Sayın Doktor, Organik silisyumun dahili kullanım için tek tıbbi ürün

Transkript

Sayın Doktor, Organik silisyumun dahili kullanım için tek tıbbi ürün
Sayın Doktor,
Organik silisyumun dahili kullanım için tek tıbbi ürün formu olan
CONJONCTYL’in deri içine zerk edilerek uygulanması sonucunda kişilere
sağlıklı ve güzel bir cilt yanında sağlıklı ve kaliteli bir yaşamın, iyi ve güzel
yaşlanmanın en ekonomik şekilde sunulması mümkündür.
Onunla esnekliğini ve dolgunluğunu geri kazanmış bir deri, sağlıklı ve güzel
bir cilde kavuşmanın yanında lokal olarak deri içine -mezoterapik yöntemlezerk- edilmesi sonucu selüloitlerden, hamilelik izlerinden kurtulmak, meme
sarkmalarını tedavi etmek ve meme dikleştirmek gibi tedaviler
yapılabilineceği gibi saç dökülmesinin önüne geçilebilir hatta canlılığını
yitirmemiş saç köklerinden yeniden saç çıkması sağlanabilir.
Deri ve cilt sağlığı ile yakından ilgili tüm bu tedavilerin yanında yine lokal
deri içi uygulamalarla çok daha farklı tedaviler mümkündür. Damar
hastalıkları, arterit, artroz, kireçlenmeye ve yaşlanmaya bağlı ağrılı
hastalıkların tedavileri bunların başında gelir. Bazı aktif maddelerin ve
ilaçların deri içine zerk edilerek(mezoterapik yöntemle) uygulanması çok
eskilere dayanır. Tedavi edilmek istenen bölgedeki derinin içine aktif madde
zerk edilmesi yoluyla tedavinin birçok faydaları bulunmaktadır. Oral yolla
alınan aktif maddelerin çok azının tedavide etkin olduğu ve yan tesirleri ile
de tahribatlara yol açtığı, ilaca ve aktif maddeye hassasiyeti azalttığı,
karaciğeri zorladığı en çok bilinenleridir. Halbuki deri içine zerk edilerek
yapılan uygulama ile en kısa zamanda, en yüksek etkinin, en kısa yoldan
ilgili bölgede elde edilmesi sağlanır. Etkinlik kazancı en az 1’e 10 dur.
Ülkemizde henüz hak ettiği ilgiyi görememiş olmasının hakkında yeterli
bilgiye sahip olunmamasından kaynaklandığını düşündüğümüzden ve bu
konuda bizden sıklıkla bilimsel makale istenmektedir. Bu nedenle en
kapsamlı kısa bilgilere ulaşabileceğiniz bir makaleyi Dr. Helene Gale’nin
sitesinden alarak şimdilik sadece giriş ve ana başlıkları ile Türkçe, tamamını
ise Fransızca orijinali ve goole’da çevrilmiş İngilizcesi ile ekte takdirlerinize
sunmaktayız.
Yumuşak doku-bağ doku zafiyetlerinden kaynaklanan hasar ve
hastalıklarda, deri dokusunun onarımında, yaşlanma karşıtı(anti-ageing)
intra-dermal estetik tedavide asal unsurlardan biri bağ doku elementi
organik silisyumun eksikliğinin giderilmesidir. Bunun için bağ doku elementi
ikame unsuru olarak organik silisyum-silikon'un doku-organ içine enjekte
edilebilir dahili kullanım için üretilmiş CE(93-42 EEC) onaylı tek tıbbi ürün
formu CONJONCTYL’dir. Bu geniş spectrumlu bir o kadar da ekonomik
ürünümüzün yumuşak doku hasarlarına bağlı hastalıkların ve hasarların
tedavisindeki önemini ve özelliklerini hatırlatmak istedik.
Suat Dizdar
Eskomed Ltd.
0216-4182699
ORGANİK SİLİSYUM(SİLİKON) HAKKINDA BAZI
TEMEL BİLGİLER
Giriş
Silisyum/Silikon doğada her yerde bulunan bir kimyasal
elementtir: Sonuçta yer kabuğunu oluşturan elementlerin dörtte
birinden fazlasına tekabül eder. Hayatımızın birçok alanında
sürekli olarak etkilidir.
Tarih öncesi insanın çakmak taşı aletlerinden en karmaşık
elektronik cihaz bileşenlerine(Silicon Valley) ve tüm canlı
organizmaların dokularında bulunur. Onun varlığı hayvanlar
aleminde olduğu gibi bitkisel alemde de vazgeçilmezdir.
Onun biyolojideki gerçek öneminin anlaşılması ise ancak son
birkaç on yılların işidir. Daha önceleri sadece silisyumun/silikonun mineral formları
kimyacılar tarafından incelenmiş ve tıpta kullanılmıştır.
Tedavide kullanılabilir ilk organosilisyum bileşiğinin Nisan 1957’de keşfi her şeyden önce
biyokimya alanında yeni bir sayfa açtı. Bu da bazı hücresel mekanizmaların daha iyi
anlaşılmasına yol açmıştır. Bunun sonunda da zararsız olduğu kadar güçlü yeni tedavi
ajanların gerçekleştirilmesi mümkün olmuştur.
Silisyumun organik türevleri birçok patolojik olay üzerinde olumlu etkide bulunma yetenekleri
olduğunu kanıtlamışlardır: Yaşlanma ve dokularda skleroz, miyokardi enfraktüsü gibi önemli
kardiovasküler hastalıklar veya uzuvları yıpratan artiritler, sinir sistemini bozan hastalıklar
bazılarıdır. Romatoloji endike edildiği alanlardan biri olup, antiviral özelliklere sahiptir.
Hücresel düzeyde düzenleyici etkileri ile kanser önleyici tedavide kayda değer öneme
sahiptirler.
Tıpta silisyum:
Tarihçe
Biyolojide silikonun önemi yakın zamanda keşfedilen bir olgudur. Henüz bilim adamları ve
hekimler tarafından yeterli ilgi görmemektedir. Tüm canlı organizmaların yapısında bulunan
organik silisyum(organosilikon) birçok metabolik reaksiyonlara katılır ve dokuların normal
yapısı için vazgeçilmez özelliktedir.
