bedri rahmi eyuboğlu`nun şiirlerinde görsellik

Transkript

bedri rahmi eyuboğlu`nun şiirlerinde görsellik
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı
Yeni Türk Edebiyatı Bilim Dalı
BEDRİ RAHMİ EYUBOĞLU’NUN ŞİİRLERİNDE GÖRSELLİK
Sıla Ozan
Yüksek Lisans Tezi
Ankara, 2011
BEDRİ RAHMİ EYUBOĞLU’NUN ŞİİRLERİNDE GÖRSELLİK
Sıla Ozan
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı
Yeni Türk Edebiyatı bilim Dalı
Yüksek Lisans Tezi
Ankara, 2011
KABUL VE ONAY
Sıla ozan tarafindan hazırlanan "Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun Şiirlerinde Görsellik" başlıklı
bu
çalışma, 17 Haziran 2011 tarihinde yapılan savunma smavı sonucunda başarıh bulunarak jürimiz
tarafindan Yüksek Lisans (Bilim
Uzııanlığı) tezi olarak kabul edilmiştir.
Prof. Dr. Bilge ERCILASUN (Başkan)
Prof. Dr. Auıoe DOĞAN
*
Doç. Dr. S. Dilek YALÇIN ÇELİK
Dr. Pelin
ŞAHN TEKINALP
Doç. Dr. G. Gonca GÖKALP ALPASLAN (Danışman)
Yukandaki imzaların adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım.
Prof. Dr. İrfan
ÇAKN
Enstitti Müdürü
eiı_olniıi
Hazırladığım tezin/raporun tamamen kendiçalışmam olduğunu ve her alıntıya kaynak
gösterdiğimitaahhüt eder, tezimin/raporumun kİğıt ve elektronik kopyalarının Hacettepe
üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü aşivlerinde aşağıda belirttiğim koşullarda
saklanmasına izin verdiğimi onaylarım:
q
Tezimin/Raporumun tamamı her yerden erişime açılabilir.
E]
Tezim/Raporum sadece Hacettepe Üniversitesiyerlşkelerinden erişime açılabilir.
r/
.
ı.rr*in/Raporum ,n
2.yıl
süreyle erişİme açılmasını istemiyorum. Bu sürenin
sonunda uzatma için başvuruda bulunmadığım takdirde, tezimin/raporumun tamamı her
yerden erişime açılabilir.
17+aziran2o11
Sıla ozan
<Y)
ÖZET
Ozan, Sıla, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Şiirlerinde Görsellik, Yüksek Lisans Tezi,
Ankara, 2011.
“Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Şiirlerinde Görsellik” isimli çalışmamızda amaç Bedri
Rahmi’nin şiirlerinde yer alan görsel kullanımların ne şekilde oluşturulduğunu ortaya
koymaktır. Eyüboğlu’nun Dol Karabakır Dol Bütün Şiirleri isimli şiir kitabında yer alan
tüm şiirler ve Yaşasın Renk, Mavi Yolculuk Defterleri, Bedri Rahmi 100 Yıla Doğru,
Bedri Rahmi Eyüboğlu-Eren Eyüboğlu resim kataloglarıyla Eczacıbaşı Sanal Müze’de
yer alan Bedri Rahmi Eyüboğlu resimleri incelenmiştir. Eyüboğlu’nun üslup
özelliklerini belirleyebilmek amacıyla deyişbilim yöntemlerinden yararlanılmıştır.
Böylece şairin görsellik etkisini ne şekilde oluşturduğu belirlenmiştir.
Birinci bölümde şiirlerde yer alan renkler üzerinde durulmuş ve şiirlerde birden fazla
rengin bir arada kullanılması ile görsel etkinin sağlandığını görülmüştür. İkinci
bölümde şiirler Wölfflin’in sanat formlarına göre değerlendirilmiş ve şiirlerle resimler
arasında yöntem birliğine ulaşılmıştır. Üçüncü bölümde şairin şiirlerinde çizdiği
resimlere ulaşılarak görselliğin resim ile kesiştiği noktalar belirlenmiştir. Dördüncü
bölümde Eyüboğlu’nun içine şiir yazdığı tablolar üzerinde durulmuş, şiirlerle resimler
arasındaki ortak noktalar belirlenmiştir. Beşinci bölümde şiirler sinematografik sunum
açısından
ele
alınarak,
şiirlerde
görselliğin
yalnızca
resmin
olanaklarıyla
sağlanmadığı anlaşılmıştır. Son bölümde ise Eyüboğlu’nun şiirleri ve düzyazılarında
adı
geçen
ressam
ve
edebiyatçılar
belirlenerek,
şairin/ressamın
şiirlerinde
oluşturduğu görsellik üzerinde etkili olup olmadıkları belirlenmiştir.
Anahtar Sözcükler: Bedri Rahmi Eyüboğlu, Modern Türk Şiiri, Modern Türk Resmi,
görsellik, deyişbilim, Wölfflin.
ABSTRACT
Ozan, Sıla, Visuality on Poems of Bedri Rahmi Eyüboğlu, Yüksek Lisans Tezi,
Ankara, 2011.
Our study entitled “Visuality on Poems of Bedri Rahmi Eyüboğlu”, purpose to how
visuality is ocur on his poems. In this context all the poems in Bedri Rahmi
Eyüboğlu’s Dol Karabakır Dol Bütün Şiirleri and paintings in Yaşasın Renk, Mavi
Yolculuk Defterleri, Bedri Rahmi 100 Yıla Doğru, Bedri Rahmi Eyüboğlu- Eren
Eyüboğlu painting catalog and Eczacıbaşı Virtual Museum are viewed. Method of
stylistics are used to identfy Bedri Rahmi Eyüboğlu’s characteristic of style. In this
way purposing how to effect of visuality is ocur on poems.
In the first part colours are viewed and specified that visuality effects are occured
using more than one colour. In the second part Wölfflin’s art forms are applied on
poems and reach unity of methods between poems and paintings. In the third part,
paintings in poems are identified and the way that paintings and poems are crossed
is occured. In the fourth part, paintings are viewed which poems are written in. So
how to paintings and poems are in common, is reached. In fifth part, cinematographic
statements are identified. In this way poems seen gaining visuality not only painting
methods but also cinematographic resources. In the last part of study, painters and
men of letters who occurs Eyüboğlu’s writings and poems are identified purposing
how to affect visuality of poems.
Key Words
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Modern Turkish Poetry, Modern Turkish Painting, visuality,
stylistics, Wölfflin.
İÇİNDEKİLER
KABUL VE ONAY…………………………………………………………………..i
BİLDİRİM……………………………………………………………………………ii
ÖZET………………………………………………………………………………..iii
ABSTRACT………………………………………………………………………..iv
İÇİNDEKİLER……………………………………………………………………...v
ÖNSÖZ ………………………...…………………………………………………viii
GİRİŞ: RESİM – EDEBİYAT İLİŞKİSİ………………………..……………….…1
1.BÖLÜM : RENKLER ……………………………………………………………24
1.1. Açık Kullanımlar………………………………………………………25
1.1.1 Şiirlerin Başlıklarında Renkler………………………………..26
1.1.2. Şiirlerde Renkler………………………………………..……...41
1.2. Kapalı Kullanımlar…………………………………………………....51
1.2.1. Şiirlerin Başlıklarında Renkler…………………………….…51
1.2.2. Şiirlerde Renkler……………………………………...…….…61
2. BÖLÜM : GÖRSEL DÜZENLEME………….…………………………….…...74
2.1. Çizgisellik ……………………………………………………………....74
2.2. Gölgesellik…………………………………………………………..…..80
2.3. Düzlem………………………………………………………………..…92
2.4. Derinlik...…………………………………………………………..……97
2.5. Kapalı Form…………………………………………………………….113
2.6. Açık Form………………………………………………………………127
2.7.Çokluk.............................................................................................133
2.8.Birlik………………………………………………………………….….142
2.9.Belirlilik……………………………………………………………….…..148
2.10.Belirsizlik.........................................................................................154
3. BÖLÜM: ŞİİRLE ÇİZİLMİŞ RESİMLER………………………………….…162
3.1. Portreler………………………………………..…………………..…...162
3.2. Otoportreler…………………………………………………….…..…..175
3.3. Manzara Resimleri………………………………………………..….182
3.3.1. Dış Mekân……………………………….…………………..…183
3.3.2. İç Mekân………………………..……………………..………..194
3.4. Doğanın Öğeleri……………………………………………..……..….199
3.5. Nesne…………………………………………………………..………207
3.6. Natürmort……………………………………………………….……...214
3.7. Nü…………………………………………………………………….…217
4. BÖLÜM: ŞİİRLERLE RESİMLER ARASINDAKİ KESİŞMELER………...224
4.1. Şiirli Resimler………………………………………………………….224
4.2. Düzyazılı Resimler……………………………………………...….....246
4.3. Eski Harfli Türkçe Yazılı Resimler…………………………………...252
4.4. Aynı Adı Taşıyan Şiirler ve Resimler………………………………..263
5. BÖLÜM: SİNEMATOGRAFİK ANLATIM………………………………….....277
6. BÖLÜM: SANATÇILARA DAİR……………………………………………....319
6.1. Düzyazılarda Adı Geçen Ressamlar……………………………..…319
6.2. Şiirlerde Adı Geçen Ressamlar……………………………...………330
6.3. Düzyazılarda ve Şiirlerde Adı Geçen Yazar ve Şairler……………334
SONUÇ………………………………………………………………………………361
KAYNAKÇA…………………………………………………………………………366
EKLER
EK 1 Nâzım Hikmet’in 1. Mektubu…………….……….…………………………376
EK 2 Nazım Hikmet’in 2. Mektubu ……………………………………..……..…379
EK 3 Nazım Hikmet’in 3. Mektubu ….……………….…………………..…………382
EK 4 Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun El Yazısıyla Şiirleri…………………………….385
ÖNSÖZ
“Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Şiirlerinde Görsellik” isimli çalışmamızın konusu, şiirresim ilişkisi bağlamında Eyüboğlu’nun şiirlerinde görsel kullanımların ne şekilde
düzenlendiğini belirlemektir. Eyüboğlu, hem ressam hem şair kimliği ile bu konuda
zengin bir kaynak oluşturmaktadır. Çalışmamızın odağında şiirler yer alsa da Bedri
Rahmi’nin resimleri ve düzyazıları da şiirleri kadar çalışmanın sonuca ulaşması
açısından önemlidir.
Çalışma giriş, sonuç ve kaynakça dışında altı bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında
şiir-resim ilişkisi, Türk edebiyatında şiir-resim ilişkisi ve Eyüboğlu’nun renk-biçim
algısı üzerinde durularak çalışmanın bütünü için uygun zemin hazırlamıştır. Birinci
bölümde Bedri Rahmi’nin şiirlerindeki renkler açık kullanımlar ve kapalı kullanımlar alt
başlıklarında değerlendirilmiş, renklerin şiirlerde kazandığı farklı anlamlar ve
yüklendikleri
farklı
görüntülere
ulaşılmaya
çalışılmıştır.
Bu
bölümde
şiirleri
incelenirken deyişbilim yöntemleri kullanılmıştır. İkinci bölümde ise Eyüboğlu’nun
şiirleri Heinrich Wölfflin’in Sanat Tarihi’nin Temel Kavramları kitabında belirlediği beş
temel üslup özelliği açısından incelenmiş ve Wölfflin’in resim alanında belirlediği
formlar şiirler üzerinde uygulanmıştır. Üçüncü bölümde Eyüboğlu’nun şiirlerinde
çizdiği resimler üzerinde durulmuştur. Dördüncü bölümde B. Rahmi’nin “şiirli resimler”
tabirinden yola çıkarak içinde şiir yazan tablolar üzerinde durulmuş; resimler ile şiirler
arasındaki bağlantılara ulaşılmaya çalışılmıştır. Çalışma boyunca Eyüboğlu’nun
toplam 84 resmi üzerinde durulmuştur. Bu resimlerden 20’si şiirli, şiirlilerden 10’u eski
yazılı 10’u yeni yazılıdır.
sinematografik anlatım
Beşinci bölümde Eyüboğlu’nun hareket içeren şiirleri
başlığı altında
incelenmiştir.
Tüm
çalışma
boyunca
Eyüboğlu’nun 149 şiiri üzerinde durulmuştur. Altıncı bölümde ise şiirlerde ve
düzyazılarda yer alan sanatçılar belirlenmiş ve Eyüboğlu’nun yaratılarına etkileri
üzerinde durulmuştur. Ekler kısmında ise Nâzım Hikmet’in, Bedri Rahmi’nin şiirleri
üzerine yazdığı farklı tarihli üç mektup ile Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun el yazısı ile
şiirlerin taslakları yer almaktadır.
Çalışmada
şiirleri
değerlendirirken
deyişbilim
yöntemlerinden
yararlanılmıştır.
Böylece şairin üslubunda görsel kullanımların etkisi belirlenmeye çalışılmıştır. Bu
bağlamda Eyüboğlu’nun Dol Karabakır Dol (Bütün Şiirleri) isimli kitabında yer alan
şiirlerin tümü incelenmiş, gerektiği noktalarda şiir kitaplarının ilk baskılarına
başvurulmuştur. Resimler için Mavi Yolculuk Defterleri, Yaşasın Renk kitapları ile
Bedri Rahmi 100 Yıla Doğru, Bedri Rahmi Eyüboğlu-Eren Eyüboğlu resim katalogları
ve Eczacıbaşı Sanal Müze kaynak olarak kullanılmıştır.
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun şiirleri üzerine yapılmış iki çalışma belirlenmiştir.
Bunlardan ilki Abdullah Çelik’in hazırladığı Eyüboğlu’nun şiirleri için genel bir
değerlendirme yaptığı çalışma (Çelik, 1996); ikincisi ise Ramazan Melih Erzen’in,
Eyüboğlu’nun şiirlerinde tematik inceleme yaptığı ve doktora tezi olarak hazırladığı
çalışmadır (Erzen, 2007). Hülya Vurnal’ın (Vurnal, 1993), Dilek Kesek’in (Kesek,
2000), Vildan Işık’ın (Işık, 2007), Emel Sevin’in (Sevin, 1996), İbrahim Kesek’in
(Kesek, 2000) ve Nadide Özbek’in (Özbek, 1994) çalışmaları Eyüboğlu’nun sanat
anlayışına
yöneliktir.
Ece
Kıvrak’ın
hazırladığı
“Bedri
Rahmi
Eyüboğlu’nun
Türkiye’deki Sanat Eğitimine Resim-Şiir İlişkisi Bağlamında Katkıları” (Kıvrak, 2009)
isimli çalışma Eyüboğlu’nun resim ve şiirlerini birlikte ele alır. Resim ve şiir ilişkisini
konu eden başka bir çalışma da Hüdai Morsünbül’ün hazırladığı “Resim-Şiir İlişkisi
Işığında İlhan Berk Sanatı” (Morsünbül, 2006) isimli çalışmadır. Bizim çalışmamız ise
Eyüboğlu’nun hem şiirlerini hem resimlerini konu eden bir çalışmadır. Şiirler odak
noktada olsa da resimler olmadan çalışmanın yarım kalacağı muhakkaktır.
