14. ulusal spor hekimliği kongresi

Transkript

14. ulusal spor hekimliği kongresi
14. ULUSAL SPOR HEKİMLİĞİ KONGRESİ
13-14 Aralık 2013
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Muhiddin Erel Amfisi
İZMİR
DAVETLİ KONUŞMALAR
BİLDİRİLER & POSTERLER
KİTABI
İzmir, Aralık - 2013
Meta Basım Matbaacılık Hizmetleri
87 Sok. No. 4 / A Bornova
(0.232) 343 64 54 [email protected]
İzmir, Aralık – 2013
ii
Spor Hekimliği ve Spor Bilimleri topluluğunun değerli üyeleri;
Bu yıl 14. Ulusal Spor Hekimliği Kongresini 13-14 Aralık tarihlerinde güzel İzmir’imizde
düzenlemekten büyük gurur ve mutluluk duyuyoruz. Spor Hekimliğinin Türkiye’de tıpta bir uzmanlık
alanı olarak yerini almasını sağlayan Prof. Dr. Necati Akgün hocamızın önderliğinde uzun yıllar bu
kongrelere ev sahipliği yapmış olan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalının
Türkiye Spor Hekimleri Derneği adına gerçekleştireceği etkinliğe sizleri davet etmekten onur
duyuyoruz. Varlığınızla kongremizin arzulanan amacına ulaşacağına inanıyoruz.
Kongrenin ana teması olarak dernek yönetimi “Spor yaralanmalarının önlenmesi” konusunu ana
tema olarak saptamıştı. Bunun yanı sıra, bir önceki kongrede vurgu yapılan ”Kronik hastalıkların
tedavisinde egzersizin önemi” alanı da ülkemizin kardiyovasküler hastalıklar, diyabet, obezite ve
hipertansiyonda Avrupa’da ilk sıralarda yer alması nedeniyle önceliğini korumaktadır. Bu gerçek,
her iki konuyu aynı özen ve detayla gündemimize taşımamıza neden oldu. Amerikan Spor
Hekimliği Birliği (ACSM)’nin “Egzersiz İlaçtır” sloganının dünyada giderek yaygın bir şekilde hayat
bulması da bu saptamayı desteklemektedir. Ana tema olarak seçilen iki konunun ve mültidisipliner
yapımıza yakın bilim alanlarını ilgilendiren çok sayıda konferans, workshop, sözlü ve poster
sunumun yer alacağı oturumlarda; son bilimsel çalışmaların ışığında oluşacak tartışma ortamının
hepimizin bilimsel dağarcığını zenginleştireceğini umuyoruz.
Spor hekimlerinin yanı sıra, Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulları mensubu spor bilimci, eğitimci
ve öğrencilerin, sporcu beslenmesiyle ilgilenenlerin, fizyoterapistlerin, ortopedi ve fiziksel tıp ve
rehabilitasyon alanlarında çalışanların, mültidisipliner bir dal olan spor hekimliğinde kendilerini
ilgilendiren farklı konularda edinecekleri yeni bilgiler, yapacakları katkılar ve katılacakları tartışmalarla
kongremize renk katacaklarını düşünüyoruz.
Kongremizin bitimini takip eden pazar günü İzmir ve çevresini daha yakından tanıma ve yaşama
olanağı bulmanız düşünülerek sizlere ayrıldı. Kongremiz süresince sosyal ve bilimsel programımızla
sizleri en iyi bir şekilde ağırlamak ve İzmir’imizden güzel anılarla ayrılmanızı sağlamak en büyük
dileğimizdir.
Kongre Eşbaşkanları
Prof. Dr. Çetin İşlegen
Prof. Dr. S. Oğuz Karamızrak
iii
iv
TEŞEKKÜR
İzmir’de bir kez daha düzenlediğimiz Ulusal Spor Hekimliği Kongresine ev sahibi olabilmemizde
Muhiddin Erel ve 20 Mayıs amfilerinden oluşan Kongre Merkezini ve olanaklarını kullanımımıza
sunan Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz’a ve Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr.
Kamil Kumanlıoğlu’na, kongrelerin en sıcak sosyal ortamı olan Gala Yemeği resepsiyonunu
üstlenen Bornova Belediye Başkanı Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır’a, kongre sırasında öğretim
üyesi kafeteryası olanaklarından yararlanılmasını sağlayan Üniversitemiz Hastanesi Başhekimi
Prof. Dr. Mehmet Özkahya’ya; proje ortakları Aktif Yaşam Derneği ile birlikte kongrede etkinlik
düzenlenmesine olanak veren ve katkıda bulunan ana sponsorumuz Coca Cola Türkiye’ye, lojistik
destek alınmasına aracı olan Türkiye Futbol Antrenörleri Derneği İzmir Şubesi Başkanı
Dr. Şaban Acarbay’a ve değerli Yönetim Kurulu üyelerine; diğer değerli sponsorlarımız
Data Teknik Ticaret
Elsa Ortopedi Rehabilitasyon Spor Malzemeleri Ltd. Şti.
Meda
Şanlı İlaç San. A.Ş.
Cellfood
Assos Pharmaceuticals
Biota Laboratuarları
GNC
BV Sport
Teknikel Ticaret ve San. A.Ş.
Firmalarına ve başta organizasyon partnerimiz Dekon olmak üzere emeği geçen herkese, destek
ve katkıları için en içten teşekkürlerimizi sunar; Kongre bir başarıya ulaştıysa, bunda değerli
varlıklarının son derece önemli bir yeri olduğunu ifade etmek isteriz. Saygılarımızla
14. Ulusal Spor Hekimliği Kongresi
Organizasyon Komitesi
v
vi
Program
vii
viii
ix
x
xi
xii
Konferans ve Paneller
2
Opening Speech
PREVENTION of FOOTBALL INJURIES
Jan Ekstrand, Professor, Dr Med
Football Research Group, Linköping University, Linköping, Sweden
İletişim e-mail: [email protected]
The risk of injury in professional football has been estimated at about 1,000 greater than for typical
industrial occupations generally regarded as high-risk (1). Prevention of injury in football should be
of the utmost importance, and conducting injury surveillance studies is the fundamental first step in
the process of prevention (2).
International football organizations are concerned about the health of players. The world wide
football organization FIFA, as well as UEFA and many national federations have all observed the
high risk of injury in football and have initiated and supported research with the aim to avoid
injuries and to keep players on the pitch (3).
The presentation will include important findings of the UEFA Champions League (UCL) injury study
(4). The UEFA Elite level injury study is ongoing for 13 years and includes information from 90 elite
level clubs in Europe. The database, consisting of 16000 injuries is the world’s largest concerning
male elite level football. A large database from a homogenous material provides robust information
of the risk of specific injuries, their consequences in form of lay off days and the risk of recurrence
etc. Further, injury studies provides an instrument to follow injury rates over time and to evaluate
the effect of preventive programs or change of factors such as rules, match frequency or training load.
Coaches and CEOs need to be involved in the injury prevention process, but how do we get their
attention? In an 11-year follow up of the UCL study, Ekstrand and co-workers showed that rates for
muscle injuries and severe injuries remain high and appear to be unaffected by traditional
preventive measures (4). Preventive actions aiming at player factors might not be enough on the
professional level, and external factors such as training load, playing style and continuity of club
staff should be considered. All in all, this study underlines the necessity to communicate and
cooperate with coaching and administrative staffs.
However, coaches and administrative staff are seldom interested in medical statistics; their main
interest is performance (results) and economy (3). One possibility for medical teams to get more
attention is therefore to transform medical information into tactical details. Demonstrating the effect
on injuries and economy would probably create such attention. The study by Hägglund et al (5)
clearly shows how injuries and team success are correlated. Teams with fewer injuries have better
results both in UEFA tournaments and in national leagues. Results from this study should provide
clear motivation for coaches and managers to work together with medical teams to prevent injury.
Highlighting the economical aspects of injuries is also a way to make coaches and CEOs to listen.
The average cost for a first team player being injured one month is around 500.000 Euros (3).
Key words: Football injuries, injury prevention, FIFA, UEFA, Champions League
References
1. Drawer S, Fuller CW: Evaluating the level of injury in English professional football using a risk based
assessment process. Br J Sports Med 2002; 36: 446-51.
2. Mechelen Wv, Hlobil H, Kemper H: Incidence, severity, aetiology and prevention of sports injuries. Sports
Med 1992; 14: 82-99.
3. Ekstrand J: Keeping your top players on the pitch: The key to football medicine at a professional level. Br
J Sports Med 2013; 47: 723-4.
4. Ekstrand J, Hägglund M, Kristenson K, et al: Fewer ligament injuries but no preventive effect on muscle
injuries and severe injuries: An 11-year follow-up of the UEFA Champions League injury study. Br J
Sports Med 2013; 47: 732-7.
5. Hägglund M, Waldén M, Magnusson H, et al: Injuries affect team performance negatively in professional
football: An 11-year follow-up of the UEFA Champions League injury study. Br J Sports Med 2013; 47:
738-42.
3
Açılış Konuşması
FUTBOL YARALANMALARININ ÖNLENMESİ
Jan Ekstrand
Profesyonel futbolda yaralanma riski, tipik yüksek riskli olarak kabul edilen sanayi mesleklerine
oranla 1000 kat daha yüksektir (1). Yaralanmaların prevansiyonu bu açıdan öncelikli öneme
sahiptir ve prevansiyonun ilk adımını yaralanma izleme çalışmalarının gerçekleştirilmesi olmaktadır (2).
FIFA, UEFA ve birçok ulusal federasyon futboldaki yüksek yaralanma riskinin farkına vardılar ve
oyuncuyu sahada tutabilmek ve yaralanmayı önlemek için çalışmalar başlattılar (3).
Bu sunu UEFA Şampiyonlar Ligi yaralanma (UCL) çalışmasından (4) önemli bulgular içermektedir.
UEFA elit düzeyde yaralanma çalışması 13 yıldır devam etmektedir ve Avrupa’dan 90 elit takıma
ilişkin bilgiler içermektedir. Toplam 16000 yaralanmadan oluşan veri tabanı dünyadaki erkek elit
düzey futbol ile ilgili en geniş veri tabanıdır. Homojen bir gruptan elde edilen veri tabanı spesifik
yaralanma riski, spordan uzak kalmanın sonuçları ve tekrar riski vs. ile ilgili sağlam bilgiler vermektedir.
Bunun dışında yaralanmalarla ilgili çalışmalar, zamanla yaralanma oranlarının izlenmesini ve
prevantif programların etkilerini veya kural değişikliği, maç sıklığı veya antrenman yükünün etkisini
takip etmek için de bir araç olmaktadır.
Teknik direktörler ve CEO'lar da yaralanma önleme sürecinin içinde olmalılar, ancak dikkatlerini
buraya nasıl çekebiliriz? Onbir yıllık UCL çalışmasının incelemesinde Ekstrand ve çalışa grubu kas
yaralanmalarının ve ciddi yaralanmaların geleneksel prevantif yöntemlerden etkilenmediğini ve
yüksek kaldığını gösterdiler (4). Profesyonel düzeyde oyuncu ile ilgili faktörlerin prevansiyonda
yeterli olmadığı ve antrenman yükü, oyun stili ve kulüp devamlılığı gibi eksternal faktörlerin de
dikkate alınması gerektiği düşünülmektedir. Sonuçta bu çalışma teknik ekibin yönetimle olan
iletişiminin ve işbirliğinin gerekliliğini vurgulamaktadır.
Ancak, teknik adamlar ve yönetim kadroları nadiren tıbbi istatistiklere ilgi duymaktadırlar. Ana ilgi
alanları daha çok performans (sonuç) ve ekonomi olmaktadır (3). Sağlık ekibinin daha fazla ilgi çekmesi
için bir olasılık tıbbi bilgileri taktik detaylara dönüştürmesidir. Yaralanmaların ekonomi üzerine etkilerini
göstermek muhtemelen ilgi çekecektir. Hägglund ve ark.’nın (5) çalışması yaralanma ve takım
başarısının nasıl korrele olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Daha az yaralanma geçiren
takımlar UEFA turnuvalarında ve ulusal liglerde daha iyi neticeler almaktadır. Bu çalışmanın
sonuçları teknik adamların ve menajerlerin yaralanmaları önlemeye yönelik olarak sağlık ekipleriyle
birlikte çalışmalarını motive etmelidir.
Yaralanmaların ekonomik yönlerini vurgulamak da teknik adamların ve CEO'ların kulak vermelerini
sağlayabilmektedir. Bir birinci lig oyuncusunun bir aylık yaralanma sürecinin maliyeti ortalama
500000 Euro'dur (3).
Anahtar sözcükler: Futbol yaralanmaları, yaralanma önlemleri, FIFA, UEFA, Champions League
4
KONFERANS I: SPOR VE SAĞLIK
Plenary session I: Sports and health
REHABILITATION in SPORTS INJURIES
Edvin Dervisevic, PhD, MD
Qatar Army Physical Medicine and Rehabilitation Hospital, Qatar
İletişim e-mail: [email protected]
Injuries do occur frequently in sport, and in spite of all our efforts we will never be able to prevent
sports injuries from happening. However, current understanding of sports injury model (1) enables
us to understand the injury risk factors as well as the mechanism of injury. This information is of
crucial importance when we shift our efforts into the area of sports injury rehabilitation. Furthermore,
rehabilitation in sports is very special as we are not intending to rehabilitate persons for activities of
daily living, but in fact we want an athlete to perform as well (sometimes even better) then prior to
the injury and above all, it is the athletes’ and coaches’ wish that we do it as fast as possible.
The rehabilitation process actually starts following the injury itself, and it is our duty as sports
physicians to apply the RICE principle right after the injury. However, current concepts are intending
to change this RICE principle into the POLICE (2) where rest is changed into Optimal Loading
(OL). Our current understanding of soft tissues reparation abilities supports the concept of early
tolerable loading in order to promote the proliferation of collagen fibers needed for injury healing
through gene up-regulation. Whether or not we are promoting early weight bearing may therefore
influence the time of rehabilitation.
The means of rehabilitation in sport are as same as in “regular” rehabilitation. We may apply
different physical procedures (e.g. ultrasound, magnetic therapy, laser, USWT, etc.) but still keep
in mind that those physical procedures account for only 20% of total procedures used. The rest of
rehabilitation sums up to exercise (therapeutic) therapy or kinesiotherapy where different modes of
exercises can be prescribed such as flexibility exercises, strength and power exercises (isometric,
concentric and at the later stages of rehabilitation eccentric exercises), ABC exercises (agility,
balance, coordination) and plyometrics.
The specificity of rehabilitation in sports lies in the fact that the physician must understand and
know the risk factors as well as the injury mechanism for specific injury of interest. It is no problem
to apply different physiotherapy procedures at the early (acute) stages of rehabilitation, but the
difference between evidence based sports medicine approach to the rehabilitation of sports injuries
lies in the fact that we use different testing (functional diagnostic) procedures in order to investigate
whether or not certain known (from the literature) risk factors are actually present in the given
individual. If we know what to search for, then our actions are problem-based and are aimed to
correct those problems.
For example, if we know that landing biomechanics (7) might be related to ACL injury, than during
the rehabilitation we must make sure that this factor is corrected through proper landing techniques
education. For a given athlete with injury we will find and correct all known risk factors during the
rehabilitation, and such approach will ensure good clinical outcome of the rehabilitation and will
prevent re-injury upon player’s return to full participation in sport. Furthermore, rehabilitation in
sports must be sport-specific. It means that after the development of basic flexibility and strength,
we must apply sport-specific exercises to fully prepare an athlete for what he will be facing during
the training and competition.
If we understand this concept, then rehabilitation in sports may be called sports rehabilitation as it
integrates the knowledge from different disciplines such as biomechanics, sports sciences,
physical therapy and sports medicine into one interdisciplinary field that will provide the best
possible management of the athlete in order to return him to full participation in sport with minimal
risk for re-injury upon return. The approach itself is evidence-based and gaps some major fundamental
differences between sports and medicine (6).
References
1. Bahr R, Krosshaug T: Understanding injury mechanisms: a key component of preventing injuries in sport.
Br J Sports Med 2005; 39: 324-9 (doi:10.1136/bjsm.2005.018341).
5
2. Bleakley CM, Glasgow P, MacAuley DC: PRICE needs updating, should we call the POLICE? Br J Sports
Med 2012; 46: 220-1 (doi:10.1136/bjsports-2011-090297).
3. Ehrman JK, Gordon PM, Visich PS, Keteyian SJ, Eds: Clinical Exercise Physiology, 2nd ed, 2009.
4. Kottke TE, Caspersen CJ, Hill CS: Exercise in the management and rehabilitation of selected chronic
diseases. Prevent Med 1984; 13: 47-65.
5. Kujala UM: Benefits of exercise therapy for chronic diseases. Br J Sports Med 2006; 40: 3-4 (doi:
10.1136/bjsm.2005.021717).
6. Matheson GO, Mohtadi NG, Safran M, Meeuwisse WH: Sport injury prevention: time for an intervention?
Clin J Sport Med 2010; 20: 399-401 (doi:10.1097/JSM.0b013e318203114c).
7. Myer GD, Ford KR, Hewett TE: New method to identify athletes at high risk of ACL injury using clinicbased measurements and freeware computer analysis. Br J Sports Med 2011; 45: 238-44 (doi:
10.1136/bjsm.2010.072843).
8. Pedersen BK, Saltin B: Evidence for prescribing exercise as therapy in chronic disease. Scand J Med Sci
Sports 2006; 16 Suppl 1: 3-63 (doi:10.1111/j.1600-0838.2006.00520.x).
Spor yaralanmalarında rehabilitasyon
Edvin Dervisevic
Spor sırasında yaralanmalar gerçekleşir ve ne yapılırsa yapılsın bunları önlemek mümkün olmayacaktır.
Bununla birlikte, spor yaralanması modeline ilişkin güncel anlayış (1) yaralanma risk faktörlerini ve
yaralanma mekanizmasını anlamaya yardımcı oluyor. Bu bilgi, spor yaralanması rehabilitasyonuna
odaklanıldığında önemlidir. Sporcuların rehabilitasyonu çok özel olup amaç onları sadece günlük
hayattaki aktivitelere geri kazandırmak olmayıp, eski performans profillerine (veya daha ileri
düzeye) kavuşturmakdır ve herşeyden önce bunun en kısa zamanda yapılması istenmektedir.
Rehabilitasyon süreci yaralanmadan hemen sonra başlar ve spor hekimlerinin görevi burada RICE
prensiplerini uygulamaktır. Ancak güncel yaklaşımlar RICE prensiplerini POLICE prensiplerine (2)
değiştirmeye meyillidir. Buradaki OL (“optimal load”, en uygun yüklenme) istirahatin (rest) yerini
almaktadır. Yumuşak doku onarımı anlayışı, erken yüklenme ile doku iyileşmesi için kollajen fibrillerin
proliferasyonunun gen yukarı-regülasyonu ile arttırılması konseptine dayanmaktadır. Erken yüklenmenin
bu nedenle rehabilitasyon süresini etkilediği düşünülmektedir.
Rehabilitasyonda kullanılan cihazlar "normal" rehabilitasyonda kullanılanlar ile aynıdır. Ancak
bunlar toplam prosedürün sadece %20'sini oluşturmaktadır. Rehabilitasyonun kalan kısmı egzersiz
tedavisi veya kinesyoterapiden oluşmaktadır. Burada esneklik egzersizleri, kuvvet ve güç egzersizleri,
ABC egzersizleri (çeviklik, denge, koordinasyon) ve pliometrik egzersizler bulunmaktadır.
Sportif rehabilitasyonda hekim yaralanmaların risk faktörlerini ve oluş mekanizmasını bilmelidir.
Yaralanmanın erken (akut) döneminde farklı fizyoterapi modalitelerin uygulanması sorun değildir,
ancak sportif yaralanmaların rehabilitasyonunda kanıta dayalı spor hekimliği yaklaşımı, literatürde
bildirilen olası risk faktörlerinin saptanmasında farklı testleri (fonksiyonel teşhis) uygulamasında
yatmaktadır. Ne aradığını bilmek probleme dayalı ve onu çözmeye yönelik bir yaklaşımdır.
Örneğin sıçramadan sonra iniş biyomekanikleri (7) ÖÇB yaralanmalarında etkili olabilmektedir.
Rehabilitasyonda bu biyomekaniği uygun iniş tekniğini öğreterek düzeltmek gereklidir. Rehabilitasyon
sırasında tüm risk faktörlerini saptamak ve düzeltmek gereklidir. Bu sayede iyi klinik sonuçlar elde
etmek ve tekrarı önlemek olasıdır. Bunun dışında sportif rehabilitasyon spora özgü olmalıdır.
Temel esneklik ve kuvvet çalışmalarında spora özgü egzersizler uygulanmalıdır.
Bu konsept kavrandığında sportif rehabilitasyondan söz edilebilir. Biyokimya, spor bilimleri, fizik
tedavi ve spor hekimliği gibi farklı branşların bilgilerini interdisipliner bir alanda birleştiren bu
yaklaşım sporcunun tam performans göstererek ve minimal rekürrans riski taşıyarak tekrar spora
dönmesini sağlamaktadır. Bu yaklaşım kanıta dayalı bir yaklaşımdır ve spor ile tıp arasında bazı
temel farklılıkları kapatmaktadır (6).
6
HEALTH ORGANIZATION in FOOTBALL CLUBS
Zoran Handziski, PhD, MD
Faculty of Medical Sciences -Un. Goce Delcev, Stip; PZU Kineticus Sports Medicine and Exercise Sciences,
Skopje, Republic of Macedonia
İletişim e-mail: [email protected]
Accordingly with the challenges of modern football game from one side, and the necessity for the
prevention of illnesses and injuries on other side; the importance of appropriate health care and its
organization is an imperative. Although FIFA and UEFA provide continuous education and actions
in these directions, especially in the prevention of sudden death in international football
competitions and in applying anti-doping rules, health care and health organization in a lot of
national level football clubs are still subject matter to improvement.
The main role in the organization and realization of health care in football clubs should be
delegated to a physician, namely a sports medicine specialist. If one only looks simplistically into
the fields of interest of sports medicine; i.e. exercise physiology, laboratory and field testing,
monitoring the effects of the training process, nutrition and supplementation, prevention and
diagnosis of sports injuries and illnesses, doping control, etc.), clearly a well trained sports
medicine specialist is the best solution as leader of the medical staff in a football team. Providing
all previously mentioned activities, his main job should include continuous education of players and
coaches, and with a special accent, that of the sports managers and owners of the club.
A personal overview and statement based on examples from own experience, with recommendations
built on sports medicine science will be the main scope of the topic.
Key words: Football clubs, health organization, sports medicine, education
Futbol kulüplerinde sağlık organizasyonu
Zoran Handziski
Modern futbol oyununun zorlukları ve hastalık ve yaralanma prevansiyonunun gerekliliği uygun sağlık
hizmetlerini ve organizasyonu gerektirmektedir. FIFA ve UEFA'nın bu yönde sürekli eğitim sağlaması
ve aktivitelerde bulunmasıyla birlikte, özellikle uluslararası futbol müsabakalarında ani ölümün
önlenmesi ve ulusal futbol takımları düzeyinde anti-doping kurallarının, sağlık hizmetlerinin ve sağlık
organizasyonlarının uygulanmasında düzeltilmesi gereken konular ele alınmalıdır.
Futbol takımlarının sağlık hizmetlerinin organizasyonunda ve uygulanmasında en önemli rol spor
hekimi uzmanına verilmelidir. Basitçe spor hekimliğinin ilgi alanlarına bakıldığında egzersiz fizyolojisi,
laboratuar ve saha testleri, antrenmanın etkilerini izleme, beslenme ve gıda tamamlayıcıları, spor
yaralanmalarının ve hastalıkların önlenmesi ve teşhisi, doping vs görülür. Bu nedenle iyi eğitilmiş bir
spor hekimi sağlık ekibinin lideri olarak en iyi seçim olmaktadır. Bunların yanısıra, oyuncuların ve
antrenörlerin ve özellikle spor menajerleri ve kulüp sahiplerinin de eğitiminde spor hekimi etkili
olmalıdır. Bu alanlarda kişisel deneyimler ve spor hekimliği bilimine dayalı tavsiyeler konuşmanın ana
konuları olacaktır.
Anahtar sözcükler: Futbol kulüpleri, sağlık organizasyonu, spor hekimliği, eğitim
7
NUTRITIONAL and SUPPLEMENTATION INTERVENTION in YOUNG ELITE FOOTBALL PLAYERS
Marija Andjelkovic¹, Nenad Dikic¹, Ivana Baralic², Nenad Radivojevic¹, Brizita Djordjevic²,
Milica Vukasinovic Vesic¹, Tamara Stojmenovic¹
¹Sports Medicine Association of Serbia, Outpatient Clinic Vita Maxima, Belgrade, Serbia
²Institute for Bromatology, Faculty of Pharmacy, Belgrade, Serbia
İletişim e-mail: [email protected]
The condition of health and ability of the athlete to compete both physically and mentally is
influenced by his nutritional status (NS). NS is a potent modulator of many acute physiological
responses to exercise, including various molecular signaling pathways that are believed to regulate
cellular adaptation to training. Well-chosen training diet in combination with adequate supplementation
can enhance muscle adaptation for training, and the capacity for both oxidative and non-oxidative
metabolism, and support optimal recovery.
The aim of the study was to analyze the effects of nutritional and supplementation interventions
regarding their ability to regulate NS, muscle damage, oxidative stress and exercise performance
in young elite football players.
In this intervention study 40 male elite soccer players, who were randomly assigned in a doubleblind fashion to Asx and placebo (P) groups, completed dietary records to assess fluid and energy
intakes at the beginning and end of study. Anthropometric measurements and ergospirometry test
were conducted. Lipid status, hematological, biochemical, oxidative and anti-oxidative stress
parameters were determined at three time points: before supplementation, 45 and 90 days after
supplementation with Asx.
Initial daily energy intake (EI) was 3043±906 kcal, which is significantly lower (p<0.001) than the
calculated figures. EI was derived from carbohydrate, fat and protein by 52.0±8.2%, 31.0±5.5%
and 17.0±3.5%, respectively. In terms of micronutrient intake, players had up and down variation
from DRI (%DRI) for Ca, Mg, Fe, K, Na, Vit.C, vitB6 and vitB12. Cholesterol and saturated fatty
intake was above DRI. A total of 22 players had iron deficiency without anemia that is described as
a factor that can have impact on endurance. EI was positively correlated with Fe and Ca intake and
had significant effects on VO2max. Soccer training and soccer exercise are associated with
excessive production of free radicals and oxidative stress that are also recorded in this study.
NS assessment of young soccer players suggested that our nutritional intervention increased EI
together with a higher carbohydrate proportion. Players adopted dietary habits that ensure DRI for
fluids and micronutrients. Supplementation with Asx prevented exercise induced free radical
production and depletion of non-enzymatic antioxidant defense in young soccer players.
Effect of chronic nutritional and supplementation intervention over a period of weeks or months
augments physiological remodeling and promotes greater sport performance adaptations by
improving energy metabolism, enhanced chronic training stimulus, promoting some aspects of
recovery leading to enhanced physiological adaptations and sport performance.
Key words: Sport nutrition, supplementation, football, performance, nutritional intervention
Genç elit futbolcularda beslenme ve besin desteği yaklaşımı
Marija Andjelkovic
Giriş: Sporcunun sağlık durumu ve yeteneği, hem fiziksel hem de zihinsel olarak beslenme
durumundan etkilenir. Beslenme durumu, egzersize akut fizyolojik yanıtta ve antrenmana
adaptasyonda rol alan çeşitli moleküler sinyal yollarını da içeren güçlü bir modülatördür. İyi seçilmiş
bir sporcu diyeti, antrenmanda kas adaptasyonu için, oksidatif ve non-oksidatif metabolizma
kapasitesine ulaşmak için ve optimal toparlanmayı sağlamak için yeterli destek içermelidir. Bu
çalışmanın amacı genç elit futbolcularda, beslenme durumunu düzenleme becerisi, kas hasarı,
oksidatif stress ve egzersiz performansı ile ilişkili beslenme ve takviyelerin etkisini analiz etmektir.
Gereç ve yöntem: Bu çalışma çift kör yöntemle rastgele seçilen 40 elit futbolcuda yapılmıştır. Asx
ve plasebo grubu çalışmanın başında ve sonunda, sıvı ve enerji alımını değerlendirmek için diyet
kayıtlarını tuttular. Çalışmada, antropometrik ölçüm ve ergospirometri testi yapıldı. Asx desteği
öncesi, 45 ve 90 gün sonrası; lipid profili, hematolojik, biyokimyasal, oksidatif ve anti-oksidatif stres
parametreleri örneklendi.
8
İlk günlük enerji alımı (EI) 3043±906 kcal olarak hesaplanan değerlerden daha düşüktü (p<0.001).
EI, sırasıyla %52.0±8.2, %31.0±5.5 ve %17.0±3.5 oranlarında karbonhidrat, yağ ve proteinden
oluşuyordu. Mikrobesin alımı açısından, sporcular günlük DRI’dan Ca, Mg, Fe, K, Na, VitC, VitB6
ve VitB12 için farklı varyasyonlara sahipti. Kolesterol ve doymuş yağ alımı ise DRI’nin üzerinde
oldu. Yirmi iki sporcuda anemi olmadan demir eksikliği saptandı. Bu durumun dayanıklılık
performansı üzerine etkisi olabilir. EI, demir ve kalsiyum alımı ile pozitif ilişkidedir ve maxVO2
üzerine önemli etkileri vardır. Futbol antrenmanı ve futbol egzersizi, serbest radikallerin aşırı
üretimi ile ilgilidir ve bu çalışmada oksidatif stress de kaydedilmiştir.
Genç futbolcuların beslenme durumu değerlendirmesi EI’yi arttıran yüksek karbonhidrat içeren
besinsel desteğimizi teyit etti. Sporcular, sıvı ve mikronütrient ve DRI’yi sağlamak için beslenme
alışkanlıkları edinmiş olabilirler. Asx’li destek, genç futbolcularda egzersiz kaynaklı serbest radikal
üretimini ve non-enzimatik antioksidan savunma tükenmesini engellemiş göründü. Haftalar veya
aylar süren kronik beslenme ve takviye müdahalesinin etkisi, fizyolojik tekrar yapılanmayı
arttırmaktadır. Kronik anrenman uyarıları gelişir, enerji metabolizmasını arttırarak daha iyi spor
performansını, gelişmiş fizyolojik adaptasyonları ve spor performansını desteklemektedir.
Anahtar sözcükler: Sporcu beslenmesi, besin desteği, futbol, performans, beslenme girişimi
9
PANEL I: SPOR YARALANMALARININ ÖNLENMESİ
Roundtable I: Prevention of sports injuries
SPOR YARALANMALARININ ÖNLENMESİ: KUVVET
Prevention of sport injuries: Strength
Tolga Saka
Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Spor Hekimliği Birimi, İstanbul
İletişim e-mail: [email protected]
Kasların kuvvetlendirilmesi sonucu spor yaralanmalarının azaltılabileceği birçok çalışmada ortaya
konmuştur. Bu bağlamda, direnç egzersizleri yapılması profesyonel, amatör ve rekreasyonel
sporcuları yaralanmalardan koruyabilmektedir. Kasların kuvveti, gücü, kütlesi arttıkça sporcuların
performansları artmakta ve kasları içeren yaralanmalar daha az gözlenmektedir. Yine de, direnç
egzersizleri ile yaralanmaların azalması arasındaki ilişkiyi doğrudan gösteren çalışmalar nadirdir.
Kasların kuvvetlendirilmesi kemikleri ve bağ dokusunu da kuvvetlendirmektedir.
Direnç antrenmanları yapan bireylerin kemik yoğunlukları sedanter bireylerle kıyaslandığında daha
yüksek bulunmaktadır. Bu özellik spor yapan grupta darbelere ve yüklere karşı maksimum koruma
sağlarken, yaşlı bireylerde ise düşmeler sonucu meydana gelen kırıkları azaltmaktadır. Alt ekstremite
kuvveti arttırıldığında, stres kırığı insidansında azalma olduğu belirtilmektedir. Kemiklerin kuvvetlenmesi
dolaylı olarak eklemlerin kuvvetlenmesi anlamını taşımaktadır.
Kasları kuvvetlendirmenin en etkili yolu nedir? Çalışmalar izokinetik ve izotonik antrenmanları
desteklemektedir; ancak izokinetik sistemle kasların kuvvetlendirilmesi pahalı olmasının yanı sıra
pratikte daha zor uygulanabilir bir yöntemdir. Bu nedenle izotonik egzersizler ön plandadır. İzotonik
egzersizlerin eksantrik olarak yapılması kasların daha fazla kuvvetlenmesini sağlamaktadır. Ancak
bu yöntemle ağırlık arttırımlarının yapılması daha kısıtlı olmaktadır ve “geç başlangıçlı kas ağrıları”
ile daha sık karşılaşılır. Dolayısıyla konsantrik kas kuvvetlendirmesi yapılırken eksantrik faza da
odaklanılması en iyi yöntem gibi görünmektedir. Yaralanmaların önlenmesi için sadece kuvvetin
arttırılması yeterli değildir. Esneklik, propriosepsiyon, dayanıklılık çalışmaları ile birlikte spora
spesifik antrenmanların da mutlaka yapılması gerekmektedir.
Anahtar sözcükler: Kas, kuvvet, yaralanma, korunma, eksantrik, izokinetik
SPOR YARALANMALARININ ÖNLENMESİNDE PROPRİYOSEPSİYONUN ÖNEMİ
The importance of proprioception in the prevention of sports injuries
Bülent Ülkar
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
Biyomekanik olarak bakıldığında, insan vücudunun hareketi sırasında eklem yüzeylerindeki temas
yükünün yanı sıra, kas-tendon yapılarında, bağlarda ve eklem kapsülünde de dikkate değer oranda
yüklenmelerin ortaya çıktığı görülmektedir. Her durumda, yerçekimi, eylemsizlik ve reaksiyon
kuvvetleri kas-iskelet sistemi üzerinde dışsal yüklenmeler yaratmaktadır. Bu dışsal yüklenmeleri
dengeleme görevi içsel kuvvetlere düşmektedir. Propriyosepsiyonun ve koordinasyonun iyi durumda
olması, aslında kas-iskelet sisteminin güçlü ve dengede olması anlamına gelmektedir. Böylece
sistemin tüm yüklenmelere karşı koyabilmesi ve dinamik eklem stabilitesinin devamlılığının
sağlanması mümkün olabilmektedir.
Dinamik eklem stabilitesi, hareket anında mekanik stabilizatörlerle birlikte uygun kassal
aktivasyonun ortaya konmasıyla eklemin stabilize edilmesi olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla,
dinamik eklem stabilizasyonu için “propriyoseptif sistemin bir ürünüdür” denebilmektedir.
Dinamik; yani fonksiyonel eklem stabilitesiyle ilişkili olarak merkezi sinir sisteminin en üst
dezeyindeki (motor korteks, bazal ganglialar, serebellum) bilişsel programlama da nöromüsküler
kontrol mekanizmalarında, bir başka deyişle propriyosepsiyonda önemli bir rol oynamaktadır. Bu
fonksiyon, tekrarlanan ve merkezi komutlar şeklinde kaydedilmiş olan istemli hareketlere işaret
etmektedir. Vücut pozisyon algısı ve hareketleri pek çok sportif becerinin bilinç düzeyinde
işlenmeden ortaya konmasını sağlamaktadır. Bilinç ve bilinçaltı düzeydeki eklem ve ekstremite
hareket algısında propriyoseptif geribildirimler çok önemli olmaktadır. O nedenle, dinamik, yani
10
fonksiyonel eklem stabilitesinin geliştirilmesi spor yaralanmalarının önlenmesi ve rehabilitasyonunda
büyük önem taşımaktadır. Ancak, bunun sağlanabilmesi için motor fonksiyonla entegre, koordinasyon
içinde, uygun ve sürekli bir duyusal veri akışının varlığı gerekmektedir.
Spor yaralanmaları mekanoreseptör hasarıyla dokularda kısmi deafferentasyona da yol açabilmektedir.
Buna bağlı olarak ortaya çıkan propriyoseptif kayıplar da yeniden yaralanmaya yatkınlık
yaratabilmektedir. Özellikle ligament yaralanmalarıyla ortaya çıkan mekanik instabilite ve
proprioseptif kayıplar fonksiyonel instabiliteye yol açmakta, bu da sonuçta daha fazla mikrotravma
ve yeniden yaralanma anlamına gelmektedir. Buna karşın, sportif rehabilitasyon programlarında
proprioseptif egzersizlere olabildiğince erken dönemde yer verilmesi, fonksiyonel ve spora özgü
aktivitelere, diğer bir deyişle; spora dönüş sürecine belirgin katkıda bulunmaktadır.
Anahtar sözcükler: Propriyosepsiyon, nöromüsküler egzersizler, sportif rehabilitasyon, spora dönüş
SPOR YARALANMALARINDAN KORUNMA: DAYANIKLILIK
Protection from sport injuries: Endurance
Oğuz Yüksel
Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Spor Hekimliği Birimi, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Dayanıklılık sporlarında en sık görülen yaralanma türü aşırı kullanım yaralanmalarıdır. Aşırı
kullanım yaralanmaları intrensek ve ekstrensek faktörlerden kaynaklanabilir. İntrensek faktörler
olarak yanlış teknik uygulanması, önceden geçirilmiş yaralanma, kötü kondisyon, kas kuvvet
dengesizlikleri, anatomik bozukluklar ve büyüme sayılabilir. Ekstrensek faktörler ise uygun olmayan
malzeme kullanımı (ayakkabı gibi); uygun olmayan zemin ve/veya iklim ve doğa koşulları; uygun
olmayan antrenman türü; antrenman yoğunluk, süre ve sıklığında ani artışlar şeklinde sıralanabilir.
Aşırı kullanım yaralanmalarını engellemek için öncelikle spora özgü doğru teknik geliştirilmeli ve
uygun malzeme kullanılmalıdır. Çok olumsuz iklim şartlarında antrenman yapılmamalı, farklı
antrenman türü değişikliklerinde yavaş geçiş yapılmalı, antrenman periyotlamasında toparlanma ve
adaptasyona yeterli zaman ayrılmalıdır. Bu konuşmada konuya ilişkin farklı güncel yaklaşımlar
aktarılacaktır.
Anahtar sözcükler: Dayanıklılık antrenmanı, aşırı kullanım, çevre koşulları, ekipman
SPOR YARALANMALARININ ÖNLENMESİNDE ESNEKLİĞİN ROLÜ
Role of flexibility in the prevention of sport injuries
Nevzad Denerel
Gaziantepspor kulübü, Gaziantep
İletişim e-mail: [email protected]
Günümüzde germe egzersizlerinin sportif aktivite üzerine akut etkilerini araştıran birçok çalışma
vardır. Spor yaralanmalarından korunmada germe egzersizlerinin rolünün olup olmadığı ise
tartışma konusudur. Spor yaralanmalarından korunmada esnekliğin önemli rolünün olduğu ise
kaynak kitaplarının çoğunda vurgulanmasına rağmen kanıt düzeyinde çalışma sayısı oldukça
yetersizdir.
Kas-tendon birimi esnekliği, kas-tendon birimi uzunluğu ve eklem hareket açıklığı (EHA) olarak da
açıklanırken; esnekliğin tanımı üzerine henüz bir uzlaşmaya varılamamasına rağmen en sık
kullanılan tanımlardan birisi, 1990 yılında Tony Gummerson tarafından yapılan “Bir ya da birden
fazla eklemin, bir partner yardımı veya ekipman desteği ile anlık güç uygulayarak, ulaşılabilir tam
hareket açıklığı” tanımıdır.
Bazı kaynaklarca germe egzersizi spor yaralanmaları ve performansı etkileyebilecek ekstrensek bir
faktörken esneklik ise entrensek bir faktördür. Germe egzersizi, EHA artırmak için yumuşak
dokuları mevcut uzunluklarının ötesine getirir. Konuya ilişkin çalışmalar göstermiştir ki düzenli
yapılan germe egzersizi seansları ile esneklik geliştirilebilmektedir.
Teorik olarak kas tendon birimi yaralanma riski; kas sertliği varlığında kas gerilmeleri daha olasıdır
görüşüne dayandırılır. Ayrıca, esnekliğin artmasının kasın daha fazla enerji depolayabilmesini ve
11
eklem hareketini kontrol edebilmesini sağlayacağı düşünülür. Bu varsayımlar uzun yıllarca kastendon birimi yaralanma riskini azaltmada, esnekliğin önemli rol oynadığına inanılmasını sağladı.
Halen bu iddiaları destekleyecek yeterli kanıt ortaya konamamıştır.
Watson 2001’deki derlemesinde zayıf esnekliğin, saha oyunları yaralanmalarında predispozan
faktör olarak gösterildiği sadece bir prospektif çalışma bulabildiğini belirtmiştir. Witvrouw (2003)
146 erkek profesyonel futbolcuda yaptığı araştırmasında, kas gerginliği artmış (EHA azalmış)
futbolcularda kas yaralanması ile karşılaşma riskinin, istatistiksel olarak daha yüksek olduğunu
belirtmiştir.
Gleim ve McHugh 1999 yılında spor yaralanmalarının multifaktöriyel olduğunu, fakat esnekliğin
sadece tek bir entrensek faktör olduğunu, bu nedenle diğer faktörler izole edilerek araştırılması
gerektiğini belirtmişlerdir. Sonuçta aşırı esnekliğin (hem sıkı, hem gevşek) yaralanma riskini
arttırabileceği açıklamasının en uygun açıklama olacağını vurgulamışlardır.
Woods ve ark.’nın 2007 yılındaki derlemelerinde de belirttikleri üzere, literatürdeki çalışmalar
değerlendirildiğinde yaralanma tanımı ve yaralanma sınıflamalarının tutarsızlığı sonucunda
çalışmalar arasında çelişkilerin ortaya çıktığı açık şekilde görülmektedir. Bu nedenle araştırma
modeli oluşturulurken yaralanmanın tanımının ve sınıflamasının doğru şekilde yapılması önem arz
etmektedir. Burada unutulmaması gereken önemli bir nokta da esnekliğin spora özgü dizgelerinin
olduğu ve yaralanma riskinin sporlara göre farklılık gösterebileceğidir.
Sonuç olarak esnekliğin, kas-iskelet sistemi yaralanmalarının önlenmesindeki yararlarını açıklayacak
randomize kontrollü klinik araştırma eksikliği dikkat çekmektedir. Ancak genel olarak değerlendirildiği
ve esnekliğin diğer yararları düşünüldüğü zaman, “esneklik kaybının yaralanma riskini arttıracağı”
görüşünü destekleyecek yeterli tıbbi kanıt olmamasına rağmen halen geçerliliğini korumaktadır.
Anahtar sözcükler: Esneklik, germe egzersizleri, spor yaralanmalarının önlenmesi
SPOR YARALANMALARININ ÖNLENEBİLMESİ İÇİN VÜCUDUN KİNESİYOLOJİK ÖZELLİKLERi
BİLİNMELİDİR
Kinesiologic properties of the body must be known in preventing sport injuries
Lokman Öztürk
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Egzersizin sportif, sağlıklı yaşam, rehabilitasyon veya formu koruma gibi farklı amaçları olsa da,
organik yaralanmalardan kaçınabilmek için bilimsel araştırmalarla belirlenmiş, biyomekanik kurallar
içerisinde yapılması gerekir. Yani hareket biliminin, “kinesiyolojinin” esaslarına uymak gerekir.
Kinesiyolojinin kuralları, insan hareket sisteminin aktif ve pasif elamanlarının ne çeşit egzersizle,
hangi tolerans sınırları ve açıları içinde çalıştırılması gerektiğini gösterir. Aynı zamanda, hareket
sisteminin aktif ve pasif elamanlarının, hareket anındaki karşılıklı etkileşimleri ile hareket anındaki
yer, konum ve zamanla olan ilişkilerini inceler. Fiziksel egzersizler sırasında oluşan kemik, eklem,
kas veya kas grubundaki işlevsel pozisyon değişikliklerinin bilinmesi ise “anatomik kinesiyolojinin”
bir parçasıdır.
Spor yaralanmalarında diz eklemi diğer eklemler arasında en sık yaralanan eklem olarak karşımıza
çıktığı için; diz eklemi üzerinde kinesiyolojik özellikleri incelemek vücudun diğer kısımlarındaki
kinesyolojik özellikleri anlamamızı kolaylaştıracaktır. Diz eklemi en büyük membrana synovialisi ve
eklem boşluğu olan ve en fazla synovial sıvının bulunduğu eklemdir. Diz ekleminin stabilitesini
capsula articularis, collateral ve çapraz bağlar ile çevredeki kaslar sağlamaktadır. Diz eklemine
ekstansiyon m. quadriceps femoris tarafından yaptırılır. Ligamentum patellae içerisinde yer alan
patella, m. quadriceps femorisin kuvvet çizgisini eklem ekseninden dış yana uzaklaştırmak
suretiyle, m. quadriceps femorisin bacak üzerine olan ekstansiyon etkisini arttırır.
