bütün
meslek, eğitim, sanayi, demografi (yaş, cinsiyet, ırk) ve coğrafi bölgelerde yükseldi.
1980’li ve takip eden 90’lı yıllarda erkeklerin kazancındaki bütün getiriler işgücü toplamının zirvesinde yer alan % 20’ye gitti ve % 64 gibi devasa bir oranda
en tepedeki % 1’de gerçekleşti.16 Öte yandan kazançlardan ziyade gelirler incelendiğinde en tepedeki % 1’in daha da fazlasını elde ettiğini, yani toplam gelirlerin
% 90’ını elde ettiği görülecektir.17 ABD’de nüfusun zirvedeki % 1’inin sahip olduğu servet payı % 40’tan daha çoktu ve 1990’lı yılların başında, 1970’lerin ortasındakinden iki kat fazlaydı.18 Bu durumu Demokrat Parti senatörü Jim Webb
10 Times Online, September 22, 2008.
11 IMF-International Monetary Fund-International Financial Statistics, Washington, D.C, Çeşitli Yıllara Ait
Veriler; Stuart Holland, Toward a New Bretton Woods, Russel Press, Nottingham, İngiltere, 1994, s. 10.
12 Council of Economic Advisers, Economic Report of the President 1995, Washington D.C; U.S. Goverment
Printing Office, s. 403.
13 Robert Solow, “Is All That European Unemployment Necessary?” The World Economic Laboratory, MIT
Working Paper, No. 94-06.
14 Prof. Dr. Lester C. Thurow, “The Future of Capitalism”, 1996.
15 Claudia Goldin and Robert A. Margo, “The Great Compression: The Wage Structure of the U.S at MidCentury”, The Quarterly Journal of Economics, Şubat 1994, s.4.
16 Daniel R. Feenberg and James M. Poterba, “Income Inequality and the Incomes of Very High Income Taxpayers”, NBER Working Paper Num: 4229, Aralık 1992, s. 31.
17 Daniel R. Feenberg and James M. Poterba, a.g.e, s. 5.
18 Wealth: The Divided States of America”, New York Times, Nisan 23, 1995, s. F.2.
46
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Küreselleşme ve Neoliberalizm
şu sözlerle değerlendirmişti: “ABD 19.yüzyıldan bu yana benzeri görülmedik türden sınıf temelli bir sisteme doğru kaymış bulunuyor.”19 16 Eylül 2010 tarihinde
ABD’de 2009 yılı için geçerli fakirlik göstergeleri yayımlandı. Birleşik Devletler’de
2009 yılında yoksulluk yüzdesi % 14.3 oranına ulaşarak 43.6 milyon Amerikalıyı
kapsadı. Nüfus bürosunun 1959 yılından beri yaptığı araştırmalara göre bu oran
1959-2009 döneminin en yükseği. Yoksulluk nispetinin 2010 verilerinde daha da
yüksek çıkacağı tahmin ediliyor. ABD resmi kriterlerine göre yoksulluk tanımı
dört kişilik bir ailenin yıllık gelirinin 22.050 doların ve tek kişinin gelirinin 10.830
doların altına düşmesiyle başlıyor.
Brookings Institute tarafından yapılan araştırmalara göre, yoksulluk oranları
Afrikan-Amerikan dedikleri zencilerde % 25.8; Latino-Amerikalılarda % 25.3;
Asyalılarda % 12.5 ve beyaz Amerikalılarda % 9.4. Diğer bir çarpıcı sonuç ise
Amerikalıların % 6.3, yani 19 milyonu 2009 yılında aşırı yoksul kategorisinde
olup, dört kişilik bir ailenin yıllık geliri 11.000 doların altında. Bu oran 1957 senesinde % 3.7 ve 7.7 milyon Amerikalıyı kapsamaktaydı. Bu ülkede sağlık sigortası
olmayanların toplamı 50.7 milyona yükselmiş durumda. Bu rakam Amerikalıların
% 16.7’sinin sağlık sigortası olmadığını göstermekte olup, Başkan Obama’nın sağlık reformu bütünüyle uygulandığında bile en az 23 milyon Amerikalı sağlık sigortasından mahrum olacak. Rutgers Üniversitesi İşgücü Gelişim Merkezi
tarafından yayınlanan bir çalışmaya göre, çalışanların yaklaşık dörtte üçü ya kendileri veya bir akrabaları veyahut da yakın bir arkadaşları işini kaybetmiş durumda.
Anket sonuçlarına bakılırsa, deneklerin üçte ikisi 2011-2012 yılında ekonominin
düşüşe devam edeceği kanaatinde. “Çoğu insanın hayalini süsleyen Amerika’yı
içinden tanıyınca, uzaktan dev, yenilmez güç gibi gözüken bu ülkenin aslında yaralı ve can çekişmeye başlamış bir organizma olduğunu görüyorsunuz. Doğrusu
ben Amerika’dayken işsizlik korkusuyla neredeyse paralize olmuş insanların konuşmalarını duyunca gerçekten üzüldüm ve gelecekten umudunu kesmiş bu insanların ne yapacaklarını çok merak ettim.”20 Zizek’in dediği gibi küresel
kapitalizm bir “apokaliptik” (kıyamet) sıfır noktasına doğru hızla gidiyor olabilir.21
Görüldüğü gibi olanlar meşhur Türk atasözüne benzemekteydi: “Biri yer biri
bakar, kıyamet ondan kopar.” Hâlbuki neoliberalizmin sebep olduğu, ortaya çıkan
netice “biri yer bini bakar”a uymaktadır. “Dünya nüfusunun küçük bir azınlığınca
bu denli büyük servet birikimi sağlanması barışçı bir süreç şeklinde gerçekleşmişti,
gördüğümüz gibi genellikle meşru da değildi.”22 Açıkçası, “serbest piyasa” için piyasaları bütün kısıtlamalardan temizleme yönündeki milletlerarası hareketin ön
cephelerinde yer alan insanların çoğunun bugün, tarihi Latin Amerika’daki ilk laboratuardan, Afganistan ve Irak’ın işgaline ve Eylül 2008’de patlayan Wall Street
merkezli krize kadar uzanan şaşırtıcı bir skandallar kargaşası ve suç işleme süreçleri
19
20
21
22
Jim Webb, Wall Street Journal, 15 Kasım 2006.
Dr. Serdar Turgut, “Dışarıdan Bakınca”, Haber Türk, 5 Ekim 2010.
Serdar Turgut, a.g.m, 5 Ekim 2010.
Naomi Klein, “Şok Doktrini-Felaket Kapitalizminin Yükselişi”, Türkçesi, Selim Özgül, Agora Kitaplığı, İstanbul Mayıs 2010, s. 632.
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
47
Dr. Ramazan KURTOĞLU
içinde yer almalarıydı.23 “Arap baharı” adına GOP (Genişletilmiş Ortadoğu Projesi) bölgesinde olan ve olacaklar ise vahim işaretlerle dolu. Çoğunluğu “muhafazakâr” cenahtan olan siyasi liderler ve ideologların yanında “sosyal demokrat”
cenahtan siyasi lider ve ideologlarda neoliberalizme 35 yıl boyunca hizmet ettiler.
Her halükarda ABD’de bile neoliberalizmin temel prensipleri, özelleştirme,
deregülasyon ve kamu hizmetlerinde kesintilere gidilmesi, onun bizatihi çöküşüne
zemin hazırlamıştı. Washington Mutabakatı ile kusursuz bir uyum içinde işleyen
bir ekonomik düzen kurulması bir yana zaten zengin olanları süper zenginler, örgütlü işçi kesimi başta olmak üzere toplumun bütün kesimlerini istedikleri gibi
kullanabilecekleri yoksul kitleler, potansiyel “Hiksoslar”24 haline dönüştürmeye
çalışıyorlardı. 1970’te nüfus içindeki en zengin %10’unun fakirlerden 12 kat daha
fazla kazanç elde ettiği Arjantin’de 2002 yılına gelindiğinde, yaklaşık 30 yılda zenginler 43 kat fazla kazanıyorlardı.25 ABD’nin önde gelen üniversitelerinin ekonomi-işletme-siyaset bilimi yüksek lisans ve doktora programlarında en çok
tartışılan hususlarından biri “gelecek 30 yılda ABD-Çin arasında mutlaka sıcak
bir çatışma çıkacağı” varsayımıdır. İlginçtir, Çin’e en çok yatırım yapanlar da küresel sermayeyi kontrol eden “seçilmişler”dir. Çin’de şaşırtıcı derecede ekonomik
gelişmelere rağmen, şehirde yaşayan Çinlilerin gelirleriyle kırsal kesimlerde yaşayan
800 milyon fakir insan arasındaki uçurum son 20 yılda ikiye katlanmış
bulunuyor.26
Birleşmiş Milletler’in Aralık 2006’da yaptığı bir araştırmaya göre “yeryüzündeki
yetişkinlerin en zengin %2’sinin küresel zenginliğin % 50’sinden daha fazlasını
kazandığını ortaya koymuştur. Bu gelişme 1980-2006 yılları arasındaki neoliberal,
deregülasyon ekonomi politikalarının bir neticesidir.27
Şaibeli bir suikastla öldürülen Başkan John F. Kennedy: “Sular yükseldiğinde,
bütün tekneler de yükselir” demişti. Ancak bu söz 1970’li yılların başından itibaren
geçerli değildi.
23 Naoni Klein, a.g.e, s. 632.
24 Gezegen x= M.Ö. 1649’da son yörünge geçişini yaptığına inanılan, modern astronomların 1930’lardan beri
“Gezegen x” kod adıyla araştırdıkları, 3661 yılda bir dünyamızın yakınından geçen Sümerlerin “Nibiru”,
Babillilerin “Marduk” adını verdiği dev gök cismi. Bir dizi tabii afete yol açtığına inanılan, “Mısır’dan
Çıkış”ın da (Tevrat-Exodus) arasında bulunduğu çeşitli mitlere esin kaynağı oluşturmuş, Eski Mısır’ın “ezoterik” metinleri içindeki İsis-Osiris-Sets-Horus mitleri, Eski ve Yeni Ahit’teki “Muammalara-kehanetlere”
kaynaklık eden, başta Orta ve Yakındoğu olmak üzere yeryüzünde siyasi, sosyal ekonomik dengeleri alt üst
eden ve Maya kozmolojisine göre “beşinci güneş”in bitiş tarihi 2012 yılında dünyamıza çok yakın geçecek
olan Marduk, Yeni Dünya Düzeni kurma iddiasındaki küresel egemenler için pagan bir sembol. “Büyük
kaos” Yeni Dünya Düzeni için başlangıç teşkil edecek. Marduk büyük kaosa sebep olacak. Milyonlarca insan
aç sefil duruma düşecek ve bu durum “egemenlerin” saltanatı için “baş ağrısı” oluşturacak. İşte bu devasa
kitleler “potansiyel hiksoslar”ı oluşturacak olup, “seçilmişlerin medeniyeti”ni tehdit edebilir. Öyleyse önceden
tedbirler alınmalı, “potansiyel hiksoslar” tasfiye edilmelidir.
25 Larry Rohter, “A Widening Gap Erodes Argentina’s Egalitarian Image”, New York Times, 25 Aralık 2006.
26 Geoffrey York, “Beijing to Target Rural Poverty”, Globe and Mail-Toronto, 6 Mart 2006.
27 World Institute for Development Economic Research “Pioneering Study Shows Richest Two Percent Own
Half World Wealth”, 5 Aralık 2006, www.wider.unu.edu.
48
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Küreselleşme ve Neoliberalizm
Ekonomi yükselme gösteriyor, ancak bu arada pek çok tekne de batıyordu.
ABD’de kişi başına düşen reel GSYİH 1973-1994 döneminde % 33 artmıştı. Buna
mukabil sıradan işçilerin reel ücretleri % 14 ve reel haftalık ücretleri ise % 19
düşmüştü. Bir başka söyleyişle reel ücretler 1994 yılının sonunda 1950’li yılların
sonlarındaki seviyeye geri gitmişti. Böyle bir durum ABD’de daha önce hiç söz
konusu olmamıştı.28
Başkan Clinton ABD ekonomisinin vatandaşlarının büyük bir kesimine ihtiyaç
duymadığını şu sözlerle dile getirmişti: “… 1980’lerde yaşanan gelişmelerden dışlanmış, bir kenara atılmış ve şimdi başka bir dünyada yaşayan insanlar… oy kullanmıyorlar, işsizler, suç ihbarlarında bulunmuyorlar, çocuklarını okula
göndermiyorlar ve hatta iletişim kurabilecekleri bir telefonu olmayanlar bile var.
