Planar Geographic Sayý 2

Transkript

Planar Geographic Sayý 2
www.rpgelisim.org
Temmuz 2007 - Sayı: 2
Planar
Geographic
KUZU VE KAPLAN
CHANGELİNG THE LOST - RPG SİSTEMLERİNİN
DEĞERLENDİRMESİ - KATİP SÜLEYMAN EFENDİ - AVCI’NIN
GÜNCESİ - SKULLPORT - GNOSİS - KURTLARIN VAHŞETİ
”
Pandora’nın Kitabını açmaya hazır mısınız?
Planar
Geographic
3
4
15
19
27
33
35
37
41
43
Temmuz 2007 - Sayı 2
EDİTÖRDEN
KUZU VE KAPLAN
CHANGELING: THE LOST
RPG SİSTEMLERİ
DEĞERLENDİRMESİ
KATİP SÜLEYMAN EFENDİ
AVCI’NIN GÜNCESİ
HUNTER:
THE RECKONING
SKULLPORT
GNOSİS
KURTLARIN VAHŞETİ
DERGİ ÇALIŞMA GRUBU
Genel Yayın Yönetmeni:
Hakan “Charon” Arslan
Yayına Hazırlayan:
Ozan “Occultsearcher” Toptaş
Kapak Resmi:
Gavin “GHIllustrations” Hargest
Yazar Grubu:
Burak “BuRock” Sonbudak
Doğuş “Fool of Spades” Bayazıt
Emre “Full Metal Alchemist” Canayaz
Hakan “Charon” Arslan
Murat “Siliterin” Kozluklu
Oğuz “Alukah” Telorman
Ozan “Dragonfire” Erkan
Şükrü “Gwydion The Quick” Kuran
© 2007 RPGelişim yayını. Tüm hakları saklıdır. Dergi içersindeki tüm yazılar, illüstrasyonlar ve dizayn RPGelişim ekibinin
ve misafir katılımcılarının ortak ürünüdür ve çalışmaları da kendilerinden alınan özel izinlerle dergide yer almaktadır. Bu çalışmaların izinsiz olarak kopyalanması, basımı ve dağıtımı yasaklanmıştır.
Dergi içersinde çeşitli diyarlara ve sistemlere ait yazılar bulacaksınız. Bu yazılarda kullanılan kaynaklarının hepsi ilgili oyun
firmalarının telif hakkı alınmış fikir eserleridir ve parasal olmayan bir amaçla telif hakkı kanunlarına uyularak konulmuştur.
Dergi içersindeki diyarlar ve sistemlere dair yazılar tamamen kurgusaldır ve yazılıp çizilenler gerçek hayata yorulmamalıdır.
RPGelişim Proje Ekibi.
Z
EDİTÖRDEN
aman öyle hızlı akıp geçiyor ki insan bir şeylerin ucundan tutup onu sürüklemeye çalışırken, arkasında bıraktığı daha pek çok şey aklını alıyor ve yanında getiremediklerine dönüp
devamlı bakmasına sebep oluyor; fakat üzülerek söylüyorum ki bu pek de bir şeyi değiştirmiyor ve bizlere de elde olan az ile yetinmekten başka çare kalmıyor.
Hayatın her sahnesinde olduğu gibi RPGelişim projesi için de bu anlattığım geçerlidir.
Periyotsuz bir çalışmayla ortalama 40 sayfalık bir e-dergi hazırlayarak size, Türkçe kaynak sağlamaya çalışmaktayız; fakat yurtdışında ki rol yapma oyunları (RYO) endüstrisinde her ay o kadar çok kaynak kitap ve aksesuar çıkıyor ki bunların izini sürmek bile
bazı zamanlar imkânsız hale gelebiliyor. Buna rağmen, Türkçe kaynak konusunda ki
eksikliği doldurmak amacıyla, her ay e-dergimizi sizin beğeninize sunuyoruz. Umarım
uzun süreler boyunca bu işte başarılı oluruz.
Değinmek istediğim bir başka konu ise kapak illüstrasyonlarımız. İlk sayımızda Brezilyalı illüstratör Julio Ferreira’nın “World War II” isimli çalışmasını kullanmıştık. Kendisi
rol yapma oyunları hakkında çok az fikre sahip olmasına karşın bizlere, Türkiye’de gerçekleştirilen bu gönüllü projeye eseri ile katkıda bulunmaktan büyük memnuniyet duyacağını belirtmişti.
Bu ay ki kapak illüstrasyonumuz ise dünyaca ünlü illüstratör Gavin Hargest’a ait. Kendisi White Wolf firmasının çıkartmakta olduğu kitaplara görseller hazırlayan biri olmasına
rağmen, RPGelişim projesinden bahsettiğimizde kendisi de bu projeyi oldukça beğendi
ve gönüllü olarak bizim için “Self Hate” ismini verdiği sıfırdan bir çalışma hazırladı. Yanı
sıra White Wolf firması da bu ay yayınlayacağımız prologue ve epilogue çevirisi ile Promethean: The Created oyununun tanıtımını bizim yapmamıza izin verdi.
Yabancı destekçilerimizden aldığımız katkılar, bizi oldukça sevindirse de bir diğer açıdan baktığımızda bu, bizi oldukça üzmekte. Nedeni, ülkemizde var olan pek çok kaliteli
ve bilgili yazarlardan, illüstratörlerden ve tasarımcılardan yeterince destek alamıyor olmamızdır. White Wolf firmasının veya illüstratörünün bizimle gönüllü olarak çalışıyor olması ve e-dergi için materyal sağlaması, ülkemizde bu camiada yer alan kişi ve
kurumlardan yeterince destek alamamamızı anormal olarak karşılamamızı sağlamaktadır.
Son olarak dergi için çalışan / destek veren ekibime ve siz okurlara saygı ve minnettarlığımı sunar, keyifli vakit geçirmenizi dilerim.
RPGelişim Proje Ekibi adına;
Hakan ARSLAN
KUZU VE
KAPLAN
PROMETHEAN
THE CREATED
NOT: Bu hikâye Promethean: The Created kitabından alınmış olup White Wolf firmasının özel izniyle çevrilmiştir. Ayrıca Gavin Hargest'a dergi kapağı için çizmiş olduğu
Promethean çalışması için teşekkür ederiz.
Planar Geographic
Çeviri:
Doğuş “Fool of Spades” Bayazıt
Burak “BuRock ”Sonbudak
Hakan “Charon” Arslan
Küçük kuzum kim yaptı seni?
Kim yaptı biliyor musun seni?
A
—William Blake “Kuzu”
BİRİNCİ GÜN
gnes Gray: Marie nasıl, Brian? Sen nasılsın?
Şerif Brian Tierny: Bir süreliğine oldukça kötüydü.
Tabi hala kötü... Otobüs kazası olalı neredeyse bir yıl
oluyor biliyorsun. O olay kendi başına kötüyken şimdi
de bu oldu. O lanet ateş de, herkes 5 sene içinde tükenir demesine rağmen yanmaya devam ediyor.
Bazen ben de, artık eşyalarımızı toplayıp diğerleri gibi
gitmeyi düşünüyorum. Yani-.
AG: Önemli değil Brian. Derin bir nefes al. Dün gece
hiç uyuyabildin mi?
BT: İyiyim ben. Teşekkürler doktor. Gitmeye hazır mısınız?
AG: Evet kayıt cihazı şimdiden çalışmaya başladı.
BT: Ver, ben alayım onu. Üzgünüm sandalye pek
rahat değil, ama elimizde olan bu.
AG: Kelepçeler gerçekten gerekli mi?
BT: Doktor dün gece tutuklanmamak için direnirken
bir adamın kolunu kırdı. Onunla hücrede değilken konuşmak istediğinden emin misin? Eğer seninle onun
arasında parmaklıklar olsaydı çok daha rahat hissederdim.
AG: Ben o şeklide çalışmıyorum bunu biliyorsun. Kalemim nerede? Şu anda o kadar hırçın görünmüyor.
Siz içeri aldığınızdan beri hiçbir şey söylemedi mi?
BT: Tek bir şey bile… Denemedik de değil hani. Ben
bir problem olmasın diye hemen şurada duracağım.
AG: O kadar kalın kelepçelerin içerisinde birinin nasıl
problem olacağını aklım almıyor. Herhalde sana dışarıda beklemeni rica etmemin bir faydası yoktur.
BT: Hayır bayan.
AG: Tamam. Artık başlayalım
AG: Görüşmeye başla.
AG: Beyefendi benim adım Agnes Gray. Bir psikolo-
ğum. Burada size bazı sorular sormak için bulunmaktayım. Beni duyabiliyor musunuz? Beni anlayabiliyor musunuz?
AG: Tamam, eğer hemen konuşmaya başlamak istemiyorsanız, önemli değil. Eğer yapabiliyorsanız beni
duyabildiğinize ve anlayabildiğinize dair bir işaret vermenizi rica ediyorum. El kaldırmanız, parmak kaldırmanız da yeterli olur. Ya da eğerBT: Tanrım! O gözler…
AG: Brian!
BT: Özür. Sessiz olacağım…
AG: Tamam beyefendi. Bu iyidir. Teşekkür ederim.
Göz teması iyidir. Şimdi bazı sorular sormak istiyorum. Bir mahsuru var mı?
Verney: Bana Verney diyin, eğer ge-gerekirse.
AG: Eee, siz… Evet... Bu sizin gerçek isminiz olduğu
için mi sizi böyle çağırmalıyım?
V: Ge-gerçek ismim yok.
AG: Anlıyorum. Peki, o zaman Bay Verney. Nerede
olduğunuzu biliyor musunuz? Neden burada olduğunuzu?
V: Siz kimdiniz de-demiştiniz?
AG: Adım Agnes Gray. Psikoloğum.
V: Buradasınız çünkü, çünkü benim akıl sağlığımı
sorguluyorlar. Değil mi?
AG: Dün gece neden tutuklandığını hatırlıyor musunuz?
V: İnsanların yü-yür-yürüyemeyecekleri yerlere yüyürümeyi tercih ediyorum.
AG: Nerede tutuklandığınızı hatırlıyor musunuz?
V: Evet. Çocuk parkında. Çok huzurlu bir y-yer. F-ffırtına da bile. Onları uyurken rahatsız etmek bir
utanç ka-kaynağı.
BT: Orospu çocuğu!
AG: Brian...
BT: Doktor bence yeterince duyduk.
AG: Ona ben karar veririm Brian. Şimdi lütfen...
BT: Peki...
AG: Hangi şehirde olduğumuzu biliyor musunuz Bay
Verney. Hangi eyalet?
V: B-bunu yapmak zorunda mıyız? Çok yorucu.
AG: Eğer istemiyorsanız benimle konuşmak zorunda
Planar Geographic
değilsiniz. Bu sadece bir ön-görüşme. Yarın bir eyalet tesisine götürüleceksiniz ve orada sizinle konuşacak insanlar olacak. Ayrıca eğer yasal bir temsilciniz
olsun isterseniz...
V: Yeter! Oyununu oynayacağım. Evet, ben Appletown, Pennsylvania’da, zengin taşkömürü yataklarıyla ünlü Pale dağlarının eteklerindeyim. En azından
son madenin 50 yıl evvel kapanmasına kadar öyleydi.
Bana böyle anlatıldı. Ve şimdi kömür, toprağın altında
yanıyor. Bir zamanlar çam, akça ve defne ağaçlarıyla
kaplı kalın bitki örtüsüne sahip taşrayı zehirliyor. Kasabanın batı yakasındaki sokakları dolaştınız mı doktor? En sonunda maden ateşinin
hantal p-parmaklarının yerin altından ulaştığı yere? Ağaçları
gördünüz mü, köklerinden öldürülen? Asfaltın kabardığını, kükürt
dumanlarının kaldırımlardaki çatlaklardan yükseldiğini gördünüz
mü? Ben gördüm. Bu kasabayı
çok iyi biliyorum. Orası yıllar boyunca benim hapishanem oldu.
AG: Burada, batı yakasında terkedilmiş bir kilisede konakladığını
okuyorum; Kutsal Ruh Kilisesi...
Ne kadar süredir oradaydın?
V: Bu lanet ilçede on senedir kalıyorum. Bu, melek ile yaptığım
bir p-pazarlıktı ve şimdi sonuna
yaklaşıyorum. Buraları özleyeceğim diyemem.
AG: Kilise… Kasabanın o kısmı
neredeyse yaşanılamaz durumda. Ateşin en sıcak kısmının
hemen yanında… Orada bu kadar uzun süre kalabildiğine şaşırdım. Binanın çökeceğinden hiç endişelenmedin mi? Karbon monoksit göstergen var mıydı?
V: Orayı dikkatlice inceledim ve o zamanki ihtiyaçlarımı k-karşılıyordu. Ve benim için, ateşten ve onun
getireceklerinden kaçış yoktur. Ateş başladığında ben
oradaydım. B-benim nefretimle doğdu ve çilemle beslendi. F-farketmez ki. Felaketin herhangi bir biçimi
beni her zaman takip ediyor. Alıştım artık.
AG: O halde bir dakika; anlamama izin ver. Son on
yıldır burada yanan ateşten kendinin sorumlu olduğunu söylüyorsun. Neden böyle düşünüyorsun?
V: Maden tünellerine gitmiştim. Onlara on s-sene
önce girdim. Ateş benim d-dostum değil, ama gerekirse ondan bir alet y-yaparım.
Planar Geographic
AG: Bay Verney, tutuklanmadan önce o mezarlıkta
ne yaptığınızı söyleyebilir misiniz?
V: B-birşey için bekliyordum. En çok ne-nefret ettiğim
birisi hakkında düşünüyordum. Söyleyin, Doktor:
Sizin çocuğunuz var mı?
AG: Ben burada kendim hakkında konuşmak için değilim Bay Verney. Bugünün hangi gün olduğunu söyleyebilir misiniz? Tarihi?
V: Bugün Pazartesi d-doktor. Ayın onikisi.
AG: Aramak istediğiniz birisi var mı? Burada olduğunuzu bilmesini istediğiniz bir akrabanız?
V: Siz bu kasabadan değilsiniz, öyle değil mi doktor?
Sizi daha önce görmedim
değil mi? Sizi tanımıyorum
değil mi?
AG: Ben Appletown’da yaşamıyorum Bay Verney. Eğer
daha önce tanışmış olsaydık
eminim ki hatırlardım.
V: Ama ben hatırlamayabilirim. Hafızam bazen b-beni
yanıltıyor. B-bazen düşünüyorum da acaba gerçekten
dü-düşünüdüğüm
kişi
miyim? Yoksa acaba sadece
onun aklı karışmış, çirkin evlatlarından birisi miyim?
AG: Ne sıklıkta hafıza kayıpları yaşıyorsunuz Bay Verney?
V: Şekilsiz yaratıklarız, yarım
kalmış.
AG: Özür dilerim, bu bir alıntı
mıydı?
V: Modern Prometheus’u okudunuz mu doktor, Mary
Wollstonecraft Shelly’den?
AG: Bir roman mı? Üzgünüm sanırım okumadım.
Okumalı mıyım?
V: İlginç bulabilirsiniz. Ha-hatalarına rağmen size beben-benim kim olduğumu anlatacaktır.
AG: Peki nasıl? Kitabın sizinleV: Kısa sürede dalgalarla öteye taşındı, karanlık ve
uzaklığın içinde kayboldu. Hepsi bu kadar doktor...
Sizinle işim b-bi-bitti...
AG: Bay Verney... Bay Verney! Sizi konuşmaya zorlayamam tabii ki ama düşünüyorum da bana bu konuda...
AG: ...
AG: Pekâlâ. Eğer fikrinizi değiştirirseniz, günün geri
kalan kısımnda ben kasabada olacağım.
BT: [Anlaşılamıyor] kapıyı açayım...
AG: Teşekkürler.
AG: Vay canına. O oda içerisindeki statik elektrik kolumdaki tüyleri diken diken etti.
BT: Dinle Aggie. Bu kasabada o hasta ruhlu piçi yaptığı şey yüzünden linç etmek isteyen büyük bir kalabalık var. Üstelik eğer ben bir kanun görevlisi
olmasaydım, o sürüye ben önderlik ederdim. Lütfen
bu ucubenin akıl hastası teşhisiyle yırtmasına filan
izin verme.
AG: Brian bu karar bana ait değil. Yargıç Carter saat
beş gibi benim raporumu alacak. Biliyorsun adam
sanrılı olabilir, ya da numara yapıyor olabilir. Bu kararı
başkalarına bırakacağım. Adam uyanık, tepkisel ve
çevresinden haberdar… Ben devam edeceğim ve
size herifi ilçe hapishanesine tıkmanızı önereceğim.
BT: Ondan kurtulmak bir rahatlık kaynağı olur. Eve ne
zaman dönüyorsun? Yeni fırtınaların gelişinden rapor
ediyorlar.
AG: Bu gece B&B’de kalacağım.
AG: Kahretsin. Şunu kapatmayı unutmuşum. Hep-
BİRİNCİ GECE
AG: Hmm... Ah... Siktir! Saat 3 olmuş. Az önce hayatımın en garip rüyasını gördüm. Unutmadan önce
teybe kaydediyorum. Bu, tarla gibi bir yerde duruyorum, sararmış otların üzerinde. Ve hemen yanımda
uzun bir kadın vardı. Yüzünü göremiyordum. Yüzüne
bir tür duvak, beyaz bir duvak takmıştı... Aaaah
neyse, unutuyorum sanki. Dev bir çarmıhın dibinde
duruyorduk, fakat, fakat evet İsa başağı duruyordu.
Sonra kadın ellerini uzattı. Sağ eli güneş gibi parlıyordu, sol eli karanlıktı. Tanrım uyumam lazım. Çocukları aramak için çok erken. Yarın yapacağım ilk
şey olsun. Billy hala okulda tartaklanıyor mu öğrenmeliyim. O sıçtığımın ilkokul çocukları! Eğer çocuklarımdan
ellerini
çekmezseler
boğazlarına
yapışacağım. Evet, çok hoş olurdu.
“Bu gece Fox’ta; Bekâr anne katil oldu, evlatlık çocukları şimdi yine öksüz.”.
Hmm… O kadın-acaba annem miydi? Keşke yüzünü
görebilseydim. Belki o zaman hatırlardım. Verney’in
kitabını tekrar karıştırayım en iyisi. Nereye—
İKİNCİ GÜN
AG: Brian, sen iyi misin? Çok gergin gözüküyorsun.
Endişeleniyorum.
B: Haydi içeri girelim doktor. Bana aldırma, gerçekten...
AG: Neden buraya geri getirildiğimi anlamıyorum.
Yani, tavsiyemi dün verdim. Neden beni tekrar çağırdılar? Komşularımın çocuklarıma biraz daha uzun
süre bakabilmeleri iyi oldu. Özledim onları. Aradan bir
gün geçmiş olsa bile... Kahretsin, özür dilerim Brian.
Aptalım ben.
B: Özür dilemeyin doktor.
AG: Pekâlâ. İşe başlayabiliriz. Ama maksadını anlamıyorum.
B: Hâkim Carter dedi kiAG: Biliyorum, biliyorum. Gün ağarırken telefonda
onunla konuşuyordum. Daha fazla detay istiyormuş.
Ben de daha fazla detay getiririm. İtiraf etmeliyim ki
burada benimle birlikte kaldığın için çok memnunum.
Yani, böyle olmasını istemiyordum ama bu adamda
olan birşey beni rahatsız ediyor. Sandalyeye ve yere
kelepçeli olduğunu biliyorum; onun kadar büyük bir
adam bile ondan kurtulamaz ama… İyi ki buradasın...
B: Aggie… Ben… Ben birşey olmasına izin vermeyeceğim, söz.
AG: Girelim.
AG: Görüşmeye başlansın.
AG: Mr. Verney iyi uyuyabildiniz mi?
V: Doktor çok az uyudum. Her zamanki gibi…
AG: Bugün nasılsınız?
V: Hareket ediyorum, nefes alıyorum, düşünüyorum.
İhtiyacım olan herşey...
AG: Anladım. Bugün biraz daha iyi görüyorum sizi.
V: Evet. Dün geceki fırtına yüzünden sanırım. O tür
havalar her zaman beni canladırır.
AG: İyi fırtınaydı. Dün gece bahsettiğiniz kitap için
mükemmel bir arkaplandı. Kitabın başka bir ismi var
değil mi?
V: Daha bilinen bir ismi, evet.
AG: Frankenstein. Kitabın filminden bu kadar farklı
olduğunu bilmiyordum.
V: Okudunuz mu, d-doktor?
AG: Kütüphanede buldum ve biraz karıştırdım. Kitabın neden sizinle ilgili olduğunu merak ediyordum.
V: Size benim kim olduğumu anlattığını söylemiştim.
AG: Evet, öyle demiştiniz. Ve siz doktorsunuz; Victor
Frankenstein.
V: Ah, o kitap benim yaşadıklarımla çok benzeşmesine rağmen, bazı detaylarda çok yanlıştı. Ancak
Madam Shelley’e hikâyemi kimin anlattığı konusunda
Planar Geographic
bir teorim var. Zavallı kadın. Keşke onunla tanışabilseydim. O da kendini yalnız hissetmiş olmalı. Annesini, babasını, eşini, çocuğunu kaybetti. Eminim
kendini c-canavar karakteri ile özdeşleştirdi, yabancılarla sarılmış her insanın yaptığı gibi…
AG: O halde sen hikâyedeki canavarsın. İsmi yoktu
ve dün sen de bana isminin olmadığını söylemiştin.
V: Yaratıcım bana bir isim v-vermedi, doğru. F-FFrankenstein onun ismiydi, benim değil. O ismin bir
zamanlar cesaret ve kahramanlık gibi anlamlar verdiğini biliyor muydunuz? Aziz George efsanesi ile ilgili.
AG: Hayır, bilmiyordum. Ama bana bu tanıdığın Doktor Frankenstein’dan söz et.