Dolayısıyla çalışmamızda resimlerden önemli ölçüde yararlanılmıştır.
Şiirler ve resimler birlikte değerlendirilirken hem şiirlerin hem de resimlerden
bazılarının kesin olarak yazım ve çizim tarihleri bilinmediği için şiirlerin ilk olarak
hangi yıl hangi kitapta basıldıkları dikkate alınarak sorun bir parça da olsa
giderilmeye çalışılmıştır. Çalışmada yer alan tüm şiirler Eyüboğlu’nun Dol Karabakır
Dol Bütün Şiirleri kitabında yer alan yazımlarına sadık kalınarak alıntılanmıştır.
Resimler içinde yazan şiirlerde de aynı şekilde şairin yazım tercihleri esas alınmıştır.
Çalışmada resimlerin değerlendirilmesi sırasında bazı zorluklar yaşanmıştır. Bunun
nedeni resimlerin, kaynaklardan fotoğraf yolu ile çoğaltmak zorunda kalınmasıdır.
Ancak resimlerin kalitesindeki sorunlar en aza indirilmeye çalışılarak çalışmamıza
dâhil edilmiştir.
Tezin ortaya çıkış süresince bütün titizliği ve hoşgörüsüyle yanımda olan, yüksek
lisansa başladığım ilk günden itibaren bana inanan tez danışmanım sevgili Doç. Dr.
Gonca Gökalp Alpaslan’a özel bir teşekkürü borç bilirim.
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun resimleri için kapısını çaldığımda beni geri çevirmeyen ve
yol gösteren çok değerli sanatçı Fikret Otyam’a; yine beni kapısından geri
döndürmeyerek,
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun
yayınlanmamış şiirlerini, Nazım
Hikmet’in Bedri Rahmi’nin şiirleri üzerine yazdığı mektupları ve Yaşasın Renk- Long
Live Color (1911-1975) kitabını güvenerek bana teslim eden Sayın Hughette
Eyüboğlu ve Eser Eyüboğlu’na çok teşekkür ederim. Eski yazılı şiirlerin okunmasında
yardımını esirgemeyen sevgili hocam Doç.Dr. Fatma S. Kutlar Oğuz’a teşekkür
ederim.
Çalışmamın her aşamasında bana sabırla yardım eden sevgili arkadaşım Gülşah’a
ve kaynaklara ulaşmamı sağlayan kuzenim Can’a özellikle teşekkür etmek istiyorum.
Ve aileme. Ve Selim’e. Hep yanımda oldukları için.
Çalışmamın B. Rahmi’nin doğumunun 100. yılına denk gelmesi çalışmama özel bir
anlam yüklüyor.
Sıla Ozan
Mayıs, 2011
1
GĠRĠġ: RESĠM – EDEBĠYAT ĠLĠġKĠSĠ
Şairin sözü, doğru yere dokunduğu
varlığımızın derin katmanlarını sarsar.
Gaston Bachelard
için,
Edebiyat ile resim arasındaki ilişki Platon‟dan bu yana tartışılan bir konudur.
Tartışmalar özellikle şiir ve resim arasındaki ilişki üzerinde yoğunlaşır. Deniz
Şengel, şiir ile resmin, yazı ile görsel temsilin ilişkisinin izine Yunan‟dan iki bin
yıl öncesine, Gılgamış Destanı‟nda rastlandığını belirtir. Bu nedenledir ki resim
olgunlaşmak için Rönesans‟ı beklerken şiir ondan çok önce görsellikle bağını
kurmuştur. Ancak ressam ve şairleri meşgul eden mesele, şiirin ve resmin
tarihsel önceliğinden çok hangisinin ifade gücünün daha yüksek olduğudur.
Şairler resim ile şiir arasındaki ifade farkını sorgulamaya ressamlardan önce
başlamışlardır:
Ressamlar Rönesans‟tan itibaren resim sanatının (veya tüm görsel sanatların)
gerçeğin doruk noktasını sunduğunu ileri sürmüşlerse de şairler şiiri resimle
kıyaslamaya çok daha önceden, Homeros‟un zamanında başlamışlar ve şiirin
betimleme gücünün üstünlüğünü tekrar tekrar vurgulamışlardır (Eraslan, 2002, s.
79).
Şairler şiirin betimleme gücü üzerinde Homeros‟tan beri ısrarla dursalar da
ressam Leonardo Da Vinci resmin üstünlüğünü savunmuştur:
Ozanın elinin altında ressamlar kadar geniş bir konu seçeneği bulunsa bile,
yarattığı şeyler insanlığı resimler kadar doyurmayı başaramaz, zira şiir nesneleri,
eylemleri, olayları sözcüklerle göstermeye çabalarken ressam onları şekillendirmek
için, o şekillerin doğru görüntülerini kullanmaktadır. Artık insan için önemli olan
hangisidir sen karar ver, adı mı görüntüsü mü? Ad, bir ülkeden bir ülkeye değişir;
biçimse ölüm işe karışana kadar hiç değişmez (Şengel, 2002, s. 16).
2
Leonardo‟nun resimde şekillerin doğru görüntüleri ile kastettiği biçim, Rönesans
resimleri için geçerli olsa da resmin tarih içindeki değişimiyle birlikte
Leonardo‟nun bahsettiği şeklinden uzaklaşmıştır. Resim, nesnenin gerçek
şeklini olduğu gibi vermekten göründüğü gibi vermeye; göründüğü gibi
vermekten de soyut şekilde vermeye dönüşmüştür; yani nesne ya da kişi
göründüğünden farklı şekilde çizilmeye başlanmıştır. Bu nedenle Leonardo‟nun
bahsettiği görüntüler bozulmuş, şekil değiştirmiştir. Şiirde olduğu gibi resimde
de imgeler ve soyutlamalar ortaya çıkmıştır. Şiirin resme olan üstünlüğünü
savunan düşünürler de vardır. Bunlardan biri 18. yüzyıl düşünürü Gotthold
Ephraim
Lessing‟dir.
Lessing‟in
görüşlerine
Özlem
Uzundemir,
İmgeyi
Konuşturmak isimli kitabında şu şekilde yer verir:
Lessing‟e göre görsel imge sessiz, durağan ve uzamsaldır, yani resim belli bir anı
dondurarak yansıtır. Oysa dil; sesli, devingen ve zamana dayalıdır çünkü dilde var
olan eylemler zaman öğesi içerir. Bu nedenle de “Şair, bize gösterdiği tabloyu bir
anda toplamak mecburiyetinde değildir. Başka bir deyişle, gözün ilk bakışta
algıladığını şair sözcükleri kullanarak yavaş yavaş aktarır (Alıntılayan Uzundemir,
2010, s. 21).
Şiirin ifade gücünü zamansallığa dayandırır Lessing. Zamana yayılan anlatımın
daha güçlü olacağını savunur. Shakespeare ise şiirin üstünlüğünü sürekliliğine
bağlar. Ona göre resim ve heykeller sağlam malzemelerle yapılsalar bile zaman
akışı içinde yok olur ama şiir çok daha uzun süre yaşar (Alıntılayan Eraslan,
2002, s. 79).
20. yüzyıl sanat kuramcılarından Rudolf Arnheim, görsel ortamın nesnelerin,
olayların ve ilişkilerin özellikleriyle eş değer yapılar sunduğu için üstün olduğunu
savunur (Arnheim, 2009, s. 259). Bu bakış açısı resmin çizgiselliği ile doğrudan
bağlantılıdır. Çünkü ancak çizgisel resim nesnelerin, kişilerin ve ilişkilerin dış
dünyadaki değerlerine eş değer görüntüler sunar. Arnheim, şiirin yarattığı görsel
durumda ise okurun, şairin amaçladığı imgeyi tamamlayamayabileceğini söyler
(Arnheim, 2009, s. 276). Çünkü şiirde görsellik parçalı şekilde oluşur, okur
parçaları birleştirerek imgeye ulaşır. Resimde ise izleyici bir defada bütün
görüntüye ulaşır ve imgeye ulaşmak için birleştirme işlemine gerek yoktur.
3
Resimsel bir imge kendisini, eşzamanlılık içinde bir bütün halinde sunar1. Şiir ve
resmin karşılaştırılmaması gerektiğini düşünenler de vardır. Bunlardan biri 19.
yüzyıl sanat eleştirmeni John Ruskin‟dir:
Ruskin resim ve şiir sanatlarının birbiriyle karşılaştırılamayacağını, resim sanatının
şiire değil, konuşma ve yazıya karşı olduğunu şu sözlerle savunur: “Hem resim
hem de konuşma ifade yöntemleridir. Şiir ise bu yöntemlerden birini yüce bir amaç
için kullanır” (Alıntılayan Uzundemir, 2010, s. 23).
20. yüzyılda kübizm, gerçeküstücülük ve yapıbozumculuğa doğru giden süreçte
Michel Foucault, dilin nedensizlik ilkesiyle sözcükler ve nesneler arasındaki
rastlantısal ilişkiyi vurgulayarak dil ile resim arasındaki ilişkiden bahseder:
Gördüğümüz şeyleri istediğimiz kadar anlatalım, gördüğümüz şey hiçbir zaman
söylenen şeyin içine sığmaz ve söylenmekte olan imgeler, eğretilemeler,
kıyaslamalar aracılığıyla istendiği kadar gösterilmeye çalışılsın, bunların ışıklarını
saçtıkları yer gözlerin gördüğü değil de sentaksın ardışıklığının tanımladığı yerdir
(Alıntılayan Uzundemir, 2010, s. 28).
Böylece iki sanatın da farklı yöntemlerle kendini ifade ettikleri ve birinin
diğerinden daha üstün olmadığı görüşü oluşur. Her iki sanatın kendini ifade
aracı farklıdır. Şiirin görselliği zihinde canlanan bir görselliktir (Altıok, 2006, s.
31). Her iki sanatın görsellik değerleri farklıdır ancak ortak noktaları da vardır.
Her iki sanat alanında ortaya çıkan eserler belli bir kurgunun ürünüdür ve ortaya
çıkmak için belli bir sürece ihtiyaçları vardır. Şair de ressam da bu süreç
sonunda olmayan bir şeyi var ederler (Altıok, 2006, s. 31). Warren ve Wellek
Yazın Kuramı isimli kitaplarında her sanatın kendine özgü bir iç yapısı
olduğunu; sanatların birbirleriyle mutlaka ilişki içinde olduklarını ancak bu
ilişkilerle bir sanattan yola çıkarak diğer sanatların evrimini belirlemenin
mümkün olmadığını belirtirler (Warren ve Wellek, 2001, s. 157).
Resim- edebiyat ilişkisinin kilit noktasında “imge” durur. Resmin görsel imgesine
karşın şiirin sözsel imgesinin görsel sunum yetisi tartışılır. Bir imge yeniden
yaratılmış ya da yeniden üretilmiş görünümdür2. Bu görünümün resimde şiirden
1
2
Arnheim, 2009, s. 278.
Berger, 2009, s.10.
4
daha önde tutulmasının nedeni resmin imgesinin doğrudan göze, görmeye
yönelik olmasıdır. Bazı şiirlerin fotoğraf kesinliği taşıdığı, bazılarınınsa hareketli
sahneler içerdiği bilinir. Böylece şiirin görselliğinin resmin görselliğinden daha
aşağıda tutulmaması gerektiği de görülür. Resimde sunulan görsel imgenin
algısı görüldüğü andan itibaren zihinde oluşur. Şiirin sözsel imgesinin algısı için
okuyucunun düşünsel bir süreç geçirmesi gerekir. Duyduğu sözcüklerin yarattığı
ve belki daha önce hiç yan yana gelmemiş sözcüklerle yaratılan imgeyi
canlandırması için geçen süre resme oranla daha uzundur. Ancak süreç
sonunda oluşan görselliğin etkisinin resme göre daha az olduğunu söylemek
mümkün değildir. Her imgede bir görme biçimi yatsa da bir imgeyi algılayışımız
ya da değerlendirişimiz aynı zamanda görme biçimimize de bağlıdır 3. Böylece
hem resimde hem şiirde izleyicinin/ okuyucunun bireysel özellikleri devreye
girer. Sözsel imgenin de görsel imgenin de anlam kazanması ona bakan onu
okuyan kişiye bağlıdır. Bu noktada sözsel imgenin görsel gücü de resimle aynı
noktaya okuyucunun görme biçimi ve yorum zenginliği ile gelebilir. Resim ile şiir
arasındaki görsel sunum çekişmesinin başında Horatius‟un “Ut pictura poesis”
sözlerinin, Deniz Şengel‟in “ Horatius‟un buradaki sentaksı devingendir; ut
kelimesi, karşı karşıya getirdiği iki varlığın arasında hiyerarşik bir ilişki
kurulmasını
engellemekte,
denklemin
iki
yanından
birine
öncelik
tanımamaktadır” (Şengel, 2002, s. 2) şeklinde açıklamasıyla aslında son bulur.
Ne resim şiirden, ne de şiir resimden üstündür.
TÜRK EDEBĠYATINDA RESĠM-EDEBĠYAT ĠLĠġKĠSĠ
Dünya edebiyatında Homeros‟la başlayan resim edebiyat ilişkisi üzerinde
düşünen ilk Türk edebiyatçı Recaizade Mahmut Ekrem‟dir. Ekrem resim ile şiir
arasındaki ortaklıklar ve ayrılıklar üzerinde durur:
3
Berger, 2009, s. 10.
5
Edebiyatın resim ile yakınlığı ve ayrılan yanları üzerinde dururken Ekrem, her iki
sanatın unsurlarını karşılaştırmaktan geri kalmaz. “Şiir resim gibidir” derken resmin
edebiyata olan yakınlığını anlatmak ister. Resmin en belirgin unsuru olan “renk”e
karşılık, edebiyatta “hayal gücü” ve “edebi sanatlar” ı gösterir. Edebi sanatlar ona
göre resimde rengin yerini tutmaktadır (Parlatır, 2004, s. 25).
Recaizade, Tanzimat şiirinde tabiata dikkat çeker. Bir kere edebiyat ve özellikle
şiir, güzel sanatların bir kolu olduğuna göre sanatı yaratacak ilham perisini
tabiatta aramaya yönelmelidir4. Ekrem resmin ve diğer görsel sanatların tabiat
ile ilişkisinden yola çıkarak şiirin de aynı malzemeyle beslenmesi gerektiğini
söylemiştir. Recaizade Nağme-i Seher ve Zemzemelerde tabiatın karşısındaki
hayranlığıyla yazdığı şiirler yer alır. Özellikle yeni tarzda kaleme aldığı “Çoban”,
“Çiçek” gibi şiirlerinde tabiatı acemi bir sanatçı gibi seyreden şair, III.
