Hayatta kalite arayanlar bu kentlere aşık olur!
Transkript
Hayatta kalite arayanlar bu kentlere aşık olur!
TNT HOLDİNG BV 2008 SAYI: 36 - Mayıs 2009 TNT Ekspres’in armağanıdır. Para ile satılmaz. Hayatta kalite arayanlar bu kentlere aşık olur! İçindekiler 10 editörden Erdenay Gül [email protected] Yeni ekonomik sistemde reçeteniz hazır TNT Ekspres Türkiye Pazarlama Koordinatörü Dünya kentleri tüm ihtişamıyla 14 AKUT’un kurucusu Nasuh Mahruki, bilinmeyen yönleriyle 18 24 E Yeryüzünün en yaşanılır yerleri Konu kentler, mimari ve kültürel özellikler olunca röportaj için bu konuları iyi bilen birinin kapısını çalmalı diye düşündük. Ve bu düşünce bizi Mimarlar Odası’na götürdü. Eyüp Muhçu ile hem İstanbul hem de mimari ve kültürel yapılar üzerine keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Türkiye’nin görkemli mimarisi ve içinde sakladığı tarihi 28 n yaşanabilir kent! Size ne ifade ediyor? Her yıl onlarca araştırma şirketi insanların nasıl bir coğrafyada hangi duygularla yaşamak istediğini sorguluyor… Bu sayıda kapak konumuzu buna ayırdık. Ve bu dergiyi okuyan herkesin kendi için özel diyebileceğimiz bir teline dokunmak istedik. Kim bilir yazımızı okuduktan sonra kendinizi İspanya’da veya Romanya’da hayal edeceksiniz. Yeşilırmak kıyısında karşı konulmaz güzellikleriyle Amasya Yalıları İş dünyasını da yakından takip ediyoruz. Malumunuz son dönemde tatsız gelişmeleri takip ettik. ‘Küresel Mali Kriz’in etkilemediği kişi yoktur sanırım. Kriz yaşanmasına yaşandı da yeni dünya nereye gidiyor? Kriz bizden ne aldı, bize ne getirdi? Şimdi rotayı belirleme zamanı. Alternatif iş dünyası haberi yeni dünyada yönünü arayanlar için bulunmaz bir kılavuz… Kent Kültürü köşemizde bu sayıda Amasya’yı işledik. Yeşilırmak kenarında yer alan yalıların ihtişamına biz kayıtsız kalamadık, sanırım sizler de bizim gibi düşüneceksiniz. Dergimizin olmazsa olmazlarından spor köşemizde son yıllarda popülaritesini ciddi oranda artıran Tenis’i bulacaksınız. Bugün milyarlara ulaşan Tenis’in tarihçesi ve Türkiye’deki gelişimini Röportaj demişken; bundan böyle her sayımızda bir ‘Sure we yazımızdan takip edebilirsiniz. can’ bölümü okuyacaksınız. Bu sayfanın konukları zor işlerin altından alnının akıyla çıkmış kişiler olacak. İlk konuk; Nasuh Aradan geçen zamanda kurum içerisinde yaşanan yerel ve Mahruki... global gelişmeleri takip edebileceğiniz TNT’den haberler köşesini de keyifle okuyacağınızı tahmin ediyorum. Ve bir TNT Wiev klasiği olan müşteri röportajında da konuğumuz Bursa’nın kalite odaklı şirketi Etay Giyim ile söyleşi ger- Keyifli okumalar dileğiyle… çekleştirdik. Erdenay Gül TNT Ekspres Türkiye Pazarlama Koordinatörü 34 Milyarlarca insanın yeni ilgi alanı; Tenis Sayı: 36 - TNT VIEW İmtiyaz Sahibi: Turgut Yıldız • Sorumlu Müdür: Müzeyyen Dilek Özgür • Yayın Kurulu: Erdenay Gül, Süleyman Karan, Selin Karakaş • Yapım: Medyaevi İletişim • Editör: Murat Uludağ • Baskı: Ömür Matbaacılık A.Ş. Tel: 0212 422 76 00 Fax: 0212 422 46 00 • Basım Yeri ve Tarihi: İstanbul, Temmuz 2008 • İmtiyaz Sahibi, Sorumlu Müdür ve Yönetim Yeri Adresi: Ertürk Sok. Uzka İş Merkezi No:9 Kat: 3-4-5-6 Kavacık - Beykoz 34810 İstanbul Tel: 0216 425 17 30 Fax: 0216 425 17 12 • 6 ayda bir yayınlanır. • Yayının türü: Dergi, Yerel, Süreli • The TNT name & logo are trademarks & TNT Holding B.V. 03 TNT’den haberler Sistemleri Direktörü Oğuz Tüzün ve kurye Salih Demir’in üçüncü olduğu yarışmada, 2008 yılının ‘En İyi Toplama ve Dağıtım Kurye’ unvanını Brezilya alırken, ikinciliği Hollanda Posta Servisi kazandı. Unutmadan; katılımcılar bu yarışma sayesinde elektrikli ve karma yakıtlı araçlar ile sıkıştırılmış doğalgaz yakan kamyonetleri kullanma şansı da buldu. TNT Ekspres Türkiye’de üç yeni atama TNT Ekspres yatırımlarını sürdürüyor... Türkiye’de bİr İlke İmza atarak ‘ ‘İnsana Yatırım Yapan Şİrket’ ödülüne layık görülen TNT Ekspres Türkiye’de üç yenİ görev değişikliği oldu. Dünya çapında yaşanan küresel ekonomik krİz birçok sektörü olumsuz etkİlerken, TNT Ekspres Türkİye şube sayısını artırarak büyümesine devam edİyor. E T kspres dağıtım sektörünün hızlı ve güvenilir şirketi TNT Ekspres’te üç ayrı bölümde atamalar gerçekleşti. Satış ve Pazarlama Direktörlüğü görevine Sinan Türel atanırken, Bursa Bölge Müdürlüğü’ne Cenker Ural, Fuar Hizmetleri Müdürlüğü’ne Serkan Kes atandı. Satış ve Pazarlama Müdürü Sinan Türel oldu TNT Ekspres Türkiye’deki ilk görevine 1993 yılında finans bölümünde başlayan Türel, 1996 yılında TNT Ekspres Bursa Bölge Müdürü oldu. Sinan Türel bundan sonra TNT Ekspres Türkiye Satış ve Pazarlama Direktörü olarak kariyerine devam edecek. Türel’in yerine Cenk Ural Bursa Bölge Müdürlüğü’ne getiri- len Cenk Ural ise TNT’de ilk olara 2003 yılında göreve başladı. Görev süresi boyunca Bursa Satış Bölgesi Müdürü, TNT Ekspres Doğu Grup Satış Müdürü gibi iki farklı pozisyonda hizmet verdi. Ural, TNT Ekspres’teki başarılarının ardından bundan sonra Bursa Bölge Müdürü olarak kariyerine devam edecek. ürkiye genelinde 28 noktada hizmet veren TNT Ekspres, Samsun şubesiyle bu sayıyı 29’a çıkardı. TNT Ekspres Türkiye, coğrafik konumu sonucu kara, hava ve deniz taşımacılığına elverişliliği nedeniyle ekonominin canlı oluşu, bölgedeki potansiyel gönderi artışı gibi kriterleri göz önünde bulundurarak yeni şubesi için doğru adres olarak Samsun’u belirledi. Kes Fuar Departmanı’nda TNT Ekspres’in, yurtdışında fuarlara katılan firmalar için özel olarak kurduğu Fuar Departmanı Müdürlüğü’ne getirilen Serkan Kes ise bu göreviyle TNT Ekspres ile tanıştı. Daha önce Expotim Yurtdışı Fuarcılık A.Ş’de operasyon müdür yardımcısı olarak çalışan Serkan Kes, bundan böyle TNT Ekspres’te Fuar Hizmetleri Müdürü görevini yürütecek. Müzesi ödüllerle dolu 1988 yılında Türkiye’ye gelen TNT Ekspres, 765 çalışanı, 347 aracı ve 29 lokasyonu ile hizmet veriyor. Hizmet verdiği sürede başarılara imza atan TNT Ekspres, aldığı ödüllerle de bu çalışmalarının karşılığını alıyor. 2000 yılında tüm dünya TNT’leri arasında yüzde 98 operasyon servis performans hedefine ulaşan dün- 04 ya birincisi oldu. Aynı zamanda Türkiye’de bir ilk olarak ‘Investor in People’ kalite belgesini aldı. 2001 ve 2002 yıllarında büyüme alanında göstermiş olduğu başarılarla ödüle aylık görülen TNT Ekspres Türkiye, 2001, 2004 ve 2005 yıllarında da ‘En İyi Satış Ekibi’ ödülünü de koleksiyonuna ekledi. 2003 yılında ‘TNT Masters İş Mükemmelliği’ ödülünü alan şirket, 2006’daysa ‘Kal-Der Ulusal Kalite Başarı Ödülü’ne layık görüldü. TNT Ekspres Türkiye son olarak Peryön İnsan Yönetimi Ödülleri kapsamında ‘İşe Alım Kategorisi’nde ödül aldı. TNT Ekspres Türkiye bu ödüllerin yanı sıra ISO 9001:2000, ISO 14001 Çevre Yönetim ve OHSAS 18001 İşçi Sağlığı ve İşçi Güvenliği Yönetim Sistemleri standartlarına da sahip. Kazanan takımlara ödülü TNT CEO’su Peter Baker verdi. Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Bakker şöyle konuştu: ‘Drive Me Challenge’, kurye ve müdürlerine, bazı çok basit sürüş yöntemlerinin benimsenmesiyle yakıt tasarrufu ve trafik güvenliği bakımından ne kazanımlar elde edilebileceğini açıkça gösteriyor. Bu küresel yarışma, tüm çalışanlarımızın ve altyüklenicilerimizin dikkatini, güvenli ve tasarruflu araç kullanmanın büyük etkisine çekmeyi hedefliyor. Sözgelişi herkes lastik basıncının doğru olmasının önemini kavrayabilir, klimanın ne zaman kullaTNT Ekspres’in, küresel karbondioksit azaltma programı olan ‘Planet Me’ pronılıp ne zaman kullanılmayacağını anlayabilir. jesi kapsamında düzenlemiş olduğu ‘Drive Me Challenge’ yarışması Milano’da Bu sadece çevre için olumlu bir adım olmakla gerçekleşti. Yarışmaya TNT Ekspres Türkiye’den katılan Oğuz Tüzün ve Salih kalmaz, size para da kazandırır. Amacımız ve Demir üçüncü oldu. umudumuz, bu kişilerin sadece işte değil, özel araçlarını kullanırken de sürüş davranışlarını deNT’nin küresel karbondioksit azaltma progra- Hem hızlı hem güvenli ğiştirmeleridir” dedi. mı ‘Planet Me’nin (Gezegen Benim) bir parçası hem de tasarruflu olan ve özellikle kurye araçlarını hedef alan ‘Drive ‘Drive Me Challenge’ yarışmasında 1’inci olmak Me Challenge’ın odak noktasında iş süreçlerinin için öncelikle pist üzerindeki belirli duraklarda her alanında çevre odaklı çalışmayı amaçlıyor. paket alıp bırakırken, güvenlik ve yakıt tasarrufunu birleştirerek toplamda en düşük puanı almak Bu doğrultuda sürücülerin davranışlarını değiştir- gerekiyor. Toplam puan ise kullanılan yakıt, topmenin yanı sıra, karbondioksit salımını azaltmak lam süre ve aşırı hız ya da dikkatsiz araç kullaniçin elektrikli ve karma yakıtlı araçlar geliştirmek, ma için verilecek ceza puanlarından oluşuyor. alternatif yakıtları ve pilot teknolojileri araştırmak, karayolu ağını iyileştirmek, yeşil ofisler ve Bu yıl ikincisi düzenlenen yarışmaya Fransa, İtaldepolar kurmak, telekonferans yoluyla iş seya- ya, Almanya, Türkiye, Brezilya, Portekiz, Britanhatlerini azaltmak ve dünya çapındaki 160 bin ya, Benelüks, Ekspres Karayolu Ağı, Hollanda çalışanını evlerinde de çevreyi gözetmeye teşvik Posta ve Kargo olmak üzere toplam 11 birim etmek gibi birçok konu yer alıyor. katıldı. TNT Ekspres Türkiye Bilgi ve Haberleşme TNT ailesi kendisiyle yarıştı T 05 gerçekleşti. Yarışmaya TNT Ekspres Türkiye’den katılan Oğuz Tüzün ve Salih Demir üçüncü oldu. Avrupa sinemasına anlamlı destek TNT, sanata verdiği desteği sürdürüyor. Avrupa Film Akademisi ile köklü bir işbirliği içinde olan TNT Ekspres, 12 yıldır olduğu gibi bu yıl da Avrupa Film Ödülleri’nin ‘resmi taşıyıcılığı’nı üstlendi. Turgut Yıldız Peter Bakker TNT Ekspres Türkiye Genel Müdürü TNT Ekspres CEO’su Sure we can! Başarının en önemli anahtarı inanmaktır. İnanmadığınız bir konuda başarıya ulaşmak sadece tesadüflerle gerçekleşebilir. Bu durum işlerimiz açısından da geçerli. Şirketimizin yıllık hedeflerini açıkladığımızda, bu hedeflere herkes inanmıyorsa başarının elde edilmesi mümkün değildir... Ancak; tek hedefe varacağına inananlar, bu hedefe ulaşacaktır. Üstelik bu hedeflere ulaşmak için tesadüflere de şansa da ihtiyacı olmayacaktır. Yeni sloganımız ‘Sure we can’ yukarıda anlattığım felsefeyi çok iyi tanımlıyor. Ancak inanırsak ‘yapabiliriz’. Yapabilmek, başarmak ve en önemlisi istediğimiz sonuca ulaşmak sadece ulaşmayı amaçladığımız noktaya inanmakla gerçekleşecektir. Müşterilerimize hizmetlerimizi en iyi şekilde sunabilen, onları daima şirketin kalbine yerleştiren, dinleyen, zor olanı istese bile ‘yapabilen’ bizleriz aslında. Çünkü biz hedefimize ulaşmayı biliriz. Çünkü biz farklıyız. Turgut Yıldız 00 Peter Bakker İşbirliği ne kadar önemli? GPS ile her şey kontrol altında TNT Ekspres, Mobiliz Bilgi ve İletişim Teknolojileri A.