Oku - Sultani

Transkript

Oku - Sultani
...................................... ........................................"'""""'!!,
,~
~,,.,,..,,11411V
~
1
SOHBET
1
Sevgili
Galatasaray Lisesi Neşriyat Kolu
tarafından iki ayda bir İstanbulda
Bu sayı ile epeyce geciktiğimiz
saklanmayacak bir hakikat... Mecmua çıkaranların pek yakından müşahede ettikleri bu halin başlıca sebebini her zamanki gibi yazı toplama güçlüğü teşkil etti. Kapaktaki
değişme, yeni şeklin pek tasvip edilmediğini gösteriyor.
Bu sayımızı Şeker Bay.ramının
ikinci günü yani 30 Mart 1960 Çarşamba günü aramızdan ebediyen ayrılan
Selami Akal Hocamızın aziz
ruhuna ithaf ediyoruz. İç sayfaları­
mızda onun hayat hikayesini okuyacak, daima güler yüzü ile son defa
karşı karşıya geleceksiniz.
çıkartılır.
SAYI: 35
Yıl:
52 -
Sahibi ve
14;
Mayıs
Yazı İşlerini
İdare
1960
fiilen
Eden:
MUVAFFAK BENDERLİ
NEŞRİYAT
Edebiyatımızın mümtaz siması ve
mektebimizin «Batıya açılan ilk pencere» olmasında çok büyük emeği
geçen Tevfik Fikret hakkında maalesef pek fazla olmıyan bilgilerimizi
Sencar Toker'in yazısıyla sağlamlaş­
KOLU : Mehmet Dülger, Çe-
tin· Özbayrak, Aykut Derman, Yavuz
Tacer, Köksal Bayraktar.
YAZI
HEY'ETİ
ı
tırmak fırsatı bulacağız.
Mektebimizde adeta canlı tarih
haline gelmiş iki hocamızı, Safer
Bey'i ve M. Goudmand'ı butün hususiyetleriyle öğrenmek mümkün olacak.
: Ali Teoman, Patrice
Thompoon, Rıfat Necdet Evrimer,
Şükrü Uzaltan, Mehmet Dülger, izzettin Doğan, Fuat Uycan, Okay Öztürk,
Çetin Özbayrak, Sencar Toker, Ünal
Menderes, Türe Yorgancılar, Oktav
Koçyiğit, Yavuz Tacer, Aykut Derman, Batu Işmen, Aykut Ergil, Altan
Varol, Refik Alakurt.
RESİM,
okuyucularımız,
Ve nihayet mektebimizin ana meselelerinden birini teşkil eden ve ilerideki senelerde geliştirilmesi gereken «Talebe faaliyetlerinin» objektif
bir tenkidini bulacaksınız.
Bu sene ilk defa olarak, en son
Fransız mizahından örnekler koyduk. Karikatür olarak bize getirilenler maalesef neşredılecek
vasıfta değillerdi.
Bunu gözönüne
alarak arkadaşlarımızın daha sonraki senelerde bu sahada söz sahibi
olacakları ümidini muhafaza etmekteyiz.
sayfamıza
KARiKATüR: Coşkun Peküstün.
1959-1960 ders yılı bu sayı ile sona ermiş bulunuyor. Hepinize neş'eli
tatiller ve gelecek senelerde başarılar dileriz.
KLİŞE: Güneş Iıfatbaacılık, T.A.O.
1
ı
Sevgilerimizle.
Dizildiği
ve
Basıldığı
yer :
SERMET MATBAASI
ili
1
!
\-.
GALATASARAY
1
)
2
GALATASARAY
Lise Problemlerinden
sebepleri incelendi. Hatta çocuğun sömestr
tatilinde annesiyle beraber Londra'ya bir
seyahat yapmış olduğu ve bu seyahatin
çocuk üzerinde bıraktığı müsbet ve menfi
yordum.
tesirler de bahis konusu edildi. Edindiğim
Bir öğrenci kendisine sorulan Türk şairi kanaate göre bu öğrenci alınacak tedbirBaki hakkında etraflı malfı.- - - - - - - - - - - ler sayesinde vakın zamanda
mat verdikten sonra şiirle- A 1 i
T e o m a n tekrar normalleşecek ve ranrinden birini okudu. Mümeydıman vermeğe başlıyacaktır.
yizlerin metin üzerine sordukları bir kaç
Bu suretle aynı sınıfta ders veren. öğretsuale de tatminkar cevaplar veren öğrenci menlerin güç çocuklar üzerinde eğitimı;el
imtihan salonunu terketmek üzere ikı;n bakımdan ve sınıfın heyeti umumiyesi için
bir dakika beklemesini rica ettim. Öğret- de hem öğretim hem eğitim bakımından iş
men arkadaşlarıma bu çocuğun imtihanı- birliği ve istişareler yapmaları bugün içi.n
nın bitmiş olduğunu söyledim; umumi bil- bir zaruret haline gelmiş bulunmaktadır.
gisini yoklama mahiyetinde olacak sorularımın takdir edilecek not üzerinde müBir müşahedemden daha bahsetmek isessir olmamasını rica ettikten sonra öğ- tiyorum :
renciye şöyle bir sual sordum:
Lisemizin sekiz;nci sınıfında okuyan
_ Baki devrinde Osmanlı 1mparatorlu- yavrularımızdan birinin ilk karne notları­
ğu hangi hükümdarlar tarafından idare nın kırık olduğunu görüp haklı olarak enedildi? O zamanki Türk sosyetesinin Baki dişe eden bir veli beni görmeğe geldi.· Çoüzerinde bir tesiri olmuş mudur? Bu asır- cuk hakkında görüştük.
Anladığıma göre çocuğun muvaffak olda Avrupa'da bilhassa edebiyatta ne gibi
maması için bariz bir sebep yoktu. Meseceryanlar hüküm· sürmekte idi?
leyi daha yakından mütalaa edebilmek için
İyi bir öğrenci olduğunda şüphe bulunöğrenciyi yanıma çağırttım. Kendisiyle
mıyan genç, bu soruları cevaplandıramadı.
bir müddet konuşup geri zekalı 'olmadığı­
Kendisine bilgi ufuklarını genişletmesinin, na kanaat getirdikten sonra büromda buher bilgiyi zaman ve mekan şartladyle be- lunan Fransızca bir kitabı açtım ve okuraber geliştirerek akıl ve mantıkını kuv- mak üzere kendisine bir metin verdim. Gavetlendirmek imkanlarından faydalanma- yet güçlükle okuyordu; anlamadığı belli
sının çok iyi olacağını anlattım. Yine aynı
idi. İşin bence daha vahim tarafı, genç öğ­
konu üzerinde öğretmen arkadaşlarla da renci okurken bir yerde Gi hecesini Ji olabir müddet görüştük ve sosyoloji, tarih ve rak; bir kaç satır sonra aynı heceyi Gi olaedebiyat öğretmenlerinin işbirliği yapma- rak telaffuz etti. Bundan sonra kendisine
larının öğrencileri yetiştirmek için çok
yedinci sınıfta okunan Geometri dersinin
faydalı olacağı prensibinde fikir birliğine
en mühim ve temel bir kısmını teşkil eden
vardık.
üçgenlerin eşitliği meselesini sordum. TaSon yaptığımız dünya seyahatinde Al- lebemiz bunu da bilemedi. Son olarak bu
manya'da Münih şehrinde yatılı bir lise- yıl ezberledikleri nesir veya nazım bir parnin müdüriyle öğretim ve eğitim mesele- çayı okumasını rica ettim. Maalesef bu
leri üzerinde konuşurken okul müdürü sualim de cevapsız kaldı.
bize:
Hastalık meydanda idi. Araz açıkça gö- Yarım saat sonra sınıf öğretmenleri rülüyordu. Sebeplerini bulmak ve tedavj
geri kalan bir kaç çocuk hakkında görüş­ çarelerini tayin etmek lazııngeliyordu.
mek üzere bir toplantı yapacaklar; bulunBence en mühim dert, lisemizin birinci
mak ister misiniz? dedi.
devresinde çocukların öğrenmeyi ve anlaMemnuniyetle kabul ettik. Toplantıda mayı öğrenmemiş, bunu bir itiyat haline
çalışmaları lise birinci sınıfında dikkate · getirmemiş olmalarında, bir lise talebesideğer bazı tahavvüller gösteren bir çocuk
ne hayatının sonuna kadar lazım olan tebahis konusu ediliyordu. Yirmi dakika ka- mel bilgileri sağlam ve tereddütsüz bir sudar süren bu müzakerede öğrencinin duru- rette zihinlerine yerleştirememiş bulun(Devamı 11. sahifede)
mu her bakımdan ele alındı ve başarısızlık malarındadır.
Senelerce evvel Maarif Vekaleti Müfet-
tişi olarak yaptığım imtihan teftişleri esnasında vilayet liselerimizden birinde lise
son sınıf Edebiyat imtihanını takip etli-
1
1
GALATASARAY
Vakitsiz
3
Ayrılık!..
!ebesini iyi insanlar olarak yetiştirmeğe gayret
etmişti.
Kendisini sevdirmeyi bilen nadir öğret­
menlerdendi. Bunda, talebeyi sert cezalarla değtl.
babaca, arkadaşça ikna ederek yetiştirme hedefini tutan bir kavrama sahip olması büyük rol oynamıştır. Tabii bu amacını, hakikaten tes:r.u ve
manalı konuşmasıyla gerçekleştirdiğine de şüphe
yok ...
Mektebimizde vazife gördÜğü sıralarda da
çok sevdiği spordan ayrılmamış. Hakem Kurslarına devam ederek,
kısa zamanda milli hakem
olmuştu.
Çevresine gençliğini, öylesine kabul ettirmişti
ki büyük baba oluşu bir çoklarımızı hayrette bı­
raktı. Kendisi bu olayı hayatının en mutlu, en
güzel, hadisesi olarak kabul ederdi.
İşte, bayram günü, hayatı her zamanki gibi
gülerek terkeden Selami Bey Ho.camız böylesine
hayatiyet dolu, böylesine genç, bir o kadar da
iyi insandı. Onun ölümüne inanabilmek12gerçekten
pek güç...
GALATASARıAY
Selami Selıirmi Akal (1908: 1960)
1960 Nisanının birinci günü sabahı, delikanlı
ağır ağır devam bürosunun kapısına d:ığru ytir~dJ. hafası çok meşguldü: bir taraftan bayram
tatilini bahane ederek gelmediği iki gunli :::ıelami
Bey'e nasıl izah edeceğini d ... şunuyor, bir taraftan da hangi hocaya ne şekilde «Poisson d A vrib
yapmaya çalışacağını tasarlıyordu. Kapıyı hafifçe araladı, içeride şimdiye ·kadar rastlamadığı
bir havanın mevcudiyetini hissetti. Sağ köşedeki
masanın üstü garip bir intizam içindeydi. Sanki
hiç bir el dokunmamıştı. Delikanlı masanın sahibini T:ıeklemeye başladı. Ama ne yazık ki bira?.
sonra beklemenin ·ne kadar faydasız olduğunu acı
hakikatle karşı karşıya kaldığı zaman anlamıştı.
~
Mehmet Rıza oğlu Selami Akal, İstanbul'da
eskilerin deyimiyle 1324 (1908) de dünyaya gelmişti.
Selami, ilk tahsilini Çandarlı Kara Halil
ilkokulunda bitirdi. Sonra 1929 da mezun olduğ·u
İstanbul Erkek Muallim Mek'tebine girdi. Buradaki hayatı oldukça hareketli geçt . Bilhassa futbola pek merak sardı. Bunda da muvaffak olmadı değil. Nitekim Selami Beyi 1927 - 28 yılların­
da sırasıyla. Fatih İdman ve Süleymaniye kulüp·
!erinin birinci takımlarırn;:ıa görüyoruz. Mektepten mezun oluşunu ınuteakip ilk aldığı vazife
1930 yılında Cebel-i Bereket Bahçe Merkez Mektebi muall mliği oldu. Bunu memleketin muhtelif
yerlerinde aldığı vazifeler takip etti. Bilhassa
Adana da uzun müddet kaldı. Butlin bu vazifeler
onun spora duyduğu ilginin gelişmesine engel olmadı. ·Adana'nın
genç sporunun kalkınmasına
büytik yardımları dokundu.
Selami Hoca, bizim mektebin en eskilerinden
biriydi. 1939 yılında mektebimiziri ilk kısmında
vazifeye başlamış. ve aralıksız 21 senedir ocağı­
mızda, her an «evlatlarım, yavrularım» dediği ta-
Şükrü
Dosflugu ...
Eski elb;selerinin içinde soğuktan titreyen, sırtındaki çiroz ve limon dolu sandı.ğı,
güçlükle taşıyan çocıık, viran arsada yırtık
bir topum peşinden koşan akranlarını görünce, her şeyden önce çocuk olduğu aklı­
na gelmiş olacak ki, sandığı bir yana bıru­
kıp onları seyretmekten, kendini alamadı.
Günler geçiyor, oyuncularla satıcı arasuıdaki yakınlık ta artıyordu. Bir gün fıd­
bolcuların maçları vardı, küçüğü de çağır­
dırlar: «Bize half-time arasında limon lfı­
zım olaca.k, sen de oralarda bulun» dediler.
Küçük ihmal etmeyip maça gitti. Kendisini çağıranlar için var gücüyle bağırıyordı;,.
Yaptığı sevgi gösterisi öylesine göze batı­
yordu ki sonu.nda küçüğün aşırı taraf tutmasına kızarak onıı dövdüler. Oyun da o
sırada bitmişti. Sağhaf Selami sahadan ayrılarak, her· zaman limonıınu yediği küçük
satıcının
imdadına yetişti.
lşte Selami .
Şiikırü yakınlığı böyle başladı.
Sonralan Semmi ile Öğretmen Okulunda
buluştuk. Okulun spor faaz.iyetleı-i çok h·ı·
reketli idi. Hatta o sen.elerde Halit Ağa·
bey (Halit Sarıkaya) de hatırlar, Galatasaray okul ta.kunını bile yenmi,ştik. Her sı­
nıfın bir takımı olduğu gibi, okuldaki futbol aslarının da kendi takımları vardı. Biz
Seıami'yle En:ver Ağabey'in takımında id;k,
Bıı takımda beş sene birlikte oynadık.
Okul bitti, seneler geçti. Memuriyet hayatımız ayrı olma.sına rağmen, her zaman
onunla buluşurduk.
Nihayet 1948 de Galatasaray'a geldiği1rı,
zaman bu vefakar arlcadaşımı tekrar kwşımd.a buldıım.
lşte çocuklar, Seıami'yle 41 yıllık arkadaşlığı1nızın kısacık
bir hikayesi.
Şükrü ÔZALTAN
GALATASARAY
4
SATO
.!il
NOT: 1. Bıı bir fantezidir.
2. Sevgili Selami Hoca ölmeden evvel yazılmıştır.
Şato hakkında bir yazı yazmak mecburiyetinde kaldığım zaman, çok düşündüm_. Şatoyu bilmeyen kaldı mı? Zannetmiyorum. Öyleyse tanı­
tıcı bir yazı yazamazdım.
Sonunda sizlere şato
sakinlerinin -yalnız, idare bizleri sakin olarak
kabul edemez- yaşayışından, dertlerinden, yanı
mektep~ içindeki durumlarından
kısaca bahsetmeye karar verdim. ·
Biz Ticaretliler şatomuza ilk defa 1957 - 58
ders yılında kavuştuk. O zamanlar bu kavuşma­
. yı sürgün manasına alanlar olmadı değil. Ney;;e
bir senelik bir ayrılıktan· sonra gene şatomuzda­
yız işte!
Bu sene değişen çok şey oldu. Pek sevgili hoSelami Bey, şatomuzun güzelleşmesi için
elinden gelen bütün gayreti gösterdi. Fakat bütün bu gayretler n bize, liseli arkadaşlarımızın
nazarında bir değer kazandırmasına imkan yok.
Ayrıca duvarlardaki
tabloların yerine sınıfların
döşemelerini tahta yapmak bizi daha memnun
ederdi. Neyse· yakın bir gelecekte buna hiç olmazsa diğer sınıflardaki Ticaretli arkadaşlarımı­
zın kavuşacaklarına inanıyoruz. Öyle ya bu sene
11-C'nin eskiyen tahtalarını değişt:rdiler, bir iki
seneye kadar üç sınıfın daha döşemeleri eskirse,
değistirilen eski tahtaları en geç iki yıl sonrıı
bizim taş sınıflara kullanırlar da bizden sonraki
arkadaşlarımız
romatizmayı
sadece yaşlılara
mahsus bir hastalık diye zannetmeye devam ederler. Belki bu arada (Allahtan ümit kesilmez) liseli arkadaşlarımızın düşüncelerinde de değişik­
likler olur, biz ticaretlileri de Galatasaraylı olarak kabul eder, küçük görmezler inşallah. Maamafih biz bu küçümsenmeye dört senedir alıştık.
Kendi yağımızla kavrulmayı öğrendik. Darısı diğer arkadaşların başına ...
camız
ÇİVi, ÇEKİÇ, NASİHAT ve
KONUŞMALAR
! ..
Bizim şato mektepte dışarıyla yakından ala·
kası olan tek yerd·r. Nazik(!) konuşmalarımızla
çok iyi geçiniriz doğrusu.
KAYBEDİLENLER .. .
KAZANILANLAR .. .
Binamız
bütün haşmetine rağmen gözden
uzaktır, nasıl ki biz sakinleri gönülden uzaksak.
Maamafih kıymetli müdı.irümliz arada sırada
mevcudiyetimizin farkına varıp şatomuzu şeref­
lendirmekten geri kalmıyor.
Bu sene son sınıf olmak b'ze hiç bir şey kazandırmadıysa bir ömür yetecek kadar vaat kazandırdı.
SOBA VE ÔTESİ...
Prometeüs varlığının yarı kısmının ait olduğu
insanlara diğer yarısının ait olduğu tanrılardan
ateşi çalmakla, dünyada yeni bir çığır açmış oldu. İnsanların kızmayı öğrenmesi bu devirlere
rastlar. Ama ben şimdi size burada ateşin insan
ruhu üzerindeki tesirinden değil doğrudan doğ­
ruya vücut üzerindeki etkilerinden bahsedeceğim.
Biz Ticaretliler an'anelerine fazlaca sadık gençler olduğumuzdan modern arkadaşlarımız gibi
kalorifer değil, soba kullanırız. Ama sobaların,
aslında ısıtmaktan daha başka işlere yaradığını
kabul ettiğ;mizdenberi bu halden çok memnunuz. Mesela, yemeklerin doyurucu olmadığı günler, midelerinıizdeki boşluğu kemerleri birer delik
daha geriye almak gibi klasik usullere baş vurmadan sobalarımız sayesinde doldurabiliriz. Nasıl mı? Tabii ki sobaları y.yerek değil.
Şadece
ekmek kızartıp üstüne mahiyetini gayet iyi bildiğimiz yağ sürerek. Ama Selami Bey, bu tarz
karın doyurmanın
liseli arkadaşlarımıza kacşı
ayıp olaca~nı ve mektepteki eşitliği(!) bozacağı­
nı hatırlatip doğrudan doğruya vicdanlarımıza hitap edince, sayın hocawnın virdanlarımı?da vankı yapan bu sesini, midelerimizin hazin gurultularına tercih ettik. Bu suretle bir talebenin beslenmesinde en mühim rolü oynayan yağdan vaz
geçmiş oluyorduk.
SAGLA.llf BİR MÜDAFAA METODU ...
eskiden şatoların müBiz Ticaretliler suyun
yağa nazaran daha az tehlikeli ve ucuz olmasını
gö.cönünde tutarak ve senelerin verdiği tecrübelere dayanarak şatomuzun müdafaasında suya
çok geniş bir yer veririz. Zaten beş metre kadar
yüksekten boşaltılan bir kova soğuk suyun sinirler üzerindeki ani ve şaşmaz tesiri malüm.
Bilirs'niz
dafaasında
kızgın yağlar
kullanılırd!.
RENKLİ SAHİFE ...
Bi.ltün kusurlarına rağmen şato, hayat boyunca bir ticaretlinin anılarında yer alacak mektep
çağlarının en renkli sahifelerinden biridir.
Oktav KOÇYİGİT
GALATASARAY
5
Cinquieme Annee de Professorat aGalatasaray
A la longue, tout se sinı­
plifie, meme les rapports
les plus compliques. Apres avoir tout essaye, apres s'etre fourvoye, on
trouve un equilibre.
A un eleve, le professeur demende : <<vous etes
malheureux ici ?»
- Oh, oui, je n'y ai pas
de chance.
A l'autre: «Qu'esperezvous, en ne faisant rien
pour sortir de la situation
ou vous etes? »
- Que l' eau passe a
deux centimetres au dessus de votre tete ou a
deux metres, de resultat
est le meme.
A un autre: «pourquoi
eprouvez-vous le besoin de
toujours jouer la comedie,
meme si ce n'est pas necessaire ?»
- La verite est au fond
du puits, c'est fatiguant
de l'en tirer.
On peut s'amuser de
ces reponses; et de façon differente, selon qu'
on les fait ou qu'on les
entend. Elles ne prouvent
rien, sinon que celui qui
ignore les regles d'un jeu
er:t assure de perdre, s'il
commet la folie de vouloir
y jouer; ce que nous savions depuis longtemps.
Mais les verites premieres, celles qu'on nomme de
