sanat yazıları / 18. sayı / 2008 mayıs - Sanat Yazıları

Transkript

sanat yazıları / 18. sayı / 2008 mayıs - Sanat Yazıları
SANAT YAZILARI 18
Yayýn Kurulu
2008 Bahar, yýlda iki kez yayýmlanýr.
Prof.Dr. Ferhat Özgür
(Editör - Baþkan)
Doç.Dr. Pelin Yýldýz
Yrd.Doç.Dr. Zülfükar Sayýn
Öðr.Gör.Dr. Ayþe Sibel Kedik
Öðr.Gör.Dr. Serap Emmungil
Arþ.Gör. Atila Iþýk
Arþ.Gör. Banu Bulduk
Uzman Soner Pilge
Sahibi
Prof.Dr. Hüsnü Dokak
H. Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi Dekaný
Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü
Prof.Dr. Ferhat Özgür
H.Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi, Yayýn Kurulu Baþkaný
ISSN: 1300-6665
Yayýn Türü: Yaygýn Süreli Yayýn
Yayýn Þekli: Yýllýk-Türkçe
Yayýn Ýdare Adresi: Hacettepe Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi, 06800 Beytepe / Ankara
18. Sayýnýn Hakem Kurulu (soyadý sýrasýyla)
Prof.Dr. Zerrin Ersoy Bilir - Marmara Ü. GSF
Prof.Dr. Ayþe Müge Bozdayý - H. Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi
Prof.Dr. Sevim Çizer - Dokuz Eylül Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi
Prof.Dr. Hüsnü Dokak - H. Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi
Prof.Dr. Turan Erol - H. Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi
Prof.Dr. Semra Germaner - MSGSÜ Fen Edebiyat Fakültesi
Prof.Dr. Ayþe Çakýr Ýlhan - Ankara Ü. Eðitim Bilimleri Fak.
Prof.Dr. Zeynep Ýnankur - MSGSÜ Fen Edebiyat Fakültesi
Prof.Dr. Ferhat Özgür - H. Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi
Prof.Dr. Ayþegül Türedi Özen - Anadolu Ü. Güzel Sanatlar F.
Prof.Dr. Tansel Türkdoðan - Gazi Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi
Prof.Dr. Demet Ulusoy - H.Ü. Edebiyat Fakültesi
Prof.Dr. Filiz Yeniþehirlioðlu - Baþkent Ü. GSTMF
Prof.Dr. Mehmet Yýlmaz - Gazi Üniversitesi GSF
Prof.Dr. Ýncilay Yurdakul - H. Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi
Doç.Dr. Melih Apa - M. K. Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi
Doç.Dr. Ýsmail Ateþ - H. Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi
Doç.Dr. Turhan Çetin - H. Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi
Doç.Dr. Namýk Kemal Sarýkavak - H. Ü. Güzel Sanatlar Fak.
Doç.Dr. Rýfat Þahiner - Y. T. Ü. Sanat ve Tasarým Fakültesi
Doç.Dr. Erol Turgut - Muðla Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi
Doç.Dr. Meltem Yýlmaz - H. Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi
Yrd.Doç. Dr. Zülfükar Sayýn - H. Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi
Yrd.Doç. Dr. Emre Zeytinoðlu - MSGSÜ Güzel Sanatlar Fak.
Düzelti Kurulu
Doç.Dr. Pelin Yýldýz
Öðr.Gör.Dr. Ayþe Sibel Kedik
Öðr.Gör.Dr. Serap Emmungil
Uzman Soner Pilge
Danýþma Kurulu
Prof.Dr. Ali Akay
Yrd.Doç.Dr. Serhan Ada
Yrd.Doç.Dr. Emre Zeytinoðlu
Vasýf Kortun
Tasarým - Uygulama
Arþ.Gör. Banu Bulduk
Ýletiþim ve Belgeleme
Öðr.Gör.Dr. Serap Emmungil
Ýsteme Adresi
Hacettepe Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanlýðý
06580 Beytepe - Ankara
Tel: (312) 299 20 62 - 82
Faks: (312) 299 20 61
www.gsf.hacettepe.edu.tr
[email protected]
Baský
Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri
Basýmevi Tel.: (312) 305 10 20
E-posta: basimevi@hacettepe edu.tr
Basým Tarihi: 10.07.2009
Her hakký saklýdýr.
Sorumluluk yazarlara aittir.
Güzel Sanatlar Fakültesi
Yayýn Organý Sanat Yazýlarý Yayýn Ýlkeleri
Sanat Yazýlarý, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi tarafýndan yýlda en az iki kez
yayýnlanýr.
Sanat Yazýlarý, hakemli bir yayýndýr. Sanat Yazýlarý’nda yayýnlanmak üzere gönderilen yazýlar,
Yayýn Kurulu tarafýndan incelendikten sonra konunun uzmaný üç hakem tarafýndan deðerlendirilir
ve iki hakemden olumlu rapor gelmesi halinde yayýnlanýr.
Sanat Yazýlarý’na gönderilen yazýlar daha önce hiç bir yerde yayýnlanmamýþ olmalýdýr.
Yazýlar basýlý üç kopya halinde ve disketiyle birlikte gönderilmelidir.
Makalenin yazarý; adýný, soyadýný, görev yaptýðý kurumu ve akademik ünvanýný, kendisiyle doðrudan
iletiþim kurulabilecek açýk adresini, telefon numarasýný ve varsa elektronik posta adresini tam
olarak belirtmelidir.
Yazýlarýn baþýnda Türkçe ve Ýngilizce “baþlýk / title”; kýsa bir Türkçe ve Ýngilizce özet (en çok 100
kelime) bulunmalýdýr. (Ýtalik olarak, Times 9 punto ile yazýlmalýdýr.)
Özetin hemen arkasýndan konuyu tanýmlayan Türkçe ve Ýngilizce uygun anahtar sözcükler
bulunmalýdýr.
Yazýlarda tablo, þekil ve resimler gerekirse kullanýlabilir. Kullanýlacak tablo, þekil ve resimler ayrý
sayfalar halinde gönderilmeli, metin içindeki yerleri belirtilmeli, film almaya uygun (120 piksel/cm
veya 304 piksel/inch çözünürlükte ve renkli), kýsa kenarý 3,5 cm’den küçük olmamalý ve çok temiz
olmalýdýr.
Yazýlar, Microsoft Word programýnda Times yazý tipi kullanýlarak, 12 punto ve 1,5 satýr aralýðýyla
yazýlmalýdýr.
Metin içindeki göndermeler ya ad ve tarih ya da sayfa olarak parantez içinde belirtilmelidir. Örnek:
(Turani 1982) veya (Turani 1982: 192), üç satýrdan az alýntýlar satýr arasýnda ve týrnak içinde, üç
satýrdan uzun alýntýlar ise satýrýn saðýndan solundan ikiþer santimetre içinde, blok halinde, 9 puntoyla, tek satýr aralýðýyla verilmelidir.
Dipnotlar sayfa altýnda numaralandýrýlarak verilmeli ve sadece açýklamalar için kullanýlmalýdýr.
Makalenin sonunda yer alacak Kaynakça’da kitaplar ve makaleler aþaðýdaki örneklere uygun olarak
verilmelidir.
Kitap için örnek:
Cömert, B. (1991). Sanat-Edebiyat Üzerine. Ankara : Damar Yayýnlarý.
Makale için örnek:
Erzen, J. N. (1999). Resimde Ýç Mekan. Arredamento Mimarlýk Dergisi, cilt(sayý), sayfa numaralarý
Bir yazarýn birden fazla yayýný kaynak olarak gösterildiði takdirde yayýnlar tarih sýrasýyla, ayný
yazarýn ayný yýldaki yayýnlarý ise (1985 a), (1985 b) þeklinde harf sýrasýyla verilmelidir.
Makaleler Hacettepe Üniversitesi Bilimsel Yayýnlarda Kaynak Gösterme Ýlkeleri’ne göre
hazýrlanmalýdýr. (Bkz: www.hacettepe.edu.tr/duyuru/rekduy/bilimselyayin.pdf)
Yazý ve makalenin içeriðiyle ilgili tüm sorumluluk yazarlarýna aittir.
Sanat Yazýlarý’nda yer alan yazý ve makaleler için telif ücreti ödenmez.
Yayýnlanmayan yazý istendiðinde yazara iade edilir. Ayrýca yayýn tarihinden sonra gelen yazýlar, bir
sonraki yayýnda deðerlendirilmek üzere saklanýr.
Yazý ve makaleler aþaðýdaki adrese ulaþtýrýlmalýdýr.
Sanat Yazýlarý
Hacettepe Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanlýðý
Beytepe 06532 Ankara
Tel: 0 312 299 20 62 - 82
Faks: 0 312 299 20 61
www.gsf.hacettepe.edu.tr
[email protected]
Önsöz
Fakültemizin süreli yayýný olan sanat yazýlarý dergisi 18. sayýsýyla elinize gecikmeli da olsa ulaþýyor.
Þöyle ki iki yýlda bir çýkmasý gereken derginin gecikmelerinin nedenlerinin büyük çoðunluðunu
akademik-bilimsel ölçütler gereði resmi prosedürler oluþturuyor. Yazýlarýn hakemler kuruluna
gönderilmesi, deðerli hakemlerimizin yanýtlarýný için gereken okuma-deðerlendirme süreleri,
düzeltiler, son okumalar derken, gecikmenin okuyucularýmýzca anlayýþla karþýlanacaðýna
inanýyoruz.
Akademik ve hakemli bir dergiye yeni bir vizyon kazandýrmanýn belli sýnýrlarý olduðunu belirtmekte
fayda var. Güncelliðini koruyan belirli konulara odaklanan bir referans dergi oluþturmak yayýn
kurulu olarak ortak fikrimizdi. Çaðdaþ sanatýn küreselleþen dünya içindeki konumunu, geçirdiði
dönüþüm ve deðiþimleri, küratörlük olgusu, müzeler, galeriler, koleksiyoncular, bienaller, fuarlar,
diðer kültür ve sanat kurumlarý, sanatçý insiyatifleri, baðýmsýz bünyeler, kamusallýk ve kültürel
araþtýrmalar baðlamýnda çok yönlü bir perspektiften deðerlendirecek daha noktasal konular bu
türden bir referans kaynaðý oluþturmada ilk akla gelen konular olarak beliriyor. Gerek ulusal
gerekse uluslararasý ölçekte söz konusu bu meselelerin kapsamlý olarak ele alýnmasýnýn akademik
yayýncýlýk açýsýndan farklý bir bellek yaratacaðý da diðer acil ihtiyaçlardan sadece bir kaçý.
Her þeye karþýn Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat Yazýlarý dergisinin,
Türkiye’deki diðer güzel sanatlar alanýndaki süreli yayýnlarýna kýyasla, devamlýlýk baðlamýnda en
istikrarlý yayýn olduðunu vurgulamak gerekiyor. Yeni sayýmýz tasarýmý ve makalelerin ele aldýklarý
konular çerçevesinde daha güncel bir boyut içeriyor. Bu noktayý, giriþte bahsettiðimiz bir açýðýn
kapatýlmasýna yönelik önemli ipuçlarý olarak algýlamamýz gerekir. Her sayýda pek çok yazý önerisi
aldýðýmýz yeni sayýmýz, alanlarýnda deneyimli hakemler kurulunun özverili zaman ve enerjileri
sonrasýnda, titiz elemelerden geçmiþ yazýlarla ortaya çýktý. Hakemler kuruluna ve yayýn kurulunun
tüm üyelerine deðerli zamanlarý ve birikimleri için müteþekkirim.
Önümüzdeki sayýlarda yeni vizyonlar ve konular oluþturmaya devam edeceðiz.
Prof.Dr. Ferhat Özgür
Ýçindekiler
Kýr, Dök, Tükür:
Türk Kültüründe
Heykel Sanatý ve Lanet
Break, Spill, Spit: Imprecation and
The Art of Sculpture in Turkish
Culture
Yrd.Doç.Dr. Ahu Antmen
11
Sanatta Avangard Harekete
Bir Bakýþ
25
Batý Resminde Doðulu Kadýn
Ýmgesi
33
Sanat, Siyasal Propaganda ve
Aktivizm
47
Bauhaus Baþarýsý
61
Rubens’in Resimleri Üzerinden
Barok Dönem Avrupasýnýn
Sosyo-Politik Bir Analizi
79
A Look To The Avant- Garde
Movement in Art
Arþ.Gör. Ozan Bilginer
Image of Eastern Female Figure
in Western Painting
Yrd.Doç.Dr. Ayþegül Güçhan
Art, Political Propaganda
and Activism
Yrd.Doç.Dr. Ayþegül Güçhan
The Success of Bauhaus
Öðr.Gör. Zuhal Baysar Boerescu
A Socio-Political Analysis of
Baroque Period Europe on
Rubens’s Paintings
Yrd.Doç.Dr. Aytül Papila
Türkiye’de Kültürel Deðiþim
ve Medyada Sanat:
Milliyet Sanat Dergisi Örneði
Popular Culture In Turkey
And Art in Medýa:
Milliyet Art Magazine Example
Öðr.Gör. Ebru Nalan Sülün
93
Sanatsal Altýnçað Miti ve
Sanatçýnýn Sosyal Konumu
113
Belgesel Filmde Temel Grafik
Tasarým Ögelerin Kullanýlmasý
ve Filmin Anlatým Diline Etkisi
125
Elektronik Çocuk Kitaplarý
155
Market Markalý
Gýda Ambalajlarýnda
Ýletiþim Sorunlarý
167
Myth Of The Golden Age Of Art
and Social Status Of The Artist
Yrd.Doç.Dr. Ýnan Keser
Yrd.Doç. Nimet Keser
Using Basic Graphic Design Elements
In Documentary Films And Their
Effects On Expressive
Language Of The Film
Arþ.Gör. Sebahat Demirel Akkaya
Electronic Children’s Books
Yrd.Doç. Didem Çatal
Communication Problems
on Private Label Packaging
Öðr.Gör. Ýnanç Ýlisulu
Sürdürülebilir Tasarýma Yönelik
Alternatif Çözümler Ve Ithaca
Eko-Köyü Örneklemesi
179
Victor Hugo’nun
“Notre Dame’ýn Kamburu”
Romanýnda Gotik Mimarinin
Ölümü
The Alternative Solutions For
Sustainable Design – A Case Study
Of Ithaca Eco-Village,
New York, Usa.
Öðr.Gör. Bilge Sayýl Onaran
Öðr.Gör. E. Nur Asiltürk
The Death Of The Gothic
Architecture In The Novel “Notre
Dame Hump” Of Victor Hugo
Yrd.Doç.Dr. Mine Baran,
Mimar Semra Hillez
199
Kamusal Alanlarda
Seramik Heykel
Uygulamalarý
213
Ceramic Applications
In Public Spheres
Yrd.Doç. Kaan Canduran
Kýr, Dök, Tükür: Türk Kültüründe
Heykel Sanatý ve Lanet
Break, Spill, Spit: Imprecation and
The Art of Sculpture in Turkish
Culture
Yrd.Doç.Dr. Ahu Antmen
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Temel Eðitim Bölümü
[email protected]
Özet: Bu yazýnýn amacý, Türk kültüründe heykel sanatýnýn geniþ kitleler tarafýndan bugün dahi
‘yabancý’ bir unsur olarak algýlanýþýnýn çeþitli örnekleri üzerinden, çeþitli tarihsel nedenlerin
günümüzde neden ve nasýl aþýlamadýðýný araþtýrmaktýr. Çok sayýda heykelin kýrýlmasý ya da
hakarete uðramasý gibi yollarla heykel bir anlamda ‘lanetlenmeye’ devam edilmektedir. Hangi
türde heykeller daha çok lanetlenmektedir? Soyut ya da figüratif heykellere yönelik tavýrlar
farklý mýdýr? Heykel sanatýnýn özellikle anýtçýlýk anlamýnda ciddi anlamda yaygýnlaþmasýna karþýn
hâlâ yoðun bir tepkiyle karþýlaþmasý nasýl açýklanabilir? Bunda yalnýzca dinsel faktörler mi rol
karþýlaþtýrmalar yapýldýðýnda nasýl bir tablo ortaya çýkar? Heykel sanatýnýn kýrmak, üstüne boya
dökülmek, hakarete uðramak gibi yoðun tepkiyle karþýlanan örnekleri üzerinden bir toplumun
kültürel dinamiklerine iliþkin ne tür ipuçlarý edinebiliriz?
Anahtar sözcükler: Heykel, Türkiye’de Heykel, Lanetleme, Heykellere Saldýrý, Açýk Alanda Heykel.
Abstract: The aim of this article is to explore, through examples, why and how the art of
sculpture is still perceived as a ‘foreign’ element by a majority of people in Turkish culture, and to
question why this perception, based on certain historical reasons, cannot be exceeded. Sculptur
in Turkey today, as we see in many recent public examples of breaking or swearing, continues
to be ‘damned’. The questions raised are: What kind of sculpture causes the most reaction? Are
attitudes towards abstract or figurative sculptures different? How can we explain the continuing
reaction against sculpture in an environment where public monuments are so prevalent? Can
the such reactions be based solely on religious reasons? What can comparisons with other
11 sanat yazýlarý
oynamaktadýr? Baþka ülkelerde kamusal alanlarda sergilenen heykellere yönelik halk tepkileriyle
such reactions in different countries tell us? What kind of clues can we gain about the cultural
dynamics of a society through the ways in which public sculpture is broken, spilled paint or spitted
on?
Key words: Sculpture, Sculpture in Turkey, Imprecation, Attacks on Sculpture, Sculpture in Public
12
sanat yazýlarý
Space.
Türk Dil Kurumu sözlüðünde, Tanrý’nýn ve insanlarýn sevgi ve ilgisinden yoksunluk
olarak tanýmlanan ve Türk dilinde bir ilenme sözü olarak (“Lanet olsun!”) yaygýn
bir biçimde kullanýlan ‘lanet’ kavramý, Türkiye’de görsel kültür alanýnda özellikle
açýk alanlarda sergilenen heykellerle baðlantýlý olarak gündeme gelmektedir. Lanet
kavramýnýn genel olarak heykel sanatýyla baðlantýsý ise, Roma Ýmparatorluðu’nda
yaygýn olarak görülen “damnatio memoriae” uygulamasýna temellendirilebilir. “Anýlarýn
lanetlenmesi” anlamýnda kullanýlan bu terim, sevilmeyen bir kiþiye ait imgelerin yok
edilmesi, heykellerinin kýrýlmasý uygulamasýný tanýmlar. Buradan yola çýkarak, heykellere
yönelik her türlü kýrýp dökmenin de bir tür lanetleme olduðu söylenebilir.
Heykelin Türk kültüründe günümüzde dahi yabancý bir unsur olarak algýlandýðýný
düþündüren tepkisel sözler ya da eylemler zaman zaman lanetleme kampanyalarýna
dönüþebilmekte, hatta resmi otoritelerden destek görebilmektedir. Bunun baþlýca
nedeni, hiç kuþkusuz, Türklerin Ýslam dinini benimsemesinden sonra heykelin bir tür
‘put’ olarak algýlanmaya baþlamasý, baþlý baþýna bir anýt ya da sanat yapýtý olarak kabul
edilmemesidir. Ülkemizde, figürlü anýt heykellerine ya da çýplak figür heykellerine
yönelik saldýrýlar genellikle bu tarihsel arka plandan kaynaklanmakta ve özellikle
dindar/muhafazakâr bir kesim arasýnda destek bulmaktadýr. Soyut heykel örneklerinin
kýrýlmasý, yýkýlmasý, çalýnmasý gibi vakalarýn ise, bir din duygusundan beslenmemesine
karþýn yine ayný tarihsel arka planýn sonucu olan bir ihmalkârlýðýn ve kýymet-vermezliðin
yansýmasý olduðu iddia edilebilir. Bu makalenin amacý, ülkemizde heykel sanatýnýn
kýrmak, dökmek, hakarete uðratmak gibi yoðun tepkilerle karþýlaþan bazý örnekleri
Türklerin tarihsel süreçte heykel sanatýyla iliþkisi, aslýnda çok eski tarihlere kadar
götürülebilmektedir. Devlet ve millet olarak Türk adýný ilk kullanan Göktürkler’in büyük
kahramaný Kültigin adýna Orhun Vadisi’nde yapýlan ve 1958 yýlýnda Çekoslovak Arkeoloji
Enstitüsü’nden Lumir Jisl baþkanlýðýndaki kazýlarda ortaya çýkarýlan mezar anýtýnda
bulunan heykeller, bu iliþkinin bir anlamda baþlangýcýdýr. Özellikle Kültigin adýna
dikilen ve birer portre özelliði taþýyan balballar, Göktürk heykel sanatýnýn karakteristik
örnekleri olarak deðerlendirilmiþtir. 1Göktürkler’den sonra Uygurlar da, Göktürkler’in
balbal heykellerine dayanan heykeller gerçekleþtirmiþler ve gerek insan gerek hayvan
figürlerinde o güne deðin görülmemiþ bir gerçekçilik sergilemiþlerdir (Aslanapa
1984: 7-15). Ýslamiyetin kabulünden sonra Emevi döneminde de Helenistik sanatýn
1
Balbal, Orta Asya’da Türkler’in mezarlarý çevresine diktikleri tek parça taþlarý tanýmlamak için kullanýlýr. Bazýlarýnýn üzerinde kabartma þekiller, kazýma yazýlar da bulunur.
13 sanat yazýlarý
üzerinden, güncel kültürel dinamiklerimize iliþkin bazý ipuçlarý edinebilmektir.
doðu versiyonlarý olarak nitelendirilen bazý insan ve hayvan figürü taþ yontularýna
rastlanabilmektedir. Anadolu Selçuklu yapýlarýnda görülen bazý figürlü rölyefler ise
tipik olmayan örnekler olarak deðerlendirilmiþtir (Ettinghausen 1976: 62). Sivas
Þifahanesi’nin büyük eyvanýnýn iki tarafýnda gök elemanlarýný temsil eden biri kadýn,
diðeri erkek iki insan portresine rastlandýðýný, Divriði Ulucamisi’ne bitiþik Þifahanesi
kapýsýnýn iki tarafýnda da ayný þekilde iki figürün bulunduðuna dikkat çeken Doðan
Kuban, fazla teþvik etmemekle birlikte 13. yüzyýl Selçuk hükümdarlarýnýn çevrelerinde
insan tasviri bulundurmaktan kaçýnmadýklarýný, 19. yüzyýla kadar Konya surlarýný
süsleyen çeþitli antik heykel kalýntýlarýnýn bu durumu doðruladýðýný belirtmiþtir (Kuban
1981: 150) Kuban’ýn iþaret ettiði, bu tip heykeller genellikle sonraki çaðlarda çeþitli
nedenlerle tahrip edilmiþtir. Wendy Shaw da 19. yüzyýlda Avrupalý gezginler tarafýndan
tamamen yaðmalanmadan önce, Konya surlarýnda Selçuklu kabartma heykellerinin yaný
sýra Helenistik tarzda yapýlmýþ bir çýplak erkek heykeli bulunduðunu yazmaktadýr (Shaw
2004: 33).
Bilindiði gibi, Kur’an’da tasviri açýkça yasaklayan bir buyruk olmamasýna karþýn puta
tapmaya deðinen ayetler tüm tasvir biçimlerinin yasaklanmasý þeklinde algýlanmýþ ve
Ýslam sanatýnýn soyut bir biçim dili benimsemesinde etkili olmuþtur (Ýpþiroðlu 1997:
10). Heykel sanatýnýn resimden de daha katý tepkilerle karþýlaþmasýnýn nedeni ise,
heykelin üçüncü bir boyuta sahip olmasý, yere gölge düþürmesi, dolayýsýyla “put”a
daha çok benzemesiyle açýklanmýþtýr (Gezer-Berk 1972: 4). Kanuni Sultan Süleyman’la
birlikte Mohaç Seferi’ne katýlan “Frenk” lakaplý Veziriazam Ýbrahim Paþa’nýn Ýstanbul’a
getirdiði bazý heykellerin yoðun tepki uyandýrmasý ve “Bir Halil evvel gelip, esnamý
sanat yazýlarý
kýlmýþtý þikest / Sen Halil’im þimdi geldin, halký kýldýn putperest” þeklinde eleþtirilere
hedef olmasý, Osmanlý toplumunda heykelle putun nasýl özdeþleþtirildiðine dair bir
örnek olarak anlatýlýr (Gezer-Berk 1972). Ayrýca Ýbrahim Paþa’nýn Budin’den getirip
Atmeydaný’na diktirdiði heykeller nedeniyle dinsiz sayýlarak dönemin baðnazlarýnýn
14
tepkisini çekmesi, 1536’daki idamýnýn baþlýca nedeni olmasa da nedenlerinden
biri olarak gündeme gelmiþtir (Sakaoðlu 1999: 151). Bu açýdan bakýldýðýnda Sultan
Abdülaziz’in (1830-1876; saltanatý: 1861-1876) C.F. Fuller adýnda bir yabancý
heykeltýraþa atlý bir heykelini yaptýrmasý, büyük bir aþama olarak nitelendirilebilir (Ýnal
2005: 112). Fatma Akyürek’e göre heykel sanatýnýn Ýslami inançlarla uzlaþmamasý bir
yana, bu yöndeki dinsel baskýnýn sürdürülmesine temel oluþturan kurallar ve kurumlar
da bulunmaktadýr: Örneðin, padiþahýn divan toplantýlarýna katýlmayýp kafesli bir
pencere ardýnda varlýðýný duyurmasý, görüntüden sýyrýlmýþ, zihinlerde yaratýlmýþ soyut
bir kavram olarak padiþah otoritesini beslemekte, padiþahýn portresi ya da heykelinin
yapýlmasýný gereksiz kýlmaktadýr (Akyürek 1999: 48).
19. yüzyýlda kapalý konak bahçelerine yerleþtirilen heykellerin kamusal alanlarda
sergilenmesi, ancak Cumhuriyet’in ilanýndan sonra mümkün olmuþtur. 1882-1883’te
Mektebi Sanayi-i Nefise-i Þahane’nýn açýlmasý, burada Türk heykeltýraþlarýn yetiþmeye
baþlamasý, hatta heykel eðitimi almak üzere yurt dýþýna öðrenci gönderilmesi Osmanlý
toplumunda büyük yenilikler olmakla birlikte, bu yeniliklerin toplumsal düzeydeki
karþýlýklarý pek olumlu olmamýþtýr. Hüseyin Gezer’in bu konuyla ilgili anlattýðý bir
anekdot, oldukça açýklayýcýdýr: “1891 yýlýnda Paris’e gönderilen Ýhsan Özsoy, 1895’te
öðrenimini tamamlayarak yurda dönmüþtür. Yurda dönmüþ genç bir heykeltýraþ,
elbette hayatýný kazanmak için çalýþmak isteyecek ve elbette hayatýný bunca yýl emek
verip yetiþtiði mesleðinden saðlamak isteyecektir. Bu heyecanla, bir arkadaþýyla birlikte,
atelye açmýþlar, iþlerinin mahiyetini belirtmek için de, atelyelerinin kapýsýnýn üstüne
bir röliyef koymuþlardýr. Ertesi gün kýyamet kopmuþ! Zaptiyeler gelmiþ, bunlarý alarak
karakola götürmüþ. Þaþkýnlýktan kurtulup, ‘suçlarýnýn ne olduðunu’ sorduklarýnda, ‘Halk
tarafýndan Saraya þikayet edildiklerini’ öðrenmiþ ve hemen röliyefi indirerek içeriye
almýþtýr.” (Gezer-Berk 1972: 31)
Cumhuriyet dönemi öncesinde heykelle uðraþan tek tük sanatçýnýn tanýklýklarýna
baþvurabilseydik, kuþkusuz bu tip baþka anekdotlarla da karþýlaþabilirdik. Cumhuriyet’in
ilanýyla birlikte yaþanan kültürel geliþmeler Türk toplumunun heykel konusundaki
olumsuz tutumunu bir ölçüde deðiþtirmiþ olmakla birlikte, günümüze deðin uzanan bir
kültürel çatýþmanýn varlýðýný yadsýmak olanaksýzdýr. Batýlý anlamda resim ve heykelin
ülkemizde son derecede yaygýnlýk kazanmasýna karþýn heykelin kamusal alanlardaki
önüne sermektedir. Kýsacasý heykel, Türkiye’de bugün de kamusal alanlarda karþýlaþýlan
baþlýca sorunlardan biri olarak nitelendirilebilir. Bu sorunu, farklý türde heykellere
yönelik saldýrýlar üzerinden belli ana baþlýklar altýnda irdelemek mümkündür:
1. Atatürk heykellerine yönelik saldýrýlar
2. Çýplak figür heykellerine yönelik saldýrýlar
3. Soyut heykellere yönelik saldýrýlar
1. Atatürk Heykellerine Yönelik Saldýrýlar
Türkiye’de heykel sanatýnýn geliþim sürecinde Atatürk anýtlarý çok önemli bir yer
tutmakta; hatta ülkemizde ‘heykel’ algýsý bugün dahi büyük ölçüde Atatürk anýtlarýyla
sýnýrlý kalmaktadýr. Cumhuriyet’in ilanýndan sonraki ilk yýllarda Türk heykeltýraþ bulmak
sýkýntýsý çekildiðinden, Pietro Canonica, Anton Hanak, Josef Thorak, Rudolf Belling gibi
yabancý heykeltýraþlara yaptýrýlan bu anýtlar, sonraki yýllarda yoðun bir üretim faaliyeti
15 sanat yazýlarý
durumu ve karþýlaþtýðý saldýrýlar, olumsuz bir tutumun alttan alta sürdüðünü gözler
içinde Türk heykeltýraþlarca da yapýlmýþ, ancak yazýk ki zaman içinde yaratýcýlýktan
ve çaðdaþ bir anlayýþtan yoksun birer ‘seri üretim’ nesnesine dönüþmüþtür. Kanýmca
bu durum, Atatürk’ün anýsýna yönelik çok daha korkunç bir saldýrý niteliðindedir.
Atatürk heykellerine yönelik somut saldýrýlara ise, günümüzde de rastlanmaktadýr.
Bu tür saldýrýlarýn son örneði, 18 Þubat 2008 tarihinde Ýzmir’in Çamdibi Atatürk
Parký’nda yaþanmýþtýr. Söz konusu saldýrýyla ilgili olarak Bornova Belediye Baþkaný Sýrrý
Aydoðan’ýn, “Ulu önder ve Cumhuriyetimizin kurucusu, modern Türkiye’nin mimarý olan
Atatürk’ün anýtýna yapýlan bu saldýrý özünde Cumhuriyetimizin kazanýmlarýna yönelik
bir saldýrýdýr”þeklindeki sözleri, Atatürk anýtlarýna yönelik saldýrýlarýn genel nedenini
açýklayýcý niteliktedir.
16
sanat yazýlarý
Resim 1: Atatürk heykellerine saldýrý; 19 Þubat 2008’de Ýzmir’de Bornova Çamdibi Atatürk
Parký’nda Atatürk heykeline yapýlan saldýrý.
Kýrþehir’de 1951 yýlýnýn Þubat ayýnda tahrip edilen bir Atatürk büstünün yol açtýðý
gösteriler ve tartýþmalar, ayný yýlýn Temmuz ayýnda “Atatürk Aleyhine Ýþlenen Suçlar
Hakkýnda Kanun”un yürürlüðe girmesinde etkili olmuþtur. Bu yýllarda Atatürk ve
Cumhuriyet devrimleri aleyhinde iþlenmekte olan suçlarýn artýþ göstermesi, söz konusu
kanunun, “Atatürk, Cumhuriyet’in ve inkilaplar rejiminin sembolü olmasý hasebiyle,
hatýrasýna, eserlerine ve onu ifade eden varlýklara vaki olacak tecavüzler, bilvasýta
Cumhuriyet’e ve inkilaplar rejimine tevcih edilmiþ bir mahiyet ifade edeceðinden
bunlara karþý iþlenen ve amme efkârýnda derin akisler yaratmakta olan suçlarýn failleri
hakkýnda mevzuatýmýz hususi hüküm ve müeyyideleri ihtiva etmemekte ve Cumhuriyet
savcýlarýnýn resen takibata giriþmelerine müsait bulunmamaktadýr” gerekçesiyle
yürürlüðe girmesine neden olmuþtur. 25 Temmuz 1951 yýlýnda yürürlüðe giren kanunun
1. maddesine göre, Atatürk’ün hatýrasýna alenen hakaret eden veya söven kimselerin
bir yýldan üç yýla kadar hapis cezasý ile cezalandýrýlacaðý, Atatürk’ü temsil eden heykel,
büst ve abideleri veyahut Atatürk’ün kabrini tahrip eden, kýran, bozan veya kirleten
kimselere de bir yýldan beþ yýla kadar aðýr hapis cezasý verileceði belirtilmektedir.
2. Çýplak Figür Heykellerine Yönelik Saldýrýlar
Türkiye’de kamusal alanlarda kadýn ya da erkek bedenini çýplak olarak temsil
eden heykeller, heykel sanatýna yönelik ‘lanet’ kampanyalarýnýn baþlýca odaðýný
oluþturmaktadýr. Konuyla ilgili en çarpýcý örnekler arasýnda, Cumhuriyet’in 50. yýlý
kutlamalarý çerçevesinde gerçekleþtirilen heykeller arasýnda yer alan, Gürdal Duyar’a
(1935-2004) ait “Güzel Ýstanbul” heykeli sayýlabilir. 10 Mart 1974’te Karaköy Meydaný’na
yerleþtirildikten 9 gün sonra yerinden sökülen, önce belediye çöplüðüne atýlan,
ardýndan Yýldýz Parký’nda gözlerden uzak bir noktaya yerleþtirilen “Güzel Ýstanbul”
heykeli, Cumhuriyet’in 50. Yýlý kutlamalarý çerçevesinde dikilmesine karþýn Türkiye’de
sanatta çýplaklýðýn temsiline iliþkin anlayýþýn Cumhuriyet’in ilan edildiði yýllardan çok
da farklý olmadýðýný ortaya koyan bir göstergeye dönüþmüþtür. 2Heykel etrafýnda
kopan fýrtýna, gerçek bir ‘lanetleme kampanyasý’ olarak nitelendirilebilir. Kamu iradesi
taþýyan kurullarýn onayýndan geçmiþ olmasýna karþýn bazý basýn organlarý tarafýndan
“Müslüman Türk’ün ahlakýný bozduðu” (Sabah, 21 Mart 1974) gerekçesiyle lanetlenen
heykel, dönemin Baþbakan Yardýmcýsý Necmettin Erbakan tarafýndan da “adaba aykýrý”
(Cumhuriyet, 20 Mart 1974) bulunmuþ ve kaldýrýlmasý talep edilmiþtir. Heykel hakkýnda
çok geçmeden bir soruþturma açýlmýþ (Milliyet, 21 Mart 1974) ve “Güzel Ýstanbul”, Ýçiþleri
Bakanlýðý’nýn “Türk anasýný hayasýzca teþhir ettiði” gerekçesiyle yerinden sökülmüþtür.
yasaklarýn hâlâ son derece meþru bir zemin bulabildiðinin önemli bir göstergesi olarak
nitelendirilebilir. Türkiye’de sanatçýyý kuþatan örtük kurallar ve kökenleri geçmiþe
dayanan tabular, 1970’li yýllarýn Türkiyesi’nde bütün canlýlýðýyla korunmaktadýr.
“Güzel Ýstanbul” heykeli etrafýndaki kampanyanýn gerçekten de bir tür lanetleme
olduðunu algýlayabilmek için heykel kaldýrýldýktan sonra kaidesinin üstüne çýkarak gövde
gösterisi yapanlarýn gazetelerde yayýmlanan fotoðraflarýna bakmak yeterlidir.
Bu olaydan 20 yýl sonra, 1990’larda yaþanan bir heykel lanetleme olayý da týpký
“Güzel Ýstanbul” olayý gibi, Türkiye’de geleneksel hassasiyetlerin korunduðunun bir
iþareti olmuþtur. Ankara Belediye Baþkaný Melih Gökçek’in, Türkiye’nin önde gelen
heykeltýraþlarýndan biri olan Mehmet Aksoy’un Altýnpark’taki “Periler Ülkesinde” adlý
2
Konuyla ilgili daha ayrýntýlý bir irdeleme için bkz. Ahu ANTMEN, “Türk Kültüründe Beden ve
Güzel Ýstanbul Olayý”, Türk Kültüründe Beden konulu sempozyum; 4-5 Nisan 2007, Marmara
Üniversitesi, Türkiyat Araþtýrma ve Uygulama Merkezi.
17 sanat yazýlarý
Ýçiþleri Bakanlýðý’nýn açýklamasý, 1970’li yýllarýn Türk toplumunda geçmiþten gelen
heykelini müstehcen bularak yerinden kaldýrtmasý, ayrýca bu tür heykellerin “içine
tükürdüðünü” söylemesi, bu söylemi dile getiren kiþinin resmi bir makam olmasý
açýsýndan yoðun tartýþmalara neden olmuþtur. Gökçek bu sözleri için 250 milyon
lira tazminat davasý ödemiþ, söz konusu heykel 11 yýl sonra, 2005’te yeniden yerine
dikilmiþtir. “Periler Ülkesinde” olayý, bir kamu görevlisinin kamusal alanda yer alan bir
heykelle ilgili olarak elleriyle deðilse de sözleriyle giriþtiði bir vandalizm biçimi olarak
hatýrlanmaktadýr. Vandalizm de özünde bir lanetlemedir.
Geçtiðimiz yýl içinde yaþanan bir baþka lanetleme olayý da Edirne’de Türk Kadýnlar
Birliði tarafýndan yaptýrýlan ve Fatih Mahallesi’ne dikilen “Özgür ve Çaðdaþ Kadýn
Heykeli”ne yönelik saldýrýdýr. Edirne Belediyesi, heykelin onarýlarak, ayný yere
18
sanat yazýlarý
dikileceðini açýklamýþ, günlük gazeteler bu olaya geniþ yer ayýrmýþtýr.
Resim 2: Güzel Ýstanbul heykelinin halkýn tepkisi nedeniyle yerinden kaldýrýlmasý;
Cumhuriyet’in 50. Yýlý nedeniyle Karaköy Meydaný’na dikilen, ama kýsa süre
içinde yerinden kaldýrýlan “Güzel Ýstanbul” heykeli
Resim 3: Güzel Ýstanbul heykeli yerinden kaldýrýldýktan sonra kaidesinin üzerine
çýkan halkýn görüntüsü.
Resim 4: Edirne’de 2008 yýlýnda tahrip edilen Özgür ve Çaðdaþ Türk Kadýný heykeli.
3. Soyut Heykellere Yönelik Saldýrýlar
Türkiye’de soyut heykellere yönelik saldýrýlarý bir lanetleme biçimi olarak
deðerlendirmek zor görünüyor. Bu tür heykellere yönelik saldýrýlar, genellikle heykelin
kendisine deðil malzemesine yönelik olmakta ve genellikle basit hýrsýzlýk amacý
taþýmaktadýr. Ayrýca altýný çizmek gerekir ki belediye görevlilerin ihmali de heykellerin
yok olmasýndaki baþlýca etkenler arasýnda sayýlabilmektedir. Kamusal alanlarda bulunan
20 sanat yazýlarý
pek çok soyut heykel, hiçbir gerekçe gösterilmeden Belediye yetkilileri tarafýndan
kaldýrýlabilmekte ve bir daha izine rastlanamamaktadýr. Örneðin, Cumhuriyet’in 50. Yýlý
çerçevesinde gerçekleþtirilen ve çeþitli park ve meydanlara yerleþtirilen heykellerden
bir kýsmý böyle bir sonla karþýlaþmýþtýr. Cumhuriyet gazetesi, söz konusu heykeller
arasýnda bulunan Metin Haseki’nin Gümüþsuyu Parký’na dikilen 70 kilo aðýrlýðýndaki
heykelinin “bakýrdan yapýldýðý için çalýndýðýný” (Cumhuriyet, 21 Mart 1974) ve heykeli
çalanlarýn büyük bir olasýlýkla hurda demir olarak eritmiþ olabilecekleri için heykelin
4,5 aydýr bulunamadýðýný yazmýþtýr. 50. Yýl Komitesi’nin baþkaný olan Prof. Mustafa
Aslýer, diðer heykellerin de akýbetinin farklý olmadýðýný belirterek, Seyhun Ilgaz’ýn
(Topuz) 4. Levent giriþindeki “Abstre Kompozisyon”unun 1984’te önce çöktüðünü,
sonra yok olduðunu; Mehmet Uyanýk’ýn Barbaros Bulvarý giriþindeki “Birlik” adlý
soyutlama çalýþmasýnýn 1986’da Beþiktaþ Belediyesi iþçileri tarafýndan kompresörlü
çekiçle kýrýldýðýný; Namýk Denizhan’ýn “Ýkimiz” baþlýklý soyut kompozisyonunun
1982’de Þiþli Belediye Baþkaný’nýn talimatýyla kaldýrýldýðýný; Bihrat Mavitan’ýn Harbiye
Hilton giriþindeki soyut “Kompozisyon”unun 1984’te Belediye görevlileri tarafýndan
kaldýrýldýðýný; Yavuz Görey’in Taþlýk Parký’ndaki “Soyut Heykel”inin çalýndýðýný; Füsun
Onur’un Fýndýklý Parký’ndaki soyut “Kompozisyon”unun 1990’lý yýllarda bilinmeyen
nedenlerle yerinden yok olduðunu; Kuzgun Acar’ýn Gülhane Parký’ndaki soyut
“Kompozisyon”unun Belediye Bahçeler Müdürlüðü’nce kaldýrýldýðýný saptamýþtýr.
3
Bu heykeller arasýnda, Þadi Çalýk’ýn Galatasaray Meydaný’ndaki 50. Yýl heykelinin
sýklýkla bez afiþ asmak için kullanýldýðý da hatýrlanabilir.
Bu gibi örnekler, Türkiye’de heykel sanatýnýn toplumsal yaþam içinde
hâlâ ne denli yabancý bir unsur olarak algýlandýðýný göstermektedir. Zaman zaman
yoðun lanetleme kampanyalarýna dönüþen olumsuz tepkilerin bir taassup duygusundan
kaynaklandýðý izlenebilirken, kamusal alanlarda bulunan heykellere yönelik kamu
yetkililerin heykelleri korumak ya da bakýmýný üstlenmek konusundaki ihmalkârlýðý da
dikkat çekicidir. Günümüzde heykele yönelik bu tür tavýrlarýn deðiþmediði göz önünde
bulundurulduðunda, heykel sanatçýlarýnýn yalnýzca özgür ifadesinin deðil, kamusal
alanlara yönelik heykel üretmek yönündeki arzusunu da baltalayacaðýný düþünmek
yanlýþ olmaz.
Türkiye’de heykele yönelik olumsuz tutumlara, sanatla toplumu buluþturmak amacýyla
gerçekleþtirilen ve belki de sözü edilen türde lanetleme kampanyalarýnýn uzun vadede
de olsa sonunu getirecek bir çözüm olarak beliren heykel sempozyumlarýnda da
olduðu þikâyeti yapýlýrken, özellikle genç/çocuk nüfusunun heykel sanatýna yönelik ilgisi,
geleceðe iliþkin umut vermektedir. Heykel sempozyumlarý konusunda bir araþtýrma
yapan Derya Yýlmaz Özþen’e göre bu sempozyumlar, “Ýzleyici kitlesi oluþamamýþ heykel
sanatý için bir istem oluþturmakta” (Özþen 2005: 135) büyük bir rol oynamaktadýr.
Türkiye’de heykel sanatýnýn kamusal alanlarda karþýlaþtýðý genel “damnatio”, yani
lanetlenme, belli ki ancak uzun vadeli eðitim politikalarýyla, sanata yönelik özgürlükçü
kültür politikalarýyla ve kentsel ortak mekânýn anlamýný kavrayan bir kamu bilinciyle
giderilebilecektir. Öte yandan, kamusal alanlarda heykel söz konusu olduðunda,
geliþmiþ Batý ülkelerinde de zaman zaman çeþitli saldýrýlara rastlandýðýnýn altýný
çizmek gerekir. Danimarka’nýn ulusal simgesi olan ve Kopenhag Limaný’nda bulunan
3
Prof. Mustafa Aslýer’le söyleþi, 2007.
21 sanat yazýlarý
karþýlaþýlmaktadýr. Sempozyumlarda, heykel üretimi sýrasýnda çevrenin toz toprak
“Küçük Denizkýzý” (1913) heykelinin 40 yýl boyunca çok sayýda saldýrýya maruz kalmasý,
yakýn dönemde Türkiye’nin AB üyeliðini protesto eden yazýlarýn yer aldýðý bir beze
sarýlmasý (2003’de) ya da yeþile boyanmasý ve üstüne bir erkeklik organý yerleþtirilmesi
(2006’da) gibi örnekler gösterilebilir. Ancak Danimarka’da ya da baþka ülkelerde
gördüðümüz bu gibi örnekler, Türkiye’de ‘heykel’ olgusunun kendisine ‘sistematik’
olarak uygulanan saldýrýlara benzememektedir. Türkiye’de heykellere yönelik
22 sanat yazýlarý
saldýrýlarýnýn bir ‘lanetleme’ olarak algýlanabilmesinin baþlýca nedeni de budur.
Resim 5: Cumhuriyet’in 50. Yýlý nedeniyle dikilen heykellerin pek çoðu yýkýldý ya da çalýndý, bu tür
olaylar gazetelere de yansýdý.
Kaynakça
Akyürek, F. (1999). Cumhuriyet Döneminde Heykel Sanatý, Cumhuriyet’in Renkleri,
Biçimleri. Der. Ayla Ödekan. Ýstanbul: Tarih Vakfý Yayýnlarý.
Aslanapa, O. (1984). Türk Sanatý. Ýstanbul: Remzi Kitabevi.
Ettinghausen, R. (1976). The Man-Made Setting-Islamic Art and Architecture. The World
of Islam, der. Bernard Lewis. Londra: (Thames and Hudson).
Gezer, H, N. (1972). 50 Yýlýn Türk Resim ve Heykeli, Türkiye Ýþ Bankasý Kültür Yayýnlarý,
Ýstanbul.
Ýnal, Ý. (2005). Türk Heykel Sanatýna Tarihsel Bir Bakýþ. (Günümüz Türk Heykel
Sanatýnýn Sorunlarý-Ulusal Heykel Sempozyumu Bildiriler Kitabý). Kocaeli Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi Yayýný 2, Kocaeli.
Ýpþiroðlu, M. (1971, 1997). Ýslamda Resim Yasaðý ve Sonuçlarý. Ýstanbul: Yapý Kredi
Yayýnlarý.
Kuban, D. (1970/1981). 100 Soruda Türkiye Sanatý Tarihi. Ýstanbul: Gerçek Yayýnevi.
Özþen, D. (2005). Heykel Sempozyumlarý ve Toplum. (Günümüz Türk Heykel Sanatýnýn
Sorunlarý-Ulusal Heykel Sempozyumu Bildiriler Kitabý). Kocaeli Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi Yayýný 2, Kocaeli.
Sakaoðlu, N. (1999). Bu Mülkün Sultanlarý. Ýstanbul: Oðlak Yayýncýlýk.
Shaw, W. (2004). Osmanlý Müzeciliði- Müzeler, Arkeoloji ve Tarihin Görselleþtirilmesi.
24 sanat yazýlarý
Ýletiþim Yayýnlarý, Ýstanbul.
Sanatta Avangard Harekete Bir Bakýþ1
A Look To The Avant- Garde
Movement in Art
Arþ.Gör. Ozan Bilginer
Hacettepe Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi
Resim Bölümü
[email protected]
Özet: Toplumsal kurumlarýn eleþtirisini yapan Avangard hareketin asýl hedefi burjuva iktidarýdýr.
Ancak iktidar da kendi savunma mekanizmasýný geliþtirerek bu muhalif hareketi sistemi içinde
eritmesini bilmiþtir. Bu muhalif-iktidar gerilimi tarihinin iyi bilinmesi, günümüz sanat sorunsalýnýn
kavranmasýna yardým edecektir.
Anahtar sözcükler: Avangard hareket, sanat kurumu, özerklik, burjuva estetizmi, yönlendirme
Abstract: The main objective of Avant-garde movement criticizing social institutions is bourgeois
power. However, power by developing its own defense mechanisms dissolves this opposing
movement within its system. Knowing the history of this adversary-rulership tension will help
understanding today’s art problematic.
Key words: The Avant - garde movement, art institution, autonomy, aesthetics of bourgeois,
manipulation.
1
2005 yýlýnda Prof. Ferhat Özgür’ün yürüttüðü Sanat Yazýlarý Dersi için hazýrlanan “Avangard
Kuramý” üzerine yapýlan tartýþmalardan esinlenilerek 2009 yýlýnda makale haline getirilmiþtir.
25 sanat yazýlarý
(manipülasyon).
“Avangard” askeri kökenli bir terimdir ve ilk olarak bu alanda dolaþýma girmiþtir. Terim,
savaþ meydanýna öncü olarak giren birlikler için kullanýlmýþtýr. Geriden gelen birliklere
güvenli yollar açmak, düþman tuzaklarýný temizlemek, canýný hiç esirgemeden vermek
“avangard” birliklerin en önemli görevleridir. Dönemin sanatçýlarý ve düþünürleri için
oldukça kýþkýrtýcý bir kavram olarak sanat alanýnda da kullanýlmýþtýr.
Avangard terimi, ilk kez ütopyacý sosyalist Saint-Simon’un cemaatinde, toplumu
deðiþtireceklerini düþündükleri büyük toplumsal tasarýmýn 2 gerçekleþmesinde sanata
verilen büyük öncü rolü ifade etmek üzere dolaþýma girer. 1789 Fransýz Devriminin
anlamlandýrýlmaya çabalandýðý ve sonrasýnda 1830-1840’larýn ütopyalar döneminde
siyaset dilinde köklü dönüþümlerin bayraktarý anlamýnda kullanýlan, geleceðe
hükmedeceklerine inandýklarý bir gurubun ortak imgelemi olarak tasavvur edilir. Bu
dönemde sanat, ondan yararlanmayý uman siyaset erbabý tarafýndan giderek yüceltilir,
ta ki 1848 Haziranýnda Paris’in yaþadýðý þiddet anýna kadar. Burjuvazi ve iþçi sýnýfýnýn
birlikte monarþiye son verdikleri devrim, sonradan bu iki sýnýfý kutuplaþtýrýr ve 1789’da
ortaya çýkan armoni içindeki bir toplum hayalleri, bundan böyle sýnýf savaþlarýnda
eriyip gider. Bütün bu olaylar cereyan ederken sanat da toplumsal iþbölümü içindeki
sýnýrlarýný yeniden tanýmlamaya baþlar. Aristokrasiden kalma iliþkilerden ve klasist
sanat geleneðinden arýnýr. Sarayýn ve kilisenin sanat üzerindeki egemenliðini yürüten
Akademi, 19. yüzyýlda artýk gücünü yitirir ve yerini serbest atölyelere býrakýr. Bu dönem
ayný zamanda modern sanat piyasasýnýn kurulduðu, galerilerin ve kiþisel sergilerin sýkça
açýldýðý bir döneme iþaret eder. Bu tarihsel süreçten geçen modern sanat, fotoðraf
26 sanat yazýlarý
gibi tekniklerin geliþmesiyle ve yeni müzelerde açýlan sergilerle yeniden tanýmlanmaya
baþlanýr.
Kýsacasý sanat modernist geliþimiyle birlikte olabildiðince kurumsallaþýr. Ýþte tam
bu noktada sanatýn kurumsallaþmasýna karþý çýkan avangardist sanatçýlar muhalif
fikirleriyle ortaya çýkarlar ve bundan sonra sanata bakýþ açýsý köklü biçimde deðiþir.
Bürger’in bu dönemin kritiðini yaptýðý “Avangard Kuramý” adlý yapýtý, yazýldýðý
1980’lerden bu yana, avangard hareketin sanat tarihi içindeki iþlevini gözler önüne
sermesi, özellikle günümüz sanatýna yön veren bu dönemin sorunsallarýný ortaya
koymasýyla üzerinde oldukça tartýþýlan bir eser olmuþtur.
2
Hasan Bülent Kahraman’ýn Sanatsal Gerçeklikler, Olgular ve Öteleri adlý kitabýnda ütopyacý sosyalistlerin toplumsal tasarýmlarý üzerinde durmuþtur.
Avangard Kuramý yalnýz geçmiþe ýþýk tutmasý baðlamýnda deðil ayný zamanda günümüz
sanat tartýþmalarýna zemin oluþturmasý bakýmýndan da önemli olduðundan bu
makalenin odaðýný oluþturur.
Yaratýcý ve devrimci bir imgelem zenginliði içinde olan avangard dönemin sanatçýlarý ve
düþünürleri sistemi sosyal, siyasal ve kültürel boyutlarýyla bir kurumlar bütünü olarak
kavramýþ, eleþtirilerinin hedefine bu bütünü koymuþlardýr. Ancak eleþtirdikleri kurumlar
zamanla bu muhalif hareketi kendi içlerinde sindirmiþtir. Buna raðmen avangardlarýn
kullandýklarý biçim ve teknikler günümüz sanatýnýn ilham kaynaðýný oluþturur.
Günümüzü doðru deðerlendirmenin ilk koþulu geçmiþin doðru kavranmasýdýr. Deðilse
bilgi toplumu politikalarý ile arapsaçýna dönen kavramlar arasýnda neyin bize “sanat”
diye pazarlandýðýný, neyin gerçekten bizim kültür üretimimizin gerçek bir parçasý
olduðunu anlamak zor olacaktýr.
Geçmiþ ve geçmiþ dönemlerde üretilen sanat eserleri hakkýnda koþulsuz bir tarihselci
yanýlsamaya kapýlmaksýzýn bilgi sahibi olmak mümkün müdür? “Bir özeleþtiri alaný
yaratarak sanat eseri mefhumunu tam olarak kavrayabilmenin yollarý aranmalýdýr”
der Bürger. Burjuva toplumunun eleþtirisi olarak avangardýn özeleþtiri imkanýnýn hangi
tarihsel koþullarda mümkün olduðunun iyi belirlenmesi gerekmektedir. Çünkü bu tarih,
çeþitli alt-sistemlerin, yanlý bir tavýr olarak, zaman ve mekan algýlarýnýn oynanmasýyla
inþa edilmektedir3 . Sorun sanat kurumunun eserin anlamýný, içeriðini kendi tanýmladýðý
alanlarda deðiþtirmesidir. Bir sanat iþi, bu kurumsal yapý içerisine girdiðinde ister
istemez sanatçýnýn eseri ilk ürettiði andaki anlamýndan farklý þeyler söylemeye, ifade
ile dönemin kurumsal baðlamlarýný birbirinden ayýrmak gerekliliði ortaya çýkmaktadýr.
Aksi halde girift bir yapý olarak sanat tarihi bizlere yanlý bilgiler vermekten hiç
çekinmeyecektir.
Avangard baþkaldýrýnýn temelinde Marksist anlamda “devrimci” bir baþkaldýrý olduðunun
gözler önüne serilmesi düþüncesi yatar. Emperyalist sistem, onun kurumsal yapýsý,
uzmanlaþan sanatçý ve estetizm düþüncesi sanatýn toplumla o zamana kadar olan
baðýnýn bozulmasýna neden olur. Bu yüzden üretim iliþkilerindeki deðiþimleri ve izleyici
ile eser arasýna giren “kurum”un algýlama alanýnda yaptýðý deðiþimleri anlamak
avangard hareketi anlayabilmenin önemli bir anahtarýdýr. Avangardistler, sanatýn
estetik bir tecrübe olarak tanýmlanmasýndan baþlayan anlamlar ve tanýmlar dizisinden,
3
David Harvey bu konuyu bir zaman-mekan sýkýþmasý olarak deðerlendirmiþtir: Modernist zaman
ve mekan kurgularýnýn sistem tarafýndan üretim iliþkilerinin nasýl düzenlendiðini ve sistem adýna
nasýl organize edildiðini gözler önüne sermektedir. (Harvey, David, 2003 Postmodernliðin Durumu.
Ýstanbul: Metis Yayýnlarý).
27 sanat yazýlarý
etmeye baþlar. O halde sanat tarihine bakarak bilgi edinmeye çalýþýrken eserin kendisi
hayat pratiðinden ayrýlmasýna varan bir sistemi bütünsel olarak çok iyi kavramýþlardýr.
Amaçlarý da bu estetik tecrübeyi tekrar hayata geçirmektir.
Burjuvazinin siyasal iktidarý ele geçirmesiyle birlikte özerk sanat mefhumu ortaya
çýkmaya baþlar. Bürger’e göre sanatýn özerkliði burjuva toplumuna ait bir kategoridir,
belli bir tarihsel gerçekliði yansýtýr, ancak bir taraftan da öznel (yanlý) bakýþ açýsýyla
adeta bu tarihsel bilgileri perdeler, deðiþtirir; “Özerklik kategorisi burjuva toplumunda
sanatý tanýmlamak açýsýndan gerekli olmakla birlikte, toplumsal belirlenmiþliði gözler
önüne sermediði için ideolojik bir çarpýtmanýn izlerini taþýr.” (Bürger 2003: 83).
“Özerklik” kavramýyla genelde, sanatýn özerkleþme sürecinin öznel yanýna, yani
sanatçýlarýn faaliyetleriyle ilgili tasarýmlarýna atýfta bulunur, bir bütün olarak özerkliðin
ortaya çýkýþýna deðil. Açýkça ideolojik baðlamlarý görülebilecek bir ayrýlmadýr, ancak bunu
sadece ideolojik boyutuna indirgemek, süreci anlamak bakýmýndan sorunlu olacaktýr.
Çünkü “özerklik” kavramý kendinden önce belirlenmiþ algýlama ve biçimlendirme
yetilerinden kopma ve baðýmsýzlaþma sürecini de içerir. Bu ayný zamanda sanatýn bir kült
olarak doðduðu ve üst sýnýf ideolojisine eklemlendiði bir süreçtir de.
Avangardlarýn sanatý sorgulamalarýnýn nedeni kurum ile eser içeriklerinin örtüþmesidir,
böylece sanat hayat pratiðinden uzaklaþarak ve yönlendirilmiþ (maniplüle edilmiþ) bir
alan olarak tekrar ortaya çýkmaktadýr. ‘Hayat pratiðinden uzaklýk’ durumu sanatýn
kurumsal yapýsýný oluþturma sürecine bakýldýðýnda daha iyi anlaþýlýr. Sanat, 18. yüzyýl
baþlarýnda toplumsal iþ bölümü içerisinden sýyrýlarak kendine özerk bir alan ilan
etmesiyle hayat pratiðinden bilinçli olarak kopmaya baþlamýþtýr (Shiner 2004). Sanat-
28 sanat yazýlarý
zanaat ayrýmý olarak kavramsallaþtýrýlan bu süreçten sonra sanat eseri katagorisinden
çýkarýlan zanaat, son derece yaþamsal bir pratik olan “faydacý” tavrýyla, bir bakýma
sanatýn hayatla olan baðlarýný da temsil etmektedir. Çünkü bu ayrýmdan sonra sanat
elitist bir uðraþ haline gelmiþtir. Avangardistlerin sanata ve topluma olan inançlarý,
onlarý, manipüle edilmiþ sanat alanýnýn belli bir zümrenin yararýna sunulmasýna
karþý durmaya itmiþtir. Amaçlarý sanatý yok etmek deðil, Hegelci anlamda ortadan
kaldýrýlmaktýr- böylece dönüþmüþ biçimde muhafaza edilerek, temelini sanatta bulan
yeni bir hayat pratiði örgütlemek için çabalamýþlardýr.
Ancak zamanla avangard hareketten öðrendiðini uygulamakta gecikmeyen ve
avangardlarýn en baþtan beri karþý durduklarý burjuva, ürettikleri kültür endüstrisi 4 ile
sahte bir biçimde sanat ve hayat pratiði arasýndaki kopukluðu çýkarlarý doðrultusunda
4
Bu kavram Adorno‘nun Kültür Endüstrisi adlý kitabýnda ayrýntýlý olarak iþlenemiþtir.
kullanmaya baþladý. Bir eleþtiri olarak geliþen avangard düþünce dizgesi ve bunun
eseri olan görsel dil, bir endüstriyel kültür kodu haline getirilmek suretiyle pazarlanýr
oldu. Örneðin, montaj teknikleri reklam afiþlerinde kullanýlmakta, sanat tarihinde ikon
haline getirilen eserler t-shirtlerin üzerine basýlmaktaydý. Bu durum Bürger’e göre
avangardist geliþimin çeliþkisini gözler önüne sermektedir. Daha sonralarý ortaya çýkan
neo-avangardist eðilimler ise bu çeliþkileri adeta körükleyerek belli bir anlatým biçimi
ile eserler üretmeye devam eder. Bürger bu konu hakkýndaki fikirlerini kýsaca þöyle
açýklamýþtýr: “Bugün, tarihsel avangardýn sanat kurumu karþýsýndaki isyaný sanat diye
kabul edildiðinden, neo-avangardýn isyankar edimi sahih olmaktan çýkar.”(Bürger 2003:
109).
Avangard sanatçýlara göre modern “tekil sanat eseri” katagorisi, parçalanamaz,
bölünemez bir yapý inþa ettiði için sorunlu bir katagoridir. Nihai olarak sanatçýsýnýn
fikirlerini taþýyan ve temsil eden eser, sistemin onun için belirlediði mekanlarda anlam
ve içerik olarak sabit bir hale getirilerek tanýmlanmadan hayatla olan baðýný kurabilmesi
için hayat içinde devinebilmelidir. Avangard Kuramý’nýn genelinde de eser katagorisi
önemli bir yer tutar ve organik sanat eseri (klasik eser) ve organik olmayan sanat eseri
(avangard) ayrýmý yapýlýr. Organik sanat eseri ile kastedilen, parçalarýn oluþturduðu
bütünün, tekil eserin, belli bir tarihsel doku içinde öncesi ve zamanýyla organik bir iliþki
içinde bulunmasýdýr. Böylece tarihsel bir doðru içerisinde kolaylýkla ona ayrýlan yere
yerleþtirilebilir. Organik olmayan sanat eseri ile de bu mantýk dizgesine karþý toptan bir
sanat olumsuzlamasý olan, parçalara özgürlük hakký tanýyarak sanat eseri kavramýný
eleþtiren düþünce betimlenir. Kendini baðlarýndan koparacak sanat iþi artýk daha özgür
Avangard Kuramý’nýn en önemli tespiti, organik olmayan sanat eseri kavramýný
geliþtirmesidir. Organik sanat eseri, doðanýn bir eseri olarak görünür. Yapýlmýþ bir
þey olduðu gerçeðini fark edilmez hale getirmeye çalýþýr. Avangardist sanat eseri ise,
kendini bir inþa, parçalarýn olduðu ve bunlarýn teker teker anlamlarýnýn olduðu bir yapýt
olarak gösterir. Bu bakýmdan avangardist eserin temel mantýðý montaj sayýlabilir. Bu
mantýk gerçekliðin parçalardan oluþmuþ olacaðýna iþaret ederek, bize üretilen eserin
bütünlüðünü ifade eden “görüntünün” kýrýlmasýný saðlar. Bu, sanat eserine sanatsal
baðlamda devrimci bir bakýþ açýsýdýr.
Montaj, ilk kez kübizmle birlikte bir kolaj mantýðýyla ortaya çýkmýþtýr. Ayný zamanda
fotoðraf tekniklerindeki geliþmeler ile yakýndan ilgilidir ki zaten I. ve II. Dünya Savaþý
sýrasýnda hem propaganda aracý olarak hem de sanatçýlarýn (Hannah Höch, Jean
Arp, Heartfield, vb.) tepkilerini dile getirmelerinde sýkça kullanýlmýþtýr. Estetikten ve
kompozisyon kurallarýndan baðýmsýz bir dil getirdiðini söylemek gerçekçi olmaz. Ancak
29 sanat yazýlarý
olabilecek ve toplumsal iþ bölümü içerisindeki rolünü daha kolay yerine getirebilecektir.
Rönesanstan beri hakim olan temsil sistemine son derece bilinçli bir þekilde yapýlmýþ
müdahale ve yorumdur denebilir. Avangardist, organik olmayan sanat eseri montaj
ile birlikte artýk bir bütünlük iddiasýnda bulunmak zorunda kalmaz. Tam tersi tekil bir
eser olma boyunduruðundan kurtulur. Parçalar bundan sonra gerçekliði kendileri
temsil edebilirler, bütünü oluþturan ve ona gönderme yapan, gerçeklik için toparlanmýþ
fragmanlar olmaktan çýkarlar. Artýk bütünün zorunlu unsurlarý deðillerdir. Parçalar ile
bütün arasýnda diyalektik bir iliþki vardýr. Birbirleri için varolmayan parçalar arasýndaki
gerilim avangardist eserin temelini oluþturur. Bütüncül bir anlam çýkarma durumunun
reddi, izleyici için de tedirgin edici bir durumdur ve Bürger’e göre bu daha önceden
kurulmamýþ bir baðlantý, bir anlam reddi olarak, “þok” þeklinde tecrübe edilir. “Þok”
gündelik hayat ile ilgili bir davranýþ biçimidir ve gerçekliðini burada bulur. Sanat eseri
ile kurulacak böyle bir iliþki hayat pratiði ile doðrudan kurulacak bir baðlantý anlamýna
gelecektir. Ancak teorik olarak son derece tutarlý olsa da pratikte bu düþüncenin
içerisinde bir boþluk vardýr;
Þok etkisi uzun süre sürdürülebilen bir etki deðildir. Hiçbir þey, etkisini
þok kadar çabuk yitirmez; doðasý gereði tek kerelik bir tecrübedir þok.
Tekrarlanmasý onu derinden deðiþtirir: beklenen þok denen de budur… Adeta
kurumsallaþmýþ diyebileceðimiz bu þok, herhalde alýmlýyýcýlarýn hayat pratiði
üzerinde çok küçük bir etkiye sahip olacaktýr. Bu þok, tüketilir (Bürger 2003:
153).
Tarihsel avangard hareketleriyle birlikte, siyasi angajmanýn (baðlantý) sanattaki yeri
köklü biçimde deðiþime uðramýþtýr. Bu angajman kurumsal iliþkilerin içine girdiði andan
itibaren eseri üretenin isteðinden baðýmsýz olarak üretilen esere siyasi ve ahlaki içerikler
30 sanat yazýlarý
yükler. Artýk bir eserin toplumsal baðlantýlarýný anlayabilmek için kendisine bakmak
yetmemektedir. Þüphesiz tarihsel avangard hareketi bu durumu daha görünür kýlmýþtýr.
Sanatýn hayat pratiði ile eþ düzeyde gidebilmesi, eserin toplumsal baðlantýlara baðlý
olarak kendisine siyasi veya toplumsal bir düzeyde nasýl ifade açýlýmlarý saðladýðý ile
ilgilidir. Baðlantýlar bir filtre görevi görebilir veya eserdeki anlam olanaklarýný sýnýrsýz
açabilir. Ancak, Bürger’e göre, avangardist eser, parçalarýn yaþamasýna izin vererek
bu baðlantýlar içinde, siyasi veya siyasi olmayan motifleri tek bir çatýda toplayabilir.
Hiçbirinin diðeri üzerinde iktidar oluþturmadýðý, farklýlýklarýn zenginliðini yaþayan
formlarýn ve stillerin bir arada olduðu bir bütünlüðü oluþturmak mümkündür. Böylece
yeni bir siyasi sanat tipi olanaklý hale gelir.
Þu bir gerçektir ki tarihsel avangard hareketleri, yýkmaya çalýþtýklarý sanat kurumunun,
sanat eserleri üzerindeki belirleyici iktidarýný gözler önüne sererek, bundan böyle
geriye dönüþü olmayan bir yol açmýþtýr. Yine bu hareket, bir eserin toplumsal etkisinin
ayný zamanda içinde bulunduðu sanat kurumuyla tanýmlandýðýný görünür kýlmýþtýr.
Cesaretleri ve muhalif kiþilikleri dönemin sanatçýlarýna daha önce cesaret edilmemiþ
noktalara ulaþmalarýný saðlamýþtýr. Kendilerini ve toplumu özgürleþtireceklerini
inandýklarý bir düþünce etrafýnda toplanan insanlarýn edindikleri deneyimler doðaldýr
ki sonraki kuþaklara aktarýlmýþtýr. Ancak günümüz sanat kurumlarý irdelendiðinde bu
deneyimden ne kadar faydalanýldýðý veya ne kadar ders alýndýðý konusunda ciddi sorular
ortaya çýkmaktadýr. Bürger’in özellikle deðindiði gibi, tarihsel avangard hareketinin
sanat kurumuna karþý baþlattýðý baþkaldýrýnýn kendisi sanat olduktan sonra, artýk neoavangadlarýn ayný anlam bütünlüðü içerisinde hareket etmelerinin tarihsel koþullarý
ortadan kalkmýþtýr. Özellikle günümüz sanatçýlarýnýn neo-avangardlarýn içine düþtüðü
durumu adeta bir ders olarak nitelemeleri, avangard hareketin güçlü edimini sindirerek
iþlerini birer “sanat eseri” haline getiren sistemi iyi kavramalarý gerekir. Çünkü
sanat kurumu ve onu içine hapseden düzen arasýndaki politik ve ekonomk baðlar her
zamankinden daha da güçlüdür.
Geçmiþi ve günümüzü anlamada, sorulacak doðru sorulara verilecek doðru yanýtlar
yardýmcý olacaktýr. Bu nedenle günümüz sanat sorunsalýný tartýþmada, aþaðýda sorulan
sorular gibi onlarca soruya verilecek yanýtlarýn düþünce ufkumuzun geliþmesine katkýda
bulunacaðý düþüncesindeyim.
Kendi tarihsel koþullarýmýz içerisinde sanatla olan nesnel gerçekliðimizi nasýl
tanýmlýyoruz?
Acaba bizler, tarihsel avangard hareketlerinin sanat kurumuna öðrettiði, bir bütünü
koruyabilme refleksinin içerisinde ne kadar özgür olabiliriz?