Ş ile yapmış olduğu iş birliğiyle bundan böyle araç filosunu her an her yerden harita üzerinden izleyecek. B irleşmiş Milletler Çevre örgütü ‘Temiz Araç’ projesi için TNT Ekspres Türkiye’yi pilot ülke seçti. Proje çerçevesinde karbondioksit miktarını azaltmak için dizel araçlarda düşük sülfürlü yakıt eurodizel, diğer tüm araçlarda kurşunsuz benzin kullanılıyor. Ayrıca TNT yakın zamanda çevre dostu otomobiller olarak tanımlanan iki tane hibrid araç satın aldı. Motosikletlerini de ‘4 zamanlıya’ çeviren TNT Ekspres Türkiye, 2006 yılında ‘Euro3’ ve ‘Euro4’ normlarında da araçlar satın almaya başladı. Ayrıca hedefler arasında Türkiye’ye gelmesi durumunda ‘Euro5’ yakıtıyla uyumlu araçların satın alınması da var. Adım adım takip ediliyor ‘Temiz Araç’ çalışmalarını sürdüren TNT Ekspres Türkiye, yeni bir projeye imza atarak araç filosunu takip altına alıyor. Böylece TNT, hem sü- 06 rücü ve gönderilerin güvenliğini sağlamış hem de yakıt tüketimini kontrol altına alıyor. Mobiliz Araç Takip ve Filo Yönetim Sistemi sayesinde 350 araçtan oluşan TNT filosu adım adım takip ediliyor, araçların bekleme ve çalışma süreleri, hızı, harita üzerinde aracın bulunduğu lokasyon, gün içerisinde yapılan toplam kilometre bilgisi, izlenen güzergâhlar, ani durma ve kalkışlar ile ani şerit değişikliği gibi bilgilere ulaşılabiliyor. Mobiliz Araç Takip ve Filo Yönetim Sistemi ile izlenen araçlardan edinilen bilgiler doğrultusunda, özel kullanım için harcanan yakıt, fazla emisyona sebep olan sürüş hataları ile güvenliği tehlikeye atabilecek hatalar belirlenebiliyor. Böylece özellikle sürücü davranışlarında iyileştirmelere gidilerek emisyon oranlarının azaltılması ve güvenliğin sağlanması amaçlanıyor. G erçekleştirdiği sosyal içerikli projeler dışında kültür-sanat organizasyonlarına da destekten kaçınmayan TNT, 1997 yılından bu yana resmi ortağı olduğu Avrupa Film Akademisi’nin düzenlediği Avrupa Film Ödülleri’ni 12 yıldır olduğu gibi bu yıl da resmi taşıyıcısı oldu. TNT, yarışmaya katılan filmleri tüm Avrupa’ya taşırken, törende verilecek heykelcikleri de Kopenhag’daki ödül törenine ulaştırdı. Ve son olarak da heykelcikleri sahiplerine teslim etmekte yine TNT Ekspres tarafından gerçekleştirildi. TNT Ekspres geçtiğimiz aylarda, 2008 Avrupa Film Ödülleri’ne başvuruda bulunan 44 filmin kopyasını Avrupa Film Akademisi’nin Avrupa’nın değişik bölgelerinde bulunan bin 850 üyesine ulaştırdı. TNT aynı zamanda 19 ödül heykelciğini, Londra’da bulunan dünyaca ünlü mücevher mağazası Theo Fannel’den ödül töreninin yapılacağı Kopenhag’daki Forum alanına taşıdı. Ödül töreninden sonra heykelcikler TNT Ekspres tarafından geri alınarak, üzerlerine isimleri kazındıktan sonra ödül sahiplerine yeniden teslim edildi. TNT Ekspres Bölge Direktörü Dr. Dietmar Rau, “Medya kazananların ödüllerini çantalarını koyup evlerine götürdükleri izlenimi yaratıyor, ancak bu kıymetli heykelciklerin özel olarak paketlenip, büyük bir titizlikle taşınması gerekiyor. TNT olarak bizler bu işin uzmanlarıyız ve tabii ki, güvenilir ve zamanında teslim edilmeleri konusunda da” şeklinde konuşarak Avrupa Film Ödülleri’ne verdikleri desteğin önemini belirtti. 07 Çalışma hayatım boyunca öğrendiklerimden bir tanesi, işbirliği içinde olmak sadece bir kaç basit kurala bağlı… Nedir bunlar? İlki görünür olmak; Görünür olmanın anlamı, kendinize dürüst olmak ve tutku, amaç ve vizyonunuzu paylaşma cesaretine sahip olmaktır. İkinci olarak birbirimize saygı duymak; İnsanlar arasındaki farklılıkları tehdit olarak değil, fırsat olarak görmeliyiz Üçüncüsü güven; Saygının olduğu yerde güven de olmalı... Sonuçta şirket için neyin iyi, neyin kötü olduğunu biliyoruz. Sonuncu olarak iletişim içinde olun; Birbirinizle sürekli konuşun, yüz yüze konuşamadığınız zaman telefon veya video konferans aracılığıyla iletişime geçin. Ama muhakkak aranızda bir bağ olsun. Bu saydıklarım konusunda işbirliği içerisinde olursak, eminim daha çok şey başarabiliriz. Saygılarımla, Peter Bakker TNT’den haberler 30 dakikada bir uçağa 30 otomobil nasıl yüklenir? ‘Yeşil Binalar’ 2010’a yetişiyor İlk ‘yeşil depo’ Hollanda’da hizmete girdi TNT Ekspres çevre yatırımlarının meyvelerini topluyor. ‘Yeşil depo’larda sürdürülebilir çözümlerin benimsenmesiyle yüzde 70’ten fazla enerji tasarrufu sağlıyor. T NT, karbondioksit üretmeyen ilk deposunu, Hollanda’nın Veenendaal kentinde açtı. Resmi açılışını TNT Posta Yönetim Kurulu Üyesi ve Grup İdare Müdürü Harry Koorstra’nın yaptığı depo, TNT’nin dünya genelindeki çevre programı ‘Planet Me’ kapsamında kuracağı ‘yeşil’ binaların ilki. Küresel posta ve ekspres taşımacılık devi TNT, bu çalışmalarıyla birlikte 65 ülkede 3 milyon metrekareden fazla binasının karbondioksit salımını kısıtlamayı planlıyor. İşbirliği ile ‘0’ karbondioksit Çarpıcı dış görünümü ile çevresindeki diğer iş yerlerinden ayrılan bina, olabildiğince çok gün ışığını alarak, kullanılan yapay ışığı kısıtlamak üzere tasarlandı. 300’den fazla güneş paneli, ışığı toplayıp enerjiye dönüştürerek binanın kendi enerjisini sürdürülebilir yöntemlerle üretmesini sağlıyor. Ayrıca ‘yeşil binalarda’ ısıtma ve soğutma için ise yer altı suları kullanılıyor. Binanın kullanımı sırasında ‘0’ karbondioksit salımını hedefleyen TNT, bu proje için ‘VolkerWessels’ inşaat şirketiyle işbirliği yaptı. Ortak çalışmalar sonucunda, ekolojik tuvaletlerin temizliği için yağmur suyu kullanılmasından düşük tüketimli kahve makineleri ve geri dönüştürülebilir mobilyalara kadar TNT’nin ‘Yeşil Binalar’ programı, mevcut binalardan enerji tasarrufunun iyileştirilmesi ve postayla ekspres birimlerine sınıfının en iyisi ‘yeşil’ işyerleri kurulması üzerine odaklanıyor. 65 ülkede 3 milyon metrekareyi aşan kapalı mekanı olan TNT, farklı yer ve binalarda farlı çözümlere ihtiyaç duyulduğu için bu çeşitliliğe uyum sağlıyor. İlk ‘yeşil’ iş merkezini, Hollanda’nın Hoofddorp kentinde kurmayı planlayan TNT, lokasyonu toplu taşıma noktalarına yakın yaparak gidiş geliş için üretilen karbondioksit miktarının azaltılmasını hedefliyor. TNT’nin Hoofddorp’taki yeni ofisinin 2010 yılının ikinci yarısında açılması bekleniyor. pek çok yaratıcı çözüm geliştirildi. Asfalt işleri için kullanılmış cüruftan yararlanılırken kâğıt atıkları ve geri dönüştürülemeyen atıklar için daha büyük konteynırların kullanılmasıyla, boşaltma aralığı da uzatıldı. Bu yöntemlerin ve önlemlerin tek bir işyerinde birleştirilmesi sayesinde, sıradan depolara göre yüzde 70’ten fazla enerji tasarrufu sağlandı. VolkerWessels, TNT’nin ‘yeşil’ deposunun başka sürdürülebilir işyeri sahipleri için örnek teşkil ederek aynı çözümlerden yararlanmalarını bekliyor. Ekim ayı ortalarında faaliyete geçen ‘yeşil’ depo Veenendaal ile çevresine posta dağıtımı işlerini yürütecek. Verwaaijen: “Çalışanları çevreyi düşünmeleri için teşvik ediyoruz” Konuyla ilgili olarak görüş bildiren TNT Emlak Direktörü Flip Verwaaijen; “TNT olarak çalışanlarımızı gündelik hayatlarında çevreyi düşünmeye teşvik ediyoruz. Bir işveren olarak, enerjiden nasıl tasarruf edileceğini ve çevreye etkinin nasıl azaltılacağını göstererek iyi örnek olmayı amaçlıyoruz. Veene ndaal’daki 140 çalışanımız, enerji tasarrufu bakımından olağanüstü bir işyerinde çalışıyor. Çevre önlemlerimizi tam olarak uygulamak suretiyle tüm çalışanlarımızı, enerji bilincinin önemine ikna etmeyi umuyoruz” dedi. TNT Ekspres çevre yatırımlarının meyvelerini topluyor. ‘Yeşil depo’larda sürdürülebilir çözümlerin benimsenmesiyle yüzde 70’ten fazla enerji tasarrufu sağlıyor. T NT Ekspres ve otomobil dergisi TopGear, 23 Ekim 2008 tarihinde bir dünya rekoruna imza attı. Yedi kişiden oluşan ekip, Belçika’nın Liege kentindeki TNT Avrupa Hava Taşımacılığı Merkezi’nde, Smart marka 30 otomobili TNT’nin Boeing 747 uçağına 60 dakikanın altında; tam 35 dakika 34 saniyede yükleyerek Guinness Dünya Rekoru’nu kırdı. İngiltere’nin önde gelen otomobil dergisi TopGear’in İtalya baskısı ve BBC, dünyanın en küçük otomobili olan Smart’ın 10’uncu yaşını kutlamak için, dünyanın en büyük uçaklarından biri olan Boeing 747’ye bu otomobillerden kaç tane sığacağını görmeye yönelik bir deneme yaptı. Rekor denemesi için 30 adet ‘Smart Fortwo’yu, ‘Mercedes-Benz Italia SpA’ ve ‘Mercedes-Benz Belgium Luxembourg SA’ sağladı. Bin 300 kişinin çalıştığı denemenin yapıldığı merkeze 130’dan fazla kamyon girip çıkıyor ve aralarında TNT Ekspres’in amiral gemileri olan iki Boeing 747’nin de bulunduğu 47 uçak bu havalimanından dünyanın dört bir köşesine dağılıyor. TNT Liege Merkezi Yer Operasyonları Başkanı Christine Heine konuyla ilgili şöyle konuştu: “En önemli sorun, denemenin yapılması için, 365 gün 24 saat inip kalkan uçaklarla dolu bir tarifede uygun bir zaman aralığı bulmaktı. Her TNT uçağının inip kalkma süresi çok büyük önem taşıyor çünkü her an her yere yüz binlerce paket taşıyan eşgüdümlü bir ağ içinde çok büyük bir etkiye yol açıyor.” 30 otomobili Boeing 747’ye yüklemek, ardından indirmek ve uçağı Şanghay’a gidecek gönderilerle doldurmak için sadece üç saat gibi az bir zamanı olan yedi kişilik ekip inanılmaz bir sonuç elde etti. Bu sonuç ile hem TNT’nin ‘sure we can’ anlayışını destekleyen çalışanların profesyonelliği, hem de 10 yıllık ömründe pek çok rekor kırmış Smart Fortwo otomobilin başarısı kanıtlanmış oldu. Rekor başarısının ayrıntılı haberi, TopGear Italia’nın aralık sayısında yer alacak. İş Dünyası H er yaş grubundan, her ülkeden, her ırktan, tüm insanoğlunun ortaklaşa yaşadığı pek çok şey vardır… Aşk, böyle bir şeydir. Güzel bir yemeğin zevki de öyle… Yeni bir eve sahip olmanın mutluluğu da… Ya da kariyerinde bir basamak daha yükselmek… V etabii ki bunların her birini kaybetmenin travması da tüm insanların aynı tepkiyi verdiği bir durum. Tıpkı bugünlerde milyonlarca kişinin paylaştığı hüzün, kızgınlık, kırgınlık gibi… Krizle yatıp, kirzle kalkıyor 6 milyar insan… Belki biraz abarttık, zira Sudan’daki açlığı yaşayanlar ya da şizofrenik bir korku ülkesi olan Kuzey Koreliler için zaten kabus bir hayat tarzı! Ama uzun süredir insanlığın topyekun paylaştığı duylgular Yeni hayata şimdiden hazırlanmak Krizi tanımlamak, bir filin görme engelli biri tarafından tarif edilmesine benziyor. İşinizden olduysanız, kriz bir felaket. Borsada para batırdıysanız, finans sisteminin yalan olduğunu hissetmek. Mortgage ile aldığınız evi hacizle kaybettiyseniz, barınaksız kalmanın müthiş korkusu… Saymakla bitmeyen kişisel tarjediler… Ama tarih gösteriyor ki, hiçbir kriz sonsuza kadar devam etmiyor. Her dibin bir çıkışı var. Ve görünen o ki, birkaç sarsıntı daha olacaksa da, artık yavaş yavaş dibi bulmuş durumda küresel ekonomi. Şimdi hesap kitap yapma zamanı. Küresel ekonominin yeni baştan şekilleneceği yıllar bekliyor hepimizi. Küresel ekonomi şekillenirken de tek tek hepimizin hayatını değiştirecek. Uyum sağlayabilenler, Çevre teknolojİlerİ, yenİlenebİlİr enerjİ, nanoteknolojİ ve bİyoteknolojİ sektörlerinin küresel ekonomİnİn yenİ lokomotİflerİ olması İçİn devlet desteğİyle yenİ bİr kalkınma hamlesİnİn gündeme gelmesİ muhtemel. Bu atılım, eğer geç kalmadıysak ki, ne yazık ki bu konuda hala net bir veri yok, küresel iklim değişikliklerinden kaynaklacak felaketleri de asgariye indirecek. Kriz bir reçete verdi bizlere: Mütevazı ve sağlıklı bir hayat Bir rüyadan uyanmaktır bazen kriz… Rüyanın güzel olup olmadığını sonra sorgularız. Krizi bir kabus gibi yaşadık. Şimdi fark ediyoruz ki, gerçek olmayan bir lüksün rüyasından uyandırmak içinmiş kriz. Bundan sonra da rüyalar kuracağız, ama her zamankinden daha ayağı yere basan rüyalar… bu denli ortak. Aslında kriz dediğimiz, değişim! Hani hemen hepimizin hayat boyu pek çok kez tekraraladığı bir tekerlemede gecçen, “Değişmeyen tek şey değişim!” Bugün yaralayan, kabus gibi üstümüze çöken, küresel mali krizi şöyle biraz yeryüzünden yukarı çıkıp izlediğimizde yeni bir dünyanın kuruluşunun habercisi olduğunu anlamak pek de zor değil. Tabii ki gündelik mücadeleden çıkma şansı olanların becerebileceği bir iş bu hayata biraz kuşbakışı bakmak… İşte şimdi onu deneyeceğiz hep birlikte. 