V: Evet. Kitapta kibar bir bilim ve irfan adamı şeklinde
tanıtılıyordu. Gerçekte, bilimi, simyayı, büyücülüğü eline ne geçerse- beynindeki imgeleri ve konseptleri
şekillendirmek için kullanan bir fanatikti. Kendini yorgunluk ve açlıkla kamçılardı. Neşter veya testere tutmadığında elleri titrerdi, sadece kendisinin gördüğü
varlıklara fısıldarken dudakları seğirirdi. Kullandığı irfanı çalmıştı, anlatabiliyor muyum? Beyninde, sıradan insan zekâsının kavrayamaması gerekli olan
kavramlar ve hesaplar vardı. Ve bunlar onu yaktı; her
dakika yürüyen bir alev gibiydi. Bir şekilde Pyros’u
çıplak gözleriyle görmüştü ve zihni onunla kavrulmuş
ve kurumuştu.
AG: Pardon… Pyros?
V: Sönmeyen ateş. İlahi alev. Şu anda bile benim
içimde yanan benlik-benim türümün hepsinde yanar.
Bizim gibi bir yaratıcı-mesela benim yaratıcım- tarafından inşa edilmiş herkesin içinde bulunan yaşam
kuvveti. Biz kendimize Prometeanlar diyoruz; mitlerdeki ateş hırsızının anısından hareketle.
AG: Bu ilginç. Senin gibiler var o zaman. Kardeşlerin, akrabaların? Doktorun kaç -sizden kaç tane
yaptı?
V: Benim yaratacım sadece beni yaptı. Ama ondan
önceki bir kaçı da aynı günahı işledi. Ve bizler başka
canavarlar meydana getiren canavarlarız. Bunların
hiçbirinin daha önceleri bilmiyordum tabi. İlk aylarımı
laboratuar faresinin hayatı şeklinde geçirdim. Shelley
o kısmı atlamış. Ne kadar acıya dayanabilirdim? Ne
kadar açlık? Ne kadar soğuk? Ne kadar karanlık? Bir
günün işkencesi diğerine karıştı. Ama bir gün yaratıcımın benden k-korktuğun farkına vardım. Zayıftı.
Ben tutsaktım ama güçlüydüm. Beni yok etmek yerine elektrik akımıyla işkence yapmak istediğinde,
voltaj beni d-do-doyurdu! Beni iyileştirdi! Bana özgür
Planar Geographic
olmam için ihtiyacım olan gücü verdi! Onu oracıkta
öldürebilirdim. İstedim de ama b-birşey beni tereddüt
ettirdi. Yaratıcımı yok etmenin saygısızlığı ile ilgili kalmış bir tür his... Bunun yerine ondan kaçtım.
AG: Suistimale uğramış olduğun için üzüldüm.
V: Suistimal? Bu sadece ondan ayrıldıktan sonra
muzdaripi olduğum a-acının bir gölgesiy-d-di. Bu dünyada benim için herhangi bir yerin olmadığı gerçeğinin yavaş yavaş anlaşılmasıy-d-dı. Onun gerçek
suçuydu, cezalandırmak için çağrılan birisiydi. Beni
s-sa-sahte bir yaşam ile gereksiz yere uğraştıran kimsenin kendisinin de gerçek yaşam ile bir b-bağlantısı
yoktu.
AG: Senin anlattığın o diğerlerine ne oldu peki?
Orada senin gibi başkalarının da olduğunu söylemiştin.
V: Benim y-yaratıcım sadece Pyros’u döverek o ilahi
ateşi insansı bir kılıfın içine sokma amacında olan en
son kırmaydı. Belki bu ameliyatlar ve elektriklendirmeler eski zamanların kayıp bilgisi için kaba bir kullanıma sahipti. Bunu bilemem. Fakat benim bildiğim
dört farklı çizgi daha var; bu varlıkların hepsi de
kadim zamanlardan kalma varlıklar.
Nepriler, ölen ve yeniden doğan Osiris’i takip ediyor.
Galateidler ise tıpkı Yunan mitolojisindeki gibidirler.
Mitolojide kendi ideal eşlerini yontan ve onları yaşama bağlayan kimseler vardır bilir misin? Galateidler’in yaratıcıları da tıpkı onlar gibidirler. Onlar
Galateidleri yakışıklı ölülerden biçimlendirirler.
Tammuzlar, kil ve toprakla şekillendirilmiş cesetlerdir,
bilinen Golem hikâyelerinin kara birer yansımalarıdırlar.
Ve Ulganlar, bir cesedin ikiye ayrılarak koparılması
ve ruhlar tarafından yeniden şekillendirilmesi ile meydana gelmiştirler. Onlar bu ruhlara hükmeden k-kara
Şamanların emirleri altındadır.
Bu çizgilerin ilk yaratanların isimleri hatıralardan silindi, fakat her Prometean kendi türünden başkalarını
yaratabilecek bilgiyi taşımaktadır. E-erken ya da geç,
hepimiz bu bilgiyi kullanırız. Ben kendi adıma bunu
y-yaptım. P-pek çok kez hem de. Izdırap, ancak paylaşılarak dindirilebilir. Ve bu uzun, uzun yolculukta
aramızdan birilerinin ortaya çıkarak büyük bir iş çıkartması ve bizi tamamlaması gerekmektedir…
AG: Büyük iş çıkarmak?
V: Bizler simyasal et yığınlarıyız. Simyagerler ile aynı
yolu arıyoruz. Bir hayal, yavaş yavaş anladım. Ve
artık o yolu aramıyorum.
AG: Anlamadım.
V: Anlamadın mı? Beni asla anlamayacaksın.
AG: Peki ne oldu senin bab- …Ummm… Seni yapan
doktora?
V: Ondan i-intikamımı aldığımı daha önce söylemiştim. İntikamım ne hızlı ne de merhametliydi.
AG: Ona karşı daima intikam mı aradır?
V: İlk b-başlarda değil. Mutluluğu bildiğim bir zaman
vardıysa, bu zaman, onun korkularla dolu odasından
kaçtığım geceydi. İlk hafta, hiçbir acı hissetmeksizin
bir ormanın içinden geçtim. Özgürdüm. Dingin gökyüzünün beni r-rahatlatmasına izin veriyordum. Gece
çiçeklerinin harikulade kokusu,
böceklerin cırcır sesleri karşısında hayrete düşmüştüm. İlk
kez y-yı-yıldızları görüyordum.
Gökteki minik mücevherlerin parıltısı… Onlara dokunabileceğimi
düşünüyordum. Ayağa kalktım
ve gördüm ki onlar benden çok
uzaktaydılar. Buna güldüm. Ay
yükseldiğinde, onunla konuşmaya dair bir içgüdü uyandı
bende ama konuşmak benim için
çok z-zordu. Ses tonum bana acı
veriyordu.
Koştum, koştum ve sonunda
yere düştüm ve r-rüyasız bir uykuya daldım. Kırsalda bulunan bir mezarlıkta uyanmıştım. S-sesler duyuyordum; beni gördüklerinde
korkabilirlerdi ve bu yüzden bende onlardan gizlendim. Ö-ölü bir ağacın arkasından, toprağı kazmış
gözleri yaşlı küçük bir grup köylüyü izliyordum. Onların sözlerinin ne kadar korkutucu olduğunu anlamıştım. Onlar gittiğinde, yeni kapatılmış mezara doğru
koştum ve ellerimle toprağı kazmaya başladım. Onların, canlı birisini y-y-yaktıklarını düşünüyordum, biliyorsun işte –yaşam ile ölüm arasındaki farkı henüz
bilmiyordum.
Tabutu kırarak açtım ve cesedi g-göğsüme a-aldım.
Onu kucağıma aldım ve yar-r-rı biçimli sözlerimle kulağına fısıldayarak ona teselli vermeye başladım.
Ona her şeyin y-yolunda olduğunu söylüyordum.
Sonra onu yere uzattım ve vücudunu g-g-güneş ışığına çevirdim. S-sıcak güneş ışığının onu uyandırabileceğini düşünüyordum. Başını k-kucağıma
yerleştirdim ve saçlarını okşamaya başladım. Ardından nedense köylüler geri geldiler. Ellerinde çiçekler
ve m-mumlar vardı. Ve beni orada o halde gördüler.
Nasıl bir tepki verdiklerini hayal edersin. Benzer olay-
ların defalarca başıma geldi. Niçin bilmiyorum ama
insan halklarının anlayışına göre benim d-ddoğamın uygunsuz olduğunu ve benzer davranışları
bir daha yapmamam gerektiğini anlamam oldukça
uzun zaman aldı.
AG: Nasıl böyle söylersin? İnsanların sana negatif
tepki vermesi son derece normal. Fakat farklı olaylardan yola çıkarak, doğanın seni bizden farklı bir yabancı yaptığı kanısına nasıl varabilirsin?
V: Ben varolmamalıydım, Doktor. Biz Prometeanlar
varolmamalıydık. Eğer onurlu birisiysen, bunu sende
hissedersin. Varlığımda bir huzursuzluk,
rahatsızlık bulunmakta… Bu içgüdüsel
bir tiksinti ve nefret…
Biz bunu ‘Huzursuzluk’ olarak nitelendiriyoruz ve bu nedenle hiçbirimiz insanlarla
birlikte
ortak
duygularla
yaşayabilecek
bir
yer
b-bubulamayacağız.
AG: Ve bu… Sizin kendi tabirinizle ‘Huzursuzluk’… Bu senin daima tecrübe
edindiğin bir olgu mu? Bu duygunun
sizin kendinizi başkalarına karşı izole etmeniz gerektiğini mi düşünüyorsun?
Hissettiğin şey yalnızlık mıdır?
V: Yalnızlık hakkında hiçbir şey söylemedim. Ve bu duygu sadece i-insanların
hissettiği tipte bir huzursuzluk değil. Kişinin kendi doğasından irkilmesi diyebiliriz buna.
Benim gibi birisinin huzursuzluk etkisi inanılmaz bir
ö-ölüm ve çürümüşlük manzarası oluşturuyor.
Niçin bu bölgenin bu denli çorak ve zehirlenmiş olduğunu düşünüyorsun?
AG: Bunu yapan madenlerde patlak veren yangın
değil mi?
V: Yangın, ben buraya geldikten sonra başladı. Eğer
madenler yanmaya başlamasaydı ‘huzursuzluk’ kesinlikle başka anlamlara bürünecekti. Bir kuraklık. Bir
salgın. Görünmez birtakım pislikler. Düzenin bir
önemi yok. Ben buradayken, doğanın yasaları y-yıkımın gücüne karşı eğilir ve ben buradan gidene
değin felaketler bu topraklarda hiç eksik olmaz.
İKİNCİ GECE
BT: Aggie, ben Brian. Belki bu benim tek şansım. Bu
kasedi her gece dinleyip dinlemediğini bilmiyorum;
fakat eğer çok geç değilse… Yarın geri gelme Aggie.
Planar Geographic
Geri gelme. Şehri terk et. Kimseyle konuşma, beni ya
da yargıç Carter’ı aramaya çalışma. Sadece git ve
geri gelme. O zaman belki o… O tehlikeli, Aggie.
Senden ne istediğini bilmiyorum; fakat o, tehlikeli.
Ondan uzak durmalısın. Lütfen.
*****
AG: Tanrım, neredeyse şafak sökecek. Bunu detaylı
konuşmalıyız. Neden bu orospu çocuğu aklıma girmeye çalışıyor? Hikâyesi… Tacizci baba, terk edilme
olayları, vücutsal ve algısal bozulmalar, kendi vücudundan ayrılmalar. Benim fikrim, onun gerçek bir
insan olmadığı ve bunu herkes söyleyebilir. Acaba şizofren mi? Cesetlere olan saplantısı… Önceki gece
onu tutukladıklarında saplantılarının esiri mi olmuştu?
Cesetlerle ne yaptı?
Bu gece yine rüyalar gördüm – bunlardan kurtulmalıyım. Baş aşağı çarmıha gerilme. Bir elinde parlak,
diğer elinde kara bir madeni para tutan beyaz peçeli
kadın. Acaba gerçekten annem mi? Çocukluğumdan
tanıdığım başka biri mi? Lanet olsun, ne zaman çocukluğumla ilgili daha çok şey hatırlamaya başlayacağım? Yarın Dr.Garner’i aramalıyım. Bakalım bir
gelişme kaydettiğimi düşünüyor mu? Oh hayır, ay sonuna kadar tatile çıkmıştı. Lanet olsun.
Belki bugünden itibaren kasedi dinlemeliyim. Hayır,
hayır… Birkaç saat daha uyumaya çalışmalıyım.
ÜÇÜNCÜ GÜN
AG: Bugün başlarken, bana nasıl Appletown’a geldiğini anlatmanızı istiyorum.
V: Evet. Bunu öğretici b-bulabilirsiniz, doktor. Düşmanımın izini takip ederek geldim, y-yolumun kesiştiği herkesten daha çok nefret ettiğim kişiyi...
Sonunda intikamımı almaya kararlı bir şekilde Appletown’a geldim; fakat madenlere indiğimde sadece bir
tuzak buldum. Aradığım kimse gideli çok olmuştu ve
derinlerdeki odalar ete aç Pandoranlar ile doluydu.
AG: Pan-… Pandoranlar. Bu sözcük… Bunların ne
olduğunu biliyor muyum?
V: Flux’un dölü, Pyros’un v-vahşi yüzü. Kaos ve dehşetin vücut bulmuş hali. Bir başarısızlığın, kasıtlı bir
kötüye kullanmanın ya da İlahi Ateş’in sonucudur. Bir
Planar Geographic
başka Prometean yaratmaya çalışan her Prometean,
Pandoran yaratma riski taşır. Yeni v-vücut parçaları.
Sürüngenlerinki gibi sürünen organlar, vücudu yarıp
dışarı sızan iç organlar, karaya çalan ve dokunaçlara
sahip bir kafa… Bazıları büyük, zeki, hatta insan görünümlü yaratıklar. Diğerleri grotesk ve i-ilkel şekilde
kalırlar. Her iki durumda da vicdan azabı çekmeksizin
hareket ederler. Yok ederler. Yozlaştırırlar. Beslenirler.
AG: Beslenmek mi?
V: Pyros için deli olurlar. Onu bir Prometeandan
almak için yapmayacakları şey yoktur. O gece tünelde derinlere ilerlerken, uyandıklarını duydum, duvarların arasından bir kurtçuk gibi süründüklerini.
Onları çağıran benim varlığım, benim Pyros’umdu.
Onlar benim düşmanımın yarattıklarıydı. Onlar b-beni
tanıyordu, ben de onları. Kalabalık sayılarının hareketlerini engelleyeceği dar geçişler aradım; fakat elleri, kancaları, dikenli dilleri kayadaki her çatlaktan
bana ulaştı. Elimden gelen tüm biçim değiştirme gücümü kullanmama rağmen h-hala daha fazlası vardı.
AG: Bekle. Biçim değiştirme? O nedir?
V: Kimyasal bir işlem. İçindeki İlahi Ateş’i kontrol etmeyi öğrenen herkes bu tür maharetler sergileyebilir.
Sana bunu ispatlayabilirdim; ama Pyros’un ışığı v-vücudumun gerçeğini aydınlatır. Yaralarımı, dikişlerimi
ve ceset gibi olan rengimi görürsün. Bu sana rahatsızlık verir. Biçim değiştirme gücü, her ne kadar Muhteşem İş denen şeyin yanında e-eğlencelik olsa da,
kullanışlıdır.
AG: Muhteşem İş. Kara madeni paranın parlaklaşması… Kurşunun altına dönmesi gibi mi?
V: Doktor? B-bana söylemek istediğiniz bir şey mi
var? Yüzünüz kızardı.
AG: Ben… Şeye geri dönelim. Umm… Yani madenlerdeydiniz…
V: Güruh bir sonraki saldırısına hazırlanırken bir hareketsizlik vardı. Ellerimi kaldırdım ve bir savunma
doğaçladım ve kömürü sadece avuç içlerimde ve pparmaklarımda görünce, güldüm. Yıkım etrafımı sarmıştı. Bu nedenle, kalan Pandoranların daha geniş,
kömür cevheriyle dolu bir odaya doluşmasını sağladım ve her şeyi ateşe verdim. Oh, yaratıklar bir yenidoğan gibi çığlık atıyorlardı. Seyrettim. Arada bir, bir
tanesi alevlerden sürünerek çıkıp ayaklarımda inleyip merhamet dileniyordu. Ben ise kahkahalar atarak
onları ateşin içine geri attım. Yangının kontrolden çıkmaya başladığını fark etmiştim. Yakında, dayanabileceğimden daha fazla duman ve sıcaklık olacaktı.
Sonra…
AG: Sonra ne?
V: Sonra onlar g-geldi. Melekler. Kaşmallim. B-b-bebe… Be-ben onlar hakkında k-konuşmakta zorlanıyorum. Onların… Güzellikleri hakkında.
AG: Bir meleğin size Appletown’da kalmanızı söylediğini söylemiştiniz.
V: Onlar melekler miydi yoksa başka bir şey mi emin
olamam. Onlar Pyros’tan y-yapılmıştı. O gece orda,
madenlerde tek bir tane mi yoksa daha fazlası mı göründü söyleyemem. Eğer ateşin gözleri o-olsaydı…
Yıldırımın yüzü… Bu, Kaşmallimi ikinci görüşümdü.
İlkinde konuşmamışlardı.
Bu kez konuştular. S-seslerini t-tarif edemem. Bana
dediler ki Pandoranların bazıları benden kaçmışlar.
Dediler ki onları avlamak benim g-görevimmiş. Bunu
yaparsam, sonuncusu yok edilene kadar kalırsam, öö-ödüllendirilecekmişim. Benim gibi biri –onların sözleriyle- benim gibi biri, değerli bilgilerle bana
dönecekmiş.
Parlak beyaz ışığa daha fazla katlanamadığımda,
zihnimde onların sözleri yankılanırken kıpırdamadan
durdum. Alevler yüzeye yaklaştığında, bir mil uzaktan kızıl parlamayı görebiliyordum. Ve kalmaya ve
Kaşmallimin isteğini yerine getirmeye k-karar verdim.
Terkedilmiş bir kiliseye taşındım ve orayı gereksinimlerime uyarladım. Zamanımı kasaba ve ölmekte olan
kırsal arasında bölüştürdüm. Kaçan Pandoranları aavladım. Zamanla b-bazıları kömür katmanlarına girip
ateşi takip ederek kasabaya vardılar. Sayılarını bir
avuca kadar azalttım. Sonra, g-geçen sene, kaza
meydana geldi.
AG: Otobüs kazası.
V: Evet. İçinde yedi çocuk olan bir o-ok-okul otobüsü.
Sürücü yanlış bir karar verip yanlış sokağa döner. Yer
çöker, otobüs bir yarığa dalar. Çocukların hepsi oracıkta ölür. Çarpmanın şiddetinden minik boyunları kırılarak…
AG: Kendinizi bu olaydan da mı sorumlu tutuyorsunuz?
V: Ben değil. Hayır. Bunu Pandoranlar yaptı. Cesetler toplandıktan sonra çukura girdim; fakat Pandoranlar g-gitmişti. İzleri soğumuştu.
Olanları tahmin etmem bir y-yılımı aldı– dikkatimi
çeken başka şeyler de oldu tabii. Bu kırsalda olan
garip şeyleri s-söylesem şaşar kalırsın doktor. Kendi
karanlık nedenleri için burada olup biteni takip eden
varlıklar… Kasaba halkı nöbette olduğum için baba
minnettar olmalı. Sonra, düşmanım olan o kadını ne-
rede olduğuna ilişkin bir belirti buldum sandım, l-lanet
olsun ona. Yanılmışım; fakat bu yanılgım çok z-zamanımı yedi.
AG: Bekle. Şu bahsettiğiniz düşmanınız. Başta onun
sizin… Yaratıcınız olduğunu düşünmüştüm. Fakat siz
ondan, o kadın diye bahsediyorsunuz.
V: Evet
AG: O zaman kim o kadın?
V: Bir h-hata. Bir Pandoran. Alışılmadık bir z-zezekaya,. T-tetikteliğe ve bağımsızlığa sahip.
AG: Neden özellikle bu… Pandoran… Sizin düşmanınız? Neden onu diğerlerinden ayrı tutuyorsunuz?
V: O-onun hakkında d-daha fazla konuşmak istemiyorum.
AG: Bence istiyorsunuz Bay Verney. Burada olmanızın tüm nedeni o kadın değil mi?
V: Tamam, tamam. Sana, diğer Prometeanlar gibi,
benim türümden olanları yaratmayı denediğimi s-söylemiştim. Bilerek başka birini bu tür bir varoluşa zorlamak mantıksız ve canavarca bir davranış gibi
görünüyor olmalı. Daha mantıklı anlarımda bana öyle
g-görünür. Fakat arkadaş isteği dayanılmaz hale
gelir… Ve tamamlanmamız için yaratmanın gerçekleşmesinin gerektiğine inananlar vardır.
AG: Yani onu siz yarattın. Onu siz yaptınız ve o size
düşman oldu.
V: Evet. Fakat sadece bana düşman olmadı. O,
benim ilk yaratma denememdi. Ve onu yanlış y-yaptım. B-ba-başarısız oldum. Flux açığa çıktı ve o bir
Pandoran olarak v-varlık buldu. İlk başta n-normal
gibi görünen nadir bir tür. B-birkaç gün, onun, benim
u-umut ettiğim her şey olduğuna emindim. Sonra,
üçüncü günde, o… o,o, deri değiştirdi.
AG: Sesinizde acıyı duyuyorum Bay Verney. Çocuğunuzun size düşman olması zor olmalı.
V: Hayır. Benim çocuğum d-değil.
AG: …
Oh, oh, anlıyorum. O kadın –
V: Sadece bir y-yıl önce yaratılmıştım. Sürgün ve işkence- çürüyüş, reddedilme, keder, sürgün ve eziyetle geçen bir yıl. Taşıyıcıyı yaratmak için bana
r-rehber olacak içgüdülere ve doktordan aldığım bazı
notlara ve kitaplara sahiptim. F-fakat başarısız oldum.
V: O, benim gelinim olacaktı.