Bizim için belirlenmiþ sýnýrlar içerisinde gidip gelmekte miyiz?
yapabilmemize olanak saðlýyor mu, yoksa bir postmodern uyutulmanýn rüyalarýný mý
görüyoruz?
31 sanat yazýlarý
Tarihsel gerçekliðimiz, bizim de sanat kurumuna karþý Marksist anlamda bir “devrim”
Kaynakça
Adorno, Theodor, W. (2007). Kültür Endüstrisi, Ýstanbul: Ýletiþim Yayýnlarý.
Bürger, Peter. (2003). Avangard Kuramý, Ýstanbul: Ýletiþim Yayýnlarý.
Debord, Guy. (2006). Gösteri Toplumu (Çev. Ayþe Ekmekçi ve Okþan Taþkent), Ýstanbul:
Ayrýntý Yayýnlarý.
Harvey, David. (2003). Postmodernliðin Durumu, Ýstanbul: Metis Yayýnlarý.
Kahraman, Hasan B. (2002). Sanatsal Gerçeklikler, Olgular ve Öteleri. Ýstanbul : Everest
Yayýnevi.
32 sanat yazýlarý
Shiner, Larry. (2004). Sanatýn Ýcadý (Çev. Ýsmail Türkmen), Ýstanbul: Ayrýntý Yayýnlarý.
Batý Resminde Doðulu Kadýn Ýmgesi
Image of Eastern Female Figure
in Western Painting
Yrd.Doç.Dr. Ayþegül Güçhan
Yeditepe Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi
Sanat Yönetimi Bölümü
[email protected]
Özet: On dokuzuncu yüzyýl, Osmanlý Ýmparatorluðu’nun Batý ile sýký ticari ve diplomatik iliþkiler
geliþtirdiði bir yüzyýldýr. Diðer yandan, Batý dünyasý da Osmanlý baþta olmak üzere, Doðulu
toplumlara yoðun ilgi göstermektedir. Bu yüzyýlda antik Mýsýr kültürünün keþfi, Ýstanbul’da görev
yapan diplomatlarýn ve Ýstanbul’u görmüþ ve kimi zaman da bir süre burada yaþamýþ olan batýlý
yazarlarýn anýlarý, bu ilginin yükselmesinde çok önemli rol oynar. Bu makale, Oryantalizm’i, söz
konusu resimde Doðulu kadýnýn betimlenme biçimi çerçevesinde ele almayý, erkek ve kadýn
Anahtar sözcükler: Oryantalist Resim, Oryantalist Kadýn Sanatçýlar, Oryantalist Resimde Toplumsal
Cinsiyet Sorunlarý, Resim.
Abstract: The mutual political and diplomatic relationships with the western world are key to
nineteenth century Ottoman Empire. On the other hand, western world developed a rising interest
in eastern countries, particularly that of Ottoman Empire. Discovery of ancient Egyptian culture
plays a crucial role in this rising curiosity. Memoirs of the diplomats as well as that of western
authors are central to this increasing appetite. This article aims to assess the female figure
in Orientalist painting by both male and female artists. And by doing so, it tries to reveal the
distinction in between.
Key words: Orientalist Painting, Female Orientalist Painters, Gender Issues in Orientalist Painting,
Painting.
33 sanat yazýlarý
ressamlarýn doðulu kadýný betimleme biçimleri arasýndaki farký vurgulamayý amaçlar.
Giriþ
On dokuzuncu yüzyýl, Osmanlý Ýmparatorluðu’nun Batý ile her açýdan yakýn iliþkiler
geliþtirdiði bir yüzyýl olarak bilinirken, bir yandan da, Batý’nýn Osmanlý Ýmparatorluðu
baþta olmak üzere, Doðulu toplumlara yoðun ilgi gösterdiði bir yüzyýl olarak
bilinmektedir. 1822’de Fransýz dilbilimci Jean-François Champollion’un antik Mýsýr
kültürünü keþfetmesi ve hiyeroglifleri deþifre etmesiyle Doðu kültürüne olan ilginin
yükselmesi, Batý’nýn Osmanlý kültürüne duyduðu ilgide önemli yer tutmaktadýr. Osmanlý
Ýmparatorluðu’nun baþkenti Ýstanbul’da görev yapan Batýlý diplomatlarýn anýlarýný
yayýnlamasýyla eþzamanlý olarak Ýstanbul’da yaþayan ya da Ýstanbul’u görmüþ olan Batýlý
yazarlarýn imgelemelerinin sonuçlarý, kimileri bu kente gelmiþ olan Batýlý ressamlarý da
Doðu toplumu üzerinde düþünmeye yönlendirir.
On dokuzuncu yüzyýlda güçlü bir eðilim olan Oryantalizm, çok farklý yönlerden ele
alýnabilecek çok geniþ bir olgudur. Bu makale, Oryantalizm’i, Batý’nýn Doðulu kadýný
betimleme biçimi çerçevesinde ele almayý ve gerçekte, çoðunluðu Ýstanbul’u, ya da
daha genel çerçevede, Osmanlý Ýmparatorluðu’nu hiç görmemiþ olan Batýlý erkek
ressamlarýn, sanayileþmiþ Batý uygarlýðýndan çok farklý olduðunu düþledikleri bir
kültürün kadýn figürünü imgelemeleri ve dönüþtürmelerini incelemeyi; Osmanlý
Ýmparatorluðu’nu ve Ýstanbul’u görmemiþ olan erkek sanatçýlarýn bakýþý ile, Harem’e
gerçekten de tanýk olmuþ kadýn sanatçýlarýn farklý tavýrlarýný karþýlaþtýrmayý
amaçlamaktadýr.
34 sanat yazýlarý
Doðu Toplumlarýna Olan Ýlgi
On dokuzuncu yüzyýl, Doðulu ülkelerin (Osmanlý Ýmparatorluðu, Mýsýr, Suriye, Lübnan,
Filistin, Cezayir) Batý sanat ve edebiyatýnýn gündeminin ana maddelerinden biri olduðu
yüzyýldýr. Sanayi Devrimi’nin en önemli sonuçlarýndan biri olan ve uluslararasý dolaþýmý
olanaklý kýlan demiryollarý, bir ölçüde de deniz ulaþýmý, Müslüman Akdeniz ülkelerine
geziyi kolaylaþtýrmýþtýr (Germaner, Ýnankur 1989: 20). Doðu ülkelerine olan ulaþýmýn
kolaylaþmasý, söz konusu ülkelerin ve Ýslam üzerine söylemlerin Batý edebiyatý, sanatý,
bilim ve diplomasisinde çok daha sýk yer almasýyla sonuçlanýr (Mac Kenzie 1995: 58-62).
Ancak, Doðu’nun, sanatçýnýn imgeleminde yer etmesi, on dokuzuncu yüzyýlda birden
bire ortaya çýkmýþ bir olgu olmayýp çok daha eski tarihlere uzanmaktadýr (Nelson, Shiff:
222-224). Doðu’ya olan ilginin ilk örnekleri Roma döneminde Mýsýr ve Ýran kültürlerinin
Ýtalya’ya giriþine denk gelirken, Ortaçaðda Haçlý seferleri Avrupa’nýn Yakýn Doðu
üzerine bir ölçüde de olsa fikir sahibi olmasýna neden olur (Germaner, Ýnankur 1989: 10).
Osmanlý sarayýna 1480’de padiþah portresi yapmasý için davet edilen Gentile Bellini’nin
Sultan II Mehmet portresindeki doðulu hava, Rönesans döneminin iki ressamý olan ve
Bellini’nin yetiþtirdiði Carpaccio ve Mansueti gibi iki sanatçý üzerinde de etkili olur.
Veronese de benzer etkilerle doðu havasýný yansýtan Renaissance sanatçýlarýndandýr. Söz
konusu sanatçýlarýn resimlerinde yer alan Doðulu figürler genellikle “yeniçeriler, sarýklý
elçiler, Þam kumaþýndan kaftanlar giymiþ tüccarlar”dýr (Germaner, Ýnankur, 1989: 11).
Rönesans sonrasýnda diplomasi, savaþ ve ticaret yoluyla yayýlýmýný sürdüren doðulu
temalar Moðol minyatürlerini kopya eden ve yapýtlarýnda model olarak kullanmak
üzere Türk silahlarý ve Ýran kumaþlarý toplayan Rembrandt gibi sanatçýlarýn yapýtlarýyla
Barok dönemde de etkisini sürdürür (Germaner Ýnankur, 1989; 10). Özellikle erotik
harem sahneleri Fransýz Rokoko estetiðine de çekici gelmiþ ve Oryantalist resmin klasik
temalarýndan Odalýk figürü Rokoko resimde de yerini bulmuþtur. François Boucher’nin
“Odalýk” adlý resmi, doðulu figüre olan ilginin en bilinen örneklerinden biridir (Resim 1).
Ancak, Oryantalizm’in sanatta yerleþik bir tema ve güçlü bir akým haline gelmesi için on
35 sanat yazýlarý
dokuzuncu yüzyýlý beklemek gerekir.
Resim 1: Françoise Boucher, Odalýk, 1745.
Doðu’nun gizemine duyulan ilginin çok sayýdaki göstergelerine karþýn, on dokuzuncu
yüzyýla deðin Batý’nýn Doðu ile iliþkisi aðýrlýklý olarak sanatsal deðil, askeri ve ticari
çerçevededir ve bu çerçevenin dýþýna taþmaz. Doðu’nun, Batý dünyasýnýn gündemine
geliþi de yine bu baðlam içerisindedir: 1798’de General Napoleon Bonaparte’ýn
öncülüðünde bir Fransýz ordusu, sömürge kurma amacýyla, ancak bu amacý gizleyerek,
Mýsýr’ý iþgal eder. Görünürdeki amaç, söz konusu ülkeyi Osmanlý Ýmparatorluðu’ndan
kurtararak baðýmsýz kýlmaktýr ve Fransýz ordusu 1801’e deðin de burada kalýr. 1830’da
Cezayir’in Fransýzlar tarafýndan alýnmasý, 1821-30 Yunan Baðýmsýzlýk Savaþý, 1854-55
Kýrým Savaþý gibi önemli siyasal olaylar Doðu’ya olan ilginin yükselmesine neden olur ve
doðuyu bilimsel açýdan incelemek üzere bir yandan araþtýrma okullarý kurulurken diðer
yandan da bir bilim dalý olarak Ejiptoloji kurulur (Germaner, Ýnankur 1989: 18-9).
Oryantalist temalý sanata kaynaklýk eden ilk bilimsel çalýþma, 1809’da Fransýz hükümeti
tarafýndan ilk cildi yayýnlanan yirmi dört ciltlik Description de l’Egypte (1809-1822)’tir.
Bu geniþ ölçekli çalýþma 167 bilim adamýnýn iþbirliði sonucu ortaya çýkmýþtýr. Bir Sanat
ve Bilim Kurulu ile daha sonralarý Louvre Müzesi’nin yöneticisi olan Baron Vivant Denon
baþkanlýðýnda Mýsýr Enstitüsü kurulmuþ ve bu kurumlarýn gözetiminde Mýsýr, sistematik
olarak belgelenmiþtir. Mýsýr’ýn topografisi, mimarlýðý, anýtlarý, sanatý, doðal yaþamý
ve nüfusu üzerine o güne deðin yapýlmýþ en önemli araþtýrma olan Description de
l’Egypte’in, Doðu temalý sanat üzerindeki etkisi büyüktür.
Doðulu Ýslam toplumlarýnýn kültür ürünlerine olan ilginin yükseliþinde kuþkusuz Sanayi
Devrimi sonrasýnda üretimin uluslararasý alanda dolaþýmýný saðlayan büyük sergilerin
de rolü bulunmaktadýr. 1851 Londra sergisinden baþlayarak, sanayi ve kültür ürünlerinin
sergilendiði hemen bütün uluslararasý sergilerde Doðu toplumlarýna ait ürünler Batý
dünyasýna sunulur (Germaner Ýnankur 1989: 20).
36 sanat yazýlarý
Görsel Sanatlarda Erken Tarihli Oryantalist Örnekler
Erken tarihli Oryantalist resimlerin ayrýntýlý bir analizi, söz konusu yapýtlarýn Fransýz
emperyalizmini meþrulaþtýrma amacý taþýdýðýna iþaret eden göstergelerle donatýlmýþtýr.
Çalýþmalarýn ana anlatýsý, Fransýzlar tarafýndan “aydýnlatýlan” doðulularý yasa ve
düzen tanýmayan geri kalmýþ barbarlar olarak betimleme üzerinde kurgulanmýþtýr. Bu
çalýþmalar içinde en karakteristik olanlardan biri sayýlan ve Neoklasisizm’in büyük ismi
Jacques Louis David’in öðrencisi olan Antoine-Jean Gros’un yaptýðý “Napoleon’un
Yafa’da Vebalýlar Evini Ziyareti (1804)” adlý yapýt (Resim 2), bu tezi destekler
niteliktedir. Arka planda Doðu mimarisini, ana sahnede ise doðulu giysiler içindeki
figürleri betimleyen resimde Vebalý mahkumlarý ziyaret eden Napoleon Bonaparte bir
yandan Ýsa’yý çaðrýþtýrýrken diðer yandan kralýn kutsal dokunuþunu imlemektedir. Kutsal
Napoleon, Ýsavari dokunuþuyla Ýslam dünyasýna “þifa” getirmektedir (MacKenzie 1995:
43-70).
Resim 2: Antoine-Jean Gros, Napoleon’un Yafa’da Vebalýlar Evini Ziyareti, 1804.
Romantik hareketin önde gelen sanatçýlarýndan Eugene Delacroix ise, Oryantalist
temalý çalýþmalarýnda Doðu imgesi olarak vahþet ve zulüm temalarýný seçer. “Sakýz
Adasý’nda Katliam”(1824) (Resim 3) ve “Sardanapal’in Ölümü” (1827-1828) (Resim 4)
adlý çalýþmalarýnda sanatçý, vahþet, zulüm, savaþ ve yoketme gibi Romantizm’in uç
noktalarda gezinen temalarý ile Doðu ülkeleri arasýnda doðrudan bir paralellik kurar.
Yunan sempatizaný olan Delacroix, “Sakýz Adasý’nda Katliam” adlý çalýþmasýnda Türkler
tarafýndan acýmasýzca katledilen hasta, yaþlý, kadýn ve çocuklarý betimler. Söz konusu
Napoleon’un ve Fransýz ordusunun Mýsýr’daki varlýðýnýn meþruluðuna iliþkin neredeyse
doðal bir zemin oluþturma olasýlýðý çok güçlüdür.
37 sanat yazýlarý
tavýr ve temalarýn her zaman sanatçýnýn tanýklýðýna güvenen izleyicinin bilinçaltýnda
38 sanat yazýlarý
Resim 3: Eugene Delacroix, Sakýz Adasýnda Katliam, 1824.
Resim 4: Eugene Delacroix, Sardanapal’in Ölümü, 1827 - 1828.
Oryantalist Günlük Yaþam Resmi, Hamam ve Harem Sahneleri ve Kadýn Ýmgesi
Oryantalist Günlük Yaþam resmi, Oryantalizm’in Fransýz yönetiminin Doðu’daki varlýðýný
meþrulaþtýran ve Doðulu figürü ehlileþtirilmesi gereken bir vahþi olarak betimleyen
kanadýnýn yanýsýra, özellikle Fransa’da en gözde temalar arasýndadýr. Söz konusu
Günlük Yaþam resimlerinde kadýnlar – giyinik ya da çýplak - Eugene Delacroix’nýn Günlük
Yaþam sahnelerinde olduðu gibi alabildiðine edilgin betimlenir (Yeðenoðlu 2005:
43). “Cezayirli Kadýnlar” (1834) adlý yapýt (Resim 5) bu açýdan tipik bir örnektir. Ayný
hareme mensup olduðu çýkarsanabilecek olan üç kadýn ve bir zenci halayýk, varsýllýk
göstergeleriyle dolu bir iç mekanda nargile içmekte ve rehavet içinde söyleþmektedir.
Hamam ve harem sahnelerini betimleyen Oryantalist Günlük Yaþam sahnelerinin
anlatý izlencesi ise standartlaþmýþ gibidir: bolluk içinde ve gösteriþli iç mekanlar,
harem aðalarý, köleler, çýplak ya da Doðu giysileriyle uzanmýþ odalýklar, zenci
halayýklar ve natýrlar her günlük yaþam resminin standart ögeleridir (Lewis 2005:
142 - 166).
Jean-Auguste-Dominique Ingres (1780-1867) Doðu’ya hiç seyahat etmemiþ olmakla
birlikte, “Büyük Odalýk” (1814) (Resim 6), “Odalýk ve Köle” (1840) (Resim 7), “Türk
Hamamý” (1860) (Resim 8) gibi kösnül resimleriyle erotik bir ideal oluþturan
sanatçýlardan biridir. Örtük erotizminin dýþýnda, bu sahneler pekçok Batýlý sanatçý
ve mimarý esinleyen Doðu motifleri, mobilya, dekoratif sanatlar ve tekstil açýsýndan
önemli ayrýntýlarla doludur.
39 sanat yazýlarý
Resim 5: Eugene Delacroix, Cezayirli Kadýnlar, 1834.
Resim 6: Jean-Auguste-Dominique Ingres, Büyük Odalýk, 1814.
42 sanat yazýlarý
Resim 7: Jean-Auguste-Dominique Ingres, Odalýk ve Köle, 1840.
Resim 8: Jean-Auguste-Dominique Ingres, Türk Hamamý, 1860.
Jean-Leon Gerome’un (1824-1904) “Hamam” (1880) (Resim 9), ve “Haremde Banyo”
(1889) (Resim 10) gibi Oryantalist çalýþmalarýnda da hamam sahneleri önemli yer
tutmaktadýr. Mekanda kadýn figürler çýplaktýr ve olaðanüstü zengin ayrýntýlara sahip
hamamlarda nargile içmekte, zenci natýrlar tarafýndan keselenmektedir.
Resim 10: Jean-Leon Gerome, Haremde Banyo, 1889.
Resim 9: Jean-Leon Gerome, Hamam, 1880.
Oryantalist Günlük Yaþam resminin en ilginç kanadýný ise, kuþkusuz, hamam
sahneleriyle birlikte, harem sahneleri oluþturmaktadýr. Arapça “haram” anlamýna
herhangi bir Batýlý erkek sanatçýnýn görme, “tanýk olma” olasýlýðý bulunmamaktadýr.
O nedenle, “sanatçýnýn güvenilir tanýklýðý” kavramýnýn en çok sorgulanmasý gereken
sahnelerin baþýnda harem sahneleri gelir. Bununla birlikte, söz konusu sahnelerin
kurgusallýðý konusunda herhangi bir kuþku duyulmamakta; pek çok Avrupalý nasýl ki
Doðu’ya iliþkin bilgileri bir yandan gezginlerin yayýnlanmýþ anýlarý ve “Description de
l’Egypte” gibi bilim kurullarý tarafýndan hazýrlanmýþ yayýnlar aracýlýðýyla ediniyorsa
ve bu bilgiler saðlam kanýtlar olarak kabul ediliyorsa, Eugene Delacroix, Jean-Leon
Gérome, Théodore Chassériau, André Gabriel Decamp ve Wiliam Homan Hunt gibi en
az bir veya birkaç kez bölgeye ziyarette bulunmuþ ve Oryantalist temalý resimler yapan
sanatçýlarýn yapýtlarý da ayný ölçüde güvenilir kabul edilmekte ve ne hamam, ne de
harem sahnelerinin sahiciliði sorgulanmaktadýr.
43 sanat yazýlarý
gelen Harem, yabancý erkeklere yasak oluþu herkesçe bilinen bir mekandýr. Bir haremi,
Kadýn Sanatçýlarýn Gözünden Harem
Öte yandan, Doðu ülkelerinde bulunmuþ batýlý kadýnlarýn Doðu kültürü tanýklýðý, Batý
resminde yer alan doðulu kadýn figürlerinin ya da figürlü kompozisyonlarýn “doðruluðu”
açýsýndan farklý bir öneme sahiptir. Fransýz sanatçý Henriette Browne’ýn Oryantalist
resimleri, Doðulu kadýn imgesinin kadýn ve erkek sanatçýlar tarafýndan betimlenmesi
farkýný göstermesi açýsýndan tipiktir. Sanatçýnýn Oryantalist resimleri, Browne’ýn
ünlendiði domestik anlatýlarýn bir uzantýsý niteliðinde ve onlar denli doðaldýr.
1829-1901 yýllarý arasýnda yaþayan ve asýl adý Sophie Boutellier olan Browne, dinsel
temalý resimlerinin yanýsýra tür sahneleri ve Oryantalist resimleriyle tanýnýr. Salon
sergilerine katýlan Browne’ýn çalýþmalarý içinde Oryantalist resimleri büyük ilgi
uyandýrýr. Ancak, bu ilgi, olumlu anlamda bir ilgi deðildir. Browne’ýn Oryantalizmini
dönemin egemen Oryantalist temalý resimlerinden ayýran özellikler bulunmaktadýr.
Bu resimler, Ýstanbul’da bir süre bulunan Browne’ýn ilk elden belge niteliðinde
resimleridir (Pinder 2002: 87-118). Browne, yaygýn ve hakim olan Oryantalist anlatýnýn
dýþýnda, konuk olduðu evlerin abartýsýz betimlemeleriyle Oryantalist sanatçýlarýn
ve söz konusu sanatçýlarý destekleyen sanat yazarlarýnýn büyük tepkisini çekmiþtir.
Bir kadýn olarak Doðulu mekanlara davet edilmesi ve tanýk olduðu Doðu yaþamýna
iliþkin ayrýntýlarý sunmasý tanýklýk açýsýndan sorgulanamayan Browne, eleþtirmenler
tarafýndan resimlerinin içeriðinin doðruluðu açýsýndan deðil, “savruk fýrça vuruþlarý”
nedeniyle eleþtirilmiþtir. Oysa Browne’ýn fýrça vuruþlarý, akademik resmin tümüyle
dýþýnda bir fýrça vuruþu ve ýþýk rejimiyle seçilen dönem resminden daha serbest deðildir.
44 sanat yazýlarý
Sanatçýnýn, diðer Oryantalistlere göre çok daha gerçekçi ve çok daha yalýn olan
resimleri, gerçek birer ilk elden belge niteliðinde oluþu, sanatçý tanýklýðýnýn güvenirliðine
dönüþ niteliðinde oluþu nedeniyle uzun zaman eleþtirilerek görmezlikten gelinmiþtir
(Hackford-Jones, Roberts 2005: 138-139).
Henriette Browne’ýn Ýstanbul ziyaretinin, Batý’nýn Doðulu imajýndaki deðiþikliðe yol
açýþý konusunda Fransýz ozan, romancý, gazeteci ve eleþtirmen Theophile Gautier
(1811-1872) bir yazýsýnda, Ýstanbul’a giden erkeklerin sadece Ýstanbul sokaklarýnda
rahatça dolaþabileceklerini, ancak, ellerinde kahve fincanlarý ve çubuklarýyla
Selamlýk’ýn kapýsýndan Harem’e doðru bir adým bile atamayacaklarýný; oysa kadýnlarýn
ve dolayýsýyla Henriette Browne’ýn bu konuda þanslý olduðunu; o nedenle Ýstanbul’a
sadece kadýnlarýn gitmesi gerektiðini yazar. Çok açýk ifadelerle olmasa da, son derece
incelikli bir biçimde Gautier, erkek Oryantalist sanatçýlarýn betimlemelerinin “belgesel”
muamelesi görmesinin yanlýþlýðýný vurgulamakta; hiçbir erkek sanatçý ya da yazarýn bir
haremin eþiðinden adým atmak þöyle dursun, yakýnlarýndan bile geçemeyeceðini ifade
etmektedir (Lewis 1996: 132). Browne’ýn “Flüt” (1860) ve “Bir Ziyaret” (1860) (Resim
11) adlý iki Ýstanbul çalýþmasý üzerine çok ayrýntýlý bir deðerlendirme yazan ve etnografik
ayrýntýlarý vurgulayan Gautier’ye göre Browne’ýn kadýnlara ait mekana girmesi,
fantezilerin karþýsýnda Doðu’nun gerçek betimlemesini konumlandýrmasý anlamýna
gelmektedir:
Bu iki sahne, onlarý ‘le Turquerie’ fantezilerinden farklýlaþtýran bir doðu
samimiyeti karakterine sahiptir. Bunlar, Türk kadýný hakkýndaki gerçekliklerdir.
(...) Bayan Browne, duvarlarý karalamadan, boyayla aðýrlaþtýrmadan, beyaz alçý
sývalý olarak (olduðu gibi) resmetmiþ ve sahneyi figürlere býrakmýþtýr; sonuç son
derece mutludur (Lewis 1996: 133-4).
Sonuç
Batý’nýn Doðulu tasavvurunun görselleþmesi anlamýna gelen Oryantalist resim
birçok açýdan incelenip yorumlanabilir. Ancak, Oryantalist sanatçýlarýn Doðulu kadýn
betimlemeleri konusunda yapýlacak karþýlaþtýrmalý bir çalýþma, Batýlý sanatçýnýn,
hristiyan Batý temalarý çerçevesinde betimlemeye cesaret edemediði konularý, Doðu
atmosferi içinde betimleme gibi bir çözüm bulmasý ile ilgili olmalýdýr:
Oryantalist ressamlarýn en sevdikleri konulardan biri, Doðulu kadýnlarýn dýþarýya
kapalý yaþantýlarýydý. Doðu’nun haremleri tüm bilinmezliðine karþýn içerdiði
erotizm niteliðiyle Batý dünyasýna çok çekici gelen bir konudur ve pek çok Batýlý
ressam için Oryantalist resimlerdeki harem sahneleri, alýcýlarýn bastýrýlmýþ
özlemlerini tatmin eden bir araçtýr. Bu tür konularý hiçbir zaman Hristiyan Batý
dekoru içinde ele alamayan sanatçýlar için Doðu ideal bir ortamdýr. Böylece
sanatçý hem seyircinin bu tür özlemlerine cevap vermiþ oluyor, hem de bunlarýn
Hristiyan olmayan, ahlaki deðerleri daha farklý bir topluma özgü olduðunu
vurgulayarak kendisini her türlü vicdani sorumluluktan kurtarýyordu (Germaner,
Ýnankur 2002: 148).
45 sanat yazýlarý
Resim 8: Jean-Auguste-Dominique Ingres, Türk Hamamý, 1860.
Reina Lewis’in belirttiði gibi, örneðin “Türk Hamamý” resmi ile Doðu’yu gerçek anlamda
erotize eden Ingres, bu resmi “Paris’te Genelev” baþlýðý ile sunsaydý, kuþkusuz çok
daha güç kabul edilecek ya da tümüyle dýþlanacaktý (Lewis 1996: 133). Erotizm, egzotik
Doðu atmosferinde çok daha kabul edilebilir bir þeydir (Cherry 2006: 85-87) ve akýlcý
Batý karþýsýnda Doðu, baþka bir sanat terminolojisi aracýlýðýyla betimlenebilir. Tutucu
bir sanat ortamýnda kabul görmesi güç olan erotik fantezilerin Doðu atmosferinde
sunulmasý, benzer ya da ayný temalarýn Batý atmosferinde sunulmasýndan çok
daha kolaydýr. Bu nedenle, Batýlý ressamýn Doðu toplumlarýný tanýyýp tanýmadýðýnýn
sorgulanmasýna gerek kalmadan Oryantalist sahnelerin kabulünde sorun yaþanmamýþ,
herhangi bir fantezi izi taþýmayan ve Doðulu kadýný, en az Batýlý kadýn kadar sýradan
günlük yaþam içinde betimleyen Browne’ýn Oryantalist resimleri, erkek sanatçýlarýn
çalýþmalarý ölçüsünde ilgi uyandýrmamýþtýr.
Kaynakça
Cherry, D. (2006). Local/Global: Women Artists in the Nineteenth Century. London:
Ashgate Publishing.
Germaner, S., Ýnankur, Zeynep. (2002). Oryantalistlerin Ýstanbulu. Ýstanbul: Türkiye Ýþ
Bankasý Yayýnlarý.
Germaner, S., Ýnankur, Z. (1989). Oryantalizm ve Türkiye. Ýstanbul: Türk Kültürüne
Hizmet Vakfý Yayýnlarý.
Hackforth-J., J., Roberts, M. (2005). Edges of Empire: Orientalism and Visual Culture.
46 sanat yazýlarý
Oxford: Blackwell Publishing.
Lewis, R. (1996). Gendering Orientalism. London: Routledge, 1996.
Lewis, R. (2005). Rethinking Orientalism: Women, Travel, and the Ottoman Harem. New
Jersey: Rutgers University Press.
MacKenzie, J. (1995). Orientalism: History, Theory and the Arts. Manchester: Manchester University Press.
Nelson, R. S., Shiff, R. (2003). Critical Terms for Art History. Chicago: Chicago University Press.
Pinder, K. (2002). Race-Ing Art History: Critical Readings in Race and Art History.
London: Routledge.
Yeðenoðlu, M. (2005). Colonial Fantasies: Towards a Feminist Reading of Orientalism.
Cambridge: Cambridge University Press.
Sanat, Siyasal Propaganda Ve Aktivizm
Art, Political Propaganda
and Activism
Yrd.Doç.Dr. Ayþegül Güçhan
Yeditepe Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi
Sanat Yönetimi Bölümü
[email protected]
Özet: Bu makalede propagandist sanatýn aktivist sanata dönüþümünün tartýþýlmasý
amaçlanmaktadýr. Propaganda siyasal söylemin temel kavramlarýndan biridir. Izleyici kitlesine
kitle iletiþim araçlarý ile iletilmekle birlikte, tarihin erken dönemlerinden baþlayarak, antik
devletlerin bile hem kendi halkýna, hem de düþmanlarýna gücünü göstermenin bir yolu olarak
sanatý kullanmýþtýr. Bu makalede Birinci ve Ýkinci Dünya Savaþý öncesi ve sonrasýnda Almanya,
Sovyetler Birliði ve Amerika Birleþik Devletleri’nde üretilmiþ kimi tipik örnekler aracýlýðýyla konu
Anahtar kelimeler: Propaganda, Sanat, Aktivizm, Aktivist Sanat.
Abstract: This paper aims to discuss the transformation of propagandist art into an activist
one. Propaganda has been one of the major concepts of political discourse. Though it is mostly
conveyed to the audience through mass media, from the early beginnings of history, even the
ancient states made use of various channels to convey their power and strength to both their
citizens and the rival states through art. In this paper, exemplary art works, which were produced
before and after World War I and II in Germany, Soviet Russia and USA, will be studied and
demonstrated their sphere of influence.
Key words: Propaganda, Art, Activism, Activist Art.
47 sanat yazýlarý
irdelenecektir.
“Kamuoyunu bilgilendirmekten çok, doðrudan insan davranýþlarýný etkilemeyi
hedefleyen mesaj sunumu” olarak tanýmlanan ve siyasal alanýn en çok telaffuz edilen
kavramlarýndan olan propaganda, iletmekle yükümlü olduðu mesajý çeþitli kanallar
kullanarak iletir. Bu kanallarýn baþýnda, yirminci yüzyýlýn ikinci yarýsýnda hýzla geliþen
kitle iletiþim araçlarý yer almaktadýr. Ancak, propagandanýn kitlelere ulaþma yolu kitle
iletiþim araçlarý ile sýnýrlý deðildir. Sanatýn da tarih boyunca farklý dönemlerde siyasal
iktidarlar tarafýndan propaganda aracý olarak kullanýldýðý bilinmektedir. Ý. Ö. 3000’lerde
Mýsýr Uygarlýðý’nýn tanrýsal güce sahip olduðu varsayýlan firavunlarýnýn, sanatta
kullanýlan imgeleri bir programa baðladýðý ve anlatýlarý yönlendirdiði örnekler, sanatýn
siyasal propaganda aracý olarak kullanýmýnda bilinen en erken tarihli örneklerdir. Roma
imparatorlarýnýn propaganda programlarý da tarih boyunca tanýk olunan en önemli
örnekleri oluþtururlar. Tanrý mý, yoksa kral heykeli mi olduðu anlaþýlamayan imparator
heykellerinin, imparatorun yerini tuttuðu ve kamuya açýk mekanlarda sergilenirken,
halktan, heykelin önünde saygýyla eðilmelerinin beklendiði bilinmektedir.
Propaganda, kavram olarak sözlüklere dinsel bir içerikle XVII. yüzyýlda Papa XV.
Gregorius’un Protestan reformunun düþünsel etkilerini ortadan kaldýrmak amacýyla
1622’de Vatikan tarafýndan kurulan Congregatio de Propaganda Fide (Katolik Ýman
Yayma Cemaati) adlý misyoner örgüte verdiði adla girer (Clark 1997: 10).
Önceleri dinsel olan içerik, I. Dünya Savaþý sonrasýnda tümüyle siyasal bir dönüþüm
geçirir. Birinci Dünya Savaþý’nda ölen askerlerin yerine orduya yenilerinin katýlýmýný
saðlamada tüm ikna yöntemleri etkisiz kalýnca propagandanýn yolu açýlýr. Günlük
48 sanat yazýlarý
gazeteler, afiþler ve sinema gibi kitle iletiþim araçlarý çok kýsa sürede devlet
propagandasýnýn mecrasý haline gelir. Propaganda sözcüðü 1917’den itibaren Sovyetler
Birliði, 1933’ten itibaren de Nazi Almanyasý gibi ülkelerde çekincesiz biçimde kullanýma
girdiði için, batý demokrasilerinde bir ölçüde tarafsýz olan içeriði, totalitarizmle
eþanlamlý bir içerik kazanýr.
20. Yüzyýl Ýdeolojileri, Politik Sanat ve Gerçekliðin Yorumlarý
Modern sanatýn yirminci yüzyýl baþlarýnda temel özellikleri deneyselliði ve yeniliðidir.
Ancak, her türlü yeniliðe açýk olan bu sanatýn, salt biçim denemelerinden oluþtuðunu
söylemek çok gerçekçi olmaz. Genellikle biçimsel denemelere yatkýn olan Modern
Sanatýn yüzyýlýn düþünsel akýmlarýndan etkilendiði çok sayýda örnek bulunmaktadýr.
Yirminci yüzyýlýn baþlarýnda sanat ve edebiyatý etkileyen düþünsel akýmlar içinde
Marksizm’in önemli bir yeri vardýr. Karl Marx (1818-83) ve Friedrich Engels’in (182095) Batýlý kapitalist toplumlarýn iþleyiþi ve olasý çöküþü üzerine yaptýklarý ayrýntýlý
analizler, entelektüel dünyada çok fazla ses getirmiþ ve tartýþmalara neden olmuþtur.
Ancak, Marx ve Engels’in çalýþmalarý içinde sanata iliþkin açýk ve ayrýntýlý ifadeler
bulunmamaktadýr. Ýki düþünürün, sadece, Avrupa edebiyatýnda gerçekçilik akýmýnýn
kurucusu olan Fransýz yazar Honoré de Balzac’ýn tavrý üzerine söyledikleri, sanatçýlar
açýsýndan, sanatýn temel özelliðinin gerçekçi olmasý konusunda bir öneri olarak
algýlanmýþtýr. Marksizm’in izleyicisi olan sanatçýlar arasýnda, ortak noktalarý gerçekçilik
olmakla birlikte, güncel yaþamýn yorumuna iliþkin farklý gerçekçilikler ortaya çýkmýþtýr.
Bu gerçekçi yorumlardan bir kanadýný, erken yirminci yüzyýlýn deneysel sanatý olan
Kübizm hareketi içinde yer alan Fernand Léger’nin (1881-1955) tavrý oluþturur. Birinci
Dünya Savaþý yýllarýnda askerlik yapan ve Almanlarýn bir saldýrýsý sýrasýnda ölümden
dönen Léger’nin gerçekçiliði, yüzyýlýn, teknoloji ve makineleþme üzerinde yükselmekte
olduðu düþüncesine dayanýr.
1917’den itibaren kariyerinin “mekanik” olarak nitelendirilen dönemi baþlayan
sanatçýnýn yapýtlarýnda figürler ve nesneler, makine formuna uyarlanmýþtýr ve temalar
da makineler, fabrikalar ve fabrikalarda çalýþan iþçi ve ustalardýr. Düþüncelerin
yayýlmasýnda kitle kültürünün ve iletiþim araçlarýnýn yerini gözlemleyen sanatçýnýn
“Makine Ustasý” (1920) adlý çalýþmasý, popüler kültürün afiþ sanatýnýn kullandýðý parlak
renkler ve büyük boyut gibi özelliklerle Kübizm’in biçimsel özelliklerini birleþtiren bir
yapýttýr. Marksizm’in iþçi sýnýfýný yücelten tavrýný görselliðe döken sanatçý, resmine konu
On dokuzuncu yüzyýlýn Marksizm etkili çalýþmalarýnda sanatçýlarýn iþçi sýnýfýna
yaklaþýmlarý anýmsandýðýnda, Léger’nin tavrýnýn yeniliði açýklýk kazanýr. On dokuzuncu
yüzyýlýn Gerçekçilik akýmý içerisinde yer alan Gustave Courbet (1819-1877) resimlerinde
iþçi sýnýfý, çaðýn kahramanlarý olarak deðil, sefalet içinde adsýz figürler olarak algýlanýr.
“Taþ Kýranlar” (1849) adlý tablosunda biri çocuk olmak üzere iki erkek figür, yaptýklarý
iþin aðýrlýðý altýnda bitkin düþmüþ, yine de iþlerini tamamlamaya çabalamaktadýrlar.
Bu figürlerden birinin çocuk olmasý, izleyiciyi kýþkýrtan bir öge olarak kompozisyona
egemen olmaktadýr (Resim 2).
49 sanat yazýlarý
olan ustayý anýtsallaþtýrýr (Resim 1).
Resim 1: Fernand Leger, Makine Ustasý, 1920.
Resim 2: Gustave Courbet, Taþ Kýranlar, 1849.
Birinci Dünya Savaþý sonrasý Berlin’de kurulan ve New Objectivity (Yeni Nesnelcilik)
olarak adlandýrýlan gerçekçi sanat hareketi ise, savaþ sonrasý atmosferini katý bir
gerçekçilikle yansýtmasýyla tanýnýr. Savaþýn acýmasýzlýðý ve saçmalýðý, umutsuzluk
ve ölüm gibi konular Otto Dix, George Grosz, Ludwig Meidner gibi hareketin öncü
sanatçýlarýnýn ortak temalarýný oluþturur. Meidner’in bombalanan bir kenti betimlediði
“Apokaliptik Manzara” (1913) adlý çalýþmasý, baþlamak üzere olan Birinci Dünya
Savaþý’nýn bir öngörüsü olarak da deðerlendirilebilir (Resim 3).
Resim 3: Ludwig Meidner, Apokaliptik Manzara, 1913.
Nazi Almanyasý ve Propagandist Sanat
Sanatý bir ideoloji yayma aracý olarak en belirgin biçimde kullanan ülkelerden birinin
Nazi Almanyasý olduðu bilinmektedir. Almanya’da Nazi Partisi, kurulduðu andan
baþlayarak bir propaganda programý hazýrlýðýna giriþmiþ ve gamalý haçtan parti
özelliðine vurgu yapmýþtýr. Ýktidara geldikten sonra ulusun kitle ruhu ve aidiyet
duygularýný geliþtirmeyi amaçlayan ve gösteriþli törenler tasarlayan parti, Almanya için
yeni bir ulusal bayram takvimi oluþturmuþtur. Yeni ideolojinin en önemli yayýlým aracý
olan bu toplantýlardan oluþturulan filmler, sanatýn propaganda aracý olarak kullanýmýnýn
tipik örneklerini oluþturur. Leni Riefenstahl’ýn “Ýradenin Zaferi” filmi, 1934’te günlerce
süren bir gösteriyi ve bu gösteriye Almanya’nýn her yanýndan gelen genç insanlarýn
kamp bölgelerinde birlikte yemek yiyip, uyuyup, birlikte eðlenmelerini; bireyselliðin
yerini almasý hedeflenen kitle ruhunu aþýlayan görsel efektlerle anlatmakta ve sanatýn
propaganda amaçlý kullanýmýna tipik bir örnek oluþturmaktadýr.
Modernizmin, baþta ‘ilerleme’yi doðrudan konu alan ya da ima eden temalarýný
tümüyle reddeden Nazizm, “yeniden doðuþ” kavramýný gündeme taþýyarak yitik bir
altýn çað ideali yaratmýþtýr. Nazizm’in altýn çaða dönüþ temasý en belirgin ifadesini
resimde bulur. 1933-45 arasýna tarihlenen III. Reich döneminde sanatýn temel formu,
51 sanat yazýlarý
üyelerinin üniformalarýna uzanan bir alanda yeni simgeler üreterek hareketin biçimsel
Nazizm’in yarattýðý pek çok simgeyi içeren manzara resmidir. On sekizinci yüzyýlýn
mükemmelliyetçi Neoklasisist üslubunun uyarlandýðý manzaralarda, Neoklasisizm’in
‘kusursuz beden’ ilkesi olduðu gibi uygulanarak, Nazizm’in kusursuz ýrk söylemiyle
arasýnda bir paralellik oluþturulmuþtur. Dönemin en karakteristik resimlerinden olan
Gisbert Palmié’nin “Çalýþmanýn Ödülleri” (1933) adlý çalýþmasý, doðayla uyumlu yaþayan
ve çalýþan bir köylü topluluðunu betimler. Resimde belirli bir zaman betimlenmez.
Köylülerin giysileri de belirli bir döneme ait deðildir; her þey zamanlarüstüdür. Kimi
zaman Ari ýrkýn simgesi ideal insan figürleri ile modern öncesi peyzajýn bileþimi olan
bu resimlere milliyetçi alt yazýlar eklenerek resmin politik karakteri iyice vurgulu hale
getirilebilmektedir (Resim 4).
Resim 4:Gisbert Palmie, Çalýþmanýn Ödülleri, 1933.
On sekizinci yüzyýlýn Neoklasisizm uyarlamalarýnýn yaný sýra, Nazi Almanyasý’nda
modern sanatýn öncü örneklerine de rastlanmasý þaþýrtýcýdýr. 1937 yýlýnda Nazilerin öncü
sanatý tümüyle reddettiði ve baský altýna aldýðý bilinmektedir. Ancak, 1937 öncesinde
Nazi Partisi içinde modern estetik ve sanat konusunda þiddetli tartýþmalarýn olduðu
52 sanat yazýlarý
da bilinmektedir (Sumner 1997: 78). Alman Dýþavurumcu sanatýnýn 1937’de dýþlanýp
“Yoz Sanat” baþlýðý ile sergilenmesinden önce, Adolf Hitler’in propaganda bakaný Josef
Goebbels ve çevresi, söz konusu hareketi Nazi ruhunun yansýmasý olarak görmektedir.
Goebbels, öncü sanat koleksiyonu yapmaktadýr. Nazi Almanyasý’nýn ýrk kuramcýlarýndan
olan Alfred Rosenberg ise Goebbels’e tümüyle karþý çýkarak modern sanat ve estetiðin
tüm görünümlerini reddeder. Ýki rakip tartýþma odaðý oluþturan ve görüþlerini savunan
makaleler yazýp konferanslar veren Rosenberg ve Goebbels’in aralarýndaki tartýþmalar
üzerine Hitler her ikisinin de argümanlarýný reddedip dikkatleri ýrk sorununa çeker ve
tartýþmalar kapanýr (Sumner 1997: 80-1). 1937’de dönemin Dýþavurumcu sanatçýlarýnýn
çalýþmalarý “dejenere” ilan edilir ve “Dejenere Sanat” baþlýðý altýnda sergilenir. Sanatýn
devletin hizmetinde olmasý gerektiðini düþünen Hitler, Dýþavurumculuk örneðindeki öncü
sanatýn, ýrksal arýnmýþlýðýn altýný kazdýðýna inanýr (Lee 1996: 56). Böylelikle, Üçüncü Reich
ressam ve heykeltýraþlarý, devletin talep ettiði biçimde, Alman ýrkýnýn kahramanlýðýný,
adanmýþlýðýný ve saflýðýný yansýtan iþler üretmeye baþlar. Üçüncü Reich öncesi baþlayan
Neoklasisist üslup uyarlamasý figürlü manzara resimleri, bu kez Üçüncü Reich’ýn resmi
sanatý olarak tescil edilir.
Sovyetler Birliði ve Sanat
1917 Ekim Devrimi sonrasýnda kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliði’nde
ise, sanatýn proletarya diktatörlüðüne hizmet etmesi gerektiði tezi yeni rejimin
kültür politikasýna yön verir. Çok güçlü bir propaganda aracý olan sanatýn proleterya
diktatörlüðünün hizmetinde olmasý gerektiði düþüncesi, Bolþeviklerin kurduðu
Proletkult (Proleter Kültür ve Aydýnlanma Örgütü) tarafýndan açýk bir biçimde
savunulmaktadýr. Konstrüktivizm gibi dönemin öncü soyut sanat hareketleri ise,
sanatýn kendisi deðil, tamamlayýcýsý olarak kabul edilmektedir. Proletkult himayesi
ve denetiminde Komünist Parti ilkeleri doðrultusunda yapýlan sanat, Batý’da egemen
olan ‘çökkün burjuva sanatý’na bir alternatif olarak sunulmaktadýr. Sosyalist
Gerçekçilik olarak adlandýrýlan propagandist sanat 1932’de devlet politikasý olur
ve resmi çizgiden saparak sanat yapan sanatçý ve yazarlar sürgünle cezalandýrýlýr.
1953’te Stalin’in ölümüne deðin katý bir biçimde uygulanan Sosyalist Gerçekçi sanatýn
temalarý Komünist Parti’nin kurucusu V. I. Lenin ve parti ileri gelenleri ile sýnýrlýdýr.
Karp Trokhimenko’nun (1885-1975) “Ekim Devrimi’ni Örgütleyen Stalin” (Resim 5)
adlý 1940 tarihli çalýþmasý, Sosyalist Gerçekçilik’in en kararkeristik örneklerinden
biridir. Ýkinci Dünya Savaþý yýllarýnda hem idari, hem de stratejik yetenekleri çok fazla
sorgulanan Stalin’in genç bir adam olarak betimlenmesi dönem sanatýnda alýþýlmýþ
bir tavýrdýr. Bu resim de diðerleri gibi, hem Stalin’in imajýný, hem de ulusun moralini
53 sanat yazýlarý
onarmak amacýyla gerçekleþtirilen propagandist resmin en tipik örneklerinden biridir.
Resim 5: Karp Trokhimenko, Ekim Devrimi’ni Örgütleyen Stalin, 1940.
ABD ve Soðuk Savaþ Yýllarýnda Sanat ve Propaganda
Amerika Birleþik Devletleri’nde 1950’li yýllarýn sanat olgusu olan Soyut Dýþavurumculuk
tüm dünyada yanký yapar. Soðuk savaþ yýllarýnda propaganda spordan teknolojiye,
bilimden sanata yaþamýn her alanýna sýzmýþtýr. 1950’li yýllarda ABD, öncü Soyut
Dýþavurumculuk’u propaganda aracý olarak kullanmýþtýr (Guilbaut 1985: 11). Soyut
Dýþavurumculuk’un önceden kestirilemeyen uluslararasý baþarýsý, ABD hükümeti
ve CIA tarafýndan deðerlendirmeye alýnmýþ ve sanatçýlarýn apolitik tavýrlarý ve
yapýtlarýnda dünyanýn politik durumuna iliþkin hiçbir gösterge bulunmayýþýný tüm
dünyaya “bireysel ifadenin özgürlüðünün bir kanýtý” ve “ABD’nin sanata müdahale
etmeyiþinin bir göstergesi” olarak pazarlamýþtýr (Nijman 2004: 254). Gerek sanatçýlarýn
tavýrlarý, gerekse de Soyut Dýþavurumcu çalýþmalar, yapýlan profesyonel uluslararasý
propaganda çalýþmalarý sonucu demokrasi, kapitalizm ve Amerikan özgürlük mitinin
simgeleri olarak kabul edilmiþtir. Ayný tarihlerde Sovyetler Birliði’nde Sosyalist
Gerçekçilik’in Sovyet sanatýný bütünüyle biçimlendiriþi anýmsandýðýnda, tüm dünyada
Soyut Dýþavurumcu çalýþmalarýn kazandýðý prestij açýklýk kazanýr. Savaþ sonrasý özellikle
ABD’de baþlayan antikomünizm hareketinin sözcülerinden ve ABD’ye gelen Avrupalý
sanatçýlarýn, özellikle Marcel Duchamp’ýn, ABD’nin geleneklerini içerden yýkmak
istediðini savunan Temsilciler Meclisi Michigan üyesi George A. Dondero (1883-1968),
herhangi birþey betimlemeyen ve bir ‘anlatýsý’ olmayan soyut sanatýn, ABD içinde
çok sayýda sempatizaný olan komünizme ve komünizmin sanatýna karþý en etkili silah
olduðunu savunur (Krenn 2005: 98-9). 1950’lerde söz konusu hareketin yankýlarý
modern sanatýn coðrafyasýna da etki etmiþ ve o güne deðin Paris sanatýn merkeziyken,
ABD hükümeti tarafýndan desteklenen soyut sanatýn ve bu sanatý sergileyen modern
sanat mekanlarýnýn etkisiyle konumunu yitirmiþ ve New York, Batý dünyasýnda kültür
ve sanatýn yeni baþkenti haline gelmiþtir. Kuþkusuz, gerek New York’un özgür sanat
dünyasý, gerekse de New York’ta üretilen çalýþmalarýn özgür sanat olarak tüm dünyaya
54 sanat yazýlarý
pazarlanmasýnda en önemli rolü oynayan kurum, CIA’dan büyük destek alan ve ortak
projeler üreten MOMA’dýr (Museum of Modern Art) (Frascina 2001: 295).
Çaðdaþ Sanatta Propagandanýn Aktivizme Dönüþümü
Modern sonrasý kültürün oluþumunda önemli rol oynayan ve Avrupa ve Amerika
Birleþik Devletleri yanýsýra Balkan ülkelerindeki politik ve kültürel yaþama etki eden
1960’larýn ikinci yarýsýnda egemen olan Yeni Sol (New Left) hareketi, çaðdaþ sanat
üzerinde de önemli etkiler yapmýþtýr.
Söz konusu hareket adýný sosyolog C. Wright Mills’in 1960 tarihli “Yeni Sol” adlý
makalesinden alýr ve toplumsal sorunlarý özgür platformlarda tartýþmaya açar.
Vietnam Savaþý’na þiddetli bir muhalefet hareketi olarak baþlayan New Left, paylaþýmcý
demokrasi fikriyle beslenir (Kellner, 2005: 100-118). Ýngiltere ve ABD’de farklý iþlemekle
birlikte, New Left hareketinin asýl etki alaný üniversitelerdir ve özellikle ABD’deki Yeni
Sol, “kampüs hareketi” olarak yaygýnlaþýr ve bu ad altýnda tanýnýr. SDS (Students for a
Democratic Society), New Left hareketinin gerçek temsilcisidir ve Vietnam Savaþý’na
karþý çýkýþý, kamuoyunda genel bir savaþ karþýtý hareketin yükselmesine neden olur.
Özellikle ABD’de SDS içinden baþta Feminizm olmak üzere pekçok muhalif hareket
yükselir.
New Left ve SDS’nin temel karþý çýkýþ noktasý olan Vietnam Savaþý, sona erdikten sonra
bile üzerine yapýlan tartýþmalarýn sürmesi ile gündem oluþturmayý sürdürmekte olan bir
olgudur. Vietnam Savaþý üzerine bir yandan müzeler kurulurken, bir yandan da sanat
yapýtlarý ve anýtlar üretilmektedir. Yirminci yüzyýlýn son çeyreðinin, üzerinde en fazla
tartýþýlan anýtý da New Left hareketinin yükseliþinin doruk noktasýný oluþturan bir anýttýr:
Vietnam Veterans Memorial (Vietnam Gazileri Anýsý). Vietnam Veterans Memorial, ÇinliAmerikalý sanatçý ve mimar Maya Lin’in Washington D.C.’de gerçekleþtirdiði tartýþmalý
yapýttýr. 1982’de tamamlanan çalýþma, sanatýn eleþtirel iþlevini sergilemesi açýsýndan
son yirmi beþ yýlýn en örneksel yapýtý sayýlabilir.
Vietnam Veterans Memorial
Vietnam Veterans Memorial (Resim 6), Washington D.C.’de Federal Park’ta,
Constitutional Gardens’ta yer almaktadýr. Söz konusu park, çekim merkezlerini
Lincoln Memorial ve National World War II Memorial gibi klasik anýtlarýn oluþturduðu
ulusal bir doðal parktýr ve Beyaz Saray’ýn yanýnda yer almaktadýr. Arazinin eðimli
kýsmýnda inþa edilen Vietnam Veterans Memorial, Lincoln Memorial’ýn tam karþýsýnda
konumlanmaktadýr. Maya Lin tarafýndan tasarlanan Memorial, 125 derece açýyla
birleþen ve parlatýlmýþ siyah granitten iki duvardan oluþur. Duvarlarýn uç noktalarý
arasýndaki mesafe, 500 feet’e ulaþýr. Yüksekliði, birleþme noktasýnda 10 feet’tir.
isimler, 1959-1975 yýllarý arasýnda, öldürüldükleri tarih göz önünde bulundurularak
yazýlmýþtýr.
Resim 6: Maya Lin, Vietnam Gazileri Anýtý, 1982.
55 sanat yazýlarý
Duvarlarýn üzerine, savaþta yaþamýný yitirmiþ 58.196 kiþinin adlarý kazýnmýþtýr. Bu
Washington’da tüm anýtlarýn beyaz mermerden ve belirli bir mesafeden görülme
amacýyla yapýldýðý bilinmektedir (Campbell 1998: 260). Vietnam Veterans Memorial
ise, bu anlayýþýn karþýt yönünde bir biçim anlayýþýna sahiptir. Eðimli bir arazide
gerçekleþtirilmiþ olan anýt, arka taraftan yaklaþýldýðýnda görülmemekte; sadece
granit duvarlarýn birleþme noktasýna gelindiðinde aþaðýda bir heykel olduðu
ayrýmsanmaktadýr. Vietnam Veterans Memorial’ýn karþýsýnda Washington Monument ve
Lincoln Memorial yer aldýðý halde, konumlanýþý nedeniyle söz konusu anýtlarýn yansýmasý
Vietnam Memorial üzerine düþmemektedir. Vietnam Memorial’a yaklaþan izleyici, ekran
formundaki granitin üzerinde ölenlerin listesine bakarken, parlak yüzey üzerinde kendi
imgesiyle karþýlaþmaktadýr. Bu karþýlaþma, izleyicinin de o listede adý olabileceðini
kavradýðý ve yapýtýn gerçek anlamýnýn oluþtuðu çok dramatik bir andýr. Arthur Danto
“Daima hatýrlamak için anýtlar diker, hiç unutmamak için memorialler yaparýz” diyerek
(Danto 1985: 152) aslýnda yapýtýn en anlamlý çözümlemesini yapar.
Maya Lin’in yapýtý, duygu ve düþünce iletiminde en etkili araç olan sanatýn, 1980’li
yýllardan itibaren, kaba propagandadan, gerçek bir duygusal katýlýma dönüþtüðü
deðiþimin önemli bir göstergesidir.
1980’li yýllarýn, ekonomik nedenlerle yeni bir göç dalgasý oluþturduðu bilinmektedir.
Batýlý ülkelerin, kapýlarýný batý-dýþýna açtýðý 1980’lerin özellikle ikinci yarýsýnda,
uluslararasý sanat ortamýnda farklý batý-dýþý ülkelerden çok sayýda sanatçý yer almaya
baþlar. Uluslararasý sanat ortamýndaki bu kozmopolit yapýlanma, sanatta farklý siyasal
56 sanat yazýlarý
yapýlanmalardan gelen sanatçýlarýn, içinde yaþadýklarý toplumun ve geldikleri ülkenin,
kendilerini göçe yönlendiren koþullarýný yansýtmalarý sonucu, Maya Lin’in anýt örneðinde
olduðu gibi, batý dünyasýnda siyasal içerikli sanata yeni bir ilgi doðmasýna neden olur.
Ýranlý sanatçý Shirin Neshat, Lübnanlý sanatçý Mona Hatoum, Kolombialý sanatçý Doris
Salcedo, sanatýn propagandadan siyasal bir aktivizme dönüþtüðü 1980’li yýllardan
bugüne yapýt üreten batý-dýþý sanatçýlarýn önde gelenlerindendir. Video ve yerleþtirme
teknikleri uygulayan her üç sanatçýnýn çalýþmalarýnýn ortak noktasý, ülkelerindeki rejime
eleþtirel bakýþtýr. Uluslararasý sanatýn, kurulduðu 2000 yýlýndan bu yana en önemli
sanat merkezi olan Tate Modern, kapýlarýný batý-dýþý aktivist sanata açarak, bu tür
temalara açýk olduðunu 2008 yýlýndaki, batýnýn ayrýmcý politikasýný, müzenin 167 metre
boyundaki Turbine Hall’una boydan boya açtýðý dev yarýkla gösteren Doris Salcedo’ya
kiþisel sergi yaparak kanýtlamýþtýr.
Sonuç
Siyasal yaþamýn ayrýlmaz parçasý olan propagandanýn sanat yapýtlarý aracýlýðý ile etkin
olup olamayacaðý baþta, Nazi deneyimini yaþamýþ olan Frankfurt Okulu düþünürleri
tarafýndan gündeme getirilmiþ çok tartýþmalý bir konudur. Mükemmel, üniform, ütopik
bir toplum içinde toplumu yöneten ve yetenek ve stratejileri sorgulanmayan lider
kültü ve bu lidere koþulsuz boyun eðen bir yurttaþ tipi kurgusu olarak toparlanabilecek
olan propagandist sanat, dikta rejimlerinin büyük ölçüde yok olmaya baþladýðý Ýkinci
Dünya Savaþý sonrasýnda ortadan kalkmýþ görünmektedir. Yeni tüketim kültürünün
sanatý içinde bir yönetici portresi, artýk, herhangi bir tüketim nesnesinden daha
fazla önem taþýmamaktadýr. Örneðin James Rosenquist’in President Election (1964)
adlý çalýþmasýnda Kennedy imgesi ile tüketim toplumu simgesi otomobil eþ deðerde
betimlenmiþtir (Resim 7). Rosenquist’in tavrý, aslýnda, izleyicinin, daha da genelleyince,
yurttaþýn tavrýdýr. Otomobili alýp almamak nasýl yurttaþýn özgür iradesine baðlýysa,
yöneticiyi seçip seçmemek de onun iradesine baðlýdýr. Maya Lin, Vietnam Veterans
Memorial ile, kendisinden bir önceki kuþaktan bir fazla adým atarak, günümüz sanatýnýn
tipik tavrýný örneklemektedir: Çaðdaþ sanat, politikanýn içindedir; katýlýmcýdýr; izleyiciyi
Resim 7: James Rosenquist, Baþkanlýk Seçimi, 1964.
Batýlý ülkelerin tarihinden farklý bir tarihsel geliþime sahip olan ve söz konusu ülkelere
oranla çok kýsa bir tarihe sahip olan Türkiye’de ise, sanatýn geliþiminin, batý sanatýnýn
geliþim çizgisinden farklý olmasý olaðan karþýlanan bir gerçektir. Ancak, Osmanlý
Ýmparatorluðu’nun çaðdaþ Türk sanatýnýn geliþim çizgisine olan etkileri de yadsýnamaz
ayrý bir gerçektir. Ýmparatorluðun batý dünyasýnýn standartlarýna ulaþma çabasý,
on sekizinci yüzyýl Osmanlý tarihine damgasýný vurur. Bu çabalarýn arasýnda, batý
standartlarýnda sanatý kurumsallaþtýrma atýlýmlarý da yer almaktadýr. III. Selim (17891807) döneminde batýlý standartlarda eðitim veren askeri okullarýn kurulmasýyla 1794
57 sanat yazýlarý
tavýr almaya davet eder; aktivisttir ve kimliði silmek deðil, vurgulamak üzere kurgulanýr.
tarihinde kurulan Mühendishane-i Berii Hümayun adý verilen askeri okulda, Batý tarzý
akademik resim eðitimi verilmeye baþlanýr. Bu eðitimin amacýnýn sanat için sanat
olmaktan farklý olduðu açýktýr. Desen, perspektif, kompozisyon gibi resim ilkelerinin ve
özellikle de baský tekniklerinin öðretildiði okulda, resim derslerinin gerçek amacý, askeri
öðrencilerin haritacýlýk yeteneklerini geliþtirmekti. Asker Ressamlar Kuþaðý olarak
adlandýrýlan dönem ressamlarý arasýnda Kolaðasý Hüsnü Yusuf Bey, Ferik Tevfik Paþa,
Osman Nuri Paþa, Þeker Ahmet Paþa, Hoca Ali Rýza ve Halil Paþa, uzun yýllar orduya
hizmet verirken, resim etkinliklerini sürdüren önemli isimlerdir.
Söz konusu sanatçýlarýn ordunun hizmetinde olmalarý nedeniyle, bir kurumun
propagandasý niteliðinde iþler üretmiþ olabilecekleri düþünülebilir. Ancak, söz konusu
sanatçýlar, gerçek anlamda Batý resim anlayýþýna hakim olup, dönemin Neoklasisist
üslübu dýþýnda, manzara ve natürmortun en iyi örneklerini vermiþlerdir.
Cumhuriyet’in kuruluþ yýllarýndan itibaren ise, ulusal bilincin oluþturulup güçlendirilmesi
amacýyla kent alanlarýna konan heykeller ve devlet dairelerine yerleþtirilen büstler,
Ulusal Kurtuluþ Savaþý ikonografisini oluþturmaktadýr (Öndin 2003: 253). Ulusal
Kurtuluþ Savaþý ile özdeþleþtirilen Atatürk’ün, halký ezilmekten kurtaran yönüyle
vurgulandýðý söz konusu çalýþmalar, genel olarak, halkla bütünleþmiþ bir Atatürk
imgesini öne çýkarýr ve bu yönüyle de Hitler Almanyasý’nda ýrký, Stalin Rusyasý’nda
iþçi sýnýfýný yücelten tavýrdan çok farklý bir tavýr sergiler. Heykelle baþlayan ve Ulusal
Kurtuluþ Savaþý ve Cumhuriyet ideallerini ileten bu tavýr, resimde de figüratif tercihe
58 sanat yazýlarý
yol açar ve benzer temalý resimler, Cumhuriyet ideallerini ileten kaynaklar olarak Türk
sanatýndaki yerini alýr.
Cumhuriyet rejiminin yerleþmesi ve benimsenmesiyle birlikte sanat dünyasýndaki
Cumhuriyet içerikli çalýþmalar yerini farklý arayýþlara býrakmýþtýr. Türk sanatýnýn
dönemsel arayýþlarý, kurulan sanatçý gruplarýyla çok daha çeþitlenmiþ, 1980 sonrasý
küresel sanata dahil olan çaðdaþ Türk sanatýnda politik içerik, güncel toplumsal
olgularýn yorumu olarak, Batý sanatýyla paralellikler göstermeye baþlamýþtýr.
Kaynakça
Becker, Carol. (1994). The Subversive Imagination: The Artist, Society and Social
Responsibility. London: Routledge.
Berlin, Isaiah. (2004). The Soviet Mind: Russian Culture Under Communism.
Washington D.C.: Brookings Institution Press.
Chakrabor, James. (2000). German Architecture for a Mass Audience. London: Spon
Press.
Clark, Toby. (1997). Art and Propaganda in the Twentieth Century. New York: Harry
Abrams.
Cunningham, Lawrence S., John J. Reich. (2005). Culture and Values. New York:
Thomson Wadsworth.
Cuomo, Glenn R., (Ed.). (1999). National Socialist Cultural Policy. London: Palgrave
Macmillan.
Dotson, Edisol W. (1999). Behold th Man: The Hype and Selling of Male Beauty. New
York: Haworth Press.
Edelman, Murray. (1996). From Art to Politics: How Artistic Creations Shape Political
Conceptions. Chicago: University of Chicago Press.
Evans, Jane DeRose. (1992). The Art of Persuasion. Michigan: University of Michigan
Press.
Routledge.
Gutkin, Irina. (1997). The cultural Origins of the Socialist Realist Aesthetics: 1890-1934.
Chicago: Northwestern University Press.
Hoffmann, Hilmar. (1997). The Triumph of Propaganda: Film and National Socialism,
1933-1945. New York: Berghahn Books.
Hopkins, David. (2000). After Modern Art, 1945-2000. Oxford: Oxford University Press.
Johnson, Abby Arthur. (1991). Propaganda and Aesthetics. Massachussets: University
of Massachussets Press.
Neumaier, Diane. (2004). Beyond Memory: Soviet Nonconformist Photography and
Photo-Related Works of Art. New Jersey: Rutgers University Press.
Nijman, Elisabeth. (2004). The Concept of International Legal Personality. Cambridge:
Cambridge University Press.
59 sanat yazýlarý
Greenberg, Reesa, Bruce W. Ferguson. (1996). Thinking About Exhibitions. London:
Oguibe, Olu. (2004). The Culture Game. Minneasota: University of Minnesota Press.
Öndin, Nilüfer. (2003). Cumhuriyet’in Kültür Politikasý ve Sanat. Ýstanbul: Ýnsancýl
Yayýnlarý.
Roberts, John. (1998). The Art of Interruption: Realism, Photography, and the
Everyday. Manchester: Manchester University Press.
Steinweis, Alan E. (1996). Art, Ideology, and Economics in Nazi Germany: The Reich
Chambers of Music. London: Routledge.
Sumner, Colin. (1997). Violence, Culture and Censure. London: Routledge.
60 sanat yazýlarý
Welch, David. (2002). The Third Reich: Politics and Propaganda. London: Routledge.
Bauhaus’un Baþarýsý
The Success of Bauhaus
Öðr.Gör. Zuhal Baysar Boerescu
Hacettepe Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi
Resim Bölümü
[email protected]
Özet: Bauhaus 20. yüzyýlda toplum yaþantýsýna dair birçok alanda sanatýn söz sahibi olmasýný
saðlayan bir okul olmuþtur. Bauhaus’un baþarýsý, sanatý yaþamýn bir parçasý olarak sunmasý,
toplumun ekonomik ve kültürel kalkýnmasýna doðrudan müdahale etmesi, bunu bir eðitim politikasý
olarak benimsemesinden kaynaklanmýþtýr.
Hitler Almanyasý’nda eðitim anlayýþý yüzünden kapatýlmýþ olan bu okul, günümüzde halen bir
müze olarak korunmaktadýr. Okulun eðitim anlayýþý, kapatýlýþýndan on yýl sonra ülkemizde açýlan
ortamý kýsaca tartýþýlarak okulun eðitim sistemi üzerinde durulmuþtur. Son bölümde Bauhaus, Köy
Enstitüleri ile iliþkilendirilmiþ ve her iki okulun kapatýlýþ nedenleri tartýþýlmýþtýr.
Anahtar sözcükler: Bauhaus, Soyut Sanat, Empresyonizm, Ekspresyonizm, Kandinsky, Paul Klee,
Schlemmer, Moholy-Nagy, modern, soyut, gerçeklik, Köy Enstitüleri.
Abstract: During 20th century Bauhaus has been a school which brought art into the mundane
life. The success of Bauhaus has been originated from its definition of art as a part of public, its
direct effect to the economical and cultural development and its education policy.
This school, which was closed in Hitler’s Germany because of its education policy, is still preserved
as a museum today. The education policy of this school is very much alike with the Village
Institutes of Turkey, which has been opened ten years after Bauhaus closed. In this study, the
artistic environment of Bauhaus’ period was briefly discussed and the education system of
61 sanat yazýlarý
Köy Enstitüleriyle büyük benzerlik göstermektedir. Bu çalýþmada Bauhaus’un dönemindeki sanat
Bauhaus has been emphasized. In the last part, Bauhaus and the Village Institutes have been
correlated and the reason of their termination have been discussed.
Key words: Bauhaus, Abstract Art, Impressionism, Expressionism, Kandinsky, Paul Klee, Moholy-
62 sanat yazýlarý
Nagy, modern, abstract, reality, Village Institutes.
Giriþ
Yirminci yüzyýlda teknolojinin, buna baðlý olarak da endüstrinin geliþmesi, bütün
toplumsal deðerlerin yeniden düzenlenmesine neden olmuþtur. Üretim ve tüketim
anlayýþý deðiþmiþ, toplumsal hiyerarþi kýrsal yaþayýþýn sadeliðinden sýyrýlarak
karmaþýklaþmýþ, sosyal yaþamda zorluklar yaþanmaya baþlanmýþtýr.
Kuþkusuz bu karmaþa sanata da yansýmaktadýr. Sanat, geçmiþinden gelen bir geleneðin
devamý olarak, toplumsal yaþama gözlemci konumunda yaklaþmayý ve biçimsel anlamda
nesnelliðini korumayý bir süre daha devam ettirmiþtir. Ancak toplum, endüstri çaðýnýn
getirdiði yeni yaþam biçimiyle tanýþmýþ, üretim ve yaratma kavramlarýnýn toplumsal
yaþamdaki yansýmalarýyla yüz yüze gelmiþtir. Endüstri ürünü, çoðaltýlabilir nesneler,
hayatý kolaylaþtýran makineler, insanlarýn hizmetindedir artýk. Bu noktada sanat, kendi
konumunu sorgulayacaktýr. Bir sanat eseri nesnel gerçekliðin penceresinden yeni
dünyanýn gerçeklerini karþýlayabilecek midir? Fabrika üretimi nesnelerin yaþama girdiði,
biricikliðin neredeyse yok olduðu bir biçimsel varoluþ, özgün ve tek oluþuyla övünen bir
biçim sanatýyla nerede buluþabilecektir? Bu noktada yirminci yüzyýlýn önemli düþünürü
Walter Benjamin’in sanat yapýtýnýn biricikliðini sorguladýðýný görmekteyiz. Sanat yapýtý
tek ve özgün olmak zorunda mýdýr? Benjamin’e göre tekniðin yeniden üretilebildiði bir
çaðda sanat eserinin yeniden üretilmesiyle sadece yapýtýn özel atmosferi etkilenmekte,
yapýtýn önemi ve gücü etkilenmeden kalmaktadýr. (Benjamin, 2004: 55) Yok olan,
sadece gelenektir. Yapýtýn geleneðin alanýndan koparýlýp alýnmasýyla ve çoðaltýlmasýyla
birlikte, bir defaya özgü varlýðýnýn yerine kitlesel varlýðý geçirilmektedir. Fotoðraf, film
gibi çeþitli yeni sanatsal teknikler, sanatýn týpký bir sanayi ürünüymüþ gibi çoðaltýlabilen,
nesnesi ile sanatýn bu birlikteliði toplumsal yaþantýya sanat eserinin kullanýlabilir
elemanlar olarak girebileceði bir ortam hazýrlamýþtýr. Bu ortamý destekleyen ve
geliþmesini teþvik eden sanatsal oluþumlarýn yanýnda Bauhaus Okulu’nun sanayi
ürünlerine doðrudan sanat nesneleriyle müdahale eden dönüþtürücü rolünü özellikle
belirtmek gerekir.