10 Patronların CEO aşkı bitiyor Bir yıl içinde devasa şirketlerin piyasa değeri yüzde 70’lere varan bir erime yaşayınca, CEO’lar hedef tahtası haline geldi. Sadece bu dev şirketlerin patronları değildi CEO’lara diş bileyen, hepsi halka açık olan bu şirketlerin 10 binlerce hisse sahibinin de nefret nesnesi haline geldi chief executive officer’lar… Tabii ki mesele basının da katkısıyla aldıkları maaş ve ikramiyelere odaklandı. Milyon dolarlık ikramiyelerini pek çoğu almaktan vaz geçti kriz süresince… Ama bu meselenin sadece bir yüzüydü. Aslına bakarsanız, CEO’ların tek günahı vardı, şirket hisselerinin piyasa değerini artırmak için ellerinden geleni yapmak. Bunun anlamı da köpüren bir piyasada hisseleri de köpürtmeknet geçiyordu. Hissedarlar hisselerini tavan ayapraken pek memnundu, oysa ki pek çok uzman yıllardır “Kral çıplak” demekteydi! Şimdi kral çıplak, hisseler gerçek değerlerinin de altında. Suçlu finansal sistem olsa da, bir kurban gerekiyor ve bu kurban da CEO’lar. Bundan böyle CEO’ların yetkileri çok daha törpülenmiş olacak. Yönetim kurullarının aldığı kararların çok daha şeffaf ve sorgulanabilir olduğu bir şirket yönetimi 11 İLLÜSTRASYONLAR: Meral Erdoğan yoktan varolmaz, varken yok olmaz” demişti ya, küresel finans sistemi sihirbazlığa kalkıp, bu kuralı görmezden geldi. Şimdi yoktan varolanların, yok olmasını izliyoruz aslında! Hala pek çok ekonomistin bile hesabını yapamadığı bir bedeli var krizin ve emin olun, asla tam olarak bir kriz faturası çıkarılamayacak. sistemi gelecek. Ki zaten şimdiden öyle… Bir de tabii çoğunluk hissesi sahibi olanlar var ki, artık her CEO, koltuğunda oturduğu süre boyunca nefeslerini enselerinde hissedecek. Denetim, denetim, denetim… CEO’lar alev alev nefesleri enselerinde hissededursun, topun ağzında olan ve büyük olasılıkla krizin toz dumanı biraz dindiğinde FBI soruşturmalarında ter dökecek bir yönetici grubu var ki, işte onların işi çok daha zor. Bu krizde sınıfta kalanlar denetim şirketleri… Aslında çok daha önce, ABD’yi sarsan Enron skandalında güvenilirlikleri sarsılmıştı, ama ‘beşer nisyanla malüldür’ ya, unutuldu gitti. Ancak bu kez beşer unutsa bile devlet unutacağa benzemiyor! Özellikle de ABD’de pek çok denetim şirketinin defteri dürülecek gibi. Sonrası ise devletin çok sıkı denetimi altında, belki de yeni kurulacak kamu otoriteleri tarafından şirketlerin çokt daha sıkı denetleneceği bir sistem. Her ne kadar ultra liberaller karşı çıksa da, devletin denetimi ‘Demokles’in kılıcı’ gibi iş dünyasının üzerinde olacak. Kaldıraç enstrümanlar yerine kaldıraç sektörler Hala pek çok ekonomistin bile hesabını yapamadığı bir bedeli var krizin ve emin olun, asla tam olarak bir kriz faturası çıkarılamayacak. Bunun temel sebebi, dünyayı tepetaklak eden türev enstrümanlar. Mortgage krizinin bir emlak krizi değil de finansal enstrümanlardan kaynaklanan bir kriz olduğunu artıkm herkes biliyor. Ama bu finansal enstrümanların oluşturduğu balonu anlayınca, insanın dudağı uçukluyor. Küresel ekonomideki köpüğü yaratan, reel sektörle finans sektörü arasındaki devasa uçurumu da yaratan, geçmişte herkesin favorisi olan bu kaldıraç finansal enstrümanlar, bugün ‘insanlık düşmanı’ ilan edilip, ‘zehirli varlıklar’ olarak ilan edilmiş durumda. Gelecekte de hiçbir zaman bu denli büyük bir balon oluşturmalarına izin verilmeyecek. Tabii kimse dönüp şu soruyu sormuyor, “Uzun yıllar boyunca sürekli büyümeyi sağlayan finansman kaynağı da aynı enstrümanlar değil miydi?” haksızlık etmemek lazım, bu sorunun cevabı “Evet”! Ama zaten mesele bu denli hızlı ve sakat büyümekti! Çin’de, Endonezya’da, Latin Amerika’da milyarlarca dolarlık yatırım yapabilecek küresel sermayenin finansal kaynağını şimdi zehirli varlıklar dediğimiz bu enstrümanlar sağladı. Şimdi yine o yatırımların çökmesine neden olan da onlar! Aslında lise fizik kitaplarından çoğumuzun aklında kalan bir kuramı unutmuş olmak hepimizin suçu. Lavoisier; “Hiçbir şey, 12 Çevre teknolojileri ekonominin yeni lokomotifi İşte bu nedenle gelecekte tüm finansal enstrümanlar, bizim Sermaye Piyasası Kurulu’nun küresel ölçekteki benzerleriyle çok sıkı bir denetim altında olacak. Bin dolarlık bir finansal enstrümandan 1 milyon dolarlık türev enstrüman yaratmaya izin verilmeyecek. Yani fizik kurallarına daha uygunh bir finansal piyasada yaratılacak kaynaklarla yatırım yapılacak gelecekte. Tabii bu, aynı zamanda daha sakin ve mantıklı bir büyüme anlamına da geliyor ki, bir diğer anlamı da yeni iş alanları yaratmak çok daha zor olacak. Asıl mesele, sürdürülebilir kalkınmayı sağlayabilecek yeni sektörlerin ortaya çıkmasında. Ki bu konuda gelişmiş ülkeler harıl harıl bir arayış içerisinde. Ve aslında tüm dünyanın elinde de bir kılavuz var. Ve kılavuz bir felaket habercisi, yani küresel iklim değişikliği! Bu çerçevede çevre teknolojileri, yenilenebilir enerji, nanoteknoloji ve biyoteknoloji sektörlerinin küresel ekonominin yeni lokomotifleri olması için devlet desteğiyle yeni bir kalkınma hamlesinin gündeme gelmesi muhtemel. Bu atılım, eğer geç kalmadıysak ki, ne yazık ki bu konuda hala net bir veri yok, küresel iklim değişikliklerinden kaynaklacak felaketleri de asgariye indirecek. Tüketim toplumu sorguda İki krizin üst üste binmesi, hayatımızı hiç olmadığı kadar değiştirecek. Tüketim toplumu, bir şekilde tarihe karışacak. Ama travmatik bir dönüşümle, ama bir ölçüde zamana yayılarak. Artık herkes biliyor ki, fosil yakıtla çalışan otomobillerle herkesin otomobil sahibi olması mümkün değil. Hatta bırakın onu, Çin’deki orta sınıfın tümünün otomobil sahibi olması ibel dünyanın tahammül edebileceği bir kirliliğin ötesinde kirlilik yaratacak. Biz daha basit konular üzerinde gidelim. Söz gelimi, her Çinli’nin biftek yemesi de mümkün değil bu dünyada. Çünkü bu nüfusla herkesin et yemesi bir lüks. Hatta hatta herkesin pirinç yemesi bile lüks. Daha tahıl ve sebze ağırlıklı bir beslenme bekliyor insanoğlunu. Aynı zamanda daha az suya ihtiyaçc duyan tarımsal ürünlerin ağırlık taşıdığı bir tarım sektörü. Yine tasarruf ve verimlilik , hayatın her alanında öne çıkacak. Bu finans sektöründe tasarrufta olduğu gibi, tüketim mallarının dönüşüm hızında da yaşanacak. Her yıl cep telefonu değiştirmek yerine, gereksinim doğrultusunda, tasarımdan önce işlevi öne çıkaran bir tüketici tercihi piyasalara egemen olacak. Nanoteknoloji ürünü kendini temizleyen giysilerden belki birkaç tanesiyle yetinmeyi öğreneceğiz. Diyecksiniz ki, “O zaman tekstil sektörü ne olacak?” Cevabı ekonomi biliminin kuralları vceriyor zaten, geçmişte daralan ve yok olan o kadar çok sektör var ki! Zenginliği coğrafi olara eşitlemek Yine geleceğin dünyasında gelir eşitliğine yönelik, sınıfsal olmasa da coğrafi bir dönüşüm yaşanacak. Küresel finansal krizin ardından geçmişte refah ülkesi olarak adlandırılan pek çok ülke, daha vasat hayat koşullarıyla tanışacak. Özellikle nüfusu az ve iç piyasası dar olan İskandinav ülkelerinde bu eğilim şimdiden görülüyor. Baltık ülkeleri daha refahı göremeden zaten mütevazı olmak zorunda. Amerikalılar ve İngilizler başta olmak üzere tüm gelişmiş ülkelerde hayat seviyesi biraz daha dünya ortalamasına gerileyecek. Buna karşın yeni ekonomik aktörler hızla güçlerini artıracak. Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya geleceğin yıldızları… Türkiye gibi gelişmekte olan piyasalardan bazıları da bölgesel güç olarak biraz daha öne çıkacak. Daha mütevazı, daha insani Sonuçta, gelecek daha az zenginlik ve şaşaa vaat ediyor bizlere… Ama belki daha huzurlu bir hayat! Hayatın anlamını, tüketmek ve satın almak üzere kuran bir toplumdan, doğayla uyumlu, daha çok üretip daha az tüketen bir topluma geçmek dışında zaten pek fazla seçenek yokken, en akılcısı hayattan beklentileri değiştirmek. Söz gelimi bir 4x4 hayali kurmak yerine, hafta sonları bir trene atlayıp pikniğe gitmek! Modanın peşinde her sezon üç pantolona bin lira harcamak yerine, kendi tarzımızı yaratıp, bunun dörtte biriyle giyinmek… Daha az enerji harcamak, daha az su harcamak, daha az et yemek! Aslına bakarsanız, hepsi de sağlıklı değil mi? 13 Tarih gösteriyor ki, hiçbir kriz sonsuza kadar devam etmiyor. Her dibin bir çıkışı var. Ve görünen o ki, birkaç sarsıntı daha olacaksa da, artık yavaş yavaş dibi bulmuş durumda küresel ekonomi. Şimdi kriz travmasının ardından hesap kitap yapma zamanı. Küresel ekonominin yeni baştan şekilleneceği yıllar bekliyor hepimizi. Küresel ekonomi şekillenirken de tek tek hepimizin hayatını değiştirecek. Mutluluğu tüketimde aramadan yaşamak Artık fiktif rakamların peşinde koşmak yerine reel ekonomiyi keşfedeceğiz… Tıpkı daha önceki krizlerde olduğu gibi… Ekonomideki kuralların da fizik kuralları gibi olduğunu hatırlayıp, “Hiçbir şey yoktan var olmaz, varken yok olmaz” sözünü hatırlayacağız. Ve bu sözün gerçek anlamını arayacağız. Sonunda da bu fizik kuralının daha az tüketmek, daha çok üretmek sonucuna ulaşacağız. İşte bunu fark edince yeni bir şey daha öğreneceğiz. Ve sonunda mutluluğu tüketimde aramaktan vazgeçerek, belki de her zamankinden daha sağlıklı bir haya- Aktüel Ropörtaj önlemek amacıyla böyle bir düşüncenin içerisine girdik. Ve bunu yaparken de Türkiye’nin afetlere açık bir ülke olduğunu fark ettik. Sonrasında da kapsamını biraz daha geniş tutarak 14 Mart 1996 yılında AKUT’u kurduk. Peki, bu düşünceleri eyleme geçiren olay neydi? AKUT ve Nasuh Mahruki’yi ortak paydada birleştiren unsur neydi? AKUT’un kuruluşunda ilk adımları atmamız 1994 yılının Kasım ayında yaşanan bir dağ kazası ve sonrasında kaybolan iki genç öğrencinin arama çalışmalarına denk geliyor. Bu haber bize ulaşınca, hemen gençlerin kaybolduğu Bolkar Dağı’na hareket ettik. O dönemde arama-kurtarma çalışmaları böyle gelişiyordu. Bir dağ kazası yaşandığında dağcılar doğal olarak, herhangi bir organizasyon olmaksızın bölgeye gidiyor ve ara- “Bir kişinin bilgili olması, kimseye fayda sağlamaz” H erkes onu ve kurucusu olduğu AKUT’u 1996 yılında kurulmuş olmasına rağmen ‘Marmara Depremi’ ile tanıdı. O günden sonra deprem, çığ, sel, orman yangını gibi bütün afetlerde ‘kırmızı giyen adamları’ gördük televizyon ekranında. Sadece yurtiçinde değil, yurtdışında da hayat kurtarmaya gitti Mahruki’nin gözü kara arkadaşları… Kimi zaman engellendi AKUT, kimi zaman desteklendi. Üstelik tek yaptıkları afetten sonra ‘can kurtarmak’ değildi. Türkiye’yi iki kez dolaştılar, afet konusunda halkı bilinçlendirmek için. Aynı zamanda bir dağcıydı Nasuh Mahruki. Dağcılar arasında efsane niteliği taşıyan K2’ye oksijen desteği olmadan tırmanarak ilk hayalini gerçekleştirdi. Sonra kilometrelerce yol kat etti. Birbirinden farklı dağlara tırmandı. Ve sonra bir şey fark etti: Bilginin paylaşılmadan bir anlam taşımadığını… Şimdilerde yedinci kitabını yazmak için kollarını sıvayan Mahruki’yi evinde ziyaret ettik ve ‘sure we can’ röportajlarının ilkini ‘zoru başarmayı seven adam’ ile gerçekleştirdik. AKUT nasıl bir düşüncenin ürünü olarak doğdu? Ben profesyonel bid dağcıyım. AKUT’u da dağcılar kurdu zaten… Dağ ve doğa sporlarında meydana gelebilecek kazalarda can kaybı yaşanmasını 14 Dağcılığa başladığımdan İtİbaren hayalİm K2’ye oksİjen desteksİz tırmanmaktı. Şimdİkİ hayalİmse bu kez oksİjen desteği olmadan Everest’e tırmanmak… Marmara Depremİ İle hayatımıza bİr sİvİl toplum kuruluşu gİrdİ: AKUT. O gün bugündür pek çok felakette hayatı kurtarmak İçİn tüm dünyada çaba harcayan AKUT’un kurucusu üyesi ve başkanı Nasuh Mahrukİ, bİr yandan da kİşİsel bİrİkİmlerİnİ paylaşmak için semİnerler verİyor, kİtaplar yazıyor. Ona göre, bİlgİ paylaşılmadığı sürece, bİr anlam taşımıyor. ma çalışmaları doğaçlama yapılıyordu. Askeri helikopterlerin de yardımıyla arama çalışmalarımızı sürdürdük. Ancak 14 günlük çok yoğun bir çalışmanın sonunda çocukları bulamadık. Bu olayın ardından benim de aralarında bulunduğum bir grup dağcı, bir toplantı düzenledi. Bu toplantıda bazı öngörülerde bulunduk. Toplantıda ön plana çıkan başlıca iki öngörüden biri Türkiye’deki genç nüfusun artışı ve dağ sporlarına artan ilgiydi. Bu- nun sonucunda da doğru orantılı olarak kazalarda da artış beklenebilirdi. Toplantılarımızda dikkat çektiğimiz diğer öngörümüzse dağda kazaya uğrayan bir sporcuya ancak diğer dağcıların yardımcı olabileceğiydi. Bunun üzerine örgütlenmeye karar verdik. Ardından bir yılı ön çalışmalarla geçirdik. Bu süreçte bir şey daha fark ettik; Türkiye’nin coğrafi yapısı 15 nedeniyle yüzde 92’inin deprem riski içerdiğini… Ve nüfusun yüzde 98’i de bu bölgelerde yaşıyordu. Hal böyle olunca “Madem biz, bir aramakurtarmak ekibi