Zemzeme‟deki “Bu da Bir Şi‟r-i Muhzin-i Diger”, “Hilal-i Seher”, “Nevbahar” gibi
şiirlerinde, zengin bir tabiat tablosu çizmeye çalışır (Büyük Türk Klasikleri, 2002,
s. 321). Tablo-şiir tarzının ilk örneğini Recaizade verir. Hoşuna giden bir resim
veya bir kartpostala bakarak şiir yazma denemesini o başlatır.5 Recaizade‟nin
şiirlerindeki tabiat tabloları Servet- i Fünun sanatçılarını etkileyerek, tablo altına
şiir yazma özelliğinin ortaya çıkmasına neden olur. Abdülhak Hamid‟in
şiirlerinde de görsel anlatımlarla birlikte şiir-resim ilişkisi görülür. Enginün,
Hamid‟in şiirlerindeki görsellik ile ilgili şunları söyler:
Bunlar O’dur „da Hamit‟in özellikle Hindistan‟da pencereden pencereye koşarak
anlık sahneleri tespit çabası görülür. Gördüklerini resmetmek isteyen, fakat
başaramadıklarına inanarak kırılan Servet-i Fünun şairlerini etkilediği açık olan
“Hindistan‟daki Odam”da, çok sayıdaki penceresinden cennet benzeri manzaralar
görünen evinde, kendisini yeşil karanlığı, semanın lacivert nuru içinde bulan şair bu
manzarayı aynen yazmaya çalışır ve manzaranın resme benzer şiirini yazdığına
inanır (Enginün, 2006, s. 512).
Hamid‟in şiirindeki görsellik tabiatın tasviri ile oluşan bir durumdur. Enginün,
“Külbe-yi İştiyak” ve “Kürsi-i İstigrak” şiirlerindeki tasvirlerin zengin bir tabiat
izlenimi vermesi bakımından izlenimci tabloları hatırlattığını söyler (Enginün,
2006, s. 513).
4
5
Büyük Türk Klasikleri, 2002, s. 320.
Büyük Türk Klasikleri, 2002, s. 321.
6
Türk edebiyatında resim-edebiyat ilişkisinin ilk örnekleri ise Sami Paşazade
Sezai‟nin eserlerinde görülür. Tevfik Fikret‟in içinde doğa manzarası görülen ilk
şiiri ise Ocak-Şubat 1896 tarihli Servet-i Fünun‟da çıkan “Bir Levha için” şiiridir6.
Fikret bu şiiri dergide basılan “Hayran” isimli resmin altına yazmıştır:
Sahil yeşil, eşcar yeşil… Sanki tabiat
Vermek dilemiş mevkie şâyân-ı perestiş
Bir reng-i behiştî.
Göl, sâhilin aksiyle nümâyişgeh-i cennet;
Sâri bu yeşil gölgeliğe bir mütevahhiş
Âheng-i behiştî. (Kaplan, 2006, s. 116).
Kaplan, dergide basılan tablonun renkli olmadığını şiirdeki renklerin Fikret‟e ait
olduğunu söyler aynı zamanda dış âleme bakış, renkleri, şekilleri seçiş ve ifade
ediş bakımından resimle uğraşmasının Fikret üzerinde etkili olduğunu söyler
(Kaplan, 2006, s.116). Şiirde sahnenin renklendirmesini yaparken Fikret‟in
ressam bakışının etkisi muhtemeldir. Bu nedenle şiirin görselliğini tablodaki
olayların dışında, şair oluşturmuştur. Fikret‟in şiirlerinde şiir-resim ilişkisi
yalnızca tablo altına yazdığı şiirlerde ortaya çıkmaz. Örneğin “Yeşil Yurt” şiirinde
de görsel özellikler görülür:
Bahâra benzetilir bir yeşil saâdetdir
Gülümseyen ovanın vech-i pür-gubârında
Köyün uyur gibi, müstağrak-ı sükûnetdir
Bütün hayatı ufak bir çayın kenârında.
Uzak yakın bütün âfâka neşr eder safvet
Tabîatın o samîmî tevekkül-i sâfı
Şu yanda bir meşe ─ dalgın, vakûr, pür-şefkat─
Kucaklıyor gibidir kollarıyla etrafı (Fikret, 2006, s. 197).
Şiirin başlığında yer alan “yeşil” sözcüğü görsellik için önemli bir göstergedir.
Şiirde, şairin perspektifi kullandığı da görülür. “Çayın kenarında”, “uzak yakın
bütün âfâk” ve “şu yanda bir meşe” söz öbekleriyle şiirde figürleri birbirleriyle
uzaklık-yakınlık ilişkisine sokar. Bu da şiirdeki resim özelliklerinden biridir. Fikret
yalnızca tablo altına şiir yazmamış, tablo gibi şiirler de yazmıştır. Kayahan
Özgül, Fikret‟in tablo şiirleri ile ilgili, ressamlığının ve mantığının şiirlerini donuk
6
Kaplan, 2006, s. 53.
7
bir tarama resmine dönüştürdüğünü, tasvirdeki başarısı arttıkça resme yaklaşıp
şiirden uzaklaştığı yorumunu yapar (Özgül, 1997, s. 31). Tabiatın şiirine
yansıdığı ilk şair ise Cenab Şehabettin‟dir. Cenab, “Tayin-i Metalib” şiirinin 5
Aralık 1895‟te, “Benim Kalbim” şiirini de 19 Aralık 1895‟te yazmıştır 7. Cenab
Şehabettin de Servet-i Fünuncular arasında güzellik meselesi üzerinde durur;
“Ona göre güzelliğin gayesi yalnız sanat güzelliklerine erişmektir” (Ercilasun,
2004, s. 96). Ressam bakışını eserlerine yansıtan bir başka isim Halid Ziya‟dır.
Halid Ziya‟nın eserlerinde ışık, renk ve gölge unsurları önemli ifade araçlarıdır.
Halid Ziya‟nın romanları ressam gözüyle görülerek yapılmış dekor, eşya ve
tabiat tasvirleriyle doludur; insanları, eşyayı adeta fotografik bir şekilde tasvir
eder, onları tıpkı resimde olduğu gbibi perspektif içinde verir (Buğra, 2000, s.
62).
Tanzimat dönemi ile Servet-i Fünun dönemi arasında kalan ve Mehmet
Kaplan‟ın ara nesil olarak tanımladığı neslin, günlük basit meseleleri dile
getirme çabası, tablo gibi şiir yazma veya tabloların altına şiir yazma merakı
dikkat çeker (Enginün, 2006, s. 529).
Bu dönem şairlerinde Mehmet Celal
Adada Söylediklerim şiir kitabının önsözünde resmin şiire ilham verdiğini söyler
(Enginün, 2006, s. 528). Enginün, Mehmet Celal‟in ve Nabizade‟nin de tablo
altına şiir yazmaktan hoşlandığını belirtir.
Enginün, Servet-i Fünun şairlerinin Hamid‟den etkilendiklerini ve gördüklerini
resmetmek isteğinde olduklarını ancak bunu başaramadıklarını düşündüklerini
söyler. Mehmet Kaplan‟a göre ise Servet-i Fünuncuların şiirlerinde resim
özellikleri şairlerin tabiata bakışıyla şekillenir. “Tabiata bakış tarzı Servet-i
Fünuncularda zengin, vâzıh, canlı, renkli ve kokulu bir dış âlem idraki şekline
girdi” (Kaplan, 2006, s. 53). Servet-i Fünun edebiyatçıları arasında Recaizade
gibi güzellik üzerinde yoğun şekilde duran isim Hüseyin Cahid‟dir. Cahid,
güzelin ne olduğu üzerine araştırmalar yapar 8 ; Ona göre “estetiğin esası;
7
8
Kaplan, 2006, s. 53.
Ercilasun, 2004, s. 93.
8
güzelin tarifini yapmak, kavram ve mahiyetini araştırmak değil, sanatkâr ve
eserle bunları yaratan şartları araştırmak olmalı”dır. (Ercilasun, 2004, s. 96).
Servet-i Fünun döneminden sonra ise şiir-resim ilişkisi Ahmet Haşim‟in
şiirlerinde yoğun şekilde görülür. Enginün, Haşim‟in şiirlerinde renk ve resim
unsurlarının çok olduğunu, şairin zengin çağrışımlarıyla güzel tablolar
oluşturduğunu belirtir (Enginün, 2006, s. 611). Haşim‟in şiirlerindeki görsel
değer, şiirlerinin tablo gibi değerlendirilmesine neden olmuştur. Göl Kuşları ve
Göl Saatleri isimli şiir kitaplarında tek bir anı veya tek bir kuşu tasvir etmiştir.
Göl Kuşları kitabında yer alan “Siyah Kuşlar” şiirini örnek vermek mümkündür:
Gurûb-u hûn olan perverde-rûh olan kuşlar
Kızıl kamışlara yâkût aba konmuşlar;
Ufukta bir ser-i maktû‟u andıran güneşi
Sükût u gamla yemişler ve şimdi doymuşlar (Bezirci, 1983, s. 132).
Şiirin tablo olarak değerlendirilmesinin en önemli nedeni tasvir edilen kuşların
hareketsiz durmalarıdır. Şair kuşları, kesik bir başa benzeyen batmakta olan
güneşi yiyen ve ruhla beslenen canlılar olarak betimler. Kuşların güneşi
yemesiyle oluşan karanlık da şiirin görselliği açısından önemlidir. Çünkü hem
şiiri hem de kuşları siyah renge boyar. Ancak siyahtan önce kızıl renk şiirde
etkilidir. Siyah renk güneşin batışıyla şiire girer. Şiirin temel figürü kuşlardır.
Şairin yarattığı kuş imgesi dış dünyadaki varlığından oldukça farklıdır. Dış
gerçeklikte kuşlar, hareketli ve sevimli canlılarken şiirde ölüm ve karanlıkla
ilişkilendirilirler. Bu açıklamalardan sonra ortaya çıkan tabloda akşam
karanlığında kamışların üzerinde duran büyük siyah kuşlar görülür. Bu Haşim‟in
şiir ile resim arasında kurduğu bağı örnekleyen önemli bir şiirdir. Haşim, Güzel
Sanatlar Fakültesi‟nde Bedri Rahmi‟nin hocasıdır: “Haşim‟in bilhassa estetik
dersleri bize şair ve güzel konuşan adam tarafını tanıtıyor ve dersleri dar bir
çerçeve içerisinde bunalıp kalmıyor. Hiç umulmadık bir taraftan Haşim‟in bütün
zekâsını taşıyor, dersini daha demin akademiye gelirken yolda gördüğü bir
Amerikalı kadının “Bir papağan kadar” güzel giyinmiş oluşuna yüklüyor ve bizi
birkaç cümle ile çok uzaktan memleketlerin, renk, ışık ve hayat kaynaşan
ormanlarına kadar götürüyordu (Eyüboğlu, 2004, s.228).
9
Cumhuriyet döneminde şiir-resim ilişkisi Servet-i Fünun ve Tanzimat‟tan biraz
daha farklıdır. Her iki dönemde de şiir resim ilişkisinin tablo altı şiirlerin
çevresinde
yoğunlaşması,
cumhuriyet
döneminde
şiirin
kendi
içinde
değerlendirilmesiyle ortaya çıkar. Şiirde imgeler, betimlemeler ve şairlerin diğer
sanatlar ile kurdukları ilişki, dönemin şiir-resim bağlantısını belirler. Bu dönemde
Yedi Meşalecilerden Sabri Esat Siyavuşgil‟in şiirlerinde resim etkisi görülür.
Siyavuşgil‟in şiirlerinde renk ve ışık bütünlüğü en temel özelliktir.
Garip akımı ise şiirdeki imgeyi reddeder ve anlam açıklığını savunur. Orhan
Veli, Garip önsözünde sanatların birbirine karıştırılmaması gerektiğini savunur:
Ben sanatlarda tedahüle taraftar değilim, şiiri şiir, resmi resim, musikiyi musiki
olarak kabul etmeli. Her san‟atın kendine ait hususiyetleri kendine ait ifade
vasıtaları var (Orhan Veli, 1999, s. 28).
Kayahan Özgül, Garipçilerin şiirde tasvire karşı çıksalar bile arada bir onların da
tasvirden kaçamadıklarını belirtir (Özgül, 1997, s. 19). Garip şairleri şiirsel dil,
biçim ve imge sistemini sorgularlar ve nesneyi ön plana çıkaran, somut
görüntüler içeren şiir anlayışına yönelirler (Korkmaz ve Özcan, 2007, s. 63).
İkinci Yeni şiirinde imge ve ses, entelektüel bir derinlik kazanır ve nesne
gerçeküstü bir dönüştürümle imgeleşirken; bilinçaltı otomatizmi yeni görme
biçimleri oluşturmayı dener (Korkmaz ve Özcan, 2007, s. 66). İkinci Yeni,
gerçeküstücü bir yaklaşımla nesnelerin görüntülerini soyutlaştırır. Gerçeküstü
bir tablo gibi eşyalararası sınırları kaldırarak biçimsel farklılıkları aşmayı dener
(Korkmaz ve Özcan, 2007, s. 68). Garip şiirinin üç şairinden biri olan Oktay Rifat
bir süre sonra Garip hareketinden ayrılarak İkinci Yeni hareketine katılır. Yeni
görme biçimlerini zorunlu kılan imgesel anlatım Oktay Rifat‟ın şiirlerinde yoğun
şekilde kendini gösterir.
İkinci Yeninin şiir anlayışı şiiri ve diğer sanatları
birbirinden ayrı tutmaz. Dolayısıyla musiki ve özellikle de resme ait görsel
imgelerin hazır imge rezervlerinden yararlanırlar (Korkmaz ve diğerleri, 2006, s.
271). Oktay Rifat‟ın İkinci Yeni‟ye yaklaşmasının nedeni de diğer sanatlarla
ilişkisini kesmemesi gibi görünür:
10
Şiirde çağdaşlığı ararken müziğe, resme, yontuya bakmak bizi hem uyarır hem de
güvenle götürür gideceğimiz yere. Genç ozanlara derim ki: Öteki çağdaş sanatlarla
şiiriniz arasında bir bağlantı kuramıyorsanız kusuru kendinizde arayın (Alıntılayan:
Buğra, 2000, s. 113).
Oktay Rifat genç şairlere diğer sanat dallarıyla ilişki kurmalarını öğütlerken,
kendi de resim yapan bir şairdir. Buğra, Rifat‟ın şiirinde dünyanın alışılmış
nizamını değiştirerek, yadırgama hissi veren yeni bir âlem yaratmıştır (Buğra,
2000, s. 115) derken Oktay Rifat‟ın şiirlerinin gölgesel üslubunu belirtmiş olur.
Oktay Rifat‟ın resimleri üzerine bir çalışma yapan Sezer Tansuğ, Rifat‟ın
resimleriyle şiirsel duyuş gücünün tutarlılığını hiç zedelemeyen bir görselliğin
perdelerinde gezinerek, hiçbir ezgi çıkarmamayı başaran olgun tevazuunu da
kanıtladığı yorumunu yapar yorumunu yapar (Alıntılayan Buğra, 2000, s. 116).
Rifat‟ın şiirindeki görsellik de bu noktada resimle bağlantılı görünür. Örneğin
“Kadeh” şiirinde:
Burası dalyan kahvesi
Ortalık süt mavisi
Apostol bu ne biçim meyhane
Tabağımda bir bulut
Kadehimde gökyüzü (Necdet, 1993, s. 296).
Oktay Rifat, şiirde bir manzara çizer: “tabağımda bulut kadehimde gökyüzü”
dizeleri şairin dış mekânda bulunduğunu anlatır. Şair bir dalyanda oturur, ortalık
mavidir. “Süt mavisi” şiirin görselliği açısından önemli bir betimlemedir. Bu
betimleme Rifat‟ın ressam bakışının şiire yansıdığını gösterir.