M. vastus medialisin patellayı tespit etmesi ve patellanın dış yana kaymasının önlenmesi
bakımından özel bir önemi vardır. Patella çıkığı bu şekilde önlenmiş olur. Çünkü m. quadriceps
femorisin büyük bir bölümü oluşturan diğer üç kas m. rectus femoralis, m. vastus intermedius ve m.
vastus lateralis, patellayı dışa doğru çekme eğilimindedir. Bunun nedeni, femur ekseni ile bacak
ekseni dışa doğru açılan 170-175°’lik bir açı yapması, bacağın fizyolojik çarpıklığıdır. M. quadriceps
12
femorisin antagonistleri olarak dize fleksiyon yaptıran kaslar ise m. biceps femoris, m.
semitendinosus, m. semimembranosustur. Diz eklemine ekstansiyon yaptıran kaslar kasıldıklarında,
fleksiyon yaptıran kaslardan üç kat daha fazla kuvvet oluştururlar.
M. Gastrocnemius da diz ekleminin fleksiyonunda görevlidir, fakat diz eklemi hiperekstansiyonunu
sınırlamadaki görevi daha önemlidir. Örneğin futbolda, bacağı topa şut atmaya hazır hale getiren
kaslar diz eklemine fleksiyon yaptıran kaslardır. Hemen ardından topa şut atmak için m.
quadriceps femorisin kasılarak bacağı ekstansiyona getirmesi gerekir ve şut atıldıktan sonra bacak
frenlenir. İşte bacağın bu frenleme işini hamstring kas grubu yapar. Şut çekildikten sonra, bacağın
hiperekstansiyonu engellenir. Eğer bu kaslar, hiperekstansiyonu engelleyecek kadar kuvvetlendirilmiş
değillerse, diz ekleminde yaralanabilecek yapılardan ilki, lig. cruciatum anterius olacaktır. Çünkü bu
ligament özellikle bacağın aşırı ekstansiyonunda yaralanmaktadır.
Anahtar sözcükler: Spor yaralanmaları, kinesiyoloji, proprisepsiyon, kinestesis, diz eklemi
PANEL II: KRONİK HASTALIKLARIN ÖNLENME VE TEDAVİSİNDE EGZERSİZ
Roundtable II: Exercise in the management of chronic diseases
İNTÖRN HEKİMİN SPOR HEKİMLİĞİNE BAKIŞI
Attitude of the medical intern toward sports medicine
Seza Çilesiz
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi 6ncı sınıf öğrencisi, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Staj programları içinde spor hekimliğine de yer verilen Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencileri
sedanter yaşamın getirdiği olumsuzlukların bilincinde olmalarına rağmen, yeterince fiziksel
aktivitede bulunmamaktadır. Bu durumda önemli bir husus bilinçlenmenin ötesinde alışkanlık
kazanmak ve bunu devam ettirmektir. Düzenli egzersizin kalp ve damar sağlığına, kas-iskelet
sistemi sağlığına, solunum kapasitesinin korunmasına ve ruh sağlığına katkıları azımsanmayacak
derecede belirgindir. Düzenli egzersiz yapmak için herhangi bir patolojinin olması beklenmemeli,
önlem amaçlı egzersiz yapılmalıdır. Düzenli egzersiz yapan gerek pratisyen, gerekse uzmn
hekimler, hem egzersiz reçetesi yazacakları bireyler için güvenilir birer “role-play” olacak, hem de
sorumluluk ve fiziksel enerji gerektiren mesleklerinde sağlıklarını koruyacaklardır.
Anahtar sözcükler: İntörn hekim, spor hekimliği, sağlık, kronik hastalıklar, egzersiz, spor
KARDİYOVASKÜLER HASTALIKLARI ÖNLEME ve TEDAVİDE EGZERSİZ
Exercise in the prevention and treatment of cardiovascular diseases
Mustafa Onur Serbest
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Isparta
İletişim e-mail: [email protected]
Kardiyovasküler hastalık (KVH) başlığı altında koroner kalp hastalığı, serebrovasküler hastalıklar,
hipertansiyon (HT), periferal arter hastalığı, romatizmal kalp hastalıkları, konjenital kalp hastalıkları,
kalp yetmezliği ve kardiyomiyopatiler yer almaktadır. Avrupa’da 75 yaş altı tüm ölümlerin kadınlarda
%42’si, erkeklerde %38’i KVH nedenlidir.
KVH risk faktörleri erkek cinsiyet (erkekte sıklıkla 45, kadında 50 yaş üstünde), genetik miras, HT,
DM, sigara tüketimi, fiziksel inaktivite, sağlıksız diyet, hiperlipidemi, obezite ve strestir. Fiziksel
inaktivite kardiyovasküler riski iki kat arttırmaktadır. Düzenli fiziksel aktivite tüm nedenlerden
mortalitede %30-40 düşüş sağlamaktadır. Sedanter yaşam tarzı, KVH’ın temel risk faktörlerinden
biridir. Dolayısıyla, fiziksel aktivite ve aerobik egzersiz eğitimi kılavuzlarda birincil ve ikincil
kardiyovasküler korumada önerilmektedir. KVH’dan korunmak için ACSM haftanın tercihan her
günü, 30dk veya üzerinde orta şiddette fiziksel aktivite önermektedir.
Kardiyak rehabilitasyon (KR); bir kalp hastasının fiziksel, psikolojik ve sosyal fonksiyonlarını en iyi
duruma getirmek ve altta yatan aterosklerotik süreci stabilize etmek, yavaşlatmak hatta geriletmek
suretiyle morbidite ve mortaliteyi azaltmak amacıyla uygulanan düzenli, mültidisipliner girişimler
şeklinde tanımlanmaktdır. Taylor ve ark., 48 çalışma (8940 hasta) içeren metaanalizde egzersiz
13
temelli kardiyak rehabilitasyon ile kardiyak mortalitede %26 düşüş bildirmişlerdir. Avrupa
Kardiyoloji Cemiyeti (ESC), AHA ve Amerikan Kardiyoloji Koleji Vakfı (ACCF), KVH tedavisinde
KR’u en yüksek bilimsel kanıt düzeyi (“class-I indication”) ile önermektedir.
KR endikasyonları; akut MI, kronik stabil anjina, CABG, perkütan koroner girişim, kalp kapağı
cerrahisi ve kardiyak transplantasyondur. Kontrendikasyonlar ise; egzersiz testi sırasında ciddi
iskemi, aritmi, anstabil anjina, istirahatte 2mm üstü ST depresyonu, evre-4 kalp yetmezliği, ciddi
MS, AS, hipertrofik kardiyomiyopati, ciddi primer HT, istirahatte BPsys >200 veya BPdia>110
mmHg, aktif myokardit, perikardit ve pulmoner embolidir.
KR fazları; hastane içi rehabilitasyon fazı (Faz 1), taburculuk sonrası erken dönemi (Faz 2),
taburculuk sonrası geç dönemi (Faz 3) ve idame dönemini içermektedir. ACSM’in önerdiği egzersiz
şiddeti maxVO2’nin %40-85’i, KHR’nin %40/50-85’i, maxKAH’nın %64/70-94’ü, 12-16 zorluk
derecesidir. Avrupa Kardiyovasküler Korunma ve Rehabilitasyon Derneğinin önerdiği egzersiz
şiddeti zirveVO2 veya zirve KH’nın %50-80’i, KHR’nin %40-60’ı, 10-14 zorluk derecesidir. KR’un;
kardiyovasküler risk faktörlerini azaltması, hastalığın ilerlemesini durdurması, morbidite ve
mortaliteyi azaltması ve aerobik kapasitede artış oluşturması nedeniyle tüm stabil kardiyovasküler
hastalığı olanlara önerilmesi gerekmektedir.
Anahtar sözcükler: Kardiyovasküler hastalık, kardiyak rehabilitasyon, hipertansiyon, diabetes mellitus, kalp
atım hızı
OBEZİTENİN ÖNLENMESİ ve TEDAVİSİNDE EGZERSİZ
Exercise in the prevention and treatment of obesity
Soner Akkurt
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Kayseri
İletişim e-mail: [email protected]
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) obeziteyi, sağlığı bozacak ölçüde vücutta aşırı yağ birikimi olarak
tanımlamaktadır. Erkeklerde vücut ağırlığının %15-20, kadınlarda %20-25’i yağ dokusudur. Bu
oranın erkeklerde %25’in, kadınlarda %35’in üzerine çıkması obezite anlamına gelir. Obezite
beden kitle endeksi (BMI) ile ölçülür. BMI 25-29.9 arasında ise kilolu, 30-40 arasında ise obez,
40’tan büyük ise ileri derecede obez olarak tanımlanır. Bel çevresinde görülen obezite alt
ekstremite obezistesinden daha tehlikelidir. Bu nedenle obezitenin takibinde bel/kalça oranı da
kullanılmaktadır. Bu değer erkeklerde 1.0, kadınlarda 0.8 den büyük ise risk söz konusudur.
Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması 2010 ön çalışma raporuna göre Türkiye’de obezite sıklığı
erkeklerde %20.5, kadınlarda %41.0, toplamda ise %30.3 olarak bulunmuştur. WHO tarafından
Asya, Afrika ve Avrupa’nın ayrı ayrı yöresinde yapılan ve 12 yıl süren MONICA çalışmasında
obezite prevalansında 10 yılda %10-30 arasında bir artış saptandığı bildirilmiştir. Dünyada
obeziteye bağlı her yıl bir milyon insan ölmektedir.
Obezite; insülin direnci, hiperinsülinemi, tip-2 diyabet (%80inden obezite sorumludur), hipertansiyon
(%55’inden obezite sorumludur), koroner arter hastalığı (%35’inden obezite sorumludur),
hiperlipidemi, hiperkolesterolemi, metabolik sendrom, osteoartrit, inme; kadınlarda meme,
endometrium, over ve safra kesesi kanserleri; erkelerde kolon ve prostat kanserleri; safra kesesi
hastalıkları, uyku apnesi, karaciğer yağlanması, astım, solunum zorluğu, gebeliğin zor geçmesi,
adet düzensizlikleri, aşırı kıllanma, ameliyat öncesi ve sonrasında sorunlar, toplumsal uyumsuzluk
gibi bir çok hastalığa neden olmaktadır.
Son çalışmalar obezitenin genlerle ilişkili olduğunu da göstermektedir. KSR2 genindeki mütasyonun
fazla yeme ve bazal metabolizmada yavaşlama sonucunda obeziteye yol açtığı bildirilmiştir. Bunun
yanında yeme alışkanlığı, kültürel yapı, ekonomik düzey ve egzersiz yapma alışkanlığı da obeziteyi
etkilemektedir.
Obezite tedavi edilebilen bir hastalıktır. Tedavisinde davranış değişikliği, diyet, egzersiz, ilaç ve
cerrahi müdahale yöntemleri kullanılmaktadır. Aşırı kalori alımına bağlı obezite, günlük
harcanandan fazla kalori alımı sonucunda gelişir. Günlük alınan enerji miktarı, harcanan enerjiden
daha fazla ise bu fazlalık vücutta yağ olarak depolanır. Alınan enerjiden fazlası yakıldığında ise
yağ depoları azalır ve kilo kaybı olur. Günlük enerji gereksinimi bazal metabolizma, yiyeceklerin
termik etkisi ve hareket için gerekli enerjinin toplamına eşittir.
14
Obezitenin tedavisinde önce kilo alımı önlenmelidir. Daha sonra haftada ortalama 0.5-1 kg verecek
şekilde planlama yapılmalıdır. Günde üç ana öğün, iki ara öğün yenmeli, en az sekiz bardak su
içilmeli ve düzenli olarak fiziksel aktivite yapılmalıdır. Sadece diyet ile verilen kiloda yağların
yanısıra kas kütlesi de kaybedilmektedir. Bu nedenle obezite tedavisinde diyetin yanına mutlaka
egzersiz tedavisi de eklenmelidir. Yapılan aktivite aerobik tarzda yürüyüş, hafif tempoda koşu,
bisiklete binme şeklinde olmalı; en az 30-45 dakika sürmeli ve en az haftada üç gün yapılmalıdır.
Aktiviteler geniş kas gruplarını kapsamalı, önce 5-10 dk ısınma yapılmalı, maksimum kalp atım
hızının %50-70’i arasında olmalıdır (220-yaş x 0.5-0.7). Bu düzey egzersiz yaparken yanındaki ile
konuşulabilecek düzey olarak tanımlanabilir.
Aerobik egzersizin yanına kas güçlendirme egzersizleri de eklenebilir. Kas güçlendirme egzersizleri
ile total kas kütlesi arttırılarak bazal metbolizma hızlandırılmaktadır. Günlük yaşamda asansör
yerine merdivenler kullanılmalı, uzaktan kumanda kullanılmamalı, işyerinde uzun süre oturulmamalı,
otobüsle gidilecek yerden iki durak önce veya sonra inilmeli, günde an az onbin adım atılmalıdır.
İlaç tedavisi yan etkileri olması nedeni ile diyet ve egzersizle zayıflayamayanlara hekim
kontrolünde verilmelidir. Cerrahi tedavi, obezitenin en az üç yıldır var olması durumunda, hormonal
hastalıklar yoksa, ilaç ve diyet tedavisine rağmen en az bir yıldır kilo verilemiyorsa düşünülmelidir.
Anahtar sözcükler: Obezite, KSR2 geni, egzersiz
OSTEOPOROZ ve EGZERSİZ
Osteoporosis and exercise
Devrim Şükrü Ayral
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Osteoporoz; kemik miktarında azalma ve kalitesindeki bozulma nedeniyle kemiklerin zayıflayıp
kırılmaya çok yatkın bir hale gelmesiyle oluşan bir hastalıktır. Kemik mineral dansitesi T skoru 2.5’in altındadır. İki tür kemik dokusundan kortikal kemik sert ve sağlamdır. Trabeküler kemik
dokusu ise süngerimsi yapıda olup osteoporozdan kolay etkilenir. Osteoporoz çoğu kez farkına
varılmadan ilerleyen bir hastalıktır. Kronik ilerler, kemik kaybı çok artıncaya kadar belirgin bir ağrı
vermeyebilir. Yaygın ağrı oluşturmaz. İlk belirtisi, hafif bir düşme ya da çarpmadan sonra bir
kemiğin kırılması olabilir. Daha çok omurga, el bileği ve kalçada kırıklara yol açmaktadır.
Kemik kütlesi 40 yaşlarında doruk noktasına ulaşır, daha sonra yavaş yavaş azalır. Osteoporoz,
postmenapozal kadınlarda östrojen azalmasına bağlı olarak daha çok gözlenir. Önleme tedaviden
önemlidir. Önemli olan çocukluk ve gençlik döneminde iyi bir kemik kütlesi elde etmek ve bunu
sürdürmektir. Bu da yeterince kalsiyum (Ca) içeren dengeli bir beslenme ve kemiklere yük bindiren
egzersizleri (takım sporları, atletizm vb.) düzenli ve devamlı yapmakla gerçekleşir. Yaşlı bireylerde
ise fiziksel aktivitenin amacı kemik kaybını önlemek ve fiziksel uygunluk, esneklik, kas gücü, postür,
denge ve koordinasyonu geliştirerek düşmeleri önlemektir. Egzersiz osteoporozda sadece kemik
kaybını önlemez, kemiklerin daha fazla Ca alımını sağlayarak yeni kemik kayıplarının yerine konmasını
destekler. Uygun bir beslenme ve egzersiz programı ile osteoporoz riski büyük ölçüde azaltılabilir.
Kalsiyum bakımından zengin bir beslenme ve bunun yanında dikkat edilecek faktörler; yeterli D
vitamini ve güneş ışığı alınması, proteinin ve sodyumun fazla miktarda alınmaması, yeterli çinko ve
fluorid alınması, B-C-K vitaminlerinin yeterli alınması, aşırı kahve ve alkol tüketilmemesi, sigaranın
tamamen kesilmesidir. Ca gereksinimi yaşam boyunca değişkenlik gösterir. Tüm erişkinlerin günde
yarım litre süttekine eşdeğer miktarda Ca alması önerilir. Yaş gruplarına göre günlük miktarlar 1-3
yaş 500 mg, 4-8 yaş 800 mg, 9-18 yaş 1300 mg, 19-50 yaş 1000 mg, 51 yaş ve üstü 1200 mg’dır.
Ayrıca gebe ya da emzirenler 1200-1500 mg/gün Ca almalıdır. Yeterli Ca alınması halinde bile
egzersiz yapılmadığı takdirde kemiklerin kalsiyum tutulumu yeterli olmamaktadır.
Maraton, jimnastik gibi şiddetli spor yapan kadın sporcularda hipotalomo-hipofizer aksın
etkilenmesi, negatif enerji dengesi ve psikolojik strese bağlı olarak geliştiği düşünülen atletik
amenore, overlerden östrojen salgısını azaltarak kemik dansitesini düşürebilir. Ancak bu amenore
2-3 yıl kadar sürmedikçe kemik kaybı geri dönüşümlüdür. Jimnastikçiler amenoreik olduklarında
bile kontrollere ve diğer sporculara oranla daha fazla kemik kütlesine sahiptir.
Osteoporoz için en faydalı egzersizler kişinin kendi vücut ağırlığıyla ve yerçekimine karşı yaptığı
15
kuvvet egzersizleridir. Ayrıca germe, postür, denge egzersizleri yapılmalıdır. Omurga fleksiyonu,
ani rotasyon hareketleri, yüksek şiddette ve sert zeminde egzersizler yapılmamalıdır.
Anahtar sözcükler: Osteoporoz, egzersiz, kemik dansitesi, kalsiyum homeostazisi, kronik hastalıklar
HİPERTANSİYON ve EGZERSİZ
Hypertension and exercise
Canan Gönen Aydın
Baltalimanı Kemik Hastanesi Spor Hekimliği Birimi, Baltalimanı, İstanbul
İletişim e-mail: [email protected]
Hipertansiyon uzun yıllar belirtisiz veya komplikasyonsuz olarak seyredebilir. Bu sırada tek somut
bulgu arteriyel kan basıncının yüksek saptanmasıdır. Kan basıncı kardiak “output”un sistemik
vasküler direçle çarpımı olarak tanımlanabilir. Kan basıncı normal olan 55 yaş ve üzerindeki
bireylerde yaşam boyu hipertansiyon geliştirme riski %90 olarak verilmekte olup dünyada yaklaşık
1 milyar insan hipertansiyon hastasıdır.
Avrupa Hipertansiyon Derneği (ESH) ve Avrupa Kardiyoloji Derneği (ESC) kan basıncı düzeylerini
sınıflandırmış ve önerilerini güncellemiştir. Optimal sys/dia (mmHg) düzeyleri sırasıyla <120 ve
<80, normal düzeyler 120-129 ve/veya 80-84, yüksek normal 130-139 ve/veya 85-89, grade-1 140159 ve/veya 90-99, grade-2 160-179 ve/veya 100-109, grade-3 ≥180 ve/veya ≥110, izole sistolik
hipertansiyon ≥140 ve <90 mmHg’dir.
Başka risk faktörü (RF) olmamasına, 1-2 RF veya daha fazla RF olmasına; organ hasarı, üçüncü
evre kronik böbrek hastalığı (KBH) veya diabet (DM) olmasına; semptomatik kardiovasküler
hastalık, dördüncü evre KBH veya organ hasarlı-RF’li DM olmasına göre farklı düzeylerdeki
hipertansiyonda yaşam tarzı değişikliği, <140/90 mmHg’yi hedefleyen ilaç kullanımı önerilmektedir.
SysKB’nin hedef düzeyleri düşük-orta KV riski olanlarda, DM’de, geçirilmiş kriz/iskemik atakta,
koroner kalp hastalığında, diyabetik/non-diyabetik kronik böbrek hastalığında ve 80 yaş altı sağlıklı
bireylerde 140 mmHg’nin altı; 80 yaş altı ve fiziksel durumu uygun 80 yaş üstü hipertansiflerde
140-150 mmHg arası iken; DiaKB için <90 mmHg, diabetlilerde ise <85 mmHg kabul edilmektedir.
Günde 1.8 g sodyum azaltılması sistolik/diastolik kan basıncını ortalama 5.1/2.7 mmHg, her kilo
kaybı 1.1/0.9 mmHg, günde 3.6 içki kullanımı 3.9/2.4 mmHg, haftada 150 dk aerobik egzersiz
4.9/3.7 mmHg, DASH diyet hipertansifte 11.4/5.5 mmHg, normotansifte 3.6/1.8 mmHg; protein ve
doymamış yağ kullanımı artışı 8.0/4.0 mmHg düşüşe neden olmaktadır. İlaçla tedavi ise ortalama
15.9/12.3 mmHg düşüş sağlamaktadır.
Normotansiflerin en az iki yıl ara sıra ölçüm yapmaları, normal üstü olanların en az bir yıl kontrol ve
yaşam tarzı düzenlemesi yapmaları, grade-1 olanların iki ay düzenli ölçüm ve yaşam tarzı
düzenlemesi yapmaları, grade-2 olanların tıbbi teşhis konup bir ay içinde tedavileri, grade-3
olanların tıbbi teşhis konup bir hafta içinde tedavileri, ≥210/120 mmHg olan grade-4’lerin ise derhal
tıbbi teşhis konup tedaviye başlamaları gerekmektedir.
Dirençli egzersiz KB’de en çarpıcı artışı sağlar. Kalp atım hızında artış, dirençli egzersiz sonuçları
ile karşılaştırıldığında aerobik egzersizde daha olmaktadır. Kavrama testleri ile KB yanıtı ölçme
yöntemini kullanmak giderek artmıştır. Ayrıca egzersiz tedavisi sırasında kullanılan bazı betabloker ilaçlar lipoprotein metabolizmasını olumsuz etkilmektedir. Bu nedenle de egzersiz zaten
önerilmektedir. Düşük yoğunluklarda egzersiz orta şiddette hipertansiyon tedavisinden daha
etkilidir. Dinlenme ve submaksimal egzersiz şu mekanizmalarla HT etkiler: kalp debisinde düşüş ve
periferik damar direncinde azalma ile KAH azalır. Sempatik ve artan parasempatik aktivite azalır.
Kan katekolamin ve plazma renin aktivitesi değişiklikleriyle hipertansiyon HT tedavisinde uygulanır.
Hipertansiyondan en fazla etkilenen organların başında böbrekler gelir. Egzersiz böbreklerdeki
iskemik durumun daha da ilerlemesine yol açabilir. Bir diğer önemli organ kalptir. Hipertansiyon
nedeniyle büyümüş olan kalp, egzersiz sırasında yeterli kanı pompalamakta güçlük çeker. EKG’de
sol ventrikül hipertrofisi bulunmayan ve kan basıncı 250/115 mmHg’den daha yüksek olmayan
hastaların aerobik, yürüyüş ve yorucu olmayan diğer spor dallarını yapmaları önerilebilir.
Haftada 5-7 gün ve günde 30 dk yürüyüş, koşu, bisiklet veya yüzme tarzında aerobik dayanıklılık
antrenmanı hipertansiflerde 6.9/4.9 mmHg, normotansifkerde 3.0/2.4 mmHg düşüşe neden
16
olmaktadır. Düzenli düşük yoğunluktaki fiziksel aktivite mortaliteyi yaklaşık % 20 düşürmüştür.
Diğer egzersiz şekillerinden dinamik direnç egzersizleriyle anlamlı bir KB düşüşü saptanmış olup
haftada 2-3 gün önerilebilir. Sürekli 30 dk ve üstü orta-yoğunluklu egzersiz (CMT) hipertansiyon
tedavisi ve önlenmesi için önerilmektedir.
Yüksek yoğunluklu egzersiz (HIT), yaklaşık maksimum KAH’da ve/veya maxVO2’nin %85-95’inde,
1-4 dk dinlenme veya aktif toparlanma aralıklarıyla yapılan egzersiz şeklidir. CMT’nin; kardiorespiratuvar,
endotel fonksiyon ve insülin duyarlılığı olanlarda, sempatik aktivite ve yüksek ailesel riskli
normotansif bireylerde, arteriyel sertlik olan hipertansiflerde daha etkili olduğu ortaya konmuştur.
Anahtar sözcükler: Hipertansiyon, sistolik basınç, diastolik basınç, yaşam tarzı değişiklikleri, egzersiz
DİYABET ve EGZERSİZ
Diabetes and exercise
Ufuk Şekir
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Bursa
İletişim e-mail: [email protected]
Diyabet pek çok ülkede epidemik bir nitelik kazanmaya başlayan ve büyük oranda sağlık
harcamalarında artışa neden olan önemli metabolik bir hastalıktır. Son yapılan araştırmaya göre
ülkemizde de son 12 yılda diyabet sıklığının %90 oranında artmış olduğu ortaya konmuştur.
Diyabet kronik bir hastalıktır ve pek çok sistemik komplikasyona yol açar. Bu nedenle diyabet
gelişimini ve ilişkili komplikasyonları azaltmak için pre-diyabet aşamasında erken müdahale faydalı
bir yaklaşım olacaktır. Araştırmalar değişik düzeyde fiziksel aktiviteye katılımın diyabet gelişimini %3050 oranında engelleyebileceğini göstermektedir. Bunun yanında diyabetli kişilerde de egzersiz
uygulamalarının glikoz toleransı ve insülin etkisi üzerine olumlu etkileri olduğu ortaya konmuştur.
Diyabeti önleme için haftada en az 3 gün 30 dk, tedavisi için ise haftada en az 150 dk orta şiddette
aerobik egzersiz yapmanın gerekli olduğu araştırıcılar tarafından ifade edilmektedir. Aerobik ve
direnç egzersiz uygulamalarının kombine edilmesi ile etkinin daha fazla olduğunun gösterilmesinden
sonra günümüzde kombine egzersiz programları tercih edilmeye başlanmıştır. Yararlarının
fazlalığına rağmen fiziksel aktivite diyabet tedavisinde az kullanılan bir terapödik yaklaşım olmuştur.
Bu noktada, diyabet tedavisi kapsamında hekimler hastalarını fiziksel aktivitelerini yükseltmeleri ve
düzenli egzersizlere katılmaları konusunda daha fazla cesaretlendirmelidir.
Anahtar sözcükler: Diyabet, aerobik egzersiz, direnç egzersizi, önlem, tedavi
RUHSAL SAĞLIK ve EGZERSİZ
Mental health and exercise
Ali Murat Zergeroğlu
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
Günümüzde egzersiz birçok fiziksel kronik hastalığın tedavisinde kulanıldığı gibi, başta anksiyete
ve depresyonda olmak üzere psikiyarik hastalıkların önlenmesi tedavisi ve mental sağlığın
korunmasında yaygın olarak kullanılmaktadır. Bunun yanı sıra egzersiz bağımlılığı ve “overtraining” egzersizin yol açtığı problemler arasında sayılabilir.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), egzersizi ruh sağlığının koruyucu önlemleri arasında saymaktadır.
Her gün en az 30 dk egzersiz ya da haftada toplam 150 dk egzersiz yapılması Dünya Sağlık
Örgütünün önerileri arasındadır. Yine bu alanda yapılan çalışmalar düzenli egzersizler ile
Alzheimer hastalığına yakalanma riskinin ciddi bir biçimde azaldığını göstermektedir.
Konudaki diğer çalışmalarda düzenli egzersiz ile endorfin, melatonin ve dopamin salgısınında artış
saptanmıştır. Tüm bunlar bireylerde doğal antidepresan etkisi sağlar. Düzenli egzersiz beyin kan
akımını arttırıp hafızayı güçlendirdiği gibi, zihinsel performansı da arttırır. Gebelik dönemi ve doğum
sonrası depresyonlarının önlenmesi ve tedavisinde de egzersiz önemli bir yer tutmaktadır.
Anahtar sözcükler: Egzersiz, ruhsal sağlık, depresyon, anksiyete
17
PANEL III: SPOR YARALANMALARINDA İKİNCİL ÖNLEMLER
Roundtable III: Secondary prevention of sports injuries
SPOR YARALANMALARINDA İLK YARDIM
First aid in sports injuries
Fatma Ebru Koku
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalı, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Spor, günümüzde pek çok insanın ilgilendiği bir etkinlik haline gelmiş olup, kitleler içinde artan hızla
yaygınlaşmaktadır. Spora amatör ya da profesyonel katılım arttıkça spora ilişkin yaralanmaların
sıklığı da artmaktadır. Sportif aktivitenin türü, müsabaka yapılan saha ve zeminin özellikleri,
sıcaklık, nem, yağış, rakip, ekipman gibi pek çok faktör yaralanma şiddetini etkilemektedir. Sportif
aktivite sırasında meydana gelen acil durumlar; dislokasyonlar, kırıklar, kontüzyonlar, kas strainleri,
sprainler, travmatik cilt lezyonları, kafa travmaları, dental travmalar, akut anaflaksi, akut astım, akut
göğüs ağrısı, dehidratasyon, hipoglisemi, spinal travmalar, ani kardiyak ölüm nedenleri şeklinde
sıralanabilir.
Yaralanma meydana geldiğinde ilk yapılması gereken, hayati tehlike taşıyan ve geri döndürülebilir
durumların saptanmasıdır. Hava yolu, solunum, dolaşım, nörolojik durum acil değerlendirilmelidir.
Sporcuda hayati tehlike saptanması durumunda, temel yaşam desteği sağlanmalı ve hastaneye
nakline kadar sürdürülmelidir. Hayati tehlike arz etmeyen yaralanmalarda ise takım ya da saha
doktoru ilk değerlendirme ve girişimi yaptıktan sonra sporcunun oyuna devam edip edemeyeceğine
karar vermelidir. Yaralanmış sporcuya gereken girişimi yapabilmek için sağlık çantalarının içeriğinin,
saha ya da müsabaka alanındaki sağlık odaları ve ambulansların tıbbi donanımının yeterli olması
gerekmektedir.
Anahtar sözcükler: Spor yaralanması, ilk yardım, hayati tehlike, travma, sağlık çantası
ERKEN DÖNEM SPORTİF REHABİLİTASYON
Early phase sports rehabilitation
Seher Çağdaş Şenışık
Yeşilyurt Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi, Spor Hekimliği Birimi, İzmir
İletişim e-mail: [email protected], [email protected]
Sportif rehabilitasyonun amacı yaralanmış bir anatomik bölgenin fonksiyonunun veya spora özgün
aktivitelerin en iyi şekilde yerine konmasıdır. Temel hedefler ise tam ve doğru bir tanı konularak
akut yaralanmanın olumsuz etkilerinin azaltılması, iyileşme için yeterli süre tanınması, diğer
bölgelerin ve genel vücut kondüsyonunun korunması ve normal sportif aktiviteye dönüşün takibidir.
Rehabilitasyon süreci dört kısımda incelenebilir. Akut, erken, geç dönem rehabilitasyonlar ve spora
dönüş fazı olarak da nitelendirilebilen fonksiyonel faz. Erken dönem rehabilitasyondaki hedefler
doku iyileşmesi, ağrı ve enflamasyonun azaltılması, ağrısız hareket açıklığı, kas atrofisinin
engellenmesi, nöromüsküler kontrol ve kondisyonun korunması olmalıdır.
Bu hedefleri gerçekleştirmekte kullanılan tedavi araç ve yöntemleri istirahat, medikasyon, çeşitli
fiziksel ajanlar, cerrahi, egzersizler ve psikolojik destektir. Erken dönemde hastanın çok aktif
olması istenmez. İstirahat bu dönemde önemlidir. Bandaj sargı, splint koltuk değneği ile
desteklenebilir. Bu dönemde ağrı ve enflamasyonu azaltmak için kullanılabilecek ilaçlar basit
analjezikler, NSAİ ilaçlar, kas gevşeticiler, kortikosteroidlerdir. Gerekirse mineral ve vitaminler de
eklenebilir. Erken dönemde medikasyonun yanında doku iyileşme sürecini hızlandırmak, ağrı ve
enflamasyonu azaltmak ve kas atrofisini engellemek için fiziksel ajan ve terapi uygulamalarından
yardım alınabilir. Bu amaçla sıcak ve soğuk uygulamalar, elektroterapi, derin ısı, traksiyon işlemleri
uygulanmaktadır. Sportif rehabilitasyonun hemen tüm fazlarında farklı amaçlarla birçok egzersiz
modeli kullanılır.
Germe egzersizler ile vücut esnekliğinin artması ve kasların gevşemesi sağlanır. Bir çok çeşidi olsa
da pratikte daha sık kullanılan ve ideal olanı ağrı sınırında 20-30 saniye süreli 2-3 tekrarlı statik
germe egzersizleridir. Eklem hareket açıklığını koruyan ve arttıran egzersizler aktif, pasif veya
yardımlı olarak uygulanabileceği gibi, çeşitli cihazlar yardımı ile de yapılabilir. İzometrik egzersizler
18
özellikle erken dönemde kas kuvvet ve kütlesini korumak veya arttırmak için daha çok tercih edilen,
eklem hareketi olmaksızın kas kasılmasının olduğu statik egzersizlerdir. Kuvvet artışının
sağlanabilmesi için her bir kasılmanın en az 5-6 saniye sürmesi gerekmektedir. Günlük egzersiz
programı, her seansta bir kaç saniye süren en az beş maksimum kontraksiyon içeren ve aralarında
2-3 dakikalık dinlenme periyotları olan egzersizlerden oluşur.
Yaralanan bölgenin rehabilitasyonu dışında özellikle sporcu hastaların kalp-dolaşım kondisyonunu
korumaları da önemlidir. Bunun için hastaya uygun bir dayanıklılık egzersiz programı düzenlenmelidir.
Sporcunun durumuna göre değişmekle birlikte, %50-60 yüklenmede bisiklet, yüzme, kol bisikleti
koşu gibi egzersizlerden biri uygulanabilir. Son olarak, erken dönemden çıkış kriterleri aktif
hareketin kazanılmış olması, pasif hareket açıklığının karşıt tarafın %75’ine ulaşması, ağrı ve
hassasiyetin azalması, manüel kas kuvvetinin en az 4+ olması ve kas kontrolünün gelişmiş olmasıdır.
Anahtar sözcükler: Sportif rehabilitasyon, erken dönem, terapötik ajanlar, dayanıklılık, spora dönüş
SPOR YARALANMALARINDA GEÇ DÖNEM REHABİLİTASYON
Sport injuries rehabilitation in the long-term
Oğuz Yüksel
Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Spor Hekimliği Birimi, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Yaralanmış sporcunun rehabilitasyonu akut, tamir ve fonksiyonel fazlardan oluşur. Her fazın
kendine göre spesifik hedefleri vardır. Bu fazlar yaralanmış dokunun enflamatuar, tamir ve
“remodeling” evreleri ile paralellik gösterir. Rehabilitasyonun amacı sporcunun optimum atletik
fonksiyona ulaşarak spora geri dönüşünü sağlamakla birlikte, tekrar yaralanma riskini minimuma
indirmektir. Spora dönüş için hastanın semptomsuz, eklem hareket açıklığının ve spora özgü
esnekliğin sağlanmış, kardiyovasküler fonksiyonun sporun gerekliliklerine göre yerine konmuş,
kuvvetin yaralanma öncesine yakın değerlere çıkmış ve nöromusküler fonksiyonun spora özgü
becerilerin gerçekleştirilmesini sağlayacak şekilde geliştirilmiş olması gerekir. Yaralanmaya yol
açabilecek olası hatalar düzeltilmelidir.
Fonksiyonel dönem rehabilitasyona geçmek için eklem hareket açıklığının tam ya da tama yakın,
kuvvet ve propriyosepsiyonun fonksiyonel aktiviteler için yeterli seviyede olması gereklidir. Doku
“remodeling” dönemine geçmiş olmalı ve ağrısız olmalıdır. Bu dönemde rehabilitasyonun başındaki
düşük dirençli ve çok tekrarlı egzersizlerden (2x30-50) yüksek direnç ile yapılan az tekrarlı
egzersizlere (3x6-15) geçilir. Set sayısı arttırılır. Aerobik kondisyonu korumak için rehabilitasyonun
başından beri yapılan antrenmanlar çeşitlendirilir. Örneğin alt ekstremitedeki yaralanması
nedeniyle yüzme ve el ergometrisi yapan sporcu kademeli olarak bisiklet ve koşulara geçer.
Aerobik antrenmanlar spora özgü olmalıdır.
Proprioseptif antrenmanlar pliometrik antrenmanlara geçişi sağlamak üzere çeşitlendirilip,
zorlaştırılır. Yüksüz yapılan egzersizler yük verilerek yapılır. Statik yapılan egzersizler koşarak,
yana hareket ederek, geriye hareket ederek, yön değiştirerek, dönerek yapılır. Egzersizler ayrıca
daha hızlı yapılır. Tek bacak üzerinde yapılan egzersizler ve gözler kapalı yapılan egzersizler kullanılır.
Spora dönüşte en önemli basamak olan pliometrik egzersizlere geçilir. Bu türdeki egzersizler
nöromüsküler koordinasyonun tüm kinematik zincir içinde sağlanması açısından çok önemlidir.
Pliometrik egzersizlere başlandığında öncelik tekrar sayısı ve zorluktan çok egzersizin doğru
uygulanmasına verilmelidir. Yaralanma öncesinde bozuk olan ya da yaralanma sonrası bozulan
hareket dizgesi düzeltilmeli ve spinal seviyede doğru yapılır hale getirilmelidir.
Fonksiyonel düzelme dört aşamalıdır. Bilinçsiz disfonksiyon, bilinçli disfonksiyon, bilinçli fonksiyon
ve bilinçsiz fonksiyon. Hastaya anlatılması sonucu farkında olmadan hatalı yapılan hareketin
farkına varılır. Bilinçli bir şekilde doğru yapılmaya çalışılır. Yeterli tekrar ile hareket bilinçsiz bir
şekilde doğru yapılır. Bu aşamadan sonra egzersiz çeşitlendirilir, tekrar sayısı ve zorluğu arttırılır.
Periyodizasyon antrenman biliminde performansı arttırmak için kullanılan bir yöntemdir. Spora
özgü amaçlara ulaşmak için antrenman tipi, yoğunluk ve süresinin, dinlenmenin planlanmasıdır.
Adaptasyonu sağlamak için kademeli artan yüklenme uygulanırken, toparlanma ve adaptasyona
yeterli zaman ayrılır. Periyodizasyonda atlet çeşitli amaçlara yönelik “mezosiklüs” fazlarından
19
geçer. Örneğin, birbirini takip eden fazlar şu sırada olabilir: anatomik ve fonksiyonel adaptasyon
(artmış eklem hareket açıklığı, tendon kuvveti, koordinasyon ve stabilite), kuvvette devamlılık,
hipertrofi, maksimum kuvvet, güç, spora özgü hız ve güç.
Olimpiyat veya üst düzey yarışma gibi bir amaca yönelik devam eden ve genellikle dört haftadan
oluşan mezosiklüslerin hepsi birden makrosiklüs adını alır. Mezosiklüslerde her bir antrenman
birimi ise mikrosiklüslerdir. Mezosiklüslerin ilk üç haftasında antrenman yoğunluğu kademeli
arttırılırken, dördüncü hafta toparlanma ve adaptasyona izin vermek için antrenman yoğunluğu
düşürülür. Rehabilitasyon sürecinde de periyotlamanın kullanılması spora dönüş sürecini olumlu
etkileyecektir.
Anahtar sözcükler: Spor yaralanmaları, fonksiyonel rehabilitasyon, periyodizasyon, nöromüsküler fonksiyon
SPORA DÖNÜŞ
Return to sports activities
Cengizhan Özgürbüz
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Rehabilitasyon sürecinde yaralanma sonrası "spora dönüş" aşamasına gelindiğinde, genel
rehabilitasyon yaklaşımlarının yerini özel yaklaşımlar alır. Bu aşamaya gelen sporcu hangi
özelliklere sahip olmalıdır? Sporcunun yaralanma ile ilgili bulgu ve belirtileri tamamen geçmiş
olmalıdır. Yaralanmadan dolayı ortaya çıkmış olan yoksunluklar giderilmiş ve ekstremitelerde
kuvvet, eklem hareket açısı, esneklik gibi faktörler açısından simetri sağlanmış olmalıdır.
Spora dönüş aşamasında hedef nedir ve ne zaman tamamlanır? İlk hedef spor branşının
gerektirdiği hareketlere uyumlu geçişi sağlamaktır. ikinci hedef ise bu uyumlu geçiş sürecinde
prevansiyona yönelik çalışmalarla yaralanmanın tekrarını önlemektir. Spora dönüş aşaması,
sporcunun sahip olduğu performans profilinin, spor branşının gerektirdiği performans profiline ulaşması
ile tamamlanmış olmaktadır.
Bu süreç içinde çalışma programını belirleyen faktörler şunlardır: Sporcunun yaralanma tipi ve
şekli; sporcunun sahip olduğu performans profili (kuvvet, dayanıklılık, esneklik, sensomotor
aktivite, vs); sporcunun yaptığı sporun gerektirdiği performans profili.
Bu faktörler son derece kişisel bir yaklaşımı gerektirmektedir. Çalışma programını belirleyen ve
izleyen doktorun ve uygulayan fizyoterapistin antrenman bilimi, performans profili, aktivite dizgeleri,
egzersiz fizyolojisi, egzersiz biyokimyası ve fonksiyonel anatomi gibi konularda eğitimli olmaları
gerekmektedir. Doktorlar spor hekimliği uzmanlık eğitiminde bu bilgileri edinmektedirler, ancak
saha çalışmalarını yaptıran fizyoterapistlerin "medical fitness" tarzı bir eğitimleri ülkemizde
bulunmamaktadır.
Anahtar sözcükler: Spora dönüş, performans profili, rehabilitasyon, yaralanma
20
KONFERANS II: SAĞLIK için EGZERSİZ, PERFORMANS SPORLARI ve GEN İLİŞKİSİ
Plenary session II: Gene interactions of exercise for health and performance
SPOR YARALANMALARI - GEN İLİŞKİSİ
Sport injuries-gene interactions
Gürhan Dönmez
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
Son yıllarda sporcular üzerinde yapılan genetik araştırmalar sıklıkla farklı gen profillerinin
performansa etkisi ve spora yönlendirme, erken yaşta kişinin genetik yapısına uygun spor seçimi
üzerine yoğunlaşmaktadır. Spor yaralanmalarının etiyolojisinde çok sayıda içsel ve çevresel
faktörlerin etkili olmasından hareketle, bazı genetik özelliklerin de farklı tip yaralanmalarla ilişkili
olabileceği düşünülmektedir.
Literatürde özellikle tendon ve bağ yaralanmaları ile ilişkili gen çalışmaları dikkat çekmektedir.
Örneğin aşil tendon rüptürü ya da tendinopatileri ile ABO ya da 9. kromozom uzun kolunda bağlantılı
genler ilişkili bulunmuştur. ABO geni 9q34 kromozomunda, kırmızı kan hücrelerinin glikoprotein antijen
yapılarını belirleyen, tendondaki bazı ECM proteinlerinin yapısını belirleyebilen transferazı kodlar.
COL5A1 geni ABO genine çok yakındır ve tendonda tip I kollajen lifleri oluşturan ve fibrilogenezi
sağlayarak tendon kuvvetinde önemli rol oynayan tip V kollajenin yapısal komponentini kodlar.
COL5A1 ve Tenascin-C (TNC) genleri arasındaki bir polimorfizm aşil tendon yaralanmaları ile
ilişkili bulunmuştur. TNC ise tendonda bulunan, ABO genine 9q32-q34’de yakınca bağlantılı olan
ekstrasellüler matriks glikoproteinidir. Anormal mekanik yüklenme TNC sentezinde bozulmaya yol
açarak tenositlerde apopitotik değişikliklere yol açar ve bu da tendinopati ile sonuçlanabilir. Ancak
bu genlerin rotator manşet yaralanmalarıyla ilişkisi gösterilememiştir. Gen ekspresyon çalışmaları ayrıca aşil tendinopatisinde MMP-3’ün (matriks metalloproteinaz)
azaldığını, MMP-2’nin ise arttığını göstermiştir. Ön çapraz bağ rüptürü ve omuz çıkığı riskinin ise
Col1A1 Sp1 polimorfizmi ile azaldığı ortaya konmuştur. Col5A1 CC ya da Col12A1 AA
genotiplerine sahip kadın sporcuların, ön çapraz bağ yaralanması açısından daha fazla risk altında
oldukları yönünde çalışmalar bulunmaktadır.
Sonuç olarak, genom projesinin sonlanması ve DNA şifresinin çözülmesiyle yakın gelecekte sporcuların
gen haritaları çıkarılarak olası yaralanmalara karşı kişiye özel stratejiler geliştirilebilecektir.
Anahtar sözcükler: Yaralanma, genom, kollajen, COL5A1, COL1A1, tenascin-C
SPORTİF PERFORMANSIN BELİRLENMESİNDE GENLERİN ÖNEMİ
The role of genes in determining athletic performance
A. Haydar Demirel
Hacettepe Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi ve Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
Başarılı bir sporcu olmayı; uygun yaşta spora başlamak, seçilen spor dalına uygun fiziksel ve
fizyolojik özelliklere sahip olmak, spor dalının gereksinimlerine uygun özellikte bir antrenman
programını takip etmek, uygun beslenme, düzenli sağlık kontrolleri ve izlemeleri gibi çeşitli faktörler
etkiler. Dikkatli incelenecek olursa, bireylerin fiziksel ve fizyolojik özelliklerinden, antrenmana
verdiği yanıta kadar bir çok faktörün genetik özelliklerden etkilendiği anlaşılır.