la Palice, sont les meilleures a dire, parce que personne ne s'avise de reflechir a quel point elles
sont justes.
J e connais quelques uns
de mes eleves qui ont se
moquer de moi car ils
sont coutumiers des verites premieres et je les leur
reproche. Mais ils m'ont
montre eux-memes-et les
reponses citees plus haut
en sont vraiment un bon
exemple- que ces sortes de
verite blessaient tellement
le regard qu'il fallait les
deguiser, leur donner une
apparence sentimentale ou
de proverbe. Ne dites pas
crument que si vous n'avez pas une bonne note,
~
Par: Patrice Thompson.
c'est que vous en avez
une mauvaise; et que si
vous en avez une mauvaise
c'est que le professeur ne
veut pas vous en donner
une bonne.
Depuis que je suis a
Galatasaray, je conna!.s
les regles du jeu, et chaque annee, malheureusement, j'essaye de les tourner. Je ne les enumererai
pas ici. A quoi bon? On y
a cependant ajoute i:les
perfectionnements. P a r
exemple, il est maintenant
admis qu'un eleve ne travaille pas «pour la note»,
mais pour recevoir, dans
un contentement qui approche de l'extase, les bienfaits d'un enseignement
exceptionnel. La flatterie
trop evident n'est plus de
mode; c' est pourquoi je
devrais corriger «les bienfaits d'un enseignement
exceptionnel»; c'est une
expression qui n' est pas
tout a fait dans le ton.
Non, la mode n'est pas
cette annee a l'admiration
et· a l'affection; il faut en
prendre son parti. On essaye plutôt de faire pitie
et, dans les cas extremes,
de se vexer. Il est vrai que
c'est plus habile: c'est un
moyen de suggerer au
professeur qu'il est assez
fort pour vous aitler ou
vous humilier. Et si le
malheureux professeur est
tente d'y croire, voici qui
va lui monter qu'il est
naif: l'impossibilite abso-
lue ou il se trouve de briser le mur d'indifference
que lui oppose l'eleve, lorsqu'il se sent dans une situation perilleuse.
Plus naif encore serait
sans doute celui qui ne
croirait qu'a la monotonie
un peu lassante de ces modes successives.Apres tont
ce ne sont que des manieres differentes, que les
hommes ont de tout temps
inventees, de se montrer
"les uns aux autres qu'ils
sont a la fois fort3 et faibles, utiles et vains, intelligents et stupides, hereux
et malheureux, courageux
et laches, amusants et ennuyeux- et cela, le plus
souvent simultanement.
Il ya pourtant de quoi
illuminer la monotonie de
ce paysage scolaire, ou
.rien ne peut briller sans
etre aussitôt «eteint» ; je
n'irai pas jusqu'a appeler
bienveillance, cette disposition d'esprit qui donne
un sens ala faiblesse comme a la force, a l'intelligence comme a la stupidite. Je l'appellerai seulement bonne volonte. Bieu
que souvent sans emploi,
parcequ'elle ne sait pas ou
commencer, elle ne ment
pas; au mieux elle esquıs­
se une cooperati9n de l'eleve et du professeur. Dans
quel but? Ils ne le savent
ni l'un, ni l'autre, parceque le professeur croit le
savoir, et que l'eleve ne- le
croit pas.
Peu importe -la mode
de cette annee ne me deplait pas chez les eleves-;
y en. a-t-il une chez les
professeurs? Encore . une
fois peu importe. L'essentiel est que ces modes ;nous
proclament tous, vivants_:
chacun de nous fait son
metier, honnetement.
6
GALATASARAY
TEVFİK
---------c----
FİKRET
«Aksaray'da bulundukları zaman bir çok misafirler gelirdi. Bunlar arasında bir de paçacılar
kahyasının kızı Naciye Hanım vardl. Fikret işte
bu Naciye Hanıma aşık olmuştu. Ne zaman evlerine gelse yanından ayrılmaz, ayrılınca da başını yastığının altına saklar, saatlerce ağlardı..»
(İsmail Hihmet Ertaylan, Düşünce Mec. s. 115).
Hassasiyetinin derecesi; belki, Fikret ilk defa
aşık olduğu vakit
üç buçuk yaşındaydı dersek,
daha iyi anlaşılır.
Fikret'te büyük değişiklikler nasıl mektebi
bitirdikten sonra meydana gelmiş, hakiki mizaç
ve karakterini ancak o vakit bulabilmişse, okula
ilk girişi de bazı değ·şikliklere yol açmıştı. Kanepeleri, yastıkları kahramanlıkla öldüren, ele
avuca sığmayan «Küçük Mehmet Tevfik» okula
verildiğinden kısa bir müddet sonra
çok sessiz,
çok uslu bir hale geldi.
Doksanüç harbi göçmenlerine ayrılan yerler
arasında Mahmudiye Rüştiyesi de vardı. Bu yuzden okul kapatıldı. «Mehmet
Tevfik» in okula (Sultani' ye)
girişi de böyle oldu. Kısa bir
müddet sonra terbiyesi ve ahlakı ile temayüz etti.
Hocası
Abdurrahman Şeref Efendi,
TevfiK .t•'iluet i i!K defa «Mekteb-i Sultani dersanesinde»
tanıdığını
ve hususi imtihandan birinci olan Mehmet Tevfik'i adıyla çağırınca, <<0naltı,
onyedi yaş çağlarında, müdevver çehreli, esmerce benizli,
mütenasib-ül-aza bir şakird
ayağa kalktı. .. Varaka-i imtihaniyesini
ı-ı,lenen
okudum.
Hattı ve ifadesi güzel, hak ve
silintiden ari idi...» (Abduryetine..;eğiz.
rahman Şeref, Tevfik Fikret,
Tevfik Fikret in çocukluğu
bahtıyarlık
içinde geçmiııtir
Düşünce Dergisi, s. 23).
diyebil riz. Doğumundan kısa
Onun meKtep arkadaşların­
bir zaman sonra Aksaray'da
dan :ı:tıza Tevfik·ten de Fikbir konağa taşınmışlar ve, o,
ret'in çalışkanlığına ait bir
burada, ömrümin ilk seneleribaşKa hatıra anlatalım: « ... Her
Tevfi.k Fikret
ni turlu yaramazlıklar ve kasene hemen her dersten birinci
yıtsızlıklar içinde geçirmiştir.
çıh.ar ve bu muvafııan:ıyetıeri­
Çocukluğuna ve yaramazlıklarına ait kendi anne bir mükafat olarak aldığı güzel ciltli kitapları
lattığı bir hatırası:
yerine henüz gaturmeden öteKi derslerden de bi«Kendi .anlatır ve gülerdi. Çocukluğumda pek
r. nci çıktığını yüksek sesle ilan eden hoca, mesehaşarı ve yaramazdım. Hele bir vakitıer asKerlı­
la (Hendese! .. 119 numaralı Mehmet Tevfik) değe heves etıniştim. Bana bir paşa elbisesi, kılıç
yince yarı yoldan geri dönup o mükafatı da alır,
kalpak aldılar. Askerlik aşKı bende o kadar ileyine (Hikmet-i Tabiiye, 119 numaralı Mehmet
riye gitti ki bir aralık büyüdüğüm zaman kılıç
'ı'evfik ! ) nidasını işitip bir kitap daha alıp götütalimlerine kalktım. Kimseye görünmeden, ı.a­
r urken bu ihtifal resminde hazır bulunan seyircirem tara!ındaki misafir odasına gider, kanapeleler ve evlat sahipleri kemal-i gıpta ile, kendi arrin örtulerini kaldırır, kılıçla üstler:ne hücum
kadaşları da haklı bir gururla bu harikulade çoederdim. Parçalamadığım minder, öıd ... rmed.ğnn
cuğu mutemadiyen alkışlarlardı. Bazen de Mehmet Tevfik'in mükafat olarak aldığı kitapların
kanepe kalmaµuştı... Kimsenin bu kahramanlı­
ğım dan habel'i yoktu. Bir gun, evde temi:din: ;yabazılarını
sınıf arkadaşlarından
biri alıp taşır,
pıııyoıdu. Misafir odasını da boşaıttılar; kanepeTevf.k'in yükiınü hafifletirdi.. .»
lerin örtülerini çıkardılar; işte o zaman her şey
Okulu bitirdikten sonra «Babıali'ye memur
meydana çıktı. Lime, lime kumaşlar, yığın yığın
olarak Hariciye istişare odasına çırağ edildi.. '/(
bıtıKlar yerlere yayıldı. Bu fac adan sonra askerBu ı.ayat onu sıkıyordu, nihayet bir kaç ay sonlikten vazgeçtim. (İsmail Hikmet Ertaylan, lJura istifa etti. Bu istifası uzun zaman herkesi hayşünce Mec., s. 115).
rette bıraKan şu hadiseye b11şlangıı,tı. Fikret, ayFikret'in bu hareketi bize onun daha o vakitlıkları işsizliğin bir mükafatı olduğu için alamı­
yacağını bildırdi !..
ler ne "adar haren:etli bir çocuk olduğunu gösteriyor. Şimdi bir de onun hassasiyetini, hiss yatım
Bundan sonra daha bazı memurluklarda bugösteren bir olay anlatalım. O kadar ki buna aşı­
lunmuş, istifa etmiş, tekrar girmiş,
ve n hayet
rı bir hassasiyet demek daha doğru olurdu:
1890 da evlenmiştir.
(Devamı 24. sahifede)
Bugün; . yıllarca siyah sıralarında ders dinle«grand cour» unda top kovalamış, «Asaf
Halet Çelebi» nin dediği: «Pilav kokan koridorlarda» dolaşmış, anfilerinde ve konferans salonunda ince tatlı acı hatıralar bırakaı;ak yurdumuzun her iline, her köşesin~ dağılmış bir çok
Galatasaraylı vardır.
Aralarından, çok meşhur
olmuş devlet adamları, sanatkarlar, bilginler, iş
adamları, yazar ve §airler yetişmi§t:r ..
Fakat, bunlardan biriyle: bir ekolü tek ba§ma
temsil edecek kudrette bir §airle, karakteri ve
ahlakı ile herkese örnek olan bir insanla, müdürlüğü ve idareciliğinde o zaman göstermiş olduğu
baııarıyla herkesi hayrette bırakan, şa r, ressam,
mütefekkir ve terbiyeci Tevfik Fikret le, Galatasaray ve Galatasaraylılar ne kadar öğünse azdır.
Günümüze kadar Tevfik Filn-et haKkında çok
çeşitli eserler yazılmıştır. Şiirlerinin tahlili, tenkidi yapılmı§, bazı yazarlar onun sanat görüşu­
nü belirtm'şlerdir. Burada onun edebiyat hakkın­
da dü§üncelerinden bahsetmenin ve onu bu yönden incelemenin, şimdiye kadar yazılmlŞ
olanların bir tekrarından ba§ka bir şey olmıyacağı dti§unces ndeyiz.
Bundan dolayı, biz bu yazımızda,
onun çocukluğunu,
küçük yaşta girdiği «Sultani»
den hatıraıarını, arkadaşları­
nın
hakkında
söylediklerini,
hucalarının
Fikret'i nasıl tanıttıklarını,
mezuniyetini, nihayet m ... dtirluıı:lerini ve tal;;beyken mektebi hakkında dJşunduklerini, idarecıliğinde nasıl tatbik ettiğini anlatmakla
miş,
GALATASARAY
TALEBE
Bundan üç sene önce rahmetli ve kıymetli müdürümüz
Mac t Saner, okulumuzda :alebe teşekküllerini bizzat kurmuşlardı.
Bir gün: «Gaye kendi ken·
dinizi idare etmenizdir» dedi.
Bu cümlenin arkasında, Turkiye' de hazmettirilmeğe çalışı­
lan demokrasinin, okullarla
desteklenip, olgunlaştırılması­
na taraftar b r amacın bulunduğunu hissediyordum. Kendileri her toplantıyı yönetir ve
en değişmez kararlarına itiraz
edilip kabul edilmediği zaman
dahi gülerek: «Peki, sizinki olsun:> derdi.
Böylece üç senelik geçmışi
bulunan talebe kurullarının
sağladığı fayda nedir
ve ne
olabilir?
Bir millet kendi tarihinde,
bir çok tehlikeli devreler geçirir. Bu, ya mali, ya siyasi,
ya da külturel alandaki değişmelerden
meydana gelir.
Bugüne kadar mali krizlerle
tarihe karışmış b r devlet, veya siyasi hatalardan öturü
hayatiyetini kaybetmiş bir yok·
gibidir. Fakat kültürün değiş­
mesiyle bir· değil, bir çok millet tarihin tanıyamıyacağı kadar değişm;ş ve benliğini kaybetmiştir.
Şimdi
bizde ise,
doğudan
ba-
tıya doğru dörtnala bir yöneliş mevcuttur. Buna, her fer-
tanınan
hürriyet de katı­
lırsa yönsüz bir yöneliş ortaya çıkar. Zira halkın büyük
bir kısmının okuma ve yazması yoktur.
Geçmişle
aramızdaki bağların sadece tarih
yapraklarına sığdırılması,
bu
yönsüz yönelişin hızını daha
da arttırmıştır.
de
Sinema, radyo ve gazetelerin
propagandaları, eğilmeğe müsait olan fidanları kolayca,
rüzgarın estiği tarafa bükmeiı:
tehlikesini yaratmıştır. Okumaya karşı olan heves, imkansızlıklar yüzünden
değer­
lendirilemeyip, ve gene kalitesinin yükseltilmemesinden dolayı ortaya çıkan
yarım bir
kültür, yönelen gerçeğin yarısında,
ayrıldığı yerin
çok
uzağında
boşlukta
duruyor.
Böylece boşlukta duranlar çoğalıyor, aydın, istikbal nurunu
imkansızlıKların
karanlığına
terkediyor. Bu durum böyle
devam ederse memleketin ilerıde büyuK
buhranlar geçireceği. muhakkaktır.
Kültürsi.iz
7
..
.
TEŞEKKULLERI
dır. Bunun için de başkan en
büyük rolü oynar. Zira bir şe­
yin yaşaması için evvela doğ­
ması lazımdır. Bugüne kadar
herhangi bir ilerleme kayde-
bir gençlik ve kendilerini takip eden küçükleri gelecekte
memleketin mukadderatına ha
kim olacaklardır. Kahin olmaya lüzum yok ...
Şuurlu
ve anlayışlı talebe
teşekküllerinin liselerin kültürel bünyesine yerleşmesi, talebeye daha bugünden, istiKbaldeki arkadaşlarına hürmet
etmesini öğretecek, kendi çapındaki hadiseler hakkında karar verebilme kaabiliyetini
sağlıyacaktır.
Bundan başka
memleket mizdeki demokrasi
nin sağlam geleceği için, liselerin öğrenci kurulları ideal
birer kurs mahiyeti taşıyabilir.
Fikir alanında kendi kusurlarını görüp
tenkid edebilen
bir 1 se ve daha sonra bir üniversite gençliğine sahip olduğumuz zaman,
asrın
teknık
· seviyesini düşünmeden istikbale güvenle bakmamız imkanı
doğacaktır. Aksi' takdirde söylenecek her söz bir tahminin
hüküm ve kıymetinden ileri
geçemiyecektir.
dilmemişse,
teşekkül
cansız
doğmuş sayılır.
Bugün içinde
bulunduğumuz durumun bunu
tasv•p etmesi, başkanların vazifelerini tam yapamadıklarını
gösterir.
Bunların
yanıbaşında,
şahsi
gayretleriyle bir okumş. odası
idare eden Mehmet Dülger,
branşındaki kabiliyetinin. neticesi, ihtiyaçlara cerap verebilen bir lokal çalıştıran ve günden güne zenginleştiren Yusuf
Kara!, elbette ki Galatasaraydan çıkarken arkalarında bir
şey bırakabilmenin sevinciyle
bahtiyar olacaklar ve okulu
·tekrar ziyaretlerinde gözleri
yaşaracaktır. İnsan ile eşya
arasındaki
münasebetin kuvvet ve kudreti, o eşya ile olan
münasebetinin ya hatırası veya canlılığıdır. Galatasaray'ın
kendisine mahsus havası ve
orada bıraktıklarımızın hatı­
rası Galatasaraylılığa ve dolayıs"yle cemiyete
müsbet faydalılığımızı teşkil eder.
Okulun en mühim kolların­
dan olan «Kültür ve Edebiyab>
Kolu isim olmaktan ileri geçemedi.
Fransızca
kulübünün yeniden doğması bizi çok sevind rmiŞtir,
ancak günden güne
kuvvetlenebilmesi için gerekli
mesainin sarfedilmesini temenni ederiz.
Filatelist kulübü okulumuzun en faal kollarından bir yken bugun ayni faaliyeti göstermekten çok uzak kalmıştır.
Kurulduğu günden bu yana,
her iyi kültJr hareketine lider~?·
lik etmiş olan Galatasaray, bu·~
işte de lider olmak emelindedir. .Ancak bu sene baş}\anla­
rın kifayetsizliğinden istenilen
neticeye varılamadı.
Kifayetsizlikleri derken her
türlü arkadaşlığın tesirinden
kurtulup objektif olmağa çalı­
şıyorum.
Zira ancak kuruluş devresi
içinde bulunan talebe teşekkül­
lerinin gel şmesi, başkanın kolun bünyesine uygun olan en
iyi programı yaparak uygulaması ile mümkündür. Bir talebe teşekkülünün başkanı,
baş·rnnlığı
zamanında,
kendi
sinden sonra gelecek olana,
muhakkak ki bazı ipuçları ve
faaliyet örnekleri bırakmalı­
dır. Aksi halde bir teşekkültin
gelişmesi çok güç olur.
Zira
her başkan sıfırdan başlarsa,
hiç b r ilerleme kaydedilemez.
Teşekküller
daima büyüyen,
yaşlandıkça kuvvetlenip ölmiyen birer canlı varlık olmalı-
Spor kollarında ise voleybolden başkası, Galatasaray da
spor yok denilecek kadar zayıftır.
Hakikatten ayrılmamağa çatenkitlerimi yaptığım
talebe teşekkülleri başkan ve
t,,yelerine bundan sonrası için
muvaffakıyetler temenni ederim.
lışarak
İzzettin DOGAN
BİL Kİ...
Beşerin çektiği, dili belası,
Ya.maçlar korkunçtıır durma, diişersin;
Haset, intikama yol açan kapı,
Kinle beslenirsen, sen de bir şersin! ..
Rıfat Necdet EVRİMER
8
GALATASARAY
UN PROFESSEUR QUI NE VIEILLIT PAS: M. GOUDMAND
initiation a l'enseignement se
fesseur de Chimie, cette foisfit a Douai en 1925. Le serci, ayant a enseigner des cours
vice milita re termine, je me
de Chim e ! Sa carriere a controuvai a Cambrai.
tinue sans interruption jusqu'
- Comment vous avez pasen 1960.
se a Galatasaray?
Ceux qui ont eu M. Goudmand comme professeur con- C est justement de Cambrai que j'en ai trouve l'occanaissent bien son aspect sportif. I1 est un athlete comp!;-)t.
sion. J'ai annule un contrat qui
devait m'envoyer a Kabul, en
Pendant son service militairc,
Afganistan, grace a la demanon lui a confie !es affaircs
d·e de Behçet Bey (Güçer) qui
sportives de son unite et il fut
etait a Paris a ce moment, en
le champion de l'armee en
train d'engager des profescross country» en 1926. Sa
seurs·pour le lycee de Galatacarriere ne ra pas empeche de
saray.
continuer dans ce domaine. 11
C'est le lendemain d'une
continua son entrainement avec
Ömer Besim (Koşalay) et parnuit passee a l'Hôtel Continenticipa a plusieurs concours de
tal ( qui est demeli maintenant),
c'est-a-dire le 25 Septembrc
400 et de 800 metres. Le domaine sportif a dü avoir beau1928 que M. Goudmand etait
coup interesse M. Goudmand
officiellement professeur au
Lycee de Galatasaray. Voici
qu'il est encore un des fervents
comment etaient reparties les
membres du Club de Tennis et
heures pour le nouveau profesd' Alpinisme et le corresponseur de chimie: 9 heures de
dant de Radio Monte-Carlo en
Turquie, afin de preparer des
Biologie, 6 heures de Geoloprogrammes speciaux de sport.
gie.. Et 2 heures de Chimie( ! )
M. Goudmand resta a notre
- Pouvez-vous nous citcr
lycee jusqu'en 1931 et en parquelques uns de vos souvenırs
tit-p~t-etre pour ne pas conconcernant votre sejour dans
le Lycee?
tinuer a apprendre la Biologie