Rifat‟tan sonra İlhan Berk, ressam kimliği ile daha ayrı bir noktada yer alır.
Çünkü Berk hem ressam hem şairdir. Berk, şiirlerini kurarken resimlere
baktığını şu şekilde açıklar:
Kahvemi pişirdim. Mısır resimlerine bakıyorum. Bir şiir yazacağım zaman, şiirin
konusuyla ilgili resimlere bakmaya bayılırım (Alıntılayan: Morsünbül, 2006, s. 25).
Berk‟in bu söylemiyle birlikte şiir- resim ilişkisinin varlığı kesinlik kazanır. Berk,
El Yazılarına Vuruyor Güneş isimli günlük özelliği taşıyan kitabında resmin
kendisini duygulandırdığını söyler ve devam eder: “Şimdi Klee‟nin bana yaptığı
bir bakıma bu. Klee beni coşturuyor. Duvardaki o resmi büyük bir şiire doğru
götürüyor beni. Adını buldum bile: Klee‟de Uyanmak. Belki de son mısra şöyle
11
olacak: A‟lar U‟lar, V‟lerle olmak, Paul Klee‟de uyanmak” (Berk, 1997, s. 16).
Berk‟in “Paul Klee‟de Uyanmak” isimli şiiri:
Bu denizi Ayla ayaklarını soksun diye getirdim
Bu dünyaları onun için açtım bu balıkları tuttum
Bir sabah çıkmak güneşler, aylar bir sabah çıkmak
Bir ağacı bu evleri sarı ters bir kuşu düzeltmek
Edibe bu sokağı al götür görmek istemiyorum
Edibe bu evleri Edibe bu göğü bu güneşleri Edibe
A‟lar V‟ler U‟larla olmak Paul Klee‟de uyanmak (Necdet, 1993, s. 324).
İlhan Berk‟in şiirlerindeki görsellik imgesel özellik taşır. İlhan Berk imgelerini
kurarken resmin içinden geçmektedir (Morsünbül, 2006, s. 24). Berk, Âşıkane
isimli kitabı ile ilgili bir yazısında konularının somut nesneler olmaya başladığını
belirtir: “Şimdilerde konularım somut nesneler. Hamsi‟yi yazmak için hamsi
üstüne yüzlerce yazı okumam gerekti. Bir yüz kadar da hamsi resmi yaptım”
(Alıntılayan Ünlü ve Özcan, 2003, s. 297). Bu cümleleriyle Berk‟in şiir ya da yazı
yazmadan önce şiir “nesnesi/konusu” ile ilgili resim çalışmaları yaptığı anlaşılır.
İkinci Yeni şairlerinden Edip Cansever‟in şiirlerinde de şiir-resim ilişkisi görülür.
Divan şiirinden etkiler taşıyan şiirlerini resim sanatıyla uzlaştırarak anlatım
olanağını zenginleştirir (Korkmaz ve Özcan, 2007, s. 71). Cansever şiirlerinde
yalnızca resimden değil diğer güzel sanatlardan da yararlanır.
Cumhuriyet dönemi şiirinde resim-şiir ilişkisinin İkinci Yeni akımının imgesel
anlatımları çevresinde toplandığı görülür. Özellikle Oktay Rifat ve İlhan Berk bu
bağlamda öne çıkarlar.
BEDRĠ RAHMĠ EYÜBOĞLU’NUN SANAT VE EDEBĠYAT ANLAYIġI
Bedri Rahmi‟nin asıl ismi Ali Bedrettin‟dir. 1911 yılında Trabzon‟un Görele
ilçesinde doğmuştur. Çocukluk yılları babasının görevi nedeniyle çeşitli
şehirlerde geçmiş, babasının Trabzon milletvekili olmasından sonra Trabzon‟a
yerleşmişler ve Ali Bedrettin liseye burada başlamıştır. Bedri Rahmi‟nin ortaokul
ve lise yılları sıkıntılı geçmiştir çünkü sayısal derslerle arası yoktur. Özellikle
matematik öğretmeni ve lise müdürü Şerif Beye karşı duyduğu kırgınlık, sarsılan
12
özgüvenci onun bir yandan her şeyi oluruna bırakmış bir tavır takınmasına
sebep olmuştur (Erol, 1984, s. 19). Lise eğitimini yarım bırakan Bedri Rahmi,
Trabzon‟dan İstanbul‟a giderek Güzel Sanatlar Akademisi‟ne girer. Ancak
Eyüboğlu akademiye girmeden önce İstanbul‟da Milliyet gazetesinin açtığı
yarışmada bir öyküsü birincilik kazanır ve aylık Muhit dergisinde bir şiiri
yayınlanır. Eyüboğlu, Resme Başlarken isim kitabında yer alan “Sanat Hayatım”
başlıklı yazısında lisede on aldığı tek dersin edebiyat olduğunu ve eğer edebiyat
fakültesi liseyi bitirmeyenleri kabul etseydi kuşkusuz o tarafa yöneleceğini
belirtir. “Akademiye girmeden önce aylık dergilerden birinde şiirim, günlük
gazetelerden birinde hikâyem yayınlanmıştı” (Eyüboğlu, 1977 s. 13). Böylece
Bedri Rahmi Eyüboğlu sanat alanına önce edebiyatın kapısından girer. Lise 10.
sınıfa kadar resmin R‟sinden haberinin olmadığını, resim ödevlerini ağabeysi
Sabahattin Eyüboğlu‟nun yaptığını söyler
9
.
Akademiye girdikten sonra
Eyüboğlu resme yönelir ancak edebiyatı hiçbir zaman bırakmaz.
Eyüboğlu, Bir Tutam Mavi kitabında yer alan “İn Misin Cin Misin?” başlıklı
yazısında sanatçıya normal olmayan insan gözüyle bakıldığını, sanatçıda bir
tuhaflık, bir acaiplik olması beklendiğini söyledikten sonra ekler: “ Tanıdığımız,
sevdiğimiz, saydığımız sanat adamları arasında normalaltı, insanüstü, eseri
başka kendi bambaşka kimselere rastlamadık (Eyüboğlu, 2009a, s. 123).
Yazısında Sait Faik‟i anlatarak devam eder Eyüboğlu. Sait Faik‟in hastalığı
yüzünden asabi olduğunu, ancak dermanı olmayan hastalığın kimin başına
gelirse gelsin aynı şeyi yapacağını söyler. Orhan Veli‟nin içkiyi çok sevdiğini
ancak daha birçok kişinin içkiyi Orhan Veli‟den daha çok sevdiğini bildiğini ekler.
Ne Orhan‟da ne Sait‟te ne de bambaşka şartlar bambaşka gelenek ve görenekler
içinde yetişmiş bambaşka sanat adamlarında insanı şaşırtan acayipliklere rastladık.
Burada asıl şu noktaya mim koymak istiyoruz: Kendileri nasılsa eserleri de öyle idi
(Eyüboğlu, 2009a, s. 124).
Bedri Rahmi sanatın bir er meydanı olduğunu söyler bu yazısında: “Sen ortaya
çıkmadıkça, eserinde ne biçim bir adam olduğunu belirtmedikçe er meydanında
yoksun ki boyun bosun, gücün kudretin üstüne söz açalım?...” (Eyüboğlu,
9
Eyüboğlu, 1977, s. 13.
13
2009a, s. 125). Sanatçının, kendini eserinde anlatması gerektiğini, anlatmadığı
sürece sanatçı yönlerinin bilinemeyeceğini söyler.
Eyüboğlu sanatı şu sözlerle tanımlar:
Sanatı tarif etmeye mecbur olsam: Oyundur derim, ama bir kişiyle oynanan en güç
en belalı, en tatlı, en güzel oyun. Bir oyun ki kaç kişi tarafından takip edildiğini en
titiz istatistikçiler rakama vuramazlar. Bir oyun ki dünya alanında oynanır. Bir oyun
ki sahnesinde her zaman bir tek kişi, seyircileri arasında gelmiş, geçmiş ve gelecek
nesiller bulunmaktadır. Bir oyun ki su ile ekmeğin yanı başında yer alır (Eyüboğlu,
2008, s. 104).
Bedri Rahmi bu sözlerle sanatın hem bireysel yanını hem de toplumsal yanını
vurgular. Sanatçının üretimi bireyseldir, ancak sanat eseri topluma karıştıktan
sonra sanatın alan genişler. “Oyun” sözcüğüyle birlikte Eyüboğlu çocukları da
işin içine soktuğunu belirtir. Çocukların henüz yönlendirilmemiş ve çevresi
tarafından işlenmemiş yönlerinin sanat ile bir benzerliği olduğunu; çocuğun
sadeliği, saflığı ve olgunluğunun sanatta da olması gerektiğini savunur
(Eyüboğlu, 2008a, s. 105). Bedri Rahmi çocukların saflığını ve sadeliğini bir de
halk yaratılarında bulur.
Eyüboğlu‟na göre sanat herkese aittir ve bir sanat eserinden her sınıftan insan
yararlanabilir (Eyüboğlu, 2004, s. 179). Sanatın bütün insanlara ulaşabilmesi
için “bir buğday tanesi kadar mütevazı, bir dilim ekmek kadar ucuz, bir baş
soğan kadar yanı başımızda olması gerektiğini söylerken asıl amacı hangi
sanat dalının bu özellikleri taşıdığını ortaya koymaktır. Şiir çeviri sorunu
nedeniyle herkese ulaşamaz, heykel ağırlığı nedeniyle dünyanın her yerine
taşınıp insanlara ulaşamaz, resmin fotoğrafları çekilerek dağıtılabilir ancak
renksiz fotoğraf bir işe yaramaz… Bedri Rahmi bu sanatların tüm insanlara
ulaşmasının zorluklarını sıraladıktan sonra, yazısının sonunda bütün bu
özelliklerin sinemada var olduğunu ve gelecekte sinemadan çok şeyler
beklediğini belirtir.
Eyüboğlu, resim, gravür, yazma, mozaik, şiir, düzyazı alanlarında eserler
vermiş, sanat anlayışını faydalılık çerçevesinde oluşturmuştur. Sanatının her
alanında halk sanatını bir kaynak olarak kullanmış ve kendine özgü bir anlatım
14
şekli oluşturmuştur: “Eyüboğlu‟nun şiirde olsun, resimde olsun yarım yüzyıla
yakın süredir araştırıcı ve yerinde durmaz yaratılışı ile halk sanatı ve kültürünü
çağdaş doğrultuda değerlendiren, coşku ile bilinci bağdaştıran ve kişisel
çözümler arayan birçok özgün örneklerle doludur (Köksal, 1975b, s. 13).
BEDRĠ RAHMĠ EYÜBOĞLU’NUN ġĠĠR ANLAYIġI
Tabiata bir çocuk ruhu ile bakan yeni resmin izinde olan Eyüboğlu, şiirlerinde de
bu yolda ilerler. Onun şiirlerinde tabiatın bir parçası olan insan bütün halleri ile
yer alır. Şiirinde yabancılık hissi uyandıran hiçbir kullanım yer almaz. İmgesiz
yalın bir anlatımla şair, okuyucusunu aynı hissin içine sokar: Bunu ben de
yazarım! Şiirlerindeki yalın anlatımla birlikte Eyüboğlu‟nun coşkulu söyleyişleri
de dikkat çeker. Konuşma üslubuyla yazdığı şiirler okuyucuyu sıkmaz, şiiri
sürükler. Eyüboğlu‟nun coşkulu söyleyişi ile ilgili Yaşar Nabi “Bedri‟yi, şiirde
olsun, resimde olsun belgeleyen başlıca özelliği coşkunluğu idi. Bir dünya delisi,
bir yaşama sarhoşuydu Eyüboğlu” (Nabi, 1975, s. 14) yorumunu yapar.
Eyüboğlu‟nun şiirlerinde ve resimlerindeki coşkunluk yaşama bakışından
kaynaklanır. Ahmet Köksal, Bedri Rahmi‟nin ölümünün ardından Varlık‟ta
yayınlanan yazısında Eyüboğlu‟nun şiirini şu şekilde açıklar:
1940 Orhan Veli kuşağıyla şiirimize giren yaşama sevinci Bedri Rahmi‟de daha
duygusal, seçmeye, yenilenmeye, değişmeye, şiir sorunlarına pek aldırmayan bir
şiir tutumuyla sürüp gider. Yeryüzüne, doğaya, insanlara yaşamın diri, taptaze, cıvıl
cıvıl cümbüşüne daha çok ressamca bir bakıştır Eyüboğlu‟nun şiiri (Köksal, 1975b,
s. 12).
Eyüboğlu, Dost Dost isimli kitabında yer alan “Şiire ve Şaire Dair (I)” başlıklı
yazısında en mutlu şiirin mümkün olduğunca kalabalık bir insan topluluğuna
ulaşan şiir olduğunu ve insanların her zaman şiire aç olduklarını yazar ve ekler:
“ İnsanoğullarıyla beraber çürümeye mahkûm olan günahlar, şehvetler, arzular,
mahremiyetler, renkler, şekiller ve kokular bugün bir şairin ağzından
tomurcuklandığı zaman onlar o şairi derhal bağırlarına basmışlar ve onu layık
olmadığı mertebelere yükseltmişlerdir (Eyüboğlu, 2004, s. 72). Yazının
devamında yeryüzünde ne kadar iyi şair varsa o kadar da iyi marangoz, demirci
15
olduğunu söyleyerek şairin bunlardan üstün tutulma nedenini sorgular
Eyüboğlu. Şairler, insanların duymak istedikleri, duymaya hasret kaldıkları
cümleleri söyleyebildiği için ün kazanırlar. Aynı yazısında Eyüboğlu şairi şu
cümlelerle tanımlar:
Asıl şair dilinin bütün imkânlarını, zenginliklerini bilen, bütün yaratıcı sanatkârlar
gibi hudutsuz bir sevgi, sonsuz bir hırs ve şehvetle mahmul olan kimsedir. İyi bir
şair, iyi bir ressam kadar harici âlemle senli benli olabilen ışığın dünyaya getirdiğini
ve giderken neler götürdüğünü onun kadar iyi bilendir. İyi şair, iyi bir mimar, iyi bir
heykeltıraş kadar cisimlerin ağırlıklarına, şehvetine ve hendesesine varabilendir
(Eyüboğlu, 2004, s. 74).
Eyüboğlu, bir şairin ışığın varlığı ve yokluğunu iyi bir ressam kadar bilmesi
gerektiğini söylerken, kendi şiirindeki ışık kullanımını açıklar niteliktedir. Onun
şiirlerinde ışığın hem varlığı hem de yokluğu yoğun şekilde hissedilir. Dış
dünyayla ilgilenen şair, nesneleri hem aydınlıkta hem karanlıkta görerek
nesnenin farklı yönlerini keşfetmelidir. Eyüboğlu‟nun şiiri hem ressam hem de
şair bakış açısını taşıdığı için kendi deyişiyle şehvetle ve ışıkla doludur.