Antik çağdan XX.yy’a
Canlı dokulardaki silisyum miktarının belirlenmesindeki zorluk yirminci yüzyılın ortalarına
kadar konu hakkındaki bilimsel çalışmaları 20.yy’ın ortalarına kadar erteledi. Halbuki faydalı
özellikleri bilinen silisyum içerikli bazı ürünler yüzyıllar boyunca bilinmekte ve ampirik olarak
kullanılırmaktadır.
Kil ve killi çamur kullanımı antik çağlara kadar uzanmaktadır. Hindistan’da ayurveda
kapsamında kullanıldıktan sonra Araplar tarafından silisyum açısından zengin bir bambu
ektresi olan tabaşir kemiklerdeki kireçlenme olgularında ve iltihaplı romatizmaların
tedavisinde kullanılmış ve halen kullanılmaktadır.
Ortaçağda Saint Hildegarde de Bingen farmakopi listesine çok sayıda kaya ve değerli taşları
dahil etmişti ve bunların çoğu silisyum açısından zengin olanlardı.
Diğer yandan Paraselsus zührevi hastalıkların tedavisinde silisyum ekstreleri önermekteydi.
Silisyum içeren termal sular eski Yunanlar ve Romalılardan bu yana kullanılmaktadır. Bu
sulara sihirli bir güç atfedilmekteydi. Delphi’deki Castalia kaynak suyu hafıza onarımındaki
etkileriyle meşhurdu. Tarih boyunca termal tedavi kürleri(SPA) hep rağbet görmüştür.
16.yy’da Kral III. Henry’nin köleleri zührevi hastalıklarını tedavi etmek için Sail Les Bains’e
geliyordu. Sarayın güzel kadınları gençlik ve güzellik kürü yapmak için oraya gidiyordu.
19.yy’da kimyada önemli ilerlemeler oldu. Böylace silisyum ekstreleri tedavide düzenli olarak
kullanılır oldu. CLAUDER 1855’de gut hastalığını bu yolla tedavi etti. Lyon’dan SOCQUET ve
Chambery’den BONJEAN silisyum ekstrelerinin böbrek taşları üzerindeki çözücü etkisini
tespit ettiler. Fakat o devirde silisyum ekstrelerinin kullanımı bir engele takılmaktaydı.
Sonuçta Bordeaux’dan Prof. PICOT silikat sodası içindeki mayabozan etkisini Bilimler
Akademisine rapor etmekte ve dahili kullanım halindeki toksisitesini de vurgulamaktaydı.
Bu toksisiteye SIRFRIED tarafından açıklama getirilmesi için 1901 yılının beklenmesi gerekti.
Bu toksisite serbest soda içeren saflaştırılmamış çözeltilerin kullanılmasına bağlıydı. Bu
tarihten sonra uzmanlar silikatları tehlikesizce kullanabildiler ve damar sertliği-arteroskleroz
(Lecène OLIVIER - 1904), atardamar hipertansiyonu-hypertension artérielle(BODIN - 1908)
tedavisinde etkilerini tespit ettiler. SCHEH-R onu intravenöz uygular. Bu yolla uygulandığında
şiddetli yaşlılık kaşıntısı tedavisinde etkili olduğu görüldü(LUITKEN, de Vienne - 1927). Son
olarak klasik bir referans olarak Jean-Pierre LAPOUGE(Bordeaux - 1934) tezi bu dönemde
bilinen uygulamaların tamamını ele alıp, irdelemektedir.
Silisyum tedavide dört farklı şekilde kullanılmaktaydı: Mineral halde çamur ve kil, bitkisel ürün
halinde atkuyruğu veya bambu ekstresi, silisyum açısından zengin doğal kaynak suları
halinde örneğin; la Roche-Posay veya Saint Gervais-les Bain suları cilt hastalıkları, Sail-LesBains suları cilt hastalıklarında olduğu gibi eklem ağrıları(artrit), Plombieres’dekiler kolon ve
sinir sistemi, Bagnoles de l’Orne’dakiler daha çok dolaşım bozuklukları ya da
Cauterets’dekiler solunum yolları tedavisinde ve nihayet özellikle koloidal silisyum halde
silisyum veya silikatların dahilen uygulanması.
Fakat tartışılmaz sonuçlara rağmen silikat içerikli tedavi gerçek anlamda yerini bulamamakta,
etkinliği sınırlı kalmaktaydı. Prof. VORONKOV’un vurguladığı gibi organizma silis veya silikat,
silisyumun mineral haldeki ekstrelerini çok zor asimile edebilmekteydi. “Tüm bu bileşkeler
çözülemez halde veya mide asidi ile karşılaştığında çözülemez halde silisli bir asit açığa
çıkmaktaydı.
Silis ve silikat silisyumun okside formlarıdır. Silisyumun etken madde haline gelebilmesi ve
metabolik devinime dahil olabilmesi için Sl-O bağının koparılmış olması gerekir ki bu bağ çok
sağlamdır: Bir Si+O2 – SiO2 + 200 kilokaloridir.
İnsan organizması bu bağı koparabilme kabiliyetine sahip değildir. Tüm diğer hayvansal
organizmalar gibi onlar da heterotrofiktir bu da insanın daha önce onları biyolojik devinime
entegre edebilen ototrofik organizmalar olan bitkiler tarafından topraktan alınan bazı
mineralleri özümleyemeyeceği anlamına gelmektedir.
Bu gözlem özümlenebilir türevlerin; organik silisyum bileşiklerinin keşfinin önemini
kavramamızı sağlamaktadır. Organik silisyum bileşiklerinin keşfi:
1957 Nisan’ında Norbert DUFFAUT insan ve hayvan organizması tarafından çözünür,
sindirilebilir, özümlenebilir ve herhangi bir toksisite içermeyen ilk organosilisyum bileşiği
DN1’i keşfetti. Askorbik asit(vitamin C) içeren bir bileşik söz konusudur. Toksik olmayıp,
tedavi edici özellikler gösteren bir bileşiktir. Bordeaux Eczacılık Fakültesinde Prof.
QUILICHINI tarafından konu hakkında araştırma yapılmış olup, sonuçları ilk defa
MONCEAUX(23)’nun ilk yayınlarından birinde yer almış ve Dr. AUMONIER(1)’nin eczacılık
tezinin ilham kaynağı olmuştur.