kuruyoruz, Türkiye’de bu açıdan bir doğal afet bölgesi, bu durumda kapsamımızı biraz daha genişletelim” dedik. Ve AKUT’u bu zihniyetle kurduk. O günden bugüne kadar da hem arama-kurtarma yapan ve eğitimler veren bir sivil toplum kuruluşu olarak çalışıyoruz. Bugün AKUT dendiğinde akla ilk olarak Nasuh Mahruki geliyor. Şüphesiz bu durumda kuruluşun başkanı olmanızın etkisi de var, ama sanki bununla sınırlı değil gibi… Söylediğiniz üzere bunda başkanı olduğum kadar kurucu üyesi olmamın da payı var. Ayrıca lider kadro içinde AKUT’un vizyonundan ve stratejisinden de sorumlu olan kişiyim. Bununla alakalı olduğunu düşünüyorum. Tabii buna ek olarak gerçekleştirdiğimiz çalışmalarda elde ettiğimiz başarıların da ön plana çıkmamızda etkisi var. Türkiye’yi iki kez TIR ile dolaştınız. Dolayısıyla her kesimden Türk insanıyla karşılaştınız. Halkın AKUT’a yaklaşımı nasıl? Türkiye, maalesef gündemi hızlı değişen bir ülke. Yoksa AKUT’a büyük sempati, saygı ve en önemlisi de güven var. Ancak Türk insanı tam olarak yapılması gerekenleri yapamıyor ve kendi geleceğine sahip çıkamıyor. Örneğin deprem konusu... Evinden taşınması gerekiyor; ancak taşınamıyor. Bu ciddi bir ekonomik yük. Bu konuda çok daha farklı çalışmalar yapılmalı. En önemlisi, büyükşehirlere göçün durdurulması gerekli. Göçü durdurmak bir yana, tersine çevirmek gerekiyor. Göçkaçak yapılaşmayı ve çarpık kentleşmeyi doğuruyor. Keza sorunların çözülmesi zorlaşıyor. Ve depremler bu çarpık kentleşmenin yaşandığı bölgeleri tehdit ediyor. Peki, bu nasıl önlenir? En önemlisi, diğer illerde de yatırım yapıp, istihdam sağlayarak… İnsanların sıkıntısı olmasa, kendi evini terk edip, göç eder mi? Bir AKUT gönüllüsü, bir felakette nasıl hareket eder? Ne zaman uyur? Ne zaman temposunu yükseltir? Zamanı nasıl kullanır? AKUT’u dünyadaki arama-kurtarma ekiplerinden ayıran en önemli özellik, kapsamlı bir ekip olması. Zira AKUT dağ kazalarında da, doğal afetlerde de gereken yetkinliğe sahip bir ekip... Bu olaylara göre farklılık gösterebiliyor. Normalde bizim gibi ekiplerde vardiya usulü çalışılır. Belli ekipler çalışırken, belli ekipler dinlenir. Ancak biz, hiç böyle çalışmadık. AKUT’un özellikle depremlerdeki disiplini gayet iyidir. Çünkü depremlerde ilk üç-beş günde ne yapıyorsanız yaparsınız. Marmara Depremi’nde büyük özveriyle çalıştık. Şu kadarını söyleyeyim, ben beş gün boyunca yalnız altı saat uyudum. Ekipteki herkes böyleydi. Bu yüzden de hem yurtiçinde hem de yurtdışında başarılı olabiliyoruz. Dolayısıyla sistematik biçimde hareket ettiğimiz, şu saatte yatacağız, şu saatte arayacağız şeklinde oluşturduğumuz bir planımız yok. Daha doğrusu teoride var, ancak uygulamada yok. Özellikle kitlesel afetlerde tek hedefimiz, daha çok insanın hayatını kurtarmak! Nasuh Mahruki’ye dönecek olursak; sitenizde 1992 yılından bu yana yaptığınız çalışmaları görebiliyoruz. Merak ettiğim, aralarından hangisi, doğa sporlarına başlarken Mahruki’nin kurduğu bir hayaldi ve gerçeğe dönüştü? Hepsinin kendi içinde ayrı bir önemi var. Ama bir hayal diyorsanız, oksijen desteği almadan tırmandığım K2’ydi… K2’nin zirvesine çıkmak, dağ sporuyla ilgilenen herkesin hayalidir. Daha da ötesinde efsanedir. Zirvesine ulaşan her sekiz kişiden birinin hayatını kaybettiği bir dağdan bahsediyoruz. ‘Dikey Limit’ adında bir film yapılmıştır Tibet’te ... K2 üzerine. Bu nedenle biraz diğerlerinden ayırırım K2 tırmanışımı. Everest’i ve bir de Pobeda tırmanışını da çok önemserim. Mahruki’nin AKUT çatısı altındaki çalışmalarının yanında seminerler verdiğini, Bahçeşehir Üniversitesi’nde ders verdiğini, keza yazdığı kitapları biliyoruz. Bilgi ve birikimi paylaşmak sizde nasıl bir duygu uyandırıyor? En önemli konu bu. Ben dağ sporlarına başladığımda ve sonra AKUT’u kurduğumuzda önümde kimse yoktu. Ve sorularım olduğunda sorabileceğim kimse de... Her şeyi deneyerek öğrendim. Benden sonrakilerin daha rahat etmesini istediğim için bilgilerimi, birikimlerimi paylaşmanın çok önemli ve gerekli olduğunu kavradım. 20 - 21 yaşında dağlara mağaralara, kamplara, ormanlara gidip o güzellikleri yaşayınca insan bunları paylaşmazsa bir şeylerin eksik kalacağını hissediyor. İnanılmaz güzellikteki bu yerlerde elde ettiğim tecrübeleri ve birikimi kimseyle paylaşmadıktan sonra, bir şeyler eksik kalır hep. Çünkü paylaşmadıktan sonra o bilgiyi sadece sen biliyorsun. O yüzden paylaşmak, en az yapmak kadar önemli. Bu düşünceden hareketle 7 bin metrelik ilk tırmanışımı konu alan ‘Bir Dağcının Güncesi’ adıyla ilk kitabımı yazdım 24 yaşında... O tırmanışta günlük tuttum, fotoğraf çektim. Sonrasında da her tırmanışımda, her çalışmamda günlük, fotoğraf makinesi, video kamerası götürmeye başladım. Günlük tuttuğunuzda, aslında bir rehber hazırlı- Bİr dönem Sİvİl Savunma İle karşı karşıya geldİk. Ancak bu tasarruf sonrasında sert bİr bİldİrİ yayınlayarak sesİmİzİ yükseltİnce, sular duruldu. Şİmdİlerde sorunumuz yok... yorsunuz. Mesela motosikletle yaptığım yolculuğumu anlattığım kitabımı rehber gibi kullanarak, aynı yolculuğu gerçekleştiren insanlar var. TNT ‘sure we can’ sloganıyla insan hayatıyla faaliyetlerini ilintilendirilen bir vizyona sahip. Başarılması güç çalışmalara imza atan Nasuh Mahruki’den bu vizyon odaklı bir iki cümle duymak, bizi mutlu edecek… Aslında yazmaya devam ettiğim ‘Kendi Everest’inize Tırmanın’ adını verdiğim kitabımda da biraz bu konudan bahsediyorum. Bir kişisel gelişim kitabı. Yaklaşık 14 yıldır liderlik, takım çalışması, kendini tanımak, risk yönetimi gibi konularda verdiğim seminerlerin birikimini pay- Hindistan depremi... laşıyorum. Kitabın ana fikrinde de insanın her şeyi başarabilecek bir varlık olduğu yatıyor. Çünkü her insanın içinde bir potansiyel var. Önemli olan insanın kendini keşfetmesi ve kendine uygun hedefler belirlemesi. Önce insanın kendini tanıması gerekiyor. ‘Sure we can’ vizyonunu da bu doğrultuda düşünebiliyorum. Zira herkes, içindeki potansiyelle doğru orantılı olarak koyduğu hedefleri gerçekleştirebilecek yapıya sahip. Ama en kritik nokta, önce insanın kendini doğru tanımlaması ve kendi zirvesini doğru seçmesi. Sonrasında da bu hedeflerin arkasından inançla, cesaretle ve kararlılıkla yürümesi gerekli tabi… Şimdi sırada Everest’e oksijensiz tırmanmak var Everest’e bir kez daha, bu kez oksijen desteksiz tırmanmak istiyor. Ancak henüz sponsor bulamamış. Sponsoru bulduğu an gitmeye hazır. 15 yıl sonra tekrar Everest’e tırmanmanın heyecanını bize bu projesini anlatırken yaşıyor. Konu sponsora gelmişken, ülkemizdeki sponsorluk faaliyetlerine de bir gönderme yapıyor: “Türkiye’de sponsorluk kavramı, hala oturmuş değil. Ne kadar etkili bir tanıtım aracı olduğu anlaşılamadı. Hem başarılı ve üretken insanlar için hem de vizyon sahibi kurumlar için çok iyi bir fırsat sponsorluk. Hayatta kalite arayanlar BU KENTLERE AŞIK OLUR! Bİr İstanbullu İçİn ne olursa olsun, en güzel kent İstanbul’dur. Ve doğrudur da… Bu kentte yaşamak bir ayrıcalıktır, ama ne pahasına! Dünyanın en yaşanabilir kentlerİ, belkİ İstanbul kadar güzel değİl, ama hayatta kalİte arayanlardansanız, sankİ bambaşka bİr dünya!.. C eşitli uluslararası kuruluşlar, “Nasıl bir kentte yaşamak istersiniz?” sorusunu yanıtlamak için çeşitli ölçütler ve bu ölçütlere dayalı göstergeler geliştirip durur. Her yıl onlarca sıralama yapılır. Kıstaslar, farklılıklar taşır, ama hepsi ‘en yaşanılır kenti arama’nın peşindedir. Genelde kamusal hizmetler, hayat kalitesi, kentin doğla ve tarihi güzellikleri, nüfusun gelir düzeyi, güvenlik gibi ölçütler en ön sırada yer alır. Her yıl bu sıralamada bazı kentler bir iki sıra geriler, bazılarının yıldızı parlar. Bu her zaman o kentin hayat kalitesinin yükseldiği anlamına da gelmez. Küresel ölçekte cazibe merkezi olarak kalmak zordur ve bazen sırf bu nedenle yeni kentleri keşfetmek gerekir. ‘Mercer Yaşam Niteliği Araştırması’, her yıl ‘en yaşanılır kentler’ sıralaması yapan çalışmalardan biri. Dünyanın belli başlı kentlerini aşağıdaki 10 ölçüte göre karşılaştırıyor. Siyasal ve toplumsal çevre, bu kıstaslardan ilki… Suç oranı, yasaların uygulanması, can güvenliği, katılımcı demokrasi gibi konular, bu kıstası oluşturuyor. Can güvenliğinin ardından doğal olarak ekonomik olanaklar geliyor. Yani kentin sakinlerine sunduğu iş imkanları, finansal hizmetler, gi- 18 19 Bern, Cenevre, Helsinki, Zürih… Mal ve hizmetler açısından Kanada, Avustralya, Avusturya, Finlandiya ve İsviçre ideal ülkeler. Kişisel güvenlik riski düşük, altyapıları güçlü yerler. Rapor Vencouver’ı Melbourne ile birlikte ‘en yaşanabilir dünya kenti’ olarak tanımlıyor. Bu iki kenti Viyana izliyor. Dünyanın en kötü kenti Zimbabve’nin başkenti Harare. Afrika, Singapur dışında Güney Asya ve Latin Amerika kentleri de genelde kötü puan alıyor Barınmak, insanoğlunun yeme-içmeden sonraki en hayati meselesi… Makul fiyata, kaliteli ev satın almak ya da kiralamak, evi döşeyebilmek. bakım hizmetlerini karşılayabilmek de ‘en yaşanılır kent’ olmanın ölçütlerinden. Hatta pek çok insan için ilk sıralarda yer alan ölçütlerden biri... rişim kolaylıkları… Sosyokültürel yapı da en az o kadar önemli… Bazıları daha iyi yaşar! Mercer’a göre önemli bir ölçüt; yani tiyatrodan tutun da her türlü kültürel sanatsal etkinliğin desteklenmesi ve özgürce yaşanabilmesi… Tabii ki konu ‘en yaşanabilir’ olunca, sağlık ve sağlık önlemleri de ilk sıralarda yerini alıyor. Sağlık hizmetlerine erişim, bulaşıcı hastalıklara karşı önlemler, atık yönetimi ve hava kirliliğinin düzeyi kentin yaşanabilirliğinde önemli bir rol oynuyor. Bir kenti çekici yapan unsurlardan biri de eğitim imkanları… Uluslararası okulların düzeyi ve bu okullara erişim olanakları bu açıdan büyük önem taşıyor. Özellikle gençlerin New York ya da Londra’yı tercih etmelerinde temel etken işte bu unsur. Bir kentten söz ediyorsak eğer, tabii ki ilk akla gelecek konulardan biri de belediye hizmetleri- nin kalitesi. Toplu taşıma, elektrik, su, trafik yoğunluğu, bir kent sakininin hayat kalitesini doğrudan etkileyen etmenler… İstanbul’da yaşayanlar için bunu anlamak hiç de zor olmasa gerek! Tabii ki her kente en az bir Beyoğlu lazım… Eğlence, yeme-içme olmadan, bir kentin cazibe merkezi olması mümkün değil. Mercer’ın kıstaslarından biri de kent halkının boş zamanlarını değerlendirmesindeki imkan çeşitliliği. Lokantalar, tiyatrolar, sinemalar, spor merkezlerinin sayısı ve çeşitliliği, bu sıralamada önem taşıyor. Ve tabii ki her türlü tüketim malının kolay erişilebilir olması da o kentin hayat kalitesini ortaya koyan bir ölçüt. Yiyecek, günlük tüketim maddeleri, hatta taksi bulmak bile bu kıstasın unsurları arasında yer alıyor. Barınmak, insanoğlunun yeme-içmeden sonraki en hayati meselesi… Makul fiyata, kaliteli ev satın almak ya da kiralamak, evi döşeyebilmek. ba- 20 En çevreci kentler, Kuzey Avrupa’da Bir diğer sıralama yapan kurum ise ünlü Readers Digest dergisi… Ağırlıklı olarak çevre kriterlerini alan bu klasmanda çevre koruma ve halkının refahına düşkün Finlandiya, İzlanda ve Norveç ‘en yeşil’ ülkelerin başında. Hava kalitesi, su, biyoçeşitlilik veya sera etkisne yol açan gaz salımı gibi kım hizmetlerini karşılayabilmek de ‘en yaşanılır kent’ olmanın ölçütlerinden. Hatta pek çok insan için ilk sıralarda yer alan ölçütlerden biri. İklim koşulları, coğrafi yapı ve doğal afetlerle karşı karşıya kalma riske de bir kentin yaşanabilirliğini belirleyen ve insan eliyle değiştirilmesi mümkün olmayan koşullar olarak önem taşıyor. Söz gelim pek az kişi, ne kadar hayat kalitesi yüksek olsa da İskandinavya’da yaşamayı tercih etmiyor. Sadece kış mevsimi boyunca gün yüzü görmemek bile, pek çok insan için kabul edilemez bir durum. Kaldı ki İskandinavlar bile hala buna alışabilmiş değil, intihar oranının yüksekliği bu doğal koşullara bağlanıyor. Deprem, fırtına, sel