Bir boşlukta yaşıyorlar.”29
“1970’li yıllarda başlayan bugünkü bunalımın kapitalizmi tehdit ettiğini kimse
inkâr etmeyecektir. Bu bunalım 1929’dakinden daha farklı bir vahamet içermektedir ve en büyük şirketler muhtemelen içine yuvarlanacaklardır.”30 Braudel aynı
eserinde “İzleyen denklemler istenen yönde yazılabilir” diyerek şu denklemleri veriyor: “Ekonomi= siyaset+kültür+toplum veya kültür= ekonomi+siyaset+toplum
veyahut da belli bir toplumda siyasetin ekonomiyi yönettiği veya tersi kabul edilebilir.”31
Sonuç olarak “bir ihtilal ya da daha sonra kalıcı olan bir askeri darbe yaşamayan
hiçbir ülkede eşitsizlik, şu son 20 yıldır ABD’de söz konusu olduğu kadar hızlı ve
yaygın bir şekilde artmamıştır. Şimdiye kadar Amerikalılar, kişi başına düşen milli
gelir artarken, reel ücretlerin azaldığına hiç şahit olmamışlardır.”32
İşte 1978 Dünya Bankası Raporu33, 24 Ocak 1980 Kararları ve 12 Eylül 1980
Askeri Darbesi’yle Türkiye’de uygulamaya konulan neoliberal ekonomi politikalarıyla olanlar da bunların daha beteridir. ABD esas itibariyle 1870-1970 dönemini
kapsayan 100 yıllık devrede regülasyon34 ekonomisi uygulamıştır. 1970’lerde uygulamaya koyduğu deregülasyon ekonomisine geçiş sürecinde kişi başına milli geliri 25.000 dolar mertebesindeydi. Türkiye ise 24 Ocak 1980 Kararları sonrasında
ve kişi başına milli geliri 1539 dolar35 iken ekonomide deregülasyon politikasına
28 Council of Economic Advisers, “Economic Report of the President 1995”, Washington D.C, U.S Goverment Printing Office, s. 276, 311, 326.
29 Peter S. Canellos, “The Outer Class”, Boston Globe, Şubat 6, 1994.
30 F. Braudel, “Maddi Uygarlık III. Ekonomi ve Kapitalizm XV-XVIII. Yüzyıllar”, Gece Yayınları, Ankara
1993, s. 543.
31 F. Braudel, a.g.e, s. 534.
32 Prof. Dr. Lester C. Thurow, “Kapitalizmin Geleceği – Bugünün Ekonomik Güçleri Yarının Dünyasını Nasıl
Şekillendiriyor”, Sabah Kitapları, İstanbul Mayıs 1997, s. 35.
33 Word Bank 1978, “The Foreign Exchange GAP Growth and Industrial Strategy in Turkey 1973-1983”,
Washington D.C. 1978, Hazırlayanlar: Kemal Derviş-Sherman Robinson ve Jaime de Mello.
34 W. Kip Viscusi; Joseph E. Harrington, Jr, John Mitcham Vernon, “Economics of Regulation and Antiturs”,
MIT Press, 1995, p. 311-342.
35 T.C. Başbakanlık DİE, İstatistikî Göstergeler 1923-1998, Ankara Ocak 2001, s. 404-405.
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
49
Dr. Ramazan KURTOĞLU
“yönlendirilmiştir”. Türkiye’nin 1923-1979 yıllarını kapsayan 57 yıllık döneminin
ortalama yıllık büyümesi % 5.2’dir.36 Neoliberal ekonomi politikalarının uygulandığı 1980-2008 döneminde GSMH büyümesi ortalaması ise yıllık % 4.1 olup37
bu oran 1998-2009 devresinde % 3.7 civarındadır. Türkiye’nin 1980’de toplam
GSMH’si 76.6 milyar dolar, toplam iç ve dış borcu ise 13.4 milyar dolardır. Buna
mukabil 2009 yılı sonunda ülkemizin GSMH’si yaklaşık 400 milyar dolar 2006’da yapılan milli gelir hesaplama yöntemi değişikliği hariç- iç ve dış borç toplamı 521 milyar dolardır.38 Öte yandan 1980 yılında ülkemizdeki resmi işsizlik
oranı % 8.3 iken39 2009 sonunda bu oran % 14 dolayındadır.40 Diğer taraftan
Türkiye’de sanayi sektöründe istihdam artışı 1973-1977 döneminde ortalama %
3.6, katma değer artışı % 9.3 iken aynı oranlar sırasıyla 2000-2006 döneminde
% 2.5 ve % 5.2’dir.41 Her halükarda 1980’den itibaren uygulanan neoliberal ekonomi politikası ile Türkiye’nin iç ve dış borç stoku çok hızlı bir artış göstermiş,
büyüme düşmüş, işsizlik giderek artmıştır. İthalat adeta patlarken sanayileşme,
katma değer sağlayan ihracat potansiyeli kaybedilmiştir. Özellikle 1989’da çıkarılan
32 sayılı kanun hükmünde kararname ile Türk sermaye piyasasının tam anlamıyla
“invisible hand”in insafına terk edilmesiyle, “1989 sonrası Türkiye, insana ve teknolojiye yatırım yaparak 21.yüzyıldaki konumunu güçlendireceğine yanlış siyaset
uygulamalarıyla ortaya çıkan krizlerle uğraşmaktadır…”42 Netice olarak 19802010 “Türkiye ekonomisinin kayıp yılları”dır.43
Türkiye’deki dolar milyarderinin sayısı 2002 yılında altı iken, 2009 sonunda
33 olup, yeni dolar milyarderlerinin kazanç kaynağı esas itibariyle finansal enstrümanlardır.44 Daha da vahim olan Türkiye borç batağına battıkça, yurt dışından
gelen sıcak paraya -2010 yılında bile- % 40’lara varan dolar bazında kazanç sağladıkça durumun iyiye gittiğini sanmasıdır. Bugün Türkiye ekonomisi hızla yabancıların eline geçmektedir. Türkiye çevresinde oluşan ve kendisi için tehdit
oluşturabilecek siyasi gelişmeler karşısında sesini çıkarmamak mecburiyetinde kalmakta, doğan fırsatlardan ise faydalanamamaktadır. Oysa Türkiye’nin yeni oluşturulmakta olan dünya düzeninde kendi inisiyatifleriyle kendi menfaatleri
doğrultusunda kararlar alabilmesi gerekmektedir. Türkiye dost kabul ettiği ülkelerin oyununa gelmiştir. Bu oyun Osmanlı devleti için yazılmış olan senaryonun
aynısıdır. Kanımızca Türkiye’nin zaman kaybetmeden borç sarmalından kurtul36 Memduh Yaşa ve Diğerleri, “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi 1923-1978”, Akbank Kültür Yayını,
İstanbul 1980, s. 630.
37 Korkut Boratav, “Bir Krizin Kısa Hikâyesi”, Arkadaş yayınları, Ankara 2009, s. 54.
38 Ramazan Kurtoğlu, “İthal İkamesinden Liberal Ekonomiye Geçiş Sonrasında Büyüme ve İşsizlik”, İstanbul
Üniversitesi İktisat Fakültesi, Doktora Tezi, s. 673 ve devamı.
39 DPT, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler 1950-1992, DPT Yayınları, Ankara 1993 ve DİE İstatistikî Göstergeler 1923-1992, DİE Yayınları, Yayın Num: 1682, Haziran 1994,Ankara, s. 1-33.
40 Ramazan Kurtoğlu, a.g. doltora tezi, s.624.
41 DPT, Yıllık Programlar, http://ekutup.dpt.gov.tr/program/2008/hedef/pdf
42 Özer Ertuna, “Türkiye Ekonomisinin Kayıp Yılları 1989-2005”, Avcıol Basım Yayın, İstanbul 2005, s. 5.
43 Özer Ertuna, a.g.e, s.6.
44 Forbes, Haziran 2010.
50
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Küreselleşme ve Neoliberalizm
mak, borç batağından çıkmak için ekonomik bir seferberlik başlatması gerekmektedir.45 Zira 1989-2010 döneminde Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası döviz
rezervlerini idare eden bir “döviz kuruluşu”, devlet bütçesi bir faiz ödeme planı
haline dönüşmüştür.46 Cumhuriyet Türkiye’si bu durumun vahametini görmemesi
çok şaşırtıcıdır. Günümüzde yaşanan şartlar ile 1838 Baltalimanı Serbest Ticaret
Antlaşması sonrasında Osmanlı Türkiye’sinin yaşadığı borç macerası arasında çok
net benzerlikler bulunmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik çöküşüyle
sonuçlanan gelişmelerle bugün Cumhuriyet Türkiye’si karşı karşıyadır.47
William Greider “Küresel Seçkinleri Uyandırmak” başlıklı yazısında şöyle der:
“Önemli toplumsal değişimlerin hemen hemen her zaman ikiyüzlülükle başladığı
temel bir gerçektir. Güçlü olanlar önce uygun kelimeleri kullanmaya, daha yüce
değerlere bağlı kalacaklarına dair taahhütte bulunurlar… Daha sonra bir on yıl
geçer… Esasen bu dönem bir nevi hazırlık safhası olarak anlaşılabilir.”48 Bugün
gelinen durum, giderek daha çok insan ACİZLİK KÜLTÜRÜNÜ VE TESLİMİYETİ yıkmaya, neoliberalizmin küreselleşme denen “liberal faşizm”ini sorgulamaya yönelmektedir. Ancak acil olarak cevaplanması gereken soru şudur: Küresel
finans kapitalizminin tabii tamahkârlığının sebep olduğu yıkımdan biyosferi ve
“hiksoslaştırılmış” yüz milyonlarca insanı koruyabilecek kadar yakın bir gelecekte
hedefe ulaşılabilecek mi?”
Türkiye 1923-1979 döneminde, bilhassa Atatürk dönemi ile 1961-1979 planlı
kalkınma döneminde bölge ve yöreler arası dengesizlikleri azaltmak için birçok
politika uygulamış ve kamu sektörü –eksikliklerine rağmen- üstüne düşen görevi
büyük ölçüde yerine getirmiştir. Ancak 1923-1979 dönemindeki milli ekonomi
politikaları 24 Ocak 1980 sonrası uygulamaya konulan neoliberal politikalarla etkisini giderek yitirmiştir. Üstelik son yıllarda AB üyeliği gerçekleşmemesine rağmen, bir de AB tarafından dayatılan BÖLGE KALKINMA AJANSLARI ortaya
çıkmıştır. Uygulanan iktisat politikalarında ciddi devletlerin hesaba kattığı milli
ve iktisadi bağımsızlık, kamu yararı gibi hususların göz ardı edilmesi, dış dayatmalarla özelleştirme ve serbest piyasa yöntemlerinin öne çıkarılması, dengesizlikleri
azaltıcı değil, daha da artırıcı olmaktadır. Bugüne kadar sekiz bölgeye ayrılan Türkiye’de 26 kalkınma ajansının kurulduğu ve ülkeyi eyaletlere ayırarak federal rüzgârların esmesine yardımcı olacak bir projeyle karşı karşıyayız.49
Küresel kapitalizme daha fazla eklemlenmeden başka bir işe yaramayacak olan
bu ajanslardan, işsizliğin ve yoksullaşmanın arttığı günümüzde çare beklemek anlaşılır gibi değildir. Ankara’yı devre dışı bırakarak her bir ajansın kalkınma kuru45 Özer Ertuna, a.g.e, 212.
46 Erinç Yeldan, “2000-2003 Petroliş”, Türkiye Petrol Kimya Lastik İşçileri Sendikası, Yayın 85, Eylül 2003,
s. 105-114.