DN1 önemli bir sakınca göstermekteydi; çok zor saklanabiliyordu. Askorbik asidi aspirine
komşu bir asit olan salisilik asit ile ikame eden Norbert DUFFAUT 1971 yılında Conjonctyl
adı altında özelleşecek ve SGK tarafından da ödecek olan ürün; DNR’ı gerçekleştirdi. Bu da
Norbert DUFFAUT’nun molekülünü test etmeye yetişemediğini anlatan efsanenin kesinlikle
temelsiz olduğunu ortaya koymaktadır.
Bileşkenin formülünde bulunan askorbik asit diğer organik asitlerle de ikame edilebilir.
Örneğin bu sitrik asit olursa sonuç DNC olacaktır.
İlk denemeler, ilk gözlemler.
1960 yılı boyunca ve takip eden yıllarda çalışmalar katlanarak arttı.
1961 yılında Bordeaux’dan bir kardiyolog Dr. Guy-Roland RAGER hastalarına iyonize DNR
ile ilk intravenöz uygulamayı yapan kişi oldu ve anjinal ağrılar, kroner enfraktüs ve eklem
artritleri durumunda kuvvetli etkilerini gözlemledi(26-27). Elektrokardiogram, arteriyografi ve
koroner anjiyografi sonuçlarıyla elde edilen iyileşmeleri tartışmasız biçimde ortaya koydu.
1962 yılında, Myxomatosis salgını Bordeaux bölgesinde tavşanları kırıp geçiriyordu. Bu
durum bize bir virüs tarafından tetiklenen bir hastalığın tedavisinde ilk defa DNR’ın
denenmesi fırsatı vermişti. Yalnızca DNR enjeksiyonu sonucu tamamıyla başarısız oldu.
Sadece penisilin enjeksiyonu da sonuç vermedi. Fakat ikisinin karışımı, DNR+Penisilin,
tedavi başlangıcında ölmek üzere olanlar hariç tonlarca tavşanın iyileşmesini sağladı. Bu
denemeden iki olguya dikkat edilmesi gereği ortaya çıktı: Birincisi organik silisyumun diğer
ilaçlarla kuvvetli bir sinerji oluşturduğu ve etki alanını genişletebileceği, diğeri de gelecekte
organik silisyumun etkili biçimde viral hastalıklara karşı tedavide de kullanılabileceğidir.
Bu bulgular bizi organik silisyumu birden fazla ilaç ile ilişkilendirmeye götürdü. Yine 1960
yılında onu safra kesesi hastalıklarının tedavisinde etkili ilaçlardan sodyum hiposülfat
(Sodothiol) veya mağnezyum(Emgé Lumière) ile birlikte denedik ve Auguste LUMIÈRE’e
göre(22) doku koloidlerinin flokülasyonunu önleme yeteneğine sahiptirler. Karaciğere
iyonosinaz yöntemiyle uygulanan DNR + hiposülfat bileşiminin ağrılı safra kesesi hastalıkları
krizleri üzerinde büyük bir hızla etkili olduğu ortaya konmuştur.
Mucit ve dünya çapında tanınan bu bilim insanına diğer buluşlarının yanında düzenli
aralıklarla yapılan biyolojik araştırma sonuçları üzerinden her bir hasta için hastalığının
gelişim seyri ve tedaviyle elde edilen etkileri ölçmeye yarayan ilk plazmatik labilite testlerini
borçluyuz. Kanserin gözlemlenmesi için bu teknik kanserometre olarak anılır. Bu yönteme
göre uygulanan klinik deneyler organik silisyumun tümörlerin gelişimi üzerinde tartışmasız
etkinliğini açıkça ortaya koymuştur.
Bernard GRUBIS ile Norbert DUFFAUT canlı dokularadaki organik silisyum türevlerini
bulmak ve miktarını ölçümlemek için yüksek hassasiyette fiziksel bir yöntem ortaya
koydular(10). Bu aynı zamanda organo silisyumun tüm canlılardaki varlığının evrenselliğini
ortaya çıkarmış ve ispatlamış oldu.
Silisyum biyolojisi üzerine araştırmalar.
Bu ilk denemeler silikon ve türevlerinin sunduğu geniş olanaklara dikkat çekmiştir. Bu yüzden
Fransa ve diğer ülkelerde bir çok çalışma silisyumun metabolizması ve biyolojisi üzerine
yoğunlaşmıştır.
Bu çalışmalar bu elementin tüm canlı organizmaların asal bileşeni olduğunu kanıtlamışlardır.
Organo silisyum dokuları bir arada tutan yapıyı oluşturmaktadır. Sayısız biyolojik makro
moleküllerin bilşenilerinde, özellikle bağ dokuların yapıtaşı olarak.
1966 yılında, LOEPER(21) fareler, tavşanlar ve insanlarda farklı dokularda bulunan silisyum
miktarlarına ilişkin sonuçları ortaya koydu.
Bağ doku açısından zengin ve esnek organların kalp, böbrek veya karaciğere göre çok daha
fazla silisyum içerdiklerini teyit edebilmiştir. İnsanda bebek ve genç çocuklar dahil tüm
yaşlardaki kişilerin otopsileri sırasında alınan normal ve hastalıklı aortlar incelenmiştir.
Dikkate değer önemde ilk tespit: Silisyum miktarının kayda değer oranda yaşla birlikte
azaldığıdır. Bu kayıp 10 yaşından itibaren başlamaktadır. Genel olarak erkeklerde kadınlara
göre daha yüksek oranda silisyum bulunmaktadır. Diğer önemli bir tespit: Ateroma
yakalanma olgusu aorttaki silisyum içeriğinde belirgin bir azalmaya denk gelmektedir.
LOEPER tavşanlarda ateromatoit hasarlar tetikleyerek bu tespitlerini deneysel olarak teyit
etmek istedi. Aynı zamanda silisyum tuzları ile desteklenmesi halinde ateromun
engellenebileceği veya en azından gelişiminin geciktirilebileceğini sorgulamaya çalıştı.
Yazar bu gözlemlerini takiben aşağıdaki sonuçlara ulaştı:
* İçeriğin azalması: Ateroma süresince silisyum kesin ve sabittir.
* Sodyum silikat ateromun oluşumunu engellememektedir. Ancak, belirgin bir sekilde
azaltmaktadır. Özellikle elastik liflerin bütünlüğünü korumaktadır.
