kastamonu derleme çalışması

Transkript

kastamonu derleme çalışması
KASTAMONU AĞZI
DERLEME ÇALIŞMASI
ÖZLÜCE ORTAOKULU
2015-2016 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI
TÜBİTAK 4006 BİLİM FUARI PROJESİ
PROJE SORUMLUSU:
CEREN KAMIŞ
Özlüce Ortaokulu 8/A Sınıfı Öğrencisi
PROJE DANIŞMANI:
ALTAN YILMAZ
Özlüce Ortaokulu Türkçe Öğretmeni
ÖN SÖZ
Özlüce Ortaokulu olarak bu yıl 2. kez katıldığımız Tübitak 4006 Bilim Fuarı için Türkçe
dersinden “Kastamonu Ağzı Derleme Çalışması” isimli projemizi hazırladık.
Projemiz özgün bir eser olmaktan ziyade mevcut metinlerin tasnifi ve bir araya
getirilmesiyle oluşturulmuştur. Bu nedenle projeyi “derleme çalışması” olarak isimlendirdik.
Kullanmış olduğumuz metinlerin yazarlarından gerekli onayları aldık ve kaynakça göstererek
faydalandığımız yerleri belirttik. İçerisinde sözlük, örnek cümle ve metinlerin bulunduğu bir
çalışma, hiç şüphesiz uzun süreli bir uğraş ve alanında uzman olmayı gerektiren bir iştir.
Projemiz, süremizin kısıtlı olması ve bu alanda uzman olmamamız hasebiyle amatörce
hazırlanmış bir çalışmadır. Yine de ileride bu konuda yapılacak olan çalışmalara ufak bir katkı
sağlayacağı inancındayız.
Projemiz için web sitesinden faydalanmamızı sağlayan Sayın Arslan KÜÇÜKYILDIZ’ a ve
Kastamonu Türkçesi Facebook Grubu üyelerine, yazılarını bizimle paylaşan Sayın Turan
YILMAZ’a, tasnif ve tashih sürecinde yardımlarını esirgemeyen öğrencilerimiz Umut
ÖZKAN’a, Nedime Nisa GÜL’e ve Reyhan YILMAZ’a teşekkür ederiz.
Ceren KAMIŞ
Altan YILMAZ
Özlüce Ortaokulu 8/A Sınıfı Öğrencisi
Özlüce Ortaokulu Türkçe Öğretmeni
KASTAMONU AĞZI İLE YAZILMIŞ SÖZCÜKLER1
-AAarı : Yönünde, doğru, tarafa, o tarafa, o yöne, dolayı, o yüzden, o sebepten.
Aaa: Ağa ("a" harfi uzatılarak).
Aaç: Ağaç ("a" harfi uzatılarak).
Aaba: Ağa - Baba ("a" harfi uzatılarak).
Aba: Abla.
Aakuru git, avkuru git: Yan gitmek.
Akuru akuru gel: Yan yan gel.
Aaanıñ : Abisinin.
Aasınıñ, Ağasınıng: Abisinin.
Aba yeninden atmak: Karın lapa lapa yağması.
Ababara: Kestane kebabı.
Abalamak: 1. Çocuğun emeklemesi ya da emekleyerek yürümeye başlaması. 2.Yeni elbiseler
giydirmek.
Abana: Suyun bol olduğu yer, ana su.
Abar: Haber.
Abarii: Şaşma ve korku durumunda kullanılan bir ünlem. ("i" harfi uzatılarak)
Aba: 1.Abla 2. Kalın kumaş palto 3.Kaba, büyük, bol.
Ababora: Çizilip fırında kebap olan kestane.
Abanmak: Bir şeyin üzerine kapanmak, yüklenmek.
Abasının: Ablasının, ablacım.
Abaz: Uzun yüzlü, iri yarı.
Abdeslik: El ayak yıkama yeri.
Aber: Getir.
Abey: Ağabey.
Abıçmak: Binmek, insanın sırtına binmek.
Abrul,Abril: Nisan ayı.
Abuk Sapuk: Saçma sapan.
Acamı: Acemi.
Acans : Haber.
Acaplamak: Ayıplamak.
Acar: Sağlam, dinç.
Acı: Ekşi.
Acılı: Yaslı, matemli.
Acımuk: Aşılanmamış,yabani meyve ağacı.
Acuk : 1. Azıcık, biraz 2. Yabani elma.
1
http://kastamonuca.blogspot.com.tr/
1
Acumuk : Ot tohumu.
Acuza : Bakımsız, zayıf, çelimsiz.
Aç kôpek hurun yıkar : İşi bozuk, geliri olmayan kişi, çıkış noktası bulamayınca her şey
yapabilir anlamında.
Açkı : Ağaç kilidin ağaç anahtarı.
Adamluklu : Saygılı.
Afur : Damlarda veya ahırlarda hayvanları yem ve samanlarını koymak için yapılmış oluk.
2.Kül tabağı anlamında da kullanılır.
Agitmek (a e’ye yakın) : Alıp gitmek, alıp yanında götürmek.
Ağ : Donun iki bacak arası kısmı.
Ağarmak : 1. Aydınlanma 2. Ağarma, beyazlanma, aklanma.
Ağda : Çok şekerli su.
Ağdumak : Ağırlığı bir tarafa vermek.
Ağıl, Ağul : Davar ahırı 2.Etrafı, ağaç germeçlerle çevrili hayvan barınağı. Köy anlamında da
kullanılmaktadır.
Ağıncak : Merdiven.
Ağır basması : Gece rüyasında cin peri gibi yaratıklar tarafından korkutulma. Uykuda nefes
alamama.
Ağır bastırmak : Ağırlığını koymak, bir işten vazgeçirmeye çalışmak, vazgeçirmek için ağır
şartlar ileri sürmek.
Ağır basma : Uykusu gelme.
Ağırminya: Kalabalık, değerli, taşınmaz ev.
Ağızlık : Su yolu kavşağı.
Ağkuru gitmek : Yan yan çapraz gitmek anlamında.
Ağlamuk : Çabucak ağlayan.
Ağlancı : Çabuk ağlayan.
Ağlo : Kıyı yapımında kullanılan uzun ağaç.
Ağmak : Sarkmak, Atın veya eşeğin yükü; 1.Eğilerek yayılmak, sarkmak
2.Tırmanmak,eğilmek, akmak, yönelmek.
Ağnamak : Anlamak.
Ağnamaya : Anlamıyor.
Ağnanmak, Ananmak: Yatıp yuvarlanmak, At, eşeğin yatıp kendi ekseninde iki yana
yuvarlanması.
Ağnaşmak : Anlaşmak.
Ağnatmak : Anlatmak.
Ağrı, Aarı : Doğru, oradan geçerek.
Ağrı: Verem.
Ağrına gitmek : Gücüne gitmek.
Ağsak : Aksak.
Ağşam : Akşam.
Ağu: 1.Zehir ya da acı anlamında kullanılır. 2. Çok soğuk.
Ağuç, Oğuç : Avuç.
Ağuz, Avuz:1. Doğum yapmış mısmıl hayvanın ilk sütü 2. Buzağılayan hayvanın ilk
sütünden yapılan tatlı.
Ahur : Havanlar için, müstakil olarak yapılmış barınak. Dam.
Ahırı : Sadece.
Ahlat : Armuta benzeyen, armuttan küçük meyve.
Ahraz : .Geri zekalı, dilsiz, konuşamayan, ancak el işaretiyle anlaşabilen.
Akana : Yenge.
Akaret : Kalabalık.
2
Akça: Beyaz, ak.
Akıldene, Akıldane : Akıl hocası, akıl veren, yerine göre ukala.
Akılgari : Küçük vadi.
Akulsuz : Akılsız.
Akıtmak :İşemek.
Ak kuyruk : Kuyruğunun uç kısmındaki tüyleri beyaz olan sığır.
Aklığadene : Akıllı ol anlamında.
Aklığadene ve : Akıllı ol.
Akman : Temiz, pak.
Aktarmak : Devirmek, çift sürme türü.
Akurmak : Havlamak.
Akuru dokuru : Enine boyuna.
Akyavaş : Durgun.
Ala (sığır) : Tüyleri yere yer siyah - beyaz olan sığır.
Alabele, alabula : Alaca (Siyah-beyaz renkli) karışık renkli.
Alabekine : Bütün gücüyle, sonuna kadar anlamındadır.
Alaf : Hayvan yiyeceği, yemi, ot.
Alaf: Alev.
Alaf yermeya (Ayırt Etmeya ) : Büyük baş hayvanların yemek için ot ayırt etmemesi
durumu.
Alagarga : 1. Saksağan, 2.İddiaya giren iki kişinin arasında üçüncü kişinin faydalanması.
Alak : Tarla ,bahçe içindeki tahtadan yapılmış bostan beklenen kulübe.
Alamiyon : Alüminyum.
Alarmak : 1. Kızarmak 2.Olgunluk belirtisi.
Alaş : Daha çok beyazı olan karışık renk, karışık renkli.
Alavuz : Çabuk yanan ateş.
Alavuzlamak : Hafif ateşe tutmak, ısıtmak, azıcık pişirmek.
Alaz : Hafif ateş.
Alazlama : Hafif ateşte yakma, kızartma.
Alber : Getir.
Alemzahmet : Gökkuşağı.
Algar : Bıldırcın yakalamaya yarayan uzun saplı fileli av aracı.
Alışmak, alıştdumak : Ateşi tutuşturmak.
Allaseñ : Allah aşkına.
Alma : Elma.
Almıssım : Almışım.
Alnın çatı : Alnın ortası.
Altı parmak : Boyuna kalın çizgili üçetek, saman atmaya yarayan büyük yaba.
Altıyı beşten kertmek : Palavra atmak, yüksekten atıp tutma.
Altucu : Netice.
Altun : Altın.
Aluç : Yabani meyve.
Aluvermek : Alıvermek, almak.
Amaskene : Bir erik çeşidi .
Amel : İshal.
Amıca : Amca.
Amruk : Heves.
Amrukmak : Birdenbire hevese gelmek .
Anaç : Kurnaz, işin kurnazlığı yönünde usta olan.
Anadamaya, anatamaya: Anlatamıyor.
3
Anadut dirgen : Üç ya da daha fazla parmaklı dirgen. Kağnıya veya yığına atmaya yarayan
alet.
Anagız : Kastamonu yöresine özgü, mercimek ve pirinçle yapılan bir çeşit çorba.
Anamak : Anlamak, işin aslını öğrenmek, duymak
Ananmak, A(ğ)nanmak : Eşeğin külde kendi ekseni etrafında iki yana yuvarlanıp keyif
yapması.
Anâsır : Soydan, geçmişten huy, davranış, fiziksel özellik.Irsi
Anca : Ancak.
Angaz : Enkaz, harabe, ormanda kendiliğinden yıkılarak çürümeye yüz tutmuş ağaç .
Angız, Anız : Anız, ekin kökü.
Angut : Salak.
Añız : Ekin biçildikten sonra köke yakın kalan kısım.
Anih-Ayanih : Şaşkınlık ifadesi.
Anteri : Gömlek.
Apaz, Hapaz : Avuç içi, avuç.
Apış arası : Bacak arası.
Apışmak : Şaşırmak, kalakalmak, şaşkınlıktan kalakalmak 2.Bacakları açık kalmak.
Aplak : 1.Parlak, körpe, 2. Tembel.
Apsut : Ağaç tekerleğin kollarına bağlanan ağaç kütük.
Apşak, Apışak : Bacakları açık yürüyen.
Aptes : Abdest.
Apteslik, abdeslik, epdesik : Abdestlik, abdest alma yeri,
Apuk sapuk : Saçma sapan.
Araba urganı : Biçilmiş arpa, buğday vb. öküz arabaları ile taşırken, bu yükü bağlamak için
kullanılan "gaşurganı"ndan daha kalın ve uzun urgana denir.
Araklamak : Çalmak.
Aralaşmak : Uzaklaşmak.
Arap Şalgamı : Kara yer elması.
Ardık (Ardak) : Sert Ağaç.
Ardılmak : 1.Yaslanmak, tutunmak 2. Zorlanarak ileri veya yükseğe uzanmak.
Argaç : Bez dokunurken kullanılan iplik.
Argaş : Dokuma tezgahı.
Arık : Tarla içinde pulluk yada kürekle yapılan bölüm.
Ark : Küçük kanal, kanalet, bahçeleri sulamak için açılan küçük kanal, bahçede sebze için,
tarlada sürüm için ayrılan bölüm.
Arılık : Arı kovanlarının konulduğu bölüm.
Arın : 1.Alın. Tepenin ucu 2. Gözün, kaşların üstü.
Arkalayı : Gıyaben, arkasından.
Arpacuk : Göz kapaklarının birleşme noktalarında meydana gelen iltihabi bir hastalık.
Arpalık : Evlerin arkasında bulunan gübreli alan.
Artuk : Sofrada yemek yendikten sonra kalan yiyecek artığı. Artık olmuş, artmış yemek, su
veya ekmek. 2. Geriye kalan.
Aru : Arı.
Aruca : Temiz.
Aruk : Zayıf.
Aruklamak : Zayıflamak.
Asba çıkası : Aspa çıksın, asba çıkasıca, şişe galasıca , asba çıkasıca, boynu bükülesice, canı
çıkasıca vs. demektir. Olmaz olsun veya ah etme anlamında kullanılan bir beddua.
4
Asba çıksın, buba çıksın : Sert muhalefet, beğenmeme ve bir şeyin zararının faydasından
fazla olacağına inanarak karşısındakini iknaya gayret etme ifadesi. İçerisinde sitem, kırgınlık
ve kızgınlık da barındırıyor.
Assah, Asah, Essah, Esah : Sahi, gerçek.
Aşağı gitmek : Hastalığın günden güne ilerlemesi.
Aşam : Akşam.
Aşermek, Aşyermek : Kadınların hamileliklerinin ilk aylarında değişik yiyecekleri istemesi.
Aşlak : Elma ağacı fidanı, fidan.
Aşmak : Dananın ineği döllemesi.
Aşulamak : Haşlamak, devirmek, yıkmak.
Ata lire : Tam cumhuriyet altını.
Ataş : Ateş.
Atayolluk : Başlık parası.
Atgu : Atkı, daha çok kadınların soğuk havalarda veya şehre giderken başörtülerinin üzerine
örttükleri, omuzlarını da kaplayan örtü.
Avanak ıslatan : İnce ince, uzun süreli yağmur.
Avanak otu : Sigara.
Avara, avare : Boş, işsiz güçsüz, avare.
Avgun, Gubur : Kanal, üstü kapalı taşlarla yapılmış lağım yolu.
Avlağa-Avlağı : Evin yanındaki küçük tarla.
Avlo, Avloo : Tarla bahçe kenarlarına, direk dikerek, “hatıl” denilen iki tarafı yontulmuş
uzun kalasların direklere çivi ile çakılarak, kapatılması. Uzun sırık. 2. Tarla bahçe
çevresindeki çit.
Avlu-havlu : Evlerin altındaki boşluk.
Avnuklamak : Tek tek yere düştü anlamında.
Avu, ağu : Zehir.
Avu gibi : Çok akıllı ve hareketli.
Ayağı ağır : Gebe.
Ayağın yörü gitmek : Kimsenin haberi olmadan, sapasağlamken ortadan kaybolmak.
Ayaklık : Sokak kapısı eşiği, ayakkabılık.
Ayaksınmak : Zahmet Etmek.
Ayana, ayanam : Ay anne, ayana. (Hayret ifadesi)
Ayanguru : Ayakta kendiliğinden kurumuş ağaç.
Ayaz: 1.Serinlik, rüzgar 2. Soğuk rüzgar.
Aydaş (Kırk basmas) : Aynı ayda doğan çocukların kırkı çıkmadan görüştürülmemesi.
Aydaş : Gelişmemiş kafası büyük çocuk, zayıf, cılız çocuk 2. Aynı ayda doğan.
Aygitmek, êgitmek : Alıp gitmek.
Aygutlu : Yoğurdun içine çeşitli otlar (Darakdalı vs.) konularak tarhana karılması öncesi
oluştururulan maya.
Ayıtlamak : Ayıklamak, Temizlemek.
Ayıtleşmemek : Takılıp kalmak, bulunulan yerden ayrılmamakta direnmek .
Aymak : Aklı başına gelmek, kendine gelmek, sonradan hatırlamak.
Ayocuna : Ayak ucuna, yanı başına.
Ayrak, Ayrık, Ayruk (otu) : Çimene benzeyen bir çeşit ot.
Ayu peçüğü (poçuğu) : Ayı yavrusu.
Azar : Sert söyleme, azarlama işi.
Azarmuk : Azarlama işi.
Azık çentesi : Sığıra giderken içine azık konulan çanta.
Azık : Çobanların ya da yola gidenlerin sırtlarına sardıkları yiyecek .
Azından gavut çıkmaya : Ağzından herhangi bir söz, kelime çıkmaması, suskunluk.
5
Azınsımak : Az bulmak, az bulduğunu hissettirmek, hareketleriyle bunu belli etmek.
Azıtmak : Yaşlı, istenmeyen köpek ve kediyi evden uzağa bırakmak.
Azman : Büyük, iri.
Azu : Kağnı arabasını iğ, denilen tekerleğin bağlandıgı kısmı sabitleyen, bir kağnıda 4 adet
bulunan ağaçtan yapılmış sistem.
-BBaçça : Bahçe.
Badadiye : Ahşap evlerde kullanılan bir duvar örme usulü.
Badavra : Saçakları örttükleri lambiri benzeri özel ince tahta.
Badı : 2 tane çatal ağaçtan yapılan, çatal kısımlara ayak konularak yürünen bir oyun-oyuncak,
tahta bacak cambazlara benzeyen oyuncak.
Badı : Kaz.
Badılcan: Patlıcan.
Bağarsuk, Boğarsuk, Boğursak : Bağırsak.
Bağdatıya, bağdatya : Ahşap evlerde duvarların sıvanmadan önce ince çıtalarla çevrilmesi.
Bağır : Göğüs.
Bağırdak : Beşiklerde bebeklerin düşmemesi için sarılan sargı, beşikte bebeği saran genişçe
kuşak.
Bahalı : Pahalı.
Bakacak : Ahşap köy evlerin salonlarında penceresiz , camsız sokağa bakılan yeri, küçük
balkonumsu yer, pencere boşluğu, duvar hizasından az geride, genellikle açık pencere yeri.
Bakal : Av kuşu.
Bakla, pakla : Fasulye.
Bakraç, barkaç : Su taşınan kova, helkek.
Bal sağmak, Arı sağmak : Bal hasadı.
Balarmak : Çocukların kilo alması.
Baldamak : Tatlı sözlü ancak yalancı, vaadinde durmayan kişi.
Baldıran : Zehirli bir bitki.
Ballıca kirazı (Deşti kiraz) : Aşısız kiraz.
Banduma : Kastamonu yöresine ait hamurlu (yufkalı) bir yemek çeşidi.
Bandumak : Bandırmak, batırmak.
Banmak : Ekmek batırıp yemek.
Barnak : Parmak.
Basak başı : Merdiven başı.
Basak : Merdiven, basamak.
Basama : Şimdiki yürütecin ahşaptan ilkel hali, çocukları yürümeye alıştırmada kullanılan
araç.
Basdıbadal (basdıbacak), bastıbada : Üç ayaklı merdiven.
Basduma : Pastırma.
Basmak : Bir yeri kaplamak, bir yerde haddinden fazla çoğalmak.
Baş aşa git : Bayır aşağı git.(Aşağıya doğru git)
Baş yazmak : Saç taramak.
Baş yokarı git: Yukarıya doğru git.
Başaklamak : Tarladan ekin kaldırıldıktan sonra, dökülen veya kalan ekin artıklarını,
başakları toplamak.
Başbaş : Allah'a ısmarladık.
6
Başgöz etmek : Evlendirmek.
Başına eyşimek : Yük olmak.
Batya : Hamur teknesi.
Bayguş : Baykuş.
Baytak : Genellikle ördek tarzı yürüyen yeni yürümeye başlayan çocuklara ve aşa aşa
yürüyen insanlara verilen bir ad.
Bazar armudu : Bir armut cinsi.
Bazar çiti : Taşıma sepeti.
Bazar : Pazar.
Becelleşmek : Münakaşa etmek.
Becertlemek, becetlemek : Becermek, başarmak.
Becit : Acele, öncelikli.
Beçel : Felçli kişi.
Bedevre : Köknar (kayın) ağacından baltayla yarılan ve kiremit yerine çatılara çakılan tahta.
Beg gıyak : Çok hoş.
Beg gözel : Çok güzel.
Beh, beh parası : Peşinat, kaparo.
Behit Yakma : Acı bir olay ya da gurbet-ölüm vb. gibi olayların edebi dille anlatılması.
Behit : Meyyit gibi olmak.
Behlemek : Ayırmak, ayırttırmak, gözüne kestirmek.
Bek yeri : Bostana giren domuzları öldürmek için domuz gelene kadar beklenilen, genelde bir
ağaç dalına yapılan küçük bekleme yeri.
Bêki : Belki.
Bekişdümek, Beküştümek : Sağlamlaştırmak, kapatmak.
Bekitme : Tıkama, kapatma, vurma.
Ekitmek : Kapatmak.
