TARİFSİZLİK Çoğu duygunun önemini yitirdiği bir zamandayız

Transkript

TARİFSİZLİK Çoğu duygunun önemini yitirdiği bir zamandayız
SAYI:3 MAYIS 2013
HAYAL ETTİKÇE
ÇIKAR
KASTAMONU GÖL ANADOLU ÖĞRETMEN LİSESİ KÜLTÜR EDEBİYAT BİLİM VE SANAT DERGİSİ
TARİFSİZLİK
Çoğu duygunun önemini yitirdiği bir
zamandayız. Sadece menfaatin değerli kılındığı
bir zaman. Gençlik olarak duygularımızı
harcıyoruz. Sevgimizi, nefretimizi öfkemizi boş
yere tüketiyoruz. Bu durum insanlar arasındaki
güven bağlarını tek tek yıkıyor. Bize bir fincan
kahvenin kırk yıllık hatırını tek kalemde
sildiriyor. Öyle ki genç nesiller artık ne vefakâr
ne de fedakârlar… Amaçlarını belirleyemeyen,
rüzgara göre hareket eden varlık gibiler.
Başkasına bağımlı. Ruhları karmaşayla dolu. Ne
istediklerini
bilemiyorlar.
Kendilerini
tanımıyorlar.
Gelecekten
bir
beklenti
varsa
beklentilerin karşılanabilmesi için gençlerin
kendilerini tanımalarına izin verilmelidir.
DİLVİN TİRYAKİ 12/B
DELİLİK VE YAZI
İnsan nasıl yazmayabilir? Ya da yazmadan
nasıl durabilir? Düşüncenin göstergesi değil
midir yazı? Hayır, bence değildir. İnsan yazı
yazmadan da durabilir. Düşünce demiştik. Bir
çok yolu yok mu zaten düşünce ifade etmenin?
Gözler, eller, sözcükler … Hepsi ifade etmez mi
bizi ? Yazı yazmamak değildir insanı deli
edebilen, ifade olunamamaktır.
Yazı bütün duyguları barındırmaz. Ben
kızgınlığımı, sevincimi, hüznümü, heyecanımı ya
da coşkumu nasıl ifade edebilirim yazıda? Şimdi
içinizden hepsinin bir yolu var diyenler
olduğunun hissediyorum. Ama yoktur bence.
Belki
düşünce
uyanabilir
ama
duygu
hissedilemez. Neyse asıl konumuza dönelim ,
”İnsan yazmazsa deli olabilir mi? ” . Deli olması
için yazıya öyle tutkulu bağlanmalı ki her şeyini
yazıda bulmalı. Belki vardır öyle insanlar hatta
çoktur sayıları. Ama hani nerede? Ben kendi
adıma konuşuyorum :Yazı yazmadığı için deli
olan birini görmedim. Görebileceğimi ya da
kendimin olabileceğini de düşünmüyorum.
Uzun lafın kısası yazı yazmamak deli
olabilmek için bir sebep değildir.
İREM ÇATAL 11/C
isimsiz şiir
herkes farklı maskeler
takar oldu yanı başımda
tanımaz oldum kimseleri
yalanlar dolaşır oldu başımda
palyaço güldürürken herkesi
neden kendi sevinip gülemez?
dışarıdaki rengarenk maskesi
kalplerindeki karanlığı örtemez
BURAKCAN İZMİRLİ 11/B
AĞLASAM
“Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda? Dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle?” sadece
iki mısra mıdır size sunulmuş? Yoksa yardım çığlığı mıdır tüm şairler adına?
Şiir okumak ile şiir yazmak arasında fark vardır. Okuyup geçmekle yazarla empati kurmak hiç bir olur
mu? Herkes şiir okumuştur. Herkes şiirden etkilenmiştir, kendinde anlam çıkarmıştır. Peki kaç kişi kendini
bırakıp da şairi dinlemiştir. Onun sıkıntısını duymaya çalışmıştır. Yoksa şair hiçbir tasası olmayan zengin bir
insan mıdır? Hayır! Şair hiçbir dizesini sizi düşünerek yazmaz. Kendi acısıdır, aşkıdır anlattığı. Sadece “ ben”
öznesini çıkartır ve “sen” öznesini sunar size. Ve biz de okuruz, ağlarız, sızlarız. Peki şair, o ne yapıyor? Sizi
üzmek mi amacı? Sizi biçare bırakmak, hatalarını yüzümüne vurmak mı? Şair siner bir köşeye. Mutluluğunu
da üzüntüsünü de içinde yaşar. Yaşadığı her şeyi imgeli bir dille örter. Kendi gerçeğini kapatır. Utanır belki,
belki sizi düşünür. Hani ilham geldi gökten derler. Aslında her bir dize içlerinde kopan fırtınalarda bağıran
martı sesleridir. Geçmişin yüzüdür onlar. Şair kelimelerle ağlar. Onun hıçkırığı şiiridir. Ve kim kendini
düşünmeyi bırakıp şairin kelimelerine, çağrısına odaklanırsa o zaman görür, onu teselli eder, anlamaya çalışır,
sırtını okşar. İşte okuyucunun asıl görevi budur.
Sonuç olarak, yazarın, şairin ağlaması duyulur, hıçkırıkları her tarafı sarar. Ama sessizdir, duymasını
bilene. Kulakla değil, kalple duyulur akılla duyulur ve hissedilir.
BU DA GEÇER
NURAN İZBELİ 9/E
Birçok şey yaşamışımdır hayatımda. Ama
sadece iki şey tamamını etkilemiştir hayatımın. Biri
henüz duygularımla anlatamadığım dünyaya gözlerimi
açtığım gün. Diğeri bir daha yaşayamadığım ama
korktuğum veda günü.
İkisi arasında geçen zaman diliminde öyle
şeyler gördüm ki. Tüm yaşanabilecek duygular türlü
imtihanlardan geçtim hayat yolunda. Tüm bunların
bende bıraktığı tek iyi etki birkaç formüldü aslında.
Birincisi Pollyanacılıktı. Sevinmekti her şeye, iyi
yanını görmekti. Sonucunda her şey doğmamla başladı.
Yürümem,koşmam,oynamam…Tüm bunlardır bizi
hayata bağlayan. Her şey bu mükemmel olayla başlar.