Elastin ve silisyum arasındaki bağlantılar üzerine yapılan araştırmalardan sürekli bir olgu
ortaya çıkmaktadır: Dokularda silisyum içeriği elastin liflerdeki bozulma dercesine bağlı
olarak değişmektedir. Sonuçta LOEPER için silisyum atar damarların yapısının
korunmasında vazgeçilmez bir element olarak görünmektedir.
Organik silikonlu bileşenler ile hayvan deneyleri.
LOEPER’in araştırmaları damar hastalıklarında silisyumun önemini ortaya koydu ama aynı
zamanda silikatların etkisinin sınırlı karakterini vurgulamış oldu. DNR’ın önemli kalp ve
damar hastalıkları üzerinde RAGER tarafından klinik olarak gözlemlenen dikkat çekici etkisi
Dr.GENDRE’ı hayvanlar üzerinde önemli bir deneysel çalışmaya yönlendirmiştir. Sonuçları
1964’de sunduğu temel bilimler doktora tezinde(9) yer almıştır. Araştırma tavşanlarda
deneysel aterom üzerinedir. Şahit örnek olacak üçüncü bir tavşan serisi ile karşılaştırılmak
üzere İki tavşan serisi aterojenik beslenme rejimine tabi tutulmuştur. İlk seri hiçbir tedaviye
tabi tutulmamıştır. İkincisi organo silisyum bileşikleri ile tedavi edilmiştir. Deney sonunda
bütün tavşanlar feda edilmiştir. Her serideki tavşanların atardamarları makroskopik, sonra da
optik ve son olarak elektronik mikroskopta incelenmiştir. Hacimli bir ikonografik dosya
oluşturan çok sayıda mikroskopik fotograflar alınmıştır. Bu analizler göstermiştir ki:
- Tedavi edilmemiş tavşanların atardamarlarında önemli ateromatik hasarlara bağlı olarak
damarların ciddi bir yıpranması durumu
- Tedavi edilmiş tavşanların atardamarları ise hasarlardan korunmuş görünmekte olup, şahit
tavşanlarla karşılaştırıldığında bile kollajen liflerinde dikkate değer bir gelişme göstermiştir.
Buradan hareketle LOEPER’in çalışması ile GENDRE’ınkini karşılaştırdığımızda silikatların
olumlu fakat sınırlı etkisi ile çok daha güçlü olan organik silisyumunki arasında bir farklılık
ortaya çıkmaktadır.
1970’lerden itibaren silisyumun özellikle bağ dokularda yapısal glikoproteinlerin
oluşumundaki rolü üzerine araştırmalar katlanarak artmıştır. Herşey silisyumun vazgeçilmez
bir bileşen olma karakterini ortaya koymaktadır.
1978’de Klaus SCHWARTZ’ın çalışmaları(29) embriyonik mezenşimin silisyum açısından çok
zengin olduğunu göstermiştir. Genç farelerin çoğalmalarıda organik silisyumun aktive edici
rolünü gözlemlemiştir. Aynı dönemde benzer sonuçlar Bayan Edith CARLISLE’ın civcivlerin
çoğalması üzerine çalışmalarında da elde edilmiştir(3 - 4). Silisyum eksikliği içeren bir rejim
üremede gerileme ve kemik dokusunda zafiyete yol açmaktadır.
Yeni moleküllerin sentezi.
Bu çalışmaların yanı sıra biyokimyacılar araştırmalarında silisyumun yeni
türevlerinin sentezine yönelmişlerdir.
1973 yılında Profesör Friedrich METER, ProfesörUlrich WANNAGAT ve Brunswick
Üniversitesi Anorganik Kimya enstitüsü araştırmacıları pratik önemi çok büyük bir olguya
dikkat çektiler: Bir ester bağı C-O-C su karşısında çok istikrarlıdır. Buna karşın bir karbon
atomunun bir silisyum atomu ile ikame edilmesi yarım saatte çözülebilen ve çok daha
değişken bir Si-O-C bağı oluşturur. Benzer bir değişim bir ilaçta tüm farmakodinamik
özelliklerin korunarak etkisini gösterme süresi ve istenmeyen yan etkilerini azaltacaktır. Bu
durum deneysel olarak bir yunus balığının bağırsak motrisitesi üzerinde değişime yol açan
bir antispazmodiğin etkisini gösterme süresi ölçülerek kanıtlanmıştır(36). Bu özellik örneğin
ABD'li araştırmacı R.J. FESSENDEN tarafından méprobamate molekülünde karbonun
silisyum atomu ile ikamesi sonucu bir kez daha ispatlanmıştır.
Profesör VORQNKQY çalışmaları.
1964 yılından itibaren yeni bir araştırma yolu daha sonra Sibirya Irkutsk Organik Kimya
Enstitüsü müdürü olan Letonya Bilimler Akademisi Organik Sentez Enstitüsü müdürü Rus
biyokimyacı M. G. VORONKOV tarafından açılmıştır.
Daha önce bilinen moleküllerdeki bir karbon atomunun silisyum atomu ile basitçe ikame
edilmesi ile yetinmek yerine doğada benzeri olmayan yeni bir molekül ailesinden sentez
oluşturmuştur: Silatranlar.
Tamamen zararsız özellikleri ile bilinen tüm diğer silisyumlu bileşenlerden farklı olarak
silatranlar belli bir düzeyde toksisite içermektedirler. Özellikle onlardan biri renksiz, kokusuz
ve suda eriyen bir ürün olan 1-arilsilatran fare zehiri olarak kullanılabilen kuvvetli bir zehirdir.
Kullanım imkanlarını belirlemek için bu yeni molekülerin her birinin biyolojik etkilerini
araştırmak, öldürücü doz aşımlarını kararlaştırmak ve doğru dozları kesinlikle belirlemek
gerekmiştir.
Profesör VORONKOV araştırmalarının sonucuna Fransızca çevirisi olmayan “Silisyum ve
yaşam” adlı kitabında(35) yer vermiştir.
Bu çalışmaların tartışılmaz pratik bir faydası olmuş ve gelecek vaat eden araştırmaların yolu
açılmıştır. Yine de sentetik türevleri organiklerin eşdeğeri olmayıp, özümlenemeyen, canlı
dokuların yapılarına entegre olamayan ve organizmaya, özellikle bağ dokuların yapıtaşı olan
moleküllerin yapısına tamamen yabancıdır.