Bauhaus’un, çaðýnýn bütün sanat oluþumlarýný desteklediðini ve eðitim programýna
aldýðýný görmekteyiz. Bu sanat olaylarýnýn baþýnda da nesnel gerçekliðin tamamen dýþýna
çýkan soyut sanat vardýr. Bauhaus, okulunun temel derslerine soyut sanat anlayýþýný
benimsemiþ öðretmenleri getirmiþtir. Soyut sanatýn düþünce biçiminin endüstri
nesneleri ve çoðaltýlabilir sanatsal biçim gibi oluþumlarý destekler görünmesi bir çeliþki
gibi görünebilir. Neden sanat, teknolojinin katkýsýyla Fütüristlerin kullandýðý biçimlerin
dýþýna çýkmýþ ve nesnesizliðe yönelmiþtir? Ýlginç olan Bauhaus Okulunun estetiði ile
soyut resmin “soyut gerçekliði” çaðdaþ anlayýþ çevresinde birleþmiþtir.
63 sanat yazýlarý
bununla beraber özgün kalabilen bir boyutunun olduðunu ortaya koymuþtur. Endüstri
Görüntü 1: Bauhaus Dessau
Figürsüzlük ve nesnesizlik soyut sanatýn genel özelliði olmasýyla birlikte, soyut sanat
ideolojik anlamda ahlaki ve toplumsal yapýya akmýþtýr. Toplum, estetik yoksunu bir
makinalar dünyasýnda yaþamaya zorlanmaktayken, artýk sanatýn iþlevi insanla doða
64 sanat yazýlarý
arasýna giren endüstri dünyasýný tasarlayýp ona biçim vermek, insanýn yaþam üslubunu
oluþturmaktýr. Soyut Sanat, klasik nesneden uzaklaþmýþ görünmektedir, ama aslýnda
onun temel nesnesi endüstri ve toplumdur. Sanat yaþamýn dýþýnda, birkaç sanat
tüketicisinin görebileceði galerilerde deðil, kamusal alanlarda, kullaným nesnelerinde,
insan yaþayýþýnýn her alanýnda insanla beraber olacaktýr. Soyut Sanat yeni dünyanýn
yeni biçimlerini oluþturmakla görevlidir. Bauhaus, bir öncü okul olarak sanatçýlarý,
özellikle de birer sanat ve renk kuramcýsý olan Klee, Kandinsky, Itten gibi ustalarý biçim
yaratmak konusunda geleceðin sanatçýlarýný yetiþtirmek üzere görevlendirecektir.
Bauhaus’daki Eðitim Sistemi
Bauhaus, 1919 yýlýnda mimar Walter Gropius tarafýndan kurulmuþtur. Gropius, bu
okulun temelde mimariyi esas alarak endüstri ve sanatý birleþtiren, dolayýsýyla
sanatýn birçok disiplinini bir araya getirerek sanatý toplumsallaþtýran bir okul olmasýný
amaçladý. Bu, soyut sanatýn endüstri gerçeðiyle olan karþýlaþmasý sonucunda filizlenen
Konstrüktivist ve Süprematist1 söylemlerin okulun temel amacýna katkýda bulunduðunu
göstermektedir. Özellikle Konstrüktivizm sanatsal yaratýyý bir yapý olarak düþünüyordu.
Konstrüktivistler, endüstriyel malzemeyi ve teknikleri yüceltiyor, eserlerini cam, çelik,
motor parçalarý gibi malzemeleri kullanarak oluþturuyorlardý. Soyut Sanat’ýn yeni
biçimleriyle beslenmiþ tasarým ve mimari, çaðýn ürünlerini birer sanat eseri haline
getirecekti. Bu amaç için bütün sanat dallarýnda yetkinleþmiþ biçim ustalarý bu okulda
yetiþecekti. Mimar, her þeyden önce bir el iþçisi olacaktý. Sanatý, el iþçiliðini öðrenecek,
sanata hükmedebilecek noktaya gelecekti. Sanatýn efendisini yetiþtirecek bu okula
Gropius “yapý evi” anlamýna gelen “Bauhaus” adýný vermiþti.
Görüntü 3: Bauhaus dokuma atölyesi Weimar.
Gropius ve çaðdaþý olan mimarlarýn oluþturmuþ olduklarý sanatsal anlayýþ sadece
Konstrüktivizm ya da Süprematizmin fonksiyonalist etkilenmelerinin ürünü deðildir.
Ekspresyonizm ile oluþan iç dünyaya duyulan ilgi, soyut sanat felsefesinde var olan
gerçeðin özüne inme, evrensel gerçeðe ulaþma düþüncesini destekliyor, mistik, hayali
yönelimlere fýrsat veriyordu. Gropius’un Bauhaus gibi bir okul kurma, yeni bir toplum
oluþturma düþünceleri bir parça bu ütopik heyecanla oluþmuþtur.2 Bauhaus’un
temelleri bu Ekspresyonist coþkunun, iþlevsel bir mantýkla buluþmuþ þekliydi. Okulun
temel çalýþma düzenini oluþturan atölyeler, bu bilinçli ve disiplinli çabanýn en belirgin
delilidir.
1
Konstrüktivizm ve Süprematizm ve De Stijl, genel olarak tekniðin ve sanayinin geliþtiði çaðda
tamamen yeni biçimler kurgulayarak evrensel gerçekliðe ulaþmak, endüstriyi ve geliþmekte olan
sanayi toplumunu estetik ve farkýndalýk anlamýnda desteklemek kaygýsý taþýr. Bu konuda daha
ayrýntýlý bilgi için bkz: (Ýpþiroðlu 1993:73), (Turani 2007:603- 607)
2
Gropius’un düþünce biçimi ve ekspresyonist açýlýmlarý hakkýnda bkz: (The Spiritual in Art Abstract
Painting: 1985)
65 sanat yazýlarý
Görüntü 2: Bauhaus Weimar 1919.
Görüntü 4: 1921 Sommerfeld Evi Walter
Gropius ve Adolf Meyer.
I. Okulun Temeli: Atölyeler
66 sanat yazýlarý
Bauhaus sanatý bir bütün haline getirerek sanatla endüstri arasýndaki gecikmiþ baðý
kurmak, böylece topluma bir biçim kazandýrmak amacýnda olan bir okuldu.
Çünkü endüstri çaðý ile birlikte üretim biçimi, üretilen ürünler ve toplum büyük bir
deðiþim geçirmiþti ve sanatýn toplum ile baðlarýný güçlendirmesi, bu yeni yaþamýn içinde
toplumsal yaþamý desteklemesi gerekmekteydi.
Frank Whitford, Gropius’un okulunun ülkenin el sanatlarý ve endüstri liderleriyle iliþkiler
içinde bulunmasýný önemsediðini yazar (Whitford 1995: 13). Temel düþünce, Bauhaus’ta
oluþan yeni sanat anlayýþýnýn, endüstri ürünleriyle topluma taþýnmasýydý. Fabrikalardan
sipariþ alýnýyor, seri mallara biçim verilerek kalite kazandýrmaya çalýþýlýyordu. Bu
sayede okul öðrencileri iþlevsel ürünler oluþturarak tecrübe edinebiliyorlardý. Özgün
sanat eserleri endüstride kullanýlýr hale geliyor, sanatla endüstri arasýnda sýký bir bað
kurulmuþ oluyordu. Okul, sosyal sorumluluk taþýyan, toplumun gereksinimlerine karþýlýk
verebilecek yeni bir sanatçý tipinin geliþtirildiði bir yer oluyordu. Gelecekte toplumun
kullandýðý her þey ve her yer sanatla yoðrulmuþ olacaktý. Sanat, toplumu yeniden inþa
edecekti.
Görüntü 5: Joost Schmidt 1923
Bauhaus Sergisi için Afiþ.
gelir, varlýðýný sürdürmesini saðlýyordu. Aksi takdirde okul, sadece devletten gelecek
ekonomik desteðe baðlý kalacaktý ki hükümetin okula karþý olan tavrý, bu desteði
imkânsýz kýlmaktaydý.
Walter Gropius, Bauhaus ile ulaþmayý umut ettiði geleceðin sanatýný, “büyük yapý”
olarak adlandýrýyordu (Whitford 1995: 12). Gropius’a göre “büyük yapý”, tüm sanatlarý
kendi içlerindeki sýnýrlýlýklardan kurtararak, kolektif bir bütün oluþturmak üzere bir
araya getirmek demekti.
Bu yapý, anýtsal ve süslemeci sanatlar arasýndaki sýnýrlarýn olmadýðý bütüncül bir
sanat anlayýþý ile oluþturulacak, geleceðin tüm ressamlarý, heykeltýraþlarý, birer iþçi
gibi çalýþarak, ortak projeler üretecek ve eðitileceklerdi. Gropius 1919’da okulun açýlýþý
nedeniyle yayýmladýðý manifestoda “Mimarlar, ressamlar ve heykeltýraþlar en öz
anlamlarýyla el sanatçýlarýdýr… Sanatçý, zanaatçýnýn bir yüksek derecesidir”, demekteydi
(Whitford 1995: 12). Sanat, bütün yöntemlerin üzerinde oluþuyordu ve öðretilemezdi.
67 sanat yazýlarý
Bununla beraber, okulun endüstriye ve kamuya iliþkin oluþturduðu ürünlerden saðladýðý
Ancak, zanaat öðretilebilirdi; yaratýcý biçimlendirmenin kaynaðý bu alandaydý. Çünkü
içinden sanat sevgisi geçen genç insanlarýn sanat yapýtý üretebilmeleri için gerekli el
becerisine sahip olmalarý gerekiyordu. Sanatçý kibri, bu ortamda en istenmeyen þeydi.
Sanatçý, bir iþçi gibi çalýþmayý öðrenecek, öðrenci ve öðretmen bir usta-çýrak iliþkisi
içinde çalýþacak, “okul, atölyenin içinde eriyecekti” (Ýpþiroðlu 1993: 86).
Görüntü 6: Schlemmer Triadic Ballet Tiyatro Atölyesi Bauhaus.
Bauhaus’un üstüne aldýðý bu görev, Aydýnlanma Çaðýnda sanatçý ve bilim adamý
rollerini bir arada üstlenen aydýnlarýn tek tek çabalarý ile karþýlaþtýrýlabilir. Rönesans,
sanata çaðýnýn bilimsel geliþmelerini takip etmek ve doðayý çözümlemek adýna
bilimle ortak bir çaba içine girme sorululuðu yüklemiþti. Rönesans sanatýnýn atölye
sistemi, bu çabalara cevap verebiliyordu. Atölye, tüm teknik becerilerin ve teorilerin
kazandýrýldýðý bir okuldu. Usta- çýrak iliþkisi içinde zanaata yönelik bütün bilgileri
edinen sanatçý, sonradan istediði sanat dalýna yönelik çalýþabiliyordu. Dahasý, sadece
sanatla deðil, bilimle de ilgilenebiliyordu. Örneðin, Leonardo da Vinci, Veroccio’nun
atölyesinden çýktýktan sonra Sforza’nýn hizmetine mühendis olarak girmiþtir
(Ýpþiroðlu, 1993: 84).
Atölye, çaðýn bilimsel ve estetik geliþimine kýlavuzluk eden bir yerdi. Bu da toplumsal
geliþimi beraberinde getiriyordu. Çünkü toplum, ihtiyaç duyduðu teknolojik araçlara
Görüntü 7: Bauhaus Atölyelerinden.
Bauhaus’un atölye düzeni, Aydýnlanma Çaðýnýn bu sanat-bilim atölyeleri örnek
alýnarak oluþturulmuþtur. Atölyelerde taþçýlýk ve tornacýlýktan dokumacýlýða kadar,
el sanatlarýnýn her çeþidi öðretiliyordu. “Öðrencilerin çalýþmalarý tek sanat dalýnda
kalmýyor, buradan çýkanlarýn, sahne dekorundan mobilya, tekstil ve sofra takýmýna
kadar, her türlü kullanmalýk eþyanýn tasarýmýný yapabilecek eðitimden geçmeleri
isteniyordu” (Ýpþiroðlu 1993: 85). Bauhaus bu sayede toplumsal yaþamý sanatla
uzlaþtýrmanýn bir yolunu bulmuþtu. Atölye düzeni, bu okulun eðitiminin en önemli
parçasýydý. Gropius, iþ atölyelerindeki çalýþma düzeni ile geliþtirilmiþ olan eðitim biçimini
þöyle tanýmlamýþtý. “El becerisinden yola çýkarak geliþtirilen organik biçimlendirim.
Katý olan her þeyden kaçýnma: Yaratýcýlýðý yeð tutma: Bireyin özgürlüðü, ama sýký bir
öðrenim” (Ýpþiroðlu 1993: 87).
69 sanat yazýlarý
estetiðin rehberliðinde ulaþýyor, böylece sürekli sanatla iliþkide oluyordu.
Katý olan her þeyden kaçýnma prensibi okulun müfredatýna yansýmýþ, Bauhaus programý
ve öðretim kadrosu, her sömestir yeni geliþmelerle yeniden hazýrlanmýþtý. Özellikle
kuruluþ yýllarýnda koþullara ve gereksinmelere göre yeni atölyeler kuruluyor, yeni
öðretim programlarý hazýrlanýyordu. Okul, sürekli bir geliþme içinde olmayý kendine
ilke edinerek, kuralcý ve kalýplaþmýþ her türlü düþünce ve davranýþtan uzak duruyordu.
Bunun yaný sýra, öðrencilerin ustalarýn iþlerine katýlarak çalýþmalarý öngörülüyordu. Bu
sayede öðrenciler kolektif çalýþmayý öðreniyorlar, bir ürünün oluþturulma safhalarýný
tecrübe ediyorlardý. Öðrencilere okul sonrasýnda zorluk çekmemeleri için çeþitli
projeler veriliyordu. Ortaklaþa planlanan bu projeler, genellikle uzun vadeli amaçlar
için oluþturulan halkýn kullanýmýna yönelik ve kamusal alanlarla ilgili yapýlardý. Böylece
bütün ustalar ve çýraklar tasarýma katýlarak yavaþ yavaþ birbirleriyle uyum saðlayacak,
gelecekteki ütopik yapýnýn bir parçasý olabileceklerdi.
II. “Ustalar” ya da “Biçim Üstatlarý”
Dönemin birçok önemli mimar, heykeltýraþ ve ressamý Bauhaus’ta öðretmenlik
yapmýþtýr. Kadrolu olarak okulda çalýþan öðretmenler olduðu kadar, dýþarýdan konuk
profesör ya da konferanslara konuþmacý olarak gelen sanatçýlar ve bilim adamlarý da
olmuþtur.
Gropius, okulun öðretmenlerini, oluþan yeni sanat anlayýþýný benimseyen ve
Bauhaus’un amaçlarýný kavrayabilen sanatçýlardan seçiyordu. Bu öðretmenlerin her
biri sanatlarýnda güçlü birer yaratýcý, alanlarýnda güçlü birer kuramcý olan düþünce
insanlarýydý. Gropius öðretmenleri sanatsal ve kuramsal becerilerini en yetkin ifade
70 sanat yazýlarý
edebilecekleri atölyelerin baþýna getiriyor ve onlara “usta” ya da “biçim üstadý” diyordu
(Whitford 1995). Çünkü ustalar, çýraklarýna en temel bilgiyi, özgün biçim oluþturmayý
öðretmekle yükümlüydüler.
Kuruluþundan itibaren okula Marcks, Feininger, Itten, Muche, Schlemmer, Klee,
Schreyer, Kandinsky, Moholy-Nagy, Van der Rohe gibi farklý sanat dallarýndan yaratýcý
ve becerikli öðretmenler gelmiþti. Okulun eðitimindeki çeþitliliði daha net anlayabilmek
için, birkaç “biçim üstadý”nýn atölye çalýþmasýna deðinmek yerinde olacaktýr.
Bauhaus’a katýlan sanatçý-öðretmenlerden biri olan Oscar Schlemmer, Stuttgart
Akademisi’nde Adolf Hoelzel’in atölyesinde resim eðitimi almýþ, daha sonra tiyatroya
merak sarmýþ ve özellikle de Ekspresyonist sahne tasarýmlarý yapmýþ bir sanatçýydý.
Schlemmer Bauhaus’ta duvar resmi, heykel ve desen atölyelerinde dersler veriyordu.
Ancak onun Bauhaus’a en önemli katkýsý 1923’ten sonra tiyatro atölyesindeki
çalýþmalarýyla olmuþtu. Gropius mimarinin, plastik sanatlarýn ulaþabileceði en son amaç
olduðunu söylediyse de tiyatro bunun da ötesinde, tüm sanatlarýn birlikte çalýþtýðý bir
bütünlük sergiliyordu. Sahne dekorasyonu, resim, yontu, kostüm tasarýmý, aðaç, metal,
duvar resmi atölyelerinin birlikte çalýþmasý gerekiyordu. Bununla beraber oyunculuk,
ayrý bir çalýþma gerektirmekteydi. Bauhaus tiyatrosu okulun canlý ve dinamik yapýsýný
oluþturmuþtu.
Aslýnda Schlemmer’in sahneye koyduðu bu etkinliklere tiyatro oyunu gözüyle
bakmamak gerekir. Schlemmer’in oyunlarý ne klasik bir tiyatro çalýþmasý, ne bir
bale gösterisiydi. Amacý, bu gösterilerde týpký resim yapar gibi, kostümlerin ve
figürlerin birbirleriyle ve mekânla iliþkisini kurgulamaktý. Bu gösteriler, Schlemmer’in
öðrencileri için birer ders niteliðindeydi. Schlemmer onlara resimsel düþünmeyi, biçim
Görüntü 8: Eugen Batz Kandinsky
Atölyesi Renk ve Biçim
Düzenlemesi.
Görüntü 9: Marcel Breuer
Sandalye Tasarýmlarý Bauhaus.
Paul Klee’nin Bauhaus dönemi, Muche’dan devraldýðý matbaa atölyesi ile baþlamýþ,
daha sonra vitray atölyesiyle sürmüþtür. Bu görevinin dýþýnda, dokuma atölyesinin
bazý derslerine özel hoca olarak katýlmýþ, orada temel kompozisyon dersleri vermiþtir.
Ancak onun hocalýðý, sadece bu atölyelerle sýnýrlý kalmamýþtýr. Belirli resim sýnýflarý
oluþturulmuþ ve Klee, özel olarak dersine girmek isteyen öðrencilere biçim ve renk
yaratma konusunda dersler vermiþ, Bauhaus’ta bu konuda düzenlenen konferanslara
katýlmýþtýr. Klee, Bauhaus’ta verdiði dersler sayesinde, sanat eðitiminin nasýl olmasý
gerektiði, dolayýsýyla sanatýn ne olduðu sorununa odaklanmýþtýr. Bauhaus’taki
71 sanat yazýlarý
oluþturmanýn inceliklerini, kolektif bir çaba sonucu bir “yapý” oluþturmayý öðretiyordu.
dersleri, Klee’nin kendine özgü sanat felsefesinin ve bunun sonucunda oluþturduðu
sanat kuramýnýn bir ürünüydü. “Görünür gerçekliðin özüne inme” (Klee 1995: 45)
düþüncesi, onun felsefesini kýsaca açýklýyordu. Klee, evrensel oluþ içinde nesnelerin
dünleri olduðu gibi yarýnlarý da olduðunu, dolayýsýyla nesnelerin sürekli bir yaradýlýþ
içinde olduklarýný söylüyordu. Nesnel dünya, mümkün olan tek dünya deðildi. Yaratma
süreci sona ermedikçe, yeni dünyalar doðacaktý. Sanatçýnýn yaratma gücü, doðadaki
yaratma sürecinin devamýydý. Önemli olan o yaratma gücünü sürekli canlý tutmaktý.
Klee yaratmanýn var olan biçimi tekrarlamayla olmayacaðýný düþünerek, öðrencilerini
modelden çalýþma yerine, biçim oluþturmaya yöneltmiþti. Derslerinde “hiç”ten
baþlayarak biçim oluþturtuyordu. Nokta, oluþum ya da devinim dýþý olan tek þeydi;
kalemi tutan elin enerjisiyle yüklüydü. Noktanýn hareketinden çizgi, çizgiden yüzey,
yüzeyden hacim oluþuyordu. Ýþte bu, devinimdi.
Kandinsky ise biçime ve renge yaratýlan þey olarak özel bir önem veriyordu. Renk,
nokta ve çizgi, resmin temel nesneleriydi. Bunlar var iken, resme dýþarýdan baþka
bir þey koymak gereksizdi. Modern resmin bilimsel temellere oturmasý gerektiðini
düþünüyordu. Resim sanatýnýn temel öðelerinin baþka sanatlarýn da temel öðeleri
olduðunu savunuyordu. Gropius’a göre Kandinsky, tam bir teorisyendi. Onun bu yönü,
öðrencilerde kompozisyon ve biçim konusunda saðlam temeller oluþmasýný saðlýyordu.
1923 yýlýnda Bauhaus’a katýlan bir baþka sanatçý Lazslo Moholy-Nagy, diðer sanatçýlara
göre daha farklý bir bakýþ açýsýna sahipti. “Görünmeyeni görünür kýlmak” sözüne
katýlmýyor, insan ruhunun bedenin fonksiyonlarýndan baþka bir þey olmadýðýný
savunuyordu. Kandinsky makinelerle hiç arasý olmadýðýný söylerken, Moholy-Nagy
72 sanat yazýlarý
yüzyýlýn gerçekliðini teknolojinin oluþturduðunu ve bir makine kullanýcýsý olmanýn
yüzyýlýn ruhu olmakla eþdeðer olduðuna inanýyordu. Onun sanat felsefesi, teknoloji
üzerine kuruluydu. “Konstrüktivizm ve Proleterya” adlý kitabýnda þöyle yazmýþtý:
Bir makine önünde herkes eþittir. Onu herkes kullanabilir. Bir araba, bana
olduðu gibi, baþkasýna da çarpabilir. Teknolojide sýnýf ayrýmý ve gelenek yoktur.
Herkes bir makinenýn efendisi de kölesi de olabilir ( Whitford 1995: 128).
Moholy-Nagy, Bauhaus’ta metal iþleri atölyesinin baþýndaydý. Bu atölyede çalýþtýðý
müddetçe, makine estetiðine yönelik birçok tasarýmlar geliþtirdi. Bauhaus’un 1923
sergisi “Sanat ve Teknoloji” temasýný iþliyor ve Moholy-Nagy atölyesi bu sergiyle büyük
bir atýlým yapýyordu. Daha sonralarý Moholy-Nagy, endüstri tasarýmlarý konusunda
çalýþmalarý yönlendirdi. Bu çalýþmalarýn en çarpýcý ve en baþarýlý olanlarý 1926 ile 1928
yýllarý arasýnda Bauhaus’ta tasarlanýp gerçekleþtirildikten kýsa bir süre sonra yapýmýna
geçilip pazarlanan ýþýk donanýmlarýydý.
Bauhaus 1926 yýlýnda Dessau’ya taþýndýðýnda, okulda henüz bir mimari atölyesi yoktu.
Gropius mimarlýk atölyesini, diðer atölye çalýþmalarý belli bir aþamaya gelmedikçe
kurmayý düþünmüyordu. Nitekim 1927’den sonra mimari bölümü kuruldu. Hannes Meyer
ve Mies Van der Rohe gibi dönemin ünlü mimarlarý bu bölümde öðretmenlik yaptýlar. Bu
dönemde Bauhaus, mimari tasarýmlar konusunda büyük atýlýmlar yaptý. Meyer ve Van
der Rohe, Gropius gibi Uluslar arasý Üslup’un öncülüðünü yapmýþ mimarlardý. Süslerden
uzak, fonksiyonel yapýlarýn toplumsal bir ihtiyaç olduðu görüþündeydiler. Sadelik
anlayýþý Van der Rohe’de saydam ve binanýn çelik iskeletini tamamen gözler önüne
seren bir noktaya ulaþmýþtý. Böylece büyük gökdelenler, heykelsi ve iþlevsel bir estetik
kazanýyordu.
Siyasi Ortam - Bauhaus’un Kapatýlýþý
Bauhaus’un kuruluþu, Almanya’nýn en karýþýk dönemlerine isabet etmiþtir. Krallýkla idare
edilen bir devlet, 1919’da çýkardýðý Weimar Anayasasý ile demokrasi denemesine geçmiþ,
bu anayasa parlamenter sistemle baþkanlýk sistemi arasýnda siyasal bir rejim kurmuþtu.
Ayný tarihte Weimar, yeni sanat anlayýþýný benimsemiþ idealist bir okulun, Bauhaus’un
kuruluþuna tanýklýk ediyordu. Ancak hem yeni rejim hem de yeni okul, 1933’te Hitler’in
baþkan seçilmesiyle son bulacaktý. Oscar Schlemmer 1923’te okulun henüz var olma
savaþýmý verdiði bir dönemde bu kader birliðine þöyle dikkat çekiyordu: “Bauhaus’un
dört yýlý sadece sanat tarihinin bir dönemini yansýtmýyor, ayný zamanda bir ulusun yok
oluþuna, bir çaðýn bitiþine de tanýklýk ediyor” ( Whitford 1995: 9).
Bauhaus, Almanya’daki bu siyasi süreç içerisinde çeþitli baskýlara maruz kalmýþ, ancak
amacýndan taviz vermeden 1933’e kadar varlýðýný sürdürmüþtü. Okulun ilk yýllarý, sanat
yoðrulmuþtu. Ancak yeni okulun baþýnda birçok sorun vardý. Gropius’un manifestosu,
okulun genel ekspresyonist ve Rusya kaynaklý konstrüktivist eðilimi siyasi çevrelerde
büyük yankýlar uyandýrmýþ, özellikle aþýrý milliyetçiler Bauhaus’a cephe almýþlardý.
Kongrede Bauhaus’a ayrýlmasý istenen ödenek konusunda tartýþmalar yaþanýyordu.
Ülkenin içinde bulunduðu ekonomik krizin, sanat okulu gibi bir lüksü kaldýramayacaðý
öne sürülüyordu. Gazeteler de siyasileri destekler durumdaydý. Bauhaus’un geliþtirmiþ
olduðu sanat felsefesini “Ekspresyonizmin yanlýþ yolunu takip eden bir anlayýþ” diyerek
eleþtiriyorlardý. (The Spiritual in Art 1986: 208) Walter Gropius’a ise, “psiþik, mistik
düþüncelerle dolu” deniyor, “varlýðýn özüne inme” düþüncesiyle dalga geçiliyordu (The
Spiritual in Art 1986: 208). Bunun yaný sýra Bauhaus’un mistik bir cemiyet olduðuna
dair söylenti çýkaran gazeteler, Mason Teþkilatý ile baðlantýlarý olduðunu da iddia
etmiþlerdi. Bütün bu söylentiler de, rejimin içinde oluþan ve giderek güçlenen milliyetçi
grubu rahatsýz etmekteydi.
73 sanat yazýlarý
eðitiminde bir devrim yaratma, yeni bir toplum düzeni oluþturma isteði ve azmi ile
Tüm bu baskýlara raðmen Gropius, okulun tavrýný deðiþtirmedi. Sanatta ve eðitimde
reformist bir eðilime sahip öðretmenler aldý. Eðitmenlerin çoðu yabancýydý; Klee ve
Schlemmer Ýsviçre’den, Kandinsky Rusya’dan Moholy-Nagy Macaristan’dan geliyordu.
Uluslararasý bir görüþü savunuyorlardý ve yine çoðu ekspresyonist bir anlayýþa sahipti.
Siyasal düzen, Hitler milliyetçiliðine doðru yelken açmýþtý. Bauhaus ise, sanatla
yoðrulmuþ bir toplumun bütünlüðünü, dahasý dünya bütünlüðünü savunuyordu.
1925 yýlý, Bauhaus için yeni bir dönemin baþlangýcý oldu. Weimar’ýn yeni milliyetçi
yönetimi okula yapýlan mali yardýmlarý kesince okul Dessau’ya taþýnmak zorunda kaldý.
Dessau döneminde Gropius, mimar olarak daha rahat çalýþabilmek arzusuyla istifa
ederek görevi Hannes Meyer’e teslim etmiþti. Hannes Meyer, deðerli bir mimardý, ancak
Meyer’in Marksist eðilimleri nedeniyle okula aþýrý milliyetçi cepheden yapýlan baskýlar
iyice arttý. Sonunda Meyer 1930’da yöneticilik görevinden istifa etmek zorunda kaldý.
Okulun müdürlüðünü mimar Mies Van Der Rohe üstlendi. Ancak, hem yöneticilikte
sergilediði katý tutum, hem de Nazi yönetimine karþý olan kararsýz tavrý, öðretmen ve
öðrencilerin tepkisini çekti. Okula, kiþilikleri ve eðitimleri ile biçim kazandýrmýþ birçok
öðretmen ayrýldý. Öðrenciler arasýndaki siyasi kutuplaþmalar nedeniyle sýk sýk olaylar
çýkmaya baþladý. Artýk Bauhaus, eski Bauhaus deðildi.
Politikadaki kutuplaþmalar, Bauhaus’u doðrudan etkiliyordu. Nitekim 1931 yýlýnda
Nazi’lerin Dessau Þehir Parlementosu’nu ele geçirmesi ile okula yapýlan baský iyice
artmýþ oldu. Dessau’nun yeni parlementosu okul ile yapýlan tüm sözleþmeleri feshetti ve
74 sanat yazýlarý
30 Eylül 1932’de okulu kapattý. Mies Van Der Rohe, her þeye raðmen okulu yaþatmaya
çalýþarak, Berlin’de terkedilmiþ bir telefon fabrikasýný kiraladý ve okulu Berlin’e taþýdý.
Ancak okulun tekrar açýlmasýndan kýsa bir süre sonra Hitler Baþbakan oldu. Bauhaus’a
karþý tavýr almakta gecikmedi. Nazilere göre okul, “Sanat kisvesi altýnda toplanmýþ
Musevi ve Marksistlerin barýnaðý” idi (Whitford 1995: 196). Bu topluluk bir an önce
daðýtýlmalýydý. 11 Nisan 1933’de okul, bir daha açýlmamak üzere kapatýldý.
Yeni Oluþumlar - Türkiye’de Köy Enstitüleri
Bauhaus’un sonu, sanat tarihinde yeni bir dönemin baþlangýcý olmuþtur. Okulun,
kullanýma yönelik nesneleri birer sanat eseri, yaþamýn her anýna yönelik eylemi birer
sanatsal eylem olarak sunmasý, bu anlamda projeler üretmesi, çaðdaþ sanat anlamýnda
geleceðe yönelik birçok oluþumun önünü açmýþtýr. Savaþ döneminde Avrupa’dan
sürülen sanatçýlarýn arasýnda Bauhaus’da çalýþan birçok öðrenci ve öðretmen de
bulunmaktaydý. Bauhaus’un kolektivist ruhu ve sanatý Amerika’da filizlenmiþtir. MoholyNagy, 1937’de Chicago’da “New Bauhaus” (Yeni Bauhaus) adýnda bir okul kurduðu
zaman bu okulun, eski Bauhaus’un kaldýðý yerden eðitime ve üretime devam etmesini
amaçlamýþtýr. Bauhaus’un yaratýcýsý Walter Gropius Harward Üniversitesinde verdiði
derslerinde Bauhaus ideolojisini, oluþan bu yeni sanatý anlatmayý sürdürmüþtür. Ayný
þekilde Josef Albers, Yale’de ve Black Mountain Collage’da dersler vermiþ, Bauhaus’u
anlatmýþtýr.
Görüntü 10: 1941 Yeni Kurulan Hasanoðlan
Köy Enstitüsü.
Görüntü 11: Beþikdüzü Köy Enstitüsü Klasik
Müzik Orkestrasý.
Görüntü 12: Beylikdüzü Köy Enstitüsü Klasik
Müzik Orkestrasý.
Bauhaus’un Avrupa ve Amerika’ya yaptýðý etkiyi incelerken, okulun kapatýlýþýndan
hemen hemen on sene sonra ülkemizde baþlayan yeni bir eðitim anlayýþýný da ele
almak gereklidir. Çünkü bu okul ile Türkiye’deki Köy Enstitüleri eðitim prensipleri
bakýmýndan o kadar benzerdirler ki, enstitüler kurulurken, Bauhaus’un eðitim sisteminin
incelendiðini düþünmeden edemeyiz. 1940 yýlýndan itibaren açýlan bu enstitüler, her ne
kadar sanat üzerine kurulmuþ birer okul deðilseler de, eðitim anlayýþlarý gereði kültür
ve sanatý toplumsal yaþamýn bir parçasý haline getirmek, kolektif iþ eðitimini temel
almak, üretime destek vermek bakýmýndan Bauhaus’un yapýsýna çok benzemektedir.
Bu enstitülerin hedefi endüstriyel ve kültürel kalkýnmayý güçlendirmekti. Bu okullar,
þehirlerden uzak ancak tren yollarýna yakýn, tarýma elveriþli 21 bölgede köy ilkokullarýna
öðretmen yetiþtirecekti. Kitaba deftere dayalý öðretim yerine iþ için, iþ içinde eðitim
75 sanat yazýlarý
Görüntü 13: Hasanoðlan Köy Enstitüsü Motor
Atölyesi.
ilkesi tatbik ediliyordu. Her köy enstitüsünün kendisine ait tarlalarý, baðlarý, arý
kovanlarý, besi hayvanlarý, atölyeleri vardý. Derslerin %50 bölümü temel örgün eðitim
konularýný içeriyordu. Geri kalaný ise uygulamalý eðitimdi. Köylerde büyümüþ öðrencilere
klasik müzik çalgýlarýný ve geleneksel sazlarý çalmasý öðretiliyordu. Âþýk Veysel,
enstitüleri gezip öðrencilere saz çalmasýný gösteriyordu. Hasanoðlan Köy Enstitüsü
bu konuda en zengin çalgý aletleri envanterine sahipti. Daha sonra açýlan Hasanoðlan
Yüksek Köy Enstitüsündeki derslere Ankara Konservatuarý öðretmenleri geliyordu.
Köy kökenli öðrencilerden kurulu orkestralar müzik eserlerini seslendiriyordu. Verilen
sanatsal ve kültürel aðýrlýklý eðitim sayesinde, bu enstitülerden birçok ünlü yazar ve
düþünce insaný yetiþmiþtir. Fakir Baykurt, Talip Apaydýn, Mahmut Makal, Mehmet
Baþaran, Pakize Türkoðlu, Hatun Birsen Baþaran, Ali Dündar, Mehmet Uslu ve Dursun
Akçam gibi önde gelen yazarlar ve düþünürler bu okullarda yetiþmiþlerdir.
Köy Enstitülerinin 1954 yýlýnda kapatýlmalarý ile Bauhaus’un kapatýlýþ nedenleri
arasýnda, okullarýn temel eðitim prensiplerinde olduðu gibi benzerlik vardýr. Okulda
giyilen tek tip üniformalar ya da öðrencilerin doðrudan yönetime katýlýyor oluþu sebep
gösterilerek enstitülere komünistlik suçlamalarý yapýlýyordu. Bununla birlikte, köylülerin
ve özellikle de toprak aðalarýnýn güç-çýkar meseleleri yüzünden çýkardýklarý sorunlar
da Ankara’yý zorlamaktaydý. Kýsacasý Bauhaus’ta olduðu gibi, toplumca deðiþim ve
geliþimi hedefleyen eðitim sistemi, yerleþmiþ ve birbirine baðlý birçok dinamiði rahatsýz
76 sanat yazýlarý
etmekteydi.
Görüntü 14: Fakir Baykurt 1948 de Gönen
Köy Enstitüsü’nden mezun oldu.
Sonuç
Bauhaus, sanatýn ve eðitimin uygulanýþý baðlamýnda farklý bir yapý sergilemiþ,
birçok oluþuma öncülük etmiþ bir okuldur. Bauhaus’un baþarýsý, sanatý yaþamýn bir
parçasý olarak sunmasý, toplumun ekonomik ve kültürel kalkýnmasýna doðrudan
müdahale etmesi, bunu bir eðitim politikasý olarak benimsemesinden kaynaklanmýþtýr.
Günümüzde markalaþan bir “Bauhaus” adýnýn kaynaðý, halen Almanya’da müze
olarak korunmakta, Alman insaný Bauhaus’un haklý gururunu yaþamaktadýr. Bu açýdan
bakýldýðýnda, Bauhaus modelinden konu bazýnda biraz farklýlaþan ama hedefi ayný olan
ülkemizin köy enstitülerinin kapatýlýþýnýn ardýndan geliþen yeni kültür politikalarýyla,
hiç olmazsa müzeleþmeleri ya da etraflýca araþtýrýlýp canlý tutulmalarý beklenirken,
çürümeye terkedilip, unutturulmaya çalýþýlmalarý çok acýdýr. Bauhaus, Avrupa ve
Amerika bazýnda baþarýsýný toplum desteðine borçludur. Paul Klee, Bauhaus’daki bir
konuþmasýnda: “Henüz nihai güçten yoksunuz, çünkü halk bizimle deðil. Ancak bir
halk arýyoruz… Bauhaus’da elimizde ne varsa verdiðimiz bir toplulukla baþladýk. Daha
fazlasýný yapamayýz” (Klee 1995: 57) derken, toplum gücünün ne kadar önemli bir
destek olduðunu hatýrlatýyordu. Bauhaus gecikmiþ de olsa, bu gücü arkasýna almýþtýr.
Schlemmer’in “...kadýn içgiyimine kadar Bauhaus stili... ’Modern Dekorasyon’un ve
geleceðin stilinin belirleyicisi olarak Bauhaus stili... Bu stil heryerde, ama özellikle
Bauhaus’ta bulunabilir” (Whitford 1995:198) ifadesiyle bize ulaþan sözleri, bu güvenin
göstergesidir. Endüstri, toplum ve sanat Bauhaus ile bir bütün olmuþlardýr. Bunun
bilincinde bir Avrupa, þu anda kültür ve sanatýn nabzýný elinde tutmaktadýr.
Sanat, kültürel geliþimin atar damarýdýr. Köylüyü köyünde tutmak, ona kaliteli ve
bilinçli yaþamayý öðretmek amacý taþýyan Köy Enstitüleri, sanatý bu bilinçle programýna
almýþtýr. Ancak bu enstitüler çeþitli siyasi korkularla yýkýlmýþtýr. Bu yýkýmýn üzerinden
elli beþ sene geçmesiyle her þeyin daha net algýlandýðý, saðduyulu ve bilge bir yapýnýn
kazanýlmasý gerekirken, ülkemizde eðitim ve sanatta daha da kötüye giden bir yapýnýn
var olduðunu görüyoruz. Þu anda Köy Enstitüleri ya da Bauhaus prensiplerinde bir
eðitimin yaygýnlaþmasý þöyle dursun, þehirlerde normal akademik düzeyde sanat
eðitimi yapýlmasý neredeyse imkânsýz hale gelmekte, ilköðretim düzeyinde yapýlan
eðitimi anlayýþý, günümüzde üniversite sýnav sistemine hazýrlanan öðrencilerin “çoktan
seçmeli” düþünmeye alýþmýþ yapýlarý için hiç de “çekici” ve “gerekli” deðildir. Eðitim,
yüksek bir puan alma becerisi kazandýrmak üzerine kurulmuþtur. Dolayýsýyla öðrencinin
tüm yapacaðý deney yoluyla kazanýlmamýþ ezber bilgileri sorulara adapte etmek ve
doðru cevabý þýklardan seçmektir. Bu yöntemin ileride herhangi bir “gerçek” sorunla
karþýlaþan ya da çözüm üretmek zorunda kalan insana ne kadar yardýmcý olacaðý merak
konusudur.
Günümüz Türkiyesi’nde sanatýn ve kültürel birikiminin ön planda olduðu yeni bir
eðitim sistemi gereklidir. Düþünmeye ve yaratmaya yönelik samimi ve yapýcý bir
eðitim politikasý uygulamaya konulmalýdýr. Bunun için okul ve dershane sistemlerinin
deðiþtirilmesi, birçok dinamiðin kýrýlmasý gerekse de, böylesi bir köklü deðiþiklik göze
alýnmalýdýr.
77 sanat yazýlarý
eðitimden sanat dersleri çýkarýlmaktadýr. Bauhaus’un uygulamaya yönelik iþ ve sanat
Kaynakça
Benjamin, Walter. (2004). Pasajlar. (Çev: Ahmet Cemal). Ýstanbul: Yapý kredi Yayýnlarý.
Düchting, Hajo. (1993). Kandinsky a Revolution in Painting. Germany, Köln: Taschen.
Gombrich, E.H. (1992). Sanatýn Öyküsü. (Çev: Bedrettin Cömert). Ýstanbul: Remzi
Kitabevi.
Göze, Ayferi. (1995). Siyasal Düþünceler ve Yönetimler. Ýstanbul: Beta Basým.
Ýpþiroðlu, Nazan- Mazhar. (1993). Sanatta Devrim. Ýstanbul: Remzi Kitabevi.
Ýpþiroðlu, Nazan. (1995). Resimde Müziðin Etkisi. Ýstanbul: Remzi Kitabevi.
Klee, Paul. (1995). Modern Sanat Üzerine. (Çev: Rahmi Öðdül). Ýstanbul: Altýkýrkbeþ
Yayýn.
Lynton, Norbert. (1991). Modern Sanatýn Öyküsü. (Çev: Prof. Dr. Cevat Çapan). Ýstanbul:
Remzi Kitabevi.
Tunalý, Ýsmail. (1992). Felsefenin Iþýðýnda Modern Resim. Ýstanbul: Remzi Kitabevi.
Turani, Adnan. (2007). Dünya Sanat Tarihi. Ýstanbul: Remzi Kitabevi.
Whitford, Frank. (1995). Bauhaus. London: Thames and Hudson
LOS ANGELES MUSEUM OF ART. (1986). The Spiritual in Art, Abstract Painting. Los
Angeles: Abbeville Publishers.
Köy Enstitüleri hakkýnda baþvurulan e-kaynaklar:
78 sanat yazýlarý
http://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%B6y_Enstit%C3%BCleri
http://www.elyadal.org/pivolka/17/koyens.htm
http://www.egitim.aku.edu.tr/oguzkan.htm
Rubens’in Resimleri Üzerinden Barok Dönem
Avrupasýnýn Sosyo-Politik Bir Analizi1
A Socio- Political Analysis of Baroque
Period Europe on Rubens’s Paintings
Yrd.Doç.Dr. Aytül Papila
Beykent Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi
[email protected]
Özet: Sanat eserleri, üretildikleri toplumlarýn sosyo-politik yapýlarýný, dönemsel olarak farklý
üsluplar içerisinde yansýtýr. Barok sanat, 17. yüzyýl Avrupa’sýnýn karmaþýk politik ortamýndan
doðmuþtur. Bu dönemde Avrupa’da yaþanan din savaþlarý, ülkelerdeki monarþilerin güç iliþkileri,
dünyayý ele geçirme ve sömürgeleþtirme hareketleri, sanat eserlerine, özellikle Rubens’in
resimlerine yansýmýþtýr. Rubens’in iyi bir ressam olmasýnýn yaný sýra, Avrupa politikasýný
belirleyenlerle yakýn iliþkileri, onun resimlerine, politik bir boyut katmýþtýr. Bu makalede, Rubens’in
Anahtar kelimeler: Sanat ve Politika iliþkisi, Barok Resim Sanatý, Rubens.
Abstract: The works of art reflect the socio-political structures of the societies that they are
produced, in different styles and periods. Baroque art is a consequence of the chaotic political
environment of 17th century Europe. The religious wars, the power relations of monarchies,
the conquests and colonisations are the subjects of Baroque art, especially Rubens’s paintings.
Rubens’s talent, and his close relations with the people who dominated Europe’s policies, brought
a political quality to his paintings. This article analyses local, religious, and world policies of
Europe on the paintings of Rubens.
Key words: The Relation of Art and Politics, Baroque Paintings, Rubens.
1
Yrd. Doç. Dr. Aytül Papila, Beykent Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi
79 sanat yazýlarý
resimleri üzerinden Avrupa’nýn yerel, dinsel ve dünya politikalarý analiz edilecektir.
Giriþ
Sanat eserleri, üretildikleri toplumlarýn düþünce biçimlerini, toplumsal ve politik
yapýlarýný doðrudan ya da dolaylý olarak yansýtýrlar. Bir toplumun kendi yönetim biçimini
oluþturan güç odaklarý, bu toplumun dahil olduðu daha büyük boyutlu politik yapý ve
dünyanýn yönetimi ile iliþkileri sanat eserlerini etkiler.
Bu bakýþla, bir Barok dönemi sanatçýsý olan Pieter Paul Rubens’in (1577 - 1640) eserleri,
kendi ülkesinin politik yapýsýný olduðu kadar, Avrupa’nýn dünya politikasý hakkýndaki
verileri içermesi açýsýndan dikkat çekicidir.
Bu makalede, Rubens’in eserleri üzerinden resim sanatý ve politika iliþkisi analiz
edilecektir. Barok dönemde Avrupa’nýn yerel ve dünya politikalarýnýn, Rubens’in eserleri
üzerinden nasýl ifade edildiði üzerinde durulacaktýr.
Barok Dönemde Avrupa’nýn Politik Yapýsý ve Barok Sanat
Tarihsel olarak 16. yüzyýlýn sonu ve tüm 17. yüzyýlý kapsayan Barok dönemde Avrupa
büyük bir dönüþüm içindedir. Rönesans döneminde, dünyanýn ekonomik ve kültürel
merkezi olan Akdeniz, büyük keþiflerle önemini kaybetmeye baþlamýþ, kýtalar arasý
deniz ticareti Batý Avrupa’nýn Atlantik kýyýlarýna doðru kaymýþtýr. Rönesansý yaratan
burjuvazi, 16. yüzyýlda güçlenmeye baþlayan büyük krallýklarýn etkisi altýna girmiþ,
elinde tuttuðu sanatsal ve ekonomik üstünlüðü, krallar ve kiliseyle paylaþmak
80 sanat yazýlarý
durumunda kalmýþtýr.
Bu dönem, Avrupa’nýn, dünyayý sömürgeleþtirmeye baþladýðý dönemdir. Avrupa’nýn
en güçlü devletleri, Ýspanya, Portekiz, Ýngiltere ve Ýtalyan prenslikleri, keþfedilen
topraklarý ele geçirmek ve bu topraklarýn tüm kaynaklarýný ülkelerine taþýmak için
yarýþmaktadýrlar. Bir yandan da, kendi düþünce yapýlarýný, inançlarýný, üretim biçimlerini
ve iþsiz nüfuslarýný, bu topraklara yerleþtirirler. Sömürgeleþtirme ve Hristiyanlaþtýrma
hareketleri bir arada yürütülür.
Sömürgeleþtirme, Avrupa’nýn “üstünlüðünden doðan görevi” olarak görülmektedir.
Bir Ýtalyan Cizvit rahibi, 1591 yýlýnda, “Avrupa, Afrika, Asya ve Amerika’yý yönetmek
için doðdu” diyerek bu görüþü özetlemektedir.”(Honour-Fleming: 538). Resim baþta
gelmek üzere, heykel, baský resim ve diðer sanat eserlerinde bu düþünce yaygýn olarak
betimlenir.
Barok dönemde, Kuzey ve Güney Avrupa arasýnda büyük bir düþünsel savaþ yaþanýr.
Kuzey Avrupa’nýn, güneyin egemenliðine baþkaldýrýsý, Protestan hareketini ortaya
çýkarýr. Vatikan merkezli ruhban sýnýfýnýn yönetimini reddederek, inançlarý bireysel
düzeyde yaþamayý, dinin ve yaþamýn her alanýnda sadeleþmeyi, iç disiplin ve çalýþmayý
savunan bu yeni anlayýþ, Alman Martin Luther ve Fransýz Jean Calvin tarafýndan farklý
kollarda ilerlese bile zaman içerisinde Protestanlýk olarak adlandýrýlýr. Bu harekete karþý
Katolik kilisesinin tepkisi, Avrupa’da yüz yýl kadar süren ve çok kanlý sonuçlarý olan
mezhep savaþlarýna yol açar.
Barok sanat, Katolik kilisesinin sanatýdýr. Protestanlýk, yaþamýn her alanýndaki sadeliði
savunurken, sanatý kiliselerden dýþlamýþtýr. Katolik kilisesiyse, Protestanlýðýn yayýlýþýný
durdurmak ve kendi öðretisini yaymak için, resim sanatýný kullanmýþtýr. Bu etkiyle
biçimlenen Barok resim sanatý, dinsel gizemciliðe geri dönüþü içeren, duygusallýðýn öne
çýktýðý, teatral bir görsel dil geliþtirmiþtir. Rönesans resminin açýk ve anlaþýlabilir görsel
diline karþýn, Barok resmin görsel dili kapalý ve gizlidir. Bu dil, karmaþýk kompozisyonlar,
ýþýk-gölge ile belirlenen kütleleri, hareketli, kimi zaman iç içe geçmiþ figürleri içerir.
Duygusal bir etki yaratmak isteyen Barok resim sanatýnda, “gece” önemli bir yer
tutar. Yanan nesnelerden çýkan, bölgesel bir aydýnlatma saðlayan, kýrmýzý tonlarýndaki,
titrek ýþýk, “gece ýþýðý”, gizemi, belirsizliði ifade eder. Resmin büyük kýsmýný karanlýkta
býrakan, figür ve nesnelerin þekillerini bütünsel olarak göstermeyen ve insan zihninde
tamamlayan bu ýþýk, tanrýsal bilinmezciliðe vurgu yapar.
Rubens’in Yaþamý ve Eserleri
16. yüzyýl Avrupa’sýnýn siyasi belirsizliði ve karmaþasý, Rubens’in yaþamýný doðrudan
bölgesindedir. Bu bölgeyi 15. yüzyýlda iþgal eden Ýspanyol kökenli, koyu Katolik
Habsburg Hanedaný, halký aðýr ekonomik ve dinsel baský altýnda tutmaktadýr. Katolik
öðretisine bir baþkaldýrý olan Kalvinizmin yayýlmasý ve halkýn baskýlara direniþi
acýmasýzca cezalandýrýlmaktadýr.
Rubens’in babasý Anvers’li Kalvinist bir avukattýr. Ülkesinin politik durumu yüzünden
ailesiyle birlikte Almanya’ya yerleþir. Rubens, 1577’de Siegen’de doðar ve yaþamýnýn ilk
yýllarýnda, bir Protestan olarak eðitilir. Ailenin daðýlmasý, annenin 1589’da çocuklarýyla
birlikte Anvers’e geri dönmesinden sonra, Katolik olarak yeniden vaftiz edilir ve bu
öðretiye göre yetiþtirilir.
Anvers, 16. yüzyýl Avrupasýnýn en önemli liman þehirlerinden biridir. Kuzey Avrupa’nýn
ticaret yollarýnýn kesiþme noktasý, Atlantik ekonomisinin en önemli merkezlerinden
biri ve endüstriyel kapitalizmin geliþiminin baþladýðý yerdir (Braudel 2004: 131). Kuzey
81 sanat yazýlarý
etkilemiþtir. Rubens’in ailesinin kökeni, bugün Belçika olarak adlandýrýlan Flandres
Avrupalý ve Akdenizli tüccarlar, gemiciler ve yerel aristokratlar, þehrin nüfusunu
oluþturmaktadýr.
Rubens, ailesinin yaþadýðý ekonomik sýkýntý nedeniyle, 14 yaþýndayken eðitimini yarým
býrakýr ve yerel ressamlarýn yanýnda sanat eðitimine baþlar. Bir süre çýrak olarak
çalýþýr. 1598’de Anvers ressamlar loncasýna kabul edilir. Ýki yýl sonra, Ýtalya’ya giderek,
Rönesans ve Maniyerist ustalarýn eserleri üzerinde çalýþýr ve tekniðini geliþtirir.
Rubens’in daha sonraki yaþamý, Avrupa’nýn üst düzey yöneticilerinin yanýnda devam
eder. 1601’de Ýtalya’da, Mantova dükünün, 1609’da Anvers’te, Habsburg Hanedanýnýn
varisleri Arþidük Ferdinand ve Isabella’nýn saray ressamý olur. 1622’de Fransa’ya
giderek, Kraliçe Marie de Medici’nin yaþamýný anlatan 24 resim yapar. Ýspanya’da
IV. Philip’in maiyetinde yer alýr. Ýtalya, Avusturya ve Almanya’da Katolik kilisesinin
yöneticilerinin sipariþ verdiði resimleri tamamlar. “Geniþ, renkli, canlýlýk ve güç dolu
kompozisyonlar yaratmadaki eþsiz yeteneði”, sanatçýya, krallar ve yöneticiler arasýnda
büyük baþarý ve ün kazandýrýr. Rubens’in “saraylarýn debdebesine ve parlaklýðýna
uyan sanatý, yeryüzünün güçlülerini ülküselleþtirmede” iþe yaramaktadýr (Gombrich
1980: 314). Baþarýlý bir sanatçý olmasýnýn yanýnda, Fransýzca, Almanca, Ýtalyanca ve
Ýspanyolcayý akýcý konuþmasý ve politikacýlarla yakýn iliþkileri sayesinde, Habsburg
Hanedaný adýna diplomat olarak, Hollanda, Ýspanya ve Ýngiltere’de görevlendirilir.
Rubens, çok sayýda çýraðýn çalýþtýðý, sipariþlerle sürekli yoðun atölyesini bir iþadamý
82 sanat yazýlarý
gibi yönetir. Resim yaparken, mektuplarýna cevap yazdýrmakta ve atölyesini sanatsal
ve politik amaçlarla ziyaret eden kiþilerle görüþmektedir. Bir sanatçý ve antik eser
koleksiyoncusu olarak, üst sýnýflarýn sanatsal danýþmanlýðýný yapar. 1640’ta, Anvers’te
öldüðünde, çok zengin ve ünlü bir sanatçýdýr.
Rubens’in Eserlerinin Toplumsal - Politik Analizi
Rubens’in eserleri arasýndan seçilen beþ resim, Barok dönem Avrupa’sýnýn sosyo-politik
yapýsýnýn farklý boyutlarýný yansýtmaktadýr.
Bu eserlerden ilki, (Resim 1), Anvers’teki Cizvit kilisesi için yapýlan “Aziz Francis
Xavier’in Mucizeleri” (1616-17) dir. Aziz Francis Xavier, Katolik mezhebinin en katý
uygulamalarýný gerçekleþtiren ve Hristiyanlýðý misyonerlik yoluyla, özellikle yeni
fethedilen kýtalarda açtýklarý okullarla dünyaya yaymayý amaçlayan Cizvit tarikatýnýn
önderlerinden biri olarak Hindistan, Seylan, Güneydoðu Asya ve Japonya’da çalýþmýþ,
ölümünden sonra Katolik kilisesi tarafýndan azizlik mertebesine yükseltilmiþtir.
Resim 1: Aziz Francis Xavier’in Mucizeleri, (1616-17), tuval üzerine yaðlýboya, Kunsthistorisches
Museum, Viyana.
Resmin sað tarafýnda, siyah rahip giysileri içindeki Aziz, bir kaide üzerinden, önündeki
topluluða vaaz vermektedir. Onun aþaðýsýndaki figürler, azizin mucizelerini, yaþama
döndürdüðü insanlarý, iyileþtirdiði körler, özürlüler ve hastalarý betimlemektedir.
Azizin yukarýsýnda, sað tarafta, tanrýsal ýþýðýn yayýldýðý haç ve onu taþýyan melekler
görülmektedir. Sol tarafta ise, ýþýðýn vurduðu pagan tapýnaðýndan, yaratýklar (pagan
tanrýlarý) kaçmaktadýr (Honour-Fleming 1995: 536).
Resimde, Barok sanatýn asimetrik denge kuralý uygulanmýþtýr. Sað taraftaki iki figür,
aziz ve arkasýnda duran rahip, sol taraftaki kalabalýk figür grubuyla dengelenmiþtir.
Sanatçýnýn kopozisyonu, izleyicinin dikkatini, en yukarýdaki haçtan çýkan ýþýnlardan
baþlayarak, tapýnaða, oradan azize ve mucizelerini simgeleyen gruba ve sað alt
köþedeki körlerin ileriye doðru uzanmýþ kollarý arasýnda zig-zag çizecek þekilde
yönlendirmektedir.
Resmin ana temasý Katolik ideallerini yüceltmek olmakla birlikte, ayný zamanda
Avrupalýlarýn dünyaya bakýþýný yansýtmaktadýr. “Bu resim, dünyanýn Avrupa merkezli bir
görüntüsüdür” (Honour-Fleming 1995: 536). Francis Xavier, misyonerlik faaliyetlerini
Avrupa dýþýnda gerçekleþtirmiþ olmasýna karþýn, resimdeki insan figürlerinden yalnýzca
sol taraftaki, baþý traþ edilmiþ Hindu Asyalýdýr. Aziz, birliklerine emir veren Romalý bir
komutan gibi gösterilmiþtir. Tapýnak ve azizin kaidesi gibi mimari betimlemeler, Roma
üslubunu yansýtmaktadýr.
Rubens, yaþamýný, bir tarikat öðretisini yaymaya adamýþ olan Francis Xavier’i, Ýsa
Peygamber ile özdeþleþtirerek yüceltmektedir. Asyalýlarýn Hristiyanlaþtýrýlmasý,
84 sanat yazýlarý
Romalýlarýn Hristiyanlaþtýrýlmasýna, azizin mucizeleri, Ýsa Peygamberin mucizelerine
benzetilmektedir. Meleklerin taþýdýðý Latin haçý, azizin Ýsa’nýn yolunda ilerlediðini,
insanlýðýn kurtuluþu için çabaladýðýný anlatmaktadýr.
Sanatçý, tarihsel-politik olaylarý görselleþtirmek konusunda da çok baþarýlýdýr. “Henri
VI’ün tanrýsallaþmasý ve Marie de Medici’nin Naipliðinin Ýlaný” (1621 - 25), resmi (Resim
2), Fransa’nýn Barok dönemdeki politik karmaþasýndan bir kesit içermektedir. Marie de
Medici’nin yaþamýný anlatan 24 resimden biri olan bu eserde, Fransa kralý Henri IV’ün
suikastinden sonra, eþi Marie de Medici’nin iktidara gelmesi mitolojik-alegorik figürlerle
birlikte betimlenmektedir.
Marie de Medici, Rönesansýn en önemli sanat koruyucusu Medici ailesindendir. Henry
VI ile evlenerek kraliçe olur. Eþinin siyasi bir cinayete kurban gitmesinin üzerine, dokuz
yaþýndaki oðlu Louis büyüyünceye kadar, naip konumunda Fransa’yý yönetir. Kraliçenin
oðluna iktidarý devri sorunlu geçer ve oðul annesini sürgüne gönderir. Bu resimler
yapýldýðý sýrada, kraliçe sürgünden yeni dönmüþtür ve saraydaki konumu belirsizdir.
Resim 2: Henry IV.’ün Tanrýsallaþtýrýlmasý ve Marie de Medici’nin Naipliðinin Ýlaný”, (1621-25), tuval
üzerine yaðlýboya, 3,94 x 7,27 cm., Louvre Müzesi, Paris.
Resmin sol alt köþesinden baþlayan ve sað üst köþeye doðru ilerleyen diyagonal bir
eksen ile, tuval, biri büyük, diðeri küçük iki üçgene bölünmüþtür. Resmin sol tarafýndaki
küçük ters üçgen içerisinde, Kral, ölümünden sonra, Jüpiter ve Saturn tarafýndan
kollarýndan tutularak mitolojik tanrýlar katýna yükseltilmektedir. Bu figürleri Olimpos
Ravaillac’ý, kartal Jupiter’i, Saturn’un oraðý, zamanýn kralýn yönetimini unutmayacaðýný,
Herkül, Bourbon hanedanýný simgelemekte ve Kral, Galyalý bir Herkül olarak
kahramanlaþtýrýlmaktadýr. (www.louvre.fr)
Resmin sað tarafýndaki büyük üçgen içerisinde, kraliçenin yönetime gelmesi
anlatýlmaktadýr. Bir Roma zafer takýnýn önünde oturan Marie de Medici, yönetiminin
adaleti için kehanette bulunan mitolojik-alegorik figürlerle çevrilidir. Tanrýsal Yönetim
ona doðru ve adil yönetimi simgeleyen “dümen”i vermektedir. Kraliçe, sol tarafýndaki
akýllý savaþ tanrýçasý Athena’dan öðüt almakta, sað tarafýndaki Ýhtiyat, ona Fransa’yý
sunmaktadýr. Fransa’nýn alegorisi olan kadýn figürü, kraliçenin önünde diz çökerek
elindeki hükümet küresini uzatmaktadýr (www.louvre.fr).
Resmin bu bölümünde, ülkenin yönetici sýnýfýný oluþturan asillerin, bu durumu, yani
bir kadýn tarafýndan yönetilmeyi kabullendiði, diz çöken bir grup erkek figürü ile
anlatýlmýþtýr.
85 sanat yazýlarý
daðýnda Merkür ve Herkül beklemektedir. Bu bölümde, okla vurulan yýlan, suikastçi
Resmin sol tarafýnda baþlayan, hareketli figürler, sað tarafta, tahtýnda oturan kraliçenin
duraðanlýðýyla dengelenmektedir. Bu iki kýsým, çýplak bir kadýn figürü olarak betimlenmiþ
zafer tanrýçasý Bellona’nýn elindeki kupanýn dikey ekseniyle ayrýlmaktadýr.
Rönesans ile baþlayan, Avrupa kültüründe, ulaþýlmasý gereken üstünlük düzeyi ya da
Klasik olarak kabul edilen Antik Yunan-Roma kültürüne ait elemanlar kullanýlarak,
güncel yaþamdaki kiþilerin yüceltilmesi, bu resmin görsel dilini belirlemiþtir.
Ancak, resimdeki mitolojik-alegorik simgelerin zenginliði, sanatçýnýn antik kültüre
hakimiyetini yansýtmakla birlikte, resmin dilini anlaþýlýr olmaktan uzaklaþtýrmaktadýr.
Sanatçý bu karmaþayý bilinçli olarak yaratmaktadýr. “Rubens’in resimlerinin, alegorik
yapýlarýnýn farklý yorumlara açýklýðý, esnek bir söylem geliþtirerek, konularla ilgili açýk
referanslar içermenin tehlikelerinden kaçýnmakta ve anne ve ona güvenmeyen oðlunu
pohpohlamaktadýr” (Rosenthal 2005: 6).
Resimde, çýplak kadýn figürlerinin bolluðu, kraliçenin cinsiyetini vurgulamakta ve
güçlü bir kadýn tarafýndan yönetilen erkek egemen bir toplumun bu duruma tepkisini
yansýtmaktadýr. Kadýnýn bedeninin cinselliði vurgulanarak, toplumsal hiyerarþide ne
kadar yükselirse yükselsin, onun “yalnýzca bir kadýn” olduðunun altý çizilmektedir.
Rubens’in çýplak kadýn imgeleri, Avrupa sanatýndaki çýplak kadýn resim geleneðinin,
erkek izleyiciler için yapýlmasý anlayýþýný devam ettirir. Bu resimlerde ideal seyirci, her
zaman erkek olarak kabul edilir ve kadýn imgesi onun gururunu okþamak amacýyla
düzenlenir (Berger 2006: 64).
86 sanat yazýlarý
Seçilen üçüncü resim, “Aynadaki Venüs” (1613 - 14) adýný taþýmakta
(Resim 3) ve Rubens’in çaðdaþý Velazquez’in de uyguladýðý bir kompozisyonu
içermektedir. Sanatçýnýn Barok ýþýðý, “gece ýþýðýný” kullandýðý bu resimde, koyu
gölgeler ile çevrili çýplak kadýn figürünün gövdesi, beyaz ve aðýr bir kütle olarak
resmin merkezine, yüzü aynadaki bir yansýma olarak sol üst köþeye yerleþtirilmiþtir.
Bu resim, Barok sanatýn karþýtlýklarý bir arada göstererek vurgulama ilkesine göre
düzenlenmiþtir. “Rubens’in alegorik söylemindeki kateogriler (erdem/kötülük,
efendilik/kölelik, savaþ/barýþ, kadýn/erkek), birbirlerini tedirgin etmekte ve dengeyi
bozmaktadýr” (Rosenthal 2005: 10). Resmin konusu olan Venüs’ün güzelliði,
üstünlüðü ve ulaþýlmazlýðý, sað üst köþede, yalnýzca baþý ve elleri görülen, vücudu
gölge içinde kaybolmuþ “Afrikalý Kadýn” figürüyle vurgulanmaktadýr. Bu figürün
taþýdýðý anlamlar, Avrupalýnýn kendi gibi olmayana bakýþýný yansýtmaktadýr. Venüs’ün
uzun sarý saçlarýný tarayan bu kadýn, sömürgeleþtirilen toplumlarýn uygarlýk
sýralamasýnýn en altýnda yer alan bir “vahþi”dir (Honour-Fleming: 538).
Resim 3: Aynadaki Venüs, (1613-14), Ahþap Pano Üzerine Yaðlýboya,
(123 x 98 cm) Liechtenstein Müzesi, Vaduz.
Bu dönemde, Avrupalýlar, kendi gibi olmayan toplumlarýn uygarlýk farkýndan
olabildiðince yararlanmakta, sömürgeleþtirilmiþ topraklara köle ticareti büyük bir hýzla
devam etmektedir. Afrika kökenli insanlar, Avrupa saraylarýnda egzotik yaratýklar gibi
teþhir edilmektedir.
Sanatçý, bu resmiyle Batýnýn belirlediði dünya politikasýný yansýtmaktadýr. Avrupa’nýn
uygarlýk ve estetik açýdan dünyanýn geri kalanýnda daha üstün olduðunu ifade
etmektedir.
Sanatçýnýn kadýn vücuduna bakýþý, Venüs ya da ideal kadýn imgesi, dönemin erkek
egemen toplumunun kadýn konusundaki ikilemini yansýtmaktadýr. Bu resimde
betimlenen ideal kadýn imgesi, üst toplumsal sýnýftan, iyi beslenmiþ, yaþamýný
sürdürmek için çalýþmak zorunda olmayan kadýný iþaret etmektedir. Diðer taraftan,
Venüs’ün yüzünün aynadaki yansýmasý, güzelliðinden ve baþtan çýkarýcýlýðýndan emin bir
þekilde doðrudan izleyiciye bakmaktadýr. Bu bakýþ, dönemin egemen anlayýþýnýn kadýn
vücuduna yüklediði “kötülüðe çaðrý” anlamýný ifade etmektedir.
“Rubens’in resimlerinde, diþilik, doðurganlýk, barýþýn zevkleri ile birlikte gösterilirken,
ayný zazmanda, ahlaki olarak tehlikeli ve korku getiren cinselliðe de iþaret etmektedir..
Erkeklik ise, yiðitlik ve felsefi hakikat ile birlikte, uygarlýðýn düþmaný olan savaþ alegorisi
olarak temsil edilmektedir” (Rosenthal 2005: 10).
Rubens, dinsel ve politik savaþlarýn tüm Avrupa’ya yayýldýðý bir dönemde yaþamýþtýr.
Savaþýn getirdiði yýkým ve acýlardan etkilenen bir insan olarak savaþ karþýtý mesajlar
içeren resimler yapmýþtýr. Ancak, bu savaþlara yol açan iktidar sahiplerini doðrudan
eleþtiren eserler yapmaktan kaçýnmýþ, mesajlarýný diðer resimlerinde olduðu gibi,
mitolojik - alegorik figürlerle gizleyerek yansýtmýþtýr. Bu resimler arasýnda ikisi, birbirini
88 sanat yazýlarý
tamamlayýcý olarak görülmektedir.
Sanatçý, “Barýþýn Kutsanmasý Alegorisi” (1629 - 30) resmini (Resim 4), Ýngiltere ve
Ýspanya arasýnda barýþýn saðlanmasý için Ýngiltere kralý I. Charles’a armaðan olarak
götürmüþtür. Rubens’in, alegoriler, canlý renkler ve zengin detaylarla oluþturduðu
süslü görsel dili bu resimde de belirgindir. Resmin odak noktasýnda, beyaz, çýplak
vücuduyla Barýþ alegorisi yer almaktadýr. Tanrýça Minerva (Athena), yenilgiye
uðrayan savaþ tanrýsý Mars’ý ve arkadaþý Öfke’yi uzaklaþtýrmaktadýr. Minerva’nýn
koruyuculuðunda, barýþýn sonuçlarý, bolluk, zenginlik ve neþe etrafa yayýlmaktadýr.
Barýþ bir çocuðu sütüyle beslemekte, orman perileri meyveler, altýnlar ve hazineler
arasýnda dans etmekte, diþi bir panter bile kedi gibi uysallaþmýþ, oynamaktadýr. Diðer
tarafta, savaþýn korkunçluðundan barýþýn ve bolluðun korunaðýna sýðýnan çocuklar
görülmektedir (Gombrich 1972: 316).