Beklik : Peklik, kabızlık.
Bekmez,Betmez : Pekmez.
Bekmezini akıtmak : Kanını akıtmak.
Bel: Bahçe ve tarlada toprağı karıştırmak için kullanılan kalın kürek.
Belemek : Bebeği beşiğe yatırıp bağlamak.
Belemez : Namaz kılmayan, inancı zayıf.
Belenmek : Yerde yuvarlanmak, üst başın toz toprak olması 2. Bulaşmak, sürülmek.
Bel entere : Bluz, üst entarisi.
Belermek : Gözlerin haddin fazla açılması, açılıp kalması.
Belertme : Öfkeli bakış.
Belleme vurmak : Kırılan, çürüyen veya eğilen ağaç direkleri sağlamlaştırmak için üstüne
direğe benzer ağaç çakmak.
Belleme: 1.Toprağı kürekle alt üst etme 2. Tanıma, ezberleme 3. At ve eşeklerin sırtına eğer
ve semer altına konulan keçe. 4. Ayakkabıya vurulan pençe, eskimiş ayakkabı tabanının
değiştirilmesi ya da üzerine yeni taban çakılması.
Bellü : Bilinen, belli.
Belürsüz : Bilinmeyen, belirsiz.
Bencileyin : Benim gibi.
Benirlemek : Uykudan korkarak sıçrayarak uyanmak.
Beñiş : Dişi domuz.
Beñiz : Yüz.
Beri bak : Bana bak.
Beri : Kendi tarafı, ön yüz, bu taraf.
Berkitmek : Kapatmak, sağlamlaştırmak, kaybetmek .
7
Bernek : Kendini beğenmiş.
Besdil : Pestil.
Beslek : 1. Hizmetçi 2. Kız evlatlık.
Beş bıyık : Döngel, muşmula.
Beşerleme : Deste haline getirilmiş ekinler.
Beşik Örtü : Çatı örtü biçimi.
Betdeniye : Battaniye.
Betmez : Pekmez.
Beya : Bayâ, oldukça.
Beygir : At.
Beynamaz : Namaz kılmayan.
Bezar etmek : Bizar etmek, bıktırmak.
Bêzi : Arada.
Bıcıkı : Birazcık.
Bıcımık : Minnacık , ufacık.
Bıçkı : Bağ bıçağı .
Bıçkın : Külhanbeyi kılıklı, berduş.
Bıdığ : Azıcık, az bir şey.
Bıdıkı : Küçük.
Bıdıkma : Küçülme, ufalma.
Bıdumuk : Azcık, biraz.
Bıkmak : Dürüp bıkmak, katlamak, bükmek.
Bılaşmak, bulaşmak : Sürülmek, izi kalmak.
Bıldır : Evvelki yıl, geçen yıl.
Bınak : Hafızası zayıflamış, bunak.
Bınamak : Bunamak, ihtiyarlamak, hatırlayamamak.
Bıtırak : Diken.
Bıza : Buzağı.
Bızlacı, Bızalacı : Doğuracak inek, büyük başlarda hamile hayvan.
Bızlamak : İneğin yavru yapması ineğin doğurması.
Bi lokma dur : Biraz dur.
Bibi : Hala.
Bicik : Meme .
Biçi : Buzağı.
Biddumacuk : Küçük ,ufak.
Biki : Bazı.
Bildük : Bildik, tanıdık.
Bilemeyceyin : Bilemiyorum.
Bileyci : Bıçak, satır vb. bileyen kişi.
Bilezük : Bilezik.
Bilinmedük : Sırlarını dışarıya sızdırmayan, kötü yönlerini iyi gizleyen insanlar için
kullanılır.
Biliş : Tanış.
Bilüsüñ : Bilirsin.
Binek : Binilecek hayvan.
Bir hammada : Bir hamlede
Biran, Biyran : Üstü çamurla kapanmış kuyuda, meşe közünde pişirilen kuzu kebabı, Kuyu
kebabı.
Birbirine durmak : Kavga etmek, Hasım olmak.
Bisirgeç : Pişirme aleti.
8
Bislaeç : Özellikle ocakta sacda pişirilen yufka, etli ekmek gibi yiyecekleri çevirmek için
kullanılan ağaçtan yapılmış mutfak gereci.
Bişek : Yayık çalkamada kullanılan araç.
Bişi : Sacda yapılan bir ekmek çeşidi, Yufkaların yağlanıp pişirilerek üst üste dizilmesi .
Bitimli : Boylu boslu, olgun.
Biyaa : Bir yana, öteki tarafa, şu tarafa, şöyle, ileri git.
Bizgüç : Kalın dokumaları dikmede kullanılan ucu sivri kalın iğne.
Bizlenbeç : Diken ucu.
Bobuç : Pabuç, ayakkabı, potin.
Bocuk : Emzikli testi.
Boğez : Bu kez ,bu sefer.
Boğme : Tarlayı sulamak için su arklarına yapılan set.
Boğsu, Bosu : Ahşap evlerde kiriş amacıyla kullanılan çam veya gürgen tomruklarının tahta
ile birleşen kısmı.
Boğsuluk : Çatı ile tavan arasında kalan boşluk.
Boğür : Belin yan tarafı.
B.k püsürük : Eften püften, önemsiz.
Bol bolomat : Bol bol düşüncesizce harcamak, kullanmak.
Borana : Sarımsaklı yoğurt ve yağda yapılan yumurtanın karışımıyla yapılan yemek.
Bostanbozma : Bostanda yetişen ürünleri hasat etme.
Bostan yemişi : Hıyar.
Bostan: Mısır, fasulye, sebze tarlası.
Boyası bozuk : Sarışınlar için söylenen bir deyim.
Boyna, boyuna : Devamlı, sürekli.
Boyunduruk : 1.Öküz ve mandaların araba, saban, pulluk, düvene koşulmasında kullanılan
iki hayvanı birleştiren aparat.
Boz: Sürülmemiş tarla.
Boz gavuran : Hıdrellez’den sonra olan, sebzeleri yakıp kavuran soğuk.
Böcü : Haşere, Böcek.
Böğe(me), Büğeme : Suyun önünü tıkama, set çekme. Bir şeye engel olma.
Böğez, buğez : Bu sefer, bu kez.
Böğrek, böyrek : Böbrek.
Böğün : Bugün.
Böğür kazığı : Ana kazığı tutturmaya yarayan yan kazık.
Böğürmek : Bağırmak
Bönülemek, Benirlemek : Uykudan korkarak sıçrayarak uyanmak .
Börtdümek : Haşlamak.
Börtük : Gelişmemiş zayıf kimse.
Böyböy : Büyük anne, babaanne.
Böyrek : Böbrek.
Buba : Baba.
Buğez : Bu kez, bu defa.
Buğezde : Bu kez de.
Bulamaç, bılamaç : 1.Bir çorba türü 2.Kıvam, katılık derecesi 3. Karıştırılmış.
Bulgara : Saz.
Bulgurcuk : Küçük taneli dolu.
Buñar : Pınar.
Buncukmak : Bunalır gibi olmak, bunalmak.
Buneg, büñek : Büyük buzağıların annelerini emmesini engelleyen dikenli ağızlık.
9
Burçmak : Burkulmak.
Burdurmak (Döğmek ): Erkek sığır veya mandanın yumurtalıklarına gelen damarı sıkmak,
kesmek veya çekiçle ezmek sureti ile hayvanın üreme kabiliyetini ortadan kaldırmak.
Burgu : Delik delmeye yarayan elle çalışan bir el aleti.
Butur : Tırtıllı şişe rakı .
Buva-buba : Baba.
Buyığnak : Bu kadar çok.
Buymak : Çok üşümek, donmak.
Buynuz : Boynuz.
Buzlacı : Doğum yapacak hayvan.
Büber : Biber.
Büğelek : Bir tür sinek.
Büğez, buğez : Bu sefer, bu kez.
Bük : Dere kenarlarındaki sık ağaçlık.
Bük : Küçük çalılık.
Bükelek : Sıcak havalarda , sinek yüzünden hayvanların kaçması.
Bükenek : Büküntü yeri, eklem.
Büktelemek : Çalımına getirmek, cinlikle elde etmek.
Büñek dutması : Hayvanları huysuzlandıran Büñek sineğinin hayvanları sağa sola
koşturması.
Büñek : Bir cins sinek.
Büñemek : Set çekmek.
Büñülemek : Kabus görmek .
Bürgü : Kalın başörtüsü.
Bürlemek : Örtmek, kapatmak.
Bürlenmek : Kapanmak, kadınlar için örtünmek.
Bürnük : Kadın çarşafı.
Bürsü gün : Ertesi gün.
Bürü : Belden aşağı bağlanan önlük.
Büşüdüm : Pişirdim.
Büzdeklemek : Oyalamak, vakit geçirmek.
Büzük : Kötü kadın.
-C,ÇCaba altı : Doğum yapan hayvanın ilk günlerindeki protein değeri çok yüksek olan ve
pıhtılaşmaya yakın gibi görünen süt.
Caba : Çorba pişirmeye yarayan çömlek.
Caba : Çömlek.
Calay : Sağır dilsiz, ahraz, konuşamayan.
Camadan : Sırtta taşınan.
Camış : Manda.
Can gayısı : Can korkusu.
Can yakıcı : Yaramaz.
Care : Sigara.
Carı : Becerikli.
Cazgır : Şamata yapan arsı insan.
Cazu, cozu : Yaşlı cadı, ukala ihtiyar.
Cedelleşmek : Mücadele etmek, münakaşa etmek.
10
Cember : Başa sarılmayan, dolanmayan omuzlardan arkaya doğru bırakılan, bazen koyu
yeşil, çoğu zaman beyaz giyecek.
Cenber,Çenber : Kadın başörtüsü.
Cenevi, Canevi : Göğüs.
Cerehat, macara : İltihap.
Cerge : Güneş ve yağmurdan korunmak için yapılan kulübe.
Cernik : Şu anda soyu tükenmiş bir elma adı.
Cıbıldak : Çıplak.
Cıbır : Tüysüz, zayıf, gelişmemiş.
Cıbırga : Cevizi ağaçtan indirmek için kullanılan ince uzun sırık.
Cıcak : Süs.
Cıcık : Limon.
Cıfıl : Karışık renkli, sulu insan.
Cığalmak : Terlemek, sıcaktan bunalmak.
Cıggada : Çok az.
Cığ : Ahırların üstüne yapılan yalıtım işi.
Cığa : Tüy.
Cılaz : Cılız.
Cılbır : İnce ip.
Cılıdı : Vazgeçti.
Cılıgan : Oyunbozan.
Cılık : Bayatlamış, bozulmuş yumurta gibi şeyler.
Cılımak : Oyun bozmak, sözünde durmamak.
Cılımbız : Cılız, zayıf.
Cılız : Zayıf yetersiz.
Cılk : Bozuk yumurta.
Cınbıt : Üzüm salkımının dalı.
Cıngırcak : Tahterevalli, salıncak.
Cıpcıbır : Çırılçıplak, üzerinde hiçbir şeyi olmayan.
Cıramba : Oradan oraya hoplayıp, zıplayan, tatlı tatlı yaramazlık yapan çocuk.
Cıranba : Küçük, zayıf çelimsiz.
Cırıflamak : Dal budak salmak, yeşermek.
Cırık : Lokma.
Cırlamak : 1.Ötmek 2.lüzumsuz yere konuşmak.
Cırmık : Tırnakla yapılan iz.
Cırnak : Pençe, tırnak.
Cırt : Görmeden almak.
Cırtlak : Lüzumsuz yere, ilgisi olmayan yerde konuşan, sesi bozuk, kötü sesli.
Cırtlamak : Küçük bir şeyi usulca alıp kaçmak,çalmak.
Cıvıt Olmak : Sinir olmak.
Cıyaklamak : Bağırmak, çığlık atmak.
Cızak : Met oyununda sayı, galibiyet.
Cız dutma : Büyükbaş hayvanları bir tür sinek ısırdığında hayvanlar kuyruklarını toplayıp
sağa sola kaçışması.
Cızdak : Alıngan, ufak bir şeyde alınan, şikayet eden.
Cızlamak : Ürpermek
Cızlavet : Tor lastik.
Cibi : Sepet örücü.
Cibilliyetsüz : Soysuz.
Cibizlemek : Kestanenin pişirilmeden önce çizilmesi.
11
Cice : Hala, büyükanne, abla.
Cilbetür : İnce sopaların uçlarını yere vurarak ileri fırlatmak suretiyle oynanan çocuk oyunu.
Cimciklemek : Parmakla sıkma.
Cimcük : Sıkma.
Cimcüklemek : Çimdiklemek.
Cimit : Keten tohumu.
Cimpiri, Cinibiz : Küçük yapılı, hareketli, yaramaz.
Cincik boncuk : Ufak tefek fazla değerli olmayan.
Cincile : Ekmeği ve yemeği yapılan mantar çeşidi.
Cini : En küçük parça.
Cinibiz : Hareketli, yaramaz çocuk.
Cinlenmek : Kızmak.
Cit kadar : Azıcık, küçücük .
Citteyne, Citteynecük : Az, azıcık.
Civil : Asabi, her işe karışan.
Cizleme : Cıvık hamurdan tavada yada sacda yapılan yağlı ekmek.
Coge: Küçük, cüce.
Coguşmak : Üşüşmek, birikmek, toplanmak.
Coğüz, cöğüz : Ceviz.
Con: Kalça.
Coruk curul : Gürültülü, anlaşılmaz ses.
Coruk : Zayıf, Çelimsiz.
Coruldaşmak : Anlaşılmaz şekilde konuşma.
Coştak : Oynamayı seven, gülen, konuşkan ve serbest hareket eden kız.
Cozu : Yaramaz.
Cozuttu : İyice zıvanadan çıktı.
Cılıdı : Oyun bozdu .
Cöbü : Çömlek, toprak kapta yapılan yemek türü.
Cöfü : Akıllı küçük, iş beceren.
Cöge : Tenekeye taş atarak oynanan oyun, kısa ve şişman olanlara takılan lakap.
Cöğütlemek (Cüğütlemek) : Şekerleme yapmak.
Cöpcü : Küçük toprak çanağı.
Cubluk : Çubuk, sopa.
Cumalık : İnşaat devam ettiği müddetçe evde çalışan ustalara Cuma günleri ikram edilen
yemek.
Curuk,Cırık : Küçük, ezik ezilmiş.
Cüher : Nefes, güç.
Cüme (e, a'ya yakın) : Cuma.
Cüp (cip) : Birdenbire, hızlıca gitmek.
Çağıl : Tarla ve bahçe kenarlarında harç kullanılmadan taşlarla örülen duvar.
Çağ yanı : El ve yüz yıkanan yer.
Çakıldak : At ve öküz arabalarında, yükü bağlayıp sıkıştırmaya yarayan burga cağı çeviren
50 cm uzunluğun da, sağlam ağaçtan yapılma sopa.
Çakmak : Bir işten anlamak.
Çakmak çakması : Şimşek çakması.
Çakmaktaşı : Düvenin altına çakılan kesici beyaz taş.
Çal : Çalılık, fundalık.
Çalagan Gazuğu: Seli, Erozyonu önlemek için tarla kenarlarına çakılan büyük kazık.
Çalak : Irmak ve çay kenarlarında tarlaları su ve selden korumak için ağaç
dallarından yapılan büyük ve sağlam set.
12
Çalçene : Çok konuşan, geveze.
Çalgu : 1.Çalgı 2. Üçgen başörtüsü.
Çalgucu : Çalgı çalan, enstrüman kullanan kimse.
Çalguç : Ağzında kemik (diş) bulunan erkek domuz.
Çalguç : Yetişkin uzun dişli domuz.
Çalkama : Tereyağı, pudra şekeri ile çırpılarak elde edilen macun.
Çalmaç : İnek sağımı sırasında kullanılan ahşap kap.
Çalmak : Yaşmağı çalmak. Yoğurt çalmak, sıvamak,sürmek.
Çalpara çalmak : Fişirdemek.
Çalu çırpı : İnce dal, ince odun.
Çalu, çolu : Çalı, ince dallı küçük ağaçlar.
Çaluntu : Yeni yapılmış taze yoğurt.
Çamdu : Ağaçların birbirine geçmesiyle yapılan ahşap ev.
Çandu (boğsu,alak): Çam kütüklerinden yapılmış tarlalarda ürünleri beklerken ya da
yağmurda sığınmak için yapılmış küçük evcik.
Çanak : Kase.
Çanak : Yaylım pisletmemesi için hayvanların altına tutulan kap.
Çap : Koş.
Çap : Bir insan için bilgi, birikimi, tecrübesi, sözünün eri oluşu, yardımseverliği,
paylaşımcılığı, her yere ulaşabilir oluşu, geçmişinin dolu dolu olması, çevresinin olması.
Çapa çapa : Koşa koşa.
Çapaçul : Dağınık tertipsiz, düzensiz.
Çapalamak : Bostanı, çapa denilen alet ile kazmak.
Çapda : Köşede.
Çapıvi : Koşuver.
Çaput : Kullanılamayacak kadar eski kumaş parçası.
Çara : İnek, kömüş gibi hayvanların üremeye elverişli olduklarını ve doğurmaya yakın
oldukları dönemlerde cinsel organlarından salgıladıkları yapışkan sıvı.
Çark,Çarkçılık : Bakırcılığın yoğun olduğu dönemlerde imal edilen bakır kapların torna
benzeri bir usulle çok ince bir tabakasının sıyırılıp alınması ve ürüne parlak güzel görünüm
verilmesi işi.
Çar : Baş örtüsü.
Çarşu : Çarşı.
Çaşıt, çaşut, çoşut : Ajan, laf gezdiren.
Çat : Kuyruk sokumu, insanın ve hayvanın iki bacağının birleştiği yer.
Çatak, Çatuk : Ağaçların dallarının birleştiği yer.
Çatal Eşek : Çocuk Oyunu adı.
Çatalhapaz : İki elin avuç içinden oluşan bir ölçü.
Çatı budu üğünesi : Hayvana yapıla beddua.
Çatını budunu ayırmak : Bacaklarından tutup ikiye ayırmak.
Çatıran ayaz, çatıran gış : Çok kuvvetli ayaz, çok soğuk kış.
Çatma : Çivi kullanılmadan yapılan ağaç işi.
Çatmak : Üzücü olaylarla karşılaşmak, uğramak.
Çat'mak : Ateş yakmak için odun çatmak.
Çatuk : Ağacın çatal kısmı.
Çatura : Çömlek.
Çayan : 1.Yeşil gözlü 2. Kertenkele.
Çaylık : Köylerde çamaşır yıkanan yer.
Çeç : Mahsul, 2. Buğdayın savrulduktan sonra taneli samanlı kalan kısmı çekerek gidilişi.3
Tahılın harmanda çuvallanmaya hazır hali..
13
Çecik : 1. Eklem yerleri 2. İrade.
Çecikleri govşamak : Bağlantı yerleri kulpları gevşemek, soğuktan çok üşümek.
Çegil : Çekil.
Çekat : Ceket.
Çekiş etmek : Ağız dalaşı, kavga.
Çekişme : Azarlama, nasihat etme.
Çekmen : Bebek yorganı.
Çekürge (çeğürge): Evlerdeki, yüklük, hamamlık gibi dolapların kapılarının kapalı durması
için, köşelere ortasından çakılmış7-8 cm uzunluğunda1,5-2 cm ebatlarında küçük tahta
parçaları.
Çekürge : Çekirge.
Çemek : Öğrendirenin baş tarafına takılan yassı demirden yapılmış alet.
Çemkürme : Köpeğin kesik kesik havlaması.
Çençenleme : Çok konuşma.
Çendü gafalı : Koca kafalı.
Çene çarpan: Mantının büyüğü.
Çeneçüş: Geveze.
Çentük : Ağaç vb. şeyler de baltayla, bıçakla açılan iz, yara.
Çepel ayıklamak : Pisliği temizlemek.
Çepel : 1. Kirli, karışık, yaramaz 2. Çamurlu, batak.
Çepellemek : Mundarlamak.
Çepellik : Çamurlu bataklık.
Çepiç : 1.Keçinin 6 aylık dişi yavrusuna verilen ad.2. Yaşlı kısır keçi
Çepreşük : Karmakarışık, dolaşık.
Çete : Çapanın küçüğü.
Çeten, çiten : Ahırda buzağıların konduğu özel bölüm.
Çetlemük : Bir tür kiraz.
Çevgen : Ucunda yere doğru bakan budağı olan ve bu budağı uzunca kesilerek meyve
dallarını eğmede kullanılan sopa.
Çevgen : Kanca.
Çevirge : Ortasında çivi ile kapıya tutturulan kilit.
Çevre : Kadın başörtüsü.
Çığırmak : Ağlamak.
Çık et : Kemiksiz ve yağsız, lop et.
Çıkabülü : Çıkabilir.
Çıkı : Azık, bohça.
Çıkım : Ekin biçerken, kendir çekerken tarlanın bir ucundan diğer ucuna biçmek.
Çıkışamamak : Baş edememek, yetişmek.
Çıkrık : Bez dokuma işinde kullanılan alet.
Çıkrıncak : Mahalle ve köylerin meydanına kurulan tahterevalliye benzeyen eğlence aracı.
Çılbır : Çırpılarak yağda pişirilmiş yumurta.