Özellikle insan gen haritasının ortaya konması ile birlikte, performans ve ilgili fiziksel uygunluk
genlerine ilişkin çalışmalarda hizlı bir artış ortaya çıkmaya başladı. Bu genler içerisinde en yaygın
çalışılanları EPO, ACE, PPARG1A, PEPCK, ACT3, Miyostatin ve IGF1 olarak sayılabilir. Bunların
bir kısmı dayanıklılık performansında etkili iken, bir kısmı ise kuvvete ilişkin performansta etkili
genlerdir. Her ne kadar söz konusu genlerle ilgili olarak, genlerin aşırı ekspresyonu veya ortadan
kaldırılmasına ilişkin gerçekleştirilen transgenik çalışmaların önemli bir kısmı performansta dramatik
seviyede bir artış ortaya koymuş olsa da, sportif performans çok sayıda faktörün etkileşimi ile
ortaya konmaktadır. Bu çerçevede, en iyi performansın ortaya konması için genetik alt yapı önem
taşımakla birlikte, yeterli bir faktör olarak görülmemektedir.
Anahtar sözcükler: Gen, performans, dayanıklılık, kuvvet
21
KONFERANS III: SPOR YARALANMALARI - A
Plenary session III: Sports injuries - A
OSTEİTİS PUBİS
Osteitis pubis
Bülent Zeren
Özel Spor Travmatolojisi Kliniği, Karşıyaka, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Osteitis pubis, simfizis pubis (SP) ve çevresinin ağrılı, kronik ve enflamatuar bir aşırı kullanım
yaralanmasıdır. Kas imbalansı, kalçalarda fleksibilite yetersizliği, sakroilyak eklem sorunları, pelvik
anteversiyon, bacak ve ayak deformiteleri gibi birçok etken SP’de yüklenmeye yol açar. Soğuyunca
artan adduktor ağrı en önemli belirtidir. Erken ve doğru tanıda MRG’nin rolü büyüktür.
Tedavi genellikle konservatif ve nedenlere yönelik olmalıdır. Kas imbalansı düzeltilmeli ve pelvik
stabilite sağlanmalıdır. En az altı aylık konservatif tedaviye yanıt yoksa cerrahi tedavi uygulanır.
Tedavideki güçlükler, önlemenin önemini daha da arttırmaktadır. Önlemede risk faktörlerinin
giderilmesi ve pelvik balansın sağlanması ana hedeftir.
Anahtar sözcükler: Osteitis pubis, pelvik stabilite, konservatif tedavi, cerrahi tedavi
AŞIRI KULLANIM YARALANMALARI
Overuse injuries
Cengizhan Özgürbüz
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalı
İletişim e-mail: [email protected]
Aşırı kullanım yaralanmaları tüm spor yaralanmaları arasında %30-50 oranında gerçekleşmektedir.
Tekrarlayan mikrotravmaların, özellikle predispozan bazı entrensek veya ekstrensek faktörlerin
varlığında, neden olduğu bu yaralanma şekli hem tedavi hem de koruma açısından iyi bilinmelidir.
Predispozan faktörlerin bilinmesi ve iyi değerlendirilebilmesi için geleneksel tıp bilgisi dışında
performans profilleri, hareket dizgeleri, antrenman bilimi ve fonksiyonel anatomi gibi konularda da
bilgi sahibi olmak gerekmektedir. Örn. rotator manşet tendiniti tanısı konulmuş bir yüzücü ve bir
ciritçide tedavi yaklaşımı çok farklıdır. Ciritçide atışın deselerasyon fazında antagonist kasların
eksantrik kasılmaları sırasında lezyon oluşurken, yüzücülerde daha çok hareketin aşırı tekrar
edilmesi sonucu rotator manşet kaslarının yorulmasına bağlı humerus başının kontrolünde azalma
ve buna bağlı lezyon gelişmektedir. Bu farklılık tedavi şeklini de belirlemektedir. Aşırı kullanım
yaralanmasına zemin hazırlayabilen entrensek ve ekstrensek faktörler konuşmada tartışılacaktır.
Anahtar sözcükler: Aşırı kullanım yaralanması, predispozan faktörler, sportif rehabilitasyon
22
PANEL IV: SPOR YARALANMALARININ ŞİDDETİNİN AZALTILMASI
Roundtable IV: Reducing the severity of sports injuries
KORUYUCU EKİPMAN ve BANDAJLAMA
Protective equipment and bandaging
Aynur Sevgi Arslan
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi,Spor Hekimliği Anabilim Dalı, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Koruyucu ekipmanlar: Bu ekipmanlar, mekanik destek vererek, propriyosepsiyonu arttırarak,
çarpmadan kaynaklanan enerjiyi geniş alana dağıtarak ve belirli vücut bölgesinden uzaklaştırarak
yaralanmalardan korumaktadır. Koruyucu ekipmanlar, yaralanmaya karşı korumalı ve yaralanan
bölgelerin daha fazla yaralanmasını önlemelidir, vücut işlevini bozmamalı, bakımı kolay olmalı,
diğer bölgelere zarar vermemelidir. Uygun özelliklere sahip olmayan ve kişinin ölçülerine uyumsuz
koruyucu ekipman ve sportif malzeme kullanımı spor yaralanmalarının oluşmasında önemli rol
oynayabilir. Kasklar, ağızlıklar, omuz koruyucuları, dirsek ve el bileği koruyucuları, kalça koruyucuları,
uyluk koruyucuları, dizlikler, tekmelikler, vb. birçok koruyucu ekipman bulunmaktadır.
Kasklar: Kafa travmalarından korunmak için tasarlanmışlardır. Bisiklet kaskı, akselere ve deselere
travmalarda, kafatası ile beynin çarpma hızını azaltarak başı korumaktadır. Kaskın dış yüzeyi
çarpma kaynaklı enerjiyi geniş bir alana dağıtır ve kask şok emici görevi üstlenmiş olur. Ayrıca
kaskın çarpma nedeniyle kırılması koruyuculuğu arttıran bir etkendir. Kayak, rugby ve bisiklet
sporunda kask kullanımı kafa travması riskini azaltır, ancak konküzyonu önlemede yetersizdir.
Kaskların kullanımı beklenmedik sonuçlara yol açabilir. Örneğin, kayak sporcuları kask kullandıklarında,
limitlerini zorladıkları için daha şiddetli yaralanmalar geçirebilir.
Tekmelikler: Tibia ve fibulada kırık insidansını azaltır, strain, hematom ve ciltte açık yaralar
oluşma riskini düşürürler. Tekmelikler, gelen darbelerin etkisini azaltmasının yanı sıra çarpma
kuvvetini geniş alana yaymaktadırlar. Önleyici Spor Hekimliği Enstitüsü tarafından yapılan bir
çalışmaya göre, futbolda tekmelik kullanımı, darbe ile tibiada oluşabilecek yaralanma riskini,
kullanılan tekmelik türüne bağlı olarak %44-77 oranında azaltmaktadır. Futbolcularda tibial kırıklar
ile ilgili yapılan çalışmaya göre, FIFA tarafından zorunlu tutulan tekmelik kullanımıyla birlikte,
futbola bağlı tibial kırıkların görülme sıklığı önemli ölçüde azalmıştır.
Koruyucu bandajlama: Koruma amaçlı bandajlama sıklıkla ayak bileği burkulma riski yüksek
basketbol gibi spor türlerinde kullanılmaktadır. Ayak bileği koruma bandajlaması açık sepet örgü
tekniği kullanılarak yapılır. Bu bandajlamada amaç, ayak bileğinin sık görülen lateral bağ
yaralanmalarını önlemektir. Voleybol, basketbol, hentbol gibi dikey sıçramanın önemli olduğu
branşlarda, zıplama sonrası yere inişte inversiyon ile yaralanma ayak bileğinin en sık yaralanma
mekanizması olduğundan, yaralanmaların önlenmesinde inversiyonu kısıtlamak önemlidir. Ayak
bileği yaralanmalarından korunmak için yapılan bandajlama, eklem hareket açıklığını kısıtlar,
propriosepsiyonu ve nöromüsküler kontrolü arttırır, konsantrik ve eksantrik koordinasyonu geliştirir.
Bantların cilt üzerindeki baskısı, proprioseptif girdiyi ve algıyı arttırır. Daha önceden geçirilmiş ayak
bileği bağ yaralanması olan kişilerde uygulanan koruyucu bandajlamanın, hiç yaralanma
geçirmemiş kişilere göre daha koruyucu olduğu saptanmıştır. Birçok araştırmacı ve uygulayıcı
bantlamanın propriosepsiyonu arttırdığına ve bu yolla yaralanma olasılığını azalttığına inanmaktadır.
Koruma için en sık uygulanan, kinezyoteybi germeden yapılan bantlamadır. Bunun amacı kasa
koruma ve destek sağlamaktır.
Anahtar sözcükler: Koruyucu ekipman, taping, spor yaralanmalarından korunma
SPORCU SAĞLIK MUAYENESİ ve EĞİTİMİ
Athletes’ health examination and education
Ahmet Mustafa Ada
TSK Spor Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı Sporcu Sağlığı Uygulama Merkezi, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
Spor yaralanmalarından korunma ve yaralanmaların şiddetinin azaltılmasında en önemli unsur
sporcu sağlık muayenesidir. Sporcu muayenesinde, sporcunun ani ölümüne neden olabilecek
23
risklerin, spora katılım öncesi ileri tetkik ve tedavi gerektirecek tıbbi durumlarının, çocuk ve genç
yaştaki sporcularda ilaç bağımlılığı, gebelik, depresyon durumlarının belirlenmesi ve sporcuların
yasal gereksinimlerinin belirlenmesi amaçlanmaktadır. Muayeneler öncelikli olarak spora özgü
olmalı ve yaralanma potansiyelini azaltacak, performansı geliştirebilecek faktörlerin (futbolcularda
hamstring gerginliği, tenisçilerde omuz fleksibilitesi) belirlenmesi hedeflenmelidir.
Muayeneler muayenehane veya spor tesislerinde istasyonlar şeklinde organize edilmelidir. Muayenenin
başarısı sporcu sağlığı konusunda tecrübeli uzman hekim varlığıyla direkt ilişkilidir. Muayenenin
zamanlaması açısından yarışmalar başlamadan 4-8 hafta önce yapılmasının herhangi bir
yaralanma tespit ve tedavisi için uygun olacağı bildirilmektedir. Ayrıca muayenelerin hangi sıklıkla
yapılacağı konusunda sezon ve sene başı olmak üzere çeşitli tavsiyeler bulunmaktadır.
Sporcu muayenesi, sporcunun sağlık özgeçmişini, aile ve kişisel ortopedik hikayesini içeren
anamnez, vital bulgularını; dolaşım, solunum ve nörolojik sistem ile ortopedik değerlendirmeyi
içeren fizik muayene ile esneklik, kuvvet, güç, anaerobik ve aerobik dayanıklıkları içeren spora
özgü değerlendirmeleri içermelidir. Temas sporlarında nörolojik değerlendirmeler spora katılım
muayenesi kapsamına mutlaka alınmalıdır. Sonuç olarak spor yaralanmalarından korunmade ve
şiddetlerinin azaltılmasında sporcu muayenesinin kapsamı, ne zaman ve ne sıklıkla yapılacağı,
hangi sistemlerin değerlendirileceği konusunda standardizasyon mevcut değildir. Sporcu muayenesi
için, spora özgü standart muayene formlarının oluşturularak daha kapsamlı ve gene spora özgü
epidemiyolojik çalışmalara gereksinme duyulmaktadır.
Anahtar sözcükler: Spor yaralanmalarından korunma, yaralanma şiddetinin azaltılması, sporcu muayenesi
HİJYEN, AŞILAMALAR, ENFEKSİYONLAR, SEYAHATLER
Hygiene, vaccinations, infections, trips
Mehmet Mesut Çelebi
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
Sporcular da toplumun diğer bireyleri gibi enfeksiyonlara eğilimlidir. Bazı durumlarda sporcuların
enfeksiyonlara duyarlılıkları artabilir. Takım sporlarında bulunan sporcular takım arkadaşlarıyla
yakın temasta bulunmakta ve enfeksiyonların yayılma olasılığı artmaktadır. Aynı zamanda
takımdaki sporcular yiyecek ve içeceklerini paylaşmakta, özelliklede aynı şişeden su içebilmektedir.
Tüm tıbbi durumlarda olduğu gibi, korunma tedaviden daha iyidir. Enfeksiyon geçiren sporcuyu
diğer sporculardan ayırmak enfeksiyonun yayılım riskini azaltacaktır. Sporcular aynı zamanda el
yıkama veya antibakteriel jel kullanma konusunda ve aynı şişeden su içmeme gibi iyi hijyen
kuralları hakkında eğitilmelidir.
Sporcular dünyanın herhangi bir yerinde ikamet etmekte ve birbirleriyle yarışabilmektedir. Bu
açıdan bakıldığında, seyahat için uygun aşılamalar yapılmalı ve hatta gerekirse sıtmaya karşı
proflaksi uygulanmalıdır. Hekim aynı zamanda sporcunun seyahat rotasını iyi bilmeli ve seyahat
rotasındaki değişik hastalıkları araştırabilmelidir.
Hekim ve sporcuyu zorlayan önemli durumlardan biri de viral enfeksiyon geçiren sporcunun sportif
aktivitede bulunup bulunamayacağıdır. Viral enfeksiyon geçiren sporcuları ikiye ayırmak
mümkündür. İlk grupta belirtiler genellikle üst solunum yolları olan bir sisteme lokalizedir ve genel
semptomlarla seyreder. Boğaz ağrısı, burun akıntısı veya baş ağrısı olan ateşsiz sporcular %80’in
altındaki maxVO2 ile antrenman yapabilirler. Genel halsizlik, kırgınlık, kas krampları ve hassasiyet,
ateşin 38°’nin üzerinde olması veya nabız sayısı 10 ve üzerinde artmış olan sporcular sistemik
semptomlar normale dönene kadar fiziksel aktiviteden uzak tutulmalıdır.
Sporcular meslekleri gereği sürekli seyahat edip değişik yerlerde konaklayabilmektedir. Bu nedenle
değişik barınma yerleri, yükseklik farklılıkları, değişik ısı ve nem, farklı yemek kültürleri ve büyük
zaman farklılıklarıyla karşı karşıya kalmaktadırlar. Takım doktoru takımdaki sporcu ve görevlilerin
seyahat ve konaklama yerlerine uyumu ve sağlığı için gerekli planlama ve uygulamayı yapmaktan
sorumludur. Hekimin yapacağı uygulama ve planlamalar sağlık ekibinin oluşturulması, seyahatten
önce sporcu ve görevlilerin sağlık durumlarını gözden geçirilmesi ve var olan problemlerin
çözümlenmesi, kamp yapılacak yerdeki tıbbi olanakların önceden araştırılması ve bölgedeki klinik,
24
hastane ve acil merkezlerin donanımları ve ulaşımlarının saptanması, yiyecek ve içecek planlarının
yapılması ve “jet lag” ile ilgili önlemler şeklinde sayılabilir.
Anahtar sözcükler: Hijyen, aşılama, enfeksiyon, seyahat, spor
OYUN KURALLARININ SAĞLIK AMAÇLI DÜZENLENMESİ
Establishing game rules in relation to athlete’s health
İsmail Başöz
Beşiktaş Jimnastik Kulübü, İstanbul
İletişim e-mail: [email protected]
Özellikle fiziksel mücadele ve bedensel kontakt gerektiren spor branşlarında sporcuların yaralanma
olasılıkları daha yüksektir. Jan Ekstrand ve ark. tarafından yapılan, Avrupa’nın üst düzey 23 futbol
takımının yaralanma profilini sekiz sene boyunca izleyerek gerçekleştirilen araştırmada, futbol
yaralanmalarının içinde “maç yaralanmalarının” %21’inde hakemin kural dışı müdahale kararı
bulunduğu ifade edilmektedir (1). Collins ve ark.’nın yayınladıkları çalışmada iki sene boyunca 100
lisede spor müsabakalarında kural dışı müdahale ile oluşan yaralanmaların takibi yapılmış,
yaralanmaların çoğunluğu, %32.3 baş-yüz yaralanması, %25.4 konküzyon olarak bildirilmiştir (2).
Spor yaralanmalarından korunma sürecinde alınacak medikal ve fiziksel önlemlere ek olarak oyun
kurallarında yapılacak düzenlemeler önemli yer tutmaktadır.
Kural düzenlemeleri koruyucu ekipman ve fiziksel müdahalelerde ceza uygulamaları olarak iki ayrı
başlıkta toplanabilir. Koruyucu ekipman uygulamalarına örnek olarak, futbolda tibia yaralanmalarını
azaltmayı amaçlayan tekmelik kullanımı, boksta ve taekwondoda kafa travmalarını azaltmak için
kask kullanımı kurallara koyulmuş zorunluluklardır. Ayrıca hemen tüm temas sporlarında rakibin
sağlığını tehlikeye düşürecek takı, atel gibi gereçlerin müsabaka sırasında kullanımı yasaklanmıştır.
Kural dışı fiziksel müdahalelerin tanımlarında ve uygulanan cezalarda zaman içinde gelişen
şartlara göre değişikliklere gidilmiştir. En dikkat çekici değişiklik “rakibin sağlığını tehlikeye düşürecek
fiziksel müdahaleler” başlığı ile tanımlar yapılmaya başlanmasıdır. Örneğin, hentbol oyun kuralları
içinde, diskalifiye gerektiren fauller başlığı altında “Rakibin sağlığı için tehlike oluşturacak şekilde
rakibine yönelik harekette bulunan oyuncu diskalifiye edilir” denmekte ve yorum olarak “Eğer faul,
rakip oyuncu havaya sıçrarken ya da koşarken ve bu nedenle de kendini korumasının mümkün
olmadığı bir durumda yapılırsa; çok hafif fiziksel etkide bir faul dahi olsa çok tehlikeli olabilir ve
ciddi yaralanmalara yol açabilir. Böyle bir durumda, “diskalifiye cezasının verilip verilmemesine dair
kararda, vücut temasının şiddeti değil, rakibe yönelik tehlike esas alınır” açıklaması eklenmektedir (3).
Futbol oyun kuralları içinde “Rakip takımın oyuncusunun sağlığını tehlikeye sokan arkadan
müdahaleler ciddi faullü oyun olarak değerlendirilecektir” denmektedir. Cezası diskalifiye olarak
belirlenmiştir. Basketbolda sportmenlik dışı faul tanımlaması yapılmıştır. Karatede rakibin darbesi
ile syaralanarak oyuna devam edemeyeceği doktor tarafından saptanan sporcunun rakibi oyundan
tart edilir. Kural dışı fiziksel müdahalenin önemli bir risk faktörü olduğunun unutulmamalı ve bu
konuda oyuncular, antrenörler, yönetici ve hakemler eğitilmelidir (2).
Anahtar sözcükler: Oyun kuralları, spor yaralanması, kural dışı müdahale, faul
Kaynaklar
1. Ekstrand J, Hägglund M, Waldén M: Injury incidence and injury patterns in professional football - the
UEFA injury study. Br J Sports Med, 2009.
2. Collins CL, Fields SK, Comstock RD: When the rules of the game are broken: what proportion of high
school sports-related injuries are related to illegal activity? Inj Prev 14: 3, 2008.
3. Türkiye Hentbol Federasyonu: Uluslararası hentbol oyun kuralları, 2010.
PSİKOLOJİK FAKTÖRLERİN SPOR YARALANMALARINI ÖNLEMEDEKİ ROLÜ
Role of psychological factors in the prevention of sports injuries
Seçkin Şenışık
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Avrupa’da her yıl sekiz milyonun üzerinde spor yaralanmasının tıbbi olarak tedavi edildiği tahmin
edilmektedir. Avrupa’daki elit futbol oyuncularına bakıldığında her oyuncunun sezon başına
25
ortalama iki yaralanmaya maruz kaldığı bulunmuştur. Özellikle de yaralanmaların ciddi olduğu
durumlarda, spor yaralanmaları oldukça stresli, hem oyuncunun spora ara vermesini gerektiren,
hem de ekonomik açıdan oyuncuya yük getiren bir durumdur. Bu nedenle spor yaralanmalarını
oluşmadan önce önlemeye çalışmak önemlidir.
Yaralanmaları önlemek amacıyla düzenlenen fiziksel egzersizlerin yanı sıra psikolojik faktörleri ele
alan çalışmaların da yapılmasının önemli olduğunu vurgulayan araştırmalar bulunmaktadır. Psikolojik
faktörlerin yaralanma riski üzerindeki etkilerini inceleyen araştırmalarda yüksek düzeyde stresi olan
sporcuların yaralanmaya maruz kalma riskinin daha fazla olduğu belirtilmektedir.
Bu konu ile ilgili en etkili psikolojik modellerden biri Williams ve Andersen’in öne sürdüğü teorik
“stres-yaralanma modelidir”. Bu model üç ana kısımdan oluşmaktadır. Bunlar kişilik, strese yol
açan etkenlerin öyküsü, ve baş edebilme kaynaklarıdır. Kişilik bir sporcunun stresli olarak algıladığı
durumları etkileyebilir. Kişiliği oluşturan maddeler psikolojik direnç, kontrol odağı, uygunluk hissi,
yarışma endişesi, heyecan arama, başarabilme motivasyonudur. Stres öyküsü bir yakının ölümü
gibi büyük yaşam olayları, günlük problemler ve önceki yaralanmalardan oluşmaktadır. Tüm bunlarla
baş edebilme yetenekleri genel baş edebilme davranışları (beslenme ve uyku gibi), sosyal destek
sistemi, mental ve stres kontrol yetenekleri (kişinin kendisinin aldığı veya reçete edilen ilaçlar) gibi
maddelerden oluşmaktadır.
Sporcu yoğun bir antrenman veya önemli bir yarışma gibi stresli durumlarla karşılaştığında bu
faktörler birlikte veya tek başlarına stres yanıtlarına katkıda bulunurlar. Bu modelin hipotezine göre;
strese neden olan etkenlerin öyküsü olan, stres yanıtını arttırma eğilimine sahip kişilik özellikleri
olan ve stres ile baş edebilme yetenekleri az olan sporcular bunun karşıtı psikososyal özelliklere
sahip olan sporcuların aksine stresli bir durum ile karşılaştıklarında, bu durumu olduğundan daha
stresli olarak değerlendirirler. Sonuçta daha fazla fizyolojik aktivasyon ve dikkatte bozulma gözlenir.
Sonuçta oluşan stres yanıtının şiddeti yaralanma riskine neden olan mekanizma olarak öne
sürülmektedir. Buna göre stres yanıtındaki artış kas geriliminde artışa, görme alanında daralmaya
ve dikkat dağınıklığında artışa yol açarak yaralanmaya neden olmaktadır. Bu konu ile ilgili yapılmış
az sayıda çalışma bu modeli oluşturan faktörlerin stres yanıtını arttırarak yaralanma riskini
arttırdığına dair hipotezi desteklemektedir. Bu çalışmalardan elde edilen bulgulara dayanarak, spor
yaralanmalarını önleme programlarına gevşeme, gözünde canlandırma, duygusal yardım, biofeedback
gibi bilişsel-davranışsal antrenmana dayalı stres ile baş etme tekniklerinin eklenmesinin yaralanma
riskini azaltmada etkili olduğu söylenebilmektedir.
Anahtar sözcükler: Spor yaralanması, stres düzeyi, psikolojik faktörler, stres yanıtı, önleme
SPOR YARALANMALARININ ŞİDDETİNİN AZALTILMASINDA TEKNOLOJİ KULLANIMI
Use of technology in decreasing the severity of sport injuries
Cem Çetin
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Isparta
İletişim e-mail: [email protected]
Rekreasyonel ya da yarışmacı düzeyde spora katılımın artışı beraberinde daha çok sayıda spor
yaralanması riskini ortaya çıkarmaktadır. Spor yaralanmalarının çoğunluğu hafif şiddette olmakla
birlikte; yaş, sportif aktivitenin türü ve düzeyi ile ilişkili olarak daha uzun süre spora ya da aktiviteye
katılımı geciktirecek daha ciddi yaralanmalar meydana gelebilmektedir. Ön çapraz bağ
yaralanması gibi ciddi spor yaralanmaları, uzun bir süre spora katılımı engellemesinin yanı sıra
yüksek tedavi maliyeti, sporcuda oluşturacağı psikolojik hasar ve ileride gelişme olasılığı artan
dejeneratif eklem hastalığı ve bunların ek maaliyetlerine neden olmaktadır.
Teorik olarak, altta yatan anatomik, nöromüsküler, teknik ve ekipman, vb. nedenler ile ilişkili olan
ve yaklaşık %70-80’lik kısmı oluşturan kontakt olmayan tipte ÖÇB yaralanmalarının önlenebileceği
düşünülmektedir. Doksanların sonu ve 2000’li yıllardan itibaren yaralanmaya neden olan
nöromüsküler nedenlerin anlaşılmasında gelişen teknolojik araçların önemli katkısı olmuştur.
Bunlar arasında yüksek hızlı kameralar, yürüme ve hareket analizleri, izokinetik kuvvet ölçümleri,
kuvvet ve denge platformları önemli yer tutmaktadır. Bunlara ek olarak antrenman ve
müsabakaların çok sayıda ve yüksek çözünürlükte kameralar ile izlenmesi ve yayınlanması bir çok
yaralanmanın biyomekanik analizlerinin yapılmasına olanak vermiştir.
26
Tüm bu verilerin analizleri sonrasında çoğunluğu alt ekstremite yaralanmalarına yönelik olmak
üzere koruyucu egzersiz programları geliştirilmiş ve geçen 10 yılda bunların yaralanmaların
önlenmesinde etkili olduğuna yönelik kanıta datalı veriler elde edilmeye başlanmıştır. Özellikle
ayak bileği distorsiyonu ve ön çapraz bağ yaralanmalarının sıklığının azaltılmasını hedefleyen bu
araştırmaların olumlu sonuç verdiğine yönelik ortak görüş sağlanmış görünmektedir. Yine bu
çalışmaların metaanalizlerinde alınan umut verici sonuçlar nedeniyle, bu alanda yapılacak çalışmaların
desteklenmesi gerekliliği vurgulanmıştır.
İlginç olarak, son yıllarda kullanımı giderek yaygınlaşan akıllı telefon ve mobil uygulamaların, spor
yaralanmalarının önlenmesine katkısı olmuştur. Birkaç ay önce yayınlanan bir derlemede spor
yaralanmalarından koruyucu aktiviteler içeren literatür destekli 18 mobil uygulama incelenmiştir.
Gelecek yıllarda benzeri ve daha gelişmiş mobil uygulamaların katkısının artarak devam edeceği
kuşkusuzdur.
Etkinlikleri konusunda fikir birliği oluşsa da, spor yaralanmalarından koruyucu programların tip,
süre ve içeriklerinin nasıl olması gerektiğine yönelik tartışmalar halen devam etmektedir. Gelecek
yıllarda teknolojinin kullanımı, hem yaralanmaların oluş mekanizmalarının incelenmesinde, hem de
koruyucu önlemlerin alınmasında çok daha fazla katkı sağlamaya devam edecektir.
Anahtar sözcükler: Spor yaralanması, yaralanma şiddeti, teknoloji, mobil uygulamalar
PANEL V: SPOR HEKİMLİĞİNDE TAMAMLAYICI ve REJENERATİF TIP UYGULAMALARI
Roundtable V: Complementary and regenerative medicine practices in sports medicine
SAĞLIK BAKANLIĞI YAKLAŞIMI ve YASAL DURUM
The Ministry of Health’s approach and legal status
Taner Aydın
GATA Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
Sağlıklı insan tanımını Dünya Sağlık Örgütü (WHO) “Kişinin bedensel ve ruhsal bir bütünlük içinde
iyi olma hali” olarak tanımlamaktadır. Yaşadığımız yüzyılda modern tıp hekimleri olarak, daha çok
insanın bedeniyle ilgilenmeye başladık. Sağlıklı insan kavramı; bütünsel değerlendirme yerine,
organların sağlığına indirgenmiş hale geldi. Son yıllarda objektif gelişme gösteren bilimsel
tamamlayıcı tıp, modern tıbbın insana yeniden bütünsel bakmasına yardımcı olmaktadır.
Tamamlayıcı ve alternatif tıp, batı tıbbının erişim alanı dışında kalan her türlü yeni terapi ve tedavi
yöntemlerini içinde barındıran bir kavram olarak tanımlanmıştır. WHO, geleneksel tıp ile tamamlayıcı
ve alternatif tıbbı birbirinden ayırmak için TM/CAM kısaltmasını kullanmaktadır. Bu ayrımın
temelinde; Çin, Ayurvedik (Hint) ve Tibet tıbbının kendi bağımsız teori ve pratikleriyle birer tam tıp
sistemi olmaları yatar. Kendilerine özgü eğitim gereksinimleri, programları vardır ve geleneksel
tıbbı kendi kültürleri dahilinde oluştururlar. Bu nedenle bunları CAM tanımının kapsadığı geniş
yelpazedeki teknik ve uygulamalardan ayrı tutmakta yarar vardır.
Tamamlayıcı tıp, geleneksel ve günümüz batı tıbbının her ikisinin de dışında kalan geniş
yelpazedeki şifa uygulamalarını içerir. Günümüz batı tıbbıyla birlikte, onun etkisini azaltmadan,
hastanın durumunu iyileştirmek üzere kullanılır. Bu terapinin, kullanılan esas terapinin yaptıklarını
desteklerken; hastanın, kullanılmadığı takdirde gerçekleşeceğinden çok daha çabuk iyileşmesini
sağlayan olumlu bir etkisi olmalıdır.
Alternatif tıp, günümüz batı tıbbının yerine kullanılan bir terapi türü anlamına gelir. "Alternatif tıp"
veya "alternatif terapi" terimleri, günümüz batı tıbbının tamamını bir reddetme veya ayrı tutma iması
içerdikleri için artık çok sık kullanılmıyor. Tamamlayıcı terapinin, uygulanan tedaviye yardımcı olmak
üzere yapıldığı ve hiç bir şekilde esas tedaviye bir alternatif teşkil etmediği hasta tarafından açık
şekilde kavranmalıdır.
Tamamlayıcı ve alternatif tıp için Amerikan Ulusal Sağlık Merkezi TM/CAM uygulamaları sınıflama
sistemini geliştirmiştir. Alternatif tıp sistemleri (Ayurvedik tıp, geleneksel Çin tıbbı, geleneksel Tibet
tıbbı, homeopati, naturopati), zihin-beden tıbbı (Sanat terapisi, biofeedback, meditasyon, NLP,
rahatlama, maneviyatçılık, yoga), biyoloji bazlı terapiler (rejimler, bitkiler, vitaminler), manipülatif ve
27
beden bazlı yöntemler (Alexander tekniği, kayropraktik, masaj, osteopati), enerji terapileri
(Akupunktur, akupresür, biyoenerji, nefes çalışması, çakra terapisi, EFT, Qigung, refleksoloji, Reiki,
Shiatsu, Tai chi).
Ülkemizde tamamlayıcı tıp uygulamaları yeterli eğitimi olmayan, hatta hekim olmayan kişilerce
uygulandığından, toplumda bir güvensizlik oluşmuş ve hak ettiği yere gelememiştir. Eğitim
kurumlarında tamamlayıcı tıp bilim dalları ya da enstitüleri oluşturulamamıştır. Sağlık Bakanlığı'nın
Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki KHK‘ne göre; Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün görevleri
arasına “geleneksel, tamamlayıcı ve alternatif tıp uygulamalarıyla ilgili düzenleme yapmak” görevi
de eklenmiştir.
Anahtar sözcükler: Tamamlayıcı tıp, alternatif terapi, spor hekimliği
SPOR YARALANMALARI ve AĞRI TEDAVİSİNDE OZON UYGULAMALARI
Ozone applications in sports injuries and pain treatment
Yavuz Yıldız
Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara
iletişim e-mail: [email protected]
Ozon (O3) üç oksijen atomundan oluşan, renksiz ve keskin kokulu bir gazdır. Ozon, oksijen
molekülüne (O2) kıyasla kararsız bir yapıdadır. Ozonun serbest radikal özelliği yoktur. Ancak
bilenen en güçlü üçüncü oksidan maddedir ve tüm mikroorganizmalar ve toksinlerini okside eder.
Atmosferde bulunan ozon gazının ozon-oksijen döngüsü ultraviyole ışınlarının etkisi ile devam eder.
Ozon tedavisinde, ozon gazı %100 olarak verilmemeli ve belli oranda oksijenle karıştırılarak
uygulanmalıdır. Ozon gazı hava ile temas ettiğinde toksik bir gaz olan nitrojen dioksit (N2O2)
oluşmaktadır. Bunun için ozon gazının hava ile teması önlenmelidir. Hava embolisini önlemek için
doğrudan damar içine verilmemelidir. Tüm işlemler sırasında ozona dayanaklı malzemenin
kullanılması gerekmektedir.
Ozonun sıvılardaki çözünme hızı; ısı, basınç ve konsantrasyon (Henry Kanunu) ile doğru orantılıdır.
Ozon molekülünün yoğunluğu ve sudaki çözünürlüğü oksijen molekülüne göre daha fazladır ve
biyolojik sıvılarda biyolojik moleküller ile hızlıca reaksiyona girer. Bu reaksiyonlar sonucunda
biyolojik moleküller ve bileşikler elektron vererek (donör) oksitlenirler. Sonuçta süperoksit (O2·-),
hidrojen peroksit (H2O2) ve hipoklorik asit (HClO) olarak adlandırılan reaktif oksijen türevleri (ROT)
ve lipit oksidasyon ürünleri (LOP) oluşmaktadır.
Serbest radikaller, çeşitli patolojik süreçlerden sorumlu reaktif maddelerdir. Aerobik canlılarda,
serbest radikallerin toksik etkilerinden korunmak için “enzimatik olmayan” ve “enzimatik olan” iki
ana antioksidan sistem bulunmaktadır. Oksidatif stresin patolojik süreçlerdeki etki mekanizmalarını
ve bu etkilerin sonuçlarını açıklayan yüzlerce çalışma yapılmıştır. Son yıllardaki bilimsel çalışmalarda
ise oksidasyon/redüksiyon reaksiyonlarda oluşan ürünlerin (H2O2) başta hücre içi haberleşme olmak
üzere biyolojik mekanizmalarda rol aldığı gösterilmiştir.
Hidrojen peroksitin ozonun tedavi edici etkinliklerinin en azından bir kısmından sorumlu ikincil
haberci olduğu kabul edilmektedir. Ozon tedavisi sırasında oluşan ROT; eritrositleri, lökositleri ve
plateletleri uyararak, dokulara oksijen bırakılmasını, bağışıklık kapasitesini ve biyolojik aktif
maddelerin salınmasını arttırmakta, LOP ise; endotel hücrelerinde NO salınmasını, kemik iliğinde
oksidatif strese dayanıklı eritrosit yapımını ve kök hücre aktivasyonunu arttırmaktadır.
Spor yaralanmaları ve ağrı tedavisinde kullanılan ozon gazının etki mekanizması; iğne etkisi,
hacim etkisi ve ROT ve LOP etkisi ile açıklanmaktadır. İğne ve hacim etkisi; kısa dönem etkiden,
ROT ve LOP etkisi; uzun dönem etkiden sorumludur. Ozon gazının ROT, LOP ve antioksidan
sistem kapasitesini artırıcı etkisi, yaralanan bölgede enflamasyonun kontrol altına alınmasına
yardımcı olmaktadır. Ozon tedavisi; spor yaralanmalarının tanı-tedavi ve rehabilitasyon sürecinde
bütüncül yaklaşımın bir parçası olarak uygulanmalıdır. Ozon tedavisi, spor yaralanmalarının anatomik
lokalizasyonu ve etiyo-patogenezine uygun olarak; ozon gazı konsantrasyonu 2, 5, 10, 20 µg/ml ve
hacmi 2, 5, 10, 20 ml olacak şekilde; tetik nokta kas içi, tendon ve ligaman içi, eklem içi, eklem ve
tendon çevresi, intradiskal, mezoterapi, nöralterapi ve proloterapi yöntemlerinden biri kullanılarak
uygulanabilir.
28
Ozon tedavisinin, kas-iskelet sistemi yaralanmaları ve ağrı tedavisindeki etkinliğini inceleyen birçok
bilimsel çalışma bulunmaktadır. Bu alanda patello-femoral ağrı sendromlu rekreasyonel
sporcularda yaptığımız çalışmayı örnek verebiliriz. Ancak, ozon tedavisi konusunda sınırlı sayıda
randomize kontrollü çalışma ve meta analiz bulunmaktadır. Bu çalışmalar incelendiğinde;
çalışmaların büyük bir kısmının vertebral disk ve disk kaynaklı ağrılarda yapıldığı ve elde edilen
sonuçların anlamlı olduğu görülmektedir. Bu konuda Cochrane Database Syst Rev’de ise herhangi
bir veri bulunmamaktadır. Sonuç olarak; spor yaralanmaları ve ağrı tedavisinde, ozon tedavisinin
etki mekanizmalarını ve etkinliğini araştıran randomize kontrollü çalışmaların yapılması gerekmektedir.
Anahtar sözcükler: Ozon tedavisi, spor yaralanması, ağrı, destek tıbbı
SPOR YARALANMALARINDA KURU İĞNELEME
Dry needling in sports medicine
Emin Ergen
Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Spor Bilimleri Bölümü, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
Geleneksel Çin Tıbbı (GÇT)’na ait uygulamalardan biri de akupunkturdur. Diğer uygulamalar
moksibüsyon, herboloji, tuina masajı, chi-gong egzersizleri ve diyettir. Bütüncüllük (“holism”)
kavramına dayanan bu yöntemler ve özellikle akupunktur 1970’li yıllardan sonra batı tıbbı içinde
uygulama alanı bulmuş, bilimsel yöntemlerle ele alınmış ve 1997’de Amerikan Sağlık Enstitüsü
(NIH) tarafından belirli patolojilerde kullanımı önerilmiştir. Algoloji, psikoloji, psikiyatri, fiziksel tıp ve
rehabilitasyon, biyofizik, epidemiyoloji, sağlık politikası, farmakoloji ve iç hastalıkları uzmanlar
grubunca bu yöntemin gelişmeye açık olduğu, alternatif ve destek bir yöntem olarak
kullanılabileceği; başta tenisçi dirseği, osteoartrit, low back pain ve karpal tünel gibi kas iskelet
sistemi patolojilerinde yararlı sonuçlar alındığı açıklanmıştır. Bu yöntemin GÇT’da enerji (“chi”)
akışı düzenlemesine dayanmakta olduğu belirtilmekte ve tanımlanan meridyenler üzerinde yer alan
noktalara uygulama yapılmaktadır.
Akupunkturda kullanılan geleneksel iğnelerle yapılan bir başka uygulama kuru iğneleme (dry
needling) adını almaktadır. Etkileri, GÇT’den farklı olarak batı tıbbının esasları ile açıklanmaya
çalışılmaktadır. Kuru iğneleme Hum tarafından, tedavi edici uyarım başlatmak üzere, nöroendokrin
sistemi uyarma amacıyla, madde enjeksiyonu yapmadan, deri veya mukozada özel noktalara
İğneleme (batırma) yapmak olarak açıklanmaktadır. Kuru iğne ile dokuda küçük hasar (mikrotravma)
oluşturulmakta ve bunun sonucunda ortaya çıkan elektrofizyolojik, metabolik ve kimyasal değişiklikten
yararlanılmaktadır. Mikrotravma ile dokuda mediatör (bradikinin) salımı olmakta, vazodilatasyon
gelişmekte, hücre membranı geçirgenliği artmakta ve noziseptif reseptör uyarımıyla ağrı
maskelenmektedir. Ayrıca endorfin salınımının kuru iğnelemeyle arttığı gösterilmiştir. Endotel
zedelenmesiyle birlikte bölgeye mast hücresi gelişi artmaktadır. Bütün bu süreçler iyileşmeyi
destekleyen öğeler içerir.
Chan-Gunn tarafından tanımlanan bir başka kavram ise nöropatidir. Bu yaklaşımda sinir köklerinin
gerilme, baskı ve aşınma sürecine maruz kaldığı, bunun ise periferik uzantılarda özellikle
müskülotendinöz bileşke yerinde bir aşırı duyarlılık oluşturduğu, kaslarda tonus artışı hatta spazm
yanıtı oluştuğu, bunun vertebra aralığını daralttığı ve bir kısır döngü oluşturabileceği anlatılmaktadır.
Spondilozis olmadan (prespondilozis) da bu belirtilerin bir klinik tablo oluşturabileceği, faset eklem
sorunlarında kök çevresi dokuların artan ödeminin bu tabloya yol açabileceği belirtilmektedir.
Sporcularda bel çevresi dokulara binen yükler düşünüldüğünde, prespondilozis durumuna
yatkınlıkları daha iyi anlaşılacaktır. Hem kök ve çevresi, hem de uzantıları itibariyle ekstremitelerdeki
kas ve tendonlarda kasılma artışının, daha doğrusu gevşemede yetersizliğin aşırı kullanım tipi
sorunlara yol açabileceği iddiasında bulunulabilir.
Kuru iğnelemenin en önemli sınırlılığı karşılaştırmalı klinik araştırma olanaklarının yetersizliğidir.
Diğer tüm fiziksel ajanlarda olduğu gibi, etkinliğinin sorgulanmasıyla ilgili detaylı araştırmalara
gereksinilmektedir. Ancak konvansiyonel yaklaşımlara ek bir yöntem olarak kullanılmasının yararlı
olacağı düşünülmektedir.
Anahtar sözcükler: Kuru iğneleme, spor yaralanmaları
29
SPOR YARALANMALARINDA PROLOTERAPİ
Prolotherapy in sports injuries
Taner Aydın
GATA Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
Prolos, gelişmeyi stimüle etmek; proloterapi ise kronik ağrı kaynağı olan gevşek veya gerilmiş
ligamentlere irritan solüsyonların enjekte edilmesi işlemine verilen isimdir. Proliferatif ve irritan
solüsyonların vücuda enjekte edilmesi esasına dayanır. Kronik hasarlanmış tendon ve bağların
tamiri için vücudun doğal iyileşme mekanizmalarını uyaran minimal invazif enjeksiyon
prosedürüdür. Enjeksiyonlar; genellikle zedelenmiş, aşınmış, güçleri azalmış tendon, bağlar ve
eklemlere yapılır. Böylece eklem, tendon ve kas ağrıları tedavi edilir. Amaca uygun seçilen ilaç
karışımları bölgesel, ayarlanan dozlarda, özel iğneler ve özel tekniklerle uygulanır.
Enjekte edilen proliferatif maddeler eklemde, tendonların kaslarla birleşme noktalarında ve kasların
kemiğe yapışma yerlerinde, fibro-osseöz bileşkede (enthesis) enflamatuar bir süreç başlatır. Bu
enflamasyon tamir mekanizmasını tetikler; gerek kıkırdak dokusunda, gerekse kollagen fibrillerin
oluşmasında ve tamirinde yeni bir süreç başlatır. Bu yeniden tamir süreci mikroskobik ve
makroskobik olarak gösterilmiştir. Ortalama üç hafta süren enflamasyon sonucunda hastada klinik
düzelme başlar. Kıkırdak, tendon, eklem, kas sorunlarında sadece ağrının geçmesi değil, klinik
tablonun iyileşmesi de sağlanır.
Proloterapi uygulamanın amacı, normal tamir sırasını izleyen sınırlı bir enflamasyon oluşturmak,
iyileşme kaskadını tetiklemek, fibroblastik aktivite ve kollajen üretimini uyarmak, bağ yapısını
kuvvetlendirmek, bağ-tendonun kemiğe yapışma yeri olan entesisi güçlendirmek ve ağrıyı
azaltmaktır. Enflamasyon ile vücudun doğal tamir sürecinin aktive edilmesi, mevcut dokunun
güçlendirilmesi ve yeni doku gelişiminin arttırılması sağlanır. Proliferatif solüsyonlar arasında
irritanlar (fenol), partiküller (pumice), osmotik ajanlar (dekstroz), ve “growth factor”ler sayılabilir.
Proloterapinin etki mekanizmaları arasında; a) matriks ve hücrelerde çoklu iğneler batırılarak
mekanik iritasyona bağlı enflamatuar kaskatın uyarılması, b) enjekte edilen solüsyonun hücre
dışında volüm basıncı oluşturması, c) hücre içi büyüme faktörlerini uyarması, d) proliferan ürünlerin
kimyasal özellikleri nedeniyle enflamatuar proliferatif yanıta bağlı kollajenlerin kemomodülasyonunu sağlaması, e) periferal nosiseptörlerin kemo-nöromodülasyonu, e) ağrının azalmasına
bağlı kemik içi basınç değişikliklerinin oluşması, ve f) lokal hemodinamiklerin modülasyonu sayılabilir.
Proloterapide; yumuşak dokuya enjekte edilen proliferan madde önce yaralanma sahasında
enflamatuar bir reaksiyon oluşturur. İkinci basamakta proliferasyon ve “remodeling” sonucu yeni
damar ve doku oluşur ki, bu sonuç proloterapinin asıl etkisidir. Hücre ve matriksin arasındaki
bağlantı kesintisi hücrelerde zedelenmeye neden olur. Hücresel ve ekstraselüler uyarı intraselüler
büyüme faktörlerinin salınımını arttırır.
Proloterapinin kullanım alanları arasında burkulma ve gerginliğe bağlı kronik ağrılar, spinal bölgede
kronik postüral sorunlar, spor yaralanmaları, somatik rekürrent disfonksiyon ağrıları, kosta
dislokasyonlarının neden olduğu tekrarlayan ağrılar, spondilozis, spondilolistezis, burkulma, spazm,
entesopati ve patolojik ligament gevşekliği sayılabilir. Yan etkiler arasında enjeksiyon alanında
şişlik, ağrı ve sertlik, baş ağrısı veya allerjik reaksiyonlar görülebilir. Bu yan etkiler birkaç günden ik
haftaya kadar sürebilir.