Bu resmi tamamlayýcý olarak, “Savaþýn Sonuçlarý” (1637-38), resmini (Resim 5), Toskana
dükü Ferdinand de Medici için yapmýþtýr. Bu resmin mesajý oldukça karamsardýr:
Savaþýn korkunçluðunu hiç birþey durduramaz. Resimde, aþk tanrýçasý Venüs, savaþ
tanrýsý Mars’ýn yýkýcýlýðýný engellenmeye çalýþmakta, ancak baþarýsýz olmaktadýr.
Sanatçý, bu resmiyle, Avrupayý sarsan, büyük acýlara yol açan, tüm zenginlikleri yok
eden, Otuz Yýl Savaþlarý’na gönderme yapmaktadýr.
“Rubens’in savaþ ve barýþ konulu resimleri, çaðýn önemli politik sorunu olan savaþý
bitirecek ve barýþý saðlayacak ideal devlet kavramýný ele almaktadýr. Bu konularý,
yaratýcý ve manipülatif alegori ve dinamik ve zengin insan figürleriyle anlatmaktadýr.
Rubens’in savaþ ve barýþ imgelemini biçimlendiren dramatik ifade, annelik, evlilik ve
cinsellik baðlarýný ve bunlara gelen tehditlere iþaret etmektedir” (Rosenthal 2005: 3).
89 sanat yazýlarý
Resim 4: Barýþýn Kutsanmasý Alegorisi, (1629-30), tuval üzerine yaðlýboya, 203,5 x 298 cm.,
National Gallery, Londra.
Resim 5: Savaþýn Sonuçlarý, (1637-38), tuval üzerine yaðlýboya, 206 x 342 cm., Palazzo Pitti,
Floransa.
Sonuç
Rubens, resimlerinin görsel olduðu kadar, konu açýdan da zenginliðiyle de sanat
90 sanat yazýlarý
tarihine geçmiþ bir sanatçýdýr. Sanatçýnýn yerel ve dünya politikasýyla ilgili veriler içeren
resimleri, bu politikalarý üreten kiþilerle kurduðu yakýn iliþkilere göre biçimlenmiþtir.
Barok dönemin Avrupalý bireyinin yaþama bakýþýný belirleyen dinsel inançlardaki büyük
ayrýþma, bu ayrýþmayý yaratan taraflardan birinin sanata yaptýðý yatýrým, Rubens’in
dinsel resimlerini belirlemiþtir. Katolik öðretisinin ideallerini, Katolik kilisesinin
beðeneceði þekilde ifade etmiþtir. Kendisi de bu idealleri benimsediði için, sanatçýnýn bu
konuya farklý bir açýdan bakmasýný beklemek doðru olmaz.
Sanatçýnýn Avrupa ve dünya politikasýný belirleyen iktidar sahiplerini betimleyen
resimleri, bu iliþkilerin baþ aktörleri arasýnda hassas bir denge kurmaktadýr. Politik
mesajlarýný abartý ve süsle gizleyerek iletirken, bu mesajlarýn iletiþim kurduðu
kiþiler arasýndaki güç dengesini çok iyi belirlemektedir. Bir tarafý överken, diðer
tarafý darýltmamak için, resimlerini, anlam karmaþasýný getirecek kadar alegori ve
mitolojik simgelerle doldurur. Resmini yaptýðý kiþileri, dinsel ya da Antik kültürün
üstün simgeleriyle özdeþleþtirerek yüceltir. Bu durum, sanatçýnýn iktidar sahipleriyle
yakýn iliþkilerinden kaynaklanmaktadýr. Sanat tarihine baktýðýmýzda, sanatçý-iktidar
iliþkilerinin oldukça yakýn olduðunu görmekteyiz. Ancak, Rubens’i diðer sanatçýlardan
farklý kýlan, güçlülerin yanýnda yalnýzca bir sanatçý olmakla kalmayarak, ayný zamanda
politik alanda etken rol oynayan bir birey olmayý tercih etmesidir.
Barok dönemin dünya politikasýný belirleyen Avrupa, kendi üstünlüðünü somutlaþtýracak
kültürel altyapýyý eþzamanlý olarak üretmiþtir. Rubens’in resimleri de bu yapýyý
oluþturan ürünler içerisine dahil edilebilir.
Dönemin cinsiyet politikalarýnýn belirlediði, cinsiyetler arasý güç iliþkilerinde, kendi
cinsiyetinin üstünlüðünü ifade eden resimler yapar. Dinsel resimleri dýþýndaki neredeyse
tüm resimlerinin görsel odak noktasýndaki beyaz, çýplak bir kadýn vücudu, erkek
izleyiciler için yapýlmýþtýr. Bu durum, erkek egemen toplumun kadýna bakýþýný yansýtýr.
Savaþýn korkunçluðu ve barýþ özlemi, Barok dönem Avrupasýnýn halkýnýn genel dileðidir.
Bu konuda, halkla paylaþtýðý görüþlerini, abartýlý görsel dilinin altýna gizleyerek ifade
91 sanat yazýlarý
eder.
Kaynakça
Berger, John. (2006). Görme Biçimleri. Metis Yayýnevi, Ýstanbul
Braudel, Fernand. (2004). Maddi Uygarlýk, Dünyanýn Zamaný. Ankara: Ýmge Yayýnlarý.
Cohen, Sarah, R., (2003). “Rubens’s France: Gender and Personification in the Marie
de Medicis Cycle”, The Art Bulletin, Vol. 85 New York
Chadwick, Whitney. (1996). Women, Art and Society. Londra:Thames&Hudson
Germaner, Semra. (1997). Barok Üslup. Eczacýbaþý Sanat Ansiklopedisi, C.1, s. 194-197,
Ýstanbul: YEM Yayýnevi
Gombrich, Ernst. (1972). Sanatýn Öyküsü. (Çev. Bedrettin Cömert). Ýstanbul: Remzi
Kitabevi
Honour, Hugh-Fleming, John. (1995). A World History of Art. Londra:
Johnson, Geraldine A., (1993). “Pictures Fit for a Queen: Peter Paul Rubens and the
Marie de Medici Cycle”, Art History, s. 447-469, Vol.16, No.3, Oxford:Thames&Hudson
Rosenthal, Lisa. (2005). Gender, Politics, and Allegory in the Art of Rubens. New York:
Cambridge U. P.
http://www.artsmia.org
http://www.companymagazine.org
http://www.liechtensteinmuseum.at
92 sanat yazýlarý
http://www.louvre.fr
http://www.wga.hu
http://www.spanisharts.com
http://www.nationalgallery.org.uk
Türkiye’de Kültürel Deðiþim ve Medyada Sanat:
Milliyet Sanat Dergisi Örneði1
Popular Culture In Turkey And
Art In Medýa:
Milliyet Art Magazýne Example
Öðr.Gör. Ebru Nalan Sülün
Akdeniz Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi
Temel Eðitim Bölümü
[email protected]
Özet: Bu çalýþmanýn amacý; 1970’li yýllardan günümüze Milliyet Sanat Dergisi’nin deðiþim sürecini
incelemek ve bu sürecin sanat tüketicisi baðlamýndaki etkileþimini kanýtlayarak belgelemektir.
Ülkemizdeki dergiler; fikir, magazin ve popüler kültür kategorilerinde yayýnlanýrken uzun yýllar
yayýnlanan Milliyet Sanat Dergisi sanat alanýnda yayýnlanmýþtýr. Dünün Milliyet Sanat Dergisi
rasyonel bir yapýda iken bugünün dergisi içerik ve dergi kapaðý düzenlemesi ile popüler-magazinsel
Bu baðlamda; Türkiye’de medya kanallarýndaki popüler kirlilik, yerini entelektüel sanat bilgisinin
yer aldýðý, tüketiciyi aydýnlatan, doyuran ve tek kaygýsý sanat olan medya bilincine býrakmalýdýr.
Milliyet Sanat Dergisi’nin dünü ve bugününün karþýlaþtýrýlmasý bu süreçte yararlý ipuçlarý
sunacaktýr.
Anahtar kelimeler: Medya, Sanat, Popüler Kültür, Milliyet Sanat.
Abstract: The aim of this study from the 1970s up to today’s Milliyet Art Magazine, and this
process of change processes to examine the interaction of the arts in the context of the consumer
to prove the documents.
1
Bu makale Doðuþ Üniversitesi, 15- 16 Kasým 2007, Medyada Sanat ve Estetik Sempozyumu’nda
poster bildiri olarak sunulmuþtur.
93 sanat yazýlarý
bir dergi olma sürecine girmiþtir.
While the magazines in our country are published in the categories of idea, magazine and popular
culture, the Milliyet Art Magazine which has been published for long years is published in art area.
Yesterday’s Milliyet Art Magazine has a rational structure but today’s magazine has entered into
the process of being a popular-magazine with its content and cover arrangement.
In this context, popular dirt in media channels in Turkey must leave its place to media conscious
in which there is intellectual art information and which enlightens, quenches the consumer, and
only concern of which is art. The comparison of yesterday and today of Milliyet Art Magazine will
present useful cues in this process.
94 sanat yazýlarý
Key words: Media, Art, Popular Culture, National Art Magazine.
Ýletiþimi düþünce, bilgi, duygu ve fikir yaratma, bunlarý aktarma, anlama ve
anlamlandýrma olarak tanýmladýðýmýzda medya, tüm bu süreçleri kapsayan önemli bir
kavramdýr. Dünyanýn her noktasýnda iletiþimi saðlayan, radyo, televizyon, dergiler,
gazeteler ve diðerleri gibi yayýn organlarýnýn tümünü kapsayan kitle iletiþim araçlarýnýn
hepsine medya denir. Teknolojik geliþmelerin oluþturduðu imkânlar sonucunda kitle
iletiþim araçlarýnýn önemi artmýþ ve medya toplum karþýsýnda daha güçlü bir seviyeye
eriþmiþtir. Medyayý deðiþtiren, dönüþtüren en önemli etken ise kültürel-ekonomik
geliþim ve deðiþimlerdir.
Türkiye’de Ýletiþimde Medyanýn Rolü ve Sanat Yazýlarý
Medya bugün yasama, yürütme ve yargýdan sonra dördüncü kuvvet olarak hayatýn her
yerinde etkili olmakla kalmayýp þekillendirici ve yönlendirici bir güç durumundadýr.
Medyanýn temel iþlevi karmaþýk modern toplumlarda toplum üyelerine kendi
deneyimleri dýþýnda kalan dünyanýn olaylarýnýn bilgi ve deneyimini aktarmaktýr. Fakat
bugün politik ve ekonomik çýkarlar nedeniyle aktarýlan durum tanýmlamalarý bazen
tümüyle sanal da olmaktadýr (http://sanattasarim.iku.edu.tr/kentometre).
Türkiye’de özellikle Cumhuriyetin ilaný ile baþlayan bu süreç medyanýn sanata ve
sanatçýya yönelimi ile devam etmiþtir. Bu dönemde sanat devlet tarafýndan desteklenen
bir çaðdaþlaþma aracý olarak görülmüþ, zamanla süreli yayýn ve kitap basýmýnda
yükselen bir ivme kazanýlmýþtýr. Yayýncýlýk hayatýnýn hýz kazanmasý belirli bir okuyucu
Gazeteler ve dergiler güncel sanat ortamý hakkýnda fikir vermeleri, kitaplar ise sanat
yazýný ile ilgili nasýl bir birikim oluþturulduðunu yansýtmasý açýsýndan önemlidir. Bu
süreçte Türkiye’nin en çok okunan gazeteleri kültür ve sanat gündeminin takip edildiði
sanat sayfalarýna ve sanatýn her dalýnda ayrý baþarýlar elde etmiþ kiþiler tarafýndan
hazýrlanan önemli sanat sütunlarýna yer vermeye baþlamýþlardýr. Bu geliþme; Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluþundan sonra deðiþen çehrede sanatýn geliþmesi, tanýnmasý ve
okuyucunun ufkunun geliþmesini saðlamýþtýr. Cumhuriyet sonrasý dönemle baþlayan
gazete ve dergilerde yayýnlanan sanat yazýlarý günü gününe sergileri takip etme
imkaný saðladýðý için, bu dönemde hem grup hem de bireysel sergilerde bir artýþ olduðu
gözlemlenmektedir. Sergilerle ilgili haberlerde eleþtirinin aðýrlýklý bir yaklaþým olduðunu
söylemek mümkün deðildir. Hatta bazýlarý sadece sergi tarihlerinin ve yerinin verildiði
kýsa ilanlar þeklinde de olabilmektedir. Yazýlardan takip edilebildiði kadarýyla, basýnýn
tiyatroya olan ilgisinin de arttýðý söylenebilir. Resim ve tiyatro alanýnda yazýlmýþ olan
95 sanat yazýlarý
kitlesinin oluþmasýna da neden olmuþtur.
yazýlar diðer sanat dallarýna oranla oldukça fazla yer tutmaktadýr. 1923–1933 yýllarý
arasýnda fikir ve sanat içerikli dergiler arasýnda Resimli Ay, Hayat Mecmuasý, Fikirler,
Meþale gibi dergileri saymak mümkündür. Bu dergilerin yazar kadrosunda edebiyatçýlar
aðýrlýktaydý. Bu nedenle yazýlarda edebi sanatlar yoðunlukla iþlenmiþ, bunun yanýnda
güzel sanatlara da yer verilmiþtir. Örneðin Hayat Mecmuasý’nýn yayýn amaçlarý
arasýnda “Türk ulusu ruh gücünü büyük edebiyatçýlarýn, ressamlarýn yapýtlarýnda,
yüksek mimarisinde bulacaktýr. Hayat, sanat sevgisinin ve zevkinin artmasýna
çalýþacaktýr” düþüncesi yer almaktadýr (Günyol 1984: 88).
Özellikle 1933 tarihinden itibaren, 15 Ocak – 3 Haziran 1936 yýllarý arasýnda çýkan Kültür
Haftasý, 1938–1943 yýllarý arasýnda Ýnsan dergisi, Çýðýr (1933-1948) gibi dergileri saymak
mümkündür. 1945’ten önce yayýn hayatýna baþlayýp, bu dönem içinde devamlýlýk
gösteren dergiler arasýnda, 1933’ten 1950’ye kadar yayýnlanmýþ olan Ankara Halkevi’nin
“milli bir kültür dergisi” olarak nitelenen Ülkü, 1935–1948 yýllarý arasýnda Atatürkçü
Sanat Dergisi Yücel, 1931 yýlýnda yayýnlanmaya baþlayan Arkitekt, 1939’dan 1948’e
kadar çýkan Güzel Sanatlar Dergisi, gibi dergileri saymak mümkündür. 1933 yýlýnda
Ankara’da çýkarýlmaya baþlanan Varlýk Dergisi Yaþar Nabi Nayýr tarafýndan 1946 yýlýnda
Ýstanbul’a taþýnmýþ ve dönemin sanat ve edebiyatýnýn geliþiminin izlenebileceði önemli
kaynaklardan biri olmuþtur. 1951 yýlýnda dergide yer almaya baþlayan “Güzel Sanatlar”
bölümünde dönemin sanat olaylarý ele alýnmýþtýr. Daha önce Cumhuriyet gazetesinde
sergi haberleri yazan Zahir Güvemli 1952 yýlýndan itibaren Varlýk’ýn sergi haberlerini
yazmaya baþlamýþ ve uzun bir süre bu görevi devam ettirmiþtir. Bu köþenin ismi
96 sanat yazýlarý
zaman zaman “Ayýn Sergileri”, “Yeni Sergiler”, “Sergiler” gibi isimler almýþtýr. Bununla
birlikte yine Cumhuriyet gazetesinin vazgeçilmez yazarlarýndan Bedri Rahmi Eyüboðlu,
Varlýk’ta “Resim Sanatý” baþlýklý köþede yer almýþtýr. Yine ayný baþlýk altýnda Nurullah
Berk’in makalelerine rastlamak mümkündür. 1947 yýlýnda Selçuk Milar’ýn kurduðu,
sadece iki sayý çýkmýþ olan sanat dergisi Eser, 1949 yýlýnda sekiz sayý olarak yayýnlanan
Yaþayan Sanat, 1954’ten 1984’e kadar yayýnlanan edebiyat ve sanat dergisi Yeditepe,
1952-1955 yýllarý arasýnda fikir ve sanat dergisi Yenilik, 1953 yýlýnda Türk Düþüncesi
ve Ýstanbul dergileri, 1954 yýlýnda Yeni Ufuklar, Forum, haftalýk aktüalite dergisi olan
Akis (Metin Toker) ve aylýk sinema-tiyatro dergisi olan Senaryo (Tevfik Sadullah), 1955
yýlýnda aylýk fikir ve sanat dergisi Mavi (Teoman Civelek), 1956-1971 yýllarý arasýnda
Sanat Dünyasý, 1956-1978 arasýnda magazin içerikli Hayat Dergisi, 1957- 1961 arasýnda
Dost gibi dergiler yayýnlanmýþtýr (http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=1073).
Bu süreçte yabancý eleþtirmen ve sanat tarihçilerinin çeviri makalelerine, Avrupa,
Osmanlý, Türk ve Ýslam sanatlarýna ve geleneksel el sanatlarýna da yayýnlarda yer
verilerek sanat gündemine evrensel bir boyutla bakýlabilmesi saðlanmýþtýr. 1910
yýlýnda sanat alanýnda yayýnlanan ilk dergi olarak deðerlendirilen Osmanlý Ressamlar
Cemiyeti Mecmuasý’yla baþlayan sanat yayýncýlýðý Cumhuriyetin kuruluþu ile çaðdaþ
Türkiye’de ivme kazanarak yayýn sýnýrlarýný geniþletmiþtir. Ýletiþimde büyük öneme
sahip olan medya dünyasýnda dergi ve gazeteler dönemin sanat gündemini, sanatýn
geliþimini ve sürecini konusunda uzman isimler tarafýndan tespit ederek bir panorama
oluþturulmasýna olanak tanýmýþtýr.
Milliyet Sanat Dergi
Milliyet Sanat Dergisi; Türkiye’nin Cumhuriyet sonrasý geliþen ve belirli bir ivme
kazanan sanat gündeminde 29 Eylül 1972’de ilk sayýsýný yayýnlamýþtýr. 1972’de baþlayan
bu süreç derginin deðiþen çehresi, içeriði ve alt yapýsý ile günümüze kadar Türkiye’nin
sanat gündemini takip etmeyi baþarmýþtýr.
1972 yýlýnda yayýn hayatýna baþlayan dergi 1974 yýlýna kadar Milliyet gazetesinin
yanýnda haftanýn belirli bir gününde gazete eki olarak izleyenlere sunulmuþtur. Milliyet
Sanat Dergisi döneminin en ciddi ve en kapsamlý sanat dergisi niteliðini taþýmýþtýr.
1970’li yýllarýn baþlarýnda Türkiye’de televizyon, video gibi iletiþim araçlarýnýn olmadýðý
düþünüldüðünde sanat severler sanatýn her dalýný gazete ve dergilerden takip etme
imkanýna sahiptiler. O yýllarda Milliyet Sanat Dergisi’nin yazý iþleri müdürlüðü görevini
… Ýlk dergi Abdi Ýpekçi’nin fikri doðrultusunda Cuma günleri ücretsiz olarak
gazete ile halka daðýtýlmasý üzere yayýnlandý. Sanki geleceði koklamýþýz gibi
adý ilk günden, “sanat eki” deðil, “Sanat Dergisi” konmuþtu. Evet bir gazetenin
ekiydi ama dergi niteliðindeydi. On altý sayfaydý. Haftanýn her Cuma günü,
gazeteyi satýn alan yüzbinlere, ücretsiz ulaþýyordu. Daha birinci sayýmýzda
ilkelerimizi açýkca koymuþtuk: Sanat dergisi, kültür ve sanatýn tüm dallarýný
kapsayacaktý. Sanat dergisi, ürün (þiir, deneme, öykü vb) yayýmlamayacaktý.
Sanatýn haberciliðin yapacaktýk. Sadece Türkiye’deki deðil, dünyadaki önemli
sanat olaylarýna da yer verecekti. Çaðdaþ evrensel kültürün çok yönlülüðünden,
farklýlýklarýn zenginliðinden, ortak kültür mirasýndan pay alacaktý. Dergi; yalnýz
Türkiye’nin büyük kentlerindeki deðil, ülkenin her köþesindeki sanatsal ve
kültürel oluþumlarý izleyecek, yerel kültürlerin evrenselliðini vurgulayacaktý.
Anadolu’daki tüm muhabirler, gazetenin Yurt Haberleri Servisi yardýma hazýrdý
(Oral 2006: 48).
Milliyet Sanat Dergisi içeriðinde ilk yayýnlandýðý yýllarda, kültür sanat alanýnda kendisini
kanýtlamýþ önemli isimler tarafýndan hazýrlanan sanat bilmeceleri, film, kitap, müzik ve
sergi eleþtirileri, sanatýn her dalýyla ilgili olabilecek ve her sayý deðiþen söyleþi yazýsý, en
beðendikleriniz sayfasý yer almýþtýr. Her sayý farklý sanat dallarýndan farklý bir sanatçýyý
tanýtýrken o sanatçýnýn en beðendiklerini okuyucuya sunmuþtur. Yýl sonunda ise dergi
yönetiminin oluþturduðu bir jüri tarafýndan “yýlýn sanatçýsý” seçilmiþtir. 8 Mart 1974
97 sanat yazýlarý
üstlenen Zeynep Oral bu süreci þöyle anlatýr:
yýlýna dek Milliyet gazetesinin haftalýk eki olarak yayýnlanan dergi, bu tarih itibariyle
Milliyet gazetesinden baðýmsýz olarak bayilerde satýlmaya baþlamýþtýr. Haftalýk olarak
yayýnlanan derginin sayfa sayýsý ve basým kalitesi arttýrýlmýþtýr. Derginin yenilenen
çehresinde amaç Türkiye coðrafyasýnýn her köþesine sanat haberlerini ulaþtýrabilmek ve
Anadolu’da gerçekleþtirilen sanat aktivitelerini de tüm Türkiye’ye duyurabilmekti.
…Yine sanatýn gazeteciliðini yapacak ancak sanat haberleri, sanat insanlarý,
yorumlar ve deðerlendirmeler aracýlýðýyla insaný “insan” yapan deðerleri
yüceltecektik...yeni bir sayfamýz daha var: “ Anadolu Mektuplarý”. Dergi
sadece kentlerde deðil gazete daðýtýmcýlarý sayesinde en küçük kasabada bile
bulunabiliyordu...yazý isteklerimizi, Salacak’tan karþýlayan Muhsin Ertuðrul,
Paris’ten Abidin Dino ve yazý taleplerimizi asla geri çevirmeyen Bedrettin
Cömert…..yalnýz yazýlarý deðil, eleþtiri, övgü ve öneri bombardýmaný ile bizleri
canlý tutan Aziz Nesin… (Oral 2006: 52).
Milliyet Sanat Dergisi ilk sayýsýnýn okuyucuya ulaþtýðý 1972 yýlýnda edindiði görevi bu
yýldan sonra da devam ettirmiþtir. Fakat o yýllarda Türkiye’nin içinde bulunduðu siyasi
ve ekonomik çöküntü nedeniyle sýk sýk kapatýlma tehlikesi ile karþýlaþmýþtýr. Zeynep
Oral, Oðuz Akkan ve Akal Atilla yönetiminde yayýna hazýrlanan dergi genel yayýn
yönetmeni Abdi Ýpekçi’nin destekleriyle yayýn hayatýna devam etmiþtir.
1978 yýlýnda maddi yetersizlikten dolayý derginin kapatýlma aþamasýnda yapýlan bir
toplantýda Abdi Ýpekçi’nin “…Sanatçýsýný yaþatmayan toplum yaþamýyor demektir….
Sanat Dergisi’ni kapatmak Milliyet’e yakýþmaz…”sözleri derginin o yýllarda geçtiði
buhranlý yolda yine yoluna devam etmesini saðlamýþtýr. (Oral 2006: 64). Dergi
Anadolu’nun her köþesine ulaþmýþ, sanatseverlerin vazgeçemediði önemli bir haber
98 sanat yazýlarý
kaynaðý haline gelmiþtir. Türkiye Cumhuriyeti’nde 1960’lý yýllarda gündeme gelen yeni
anayasanýn ýþýðýyla kavuþulan hak ve özgürlükler, 70’li yýllarýn ikinci yarýsýnda yavaþ
yavaþ kaybedilmeye baþlanmýþ, demokratik örgütlenmelerin sakýncalý bulunduðu,
özellikle kültür ve sanat etkinliklerinin tehlikeli sayýldýðý bir döneme girilmiþtir. 1 Þubat
1979’da Abdi Ýpekçi’nin öldürülmesi dergide büyük bir depreme yol açmýþ yine de
dergi çalýþanlarý yayýn hayatýný sürdürüp gündemi yakalamaya devam etmiþlerdir.
1979 yýlýnýn sonlarýna doðru Milliyet gazetesi ve Milliyet Sanat Dergisi’nin yeni sahibi
Aydýn Doðan’dýr. Dergi; Þubat 1980’den itibaren haftalýk deðil aylýk olarak Karacan
yayýnlarý tarafýndan yayýnlanmýþ ve sekiz sayý edebiyat aðýrlýklý içeriðiyle sanatseverlere
sunulmuþtur.
1980 yýlýnda Aydýn Doðan, içinde Zeynep Oral’ýn da bulunduðu dergi yayýn kurulu ile
yaptýðý toplantýda þu yorumu yapar:
… Bakýn çocuklar, hesaplara, idari iþlere bakan arkadaþlarým beni uyardýlar…
meðer ben Milliyet’in yaný sýra Milliyet Sanat Dergisi’ni de satýn almýþým… Bakýn
ben sanattan falan hiç anlamam. Ama sordum soruþturdum. Meðer, bu çok
prestijli bir dergi imiþ…tanýdýðým birçok insan, o dergiyi ne çok sevdiklerini,
derginin yararlarýný anlattý durdu…Milliyet Sanat Dergisi bana geçtiðine göre, ne
dersiniz, yeniden yapabilir miyiz?... (Oral 2006: 75).
1980 yýlýndan günümüze dek Aydýn Doðan, Sanat Dergisi’nin yayýnlanmasýna katkýda
bulunarak derginin 2007 yýlýna dek yayýnýnýn devam etmesini saðlamýþtýr.
Aydýn Doðan’ýn bu giriþiminden sonra Milliyet Sanat Dergisi tekrar çehre deðiþtirerek
eski yapýsýna dönüþ yapmýþtýr. 1 Ekim 1980’de yayýnlanan ilk sayýsýnýn ilk sayfasýnda
þu açýklama yer alýr: “…Deðerli okurlarýmýz dergimiz bundan böyle on beþ günde bir
yayýnlanacak… Her ayýn 1’inde ve 15’inde” Bu süreçten sonra dergi 15 günde çýkacaðý
için sayfa sayýsý arttýrýlmýþ ve artýk sanatýn haberciliðiyle yetinmeyip o haberin arka
perdesini araþtýran, daha geniþ kapsamlý, konu ve sorunlarý daha derinlemesine ele alan
bir dergi olma amacýný edinmiþtir. 1980 dönemi Türkiye için aþýlmasý zor siyasi, sosyal
ve ekonomik durumlarý da beraberinde getirmiþtir. Bu dönemde, Türkiye koþullarýnda
hýzla erozyona uðrayan deðer ölçülerinde, insaný insan yapan deðerlerin yüceltilip, bu
deðerlerin karanlýktan aydýnlýða çýkartýlmasý için büyük çaba harcanýlmasý gereken bir
döneme girilmiþtir. Dergi içeriði bu yýllarda da bu deðerleri önemsemiþ ve amacýndan
ödün vermeden sanatýn nabzýný tutmaya devam etmiþtir.
1980 sonrasý Türkiye’de toplumun her alanýnda; politik, sanatsal, sosyal alanlarda
deðiþimi de beraberinde getirmiþtir. Bu dönemde toplumu depolitize etme çabalarýna
paralel olarak, basýnda sansasyona yönelme ve görsellik öne çýkmýþtýr. Kaliteli
beraberinde getirmiþtir. Bu süreçte Milliyet Sanat Dergisi sayýlarý incelendiðinde bilinçli
olarak bu rekabet ortamýna dahil olmayarak sanatýn tüketici yönünü deðil üretici olan
içeriðini ele almýþtýr. Dergi içeriði ve görsel donanýmýnda dikkati çeken diðer unsur ise
derginin; kültürel oluþumlarý inceleyerek tartýþmaya açmýþ, öneriler sunmuþ olmasýdýr.
Milliyet Sanat Dergisi bu süreçte, dünyadaki sanat olaylarýna da yer vererek evrensel
kültürün çok yönlülüðüne inanan ve bunun görsel doluluk deðil teori zenginliðiyle
saðlama yoluna giren bir yayýn anlayýþýný benimsemiþtir.
… Sanat Dergisi, bilinçli olarak bu yarýþýn dýþýnda kalmayý seçti. Yalnýz
Türkiye’deki deðil, dünyadaki önemli sanat olaylarýna yer vererek evrensel
kültürün çok yönlülüðünden, farklýlýklarýn zenginliðinden ve ortak kültür
mirasýndan pay almaktan vazgeçmeyecektik… (Oral 2006: 81).
1990’lý yýllarda tüm dünyada olduðu gibi Türkiye Cumhuriyetinde de medyada
popüler kültürün izlerine daha fazla rastlanmaya baþlandý. Milliyet Sanat Dergisi’nin
içeriðinde hissedilen dönüþüm, görsel zenginlik 2000’li yýllarda daha da artarak devam
99 sanat yazýlarý
kaðýtla, daha büyük ve renkli görsellerin yayýnlarda yer almasý medyada rekabeti de
etmektedir. 2001 yýlýnda Milliyet gazetesindeki yönetim deðiþikliði Milliyet Sanat
Dergisi’nin de çehresinin deðiþmesine neden olmuþtur. 2007 yýlýnýn Ekim sayýsýnda otuz
beþinci yýlýný kutlayan dergi, Türkiye’nin sanat nabzýný tutmaya devam etmiþ ama bunun
yanýnda da popüler kültürün yayýlmasý karþýsýnda, bunu reddetmek yerine popüler
kültüre tepeden bakmayan, onu dýþlamayan bir çizgiye yönelmiþtir.
… Milliyet Sanat, on yýllar içinde birçok kuþaktan insanýn entelektüel
geliþmesinde büyük bir rol oynamýþ, insanlarý eðitmiþ, onlarý sanatý sevmeye
yönlendirmiþtir. Bu yönüyle son otuz beþ yýl içine Türkiye’nin entelektüel
geliþmesinde önemli bir itici güç olmuþtur. Ve Milliyet Sanat deðiþen zamanlara
da yanýt verebilme esnekliðini sergileyebilmiþtir. Popüler kültürün yayýlmasý
karþýsýnda, bunu reddetmek yerine popüler kültüre tepeden bakmayan, onu
dýþlamayan bir çizgiye yönelmiþtir. Milliyet Sanat, son dönemde sevgili Tuðrul
Eryýlmaz’ýn yönetiminde sayfalarýný popüler sanat etkinliklerine de açmýþ,
böylelikle özellikle gençlere açýlým saðlamýþtýr… (Doðan Boyner 2007: 59).
Milliyet Sanat Dergisi’nin 2000’li yýllarda popüler kültür karþýsýnda edindiði tavýr dergi
yöneticileri tarafýndan da vurgulanmýþtýr. Derginin çehresindeki dönüþümü saðlayan
popüler kültür, kitle iletiþim araçlarýnýn yaygýnlaþmasý öncesinde halk kültürünü de
içermektedir. Halk kültürü, yerelliði beraberinde getirirken popüler kültür, kapitalist
pazar mekanizmasýnýn bir parçasý olup bunu yaygýnlaþtýrmýþtýr.
Popüler kültür kullaným ve tüketim kültürüdür. Kültürel “þeylerin” mekanik üretimi
ve geniþ iþ bölümü etrafýnda kurulan kapitalist mal üretimi, pazarlanmasý, daðýtýmý
ve tüketimi biçimlerine dayanan bir kültürdür. Popüler kültür, sadece parayý verip
veya zamanýný harcayýp düdüðü çalma düzeyinde, yani bitmiþ ve paketlenmiþ bir malý
tüketme düzeyindedir. Tüketici kitlelerin malýdýr. Bu gerçeðin sadece bir yüzüdür.
100 sanat yazýlarý
Bunun yanýnda, popüler kültür burjuva kültürünün bir parçasýný oluþturur ve kiþinin
toplumsal bütünle iliþkisinde “araya girme/arabuluculuk” görevi yapan diðer bir mal
biçimidir (Alemdar 1994: 121).
Kitle iletiþim araçlarý yoluyla varlýðýný sürdüren popüler kültür yaþadýðý toplumda
kültürü deðil eðlenceyi öne çýkarýr. Eðlence endüstrisinin sunduklarý, toplum tarafýndan
tüketim metalarý gibi tüketilir. Popüler kültür, küresel kültür egemenliðinde modern
medya araçlarýnýn egemenliðindedir. 21. yüzyýlda popüler kültür, yönetenlerin
yönetilenlere uyguladýðý bir modeldir. Bu model kültür erozyonunun oluþmasýna sebep
olan etkenlerin baþýnda teknolojik devrim gelmektedir.
Globalleþen dünya ekseninde popüler kültürün geliþimi halka geri dönüþümü olabilecek
ürünleri de beraberinde getirir. Aslýnda popüler kültür, izleyenlerin tümü tarafýndan
beðenilen ve kullanýlan ürünleri de içinde barýndýrýr. Bunun sonucunda ise popüler
kültürün toplumun yönelimini ve dünyaya bakýþ açýsýný belirlediði söylenebilir. Bu bakýþ
açýsý çoðunlukla kitle tarafýndan sorgulanmayan bir açýdýr. Popüler kültür ürünü kendi
içerisinde barýndýrdýðý anlamý göstermeyen bir yapýdadýr. Çünkü izleyenler bu ürünü
anlamakla yetinmeyip deneyimlerine, ihtiyaçlarýna ve isteklerine uygun anlamlar
yüklemeye çalýþýrlar. Bu süreçte ise medya karþýsýndaki hedef kitlenin deðiþimi sanat
yayýncýlýðýndaki hedef kitle seçimi tartýþmasýný da beraberinde getirmiþtir.
21. yüzyýlda sanat yayýncýlýðý hedef kitlesini belirlerken bir grubu deðil halkýn
genelini hedeflemelidir. Bu hedefe kapitalist endiþelerle deðil evrensel düþüncelerle
ulaþýlabilir. Evrensel olmayý engelleyen en önemli unsur ise popüler hayat, popüler
kültür anlayýþýdýr. Popüler kültür, kentleþmenin var olduðu her türlü üretim biçiminde
gözlenen “halklaþtýrýlmýþ” kültürü göstermelidir. Bunun yaný sýra; belirli yaratým
süreçlerine gereksinim duyan özgün kültür parçacýklarý bu yaratým süreçlerinden
baðýmsýzlaþtýrýlarak yaygýnlaþtýrýlmalýdýr (Türkoðlu 2004: 140).
Analiz (1972- 2007):
Milliyet Sanat Dergisi - 1970’li Yýllar
1972 yýlýnda yayýn hayatýna baþlayan dergi; 1974 yýlýna dek Milliyet gazetesinin yanýnda
gazete eki olarak haftada bir gün on altý sayfa olarak yayýnlanmýþtýr. Dergi içeriði
sanatýn bütün dallarýný kapsamýþ ve o yýllarda yaþanan sanat olaylarýna ve sanat
sorunlarýna da geniþ yer vermiþtir. Görsel örneklerin az kullanýldýðý dergide ikinci
sayfada “ Haftanýn Sanat Takvimi” bölümünde, o hafta sürecinde gerçekleþtirilecek
konser, sergiler, gösteriler, konferanslar ve diðer sanat etkinlikleri hakkýnda okuyucuya
bilgi verilmiþtir (Resim 1).
röportaja ayrýlmýþtýr. Her hafta tartýþma yaratacak bir konuya geniþ yer verilmiþ ve bu
konu kapaða da taþýnmýþtýr. Dergi içeriðinde “Müzik” bölümünde yurt içi ve yurt dýþýnda
gerçekleþtirilen önemli opera-bale gösterileri ve konserlerle ilgili tartýþma yazýlarýna
yer verilmiþtir. Ayrýca, “ Yeni Yayýnlar” bölümünde ise yeni çýkan kitaplar tanýtýlýrken
yayýnýn yazarýnýn yaþam öyküsüne de deðinilmiþtir. “ En Çok Satanlar” bölümünde ise;
o haftanýn en çok okunan on kitabý tespit edilmiþtir. Derginin son sayfasýnda; “Haftanýn
Sanat Ansiklopedisi” bölümü hazýrlanmýþ ve burada önemli sanatçýlarýn biyografik
tanýtýmlarý yer almýþtýr. Ayrýca; her hafta dünya ve Türkiye gündemini belirleyen önemli
iki sanatçýnýn sanatý ve biyografisi ayrýntýlý olarak anlatýlmýþtýr.
1970’li yýllarda derginin çok yönlülüðü, düzeyli içeriði, fotoðraf kullanýmýndaki seçiciliði
dikkat çekmektedir. Dergi kapak tasarýmlarýnda da sanatsal kaygýlar devam etmiþ,
genellikle dergi içeriði ile baðlantýlý sanat yapýtlarý kapak üzerinde yerlerini almýþlardýr
(Resim 2).
101 sanat yazýlarý
Bu süreçte yayýnlanan sayýlarýn üçüncü sayfalarý her hafta önemli bir sanatçý ile yapýlan
Resim 1: Milliyet Sanat Dergisi
18 Mayýs 1973 - sayý: 33 - sayfa: 4.
Resim 2: Milliyet Sanat Dergisi
18 Mayýs 1973 - sayý: 33
Dergi Kapak Tasarýmý.
Milliyet Sanat Dergisi - 1980’li Yýllar
1980 yýlýndan itibaren dergi her ayýn 1’inde ve 15’inde yayýnlanmýþtýr. Dergi on beþ
günde yayýnlanmasý sebebiyle sayfa sayýsýný arttýrmýþtýr. Bu artýþla baðlantýlý olarak
dergi içeriðini daha da geniþletip sanatý daha geniþ kapsamda ele alma yoluna girmiþ,
sanatý tartýþmaya açan ve yorumlayan bir yapýyý benimsemiþtir. Her sayýda sanat
dünyasýndan bir sorunsalý ana konu edinip bu konuyu tartýþmaya açmýþ, bazen yazý
dizisi olarak sunmuþtur. Bu konu genellikle derginin ikinci sayfasýnda okuyucuya
sunulmuþtur. 1980’den sonra derginin sayfa sayýsýndaki artýþ bu tartýþma konularýnýn
yer bulabilmesine olanak saðlamýþtýr. Türkiye’nin önemli sanat düþünürleri tarafýndan
kaleme alýnan makaleler her sayýda okuyucuyu bilgilendirmiþtir. Makalelerin içerikleri
genellikle sanatýn her alanýný kapsayan, öneri sunan ve tartýþmaya açan bir yapýdadýr.
Örneðin Emre Kongar, “1982’de Kültür ve Sanatýmýzý Bekleyen Sorunlar: Köleleþme
ve Düzeysizleþme”, Milliyet Sanat Dergisi, 15 Ocak 1982, syf: 9-11. “Ýncil’den Larousse’a
Çaðlar Boyunca Best-Seller” Derleyen: Bülent Berkman, 1 Eylül 1985, syf: 2-8. Dergide
“Þiir-Öykü-Deneme” bölümünde önemli edebiyatçýlarýn en yeni yapýtlarýnýn tanýtýmýna
ve yazarlarla eserleri üzerine yapýlmýþ röportajlara yer verilmiþtir. Bu bölümlerin yaný
sýra sanatsever gençler için “Söz Gençlerin” sayfasý ayrýlmýþ ve genç kitlenin fikirlerini
barýndýran, onlar tarafýndan yazýlmýþ denemeler okuyucuya sunulmuþtur. Bu durum
1980’li yýllarda Milliyet Sanat Dergisi’nin içeriðinin gençler tarafýndan da özümsendiðini
ve takip edildiðini göstermektedir. Derginin “Müzik” bölümünde ise, iki hafta süresince
gerçekleþtirilen önemli konserler, dinletiler hakkýnda sanatçý yaþamlarý ve sanatý
arasýnda baðlantý kurularak yorumlara yer verilmiþtir. “Haberler” bölümünde, yurt
Ayrýca; “On Beþ Günün Ýçinden” bölümünde; tiyatro, konferans, sergi açýlýþlarý, konser
programlarý vardýr. Her sayýnýn son sayfasýndaki “Konuþma” bölümünde ise, yurt dýþý ve
yurt içinden önemli sanatçýlarla sanatlarý üzerine yapýlmýþ söyleþiler bulunmaktadýr.
1980’li yýllarda yayýnlanan Milliyet Sanat Dergisi’nin tümü incelendiðinde sayfa sayýsýnýn
artýþýyla paralel geliþen kalite ve içerik zenginliði dikkat çekmektedir. Dergi makale
sayýsýný artýrmýþ, tüketime deðil üretime yönelen ve tartýþan yapýsýný geniþletmiþtir
(Resim 3).
Görsel malzemeye 1970’li yýllara göre daha çok yer verilmiþ ama bu görsellik metinlerin
ezilmesine deðil desteklenmesine yönelik kullanýlmýþtýr. Kullanýlan fotoðraflarda dikkat
çeken unsur ise; genellikle içerikle baðlantýlý ve sanatsal kaygýlar taþýyan fotoðraflarýn
seçimidir. Dergi kapsamýnda hazýrlanan kapak tasarýmlarýnda kullanýlan görsellerde
de ayný kaygý dikkat çekmektedir. Dergi içeriði ile baðlantýlý, genellikle farklý sanat
yapýtlarýna yer veren kapak tasarýmlarý hazýrlanmýþtýr (Resim 4).
103 sanat yazýlarý
dýþý ve yurt içinde gerçekleþtirilen konser, sergi, yarýþma, tiyatro haberleri yer alýr.
Resim 3: Milliyet Sanat Dergisi
15 Ocak 1987- sayý: 160 - sayfa: 8.
Resim 4: Milliyet Sanat Dergisi
15 Ocak 1981 - Yeni Dizi: 20
Kapak Tasarýmý.
Toplumsal yaþamýn 1970’lerde her açýdan politikleþtiði bir atmosferde, özellikle 1980’li
yýllarda yaþanan dönüþümle birlikte, Türkiye’deki toplumsal yapý gerek ekonomik
ve yasal önlemler gerekse magazinleþme eðilimi yüzünden büyük ölçüde apolitize
104 sanat yazýlarý
olmuþtur.
Milliyet Sanat Dergisi - 1990’lý Yýllar
1990’lý yýllarda tüm dünyada olduðu gibi Türkiye’de de medyada popüler kültürün
izlerine daha fazla rastlanmaya baþlandý. 1990’lý yýllarda yayýnlanan Milliyet Sanat
Dergisi’nin içeriðinde ve düzeyinde 1980’li yýllara kýyasla farklýlýk tespit edilmemiþtir.
Derginin ikinci ve üçüncü sayfalarý “Afiþtekiler” bölümüne ayrýlmýþtýr. Bu bölümde
güncel sergiler, konserler, gezi haberleri, edebiyat dünyasýndan haberlere yer verilmiþ
ve bu haberler renkli fotoðraflarla desteklenmiþtir (Resim 5). 1980’li yýllarda yayýnlanan
sayýlarda izlenen yayýn anlayýþý devam etmektedir. Kültür ve sanat dünyasýyla ilgili
makaleler önemli sanat yazarlarý tarafýndan hazýrlanmýþtýr. Dergi içeriðinde yer verilen
makaleler, söyleþiler yine tartýþan, öneri sunan ve düþündüren yayýnlardýr. Örneðin;
“Kusursuz Dil Düþü” Umberto Eco ile söyleþi, (çev: Alin Taþçýyan), Milliyet Sanat Dergisi,
1 Kasým 1994, syf: 26-27. “Tadýmlýk” bölümünde; yeni çýkan kitaplardan bir bölüme
yer verilip yayýn tanýtýmý yapýlmýþtýr. “Radyo-TV” bölümünde gündemi takip eden
tartýþma yazýlarý, “Tiyatro” bölümünde; sahnelenen tiyatro oyunlarýndan yola çýkýlarak
yazýlmýþ makaleler yer almaktadýr. “Sinema” sayfasý ise gösterimi süren filmler ve film
eleþtirilerine ayrýlmýþtýr. “Sergiler” baþlýklý sayfalarda açýlýþý gerçekleþtirilen sergiler ve
sanatçýlar hakkýnda tartýþma, tanýtma yazýlarýna yer verilmiþtir. Bu bölümlerin yaný sýra
dergide “Yeni Yayýnlar”, “Müzik”, “Haberler”, “On Beþ Günün Ýçinden” ve “Ödüllü Sanat
Resim 5: Milliyet Sanat Dergisi - 1
Haziran 1992 - Sayý: 289 sayfa: 21.
1990’lý yýllarda yaygýnlaþmaya baþlayan popüler kültür ve medya anlayýþý Milliyet Sanat
Dergisi’nde sadece görsel etkilerle kendini göstermiþtir. Dergi içeriðinde 1980’li yýllarla
kýyaslandýðýnda herhangi bir deðiþiklik tespit edilmemiþtir. Dergi; teori zenginliði,
tartýþmacý, belgeleyici, sorgulayýcý kimliðinden vazgeçmemiþtir. Tespit edilen derginin
görsel donanýmýndaki artýþtýr. Derginin kâðýt kalitesi ve fotoðraflarýn artýþý dengeli
oranlardadýr. Kapak tasarýmýnda kullanýlan görsel dokümanlar içerik ile baðlantýlý,
yazýnýn okuyucu üzerindeki etkililiðini azaltmayan, sadece bilgiyi destekleyen bir yapýya
sahiptir (Resim 6).
105 sanat yazýlarý
Bulmacasý” bölümlerinde genellikle güncel haberler ve eleþtiri yazýlarý yer almaktadýr.
Resim 6: Milliyet Sanat Dergisi - 1 Haziran 1992 - Sayý: 289 - Kapak Tasarýmý.
1990’lý yýllar, görsel medyanýn ön plana geçtiði ve yazýlý basýnýn ise bu rekabette geri
kalmamak için görselliði öne çýkararak bir anlamda “yazýnýn gözden düþtüðü” bir
dönem olarak dikkat çekmiþtir. Popüler yayýncýlýk anlayýþýnýn hýzla yayýldýðý, magazin
medyasýndan farklý olarak medyada magazinleþme rüzgarlarýnýn estiði, özel alanlarýn
kamusallaþtýðý bir yayýncýlýk anlayýþý medya atmosferine hakim duruma gelmiþtir. Yeni
medya patronlarýnýn kar maksimizasyonu ön planda tutma gayretleri bir taraftan da
popüler yayýncýlýk anlayýþýnýn hýz kazanmasýna neden olmuþtur (Daðtaþ 2004: 140).
Milliyet Sanat Dergisi içeriði, sanatsal kaygý taþýyan konu seçimi ve seçici yayýncýlýk
anlayýþý ile 1990’lý yýllarda diðer yayýnlar içerisinde önemli bir ayrýcalýða sahip olmuþtur.
Milliyet Sanat Dergisi - 2000’li Yýllar
Milliyet Sanat Dergisi’nin 2000’li yýllarda hýzla ivme kazanan popüler kültürün etkisi
altýnda kaldýðý izlenmektedir. Dergide; “Afiþtekiler”, “Sinema”, “Dosya”, “Plastik
Sanatlar”,“Kapak”, “Müzik”, “Sahne Sanatlarý”, “Televizyon”, “Edebiyat”, “Vitrine
Çýkanlar”, “Ýaþe”, “Haberler” bölümleri yer almaktadýr. Derginin genel profili
incelendiðinde her sayýda kültür sanat gündemi içinden belirlenen bir konu “Dosya”
bölümünde ayrýntýlý olarak anlatýlmýþtýr. “Afiþtekiler” bölümünde kültür-sanat
gündeminden haberlerin yanýnda farklý konularda yazýlmýþ makalelere de yer verilmiþtir.
1970 - 1980’li ve 1990’lý yýllarla karþýlaþtýrýldýðýnda bu makalelerin sayfa tasarýmlarýnda
farklýlýklar dikkat çekmektedir. Makalenin metni ve metinle baðlantýlý fotoðraflarýn
birbiriyle olan uyumsuzluðu sayfa tasarýmýndaki yapýsal bozukluklarý da beraberinde
getirmektedir. Fotoðraflar sanatsal kaygý düþünülmeden yerleþtirilerek makalenin
yer verilen röportaj metinlerinde yer alan sorularýn bilgiye, sorgulamaya, incelemeye
yönelik deðil popüler kaygýlarý barýndýrdýðý gözlenmektedir (Resim 7).
“Sinema” bölümünde festivaller, gösterimde olan filmler, film yýldýzlarý ile yapýlan
röportaj metinleri, “Dosya” bölümünde ise her sayýda bir sanatçýnýn veya konunun
ayrýntýlý ele alýndýðý dikkat çekmektedir. “Plastik Sanatlar” bölümünde koleksiyonlara,
sergilere, müzayedelere yer verilerek plastik sanatlarla ilgili makaleler yer almaktadýr.
“Müzik”, “Sahne Sanatlarý”, “Televizyon” bölümlerinde magazin ve eðlence sektörünün
aðýrlýk kazandýðý bir yayýncýlýk anlayýþý dikkat çekmektedir. “Edebiyat” ve “Yeni
Yayýnlar” bölümlerinde yeni çýkan kitaplar yazarlarý ile tanýtýlmýþ ve edebi makalelere
yer verilmiþtir. “Vitrine Çýkanlar”, “Haberler” ve “Ayýn Ýçinden” bölümlerinde ise
yeni çýkan kitaplar ve aylýk kültür sanat haberlerine yer verilmiþtir. Son sayfada ise;
bulmaca sayfasý yer almaktadýr. Bulmacanýn sanat ile ilgili olmamasý ise dikkat çeken
unsurlardandýr.
107 sanat yazýlarý
içeriðini gölgelemektedir. Görsel yoðunluk teorinin ezilmesine neden olmuþtur. Dergide
108 sanat yazýlarý
Resim 7: Milliyet Sanat Dergisi - Aralýk 2005 - Sayý: 561 - Sayfa: 116.
2000’li yýllarda yayýnlanan Milliyet Sanat Dergisi, 1972’den itibaren yayýnlanan
dergilere göre daha medyatik ve popüler bir çehreye kavuþmuþtur. Seçilen sanatçýlar,
müzisyenler, tiyatro sanatçýlarý daha medyatik ve popüler olanlar içinden seçilmiþtir.
Yayýnlanan makalelerin yazarlarýnýn ve makale konularýnýn niteliklerinin ise; 70 - 80’li
ve 90’lý yýllarla karþýlaþtýrýldýðýnda daha az nitelikli olduðu tespit edilmiþtir. Görsel
malzemelerin verilmesine gereðinden fazla önem verilmiþ ve bu görsel seçimlerde
de medyatik ve popüler kaygýlar taþýnmýþtýr (Resim 8). Sayfa düzenlemelerinde bazý
sayýlarda yazý metnine göre görsel dokümana daha çok yer verildiði ve bunun da
okuyucuyu sadece görsel okumaya yönlendirdiðini belirtmek mümkündür (Resim 9). Bu
durum dergi içeriðinde görsel ve yazýnsal kirliliðe neden olmuþtur. Derginin artýk hedef
belirlediði okuyucu kitlesi deðiþmiþ ve dergi hem teorik hem görsel doluluk açýsýndan
büyük deðiþim ve dönüþüm sürecine girmiþtir.
Resim 8: Milliyet Sanat Dergisi - Kasým 2007 - Sayý: 584 - Sayfa: 84.
Resim 9: Milliyet Sanat Dergisi - Aralýk 2005 - Sayý: 561 - Sayfa: 35.
Sonuç
Zaman sürecinde popüler medya ve kültürün yaygýnlaþmasýyla birlikte baský teknikleri
de geliþmeye devam etmektedir. Baský tekniklerinin geliþmesi dergilerin görsel
malzemelerinin ve içeriðinin zenginleþmesine yol açmýþtýr. Önemli sanat dergileri
bu geliþme sonucunda “popüler” olma yoluna girmiþtir. Dergilerin sayfa sayýlarýnýn
arttýðý, görsel malzemelere daha fazla önem verildiði, metinlerin içeriðinin popüler
bilgiye yöneldiði tespit edilmiþtir. Renkli sayfalar reklâm ve büyük boyutlu fotoðraflarla
donatýlmýþ, içerik sanat gündemini takip eden fakat bu gündemi sadece yayýnlayýp,
belgeleyip tartýþmaya açmayan, sorgulamanýn yer almadýðý yapay bir gündemi
oluþturmuþtur. Günümüz Milliyet Sanat Dergisi de bu tür dergilerden biridir. Derginin
1972’den günümüze, geçirdiði deðiþimlere raðmen hala yayýn hayatýna devam etmesi
büyük bir baþarýdýr. Fakat Milliyet Sanat Dergisi’nin görsel ve yazýnsal içeriðinde deðiþen
deðerler, daha çok ilgi çekme endiþesiyle geliþen popüler olma gayreti, dergiyi gerçek
sanat izleyenlerinden uzaklaþtýrmýþ ve dergi 1970- 1980’li yýllardaki içeriðini aratýr hale
gelmiþtir.
Küresel popüler kültür, iletiþim biçimlerinde kendini gösterir. Bu da kültürel emperyalizm
kavramýyla iç içedir. Batýlý yaþam tarzýnýn benimsetilip yaygýnlaþtýrýlmasý kültürün içinin
boþaltýlarak kültür emperyalizmine dönüþmesine neden olmaktadýr. Yazarý medyatik
olan kitaplarýn çok satýlan kitaplar arasýnda yer almasý, oyuncularý nedeniyle izlenen
tiyatro oyunlarý veya yine medyatik sanatçýlarýn açtýðý sergilerin en çok izlenen sergiler
olmasý da aslýnda popüler kültürün bir sonucudur.
Medya kanallarý, kendilerini tüketicinin yerine koyarak kültür endüstrisi aracýlýðýyla halkýn
Tüketimin ön planda olduðu kapitalist toplumlarda popüler kültür satýþý arttýrmaktadýr.
Günümüzde dergi sayýsýnýn artmasý rekabeti beraberinde getirmektedir. Bu ortamlarda
satýþ kaygýsý ne yazýk ki dergi içeriði ve kapaðýn tasarýmýný olumsuz etkilemektedir.
Son yýllarda yayýnlanan Milliyet Sanat Dergisi’nin diðer dergilerle rekabete girmesi,
popüler kültür ve reklâmlara daha fazla yer vermesi, üst sýnýf sanat tüketicisine cevap
verememektedir. Dergi ticari kaygýlardan dolayý sanatsal içerikten uzaklaþmaktadýr. Bu
durum aydýn ve entelektüel sanat tüketicilerinin eskiyi ve yeniyi karþýlaþtýrmasýna yol
açmýþtýr. Türkiye’de yayýn organý sahiplerinin ideolojileri ve popüler olma kaygýlarýyla
çeþitlenen sanat dergileri günümüz sanat ortamýnda görsel yorgunluða ve bilgi kirliliðine
neden olmaktadýr.
Bu baðlamda; Türkiye’de medya kanallarýndaki popüler kirlilik, yerini entelektüel sanat
bilgisinin yer aldýðý, tüketiciyi aydýnlatan, doyuran ve tek kaygýsý sanat olan medya
bilincine býrakmalýdýr.
111 sanat yazýlarý
zevklerine yönelmekte, bu düzeyi yükseltmeye iliþkin hiçbir çaba harcamamaktadýr.
Kaynakça
Günyol, Vedat. (1984). “Cumhuriyet Sonrasý Sanat ve Edebiyat Dergileri” Türkiye’de
Dergiler Ansiklopediler (1849-1984), Ýstanbul, Geliþim Yayýnlarý: 88- 122.
Oral, Zeynep. (2006). Meslek Yarasý. Ýstanbul: Doðan Kitap.
Doðan, Boyner., Hanzade. (2007). “Dergimiz 35 Yaþýnda” Milliyet Sanat Dergisi, Kasým
2007: 58-59.
Türkoðlu, Nurçay. (2004). Toplumsal Ýletiþim. Ýstanbul: Babil Yayýnlarý.
Daðtaþ, Erdal. (2004). “Türkiye’deki Medya Ortamýnda Magazin Kavramý ve
Magazinleþme Eðilimi” Türkiye’de Kitle Ýletiþimi, Ankara, Turhan Kitapevi: 140- 156.
Alemdar, Korkmaz- Erdoðan, Ýrfan. (1994). Popüler Kültür ve Ýletiþim. Ankara: Ümit
Yayýnlarý.
http://blog.milliyet.com.tr
112 sanat yazýlarý
http://sanattasarim.iku.edu.tr
Sanatsal Altýnçað Miti ve
Sanatçýnýn Sosyal Konumu
Myth Of The Golden Age Of Art
and Social Status Of The Artist
Yrd. Doç. Dr. Ýnan Keser1
Dicle Üniversitesi
Sosyoloji Bölümü
Yrd. Doç. Dr. Nimet Keser2
Dicle Üniversitesi
Resim-Ýþ Eðitimi Anabilim Dalý
[email protected]
Özet: Bu çalýþmada, sanat ve sanatçýlara dair günümüzde var olan kalýp yargýlardan hareket
edilerek, bu kalýp yargýlarýn tarihsel gerçeklere uygunluðu araþtýrýlmýþtýr. Çalýþmada, gerek sanat
ve sanatçý terimlerinin farklý dillerdeki anlamlarý, gerekse geçmiþ dönemlerde sanat ve sanatçýnýn
sosyal konumuna iliþkin yaklaþýmlar ortaya konularak, günümüzde mevcut olan kalýp yargýlarýn
gerçekleri yansýtmadýðý sonucuna varýlmýþtýr. Bu doðrultuda çalýþmanýn temel iddiasý, geçmiþte
sanatçýnýn sosyal konumunun bugüne nazaran daha yüksek olduðu iddiasýna dayanan ‘sanatsal
Anahtar Sözcükler: Sanat, Sanatçý, Sosyal Konum, Sanatsal Altýnçað.
Abstract: In this study, moving through currently existing stereotypes about art and the artists,
the compatibility of these stereotypes with the historical facts has been explored. In the study,
stating both the meanings of the terms of art and the artist in different languages and also the
approaches of the social status of art and the artist in the previous periods, it has been concluded
that currently
existing stereotypes do not reflect the realities. In this direction, the main thesis of the study is
that the idea of ‘the golden age of art’ depending on the assertion social status of the artist had
been higher in the past with respect to the current time is a myth.
Key words: Art, Artist, Social Status, The Golden Age of Art.
1
Yrd. Doç. Dr. Dicle Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü
Yrd. Doç. Dr. Dicle Üniversitesi, Resim-Ýþ Eðitimi Anabilim Dalý
2
113 sanat yazýlarý
altýnçað’ düþüncesinin bir mit olduðudur.
Günümüzde sanat ile ilgili herhangi bir etkinlik, söyleþi veya yazýda sýklýkla
karþýlaþýlabilecek temel tutum, bugün sanat kapsamýnda deðerlendirilen sanat
dallarýnýn tarihsel geliþimini dikkate almadan, bir bütün olarak görmek; temel argüman
ise “günümüzde sanatçýlarýn hak ettikleri pozisyonlarda bulunmadýklarý”, “sanata/
sanatçýya gerektiði kadar önem verilmediði” veya yakýn anlamlý ifadelerdir. Bu
argüman sanatçýnýn geçmiþte, daha fazla önemsendiði ve bu deðerin modern dönemde
yitirildiðini, sanatçýya hakettiði deðerin verilmediði düþüncesinin farklý bir biçimde
ifade edilmesidir ayný zamanda. Bu tarz argümanlar, hayatýn her alanýnda kullanýlan
kalýp yargýlar olmak yanýnda, kuþkusuz, sanat tarihi alanýndaki bilgi düzeyinin de
göstergelerinden biridir. Sanatsal altýnçað düþüncesi, yani sanat ve sanatçý sosyal
konumu açýsýndan deðerlendirildiðinde geçmiþte daha iyi bir dönem yaþandýðý;
sanatçýnýn eski çaðlarda daha fazla önemsendiði/ deðerli olduðu ve bugün, bu
deðerini yitirdiði doðru ya da yanlýþ bir bilgi olabilir. Sanat ve sanatçýya ne düzeyde
deðer verildiðini ya da gerçekten sanat ve sanatçýnýn deðer kaybedip kaybetmediðini
anlamanýn birçok yolu vardýr. Bu yollardan biri de bugüne ait bu argümanlarýn içinde
saklýdýr. Bu yol, argümanlara kaynaklýk eden geçmiþe ait yapýtlar ve bu yapýtlarý üreten
sanatçýlarý kendi baðlamlarýnda ele almak ve ayrýca sanatý bir bütün olarak kabul etmek
yerine resim ve heykel sanatýnýn tarihsel serüvenine odaklanmaktýr.
Ýlk olarak sanat ve bu kökten türeyen terimlerin farklý dillerdeki anlamlarýna
bakýldýðýnda dahi sanata iliþkin yukarýda belirtilen deðerlendirmelerin kusurlarý
kendini göstermeye baþlamaktadýr. Genel bilgilere göre, sanat teriminin uzun süreler
114 sanat yazýlarý
boyunca zanaattan ayrý bir anlamda kullanýmý oldukça sýnýrlýdýr ve sanat terimi,
zanaatý ve beceriyi içeren bir biçimde kullanýlmýþtýr. Antik Yunanca’da sanatýn
karþýlýðý, günümüzdeki teknik teriminin kökü olan tekhne terimidir. Sanat için Eski
Mýsýr’da duvarcý matkabý anlamýna gelen Hemwt terimi; Klasik Çað ve Orta Çaðda
belirli kurallara göre yapýlan özel uðraþlar, meslekler ve iþlerin yapýlmasý için gereken
beceri anlamýna gelen Latince ‘ars’ terimi kullanýlmýþtýr. Terimin bu anlamda kullanýmý
Avrupa dillerinin birçoðunda bugün de mevcuttur: Fransýzca l’art, Ýtalyanca l’arte,
Ýspanyolca el arte, Ýngilizce art ve Almanca kunst terimleri iþ, meslek ve beceri ile
eþanlamlý düþünülmektedir (McDonald 2004: 17). Türkçede de sanat, diðer dillere
benzer biçimde, zanaat, meslek, beceri anlamlarýnda kullanýlmaktadýr. Kuyumcunun,
berberin, taþ ustasýnýn ya da terzinin becerisi sanat; bu iþi icra edenler de ‘sanatkâr’
olarak tanýmlanmakta ve sanat da zanaat terimi ile eþ anlamlý kullanýlmakta, sanat
kökünden türeyen sanatkâr kelimesi de “el ile yaptýðý iþi kendisine meslek edinen
kiþi; bir iþi ustalýkla yapan kiþi, usta, mahir” (TDK, 1998) anlamýnda kullanýlmaktadýr.
Türkçeye kaynaklýk etmiþ olan Osmanlýcada da “ustalýk, hüner, marifet; bir þeyi
güzel yapmak, bir þeyin güzel, beðenilir olmasý için uygulanan kurallar” olarak
tanýmlanmaktadýr (Devellioðlu, 2001).
Günümüz sanat yapýtlarýnýn deðerlendirilmesinde, geçmiþe kýyasla daha az vurgu
yapýlmasýna raðmen, referans olarak kullanýlan Antik Yunan dönemi ayný zamanda,
sanatýn neliðine iliþkin sistemli tartýþmalarýn yapýldýðý ilk dönem olma özelliðini de
taþýmaktadýr. Yaklaþýk 2500 yýl öncesinden itibaren birçok filozofun sanat meselesi
üzerine düþündüðü ve kendi düþünce sistemine baðlý olarak sanatý tanýmladýðý,
kapsamýný belirlediði ve sanat dallarýna da buna göre deðer biçtiði bilinmektedir. Bu
nedenle dönem filozoflarýnýn düþüncelerine yüzeysel de olsa bir göz atýþ sanatýn ve
sanatçýnýn o dönemdeki konumu hakkýnda bilgi verici olacaktýr.
Antik Yunan döneminin en bilinen filozoflarýndan olan ve düþüncesinin odaðýna
“ideal devletin yurttaþý nasýl olmalýdýr” sorusunu alan Platon (Ý.Ö. 427-347), bu ideal
yurttaþýn nasýl yetiþtirileceðini de sorgulamýþtýr. Platon’un düþüncesinde kurallar ve
ölçü çok önemlidir. Bu nedenle, matematik önemli bir bilimdir. Platon sanatý anlamaya
çalýþýrken matematiði merkezi konumda tutmuþ ve matematiðe dayalý sanatlar ile
daha basit deneyimlere dayalý sanatlar olarak ikili bir tasnife baþvurmuþtur. Ancak, bu
iki kategoride resim ve heykele yer vermemiþ, bugün sanat olarak kabul edilen sanat
dallarý arasýndan müziðin matematik temeli olduðu iddiasýnda bulunarak, bir tek müziðe
yer vermiþtir. (Tatarkiewicz 1963: 232). Platon (2006: 335-368)’a göre, günümüzde
sanat olarak tanýmlanan süreçler önceden var olan bir þeyin taklidi; hatta taklidin
taklididir. Bir sedir resmi yapan bir ressamý düþünürsek birinci sýrada tanrýnýn yarattýðý
bulunur. Ayný þekilde bir insan figürü çizen ressam da taklidin taklidini üretmektedir:
idealardaki insan kavramý, reel dünyadaki insan ve bu insanýn bir taklidi olan insan
betisi. Bir mimesis (benzetme) olan bu resim, varlýk bakýmýndan asýl varlýktan üç derece
uzaktadýr ve asla modele karþýlýk gelemez. Sanatý benzetme kavramýndan hareket
ederek tanýmlayan Platon, bu yaklaþýmýnýn zorunlu sonucu olarak, marangozluðu bile
benzetmecilik bakýmýndan resim sanatýndan üstün tutmuþtur. Çünkü marangoz, ‘sedir
ideasý’nýn bir kopyasý olan sediri; ressam ise marangozun yaptýðýnýn bir kopyasýný
yapmaktadýr. Platon düþüncesinde marangoz, benzetmecilik bakýmýndan ressamdan
üstün, benzetimi tanrýnýn yaratýsýna daha yakýndýr. Platon düþüncesinde mimarlýk da
marangozlukla ayný yaratma düzleminde bulunur ve öteki sanatlardan daha üstün bir
konumdadýr. Sanatýn ve sanat yapýtýnýn neliði tartýþmasý Platon’da ele alýndýðý biçimiyle3
3
Bu konuda yapýlan önemli bir ele alýþ için bkz. Soykan (1992; 1996).
115 sanat yazýlarý
idea vardýr. Ýkinci sýrada sedir ve üçüncü sýrada ise ressamýn yaptýðý sedir resmi
bir baþka idealin gerçekleþtirilmesindeki katkýsý, bir baþka deyiþle iþlevi noktasýndan ele
alýnmakta ve bu nedenle nelik tartýþmasý kýsýtlý bir çerçeve içine hapsolmaktadýr.4
Aristoteles (Ý.Ö 384-322) de sanatçýyý, taklit etme becerisine sahip kimse, sanat
yapýtýný da bir þeyin taklidi olarak görmesine karþýn, sanatçýnýn taklit esnasýnda
kendi özgünlüðünü eserine yansýttýðýný belirterek, bu taklidin emsalsiz olduðunu
düþünmüþtür. Aristotelesde sanatla iliþkili olarak öne çýkan kavram ‘katharsis’tir. Sanat
bir taklit ve tasvirdir ama bu taklit, taklidi yapýlan þeye istek uyandýrmaz; tam tersi
ondan uzaklaþmayý saðlar. Ýzleyicinin gördüðü mimesis ile istekler, tutkular ortaya
çýkar ardýnda da doyurulur. Bu doyumla da seyirci bu duygulardan arýnmýþ olur. Yani,
sanat, katharsis için bir araçtýr. Ancak, izleyicisini taklit ettiði þeye götürmek isteyen bir
haz aracý deðil, tersine izleyicisinin taklit ettiði þeye gitmesini engelleyen, onun önüne
geçen etik bir araçtýr (Aristoteles, 2005; Soykan 1992: 24). Öyleyse, Aristoteles’e göre,
taklit olsun ya da olmasýn sanatýn belli bir deðeri vardýr; çünkü sanat bir tedavi biçimi
olarak deðerlidir. Bu savunuyla Aristoteles, Platon’un sanatýn yararsýzlýðý ve deðersizliði
fikrini çürütmüþtür (Sontag 1991: 10).5
Aristoteles’in sanatýn yararlýlýðý üzerine fikirlerinin egemen olduðu dönemde Büyük
Ýskender (Ý.Ö 356-323) sanatçýlarýn koruyucusu ve patronaj kaynaðý olmuþtur. Büyük
Ýskender’in ve Aristoteles’in sanata verdiði deðer, sonrasýnda da Helenistik dönemde
(Ý.Ö 323-30), sanatýn statüsünde belirgin bir deðiþim yaþanmasýna neden olmuþ ve
iktidarýn sanata yönelmesini saðlamýþtýr. Bu kez de Ptolemy (Ý.Ö 305-282) þairlerin,
filozoflarýn ve ressamlarýn koruyucusu ve dönemin patronaj kaynaðý olmuþtur. Bu
116 sanat yazýlarý
dönemde sanat yapýtlarý toplama geleneði sanatlarýn statüsündeki deðiþimin açýk
göstergelerinden biridir. Bu durum, Roma’da da devam etmiþtir. Özellikle Helenistik
dönem yapýtlarýna sahip olmak kültür ve zarafet göstergesi olarak algýlanmýþtýr. Sanat
yapýtlarý sahipliði prestijli bir statü olarak kabul edilmesine karþýn bu yapýtlarý üretmek
insanlara ancak zanaatkârlýk düzeyinde bir statü saðlayabilmiþtir (Efland 1990: 9-15).