Çılı çırpı : İnce dal ve odun.
Çımkı : Küçük çubuk.
Çımkış : İnce ve esnek sopa.
Cırım çırım çığırmak : Sesli ağlamak.
Çırtlanguç : Ortası yumuşak yabani ağaç.
Çıtlak tahtası : İnce tahta.
Çıvgın : Kamıştan yapılan ok benzeri oyuncak.
Çiy düğe: Henüz buzağılamamış düve.
Çiğit : Çekirdek.
14
Çile: 1.Dert, huzursuzluk, 2.Yumak olmamış iplik bağı 3.Dokuma tezgahı ölçüsü.
Çilte : Uzun sopa.
Çimen : Çemen.
Çimil Çimil : Yavaş yavaş hareket etmek.
Çimil : Keten posası
Çimke : İnce, sıska.
Çimmek : Yıkanmak, banyo yapmak, yüzmek.
Çiñilemek : Çınlamak.
Çirpi : Ağaç dallarının çok ince olan parçaları.
Çirpicek : Haluşka, yayım çorbası gibi yemekler yapılırken, hamurların kaynar suda birbirine
yapışmasını önlemek için karıştırmaya yarayan mutfak aracı.
Çirşef : İnatçı, Asalak insan.
Çit : Küçük sepet.İçinde saman taşınan fındık dallarının ortalarından yarılarak yapılan
80-100 cm yüksekliğinde ve 60-70 cm genişliğindeki sepet.
Çiten : Ahırda yeni doğmuş kuzu, buzağı gibi hayvanlar için ayrılmış bölüm.
Çitle : Döven sürerken öküzler yaylımdan yemesin diye ağızlarına takılan fındık çubuğundan
yapılan alet.
Ciyit : Çekirdek.
Çokuşma : Üşüşme.
Çolu : Çalı, ince dallı küçük ağaçlar.
Çoluş etmek : Kağnı arabaları yolda kalınca arabanın önüne bir çift at veya öküz daha
bağlayarak yardımcı olmak.
Çoluş : Yardımcı güç.
Çomça : Ağaçtan oyma su kabı.
Çomur : Çamur.
Çon : Kalça.
Çongal : Birbirine bitişik.
Çöğmek : Çökmek, yıkılmak.
Çoruk : Çarık, eskiden köylerde giyilen deriden yapılmış ayakkabı.
Çoşut : Ortalığı karıştıran, insanları birbirine düşüren.
Çotuk : Suratsız, asık surat.
Çotura (Güvlek) : Tahtadan yapılmış su kabı.
Çöğdümek : Ayakların yardımıyla basarak yada elle asılarak bir tarafa devirmek.
Çöğe : Tavşanın küçüğü.
Çöğen : Baston.
Çöğür : Saz.
Çöğürmek : Çevirmek.
Çökelez : Sincap.
Çökelik, çökelek : Ayranın ısıtılması ve sonra da torbadan süzülmesi ile ayran tortusundan
elde edilen peynir.
Çökmek : Sütün kesilmesi, bozulması.
Çökü : 1.Evli kadınların başlarına taktıkları başlık, örtü, yemeni 2.Dokuma tezgahında bir
ölçü
Çökü : Ayakları özürlü olup yürüyemeyen.
Çöküç : Çekiç.
Çölemen : Ekmek sacının altına konulan toprak altlık.
Çöm: Kalça.
Çömçe, Çömçek, Çömçü: Pınar ya da kuyu başlarında bulunan, ağaçtan oyulmuş su içmeye
yarayan, saplı kap.
15
Çömek, Çemek: Üvendire sapına takılıp tezek kırmaya, sabana yapışan toprağı kazımaya
yarayan üçgen yassı demir.
Çömelmek : Oturmak.
Çömkürmek : Bağırmak, havlamak.
Çömü : Ağaç kepçe.
Çöpreşik : Karmaşık, çöpreşük .
Çöpür : Davarların kıllarına takılmış dal ve ot parçacıkları parçacık.
Çöpürlü : Sorunlu
Çördü, çördük : Yabani armut.
Çörek : Fırın ya da ocakta yapılan ekmek.
Çörten : Musluk.
Çörü : Pasaklı.
Çörütmek : Çömelmek.
Çövmek : Bu tarafa devrilmek, dengesi bozulmak.
Çövdürmek : Bu tarafa oturmak, oturtmak.
Çövük : 1.Ayı yavrusu 2. Sapı eğik sopa.
Çözgü : Bez dokuma işliklerinde yapılan bir işlem.
Çözme : El dokuması bez.
Çufalduz : Çuvaldız.
Çul : Kumaş artığı.
Çullu, Çullum : Yırtık dökük kıyafet.
Çullama Datlısı : Baklava yaparken yufkaların kenarlarından artan parçaları başka bir tepside
gelişi güzel yerleştirerek baklava gibi pişirilerek yapılan tatlı.
Çükündür : Turp, pancar.
Coruk : Çürük ve zayıf.
-DDaban : Tarlayı düzlemekte kullanılan alet.
Daban çekme: Çift sürülen tarlada tezekleri ezmek için öküzlere yatay bir ağaç koşulup
sürülen tarlada gezdirilmesi.
Daban eğserisi : Uzun, kalın mıh, çivi.
Dada, Dadak : Bebek yiyeceği.
Daday bazarı : Cumartesi.
Dadul : Fırın küreği.
Daga : Erkek keçi yavrusu.
Dağnamak : Ayıplamak.
Dağnamuk : Başkalarında görüp de ayıpladığı, kınadığı şey.
Dakılmak : Sataşmak.
Dakım daklavat : Bir işte kullanılması gereken araç gereçlerin tümü.
Dakım : Sigara ağızlığı.
Dalabınmak : Debelenmek.
Dalak : Bal peteği.
Dalamak : Isırmak.
Dalaşmak : Köpek kavgası.
Dallamak : Karıştırmak , iyilerini ayırmak, seçmek.
Dam görme : Ağıldaki hayvanların alt, tüy ve yiyecek bakımını yapmaya verilen ad.
Dam önü : Damın üstünde bulunan boşluk.
Dam topraklama : Bir yere kalabalık gitmek.
16
Dam: Evlerin giriş katında hayvanlar için ayrılmış bölüm dam hayvan barınağı, ahır.
Damatis : Domates.
Danadişi : Mahsul zararlısı.
Dağnamak : Ayıplamak.
Dangalak : Kendini beğenmiş, ula.
Dangırdamak : Gelişi güzel, bağırarak konuşmak.
Dapınmak : Çalışmak, debelenmek, sonuca ulaşmak için uğraşıp durmak.
Daraba : Bahçe etrafına, ya da bir yeri çevrelemek için ucu sivri tahtaların yere yan yana
çakılarak yapılan duvar.
Darakdalı : Dere otu.
Dardağan : Dağınık insan.
Darıcan : Bir tür kuş.
Daş : Taş.
Datlı : Tatlı.
Davlum : Çarık yapımında kullanılan manda deri.
Dayak : Kağnı arabasının okunun birleştiği yere bağlanmış, arabayı ayakta tutmaya yarayan
ağaç kazık.
Dayak : Ata, eşeğe yük yüklenirken yükü tutması için konulan ucu çatallı ağaç.
Debelenmek : Tepinmek.
Debertlemek : Karıştırma konunun derinine inmek, deşmek, karıştırmak, ellemek.
Debertleşdüm e: Fazla karıştırmak.
Dedegıl : Kağnı, kızak vs. araçların bir parçası, boyunduruğa takılan oku tutmaya yarayan
halkayla okun birbirine bağlanmasını sağlayan tahta düzenek.
Dedegılıç : Dedegil.
Değirmi : Yuvarlak.
Değirme : Beyaz ince tülbentten yapılan, kare şekline, kenarları ince tığ oyası yapılan ,
özellikle banyo sonrasında baş üşümesin diye üçgen şekline getirip bağlanan baş örtüsü.
Değirmilik : Başa örtülen eşarp veya yemeni.
Değmen : Değirmen.
Dek durmak: Yaramazlık etmeden, kimseye bir zarar vermeden, durmak.
Dek gelmek : Uymak aynısı olmak, rastlamak, isabet etmek.
Dekdalaş olmak : Bulaşmak.
Delimsirek : Dengesiz, ayarsız.
Dembülümbül : Dengesiz, ne yaptığı belli olmayan, kaba saba davranış.
Demegoma : Dedikodu.
Demek : Hayvanları dışkılarının dışarıya atıldığı delik, açıklık ya da pencere.
Dene : Tane.
Denk gelmek : Rastlamak.
Depe: Tepe.
Depecük : Tepecik; tarladan toplanan ekin ve ot vs. gibi ürünlerin harmanın bir kenarında,
üst üste yığılması aynı zamanda yığın.
Depeleme : Çok doldurma.
Depesaşa : Tepetaklak.
Depestü : Baş aşağı, tepe üstü.
Depeüstü gidesice : Altı üstüne gelesice.
Depme : Kağnı arabasının hızını azaltmak için yapıla yön arka oka ip, ya da zincirle bağlanan
ve tekerleğin dönmesini engelleyen 2- 2.5 metre boyunda bir ağaçtan yapılmış fren sistemi.
Depme : Tepmek.
Depük, depmük : Tekme.
17
Depürcüm etme : Üzerine yürüyerek kovalama.
Deri : Pazar.
Destire : Testere.
Deşükleme : Araştırma.
Devdala : İri yarı kocaman.
Devek, tevek : Kabak, salatalık vb. bitkilerin kök ve gövdesi.
Devrümek: Devrilmek.
Devrülegalası : Devrilesice manasında bir beddua.
Deya : Diyor.
Deyda : Daha orada , işte orda.
Deydaha, deydağ : İşte orada.
Deymüçü : Eskiden köylerde kullanılan bir un ölçeği.
Deynek : Yaşlıların yere dayayarak yürüdüğü sopa, asa.
Deze: Teyze.
Dıbırga : Saçsız, kel.
Dıdık : Kümes hayvanlarının ibiği, kadınlarda birde bir tür baş bağlama şekli.
Dıdılama : :Çok üşüyüp titreme.
Dığdının dığdısı : Uzaktan akraba.
Dıkılmak : Tıkılmak, batmak.
Dıkım : Lokma.
Dıkınmak : Yiyecek atıştırmak.
Dıkıvi : Yiyiver.
Dıkmak : Yemek yemek.
Dıkmak : Yutuvermek, ağzına sokmak.
Dımdızlak,dıpdızlak kalmak: Soyup soğana çevrilmek.
Dıncıkmak, duncukmak : İçlenmek, duygulanmak, ağlamaklı olmak.
Dıraz : İri kıyım, genç erkek çocuk.
Dırmuk : Tırmık.
Dırnak : Tırnak.
Dibek : Pekmez yapma için kullanılan, ağaçtan yapılmış geniş bir hacmi olan basit ağaç.
Dibek daşı : İçine buğday konularak ağaçta iki kişi tarafından dövülerek bulgur ve keşkek
yapmaya yarayan, içi çukur büyükçe taş parçası.
Dibi doruğu : Aslı olmayan, değersiz, önemsiz.
Dibildemek : Kımıldamak, rahat durmamak.
Didelemiş : Yaşlanmış, ihtiyarlamış.
Didi : Söyledi, dedi.
Didiklemek : Çok ince parçalara ayırmak.
Didişlemek : Gelişi güzel karıştırmak.
Didmek : Çok ince parçalara ayırmak.
Diğren Kesi : Harmanda sürülen sapın iyice parçalanmış hali.
Dil gırmak : Kibar konuşmaya çalışmak.
Dile dolak olma : Bir sözü sürekli tekrarlama, bir nevi sözü sabit olan bir düşüncenin sık sık
dillendirilmesi.
Dilme : Dört köşe olarak dilinmiş ağaç.
Dingildek : Durduğu yerde durmayan kişi.
Dingildemek : Masa dolap gibi şeylerin bir ayağının kısa olmasından, dolayı iki yana
sallanması.
Dink : Buğdayı keşkek haline getirmek için kullanılan içi çukur büyük taş.
18
Direcen : Hayvana yük sararken, yük bir tarafa çöğmesin diye, bir ucu yükün sarıldığı urgana
tutturulan, bir ucu da yere batırılan 6-7 cm kutusunda 150-180 cm uzunluğunda, ucu çatallı
direk.
Direkdör : Traktör.
Dirgen : Otları kesilmiş ekinleri arabaya, traktöre yükleyince ,insanların üzerine çıkıp otları
yerleştirip sıkılaştırmak için çiğnerken yardım aldıkları ,bastırdıkları tahtadan yapılmış iki
parmaklı alet.
Diri efe: Çok güzel, çok iyi.
Dirlüksüz, dirliksiz : Geçimsiz, kaprisli.
Diş kiri : Genellikle yüzde görülen cilt hastalığı.
Divan : Aynı muhtarlığa bağlı mahalleler.
Dividi : Yapıverdi.
Diynemek, Dinemek : Dinlemek.
Diyon : Diyorum.
Diyze,deyze : Teyze.
Dizgin : Atın başına takılan ve ata yön vermeye yarayan alet.
Dizin : Pişmiş kestanenin ipe dizilmesi.
Dogra : Vücut kiri.
Dogu : Erkek hindi.
Doguz : Domuz.
Doğul : Davulcu.
Dôkûla galısaca : Sitem,kızgınlık arası bir duyguyla yapılan hafif ilenme deyimi.
Dokuma : Uzun sırık ya da sopayla ceviz vb. meyveleri ağaçtan düşürme.
Dokuz dalak gurşun : Yemin ederim.
Dolak : Yünden bir karış eninde, bir buçuk metre boyunda tezgahta çok sıkı örülen, bir ucuna
iki uzun ip takılarak yapılan bir dokumadır.
Dolama : Her ne kadar dolanmak sözcüğü olarak kullanılsa da kadınlarda çarşaf örtüsü
kaldırıldıktan sonra başörtüsü yerine kullanılan kalın ve uzun örtüdür.
Doldurma direği : İnşaatlarda, araları taş, tuğla veya kerpiçle doldurulan ağaç direk.
Dolma direk : Kagir evlerin iskeletinde kullanılan kalas.
Dondurma : Dana baklası ezmesi.
Donuz Damı : Çay ve dere kenarlarındaki tarla veya bahçeleri sel almasın diye, sele karşı
özel bir teknikle yapılan ağaç set.
Döğücü : Genellikle çekirdek kahveyi demir tokmakla un şekline getiren kişilere denir.
Dölü : Deli.
Dölük, delük : Delik.
Dömek : Ahırdan çıkan hayvan gübrelerinin, atıldığı bir küreğin rahatça geçebildiği, ahırın
duvarında açılmış deliğe denir.
Dömür : Demir.
Döneyen : Koyunlarda görülen ve koyunun kendi etrafına dönmesine sebep olan hastalık.
Döngel : Muşmula.
Dörkeni : Devrekani.
Dörpü : Törpü.
Döşek : Pamuktan ya da yünden yapılmış, yer yatağı.
Dumo olmak : Nezle olmak.
Dumo, Dumoğu : Grip, nezle öksürük olma.
Duncukmak : Bunalmak, çok sıkılmak, çok merak etmek, çok terlemek, ağlamamak için
kendini tutmak gibi durumlarda içinde bulunduğu sıkıntıyı ifade etmek.
Duş gelmek : Rastlamak, rast gelmek, birlikte olmak.
Duş : Siper, gizlenecek yer.
19
Duta : Meyveye zarar vermeden daldan elle toplamak.
Dutacak : Tava tencere tutmaya yarayan alet.
Duturuz etmek: İşi olan birini meşgul etmek, oyalamak.
Düğesımalı : Yaşından genç gösteren.
Düğünnük : Düğüm.
Düngürşü : Kız alma veya kız verme yoluyla edinilen yeni akrabalar.
Düñürşü : Damat ve gelinin ana ve babalarının akrabalık durumu.
Dürü : Düğünden önce kız ve oğlan evlerine gelen hediye.
Dütlemek : Batırmak.
Düven öküzü : Çok fazla yemek yiyen kişi için söylenir.
Düvlek : Kavunun olgunlaşmadan epeyi bir zaman önceki hali.
Düzen : Bir iş için kullanılacak araç ve gereçlerin tümü, düzenek.
Düzme : Uydurma.
-EEbişek : Kanlıca mantarı.
Eccük, ecücek : Azıcık.
Efe : Güzel, iyi.
Egitmek : Götürmek.
Eğirmek : İp bükmek.
Eğlek,eğrek : Hayvanların öğle vakti dinlendikleri su başları.
Eğin : Kıyafet,üst.
Eğretü : Uydurma.
Eğseran : Ekmek teknesini kazımak için kullanılan alet.
Eğseri : Çivi.
Eğsi,eğsi : Ucundan bir kısmı yanmış odun parçası.
Eğşi : Meyvelerden yapılan marmelat.
Ehil : Eş, koca.
Ekleşme : Bir iş görürken engel olma hali.
El alması : Bilge yaşlı kadın.
Elber : Götür.
Elecek : Tıpanın sapı üzerinde bulunan sağ el ile tutulan ağaçtan yapılmış kol.
Eleğimsağma : Gökkuşağı.
Eletmek: Götürmek.
Ellik : Eldiven.
Elma Evelde : Demek ki, tevekkeli değil.
El öpmesi : Düğünden bir hafta sonra kız evine yemeğe gitmesi.
Emen : Küçük kuyu.
Emi : Anladın mı?
Emme : Ama.
Emmi : Amca.
Encik : Kedi yavrusu.
Endümek : Hayvanın ve insanın doğumuna 3-5gün kala,karnının iyice aşağıya sarkması hali.
Enemek : Hayvanları kısırlaştırmak.
Enenmiş : Kısırlaştırılmış.
Engâr
e : Angarya.
Enük : Kurt ve köpek yavrusu.
20
Enteri : Gömlek, elbise.
Erinmek : Üşenmek.
Erkeç : Erkek keçi.
Ersün,ersiren : Ekmek hamurunu kesme aleti.
Erük : Erik.
Esaran : Ekmek yaparken kalan hamuru kazımada kullanılan üçgen ağızlı küçük keski.
Esger : Asker.
Esgün : Rüzgarlı bölge.
Essah : Sahi, gerçek.
Eşelek : Meyvenin yendikten sonra arta kalan kısmı.
Eşi : Buruk, ekşi.
Eşük : Çukur.
Eşümük : Ekşimik.
Etekçek : Kadınların bellerine bağlamak suretiyle kullandıkları önlük benzeri giysi.
Eteklerin çalpara çalması: Hızlı ve heyecanlı hareket etmek.
Etene: Yavrulayan hayvandan düşen parça.
Evcümen : Evine bağlı.
Evermek : Evlendirmek.
Eveti : Çabuk, acale,ivedi.
Evlek : Tarlada sabanla sürülen bir sıra.
Evsoğuz : Eğmek, bükmek.
Evür : Deste deste yapılmış konu hali.
Ey : Efendim.
Eyin : Giysi.
Eyleñmek : Dalga geçmek.
Eyleşmek : Oyalanmak.
Eyninde : Üstünde.
Eyo, eyoğü : Kaburga kemiği.
Eyrek : İnek ve koyunları dinlendiği açık alan.
Eyrek Yeri : Gelen gidenin belli olmadığı kalabalık yer anlamında da kullanılır.
Eysiren : Hamur kesmeye yarayan demir alet.
Ezen : Ezan.
Ezük : Ezik, zayıf.
-FFañfañlamış : Kocamış, yaşlanmış, çaptan düşmüş.
Fan fan uluyo : Boş mekan, köhneleşmiş yer.
Fasıl : Bezelye.
Fasit : Fesat, arabozucu.
Fehümsüz : Anlayışsız.
Felfecir : Akıllılık, uyanıklılık, dikkatli olma durumu.
Fenile : Fanila.
Ferah keşfet : Rahat ol.
Ferfene : Kebap paylaştırma işi.
Ferik : Yumurtlamamış tavuk.
21
Ferk : Sürülerek nadasa bırakılan tarla.
Ferk etmek : Çift sürmek, aktarmak.
Fêsit : Arabozucu, bozguncu.
Feslek : Bezelye.
Feşel : Aşırı yaramaz çocuk.
Feyli bozuk : Niyet, niyeti bozuk, güvenilmez.
Fırdolayı : Çepeçevre.
Fışkı : Artık, pislik birikintisi, gübre.
Fışkıyruk : Şımarık, yılışık, çok haraketli.
Fışkın vermek : Budanmış meyve ağaçlarının yeniden sürdüğü dal.
Fışlamak: 1.Yoğurdun bozulması, ekşimesi 2. Hamurun fazla kabarması.
Fıyıl fıyıl : Yavaş yavaş sürünerek hareket etmek.
Filike, Filke : Musluk.
Fina fes : Süslü kadın başlığı.
Fingir fingir : Hareketli.
Fingirdek : Hareketli, oynak, yerinde duramayan.
Finik : Küçük köpek yavrusu.
Firaset : Beceri, kabiliyet.
Firengi : Okçular'da bir armut çeşidine verilen ad.
Fişdek : Çevresine dikkat etmeden hareket eden, oynak kız.
Fişek: 1.Yayık yayma aracı. 2. Tabanca, tüfek mermisi.
Fişir fişir : Çok hareketli.