47 Eşref Bakır, “Yamalı Bohça: Osmanlı ve Türkiye’de Borçlanma”, http://genet.steminet.com/
48 William Greider, “Waking up the Global Elite”, The Nation, Ekim 2, 2000.
49 Prof. Dr. Mustafa E. Erkal, “Bölgesel Azgelişmişlik ve Kalkınma Ajansları”, Türkiye’de Yeniçağ, 16 Mayıs
2010.
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
51
Dr. Ramazan KURTOĞLU
lunu yabancı ülkelerle doğrudan temasa sokabilecek ve kamu denetimini, merkezi
bütçeyi dışlayacak bir model; bölgesel kalkınmaya değil, proje veren çok uluslu
şirketlere yarayabilirler. Bunları görmemek kısaca “liberal körlüktür”.50
Türk ekonomisi 24 Ocak 1980 Kararlarıyla başlatılan bir süreçte, 2011 yılı sonuna geldiğimizde vahşi bir dönüştürme süreci yaşamış ve “paraizm” hastalığına
tutulmuştur. Neticede Türkiye ekonomisi bugün “uluslararası sermaye girişleri arttığında büyüyen; sermaye girişleri yavaşladığında ise durgunluğa sürüklenen ve
hatta krize giren, edilgen bir konumdadır. Türkiye ekonomisinin dış sermayeye
aşırı bağımlı ve dış borçlanmayı özendirici bu kırılgan yapısı son 20 yıldır izlenen
denetimsiz finansallaşma ve çarpık küreselleşme politikalarının sonucudur.”51 Eh
daha 1971’de, 1978 Washington Konsensusundan önce, Newsweek dergisi şöyle
bir tespitte bulunmuştu: “Para ile siyaset arasında o kadar organik bir bağ var ki,
bir reform beklemek, bir cerrahtan kendisine açık kalp ameliyatı yapmasını istemek gibi bir şeydir.”52 Zira “bazı borç krizleri, ülkelerin reytinglerinin yükseldiği,
OECD’ye katıldığı (örneğin; Meksika, Kore, Türkiye) ve genel olarak uluslararası
topluluğun öne çıkan çocuğu olmasının (Örneğin; 2001 sonundaki çözülmesi öncesinde 1990’lar sonundaki Arjantin) hemen ardından meydana geldi… Sermaye
akışı ve borç ödeyememe durumlarının görüldüğü döngüler, bu bölgelerde en
azından 1800 yılından beri görülmekteydi.”53 Nitekim Türkiye 1838-1914 liberalizmi döneminde 1854’ten itibaren trajik borç ödeyememe durumu ile karşılaşmıştı. Benzer durumları 1946’dan itibaren ancak hassaten 24 Ocak 1980’den
günümüze neoliberalizmin Ortodoks uygulamaları ile aynı meddi cezirleri yaşamaktadır. Neoliberalizmin 30 yıllık uygulaması sonucunda “Türkiye ekonomisini
50 şirket yönlendirmektedir.”54 Gerçekten de TÜİK verilerine göre, 2010 yılında
185 milyar dolar ithalat, 113 milyar dolar ihracat gerçekleştirilen Türkiye’de ithalatın 89 milyar dolarını (% 49), ihracatın ise 45 milyar dolarını (% 40) 50 şirket
yapmıştır. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2010 yılı sonunda % 61 seviyesine
düşmüş olup, geçmişte Türkiye’nin yaşadığı mali krizlerin temel göstergelerinden
biri de ihracatın ithalatı karşılama oranının bu seviyelere düşmüş olmasıdır. Öte
yandan kurumlar vergisinin % 52’sini 50 şirket ödemiş. İlk 20 şirketin ödediği
kurumlar vergisi oranı ise % 45. Daha 2011 yılı resmi sonuçları “resmen” açıklanmadı ama genel ekonomik veriler yine aynı. İhracatın ithalatı karşılama oranı
daha da düşerek % 56 seviyesine inmiş durumda. Ocak-Ağustos 2011 döneminde
dış ticaret açığı, bir önceki yılın aynı dönemine göre % 70 dolayında artarak 71
milyar dolara çıktı. Bu durumda 2011 sonunda dış ticaret açığı 100, cari açığın
da 70 milyar dolar olacağı tahmin ediliyordu. Ancak cari açık cumhuriyet tarihinin
rekorunu kırarak 2011 yılı sonunda 77 milyar dolar olarak gerçekleşti.
50
51
52
53
Mustafa E. Erkal, a.g. makale, 16 Mayıs 2010.
Erinç Yeldan, “Dünya Ekonomisi İçerisinde Türkiye”, Cumhuriyet, 5 Ekim 2011.
Newsweek, Counterpunch, 10 Aralık 1971.
Carmen M. Reinhart ve Kenneth S. Rogoff, “Bu Defa Farklı-Finansal Çılgınlığın 800 Yıllık Tarihi”, NTV
Yayınları, Türkçesi: Levent Konyar, İstanbul Kasım 2010, s. 352-353.
54 Şükrü Kızılot, Hürriyet, 3 Ekim 2011.
52
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Küreselleşme ve Neoliberalizm
IMF’nin Eylül 2011’de yayımladığı “Dünyada Ekonomik Görünüm Raporu:
Büyümede Yavaşlama, Riskte Yükselme, Eylül 2011” raporunda Türkiye krize en
yakın ülke. Türkiye kritik eşik olan “3”ü katlayarak “7.6” derecesi ile birinci sırada.
IMF raporuna göre Türkiye 2011 yılında % 6.6, 2012 yılında ise % 2.2 büyüyecek. IMF raporuna göre G-20 ülkeleri içinde Türkiye krize en yakın ülke.
IMF, 1970-2010 yılları arasında 74 ülkede meydana gelen 62 krizi analiz ettikten sonra şöyle bir sonuca varmış: “”Bir ülkenin net dış yükümlülükleri, ülke
milli gelirinin % 40’ını aşmışsa alarm zilleri çalıyor.” Türkiye’nin Merkez Bankası,
2010 yılsonu için net dış yükümlülüğünü 378 milyar dolar, milli gelirin % 49’u
olarak açıkladı.
Bir diğer önemli gösterge, dış borç stoku. Ülkelerin dış borç stoklarının milli
gelire oranı büyüyorsa tehlike yaklaşıyor demektir. 2008 sonundan 2011 ortasına
Türkiye’nin dış borç stoku 30 milyar dolar artarak 310 milyar dolarla milli gelirin
% 40 kritik eşiğini aşmış durumda. Türkiye’nin Merkez Bankası rezervlerinin kısa
vadeli dış borçlarına oranı 2002 sonunda % 163 iken, 2010 yılı sonunda % 102’ye
indi. Yani zayıfladı.
Cari açığın milli gelire oranı 2010 sonunda % 6.6 iken 2011 ortalaması % 10
düzeyinde. Mutlak rakam ile 77 milyar dolar gibi devasa bir rakam olarak karşımıza çıkıyor.
Bu arada küresel finans oligarşisinin ve kapitalizmin kalesi ABD’de Bank of
North Dakota (BND) adlı tek kamu bankasının başarısı ve şöhreti her geçen gün
artarak büyüyor. 1919’da kurulan ABD’nin ilk ve tek kamu bankası BND,
ABD’nin içine düştüğü son mali krizdeki performansı ile yıldızı Amerikan halkı
nezdinde iyice parlamış durumda. Bankanın CEO’su Eric Hardmeyer, özellikle
son finansal krizden sonra BND’nin bankacılık modeline diğer eyaletlerin büyük
ilgi gösterdiğini belirtiyor. Hardmeyer; “Bizim motivasyonumuz, Wall Street bankaları gibi patronların kârlarını maksimize etmek değil, bizim misyonumuz, Nort
Dakota’daki tarımsal ve ticari işletmeler ile bireylere hizmet vererek ekonominin
kalkınmasına yardımcı olacak yeni finansal fırsatlar meydana getirmek” diyor.
Hardmeyer, BND’nin özel bankaların kredi riskini azaltan yöntemiyle, KOBİ ve
çiftçilere ucuz kredi imkânı sağladığını da belirtti. İşsizliğin % 9.5 olduğu ABD
ortalamasına karşın North Dakota’da bu oranın % 4.9’da kaldığına da dikkat çekiyor. BND’nin 25 yıllık memuru ve 10 yıllık CEO’su Hardmeyer. 2009 sonu
itibariyle 4 milyar dolar toplam varlığı olan BND’nin toplam kredi portföyü 2.67
milyar dolar, 2009 net kârı ise 58.1 milyon dolar. Son on yılda eyalet bütçesine
aktarılan kâr 350 milyon dolar ve BND’nin mevduatı ABD’nin TMSF’si olan
FDIC tarafından sigortalı değil.55
“No Logo” kitabıyla dünya çapında tanınan Kanadalı araştırmacı-yazar Naomi
Klein’a göre, küresel ölçekte serbest piyasanın, yani neoliberalizmin zafere demo55 İrfan Donat ve Ufuk Şanlı, Sabah Ekonomi, 16 Mayıs 2010.
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
53
Dr. Ramazan KURTOĞLU
kratik yöntem ve araçlarla ulaşacağı/ulaştığı düşüncesi sadece bir safsatadan ibaret.
Dahası, “şok terapisi” doktrinine uygun şokların uygulanmasının hemen arkasından, toplumların hızla büyük çok uluslu şirketlerin –ki bu şirketler çok uluslu olmayıp çok farklı ülkelerde faaliyette bulunan nesebi sahih birkaç düzine elitin
kontrolündeki ulus ötesi kuruluşlardır. RK- çıkarları doğrultusunda sil baştan düzenlenmesini gerektiren felaket kapitalizmi macerası gerçekte 11 Eylül 2001’den
önce başlamıştır. Klein’e göre felaket kapitalizmi politikalarının başlangıcı çok gerilerde olup 50 yıl önce Chicago Okulu iktisat ekolünün görüşleri doğrultusunda,
ekonomi politikaları ve “ŞOK ve DEHŞET” salan savaşlar ile 1950’lerde CIA’nın
finanse ettiği örtülü elektroşok ve duygusal yoksunlaştırma deneyleri arasında doğrudan bir bağ vardır ve bu bağ günümüzde Guantanamo Körfezi’ndeki “hukuk
dışı” hapishanelere kadar devam ettirilmiştir. Naomi Klein’e göre, Şili’deki 1973
Pinochet darbesinden, Çin’de 1989’daki Tiananmen Meydanı katliamına ve
1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar dünyadaki siyasi ve ekonomik değişikliklere sebep olan olaylarda “ŞOK DOKTRİNİ” yöntemi başarıyla uygulanmakta “küresel sermayenin çıkarlarını” kollayan yeni kapitalizm modeli dünya
milletlerinin çoğunluğu için yıkım ve yoksulluğa yol açmaktadır.56
Naomi Klein şu tespiti yapıyor: “Ben serbest piyasanın şok gücüne bağlılığını
araştırmaya 2003 yılında, Irak işgalinin ilk günlerinde başladım. Bağdat’tan gelen
Washington’ın “şok ve dehşeti” şok terapisiyle takip etme konusundaki başarısız
girişimleriyle ilgili haberlerin ardından, 2004’teki tsunami felaketinden birkaç ay
sonra Sri Lanka’ya gittim ve orada aynı manevranın bir başka versiyonuna tanık
oldum: Yabancı yatırımcılar ve milletlerarası kredi kuruluşlarının temsilcileri bu
panik atmosferinden, bütün tropikal sahilleri, balıkçılıkla geçinen yüz binlerce insanın su kıyısındaki köylerini yeniden kurmalarına engel olarak, kocaman sayfiye
yerleri yapan girişimcilere sunmak için faydalanmak üzere bir araya gelmişlerdi.57
“Kaderin acımasız bir darbesiyle tabiat, Sri Lanka’ya eşsiz bir fırsat sunmuştur ve
bu büyük trajediden dünya çapında birinci sınıf bir turizm alanı doğacaktır” diye
açıklama yapıyordu Sri Lanka hükümeti.58 Anlaşılıyor ki terörizm, savaş, tabii afetler ve mali kriz “Yeni Dünya Düzeni Tarikatı”59 elitleri tarafından Mike Battles’ın
değerlendirmesiyle: “Korku ve kargaşa gerçek bir vaat olarak sunulmuştur.”60
Irak’ın işgalinden sonra ortaya çıkan kaos ortamının, eski bir CIA görevlisine göre
kendisinin daha önce hiç bilmediği ve tecrübe sahibi olmadığı özel güvenlik alanında kurduğu şirketi Custer Battles’in ABD federal hükümetinden 100 milyon
dolar para almasına nasıl sebep olduğunu anlatıyordu.61 “Bu CIA görevlisinin söz56 Naomi Klein, “Şok Doktrini-Felaket Kapitalizmin Yükselişi”, Türkçesi: Selim Özgül, Agorakitaplığı, İstanbul
Mayıs 2010.