ve yanardağlarla hayatı paylaşmak da kent ne kadar güzel olursa olsun, insanları tedirgin ediyor. Felaket yaşandığında ise hayat kalitesi diye bir şey kalmıyor. Bazıları içinse hayatın sonu anlamına geliyor. Bu nedenle New Orleans’ın o kendine özgü güzelliğinden çok Katrina kasırgası hatırlanıyor. Avrupa, Avustralya ve Kanada hayat kalitesinde fark atıyor İşte tüm bu kıstaslar çerçevesinde belirlenen Mercer’ın 2008 listesinde Avrupa kentleri egemenliğini ilan etmiş. İsviçre ve Almanya ilk 10’da üçer kente sahip. Tabii Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda’dan kentler de var. İlk 50’de, yalnızca, Avrupa ülkeleri, ABD, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya ve Singapur kentleri var ve hiçbir Afrika ya da Güney Amerika kenti bulunmuyor. Asya’dansa yalnızca Japonya ve Singapur yer alıyor. Mercer araştırması, ayrıca, belli başlı kentleri, kişisel güvenlik düzeyine göre karşılaştırıyor. Kişisel güvenlik açısından ilk 50’deki kıtasal dağılımı aşağı yukarı aynı. Geçmiş yıllarla kıyaslanınca Güney Asya, özellikle Hindistan’dan, Doğu Asya özellikle Çin’den, Ortadoğu ve Doğu Avrupa’nın yükselişte olduğu dikkat çekiyor. çevre ölçütlerinin yanı sıra GSMH, eğitim ve işsizlik oranıyla halkın mutluluk seviyesi gibi kriterler göz önüne alınarak hazırlanmış. Liste hazırlanırken, BM tarafından geliştirilen İnsani Kalkınma Endeksi’nin yanı sıra Amerikan Yale ve Columbia üniversiteleriyle Dünya Ekonomik Forumu endesklerine de dikkat edilmiş. Yaşanabilirlik ölçütleri atıklar, geri dönüşüm, elektrik fiyatı, partikül kirliliği, yeşil alanlar, toplu taşıma verileri… En yeşil listesinde Stockholm ve Oslo ilk üç sırada. Münih ve Paris onları izliyor. İlk 10’daki sekiz ülke Avrupa’dan… En çevreci kentler sırasıyala; Stockholm, Oslo, Münih, Paris, Frankfurt, Stuttgart, Lyon, Düsseldorf, Nantes, Kopenhag. Az nüfus, huzur ve kalite getiriyor Güvenlik, sağlık, beledİye hİzmetlerİ, sosyokültürel ortam, ekonomİk fırsatlar, doğal çevre ve daha pek çok kıstasları dİkkate alarak hazırlanan ‘dünyanın en yaşanabİlİr kentlerİ’ arasında Türkiye’den bİr kent bulmak ne yazık ki imkansız... Ama Avustralya ve Kanada, bu koca kıtayla yarışacak kadar kent sokabİlİyor lİsteye… Kişisel güvenlik listesi de yapmış Mercer. AB ve İsviçre kentleri öne çıkıyor. İlk beş Lüksemburg, 21 Doğasıyla ve dokusuyla büyüleyen kentler Dünyaca ünlü iş dünyası dergisi Forbes’un, doğal güzellikleri dikkate kıstas alarak seçtiği, Avrupa’da yaşanabilecek en iyi 10 kentten ikisi İtalya’da… Gaiole (Toscana, İtalya) Tarihi Floransa kentine 40 kilometre uzaklıkta olan Gaiole, üzüm bağları ve şaraplarıyla ünlü. Pastoral bir ortamda, bol bol şarap içip, otantik İtalyan yemekleri yemek için biçilmiş kaftan. Kopenhag (Danimarka) Danimarka’nın başkenti olan Kopenhag, Zealand ile Amager adaları üzerine kurulmuş bir kent. Kopenhag, İskandinav ülkeleri arasında en çok turist çeken şehir olma özelliğini de taşıyor. Hayat kalitesi gerçekten müthiş… UlaSaint-Remy-de-Provence (Fransa) şımdan bir örnek verelim… Belediye meydanÜlkenin güneyinde bulunan bu kent, antik lara bisikletler bırakıyor. Bir jeton atıp, bisikleti Roma kenti Glanum’un kalıntılarına ev sa- alıyor, istediğiniz gibi kenti gezebiliyorsunuz. hipliği yapıyor. Tarihi dokusunun yanı sıra otelleri ve restoranlarıyla da çok çekici… 22 Kefalonya (Yunanistan) Ülkenin batısında bulunan İyon Denizi’nin en büyük adası. Yaklaşık 45 bin nüfusu olan ada, doğal güzellikleri nedeniyle dünyanın birçok bölgesinden turistleri ağırlıyor. Denizin tadını çıkarmak için en iyi adreslerden biri. Tabii ki taze deniz ürünleri ve uzo eşliğinde keyif yapmayı da unutmamak gerek. Ljubljana (Slovenya) Slovenya’nın başkenti ve en büyük şehri olan Ljubljana, Alpler ile Adriyatik Denizi arasında yer alan bir Avrupa kenti. En büyük şehri dediğimize bakmayın, İstanbul’un yanında bir maket kadar kalır. Mimari dokusuyla herkesi kendine hayran bırakacak bir şehir. kent, 15’inci yüzyıldan kalma evleriyle ünlü. ürperten Balkanlar’a özgü ormanlarla çevrili ve özgün mimarisiyle Sibiu, çok farklı bir atmosfere sahip. Budapeşte (Macaristan) Macaristan, Orta Avrupa’nın en güzel ülkelerin- Roma (İtalya) den biri…Başkent Budapeşte, Tuna’nın bir yan- Aslında çok söze hacet yok! 2 bin 500 yılı aşkın dan hayat verdiği öte yandan ikiye böldüğü ilginç bir tarihiyle İtalya’nın başkenti bir açıkhava mübir kent. Bir yakasında Budin ile diğer yakasındaki zesi gibi… İstanbul gibi yedi tepe üzerine kurulPeşte kentlerinin 1873’te birleştirilmesiyle doğ- muş bu kenti, çarpıcı kılan sadece tarih değil, hala Burford (İngiltere): muş. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun cıvıl cıvıl hayat dolu olması. Her adım başında Oxfordshire bölgesinde bulunan Burford, bugüne mirası olan Budapeşte’de tarih, mi- İtalyan mutfağının özgün lezzetlerini tadabileWindrush nehri üzerinde yer alıyor. Orta- mari ve doğa iç içe bir seranad yapıyor. ceğiniz restoranları, özgün mimarisi de cabası… lama bir evin fiyatının 1 milyon TL’yi aştığı Avrupalılar’ın en sıcakkanlıları sayılabilecek Macarlar ise bu dokuya ayrı bir güzellik katıyor. Deja (İspanya) Deja kenti, İspanya’nın en büyük adası olan ve turistlerin akınına uğrayan Mallorca üzerinde… Her Sibiu (Romanya) Drakula’nın ülkesi Transilvanya’da bulunan bu şe- türlü konforu bulabileceğiniz, buna karşın görece hir, 2007’e Avrupa Kültür Başkenti seçilmişti. Biraz az betonlaşmış bir kent. 23 K apak konusu Avrupa’nın sanayisi ve kültürel yapısı diğerlerinden ‘özel’ kentler olunca bunların arasında İstanbul’u da ayrı bir kefeye koymalı diye düşündük. Ve konu İstanbul’un mimari yapısı, kültürel ve tarihi mirası olunca adres olarak Mimarlar Odasına çevirdik rotayı… Mimarlar Odası Kurucu Şubesi’nde Başkanlığı yürüten Eyüp Muhçu ile İstanbul, kentsel dönüşüm projeleri ve mimari doku üzerine keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Eyüp Muhçu’yu yakından tanıyabilir miyiz? 1962 yılı Trabzon doğumluyum. Serbest mimarlık yapabilecek seviyeye gelene kadar da tahsil hayatım dahil tüm zamanımı Trabzon’da geçirdim. Ardından İstanbul’a geldim. Ve serbest mimar olarak mesleki çalışmalarıma yön verdim. Ve bugün başkanlığını yürüttüğüm Mimarlar Odası’na 1987 yılında girdim. Ve 20 yılı aşkın nıyor. Şu anda röportajı gerçekleştirdiğimiz Büyükkent Şubesi de Oda’nın kuruluşuna sahne olan yerdir. Geçen 55 yıllık süre içerisinde 1984 yılını bir kenara bırakırsak Mimarlar Odası çalışmalarında sürekliliği ön planda tutmaktadır. 55 yıl boyunca gösterdiği direnç ve duruş da bir yerde geleneklerine ve köklü kültürüne dayanmaktadır. Bugün İstanbul Büyükkent Şubesi’nde 15 bin, Mimarlar Odası’nın genelinde ise 35 bin üyesi bulunmaktadır. Bu rakamların kuruluş aşamasında binler civarında olduğunu düşünecek olursak aradan geçen zamanda kaydedilen aşamanın ne denli büyük olduğunu görebiliyoruz. Mimarlar Odası mesleki alandaki çalışmalarının yanı sıra kurumsal çalışmalarıyla da kendine bir kimlik oluşturmuştur. Bu çalışmalarının temel yaklaşımında da toplum yararına hizmet vardır. Mimarlar Odası ile ilgili bir de küreselleşmeden Bu coğrafyadan ayrı kalmayı düşünemiyorum! “İstanbul mimari yapısıyla, sakladığı gizli tarihiyle bir dünya mirası…” Sözlerin sahibi Eyüp Muhçu. Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi Başkanlığı’nı yürütüyor... Bu coğrafyayı her yönüyle çok seviyor ve ekliyor: “Bu coğrafyadan ayrı kalmayı hayal dahi edemiyorum…” süredir Mimarlar Odası’nın birçok kademesinde görevler aldım. Ve şuanda Büyükkent Şubesi’nin başkanlığını üstleniyorum. Bunun yanında sosyal ve kültürel farklı derneklerde de bazı görevler yürütüyorum. Bize biraz Mimarlar Odası’ndan bahseder misiniz? Mimarlar Odası’nın kuruluşu 1954 yılına daya- bahsetmek istiyorum. Biz küreselleşmeyi kendimize en önemli vizyon olarak belirledik. Çünkü çalışmalarımızın odak noktasında Mimarlar Odası’nın temelini her adımda daha da güçlü kılmak yatıyor. Bugün de çalışmalarımıza bu doğrultuda yön veriyoruz. Şöyle ki uluslararası alanda hem bölgesel hem de genel kuruluşlara üyeliklerimiz bulunuyor. Örneğin; Uluslararası Mimarlar Birliği’ne üye olduğumuz gibi Kara- 24 deniz Ülkeleri Mimarlar Birliği’ne de üye konumdayız. Bizim bu adımlardaki temel amacımız; Mimarlar Odası’nın global anlamda diğer ülkelerdeki meslektaşlarıyla bir diyalog kurması ve globalleşme var… İstanbul ve mimariye dönecek olursak; İstanbul bakıldığında birçok medeniyete ev sahipliği yapmış bir kent… Bu duruma ne- redeyse her köşesinde rastlıyoruz. Bu açıdan İstanbul’un mimarisi ve köklü geçmişi konusunda sizden de birkaç cümle duymak isteriz… İstanbul her yönüyle önemli bir kent. Bir dünya kenti. Bunun yanında taşıdığı kültürel niteliklerle de bir dünya mirası. Taşıdığı topoğrafya, ve peyzaj yapısı İstanbul’u dünyanın vitrinine çıkarmış vaziyette. Şimdi böyle bir kentin mimari değerlerini bir bütün olarak düşünmek gerekiyor. Neolitik devirden başlayarak, Roma, Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet’in kültürleriyle doğru orantılı olarak taşıdığı mimari yapısı İstanbul’u çok önemli bir şehir haline getirmiş durumda. Her dönemin kendine has güzelliği bugün İstanbul’un farklı farklı köşelerinde geçmişi saklıyor. İstanbul gibi birbirinden farklı mimari çizgilerin bir arada olduğu kentlerden dünya üzerinde çok çok az var. Bu kentlerin arasında mesela Kaire var, Pekin var. Avrupa’da da bu kadar geniş bir kültür geçmişine sahip kent yok. Bu bile İstanbul’un nasıl dün- Ekonomİk krİzden mİmarlar da nasİbİnİ aldı. Ancak neyse kİ baştakİ olumsuz hava bugünlerde yerİnİn daha huzurlu bİr ortama bırakıyor. ya kültür mirası kentlerinden bir tanesi olduğunu açıklıyor. Peki, bu kadar sevdiğiniz İstanbul’un sizin için özel sayılabilecek bir köşesi var mı? Yukarıda da dediğim gibi İstanbul’u İstanbul yapan bu eşsiz bütünlüğü… Farklı mimarilerin bir arada buluştuğu bir kent İstanbul… Bu nedenle 25 birini birinden ayırmak bana çok doğru gelmiyor. Hepsinin kendi içinde bir güzelliği, geçmişi ve özelliği var. Dolayısıyla her köşesini farklı değerlendirmektense İstanbul’u ve diğer mimari özelliğe, geçmişe sahip kentleri bir bütün olarak görüp değerlendirmeli… Tarihi güzelliklerin korunmasından bahsediyorken; Özellikle Tarlabaşı ve Haydarpaşa projelerinde Mimarlar Odası’nın sesini yükselttiğini görüyoruz. Biraz bu kentsel dönüşüm ve diğer projelerden bahseder misiniz? Sizce atılan adımlar nasıl? Aslında bu dönüşüm projeleri konusunda çarpık kentleşme anlayışı 1950’li yıllara dayanıyor. Bu tarihten sonra yapılan bazı projelerle tarihi yapıların bir kısmı zarar görmüş, bir kısmı yok olmuş, bir kısmıysa yok olmaya yüz tutmuştur. Ve bu süreç ne yazık ki günümüzde de devam etmektedir. Düşünün aradan geçen zaman 1 yıl 10 yıl değil… Yarım asır… Ve daha da kötüsü bu akımın bugün hız kazanmış olması. Bu sürecin temel özelliği ulaşımın karayoluna indirgenmesi ve göçün özendirilmiş olması. Ve göçün temelinde de sanayi yatırımlarının sadece belli bölgelerle kısıtlı kalması… Dolayısıyla bir kentsel dönüşüm planı yaparken oranın kendine has kültürünü, oranın halkını ve oranın mimarisini zarara uğratıyorsanız; yaptığını projenin pek de bir artısı yok. Siz sadece taşları oynatarak yapıya zarar veriyorsunuz demektir. Peki, son dönemdeki büyük projelere bakacak olursak; yerli yatırımların yabancı mimarlarla çalıştığını görüyoruz. Sizce bu durumun temelinde ne yatıyor? Ben bunları bir pazarlama stratejisi olarak görüyorum. Yani temelinde “Yabancı mimar iyi, yerli mimar kötü” ayırımı yok! En azından buna inanıyorum. Zira yabancı bir mimarı projeye adapte ettiğinizde o yapının geleceği konusunda gerek medya gerekse halk algısı istenen şekilde yönlendirilebiliyor. Hal böyle olunca da yatırımcılar yerli