Fişirdek : Fazla hareketli, olur olmaz yere burnunu sokan.
Fişirdemek : Yaramazlık, muzırlık.
Fişne : Vişne.
Fişteklemek : Doldurmak, dolduruşa getirmek.
Fitir fitir : Hareketli, becerikli.
Fiy gada : Azıcık.
Fiyil fiyil : Kıpır kıpır.
Fol : Yumurtalıkta bırakılan yumurta.
Folluk : Tavukların yumurtlama yeri.
- GGa’le almak : Önemsemek.
Gabak : Bazı çocuk oyunlarında elde edilen puan.
Gabak çiçeği gibi açılmak : Birdenbire çok serbest davranmaya başlamak.
Gabak : Kabak.
Gabalak : Geniş yapraklı, kabağa benzeyen bitki.
Gabalayı : Tahmini.
Gabara : Raptiyenin büyüğü.
Gabcuk : Mısır ve fasulyelerin kurumuş kısımları.
Gabızlandı : Sahiplendi.
Gabuklamak : Kabuklarını soymak.
Gabulca : Arpaya benzeyen tahıl.
Gözer : Kalburdan daha sık delikli bir çeşit elek.
Gaburlamak : Sahiplenmek.
Gaçmak , Gaçumak : Kaçmak, kaçırmak.
22
Gaçurun : Kaçırırım.
Gadak : Kardeş.
Gadit : Çok kuru olan.
Gafa kâğıdı : Nüfus cüzdanı.
Gagel, Gegel : Ceviz ve kestaneleri kabuğunda ayırmak.
Gagruk : Yıkılmış ağaç.
Gağış Gağış : Gürültü.
Gağışdamak : Sürtünmekten dolayı çıkan ses.
Gağut,Gavut : Öğütülmüş leblebi.
Gah, Geh : Öküz, manda.
Gahdemek : Sürmek.
Gak : Kalk.
Gakaç olmak : Sertleşmek.
Gakdumak : İttirmek.
Gakırdak : Kuyruk yağının tavada kalan kızarmış atığı.
Gaklamak : Hoşaf yapmak.
Gakmak : Kalkmak.
Gakuşlama : İncitmek.
Galafat : Buğday saplarının düşmesini engellemek için kullanılan korkuluk.
Galag : Burun kemiği.
Galan : Artık.
Galaycı : Bakır kapları kalaylayan kişi.
Galbur : Kalbur.
Galender : Kalender, iyi karakterli.
Galet : Yanlış.
Galetini çıkarma : Kuran okuma esnasındaki okuma usulu yanlışı.
Galetli : Hatalı.
Galle : Patatesten yapılan bir tür yemek.
Galubela : Çok eski.
Gama : Bıçak.
Gamçı : Kırbaç.
Gancık, Gancuk : Dişi.
Gandurmak : Kandırmak.
Ganere : Başı boş gezen köpek.
Gangşak : Dağılmaya yüz tutmuş.
Ganıkma : Alışma.
Gañırmuk : Balgam.
Gañırtma : Ayırma.
Ganluca : Kanlıca.
Ganrılmak : Yıkılıp devrilmek.
Ganruk : Kırılmış,devrilmiş ağaç dalı.
Ganşak : Oynak.
Ganşamak : Boşluğu olmak.
Gañşamış : Yıkılacak hale gelmiş.
Gapgara : Simsiyah.
Gap gel : Al getir.
Gapan : Kapan.
Gapaşmak : Kavga etmek.
Gapcuk : Mısır koçanının dış kabuğu.
Gapgaşuk : Tabak, kaşık.
23
Gapıp sıyırmak : Serbest bırakmak.
Gapıyı gıygaşuk bırak : Kapıyı aralık bırak.
Gapmak : Yakalamak.
Gaput : Kaput.
Gara bostan : Kavun ve karpuzun dikildiği bostan.
Gara dağlı : Eski, toplu tabanca.
Gara okka : Eski ağırlık birimi.
Gara : Kara, siyah.
Garaç : Garaj.
Garaçalamak : İftira atmak.
Gara gavuk : Yenilen yabani ot.
Gara gurt yiyesice : Beddua.
Garaltu : Karaltı.
Garamuk : Bitki.
Gara sakız : Çam sakızı.
Garasına çarpmak : Tarlaya ekin ekilir ekilmez şiddetli yağmurlara maruz kalması.
Garavana : Büyük yemek kabı.
Garga : Karga.
Gargacuk burgacuk : Karmakarışık.
Garı : Kadın.
Garık : Kabak, salatalık gibi sebzelerin tohumlarının dikimi için hazırlanan yer.
Garıncımak , karıncımak : Uyuşmak.
Garıpsarcasına : Hoşa gitmeyen kişi.
Garışma : Karışma.
Gariye, Kariye : Köy, mahalle gibi küçük yerleşim yeri.
Garmak : Rüzgarın karışık yönlerden esmesi.
Garsalamak : Kesilmiş tavukları yüksek ateşe tutup ince elle alınmayan tüylerinin yanmasını
sağlamak.
Garşulama : Karşılama.
Gart : Yaşlı, eski.
Garuşduma : Kastamonu yöresine ait bir yemek.
Garuşuk : Karışık.
Gasara : Aşırı kir.
Gasben : Kasıtlı.
Gasbennek : Ona inat.
Gasıtma : Kasılma, kendini beğenme.
Gasiyen etmek : Kusmak, öğürmek.
Gasnak : Kasnak.
Gasser : Çamaşır suyu.
Gasu : Ahırda buzağıların konuldukları yer.
Gasuk : Kasık.
Gasuntu : Kasıntı.
Gasurga : Kasırga.
Gasvet : Kasvet.
Gaşurganı : Semerin önündeki kabartı.
Gaş : Kaş.
Gaşo : Atları kaşımak için kullanılan bir tür tarak,kaşağı.
Gaşuk : Kaşık.
Gaşukluk : Kaşıklık.
Gaşuntu : Kaşıntı.
24
Gat : Kat.
Gataklamak : Kovalamak.
Gatır : Katır.
Gatmer : Katmer.
Gatmuk : Balgamlı tükürük.
Gatuk: Katık.
Gavçakmak : Boşa kürek çekmek.
Gave : Kahve.
Gavga gaşosu : Kavga kızıştıran.
Gavi : Sağlam.
Gavilleşmek : Sözleşmek.
Gavralamak : Sıkı tutmak.
Gavruk : Ateşte ya da güneşte yanmış olan.
Gavsara : Saman taşımaya yarayan yarım silindir şeklinde fındık dallarından yapılan araç.
Gavuç : Kasıklarına yakın bir yerden, dışarıdan belli olacak kadar fıtık olmuş kimse.
Gavur kürkü : Ateş yakılarak yapılan bahar kutlaması.
Gavut, gağut : Dövülmüş leblebi.
Gavza : İç dünya.
Gavzem dar : İçim sıkkın.
Gaygana : Yemek.
Gaygun : Kaygan.
Gaygusuz : Kaygısı olmayan kimse.
Gayı : Kaygı, endişe.
Gayık : Kızak.
Gayunbuba : Kayınpeder.
Gayınna : Kaynana.
Gayış : Kemer.
Gayış atmak : Aldatmak.
Gayıtmak : Kayıt.
Gaykılmak : Bir tarafa yatmak.
Gaynamak : Şaka ile karışık rahatsız etmek.
Gaynata : Kayınpeder.
Gayrı,gayrık : Bundan böyle.
Gayruk : Artık .
Gazel : Mısır bitkisinin yaş veya kuru gövdesi.
Gazguç : Çiğdemleri çıkarırken kullanılan ucu kalem gibi sivriltilmiş çelik.
Gazzez : Kandillerle aydınlanılan devirlerde kandilleri hazırlayıp yakmakla görevli kişilere
verilen ad.
Gebre : Atların kuyruk ve yele tüylerinden eğrilerek ip haline getirilip tığ ile örülerek yapılan
kıl bir kese.
Gecene : Tahtadan yapılmış yük taşıma aracı.
Gecin : Soyulmuş kendir sapı.
Geçe : Yaka.
Gedük : Dişi eksik olan.
Gelebe : Sarılmış iplik.
Gelepceklü : Hastalıklı.
Gelep,kelep : Yumak haline getirilmemiş ip çilesi.
Gelik : Yazın hayvanların konulduğu etrafı kıyıyla çevrili yer.
Geme : Kuyruksuz iri fare.
25
Gemi: Atların ağıza takılan kısmı demirden olup iki yanında meşinden yapılma tutma uzun
tutmaçları olan ki ucunu tutarak atın yönünü belirlemek için kullanılan alet.
Gendüne pendem vemek : Kendisini olduğundan farklı ve mükemmel gösterme.
Geyle : Harç, taş, toprak ve kum gibi ağır şeyleri taşımak için kullanılan araç.
Genge : İki kollu ortasına yük konularak taşımaya yarayan alet.
Geren : Tarlanın etrafını kapatmaya yarayan uzun sırık.
Geri, yanki : Arkadaki, geride kalan.
Germeç : 3-4 metre uzunluğunda 10-20 cm kalınlığında ağaçların ,budaklarını ve eğri yerleri
az çok yontulmak suretiyle elde edilen 'dilme" benzeri ağaç.
Germeç : Köknar ağacının gövdesinin "V" şeklinde oyulması ile yapılan, genellikle yağmur
oluğu olarak ve su iletiminde kullanılan oluk.
Getü : Getir.
Gevmek : Çiğneme.
Gevilcen : Sobaya yada ocağa yakın oturulduğunda kol ve bacaklar da sıcak etkisi ile ciltte
oluşan dalga dalga kızarıklık.
Gevşenmek : Çiğnemek.
Geyin : İneğin rahmi.
Geyrek : Bel kısmındaki kemiğin zorlaması.
Gezente : Çok dolaşan, yerinde durmayan.
Gıcı : Çam kozalağı.
Gıcırım boğma : Düzgün kesilmeyen hayvan.
Gıçdım bacaklı : Topal.
Gıçı çöpürlü : Gittiği her yerde peşine bir iki tanıdığı takılan.
Gıçı gıruk : Topal, aksak, engelli, özürlü.
Gıdı : Kodak, sıpa, eşeğin küçüğü.
Gıdık : Çene altı.
Gıdılamak : Çok üşümek.
Gıdım gıdım : Azıcık.
Gıdım : Bütünün kenarından kopartılan küçük bir parça.
Gıdır gıymuk : Azlık belirtir, cimriliğe kaçmak veya az, yetersiz oluş.
Gıdor : Para.
Gıdır gucuk : Gereksiz işler.
Gıldırdamak : Tıkırdamak, gürültü yapmak.
Gılıç : Sabanın eneği ile okunun birbirine sağlam şekilde bağlanması için, hem enek hem ok
aynı hizadan 2 x 5 cm gibi bir ölçüde, dikdörtgen olarak delinir. Meşe veya kiren ağacından ,
bu deliklere göre yontulmuş , delikten çıkamaması için de bir tarafı biraz kalınca bırakılmış
ağaç bu deliklere sıkıca çakılır. Bu parçanın şekli az çok kılıcı andırdığından olacak bu
parçaya denir.
Gın: Kılıf.
Gındap : Çubuklı uçurtma ipi.
Gındıra : Zayıf.
Gınnap : Kındap, ince bükülmüş kendir ipi.
Gıran guyulası : Ölümcül salgın hastalık.
Gıran guyulupta guyulamayasılcala : Kökü kesilesi.
Gırbo : Kurbağa.
Gırdıkaçtı : Dolaşık, üçkağıtçı.
Gırışak : Kendini beğenmiş ukala.
Gırışma : Dayılanma, Karşı gelme.
Gırk uçumak : Kırkı çıkan çocuğu gezdirmek.
Gırkdumak : Koyunların tüylerinin kesilmesi.
26
Gırklık : Koyunların yünlerini kırkmak için kullanılan irice yaylı makas türü.
Gırna: Zayıf, çelimsiz.
Gıro : Kırağı.
Gırpuk : Kırpık.
Gırtalamış : Az kar yağmış yer.
Gıruk : Kırık.
Gısaç : Yengeç ve benzeri hayvanların ön ayakları.
Gısgun : At eşek eğerinin kuyruğun altından geçen kayışının adı.
Gıymuk : Odunun lif kadar ince, küçük parçası.
Gışlamak : Tavuk ,horoz vs. hayvanları kovalamak.
Gıt dutmak : Az tutmak, teğet geçmek.
Gıt : Eksik ,az, yetersiz, kıt.
Gıtmür : Eli sıkı, cimri cimri.
Gıvıcuk : Kıvırcık .
Gıvıç : Çamlık alandaki humuslu toprak.
Gıvıra gısmak : Cimrilik yapmak.
Gıvrak : Zarif, alımlı, şık.
Gıyak : Güzel.
Gıyba : Devar. don gibi giyeceklerin lastik takılan yeri.
Gıygaş dumak : Kapı veya pencereyi hafif aralamak.
Gıyışayuk : Yenilen yabani ot.
Gıymat : Kıymet, değer.
Gıynak : Parça ,kenar .
Gıyturuk : Önemsiz.
Gızgun : Kuzgun ya da kartal.
Gızgunlamak : Sıcaklamak.
Gızgunluk : Köy evlerinde saçaktan dışarı açılan bir insanın girip çıkabileceği genişlikteki
yer.
Gicirik,gidişkü : Kaşıntı.
Girintü : İç güveyisi.
Gizlence : Özel günlerde giyilen kıyafet.
Goca:Koca.
Gocunmak: Alınmak.
Goçak, Goçmar : Yenilebilir bir mantar türü.
Godak : Eşek sıpası.
Goduttuma : Bıraktırma. Çok yaramazlık yapan, söz dinlemeyen çocuk.
Gogan örüğü : Beyaz erik.
Gôğe çôğme : Kaybolma, aranan şeyin bir türlü bulunmaması.
Golañ : Semeri eşeğin sırtına bağlamaya yarayan yünden örülmüş iki,üç parmak genişliğinde
şerit.
Goblez, Gölbez : Köpek, köpek yavrusu.
Golük : Eşek.
Gomamak : Bırakmamak.
Goñ : Koyun, bırakın.
Gonç : Çorabın üst kısmı.
Gopça : Kopça, düğme.
Goraf : Kesilip istif edilmiş odun.
Gorebi : Sapı uzun orak.
Gorüyan : Görüyorum.
Gos gos : Kasıntı anlamında.
27
Gostak : Fiyakalı.
Govcu : Şikayetçi, ispiyoncu.
Govsak : Hafif aralık.
Govsek : Hayvanların çiftleşmeyi arzulaması.
Göynüm döniya : Midem bulanıyor.
Goynümüş : Çürümeye yüz tutmuş meyve.
Goyu : Torba yoğurdu.
Göbert : Elmanın külde pişirilmesi.
Göbert pakla : Barbunya fasulyesi.
Göbe yöngü : Bir tür mantar.
Göblez : Köpek yavrusu.
Göbü : Kızakların oturma yeri ile kayak kısımlarını birbirine bağlayan dört direkten her biri.
Göbü : Kağnı arabasının üzerine yük konulan kısım.
Göce : Semerin kancası.
Göcen : Kedi yavrusu .
Göde : Güvercinin bir türü.
Gödel : Çamaşır dövmeye yarayan tokaç.
Gögüç : Meşe palamudu.
Göğe daş atmak : Çok yaramaz.
Göğe gelmek : İneklerin çekim vaktinin gelmesi.
Göğem : İlkbaharda çayırda yeni çıkan taze ot veya sonbaharda yağmurlarla beraber çayır ve
tarlalarda çıkan taze yeşil ot.
Göğermek : 1.Tabiatın yeşillenmesi, otların çıkması, 2. İnsanın darbe alan yerinin önce
morarmasından sonra iyileşmeye başlamış hali.
Göğnüm dönüya : Midem bulanıyor.
Göğnümü bayma : Beni sıkma.
Göğüslük : İlkokul çocuklarının giydiği önlük.
Göksulu : Bir tür armut.
Göklüce gitmek : Çok genç yaşta ölmek.
Gömeç : Bal peteği.
Gömü : Hazine.
Gön : Ham deri, deri sığır derisi.
Görebi : Diken kesmek için kullanılan uzun saplı kesici alet.
Göresi gelmek : Özlemek.
Götümek : Götürmek, alıp gitmek.
Göynü yok : İsteği, hevesi yok.
Göynük : Muşmula.
Göynük : İçinde yer yer su çıkan çevresi ağaçlık tarla.
Göynümek : Olgunlaşma.
Gözel : Güzel.
Gözer : Elek.
Gubar : Tasa üzüntü.
Gubarmak : Görgüsüzce abartılı şekilde öğünmek.
Gubat : Kaba, kaba görünüşlü.
Gũbũr süpürme : Temizlik.
Gubur : Çukur.
Gücüzme : Beni üzme.
Gudek : Çocuk oyunlarında, oyunun angarya işlerini yapma sırası.
Gudekçi : Oyunda ebe.
Gudredden : Yaradılıştan, doğuştan.
28
Gulak tözü : Kulak arkası.
Gulak : Kağnı arabalarında, kayış ile arabayı boyunduruğa bağlayan ağaç aparat.
Gullep Pireçol : Kapılarda eskiden bu günkü menteşelerin işlevini yerine getiren, el yapımı
metal aparat.
Gulük : Kuluçkaya yatan veya yatacak tavuk.
Guma : Kuma, evli kadının üstüne gelen kadın.
Gumele : Buzağıların konulduğu ahır içindeki ayrı bölme.
Gumpiri,gumpil : Patates.
Gundak : Yavru.
Gunlamak, gunnamak : At veya eşeğin doğurması.
Gunnacı : Yavru yapacak hayvan.
Gurluk : Ev, ahır ya da samanlığın önündeki üzeri kapalı önü açık alan.
Gursak : Her kilin önünde yer alan her kilden daha küçük un konulan bölüm.
Gurtlanmak : 1-Şüphelenmek. 2-Kıskanmak.
Guruluk : Evlerin önünde ya da yanında eşyaların araç gereçlerin yağmurdan korunması.
Gurutma : Kurutuluş ekşiye erilen ad.
Guş ekmeği : Yenilen yabani ot.
Guş : Semerin kancası.
Gaş urganı : Semerin önündeki kabartıya kaş denir.
Guşak çözmek : Tuvalet eğitmek.
Guşlasdik : Sapan.
Guşluk : Çatıya çıkılan yer.
Guyo, güyo : Damat.
Guyu : Kuyu.
Guyuluverdi : Bayılıverdi.
Guz : Güneş görmeyen, kuzeye bakan yer.
Guzgunluk : Çatıya çıkılan yer.
Guzlacı : Yavru yapacak keçi, koyun.
Gücük : Şubat ayı.
Güdek : Nöbet, ebelik sırası.
Güdü : Topraktan yapılmış tencere.
- H–
Habar anamaz : Laf anlamaz, bildiğinden şaşmayan.
Haçan : Her zaman, devamlı.
Haggat: Hakikat
Hahah : Evet.
Hak : Tahıl ölçmeye yarayan kap.
Haka gitme : Gelin almaya gitme töreni.
Hakçı : Düğün alayı, gelin almaya giden.
Halbüsem : Halbuki.
Haldur huldur : Dikkatsizce, rasgele düzensiz.
Halıkmak : Gelişmek, büyümek.
Halka : Öküz arabasına tarladan yüklenen destenin tutturulması için kullanılan urganın
arasına takılan halka şeklindeki ağaç aparat.
Halva : Helva.
29
Haluşka : Su böreği.
Hamamlık dolabı : Banyo.
Hamamlık : Oda içinde bulunan yıkanma bölümü.
Hambar : Ambar, büyük kiler.
Hamla : Hamle.
Hamur : Makarna vb. yiyeceklere verilen isim.
Hamurlu : Bazlama.
Hamut : Atların başına arabaya koşmak için takılan alet.
Hapaz : Avuç.
Hapaz : İki eli ile birlikte almak.
Haralda : Galiba, sanırım.
Harar: Büyük çuval.
Harlamak : Birdenbire kızmak.
Harman : Buğday, arpa vb. ürünlerin bir araya toplanıp hasadının yapıldığı yer.
Harnapa : Karnı büyük, çok yiyen hayvan.
Hasan yonması : Kaba taslak, özensizce yapılmış.
Hasba çıksın : Olmaz olsun veya ah etme.
Hasıl : Hasat zamanında elde edilen ürün.
Hasıllamak : Temizlemek.
Hastağuç : Hastalıklı.
Haşul : İrice kırılmış buğdaydan yapılan ve kuru fasulye suyu ile pişirilen yemek.
Haşullamak : Yiyeceği haşlamak, ve insan azarlamak.
Hatıl : Kalın tahta.
Hatır hatır : Çok sert.
Hatırnaz : Hatır sayan.
Havayi : Ayakları yere basmayan, aylak.
Havut : Deve semeri.
Hayat : Davar ağılı.
Hayatlamak : Selin veya akarsuyun, etrafındaki arazinin altını olmak suretiyle balkon gibi
bir hal aldırması.
Hayta : Yaramaz.
Hayva : Ayva.
Haz ittim : Sevdim.
Helbet : Elbette.
Helbetsin : Tabi, evet anlamında onay sözü.
Helesa : Düğünlerde damadın havaya kaldırılması ve bu sırada söylenen türkü.