Anahtar sözcükler: Spor yaralanmaları, proloterapi, rejenerasyon, enjeksiyon terapisi
SPOR YARALANMALARINDA PLATELETTEN ZENGİN PLAZMA UYGULAMALARI
Platelet enriched plasma applications in sport injuries
Yavuz Yıldız
Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
Plateletten zengin plazma (PRP), tam kanın santrifüjü ile elde edilen ve tam kandan daha yüksek
oranda platelet konsantrasyonu içeren hücresel plazma içeriğidir. PRP ile amaçlanan vücudun
tamir mekanizmalarını harekete geçirmektir. Geleneksel tedavilerin aksine enflamasyonu “baskılamak”
30
yerine “tetiklemek” temel prensiptir. PRP tedavisinde, hücresel yanıtı ve doku tamirini hızlandıran
biyolojik yönden aktif maddeler yaralanan bölgeye doğrudan verilmekte ve doku iyileşme sürecinin
hızlandırılması amaçlanmaktadır.
PRP, sporcudan alınan belirli bir miktardaki tam kanın santrifüje edilmesi ile elde edilir. Santrifüj
öncesinde sitrat katılarak iyonize kalsiyum bağlanır ve pıhtılaşma kaskadı inhibe edilir. Santrifüj
sonrasında tam kan yer çekimine göre üç katmana ayrılır. Buna göre; plazma üst katmanda,
plateletler ve lökositler “buffy coat” olarak adlandırılan orta katmanda ve eritrositler en alt katmanda
yer alır.
PRP uygulamasında elde edilen plateletlerin sayısının, 1 ml de 1x106 üzerinde olmasının iyileşme
sürecinde önemli olduğu belirtilmektedir. Yeterli düzeyde platelet elde etmek için çift santrifüj
yöntemi kullanan çalışmalar bulunmakta, ancak bu konuda görüş birliği bulunmamaktadır. Kanıt
düzeyi yüksek çalışmalarda tek santrifüj ile yeterli düzeyde platelet sonuçları da mevcuttur.
PRP tedavisinde uygulanan ürünün miktarı, uygulama sıklığı ve aralığı, ürün elde edilirken platelet
uyarıcı madde kullanımı ile ilgili konularda görüş birliği bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra
enjeksiyonun yanıcı ağrısını azaltmak üzere sıkça kullanılan lokal anestetiğin ortamın pH
değerinde değişiklik yaparak ya da ortamı fazla dilüe ederek PRP’nin etkinliğini azaltma ihtimali
olduğu belirtilmektedir.
Son yıllarda, kas-iskelet sistemi yaralanmalarında PRP tedavisinin etkinliği inceleyen bilimsel
çalışmalarda artış olmasına rağmen, sınırlı sayıda klinik çalışma bulunmaktadır. Yine bu klinik
çalışmaların çoğu metodolojik yönden düşük ve orta düzeyli çalışmalardır. Kanıt düzeyi düşük ve
orta olan klinik çalışmalarda PRP tedavisi etkili bulunurken, kanıt düzeyi yüksek olan çalışmalarda
ise sonuçlar tartışmalıdır.
Plateletler; PDGF, TGF-ß, PDEGF, VEGF, IGF-1, FGF, EGF gibi pek çok büyüme faktörünü
içemektedir. PDGF; başta kıkırdak doku olmak üzere, pek çok dokunun büyüme ve gelişmesinde
önemli rol oynayan bir grup polipeptiddir. Ancak, bu konuyu irdeleyen klinik çalışmalar kısıtlı
sayıdadır. PRP tedavisinin etkili olduğunu gösteren çalışmalarda; cerrahi tedavi ile birlikte başarı
oranının ne olacağı ise, soru işareti olarak durmaktadır. Mevcut çalışmalar incelendiğinde, PRP
tedavisinin eklem dejenerasyon düzeyi az olan genç erişkinlerde ve/veya konservatif tedaviye yanıt
vermeyen sporcularda uygulanmasının uygun olacağı değerlendirilmektedir.
Sonuç olarak, hangi tür spor yaralanmalarında PRP uygulamasının uygun bir tedavi olacağı,
tedavide uygulanan ürünün miktarı, uygulama sıklığı, aralığı ve PRP ürünü elde edilirken platelet
uyarıcı madde kullanımı ile tedavideki etkinliği inceleyen bilimsel çalışmalar gerekmektedir.
Anahtar sözcükler: Plateletten zengin plazma, spor yaralanması, tedavi, plazma
SPOR HEKİMLİĞİNDE REJENERATİF ENJEKSİYON UYGULAMALARI: PROLOTERAPİ
Regenerative injection applications in sports medicine: prolotherapy
Ahmet Mustafa Ada
TSK Spor Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı Sporcu Sağlığı Uygulama Merkezi, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
Proloterapi ağrıyı gidermek için irritan solüsyonların eklem içi, ligament ve tendon entezis bölgesine
enjekte edilmesidir. Proloterapinin hasarlanmış ve relaksasyon gelişmiş tendon veya ligamentlerin
fibröz doku sentezini stimüle ederek kuvvetlendirdiği gösterilmiştir. Proloterapi tedavisi 4-6 hafta
arayla hasarlanmış tendon veya ligament çevresine küçük miktarlarda genellikle 3-6 enjeksiyonu
içermektedir. Tedaviye yanıt doku iyileşmesi için gerekli kollajen sentezi hızına ve hasarın
ciddiyetine göre değişiklik göstermektedir. Enjeksiyonun etkinliğini olumlu yönde etkileyeceği için
tedavi edici egzersizler ile birlikte uygulanması önerilmektedir.
Çeşitli proloterapi çalışmalarında epikondilit, aşil tendinopati, kronik kalça ağrısı, patellar
tendinopati, sakroiliak instabilite, spinal stenoz, tekrar eden ayak bileği “sprain”leri ve instabiliteleri
gibi kas-iskelet rahatsızlıklarında iyileşmenin hızlandığı rapor edilmiştir. Genellikle kronik
hastalıklarda kullanılmasına rağmen, yara iyileşmesinin akut döneminde enflamatuar yanıtı
desteklemek amacıyla uygulanabilmektedir. Ancak, bazı uzmanlar yaralanmadan sonraki ilk 24-48
saatten önce uygulamanın ödemi arttırabileceğini bildirmişlerdir.
31
Proloterapi pratiğinde hiperozmolar dekstroz, fenol-gliserin-glukoz karışımı ve sodyum morruhate
yaygın olarak kullanılmaktadır. Önceden yayınlanmış çalışmalarda fenol-gliserin-glükoz kullanılmış
olmasına rağmen artık pek kullanılmamaktadır. Hiperozmolar dekstroz daha yaygın kullanılmakla
birlikte, daha az sıklıkla sodyum morruhate da kullanılmaktadır.
Proloterapi etki mekanizması için; fibroblastlar, granülositler, makrofajlar ve büyüme faktörleri
arasındaki etkileşimleri aktive etmesi makul teori olarak kabul edilmektedir. Fibroblastlar kollajen
sentez ve proliferasyonunu sağlarlar. Tedaviye yanıt olarak da, ligament veya tendon fibro-osseöz
bileşkeleri kuvvetlenebilmektedir. İyileşme süreci genellikle altı haftalık süre gerektirmesine rağmen,
tendon veya ligament kuvvetlenmesi proloterapi enjeksiyonundan 2-4 hafta sonra oluşmaktadır.
Anahtar sözcükler: Proloterapi, rejeneratif tedavi, spor yaralanmaları
KONFERANS IV: KRONİK HASTALIKLAR ve EGZERSİZ
Plenary session IV: Chronic diseases and exercise
PREVENTION of CHRONIC DISEASES
Kronik hastalıkların önlenmesi
Edvin Dervisevic
PhD, MD, Qatar Army Physical Medicine and Rehabilitation Hospital, Qatar
İletişim e-mail: [email protected]
Regular exercise has well-documented preventative and/or curative effects on a number of different
diseases, such as cardiovascular disease, cancer and different metabolic disorders such as
diabetes, metabolic syndrome and obesity. The burden of illness and disease related to physical
inactivity costs society a great deal in terms of increased healthcare costs and production losses
and it is estimated that physical inactivity might cost a country about EUR 150-300 per citizen and.
WHO 2000 Report stated that physical inactivity was cause of 1.9 million deaths worldwide every year.
It is interesting that physical inactivity is a modifiable risk factor and that engaging in physical
exercise programs is enjoyable for an individual and yet we are facing many difficulties in changing
the lifestyle of a person. It is of crucial importance to understand and explain to the patients in plain
terms the benefits that regular physical activity has on their health. This paper intends to briefly
summarize the impact of physical activity on some -but not all- chronic diseases that represent the
greatest burden in the terms of overall mortality and morbidity.
Coronary artery disease
Coronary artery disease, that is, angina pectoris or myocardial infarction, is one of our most widespread
public diseases. Coronary artery disease involves the presence of pathological changes,
arteriosclerosis, in the walls of one or more of the coronary vessels. Physical inactivity is a potent
risk factor for coronary artery disease, but old age, male gender and heredity, as well as smoking,
high blood pressure, blood lipid disorders, diabetes and overweight also increase the risk of
developing the disease. Prescribing a minimum of 30 min per day of regular physical activity
constitutes excellent primary prevention against coronary artery disease, and regular aerobic
exercise 3-5 times per week, and resistance exercise 2-3 times per week, is a powerful treatment
for already established coronary artery disease.
Cancer
The relationship between physical activity and the risk for colorectal cancers has been investigated
in many observational and epidemiological studies in several countries, in both genders of different
ages and ethnic groups. In healthy men and women who engage in regular physical exercise, the
risk of colon cancer is reduced by 10-70%. A number of studies and reports conclude that 4h of
physical activity per week, at work and during leisure time, at an intensity corresponding to 6 METs
(i.e. six times the oxygen uptake at rest, corresponding to a light jog), yields a 30-50% reduction of
breast cancer in postmenopausal women.
Metabolic syndrome
Individuals with metabolic syndrome should be encouraged to engage in daily physical activity of
moderate intensity for a minimum of 30 min or 60 min if overweight, e.g. a brisk walk. Additional
32
health benefits are obtained if, in addition to daily physical activity of 30-60 min, some form of
exercise is performed 2-3 times a week. The activities recommended for the prevention or treatment
of metabolic syndrome incorporate some form of aerobic fitness training such as walking, Nordic
walking, jogging, swimming, cycling, etc. These activities can also be combined with a certain amount
of strength training.
Diabetes mellitus
Generally speaking, it can be said that, by leading to a decreased sensitivity to insulin, physical
inactivity is a significant risk factor for type 2 diabetes. Regular exercise for type 2 DM has a
positive effect on both insulin sensitivity and other risk factors for cardiovascular disease, for
example, blood lipid profile and blood pressure. It is recommended that the patient performs a
minimum of 30 min of medium intensity physical activity daily, such as a brisk walk, cycling or
similar activity adapted to his or her overall physical condition and lifestyle. Further health effects
and aerobic fitness can be achieved if this is combined with somewhat more intensive exercise at
least 2-3 times per week, such as a fitness class, tennis, swimming, skiing or similar, depending on
the individual’s interests.
References
1. Ehrman JK, Gordon PM, Visich PS, Keteyian SJ, Eds: Clinical Exercise Physiology, 2nd ed, 2009.
2. Kottke TE, Caspersen CJ, Hill CS: Exercise in the management and rehabilitation of selected chronic
diseases. Prevent Med 1984; 13: 47-65.
3. Kujala UM: Benefits of exercise therapy for chronic diseases. Br J Sports Med 2006; 40: 3-4 (doi:
10.1136/bjsm.2005.021717).
4. Pedersen BK, Saltin B: Evidence for prescribing exercise as therapy in chronic disease. Scand J Med Sci
Sports 2006; 16 Suppl 1: 3-63 (doi:10.1111/j.1600-0838.2006.00520.x).
Kronik hastalıkların önlenmesi
Edvin Dervisevic
Düzenli egzersizin, kardiyovasküler hastalıklar, kanser, diyabet, metabolik sendrom ve obezite gibi
farklı hastalıklarda koruyucu ve tedavi edici etkinliği kanıtlanmıştır. Fiziksel inaktivite ile ilgili
hastalıklar sağlık masraflarının artmasına ve üretimde kayıplarına neden olur. Fiziksel inaktivitenin
kişi başına 150-300 Euro kayıba neden olabileceği tahmin edilmektedir. DSÖ 2000 Raporunda
fiziksel inaktivitenin her yıl 1.9 milyon ölüme neden olduğu bildirilmiştir.
Fiziksel inaktivite değiştirilebilir bir risk faktörüdür, fiziksel egzersiz programları eğlencelidir, ancak
yaşam tarzında değişiklik yapmak zordur. Düzenli fiziksel aktivitenin, sağlığa faydalarını hastalara
açıklamak hayati önem taşımaktadır. Bu yazı kısaca fiziksel aktivitenin bazı kronik hastalıklar
üzerindeki etkisini özetlemektedir.
Koroner arter hastalığı
Koroner arter hastalığı, yani, anjina pektoris ya da miyokardiyal enfarktüs, en yaygın toplum
hastalıklarından biridir. Koroner arter hastalığı, koroner damarların bir veya daha fazla duvarlarında
patolojik değişiklik varlığını ve damar sertliğini içerir. Fiziksel hareketsizlik koroner arter hastalığı
için güçlü bir risk faktörüdür; ancak yaşlılık, erkek cinsiyet, genetik, sigara, yüksek kan basıncı, kan
lipid bozuklukları, diyabet ve obezite de hastalığa yakalanma riskini arttırır. Günde en az 30 dk
düzenli fiziksel aktivite, koroner arter hastalığına karşı birincil korumada etkilidir. Haftada 3-5 kez
aerobik egzersiz, haftada 2-3 kez direnç egzersizi koroner arter hastalığını tedavi etmede etkilidir.
Kanser
Kolorektal kanserler için risk faktörleri ve fiziksel aktivite arasındaki ilişki birçok gözlemsel çalışmada
araştırılmıştır. Ayrıca birçok ülkede hem erkek hem de kadınlarda farklı yaş ve etnik gruplarda
epidemiyolojik çalışmalar yapılmıştır. Düzenli fiziksel aktivite yapan sağlıklı kadın ve erkeklerde,
kolon kanseri riski %10-70 oranında azalır. Haftada 4 saat 6 MET'e denk gelen yoğunlukta (hafif
koşu) fiziksel aktivite, postmenapozal kadınlarda meme kanserini %30-50 oranında azaltır.
Metabolik sendrom
Metabolik sendromu olan kişiler, günde en az 30-60 dk orta şiddette fiziksel aktivite yapmaya
teşvik edilmelidir: örneğin tempolu yürüyüş. Buna ek olarak bazı egzersizlerin haftada 2-3 gün
yapılması ek fayda sağlamaktadır. Metabolik sendromun önlenmesi ya da tedavisi için önerilen
33
faaliyetler yürüyüş, Nordic yürüyüş, koşu, yüzme, bisiklet, aerobik, fitness gibi egzersizlerdir.
Bunlara ek olarak bazı güçlendirme hareketleri konabilir.
Diabetes mellitus
Genel olarak konuşulacak olursa, fiziksel inaktivite, insülin duyarlılığını azaltır, yani Tip 2 DM için
önemli risk faktörüdür. Tip 2 DM için düzenli egzersiz hem insülin duyarlılığını arttırır, hem de
kardiyovasküler hastalıklar için kan lipid düzeyi, kan basıncı gibi diğer risk faktörlerini azaltır.
Hastalara, minimum 30 dk, orta şiddette günlük fiziksel aktivite, tempolu yürüyüş, bisiklet veya
bireyin fiziksel kondisyonuna ve yaşam tarzına uygun benzer egzersizler yapması tavsiye
edilmektedir. Bireyin ilgisine bağlı olarak fitness sınıfı, tenis, yüzme, kayak veya benzeri daha
şiddetli egzersizlerin ek olarak haftada en az 2-3 kez yapılması ile egzersizin sağlığa etkisi artmakta
ve aerobik fitnessta artış gözlenmektedir.
WEIGHT LOSS CHALLENGE: NEW APPROACH to OLD RISK FACTORS of METABOLIC
SYNDROME
Nenad Dikic, Marija Andjelkovic, Tamara Stojmenovic, Nevenka Mikovic, Sanja Canepa, Alessandro
Canepa, Milica Vukasinovic-Vesic, Ivana Baralic, Djordje Curcic
Sports Medicine Association of Serbia
İletişim e-mail. [email protected]
Metabolic syndrome (MetS) is the most common complication of obesity, which is a combination of
the important risk factors for cardiovascular diseases. The advantage of "Weight Loss Challenge"
non- pharmacological and non-surgical obesity treatment programs is in the team approach.
Training and nutrition education is conducted with a strictly defined plan. Participants organized in
a group interact with each other in a kind of wellness club with medical support.
The primary objective of this study was to investigate the effects of prescribed physical activity of
small to moderate intensity and dietary programs for the reduction of body weight and body fat.
Secondary objectives were related to the determination of MetS, psychological disorders, unhealthy
life style and dietary habits in a population of overweight individuals.
Inclusion in the study is done on the basis of BMI ≥ 30. At the beginning and the end of the program,
following examinations and tests were carried out: anthropometric measurements, body composition
parameters (Tanita BC 418), stress test, blood tests, a three-day food diary, assessment of mood
and depression using the BDI-II, the assessment of sleep quality using the PSQI and the evaluation
of the level of physical activity using the IPAQ . Program is based on three pillars: dietary regime
using meal replacement for two meals, nutritional education in the form of workshops and controlled
physical activity at 70% of maximum heart rate three times per week for at least 45 minutes, which
we called “metabolic fitness”.
The program was successfully finished by 24 patients (8 males and 16 females) aged 51.8±12.8
years. The average time of participation in the program was 76.2±15.7 days. Initial BMI was
37.1±4.3 kg/m2 , average body weight (BW) 107.2±19.4 kg and body fat ratio (F%) 41.0±5.7%. The
most common disease with MetS was hypertension. 20 (83%) participants had at least three of the
five criteria for diagnosis of MetS. Half of the participants were defined in as "bad sleepers” in the
PSQI scale category". Depression of different intensities was registered in 20 participants. MaxVO2
showed lower figures of 18.7±9.4 ml/min/kg, which is also confirmed by the IPAQ group of 22
participants. A statistically significant difference was observed for the following programs: TT, F%,
BMI, body fat mass, fat mass of right and left legs, F% of right and left arms, waist circumference,
VO2max, physical activity levels, systolic and diastolic BP, lipid status and blood glucose. After 90 days,
the average loss in was 9.2±5.4 kg. Waist circumference decreased from 117.5±10.0 to 106.6±11.8 cm
after 90 days. There was a segment remodeling and body fat-free body mass did not decrease.
Multidisciplinary "Weight Loss Challenge” program of prescribed physical activity and a controlled
diet caused a significant change in the morphological status, body composition and nutritional
status of participants by reducing risk factors for cardiovascular disease.
Key words: Obesity, metabolic syndrome, BMI, weight loss, physical activity, diet
34
Metabolik sendrom risk faktörlerine yeni yaklaşım: kilo kaybı
Metabolik sendrom (MetS) obezitenin sık gözlenen komplikasyonudur ve KV hastalıklar için önemli
risk faktörü kombinasyonudur. Farmakolojik ve cerrahi olmayan obezite kilo kaybı tedavi programlarının
avantajı takım yaklaşımına sahip olunmasıdır. Bir grup organize katılımcı tıbbi destekli sağlıklı
yaşam kulübünde birbirleri ile etkileşim içindeydiler.
Bu çalışmanın temel amacı, azdan orta düzeye reçete edilen fiziksel aktivite ile vücut ağırlığı ve
vücut yağ oranını azaltacak diyet programlarının etkilerini araştırmaktır. İkincil amaçlar ise, yüksek
kilolu popülasyonda MetS’un, psikolojik bozuklukların, sağlıksız yaşam tarzı ve diyet alışkanlıklarının
belirlenmesiydi.
Çalışmaya VKI≥30 olan bireyler alındı. Program başında ve sonunda sırasıyla şu testler yapıldı:
Antropometrik ölçümler, vücut kompozisyon parametreleri (Tanita BC 418), stres testi, üç günlük
diyet günlüğü, duygu durumu ve depresyonun BDI–II kullanılarak değerlendirilmesi, uyku kalitesinin
PSQI kullanılarak, fiziksel aktivite düzeyi ölçümünün IPAQ kullanılarak değerlendirilmesi. Program
üç bölümden oluşmakta idi: iki öğün diyet yemeği, seminer şeklinde beslenme eğitimi, metabolik
uygunluk olarak adlandırılan, haftada üç gün, en az 45 dk, maksimal kalp atımının %70'i olacak
şekilde yapılan kontrollü fiziksel aktivite.
Program, yaşları 51.8±12.8 olan 24 hasta (8 erkek, 16 kadın) ile başarılı bir şekilde tamamlandı.
Katılımcıların programa devam etme süresi 76.2±15.7 gün idi. İlk VKİ 37.1±4.3 kg/m2, ortalama
vücut ağırlığı 107.2±19.4 kg ve vücut yağ oranı (%F) 41.0±5.7% idi. MetS ile birlikte en sık
rastlanan hastalık hipertansiyondu. Katılımcılardan 20 (%83) kişide MetS’un beş kriterinden en az
üçü bulunmaktaydı. Katılımcıların yarısı PSQI skalasına göre kötü uykucu kategorisindeydi,
20’sinde ise değişik derecelerde depresyon gözlendi. MaxVO2 18.7±9.4 ml/dk/kg olarak saptandı
ve 22 katılımcıda IPAQ 'a göre düşük aktivite düzeyi olarak doğrulandı. Program sonucu şu
parametrelerde istatistiksel olarak anlamlı fark gözlendi: TT, %F, VKİ, vücut yağ oranı, sağ ve sol
bacakta yağ miktarı, sağ ve sol kolda yağ miktarı yüzdesi, bel çevre kalınlığı, maxVO2, fiziksel
aktivite düzeyi, sistolik ve diastolik kan basıncı, kan lipid ve glükoz düzeyi. Doksan gün sonra,
ortalama kilo kaybı 9.2±5.4 kg idi. Doksan günde bel çevresi 117.5±10.0 cm'den 106.6±11.8 cm'ye
düştü. Yağsız vücut kitlesinde düşüş olmadı.
Reçete edilen fiziksel aktivite ve kontrollü diyet ile kilo kaybı programı, morfolojik durumda önemli
değişikliğe neden oldu, vücut kompozisyonu ve beslenme durumunu değiştirirek kardiyovasküler
hastalık risk faktörlerini azalttı.
Anahtar sözcükler: Obezite, metabolik sendrom, VKİ, kilo kaybı, fiziksel aktivite, diyet
KONFERANS V: SPOR YARALANMALARI - B
Plenary session V: Sports injuries - B
MUSCLE INJURIES in FOOTBALL PLAYERS
Jan Ekstrand, Professor, Dr Med
Football Research Group, Linköping University, Linköping, Sweden
İletişim e-mail: [email protected]
Background: Muscle and ligament disorders constitute the majority (53%) of time loss injuries in male
professional football.
Purpose: To investigate the incidence and nature of muscle and ligament injuries in professional
footballers.
Methods: A total of 27 UEFA Champions League (UCL) clubs from ten countries and 1743 players
have been followed prospectively between 2001 and 2012. Team medical staffs recorded individual
player exposure and time loss injuries. The study follows the consensus on methods for studies on
football injuries agreed upon by FIFA and UEFA.
Results:
• Muscle injuries constitute 36% and ligament injuries 17% of all time loss injuries.
• A team of 25 players can expect about 18 muscle and 8-9 ligament injuries per season.
35
• Ninety-two per cent of all muscle injuries affected the four major muscle groups of the lower limbs:
hamstrings (37%), adductors (23%), quadriceps (19%) and calf muscles (13%).
• Sixteen per cent of the muscle injuries were re-injuries.
• Hamstring injury is the single most common injury in professional football, 83% of injuries affected
the biceps femoris muscle, while 11% and 5% occurred to the semimembranosus and semitendinosus muscles, respectively.
• MRI can be helpful in verifying the diagnosis of a hamstring injury and to prognosticate lay-off
time. Radiological grading is associated with lay-off times after injury.
• Seventy percent of hamstring injuries seen in professional football are of radiological grades 0
or 1, meaning no signs of fibre disruption on MRI, but still cause the majority of absence days.
Rates of muscle injuries and severe injuries remain high without a declining trend over the study period.
Futbolcularda kas yaralanmaları
Jan Ekstrand
Giriş: Kas ve bağ hasarları erkek profesyonel futbolda zaman kaybı yaralanmalarının büyük bir kısmını
(%53) oluşturmaktadır.
Amaç: Profesyonel futbolcularda kas ve bağ yaralanmalarının insidansını ve niteliğini araştırmaktır.
Yöntemler: On ülkeden toplam 27 UEFA Şampiyonlar Ligi (UCL) kulübü ve 1743 oyuncu 2001 ve
2012 yılları arasında prospektif olarak takip edildiler. Takım sağlık personelleri bireysel oyuncu
maruz kalmalarını ve zaman kaybı yaralanmalarını kaydettiler. Bu çalışma FIFA ve UEFA’nın futbol
yaralanmaları ile ilgili ortak görüş birliğinde oldukları çalışma yöntemlerini uygulamaktadır.
Bulgular:
• Tüm zaman kaybı yaralanmalarının 36%’sını kas yaralanmaları, 17%’sini ise bağ yaralanmaları
oluşturmaktadır.
• Toplam 25 oyuncudan oluşan bir takımda sezon başına yaklaşık 18 kas ve 8-9 bağ yaralanması
olması beklenebilir.
• Tüm kas yaralanmalarının %92’si vücut alt kısmının dört büyük kas grubunu etkilemektedir:
hamstringler (%37), adduktörler (%23), quadriceps (%19), ve baldır kasları (%13).
• Kas yaralanmalarının %16’sı tekrar oluşan yaralanmalardır.
• Hamstring yaralanması profesyonel futboldaki tek en sık yaralanmadır. Yaralanmaların %83’ü
biseps femoris kasını etkilerken, %11’i semimembranosus kasında ve %5’i semitendinosus
kasında meydana gelmektedir.
• MRI hamstring yaralanmasının tanısını doğrulamada ve iyileşme zamanını öngörmede yardımcı
olabilmektedir. Radyolojik dereceleme yaralanmadan sonraki iyileşme süreleri ile ilişkilidir.
• Profesyonel futbolda görülen hamstring yaralanmalarının %70’i radyolojik olarak 0 veya 1.
derecedir. Bu da MRI’da lif bozulması bulgusu olmadığı anlamına gelmektedir, ancak hala kayıp
günlerin en büyük sebebidir.
Kas yaralanmalarının ve ciddi yaralanmaların oranları çalışma süresi boyunca azalma eğilimi olmadan
yüksek kalmaktadır.
The IMPORTANCE and USEFULNESS of DIFFERENT FUNCTIONAL TESTS in the PREVENTION
of SPORTS INJURIES
Petra Zupet, MD, PeT, PhD
Center for Medicine and Sports, ZVD d.d., Chengdujska 25, 1000 Ljubljana, Slovenia; FAMNIT, University of
Primorska, Slovenia
İletişim e-mail: [email protected]
Injuries are a regular companion of an athlete and have a strong influence on his sports career. It
has been estimated that up to 61% of athletes who train and compete on a regular basis suffer at
least one injury per year during participating in sports activity. In recreational athletes, the overall
rate of injuries is not negligible, too. It moves up to 56.4/1000 persons per year (1). The incidence
of injuries, anatomical location, type and severity depend on sport discipline.
36
The likelihood for an injury to happen in each discipline depends on external and internal risk
factors. External risk factors are human factors, protective equipment, sports equipment and
environment. Internal factors include age, gender, anthropometric characteristics, anatomical
abnormalities, health, tiredness, overreaching/overtraining syndrome, lack of attention, muscle
imbalance, poor muscle strength, poor flexibility (muscle stiffness, limited range of motion in the
joints), poor intermuscular coordination, poor lumbopelvic control and stability, poor basic fitness
(endurance and coordination) and poor dynamic stability of joints (2,3,4).
With an active interference in these risk factors, one could reduce the incidence of sport injuries. It
has been estimated that the incidence of sports injuries can be reduced by as much as 75% upon
taking right preventive measures (5). Therefore, it is necessary to actively search for risk factors in
each individual athlete as this is the basis for right preventive measures. There are many functional
tests identifying internal risk factors as for example spiroergometry, anthropometric measurements,
isokinetic muscle strength and balance testing, dynamic and static balance testing, tensiomiography
and tensiometry (6). They should be included in athletes’ preventive medical check-ups and follow-ups.
Key words: Sports injuries, prevention, functional tests, risk factors
References
1. Conn JM, Annest JL, Gilchrist J: Sports and recreation related injury episodes in the US population, 199799. Inj Prev 2003; 9: 117-23.
2. Croisier J-L, Ganteaume S, Binet J, Genty M, Ferret J-M: Strength imbalances and prevention of
hamstring injury in professional soccer players: a prospective study. Am J Sports Med 2008; 36: 1469-75.
3. Emery CA, Meeuwisse WH: The effectiveness of a neuromuscular prevention strategy to reduce injuries in
youth soccer: a cluster-randomised controlled trial. Br J Sports Med 2010; 44: 555-62.
4. Meeuwisse W: Athletic injury etiology: Distinguishing between interaction and confounding. Clin J Sport
Med 1994; 4: 171-5.
5. Mendiguchia J, Alentorn-Geli E, Idoate F, Myer GD: Rectus femoris muscle injuries in football: a clinically
relevant review of mechanisms of injury, risk factors and preventive strategies. Br J Sports Med 2012; 46:
xx-yy.
6. Zazulak BT, Hewett TE, Reeves NP, Goldberg B, Cholewicki J. Deficits in neuromuscular control of the
trunk predict knee injury risk: a prospective biomechanical-epidemiologic study. Am J Sports Med 2007;
35: 1123-30.
Spor yaralanmalarının önlenmesinde fonksiyonel testlerin kullanımı ve önemi
Petra Zupet, MD, PeT, PhD
Yaralanmalar sporcunun düzenli bir yol arkadaşıdır ve spor kariyeri üzerinde kuvvetli etkisi vardır.
Düzenli bir şekilde antrenman yapan ve yarışan sporcuların %61’ine kadarının spor aktivitesine
katılım sırasında yılda en az bir kez yaralanmaya maruz kaldığı tahmin edilmektedir. Rekreasyonel
sporcularda da genel yaralanma oranı önemsiz düzeyde değildir ve yılda 56.4/1000 kişiye kadar
ulaşmaktadır (1). Yaralanmaların insidansı, anatomik yeri, tipi ve şiddeti yapılan spor türüne bağlıdır.
Her bir disiplinde yaralanmanın meydana gelme olasılığı dış ve iç risk faktörlerine bağlıdır. Dış risk
faktörleri insan faktörleri, koruyucu ekipman, spor ekipmanı ve çevredir. İç faktörler yaş, cinsiyet,
antropometrik özellikler, anatomik anormallikler, sağlık, yorgunluk, aşırı antrenman sendromu,
dikkat eksikliği, kas dengesizliği, zayıf kas kuvveti, yetersiz esneklik (kas katılığı, eklemlerdeki
sınırlı hareket aralığı), kaslar arası yetersiz koordinasyon, zayıf lumbopelvik kontrol ve stabilite,
zayıf temel fiziksel uygunluk (dayanıklılık ve koordinasyon) ve eklemlerin yetersiz dinamik stabilitesini
içermektedir (2,3,4).
Bu risk faktörlerine aktif girişim ile spor yaralanmalarının oranı azaltılabilmektedir. Doğru önleyici
yöntemlerin uygulanması ile spor yaralanmalarının insidansının %75 kadar azaltılabileceği tahmin
edilmektedir (5). Bundan dolayı doğru önleyici yöntemlerin temeli olarak her bir sporcudaki risk
faktörlerini aktif olarak araştırmak gereklidir. Kişiye ait iç risk faktörlerini belirlemede spiroergometri,
antropometrik ölçümler, izokinetik kas kuvveti ve denge testi, dinamik ve statik denge testi,
tensiomiografi ve tensiometri gibi bazı fonksiyonel testler bulunur (6). Bu yöntemler sporcuların
önleyici sağlık kontrollerine ve takiplerine dahil edilmelidirler.
Anahtar sözcükler: Spor yaralanmaları, önleme, fonksiyonel testler, risk faktörleri
37
KONFERANS VI: Doping kontrol ve dopingle mücadele
Plenary session VI: Doping control procedures and fight against doping
DOPİNGLE MÜCADELE
Fight against doping
Rüştü Güner
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
WADA'nın Dünya Dopingle Mücadele Kurallarının 2004 yılında yürürlüğe girmesinden sonra
dopingle mücadele; eğitim ve bilgilendirme çalışmalarının yanısıra, sürekli artan doping kontrolleri
ile yapılmaya çalışılıyor. Doping testlerinin büyük çoğunluğu idrar örneklerinin analizi ile
yapılmakta. Ancak, son yıllarda kan örnekleri de alınarak idrarda saptanamayan yasaklı
maddelerin analizleri yapılıyor. Dünyada toplanan doping kontrol örneklerinin analiz edildiği, WADA
tarafından onaylanmış 33 laboratuvar bulunuyor.
Son yıllarda geliştirilen analiz yöntemleri ile, vücuttan çok uzun sürede atılabilen yasaklı madde
metabolitlerinin saptanmasının dopingle mücadelenin en önemli başarısı olduğu düşünülüyor.
Özellikle stanozolol ve dehidroklorometiltestosteron isimli iki yasaklı maddenin kullanımının
sporcular tarafından kesilmesinden aylar sonra alınan doping kontrol örneklerinde saptanabilmesi,
dopingle mücadelede bir devrim olarak kabul ediliyor.
Biyolojik pasaportun, yani sporcuların bazı biyolojik değerlerinin düzenli olarak takip edilip, belirli
bant aralıkları dışına sapmaların doping kabul edilmesinin, dopingle mücadelede yeni bir çığır
açtığı kabul ediliyor. Dopingle mücadelede başarılı olunabilmesi için, 2015 yılında yürürlüğe girecek
olan WADA'nın yeni Dünya Dopingle Mücadele Kuralları ile doping yapacak sporcuların ve doping
yapılmasına yardımcı olacak sporcu destek personelinin ciddi yaptırımlarla karşı karşıya kalmalarının
sağlanacağı düşünülüyor.
Anahtar sözcükler: Dopingle mücadele, doping kontrol, biyolojik pasaport, WADA
DOPING CONTROL PROCEDURES in INTERNATIONAL SPORT FEDERATIONS
Nenad Dikic, Marija Andjelkovic
Anti-doping Agency of Serbia
İletişim e-mail: [email protected]
In preparation for World Conference of Anti-doping, European representatives in the WADA
Executive Committee and Foundation Board provided the following analysis from the WADA 2012
Anti-Doping Testing Figures Report where is stated that:
• The NADO/Government group accounted for 61% of all testing, ahead of the Sports Movement (25%);
• The proportion of out-of-competition testing for the NADO/Government group was 55% with the
figure for the Sports Movement being 38%;
• 15 of the top 20 organizations requesting IRMS analysis were from the NADO/Government group;
• 12 of the top 20 organizations requesting EPO analysis were from the NADO/Government group;
• 12 of the top 20 organizations requesting hGH analysis were from the NADO/Government group;
• Across all Olympic sports, just 22% of testing was conducted by either the relevant IF or the IOC;
• The seven largest NADO programs (by number of controls) collected 56895 samples, while the
seven largest IF programs (by number of controls) collected 23107 samples.
But the point is that statistics provide quantitative information, and should be used in conjunction
with other information and intelligence to provide a comprehensive picture about the quality of antidoping programs. The statistics should be used in the future to identify weaknesses and trends so
that strategies and resources can be allocated appropriately to support enhanced compliance with
the Code.
The author has taken this analysis as an illustration which described best the complexity of doping
programs among different anti-doping organizations. Several examples of different international
federations (UEFA, FIBA Europe, UIAA, etc.) will be presented in order to discuss the results and
statistics of anti-doping. Blood passports will be separately analyzed and discussed as a doping
38
control procedure, whose test counts should be increased according to WADA strategy for the
future. All this will create additional problems in reporting compliance of certain anti-doping
organizations. In order to improve anti-doping programs for particular nations and/or sports, it is
necessary to include more experts from sports medicine with the idea that through research and
social science projects, they will support and develop the best practice in each sport.
Key words: Doping control, NADO, WADA, anti-doping statistics, sport
Uluslararası spor federasyonlarında doping kontrol işlemleri
Nenad Dikic, Marija Andjelkovic
WADA (Dünya dopingle mücadele kurumu) İcra Komitesi ve Vakıf Kurulu üyesi olan Avrupa
dopingle mücadele delegelerinin dünya konferansı hazırlığında, WADA 2012 dopingle mücadele
test rakamları raporundan (WADA 2012 Anti-Doping Testing Figures Report) aşağıdaki analizi vermiştir:
• NADO (National Anti-Doping Organisation)/Hükümet grubu (NH) tüm testlerin %61’ini almıştır,
Spor Hareketi %25’ini;
• Yarışma dışı testin oranı NH grubu için %55, spor hareketi rakamı %38’dir;
• IRMS (IR mass spectrometry) analizi isteyen üst düzey 20 kuruluştan 15’i NH grubundandı;
• EPO (eritropoetin) analizi isteyen üst düzey 20 kuruluştan 12’si NH grubundandı;
• hGH (büyüme hormonu) analizi isteyen üst düzey 20 kuruluştan 12’si NH grubundandı;
• Tüm Olimpik sporlar içinde, testlerin sadece %22’si ilgili IF (Uluslararası Federasyon) veya IOC
tarafından yapılmıştı.
• Yedi en büyük NADO programı (kontrol sayısına göre) 56895 örnek toplarken, yedi en büyük IF
programı (kontrol sayısına göre) 23107 örnek topladı.
İstatistiklerin sadece sayısal bilgi sağlarken, dopingle mücadele programlarının kalitesi hakkında
kapsamlı bir tablo sağlamak için diğer bilgilerle birlikte kullanılmalıdır. İstatistikler ileri dönemde
zayıflıkları ve eğilimleri tespit etmek için kullanılmalıdır. Böylece strateji ve kaynaklar Doping
Koduna uyumu desteklemek için uygun şekilde kullanılabilir.
Yazar bu analizi farklı dopingle mücadele kuruluşları arasındaki doping programının karmaşıklığını
en iyi düzeyde belirten bir çalışma olarak ele almaktadır. Farklı uluslararası federasyonlarının
birçok örneği (UEFA, FIBA Europe, UIAA, vb.) dopingle mücadelenin sonuçlarını ve istatistiklerini
tartışmak için sunulacaktır. Kan pasaportları WADA stratejisine göre gelecekte test sayıları artması
gereken doping kontrol yöntemleri olup burada ayrı analiz edilip tartışılacaktır. Bütün bunlar bazı
dopingle mücadele kuruluşlarının raporlama uyumlarında ek sorunlar yaratacaktır. Belirli uluslar
ve/veya sporlara yönelik dopingle mücadele programlarını geliştirebilmek için, her bir spordaki en
iyi uygulamayı geliştirecek ve destekleyecek araştırma ve sosyal bilim projeleriyle ilgili düşünceye
sahip daha fazla spor hekimliği uzmanını konuya dahil etmek gereklidir.
Anahtar sözcükler: Doping kontrolü, NADO, WADA, dopingle mücadele istatistikleri, spor
EGZERSİZ İLAÇTIR OTURUMU
Exercise is medicine session)
FİZİKSEL AKTİVİTE ve SAĞLIK
Physical activity and health
A. Haydar Demirel
Hacettepe Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi ve Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
M.Ö. 50000-10000 yılları arasındaki üst-paleolitik dönemde yiyecek bulmak ve tehlikelerle dolu
ortamda yeni kuşakların yaşamlarını sürdürmelerini garanti altına almak büyük ölçüde fiziksel
aktiviteye bağlıydı. On binlerce yıl süren bu dönemde insan genomu açlık ve tokluk döngüsü ile
geçen bu sürece uyum sağladı. Böylece, aynı iş için daha az enerji harcayan, fiziksel olarak
hareketli olan ve bu hareketliliği açlık dönemlerinde de sürdürebilenler genlerini bir sonraki
kuşaklara aktarmayı başardılar.
39
Günümüz insanı, aktif bir yaşam için programlanmış olan, atalarımızdan gelen bu genleri taşıyor
olduğu halde, son 100-150 yılda meydana gelen endüstri devrimi ve teknolojik gelişmeler; gerek
çalışma hayatı, gerekse ulaşım ve serbest zaman aktiviteleri içerisinde hareketin yerinin giderek
azalmasına neden oldu. Çalışma hayatını inanılması güç ölçüde geliştiren, üretimi arttıran, günlük
yaşantımızı kolaylaştıran bu dramatik değişim aynı hızla toplum sağlığını da olumsuz yönde
etkilemeye başladı.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nün 2004 yılı raporuna göre hareketsiz yaşam, dünyada bulaşıcı
olmayan hastalıklardan kaynaklanan ölümlerin temel risk faktörleri arasında dördüncü sırada yer
almaktadır. Dünyada 2008 yılında bulaşıcı olmayan hastalıklardan kaynaklanan 57 milyon ölümün
5.3 milyonundan hareketsiz yaşamın sorumlu olduğu bildirilmiştir. Yetersiz fiziksel aktivitede
bulunanların, haftanın çoğu gününde 30 dk ve üzeri orta düzeyde fiziksel aktivite gösterenlere göre
ölüm riskinin %20-30 oranında arttığı bilinmektedir.
Yeterli fiziksel aktivitenin iskemik kalp hastalığını %30, şeker hastalığı riskini %27, meme ve kolon
kanseri riskini %21-25 azalttığı; kan yağlarını ve kolesterolü düzenlediği; inme, hipertansiyon ve
depresyonu azalttığı; kas kitlesini arttırdığı, kemik yapısını güçlendirerek osteoporoz ve düşmeye
bağlı kemik kırıkları riskini azalttığı, enerji harcamasını arttırarak vücut ağırlığının kontrolünde
temel rol oynadığı çok iyi biliniyor. Fiziksel aktivitenin obezite ve kronik hastalıklardan korunmanın
yanı sıra; ruhsal ve bedensel zindelik, yaşamın anlam kazanması ve kalitesinin arttırılması, sosyal
ilişkilerin geliştirilmesi ve çevre kirliliğinin önlenmesi gibi işlevleri de vardır.
Sağlık Bakanlığı tarafından 2011’de yapılan “Kronik Hastalıklar Risk Faktörleri Araştırması”na göre
de, Türkiye genelinde kadınların %87’sinin, erkeklerin ise %77’sinin yeterli ölçüde fiziksel aktivite
yapmadığı belirlenmiştir. Aktif Yaşam Derneği tarafından yapılan çalışmaya göre de ülkemizde
yetişkinlerin sadece %25’i yeterli düzeyde hareketlidir. Lancet çalışma grubu değerlendirmesine
göre, dünyada tüm insanların hareketli olduğu varsayılsa, dünyada tüm nedenlerle oluşan ölümlerin
%9.4 azalarak her birey için ömrün 0.68 yıl uzayacağı; Türkiye için tüm nedenlerle oluşan ölümlerde
%15 düşüş ve yaşam süresinde 1.06 yıl artış olacağı belirtiliyor. Hareketsiz yaşamın yol açtığı
sağlık ve ekonomik sorunlar ve ülkemizde giderek artan inaktivite epidemisini önlemek için,
hekimlerimizin sedanter hastalarına egzersiz reçetesi yazma sorumluluğu bulunmaktadır.
Anahtar sözcükler: Fiziksel aktivite, sağlık, sedanter yaşam, risk faktörleri, kronik hastalıklar
40
PANEL VI: TAKIM DOKTORLUĞU
Roundtable VI: the team physician
MİLLİ TAKIMDA SAĞLIK ORGANİZASYONU
Medical organization in the National Team
Metin Ergün
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Milli takımlar sağlık ve performans değerlendirme programı kapsamında, milli takımlarda yer alan
her sporcu için bir sağlık ve performans bilgi dosyasının oluşturulması ve en az yılda bir defa
olmak üzere genel sağlık değerlendirmesinin ve performans testlerinin yapılması planlanır.
Sporcular ve kulüp sağlık ekipleri ile iletişime girilerek sezon öncesi ve sezon içi sağlık ve
performans değerlendirme sonuçları alınmakta ve bu bilgiler milli takım teknik ekibi ile
paylaşılmaktadır. Bu veriler, sporcuların sağlık durumlarının yanı sıra performansa olumsuz etki
edebilecek faktörleri (psikolojisi, çevresi ile olan ilişkisi gibi) ile ilgili bilgileri de içermektedir.
Kulüp sağlık ekiplerinden edinilen bilgi ve dokümanlara ek olarak gerçekleştirilen sağlık
değerlendirmeleri sonucu saptanan ve performansı olumsuz etkilemesi olası sağlık sorunlarının
ivedi olarak çözümü hedeflenmektedir. Performans değerlendirme programı ile birlikte milli takım
kamp dönemlerinde saha koşullarında yapılan fonksiyonel testler ile de sporcuların performans
parametreleri düzenli olarak takip edilebilmektedir. Bu şekilde, sporcularda korunması veya
geliştirilmesi gereken performans özellikleri belirlenebilmektedir. Elde edilen sonuçlara göre
sporcuların hedeflenen performans düzeyine ulaşabilmelerine yönelik bireysel antrenman
programlarının hazırlanması ve kulüp teknik ve sağlık ekipleri ile işbirliği yapılarak sporcuların
gelişiminin sezon boyu izlenmesi planlanmaktadır.