V: Beni t-terk ettiği gün, Pyros’umu kuruttu ve yıkılışımı izledi. Hissettiği şefkatin bir yalan olduğunu söyledi. İlk görüşte ona itici geldiğimi ve benden
tiksindiğini… Sonra d-derisini çıkarıp parça parça
ayaklarımın dibine fırlattı. Sadece y-yüzünü s-sak-
Planar Geographic
ladı. Hala benim yaptığım şekilde olan son p-parçasıydı. Yüzü. O g-g…O güzel yüzü. O yüzü, fırıncının
düzinelerce t-taze bakire cesetleri arasından seçmiştim. Yerine dikmek için saatlerimi harcadım. Sakar
parmaklarımın ilmek atlamaması için olabildiğince
yavaş çalıştım. Ve şimdi, onun yarattığı her Pandoran, çarpık vücutlarının bir yerinde o aynı yüze sahipler. Her şeyden fazla, bu nedenle onları
a-avlıyorum. Sadece onun p-planlarını bozmak için
değil, aynı zamanda o güzel yüze defalarca kez bakabilmek için.
V: …
AG: Bay Verney, burada kesebilir miyiz? Olanları tam
olarak... Brian?
V: Birkaç gün önce her şey bana malum oldu. Son
Pandoranların otobüs kazasından sonra nereye gittiğini biliyordum. Akşam karanlığının çökmesini bekledim. Güneş batmadan önce bir fırtına patlak verdi;
benim için iyiye işaretti. Yağmurla yıkanmış toprağı
kazmanın daha zor olacağını düşünmedim bile. Her
bir çocuğun nereye gömüldüğünü b-biliyordum. A-Adlarını, ailelerini biliyordum. Kasabada olan bitenlerle
her zaman yakından ilgilendim. Her bir tabutu topraktan çıkartıp e-evime götürmeyi bitirdiğimde saat
sabahım ikisiydi. İşim bittiğinde mezarlığa geri dönüp
meleğin s-söz verdiği hediyemi bekledim.
AG: Yani diyorsunuz ki tabutların içindekiler... Pandoranlar mıydı?
V: Kızlı erkekli yedi çocuğun bedenlerini çalışma odamın zeminine serdim. Biri senin o-oğlundu değil mi
Şerif? İtiraf ediyorum ki, ilkini keserken içimde biraz
şüphe vardı. Bıçağımı dikkatlice kullandım. Uykudaki
bir Pandoranı farketmesi z-zor olabilir. Sonra onu gördüm, kaburga kemiğine kıvrılmıştı. Yerinden çekmemle birlikte birden bir iribaş gibi, kedi boyutunda
bir kurtçuk kadar açıldı. Canlanmaya başladı. Bir tümörden gerçek haline dönüşmeye başladı. Onu öldürmeden önce g-gelinimin suratını görene kadar
bekledim.
Diğerlerine de aynı şeyi yaptım. Zaten uyanmaktaydılar. Gelinimin yüzü her kaburganın arasından bana
dikkatle bakıyordu. Yaratıkların hepsini şişledim ve
üzerlerindeki s-suratları yüzdüm. Yüzdüğüm suratlar,
kemik gibi s-sertleşerek mükemmel görünümlü bir
ölüm maskesine dönüştüler. Bunlardan, kasabanın
etrafında öldürdüğüm Pandoranlardan aldığım yüzlercesine sahibim. Hepsi kilisenin bodrumunda
saklı... Gözlerinin arkasında mumlar kalacak şekilde
bir odada asılı duruyorlar.
Planar Geographic
AG: Brian, kapıyı açar mısın lütfen?
BT: Ben... Ben açamam, üzgünüm.
AG: FakatV: Biliyor musun, hikâyemi Shelley’e anlatanın gelinim olduğundan eminim. Bu, onun bana mesaj gönderme şekli. Şeytani zekâsını, sembolik zaferler alma
konusundaki azmini çok takdir ederim. En sevdiği
taktiklerden biri, benim soyumdan olan Prometheanlardan birini yozlaştırmaktır... Benim yanlış giden yaratışlarımdan birkaç nesil uzaklaşmış birini. Onları
henüz y-yeniyken bulur, kulaklarına nefret fısıldar ve
bana düşman eder. Onları vahşi Flux ile kandırır ve
bir Kentomani’ye dönüşmelerine neden olur.
V: …
V: Doktor? Haydi, oturun ve bitirelim bu işi.
AG: Evet, ben... Ben üzgünüm. Neler oluyor? Az
önce ne dediniz?
V: Kentomani –simya yolunun en karanlık zarafeti.
Takip etmediğim tek yolun. Zarafetler bize Biçimlendirmeyi kullanmayı öğretir, İçsel Ateş’i ve onun eziyetlerini anlamamıza yardımcı olur. Kentomani ise,
Pandoran güruhlarını anlamayı ve onları yönetmeyi
sağlayan zarafettir. Yeni bir üreme organı ç-çıkarana
kadar bu kulağa güzel bir fikir gibi gelebilir.
AG: Gelininiz... Onu en son ne zaman gördünüz?
V: Hm? Ne zaman... Yaklaşık yüz yıl önce. O gün çok
kan dökülmüştü. Beni yakınına getirmek için benim
yaratılarımdan birini kullandı ve koca bir köyü bana
karşı savaşması için kışkırttı. Her şey bittiğinde o ve
Prometean çırağı p-parçalanmış bedenimi dağın tepesine taşıdılar. Onların varlığından dolayı tüm kırsal
kuruyup çoraklaşmıştı. Yakınlardaki kuru dalların ve
çıraların yanında bir kutu kibrit duruyordu. Hareketsiz bedenimi ayak bileklerimden astılar...
AG: O bir değirmendi, haç değil. Sizi yıkık-dökük bir
değirmenin tepesine baş aşağı astılar.
V: Evet, beni değirmenin pervanelerine sıkıca b-bağladılar. Bunu söylemiş miydim?
AG: Nasıl hayatta kaldınız?
V: Değirmeni a-ateşe verdikten sonra kaçtılar. Alevlerin çabucak kontrolden çıkacağını biliyorlardı. Bedenim hareketsizdi; fakat etrafımda olup bitenlerin
f-farkındaydım. Gökyüzünün b-bulutlarla kaplandığını
gördüm. Doğa v-varlığımıza vahşice tepki gösteriyordu belki de. Duman yükseldiğinde, yağmurun zamanında yetişip yetişemeyeceğini merak ettim. Fakat
başka bir şey oldu.
AG: Yıldırım.
V: Değirmene çarptığında her şey parlak mor bir
renge bulandı. O anda b-bedenimin kontrolünü geri
kazandım. O gece k-köye geri dönüp kalan herkesi
c-cezalandırdım. Çalıştığım ilk zarafet ile yeniden uğraşmaya başladım, Stannum’a. Eziyetin, öfkenin ve
intikamın zarafetine. Hala da çalışırım. Peki, doktor,
sizce de şu anda o kasıntı duruşunuzu bir kenara bırakıp sizden intikamımı almamam için yalvarmaya
başlamanız gerekmiyor mu?
AG: Dur… Brian? Brian, bana yardım et.
BT: Aggie, yapamam. Marie onda. Yargıcın torunu da
onda…
V: Evet. Şerif Tierny’nin adamları mezarlıkta beni bulduklarında onlarla g-gitmem gerektiğini hissettim.
Sonra sen geldin ve çok t-tanıdık gelmiştin. Meleğin vaat ettiği ö-ödülünse olup olmadığını mmerak ettim. Bu s-saçmalığa devam etmek en
iyi yol gibi gözüktü. Sonraki gece Şerif Tierny ve
Yargıç Carter’ı ziyaret ettim; s-seni burada t-tutmalarını sağlamak için. Ve ş-şimdi, sonunda,
hatırlıyorum. D-değirmendeki sendin, değil mi?
Gelinimle birlikte? Seni buraya beni s-sorgulaman, p-planlarımı öğrenmen için mi gönderdi?
Nerede olduğunu biliyorsun. O bilgiye i-ihtiyacım var.
AG: Kurşun... Altına...
V: Burada… Bu beş para etmez zincirlerin beni
burada tutabileceğine dair numara yapmama ggerek yok artık. [Zincirleri söküp atar]…
AG: Evet, şimdi biliyorum. Kurşun… Altına dönüşür. Senin istediğin şey bu... Kendi biçimini
değiştirmek… Kendini bir insan yapmak…
BT: Kes şunu. Ona zarar verme! Buna izin vermeyeceğim. Bunu kaldıraV: Sessiz, Şerif. Ayağa kalkma. Beni bunu tekrar y-yapmaya mecbur bırakma!
AG: Dur, lütfen, yapma. Benim iki… Çocuğum
var.
V: O halde niçin d-dövüşten geri çekilmedin,
doktor? Gösteriş yapma zamanı sona erdi. Gelinim ile birlikte buradaydın. Sende benim gelin
tarafından bozulmuşluğa uğratılan bir y-yavrumdun. Kendi değerinin muhakemesini yap.
Şimdi biçimini değiştirmeye çalışacaksın. Bana
gücünü göster, belki de şu anda kurtulabilirsin.
İlk yumruğum ile seni a-ayakta tutacağım [Bir
yumruk vurur].
AG: Ahhh… Hahhh… Yapamam… Ughhh…
Hughhh…
V: Beni öldürmeye çalıştığın zamandan bu yana
çağlar geçti. Elbet bir şeyler öğrenmişsindir. Bana gücünü göster! Biçim değiştir…
AG: Dur. Lütfen… Tekrar boğazımı sıkma. İzin ver…
İzin ver de bakayım, Brian’ın durumu iyi mi?
V: Unut onu! Şu anda endişelenmen gereken kişi
benim.
AG: Sen bir canavarsın.
V: Hepimiz öyleyiz.
AG: Aman Tanrım. Bu nasıl doğru olabilir ki? Ben…
V: G-Gelinim nerede. Söyle ç-çabuk.
AG: Bilmiyorum! Neden bunu yapıyorsun?
V: Bana kaçamak cevap verme. Bu seni kurtarmaz.
Hiç kimse seni kurtaramaz.
Planar Geographic
AG: [Duyulmayacak bir şekilde] –Bunu iyi bil. Niçin
acı çektiğini biliyorum.
V: Ne dedin sen?
AG: Nedenini biliyorum. Kurşundan altına... Canavar… İçine… İnsanın içine… İşte sen busun, değil
mi? Sen kendini kurşun olarak görüyorsun. İnsanlığı
ise altın olarak… Siz… Prometeanlar… Siz insan olmaya çalışanlarsınız, gerçek birer insan…
V: Ayağa kalk.
AG: Yanlış mıyım?
V: Bu, ‘Muhteşem İş’ olarak b-bilinir. İnsan ruhunun
içine Azoth’u koyma işlemi… Bir Prometeanın insanlığa ulaşmasındaki nihai ama bir o kadar yavaş bir
süreç. Ama artık bunların hepsi benim inanmadığım
y-yalanlar.
AG: Fakat bu yanlış, değil mi? Sen… Sen buna inanıyorsun. Görmedin mi? Acı çekmenin sebebi bu işte.
Senin bir parçan hala… Hala senin gerçek bir insana
dönüşebileceğine inanıyor. Eğer bu imkânsız ise, o
zamanda kendi doğanla barışmalısın. Sen, sen yazgına boyun eğdin. Fakat sen yazgına boyun eğdiğin
sürece, imrenerek peşinden koştuğun gerçekten bir
insan olma şansını kaybediyorsun. Nerede yanlış
yaptığını bulmalısın. Niçin hala bir canavarsın?
Bunun cevabını bulmadan evvel bir kez bile dinlenmeksizin uğraş vermelisin.
V: K-kalk ayağa, l-lanet herif. Seni öldürmek zorunda
kalacağım yoksa. Kalk ayağa. Bana gelinimin nerede
olduğunu söyle hemen, bu şansı sana tekrar vermeyeceğim.
AG: Bu değil mi? Niçin onu aklından bir an olsun çıkarmadığının sebebi bu değil mi? Bu bir öfke ya da
intikam değil. Evet bu. Bu, çünkü onunla birlikte olduğun o kısa süre içersinde bir şeyler hissettin, daha
önce hiç hissetmediğin bir şey. Tıpkı bir insan gibi hissettin.
V: YETER! [Aggie’ye güçlü bir yumruk vurur]
……
Sanki çok nazik biriymişçesine numara yapma bana.
Bu, kan…
Bu bir his uyandır-m-mıyor. Biz kolay kolay yaralanmayız. O bunu nasıl yapa-b-bildi… Onu öldürdüm mü
yoksa? Bu bir numara olmalı. Doktor? [Aggie’nin üzerine eğilir]
BT: Ellerini… Ondan… Uzak… Tut…
V: O… O gerçekten ö-ölmüş. Ama n-nasıl…
BT: Pislik… Orospu… Çocuğu…
V: B-ben… Ben onu ö-ö... Ben onu ö-öldürdüm.
Fakat bu i-imkânsız. Onu nice zamandır t-tanıyor-
Planar Geographic
dum. Onu yüzyıllar öncesin-d-den hatırlıyorum. O
nasıl sadece bir insan olabilir? Nasıl…
BT: Seni… Pislik…
V: Kes! Onu ö-öldürdüm, anla-m-mıyor musun? O ööldü! O… O benim gibi değilmiş…
O bir i-in-insandı! G-gerçek bir insan! O y-yolu b-bulmuştu! Lanet olsun! Lanet Kaşmallim. Ne getirdiklerini bana niye s-söylemediler. O y-yolu bulmuştu. Ve
ben onu ö-öldürdüm. Aman Tanrım! Bana bunu nasıl
y-yaptığını s-söyleyebilirdi. Bana bu sırrı v-verebilirdi.
Bana s-söylemesini isteyebilirdim… Bunu y-yapabilirdim… Ben ne yaptım?
BT: Nerede… Nerede benim… Eşim?
V: Bunu nasıl yap-t-tın Doktor Gray. Sana bunu ssöyletmeye çalışıyordum. Ve şimdi benim u-ulaşamayacağım bir yerdesin.
BT: Lütfen…
V: D-dur. H-ha… Hayır… Sen d-değilsin. Ne yapmaya ihtiyacım olduğunu b-biliyorum. Seni hala kullan-a-abilirim, Doktor. Seni g-geri getirebilirim, değil
mi? Seni tekrar y-yaratabilirim. Ve s-sana bildiklerini
anlattırabilirim… Ya da senin y-yeniden yürümeni
sağlayabilirim. Evet… Senin bedenin harika... Bu bacakları değiştirmek gerçekten büyük ayıp olurdu…
BT: Lütfen söyle… Nerede eşim?
V: Pekâlâ Şerif. Sen bana yardım ettin… Sana eşinin
m-madenlerde saklı olduğunu söylemiştim. Ama bu
bir yalan. Benim kaldığım kilisede, bir klozet ve taklit
bir duvar var. O duvarın arkasında kilisenin arka odalarına geçişi sağlayan bir el merdiveni var. Senin Marie’n ve çocuğun Carter orada s-saklı… İplerle
birbirlerine sıkıca bağlanmış şekilde… Karanlıkta…
Onlara yiyecek ve su bırakmıştım. Şoktan kurtulduktan sonra sana gidip onları bulman için izin vereceğim. Ve umut et ki, o da senin onu düşündüğün gibi
seni düşünsün.
BT: Sen… Sen onu… [Gerisi duyulmaz]
V: Elveda. Bir daha görüşmeyeceğiz.
STORYTELLING GAME
OF BEAUTIFUL
MADNESS
Planar Geographic
Yazan:
C
Hakan “Charon” Arslan
hangeling estetiğin ve acımasızlığın
oyunu, tutkunun ve kayboluşun, rüyaların ve çılgınlığın oyunu. Ve sen,
bir peri olarak, dikenlerin içinden geçen bir
yolda senden çalınmış olan hayatı yeniden
elde edebilmek uğruna savaşıyorsun.
Şimdi kendin için en iyi yolu seçmelisin; kaybolmuş yaşamına dair parçaları bulabilirsin
ve onları birleştirebilirsin. Böylece eski yaşamına yeniden kavuşacaksındır. Yahut hırsının peşini bırakmayarak kendine yeni bir
yaşam kurmayı deneyebilirsin.
Fakat her halükarda seni yolundan alıkoymak isteyen bir şeyler olacaktır. Perilerin şu
ünlü saray entrikalarından tut, sen ne yaparsan yap devamlı olarak seni takip eden,
başına musallat olmuş gerçek perilere kadar
pek çok şey seni yolundan alıkoymaya çalışacaktır.
Böyle diyor White Wolf firmasının çıkarmayı
planladığı beşinci oyun olan Changeling’in
geliştiricisi Etham Skemp. Yazı oldukça heyecan verici fakat dilerseniz beşinci oyun
hakkında biraz daha derinlere inelim.
Promethean: The Created’dan sonra piyasaya çıkarılması düşünülen Nwod oyunun
Ağustos 2006 da firmanın takipçilerine duyurulmuştu. Bu tarihten bu yana da firmanın
izlediği genel tutum, insanları heyecanlandırmak yönünde. Nitekim White Wolf un çıkardığı her oyunda klasikleştirdiği X:The Y
gibi bir ayrıntıda bile insanları heyecanlandırma yoluna gidilerek Changeling oyununun artyazısı olan ‘The Y’ kısmı iki ay
öncesine kadar belirtilmemişti. Yanı sıra
firma oyunun içeriği hakkında da oldukça kısıtlı bilgi vererek insanların bu yeni oyuna
karşı şevklerini arttırmayı amaçlıyor. Gene
Ethan Skemp’in bu konuda yaptığı bir yorum
zaten herşeyi açıklığa kavuşturmakta: “Yeni
bir oyun hazırlıyorsanız, insanları heyecanlandırmalı, sabırsızlandırmalısınız”.
Yani düşüncenin özü bu... Fakat firma, insanları heyecanlandırmanın yanı sıra, onların beklentilerini ve tepkilerini ölçmeyi de
ihmal etmiyor. Bu yüzden; hakkında henüz
hiçbir şey bilinmeyen Changeling oyunu için
resmi sitelerinde bir forum açıldı ve insanların genel beklentileri ve oyun hakkında
spekülasyonlar incelendi. Kişisel kanaatim,
Changeling sisteminin belli bir kısmını da
bu spekülasyonlardan yola çıkarak şekillendireceklerdir. Tabi White wolf sistem yaratıcıları insanları şaşırtmakta üstüne adam
tanımaz. Bu yüzden Changeling hakkındaki
genel görüşleri takip ederek onlara hiç beklemedikleri bir feyk atmaları olası.
Şimdi gelelim pek çoğumuzun merak ettiği
meseleye. Yani, “Neden Changeling?” sorusunun yanıtını aramaya…
Sorunun cevabı için önce tersten gidelim isterseniz. Yani “Neden Changeling?” sorusunun cevabından önce “Neden Hunter,
Demon, Mummy ya da Wraith değil?”
Bu sorunun cevabını şu şekilde verebiliriz;
—Hunter: The Reckoning, Demon: The Fallen ve Mummy: The Ressurection
OWoD(Old World of Darkness)’a sembolik
bir kapanış yapabilmek –ya da çeşitli açıkları kapatabilmek, birer kulp kapak uydurabilmek- amacıyla hazırlanmış oyunlardı ve
fazlada ses getirememişti.
Wraith: The Oblivion ise eski sistemde
zaten yeterli ticari kazanç sağlayamamasından ötürü 1999 yılında sona erdirilmişti.
Ayrıca şu anda yeni sistemde Wraith: The
Oblivion ile benzer içeriğe sahip Orpheus
oyunu limitli satışlarla firma için yeterli tatmin noktasına ulaşmış durumda.
—Evet, OWoD içinde çok fazla YahudiHristiyanik öğe taşıyordu. NWoD(New
World of Darkness) ise dünyamıza ait kült
öğelerden ziyade modern fantezi anlayışına
daha yakın duruyor. Hunter, Demon ve
Mummy oyunları ise dünyamızın kült öğelerinden yararlanılarak çıkarılmış oyunlardı.
Yani bu üç oyunun çıkarılmamasının altında
yatan sebep bu da olabilir.
—OWoD ile NWoD birbirinden farklı oyun
gruplarıdır. Yani çıkarılmış oyunlar birbirinden bağımsızdır. Dolayısıyla eski bir oyun
Time of Judgment ile beraber kapandı diye
Planar Geographic
yeni sistemde yine bu isimde bir oyun yer almayacak diye bir şey söz konusu olamaz. Vampire,
Werewolf, Mage oyunları eski sistemde de vardı,
yeni sistemde de varlar. Fakat aralarında dağlar
kadarda fark var. Yani;
Nwod’ın yapı itibariyle bulunduğumuz dünyanın
geçmişini, ırklarını, dinlerini ve sembollerini
Owod kadar keskin hatlarla ele almıyor olması
ve metaplot öğe olarak görmemesi ileride Hunter ve Demon oyunlarının çıkmayacağı anlamına gelmez. Çünkü Nwod da kendi
oyunlarında çeşitli inançlara dair mitik ve kültist
öğeleri pekâlâ kullanıyor. Yani buradan doğru
bakacak olursak, ileride Hunter ve Demon oyunlarına da yer verilebilir.
Nitekim Mage: The Awakening’de öne sürülen
alternatif evren yapısında şu boyutlar yer almaktadır;
—Totemlerin Krallığı, Yaratıkların Evi; Primal
Wild
—Semavilerin Krallığı, Meleklerin Evi; Aether
—Gizemlerin Krallığı, Gölge Yaratıklarının Evi;
Stygia
—Kâbusların Krallığı, İblislerin Evi; Pandemonium
—Büyünün Krallığı, Perilerin Evi; Arcadia
Burada yer alan Arcadia’yı tanıyoruz değil mi?
Şimdi gelelim “Neden Changeling?” sorusunun
yanıtını aramaya…
—Gotik, korku, düşsellik, modernite, fantezi,
okült gibi öğeleri rahatlıkla temele alabilmesi ve
esnek, hayalgücüne dayalı bir ürün olması...