Helkek : Kova, bakraç.
Hengeme : Gürültülü yüksek sesle anlaşılamayan konuşma.
Hepehep : Çok dolu.
Heral : Her hâl, herhalde.
Herek : Kazığın daha küçüğü.
Hergele : Büyükbaş hayvan sürüsü.
Hergele : Sessizce bir takım karışık işler çeviren.
Herif : Adam.
Herk : Nadas.
Herkil : Ambar, Küçük tahıl ambarı, kuru erzak sandığı.
Hesude, Hasüde: Nişasta ile yapılan tatlı.
Hevli : Köy evlerinden dış kapıdan içeri girildiğin de, dış kapı ile içeri merdiven başına kadar
olan aradaki boşluk
Hevrüz : Beşiklerde idrarın toplandığı kap, çocuk oturağı.
30
Hey : Yük hayvanlarına bir seferde yüklenebilecek miktar.
Hıcıltı : Ağaçlık yerdeki rüzgar sesi.
Hıcım oku : Çok hızlı, ani saldırı durumları.
Hıltar : Buzağıların boynuna bağlanan bezden halka şeklinde yapılmış tutacak.
Hımbıl : Ağır, tembel.
Hınzır : Domuz.
Hıra, Hire : Yaşça küçük olan kardeş.
Hırlama : Bir nesneye sahip olma duygusu.
Hırpuşlamak : Hafifçe azarlamak, ağzının payını vermek.
Hırsı kudurmak, hırsı azmak : Yaramaz ele avuca sığmayan çocuk.
Hırtlak : Gırtlak.
Hısım : Akraba.
Hışım : Çıkışmak, azarla karışık sert konuşmak.
Hipçi, höpçü : Kavak ve söğüt dallarının sürgününden yapılan düdük.
Hobu : Büyük.
Hobu : İri yarı.
Hodala : Kazlara yedirilen hamur topağı.
Hodul : Fırına ekmek konulan ahşap kürek.
Hodura koğdurmak : Karşısındakini zor durumda bırakmak.
Hokelekli : Kendini beğenmiş.
Hokra : Zayıf hayvanların sırtında oluşan mevsimlik ur.
Hol : Tavukların başka yerlere yumurtlamasını engellemek ve onu yumurtlamaya özendirmek
için belirli bir yere bırakılan tek yumurta.
Holluk(folluk): Tavukların yumurtladığı kutu.
Hora depme : Çok gürültü, patırtı etmek. Aşırı eğlenmek, oynamak.
Hora geçmek : İhtiyaç duyulan bir anda, ihtiyacı karşılamak.
Horanta : Aile halkı.
Hortlu : Öksüz, kimsesiz.
Horuz vâtı : Horoz vakti, sabahın alaca karanlığı.
Horuz : Horoz.
Horuza yarışma : Düğünlerde uzak bir noktaya kadar gençler arasındaki maraton yarışı.
Hosmak : Böceklerin ,arıların sokması, ısırması.
Hoşulamak: Haşlamak.
Hotun, Hutun : Tahtadan yapılmış dikdörtgen prizma şeklindeki arı kovanı.
Hoy hoy : Boşta gezen, işe yaramayan.
Hozmur : Patates.
Höbelek : Bir tür mantar.
Hödük : Korkak.
Höcceden, Höççeten, hötçeten : Birdenbire, aniden, ansızın.
Hökenekli : Havalı.
Hökümlü : Burnu büyük.
Hösdön : Çift sürülürken tarlanın başına varıldığında öküzlere verilen komut.
Höşür : Çok hareketli, kontrolsüz kişi veya davranış.
Höykürmek : Yüksek sesle sinirli bağırmak.
Huçu : Fıçı, varil.
Huluma : Uluma.
Hurça : Fırça.
Hurmak : Vurmak.
Hurtuna : Fırtına.
Hurun : Fırın.
31
Husa : Kaygı, endişe.
Huşumda : Aklımda, belleğimde.
Hutun : Arı kovanı.
Huy sukmak : Huylanmak, şüphelenmek.
Hünkürmek: Ürkme çekinmek.
Hürpüden : Bir şeyi birdenbire, çabuk içmek.
Hürü haşgaş etme : Darmadağın etmek.
Hüryemez : Bir çeşit elma.
Hüşgü : Parçalanmış, yıpranmış.
Hüşgüsü çıkmak : Kullanılamayacak hale gelmek, iyice eskimek.
Hütüklenme : Ütüklenmek.
- I,İ Ibırık : İçine su konan, bakırdan yapılmış, tuvaletlere konan, ayrıca abdest alırken kullanılan
ucu ibikli su kabı.
Iccak, ıçcak : Sıcak.
Iğıl ığıl : Ağır ağır derinden.
Iğınmak : Ikınmak.
Ikıldamak : İnlemek.
Ikırcuklanmak : Sıkıntı, sıkıntıya girmek.
Incıklanmak : Kederlenmek, üzülmek.
Ingıraz : Zayıf.
Intırga : Entrika.
Iprad : Uğursuz.
Iramak : Uzaklaşmak.
Iravak : Süzme bal.
Irgalamak : 1.Sallamak 2.İlgilendirmek.
Irıbına getirmek : Bir yolunu bulup başarmak.
Irık : Kırılmış olan.
Irıp : Arpa buğday vb. ölçmeye yarayan küçük ölçü kabı.
Irmak : İleri derecede hırpalayarak veya yorarak sakatlamaya yakın bir hale getirmek.
Irzıgıruk : Namussuz.
Isırmuk : Bir kısmı ısırarak yenen şeyden geriye kalan.
Islı keçe : İtelenmeye, dayak yemeğe alışmış, bu yüzden de artık kendisine dayağın da kar
etmediği insan.
Ismuk : Çekingen, pısırık.
Ispıt : Salatası yapılan bir çeşit ot.
Işmar : Kaş, gözle yapılan işaret.
Iymıdta : Yumurta.
İbi : Hindi.
İbi yımırtası : Özellikle çilli çocuklar için söylenen bir deyim.
İbliz : Zayıf, cılıza.
İbük : Horoz, hindi vb. hayvanların başının üstünde bulunan girintili çıkıntılı daha çok tüysüz
baş.
İç göynek : İçe giyilen uzun kollu fanila.
İçi gızıl : Yenilebilir mantar çeşidi.
İdere : Fenerin içine aydınlatmak için fitili yakılıp konulan küçük saçtan yapılmış alet.
İdividi : Yapıverdi.
32
İfilifil : Rüzgârın hafif esmesi.
İğdiş : Enenmiş, kısırlaştırılmış at ve eşek.
İki paraya almama : Adam yerine koymama.
İkisi : Pazar.
İkürcüklenmek : Şüphelenmek.
İlahna : Lahana.
İlagadar : Alakadar, ilgili.
İlenme, ilenç : Beddua etme.
İleyen : Leğen.
İleze : Zayıf.
İlkgûz : İlkbahar.
İmük, ümük : Gırtlak.
İnek kömüşü : Dişi manda.
İnek yağı: Tereyağı.
İneter : Anahtar.
İngil : Takke veya fesin çeneye tutturulmasını sağlayan ip veya özel dikilmiş şerit halinde
bez.
İngin : Alçak.
İprat, ıprat : Bakımsız, çirkin.
İrahmet : Yağmur.
İsdida, istida : Dilekçe.
İşgillenmek : Şüphelenmek.
İşi gıcartmak : İşi bozmak.
İşiy : O şey.
İşlik : Evin yatak yorgan konulan bölümü.
İşteyna : İşte.
İtmeği batmak : Kuyruk sokumundaki kemiğin eğrilip batması.
İtmek: Kuyruk sokumu kemiği civarı.
İtmik : Diken ucu.
İzinlenme : Nikâh işlerinin tamamlanması.
- KKâğat : Para.
Kakalama : İtiştirme.
Kakırdak : Kuyruk yağının tavada kalan kızarmış atığı.
Kakırdak : Karaçalı da denilen dikenli çalının meyvesi, tohumu.
Kakmak : Çakmak, çivilemek, sokmak.
Kaltak : Yatay merdiven şeklindeki kağnı arabası parçası.
Kara şişe : Gazoz şişesi, rakı.
Karacalamak :1.Herhangi bir şeyin ilk halinin bozulması, karıştırılması, ellenmesi.
2. Karların eriyip yer yer toprağın ortaya çıkması.
Karerden : Tahminen, görmeden.
Karık : Evlek.
Kasara : Odun kömürünün tozu.
Kaşık çatma : Düğün sahibinden gençlerin para veya hediye istemek için sofradaki yemeğin
etrafına kaşıkları dizmesi.
33
Kataklamak : Kovalamak.
Kaykı Yasuk : Boynuzu geriye doğru yatık öküz ve manda.
Kecin : Kendirin lifinden sonra kalan artığı.
Kek : Mısır sapı, gövdesi.
Kelebe, kelebek: İplikleri mesuraya sarmada kullanılan alet.
Kelecoş : Ayran ile pişmiş pancar.
Keleğüz etme : Gereğinden fazla soymak, inceltmek vasfını kaybettirmek.
Kelek : Karpuzun olgunlaşmadan epeyi bir zaman önceki hali.
Kelem : Lahana.
Kelez : Zayıf, çelimsiz.
Kelezimek : Bakımsız kalmak, zayıf düşmek.
Kelpetün : Kerpeten.
Kemre: Hayvan gübresi.
Kendirçekmek : Kendir bitkisinin tarladan sökülmesi işi.
Kendürük : Kurumuş deriden yapılan ve üzerine un elenen.
Kendürük : Yer sofrası.
Kenef : Tuvalet. (Hakaret ederken de kullanılır.)
Kepi: El değirmenlerinde iki taş arasındaki yüksekliği ayarlamaya yarayan conta benzeri çul.
Kerek : İneklerin boynuna takılan zil.
Kerifsinmek : Savsaklamak.
Kertme : Oyuk açma.
Kesip mıklamak : Kız istenip de söz alındıktan sonra, iki tarafın alacakları belirlemek için iki
tarafın da hatırını saydığı kişiler nezaretinde yapılan pazarlık.
Kesmen: Kestirme, kısa yol.
Kesmük : Çec'in elenmesinde kalbur veya gözerin altına geçmeyen, kellede kalmış ekin,
harman artığı.
Kesük : Lor peyniri, süt kesiği.
Keş kayası : Yuvarlak, kaygan deniz taşı.
Keş : Torba yoğurdu kurusu.
Keşik : Sıra, nöbet.
Keten armudu: Bir tür armut.
Kevgür : Kevgir.
Kevük : Harmanda veya samanlıkta sap çekmeye yarayan ucu çengelli ağaç.
Kıdır gıymuk : Az, çok az.
Kık : Koyun, keçi gübresi.
Kımsık : Ekşimeye yüz tutmuş.
Kın : Bıçak kabı.
Kınnap : İnce ip.
Kıran girmek : Sonu olmak, bitmek.
Kıtıbiyoz : Cimri ,eli cebine gitmeyen.
Kıyı, gıyı: Tarla ve bahçe kenarına çalı ve dallardan örülerek yapılan çit.
Kızansamak : Köpek ve kedilerin dişilerinin çiftleşme mevsimi.
Killik : Erişte makarna, fasulye, bulgur, pirinç, soğan ve tereyağıyla yapılan bir çeşit yemek.
Kiren Eğşisi: Kirenden yapılan, koyu reçele benzeyen ancak tadı pek ekşi olan yiyecek.
Kiren : Kızılcık.
Kirizme : Bağ için zemin hazırlama faaliyeti, toprağı devirme.
Kirman : İp bükmek için kullanılan alet.
Kirt : Pek, sıkı, sert.
Kodak : Eşek yavrusu.
Kodaksız : Kısır.
34
Kôle hamuru : Kastamonu yöresine ait bir yemek çeşidi.
Kômüş alması : Yeşil, benekli hafif ekşi elma.
Konç : Çorabın lastikli kısmı.
Kopça : Düğme.
Kôstek kesmek : Yeni yürüyen çocukların sürekli düşmesini engellemek amacıyla camiden
çıkınca hocaya dua ettirmek.
Kôstek : At ve eşek cinsi hayvanların uzağa gitmesini engellemek için bir ucu arka ayağına
bir ucu ön ayağına bağlanılan zincir yada ip parçası.
Kozak : Tanesi alınmış mısır koçanı.
Köçek : Kastamonu il ve ilçelerinde yöresel bayan kıyafeti giyerek düğünlerde, eğlencelerde
davul zurna eşliğinde oynayan erkek.
Kömüş : Manda.
Kör guş : Atmaca.
Körükmek : Korkmak.
Kös dinlemek : Söylenenleri umursamadan dinlemek.
Kösdek kesme : Geç yürüyen çocukların ayağına ip bağlayıp, Cuma günü camiden ilk çıkan
kişinin dua ile ipi kesmesi.
Kösdek : Kağnıların tekerleklerine takılan yaş ağaçtan yapılan fren.
Kösere, kösüre, kösire : Bıçak, balta vs. bilemeye yarayan alet.
Köset : İzmarit.
Kösküç : Sürülen tarladan çıkan bir tür ot kökü.
Kösnük : Çiftleşme zamanı gelmiş hayvan.
Köş : Odalarda pencere kenarına boydan boya tahtadan oturmak için yapılmış sedir.
Köşk : Tarla ve bahçelerde tahtadan yapılmış baraka yada küçük ev.
Köşlük : Küçük penceresiz balkon.
Kötek : Dayak .
Kötü kelez : İyi olmayan, beğenilmeyen şey.
Kubat,gubat: Kaba.
Kûl çöreği : Küle gömülerek yapılan bir çeşit çörek.
Kulak tözü : Kulak arkası.
Kumsümek, kümsümek, kümsürmek : Ekşimek ,tadı bozulmak,
Kunnacı : Hamile.
Kurubaş : Çocuğu olmayan çift.
Kuruluk : Evin giriş bölümü.
Kuşluk : Çatılarda kiremitlerin üstüne çıkmaya yarayan yer.
Kuzgunluk : Çatı arası.
Küfelik : Ağır sarhoş.
Küldöken : Hanım. Eş.
Kündiye : Gündelik kıyafet.
Kündüne gelmek, kündüne getirmek : Denk gelmek, denk getirmek.
Kürüşlemek : Kocamak, yaşlanmak .
Künüşlemiş : Hastalanmış tavuk.
Küplo : Balta ve keserin sap takılan kısmı.
Kürsü : tahtadan yapılmış arkalıksız küçük oturak.
Kürtün : Doğal kar yığıntısı.
Kürüz : Çalılık, dikenlik yığın, sık ağaçlık.
Küskü: Avlu kapıları arkasına açılmaması için konulan destek.
Kütmeç : Kısa ve ağır olan.
Küyümek : Sabretmek, beklemek.
Küyüşmemek : Sabırsızlanmak.
35
- L,M Lafazan : Güzel ve çok konuşan.
Laga luga : Boş konuşmak.
Lalanga : Cırığı andıran bir tatlı.
Lalin: Nalin, takunya.
Landun : Süslü at arabası, fayton.
Lapçın : Deri mes.
Lepelek : Kelebek.
Leylon : Naylon.
Lom sözlü : Sözünü pat diye söyleyen.
Macır macır : Sebze benzeri şeyleri, acımadan, ihtiyacından fazla yolmak.
Macünüs : Maydanoz.
Mada : İştah, içi almak.
Mahansumak, mehensimek : Önemsemek, değer vermek, ciddiye almak.
Mahna : Bahane.
Maksuz : Mahsus.
Mal : Büyükbaş hayvan.
Malak : Mandanın yavrusu.
Malmasat : Büyük baş hayvanların tümü.
Manca : İşkembe.
Mancar : Kara lahana, yabani ot.
Manşa : Maşa.
Maraz : Zayıf ,cılız.
Masruf : Masraf.
Masura : İplik sarılan büyük kenarsız makara.
Matur : Traktör.
Maydalak : Geniş yüzlü, şaşkın.
Mayhoş : Ekşi.
Mayıs : Büyükbaş hayvan dışkısı.
Maynak : Ayak uçların içe doğru basanlar için kullanılan söz.
Mazarrat : Aksilik.
Mecelleşmek : Mücadele etmek, uğraşmak.
Meçel : Kötürüm,yürüme engelli.
Meçük : Davulun arkasına ritim olarak vurulan ince çubuk.
Mehelle : Mahalle.
Mehensimemek : Kişiyi adam yerine koymamak, önemsiz gibi davranmak.
Meğirsek : İstekli, arzulu.
Mele gayası : Mangala oyunu.
Meles : Köpeklerde tasma, boyunluk.
Melhe : Sulu, yumuşak çamur.
Mendek : Kedi yavrusu.
Mengülez: İp ve yün eğirmek için kullanılan 3 parçalı alet.
Mercimek gibi : Yanar döner, tutarsız.
Merdiman : Merdiven.
Mertek : Büyükbaş hayvanların barınağı.
Mest lastik : Mestle giyilebilen dışı lastik içi kaplama ayakkabı.
Meşin : İşlenmiş deri.
Met : Bir sopa ve bir çubukla sopayı çubuğa vurarak oynanan bir oyun.
36
Mêvin : Muavin,yardımcı
Meydaniye : Boyuna ince çizgili üç etek.
Meyhoş : Ekşi,buruk.
Meyhur : Her gün ya da çok sık içki içen kişi.
Meymana masmana : Açıktan açığa.
Meymenet : Tip.
Meymenetsüz : Sevimli olmayan.
Mıhlamak : Vurmak.
Mık : Hayvan nallamada kullanılan çivi.
Mıkcuk : Bir çeşit mantar.
Mıncıklamak : Ellemek, karıştırmak.
Mındar : Pis, kirli,kokmuş,kokuşmuş.
Mınnak : Kedi yavrusu.
Mırkıgıruk : Morali bozuk, bezgin, yorgun, çaresiz, umutsuz.
Mırt mırt : Cimri.
Mısmıl : Eti helal olan hayvan.
Mıyıl mıyıl : Ağır hareket etmek .
Mıymıntı : Miskin tembel ve işine sahip çıkmayan.
Mızganmak : Şekerleme yapmak.
Mızıkçı : Oyun bozan.
Mızırdamak : Huysuzluk yapmak, lüzumsuz konuşmak mızırdanmak.
Midare : Minnet, ihtiyaç.
Midare : Tenezzül.
Midaresiz : Minnet etmeyen, ihtiyacı olmayan.
Miliye, milye : Bilye.
Miltan : Gömlek.
Miyancı : Arabulucu.
Miyane : Çorba çeşidi, yemeğin katkı maddesi.
Miyaz : Ambarlarda kullanılan temel taşı.
Moloz : Liman yolu, taşlık.
Momgile : Dağ yemişi.
Momşi : Taş oyununda yumurta büyüklüğünde taş.
Mudul, nudul : Öküzleri harekete geçirmede kullanılan fındık çubuklarından yapılan,
ucu çivili sopa.
Murabba : Salça.
Muruş : Hayvanların kavga etmesi, dövüşmesi, vuruş.
Musannıf : Arif.
Muşabak : Pencere önleri için ahşaptan örgülü olarak yapılan, dıştan içeriyi görmeyi
engelleyen malzeme.
Mutaflık : Merkez.
Muzur : Yaramaz, sürekli şeytanlık düşünen kişi.
Mücessem, çar : Baş örtüsü.
Mücürüm : Sakat, topal.
Mühlüz : Parası olmayan iş.
Mümber : Bir tür bitki sapı.
Müngaris : Garip görünümlü, zayıf, üstü başı perişan halde olan.
Müzevir : Dedikoducu.
Müzüm,müzim: Lüzum.
37
- NNaâda ? : Ne kadar ?
Na bedür olmak : Kaybolmak.
Nacak : Küçük balta.
Nağada : Ne kadar, kaç lira.
Nahak :Boşu boşuna ,boş yere.
Nahal : Nasıl.
Nâkıs :Cimri.
Nallama : Tahtadan yapılan tavan döşemesi.
Nallama : Hayvanlara nal çakılırken kullanılan çekiç.
Namlı : Tırpanın bir vuruşta kestiği indeki sıra.
Namrut : Aksi, asık suratlı.
Nare : Çekicin yassı veya sivri ucu olan kısmı.
Nasibet : Sebep.
Nasranı : İçinde fitne barındıran, kötülük düşünen.
Nasrani : Aksi, huysuz.
Naşba : Maşrapa, sürahi.
Nava ? : Ne var ?
Ne deyesun ? : Ne söylüyorsun ?
Neaçar : Çaresiz ve kimsesiz.
Nebiyin : Bilmem, ne bileyim.
Neçceysin ?: Ne yapacaksın ?
Ne diveyin ?: Ne yapıvereyim?
Nediyañ ?: Ne yapıyorsun ?
Nekri : Aksi, huysuz, geçimsiz.
Nesi : Falan filan.
Nesübetsüz : Kurallara uygun hareket etmeyen, patavatsız, münasebetsiz, ortama uygun
olmayan davranışta bulunan.
Neşkil olsa : Nasıl olsa.
Neşt: İnekleri yönlendirmek için kullanılan bir söz.
Netame : Dayanıklılık.
Nevir: Surat ,yüz, sima.
Nevri dönük : Nevri solmuş, uğursuz, solmuş.
Neyle: Nasıl.