Yeni alınmış bir kalem gibi birçok şey yazacaktır hayat
defterine. İkincisi ise ölüme alışmaktı. Zaten gelecekti
alışsak da alışmasak da. Şu açıdan bakarsak tüm
acılardan kurtulmanın formülüdür ölüm aynı zamanda
bizi korkutan geride bırakılanlardır ama unutma ki
senden önce gidenler de vardı. Bu bir konun ki
değiştirilmez böyle geldi böyle geçecek hayat. Aslında
ben hayatımın formülünü buldum bu iki noktada.
Doğumla ölüm arasında.
Formülüm bir cümle aslında. Hepsini anlatan
iki kelime.Hayatı ve ölümü birleştiren bir payda. Bu da
geçer diyorum ben hayatın aslına .
BURCU ÇAĞLA ÜNAL 11/A
HAİKU
HAİKU
HAİKU
HAİKU
Ormanda rüzgar
Estirir durur beni
Aynı sen gibi
Bu gece böldüm
Fevkalade uykumu
Sırf senin için
Ateşten yolda
Buzdan bir bisikleti
Kullanan olmaz
Kör olmuş geçmiş
Yaşamın dizeleri
Diz çök önünde
BURAK
ALİUSTAOĞLU
10/D
MEHMET
BATUHAN
YALÇIN 10/D
TUĞBA ESKİ
ESMA MELEK
CEBECİ 10/D
10/D
2
AĞLASAM
“Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda? Dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle?” sadece
iki mısra mıdır size sunulmuş? Yoksa yardım çığlığı mıdır tüm şairler adına?
Şiir okumak ile şiir yazmak arasında fark vardır. Okuyup geçmekle yazarla empati kurmak hiç bir olur
mu? Herkes şiir okumuştur. Herkes şiirden etkilenmiştir, kendinde anlam çıkarmıştır. Peki kaç kişi kendini
bırakıp da şairi dinlemiştir. Onun sıkıntısını duymaya çalışmıştır. Yoksa şair hiçbir tasası olmayan zengin bir
insan mıdır? Hayır! Şair hiçbir dizesini sizi düşünerek yazmaz. Kendi acısıdır, aşkıdır anlattığı. Sadece “ ben”
öznesini çıkartır ve “sen” öznesini sunar size. Ve biz de okuruz, ağlarız, sızlarız. Peki şair, o ne yapıyor? Sizi
üzmek mi amacı? Sizi biçare bırakmak, hatalarını yüzümüne vurmak mı? Şair siner bir köşeye. Mutluluğunu
da üzüntüsünü de içinde yaşar. Yaşadığı her şeyi imgeli bir dille örter. Kendi gerçeğini kapatır. Utanır belki,
belki sizi düşünür. Hani ilham geldi gökten derler. Aslında her bir dize içlerinde kopan fırtınalarda bağıran
martı sesleridir. Geçmişin yüzüdür onlar. Şair kelimelerle ağlar. Onun hıçkırığı şiiridir. Ve kim kendini
düşünmeyi bırakıp şairin kelimelerine, çağrısına odaklanırsa o zaman görür, onu teselli eder, anlamaya çalışır,
sırtını okşar. İşte okuyucunun asıl görevi budur.
Sonuç olarak, yazarın, şairin ağlaması duyulur, hıçkırıkları her tarafı sarar. Ama sessizdir, duymasını
bilene. Kulakla değil, kalple duyulur akılla duyulur ve hissedilir.
BU DA GEÇER
NURAN İZBELİ 9/E
Birçok şey yaşamışımdır hayatımda. Ama
sadece iki şey tamamını etkilemiştir hayatımın. Biri
henüz duygularımla anlatamadığım dünyaya gözlerimi
açtığım gün. Diğeri bir daha yaşayamadığım ama
korktuğum veda günü.
İkisi arasında geçen zaman diliminde öyle
şeyler gördüm ki. Tüm yaşanabilecek duygular türlü
imtihanlardan geçtim hayat yolunda. Tüm bunların
bende bıraktığı tek iyi etki birkaç formüldü aslında.
Birincisi Pollyanacılıktı. Sevinmekti her şeye, iyi
yanını görmekti. Sonucunda her şey doğmamla başladı.
Yürümem,koşmam,oynamam…Tüm bunlardır bizi
hayata bağlayan. Her şey bu mükemmel olayla başlar.
Yeni alınmış bir kalem gibi birçok şey yazacaktır hayat
defterine. İkincisi ise ölüme alışmaktı. Zaten gelecekti
alışsak da alışmasak da. Şu açıdan bakarsak tüm
acılardan kurtulmanın formülüdür ölüm aynı zamanda
bizi korkutan geride bırakılanlardır ama unutma ki
senden önce gidenler de vardı. Bu bir konun ki
değiştirilmez böyle geldi böyle geçecek hayat. Aslında
ben hayatımın formülünü buldum bu iki noktada.
Doğumla ölüm arasında.
Formülüm bir cümle aslında. Hepsini anlatan
iki kelime.Hayatı ve ölümü birleştiren bir payda. Bu da
geçer diyorum ben hayatın aslına .
BURCU ÇAĞLA ÜNAL 11/A
HAİKU
HAİKU
HAİKU
HAİKU
Ormanda rüzgar
Estirir durur beni
Aynı sen gibi
Bu gece böldüm
Fevkalade uykumu
Sırf senin için
Ateşten yolda
Buzdan bir bisikleti
Kullanan olmaz
Kör olmuş geçmiş
Yaşamın dizeleri
Diz çök önünde
BURAK
ALİUSTAOĞLU
10/D
MEHMET
BATUHAN
YALÇIN 10/D
TUĞBA ESKİ
ESMA MELEK
CEBECİ 10/D
10/D
2
UN NİÇİN ÇOK TEHLİKELİ BİR PATLAYICIDIR?
Tarihte kayda geçen ilk un patlaması 1785 yılında İtalya'da Turiri'de bir ekmek fırınında, bir lambanın un
tozunu tutuşturması sonucu oldu. Ölüme ve fazla zarara yol açmayan bu patlamadan sonra konu unutuldu gitti. Modern
günlerimizin başlangıcında, insanlık tarihinin ana gıdası ekmeğimizin en önemli girdisi olan unun çok ciddi bir şekilde
yanarak patlayabileceğini kime söyleseniz herhalde şaka kabul eder gülerdi. 1981'de ABD'de büyük bir hububat silosu
infilak edip, 9 kişi ölüp, 30 kişi de yaralanınca gülmeler durdu. 1988'de hububat bulunan yerlere belirli bir emniyet
standardı getiren kuralların uygulanmasına başlanılmasına rağmen 90'lı yıllarda sadece ABD'de undan kaynaklanan
ortalama yılda 13 patlama oldu.