Sağlık ve performans değerlendirme programı kapsamında elde edilen veriler, aynı zamanda spor
yaralanmalarından korunma programlarının oluşturulmasında kullanılabilmektedir. Milli takımlarda
sağlık organizasyonu çerçevesinde yapılan çalışmalar sezon boyu devam etmekte ve elde edilen
veriler Türkiye Futbol Federasyonu dokümantasyon sisteminde toplanarak bilgi akışının ve
izlenmesinin sürekliliği sağlanmaya çalışılmaktadır.
Anahtar sözcükler: Futbol takımı, sağlık ekibi, spor hekimliği, dokümantasyon, organizasyon
TAKIM DOKTORLUĞU-TEKNİK EKİP İLİŞKİSİ
Team physician-technical team relations
Burak Kunduracıoğlu
Fenerbahçe Spor Kulübü, İstanbul
İletişim e-mail: [email protected]
Futbol takımlarda üç ana karakter bulunur. Bu, kulüp başkanları, futbolcular ve teknik direktörler
olarak sınıflandırılabilir. Takım doktorları takım içindeki bu üç ana karakterin sahnedeki görevlerini
iyi yapabilmeleri için hem işlerini yeterince iyi, bilimsel ve özverili biçimde yapmalıdır, hem de takım
içindeki ilişkileri düzgün yönetmelidir.
Takım doktorları teknik ekiplerle birlikte bilimsel verileri mümkün olduğunca kanıta dayalı ve
istatistiksel olarak rakamlarla belirtmelidir. (Ör. sezon öncesi yapılan fiziksel muayeneler ve
tetkiklerle ilgili sonuçları, sezon içi daha önce yaşanmış yaralanama ile ilgili detay bilgileri, sezon
öncesi ve sezon içi sporcuya ait kuvvet ve kuvvet dengeleri, sporcunun aerobik ve anaerobik
dayanıklıklık kapasiteleri, koordinasyon ve denge ile ilgili durumu). Şüphesiz bu bilgi paylaşımını
teknik ekiple birlikte sporcuya da fikir birliği içinde yapmalıdır. Dünya bilimden bu kadar
yararlanırken, takım doktorları ellerindeki verileri takımın performansını daha fazla arttırmak, iş
gücünü mümkün olduğunca yukarıda tutmak için bilimsel veriler ışığında teknik ekiplere sunmalıdır.
Takım doktorunun teknik ekiple ilişkisi bir sezon başlamadan transfer edilecek sporcuların
planlamasıyla başlar. Sezon içinde sporcuların yaralanmalardan korumak amaçlı yapılacak
koruyucu hekimlik, sporcu yaralanmaları tedavileri (akut ve kronik), antrenman ve müsabaka
devamlılıkları, fiziksel performansları, yaptıkları spor branşına göre sporcuların fiziksel uygunluk
41
takipleri, beslenmelerinin ekip içi veya ekip dışı diyetisyenlerle planlanması ve izlenmesi, sporcu ve
teknik ekip arasındaki ilişkide köprülerin düzgün kurulması gibi görevler sayılabilir.
Takım içinde başarının gelmesi için sadece teknik ekip ve takım doktorunun değil, tüm takıma ait
bireylerin birbirlerine karşı gerek mesleki, gerekse insani sevgi ve saygı çerçevesi içerisinde
hareket etmeleri gereklir.
Anahtar sözcükler: Teknik ekip, takım doktoru, fiziksel performans, sporcu
SAĞLIK EKİBİ, SPORCU, TEKNİK EKİP ve YÖNETİCİ ARASINDAKİ ETİK DEĞERLER
Ethical issues between the medical and technical teams and the athlete
İsmail Başöz
Beşiktaş Jimnastik Kulübü, İstanbul
İletişim e-mail: [email protected]
Takım doktorunun yönetmesi gereken sadece tıbbi işlemler ve bunların tıbbi etik uzantıları değildir
Aynı zamanda oyuncu, antrenör, yönetici ve medya arasındaki ilişkilere de müdahil konumundadır.
Takımın medyada yer alış şekli, taraftar ve yöneticilerin beklentileri bu durumda önemli etkenlerdir.
Özellikle büyük miktarda ekonomik değerin söz konusu olduğu spor dallarında çok daha yoğun
baskı oluşmaktadır. Bu baskı sadece takım sağlık ekibine değil; oyuncuya, antrenöre ve
yöneticilere kadar uzanır. İşte en kritik alan burasıdır. Tüm takıma sirayet eden bu baskı yukarıda
sayılan birimlerin birbirleri üzerine de gergin ilişkiler kurmalarına yol açmaktadır. Takım doktoru bu
noktada hem sporcunun sağlığını, hem takımın hedeflerini birlikte göz önünde bulundurmak
durumunda kalır. Konuşmada bu ilişkilere ve etik niteliklerine değinilecek ve deneyimlerden
örnekler verilecektir.
Anahtar sözcükler: Spor hekimliği, sağlık ekibi, teknik ekip, yönetim, etik
SAĞLIK EKİBİ, SPORCU ve TEKNİK EKİP İLİŞKİLERİ
Relations between the medical team, athlete and technical team
Bülent Zeren
Özel Spor Travmatolojisi Kliniği, Karşıyaka, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Sağlık ekipleri sporda başarının elde edilmesinde teknik ekiplerin ardındaki en önemli güç
kaynaklarından biridir. Teknik ekipler bu güç kaynaklarından yararlanabildikleri oranda başarı
düzeylerini daha yukarılara taşırlar. Takım doktoru; fizyoterapist, beslenme uzmanı, psikiyatrist,
psikolog, masör, ilgili uzman doktorlar, biyomekanikçi, ortez uzmanı, teknik ekip ve bu ekip içindeki
performans uzmanı ve maç analisti ile bir ekip çalışması içinde olmalıdır. Bu interdisipliner çalışma
yaklaşımı, spor hekimliği pratiğinin de en temel kuralıdır.
Sağlık ekibinin üyeleri; teknik kadro, sporcu, yönetici ve personelle ölçülü ve iyi ilişkiler içinde olan,
güven ve saygı duyulan kişiler olmalı; tüm sporculara eşit davranmalı, ayrımcılık gözetmemeli,
sporcunun sağlığını tehlikeye atabilecek her türlü uygulamaya karşı çıkmalıdır. Bu konuşmada
sağlık ekibinin kendi içindeki, sporcularıyla ve teknik ekiple olan ilişkilerine çeşitli örnekler verilerek
bir farkındalık yaratılmaya çalışılacaktır.
Anahtar sözcükler: Sağlık ekibi, spor kulübü, sporcu, teknik ekip, sportif başarı
42
PANEL VII: SPOR BİLİMLERİ
Roundtable VII: Sport sciences
PERFORMANS YÜZMESİNDE FİZYOLOJİ
Physiology of performance swimming
Sanlı Sadi Kurdak
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Spor Fizyolojisi Bilim Dalı, Adana
İletişim e-mail: [email protected]
Performans sporcularının, yaptıkları işin doğası gereği, toplumdaki insanlardan çok özel bir
ayrıcalığı vardır. Üst düzey bir yarışmaya hazırlanan sporcu günde yaklaşık altı saat antrenman
yapabilmekte ve bu süreç içinde organizmasını sınırlarına kadar zorlayabilmektedir. Beklenti ise
uyum yanıtı yaratacak fizyolojik döngünün harekete geçirilmesidir. Anabolik ve katabolik sürecin
bütünü bir arada değerlendirildiğinde, tablonun ne ölçüde sıkıntılı olduğu da kendiliğinden ortaya
çıkar. Bireysel olması nedeniyle başarının doğrudan sporcunun fizik kapasitesine ve tekniğine bağlı
olduğu yüzme gibi spor branşlarında şans faktörünün ya da takım dayanışması gibi unsurların
başarıdaki katkısı ihmal edilebilecek kadar azdır.
Performans grubunun sağlık sorumluluğunu alan kişilerin birincil görevi deniz seviyesinde ya da
yüksek rakımda yapılan çalışmalarda yaklaşık dört aylık süreçlerde gerçekleştirilen antrenman
döngülerinde sporcuların tam sağlıklı olarak antrenmanlara katılmasını sağlamaktır. Başarının kısa
zaman aralıklarıyla belirlendiği bir disiplin olan yüzmede, istatistiksel olarak anlamlı olmasa bile,
yaratılacak en ufak farkın ciddi kazanımları olacağı açıktır. Ekip içinde bulunan bilim grubu, bilimsel
geçerliliği olmayan bilginin elemesini yaparak, sporcuya zarar vermeden, sporcu ve teknik ekibi
inandırarak çalışmasını sürdürmesi gerekmektedir.
Gerek karada, gerekse su içinde yapılan antrenmanların birbirlerini tamamlayıcı tarzda olması
hedeflenir. Bu çerçevede antrenman biliminin temel değişkenleri gözetilerek çalışmaların planlanması
gerekir. Antrenman sırasında yapılan ölçümlerle, özellikle yükleme dozlarının ayarlanmasında
teknik kadro ve sporcuya anlık geri besleme verilmesi, antrenman kalitesini belirleyen ana bileşendir.
Çalışmalar sırasında harcanan kalori kaybı değerlendirildiğinde beslenmenin de ciddi bir problem
olduğu unutulmamalıdır. Özellikle “gizli açlık” olarak tanımlanabilecek koşullar, sporcuların kamp
süresince karşılaştıkları en önemli sorunlardan biri olabilmektedir. Bu değişkenlerin bütünü bir
arada değerlendirildiğinde, gelişmenin vazgeçilmez bir parçasının ciddi, bilimsel ve sürekli çalışma
olduğu sonucuna ulaşılır. Sporda kalıcı başarılar ancak bu yönlü yapılanmaların kurumsallık
kazanmasıyla gerçekleşebilir.
Anahtar sözcükler: Yüzme, fizyoloji, yüksek performans, periyodizasyon, beslenme
VÜCUT KOMPOZİSYONU: ÖLÇÜM YÖNTEMLERİ ve SORUNLAR
Body composition: measurement methods and issues
Caner Açıkada
Hacettepe Üniversitesi, Spor Bilimleri Fakültesi, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
Vücut kompozisyonu normal popülasyonun yanı sıra sporcu popülasyonunda da sıkça merak
edilen bir özelliktir. Vücut yağ miktarı ile yağsız vücut kitlesi vücut kompozisyonu içerisinde ele
alınan önemli bileşenler olarak öne çıkmakla birlikte; vücut kompozisyonu bileşenlerinde antrenmana
bağlı değişimlerin iki bileşenli yapıdan hareketle gözlenmesi çoğu zaman zordur. Antrenman etkisini
gözlemlemek, kullanılan yöntemlere bağlı olarak farklılık sergilemektedir. Yöntemler incelendiğinde;
vücut kompozisyonu analizlerinde iki, üç, dört ve daha çok bileşenli modellerin kullanıldığı;
kullanılan modellerde ölçülen veya tahmin edilen bileşene bağlı olarak ölçüm hatalarının arttığı
gözlenmektedir. Benzer şekilde, geliştirilen yöntemlerde kullanılmış deneklerin heterojenliğine bağlı
olarak da ölçüm hata ve güvenilirliğinde sınırlılıkların ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.
Vücut kompozisyonunun belirlenmesinde; direkt ve endirekt ölçüm yaklaşımları bulunmaktadır.
Direkt yöntemler insan ve hayvan kadavralarında bir takım kimyasal işlemlerle doku miktarının
belirlenmesini içermektedir ve bu nedenle yaşayan canlılarda kullanımları olanaklı değildir.
43
Kadavralar üzerinde uygulanan direkt ölçümler endirekt model ve yöntemleri geliştirmede referans
olarak kullanılır. Endirekt ölçüm yöntemleri arasında; hidrostatik tartım, antropometrik ölçümler;
biyoelektrik empedans analizi, kızılötesi interaktans ve DEXA gibi çeşitli görüntüleme teknikleri
bulunur. Endirekt yöntemler, bir referans yöntemden yola çıkılarak geliştirilirler ve direkt olanların
yanı sıra bir kısım endirekt yöntemleri de referans olarak kullanırlar. Bu nedenle, referans alınan
popülasyona uymayan popülasyonlarda uygulanmaları hata kaynağı olabilir.
Saha koşullarında en yaygın kullanılanlar antropometrik ve bioelektrik empedans yöntemleridir. Bu
yöntemlerin önemli hata kaynağı, sporcu popülasyonlarında geliştirilmiş olmamalarıdır. Heterojen
popülasyonlar üzerinde geliştirilen yöntemlerde standard hata payı (SEE) oranı yüksek
olabilmektedir. SEE’nin yüksekliği; sporcu popülasyonunda antrenman etkisini izlemede sorun
yaratmaktadır. Biyoelektrik empedans yöntemlerinde ölçümün yapıldığı günün saati, ölçümü
yapılan deneğin hidrasyon durumu en önemli hata kaynaklarını oluşturur. Antropometrik
yöntemlerde ise en önemli hata kaynakları ölçüm yapılan bölgelerin belirlenmesindeki farklılıklar,
ölçüm araçlarının güvenilirlikleri, test edenlerin uzmanlıkları, tekrarlayan testlerin test saatleri ve en
önemlisi; geliştirildikleri referans modelde kullanılan deneklerin özellikleridir. Bu nedenle çoğu
yöntem; geliştirildikleri modele, kullanılan deneklere, ölçüm araçlarına, ölçümü yapanın
uzmanlığına, ölçülen bileşenlerin prediksiyon değerine bağlı olarak “kalıtımsal hata” bulundurur.
Sporcularda kullanınalacak yöntemlerin, ilgili spor dalı için geliştirilmiş olması önem taşımaktadır.
Anahtar sözcükler: Vücut kompozisyonu, modelleme, hidrostatik tartım, biyoelektrik empedans, referans yöntem
LAKTAT EŞİĞİ ÖLÇÜMÜ ve ANTRENMAN UYGULAMALARINDA METODOLOJİK PROBLEMLER
Methodological problems in the practice and measurement of the lactate threshold
Faruk Turgay
Ege Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Spor Sağlık Bilimleri Anabilim Dalı, Bornova, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Aerobik eşik (AT) ve anaerobik eşik (ANT) pratikte hem dayanıklılık antrenmanları için optimal
antrenman yükleri olarak, hem de antrenmanla dayanıklılık performansında meydana gelen
değişikliklerin izlenmesinde sıklıkla kullanılmaktadır.
Şiddeti gittikçe artan bir egzersiz esnasında kan laktat konsantrasyonlarının nonlineer artış
gösterdiği iki egzersiz yükünün olduğu kabul edilmektedir. İlki, 2.0 mM kan laktat derişimine denk
gelen egzersiz yükü olup buna AT, diğeri ise 4.0 mM kan laktat değerine denk gelen egzersiz yükü
olup buna da ANT ismi verilmektedir. ANT, orta ve uzun süreli aerobik dayanıklılık performansının
en iyi kriteri olarak kabul edilmekte olup onun prediksiyonu için kullanılmaktadır.
LT, progresif olarak artan yüklerde kan laktat ölçümü ile direkt olarak veya, doğruluğu tartışılmakla
birlikte, egzersize verilen solunumsal yanıtlar ve bazı solunum gazlarındaki değişimsel yanıtlar
kullanılarak ventilatuvar eşik (VT) olarak endirekt bir şekilde belirlenebilir. Direkt yöntemde; LT,
genellikle kesintili ve şiddeti giderek artan bir egzersiz esnasında belli zaman aralıklarında alınan
kan örneği laktatı ve kalp atım hızı (HR) ölçümlerinden belirlenir. Bu ölçümler laboratuvar veya
sahada çeşitli egzersiz protokolleri kullanılarak çeşitli araçlarla (koşu bandı, bisiklet, vb.) çim veya
toprak saha veya havuzda çeşitli gereçler yardımıyla gerçekleştirilmektedir.
Laktat değerleri; parmak ucu, kulak memesi gibi kanın alındığı yer; alınan kan numunesinin tipi ve
işleniş şekli; tam kan, serum, arterialize kan, hemolizli ya da hemolizsiz olması, analizde kullanılan
biyokimyasal yöntemler gibi birçok faktörden etkilenebilir. Sonuç olarak LT ölçümleri de kan laktat
ölçüm yöntemleri, kullanılan egzersiz protokolleri, kullanılan araç ve gereçler, ölçümün yapıldığı yer
ve çevre koşullarından etkilenir. Bahsedilen metodolojik farklılıklar LT’in ölçüm sonuçlarını ve
sahadaki uygulamaları tartışılabilir bir hale getirebilir. LT öçümlerini etkileyen faktörlerin dikkatle
göz önünde bulundurulmasının hatırlatılması hedeflendi.
Anahtar sözcükler: Kan laktat ölçümü, laktat eşiği, dayanıklılık performansı
44
KONFERANS VII: SPOR BİLİMLERİ ve SPOR ORGANİZASYONLARI
Plenary session VII: Sport science and sport organizations
ULUSLARARASI SPOR ORGANİZASYONLARINDA SAĞLIK HİZMETLERİ
Medical services during international sport organizations
Mesut Nalçakan
İzmir Büyükşehir Belediyesi Eşrefpaşa Hastanesi, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Olimpiyatlara aday olan ülkemizde son on yılda uluslararası üst düzey şampiyonalar ve spor
organizasyonları yapıldı. Akdeniz Oyunları, Universiade Yaz ve Kış Oyunları, EYOF Gençlik Oyunları;
atletizm, yüzme, basketbol branşlarında dünya şampiyonaları, vb. önemli deneyimler olarak başarı
ile gerçekleştirildi. Bu tür büyük organizasyonlarda sağlık ve dopingle mücadele önemli hizmet
alanlarıdır. Geçmiş Olimpiyatlar ve diğer uluslararası spor organizasyonları sağlık hizmetleri
verileri, ülkemizdeki organizasyonların hazırlık ve operasyonel dönemlerinde önemli referanslar
oluşturmuştur.
Dopingle mücadele ülkemizde yapılan uluslararası spor organizasyonlarında sağlık hizmetlerinin
bir çalışma alanı olarak yapılanmıştır. Sağlık yapılanmasında alt kırılım ana başlıkları; acil ve mobil
sağlık hizmetleri, poliklinik ve hastane hizmetleri, genel sağlık-gıda sanitasyon, insan kaynakları,
eğitim, malzeme yönetimi olarak sayılabilir. Hazırlık ve planlama döneminde dikkate alınan
parametreler olarak spor branş(lar)ının özellikleri, katılımcı sayısı, katılımcı özellikleri (yaş, cinsiyet,
vb.), mevsimsel özellikler, turnuvanın niteliği, tesislerin ve konaklama alanlarının yaygınlığı ve
özelliği, risk analizleri olarak sayılabilir. Olası bir Olimpiyata hazırlık çalışmaları açısından ülkemiz
sağlık ve dopingle mücadele hizmetlerindeki deneyim ve birikimi ile hazırdır.
Anahtar sözcükler: Olimpiyatlar, spor organizasyonları, sağlık hizmetleri, doping kontrol
TÜRKİYE’DE SPOR BİLİMLERİNİN GELİŞİMİ
The develepmont of sport sciences in Turkey
Gıyasettin Demirhan
Hacettepe Üniversitesi, Spor Bilimleri Fakültesi, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
Ülkemizde, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyetimizin 1980’li yıllarına kadar akademik disiplin
olarak spor bilimlerinin kurumsal varlığından söz edilemez. Bu döneme kadar yaygın kullanımı olan
ifadeler; “jimnastik”, “idman” ve “beden eğitimi”dir. Batı literatürüne bakıldığında ise bu kavramlara
ek olarak “hareket eğitimi” deyiminin kullanıldığı göze çarpmaktadır. Bilgi birikiminin neden olduğu
bakış açısı bu şekilde olunca, insanın sağlıklı gelişimi ve performansını arttırmasına katkıda
bulunacak bilimsel çalışmalar da, “konu alanını bilen otorite”, katı disipline dayalı pedagoji ve
bireyin kapasitesi üçgeninde şekillenmiştir.
Bu durumun batı dünyasında 1960’larda değişmeye başladığı ve alana ilişkin olarak fizyoloji,
biyomekanik, sosyoloji, psikoloji ve bireyin özelliklerine odaklanan pedagojinin geliştiği görülmektedir.
Diğer bir deyişle; nesnel, genellenebilir, denemeye dayalı sistematik çalışmaların başlamasıyla
insan hareketine ilişkin bakış açısında da değişmelerin başladığı, bu gelişmelerin insanın gelişimi
ve sağlığına olumlu katkıda bulunan teknik ve yöntemler önerdiği ve de gelişen yöntem ve tekniklerin
insanın sınırlarını zorlayan üst düzey performans ekinliklerine ciddi katkılarda bulunduğu söylenebilir.
Ülkemizde ise bu tür çalışmaların 1980’li yılların sonu ve 1990’lı yılların başında somutlaştığı
görülmektedir. Dünyada alanımızın günümüzdeki durumu incelendiğinde ise, spor bilimleri adının
yaygın olarak tek başına ya da egzersiz ve hareket ile birlikte kullanıldığı göze çarpmaktadır.
Bilimsel çalışma alanları ise yaygın olarak egzersiz ve spor fizyolojisi, biyomekanik, antrenman
bilimi, sporcu beslenmesi, egzersiz ve spor psikolojisi, spor sosyolojisi ve spor pedagojisi şeklinde
ele alınmaktadır.
Anahtar sözcükler: Spor bilimleri, beden eğitimi, egzersiz, hareket bilimleri, Türkiye
45
MAKEDONYA’DA SPOR BİLİMLERİNİN GELİŞİMİ
The development of sport sciences in Macedonia
Metin Dalip
State University of Tetova, Faculty of Physical Education, Tetova, Macedonia
İletişim e-mail: [email protected]
Makedonya’da spor bilimleri; eski Doğu Bloku ekseninde Yugoslavya Sosyalist Federatif
Cumhuriyetlerinin bir parçası olarak, Yugoslavya Spor Bilimleri oluşumlarının doğrultusu üzerinde
yürümüştür. Makedonya Cumhuriyeti 1991 yılında bağımsızlığını kazandıktan sonra kendi
kurumlarını oluştururken, Makedonya’da spor bilimleri de aslında eski Yugoslavya döneminde
varolan Az. Kiril ve Metodiy Üniversitesi içinde Beden Eğitimi Fakültesi başta olmak üzere; Tıp
Fakültesi Fizyoloji ve Antropoloji Enstitüsü Spor Hekimliği programı, Spor Hekimliği Enstitüsü,
Makedonya Olimpik Komitesi, Spor Federasyonları, Makedonya Okul Sporu Federasyonu ve
Makedonya Spor Bakanlığı -şimdiki ismiyle Makedonya Spor ve Gençlik Ajansı- çerçevesi içinde
gelişim dinamiklerini gerçekleştirmiştir.
Beden Eğitimi Fakültesi ile Spor Hekimliği Enstitüsü ve Fizyoloji ve Antropoloji Enstitüsü
yürüttükleri spor hekimliği uzmanlığı programlarında 15 spor hekimi uzmanı yetiştirmiştir. Spor
bilimlerinin fizyoloji dalında yapılan araştırmaların büyük bölümü de bu enstitülerde
gerçekleşmektedir. Sporcu muayeneleri de bu iki kurumda yapılmaktadır.
Beden Eğitimi Fakültesinde ise lisans, yüksek lisans ve doktora eğitim programları yürütülmektedir.
Beden Eğitimi Öğretmenliği, Antrenörlük ve Spor Yönetimi ve Rekreasyon uzman kadroları
yetiştirilmektedir. Yüksek lisans ve doktora programlarında kinesiyoloji alanında master ve doktora
unvanları verilmektedir. Araştırma konularının %70’ini antropometrik ölçümler; kaba ve ince motor
beceri testlerinin antropometrik ölçümler ile ilişkisi ve branşlara göre etkileşimleri ve etkileri
araştırılmaktadır.
Beden Eğitimi Fakültesine bağlı Beden Eğitimi Pedagogları Dergisi spor alanında yapılan bilimsel
araştırma makalelerini yayınlamaktadır. Makedonya Okul Sporları Federasyonunun her yıl organize
etiği sempozyumlarda spor alanında yapılan bilimsel araştırmalar sunulmakta ve yayınlanmaktadır.
Yakın zamanda, 2012 yılından itibaren Üsküp Beden Eğitimi Fakültesinde Fiziksel Aktivite, Spor ve
Sağlık adında yeni bir spor bilimleri dergisi İngilizce dilinde yayın hayatına geçmiştir. Gayrı resmi
olarak 1994 yılından itibaren; resmi olarak ise 2004 yılında kurulan Tetova Devlet Üniversitesi
bünyesinde Arnavut dilinde eğitimin görüldüğü ikinci Beden Eğitimi Fakültesi faaliyete geçmiş
bulunmaktadır.
Tetova Devlet Üniversitesi yeni kurulan bir kurum olmasına rağmen Avrupa Birliğinin sağlamış
olduğu Tempus projesi çerçevesi içinde spor ve sağlık alanında üç master öğrencisini Avrupa’nın
tanınmış spor bilimleri kurumlarında eğiterek iyi bir kadro yetiştirme yolundadır. Var olan kadro da
Tempus projesi hedeflerinde olan bu merkezlerde eğitim alma şansına sahip oldular. Aynı proje
içeriğinde kendi plan ve programlarında Avrupa’da spor bilimleri kurumları tarafından önerilen
değişiklikleri yapılarak 2010 yılından bu yana Avrupa Spor Bilimleri programlarının uyarlaması
gerçekleştirilmektedir. Bu kurumdan mezun olan öğrencilerin diplomaların Avrupa’daki merkezlerce
tanınması Tempus projesi garantisiyle sağlanmaktadır.
Elit sporlardan güreş, karate ve hentbolda, zaman zaman da basketbolda kayda değer sonuçlar
alınmıştır. Özellikle hentbolda 2003 yılında Kometal Gjorce Petrov kız hentbol takımı Avrupa
Şampiyonu olmuştur. Son zamanlarda da Metalurg ve Vardar erkek hentbol takımları EHF
Şampiyonlar liginde belirgin başarılar elde etmektedirler.
Anahtar sözcükler: Spor bilimleri, Makedonya, Tempus projesi, üniversite
46
PANEL VIII: SPOR HEKİMLİĞİ POLİKLİNİĞİNDE HASTAYA YAKLAŞIM
Roundtable VIII: Approach to the sports medicine out-patient
SPORCU ANAMNEZİ
Anamnesis of the athlete
Canan Gönen Aydın
Baltalimanı Kemik Hastanesi, Spor Hekimliği Birimi, İstanbul
İletişim e-mail: [email protected]
Sporcunun anamnezi alınırken özellikle şu sorular sorulup saptamalar yapılmalıdır:
1- Spora katılımda daha önce herhangi bir nedenle doktor tarafından sınırlama veya yasak oldu mu?
2- Egzersiz sırasında veya sonrasında;
a- Zor nefes alma
b- 2 km koştuktan sonra başlayan nefes darlığı
c- Öksürük (artan), hırıltılı solunum veya hızlı nefes alma ihtiyacı
d- Bronşit, astım, pnömoni olunduysa
i . İlaç ile kontrol varlığı
ii. Baş dönmesi, bayılma, bayıla-yazma geçirme
3- Egzersiz sırasında arkadaşlarından daha çok yorulur veya daha kısa zamanda nefesi kesilir mi?
4- İlaç, polen, besin ya da arı sokması, mevsimsel allerjisi (saman nezlesi) var mı?
5- Aşağıdaki ortopedik durumlardan biri oldu mu?
a- Eklem ve kemiklerde kırık, çıkık, burkulma varlığı
b- Hiç stres kırığı teşhisi konuldu mu?
c- Düzenli olarak herhangi bir koruyucu ekipman kullanıldı mı?
6- Vücutta şişlikler (koltuk altında, kasıklarda, boyunda), ağrı, herni oldu mu?
7- Kafa ile ilgili olarak;
a- Kafa travması veya bir hekimin değerlendirmesi gereken beyin sarsıntısı geçirildi mi?
b- Bilinç kaybı oldu mu?
c- Sık ve tekrarlayan baş ağrıları, denge kaybı var mı? (egzersiz dışında veya birlikte)
d- Bulanık veya net görememe var mı?
e- Işık ve gürültüye hassasiyet var mı?
f- Hiç nöbet geçirildi mi, epilepsi hikâyesi var mı?
8- Herhangi bir reçete edilen ilaç, bitkisel ürün veya besin takviyesi varlığı
9- Doğuştan olmayan ya da sonradan kaybedilen organ var mı? (göz, böbrek, testis, yumurtalık, vb.)
10- Kalple ilgili olarak;
a- Kalp sorunları için spor da kısıtlama oldu mu?
b- Egzersiz sırasında göğüste rahatsızlık, ağrı, yanma, basınç ve sıkıştırma hissedildi mi? Bu
nedenle egzersizi bırakmak zorunda kalındı mı?
c- Egzersiz sırasında dudaklarda hiç morarma oldu mu?
d- Doktoru hiç kalp sorunu olduğunu söyledi mi? (hipertansiyon, enfeksiyon, Kawasaki hastalığı,
üfürüm ,yüksek kolesterol, diğer)
e- Doktoru herhangi bir kalp testi istedi mi? EKG, stres EKG, EKO, Holter
f- Egzersiz sırasında veya sonrasında nedeni açıklanamayan bayılma/bilinç kaybı oldu mu?
g- Kalbin çok hızlı veya normalden değişik attığı fark edildi mi? Kalpte durup dururken
hızlanma/yavaşlama oldu mu?
h- Egzersiz süresince açıklanamayan; zor nefes alma ya da yorulma yaşandı mı?
i- Son bir ay içinde miyokardit veya mononükleoz gibi viral bir enfeksiyon geçirildi mi?
11- Ailede;
a- Nedeni açıklanamayan ani ölüm varlığı? (SIDs, trafik kazası, boğulma)
b- Egzersiz sırasında veya sonrasında ölüm oldu mu?
12- Yapılan sporla ilgili olarak kilo değişiklikleri nelerdi?
13- Kadın ise; a. İlk adet dönemi ne zamandı?
b. En son ne zaman adet geçirildi?
14- Erkek ise;İnmemiş testis var mı?
Anahtar sözcükler: Sporcu, spor, anamnez, ani ölüm, soygeçmiş
47
SPOR YARALANMALARINDA FİZİK MUAYENE
Physical inspection in sports injuries
Mehmet Mesut Çelebi
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
Spor yaralanmaları sonrasında yapılacak fizik muayenede bazı genel ilkeler takip edilmelidir. Fizik
muayene mutlaka boy, kilo ve mümkünse vücut yağ oranı ölçümünü içermelidir. Muayenenin
sonunda ayırt edici tanılar ve muhtemel kolaylaştırıcı faktörler düşünülmelidir. Fizik muayenenin
temel prensipleri şunlardır:
• Fizik Muayenede bir sıra oluşturmak. Her bir eklem, bölge veya sistem muayenesi için belli bir
sıra oluşturmak muayene eden kişiye bir alışkanlık kazandıracak ve sırada ne vardı diye
konsantrasyonu bozulmayacaktır. Bu sıranın şöyle olması önerilir: inspeksiyon, palpasyon, aktif
ve pasif ROM, bağ testleri, kuvvet testleri, bölgeye ilişkin özel testler, omurga muayenesi,
nörodinamik testler (SLR, Slump test, Thomas test, üst ekstremite), biyomekanik muayene.
• İki taraflı muayene. Gerekli olduğu durumlarda (bağ esnekliği, kas tonusu, eklem hareket
açıklığı gibi) karşı taraf mutlaka muayene edilmelidir.
• Muhtemel yaralanma nedenlerini düşünmek. Sadece yaralanmış bölgeyi muayene etmek
yetmeyebilir. Yaralanma bölgesinin proksimal ve distalindeki eklem, kas ve diğer yapıları
muayene edip muhtemel predispozan faktörleri aramak gerekir.
• Hastanın semptomlarını tekrar oluşturmaya çalışmak. Aktif ve pasif hareketlerle veya
palpasyon ile hastanın semptomlarının tekrar oluşturulması başarılabilirse tanı açısından
yararlı olur.
• Bölgesel olarak dokuların değerlendirilmesi. Ağrı bölgesindeki eklem, kas ve nöral dokuları
hassasiyet ve eklem hareket açıklığı açısından değerlendirmek gerekir.
• Omurga mutlaka muayene edilmelidir. Alt ekstremite yaralanmalarında lomber omurga, üst
ekstremite yaralanmalarında ise servikal omurga mutlaka muayene edilmelidir.
• Biomekanik muayene. Aşırı kullanım yaralanmalarının en büyük nedenlerinden biri de
biomekanik bozukluklardır. O nedenle aşırı kullanım yaralanmalarında mutlaka yapılmalıdır.
• Fonksiyonel testler. Şayet yapılacak bir manevra ile sporcuda ağrı tekrar oluşturulabiliyorsa, bu
durum ağrının açıklanmasına yardımcı olabilir. Bu bir çömelme, sıçrama, uzun atlama veya
koşma olabilir. Bazen antrenmanı canlı veya videodan izleme yararlı olabilir.
Anahtar sözcükler: Spor yaralanmaları, fizik muayene, spor hekimliği
SPORCUDA KARDİYOLOJİK MUAYENE
Cardiologic examination of the athlete
Mustafa Onur Serbest
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Isparta
İletişim e-mail: [email protected]
Baş ve yüz: Al yanak, mor dudak, aydede yüz, buffalo ensesi Cushing sendromunu anımsatır.
Musset belirtisi aort yetmezliğini, Pelerin şeklinde ödem VCSS’nu, xantalesma hiperlipidemiyi
düşündürmelidir. Egzofalmi hipertiroidiyi çağrıştırır. Arkus senilis gençlerde ateroskleroz belirtisidir.
Yüzde kelebek şeklinde döküntü SLE düşündürür. Gözler, gözdibi: Pulsatil egzoftalmi TY’ni, mavi
sklera osteogenezis imperfekta aort yetmezliğini, göz dibi Roth lekeleri enfektif endokarditi, papilla
ödemi malign hipertansiyonu, hipertelorizm Noonan sendromunu (TY) düşündürmelidir.
Deri ve müköz membranlar: Santral siyanoz sağdan sola şantı, periferik siyanoz kalp yetmezliğini,
periferik damar hastalığını çağrıştırır. Derinin bronz pigmentasyonu, hemokromatoz kalpte restriktif
CMP belirtisi olabilir. Ksantom hiperlipidemiyi akla getirmelidir.
Ekstremiteler: Boy kısalığı, kısa saç hududu Turner sendromunu (aort koarktasyonu); araknodaktili
Marfan sendromunu, kapiller nabazın “quinck” belirtisi aort yetmezliğini düşündürmelidir. Çomak
parmak siyanotik kalp hastalığını, osler nodülleri İE’yi çağrıştırmalıdır. Göğüs ve karın: Fıçı göğüs
amfizemi, pectus karinatus, excavatus PHT’nu düşündürmelidir. Karında asit kronik kalp
yetmezliğini akla getirmelidir.
48
Kan basıncının ölçülmesi: Üst ekstremite kan basıncı yüksek, alt ekstremite kan basıncı düşük
ise aort koarktasyonu düşünülmelidir. Alt ekstremite sistolik kan basıncı üst ekstremiteye göre 20
mm Hg’dan daha fazla yüksekse Hill belirtisi, aort yetmezliği akla gelmelidir. Kollar arasında 10 mm
Hg’dan fazla tansiyon farkı subklaviyen arter darlığı, supravalvüler aort darlığını çağrıştırmalıdır.
Arteriel nabız: Dakikada 60’ın altı bradikardi, 100’ün üstü taşikardidir. Pulsus parvus et tardus aort
stenozunu, pulsus filiformis hipotansiyonu, şoku, “corrigan” nabız aort yetmezliğini; pulsus defisitus
AF’nu akla getirmelidir. Pulsus paradoxus kalp tamponadı için karakteristiktir. Jügüler venöz nabız:
Boyun ven muayenesi ile venöz basıncın derecesi, venöz dalganın dizgesi saptanabilir. HJR TY,
sağ kalp yetmezliğini düşündürmelidir.
Kalbin palpasyonu: Kalp tepesinin yeri belirlenmelidir. Tüm kalp odaklarında tril aranmalıdır.
Perküsyon: Kardiyomegalilerde rölatif ve mutlak matite büyümüştür. Matitenin küçülmesi amfizem
ve pnömotoraksı; kalp üzerinde kasket şeklinde matite aort anevrizmasını düşündürür.
Anahtar sözcükler: Sporcu kalbi, aort stenozu, mitral stenoz, hipertansiyon, aort yetmezliği, mitral valf
prolapsusu, egzersiz
HAREKET SİSTEMİ MUAYENESİ
Locomotor system examination
Seher Çağdaş Şenışık
Yeşilyurt Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi, Spor Hekimliği, İzmir
İletişim e-mail: [email protected], [email protected]
Spora katılım öncesi değerlendirmenin de önemli bir parçası olan kas iskelelet sistemi ya da
hareket sistemi muayenesini genel hatları ile kısaca hatırlatalım. Hareket sistemi muayenesi iyi bir
anamnezden sonra inspeksiyon, palpasyon, eklem hareket açıklığı ölçümü, bazı spesifik testler ve
nörolojik değerlendirmeyi içeren bir fizik muayenedir.
Çoğunlukla sadece hastadan dinlenen öykü bile kafamızda hastalığın tanısı hakkında ciddi bir fikir
oluşturur. Örneğin, travma sonrası oluşan bir problemde yaralanmanın oluş mekanizması önemli
iken, travma olmaksızın ortaya çıkan bir ağrıda hastanın mesleği, uğraştığı spor önemli olabilir.
Bunların dışında ağrıya yol açan hareketler, ya da ağrıyı geçiren pozisyonlar neler; şikayetler ne
kadar süredir devam ediyor; uyuşukluk, kuvvetsizlik hissi gibi nörolojik disfonksiyonu gösteren bir
bulgu var mı gibi sorular, hastanın hangi taraf ekstremitesinin dominant olduğu anamnezde sorulması
gerekenler arasındadır.
Doğru sorularla olası tanıları belirledikten sonra fizik muayeneye geçilir. Muayene hasta odaya
girerken gözlemle başlar. Hastanın yardımsız yürüyüp yürüyemediği, yürüme şekli, yüz ifadesi,
duygulanımı, postürü ve yardımcı cihaz kullanıp kullanmadığına bakılır. Muayenede yalnızca
hastanın yakındığı bölge değil, ilgili olabilecek kas iskelet sistemi bölgesi değerlendirilmelidir.
İnspeksiyonda şişlik, asimetri, anormal eklem konturu, deformite olup olmadığına bakılır. Postür
bozukluğu değerlendirilir. Palpasyonda ise hem kemik, hem yumuşak dokular değerlendirilmelidir.
Hassasiyet, ısı artışı, efüzyon, ele gelen kitle varlığı, kitlenin sert ya da yumuşak olup olmadığı,
krepitasyon varlığı palpasyonla saptanabilecek bulgular arasındadır.
Fizik muayenin bir diğer aşaması eklem hareket açıklığının kontrolüdür. Eklem hareket açıklığı
hem aktif hem de pasif olarak değerlendirilmelidir. Böylelikle, eklem ve kas patolojileri daha rahat
ayırt edilebilir. Eklem hareket açıklığı bazı testler ile kombine hareketler yaparak daha kolay ve
pratik olarak gözlenebilir. Örneğin, kalça eklemi değerlendirilirken kullanılan faber ve fadir tesleri;
omuzu değerlendirirken kullanılan apley stretch testi gibi. Bunun dışında hastanın ağrı hissettiği
hareket açıklığı anlamlıdır. Örneğin hastanın 45-60°’lerde omuz abduksiyonu ile ağrısı yokken
bundan sonra ağrısının artması ve 120°’nin üstünde ağrının geçmesi glenohumeral eklem patolojilerini
düşündürüken, 170°’ye kadar ağrısızken, bundan sonra ağrının varlığı akromioklaviküler patolojiler
açısından uyarıcı olmalıdır.
Fizik muayenede bir diğer adım izometrik dirençli hareketlerle ve spesifik testlerle patolojilere daha
spesifik yaklaşımdır. Slaytlarda birkaç spesifik test örneği verilmektedir. Sonraki aşama nörolojik
değerlendirmedir. Özellikle de nörolojik disfonksiyon olabileceğinin düşünüldüğü durumlarda,
örneğin travma sonrası sinir hasarı, bel problemleri, brakial pleksus patolojileri, karpal tünel
49
sendromu gibi durumlarda mutlaka duyu-kuvvet değerlendirmesi yapılmalı, refleksler kontrol
edilmeli ya da o sinir tutulumuna yönelik özgün testler uygulanmalıdır.
Anahtar sözcükler: Hareket sistemi, fizik muayene, inspeksiyon, eklem hareket açıklığı, sporcu
SPOR HEKİMLİĞİ POLİKLİNİĞİNDE OBEZ HASTA MUAYENESİ
Obese patient examination in the sports medicine clinic
Soner Akkurt
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Kayseri
İletişim e-mail: [email protected]
Obezite mültifaktöryel etmenlerle oluşan önemli bir sağlık sorunudur. Bu nedenle obez hastaların
endokrinolog, diyetisyen, spor hekimi ve gerekirse psikolog tarafından değerlendirilmesi gerekir.
Obezite için polikliniğe başvuran hastanın öncelikle endokrin bir sorunu olup olmadığı
araştırılmalıdır. Bu amaçla hipotalamik hastalıklar, Cushing sendronu, tiroid hastalıkları, polikistik
over sendromu, hipogonadotropik hipogonadizm ve insülin direnci açısından hastanın endokrin
değerlendirilmesi gerekmektedir.
Endokrin hastalıklar için tetkikler yapılırken hemogram, sedimantasyon, karaciğer enzimleri, lipid
profili, üre ve kreatin incelemelerinin de yapılmasında yarar vardır. Bu tetkikler hastaya verilecek
diyet ve egzersiz için önemlidir. Endokrin nedenler ekarte edildikten sonra aşırı kaloriye bağlı
obezite tanısı ile spor hekimliğine gelen hastanın boy, kilo, yaş, cinsiyet, meslek, sosyokültürel ve
genetik özellikleri kaydedilir. Vücut yağ oranı ve BMI hesaplanır. Daha sonra bel ve kalça ölçümleri
yapılır.
Bazal metabolizma hızı hesaplanarak kişinin günlük aktivitelerinde düzeltme yapılır ve günlük
kalori gereksinimi saptanır. Bulunan değer kişinin bir günde harcadığı kalori miktarıdır. Bu
değerden günlük ortalama 300-350 kcal az olacak şekilde diyet düzenlenmesi için hasta
diyetisyene yönlendirilir (350x7=2450 kcal/hafta). Bunun yanısıra günlük ortalama 250-300 kcal
enerji yakacak aerobik egzersiz programı düzenlenir (250x5=1250 kcal/hafta). Programa
başlangıçta haftada üç gün ile başlanıp daha sonra beş güne çıkılmalıdır. Haftalık ortalama 35004500 kcal’lik negatif kalori dengesi sağlanmalıdır. Bu haftada 0.5 kg vermek anlamına gelir.
Verilen egzersiz programı kişiye göre düzenlenmelidir. Önceden hiç egzersiz yapmayan biri için
yürüme ve bel-kalça için ev jimnastiği aktiviteleri verilmelidir. Ancak spor geçmişi olan ve bir
branşta spor yapmak isteyen kişi istediği spora yönlendirilir. Bu sırada kardiyak muayene, kas
iskelet sistemi muayenesi ve EKG değerlendirmesi yapılmalı ve verilecek egzersizin nabız hızına
göre şiddeti, günlük süresi ve haftalık tekrar sayısı belirlenmelidir.
Hastanın ayda ortalama 2 kg vermesi planlanır. Başlangıçtaki kilodan hedef kilo çıkartılarak
verilmesi gereken kilo bulunur ve bu kiloları kaç ayda vereceği saptanır. Hastanın başlangıçta hızlı
kilo vereceği, bir süre sonra bunun azalacağı, ancak verilen programa mutlaka uyması gerektiği
vurgulanır ve ayda bir kontrole çağrılır. Hasta kontrole geldiğinde kan değerleri, kilo, BMI, bel ve
kalça ölçümleri, günlük kalori hesabı tekrarlanır. Verilen kilo değerlendirilerek egzersiz programı ve
diyet gözden geçirilerek gerekli düzeltmeler yapılır. Hedeflenen kiloya gelindikten sonra günlük
kalori gereksinimi ile alınan kalori eşitlenmelidir.
Egzersiz ve diyet programlarının başarısız olmasının en önemli nedeni, bir süre sonra bırakılmalarıdır.
Bu nedenle her iki programın da bir yaşam tarzı haline getirilmesi gerektiği hastaya mutlaka
anlatılmalıdır. Egzersiz programlarından sonra kişinin bir miktar iştahının artacağı bu nedenle bu
evrede fazla kalorili gıdalar alınmaması gerektiği belirtilmelidir. Hastaların bol su içmeleri
sağlanmalıdır. Egzersiz yaparken terlemeyi engellemeyen giysilerin giyilmesi önerilmeli, terleme ile
kilo vermenin ilişkili olmadığı hastaya anlatılmalıdır.