Nodul, Nadul, Mudul : Ürgendirenin ucuna çakılan ve ucu sivriltilen küçük çivi.
- O,Ö O gâh: Koşum hayvanlarını yönlendirmek , hareketini sağlamak için kullanılan söz.
Odlamak : Ateşe vermek.
Oğallah eşkına : Allah aşkına.
Oğada : Bireylemin gereğinden fazla oluşunu ifade etmek için kullanılır.
Oğmaç : Bir tür çorba.
Oğmak, oğuşlamak: Ovmak, ovalamak.
Oğul : Arı topluluğunun yavrusu.
38
Oğuz : Avuz.
Oklaç : Oklava.
Okuma : Çağırma, davet.
Okuyucu : Düğünlere davet için gelen davetçi.
Olanakdu : Olağan durum, olabilir, hep böyle olur anlamında.
Oluk : Eşme yalağı.
Omca : Kütük, odun.
Omuz ağacı : Eskiden kadınların eve su taşımak için kullandıkları iki tarafı kertik iki ucuna
su bakracı denilen kovaları takıp omuzda taşınmasını sağlayan aparat.
Onmak : İyileşmek, düzelmek, kendine gelmek.
Ortakçı : Hizmetçi, hizmeti karşılığı belli bir bedel alan kişi.
Ortalık hastalığı : Nezle, grip.
Osseet, össeet: Anında.
Osü : Bir balta sapı uzunluğunda odun.
Oturak : Yürüyemeyen çocuk.
Oturmak : Kızın, kendi gönlüyle sevdiğinin evine kaçıp yerleşmesi.
Oyma : Eski evlerde odalarda duvarın içine oyularak yapılmış küçük raf.
Oyma: Özellikle ocağın iki yanında bulunan dar ince uzun bölmeli raf.
Öcürbe : Küçük çocuklar için kullanılan alay sözü.
Öcük, ecük : Azcık.
Öfürmek : Kuvvetli üflemek.
Öğ, Öğğ : Efendim!
Öğendire, ürgendire : Koşum hayvanlarını yönlendirmek için kullanılan ucuna ince çivi
takılmış uzun sağlam sopa.
Öğğ : Ya, yahu, beyim, abi anlamlarında kullanılan hitap sözü.
Öğke : Öfke.
Öğmek : Övmek.
Öğnük, öğnüklük : Kadınların elbiselerinin önüne belden bağlanan kumaştan yapılmış
önlük.
Öğsü : Ocakta yakılan odun.
Öleşmek : Paylaşmak.
Ölünüñ körü : Yanlış yapılan, berbat edilen iş.
Ömür törpüsü : Özellikle hısım akrabasını çok üzen, onlara çok kaynayan insan.
Ön bezi : Yöremize ait dokuma kumaştan kırmızı, beyaz kareli, belden aşağı bağlanan önlük.
Önceci : Cenaze evlerinde para ya da hediye karşılığı, bazen de Allah rızası için ağlayan kişi.
Önünden geçmemek : Saygı duymak, saygısını hiç yitirmemek.
Öreke : İp bükmeye, kıvırmaya yarayan alet.
Örk : Hayvanın uzun bir ip veya zincir ile bir yere bağlanması.
Örklemek : Bağlamak, zincirlemek, sabitlemek.
Örkünü değiştirmek : Sabitlenen yerden alıp başka bir yere sabitlemek.
Örü : Saç örgüsü.
Örük : Erik.
Örükleme körükleme : Çok doldurmak.
Örüsgar : Rüzgar.
Örüşte,: Erişte.
Ösüü : Uç kısmı yanan odun parçası.
Öte gitmek : Uzaklaşmak, uzak durmak.
Ötegeçge : Öte yaka, karşı yaka.
Ötiyanı : 1. Öte taraf. , 2. Ahiret.
Ötürgeç : İshal.
39
Ötürmük veya ütürmük : İnce kıyafet giyen.
Özek : Soğan tohumluğu.
- PPaçalık : Ahırda hayvan gübrelerinin toplandığı çukur kanal.
Pakla : Fasulye.
Palan : Bir çeşit semer.
Panga : Banka.
Pañgınot : Para.
Pantı : Kilolu kişilere söylenen söz.
Pantul : Pantolon.
Papara : 1.Ekmek parçalarıyla yapılan yemek. 2.Azarlama.
Parpulamak : Azarlamak, dövmek.
Pasak : Kir, pas.
Patana : Patates.
Patlanguç : Ağacın özünün çıkarılarak yapılmış oyuncak.
Payanda : Herhangi bir yeri ayakta tutmak için ağaçtan yapılmış destek.
Pazvat : Gece bekçisi.
Peklemek : Temizlemek, paklamak, süpürmek.
Pelverde : Erik marmelatı.
Pendem vermek : Olduğundan farklı görünmeye çalışmak.
Perişga : Ev işi makarna.
Perlenmek : Süt pişerken üstünün kaymak tutması.
Persavat : İşe yaramaz.
Peşgür, peşkür : El ve yüz kurulamak için yapılmış el dokuması.
Peşli : Çaplı yanal anlamında kullanılır.
Petik : Patik.
Pezü, Pözü : Küçük hamur parçası.
Pılışka : Avantalı.
Pırlama : Uçma.
Pırsımış : Suyu çekilmiş, yumuşamış.
Pırsmak, Pısmak: Korkmak, geri çekilmek.
Pırtı : Eşya.
Pıs : Suda pişirilen mısır unu.
Pines : Ahırda buzağıların konulduğu küçük bölüm.
Pini : Köpek yavrusu, köpek.
Pireçol : El yapımı metal aparatlar.
Pireli : Her şeyden şüphe eden.
Pisleç : İnce ekmek çevirme tahtası.
Poğ : Elde taşınan bohça.
Potak : Ayı yavrusu, domuz yavrusu.
Potpot : Motorsiklet.
Poyra : Demir boru ve su değirmeninde taşın ortasına konulan boru, su borusu.
Pöçük : 1.Keçi kuyruğu,2.Kebapta kuyruğa yakın yer.
Pöçük : İzmarit.
40
Pöçüklü : Saçları dağınık, bakımsız olan kimse.
Pöğre : Ağaçtan ya da topraktan yapılmış küçük su borusu.
Pölüt : Meşe palamudu.
Pörtlek : Patlak.
Pösogu bağlamak : Kirli, tozlu.
Pözü : Ekmeklik hamur.
Purç : Bakımsız ağaçların dallarında yetişen asalak bitki.
Pür : Çam yaprağı, çam dalı.
Püsküğüt : Bisküvi.
Radiye, rodiye: Radyo.
Rastık : Ayakkabı, tor lastik.
- SSabak : Ödev, ders.
Saban Eneği : Sabanın L harfine benzeyen ve çift sürerken ucundan tutulan kısmın adı.
Sacıyak : Odun ocağında üzerine tencere, sac vb. şeylerin konulduğu üç ayaklı demirden alet,
sacayak.
Civci bacağı : Saçak mantar.
Sadalamak : Sayıklamak.
Sadır : İdrar,kötü koku.
Sagıdak : Düğünlerde kız köyüne verilen koyun.
Sağ : Taranmış kendir.
Sağsağanbeyni : Yoğurt ve pekmez karışımı.
Sağulu : Süt veren hayvan.
Sakar : Alnındaki tüylerden bir kısmı beyaz olan öküz.
Sêki : Sanki.
Sako : Bir at hastalığı.
Sakağı : Hayvan öksürüğü.
Sakurga, sokurga : Kene.
Sal ağacı : Tabutun üzerine konduğu, taşımaya yarayan kaide.
Salavatlama : Uğurlama.
Salma : Başı boş.
Salmalık : Hayvanlar için kullanılan başı boş araziye bırakma.
Salta : Üzerlik, cepken.
Samaruk : Zayıf, cılız.
Samırdama : Kendi kendine konuşma.
Samsa Datlısı : 40 katlı üçgen bükülerek yapılan köy baklavası.
Sañ vurmak, sanenmek : Kırağı düşmek.
Sapır supur :Ne yaptığını bilmez.
Sap sap : Abuk subuk konuşana verilen ad.
Sarı yemiş : Şeftali.
Sarı kıvrak : Yalnız Kastamonu'da dokunan bir kumaş.
Sarışmak : Sarılmak.
Sarlaşma : Yapışma, bırakmama.
Sarmak :Havlamak,saldırmak.
Sarsuk, samaruk: Kafası çalışmayan, dengesiz.
Sası : Lezzetsiz.
Sasık, sasuk: Tadı bozuk.
Savak: Su kanallarında suyu yönlendirmek için yapılan kapak.
41
Sayır sayır : Hızlı, takılmadan.
Sayi : Sahi.
Saykal : Uzun ve düzgün çam ağacı.
Sayvan : Ağaçtan yapılmış yüksekçe yer.
Sede : Berelenme, yaralanma.
Sedir : Odalarda bir köşeden bir köşeye kadar oturmak için tahtadan yapılmış yer.
Seeli : Salı.
Seğirtmek: Hızlıca koşmak.
Sehet : Saat.
Seme : Uykulu, yorgun.
Semet : Düğünün ertesi günü damat evinde yapılan eğlence.
Sepetlik : Ahırların önünde saman yada saman sepeti konulan yer.
Sepgen : İnce yağan dolu.
Seren : Kuyudan su çekmeye yarayan sırık.
Serender : Ambar.
Sergen : Köy evlerindeki raf.
Sergen gezen : Fare
Serit : Çevirme kebabın terbiyelenmiş yağı.
Serme : Yufka ekmeği.
Sersebil : Perişan.
Setikli : İri, bakımlı.
Seyirtmek : Koşmak.
Seyis : Keçinin erkek yavrusuna verilen ad.
Seyit : Koş.
Sıçan dişi : Mahsule zarar veren bir tür böcek.
Sıçrayında : Sıçrayınca.
Sığ: Tığ.
Sıkı: Elma ve pancarın, pekmez yapmak için suyunu çıkarmaya yarayan ağaç oluk.
Sıklet basmak : Sıkılmak,bunalmak.
Sıkma : Lokma tatlısı.
Sınamak : Denemek.
Sındu : Makas.
Sınınçı, sınıkçı : Kırık çıkığı saran kimse.
Sıntıraç : Hayvan nallamada tırnak temizliği yapmak için kullanılan alet.
Sıracalı : Şirret.
Sıran Sıran : Dizi dizi.
Sırım : Hayvanın derisinin ince ince kesilmesiyle yapılan ip benzeri deri parçası.
Sırnaşuk: Ayrılmayan.
Sırtarma : Karşı gelme,gülme.
Sıvarmak : Tarlayı sulamak.
Sıvışmak : Kaçmak, kurtulmak.
Sıynak : Kendir çubuğunun soyulduktan sonra elde kalan kısmı.
Sızırmak, Sızumak : Eritmek.
Siğdümek : İdrarı tuvaletin sağına soluna sıçratmak.
Siğmek : Ayakta idrarını yapmak.
Simsim : Sinsi.
Sinç : Surat.
Sinci eğri : Suratı asık.
Sini : Büyük tepsi.
42
Siyez : Genellikle İhsangazi tarafında yetişen, 10000 yıllık genetiği değiştirilmemiş en doğal
buğday türü.
Sobü : Saklambaç.
Sobun : Sabun.
Soğalak,Sovalak : Olgunlaşmadan kurumuş meyve.
Soğmek : Küfür etmek.
Soğna : Sonra.
Sogukluk : Meyve marmelatlarının ezilmesi ile elde edilen içecek.
Soğulmak : Pörsümek, içi boşalmak.
Soğurmak : Savurmak.
Sokak : Ahırda hayvanların dışkılarının toplandığı yer.
Sokum : Bir lokmalık yiyecek.
Solak : Kısa ve kalınca sopa.
Somun : Köylerde taş fırında pişirilen ekmek.
Soñ gûz : Sonbahar.
Sona, Soğna : Sonra.
Sorak : Bebeklere bez içinde verilen tatlı.
Sorum burması : Baklavadan artan hamurla yapılan tatlı.
Sorutmak : Suskun, durgun olmak.
Soyak : Mısır üzerindeki yaprak.
Soymuk : Çam ağacının kabuğuyla gövdesi arasında bulunan ince şeffaf tabaka.
Söbü : Yuvarlak olmayan, uzunumsu.
Söççü : Çok bilmiş.
Sökül : Hayvanların kuyruğundaki beyazlık.
Söyletmelik : Damadı konuşturmak için verilen hediye.
Söyündümek : Söndürmek.
Söz temsilki : Mesela.
Stil : Yoğurt çalınan kap.
Su tıkırı : Su taşıma kabı.
Su yutgunu : Kesilen ağacın suyu çekmesi.
Sufalamak : Ahşap evlerde zemini tahta ile kaplama işlemi.
Suğlem : Doğru, düzgün.
Sulu zırtlak : Her şeye ağlayan kişi.
Sumsuk, sümsük : Yumruk.
Sungur : Sınır.
Sübek : Çocukların beşiğinin altına tuvaletlerini yapmaları için konulan tahta alet.
Südük : İdrar.
Süflü : Pasaklı.
Süğen : Araç tarafında su alınan yer.
Süksünüm : Ense.
Sümezlenmek : Bir türlü eli işe varmamak,çalışmaya üşenmek.
Sümsük : Beceriksiz.
Sümülcüme : Sendeleme.
Sünepe, sülepe : Dağınık.
Sürgeşük : Bulaşık bezi.
Sürgüç : Taş fırınları temizlemek için kullanılan bez.
Sürunge : Ekmek fırınını temizlemek için kullanılan ucuna bez takılmış olan uzun ağaç.
Sürün sapıt : Hep birlikte.
Süsgünü eğri : Darıldığı için başını aşağı eğmiş kimse.
Süsmek : Boynuz darbesi.
43
Süymek : Bir ürünün rağbet görmesi, çok satılmak.
Şabap : Şakacı.
Şadı : Kılıbık.
Şahadetname : Diploma.
Şalvar silkmek : Kızgınlığını belli etmek.
Şak : Tümsek.
Şaklamak : İkiye ayırmak.
Şakşak : Kapı tokmağı.
Şamama : Minik lamba.
Şamar oğlanı : Çok dayak yiyen.
Şanıyınan : Şanı ile.
Şaplak : Tokat.
Şapşak : Ağaçtan kap.
Şarpı : Eşarp.
Şebelek : Bir tür mantar.
Şeşhane : İnatçı at ve eşeklere yapılan serzeniş.
Şıçıra : Koş.
Şık : Kiraz çekirdeği.
Şık : Kapının kapalı durmasını sağlayan dili hareket ettiren mekanizma.
Şıvgar : Yükü ağır kağnı vb. araçlara ilave bir çift öküz daha koşmak.
Şilep : Yapış yapış.
Şinanay : Küçük lamba.
Şinik, urup, hak : Tahıl ölçme kabı.
Şiplek : Saç üzerindeki ekmeği ıslamak için kullanılan ağaç çubuk ucuna takılan bez parçası.
Şipşime : Sevimli.
Şipi : Etli ekmek yağlamaya yarayan aparat.
Şirnimek : Şımarmak.
Şişe galasıca : Bir beddua.
Şişek : İki yaşlı dişi koyun adayı.
Şorda : Orada.
Şoşurmak,şaşumak : Şaşırmak.
Şoyaña : Şu tarafa.
Şuaccuk, şuğaccuk : Şu kadarcık.
Şüngürşek : Şimşek.
- TTakman : Parsellenmiş bağ bölümü.
Tatar : Sarımsaklı yoğurt katılarak yapılan ev makarnası.
Tava gulpu : Bacakları oluşmamış kurbağa yavrusu.
Tay : Yük hayvanlarına yüklenen yükün her bir taraftaki kısmı, yarısı.
Tebelleş olma: Bir iş görürken ,yolda yürürken vb. engel olma hali.
Teber : Küçük balta, nacak.
Teb sermek : Hafif kurumak, ayazlanmak.
Tegavüt : Emekli.
Tek damar : Zayıf çelimsiz insan.
Tekne : Hamur yoğurup mayalamak için kullanılan tahtadan yapılmış geniş kap.
Tekneli gurba : Kaplumbağa.
Telatür : Özensiz, basit, zayıf yapılan iş.
44
Telce, Terece : Ocaklı odalarda ocağın yanında ya da yanlarında bulunan boşluklarda yapılan
dolapların alt kısmında, genellikle ocak veya sobada yakılacak günlük ihtiyaç miktarı kadar
odunun depolandığı kısım.
Telem saçak olmak : Etrafa dağılmak.
Teleme eğrelti, teleme : Dayanıksız zayıf, teleme, çok ince, narin.
Telezimek : Sabırsızlanmak.
Tellice : Bir tür mantar.
Temcüt, Temcit : Sahur.
Temek : Ahırdaki gübrelerin dışa atıldığı küçük pencere büyüklüğündeki delik.
Tentene : Dantel tığla yapılan el işi.
Tenuke : Teneke.
Tepecük : Deste halindeki ekin sapları tarlada daha uzun süre kalacaksa, hem hayvanların
verebileceği zarardan, hem de yağmur ve doludan korkuya, kelleleri içeri gelecek şekilde
küçük yığınlar oluşturulan küçük yer.
Tepsertme : Kısmen nem kaybedip kurumaya yüz tutan nesne.
Tepsermek : Açılan hamurların hava ile teması sonrası dış kısımlarının biraz kuruması.
Ter ekmek : Pişmiş yufka.
Ter geçmek : Israrla vurgulamamak, hafifçe temas etmek.
Ter : Sığ.
Terecük : İncecik.
Terelme : İncelme.
Terezlü : Terazi.
Têrslik, terslik, teslik : Gübre atılan yer.
Tetere : Kumaşı siyaha boyamada kullanılan bir bitki.
Tevatür, zıkı : Çok fazla.
Tevatür : Harika, olağanüstü.
Tevellüt: Yıl, sene.
Tez: Çabuk.
Tezikmek : Korkarak birden hareket etmek, ürkmek.
Tezili, tezülü : Aceleci.
Tığtı : Küçük,küçücük.
Tıkıç : Şişman, iri gövdeli.
Tıkır : Tarlaya bahçeye giderken içine su konan, tahtadan yapılmış, ucunda ibiği olan su kabı.
Tılar : Ağaç beşiğine sarılan yatak.
Tınar : Samanla karışık buğday.
Tınar savurma : Sapla taneyi ayırma işlemi.
Tıngır elek, tıngır saç : Hiçbir şeyi yok, boş.
Tıngıra : Bakırdan veya saçtan yapılma çan.
Tırampa : Mal değişimi, takas.
Tırışka : Uyduruk, özentisiz.
Tırlama : Ani, birdenbire.
Tırtlama : Bozulma.
Tırtullu : 3 dublelik rakı.
Tısga : Fiske.
Tigap : Pikap.
Tingir : Alıngan
Tinsirmek : Hapşırmak
Tirik : Sincap.
Tirit : Bayat ekmek veya simitle yapılan bir tür yemek.
Tiyzelenmek : Öfkelenmek.
45
Toğralanmış : Kirlenmiş, kirli.
Toğuk gaydurağı : Pirinç tanesi gibi kar dolu arası yağan yağdığında yerde ince bir tabaka
buz oluşmasına neden olan yağış türü.
Toğuk : Tavuk.
Tokaç : Giysi yıkarken üzerine vurulan tahta yaslı tokmak tokaç.
Toklu : Yaşına girmiş olan koç.
Tolaşuk,dolaşuk : Tekin olmayan.
Tolu : Kuyudan su almak için sapına kalın ip bağlanarak kuyuya sarkıtılan kova, bakraç.
Toluş,toruş : Gücü yetmeyince desteklemek, güç vermek.
Tomofil : Otomobil.
Tongur : Keçilerin boynuna takılan tok bir ses çıkaran zil.
Topala : Tırpanı sapına sabitlemeye yarayan, sapın takıldığı halka.
Torba yoğurdu: Ayranı torbaya doldurup süzmek sureti ile elde edilen yoğurt.
Tosbağa, tosgumboğu : Kaplumbağa.
Tosurdamaki, tosur tosur etmek : Surat asmak, kapris yapmak, nazlanmak.
Tot : Kalın kısa ağaçla sopayla vurularak oynanan oyun.
Tovuk ayağı: Saçak Mantarı.
Tozu : Tazı.
Tökesemek : Atın ayağının sürçmesi.
Tömek : Ahırda, hayvan pisliğini atmaya yarayan küçük pencere.
Törsenge : Çabuk küsen, aksi.
Törsengi : Toplumla uyuşmayan, uyumsuz davranışlar sergileyen, ters, inatçı.
Törslemek : Darılmak, küsmek.
Töyfem : Tuhaf.
Tufa : Yüzün yan kısmı, avurt.
Tufal : Demircilikte ocakta ısıtılan demirin çekiçle dövülmesi esnasında dağılan yanık demir
parçaları.
Tûğmek : Atlamak.
Tulum çıkarmak : Hepsini kazanmak, hepsini almak.
Tunç : Evlerde kullanılan ve kol gücüyle çevrilen el değirmeni.
Tutak : Tava tencere gibi şeyleri ocaktan alırken tutmak için kullanılan , birbirine bir
kordonla dikilmiş bez parçası.