Eldeki mevcut bilgilere dayanarak, Antik dönemde sanatlarýn zengin doðanlar için
deðersiz bir meslek olduðu söylenebilir. Yunanlý eðitimciler tarafýndan eðitilen Çiçero
4
Platon ile baþlayarak, sanat ve sanatçýyý iþlevlerinden hareketle ele alan yaklaþýmlar günümüze
kadar devam etmiþtir. Sosyal teorinin önemli bir kýsmýný oluþturan yapýsal iþlevselci ve Marksist
kuramlarýn sanat ve sanatçýya iliþkin derlendirmeleri bu bakýþ açýsýnýn tipik örnekleri olarak
görülebilir.
5
Antik Yunan’da sanata iliþkin en bilinen tasniflerden biri de sofistlere ait olandýr. Sofistler
sanatlarý, söz konusu sanatýn yaþam için, eðlence için ya da insan zihninin mükemmelleþmesi
için gerekli olup olmadýðýndan hareketle; faydaya, zevke ve mükemmelliðe yönelik olarak
deðerlendirmiþtir. Bu yaklaþýma göre, resim ve heykel sanatlarý zevke hizmet eden iþlerdir
(Tatarkiewicz 1963: 231).
(Ý.Ö 106-43), sanatý deðerlendirirken Roma kültürünü öncelikli kýlmýþtýr. Çiçero’nun
sanat kavramýna göre savaþ ve politika birincil öneme sahiptir. Resim ve heykel
sanatlarýna ise sanatlar hiyerarþisinin en alt basamaðýnda yer vermiþtir. Savaþý,
sanatlar hiyerarþisinde en yukarýya koymasý savaþçý Roma kültürünün özelliðidir ve
savaþýn sanat olarak tanýmlanmasýnýn ilk örneðidir. Galen (Ý.S 129-216) de resim ve
heykel sanatlarýný, sanatlar hiyerarþisinde en alt basamakta görmüþ ve bayaðý uðraþlar
olarak deðerlendirmiþtir. Ona göre, resim ve heykel týpký mobilya yapýmý ve çömlekçilik
gibi zihinsel emek deðil, el emeði, fiziksel çaba gerektiren iþlerdir. Bu nedenle de bayaðý,
aþaðýlýk uðraþlardýr. Deðerli olan sanatlar, ‘liberal sanatlar’ olarak tanýmlanan, zihinsel
çaba gerektiren sanatlar yani diyalektik, gramer, retorik, aritmetik, geometri, astronomi
ve müziktir (Tatarkiewicz 1963: 233-236). Bu algýlayýþ, özgür kiþiler olarak kabul edilen
asillerin liberal olarak adlandýrýlan alanlarla üretici olarak ilgilenmemesi sonucunu
doðurmuþtur (Lenoir 2004: 121). Dolayýsýyla Antik Yunan’dan Roma dönemine kadar
liberal sanatlar, insan düþüncesini iyiliði, gerçeði ve güzelliði kapsayan ideal dünyaya,
insanlarý da tinsel ve entelektüel varlýklara yükselten sanatlar olarak görülmüþtür.
Bu yaklaþýma göre liberal sanatlar insan zihnini dünyevi zevklere düþkünlükten ve
cehaletten uzaklaþtýrýr, özgürleþtirir. Bu nedenlerden ötürü Roma ve Ortaçað boyunca
aristokratik ön yargý el iþlerine karþý direnmiþ, liberal sanatlar entelektüel araþtýrmanýn
araçlarý olarak kabul edilmiþtir. Bu nedenle, resim ve heykel soylularýn, efendilerin
itibarýný zedeleyici uðraþlar olarak kavranmýþtýr (Munro 1956: 289).
Ortaçaðda da sanatýn kapsamý oldukça geniþtir ve beceri gerektiren her uðraþ sanat
olarak kabul edilmiþtir (Pocios 1995: 415). Geliþme ise sanat sýnýflandýrmalarýnda
olmasýdýr. Bu sýnýflandýrmayý savunanlarýn baþýnda St. Victorlu Hugh (1096-1144) vardýr.
Hugh’a göre nasýl ki yedi liberal sanat varsa yedi tane de mekanik sanat olmalýdýr.
Hugh’un belirlediði mekanik sanatlar þunlardýr: Dokumacýlýk, maden iþlemeciliði, tarým,
avcýlýk, teçhizat (silah yapýmcýlýðý, dövmecilik ve mimarlýðý da kapsar) hekimlik, sahne
sanatlarý (güreþ, dans, destan okumalarý ve kukla oyunlarýný da kapsar). Hugh’a göre
Tanrý liberal sanatlarý insan cehaletinin ilacý, mekanik sanatlarý da fiziksel zayýflýðýn
ilacý olarak vermiþtir. Bu açýdan bakýldýðýnda Hugh’un bu görüþü mekanik sanatlarýn
statüsündeki yükselmenin iþareti olarak kabul edilebilir. Ancak, Ortaçaðýn el emeðine
duyduðu ön yargý kýrýlmamýþtýr. Aquinas’lý Thomas’ýn mekanik sanatlar için yaptýðý
taným bu yargýyý ortaya koymaktadýr (akt. Shiner 2004: 64): “Herhangi bir eylemin
icrasý üzerinden fayda saðlamak üzere düzenlenmiþ sanatlara mekanik sanatlar ya da
hizmetçi sanatlar denir.” Bu tanýmdan da anlaþýlacaðý üzere her ne kadar isim deðiþtirse
de mekanik sanatlar yine bayaðý/hizmetçi sanatlar olarak görülmeye devam etmiþtir.
117 sanat yazýlarý
bayaðý sanatlar olarak tanýmlanan ikinci kategorinin mekanik sanatlar olarak deðiþmiþ
Sanat, güzellikle ilgili olmayan ve faydalý bir ustalýk/yetenek anlamýna gelmiþtir. Yine
entelektüel bilginin araçlarý olarak kabul edilen liberal sanatlar, entelektüellerin ve
okuryazarlarýn yani üst tabakadaki özgür bireylerin meþgul olabileceði deðerde kabul
edilmiþtir. Dokumacýlýk, maden iþlemeciliði gibi zanaatlar ise bayaðý olarak görülmüþtür.
Çünkü günlük pratik yaþama yönelik yarar saðlayan iþler, entelektüel iþlerle uðraþan
aristokratlara göre deðil, ancak onlara hizmet eden uþaklara yakýþan iþlerdir. Bu
sanat sýnýflandýrmasýnýn hiçbir basamaðýnda el iþine dayalý olarak düþünülen resim ve
heykel sanatlarýna yer verilmemiþtir. Ortaçaðýn, sanatçýnýn statüsü bakýmýndan en kötü
dönem olduðu söylenebilir. Öncesi ve sonrasý ile karþýlaþtýrýldýðýnda öne çýkan ressam
ve heykeltýraþ sayýsýnýn azlýðý bu yargýnýn doðruluðunu açýk biçimde göstermektedir.
Ayrýca, bu alanlarda yapýt üreticiliði sanatçýlýk ya da yaratýcýlýkla deðil imalatçýlýkla eþ
deðer görüldüðü için herhangi bir sanat yapýtýnýn kim tarafýndan yapýldýðýnýn bir önemi
olmamýþ ve bu nedenle de sanatçýlar çalýþmalarýna imza atmamýþtýr. Ortaçaðda resim
ve heykel sanatlarýnýn zanaattan daha deðerli olmadýðýnýn göstergelerinden biri de
bu alanlarda uygulanan eðitim sistemidir. Þiir ve müzik birçok okul ve üniversitede
okutulan dersler arasýnda yer alýrken, resim ve heykel loncalarýn sýnýrlarý içinde
kalmýþtýr (Kristeller 1951: 598). Daha da önemlisi, ressamlarýn ve heykeltýraþlarýn
sanatlarýna özel loncalarýnýn olmamasý, (ayný zamanda rahip deðillerse) farklý
mesleklerin loncalarýna baðlý olarak çalýþmak zorunda olmalarýdýr. Örneðin, Ortaçaðda
ressamlar eczacýlar loncasýna, heykeltýraþlar ise kuyumcular loncasýna baðlý olarak
çalýþabilmiþtir (Shiner 2004: 66).
Sanatçýlarýn, birçok zanaatçýdan daha alt statüde görüldüðü Ortaçað’dan sonra yaklaþýk
118 sanat yazýlarý
olarak 1350 ile 1600 yýllarýný kapsayan dönemde (Rönesans) sanatlarýn algýlanmasýna
iliþkin deðiþimler yaþanmaya baþlamýþ, yedi liberal sanatlara üçlüler ve dörtlüler
dýþýnda yeni bir kategori eklenmiþtir: Studio humanitatis. Bu yeni kategori þiir, tarih
ve ahlak felsefesini kapsamýþtýr. Her ne kadar altýnçað olarak görülen bu dönemde
sanatçýlarýn statüsünde bir sýçrama yaþanmasa da ressamlarýn ve heykeltýraþlarýn
statüsünün Ortaçaðdakinden daha iyi olduðu açýktýr. Çünkü hümanistler resim ve
heykeli dokumacýlýk, maden iþlemeciliði gibi bugün zanaat olarak kabul edilen uðraþlarla
ayný statüde kabul etmiþ, bu sanatlarý mekanik sanatlar kapsamýnda düþünmüþtür.
Bu bilgilerden hareketle sanatçý olmanýn Rönesans dönemine kadar kiþiye bir
prestij saðlamadýðý açýktýr. Rönesans döneminde sanat alanýnda elbette ki birçok
deðiþiklik yaþanmýþtýr, ancak, bu geliþmeler sanatçýnýn statüsünde hýzlý bir yükselme
gerçekleþmesini saðlayamamýþ, sadece gelecek yüzyýllar için bir zemin hazýrlamýþtýr.
Ressamýn ya da heykeltýraþýn statüsünde keskin bir geliþme gerçekleþmediði,
“Kayalýklar Meryemi” örneðinde daha iyi görülebilir. Leonardo da Vinci’nin
baþyapýtlarýndan biri olarak bilinen bu resim, Shiner (2004: 73 - 74)’in aktardýðýna
göre; resim kompozisyonundan, kullanýlan renklere kadar sipariþi veren Milano Meryem
Ana Cemiyeti tarafýndan belirlenmiþ ve Leonardo da Vinci, resmin yapýmýnda, bir diðer
ressamla birlikte çalýþmýþtýr. Bu durum, ressamýn veya heykeltýraþýn bir yapýt üretirken
sipariþlere baðýmlý olduðunu gösterirken resmin öyküsüne iliþkin bir baþka gerçeði daha
ortaya koymaktadýr. Resmin çerçeve oymasýný yapan çerçeve ustasý, tek baþýna yedi
yüz düka altýn alýrken Leonardo da Vinci ve diðer ressam ise toplamda bin düka altýn
almýþtýr.
Rönesans dönemine iliþkin en yaygýn bilgilerden biri sanatsal patronajýn oldukça
geliþmiþ olduðudur. Soylular ve saray, sanatçýlarý istihdam etmiþtir. Bu klientalist
gruplar diðer sanatçýlara göre yüksek bir statüye sahip olmuþ, ancak soylularla ayný
statüde deðerlendirilmemiþtir. Shiner (2004: 83), saray sanatçýlarýný üç grup olarak
deðerlendirir:
1. Saray berberleri ve terzileriyle ayný statüde olanlar,
2. Ýlk gruba göre daha yüksek statüde, erkek oda hizmetçisi rütbesinde olanlar,
3. Soyluluk unvaný alanlar. Bu gruptakiler, statülerini koruyabilmek için
yapýtlarýna karþýlýk bir ücret talep etmeyerek ücret karþýlýðý çalýþmak zorunda
olmayan soylularla ayný sýnýftan kabul edilebilmiþtir.
Ancak, Rönesans dönemini sanatýn ve sanatçýnýn sosyal konumu açýsýndan önemli kýlan
þey, bu dönemde sanatçýlarýn kendileri ve icra ettikleri sanatlara iliþkin genel yargýlara
karþý fikirler oluþturmaya baþlamalarýdýr. Baþta Leonardo da Vinci olmak üzere
birçok Rönesans sanatçýsý, resim ve heykelin, mekanik sanatlar (zanaat) deðil
514). Anatomi, perspektif ve geometrinin bir ressam ya da heykeltýraþ için zorunlu
disiplinler olarak görülmeye baþlamasý da temelde bu statü sorununun bir sonucu
olarak görülebilir. Bu sanatlarýn sadece el emeðine, fiziksel güce deðil zihinsel güce
de dayalý olduðunun ispatýna yönelik bu giriþimler, resim ve heykel sanatýna liberal
vurgunun göstergesidir. Bu baðlamda, Rönesans döneminin ünlü sanat ustalarýnýn
bilimsel çalýþmalara yönelmeleri ve mühendislik, týp, matematik gibi alanlarda
araþtýrma yapmalarýnýn, sadece yapýtlarýný daha da yetkinleþtirme amacýna yönelik
deðil ayný zamanda sanatçýlarýn liberal sanat erbabý kabul edilmemekten duyduklarý
hoþnutsuzluðun da sonucu olduðu açýktýr. Leonardo da Vinci, “Resim Üzerine” adlý
yazýsýnda, doðanýn torunu ve tanrýnýn yakýný olarak kabul ettiði resim sanatýnýn
hor görülmesinin, doðayý ve bilimi sevmemek anlamýna geleceðini yazarak bu
hoþnutsuzluðu çok açýk ifade ederken resim sanatýna karþý ön yargýnýn nedenlerine de
vurgu yapmýþtýr:
119 sanat yazýlarý
liberal sanatlardan sayýlmasý gerektiðini sürekli olarak vurgulamýþtýr (Kristeller 1951:
Ve sen bana, amaçlarýna ancak sonunda el emeðine baþvurarak ulaþtýklarý için
bu gerçek ve kesin bilimlerin mekanik (bilimlerin) içine girdiðini söyleyecek
olursan, ben de sana, yazýcýnýn eline gerek duyan bütün sanatlar için ayný þeyin
geçerli olduðunu söylerim, çünkü yazý, resmin bir bölümünü oluþturan desenle
ayný türe girer. Ve gökbilim ile öteki disiplinler de kafada baþlayýp elle yapýlan
iþlemlerden geçer; ayný biçimde, resim önce onu tasarlayan kiþinin kafasýnýn
içindedir ve el iþleminden geçmeden kusursuzluða geçemez (akt. Lenoir 2004:
123).
Kariyerine bir vitray ressamý olarak baþlayan ve bir çömlekçinin oðlu olan Giorgio
Vasari’nin “sanatýn kendini zalimlikten ve hilekârlýktan özgürleþtirdiðini ve yükseldiðini
görmek için yaþadým” (akt. Macdonald 2004: 20) sözü bile tek baþýna yüksek Rönesans
dönemine kadar resim ve heykel sanatlarýnýn statüsünü anlatmaya yeter.
Ressamýn ve heykeltýraþýn zanaatçý ile eþit statüsünün somut kanýtlarýndan biri olan
lonca üyeliðine 16. yüzyýlda son verilmiþtir. 1563 yýlýnda Vasari’nin etkisiyle bir grup
ressam ve heykeltýraþ zanaat loncalarýyla iliþkilerini keserek Floransa’daki Tasarým
Akademisini kurmuþtur (Kristeller 1951: 514). Böylece, güzel sanatlar erbabý olan
sanatçýlarýn zanaat loncalarýnýn düzenlemelerinden muaf tutulmasýný saðlamaya yönelik
söz konusu giriþim nedeniyle bu sanatlarýn liberal statüsü vurgulanmaya baþlanmýþ,
ancak Papa 1600 yýlýnda, St. Luke Akademisi mensuplarýna liberal statüsü bahþetmiþtir.
Resim tarihinde önemli bir yeri olan Ýspanya’da ressamlarýn vergiden muaf, liberal
meslek düzeyine yükselmeleri ise çok daha sonra, 1677 yýlýnda gerçekleþmiþtir.
17. yüzyýlýn sonlarý ve 18. yüzyýlda Avrupa’da gerçekleþen sosyal, kültürel ve
entelektüel deðiþmeler/geliþmeler, sanatýn statüsündeki asýl önemli deðiþimleri de
vücuda getirmiþtir. Resim ve heykel sanatýnýn bugünkü tanýma yakýn bir tanýmlamaya
120 sanat yazýlarý
kavuþmasý ancak, 18. yüzyýlda beaux arts (güzel sanatlar) kavramýnýn ortaya atýlmasý
ile saðlanabilmiþtir. Beaux arts terimi ilk olarak Charles Batteux’nün 1746 yýlýnda
yayýmladýðý “Les Beaux Arts Rréduit à un Même Principe” (Tek bir ilkeye indirgenmiþ
güzel sanatlar) adlý çalýþmasýnda kullanýlmýþtýr. Kristeller (1951:514)’e göre bu terimin
temeli Vasari’nin biyografileri için rehber kavram olarak türettiði arti del disagno
(desen/tasarým sanatlarý) terimidir. Beaux arts kavramýný resim, heykel, þiir, müzik
ve dans sanatlarýný tanýmlamak için seçen Batteux, güzel sanatlarý diðer sanatlardan
ayýrt etmek için iki ölçüt kullanmýþtýr: Deha ve beðeni. Deha güzel doðayý taklit etme
kapasitesi, beðeni ise güzel doðanýn ne ölçüde taklit edildiðini takdir etme olarak
kabul edilmiþtir (Shiner 2004: 143). Bütün bu çaba ve geliþmelere karþýn ortaya
atýlan düþünceler genele yayýlamamýþ, resim ve heykel sanatlarý önemsiz iþler olarak
addedilmekten kurtulamamýþtýr. Örneðin, 18. yüzyýlda resim ve heykel sanatlarýnýn,
aristokratlarýn çocuklarýnýn eðitiminde çok az bir iþlevi olacaðý düþünülmüþtür (Munro
1956: 288 - 289).
Önce bayaðý olarak görülen sonra da zanaat statüsüne yükselebilen resim ve heykel
baþta olmak üzere sanatlar 18. yüzyýlýn sonunda artýk deha ve beðeni kavramlarýyla
iliþkili olarak düþünülmeye baþlanmýþ ve zihinsel süreçlerle iliþkilendirilmiþtir. Örneðin,
Diderot (1996: 257), sanatý, bilginin araçlarýndan kabul etmiþ; resim, heykel, müzik,
mimari ve gravürü þiirle iliþkilendirerek hayal gücünün altýnda toplamýþtýr. 18. yüzyýlýn
sonunda resim ve heykeli de kapsayan güzel sanatlarýn sanat mý olduðu yoksa
zanaat mý olduðuna iliþkin tartýþmalar sona ermiþ, bu sanatlarýn üstün yönleri de
vurgulanmaya baþlanmýþtýr. Bu ayrým üzerine ilk nitelikli çözümler ortaya koyanlardan
biri Kant’týr (2006: 166-211). Kant (2006: 175), “Yargý Yetisinin Eleþtirisi”‘ nde “bir
güzel sanat yapýtýnda onun doða deðil ama sanat olduðunun bilincinde olmalýyýz ve
gene de biçiminde ereksellik, sanki salt bir doða ürünüymüþ gibi, keyfi kurallarýn tüm
zorlamasýndan özgür görülmelidir” diye yazmýþtýr.
Sanatýn en prestijli konumunu kazandýðý yüzyýl hiç þüphesiz 19. yüzyýl olmuþtur. 19.
yüzyýlýn ilk yarýsýnda etkin olan Romantik hareketle birlikte de resim ve heykel sanatlarý
tanrýsallýkla iliþkili olarak görülmüþ, ressamýn ve heykeltýraþýn týpký þair gibi tanrýsal
esinle yarattýðý görüþü egemen olmuþtur (Wolf 2000). Bu yaklaþým deðiþimiyle birlikte,
19. yüzyýlýn ikinci yarýsýnda meslek olarak sanatçýlýk kutsanmaya ve estetik kavramý
da beðeninin yerini almaya baþlamýþtýr (Shiner 2004: 143). 19. yüzyýlda ortaya çýkan
ve sanatýn ve sanatçýnýn kazandýðý sosyal statünün en açýk göstergelerinden biri olan
‘sanat için sanat’ doktrini bunun bir sonucudur. 1840’lý yýllarda ileri sürülen ‘sanat için
sanat’ doktrinine göre, sanatsal bir üretim herhangi bir ahlaki ve sosyal gerekçeye
dayanmamalýdýr. Bir sanat yapýtýnda biçim, renk, çizgi, derinlik gibi sanatsal elemanlar
bir metni, doðayý, insanoðlunu, tarihi ya da belli bir kültürel ya da sosyal bir kurumu
anlayýþýnda iyi bir sanat yapýtý, eþsiz bir tabiatýn eþsiz bir sonucudur ve güzel bir sanat
yapýtý, diðer insanlarýn sanatçýdan yapmasýný beklediði hiçbir þeyi taþýmaz (Witcombe
2004).
19. yüzyýlda oluþan sanat ve sanatçýya iliþkin yaklaþýmýn devam ettirildiði günümüzde
sanatýn, artýk kültür için yaþamsal bir öneminin olduðuna, toplumun ve bireylerin
herhangi bir sanat deneyimine katýlýmcý olmasý gerektiðine, sanatlarýn insan
deneyimini canlandýrdýðý ve katký yaptýðýna, kiþileri kim olduklarý ve neye inandýklarý
konusunda bilinçlendirdiðine, kimlik bilincine iliþkin duyarlýlýða katký yaptýðýna;
insanýn anlama yeteneðini geliþtirdiðine, insana hem yaratýcý olmayý hem de deðerleri
takdir etmeyi öðrettiðine inanýlmaktadýr (Micheal 1983: 3-7). Özetle, artýk, hayatýn
sanatsýz olamayacaðýna, bir kiþinin sanatla ilgilenmeden ya da bir sanatý icra etmeden
entelektüel olamayacaðýna inanýlmaktadýr. Filozoflarýn Antik dönemlerden itibaren
liberal sanatlara yüklediði deðerler günümüzde resim ve heykel baþta olmak üzere
121 sanat yazýlarý
resimlemektense kendi için düzenlenmelidir (Lahti, 1992: 11). Bu doktrinin sanat
sanat olarak kabul edilen bütün üretim biçimleri için kabul edilmekte; bu sanatlar,
toplumlarýn sosyo-kültürel bakýmdan üst gruplarýna gerek tüketicilik gerek üreticilik
bakýmýndan çekici gelmektedir.
Çalýþmanýn bu noktasýnda, bu çalýþmaya kaynaklýk eden tutum ve argümanlarý tekrar
hatýrlamakta yarar vardýr. Çalýþmanýn baþýndaki iddia, günümüzde sanat ile ilgili
herhangi bir etkinlik, söyleþi veya yazýda sýklýkla karþýlaþýlabilecek temel tutumun,
sanatý, bugün sanat kapsamýnda deðerlendirilen sanat dallarýnýn tarihsel geliþimini
dikkate almadan bir bütün olarak görmek; temel argümanýn ise “günümüzde
sanatçýlarýn hak ettikleri pozisyonlarda bulunmadýklarý”, “sanata/sanatçýya gerektiði
kadar önem verilmediði”ni ileri sürmek; bu tutum ve argümanlarýn dayandýðý
düþüncenin ise ‘sanatsal altýnçað düþüncesi’ olduðuydu. Doðaldýr ki, Helenistik
dönemin baþyapýtlarýndan birine, çok bilinen Laokoon Grubuna ya da Samothrake
Venüsü’ne ya da herhangi bir Rönesans dönemi baþyapýtýna bakan bir kiþi, deðerin
baðlamsallýðý gerçeðini bir an askýya alarak söz konusu dönemlerde sanatçý olmanýn
bir ayrýcalýk olduðunu, sanatçý olmanýn kiþiye önemli bir sosyal statü saðladýðýný ve
o dönemde de sanat denildiðinde ilk akla gelenin resim ve heykel sanatlarý olduðu
düþünebilir. Böyle bir deðerlendirmenin temel kaynaklarýndan birisi, modern dönem
sanat eðitiminde, Antikite ya da Rönesans dönemine ait yapýtlarýn model olarak
kullanýlmasý, dolayýsýyla sanatýn ne olduðu tartýþýlýrken bu dönemlere göndermeler
yapýlmasý; özetle bu dönemlerin, ideal güzele ya da doðruya iliþkin yetkin yapýtlarýn
üretildiði dönemler olarak deðerlendirilmesidir. Böyle bir yargýya yol açan süreçte
birçok kiþinin, sanat yapýtýnýn bugünkü deðerini referans noktasý kabul ederek, o
dönemde sanatçý olmayý büyüleyici, baþ döndürücü bulmasý kaçýnýlmazdýr. Ancak, bu
122 sanat yazýlarý
çalýþma boyunca gerek sanat ve sanat kökünden türeyen kelimelerin anlamlarý, gerekse
sanat ve sanatçýnýn neliðine iliþkin insanlýk tarihinde etkili olmuþ fikir insanlarýnýn
yaklaþýmlarý incelendiðinde yukarýda belirtilen tutum ve argümanlarýn yanlýþlandýðý
açýktýr. Bu çalýþma göstermektedir ki (1) sanata iliþkin günümüz tanýmlamasý, tarihin her
döneminde de benimsenen bir taným deðil geçmiþi oldukça kýsa olan bir tanýmlamadýr;
(2) sanatý/sanatçýyý, zanaat/zanaatkâr ile bir tutan ya da daha aþaðý gören yaklaþým
daha uzun bir tarihe sahiptir ve bu durum kelimelerin günümüz dilerindeki anlamlarýný
da etkilemektedir; (3) resim ve heykel sanatlarý neredeyse modern döneme kadar
sanat olarak bile kabul edilmemiþtir. Dolayýsýyla sanatsal altýnçað düþüncesinin, sanat
yapýtýnýn yaratýlmasýndaki sosyolojik belirlenim sürecini gözden kaçýran; sanat, sanat
yapýtý ve sanatçýya iliþkin deðer-lendirmeler-in, sosyal olan her fenomen gibi, baðlamsal
olduðu gerçeðini dikkate almadan oluþturulmuþ bir düþünce olduðunu iddia etmek
yanlýþ olmayacaktýr. Özetle bu çalýþmanýn temel iddiasý; sanatsal altýnçað düþüncesinin
tarihsel gerçekler üzerinden oluþturulan bir düþünce olmaktan daha çok, sanatýn ve
sanatçýnýn bugün sahip olduðu sosyal konum ve prestijden hareketle oluþturulmuþ bir
mit olduðudur.
Kaynakça
Aristoteles. (2005). Poietika (Þiir Sanatý Üzerine). Çev. Nazile Kalaycý. Ankara: Bilim ve
Sanat.
Devellioðlu, Ferit. (2001). Osmanlýca-Türkçe Ansiklopedik Lugat. Ankara: Aydýn Kitabevi.
Diderot, D ve D’ALEMBERT, J.R., (1996). Ansiklopedi ya da Bilimler, Sanatlar ve
Zanaatlar Açýklamalý Sözlüðü. Çev. Selahattin Hilav, Ýstanbul: YKY.
Efland, Arthur. (1990). A History of Art Education. New York: Teachers College.
Güçlü, Baki ve Diðerleri. (2002). Sarp Erk Ulaþ Felsefe Sözlüðü. Ankara:Bilim ve Sanat.
Kant, Immanuel. (2006). Yargý Yetisinin Eleþtirisi. Çev. Aziz Yardýmlý. Ýstanbul: Ýdea.
Kristeller, Paul Oscar. (1951). “The Modern System of The Arts: A Study in the History of
Aesthetics”. Journal of the History of Idea. 12(4): 496-527.
Lahti, N. E., (1992). Plain Talk About Art. New York: York Books.
Lenoir, Beatrice. (2004). Sanat Yapýtý. Çev. Aykut Derman. Ýstanbul: Yapý Kredi.
Linderman, Marlene Gharbo. (1997). Art In The Elementary School. New York: The
McGraw-Hill.
Macdonald, Stuart. (2004). The History and Philosophy of Art Education. London:
University of London.
Micheal, John A., (1983). Art and Adolescene. New York: Teachers College.
Platon. (2001). Devlet. Çev. S. Eyüboðlu ve M. A. Cimcoz. Ýstanbul: Türkiye Ýþbankasý
Kültür.
Pocios, Gerald L., (1995). “Art”. The Journal of American Culture. 108 (430): 413-431.
Shiner, Larry. (2004). Sanatýn Ýcadý, Bir Kültür Tarihi. (Çev. Ýsmail Türkmen). Ýstanbul:
Ayrýntý.
Sontag, Susan. (1991). Sanatçý: Örnek Bir Çilekeþ. Ýstanbul: Metis.
Soykan, Ömer Naci. (1992). “Sanatýn Neliði-Sanatçýnýn Kimliði Sorunu: II. MimesisMimetes”. Felsefe Dünyasý. 3: 22-42.
Soykan, Ömer Naci. (1996). “Sanatýn Neliði-Sanatçýnýn Kimliði Sorunu: III. PoiesisPoietes”. Felsefe Dünyasý. 20: 34-45.
123 sanat yazýlarý
Munro, Thomas. (1956). Art Education. Its Philosophy and Psychology. New York: The
Bobbs-Merrils.
Tatarkiewitcz, Wladyslaw. (1963). “Clasifications of Arts in Antiquity”. Journal of the
History Ideas. 24(2): 231-240.
Tdk. (1998). Türkçe Sözlük. Ankara: Türk Dil Kurumu.
Witcombe, Christopher L. C. E., (2004). Modernism.
http://witcombe.sbc.edu
124 sanat yazýlarý
Wolf, Janet. (2000). Sanatýn Toplumsal Üretimi. (Çev. Ayþegül Demir). Ýstanbul: Özne.
Belgesel Filmde Temel Grafik Tasarým Ögelerin
Kullanýlmasý ve Filmin Anlatým Diline Etkisi
Using Basic Graphic Design Elements
In Documentary Films And Their
Effects On Expressive Language Of
The Film
Arþ.Gör. Sebahat Demirel Akkaya
Cumhuriyet Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi
Resim Bölümü
[email protected]
Özet: Sinemanýn ve türleri içerisinde belgesel filmin tarihi geliþimine bakýldýðýnda filmlerde
kullanýlan grafik öge ve tasarým ilkelerinin filmin biçimsel sunumunu deðiþtirdiði, izleyiciyi
bilgilendirirken güzel duyusal etkiler býraktýðý ve de filmin görsel anlatým dilinin oluþmasýnda
özgünleþtirici katkýlarda bulunduðu görülmektedir. Belgesel filmlerdeki biçimsel deðiþimin ve
izleyici üzerindeki etkilerin saptanmasýný ve deðerlendirmesini kapsayan bu çalýþma belgesel
filmin tanýmýný, özelliklerini, belgesel filmlerde dikkat çeken temel grafik tasarým ögeleri, bu
ögelerin kullanýmý ile oluþan hareketli ve duraðan grafiklerin belgesel filmin anlatým diline etkisini
Anahtar sözcükler: Belgesel Film, Grafik Öge, Grafik Tasarým, Hareketli Grafik, Duraðan Grafik.
Abstract: Given the historical evolution of the cinema in general, and the documentary film as one
of its genres in particular, it is seen that graphic elements and design principles using in films alter
stylistic presentation of the film, create aesthetic emotional effects whilst informing the audience,
and have individuating contributions to developing visual expression language. This study which
consists of determination and evaluation of formal alternation in documentary films and its
effects on audiences focuses on description of documentary, remarkable basic graphic design
elements in documentary films, and the effects of dynamic and static graphics, formed by using
these elements, on expressive language of documentary films.
Key words: Documentary Film, Graphic Element, Graphic Design, Dynamic Graphic, Static Graphic.
125 sanat yazýlarý
içermektedir.
1. Giriþ
1800’lü yýllarda gerçekleþen teknolojik geliþmeler fotoðraf tekniðinin geliþimini
saðlamýþ, fotoðraf da sinemaya kaynaklýk etmiþtir. Fotoðraf, insanýn çevresindeki
gerçekliði kalýcý görüntüler olarak sabitleme isteðinin bir sonucu olarak ortaya çýkarken,
sinema, insana, bu þekilde sabitlediði resimlere devinim kazandýrma olanaðý sunmuþtur.
Sinema için ‘hareket eden resim’ denilebileceði gibi aslýnda sinema, “…herhangi bir
hareketi, düzenli aralýklarla parçalara bölerek bunlarýn resimlerini saptamayý, sonra
gösterici yardýmýyla bu resimleri karanlýk bir salonda beyazperde üzerine yansýtarak
hareketi yeniden oluþturmayý anlatýr” (Özön 1972: 8). Sanatsal anlatýmýn yeni bir
dili, uygulamasý olan sinema, hareket ve sesi de kullanan özel bir yoðrumsal (plastik)
sanat biçimi olarak da tanýmlanabilir. Sinema sanatý hem teknik hem de anlatým biçimi
açýsýndan diðer sanatlardan farklý görünmekle birlikte, geleneksel sanatlarýn tasarým
ilkelerini kullanmaktadýr. “…Sinema, konuþma ve yazý dilinin karþýsýna görüntü dilini,
ses eklendiði vakit de, görsel-iþitsel dili çýkarýr. Görüntü dili bir bakýma bize çok yabancý
sayýlmaz... Görüntü yalnýz sinemaya özgü bir þey deðildir. Bütün görmelik sanatlar
görüntüye dayanýr…’’ (Özön 1972: 16–17).
Sinemada görüntü iki boyutlu bir yüzey üzerinde oluþmaktadýr. Sinema sanatçýsý
anlamlý görüntü oluþturmaya çalýþýrken yani filmi yaratýrken çerçeveleme, görüntü
düzenlemesi, aydýnlatma, ýþýk-gölge ve kurguyu kullanmaktadýr. Duraðan resimlerden
oluþan sinema, bir tasarým dizgesi (disiplini) içinde ve tasarým ilkeleri çerçevesinde
oluþturulmakta ve yorumlanmaktadýr ve buna sinematografi denmektedir.
126 sanat yazýlarý
Sinematografinin “basit bir görüntüleme iþinden çok ötesi” olduðunu söyleyen görüntü
yönetmeni Brown, onu “düþünce, hareket, duygu, ton ve iletiþimin söze gelmeyen tüm
diðer biçimlerini alýp onlarý görsel terimler haline getirme süreci” (Brown, Çev. Taylaner
2006: 38) olarak tanýmlamaktadýr. Yani sinematografi, hareketli görüntüden istenen
anlamý elde etmenin koþullarýný, tasarýma saniyede yirmi dört karelik bir can vererek
saðlamaktadýr.
Bütün sanatlarýn ortak amacý, hedef kitlesini etkilemek, onlarýn duygularýný harekete
geçirmektir. Bu yüzden sanatsal yapýtlar, kendilerine özgü malzemelerin (sözcük, ses,
renk, hareket, görüntü…) estetik kaygýlar doðrultusunda en uygun anlatým biçimi ve
tekniði ile iþlenmesi sonucunda ortaya çýkmaktadýr.
… sanatý, genellikle, belli bir malzemeyi belli bir anlatým yoluyla, teknikle
iþleyerek ortaya koyan, bu malzeme yardýmýyla belli bir insani kavramý
canlandýrarak seyirciyi, okuru, dinleyiciyi etkileyen bir çalýþma olarak
tanýmlayabiliriz. Her sanat, bu insani kavramý daha etkileyici, daha
uyarýcý kýlmak amacýyla çeþitli yöntemlere baþvurur: Biçim, tartým (ritim)
düzenlemeleri, kavramlarýn karþýlaþtýrýlmasý ya da çarpýþtýrýlmasýndan doðan
canlýlýk… gibi (Özön, 1972: 9–10).
Sinemada bu canlýlýðý yaratabilmek, izleyicinin ilgisini çekebilmek için,
kullanýlan malzemenin [görüntü (resim, grafik, fotoðraf, tipografi), ses (müzik,
efekt, konuþma), hareket, renk, ýþýk…] belli iliþkiler ilkesi içerisinde ve sinema
tekniðinin olanaklarý çerçevesinde düzenlenmesi gerekmektedir. Çaðdaþ film
kuramcýlarýndan Christian Metz, her sanat çalýþmasýnýn, her iletiþim sisteminin,
adlandýrýlmasýnda, kullanýlan malzemelerin birer hammadde olduðunu ve
özellikle sinemada bu hammaddelerin yani malzemelerin, film seyredildiðinde
dikkat edilen bilgi kanallarý olduðunu belirtmektedir. Bu bilgi kanallarý; 1.
Fotoðrafik, hareketli ve katlý görüntüler (Görsel Ýmge), 2. Ekranda okuduðumuz
tüm yazýlý maddeyi içeren grafik izler (Basýlý ve diðer grafikler), 3. Kaydedilen
konuþma, 4. Müzik, 5. Kaydedilen gürültü veya ses efektleri (Metz, 2007: http://
www. sinesanat.com/?p=62) dir.
Sinema; kullanýlan ham maddelerin, kullaným biçimine, tekniðine, anlatým diline baðlý
olarak, kurmaca, canlandýrma, deneysel ve belgesel film olarak dört türe ayrýlmaktadýr.
Bu türler de kendi içinde, anlatýlan konuya, dönemine, içeriðine, tekniðine baðlý olarak
ayrýlabilmektedir. Sinemanýn baþlangýcý olan belgesel film sinema tarihinde önemli bir
yer tutmaktadýr. Belgesel film, gerçek kiþi, uzam (mekân) ve olaylar, gerçek yaþam
alanlarýnda, hiçbir müdahalede bulunulmaksýzýn anlatýldýðý için sinemanýn diðer
türlerinden ayrýlmaktadýr. Belgesel filmde gerçeklik yaratýcý bir biçimde ele alýnýrken
asýl amaç, izleyicinin ilgisini çekmek, ilgisini film boyunca uyanýk tutmak, etkilenme
sürecini film süresinin dýþýna yaymaktýr. Bütün bunlar filme konu olan gerçekliðin
ele alýnma biçimine, filme egemen görsel dil bütünlüðüne dikkat çekmektedir. Ýngiliz
Belgesel Okulu’nun kurucusu olan Grierson’a göre belgesel film, “olanýn yaratýcý bir
uygulamadan geçirilmesidir” (Grierson, Çev. Göktürk, 1968: 345). Bu yaratýcý uygulama,
çekim ölçekleri ve görsel dil bütünlüðü; ýþýk-gölge, renk, müzik, kurgu, hareketli
ve duraðan görüntü/biçim (çizgi, nokta, yazý, renk, doku vb. ), uzam (mekân) ile
oluþturulmaktadýr.
Yedinci sanat olarak kabul edilen sinemanýn bir türü olan belgesel film, gerçeklik ve
yaratýcýlýk üzerine kurulu görsel bir etkinliktir. Bu etkinliðin izleyici üzerindeki etkisi
düþünüldüðünde, yaratýcýlýk boyutlarýnýn gerçeklik ve estetik ile bir uyum içerisinde
oluþturulmasý, geliþtirilmesi en önemli noktadýr. Elbette, sinemanýn diðer türleri için
yaratýcýlýk ve hayal boyutu sýnýrsýzdýr ve gerçeküstü olaylarýn yaratýlmasý olaðandýr.
Belgesel film dýþýnda kalan diðer türler, kurmaca temeline dayanmaktadýr ki, bu durum
gerçek olmayan olaylarý da yaratmaya olanak tanýmaktadýr. Belgesel filmde yer almasý
gereken olaylar, durumlar, uzamlar (mekânlar), kiþiler ve birçok þey, eðer mümkün ise,
her zaman için gerçek olmalý, eðer gerçek görüntüler elde edilemiyorsa örneðin; filmin
çekildiði zamanda yaþanmayan, tarihi bir mekân, olay ya da kiþi ise, gerçeðine uygun
127 sanat yazýlarý
konunun ele alýnma biçimi; çerçeve/kompozisyon, kamera açýsý, kamera hareketleri,
bir biçimde yeniden canlandýrýlabilmektedir. Yarý ve tam dramatik belgesellerde bu
tür canlandýrmalara çokça yer verilmektedir. Bunun nedeni filme konu alýnan bilimsel,
tarihi gerçekliklerin görsel belgelerine ulaþýlamamasý ya da yüksek maliyetli filmlerin
bütçesinin azaltýlmasýdýr. Yapýmcýlarýn ve yönetmenlerin, geliþen teknolojinin olanaklarý
ve diðer sanatlarýn etkileri doðrultusunda biçimsel açýdan farklý belgesel film yapým
ve çekim teknikleri kullanmaya baþlamalarý, gerçek belgesel filmler yanýnda, yarý ve
tam dramatik belgesel filmlerin ortaya çýkmasýna neden olmuþtur. Belgesel filmlerin
çok çeþitli içeriðe sahip olmasý (araþtýrma, tarih, gezi, doða, haber, eðitici, bilimsel,
propaganda, biyografik, toplumsal vb.) ve bu þekilde isimlendirilmeleri, biçimsel olarak
ayný kategoride yer almalarýna engel deðildir. Yukarýda da deðinildiði üzere içerikleri
ne olursa olsun belgesel filmler biçimsel özelliklerine göre ‘gerçekçi’, ‘yarý dramatik’ ya
da ‘tam dramatik’ belgesel türüne girmekte, ancak her üç türde de, gerçeklik yaratýcý
bir süreçten geçerek izleyici ile buluþmaktadýr. Bununla birlikte ayný biçimsel sýnýflama
türüne giren belgesel filmler, kullandýklarý teknik açýsýndan birbirlerinden farklýlýk
gösterebilmektedir.
Bütün bunlara örnekler vermek gerekirse; tasarýmcý ve canlandýrýcý Uður Erbaþ’ýn
2002 yýlýnda Dünyanýn Kapýlarý ve 2004 yýlýnda Güneþ Yolu filmleri (Bkz. Görüntü
1), Gökçe Keçeci Þekeroðlu’nun 2006 yýlýnda hazýrlamýþ olduðu Salamis filmi (Bkz.
Görüntü 2) bilgisayar ile canlandýrýlmýþ belgeseller olarak tam dramatik belgesel filmler
kategorisine girmektedir. Yönetmen Tolga Örnek’in, 2005 yýlýnda çekmiþ olduðu
128 sanat yazýlarý
Gelibolu filmi (Bkz. Görüntü 3) ise tam dramatik gerçek canlandýrma belgeseldir.
Görüntü 1: Dünyanýn Kapýlarý (Üstte, Yýl: 2002) ve Güneþ Yolu (Altta, Yýl: 2005) belgesellerinden
bir kaç kare, Yön: Uður Erbaþ, Tür: Bilgisayarlý Canlandýrma Tarihi Dramatik Belgesel,
(http://www. benimsinemalarým.com).
Görüntü 2: Salamis belgeselinden bir kaç kare, Yön: Gökçe Keçeci Þekeroðlu, Yýl: 2006, Tür:
Bilgisayarlý Canlandýrma Tarihi Dramatik Belgesel.
Görüntü 3: Gelibolu belgeselinden bir kaç kare, Yön: Tolga Örnek, Yýl: 2005, Tür:Tarihi Dramatik
Belgesel, (http://www.ntvmsnbc.com/news/308865.asp).
Grafik ögelerin belgesel filmdeki etkilerini kapsayan bu çalýþmada, içerik/biçim ya
da yerli/yabancý ayrýmý yapýlmaksýzýn belgesel filmde grafik öge ve tasarým ilkeleri
üzerinde durulmakta, bunlarýn filmi nasýl etkilediði, ne amaçla kullanýldýðý, kullanýlma
düzenleme ve kurgulama olduðu; film çekim aþamasýnda sahneleme tekniði ve
kompozisyon oluþturmanýn önem kazandýðý ve filmin içinde grafik, resim, fotoðraf vb.
sanatlardan birçok ögenin bulunduðu düþünülür ise sinemayý fotoðraftan, resimden,
grafik tasarýmdan vb. sanatlardan ayýrmak ve farklý bir deðerlendirme süzgecinden
geçirmek olanaksýzlaþmaktadýr. Bu nedenle ilk sahnelemeden, son kurguya kadar
geçen süreçte birçok grafik öge ve tasarým ilkesi ile karþýlaþmak olaðandýr. Film sahnesi
oluþturulup çerçeveye alýnarak oluþturulan kompozisyon içinde önemli iþlevler üstlenen
temel tasarým ögeleri, grafik ögeler ve bunlarýn birbirleri ile iliþkilerini düzenleyen temel
tasarým ilkeleri, film boyunca izleyiciye dolaylý ya da doðrudan bilgi aktarmaktadýr.
Bu iþleyiþin dýþýnda ayrýca saniyede 24 canlandýrma karesi halinde filmde yer alan ve
yine benzer temel tasarým ilkeleri ve ögeleri ile oluþturulan grafik tasarým biçimleri de
kullanýlmakta ve bunlar duraðan grafik olarak adlandýrýlarak filmin anlatým diline katký
saðlamaktadýr. Özellikle sinemanýn ilk yýllarýndan bu yana kullanýlan grafik tasarým
ögeleri arasýnda yazý (Bkz. Görüntü 4) ilk göze çarpandýr. Geliþen teknolojiye koþut
129 sanat yazýlarý
biçimleri ele alýnmaktadýr. Bir filmi çekmeden önce ilk yapýlan þeyin bir tasarým,
olarak duraðan grafiklerin yanýnda devingen grafikler de kullanýlmýþ ve böylece filmin
anlatým diline bir kat daha güç katýlmýþtýr. Özellikle film tanýtýmlýklarýnda (baþlangýç
ve bitiþ jeneriklerinde) sýkça kullanýlan ve filmin içeriðine dair bilgiler içeren devingen
ve duraðan grafikler belgesel filmler için her zaman önemli bir öge olagelmiþtir (Bkz.
Görüntü 5). Sinema türleri arasýnda özellikle belgesel filmlerde jenerikler, baþlarda
sadece duraðan yazýlardan oluþmaktayken, sonralarý teknik ve olanaklarýn geliþmesiyle
devingen grafikler kullanýlarak yapýlmýþlardýr. Film içinde yer alan konuþmacý isimleri
için tasarlanan duraðan grafikler günümüzde bilgisayar teknolojisi ile filmin izleðine,
ismine yönelik özel logo tasarýmlarý ve devingen grafikler ile çeþitlilik kazanmaktadýr.
130 sanat yazýlarý
Görüntü 4: Sessiz sinema
döneminde kullanýlan ara
yazýlar. Kuzeyli Nanook (Nanook
Of The North) belgesel filminden
kareler, Yön: Robert j. Flaherty,
Yýl: 1922 (2008, http://youtube.
com/watch?v=cLERFRQl5EY).
Görüntü 5: Baþlangýç jeneriðinde kullanýlan duraðan yazý/tipografi ögesi. Arenli Adam (Man of
Aran) belgesel filminden kareler, Yön: Robert j. Flaherty, Yýl: 1934 (2008, http://youtube.com/
watch?v= 3oGTkkEkR8k).
Sinema elbette bir grafik tasarým ürünü, çalýþmasý deðildir, tek baþýna bir resim,
fotoðraf, tiyatro, roman da deðildir. Fakat bütün bu sanatlardan beslenmiþ ve
beslenmeye devam eden, onlarý kendi bünyesinde kullanan baþlý baþýna bir görsel
sanattýr. Kendi ilke ve özelliklerini kendinden önce var olan sanatlardan alan sinema
ayný zamanda teknoloji ile de koþut geliþmekte ve grafik tasarým ile bu noktada
birleþerek büyük bir görsel etkinlik þölenine dönüþebilmektedir. Sanal ortamda üretilen
ve gerçeklikle benzerliði asgari düzeye (minimuma) düþürülen görüntüler artýk sinema
filmlerinin sýkça kullandýðý sahneler, efektler vb. olabilmekte; gerçek kiþi, uzam,
zaman, olay ve durumlarý konu alan belgesel filmler de ayný þekilde sanal ortamda
oluþturulabilmekte, grafik tasarým ögeleri ve temel tasarým ilkeleri ile düzenlenerek
izleyicilere sunulabilmektedir (Bkz. Görüntü 1 – 2).
2. Belgesel Film
Sinema büyük bir hýzla geliþmekte ve her geçen gün çaðdaþ insanýn günlük yaþamýnda
da daha büyük bir alan kaplamaktadýr. Uluslarýn yaþayýþýný yansýtan, toplumlarý birbirine
tanýtan, yaklaþtýran, kamuoyu oluþturan, siyasal dengeleri etkileyen, dünyayý deðiþtiren
sinema; bu büyük gücünü görüntülerden almaktadýr. Görüntüler doðrudan, kestirme,
evrensel bir dil oluþturmaktadýr. Bu keskin dil ustalýkla kullanýldýðýnda, yepyeni, canlý,
geleceðe dönük bir sanat olan sinema da geliþmektedir. Diðer sanatlardan sonra
ortaya çýkan, bundan dolayý ‘yedinci sanat’ adýný alan sinema, kendisinden önceki
sanatlarýn hepsine açýk ve yatkýn olmasý, hepsini özümleyebilme özelliði taþýmasý
yönünden, Özön’ün yorumuna göre “tüm sanat” olarak nitelendirilmektedir. Bütün
bunlarýn yaný sýra “sinema en yeni araç ve gereçlere dayandýðýndan, bunlarýn
yapýmýna, uygulanmasýna, geliþmesine baðlý olarak bir teknoloji; filmin üretilmesindeki
özelliklerinden dolayý bir endüstri; bu ürünün sürümündeki özelliklerinden ötürü de bir
ticaret koludur” (Özön 1972: 9).
Bütün sanatlarýn amacý; okuyucuyu, dinleyiciyi, seyirciyi etkileyen onlarýn duygularýný
çeþitli yönde uyaran, belirli bir tepkiye yönelten bir ürün ortaya koymaktýr. Her sanatsal
ürün kendisine özgü farklý ögelerden (sözcük, ses, görüntü, biçim, renk, hareket vb.)
oluþmaktadýr. Bütün bu ögeler sinemanýn bütünleþik yapýsýnda bir süzgeçten geçmekte,
bir duygu, bir düþünce, bir olay; çerçeveleme, görüntü düzenlemesi, aydýnlatma,
ýþýk-gölge oyunlarý, kurgu, kamera hareketleri ile en etkileyici biçimde anlatýlmaya
çalýþýlmaktadýr.
izlediði filmin kalýcýlýðýný saðlamak için en sýradan belgesel ve en gerçekçi sosyalist
film yönetmenlerinin bile bir takým estetik kaygýlarý bulunmaktadýr. Konunun ve
içeriðin en güzel biçimde aktarýlmasý için, yukarýda sözü edilen sinema yapýtýnýn ve
ayný zamanda grafik tasarýmýn da ögeleri olan, ses, görüntü, hareket, müzik, biçim,
renk, leke, yazý/tipografi, çizgi ögelerinin, izleyiciye verilmek istenen mesajý ve
anlamý güçlendirmesi adýna yönetmen tarafýndan özenle seçilmesi gerekmektedir.
Görüntü dilinin oluþturulmasýnda kullanýlan temel tasarým ilkeleri ve grafik tasarým
ögeleri sinema alanýnda sinematografi olarak adlandýrýlmaktadýr. Sinematografi,
sinemanýn bütün alanlarýnda, onlarý birer sinema yapýtý olarak nitelendirmede gerekli
en önemli ögedir, “…hareketli görüntüden istenen anlamý elde etmenin koþullarýný
saðlama etkinliðidir” (Taylaner 2006: 11). Belgesel filmin oluþturulmasýnda ve
deðerlendirilmesinde, sahnelerin, planlarýn, çekimlerin ve filmin en küçük birimi olan
görüntünün çözümlenmesinde sinematografinin varlýðý, nasýl kullanýldýðý oldukça
131 sanat yazýlarý
Günümüzde görüntü bombardýmanýna maruz kalan izleyicinin dikkatini çekmek, onda
önemlidir. Durumlarý, eylemleri, düþünceleri sinematografi ile anlatabilmek ve sinema
ürününü kalýcý birer sanat eserine dönüþtürebilmek için Gönen’in yorumu þöyledir.
Sinema ayný zamanda bir ‘anlatý’ (narration) ve ‘tasvir’ (description)
ardýþýklýðýdýr. Yani sinemadaki temsili eylemlerin geliþimi bir hikâye anlatýr;
buna karþýn, tasvir’in dinginliði bir durumu saptar. O halde sinematografik
operasyonlar, John Ford’un gerçekleþtirdiði gibi, ‘sinema- düþünce’ler
yaratacak þekilde tasvirin dinginliðinde hikâye anlatabilmek, eylemlerin
dinamiðinde durum saptamasý yapabilmektir.Ýþte paradoksal bir sanat olan
sinemada, ‘sinemaca düþünmek’ budur: Yani ‘çerçeveleme’, ‘çekim’, ‘montaj’,
‘miksaj’ gibi sinemanýn kendine özgün operasyonlarýyla yaratýlan beklenmedik
iliþkilendirmeler aracýlýðýyla sinematografik düþünceler geliþtirmektir.
Ve iþte ancak bu anlamda yaratýlan sinematografik yapýtlar, ister eski
teknolojinin analojik imajlarýyla gerçekleþtirilsin, ister yeni teknolojinin sanal
görüntüleriyle var edilsin, her zaman otonom (özerk) bir güç olarak dimdik
ayakta duracaktýr, sonsuza dek. Ve iþte bu þekilde bir düþünce eylemi olarak
yaratýlan sinematografik yapýtlar, ister ticari sinema salonlarýnda, ister
sanat merkezlerinde, isterse de evlerde yemek yenirken arada bir bakýlan
televizyonlardan seyredilsin, özerkliklerini her zaman koruyacaktýr; kendi içkin
düþüncelerinin güçleri dýþýnda hiçbir otoriteye ihtiyaçlarý olmaksýzýn varolan
sanat eserleri olarak… (Gönen, 2004: 90).
Sinema; ‘kurmaca’, ‘canlandýrma’, ‘deneysel’ ve ‘belgesel’ olmak üzere dört türden
oluþmaktadýr. Her türün kendine has özellikleri vardýr ve belgesel film; gerçek kiþileri,
uzamlarý ve olaylarý konu edinmektedir. “Belgesel film, insanlarýn birbirleriyle ve
çevresiyle olan iliþkilerinden doðan, günlük yaþam içindeki çeþitli toplumsal sorunlarý,
olaylarý, olgularý kayýt eden, araþtýran, çözümleyen, yorumlayan bir film türüdür”
(Ulutak 1995: 45). Amerikalý yazar Andrew Sarris de, film eðer bir yer, zaman ve kiþinin
belgesi olarak ele alýnýrsa, tüm filmlerin belgesel niteliði taþýdýðý görüþündedir. Sinema
tarihinin ilk yýllarýnda çekilen ilk kýsa metrajlý filmlerin büyük bir bölümü belge niteliði
132 sanat yazýlarý
taþýmaktadýr. Lumiere Kardeþler’in alýcý aygýtlarýný ilk kullandýklarý zamanlarda çektikleri
filmler, hem ilk kýsa film hem de belgesel film olarak tarihe geçmiþtir (Bkz. Görüntü 6).
Ancak bunlarýn sadece film olgusunu geliþtirmek için çekildiði, þu an kabul görmüþ
belgesel film özellikleri taþýmadýklarý da bilinmektedir.
Görüntü 6: Fabrikadan Çýkan Ýþçiler (Workers Leaving the
Lumiere Factory) (saðda), Trenin Gara Giriþi (Arrival of a Train
at La Ciotat) (solda) belgesel filmlerinden birer kare, Yap: Louis
Lumiere, Yýl: 1895 (Yayýn yýlý: 2006, http://filmyear. typepad.
com /photos/uncategorized/ workers2.jpg).
Dünya sinemasýnýn baþlangýcý, belge niteliði taþýyan Lumiere Kardeþler’in ilk filmleri iken
Türkiye’de ilk belge film, Osmanlý-Rus Savaþý sýrasýnda Ayastefanos’ta (Yeþilköy), Ruslar
tarafýndan inþa edilen anýtýn (Bkz. Görüntü 7) yýkýlmasýný konu alan ve 1914 yýlýnda Fuat
Uzkýnay tarafýndan çekilen “Ayastefanos Rus Abidesinin Yýkýlýþý” adlý filmdir. Çekildiði
iddia edilen, ama kendisi kayýp olan bu film, hem bir belge film niteliði taþýmakta hem de
Türk Sinema Tarihi’nin ilk belgesel filmi olarak kabul edilmektedir.
Görüntü 7: Ayastefanos Rus Abidesi, (Yayýn yýlý: 2005, http://
tr.wikipedia.org/wiki/Resim:Ayestefanos_ abidesi.gif)
Görüldüðü gibi ilk Türk Filmleri de birer belge filmdir. Ama henüz sanatsal
içerik kazanmamýþlardýr. Yalnýzca belgelemeyi amaçlamýþlardýr. Fuat Uzkýnay’ýn
çalýþmalarý bir süre daha devam eder. 1922’de ilk uzun belge filmi olan
“Zafer Yollarýna” filmini çeker. Sonra Türk Sinemasý’nda belge filmi, yerini
dramalara býrakýr ve uzun süre belge sinemasýna dönülmez (Tuncer t.y. www.
kameraarkasi.org).
Uzun süre belge film özelliði taþýyan çalýþmalarýn yapýldýðý daha sonra bir duraklama
dönemine geçildiði Türk belgesel film tarihinde, 1934 yýlýnda, Nazým Hikmet’in çektiði
ve Özön’ün “Görsel Denemeler” diye deðerlendirdiði “müzikli þiirsel filmler” (Tuncer
deðil yönetmenin duygularýný da yansýtan filmler çekilmeye baþlanmýþ ve Sabahattin
Eyüboðlu, Mazhar Þevket Ýpþiroðlu ve Aziz Albek bu dönemde birçok belgesele imza
atmýþtýr. Eyüboðlu ve Ýpþiroðlu’nun beraber çekmiþ olduklarý “Hitit Güneþi” belgeseli
(Bkz. Görüntü 8) ve Sabahattin Eyüboðlu’nun belgeselleri yönetmenin duygularýný ön
plana çýkaran filmler olmuþtur.
Görüntü 8: Hitit Güneþi belgesel filminden bir kare Yön: S. Eyüboðlu ve M. Þ. Ýpþiroðlu,
Yýl: 1956 (Þeremetli, 2003: 50).
133 sanat yazýlarý
t.y. www.kameraarkasi.org) dönemi baþlamýþtýr. Artýk belgelerin art arda getirilmesiyle
Dünyanýn pek çok ülkesi gibi Türkiye’de de, pek çok izleyici bulan anlatý (kurmaca)
sinema kervanýna katýlmýþ ve belgeselin sinemanýn ayrý bir türü olarak biçimlenme
süreci gereðince yaþanamamýþtýr. Son 15–20 yýldýr oldukça önemsenen, özel
destekleyiciler (sponsor) ile ya da özel kuruluþlar adýna ve de TRT’nin desteði ile
belgeseller çekilmektedir. Geliþen teknoloji ile koþut, son dönem belgesel filmlerin
çekim, yapým, kurgu aþamalarý daha hýzlý, etkileyici ve bilgisayar teknolojisi ile birer
tasarým ürünleri olmaya baþlamýþlardýr.
3. Belgesel Filmin Özellikleri
Sinemayý ilginç bir eðlence düzeyinden baþlý baþýna bir anlatým aracý konumuna
yükselten, söze ve yazýya baþvurmadan yalnýzca sinemanýn anlatým olanaklarýyla
izleyiciyi etkileyen en önemli sinemacýlardan biri olan Griffith, bir belgesel filmin
sahip olmasý gereken özellikleri hakkýnda çok önemli noktalara deðinmiþtir. Örneðin;
duygu ve düþünceleri en çarpýcý biçimde perdeye yansýtýrken, belgesel filmlerde yapým
sürecinin önemine ve temel aþamalarýna ve bütün bu aþamalarý uyumlu biçimde
yürüten yönetmenin önemine dikkat çekmiþtir (http://www. ansiklopedi.gen.tr/index.
php/Sinema_tarihi). Ýlk ve son kez 1948 yýlýnda Çekoslovakya’da Belgesel Dünya Birliði
toplantýsý gerçekleþtirilmiþ ve bu toplantýya 14 ülkenin belgeselcileri katýlarak altýna
134 sanat yazýlarý
imza attýklarý bir belgesel film tanýmý yapýlmýþtýr. Bu tanýma göre;
Belgesel film, selüloidin üzerine kayýt yapmanýn tüm yöntemleri ile gerçekliðin
herhangi bir görünümünün yorumlanmasý, olaylara dayanan çekimler ya da
oluþumlar ile bir duyum ya da neden yaratma, insanýn bilgi ve kavramasýný
geniþletme, ekonomi, kültür ve insan iliþkilerine yönelik çözümler sunma ve
uyarma amaçlý yapýmlar ortaya koymak anlamýna gelmektedir
(Rotha 2000: 22).
Bu taným ayný zamanda belgesel filmin özelliklerini de belirlemektedir. Belgesel filmin
insan davranýþýnýn deðiþmesine, bilgisinin artmasýna, bir tavýr almasýna ya da olaylar
ve durumlar karþýnda çözümler üretmesine yönelik özellikler taþýmasý gerektiði
bu tanýmdan çýkarýlmaktadýr. Bu özellikler belgesel filmin yapýsýný belirlerken ayný
zamanda bir tasarým ürünü olduðu da düþünüldüðünde, anlatýmý güçlendirmek, etkili
hale getirmek, izleyici belleðinde kalýcý görsel etkiyi saðlayabilmek için temel tasarým
ilkelerinin ve grafik tasarým ögelerinin etkileri de önem taþýmaktadýr. Hem çekim
aþamasýnda hem de kurgu aþamasýnda devreye giren temel tasarým ilkeleri ve grafik
tasarým ögeleri filmin görsel dil bütünlüðünü ve etkisini artýrmaktadýr. Belgesel filmler
aracýlýðý ile gerçek olaylarýn, mekânlarýn, kiþilerin ve zamanlarýn tanýklýðý yapýlýrken,
görsel dil bütünlüðünü saðlamak, görüntüler (sahneler arasý geçiþ) arasý iliþkiyi kurmak,
kýsaca filmin anlatýmýna katkýda bulunmak için hangi grafik tasarým ögelerinin, nasýl
ve ne amaçla kullanýldýðý oldukça önemlidir. Bu nedenle, aþaðýda bir belgesel filmde
bulunan, bulunmasý gereken temel tasarým ve grafik tasarým ögelerine ve bunlarýn
kullaným amaçlarýna, filme yapmýþ olduðu etkilerine deðinilmiþtir.
4. Belgesel Filmde Kullanýlan Temel Grafik Tasarým Ögeleri
Görsel etkinlik sinemanýn vazgeçilmez özelliklerinden biridir. Sesin filme etkisinin
olmadýðý ilk yýllardan beri, filmin görsel düzenlemesi ve etkisi üzerine hep çalýþýlmýþtýr.
Daha sonra, sesin kullanýlmasý ile filmin görsel etkisi bir kat daha artmýþtýr. Özellikle
belgesel filmin görsel etkisi hem dramatik açýdan hem de gerçeklikle doðrudan kurduðu
iliþkisinden dolayý her zaman önemli olmuþ, izleyiciyi etkilemiþ, yönlendirmiþ ve
harekete geçirmiþtir. Sinemada görsel etki; çerçeve, çerçeve içi düzenleme, kamera
hareketleri, ýþýk, renk, ritim, kurgu ve birçok görsel ögenin varlýðý ile oluþmaktadýr.
Görsel sanatlarýn temel özellikleri binlerce yýl önce resim, heykel, grafik, fotoðraf
sanatlarý için kullanýlmýþ ve geliþtirilmiþ; þimdi ise, genç bir sanat olan sinema için
de temel özellik olarak kabul edilmekte ve kullanýlmaktadýr. Bütün bunlar çerçeve
içinde yer alan ögelerin ve onlarýn iliþkileri ile oluþmakta ve ayrýca kompozisyonu da
belirlemektedir.
Her tür film çözümlemesinde olduðu gibi belgesel filmin görsel dili oluþturulurken ve
çözümlenirken grafik ögelerden yararlanýlmaktadýr. Ýzleyiciyi etkileyen, yönlendiren
ve harekete geçiren; filmin ritmini, görsel dilini oluþturan kompozisyon düzeninin
insan psikolojisine etkileri düþünüldüðünde, çizgilerin, renklerin, tonlarýn ve daha
baþka kompozisyon ve grafik ögelerinin nasýl, ne amaçla kullanýldýðý oldukça önemlidir.
Bu nedenledir ki görsel karþýtlýklar, tekrar eden görsel konular, ufuk çizgisinin
açýsý, yuvarlak hatlar vb. ile filmin ritmini, anlamýný oluþturan grafik ögeler aþaðýda
açýklanmaya çalýþýlmýþtýr.
4.1 Çizgi, Nokta
Kompozisyonlarýn yapýsal özellikleri çýkarýldýðýnda, çizgilerin ve noktalarýn yardýmý ile
kompozisyonda vurgulanmak istenilene doðru izleyicinin yönlendirildiði görülmektedir
(Bkz. Görüntü 11). Kompozisyonun önemli bir ögesi olan çizgi;
135 sanat yazýlarý
Çerçeve içinde iþleyen bütün kodlar, filmin zamandizinsel eksenini göz önünde
tutmamak kaydýyla, diðer resimsel (Pictorial) sanatlarla paylaþýlýr. Bu kodlarýn
alaný ve sayýsý büyüktür ve binlerce yýl boyunca resim, heykel ve fotoðraf içinde
geliþmiþ ve yeniden tanýmlanmýþtýr. Görsel sanatlardaki temel metinler renk,
çizgi ve biçimin üçlü belirleyenlerini inceler ve filmin görsel kodlarýnýn her biri
kesinlikle bunlardan birine uyar. Çok deðerli yapýtý Art and Visual Perception’da
Rudolf Arnheim on ilgi alaný öne sürer: Denge, Þekil, Biçim, Geliþim, Uzam, Iþýk,
Renk, Devinim, Gerilim ve Ýfade. Bununla birlikte çerçevenin sözdiziminin iki
temel görünümü vardýr: Çerçevenin dayattýðý sýnýrlamalar ve çerçeve içindeki
görüntünün kompozisyonu (Monaco, Çev. Yýlmaz, 2005: 178).
… hareket eden bir nokta olup; birbirine yakýn olan iki ya da daha fazla noktanýn
birleþimidir; ayný zamanda uzunluðu ve geniþliði olan bir formdur. Çizgi giden
ya da gitmeyen grafik ögedir. Geometride çizgi, sonsuz noktalar serisi olarak
tanýmlanýr. Sanatsal tanýmý ise, hareket eden noktadýr. Çizgiyi takip etmek için
gözlerimiz hareket etmek zorundadýr (Öztuna 2007: 89).
Sonsuz noktalardan meydana gelen çizgi düz, kývrýmlý, kalýn, ince, sürekli, kesik, pürüzlü
ya da keskin özelliklere sahiptir, karakterlerine göre ve konumlarýna baðlý olarak
kompozisyonda önemli bir yer tutmaktadýr. Dikey, yatay, eðik (diyagonal), eðri ve
zikzak özelliði ile çizgi (Bkz. Görüntü 9), birçok anlam yüklenmekte ve bu yüklendiði
anlamlara göre kompozisyonunun izleyiciye vermek istediði mesajý güçlendirmektedir.
Görüntü 9: Dik, Yatay, Eðik (Diyagonal), Eðri, Zikzak Çizgiler (Öztuna, 2007: 91).
Ýzleyicinin gözleri ile oluþan hareket, çizginin yapýsýna göre deðiþmektedir. Dikey
çizgiler, aþaðý ve yukarý hareket ederken yatay eksene dik konumdadýr ve yüklendiði
anlam ise; saygýnlýk, ciddiyet, özgüven, güçlülük ve istikrardýr. Yatay çizgiler ufuk
çizgisine koþuttur ve dikey çizgilerin aksine duraðandýr, durgunluk, sakinlik, denge
hissi vermektedir. Diyagonal çizgiler, meyilli (bir yöne eðik) olup, yükseliyormuþ ya da
136 sanat yazýlarý
düþüyormuþ izlenimi vermektedir. Eylem ve hareket duygusu yaratan diyagonal çizgiler
istikrarsýzlýk ve gerilim hissi ile heyecaný tetiklemektedir. Sinemada gözün çokça
alýþýk olmadýðý bir kompozisyon biçimi olan ve kameranýn saða ya da sola yatýrýlmasý
ile elde edilen diyagonal çerçeve, diyagonal çizginin yüklendiði anlamý yüklenmekte
ve sinemada gerilim ve heyecan hissi vermek için kullanýlmaktadýr (Bkz. Görüntü 10).
Çizginin bir diðer çeþidi olan eðri çizgiler, dalgalardan, spirallerden ve dairelerden
oluþmaktadýr. Hareketlidir ve düz çizgilere karþýn yumuþak etkiler yaratmaktadýr. Ayný
zamanda karmaþýk duygular da yansýtmaktadýr. Diyagonal çizgilerin karýþýmýndan
meydana gelen zikzak çizgiler ise, hareketli, düzensiz etki ile sinirlilik ve heyecan hissi
yansýtmaktadýr. Yukarýda belirtilen ve kompozisyonun önemli ögelerinden biri olan çizgi
çeþitlerine ek olarak;
…gerçek, ima edilen ve kenarlarla biçimlendirilen çizgiler vardýr. Gerçek ve
dolaylý anlatýlan çizgiler, bir çalýþmanýn temel yapýsýný belirleyen yönsel çizgileri
üretirler. Ýma edilen çizgide ise göz, noktalar serisini birleþtirme eðilimi gösterir.
Örneðin, birbiri ardý sýra ayakta duran figürler ve arka arkaya sýralanan elektrik
direkleri ima edilen çizgiyi oluþtururlar. Bu tür çizgiler, gördüðümüzden ziyade
hissettiðimiz çizgilerdir; benzer ya da bitiþik biçimler arasýndaki hayali çizginin
sürekliliðiyle yaratýlýrlar. Ayrýca ima edilen çizgi, görülmeyen eksen çizgisidir.
Bir tasarýma, sanat yapýtýna baktýðýmýzda; gözlerimiz hem ima edilen hem de
gerçek yönsel çizgileri takip etme eðilimi gösterir (Öztuna 2007: 91), (Bkz.