·en meme temps que ses elevesI1 a dü reflechir un certain
en emmenant avec lui le soumoment avant de repondre: ce
venir du beau Fenerbahçe,
n'etait pas tres facile de choiqu'il conserverait pendant tout
sir parmi tant de souvenirs et
d'en negliger une foule d'autson sejour a Dieppe, jusqu'en
res. En voici quelque uns qui
1937. C'est une lettre de M.
lui sont «venus a l'esprib>:
Montangerand, professeur de
Mathematiques, qui l'y invita
- C'etait le pi·emier mois de
mon arrivee au Lycee. Je suis
Un souvenir des excursions de La tentation a dü etre trop
entre dans la classe ou se
forte pour ne pas y repondre
Heybelia.da. (1931)
puisque, nous le voyons entrouve' actuellement la 11/C.
core dans le lycee comme pro(Suite page 23)
Tandis que lui, qui ne s'etaıt
point aperçu peut-etre de l'etat dans lequel je me trouvais,
repondait tranquillement a mes
questions. Parfois il s'arretait,
reflechissait comme pour arracher les souvenirs de l'eıı­
droit ou ils etaient et peutetre meme etait-il jaloux de
me les preter? J e ne serai pas
sans dire que je sentais une
sorte de fierte pour avoir ainsi
embarrasse un professeur dcvant lequel j'avais ete emberrasse chaque mois, duraııt
deux annees de cours de chimie.
- J e suis ne le 3 A vril 1904
a Nortkerque, un village du
Nord de la J!'rance.
C'est ainsi au'a commence
notre conversation avec .M.
Georges Goudmand:
- Apres avoir ete diplome d:.ı Lycee de Et. Omer, je
terminai mes etudes superieures a l'universite de Lille. Mon
L'eqıtipe des professeurs du rnatch de Mai 1954
İl n'est pas si facile d"exprimer en mots l'histoire d'un
enseignement de 26 annees, il
faudrait l'avoir vecue, il faudrait avoir vu la transformation des cheveux blonds en fils
blancs, il faudrait avoir laisse
derriere soi une foule d admirateurs de tout age. Quand
nous trouvames avec M. Goudmand, dans le laboratoire de
physique, je m'eta.s deja jete
dans cette affaire perilleuse.
GALATASARAY
HİKAYE
İlk
defa suratındaki yara dikkatimi çekmişti. Şaka·
çenesine kadar uzanan kırmızı ve geniş iz ancak kılıç veya bir şarapnel eseri olabilirdi. Korkunç bir
hatıra diye düşündüm. Şişman ve mütebessim çehrede
böylesine bir yaraya rastlamak insanı şaşırtıyordu. Hat·
ları sade, yüz ifadesi samimiydi. Ortanın üstünde bir
boyu vardı, suratı kuvvetli vücuduyla epey ahenksiz
kaçıyordu. Ne zaman görsem, haki gömleğinin üstüne
eski bir ceket giyer, başında da geriye itilmiş sombre·
rosu bulunurdu. Temizlikle pek alakası yoktu. Her gün
kokteyl vakti Guatemala City'de Palace Hotel'e gelir,
barın etrafında dolaşarak piyango bileti satmağa çalı·
şırdı. Hayatını bu yoldan kazaıııyorsa pek fakir olmalı,
diye düşünürdüm; zira biletlerine kimsenin talip çıktı·
ğını görmemiştim. Buna karşılık arasıra kendisine içki
ikram eden olurdu, reddettiğine hiç şahit olmaduıı. Ma·
salar arasından, uzun mesafeleri yaya katetmeğe alış­
mış insanların rahatlığıyla geçer, herbirinin yanında durup gülümseyerek elindeki numaraları söyler, kimsenin
aldırış etmediğini görünce de aynı tebessümle yoluna
devam ederdi. İçtiği zaman umumiyetle daha az müsamahakar olurdu.
Bir, akşam arkadaşımla Palace Hotel'in barında, tezgahın önünde dururken içeriye yüzü yaralı adam girdi.
Guatemala City'ye gelişimdenberi biletleri 20. defa teftişime arzedince başımı red makamından salladım. Ar·
kadaşım nezaketle kafasını eğdi.
•Qu~ tal, general? Hayat nasıl?•
•Fena değil. İşler pek yolunda gitmiyor ama daha
kötü de olabilirdi.>
•Ne içersin, general?•
•Brandy.>
Bir çekişte bitirip bardağı tezgahın üzerine koydu.
Sonra da dostuma dönerek başıyla teşekkür makamında
bir seıam verdi.
•Gracias. Hasta luego.•
Biletlerini yanımızdakilere göstermek için ilerlerken:
•Kim bu? diye sordunı. Suratındaki de epey korkunç.•
•Güzelliğine pek bir şey katmıyor, değil mi? Nicaragua'lı bir sürgün. Aslına bakarsan haydudun biri, ama
fena adam cteğlldir. Arasıra beş on kuruş veririm. HÜ·
kümeti devirmeğe kalkmış asi bir generaldir, muvaffak
olsaydı şimdi Guatemala'da
piyango bileti satacağına
Müdafaa Vekilliği yapacaktı. Ne yapsın ki zavallı işini
tamamlıyamadan avenesiyle resmi kuvvetlerin eline geçer, -bilirsin bu çeşit hadiselere orada sık rastlam~.k
kabil- yüksek mahkeme tarafından yargılanır, neticede
bir şafak vakti kurşuna dizilmesine karar verirler. Yakalandığı anda ileride başına gelecekleri kestirdiğini
sanıyorum. Beş arkadaş geceyi hapishanede poker oyıııyarak geçirirler. Fişleri yoktur, yerine kibrit kullanır­
lar. Söylediğine göre önıründe daha şanssız bir aııı ol·
mamıştır. Üç beş kere oyununu ıslah etmesi kabilken
fırsatlardan faydalanmayı becerememiş, yeni bir destııyi
de alınasıyla kaybetmesi bir olmuştur. Gün ağarıp dıı
askerler bunları götürmeğe gelince, aklı başında bir insanın bütün ömrünce harcayamıyacağı kadar kibrit kaybettiğini görürü.
Hapishanenin avlusuna getirilip yanyana dizilirler;
askerler de karşılarına geçip durur. Bizimki ne beklediklerini sorunca, hükümet kuvvetleri kumandanının ela
hazır bulunmak istediği cevabını alır.
•O halde bir sigara daha içebilirim• der. <Gençliğinde de intizamsızdı.>
•Fakat daha sigarasını yakarken, arkasında A.D.C.
!eriyle kumandan avluda belirir -bilmem San İgnacio·
yu tanır mısın, o imiş gelen-. Malüm formaliteler ta·
mamlandıktan sonra Sar. İgnacio mahkümlara son bir
arzuları olup olınadığını sorar. İçlerinden yalııız bizimki
cevap verir:
ğından
i
YARA
9
zi
•Evet, karıma veda etmek isterdim.•
«Bueno, der kumandan, itirazım yok, nerede
karı-
nız?»
•Kapıda bekliyor.•
«Öyleyse bizi 5 dakikadan fazla geciktirmezsiniz.•
•O kadar sürmez bile, senyor general< der dostumuz.
•Bu tarafa gelin öyleyse.>
«İki asker ilerler, araiarına mahkümu alıp işaret
edilen yere gelirler. Kumandan ateş emrini verir, 4 asi
yere yıkılır. Hepsi birden değil de teker teker düşerler,
hareketleri minyatür bir sahnenin kuklalarını hatırla·
tır. Müfreze başkanı cesetlere yaklaşarak hala can çekişen birinin kafasına iki el ateş eder. Dostumuz bu
arada sigarasını bitirip izmariti fırlatır.
•Kapıda ufak bir kargaşalık olınuştur. Avluya bir
kadın girer, eli kalbinin üstünde teliışla yürürken bir·
den duraklar. Sonra bir çığlık koparıp hızla ileri atılır.
•General, Caramba• der.
•Kadın siyahlara bürünmüştür, saçları dantel bir ör.
tüyle sarılıdır, suratıysa bembeyazdır. Kız denebilecek
kadar genç, ince uzun bir yaratıktır. Kocaman gözleri
kederden harabolınuştur. Hafif aralık ağzı ve şalıane
yüzünü kasıp kavuran heyecanıyla koşarken o katlar
güzeldir ki, orada alakasızca duran askerler bile kendisine hayretle bakarlar.
Asi, kadına yaklaşmak için ilerler. Genç kadın ken·
dini kocasının kollarına atar; adam, muhteris bir sesle,
•Alma de mi Corazon, kalbimin ruhu• diyerek duda!i·
!arını onunkilere yapıştırır ve aynı anda umulmaz bir
çeviklikle -üzerinde kalmasını nasıl temin etti, bilmiyorum- gömleğinin altından blr hançer çıkararak k&·
dının boynuna saplar. Kesik damardan fışkıran kan ada·
mırı gömleğinde kurur. Asi kollarını tekrar kadına do·
lar ve dudaklarını dudaklarına yapıştırır.
•Hadise o kadar çabuk cereyan etmiştir ki, çoğu
neyin olup bittiğini anlayamaz; diğerleriyse dehşetle irkilir, ileri atılıp gen-2ralin kollarını çözmeğe çalışır.
Genç kadın yere yıkılırken bir A.D.C. tarafından tutulur. Şuurunu kaybetmiştir, toprağa uzatırlar. Etraftaki·
!erin yüzünden bir dehşet ifadesi dalgalanmaktadır. Asi
vuracağı yeri iyi seçmiştir, kanı durdurmak imkansız­
dır. Bir an soııra yere çömelmiş A.D.C. ayağa kalkar.
•Öldü• diüye fısıldar.
Asi istavroz çıkarır.
•Neden yaptın?• kumandan sorar.
•Seviyordum.•
.
•Etraftakiler hafiften göğüs geçirir. Herkes kaatile
acaip nazarlarla bakmaktadır. Kumandan bir müddet
asiyi sessizce süzer.
•Nihayet, asil bir hareketti, der. Bu adamı kurşuna
dizemem. Arabamı alın ve kendisini hududa kadar götürün!• Generale dönerek, «Senyor, cesur bir insana
yekdiğerinin göstermek mecburiyetinde olduğu hürmeti
kabul edin.>
«Etraftan tasvibkar sesler duyulur. A.D.C., asinin
omuzuna hafifçe dokunur, iki asker ortasında, general,
bekleyen otomobile doğru ilerler.•
Arkadaşım bir müddet durdu, ben de hiç sesimi
çıkarmadım. Kendisinin bir Guatemalalı olduğunu söy
lemek isterlm, hikayeyi bana İspanyolca anlattı. Ben
de mevzuu onun azametli ifadesini bozmaksızın size
nakletmeğe çalıştım. İşin esasına bakılırsa, bence hika·
yeye böylesi daha yaraşıyor.
Nihayet dayanamadım. •Peki, o yara nasıl oldu?•
•Yara mı? Haa... O, açmağa çalıştığım sırada patlayan bir şişenin hatırasıdır. Ginger Ale'di galiba.•
•Hiç hoşuma gitmedi .. • dedim.
Somerset Maugham'dan tercüme eden:
Fuad Uf'CAN
10-------·
GALATASARAY
Küçük Galatasaray'da Birkaç Saat
Geçen
Ortaköy şubemize dağıtmaya
zaman, birden aklımıza; mecmuanın
içinde, küçük Galatasaraylı kardeşlerimize ait
hiç bir şeyin bulunmadığı geldi ve, dergiyi üzüle
üzüle dağıttık.
Daha kapıdan çıkarken bu gaf'ımızı düzeltmeyi kararlaştırdık ve elimize geçen ilk fırsat­
ta, fotoğraf makinemizi kapıp, soluğu aşağıki
okulda aldık.
Bahçeye girer girmez etrafımızı bir «Küçük
Galatasaraylı» gurubu çevirdi. Onların çeşitli suallerine cevap yetiştirmeğe çalışarak okulun iç
kapısına kadar geldik.
Orada, sonradan inzibat
gözcüsü olduğunu öğrendiğimiz bir küçük, onlıı­
rın hepsini durdurdu ve vazifesini müdrik, büyük
bir adam edasıyla, bize ne istediğimizi sordu.
Gülerek ona yabancı olmadığımızı söyledik.
Küçük Galatasaraylıları orada bırakarak müdür İhsan Karabatur'un odasına g rdik.
MüdJ.r beye ilk olarak değişen tedrisat sistemi hakkındaki düşüncelerini sorduk. (Bilindiği
gibi geçen senedenberi aşağıki kısım, Cuma akşamları tatil oluyordu.)
Bize şunları söyledi: «Cumartesi günleri derslerin kaldırılması Maarif Vekaletine okul ve veli
olarak talep edildi ve kabul olundu. Bu çalışma
şeklinden çok memnunum. İleri milletlerde zaten
altı gün çalışılıyor.
Lisede de bu yolun tutulmasına taraftarım.
fakat yukarıda haftada bizden iki saat fazla ders
yapılması bu işi biraz güçleştiriyor. Fakat günde
sekiz saat ders yapılması yoluna gidilebilir. Diğer okullarda da böyle bir temayül var.
Fransızca ve Türkçe derslerin tamamen ayrı
yapılması lazım. Öğleden evvel fransızca, öğle­
den sonra türkçe. Bu suretle çocukların fransızca
konuşması sağlanmış olur.
Fakat kadrosuzluk
yüzünden biz bu usulü başaramadık. Sonra Fransız öğretmenlerin etüdlerde bulunmaları şarttır.»
Müdür beyi daha fazla meşgul etmeden, teşekkür ederek ayrıldık.
Şimdi Küçük Galatasaraylıların arasındayız.
Şu anda bahçede
5. ve 3. sınıfların jimnastik
derslerı var.
Guruplara ayrılmışlar, bir kısmı
kültürfizik yapıyor, bir kısmı da voleybol, basketbol oynuyorlar.
Biz bunlardan voleybol oynayan bir gurubun
arasına giriyoruz,
derhal etrafımızı sarıyorlar:
sayımızı
gittiğimiz
«Abi ! hariç mi, dahil mi? söyle.», «Bi kere ahi
senden daha iyi bilir, öyle değil mi abi ?» Bize
bunları söyleyen küçüğün ismini sorduk,
heyecanlı bir şekilde Ata dedi. Soyadım unuttuğunu
söyledik, utanarak güldü, Ata Yönter dedi. I.A.
da imiş. 11k olarak derslerden açtık. «Derslerim
iyi ama calcul zayıf» dedi. En çok fransızca ve
tarihi seviyormuş. Derslerden sonra spora geçtik: «Galatasaray şampiyon olacak» dedi. Büytiyünce gemi mühendisi olacakmış Bunu söylerken hemen oradan bir başkası atıldı: «Abi aslın­
da o artist olacak ama size söylemeye utanıyor»
dedi. Hep beraber gülüştük. Peki öyleyse hangi
Ağabeylerinin ara~ında. ..
artistleri seviyorsun diye sorduk: «James Dean
desem ama o ö!dli, Alain Delon'u daha çok seviyorum» ded,. Biz de zaten ona benzediğini söyleyereH: diğer arkadaşlarının gültişmelerine sebep rlduh.
Biz onlar kadarken, ayda, yılda bir kere sinemaya giderdik. Halbuki şimdiki küçükledn,
sinemanın jön prömiyeleriyle bu kadar yakından
ilgilendikleri hem hoşumuza, hem de, doğrusunu
isterseniz biraz tuhafımıza gitti.
«Abi bize de son bağırışmaları, arasında aynlıp, onları oyunlarıyla başbaşa bıraktık.
O kadar minik ve hareketli şeyler ki, insan
bu hallerine bakarak, acaba diyor: biz de
böyle miydik küçükken? Derken zil çalıyor ve
biraz evvel «çın çın» öten bahçe birden sessiz.
oluveriyor.
Pür ciddiyet hocalarını d'nliyen çocuklarla
dolu dershaneleri gezerken birden eski müdi.ır
onların
muavinıerimi;,;den
lyi çalı.şıyorlar ...
.li.ıdvan Şensoyla
karşılaştık,
Bizi görünce hem şaşırdı hem sevindi. Burada
ikinci sınıfları turkçe derslerine gidiyormuş. Hocamıza; bize inzibat ve intizam gözcüleri hakkın­
da malfunat vermesini rica ettik. Şunları söyledi:
«Bu gözcüler, 4 - 5 ve Ytş. sınıflardan seçiliyor,
ve vazifeleri: arkadaşlarının inzibat ve disipline,
GALATASARAY
------11
aykırı
nında
hareketlerine mani olmak, derslere zamagirip çıkmalarını sağlamaktır. Çok faydalı
oluyorlar. Çocukların nizamlı ve intizamlı hareket etmelerinde bize yardımcı oluyorlar». O sı­
rada zil çaldı ve teşekkür ederek yanından ayrıldık.
SON MEKTUP
Birinci sınıfın önünden geçerken, bu «minimini» !erin neler yaptığını çok merak ettik ve
iceri girdik. Hocaları Mme İllac bize hepsinin
Bu
sonucıısu
olacak
sana.
Sileceksin gözlerinden hayalimi..
Soıısu.zda bıılu§nıak isteyeceksin belki,
Belki, sa.rarnıı-§,
Nasır tut1nu.ş ellerimi özleyecek
Ellerin.
Tıpkı tabıırcu hastalar gibi.
Susayacaksın insanlara.
Gözlerinde bir ümit beli.recek,
Mektup yazmak isteyeceksin.
Ama benim adres-im
Göçebe ku§larınki gibi.
Geı::ap ta alamıyacaksın ki.
Bekliyeceksin ...
Lekesiz anılarını ya§ıyacaksın
Yeni bW]tan.
Mektuplarımın
Belki de
lyi yiyorlar ...
Unutacaksın
«tres sage», «gentil», «mignon» olduğunu ve
kendilerinden çok memnun olduğunu söyledi. Hakikaten, hayret edile.cek kadar düzgün okuyorlar ve hocalarının sorduğu suallerin hepsine~doğ­
ru cevaplar veriyorlar.
Teneffüs zili çalınca daha evvelden ismını
öğrendiğimiz Can·ı yakaladık. Can piyano çalı­
yormuş. On iki yaşında. 5 inci sınıfta ve beş yaIJ!Ildanberi çalıyormuş. Soyadı Karatay. Klasik
hıüzikten çok hoşlanan Can ençok Chopin'in polonez'lerini seviyormuş. İlk konserini «Küçük Galatasarayla çayında vermiş.
Böyle tatlı tatlı konuşurken, aklımıza saatimize bakmak gelmeseydi, çoktan dönmemiz icap
ettiğ ni anlayamıyacaktık.
İnsanın, daha saatlerce konuşsa doyamıyaca­
ğı bu «Küçük Galatasaraylıları» oyunlarıyla baş
başa bırakarak kapıya doğru yürüdük.
Aykut DERMAN
Yavıız TACER
her §eyi.
V. Aykut ERGİL
•
YOLCU
İlk ı§ıklarla beraber çıkacaksın yola
Yanında
I{ar.şında
yitik anıların
hayat korkunç
I(olun kanadın kırılmt§
Büyük kavgalardan çıkmt§ın yorgun
Sa.rı güz yapraklan gibi
Ümitlerin dökülmü§ tek tek
Denizler almt§ götürmüş ümitlerini
Tren yollar~ alını§ götürnıü.ş
Söyle bu ölümlerden çıkıp nasıl yW}arsınf
Lise Problemlerinden
(BW]tarafı
1
Batu İf'JMEN
•
2. sahifede)
Öğrenim, tıpkı yürüme, koşma, oyun oy-
nama gibi muayyen bir
itiyaddır.
Hafızayı geliştirmek, abı:ıtraction gücünü arttırmak, analiz ve sentez kabiliyetlerini gereği gibi ilerletınek, lıse tahsilinde
birinci planda dikkate alınması lazımgelen
me3eielerdir.
Bütün bu gelişmelerin muayyen bir ölçü
dahilinde seyri takip edilirken gençte çalışma ve iş zevk'nin doğmasını da temin
etınek, öğrenci velilerinin de iştirakiyle çocuklarda mesuliyet duygusunun ve intizam fikrinin yerleşmesine gayret etmek
gerekmektedir.
JAMAIS
J e suis
tangeııt
Tu es tangente
aunwnde,
a moi.
J e sais bien que ces cordes
Ne se reuniront pas.
Nejat ÇETİNOK
12
GALATASARAY
ANKET
Size göre 20. Asrın en önemli üç olayı nedir?
"Quels sont, d'apres vous, les trois everıements
les plus importants du 20 e Siecle,,
Bence 20. asrın en büyük üç olayı şunlardır:
1 - Atatürk'ün Türk milletinin başına geçmesi.
2 - Hiroşiına'da atom bombasının infilakı.
3 - Ay'ın öteki yüzünün fotoğrafının alınması.
Selami Akal
•
1 - Atatürkiün yeni Türkiye'yi kuruşu.
2 - Atom ve aya varış.
3 - Tüberküloz hastalığına karşı bulunan yeni ilaç'
lar ve bu hastalığın eski korkunç durumunun önlenmesi.
Server Bürge
Yirminci yüzyıldaki en önemli üç olayı sıralıyorum:
1 - Hakkın kuvvete galebe çalacağını ve muzaffer
olacağını ispat
eden, hürriyet ve istiklfi.l yolunda esir,