— Her ne kadar Changeling eski sistemde limitli
satışlarla piyasaya sunulsa da –ki şimdide limitli
satış durumu söz konusu olacaktır muhtemelencoşkulu bir fanatik kitlesine sahip. Ve bu kitlenin
gözünde Changeling her zaman ayrı bir konuma
sahiptir. Öyle ki OWoD kapanmadan önce White
Wolf’un resmi sitesinde açılan ankette “En sevdiğiniz White Wolf Oyunu Hangisi?” şeklinde bir
soru yöneltilmiştir. Alınan sonuç ise takriben
şöyle;
Changeling: The Dreaming——%24
Demon: The Fallen—————-%6
Hunter: The Reckoning———-%17
Kindred of the East—————-%12
Mummy: The Resurrection——-%6
Orpheus———————————%8
Wraith: The Oblivion—————%17
NOT: Yaklaşık 1300 oy kullanılmıştır. Oylamaya
Mage, Vampire ve Werewolf oyunları dâhil
edilmemiştir.
Yani aslında bazılarımız Changeling’i çok
alternatif bir OWoD oyunu olarak görmüş
olsa bile istatistiklerin daha farklı sonuç verdiği ortada. Ayrıca OWoD zamanında limitli
satışlarla piyasaya sürülen Changeling:
The Dreaming oyununun 99 yılında kapatılmasına karar verilen Wraith: The Oblivion
gibi kapatılacağı düşünülmekteydi fakat
White Wolf firması 2004 yılında Changeling: The Dreaming materyallerinin yeni
baskılarını piyasaya sürme kararı almıştır.
Bunda Changeling fanatiklerinin etkisi olduğu söylenebilir. Changeling kitapları limitli
satışa sunulmuş olsa bile zamanında firmaya satış açısından oldukça güven vermişti. İsterseniz şimdi Ebay’e girip
Changeling kitaplarını aratın. Çok az kitap
elden çıkarılmak istenmektedir ve satılmak
istenen kitaplarda epey yüksek fiyatlarla alınabilir(Kithbook: Pooka’nın 160 küsur dolara satıldığına bizzat şahit olduğumu
söyleyebilirim).
—Changeling’in beşinci oyun olarak piyasaya sürülmesinin altında yatan bir başka
sebep daha var ki o da Justin Achilli’nin
(NWoD fikrini ortaya atan kişi) OWoD kapanırken Changeling’in yeni sistemde de
yer edineceğinin sinyallerini vermiş olması…
Bunlara benzer başka spekülasyonlarda da
bulunulabilir tabi fakat kesin olan bir şey var
o da yeni oyunun eskisiyle örtüşmeyecek
olması. Girişte verdiğim yazıda okuduğunuz üzere Changeling: The Lost, Changeling: The Dreaming’den farklı bir anlayışa
sahip olacak. Atmosfer olarak Changeling:
The Dreaming’in sahip olduğu fantastik-komedya anlayışından farklı olarak, yeni oyun
biraz daha içsel korkuya yönelik karanlık bir
atmosfere bürünebilir. Ve muhtemelen perilerin nereden geldikleri hakkında gene
kesin bilgiler verilmeyecek, bu konu Storyteller’ların kendi yorumlarına bırakılacaktır.
Niçin varolduklarının altında yatan sebebi
ise Ethan Skemp açıklamış, kendilerinden
çalınan yaşamı arayışları konu alınacakmış. Tabi her şey bununla da bitmiyor olsa
Planar Geographic
gerek, bekleyip göreceğiz.
Yani uzun lafın kısası, aslında sistem değişmiş olsa da White Wolf hazırladığı oyunların özünü
açıklamak konusunda hala oldukça başarılı.
Şimdilik söyleyebileceklerim bu kadar. Birde unutmadan, oyun 2007 yazında görücüye çıkacak. Bu tarih gelene kadar Changeling hakkında tartışmaları takip etmek isteyenler için iki adres
vermek istiyorum.
Changeling:The Lost oyunu için hazırlanmış demo pdf.
http://www.white-wolf.com/downloads.php?category_id=119
White Wolf resmi forumunda Changeling: The Lost için ayrılmış tartışma bölümü.
http://forums.white-wolf.com/viewforum.php?f=58
Alternatif bir World of Darkness sitesinde Changeling için ayrılmış tartışma bölümü.
http://www.shadownessence.com/forum/...?showforum=377
Son olarak, Changeling: The Dreaming üzerine yazılmış çok güzel bir şiirle bitirmek istiyorum.
Bu şiiri dikkatle okuduğunuzda perilerin benliğinin çok güzel yansıtıldığını göreceksiniz.
Herkese iyi eğlenceler, görüşmek üzere…
O kız her gece şarap içip tatlı yer,
İpek dantellerle güzelce kuşanırdı.
Kukuletasını çenesine bir güzel bağlar
Ve başka bir dünyayı hayal ederdi.
ÇOCUKSU
Uzaklarda, yıldız ışıklarının ve sislerin fısıltılarında
Kızın hayalini kurduğu bir dünya vardı
Denizlerin dalgaları üzerinde,
Dans ettiği, perilerin;
Kızın onları bulması ümidiyle.
Şafak vakti uyandığında,
Işığıyla gecenin büyüsünü takip ederdi.
“Ayın Çocuğu” ise kaçardı ondan, sessizce;
“Anne Alacakaranlığın” yardımı ile koşar ve saklanırdı.
Ve kızın gözlerini açardı hemen
Gökyüzü kadar mavi bir melek,
“Bu gece tekrar kendi krallığını hayal edeceksin
Ve yudumlayacaksın hayalleri, ışığı ve sevgiyi…”
Chase Feonsdotter “Childling”
Planar Geographic
RPG
SİSTEMLERİ
DEĞERLENDİRMESİ
BÖLÜM 1
Planar Geographic
Yazan:
Şükrü “Gwydion The Quick” Kuran
B
ilgisayar RPG oyunlarında olduğu gibi masaüstü RPG oyunlarında da bir büyük çoğunlukla bir kural sistemi kullanılır. Bazı GM’ler ve
oyuncular tarafından masaüstü RPG’nin önemli parçalarından biri sayılan kural sistemleri başka GM’ler
ve oyuncular tarafından oyunun çok da önemli olmayan bir parçasıdır. Peki, nedir bu kural sistemleri?
Neden geliştirilmiştirler ve neyi amaçlamaktadırlar?
Hangi sistemler vardır ve özellikleri nelerdir? Haklarında neden bu kadar farklı fikirler vardır? Bu yazıda
elimizden geldiğince bu soruların cevaplarına ulaşmaya çalışacağız.
Bu bölümde kural sistemlerinin işlevlerinden ve ülkemizde oldukça yaygın olarak kullanılan iki sistem
olan AD&D 2. edisyon ve D&D 3. edisyondan bahsedeceğiz. İlerleyen bölümlerde GURPS, Whitewolf,
d20 sistemlerinden bahsedeceğiz. Ayrıca kural sistemi kullanmadan bir oyun nasıl oynanır bu tür bir
oyunun ne gibi kolaylıkları ve problemleri olduğundna bahsedeceğiz. Son olarak da kural sistemleri üzerindeki görüşlerden ve sistemler hakkında
neden oldukça farklı görüşler olduğundan bahsedeceğiz.
gereken işlerin en önemlilerinden biridir.
Eğer tüm grup herşeyi yapabilen üstün varlık ( ? )’lar tarafından oluşmuş ise bir oyun
oynamanın bir manası yoktur çünkü böyle
bir grubun ne başedemeyeceği bir varlık ne
bir görev ne de bir hedefleri vardır. Karakterlerin karşılarına gelen problemleri aşıp
aşamayacaklarının nasıl belirleneceği bir
masaüstü oyunun önemli parçalarından birisidir. Bu noktada devreye giren kural sistemleri GM’e ve oyunculara karakterlerinin
sınırlarını çizer, neleri yapıp neleri yapamadıklarını kesin veya kaba taslak bir şekilde
ortaya koyar.
MEVCUT KURAL
SİSTEMLERİ
D&D 2nd Edition ( AD&D )
KURAL SİSTEMLERİNİN
İŞLEVLERİ
Kural sistemleri RPG oyunlarının gelişmesiyle paralel olarak gelişmişlerdir. 1970’lerde ilk üretilen RPG
setting’ler kendi sistemleri ile birlikte geliştirilmişlerdir. Zamanla gittikçe daha detaylanan ve karmaşıklaşan kural sistemleri günümüzde farklı settinglere
uyarlanabilen genelleştirilmiş kural sistemleri ( ör:
d20, GURPS ) olarak karşımıza çıkmaktadırlar.
Masaüstü oyunlarda her oyuncunun karakterinin
belli sosyal, fiziksel, zihinsel ve bazen doğaüstü yetenekleri vardır. Her sistemde bu yeteneklerin ifade
ettiği şeyler farklıdır. Bir sistemde bu yeteneklerin sınırlarının belirli olması gerekmektedir. Güçlü bir karakter bir taşı yerden kaldırıp atabilir mi ?
Atabiliyorsa ormandaki bir ağacı da yerinde söküp
düşmanlarını bu ağaç ile parçalayabilir mi ? Bu yeteneklerin sınırlarının çizilmesi her oyunda yapılması
Planar Geographic
cape, Spelljammer
Firma : TSR
(eski) Wizards
of the Coast
(yeni)
Çıkış Tarihi :
1989
Önemli
Setting’ler : Forgotten
Realms,
Dragonlance,
Dark
Sun,
Birthright, Ravenloft, Planes-
TSR firması tarafından 1989 yılında piyasaya çıkarılan AD&D eski bir sistem olmasının
yanısıra
günümüzde
hala
kullanılmaktadır. Ülkemizde yaygın olarak
kullanılan ilk sistem olduğundan büyük bir
önem taşır. Özellikle 23 yaş ve üzeri bir çok
oyuncu ve GM’in ilk kullandıkları sistem
AD&D’dir. Zamanı için oldukça başarılı bir
sistem olsa bile günümüzde yerini kendisinden çok daha esnek bir yapıya sahip olan
D&D 3rd edisyon’a bırakmıştır. Ancak D&D
3rd edisyon’da istediğini bulamayan oyuncular ve GM’ler hala bu sistem ile ülkemizde
oyun oynattıklarından ülkemizde mevcut
olarak kullanılan sistemler arasına alıyoruz.
Karakter Yetenekleri
D&D sistemlerinde karakterler 6 adet yeteneğe sahiptirler. Strength, Dexteriy ve Constitution ‘dan oluşan fiziksel yeteneklerin
yanında Intelligence, Wisdom ve Charisma
zihinsel yetenekleri oluşturur. Bu yetenekler
karakter oluşumunda 3 – 18 aralığında (insanlarda) zar ile belirlenir ve oyun içinde
kolay kolay değişmezler. Bu skorlarda 9 –
11 ortalama bir insanı temsil ettiği gibi 18’in
üstüne çıkıldığında insan üstü seviyelere
ulaşılmış demektir. Yeteneklerde üst sınır
olarak 25 olarak belirlenmiştir. Elf, Dwarf gibi
yarı-insan ırklarının üyelerinin haricinde karakterler genel olarak en fazla 18 skoruna
ulaşabilirler. Daha yüksek skorlar yaratıklar,
üstün ırklar, tanrılar gibi insanüstü varlıklara
ayrılmıştır. Skorların oyunun başında belirlenip oyun içinde kolay kolay değişmemesi
oyunun başındaki skor belirlenme safhasının oyunun en önemli kısımlarından biri
yapar. Skor’larda karakterler arası adaletin
sağlanması için GM’ler tarafından zar ile karakter skorları oluşturmanın yanısıra puan
dağıtımı gibi çeşitli yöntemler geliştirilmiştir.
Karakterlerin 6 yeteneği belli iken yaratıkların Intelligence haricinde yetenekleri genellikle yoktur. İlk bakışta önemsiz gibi görünse
de yaratıklara yetenekler ile ilgili bir işlem
uygulayacağı zaman (ör: yetenek testi - ability check) GM’in kullandığı yaratığa o anda
bir yetenek skoru düşünmesi gerekmektedir. Oyunlar arasında tutatlılık için aynı yaratığın skorlarının birbirine yakın olması
gerektiğinden, yaratık skorlarının GM tarafından oyun öncesi belirlenip not edilmesi lazımdır.
Yetenekler ile ilgili bir diğer sorun ise Wisdom ve Charisma yeteneklerinin tanımıdır.
Wisdom temelde bilgelik diye tanımlansa da
aslında rahip, druid gibi tanrısal güçlere
sahip sınıflar için düşünülmüş Intelligence’ın
alternatifi bir büyü yeteneğidir. Ancak bununla birlikte
karakterin irade gücü, duyu ile gözlem yeteneği olarak da kullanıldığı olur. Dolayısıyla dikkatli bir orman
korucusu otomatik olarak bilge ve yüksek irade sahibi olmaktadır. Benzer bir şekilde Charisma yeteneği
de fiziksel güzellik, liderlik yeteneği ve yaşama arzusunu içerir. Dolayısıyla mesela fiziksel olarak güzel
görünen ancak liderlik yeteneği pek olmayan bir karakteri sistem kuralları içinde tanımlamak mümkün
değildir.
Karakter Kabiliyetleri
Karakterlerin yetenekleri proficencyler ile tanımlanmıştır. Her karakter sınıfı ve seviyesine bağlı olarak
belli adet proficency’ye sahiptir. Sistem de yaklaşık
50 – 60 adet proficency vardır. Ancak karakterlerin ilk
başta alabilecekleri proficency adetlerinin oldukça az
olması ve ancak 3 – 4 seviye’da bir yeni bir proficency kazanabilmeleri karakterlerin gelişimini ve çeşitliliğini oldukça kısıtlamaktadır. GM’ler bu sistemi
daha kullanılabilir hale getirmek için ilk seçilen proficency adedini artırmak ve bazı proficency’leri (ör: At
sürmek, ateş yakmak) proficency’yi almamış karakterler tarafından da kullandırmak gibi yöntemlere başvurmuşlardır.
Dövüş Sistemi
AD&D’de her dövüş round’u 1 dakika olarak belirlenmiştir. Karakterlerin bir round’da ne yapıp ne yapamayacağı sistemde belirtilmiştir. Karakterler yükselen
seviye’ları ile bir round’da yapabilecekleri hareket sayısı da artmaktadır. Ancak 1 dakikalık round süresi
bü sürede yapılabilen hareketlerin birçoğunu açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Bu problemin en çarpıcı
kısmı saldırı hamleleridir. Sisteme göre 1. seviye bir
savaşçı bir round’da 1 hamle yapabilmektedir. Gerçekte en fazla bir kaç saniye süren bir kılıç savurma
hareketini bir AD&D karakteri ancak 1 dakikada yapabilmektedir (veya 1-2 saniye’de kılıcı savurup geri
kalan 58 – 59 saniyeyi boşa geçiriyor olarak da düşünülebilir).
Dövüşler karelerden oluşan bir harita üzerinde oynanması sistem tarafından tavsiye edilmektedir. Büyü
menzilleri ve etki alanlarının, karakterlerin nereye kaç
round’da gidebileceğinin hesaplanmasında bu yapıdaki bir harita oyunu oldukça kolaylaştırmaktadır. Karelerden oluşan bir haritada çapraz ilerlemelerde bir
adaletsizlik olmaktadır. Sistemde çapraz hamleler ile
yatay hareketler aynı mesafe olarak düşünüldüğün-
Planar Geographic
den çapraz hareket edip yatay hareketten daha uzak
mesafelere ulaşılabilmek gibi bir sorun bulunmaktadır.
Her karakterin ve yaratığın sınıfı, sınıftaki seviyesi,
Constitution skoru ve çeşitli büyüler ile belirlenen bir
can değeri – Hit Point (HP) vardır. Her karakter veya
yaratık hasar aldığında HP’si aldığı hasar oranında
azalır ve HP’si -10’a düşen karakter veya yaratık
ölür. HP sistemi temel olarak basit anlaşılır, kolay ve
oyuncuların çabuk ölmesini engelleyen bir sistem olmasına karşın seviye atlandığında HP’nin de artması ilerleyen seviyelerde karakterleri aşırı dayanıklı
ve onlarca darbeye dayanabilen birer insanüstü yaratık halilne getirmektedir. Bu da oyunun gerçekçilik
özelliğini oldukça düşürmektedir.
Karakter İlerlemesi ve Ödüllendirilmesi
Her karakter oyuna belirli bir sınıf ile ve bu sınıfta birinci seviyede başlar. Sınıflar karakterlerin yapabileceklerini belirlerken ilerleyen seviyelerde ne gibi
avantajlar kazanacağını da gösterir. Karakterler karşılarına çıkan yaratıkları, NPC’leri altettiklerinde belirli miktada deneyim puanı – experience point (XP)
kazanırları. Bu XP’ler belli seviyelere ulaştıkları
zaman karakterler sınıflarında bir üst seviyeye geçerler. Oyun temel olarak karakterlerin yaratıkları altetmesi, bir üst seviyeye çıkması ve daha güçlü
yaratıklar ile dövüşmeleri üzerine kuruludur. Ancak
ülkemizde AD&D bu oyun sisteminden çok daha
derin ve detaylı şekillerde kullanılmıştır.
Basit ve kullanışlı bir sistem olan bu seviye atlama
sistemi AD&D’nin yaygınlaşmasında ve kolay anlaşılmasında büyük bir rol oynamış olmasına karşın
gerçek hayat karşılığı olmadığından gerçekçi oyunlarda sorunlar oluşturmaktadır. Oyuncular yaratıklar
ile mücadele ettikleri sürece seviye sisteminin bir
problemi göze batmazken başka insanlar ile mücadele etmeye başladıklarında ciddi sorunlar çıkabilmektedir. Normalde kimse tepeden tırnağa zırhlı bir
şehir muhafızına saldırmayı düşünmezken AD&D’de
orta – yüksek seviye karakterler muhafızın çok
düşük seviye olduğunu düşünüp sopalar ile dahi
olsa muhafıza saldırıp onu rahatlıkla alt edebilirler.
Seviye atlamalarda farklı sınıfların seviye atlamalarının farklı olması, birden çok sınıf seçimindeki kısıtlamalar, yarı-insan ırklarının seviye limitleri AD&D
deki seviye sisteminin problemleri arasında ilk başta
göze çarpanlardır.
Sistemin piyasaya çıkmasından sonraki yıllarda
mevcut karakter sınıfları içinde çeşitliliğe imkan sağ-
Planar Geographic
lanması için sınıflara Kit adı verilen alternatif sınıflar eklenmiştir. Bir sınıfın farklı kit’lerine sahip aynı sınıfa dahil olan iki
karakterin birbirinden farklı yetenekleri vardır.
Rol Yapma’ya Uygunluk
AD&D sisteminde oyunun anafikri yukarıda
belirttiğim gibi karakterlerin yaratıkları imha
etmesi ve seviye atlaması üzerine kurulu olduğu için rol yapma yeteneği kısıtlı bir sistemdir. Ayrıca her karakterin ahlaksal
yapısını belirten Allignment adlı bir özelliği
bulunmaktadır. Her karakter kendi allignment’ına göre davranmak zorundadır. Bu
şekilde rol yapma konusunda oyuncuya yol
gösteren bir sistem olan Allignment sistemi
Paladin, Druid gibi sınıflar için çok uygun
olsa bile daha temel sınıflar (ör: Savaşçı,
Büyücü) için karakterlerin rollerinin dar kalıplar içerisinde kalmaya zorlar.
Aşağıda belirteceğim gibi AD&D sistemindeki eksikler yüzünden sistemin ilk değişikliğe uğradığı yer ülkemizde rol yapma
yeteneği olmuştur. Birçok GM oyunu basit
yaratık kesmeceden çıkartıp rol yapma yeteneğinin zarlarda atılan sayılardan daha
önemli olduğu bir hale getirmiştir.
Zar Sistemi
AD&D sisteminde birçok zar çeşidi kullanılır. Sistemde 4, 6, 8, 10, 12 ve 20 yüzlü zarlar bulunurken bu zarlardan en çok d20
kullanılır. Saldırı hamleleri, yetenek testi,
saving throw’larda hep d20 kullanılır. d20
‘nin en önemli özelliklerinden başka birisi
ise belli bir verilen bonus ve penaltılar ile
belli bir zorluk seviyesindeki bir işin başarı
ile yapılma ihtimalinin oldukça kolay hesaplanmasıdır. Mesela hiç bir bonus ya da penaltı olmadan d20 atıldığı bir durumda zarın
14 veya üzeri gelme ihtimali yüzde (20 – 14
+ 1) * 5 = 35 olarak hemen hesaplanabilir.
Bu sebepten bir d20’deki 1 puan’lık her
bonus %5’lik bir iyileştirmeyi, 1 puan’lık her
penaltı ise %5’lik bir kötüleşmeyi simgeler.
AD&D zar sisteminde d20’ler bazı durumlarda belli bir sayının üstünde atılması gerekirken bazı durumlarda da bir sayının
altında atılması gerekmektedir. Ayrıca saldırı zarlarında atılması gereken sayının hesaplanmasında kullanılan THACO değeri
zaman zaman kafa karıştırmaktadır. Bu zar
problemleri çok önemli olmamalarına karşın
sisteme yeni uyum sağlamaya çalışan bir
oyuncunun uyum süresini uzatmaktadır.
Sistemin Değişime Açıklığı
AD&D sisteminin en önemli problemi çok
temel kurallar (ör: seviye atlama, saldırı
hamlesinin vurup vurmadığının hesaplanması) haricinde ikinci önemli kurallarda sistemin kurallarının açık olmaması ve yoruma
açık bırakılmış olmasıdır. Eski bir GM arkadaşım AD&D Dungeon Master’s Guidebook
kitabının sayfalarca tek kuralı anlattığını
söylemişti : “DM’in dediği kuraldır”. Belki bu
kadar olmasa bile sistem o kadar fazla kısmı
GM’e bırakmıştır ki her GM sistemi kendine
göre şekillendirmeden temel kuralları ile
oyunu oynatırken çok zorlanır.
Sistemdeki bu açıklar aynı zamanda sistemin ülkemizdeki en kuvvetli noktası haline
gelmiştir. GM’ler kendi kural yorumlarını ve
uygulama sonuçlarını birbirine anlattıp diğer
GM’lere tecrübelerini akatarmışlar bu şekilde sistem kişisel tecrübeler üzerine gelişmiştir. Dolayısıyla AD&D’de GM’in tecrübesi
oldukça önemlidir diyebiliriz.