Eyüboğlu‟nun şiirleri ile ilgili genel bir değerlendirme yapan Korkmaz ve Özcan,
şunları söyler:
Güzel Sanatlar Akademisi‟nde öğrenci iken estetik ve mitoloji dersleri aldığı Ahmet
Haşim‟in, Eyüboğlu üzerinde derin bir etkisi vardır. Pir Sultan ve Karacaoğlan
geleneğinden gelen büyük bir etkilenmeyi yaşayan Eyüboğlu‟nun şiirlerinde,
ressam kişiliğinden gelen renk öğesi birinci planda yer almaktadır. Bu renk
coğrafyası, içerisinde önemli bir düzeyde halk kültürünü barındırır (Korkmaz ve
Özcan, 2007, s. 78).
Bedri Rahmi‟nin şiir anlayışına en açık şekilde kendi anlatımıyla ulaşılır:
Şairim şair olmasına
Canım kurban şiirin gerçeğine, hasına
İçersine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum
Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter
Eğri büğrü, kör topal kabulüm.
Şairim
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım.
Şairim
Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum
Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim
Onlarla ağlamış onlarla gülmüşüm
Hey hey yine de hey hey
16
Salınsın türküler bir uçtan bir uca
Evelallah hepsinde varım
Onlar kadar sahici
Onlar kadar gerçek,
İnsancasına, erkekçesine
Bana bir bardak su dercesine
Bir türkü söylemeden gidersem yanarım (Eyüboğlu, 2006, s. 194).
Bu şiirde Bedri Rahmi, şiirinin ana özelliklerini sıralar. Gerçek şiirin içinde insan
olduğunu vurgular ilk önce. “Eğri büğrü kör topal kabulüm” dizesiyle şiirde
biçime önem vermediğini anlatır. Önemli olan şiirin bıçak gibi kemiğe
dayanmasıdır. “Karanlıkta gelse şiirin hası ayak seslerinden tanırım” dizesiyle,
şairin bir ressam kadar ışığın varlığı ve yokluğunu izlemesi gerektiğini söylediği
yazısına yönlendirir okuru. Şair karanlıkta bile şiirin hasını gören kimsedir. Köy
türkülerinin şiirin hası olduğunu söyler Eyüboğlu. Bunun nedeni gerçek öyküleri
gerçek insanları anlatmaları, dillerinin çok açık ve yalın olmasıdır. “Hey hey
yine de hey hey” dizesi de Bedri Rahmi‟nin coşkulu söyleyişinin işaretidir.
Eyüboğlu‟nun şiiri hakkında yapılan yorumlarda tekrarlanan halk şiiri ile
beslendiğidir. Bedri Rahmi bunun nedenini hem düzyazılarında hem de
yukarıdaki şiirinde açıklar. Eyüboğlu şiirlerini, ressamlığından gelen renkler ve
halk türkülerine olan yakınlığından gelen halk motifleriyle oluşturur. Kendine
özgü bir söyleyiş yaratır.
Bedri Rahmi‟nin yalnızca şiiriyle resmi değil, şiiriyle düzyazıları, düzyazılarıyla
resimleri de ilişkilidir. Eyüboğlu‟nun yüzü aşkın düzyazısının içinde bazen kendi
şiirleri, bazen başka şairlerin şiirleri vardır. Çoğunlukla yazısının konusuyla ilgili
olan şiirler birkaç şiirde konu dışı gönderim taşır. Örneğin “Renk ve Biçim”
başlıklı yazısında renkten, ışıktan ve biçimden bahsederken “Susun garip kuşlar
susun, güzeller güzeli yârim uyusun” dizelerini tırnak içinde iki paragraf arasına
yerleştirmiştir. Bedri Rahmi‟nin bu dizelerle yazısı arasında kurduğu bağ ise
kapalıdır. Bunun dışında düzyazılarıyla aynı başlığı taşıyan şiirleri vardır: “Güzel
ile Faydalı”, “Âşık Veysel‟e Selam”, “Körolası”, “Can Eriği”, “Tezek”, “Kağnı”,
“Deniz Türküsü”, “Karadayı‟ya Mektup”, “Gönen Yollarında”, “Sabır ile Koruk”,
“Karabiber” bunlardan bazılarıdır. Bazı düzyazılarında ise şiirleri ile ilgili
açıklama
yaptığı
görülür.
Örneğin
“Mana
Murat
Olundukta”
başlıklı
17
düzyazısında “Bir Gemi Vardı” şiirinin hikâyesini anlatır ya da Sabır ile Koruk
kitabında yer alan “Karabiber” başlıklı yazısında “Karabiber” şiirindeki karabiber
ağacını anlatmaya devam eder. “Sabır ile Koruk”, Eyüboğlu‟nun hem şiirinin
hem yazısının hem de kitabının adıdır. Resimleri ile düzyazıları arasındaki bağa
bir örnek bulmak için ise “Yahya Kemal ve İstanbul” yazısına bakabiliriz. Bedri
Rahmi‟nin resimlerinde Yahya Kemal‟i, İstanbul‟un büyük camilerinden bile
daha büyük çizmesinin nedenini şu cümlesinde buluruz:
Yahya Kemal‟in yüreğinde şüphesiz ki bu hudutsuz sevgilerden birisi mütemadiyen
kaynayıp durmaktadır. Bu cömert ve gürbüz membada İstanbul, en ufak taş
parçasına kadar çırılçıplak yıkanmıştır (Eyüboğlu, 2006, s. 216).
Dol Karabakır Dol isimli kitabında “Başka Bir Güneşin Altında” ismiyle
yayınlanan şiirleri, Gece Yarısı isimli düzyazılarının toplandığı kitapta da “Başka
Güneşin Altında” başlığıyla yer almaktadır. Şiir kitabında şiir formunda olan
anlatılar, bu yazıda düzyazı formundadır. Şiirlerde olduğu gibi yazılar da tarih ve
yer belirtilerek günlük özelliği gösterirler.
Sonuçta Bedri Rahmi Eyüboğlu‟nun resimleri, şiirleri ve düz yazıları arasında
mantıksal bir ilişki vardır. Bu ilişki Eyüboğlu‟nun yaratılarının birbirlerini
tamamlamalarını sağlar.
Cumhuriyet dönemi şiirinde Yedi Meşaleciler, Beş Hececiler, Garip akımı,
Toplumcu-gerçekçi şiir, İkinci Yeni şiir akımlarının arasında Bedri Rahmi bir
yandan Garip şiirine, bir yandan da memleketçi şairlere yakındır. Garip akımının
imgesiz konuşur gibi şiir anlayışına yakın olan Eyüboğlu, konularını halk
edebiyatı ile besler. Eyüboğlu‟nun bazı şiirlerinde ise toplumcu-gerçekçi etki,
işçilerin ve halkın fakirliğini anlatması ile kendini gösterir. Eyüboğlu‟nun şiiri,
modern şiir ile halk şiirini birleştiren bir çizgidedir. Bedri Rahmi Eyüboğlu, ilk şiir
kitabı Yaradana Mektuplar‟ı 1941‟de yayınlamıştır. Bu yıllar Türk Edebiyatında
Garip önsözü ile birlikte poetikalarını açıklayan Garip şairlerinin imgesiz saf
şiirlerinin yer ettiği yıllardır. Eyüboğlu‟nun bu dönem imgesiz, konuşur gibi
yazdığı şiirleri bu bakımdan Garip şiirine yaklaşsa da Bedri Rahmi‟nin sözlü
kültüre bakış açısı Garip şairlerinden çok farklıdır. Garip şairleri folklorun şiire
18
düşman olduğu konusunda hemfikirdiler ve Bedri Rahmi‟yi de folklorla olan bağı
yüzünden eleştirirler:
Orhan Veli kuşağı şairleri yenilikten sonra daha çok dilin görünür imkânlarını
denediler. Bu arada Oktay Rifat, Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi bir kısım şairler de,
geniş ölçüde, belki en görünür imkânlar olan halk deyimlerine, folklor temlerine
yöneldiler. İyi olmadı bu onlar için. Köşelerine takılıp kaldılar. Oktay Rifat „sanat
endüstrisi‟ pazarlarına bol sayıda çürük mal sürmek zorunda kaldı. Bedri Rahmi‟ye
gelince, o onu da yapamadı, iki üç kalın, iki üç sarı çizgi çekti durdu. Oysa bu
şairler başka alanlara yönelmesini bilselerdi şiire daha faydalı, daha verimli olacak
kişilerdi (Süreya, 1956, s. 58).
Cemal Süreya şiirde halk deyimlerinin kullanımına şairi ve şiiri körelttiği için
karşıdır. Süreya bu noktada haklı görünse de Eyüboğlu‟nun şiirleri için yaptığı
eleştiri taraflılık taşır gibidir. Çünkü Eyüboğlu şiirlerinde yalnızca halk deyimlerini
kullanmaz. Deyimleri kullanarak şiir yazmak gibi bir amacı yoktur. Onun şiirleri
halktan, halk şiirinden beslenir. Yalnızca şiirlerinin konuları değil söyleyişinde de
halk şiirlerinin etkisi görülür. Aynı zamanda halkı, işçiyi, sıradan insanı anlatır.
Eyüboğlu‟nun şiirlerindeki halk edebiyatı etkisi, Âşık Veysel, Yunus Emre, Pir
Sultan Abdal ve Karacaoğlan‟ın şiirlerinde bulduğu “öz” doğrultusundadır.
Eyüboğlu, halk şiirinde kullanılan sözcüklerin iki amaçla etkili olduklarını belirtir.
Birincisi sık kullanılan kelimelerin şiir içinde farklı anlamlar yüklenmesi ikincisi
okuyucuyu ulaşmak istediği yere doğrudan götürmesidir:
Senelerce işimizi gören, ağzımızdan eksik olmayan kelimeler ve cümleler vardır.
Zaman geçtikçe bu kelimelerin içerisinde saklı olan mana başka başka kisvelere
bürünür, daralır veya genişler. Bu kelimelerin kabuğunu kırıp içerisindeki usare
dolu meyveyi bize sunan şairlerdir (…) Her gün kullanılan, ayakaltında gezen ve
söylene söylene aşınmış cilalanmış emektar kelimeler vardır. Bu kelimelerin
manası bütün vuzuhuyla derhal arkalarından gelir. Onların kastettiği manayı
bilmeyen ve şimşek sürat idrak etmeyen yoktur. (…) Yunus‟un dili ise bu nevi
kelimelerin cennetidir (Eyüboğlu, 2004, s. 243).
Eyüboğlu‟nun bu düşüncesi, şiirlerine ve düzyazılarına yerleştirdiği Yunus Emre
dizelerinin nedenini açıklar niteliktedir. Şair, Yunus‟un dili ile söylemek
istediklerini kısa yoldan okuyucusuna iletir. O, halk şiirini, dilinin açıklığından
dolayı amacına ulaşmak için araç olarak kullanır. Böylece Cemal Süreya‟nın
karşı çıktığı şiirde deyim kullanımını Bedri Rahmi‟nin bilinçli olarak, anlatmak
19
istediklerini doğrudan anlatmak için seçtiği görülür. Bedri Rahmi‟nin halk şiirine
duyduğu yakınlığın temelinde de söyleyişteki açıklık yatmaktadır. Halk şiirinde
ozan ne söylemek istiyorsa açıkça, saklamadan ya da imgeleştirmeden söyler.
Eyüboğlu da şiirde açık seçik olmayı sakatlık değil sağlamlık ölçüsü olarak
değerlendirdiğini belirtir (2004, s. 97). Aynı zamanda bir şiirin “bana bir bardak
su ver” cümlesindeki kadar apaçık olmasına bayılıyordum (Eyüboğlu, 2004, s.
97) diyerek şiirdeki açıklığın boyutunu belirtmiş olur. Eyüboğlu, şairin şiiri
yakalayabilmek için kelimelerle arasının iyi olması gerektiğini de söyler:
Şiirde zaman ve mekân yoktur. Şiirin başı, ortası, sonu yoktur. O, öyle bir an içinde
doğar ki, bu anı yakalayabilmek ve onu şimşek süratiyle bize aşılayabilmek için şair
denilen mahlûkun kelimelerle çok yakın bir akrabalığı olması; onların her birisini
ayrı ayrı ışığa tutup içerisinde olup bitenleri görmüş ve sezmiş olması lazımdır
(Eyüboğlu, 2004, s. 72).
Eyüboğlu‟nun yukarıdaki cümleleri “sözcük” ile “renk” arasındaki ortak bakış
açısını da gösterir bize. Her bir rengi ışığa tutup değerini ölçen ressam
sözcükleri de bu yolla ölçer. Şairin her kelimeyi en ince ayrıntısına kadar gören,
her anlamını bilen ve yeri geldiğinde zaman kaybetmeden en uygun kelimeleri
yan yana getiren kişi olması gerektiğini söyler Eyüboğlu. Bedri Rahmi şairden
ne beklediğini şu cümlelerle açıklar:
Ben öteden beri şiirin insandan insana varan en kısa ve en sağlam yol olduğuna
inanıyorum. Şairin aydınlığı, alacakaranlığa, alakaranlığı zifiri karanlığa değil tam
tersine alacakaranlığın içindeki bir damla ışığı emmesini, gözü kamaştıran, kör
eden ışığı hepimizin günlük ışığımız haline getirmesini, zifiri karanlığın içinde el
yordamı ile bir şeyler bulup çıkartmasını bekliyorum (Eyüboğlu, 2009a, s. 98).
Şairin amacı karanlığın içinde saklanan ışığı çıkarıp bütün insanların gününü
aydınlatmaktır. Eyüboğlu‟nun kelime ile ışık arasında kurduğu ilişki bu
söyleminde de karşımıza çıkar. Şiir, insanların günlük yaşamlarını aydınlatan
bir araçtır. Bu bakış açısı Eyüboğlu‟nun şiirlerindeki insanların, nesnelerin
çokluğunu açıklar. Çünkü her sözcük, her insan, her nesne bir amaca hizmet
eder: İnsanları aydınlatmak. Bu nedenle şiirlerinde yoğun olarak insan olma
durumunu sorgularken; akıldan, emekten, işçilerden, İstanbul‟dan, şairlerden,
ressamlardan, ağaçlardan, kadınlardan, sevdalarından, oğlundan, ölümden söz
eder. Aynı zamanda destanlar yazar: “İstanbul Destanı”, “Denizli Destanı”,
20
“Eyfel Destanı”, “Yazma Destanı”. İlahi yazar, türkü söyler: “Can İlahisi”, “Deniz
Türküsü”, “Türküler Dolusu”. Bedri Rahmi‟deki bu çeşitlilik, onun dünyaya ve
eşyaya bakış açısıyla ilgilidir:
Bedri, eşyayı kendi dışındaki aydınlıkta seyretmeye katlananlardan değildir.
Beyninin içinde bir güneş parçalanmış gibi, o her şeyi kendi aydınlığından görür.
Bu itibarla çocuğa benzer. Ve çocuğa benzediği için de dokunduğu şeylere bir sır
ve masal çeşnisi verir (Alıntılayan Erol, 1984).