mazlüm ve mağdur milletlere örnek olan ve örnek ve·
ren İstiklfi.l Savaşımız ve Büyük Atatürk'ün başardığı
sosyal devrimleriıniz.
2 - Atomun ilmin emrinde ve hizmetinde kullanı­
larak insanlığa büyüle faydalar temin etmesine çalışıl·
Dış
3 -
siyasette kendisine dünya devletleri araönemini kabul ettiren Türkiye'ye Amerika Cumhurreisinin gelmeyi düşünmesi ve gelmesi.
sında ınevkiinin
Selilhattin
Ayın görünmeyen taraflarının resmi alındı.
Picasso gibi bir orijinal deha resimde bir devir
1 2açtı.
denizaltısı kutupları
3 - Atom
dan geçebildi.
•
1 2 3 -
Atom ve Hidrojen bombalarının kullanılınası.
Atmosfere fırlatılan füzeler.
Radyo ve Televizyon.
Askeri Ergun
1 2 3 -
Siyasi ve iktisadi doktrinlerin tam
Birinci Dünya Savaşı.
İkinci Dünya Davaşı.
buz
dalgaları altın­
Ressam
Kemal Zeren
1 - Atom enerjisinin bulunması ve insanlığın le·
hinde kullanılınası için yapılan araştırmalar.
2 - Sun'l peykler ve füzeler.
Nautilus denizaltısının Kuzey Kutbunda buzlar
3 -
altından geçişi.
ması.
3 -, İnsan haklarına saygının ve bu hakları müşte·
reken savunmanın kesin bir lüzum ve zaruret halind-:ı
duyulması ve medeni milletlerin bu konuda esaslı surette teşkilatlanması. ·
Edebiyat ve Sosyoloji Öğretmeni
Rıfat Necdet Evrimer
Sanrı
Ülkü Özatay
•
Remarque. Nous sommes en 1960. Il reste encore 40
ons. Le progres comme les machine va de plus envite,
les decouvertes scientifiques se muıtiplient, si bien que
les 40 annees qui restent serant par l'humanite plus importants que les 60 qui sant passees.
1sante).
Creation
23 -
de 1'0.M.S.
(Organisation
mondiale
Antibiotiques.
Energie atomique.
Remy Guy
1 2 3 -
i 2 3 -
1 2 3 -
1 altından
Doğumum,
•
Şükrü
teşekkülü.
Özaltan
Yaşamam,
Jacques Balleret
Ölümüm.
•
•
ilhamı Gündüz
Atatürk İnkılapları.
Feza yolunun açılışı.
Antibiyotikler ve gelişmeleri.
Muvaffak Benderli
1 2-
Atomun parçalanması ve sanayide kullanılması
Atatürk ve İnkılfi.plar.
3 -
İnsan haklarının
Atatürk'ün Türkiye'yi yaratması.
Diyabetlerin keşfi.
Füze fikrinin tatbik ve başarısı.
Nebahat
•
Kanıar
Nautillius ve diğer denizaltı ile iki defa buzlar
Kutup denizlerini geçerek yapılan tetkikler.
bütün dünyada
önemle ele
alınması.
M. Ali Gültekin
•
Prof. Piccard'ın 12.500 metre derinliklerde Ok·
yanuslar altındaki etüdü.
2 -
La T.S.F. de Branly et Marconi (1899. 1900).
La Penicilline par Fleming (1928).
Fission de l'Uranium par Hahn (1939) .
Creation de l'O.N.U. (1945).
12 3 -
Les quanta et la theorie de la Relativite.
La production de l'energie atomique.
Le lancement des satellites artificiels.
flermine Kalustyan
1 2 -
Atom
Füze.
bombası.
Ferruhzat Turaç
--13
GALATASARAY
1 2 3 -
ı
- Atatürk ve
2 3 -
II. Dünya
Birleşmiş
- Atatürk'ün Türkiye'yi
ı
Atom.
Füze.
Televizyon.
•
Yaşar
HakgUder
Cihan Harbi ve sömürgeciliğin ifliisı.
Atomun, sun'! peyklerin t.atbik sahasına gir
yaptığı işler.
Savaşı
ve yeni buluşlar, yeni siliihlar.
Milletler Teşkilatı.
•
Faruk
Kurtuluş
- Les antibiotiques.
2 - les organismes internationaux: Societe des
Nations. O.N.U.
3 - la simplification mateielle de la vie. les fibre.s
synthetiques appareils menagers. Hygiene-Confort.
les constuctions d'immeubles modernes.
ı
-
duvarının
1 2 3 -
•
L'energie nucleaire.
La penicilline.
Picasso.
Pierre Dubois
1 - La synthese de la matiere organique par les
Biologistes, permettant d'emettre des hypothess sur
l'origine de la vie.
2 - la decouverte des antibiotiques.
3 - La divlslon de l'atome et la decouverte de la
bombe atomique.
Hikmet GUrtav
•
Roland Faillettaz
- (Positif): La fondatlon de la Republique Tur·
que et la Revolution creatlve de Mustafa Kemal Atatürk.
(Negatif): La 2 leme guerre mondlale et ses mefaıts
politlques, sociaux et economiques.
2 - (Pos!tif): L'energie nuclealre au service de
l'humanite.
•
Karabatur
İst!kliil Savaşı ve Atatürk İnkıHipları.
İkinci Cihan Savaşı.
İlim
ve fende büyük ilerlemeler kaydedilmesi.
Ali Ortaç
kazanışı.
2 3 -
(Negatif): L'invention de la bombe athom!que.
3 - (Positif): La decouverte de la penici!line par
Fleming, et le antibiotiques.
JNegatif): L'expansion de la paralysie enfantine (la
polymielite) dans le monde entier,
Salih özarık
İkinci Dünya Harbi ve girmeyişimiz.
Daha •kendimizi> tanımadığımız halde fezanm
çözme çabamız.
Sermet Uysal
•
1 - Feza yolculuğu devrinin açılması.
2 - Afrika kıt'asında şuurlaşan milliyetçilik hare·
ketleri.
3 - Dünyanın iki siyasi ve askeri bloka ayrılması.
1 fen
•
Osman Güney
Atom çikerdeğlnin parçalanması. (İnsanlık için
alanında).
2-
- La transformatlon progressive des monarchies
en republiques et, d'une façon general, la tendence a la
democratisation.
2 - La decouverte de la penicilline qui a permls
d'allonger de 20 ons environ la duree moyenne de la vie.
3 - L'essor des moyens de transport comme l'auto·
mobile et l'avion dont les consequences, tant dans !es
possibi!ites d'echanges que dans la façon de penser le
monde et de comprendre l'homme, sont incalculables.
ı
-
La decolonisation.
L'energie atomique.
•
İhsan
Milletlerin fikir hürriyeti ve serbestlik isteği.
Atom parçalanması.
Uçak ile seyahat inkişafı.
İbrahim Safer
23 -
sırrını
1
ı
ı
aşılması.
.1 - Milletimizin ayaklanıp Atatürk'ün önderliğinde,
güçlü düşmanlarımızı tepeliyerek İstikHil Mücadelesini
Yvette Valette
2 3 -
•
Arcıl
parçalanması
•
1 23 -
La premiere guerre mondiale (1914 - 1918).
La seconde guerre mondiale (1939 - 1945).
La paix (1946 - 2000).
Robert Valette
•
Cihat
(Atom bombası ve Hidrojen bombası).
• 2 - Roket tekniğinin inkişafı ve sun'i peyklerin
icadıyla ay'a roket gönderilmesi.
3 - Televizyonun icadı, aynı derecede radar ve ses
Atomun
Liliane Boulet
12 3 -
yaratması.
İkinci
2 3 mesi.
123 -
(Bizim için) Atatürk'ün
•
yaşayışı.
Zahir GUvemli
Anti-biotiklerin bulunması.
Atom ve Hidrojen bombalarının icadı.
Sputnik'in uçurulması.
Zahide Belir
•
Türk lstikliil Savaşı ve T!lrkiyc Cumhuriyetinin
kuruluşu: (Hasta adamın yıkılışı Türk İstikliil Sa·
vaşı Türk Mucizesi - Büyük Lider Atatürk'Un devrimleri - Kemalizm) .
2 - Demokrasi fikirlerinin gelişmesi ve yayılması.
•Unesco - Nato - Birleşıniş Milletler - İnsan Hakları Beyannamesi>.
3 - Atomun keşfi: (İnsanlık hayrına inkişafı tem.?n·
nisi - Teknikte ve kalkınmada Atom'dan faydalanma Gezegenlere ulaşma amacı).
Halit Sarıkaya
1-
[*] Mecmıwmıızda ilk defa bir anket yapmı­
teşebbü,s ettik. Bundan maksadımız -sual iyi
seçilmiş olmasa dahihocalarımızın fikirlerini
ya.
aksettirmektir. Ankete cevap veren bütün hocrı­
larımıza burada teşekkür ederi.z.
GALATASARAY
GALATASARAY
14
Tiyatro
1959
•
•
Kasım ayının 19 uncu
günü. Tiyatro Kolu Reh·
ber Öğretmeni Zahir Güvemli, oKul
radyosunda, Tiyatro Kulübünde çalışmak isteven
talebelerin o ;::'in
saat 13 de· Okul Konferans Salo·
nunda tertiplenen toplantıya gel·
melerini bildiriyordu.
Bir çok hevesli talebelerin iştira·
kiyle ve gizli reyle yapılan seçim
neticesi; (toplantıya gelen ve Ku·
lüb nizamnamesi gereğince üye
olan) arkadaşlara bildirildiği
za.
man, hepsinin neticeden memnuni·
yetini gösteren bir tebessüm yüz·
!erini kapladı.
Bir kaç gün sonra, üyeler, yeni·
den toplantıya ve seçime çağırılı·
yorlardı. Buna sebep; Tiyatro Ku·
lübü İdare Heyetinden iki arkada·
şın sınıfta kalmış olınaları ve ta
limatnameye göre, öğrenci kolları
faaliyetlerinde idare heyetine seçi·
Iemiyecekleriydi.
Yeniden yapılan aleni seçim ne·
ticesinde; Başkanlığa Ticaret I den
Baha Pir, Muhasipliğe Ticaret IV
den Ünal Menderes ve Sekreterli·
ğe de 11.A dan Mehmet Ulusoy'un
seçildikleri anlaşılmıştı.
Derhal faaliyete girişen İdare
Heyeti yaptığı açık toplantıda
Türkçe olarak Victor Hugo'nuıı
«l\fary Tudor• ve Fransızca olarak
da Prosper Merimee'nin •Le Car·
rosse du St. Sacrement. isimli
oyunlarının bu sene okul sahn~8i·
ne konmasını karar altına aldı.
Türkçe piyese Edebiyat öğretme·
ni Zahir Güvemli ve Fransızca pi·
yese de Fransızca öğretmeni M.
Thompson nezaret edeceklerdi.
Fakat Tiyatro Kulübü'nün faali·
yetleri, sadece bu iki piyesin sene
sonunda sahneye konmasından iba·
ret kalmıyacaktı.
Dinamik ve tecrübeli Hocamız,
Tiyatro Kulübü Rehber Öğretmeni
Zahir Güvemli'nin bazı fikirleri
vardı. Bunların başında, her hafta
Perşembe
günleri saat 15,30 da
Kulüp salonunda Tiyatroda ısım
yapmış bir çok sanatkarların kon·
feransları ve sohbetleri geliyordu.
Kulüp üyeleri için bulunmaz bir
fırsattı bu.
Sahnede hayranlıkla
seyredip, bir türlü yakından göre·
medikleri, haklarındaki tenkit ya·
zılarını gazetelerde okuyup da ta·
nımadıkları sanatkarlarla aynı oda·
da oturup, konuşmalarını dinle.•ıe·
cekler, onlara sualier soracaklardı,
Hemen sınıflarına koşup, bu ha·
beri arkadaşlarına bildiren Kulüp
i,jyeleri, toplantılara onları da da·
vet etmekte idiler.
Fakat üye olmıyan bu gençler;n
sevinçleri uzun sürmedi; çünkü,
Kulüp nizamnamesine göre üye ol·
yılı
Perşembe
mıyan,
Kulüp toplantılarına katıla
Bu karar neden alın­
mıştı? Neden bu arkadaşlara ken·
dileri için eğitim ve öğretim mevzuu olan Tiyatro Kulübü sohbet
toplantılarına girme izni
verilıni·
yordu?
O arkadaşlar ki Devlet Tiyatro·
sunun İstanbul'daki
temsillerini
görebilmek ve bilet bulabilmek
için neler çekmişlerdi. Ve sonunda
görmüşlerdi de. Ama kendi okul·
larında yapılan bir toplantıyı takip
etme hakkı onlara verilmiyordu.
Ve, verilmedi de. Çünkü, tiyatro~..
la ilgilerinin yalnız bu toplantılara
ait kalmaması, her yönden çalışma·
!arı
zedelemiyordu.
hk olarak toplantılara 10 Aralık
1959 tarihinde Haldun Dormen'iıı
davet edilmesi ile başlandı. Küçük
Sahne Dormen Tiyatrosu'nun genç
sahibi, üyelere, •Tiyatronun muhtelif konularında» konuşmuş ve çe·
şitli sorulara cevap vermişti.
Müteakiben 17/XII/1959 da Tarık
Gürcan, •Mikrofon Tiyatrosu• mevzulu konferansında Sahne ye Mlk·
rofon Tiyatrosu arasında bir mu·
mıyacaktı.
Yıldız
müşterek
vasıflarını
ar:ı·
be
ılrtmiştir.
7 Ocak 1960 da genç aktris ve
sanatkar Yıldız Kenter"in
Kulüb'e daveti ile giriliyordu. Ga-latasaray'ı ve Galatasaray Lisesini
çok sevdiğini her vesile ile tekrar
eden, toplantı müddetince gayet
heyecanlı olan
sa.natkar, üyelere
•Aktör> den bahsetmiş ve kon'ferans sonunda Kulüp Şeref defterine Galatasaray Lisesi Tiyatro Kulübü için şu satırları yazmıştır:
•Sizinle beraber bulunmaktan çok
zevk aldım. Teşekkürler ederim.»
Yıldız Kenter'den sonra, kardeşi
Müşfik Kenter 21/1/1960 tarihinde
topla.ıtılara katılmış ve •Rejisör>ü
konu olarak ele alan sanatkar •ReJısorun esas vazifesi piyesin hakim
olduğu ana fikri
sahneye çıkar·
değerli
ması lazımdır.
Her iki
kardeşte
de Okulumuzda
konferanslardan
ve bu konferanslar sonunda sorulan sualler neticesinde elde ettiği­
miz intibaa göre, fevkali\de bir
Shakespeare hayranlığı ve bağlılı­
ğı görülmektedir.
Değerli piyes
yazarımız
Refik
Erduran 28/1/1960 tarihinde vermiş
olduğu •Piyes yazarlığı> isimli konferansında; Roman ile Piyes ara·
sında bir mukayese yapmış, aralarındaki farkları belirtmiş ve tiyatronun ilk çağından günümüze
kadar geçirmiş olduğu safhaları
izah etmiştir.
Refik Erduran'a göre tiyatro,
•İnsan iradesinin ortaya çıkardığı
vermiş
oldukları
Kenter, Tiyatro Kulübümüzde ...
kayese yaparak her iki türün
!arındaki
mak, en kolay anlaşılabilir bir şe·
kilde başarmaktır.» demiştir. Müş­
fik Kenter'e göre piyes: bir takım
aksiyonların,
bir takım fornılara
girmesidir. Esasını insan teşkil
eder. Bu insanların birbirlerine
karşı münasebetleri piyesi meyd:ı.·
na getiriyor. Yazarın piyeste beşeri
bir münasebet kurması ve rejisorün de bunu bulup ortaya çıkar­
bir sanattır. Bu sebeple tiyatro
eserinin sürüleyici ve inandırıcı
olması li\zımdır. Tiyatroda hareket
çok önemli bir yer işgal etmekte·
dir. Bunlar bilhassa, ses, müzik,
v.s. gibi unsurlardır. Ayrıca tiy<:ıt·
roda hareket üç şekilde kullanıl­
maktadır:
1 - Duygu hareketi,
2 - Fiziki hareket.
3 - Zihni hareket.
Bütün bunlara rağmen Anton
Çehof'un meseli\ •Vişne Bahçe~!>
isimli eserinde hareket yoktur.
Ayrıca tiyatroda girişler ve çı·
kışlar da çok mühimdir. Tiyatroda
tesadüfler az olmalıdır. Bu tesadtif
lere yol açmak için vakaları evvelden hazırlamak gerekir.>
Toplantı sonunda Kulüp üyelerini sevindiren şu satırlar, Refik Er(Devamı
17. sahifede)
GALATASARAY - - - - - - - - · - - - 15
Otuz Yılf)
Bir ay ve ötesi...
lar" kuran Kibrit İnhisarı'nın fen müşavirliğini
yapıyor ve genç Cumhuriyetimizin sağlam temellerine, o da taş ve harç taşıyordu.
Otobüs Galatasaray'a yaklaşmıştı. İnecek
olanlar kapıya doğru ilerliyorlardı. ·Birden, ellerinde kitapları, çantaları olan dört, beş talebe,
yolculardan birine yol verip onu saygıyla selamladılar. Verilen selamlara nezaketle, gülümseyen
bir çehreyle mukabele eden zat otobüsten indi ve
caddenin karşı tarafındaki, senelerin eskitemediği oymalı büyük kapıya;
çiçeklerin, ağaçlarm
süslediği güzel bahçeye, daha ilerlerdeki kocaman
binaya, geçmişin Mekteb-i Sultani'sine, bugünün
Galatasaray Lisesi'ne baktı. Sonra eski günler
ve seneler hafızasında canlanmağa başladı ...
İbrahim Safer ilk mektebi bitirip te, orta tahsiline başlayacağı zaman, ailesi küçük Safer'i
hangi okul'a vermeli diye bir hayli düşündü. Sonunda St. Benoit adlı Fransız lisesinde karar kı­
lındı. İbrahim Safer çalışkan, düzeni seven bir
talebeydi. St. Benoit' da geçen seneler sırasında,
küçüktenberi ilgi duyduğu Galatasaray Lise'sini,
yapılan çeşitli kültıirel ve sportif temaslar dolayısıyla, daha yakından tanımak
fırsatını buldu.
İçinde bir Galatasaray sevgisi doğdu. zamanla
İbrahim Safer büyüdü, St. Benoit Lise'sinden mezun oldu.
Bu defa, ailesi onu İsviçre'ye, Lausanne Üniversite'sinde Kimya tahsiline gönderdi. İbrahim
Safer bu yabancı memlekette de etrafındakilere
kendini kısa zamanda sevdirdi, yepyeni fikirlerle,
yen'den kurulmakta olan vatanına faydalı olacak
her şeyi öğı·enmeğe gayret ediyor, her yerin, her
şeyin öğrenilecek taraflarını arıyor,
buluyor \•e
öğı·eniyordu. İşte İsviçre yılları böyle bir öğren­
me humması içinde geçmiş, İbrahim Safer Lausanne Üniversitesinin Kimya bölümünü başarıyla
bitirmiş ve aynı Üniversitede fen doktorası da
yapmıştı.
Bu genç Türk ve bilgisi, artık büyük Atamızın
devrimleriyle kalkınan Türkiye Cumhuriyeti'nin
emrindeydi. Yurdun muhtelif yerlerinde fabrika-
1929 senesi İbrahim Safer, İstanbul'da kurulmakta olan kibrit fabrikasında vazifeliydi. Bu
arada, Galatasaray Lisesinde bir fizik ve kimya
hocasına ihtiyaç olduğunu duydu.
ötedenberi
içinde bulunan Galatasaray sevgisi, onu bu vazifeyi de üstüne almasına zorladı. Böylece öğret­
menliğe başladı.
İlk zamanlar, hem fabrikada,
hem de Lisede çalışıyordu. Fakat cemiyete insan
yetiştirme, insan kazandırma onu büyüledi ve bir
çok maddi imkanları teperek yalnız, Türk çocuklarına öğretmeye karar verdi.
Safer Hoca'yı Galatasaray'da herkes sevdi.
ders anlatışları, onu istenen hoca yaptı. O
da çocuklarını sevdi ve çalıştırdı. Çocuklar dolma yesinler diye beş, altı bin dolmayı sarmaya,
ahçıbaşını hep o kandırdı. Çocukların yemekleri
iyi olsun diye zeytinyağım bardağa koyup içti,
sebzeleri çiğ yedi. Müteahhitler malın iyisini versinler diye onların peşinden koştu ve bir gün de
yemek iyi çıkmadı mı, çocukların sızlanmalarını
hep o dinledi. Çocuklara mektebin kendi malları
olduğunu, ona evleri gibi iyi bakmalarını, evleri
gibi sevmeleri gerektiğini öğretti, tam otuz sene
bir ay yorulmadan, bıkmadan hepimizin Galatasaray'ı için çalıştı ve geçen sene emekliye ayrıl­
dı. Bu büyük çalışmanın mükafatı da büyük oldu. Safer Hoca, her gittiği yerde, bugün memleketin en önemli mevkilerinde bulunan talebelerinin kuçak kucak sevgisiyle karşılaştı. İftihar
etti. Yetiştirdiği insanlara bakarak, çabasının boşa gitmediğini gördü, çocuklar gibi sevindi.
Tatlı
Bu sene bizlerin, Galatasaray'ın gene ona ihduydu, seve seve; koşa koşa geldi.
tiyacı olduğunu
Safer Hoca silkindi, önünden akıp giden otomobil seline baktı, seneler çabuk 'geçiyordu.
«Otuz sene evvel buradan paytonlar, tek atlı kupalar geçerdh diye dJşündü. Trafik polisi geçmesini işaret etti. Çocukları boyuna selam veriyorlardı. Safer Hoca başı dik, gülümseyen yüzüy:
le, Galatasaray'ın kapısından kimbilir kaç bininci defa girdi. ..