mimardansa yabancı bir mimarı tercih ediyor. Bu arada bir şeyi daha göz ardı etmemek gerekir; Restorasyon oldukça riskli bir iş. Zira içinde tarihi barındıran yapıyı yıllara dayanıklı hale getirelim derken ortadan kaldırabilirsiniz. Bu nedenle restorasyon işleri nitelikli yapılmalı. Niteliğin temelinde de restorasyon malzemelerinin ülke içerisinde üretimi de önemli paya sahip… yabancı mimar tercihinde kentsel suçun meşrulaştırılması da yatıyor. Nedir bu kentsel suç? İşte yapacağınız şey kentin mimari yapısıyla zıtsa; veya halkın yaşam alanını kısıtlıyorsa; veya muadili yapı- 26 lardan negatif farklılık taşıyorsa, siz bunu yabancı mimar getirerek kendi düşüncelerinizi ona empoze ediyor, işlediğiniz kentsel suçu meşrulaştırıyorsunuz. Oysa Türkiye’deki mimarlık hizmetlerinin niteliği köklü geçmişe sahiptir. Bugün bir çok üniversitede mimarlık fakülteleri vardır, Türk mimarlığı uluslararası mimarlarıyla başa baş vaziyettedir. Buna rağmen yabancı mimarların Türkiye’de söz sahibi olması Türk mimarisine zarara vermektedir. Ayrıca yabancı mimar demişken; getirdiğiniz yabancı mimar, yapacağı semtteki kültürel dokuyu size Türk mimardan daha mı iyi bilecektir? Bana “Projeye başlamadan tabii ki araştırma yapıyordur Eyüp Bey” diyebilirsiniz. Araştırma yaparak kazanılan bilgi bambaşkadır, yaşanarak elde edilmiş kültür bambaşkadır. Dolayısıyla yabancı mimar dediğimizde bu durumu da göz ardı etmemeliyiz. Hazır projelerden bahsediyorken; son dönemde imza atılan restorasyon veya yeni projelerden beğendiğiniz veya ayrı tuttuğunuz bir çalışma var mı? Tekil bir bina olarak bir projeyi bir kenara ayırmam doğru değil. Ancak restorasyon uygulamalarıyla ilgili birkaç cümle sarf etmek isterim… Röportajın başından bu yana Türkiye’nin mimarisinin bir dünya mirası olduğundan ve bu yapının korunmasından bahsediyoruz. Gerçekten de bu yapıya sahip olmak kadar bu yapıyı korumak da önemli… Bugün Türkiye’de oldukça başarılı restorasyon projeleri olduğunu görüyoruz. Kimi kamusal destekle kimiz özel teşviklerle desteklenen birçok proje var. Ancak aralarında talihsiz şeklinde niteleyeceğimiz işler de var. Örneğin surların restorasyonu; O kadar uzun sürmesine detaylı çalışılmasına rağmen istenen sonuca ulaşılamadı. Surlar göz önündeydi, gördük, kim bilir gözden ırak Anadolu kentlerinde neler oluyor? Restore etmek oldukça riskli bir iş… Zira var olan yapıyı iyileştirmeye çalışırken yok etme riskiniz bulunuyor. Yok etmekten sadece yıkmak sonucunu çıkarmayın! Burada yapının kültürel geçmişine zarar vermeniz, o yapıyı yerle bir etmenizle eşdeğer bir şey… Var olan yapıya zarar vermeden restore etmek nitelikli çalışmalarla sağlanabilir. Bunun temelinde de restorasyon malzemelerinin üretimini gerçekleştiriyor olmak yatıyor. Örneğin İtalya bu konuda en başarılı ülke konumunda. Neden? Çünkü restorasyon malzemelerini kendi üretiyor. Keza Almanya. Dolayısıyla bizim ülkemizde de başarılı restorasyonlar yok diyemiyoruz, ancak daha nitelikli hale getirilmesini istiyoruz. İstanbul’un her köşesİ tarİhİn İzlerİnİ taşıyor. Ve Marmaray Projesİ’ndekİ kalıntıların da gösterdiğine göre geçmişi 40 bin yıla kadar dayanıyor. Bu miras bugüne kadar geldi. Bugünden sonraya korunması da bizim elimizde. Kentimize gereken önemi göstermeliyiz. Kültürel ve tarihi yapı demişken; dünya kentleri hakkında belki bize birkaç cümle kurarsınız. Biraz kıtaları aşıp bize oranın mimarisi ve kültürel yapısı hakkında görüş bildirir misiniz? Veya soruyu kişiselleştirecek olursak, Muhçu hangi kentte yaşamak ister? Kendine has bir kültürel ve mimari altyapıya sahip tek coğrafya burası değil… Şüphesi bir İtalya’nın bir Roma’nın bir Mısır’ın keza Balkan ülkelerinin ve daha birçok kentin kendine münhasır özellikleri var. Çünkü yukarıda da dediğim üzere 40 bin 50 bin yıllık bir geçmişten bahsediyoruz. Ve tarih her adımda bir iz bırakmıştır çeşitli kentlerde. Dolayısıyla her kentin içinde sakladığı saklı bir gizem vardır. Örneğin Floransa’nın mimarisi çok güzeldir. Her sokağın, her binanın içinde gizli bir tarih yatmaktadır. Sorunun ekine gelirsem; Muhçu hangi kentte yaşamak ister dediniz… Muhçu İstanbul’u Türkiye’yi sadece kültürel bir gezi için terk eder. Onun dışında hayatımı sürdürmek için başka bir kente gitmeyi hayal dahi edemiyorum. 27 Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi Büyükkent Şubesi neden önemli? Çünkü yarım asırdan bu yana varlığını sürdüren derneğin temelleri Beşiktaş Yıldız’daki tarihi binada atıldı. Kim bilir belki de Eyüp Muhçu ile röportajımızı yaptığımız yerde 54 yıl önce kuruluş çalışmaları yapılıyordu. Ve Büyükkent Şubesi’nin önemini gözler önüne koyan bir başka veri; İstanbul’daki mimarların yüzde 50’ye yakını Büyükkent Şubesi’ne üye… Etkinlik S adece doğası ve tarihi geçmişiyle değil, hemen her özelliğiyle Anadolu, sürprizlerle doludur. Her iline, bırakın her ilçesine özgü mutfak kültürü bu sürprizlerden biridir. Ama daha büyük bir sürpriz, her ilin kendine özgü mimari dokusudur. Benzersiz, kendine özgü ve anonim bir sanat gibi gelişmiştir Anadolu’da mimari… Bir köşesinde Bizans, bir kolonunda Selçuk, pek çok detayında çok daha eski Anadolu Amasya’nın her mahallesinde özgün mimarisyel şirin yüzlerce ev karşılar misafirleri… uygarlıklarının küçük ya da büyük bir mirası göz kırpar Anadolu’nun evlerinde… İşte Amasya da böyle bir mimari mirasa ev sahipliği yapar. Karadeniz ile Doğa Anadolu bölgelerinin coğrafi, topografik ve iklimsel özelliklerini barındıran bu kentinde, bir an kendinizi İstanbul Boğazı’ndaymış gibi hissetmeniz, fantastik bir hikayedir aslında! Denize bayağı bir uzak olan, Osmanlı’nın ‘Şehzadeler Şehri’nde, şehzadelere yakışır yalılar dizilir Yeşilırmak boyunca… Osmanlı mimarisi örnekleridir. Genellikle yan yana, bitişik nizâm olarak düzenlenmiş olan bu konut mimarisinin güzel örneklerini ‘Yalıboyu Evleri’ olarak bilinen konut dokusu oluşturur. Yeşilırmak kenarında, tarihi sur duvarı üzerine, ahşap çatkı arası kerpiç dolgulu olarak, kırma ya da beşik çatı üzeri oluklu kiremitle örtülü bir biçimde düzenlenmiş olan ve geleneksel Osmanlı evinin bütün özelliklerini bünyesinde taşıyan bu evler, Amasya’nın tarihsel kimliğiyle uyumlu bir görünüm ortaya koyuyor. Osmanlı mimarisinden nadide örnekler Amasya kent dokusunun çeşitli yerlerinde, özellikle Yeşilırmak sahilinde yer alan geleneksel Osmanlı evi örnekleri Amasya mimarî yapıları içerisinde önemli bir grup teşkil eder. Zira sadece Yeşilırmak kıyısındaki evler değildir özgün olan, Gündelik hayat ne gerektiriyorsa… Evler, bodrum üzeri tek kat ya da iki katlı olarak düzenlenmiş. Bazı uygulamalarda birinci kat üzerinde bazı uygulamalarda ise ikinci kat üzerinde köşk olarak bilinen şahniş yer alır. Genellikle avlulu ve bahçelidir. Özellikle haremlik ve selamlık İşte bu nedenle Amasya evleri, daha çok 19’uncu yüzyıla ait ve hepsi de 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na istinaden Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nca koruma altına alınmıştır. Bu konutlar, ‘Hımış’ ve ‘Bağdadî’ teknikle inşa edilmiş Denizden çok uzakta yalı keyfi yaşamak Anadolu’nun her köşesinde insanı önce şaşırtan, ardından hayran bırakan bir mimariyle karşılaşıyoruz. Bunlardan biri de denizden uzak Amasya’daki yalılar! Osmanlı mimarisinin bu özgün yapıları, Yeşilırmak boyunca diziliyor bir inci kolye gibi… Belki İstanbul Boğazı’ndakiler kadar heybetli değil, ama o mütevazılıkları içinde çok daha nadideler! 28 29 tarzda düzenlenmiş örneklerde bahçe ortada kalmakta ve konutlar dışa kapalı bir görünüme sahiptir. Bu dışa kapalılık diğer konutlarda bazen yüksek bir bahçe duvarı nedeniyle karşımıza çıkar. Konutların ikinci kat uygulamaları genellikle dışa taşkın, cumbalıdır. Bu yapım tekniği hem evin plânında bir simetri oluşturur hem de daha fazla yaşam alanına sahip olunmasını sağlar. Özellikle Yalıboyunda tarihi sur duvarı üzerine yapılmış olan konutlarda bu durumu çarpıcı bir şekilde görülür. Buradaki konut dokusu, ‘eliböğründeler’ ile desteklenerek dışa taşırılmış ve böylece evlerin iç mekanlarında bir genişleme meydana gelerek mekan kazanımı sağlanmıştır. Çıkmalarla dışa açılan mekanlar Bu dışa doğru çıkmalar sayesinde daha çok dışa açık, geniş ve aydınlık olan ikinci katlar, alt katlara oranla daha fazla pencere uygulamasına olanak verir. Pencereler daha çok giyotin pencere tarzında ele alınır ve genellikle üçlü gruplar halinde düzenlenir. Pencere önlerinde, dışarıdan bakıldığında içerinin görülmesini engelleyen ahşap kafeslikler dikkat çeker. Günlük yaşam evlerin iç mekanında, sofa etrafında biçimlenen odalar içerisinde geçer. Bu odalarda genellikle ocak, şerbetlik, yüklük (gömme dolap), raf ve sedir gibi işlevsel birimler bulunur. Ayrıca birkaç örnek dışında evlerde bağımsız bir gusülhane bulunmadığı için de bazı odalarda büyük ve geniş olarak düzenlenmiş olan yüklükler gusülhane (banyo) olarak değerlendirilmiştir. Odalar içerisinde yer alan bütün bu birimler gündelik hayatın ayrılmaz birer parçasıdırlar. Evlerin iç mekanları içerisinde yer alan birimler dışında bahçe ya da avlu içerisinde bulunan ve birbirini tamamlayıcı niteliktedir. gündelik hayatın gereksinimlerini tamamlayan evin genel mimarisyle uyumlu başka birimlerde de yer alır ‘Yalıboyu Evleri’nde. Bunlar arasında su kuyusu ve ocak ilk göze çarpanlardır ki, beslenme ve temizlik için olmazsa olmazlardır. Hatta bazı evlerde ekmek ihtiyacını karşılamak için fırın da bulunur. Amasya evlerinde gerek iç gerekse de dış mekanlarda yer alan bütün birimler arasında kesintisiz bir bağlantı vardır bu bağlantı büyük bir bölümü restore edilerek otel, pansiyon, kafe, restoran ve lokanta olarak hizmet veriyor. Yerli ve yabancı turistlerin konaklamak için tarihi evleri tercih etmesi, turizmcilerin bölgeye yaptığı yatırımların artmasını sağlamış. Geçmişte alıcı bile bulamayan evler, şimdilerde 200 bin liraya kapanın elinde kalıyor. Anlayacağınız, bu güzel doğayla iç içe en az doğa kadar güzel bir mimari yapıda birkaç gün yaşama Huzur, bu mekanların ana mimarisi! Tüm bu mimari özelliklerini bilin ya da bilmeyin, yolunuz Amasya’ya düştüğünde Yalıboyu Evleri ile karşılaştığında ilk izleniminiz ‘iç huzuru’ olur. Kısa bir süre için hayale kapılır, erken emeklilik düşleri kurarsınız. “Bir an önce işi bırakıp, Amasya’da Yeşilırmak kıyısında huzuru bulmalıyım” dersiniz. Çoğumuz için düştür belki, ama emin olun Yalıboyu Evleri’nden satın alan pek çok şehirli var. Kimi gerçekten huzurlu bir emeklilik hayali nedeniyle kimisiyse bir yatırım olarak satın alıyor bu kendine özgü evlerden… Bu arada hatırlatalım, evlerin değeri her geçen gün biraz daha artıyor. Turizmcilerin büyük ilgi gösterdiği tarihi evlerin ‘Yalıboyu Evleri’, bodrum üzeri tek kat ya da iki katlı olarak düzenlenmiş. Genellikle avlulu ve bahçeli... Özellikle haremlik ve selamlık tarzda düzenlenmiş örneklerde bahçe ortada kalıyor ve konutlar dışa kapalı bir görünüme sahip. Bu dışa kapalılık diğer konutlarda bazen yüksek bir bahçe duvarıyla karşımıza çıkıyor. şansınız var en azından… Bu yıl tatil planlarınızı değiştirip, otel olarak hizmet veren bir Amasya evinde ‘huzur dolu bir tatil’ benzersiz bir seçenek olabilir. Tarihin izlerini taşıyan yalılarda şimdiden ilgi büyük Görkemli bir görüntüye sahip Amasya Evleri, daha çok 19’uncu yüzyıla ait ve hepsi de 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na istinaden Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nca koruma altına alındı. Evler, bodrum üzeri tek kat ya da iki katlı olarak düzenlenmiş. Bazı uygulamalarda birinci kat üzerinde bazı uygulamalarda ise ikinci kat üzerinde köşk olarak bilinen şahnişler yer alırken evlerin geneli avlulu ve bahçeli… Amasya evlerinde önceki dönemin kültürel yansımalarına da şahit olabiliyoruz. Zira Amasya Yalıları’nın bazıları haremlik ve selamlık tarzda düzenlenmiş… Bu evleri diğerlerinden ayıran özel bir yapısı var. Özellikle dönemin kültürel etkileşimiyle yapılan yalılarda, bahçe ortada kalıp, konutlar dışa kapalı bir görünüm sergiliyor. Dışa kapalılık demişken, Amasya Yalıları’nın diğer örneklerinde de bu durum yüksek bir bahçe duvarlarıyla sağlanıyor. Amasya’ya yolunuz düşer mi bilinmez ancak Amasya Yalıları’ndan emeklilik yıllarını düşünerek ev alan çok şehirli insan var. Kim bilir belki siz de onlardan biri olursunuz… Kültür Mirası ketimizde liderlik, müşteri memnuniyeti, sürekli iyileştirme gibi kavramlar ön plana çıkarken, kalite çalışmalarının yayılımı konusunda da büyük gelişmeler kaydedildi ve çalışanlarımızın bu konudaki bilinç düzeyleri, sürekli mükemmellik arayışları ciddi seviyelere ulaştı. “TNT ile aynı dili konuşuyoruz” Arif Özer, bu hayali ne zaman kurdu bilinmez ancak; 20 yılı aşkın süredir eşi Serpil Özer ile birlikte Bursa’nın en başarılı şirketlerinden biri kurmayı başarmış. Sadece yurtiçiyle de kısıtlı kalmayan ve birbirinden prestijli ödüller kazanan Etay Giyim, kendisi gibi yenilikçi vizyona sahip TNT ile çalışıyor. A rif Özer’in Yönetim Kurulu Başkanlığı’nın yürüttüğü Etay Giyim, 1988 yılından bu yana faaliyetini sürdürüyor. 