Yorum
AD&D sadece bir kural sistemi olarak ele
alındığında yaşını haliyle göstermektedir.
Katı kuralları, kurallarındaki net belli olmayan yerlerin çokluğu ve rol yapmaya pek
açık olmaması günümüzün daha esnek sistemlerinin yanında tercih edilmesini azaltmaktadır. Ancak ülkemizdeki AD&D GM’leri
çok uzun süredir RPG oyunları oynatmış oldukları için kişisel tecrübelerinden sistemin
hatalarını oldukça azaltıp oynanabilirliği yüksek oyunlar ortaya çıkarmaktadırlar. Ayrıca
sistem için geliştirilmiş olan campaign’lerin
bir çoğu halen orjinalliğini ve etkilyiciliğini korumaktadır. Sırf bu campaign’ler için hala
AD&D oynayan gruplar bulunmaktadır.
Avantajlar ve Dezavantajlar
+ Sistemdeki birçok eksiklikten dolayı sistemin GM
tarafından kolaylıkla değiştirilebilmesi
+ Oldukça başarılı setting’lere sahip olması
- Allignment sistemi
- Seviye atlamanın oldukça keskin hatlar ile belirlenmiş olması
- Sistemin oyunun dövüş ağırlıklı oynamak üzere oynanmak üzere dizayn edilmiş
olması
- Açıklık kazanmamış olan bir
çok konunun bulunduğundan
anlaşılmasının zor olması
D&D 3 - 3.5rd Edition
Firma : Wizards of the Coast
Çıkış Tarihi : 2000 ve 2003 (sırasıyla)
Önemli Setting’ler : Greyhawk, Forgotten Realms,
Eberron
Wizards of The Coast, 2000 yılında uzun yıllardır oynanmakta olan AD&D sisteminin yerini almak üzere
D&D 3rd edisyon’u piyasaya çıkardı. Bazı kısımlarında AD&D sisteminin alışılagelmiş mekanizmalarının aynen kullanıldığı (ör: Allingment, seviye ve
sınıflar, Hit Point (HP) sistemi) D&D 3. edisyon, bir
çok yerde de eski sisteme göre büyük farklılıklar içerir. Piyasaya çıkmasından bir süre sonra oldukça popüler bir sistem haline gelen D&D 3rd edisyon,
ülkemizde de en çok kullanılan sistemlerin arasına
hızla girdi. Hatta ülkemizde şu anda en çok tercih
edilen sistem olduğu bile söylenebilir. Sistem 2003
yılında elden geçirilerek 3,5. edisyona yükseltildi. Bu
iki edisyon arasında temel olarak büyük farklılıklar
olmadığı için bu incelememizde iki sistemi bir olarak
ele alacağız.
Karakter Yetenekleri
AD&D sisteminde olduğu gibi karakterler üç adet fiziksel ve üç adet zihinsel yeteneğe sahiptir. Bu yetenekler karakter oluşumunda 3 – 18 aralığında
(insanlarda) zar ya da puan dağıtma sistemi ile belirlenir ve oyun içinde seviye atlamalar, belli büyüler
ile az miktarda da olsa daimi olarak değişebilirler. Bu
skorlarda 9 – 10 ortalama bir insanı temsil ettiği gibi
18’in üstüne çıkıldığında insan üstü seviyelere ulaşılmış demektir. Üst sınır olarak sistemin teorik bir
Planar Geographic
sınırı olmamasına karşın genelde oyuncular,
NPC’ler ve yaratıklar en fazla 40 – 50 civarında yetenek seviyelerine sahip olabilirler.
Yetenekler konusunda D&D 3. edisyonun AD&D’den
en önemli farkı ise yeteneklerin oyun süresince değişmesi ve bütün NPC ve yaratıkların 6 yetenek puanınında (istisnalar hariç) belirli olmasıdır. D&D 3.
edisyonda yetenekler çeşitli sebepler ile (ör: büyüler, zehirlenme) geçici olarak azalıp artabilirler. Bu
geçici değişiklikler genelde daimi değişiklerden daha
büyük aralıklarda gerçekleşirler. Geçici yetenek değişimleri sistemde karakterlerin başına gelen birçok
şeyin açıklanmasında büyük kolaylıklar sağlamaktadır. NPC’lerin ve yaratıkların 6 yeteneğinin de olması GM’in işini oldukça kolaylaştırmaktadır.
Yetenekler kısmında AD&D’den gelen zihinsel yeteneklerin neyi ifade ettiği sorunu burada da karşımıza
çıkmaktadır. Sadece D&D sistemlerinde olan ve tam
açıklaması zor yapılan Wisdom yeteneği D&D 3rd
edisyon’da da mevcuttur. Benzer bir şekilde fiziksel
güzellik, sosyal yetenek, hayata bağlılık gibi birbirinden çok farklı kavramlar tek bir yetenek, Charisma,
ile ifade edilirler ki bu rol yapma konusunda problemlere yol açmaktadır.
Karakter Kabiliyetleri
D&D 3. edisyonun AD&D’e göre en büyük farklılıklarından biri karakter kaabiliyetleridir. AD&D’deki
proficency sistemi çok daha esnek ve kullanışlı skill
– feat sistemleri ile değiştirilmiştir. Sistemde 40’a
yakın temel skill bulunur (bu adet GM’in isteğine
göre artırılabilir). Karakterler seviye atladıklarında aldıkları skill puanları ile karakterlerinin istedikleri
skill’lerini artırabilirler. Skill puanlarının farklı dağıtılması ile iki büyücü, iki savaşçı birbirinden farklı özelliklere sahip olabilmektedir ve bu şekilde özelleşmiş
karakterlerin oluşmasına imkân sağlanmıştır. Skill’lerin nerede nasıl kullanılacağı da sistemde bir ok
örnek ile açıklanmış olduğundan skill sistemi yeni bir
GM ve oyuncu tarafından kolaylıkla anlaşılabilir.
Skill’lere ek olarak AD&D’deki proficency’leri andıran Feat’ler ile karakterlere ikinci bir özelleşme imkanı sağlanmıştır. Genelde savaşçıların işine
yarayan ve savaş sisteminde karakterlere ek yetenekler veren Feat’ler 3 seviye’da bir defa alınır. Alınabilecek Feat adedi skill adedine göre oldukça
fazladır ve temel sistem kitaplarından sonra çıkan
yardımcı kitaplar ile bu liste daha da artırılmıştır ve
her yeni kitap ile artmaya devam etmektedir.
Planar Geographic
Dövüş Sistemi
D&D 3. edisyon’da dövüşler altı saniyelik
round’lardan oluşmaktadır. Bir karakterin bir
round’da ne yapıp ne yapamayacağı ve bu
işlerin alacağı zamanlar sistemde belirtilmiştir. D&D 3. edisyon’da özellikle skill kullanımlarının ne kadar zaman gerektirdiği
konusunda eksiklikler bulunsa da D&D 3.5.
edisyon’da bu konu netlik kazanmıştır.
Dövüşlerin AD&D’de olduğu gibi karelerden
oluşan bir harita üzerinde oynanması sistem tarafından tavsiye edilmektedir. Büyü
menzilleri ve etki alanlarının hesaplanmasında bu yapıdaki bir harita oyunu oldukça
kolaylaştırmaktadır.
AD&D’deki HP sistemi önceki edisyona
göre sistemin en az değişen kısımlarındandır. Karakterlerin seviye atlamalarında aldıkları ve yüksek Consistituon skorlarına
göre gelen HP değerleri daha düzgün belirlenmiştir ve anlaşılması daha kolaydır.
Karakter İlerlemesi ve Ödüllendirilmesi
Önceki edisyon’da olduğu gibi D&D 3. edisyon’da karakter sınıfları ve seviye atlama
sistemi üzerine kurulmuştur. Sistemin oyunculardan beklediği grubun karşılarındaki rakipleri altetmesi ve tecrübe kazanarak daha
güçlü rakipler ile karşılaşmasıdır. Her karakterin belli bir karakter sınıfı ve bu sınıfta
belli bir seviyesi vardır. Karakter çeşitliliği
adına D&D 3. edisyon’da farklı karakter sınıflarından oluşan çok sınıflı karakterler
yapmaya imkân tanınmıştır. Bu çok sınıflılık
üst seviye prestij sınıfları ile sistem tarafından da desteklenmektedir. Bu prestij sınıfları
sadece
belli
gereksinimleri
karşılayabilen karakterlerin alabileceği belli
konularda uzmanlaşmayı sağlayan ek sınıflardır. AD&D’deki kit’lere benzemekle beraber kit sisteminden çok daha esnek bir
sistemdir. Bir karakterin birden çok prestij
sınıfı olabilir.
Sistemin en önemli özelliklerinde birisi de
Encounter Level (EL) sistemidir. Sistemdeki
kurallara göre her yaratığın ve NPC’nin belli
bir zorluk seviyesi vardır. Bu zorluk seviyesi
yaratıkların Challange Rating (CR) değerlerinden NPC’lerde de sınıf seviyelerindan
belirlenir. Bir yaratığın EL değerine bakılarak oyuncuların bu yaratık ile karşılaştıklarında onlara göre zayıf mı güçlü mü yoksa
eş seviyede mi olduğu oldukça kolay anlaşılabilmektedir. Diğer hiçbir sistemde olmayan bu EL sistemi savaş sahnelerinin
hazırlanmasında GM’in işini çok kolaylaştırmaktadır. Fikir olarak oldukça iyi bir sistem
olan EL sistemi bazı istisnalar, aşırı orjinal
fikirli oyuncular ve deneyimsiz GM’ler haricinde oldukça iyi birşekilde çalışmaktadır.
Kişisel görüşüm olarak D&D 3. edisyon’un
en önemli özelliği bu EL sistemidir ve sistemin yaygınlığında çok büyük rol oynamıştır.
Oyuncular altettikleri NPC’lerin veya yaratıkların CR değerlerine göre deneyim puanı
ve büyülü/büyüsüz ekipman kazanırlar. CR
sisteminin ilerleyen seviyelerde da düzgün
çalışabilmesi için deneyim puanlarının yanısıra büyülü/büyüsüz eşyalarında oyunculara
sistemin önerdiği miktarda verilmesi gerekmektedir.
Rol Yapma’ya Uygunluk
Sistem temel olarak yukarda belirttiğim gibi
devamlı düşmanların altedilmesi ve üst seviye yaratıklar ile çarpışma üzerine kurulduğundan rol yapma yeteneği konusunda çok
iyi değildir. Ayrıca AD&D’den geçen bir
başka sistem olan Allignment sistemi ile karakterlerin rol yapma yetenekleri oldukça kısıtlanmaktadır.
Ancak skill sisteminin esnekliğinden ve sosyal skill’lerin de sistemde varolmasından
oyun istendiği taktirde yaratık kesme oyunundan çıkartılabilir. Sosyal diyaogların,
düzgün rol yapmanın da deneyim puanları
ile ödüllendirilmesi oyunu rol yapmanın ön
planda olduğu bir noktaya rahatlıkla getirebilmektedir. Ancak karakterlerin sınıflarının
olması, her sınıfın sadece belli skill’lerde kolaylıkla ilerleyebilmeleri oyuncuyu bir noktadan sonra oldukça kısıtlamaktadır. Bu
problem skill, feat ve çok sınıflılık ile kısmen
çözülse bile tamamen ortada kalkmamaktadır.
Zar Sistemi
Sistemde AD&D’de olduğu gibi bir çok çeşit zar kullanılır. Silah hasar zarları ve bazı büyülerdeki büyünün etkinliğini belirleyen zarlar haricinde neredeyse
her durumda d20 kullanılır. d20’nin yanısıra d4, d6,
d8, d10 ve d12’de daha az oranlarda kullanılır.
AD&D’nin aksine her durumda zarın yüksek gelmesi
iyidir. Zar’da 1 kritik hata, 20’de kritik başarıyı ifade
eder. Skill’ler ile saldırı zarlarının aynı sistem ile yapılması sisteme yeni alışan oyuncuların öğrenmelerini çok kolaylaştırmaktadır. Ayrıca her d20
atıldığında tek d20 kullanılır. Bu da bazı sistemlerdeki çok zar atmanın önüne geçer ve onlarca zar
atma zahmetinden oyuncuyu ve GM’i kurtararak
oyunu hızlandırır.
Sistemin Değişime Açıklığı
D&D 3. edisyon’da sistemin kuralları oldukça net belirlenmiştir. İstisnai durumlar haricinde oyunun kurallarına ek kurallar getirmeden GM birçok durumun
altından kolaylıkla kalkabilir. Ancak, sistem bu kurallar çerçevesinde (özellikle seviye atlama kuralları)
kurulmuş olduğu için GM’in yapacağı kural değişiklikleri oyunun dengesini kolaylıkla bozabilir (ör: Seviye atlamalarda HP artışının kaldırılması, oyuncuya
kendi seviye’inin alması gereken büyülü eşyaların
verilmemesi). Birçok GM özellikle oyunculara büyülü
eşya verilmesinde sistemin önerdiğinden az veya
fazla eşya vererek oyundaki EL sisteminin etkinliğini
oldukça azaltmaktadırlar. Ellerinde büyülü kılıçların
olması gereken seviyede grubun elinde hiç bir büyülü silah yok ise normalde grubun rahatlık ile başedebileceği bazı yaratıklar grubun tamamını bile
ortadan kaldırabilmektedirler. Bir GM sistemde değişiklik yaparken yaptığı değişikliğin neleri etkilediğini dikkatlice incelemesi gerekir yoksa çok çabuk
ölen oyuncular ya da GM’in karşılarına çıkardığı herşeyi kolaylıkla imha eden bir grup oluşabilir.
Dolayısıyla D&D 3. edisyon’da GM’in kurallarda değişiklik yapma imkanı başka sistemlere göre oldukça
azdır. Ayrıca sistem basit olduğundan bir çok oyuncu
da sistemi bilmektedir. Bu yüzden GM’in bir kuralı
farklı kullandığını kuralları oyun öncesinde belirtmesi
oyuncuların kafalarının karışmaması için çok önemlidir. Aksi takdirde oyun içinde tatsız tartışmalara yol
açılabilir.
Yorum
D&D 3. ve 3,5. edisyonu önceki versiyondaki birçok
probleme çözüm getiren öğrenilmesi ve oynanması
Planar Geographic
oldukça kolay bir sistemdir. Şu anda başka hiçbir sistemde bulunmayan EL sistemi ile tecrübesiz GM tarafından oyuncuların karşısında dengeli rakipler
çıkarılması çok güzel dizayn edilmiştir. Çok sınıflılık,
skill ve feat’ler ile birbirinden çok farklı karakterler
oluşturulabilmektedir. Ancak öte yandan kuralların
çok net belirli olması GM’lere kurallarda pek fazla
hareket imkânı tanımamaktadır. AD&D’deki bu konudaki rahatlıktan sonra bu kadar keskin bir farklılık
bazı GM’lerin yeni sisteme geçmemesinde önemli
bir rol oynamıştır. Yeni başlayan gruplara ve GM’lere
kolay öğrenilebilirliği açısınan çok uygun bir sistemdir. Ayrıca piyasaya çıktığından beri yedi yıl geçmiş
olduğundan olgun bir sistemdir.
Avantajlar ve Dezavantajlar
+ EL sistemi
+ Çok sınıflılığın bulunması ve Prestij sınıfları ile teşvik edilmesi
+ Kolay öğrenilebilirlilik
+ Gelişmiş skill sistemi
+ Basit zar kuralları
- Allignment sistemi
- Seviye atlamanın keskin hatlar ile belirlenmiş olması
- Sistemin oyunun dövüş ağırlıklı oynamak üzere oynanmak üzere dizayn edilmiş olması.
Planar Geographic
KATİP SÜLEYMAN
EFENDİ
Yazan:
BÖLÜM II: UYANIŞ
Hakan “Charon” Arslan
UYARI: Beyler bayanlar, bu bir oyundur. Gerçek hayattaki inançları ve çeşitli uygulamaları ele alan
Mage oyunu kurgusal bir eğlenceden fazlası değildir.
Hayır, bu oyun; okült bilgiler araştırma rehberi, satanik bir propaganda veya bir belî de değildir.
Fakat söylemek gerekir ki bizim burada yazdıklarımız dini açıdan hissiyatlı okuyucuları rahatsız
edebilir. Eğer kendinizi bu kategoride görüyorsanız, lütfen aşağıda yazılanları okumadan geçiniz.
Sizin gücenmenizi, üzülmenizi veya sinirlenmenizi istemeyiz.
A
nadolu’nun belki de en soğuk bölgelerinden biri olan Bolu’ya kış geldiğinde toprak adeta buz keser,
ormanların üzerini karlarla kaplı bembeyaz
bir örtü kaplardı. Dağ sıralarının kuzeyden
güneye doğru kademeli bir şekilde yükseldiği Bolu bölgesinde, Karadeniz’e yağış getiren kuzeybatı rüzgârlarının iç kısımlara kat
edebilmesi, bölgenin bol yağış almasına ve
ormanların büyük alanlara yayılmasına
sebep olmuştur. Dört bir yanı dağlarla ve ormanlarla kaplı olan bu bölgede Trakya’ya
geçiş için tek yol ise, yüksek rakımlı dağlardır.
Namı diğer, geçit vermez Bolu dağları…
KUZEYBATI ANADOLU-BOLU
Geceyle beraber tipi etkisini arttırırken Kâtip
Süleyman Bolu dağı üzerinde bir mağaraya
zorlukla sığınabilmişti… Bursa’dan ayrılışının üzerinden ise tamı tamına 3 gün 2 gece
geçmişti.
Kâtip, Bolu’ya varana dek kendi atıyla ilerlemişti fakat Bolu dağlarını aşabilmek için
kendi atının gücü yetersizdi. Bu yüzden kâtip
Bolu üzerine vardığında, ‘menzil beygiri’ olarak bilinen ve bu zorlu yolları aşmak üzerine
eğitilmiş atlardan bir tane alarak yola yeni
atıyla devam etti. Fakat hayatı boyunca
Bursa topraklarının dışına hiç çıkmamış birisi olarak kâtip, dağ yollarını aşmakta oldukça zorlanıyordu, bu da bir gerçekti.
Ayrıca Kâtip Bolu dağları üzerinde bir geçitte
bulamamıştı. Elinde sadece Batı Anadolu’nun genel bir haritası ile Marmara’nın coğrafik özelliklerini belirten bir harita vardı.
Bolu’ya vardığında ise elindeki iki haritanın
da artık işine yarayamayacağını anlamıştı.
Nitekim iki haritada ona ilerleyebileceği bir
yol göstermiyordu. Yanı sıra Anadolu toprakları, haritalarda gösterildiği kadar basit bir
coğrafyaya sahip değildi, bu da aşikârdı.
Fakat bu dağlar aşıldıktan sonra İslambol’a
Planar Geographic
varmış olacaktı, bunu da biliyordu.
Kâtip, köylere ve kasabalara uğramaktan
olabildiğince kaçınmıştı. Onun kim olduğunun sorulmasını dahi istemiyordu. Bolu
sancağı üzerinden geçen bu yolcuyu birileri
izlemeye veya tanımaya kalkarsa bu hiç iyi
olmazdı. Bu yüzden kâtip insanlardan da
olabildiğince uzaklaşmıştı. Bu şüpheci yaklaşımı yüzünden Bolu dağlarından geçiş
için herhangi bir geçit olup olmadığını da
öğrenememişti. Yine de buna razıydı. Biraz
gizliliğin kimseye zararı dokunmazdı. Nitekim kâtibin İslambol’da da gideceği hiçbir
yer yoktu. Ona sadece “gel” denmişti. Nereye varacağını kendisi de bilmiyordu.
Fakat bu muallâk bilginin dahi peşini bırakmamıştı. Kâtibin hayatında öğrendiği en
önemli erdemlerden biri sabırdı çünkü. Kâtibin kırılmaz iradesi ve sabrı ona hayatı boyunca hep doğru yolu göstermişti. Kâtip
şimdide bunun böyle olacağından emindi.
Her ne olursa olsun yola devam etmeliydi.
Mağarayı bulması kâtip için mucizevî bile
sayılabilirdi. Zira gece vakti bu dağlarda yol
almak büyük cesaretti. Kışın bütün soğuğu
bu topraklar üzerinde hissedilirken bir
dağda mahsur kalmak apayrı bir anlam taşıyordu. Fakat umudun tükendiği anda bu
ıssız mağara kâtibe gözükmüştü. Giriş
kısmı karlarla kaplı olan mağaranın içersi
bir kese gibi aşağı doğru kıvrılıyor, insanın
yüzüne kırbaç gibi vuran rüzgârın acımasız
etkisini dışarısında bırakıyordu. Kâtip Süleyman Efendi ise mağaranın ilerisindeki
dar bir oyuğa sığınmıştı. Ortam gene soğuk
ve rahatsız ediciydi fakat kâtip şimdi bunu
umursamıyordu. Çünkü o saatlerdir düşünceleriyle boğuşuyordu…
‘Kâtip… Geldin buraya kadar. Fakat şimdi
yolun ne önü ne de arkası belli. Artık ne geriye dönebilirsin ne de ileri devam edebilirsin. İdeallerinin tutsağı olmuşsun sen,
karakış sadece bunun yansıması. Tutsaklığını senin yüzüne vuruyor. Sen fikirlerinin
esirisin, onlara hükmetmeyi öğrenememişsin henüz. Fakat ne yazık ki artık başka bir
yol yok. Bu dağları asla aşamazsın. Yanında yiyecek hiçbir şey kalmadı. Geri dön-
Planar Geographic
mekten başka çaren yok.’
‘Bu karakış ideallerimin, yani gerçekliğin bir
yansıması olamaz. Çünkü benim gördüğüm
gerçeklik bu değil. Bu olsa olsa gerçekliğin
çarpıtılmış bir zuhuru olabilir. Ve ben geri dönemem. Şimdi geri dönersem, ömrüm boyunca bir daha asla gerçek Kâtip Süleyman
olamam. Onun çarpıtılmış bir zuhuru olurum
ancak. Tıpkı etrafımı çevrelemiş bu esaret
gibi. Bende esiri olurum gerçek gibi görünenlerin...’