Tedavide Organik silisyum(silikon)
Norbert DUFFAUT tarafından keşfedilen organik silisyum bileşikleri basit moleküllere karşın
hafif moleküler ağırlıkta toksik olmayan ve biyolojik uyumlu özelliktedirler.
Kırk yıldan fazladır bilinmekte olup, farklı yazarlar tarafından kliniklerde yaygın biçimde
kullanılmışlardır. Tedavi imkanlarının büyük çeşitliliğini gözlemlemek çok dikkat çekicidir.
Kardio vasküler hastalıklarda Dr. RAGER’in çalışmalarından daha önce de bahsedilmişti.
Bordeaux’lu bir jinekolog Dr. Marc LEVRIER meme hastalıklarında başarılı denemelerde
bulunmuştur(20). Montauban’dan Dr. Pierre PLAGES ağız yaralarının tedavisinde elde ettiği
sonuçları yayınlamıştır(25).
Tıpta silisyumun tarihine bu kısa bakış bu elementin türevlerinin tedavide sunabileceği
imkanlar üzerine düşüncelerin gelişimi hakkında bir fikir vermektedir. Uzun zaman boyunca
sadece tecrübeye dayanılarak kullanıldı. Biyolojik öneminden gelen asli özelliği ise son
zamanlarda keşfedildi. Bugün ise L.PASTEUR’ün 1878’de dediği kesinlik kazanmıştır:
“Silisyum şimdiden tedavi yöntemlerimizde devrim yapmaya adaydır.”
Orijinal metnin ara başlıkları Türkçe olarak aşağıdaki gibidir.
Kimyada silisyum
Silisyumun fizikokimyasal özellikleri
Silisyumun biyolojik önemini iyi anlamak için bu elementin kimyasal ve fiziksel özelliklerinden
bazılarını hatırda tutmakta fayda vardır. BERZÉLIUS tarafından 1803 yılında keşfedilen
silisyum elementlerin periyodik sınıflandırılmasında karbonla aynı yerde, IV.kolonda
yer almaktadır. Bu yerleşim son derece dikkate değer: Bu kolonun solunda net bir
biçimde elektro pozitif elementler, sağında da elektro negatif elementler yer
almaktadır. Ortada kalan bu bölgedeki durumu silisyumun aynı anda elektronegatif ve
elektropozitif özelliklerini verir ki; bu onun oksijenle olduğu kadar hidrojenle de bir
araya gelip, ilkiyle bir silis SiO2 veya diğeriyle monosilan veya metanla kurulan
anoljiyle silikometan olarak da bilinen silisyum hidrat SiH4 oluşturmasını mümkün
kılar. Karbona göre silisyum biraz daha elektro pozitiftir.
Nasıl karbondioksit, CO2 karbon asidinin anhidriti kabul ediliyorsa, aynı şekilde silis
SiO2 silikatlar oluşturmak için metallerle bir araya gelebilen asit olan ortosilisik asit
SiO4H4’ün anhidritidir.
Kendisiyle bileşik ve zincir oluşturma konusunda silisyum karbonla aynı yeteneğe
sahiptir. Organik silisyum bileşikleri oluşturabilmek için karbonla da birleşebilir. Bu
bileşik doğrudan bir bağ ile(Si-C) veya bir oksijen atomu aracılığıyla(Si-O) şeklinde
olabilir. Karbon atomu gibi silisyum atomu da dörtlü bağ oluşturabilir. Yani o da dörtlü
bağ özelliklidir fakat karbondan farklı olarak hiçbir şekilde ikiz bağ oluşturmaz.
Atomik numarası 14, atom ağırlığı 28’dir. Silisyum atomu ağırlığı 12 olan karbon
atomundan daha ağır olup, aynı zamanda daha büyüktür. Bunun sonucu olarak bir
moleküldeki bir karbon atomunun bir silisyum atomuyla ikamesi bu molekülün
bozulmasına sebep olur ve özelliklerini değiştirebilir.
Silisyumun okside oluşu çok büyük bir ısı çıkışı ile birlikte gerçekleşir.
Si + 20 -- SiO2 + 200 kilokalori
Buysa yanmanın sonucu silisyum ile oksijen arasındaki bağın çok sağlam ve
koparılması için aynı miktarda enerji gerektiği anlamına gelmektedir.
Silisyumun okside oluşu veya organik bileşiklerinden biri tam bir enerji kaybı ve
mineral hale dönüşüm anlamına gelir. Silis ve silisyum arasında demir ve pas
arasındaki farkın aynısının olduğunu söylemek mümkündür. Böylece organik silisyum
bileşikleri ve silisyumun mineral türevleri arasında biyolojik özelliklerinden
kaynaklanan temel bir farkın varlığı anlaşılmaktadır.
Mineral kimyasında silisyum
Silikatlar; ortosilisik asit tuzları doğada çok yaygındırlar. Sadece alkali açısından
zengin suni alkali silikatlar suda çözünürler. Doktor ve biyologların ilgi alanına giren
de sadece onlardır.
Potasyum silikat, SiO3K2+H2O aynı zamanda kaya likörü olarak anılır; sıvı cam veya
çözünebilir cam olup, Latince de “Kalium Silicium Solutum” denir. Çözeltisi renksiz
hafifçe opal, yoğun bir mayi formundadır. Atmosferdeki karbondioksiti soğurmakta
olup, bu nedenle kapalı halde tutulmalıdır. Yoğun biçimde silisyum çökeltici yapıdaki
yaygın asitler tarafından çözünürler. XX.yy başlarında bu silisyum çözkeltisi Bar-surAube’dan MOUGEOT tarafından merhemler ve lapalar hazırlamak için dolgu
maddesi olarak önerilmiştir.
Gut, üre, hipertansiyon, damar sertliği tedavisinde potasyum silikata verilen büyük
önemi hatırlayalım.
Silikat sodası ROBIN tarafından kaşıntı tedavisinde 6 veya 10p.1000 çözelti halinde
mesaneye enjeksiyon veya losyon halinde boraks’a eşdeğer antiseptik olarak
önerilmiştir. Ağızdan alınması halinde çözelti veya granül olarak günde 1 veya 2
gramlık dozlarda alınması önerilebilir. Alkali silikatlar çözünebilirlik ve doku tarafından
emilebilme avantajına sahiptirler.