10 yılı aşkın süredir yurt dışında da başarı kovalayan firmanın hem iş süreçleri hem de sosyal çalışmaları doğrultusunda aldığı birbirinden prestijli ödüller var. Lojistik hizmetlerinde TNT’yi seçen Arif Özer ile iş dünyası ve lojistik sektörü üzerine konuştuk. Tabii ödülleri ve işletme modelini de öğrenmeyi atlamadık… İş hayatınıza mali müşavirlikle başlamışsınız. Ardından hazırgiyim sektörü… Nasıl bir geçiş oldu? İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi mezunuyum. 15 yıl mali müşavirlik yaptıktan sonra, Tekstil Tasarımcısı olan eşim Serpil Özer ile birlikte 1988 yılında modaya yönelik bayan dış Bugüne kadar elde ettiğİmİz başarılar çalışmamızın boşa gİtmedİğinİ gösterİyor. Ve daha da önemlİsİ aldığımız ödüller bİzİ her seferinde daha iyiye yönlendİrİyor, motİve edİyor… giyim imalatı ve ihracatı yapmak üzere Etay Giyim San ve Tic Ltd. Şti.’ni, ardından 1996 yılında Etay Giyim Dış Ticaret A.Ş.’yi kurduk. Halen varlıklarını sürdüren şirketimizin Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı üstleniyorum. Aynı zamanda Bursa 32 Sanayici ve İşadamları Derneği (BUSİAD) Başkanlığını yürütüyorum. Ayrıca Uludağ İhracatçılar Birliği(UİB) Yönetim Kurulu ve Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM), Bursa Kalite Derneği üyesiyim. Çalışmalarınız doğrultusunda kazandığınız ödüller olduğunu görüyoruz. Özellikle kalite alanında EFQM ödülü sahibisiniz. Biraz bu ödüllerin hikâyelerinden bahseder misiniz? Firmamızda kalite sistem çalışmalarının temeli 1993 yılına dayanıyor. Kuruluşumuzdan itibaren toplam kaliteye yönelik olarak yapmış olduğumuz çalışmaların daha sistemli hale getirilmesi amacıyla 1993 senesinde başlanan eğitimler, kurulan iyileştirme, geliştirme, proje yönetim takımları ve komiteler aracılığı ile şirket içi takım çalışmalarımızda önemli başarılar elde edildi. Şir- Bu doğrultuda Kal-Der-BUSİAD işbirliğiyle düzenlenen ‘Bursa Kalite Ödülü Yarışması’nda ‘Bursa Kalite Başarı Ödülü’nü almaya hak kazandık. ‘EFQM Mükemmellik Modeli’ çerçevesinde firmaların tetkik edildiği bu yarışmanın; katılımcı tüm firmalara olduğu gibi bizim firmamıza da çok büyük getirileri oldu. İş süreçleri dışında imza attığımız ‘Kurumsal Soysal Sorumluluk’ çalışmalarımız çerçevesinde de ödül almaya hak kazandık. 2003 yılında aldığımız ‘Kurum İçi Etik Yönetmenliği’ kursundan sonra; kuruluşumuzdan bu yana yürütmekte olduğumuz ‘etik’ çalışmalarımıza sistematik bir boyut kazandırıldı ve firma değerlerimiz, etik anlayışımız, çalışanlarımızdan beklediğimiz davranış ve ilkelerimiz konularında etik kodlar oluşturularak ‘Etik Değerlerimiz’ kitabı oluşturuldu. Daha sonra bu çalışmalarımızın Bursa’da başta Üniversite olmak üzere birçok kurum ve organizasyonlarda tanıtımı ve eğitimi yapıldı. Bunun sonucu olarak da 2007 yılında TEDMER tarafından Türkiye genelinde verilen dört ‘Etik Teşvik Ödülü’nün birisini almayı başardık. EFQM ve Teşvik Ödülü gibi başarılar hiçbir çalışmamızın boşa gitmediğini gösteriyor. Bir lojistik firmasından beklentileriniz nelerdir? Bugünün ekonomik şartları göz önünde alındığında; lojistik firmaları, üretim ve ihracat yapan firmalar için verdikleri hizmetlerde iletişim, hız ve maliyet unsurlarının kritik önem taşıdığının bilinci ile stratejik ortak olarak hareket etmelidirler. Dolayısıyla biz de bu kriterleri göz önüne alarak Bugüne kadar elde ettiğimiz başarılar çalışmamızın boşa gitmediğini gösteriyor. Ve daha da önemlisi aldığımız ödüller bizi her seferinde daha iyiye yönlendiriyor, motive ediyor… kendi kültürümüze en uygun olarak nitelediğimiz TNT ile çalışıyoruz. Kalite konusunda öncü şirketlerden, birbirinden prestijli ödüllere sahip firmalardan bir tanesi TNT ile çalışıyorsunuz. Beklentilerinizle karşılaştırdığınızda iş ortağınızı nasıl tasvir edersiniz? EFQM Modeli ile çalıştığınız için, aslında TNT ile aynı lisanı konuşuyoruz. Bu da iletişim ve işbirliği anlamında bizlere avantaj sağlıyor. İş ortağımız TNT’yi kısaca tasvie edecek olursak; yeniliklere açık, iletişimi kuvvetli ve hızlı diyebilirim. Aradan geçen zamanda TNT ile olan iş ilişkilerinizi değiştirmeyi düşündünüz mü? TNT ile olan ilişkilerimizi karşılıklı stratejik ortak düşüncesi ve ‘kazan kazan’ felsefesine göre oluşturduk. Toplama noktasından, teslim noktasına kadar olan iş süreçlerimizde, bugüne kadar yaşamış olduğumuz sorunları ve alınması gereken önlemleri önceden tespit ettik ve bu doğrultuda iyeleştirme çalışmaları yaptık. İki firmanın da sürekli iyileştirme anlayışı ile çalışması dolayısıyla ilişkilerimiz gelişerek devam ediyor. TNT’de tüm isteklerinize yanıt bulabiliyor musunuz? 33 TNT ile olan işbirliğimizde neredeyse 4’üncü yılı geride bırakacağız. Yukarıda bahsettiğim gibi biz TNT ile koordineli çalışıyoruz. Sorun olacak şeyleri önceden tespit ediyor, iş süreçlerinde aksamalar yaşanmasını önlüyoruz. Vizyonlarımız da uyuştuğundan dolayı TNT ile çalışmalarımızda bugüne kadar tüm isteklerimize yanıt bulduk. Yeri gelmişken emekleri için teşekkür ederiz. TNT’den beklentileriniz nelerdir? Aslında sadece TNT olarak değil genel olarak lojistik firmasından aradıklarımız şeyler vardı. Doğru bilgi aktarımı, sağlıklı yönlendirme ve olası sıkıntılara çözümler üreterek, servis kalitesinin sürekli artması… Tabii bu arada ücretlendirmeler de günümüzde çok önemli bir nokta. Neyse ki TNT ile hep aynı lisanı konuşuyor, hep aynı ortak adımlar atıyoruz. Bu açıdan beklentilerimizin tüm karşılıklarını TNT’de bulabiliyoruz. Yurtdışında da başarının peşinde Etay giyim sadece yurtiçi pazarda hizmet vermiyor. 1988 yılında faaliyetlerine başlayan firma, yurtdışında da başarı peşinden koşuyor. Ana pazarı olarak Avrupa’nın gelişmiş ekonomiye sahip iki ülkesi Almanya ve İngiltere’yi seçen şirket halihazırda 400 kişiyi istihdam ediyor. İ lk olarak ne zaman başladığı, kimler tarafından oynandığı ve nasıl geliştiği soru işareti olan Tenis, son 30 yılda gösterdiği gelişimle futbol ve basketbol kadar popüler bir spor haline dönüştü. Tabii bu gelişimde Pete Sampras, Boris Becker, Andre Agassi, Roger Federer, Rafael Nadal, Gustavo Kuerten, Steffi Graf, Henin-Hardenne, Monica Seles, Serena Williams, Anna Kournikova, Maria Sharapova gibi saha içerisinde başarılı olduğu kadar kort dışında da ilgi gören isimlerin payı büyük. etmeyen oyun anlayışıyla kitleleri bu oyuna çekti. Sonraki yıllarda da büyük kitlelerin takip ettiği her oyunda yaşandığı gibi teniste de ‘endüstriyel’ dönem başladı. ediyor ve tenis o yıldan itibaren her kesimden insanın dikkatini çekmeyi başarıyor. Her zeminin farklı bir ustası var! Tenis çim, toprak ve sert zemin olmak üzere üç farklı kortta oynanıyor. Zeminler, oyuncuların başarıların başarılarına doğrudan etki eden bir unsur. Güncel bir örnekle açıklayacak olursak; dünya sıralamasının bir numarası Nadal, uzun süre bir numara olan Federer’i neredeyse her toprak kort maTenisin ilk kez nerede ve ne zaman oynandığı bilinmese de yazılı doküman- çında mağlup etmeyi başarmıştır. Keza Federer de çim kortta Nadal’ı çoğu lar, bize oyunun ilk gelişiminin 1874 yılı olduğunu gösteriyor. Galli Binbaşı kez mağlup etmiştir. Unutmadan bu başarılar tenisçilere ‘toprak kort uzmaWalter Clopton Wingfield tarafından Yunanca’da ‘top’ kelimesine karşılık nı’ gibi unvanlar kazandırır… gelen ‘Sphairistike’ ismini satın alarak bu alanda zenginleşebileceğini fark Bireysel sporların jet-set’i Ne futbol ne de basketbol kadar seyirci çekecek belki… Ama bir gerçek var ki, o da tenis turnuvalarının şampiyonlarının en az futbol ya da NBA yıldızları kadar geniş bir hayran kitlesi olduğu… Bunun iki nedeni var; birincisi kortlardaki yıldızların sportif başarısı kadar güzel ve yakışıklı olmaları, diğeriyse tribünü dolduran high-society! Zeminlerin oyuna bu denli etki etmesinin sebebi, topların sekme ve sürat kazanma özellikleri… Sert ve çim kortlar topun daha hızlı hareket ettiği yüzeylerdir. Özellikle çim kortun en önemli noktası kısa sıçrayışlardır. Bu kortların avantajlı isimleri servislerini hızlı kullanabilen oyunculardır. Toprak kort ise topun düştüğü yerde hız kaybetmesine neden olur. Bu açıdan topun sekme hızı ve süratini iyi bilen oyuncular diğer bir deyişle bu kortun uzmanları çim korta alışkın ‘acemiler’ karşısında her zaman avantaj sahibidir. Sert zeminler de çim zeminler gibi aynı özellikleri taşımaktadır. Top daha hızlı seyreder, servislerin karşılanması zordur. Raketin starları Tenisin bugünkü popülaritesi kort içerisinde olduğu kadar kort dışında da taraftarın ilgisini çeken isimler tarafından sağlandı. Mesela geçmiş yıllardan Stan Smith maçlardaki şıklığıyla ön plana çıkarken, Margaret Court asla pes 34 Saha içerisinde ter döken oyuncular saha dışında da pazarlanmaya başladı. Bu akımın en güzel örnekleri Boris Becker, Rafael Nadal, Steffi Graf gibi isimlerle sergilenirken, aslında bu oyunun çok daha büyük kitlelere ulaşabileceği fark edildi. Ve bu doğrultuda turnuvalar yapılmaya başlandı. Teniste üç büyük turnuva modeli var: Grand Slam, Şampiyonalar- Dünya serileri ve ‘Challenger’lar… Zirvenin adı, ‘Grand Slam’ Grand Slam dört büyük ‘açık’ turnuvanın adıdır. Teniste Grand Slam sezonu ocak ayında ‘Avustralya Açık’ ile başlar. Burada ‘açık’ ifadesi amatör sporcuların da katılabileceği anlamını taşır. Güney yarım küredeki turnuvadan sonra sezon Mayıs ayında ‘Roland Garros’ ile devam eder. Adını Akdeniz’i ilk kez uçakla geçen pilot ve tenisçi olan Roland Garros’tan alan turnuvanın sonrasında rota kuzeye çevrilir. Britanya’da tenisin en eski ve en prestijli turnuvası oynanır. Temmuz ayında düzenlenen Wimbledon’da oynanan turnuvanın özellikle çekişmeli maçlarında ayarlanan Merkez Kort’unda maç seyretmek için bilet bulmak çok zordur ve içeri girmek için diğer maçlara nazaran korta çok erken gelmek gerekir. Efsane turnuva da sona erdiğinde ‘Grand Slam’ın son oyunu için Amerika ktasına gidilir. Amerika Açık da oynandıktan sonra Eylül ayında Grand Slam sezonu kapanır. Bu dört ‘Grand Slam’i kazanan oyuncu Türkçesi ‘Grand Slam’e ulaşmak’ ifadesine karşılık gelen bir unvan alır. Grand Slam turnuvalarının dışında popüler olan bir diğer tür de ŞampiyonaDünya serileridir… Grand Slam sezonun takvimi dışında düzenlenen şampiyonlar oyuncular için dünya sıralamasına doğrudan etki eden serilerdir. Bu nedenle oyuncular genellikle bu turnuvalara katılmaya özen gösterirler… Tenisin endüstriyel çağda kullanımınıysa tam anlamıyla ‘Challenge’ oyunlar göstermektedir. Kimi zaman bir şirketin sponsorluğunda oynanan turnuvalar, genellikle dünya sıralamasının orta ve alt düzey oyuncularının katılımıyla gerçekleşir. Tenis bugünlerde popüler bir spor dalı olarak milyarlarca insana ulaşmış durumda. Türkiye’de ise henüz dünyada olduğu kadar tenise ilgi gösterilmiş değil. Ancak son beş yılda İpek Şenoğlu ve Marsel İlhan ile birlikte bir tırmanışa geçen tenis, Federasyon önderliğinde ülkemizde düzenlenen turnuvalarla seyircinin ilgisini çekmeye çalışıyor. 