Verilen aerobik egzersiz aktivitelerine bir süre sonra kas güçlendirme egzersizleri de eklenmeli,
böylece kas kütlesi arttırılarak bazal metabolizma hızlandırılmalıdır. Obez çocuklar mutlaka bir spor
branşına yönlendirilmelidir. DM ve hipertansiyon, koroner arter hastalığı olanlar için ilgili
bölümlerde gerekli kontroller sağlanmalı; BMI>40 olan hastalara egzersizle sonuç alınamıyorsa ilaç
tedavisi veya cerrahi tedavi seçenekleri anımsatılmalıdır.
Anahtar sözcükler: Obezite, muayene, spor hekimliği, egzersiz
50
KRONİK HASTALIK RİSKİNİN SAPTANMASI
Determining the risk of chronic disease
Gürhan Dönmez
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
Düzenli egzersiz yapan, fiziksel aktif bireylerde kronik hastalıkların görülme sıklığı daha nadir
olmasına rağmen; spor hekimliği polikliniğine başvuran profesyonel sporcular ya da rekreasyonel
olarak spor yapan bireylerde nadiren de olsa çeşitli kronik hastalıklar saptanabilir. Diyabet,
hipertansiyon, obezite ve dislipidemi gibi metabolik hastalıkların yanı sıra koroner kalp hastalıkları,
anemiler, tiroid hastalıkları, osteoporoz gibi hastalıklar için erken tanının öneminden dolayı dikkatli
alınmış bir anamnez ve detaylı aile öyküsü çoğu zaman hekime yol gösterici olur. Hasta veya
sporcunun yaşı, sosyo-ekonomik durumu, alışkanlıkları (sigara, alkol kullanımı, vs.), beslenme
özellikleri, kullanılan ilaçlar ve çevresel faktörlerin kronik hastalık gelişiminde rolü olduğu
bilinmektedir. Konuya ilşkin açılımlar burada değerlendirilecektir.
Anahtar sözcükler: Kronik hastalıklar, hipertansiyon, dislipidemi, obezite, diyabet, egzersiz
51
52
Serbest Bildiriler
53
54
SERBEST BİLDİRİLER I (Free communications I)
S-01
ÖN ÇAPRAZ BAĞ TAMİRİNİN ALT EKSTREMİTE BİYOMEKANİĞİNE ETKİSİ
Effect of ACL reconstruction on lower extremity biomechanics
Özlem Kılıç1, Ahmet Alptekin1, Fatma Ünver Koçak1, Eylem Çelik1, Semih Akkaya2
Pamukkale Üniversitesi 1Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Hareket ve Antrenman Anabilim Dalı, 2Tıp Fakültesi,
Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, Denizli
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Çalışmanın amacı, ön çapraz bağ (ÖÇB) tamiri geçirmiş ve herhangi bir alt ekstremite
yaralanması olmayan erkek futbolcular arasındaki kinematik ve kinetik farklılıkların araştırılmasıdır.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya yaş ortalamaları 23.1±3.6 yıl, boy ortalamaları 1.77± 0.05 m, vücut
ağırlığı ortalamaları 83.9±11.8 kg olan 11 hasta ve aynı ortalamaları 22.2±2.5 yıl, 1.78±0.03 m ve
74.4±6.1 kg olan dokuz sağlam sporcu gönüllü olarak katıldı. Deneklerin kinematik ve kinetik
parametrelerinin değerlendirilmesi için hastalarda ameliyat geçirdikleri bacakları ile, sağlıklı
olanlarda ise dominant bacakları ile 0.20 m yüksekliğinde bir kasadan kuvvet platformu üzerine
düşerek sıçrama hareketi yaptırıldı. Deneklerin sıçrama hareketinin üç boyutlu kinematik analizleri
için SIMI Motion v7.5 hareket analizi paket programı, kinetik analizleri için kuvvet platformu
kullanıldı. Bireylerin sıçrama performanslarına ilişkin diz fleksiyon açısı, yer tepki kuvveti, yer tepki
moment değerleri incelendi.
Bulgular: Verilerin istatistiksel analizlerinde gruplar arası farklılıklar t-test ile p<0.05 anlamlılık
düzeyinde; diz fleksiyon açısı, kuvvet ve moment parametreleri arasındaki ilişkiler ise Pearson
korrelasyon analizi ile p<0.01 anlamlılık düzeyinde belirlendi. Analizler sonucunda gruplar ve
değerlendirilen parametreler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı.
Sonuç: Bu bulgular ışığında, sporcuların geçirdikleri ön çapraz bağ tamiri ameliyatı ve sonrasında
aldıkları fizik tedavi sürecinin başarılı olduğu söylenebilir.
Anahtar sözcükler: Ön çapraz bağ, kinetik, kinematik, hareket analizi, kuvvet platformu, futbol
S-02
PERONEUS BREVİS SPLİT SENDROMUNDA ORTOKİN TEDAVİSİ: OLGU SUNUMU
Orthokine therapy in peroneus brevis split syndrome: case study
Nevzad Denerel1, Seçkin Şenışık2, Tahsin Beyzadeoğlu3
1
Gaziantepspor Kulübü, Spor Hekimliği Birimi, Gaziantep
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, İzmir
3
Beyzadeoğlu Spor Yaralanmaları Kliniği, Ortopedi ve Travmatoloji Birimi, İstanbul
İletişim e-mail: [email protected]
2
Giriş: Peroneus brevis tendonunun lateral malleolun alt ucuna denk gelen retrofibular oluk
bölgesini kat ettiği bölgede intratendinöz longitudinal yırtık olması, peroneus brevis split sendromu
(PBSS) diye adlandırılır. Ortokin tedavisi, hastanın kendi kanı kullanılarak elde edilen otolog
proteinlerin hastaya enjekte edilmesidir. Ortokin ile 30 kat daha konsantre interlökin-1-reseptör
antagonisti (IL-1Ra) üretilir ve en sık osteoartirite bağlı eklem ağrıları ve sırt ağrılarında kullanılır.
Günümüzde kas ve tendon yaralanmalarında da kullanılmaktadır.
Olgu: Erkek profesyonel futbolcu (31 yaş), çim sahada 200’ün üzerinde tek ve çift ayak yüksek
sıçrama içeren dinamik kuvvet antrenmanı yaptığı sırada sağ ayak bileğinde minimal inversiyon
burkulması olduğunu, ama antrenmana devam ettiğini belirtti. Sonrasında ayak bileği dış tarafında
ağrı ve şişlik fark etmiş, buz uygulaması ile şişliği azaltarak üç gün süreyle antrenmanları sürdürmüş,
ağrılarının artması üzerine kliniğe başvurmuştu. Ayrıntılı fizik muayene ve radyolojik görüntülemelerin
ardından sublükse olmayan PBSS tanısı kondu.
Tedavi: Konservatif yaklaşım ile istenilen gelişmenin gözlenmemesi üzerine konsülte edilen olguya
cerrahi tedavi önerilmemesi sonucu ortokin tedavisi uygulanmasına karar verildi. Gün aşırı toplam
dört doz enjeksiyon uygulandı. Olgu ilk yaralanmadan dört, ortokin tedavisinin tamamlanmasından
bir hafta sonra ağrılarından bütünüyle kurtulmuş olarak takımla birlikte çalışmalara katıldı.
55
Tartışma ve sonuç: Literatür incelendiğinde PBSS tedavisinde ortokin uygulaması ile ilgili makale
bulunamadı. Bu olgu, konservatif tedaviye yanıt vermeyen PBSS için cerrahi girişim planlanmadan
önce ortokin tedavisinin denenebileceğini ortaya koymaktadır.
Anahtar sözcükler: Peroneus brevis split sendromu, peroneal tendon yaralanmaları, ortokin
S-03
TROMBOSİTTEN ZENGİN PLAZMA ENJEKSİYONUNUN GECİKMİŞ KAS AĞRISINDA
HEMATOLOJİK PARAMETRE ve ENFLAMASYON YANITI: OLGU ÇALIŞMASI
Hematological parameter and inflammatory responses of PRP injection in DOMS: case study
Onur Oral1, Nadir Özkayın2, Ramazan Aydınoğlu1, Rana Varol1, Zekine Pündük3
Ege Üniversitesi, 1Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, 2Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı,
İzmir; 3Balıkesir Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Balıkesir
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Aşırı yüklenme gerektiren egzersizler kas hasarına ve gecikmiş kas ağrısına
(GKA) neden olarak kas performansını olumsuz yönde etkiler. Enflamasyon yanıtı ve kas hasar
enzimleri kasın tekrar yapılandırılmasında önemli rol oynar. GKA’nın azaltılmasında trombositten
zengin plazma (TZP) yönteminin kas hasarı enzimlerine ve kan hematolojik parametrelerine etkisi
belirsizdir. Bu çalışmada TZP yönteminin GKA ile ilişkili hematolojik parametreler ve hasar
enzimlerine olası etkilerinin takip edilmesi amaçlandı.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya 18-27 yaşlarında beş sağlıklı erkek gönüllü katıldı. Dinlenik
durumda dirsek fleksör maksximal izomerik kuvvetleri ölçüldü. Daha sonra biceps kasına tükenene
kadar maksimal konsantrik/eksantrik egzersiz uygulandı. Bir gün sonra gönüllülerin 8 ml kanları
alınarak, kit yöntemiyle zenginleştirilen 4 ml TZP biceps kasına ağrılı bölgesine enjekte edildi.
Egzersiz öncesi ve sonrasında dört gün boyunca kan örneği alınarak hemogram parametreleri,
serum kreatin kinaz (CK), laktat dehidrogenaz (LDH), aspartat- (AST) ve alanin-aminotransferaz
(ALT) aktivite düzeyleri otoanalizörde değerlendirildi.
Bulgular: Ağır egzersiz sonrasında egzersiz öncesi değerlerine göre artan lökosit (%4.0), ürik asit
(%7.6), CK (%90), LDH (%4.4) değerlerinin dördüncü günde bazal değerlere düştüğü, CK’ın ise
hızlı bir düşüş gösterse dahi egzersiz öncesi değerlerine ulaşmadığı saptandı.
Tartışma ve sonuç: Egzersiz kaynaklı oluşan kas hasarı sürecinde ağrılı bölgeye uygulanan TZP
yönteminin kan hematolojik parametreleri üzerinde sağlığı etkileyen olumsuz bir etkisi yoktur. Kas
hasarı sonrasında yapım ve onarımı hızlandırabilir.
Anahtar sözcükler: Trombositten zengin plazma, gecikmiş kas ağrısı, kas hasarı, hematolojik parametreler
S-04
PATELLOFEMORAL AĞRI SENDROMUNDA PLATELETTEN ZENGİN PLAZMA TEDAVİSİ
Platelet rich plasma treatment in patellofemoral pain syndrome
Aydan Örsçelik, Yavuz Yıldız, Taner Aydın
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Patellofemoral ağrı sendromu (PFAS) erişkinlerde diz eklemini etkileyen en yaygın
kas-iskelet sistemi problemidir. Plateletten zengin plazma (PRP) tam kanın santrifüje edilmesi ile
elde edilen yüksek konsantrasyonda platelet içeren plazma bileşkenidir. PFAS’lu hastalarda diz
fonksiyonları, denge-koordinasyon ve kas kuvvet-dayanıklılığında PRP’nin üçlü enjeksiyonunun
tekli enjeksiyonundan etkin olduğunun gösterilmesi amaçlandı.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya klinik değerlendirme ve MRG sonucunda PFAS tanısı konarak
eklem içi PRP enjeksiyonu uygulanan ortalama yaşları 20-35 olan 30 katılımcı alındı. Katılımcılar
tek enjeksiyon uygulama grubu (Grup 1, n=20) ve üçlü enjeksiyon uygulama grubu (Grup 2, n=10)
olmak üzere ikiye ayrıldı. Hastalara enjeksiyon sonrası altı haftalık standart egzersiz programı
uygulandı. Çalışmada ağrı ve fonksiyonu değerlendiren Kujala patellofemoral skorlama sistemi ile
kas kuvvet ve dayanıklılığını değerlendiren denge ve koordinasyon testi ve izokinetik test kullanıldı.
Katılımcılar başlangıçta ve dört ay sonrasında değerlendirildi.
56
Bulgular: Tedavi öncesi ve sonrası parametrelerde gruplar arası anlamlı fark bulunmadı. Grup içi
değerlendirmede; tedavi öncesi ve sonrası Kujala patellofemoral skorunda ve “mediolateral index”
değerinde her iki grupta, “overall stability index” değerinde ve 60°/s hızda fleksiyondaki zirve tork
değerinde Grup 1’de, 240°/s hızda ekstansiyon ve fleksiyondaki zirve tork, ekstansiyondaki zirve
tork/vücut ağırlığı ve 60°/s hızda ekstansiyondaki total iş değerlerinde Grup 2’de istatistiksel olarak
anlamlı farklılıklar saptandı.
Tartışma ve sonuç: Bu çalışmada PFAS tedavisinde üç kez PRP enjeksiyonu uygulamasının tek
sefer uygulanan PRP enjeksiyonuna üstünlüğü olmadığı sonucuna varıldı.
Anahtar sözcükler: Patellofemoral ağrı sendromu, plateletten zengin plazma, enjeksiyon
S-05
ANİ ÖLÜM NEDENLERİ OLARAK KARDİYOMİYOPATİ ve KANALOPATİLERİN ELİT SPORCULARDA
DEĞERLENDİRİLMESİ
Assessing cardiomyopathies and canalopathies as sudden death causes in elite athletes
Melda Pelin Yargıç1, Mehmet Emin Akçer1, Hikmet Yorgun2, Kudret Aytemir2, Feza Korkusuz1, Mahmut
Nedim Doral1,3
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1Spor Hekimliği Anabilim Dalı, 2Kardiyoloji Anabilim Dalı, 3Ortopedi ve
Travmatoloji Anabilim Dalı, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Ani ölümlerin %10-20’sinde kalpte yapısal anomali saptanamamaktadır. Sporda
ani kardiyak ölümlerin önemli nedenleri arasında primer elektriksel bozukluklar (Brugada
sendromu, uzun ve kısa QT sendromları, katekolaminerjik polimorfik ventriküler takiaritmi) ve
kardiyomiyopatiler (aritmojenik sağ ventrikül displazisi, hipertrofik kardiyomiyopati) bulunur. İyon
kanalı hastalıklarında ve kardiyomiyopatilerde bazal ve efor sırasında çekilen EKG tanıya
ulaştırmakta, ya da kuşku uyandırarak sporcularda ileri araştırma için yol gösterici olabilmektedir.
Bu nedenle elit sporcuların rutin kardiyak değerlendirmesinde herediter geçiş nedeniyle ayrıntılı
aile öyküsü sorgulanmasının, EKG’nin ve ileri kardiyolojik incelemelerin önemli yeri bulunmaktadır.
Çalışma bu konuya ilişkin olarak planlandı.
Gereç ve yöntem: Profesyonel erkek basketbol takımı sezon öncesi muayenesi kardiyak
değerlendirmesinde anamnez, özgeçmiş ve soygeçmiş alınmakta; fizik muayene, EKG, EKO ve
efor testi yapılmaktadır. 2013-2014 spor sezonu öncesinde profesyonel erkek basketbol takımı
oyuncularından on kişiye yukarıda sayılan kardiyolojik değerlendirmeler yapıldı.
Bulgular: EKG’de iki sporcuda erken repolarizasyon, iki sporcuda erken repolarizasyon ve eşlik
eden inkomplet sağ dal bloğu, bir sporcuda sinüs bradikardisi ve inkomplet sağ dal bloğu ve bir
sporcuda uzun QT saptandı. Bu değerlendirmeler sonucu iki elit sporcuda kardiyomiyopati ve
kanalopati ön tanısı kondu ve ileri tetkikleri yapıldı. Çekilen kardiyak MRG’de kardiyomiyopati ön
tanısını destekleyen bir bulguya rastlanmadı.
Sonuç: Brugada Sendromu ve uzun QT sendromu araştırılan iki elit sporcu olgu olarak sunuldu.
Anahtar sözcükler: Ani ölüm, kardiyomiyopati, kanalopati, sporcu
S-06
TÜRKİYE FİZİKSEL AKTİVİTE DÜZEYLERİ ARAŞTIRMASI
Physical activity level survey in Turkey
Şenay Suljevic1, Saygın Alkurt2, Ş. Nazan Koşar1, A. Haydar Demirel1
1
Hacettepe Üniversitesi Spor Bilimleri ve Teknolojisi Yüksekokulu, Ankara
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyoloji Bölümü, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
2
Giriş ve amaç: Hareketsiz yaşam kronik hastalıklar açısından önde gelen risk faktörlerindendir.
Türkiye’de farklı yaş aralıkları, cinsiyet, iş kolları gibi grupları kapsayan ve büyük çoğunluğu
yalnızca olgusal durumu analiz eden araştırmalar varolmakla birlikte, tüm toplumu temsil eden bir
fiziksel aktivite araştırması yoktur. Aktif Yaşam Derneği tarafından desteklenen araştırma, Türkiye
toplumunun fiziksel aktivite düzeyi, alışkanlık, algı ve beklentilerini ortaya koyma amaçlı gerçekleştirildi.
57
Gereç ve yöntem: Araştırmanın evrenini Türkiye’de yaşayan yetişkin nüfus (15-65 yaş) oluşturmakta
olup bu evreni temsil etmek için seçilen örneklem büyüklüğü 4900 oldu. Bu büyüklükteki bir
örneklemin araştırma evrenini %95 güven aralığında ±%1.4 hata payı ile temsil edeceği hesaplandı.
NUTS1 bölgelerinden Türkiye temsil edilecek şekilde 12 il seçildi ve örneklem il, cinsiyet ve yaşa
göre tabakalandırıldı. Araştırmada niceliksel araştırma yöntemi benimsendi ve araştırma iki aşamalı
olarak gerçekleştirildi. Birinci aşamada rastlantısal olarak seçilen katılımcılar ile yüz yüze görüşmeler
yapıldı. İkinci aşamada ise yine rastlantısal olarak CATI (Computer Assisted Telephone Interviewing)
kullanılarak veri toplandı. Araştırma kapsamında Uluslararası Fiziksel Aktivite Ölçeği (International
Physical Activity Questionnaire, IPAQ) ve bazı ek sorular kullanıldı.
Bulgular: Toplumun sadece %25’inin yeterli fiziksel aktivite seviyesine sahip olduğu ve toplum
içerisinde en hareketsiz yaş kategorisinin 15-19 yaş olduğu belirlendi. Buna karşın, fiziksel aktivite
düzeyinin en yüksek olduğu aralığın, aktif çalışma oranının en yüksek olduğu 35-44 yaş grubu
olduğu gözlendi. Başka bir deyişle, öğrencilik döneminde düşen fiziksel aktiflik düzeyi iş yaşamında
artmaktadır. İş yaşamındaki farklılaşmalar fiziksel aktivite düzeyini doğrudan etkilemektedir. Emek
yoğunluklu çalışan mavi yakalılar çalışanlar içerisinde en aktif kategori oldu.
Tartışma ve sonuç: Yetersiz fiziksel aktivite kronik hastalıklardan meydana gelen morbidite ve
mortalitenin en önemli nedenlerinden biridir. Türkiye’de yetişkinlerin fiziksel aktivite düzeyinin yetersiz
olduğunu ortaya koyan bu çalışmanın sonuçları, fiziksel aktivite düzeyinin arttırılmasına yönelik
politikalar geliştirilmesinin önemini ortaya koymaktadır.
Anahtar sözcükler: Fiziksel aktivite, yetkişkinlik, PAL, IPAQ, aktivite bazlı enerji tüketimi
SERBEST BİLDİRİLER II (Free communications II)
S-07
ZİRVE KALP ATIM HACMİ ve ZİRVE VO2 YÜKLERİNDE YAPILAN YAYGIN ve TEMPO
İNTERVALLERİN KALP ATIM HACMİNE ETKİLERİ
Effects of extnsive and pace intervals performed at peak stroke volume and peak VO2 loads
on heart stroke volume
Muzaffer Çolakoğlu, Görkem Aybars Balcı, Bülent Yapıcıoğlu, Özgür Özkaya
Ege Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Antrenörlük Eğitimi Bölümü, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: MaxVO2’nin en önemli bileşeninin kalp atım hacmi (“stroke volume”, SV) olduğu
bilinmektedir. Burada, maxVO2 geliştirmede kullanılan yaygın ve yoğun interval antrenmanlarında
maxVO2’ye ve SV zirvesine denk gelen yüklerin SV yanıtları üzerine etkisini incelemek amaçlandı.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya orta ve üzeri düzeyde antrene dokuz erkek sporcu (24.2±4.1 yaş,
maxVO2 59.7±7.4 ml.dk-1.kg-1) katıldı. Kişisel zirveSV düzeyleri, maxVO2’nin %40’ından %100’üne
sabit yüklü egzersizlerde nitröz oksit tekrar-soluma yöntemiyle (N2ORB) saptandı. Totalde 12x30s
yüklenmeli (1:1) yaygın interval yöntemi (YİY) ile 3x2dk yüklenmeli (1:1) tempo interval yöntemi
(TİY), maxVO2 ve zirveSV yükleriyle tekrar edildi. YİY’de yüklenmelerin 2.5-3, 5.5-6, 8.5-9, 11.5-12;
TİY’de yüklenmelerin 1.5-2, 5.5-6, 9.5-10 dk’larında, toparlanmaların ise yüklenmeler sonrasında
N2ORB testi yapıldı. Ortalama değerler arasındaki farkın anlamlılık düzeyi tekrarlanan ölçümlerde
ilişkili gurupların analizinde kullanılan yöntemlerle belirlendi.
Bulgular: İnterval seanslarında zirveSV yükü, maxVO2 yüküne kıyasla daha düşük bir strese
neden olmasına rağmen (p≤0.05), aynı düzeylerde SV yanıtı yarattı (p>0.05). Fakat YİY’nin SV
değerleri antrenman seansı süresince yüksek kalırken, TİY’de SV yanıtları ikinci ve üçüncü
tekrarlarda kademeli olarak düştü (p≤0.05).
Tartışma ve sonuç: Çalışma sonucunda interval antrenmanlarda geleneksel maxVO2 yüküne
kıyasla çok daha düşük düzeylerde fizyolojik stres yaratan zirveSV yükü SV gelişimi açısından
daha avantajlı görülürken, YİY’nin maxVO2’yi geliştirmede daha etkili olabileceği gösterildi.
Anahtar sözcükler: Nitröz oksit, tekrar-soluma yöntemi, kalp atım hacmi, maxVO2
58
S-08
SUPRAMAKSİMAL EGZERSİZİN KOGNİSYON ve BEYİN OKSİJENLENMESİ ÜZERİNE ETKİSİ
Effects of supramaximal exercise on cerebral oxygenation and cognition
Enise Ural Demirci1, Cem Şeref Bediz1, Hilmi Öğüt2, Çağdaş Güdücü2, Caner Çetinkaya1, Murat Özgören2
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1Spor Fizyolojisi Bilim Dalı, 2Biyofizik Anabilim Dalı, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Bu çalışmada supramaksimal egzersizin kognisyon ve beyin oksijenlenmesi üzerine
etkisi araştırıldı.
Gereç ve yöntem: Toplamda 18-25 yaş arasındaki 40 gönüllü (20.9±2.4 yaş, 72.1±10.3 kg)
çalışmaya katıldı. Supramaksimal egzersiz olarak bisiklet ergometresinde Wingate anaerobik güç
testi, bilişsel görev olarak ise çalışma belleğini ölçen ve 120 harf dizisinden oluşan “2-Geri görevi”
uygulandı. Katılımcılar, yüklenme sırasında vücut ağırlıklarının %7.5’i kadar yüke karşı 30 s
boyunca pedal çevirdiler. Katılımcıların zirve güç, ortalama güç ve yorgunluk endeksleri hesaplandı.
Bilişsel test olarak “2-Geri görevi” maksimal egzersizden önce ve hemen sonra uygulandı. Beyin
oksijenlenmesi ön beyin bölgesinden yakın infrared ışık spektroskobisi (fNIRS) yöntemi ile ölçüldü.
Bu yöntem ile önbeyin bölgesinde oksihemoglobin, deoksihemoglobin değerleri ölçülmekte, ön
beyin kanlanmasındaki değişim gösterilmektedir.
Bulgular: Grup içi değerlendirmelerde eşleştirilmiş-t testi, gruplar arası değerlendirmelerde ise
bağımsız değişkenler t testi kullanıldı (p<0.05). Deneklerde maksimal egzersiz sonrası “2-Geri
görevi” yanlış sayısında anlamlı bir artış olduğunu gösterildi. Yorgunluk endeksi (YE) ortalamasının
altında olan katılımcılarda yanlış sayısının anlamlı olarak arttığı bulundu. YE’si ortalamanın
üstünde olan katılımcılarda doğru sayısının anlamlı olarak arttığı ve ıska sayısının anlamlı olarak
azaldığı belirlendi. Zirve güç (ZG) ortalamasının üstünde olan katılımcılarda toplam tepki süresinin
anlamlı olarak düştüğü bulundu. Hem bilişsel görevler hem de fiziksel çalışmada önbeyinde
oksijenasyon arttı. Anerobik gücü ortalamanın üzerinde olanlar ile altında olanlar arasında
oksijenlenme değişimlerinin farklı olduğu gözlendi.
Sonuç: Akut yüksek yoğunluklu egzersizde bilişsel işlevler ve önbeyin oksijenasyonu etkilenebilir.
Anaerobik performansları daha iyi olanlarda egzersiz sonrasında bilişsel işlevler ve beyin
oksijenlenmesi daha yüksek olduğu ortaya konulmaktadır.
Anahtar sözcükler: Egzersiz, kognisyon, çalışma belleği, Wingate anaerobik testi, fNIR, beyin oksijenasyonu
SS09
MaxVO2’de DOĞRULAMA TESTLERİ: ERGOMETRE TÜRÜ, BAŞLANGIÇ YÜKÜ, TEST SÜRESİ
ve VO2'de PLATONUN ETKİLERİ
Verification tests of maxVO2: effects of ergometer type, starting load, duration and VO2 plateau
Ramazan Aydınoğlu, Görkem Aybars Balcı, Bülent Yapıcıoğlu, Muzaffer Çolakoğlu, Özgür Özkaya
Ege Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Antrenörlük Eğitimi Bölümü, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: “Merkezi denetleyici” tartışmaları maxVO2’yi göstermede kullanılan maksimal
kademeli egzersiz test (MKT) sürelerinin tekrar sorgulanması gerektiğini düşündürmüştür. Bu
çalışmanın amacı bisiklet ergometresi ve eliptik bisiklette farklı sürelerde tükenme odaklı
MKT’lerden elde edilen sonuçları; başlangıç yükü, test süresi, doğrulamadan elde edilen VO2’ler ve
VO2’de saptanan plato üzerinden değerlendirmekti.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya orta ve üzeri düzeyde antrene sekiz erkek sporcu (22.6±2.0 yaş,
maxVO2 58.2±7.0 ml.dk-1.kg-1) katıldı. Bisiklet ergometresi ve eliptik bisiklette 4, 6, 10 ve 16ncı
dakikalar içinde bitkinlik hedeflenen MKT’ler ve hemen sonrasında kademeli testlerin son basamak
yüklerinde doğrulama testleri (DT) yapıldı. VO2’de plato 30 s’de 150 ml’den küçük fark olarak
değerlendirildi. Verilerin analizinde tekrarlanan ölçümler için varyans analizi yapıldıktan sonra posthoc olarak LSD, korrelasyon analizlerinde Pearson r kullanıldı.
Bulgular: En yüksek maxVO2 değeri, 6 dakikada sonlanan eliptik bisiklet testlerinde elde edildi
(p≤0.05). Beklendiği gibi tüm MKT’ler sonrası DT değerleri anlamlı oranda yükselirken (p≤0.05), 6 dk
odaklı testlerde hem bisiklet ergometresi, hem de eliptik bisiklet testleri için DT farkları anlamlı
59
olmadı (p>0.05). Beklenmedik şekilde, neredeyse tüm DT’lerde VO2’de plato gözlenirken (p≤0.05);
6 dk odaklı MKT’lerin %63’ünde plato saptandı.
Tartışma ve sonuç: Elde edilen sonuçlar; a) maxVO2’yi göstermede en uygun sürenin 6 dk’da
bitkinlik odaklı testler olduğunu, b) MKT’lerin değişen oranlarda plato göstermelerine rağmen, tüm
sürelere ait DT’lerde VO2’de plato saptandığını (p≤0.05), c) maxVO2’yi göstermede -klasik bir
bisiklet ergometresine kıyasla- en uygun test ergometresinin eliptik bisiklet olduğunu gösterdi.
Anahtar sözcükler: MaxVO2, eliptik bisiklet, maksimal kademeli egzersiz testi, sağlama
S-10
ANTRENE MÜCADELE SPORCULARINDA TÜM VÜCUT VİBRASYONUNUN İZOMETRİK
KUVVET, SQUAT SIÇRAMASI ve ESNEKLİK PERFORMANSINA AKUT ETKİSİ
Acute effects of whole body vibration on isometric strength, squat jump and flexibility
performance in trained combat athletes
Cem Kurt1, Ekim Pekünlü2
1
Trakya Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Antrenörlük Eğitimi Bölümü, Edirne
Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Hareket ve Antrenman Bilimleri Anabilim Dalı, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
2
Giriş ve amaç: Literatürde yer alan tüm vücut vibrasyon (TVV) çalışmalarının çoğu sedanter veya
eğlence amaçlı fiziksel aktivitede bulunan bireyler üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bu çalışma,
antrenmanlı sporcularda TVV’nin bazı performans değişkenleri üzerine etkisini incelemeyi
amaçlamaktadır.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya iyi antrenmanlı (antrenman yaşı 11.6±4.7 yıl antrenman kapsamı
9.3±2.8 saat/hafta) 12 kadın ve sekiz erkek mücadele sporcusu (22.8±3.1 yaş) katıldı. Katılımcılar
48 saat aralıkla gerçekleştirilen iki antrenman seansının birinde “Power Plate” vibrasyon cihazı
üzerinde 26 Hz frekanslı 4 mm genlikli TVV kullanarak dört farklı izometrik egzersiz uyguladılar.
Diğer seansta ise aynı egzersizler aynı cihazda TVV olmaksızın (0 Hz, 0 mm) uygulandı. Her bir
egzersiz 60 s sürdü ve egzersizler arasında 30 s dinlenme verildi. Seans sıralaması rastgele ve
dengeli olarak belirlendi. Katılımcılar uygulamalardan sonra el kavrama kuvveti, squat sıçraması,
gövde fleksiyonu ve izometrik bacak kuvveti testlerini gerçekleştirdi. Performans değerleri, her
seanstaki kontrol testleriyle karşılaştırıldı.
Bulgular: İki etkenli (zaman [2] x uygulama [2]) tekrarlayan ölçümlerde ANOVA testi sadece el
kavrama kuvveti testi için zaman x uygulama etkileşimi olduğunu gösterdi (p=0.02). Bağıl değişim
verilerinde gerçekleştirilen doğal logaritmik dönüştürüm sonrası uygulanan eşli t-testi, TVV sonrası
el kavrama kuvvetinde %2.4 oranında net artış olduğunu gösterdi (p=0.02; d=0.61). Squat sıçraması,
gövde fleksiyonu ve izometrik bacak kuvveti performansları TVV’den etkilenmedi (p>0.05).
Tartışma ve sonuç: İyi antrene olan sporcuların zaten genetik potansiyellerine yakın kassal
performans düzeylerine sahip olduğu düşünüldüğünde, bu çalışmada kullanılan TVV değişken
kombinasyonu bu sporcuların kaslarında akut antrenman etkisi yaratacak yeterli vibrasyon uyaranı
sağlamamış olabilir.
Anahtar sözcükler: Antrenman, vibrasyon, izometrik kuvvet, esneklik, dikey sıçrama, sporcu
S-11
ZİRVE VO2 ile DOĞRULANAN maxVO2 FARKI, KALP ATIM HACMİ ZİRVESİ ile ZİRVE VO2
DÜZEYİNDEKİ KALP ATIM HACMİ FARKIYLA İLİŞKİLİ OLABİLİR
Peak VO2 and justified VO2 difference may be related to peak heart stroke volume and
stroke volume at peak VO2
Muzaffer Çolakoğlu, Görkem Aybars Balcı, Bülent Yapıcıoğlu, Özgür Özkaya
Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Antrenörlük Eğitimi Bölümü, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Güncel literatürde maksimal kademeli egzersiz testlerinin (MKT) maxVO2’yi değil,
zirve değerleri (zirveVO2) verdiği, dolayısıyla maxVO2’ye ulaşmak için MKT’nin son basamak
yüküyle sabit yüklü ikinci bir doğrulama testi (DT) yapılması gerektiği önerilmektedir. Ancak bu
60
farkın neden kaynaklandığı tam olarak gösterilememiştir. Bu çalışma zirveVO2 ile maxVO2
arasındaki farkın (∆VO2), zirve SV ile zirveVO2’ye denk gelen SV düzeyi arasındaki farkla (∆SV)
ilişkili olduğu varsayımıyla planlandı.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya orta ve üzeri düzeyde antrene dokuz erkek sporcu (23.6±4.1 yaş,
maxVO2 60.2±7.0 ml.dk-1.kg-1) katıldı. Kişisel zirve SV düzeyleri, zirveVO2’nin %40’ından %100’üne
sabit yüklü egzersizlerde “nitröz oksit tekrar-soluma yöntemi” ile (N2ORB) saptandı. DT’leri için
zirveVO2’nin %100’ü ve +%5’lik artışlarla sabit yüklü testler uygulandı. Ortalama değerler
arasındaki farkın anlamlılık düzeyi, ilişkili gruplar için t-testi ile saptandı. Fark değerleri arasındaki
korrelasyon, Pearson r katsayısı hesaplanarak belirlendi.
Bulgular: Çalışmanın ana bulguları ∆VO2 ile ∆SV değerinin yüksek düzeyde ilişkili olduğunu
gösterdi (Pearson r=0.89, p≤0.001). DT ile elde edilen VO2 değerleriyle (60.2±7.4 ml.dk-1.kg-1)
MKT’den elde edilen zirve VO2 değerleri (53.6±7.0 ml.dk-1.kg-1) arasındaki fark istatistiksel olarak
anlamlıydı (p≤0.001).
Tartışma ve sonuç: Bu çalışmayla ∆VO2 ile ∆SV’ün yüksek düzeyde ilişkili olduğu ve zirve SV
yanıtının zirveVO2’ye yakınlığının MKT’de elde edilen değerlerin doğruluğunu arttırdığı gösterildi.
Ancak, yine de MKT’ler 30 dk’lık bir toparlanma periyodunu takiben sabit yüklü bir DT ile ikinci kez
test edilmelidir.
Anahtar sözcükler: Nitröz oksit, tekrar-soluma yöntemi, maxVO2, kalp atım hacmi, doğrulama testleri
S-12
SKUAT EGZERSİZİNDE SUBMAKSİMAL ve MAKSİMAL YÜKLENMELER SIRASINDA KİNEMATİK
ve EMG AKTİVİTELERİ
Kinematic and EMG activities during squatting exercise with submaximal and maximal loads
Hasan Ulaş Yavuz1, Deniz Erdağ2
Yakın Doğu Üniversitesi, 1Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalı; 2BESYO, KKTC
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Direnç egzersizleri sırasında direnç arttıkça kas aktivasyonunun da arttığı
bilinmektedir. Aynı zamanda maksimal dirençlere karşı hareketlerin gerçekleştirilebilmesi amacıyla
hareket dizgelerinde de değişiklikler gözlenebilir. Bu çalışmada 1RM’un %80-90-100’ünde yapılan
skuat egzersizi sırasında kinematik ve EMG sinyalizasyon farklılıkları araştırıldı.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya skuat egzersizi uygulamasında deneyimli (3.2±0.6 yıl) 14 sağlıklı
erkek katıldı (21.6±2.3 yaş). Tek tekrar maksimum kaldırabilecekleri dirençlerin %80, %90 ve
%100’ü sırasında iki boyutlu hareket analizi uygulandı ve vastus lateralis (VL), vastus medialis
(VM), Rectus femoris (RF), semitendinosus (ST), biceps femoris (BF), gluteus maximus (GM), erektor
spinae (ES) kaslarına ait EMG verileri toplanıp incelendi.
Bulgular: EMG analizi yapılan tüm kaslarda uygulanan direnç arttıkça kas aktivasyonunda artış
gözlenmekle birlikte, sadece vastus medialis ve gluteus maximus aktivasyonunda %90 ve %100
dirençlerde %80 dirence kıyasla anlamlı artış belirlendi (p<0.05). Hareket analizi sırasında diz
açılarında farklı dirençlerde herhangi bir değişiklik gözlenmemekle birlikte, yük arttıkça kalça
açılarının azaldığı, dolayısıyla öne eğilmenin arttığı saptandı. Ayrıca %80 ve %90 dirençte %100’e
oranla çömelme fazının daha kısa, yükselme fazının daha uzun olduğu belirlendi.
Tartışma ve sonuç: Kas aktivasyonları açısından %90 ve %100 dirençler arasında anlamlı bir
farklılık olmaması, ancak öne eğilmede artış olması ve hareket dizgesinin farklılaşması, %100
yüklenmenin lumbar yaralanma riskini arttırabileceğini, ancak diz ekstansörlerinin gelişimi
açısından anlamlı bir farklılık yaratmayabileceğini düşündürmektedir.
Anahtar sözcükler: Skuat, EMG, kinematik analiz, direnç egzersizi, maksimal yüklenme
61
SERBEST BİLDİRİLER III (Free communications III)
S-13
KRONİK RİTMİK CİMNASTİK ANTRENMANLARININ KAN OKSİDATİF STRES ve KEMİK
METABOLİZMASI GÖSTERGELERİ ÜZERİNE ETKİLERİ
Effects of chronic rhythmic gymnastics trainings on blood oxidative stress and bone
metabolism indices
Pınar Tatlıbal1, Faruk Turgay2, Ali Rıza Şişman3, Oya Yiğittürk2, Çetin İşlegen4
1
Dokuz Eylül Üniversitesi, Spor Bilimleri ve Teknolojisi Yüksekokulu, İzmir
Ege Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, İzmir
3
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, İzmir
4
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
2
Giriş ve amaç: Çocuklarda uzun süreli yoğun anaerobik yüklenmelerin sonuçları belirsizdir. Bu
çalışmada kronik ritmik cimnastik antrenmanlarının kan oksidatif stres ve bazı kemik
metabolizması göstergeleri üzerine etkileri araştırıldı.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya adet görmemiş sağlıklı antrene 16 ritmik cimnastikçi (RCG,
10.3±1.8 yaş) ve 13 sedanter (KG, 9.2±1.0 yaş) kız çocuğu katıldı. Fiziksel profilleri çıkartıldı. Açlık
kanlarından; total antioksidan statüsü, total oksidan statüsü, oksidatif stres endeksi, kemik
metabolizması göstergeleri, Tip 1 kollajen karboksi terminal çapraz bağlı telopeptid (ICTP) ve
büyüme hormonu (GH), alkalenfosfataz (ALP), paratiroid hormonu, kalsiyum, inorganik fosforun
yanısıra, genel sağlık durumunun kontrolü için temel hematolojik ve biyokimyasal parametreler
standart yöntemlerle ölçüldü.
Bulgular: Tüm biyokimyasal parametreler normal aralıklar içinde yer aldı. Oksidatif stres
parametreleri için gruplar arasında anlamlı bir farklılık bulunmadı (p>0.05). RCG’nin serum ICTP
(p=0.009), GH (%47.4, p>0.05) ve hematokrit (p=0.04) değerleri KG’ninkilere göre daha yüksek,
kalsiyum değeri ise daha düşüktü (p=0.04). Her iki grupta da ALP ve ICTP düzeyleri arasında
anlamlı pozitif ilişki bulundu.
Tartışma ve sonuç: Kronik ritmik cimnastik antrenmanlarının çocukların kan oksidatif stres
düzeylerini, kemik metabolizmasını ve fiziksel gelişimlerini olumsuz yönde etkilemediği, hatta
büyüme eğilimini hızlandırdığı izlenimi alınmaktadır. Ancak antrenman sürecinde kan ICTP, GH ve
kalsiyum düzeylerinin izlenmesi ve gerektiğinde kalsiyum desteği verilmesi önerilebilir.
Anahtar sözcükler: Ritmik cimnastik, oksidatif stres, kemik metabolizması
S-14
GENÇ ELİT ERKEK FUTBOLCULARDA POSTÜRAL KONTROL ve YAŞ
Postural control and age in young elite male football players
Müge Bulat1, Engin Dinç1, Safinaz Yıldız1, Mustafa Şahin2, Bülent Bayraktar1
İstanbul Üniversitesi, 1İstanbul Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, 2Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu
Antrenman Bilimleri Anabilim Dalı, İstanbul
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Genç ve çocuk yaştaki futbolcularda yaş artışının, çeşitli faktörlere bağlı olarak
postüral kontrole olumlu ya da olumsuz etki yapabildiği bilinmektedir. Çalışmada genç elit erkek
futbolcularda postüral kontrol ve yaş arasındaki ilişkinin araştırılması hedeflendi.
Gereç ve yöntem: Çalışmada Türkiye Süper Ligindeki bir futbol kulübünün alt yapısından 13-19
yaş aralığında 32 erkek futbolcu yer aldı. Katılımcıların postüral kontrol analizleri, ağılık merkezi iz
düşümü (AMİ, “center of pressure”) parametreleri şeklinde bir postür analizi kuvvet platformunda
gerçekleştirildi. Gözler açık statik denge parametreleri (anteroposterior salınım uzunluğu,
mediolateral salınım uzunluğu, salınım alanı, salınım hızı) ölçüldükten sonra bu skorlar aynı
kişilerin dört sene önceki değerleri ile karşılaştırılarak değerlendirildi.
Bulgular: Değerlendirmeler sonucunda 32 futbolcunun dört yıl sonraki AMİ parametrelerinde
istatistiksel anlamda belirgin gelişme gözlendi (p<0.01).
62
Tartışma ve sonuç: Futbolcularda postüral kontrol; yaş, antrenman seviyesi, özel ısınma
programları, denge ve koordinasyon çalışmaları gibi faktörlere bağlı değişiklik göstermektedir.
Büyüme dönemindeki sporcularda yaş artışının postüral kontrole her zaman olumlu katkı
yapmayabileceği gözlenmiştir. Çalışmadaki futbolcuların yıllar içinde yaptıkları bir takım özel
çalışmaların postüral kontrollerine olumlu katkı sağlamış olabileceği düşünülmektedir.
Anahtar sözcükler: Postüral kontrol, futbol, yaş, antrenman, kuvvet platformu
S-15
BİR SUALTI RUGBY MÜSABAKASININ KAN NO DÜZEYLERİ ÜZERİNE ETKİSİ
Effects of an underwater rugby match on blood nitric oxide levels
Hasanagha Mayilov1, Faruk Turgay1, Nevzat Denerel2, Faik Vural1, Muzaffer Çolakoğlu1, S. Oğuz
Karamızrak3
Ege Üniversitesi, 1Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, 3Spor Hekimliği Anabilim Dalı, İzmir, 2Gaziantepspor
Kulübü, Gaziantep
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Nitrik oksit (NO), salınımı hipoksi ile regüle edilebilen vazoldilatör, antioksidan bir
gazdır. Sualtı hipoksik koşulları NO düzeylerini arttırabilir. İyi bir akciğer fonksiyon düzeyi
gerektiren sualtı rugby’de müsabakanın kan NO düzeyleri üzerine etkileri belirsizdir. Bu çalışmada
bir sualtı rugby müsabakasının kan NO düzeyleri üzerine etkisi ve NO ile bazı solunum
parametreleri arasındaki ilişkiler araştırıldı.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya sağlıklı, antrene 16 sualtı rugby sporcusu (23.4±7.5 yaş) katıldı.
Fiziksel ölçümler, 8x25 m dip testi (DT) ve bazı spirometrik ölçümler yapıldı. Müsabakanın 5 dk
öncesi ve sonrasında alınan venöz kan örneklerinde NO, total antioksidan statü (TAS), temel
hematolojik parametreler, kreatin kinaz (CK) ve bazı biyokimyasal parametreler ölçüldü.
Bulgular: Müsabaka sonrası kan lökosit, CK ve ferritin düzeylerinin artmasına karşın, NO ve TAS
değerleri anlamlı değişiklik göstermedi. Bazal NO ve maksimal ekspiratuar akım (MEF25) arasında
negatif, zorlu ekspiratuar süre (FET) arasında ise pozitif ilişki saptandı. DT, kardiyak çıkış, kalp
atım hacmi, O2 kullanımı, maksimal istemli ventilasyon, arteriyel oksijen satürasyonu, zorlu vital
kapasite ve zirve ekspiratuar akım gibi parametreler arasında anlamlı ilişki bulunmadı.
Tartışma ve sonuç: Elde edilen bulgular sualtı rugby müsabakasının kan NO ve oksidatif stres
düzeylerini etkilemediğini; bazal kan NO düzeyi ile aerobik ve anaerobik dayanıklılık ve solunum
performansı arasında önemli bir ilintinin olmadığını göstermektedir.
Anahtar sözcükler: Sualtı rugby, nitrik oksit, oksidatif stres, solunum parametreleri
S-16
SPORDA DOPİNG AMAÇLI TESTOSTERONE ENANTHATE KULLANIMI KEMİKTE ERKEN EPİFİZ
KAPANMASINA NEDEN OLUR MU?