Çetin ÖZBAYRAK
GALATASARAY
16
Şundan
hemen kavrıya­
Bir kadrilyonu (quadrillion)
uzun düşünmeden yazacak pek az insan vardır aramız·
da. Milyon'u takibeden sayıları biliyor musunuz? İşte
size sayılar imparatorluğundan birkaç prens:
1 milyon
1 000 000
1 bilyon
1 000 000 000 000
1 trilyon
1 000 000 000 000 000 000
1 kadrilyon
1 000 000 000 000 000 000 000 00
Kadrilyondan sonra kentilyon, sekstilyon, oktilyon,
nonilyon, desilyon, ondesilyon, düodesilyon ... gelir. Düodesilyon 72 sıfırlı bir l'dir!
Büyük matematik alimi Schubert bir milyon ile bir
bilyon arasındaki nisbeti şöyle izah ediyor:
•İki haftadan daha az bir zamanda 1 milyon saniye
geçer. 1 bilyon saniye geçmesi için 30.000 seneden fazla
bir zamana ihtiyaç vardır. İnsan cinsi tarih başlangıcın­
dan bu yana 1 bilyon saniye yaşamamıştır!•
6
sıfırı
bileceği
ile milyon,
bir
sayı
insanın manasını
değildir.
...
Kuşların
uçarak aşabildikleri mesafe bazan inanıl·
mayacak kadar uzun oluyor. Mesela 1935 yılında tertip
edilen bir •Kuş Yarışı> nda bir posta güvercini 600 km.
lik Hock van Holland • Berlin arasını 7,5 saatte uçmuş­
tur. Bir çeşit dağ kırlangıcı bir günde hiç durmadan
900 km. uçabilecek kudrettedir: Bu uçuşla bir senede
dünyanın etrafını 8 kere dönebilir. Başka bir çeşit kır·
!angıç Havai adaları ile Alaska arasındaki 3.000 km.lik
mesafeyi 35 saatte aşabiliyor ve bunun için aşağı yu
karı durmadan 252 milyon kere kanat çırpıyor .
...
Ağırlıklarına nisbetle en kuvvetli hayvanların bö
cekler olduğu biliniyor. Mesela bir yaban arısı ağırlığı·
nın 160 misli bir küçük arabayı itebilir. Bir arının ta·
şıyabileceği yük ise ağırlığının 300 misline varır. Bunu
canlandırabilmek için 21 tonluk bir kamyonu iten bir
adam düşününüz!
Fakat böceklerin en kuvvetlisi •Goliath> adı verilen
bir •scarabee> cinsidir. Boyu 8 cm.'ye varan bu böceğin
boynu ve omuzu öyle kuvvetli bir kıskaç şeklindedir ki,
Goliath bir omuz kaldırmasiyle bu kıskaç arasında bulunan bir anahtarı eğebilir!
Heirırich Heincken 6 Şubat 1721 de Lübeck'te doğ­
du. Aynı senenin Aralık ayında, yani 10 aylıkken, ço·
cuk etrafmdaki bütün eşyaları tanıyor ve isimlerini söy·
lüyordu. Daha iki yaşına gelmeden ıatınce ve fransızca
öğrenmeye başladı. Fakat bu fi_kri faaliyet çok çabuk
sona erdi. Genç deha 5 yaşında öldü.
Heincken ile aynı sene doğmuş olan Philippe Baratier iki yaşından itibaren •philologie> ye başladı. 12 ya.
şmda lO'u mütecaviz batı, 4 tane doğu dili biliyordu ve
matematik ile felsefede söz sahibi idi. 14 yaşında, Halle
Üniversitesinin profesörleri Baratier'nin doktora imtihanı verebileceğini söyli.iyorlardı. 19 yaşında felçten öldll.
1731 yılında Lübeck'li Margarete Tausch 11 yaşmda
olduğu halde son nefesini veriyordu. Lisana olan fevka·
lade kabiliyetinden maada, bilhassa biyologiye çok ala·
ka gösteriyordu. Her zaman yatağının yanında bulunan bir iskelet vasıtasiyle insan vücudunun bütün ke·
miklerini ve mafsallarını saymakla kalmıyor, bütiın
bunları ezberinden söylüyordu. Ölmeden 1,5 sene evvel
Lübeck kütüphanesinde, 45 dakika süren gayet ehemmi
yetli bir konferans vermişti. Zihninin bu kadar çevik
,;e mahir olmasına mukabil vücudu çok zayıf ve muka·
vemetsizdi. Kendisini ölüme sürükleyen hastalığı 8 ay
çekti.
...
Bundan
Birisinden 1 milyona kadar saymasını istersek, cegayet kesin olacaktır: imkansız! Filhakika 1 dakikada 200'e kadar saymak mümkün olsa 1 saatte 12.000,
bir günde 288.000, bir senede 105.120.000'e kolayca varır.
Fakat bir bilyon'a kadar (durmadan) saymak için 9500
sene yaşamak icabederdi. Hz. Adem doğduğundan itibaren saymaya başlasaydı ve şu anda aramızda bulunsaydı
ancak 800 milyon küsura varmış olurdu!
yabı
Astronomların yıldızlar arasındaki mesafeyi ölçmek
için hususi bir ünite kullandıklarını biliyoruz: ışık-yılı;
yani ışığın bir senede katettiği mesafe. Işık saniyede
300.000 km. sür'atle gittiğine göre, 1 ışık-yılı 9 bilyon
460.800 milyon km. ediyor ve arzımızdan milyonlarca
ışık-yılı mesafesinde
yıldızlar
bulunduğunu
tasavvur
edersek ...
Büyük sayı tahmininde, pek muammalı ve şayan-ı
hayret bir benzerlik müşahede ediliyor. İsteyen herkes
bunun tecrübesini yapabilir. Mesela bir çorba tabağı
içinde kaç tane mercimek bulunduğunu, çok sayıda in·
sana tahmin ettirin. Elde ettiğiniz rakamların ekserisinin
O ile nihayet bulduğunu göreceksiniz. Sonra sıra ile
(gittikçe daha az olmak üzere) 5, 8, 2, 3, 7, 6, 4, 4, 1
tahmin edilen sayılan son rakamlarını. teşkil edecek.
Asıl şaşılacak olan hal, bu tecrübeyi ne kadar çok Ya·
parsanız yapın, yukarıda saydığımız sıranın asla bozul·
mayacağıdır!
İsveçli zengin bir kibrit fabrikatörü
Stockholm'de
bir kuyumcuya giriyor ve 40 inciden müteşekkil bir kol·
ye satm almak istiyor. Kolyerun fiatı olan 170.000 frangı
fazla bulup tam çıkmaya hazırlanırken, kuyumcu ona
şöyle bir teklifte bulunuyor: ilk inci için 1, ikinci inci
için 2, üçüncü inci için 4 kibrit alınak ve böylece 40 ın­
ciye kadar bir evvelkinin iki mislini alınak şartiyle fabrikatör bu kolyeyi alabilecek. Önce bu hesabı hararetle
kabul eden iş adamı, hesabı yaptığı zaman dehşet için·
de kalıyor: kuyumcunun teklifine göre vereceği kibrit·
!erin miktarı 1.099.511.627. 775 taneyi buluyor. Her yüz
kibritin bir frank ettiğini düşünürsek, kolyenin değeri
aşağı yukarı 11 milyar franga geliyor!
Çok sayıda eser yazmak muhakkak ki büyük bir
marifet ... Ama herbirinin kaliteli olınası daha büyük bir
marifet. İşte bunu başarabilen yazarlardan bir kaçı: 120
cilt eserle Balzac, felsefi denemeleri ve hikayeleri ile
100 cilt eser veren Voıtaire, naş!rlerinin kataloğunda
eserlerinin sayısı 300 çilde varan Alexandre Dumas pere
(eserlerinin hepsi değil!) ...
Zamanımızın velüt yazarlarınm arasmda Jules Ro·
moins 27 ciltlik •Les Honnes de Bonne Volonte• si ile
önemli bir yer işgal eder. Paul Vialar'ın 57 yaşında 60.
eserini yazdığı söylenir. Diğer taraftan polis romanları
yazan Georges Simenon'un her ay bir eser verdiğine
dair bütün naşirleri yemin ediyor. Şu küçük fıkra Si·
menon'un bu hususiyeti hakkında bir fikir verebilir zannederim: Naşirlerinden biri Simenon'u telefona çağırı­
yor. Naşir'e Simenon'un karısı cevap veriyor ve kocası­
nın peni bir roman yazmak üzere çalışmaya koyuldu·
ğunu söylüyor.
- Zarar yok, diyor naşir, telefonu kapatmayın, bi·
tirmesini bekliyorum!
Derleyen
Mehmet DÜLGER
GALATASARAY
----17
MÜZİK:
Caz ve Rock'n Roll
ı
Manası
kötüye kullanılan
kelimelerden biri de Caz dır!
Bunun en basit örneğini senelerdenberi mektebimizde gördük. Zira, müzik kolları tarafından
tert.plenen konserler
caz konseri ismini taşıdığı hıl­
de caz dan en ufak misal dahi
veremedi. Eski mezunlarımız­
dan Erdoğan (Kılcı) ağabeyin
zamanında
ancak birkaç caz
parçası çalınabildi. Fakat her
zaman olduğu gibi caz konseri
denildiği halde katiyen bu müz.ğe bir konser hasredilmedi.
İdarecilerimiz zaman zaman
bu konserlerin aleyhinde idiler.
Bunda ııaKlıydılar. ,, aımt onlar da caz denilen şey gürültüden başka bir şey değil diye ıs­
rar ettiler. Halbuki bu müzik
konserlerde kisvesi altında katiyen sağlam temellere dayanmıyan,
sırf ticari 4 zihn yetle
daha evvelki müzik çeşitlerin­
den kopye edilerek meydana
getirilen Rock and Roll çalını­
yordu. Normal olarak, tamamen ayağa hitabeden H.ock
and Roll gürültuden ve monvton, müzik tekrarından başka
bir şey olamazdı.
Rock and Holl'a ilk çıktığı
zamanki rağbetle şimdiki arıı­
sında
çılgınlarının
nezdinde
dahi dünya kadar fark var.
Rağbet gittikçe azalmaktadır
ve bir gi.ın yok olursa hiç şaş­
mamalıdır. Hatta Rock çalanlar bundan vazgeçip popillcr
müzik diye kulağa daha çok
hoşa gidebilecek parçalar çalmağa ve söylemeğe başladılar
ki bu, müzik ticaretinden ve
müzik zevkini alamamış, hakik'.i müziği bilmiyen gençlği
avlamaktan başka bir şey değildir. Halbuki caz bestesi sağ'­
lam ve yanlışsız bir kompozisyondur. Fevkalade ahenkli bir
kısım melodiden sonra
yazılmış
veya irticall mantıklı
cümleler mevcuttur. Bu düzgün cümleler bilhassa sololarda dinlen r. Zaten caz'ın kıy­
meti yaratıcı oluşundadır. Solistler haurlıksız kurdukln.rı
sağlam cümleler ve kendilerinden yarattıkları fikirlerle cazın kıymetini
oelirtmeğe
yeterlidirler. Caz, doğuşundan Ou
yana bir çok devirlerde çeşitlı
tanda inkişaf etmiş, h'ç durmadan ilerlemiş ve ilerlemektedir. Bu hususlara da herhangi bir başka çeşit müzikte ko-
lay kolay rastlanamaz.
Okulumuzda her çeşit kültür sahasında yetişen arkcldaşlarımız müziğin en kıymet­
li kolu olan caz bahsinde niçin
geri kalsınlar? Eğer, müzik
kolundaki arkadaşlar faaliyete geçseler her türlü imkandan faydalanabilirler. Örneğin,
hakiki müzisyenler tarafından
bir caz konseri tertiplemek,
mektebimizde lstanbul'daki otoriteler tarafından konferanslar verdirmek şimdiye kadar
tertiplenen konserlerden daha
çok imkana sahip ve daha kolay olur. Çünkü memleketimizde caz'ı kötüye kullanmaktan,
bunun anlaşılamamasından mü
teessir olup herhangi bir fedakarlıktan
çekinmiyen birçok
müzisyen ve otoritelerimiz var.
Caz, dinlemekle öğrenilir,
sevilir. Bu konuda cahil kalmış olanlar
mevzu açıldıkça
Louis Armstrong'dan, Gene
Krupa'dan bahsederler. Evet,
gerçi onların da caz tarihinde
parlak devirleri oldu; fakat bu
gün için önemlerini tamamen
kaybetmişlerdir.
Çünkü caz,
doğuşundanberi
hiçbir zaman
yerinde saymamış, büyük ge-
lişmeler kaydetmiştir. Binaen·
aleyh, bugi.ınün müzisyenlerini
d.nliyen, onlardan hiç bahsetmiyeeek, şimdiye kadar caz'ı
bilmemiş oldukları için kendilerine kızıp her fırsatta bu kulağa hitabeden, aynı zamanda
heyecanlı müziği dinleme Ç'irelerine başvuracaklar.
Gelin sevgili arkadaşlar, siz
de insan üstü kabiliyete sahip
olan caz müzisyenlerini dinleyin - Charlie Parker, Lee Konitz, Faul Desmond, Lester
Young, Stan Getz, Sonny Rollins, Kai Winding, J. J. Johnson, Dizzie Gillespie, Clifford
Brown, Errol Garner, Martial
Solol, Lennie Tristano, Bill
Evans, Oscar Petterson, Gerry
Mulligun, Milt Jackson, Lionel
Humpton, Eddie Costa, Barney
Kessel, Buddy de Franco, Shally Mane, Max Roach, Buddy
Rich, Joe Morello, Roy Brown,
Edd Sanfranskie, Oscar Petteford, Charlie Mingus- Bu
cazcıların herhangi birini din·
lemeniz, sizlere bu müzik hakkında yeteri kadar bilgi verecek, caz'ı muhakkak sevdirecektir.
Türe YORGANCILAR
Tiyatro
(Ba.ştarafı
14. sahifede)
duran tarafından Şeref defterinde
yer almıştı.
«Galatasaray Tiyatro Kulübü çok
iyi dinliyor; aynı derecede iyi oynarsa Türk Tiyatrosunun kalkıll·
ması hızlanır.•
18/2/1960 tarihli konferans mektebimiz fransızca_ öğretmenlerinden
M. Valette'e ait olup, •Piyes sah·
neye koyma> hakkında idi.
M. Valette, bilhassa bu sene okul
• sahnesinde oynanmış olan Mary
Tudor isimli piyeste, Rejisör Ayberk Çolak'a yardımcı bir çok fi.
kirler vermiş ve eserin kritik noktalarını izah etmiştir.
25/2/1960 da Tunç Yalman, tiyatronun üç unsuru, Yazar, Rejisör
ve Aktör'den bahsederek bilhassa
okulumuzda tiyatro yazarı olmaya
istidatlı gençlere
elinden geld1Ji
kadar yardım edeceğini belirterek
onları bu sahada çalışmaya teşvik
etmiş ve Kulüp defterine şöyle yaz-
mıştır:
«Galatasaray
hayırlı
Tiyatro
çalışmalar,
Kulübüne
dile·
başarılar
rim.>
Böylece şimdiye kadar yapılmıŞ'
olan toplantılardan sonra sahne çalışmaları meyanından olarak
Ti
yatro Kulübü Başkanı Baha Piı
tarafından yazılmış
•Şaka• isimH
oyuna gelelim.
Diğer piyeslerde rol almıyan arkadaşlar tarafından rollerinin pay
!aşıldığı bu oyun eğer okul idaresi
müsaade ederse sene sonunda oğ­
retmenlere oynanacak, beğenildiği
takdirde okul sahnesinde dışarıdan
gelecek seyircilere temsil edilecektir.
Galatasaray Tiyatro Kulübü'nün
faaliyetleri böylece devam ederken
sene ,sonunda sahneye koyacakları
piyeslerde kendilerine
başarıl-ir
diler ve diğer faaliyetlerinde ae
muvaffakıyetler dileriz.
Ünal MENDERES
GALATASARAY
18
.
ONCE
Bu1...
İnsan
semayla uğraştı. Şimdi fezaya
az çok hükmetmek üzere. Zaman, her şeyi
gösteren zaman, ona istediği günleri getirdi. Hakiki insanlıktan fazlaca göttirdu. ve
zaman insanın insanlığına yenilik getirmedi.
Bence neticeler yeni olabilir, yeni şey­
ler de bulunur. Fakat insanı hareket ettiren saik eskidir. Burada hakikati arama
saiki. İnsanın en büyük cevheri bu ...
Kainatta
sonsuz hakikatler
saklıdır.
İnsan arar, bulur. Hakikatler yine kayıp­
tır. İnsan onları durmamacasına çeker çı­
karır ve insan kuvvetlenir; bulduğu mad-
di hakikat, maddi kuvvet, manevi hakikat
ona manevi kuvvet, ruh kuvveti getirir.
Çünkü hakikat kuvvetlidir.
Bu bakımdan kuvvet hakikatte, zaaf
insanda, kuvvetlilik hakikati aramaktadır.
Bunun için, kendi hakikatini bilmemek
onu aramamak zeka yokluğuna
delalet eder.
körlüğe,
İnsan
saadet ister, fakat onu aramaz.
onu
etrafında. Bu hayat en buyük iKi soruyu cevapsız bırakmıştır:
nereden gelip nereye
gidiliyor?
Doğduğu anda saadeti kaybetmiştir;
aramalıdır. ]fakat o bir hayat bulur
İşte bu insanın hgkikatini öldürmüştür.
İnsan kendini öldürmüş olan bir hayatı be-
nimser. Iicrkes gitmektedir. Nereye'? O da
gider. Ölmüşlükte çok şey bulacağını zanneder. Saadet bulacağını zanneder, emindir.
Heh! .. Aramıyan bulacağını mı zanneder? Zannetmesin! Saadete giden yolu
aramamıştır ki o yol onu götürsün.
Neticede insanı sonsuz kaybeder: sonsuz bir kayıp ...
Hakikati aramak. Hakikatten bir zerOyle bir hiçbir ki, her sorulacak soruya «evet» desin.
Buna da mı? Evet, ona da değişmemek! ..
Şuna da mı? Evet, ona da! ..
reyı hiçbır şeye değişmemek.
Yalnız hak ve hakikat için yaııamak ..
önce insanlık hakikatini, sonra diğerlerüıi
aramak; ölmüşlukten kurtulmak için. Su
içerken bile unutmamak bunu. Vücudu ve
ruhu bu yönde sürütmek ...
Füzeleri semada gezd ren, hakikati arama bu uğurda durmadan çalışma saikinden
başkası, bundan daha aziz, daha büyük bir
ders veremez. Bence, kişilere ve toplumlara hükmedecek büyük ders işte bu.
Okay ôZTÜRK
Reflexions Sur L'activite
Scientifique Moderne
L'bomme, par nature,; a tendance 1ı. chercher
les causes, les verites de ce qui se passe autour
de lui. Cette recberche et ces efforts ne resuıteat
pas d'un sfrnple desir sans cause. En effet, quand
il s'occupe d'une science, l'bomme est persuade
qu'il envisage un progres. Et c'est justement ce
progres-la, qui, comme le dit Malraux, lui fera
gagner iı chaque instant sa superiorite sur l'anı
mal. La science n'est pas seulement analytique,
comme nous venons de voir; mais ses chances
de progres sont encore muıtipliees par sa particularite d'etre synthetifıue.
S'il s'agissait seulement d'analyse, la sciencP
ne serait qu'une definition de la notion de eyde
naturel; mais le fait qu'elle peut etre en meme
temps creatrice lui assure un vrai progres, paralelle iı cette decouverte ou definition du cycle.
On peut deviner facilement, apres avoir vu
comment la cause des sciences se resumait iı
•desirer un progres», que l'activite scientifique,
dans son sens le plus general, est trop vague et
trop compliquee. En effet, ıes sciences derivent
tres souvent de conventions, de systemes proposes par certains hommes, iEt de nos jours elles
cherchent plus vivement que jamais iı aboutir iı
la perfection. Qu'appellent-elles perfection, verite profonde? Est'ce qu'une derivee de l'esprit
humain peut engendrer .une particularite de la
nature resuıtant d'une forme spirituelle tout iı
fait autre? La science ne fait qu'imposer aux
hommes un mode de raisonnement, des angles,
des points de vue. La •vraie selence serait rea·
lisee si chacun pouvait etudier toutes les sciences
modernes, et iı partir de liı se formuler un mode
de raisonnement qui s'adapte aussi bien iı l'lndividu qu ~ux concepts modernes.
L'iınprecision du but, d'enormes differences
de methodes et un enseignement confus rendent
la science nefaste iı une majorite considerable
d'hommes.
Cette esquisse tres theorique nous revele rıu
avec tous ses defauts l'activite scientifique iı une
grande chance de tendre vers une limite qui soit
loin d'etre satisfaisante ou parfaite. Le desir
d'une perfection-qui devient fatalement conventionnelle, puisque l'homme s'y meıe-cherche,
parmi d'autres buts, iı faciliter les conditions de