Peki nasıl oluyor da un bu kadar tehlikeli bir şekilde patlayabiliyor? Sebebi basit. Çünkü o bir karbonhidrat.
Havada toz olarak asılı duran karbonhidratın miktarı, bir metreküpte 50 gramı aşınca herhangi bir şekilde
tutuşturulduğunda patlar. Un tozları o kadar küçüktür ki, anında yanar ve bu yangın diğerlerine zincirleme yayılır. Bu
da toz bulutunda, ortama da bağlı olarak, patlayıcı bir güç oluşturur. Benzer durum şeker, puding ve hatta çok ince
testere talaşlarında bile oluşabilir.
Bir yangının çıkması için üç şeyin bir arada olması gerekir. Hava (içindeki oksijen), yanıcı madde (burada un
oluyor) ve tutuşturucu. Silolarda insanların çalıştıkları yerlerde tutuşmak için gereken metreküpte en az 50 gram un tozu
miktarına pek ulaşılamaz. Tabii burada unutulmaması gereken patlamaya sebep verenin yanıcı maddenin havada asılı
duran toz miktarı olduğudur, yoksa yere serilen unda böyle bir tehlike yoktur.
Silolarda tutuşmaya sebep olan şeyler, bilinçsizce yapılan bir kaynak, bir kesme işlemi, sigara, asansörler ve
konveyörlerin mekanizmalarından çıkan kıvılcımlar
olabilir. Şüphesiz ortamın da çok önemi vardır. Patlamanın yarattığı büyük basınç boşalacak yer bulamazsa binayı bile
yıkabilir. Açık havada ise patlama olmaz ama yine de tehlikeli bir alevlenme olur.
Hanımlar, endişelenmeyin, kurabiye veya börek yapmak için aldığınız bir kilo undan 50 gramı havaya uçmaz.
Bu olay için tonlarca un gerekir. Hamur yoğurmak için balkona çıkmanıza hiç gerek yok!
DEVELERİN HÖRGÜÇLERİNDE NE VAR?
Devenin ana yurdu Kuzey Amerika'dır. Tarih içinde oradan Güney Amerika ve Asya'ya yayılmış, Kuzey
Amerika kıtasında ise zamanla yok olmuştur. Güney Amerika'daki lama, alpaka (bir cins koyun), guanako (lamanın
irisi) gibi hayvanlar devenin akrabaları sayılabilirler.
Yaşadıkları kum fırtınalarına ve diğer olumsuz şartlara uyabilmek için iki sıra koruyucu kirpikleri ve tüylü kulak
delikleri oluşmuş, burun deliklerini açıp kapayabilme, çok uzaktan görebilme ve koku alabilme yeteneklerine sahip
olmuşlardır.
Develerin tek hörgüçlülerine Arap devesi, çift hörgüçlülerine ise Baktriane (Bactrian) devesi adı verilir.
Baktriane Afganistan'ın kuzeyinde bir yer olup bugün adı pek bilinmemesine rağmen çok çeşitli medeniyet ve kültürlere
ev sahipliği yapmış, çok önemli tarihi geçmişi olan bir bölgedir.
Her iki cins deve de yük hayvanı olarak kullanılırlar. Çift hörgüçlü deve daha yavaştır (3-5 kilometre/saat) ama
bir günde kervan içinde durmadan 50 kilometre yol gidebilir. Hörgücünün tepesine kadar olan yüksekliği 2 metre iken
Arap devesinin sadece bacak yüksekliği neredeyse 2 metredir. Arap devesi 18 saat boyunca saatte 13-16 kilometre hızla
yol alabilir. Develerin yük hayvanı olmalarının yanında etlerinden, sütlerinden, yünlerinden ve derilerinden de
faydalanılır.
Genelde develerin hörgüçlerinde su olduğuna, bu sayede çöllerde uzun süreli yolculuklara bu kadar dayanıklı
olduklarına inanılır ama gerçek bu değildir. Öyle olsaydı deve vücudundan su tükettikçe hörgücünün de bir balon gibi
porsuyup inmesi gerekirdi.
Develerin hörgüçlerinde sadece yağ bulunur. Burası 30-35 kilogramlık bir yağ deposudur. Genellikle bir çok
hayvan ilerde enerji kaynağı olarak kullanmak üzere vücudunda yağ depolar ama develer bunu hörgüçlerinde yaparlar.
Yiyecek bulamadıkları zaman buradan faydalanırlar. Hörgücün bir ikinci işlevi de deveyi çölün kızgın güneşinden
korumasıdır.
Develer zaten çölde suya az gereksinim duyarlar. 40 dereceyi bulan sıcaklıklarda iki haftaya yakın susuz
kalabilirler. Burun mukozaları insana göre 100 kat daha büyüktür. Bu sayede nefes verirken havada bulunan nemin üçte
ikisini geri kazanabilirler.
Bir devenin vücudundaki toplam suyun yüzde 22'sinin kaybı halinde karnı çekilir, kasları büzüşür ama bu, onun
performansını çok etkilemez. Buna karşın bir insan vücudundaki suyun yüzde 5'ini kaybedince görme duyusunda
azalma başlar, yüzde 12'sini kaybedince de ölebilir.
Develerin susuzluğa dayanıklı olmalarının nedeni su kayıplarının büyük bir kısmının dokularındaki sudan
olması, kandaki suyun pek etkilenmemesidir. Ancak bütün bu özelliklere rağmen susuzluğa dayanma rekoru develerde
değil, farelerdedir. Bu konuda zürafa da her ikisiyle yarışabilir.
Yeri gelmişken develerin bir başka özelliğine de değinelim. Hayvanlar arasında sadece deve, kedi ve zürafa
önce sağ taraftaki ön ve arka ayaklarını, sonra sol taraftakileri atarak yürürler. Yani sol - sağ şeklinde değil sol - sol, sağ
-sağ şeklinde. Hatta şiirdeki aruz vezninin ritminin Arap yarımadasındaki develerin bu yürüyüşlerindeki ritimden
doğduğu bile rivayet edilir. KAYNAK:TAMER KORUGAN,LUZUMSUZ BİLGİLER ANSİKLOPEDİSİ.
4
ZAMAN DENEN SOYTARI
Zaman…Ruhlara bağlı bir soytarı.Ruhlara göre şekil, kıyafet
ve uzunluk değiştiren el ulağı.Ruhlar labirentinde ilerleyen,
yollara göre yön değiştiren bir yolcu.Adeta ruhların kölesi
olmuş.Ruhlar isterse kısa isterse uzun.