Tanpınar bu sözleri Bedri Rahmi‟nin resimleri için söylemiştir ancak bu görüşün
doğruluğu şiirlerine ve düzyazılarına bakıldığında da açıkça görülür. Bedri
Rahmi‟nin nesnelere bakışı, nesnelerle kurduğu ilişki onun özgüllüğünün de
başlıca nedenidir:
İstanbul deyince aklıma kuleler gelir
Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır
Ama şu Kız Kulesi‟nin aklı olsa
Galata Kulesi‟ne varır
Bir sürü çocukları olur (Eyüboğlu, 2007,s. 239).
Bu şiirindeki bakış açısıyla Bedir Rahmi, Galata Kulesi ile Kız Kulesi‟ne cinsiyet
yüklemiş ve belki de masum bir sanatçı isteği ile çoğalmalarını arzulamıştır. Kız
Kulesi‟ne cinsiyet yüklemek kolay bir eylemdir ancak ona Galata Kulesi‟nin
erkek olduğunu düşündüren şeyin ne olduğunu anlamak için daha derine inmek
gerekir.
Eyüboğlu‟nun şiirlerindeki kalabalık aynı şekilde onun resimlerinde de görülür.
Turan Erol, Abidin Dino‟dan aktardığı “Bedri Rahmi‟nin bütün resimlerinde,
nabzı hissedilen bir kalabalığın hatta bir şehrin veya memleketin mevcudiyeti
var” (Erol, 1984, s. 37) cümlesiyle resimleri ile şiirleri arasında ortak bir noktayı
daha görmemizi sağlar. Nesneler, insanlar, mekânlar Eyüboğlu‟nun şehrini,
memleketini, memleketinin insanlarını anlatmak amacıyla şiirlerinde yer alır.
Ponty, nesnelerin yalın ve tarafsız olmadıklarını her birinin kişi için bir tutumu
simgelediğini bazılarının olumlu bazılarının olumsuz etkiler yarattığını; bir
insanın etrafındaki nesnelerle, tercih ettiği renklerle vs. zevki, kişiliği ve başka
insanlara
karşı tutumunun
belirlendiğini
söyler
(Ponty,
2010,
s.
30).
21
Eyüboğlu‟nun şiirlerinde ve resimlerindeki nesneler de renkleriyle, biçimleriyle
hem Bedri Rahmi‟nin onlara yüklediği var olma nedenlerini taşılar hem de
Eyüboğlu‟nun kişisel dünyasını ve sanat hayatını anlatırlar.
BEDRĠ RAHMĠ EYÜBOĞLU’NUN RESĠM ANLAYIġI
Eyüboğlu resmin tarifini şu şekilde yapar: “ Resim, ışığa kavuşan her şeyi büyük
bir aşk ile incelemek ve bu aşkı renkler ve çizgiler aracılığı ile insanlara
aşılamak sanatıdır” (Eyüboğlu, 1977, s. 35). Eyüboğlu resmin temelini “dört
küheylan” olarak adlandırdığı çizgi, leke, renk ve beneğe dayandırır: “Dört
küheylan çeker arabamızı: biri çizgi, biri leke, biri renk, biri benek. Bizim
derslerimizi bu dört küheylan yürütür” (Eyüboğlu, 1977, s. 237).
Bedri Rahmi‟nin Cézanne‟in öncülük ettiği yeni resmin takipçisidir. Bedri Rahmi,
Cézanne‟e ancak resimde edebiyat yapmaktan uzaklaşınca yaklaştığını anlatır
(Eyüboğlu, 2003, s. 91). Cézanne‟in “Resim tabiata muvazi giden bir âhenktir”
(Eyüboğlu, 2003, s. 92) sözü Eyüboğlu‟nun resme bakışı üzerinde etkilidir.
Cézanne‟in tabiat ve renk anlayışını Ponty şu şekilde açıklar:
Doğa nesnelerin konturunu ve biçimini gözlerimizin önünde nasıl meydana
getiriyorsa, Cézanne da onları öyle meydana getirmek ister: renklerin
düzenlenişiyle (Ponty, 2010, s. 22).
Cézanne‟in renklere verdiği önem Bedri Rahmi‟de de kendini gösterir ve o,
önemli olanın tüm renklerin aynı anda bir yerde bulunması değil tek bir rengin
birden fazla tonunun bulunmasının olduğunu söyler. Bir ressamın yeteneğini de
bu şekilde ölçer:
Bir ressamın renk kudreti hakkında fikir edinmek isteyenler onun bir tek renge nasıl
hâkim olduğuna dikkat etsinler. Eğer bir ressam bir tek rengin kılı kırk yarar gibi
muhtelif çeşitlerini bulabiliyorsa o rengin ne demek olduğunu anlamış, rengin
tadına varmış demektir (Eyüboğlu, 2004, s. 132).
Resimde rengin kullanımı ile ilgili bunları söyleyen Eyüboğlu, Resme Başlarken
kitabının “Renk I” başlıklı yazısında rengin, biçime verilen öncelik nedeniyle
geride kaldığını belirtir (Eyüboğlu, 1977, s. 280). Yine aynı kitapta yer alan
“Renk ve Biçim” başlıklı yazısında görsel sanatların temel öğelerini renk, biçim,
22
ışık ve malzeme olarak sıralar. Işığın, renk ve biçimi belirleyen en önemli öğe
olduğunu belirtir:
Işığın değdiği her yerde renk ve biçim vardır. Fakat ışığın ulaşamadığı yerde
renkler aynı olur ama biçim aynı olmaz. Herkes el yordamıyla karanlıktaki eşya
hakkında bir fikir edinebilir (…) Karanlıktan başka renkle biçimi, bu ikiz kardeşleri
kolay kolay hiçbir kuvvet birbirinden ayıramaz (Eyüboğlu, 2004, s. 103).
Bedri Rahmi bu sözleriyle ışığın varlığından çok yokluğunun belirleyici olduğunu
vurgular gibidir. Karanlık, resimde önemli görevler üstlenir.
Eyüboğlu‟nun “Yeniler ve Yeni Resim” yazısında yeni resmin izleyiciye ben de
yaparım hissini verdiğini söyler ve bunun nedenini ressamın tabiata bakışına
bağlar:
Onun [ressamın] tabiat karşısına bir âlim, bir usta gibi değil de her zaman “bir
çocuk ruhu kadar pürnisan” çıkmaya çalıştığını görüyoruz. Bir çocuk ruhu! Evet, bir
çocuk ruhunun safiyeti! (Eyüboğlu, 2003, s. 195).
Resmin diğer güzel sanatlar arasında doğaya en yakın sanat olduğunu
söyleyen Eyüboğlu, doğaya arkasını dönen ressamın bütün olanaklarını
kaybettiğini belirtir (Eyüboğlu, 1977, s. 29). Bedri Rahmi‟nin doğaya bakışı
Cezanne‟in öncülüğünü ettiği yeni resmin çevresindedir.
Eyüboğlu yeni resmin yolunda ilerlerken onu halk sanatıyla besler. Bedri Rahmi,
1 Aralık 1955 yılında Varlık‟ta çıkan bir söyleşisinde Türkiye‟nin en kuvvetli iki
sanat kolunun şiir ve nakış olduğunu söyler ve ekler: “ Köy türkülerinden, köy
nakışlarından faydalanmak bana ekmekten sudan faydalanmak kadar açık
geliyor. Bunları gitgide artan bir sevgi ile incelerken hep şunu düşünüyorum:
Bunlarda milyonlarca insanın birbirine eklenmiş emeği, tecrübesi, göz nuru var
(…) Köy türkülerinden, köy nakışlarında hepimizin olan bir öz vardır. Bu öz
sadece renk, biçim veya deyiş çeşnisi değildir. Bu öz yüzyılların, yüz binlerin
birbirine katılmış emeğinden doğan bir baldır (Alıntılayan Ünlü ve Özcan, 2003,
s. 155). Nurullah Berk, Eyüboğlu‟nun resmini şu şekilde açıklar:
Nitekim Bedri Rahmi, ilkin Raoul Dufy, sonraları Matisse, Klee, Miro, Kandinsky gibi
büyük Batılılara gönül vermişti. Ama dikkat ediniz, bunların tümü Doğu‟ya yönelik
Avrupalılardı. Sözünü ettiğim senteze iki uygarlığın barıştırılması yoluyla
varabilmişlerdi. Bedri figürlerinde Dufy, Matisse, düzenlemelerinde Anadolu
kilimleriyle kaynaşan Klee ve Miro yatar. Sentez budur (Berk, 1975, s. 12).
23
Eyüboğlu resimlerinde doğu ve batıyı sentezlerken, resimde gönül verdiği
ressamları da bu doğrultuda seçer. Bedri Rahmi, Dufy, Matisse, Klee ve Miro‟ya
rastlantısal şekilde bağlanmamıştır, onlarda Eyüboğlu‟nu çeken bir özellik
vardır; doğu figürleri.
BEDRĠ RAHMĠ EYÜBOĞLU’NUN RESĠM-ġĠĠR ĠLĠġKĠSĠNE DAĠR GÖRÜġLERĠ
Bedri Rahmi Eyüboğlu, ressam-şair sıfatı ile Tevfik Fikret‟in ve İlhan Berk‟in
yanında yer alır. Şiir-resim ilişkisi Eyüboğlu‟nun şiirlerinde beş farklı şekilde yer
alır. Birincisi renklerle, ikincisi şiirlerin içinde çizilmiş resimlerle, üçüncüsü
resimlerin içinde yazan şiirlerle, dördüncüsü şiirlerin içinde kullanılan resim
yöntemleriyle ve beşincisi sinemanın anlatım yöntemleriyle. Eyüboğlu‟nun
şiirlerinin ve resimlerinin yoğun şekilde etkileşim içinde olması onun ressam ve
şair olmasından değil sanata bakış açısından kaynaklanır:
El ele veren sanatları, birbirleri içersinde eridikçe hakiki sanat ömrüne kavuşan
eserleri birer birer gözden geçirmek! Ne muazzam bir seyahat. Müzikle dansı,
müzikle şiiri, müzikle mimariyi evvela ikişer ikişer düşünmek, bunların birbirlerine
verdikleri değer hesaplamak. Daha sonra onların hepsinin bir arada bir çatı altında
toplanmalarından doğan cümbüşü tasarlamak. Resimle şiiri, resimle heykeli,
resimle mimariyi yer yer aynı yapı içinde erimiş görmek. Bu yol bizi daima sanatın
en kudretli çağına çıkartacak (Eyüboğlu, 2005a, s.91).
Bu bakış açısıyla Eyüboğlu ne resmi şiirden ne de şiiri resimden sakınmış;
müziğin, resmin, şiirin, mimarinin birlikte olduklarında güçlerinin artacağını
savunmuştur. Eyüboğlu‟nun, Kiraz Ayı kitabındaki “Yeniler ve Yeni Resim”
başlıklı yazısında resim ve edebiyatın ayrılması gerektiğini söylerken kastettiği,
resimden beklenen kusursuz betimleme şekli ve hikâye anlatımından
uzaklaşmasıdır. Eyüboğlu‟nun karşı çıktığı nokta resmin hikâye anlatmasıdır.
Bu karşı çıkış Bedri Rahmi‟nin tabiriyle yeni resmin karşı çıkışıdır. Çünkü Yeni
Resim (Cézanne‟in öncülük ettiği, klasik olmayan yani izlenimci olan)
betimlemeci, ayrıntıcı değildir. Ancak seyirci resmi yalnız resim olduğu için değil
bir ders verdiği, hikâye anlattığı için sever:
Herhangi bir tablodan, acıklı veya şen muhakkak bir hikâye dinlemek, bir fazilet
veya bir din dersi almaya, bir şiir dinlemeye alışık olan seyirci, resimde bütün
bunların bulunmamasına tahammül edemiyor (Eyüboğlu, 2003, s. 196).
24
Eyüboğlu, resim ile edebiyatın birbirinden ayrılması gerektiğini söylerken, şiirin,
romanın resim ile ilişkisini kesmesi değil yeni resmin bakış açısını anlatmak için
resmin bir amaç gütmeden izlenilmesi gerektiğini, resimden bir ders çıkarmak
amacında olunmaması gerektiğini vurgular. İyi bir resim, bazen ilk bakışta size
hiçbir şey vaat etmez (Eyüboğlu, 1977, s. 32). Bedri Rahmi resim ve diğer
sanatlar arasındaki ilişkiyi şu cümlelerle açıklar:
Ressam şiir yazmaz. Fakat doğa karşısına bir şairin yepyeni ve bembeyaz çocuk
ruhu ile çıkar. Ritim diye bir şey varsa bu şairin olduğu kadar ressamın gönlünden
de esecektir. Heykel, süsleme sanatları, mimari ve şiir bütün bunların resimdeki
yerlerini ve ölçülerini saptamak ve onları iyiden iyiye resmin olanakları ile
birleştirerek, resmi onlara değil, onları resme damla damla katmak. Bu sanıldığı
kadar kolay bir açıklık değildir (Eyüboğlu, 1977, s. 66).
Şair ve ressamın doğa karşısında aynı tutum içinde olduğunu anlatan Eyüboğlu,
diğer sanatların resim ile ilişkilendirilip, resmin içine dâhil edilmesinin zor
olduğunu anlatır.
Bedri Rahmi, şiirin ve resmin birbirinden kesin çizgilerle ayrıldığı bir anlayışa
sahip değildir. Yalnızca şiir ve resim değil, şiir ve düzyazı, resim ve düzyazının
da kesiştiği noktalar vardır Eyüboğlu‟nun eserlerinde. Bedri Rahmi, sanatların
birbirlerini beslemesi gerektiğini savunurken, şiir-resim ilişkisini de bu bağlamda
değerlendirir.
25
BĠRĠNCĠ BÖLÜM: RENKLER
Bedri Rahmi Eyüboğlu‟nun şiirleri üzerinde dururken onun ressam kimliğini ya
da resimleri üzerinde çalışırken şiirlerini bir kenarda bırakmak mümkün değildir.
Bu bölümde Bedri Rahmi‟nin şiirlerini boyadığı renkler üzerinde durulacak ve
öncelikle şiirlerde kullandığı renkler, doğrudan kullandığı renkler, dolaylı olarak
kullandığı renkler ele alınacaktır. Bu başlıklardan yola çıkarak Bedri Rahmi‟nin
şiirlerde renk kullanımı, renklere yüklediği anlamlar ile şiirlerde renklerin etkisine
ulaşmaya çalışılacaktır.
Sözen‟e göre renk estetiğine üç yönden yaklaşılabilir: rengin izlenim etkisi
rengin duygusal ifade aracı olma yönü ve rengin taşıdığı sembolik anlamlar
(Sözen, 2003, s. 10). Bu üç bağlamda anlam kazanan renklerin psikolojik
etkilerinin varlığı ve insanların tercih ettikleri renkler ile kişilik özellikleri arasında
da bir ilişki olduğu üzerinde de durulmaktadır. Renkler, kullanım amaçlarının
yanı sıra bir de fiziksel yapılarına göre sıcak ve soğuk renkler olarak ayrıma
girerler.
Renkler fiziksel yapılarına göre de ayrımlara uğrayabilir. Bu ayrımlardan birisi de
renklerin karakter bakımından “sıcak” ya da “soğuk” oluşlarına göre yapılandır. Bu
ayrımlamada, spektrumda kısa dalga boyuna sahip olan renklere yani maviye
doğru gidenlere “soğuk renkler”, uzun dalga boyuna sahip olan renklere yani
kırmızıya doğru gidenlere ise “sıcak renkler” denilmektedir (Sözen, 2003, s. 37).