Kâtibin zihni soyut düşüncelerle yoğrulurken;
o eliyle başını bastırıyor, zihnine egemen olmaya çalışan içsel sesi durdurmaya çalışıyordu. Onun duymadığı şey ise ağzından
çıkan sayıklamalardı.
“Enel Hakk! Enel Hakk! Enel Hakk!”
‘Söylediklerin; gördüklerin ve yaşadıkların ile
örtüşmüyor Süleyman. Varsayalım ki dediklerinde haklısın. Peki, bu dağları nasıl aşmayı düşünüyorsun? Madem benim
söylediklerim gerçek değil, o halde bana gerçeği göster. Ya da…’
İşte tam bu esnada Kâtip Süleyman Efendi
ellerini başından çekerek havaya kaldırdı.
Başını oyuğun tepesine dikti, gözlerini faltaşı
gibi açtı ve haykırmaya başladı. Kâtip Süleyman hayatı boyunca asla böyle abartılı bir
hareketler yapmazdı. Şimdi ise kendinden
geçmiş gibiydi.
“ENEL HAKK!”
Kâtip elleriyle oyuğun yukarısını tutarak olduğu yerden kalktı. Bütün vücudu titriyordu
ve hareket etmekte zorlanıyordu. Yine de
oyuğun üzerine çıkmayı başardı. Şimdi tekrar aynı sözleri sayıklamaya başlamıştı.
‘Bana gerçekliği göster… Bu çarpık görüntüyü yık…’
Kâtip ileride duran bir dal parçasını aldı
eline. Kim bilir ne zaman düşmüştü bu mağaranın içine. Kâtip mağaranın girişine sırtını döndü ve dal parçasını elinde izlemeye
başladı. Şimdi onu, sıradan bir dal parçası
olmasından farklı olarak, evrenin yapıtaşını
oluşturan elementlerden biri olduğunu görüyordu. Dal parçası elinde eriyip gitmeye o
kadar yatkındı ki kâtip bunu önlemek için onu
hızla yere koydu ve ellerini mesafeli bir biçimde üzerinde tutarak üzerine yoğunlaşmaya çalıştı. Bir taraftan da şu sözleri
söylüyordu;
“Mucizelere kadir olan yüce Allah’ım.
Sen Süleyman kulunu bu karakıştan kurtar. Sen kimi doğru yola iletmek istersen
onun göğsünü İslam’a açarsın. Bana,
sonu İslambol’a çıkan bir yer göster ki
bende yolumdan geri çevrilmeyeyim.”
Bu sözlerle birlikte yerdeki dal parçası kendi
etrafında dönmeye başladı. Kâtip Süleyman
gözlerini açtığı vakit dal parçasının dik bir
şekilde aşağıyı gösterecek şekilde kendi etrafında genişleyen bir oyuk açıldığını gördü.
Kâtip bu oyuğun içersinden dışarı doğru
bembeyaz bir ışığın fışkırdığını görüyordu.
Fakat bu ışık doğal bir ışık değildi. Kâtip;
‘Nur dedikleri bu olsa gerek’ diye düşünmekten kendini alamadı.
Dal parçası kendi çevresinde inanılmaz bir
hızda dönmeye devam etti. Bu esnada yarık
genişledi, genişledi ve genişledi. Kâtip Süleyman’ın içinden geçebileceği bir büyüklüğe ulaştığında ise dal parçası havada bir
anlığına dimdik durdu ve bekledi. Hemen
ardından ışık huzmelerinin ardına düşerek
ortadan kayboldu. Hemen ardından Kâtip
Süleyman’da önce atını sonra da kendisini
ışıyan boşluğa bıraktı. Bunu yaparken bir
taraftan da dualarına devam etmişti. Işık
huzmesine atladıktan sonra ise kâtip bilincini kaybetti…
~~~
Kâtip tekrar kendine gelir gibi olduğunda bilincine hâkim olmaya çalışıyordu. Gece
vakti olmalıydı, çünkü etraf karanlık gibiydi.
Hemen ilerisinde ise büyükçe bir şey duruyordu. Atı olsa gerekti ama ondan epey
uzakta görünüyordu. Sokakta başka hiç
kimse gözükmemekteydi.
Kâtibin önünde iri kesim kayalardan oluşan
taştan bir yol vardı ve bu yol kıvrılan dar
sokak boyunca devam ediyordu. Fakat
kâtip bunların hiçbirini yeterince iyi algılayamıyordu. İçgüdüsel olarak etraftakileri tanımlamaya çalışıyordu fakat algısı
neredeyse sıfırlanmıştı. Hiçbir şey olması
gerektiği gibi değildi. Kâtip ise bunu dahi fark
edecek algıya sahip değildi. Aklında şu anda
tek bir şey vardı. O da, Bolu Dağı’ndaki o
büyük mucizenin özünde kaba bir yapısı olduğu fikriydi. Ve bu fikir hızla büyüyerek zihninde çarpık ifadelere bürünmekteydi. O ise
bu ifadelere ne karşı koyabiliyor ne de onları
reddedebiliyordu.
Kâtibin etrafındaki yapılar, yer ve gök bir an
için gözünde eğrilip bükülmeye başladı! Etraftaki her şey olağanüstü bir şekilde değişiyordu sanki… Gösterilen mucizenin aslında
hiç yapılmaması gereken bir şey olduğu fikri
zihnini kemirmeye başladı. Bu olumsuz düşünceye karşı direnemeyen kâtip dengesini
kaybeder gibi oldu. Önce bir çığlık atmayı
denedi fakat bunu başaramayınca elleriyle
etrafında tutunabileceği bir yer aradı. Kendisinden çok ileride duran atına doğru büyük
adımlarla yürümeye kalktı fakat ikinci adımını atamadan atın göbek kısmına çarptı ve
bilinçsizce yere yığıldı. Bayılıp kaldı…
~~~
Kâtip gözlerini tekrar açtığında kendisini genişçe bir odanın kubbeli tavanına bakarken
buldu. Bilinci yerindeydi şimdi ve başını yastıktan hafifçe kaldırarak etrafına bakındı.
Hemen sağında bir pencere vardı, solda ileride ise odanın kapısı görünüyordu. Yatağından kalkan kâtip pencereye doğru
yaklaştı, perdeyi hafifçe aralayarak dışarıdaki sokağa baktı. Burasının neresi olduğu
hakkında hiçbir fikri yoktu.
Kâtip pencerenin kenarından dışarıyı izlemekte olduğu sırada kapıdan içeri bir adam
girdi. Orta boylu, esmer tenli, sakin bir yüz
ifadesine sahipti adam. Başında fazla geniş
olmayan fakat iyi sargılanmış bir kavuk bulunmaktaydı. Adam üzerine kırmızı renk tonuna hâkim işlemeli geniş bir kaftan giymişti
ve bunun altında kırmızılı mavili bir yelek ve
bej rengi bir gömlek vardı. Kırmızı bir kuşak
siyah şalvar ve kahverengi bir çarık ile tamamlanıyordu.
Kâtip Süleyman’a yaklaşan kimse Celal bin
Mahmud’dan başkası değildi. Kâtip Süleyman karşısındakini görünce şaşkınlığını giz-
Planar Geographic
leyemedi. Tek eli öne doğru seğirdi ve öylece kaldı.
Celal bin Mahmud ise elinde bir maşrapa ve
bardak taşıyordu.
“İslambol’a hoş geldin Kâtip Süleyman
Efendi. Celal bin Mahmud selamlarını
sunar.”
Celal bin Mahmud Kâtip Süleyman’a bakmaktaydı fakat sonra sanki demin hiç kelam
etmemiş, kâtibi hiç görmemiş gibi davranarak yatağın kenarına doğru yürüdü ve maşrapayı yatağın yanına koydu, bir bardak su
doldurdu. Ardından bardağı aldı ve kâtibe
uzattı.
“Buyur, susamışsındır. Epeydir baygınsın.”
Celal bin Mahmud’un Türk olmadığı belliydi
fakat aksanındaki sakinlik eskiden beri kâtibi oldukça etkilerdi. Şimdide öyle olmuştu.
Öyle ki; sözler ve durumun verdiği şaşkınlıkla beraber kâtibin göğsüne bir heyecan
dalgası yayılmıştı. Ve hakikaten çok susamıştı. Adamın elinden bardağı almadan
evvel elini göbeğinde kavuşturarak adamın
önünde hafif bir baş selamı verdi.
“Kâtip Süleyman yardımınız için şükürlerini sunar Celal bin Mahmud Efendi.
Evvela beni o sokak ortasında âcizane
bırakmaksızın alıp buraya getirdiğiniz
için size teşekkürlerimi sunarım. Lakin
hiçbir şey anlamış değilim. Siz beni nasıl
bulabildiniz? Ve bana o sokakta ne olduğu hakkında da hiçbir fikrim yok.
Bana ne oldu Celal Efendi?”
Son cümlenin basit bir cevabının olamayacağı aşikârdı. Öyle ki kâtip son cümleyi oldukça imâkar söylemişti.
Celal bin Mahmud ise, kâtibin şaşkınlıkla
sorduğu soruları önceden beklermiş gibi
sakin ve gayri ihtiyari bakışlarla karşıladı,
ellerini saygıyla önüne aldı;
“Aslında bende sizi bekliyordum desem
yeridir. Fakat boş bir sokakta yerde yatarken değil tabiî ki. Daha erken gelmek
isterdim tabiî ki fakat her şey çok hızlı
gelişti biliyorsun. “
Sözlerin bitmesinden sonra Celal bin Mahmud kâtibin yatağına doğru yürüdü ve ya-
Planar Geographic
tağa oturdu, bacaklarını altına aldı, daha
sonra eliyle kâtibe de yanına oturmasını işaret etti. Kâtip Süleyman’da yanına oturduğunda, sözlerine başladı;
“Vahdet-i Vücut gerçekleşti Kâtip Süleyman Efendi. Benliğini birlik ile buluşturarak esas benliğine ulaştın. Bolu
dağlarından nasıl geçtiğini biliyorum. Bir
mucize ile… Bu mucize şüphesiz ki Allah’ın güzel bir lütfudur. Tıpkı Konstantinopolis’in fethi gibi…
Yaşam bir birliktir Katip Süleyman Efendi.
Allah’ın yolu bizim yolumuzdur ve O bize,
Mi’rac’a ancak ve ancak Birlik olarak ulaşabileceğimizi öğütlüyor. Uyanamamış
olanlar bu inancı tam olarak kavrayamıyorlar fakat biz evrenin birliğini ve bütünlüğünü
kavrayabilen
kimseleriz.
Amacımız ise birlik inancını algılayamayanları da algılayanlarla birlikte Allah’ın
hidayetine erdirmek. Ancak bu sayede
Mi’rac’a ulaşabiliriz.
Sen ise içinde yatan birlik inancının gücünü keşfetmiş olansın. Birliğimizin gücünden bir parçada sana bahşedildi. Ve
şüphesizdir ki sen bu gücü keşfedebilmek üzere gaipten çağrılar duymaktaydın. Bu çağrılara kulak vermeye
başladığında ise inancımızı kavramaya
başladın ve inancımızın getirileri olan mucizelerle bize taşındın. Kaderimiz bize evrenin birliğini sağlayabilmek için evrenin
gizemli güçlerini kullanabilme gücü verdi.
Ve bizde küçük bir ölçüde de olsa bu
gücü kullananlarız.
Bizler Batınileriz. Kaderimiz bizi iblis soylarıyla karşı karşıya getirmiş Kâtip Süleyman Efendi. Bunun için onlardan
gizlenmek zorundayız. Onlar her yerde
olabilirler, bu yüzden herkesten gizleniyoruz. Dört bir yana dağılmış çöl kumları
gibiyiz. Üstatlarımız gelip bize ikinci bir
emir verene değin saklanmaya devam
edeceğiz. Bu şekilde birliğimiz bozulmayacaktır. İçimizde dışımızda bir kalacaktır… İleride bu konuda daha pek çok şey
öğreneceksin zaten…
Seni nasıl bulduğuma gelirsek; biz bir bü-
tünün parçalarıyız Kâtip Süleyman
Efendi. Eğer birbirimizi bulmak istiyorsak birlik inancına odaklanmamız yeterlidir. Böylece birbirimizi bulmamız
mümkün olabilir.
Dün gece buraya ulaştığında bayılmanın
sebebi ise birlik inancına henüz yeterince hâkim olamaman. Gerçekleşen mucize her neyse bu sende olumsuz bir etki
bıraktı. Bu etki uzun bir süre devam edebilir. Fakat bilmen gereken tek bir şey
var, o da mucizenin etkisini yanlış anlamlara yormaman gerektiği...
Şüphesiz ki mucizeler Allah tarafından
bize hidayet edilmiştir ve biz de elimizdeki bu gücü birliğimizi korumaya yönelik olarak kullanırız. Ben seninde dünden
beri içine düşmüş olduğun etkiye buhran diyorum. Birlik öğretisi üzerinde
daha çok bilgiye ulaştığında buhranı ve
mucizeleri daha iyi kavrayacaksın.
Bunun içinde nefsini sabır ile test etmen
gerekecek.”
Kâtip Süleyman Efendi şimdi bir şeyler anlamaya başlıyordu. Fakat henüz hiçbir şey
çözümlenmiş değildi. Kâtip soru soran bakışlarla karşısındaki adama bakıyordu ki
tam o sırada elindeki bardağı hatırladı. Ardından tek seferde bardaktaki suyu içti.
“Peki, bundan sonra ne yapmam gerekiyor Celal bin Mahmud Hazretleri?”
Bu sözler üzerine Celal bin Mahmud sözlerine devam etti;
“Kendini sabır ile test edeceksin demiştim Kâtip Süleyman. Ben, Mürşit Celal
bin Mahmud, bundan sonra senin hocan
olacağım. Birlik inancını keşfetmeden
evvel onlarca yıl boyunca kâtiplik yaptın,
buna devam edeceksin. Kalbindeki gücü
keşfedene kadar sabredeceksin. Kalbinle ruhun bir olduğunda ise inancın
sana yol gösterecek.”
Celal bin Mahmud bir süre durdu ve bekledi.
Söylediklerinin Süleyman Efendi tarafından
anlaşılıp anlaşılamadığını anlamak üzere
ona baktı. Celal bin Mahmud’un ona baktığını gören Kâtip Süleyman yavaşça yere
çevirdiği başını olumlu anlamda sallamaya
başladı. Yavaş yavaş o da anlamaya başlıyordu şimdi. Celal bin Mahmud ise şöyle
devam etti;
“Bundan sonra sana Mutasavvıf Süleyman Efendi diyeceğim.”
Kâtip Süleyman başını olumlu anlamda salladı. Celal bin Mahmud onun üstadı olmuştu.
Kâtibin bunu kabullenmesi fazla uzun sürmemişti.
“Ve seninle beraber Mi’rac’a ulaşmanın
diğer gizli ve mucizevî yollarını keşfedeceğiz. Fakat dediğim gibi, önce sabır ve
tevekkül…”
Mutasavvıftan hiçbir cevap gelmedi. Ellerini
önünde kavuşturmuştu ve öylece bekliyordu.
Celal bin Mahmud ayaklarını altından alarak
ayağa kalktı, elini çömezine doğru uzattı;
“Şimdi gel Mutasavvıf Süleyman. Daha
yapmamız gereken pek çok şey var.”
Mutasavvıf Mürşidinin elini tek hamlede kavrayıp ayağa kalktı. Hocasının gözlerinin içine
bakıyordu şimdi. Mutasavvıfın gururlandığı
gözlerinden okunabiliyordu. Yaşlı gözleri
yeni bir şevkle aydınlanmıştı şimdi. Mürşit
Celal bin Mahmud’da bu bakışları memnuniyetle karşıladı.
Ve birlikte odadan çıktılar…
~~~
Uğruna doğduğu toprakları, cemaatini, kâtiplik görevlerini bırakıp hiç tanımadığı toprakları aramaya koyulan Süleyman Efendi,
sabrı ve iradesi ile birliğin yolunu bulmuştu.
Ve şimdi anlıyordu ki ona İslambol’a ulaş
denmişti fakat aslında birlik inancına çağrılmıştı. Süleyman Efendi’nin kararlılığı o
kadar kuvvetliydi ki kimliğini ve yolunu kimseye söylemeksizin, kat-i bir gizlilikle yoluna
devam etti ve inancı sayesinde geçit vermez
Bolu dağlarını dahi adeta delip geçmişti.
Mutasavvıf Süleyman Efendi yıllarını kâtiplik ile geçirmeye devam etti. Saklı Olanlarla
birlikte gizli çalışmalarına devam etti. Öyle ki
kendisine verilen görev daha sonra onu
Nephandi’lerin arasına sızmaya, şeytan soylarının gizli güçlerini ve zaaflarını öğrenmeye
kadar vardı. Fakat o inancını asla kaybetmedi. Kalbide, ruhu da, aklı da birdi çünkü.
Planar Geographic
Tasavvuf bunu emrederdi ve o da bu mükemmeliyeti kendinde bulmuştu.
~~~
…Bulunduğumuz zamandan çağlar öncesinde, muzaffer bir kahraman devasa
bir yaratığı öldürdü. Yaratığın leşi öyle
büyüktü ki yere serildiğinde tüm dünyayı
saran dev bir dağa dönüştü ve kahraman o vakit anladı ki bu yaratığın ölmesiyle dünya, insanlığın yükselişine karşı
artık engelsizdi.
Kahraman, Kaf Dağını yontarak tıpkı
Mi’rac yolunda olduğu gibi şekillendirdi.
Dağın temeline karmaşıklıklar ve farklılıklarla dolu İnsan İnancını ve bu inançlar doğrultusunda mücadele veren
Avatarları yerleştirdi.
Yükselişin Yolları, Uyanmışların ve Diyarların içinden geçerek dağın etekleri
boyunca yukarı çıkmaktaydı ve varlıkları
‘Saf Olanlarının Gölgelerinin’ olduğu
noktada birleşmekteydi. Ve Onlar zirveye ulaşmadan evvel, Birlik olacaklardı.
Bu gerçekten büyük bir çalışma ve bedelsizde değil tabii ki. Kahramanın öldürdüğü yaratığın kanı dünyanın içine
doğru aktı ve toprağa kanındaki büyüden esanslar bıraktı. Yanı sıra, dünyanın
merkezine Kaf Dağına kadar sızan kan,
Yükseliş Dağının temelinde yatan insan
inancının kararsızlığını ve Avatarların
son yükseliş mücadelesini tehlikeye sokacak unsurlar şekillendirdi.
Görev ise; Geleneklerin tamamının
Mi’rac Yolunda yeniden birlik olması ve
kontrol edilmesi zor olan bu saf gücün
Mi’rac Yolunda ilerleyebilmek için doğru
ve güvenli biçimde kullanılmasıydı.
Dağın temelinde şu anda var olan kararlılık, karmaşaya dönüşüp tehlike işaretleri vermeden evvel Birlik olunmalıydı...
Ehli Batin Efsanesi -Mutasavvıf Süleyman Efendi’nin yazıtlarından
~~ SON ~~~
Planar Geographic
AVCI’NIN GÜNCESİ
Yazan:
İKİNCİ BÖLÜM: TAKİP
Emre “Full Metal Alchemist” Canayaz
İKİNCİ BÖLÜM: TAKİP
21 Temmuz 2001
O lanet şeyi görüp, takip etmeye karar vermemin üzerinden 5 gün geçmişti ama
hakkında sadece hastanede
tüm çalışanlar için tutulan kayıtlardan başka bir şey yoktu.
İsmi: Edward HANSON
Doğum Tarihi: 08 / 21/ 1970
Açık Adres: 3131 MEETINGHOUSE
RD
MARCUS
HOOK, PA 19061
Telefon: (610) 497 -8795
A
ma bana daha fazlasının lazım olduğunu biliyorum. Hangi günler çalıştığını ve nöbetçi
olarak kalacağını buldum. En yakın tarih 24
Temmuz’du. Kendi nöbet günümü ona göre ayarlayıp onu izlemeye devam ettim. Garip bir tipti(inan
bana senin kadar değil, Teddy) (Bkz. Birinci Sayı).
Yalnız takılıyor, devamlı işleri ile ilgileniyordu. Çok
konuşkan bir tip değildi ve bana sanki tedirgin davranıyormuş gibi geldi.
İlginçtir, ne zaman o akşamı hatırlasam yine o
ışıkları görüyorum ve görüşüm
değişiyor. Aramızda saklanan
‘sizin gibileri’ görebiliyorum. Ne olduğunuzu anlamıyorum-Tanrı bilir
siz nesiniz- fakat en azından sizin
normal insanlardan farklı olduğunuzu biliyorum. Siyah ve beyazın
arasındaki farkı görmek gibi… Bir
şekilde anlıyorum, kazandığım bu
görü yeteneği ile anlayabiliyorum.
Daha sonraki günlerde kendimi
24 Temmuz’daki büyük buluşmama hazırlamam gerekiyordu.
İçgüdüsel olarak bu kokuşmuş et
yığınını geldiği cehenneme göndermem gerektiğini hissediyordum. Ama bu
hastalıklı yürüyen cesedi ne durdurabilirdi ki?
‘Ölülerin Şafağı’nda gördüğüm bilgilere ne
kadar güvenebilirdim? (*1). Bu yüzden bazen
ders çalışmak için saatlerimi harcadığım merkez şehir kütüphanesinde bu seferde kıçımı
kurtarmak için gittim. Kitapların arasında sadece daha fazla kayboldum. Onlarca hikâye, efsane... Bu yarım bilgiler ile yola çıkarsam
düşeceğim durumların hiçte parlak olmadığı ortadaydı. Ne yapmalıydım karar veremiyordum.
Planar Geographic
22 Temmuz 2001
Hastanede işler hiç de umduğum gibi gitmedi. Bu
hademeye karşı olan takıntım normal hayatımı etkiler hale geldi. Hastalardan kan almayı bırak en
basit tansiyon ölçme işlemini bile yapamaz oldum.