Mesela bir hediye bekleyen bir çocukla gurbete gitmeye
hazırlanan birinin zamanı eşit midir? Hayır!Çocuk ne kadar
beklese de zaman geçmez.Ama gurbete gidecek biri için zaman
çabucak geçiverir.Kuşatma halindeki şehir ile kuşatma yapan
şehrin zamanı eşit değildir.Sanırım…
Ama tüm bunlara rağmen bize içinde iyi kötü espriler
katarak doğruyu yansıtır.Bu doğrular kimsenin hoşuna
gitmeyebilir ama bir laf vardır:”Gerçekler acıdır.”
Zaman bir soytarıdır ve bize her zaman esprilerle olmasa da
doğruyu gösterir…
M.BATUHAN YALÇIN 10/D
KARAR SENİN
Hayat önündeki seçeneklerdir.
Hep karşına çıkıp bir yol seçmeni
isterler senden. Çok iyi düşünüp tercih
etmek gerekir. Yoksa geride bıraktığın
seçenekler er ya da geç öcünü alır, seni
hiç dinlemeden.
Seçimlerini beynin mi belirler
kalbin mi? Beyin mantıkla olanı seçer,
öncesini
ve sonrasını
sonuçları
düşünerek doğruyu bulmaya çalışır.
Kalpse o an istediğini kimsenin ne
düşüneceğini umursamadan hangisiyle
karar vereceğini sen belirlersin.
Mantıksız olanı seçip mutlu olmak mı
mantıklı olanı seçip istemediğin bir
hayat yaşamak mı? Evet bunu sen
seçeceksin zor değil mi? Bir seçim
yaptıktan sonra, o yola devam etmekte
kolay olmasa gerek. Bence çoğu insan
az
da
olsa
pişmanlık
duyar
kararlarından.Hep bir ukte kalır içinde.
Keşkelerle donanır aklı.Hatta ne
kazandığından
çok,ne
kaybettiği
düşünür. Bazen kendine kızar içten
içten, kimseye belli etmese de
değiştirmek ister tercihlerini.Herkesi
her şeyi bırakıp gitmek ister
sessizce.Kimseye haber vermeden,
belki bavulunu bile toplamadan. Fakat
bu
kadar
kolay
mı
gitmek?
Düşünüyorum da eğer şu an arzuladığın
yoldan gitseydin gerçekten mutlu olur
muydun? Yoksa yine özlem duyar
mıydın o seçmediğin seçeneğe?
Bak yine beyinleri tırmalayan
soru
işaretleri,bitmek
tükenmek
bilmeyen yol ayrımları ve dahi niceleri
bizleri bekler küçücük hayatlarımızın
tek avunağı geleceğimizde
ESMA MELEK CEBECİ 10/D
MİNİMAL ÖYKÜ-GÖKDELEN
Gökdelenin karşısında bahçeli bir ev
varmış. Gökdelenin pencerelerinden bahçenin
çimlerine ışık geliyormuş yani çimleri
sarartıyormuş. Evin sahibi gökdelen yıkılsın
diye beddua etmiş. Ertesi gün büyük bir
deprem olmuş. Hem gökdelen hem de kendi
evi yıkılmış.
R.ULAŞ KILIÇARSLAN 10/A
5
HAYATIN ANLAMI
Hayat insana öyle farklı yollar yollar çıkarır ki. Her an ne olacağını bilemezsin Bazen bir bakmışsın
sana bir fırsat sunuyor.Tam dersin işte şans ama bir de ne göresin o an bitmiş.Fırsatın elinden kayıp
gitmiştir.Bu yüzden hayat suya suya yazı yazmak gibidir.Bir anlık görürsün sonrası
yoktur.Beklentilerimiz,gelecek hesaplarımız vardır.İşte bir sürü karmakarışık düşüncelerimiz.
Bazen hayatımız hep aynı olaylarla,aynı işlerle geçerken deriz ki :Benim hayatım bir doğru gibi hep
aynı ama düşünen var mıdır acaba o doğru hep mi düz gidiyor.Yaşamımız eğer el ile çizilen bir çizgiyse
elbet sapmalar,küçük kaymalar olacaktır.Hep sabit bir hayatımız olsaydı hayattan ne anlardık.Mesela
aralıksız hep okula gidip,ders çalışsak başka bir şey yapmasak hayatın bir anlamı olur muydu o zaman.Bu
yüzden hep aynı giden bir doğru değildir.Yaşantımızda acı-tatlı,sevinçli-hüzünlü günlerimiz olacaktır ve
sabit değiliz.Sonuna kadar aynı iş ve olaylarla kalmayı yapamayız.
Günlerimiz geçtikçe bir sürü olayımız birçok anımız olur. Bunlar birbiri ardına gelip geçtikçe
hayatımızın tekrar başa döndüğü, aynı şeylere vardığımız hissine kapılabiliriz. Ama bence böyle olmamalı.
Mesela yaptığımız bir işin sonuna gelince birden başa dönsek ne amacı kalır o zaman. Evet gerçek
dünyamızda bunu gösterebiliriz. Örneğin insanlar yaşlanınca yeniden dişi çıkar,bakıma muhtaç olurlar.Bu
hallerini ilk baştaki bebeklik hallerine benzetebiliriz ama bu fiziksel olaraktır yani
duygularımız,hayallerimiz hiçbir zaman tekrar başa dönmez.Bu yüzden hayatımız başa dönen bir çembere
de benzemez ve benzememelidir de.Benzerse bilin ki boşa yaşamışsınızdır.
Hayattan zevk almak, mutlu olmak varken neden hayatımızı bir çember veya doğruyla
kısıtlayalım.Bırakın hayat olduğu gibi sürsün.İnişli-çıkışlı farklı duygularla kaplı olsun.Yeni
hayallerimizden hiç vazgeçmeyelim.Hep durgun değil heyecan verici bir hayatı umut edelim.Kendimizin
kim olduğunu artık anlayalım.Bu yüzdendir ki hayat ne doğruya benzer ne de çembere.Hayat insanın
kendisini tanıyabilmesidir ve bir şeyler hissedip,hayalini kurmasıdır.Peki o zaman siz hayatınızı hala daha
sınırlandırmak istiyor musunuz?
SALİH GÜDÜKOĞLU 10/B
KAZANMAK VE KAYBETMEK
İnsanoğlu her zaman kazanmak ister.Başarısızlığa tahammül edemez.Başarısızlık karşısında çok
üzülür,hayatını zindana çevirir.Başarısızlığı kendine asla yakıştıramaz.Bu kaybetme karşısında suçu
kendinde arayacağı yerde başka kimselerde arar.Asla suçun kendinde olduğunu kabul etmez.