Tuyumuna : Ulaşılmak istenen hedefin hangi istikamette olduğunu bilmeksizin, gitmek
istediği hedefe ulaşacağı zannı ve ümidiyle herhangi bir istikamete doğru yürümek.
Tüfeyli : Boş,gereksiz.
Tüğnük : Düğüm,düğümlenmiş.
Tüğtü : Baltanın tersi.
Tükan : Dükkan.
Tükmük : Tükürük.
Tülek : Küçük fidan halindeki çam ağacı.
Tünek : Tavukların dinlenmek için çıktıkları yüksek yer.
Tünek :Tavukların yerden yüksekçe uyuması için uzatılan sırık veya yapılmış yüksekçe yer.
- U,Ü Uğmek : Yığmak.
Uğra : Ekmek yaparken yapışmaması için ayrılan bir avuç civarı un.
Uğra : Hamur açarken ekmek yaparken kullanılan un,
Uğunmak : Istırap çekmek .
Uğuşlamak : El ile ovalamak.
46
Ulum ulum : Büyük bir iş yapmış gibi böbürlenmek.
Umbal : Üzüm bağı arasındaki yol.
Upuslu : Akıllı, olgun.
Urba Gôrme : Düğün öncesi genç çiftlerin kullanması için kıyafet ve evlerinde
kullanacakları tekstil ürünlerinin kalabalık bir topluluk nezaretinde alınması.
Urba : Elbise.
Urup : Tahıl ölçme kabı.
Uslu başlı : 1. Aklı yerinde, yaramaz olmayan 2.Aklı başında yaşlı insan.
Uslu inek : Henüz buzağılamamış düve.
Uslu öküz : Acemi dana.
Ustun ağacı: Odaların üstündeki (tavandaki) tahtaları çakmak için, duvardan duvara, 1- 1,5
metre aralarla uzatılmış ağaçlar.
Uşak Devşek : Çoluk çocuk.
Uşak : Çocuk.
Uyundur : Beceriksiz.
Uvvıç : Soğukla karşılaşıldığında üşüdüğünü, soğuğun titrettiğini ifade etmek için kullanılan
söz.
Uylaşmak : Anlaşmak.
Uymak : Bulaşmak, sataşmak.
Üç ayak : Hamurlu(pıt pıt)ekmeğini saçta pişirdikten sonra ateşin karşısında üzerini
kızartmak için konulan üç ayaklı saplı alet.
Üç barmak : Uzun saplı, üç parmaklı ,ağaç dalından yapılan ,sap ,saman atmaya yarayan alet.
Üç parmak : Saman doldurmaya yarayan alet.
Üçü : Pazartesi.
Üğleşme : Baş başa gelmek, toplanmak.
Üğrumek, ürgelemek : Bebeği, beşikte sallamak.
Üns olmak : Aşırı bağlanmak.
Ünü : Çok yüksek sesle bağırmak.
Ürgendire: Öküzve mandaları yürütmek, hareket ettirmek için kullanılan ucu mudullu,
arkası da çift sürme zamanı çemekli olan sopa
Ürün : Süt, yoğurt.
Üryan : Rüya-düş.
Üryane : Kabuğu soyulmuş erik kurusu.
Üsbaş : Sedirin ocak başına yakın köşesi.
Üsbıcak :Odalarda hatırlı misafir ya da yaşlıların oturduğu, ocak veya sobaya yakın, kapıya
uzak bölüm.
Ütüklenmek : Şüphelenmek.
Ütülmek : Kumar ya da bir iddia sonunda kaybetmek.
Üvez : Hayvanlarda bulunan küçük parazit.
Üzer : Süt ya da yoğurdun üzerindeki kaymak.
Üzer : Faiz.
Üzülme : Yıpranıp, eskiyip kopma noktasına gelme.
Üzüt : Zayıf, çelimsiz.
- VVala : Yünden yapılan kalın kışlık kumaş
Varıve gitişine : Çek git işine.
Varıve : Gidiver, ileri git.
47
Varmak : Ulaşmak, erişmek, gelmek, evlenmek.
Vayın : Varayım.
Velesbit : Bisiklet .
Verevleyi : Kestirme.
Vidik,Fidik : Kaz yavru.
Vire : Devamlı, sürekli.
Virecek : Verecek.
Viyil Viyil : Çok gezinme.
Vurmaca vurası : Bir bedduadır. İnsanın hemen ileri derecede hasta olmasını dilemek.
- YYaba: Ekin tanelerinin samandan ayrılması işleminde kullanılan kısa parmaklı, ağaç kürek.
Yağır : Kir.
Yağlangaç,Yağlaç : sacda ekmek yaparken ekmeği yağlamak için kullanılan sopanın ucuna
takılmış yağlama bezi.
Yağlanguç Şipi : Etli ekmek yağlamaya yarayan aparat.
Yağnışleyi : Yanlışlıkla.
Yal : Daha çok köpekler için yapılan sulu hayvan yemi.
Yala gülen : Menfaati görünce yağ çekmeye başlayan insan.
Yalak Kabı : Köpeklere yemek verilen kap.
Yalak : Köpek ve tavuk gibi hayvanların su içmeleri için yapılmış, küçük oluk.
Yalaşuk : Bulaşık yıkamak ve çeşitli ev işleri ile ilgilenmek.
Yal devüren : Bu kişide sağa sola dengesiz hareketlerle zarar veren.
Yaldır yaldır: Buzlanmış, kaygan.
Yalkaç : Adi, ara bozan .
Yaltaklanmak : Yağ çekmek.
Yamçı : Ata binen kişinin üstüne örttüğü yamçı adı verilen keçeden yapılmış bir örtü.
Yan peyli : Bir nesnenin veya bir olgunu yanal duruşu.
Yanaz : Uyumsuz, gruba katılmayan hayvan.
Yangil : Hafif mesrep .
Yanpiri : Yan yan.
Yañşama : Lüzumsuz, gereksiz çok konuşma.
Yanuguz : Yalnız.
Yapaz yupaz : Kaba saba.
Yapo, yopo : Yün..
Yapıncak : Ağ Üzümü.
Yardevüren : Ortalığı yıkıp geçiren kişi.
Cığalma, Çiğelme : Yeşerme.
Yarinsi : Yarın ertesi gün.
Yarma : 1.Buğday ve arpanın değirmende hayvan yemi olarak iri öğütülmesi 2.Yaş odunun
iri parçalara ayırıp kurutulmuş hali 3. İnsanlıktan uzak olan kişi.
Yarsımak : Beğenmek, imrenmek.
Yaruk davul, Yoruk doğul : Dedikoducu.
Yas Etmek : Ağlamak, Hıçkıra hıçkıra ağlamak.
Kasıraç : Ekmek teknesinin kapağı.
Yaslaaç : Hamur açılan düz tahta.
Yasraç : Saçtaki ekmeği yağlama bezi .
Yastuk : Kağnı arabasının okunun altındaki destek, ağaş.
48
Yasuk : Geriye doğru yasılmış.
Yaşmak : Baş örtüsü.
Yatsuluk : Yatsı vakti yenen kış gecelerine özgü yemeğin adı.
Yavşak : Yapışkan kişi, bit yavrusu
Yavşanlık : Kurak arazide küçük çalı ve ot gurubu.
Yaygu : Sofra altına serilen bez.
Yayım : Açılmış hamur,yufka.
Yaylı : Sürülmek üzere harmana yayılmış ekin sapı.
Yaylım : Düven sürülmek üzere harman yerine yayılmış sap.
Yayuk,yoyuk : Tereyağı yapmak için genelde çamdan yapılan alet .
Yazı,yazu : Düz geniş arazi parçası.
Yazmak : Yufka ekmeğini açmak.
Yê Zeher : Tabi ki.
Yedek : Kahve tenceresi.
Yekden, Yekten : Doğrudan.
Yelecek : Tırpanı tutmaya yarayan küçük kol.
Yelmük : Bir çeşit, yenilebilir ot.
Yelteşeyi : Arkadaş arkadaşa, ortaklaşa, elbirliğiyle, işbirliği içinde, birbirinden güç alarak,
birbirine bakarak.
Yen, yeng : Giysinin kol ucu.
Yeñli, yenli : Hafif.
Yeñşek,yiñşek : Rahat, hafif.
Yerinme : Üzülme.
Yerişmek : Yetişmek.
Yesir : Esir.
Yeşilistan : Yeşil kertenkele.
Yılancuk : Boyunda, şişme ve morarma şeklinde belirtisi olan bir hastalık.
Yılçarmak : Karşı gelmek.
Yılçaruk: Her şeye karşı gelen, şımarık, edepsiz kişi.
Yıldamcı : Ara vermeden her yıl doğuran .
Yıldırak : Kaygan buzlu zemin.
Yılkı : Yüzsüz.
Yıluk : Şaşı.
Yırtlaşuk : Şımarık, sırnaşık.
Yırtuk : Ar damarı çatlamış,terbiyesiz.
Yiğitmek : Kötü koku yaymak .
Yinü : Yenir.
Yirilme : İyice eskiyip parçalanmış.
Yivrük : Sözü geçen, girişken, girişkenlik.
Yoka düzmek : Yufka açmak .
Yolma : Boyu kısa kalmış ekin.
Yonuç : Tatlı suda yaşayan küçük bir böcek.
Yordumak,Yoydumak : Herhangi bir işin gerçekleşmesini engellemek için kötülemek.
Yoşanmak : Eskimek.
Yoyuk : Yayık.
Yuğlanmak : Yuvarlanmak.
Yuğurmak : Yoğurmak.
Yular : Hayvanları damda bağladıkları kedirden yapılmış urgan.
Yumak : Yıkama, yumak, yıkamak.
Yunacak : Buğdayın değirmene götürülmeden önce yıkanıp kurutulması.
49
Yundu : Bulaşık suyu, kirli su.
Yunducu : Her yere giren, hiçbir şey seçmeyen.
Yunmak : Banyo yapmak, yıkanmak.
Yüklü : Hamile.
Yüklük : İçerisine yatak, yorgan, yastık gibi eşyaların konulduğu dolap .
Yüksünmek : Üşenmek.
Yülüme : Kesme, traş etme.
Yülümek : Temizlemek, yolmak.
Yüngül : Eli hafif.
Yüñsek : Yüksek.
Yütmek : Yenmek, Aldatmak.
Yütüme : Yitirme, kaybetmek
Yüzü yere düşmek : Çok mahcup olmak.
Yüzün guylu : Yüz üstü.
Yüzüne atılmak : Büyüklerine karşı, sert ve kaba bir dil kullanmak.
Yüzüne sırtarmak : Karşı gelmek, diklenmek.
- ZZaar : Tabi.
Zabolu, zobôlu : Sabah olalı, sabahtan beri.
Zabun : Fakir.
Zağ : İstek, tav, heves.
Zağar : Küçük köpek.
Zağı geçmek : Hevesi geçmek, zamanı geçmek.
Zağlı : İyi bilenmiş, keskinleştirilmiş.
Zahan : Sahan.
Zahar, Zaar : Söylenen sözü kabul etme doğrulama anlamında kullanılır.
Zahir : Gerçek ,sahi.
Zahra : Hayvan yiyeceği.
Zahti : Zaten.
Zambırdamak : Ses gelmek guruldamak.
Zarıncıma : Canı yanma, acı çekmenin sonucu derinden ağlamak.
Zaritmez : Zarar etmez, iyi sayılır, idare eder.
Zarta atmak : Abartarak konuşmak, Bir şeyi olduğundan fazla göstermek, bir sözü abartarak
konuşmak.
Zarta : Abartılı konuşma , palavra.
Zarzavat, Zerzavat : Yiyecek, öteberi.
Zatla : Salata.
Zavlı : İyi bilenmiş tırpan bıçak.
Zavrak : Hıyar, salatalık.
Zebella : Dev gibi, iri.
Zebellah : Çok uzun boylu, siyahi renkli .
Zede : Düşerek ezilme, zarar görmek.
Zeğer : Meğer.
Zeklenme, Zevklenme : Taklit etme.
Zeklenmek : Alay etmek , dalga geçmek, lakap takarak taciz etmek .
Zelevlü, elevlü : Saman taşımaya yarayan yarım silindir şeklinde fındık dallarından yapılan
iki kişi tarafından taşınan araç.
50
Zelve bağı : Zelveyi bağlamakta kullanılan kendir ipi.
Zelve, zevle, zövle : Öküzleri boyunduruğa koşmaya yarayan ters Lharfi biçimindeki parça.
Zembil : Hasırdan yapılan el çantası.
Zemheri : Karakış.
Zengin galkışı : Oturulan bir topluluktan aceleyle kalkıp gitmek.
Zere : Zaten.
Zere : Tevekkeli.
Zerhoş: Sarhoş.
Zevle : Koşu hayvanlarının boyunduruk bağlantı sopası.
Zeyil : Sahil.
Zeyin : Beyin,zihin.
Zeze : İnce esnek sopalarla oynanan oyun.
Zıbaragalası : Ölesice.
Zıbıklı : Deli, dengesiz, ne yaptığı belli olmayan.
Zıbın : İç çamaşırı.
Zığ : Çorap örme şişi, küçük tığ.
Zıkı : Sıkı , Çok fazla, esaslı.
Zıkıca diğnemek : Dikkatlice dinlemek.
Zılgıt : Azar, azarlamak.
Zıngazuk : Ağzına kadar dolu.
Zıpcuk : Kısa ve dar giyim
Zıpır : Güçlü kuvvetli, diri anlamında olması gerek, serseri.
Zıpka Pantul : Bir Kastamonu giysisi. Bacaklar yanlardan düğmeli paçalardan tutturulmuş
ayak altından lastikli pantolon.
Zıranga : Uzun boylu, iri, cüsseli,
Zırıl Zırıl : Gereğinden fazla.
Zırt : Ani, birdenbire
Zırzop, Zirzop : Ne zaman ne yapacağı belli olmayan,.
Zıvana : Tütün içilen çubuk lülenin tütün koyulan yeri veya ağızlığın sigara takılan yeri.
Zıvanadan Çıkmak:
Dengesini, ölçüsünü kaybetmek,sinirlenmek.
Zibidi: Aylak, başı boş, işe yaramaz kimse, serseri.
Zipcû
k : Baharda ince söğüt dalının kabuğunu çıkarıp, iki dudak arasına sıkıştırılarak
öttürülen küçük söğüt kabuğu.
Ziyrat : 1. Ziyaret 2. Mezarlık, Türbe
Zobu : İri, uzun.
Zorlu : İyi, temiz yürekli , güvenilir, sosyo-ekonomik durumu insan.
51
KASTAMONU AĞZI İLE YAZILMIŞ ÖRNEK CÜMLELER
A gız şu tuzu verü müsün ?
Ağabeysining; öğaaasınıg şu şapgaları herflerin üstüne neyle goyasun ben beceremeyon.
Acama nalbant gôğur eşeğinde oğrenü.
Giyinmissim, öte bete almaya yan peyliyan peyli çarşudan yağa gidiyon, bağa ööcük izin
veng.
Çatladığ mı gız ? Neydeli güneşi gödük, bağa gidecöz !
Bağa o dedüğünden vememişle asba çıkası göbelle.
Dün baççadan koparduğum kelemi haşulayıp yavan sarma saracayın.
Şart oğsun depüğü vurunca aşurun.
Beni püsürük işlerinen uğraşduma.
Beyniğe vurunca zeynigi dağıdıvörün.
Bilmeyon ki, ola bülü de olmaya bülü de.
Öğ zobôlu yinü dêyon anama yosug, sen bi hoş olmussug.
Defteri dürülüpten dürülesile kaç kere dedim defteri dürülüpten dürülesile. Bi mık çakmadıla
bilmeyon mu.
Mardınan gûcûk döğüş ediya dışarıda.
Kork abrulun beşinden, öküzü ayırır eşinden.
Acansları diynediñ mi öğğ boğuce.
Gün ağarayken gakduk, çifte gittük.
Hava ağu gibi.
Öğ bırak asba çıksın, onun yapduğu işden hayır mı çıkar !
Buba çıksın, baña bırak şunu, her şeyi kepeze ettiñ.
Aşam gel oturuz.
Tez ol ibi alalım banduma edelim pişirip yeğlim uşşak.
Barnağını şoraya basıveyceysin.
52
Sus baña zobolu tohdaruyun deye gacırdayıp yatma, baaaak başına ey şirin haaaa.
Sopayı gafana beki düsem ortalı yararın şart osun.
Odunu vurunca kafan bekmezini akıdurun.
Gözlerini belertmiş bakıya.
Uşağı oğada hızlı üğrümedeyan, uyuyayken çok çakıldama deyan diğnemeya, habire uşağı
benirletiya.
Dürbık nereye korsan goy.
Bıldır ki guzuya şişek derle, selam vemeyene eşek derle!
Biçilere ot vedin mi?
Bu gelin pek müsürüfçü bi şeyin gıymatını bilmez bol bolamat harcar.
Böğün bek keyüfsüzüyün.
Tarlaları ayruk basmış.
Helecan yakıcıya bak sen, uşağı döğmüş gine.
Uşak bek öğsürüya, cenevinden soğuk mu almış nem.
Bu göbel çok cızdak.
Aaagııız sizin toğukla bizim cöğüzün altına yumurtlayala bakmayanuz mu?”
Tepeden cüpden aşıp gözden kayboldu.
Çatladığ mı gız. Neydeli güneşi gödük, bağa gidecöz.
Bu işle çok çepreşük işle.
Bu evde çamaşur yıkamaya çıkışamaz oldum gayrı.
Kurt yiyesi, zabah sağarken dizimi depdi. Sanusun çiğ düğe.
Köpekler çokuşuyala.
O göbel boyuna çoşutluke diya.
Uşakla çörütmüş bi şey toplayala yerleden.
Bizim uşak da dağnamuğun biri oldu.
53
Zabalayın vadım ses yok. Öğ, ebey herifi darabaya vura vura zorunan uyardım. Şehre anca
gelebüldük.
Eve gelüken seynaya dek geldim, selamı va.
Depenge daşı goyunca şart osun kafagıg petmezini akıdurun şart osunn sen beni biliyog mu ?
Depecom balakgılayazdım.
İşallahhh depesaşa gelüsüng.
Yokardan depüğü godummu aşurun, biyana çegili ve sene ordan.
Ben deri günü Angırıya gideceyin.
Dam çul, uşak devşek sığır sıpa inek çanak samallık mamallık derken aşam oluveriyo.
Sen de anamadan, diynemeden gonuşuyosuñ!
Gine ne doguzluk ettig bögün bakıyın!
Dölümüsü glaaseen hiç ölee olumu?
Akıl yok ki bu göbelde ahrazzzzz şart osun.
Oğlan esgere gideyken anasıda ağlayınca az galsın salıveyodum gendümü duncukdum
emmegine de ağlamadım.
Seni bekleye bekleye öldüm! Adam ben şurdayın deye bi habar verü, duncuğuyon sen
gelmeyince.
Efe oldu dedük yaa! Ey bırak tevetür akıl deyve dedim neyle bilüseg yaz dedig.
Yoooo nerdeee, arayon bulamayon,emmek emilcük buladaydı.
Ahmedaların gelini iyiceen dümüş, bugün yarın doğuru.
Öğğ bizim seyina iyice fan fanlamış gayrı.
Harmandan gaktınız mı a gızım? Gız cevap veya: Gaktuk, gaktukêmme a deze bubam
gelecek sene gine eke!
Gapıyı öcük gıygaşdu.
Gapıp sıyırıvemiş
Öğğ adamı kopek gapmış gördünüz mü doğula galasıyı sen.
Ayağım garıncıdı.
Öğğ sende ortalığı garuşdumaya iyi geliyañ.
54
Nuri Abey sen has Gastamonulusuñdu, daha iyi bilüsüñ.
Semeriñ gaşı, depeniñ gaşı.
Şo çorbayı gatuklayıve.
Galetimi çıkarıp durma ben böyle gonuşuyon ne varımış seğki.
Şimdi gavuç olacaksın.
Allah gayımızı gayırsın.
Köyün garları çayda gesi yıkayala.
Öte geçeye baktın mı? Bêki oraya gitmüşledü.
Kemil aanıng gelni bi zalta yapmışıdı, barnaklarıgnı yersing.
Kemilcük boğünlede gendüne ne penden veya emme, ne desem boş öğ.
Şu sakızı garşumda gevip durma.
Gızdumala geyreğini geçürün.
İneğin geyni.
Geyreği battı.
Boşver şu gıçı gıruğu.
Guy şu bıçağı gınına.
Turanaaa, adıñı değüştümezseñ saçlarımı sañagırktuman' mı dediñ berbere öğğ!
El oğlu adama dizgininen su içmeyi gısgununan defi haceti öğredü!
Bi gısım guru üzümü bi oturuşa yiyyala.
Kapıyı gıygaşuk bırakak acuk.
Ağasının kapıyı eccuk gıygaşuk bırakıver emmi
Beni gıyturu kişlerinen uğraşduma.
Çatladığ mı gız.
Neydeli güneşi gödük, bağa gidecöz.
Gız Anşa, ne aceleg var ?
Açlıktan ölüyon şart osun, vayın bi yımırta gırıyın beeki.
Ağşama bubañ gelince goduttuman mı?
Depince göğerüöğ...!!
Gurlukdan bi gucak odun götü dedim, demez olaydım herif gorafı devürdü.