57 Naomi Klein, a.g.e, s. 8.
58 Alison Rice, “Post-Tsunami Tourism and Reconstruction: A Second Disaster? Tourism Concern, Londra
Ekim 2005.
59 Alev Alatlı, “Scrödinger’in Kedisi-Kabus” Everest Yayınları, İstanbul 16. Basım, Mayıs 2005, s. 19.
60 Neil King Jr. Ve Yochi J. Dreazen, “Amid Chaos in Iraq, Tiny Security, Firm Found Opportunity, Wall
Street Journal, 13 Ağustos 2004.
61 Eric Eckholm, “U.S. Contractor Found Guilty of $ 3 Million Fraud in Iraq”, New York Times, 10 Mart 2006.
54
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Küreselleşme ve Neoliberalizm
leri çağdaş kapitalizmin sloganı -korku ve düzensizlik, ileriye doğru atılan her yeni
adımın katalizörüdür- olarak işlev görebilir… Süper kârlar ile büyük çaplı felaketler arasında kesişme söz konusudur… 11 Eylül 2001 ABD’ye, diğer ülkelere “serbest ticaret ve demokrasinin ABD versiyonunu isteyip istemediklerini sormaktan
vazgeçme ve ŞOK ve DEHŞET’le askeri güç dayatmaya başlama konusunda yeşil
ışık yakmış gözükmektedir. Serbest piyasa, yani neoliberalizmin dünyaya yayılma
tarihinin köklerini kazırken, krizleri ve felaketleri kullanma düşüncesinin ta başından beri Milton Friedman’ın hareketinin çalışma şekli olduğunu fark ettim;
kapitalizmin bu fundamentalist biçimi yol almak için daima felaketlere ihtiyaç
duymuştur… Daha ziyade, krizlerden yararlanma konusundaki bu geniş deneyler,
şok doktrinine sıkı sıkıya bağlılıkla geçirilen 30 yılın birikimini oluşturmaktaydı.”62
14 Eylül 2008’de ABD’de patlayarak dünyaya yayılan mali kriz 11 Eylül 2001
“zayıf ihtimaller üzerinden küresel şok”63 politikasının finans versiyonundan başka
bir şey değildir.
Yani “yaşanan bu en kötü günler temel ekonomik reformun zaruretini anlayanlara (elitlere) en iyi fırsatları sağlamaktadır.”64 Aslında “Yeni Dünya Düzeni
Tarikatı” insanlığa şunu söylüyordu: “Sıkıp içinizi boşaltacağız, sonra da kendimizle dolduracağız.”65 Yaşanan neoliberal süreci Hemingway’ın 1961’de söylediği
şu sözü çok güzel ifade ediyor: “Kafamı yiyip bitiren, her şeyim olan belleğimi
silen ve beni işimden alıkoyan bu duygu nereden kaynaklanıyor? Harika bir tedavi
uygulanıyordu ama hastayı kaybettik.”66 Mesela 2001’deki mali kriz ile ortaya
çıkan “Arjantin’deki imha hareketi kendiliğinden ortaya çıkmamış, tesadüfen gelişmemiştir ve hiçbir mantığı olmayan bir olay da değildir: Arjantin milli topluluğunun parça parça ve sistemli bir şekilde yok edilmesidir; bu sıfatla, Arjantin
milli topluluğunu dönüşüme uğratmayı, oluşum şeklini, toplumsal düzeni, kaderini, geleceğini yeniden tayin etmeyi hedeflemektedir.”67 Hindistan’ın kurucusu
Gandhi daha 1926 yılında şu sözleri ile bugünkü finansal dehşete işaret ediyordu:
“Millerler arasında süren silahlı çatışma bizi dehşete düşürmektedir. Fakat ekonomik savaş silahlı bir çatışmadan daha evla değildir. Cerrahi bir müdahaleye benzemektedir bu. Ekonomik savaş uzun süreli işkence demektir. Bu savaşın sebep
olduğu tahribatlar, yerinde bir nitelemeyle, savaş literatüründe anlatılanlardan
daha az değildir. Sadece öldürücü sonuçlarına alıştığımız için ötekinin üzerine
fazla kafa yormuyoruz.”68
62 Naomi Klein, a.g.e, s. 9-11.
63 Ramazan Kurtoğlu, “İthal İkamesinden Liberal Ekonomiye Geçiş Sonrasında Büyüme ve İşsizlik”, İstanbul
Üniversitesi İktisat Fakültesi, Doktora Tezi, s. 670-683.
64 Stephan Haggard ve John Williamson, “The Political Economy of Policy Reform” 1994.
65 George Orwell, 1984.
66 A. E. Hotchner, “Papa Hemingway”, Carrol and Graf, New York 1990, s. 280-Ernest Hemingway’in elektroşok üzerine intihar etmeden önce 1961 yılında söylediği söz.
67 Sosyolog Daniel Feierstein ve Guillermo Levy, “Hasta que la muerte nos separe: procticas sociales genocidas
en America Latina” Buenos Aires, 2004, s. 76.
68 M. K. Gandhi “Non-Violence- The Greatest Force”, 1926.
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
55
Dr. Ramazan KURTOĞLU
Komünizm zulmünü yaşadıktan sonra bir anda neoliberalizmin bataklığına
yuvarlanan Rusya’nın durumunu Rus yazar Grigory Gorin şöyle değerlendiriyor:
“Yabancılara tuhaf görünse bile, canlı bir şehrin parçaları yerli/milli geleneklerin
mevcudiyeti hesaba katılmadan haraç mezat satılamaz… Fakat bunlar bizim geleneklerimiz ve bizim şehrimizdir. Uzun zamandır komünistlerin diktatörlüğü altında yaşadık, ancak şimdi de iş dünyasındaki insanların diktatörlüğü altındaki
hayatın daha iyi olmadığını gördük. İçinde yaşadıkları ülkenin ne halde olduğu
bu insanların umurlarında bile değil.”69
Michael Ledeen, 2002 yılında yayımlanan “The War Against the Terror Masters” adlı kitabında şöyle diyor: “Yaratıcı yıkım bizim hem kendi topluluğumuz
içinde hem de dışarıdaki göbek adımızdır. Her gün iş dünyasından bilime, edebiyata, sanata, mimariye ve sinemadan politikaya ve hukuka…” Nitekim Yeni
Dünya Düzeni’nin hararetli savunucularından Richard Cohen Irak’ın işgali üzerine
şu düşüncelerini yazıya döküyor: “Ben 11 Eylül 2001 sonrası dünyada şiddetin
ölçülü bir şekilde kullanılmasının tedavi edici bir etki yaptığı kanısındayım.”70
Yeni Dünya Düzeni din, siyaset felsefesi ve ekonomi temelinde yürütülen bir
elitizm/seçkinler projesidir. Dini söylemler Batı dünyasının insanlarını iknaya yönelik olup, Judeo-Hıristiyan teolojiyi esas almaktadır. Siyaset felsefesinin esasları
ise Kabala, Tevrat ve İncil tefsirlerine dayandırılıyor. Ekonomide ise Waterloo Savaşı’ndan (1813-1815) Eylül 2008 küresel mali krize kadar temel enstrüman küresel finans ve bu gücü elinde bulunduran birkaç yüz kişilik elitler oligarşisi.
Stephen Kinzer ABD’de Musevi gazetesi olarak tanımlanan New York Times’in
eski muhabirlerinden biri. 2006 yılında yayımlanan “Overthrow” adlı kitabında,
ABD’li politikacıları ülke dışındaki askeri müdahalelere yönlendiren üç motivasyon unsurunun olduğunu belirtiyor. Kinzer ABD’nin 1983’te Haiti’den 2003’te
Irak’a kadar rejim değişikliği operasyonları içinde yer almasının üç aşamalı olduğunu ve bunlardan birincisinin ABD merkezli çok uluslu şirketlerden gelen talep
olduğunu ifade ediyor.71
“Tanrı’nın gözünde yeryüzü bozulmuş ve şiddet doluydu artık. Ve Tanrı yeryüzünün bozulduğunu gördü; çünkü dünyadaki bütün insanlar yoldan çıkmıştı.
Ve Tanrı Nuh’a ‘İnsanların varlığına son vermeye karar verdim; çünkü dünya onlar
yüzünden şiddetle dolu; şimdi yeryüzünü onlarla birlikte yok edeceğim’ dedi”72
“Ve tahta oturan şunları söyledi: “Bakın, her şeyi yeniliyorum”, Şunu da ilave
etti: Yazın bunu, çünkü bunlar güvenilir ve gerçektir.”73
69 Boris Kagarlitsky, “Square Wheels: How Russian Democracy Got Derailed”, İngilizce çeviri: A. Auberbach
ve diğerleri, Monthly Review Press, New York, 1994, s. 191.
70 Richard Cohen, “The Lingo of Vietnam”, Washington Post, 21 Kasım 2006.
71 Stephen Kinzer’la yapılan mülakat, 21 Nisan 2006, www.democracy.org
72 Eski Ahid-Yaratılış 6: 11.
73 Yeni Ahit-Vahiy 21:5.
56
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Küreselleşme ve Neoliberalizm
ABD devlet politikasının temel taşları kurucu elitlerin/ataların Amerikan kimliğine yükledikleri kurucu efsanelerinin köklerinde gizlidir. Bunlar a) Vahşi Batı
b) Sınır c) Tepedeki ev d) Belirlenmiş Kader’dir ve ABD’nin hem içeride hem
dünya ile siyasi-iktisadi- askeri ilişkilerinin politik çerçevesini belirler. Yukarıdaki
dört unsurda Kabala, Tevrat ve İncil kökenlidir.74
ABD’nin Irak’ı işgalinde kullandığı askeri doktrinin adı ilginç bir şekilde İncil
kökenli ve Evanjelist Hıristiyan (Siyonist Hıristiyanlar olarak da anılırlar)
siyasi/dini söylemlerine uygun olarak “şok ve dehşet” ismini taşımaktadır: “Şok
ve dehşet, genelde tehditle işleyen toplumun belirli unsurlarına/kesimlerine, genelde insanlara ya da yönetim kademelerine anlaşılmaz gelen korkular, tehlikeler
ve yıkıma yol açan olgulardır. İçinde yaşadığımız ve fırtınalar, kasırgalar, depremler,
sel baskınları, kontrol altına alınamayan yangınlar, açlık ve hastalıkla şekillenen
tabiat, şok ve dehşet doğurabilmektedir.”75 Ancak asıl tehlikeye, daha yıkıcı tehlikeye ABD Başkanı Eisenhower (1953-1961) küresel finans oligarşisinin hegemonyasına karşı şu tarihi ikazı yapmıştı: “Hükümet konseylerinde askeri-endüstriyel
yapılanmaların isteyerek ya da istemeyerek haksız güç kazanmalarına karşı kendimizi savunmalıyız. Yanlış ellerdeki gücün yıkıcılığının ihtimali mevcuttur ve devam
edecektir. Bunun hürriyetimize ve demokratik süreçlere zarar vermesine izin vermemeliyiz…”76
Meşhur İngiliz iktisatçı ve Capital Economist dergisinin yöneticisi Roger Bootle, Kasım 2010’da İş Portföy’ün 10.yıl kutlamaları için geldiği İstanbul Çırağan
Sarayı’nda bir konuşma yaptı.
Roger Bootle diyor ki: “Ekonomi tam manası ile bir dine dönüştü ve çok çok
aşırı noktalara çekildi. Neoliberal ekonomi kuralları mutlak ve tartışılmaz olarak
kabul edildi. Böyle bakıldığı içindir ki kimse “piyasalar”ın yanıldığına, yanılabileceğine inanmadı ve malum finansal/ ekonomik kriz patladı… ABD, Japonya ve
Batı Avrupa’nın gelişmiş ekonomilerine sahip ülkeler çok büyük borç yükü altındalar. Borçlar sadece kamu borcu değil, özel borçlar da var. Bundan sonrası için
ekonomiye çeki düzen vermek gayesiyle ellerinde kullanabilecekleri araçlar da yok.