Silikonlar.
Polisiloksan olarak da bilinen silikonlarla silisyumun sentetik türevleri alanına girmiş
oluyoruz. Silikonlar silisyum ve oksijen atomlarının farklı zincirlerden oluşmuş
polimerleridirler. Bir monomer takip eden bir diğeri ile zincir oluşturma temelinde bir
baş oluşturur. Bu reaksiyon bir su molekülünün açığa çıkmasını sağlar.
Dimethylsilanediolden başlayarak çok boyutlu bir zincir oluşur.
CH3 CH3 CH3 OH-Si-- 'H::::Q. --Si- u § § ta--Si- OH CH3 CH3 CH3
Silikonlar reçine, elastomer, gres vb. yağlı ürünler biçiminde olurlar. Sanayide
kullanıldıkları alanlar çoktur. Tedavide ise çok sınırlı kullanım alanları vardır. Hiçbir
toksik yanları yoktur fakat hidrofobik olup, suda çözülmezler ve kimyasal açıdan çok
istikrarlıdırlar. Farmakodinamik tüm faaliyetlerden aridirler. Kozmetik preparatlarda
ise rolleri sadece destek elementi olmaktır. Estetik cerrahide ise meme protezi olarak
kullanılırlar.
Ağızdan alınmaları halinde sindirim sistemi mukozası pansumanı olarak kullanılırlar.
Bağırsak gazları üzerinde etkilidirler. Sonuç olarak medikal faydaları çok sınırlıdır.
Buradakinin aksine organosilisyum monomerleri çok yaygın tedavi imkanları
çeşitlemesi sunarlar.
Silatranlar
Prof. VORONKOV tarafından sentetik hale getirilmiş moleküller bilinen hiçbir
bileşenle eşdeğer değildir(34). Onlar ortak temelde bir yapı üzerinde bir azot atomu
eşliğinde oluşturuldular.
Tüm bu bileşiklerin biyolojik etkilerinin silisyum- azot(Si-N) bağının varlığına bağlı
olduğunu düşünmek mümkündür. Silisyum- azot(Si-N) bağı karbon-azot(C-N) bağına,
siyan-hidrik asit ve siyanürlerin özelliklerine çok benzerdir. Silisli bileşiklerde büyük
bir toksisite bulunmasında şaşırtıcı bir yan yoktur. Yine de bir farkla ki: silisli
moleküllerin canlı dokularda yok oluşu çok daha hızlı olur. Siyanürün büyük
toksisitesinin az ya da çok onların iyonik ayrışma derecesine bağlı olduğu
bilinmektedir. Örneğin; çözelti halindeki potasyum siyanürünün çok güçlü ayrışması
onu civa siyanürü gibi çok az ayrışabilir bir tuza nazaran çok daha fazla toksik
kılmaktadır. Silatranlar arasında da değişik düzeylerde toksisite bulunmaktadır.
Potasyum siyanürü kadar korkunç bir bileşik olan 1-arisilatran da toksisitesini benzer
bir aksiyon moduna borçlu olabilir: Hücrenin nefes almasını sağlayan bir enzimin
blokajı.
Silatran bileşiklerinin tedavi edici özellikleri siyanürlerinkine veya siyanür barındıran
örneğin acı badem veya karayemiş(taflan) gibi bitkisel ürünlerinkine benzetilmektedir.
Silatranlarda sedatif, hipnotik, hipotansif, antispazmodik etkiler keşfetmekteyiz.
Hareketlerin uyumunu bozabilir veya kasların gücünü azaltabilirler. Bazı silatranlar
seçici olarak toksik etkilerini bakteriler, haşereler veya mantarlara
yönlendirmektedirler.
En toksikleri zararlı hayvanların itlafında kullanılabilir. Toksik olan etken madde
dokuda çözünüp, otuz dakika içinde yok olduğundan bu hayvanların cesetleri hiçbir
tehlike içermezler.
Norbert D.UFFAUT ürünleri( SILANOLS )
Silatranlara karşın Norbert DUFFAUT tarafından keşfedilen monomoleküler
bileşenlerin temel özellikleri hiç toksin içermemeleridir. Onlar silisyumun
özümlenebilir türünü teşkil etmektedirler. Bu bağlamda ilaçtan çok muhtemel
yetersizlikleri giderme özelliği yanında özellikle bağışıklık sistemi düzeyinde
metabolizmanın yeniden canlanmasını sağlayan destek ürünü gibi kabul edilmeyi hak
ediyorlar.
Bir silisyum atomu tekli bir radikal (OH) ve üçlü karbon radikalleri barındırabilir.
Eğer radikal olarak metil; CH3 söz konusuysa bileşik trimetilsilanol olur:
CH3
CH3 Si OH
CH3
* İki radikal(OH) ve iki karbon radikali de olur.
* İki metil ile dimetilsilanediol olur:
CH3
OH-Si- OH
CH3
* Üç radikal(OH) ve bir tek karbon radikali de olabilir. Bu durumda bir metil radikali
söz konusu olup, bu da metilsilanetriol veya monometiltrisilanol olur:
OH
CH3 Si OH
OH
Silikonların polimer zincirleri de radikaller(OH) aracılığıyla oluşmaktadır.
Bir zincir dört silisyum atomundan fazlasını taşıdığında molekül suda çözülmez ve
hidrofob hale geliyor. Hafif moleküler ağırlıklı organo-silislerin çözünürlük ve hidrofil
karakteri radikallerin(OH) varlığına bağlıdır. Onlar negatif yüklü olup, kimyasal
tepkimeye ve başka yapılarla bağ kurmaya eğilimlidirler. Uzayda monometiltrisilanol
üçgen bazlı bir piramit formundan etkilenmiştir. Silisyum atomu merkezde olup, dört
radikal dört uçta bulunur.
OH
OH
CH3 OH
Üç tepe (OH) işlevlerini yüklenir. Aktif etkileri üçgen prizmanın üç sivri ucunu temsil
edebilir. Onlar karşıt yüklü yapılar üzerine çekim uygularlar. Böylece kompleks
yapılar oluşturabilirler. Bu özellik tedavi alanında önemli sonuçlar doğurur.