Renklerin sıcak ve soğuk ayrımları aslında renklerin frekanslarıyla ilgili teknik bir
özelliktir. Ancak bu teknik özelliklerin yanı sıra insanlar üzerinde yarattıkları
etkiler açısından da bu ayrım geçerlidir. Sıcak ve soğuk renk ayrımı sadece
fiziksel bir ayrım değildir. Çünkü bu renk gruplarının insanlarda değişik fizyolojik
ve psikolojik etkiler yarattığı deneylerle ispatlanmıştır. Deneyler sıcak ve soğuk
renklerin sinir merkezlerini farklı biçimlerde etkilediğini göstermektedir (Sözen,
2003, s. 38). Sıcak renkler doğanın renkleri ile bağlantılı olarak kırmızı, turuncu
26
ve sarıdır. Soğuk renkler ise mavi, yeşil ve mordur. Sıcak renkler psikolojik
açıdan canlılık, neşe ve hareket etkisi yaratırken soğuk renkler dinginlik,
sessizlik ve rahatlık etkisi yaratırlar. Bu bilgiler Bedri Rahmi‟nin şiirlerinde
renkleri ne şekilde kullandığı, daha çok hangi renkleri kullandığı ve bu renklerin
şiirin görselliğine etkilerinin daha açık şekilde görülmesine katkıda bulunur.
Renkler Bedri Rahmi‟nin resminde biçimle birlikte en önemli öğedir. Bedri
Rahmi‟nin şiirlerinde kullandığı renkleri ve renklerin şiirlere kattıkları görsel
etkiyi belirlerken, deyişbilimden yararlanılacaktır. Deyişbilim yazınsal yapıtların
kurgu ve dil kullanımlarında önceleme, koşutluk, yineleme ve sapma olma
üzere dört ölçüt belirler10. Bu dört ölçüt dil kullanımının sesbilgisi, biçimbilgisi,
sözdizimi ve anlambilimi alanlarında görülebilir 11. Berke Vardar öncelemeyi şu
şekilde tanımlar:
Sözdizimde, daha sonra gelmesi gereken öğeye daha önce yer verme;
sesbilgisinde bir ses oluşturulurken daha sonra gelecek bir sesin kimi özelliklerini
alması (Vardar, 2002:153).
Önceleme Eyüboğlu‟nun şiirlerinde sesbilgisel bağlamda daha sık karşımıza
çıkar. Ses öncelemeleri bütün uyak çeşitlerini içerir 12. Böylece önceleme şiirlerin
çoğunda yer alır. Bedri Rahmi halk söyleyişlerini de şiirlerinde kullanarak ünsüz
yinelemesi ve ünlü yinelemesiyle seslerin öncelenmesini sağlar. Örneğin
“Boğaz Köprüsü” şiirinde kullandığı “iyyetti” eyleminde üsüz türemeleri
sesbilgisel öncelemeye neden olur.
Koşutluk Eyüboğlu‟nun şiirlerinde daha
geniş yer tutar. Şiirde dizeler, sözdizimi ve anlam içeriği açısından koşutluk
gösterir. Yinelemeler Halk Edebiyatı şiirlerinde daha sık görülür:
Türk şiirinde kurgu ve yapıyı belirleyen biçimbilgisel yinelemeler sıkça
kullanılmaktadır. Dizelerin başındaki önyinelemeler (anaphora), dize sonlarındaki
ardyinelemeler (epistrophe), hem bölük başında hem de bölük sonunda yinelenen
sözcük ya da sözcük öbeklerini oluşturan koşut yinelemeler (symploce) Halk
Edebiyatı‟nda çoğunlukla, oldukça sık göze çarpar (Özünlü, 2001: 77).
10
Ayrıntılı bilgi için bkz. Özünlü, 2001, Vardar, 2002.
Özünlü, 2001, s. 44.
12
Özünlü, 2001, s. 95.
11
27
Eyüboğlu‟nun şiirlerinde de yinelemeler oldukça fazladır. Kimi zaman tek bir
sözcüğü, kimi zaman bir dizeyi kimi zamanda bir bölümü hem şiir içinde hem de
farklı şiirler içinde yineler Eyüboğlu. Özünlü sapmaları ise şu şekilde açıklar:
Sapmalar, sözcük alanında dış sapma olarak kolaylıkla ayırt edilebilir. Ölçü, dizem
ve uyak gereği, sözcükte herhangi bir ünlünün düşmesi ya da bir hece düşmesi
böyle sapmaları oluşturur. Öte yandan, sözcüksel iç sapmalar şiirin kurgusunda
kullanılması gereken sözcüklerin dışında birtakım sözcüklerin kullanımını içeren
olağan dilden daha kaba, ya da açık seçik terim ve sözcükler kullanılırsa sözcüksel
iç sapma oluşur (Özünlü, 2001, s. 80).
Eyüboğlu‟nun şiirlerinde sesbilgisel alanda sapmaları yine halk söyleyişleri
oluşturur. “Cücüklü soğan” şiirinde kullandığı “nideceksin” ve “yicem” sözcükleri
sesbilimsel sapmalara örnektir. Anlamsal sapmaların nedeni ise alışılmamış
bağdaştırmalardır.
Deyişbilimsel
yöntemlerle
şiirlerde
yinelenen,
öncelenen
renkler;
renk
kullanımlarında sapmalar ve bağdaştırmalarla şairin renk kullanımının üslup
özellikleri saptanabilir. Bedri Rahmi‟nin Dol Karabakır Dol isimli bütün şiirlerinin
yer aldığı kitap içindeki şiirler incelendiğinde öncelikle şiirlerin isimlerinde yer
alan renkler dikkat çeker. Şiirlerin isimlerinde ve içlerinde renklere hem
doğrudan hem de dolaylı olarak renk gönderimleri bulunur.
1.1. AÇIK KULLANIMLAR
Bedri Rahmi Eyüboğlu‟nun Dol Karabakır Dol isimli bütün şiirlerinin yer aldığı
kitap incelendiğinde yalnız başlıklarında renk ismi geçen on şiir olduğu görülür:
“Yeşil”, “Merhaba Yeşil”, “Rakı Yeşili”, “Üzüm Yeşili”, “Mor”, “Mor Gelin”, “Mavi
Portakal”, “Mavi Tohum”, “Mavi Gezi” ve “Mürdüm”. Başlığında renk gönderimi
olan on şiir yer alır: “Ölüler Dileniyor”, “Çil Çil”, “Yazma Destanı”, “Küçük
Ressam”, “İstanbul Destanı”, “Tırnaklı”, “Trabzon Deyince”, “Bodrum” ve
“Nafile”. Yani toplamda yirmi şiirin ismi renklidir.
28
1.1.1. ġiirlerin BaĢlıklarında Renkler
Yeşil renk on şiirin dördünün başlığında yer aldığı için ilk olarak başlığında yeşil
rengin bulunduğu şiirler üzerinde durulacaktır. Eyüboğlu renkleri şiirlerin
başlıklarında açık gönderimlerle kullanarak renkleri önceler. Bu bağlamda ilk şiir
“Yeşil”dir:
Kolu mor kanadı yeşil
Halinden şikâyetçi değil
Yeşil
Yeşil
Yeşil
Allah sizden razı olsun
Benden değil.
Şiirden ve sade kahveden nefret
Bana arzulardan bahset arzulardan.
Kiraz ucuz kadınlar bahalı
Ellerin dert görmesin dut ağacı
Tomur tomur tomurcuklanıyor kanımda südün
Dört mevsimi bir nefeste içip büyüdüm
Sevincinden birer birer çatlıyor dallarım
Baştan başa donanıyor damarlarım
İsterse bir saniye sürsün ömrüm artık doyarım (Eyüboğlu, 2006, s. 81).
Şiirin ilk bölümünde şair yeşil rengi dört kez yineleyerek rengin yoğunluğunu
hissettirir. Daha sonra ise “yeşil” sözcüğünü üç kez arka arkaya yineleyerek
sözcüğü önceler ve şiirde yer alan diğer sözcüklerden anlamsal değeri ve şiire
etkisi
açısından
öne
çıkarır
ve
okuyucuyu
yönlendirir.
Şiirde
rengin
hissedilmesine neden olur. Yeşilden önce ise moru kullanır şair. Ancak daha
sonra “yeşil”in tekrarlanmasıyla morun etkisi kaybolur.
Yeşil rengin şiirdeki
yoğunluğu sözcüğün tekrarlanması ile sağlanır ancak şairin burada kullandığı
yeşilin, hangi yeşil olduğu ile ilgili bir bilgi bulunmuyor. İkinci bölümde dut
ağacının yeşilinden söz eder ama ilk bölümün boyandığı yeşil hangi yeşildir?
“Bana arzulardan bahset arzulardan” dizesi ile yeşil ve arzu arasında ilişki
kurduğunu da söyleyebiliriz şairin. Bu nedenle ilk bölümdeki yeşilin “arzu yeşili”
olma ihtimali ortaya çıkar. Ancak bu rengin okuyucu için doğrudan bir görsellik
gönderimi yoktur. Arzu yeşili yalnız şair için görsellik değeri taşır.
29
Birinci bölümdeki yeşil rengin ağırlığı ikinci bölümde kiraz ve süt sözcüklerinin
renk gönderimleri ile azalır. Dut ağacının yeşil rengi ve meyvesinin kırmızı rengi
sütün beyazlığı gerisinde kalır. Şiirin rengi mordan yeşile, yeşilden kırmızıya,
kırmızıdan beyaza döner. Renkler arasındaki geçişler sert geçişlerdir; morun
bir tonundan başka bir tonuna değil başka bir renk olan yeşile, yine aynı şekilde
yeşilden kırmızıya ve kırmızıdan beyaza geçilir. Yeşil ve kırmızı rengin
yinelenmesi
şiirde
etkilerinin
artmasını
sağlar.
Bu renklerin yanı sıra ilk bölümde sade kahvenin rengi de şiiri etkiler. Ancak şair
“sade kahveden nefret” söz öbeği ile de koyu kahverengi olan kahvenin rengine
olumsuz anlam yükler.
Başlığı renkli bir diğer şiir de “Merhaba Yeşil”dir:
Yeşile de deli gönül yeşile
Kara sevda katmer katmer açıla
Muhabbet bir ekin ekip yeşertmek
Yeşertmeyen alev ateş tutuşa
Yeşile de deli gönül sımsıcak
Bir yeşil yağmurdur yağdı yağacak
Muhabbet bir ekin ekip yeşertmek
Bir yeşil kıyamet koptu kopacak
Yeşile de deli gönül uçalım
Tepeden tırnağa çiçek açalım
Muhabbet bir ekin ekip yeşertmek
Yeşertmeyen yerden yardan geçelim
Yeşilde de deli gönül gözüne
Karışalım ak gürgenin hızına
Muhabbet bir ekin ekip yeşertmek
Canım kurban Kâtibi‟nin sözüne
Yeşile de deli gönül hıncınan
Başı boş bedava bir sevincinen
Muhabbet bir ekin ekip yeşertmek
İster kalem kâğıt ister vincinen
Yeşile de deli gönül tümümüz
Yeşil bizim dünya ahret dostumuz
Muhabbet bir ekin ekip yeşertmek
Yeşil yeşil tütüp gitsin canımız
Yeşile de deli gönül merhaba
Erikler vişneler dutlar merhaba
Muhabbet bir ekin ekip yeşertmek
Sahipsiz yoncalar otlar merhaba (Eyüboğlu, 2006, s. 219).
30
Şiirin her bölümünde tekrarlanan yeşil sözcüğü rengin şiirdeki yoğunluğunu
belirlemektedir. İlk bölümde yeşil sözcüğü 4 kez yer alır; ikisinde isim (yeşile,
yeşile) birinde eylem (yeşertmek), birinde ise sıfat (yeşertmeyen) görevindedir.
İkinci bölümde de sözcük 4 kez yer alır; birinde isim (yeşile), ikisinde sıfat (yeşil
yağmur, yeşil kıyamet), birinde ise eylem görevindedir (yeşertmek). Üçüncü
bölümde sözcük iki kez geçer; birincisi isim (yeşile), ikincisi eylem olarak
(yeşertmek). Dördüncü ve beşinci bölümler de de sözcük iki kez geçer ve bir
önceki bölümlerde aynı görevlerde. Altıncı bölümde ise son dizede yinelenerek
5 kez geçer yeşil sözcüğü; ilk ikisinde isim (yeşile, yeşil), üçüncüsünde eylem
(yeşertmek) ve dördüncü ile beşincisinde yineleme olarak zarf görevinde. Son
bölümde ise yeşil renk doğrudan kullanımla iki kez, gönderimlerle de iki kez yer
alıyor. Doğrudan kullanılan yeşil sözcüğünün ilki isim (yeşile), ikincisi ise eylem
(yeşertmek) görevindedir. Gönderim yoluyla renge ulaşmamızı sağlayan
sözcükler ise “erik” ve “yonca” isimleridir. Yeşil rengin en yoğun olduğu bölüm,
şairin yineleme yoluyla sözcüğün etkisini artırdığı altıncı bölümdür.
“Yeşile de deli gönül” her kıtada yinelenen yarım dize özelliğini taşır ve şiirin her
bölümünü oluşturan temel sözdizimsel yapıdır. “de” eki halk şiirinde ölçüyü
tamamlamak için kullanılan artık hecedir ve burada da şiir 11‟li hece ölçüsü ile
yazılmıştır ve şair “de” eki ile ölçüyü tamamlar. Bunun yanı sıra “de” ekini “yeşil”
rengi pekiştirmek için kullanmıştır şair. Şiirde ayrıca her bölümde yinelenen tam
bir dize yer alır: “Muhabbet bir ekin ekip yeşertmek”. Şairin bu dizeyi
yinelemesinin bir amacı vardır: okuyucunun dikkatini çekmek ve şiirin ana fikrini
aşılamak. Yineleme yoluyla bu dizenin okuyucunun aklına kalmasını sağlar ve
böylece ana fikrini de sunmuş olur. Şiirde “yeşil” yalnızca isim olarak değil
eylem olarak da yer almakta ve tekrarlanmaktadır. Böylece şair alışılmamış
bağdaştırmalar yapar ve “yeşil” ile farklı anlamlar yaratır. Örneğin “yeşil
kıyamet”, “yeşil yağmur”, “yeşil yeşil tütmek”, söz öbekleri şairin öznel
kullanımlarını içerir. Yeşil sözcüğü sıradan bağlamından çıkarılarak farklı
anlamların oluşmasını sağlar. Şair böylece istediği kadar anlam üretebilir ve
şiirini zenginleştirebilir. “Yeşil”in farklı görevlerde kullanılması, sözcüğün şiir
içindeki gücünü de artırır. “Yeşil” isim de sıfat da zarf da olsa renksiz olguları
31
renklendirir. Örneğin şeffaf olan yağmur yeşil renge boyanmıştır ya da olumsuz
anlam değerli kıyamet sözcüğü yeşil renk ile betimlenerek olumlu bir görüntü
yüklenmiştir.