la vie le plus parfaitement possible. Comıne ıls
obtiennent beaucoup plus de resuıtats qu'ils n'en
ont besoin; inconsciemment, !es hommes ·essaient
de dechiffrer la nature. Ils peuvent decouvrir
peu iı peu !es secrets de la nature, mais ils abu·
seront certinement de leurs connaissances. J,a
science d'aujourd'hui semble douee d'une capa·
cite assez importante de decouvrir, mais ·ıes coıı
veııtions dont elle derive la privent d'une bonne
economie de ses decouvertes. Tant qu'il s·agit
de decouvrir, on peut s'en feliciter, mais c'est
tout. On ne sera jamais content de voir les hom·
mes de siecles sui\faııts eıichaines par des lois
semblables aux< lois geometriques, et la vie reglee sur des principes ide~tiquemeııt convenfi.on·
nels.
Yıldırım
F. UYGAN
GALATASARAY
48.
Yıldönümü
--------19
Münasebetiyle:
TÜRKİYE' DE İZCİLİK
15
Şubat
1960 da Türkiye'de izcilik 48
yaşımı
bastı.
İzcilik
bugünkü seviyesine ulaşıncaya kadal'
ilgisizlilderle savaşmış ve
bunıarı rahatça yenmiştir. Anlamayanların alaylı
bakışları, sözleri izcileri hiç bir zaman yııdırma­
çeşitli
mıştır.
zorluıdarla,
Vedat"ın ölümünden sonra Yusuf Galatasaraya
Oymak beyi oldu. O zamanki ecnebi izcılerine
nispeten oymağın ismi «Galatasaray Milli Türk
Keşşaflan» şeıı:linde değiştirildi. İşareti de 3 ay
bir yıldız idi.
ıı:ı:rn yılında İstanbul'da Selim Sırrı ve Mehmet Sami Beyler,n teşebbtisöyle bir İstanbul İz­
ciler Birliği kuruldu. Butun lise ve ilkokullarda
teşkil edilen büyük küçük oymaklara numara ve
isimler verildi. O senenin 23 Nisanında büyük bir
izci günü yapıldı. Galatasaray bu geçit resm.ne
o güne dek en yıikseK ve dolgun kadrosuyla yani
52 kişi ile pek mükemmel bir şekilde katıldı, bu
geçit resmi pek parlak oldu. Bilhassa İstanbul'u
dolduran şımarık izcilere çok büyük bir tesir
'ı'urkiye'de ilk izci teşkilatı 15 Şubat 1912 de
Galatasaray Lisesinde öğretmen Aıımet Roben&Son tarafından kurulmuştur. lWbenson ilk keş­
şafları \ilk zamanları izcilere keşşaf denirdi) etrafına toplıyarak izciliğin nizam ve gayeıerin\n
nelel' olduğunu onlara anlattı. Kısa bir zaman
sonra tatbikata başlandı. 30 kadar gencin iş­
tiraıı: ettiği PoloneLI "öyti gezmesi
ve Buzhane
kampı izcilerimizin ilk faaliyeti oldu.
yaptı.
İıd sene sonra yani llJ.ı.4 ya..,ında memlekette
1924 yılında Keşşaf Adnan, Galatasaray'ı terk
izciliğe karşı buyük bir ilgi görüyoruz.
Gerçek
edince izcilik büsbuttin kuvvetini kaybetti ve nivatandaşlar yetiştirmek için en buyuk ocak olan
hayet 8 - 10 kişiye tahsis edilen izci odasını tabu teşKilata buyuk bir önem verilerek Belçikalebe sandığı işgal etti. 1926 senesi Eylül soniadan \Parfih) namında bir izci öğretmeni getirrında Maarif Vekaletinin bir tamimi ile bütün litiliyor. Bu eğitmen Maltepe ae buyuK bir hamp
seler Cumhuriyet Bayramına· izcilerle iştiraK etkurarak bütun memleketin her köşesinden 2GO
meğ·e davet
ediliyordu. Büyük bir faaliyetten
kadar güzide genç eğitmeni oraya topluyor.
sonra ancak seH:izi eski izci olan ö5 1<.ışiııK bır
Dersler, talimler gösterere>< onlardan muıdedir
oymak teşkil edildi. O yıl Ankara'da Galatasaoymak beyleri yapmaya çalışıyor. Fakat kampAn
ray'ı canla başla temsil eden ilk kafileyi seyircison gtinlerine doğru harp çıkıyor. Mustakbel oyler şiddetle alkışlamışlardı.
mak beyleri silah başına koşuyorlar. harp esnaSırf bir geçit resmi için teşekkül eden bu oysında serbest kalan
Maltepe kampı öğrencileri
mağın kuruluşu gayrı tabii ıai. Bir çoıdarı Anötede ber de oymaklar kuruyorlar. O zaman bükara dan döndtikten sonra oymağın dağılacağım
tun Ttirldyc'ye şamil büytik bir merkezi teşkilat
sandılar. Bu sanılar 2 - 3 sene devam etti ve her
vücuda getiriliyor. Lahili ve umumi nizamanmesene yavaş yavaş kuvvetini kaybedereıı: nihayet
ler yapılıyor, mecmualar çıkartılıyor. l!aKat haryok oldu. Bu defa, izciliğin Galatasaray lisesinde
bin sonlarına doğru teşkilat önemini kaybediyor.
gelişmesinde büyük gayreti dokunan oymak beyi
Bir aralık Von Huff isminde bir Alman subavı
izci Ahmet olmuştur. Ahmet izci terb,yesiyle yeizcJiğe daha askeri bir şekil vererek İstanbul da
tişmiş bir genç olarak tanınmıştır. Ahmed'i bübir muddet meşgul oluyor. Fakat bunaan da o
tun izciler kendilerine örnel{ olarak almalıdırlar.
kadar bir fayda temin edilemiyor.
1930 dan itibaren izciliğe karşı ilgi g, ttikçe
Mütareke yıllarında şahsi teşebbüslerle teşkil
artmış
ve bu ilgi günıimuze kaaar devam elolunmuş bazı ufak oymaklar
kendi kendilerine
miştir.
çalışıyorlar. İşgal zamanında İstanbul·da Rum,
İzciliğin ne olduğunu bilenler, izcileri severler
Ermeni, İngiliz, İtalyan vesaire gibi bir çok milve onların prensipler.ne saygı gösterirler. İzcilik
letin izcileri türüyor.
bir gencin seciye ve ahlakını kuvvetlendirmek
Baskıdan kurtulan eski izci başları semt semt
suretiyle şahsiyetini meydana çıkaran bir teşki­
oymaklar kurmağa başlamışlardı. 1920 yıllarında
lattır. Aile ocakları ve okulların verdiği terbiyenin mütemmimi olmak hasebiyle çocı..ğun a .• ıa.­
İstaiıbul'da birçok izci oymağı vardı. 5 Darüleytam şubesinde teşekkül•. eden oymakların mevcu- ~ kını yükselt r, vücudunu sağlamlaştırır, fikrini
du 500 ü buluyordu. O zaman :Carüleytam
ve dimağını işletir, cemiyet hayatının icabettirdiği esaslar üzerinde
hareket etmeyi öğretir;
Umum Müdürü Selahattin Beyin büyük himmet
Şuurlu, vaz'feşinas bir vatanperver yetişmesine
ve gayretiyle Darüleytam izciliği hakiki bir varzemin hazırlar.
lık teşkil ed yordu.
Aynı yıl, Galatasarayda
yeni ve büyük bır
teşkilata şahit oluyoruz. Merhum Vedat ın himGRUBUMUZDA VAZİFE TAKSİMİ
metiyle 200 kişilik bir oymak teşkil ediliyor. Fakat bunlardan ancak 30 - 40 kişi elbise ve levaBu ders yılı okulumuz Arslan İzci Grubu 30
zım tedarik edebil.yor. Claude de Berry, Alfrede
Eylül 1959 günü çalışmalara başlamış ve ilk olade Berry namında baba oğul iki İngiliz tüccar
rak vazife taksimi yapılmıştır. Rütbeler şu şe­
izci tarafından oymağın teşkilatı yapılıyor. Sırf
kildedir :
izci eşyası satabilmek amacıyla bu iki İngiliz
Grup Bşk: Necati Aygen; Grup Bşk. Yd:
okulda ve dolayısiyle bütün İstanbul'da canla,
Yurtsev Mıhçıoğlu ve Ata.-an Ergin; ı_ara ve
başla izcil'ğin inkişafına ve izcilerin çoğalması­
Deniz Oym. Bşk: A. Ergin; Kara Oym. Bşk. Yd:
na çalışıyorlar.
Altan Varol; I. Takım Bşk: Ömer F. Bozkurt,
İşte bu devirde Galatasaray keşşafları oldukYd: Senai Kozak; II. Takım Bşk: Savaş Manc;o,
ça büyük faaliyet gösterdiler. Şişli, Bakırköy,
Yd.: Sencar Özsoy; Deniz Takımı Bşk.: Erha.n
Kadıköy P"ibi bir çok şehir oymaklariyle birleşe­
Balmumcu.
rek seyahat ve kamplar tertip ettiler.
Altan V AROI:
GALATASARAY
20
OKULDAN HABERLER
Geçen sayımızda hastalığını ha·
ber vermiş olduğumuz değerli hocamız Osman Kurtuluş,
ı Şubat
1960 günü aramızdan ebediyen ayrılmıştır.
ve Güngör Tekçe'nin söz aldığı
çok heyecanlı olmuştur.
19" Mart Cumartesi günü kendi
eserleriyle günümüzün san'atkarları takdim edilmişlerdir. Haldun
Taner, Özdeınir Asaf, Zeki Ömer
Defne, eserlerinden bizzat parçalar okumuşlar, Ziya Osman Saba.
Cahit Sıtkı Tarancı'nın eserleri ise
Kültür ve Edebiyat Kolunun vazi·
toplantı
felendirdiği
arkadaşlar
tarafından
okunmuştur.
Bu günde; Baki Süha
Ediboğlu, Tarık Gürcan
ve dahR
bir kaç edibin, davet edildikleri
halde gelmeyişleri nazar-ı dikkati
çekmiştir.
TEMSİL KOLU
Osman Kurtulu§
1950 te İstanbul'da doğan Osman
Kurtuluş, Kütahya Lisesi'nin
ilk
kısmındaki tahsilini müteakip Tr.ıb
zon Öğretmen Okulunu bitirmiştir.
Daha sonra Ankara Dil-Tarih ve
Coğrafya
Fakültesinden
mezun
olan Osman Kurtuluş'-.,n ilk vazifesi 1923 te Giresun Püraziz nahi·
yesi ilkokulu öğretmenliği idi. O
zamandan okulumuza intisap ettiği
17/9/1952 yılına kadar Giresun,
Samsun, İstanbul ve Trabzon'da
Fransızca öğretmenliği ve müdür
muavinliği ile, Uşak ve Afyon Li·
seleri Müdürlüğünde bulunmuştur.
Osman Kurtuluş, mektebimizde
Türkçe ve Yurttaşlık Bilgisi hocalığı yapmış ve bir ara Not Bürosunu idare etmişti. Son zamanlarında
midesinden rahatsız idi.
Onun aramızdan ayrılışı ile mektebimiz ve onu seven binlerce talebe, derin bir üzüntü duymuş,
maarifimiz ise iyi bir terbiyeciyi
ve iyi bir sportmen kaybetmiştir.
Bütün sene içinde gayet sıkı bir
şekilde çalışan Temsil Kolu, nihayet, bu çalışmalarının ilkini 9 Nisan Cumartesi gecesi Hugo'nuıı
Marie Tudor'u ile bize aksettirdi·
ler. Temsil alaka ile karşılandı,
bilhassa Füsun ve Anni çok beğe­
nildiler.
İkinci temsil ise, son akşamına
kadar M' Thoınson'un nezaretinde
dekorları
hazırlanan
Merimee'in
<La Carosse de Saint-Sacrement>'J
idi. 16 Nisan Cumartesi günü bil
hassa Ayberk'in güzel oyunu ile
adeta yaşattığı temsil büyük bir
takdirle karşılandı. Temsil Koluna
gelecek senelerde de muvaffakı­
yetler dileriz.
MÜZİK
Bu sene epeyce caz konseri Ya·
parak mektebimizin ismini sık sık
dışarıda duyuran Müzik Kolu, son
konserinde bize Türk!ye'nin
ılk
vokal gurubu · •Somer Soyata ve
arkadaşları•
orkestrasını dinletti.
İyi diyebileceğimiz
bir - organizas·
yon, Somer Soyata ve arkadaşları
nın sevilen şarkılarının çok kala-
balık
bir meraklı kitlesi tarafın·
dan takibini kolaylaştırdı.
Fakat
•aniınateur>' ün
çok sevimsiz ve
ölçüsüz olduğunda hemen herkes
müttefik idi.
Mart ayı içinde yapılan •Bach•
günü ile, M. Thompson'un hazırla­
dığı ilgi çekici konuşmayı ve Oğuz
Evrenos, Ahmet Yürür, Timur Sel
çuk'un çaldıkları güzel parçahrı
dinleyerek, Batı dünyasının bu bil
yük müzik dehası hakkın.da
ma·
lumat edinmek fırsatı bulduk. Mü
zik kolunu bu yönden tebrik edeiri·
Ayrıca, Ticaret 1 sınıfının tertıp­
ledikleri bir konserde de memle
ketimizde bulunan sayılı orkestralardan Romero'yu, bilhassa genç
h~nımların ekseriyette bulunduğu
bir topluluk ilgi ile takip etti.
MUHTELİF
19 Mart Cumartesi günü, izciliğin memleketimizde
ve mektebi·
mizde kuruluşunun 48. yıldönüın'.i
kutlanmıştır. Adnan Akıska'nın iz
elliğin tarihçesini anlatan bir ko
nuşmasından sonra, eski kıyafetle­
ri gösteren bir defile yapılmış, iz
ciler muhtelif oyunlar göstermiş
ler ve folklor müziğimizden güzel
örnekler vermişlerdir.
Sene sonuna doğru, •Terbiye ve
Meslek Seçimi Test Bürosn• adı al
tında bir büro okulumuzda faallye
te geçmiştir. Müdürümüz Ali Teo.
ınan'ın gayretiyle açılan bu büro·
da, arkadaşlarımız, meslek tereddütlerini, şahsi meselelerini, dersler
ve sıkıntılarını halledecek bir kucak bulacaklardır. Muhakkak kl
çok yerinde bir ihtiyaca cevap verecek olan bu büronun gelecek seneler için çok faydası dokunacağı
kanaatindeyiz.
GALATASARAY
KÜLTÜR VE EDEBİYAT KOLU
Bu seneki Kültür ve Edebiyat
Kolu geçen seneye nisbetıe çok
daha kesif bir faaliyet göstermiş­
tir. Bu cümleden olarak. 11 Şubat
Perşembe günü
Mümtaz Tarhan
bugünün gençliği ile ilgili pedagojik meseleler üzerinde bir konferans vermiş ve çok ilgi çekmiş­
tir.
23 Şubat Salı günü, Galatasaray·ı
mızın ve memleketimizin mümtaz
simalarından
Ruşen Eşref Ünaydın'ı anına günü tertiplenmiş ve
merasime Ruşen Eşref Beyin refi
kası ve kızkardeşleri de davet edilmişlerdir. Sırasiyle, Ali Teoman.
Tarık Gürcan, Rıfat Necdet Evrimer, Hulusi Fuat, Salgur Kançal
Raı§en E§ref'i anma gününden bir görii.nü§ ...
GALATASARAY
1
--------21
şu kampla yapacağımız futbol maçında takım arkadaşlarım kaleci durmamı istediler, durdum ve
bizim takımı iyi oyunumla mağlübiyetten kur-
Spor
tardım.
Bu maçtan sonra, bugün bile zevkle sakda mükafat olarak alsevgim ve ilgim, jşte o
ladığım küçük bir çapayı
dım. Kaleciliğe karşı olan
gün
GALATASARAYLI İKİ ŞÖHRET
TURGAY
ŞEREN
COŞKUN
ÖZARI
başladı.
- Okul çağınızda
futbolcusu ki:ı,ndi?
en çok
beğendiğiniz
okul
~ Sağaçık Selami'ydi.
Kısa boylu
ve çok
sür'atli bu arkadaşın futbolü, bizim Isfendiyar'ın
oyun tı,ı.rzını çok andırırdı.
- En fazla heyecan
hangi maçtır?
duyduğunuz
okul
maçı
- Fenerbahçe stadında, Boğaziçi Lisesiyle
yaptığımız şampiyonluk maçında çok heyecanla;:ı­
mıştım. ı O kazandığımız bu maçta yegane go-
-
lümüzü benim
verdiğim
pasla
solaçık
Bülent at-
mıştı.
Galatasaray
?
takımında
kaç
yaşında
oyuna
başladınız
-
On yedi
yaşında.
- Hayatınız boyunca unutamıyacağınız bir
maçınız varsa bize biraz bu maçtan bahseder mı­
siniz?
- Alman Milli takımını 2 - 1 yendiğimiz maçın aklımdan çıkmasına imkan yok. Bu maçı. lüO
bin kişi önünde Berlin'de oynamıştık ve Alman
takımında şöhretli kaleci Turek, unutulmaz kaptan Fritz Walter ve santrahaf Possipal gibi dünya çapında şöhretler vardı.
Sıra artık Coşkun ağabey'indi,
ları anlattı:
Turgay
Şeren
Fakültede ...
Galatasaray ve Milli Futbol takımımızın kapTurgay Şeren ile, gene Milli .Takımda defalarca yer almış, şimdi ise senelerce. formasını giydiği sarı-kırmızılı kulübümüze antrenörlük yapan
Coşkun özar'ın lisemizden mezun olmuş iki ağa­
bey olduklarını bilmiyenimiz var mı?
tanı
İşte ben bu iki ağabeyle konuşmak için Ali
Sami Yen stadına gittiğimde, Coşkun'u iddialı bir
antrenman macı idare ederken, Turgay'ı ise ( e:;ki günler'~i hatırlamış olarak) santrafor oynarken buldum. Biraz sonra Coşkun, Turgay müstesna, butün fubolcuları .giyinmeye yolladı ve eski kaptanım kaleye geçirip sıkı bir çalışmaya
tabi tuttu. Turgay, Coşkun'un attığı topları senelerin verdiği "ustalıkla topluyor, tutulmıyacak şa­
hane şutları da, Coşkun'un kendi tabiriyle seyrediyordu. İki eski ve samimi arkadaşın c'ddi ve
olgun çalışması, kah Turgay'ın nefis kurtarışları,
kah Coşkun'un direkleri yalıyarak kaleye giren
bilgili vuruşlarıyla sona erdi, ben de sormaya
başladım:
-
Turgay
o da bize
- 15 yaşındayken hem okul hem de Galatasaray B takımında yer alıyordum. Okul maçları­
nın bende uyandırdığı heyecan ve hisler bamba§kadırlar, hele bir keresinde Haydarpaşa Lisesiyle yaptığımız şampiyonluk final maçında 1 - O
galip gelene kadar duyduğum heyecanı bir Fcnerbahçe maçında bile duymadım.
Hatırası, ömrümce hafızamda yer alacak maç
ise 3 - 1 kazandığımız Macar milli maçıdır. Bu
maçta sağhaf oynamış ve dünyanın bir numaralı
oyuncularından sayılan, Puşkaş'la karşı
karşıya
oynamıştım. Ne gariptir ki ilk defa milli olduğum Portekiz maçının da net cesi 3 - 1 lehimize
idi. Bu tesadüfler bende milli takımımıza uğurlu
geldiğim fikrini uyandırmıştı.
Günümüzün iki futbol yıldızı akıllarında yeniden canlanan eski günlerin, delikanlılık çağları­
nın tatlı hatıralarıyla ağır ağır uzaklaştılar.
Refik ATAKURT
ACI
AN
Sabah olacak biraz sonra
saati çalacak rüya.:Zarı:mın
Hayallerden kurtulup
Hakikatle karşılaşmak acı . .
Bitiş
ağabey, kaleciliğe nasıl başladınız?
- Mektebin Pendik'te kurduğu bir kampta
her akşam üstü iddialı voleybol, basketbol ve futbol maçları yapardık. Yine bir akşam üstü, kom-
şun­
Dinç ERDÜN
GALATASARAY
22
NUH'UN GEMİSİ
Gemi inşa san'atı, Nuh zamanından bu yana, şayanı
dikkat gelişmeler kaydetti. O devirde gevşekçe olan
gemicilik kaidelerinin· bugün pek sert ve'amansız olduğu
da ayrıca bir hakikattir.
Bugün Hz. Nuh, kendinde o zaman teşebbüs , ettiği
işe girme cesaretini pek bulamazdı zannederi,m; zira
tecrübe ile sabittir ki, hemcinslerimizin hayatlarına gös·
terdikleri ihtimam, Hz. Nuh devrindekinden daha fazla
kuruntu ve vesveseyi icabettiriyor.
- Demek Şikago'ya gidiyorsunuz. Güzel bir fikir.
Gemi doktorunun ismi?
- Gemimizin doktoru yok.
- Oh! Geminizin bir doktora, bir de cenaze işlerini
taahhüt edecek birisine ihtiyacı var. Bu kadar yaşlı in·
sanların ellerinin altında yaşamak için icabeden .herşe·
yin bulunması 15.zımgelir. Mürettebatınız kaç kişi?
- Yine, aynı 8 kişi.
- Aralarında 4 tanesi kadın, değil mi?
- Evet efendim.
- Bu kadınlar denizcilikten anlarlar mı?
- Hay,ır efendim.
- Ya erkekler?
- Onlar da anlamazlar.
- Hiç aranızda denizcilikten anlayan yok mu?
- Hayır efendim.
- Peki öyleyse, siz nerede yetiştirildiniz?
- Bir çiftlikte, efendim.
- Bu gemi buharla işlemediğinden, 800 kişilik mü·
rettebata ihtiyacı var. Bunları hemen temin etmelisi·
niz. Ayrıca 4 tane ikinci kaptan ve 9 ahçı ilave etmeyi
unutmayınız. Geminin kaptanı kim?
- Benim, efendim.
- İlk defa mı bir kumanda mevkiindeslnlz?
- Evet efendim.
- Zaten tahmin etmiştim. Yükünüzün çeşidi?
- Hayvan.
- Ne cins hayvan?
- Bütün cinslerden.
- Vahşi mi, ehli mi?
- Umumiyetle vahşi.