Organosilisyum: "lokomotif" bir molekül
Organik-silisli bileşikler sonuç olarak bir molekül çekme yeteneğine sahiptirler fakat
onunla gerçek bir kimyasal bağ oluşturmazlar. Doğal bir elektrostatik köprü oluşur.
Düşük bir enerji o köprüyü atmaya yeter.
Tecrübe bu olgunun bütün kullanışlılığını pratikte göstermiştir. Organik-silisli bileşik
bu mekanizma sayesinde tedavi edici bir etken madde tutup, doku içine taşıdıktan
sonra, orada bırakabilir.
Prof. Ulrich WANNAGAT bu konuda Norbert DUFFAUT’nun “Truva atından”
bahseder(36). Dr. Guy-Roland RAGER DNR’ı “lokomotif molekül” olarak
adlandırmıştır(27).
Aynı şekilde lokomotif etkilerin dokuların iç dünyasında kendiliğinden oluşabileceğini
düşünmek mümkündür ki, bu da klinikte gözlemlenen sonuçlara ek bir açıklama
sağlamaktadır.
Doku içine nüfuz etme
Bu penetrasyonun gerçekliği hayvansal deneylerle ispatlanmıştır. Özellikle ispat edici
nitelikteki müteakip tecrübe bunun doğrudan görünür kılınmasını sağlamıştır. Deney
Bordeaux eczacılık fakültesinde(GUEYNE, QUILICHINI et DUFFAUT)
gerçekleştirilmiştir(11). Bu da DNR içinde “troi atı”nın organik kısmının demirperklorür
eşliğinde mavi bir renk verebilen bir salisilik radikali olması hususuna dayanmaktadır.
Bu özellik doku içindeki varlığını ortaya çıkarmanın bir yolunu oluşturmaktadır.
Deney dört düzine fare üzerinde gerçekleştirildi. İlk düzine farelerin(önceden
tıraşlanmış) derileri üzerine salisilat sodası solüsyonu emdirilmiş bir kompres
uygulanmıştır.
Aynı solüsyondan emdirilmiş bir kompres ikinci seri fareler üzerine uygulanmış fakat
kompres üzerine bir elektrik kaynağının negatif ucu bağlı bir elektrot yerleştirilmiş
olup, pozitif uca bağlı ikinci bir elektrot devrenin tamamlanması için farenin
vücudunun bir başka yerine yerleştirilmiştir. Üçüncü seriye ise organik silis +
salisilat(DNR) bileşiği içeren bir kompres uygulanmıştır.
Dördüncü seri fareler aynı DNR solüsyonlu bir kompresle ikinci seri farelerle aynı
şartlarda bir elektrik akımına tabi tutulmuşlardır. Deney sonunda tüm fareler feda
edilmişlerdir. Onların derilerinde salisilatın varlığı demirperklorat yardımıyla
araştırılmıştır.
Sonuçlar göstermiştir ki:
-
İlk seri farelerde cilt altı deri hücrelerinde bazı izler bulunmuştur.
İkinci seri farelerde dokuların çok daha net renklendiği görülmüştür: Elektrik akımı
etkisi altında sadece daha önemli bir miktarda salisilat dokuya işlemiş demektir.
Üçüncü seride çok daha net bir renklenme görülmüştür. Silisyum tek başına
salisilatı hareketlendirmeye yetmiştir.
Dördüncü seri sadece cilt altı hücre dokusunun yoğun bir renklenmesini değil
aynı zamanda bu renklenmenin bazı iç organlarda da bulunduğunu göstermiştir.
Fare serileri ve kompres, akım, renklenme durumu:
Seri N° l Salisilat İz yok
Seri N°2 Salisilat Var +
Seri N°3 Bileşik Yok ++
Seri N°4 Bileşik Var +++
Klinik deneyin teyit etme imkanı verdiği gibi çok sayıda tedavi edici etken madde aynı
şekilde trimetilsilanol ile karmaşık bir ilişkiye girebilir. Kullanımları özellikle lokal
uygulama hallerinde kolayca mümkün oluyor. Dahası etkilerini göstermeleri gereken
seviyede serbest hale gelen ürünlerin lokal tedavi edici etkilerinin daha da arttığı
görülmektedir.
Tedavi imkanlarımız içinde organik silisli bileşiklere eşsiz bir yer veren bu orijinal
özellik üzerine geri gelmemiz gerekecektir.
J. DUNOGUÈS tarafından ifade edildiği gibi(6) organik silisli bileşiklerin sentezi göreli
olarak kolaydır. Öncelikle elektrikli bir fırında silis karbonunun indirgenmesi yoluyla
silisyumun elde edilmesi zorunludur.
S1O2+2C---- Si + 2 CO Devamında silisyum metil klorür üzerine ısı altında etki edilir
ve klorürsilan ve (CH3)2 Si Cl2 dimetilklorürsilan karışımı elde edilir.
CH3 Si CI3: metiltriklorosilan; (CH3 )3 Si Cl: trimetilklorosilan CH3 Si H Cl2:
metildiklorosilan. Temel bileşik dimetilklorosilan’dır.
CH3 CI -- Si -- CI
CH3
Dimetilklorosilan 230° - 300° de katalizör ile hidrolize olup, klorun OH grupları ile
ikame edildiği süreçte silanol elde edilir.
CH3 OH -- Si - OH CH3
İlk kolloidler. İlk hücreler.
Stéphane LEDUC’den Sentetik Biyoloji.
Evrim için bir başlangıç noktası.
Louis KERVRAN hipotezi
Silisyumun Biyolojisi
1 / Veri standart
2 / silikon ve doku.
3 / Silisyum ve doku sklerozu
4 / Silisyum ve hücre metabolizması
Tedavide silisyum.