Kimse başarısız olabileceğini düşünmez örneğin sınavdan düşük not aldığımızda “ Hoca , az puan
vermiş ! “ deriz.Oysa ki güzel bir not alsaydık “Yüksek not aldım!”deriz . Bu insanın doğasında vardır
Spor turnuvalarına katılırız.Eğer kazanırsak “Güzel yarıştım ve kazandım!” deriz.Oysa elenirsek
“Beni elediler.Torpil yaptılar.Benim yerime başkasını aldılar!” gibi başkalarını suçlayıcı cümleler kullanırız.
Hiç kimse kaybetmeyi yenilgiyi kabul etmez edemez.Eğer bir başarı elde etmişse kendisi çalışmış
çabalamış ve kazanmıştır oysa yenilmişe suçu başkalarına devirir.Bu da en büyük hatalardan biridir.
Bir insan yenilgiyi kabul edebilmeli her zaman kendisinin kazanamayacağını anlayabilmelidir.Bunu
anlamış olmak bir olgunluktur.Hayatta her zaman başarılı olursan,başarısızlığın verdiği o hüznü,acıyı hırsa
gelme gibi duygular tadamazsınız her zaman yenilirsen,kaybedersen başarının verdiği tadı anlayamazsın.
İnsanoğlu kazanmayı da kaybetmeyi de bilmelidir , başarılı olduğunda kendini övüp , başarısız
olduğunda da başkalarını suçlamamayı öğrenmelidir .
SİNEM AKİL 11/A
HAYAT VE GURBET
Çocuk doğunca anne evinde anne kucağındadır. Temel bilgileri,ahlaki kuralları ondan
öğrenir.Fiziken gelişip kullanabilmeye başladığı zaman okul derken koşuşturma başlar,yavaş yavaş aileden
ayrılmaya,uzaklaşmaya başlar.
Hem dünyevi hem ahret düşüncesinde bebek daha beşikteyken gurbete çıkmıştır,sılayı özler.Anne
kucağından,sıcacık yuvadan ayrı kalır.Uzakta olmak aradaki ,ipleri bir süre sıkılaştırsa da,ayrılık uzadıkça ip
de uzar ve yavaş yavaş bollaşır,zamanla incelir ve hatta kopabilir.Evinden uzakta herkes gurbettedir.
Gurbet hayattır.İnsan doğup dünyaya gelmesi de gurbete gelmesidir ve ölümü bizler bu yüzden yeni bir
başlangıç sayarız. AYŞE CEREN AYDİL 10/D
6
SATRANÇ,HIZ VE ÖLÜM
SANTRANÇ HAYATTIR
Bir insanın hayatı ölüme karşı satranç oynamaya benzer. Doğduğunda
oyuna başlamış olursun. Beyaz olma istersin. Ölümün bir adım önüne geçmek
için ama ister beyaz ol ister siyah ol ölüm her zaman bir adım öndedir. Ölümün
bir adım önde olması için zaman var bir kere . Zaman geçtikçe ölüm yaklaşır.
Oyunda en önce piyonlarını öne sürersin. Piyonların değeri az diye.
Sonra ölümde bir hamle yapar aynı hastalık gibi. İçine girmeye çalışır.İçinden
başlayıp seni bitirmek için.Sıra sendedir
Saldırıya karşılık saldırı ile cevap vermek istersin. Atını yani
antibiyotiğini kullanırsın. Bu kez saldırısını azaltır yokmuş gibi davranır. Bir
köşeye saklanmış uygun zamanı bekler. Sıra ölümdedir. Atağa kalkmaz.
Kendini belli etmeyecek küçük hamleler yapar. Aynı grip gibi.Biraz saldırır
sonra geri çekilir. Ama seni yorgun düşürür. Sen piyonlarını ileri sürmeye
devam edersin, sonunda değersiz dediğin piyonlar kalmamıştır. Diğer taşların
korunmasızdır.
Ölüm artık yeneceğini anlamıştır. Artık seninle dalga geçer. Durmadan
seni tehdit eder. Aynı kalp krizi gibi Senin yapacağın hamleler azalmıştır. Ne
kadar daha dayanabilirim diye düşünmeye başlarsın. Taşların azalmıştır.
Sonunda vezirin kalmıştır sadece senin
Taşların azalmıştır sonunda bir vezirin kalmıştır. Yani eşin. Ölümün
birkaç hamlesine dayanırsın. Ölüm bir hamle daha yapar. Ve vezirini alır. Artık
dayanacak gücün kalmamıştır dayanacağın destek olacağın biride.Ölüm seni
süründürmeye başlar. Son hamleni yapar ve köşeye sıkışırsın . Ölüm mat
yapmıştır.Her zamanki gibi kazanmıştır.
Bütün canlılar ölümle
yaşamak için oyun içindedir.
Bu aynı bir satranç oyunu
gibidir.
Canlı kafasını kullanıp
her zaman ölümden bir adım
daha önde olmalıdır ve ölümün
ona yaklaşmasını engellemek
için ondan her zaman daha
önce bir strateji bulmalı ve
strateji
onunkinden
üstün
olmalıdır. Örneğin bir geyik
ölümle karşılaşmamak için her
zaman stratejisi
hız, vb.
özellikleriyle en hızlı avcıdan
daha üstün olmalıdır. Avcı ise
her gün en hızlı avdan daha
üstün olmalıdır. Bu yüzden
bütün canlılar hayatta yaşam
kavgası içindedir.Ölüm her an
kapımızda bizim oyunda en
strateji vb. bir çok yönden en
zayıf olmamızı kendine kurban
olarak görür.Her zaman av
avcı ilişkisi gibi zayıf olan av
oyunu kaybeder veya zayıf
olan avcı oyunu kaybeder. Bu
yüzden başkaları tarafından
ezilmemek için, her zaman
kendimizi
geliştirmeli
kendimize en uygun stratejiyi
seçmeliyiz.