- Başlıca vahşi hayvanlarıll}z hangileri?
- Filler, gergedanlar, arslanlar, kaplanlar, kurtlar,
yılanlar. Bütün iklimin vahşi ve ehli hayvanlarından bi·
rer çift.
- Bari kafesleri sağlam mı?
- Kafes fiilin yok, canım.
- Size demirden sağlam kafesler 15.zım. Bu hayvan·
!ara kim yiyecek ve içecek veriyor?
- Biz!
- Ne! Siz mi? Bu kadar ihtiyar insanlar ha?
- Tabii değil mi?
- Hem sizler, hem hayvanlar için pek tehlikeli bir
şey bu. Hayvanlarınızın,
onları tanıyan insanlar tara·
fından bakılınası 15.zım. Kaç tane hayvanınız var?
- Büyükler 7.000, büyükler ve küçükler beraber,
98.000.
- Oh! Bunlara 1200 tane bakıcı 15.zım. Geminiz lrnç
delikten hava ve su alıyor?
- İki pencere vasıtasiyle hava ve su temin ecliyo·
ruz.
- Pencereler nereye açılıyor?
- Tam damın altına.
- 600 ayak uzunluğunda ve 75 ayak derinliğinde hir
tünel için 2 pencere!.. İçeriye elektrik ~sisatı kurmak
15.zım: 1500 ampule ihtiyacınız var. Gemideki pompaların
•
Mesela, Hz. Nuh'u Bremen limanından çıkma müsaadesi almaya çalışırken tasavvur ediniz. Gemiyi muayene
ile mükellef memurlar, ona türlü bahaneler bularak,
çıkmasına mani olmak istiyeceklerdir. Sahneyi ve teati
edilecek sözlerin teferruatını canlandırabilmek için Almanya'yı bilmek kafidir.
İşte, muhteşem üniforması içinde büyük bir vakar
ve ciddiyetle yaklaşan baş memur... Fevkal5.de nazik,
fakat o nisbette verilen talimatın yerine getirilmesini
titizlikle arzu eden bir vazifeşinas. İşine, Nuh'un ismini,
soyadım, yaşını, doğduğu yeri ve ait olduğu mezhebi
öğrenmekle başlayacak. Bunları şüphesiz gelirinin miktarı ve kalitesi, cemiyetteki mevkii ve rütbesi, refikalarının, çocuklarının ve hizmetçilerinin sayısı, herbirinin
isimleri, soyadları, yaşları ve cinsleri takip edecek. Pasaportu olmadığı için, hemen bir pasaport teminine mecbur tutulacak. Sonra gemiyle ilgili suallere geçilecek.
- Uzunluğu?
- 600 ayak.
- Su çekimi?
- 65.
- Hangi maddeden imal edilmiştir?
- Tahtadan.
- Ne cins tahta?
- Sedir ve akasya.
- İç ve dış süsleri?
- İçi ve dışı katranla kaplıdır.
- Yolcu adedi?
- Sekiz.
- Ne cins yolcularınız var?
- 4 çocuk, 4 kadın.
- Yaşları?
- En genci 100 yaşında.
- En ihtiyarı?
-
600.
sayısı?
- Gemimizde pompa yok efendim.
- Muhakkak pompanız bulunmalı. Yolcular ve hayvanlar için nasıl su temin ediyorsunuz?
- Pencerelerden sallandırdığımız kovalarla, efendim?
- Bu, havsala alır gibi değil!. Muharrik kuvvetiniz
ne kadar?
- Ne kuvveti, efendim?
- Muharrik ... Yani geminiz ne ile işliyor?
- Hiçbir şeyle.
23
GALATASARAY
- Ya yelken tal<malısınız yahut ta bir buhar ka·
zam. Pekiyi, dümeniniz nasıl imal edilmiş?
- Dümenim yok efendim.
- Bir kolu da mı yok?
- Hayır efendim.
- O halde, gemiyi nasıl idare ediyorsunuz?
İdare etmiyorum, efendim.
- İyi yapılmış bir dümen takmalısmız. Kaç çapa·
nız var?
- Hiç yok.
- 6 tane çapa. Bu büyüklükte bir geminin çapasız
hareketine müsaade edemem. Kaç tane tahlisiye sanda·
lınız var?
- Ondan da yok.
- 25 tane tahlisiye sandalı. Kaç tane can yeleği?
- Ne dediniz?
- En azından 2.000 tane can yeleği almalısınız. De·
nizde ne kadar kalacağınızı tahmin *ediyorsunuz?
- 11 veya 12 ay.
- Oh! Bu biraz uzun!. Geminizin dış kaplaması ne
den? Bakırdan mı?
- Gemimiz kaplı değil efendim.
- Azizim, tahtaları kemiren küçük deniz hayvancıkları geminizi bir. kalbura çevirip batmasına sebep olur·
lar. Bu şartlar altında hareketinize asla müsaade ede
mem~ Geminizin dış kaplamasını muhakkak yaptırmalı·
sınız. Bir şey daha: Chicago'nun deniz kenarında olma.
dığını ve onun için geminizin oraya gidemiyeceğini dü·
şünmediniz mi?
- Chicago? Ne Chicago'su? Ben Chicago'ya filfın
gitmiyorum.
- Ah! Sahi mi? Pekiyi bu hayvanları ne yapacağı·
nızı sorabilir miyim?
- Hiç, üreteceğim.
- Oh! Dünyada bulunanlar yetmiyor mu?
- Medeniyetin bugünkü ihtiyacı için kafi derecede
hayvan olduğu şüphesiz. Ama, diğerleri tufanla mahvo·
lacakları için benim yanıma aldıklarım cinslerin yeni·
den üremesini sağlayacak.
- Tufan mı? Ne diyorsunuz?
- Tabii ya, tufan!.
- Emin misiniz?
- Kat'iyen eminim. 40 gün 40 gece yağmur yağa·
cak ...
- O halde pek korkacak bir şey yok azizim. 40 gün
40 gece yağmur burada pek olağan şeylerdir.
- Ama bu seferki sizin bildiğiniz cinsten değil. Bü
tün dağların tepesi sularla örtülecek ve hiç toprak gö.
rünmeyecek.
- Laf aramızda (fakat tamamiyle dostane), bu sırrı
ifşa etmenize pek üzüldüm. Sizi buharla yelkenden biri·
sini seçmek zahmetinden kurtarmak ve buharı teklif
etmek mecburiyetinde hissediyorum kendimi. Sonra ...
Geminiz, 11 ay müddetle hayvanlara lfizım olacak suyun
1/100' deki taşıyacak halde değil. Onun için size suyu
«distille» edecek bir makine lfizım.
- Ama, lfizım gelen suyu kovalarla pencereden ala
cağımı söylemiştim!
- Güzel bir çare. Lakin, tufan daha dağların tepesini örtmeden tatlı su, deniz suyunun karışmasiyle tuzlu olacak. Suyu •distille> etmek için sizin buhara ihtiyacınız var. Bu geminin, gemi mimarisinde ilk tecrfü)eniz olduğunu nasıl anladım, değil mi?
- Hakikaten, memur bey, size yemin ederim; bu
gemiyi gemi inşaatından en ufak bir bilgi sahibi olmaksızın
yaptım.
- Çok dikkate şayan bir eser Monsieur. Çok dtk·
kate şayan. Denizler üzerinde böyle yeni, böyle fevkalfide bir karaktere sahip gemi olacağını tahmin etmiyo·
rum.
- Çok iltifat ediyorsun.uz, azizim memur bey. Bu
ziyaretinizin unutulmaz hatırasını sakla'yacağımdan emin
olunuz. En derin saygılarımla Monsieur, sonsuz teşek­
kürler... Allahaısmarladık ...
Allahaısmarladık mı?
Muhakkak ki hayır. Alman
memur, Hz. Nuh'a dostluk tezahürlerinde bulunmaktan
çekinmiyecektir. Fakat sonsuz bir nezaketle muhterem
ihtiyarın gemisiyle denize açılınasına asla izin vermiyecektir.
Mark Twain'den tercüme eden:
Mehmet DÜLGER
UN PROEESSE:UR QUI NE VIEILLIT PAS: M. GOUDMAND
(Suite de la pa.ge 8)
Au milieu du cours, j'ai sur
saute en entendant un terrible
coup de revolver. C'etait peutetre un accident ou peut-etre
une plaisanterie, je n'en sais
rien; mais je ne me rappelle
pas qu'il y ait eu un moment
dans ma vic ou j'aie eu telle·
ment peur.
Chaque annee, aux derniers
jours du mois de Mai, l'ecole
organisa t une excursion, souvent a Heybeliada. Toute l'ecole y allait avec professeurs,
eleves, cuisiniers, par un bateau specialement loue. On y
passait toute la journee avec
toutes sortes d amusements:
courses d'ane, des matchs de
football, ete... J' ai garde des
souvenirs ineffaçables de ces
excursions.
Je me rappelle aussi tres
bien le jour oı:ı nous avion.s
traverse le Bosphore a la nage
en 1929, avec M. Bonnasfous
qui en fut le vainqueur et M.
Roland qui fut trois eme.
Nous et'ons d'ailleurs trois.
- Quels etaient les professeurs avec lesquels vous vous
entendiez le mieux?
- Il est difficile de repondre,
pour ne pas vexer les autres
professeurs. Mais je peux vous
donner le nom de trois d'entre eux: M. Carli, prefesseur
de Français, M. Roland, professeur d'Histoire et M. Bayen, professeur de Physiqııc,
le premier constucteur de
planeur en Turquie et actuellement Directeur General de
l'Enseignement Superieur en
France.
J'ai pense que le nombre
d annees que M. Goudmand
ava t passe a Galatasaray
etait suffisant pour faire une
comparaison entre l'etat actuel du Lycee et celui de son
arrivee. Rassurez-vous, le re-
sultat n'a pas ete si catastrophique.
- Je trouve que les eleves
d'autrefois etaient plus curieux, avaient plus de desir d'
apprendre. La note n avail
pas pour eux tellement d importance qu'elle n'en a actucllement. Notez que je n ai pas
ete peut-etre impartial dans
cette comparaison, puisque ıe.s
classes eta'ent moins nombreuses et en outre la tendan c
generale des vieux( ! ) consiste
a ne pas trouver le temps de
la jeunesse de leur vieillesse
aussi beau que celui de la jeunesse de leur jeunesse.
J e n ai rien a ajouter snr
tout ce qui a ete dit jusqu'ici.
Ceux qui connaissent M. Goudmand savent suffissament de
choses' a propos de lui. Qı·ant
a ceux qui ne le connaissent
pas, eh bien, tant p s pour
eux !
·
Mehmet DÜLGER
GALATASARAY
24
TEVFİK
(Bwıtarafı
6. sahifede)
Fikret'i altı sene sonra, 1894 de, tekrar Sultani de öğretmenlüı.te görurliz. Bu da aneak bir
sene sürer. Butçenin tanzimi için maaşlardün
yuzde on indirme yapılmıştır. .ı; ikret bunu b.r
türlü kabul edemez. Abdurrahman Şeref bu olayı şöyle anlatıyor:
«... Kendisıne bir çok izahat verdim, ricalar
ettim, amirlik ve hocalık nüfuzumu istimil.l ettim,
bir tıirlü teskin ve iknaa muvaffak olamadım.
Mantıksız bir hükümete
hizmet etmeğe vicda:>:ıı
tahammül etmiyordu. Hükümetin her turlü cevr-ü
kahrına alışmış olan biz memurlar
meyanında
Tevfik Fikret'in zuhuru bir hadıse idi ... » (Abdurrahman Şeref, Düşünce Dergisi, s. 24 - 25).
Tevfik .l!,ikret'in Sultani müdürlüklerini ve bu
vazifesi devamınca mektepte yaptığı yenilikleri
anlatmadan evvel onun karaıüeri ve durustluğu­
nü çok guzel belirten bil'. olayı gözden geçirelim:
«Meşrutiyet liderleri, memleKetin idaresini hızla
ele alabilmek için, hummalı bir gayretle çalışı­
yorlardı. Selanik'ten sonra İstanbul da da bir ıh­
tilal cemiyeti kurulmuş ve bunun Merkez toplantılarına l!'ikret te çağırılmıştı. Daha ilk toplantıda Fikret, memleketi kimlerin idareye başladık­
larını görmüş ve bir daha gitmemişti. İttiııad-ı
Terakki Cemiyeti kurulduktan sonra da Fikret,
siyasi çalışmalardan uzak kaldı. Bunun içindır ıd
bir aralık kendisine Maarif Nazırlığı teklif edildiği zaman kabul etmedi. (Kenan Akyüz, Tevfik
Fikret, s. 88).
·
1905 yangınında Galatasaray'daki bina yanın­
ca okul geçici bir zaman için Beylerbeyi·ndeki
dağınık barakalara nakledilmişti. Okulun düzensizliği sade binasının barakalar olmasından ileri
gelmiyor, talebede de bir başıbozukluk ve avare··
liK hukum suruyordu, disiplin ve öğretim çok kötüleşmişti.
«Mesela bir ders esnasında sınıfta, kırk talebeden ancak dördunü görebilirdiniz ... Kimi Kuzguncuk' un köşelerinde tavla zarı tıkırdatır, kımi
kayıklarda aH:şam sefası tertip eder,
mektebin
önunden gazel söyliyerck geçer ve mubassırlar
bunları içeriye alamazdı.»
(l:Wşen Eşref Unaydın, Tevfik l<,ikret, s. 36 - 37).
İşte Tevfik Fikret
Mudtirlüğe başladığı zaman Sultani bu vaziyetteydi. Ona, müdürlük teklifi, nazırlığı kabul ctmiyen bir insan bunu nasıl
kabul eder diye tereddüt içinde yapılmıştı. Fakat
o bu teklife cevap verdiği mektupta şöyle diyordu:
«Memleketime ne surette olursa olsun hizmC'tten çckinmiyeceğimi, hele menşe-i feyzim olan
Sultani'nin tefeyyüz ve tekemmülüne elimden
geldiği kadar çalışacağımı şüphesiz b.lirsiniz ... »
.ı; ikret önce yanan binanın tamiri
ve bunun
mümkün olduğu kadar modern bir şekilde inşası
için çalıştı. Okulda bir müsamere ve konferans
salonu yaptırmak istiyordu. Ancak, bu salonların
yeri camiin üzerine rastlıyor, bu da d ne saygı­
sızlık diye vasıflandırılıyordu. Dedikodular alm1ş
yürümüştü.
Maarif Nazırı Abdurrahman Şeref,
okula bir müfettiş yolladı (Salıh Arif Bey), Fikret bunun kendisine güvensizlik olduğunu düşün­
dü ve derhal istifa etti.
Fakat kısa bir muddet sonra, etraftan yapı­
lan baskı ve mekteb n . tekrar eski düzensizliğe
doğru yönelmesi neticesinde, Fikret ancak bütün
mes'uliyet kendisine bırakılmak ve işine karışı!­
mamak şartıyla vazifeyi kabul etti.
FİKRET
Müdürlüğe başladığının
ertesi günü ilk işi
bütün bu dedikodulara sebep olan iki öğı·etmenin
okuldan alınmasını maarife yazmak oldu. Kabul
edildi. Fakat, bu secpsiz istifaya mecbur edilmek,
bir taraftan iki hocadan birinin Nazırın akrabası
olması işleri yine karıştırdı.
Ayrıca müsamere
salonu mcselesı de devam ediyor ve Nezaret bunun yapılmasına muvafakat etmiyordu. Nihayet
31 Mart vak'asıyla Fikret yeniden istifa etti. Asilerin, gelip Sultani'yi de yıkacaklarına dair söylentiler dolaşıyordu (Tanin ve Şüra-yı Ümmet
gazeteleri taşlanmıştı). Fikret: «Sultani'yi yık­
mak için, önce beni yıkmak lazımdır» diyerek
31 Mart 1326 da ( 13 Nisan 1909) isyanın en kalabalık gününde okulun kapısının dışına dikildi:
,,.,, Kendisini parmaklığın olsun arkasına almak
için çok yalvardılar, dinlemedi. .. Bir müessese ve
bir ödev ancak bu kadar benimsenebilirdi. Ertesi
günü de Fikret okula gelmedi.» (Kenan Akyfüı,
Tevfik Fikret, s. 95).
Fikret'in müdürlüğe ikinci ve son dönüşü Nail
Beyin (yeni Nazır) teşebbüsü ile oldu. Sakin çalışmağa, arzu ettiği salonu yaptırmağa (ki, bu
salon bugün konferans salonu dediğimiz ve içinde kendisinin yağlıboya bir portresi asılı olan büyük salondur) muvaffak oldu. Okulda, haylaz
öğrenci kalmamış, hepsi çalışkan olmuş, derslerini ve kendilerine örnek olan müdürlerini ben msemişlerdi. Bu iyi ve mutlu günler de uzun sürmez, mektebin içtüzüğünde Nezaretçe, kendisine
fikri sorulmadan yapılan değişiklikler canını sı­
kar. Bir müddet sonra b r öğretmene yapılan
haksız muamele onun Sultani den bir daha dönmemek üzere ayrılmasına sebep olur.
Hüseyin Cahit (11 Nisan 1910 tarihli Tanin
gazetes nde) bu olaydan şöyle bahsediyor: «... Tevfik Fikret Bey'in şairliğini medar-ı istihfaf addetmeye de zerre kadar hak yoktur. Tevfik Fikret Bey gibi bir şairi bir memleket pek nadir yetişt rir. Böyle şairler bir Nezaretin, bir şehrin,
bir vilayetin değil, bütün bir vatanın alem-i insaniyet ve medeniyete karşı göstereceği mefil.hir-i milliyedend.r. Bir Maarif Nezareti kadirşi­
nas olmıyabilir ... Fakat hiçbir zaman istihfaf ve
tezyif edebilmek hakkına malik olamaz. Şairin
yer ne alim geldiyc diye ilan-ı meserret eyliyemez. Bu hareket şairin değil, Nezaretin kadrıni
düşürür...
Memleketimize bir ecnebi gelip de:
Sizde mektep var mı? diye bize sorarsa yüztimliz
kızarmadan gösterebileceğimiz yegane müessese
Mektcb-i Sultani'dir. Bunu da Maar f Nezaretinin değil, Mckteb-i Sultani müdürü o şair Tevfik
Fikret in sil.yine, hamiyetine, irfanına medyunuz.
O şair olmasaydı Maarif Nezareti bizi bu teselliden de mahrum bırakacaktı.»
İst fanın yankıları uzun zaman devam etmiş­
tir. Öğrenciler eğer Fikret gelmezse mektebe gelmiyoruz deyip okulu terketmişlerse de, hatta öğ·­
retmenlerdeıi istifa edenler bile olmuvsa da, Fikret bir daııa Sultani'ye dönmemiştir.
Fakat bu hadiseler onda derin bir yara açmıştı. O, bu işe çok ehemmiyet vermiş, bütun
varlığıyla, Sultani'yi istediği hale gctirmeğe çalışmıştı. Her Galatasaray'lı gibi o da mektebine
olan bağlılığını muhtelif vesilelerle ifade ediyordu.
Yazımızın onun şu sözleriyle belirtelim:
«Sultani'nin önünden geçerken hala sanırım
ki iki el omuzuma yapışır. Yüzümü bir ttirlü o
tarafa çeviremem, o kadar müteessir olurum ... »
(Ruşen Eşref Ünaydın, Tevfik Fikret, s. 74-75).
Sencar TOKER
FRANSIZ MİZAHINDAN
ÖRNEKLER
Vittorio de Sica ingilizce, fransızca. ve
bilhassa italya.nca•yı iyi konu.ştır: «İngiliz­
ceyi prodüktörlerle, frnnsızcayı karşımda
bulunan güzel bir hanımla., italyanca.yı da
tra.~ olurken yiiziiın·ii
kesersem gullanı­
yorum:· diyor.
***
Bir falcı XI. Louis'ye seviUği kadının 8
gün içinde öleceğini haber vermişti. Hakikaten kadın öldü. Falcıyı ortadan kaldır­
nwk maksadiyle saraya davet eden kral,
ona şu suali sordu:
Mallenı bıı
sın,
ne
ı:akte
kadar mesleğinin erbabı­
kadar yaşayacağmıı biliyor
rnusıı:n?
Je crois que votre famille accorde une grande
iriı.portance a ma declaration.
Falcı, aşağıilaki
cevapla
hayatını kıır­
tarclı:
Ma.rcel Ayme'ye bir İsı:içreli
yordu:
uzıııı
uzun
Meşhıır Borgia, ailesinin Jıa,yatta
kiiçiik mensubu, Roma'da bir lokanta
<tZeMr.»
diişiindük­
Tabii, di:ye ceı:a71 verdi.
ortadan ayı.nrdım.
üç gün ev-
vel ölecerjim.
Öliimiinüzden sonra, dünyaya tekrar gelditarzınızda bir de-
ğinizi frırzedin. Eski yaşama
ği.şilclik. yapar mıydınız!
Ünlü yazar
ten sonra:
Haşmetmeab, Majestelerhıilen
gazeteci soru-
Saçı.mı
*
White House (Micwıi) de bir ldli.9enin öniindelci ilôn tahtası üzerinde
yazıyor: «Kffiseye gitmek için lwı:cı­
yı çok mu sıcak buluyorsıımız r Ya
cehennemde ne ya.vacaksınız
Manstcıche
anlatıyor:
çağı.rma sı.ı·asındıı, masaya.
«Bir rıılı
üç darbe
ı:ıtrulııyor, ı;e harflerin önünden geçen fincan ı:asıtasiyle ruh şu suali
soruyor:
Sagan'ı seı:er misiniz ?
Kimdir bıı suali soran ?
Brahms.
YAZISIZ
bıılıman
açmı,ş;
en
ismi