Bilançolar kıpkırmızı borç gösterirken tahvil alımıyla ekonomiyi düzelteceğini
sanmak ‘saflık’tan öteye gidemez.”
Ekonomist Bootle şu sözlerle devam ediyor: “Ekonomide korumacılık koşar
adımlarla geliyor. Önce ABD, Çin’e karşı korumacılık kalkanını çekecek, sonra
da Çin ABD’ye karşı. Çünkü Çin, ABD’deki istihdam imkânlarını yok ediyor. Bir
başka ifade ile neoliberalizmin kalesi ABD’de Amerikalıların işlerini çalıyor… Bu
durum ABD-Çin ticaret savaşını tetikleyebilir ki, bunun anlamı 1930’ların hortlamasıdır. Bilindiği gibi 1930’lardan sonra İkinci Dünya Savaşı patlamıştı.”
74 Ramazan Kağan Kurt, “Türkler ve Mesihusa”, Truva Yayınları, İstanbul 2007, s. 108-109
75 Harlan K. Ullman and James P. Wade, “Shock and Awe:Achieving Rapid Dominance”, Washington D.C:
NDU Press Book, 1996, s. 110.
76 Başkan Dwight D. Eisenhower’in 17 Ocak 1961 tarihindeki millete veda konuşması.
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
57
Dr. Ramazan KURTOĞLU
“The Trouble with Markets” kitabının yazarı ve küresel ekonomiye ait isabetli
öngörüleriyle tanınan Roger Bootle, krizin en başından beri parasal gevşeme politikalarının işe yaramayacağına inandığını söyledikten sonra şöyle devam ediyor:
“Bunun en iyi ispatı 1990’lardaki Japonya örneğidir. Zincirdeki hiçbir halka artık
çalışmıyor. Merkez bankalarının parasal genişleme politikaları tamamen psikolojik
güveni tesis etmeye yönelik. Bu kararlar da işe yaramayacağı bilinerek güveni sağlamak adına alınıyor. Parasal gevşeme politikalarının iki yan etkisi olacak. Birincisi
enflasyon. Ama asıl büyük tehlike ikincisi, alımlarla yeni varlık balonları oluşacak
ve şişecek… Kapitalist sistem artık Batı’da hem çok sorgulanır hem de oldukça
kırılgan bir hale geldi. Kapitalizm siyasi olarak da tehdit altında. Çünkü artık sıradan insanların finans ve bankacılık sistemi ile bütün sisteme ilişkin bir nefret ve
güvensizlik durumu oluştu. Önümüzde ciddi bir ticaret savaşı var. 1930’larda da
dünya benzer bir ticaret savaşına girmiş ve ABD yine bu savaşın başını çekmişti.”77
Bu arada “tatlı cadı” olarak tanınan ve 2007’de Citibank hakkındaki raporu
ile Lehman Brothers batmadan, Merrill Lynch zora düşmeden önceki ikazları ile
küresel sermaye “eke”lerinin öfkesini üzerine çeken mali analist Meredith Whitney
uyarıyor: “ABD’de yeni meseleler eyaletlerde patlayabilir. Eyalet tahvillerinin geri
ödemesinde ciddi problemler çıkabilir.” Forbes tarafından “en iyi analist” seçilen
Whitney, ABD “iş dünyasının en güçlü 50 kadını” arasında gösteriliyor.
Eylül 2008’den itibaren 2011 yılının sonuna gelindiğinde görünen uluslararası
ilişkilerde havanın giderek sertleşeceğidir.78 Bugün Amerika’daki işsizlik konusunda
suçlu aranınca gözler dışarıya, dikkatler 1978’den beri Washington Konsensüsü
ile uygulamaya konulan neo- liberalizmin sebep olduğu yıkımın dışına çekilmeye
çalışılıyor. Mesela bugün dikkatler ABD’de, Çin’le olan 278 milyar dolarlık ticaret
açığına çekiliyor.79 Bu açığın ise bir hesaplamaya göre ABD ekonomisine 20012010 arasında 2.8 milyon, bir diğer hesaplamaya göre 1990-2007 arasında yaklaşık
bir milyon iş kaybına sebep olduğu iddiasına yer veriliyor.80
Bu iddialarda; Eylül 2008 mali krizden itibaren günümüze, üç yılda 8.5 milyon
Amerikalının işini kaybettiği göz ardı edilerek ABD ekonomisini Çin’e karşı korumak gerektiği öne çıkarılıyor. Bu arada Obama liderliğindeki ABD’de Amerikan
Senatosu Çin’e yönelik korumacı uygulamalara izin verecek, hatta bunları mecburi
kılacak bir kanun tasarısını oylamaya başlıyordu. Üstelik bu korumacılığın Çin’den
ithal edilen, esas olarak düşük gelirli Amerikalıların kullandığı tüketim mallarının
fiyatlarını artırarak fakirleşmeyi daha da artıracağını bile bile yoksul Amerikalıların
dertlerini azaltacağı iddiasıyla seçilen “ABD’nin ilk Yahudi başkanı”.81 Obama tarafından bir ticaret savaşları eksenine oturtuluyor. Hâlbuki Eylül 2008 mali krizi77 Sıla Özçelik, “Yeni Balonlar Şişiriliyor”, Radikal, 6 Kasım 2010.
78 Ergin Yıldızoğlu, “Dünya Ekonomisine Bakış-Bu Havada Malını Satamazsan Firmanı Satarsın”, Cumhuriyet,
11 Ekim 2011.
79 Wall Street Journal, 7 Ekim 2011.
80 Washington Post, 6 Ekim 2011.
81 John Helleman, New York Magazine, Eylül 2011.
58
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Küreselleşme ve Neoliberalizm
nin, dolayısıyla işsizlik başta, topyekûn ekonomik, sosyal ve siyasal krizin müsebbipleri bir avuç seçkin grubun, bankerlerin açgözlülüğünün sonucu olduğu başta
Amerikalılar olmak üzere artık dünya kamuoyu tarafından biliniyor. Üstelik krizin
müsebbipleri Obama iktidarları ile birlikte terfi ederek siyasi mekanizmanın da
başına geçiyor.822008 yılındaki küresel finansal krizde yüz milyonlarca insan birikimlerini, işlerini ve evlerini kaybettiler.83 Bu nasıl mı oldu?84 Hesaplı kitaplı, dinsiyaset felsefesi-ekonomi formatlı, elitist bir Yeni Dünya Düzeni projesiyle.
Eylül 2008’den bu yana ekonomik kriz “ticaret savaşlarının” ve “kur savaşlarının”85 sınırlarını aşan bir mecraya doğru itiliyor. Çin’e karşı korumacılık tartışmaları, Çin’in serbest ticaret sistemine, daha açık ifadeyle ABD merkezli neoliberal
ekonomik modele yönelik bir tehdit oluşturduğu86 ve Çin’in artan jeopolitik etkilerinin, askeri kapasitelerinin tartışmasına ve Çin’in stratejik düşman konumuna
oturtulmasına sebep oluyor.87 İngiltere Merkez Bankası Başkanı Mervyn King
“Dünya bütün zamanların, en azından 1930’lardan bu yana, en kötü mali krizini
yaşıyor” dedikten sonra ekonomiye 75 milyar sterlin basılacağını söylüyordu.88
Bu sırada ABD’de uzun yıllardan bu tarafa ilk kez toplumsal muhalefet yükselerek yayılmaktaydı. 17 Eylül 2011’de Wall Street’te genel olarak bankalara, finans
kurumlarına, özel olarak yoksullaşmaya, işsizliğe karşı başlayan protesto hareketi,
hızla ABD’nin 100 şehrine yayılmıştı. Böylece “Wisconsin uvertürü”nden sonra
“Wall Street işgal hareketi” Amerikan toplumunun farklı katmanlarından büyük
destek görüyor.
Üç ailenin kontrolü altındaki Amerikan ana grup medyasının önceleri pek görmek istemediği protestoculardan 700 eylemci Zucotti Park’tan yürüyüşe geçen kalabalığa polisin sert müdahalesi ile tutuklandığı gün JP Morgan Chase, New York
polis teşkilatına 4.6 milyon dolar bağışta bulunuyordu.
Çalışma eski Bakanı Robert Reich’e göre Amerikan toplumunun tepedeki %
5 içindeki en yüksek gelirli Amerikalılar toplam tüketimin % 37’sini yapıyorlar.
En zengin % 1’in toplam varlığı alttaki % 90’ınkinden daha yüksek. İşte bu durumdaki Amerika’da ve Arap ülkelerindeki nesildaşları gibi ekonomik krizin
üçüncü yılında, kurumsal ABD’ye karşı % 99 hareketi, lidersiz bir başkaldırıyı
“Wall Street’i işgal et” sloganıyla başlattılar.
Gönüllüler ve internet üzerinden başlayan hareket, ABD’nin her bir köşesinde
çığ gibi büyüyor. “% 1 her şeye sahip, bizim hiçbir şeyimiz yok. Biz % 99’uz”
82
83
84
85
İnside Job, Yönetmen Charles Ferguson, DVD Film Sony Pictures 2010
Hırs/ Freefall, BBC, DVD film 2010.
Borsa-Para Asla Uyumaz, Yönetmen Oliver Stone, DVD film 2010.
James Rickards, “Currency War-The Making of The Next Global Crisis”, Portfolio-Penguin, New York,
2011.
86 Tom Danilon, Wall Street Journal, 5 Ekim 2011.
87 Boston Globe, 24 Eylül 2011.
88 Financial Times, 6 Ekim 2011.
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
59
Dr. Ramazan KURTOĞLU
diyen Wall Street işgalcilerinin başlıca sloganları: “Bu düzen devam edemez, zenginler zenginleşiyor, fakirler fakirleşiyor” gibi ve organizasyon modelleri ise neredeyse mükemmel.
ABD sistemi bu tür protestolarda dile getirilen öfkeleri kendi alanı içinde etkisizleştirmede bir hayli mahirdir. Zira ırk ayrılığından ahlaki değerler üzerinden
yapılan kavgalara kadar bir dizi yöntem toplumsal muhalefetin sistemin özüne yönelmesini engeller. Kültürel kod farkları, ortak maddi çıkarları olanların birlikte
hareket etmesine izin vermez.89 Öyle ki bu sebeple toplumun en fakir unsurları
kendilerini daha da ezecek politikaları isteyenlere oy verir. Thomas Frank “What’s
the Matter with Kansas/Kansas’ın Derdi Ne?” adlı kitabında bu çelişkiyi alaycı bir
dille anlatır. Paçasını bir türlü 2008 ekonomik krizinden kurtaramayan Amerikan
toplumunda Wall Street ve genel anlamda neoliberal kapitalizmin aksaklıklarına
yönelik öfke her geçen gün daha da popüler hale geliyor. Mesela 36 yaşındaki Chicago’lu işsiz Raven: “Sisteme başkaldırmak için buradayız. Ülkemizi şirketlerden
geri almak istiyoruz. Ve evet, bu tabii ki bir devrim” diyor. Maryland’den 2008’de
işini kaybeden Erin ise “Artık orta sınıf yok. Üst ve alt sınıflar var. Ve aşağıdaki
herkes üst sınıfı zengin etmek için çalışıyor” diye konuşmasını sürdürüyor.90
ABD’de önce New York’ta başlayan ve sonra giderek yayılmakta olan gösteriler,
halkın geniş bir kesiminin mevcut düzene karşı olduğunu ortaya koyuyor. Şimdi
bütün dünya “Amerikan Sonbaharı”nın nasıl gelişeceğini ve ne gibi sonuçlar meydana getireceğini merakla bekliyor.91
Eylül 2008’den beri küresel ekonomik kriz yeni çehreleriyle derinleştikçe dünyanın dört bir yanında protesto hareketleri ve direnişler yaygınlaşıyor. Bunların
en anlamlısı kapitalizmin hegemonik merkezinde gerçekleşen, 17 Eylül’den bu
yana New York’ta Wall Street yakınlarındaki Zuccotti Park’ta kamp kurmuş olan
eylemcilerin “Occupy Wall Street/ Wall Street’i işgal edin” sloganıyla kendiliğinden
harekete geçen, şiddet içermeyen eylemcilerin direnişi oldu. Çarpıcı haberler pazarlayarak daha çok tıklanma peşinde koşan piyasa basın organlarının “Wall Street’i
işgal edin” çağrısını şu ana kadar sessizce geçiştirme uğraşında olduğu görülüyor.92
“Amerikan sonbaharı” başlamış durumda. Kitlesel eylemlerin çok kolay olmadığı ve zaten pek de rastlanmadığı ABD’de insanlar, 1930’lardaki işçi hareketleri
ve 1960’lardaki insan hakları protestolarından bu tarafa en büyük kitle hareketleri
içinde. Artık eylemciler sadece “Wall Street’i işgal edin” demiyor, “Hep birlikte
her yeri işgal edelim” ve “Biz % 99’uz, onlar azınlık” sloganıyla 15 Ekim 2011
günü bütün insanları elitlere ve onların vahşi finansal kapitalizmine direnişe çağırıyor.93
89
90
91
92
93
60
Soli Özel, ABD’deki Toplumsal Dalga, Haber Türk, 5 Ekim 2011.