Would the use of testosterone enanthate as a doping agent cause early closing of bone
epiphysis?
Sefa Lök
Selçuk Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Konya
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Bu araştırmanın amacı, sporcular tarafından doping amacıyla kullanılan anabolik
androjenik steroidlerden testosterone enanthate’in kısa süreli kullanımının erkek ratların humerus
kemiği üzerindeki morfometrik etkilerinin incelenmesidir.
Gereç ve yöntem: Araştırmada 35 günlük 30 adet erkek rat kullanıldı. Ratlar kontrol, fıstık yağı ve
testosterone enanthate uygulananlar olarak üç eşit gruba ayrıldı. Deney grubuna testosterone
enanthate 10mg/kg dozunda 100 µl fıstık yağında dilüe edilerek, fıstık yağı grubuna testosterone
enanthate’in dilüenti olan fıstık yağı haftada beş gün üç hafta süreyle 100 µl intraperitoneal olarak
uygulandı. Kontrol grubu ise hiçbir uygulama yapılmadan üç hafta boyunca beslendi. Tüm ratlara
çalışma sonunda ötenazi uygulandı. Ratların ön ekstremite kemikleri disseke edilerek ortaya
çıkarılan humerus kemiklerinin boy uzunlukları, medullar çapları, korpus ve korteks kalınlıkları
63
ölçülerek ortalamaları alındı.
Bulgular: Ratların humerus kemiği boy uzunluğu incelendiğinde testosterone enanthate uygulanan
deney grubundaki ratların humerus kemiklerinin büyümesi belirgin bir şekilde durdu ve fark anlamlı
bulundu (p<0.05). Gruplar arasında humerus kemiğinin medullar çap, korpus ve korteks kalınlık
ölçülerinde anlamlı bir farklılık saptanmadı (p>0.05).
Tartışma ve sonuç: Anabolik androjenik steroidler arasında bulunan testosterone enanthate’in
puberte dönemindeki erkek ratlarda kullanımının erken efizyal kapanmaya neden olarak humerus
kemiğinin büyümesini önemli oranda durdurduğu sonucuna varıldı.
Anahtar sözcükler: Doping, testosterone enanthate, humerus, egzersiz
S-17
SPOR HEKİMLERİ ve SPOR HEKİMLİĞİ UZMANLIK ÖĞRENCİLERİNİN EGZERSİZ ALIŞKANLIKLARI
Exercise habitudes of sports medicine specialists and research students
Fatma Ebru Koku, Çetin İşlegen, Metin Ergün, S.Oğuz Karamızrak
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Ülkemizde spor hekimleri ve spor hekimliği uzmanlık öğrencilerinin egzersiz
alışkanlıklarını belirlemek ve bu alışkanlıklarının fiziksel uygunluğu (kardiyorespiratuar, müsküloskeletal ve nöromotor) sağlamaya yeterli olup olmadığını tespit etmektir.
Gereç ve yöntem: Katılımcılara anket e-posta yoluyla ulaştırıldı. Ankette akademik statü, yaş,
cinsiyet, boy, vücut ağırlığı, kronik hastalık varlığı, ilaç/alkol/sigara kullanımı ve egzersizi
zorlaştıran fiziksel engel/ameliyat öyküsü sorgulandı. Anket, Amerikan Spor Hekimliği Koleji’nin
(ACSM) ‘’Sağlıklı yetişkinler için egzersiz reçetesi kılavuzu’’ 2011 yayını rehber alınarak oluşturuldu.
Fiziksel uygunluk sağlayacak egzersiz şiddeti, sıklığı, süresi bu rehbere göre değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya 10 profesör (%19.6), bir doçent (%2.0), üç yardımcı doçent (%5.9), 11 uzman
(%21.6), 26 asistan (%50.9) olmak üzere 51 kişi katıldı. Aerobik egzersiz yaptığını bildiren 30
katılımcı (%58.8) oldu. Ancak, ACSM kılavuzuna uygun düzeyde egzersiz yapanlar 17 kişi ile
sınırlıydı (%33.3). Profesörlerde oran %60, asistanlarda ise %19.2 idi. Yeterli düzeyde kuvvet veya
direnç egzersizi yapan 15 (%29.4), denge egzersizi yapan beş (%9.8), esneklik egzersizi yapan 22
(%43.1) katılımcı vardı.
Tartışma ve sonuç: ABD’de asistan doktorların %73.2’sinin, akademisyenlerin %67.9’unun US
Department of Health and Human Services (DHHS) 2008 kılavuzuna uygun aktivite düzeyinde
oldukları bildirilmektedir. Asistan doktorlar için saptanan oran bu veriye kıyasla oldukça düşük iken,
akademisyenlerdeki oranlar yakındır. Veriler göz önüne alındığında, gerek sağlıklı yaşam, gerekse
örnek olma adına egzersiz alışkanlıkları arttırılmalıdır denebilir.
Anahtar sözcükler: Spor hekimliği, akademisyen, egzersiz alışkanlığı, fiziksel uygunluk
64
Poster Sunumları
65
66
P-01
HİPOKSİK KOŞULLARDA SICAK STRESİN SIÇAN İSKELET KASI LİPİD HİDROPEROKSİT
DÜZEYLERİ ÜZERİNE ETKİSİ
Effects of heat stress on rats’ skletal muscle lipid hydroperoxide levels in hypoxic conditions
Rıdvan Çolak1, Metin Baştuğ2, Hakan Fıçıcılar2, Eda Ağaşçıoğlu3, Ali Haydar Demirel4
1
Ardahan Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Ardahan
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Ankara
3
Çankaya Üniversitesi, Beden Eğitimi Spor Rekreasyon Bölümü, Ankara
4
Hacettepe Üniversitesi Spor Bilimleri ve Teknolojisi Yüksekokulu, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
2
Giriş ve amaç: Hipoksinin oksidatif stres oluşturarak doku hasarına yol açtığı bilinmekle birlikte,
hipoksi sonucu iskelet kasında lipid hidroperoksit (LHP) oluşumu konusundaki raporlar çelişkilidir.
Organizmanın önceden sıcak stresine maruz tutulmasının, Hsp72 protein düzeyinde artış ve
hücresel ön koşullanma nedeniyle, çeşitli streslere karşı koruyucu rol oynadığı bildirilmiştir. Nitekim
Hsp72 düzeyinin arttırılması ile iskelet kasında oksidatif protein hasarının azaldığı gösterilmiştir. Bu
çalışma on beş günlük normobarik hipoksi uygulaması ve sıcak stresinin iskelet kası LHP
düzeylerine etkisini incelemek amacı ile yapıldı.
Gereç ve yöntem: Çalışma için 35 adet dört aylık erkek Wistar Albino sıçan, hipoksi (HN=9),
hipokside sıcak stres (HS=10), normoksi (NN=8) ve normokside sıcak stres (NS=8), gruplarına
ayrıldı. Hipoksi grubu, simüle edilmiş 6000m yükseltide (%9.7 O2, %90.3 N2) 15 gün süresince
tutuldu. Sıcak stres, çalışma öncesi birer gün ara ile iki defa ve çalışmanın sekizinci günü 41oC’lık
ortamda 60 dk tutularak uygulandı. Sıçanlarda plantaris (PLA) ve extensor digitorum longus (EDL)
kaslarının lipid hidroperoksit (LHP) içerikleri FOX 2 reaktifi aracılığında 560 nm’de hesaplanan
standart eğri dikkate alınarak belirlendi.
Bulgular: On beş günlük hipoksi uygulaması, PLA ve EDL kaslarında LHP düzeylerinde anlamlı bir
artışa yol açtı (p<0.05). Diğer yandan, sıcak stresi uygulaması hipoksi grubunda LHP düzeylerinde
anlamlı bir düşüşe yol açmadı (p>0.05).
Tartışma ve sonuç: Bu çalışma, 15 günlük normobarik hipoksinin sıçan iskelet kasında neden
olduğu LHP artışının sıcak stresi yoluyla oluşturulan ön koşullanmadan etkilenmediğini ortaya
koydu. Literatürde sıcak stresinin oksidatif stresle oluşan doku hasarını azalttığının gösterilmiş
olması, bu çalışmada uygulanan hipoksi, dolayısıyla oksidatif stresin uzun süreli veya yüksek
şiddette olmasından kaynaklandığı şeklinde desteklenebilir.
Anahtar sözcükler: Hipoksi, sıcak stres, lipid hidroperoksit, plantaris, ekstensor digitorum longus
Destekleyen kurumlar: Ankara Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Müdürlüğü (2005 08-09-218)
Hacettepe Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Birimi (06D03407001)
P-02
EGZERSİZ ŞİDDET ve SÜRESİNİN İNSAN VÜCUDUNUN ISIL DAVRANIŞINA ETKİLERİ
Effects of exercise intensity and duration on the heat response of the human body
Görkem Aybars Balcı1, Özgür Sokat2, Tahsin Başaran3, Muzaffer Çolakoğlu1
1
Ege Üniveristesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, İzmir; İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, 2Enerji
Mühendisliği Bölümü, 3Mimarlık bölümü, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Bu çalışmada kademeli maksimal aerobik güç testinde (maxVO2) ve sabit yüklü
submaksimal egzersiz testi sırasındaki insan vücudunun ısıl davranışı incelenerek; kalp atım hızı
(KAH), O2 tüketimi (VO2), CO2 üretimi (VCO2) ve RQ (solunum katsayısı)’dan bağımsız bir şekilde
ısıl davranışın tutarlılığı araştırıldı.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya 11 antrene sporcu katıldı (maxVO2 54.0±9.9 ml.dk-1.kg-1).
Katılımcılar maxVO2’nin %60’ı ile 20 dk’lık egzersiz testine alındı (ortam sıcaklığı 21oC, bağıl nem
%64). Testler süresince, kalp atım hızı, VO2, VCO2, RQ, iç sıcaklık, deri sıcaklığı ve algılanan zorluk
sürekli kaydedildi.
Bulgular: Isıl verim maxVO2 testinde tüm seansların ortalaması olarak %28.6; sabit yüklü submaksimal
67
egzersizde ise %19.7 düzeyinde saptandı. Isıl davranışlar incelendiğinde; sabit yüklü egzersizin ilk
bölümlerinde deri sıcaklığında düşüş, sonrasında artış; maxVO2 testinde sadece düşüş
gözlenirken (p≤0.05); iç sıcaklık ise her iki testte arttı (p≤0.05). Her iki egzersiz şiddetinde deri
sıcaklıklarının varyans homojenliği değerlendirildiğinde, değişimlerin oldukça uyumlu olduğu
gözlendi (p=0.975).
Tartışma ve sonuç: Isıl davranışlar incelendiğinde; sabit yüklü egzersizin ilk bölümlerinde deri
sıcaklığında saptanan düşüş ve sonrasındaki artış bozulan termoregülasyonun göstergesidir. Bu durum
iç sıcaklığı arttırarak ısı transferini düşürmekte ve ısıl verimde bir miktar artışa neden olmaktadır.
MaxVO2 testlerinden elde edilen deri sıcaklık değişimlerinin VO2’ye göre daha tutarlı olması,
kademeli testlerde izlenmesi gereken bir veri olabileceğini göstermektedir.
Anahtar sözcükler: Termoregülasyon, ısıl davranış, egzersiz, deri sıcaklığı
P-03
OTURUR POZİSYONDA YAPILAN BİSİKLET EGZERSİZLERİNDE YÜKLENME ve TOPARLANMA
KALP ATIM HACMİ YANITLARININ İNCELENMESİ
Examining work- and resting heart stroke volume responses during seated cycling exercise
Muzaffer Çolakoğlu, Görkem Aybars Balcı, Bülent Yapıcıoğlu, Özgür Özkaya
Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Antrenörlük Eğitimi Bölümü, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Cumming’in yatar ve Shephard’ın oturur pozisyondaki bisiklet egzersizlerinde,
zirve kalp atım hacminin (“peak stroke volume”, zirveSV) yüklenmede değil, toparlanma evresinin
hemen başında görüldüğü ortaya konmuştur. Bu durumda maxVO2 geliştirmede kullanılan interval
antrenmanların yüklenme süresini kısaltıp tekrar sayısını arttırmanın SV gelişimine etkisi
sorgulanabilir. Bu çalışmanın amacı yeni bir teknik olan nitröz oksit tekrar-soluma yöntemiyle
(N2ORB) bu eski bulguyu tekrar sınamaktır.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya orta ve üzeri düzeyde antrene dokuz erkek sporcu (24.2±4.1 yaş,
maxVO2 59.7±7.4 ml.dk-1.kg-1) katıldı. Yüklenme ve toparlanma SV ilişkisini belirlemek için,
maxVO2’nin %40’ından %100’üne sabit yüklü egzersizlerde N2ORB ile SV saptandı. Yüklenme ve
toparlanmaya ait ortalama değerler arasındaki farkın anlamlılık düzeyi, ilişkili gurupların
değerlendirilmesinde kullanılan t-testi yoluyla saptandı.
Bulgular: Çalışma, yüklenmeye ait SV yanıtlarının (122.9 ml) toparlanmaya (105.3 ml) kıyasla
yüksek olduğunu ortaya koydu (p≤0.05). Buna rağmen bireysel zirveSV değerlerinin yüklenme fazı
uzadıkça düştüğü gösterildi (p≤0.05).
Tartışma ve sonuç: Bu çalışmayla oturur pozisyonda yapılan egzersizlerde yüklenme fazında
ulaşılan SV yanıtlarının toparlanmaya oranla daha yüksek olduğu, ancak yüklenme süresi
uzadıkça SV’nin düştüğü saptandı. Cumming ve Shephard’ın bulguları doğrulanmasa da,
dayanıklılık gelişimi odaklı interval antrenmanların yüklenme ve toparlanma ilişkilerinin yeniden
gözden geçirilmesi gerektiği ortaya kondu.
Anahtar sözcükler: Nitröz oksit, tekrar-soluma yöntemi, kalp atım hacmi, maxVO2
P-04
BEL KUVVET ÖLÇÜMLERİNDE CYBEX NORM DİNAMOMETRENİN GÜVENİLİRLİĞİ
Reliability of Cybex Norm dynamometer in core strength measurements
Erdal Hancı, Erdem Atalay, Ufuk Şekir, Bedrettin Akova, Hakan Gür
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Bursa
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Bel ağrılarının bel ekstansör ve fleksör kaslarındaki güçsüzlük ile ilişkili olduğu
gösterilmiştir. Çalışmalar kronik bel ağrısı bulunanlarda eksantrik/konsantrik kuvvet oranlarında
artışa da işaret eder. Bu nedenle bel kuvvetinin ölçülebilmesi tanı ve tedavide önemli rol oynar.
İzokinetik dinamometreler bel kuvvet ölçümünde yaygın olarak kullanılmaktadır. Literatürde bel
kaslarının izometrik ve izokinetik konsantrik kas kuvveti ölçümünde çeşitli dinamometrelerin
güvenilirliğini gösteren yayınlara, izokinetik eksantrik bel kuvvet ölçüm güvenilirliğini araştıran
68
çalışmalara rastlanmamaktadır. Bu çalışmada bel ekstansör ve fleksör kaslarının izometrik,
konsantrik ve eksantrik kas kuvvet ölçüm güvenilirliğini araştırmak hedeflendi.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya sağlıklı 11 erkek gönüllü katıldı. Kuvvet ölçümleri için Cybex Norm
izokinetik dinamometresi kullanıldı. Bel fleksör ve ekstansör kaslarının izometrik kuvveti 30° ve 60°
gövde fleksiyonunda, izokinetik konsantik kas gücü 30°/s ve 180°/s açısal hızda, izokinetik
eksantrik kas gücü ise 30°/s ve 90°/s açısal hızda iki ölçümcü tarafından üçer kez ölçüldü.
Ölçümcüler arası güvenilirlik 1-2 gün ara ile gerçekleştirilen ölçümlerle belirlendi. Ölçümcü
güvenilirliği için ise aynı ölçümcü testi 5-7 gün sonra tekrarladı. Güvenilirlik düzeyini belirlemek için
“Sınıf içi korelasyon katsayıları” (ICC, r) hesaplandı.
Bulgular: İzometrik ölçümlerin tamamında fleksör ve ekstansör kasların zirve tork değerleri için
ölçümcü içi ve arası ICC değerleri (r=0.90-0.96) yüksek güvenilirlik gösterdi. Ekstansör kaslarda
izokinetik konsantrik kuvvet ölçümlerinde düşük açısal hızda (30°/s) ölçümcü içi ve arası güvenilirlik
yüksek (r=0.90-0.91) saptanırken, diğer ölçümler ise iyi (r=0.80-0.83) düzeyde idi. Ekstansör bel
kaslarına ait izokinetik eksantrik kas kuvvet ölçümleri ölçümcü arası yüksek (r=0.95-0.96) ve
ölçümcü içi (r=0.83-0.88) iyi güvenilirlik gösterirken, fleksör kasların ölçümlerinde iyi düzeyde
ölçümcü içi (r=0.81-0.87) ve ölçümcü arası (r=0.82-0.84) güvenilirlik saptandı.
Sonuç: Çalışmada sağlıklı bireylerde uygulanan test protokollerinin bel izometrik, izokinetik
konsantrik ve eksantrik kas gücü ölçümleri için güvenilir olduğu sonucuna varıldı.
Anahtar sözcükler: Bel kasları, izometrik kuvvet, izokinetik kuvvet, eksantrik, konsantrik, güvenilirlik
P-05
ORTA ve İLERİ YAŞ BİREYLERDE DAĞ ve DOĞA YÜRÜYÜŞLERİNİN NABIZ DALGA HIZI ve
BAZI KARDİYAK PARAMETRELER ÜZERİNE UZUN DÖNEMLİ ETKİLERİ
Long-term effects of mountain- and hiking-walks on pulse wave velocity and some cardiac
parameters in middle- and older-aged people
Mehmet Karakuş1, Nazan Dolu2, Sami Aydoğan2, Nihat Kalay3, Aysun Çetin4, Soner Akkurt1
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1Spor Hekimliği Anabilim Dalı, 2Fizyoloji Anabilim Dalı, 3Kardiyoloji
Anabilim Dalı, 4Biyokimya Anabilim Dalı, Kayseri
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Uzun süreli ve en az haftada bir düzenli yapılan dağ ve doğa yürüyüşlerinin, orta ve
ileri yaş bireylerde nabız dalga hızı (PWV), plazma pentraxin 3 (PTX3) düzeyi ve bazı kardiyak
parametreler üzerine etkilerinin gösterilmesi amaçlandı. PWV, damar sertliğinin altın standart
göstergesi olarak kabul edilmektedir.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya “Erciyes Kaplanları” adıyla bilinen Türkiye Dağcılık Federasyonu
(TDF) üyesi, 5-20 yıldır (ortalama 10.5 yıl), haftada en az bir gün düzenli olarak dağ ve doğa
yürüyüşü aktiviteleri yapan, yaşları 35-68 arasında değişen, 20 orta ve ileri yaş dağcı ile aynı yaş
grubunda olan 20 sedanter dahil edildi. Tüm deneklerin santral ve periferik nabız dalga hızı
ölçümleri “Micro Medical Pulse Trace” cihazıyla ile non-invaziv olarak, ELISA yöntemi ile PTX3
düzeyleri, standart lipid profili ve hemogram tetkikleri, EKO çekimleri ve efor testleri yapıldı.
Bulgular: Her iki grup arasında demografik özellikler, egzersiz kapasitesi ve PTX3 düzeyleri
açısından anlamlı fark yoktu. Sol ventrikül sistolik çapı dağcılarda sedanter gruba göre daha
yüksekti (p<0.05). Dağcıların N/L oranları sedanter gruba göre daha düşüktü (p<0.05). Femurayak bileği nabız dalga hızı (faPWV) ve karotid-femoral nabız dalga hızı (cfPWV) değerleri
dağcılarda anlamlı düzeyde düşük bulundu (p<0.05). Korrelasyon analizinde PTX3 ile cfPWV ve
faPWV arasında negatif ve istatistiksel olarak anlamlı ilişkiler belirlendi (p<0.05).
Tartışma ve sonuç: Uzun süreli ve en az haftada bir yapılan dağ ve doğa yürüyüşlerinin, periferik
ve santral nabız dalga hızını anlamlı olarak düşürerek yaşlılıkta ortaya çıkan damar sertliği riskini
azalttığı, ayrıca nabız dalga hızı azaldıkça PTX3’ün arttığı sonucuna varıldı.
Anahtar sözcükler: Dağ ve doğa yürüyüşü, plazma pentraxin 3, arteroskleroz, nabız dalga hızı, cfPWV,
faPWV, N/L oranı
69
P-06
FUTBOLCULARDA ŞİDDETİ GİDEREK ARTAN EGZERSİZ SIRASINDA AEROBİKANAEROBİK METABOLİZMA GEÇİŞ YOĞUNLUĞUNDA EMG DEĞİŞİKLİKLERİ
EMG changes during aerobic-anaerobic metabolism switch in an incremental exercise in
football players
Safinaz Yıldız1, Gamze Filiz1, Sacit Karamürsel2, Erdem Kaşıkçıoğlu1, Sertaç Yakal1
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, 1Spor Hekimliği Anabilim Dalı, 2Fizyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Egzersiz reçetelemesi ve antrenman programlanmasında, egzersiz şiddetinin
saptanmasında anaerobik eşik değer (AT) önemli kriter olup, laboratuvarda V- Slope yöntemi ile de
belirlenebilir. Tartışmalı olmasına rağmen, EMG sinyal değişimleri değerlendirilerek daha kolay ve
rahat uygulanabilir non-invaziv bir EMG eşik (EMGT) yönteminin AT için kullanılabileceği gösterilmiştir.
Bu çalışma, aerobik performans, AT ve EMGT değerlerini belirleyerek bu yöntemin pratikte uygulanıp
uygulanamayacağını tartışmak üzere planlandı.
Gereç ve yöntem: Yaşları 18-26 arasında değişen 20 sağlıklı futbolcu ve sedanter erkekle
çalışıldı. sEMG elektrodları vastus lateralis ve medialis, biceps femoris ve gastrocnemius lateralis
kasları gövdesine yerleştirildi. Katılımcılar 50W yükle başlayıp, iki dakikada bir iş yükü 25W
arttırılarak yoruluncaya kadar pedal çevirdiler ve sEMG ile test boyunca kas aktiviteleri kaydedildi.
Raw-EMG sinyalleri Rms potansiyellerine çevrildikten sonra regresyon analizi ile EMGT belirlendi.
Katılımcıların aerobik kapasiteleri, AT ve EMGT egzersiz şiddetleri saptandı. Sonuçlar istatistiksel
analizinde için SPSS v15.0 kullanıldı.
Bulgular: Futbolcuların aerobik kapasiteleri sedanterlerden anlamlı düzeyse yüksekti (p<0.001).
Her iki grup katılımcıda AT ve dört ayrı kas grubunun EMGT egzersiz şiddetleri arasında anlamlı
bir ilişki bulunmadı.
Tartışma ve sonuç: Aerobik dayanıklılık kapasitesini değerlendirmek için AT’nin; kasların dayanıklılık
kapasiteleri için ise EMGT yönteminin kullanılmasının daha doğru olacağı düşünülmektedir.
Anahtar sözcükler: Anaerobik eşik,EMG eşiği, Raw- EMG, Rms-EMG, futbol
P-07
ELEKTRO-ENZİMATİK ANALİZ YAPAN İKİ FARKLI TAŞINABİLİR LAKTAT ANALİZ CİHAZININ
GEÇERLİLİK ve GÜVENİLİRLİK ÇALIŞMASI
Validity and reliability assessment of two different portable electro-enzymatic lactate analyzers
Halil İbrahim Kaya1, Cem Çetin2, Duygu Kumbul Doğuç3, Mustafa Onur Serbest2, Ali Erdoğan4
1
Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Spor Hekimliği Polikliniği, Samsun; Süleyman Demirel Üniversitesi
Tıp Fakültesi, 2Spor Hekimliği Anabilim Dalı, 3Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Isparta; 4MedicalPark
Antalyaspor Kulübü, Antalya
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Çalışmanın amacı geniş bir laktik asit konsantrasyonu aralığında bir laboratuvar
analizörü (Biosen C Line) ile el analizörünün (Lactate Scout) güvenilirliklerini değerlendirmek ve
her iki analizörü karşılaştırarak geçerliliklerini saptamaktır.
Gereç ve yöntem: Kan örnekleri koşu bandında şiddeti giderek artan laboratuvar egzersiz testi
sırasında alındı. Analizörlerin geçerlilik ve güvenilirliği için laktik asit kan konsantrasyonu 0.8-11.1
mM aralığında değişen 99 örnekte test-tekrar test şeklinde ölçümler yapıldı.
Bulgular: Lactate Scout analizörü için SKK 0.994 çıktı. Tekrarlı ölçümler için TH 0.20 mM,
varyasyon katsayısı %6.32 idi. Biosen C Line analizörü için SKK 1.000 idi. Tekrarlı ölçümler için TH
0.04 mM, varyasyon katsayısı %1.37 bulundu. Her iki analizörün güvenilirlik çalışması sonuçları
mükkemmel uyum gösterdi. Lactate Scout analizörünün geçerlilik katsayısı 0.976 olarak yüksek
bulundu. Her iki analizördeki ölçümler arasında TSH 0.45 mM, varyasyon katsayısı %14.1 idi.
Geçerlilik ve güvenirlilik analizleri <2.5 mM, 2.5-5.0 mM ve >5.0 mM laktik asit kan konsantrasyon
aralıklarında ayrı ayrı değerlendirildi. Lactate Scout ve referans olan Bland & Altman yöntemleri
karşılaştırıldığında, laktik asit konsantrasyon değerlerinin farklarına ait ortalama -0.097, uyum
sınırları -1.34 ve 1.15 olarak bulundu.
70
Tartışma ve sonuç: Çalışma sonuçları Lactate Scout analizörünün yüksek geçerliliğe sahip
olduğunu göstermekle birlikte, >5.0 mM konsantrasyon değerlerinde referans yöntemle ölçülen
değerlerden sistematik olarak anlamlı derecede düşük bulundu.
Anahtar sözcükler: Laktat testi, geçerlilik, güvenilirlik, Biosen C Line, Lactate Scout
P-08
FUTBOLDA BETA ENDORFİN DÜZEYLERİ ve LAKTAT ELİMİNASYONUNUN ŞUT ve SPRİNT
PERFORMANSI ÜZERİNE ETKİLERİ
Effects of beta-endorphin levels and lactate elimination on football shooting and sprint
performance
Faik Vural1, Faruk Turgay2, M. Zeki Özkol2, Tolga Akşit1
Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor YO, 1Hareket ve Antrenman Bilimleri Anabilim Dalı, 2Spor Sağlık
Anabilim Dalı, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Beta endorfin (β-End) düzeyleri ile laktik aside tolerans düzeyi ve ağrı duyumu
arasındaki ilişki bireysel sporlarda bilinmekle birlikte, takım sporlarında belirsizdir. Ayrıca; bu
parametrelerin testosteron ve kortizol hormonlarıyla ve sprint-şut performanslarıyla ilişkilerini
birlikte inceleyen bir çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada antrene futbolcularda oyunun son
periyodunda gözlenen şut ve sprint performansındaki muhtemel düşüşte tükürük β-End, kortizol ve
testosteron düzeyleri ile laktat eliminasyonunun etkileri araştırıldı.
Gereç ve yöntem: Toplam 16 amatör futbolcuya laktat eliminasyon testi, ısınma ve maç
sonrasında yo-yo aralıklı toparlanma testi seviye 1 (YYATTS1), sprint ve şut performans testleri
uygulandı. Kan laktat ve glükozu ile tükürük β-End, kortizol ve testesteron düzeyleri maç öncesi
(M1), devre arası (M2), maç sonu (M3) ve YYATTS1 sonrası ölçüldü.
Bulgular: M1 ve M3 arasında β-End düzeylerinde bireysel artışlar (%251) bulunsa da M1, M2 ve
M3 arasındaki genel farklılıklar anlamlı değildi. M3 testosteron düzeyleri, bazal (p<0.01) ve M2
seviyelerine (p<0.001) oranla anlamlı düzeyde arttı. Buna ek olarak; M3 sprint ve şut performansları ile
β-End hormonu, laktat eliminasyon düzeyi ve diğer hormonlar arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı.
Tartışma ve sonuç: Maç esnasında testosteron hariç diğer hormonlarda anlamlı bir değişikliğin
saptanmamasında futbol müsabakasının orta düzeyde bir stres yaratıyor olmasının rolü olabileceği
söylenebilir.
Anahtar sözcükler: Futbol, sprint, şut, β-endorfin, testosteron, kortizol, laktat eliminasyonu
P-09
GENÇ KADIN BOKSÖRLERİN YARALANMA PROFİLLERİ ve SERUM DEMİR DÜZEYLERİ
Injury profiles and serum ferritin levels in young female boxers
Ali Eraslan, Ayşen Türk
Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Spor Hekimliği Polikliniği, Antalya
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Boks; dayanıklılık, kuvvet ve çeviklik gerektiren bir spor branşıdır. Bu sporu yapan
genç kadınlarda yaralanma tiplerini, demir eksikliği (DE) ve demir eksikliği anemisi (DEA) sıklığının
araştırılması amaçlandı.
Gereç ve yöntem: Antalya’da kamp yapmakta olan Genç Kadın Boks Milli Takımının farklı
sıkletlerdeki (48 kg ile 81+ kg arasında) 16 sporcusu çalışmaya alındı. Sporcuların anamnezleri
alınarak rutin fizik muayene ve laboratuvar incelemeleri yapıldı. Gerektiğinde radyolojik tetkikler
yapılarak yaralanma profilleri çıkarıldı. Tek başına ferritin düşüklüğü (<11 ng/ml) DE olarak, ferritin
düşüklüğüyle birlikte hemoglobin düşüklüğü (<12 g/dl) DEA olarak tanımlandı.
Bulgular: Sporcuların yaş ortalaması 16.9 (±0.8) yıl bulundu. Dört sporcuda yaralanma bulgusu
yoktu. Diğer 12 sporcuda ise 15 yaralanma bulgusu saptandı. Bu yaralanmaların yedisi üst
ekstremitede (üç metakarpal ağrı, iki el bileği burkulması, bir müsküler strain, bir omuz
tendinopatisi), dördü omurgada (üç paraservikal müsküler strain, bir lumbalji), dördü de alt
ekstremitede (birer müsküler strain, kondromalazi patella, ayak bileği burkulması, metatarsal ağrı)
71
saptandı. Laboratuvar incelemeleri ile beş sporcuya (%31) DE, üç sporcuya (%19) ise DEA tanısı
kondu.
Tartışma ve sonuç: Boksta üst ekstremite ve baş-boyun yaralanmaları bu çalışmada olduğu gibi
sık gözlenir. Uzun yıllar bu sporu yapanlarda dejeneratif değişiklikler ve mental problemler; genç
boksörlerde ise daha çok akut veya “overuse” yaralanmaları meydana gelir. Dayanıklılık gerektiren
bu sporda, milli takım kadın sporcularının yarısında demir metabolizması yetersizlikleri (DE veya
DEA) belirlendi. Sporcuların yaralanmaya ve demir replasmanına yönelik tedavileri düzenlendi.
Kamp dönemlerindeki sağlık kontrollerinin önemini vurgulamak ve genç kadın sporcularda demir
yetmezliğinin sıklığına dikkati çekmek açısından bu veriler önemli olabilir.
Anahtar sözcükler: Boks, kadın, yaralanma, demir eksikliği, serum ferritin
P-10
AMATÖR ERKEK BOKSÖRLERİN YARALANMA PROFİLİ ve KASK KULLANIMINA İLİŞKİN
KURAL DEĞİŞİKLİĞİ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ
Injury profile of male amateur boxers and their views about rule change for helmet usage
Tuğçe Karaşahinoğlu, Özhan Bavlı
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Çanakkale
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Bu çalışma amatör erkek boksörlerin yaralanma profillerini ve Uluslararası Amatör
Boks Birliği (AIBA) Teknik ve Kurallar Komisyonunun Mart 2013 tarihinde yayınladığı kararla büyük
erkekler boks müsabakalarında kask kullanımının kaldırılmasına ilişkin sporcu görüşlerini belirlemek
amacıyla yapıldı.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya Ankara, İstanbul, İzmir ve Trabzon illerinden büyük erkekler
kategorisinde boks sporu yapan lisanslı 177 sporcu (yaş 21.8±4.1 yıl, spor yaşı 7.0±3.8 yıl) gönüllü
olarak katıldı. Çalışmadaki veriler araştırmacı tarafından hazırlanan yaralanma profili gözlem formu
ve kask kullanımı kural değişikliği hakkındaki görüşlerin sorgulandığı anket formu ile toplandı.
Veriler SPSS programında analiz edildi. Bulguların yorumlanmasında betimsel istatistiklerden
(yüzde, frekans, ortalama ve standart sapma) yararlanıldı.
Bulgular: Çalışma sonucunda sporcuların %40’ının yaralanma geçirdiği, yaralanmaların sıklıkla
burkulma şeklinde (%22.8) ve el-parmaklar bölgesinde (%35.8) olduğu, sporcuların en çok
antrenman sırasında (%54.7) ve rakip oyuncu teması nedeniyle (%24.7) yaralandığı, sıklete göre
en çok yaralanmaya 64 kg (%18.1) kategorisinde rastlandığı ve yaralanmaların sıklıkla 1-4 hafta
arasında (%47.2) iyileştiği belirlendi. Sporcuların kask kullanımından rahatsızlık duymadığı, kask
kullanımının kalkması sonucu yaralanmaların artacağını düşündüğü ve kask kullanımının kalkmasını
doğru bulmadığı belirlendi.
Tartışma ve sonuç: Bu bulgular ışığında antrenmanda koruyucu önlemlerin arttırılması ve
müsabakalarda kask kullanımının sürdürülmesi yaralanmaları azaltmada etkili stratejiler olabilir.
Anahtar sözcükler: Spor, boks, yaralanma, kask kullanımı
P-11
MİLLİ TAKIM SPORCULARINDA SKAPULAR MOBİLİTENİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Assessment of scapular mobility in national team athletes
Necmiye Ün Yıldırım1, Banu Kabak2, Nuriye Özengin1, Meral Hazır2
1
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, Bolu
Gençlik ve Spor Bakanlığı, Sağlık İşleri Daire Başkanlığı, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
2
Giriş ve amaç: Skapulanın istirahat pozisyonunda ve dinamik hareketlerinde meydana gelen
değişiklikler, ağrı başta olmak üzere omuz sorunlarıyla ilişkilidir. Bu çalışma, dönüşümlü ve
dönüşümsüz sporların milli takım sporcularında skapular mobiliteyi değerlendirmek ve iki grup
arasında fark olup olmadığını ortaya koymak amacı ile yapıldı.
Gereç ve yöntem: Araştırmaya yüzme, kürek, voleybol, karate ve boks branşlarından toplam 53
milli takım sporcusu alındı. Bu spor dallarından yüzme ve kürek dönüşümlü; voleybol, karate ve
72
boks ise dönüşümsüz sporlar olarak gruplandırıldı. Sporcuların skapular asimetrileri lateral
skapular kayma testi ile değerlendirildi. Ölçümler nötral, kol 45° ve 90° abduksiyon pozisyonunda
yapıldı. Skapulanın inferior açısı ile en yakın olan spinöz çıkıntı arasındaki mesafe mezura ile
ölçüldü. Dominant ve dominant olmayan ekstremiteler arasında 1.5 cm’den daha fazla fark olması
skapular asimetri olarak değerlendirildi.
Bulgular: Dönüşümlü spor dalı kapsamında değerlendirilen 22 sporcunun dördünde, dönüşümsüz
spor dalında değerlendirilen 31 sporcudan 14'ünde skapular asimetri varlığı gözlendi. Her iki grup
arasında istatistiksel fark saptandı (p<0.05).
Tartışma ve sonuç: Voleybol, karate ve boks gibi dönüşümsüz spor dallarında üst ekstremitenin
simetrik kullanılmaması skapular asimetriye neden olabilir. Özellikle dönüşümsüz spor dalları
olarak sınıflandırılan sporları yapan sporcularda skapular mobilitenin değerlendirilip buna yönelik
egzersiz ve antrenman programlarının düzenlenmesi gerekmektedir.
Anahtar sözcükler: Skapular mobilite, skapular asimetri, lateral kayma testi, spor
P-12
OLGU SUNUMU: PELVİK KOSTA, NADİR GÖRÜLEN bir DOĞUMSAL ANOMALİ
Case study: pelvic costa, a rarely seen birth anomaly
Abdulaziz Barkohani1, Metin Ergün1, Mehmet Argın2, Hüseyin Kaya3
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1Spor Hekimliği Anabilim Dalı, 2Radyodiagnostik Anabilim Dalı, 3Ortopedi ve
Travmatoloji Anabilim Dalı, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş: Pelvik kosta, genellikle pelvis çevresi yumuşak doku içerisinde yerleşim gösteren, normal
kemik kaynaklı nadir görülen doğumsal bir anomalidir. Genellikle farklı amaçlarla yapılan radyografik
görüntülemelerde rastlantısal olarak falanks veya kosta şeklinde bir görüntü saptanmasıyla tanı
konur. Karakteristik olarak yalancı eklemleşme yapar. Olgular çoğunlukla asemptomatiktir ve
ayırıcı tanıda travmaya bağlı avülsiyon fraktürü ve myozitis ossifikans öncelikle yer alır.
Olgu: Masterlar futbol takımında oynayan 42 yaşındaki erkek sporcu, yaklaşık iki yıldır özelikle
sportif aktivite sırasında kalça fleksiyonu gerektiren hareketlerde, sağ kalça posterolateral bölgede
ortaya çıkan batıcı karakterde ağrı şikayeti nedeniyle kliniğe başvurdu. Özellikle şut sırasında
ortaya çıkan ağrı tanımlanmakta, yürüyüş ve koşuda semptom bulunmamaktaydı. Fizik muayenede
eklem hareket açıklığı normal iken, kalçanın pasif eksternal rotasyonunda ağrı belirlendi. Kalça ön
sıkışma testi ile Thomas ve Trendelenburg testleri negatifti. Nörolojik defisit yoktu. X-Ray ve BT
incelemelerinde sağ iliak kemik asetabulum üst bölgesinden anterior-inferior yönde uzanım gösteren
kemik yapı saptandı.
Sonuç: Literatürde az sayıda pelvik kosta bildirilmektedir. Olguların çoğu asemptomatiktir ve genellikle
cerrahi tedaviye gerek olmamaktadır. Pelvik kosta tanısı alan bu olguda semptom varlığı ve sportif
aktivitenin kısıtlanması nedeniyle cerrahi tedavi ön planda düşünüldü.
Anahtar sözcükler: Pelvik kosta, futbol, X-ray
P-13
REKREASYONEL FUTBOLCUDA SPİNA İLİACA ANTEROİNFERİOR AVÜLSİYON KIRIĞI:
OLGU SUNUMU
Spina iliaca anteroinferior avulsion fracture in a recreational football player: case report
Nevzad Denerel1, Erdem Kaan2, Rifat Doğan3
1
Gaziantepspor Kulübü, Spor Hekimliği Birimi, Gaziantep
Dr. Ersin Arslan Devlet Hastanesi, Ortopedi ve Travmatoloji Polikliniği, Gaziantep
3
Ege Sağlık Vakfı, Radyoloji Birimi, İzmir
İletişim e-mail: [email protected]
2
Giriş: Spina iliaca avülsiyon fraktürleri özellikle adolesan dönemde gözlenmekte ve sıklıkla kas
grubunun aşırı kullanımı veya ani kas gerilmeleri sonucu oluşmaktadır. Spina iliaca anterosuperior,
crista iliaca ve pubic kemik avülsiyon kırıklarının aksine spina iliaca anteroinferior (SİAİ) avülsiyon
kırıkları daha nadir gözlenir. Tipik olarak rectus femoris kasının ani eksantrik kasılması sonucu oluşur.
73
Olgu: Erkek olgunun (35 yaş), futbol oynarken serbest vuruş kullandığı sırada sol kasığında ani
ağrı ve çıkık hissi meydana gelmiş. İlk günler dinlenen olgu bir süre geçtikten sonra kliniğe
başvurmuş ve kas ultrasonografisi uygulanmıştı. Çok sayıda inguinal lenf bezi haricinde normal
olarak değerlendirildi ve NSAİ-myorelaksan reçete edilerek bir süre dinlenmesi önerildi. Sporcu iki
haftalık dinlenme sonrası ağrılarına rağmen rekreasyonel futbol oynamaya devam etmiş. İlk
yaralanmadan bir yıl sonra, futbol oynarken sprintte ani yön değiştirmede sol kasığında aynı ağrıyı
hissetmiş. Kliniğe başvuran olguya ayrıntılı fizik muayene ve radyolojik görüntüleme yöntemleri
sonucunda SİAİ avülsiyon kırığı tanısı kondu.
Tartışma ve sonuç: İliak avülsiyon yaralanmaları sıklıkla adolesan ve çocuklarda apofizde
gözlenirken, bu olguda 35 yaşında meydana geldi. Ayrıca bu tür avülsiyonlar atletlerde ve özellikle
sprinterlerde daha sık gözlenirken, olgu rekreasyonel futbolcuydu. Olgu, doktorların kasık ağrısı ile
başvuran, kas-iskelet sistemi olgunlaşmış hastaları değerlendirirken daha dikkatli olmaları ve yaşlarına
bakılmaksızın pelvis avülsiyon kırığı olasılığını akıllarına getirmeleri gerektiğini ortaya koymaktadır.
Anahtar sözcükler: Avülsiyon fraktürü, spina iliaca anteroinferior, kasık ağrısı
P-14
OLGU SUNUMU: SIRTTA bir KİTLE, ELASTOFİBROMA DORSİ
Case report: mass on the back; elastofibroma dorsi
Canan Gönen Aydın1, Osman Lapçin2, Seçil Sezgin Sakızlıoğlu3, Kubilay Beng2
Metin Sabancı Baltalimanı Kemik Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 1Spor Hekimliği, 2Ortopedi ve
Travmatoloji, 3Radyoloji Klinikleri, İstanbul, Türkiye
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş: Elastofibroma dorsi (EFD), fizik muayene sırasında ön tanılarda akla gelmeyen yumuşak
doku kitlesidir. Sırt ve omuz ağrısı nedeniyle polikliniklere başvuran hastalarda muayene sırasında
gözden kolaylıkla kaçabilmektedir.
Olgu: Sırtta şişlik yakınması olan 64 yaşındaki grafiker ressam kadın hasta sunulmaktadır. Üç ay
önce barfiks çekerken ağrılı olarak sırtında beliren kitle nedeniyle polikliniğe başvurdu. Fizik
muayenesinde sağ scapula inferiorda, kol abdüksiyon hareketiyle daha da belirginleşen kitle
saptandı. MR görüntülemesinde yumuşak doku kitlesi belirlendi. EFD dorsi için karakteristik
semptom ve bulgusu olan hasta cerrahi girişim istemedi ve takibe alındı.
Tartışma ve sonuç: Son çalışmalarda EFD’nin kas gücü ile çalışanlarda tekrarlayıcı travma ile
görülme sıklığının artabileceği bildirilmiştir. Omuz ve kolunu sürekli kullanan ya da ağır iş yapan
kişilerde EFD’nin daha fazla gözlenmesi bu görüşü destekler. Golf oyuncularında kol hareketi
sırasında da skapula ve göğüs duvarı arasında devamlı bir sıkışma olmaktadır. Ancak literatürde
bu sporcularla ilgili bir çalışmaya rastlanmadı. EFD orta yaş grubunda sık gözlenir. Burada 64
yaşındaki kadın olguda çift taraflı EFD saptandı. Bu tür hastalarda fizik muayenede semptom
olmasa da mutlaka radyolojik değerlendirme gerekir. BT ve MRI inceleme bu patoloji için oldukça
yararlı görüntüleme yöntemleridir. Olguda önceden çekilmiş BT’ye ek MR görüntüleme yeterli oldu
ve biyopsiye gerek görülmedi. Nadir bir göğüs duvarı tümörü olan EFD sırt ağrısı tanımlayan
hastada yeni literatür bilgiler ışığında değerlendirildi.
Anahtar sözcükler: Elastofibroma dorsi, travma, ağrı, egzersiz
P-15
BİR MASTER SPORCUDA DİZDE SİNOVYAL OSTEOKONDROMATOZİS: OLGU SUNUMU
Sinovial osteochondromatosis in a veteran athlete: case study
Ali Eraslan1, Ali Eroğlu2, Bekir Erol3
1
Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Spor Hekimliği Birimi, Antalya
Erenköy Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi, Spor Hekimliği Birimi, İstanbul
3
Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Birimi, Antalya
İletişim e-mail: [email protected]
2
Giriş: Sinovyal osteokondromatozis (SO), sinovyal membranda osteokondral odakların oluşmasıyla
karakterize bir hastalıktır. Tutulan sinovyal yapı ekleme ait ise intraartiküler SO; bursa veya tendon
74
kılıfındaysa ekstraartiküler SO şeklinde adlandırılır. Semptomlar osteokondral kitlelerin büyüyüp
eklem içi serbest cisimlere dönüşmesiyle belirgin hale gelir.
Olgu: Erkek master koşucu (49 yaş), sağ diz ağrısı ve hareket kısıtlılığı yakınmasıyla başvurdu.