Benzer belgeler

OKU - Sultani

OKU - Sultani c'est que vous en avez une mauvaise; et que si vous en avez une mauvaise c'est que le professeur ne veut pas vous en donner une bonne. Depuis que je suis a Galatasaray, je conna!.s les regles du je...

Detaylı

OKU - Sultani

OKU - Sultani deux centimetres au dessus de votre tete ou a deux metres, de resultat est le meme. A un autre: «pourquoi eprouvez-vous le besoin de toujours jouer la comedie, meme si ce n'est pas necessaire ?» - ...

Detaylı

Ahmet Durul - Kurumsalhaberler.com

Ahmet Durul - Kurumsalhaberler.com bir topum peşinden koşan akranlarını görünce, her şeyden önce çocuk olduğu aklı­ na gelmiş olacak ki, sandığı bir yana bıru­ kıp onları seyretmekten, kendini alamadı. Günler geçiyor, oyuncularla sa...

Detaylı

Oku - Sultani

Oku - Sultani Koçyiğit, Yavuz Tacer, Aykut Derman, Batu Işmen, Aykut Ergil, Altan Varol, Refik Alakurt.

Detaylı

OKU

OKU un contentement qui approche de l'extase, les bienfaits d'un enseignement exceptionnel. La flatterie trop evident n'est plus de mode; c' est pourquoi je devrais corriger «les bienfaits d'un enseign...

Detaylı

OKU - Sultani

OKU - Sultani buluştuk. Okulun spor faaz.iyetleı-i çok h·ı· reketli idi. Hatta o sen.elerde Halit Ağa· bey (Halit Sarıkaya) de hatırlar, Galatasaray okul ta.kunını bile yenmi,ştik. Her sı­ nıfın bir takımı olduğ...

Detaylı

OKU - Sultani

OKU - Sultani la Palice, sont les meilleures a dire, parce que personne ne s'avise de reflechir a quel point elles sont justes. J e connais quelques uns de mes eleves qui ont se moquer de moi car ils sont coutum...

Detaylı

galatasaraylılar birliği 1937

galatasaraylılar birliği 1937 (İsmail Hihmet Ertaylan, Düşünce Mec. s. 115). Hassasiyetinin derecesi; belki, Fikret ilk defa aşık olduğu vakit üç buçuk yaşındaydı dersek, daha iyi anlaşılır. Fikret'te büyük değişiklikler nasıl ...

Detaylı