Aslı Aydıntaşbaş, Dünya Nasıl Değişir, Milliyet, 10 Ekim 2011.
Sami Kohen, Milliyet, 11 Ekim 2011.
Erinç Yeldan, “15 Ekim: Küresel Direniş Günü”, Cumhuriyet, 12 Ekim 2011.
Erinç Yeldan, a.g.m.
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Küreselleşme ve Neoliberalizm
Elitlere karşı yürütülen hareketle ilgili aşağıdaki sitelerden bilgi edinmek mümkündür:
a. Wall Street eylemcilerinin bilgilendirme sitesi: http://occupywallst.org/
b. New York’taki eylemi yürütenlerin kamp hayatı hakkında bilgi edinme sitesi: http://www.vimeo.com/30081785
c. ABD düzeyindeki eylemler ve programlarla ilgili bilgi edinme sitesi:
http://www.occupytogether.org/
d. 15 Ekim küresel direniş çağrısı hakkında bilgi edinme sitesi:
http://15october.net/tr
www.youtube.com/watchv=PLGIHWrDbhu@feature=youtu.be
“Evet, Amerikan nüfusunun % 99’u zengin % 1’in kararları altında eziliyor.
Adaletin, demokrasinin kutsallığını savunan bir ülkede adaletsizlik konuşuluyor.
Hukuk ülkesinde hukuksuzluk yaşanıyor… Dünyamız, geri dönülmez bir akşamın
ufkunda görünüyor. Zor olacak ama bu sistem değişecek. Çünkü fena halde kokuşmuş durumda.94 Protestoculara katılarak destek veren aktör Mark Ruffalo The
Guardian gazetesinde şunları yazıyor: “Mesaj çok net ve basit. Siyasi süreçten parayı çekin, vergilendirmede eşitliği hedefleyin; ırk, sosyal statü, cinsiyet, cinsel tercih gözetmeden eşit haklara saygı gösterin. Yemeğimizi, havamızı, suyumuzu sırf
şirketlerin hırsı için zehirlemeye son verin. Wall Street’tekiler ve bankacılık endüstrisi ekonomimizi mahvettiği için sorgulanmalı, insanların birikimlerini çaldıkları
için yargı önüne getirilmeli.”
Bush yönetiminin son günlerinde, Ocak 2009’da, Başkan Yardımcısı “NeoCon” Dick Cheney, Assosiated Press ajansına bir mülakat verdi. Kendisine 1929
Büyük Buhran’dan bu tarafa görülen en büyük finansal krizi, yönetimin nasıl olup
da öngöremediği sorulmuştu. Cheney’in cevabı; “Hiçbir yerde hiç kimse ne olduğunu anlayacak kadar akıllı değildi. Hiç kimsenin gelen krizi görebildiğini sanmıyorum. Finansal kriz 11 Eylül saldırılarına benziyordu. Felaket gibiydi ama
öngörülmesi neredeyse imkansızdı” şeklindeydi. “Bu doğru değildir… Son krizin
zamanlaması sadece bir güven kaybı mıydı? John Maynard Keynes’in dediği gibi
kapitalizmin “hayvani ruhu”nun solması mıydı?”95
SONUÇ
Esasen Waterloo Savaşı’ndan (1813-1815) beri ama hasseten “Washington
Konsensusu”ndan (1978) bugüne insanlığa saygı duymayan, tek gayesi ezoterik
“Tanrı İmparatorluğu” kurmak için dünyanın tamamına hükmetmek isteyen kü94 Mehveş Evin, “Amerikan Sonbaharı”, Milliyet, 4 Ekim 2011.
95 Nouriel Roubini ve Stephen Mıhm, “Kriz Ekonomisi-Dünya Ekonomisinin Çöküşü ve Geleceği”, Pegasus
Yayınları, Türkçesi: Işıl Tezcan, İstanbul Şubat 2012, s. 9-13.
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
61
Dr. Ramazan KURTOĞLU
resel finans elitlerinin liberal/neoliberal iktisadi-siyasi dayatmaları ile insanlık giderek daha çok yoksullaştırılmakta, “hiksoslaştırılmaktadır”.
Amaca vasıl olmak için milletlerin maddi ve manevi varlıklarını ortadan kaldırarak
onları açlık üzerinden toklukla kolayca terbiye etmek, bütün şeref ve haysiyetlerini
ayaklar altına alarak bir aileye, bir millete mensubiyet şuurlarını kırarak sürüleştirmek
istiyorlar. Nitekim bir filmde bu husus oldukça etkileyici bir şekilde anlatılıyor.96
“Beni şeref ve haysiyetime verdiğim değerden dolayı, mezarıma, dikine, ayaklarımın üzerine gömsünler” düsturunu tarihi boyunca benimsemiş olan Türk milleti bu saldırılara en çok maruz kalan millettir. Öyle ki neoliberalizmin son yıllarda
“Anadolu’da Türkler azınlıktır”, “Dünyada Türk diye bir millet yoktur”, “Türk
milleti uyduruk bir tanımdır” propagandası tesadüfi olmadığı gibi marjinal grupların da projesi değildir.
Soğuk savaş süresince geliştirilen yeni psikolojik harp metotları ve bu maksatla
kurulup, finanse edilen NGO’lar (Non Government Organization) artık neoliberal Yeni Dünya Düzeni’nin öncü karakolları niteliğindedir. Sözde çok uluslu, ulus
ötesi şirketler ve onların kontrolündeki finans, yazılı basın, televizyon, radyo, sinema ve kültür unsurları birer “teknopoli”97 silahlarına dönüşmüştür. Eylül
2008’de patlak veren Wall Street merkezli küresel mali ve ekonomik kriz ile birlikte
neoliberal “paraizm”in elitleri güçlerinin hem zirvesinde hem de daha saldırgan
bir tutum sergilemektedir. Ama en zor olanı mevcut durumu koruyabilmek ve
zirvede kalabilmektir.
Endülüslü Kabalist Tevrat tefsircisi İbn Meymun (Meymonides-13. yüzyıl) ve
Alman Musevisi Amerikalı siyaset felsefesi Profesörü Leo Strauss’un (Ö. 1973) fikirlerinden hareketle Judeo-Hıristiyan teoloji ve siyaset felsefesine dayandırılan ve
“kutsal gaye” olarak sunulan, neoliberalizm uygun ortam yaratılarak ülkeleri askeri
müdahaleler ile “demokratikleştirmek” gibi bir misyonu kendisine biçmiş durumda.
“Piyasa her şeyi çözer” denilerek tanrısal bir misyon biçilen bu yaklaşımı Eric
Hoffer (ABD 1902- ) 1949 yılında “Kesin İnançlılar” adlı meşhur eserinde şu şekilde değerlendiriyor: “Eğer bir gün özel teşebbüsçülük aldatıcı bir kutsal gaye durumuna gelirse, bu onun artık faydalı ve pratik bir sistem olduğundan şüphe
edilmeye başlandığına bir işarettir. Gerek aldatma gayreti, gerekse dünya egemenliği gayreti, esasta bazı ciddi bozukluklar olduğunun bir işaretidir.”98
Neoliberal “paraizm” kontrol altında tuttuğu televizyonlar, radyolar, gazeteler,
internet ağları, sinema filmleri, bir kısım akademisyen ve bürokratlar ile hedef ülkelerdeki iktidarları doğrudan müdahalelerle veya dolaylı entrikalarla, finansal
baskı unsurlarını kullanarak kontrol altında tutmaktadırlar. Öte yandan muhalif
96 9 Tenths / 9 Ay On Gün, DVD film – Bob Degus filmi.
97 Neil Postman, “Yeni Dünya Düzeni-Teknopoli”, Türkçesi: Mustafa Emre Yılmaz, Gelenek Yayınları, İstanbul
Eylül 2004.
98 Eric Hoffer, “The True Believer/Kesin İnançlılar”, İm Yayınları, İstanbul, s. 133.
62
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Küreselleşme ve Neoliberalizm
hareketleri de genellikle kontrol altına alarak hedef ülkelerde ileriki yıllarda işbaşına
getirecekleri insanları yetiştirmek için okullar kurmaktadırlar.
Gelişmekte olan ülkelerde, genel olarak her ülkede kendi gayretleri veya ülkede
milli ekonomi oluşturmak gayesiyle sağlanan devlet destekleriyle piyasaya ulaşmış
bir elit tabaka vardır. Bu tabakanın Japonya ve Almanya örneğinde olduğu gibi
milli burjuva olanı vardır. Bir de Türkiye örneğinde olduğu gibi millilik/yerlilik
kimliği ve iddiası taşımayan kozmopolit burjuva olanı vardır. Yine bu sınıfı temsil
eden siyasi oluşumlar yanında Türkiye’de olduğu gibi “duruma göre” hareket eden
yapılar da mevcuttur. Buna mukabil toplumun % 99’unda solcu, sağcı, milliyetçi,
dindar, dinci ve/veya mezhepçi-etnisiteci oluşumlar kurgulanır. Bunlar birbirleriyle
sert çatışmalara sokulur. Bu arada neoliberalizmin elitlerinin kontrolü altındaki
basın-yayın organları ve NGO’lar halkı “görmesi gerektiği kadarı” ile sınırlı bilgilendirilerek “obskürantizm”i sistematikleştirirler.
Halkın tepkisi bütün hesapları bozacak noktaya doğru gidiyorsa, kontrol altında tuttukları uygun siyasi muhalifleri kısa süreliğine iktidara taşırlar. Bilerek
veya bilmeyerek onlar da aynı merkeze hizmet eder. Şayet muhalif siyasi oluşum
yeterince kontrol altına alınamıyorsa, devletin temel kurumlarındaki sivil-asker
bürokratlardan devşirilmiş ve/veya devşirilenler hizmette kullanılır. Bu sistem “dönüşümlü iktidarları” ya da “paralel hükümetleri” işbaşına getirir
Şayet büyük halk kitleleri siyasi oluşumlara olan güvenini tamamen yitirmiş
ise, ya da “toplum mühendisliği” yoluyla dış ve iç mihraklarca bu noktaya getirilmişse. Bu durumda her ülkede görevi ülkeyi dış düşmanlara karşı korumak olan
milli ordular devreye sokulur. Hiyerarşik bir ast-üst yapıya sahip olan ordular siyasi
yapılanmalara göre daha kolay kontrol altına alınabilirler. Çaresiz kalan halk, kendi
içinden çıkardığı güçlerin siyasi iktidara müdahalesine sıcak bakar. Fakat sonuç
tam bir ironidir, paradokstur. Sonuç yine çoğunluğun, halkın ve ülkenin aleyhine
çıkar. Türkiye’de 12 Eylül 1980 askeri darbesi bunun tipik bir örneğidir.
Sisteme dışarıdan müdahale eden askerlere de güveni kalmayınca, eğer halk
kendisi teşkilatlanarak bir çıkış yolu bulamaz ise psikolojik çöküntü yaşar ve toplumun bütün kesimlerinde “epistemik çöküş”ün tezahürleri görülmeye başlanır.