Bu ‘şeyler’ ne idi? Bize masal olarak anlatılan şeylerden başka hangileri doğruydu?
Tüm günümü Edward adındaki bu hademeyi takip
etmekle geçirdim. Onu beyin cerrahisi uzman Doktor Norah McDanson’ın odasının yakınında sık sık
görüyordum. Sanki benim onu takip etmem gibi Edward’da Dr. Norah’ı takip ediyor, aklında çıkaramıyor gibiydi.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: GİZLİ GERÇEKLER
23Temmuz 2001
Hastaneler savaş alanları gibidir. Ölüm ve yaşam
arasında bitmeyen bir savaş var Ted(bkz. Birinci
Sayı). Onların arasında öyle ince bir çizgi vardır ki
bazen hangi tarafta olmanız gerektiğini karıştırırsın
ya da sizin için hangisinin daha iyi olduğuna…
Bugün büyük bir gündü çünkü korku filmlerinden
fırlamış bu yaratıkla ilk defa yakın temas haline
geçmeyi başardım. İlk ve muhtemelen son kez…
Saat 23.30 ‘da nöbetimi tutmak için gece hastaneye geldim ve onunda burada olduğunu biliyordum. Bana selam veren insanlara umursamadan,
sadece onu düşünerek acil servis kapısından hastaneye giriş yaptım. Onun nerde olabileceğini düşünerek etrafıma bakınıyordum. Kendi halimde
soyunma odasına doğru ilerlerken onu, karanlık bir
koridorun köşesinde bana bakarken gördüm. Bu
sefer gözlerimi ondan ayırmadım aklıma ilk karşılaşmamızda duyduğum sesler ve gördüğüm ışıklar
geldi ve görüşüm tekrar değişti. Onu artık kendi
gerçek şeklinde görebiliyordum. Gözler olması ge-
Planar Geographic
reken boşluklar direk olarak bana bakıyordu.
Ellerindeki kanı bir beze siliyordu. Sırıtıp bana
baktı. Niye onun peşinde olduğumu sordu ve
elindeki, üzerinde kan ve muhtemelen kemik
parçaları olan bir balyozla bana yaklaşmaya
başladı! Balyozu sanki bir oyuncak çekiçmişçesine çok rahat taşıyabiliyordu…
Kalbim heyecanla atmaya başlamıştı. Boğazıma kadar yükselen paniğin tekrar bedenimi
ele geçirmesine izin vermemeliydim! Bir şeyler
yapmalıydım! Çünkü eğer o balyozla bana saldırırsa pek şansımın olmadığını biliyordum.
Fakat muhtemelen adrenalinin ve kendimi koruma içgüdümün etkisi ile yakınlarımda olan
büyük kül tablalarından birini sanki kaslarıma
dolan yeni muhteşem bir güçle (*2) o pisliğin
kafasına indirdim.
Küllük tuzla buz olmuştu. Adam ise oraya yığıldı, kaldı. Yapmam gereken şey basitti. O bir
avdı ve bende bir avcı. Eğer onu önce öldürmezsem bu sefer ben av konumuna düşecektim ve onun pis ellerinde ölümü tadacaktım.
Yere yığıldığı anda ellerimi çenesine dolayıp
hızlı bir şekilde yana doğru çevirdim. Omurgasından gelen keskin bir çıtırtı ile memnun olmuştum. Artık onun cansız -nasıl oluyorsabedeni yerde idi. Onu sürükleyerek en yakındaki malzeme odasına götürdüm. Kullandığı
ağır balyozu da onunla beraber dolaba koyup
kapıyı hızla kapattım. Acaba balyozdaki kan ve
kemik parçaları kime aitti?
Gecenin ilerleyen saatlerinde onu bıraktığım
malzeme dolabından bir sedye ile aldım ve üstünü beyaz bir çarşafla örtüp morga kadar taşıdım.
Neşterimi ve cesetlerin göğüs kafesini kırmakta
kullandığımız özel makası ararken aklımda tek
bir düşünce vardı;
‘Artık onunla ilgili bazı gizli gerçekleri öğrenmenin vakti gelmişti. Hem de en derinlerdeki…’
HUNTER: THE
RECKONİNG
Yazan:
TANITIM YAZILARI 2
Emre “Full Metal Alchemist” Canayaz
H
Herkese Selamlar;
unter: The Reckoning(H: TR)’in karanlık
dünyasına tekrar hoş geldiniz. Öykümüze
geçen sayıdan kaldığımız yerden devam
ettik ve gelecek sayıda da devam etmeyi umut ediyorum. Okurken fark ettiğiniz üzere, öykü içerisinde
numaralandırdığım yerleri size açıklama çalışacağım. Aslında amacım size her yerde yazılı olan kuralları anlatmak değil; aksine Hunter oynarken
oyunu zevkli kılacak ve role-play’inize katkısı dokunacak ipuçlarını size aktarmak. Faydası olacağını umarak hemen açıklamalarıma başlıyorum.
1)Bilgi Kirliliği ve Hunter Net: Hepimiz biliyoruz ki,
canavarlar var ve aramızda yaşıyorlar. Ama biz onların varlıkları hakkında sahip olduğumuz bilgilerin
doğruluğundan ne kadar eminiz ki? Vampirlerden
korunmak için sarımsak mı asmalıyız ya da onları
öldürmek için kalplerine kazık mı saplamamız
lazım? Kapımızın önüne ekşi süt koyarsak periler
eve girmez mi? Ya da en can alıcı soru;
Bize efsanelerde, masallarda anlatılanların ne
kadarı doğru?
Bir Hunter için en ölümcül olabilecek hatalardan
biri ‘sanmak’tır. Çünkü gerçekler genelde sizin
‘sandığınız’ gibi olmuyor ve kesin gerçeğe ulaşmayı başaramasanız bile elinizde fikir yürütmenize yetecek birtakım bilgiler olması gerekiyor.
Çünkü her oyunda olduğu gibi H: TR de de bilgi
gerçekten en büyük hazinedir.
Size birde Hunter-net’ten bahsetmek isterim.
Hunter-net, biraz önce anlattığım bilgi kirliliğini
ortadan kaldırmak, diğer Hunter’ların kendi aralarında bilgilerini ve deneyimlerini paylaşabilecekleri ve hatta tanışabilecekleri bir platform
oluşturmak üzere kurulan çok önemli haber portalıdır. Witness1 isimli ilk üye tarafından kurulmuştur. Bu bilgi ağına sadece hunter ların
girebileceğine inanılır. Her üyenin ismi iki kısımdan oluşur. İlki kendini tanımladığı ismi, ikincisi ise ona sistem tarafından verilen ve bu bilgi
ağındaki kaçıncı üye olduğunu gösteren num-
Planar Geographic
arasıdır(Örn:Witness1,
Bookworm55,
Doctor119…)…
Böyle bir paylaşım sitesinde herkes kendi tecrübelerini diğerlerine aktarabildiği için neyle karşı karşıya olduğunuzu öğrenmek ve hatta onu neyin
öldürebileceğini bilmek emin olun hayatınızı bir gün
kurtarabilir.
2)Conviction Point ve Edge:
Bir hunter olarak sizi diğer insanlardan ayıran şeyi sorsanız
size sadece ‘Conviction Point’
derim. Şöyle ki, Conviction
Point sizin ikinci görüye(second
sight) geçmenizi sağlayan güçtür. Ayrıca size özel hunter güçlerini(Edge) kullanmanızı sağlar
ve bununla beraber zihninizi
korkunun varlığından korumaya
yardımcı olur.(bkz Birinci Sayı). Bir hunter, özel
güçlerini kullanırken çok dikkatli davranmak zorundadır. Çünkü eğer conviction point’i biterse normal
insanlardan hiçbir farkı kalmaz. Zihni gördüğü şeylerin korkunçluğu altında ezilir. Sahne sonlarında
conviction point tekrar eski haline döner(yavaş
yavaş).Ama tabiî ki conviction point olmadan o sahnenin sonuna kadar yaşamayı becerebilirseniz ;) .
Edge’ler ise hunterlara bahşedilen özel güçleridir.
Bunlar conviction point harcanarak yapılan özel yetenekler olarak tanımlamak uygundur. Hunter’dan
hunter’a göre değişir. Hikâyemizdeki ana karakterimiz Edward adındaki hizmetli ile karşı karşıya geldiğinde ilk karşılaştığı günü düşünerek ikinci
görüye geçiyor ve onu çevreleyen deri maskesinden bağımsız olarak görüyor. Tabiî ki bunu yaparken 1 adet conviction point kullanıyor.-Second
sight’a geçmek her zaman 1 adet conviction point
harcamak gerektirir.- Bununla beraber hala Conviction Point’i kaldığı için bu karşılaşmalarında
ondan korkmuyor aksine sakin kalmayı beceriyor.
Planar Geographic
Kendisinin de tam olarak bilmediği üzere Edward’ın kafasına vururken kaslarına dolan güç
esasında bir Edge. Hunter’lar Edge’lerini farkında olmadan kullanırlar -genelde-. Bu durumda ise karakterimiz aşırı korktuğu ve
hayatta kalma içgüdüsüne sarıldığı için bu Edge’i aktif hale getirmiş oldu (Kullandığı Edge’in
ismi Cleave dir. Bu özel güç size herhangi bir
eşyayı ölümcül bir silah haline getirmenizi sağlar.-örneğin küllük, şemsiye ya da
basit bir kalem. Ama bu eşyaya uygulanan bu güç nedeni ile kırılma ya da zarar
görme ihtimali oldukça fazladır. Ama sizde karşınızdaki yaratığa bir o kadar
fazla zarar verirsiniz) .
Bu sayılıkta bu kadar arkadaşlar. Aşağıda belirttiğim E-Mail ve MSN adreslerimden bana rahatlıkla ulaşıp sorularınızı sorabilirsiniz. Bir
sonraki sayıda görüşene kadar herkese “ İYİ
AVLAR”…
MSN: [email protected]
E-Posta: [email protected]
SKULLPORT
Yazan:
V
Ozan “Dragonfire” Erkan
haler uzun yıllar önce Kafatası Limanı’nın
sınırsız imkânlar ve barınmasına olanak
veren ortamına kapılıp burada kalmaya
karar vermiştir. Aslen nereden ya da nasıl bir aileden geldiği bir muammadır ki Abel Toril’in neredeyse tüm ‘tieflingleri’ için bu geçerlidir. Ama
Vhaler’i diğer tiefling’lerden ayıran özelliği, kendisini bulunduğu çevrede kabul ettirmeyi başarması ve hatta soylu bir pozisyona da ulaşmasıdır.
Ama bu soyluluk forsu tabii ki, Vhaler’in çok sevilen birisi olduğundan değil, ona “bazı” konularda muhtaç olunduğundan gelmiştir. Gerek
Kafatası Harabelerine giderek gösterdiği cesaret
gerek ticaretini yaptığı eşsiz parçalar onun
önemli bir pozisyona uzanmasında adımını attığı
basamaklar olmuştur. Ama en önemli özelliği Kafatası Limanı’nda olan geniş bağlantıları sayesinde ulaşabildiği sınırsız kaynaklardır. Kafatası
Limanı gibi her sokakta başka bir güç unsurunun
söz sahibi olduğu bir yerde, Vhaler kadar geniş
bir çevreye sahip olmak ise imkânsıza yakındır.
Vhaler’in bunu nasıl ya da ne zaman başardığı
bilinmemektedir. Zaten bu limanda yaşamak isteyenler, etrafta olan bitene dair çokta fazla soru
sormazlar. Çünkü derin sorular genellikle insan
hayatını kısaltabilecek şeylerdir.
Vhaler günlük işlerinden birisi için gri cücelerin
bolca bulunduğu kuzey kesimdeki bir hana yollanıyordu. Son zamanlarda yanından hiç ayırmadığı yeni ‘çırağı’ Josi(Joseph) ile beraber her
sokakta ardında fısıltılar bırakarak ilerliyordu.
Onu görenler hafif bir selam verip hemen oradan
uzaklaşmak istiyordu. Vhaler ile gereğinden fazla
vakit geçirmek asla akıl kârı olmazdı.
Civardakiler onlara saygılı ve korkulu bakışlar atıyorlardı. Vhaler ise sadece basitçe kafasını ya da
mütemadiyen bastonunu sallayarak onlara karşılık veriyordu. Bir yandan da Josi ye direktifler
veriyordu.
Hedefledikleri hanın sokağına çıkan son dönemeci de aldıklarında ‘Gri Kupa Hanı’ tüm pis kokusu ile karşılarına çıkıvermişti. Vhaler, biraz
şevki kırılmış gibi yaparcasına ağzını bir mendil ile kapatarak hana girdi. Çırağı Josi de hiç
tereddüt etmeden onu takip etti.
İçerisi tahmin edileceği gibi hınca hınç gri cüce
doluydu. Ama Vhaler’in hedefi belliydi. Handaki
en seçkin –insan standartlarında pek seçkin sayılmasa da- masaya doğru yöneldi. Şu noktaya
kadar durdurulmamış olması Vhaler’in konumunun bariz bir göstergesiydi. Masada dört
tane kaba saba duergar oturmaktaydı.
İçlerinden en genç olanı derhal kalkıp yerini tereddütsüz Vhaler’e verdi ve grubun lideri olan
diğer bir kaba saba duergarın arkasına geçti.
Josi’de, Vhaler’in hemen arkasında ayakta beklemeye başladı. Olası bir kavgada bir faydası
olacağından değil de daha çok gösteriş amaçlı
bir görüntü oluşturmak adına böyle bir konum
almıştı Josi. Zaten burada kimse işlerinin bozulmasını istemediğinden Vhaler’e pek bulaşmazlardı.
Lider olan duergar homurtular eşliğinde selam
vermeden hemen konuya girdi;
“Bize ne getirdin ?”
Vhaler şeytani sırıtışını takınarak karşılık verdi;
”Sadece derin kralınıza en derin saygılarımı
Grinndek. Birde ilgini çekebilecek mücevherler, tabiî ki piyasadaki fiyatın altında bir
fiyata.”
“Peh saygılarını kendine sakla, mücevher
piyasasını da seninin kontrol ettiğini gayet
Planar Geographic
iyi biliyoruz. Başka ne söyleyeceksin? Bu
oyunlardan haz etmediğimizi biliyorsun Vhaler.” Şeklinde homurdandı cüce lider.
“Peki, madem konuya girmek istiyorsun öyle
olsun”
Vhaler bastonunu Josi’ye uzattı ve kendisine bir
kese uzatmasını bekledi.
“Demir Halka daha fazla köle istiyor, anlaşılan zihin yüzücüler epey bir memnun kalmış-
Planar Geographic
lar. Kara Hançerler’de sizin silahlardan daha
fazla istiyorlar. İlk ödeme burada. Ben tabiî ki
kendi payımı aldım endişelenme. Ayrıca Kara
Hançerler’in sizin akraba sorununu çözdüğünü belirtmem lazım. Derin Kral’ınız artık soyundaki yeğenleri için edişe etmesin sadece
onların yaslarını tutsun. Unutmadan son bir
şey daha, eğer beni kazıklamaya çalışırsanız
piyasadaki tüm mücevherleri çeker ve Kara
Hançerler’e veririm. Gerisini siz ve derin kralınız düşünsün.”
Vhaler gülümseyerek keseyi masaya attı. Hafif
bir baş selamı verdi, bastonunu Josi’den aldı ve
neşeli bir şekilde handan ayrıldı.
Masada kalan duergarlar ağızları açık bir şekilde
Vhaler’in ardından bakakaldılar.
*****
Günün ilerleyen saatlerinde Vhaler, Josi ile beraber yıkılmış eski bir binanın eşiğinde duruyorlardı. Hiç tereddüt etmeden etraflarını kol açan
ettiler. Vhaler onları izleyen kimse olmadığına
emin olunca virane binadan içeri geçtiler. Fazla
ilerlemeden Vhaler gümüş bastonunu sertçe yere
vurdu ve önlerinde bir geçit açıldı. İkili usulca geçitten içeri girdiler.
Geçitten geçtiklerinde muhteşem doğu tarzı döşemelere sahip ve Calimshan kilimleri ile donatılmış rahat bir odaya gelmişlerdi. Vhaler
bastonunun en üst kısmını hafifçe çevirdi.
“Tamam Josi, zihin yüzücü gelmeden önce
biraz vaktimiz var ne sormak istiyorsun sevgili çırağım?”
Josi biraz rahatlayarak kendisini rahat koltuklardan birisine bıraktı.
“Anlamak istiyorum usta. Beni yetiştirdiniz
ama neden büyü eğitimine başladım ve sonrasında bitirdim? Ayrıca bugünkü duergar
olayında da hala kafama takılan noktalar var.
Derin Kral’ın elçisinden kurtulmak istediğine
dair bir haber almıştın, ama bu işle ilgilenmedin.”
Vhaler, Josi’nin dikkatine takdir dolu bir gülümseme ile karşılık verdi.
“Sevgili Josi. Büyü konusundaki yeteneğin
takdire şayan doğrusu ama sen bize daha
başka alanlarda lazımsın. Annemiz seni bana
emanet ederken ne istemişti hatırla. Büyü
bunun sadece bir parçası... Büyü, gerekli yerlerde kullanman için ve bazı büyüsel araçlara
hâkim olabilmen için gerekli bir unsur sadece.
Bunlarla kafanı yorma şimdilik. Ama duergar
olayına gelirsek bana yer veren genç cüceyi
hatırlıyor musun? İşte o Derin Kral’ın soyundan gelen birisi ve elçi de bugün konuştuğumuz lider kılıklı cüceydi. Kralın amacı ise
bariz bir şekilde genç soydaşını elçi yapmak...
Bende bunun için elçinin ödemesini yaparken
keseye kafataslarını delirtecek miktarda kafatası tozundan iliştirdim. Nasıl olsa cüceler
kavgadan pek uzak duramazlar. Elçi duergar
ilk kavgası sonrasında Gölge Limanı’nın esas
sahipleri tarafından kolaylıkla yok edilecektir.
Ama şimdi düşünmemiz gereken daha,
hmmm… Nasıl desem akıllı bir müşteri var.
Sen sadece buna odaklan.”
Vhaler tam eline bir kadeh şarap almıştı ki beklenilen konuk büyüsel bir geçitten geçerek
odaya teşrif etti. Toril üzerindeki belki de en iğrenç yaratık olan bu zihin yüzücü ortaya çıkar
çıkmaz, ahtapotumsu kafasını boynunu kıpırdatmaksızın çevirerek etrafa bakındı –bütün ortamı aklına kazımıştı bu esnada. Bu odadaki bir
nesne onu hoşnutsuz kılmıştı. Zihin yüzücü hışımla bu nesnenin sahibi olan Vhaler’e odaklandı ve ardından ahtapotumsu kafasını
Vhaler’e dikerek adeta delici bakışlarla ona
doğru ilerlemeye başladı.
Odada zihinsel güçlerin kullanımını kısıtlayan
bir anti-güç olduğundan, zihin yüzücü telepatik
mesajlar yaymak yerine sadece konuşabilecekti.
Ağzından belli belirsiz çıkan birkaç homurtu,
her iki yana açılmış sivri pençeli elleri, öne
doğru eğilmiş boynu ile çizdiği agresif görüntüsü, eline geçecek ilk fırsatta Vhaler’e neler
yapacağını belli ediyordu. Buna karşın Vhaler,
hemen fırsatçı kimliği ile müdahale etme isteği
duydu.
“Sevgili iş ortağım, tam zamanında geldin.
Bizde sevgili çırağımla seni bekliyorduk.”
Zihin yüzücü adeta süzülerek Vhaler’e tehlikeli
bir biçimde yaklaştı ama Vhaler hiç istifini bozmadı. Zihin yüzücü bu sefer daha anlaşılır bir
şekilde o ıslaksı sesi ile konuşmaya başladı.
”Sen ve senin şu gümüş asan! Elbette bir
gün kaderin seni ellerime bırakacak. Benden saklamaya çalıştıklarını bir bir öğreneceğim!”
Vhaler kıkırdayarak kafa salladı;
“Değerli iş ortağım, bu engelleyici güç sadece senin güvenliğin için. Buradaki genç
dostumun kafası o kadar boş ki onu okumaya kalkarsan içine düşüp boğulursun.
Benim kafamın içi de o kadar karışık ki bir
kere girersen bir daha çıkamazsın.”
Vhaler koltukların önünde ki alçak bir masaya
ilerleyerek oradaki harita ve mücevherlere dikkat çekti.
“Şimdi karşılıklı iltifatları bırakalım da iş konuşalım.”
Masa üzerindeki harita dört bir köşesindeki mücevherler tutturulmuş Gölge -nam-ı diğer Kafatası Limanı’nın çok ayrıntılı bir tasviri ile
görüntüsüydü. Vhaler, haritanın batısını ve gü-
Planar Geographic
neyini işaret ederek harita üzerindeki figürleri yorumlamaya başladı.
“Gölge Limanı bildiğiniz gibi erişimimizin olduğu üç temel kısımdan oluşmaktadır. Ancak
sevgili iş ortağım, senin bulunduğun batı kısmında Qilué Veladorn’un müritleri Gözün
Ajanları’na karşı oldukça baskılı davranmaya
başladılar.
Ayrıca Qilué ile Arpçıların iş birliği içinde olduklarına dair şüphelerim var. Bence iyi yürekli kara elflere bu konuda destek olmalıyız.
Xanathar’ın ajanları dağılacak ya da kendilerine yeni yerler arayacaklardır. Zaten uzun
zamandır onların arasında ilgilendiğim yetenekli birisi var. Onları tarafımıza çekebiliriz.
Ayrıca bu şekilde Demir Halka’yı da biraz rahatlatmış oluruz. Ancak daha büyük bir mesela bu sefer Luskan’ın Sahip Kulesi adına
burada el altından işleri yürüten yarı-yuanti
Vyzzstek Nhynssoth.
Şimdilik onlara iş teklifleri götürerek onlardan korkuyormuşuz izlenimi vermekten yanayım. Her ne kadar yarım kanda olsa
Luskanlılar korkulduklarını hissederlerse güvenleri artar ve rahat davranmaya başlarlar.