Eğer
stratejimiz,
hızımız vb. özelliklerimiz
bakımından rakipten ne kadar
hızlı olursak yaşam yarışında
kolay kolay sırtımız yere
gelmez
UĞUR ÖZPİYAL
11/D
M.OĞUZ ŞEN 11/C
ÖLÜMLE SATRANÇ
Hayat ölümle oynanan satranç gibidir.O her zaman atak yapar seni mat etmeye çalışır.Sen de onun atakları
karşısında savunma yaparsın .Ama ölümü yenmek imkansızdır.Ancak uzatabilmek senin elinde . Oyunu uzatmanın en
iyi taktiği mutluluktur.Ne kadar mutlu olursan ölümün ataklarına karşı hamleler yapabilirsin
Hayatta mutlu olabilmen için şahı koruyan piyonlar gibi çok sayıda arkadaşların olmalıdır .Bu arkadaşlarınla
kale gibi sağlam dostluklar kurmalısın.Hayata her zaman düz değil bazen de fil gibi çapraz bakmalısın ki küçük
ayrıntıları da görebilesin böyle arkadaşlarınla birlikte vezir gibi seni her yönden gelen saldırılar karşısında koruyan
arkadaşlarında olmalı .Böyle arkadaşların olursa hep yanında olurlar, sana her sıkıntıda yardım ederler böylece mutlu
olursun
Mutlu insanlar hiçbir sıkıntı, hiçbir sağlık problemi yaşamazsın.Böylece ölümle oynanan satranç oyununu
uzatabilirsin. ALİ BEYTULLAH ÖZKAN 11/D
7
ÖLÜMDEN KAÇMAK, ÖLÜME KOŞMAK GİBİDİR
Ben buradayım sevgili
okuyucum sen
neredesin acaba?
OĞUZ ATAY
ALDANMAK
Kapının gıcırtısı
İçimi kaplar bir hüzün
Hatırlarım o an
Sana aldandığım anı.
Çeşmenin şırıltısı
Gelir bana gürül gürül
Hatırlarım o an
Sana aldandığım anı.
Yeni kesilmiş çimen kokusu
Hüzünlendirir beni
Hatırlarım o an
Sana aldandığım anı.
İlkbahar yaz sonbahar kış
Birbirini takip eder
Aldanmakta böyle
Aldandıkça aldanıyor insan.
FURKAN ASLAN HATIK
9/C
Bir dama tahtasının üzerine döktüğüm kandan çok
düşündüğüm ‘’Neden şimdi?’’ sorusuydu.Ve büyük ihtimal bu
soruyu cevaplayacak kadar zamanım bile olmayabilir
Her şey gibi gördüğüm bu basit oyunu hiç bu kadar önüme
geleceğine inanmazdım. İlk defa hayatımı düşündüğüm bu son
saniyelerde , heyecan ve korku terleri içinde çıkarabileceği en büyük
silahı nasıl oluşturabilirdim?Kaçmaya sığınmaktan başka bir çarem
olmaması ölümle savaşmaktan daha kötüydü. Çünkü her halükarda
yakalanacaktım
Her gözyaşım tedirginliğimi daha çok arttırmakla beraber en
büyük silahımı yok ediyordu.
İnsan olmamı ,bedenen değil ruhen insan olmamı hatırladım.
Mutlaka ölecektim. Hiç bir taktiğim Azrail’in gücünü
yenemezdi.Mutlu
olsam
bile…Öldüğüme
mutlu
olsam
bile…Sevsem sevilsem bile ölümün ilacı yoktu
Sonunda karar verdim.Köşeye sıkışmıştım.Kaçmaktan
.Kurtulmak için hiçbir yolum yoktu.
Haykıramıyordum.Sesimi kimse duymuyordu.Kimse bana yardım
etmiyordu.Olmadı.En sonunda sustum ve gözlerimi kapadım….
NİHAN FEYZA ÜNAL 11/C
64 KARELİ DUYGULAR
HİÇLİK
Piyonumu oynuyorum kurşun misali,
Dört kanatlı düşünceler vuruluyor;
Bulamıyor kimse katili
Büyüdükçe büyüyor kar,
Alev olup uçup gidiyor.
Çığlıklarımı yutmak
Nefesimi tutmak içimde
Ve seni anmak
Yanmak her gün,her gece.
Sonsuzluk şahı kalbim
Şimdi kan revan içinde
Ormanda kaybolmuş zihin
Paramparça hayalleri süpürüyor.
Aklımın yüreği perperişan
Kazma kürekle en derinde
Yalnızlık penceresinin karanlığı
Aydınlatmıyor zifiri sessizliği
Ölmemiş sessizliğin ruhu
Zalimce dans ediyor gözlerimde
Şansımın veziri de gökyüzünde
Zihnimin kaleleri çırpınıyor
İliklerime kadar işlemiş çaresizlik.
SERAY TAYMAZ 9/E
Tütmek soluk soluk
Sakinliğime yanmak
Ve seni büyütmek
Günden güne solmak.
Kalbimi sökmek
Lanet etmek gönlüme
Umarsızca yitmek
Şeffaf bir perde çekmek
gözlerime.
Ve ben kanıyorum durmadan
Ben ölüyorum, sakinim
Ben susuyorum usanmadan
Boşlukta uzanıyor ellerim.
GÖZDE KORKMAZ 11/A
"Söz vermiştim kendi kendime: yazı bile yazmayacaktım. yazı yazmak da hırstan başka
ne idi ? burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. hırs hiddet neme
gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kağıt kalem aldım oturdum. Ada'nın tenha
yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım
çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli
olacaktım." Sait Faik Abasıyanık,Haritada Bir Nokta.
sait faik abasıyanık* haritada bir nokta
8
GÜVEN
Sakin bir gecenin ortasında
Yabancı rüzgarların esiri olmuş insan
Gör, bak!
Kaldırımların dizleri ağarmış.
KARDAN ADAMIN KAYGISI
Güneşim çıktı
Beyazım daha beyaz
Rengimin derinliklerinde
Kuvvetli bir ayaz.
O gün masumiyet damarına vurulmuş kelepçe
Sessizliğin hıçkırıkları duyulmuş bir an
Dinle!
Sesi düğümlenmiş şarkıların.
Çorak vadilere yönelmiş
Eriyen bedenim
İçimden aklan Nil olsa
Neye yarar?
Anlayamadım yirmi birinci yüzyılın lisanını
Bulutların haykırışı mı korkutmuş insanları?
Hatırla!
Bu kadar çabuk mu çürürdü yaslandığın ağaç?
Sen hiç yerine beni koyup
Düne küstün mü?
Ayakta kalmak için
Ölene can verdin mi?
Sözler kalbi olmuş yalanların
Bir lokmaya gizlenmiş fırtınalar
Hadi sor!
Mutluluğun daim dostu, gözlerini kapayınca yok mu olmuş?