Görüntü 11).
Görüntü 10: Diyagonal çerçeve,
Üçüncü Adam (The Third Man) aldý
kurmaca filmden bir kare, Yön:
Coral Reed, Yýl: 1949
(Brown, 2006: 69).
Görüntü 11: Ýma edilen Çizgiler ve Kompozisyon
Bütünlüðü (Kalfagil 2006).
Sahne düzeni saðlanýrken gerçek çizgilerden ve ima edilen çizgilerden faydalanýlmakta
ve kompozisyonun bütünlüðü, birliði, dengesi saðlanmaktadýr. Görüntü 15’de oklar ile
gösterilen, yani ima edilen çizgiler ile izleyici gözü belli bir yöne yönlendirilmiþ ve daire
ile de kompozisyonda bütünlük saðlanmaya çalýþýlmýþtýr.
Doðada, içinde yaþanýlan uzamlarda (mekânlarda), tasarýmlarda her yerde karþýlaþýlan
ve kullanýlan çizgi, yüklenilen anlamlarý ile görsel dilin bir parçasý ve iletiþim aracýdýr.
Belgesel filmde görsel dil bütünlüðünün ve sahnenin izleyiciye iletmek istediði anlamý
güçlendirmek için, hem gerçek çizgilerin hem de ima edilen çizgilerin kullanýlma
konumuyla sahnedeki bir þey arasýnda baðlantý kurulduðunda oluþtuðunu ve sahnenin
diðer ögeleri ile birlikte bir anlam kazandýðýný belirtmektedir. Bir sahnede pek çok
þey çizgiyi oluþturabilmektedir. Örneðin; “bir bakýþ, hareket, belirgin bir davranýþ,
çerçeveden çýkmak ya da çerçeveye girmek, fiziksel coðrafya” (Brown Çev.Taylaner
2006: 101) gibi çoðaltýlmasý mümkün olan örnekler ile sahnede oluþan çizgilerden söz
etmek mümkündür (Bkz. Görüntü 12).
Görüntü 12: Bakýþ ve hareket yönü ile oluþan ima edilen
çizgiler (Brown 2006: 100).
137 sanat yazýlarý
biçimleri önemlidir. Görüntü yönetmeni Brown bir filmde çizginin ancak kameranýn
Belgesel filmlerde kurgulanmýþ uzamlar, olaylar, insanlar yerine; hikâyesiyle,
gerçekliðiyle var olan uzamlar, insanlar, olaylar konu edildiðinden kamera, yönetmenin
bakýþ açýsýyla bu gerçek sahnenin en etkileyici, en çok þey anlatan planýna göre
yerleþtirilmekte ve bu açýdan oluþan çerçevenin kompozisyon bütünlüðünü saðlayan bir
düzen yakalanmaktadýr. Bu düzen içerisinde bulunan figürlerin ve nesnelerin iliþkileri
sayesinde oluþan gerçek ve ima edilen çizgiler ile kompozisyonun bütünlüðü, dengesi,
ritmi, yani tasarým ilkelerinin iliþkileri de saðlanmýþ olmaktadýr. Çizgi, ister açýkça ister
ima edilerek üstü kapalý olsun, görsel düzenlemenin bir deðiþmezi konumundadýr.
Kullaným olarak çok yönlü olan çizgi, kompozisyon etkisini de güçlendirebilmekte ve
basit birkaç çizgi, “iki boyutlu bir boþluðu göz/beyin için anlaþýlýr olacak þekilde…”
düzenleyebilmektedir (Bkz. Görüntü 13).
Görüntü 13: Göz/beyin, kompozisyonda açýk ya da kapalý (ima edilen) çizgiler ile anlamlý görsel
düzenlemeler oluþturmaktadýr (Brown 2006: 45).
4.2 Yüzey, Doku
Doku bir kompozisyonu etkili bir yüzey haline getirebilir fakat tek baþýna yeterli
deðildir. Diðer grafik ögeler ve tasarým ilkelerine gereksinimi vardýr. Sürülü tarlalar,
138 sanat yazýlarý
kumsal, kalabalýk insan gruplarý, evler, çatýlar, dalgalar vb. doðada var olan doðal
dokulardýr (Bkz. Görüntü 14). Dokular düzenli þekilde birbirini tekrar ederek
oluþmaktadýr. Kompozisyonda tekrar eden biçimin, þeklin oluþturduðu yüzey olan doku,
ayný zamanda ritim ögesi ile iþbirliði içindedir.
Görüntü 14: Doku ve Ritim (t.y., www.galerisanatyapim.com).
Dokularýn da çizgiler gibi yüklendikleri anlamlarý vardýr ve resimde, grafikte, fotoðrafta,
sinemada ve birçok sanatta, bu anlamlarý ile kompozisyonu güçlendirmekle birlikte
izleyiciyi belli hisler içine itmektedir. Dokunma ve görme duyusu ile hissedilen doku,
sert, yumuþak, pürüzlü, pürüzsüz gibi özellikler sergilemekte ve sert dokular, azami
(maksimum) karþýtlýk yaratýrken; duyumsal olarak aktif, estetik olarak dinamik ve
uzamsal olarak derinlik izlenimi yaratmaktadýr. Yumuþak dokular ise, asgari (minimum)
karþýtlýk yaratýrken; duyumsal olarak pasif, estetik olarak dekoratif ve uzamsal olarak
duraðan etki yaratmaktadýr (t.y.http://www.guidancecom.com/ alphabet/texture.
htm). Pürüzlü ve pürüzsüz yüzeyler ise ýþýðý tutma ve yansýtma özellikleri ile ortamý
etkileyerek izleyiciyi etkilemektedir.
4.3 Yazý / Tipografi
Grafik tasarým ögelerinden biri olan yazý, sinemada görüntünün bir parçasý ve ayný
zamanda baðýmsýz bir biçim, öge olarak kullanýlmaktadýr. Sinema, ýþýk ile oluþan ve
bir yüzeye (perde-ekran) yansýtýlarak izlenebilen, görülebilen bir sanat olduðundan,
yazýnýn bu yüzey üzerindeki görünümü yani okunurluðu, görsel etkisi, görüntü (biçim)
ile iliþkisi, görsel dilin bütünlüðü açýsýndan önemlidir. Kompozisyon içindeki yerinden,
karakterinden, büyüklüðünden ve filmin türüne uygun olup olmadýðý açýsýndan, dikkatle
üzerinde durulmasý gereken yazý, izleyici karþýsýna çok kýsa süre (birkaç saniye) için
de çýksa amaca uygun seçilmeli, düzenlenmeli, belki de yazý karakteri film için yeniden
tasarlanmalýdýr.
Sessiz sinema döneminde çokça kullanýlan yazý, konuþmalarýn yerine, olaylarý
15). Genellikle görüntü aralarýna yerleþtirilen bu tür yazýlar, tipografik düzenlemeler
siyah zemin üzerine beyaz ya da beyaz zemin üzerine siyah olarak kullanýlmýþlardýr.
Filmin ismini oluþturan tipografik düzenlemeler ise tek baþlarýna kullanýlabildikleri gibi
görüntü ögesi ile de kullanýlmýþlardýr (Bkz. Görüntü 16).
Görüntü 15: Film hakkýnda bilgi veren ara yazýlar, The Dictator
filmlerinden birer kare, (saðda) Yön: Charles Chaplin 1940, (solda)
Yön: Jules White 1940 (2007, http://filmyear.typepad.com/photos/
uncategorized /2007/10/24/ title_cards.jpg).
139 sanat yazýlarý
açýklamak, zaman geçiþlerini göstermek, bilgi vermek için kullanýlmýþtýr (Bkz. Görüntü
Görüntü 16: Filmin ismini oluþturan tipografik düzenlemeler ve görüntü
ögesiyle kullanýmý, (saðda) Yön: Charles Chaplin, Yýl: 1940, (solda) Yön:
Jules White, Yýl: 1940 (2007, http://filmyear. typepad.com/photos/
uncategorized/2007/10/24/title_cards.jpg)
Yazý tipi ve tipografi düzenlemesinin geniþ yelpazesi olmasýna karþýn ýþýk ile perdeye/
ekrana yansýyan filmde bu yelpaze daralmakta ve belli kurallar doðrultusunda seçimler
yapýlabilmektedir.
Yazý karakterlerinin geniþ seçim olanaðý sunmasý tek ‘doðru’ bir karakter
seçimini zorlaþtýrmaktadýr. Her yazý karakterinin tasarým anlayýþý ve/ya da
sayfada ürettiði etki herkes tarafýndan önceden bilinemeyebilir ve tasarýma
baðlý olarak üreteceði dýþavurum görülemeyebilir. Bu nedenle yazý karakteri
seçiminde estetik, uygunluk, okunurluk ve okutabilirlik üzerine düþünülmesi
gerekir (Sarýkavak 2004: 65).
Yazýnýn okunabilirliðinin yaný sýra seçilen yazý tipinin, programa, film türüne ve amaca
uygunluðu da önemlidir. Sinemada yazý genellikle film baþlarýnda ve sonlarýnda, jenerik
(tanýtma yazýsý) olarak nitelendirilen bölümlerde kullanýlmaktadýr. Zaman zaman
görüntüyü, sesi desteklemek için film içinde de tipografi kullanýlabilmektedir (Bkz.
140 sanat yazýlarý
Görüntü 17).
Görüntü 17: Demokrasi Nedir? belgesel filminden kareler, Yön: Ömer Faruk Sorak, Yýl: 2007
(t.y., http://asinema.net/category/kisa-filmler/belgesel).
Sinemada önemli bir grafik öge olan tipografi, görsel dil bütünlüðünün devamlýlýðý
açýsýndan dikkat çekerken, yine okunurluk, amaca uygunluk, yalýnlýk ve yazýnýn görüntü
ile iliþkisi tipografinin önemli sorunlarýndandýr.
Yazý karakterlerinin iki boyutlu bir yüzeye yerleþtirilmesi sanatýna - tasarýmýna
“tipografi” denir.
…Yazý karakteri seçimi, sayýsý, puntosu, serifli, serifsiz, bold ya da italik olmasý,
büyük/küçük harf (majüskül/minüskül) olmasý, bloklama biçimi, harf ve zemin
rengi, zemin dokusu, satýr uzunluðu ve boþluklar, tipografik düzenlemenin
temel sorunlarýdýr (Pektaþ 2001: http://www.hasippektas. com/in.gors.html).
Bu temel sorunlarýn giderilmiþ olduðu görüntü-yazý iliþkisi ile oluþan tipografi görsel
dilin bir parçasýdýr. Ekran üzerinde bulunan tipografinin, ýþýklý bir yüzey olan ekranda
okunurluðunun yüksek olabilmesi için seçilen yazý tipinin belli özellikleri taþýmasý
gerekmektedir. Times New Roman gibi týrnaklý (serifli) karakterlerin uzun metinlerde
okuma kolaylýðý yarattýðý bilinmektedir, fakat ekranda kullanýlan týrnaklý fontlar,
küçük boyutlarda (özellikle 14 punto altý) ve koyu zeminler üzerinde kullanýldýklarýnda,
boþluklarý dolmakta, harf anatomisini kaybetmekte ve okunurluk zayýflamaktadýr.
Eðer týrnaklý bir yazý tipi tercih ediliyor ise büyük boyutta kullanýlmalýdýr (Bkz. Görüntü
18). Iþýklý bir yüzey olan ekranda Geneva, Helvetika, Arial vb. gibi týrnaksýz (serifsiz)
karakterlerin týrnaklý (serifli) karakterlere göre okunurluk düzeyi yüksek olduðundan
Görüntü 18: New York to Paris Great Race 1908
belgesel filminden bir kare, Yap: The 1908 Great
Auto Race Film Company Limited, Yýl: 2006
(http://www. thegreatestautorace.com/Vidclips/
GreatRace_ CarsVidclip.html).
Metinde yer alan sözcüklerin tamamýnda büyük harf (majüskül) kullanýlmasý bütünde
dikdörtgen alanlar oluþturmakta (Bkz. Görüntü 19 - 17) ve bu durum monotonluk
yaratarak okumayý zorlaþtýrmaktadýr. Oysa küçük harf kullanýmýnda, harfler lekesel
olarak iniþli çýkýþlý, parçalý ve daha dinamik alanlar yarattýðýndan metnin okunmasý
kolaylaþmaktadýr (Bkz. Görüntü 20).
141 sanat yazýlarý
daha çok tercih edilmektedir.
Görüntü 19: Büyük harf kullanýmý ile oluþan
dikdörtgen yapýnýn okuma zorluðu oluþturmasýna
bir örnek.
Küçük harfler lekesel
olarak inişli çıkışlı
parçalı ve dinamik
alanlar yaratmaktadır.
Görüntü 20: Küçük harf kullanýmý ile oluþan iniþli
çýkýþlý yapýnýn rahat okunmasýna bir örnek.
Filmde kullanýlacak olan yazý tipi ve tipografi, filmin türüne, izleðine (tema), hedef
kitlesine göre belirlenmelidir. Ýzleyici bir programý, filmi izlemeden yalnýzca yazý tipi
ve tipografiden film hakkýnda bir bilgi sahibi olabilmelidir. Görüntü 21’de kullanýlan
yazý tipi hem sert hem de yumuþak bir özellik taþýmakta, böylece Ýki Aile’nin karakter
özelliklerine gönderme yapýlmakta ve tipografi bir ev biçiminin üstüne iki satýr halinde
düzenlenerek filmde bir ev içinde iki ayrý ailenin olabildiði düþüncesini vermektedir. Bu
nedenle, film için kullanýlan tipografi, filmin içeriði ile örtüþmekte ve izleyiciye bir ön
142 sanat yazýlarý
bilgi verebilmektedir.
Görüntü 21: Ýki Aile adlý yerli dizinin Jeneriðinde
kullanýlan tipografi, Yap: Star Tv, Yýl: 2006
(http://img106.imageshack.us/img106/6655/
ikiailesh9.jpg)
Bir çizgi filmde, haber filminde, belgesel ya da kurmaca filmde filmin konusu sonucu
oluþan filmin türlerine göre birçok yazý karakteri kullanýlabildiði gibi yazýnýn birincil
görevi olan okunurluk asla göz ardý edilmemelidir. Belgesel filmlerde, akýþ içinde
kullanýlan tipografilerde okunurluðu ön plana çýkarmak için genellikle saydam (þeffaf)
ya da saydam olmayan bir bant kullanýlmaktadýr (Bkz. Görüntü 22). Belgesel filmin tarihi
süreci incelendiðinde grafik öge olarak ilk olarak yazýnýn, çizginin, rengin kullanýldýðý
dikkat çekmekte ve süreç içerisinde (teknolojik geliþmelere koþut olarak) diðer ögelerin
de kullanýldýðý görülmektedir. Bütün bu deðiþimler, arayýþlar izleyicinin beklentisine
cevap verebilmenin koþullarýdýr.
Görüntü 22: Akýþ içinde kullanýlan tipografilerde okunurluðu ön plana çýkarmak için, þeffaf (sað)
ve þeffaf olmayan (sol) bant kullanýmý, Bir Kuruluþ Öyküsü adlý belgesel filmden kareler, Yap: H.Ü.
Ýletiþim Fakültesi, Yýl: 2007.
4.4 Renk
Yoðrumsal sanatlarda örneðin “resim sanatýnda renk denildiðinde boya olarak renk
anlaþýlýr, oysa fotoðraf, film ve elektronik görüntüde ise renk denildiðinde ýþýk olarak
renk anlaþýlýr” (Kýlýç 2003: 26). Renk ýþýk ile oluþmaktadýr. Yani nesnenin üzerine gelen
ýþýðýn bir bölümü nesne tarafýndan emilirken bir bölümü de yansýmaktadýr. Nesneden
yansýyan ýþýk, rengin türünü belirlemekte ve renk tanýmlanýrken kullanýlmaktadýr;
sarý, kýrmýzý, mavi, mor, yeþil gibi. Rengin tonu, bir rengin açýklýk ya da koyuluðunu
göstermektedir. Renk yoðunluðu ise, parlaklýk ile iliþkilidir. Yoðunluðu fazla olan renkler
parlak renklerdir. Nesnelerin rengini üzerine düþen ýþýk belirlemekte ve ýþýðýn az olduðu
143 sanat yazýlarý
yerlerde nesnenin rengi grinin tonlarý olarak görülmektedir (Bkz. Görüntü 23).
Görüntü 23: Iþýðýn yoðun ve zayýf olduðu
durumlarda nesnenin rengindeki
deðiþiklik (Kýlýç 2003: 26).
Renkli filmin kompozisyon düzeni, siyah-beyaz filmin kompozisyon düzeninden farklý
özellikler sergilemektedir. Siyah-beyaz filmde renksizliðin, sadece gri tonlara sahip
bir kompozisyon düzenine yalýnlýk egemenken, renkli filmin kompozisyon düzenine
karmaþa egemen olabilmektedir. Ancak grafik ögelerin ve tasarým ilkelerinin iliþkileri
doðrultusunda bir kompozisyon düzeni oluþturulmuþ ise karmaþanýn yerini güçlü bir
görsel dil alabilmektedir. Böylece görsel dil bütünlüðü renklerin etkileþimi ve uyumu
ile dikkat çekmektedir. Sinemada rengin kullanýmýný Alim Þerif Onaran (1986: 46);
Resimsel Renk, Tarihsel Renk, Sembolik Renk, Psikolojik Renk olmak üzere dört
bölümde incelemiþtir. Bu ayrým filmin öykü anlatýmýný da etkilemektedir. Filmin geneline
egemen renk ya da sahnelere özel olarak ýþýk ile verilen renk izleyiciyi etkilemektedir.
Müziðin sahne ile uyumu sonucu oluþan dramatik etki gibi renk de sahnelere ve
bütünde de filme dramatik bir anlam katabilmektedir (Bkz. Görüntü 24).
Görüntü 24: Mum ýþýklarýnýn sahnede
oluþturmuþ olduðu kýzýlýmsý rengin
dramatik etkisi, Barry Lyndon adlý kurmaca
filmden bir kare, Yön: Stanley Kubrcik, Yýl:
1975 (Brown 2006: 158).
5. Grafik Ögelerin Belgesel Filmde Kullanýmý ve Belgesel Filmin
Anlatým Diline Etkisi
Belgesel filmci nesnel bakýþ açýsýyla konuya yaklaþýrken, yansýtmak istediði gerçeði,
seyirciye en etkili biçimde vermenin yollarýný düþünürken, her ne kadar çerçeveleme,
görüntü düzeni, alýcý açýlarý, kurgu, etkileyici açýklama, sürükleyici, akýcý bir anlatým,
görüntülere uygun düþen etkili müzikten yararlansa da duraðan ve devinimli
144 sanat yazýlarý
grafiklerden de faydalanmaktadýr. Grafik ögelerin belgesel filmde kullanýlma amacý,
görsel dil bütünlüðü ve etkili görsel anlatýmý desteklemek, anlatýlmak istenen
mesajý güçlendirmek ve seyirci algýsýný açýk tutmak olduðundan filmin görsel dilinin
oluþturulmasýnda grafik ögelerin önemi büyüktür. Belgesel filme konu olan her
þeyin anlatmak istediði bir ‘derdi’ olduðu düþünüldüðünde onun ekrana yansýyan
gerçekliðinin ve varoluþunun ötesinde, etkileyici, sürükleyici ve akýcý bir anlatým için,
grafik ögelerin varlýðýnýn ve filmde kullanýlma biçiminin, filmin görsel dil bütünlüðünün
oluþturulmasýna önemli katkýda bulunduðu söylenebilir.
Grafik sözcüðü eski Yunanca da kullanýlan “Grapnein” (yazmak) sözcüðünden
türetilmiþtir. Yazmak, bu baðlamda anlatmak ve ifade etmek olarak da düþünülür
ise, grafik; harflerin, sözcüklerin, tümcelerin, fotoðraflarýn, biçimlerin bir yüzey
üzerinde belli kompozisyon kurallarý ile oluþturulmasýndan ortaya çýkan yaratýcý görsel
dil bütünlüðüdür. Grafik tasarým bir mesajý iletmek için metnin ve görsel ögelerin
algýlanabilir ve görülebilir bir düzlemde organize edilmesidir. Baský, ekran, hareketli
film, animasyon, iç mimari, paketleme gibi birçok ortamda uygulanabilir. Temel ilkeleri;
hizalama, denge, karþýtlýk, vurgulama, hareket, görüntü, oran, yakýnlýk, tekrarlama,
ritim ve birliktir (t.y., http://www.ansiklopedi.gen.tr/ index.php/ Sinema_tarihi ). Disiplin
içinde bir araya gelen ögeler ile oluþan grafik tasarým, hedef kitlenin ihtiyaçlarýna cevap
vermekte, bir mesaj iletmekte ve hedef kitlesini harekete geçirmektedir. Günümüzde
“…grafik tasarým, insan etkinliðinin ve koþullarýnýn tüm yönlerini kapsayan iletiþimin
en önemli unsurlarýndan biri olmuþtur” (Halas 1984: 15). Birçok alanda kullanýlan grafik
tasarým ayný zamanda doðru, anlaþýlýr, yalýn, etkileyici ve harekete geçirici olmak
zorundadýr.
Belgesel filmlerde kullanýlan temel tasarým ögeleri; çizgi, nokta, yüzey, doku, renk, yazý/
tipografi, görüntü, biçim ögeleridir ve bunlar hem devingen hem de duraðan olarak
kullanýlabilmektedir. Yönetmenliðini Y. Açýk ve N. Özsoy’un 1999’da yapmýþ olduðu Girit
ve Mübadele belgeselinin giriþinde kullanýlan yazý/tipografi, renk ve görüntü ögelerinin
bütünlüðü ile bir grafik düzenleme yapýlmýþ ve zeminde kullanýlan görüntü ögesine
benzer ögeler film akýþý içinde tekrar edilerek filmde görsel dil bütünlüðü oluþturulmaya
çalýþýlmýþtýr (Bkz. Görüntü 25). Ayný zamanda filmin tümünde kullanýlan grafikler
Görüntü 25: Girit ve Mübadele belgeselinde grafik öge
olarak yazý kullanýmý, Yön: Yiðit Açýk - Nurhan Özsoy,
Yýl: 1999 (http://asinema.net/category/kisa-filmler/
belgesel).
Yönetmenliðini N. Cavadzade ve H. Karabey’in yapmýþ olduðu Ölümü Ektim Randevu
Yerinde belgeselinde isim bandý olarak kullanýlan grafik öge, çizgi, yazý/tipografi ve
renk ile oluþturulmuþtur (Bkz Görüntü 26). Bu ögenin film akýþý içinde görüþ bildiren
kiþilerin görüntüleri ile kullanýlmasý görsel dil bütünlüðü saðlamakta ve bir belgesel film
için oldukça önemli bir görevi yerine getirmekte yani belgesel filmlerin gerçeklikle olan
baðlarý nedeniyle, filmde yer alan kiþileri tanýtmak, anlatmak, izleyicinin filme ve filmde
anlatýlan bilgiye güvenini artýrmaktadýr. Filmde kullanýlan isim bandý devingen olarak
ekrana gelmekte ve birkaç saniye (sn) duraðan olarak ekranda göründükten sonra
yeniden devingen olarak yok olmaktadýr.
145 sanat yazýlarý
duraðan olarak kullanýlmýþtýr.
Görüntü 26: Ölümü Ektim Randevu Yerinde belgeselinde kullanýlan isim bandý
ögesi, Yön: Nesrin Cavadzade - Hüseyin Karabey, Yýl: t.y., (http://asinema.net/
category/kisa-filmler/belgesel).
Tarih içerisinde görsel imgelerin deðiþik ortamlarda yaratýlmasý, estetik açýdan
incelenerek zamanla geliþmesi ve en son olarak teknoloji ile koþut bir geliþme
göstermesi devingen ve duraðan grafiklerin temelini de oluþturmuþ ve geliþmesini
de saðlamýþtýr. Görsel imgelerin filmlerde kullaným alanlarý oldukça geniþtir. Geliþim
süreçleri incelendiðinde bunlarýn sinemanýn ilk yýllarýnda genelde kurmaca filmlerde
kullanýldýðý, belgesel filmlerde ise bu ögeden çok az yararlanýldýðý görülmektedir (Bkz.
146 sanat yazýlarý
Görüntü 27 - 28).
Görüntü 27: Kameralý Adam (The Man With Movie a
Camera) deneysel ve belgesel filminden kareler,
Yön: Dziga Vertov, Yýl: 1928 (GÝSAM Arþivi).
Görüntü 28: Türkiye’nin Kalbi Ankara belgesel filminden kareler, Yön:
Sergey Yutkeviç, Yýl: 1933 (GÝSAM Arþivi).
5.1 Devingen (Hareketli) Grafikler
Neanderthal insan, bundan 3000 yýl öncesinde Altamira Maðarasý’nýn duvarlarýna
kendi av ve avlanma deneyimlerini anlatmak için bir takým leke ve çizgilerden oluþan
görsel imgeler yapmýþ, daha sonra avýnýn devinimini ve hýzýný anlatabilmesi için çok
tekrarlý imgelerle bunlarý desteklemiþtir. Bu sayede Neanderthal insan canlandýrmanýn
ilk örneklerinin yaratýcýsý olmuþtur (Hünerli 2005) (Bkz. Görüntü 29). Hünerli’nin
belirlemesine göre tarihte birçok kaynak devinimin ilk örneklerini oluþturmaktadýr.
Achilleus ve Hektor arasýndaki kavganýn öyküsü bir savaþ kalkanýnýn kenar süsü
olarak çizgi romana benzer biçimde çizilmiþtir. Ortaçað elyazmalarýndaki kitap
resimlerinde önemli dinsel olaylar birbirini izleyen kareler ile görüntülenmiþtir.
Ý.Ö. 2000 yýllarýna tarihlenen bir Mýsýr duvar süslemesinde de iki adamýn
güreþi yatay bir düzlemde birbirini izleyen devinimlerin gösterilmesi biçiminde
tasarlanmýþtýr. …Leonardo Da Vinci’nin insan hareketlerini yansýttýðý taslaðý da
yine bilinen örneklerdendir (Bkz. Görüntü 30), (Hünerli 2005: 6).
17. yy.’da geliþtirilen ve adýna Sihirli Fener denilen ilk yansýtým aygýtý ile yan yana
çizilmiþ görüntüler mum ýþýðý yardýmýyla bir yüzeye yansýtýlmýþ daha sonra bir oyuncak
olarak tasarlanan ve Thaumatrope adý verilen bir baþka aygýt ile iki farklý resim bir
bütün olarak algýlanmýþtýr (Bkz. Görüntü 31). Resimleri canlýymýþ gibi devinim içinde
gösterme çabasý her iki aygýtýn özelliklerini de taþýyan 1831 yýlýnda Joseph Plateau
tarafýndan Phenakistiscope adýnda bir aygýtýn geliþtirilmesiyle devam etmiþ (Bkz.
Görüntü 32) ve 19. yy.’a gelindiðinde resimleri devinimliymiþ gibi gösterme çabalarý
daha büyük bir hýz kazanmýþ ve birçok aygýt geliþtirilerek canlandýrmanýn ve sinemanýn
ilk temelleri atýlmaya baþlanmýþtýr (Hünerli 2005).
147 sanat yazýlarý
Görüntü 29: Altamira Maðarasý’nýn duvarlarýnda görülen görsel
imgeler ((solda) 2007, http://alkimsanatsicakyazilar. googlepages.
com/402, (saðda) http://updatecenter.britannica.com/
art?assemblyId= 6469&type=A).
Görüntü 30: Leonardo Da Vinci’nin Ýnsan Bedeni Taslaðý (http://tr.wikipedia.org/wiki/Resim:Da_
Vinci_ Vitruve_ Luc_ Viatour.jpg)
Görüntü 31
Görüntü 32
Görüntü 31: Thaumatrope , Ýki farklý resmin devindirilmesi ile elde edilen canlandýrma (http://
sleepygi. setupmyblog.com/wp-content/uploads/2006/10/persist_thaumatrope.jpg).
Görüntü 32: Phenakistiscope, üzerinde 16 resim bulunan diskin, önünde bulunan yarýklý diskten
aynaya doðru tutulup çevrilerek elde edilen devinimli görüntü (http://www.lumen.nu/rekveld/
wp/?page_id=339)
“1872 yýlýnda Eadward Muybridge hayvan ve insan hareketlerini fotoðraflarla hareket
ediyormuþ gibi göstermeyi…” (Madsen 1969: 7) baþarmasý devinimin ayrýntýlý bir
biçimde incelenmesini saðlamýþtýr. Devinimli grafiklerin temelini de oluþturan bu
çalýþmalar geliþen teknoloji ile koþut filmin bir ögesi olarak kullanýlmaya baþlanmýþtýr.
Ýlk dönem sessiz filmlerde görüntü hemen baþlamakta ve daha sonra sonlanmakta iken
1900’lerde film baþlýklarýný ve film içindeki görüntüleri, konuþmalarý açýklayan yazý/
tipografi ögeleri kullanýlmýþtýr (Bkz. Görüntü 33). Sergey Yutkeviç’in 1933’de çekmiþ
olduðu, Atatürk’ün 10. Yýl Nutku ve Ankara’yý anlatan görüntülerinden oluþan belgeseli
ses ve yazý/tipografi ögeleri ile hazýrlanmýþtýr. Fakat bu görüntüler duraðan özelliðe
sahiptir ve o zamanýn teknik olanaklarý ile ancak bu kadarý yapýlabilmiþtir. Zamanla
özellikleri de deðiþmiþtir.
Görüntü 33: Sesli film dönemine geçilmiþ olmasýna karþýn izleyici üzerindeki
olumlu etkisi nedeniyle yazý/tipografi ögesinin kullanýlmasýna bir örnek. Ankara
Türkiye’nin Kalbidir belgesel filminden kareler, Yön: Sergey Yutkeviç, Yýl: 1933
(GÝSAM Arþivi).
149 sanat yazýlarý
geliþen teknoloji ile belgesel filmlerde grafik ögelerin kullanýlma nedenleri, sýklýðý ve
Endüstrileþen sinema sektöründe 1950’li yýllara gelindiðinde televizyon izleyicisine
karþýlýk, sinema izleyici sayýsý artýrýlmaya çalýþýlmýþ ve genellikle filmin baþlangýç ve bitiþ
tanýtma yazýlarýnda ve aralarýnda (jeneriklerinde) devinimli grafikler kullanýlmýþtýr (Bkz.
Görüntü 34). Her ne kadar sinemanýn ilk ürünleri belgesel filmler olsa da eðlenceye
dayalý olan kurmaca filmlerin daha fazla ilgi çekmeleri, belgesel filmlerin yapýmlarýnýn
zahmetli ve pahalý olmalarý bu türün gerçeðe dayalý olmasý hiçbir hile ya da yapay
görüntünün kullanýlmamasý filmin anlatým dilinde bir duraðanlýk yaratmaktadýr. Bu
nedenle belgesel filmlerde durum biraz daha farklý olmuþ ve devingen grafikler ancak
son 10–15 yýldýr büyük bütçeli filmlerde kullanýlmaya baþlanmýþtýr. Artýk günümüzde
ise bilgisayar teknolojisinin geliþmesi ve yaratýcý tasarýmcýlarýn katkýlarý ile belgesel
filmlerde de hem film akýþý içinde hem de baþlangýç ve bitiþ jeneriklerinde devingen
grafikler kullanýlmaktadýr (Bkz. Görüntü 35 – 36).
150 sanat yazýlarý
Görüntü 34
Görüntü 35
Görüntü 34: Bitiþ jeneriðinde kullanýlan devingen biçim. The Bridge belgesel filminin jeneriðinden
kareler, Yön: Joris Ivens, Yýl: 1927 (2008, http://www.ubu.com/film/ivens.html).
Görüntü 35: Film akýþý içinde ve jenerikte kullanýlan grafik ögeler, (Üstte) Latife Haným
belgeselinden kareler, Yön: Ali Akyüz, Yýl: 2006 (2008, http://www.aliakyuz.com), (Ortada)
Çankaya’nýn Hanýmefendileri belgeselinden kareler, Yap: CNN Türk, Yýl: 2005 (2008, http://www.
cnnturk.com/VIDEO/index), (Altta) Geleceðin Hazinesi: Beyaz Petrol belgeselinden bir kare, Yön:
Rengin Güner, Yýl: 2006 (2008, http://www.cnnturk.com/VIDEO/index).
Görüntü 36: Jenerikte kullanýlan devingen grafik, Deniz
Gezmis Belgeseli - Keþke Olmasaydý 1,Yön: Yaþar Taþkýn
Koç, Yýl: 2007 (http://belgeseli.blogspot.com/2007/07/
deniz-gezmis-belgeseli-keke-olmasayd-1. html).
Devingen grafikler; sembol, ikon, renk, yazý, 2 boyutlu, 3 boyutlu biçim ve nesnelerin
öykünerek, modellenerek canlandýrýlmasý ve devinim kazandýrýlmasý ile oluþmaktadýr.
Filmin dil bütünlüðüne, ritmine katký saðlayan bu ögeler izleyicinin ilgisini açýk
tutmaktadýr. Görüntünün anlatmak istediði þey, grafik öge ile desteklenmekte ya da tek
baþýna filmin anlatým ögesi görevini üstlenmektedir.
5.2 Duraðan (Spot) Grafikler
Ýlk olarak sessiz sinema döneminde kullanýlan duraðan grafikler filmin baþlýðýný,
filmin yönetmenini, bilgi veren ara yazýlarý ve film bittiðini gösteren ‘The End’, ‘Son’
göstergesini içermektedir (Bkz. Görüntü 37). Sessiz sinema döneminde film arasýnda
kullanýlan ilk yazý/tipografi grafik ögeler animatörler tarafýndan kartonlara yazýlýp daha
sonra tek kareler halinde çekilip filme eklenmiþlerdir. O dönemde teknik olanaklarýn
yetersizliðinden dolayý duraðan olarak kullanýlan yazý/tipografi ya da çizgi, biçim ögeleri
günümüzde de filmin anlatým dilinin bütünlüðü, anlatýlan konunun gereðine uygun
olarak gerektiðinde duraðan olarak da kullanýlmaktadýr. Bu tercih hem yönetmene hem
151 sanat yazýlarý
de filmin dil bütünlüðünü destekleyen amaca göre deðiþmektedir.
Görüntü 37: Baþlangýç ve bitiþ jeneriðinde kullanýlan duraðan yazý kullanýmý.
The Bridge belgesel filminin jeneriðinden kareler, Yön: Joris Ývens, Yýl: 1927
(2008, http://www.ubu.com/film/ivens.html).
Duraðan grafikler; sembol, ikon, renk, yazý, 2 boyutlu, 3 boyutlu biçim ve nesnelerin
öykünerek, modellenerek canlandýrýlmasý ile oluþturulmaktadýr. Filmin dil bütünlüðüne,
ritmine katký saðlayan bu ögeler izleyicinin ilgisini açýk tutmak için filmin anlatým ögesi
olarak kullanýlmaktadýr (Bkz. Görüntü 38).
Görüntü 38: Çizgisel olarak gösterilen biçimin duraðan grafik olarak
kullanýlmasý. New York to Paris Great Race 1908 belgesel filminden
kareler, Yap: The 1908 Great Auto Race Film Company Limited,
Yýl: 2006 (2007, http://www. thegreatestautorace. com/Vidclips/
GreatRace_CarsVidclip.html).
6. Sonuç
Geliþen teknoloji ve izleyici beklentilerindeki deðiþim kurmaca filmlerde olduðu
152 sanat yazýlarý
kadar belgesel filmlerin de uygulama ve kurgulama yöntemlerini etkilemiþtir. Son
yýllarda bilgisayar destekli ya da gerçek canlandýrma yöntemlerinin belgesel filmlerde
kullanýlmasý, jeneriklerde devingen görüntülerin yer almasý, filmlerde yazý/tipografi
ögesinin yalnýzca bilgilendirme iþlevinin ötesine geçilerek görsel tasarým ögesi olarak,
görüntü, biçim, devinim ile birlikte ele alýnmasý belgesel filmlerin görsel anlatým dilinin
oluþumundaki etkileri ve deðiþimleri göstermektedir. Bu deðiþimler izleyicinin ilgisini
çekmekte ve grafik ögelerin etkili bir biçimde belgesel filmlerde kullanýlmasýna neden
olmaktadýr.
Bir konunun düþünülüp film olarak ele alýnmasýndan, bu filmin birçok süreçten
geçirilerek izleyici görüsüne sunulmasý baþlý baþýna bir kurgu ve tasarým bilgisini
gerektirmektedir. Bu bilgi birikimine sahip bir ekip ile film yapým süreci baþlamakta ve
sonlanmaktadýr. Filmin sonlanma anýna kadar sýký bir iliþki içinde olan ekip içerisinde
yer alan yönetmen, görüntü yönetmeni, grafik tasarýmcý, kurgucu ve diðer birçok kiþi,
filmin görsel anlatým dil bütünlüðü için çalýþmakta ve bu bütünlük için her sahne, plan,
kamera açýsý, hareketi düþünülmekte, jenerik görüntüleri, sahneler arasý geçiþ efektleri
oluþturulmaktadýr. Filmde yer almasý düþünülen grafiklerin filmin izleðine, konusuna
uygunluðu, bu grafiklerde kullanýlan renk, yazý/tipografi, çizgi, doku, biçim ögelerinin
özelliklerine baðlýdýr. Her bir grafik ögenin anlamsal ve görsel özelliði tasarým ilkeleri
çerçevesinde oluþturulmaktadýr. Tasarým ilkelerinin etkileri ile oluþturulan her sahnenin
izleyici algýsýndaki anlamsal karþýlýðý, filmin izlenme süresinin dýþýna taþarak izleyicinin
yaþamsal sürecinde anlamýný bulduðunda, konunun önemi kadar o konunun filmde nasýl
ele alýndýðý, filmin anlatým dilinin nasýl oluþturulduðu ile de ilgilidir.
Filmin anlamsal ve görsel dil bütünlüðünün oluþturulmasýnda kullanýlan grafik
tasarým ögeleri ve ilkelerinin belgesel filmlerde ne ölçüde doðru kullanýldýðýna baðlý
olarak izleyici üzerindeki etkileri de deðiþebilmektedir. Bu etkiler, örnek film kareleri
incelenerek saptanmaya çalýþýlmýþ ve grafik öðelerin, sinema tarihinde hemen hemen
her film türünde baþlangýçta izleyiciyi bilgilendirmek, yönlendirmek vb. amaçlarla
kullanýldýðý, daha sonralarý ise geliþen teknolojiye koþut olarak izleyici beklentisine
cevap verebilmek için estetik kaygýlarýn öne çýkarýldýðý bir yaklaþýmla hazýrlanarak
izleyiciye görsel hazýn yaþatýldýðý çalýþmalar olduðu görülmüþtür. Bu doðrultuda grafik
öge(ler) belgesel filmin önemli bir parçasý haline gelmiþ ve grafik tasarýmcý da film ekibi
içinde önemli bir görevi üstlenmiþtir.
Kaynakça
Belgesel Sinema Tarihi, Eriþim: 26 Eylül 2007, http://asinema.wordpress.
Brown, B. (2006). Sinematografi: Kuram ve Uygulama, (S. Taylaner, Çev.), Ýstanbul: Hil
Yayýnlarý. (2002).
Doku (Texture), Eriþim: 23 Ekim 2007, http://www.guidancecom.com/ alphabet/
texture.htm
Gönen, M. (2004). Paradoksal Sanat Sinema, Ýstanbul: Es Yayýnlarý.
Gündeþ, S. (1998). Belgesel Filmin Yapýsal Geliþimi, Türkiye’ye Yansýmalarý, Ýstanbul:
Alfa Yayýnlarý.
Grýerson, J. (1968). Belgesel Film Üstüne, (A. Göktürk, Çev.), Türk Dil Kurumu Sinema
Özel Sayýsý, XVII (196), 343–347, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayýnlarý.
Halas, J. (1984). Graphics in Motion (From Special Effects Film to Holographics), New
York: Van Nostrand Reinhold.
153 sanat yazýlarý
com/2007/07/12/belgesel-sinema-tarihi/
Hünerli, S. (2005). Canlandýrma Sinemasý Üzerine, Ýstanbul: Es Yayýnlarý.
Kýlýç, L. (2003). Görüntü Estetiði, Ýstanbul: Ýnkýlâp Yayýnlarý.
Madsen, R. (1969). Animated Film: Consepts, Methotds, Uses, New York: Interland
Publishing.
Metz, C. (2007). Chrýstýan Metz Ve Sinemanýn Göstergebilimi, Eriþim: 01 Kasým 2007,
http://www.sinesanat.com/?p=62.
Monaco, J. (2005). Bir Film Nasýl Okunur? Sinema Dili, Tarihi ve Kuramý, Sinema, Medya
ve Mültimedya Dünyasý, (E. Yýlmaz, Çev.), Ýstanbul: Oðlak Yayýncýlýk. (1977).
Onaran, A. Þ. (1986). Kurgu Çeþitleri, Sinemaya Giriþ, Ýstanbul: Filiz Kitapevi, Eriþim:
14.01.2008, http://www.kameraarkasi.org/kurgu/cesitleri. html.
Özön, N. (1972). 100 Soruda Sinema Sanatý, Ýstanbul: Gerçek Yayýnevi.
Öztuna, Y. (Ocak 2007). Temel Tasarým Öðeleri ‘Çizgi’, Grafik Tasarým Dergisi, 4, 88–91.
Pektaþ, H. (Mart 2001). Ýnternette Görsel Kirlenme, TÜBÝTAK Bilim ve Teknik Dergisi,
400, 72–75, Ankara: Tübitak.
Rotha, P. (2000). Belgesel Sinema, (Ý. Þener, Çev.), Ýstanbul: Ýzdüþüm Yayýnlarý. (1936).
Sarýkavak, N. K. (2004). Çaðdaþ Tipografinin Temelleri, Ankara: Seçkin Yayýncýlýk.
Sinema Tarihi, Eriþim: 19 Eylül 2006, http://www.ansiklopedi.gen.tr/index.php/ Sinema_
tarihi
154 sanat yazýlarý
Taylaner, S. (2006). Sinematografi: Kuram ve Uygulama, Ýstanbul: Hil Yayýnlarý.
Tuncer, Ö. (t.y.). Türk Belgesel Sinemasý, Eriþim: 26 Eylül 2007, http://www.
kameraarkasi.org/belgesel/makaleler/omertuncer/turkbelgeselsinemasi.html
Ulutak, N. (1995). Documentary Film: A Definition Problem [Belgesel Film: Taným
Sorunu]. Kurgu Dergisi, 13, 47–53.
Elektronik Çocuk Kitaplarý
Electronic Children’s Books
Yrd.Doç. Didem Çatal
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
Grafik Bölümü
[email protected]
Özet: Ýletiþim ve biliþim sektöründeki teknolojik geliþmelerin yeni yöntemlerle giderek hýzlanmasý
kitap okuma biçimini de etkilemekte; bu deðiþimin sonucu olan elektronik kitaplar, kitap
endüstrisinde bir devrim niteliði taþýmaktadýr. Bilgisayarýn önemli bir rol oynadýðý günümüzde,
resimli çocuk kitaplarý sayýsal ortamda da üretilmekte, heyecan verici ve yenilikçi çalýþmalarýn
sayýsý giderek artmakta ve etkileþimli çoklu ortamlardaki geliþmeler, çocuklarýn kitap okuma
biçimlerini deðiþtirmektedir. Bu yeniliklerin arasýnda en çarpýcý olanlarýndan biri de elektronik
çocuk kitaplarýdýr. Elektronik çocuk kitaplarýnda web standartlarýna uygunluk, elektronik kitap
öðelerine yer verilmesi, öðretme ve öðrenme gücünü etkilemektedir.
Anahtar sözcükler: Elektronik Kitap, Elektronik Çocuk Kitaplarý, Elektronik Yayýncýlýk, Sayýsal
Resimleme, Grafik Tasarým, Ekran Tasarýmý.
Abstract: With the help of technologic developments and new methods, the acceleration on the
communication and informatics sectors has effected the way of reading. As a result, electronic
books have been seen as a revolution on book industry. Nowadays, computers have an important
role on the children illustrated books. For this reason, children illustrated books have been
created digitally, the number of exciting and modernist works is increasing in day by day and the
developments on the interactive multiple media has presented novelties that are going to change
the way of children’s reading. Among these novelties, electronic children books are one of the
most striking developments. Giving importance to design components that are being suitable
to web standards, being utilizable on the electronic book devices, speed, content, accessibility,
illustration, sound and animation has affected the power of teaching and learning.
155 sanat yazýlarý
aygýtlarýnda kullanýlabilirlik, hýz, içerik, eriþim, resimleme, ses ve canlandýrma kullanýmý gibi tasarým
Key words: Electronic Book, Electronic Children’s Books, Electronic Publishing, Digital Illustration,
156 sanat yazýlarý
Graphic Design, Screen Design, Illustration.
Ta çocukluðumdan beri
Ne buldumsa okudum
Sonunda anladým ki
Bir kitapta resim þart
Cemal Süreyya, “Mardin” adlý þiirinden
Giriþ
Ýnsanlýðýn bilgilenme ve öðrenme sürecinde kitaplar, en temel iletiþim araçlarýndan biri
olmuþtur. Ýletiþim ve biliþim teknolojilerindeki geliþmeler bilginin daha hýzlý bir þekilde
iletilmesine olanak saðlamýþtýr. Bu geliþmelerden biri olan elektronik kitaplar, bilginin
üretilmesi, saklanmasý, düzenlenmesi, iþlenmesi, taþýnmasý ve okuyucunun kitap ile
etkileþime girmesine olanak tanýmaktadýr.
Yaygýn olarak “e-kitap” ya da “elektronik kitap” olarak bilinen bu kitaplar Ýngilizcede
“e-book”, “eBook”, “ebook”, Türkçede “ekitap”, “eKitap” “e-kitap” biçiminde yazýlýrlar.
Bu kitaplar geleneksel kitaplar kadar çok tüketilmese de yaygýnlýklarý artmaktadýr.
Üretim biçimlerindeki çeþitlilik, e-kitap tanýmlarýný da farklýlaþmýþtýr. Bu tanýmlardan
biri “basýlý kitaplarýn bilgisayar ortamýna aktarýlarak okunmasý” iken (Carvajal, 1999), bir
diðeri “internet ortamý ve e-kitap aygýtlarý ile okunabilen kitaplar”dýr (Hawkins, 2000).
bilgiye daha hýzlý bir þekilde ulaþýlmasýný saðlamaktadýr. Bu kitaplar sýklýkla internetten
indirilebilir ve bunlara dünyanýn herhangi bir yerinden ulaþýlabilir. E-kitaplarýn taþýnabilir
aygýtlara indirilebilme özellikleri, pek çok kitabýn bir yerde toplanmasýný olanaklý
kýlmaktadýr. Kitap depolayabilme olanaðý saðladýðý için kullanýcýnýn kendi kütüphanesini
oluþturmasýnda hafif ve yer kaplamayan bir seçenek olarak görülebilir (Görüntü:1).
Okuyucularýn basýlý kitaplara oranla e-kitaplarý daha düþük maliyetle elde edebilmeleri,
bu kitaplarýn diðer bir faydasýdýr. Sesli okuma özelliði sunan e-kitaplar, görme problemi
olan okuyucu ve okul öncesi çocuklar için önemli bir seçenek olmaktadýr. Geleneksel
kitaplarý okumakta zorlanan okuyucular için e-kitaplar, metin boyutu, font ayarlamalarý
ve sayfa düzenlemelerinin yapýlabildiði seçenekler sunar. Ayrýca bu kitaplarýn sunduðu
olanaklardan bir diðeri de müzik, ses etkileri, canlandýrma ve video görüntüleri gibi
unsurlarla desteklenerek okumayý zevkli bir hale dönüþtürmesidir.
157 sanat yazýlarý
E-kitaplar yeni donaným ve yazýlým araçlarý ile yeni bir okuma biçiminin oluþmasýný ve
Görüntü 1: E-kitap Aygýtý
Resimli Çocuk Kitabý
Çocuklarýn, yetiþkinlerden farklý özelliklere sahip olduðu düþüncesi ve çocukluk
kavramý, on yedinci yüzyýlýn ortalarýnda baþlamýþtýr. O yýllarda, çocuklara eðitim ve
terbiye vermek amacýyla çocuk kitaplarý hazýrlanmakta ancak içlerinde çok fazla
resim bulunmamaktaydý. 19. yüzyýlýn ortalarýnda baský yöntemlerinin geliþmesi
ve kitap maliyetlerinin ucuzlamasýna baðlý olarak resimli çocuk kitaplarý geliþme
gösterebilmiþtir.
Türkiye’de çocuk edebiyatýnýn baþlangýcý 19. yüzyýlýn ikinci yarýsýna rastlamaktadýr. Bu
edebiyatýn ürünlerini “öðretici ders kitaplarý, eðlendirici oyun kitaplarý olma özelliði
yanýnda çocuða güzel dil ve anlatým yeteneði kazandýran, hayalini geliþtiren, ona yeni
158 sanat yazýlarý
ufuklar açan edebi eserler” olarak görmek mümkündür (Bozdað, 2006).
Bugün uzmanlar, kitaplarý çocuðun geliþim sürecinde bütünleyici bir araç olarak
kabul etmekte ve kitaplarýn, okul öncesi yýllardan baþlayarak çocuðun biliþsel geliþimi
ile dil geliþimine katký koyduðunu ifade etmektedirler. Ayrýca çocuklarýn duygusal
ve sosyal yönden geliþimine de destek vermekte olduklarýný söylemektedirler. Bu
nedenlerle, içerik ve dil yönünden nitelikli çocuk kitabý yazýmý, resimlemesi ve sunumu
son derece önemlidir. Bir çocuk kitabý, kitabýn konusu doðrultusunda görselleþtirilen
resimlemelerle, çocuðu bilgilendirmeyi, eðitmeyi, fantezi ve düþ kurdurmayý amaçlar
nitelikte olmalýdýr. Böylece, kitapta yer alan resimlemenin iþlevi, metnin belirgin kýldýðý
olaylarý ortaya çýkarmaya ve görsel bir anlatým dili kurarak metni zenginleþtirmeye
olanak tanýr.
Çocuk geliþiminde, biliþsel geliþim önemli bir yer tutmaktadýr. Bu geliþme bilginin
aktarýlmasý ile saðlanmaktadýr. Bu bilgi, aileden, çevreden, okuldan, çoklu ortam
araçlarýndan ve okuduklarý kitaplardan edinilmektedir. Bilgi edinmede çocuk
kitaplarýndaki metinler büyük önem taþýr. Metnin iþlevi öðreticilikle doðru orantýlýdýr.
Metinde verilen bilgi, çocuklarýn yaþýna uygun nitelikte olmalý ve iletilecek mesaj bu
yönde kurgulanmalýdýr. Bunu saðlamak için sade bir dil anlatýmý tercih edilmelidir.
“Metin, dil zenginliðinin en yalýn yansýmasýdýr”(Bozdað 2006). Çocuk kitaplarýnda metindil, dil-resimleme ve resimleme-metin arasýnda süregelen iþlevsel bir birliktelik vardýr.
Tüm bu devinim içinde resimleme çocuk algýsý ve çocuðun kitap tercihi üzerinde büyük
rol oynar. Çünkü çocuklarýn bir kitapta ilk karþýlaþtýðý onun görsel olan sunumudur. Bir
kitapta renklerin canlýlýðý ve çizimin estetiði, esere olan ilgiyi arttýrýr.
Çocuklarýn bilgi seviyeleri ve psikolojileri yetiþkinlerden farklý düzeyde olduðu için
kullanýlan dil, üslup, konu ve fikir, çocuðun okumasýna, anlamasýna, kavramasýna ve
zevk almasýna yönelik olmalýdýr. Olaðanüstü konular ve hareketli anlatýmlar çocuklarýn
ilgisini daha çok çeker. Dolayýsýyla tüm bu geliþim ve iletiþim özellikleri, farklý bir
tasarým anlayýþýný da beraberinde getirmektedir. Nazan Erkmen’in dediði gibi:
Çocuklar için yazýlan ve çizilenler en mükemmel sanat formunda olmalýdýr.
Projeyi hazýrlayan sanatçý, kitabýn kapaðýný, cildini, yazý karakterini, puntosunu,
satýr aralarýný, illüstrasyonlarýný, renklerini, baský tekniðini, kitapla ilgili her türlü
detayý birlikte düþünmek ve deðerlendirmek zorundadýr (Erkmen 2007).
Bu özellikleri taþýyan bir kitabý, çocuklar okumakla kalmayacak, görsel tadýný ve
hissettirdiði duyguyu hep hatýrlayacaktýr. Yazý ile illüstrasyonlar arasýnda bað
kuran, yazý ve resimleri bir bütün olarak algýlayan çocuk, o kitabý büyüdüðünde de
unutmayacaktýr.
ve yaþadýðý dünyayý anlamayý kolaylaþtýrýcý bir rol oynamakla birlikte onun imgelem
gücünü canlý tutmaya da yardýmcý olmaktadýr. Peki bu resimlemeler nasýl olmalý?
Biçimlerden oluþan dil, yalýn, yapmacýktan uzak, abartýlý biçimlerden arýnmýþ olmalý;
insanlar, hayvanlar, eþyalar ve nesneler özgün biçimleriyle algýlanmalý; “çocuklara
düþsel yolculuklarýnda arkadaþlýk etmeli; onlarýn duygu ve düþüncelerini devindirecek
özellikler taþýmalýdýr” (Sever 2007: 165).
Ekran tasarýmlarý göz önünde bulundurularak yapýlan e-kitaplar, çok yeni bir uygulama
ise de e-kitaplarýn büyük çoðunluðu, basýlý eserlerin taranarak sayýsal ortama aktarýlmýþ
biçimidir. Bu uygulama biçimi, eserlerin geniþ bir kitle tarafýndan okunmasýna olanak
saðlamaktadýr. Teknolojinin hýzla geliþmesi, çocuklarýn her geçen gün daha da
kolaylaþan bilgi akýþýna ve yeniliklere ayak uydurabilmelerini saðlamak için onlarýn
“küresel boyutta karþýlaþabilecekleri metinsel ve eðitsel ortamlara hazýrlanmasý
gerekmektedir” (Savaþ 2006: 15).
159 sanat yazýlarý
Çocuk kitaplarýnda yer alan resimlemeler, çocuðun çevresiyle iliþkisini artýrmakta
Resimli çocuk kitaplarý dünyasýnda bilgisayarlar önemli bir rol oynadýðýndan günümüzde
sayýsal ortamda üretilmiþ, heyecan verici ve yenilikçi çalýþmalarýn sayýsý giderek
artmaktadýr. Bilgisayar teknolojisine yaklaþým, kullanýcýlarýn bazýlarý üzerinde bir
tedirginlik yaratmýþ olsa da çoðu kullanýcý bu teknolojinin cazibesine kapýlmaktadýr.
Elektronik Çocuk Kitaplarý
Teknolojinin yeni imaj formlarý üretmesi, çizimlerin, boyamalarýn ve grafiklerin artýk
sadece elle deðil, bilgisayar ortamýnda yazýlým programlarý kullanýlarak yapýlmasýna
da olanak tanýmaktadýr. Bir sanat dili olarak sayýsal resimleme (dijital illüstrasyon),
tamamen elektronik araçlarýn bünyesi altýnda yapýlan, sanatçýnýn kontrolü dahilinde ve
kendi hünerini sergilediði, bazý yönlendirici aygýtlar kullanýlarak oluþturulan görsellerdir
(http://tr.wikipedia.org/wiki/Dijital_ill%C3%BCstrasyon, 2007).
“Nokta esaslý (Bitmap)” ve “vektörel” çizim olmak üzere sayýsal resimleme için
kullanýlan iki yöntem vardýr. Bu iki çizim arasýndaki tek fark, bilgisayarýn veriyle
ilgilenme þekli olmasýna raðmen, bu farklýlýk hem çalýþma þeklini hem de üretilen çizim
çeþidini etkilemektedir.
Bu yöntemlerin kullanýlmasýna yönelik farklý program yazýlýmlarýna, donanýmlarýna
ve araçlara ihtiyaç duyulur. Sayýsal resimleme ile uðraþan sanatçýlar, dijital tablet
ve kalemin yardýmýyla bilgisayar ekranýnda çizimler yapmakta, fare ya da klavyeyi
kullanmaktan çok daha fazla bir rahatlýk ve özgürlük elde etmektedirler. Bugün pek
çok firma tarafýndan üretilen ve çok çeþitli örnekleri olan, ayrýca grafik tablet olarak da
160 sanat yazýlarý
bilinen bu araçlar, günümüzde doðrudan monitör ekranýna çizim yapabilen özelliklere
sahiptir (Görüntü: 2).
Görüntü 2: Wacom Grafik Tablet.
Bilgisayarlar, görüntüler, ton, renk, gerçek, güzellik ya da sanat hakkýnda hiçbir
þey bilmezler, ancak vektörel ya da piksel tabanlý programlarý kullanarak çizimler
yapalabilmeyi, renklendirmeyi, yazý yazmayý, resim eklemeyi ve bu gibi çalýþmalarýn
yapýlabilmesi için sýnýr tanýmayan bir özgürlüðün yaratýldýðý ortam sunarlar. Çizim
yapmak için kullanýlan programlar, kullanýcýsýna büyük kolaylýk saðlamaktadýr.
Tarayýcýlar kullanýlarak kâðýda çizilmiþ bir çalýþma, bilgisayar ekranýna aktarýlabilir
ve sanatçý sayýsal ortama aktarýlan bu görüntü üzerinde müdahale etme olanaðýný
bulabilir. Sayýsal resimleme yapmak için farklý resimleme yöntemleri bulunur. Bu
yöntemler, çoðunlukla birbirine benzer özellikler taþýmasýna raðmen hem teknik
hem de uygulama olarak büyük farklýlýklar gösterir. Profesyonel grafik tasarýmcýsý,
sayýsal resimleme yapmak farklý disiplinlere sahip piksel ve vektör tabanlý resimleme
programlarýný kullanmaktadýr.
Etkileþimli çoklu ortamlardaki geliþmelerin, çocuklarýn kitap okuma biçimlerini de
deðiþtirecek yenilikler sunduklarýný söylemek mümkündür. Bu yeniliklerin arasýnda en
çarpýcý geliþmelerden biri de elektronik çocuk kitaplarýnýn ortaya çýkmasý ile birlikte
sanatçýlar için yeni bir tasarým alanýnýn oluþmasýdýr. E-kitap resimlemeleri yapan
sanatçý, bilgisayar ekranýnda bazý teknik kurallara uymak zorundadýr. E-kitaplar,
donaným ve yazýlým özellikleri bakýmýndan klasik kitap anlayýþýndan farklý düþünülmeli,
çocuklarýn eðilimleri ve öðrenme özellikleri göz önüne alýnarak tasarlanmalýdýr.
Güncel ve geliþmiþ çoklu ortam teknolojisinin ürünü olan e-kitaplar, çocuklarýn
eðitiminde ve geliþiminde etkili bir rol oynamaktadýr. Çocuk kitaplarý, çocuklarýn
çeþitlendirmektedir. Elektronik çocuk kitaplarý ise kullaným, yapý, renk, ses ve görüntü,
metin ve resim iliþkisi gibi tasarým öðelerinin farklý özellikleri ile ilgi çekici bir ortam
yaratmaktadýr. Bu kitaplar, yaygýn olarak çocuk sitelerinden, çocuk elektronik
kütüphanelerinden, çevrimiçi ücretsiz yüklenebilmekte ya da belli bir ücret karþýlýðý
elde edilebilmektedir. E-kitap formundaki çocuk hikayelerine yer verilen,“Magickeys.
com” adlý site okul öncesi ve yeni okumayý öðrenen çocuklar için tasarlanmýþ sitelerden
biridir (Görüntü: 3).
161 sanat yazýlarý
kiþiliklerinin þekillenme ve olgunlaþma sürecini hýzlandýrýp renklendirmekte ve
Görüntü 3: “Magickeys” adlý sitede yer alan elektronik çocuk kitaplarý.
“International Children’s Digital Library” adlý internet sitesi ise çocuk e-kitaplarý için
hazýrlanmýþ bir elektronik çocuk kütüphanesidir (Görüntü: 4). Bu sitede çocuklarýn
kolayca arama yapabilmelerini saðlamak amacýyla renkler ve konuyu tanýmlayan
basit semboller kullanýlmýþtýr. Birçok dilde hazýrlanmýþ kitaplar, istenilen dil seçeneði
162 sanat yazýlarý
iþaretlenerek aranýr (Görüntü: 5).
Görüntü 4: “International Children’s Digital Library” adlý internet sitesi.
Görüntü 5: Bir e-kitabýn sayfalarýnýn yan yana dizilerek okutulmasý.
Bu siteler, çocuklarýn birçok seçenek arasýndan kendine uygun kitabý bulmasýný
saðlamaktadýr. Deðiþik düzende sunulan sayfalar, okumayý bir oyun gibi algýlatmakta
ve eðlenceli kýlmaktadýr. Butonlar, hem yazýlý açýklamasýyla hem de görsel olarak
verilmektedir. Sayfalar daha rahat bir okuma için büyütülebilir ve tam sayfa ya da iki
sayfa olarak ekranda görüntülenebilir. Sitenin kullanmýþ olduðu yazýlým dili, çocuklarýn
anlamasýný kolaylaþtýracak niteliktedir.
Bir e-kitapta, web standartlarýna uygunluk, elektronik kitap aygýtlarýnda
kullanýlabilinirlik, hýz, içerik, eriþim, resimleme, ses ve canlandýrma kullanýmý gibi
yapýlýrken görsel iletiþim imgelerinin oluþturulmasýnda hedef kitlenin hangi yaþ
aralýðýnda olduðunun belirlenmesi son derece önemlidir. Bu nedenle e-kitap tasarýmlarý
yaþa uygun yönlendirmeler içermeli, kullanýlan komutlar anlaþýlýr ve hatýrlanmasý
kolay, ayný zamanda etkileþim saðlayýcý, dikkat çekici ve ilgi uyandýrýcý olmalýdýr. E-kitap
tasarýmýnda yer alan her görsel öðe kendi içinde bütünlüðü bozmayacak estetik bir
yapýda bulunmalýdýr.
Keyifli okumanýn özellikle tipografiye baðlý olduðu düþünülürse bütün basýlý ve
elektronik kitaplar için en önemli tasarým elemanlarý arasýnda tipografi seçimi ve
uygulamasýnýn olduðu görünür. Bu, okumanýn ekran üzerinden saðlandýðý, desteklendiði
ve çözünürlüðü kâðýda basýlý çalýþmalardan daha düþük olan e-kitaplar için çok daha
önemlidir. Tipografi, grafik tasarým içinde yer aldýðý her alanda olduðu gibi elektronik
yayýncýlýðýn da en temel öðelerinden biridir. Bilgisayar ekranýnda görüntülenen
tipografik öðeler, okunurluðun saðlanmasý adýna basýlý ortamdaki düzenlemelere göre
farklýlýklar göstermektedir.
163 sanat yazýlarý
tasarým öðelerine yer verilmesi, öðretme ve öðrenme gücünü etkilemektedir. Tasarým
Bir kitapta tipografik yaklaþýmýn tüm estetik kaygýlarla birlikte ‘okunurluk’ ve
‘okuturluk’ görevini yerine getirmesi için metnin puntosunun büyüklüðü, bir
satýrda kaç harfin olabileceði, satýr uzunluðu, harf, sözcük ve satýrlar arasýndaki
boþluk iliþkisi ve düzenlemeleri ve doðal olarak seçilen yazý karakteri,
‘okuturluk’ sayfada yer alan tüm tasarým öðelerinin nasýl yerleþtirildiði ve
bütünde ürettiði etkisi önem taþýmaktadýr (Sarýkavak 2004: 201).
Dolayýsýyla bir çocuk kitabý metninin, ekranda okutulacaðý göz önünde bulundurulmalý
ve satýr uzunluðunun gereðinden fazla olmamasýna dikkat edilmelidir. Çocuklarýn çabuk
sýkýlmalarýný engellemek için daha az satýr uzunluðundaki metinlere yer verilmelidir.
Sonuç
Dünyada, kitaplarýn okuyucu ile buluþma ortamlarýnýn deðiþmesi teknolojinin
geliþmesine, okuyucuyu etkilemesi ise tasarýmcýnýn estetik bakýþ açýsýna dayalýdýr.
E-kitabýn dünyadaki geliþimi, zaman zaman sekteye uðramýþ olsa bile günümüzde yeni
donaným ve yazýlýmlar ile ulaþtýðý nokta, hedef kitlesine cevap verebilecek niteliktedir.
E-kitaplar, okuma biçimiyle okuyucu için yeni bir oluþumdur. Sayýsal ortamda okumayý
en etkili hale getirmek ve iþlevsel bir kitap tasarýmý oluþturabilmek, ancak temel
grafik sorunlarýný estetik kaygýlar doðrultusunda ele alabilen elektronik kitaplar ile
saðlanabilecektir.
Sayýsal ortamdaki yeni okuma biçimi ile internet ve elektronik kitap okuma aygýtlarý
sayesinde, eserler daha geniþ kitlelere ulaþabilmektedir. Bu yöntem, basýlý eserlerin
164 sanat yazýlarý
elektronik ortamda sadece bir kopyasý niteliðindedir. Sayýsal ortamda bulunan
kitaplarýn birçoðu, herhangi bir tasarým özelliði taþýmayan düz metinlerden oluþmakta,
diðer kýsmý ise e-kitap yazýlýmýnýn sahip olduðu e-kitap okuma aygýtlarý ile okunabilen
özelliktedir. Ancak bu kitaplarda, okuyucuya farklý bir görsel sunum verilmemekte,
görsel tasarým sadece yazýlým özellikleri ile sýnýrlý kalmaktadýr.
E-kitap ve geleneksel basýlý kitap tasarýmlarý, özünde birleþen disiplinlere sahip
olmalarýna raðmen, bir kitabýn sayýsal ortamda oluþturulabilmesi için bu alanda çalýþan
sanatçýlarýn ekran tasarým bilgisine hakim olmasý gerekmektedir. Bu nedenle, elektronik
kitap tasarýmý için donaným ve yazýlýmlarýn tek baþýna yeterli olmadýðý bilinmekte ve bu
alanda çalýþan tasarýmcýlarýn, yazarlarýn, yayýncýlarýn ve yazýlýmcýlarýn iþ birliðine ihtiyaç
duyulmaktadýr.
Kaynakça
Bozdað, Fahrettin. (2007). Çocuk Kitaplarýnda Metin, Dil Ve Resimleme Ýliþkisi,
Eriþim: 13 Mart 2008, cocukarastirma.azbuz.com/readArticle
Carvajal, Doreen. (1999). Racing to Convert Books to Bytes, Eriþim: 03 Aralýk 2007,
http://jodi.tamu.edu/Articles/v03/i04/Shiratuddin/?printable=1#Carva
Erkmen, Nazan. (2007). Çocuktaki Entelektüel Oluþum Kaliteli Resimle Ortaya Çýkar,
Eriþim: 03 Mayýs 2007, Cumhuriyet Kitap Dergisi, http://www.look-art.com/haber2007/
cocuktaki_entelektuel.htm
Hawkýns, Donald T., (2000). Electronic Books: A Major Publishing Revolution, Part 1,
Eriþim: 23 Aralýk 2007, http://jodi.tamu.edu/Articles/v03/i04/ Shiratuddin/?printable=
1#Hawkins
Haydaroðlu, Mine. (2006). Bir Kitapta Resim Þart, Sanat Dünyamýz Dergisi,
Sayý 98, s. 105.
Kansu, Nuran. (2005). Çocuklarýn Yeteneklerini, Ýlgi Alanlarýný Keþfetmelerine
Nasýl Yardýmcý Olabiliriz?, Eriþim: 5 Nisan 2007, Çocuk ve Aile Dergisi. http://www.
dzcocukkulubu.org
Kýzýltuð, Cem. (2007). Merkez Kitapçýlýk, Eriþim: 4 Þubat 2007, http://www.cemkiziltug.
com/ UserFiles/File/06_7sb.jpg).
Lynch, CLifford A., (2001). The Battle To Define The Future Of The Book Ýn The Digital
World, Eriþim: 8 Kasým 2007, http://www.firstmonday.org/issue
Sarýkavak, Namýk K., (2005). Sayýsal Tipografi 1; Basýmcýlýk ve Yayýncýlýkta Aygýt,
Donaným ve Yazýlým Teknolojisinin Geliþimi. Baþkent Üniversitesi Yay., Ankara.
Sever, Sedat. (2007). Çocuk ve Edebiyat. Kök Yay., Ankara.
http://tr.wikipedia.org
165 sanat yazýlarý
/issue6_6/lynch/)
Market Markalý Gýda Ambalajlarýnda
Ýletiþim Sorunlarý
Communication Problems
on Private Label Packaging
Öðr.Gör. Ýnanç Ýlisulu
Baþkent Üniversitesi
Güzel Sanatlar Tasarým ve Mimarlýk Fak.
Görsel Sanatlar ve Tasarým Bölümü
[email protected]
Özet: Bu makalede son yýllarda Türkiye’de satýþ grafiði hýzla artan market markalý ürünlerin
ambalaj üzeri grafik tasarýmlarýnda karþýlaþýlan iletiþim sorunlarý, örnekler ýþýðýnda karþýlaþtýrmalý
olarak incelenmektedir. Ucuz görünümlü ambalaj tasarýmlarýna sahip olan bu ürünlerin tüketici
ile doðru iletiþim kurabilmesinin önemi ve söz konusu iletiþim biçimi için vazgeçilmez olan
simgesel iletiþim (grafik tasarým) konusu vurgulanmakta ve irdelenmektedir. Sonuç bölümünde;
renk, imge ve tipografinin ambalaj üzerinde doðru kullanýmýnýn iletilmek istenen mesaja katkýlarý
Anahtar sözcükler: Ýletiþim, Ambalaj Tasarýmý, Market Markasý, Grafik Tasarým, Gýda Ambalajý.