Artık büyük halk yığınlarının hedefi; karnını doyurmak, başını sokacağı bir yer
edinmek ve sekstir. Milli ve manevi değerler her geçen gün azalır. Aile kavramı,
ahlak, hak, hukuk ve başkasına yardım, kitleler nezdinde önemini kaybeder. Neoliberal elitizmin “Tanrı İmparatorluğu” projesinin bir önceki varmak istediği nokta
budur. Artık toplum, göklerinde dalgalanan bayrağa aldırmaz. “Aç hür ile tok esir”
olmak arasında tercihini tok esir olmaktan yana kullanır.
Böyle bir “Yeni Dünya Düzeni”nde ülkeler, ülke sınırları, milli bayrak, milli
marşlar ve nihayetinde milli ordu gereksizdir. Silahlı güçler kendi insanını yaşadığı
yerde tutmakla görevli küresel sistemin jandarmasına dönüşür.99
99 Muharrem Kılıç, “Vahşi Liberalizm-Kapitalizm”, Yeni Hayat, Kasım-Aralık 2007.
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
63
Dr. Ramazan KURTOĞLU
Yukarıdaki hususlar hayata geçirilirken, bir taraftan da hedef ülkenin/ülkelerin
varlıkları, yeraltı-yerüstü zenginlikleri, toprakları neoliberalizmin elitleri ve/veya
taşeronları tarafından satın alınır. Köyünde “ağa” olan insanlar, büyük şehirlerin
varoşlarında gettolaşarak “ilerideki”/yan mahalledeki apartmanın kapıcısı olunca
kendini şanslı görürler.
Gelişmenin ileri safhası “şehir devletleri”dir. Her şehrin “halk tarafından seçilen” (!) belediye başkanı artık “kentlerin seçilmiş kralları”ndan biridir ve neoliberalizmin para babaları ile kenti adına özel anlaşmalar yapabilirler. Merkezi
hükümetin yanında mahalli idarelerin de kamu borç batağına saplanması sağlanır.
Kendi kendine dönemez hale gelirler. Varlıklarını mecburen elden çıkarırlar. İnsanlar köyündeki su pınarlarının, yeraltı sularının “özelleştirme” ile ulus ötesi şirketlere satılmasıyla artık köyünün/ kasabasının suyunu para ile satın alır.100 Artık
kentin halkı neoliberalizmin vahşi girdabındadır. Zaten Tanrı İmparatorluğu için
gerçekleştirilmek istenen de budur. Bir tek “Pax Roma” diğerleri “Atina modeli”
şehir devletçikleri.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında teorik temeli oluşturulmaya başlayan ve 1970’li
yıllarda olgunlaştırılan ekonomide elitist Judeo-Hıristiyan bir modelleme olan
neoliberalizm başta gelişmekte olan ülkeler ve Türkiye olmak üzere ABD, Batı Avrupa, Güney Amerika ülkeleri ve pek çok Asya ülkesinde 1978 “Washington Konsensusu”ndan sonra kademeli olarak uygulanmıştır. Ancak 14 Eylül 2008 Wall
Street merkezli başlayan finansal krizle birlikte hem teorik anlamda hem de uygulamada çökmüştür. Arkada bıraktığı ise tam manasıyla ekonomik ve toplumsal
bir trajedidir. Artık dünya tarihinde hiç görülmediği kadar muazzam büyüklükte
bir servet eşitsizliği insanlığın, milletlerin, ülkelerin tepesinde sallanan bir “göktaşı”
niteliğindedir.. Açıkçası Milton Friedman (Ö. 2006) ve onun Chicago okulu ekolünün “elitist Chicago boys”ları ekonomik bir mecburiyetin değil, geçici siyasal
bir başarının, diktatörlüğün “serbest piyasa” kuralları için tasarlayıcıları, “ekonomik
tetikçileri” olarak anılacaklardır. Eylül 2008’den itibaren FED merkezli olarak
bütün dünyaya pompalanan 20 trilyon dolar yeni krizlerin habercisidir. 20002007 yılları arasındaki dönemde dünya GSMH’si % 3 dolayında artarken, dünyadaki ABD merkezli para arzı % 15 artmıştır. Bunun manası dünya
ekonomisindeki para arzı ile dünya GSMH’si arasındaki ilişkide ciddi bir kopuş
yaşanmıştır. Bu kopukluluk Eylül 2008’den itibaren artarak devam etmektedir.
Krizden çıkış için basılan devasa büyüklükteki para aradaki makası daha da açmıştır. Bol para ile oluşturulan balon kısa vadeli saadet getiriyormuş gibi görünse
de orta ve uzun vadede yeni ve daha büyük krizleri tetikleyecektir. Pierre Bourdieu’nun tanımıyla: “Neoliberalizm bir fetih silahıdır. Öylesine güçlü bir ekonomik kadercilik ortaya koyar ki karşısındaki bütün direnişler manasız gibi görünür.
Neoliberalizm AIDS’le aynı şeydir. O da kurbanlarının bağışıklık sistemini yok
eder.”101
100 DVD film, Yağmuru Bile (Even the Rain), Bir Film.
101 Pierre Bourdieu, “Politik ist entpolitisiert”, Der Spiegel, Hamburg, Num. 29, 2001.
64
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Küreselleşme ve Neoliberalizm
“Nasıl ki neoliberal küreselleşme, küresel bir tasarımın sonucunda ortaya çıkabilmiş ve yaygınlaşabilmişse”102 Eylül 2008’den itibaren uygulanan “dünyayı
iyice dolarize etmek de bir “hesabın” sonucudur. “Siyasi kamuoyu tarafından uzun
süre fark edilmediyse de savaşın çehresi on-yirmi yılda adım adım değişti… Finans
biçimlerinin değişmiş olması, yeni savaşların ufukta herhangi bir son görünmeden
genellikle onlarca yıl sürmesine de yol açıyor. Dolayısıyla bu yeni savaşların ayırt
edici özelliklerini kavrayabilmek için öncelikle ekonomik temellerinin incelenmesi
gerekir.”103 Neoliberalizmin siyasi liderlerinden, İngiltere Başbakanı Margaret
Thatcher, “Toplum yoktur, bireyler vardır”104 diyordu. Thatcher 21 Mayıs 1998
günü de İskoç kilisesi piskoposları ve çömezlerine şu öğüdü hatırlatmıştı: “If a
man will not work, he will not eat” (Çalışmayan yiyemez.) Katolik Hıristiyanlığın
kurucusu Tarsuslu Musevi Pavlus Selaniklilere yazdığı ikinci mektupta benzer görüşü dile getirmişti.105 Böylelikle neoliberalizmin Sultanı Thatcher Pavlus’a gönderme yapmıştı. M.S. 1. yüzyılda yaşayan Musevi-Hıristiyan Pavlus ile 21. Yüzyılın
neoliberal elitlerinin sermaye diktatörlüğü sözüm ona aynı noktada kesişiyordu.
Ancak küresel sermayenin hegemonyası kütlesel işsizliğin patlamasına vesile olmuştu. Daha 2001 yılında yaklaşık bir milyar yetişkin sürekli biçimde işsiz durumdaydı.106 Eylül 2008’den itibaren bu rakamın en az % 50 arttığı tahmin
edilmektedir. Nitekim zamanın IMF Başkanı Dominique Straus-Kahn – ki kendisi
küresel sermayenin en güçlü ailelerinden biri olan Kahn ailesine mensuptur- Fas’ta
gerçekleştirilen İnsani Gelişim Form’unda yaptığı konuşmada, küresel kriz sebebiyle önümüzdeki yıllarda 400 milyon kişinin daha işsiz kalabileceğini ifade ederek
her yerde birinci önceliğin istihdam olması gerektiğini söyledi.107
“Yaklaşık 500 yıl önce ortaya çıkan Martin Luther’in Doksan Beş Tez’i ve ona
karşı alınan tedbirler, ortaya yeni bir Avrupa çıkardı.”108 Hiç şüphe yok ki ABD’yi
de ortaya çıkaran, kapitalizm ve kapitalizmin neolberal versiyonunu da ortaya çıkaran temel düşünce judeo-Hıristiyan teolojidir. “Piyasa ekonomisi” ideologlarının
krizleri ve felaketleri bu kadar cazip görmelerinin sebebi kesinlikle topyekûn yaratım için tanrısal güçlere duyulan bu arzudur.”109
Neoliberal altyapının oluşturulduğu, 1978 “Washington Mutabakatı”nın dünyaya deklere edildiği aynı zaman diliminde Judeo-Hıristiyan teolojinin en ateşli
taraftarları da, Evanjelist Hıristiyanlar ya da Siyonist Hıristiyanlar.110 Amerikan
102 Derleyen; Fikret Şenses, “Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma”, İletişim Yayınları, İstanbul 2009, s. 277.
103 Herfried Münkler, “Yeni Savaşlar”, Türkçesi: Zehra Aksu Yılmazer, İletişim Yayınları, İstanbul 2010, s. 1112.
104 Margaret Thatcher, “The Collected Speeches of Margaret Thatcher”, Robin Harris Yy., Robson Book Ltd.,
Londra 1997.
105 Kutsal Kitap Tevrat, Zebur, İncil, Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul Nisan 2010, s. 1275-1277.
106 ILO (Milletlerarası Çalışma Teşkilatı), Juan Somavia, Reduiere le deficit du travail decent, s. 89, Uluslararası
İş Konferansı’na sunulan rapor, Cenevre, 5-21 Haziran 2001.
107 Milliyet, 3 Kasım 2010.
108 İlber Ortaylı, “Protestanlık Yeni Bir Avrupa Yarattı”, Milliyet, 7 Kasım 2010.
109 Naomi Klein, a.g.e, s. 26.
110 Grace Hallsell, “Tanrıyı Kıyamete Zorlamak-Armagedon Hıristiyan Kıyametçiliği ve İsrail”, Kim Yayınları,
Ankara 2. Basım, Nisan 2003, s. 13-143.
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
65
Dr. Ramazan KURTOĞLU
siyaset ve entelektüel dünyasının en önemli figürleri haline gelmişti. Newsweek
1976’yı “Evanjelistlerin yılı” ilan etti. 1976’da Chuck Colson’un “Born Again”(Yeniden Doğmak) adlı kitabı çok satanlar listesine girdi. Evanjelist Papaz Jerry Falwell, 1979’da “Moral Majority” (Ahlaki Çoğunluk) adlı Evanjelist teşkilatı kurdu.
Nihayet neoliberalizmin en önemli siyasi liderlerinden, “yeniden doğmuş”, “kurtulmuş” Evanjelist Ronald Reagan ABD Başkanı seçildi ve ilk sözü “Armagedon
Savaşı’na (Kıyamet Savaşı) hazırlanmak gerekir” oldu.
Evanjelist vaiz Jerry Falwell Hz. Muhammed’e bir televizyon programında
“Muhammed teröristtir” sözleriyle hakaret etmişti. Sonra devreye Hollywood yapımı, Müslümanları suçlayan filmler, televizyon dizileri girdi. Nihayet 11 Eylül
2001 ve sonrasında, Afganistan ve Irak’ın Evanjelist-neoliberal ABD Başkanı George W. Bush ve neo-con ittifakı tarafından işgal edilmesi.
Neoliberalizmin teorisyen ve siyasi liderlerinin Judeo-Hıristiyan bir teolojiye
sıkı sıkıya bağlı olmaları tesadüfî değildir. Çünkü kurmak istedikleri ütopik “Yeni
Dünya Düzeni”nin kodları Kabala-Tevrat-İncil kehanetleri içinde yer almaktadır.