Artık daha çok yaklaşıyorum
Sonsuzluk sandığına
Bedenim bırakıyor kendini
Yalvarırcasına
Ilık bir nisan sabahının şakasıymış iki damla gözyaşı
Paslanan yüreklerde durmuş saniyeler
Anlat!
Yoksa doğruyu anlatamayan fırtınaya mı mahkum sözler?
Bırak elimi yaşam kaygısı
Hayallerimi bitirdin
Sevindireceğim diye herkesi
Bedenimi erittin.
Yere düşünce,
Dirsekleri kanamış hayallerin
Sadece sar!
Aranan mutluluk, her kan damlasında kaybeder olmuş insan.
Doğamamış henüz tohumun elleri
Beli bükülmüş yaşlı dedenin, nenenin anılarına sor
Ve dinle!
Güven kimin sesi?
KÜBRA ÖZKAN 10/A
YİNE VAKİTSİZ SONBAHAR
Vakitsiz oldu sonbahar
Döküldü hayaller, soldu
Kuşlar uçmaktan yoruldu.
Rüzgâr esmekten sıkıldı.
Vakitsiz oldu sonbahar,
Doyamadık geçen yaza…
Dün yakıyordu ya güneş,
Şimdi ağlıyor ağaçlar.
Vakitsiz oldu sonbahar
Sarardı yine umutlar
Yine gelecek bu yazlar
Ve hep, vakitsiz sonbahar…
MERTCAN DEMİRBAŞ 9/C
9
Kaybettiğim tüm umutlar
Ömrümden yitirdiğim
Müberra
Bir yudum yaşammış
DEMİRBAŞ
Saf kar taneleri gibi
9-B
Anladım!
Ben artık ben değilim
Kardan adam değilim ben
Gözyaşına döndüm
Selden, çamurdan, kaygıdan
GECE
Gece, uçsuz bucaksız bir uçurum
Sessizliğiyle çığlığımı bastıran
Hıçkırıklarımı, haykırışlarımı susturan
Hem de yalnızken hem de ağlarken
Belki de seni düşünmeden geçen ilk gece
Belki de sensiz ilk gece sensiz ve sessiz
Mehtapta benimle aynı fikirde
Suskun, hüzünlü ve sessiz
Bakışları da bir o kadar donuk
Anıları hatırlıyor olmalı o da
Benim gibi, sessizlik gibi, gece gibi ..
ESMA BÜŞRA ERDEM 11/C
YÜREĞİME SEN DÜŞÜNCE
Güneşsiz ruhumu sarar da durur
Müptelası olmuşumdur artık o aşkın
Kalbimin en ıssız girdaplarında
Ansızın ona kapılmışımdır
Uyusam rüyamda sen
Uyansam hayalimde sen
İnsan içinde olsam karşımda sen
Tek başıma kalsam gönlümde sen
Senden vakitsizce gelen ayrılığa
Sessizce selam verdim
Pervasızca kalbinde
Duruşumu özledim
GÖKLERDE BİR DÜŞ
Gökyüzünde bir çiçek açtı altı yapraklı
Her yaprağında farklı bir düş saklı
Kırmızı yaprak düştü gökyüzün giden avcuma
İçinde kapalı aşktan kaçan kaçana
Süpüremedim yalnızlığı kapımdan
Şimdi en güzel şiirlerimde
Kaleme adını sayıklatırım
Yüreğime sen düşünce
Turuncu yaprak uçtu gitti uzaklara
Belki de ayrılık yanıyordu kaçışlarında
Sarı da düştü göklerden toprağa
Biri bastı üstüne acısını atarcasına
BÜŞRANUR DOYMUŞ 11/D
Yeşil direndi kopmamak için delicesine
O da düştü rengini vermek istercesine
Mavi düş ise suyun üstünde dalgalandı
Özünde huzur ve sukunet vardı
Mor kelebek de düştü gökyüzünden
Arzu vardı her kanadında konduğu dallarda
Bir çıkmaz yolda korkusuz yürürcesine
Bir umut ışığı vardı çevresinde
Çiçeğin yaprakları dünyanın ruhuna karıştı
Tüm evrene büyülü rengini dağıttı
Ve her yağmurdan sonra bir düş olmak için
Gökyüzünün derinliklerine sessizce saklandı
MERVE KIMIL 10/D
10
HAYAT-MEMAT
Göz kapaklarını hafif indirirsen çok olur ninni söyleyenin, yatağını hazırlayanın. Başının altına
yumuşak yastık koyanın çok olur. Uyuyabildiğin kadar uzun sürekli uyu diye. Uyumak… İki türlüsü var bu
uyumanın.Birincisi hiçbir şey duymadan, mışıl mışıl uyumak. Yorganına yastığına; kafana göre dolanarak bir
kez bile gözlerini açıp kapamadan… İkincisi yarı uyumak. Uyuduğun halde bütün konuşulanlar ı duymak.
Başının ucuna kurduğun saate, etrafta mırıldananlara, kapının çalan ziline inat uyumak.Hayat bundan ibaret,
ya tam ya yarı uyumak.
Terazinin bir kefesindeyim ben hep.Terazinin bir ucunda yiyecek, diğer ucunda kütle varken elini kaşla
göz arası yiyecek kefesine koyan uyanık bakkalın terazisi gibi; hayatın terazisi.Bir kefedeyim, ben ve
ayarlanamayan denge.Hayat da bu işte…
Kırmızı kurdelesi, Işıl ışıl, yapışkanlı paketi kartondan genişçe kutusu olan bir kutu aslında hayat. Hep
göze süslü.Kurdeleyi açıp açılışı yaparsın. Paketi yırtıldıkça, kutusu çürüdükçe içindeki sürpriz gerçeği
anlarsın. Gözüne takılmış üst üste bir sürü gözlük hayat.Çıkartıp çıkartıp bakarsın istediğin kadar.Belki
görünce aldanırsın ama ne çare bakmak zorundasın.
Konuşmaya başladıkça kelimelerimiz intihara başlarsa, uzanırsa anlarız yerlere hayatta öylesine
konuşanlardan mıyız?Ne kadar uğraşımız, kime ne kadar hayrımız?
Hayır.Sen de ağzında tütmeyen sigarası olanı gördün mü ateşini tutuşturup dumanını yükseltince
teşekkür bekleyenlerden olamazsın!