At yok eşek yok, bit yok yavşak yok, garı yok uşak yok!
Uşak şöyle gözel bir mantı ediveng de uşak devşek yisin bee!
55
Gara gışınan gücük döğüş ediya.
Bizim hıra boyuna abeysini günüleya.
Habire konuşuya.
İki hapaz leblebi ver.
Hapır hapır yeme olum şu yemeyi dıkanacayasın şindi.
Ne bilsin eling herifi yımırta gırmasını be.
Bir hey buğday.
Bizim hıra oğlanı bu sene zeneeeet okuluna yazduduk. Hıra sını deyok gızzzz Şerifabla.
Kulağı gasıçut tumaş innnndi.
Hıra gelin.
Buna da gaz gibi hodalayı dayanmalı.
Horanta doyma mı biliya.
Hay huluma huluma/ Bezirkoydum tuluma/ Söylerseñ mani söyle/ Köpek gibi uluma!
Çayı hürpüden içti, gitti.
Suratıñı hürü haşgaş ederin deyon saña.
Lâ oğlum Hasancuğa bak da iprat al.
Bu Millet ne diyaan ayamayon, üzerine ölü toprağımı.
Serpmişleee, yoğusamuyu yamıg almış bilemeyon, emme gızdım gayrı beni .
Irgalamaya, enterese etmeya, nesibetsüz herifle ortaluğu bulan dudula.
İmüğüñü sıkıveyceysiiñ, aynayı gonyayı anaycak.
Pıtananın kilosu gaç kâğat ôğğb öğün bazarda.
Ağzınıng dadını bilen keş yir.
Bu arslan ağa kim öğ, ordan kös kös bakıyo ?
Kösteğini kesive şu uşağın
Löküsün gene göyneği düştü öğğğ.
Nediyin öğ, bildüğümü deyvedim, kötü mü ettim ?
Ortalık hastalığı mı oldunguz yongsa?
Benim bulada öfürüya tallahi, örüsgar esivedükçe,a damı uçuruya, dışa çıkmak ne mümkün
öğ öttürün deya.
Öğ noluya beee boyna durum ışığım yanıya.
56
Ba rüzgar örüsgar.
Kıp duruyan kıp duruyan üğün falan etmedile, kız gelip oturuvedi.
Össeeet daha doğrusunu buluvedin öğğ,”
Pazarlara fasulye mevsiminde giderseniz pakla çekiverim.
Bak gendüne gine pendem veriya.
Gendünü bi şey sanma.
Suyun üstü perlenmiş.
Adamın baş ağrısı pörtlemiş.
Bostanı hep sañ vurmuş!
Gel hele gel, sallanma, aşam bizim sarartma gelin, yaprak sarmış, iki dıkı dıgıve.
Sarıya mı ôğğ seyina ? Sarmazmı ôğğ Hasan aa hemde nasıl sarıya.
Seyit tez ol ibi alalım banduma edelim pişirip yeğlim uşşak.
Mıyıl mıyıl iş gör
O söççünün biridir.
Gız vallahi demeeyin açlıktan ganım sırtıma yapışıya; çobuk olung, sufrayı gurung.
Gız orda ne sümezlenip duruyosung. Ecük sona buban gelü. Şu çorba tenciresini ocağa
goyvesene.
Gannıca mantarı aramaya gitdük. Bol bol ayu mıncığı bulduk.
Öğğ şartoosun iyi akıl ettiñiz burayı da efe oldu.
Öğğ yemek filen yerdük daha.
Şimdi netçeyüz ?
Top şoyaña gaçtı aasıñıñ gôtüde gel.
Bi kilo mıkı terevzünün üstüne godu.
Adam duruken tırladı gitti.
Pat döşek nine beni öyle gandurudu emme gaymakam olamadım.
Öğ bırakın şu törsengiyi. Gaç gündü yalvarıyon; Nuh de ya, peygamber deme ya.
Sanki ulum ulum iş gördüñ, galkıveseñe ê canını yimeyesice.
Efe adam üşten dokuza şartosun.
Şu uşakların bubaları öldü. Talaları aralarında üleştürüveñ. Yoksa şartosun birbirlerine
duracakla
Ünü çıkdığı gada bağırıya.
57
Gula tözüne bi vurduydum yere yıkıldı.
Pangadan paranıñ üzerini aldımöğğ.
Garı, uşağa doru dürüs bakmamış ki üzüt gibi bi şey olmuş.
Kêmilcük güğümüñ gulpuynan vire oynayıp yatıya, bi bozsuñda görüyün.
Uşağıñ gafası viyil viyil bit gaynâya.
Yaau şu soru bıza gine yanaz yanaz geziya, gayboluverü uşak.
Öğbaña bi şey oldu; su içsem yarâya. Şaşudum.
Zıkı olmuş gözüm çiğildi, hele Gasdamonu'yu davet etmeg yok mu! Ey bırak Bi kere gayrı
cığalma çiğelme.
Kêmil aanıg garsınıg yapduğu dayinü.
Uşakla yardan yuğlanayazdı.
Öğ zobôlu yinü dêyon anamayosug, sen bihoş olmussug.
Zırıl zırıl yağlıydı.
Zırttan lafa atladı.
Fındık çok zorlu bi kopekdü.
Bi hapaz cöğüz götü.
Cıkkada canı va.
Gasbennek mi ediyong ?
Filkeyi açuk goma.
Gazug gadar adam oldun, gayrı bi işe yaramıyon abey.
58
KASTAMONU AĞZI İLE YAZILMIŞ MANİLER
Tarlayı ot basmış orak isder,
Düğün günü, tepsi tepsi börek isder,
Tarhana gabarmış dorak isder,
Gasdamonuluyu sevmeye yürek isder....
Turan YILMAZ
Çatalzeytin,Abanaya yakın,
Gız görümcenden gendünü sakın,
Görümcesi olmayan gözel gızlar,
Hepiniz derdinize mum yakın...
Turan YILMAZ
Dörkenide cırık var,
Oğlan bu yarayı sar,
Sarmazisen şayet sen,
İnan sarar başga yar...
Turan YILMAZ
Ağlıda vardır kale,
Bakmaz isen bu kele,
Şunu iyi bil gülüm,
Yar etmem başğa ele...
Turan YILMAZ
İhsangazi oldu Mergüze,
Düğünümüz olsun bu güze,
Eğer buban vemeyon derse,
Giderüz bizde başga düze...
Turan YILMAZ
Azdavayın balına,
Dut kesdene dalına,
Cideden mi geliyon?
Gız salına salına...
Turan YILMAZ
59
Tosyanın asması ezeli var,
Diyarın basması, gazeli var,
Anada anada bitmez,
Gasdamonu’nun gözeli var...
Turan YILMAZ
Pınarbaşının yolu,
Her yanı gözel dolu,
Burada da sevdalanan,
Vallahi şaşuru sağı solu...
Turan YILMAZ
İnebolu da tahta gayık,
Anam yağ çıkarttımı yayuk,
Vallahi hile yapmayuz biz,
Şindiki garılar çok uyanuk...
Turan YILMAZ
Yapağı goydum döşeğe,
Semer vurdum eşeğe,
Ulan seni sevdim emme,
Sen de benzeyon köçeğe...
Turan YILMAZ
Dadayda öttü ibi,
Tencerenin dutdu dibi,
Gaypaklık etme gözelim,
Bak deperin beğir gibi...
Turan YILMAZ
Elimde galem yazar,
Dilim kötüye azar,
Çekin ipimi benim,
Guyumu dostlar gazar...
Turan YILMAZ
Daşköprünün de bendini,
Gız ağır satma gendini,
Bak bubamdan haber geldi,
Ben caydım, sen bul denğini...
Turan YILMAZ
60
KASTAMONU AĞZI İLE YAZILMIŞ ASKER MEKTUBU
ANAM HATCE’YE
Gız ana, esger ocağına teslim oldum. Emme şindiden özledim. Iccak hamurlu ekmeğe inek
yağını çalıp yimeyi özledim.Burda her şey va. Yemek iyi,yatak iyi, emme bizim yapodan yer
yatağını dutmaya. Bi gaç gece yadırgadım, lekin şindi alışdım,uyuyon gayrı.
Bi de tarana çorbası bizimkine benzemeya. İçinde darak dalısı mı yokdu nedü, dadı bi hoş be
ana.
Ağşam olunca nöbette yulduzlara bakıyon, maşallah davar sürüsü gibi parlaya. Yulduzların
içinde de ay, Soru Şevketin İsmet Gıza benzeya.
Sakar ineğe tevatür bak ana.bi de beygir gunnayınca gatırını iyi paraya sat.Esger dönüşü
masrufumuz böyük olacak.
Bubam da sağ olsaydı,beni esger elbisesi içinde göreydi,neydelim gader ana.Esger elbisesi
dedim de,vedükleri pantulun içine benden başka iki esger daha sığıya.Bi potin vedile,biri 42
nümere,ötekisi 45 nümere, benim ayaklarım ise 40 nümere. Bu yüzden eğitim alanında
seyidemeyon.Yüzün yüzün çapayken iyi çapıyon da,g.tün g.tün çapamayon be ana.
İşte böyle datlı anam. Bu esgerlik de biter be,vatan borcu seve seve yapacoyuz vamı çaresi?
Gız ana,beni sakın mekdupsuz bırakma emi.Topal Osman’a, Mıkdar Goparan’a, Böyük Aza
Gevreğe, Gara Mıstana,Öğretmen Bey’e ve bütün tanuduklara baki selamlar.
Ellerinden öperin canım anam.
Oğlun
Esger Kemil GABAKCI
-Turan YILMAZ-
61
KASTAMONU AĞZI İLE YAZILMIŞ KOMİK SINAV SORULARI 2
1- Aşağudaki cümlelerden hangüsünde ağnatım bozukluğu bulunmaktadu?
a- La zali bağa bi çay getirivesenğe.
b- Hobulo köyünün ibileri cokcoklaya mı cokcoklamaya mı ?
c- Bizim oğlan bi laf dedü arkama aşıyon sandım.
d- Ses etme on gündü döğüş etmeyon zaten.
2- Faik bi işi dek başuna 8 günde bitümekteledü, Hamdiynen beraber çaluşularısa ikisi
aynu işi 7 günde bitümektedü. Faiğinen Hamdi beraber 5 gün çaluşduktan sonra Fağik
`Ooğ ben gidiyon,ne halin varısa gör` derise galan işi Hamdi ne gada zamanda bitürü?
a- Hemencecük bitirü.
b- Bi iki güne bitürü.
c- Bi haftaya anca bitürü.
d- Hamdi tüyuğu bu işi bitüremez.
e- Fağik dayanamaz geri gelü,beraber iki günde bitürüle.
3- Eğmedi`in yaşu bubasunun yaşunun üçde biri gadadu.15 sene sonra Eğmedin yaşu
babasunun yaşunun yarusu olacakdu. Emed`in babasu 25 sene sonra öleceyise Emed gaç
sene sonra babasunun öldüğü yaşda olu?
a- 15
b- 40
c- Küsürlü çıkıya.
d- Eğmed’in yaşeyceği ne belli.
e- Bilemeyceyin,geçelim bunu.
4- Mikrostaki yürüyen merdivenle saniyede bi basamak çıkıyaken, Elekçi Nuri saniyede
iki basamak inmekdedü. Merdivenle 17 pasamak olduğuna göre ve Elekçi Figri
aşşağdan ona küfreddüğüne göre,nolu?
a- Nuri Figri’yi 15-20 saniyeye yagalar,imüğünü sıkar.
b- Figri de aşağı inen merdivenlerden yukaru doğru çıkmaya başlar,ortaluğu garuşdurula.
c- Yagalayamadan güvenlük gelü `Ağasunun çıkn bagıyın dışarı` der.
d- Figri de ona doğru yukaru çıkar,gapuşula.
e- Nuri merdivvende gız görü fikriyi unutup yukaru doru çıkmaya başlar.
2
http://kastamonuluyuzbiz.blogcu.com/kastamonu-sivesi-ile-yazilmis-oss-sorulari/5098730
62
5- Tafık 9 tene paklava yimekte Abdulla da 1 tene gazandibi ve 5 tenede paklava
yimekte Tafıkla Abdulla önce Canoğlu’na vamışlar Abdulla bi porsiyon( 4 tene) paklava
yimiş ve arkasında 1 tenede gazandibi yimiş, Tafık ta 2 porsiyon (8 tene) paklava yimiş
burada biraz otmuşlar. Tafık lan Abdulla burada vakit geçmeya gidelim demiş kalkup
tombağa vamışlar orada nedeli nedelim derken paklava söylemişle bir porsiyon
Abdulla, bir porsiyon Tafık son durumda Abdulla ve Tafık ne yapmalula ?
a- Abdulla 1 tek şey ve Tafık 1 tek şey yiyip geriye kalan (6 tene) paklavayı bırakmalıla.
b- Tafık lan Abdulla para vereceğüz çatlasak ta yiyelim der.
c- Abdulla Tafığa sen benimkini de yi emme parayu sen ver der.
d- Tafık Abdulla’nın teklifini gabul etmez Abdulla da parayu ben vereceğisem çatlasam da
yirin der.
e- Tafık baktı Abdulla çatlayacak gibi lan Abdulla der 1 porisyonda yidiğin kadarını sen öde
galan benim yidiklerimi de ben ödeyin yoksa çatlayacan şindi der.
-Şindide edebiyat sorusu
6- "Gel Satiyem gel olmaya gayru sensüz
atlacayın galeden bu Satu sensüz
içiyon her gece oluyon seme tavuk gibi
gel satiyem gel ölüyan ben sensüz"
Yokaradaki dörtlükte şair nasıl bi ruh haline sahiptir?
a) Sarhoş nettüğünü bilmeya b) Abayı yakmuş c) Kafa buluya bizinen d) Hepsü
7- "Hasan Yılmaz turkulerınde hep o ahengi, hep o candanlıgı sorgular. acaba insan
ruhunun derunluklerınde ne gibi duygular mevcut ilkesıyle yola cıkan Hasan Yılmaz
sankim Freud gibi nerden biliyin insan beyninin içini birbirüne dusuru. bu sebeptendir
ki sarkılarında hep o iç gıcıklayıcı cumlelerı duymamız dondurmamı yalanmıııı gibi. son
albumunde Sezen Aksu sarkı vermıs olmasına ragmen bunu kabul etmeyişi de bu
sıradanlıgın,bu ızdusumun bir sımgesidir. sonucta Hasan Yılmaz Gastamonuludu. "
Bu parcayla ilgili asagıdakilerden hangisi soylenebülemez?
a- Dondurma pazarında hasan yılmaz`ın etkınlıgının artması.
b- Hasan yılmaz cılgınlıgı sayesınde yırtılan gomlekler ıcun pattabanlar gampanya yapsın.
c- Ytl ye geçisin sıkıntıları ortadan galkmıstır.
d- Hasan Yılmaz okeye dönerkene yakalandı.1000 sayıyı yide milleti gandurmaya
calısıya. e- Son gaset cıkar cıkmaz alacayın bidaha boyle soruları cozmek içün.
8- Toğuğun gafasını goparusan hangüsünü görersin?
a- Gafasını goparanı depdüğünü
b- Yımırtladuğunu
c- Yımırtasuz civciledüğünü
d- Seme gibi sağa sola goşduduğunu
e- Zıbarıp galduğunu
63
9- Güneş öylenleyin 45 derecelük açıynan geldiğinde mehkemealtuda sıcaklık 28 derece,
sarugayada 28.1 derece olmaktadu güresel ısımaynan birlükte nasul bi hava değüşümü
oluvörü?
a- Sarugaya 30 derece olu,mehkemealtu -5
b- Gar, furtuna basturu
c- Sarugaya da, mehkemealtu da alaf alaf yanuverü
d- Sarugayadakile ve mehkeme altundakile kuyu dibine yerleşüle
e- Mehkeme altu 32 derece olu,sarugayada 33 derece olu
10- Satu halis Daşköprü sarumsağu üzeründe bi deney yapmak istemekte.iki sarumsağı
ayrı odalara koyup. İkisiyle de ayrı ayrı gonuşmaya başlaya. Birinci sarumsağa her gün
sövüp siyiya. Demedüğünü bırakmaya. Diğerine ise her gün Satıyeye yazduğu aşk
şiirleründen okuya. Deney sonunda sövdüğü sarumsağun dadının bek dadlu diğerünün
ise çürüdüğü gözleniya. Bu deneyden ne çıkarlıbüü ?
a- Satu çok kötü şiir yazıya
b- Satüyenin niye intihar eddüğü
c- Satu diri sövemeya
d- Bilemeceyin.aklıma gelmeya.
11- Ehmet hedonizmden yannadur haz ile iyinin aynu olduğunu düşüvemektedü.ehmet
göre herşeyün amaçı mutlu oluvemektir. emme tafıkta antinomiyi kabul etmektedü.
yani tafık bastuma sınurlumu acaba sınursuzmu, bastuma ile guyu kebabı zorunlu
olarak bağlantulumu veya zorunlu olarak bağluntulu değülmüdür diye düşünüvemekte
bu şartla altunda düşünüvemekte olan ehmetle tafık ne yaparlar?
a- Ehmet pastumayı ve kebabu çok sevdüğünden çatlayana kadar yir.
b- Tafık düşünüp ortayu bulamaz bastuma bitecek diye ya az yir yada
bastumayu hiç bitivemeyecek diye zığır gibi yir ve hastaneye kaldurula
c- Ehmet guyu kebabunu yirken Tafık kebap sonsuz diye mal gibi bakar aç kalu ya da bitecek
diye korkuvörü Ehmet’i döver kebabu yir.
d- Tafık guyu kebabuyla,bastuma zorunlu bağlantıluysa 1 kile guyu kebabu ve yarım kile
bastuma yir.emme bağlantı zorunlu değilse Tafık bastumayla, guyu kebabu arasunda yine
çelişkide kalmaz çok sevdüğünden
yine aynı miktarda yir..
12- Aşağdakılarığ hankısı ötekinden farkluudun?
a- Pıtpıt hamullusu
b- Cizleme
c- Kül çöreği
d- Gaygana
e- Cazu balı
64
13- Seyin ile Satu’nun hızlaru aynu olup Olukbaşu’ndan Canoğlu’na gada yarum
sahatte,Canoğlu’ndan kışla parkına ise on dakkada vamaktaladu. Seyin Olukbaşı’ndan
zabah sahat onda aşşağu doğru yola çıkmuş, Satu ise aynu anda Gışla parkundan
yukarıya yola çımuşdu.seyün ile satu aynu anda canoğluna vaduklaruna göre yolda
nolmuşdu?
a- Seyin bi cüğara içiyin kimse görmeden diye arga yoldan gitmüşdü
b- Satı geçeyken mikrosa gitmiş,yürüyen merdivene binip yukaru çıkup geri aşşağu inmüşdü
c- Seyin yolda hamdi yi görmüş,iki laflamuşladu
d- Satu goşa goşa gitmüşdü
e- Seyin çaya düşmüşdü
14- Ehmedin kümesinde yedi dogu sekiz horuz onüç toğuk, Züttü’nün kümesindeyse altı
dogu beş gaz yedi horuz vadu. Ehmed’in kümesindeki dogulardan biri hastalandıysa
Züttü’nüng kümesindeki horuzların gaçı gırmuzudu?
a) Beşi
b) Sayılmaya garışuk
c) Hiçbiri
d) Hepsi
e) Şişe galsın hepside
15- Şerif gızınan gardaşı iprem böyük bi ilyene su doldurup oynayacakladu. 1. musluk
ilyeni 3 dakkada 2. musluk 5 dakkada dolduru. Bunna oynayoz deye musluğun birini
açıp birini kapadularısa ilyen gaç dakkada dolar?
a) Öcük sona dolar
b) 10-15 dakkayı bulu
c) İlyen daşar
d) İlyen dölük hiç dolmaz
e) Anaları suyunan oynamang canını yimeyesile deye ikisinide döğer ilyenide devürü.
16- Hobulo köyününg ibileri cokcoklayamı cokcoklamaya mı?
Yokarıdaki cümlede anadılmak isdenen nedü?
a) İbilerin Gastamonu’daki önemi
b) İbile neye çoklar ki ?
c) Banduma edeceyüz de ibi araşduruyoz.
d) Tilki filen gelüde sesleri çıkmaya canını yiyesilering.
e) Herif gafayı yimiş ne dedüğünü bilmeya
17- Yaşar`ın garısıynan arası bozukdu. Yaşar garısından özür dilemek için eve geliyeken
tarladan ot goparu emme yaşarın garısı barmağına dakıcak bişey istemektedü. Yaşar
otu garısına verince depmuğü yer. Bundan sona yaşar gendü gendüne ne yapsam diye
düşünü.Yaşar ne yapmalu?
a-Yaşar yaşamamalu
b-Guyumcudan yüzuk almalu, garısına gostermelü emme vermemelü
c-Gendüsüne başka bi garı bulmalu
d-Nasrullaha gidip su içmelü
e-Garısına gidip kopek gibi yalvarmalu, garısı affedince de evi terketmelü
65
KAYNAKÇA
http://kastamonuca.blogspot.com.tr/
http://kastamonuluyuzbiz.blogcu.com/kastamonu-sivesi-ile-yazilmis-oss-sorulari/5098730
66

Benzer belgeler