Senelerdir aktif spor hayatı olan hasta, bir yıldır koşulara devam edememiş ve tedaviden yarar
görmemişti. Fizik muayenede minimal effüzyon, 120o’de fleksiyon limitasyonu saptandı. Spesifik
muayene testleri negatifti. Ancak medial popliteal bölgede derin palpasyonla ortaya çıkan hassasiyet
vardı. Diz radyografilerinde bu bölgede mültipl radyoopasiteler göze çarptı. MR görüntülemede ılımlı
effüzyon, sinovit ve femoral kondropati gözlendi. Ayrıca intraartiküler bölgede, popliteal bursada ve
semimembranosus (SM) tendonunda 1 cm’den küçük mültipl ossifiye cisimler gözlendi. Patognomonik
radyolojik bulgular ve ekstraartiküler tutulumun eşlik etmesi nedeniyle SO tanısı kondu.
Tedavi: Önerilmesine rağmen, hasta cerrahi girişimi kabul etmedi. Fizyoterapiden kısmen fayda
gördü ve öncekinden düşük düzeyde aktiviteye dönüş sağlandı. Ancak iki yıl sonra giderek artan
ağrı ve fleksiyonda blokaj şikayetiyle başvurduğu merkezde artroskopik girişim ile sinoviektomi,
serbest cisim eksizyonu, menisektomi ve kıkırdak debritmanı uygulandı. Post-op takibinde dizin
tam eklem hareket açıklığına kavuştuğu gözlendi. Hastaya yürüyüş ve yüzme önerildi. Önlem
amacıyla yoğun aktiviteden kaçınması söylendi.
Tartışma: Olguda intraartiküler ve ekstraartiküler (popliteal bursa, SM tendonu) tutulum birlikte idi.
SM tendonunda SO varlığı literatürde böyle bir bilgiye rastlanmadığı nedeniyle ilk defa bu olguda
tanımlandı. Serbest cisimlerin mekanik etkisiyle eklem hasarı artabileceği için, SO olgularında tanı
konduktan sonra gecikmeden cerrahi düşünülmelidir. Ayrıca rekürrans veya malign transformasyon
olasılığı nedeniyle uzun süreli izlem önerilmektedir.
Anahtar sözcükler: Sinovyal osteokondromatozis, diz, koşu, egzersiz
P-16
YENİ TANI ALMIŞ LATERAL EPİKONDİLİT OLGULARINDA ESWT UYGULAMASI ETKİNLİĞİ
ESWT application efficiency in recently diagnosed lateral epicondilitis cases
Ali Eroğlu1, Özgür Ulutaş2, Ali Eraslan3
Erenköy Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi, 1Spor Hekimliği Bölümü, 2Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon
Bölümü, İstanbul; 3Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Spor Hekimliği Bölümü, Antalya
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Lateral epikondilit, el/elbileği ekstansörlerinin aşırı kullanımı ve zorlayıcı kavramadöndürme hareketleri sonucunda muskülotendinöz bileşkede dejeneratif değişiklikle karakterize
ağrılı bir klinik tablodur. Çalışmada, yeni lateral epikondilit tanısı konmuş vakalarda ESWT tedavisinin
etkinliğinin araştırılması amaçlandı.
Gereç ve yöntem: Anamnez, fizik muayene ve provokasyon testleri sonucuna göre yeni tanı
konan 24 lateral epikondilit olgusu (19 kadın, 5 erkek) çalışmaya alındı. Hastanın önkolu supin
pozisyonda iken, 2000 şok dalgası 0.08-0.12 mJ/mm2 düşük enerji yoğunluğunda ESWT, birer
hafta aralıklarla toplam dört kez uygulandı. Ek tedavi yöntemi uygulanmadı. ESWT’nin etkinliğini
değerlendirmek amacıyla, tedavi öncesinde bir kez ve tedavi başladıktan sonraki birinci, ikinci ve
dördüncü haftalarda Nirschl ve vizüel analog skala (VAS) skorları kaydedildi.
Bulgular: Olguların yaş, boy ve ağırlık ortalamaları sırasıyla 48.0±7.7 yıl, 158.0±8.0 cm ve
67.9±7.5 kg bulundu. Hastalığın ortalama süresi 4.1±1.1 haftaydı. Tedavi öncesinde olguların
Nirschl skoru ortalaması 5.7±0.6, VAS skoru ortalaması 60.0±7.2 idi. Nirschl skoru ortalaması ilk
ESWT seansından sonraki birinci haftada 5.3±0.7, ikinci haftada 5.0±0.8, dördüncü haftada ise
4.8±0.7 bulundu. VAS skoru ortalaması ise birinci, ikinci ve dördüncü haftalar için sırasıyla 51.4±1.2,
40.7±0.9 ve 32.4±1.0 bulundu. Hem Nirschl hem de VAS skorlarının tüm takip değerleri, tedavi
öncesi değerlerle anlamlı farklılık göstermekteydi (p<0.05).
Tartışma ve sonuç: ESWT’nin antinosiseptif etki mekanizması tam olarak açıklanamasa da,
yumuşak doku iyileşmesini stimüle ettiği ve ağrı reseptörlerini inhibe ettiği ileri sürülmektedir.
Lateral epikondilit tedavisindeki etkinliği tartışmalı bir konudur. Bazı çalışmalar diğer tedavi
modalitelerine dirençli olgularda ESWT’nin daha yararlı olduğunu bildirmiştir. Çalışmanın
sonuçlarına göre, ESWT lateral epikondilit olgularının erken döneminde olumlu sonuç verdi.
Anahtar sözcükler: Lateral epikondilit, ESWT, Nirschl ve VAS skorları
75
P-17
CERRAHİ ve KONSERVATİF TEDAVİ UYGULANMIŞ ÖÇB YARALANMALI HASTALARIN
UZUN DÖNEM SONUÇLARININ ve YAŞAM KALİTELERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Long-term result and life quality assessment of ACL injured patients who have undergone
reconstructive or conservative treatment
Tolga Atay1, Mustafa Onur Serbest2, İnci Meltem Atay3, Cem Çetin2, Vecihi Kırdemir1
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, 2Spor Hekimliği
Anabilim Dalı, 3Psikiyatri Anabilim Dalı, Isparta
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Günümüzde ön çapraz bağ (ÖÇB) yaralanması tedavisi ile ilgili tartışmalar devam
etmektedir. Çalışmada konservatif ve cerrahi tedavi yöntemlerin karşılaştırılması ve uzun dönemde
birbirlerine olan üstünlüklerinin araştırılması amaçlandı.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya 2000-2010 yılları arasında Ortopedi ve Travmatoloji ile Spor
Hekimliği Anabilim Dalları tarafından tedavileri takip edilen ve kontrole gelen ÖÇB yaralanmaları
nedeniyle cerrahi veya konservatif tedavi uygulanmış 13’er hasta dahil edildi. Hastalarda kas
kuvveti, dayanıklılık ve propriosepsiyon; izokinetik dinamometre, Lysholm ve Cincinnati diz
skorlamaları ve tek ayak sıçrama testi ile değerlendirildi. Yaşam kalitelerini değerlendirmek için SF-36
ölçeği kullanıldı.
Bulgular: Pasif 30° repozisyonlama dışında cerrahi grubun sonuçları konservatife göre daha iyi
olmasına rağmen, fark anlamlı değildi. Aynı şekilde yaşam kaliteleri, sosyal fonksiyonları hariç
cerrahi grupta daha iyi olmamasına rağmen, fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı.
Tartışma ve sonuç: Uzun dönemde her ne kadar cerrahi tedavi görenlerde sonuçlar daha iyi olsa
da, istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmaması iki tedavi şeklinin kabul edilebilir alternatifler
olduğunu, uygun olgu ve sürece göre her ikisinin de yeri geldiğinde uygulanabileceğini göstermektedir.
Anahtar sözcükler: Ön çapraz bağ, propriosepsiyon, kas kuvveti, yaşam kalitesi
P-18
LATERAL EPİKONDİLİTLİ HASTALARDA ARTROSKOPİK TEDAVİ SONRASI EL BİLEĞİ
FLEKSÖR/EKSTANSÖR KAS KUVVETİNİN ARAŞTIRILMASI
Wrist flexor/extensor strength evaluation following arthroscopic treatment of lateral epicondilitis
Mustafa Onur Serbest1, Sabriye Ercan1, Halil İbrahim Kaya2, Hilmi Mustafa Demir1, Meriç Ünal3,
Cem Çetin1
1
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Isparta
Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Spor Hekimliği Polikliniği, Samsun
3
Özel Isparta Şifa Hastanesi, Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü, Isparta
İletişim e-mail: [email protected]
2
Giriş ve amaç: Lateral epikondilit dirsek ekleminin en sık görülen patolojilerinden biridir.
Tekrarlayıcı ve güç gerektiren kol aktiviteleri risk faktörüdür. Lateral epikondilit tedavisinde amaç
ağrıyı azaltmak ve fonksiyonları arttırmaktır. Konservatif tedaviye yanıt vermeyen hastalarda cerrahi
tedavi uygulanabilir. Bu çalışmada söz konusu hastalarda artroskopik tedaviye el bileği kuvvet
yanıtının değerlendirilmesi amaçlandı.
Gereç ve yöntem: Lateral epikondilit tanısı sonucu dirsekte artroskopik gevşetme yapılan sekiz
hasta çalışmaya alındı. Hastaların el bileklerinde izokinetik dinamometre ile fleksör ve ekstansör
kas kuvveti ölçümleri yapıldı. Tüm veriler SPSS v15.0 paket programı kullanılarak analiz edildi.
Verilerin normal dağılıma uygun olup olmadığı Kolmogorov-Smirnov testi ile belirlendi. Sağlam kol
ile opere kol arasındaki karşılaştırma için eşleştirilmiş çiftlerde t-testi uygulandı. İstatistiksel
anlamlılık düzeyi olarak p<0.05 değeri kriter olarak alındı.
Bulgular: Hastaların el bileği fleksör ve ekstansör kas kuvvet ölçümlerinde istatistiksel açıdan
anlamlı fark saptanmadı (p>0.05).
Tartışma ve sonuç: Lateral epikondilit tedavisi genellikle konservatif olup bu tedaviye yanıt
vermeyen hastalarda cerrahi tedavi uygulaması gerekir. Bu patolojide el bileği ekstansör kas
kuvvetinin azaldığı bilinmektedir. Konservatif ya da cerrahi tedavi sonrasında bu kayıpların geri
76
döndürülebileceği belirtilmektedir. Bu çalışmada lateral epikondilit tanısı konmuş ve dirsek
artroskopik gevşetme operasyonu sonrası ev egzersiz programı verilmiş olan hastalarda el bileği
kas kuvvetinin sağlam tarafa yakın değerlere ulaştığı gözlendi. Çalışma sonuçlarının daha geniş
hasta serisi içeren araştırmalar ile desteklenmesi uygun olacaktır.
Anahtar sözcükler: Lateral epikondilit, kas kuvveti, izokinetik dinamometri
P-19
PLANTAR FASİİTİS TEDAVİSİNDE EKSTRAKORPOREAL ŞOK DALGA TEDAVİSİ (ESWT) ve
STEROİD ENJEKSİYONU ETKİNLİĞİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
Comparing effectiveness of steroid injection and ESWT usage in plantar faciitis treatment
Mustafa Onur Serbest1, Halil İbrahim Kaya2, Hilmi Mustafa Demir1, Sabriye Ercan1, Cem Çetin1
1
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Isparta
Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Spor Hekimliği Bölümü, Samsun
İletişim e-mail: [email protected]
2
Giriş ve amaç: Plantar fasiitis topuk ağrısının önde gelen nedenlerindendir ve konservatif tedavi
ile önemli ölçüde iyileşmektedir. Çalışmanın amacı plantar fasiitis tedavisinde, ESWT ve lokal
kortikosteroid uygulamasının etkinliklerini karşılaştırmaktır.
Gereç ve yöntem: Şubat 2012-Şubat 2013 tarihleri arasında polikliniğe başvuran ve klinik olarak
plantar fasiitis tanısı konmuş 30 hasta rastgele iki gruba ayrıldı. Bir gruba steroid, diğer gruba
ESWT uygulandı. Ağrı ve hassasiyetin en fazla olduğu noktaya steroid grubunda 3 mg betametazon
asetat, 3.947 mg betametazondisodyum fosfat ve 20 mg %2 prilokain enjeksiyonu; ESWT grubuna
15 Hz frekans, 2000 atım/seans, 20 Barr yoğunlukta birer hafta ara ile üç seans ESWT uygulandı.
Bulgular: Steroid enjeksiyonu ve ESWT tedavisi ile 1. hafta, 1. ve 3. ay VAS skorlarında anlamlı
düşüş elde edildi. Lokal steroid enjeksiyonu grubunda bu süreçlerde VAS skorlarında gözlenen
düşüşler ESWT grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksekti.
Tartışma ve sonuç: Steroid enjeksiyonu ve ESWT tedavisi plantar fasiitise bağlı topuk ağrısında
etkili ve güvenli tedavi yöntemleridir. Çalışmada literatürle uyumlu olarak, lokal steroid enjeksiyonunun
ESWT tedavisine göre ağrıda anlamlı düzeyde daha fazla azalma sağladığı tespit edildi. Plantar
fasiitis tedavisinde lokal steroid enjeksiyonu maliyet/etkinlik açısından tercih edilebilir görünmektedir.
Anahtar sözcükler: Plantar fasiitis, epin kalkanei, ESWT, steroid enjeksiyonu
P-20
PLANTAR FASİİTLİ REKREASYONEL SPORCULARDA EKSTRAKORPOREAL ŞOK DALGA
TEDAVİSİNİN ERKEN DÖNEM ETKİNLİĞİ
Early phase efficiency of ESWT therapy in recreational ahletes with plantar faciitis
Ali Haydar Apaydın, Aydan Örsçelik, Yavuz Yıldız, Taner Aydın
Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Ekstrakorporeal şok dalga tedavisi (ESWT) plantar fasiit tedavisinde yaygın olarak
kullanılmaktadır. ESWT cihazının fokus (F-SW) ve radyal şok dalga (R-SW) uygulayabilen iki
başlığı bulunmaktadır. Bu başlıklar tedavide ayrı ayrı kullanılmaktadır. Bu çalışmada ESWT
uygulamasında ikili uygulamanın etkinliği araştırıldı.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya tek taraflı plantar fasiiti olan, 35-45 yaş arası, 10 rekreasyonel
sporcu alındı. Katılımcılara haftada bir toplam üç seans ESWT cihazının F-SW uygulayıcı
başlığıyla ağrı toleransına göre 0.05-0.15 mJ/mm2 dozda 2000 atım, R-SW uygulayıcı başlıkla ise
ağrı toleransına göre 1.0-1.4 Bar ve 2000 atım uygulandı. Katılımcıların tedavi öncesi ve ilk
seanstan iki ay sonrası vizüel analog skala (VAS) ve VİSA-P skorları belirlendi.
Bulgular: Tedavi sonrası VAS ve VİSA-P skorlarında anlamlı derecede düzelme oldu (p<0.05).
Tartışma ve sonuç: Çalışmada plantar fasiit tedavisinde ikili uygulamanın etkinliği gösterildi.
Bililindiği kadarıyla bu, kas-iskelet sistemi problemlerinde ESWT uygulama başlıklarının birlikte
kullanıldığı ilk çalışmadır. Katılımcı sayısının arttırıldığı çalışmalar yararlı olacaktır.
Anahtar sözcükler: ESWT, plantar fasiit, VAS ve VİSA-P skorları
77
P-21
AKUT MCL YARALANMASINDA PROLOTERAPİ UYGULAMASININ ETKİNLİĞİ: OLGU SUNUMU
Effectiveness of proloterapy application in acute MCL injury: case study
Ahmet Mustafa Ada1, Aydan Örsçelik2, Taner Aydın2
1
TSK Spor Okulu Sporcu Sağlığı Uygulama Merkezi, Spor Hekimliği, Ankara
GATA Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
2
Giriş: Medial kollateral ligament (MCL), günlük yaşam ve sportif aktivitelerdeki kazalarda sık
yaralanan diz bağlarındandır. Bu yaralanmaların konservatif tedavisi; sportif rehabilitasyon, “brace”
uygulaması ve PRP, otolog kan ve proloterapiyi içeren rejeneratif enjeksiyon ve kortikosteroid
uygulamalarını içerir. Proloterapi ağrıyı gidermek için irritan çözeltilerin eklem içi, ligament ve
tendon entezis bölgesine enjekte edilmesi olup, hasarlanmış ve relaksasyon gelişmiş tendon veya
ligamentlerin fibröz doku sentezini stimüle ederek kuvvetlendirmektedir.
Olgu: Yirmi bir yaşındaki erkek rugby oyuncusu, antrenman sırasına sağ dizine lateralden aldığı
darbe sonucu diz medialinde ağrı, hassasiyet ve şişlik yakınmasıyla dört gün sonra polikliniğe
başvurdu. Hastanın muayenesinde sağ diz MCL bölgesinde ve lateral tibial platoda ağrı ve
hassasiyet, diz eklem hareket açıklığı (EHA) tam, valgus stres testi ağrılı olarak tespit edildi.
Mevcut MRG sonucuna göre “MCL grade II sprain, tibia platosu lateral kesiminde ödem, kontüzyon
ve trabeküler mikro fraktürlerin varlığı” saptandı.
Tedavi: Hastaya ilk başvuruda ve beş gün arayla üç seans MCL bölgesine ve bir seans lateral
tibial platoda hassas noktalara proloterapi uygulandı. Uygulama sonrasında sportif rehabilitasyon
ünitesinde ilk üç gün sıcak uygulama ve izometrik egzersiz uygulanan hastaya sonrasında EHA ve
kuadriseps, hamstring, adduktor kuvvetlendirme egzersizleri uygulandı. Yaralanmadan dört hafta
sonra ağrısı tamamen azalan hasta düz koşulara başladı ve takım kampına katılarak 12 hafta
sonra ilk maçını ağrısız olarak tamamladı.
Tartışma ve sonuç: Literatür taraması sonucu elde edilen bilgilere göre, bu olgu akut MCL “grade
II sprain” tedavisinde proloterapi uygulamasının etkinliğinin gösterilmesi açısından bir ilktir.
Hastanın klinik sonucu doğrultusunda akut ligament yaralanmalarında proloterapinin diğer
konservatif tedavilere alternatif olarak uygulanabileceği belirlendi.
Anahtar sözcükler: Medial kollateral ligament, proloterapi, rehabilitasyon, rugby
P-22
TROMBOSİTTEN ZENGİN PLAZMA ENJEKSİYONUNUN EGZERSİZ KAYNAKLI GECİKMİŞ KAS
AĞRISI ve KUVVETİNE ETKİSİ: OLGU ÇALIŞMASI
Effect of platelet enriched plasma injection on DOMS and muscle strength: case study
Ramazan Aydınoğlu1, Hakan As1, Onur Oral1, Rana Varol1, Zekine Pündük2
1
Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, İzmir
Balıkesir Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Balıkesir
İletilişm e-mail: [email protected]
2
Giriş ve amaç: Trombositten zengin plazma (TZP), trombositlerin suprafizyolojik derişimini içeren
otolog bir yöntem olup, kas iskelet sistemi yaralanmalarında tedavi amaçlı kullanılmaktadır. Aşırı
yüklenme egzersizleri gecikmiş kas ağrısına (GKA) ve 5-7 gün süren kas kuvvet kaybına neden olur.
Bu süreçte kas kuvvet fonksiyonlarının toparlanma hızı önemlidir. Bu çalışmanın amacı TZP
yönteminin egzersiz kaynaklı GKA ve kuvvet fonksiyonlarına etkisini incelemekti.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya 18-27 yaşlarında, orta düzeyde aktif beş erkek gönüllü katıldı.
Dinlenik durumda dominant olan ve olmayan kolda dirsek 90° fleksiyonda iken maksimal izometrik
kuvvet ölçümleri alındı. Daha sonra biceps kasına tükenene kadar konsantrik/eksantrik (75%1RM)
egzersiz uygulandı. Bir gün sonra gönüllülerin 8 ml kanları alınıp uygun kitle elde edilen 4 ml
zenginleştirilmiş trombosit plazması dominant olmayan taraf biceps kasına enjekte edildi. Egzersiz
sonrası ve dört gün boyunca maksimal ve ortalama dirsek fleksör kas kuvvetleri; ağrı şiddeti vizüel
analog skalayla (VAS) izlendi.
78
Bulgular: Ön test dirsek izometrik fleksör zirve kuvvet değerleri dominant tarafta %4 daha yüksek
iken, TZP uygulaması sonrasında ikinci gün zirve kuvvet değerleri TZP uygulanan kolda %3 yüksekti.
Ağrı şiddeti TZP uygulanan tarafta dört gün süresince anlamlı düzeyde düşüktü.
Tartışma ve sonuç: TZP yöntemi egzersiz kaynaklı gecikmiş kas ağrısını baskılayarak kasın
toparlanma sürecini ve kas kuvvet kapasitesini olumlu yönde etkileyebilir.
Anahtar sözcükler: Trombositten zengin plazma, izometrik kuvvet, gecikmiş kas ağrısı
P-23
BİR TIP FAKÜLTESİ SPOR HEKİMLİĞİ POLİKLİNİĞİNE BAŞVURAN HASTALARIN DAĞILIM
ÖZELLİKLERİ
Distribution properties of out-patients applying to a medical school’s sports medicine clinic
Mehmet Murat Seven1, Türker Türker2, Necmettin Koçak2, Yavuz Yıldız1, Taner Aydın1
GATA, 1Spor Hekimliği Anabilim Dalı, 2Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Spor, egzersiz ve hareketle ilişkili hastalıklarla ilgili güvenilir veriler elde edebilmek
için epidemiyolojik araştırmalara gereksinim vardır. Bunun için öncelikle hastalık sıklığı, önemi ve
profili hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Bu çalışmanın amacı, bir tıp fakültesi spor hekimliği
polikliniğine başvuran hastaların tanı sıklığını ve dağılım özelliklerini belirlemektir.
Gereç ve yöntem: GATA Spor Hekimliği Anabilim Dalı polikliniğine Ocak-Eylül 2013 tarihleri
arasında başvuran hastaların kayıtları retrospektif olarak incelendi ve yaş, cinsiyet ve tanıları
değerlendirildi. Tanımlayıcı veriler ortalama ± standart sapma veya sayı, yüzde olarak sunuldu.
Bulgular: Çalışma kapsamında değerlendirilen 1540 kişi 7-65 yaş aralığındaydı. Bunların 1042’si
(%67.6) erkek, 498’i (%32.4) kadındı. Hastaların 69’u (%4.5) 14 yaşın altındaydı. Hastaların diz
(%33.6), ayak-ayak bileği (%14.4) ve omuz (%9.4) patolojileri başvuruların %57.4’ünü oluşturdu.
Diz patolojilerinden en sık kondromalezi patella (%29.6), menisküs patolojileri (%23.4) ve patellofemoral bozukluklar (%17.4) gözlendi. Ayak-ayak bileği patolojilerinden en sık burkulma ve gerilme
(%45.2), aşil tendon patolojileri (%20.4) ve strainler (%13.6) belirlendi. Omuz patolojilerinden en sık
gözlenenler ise rotator cuff tendon yaralanmaları (%39.6) strainler (%24.3) oldu.
Tartışma ve sonuç: Polikliniğe başvuran hasta profilinin belirlenmesi sağlık hizmetinde personel
ve cihaz dağılımının ve asistan eğitimi planlanmasına olanak sağlayacaktır. Bu çalışmaya paralel
olarak Foss ve ark.’nın bir çalışmasında da gençlerde en sık yaralanan eklemin diz olduğu;
patellofemoral bozuklukların en sık gözlenen diz patolojisi olduğu ve patellofemoral ağrı
insidansının gençlerde arttığı bildirilmektedir. Patellofemoral bozukluklar bu çalışmada diz
patolojileri içinde üçüncü sırada yer aldı. Ayak bileği yaralanmaları totalin %40’tan fazlasını
oluştururken, burada ikinci sırada yer aldı. Bu farkların polikliniğe başvuran hastaların tamamının
spora bağlı patolojilerinin olmamasından kaynaklandığı söylenebilir.
Anahtar sözcükler: Spor hekimliği polikliniği, diz, ayak-ayak bileği, omuz, patoloji
P-24
ORTA ADOLESAN DÖNEMDEKİ KIZLARDA VÜCUT KİTLE İNDEKSİ, MEKİK ve ŞINAV
ÖLÇÜMLERİNİN BİRBİRLERİ ile İLİŞKİSİ
Correlations of BMI, sit-up and shnaw measures in mid-adolescent girls
Özlem Karasimav, Yavuz Yıldız, Taner Aydın
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Vücut kitle indeksi (VKİ), mekik ve şınav; rekreasyonel sporcularda fiziksel
uygunluk (fitness) düzeyinin değerlendirilmesinde kullanılan, geçerliliği ve güvenilirliği kanıtlanmış
ölçüm yöntemleri arasında yer alır. Ancak bu parametrelerin birbirleri ile ilişkisi araştırılmamıştır. Bu
çalışmada orta adolesan dönemdeki kızlarda VKİ ile mekik ve şınav değerlerinin ortak ilişkileri
araştırıldı.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya ortalama yaşları 13 yaş 8 ay ± 7 ay olan ve haftada iki gün toplam
üç saat rekreasyonel spor yapan öğrenciler arasından rastgele seçilen 77 kız öğrenci katıldı.
79
Deneklerin boy ve kilo ölçümleri yapılarak VKİ değerleri saptandı. Mekik ve şınav ölçümü için;
ısınma egzersizini takiben 1 dk içerisinde çekebildikleri mekik ve şınav sayısı kaydedildi. Mekik ve
şınav ölçümleri arasında 10 dk’lık dinlenme molası verildi. Toplanan veriler için bağımsız örneklem
iki yönlü varyans analizi yapıldı.
Bulgular: Mekik ile VKİ arasında (p=-0.043, p<0.05), ters yönde ve istatistiksel olarak anlamlı ilişki
bulundu. Mekik ve şınavın VKİ ile ortak ilişkisinin (p=0.267, p>0.05) ve şınav ile VKİ arasındaki
ilişkinin (p=0.458, p>0,05), istatistiksel olarak anlamlı olmadıkları saptandı.
Tartışma ve sonuç: Mekik ile VKİ arasında gözlenen anlamlı ilişki, bu yaş dönemindeki hormonal
değişikliklere bağlı olarak vücut yağ dokusunun artması ve bu yağ dokusunun kalça, uyluk ön tarafı
ve göğüs ile karın arasında toplanmasından kaynaklanabilir. Bu alandaki antropometrik ölçümlerin
attırılması konuya daha fazla açıklık getirecektir.
Anahtar sözcükler: Vücut kitle indeksi, mekik, şınav, adolesan kız
P-25
REKREASYONEL VÜCUT GELİŞTİRMECİLERİN FİZİKSEL UYGUNLUK DÜZEYLERİNİN
AMERİKAN SPOR HEKİMLİĞİ KOLEJİ BİLDİRİLERİ UYARINCA DEĞERLENDİRİLMESİ
Physical fitness assessment of recreational body builders according to the ACSM standpoint
Fuat Erdoğan1 , Cem Kurt2
1
Gümüşhane Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Gümüşhane
Trakya Üniversitesi, Kırkpınar Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Edirne
İletişim e-mail: [email protected]
2
Giriş ve amaç: Vücut geliştirme ülkemizde de popüler olan bir rekreasyonel fiziksel aktivitedir.
Literatürde, bu sporla uğraşanların hipertrofik kuvvet antrenmanı lehine tek yönlü çalıştıkları; gerek
sağlıklı yaşam, gerekse performans artışı açısından önemli olan aerobik nitelikli çalışmaları ihmal
ettikleri bildirilmektedir. Çalışmanın amacı, en az iki yıldır bu sporla uğraşan katılımcıların fiziksel
aktivite düzeylerini Amerikan Spor Hekimliği Kolejinin (ACSM) fiziksel uygunluk (fitness) düzeyi
geliştirilmesine ilişkin bildirileri doğrultusunda değerlendirmekti.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya 19-42 yaş arası, ortalama üç yıldır vücut geliştirme sporuyla
rekreasyonel olarak uğraşan 22 erkek sporcu (boy 176.9±5.8 cm, vücut ağırlığı 80.8±6.4 kg)
katıldı. Kişisel ve antrenman programıbilgileri veri toplama formuna kaydedildi. Katılımcıların
maxVO2 düzeyleri Queen College Step testiyle, esneklik düzeyleri gövde esneklik testiyle, bacak
ve sırt kası kuvvetleri izometrik sırt dinanometresiyle belirlendi. Deri kıvrım kalınlıkları kaliper ile
alındı. Vücut yağ oranı hesaplanmasında Durnin & Womersley formülü kullanıldı.
Bulgular: Katılımcıların vücut kütle endeksleri (BMI) 25.8±1.7 kg/m2, vücut yağ yüzdeleri
%13.3±2.8, maxVO2’leri 51.1±8.0 ml/dk/kg, gövde fleksiyonları 11.5±6.1 cm, bacak kuvvetleri
123.6±29.5 kg, sırt kuvvetleri 124.1±26.4 kg olarak belirlendi.
Tartışma ve sonuç: Sınırlı örneklemdeki katılımcıların BMI, maxVO2 düzeyleri ve vücut yağ
oranları normlara göre normal; esneklik ve kuvvet düzeyleri ise düşük olarak değerlendirildi. Bu
çalışmada katılımcıların ACSM normlarına göre yeterli sayı ve sıklıkta aerobik dayanıklılık
antrenmanına katılmadıkları belirlenmesine rağmen; maxVO2 ve vücut yağ oranlarının normal
düzeylerde olması kuvvet antrenmanlarının özelliklerinden kaynaklanıyor olabilir.
Anahtar sözcükler: Vücut geliştirme, fiziksel uygunluk, ACSM
Not: Bildiri; Trakya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Beden Eğitimi ve Spor AD Yüksek Lisans öğrencisi
Fuat Erdoğan’ın tez verilerinden üretilmiştir.
80
P-26
SPOR AKADEMİSİNE HAZIRLANAN ERKEKLERDE BAZI ANTROPOMETRİK ve KUVVET
DEĞERLERİNİN İNCELENMESİ
Assessing some anthropometric and strength parameters in males preparing for a sport academy
İsmail Gökhan, Yakup Aktaş
Harran Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Şanlıurfa
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Fiziksel egzersizlerle kas kuvvetinde artış meydana geldiği bilinmektedir. Bu
araştırmada spor akademisine hazırlananların bazı kuvvet ve vücut çevresel değerlerinin ölçülmesi
ve bu değerler arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlandı.
Gereç ve yöntem: Araştırmaya günde iki saat, haftada dört gün olmak üzere altı ay boyunca
aerobik ağırlıklı antrenman yapan 20 sağlıklı erkek (ortalama 20.3±2.0 yaş, 171.8±5.7 cm boy,
61.0±7.4 kg vücut ağırlığı) gönüllü olarak alındı. Katılımcıların pençe, sırt, bacak ve biceps
kuvvetleri dinamometre ile ölçüldü. Antropometrik ve fiziksel ölçümleri InBody-720 impedans
analizörü ile alındı. Ham verilerin analizinde SPSS v16.0 paket programı kullanıldı. Parametreler
arasındaki ilişki için “Pearson correlation” testi uygulandı.
Bulgular: Katılımcıların kuvvet ve çevre ölçümleri arasındaki ilişki incelendiğinde, sağ pençe
kuvveti ile ön kol çevresi; bacak kuvveti ile sol bacak çevresi arasında pozitif doğrusal bir ilişki
gözlendi (p<0.05).
Sonuç: Çevresel ölçümler ile kuvvet ölçümleri arasında istatistiksel açıdan anlamlı ilişki söz konusudur.
Anahtar sözcükler: Kuvvet, antropometri, antrenman
P-27
FUTBOLDA PROFESYONEL TAKIMLARIN SAĞLIK EKİBİ ÇALIŞANLARINDA ERGOJENİK
BESİN DESTEĞİ ve YASAKLI MADDE FARKINDALIĞININ ARAŞTIRILMASI
Ergogenic food supplement and prohibited substance awareness in professional football
teams’ medical staff
Ömer Batın Gözübüyük¹, Bülent Bayraktar¹, İlker Yücesir², Orkun Akkoç³, Sadık Toprak4
İstanbul Üniversitesi ¹İstanbul Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, ²Beden Eğitimi ve Spor YO, Spor
Sağlık Bilimleri Anabilim Dalı, ³Hareket ve Antrenman Bilimleri AD, İstanbul; 4Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp
Fakültesi, Adli Tıp Anabilim Dalı, Zonguldak
İletişim e-mail: [email protected]
Giriş ve amaç: Bu araştırma profesyonel futbol liglerinde çalışan, Türkiye Futbol Federasyonundan
lisansiye sağlık personelinin ergojenik besin destek ürünü ve yasaklı maddelerin tanımı, kullanımı
ve bu konudaki yaklaşımını araştırmak amacıyla yapıldı.
Gereç ve yöntem: Sağlık ekiplerinde görev yapan 334 kişiye, 2012 yılı sonbahar dönemi sağlık
bilgi güncelleme toplantısında uygulanan çoktan seçmeli anket sonuçları analiz edildi.
Bulgular: Katılımcıların %79’u sporcularından bir veya birkaçının ergojenik besin destek ürünü
kullandığını, %48’i ergojenik besin destek ürünü kullanmanın “bazı” sporculara gerekli olduğunu,
%15’i ise tüm sporcular için gerekli olduğunu belirtti. Söz konusu ürünleri en sık önerme nedenleri
“yeterli beslenemediklerini düşünme” ve “toparlanmaya yardımcı olmak” oldu. Ergojenik besin
desteğinin “faydalı” olduğunu işaretleyen katılımcıların (%41) üçte ikisi ilerleyen sorularda bu
ürünlerin bazılarının sağlık riski taşıyabileceğine işaret etti. Yasaklı madde konusundaki farkındalık
açısından, katılımcıların %57’si piyasada yasaklı madde olduğu üzerinde yazan ve serbestçe
satılan bir besin destek ürünü varlığını belirtti.
Tartışma ve sonuç: Ergojenik besin desteği kullanımının oldukça yaygın olduğu, sağlık ekibi
çalışanlarının yarısının bu ürünlerin faydalı olduğunu düşündüğü, aynı zamanda sağlık riski
taşıyabileceğinin de bilincinde olduğu söylenebilir. Piyasadaki ergojenik besin desteklerinin yasaklı
madde içerebileceğini düşünen oran azımsanmayacak düzeydedir. Tüm bunlar gerek sağlık,
gerekse dopingle mücadele açısından riskli ürünlerin kullanımının “görünmez kaza” olarak
değerlendirilemeyeceğini düşündürmektedir.
Anahtar sözcükler: Futbol, sağlık ekibi, ergojenik destek, yasaklı madde
81
P-28
PİLATES EGZERSİZLERİNİN SEDANTER YETİŞKİN KADINLARDA VÜCUT KOMPOZİSYONU ve
BAZI MOTORİK PARAMETRELER ÜZERİNE ETKİSİ
Effects of pilates exercises on body composition and some motor parameters in sedentary
women
İsmail Gökhan1, Yakup Aktaş1, Mehtap Sevgili1, Hasan Aykut Aysan2
1
Harran Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Şanlıurfa
Dicle Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Diyarbakır
İletişim e-mail: [email protected]
2
Giriş ve amaç: Pilates egzersizleri son yıllarda özellikle medya desteği ile popüler olmuştur.
Konuya ilişkin olarak antrenman bilimciler tarafından çeşitli bilimsel çalışmalar yapılmıştır. Bu
araştırmanın amacı yetişkin sedanter kadınlarda pilates egzersizlerinin vücut kompozisyonu ve
bazı motorik parametreler üzerine etkisini araştırmaktır.
Gereç ve yöntem: Araştırmaya spor geçmişi olmayan, Şanlıurfa’da ikamet eden 16 sedanter
kadın gönüllü olarak katıldı. Tüm katımcılara altı hafta boyunca haftada dört gün, günde iki saat yer
hareketleri ağırlıkta olmak koşuluyla pilates egzersizleri yaptırıldı. Deneklerde egzersize
başlamadan önce ve sonrasında, boy uzunluğu, vücut ağırlığı, yatay ve dikey sıçrama, disklere
dokunma, ve deri katmanı (skinfold) ölçümleri yapıldı.
Bulgular: Çalışmaya katılan deneklerde yatay ve dikey sıçrama, esneklik, reaksiyon zamanı ve
skinfold ön- ve son-test ölçümleri arasında istatistiksel açıdan anlamlı farklılık gözlendi (p<0.01).
Tartışma ve sonuç: Pilates egzersizlerinin sedanter yetişkin kadınlarda vücut kompozisyonunu
iyileştirici etkisi olduğu söylenebilir. Bununla birlikte, yatay ve dikey sıçrama ve kol hareket hızı gibi
motorik özellikleri geliştirici etkisinin de olduğu düşünülmektedir.
Anahtar sözükler: Pilates, motorik özellik, vücut kompozisyonu, sedanter, kadın, egzersiz
P-29
BEDEN EĞİTİMİ ve SPOR ÖĞRETMENLİĞİ BÖLÜMÜ ÖĞRENCİLERİNİN BESLENME
ALIŞKANLIKLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ: HARRAN ÜNİVERSİTESİ ÖRNEĞİ
Nutritional habit assessment of PE teaching department students: Harran University example
İsmail Gökhan1, Yakup Aktaş1, Hasan Aykut Aysan2, Ferhat Elçi1
1
Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Harran Üniversitesi, Şanlıurfa
Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Dicle Üniversitesi, Diyarbakır
İletişim e-mail: [email protected]
2
Giriş ve amaç: Beslenme toplumumuzda herkes için önemli olmakla birlikte, özellikle üniversite
öğrencileri açısından ayrı bir önem arz etmektedir. Bu araştırmanın amacı beden eğitimi ve spor
öğretmenliği bölümü öğrencilerinin beslenme alışkanlıklarının değerlendirilmesidir.
Gereç ve yöntem: Tanımlayıcı bir araştırma örneği olan çalışmaya Harran Üniversitesi
BESYO’nda okuyan 57’si kız (%36.5), 99’u erkek (%63.5) toplam 156 öğrenci gönüllü olarak katıldı.
Katılımcıların beslenme alışkanlıkları Demirezen tarafından geliştirilen altı maddelik “Beslenme
Alışkanlıkları İndeksi” (BAİ) ile belirlendi.
Bulgular: Öğrencilerin %49.1’i sık sık yağlı ve şekerli yiyecekler tükettiğini, %67.4’ü yiyeceklere sık
tuz eklediğini, %78.2’si bazen günde üç fincandan fazla çay, kola, kahve tükettiğini, %97.3’ü bazen
kırmızı et ve sosis, salam, sucuk vb. ürünleri yediklerini, %51.0’i hamburger, patates kızartması,
pizza gibi dışarıda satılan menülerden yediklerini ve %80.5’i nadiren sebze veya kuru baklagiller ile
yapılan yemekleri ve meyve tükettiklerini belirtti. Vücut kitle endeksi ile anket maddeleri arasındaki
ilişki incelendiğinde, öğrencilerin VKİ değerleri ile madde-3 arasında pozitif bir ilişki olduğu gözlendi
(r=0.33, p=0.011). Madde-2 ile VKİ arasında pozitif bir ilişki olmasına rağmen istatistiksel olarak
anlamlı değildi (r=0.23, p=0.088).
Tartışma ve sonuç: BESYO Öğretmenlik Bölümü öğrencilerinin beslenme alışkanlıklarının
yetersiz olduğu ve büyük çoğunluğunun çok yüksek risk altında olduğu söylenebilir.
Anahtar sözcükler: Beslenme, üniversite öğrencisi, beden eğitimi
82
P-30
İSTANBUL’DAKİ BASKETBOL HAKEMLERİNİN SAĞLIK DURUMU DEĞERLENDİRİLMESİ
Health status assessment of basketball referees in Istanbul
Bahadır Kumral1, Nurhan İnce2
1
Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Adli Tıp Anabilim Dalı, Tekirdağ
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İstanbul
İletişim e-mail: [email protected]
2
Giriş ve amaç: Türkiye Basketbol Federasyonu İl Temsilcilikleri tarafından açılan aday hakem
kurslarında başarılı olan basketbol hakemlerinden İstanbul bölgesindekilerin sosyo-demografik
özellikleri ve sağlık durumlarının değerlendirilmesi çalışmada amaçlandı.
Gereç ve yöntem: Çalışma 2013 yılında İstanbul’da sezon öncesi hakem seminerine katılan tüm
hakemlerde (n=170) tanımlayıcı yöntemle gerçekleştirildi. Hazırlanan çok sorulu görüşme formu,
sözlü onayları alınan katılımcılara gözlem altında yanıtlama tekniği ile uygulandı.
Bulgular: Katılımcıların 88’i masa hakemi, 82’si saha hakemi olup, %65.3’ü erkek, %34.7’si
kadındı. Masa hakemlerinin ortalama yaşları 29.6±6.8 yıl, hakemlik süreleri 6.4±4.2 yıl, beden kitle
indeksleri (BKİ) 22.7±3.5 kg/m2 iken, bu değerler saha hakemlerinde sırasıyla 24.8±5.7 ve 4.4±4.9
yıl ve 22.9±2.1 kg/m2 idi. Hakemlerin 71’i öğrenci, 50’si serbest meslek, 42’si memur, 7’si ev
hanımı idi. En sık saptanan sağlık sorunu %24.1 ile kırma kusuru (görme bozukluğu) olup, maç
esnasında %20.0’si gözlük veya kontakt lens kullanıyordu. Hakemlerin %17.1’i (n=29) sigara içmekte
idi. Ondört hakemin (%8.2) kronik rahatsızlığı vardı ve sekiz hakem düzenli ilaç tedavisi görüyordu.
Tartışma ve sonuç: Masa hakemlerinin saha hakemlerinden anlamlı biçimde daha yüksek yaş
ortalamasına sahip olmalarına rağmen, BKİ’leri arasında fark bulunmaması, sağlık davranışlarının
yaşam tarzına dönüşmesi açısından değerli bir bulgudur. TÜİK verilerine göre 2012 yılında sigara
kullanım oranı 25-34 yaş grubunda %34.9, 35-44 yaş grubunda ise %36.2’dir. Hakemlerde bu oran
yaklaşık yarı yarıya daha düşük saptandı. Ancak bu oranın aktif olan bu hakem grubunda ilerleyen
dönemlerde kronik rahatsızlıklara neden olmaması için çok daha düşük düzeylerde olması gerekir.
Anahtar sözcükler: Basketbol, hakem, sağlık
P-31
İLKÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİ FİZİKSEL AKTİVİTE ARAŞTIRMASI
Physical activity survey in primary school students
Saygın Alkurt1, Şenay Suljevic2, Ş. Nazan Koşar2, A. Haydar Demirel2
1
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyoloji Bölümü, Ankara
Hacettepe Üniversitesi Spor Bilimleri ve Teknolojisi Yüksekokulu, Ankara
İletişim e-mail: [email protected]
2
Giriş ve amaç: Hareketsiz yaşam kronik hastalıklar açısından önemli bir risk faktörü olup,
çocukluk dönemlerinde kazanılan fiziksel aktivite alışkanlığının ileri yaşlardaki aktivite düzeyini
belirleyici olduğu bildirilmiştir. Bu araştırma, Türkiye’de ilköğretim öğrencilerinin fiziksel aktivite
düzeylerini belirlemek amacıyla gerçekleştirildi.
Gereç ve yöntem: Araştırmada, Türkiye’deki 7-12 yaş arası ilköğretim öğrencileri evren olarak
kabul edildi. TÜİK adrese dayalı nüfus kayıt istatistiklerine göre bu yaş aralığında Türkiye’de
6.352.007 öğrenci yaşamaktadır. Ankara, İstanbul ve İzmir’de toplam 30 okulda 600 öğrenci ile
yapılan araştırma, araştırma evrenini %95 güven aralığında ±%4.0 hata payı ile temsil etmektedir.
2010/2011 eğitim öğretim yılında, bu öğrencilerin fiziksel aktivite düzeyleri, bu alanda kanıtlanan
Kenz Lifecoder Plus akselerometre cihazları ile ölçüldü. Her bir ölçüm dönemi, hafta sonlarını da
kapsayacak şekilde bir hafta sürdü.
Bulgular: Erkeklerin %94’ü, kızların ise %85’inin kendi cinsleri için önerilen günlük adım sayısının
altında kaldıkları belirlendi. Okul günlerinde ortalama 11192 adım atan öğrencilerin, okul dışı
günlerde yaklaşık %15 daha az adım attıkları saptandı. Başka bir deyişle, okul süresince dahi
yeteri kadar fiziksel aktivite gerçekleştiremeyen çocukların fiziksel aktivite düzeyleri, okul dışı
zamanlarda anlamlı bir şekilde düşmekteydi.
83
Tartışma ve sonuç: Bu çalışma sonuçları, Türkiye’deki 7-12 yaş grubu çocukların günlük aktivite
düzeylerinin yetersiz olduğunu ortaya koydu. Fiziksel aktivite düzeylerinin hafta sonlarında daha da
düşmesi, ileride karşımıza çıkacak olan hareketsiz yaşam ve buna bağlı oluşacak kronik hastalıklar
nedeniyle ciddi bir tehlike arz etmekte olup, ailelere ve politika yapıcılara önemli sorumluluklar
düşmektedir.
Anahtar sözcükler: Fiziksel aktivite düzeyi, çocukluk, ilköğretim, akselerometre, adım sayısı
84

Benzer belgeler