EMİNE ÖZDEMİR 11/B
ŞİİRİN SESİ
Bazen bir hüzün kaplar insanın içini. Karanlık boşlukta kaybolmuş gibi hisseder. Ya da sevinç taşar
gözlerinden, yerinde duramaz. Bu iki duyguda insanın içindir. Önemli olan bu duyguların ifade ediliş
biçimidir. Kimileri davranışlarıyla anlatırken içindekini, kimileri üç beş satır yazı ya da birkaç mısra ile
anlatır. Mısralara dökemiyorsak bile bunu yapabilenleri anlayabiliriz.
Okuduğumuz kitap nasıl etkiliyorsa bizi, olayları biz yaşamışız gibi hissettiriyorsa, şiirler de aynı
etkiyi yaratabilir.
Öyle şairlerin öyle mısraları vardır ki tüylerimiz diken diken olur, şairin haykırışları duyulur içten…
Onunla konuşuyoruzdur aslında. Gönül gözümüz ve kulağımız açık oldukça da konuşmaya devam ederiz.
Gözlerimiz istediği kadar gezinsin o mısralarda, algılamadıktan sonra neye yarar?
Ancak bu algılama karşılıklıdır. Şair istediği kadar ağlasın, haykırsın mısralarında. İşitecek kulak,
görecek göz yoksa karşısında işte o zaman sesi boşlukta kalır, kaybolur…
Anlayan ise şairin ne acılar çektiğini, belki yağmurun altında hıçkırarak ağladığını bilir. Belki yavaş
yavaş mutluluk gözyaşları akıyordur gözlerinden.
Sözün özü; söylemesini bilene yarenlik eder mısralar, dinleyip anlamsını bilene yaverlik eder
mısralar…
SÜNDÜZ DEMİRCİ 10/B
HAYAT OYUNLARI
Hayat aslında tek başına bir oyundur. Tüm oyunlara benzer ama kendini korur. Hayat oyununun en
önemli özelliği ise asla aynı yere çıkmamasıdır. Her oyuncunun farklı özelliği vardır. Başlı başına ise belki
körebeye benzer. Bazen insanın gözü hiç bir şeyi görmez. Etrafında yardım edecek birini arar. Aradıklarıysa
ışığı kapatıp çoktan yan odaya kaçmaya başlamıştır. Hayatı körebe olarak yaşayanlar en çok ihanete
uğrayanlardandır. Belki saklambaca benzer. Belli bir süren vardır kaçmak için. Saklanırsın ve kaçarsın ama
gizlice ebelemek için uğraşırın. Saklambaç oynayanlarsa en korkanlardır. Belki hayat boma benzer bazıları
için. Bazı şeyleri söylemen yasaktır. Söylesen başın beladadır. Hayatı bom gibi yaşayanlarsa kapana
kısılanlardır. Belki de hayatta bazen aynı çember içinde geçiririz. Bazıları arkasını dönerken bazıları sıralarını
bekler. Herkes bir gün arkasına döner. Ama herkesin geri döndüğü anlar vardır. Dönüşler de gidişler kadar
sıralıdır. Aynı kutu kutu pensedeki gibi. Asla istediğini bulamayanlardandır. Hayat karşımıza tek bir oyun
çıkarabileceği gibi bu oyunların hepsine oyuncu yapabilir bizi. Böylece kazananlar belli olur. Hayat önümüze
çıkardığı en korkunç oyunsa köşe kapmacadır. Birisi her zaman fazladır. Hayatta yer almak o olmamak
önemlidir. Bu oyunda ise en acımasız olan kazanır. Hayat oyunun hiçbir kuralı olmayabilir. Yada en acımasız
kuralları içerebilir. Buna oyuncular karar verir.
AYYÜCE GENÇ 10/B
11
MASKELERİMİZ
Maske nedir ? Maske ,yüzümüzü saklayan kısa sürede olsa gerçeklerden kaçmamıza yarayan olağan üstü bir
buluştur.Tiyatronun sembolü bile maskedir! Peki maske nasıl bir şeydir?İyi midir,kötü müdür? Hayatımızdaki rolü
nedir? İnsanın kaç tane maskesi vardır?
Maskeler hem iyi hem de kötü şeylerdir.İyi şeylerdir çünkü bir süre için kimliğimizi saklamamıza yardımcı
olurlar.Düşünün,yanınızda hiç de haz etmediğiniz biri var.Bu benim başıma çok geldi.Onun o an dediği her söz,yaptığı
her hareket sinirime dokunur.Öyle anlarda en cana yakın maskemi alırım ve gülücükler saçarım.Tabi içimden de
maskenin mucidine sevgi ve saygılarımı da yollarım o ayrı.
Maskeler kötü şeylerdir çünkü bazen insanlar o maskelerin altına o kadar çok saklanırlar ki kendi benliklerini
kaybederler. Kim olduklarını, hayattan beklentilerini hayallerini… Hepsini maskelerinin altına saklayıp , onları gün
ışığından mahrum bırakılırlar.
İnsanın kaç maskesi vardır? Siz mimiklerinizi sayabilir misiniz? İşte ikisi eş değer sorular.İnsanın sayısız
maskesi vardır.Gün içinde sayısız duygu ve düşüncelere sahip oluyoruz çünkü.
Sonuç mu ? Sonuç atalarımızın da dediği gibi ‘‘Her şeyin azı karar çoğu zarar.’’ Yani tamam maskeniz olsun.
ama o maskelerin altında fazla kalırsanız bedelini benliğinizi kaybetmekle ödersiniz.
SENA TÜMER10/B
KASTAMONU GÖL ANADOLU ÖĞRETMEN LİSESİ KÜLTÜR EDEBİYAT BİLİM VE SANAT DERGİSİ
Sahibi:Göl Anadolu Öğretmen Lisesi Adına Okul Müdürü İsmail Küçükkahveci
Genel Yayın Yönetmeni: Yalçın Ulupınar-Edebiyat Öğretmeni
Yayın Kurulu: Emine Özdemir 11/B-Kübra Özkan 10/A-Zuhal Dilek 9/E-Ayşegül Münevver Görgülü 9/B,
Büşra Başkaya 10/B
İnceleme Kurulu:Özlem Köse-Edebiyat öğretmeni,Şenol Danışman- Edebiyat öğretmeni,Mustafa DoğrulMüdür Başyardımcısı
Dizgi:Ege Özdemir 10/B
İletişim:[email protected]
Tasarım: Yalçın Ulupınar
Hayal ettikçe bir yayımlanan bir dergidir.Özgün yazılarınızı,görüşlerinizi ve eleştirilerinizi
[email protected] adresine gönderebilirsiniz.Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
SAYI 3-MAYIS 2013
12

Benzer belgeler