Abstract: The communication problems encountered in graphic designs on the packaging of
private label products enjoying rapidly rising sales in Turkey in the recent years are examined in
this article comparatively in the light of examples. Emphasizing and elaborating the importance of
establishing the right communication between such products having packaging designs of cheap
appearance and consumers, as well as the subject of symbolic communication (graphic design)
which is indispensable for such form of communication. In the results part; the study explain the
significance of the appropriate usage of color, image and typography on packaging in terms of
their contribution to the message to be conveyed.
Key words: Communication, Packaging Design, Private Label, Graphic Design, Food Packaging.
167 sanat yazýlarý
açýklanmaktadýr.
Giriþ
Sosyal yaþamýn bir gerekliliði olan iletiþim, çevresiyle sürekli etkileþim içerisinde olan
insanoðlunun vazgeçilmez bir etkinliðidir.
Kendi varlýðýný üretme çabasýndaki insan, üretim faaliyetleri sýrasýnda diðer
insanlarla sosyal, ekonomik ve politik iliþkiler içerisine girer. Dolayýsýyla üretim
faaliyetleri ile toplumsal, siyasal ve düþünsel yapý arasýnda sosyal bir bað
vardýr. Ýletiþim, düþünce, bilinç ve dilsel faaliyetlerin üretilmesi, insanlarýn
üretim faaliyetlerinin bir parçasý ve sonucudur (Yaylagül 2006).
Düþünsel, biliþsel ve dilsel bir etkinlik olarak açýmlanan iletiþimin bu baðlamda sembol
ve imgeler yardýmýyla mesajlar iletmek ve toplumsal yaþamdaki ihtiyaçlara ‘doðru
çözümler’ bulmak iþlevini gerçekleþtirdiði söylenebilir. Bu ise iletiþim ve grafik tasarýmýn
buluþma noktasý olan sembollere iþaret etmektedir. Doðru, yalýn, açýk ve amaca uygun
kullanýlan semboller mesajý doðru iletecek, ihtiyaca cevap verecek ve dolayýsýyla
geribildirim alýnmasýný saðlayacaktýr. Bu anlamda iletiþimin bir tür alýþveriþ olduðu
söylenebilir. “Ýletiþimi kýsaca, ‘bilgi üretme, aktarma ve anlamlandýrma süreci’ olarak
tanýmlayabiliriz. Nitelikleri ne olursa olsun iki sistem arasýndaki bilgi alýþveriþini ‘iletiþim’
kabul edebiliriz” (Dökmen 1997).
Ayný perspektifte ambalaja duyulan gereksinimi incelediðimizde ise tam da böyle bir
ihtiyaç ve iletiþim iliþkisiyle ortaya çýktýðý görülmektedir. En ilkel þekliyle algýladýðýmýz
iletiþim sürecinde, varoluþundan itibaren yaþam gereksinimi olarak avlanan insanoðlu
kimi zaman avladýðý hayvanlarý kimi zaman da yetiþtirdiði ürünleri takas ederek
168 sanat yazýlarý
ticaretin doðmasýna neden olmuþtur. Bununla birlikte ticareti yapýlan ürünlerin dýþ
etkenlerden korunmasý ve taþýnmasý gibi sorunlarla karþýlaþýlmýþ ve ambalajýn gerekliliði
ortaya çýkmýþtýr.
Bu süreçte var olan ihtiyaca cevap verebilmesi için ambalajýn taþýma, koruma, saklama
gibi iþlevleri göz önüne alýnmýþ ve iþlevsel tasarýmý nem kazanmýþtýr. Þüphesiz ki
biçimsel tasarým endüstriyel tasarýmýn etkinliðidir ve kendi içindeki dinamikleri ýþýðýnda
kullanýþlýlýk göz önüne alýnarak ürün ambalaj tasarýmlarý yapýlmalýdýr. Ancak iþlevsel
tasarým koruma gibi ihtiyaçlara cevap verirken, baþka bir durum ortaya çýkmaktadýr;
ambalajlanan ürünün ne olduðu bilgisinin tüketiciye iletilmesi. Böyle bir tanýtma isteði
tüketici ile birebir iletiþimi saðlayan ve asýl iletilmesi gereken mesajý veren ambalaj
tasarýmýný önemli kýlmaktadýr. Grafik tasarýmýn bir dalý olan ambalaj üzeri grafik tasarým,
tüketiciye ürün adý, üretici firmasý, içeriði, miktarý, saklama koþullarý, üretim yeri gibi
birçok bilgiyi kýsacasý ürünün kimliðini sunmaktadýr. Tüketiciyle ürün arasýnda market
raflarýnda baþlayan bu iletiþimin saðlýklý kurulabilmesi için ürün bilgilerinin anlaþýlýr ve
net bir biçimde sunulmasý gerekmektedir. Grafik tasarým bu noktada devreye girmekte,
doðru iletiþim kurulmasýnda en önemli rolü üstlenmektedir.
Ambalajda kullanýlan ve grafik tasarýmýn temel elemanlarýndan olan imge (fotoðraf ve/
veya resimleme), renk ve tipografi kullanýmý, tasarým kaygýlarý göz ardý edilmeden, ürün
içeriðini doðru bir biçimde yansýtmalýdýr. Doðru mesajýn iletilmesi için ambalaj üzerinde
bulunan görsel elemanlar sade, tüketici tarafýndan çabuk algýlanabilir ve dikkat çekici
biçimde kullanýlmalý, market raflarýnda diðer ürünlerle rekabet ettiði ve bir yarýþ içinde
mesajýný iletmeye çalýþtýðý unutulmamalýdýr. Tüketicinin karar verme eylemini market
içerisinde gerçekleþtirdiði düþünülürse bu rekabetin ne denli önemli olduðu anlaþýlabilir.
En güçlü pazarlama araçlarýndan biri olan ambalaj hem dikkat çekici hem de
bilgilendiricidir. Bir ürünün ne olduðu -bir kek karýþýmý mýdýr, yeni bir deterjan
mýdýr?- ve nasýl kullanýlmasý gerektiði ile ilgili talimatlar pakette açýkça
belirtilmelidir. Rafa konmaya hazýr ambalaj, müþterilerin ürünü seçmesine
yardýmcý olmalýdýr (www.packagingfedn.co.uk, 2009).
Satýþ noktalarýnda tüketici iki tür ürün ambalajý ile karþýlaþmaktadýr; üretici markalý
ambalajlar (Resim 1) ve market markalý ambalajlar (Resim 2). Türkiye’de art arda
yaþanan ekonomik krizlerin sonucunda ortaya çýkan ‘market markasý’ (private label),
perakende ürün satan, market zincirlerine sahip firmalarýn kendi marka adlarýyla ya
da yeni bir isim ile sunduklarý ürünlerdir. Firma adýna aracý kurumlara imal ettirdikleri
ve üretici markalý ürünlerden daha ucuz fiyat etiketiyle satýþta sunduklarý market
kendi zincir maðazalarýnda satýlan market markalý ürünlerin tanýtým amaçlý reklamý
yapýlmadýðýndan ya da çok az yapýldýðýndan reklam giderleri ya hiç yoktur, ya da çok
azdýr. Fiyatlarýnýn bu sebeplerden dolayý düþük olduðu söylenebilir.
Yoðun rekabet ortamýnda zincir marketlerin en güçlü kozu konumuna gelen
1,5 milyar dolarlýk bu ürünler, marketlerin toplam cirolarýndan yüzde 7,8 pay
almaya baþladý. Ekonomide 2001 yýlýnda yaþanan krizden en fazla büyüyerek
çýkan sektörlerden biri olan market markalý ürünler artýk, yoðun rekabet
ortamýnda zincir marketlerin en güçlü kozu konumuna geldi. Zincir marketlerin
kendi markalarýyla ürettirdiði bu ürünlerin pazar hacmi, daha þimdiden fiyat
avantajý sayesinde 1,5 milyar dolara ulaþtý (Çelebi 2006).
169 sanat yazýlarý
markalý ürünler, son yýllarda pazar paylarýný hýzla arttýrmaktadýrlar. Firmalarýn yalnýzca
170 sanat yazýlarý
Resim 1: (Soldan saða) Nescafe Classic Hazýr
Kahve Ambalajý, Jacobs Gold Hazýr Kahve
Ambalajý.
Resim 2: (Soldan saða) Migros Gold Hazýr Kahve Ambalajý, Tip (Real firmasýnýn market markasýdýr)
Gold Hazýr Kahve Ambalajý, Tansaþ Hazýr Kahve Ambalajý.
Ekonomik koþullarýn bir getirisi olan market markalý ürünlerin pazar paylarýnýn gün
geçtikçe büyümesi diðer markalarýn da fiyat politikalarýný ve ambalaj üzeri grafik
tasarýmlarýný gözden geçirmelerine neden olmuþtur.
Türkiye’de faaliyet yürüten uluslararasý firmalarýn dýþýnda, yerel firmalarýmýzýn
markalaþma, kurumsallaþma bilinçleri zamanla geliþme gösterse de, gelinen
nokta dünya ile kýyaslandýðýnda ne yazýk ki yeterli deðil. Bu problemin
kaynaðýnda yatan önemli bir sebep var: Üreticilerin kullandýklarý ambalajlarýn
kendilerini ne kadar yansýttýðýný anlamak istememeleri (Akgün 2004).
Üretici markalardan daha ucuz fiyatla satýlan market markalý ürünlerin ambalaj üzeri
grafik tasarýmlarýnýn da fiyatýyla orantýlý bir biçimde daha ucuz görünümlü olduðu
görülmektedir. Burada tüketiciye iletilmek istenen ‘ben ucuz bir ürünüm’ mesajýdýr
(Resim 2). Ancak estetik kaygýlar göz ardý edilerek yapýlan bu ambalajlar imge, tipografi
ve renk kullanýmý gibi birçok grafik tasarým (diðer bir deðiþle ‘iletiþim’) sorununu
içerisinde barýndýrmaktadýr.
Grafik tasarýmýn temelini oluþturan renk, imge ve tipografi kullanýmý, ambalaj tasarýmý
için de en etkin iletiþim araçlarýndandýr. Kullanýldýðý yer ve iletmek istediði mesaja göre
kimi zaman yalnýz biri kimi zaman hepsi bir arada kullanýlabilir.
Renk
Rengin tüketici tarafýndan algýlanmasý ve ifade edilmesi kültürden kültüre farklýlýk
göstermekte, ayný zamanda yaþ, cinsiyet, fiziksel çevre ve sosyal yaþamda bu farklýlýða
etki eden unsurlar arasýnda yer almaktadýr. Ambalaj üzerinde renk kullanýlýrken hedef
kitle göz önüne alýnmalý, kullanýlan rengin mesajý doðru iletip iletmediði sorgulanmalýdýr.
Genellikle þekersiz, az þekerli ya da diyabetik ürün ambalajlarý üzerinde kullanýlan açýk
pembe renk tonlarý hafifliði ifade etmektedir (Resim 3). Ancak bir market markasý olan
Migros Küp Þeker Ambalajý, þekerli bir ürün olmasýna karþýn kullanýlan açýk pembe
renk bir tasarým sorunu olarak karþýmýza çýkmakta ve tüketiciyi yanýltýcý biçimde
Resim 3: (Soldan saða) Danone Doðal Yoðurt
(Light - Az Þekerli) Ambalajý, Sek Yaðsýz Yoðurt
(Light - Az Þekerli) Ambalajý.
Resim 4: Migros Küp Þeker Ambalajý.
171 sanat yazýlarý
bilgilendirdiði düþünülmektedir (Resim 4).
Renk kullanýmý, ambalaj üzerinde çeþitli mesajlar iletmektedir. Üretici marka kimliðinin
bir yansýtýcýsý olan renk, görsel farklýlaþmaya yardýmcý olan etmenlerden biri olabilir.
“Uygun renk kullanýmý ile o rengin marka tarafýndan sahiplenilmesi sonucunda, tüketici
bu rengi gördüðü zaman doðrudan doðruya marka ile iliþkilendirir” (Calver, 2007).
‘Knorr’ markasý kurumsal kimliklerinde bulunan yeþil rengi, tüm ürün ambalajlarýnda
yoðun bir biçimde kullanarak marka ile özdeþleþmesini ve diðer markalardan
ayrýþmasýný saðlamaktadýr (Resim 5). ‘Danone’ markasý da ayný yolu izleyerek kurumsal
kimliðinde bulunan koyu mavi rengi ambalajlarýnda yoðunlukla kullanarak fark
yaratmayý amaçlamýþtýr (Resim 6). Ancak Türkiye’de market markalý firmalarýn ambalaj
üzerinde bu türden bir kurumsal renk kullanýmýyla marka farkýndalýðý yaratmaya
çalýþmadýklarý gözlemlenmektedir (Resim 7).
172 sanat yazýlarý
Resim 5: (Soldan saða) Knorr Pilav Harcý
Ambalajý, Knor Çabuk Çorba Ambalajý.
Resim 6: (Soldan saða) Danone Doðal Süt
Ambalajý, Danone Doðal Yoðurt Ambalajý.
Resim 7: (Soldan saða) CarrefourSa Türk Kahvesi Ambalajý,
CarrefourSa Siyah Çay Ambalajý, Migros Bitkisel Çay Ambalajý, Migros Salep Ambalajý.
Ýmge (Fotoðraf veya Resimleme)
Ýmge ambalaj üzerinde doðru biçimde kullanýldýðýnda güçlü bir etki yaratabilir. Bu
kullaným çarpýcý ve beklenmedik biçimde olduðunda tüketicinin ürüne karþý olan ilgisini
arttýrabilir. “Tüketici ambalaj üzerinde bulunan yazýyý okumadan önce imgeye bakar”
(Klimchuk ve Krasovec, 2007). Etkili imge kullanýmý ambalaj üzeri grafik tasarýmýn
en önemli unsurlarýndandýr. Bir ürün ambalajý üzerinde hedef kitlenin doðrudan
anlayabileceði, baþka bir deðiþle doðru iletiþim kurabileceði imgelerin kullanýmý çoðu
zaman birçok kelimeden daha etkili olabilir. Resim 8’deki Bütçem (Migros firmasýnýn
bir market markasýdýr) Portakal-Elma Nektarý ambalajýnda kullanýlan imgenin bir
portakal resimlemesi olduðu net olarak algýlanamamakta ancak “portakal” yazýsýný
okunduktan sonra tam olarak anlaþýlabilmektedir. Buna ek olarak “portakal” yazýsýnýn
portakal kullanýlmýþ; hem büyük puntolarla yazýlan ürün baþlýðýnda hem de imge
olarak elmaya yer verilmemiþtir. Grafik tasarým açýsýndan bakýldýðýnda bu durum hem
imgesel hem de tipografik olarak önemli bir sorun teþkil etmektedir. Çünkü yazýlan
ve gösterilen ayný deðildir. Resim 9’daki Migros Kahve Beyazlatýcý ambalajýnda
kullanýlan, ürünün niteliðine dair bilginin iletilmeye çalýþýldýðý imgede (fotoðrafta) netlik
sorununun olmasýnýn yaný sýra kahvenin içine kaþýktan dökülen nesnenin ne olduðu
anlaþýlamamaktadýr. Bunun yaný sýra Migros Kahve Beyazlatýcý baþlýðý ise gösterge bilim
açýsýndan baktýðýmýzda, algýda baþka mesajlar için kodlanmýþ bir baþlýktýr. Kullanýlan
“beyazlatýcý” kelimesi çoðunlukla çamaþýr deterjaný ya da toz diþ beyazlatýcýlarý
gibi ürünler için kodlanmýþtýr. Ürünün toz halinde olmasý ise insan zihnindeki bu
birleþtirmeyi kolaylaþtýracak ve dolayýsýyla mesajýn algýlanmasýný zorlaþtýracaktýr.
Ambalaj üzeri grafik tasarýmýn amacýnýn doðru iletiþim kurmak ve mesajý net bir biçimde
iletmek olduðu düþünülürse bu iki örnekte de durumun tam tersine olduðu söylenebilir.
173 sanat yazýlarý
alt bölümünde “portakal-elma nektarý” yazýlmasýna karþýn imge olarak yalnýzca
Resim 8: Bütçem Portakal-Elma
Nektarý Ambalajý.
Resim 9: Migros Kahve Beyazlatýcý
Ambalajý.
Tipografi
174 sanat yazýlarý
Üretici firma ile tüketici arasýndaki iletiþimi saðlayan ambalaj, üzerinde kullanýlan
tipografi sayesinde ürünün adý, üretici firmasý, ürün içeriði, saklama koþullarý, son
kullaným tarihi gibi birçok önemli bilgiyi tüketiciye aktarmakta, renk ve imge ile
iletilemeyen tüm unsurlarý tüketiciye sunmaktadýr. “Ambalaj üzeri grafik tasarýmda
kullanýlan tipografi, belli bir mesafeden net olarak okunabilmeli, hedef kitle tarafýndan
çabuk anlaþýlabilir olmalý, ürün bilgilerini doðru ve güvenilir bir biçimde iletmelidir”
(Klimchuk ve Krasovec 2007). Resim 10’daki Migros Bitkisel Çay ambalajýnda, kullanýlan
kuþburnu meyve resimlemesi, Migros firmasýnýn kurumsal olarak her ambalajda
kullandýðý ‘M’ harfi üzerine gelerek okunmasýný zorlaþtýrmakta ve logonun formuna
zarar vermek suretiyle algýlanma sorununa yol açabilmektedir. Ayrýca ‘bitkisel
çay’ ve ‘kuþburnu – hibiskus’ yazýlarý çay fotoðrafýnýn üzerine yerleþtirilmesinden
dolayý okunamamaktadýr. Ayný sorun resim 11’deki Bütçem marka ambalajda da
gözlemlenmektedir. ‘Reçel’ yazýsýnýn koyu renkte kullanýlmasý nedeni ile uygulanan
resimleme içerisinde kaybolmakta, onun bir parçasý gibi görülmektedir. Ambalaj
üzerinde ürün içeriðini belirtmek amacýyla ‘viþne’ yazýsý açýk renkte uygulanarak
resimlemeden ayrýþtýrýlmaya çalýþýlmýþtýr. Ancak kullanýlan ince yapýlý yazý karakteri
nedeniyle yazýnýn okunmasý güçleþmektedir.
Resim 10: Migros Bitkisel Çay Ambalajý.
Resim 11: Bütçem Viþne
Reçeli Ambalajý.
Resim 12’deki Migros ambalajlarýnda, ürün içeriðini belirten Migros Karýþýk Turþu ve
Migros Garnitür yazýlarýnýn bir ambalajda ‘M’ harfinin soluna diðerinde sað bölümüne
yerleþtirilmesi, dil bütünlüðünün tasarýmda ne denli önemli olduðu düþünülecek olursa
175 sanat yazýlarý
tipografik açýdan görsel bir sorun olarak karþýmýza çýkmaktadýr.
Resim 12: (Soldan saða) Migros Karýþýk Turþu Ambalajý, Migros Garnitür Ambalajý.
Sonuç
Koruma ve depolama iþlevlerinin yaný sýra tüketiciye mesaj iletme görevini üstlenen
ambalaj, üzerindeki grafik tasarým uygulamalarýyla da doðru ve etkili iletiþim
kurmalýdýr. Bu durum hem üretici hem de market markalarý için geçerlidir. Genel
olarak market markalý ambalajlarýn üretici markalý ambalajlardan ucuz fiyatlý olduðu
ve bu duruma paralel olarak stratejik anlamda tasarýmlarýnýn da ucuz görünümlü
olduðu söylenebilir. Ancak doðru iletiþim kurulmadýðý takdirde algýlanma sorununun
ortaya çýkabileceði göz ardý edilmemelidir. “Üzerinde çok fazla çalýþýlmadan geliþi
güzel hazýrlanan ucuz görünümlü ambalaj tasarýmlarý, hem marka güvenini hem de
ürünün kendisini çoðu zaman olumsuz yönde etkileyebilmektedir” (Ýlisulu 2008). Genel
olarak market markalý ambalajlarda karþýlaþýlan bu durum önemli bir iletiþim sorunu
olarak karþýmýza çýkmaktadýr. Ambalaj üzerinde kurumsal bir dil bütünlüðü oluþturmak
ve bunun tüketici tarafýndan kolaylýkla anlaþýlmasýný saðlamak, bilinçaltýnda marka
farkýndalýðý ve dolayýsýyla algýda seçicilik yaratmak, üretici markalar için olduðu kadar
market markalarý içinde geçerlidir. Ambalaj üzerinde kurumsal renk kullanýlmasý, logo
kullanýmýnýn her ambalajda ayný biçimde uygulanmasý, doðru, etkili ve algýlanabilir
tipografi seçimi/yerleþimi, içinde bulunan ürünü yansýtabilecek nitelikli imge seçimi
iletiþimin doðru ve etkili kullanýlmasýný saðlayacak önemli etkenler arasýnda yer
almaktadýr. Ambalaj üzerinde yaratýlacak nitelikli görsel etkinin tüketici üzerinde
olumlu yansýmalarý olacak, yaþam kalitesine etki edecek ve ülkemizde görsel kültürün
176 sanat yazýlarý
geliþmesine olumlu katkýlar saðlayacaktýr.
Kaynakça
Akgün, C. (Mayýs 2004). Ürünün Raftaki Kimliði Ambalaj Tasarýmý. Ýstanbul: Maconline.
Bayýksel, Ö. Þ. (Nisan 2003). Her Market Bir Üreticimi?. Ýstanbul: Capital, s:37-38.
Bilge, Ý. (1998). Ambalajýn Diðer Grafik Ürünlerden Ne Farký Var?. Ýstanbul: Ambalaj ve
Marka Tasarýmý Etkinlikleri, Uluslar arasý Seminer.
Calver, G. (2007). What Is Packaging Design?. Switzerland: A Rotavision Book Publish.
Çelebi, E. (9 Ekim 2006). Market Markalarý 6 bini Buldu. Ýstanbul: Hürriyet.
Dökmen, Ü. (1997). Ýletiþim Çatýþmalarý ve Empati. Ýstanbul: Sistem Yayýncýlýk.
Ýlisulu, Ý. (2008). Grafik Tasarým Açýsýndan Market Markalý Gýda Ambalajlarýnda
Karþýlaþýlan Sorunlar ve Çözüm Önerileri. Yayýnlanmýþ Sanatta Yeterlik Tezi. Hacettepe
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Klýmchuk, M., Krasovec, S. (2006). Packaging Design: Successful Product Branding
From Concept To Shelf. New York: Rockport Publishers
Yaylagül, L. (2006). Kitle Ýletiþim Kuramlarý. Ankara: Dipnot Yayýnevi.
177 sanat yazýlarý
http://www.packagingfedn.co.uk/factsheets.html (2009)
Sürdürülebilir Tasarýma Yönelik Alternatif
Çözümler ve Ithaca Eko-Köyü Örneklemesi
The Alternative Solutions For
Sustainable Design – A Case Study Of
Ithaca Eco-Village, New York, Usa.
Öðr.Gör. E. Nur Asiltürk
Öðr.Gör. Bilge Sayýl Onaran
H. Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi
Ýç Mimarlýk ve Çevre Tasarýmý Bölümü
[email protected]
[email protected]
Özet: 20. Yüzyýl endüstri devrimi ve teknoloji çaðý olarak baþlamýþtýr. Bu dönem boyunca pek çok
yeni konstrüksyon sistemleri ile yapýlar inþa edilmiþ ve çevre kavramý göz ardý edilmiþtir. Motorlu
araçlar, fabrikalar ve iþ merkezleri enerji tüketimini artýrmakla kalmayýp; dünyamýzýn ekolojik
dengesini de bozmaktadýr. Gittikçe artan iklimsel dengesizlikler, saðlýk sorunlarý, yoksullaþma,
çevresel kirlilik, aþýrý enerji tüketimi, doðal kaynaklarýn yetersizliði gibi sorunlar insanlarý
yaþadýklarý süreçleri sorgulama noktasýna getirmiþtir. Bu çalýþmada amaç; kentsel sorunlardan
bunalan insanlarýn daha küçük ve yaþanýlabilir yerleþim birimlerine yönelerek çevre bilincine
yakýnlarýnda 1990’larýn baþýnda kurulmýþ olan Ithaca Eko köyü sürdürülebilir mimarlýk ilkeleri
kapsamýnda incelenerek örneklenmiþtir.
Anahtar sözcükler: Sürdürülebilir mimarlýk, Ekoloji, Eko-köyler Tasarým, Doðal çevre.
Abstract: 20th Century began with industrial revolution and innovations in the technological era.
Modern buildings and mega cities were constructed with new construction systems and through
this period, the concept of environment was ignored. Transportation, factories and office buildings
not only increase the rapid consumption of energy, but also destroy equilibrium of natural
environment. Today, facing up climatic problems, health issues, poverty, environmental pollutions
and energy consumptions, human beings begin to question their lives. The aim of this study is to
examine the sustainable local settlement areas (eco-villages) that have been built up with ecologic
consciousness. With this framework, Ithaca Eco-Village of New York has been chosen as a case
study.
Key words: Sustainable Architecture, Ecology, Eco-villages, Design, Natural environment.
179 sanat yazýlarý
uygun bir yaþam tarzýný oluþturma sürecini irdelemektir. Bu çerçevede, Amerika’da New York
I. Giriþ
Doðal çevre hýzla deðiþim göstermektedir. Deðiþen yaþam biçimi ve buna baðlý olarak
geliþen çevresel deðiþimler dünyamýzýn ekolojik dengesini hýzla deðiþtirmektedir.
Ýnsanlýðýn daha iyi koþullarda yaþamasý için yapýlan tüm düzenlemeler ve yenilikler
þimdi insanýn kendi yaþam koþullarýný tehdit etmektedir. Gittikçe artarak yaþanan
iklimsel dengesizlikler, saðlýk sorunlarý, yoksullaþma, çevresel kirlilik, aþýrý enerji
tüketimi, doðal kaynaklarýn yetersizliði gibi sorunlar insanlarý yaþadýklarý süreçleri
sorgulama noktasýna getirmiþtir.Çevreye zarar veren bir deðiþim þimdiye kadar bu
kadar hýzlý ve sürekli olarak yaþanmamýþ ve bu deðiþimin etkileri de çevremizde bu
kadar net olarak gözlemlenmemiþtir. Dünya nüfusunun hýzla artmasý, doðal çevredeki
kaynaklarýn acýmasýzca tüketilmesi ve teknolojinin bunlar üzerindeki olumsuz etkileri
net olarak gözlemlenmektedir.
Bilindiði gibi; 20. yüzyýl, endüstri devrimi ve teknoloji çaðý olarak baþlamýþtýr. Bu dönem
boyunca pek çok yeni konstrüksiyon sistemleriyle yapýlar inþa edilmiþtir. Böylelikle, fosil
yakýt kullanýlan yapýlar, sürekli olarak yapay aydýnlatýlan iþ merkezleri giderek artmýþtýr.
2005 yýlýnda EURIMA Enstitüsü (Energy Performance and European Insulation
Manufacturers Association) tarafýndan yapýlan araþtýrmalara göre; çevreye zararlý olan
fosil yakýtlarýn fabrikalardan konutlara kadar uzanan geniþ bir yelpazede kullanýlmasý
önüne geçilemez bir durum almýþtýr. Motorlu araçlarýn ve fabrikalarýn doðal çevrenin en
büyük düþmaný olduðu düþünülse de, gerçekte yapýlar, dünyada kullanýlan tüm enerjinin
yarýsýndan fazlasýný tüketmektedir.
180 sanat yazýlarý
Sürdürülebilirlik, çevre hareketi içinde ortaya çýkan ve geliþen, içeriði ise siyasal süreç
içinde sürekli yeniden þekillenen bir denge ilkesidir. Kavram, 1972 yýlýnda Stockholm’de
yapýlan Dünya Çevre Konferansý’nýn Raporunda yer almýþtýr ve ‘eko-geliþme’ kavramý
çerçevesindeki tartýþmalara baðlý olarak geliþmiþtir. Ýnsanlýk tarihinde özellikle son bin
yýlda geliþen sosyal hayat ve teknik atýlýmlar sonucunda insanýn kendini merkez yapan
ve doðayý indirgeyen tavrýnýn aðýrlýk kazandýðý görülmektedir. Ýnsan merkezli yaklaþýmýn
aðýrlýk kazanmasýyla doðanýn dengesinin yitirilmesi sürecine girilmiþtir. Bunun sonucu
olarak, 1972 yýlýnda Roma Kulübü tarafýndan yayýmlanan ‘Büyümenin Sýnýrlarý’ baþlýklý
çalýþma büyüme ile doðal kaynaklar arasýndaki iliþkiye dikkat çekmeye çalýþmaktadýr
(Edwards 2006). Bu rapora göre sorunlarý en aza indirmek için denetimsiz büyüme
durdurulmalýdýr. ‘Sýfýr Büyüme Raporu’ olarak anýlan bu rapor, geliþmiþ ve geliþmekte
olan ülkeler arasýnda yaklaþým farklýlýklarý nedeniyle yoðun tartýþmalara neden olmuþ ve
ekonomik geliþme, sanayileþme süreçleri ve çevre arasýndaki sorgulamayý baþlatmýþtýr.
1992 yýlýnda Rio De Janerio’da yapýlan - Rio Zirvesi - Çevre ve Kalkýnma Konferansý’nda
sürdürülebilirlik kavramý küresel ölçekte kabul gören bir kavram haline dönüþmüþtür.
Konferans sýrasýnda geliþtirilen Gündem 21 yaklaþýmý çevre eylem programýnýn
kavramsal dayanaðýný oluþturmaktadýr. Beþ yýl sonra geliþtirilen Kyoto Protokolü
ise iklim deðiþimleri ve etkileri çerçevesinde bir anlaþmayý gündeme getirmektedir.
Sürdürülebilirlik kavramýnýn ancak küresel ortaklýk anlayýþý içinde gerçekleþtirilebileceði
kabulünden yola çýkýlarak bu ortaklýðý yönlendirebilmek için ‘Birleþmiþ Milletler
Sürdürülebilir Kalkýnma Komisyonu’ da bu yýllarda kurulmuþtur. 2001 yýlýnda Dünya
Ticaret Örgütü, Doha Zirvesi’nde daha fazla ticari özgürlük pazarlýklarýný sürdürmüþ ve
bunun sonucunda ulusal politikalarýn deðiþtirilerek uluslararasý pazarlar çerçevesinde
deðerlendirilmesi anlayýþý gündeme getirilmiþtir. Bugün ise ‘sürdürülebilirlik’ kavramýna
tematik yaklaþým önerileri mimari ve kentsel tasarým alanlarýnda sürmekte, bu
kapsamda geliþtirilen görüþlerin meslek örgütleri tarafýndan toplumsal bütünleþme
çerçevesinde ne þekilde ele alýnacaðý araþtýrýlmaktadýr.
Dünya Saðlýk Örgütü 2003 yýlýnda küresel ýsýnma nedeni ile hayatýný kaybetmiþ kiþi
sayýsýný 150.000 olarak tahmin etmiþtir (Edwards 2005). Bu kayýplarýn nedeni deniz
seviyesindeki deðiþimlerin tarýmsal üretimleri etkilemesi, yeryüzüne düþen yaðmur
oranýn azalmasý ve su kaynaklarýnýn buharlaþmasý olarak gösterilmektedir. Bu
duruma fosil yakýtlarýn ýsýnma, aydýnlatma, havalandýrma ve ulaþýmda kullanýlmasýný
da %50 oranýnda eklediðimizde küresel ýsýnmanýn nedenlerini günlük hayatýmýzýn ne
kadar içinde olduðunu görmek mümkündür. Yapý tasarýmlarý, kentsel tasarýmlar ve
planlamalarda küresel ýsýnmaya %25 olarak katkýda bulunmaktadýr. Binalar diðer birçok
insan yapýmý malzemeden daha uzun bir kullaným ömrüne sahiptir. Bu nedenle; biz
yakýndan takip etmemiz gelecek nesillere daha yaþanasý bir dünya býrakabilmemiz
için kaçýnýlmazdýr. Adams’ýn “Green Development, Environment and Sustainability in
the Third World” (2001) isimli çalýþmasýnda, sürdürülebilir tasarým kavramý üzerinde
yoðunlaþan tartýþmalar analiz edilerek, temel olarak iki çözüm alternatifi ortaya
konmuþtur. Buna göre; birinci alternatifte amaç doðaya dönüþü desteklemektir. Burada
sorun yumaðý haline dönüþen kentlerin terk edilmesi, doðanýn içinde çevreyle uyumlu
ve insan ölçeðine uygun yeni yerleþkelerin (eko-köyler) kurulmasý öngörülmektedir. Bu
kapsamda söz konusu ekolojik yerleþkelerin yapýlandýrýlmasý için geleneksel tasarým
kriterlerinin yol gösterici nitelik taþýdýðý gözlenmektedir. Ýkinci alternatif olarak çevresel
sorunlara teknolojik açýdan yaklaþýlmaktadýr. Bu çerçevede, her türlü teknolojik
olanaklardan ve çaðdaþ malzemelerden yararlanarak daha az enerji tüketen ve daha az
atýk üreten binalarýn tasarlanmasý gündeme alýnmaktadýr. Böylelikle kentsel sorunlarýn
sürdürülebilir çözüm arayýþlarý içinde rehabilitasyonu desteklenmektedir. Adams’ýn
181 sanat yazýlarý
tasarýmcýlarýn da uzun vadeli düþünmemiz ve yeþil teknolojinin getirdiði tüm yenilikleri
ortaya koyduðu bu iki alternatif toplumsal alanda incelendiðinde, gittikçe artan bir ivme
ile doðal hayata yönelim saptanmýþtýr. Her ne kadar; geliþen teknoloji engellenemese
de farklý disiplinlerden insan gruplarýnýn çoðu zaman kiþisel çabalarýyla kendilerine
‘ekolojik hayatlar’ kurma çabasý dikkat çekicidir. Bu çalýþmada amaç; son yýllarda
sýklýkla gündem oluþturan sürdürülebilir tasarým kavramýnýn doðaya dönüþ-eko köylerele alýnmasýdýr. Makalenin kapsamý içinde, eko köylerdeki sürdürülebilir tasarýmýnda
vazgeçilmez bileþenleri olan sosyal, ekonomik ve kültürel yaklaþýmlar incelenmiþtir.
Doðaya dönüþ alternatifi çerçevesinde A.B.D. New York yakýnlarýnda yer alan Ithaca
Eko-köyü örneklenmiþtir.
II. Sürdürülebilir Tasarým
Sürdürülebilir tasarým kavramýnýn kökenlerini 5 ana baþlýkta inceleyebiliriz (Jamieson,
2005). Buna göre;
Doðayý desteklemek ve ona arka çýkmak (yiyecek, temiz hava ve su kullanýmý)
Doðadan esinlenmek (Ruskin, Lethaby ve Wright gibi tasarýmcýlarýn
tasarladýðý yapýlar)
Ekolojik sistemler (habitatlar, yaðmur ormanlarý ve biyolojik çeþitlilik)
Çevresel koruma (küresel ýsýnma, atýk ve kirlilik ile kaynaklarýn tüketilmesi)
sürdürülebilir tasarýmýn ana hatlarýný oluþturmaktadýr.
Brutland Komisyonu (1987) sürdürülebilirlik kavramýný “Bugünün ihtiyaçlarýný,
gelecek kuþaklarýn kendi ihtiyaçlarýný karþýlama imkânýna zarar vermeden karþýlamak“
olarak tanýmlamýþtýr. Bu taným farklý sektörlerin bir araya gelmesiyle baþka bir
182 sanat yazýlarý
seri tanýmlamayý da getirmiþtir. Sürdürülebilir mimarlýk, sürdürülebilir tasarým,
sürdürülebilir yapý, sürdürülebilir malzemeler ve tüm bu tanýmlarýn birleþtiði
sürdürülebilirlik için eðitim kavramlarý sürdürülebilirlik kavramýndan ortaya çýkmýþtýr
(Gissen 2002). Sürdürülebilirlik kavramý ilk ortaya çýktýðýnda çevresel kaynaklar,
özellikle de enerji kaynaklarýnýn korunmasý anlamýný taþýmaktaydý. Ancak, Brutland
Raporu’ndan sonra bu tanýmýn içeriði güncellenmiþ ve ekonomik ve sosyal sistemlerin
çevresel kaynaklarýn kapasitesinden ayrýlamaz olduklarý kabul edilmiþtir. Bu anlamda
da büyüme ve sosyal refah, çevresel kaynaklarýn þimdiki nesiller tarafýndan gelecek
nesillerin kullanýmý için dengeli olarak kullanýlmasýný gerektirmektedir. Dolayýsýyla
‘sürdürülebilir geliþme’ kavramý mimarlar, tasarýmcýlar ve diðer iþ dallarýna göre pek
çok farklý dala ayrýlmýþtýr.
Görüldüðü üzere, sürdürülebilirlik kavramýnda sosyal, ekonomik ve kültürel yaklaþýmlar
biraradadýr. Dolayýsý ile bir yapýyý tasarlarken sadece binada kullanýlacak malzemeler
yönünden deðil, ayný zamanda, yapýnýn kent içindeki yeri, peyzajý ve çevresel
düzenlemeleri, deðiþen ve sürekli artan insan gereksinimlerine cevap verebilmesi,
yapýlarýn ýsýtma-soðutma sistemleri, enerji ve aydýnlatma gereksinimleri, yapýnýn kendi
içinde esnek ve deðiþtirilebilir olmasý sürdürebilir mimarlýk açýsýndan dikkate alýnmasý
gereken konulardýr. Kentsel sorunlardan bunalan insanlar, zaman içinde, doðayla dost
bir hayatý tam anlamýyla yaþayabilmek ve bu bilinci kendi çocuklarýna aktarabilmek
için þehirleri terk ederek daha küçük yerleþim birimlerinde, çevre bilincine uygun bir
yaþam tarzýný oluþturmak yoluna gitmektedir. Çevreci gruplarýn veya akademisyenlerin
öncülüðünü yaptýðý sürdürülebilir yaþamý oluþturma sürecinde ‘ekoloji’ düþüncesi ile
sivil katýlýmlar buluþturularak disiplinler arasý bir etkileþim ile daha yaþanýlýr küçük
yerleþkeler oluþturulmaktadýr.
III. Doðaya Dönüþ ve Eko Köy Kavramý
Ýlk çaðlardan beri insanlar yaþadýklarý yerin koþullarýna en çok uyum saðlayabilen
yapýlarý tasarlamýþlardýr. Örneðin; insanlar ýlýman iklimlerin hüküm sürdüðü alanlarda
kuzeye bakan konutlar yerine güneye bakan konutlar tasarlamýþlardýr. Bu da
insanoðlunun yüzyýllar öncesinde de bulunduðu iklim koþullarýna göre uygun geleneksel
yapýlar tasarladýðýnýn bir göstergesidir.
Daniel Williams’ýn, “Sustainable Design, Ecology, Architecture and Planning” (2007)
isimli eserinde vurguladýðý gibi, kendi kendine yeten, tüm canlýlarla ve yerküreyle
uyum halinde yaþayan, kentli veya kýrsal toplum insanlarýndan oluþan yerleþim
birimleri ‘eko köy’ olarak tanýmlanmaktadýr. Eko köyler, ilke olarak sosyal çevre ile
tasarým, permakültür, ekolojik mimari, yeþil üretim, alternatif enerji, toplum oluþturma
uygulamalarý ve benzeri birçok yöntemden yararlanýlmaktadýr. Söz konusu çalýþmadan
yola çýkarak, sürdürülebilir yeþil yapýlarla ilgilenmeye baþlayan mimarlar ilk olarak
daha çok tek katlý konutlarla ilgilenmiþler, daha kapsamlý olan diðer yapý türlerine
zaman içinde geçmiþlerdir. Günümüzde çevreciler hýzla büyüyen ekonomik yapýnýn gün
geçtikçe daha fazla yapýya gereksinim duyulduðunu kabul etmektedirler. Ancak bunun
doðal ve çok az iþlenerek üretilen malzemelerle de saðlanabileceðini savunmaktadýrlar.
Sürdürülebilir ekolojik yapýlardan bahsederken, çevresine en az zarar veren yapýlar
anlatýlmaktadýr.
Eko köylerin oluþmasýna neden olan faktörler arasýnda, dayanýþma üzerine kurulu
sosyo-kültürel yapýlarýn çökmesi ve yerküremizde giderek çoðalan zararlý çevre
uygulamalarý sayýlabilmektedir. Eko köy oluþumlarýný genel olarak beþ temel boyut
altýnda inceleyebiliriz (Kats 2003, Edwards 1999).
183 sanat yazýlarý
sade bir yaþam tarzýný birleþtirmeye çalýþmaktadýr. Bunu gerçekleþtirmek için, ekolojik
Bunlar;
1-Toplumsal Boyut; baþkalarýný fark etme ve onlarla yapýcý iliþki kurma, ortak kaynaklarý
paylaþma ve karþýlýklý yardýmlaþma, tüm fertlere iþ ve geçim imkâný saðlama,
farklýlýklara saygý göstererek birliði teþvik etme, kültürel ifade þekilleri geliþtirme
gibi toplumun saðlýklý yapýlandýrýlmasý için gerekli oluþumlarýn yürürlüðe konduðunu
gözlemlemekteyiz.
2-Sosyal Boyut; eko köy toplumlarýnda yaþayan insanlar çevrelerindekilerden destek
alýp, onlara karþý sorumluluk hissetmektedirler. Bu insanlara derin bir ‘ait olma’
duygusu vermektedir. Yeterince küçük topluluklar olduklarýndan, herkes kendini güçlü,
görülür ve duyulur hissetmektedir. Bu sayede insanlar, gerek kendi hayatlarýný gerekse
içinde yaþadýklarý topluluðu etkileyen kararlara þeffaf bir þekilde katýlma yetkisine sahip
olmaktadýrlar.
3-Ekolojik Boyutu; topluluðun bio-alaný içinde yiyecek yetiþtirmek, bu alan içinde
organik yiyecek üretimini desteklemek, evleri yerel malzemelerden yapmak, köybazlý, yenilenebilen enerji sistemlerini birleþtirerek kullanmak, biyolojik çeþitliliði
korumak, ekolojik iþ prensiplerine sadýk kalmak, eko köyde kullanýlan tüm ürünlerin
yaþam sürecini sosyal, ruhsal ve ekolojik açýdan deðerlendirmek, düzgün enerji ve atýk
yönetimi ile toprak, su ve havayý temiz tutmak, doðayý korumak ve vahþi doða alanlarýný
muhafaza etmek.
4-Kültürel Boyut; eko köylerde görev olarak doðal alemle bütünleþme ve insan
184 sanat yazýlarý
hayatýnýn makrokozmosun birer parçasý olduðu prensibi benimsenmektedir. Bu sayede,
doðanýn döngülerini izlenerek, yerküreye ve üzerindeki tüm canlýlara saygý duyarak,
insanla doðanýn ve evrenin baðlarýnýn bilinçli olarak farkýna varýlmaktadýr.
Günümüzde, Dünya üzerinde eskiden kalma yerel yerleþimlerin kalmadýðý yerlerde,
eko köyler bilinçli olarak kurulmaktadýr. Bu sayede, insanlar yeniden doða ile içiçe
topluluklar oluþturarak, tüm canlýlarýn gelecekte de saðlýklý bir þekilde var olmasýný
hedefleyen bir yaþam tarzý seçmektedirler. Günümüz dünyasýnýn ana sorunu,
büyümenin sýnýrlarýna gelmiþ olmamýz ve yaþamlarýmýzda sosyal ve ruhsal boyutun
eksikliðini hissetmemizdir. Birçok bilim adamýna göre, eðer insan bir canlý türü olarak
var olmayý sürdürecekse mutlaka zarar vermeyen ve sürdürülebilir bir yaþam tarzýný
benimsemek zorundadýr.
5-Tasarým Boyutu; Ýnsan varoluþu ile birlikte, çevreye ve ekolojik deðerleri deðiþtirme
çabasý içine girmiþtir. Küresel ýsýnma, devamýnda gelen iklim deðiþiklikleri ve benzeri
birçok küresel sorunun kökeninde kuþkusuz bina sektörü yatmaktadýr. Avrupa Birliði
Ülkelerinde toplam enerji kullanýmýnýn %40’tan fazlasý, CO2 emisyonunun %30’u
ve sentetik atýklarýn %40’ý inþaat sektöründeki uygulamalardan kaynaklanmaktadýr
(Edwards, 2005). Kaynaklar bina sektöründe, malzeme ve enerji gibi formlarda büyük
miktarlarda kullanýlmaktadýr. Ayrýca, binalar ormanlýk alanlarýn yok olmasý, temiz su
kaynaklarýnýn bozulmasý, ozon tabakasýnýn yýpranmasý, vb. küresel anlamda sürekli bir
yýpranmaya neden olmaktadýr. Yeryüzünden çýkarýlan malzemelerin yaklaþýk %50’si
bina sektöründe kullanýlmaktadýr. Bu rakamlar incelendiðinde sürdürülebilirlik düzeyinin
üzerinde bir tüketim olduðu anlaþýlmaktadýr.
Eko köyleri oluþturan beþ temel boyut incelendiðinde; yapýlarýn diðer birçok insan
yapýmý malzemeden daha uzun bir kullaným ömrüne sahip olduðu anlaþýlmaktadýr.
Binalarýn programlama aþamasýndan baþlayýp, tasarým, yapým, kullaným, bakým ve
yýkým/onarým aþamalarý süresince doða ile etkileþimi sürmektedir. Bir yapý sadece
kullanýcýlarýný, yakýn çevresini etkilememekte; ayný zamanda toplumdaki her bireyi,
uzun vade de ekolojik dengeleri, dolayýsýyla da dünyadaki dengeleri etkilemektedir.
Sonuçta, eko köylerin mimari oluþumunu meydana getiren sürdürülebilir bina kavramý
ekolojik yaþam çevreleri için bir gereklilik olmaktadýr. Çevre ile uzlaþmaya odaklanmýþ
bu tasarým anlayýþý, doðal kaynaklara saygý gösteren, kültürel ve tarihsel farklýlýklarý
benimseyen bir tasarým türüdür. Bu baðlamda, eko köyde yer alacak bir mimari ürünün
ana hedefleri, Gen Power, Ecovillage Design Education Enstitüsü tarafýndan (2006)
aþaðýdaki þekilde sýralanmýþtýr:
-esnek ve deðiþen koþullara uyum saðlayabilen, uzun kullaným ömrü olan bir
-enerjinin verimli kullanýmý,
-kaynaklarýn etkin kullanýmý,
-atýklarýn azaltýlmasý,
-temiz su kaynaklarýnýn korunmasý,
-saðlýk ve güvenlik risklerinin en aza indirilmesi,
-saðlýklý iç mekan hava kalitesi saðlanmasý,
-biyolojik çeþitliliðin korunmasý.
IV. Sürdürülebilir Tasarým Kriterleri ve Eko-köyler (Ithaca Eko-köy örneði)
Günümüzde, dayanýþma üzerine kurulu sosyo-kültürel yapýnýn giderek yok olmaya
baþlamasý, elektronik iletiþimin güçlenmesiyle sosyal iletiþimin azalmasý, yerküremizde
giderek çoðalan zararlý çevre uygulamalarý ile ekolojik dengenin bozulmasý ve kentsel
sorunlardan bunalan insanlarýn doðayla daha iç içe bir yaþam kurma hedefleri ekoköylerin oluþmasýna neden olan baþlýca faktörlerdir. Eko-köyler, farklý disiplinlerden
185 sanat yazýlarý
bina tasarýmý,
çevre bilincine sahip meslek adamlarý, çeþitli araþtýrmacý ve akademisyenler, yerel
idareler, kent ve köy kökenli sivil toplum bireyleri tarafýndan yapýlandýrýlmaktadýr (Gaia;
GEN 2006).
Makalenin amacýnda da belirtildiði gibi, sürdürülebilir tasarým ölçütleri, doðaya dönüþ
alternatifi ve eko-köyler arasýndaki iliþkiler Ithaca Eko-Köy örneðiyle maddeler halinde
irdelenmiþtir.
Enerji
Enerji konusu insanlar var olduðundan beri gündemde olan bir konudur. Ýlk
zamanlarda enerji, insan ve hayvan güçünden, daha sonralarý güneþ, rüzgar ve sudan
saðlamýþlardýr. Günümüzde ise enerji büyük ölçüde fosil yakýtlarla saðlanmaktadýr.
Ancak eko-köy sakinleri tekrar doðal enerji kaynaklarýný kullanmaya yönelmiþtir. Bir
yapýnýn ýsýnma, havalandýrma ve aydýnlanmasý için petrol, gaz ya da kömür mutlaka
gereklidir. Sürdürülebilir mimarlýk için bir yapýnýn tüm hayatý boyunca enerji verimliliði
en önemli konulardan biridir. Tasarýmcýlar yapýlardaki enerji kullanýmýnýn azaltabilmesi
hatta yapýnýn kendi enerjisini üretip kullanabilmesi için pek çok farklý teknikler
uygulamaktadýr. Burada en önemli konu yapýnýn izolasyonunun en iyi þekilde saðlanmýþ
olmasýdýr. Yapýnýn izolasyonu yeterli olduðu sürece enerji tasarrufu da o derece yüksek
186 sanat yazýlarý
seviyelerde olacaktýr.
Resim 1: Ithaca Eko-köyü Joe Nollan konut
inþaatý- ahþap döþemenin altýna serilen
taþ yünü izolasyon uygulamasýndan bir
görünüm.
Yapýlar, tüm enerji kullanýmýnýn yaklaþýk %51 oranýný kapsamaktadýr. Söz konusu enerji
kullanýmýnýn bir bölümü yapýnýn inþasý, geri kalan kýsmý da yapýnýn iþletilmesi sýrasýnda
kullanýlmaktadýr (ýsýtma, havalandýrma, aydýnlatma) (Edwards 2005). Yapýlarda
kullanýlacak olan yenilenebilir enerjinin ana kaynaklarýný insanoðlunun ilk zamanlarda
kullanmýþ olduðu güneþ, rüzgar ve jeotermal kaynaklar oluþturmaktadýr. Günümüzde
yenilenebilir enerjinin uygulamasýnda makro ölçekten mikro ölçeðe geçiþ yapýlmaktadýr.
Konut mekanlarýnýn da bu anlamda yenilenebilir enerjiden diðer ticari ve büyük
ölçekli yapýlar kadar yararlanmasýný saðlamaktadýr. Günümüzün eko-köy örneklerinde
konutlarýn iklimlendirilmesi için, yenilenebilir enerji kaynaklarý kullanýmý yapý kabuðunun
biçimleniþ ölçütleri ile de desteklenmelidir.
Yenilenebilir enerji günümüzde tüm insanlýðýn enerji gereksinimini karþýlayabilecek
niteliktedir. Örneðin; güneþ enerjisinin tümü insanlar tarafýndan kullanýlabilir. Ancak
burada sorun bu enerjinin nasýl depolanacaðý, daðýtýlacaðý ve korunacaðýdýr. Ayrýca bu
güneþ enerjisinin konutlarýn ýsýtýlmasýnda kullanýlabilmesi için de gerekli olan ekipmanýn
hazýrlanmasýnda fosil yakýtlar kullanýlmaktadýr. Sürdürülebilir enerji yapýlarda farklý
þekillerde kullanýlabilir (Bordass 1997). Örneðin; baþka bir yerde hazýrlanýp geleneksel
daðýtým yollarýyla yapýlara ulaþtýrlýlabilir; baþka bir yerde ya da yapý kompleksi içinde
hazýrlanarak ya da yapýnýn kendi bünyesinde hazýrlanarak kullanýlabilinir. Burada
önemli olan enerji kaynaklarýný saðlayacak olan doðal kaynaklarýn nasýl kullanýlacaðýnýn
önceden planlanmasýdýr.
Resim 3
Resim 2 - Resim 3: Ithaca Eko-köyündeki konut örneðinde elektrik enerjisinin fotovoltayik panellerle
saðlanmaktadýr. Resimlerde çatýlarýn güney yüzeylerine monte edilen fotovoltayik panelleri
görmekteyiz.
Aydýnlatma sorununun da yenilenebilir enerji ile daha ekonomik olarak çözülmesi
olasýdýr. Bu durumda yapý kütlesinin gün ýþýðýndan en fazla yararlanacaðý þekilde
konumlandýrýlmasý önem kazanmaktadýr. Yapay aydýnlatma yapýlarda kullanýlan
enerjinin neredeyse yarýsýna yakýn bir oranýný oluþturmaktadýr. Mendler’e göre (2000),
gün ýþýðýndan en verimli þekilde faydanabilmek için öncelikle tasarlanacak yapýlarýn
oda derinliklerinin pencereden uzaklýðýnýn 7.00m’den daha fazla olmamasýna ve
tüm yapý derinliðinin 15m.’den daha fazla olmamasýna dikkat edilmelidir. Gün ýþýðýnýn
konuttan içeri süzülebilmesi için ýþýk kýrýcý panel kullanýlmasý ve bu panellerin yapýnýn
dýþ cephesine monte edilmesi gereklidir. Eðer bu paneller tasarlanarak monte edilirse
içeriye gelen gün ýþýðý hiç bir kamaþmaya ve keskin kontrastlara neden olmadan iç
mekanlara daðýlýr. Bunun yaný sýra iç mekanlarýn aydýnlatmasýnda enkandesan lambalar
yerine daha az elektrik sarfeden florasan lambalarýn kullanýlmasý veya enerji tasarruflu
lambalarýn konutlarda kullanýlan elektrik harcamasýný büyük oranda azaltacaktýr. Son
187 sanat yazýlarý
Resim 2
yýllarda aþama kaydeden led aydýnlatma teknolojisi de gittikçe daha yaygýn olarak
görülmektedir. Örneðin; tasarruflu lambalarýn ömürleri diðer lambalara göre hem 10 kat
daha uzun hem de yalnýzca %25’i kadar elektrik tüketerek daha az ýsý yaymaktadýrlar.
Eko-köylerde de yapýlarýn konumlandýrýlmasý mekanlarýn güneþ ýþýðýný optimum düzeyde
yakalayacak þekilde ayarlanmaktadýr. Ayrýca eneltrik enerjisi photovoltaic panellerle
üretilse de, yine de mekanlarda kullanýlan aydýnlatma armatürlerinin enerji tasarruflu
olmasýna özen gösterilmektedir.
Resim 4: Güneye bakan pencere yüzeyleri ve
denizlikleri daha geniþtir. Güneþ ýþýnlarý yaklaþýk
50cm derinliðindeki denizlik yüzeylerinden
kýrýlarak iç mekandaki aydýnlatma ve ýsýtmaya
büyük katký saðlamaktadýr.
Ithaca eko-köyünde, aktif solar sistemlerin yardýmýyla konutlardaki sularýn ýsýtýlmasý da
mümkün kýlýnmýþtýr. Solar su ýsýtýcýlarý normalde kýrma çatýlarýn güneye bakan yüzlerine
yerleþtirilmiþ. Burada ýsýnan su yine ayný yöne bakan su tankýnda depolanmýþtýr. Birkaç
metre karelik su tanklarý genellikle bir konutun yaklaþýk 2/3’lük sýcak su gereksinimini
188 sanat yazýlarý
karþýlayabilmektedir.
Resim 5
Resim 6
Resim 7
Resim 5: Bazý konutlarýn ýsýtýlmasý, yaþama mekanlarýnda yer alan þöminelerle çözümlenmiþtir. Isýnan
hava kanallar yardýmýyla mekanlar arasýnda daðýlarak tüm evin ýsýnmasý saðlanmýþtýr.
Resim 6-7: Yaz aylarýnda doðal havalandýrma için rüzgar alan cephelerde tavan döþemesine yakýn
pencere boþluklarý tasarlanmýþtýr. Böylece mekanlara temiz hava geçiþi ve doðal hava sirkülasyonu
söz konusu olmuþtur.
Ýklim
Yapýlarýn yer aldýðý coðrafi bölgedeki iklimsel özellikler dýþ kabuk form ve malzeme
seçimlerinde önemli rol oynar. Bu baðlamda, iç mekan iklimlendirme sistemleri, pencere
boyutlarý ve tipleri, çatý, zemin ve yüzey kaplamalarýný kapsayan tüm seçimler iklimsel
özellikleri dikkate alarak tasarlanmalýdýr. Yapý kabuðunun geliþtirilmesi ile pasif solar
sistem stratejileri yapýlarýn kullanýcýlarýnýn daha konforlu bir þekilde yaþamalarýna ve
enerji gereksinimlerini azaltmaya yarayacaktýr. Örnek olarak incelenen Ithaca Eko-köyü
karasal iklim þartlarýnýn hüküm sürdüðü bir coðrafyada yer almaktadýr. Kýþlarý sert ve
yaðýþlý, yazlarý ise; sýcak geçmektedir. Bu koþullar dikkate alýnarak çoðu konutta kuzeye
bakan cephelerde cam limonluklar tasarlanmýþtýr. Bu mekanlar dýþ mekan ile iç mekan
arasýnda tampon bir bölge oluþturmakta, ýsý kaybýný minimuma indirmektedir.
Burada dikkate alýnmasý gereken konular yapýnýn yönünün, gün ýþýðýnýn geliþ yönü
ve yapýnýn aldýðý etkin rüzgarlarýn yönüdür. Rüzgar enerjisi daha çok fosil yakýtlarýn
transferinin zor olduðu ada gibi kara parçalarýnda daha yaygýn olarak kullanýlmaktadýr.
Yapýlarda, denizden uzak olsalar da, rüzgar enerjisinden yaralanarak elektrik enerjisi
üretmek mümkündür. Bu konu ile ilgili yeni teknolojiler ve çeþitli rüzgar pompalarý
bulunmaktadýr. Rüzgar enerjisinden yararlanýlabilmesi için yapýnýn coðrafi özelliklerinin
buna uygun olmasý gereklidir (Gaia 2006). Ithaca Eko-köyünde de etkin rüzgarlarýn
yönü hesaplanarak rüzgar enerjisinden maksimum düzeyde yararlanýlmasý saðlanmýþtýr.
Genel olarak yenilenebilir rüzgar enerjisinin temel prensipleri güneþ enerjisine
benzemektedir. Burada da rüzgarýn etkin olduðu günlerde elektrik enerjisi yaratmak
ve bunu rüzgarsýz günlerde kullanmak mümkündür. Genellikle rüzgar enerjisi elektrik
enerjisine çevrilerek büyük elektrik þebekelerini besler, ancak bunun ufak çaplý
konutlarda da kullanýlmasý mümkündür. Konutlarda güneþ ýþýðýnýn çok fazla görülmediði
189 sanat yazýlarý
Resim 8: Güneye bakan cephelerde kýþýn yapraklarýný döken
aðaçlarýn dikilmesi tercih edilmiþtir. Böylece zayýf kýþ güneþinden
en fazla düzeyde yararlanmak mümkün olacaktýr. Kuzey
cephelerinde ise; sert kýþ rüzgarlarýna engel oluþturacak,
yapraklarýný dökmeyen aðaçlar dikilmiþtir.
daha kapalý günlerde ya da elektriðin kesintili olarak verildiði zamanlarda rüzgar
enerjisinden yaralanýlmasý ve böylece güneþ enerjisine yardýmcý olacak alternatif enerji
olarak kullanýlabilir. Edwards 2005 yýlýndaki çalýþmasýnda, konutlarda kullanýlabilir
olan küçük ölçekli rüzgar tribünlerinin günde 5 vat eletrik üretebilirken; büyük çaplý
tribünlerin 1.5 megavat elektrik üretebilecek kapasiteye sahip olduklarýný belirtmiþtir.
Bundan yola çýkarak; konutlarda birden fazla küçük ölçekli rüzgar tribünün kullanýlmasý
bir tane büyük tribün kullanýlmasýndan daha verimli sonuçlar verecektir.
Malzemeler
Genel bir kural olarak yapýlarda kullanýlan doðal malzemeler insan saðlýðýna zarar
vermeyen saðlýklý yapý malzemeleridir. Kil ve tuðla yüzyýllardan beri pek çok konut
inþaatýnda kullanýlmaktadýr. Bunun yaný sýra; yine doðal olan taþ, ahþap, alçý, seliloz,
sebze posasý ve koyun yünü gibi organik izolasyon malzemeleri ile su bazlý boyalar
ve cilalar ne yapýnýn inþasýný yapan kiþilerin ne de kullanýcýlarýnýn saðlýklarýna zarar
veren inþaat malzemeleridir. Bu gibi insan saðlýðýna zarar vermeyen yapý malzemeleri
sürdürülebilir yapý malzemeleri olarak adlandýrýlýr ve bunlarýn geri dönüþümleri ve
insan saðlýðýna zararlý maddelerin azaltýlmasý dikkate alýnan temel kaygýlardandýr.
Bunun yaný sýra, inþaat malzemelerinin yerel olmasý, kolay bulunabilir, taþýnabilir ve
uygulanabilir olmasý enerji tasarrufu açýsýndan çok önemlidir ve eko-köylerin en önemli
190 sanat yazýlarý
gerekliliklerinden biridir.
Resim 9 - 10: Örnek eko-köyümüzde sadece yapýlarýn temel bölümü betonarme olarak inþa
edilmiþtir. Bütün konutlarda ahþap iskelet sistem kullanýlmýþtýr.
Resim 11 - 12: Yukarýda resimlerde Joe Nollan Evi’nin ahþap iskelet çatkýsý ve ahþap kiriþ düzeneði
görülmektedir.
Resim 15: Saman balyalarý ile duvar
dolgu iþlemi sona erdikten sonra, dýþ
sýva uygulamasý gerçekleþtirilmiþtir.
Sýva yapýmýnda kil, saman, su ve kum
karýþýmý kullanýlmýþtýr.
Resim 16: Yapý
malzemelerinde doðallýk
kadar geri dönüþüm özelliði
de dikkate alýnmýþtýr. Bu
resimde ýslak hacimdeki
yükseltilmiþ ahþap döþeme
yapýmýnda demiryolu
inþatýndan artan ahþap
kadronlar kullanýlmýþtýr.
191 sanat yazýlarý
Resim 13 - 14: Duvar dolgusu olarak, sýkýþtýrýlmýþ saman balyalarý kullanýlmaktadýr. Yapýnýn ahþap
taþýyýcý sisteminindeki açýklýklara (modül sistemi) saman balyalarýnýn boyutlarý temel alýnarak karar
verilmiþtir.
Esnek Tasarýmlar
Konut yapýlarýnýn esnek tasarlanmasý, gerekli olduðunda yapýnýn geniþletilmesine
ve yeniden düzenlenmesinde kolaylýk saðlar. Tasarýmda esneklik göz önünde
bulundurulmasý gereken tasarým kararlarýndan biridir ve böylece modüler planlama
ve esnek yapý kabuklarýnýn tasarlanmasý gelecekteki düzenlemeler için kolaylýklar
saðlayacaktýr. Sabit kablolama ve çerçeveler yapý strüktürünün deðiþtirilmesi gerektiði
durumlarda hem ekonomik olarak hem de uygulama olarak çeþitli zorluklar getirecektir.
Konut tasarýmlarýnýn esnek ve deðiþtirilebilir özelliklerde olmasý sürdürülebilir
yapý tasarýmýnýn önemli gerekliliklerindendir. Yapýlarýn dýþ kabuk tasarýmlarý ve
kullanýlan malzemelerin tüm mevsimlere uygun olmasý yapý içindeki enerji akýþýnýn
düzgün saðlanabilmesi açýsýndan önemlidir. Genel olarak, eko-köy konutlarýnýn plan
oluþumlarýnda mekanlarýn birbirine akýþ düzeni, kullaným potansiyeli düþünülerek
saðlanmýþtýr. Örneðin; yaþama mekaný ile mutfaðýn bir arada düþünülmesi ve bu
192 sanat yazýlarý
mekanlardan bir seraya ya da bahçeye açýlmasý bu tasarým anlayýþýnýn bir uzantýsýdýr.
Resim 17
Resim 18
Resim 17 - 18: Ithaca eko-köyünde iç mekanlarda ahþap esaslý donatý elemanlarýnýn yoðun olarak
kullanýlmasý dikkat çekicidir. Plastik esaslý malzemeler yerine ahþap ve seramik kullanýmý tercih
edilmektedir. Joe Nollan evinden alýnmýþ bu iki görüntüde de yaþama mekaný ile mutfak mekaný
birarada tasarlanmýþtýr. Mutfaktan arkadaki sera bölümüne de direkt geçiþ saðlanmýþtýr.
Resim 20
Resim 19
Resim 19 - 20: Ýç mekanlarda duvar kaplamasý olarak seramik
ve selüloz esaslý ürünler tercih edilmiþ, doðadan toplanan
aðaç, dal ve taþlarla duvar yüzeylerinde farklý dokular ve niþler
yaratýlmýþtýr. Kýrýk cam parçalarýndan vitray uygulamalarý
yapýlmýþtýr. Bu tür uygulamalarýn içmekandaki ruhani atmosfere
de olumlu etkisi olduðu inkar edilemez bir gerçektir.
Resim 22
Resim 21 - 22: Toplama seramik parçalarý en ufak
kýrýk parçasýna kadar deðelendirilmiþtir. Tüm
pencere denizlik yüzeyleri bu seramik parçalarýyla
kaplanmýþtýr.
193 sanat yazýlarý
Resim 21
Resim 23
Resim 24
Resim 23 - 24: Galeri boþluklarý ve merdiven korkuluklarýnda çevreden toplanan dallar
uygulanmýþtýr. Bu uygulamanýn hem çevreci hem de mekanlara estetik katkýsý bulunmaktadýr.
V- Sonuç
Sürdürülebilirlik kavramý 21. yy’ýn giderek daha fazla kabul gören tasarým konusudur.
Fiziksel olarak yaþadýðýmýz dünyada pek çok deðiþim gözlenmekte ve küresel ýsýnma
giderek artan bir ekolojik stres kaynaðý olmaktadýr. Sürdürülebilir mimarlýk kavramýnýn
yalnýzca çevresel bir problem deðil, ayný zamanda da sosyal ve estetik bir sorun olduðu
artýk pek çok kiþi tarafýndan kabul edilmiþtir. Teknoloji ise burada sosyal geliþme ve
ekolojik uyum arasýnda köprü görevi görmektedir. Böylece günümüzde çevresiyle daha
uyumlu pek çok yeni mimari yaklaþýmlar yaratýlmýþtýr. Tasarýmcýlar gün ýþýðýný verimli
kullanabilecek, akýllý cepheler, nefes alan duvarlar, termal mass ve doðal havalandýrma
sistemlerinin yapýlarda daha yaygýn nasýl kullanýlabileceðini araþtýrmakta ve her gün
yeni yollar üretmektedirler. Sürdürülebilir tasarým artýk günümüzde makro ve mikro
seviyede yaygýn olarak kullanýlmaya baþlamýþtýr. Bu yeni tasarým ve inþaat dünyasýnda
ekolojinin bir sistem olarak kendi baþýna kullanýlmasý, sürdürülebilir ajandanýn
yalnýzca enerjinin verimli kullanýlmasý ile iliþkili olmadýðý ve mekanlar - kullanýcýlarý ve
sürdürülebilirlik kavramlarý arasýnda ayrýlmaz bir iliþki olduðu düþünülmelidir.
Sürdürülebilir çaðdaþ mekanlar kabaca az enerji harcayan mekanlar olarak
tanýmlanabilir. Sürdürülebilir mekan ayný zamanda kendi kendine yetebilen
sürdürülebilir toplumlarýn yaratýlmasýna destek veren mekanlar olarak da
adlandýrýlabilir. Sürdürülebilir mekanlarýn temel özelliklerini; kendi enerjisini kendisi
üreten, özellikle su kullanýmýnda kendi kendine yetebilen, bulunduðu bölgenin coðrafi
özelliklerine uygun olarak tasarlanmýþ, güçlü ve kendi kendine uzun süre ayakta
194 sanat yazýlarý
durabilen, deðiþen yaþam koþullarýna esnek tasarýmý sayesinde kolaylýkla ayak
uydurabilen, doðal yapý malzemeleri kullanýlan ve azami geri dönüþümü saðlayacak
þekilde tasarlanan, saðlýklý ve ekolojik ilkelere baðlý mekanlar olarak sýralayabiliriz.
Sürdürelebilir mekanlarý tasarlayanlar fiziksel, kültürel ve sosyal faktörlerin hepsini
birarada düþünmek durumundadýrlar (Crowther 1992).
Sürdürülebilir çaðdaþ mekanlarýn yaratýlabilinmesi için öncelikle yeni düþük
enerjili sistemlerin yeni yapýlarda olduðu kadar mevcut yapýlarda da yaygýn olarak
kullanýlmasýnýn saðlanmasý önemli bir gerekliliktir. Günümüzün mevcut yapýlarýnda
duvarlar, çatýlar ve pencereler zaten mevcuttur; þimdi ise, geliþtirilmiþ yeþil teknolojileri
tüm yapýlara uygun hale getirmek sürdürülebilir tasarým anlayýþý açýsýndan önemlidir.
Sürdürülebilir yaklaþýmlarýn tasarým prensiplerini mevcut ofislere, okullara, konutlara
ve hastane yapýlarýna da yaymalý ve bu tasarým anlayýþýný yaygýnlaþtýrmalýyýz.
Baþlatýlan eko köy oluþum projelerinde amaç; bölge içindeki kýrsal kültürlerin
korunmasý, doðal çevreye verilen ekolojik zararlarýn azaltýlmasý, yöre insanýnýn
ekonomik ve sosyal açýdan kalkýndýrýlmasý, eko turizm ve ekolojik üretim gibi projelerin
geliþtirilmesi olarak özetlenebilir. Çevre kirlenmesi, aþýrý ve bilinçsiz kullanýma baðlý
kaynak tüketimi, doðada giderek artan tahribat, insan neslinin her türlü doðal ve
kültürel mirasýný yavaþ yavaþ yok ederken, geleceðimizi de tehdit etmektedir. Bu
kirlenmenin en temel nedenleri arasýnda modern yaþamýn gereði sayýlan unsurlar
bulunmaktadýr. Aþýrý üretim ve bilinçsiz tüketim, hormonlu ve ilaçlý tarým, çevreyi
betonlaþtýran hatalý yapýlaþma, havayý ve doðal çevreyi zehirleyen enerji kullanýmlarý
gelecek nesillere býrakacaðýmýz dünyamýzýn her geçen gün çözümsüz sorunlara
gömülmesine neden olmaktadýr. Eko köyler kurarak daha doðal bir hayata yönelmek
sürdürülebilir bir dünya oluþumu için önemli bir katkýdýr. Eko köy organizasyonlarý
için ilk önemli adým gerekli toplumsal duyarlýlýða sahip bir grup oluþturmak; hedef
ve yöntem belirlemektir. Genel olarak belirlenen en temel hedefleri incelediðimizde,
aþaðýdaki sonuçlara ulaþmak mümkün olacaktýr.