35 Türkiye’de tenis Türkiye’de tenis 1900’lü yıllarda, İngiliz diplomatlar aracılığıyla tanıtıldı. 1905’te İzmir, Bornova ve Karşıyaka’da İngilizler arasında tenis oynanırken, Türkler’in ilk tenis oynadıkları tarih kayıtlara 1915 olarak geçti. Bu tarihten itibaren Amerikan kolejlerinde tenis oynanmaya başlandı. Fenerbahçe Spor Kulübü’nde tenis takımının kurulmasıyla Fuat Hüsnü Kayacan ilk Türk tenis hareketini başlattı. Ve o tarihten itibaren önce Tenis, Eskrim, Dağcılık Kulübü (TED) altında sonra da bağımsız yapılanarak Türkiye Tenis Federasyonu altında faaliyetlerini yürütüyor. Sergi İznik çinilerinin en nadideleri... 95 yıllık tarih gün ışığına çıkıyor... Sadberk Hanım Müzesi ve Ömer M. Koç Koleksiyonları’nda yer alan 330 parça İznik çini ve seramikleri, 12 Nisan-11 Ekim tarihleri arasında Vehbi Koç Vakfı Müzesi’nde sergileniyor. 1914 yılında yapılan ve günün tarih efsanelerinden biri Sarıkamış Harekâtı, ünlü ressam Tayfur Sanlıman’ın resimleriyle yeniden canlanıyor. ‘Ateşin Oyunu’ 12 Nisan / 11 Ekim 2009 Sadberk Hanım Müzesi / Sarıyer V ehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi, altı ay boyunca çok özel bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Sadberk Hanım Müzesi ve Ömer M. Koç koleksiyonunda yer alan, Erken Osmanlı dönemi İznik çini ve seramik örnekleri ile başlayıp 17’nci yüzyıl eserleriyle tamamlanan sergide 330 parça eser yer alıyor. İlk kez bir arada, toplu olarak sergilenen eserler, İznik çini ve seramik sanatının gelişiminin açıkça izlenebilmesine olanak tanıyor. İznik atölyelerinde doğan sanat eserleri Eserlerin büyük çoğunluğunu İznik atölyesi üretimi olan duvar çinileri ile seramik sanatı örnekleri olan tabak ve farklı formlarda kaplar oluşturuyor. Sadberk Hanım Müzesi’nde 12 Nisan-11 Ekim tarihleri arasında sanatseverlerle buluşacak eserlerle İznik atölyelerinde çalışan çini ustalarının yaratma gücünün sonsuz- luğu, kompozisyon repertuarlarının zenginliği, renk paletini nasıl bir ustalıkla kullandıkları ve her zaman yeni teknik arayışlar içerisinde oldukları bir kez daha gözler önüne seriliyor. Tüm dünyaya dağıldı Marmara Bölgesi’nde, aynı adla anılan gölün doğusunda, surlarla çevrili şirin bir yerleşim yeri olan ve antik çağda ‘Nikaia’ olarak bilinen İznik kenti, 15’inci ve 17’nci yüzyıllar arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun, anıtsal mimari yapılarının süsleme programında kullanılan çinilerin ve çeşitli formlarda seramik kapların üretildiği önemli bir merkez durumundaydı. Hamur hazırlayanından sırça çekenine, nakış yapanından fırına yerleştirenine kadar çeşitli kollarda çalışan ustaların ortak çalışması sonucu yaratılmış olan İznik çini ve seramikleri, yüzyıllar boyunca büyük beğeniyle karşılanıp, dünyadaki çeşitli müze ve özel koleksiyonlara 36 dağıldı. Günlük hayattaki ihtiyaçları estetikle birleştiren bu çini ve seramikler, döneminde de dünya pazarında, dokuma ve halılar gibi talep görerek, ekonomide önemli bir rol üstlendiler. İşte aynı topraklardan, belki aynı fırından, belki de aynı usta elinden çıkmış olan bu eserlerin bir araya getirilmesinden oluşan ‘Ateşin Oyunu’ sergisi, sanat tarihi açısından olduğu kadar Osmanlı çiniciliğinin teknoloji düzeyini göstermek açısından da çok önemli bir adım olarak değerlendiriliyor. meden seri tablolar olarak da Türkiye’de bir ilk… ‘Sarıkamış Bir Destandır’ 12 Nisan / 11 Ekim 2009 Hobi Sanat Galerisi / Nişantaşı Tablolar satılmayacak, sonsuza dek sergilenecek Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanlığı’nı üstlenen Prof. Dr. Bingür Sönmez Sanlıman’ın resimlerinin satılmayacağına dikkat çekerek; “Bu resimleri satmaktansa hepsini bir arada sonsuza kadar sergileyecek olmak derneğimize ve Sarıkamış Harekâtı’nda hayatını kaybedenlere paha biçilmez değer haline gelecek. Bu nedenle resimlerin hepsi Sarıkamış Dayanışma Grubu’nun bir parçası olarak tarih boyunca bizimle olacak.” 30 eserden oluşan bu sergiyi Sarıkamış Dayanışma Grubu’na hediye eden Tayfur Sanlıman’ın birbirinden değerli bu tabloların, 1914 Sarıkamış Müzesi kurulduğu günden itibaren özel bir odada sonsuza dek sergilenmesi planlanıyor. Ayrıca sergide yer alan 30 eserin kataloğu ve birebir baskıları (röprodüksiyon) Sarıkamış Dayanışma Grubu’na gelir amacıyla satışa sunuluyor. B ir asra yaklaşan mazisiyle bugün bile hafızalardaki yerini koruyan Sarıkamış Harekâtı, Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı, Prof. Dr. Bingür Sönmez’in öncülüğünde ‘Sarıkamış Bir Destandır’ resim sergisi Harbiye Askeri Müze’den sonra şimdi de Hobi Sanat Galerisi’nde tarih ve sanatseverlerle bir araya geliyor. Türkiye’de bir ilk 22 Mayıs-20 Haziran tarihleri arasında Hobi Sanat Galerisi’nde gerçekleşecek olan resim sergisi 30 değerli eserden oluşuyor. Sanlıman’ın bu özel sergisi, Sakıp Sabancı Müzesi’nde sergilenen Sami Yetik’e ait ‘Sarıkamış Bozgunu’ isimli tek tablodan yıllar sonra ortaya konmuş, Sarıkamış Şehitleri adına düzenlenen ilk resim sergisi olma özelliğini taşıyor. Bu yıl içerisinde yoğun ilgi üzerine ikinci kez sergilenecek olan ‘Sarıkamış Bir Destandır’ resim sergisi; savaşı, acıyı, dramı ve kahramanlığı res- 37 DVD / Kitap Babam Romulus (Romulus, My Father) Issız Adam ‘Sil Baştan’ (Eternal Sunshine) Yönetmen: Franka Potente Oyuncular: Eric Bana, Franka Potente, Marton Csokas Yönetmen: Çağan Irmak Oyuncular: Cemal Hünal, Melis Birkan Yönetmen: Kirsten Dunst Oyuncular: Jim Carrey, Kate Winslet Babayla oğul arasındaki güçlü bağı vurgulayan imkansız bir sevginin hikayesi.Yönetmen Richard Roxburgh tarafından yedi yılı aşkın bir sürede geliştirilen ‘Babam Romulus’, beyazperdeye şair ve oyun yazarı Nick Drake tarafından uyarlandı. Raimond Gaita’nın beğeni toplayan anılarına dayandırılan filmde Romulus ve güzel karısı Christina’nın oğulları Raimond’ı yetiştirme konusunda karşılaştıkları zorluk ve çekişmelerin hikayesi. 60’lı yılların başında geleceğini Avustralya’da arayan Romulus Gaita, tutkuyla sevdiği karısı Christina ile sorunlu bir ilişki yaşıyor. Ve bu durum 11 yaşındaki oğulları Raimond’ın ruhunda kapanmayan acılara neden oluyor. Bir yanda idolü olan babasının eriyişine tanık olan minik Raimond, öte yandan annesini kaybetmemek için uğraşıyor. Alper, 30’lu yaşlarda, restoran sahibi iyi bir aşçıdır. Lüks yaşamayı seven, işinde başarılı ama özel yaşantısını düzene koyamayan, hayatını; yaptığı yemekler, günübirlik ilişkiler, paralı kadınlar üçgeninde yaşayan birisiyken; Hayatının akışı, bir gün bir kitapçıya girmesiyle değişir. Plak aradığı sırada Ada ile tanışan Alper, kendinin aksine mütevazı, hayatta fazla inişleri çıkışları olmayan genç kadınla arkadaşlığa başlar. Alper, kopamadığı özgür hayatının içerisinde Ada’ya yer açmaya çalıştıkça, yaşamının daraldığını fark eder. Aşkı ve özgürlüğü arasında kalan Alper’in sessiz çığlıklarını duyamayan Ada, kendini aşkın rüzgârına kaptırmıştır. ‘Issız Adam’, modern hayatın yalnızlaştırdığı insanları anlatan, yemekler, anneler, eski şarkılar ve aşk üzerine bir film. Jim Carrey ve Kate Winslet’ın başrollerini paylaştığı ‘Sil Baştan’, sıra dışı bir olayı beyaz perdeye yansıtıyor. ‘Joel karakterinde karşımıza çıkan Carrey, Winslet’ın canlandırdığı eski kız arkadaşı ‘Clementine’in ilişkilerine dair tüm anılarını sildirmek için gizem dolu tıbbi bir müdahaleye başvurduğunu öğreniyor. Bu durum karşısında hayal kırıklığına uğrayan ve Clementine’i unutmak için aynı işlemi kendi üstünde uygulatmaya karar veren Joel, deneysel tıp merkezinin yolunu tutar. Dr Mierzwiak’ın gözetiminde hatıralarını sildirmek için derin bir uykuya yatan Joel, gözyaşı ve kızgınlık dolu anılarının altında sevgilisine olan aşkı fark eder ve onu kaybetmek istemediğini fark eder. Ve o andan itibaren Clementine’i unutmadan önce bu işlemi durdurmanın bir yolunu arar. 38 Bir Kadının Yaşamından 24 Saat ve Bir Yüreğin Ölümü Stefan Zweig Göçebe Stephen Meyer Asla Kimseyi Öldürmedi Benim Babam Jean-Louis Fournier Can Yayınları Çeviri: Gülperi Sert 124 Sayfa Epsilon Yayınevi Çeviri: Mine Atafırat 680 Sayfa Yapı Kredi Yayınları Çeviri: Zafer Demez 84 Sayfa Hayata ve Tutkulara dair öyküler Bambaşka, fantastik bir bilim-kurgu Ölüm, bambaşka bir hayat sunar! Stefan Zweig’ın psikolojiye ve Sigmund Freud’un öğretisine duyduğu ilgiyi yansıtan ‘Bir Kadının Yaşamından 24 Saat ve Bir Yüreğin Ölümü’ adlı yapıtlarını bir arada toplayan kitap, yazarın öykü sanatındaki becerisini gözler önüne seriyor. İnsan ruhunun en karmaşık duygularından biri olan ‘tutkuyu’ olanca canlılığıyla dile getiren öyküler, duygularının peşinden korkusuzca giden bir kadının apansız yön değiştiren inişli çıkışlı hayatını konu ediniyor. Kitabın içinde sakladığı diğer bir öykü olan ‘Bir Yüreğin Ölümü’ ise, ruh ikizini Lev Tolstoy’un unutulmaz kahramanı İvan İlyiç’teki yaşlı bir adamın ailesinden ve yaşamdan uzaklaşmasını öykülüyor. Düşsel ve tarihsel karakterler üzerine yazdığı biyografilerinde olduğu kadar öykülerinde de karakterlerini kendine özgü derin, incelikli ruh çözümlemeleriyle betimleyen yazar Stefan Zweig bu kitapta buluşturdu iki uzun öyküsü, edebiyat tarihinde Freud’un çözümlediği yapıtlar arasında yer alıyor. Dünya görünmeyen bir düşman tarafından istila ediliyordu ve insanların bedenleri olmasa da zihinleri ele geçiriliyordu. Geriye kalan vahşi birkaç insandan biri olan Melanie, yakalandığı zaman sonunun geldiğine inanıyordu. ‘Göçebe’, Melanie’nin bedenini alan ruh, yetkililer tarafından bir insan bedeninin içinde yaşarken, karşılaşabileceği zorlukları konu ediniyor. Baskın duygular, hislerin yoğunluğu, çok canlı olabilen anılar… ‘Göçebe’, Melanie’nin düşüncelerinin derinlerine inerek geri kalan insanların nerede olduğunu öğrenmeye çalışıyor. Ama Melanie’nin zihninde tek görebildiği, sevdiği adamın, hâlâ saklanan bir insan olan Jared’ın hayali. Bedeninin arzularına direnemeyen Göçebe, yakalamak zorunda olduğu bu adama karşı özlem duyuyor. Dış güçler, ‘Göçebe’ ve Melanie’yi, aslında istemeseler de, ortak bir hedefte birleştiriyor ve birlikte sevdikleri adamı bulmak için tehlikeli ve sonu belli olmayan bir macera için yola koyuluyor. Bir baba çocuğunun hayatında kaç farklı role bürünebilir. Jean-Louis Fournier, annesine ithaf ettiği kitabında babasını birbirinden farklı karakterlerle okuyucusuna sunuyor. Babasını kimi zaman bir ayyaş olarak tasavvur ediyor, kimi zaman hayat kurtaran bir doktor. Ve doktor olan babasının yardım severliğini, yumuşak kalbini kitabın her satırında okuyucusuna hatırlatıyor. Ve ailesinden herhangi birinin ölebileceğine inanmıyor. Çünkü mesleğinden dolayı bir kahraman olarak gördüğü babasının ailesini koruyacağını biliyor. Ta ki kötü bir sabaha uyanıncaya dek. Annesinin “Sanırım baban öldü” diyerek uyandırdığı Jean, babasının gerçekten öldüğünü kendisini azarlamadığını gördüğünde fark ediyor. Bir çocuğun hayatındaki idolü olan ‘Baba’ modelini kendi yaşantısı ve gerçek anılarıyla okuyucuyla paylaşan Fournier’nin, ‘Kimseyi Öldürmedi Benim Babam’ adlı kitabında herhangi bir olayda kendinizi bulabilirsiniz. 39 Bir küresel ısınma macerası Bölüm 4 TNT uçağı Şangay’a yaklaşıyor… Paletlerde uyuyan kutup ayısı Kuzey kutuplarındaki evinin sessizliği ve huzuru Ve kutup ayısı ‘planet me’ çubuklarıyla karnını Cömert ev sahibi Panda misafirine TNT’nin ‘Planet me’ yemek çubuklarından hediye ediyor. doyurdu...