Ayrıca Sahip Kulesinin sevgili iş ortağım
senin Kraken Birliği ile ilgin eminim ki onların da ilgisini çekiyordur. Bu konuda alacağın
önlemleri
gelecekteki
işlerimizi
garantilemek adına şiddetle öneririm.”
Vhaler zihin yüzücüye arsız bir sırıtış atıp kafasını haritaya geri çevirdi.
“Geriye bizi meşgul edecek pek bir şey yok.
Zhentarim bizi hala kendi saflarında sanıyor
ve iyi ödeme yapıyor. Cyric Kilisesi zaten şu
anda Zhentarim kontrolünde ya da tam
tersi… Ne de olsa dini işlere pek kafam çalışmıyor. Şimdi senin şu yeni grup hakkında
söyleyeceklerini dinleyelim ‘Ortağım’”.
Zihin yüzücü süzülürcesine konforlu odada bir
tur attı. Özellikle şu anda görü ve tarama gücünden yoksun bir şekilde söyleyeceği kelimeleri çok dikkatle seçmeliydi. Vhaler ile ne zaman
iş yapsa çok dikkatli olmalıydı. Islak tonda sözlerine ağır ağır başladı;
“Kendilerini ‘Görünmeyenler’ diye bir grup,
sayı ve kuvvet olarak hadlerinden fazla güçlendiler. Ancak beni endişelendiren, grubun
kendisi değil, başındaki varlık. Gerisi de anlaşmamız gereği sana kalıyor. Eğer tartışacak başka bir mesele yoksa artık gitmem
lazım.”
Vhaler işgüzar gülümsemesini takınarak basto-
Planar Geographic
nunu sertçe yere vurdu ve zihin yüzücünün açılan geçitten geçişini izledi. Bir müddet daha geçidin mavi halelerinin dağılışını izledi ve ardından
hışımla Josi’ye döndü. Yüzündeki şeytani sırıtış
ile adeta iblis atalarında koparılmış bir ifade yatıyordu.
Vhaler’deki bu ani değişim Josi’yi ilk anda tedirgin etmişti ama hemen sonrasında soğukkanlılığını korudu. Artık Vhaler’in ani değişimlerine
ayak uyduracak kadar zamandır onun yanındaydı.
Josi Vhaler’in diyeceklerini beklerken, Vhaler
sanki odada ikisinden başkaları da varmış gibi
usulca Josi’ye yaklaştı ve onun kulağına bir şeyler fısıldamaya başladı;
“Yeniden gözden geçirmemiz gereken şeyler
var. Sevgili iş ortağım farkında olmadan istediğinden fazlasını açık etti.”
Sadece birkaç cümle sarf eden zihin yüzücünün
neyi açık ettiğini çözememiş olan Josi merakla
Vhaler’i izledi. Vhaler ise herhangi bir yorumda
bulunmadı. Sadece ellerini saçlarına atarak, saç
rengi ile uyumlu olan kızıl gözlerini kıstı. Birden
bire planını kurmuş vaziyette konuşmaya başladı;
“Josi hızlıca Arpçı ajanlarından iş yaptığımız
birini bul ve Hlaavin hakkında öğrenebildiklerini öğren ve onları ‘Görünmeyenler’ hakkında uyar. Arpçılarla her zaman için senin
aran daha iyi olmuştur. Hala benim soyum
üzerine haklı şüpheleri vardır.”
Kendisini biraz toparlamış Vhaler olağan sırıtışlarından birisini takındı. Artık tamamen sakinleşmişti.
“Ben de şu Sahip Kulesinin büyücülerinden
birkaçı ile görüşeyim. Korunağa birkaç özel
büyü ekletmem lazım.”
Josi hiçbir yorumda bulunmadan Vhaler’e itaat
etti. Onun kıvrak zekâsı pek çok kritik anda en iyi
çıkış yolu olmuştur. Ama neyin çıkış yolunu arıyordular bu sefer işte bunu anlayamıyordu Josi.
Yazan:
Oğuz “Alukah” Telorman
B
GNOSİS
BAŞLANGIÇ
Kara Prens’in yazmalarından alıntıdır…
16 Mart 1627
ir sürü isim verdiler bana...
Ama artık hiçbirinin önemi yok ve geçmiş çağlarda da çok azının önemi vardı. Çünkü, yazı icat
edildiğinden beri küstah insanoğlu, bütün varlığını ona adadı, bilgiyi onda aradı. Harflere ve
seslere kudret yükleyenlerin esareti altında neredeyse altı bin yıl geçti aradan.
İnsanlar, kendi başlarına yarattıkları bütün kavramlara bir isim koydu; bunu ilk yapan – dünyaya gelen son imanın sahiplerinin de dediği gibi
- “Kanlı Toprak”tan olandı. Ne var ki kavramlar
ilk yaratıldığı gibi kalmadı, hepsi de kendi özlerinden çok uzaklara savruldu. İnsanoğlu o küstah
zekasıyla çok parlak bir buluşa imza attığını sanıyordu ama yıllar geçtikçe kendi yarattığının
esiri olmaya başladı.
Kimileri adına “din” dedi ve başını göğe çevirdi
– önündeki çukurlara bakmadı ve sadece kendini
“O”nun iradesine bıraktı. Kimileri “varlık” dedi
ve bir daha asla kurtulamayacakları bir uyuşukluğun içinde kendileri onu sorgulayacakları
yerde, “varlık”ın kendilerini sorgulamasına izin
verdi. Kimileri ise adına “bilim” dedi ve yeni
şeyler keşfettiklerini zannederek, eskiyi bir kenara koydular; ne var ki ilerledikçe karşılarına
çıkan sorunların, onları eskiye götürdüğü bir
kısır döngünün içinde hapsolduklarını asla anlayamadılar.
Ve bazıları da var ki, öğrendikleri, bildikleri ve
hatta bilmedikleri her şeyi sorgulayabileceklerini zannederek “Bilgi”yi parçalara böldüler –
anlama yolunda adım attıklarını sandıkça bütünü
daha da böldüler – sonunda, aynı Öz’den o kadar
çok parça oluştu ki insanoğlu hepsinden şüphe
duymaya başladı. Çok sık olmasa da bazıları bu
sonuçsuz çabadan sıyrılıp başını kaldırdıysa da hiçbiri,
binlerce yılda inşa edilmiş o karanlık labirentte yolunu
bulmayı başaramadı. Çünkü dünyevi bilgiye saplanıp kalanlar için “Mutlak”ın bilinmesi hayli ürkütücüydü. Hatırladığım biri vardır ki, bu yüzden kendinden geçerek
insanların arasında büyük bir huşu içerisinde “Ben Tanrı’yım!!” diye haykırmıştı – ki son derece haklıydı -. Onların “mistik” dediği ve hiçbir işe yaramayan o kadar çok
ilim mevcuttu ki...
Binlerce yılın mücadelesi ve tecrübesi dışında elime
geçen tek şey, insanoğlunun ne kadar aptal ve küstah olduğunun bilgisiydi. Zaten işime en çok yarayan bilgi de
bu oldu. Asurlulara karşı oluşturulmuş Anadolu’nun ilk
devletlerinden, Avrupa’nın, Doğu bilgisine sahip olabilmek için binlerce kilometre yol kat ettiği o karanlık günlere kadar, hiçbiri yaptığı hatanın farkına varamadı. Ne
aradığını bile bilmeyenler bir yana, aradığını bambaşka
şeyler zanneden ahmaklar, bu hatayı çoğunlukla canlarıyla ödediler. Ama benim için canlarının hiçbir önemi
yoktu. Ben bu kadar zaman boyunca, onların parçalara
böldükleri “Bilgi”nin peşindeyim. Boğazlarına acımasızca dalan bir çift keskin dişin acısını ve hayatlarının vücutlarından çekilişini hissettiklerinde tecrübe ettikleri
çaresizliğin aslında hiçbir şey olmadığını bilmiyorlardı –
ve asla da bilemeyecekler. Gecenin Çocukları da dâhil
hiçbiri, kullandığım “Bilgi”nin aslında ne kadar güçlü olduğunu gördüklerinde bu hatasından, bin yıllar süren uykusundan vazgeçemedi.
Çünkü “varoluş” her zaman daha kolaydır.
Şimdi; “Bilgi”nin tarih boyunca hırpalanmış ve acımasızca parçalanmış özünden oluşan yıkıntıların arasında gezinirken, insanoğlundan daha fazla nefret ediyorum. Bu
yolu neden seçtiğimi ve neden asla pişman olmayacağımı
şimdi daha da iyi anlıyorum. Ama artık vakit yaklaşıyor;
çember kapanıyor. Aşağısının ve Yukarısının gizemi sadece onun ilmine erebilenler için son bir kez daha dünyaya yayılıyor.
Ki aslında o hep bizimleydi.
Bir Arap bana, “bizler, insanların korkularını avlarız” demişti. İnsan, kendi korkularından ders almayı bilmeyen
aciz bir yaratıksa, bizler de bu dersi onlara kabul ettirmeye çalışan öğretmenlerdik. Ne var ki öğretmek son de-
Planar Geographic
rece yorucu bir hal almaktaydı. Asırlar önce kendi kurduğum okulu bırakıp gitmek işte bu yüzden benim için
kaçınılmazdı. Neyi sorguladıklarının bile farkında olmayan insanlardan uzak durmalıydım. Yine de onlar benden
uzak durmadılar. Dünyanın hangi ucuna gittiysem peşimden geldiler. “Bilgi”yi aramaktansa, hazıra konmak
onlar için daha kolaydı ve bu yüzdendir ki her seferinde
kaybettiler. Hem de her seferinde biraz daha fazlasını.
Onların sonraları “Gnosis” dediği şey için arayışım çağlar sürdü. Tıpkı insanoğlunun hatası gibi… Çağlar boyu
süren bir hataydı insanoğlu; artık bunun farkına varmalı
ve tıpkı yarattığı gibi kendisi yok etmeli her şeyi. İşte o
zaman “Bilgi”, “Tek” olacak. Her Yukarıdaki Aşağıdaki
gibi, her Aşağıdaki de Yukarıdaki gibi olacak. İşte o
zaman insan, varlığını değil, varoluşuna sebep olan bilgiyi sorgulayacak ve bin yıllardır inşa ettiği her şey birer
birer yıkılacak.
İşte o zaman; “Ben” olacak...
-A-
Planar Geographic
W
Yazan:
KURTLARIN VAHŞETİ
Murat "Siliterin" Kozluklu
ayris sağ elindeki mızrağı havada
kendi ekseni etrafında bir kez döndürerek kurt hasmının boynuna doğru
savurdu. Kendisi bir adım geriye atan kurt iki
pençesinin keskin ve sağlam tırnaklarını kullanarak hızla gelen mızrağı durdurdu. Silahının
kontrolünü rakibine kaptırmak istemeyen sentor
savurduğu kadar hızlı bir şekilde, saplamaktan
çok kesmek için tasarlanmış uzun, geniş ve ince
uçlu mızrağını geri çekti.
En az kendisi kadar hızlı olan düşmanı saldırıya
geçmek için vakit kaybetmedi ve Wayris’in sağ
ön bacağına diş izlerini çıkarmak amacıyla harekete geçti. Tecrübeli sentor düşünülmeden yapılan bu saldırıyı avantaja dönüştürdü. Mızrağını
dik şekilde bacağıyla kurt adamın ağzı arasına
tam zamanında yerleştirdi ve saldırgan kendi hızının verdiği ivme nedeniyle yaptığı hamleyi zamanında durduramayıp burnunu doksan
derecelik açıyla mızrak ucunun keskin kısmına
geçirdi. Hassas burun bölgesine aldığı kesiğin
acısıyla uluyarak çevreye yayılan çarpışma sesinin yoğunluğuna kendince bir katkı sağladıktan
sonra karnına şiddetle vuran iki toynağın etkisiyle kendisine yardıma gelen başka bir kurdun
üzerine düştü.
İki kurt adam yere kapaklandığında ince bir mızrak ucu öne üsttekinin kalbiyle daha sonrada
üzerindeki cesedi fırlatıp altta kalmaktan kurtulan diğerinin şah damarıyla acı verici bir buluşma gerçekleştirdi.
Sol taraftan üzerine atlayan bir başka kurt Wayris’in sol omzunda hatırı sayılır bir yara açtı.
Eğer dört bacağı olmasaydı sentor çarpışmanın
etkisiyle yere düşeceğimden emindi. Mızrağını
kurdun böğrüne saplamak için hamle yaptığında
hamle mızrağın sağını iki pençesiyle kavrayan
başka bir likantrop tarafından engellendi. Bir an
öleceğini düşündü Wayris “Beni kabul et yüce
Mestia.” dedi. Tabiat tanrıçası duasını kabul etmemiş olacak ki omzunu ısırmış olan kurt adam
acı içinde feryat ederek geri yalpaladı.
Efyard’ın kılıçları koltuk altlarından girip kurdun vücuduna kuvvetli bir acı dalgası yaydığın-
dan kürklü yaratık Wayris’i bırakmak zorunda kalmıştı.
Efyard’ın hınzır gülümsemesi Wayris’i bir anlık şaşkınlıktan kurtarıp, ona mızrağını tutan düşmanından kurtulması gerektiğini hatırlattı.
Wayris mızrağı aşağı doğru çekip, yerle olan açısını biraz
daralttı ve çektiğinden daha fazla kuvvet kullanarak mızrağı yeni açısıyla kazandığı doğrultuda yukarı kaldırıp sapının ucuyla hasmının göğsüne sert bir darbe indirdi. Kurt
adam darbenin tesiri ile bir adım gerilemesine rağmen
mızrağı bırakmadı. Ancak artık bunun bir önemi yoktu.
Sentor rakibiyle arasına istediği ölçüde mesafe yerleştirmeyi başarmıştı. Şaha kalkıp kurt hasmının omuzlarına
sert bir çifte indirdi. Bu hamlenin sonucu olarak yere düşmekten kurtulamayan likantrop, bu sefer pençelerini mızraktan ayırmak zorunda kaldı. Çaresiz kurdun son
hissettiği şey az önce sapını tutuğu mızrağın keskin kısmının gerdanına temiz bir yarık açması oldu.
Silahının kontrolünü yeniden tek başına ele geçiren Wayris ağır yarasına rağmen kendisine yeni bir rakip bulmak
için gözleriyle savaş alanını taramaya başladı. Kendisine
ulaşan her damla kanı cömertçe dışarı fışkırtan sol omzundaki yaraya yeşil bir ışık topu çarptığında tanrıçanın
Hetrais’in dualarına cevap vermekte olduğunu anladı.
Sentor rahip tabiat tanrıçasından aldığı güçle kardeşlerine
şifa büyüleri yolluyordu. Ağır yarası süratle kapanan
Wayris başı dertte olan Efyard’a yardım için koştu. Bir
sentor kurt adam tarafından ısırıldığında likantroba dönüşmüyordu fakat Efyard bir insandı ve onun kendisini
keskin dişlerden koruması gerekiyordu.
Arnil kendisine arkadan yaklaşan bir kurdun göbeğine
güçlü bir çifte vururken ön taraftan saldıran başka bir hasmının pençe hücumlarını becerikli mızrak hamleleriyle
durdurmaya çalışıyordu. Sentor sezileri az önce arka
ayaklarıyla engellediği düşmanının yerden kalktığını söylüyordu. Arnil önündeki kurdu boş verip arkasını dönemezdi. Kanlı gözlerle kendisine bakan iki ayaklı kurt
yorulmak diye bir şeyden habersizmişçesine ardı ardına
ataklar gerçekleştiriyordu. Kendisinin yenemeyeceği
kadar iri bir rakiple mücadele ettiğinin farkındaydı. Şiddetli bir homurtuyla duyduğu küfür ona arkasındaki pislik için endişe etmemesi gerektiğini anlattı. Kolları sürekli
artan bir tempoyla mızrak sallamaktan dolayı ağrımaya
başladığında hasmı aniden durdu. İri kurt dizlerinin üzerine çöktü ve mızrağını kaburgalarına saplamamış olan
Planar Geographic
Seliyar’ı gözler önüne serdi.
“Dikkat et!” Seliyar bu uyarıyı yapar yapmaz Arnil insansı gövdesini olabildiğince eğdi, gözleri kanlı toprağa
baktığı için üzerinden bir kurdun geçtiğini sadece hisleri
sayesinde anlayabildi. Gövdesini geri kaldırdığında Seliyar’ın önündeki cesedin üzerine bir tane daha koymuş olduğunu gördü. Birkaç saniye önce üzerinden geçen
kurdun gözleri yerinde değildi. Hasmının neden o kadar
isabetsiz bir saldırı şimdi anlıyordu, muhtemelen Seliyar’ın şahini daha arkasındayken bu kurdun gözlerini çıkartmıştı. Kurt hasmı sadece koku alma ve işitme
duyularını kullanarak saldırmak zorunda kalmıştı. Arnil’e
her savaşta Seliyar özellikle kendisi koruyormuş gibi
geldi.
Kayaların ardındaki bölümde durum iyiydi. Sentorların
henüz kayıp vermemesine karşın yerlerde kurt adam cesetleri birikiyordu. Yaklaşık yirmi beş tane sentor kayalıkların gerisinde bir mızrak hattı oluşturmuş, daha kurt
adamları dışarıda bırakabilmek için savunma yapıyorlardı. Yüksek kayalar kale suru gibi işlev görüyor bu şekilde likantropların doğrudan saldırıya geçmesi
zorlaşıyordu.
Hatırı sayılır yükseklikte bir ateş topu sentorların üzerinden uçup kayaların ardındaki kurt adam güruhunun ortasına düştü. Yanan bedenlerden yükselen duman gece
karanlığına karışırken Wayris tabiat tanrıçasının nasıl olup
da ormanın içerisinde bir ateş topu atılmasına izin verdiğini anlayamıyordu.
Yanmakta olan kurt adamlar panik içerisinde koşuşturuyor bunu yaparken çimen ve çalıların tutuşmasına neden
oluyorlardı. Bulundukları çevre ormanın geri kalanına kıyasla ağaç bakımından fakirdi. Yamacın ortasında bir avlu
gibi açık duruyordu fakat bol miktardaki dikenli çalılar
ve yabani otlar alevleri zorlanmadan ormanın içlerine taşıyabilirlerdi.
Ateş topu kayalardaki baskıyı azaltmış ve savunma yapmakta olan sentorları rahatlatmıştı. Eğer kurtlar batı yamacın saldırmasalardı ve önceden Efyard tüm klana siper
ardında nasıl savunma yapılacağını öğretmeseydi büyük
ihtimalle şu an da en az on kayıpla ormanın içlerine doğru
geri çekilmekle uğraşıyor olacaklardı. Şu an bu saldırıyı
püskürtmeyi başarmış görünüyorlardı. Haftalar boyu yaptıkları idmanlar ve özellikle beyinsel olarak kurdukları
iletişim sayesinde hiç ses çıkarmadan taktik kurabilmiş
kimin zor durumda olduğunu beş duyu organlarını kullanmadan öğrenebilmişlerdi.
Burnunda bir su damlasının serinliğini hissettiğinde Wayris tanrıçasına bir kez daha hayran oldu. Süratle yayılan
Planar Geographic
alevler bir iki saniye içerisinde başlayan sağanak yağmurun etkisiyle çok vakit kaybetmeden
söndüler. Ayrıca Wayris bu şiddetli yağmur sayesinde kurt adamların sudan nefret ettiğini anlamış oldu. Deliler gibi sirkelenip ıslaklık
yüzünden kabarık giden postlarını kaşımakla
meşguldüler.
Kurt adamlar için en büyük şok yağmur bulutlarından biri dolunayın önünü kapattığında yaşandı. Likantrop formuna girmeleri için ay
ışığına ihtiyaçları yoktu dolunay onları sadece
mecbur bırakıyordu ancak şu an ki değişimlerini ay ışığı yüzünden gerçekleştirmişlerdi ve
değişimi sağlayan etken yok olup da etrafı karanlık kapladığında bedenleri yeniden insan hallerine döndü.
Wayris’in emriyle kayaların üzerinden aşıp ani
bir hücum başlattılar. İnsan hallerine dönüş olduklarından kendilerini bir an önce likantrop
şekle sokmak için içsel gerilimlerinden faydalanma yoluna giden kurt adamlar, yapmaya çalıştıkları işlemin en az yirmi saniye süreceğinin
farkındaydılar. Yamaç aşağı koşamaya başladılar çünkü sabit kalmaları ölmeleri anlamına gelirdi koşmanın elbette dezavantajları da vardı:
hareketliyken değişim süresi uzuyordu.
Sentor savaşçılar birçok kurdu öldürme imkânı
buldular ancak insan formdan tekrar likantrop
biçimine dönmeye başladıklarında hızla kayaların koruma alanına geri döndüler. Rgasser bu
gün tanrıların sentorlardan olduğunu fark etmiş
olacak ki adamlarına geri çekilme emri verdi.
Her adımında küfrediyor, şansına lanetler okuyordu.
******
Güneş doğu ufkunda daha yarısını bile göstermemişken tüm klan ayaktaydı. Eğer dünkü çatışmada ağır yaralar almasaydı muhtemelen
sentorların uyku düzenine alışmış olan Efyard
da uyanık olacaktı.
Hetrais genç savaşçının yaralarıyla ilgilenmiş ve
kesinlikle iyi olduğunu söylemişti. Yaşlı rahip
bu insanın mutlaka kendilerinden gizli büyü kullandığına inanıyordu. Üç yıl boyunca kurt
adamlarla savaşıp hiç ısırılmamak sadece pençe
darbelerinden etkilenmek ancak efsunla yapılabilecek bir şeydi.
DOGUSTAN HAKKINIZ OL ANI ALMAYA
HAZIR OLUN.
BIR SONRAKI SAYI:
Planar Geographic
Planar Geographic
Kuzu ve Kaplan
Changeling: the Lost
RPG Sistemleri Degerlendirmesi Bölüm I
Katip Süleyman Efendi Bölüm II
Avcı’nın Güncesi Bölüm II
Hunter: the Reckoning
Skullport
Gnosis
Kurtların Vahseti