Mesela: 1- Tek dünya devleti-hükümeti kurulacak111 2- Tek dünya ekonomi yönetimi kurulacak.112 3- Tek dünya dini-senkretik (bağdaştırılmış) bir din, inanç
hâkimiyeti tesis edilecek.113 Kısaca neoliberalizmin “elitizmi/seçilmişleri” ile JudeoHıristiyan teolojinin “seçilmişleri” ilahi bir “misyon”un temsilcileri oldukları iddiasındadırlar. Nitekim geçtiğimiz 35 yılda serbest piyasa politikalarının
uygulandığı her ülkede ortaya çıkan durum, az sayıdaki büyük korporasyon ile
genellikle zengin bir politikacılar sınıfı arasındaki güçlü egemenler ittifakı-iki grup
arasındaki muğlâk ve sürekli değişen çizgilerle birlikte- şeklindedir.114
Eylül 2010’da 140 BM (Birleşmiş Milletler) üyesi devlet, üç gün süreyle fakirlik
ve bin yıl hedeflerini değerlendirmek için New York’ta bir araya geldiler. Ancak
basına yansıdığı şekliyle zirve, “havanda su dövmek”ten öteye geçemedi. BM Genel
Sekreteri Ban ki-Moon “Ülkelerarası eşitsizlikler büyüyor, 2015 hedeflerine ulaşmadaki ilerlemeler kırılgan” dedi. On yıl önce, 2000 yılında bir araya gelen üye
ülkeler “Bin Yıl Hedefleri” adı altında açlık, fakirlik ve çocuk ölümlerini bitirmeyi
hedeflemişlerdi.
BM tarafından yayımlanan “Yoksulluğu Yeniden Düşünmek; 2010’da Dünyanın Sosyal Durumu” başlığını taşıyan rapora göre durum çok vahim. 1. 5 milyardan fazla insan günde 1.25 dolarla ve 3 milyardan fazla insan günde 2.5 dolarla
hayatını sürdürmek mecburiyetinde. Dünyada her on kişiden sekizi ise günlük on
doların altında bir gelirle geçimini sağlamak mecburiyetinde. Dünya nüfusunun
7.0 milyar insandan oluştuğunu belirtirsek vahametin büyüklüğü ortaya çıkıyor.
Ve dünyanın en zenginlerinin % 20’si bütün dünyadaki gelirlerin % 75’ini elinde
tutuyor.
111 Vahiy 13:7; Daniel 7:23.
112 Vahiy 13:16-17.
113 Vahiy 13:3,4,8.
114 Naomi Klein, a.g.e, s. 18.
66
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Küreselleşme ve Neoliberalizm
BM çocuk kuruluşu UNICEF’e göre her gün 24 bin çocuk fakirlik sebebiyle
ölüyor. Beş yaşın altındaki çocuk ölümleri oranı, 2009 verilerine göre 8.1 milyon.
Yeryüzündeki toplam 2.2 milyar çocuğun 1 milyarı fakir. Öte yandan BM Gıda
Örgütü FAO’ya göre dünyada 925 milyon insan kronik açlık çekiyor.
BM İnsan Hakları Konseyi üyesi Mary Robinson’a göre bütün bunların temel
kaynağı işsizlik. Robinson zengin ülkelerin yoksulluk probleminde duyarsız davrandıklarını da belirtiyor.
Oxfam adlı küresel yardım kuruluşu ise gıda krizinin çözülmemesinin arkasında siyasi irade eksikliği olduğu ve 2015 yılına kadar açlığı yarıya düşürme sözünün 2010 yılında çok uzağında bulunulduğunu belirtiyor. 2003-2010 yılları
arasında BM’in Bin Yıl Kalkınma Hedefleri projesini yöneten Hintli Salil Shetty
“Kalkınma hedeflerinin önündeki en büyük engel, nüfusun en fakir kısmı söz konusu olduğunda, insan haklarını hiçe sayan hükümetler. Mevcut şartlarda, insan
hakları ihlalleri, en muhtaç ve müşkül durumdakileri kalkınma hedeflerinin etki
alanı dışında bırakıyor” diyor.115
Dünyanın en zengin 15 kişisinin mal varlıkları toplamı, Güney Afrika dışta
kalmak üzere, Sahra altı Afrika ülkelerinin yıllık GSMH’leri toplamından daha
büyüktür. Dünyanın en güçlü ulus ötesi 100 şirketinden her birinin satış rakamları, en fakir 120 ülkenin ihracat toplamından daha yüksektir. Dünya Ticaret hacminin yüzde 23’ü en güçlü 200 ulus ötesi şirketin kontrolü altındadır.116
Hâlbuki özellikle son 30 yıldır söylenen: “Küreselleşme herkesin yararınadır.
Firavunlar ve onların Dünya Ekonomik Formu’ndaki entelektüel müritlerine göre,
eşitsizliklerin ve sefaletin bir daha asla görülmeyecek biçimde ortadan kaldırılabilmeleri için gezegeni özelleştirmek ve ‘stateless global governance’ durumunu
yerleştirmek yeterli olacaktır. İşin gerçeği, finans sermaye egemenleri, şimdiye
kadar hiçbir papanın, hiçbir kral ya da imparatorun elde edemediği kişisel servetler
biriktirmekteler.”117 Öte yandan artık “beş yıl sonra küreselleşme kelimesini hatırlamayacağız”118 ama “atı alan çoktan Üsküdar’ı geçti.
Milletlerarası düşünce kuruluşu Legatum Instutite tarafından Ekim 2010’da
yayımlanan “refah listesi”nde Türkiye 2010 yılında 110 ülke arasında 80. sırada.
Ekonomi, fırsat eşitliğ ve girişimcilik, idare, eğitim, sağlık ve kişisel hürriyet ve
sosyal sermaye gibi sekiz farklı kritere göre Türkiye 80.sırayla Endonezya, Ürdün
ve Cezayir gibi ülkelerin altında kaldı. Küreselleşmenin teologlarından Bernard
Lewis şöyle diyor: “ABD’de iktidar parayla satın alınır. Ortadoğu’da iktidar para
kazanmak için kullanılır.”119
115 Le Monde, Ekim 2010.
116 Human Development Report 2000.
117 Jean Ziegler, “Dünyanın Yeni Sahipleri ve Onlara Direnenler”, Türkçesi Mahmut Nedim Demirtaş, Altın
Kitaplar, İstanbul Haziran 2004, s. 66.
118 Immanuel Wallerstein, Newsweek 22 Mart 2009.
119 Bernard Lewis, “Faith and Power”, Oxford Universty Press, 2010, p. 68.
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
67
Dr. Ramazan KURTOĞLU
Küresel Ekonomi elbette -Türk ekonomisi de buna dâhildir- neoliberalizm ile
ekonomi literatüründe “Flemenk hastalığı” (Hollanda hastalığı) olarak tarif edilen
iktisadi hastalığa tutulmuştur. Bu hastalık ekonomide özellikle dar bir kesimin
çok karlı/kazançlı olmasının öbür üretim kesimlerini ve/veya toplum kesimlerini
baltalaması şeklinde ortaya çıkan durum ile alakalıdır.
Neoliberalizmin 1980’lerden günümüze, “serbest piyasa” uygulamaları kısaca
“paraizm hastalığı” olarak teşhis edebileceğimiz bu durumu “elitleri/seçilmişleri”
daha zengin hale getirirken devasa kitleleri hiksoslaştırma yönünde bir ekonomik
sonuç doğurmuştur. Bütün bunları sözde akılcılığa dayalı “piyasa kanunlarının”
arkasına saklanan elitist sermaye diktatörlüğü, nihai evrimini tamamlamış, artık
değiştirilmesi mümkün olmadığı kanaati uyandırılan bir dünya görüşü olarak dayatmaktadır.
Ama “serbest piyasa” ne kadar serbesttir? “Serbest piyasa diye bir şey yoktur.
Her piyasanın seçme hürriyetini kısıtlayan bazı kuralları ve sınırları vardır. Bir piyasa, ancak sadece altında yatan, göremediğimiz sınırlamaları şartsız olarak kabul
ettiğimiz için serbest görünür. Bir piyasanın ne kadar “serbest” olduğunun nesnel
bir tanımı yapılamaz. Bu ancak siyasi bir tanım olur. Serbest piyasa ekonomistlerinin sürekli dile getirdiği “piyasayı hükümetin siyasi müdahalelerinden korumaya
çalışıyoruz” iddiası yanlıştır. Hükümet her zaman işin içindedir ve bahsi geçen serbest piyasalarda herkes gibi siyasi motivasyonun etkisi altındadır… Göç, maaşlar
ve faiz oranları –büyük ölçüde- siyasi olarak belirleniyorsa, bunlar bütün diğer fiyatlar üzerinde etkili olduğundan, diğer tüm fiyatlar da siyasi olarak belirlenir…
Nesnel olarak tanımlanmış bir “serbest piyasa” gerçeğinin var olduğu efsanesinin
aşılması kapitalizmi anlamaya giden yolda atılması gereken ilk adımdır.”120 Eylül
2008’den bu yana “devlet kapitalizminin” neoliberal “serbest piyasanın” yıkımlarını
nasıl tamir etmeye çalıştığına hep birlikte şahitlik etmekteyiz.
Diğer taraftan teorik olarak “Newton mekaniğine” ve “Öklit matematiğine”
dayalı iktisat bilimi, bilim dünyasındaki “kuantum sıçraması” ile ekonominin
farklı alanlarına farklı bakış açılarını getirmiştir. Klasik iktisadın deterministik felsefesi, “insanlar rasyoneldir” merkezli iktisadi anlayış, kuantum bakış açısıyla artık
geçerliliğini yitirmiş olup, “kaos teoremi” ve “kuantum mekaniği” önemli ve yeni
iktisat teorilerini de beraberinde getirmiştir. Kaotik modellerin ekonomik ve finans alanında da ortaya çıkması konunun uzmanlarını bu alanda daha iyi tahminler yapmak için kaos ve kuantum kavramından faydalanmalarına vesile
olmuştur. Kaos teorisinin inter-disipliner pek çok ekonomik modellemede kullanılması klasik iktisadın temel argümanları olan “homoeconomicus”, “rasyonel bekleyişler” ve “görünmeyen piyasa eli” gibi temel teorilerini reddetmektedir. Buna
ilaveten “kuantum paradigması” da ekonomik sistemin bütününü doğrusal/düzsel
değil, nonlineer bir metotla çözümlemekte ve yorumlamaktadır. Kompleks sistemlerin kaotik yapılarını 1980’lerde fark eden küresel finans elitleri küreselleşme
120 Ha- Joon Chang, “Kapitalizm Hakkında Size Söylenmeyen 23 Şey”, Türkçesi: Belgin Tupal, Say Yayınları,
İstanbul 2011, s. 21-27.
68
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Küreselleşme ve Neoliberalizm
politikası ile birlikte, telekomünikasyon ve internetin de yardımıyla para piyasalarını ve türev ürünleri ekonomik/mali sistem içerisinde nonlineer ve karmaşık
metotlarla “serbest piyasalarla” yeni bir felsefe ile çeşitlendirmeyi benimsediler.
Kaos ve kuantum motivasyonlu yeni ekonomik anlayışı “yeni ekonomi” ve “yeni
finans” sisteminin tam merkezine yerleştirdiler. Özellikle finansal kapitalizm “çekirdekli” yeni dünya düzeni ütopyası için geleceğin belirsizliğini kendi menfaatleri
doğrultusunda manipüle ederek “yeni bir paradigma ile ekonomik sistemi kotarmaktadırlar.”121 Öte yandan “davranış ekonomisi” ve “nörofinans” yeni ekonominin karar verme mekanizmalarında çoktan yerlerini bilimsel olarak almış
bulunmaktadırlar.122
Bir ekonomik krizi en iyi analiz etmenin yolu “kim satıyor-kim alıyor?” sorusunun cevabını bulmaktan geçer. Eylül 2008’de “patlayan” Wall Street merkezli
küresel krizde net olarak görünen, kaosun dar/elitist bir kesimin kontrolündeki
çok uluslu bir düzine şirketin küresel pazarda oligopol durumlarını daha da güçlendirdiklerini, büyüdükleri ve kârlılıklarını artırdıklarıdır. Yine finansal bağlamda
zor durumda olan bazı elitist aile patronajlı şirketlerin de Eylül 2008 krizi ile birlikte pasiflerini aktife çevirdikleri görülüyor. 2012 yılının başındaki görünüm ise
kaostan fırsat çıkaran küresel para babalarının borsadan-borsaya ve emtia piyasalarında “altın vuruşlar” ile paralarına paralar kattıklarıdır. “otistik ekonomi” giderek
“otistik paraizm”e dönüşmektedir.
121 Haldun Soydal, “Yeni Ekonomi-Kuantum Nöroekonomi”, Palet Yayınları, Konya Eylül 2010, s. 28.
122 Richard L. Peterson, a.g.e, s. 17-433.
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12
69
.