Termal kaynaklar ve Silisyum
Termal suların etkileşim metodu
Termal sularda silisyumun varlığı
Silisyum içeren termal sular
Silisyum ve Fitoterapi
Silisyum ve homeopathie
Silisyum ve préparation homeopatik karışımların hazırlanışı
Tedavide organik silisyum
"lokomotif" etki
Tedavide kullanıldığı alanlar
1 / Silisyum ve Romatoloji
2 / Silisyum ve Kardiyo-Vasküler sistem
Arterial tıkanıklıklara neden olan unsurlar
Koroner hastalıklar
Alt ekstremite arteriteleri
Damar hastalıkları, varisler
Yaşlanma
3 / Silisyum ve Oftalmoloji
4 / Silisyum ve Estetik Dermatoloji
Silisyum ve radyasyon
Silisyum ve selülit
Kellik, saç dökülmesi
5 / Silisyum ve Nöroloji
Sinir sistemi bozuklularına yol açan hastalıklar
6 / Silisyum ve mide hastalıkları
Kullanım teknikleri
Sonuçlar
Tartışma
Sonuç
7 / Silisyum ve Jinekoloji
Silisyum ve fibrom
Dysplasies du col utérin.
8 / Silisyum ve bulaşıcı hastalıklar
9 / Silisyum – Bağışıklık – Kanser
Silisyumun anti tümör aktivitesinin kontrolü
Tümör belirtileri ve kanser hastalıkları
Silisyumun biyolojik önemi
Bibliographie
1- AUMONIER F. Thèse Pharmacie. - Bordeaux 1964
2 - BERTHELOT J. - A propos des thérapeutiques ioniques - thèse Bordeaux 1957.
3 - CARLISLE E.M. - Silicon, an essentiel element of the chick Science 1972 ,178.
4 - CARLISLE E.M. - In vivo requirement for silicon in articular cartilage and connective tissue formation in the
chick -J. Neutre. 1976, 106, 478-484.
5 - DUFFAUT Norbert - Synthèse et propriétés de quelques complexes organo-siliciés - Séminaire de Chimie
Organique - Bordeaux 7 mars 1967.
6 - DUNOGUÈS J.- Le silicium organique - la Recherche 1988 - 199 - 597-604.
7 - EISINGER F., LUNEAU J.C., DESSOLE P. et EISINGER J. - Étude de l'activité immunitaire d'un composé
organique soluble du silicium (monométhyltrisilanol) utilisé en pratique médicale courante Lyon Médit. Me, 1978,
14, 2321-2325.
8 - GENDRE P. - Les composés organosiliciés dans le traitement de - l'athérome expérimental - C.R. de
l'Académie des Sciences Paris 1970 - 270 -1356
9 - GENDRE P. - Contribution à l'étude des altérations expérimentales ou spontanées de la paroi artérielle chez
l'animal et chez l'homme : recherches infrastructures et biochimiques : rôle du silicium dans l'athérosclérose Thèse Sciences Bordeaux 1978.
10 - GRUBIS B. et DUFFAUT N. - Détermination directe du silicium dans le sang par spectrométrie de
fluorescence ; domaine d'application à l'analyse médicale de cette méthode physique. - Spectre 2000 - 1975 - 14
- 31-35.
11 - GUEYNE J., DUFFAUT N. et QUILICHINI R. - Absorption cutanée du salicylate de potassium sous forme de
complexe organosilicié. - Thérapie 1962 -17 - 549-557.
12 - HENROTTE M.G., VISA D. et VICHY M. - Le rôle régulateur du silicium dans la division cellulaire. Note
présentée par DAUSSET J. - Acad. des Sciences. déc. 1987.
13 - JANET J. - Soc. Sc. Phys. Nat. Bordeaux. P.V. 1964. 163.
14 - JANET J., GUITTON J., PIRAUBE J.-P. et JULIEN M.-J. - Soc. Nale. Thérap. 1959.
15 - JANET J. - Résultats obtenus en thérapeutique humaine avec quelques composés organo-siliciés. - Soc. Sc.
Phys. Nat. Bordeaux. P. V. 1967. 143-148.
16 - JANET J. et DUFFAUT N. - Réflexions sur le rôle du silicium dans le mécanisme de la biogénèse - P.V. Soc.
Sc. Phys. Nat. Bordeaux. 1970 pp. 69 - 71.
17 - JANET J. Le traitement des cancers . Ed. Bionat - Bordeaux 1997.
18 - KERVRAN L. - Transmutations à faible énergie. - Maloine Paris 1964.
19 - LEDUC S.- La Biologie synthétique. Poinat 1914.
20 - LEVRIER M., REBOUL J., DUFFAUT N. et DILHUYDY N. - Sénologia. Symp.
Sur les maladies non cancéreuses du sein. Rapports et communications. 1977, 2, 3-9.
21 - LOEPER J., LOEPER J., LAMPERT A. - Étude du silicium en biologie animale et au cours de l'athérome. Presse Méd. 1966, 74, 85-868.
22 - LUMIÈRE Auguste - Les Horizons de la Médecine. - Albin Michel Paris 1937.
23 - MONCEAUX Prod. Pharm. - 15 - 99 - 1960.
24 - MORISOT E. -l'ionisation dans les affections oculaires - Le Phare Ml, Paris 1930.
25 - PLAGÈS P. et DUFFAUT N. - Quelques résultats obtenus en odonto-stomatologie avec les dérivés
organosiliciés. Soc. Sc. Phys. Janet. Bordeaux. P.V. 1976-77, 33-34
26 - QUINTON René - L'Eau de mer, milieu organique. Masson Paris 1912.
27 - RAGER G.R. - Act. Card. arg. Intern. 13 - pp. 443 - 460 - 1964.
28 - RAGER G.-R. - Nouvelles perspectives thérapeutiques dans le traitement de l'état de mal angineux. La
Clinique 1970; 65, 688, 505-511.
29 - SCHWARTZ K., MILLE D.B. - Growth promotion effets of siliciés in rats - Nature 1972, 239, 333-334.
30 - SÜE P. , MICHON R. et MERINIS J. - Métabolisme de la silice et des silicates, injectés chez l'animal par voie
intraveineuse suivie à l'aide du radio silicium 31- Acad. des Sciences - 26 nov. 1956 - in Presse Médicale
91 - 15 XII 1956 p 2103.
31 - VERNES Arthur - Mesure et Traitement - Flammarion - Paris 1938.
32- VERNES Arthur et BARY Paul - Des conditions premières de la vie.
Formation et évolution des membranes cellulaires artificielles - Archives de l'Institut Prophylactique,
33 - VINCENT L.-Cl. - Eau et maladie. Revu. Pat. comparée et d'Hyg. Générale - Paris, mars 1952.
34 - VORONKOV M.G. Pure Appl. Chem. 1966, 13, 35