Kýrsal kültürün zenginliklerini çaðdaþ olarak yeniden
deðerlendirmek ve projelendirmek,
Eko köy için seçilen bölge içinde var olan doðal ve kültürel mirasý
araþtýrmak, yöre insaný ile sosyal bir dayanýþma kurmak,
Doðal enerji potansiyelini araþtýrmak, rüzgar, güneþ, biyoenerji
olanaklarýný uygulamak,
Bölgedeki yeni yapýlanma için öncelikle geleneksel mimariyi ve
yerleþim özelliklerini incelemek ve yöresel malzemelerle yeniden
yorumlamak,
Bölgedeki organik tarým olanaklarýný araþtýrmak, pazarlama
sistemlerini geliþtirerek maddi destek temin etmek.
Sonuç olarak, çalýþma boyunca özetlenen söz konusu hedeflere ulaþmak için öncelikle,
yöre insanýnýn, yerel idarenin, üniversitelerin, sivil toplum gruplarýnýn ve farklý mesleki
disiplinlerin katýlýmýyla saðlanacak yeni bir örgütlenme oluþturmak esastýr. Katýlýmcý
bir yaklaþým içinde akademik ve idari çevre, sivil toplum örgütleri ve meslek odalarýnýn
katkýsý ile bir proje ve yöntem geliþtirme grubunun oluþturulmasý gerekmektedir. Çevre
araþtýrmalarý, bilimsel araþtýrma yöntemleri ile uzmanlar tarafýndan kültürü ve doðayý
bütünüyle koruyan özgün bir planlama modelinin geliþtirilmesi belirlenen yöntem
çerçevesinde hedefe doðru ilk adým olarak kabul edilecektir.
Çoklu ekolojilere sahip Türkiye’de geleneksel yapýlarýn çoðu doðaya ve çevreye
duyarlý, topoðrafik ve iklimsel özelliklere uyumlu, yerel yapým malzemeleri ile saðlýklý
195 sanat yazýlarý
Doðal çevreye zarar vermeyen bir yaþam biçimi geliþtirmek,
ekolojik turizm alt yapý oluþturmak,
yaþam çevreleri oluþturmuþlardýr. Diðer geliþmekte olan ülkeler gibi Türkiye’de de
imar rantý, nüfus artýþý, hýzlý yapýlaþma egemen oldukça kontrolsüz ve sürdürülebilir
gereksinimleri karþýlayamayan kent dokularý oluþmaktadýr. Yeni yapýlanma ve çözüm
arayýþlarý içinde sürdürülebilirlik uygulamalarý, ekolojik duyarlýlýk arayýþlarý ve eko
köy oluþum çabalarý toplumda yeni yeni yer bulmaya baþlamýþtýr. Ancak, henüz
Türkiye’de enerji ve su tüketimine baðlý bina performansý üzerinde gerekli bilinç tam
olarak oluþmamýþtýr. Yenilenebilir enerji kaynaklarýnýn araþtýrýlmasýna ve kullanýmýna
sakýnýlarak yaklaþýlmaktadýr. Halen en çok kullanýlan enerji türü olarak petrol ve kömür
gibi fosil kökenli yakýtlardan yararlanýlmaktadýr. Bu arada, ekoloji, saðlýklý çevreler
oluþturma ve doðaya dönüþ konularýna olan ilginin artmasý ile küçük ölçekli yapý
gruplarýnda pasif ve aktif ýsýtma sistemlerinin kullanýldýðý, biyoklimatik yapý özelliðine
sahip örnekler görülmektedir. Ayrýca, Türkiye’deki üniversitelerde, son yýllarda
sürdürülebilir sistemler, biyoklimatik mimarlýk ve eko köyler hakkýnda gittikçe artan
sayýda araþtýrmalar ve denemeler yapýlmaktadýr. Sürdürülebilir mimarlýk ve eko köyler
ile ilgili olarak fikir üretmek için çalýþma gruplarý oluþturulmaktadýr. Ancak, eko-köy
projelerinin hayata geçirilmesi ve beklenen performansýn tam olarak elde edilebilmesi
için bireysel çözümlerle deðil, disiplinler arasý bütüncül yaklaþýmlarla konunun ele
alýnmasý gerekmektedir. Hükümetlerin ve farklý sektörlerin iþbirliði ile sürdürülebilir
tasarým sürecine ait pek çok yasa ve yönetmelikler yürürlüðe konmaktadýr. Amerika’da
ve Avrupa’da çeþitli yasal düzenlemeler yaptýrýmlarla uygulanmaktadýr. Özellikle,
Avrupa’da sürdürülebilirlik hareketi ABD’ye oranla daha aktif durumdadýr. Bunun en
önemli nedeni olarak, konunun hükümetlerce ve Avrupa Birliði boyutunda ele alýnmasý
196 sanat yazýlarý
ve ABD’nin dünya enerji kaynaklarý üzerindeki politikasý gösterilebilir. Avrupa’daki
sürdürülebilir bina ve eko-köy uygulamalarýnýn çoðu Ýngiltere ve Hollanda üzerinde
yoðunlaþmaktadýr ve temelleri 1960’larda atýlmýþtýr. Türkiye’de ise sürdürülebilirlik ve
eko köy tasarýmý kavramlarý ile ilgili bilgi üretimi ve bilgiye ulaþmada pek çok zorluklar
yaþanmaktadýr. Konu ile ilgili toplumun bilgilendirilmesi ön plana çýkarken; TÜBÝTAK,
Çevre Bakanlýðý, Bayýndýrlýk ve Ýskan Bakanlýðý, bazý özel sektör ve üniversitelerce
araþtýrmalar devam etmektedir.
Kaynaklar
Adams, W.M. (2001). Green Development, Environment and Sustainability in the Third
World. London : Routledge Publications.
Bordass, B.and Leaman, A. (1997). Building Services in Use; Some Lessons for Breifing,
Design and Management. London : BIFM Annual Conference Proccedings.
Crowther, R. (1992). Ecologic Architecture. Boston : Butterworth-Heinemann Pub.
Edwards, B. (2005). Rough Guide to Sustainability. London : RIBA Enterprises 3rd.
Edition.
Edwards, B. (Ed). (2003). Green Buildings Pay,. London : 2nd. Edition, E&FN Spon.
Edwards, B. (1999). Sustainable Architecture. New York : Architectural Press.
Gaia. (2006). Ecovillage Design Education. Gen Power, USA.
Gissen, David. (2002). Big and Green: Towards a Sustainable Architecture in the 21st
Century. New York : Princeton Architectural Press.
Jamieson, S.S. (2005). The Development of Healthy and Sustainable Cities: A
Multidisciplinary Approach. 22. World Congress of Architecture UIA 2005 Istanbul
Academic Contributions, pp. 220-221.
Kats, G.H. (2003). Green Building Costs and :Financial Benefits. Massacusetts :
Massacusetts Technology Colloborative.
Mendler, S., Odell, W. (2000). The HOK Guidebook to Sustainable Design. New York :
Williams, Austin. (2001). Sustaining Architecture in the Anti-Machine Age. London :
John Wiley and Son.
Williams, D. (2007). Sustainable Design, Ecology, Architecture and Planning.
New Jersey: FAIA, John Wiley and Sons.
197 sanat yazýlarý
John Wiley & Sons, Inc.
Victor Hugo’nun “Notre Dame’ýn Kamburu”
Romanýnda Gotik Mimarinin Ölümü
The Death Of The Gothic
Architecture In The Novel
“Hunchback of Notre Dame” of
Victor Hugo
Yrd.Doç.Dr. Mine Baran,
Mimar Semra Hillez
Dicle Universitesi, Müh. Mimarlýk Fakültesi
Mimarlýk Bölümü
[email protected]
[email protected]
Özet: Bugün teknolojinin bütün boyutlarýyla kendini gösterdiði yapýlarýn, bazen bir anlam ifade
etmese de tercih edildiði düþünülürse, mimarlarýn artýk yapýtlara çoðu kez anlam yüklemekten
uzak durduðu ve tarihsel bilincin zayýfladýðý görülebilir. Toplum düzenine karþý körleþmenin
bir nedeni de bilgi toplumunun bize dayattýðý tek tipleþme ve standart bilgidir. Artýk yapýtlar
ne insanlarýn yaptýklarý iþler ve çektikleri acýlardan bahsetmekte ne de insanlarýn var oluþlarýný
etkileyen olaylarý anlatmaktadýr. Mimari artýk insan yapýmý bir süreç; varlýðýný insana borçlu barýnak
Victor Hugo’nun “Notre-Dame’ýn Kamburu” (The Hunchback of Notre Dame) adlý ünlü romanýnda,
günümüzde kazandýðý anlamla mimarinin sadece inþa etmek olmadýðýný, iletiþim organlarýnýn
olmadýðý dönemlerde kendi dinamizmiyle, iþleviyle bilgi aktardýðýný görüyoruz. Hugo’ya göre
mimari yapýtlar, antik dönemlerinde insanlar için tarihi aktarmanýn bir nesnesi olmuþtur.
Mimarlýðýn, matbaanýn bulunmasýyla öldüðünü ve “romantik hareket tarafýndan canlandýrýlacaðýný”
söyleyen Hugo, matbaanýn yaygýn olmadýðý dönemde kutsal kitaplar gibi insanlara, töre ve tarih
dersi veren mimari yapýtlarý Notre Dame katedralini anlatarak yüceltir.
Bu çalýþma, Hugo’nun “Notre-Dame’ýn Kamburu Romanýnda anlatýlan deðerlendirmelere göre
oluþturulmuþtur. Çalýþmanýn amacý, yazarýn mimarlýkla yapýt arasýnda kurduðu iliþkiye dikkat
çekerek romaný, aþk, toplumsal ya da tarihsel bir edebi yapýt olmanýn ötesine çýkarmaktýr. Bu belki
de bizler için mimari yapýtý yeniden keþfederek, ölümsüz yaratýmý, yaratýlan efsaneleri ve mimari
tutumlarýmýzý gözden geçirmenin bir aracý olacaktýr.
Anahtar sözcükler: The Hunchback of Notre Dame, Notre-Dame’ýn Kamburu, Victor Hugo, Gotik Mimari
199 sanat yazýlarý
inþa etme eylemine dönüþmüþtür.
Abstract: Given that, today, the buildings in which most recent and, even if it is not meaningful,
technology are present with all their aspect, are widely accepted; we see that, the architects avoid
giving a sense to works of art and historical conscience gets weak. One of the reasons of the
blinding against the society formation is the concept of becoming single type and the standard
knowledge imposed to us by the knowledge society. Currently, the works of art do not touch on
the people’s works and their pains or the events influencing the existence of the people.
In the famous novel of Victor Hugo called “The Hunchback of Notre Dame, we see that the
architecture is not only a construction art as it means today, but in the periods during which
there were no communication organs, it was transferring information with its own dynamism and
functions. . Hugo who says that the architecture “dies in the paw of the academism” and “will be
refreshed by the Romantic Movement”, glorifies the architectural works of art, giving lessons of
moral and history to humanity such as holy books, by describing the cathedral of Notre Dame in
the period in which the printing houses were not popular.
Maybe for us, it will help us to revise the rediscovery of the architectural work, eternal creation,
created legends and our architectural attitudes.
200 sanat yazýlarý
Key words: The Hunchback of Notre Dame, Victor Hugo, Gothic Architecture.
2. Giriþ
Victor Hugo’nun ilk romaný “The Hunchback of Notre Dame” dýr. Türkçeye “Notre
Dame’ýn Kamburu” olarak çevrilmiþ bu ünlü romanda, Victor Hugo’nun yazým sýrasýnda
on beþinci yüzyýl Paris’ini ve kentin simgesine dönüþmüþ ünlü katedrale iliþkin çok
sayýda belge ve yapýt okuduðu bilinir (Levine 1984). Belki de amacý tarihsel bir dönemi
romanda yeniden yaþatmaktýr.
Yapýt bu geniþ çerçevesiyle, Paris’e gönül vermiþ bir yazarýn kurduðu bir kent romaný
olarak da tanýmlanabilir. Hugo’nun daha çok yüreðe ve hayal gücüne seslenen bu
romaný, özellikle insancýl görüþleri dile getirir. Bu yapýtta, hayal gücü, gözleme oranla
daha aðýr basmaktadýr.
Victor Hugo Notre-Dame’ý gezerken, eski kilisenin duvarýna Yunan alfabesinin büyük
harfleriyle yazýlmýþ, duvara epeyce derin kazýlmýþ, çiziliþinde, duruþunda Gotik yazýya1
(Charpentier 1986) has, tarif edilemez bazý özellikleri ve biçimi olan ve en önemlisi
içerdiði anlam ile Victor Hugo’yu etkileyen bir sözcük vardýr : Eski Yunancada “Kötü
Talih” anlamýna gelen ANARKH.
Yer, 1482’nin Paris’i ve XI. Louis dönemi, merkez ise Notre Dame Katedrali’dir.
Olaylar katedralde ve katedralin hakim olduðu meydanda geçer. Esmeralda’ya Notre
Dame’ýn rahibi Frollo, masumca olmayan ama derin bir aþkla tutkundur. Esmeralda
Phoebus’a sonradan ölümüne neden olacak bir aþkla baðlýdýr. Kambur Quasimodo ise
Quasimodo da kendisini büyüten ama Esmeralda’yý öldüren Frollo’yu yok eder.
Yazar, romanda baþdiyokoz Frollo ve asker Phoebus’un kiþiliklerinde, Quasimodo
ile Esmeralda’yý sefalete boðan toplumu lanetler. Ayrýca yazar romanýn yazýldýðý
dönemin geliþme seyrini anlatarak o dönemdeki toplumsal eþitsizliði de gözler
önüne serer.
1
Tampliye þövalyeleri, gizemcilikleri, geometri düþkünlükleri ve tüm bunlarý kutsal bir amaçla
programlamalarý sonucu gotik mimaride çok etkin olmuþtur. “Tanrý nedir?” diye sorulunca,
Tampliye Þovalyesi St. Bernard’ýn yanýtý “ boy, geniþlik, yükseklik ve derinliktir” olmuþtur. Tüm
Gotik Katedralleri, büyük bir dikkatle, derin dinsel gizemlerin bir anahtarý olarak, özellikle dizayn
edilmiþtir. Mimarlar ve duvarcý ustalarý, yapýnýn birçok farklý yerinde, taþlar üzerine karanlýk
anlamlar taþýyan törensel sözleri kazýrken “gematria” (alfabedeki harfler yerine sayýlarýn
kullanýldýðý eski bir Ýbrani þifre sistemi) kullanmýþlardýr. Ayný þekilde, süslemeciler ve heykeltýraþlar
da, yarattýklarý binlerce farklý bezeme ve figürlerde, insan doðasý, geçmiþ olaylar ve Ýncil’in anlamý
hakkýnda karmaþýk mesajlarý dikkatlice gizlemiþlerdir.
201 sanat yazýlarý
gerçekten aþýk olan tek karakterdir. Esmeralda Frollo yüzünden yakalanýr ve öldürülür.
Mimarlýk üzerine görüþlerini yoðun olarak yansýtan “Notre Dame’ýn Kamburu” (The
Hunchback of Notre Dame) romanýnda Hugo, “... Ulusal mimarlýk sevgisini Fransýzlarýn
kalplerine aþýlamanýn, sadece yazdýðý romanýn deðil, yaþamýnýn da asýl amaçlarýndan
biri olduðunu” söyler. Ancak onun ulusal olarak adlandýrdýðý, Gotik üslubundaki
mimarlýktýr.
3. Gotik Mimari
Mimari üretim iki gerçekliði bir arada içerir: Bunlardan birincisi inþa edilmiþ ürünün
kendisi, diðerini ise mimarýn tasarýmý aktaran çizimi oluþturur. Ýnþa edilecek üç boyutlu
gerçeklikle, bu gerçekliðin iki boyutlu düzlem üzerinde temsil edilmesi, gösterilmesi
arasýndaki iliþki, mimarlýk tarihinin önemli belirleyicileri arasýndadýr. Örneðin Ortaçaðda
bu iliþki özel bir anlam dizgesine sahiptir. Mimari gösterim bilgisi, bir yandan doðrudan
mimari gerçekliði belirlerken, diðer yandan kendi özerkliðini ilan ederek inþa
gerçekliðinin dýþýnda baðýmsýz bir bilgi alaný oluþturmuþtur (Köksal 1994).
Dönemin düþünce alýþkanlýklarýndan biri Gotik mimarlýkta var olmuþ, geliþtirilmiþ ve
çözülmüþtür (Panofsky 1991). Mimarlýk tarihinin en güçlü üsluplarýndan birini oluþturan
Gotik, daha baþlangýcýndan itibaren iþlev-biçim sorununu kendi strüktür anlayýþýyla
mükemmel bir þekilde çözmesini bilmiþtir (Özer 1993). 12. yüzyýl ortalarýnda baþlayan
Gotik sanat, Rönesans dönemine kadar sürmüþtür. Gotik denildiðinde ilk akla gelen,
sivri çatý ve kuleleriyle göðe doðru yükselen, dev boyutlu katedral yapýlarýdýr. Gotik
mimarlýðýn 1122’de Abbot Suger tarafýndan tasarýmlanan, Paris yakýnýndaki St. Denis
202 sanat yazýlarý
Manastýr Kilisesi ile baþladýðý kabul edilir (Yücel, Yýlmaz 2000).
Mimarlýk tarihinde ilk defa, sanatkarlar gotikle, insan ölçeði ile antitez halinde,
dengesizlik, duygulanma, ters çaðrýþýmlar ve bir mücadele hali yaratan mekanlar
tasarladýlar (Zevi 1990). Özellikle katedraller, bu sanatýn en ilginç örneklerini
yansýtan yapýlardýr. Katedraller, Ortaçað kentlerine biçim vermiþ, kent ekonomilerinin
geliþmesine önemli katkýlar sunmuþlardýr. Bu dev yapýlarýn tamamlanmasý, çoðunlukla
yüzyýllarca sürmüþ, kent, onun çevresinden baþlayarak halkalar halinde geniþlemiþtir.
Ayrýca yapý, kent ve çevresinden çok sayýda iþçiyi kendine çekerek, ekonomik etkinliðe
de katký saðlamýþtýr (Yücel, Yýlmaz 2000).
Gotik katedrallerde daha geniþ “nefler”, daha ýþýklý bir ortam ve kendini yukarýlara
çeken daha hafif bir mekan ile karþýlaþýlýr. Gotik mimarinin bu baþarýsý iki yeni buluþa
dayanýr. Birincisi sivri kemerlere dayanan kaburgalý tonoz sistemidir. Ýkincisi ise yapýyý
dýþtan destekleyen payanda kemerlerinin kullanýlmýþ olmasýdýr. Romanesk mimaride
kullanýlan yuvarlak kemerlerin yerini Gotik mimaride sivri kemerler almýþtýr. Böylece
kemere binen yükün yanlardan ziyade, aþaðýya iletilmesi saðlanmýþtýr. Yan ve arka
cephelerin taþýyýcý sistem nedeniyle yapý iskelesini andýran görünümüne karþýlýk,
katedrallerin ön cepheleri çok görkemli ve anýtsal bir görünüm taþýrlar (Hasol 1990).
Dýþarýdan uçan payandalarýn, içerden de nervürlü çapraz tonozlarýn marifetli “sofistike”
kullanýmýna dayanan Gotik mimarinin en klasik ve tanýnmýþ örneklerinden birisi olarak
Paris Notre Dame Katedrali’ni gösterebiliriz (Özer 1993).
Gotik katedrallerde bütün aðýrlýk sivri kemerlerle sütun ve ayaklara aktarýldýðý için
taþýyýcý öge olarak duvara gerek duyulmamýþtýr. Böylece ara bölümlere boydan boya
pencereler açýlarak,renkli camlarla kaplanmýþtýr (http://www.elore.com/Gothic/
History). Mimarlýk tarihinde cepheyle plastik sanatlarýn özgün ve en baþarýlý örneklerini
gotik üslup üretmiþtir. Ne var ki, Gotik sadece bununla yetinmemiþ, cephenin simgesel,
iletiþimsel rolünü de ön plana çýkarmýþtýr (Özer 1993).
4. Notre Dame Katedrali
Fransýz gotik sanatýnýn en ünlü eseri olan Notre Dame Katedrali, Paris’in ortasýndan
geçen Seine Nehri’ndeki Cité Adasýnýn üzerinde bulunmaktadýr. Baþpiskopos Maurice de
Sully’nin emriyle 1163’te inþasýna baþlanan kilisenin ilk taþý Papa 2. Alexandre tarafýndan
konmuþtur. Fakat her ikisi de katedralin tam olarak bitiþini görememiþlerdir (Yücel,
Yýlmaz 2000).
Ürpertici bir ihtiþama sahip olan Notre Dame Katedrali’nin 70 metre yükseklikte olan
(Resim 1, 2, 3).
Resim 1: 1800’lerde Paris Notre Dame Katedrali,
(http://www.elore.com/gothic/history/overview/paris.htm).
203 sanat yazýlarý
kuleleri ancak 18. yüzyýlda tamamlanabilmiþtir
204 sanat yazýlarý
Resim 2-3: Dünyada gotik katedrallere gönderme
yapabilmek için Paris Notre Dame Katedrali örnek
gösterilir (http://ndparis.free.fr/notredamedeparis/
dossiers_photos/sud/parisnotredame_sud7.html).
900 yaþýndan fazla olan Paris Notre Dame Katedrali, günümüzdeki strüktürüne
kavuþmadan önce 1193’e kadar romanesk tarzda bir kiliseydi (Þekil 1) (Resim 4 - 5).
Þekil 1: Notre Dame Katedrali’nin planý
(http://ndparis.free.fr/notredamedeparis/menus/paris_notredame_
plan.html)
Resim 4-5: Katedralin içinden görünüþler
(http://www1.cs.columbia.edu/~sedwards/photos/paris2002/
Images/)
Katedral tamamlandýktan 400 yýl sonra ilk durumu büyük deðiþim geçirdi. Çünkü
Gotik mimari artýk insanlara negatif hisler veriyordu ve barbar tarz olarak anýlýyordu.
Bu yüzden katedrali barok tarza getirmek için gül pencere ve vitraylar tahrip edildi.
Altar bölümü daha yüksek inþa edildi ve katedralin içi beyaz badanayla kaplandý
(Wilson, Hudson 1990).
5. Hugo’nun ” Notre Dame’ýn Kamburu “ Romanýnda Gotik Mimarinin Ölümü
“Notre Dame’ýn Kamburu” romaný aþk, toplumsal ya da tarihsel bir edebi yapýt olmanýn
ötesinde bir Ortaçað destanýna dönüþmüþtür: katedralin güçle donatýlmýþ yaþamý,
büyüleyiciliði büyük ölçüde Paris betimlemelerinden kaynaklanýr. Grève meydaný,
üniversitenin bulunduðu Saint-Michel Semti, Marais Semti’nin zarif konaklarý, Cité
Adasý ve romana adýný veren Notre-Dame Katedrali’nin olaðanüstü özelliklerini bulmak
mümkündür. Mimari imgelemlerin yaný sýra romanda koruma konusunun da aðýrlýklý yer
tuttuðunu görmekteyiz.
“Eðer Fransa kendi Ortaçað mimarlýðýný koruyamazsa, bundan böyle sonsuza kadar
korumaya deðer bir mimarlýðý olmayacaktýr” ve “... tüm sanatlarýn içinde yalnýzca
mimarlýk bir gelecekten yoksun kalacaktýr” (Levine 1984).
Hugo, bu ünlü romanýný “ANARKH” (kader) yazýsýný katedral duvarýnda gördükten sonra
yazdýðýný söylemiþtir. Bu sözcüðün yazýlýþýndaki gotik yazýya özgü biçimin kendisini
derinden sarstýðýný ekleyerek, bir daha ki ziyaretinde katedralin boyanmýþ duvarýnda
silinip gitmiþ yazýya baktýktan sonra þu cümleleri düþecektir (Notre Dame’ýn Kamburu
önsözünde);
205 sanat yazýlarý
halk hareketleri, tüm bir kentin görünümü göz kamaþtýrýcý bir tablo oluþturur. Metnin
O duvara yazý yazan kimse gelip geçen nesiller arasýnda, yüzyýllardan beri
silinip gitmiþ, yazý da kilisenin duvarýndan silinmiþ, belki de kilise yakýnda
yeryüzünden silinecektir (Hugo, 2001).
Belki burada Notre Dame Katedrali’nde iþlediði mimari yüceliðin günümüzün
modernizm krizinde ölmeye yüz tuttuðunu da anlamýþ, anlatmaya çalýþmýþtýr.
Hugo yapýtýnda gotiðin þiddet ve gizemine, daðýlým ve sonsuzluðuna gönderme yaparak
kahramanlarýný kurgulamýþtýr. Kahramanlar duygusal dengesizlikler içinde, kimlikleri ve
görünüþleriyle zýt ve ters çaðrýþýmlýdýr.
Tüm deðerlerin yüceltildiði, ýþýklý aydýnlýk bir uzam olan katedral, insanlarýn özgür
hareket ettiði bir günah cenneti haline gelerek kaotik bir hal almýþtýr. Bu kaos içinde
yaþayan bireyler yaþadýklarý mekana bir gün gelip de patlak verecek olan katliamýn
potansiyel nüvelerini atar. Yine de Hugo olay örgüsünün merkezine, kendi yarattýðý
kahramanlarý deðil Notre-Dame Katedrali’ni yerleþtirmiþtir. Tüm Ortaçaðý özetleyen
katedral, romanýn baþkahramaný olmuþtur.
Hugo, romanýn “hem bir dram hem bir destan, hem resimsel hem þiirsel; hem gerçek
hem ülküsel” bir yaný olmasýna özen gösterdiðini, romanýný “bir imgelem, kapris ve
fantezi ürünü” olarak tanýmladýðýný dile getirmiþtir. Araþtýrmacýlar bu geniþ anlatýmýn
gerisinde 1830’larýn Paris’inin izlerini bulmuþlardýr (Raimond 1981).
Paris Notre Dame Katedrali, Hugo’nun anlatýmýyla yüksekliði ve kapladýðý alanlar
itibariyle Paris’i içine alacakmýþ gibi durmaktadýr. Oluþumu anlýk deðildir, bir dizi
206 sanat yazýlarý
deneyimin sonucudur. Katedralin var oluþundan söz etmek kaçýnýlmaz bir biçimde
ardýþýklýk fikrini çaðrýþtýrýr. Sýrayla bir ölçü normu ve bir hareket olarak, bir dizi
hareketsizlik ve sonu gelmek bilmez bir hareketlilik olarak yorumlanabilir. Ölçülerden
çerçevelere, çerçevelerden de bedenlere dönüþürler. Bu kiþileþtirme, romanda
görüleceði gibi, yapýtta yaþamýný sürdüren herkesin ortak paydasý haline gelir. Bu ortak
payda ve yorum insanlarýn yaþamýna nüfuz eder.
Ancak, insanlara karþý bu denli yüksek gönüllü davranan mimari yapýta karþýn insanlar,
bu yapýlarý tahrip edip yok ederler. Mimari yapýt, estetikten ve amaçtan yoksun býrakýlýr
(Hugo 2001).
(…) bu harikalarý zamanla insanlar ne hale getirdiler. Bütün bunlara bütün
bu Galia tarihine karþýlk, bütün bu gotik sanatýna karþýlýk bize ne verdiler.
Beceriksiz mimarýn Saint-Gervais kapýsýnýn aðýr basýk kemerleri. Ýþte sanatýn
karþýlýðý…
(…) daha þimdiden oymalarýnýn keskin köþelerini kalýnlaþtýran iðrenç badanalara
gömülmüþ. Belki de pek yakýnda Paris’in bütün eski yapýlarýný büyük bir hýzla
kemirip yok eden o yeni evler dalgasýyla boðularak yok olmaya o da mahkum
(Hugo 2001).
Karþýlýðýný alamayýp yok olmaya mahkum edilen sanat ve sanatýn temel deðerlerini
yansýtan yegane unsur olarak mimari yapýtlar bu adil olmayan davranýþlara karþýn yine
de insanlarý korur, büyütür onlar için evren toplum ve ana olur. Ýçinde yaþayanlarý sakin
bir yücelikle bünyesine dahil eder. Ve onda yaþayanlarý bölünmez parçasý haline getirir.
(…) Birden bire Quasimodo Esmeralda’yý daraðacýndan çeker ve kiliseye
götürür. (…) gerçekten de Notre Dame’dan içeri girince mahkum kýz
dokunulmazlýk kazanýyordu. Kilise bir barýnaktý. (…) suçlu bir kere ayaðýný
barýnaða atýnca kutsallaþýyordu. Yalnýz, oradan çýkmamaya dikkat etmeliydi.
Tapýnaktan dýþarý bir adým atarsa, dalganýn içine yeniden düþerdi(…) (Hugo
2001).
Her türlü insan adaleti katedralin eþiðinde son bulur. Çünkü onun kendi yasalarý, kendi
sýnýrlarý ve mahremiyeti vardýr. Yapýt burada yüksek bir yoðunlaþma ve kutsallýk gücüne
sahiptir. O, bu gücünü tanrýsal bir giz olan zamandan alýr.
(…) Büyük yapýlar, büyük daðlar gibi yüzyýllarýn iþidir. (…) Bu ortaya çýkýveren bir
aþýlamadýr; dolaþan bir özdür ve yeniden solan bir bitkidir. Orada insan zekasý
özetlenir, toplanýr. Zaman mimardýr, halk ise duvarcýdýr (Hugo 2001).
Zaman bir mimar, insanlar ise yapý ustasýdýr. Böylece zaman yani mimar yaratýcý
özelliðiyle insan boyutunun üzerine çýkar. Mimar tüm insanlýk deneyimini toplar,
(…) Bu saygýdeðer anýtýn her cephesi, her taþý deðil sadece memleket tarihinin,
bilim sanat tarihinin de bir sayfasýdýr. (…) Birinin baþýný, þunun kollarýný
bacaklarýný, öbürünün saðrýsýný almýþtýr. Onda her birinden bir þeyler vardýr
(Hugo 2001).
Mimari, yüce bir iç görünümün nesnel biçimleniþi olarak ortaya çýkar. Salt analitik
kavrayýþýn ulaþamayacaðý bir gerçeklik boyutuna ulaþýr. Bu gerçeklik katmanlardan
oluþmuþ bir bütündür. Bu katmanýn en derinine inmek imkansýz gibi görülse de kazdýkça
labirenti andýran nice katman ortaya çýkar. Burasý yapýtýn “fetusu”dur.
Ortaçaðda bir bina tamamlandýðý zaman, hemen hemen dýþarýda olaný kadarýda
topraðýn altýnda olurdu. Notre dame gibi kazýklar üzerine kurulmadýysa bir
sarayýn, bir hisarýn, bir kilisenin hep çifte gövdesi vardý. Büyük kiliselerin ýþýklar
içinde yüzen, çan sesleriyle çýnlayan üstteki kubbenin altýnda, yer altýnda ,
basýk, karanlýk esrarlý, kör, saðýr bir baþka kilise vardý; bazende bir mezar. (…)
Topraðýn içine gömüldükçe bu hapishanelerin ya da mezarlarýn katlarý gitgide
daralýp kararýrdý. Bunlar derece derece dehþetin sýralandýðý kuþaklar gibiydi.
Dante cehennemi için bundan daha iyisini bulamazdý. (…) (Hugo 2001).
Ýnsanlarýn gittikçe yok oluþunu gösteren bir cehennemdir burasý. Bu cehennemde
geçmiþin hatalarý ve sefaleti binlerce kemik yýðýný halinde uzanmaktadýr. Bunlar belki
207 sanat yazýlarý
biriktirir ve hepsinden bir bütün oluþturur.
de yapýtlarýn yýllýklarýdýr. Orada hurafeler, dogmalar, fantaziler, dinsel kurmacalar,
gelenekler bulunur. Ancak bu cehennem gerçekliðin algý tarafýndan görünmeyen
yüzünü tanýmlar. Bu ikincil bir gerçekliktir. Bunun içinde yüzyýllarýn erozyonunun yaný
sýra istekler, arzular ve toplum yer alýr. Yapýtlarýn dehlizleri ve görünmeyen yüzleri
insanlýk deðerlerinin mimariye yansýmasýdýr.
O sanatýn yýkýntýlarý üzerinde, her ölçüde onu deðiþik derinliklerde zedeleyen
üç çeþit afet fark edilir… Önce þurayý burayý çentikleyen, her tarafta yüzeyini
paslandýran zaman. Sonra yaradýlýþlarý bakýmýndan kör, öfkeli olan siyasi dini
devrimler gürültüyle onun üzerine saldýrdýlar. Oymalarla,yontmalarla kaplý
muhteþem elbisesini yýrttýlar, gül biçimi pencerelerini deldiler, arabeskten,
heykelciliklerden, gerdanlýklarýný kýrdýlar(…) en sonunda Rönesansýn anarþik
sapmalarýndan beri git gide daha gülünç, daha aptal bir hale gelen modalar
mimarinin kaçýnýlmaz çöküntüsünde birbirlerini kovaladýlar (Hugo 2001).
Kendine çaba harcanan en yüksek varlýk olarak tüm çabayý elinde tutan yapýt, ayný
zamanda amaç ve hedefini kendi içinde taþýr ve tüm olaylarýn baþlangýcýnda bulunur.
Baþlangýç ve bitiþin odaðýnda bulunan mimari yapýt, insanlara kendi kendine çeki düzen
vermeye çaðýrmakta, bir tanýma ve onarma görevi vermektedir. Ancak gerek insanlar,
gerekse zamanýn el ele vererek oluþturduðu akýmlar, soðuk bir kaos içinde donmuþ bir
jest, zarafetin karþýsýna konmuþ bir kibir, mimariyi yok oluþun gövdesine baðlayan bir
208 sanat yazýlarý
karmaþa gibidir.
Mimarlýk, bütün yazýlar gibi baþladý. Önce abece (alfabe) oldu. Bir taþ dikiliyordu
ve bu bir harfti ve her harf bir hiyeroglifti ve baþlýðýn kolonunun üzerinde
bulunmasý gibi, her hiyeroglifin üzerinde bir düþünceler topluluðu bulunuyordu
(...) Daha sonra sözcükler yapýldý. Taþ taþ üstüne konuldu, bu granit heceler
birleþtirildi, fiili birtakým birleþimler denendi. Keltler’in dolmeni (...), Etrüsklerin
tümülüsü (...) birer sözcüktür. Kimi zaman, çok sayýda taþa ve geniþ bir alana
sahip olunduðunda, bir cümle yazýlýyordu. Koskocaman Karnak, artýk tam bir
formüldü (...) (Ortaçaðda), taþa yazýlmýþ düþünce için bizim bugün basýnla iliþkili
olarak sahip bulunduðumuz özgürlüðe benzer bir ayrýcalýk vardý. Bu, mimarlýðýn
özgürlüðüydü (...) O zamanlar, düþünce ancak böyle özgür olabiliyordu: Bu
nedenle de, bütünüyle, bina olarak adlandýrýlan o kitaplara yazýlýyordu. Eðer
böyle olmasaydý, eðer düþünce dikkatli davranmayýp, el yazmasý biçiminde
kendini tehlikeye atsaydý, cellât tarafýndan meydanlarda yakýldýðýný görecekti.
Kilisenin kapýsý biçimindeki düþünce, kitap biçimindeki düþüncenin iþkence
çekiþine tanýk olacaktý. Elinde yalnýzca bu yol bulunduðundan, duvarcýlýk
aydýnlýða çýkmak için, her yönden öne atýlýyordu. Avrupa’yý kaplayan ve
inanýlmayacak kadar büyük bir sayýya ulaþan katedrallerin yapýlmasýnýn nedeni
buydu. Toplumun bütün maddi güçleri, bütün düþünsel güçleri, tek bir noktaya
yöneliyordu: Bütün sanatlar mimarlýða boyun eðiyorlardý ve onun altýnda
düzene giriyorlardý. Bunlar, büyük yapýtýn (mimari yapýtýn) iþçileriydi. Mimar,
þair, usta, cephesini iþleyen heykeli, vitraylarýný aydýnlatan resmi, çanlarýný
sallayan ve orglarýna üfleyen müziði, kendi kiþiliðinde bütünleþtiriyordu. Büyük
binalar, týpký büyük daðlar gibidir (...) (Hugo 2001).
Mimari yapýt, insanlara fikirleri taþtan ifadenin göz kamaþtýrýcýlýðýyla anlatmaktadýr.
Gerçekten de tüm Ortaçað uygarlýðýnýn sanatsal doruk noktasýný temsil eden katedral,
doðanýn bir ikamesi, aslýnda doðaya tam olarak uygulanamayan yorum ilkeleri
çerçevesinde düzenlenmiþ gerçek bir “kitap ve “resim” haline gelir. Katedralin mimari
yapýsý ile coðrafi konumunun da bir anlamý vardýr. Ama katedralin insana, insanýn
tarihine, dair sentezci bir görüþ ortaya koymasý, kapýlarýndaki heykeller, vitraylarýndaki
desenler, çerçevelerdeki canavarlar ve çörtenler aracýlýðýyla olur. Focillion’un belirttiði
gibi “simetri ve denklikler düzeni, sayýlar yasasý, bir tür simgeler müziði, gizliden gizliye
bu dev taþtan ansiklopediyi düzenler” (Eco 1999).
Nitekim roman incelenecek olursa, Hugo’nun, mimariyi bir bütün olarak düþündüðü
ve mimaride sadece tarihsel deðil, temasal bir birlik de gözettiði görülür. Bu uðraþý
sýrasýnda tarihin ve bilincin farklý cephelerine odaklanýr.
Hugo’ya göre mimarinin esas köken ve iþlevinin barýnmadan ibaret olmadýðýný
anlýyoruz. Hugo burada mimarlýðýn kökeni ve iþlevi konusundaki klasikçi kuramlarý
yadsýmýþtýr. Mimarlýk ne barýnma gereksiniminden, ne de ilkel barýnaðýn ideal biçiminden
kaynaklanmaktadýr. Onu ortaya çýkaran þey, yazma ihtiyacýný doðuran ivme ile aynýdýr.
Mimarlýk doðaya öykünme deðil, yazma ihtiyacýnýn bir türüdür (Levine 1984).
Eflatun’a göre, yazýyý bulduðu varsayýlan Hermes, insanlarýn unutacaðý þeyleri
hatýrlamasýna yarayacak bu buluþunu firavun Tamus’a sunar. “Becerikli Hermes
bellek sürekli çalýþmayla canlý tutulacak bir büyük armaðandýr. Bu buluþunla insanlar
artýk belleklerini çalýþtýrmak zorunda kalmayacaklar. Ýçten bir çabayla deðil de, dýþtan
bir araç yardýmýyla yapacaklardýr bunu.” Kitaplar belleðe meydan okuyup geliþti.
Firavun ezeli bir korkuyu baþlatýyordu aslýnda. Derinlemesine tinsel, içinde bir deðer
yýkýlacaðý korkusunu. Sanki firavun önce yazýlý yüzeyi sonra da insan belleðini gösterip,
“Bu onu öldürecek!”demiþti (Raimond 1981). Antik dönemlerde kitap gibi vazife gören
ve insan belleðini yüzyýllar boyunca ayakta tutan mimari yapýtlar, iþlevini yitirecek
yerine teknolojik geliþmelerin çocuklarý alacaktý. Her iþlevsiz kalan özne gibi yok
olacaktý. Ve yazýnýn bulunmasý nasýl insan belleðini yok ediyorsa, yazýnýn çoðaltýlmasý da
mimarinin asal amacýný yok edecekti.
Hugo, romanda bize bir papazý ifade edip, Claude Frollo bir parmaðýyla önce kitabý,
sonra da katedrali göstererek “ceci tuera cela” (bu onu öldürecek), “yani matbaa
mimariyi öldürecek” der (Hugo 1996).
Hugo’nun romanýnda ki bu bölüme ilk kez dikkatleri çeken Barthes olmuþtur. Barthes’a
göre Hugo duygu ve düþüncelerini böyle dile getirmekle, anýt ile þehri gerçekten bir yazý
olarak, insanýn uzam içindeki bir kaydý olarak tasarlamanýn oldukça modern bir örneðini
209 sanat yazýlarý
barýndýrdýðýna inandýðýmýz, özel, doðurgan bir þeylerin yeni gelen teknolojik geliþmeyle
sunar. Victor Hugo’nun kitabýndaki bu bölüm, iki yazý biçimi arasýndaki taþla yazý ile
kaðýt üstüne yazý arasýndaki rekabete yöneliktir (Barthes 1997). Hugo’nun mimarlýðýn
anlatým gücünü yücelttiði bu bölümde iki yazý biçimini karþý karþýya getirdiðini gözleriz:
Taþla yazý ve kaðýt üstündeki yazý.
Hugo’ya göre “on beþinci yüzyýlda her þey deðiþir. Ýnsan düþüncesi kendini
ölümsüzleþtirmek için, mimarlýktan yalnýz daha kalýcý ve dayanýklý deðil, ayný zamanda
daha yalýn ve kolay bir yol bulur. Mimarlýk tahttan düþer. Orpheus’un taþtan harflerinin
yerini, Gutenberg’in kurþundan harfleri alacaktýr artýk” (Hugo 1996).
Hugo’ya göre Gotik üslubu, insanlarýn özgür düþüncesini yansýtmaktadýr. Katedral ve
kiliseler özgürlüðün ifadeleridir. “Kim þair olarak doðmuþsa, o mimar olmuþtur”. Ancak
Gotik ayný zamanda, matbaa makinesinin bulunmasýyla mimarlýk çaðýný kapatmýþtýr.
Basýlmýþ kitap inþa edilmiþ katedralin yerini almýþtýr. Ayný zamanda yazý iþlevini de
gören yapý, temsil ettiði deðerleri ve çok anlamlýlýðýný da kaybetmeye baþlamýþtýr. Çünkü
matbaa, var olan düþünce sitemini tek bir düþünce sistemine indirgenmesine neden
olmaktadýr. Bilgiyi herkes için eþit bir deðere ve konuma yerleþtiren matbaayla beraber
bilgi yaygýnlaþacak, bu da ortak bir standardýn belirmesine neden olacaktýr. Bu ortak
standart ise mimarlýðýn ruhunu yok edebilecektir. Ancak, yaþayan ve kendini sürdüren,
yani kendini yeniden üreten bir kültür baðlamý olarak mimarlýk, bu yeniden üretimin asýl
belirleyicisi olarak ‘anlam’ýn kaybolmasýna karþý durmak zorundadýr.
6. Sonuç
Victor Hugo, “Notre Dame’ýn Kamburu” romanýnda Notre Dame Katedrali’ni
210 sanat yazýlarý
zamanýndan baðýmsýz, kendine özgü etkinliðini, tartýþmasýný her þeyden önce mekan
içinde göstererek betimlemiþtir. Yapýt, barýndýrdýðý insanlara biçim vererek, bir
beden içine yerleþtirir. Bu beden yapýtýn taþlarýnda gizlidir ve yaratýldýðý yüzyýlýn
çeþitli dönemlerini insanýn doðum ve ölüm arasýna sýkýþtýrýlmýþ çeþitli dönemleri
olarak yorumlanmasýný saðlar. Ama her organsal dönemde ölüm vardýr ve bu önüne
geçilemez bir durumdur. Ölümü sanat tarihindeki dönemlere uyarladýðýmýzda, ne insan
gruplarýnýn deðiþen yaþam farklýlýklarý ne de yüzyýllarýn ya da dönemlerin birbirinden
ayrýlan noktalarý bu durumu açýklamaya yeter. Etkenlerin karmaþýklýðý gerçekten
de hatýrý sayýlýr bir düzeydedir. Hugo ise matbaanýn yaygýnlýðýný bu etkenlerin en
baþýnda saymýþtýr. Ona göre, kitlelere duvarlarýnda gizlenmiþ olan bilgiyi aktarma iþini
matbaaya devredince, amacýný yitirdiði için, Gotik mimari ölmüþtür.
Bu romanda toplumun kolektif bilgi yapýsýnýn tek kalýcý göstergesi olan mimarlýðýn 16.
yüzyýlda yerini býraktýðý basýmevi, diðer bir deðiþle kitap, artýk mimarlýktan daha kalýcý
bir bilgi haznesi olma özelliði ile mimarlýðýn bu anlamda ölümünün nedeni olarak gözler
önüne serilir. Mimarinin bütünlüðüne yayýlan bu bakýþ açýsý altýnda mimari düþünce
potansiyeli araþtýrýlýrken, mimarinin artýk sadece bir binadan -bir nesneden- ziyade bir
stratejiye dönüþmesinin kaçýnýlmaz gerçekliði ve gerekliliði savunulur.
Kaynakça
Barthes, Roland. (1997). Göstergebilimsel Serüven. (Çev: Mehmet Rýfat- Sema Rýfat).
Yky-223, 3. Baský, Ýstanbul, s: 208
Charpentier, Louis. (1986). The Mysteries of Chartres Cathedral ve Graham Hancock.
The Sign and the Seal.
Eco, Umberto. (1997). From Internet To Guttenberg, 1997, Aktaran Nazlý Ökten, Hayalet
Gemi: 57
Eco, Umberto. (1999). Ortaçað Estetiðinde Sanat Ve Güzellik. (Çev: Kemal Atakay). Can
Yayýnlarý, 2. Basým: 107
Hasol, Doðan. (1990). Ansiklopedik Mimarlýk Sözlüðü, Yem Yayýn, 4. baský, Ýstanbul s:
208-209
Hugo, Victor. (2001). Notre Dame’ýn Kamburu, , çev: Seyhan Satar; 1. Basým, Oda
Yayýnevi, Ýstanbul
Hugo, Victor. (1996). “Kentin Felefesi”, Çev: Olcay Kunal, “Cogito,: Kent Ve Kültürü” ,
Yky, Ýstanbul, 65
Köksal , Aykut. (1994). “Mimarlýkta Çizimin Belirleyiciliði ”, Arredamento Dekorasyon,
Levine, Neil. (1984). “The Book and the Building: Hugo’s Theory of Architecture and
Labrouste’s Bibliothèque Ste-Geneviève”: R. Middleton, The Beaux Arts and the
Nineteenth-Century French Architecture, Londra: Thames and Hudson, s:139-152
Özer, Bülent. (1993). Kültür Sanat Mimarlýk, Yem Yayýn, 3. baský, Ýstanbul, s. 198-274
Panofsky, Erwin. (1991). Gotik Mimarlýk ve Skolastik Felsefe. Ýstanbul,21 – 22 ve ayrýntýlý
bilgi için bkz. Panofsky, Erwin,1975; La perspective comme forme symbolique,
Paris, 68 – 93
R. Zuárez, J.J. Sendra, J. Navarro, A.L. León. (2005). “The sound of the cathedral-
mosque of Córdoba”, Journal of Cultural Heritage 6: 307–312
Raimond, M. Xavier. (1981). Histoire du roman depuis la révolution, Armand Colin, Paris,
aktaran Öztokat. Nedret, 2005; Bir Parislinin Gözünden Paris:Victor Hugo ve Paris ,
YKY Kültür. Sayý 82 Nisan
211 sanat yazýlarý
Haziran 2006: 87-95
Wilson, Christopher, H.Thames; The Gothic Cathedral, 1990.
Yücel, Ünsal, Y.Tarcan; Batý Sanatý, Ders Notlarý, Ý.Ü Güzel Sanatlar Bölümü, 2000.
Zevi, Bruno. (1990). Mimariyi Görmeyi Öðrenmek. (Çev. Prof. H.Demir Divanlýoðlu).
Birsen Yayýnevi, Ýstanbul, s:31-32
212 sanat yazýlarý
http://www.elore.com
Kamusal Alanlarda
Seramik Heykel Uygulamalarý
Ceramic Applications
In Public Spheres
Yrd. Doç. Kaan Canduran
Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Seramik Bölümü
[email protected]
Özet: Düzenli kentlerin oluþabilmesi için öncelikle topluma uygun kamusal alanlarýn tasarlanmasý
gerekmektedir. Kamusal alan içindeki boþluklar, insanlarý bir araya getiren alanlar olup toplumsal
iletiþimin miktarýný ve þeklini belirler. Bu alanlarda oluþturulan mimari özellikler ve sanatsal
uygulamalar kent ve toplum kimliðini ortaya koyan önemli unsurlardýr. Kamusal alanlarda seramik
uygulamalar karþýmýza yüzeysel ve hacimsel kent mobilyasý, anýtsal kent heykeli ve mimari
seramik olarak çýkmaktadýr. Estetik özellikleri, uygulama yöntemlerinin çeþitliliði ve plastik
özelliðinin saðladýðý biçimlendirme kolaylýðý ile sanatçýya anlatým özgürlüðü ve çeþitliliði sunan
Anahtar Sözcükler: Kent, Kamusal Alan, Seramik Heykel.
Abstract: In order to have well planned cities, first of all public spheres which are appropriate
to the society have to be designed. Spaces in public spheres are the areas bringing people
together and these spaces determine magnitude and type of the social communication.
Architectural characteristics and art applications which are created in these areas are important
elements which reflect identity of a city and society. In public spheres ceramic is being used as
surface and volume city furniture, monumental city statues and architectural ceramic. Ceramic
sculpture applications which provide the artist freedom and variety of expression with aesthetic
characteristics, variety in application techniques and plastic characteristics can not be able
receive the necessary attention in the public sphere.
Key words: City, Public Sphere, Ceramic Statue.
213 sanat yazýlarý
seramik heykel uygulamalarý ülkemizde kamusal alanda gerekli ilgiyi yeterince görememektedir.
Kent ve Kamusal Alan
Göçebe düzenden yerleþik düzene geçen insan, doðada güvenli bir yaþam saðlamak için
bir araya gelmiþ, yeni bir çevre yaratmýþ, kentleri oluþturmuþtur. Ön Asya bölgesinde
Konya ovasýnda kurulmuþ olan Çatalhöyük yaklaþýk 1000 ev ve yaklaþýk 6000 nüfusu
ile kent yaþamýnýn en eski ve en önemli örneklerindendir. Kent “toplumlarýn ve
bireylerin bir arada bulunduklarý ve sosyalleþtikleri, her türlü sosyal ve kültürel sýnýftan,
farklý etnik gruplardan, birbirlerine çok farklý insanlarýn bir araya geldiði toplumun
birbirlerinden baþkalaþan kesimlerin bir buluþma alaný rolü üstlenen mekanlardýr”
(Erdönmez 2005: 67). Kentlerin toplum üzerinde etkisi olduðu gibi, toplumun da kent
üzerinde etkisi büyüktür. Bu etki Winston Churchill’in “Biz yapýlarýmýzý biçimlendiririz;
daha sonra onlar bizi biçimlendirir”, özdeyiþi ile açýkça ifade edilmektedir. Kentlerin
kuruluþundan itibaren insanlar inançlarýný, düþüncelerini yaratmaya ve yansýtmaya
baþlamýþ ve yarattýðý çevreden etkilenmiþtir. Çevreleri toplum kimliðinin kaynaðý olmuþ
ve kentler toplumun bir simgesi halini almýþtýr.
Kent insanlarýn sadece barýndýðý mekanlardan çok toplum ile yani diðer insanlar ile
istemli veya istemsiz olarak karþýlaþtýðý açýk ve kapalý mekanlardan oluþmaktadýr. Bu
mekanlarýn özellikleri de toplumun simgesini, kimliðini ortaya koymaktadýr. Ýnsanlarýn
barýndýklarý evleri dýþýnda, her kültürden ve her dinden insana açýk olan, ortaklaþa
kullanýlan alanlar kamusal alanlardýr. “Kamusal alan herkese açýk olduðu zaman, yani
insanýn fiziksel ve özgür olarak orada yer alabilmesiyle kamusal alan olur. Kontrollü bir
giriþi olan veya bazý gruplara ayrýlan alanlar, kamusal alan niteliðini taþýmaz” (Gökgür
214 sanat yazýlarý
2006: 62).
Tarih boyunca toplumdaki kültürel yapýnýn izlerini, toplumu oluþturan kamunun
düþüncelerini kamusal alanýn kullaným þeklinde ve yapýsýnda bulmak olanaklýdýr.
“Kamusal alan bir kültür sürecine aittir, onun niteliklerini yansýtýr. Kültür, kamusal
alanýn hem bir belirleyicisi hem de bir belirlenenidir” (Ýncedayý 2006: 57).
Kamusal alan içindeki boþluklar, insanlarý bir araya getiren alanlar olup toplumsal
iletiþimin miktarýný ve þeklini belirlerler. “Her kültürel uzantý, mekaný kavramamýzý,
anlayýþýmýzý ve mekan kullanýmýmýzý yakýndan etkilemektedir. Mekan kullanýmýnda
fiziksel çevre, içinde yaþayanlarýn deðerlerini, yargýlarýný, hayat görüþlerini ileten bir
ortamdýr” (Erdönmez 2005: 69). Kamusal alanýn yapýsý, mimarisi o mekanda yaþayan
toplumun kültüründen etkilenmektedir. Toplumun ortak kullandýðý alanlar o toplumun
kültürünün bir göstergesidir. Bu baðlamda incelendiðinde; kamusal mekanlarda
oluþturulan mimari özellikler ve sanatsal uygulamalar kent ve toplum kimliðini ortaya
koyan önemli unsurlardýr. Kamusal alanda sýkça gördüðümüz sanatsal uygulamalardan
birisi olan heykel, diðer fiziksel çevre elemanlarý ( binalar, sokaklar, parklar) ile birlikte
kent kültür düzeyini gösteren unsurlardandýr.
Kamusal Alan ve Heykel
Heykelin mimariye olan yakýnlýðý ve uyumu, onun üç boyutlu plastik ifade
þeklinden kaynaklanmaktadýr. Günümüzde geliþen malzeme zenginliði ile çok farklý
malzemelerden yapýlan heykel deðiþik boyutlarda kamusal alan içinde kendine yer
bulmaktadýr. “ Tarih boyunca çeþitli uygarlýklarýn kültürel kimlikleri ve zenginlikleri,
ulaþtýklarý medeniyet seviyesi sanatsal ve mimari deðerler ile ölçülmüþtür”
(Demirarslan 2005: 90). Kamusal alan içindeki heykeller öncelikle bulunduklarý alanlara
bir kimlik daha sonra alana verilen kimlik ile beraber kente kimlik kazandýrýrlar. Kamusal
alanýn hem bir belirleyicisi hem de belirleneni olan kültür kent kimliði içerisinde
yoðrularak gelecek için yeni bir katman oluþturur. “Günlük yaþamýn sürdüðü alanlara
dahil olan sanat yapýtý, bireyin düþ kurmasýna, çevresi ile kurduðu iliþkide biçim ve
anlam sorgulamasý yapmasýna neden olur; yaratýcý aklýn ve duyarlýlýðýn sýnýrlarýný
geniþletir ve dolayýsýyla toplumsal yaþamýn sosyal ve kültürel anlamda olgunlaþmasýna
önemli bir katký saðlar” (Ergin 2007: 55).
Günümüzde uluslararasý düzeyde kamusal alan ve heykel düþünüldüðünde; kültür ve
refah seviyesinin yüksek olduðu ülkelerde kentlerin, kamusal alanlarýn ve binalarýn
farklý disiplinden birçok insanýn bir araya gelerek düzenlendiðini görmekteyiz.
Bu düzenlemede toplumun sosyo-politik, sosyo-kültürel yapýsý göz önünde
ve idareciler bir arada çalýþmaktadýr. Kamusal alanda rastlantýsal veya istemli olarak
bir araya gelen insanlar heykelin bulunduðu alaný bir belirleyici veya dinlendirici
kent elemaný olarak kabullenirken duyarlýlýðýnýn sýnýrlarýný zorlayan bir obje olarak da
görebilmektedirler. “Kentsel alan heykelinin, entelektüel bilinç oluþturmasý ve kamusal
alanýn bilgisini taþýmasý gerekmektedir. Yapýta katýlýmý fiziksel olarak saðlayan, yeniden
okumalara olanak tanýyan, mekanýyla anlam düzleminde iliþki kuran kent heykelleri
çaðdaþ sanatýn bugün ulaþtýðý noktada yeni öneriler oluþturmaktadýr” (Çamlýklý 2007: 2).
Biçimin ve þeklin yanýnda malzemenin çeþitliliði gerek izleyici için gerekse sanatçý için
bir farklýlýk ve anlatým özgürlüðüdür. “Çaðlar boyunca dinlerin ve toplumsal törenlerin
etkisinde geliþim gösteren heykel 20. yüzyýlda çok zengin bir ifade þekli kazanmýþtýr.
Bu yüzyýldaki heykel, gerek malzeme konusunda ulaþtýðý geniþ kullaným olanaklarýnýn,
gerekse endüstri toplumlarýnýn deðiþen iliþki þekillerinin etkisi ile ifade ve içerik olarak
büyük deðiþikliðe uðramýþtýr” (Katý 1996: 98).
215 sanat yazýlarý
bulundurulmaktadýr. Düzenleme içinde sosyologlar, þehir planlamacýlarý, sanatçýlar
Kamusal Alan ve Seramik Heykel
Seramik Heykel kavramý Türkiye’de Çaðdaþ Seramik Sanatý kavramý ile ayný
zamanlarda yani Cumhuriyetin kuruluþunun hemen ardýndan gelen yýllara
rastlamaktadýr. Avrupa’da Sanayi Devrimi sonrasý yaþanan Çaðdaþ Seramik Sanatý
hareketleri, ülkemizde Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yýllarýnda yurt dýþýna yollanan
sanatçý ve eðitimcilerin yurda dönmesinden sonra baþlamaktadýr. Kullanýma yönelik
fonksiyonel bir malzeme olan seramiðin sanat eseri olarak ortaya çýkmasý baþlangýçta
zanaat mi? sanat mý? gibi tartýþmalarý da beraberinde getirmiþtir. Kültürel yapýnýn
deðiþimi, seramik heykel örneklerinin çoðalmasý ve kalitesinin artmasý, Picasso ve Miro
gibi önemli sanatçýlarýn seramiði bir sanat malzemesi olarak kullanmasý seramiðin diðer
sanat dallarý arasýnda yerini almasýný saðlamýþtýr.
Kamusal alanlarda seramik karþýmýza yüzeysel ve hacimsel kent mobilyasý, anýtsal kent
heykeli ve mimari seramik olarak çýkmaktadýr. Son dönemlere kadar ülkemizde kamusal
alan içinde seramik uygulamalarý genelde iki boyutlu duvar uygulamalarý ile sýnýrlý
kalmaktadýr.
Kent ortak mekanlarýnýn ve mimari-seramiklerin kültürel boyutu, ülkemizde
sanatçýlar, tasarýmcýlar, yerel yönetimler ve kentliler tarafýndan belli ölçeklerde
kavranmaya baþlamýþtýr. Çeþitli kültür ve kent sorunlarýný yaþamýnda
barýndýran kentlerimizde, kentlerin zaman içerisinde bu sorunlardan arýndýrýlýp,
mimari-seramik olgusunu ve gerekliliðini kavrayýp benimsemesini saðlamak
düþüncesiyle, bu tür uygulamalar daha fazla gerçekleþtirilmelidir (Uludað 2003:
190).
216 sanat yazýlarý
Seramik, estetik özellikleri, uygulama yöntemlerinin çeþitliliði ve plastik özelliðinin
saðladýðý biçimlendirme kolaylýðý ile sanatçýya anlatým özgürlüðü ve çeþitliliði sunan bir
malzemedir.
Açýk veya kapalý kamusal alanlarda karþýmýza çýkan seramik heykeller incelendiðinde
anýtsal niteliðin kazandýrýlmasý için genellikle farklý malzemeler ile bir arada kullanýldýðý
görülmektedir. Bu malzemeler genellikle çelik ve demir olmaktadýr. Bunun yanýnda
seramiðin kalýcý ve dayanýklý olabilmesi için piþirilmesi gerekmektedir. Büyük boyutlarda
yapýlan anýtsal seramik heykellerin piþirilmesi problem olacaðýndan büyük boyutlu
heykeller parçalardan oluþmaktadýr. Heykelin uygulanacaðý alanýn açýk veya kapalý alan
olmasý, seramik heykelde kullanýlacak hammaddelerin belirlenmesinde önemli rol oynar.
Açýk alanlarda uygulanacak seramik heykellerde atmosferik etkilerden korunmak için
daha az gözenekli yüksek derecelerde piþirilmiþ porselen veya stoneware killer tercih
edilmektedir.
Seramiðin fonksiyonel bir yapý elemaný olarak mimaride kullanýlmasý, doðal bir
malzeme olmasý kentsel mekanlarda tercih edilmesinin sebeplerinden biridir. Seramik
heykel uygulamalarý genellikle park ve bahçe gibi kamusal alanlarda uygulanmasýnýn
yanýnda genellikle kapalý kamusal alanlarda karþýmýza çýkmaktadýr.
Kamusal Alan Seramik Heykel Örnekleri
Yurt dýþýnda kamusal alanlarda seramik heykel örnekleri incelendiðinde karþýmýza çýkan
önemli isimlerden bir tanesi Ýtalyan sanatçý Carlo Zauli’dir. Zauli serbest þekillendirme
yöntemi ile parçalý olarak þekillendirdiði heykellerini uygulanacak alanda, kaide
Resim 1: Carlo Zauli, serbest þekillendirme
yöntemi ile parçalý olarak þekillendirdiði
heykellerinden bir örnek.
Boþluk içinde duran kitle yani seramik heykel, uygulandýðý kamusal alan olan park ile
belli bir iliþkiye girmiþ, formun hareketliliði ile mekaný anlamlandýrmaya çalýþmýþtýr
(Resim 2). Günlük yaþamý içinde tesadüfen veya bilerek yolu park içine düþen insanlar,
heykeli bir buluþma noktasý olarak gördüðü gibi kavranmasý, anlaþýlmasý gereken
formlar olarak da düþünmektedir.
Seramik heykeller de diðer malzemelerden yapýlan heykeller gibi açýk veya kapalý
alanlarda kendisine yüklenilen görevi yerine getirmek için bulunduðu alanýn sosyolojik,
psikolojik, fiziksel durumu ile bir ahenk içinde olmalýdýr.
217 sanat yazýlarý
üzerinde yapýþtýrýcý ve dolgu malzemeleri ile bir araya getirmektedir (Resim 1).
Resim 2: The Wings of Peace, Carlo Zauli, 1990.
Resim 3: Reflections, Marc Verbruggen.
Marc Verbruggen’in “reflections” isimli 3 parçadan oluþan heykeli boyutlarý ve
düzenlemesi ile kapalý kamusal alanlarda bulunan seramik heykellere iyi bir örnektir
(Resim 3).
Belçika’da yaþlýlar için hazýrlanmýþ bir psikiyatri binasýnýn giriþ alanýnda yer alan üçlü
seramik heykel kompozisyonunda kaide üzerinde bulunan figürler erkek ve kadýný
sembolize ederken binanýn tavanýna asýlý figür insan beynini sembolize etmektedir.
Belçika’da kamusal alan içinde bulunan bu heykel mimari alan içindeki boþlukta dengeli
bir þekilde yerini bulurken ayný zamanda kamusal alanýn özelliðine göre alanda bulunan
insanlara mesajlar vermektedir.
Açýk ve kapalý kamusal alanlarda seramik uygulamalarý bulunan Ýtalyan sanatçý
Nino Caruzo’nun kapalý mekanlarda genellikle yüzeysel duvar panosu uygulamalarý
bulunmaktadýr. Sanatçýnýn açýk kamusal alanlarda bulunan seramik heykel uygulamalarý
modüler sistemde yapýlmýþ bir çok parçanýn bir araya gelmesi ile bir bütün oluþturan
heykel düzenlemeleridir. Kalýp kullanarak ürettiði birimler iç ve dýþ bükey yüzeyler
yanýnda boþ ve dolu alanlardan oluþmaktadýr. Caruzo’nun özellikle park alanlarý içinde
yaptýðý uygulamalarda seramiðin fonksiyonelliði de kullanýlmaktadýr. Park yüzeyinde bir
araya gelen parçalar zaman zaman oturma gruplarý oluþtururken kamusal alan yaþayan
220 sanat yazýlarý
insan ile bütünleþmektedir (Resim 4).
Resim 4: Kentsel Mekanlar Ýçin Modüler Seramik ve Çimento Birimler, Nino Caruzo.
Ülkemizde kamusal alanda bulunan seramik heykeller incelendiðinde sayýlarýnýn Avrupa
ve Amerika ile kýyaslandýðýnda çok az olduðu görülmektedir. Ülkemizde yaþanan
çarpýk kentleþme kamusal alanlarý etkilemekte, kamusal alandaki sanat eserlerini
etkilemekte, sonuç olarak seramik heykel de etkilenmekte, kentsel alan içinde kendine
yer bulamamaktadýr.
Ankara, Bilkent Üniversitesi yerleþkesinde bulunan Hamiye Çolakoðlu’nun “Bilim
Aðacý” isimli seramik heykel uygulamasý, insanlarýn sýkça ziyaret ettiði bir alanda
bulunmaktadýr (Resim 5). Heykelin plastik yapýsý, malzemenin doðal ortama uyumu,
alan içinde duruþu onu alanýn simgesi yapabilecek özelliklerdir. Sert kývrýmlardan uzak,
üzerinde ýþýðýn yumuþak olarak kýrýldýðý seramik parçalar, aralarýndaki boþluk ile izleyici,
yani kamusal alaný kullanan insanlar üzerinde doðal bir huzur duygusu oluþturmaktadýr.
Resim 5: Bilim Aðacý,
Hamiye Çolakoðlu.
Sonuç
Kamusal alan içinde yapýlacak heykeller, alanýn mimarisine göre sanatçý tarafýndan
tasarlanmalýdýr. Çevredeki binalarýn yükseklikleri veya iç mekanda bulunan boþluk,
ýþýk gölge, mekanýn kalabalýklýðý gibi veriler göz önünde bulundurulmasý gereken
unsurlardýr. Kamusal alan yeni tasarlanýyorsa mekanýn diðer elemanlarý ile birlikte
heykel ile bir bütünlük içinde temel görevine uygun olarak tasarlanmalýdýr. “Sanatýn
kamusal alanlarýn tasarýmýnda temel görevi, kiþiyi ve toplumu duygusal ve tinsel yönden
harekete geçirmek, uyarmak ve geliþtirmektir” (Timuçin 2003: 7). Kamusal alanlarda
yapýlacak heykelin malzemesi her ne olursa olsun; seramik veya diðerleri; aranmasý
gereken, heykelin temel özellikleri ve alana uygunluðudur.
Kaynakça
Anilanmert, Beril. (2004). “Kent Seramiði”, Seramik Türkiye Seramik Federasyonu
Dergisi, Ýstanbul
Çamlýklý, Sedat. (2007). “Heykelde Ýmge Olarak Kent Dokusu”, Yüksek Lisans Sanat
Eseri Çalýþmasý Raporu, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara
Darçýn, Bahar. (2003). “Dýþ Mekanlarda Seramik Heykellerin Kullaným Örnekleri”,
Hacettepe Üniversitesi G.S.F. Sanat Yazýlarý Dergisi 10, Ankara: Alp Ofset
Demirarslan, Deniz, Algan, Özgür, Yüce, Ozan. (2005). “Kentsel Mekan Tasarýmýnda
Fiziksel Çevre Kurucu Öðesi Olarak Heykel: Kocaeli Örneði”, Günümüz Türk Heykel
222 sanat yazýlarý
Sanatýnýn Sorunlarý Ulusal Heykel Sempozyumu Bildiriler Kitabý, Kocaeli
Erdönmez, M., Ebru, AKI, Atlan. (2005). “Açýk Kamusal Kent Mekanlarýnýn Toplum
Ýliþkilerindeki Etkileri”, YTÜ Mimarlýk Fakültesi, e-Dergisi MEGARON 1, Ýstanbul
Erdönmez, M., Ebru. (2006). “Açýk Kamusal Mekanlar” Mimar-ist 4, Ýstanbul
Ergin, Nilüfer. (2007). “Mimari Yapýlarda Sanat Yapýtý Uygulamalarý”, Mimar-ist 1,
Ýstanbul
Gökgür, Pelin. (2006). “Kamusal Alanýn Temel Nitelikleri”, Mimar-ist 4, Ýstanbul
Gregory Ian. (1992). “Sculptural Ceramics”, USA: Chilton Book Company
Ýncedayý, Deniz. (2006). “Kavram Olarak Kamusal Alan”, Mimar-ist 4, Ýstanbul
Katý, Aytaç. (1996). “Heykel Sanatýnýn Tanýtýmý ve Özellikleri”, Üniversitesi, G.S.F.,
Anadolu Sanat Dergisi 9, Eskiþehir: Anadolu Üniversitesi Matbaasý
Timuçin, Afþar. (2003). “Estetik Felsefe Dizisi”, Ýstanbul: Bulut Yayýncýlýk
Uludað, Kemal. (2003). “Seramikle Yaratýlan Çevre”, Hacettepe Üniversitesi G.S.F. 7.
Ulusal Sanat Sempozyumu, Sanat ve Çevre Bildiriler Kitabý, Ankara
Uludað, Kemal. (1999). “Seramik Duvar Panosu, Hamiye Çolakoðlu’nun Artistik Duvar
Panosu Tasarýmlarý” Anadolu Üniversitesi, G.S.F., Anadolu Sanat Dergisi 9, Eskiþehir:
223 sanat yazýlarý
Anadolu Üniversitesi Matbaasý

Benzer belgeler