Başlığında yeşil rengin yer aldığı diğer bir şiir “Rakı Yeşili”dir:
Rakının yeşili
Zehir yeşili
İncecik
Masmavi
Sipsivri dili.
Rakının yeşili
Zehir yeşili
Akrep gibi can evinden öyle soktu ki beni
Azrail…kapıda…şaşırmış duruyor
Azrailin bile ödü kopuyor (Eyüboğlu, 2006, s. 394).
Şiirde rakı yeşili ile görselleştirilen, rakının neden olduğu sağlık sorunları ve
acıdır. Rakı yeşili ile zehir yeşilinin özdeşleştirilmesi de rakı yeşilinin acı bir renk
olduğunu belirler. Şiirde acıyı anlatan en belirgin dize “akrep gibi can evinden
öyle soktu ki beni” dizesidir. Rakı yeşilinin çizdiği acı, akrep sokmasının verdiği
acı ile eşleştirilir. Zehir ve akrep sözcüklerinin kullanımı da şiirdeki acıyı
keskinleştirir. “Azrail” sözcüğü de şiirin görselliğini etkileyen bir sözcüktür.
“Azrail kapıda şaşırmış duruyor, Azrail‟in bile ödü kopuyor” dizeleriyle şair
Azrail‟in resmini de çizer şiirde; kapıda elinde orakla bekleyen şaşırmış ve
korkmuş Azrail resmi. Azrail‟i bile korkutacak bir yeşildir, rakı yeşili. Şair
alışılmamış bağdaştırmalarla vermek istediği etkiyi oluşturur. Örneğin “incecik”,
“masmavi” ve “sipsivri dilli” yeşil, şairin rengi somutlaştırmasını sağlıyor ve
anlatmak istediği acıyı etkili hale getirir. “İncecik” sözcüğünde “-cik” küçültme eki
sözcüğe küçültme anlamından çok keskinlik anlamı katar. Böylece yeşil rengin
acıya neden olma durumu da anlaşılmış olur. İncecik keskin bir yeşil olarak
somutlaştırılır.
“Rakı Yeşili”nden sonra ise “Üzüm Yeşili”ni çizer Bedri Rahmi:
Gel benim üzüm yeşilim
Yandaki zeytine gidelim
Gel benim üzüm yeşilim
32
Çam ağacına gidelim
Zeytinin rüzgârı tir tir
Çam ağacınınki pır pır
Benimki oldum olası delidir
Gel benim üzüm yeşilim
Nar ağacına gidelim
Gel benim üzüm yeşilim
Trabzon üzümüne gidelim
Gel benim üzüm yeşilim
Yeşillerin gönüllüsü
Yeşillerin durucusu
Haydi bakkala gidelim
Bir kilo üzüm alalım
Torba kâğıdına girmeden
Yürü çeşmeyi boylayalım
Yıkansın üzüm yeşilim
Sonra salkım almalı
Çarşının içine dalmalı
“Var mı?” “Var mı?” diye sormalı.
Üzümün böyle derlisi
Yeşilin böyle toplusu.
Gel benim üzüm yeşilim
Haydi, maviye gidelim
Biz değmesek
Mavi küser
Mavi bizsiz ne halt eder
Gel benim üzüm yeşilim
Yeşillerin en nazlısı
Sen üzümün yeşilisin
Üzüm olman şart değil
Birçok dallara konarsın
Hatır sualler sorarsın
Gel benim üzüm yeşilim
Seninle Bedros‟a gidelim (Eyüboğlu, 2006, s. 416).
Şiirin konuşma dili ile yazılmış olması, şiirin samimiyetini ve okuyucuya
yakınlığını artıran bir durumdur. Sonra tüm şiir boyunca 8 kez yinelenen “gel
benim üzüm yeşilim” dizesi ile hem şair ana nesnesinin devamlılığını sağlar
hem de şiirin yapı bakımından kurucu dizesi olarak kullanır. Ayrıca çoğul kişi
kullanımı
da
dikkat
çeker.
Bunun
nedeni
ise
şairin
“üzüm
yeşili”ni
kişileştirmesidir. Rengi kişileştiren şair şiir boyunca yeşilin yanından ayrılmaz,
nereye giderlerse birlikte giderler. Bu da şairin yeşil ile olan bağını ya da
bağlılığını anlatan en önemli göstergedir. Şair yeşil ile mavi arasında olan bağı
da “mavi bizsiz ne halt eder” dizesiyle anlatır. Şair maviyi de kişileştirir,
canlandırır. Yani şair, yeşil ve mavi ayrılmaz dostlardır.
Renkler açısından
bakıldığında ise şiirde yeşilin beş farklı tonunu kullanır Bedri Rahmi; üzüm
yeşili, zeytin yeşili, çam yeşili, nar ağacının yeşili, Trabzon üzümünün yeşili.
33
Şiirin ilk bölümünde yeşilden başka renge rastlanmaz. İkinci bölümde ise mavi
renk girer şiire. İlk bölüm yalnızca yeşil renkteyken ikinci bölüm yeşil-mavi renge
boyanır. Şiirin tamamına hâkim olan yeşil renk, mavi ile birleşince rahatlatıcı ve
sakinleştirici etkisi de artar.
Yeşil, bu bölümde “Rakı Yeşili” şiiri dışındaki şiirlerde canlılığı ve hareketliliği
anlatır. Yalnızca “Rakı Yeşili” şiirinde ölüm ve acı gönderimi vardır.
Deyişbilimsel açıdan bakıldığında ise şair renge anlam yüklerken alışılmamış
bağdaştırmaları, rengin etkisini artırmak için ise yinelemeleri kullanır. Örneğin
yalnızca “Merhaba Yeşil” şiirinde yeşil 22 kez yinelenir. Yeşilden sonra Bedri
Rahmi‟nin şiirinde karşımıza en çok çıkan renk ise mordur. Şairin “Mor” başlıklı
şiiri aşağıdadır:
Yapraktan yosundan yoncadan
Bahar inceden inceden
Paris baharı bu bulanık
Bir kül rengidir tüter nazlı nazlı
Bir kül rengi yorgun argın ılık
Serde ressamlık var azcık
Bütün gün mor üstüne çalışmışım
Boğazıma kadar mora gömülmüşüm
Uzaktan bir akordeon sesi geliyor mosmor
Dilimin acısı kolumun sızısı
Kırk yıllık emektar baş ağrılarım mor
Sen nehri bal rengi Eyfel kulesi mor
Bir yüz morardıkça morarıyor
Kanlıca sırtlarında bir yerde akşam oluyor.
Bütün gün mor üstüne çalışmışım
Mor deyip geçme belalı renk musibet
Yeryüzünde ne kadar insan varsa bir o kadar mor
Menekşenin moru mavzerin moru kasaturanın moru
Suya dökülmüş mazotun moru
Neftin moru ziftin moru asfaltın moru
Telgraf tellerinde petekkıranlar
Buğday tarlasında deve dikenleri
Karadutun moru karamuğun moru kuzgunun moru
Sıfırın altında çocuk elleri
Ela gözlere konmuş murdar sineklerin moru
Gözlerimi yumduğum zaman gördüğüm mor
Morun karanlığı karanlığın moru
Yok ölünün körü
Mor deyip geçme insan misali
Yeryüzünde ne kadar insan varsa bir o kadar mor
İnsanların hesabı kimden sorulur bilmem
Ama morların hesabı benden sorulur benden (Eyüboğlu, 2006, s. 269).
34
Bedri Rahmi mor şiirine yaprağın, yosunun ve yoncanın yeşil rengi ile
başlamıştır. Bu üç bitkinin de yeşili farklı tonlardadır ve ton farklılığı şiirin
üzerine kurulduğu en önemli görsel belirteçtir. İlk dize ile başlayan ton farklılığı
diğer dizelerde devam eder. Şair şiirde “yeryüzünde ne kadar insan varsa bir o
kadar mor” dizesi ile mor rengin tonlarından söz ediyor ve bu dizenin
arkasından sıralar; menekşenin moru, mazotun moru, kasaturanın moru…
Şiirde “mor” sözcüğü 26 kez geçer. Ancak bu sayı mor renge dolaylı olarak
gönderim yapan sözcükleri ve söz öbeklerini içermez. Dolaylı gönderimlerle
birlikte “mor” renk 31 kez yer alıyor. Şair 23 farklı mordan bahsediyor şiirinde;
akordeon sesinin moru, dilimin acısının moru, kolumun sızısının moru, baş
ağrılarının moru, Eiffel Kulesi‟nin moru, bir yüzün moru, yeryüzündeki insanların
moru, menekşenin moru, mavzerin moru, kasaturanın moru, suya dökülmüş
mazotun moru, neftin moru, ziftin moru, asfaltın moru, petekkıranların moru,
deve dikenlerinin moru, karadutun moru, karamuğun moru, kuzgunun moru,
sıfırın altında çocuk ellerinin moru, sineklerin moru, gözlerini yumduğu zaman
gördüğü mor, karanlığın moru. Bu 23 farklı mordan bazıları soyut değerde
bazıları ise somut değerdedir. Örneğin acı, sızı ve ağrı sözcükleri mor renk ile
sunulmuştur. Bunun yanı sıra, menekşenin moru, mavzerin moru, ziftin moru
gibi somut bir nesnenin rengi olarak da kullanılmıştır. Soyut somut ayrımının
yanı sıra olumlu ve olumsuz anlam değeri ayrımı da yapılabilir mor rengin
kullanımında. Mor rengin olumlu anlam içeriğine sahip nesnelerle sunulduğu
kullanımlar;
menekşenin moru, petekkıranların moru, karadutun moru,
karamuğun morudur. Olumsuz anlam içeriğine sahip kullanımları ise; dilimin
acısı, kolumun sızısı, başımın ağrısı, mavzerin moru, kasaturanın moru,
mazotun moru, ziftin moru, asfaltın moru, donmuş çocuk ellerinin moru,
sineklerin moru ve karanlığın morudur. Olumlu olumsuz anlam ayrımına
baktığımız zaman şiirde olumsuz anlam değerindeki nesnelere yüklenen morun
etkisi daha fazladır ve şiiri karamsar bir havaya sokar. Ağrı, sızı, silah, ölüm
derken menekşe, karadut ve petekkıranların olumlu etkileri arka planda kalır.
Mor rengin kullanımlarıyla şairin alışılmamış bağdaştırmalarını da görülür.
Örneğin mor rengi, dilinin acısı kolunun sızı başının ağrısı ile ya da uzaktan
35
duyduğu akordeon sesi ile bağdaştırması mor renge farklı anlamlar yüklemesini
sağlamıştır. Böylece şiir mor rengin farklı anlamlarıyla zenginleşmiştir.
Şiirde yer alan diğer renkler ile morun ilişkisi ise şöyledir: İlk iki dizede şiirin
rengi yeşilken sonraki dizelerde “kül rengi” tanımlamasıyla gri renk girer şiire.
Yeşilden sonra gelen gri, şiirin renginin değiştiğinin de bir göstergesi; çünkü gri
rengin şiirde yarattığı sıkıntılı ve iç karartıcı görüntü, mor rengin tonlarının
sıralanmasıyla devam eder. Şair mor rengi önce uzaktan gelen akordeon sesi
ile özdeşleştirir ve pekiştirme yaparak “mosmor” olarak nitelendirir. Uzaktan
gelen bir müzik aletinin sesini mosmor olarak nitelendirmesi ilk etapta
anlamlandırılamasa da kendinden önceki ve sonraki dizelerle sıkıntılı bir anlam
taşıdığı
anlaşılır.
Sıkıntıyı
destekleyen
başka
bir
olgu
da
mosmor
pekiştirmesidir, yani çok mor bir ses olarak çizer akordeonun sesini. Hemen bu
dizeden sonra şairin acılarını, ağrılarını, sızılarını mor renk ile görselleştirmesi
mor rengin sıkıntılı anlamını daha da belirginleştirir. Daha sonraki dizelerde şair
“neftin moru, ziftin moru, asfaltın moru” tamlamalarıyla morun tonunu
koyulaştırır ve hatta daha sonraki “sıfırın altında çocuk elleri, ela gözlere
konmuş murdar sineklerin moru” dizeleriyle moru daha da koyu çizer. Bu
dizelerle okuyucuyu irker aynı zamanda şair. Bir önceki dizede karadutun,
kuzgunun morundan söz ederken hemen sonraki dizede donmuş çocuk ellerinin
moru ve gözlere konmuş murdar sineklerin moru ile okuyucuyu sarsar. Şiirde
mor rengin sıkıntılı ve çirkin görüntüsünün pekiştirildiği en önemli dizeler bu iki
dizedir. Morun bu daha koyu tonundan sonra da şair “morun karanlığı,
karanlığın moru” dizesiyle artık son aşamaya getirir mor rengin koyuluğunu;
siyah. Son aşamada siyaha dönen mor ile birlikte şiir de sona gelir. Yani şiirde
yer alan diğer renkler gri ve yeşil renk şiirin sonuna gelindiğinde etkisini
kaybetmiş görünür. Son bölümde şair, “insanların hesabı kimden sorulur bilmem
ama morların hesabı benden sorulur benden” dizeleriyle şiirde anlattığı tüm
morları içselleştirdiğini ve benimsediğini açıklar. Bedri Rahmi, şiirde yer alan
tüm morları sahiplenip şiiri bitirir.
Mor rengin yer aldığı diğer bir şiir ise “Mor Gelin”dir:
36
Ben şimdi uyur giderim
Gelinim
Mor gelinim
Karanlığım yumuşacık
Ben şimdi uyur giderim
Gelinim
Mor gelinim
Sana doğru
Usulcacık
Uzar gider karanlığım
Senin karanlığın küçücük
Ürkmüş simsiyah bir kuş
Cimri bir şişe çini mürekkebi
Benim karanlığım
Kocaman
45 numara hantal cömert
Senin karanlığın bekler beni
Ben şimdi uyur giderim
Gelinim
Mor gelinim
Karanlığım yumuşacık
Tramvay tellerinde üç kıvılcım
Nar fidanlarında üç tomurcuk
Kıvırcık saçlı bir kız
Kıvırcık saçlı bir çocuk
Ben şimdi uyur giderim
Gelinim
Mor gelinim
Sana doğru
Usulcacık (Eyüboğlu, 2006, s. 309).
Şiirde “mor” sözcüğü tek başına hiç kullanılmamıştır. Mor renk, “Mor gelin”
tamlaması ile 4 kez yinelenir. “Gelin” sözcüğü de tamlamadan bağımsız olarak
4 kez toplamda 8 kez şiirde yinelenir. Şiirde yinelemeleri yoğun şekilde kullanır
şair. Birbirinden bağımsız 6 dize şiirde yinelenir; “ben şimdi uyur giderim” dizesi
4 kez, “gelinim” dizesi 4 kez, “mor gelinim” dizesi 4 kez, “karanlığım yumuşacık”
dizesi 2 kez, “sana doğru” dizesi 2 kez, “usulcacık” dizesi de 2 kez yinelenir.
Yinelemelerle şair şiirde vurgulamak istediği dizeleri öne çıkarmıştır. Bu da
uyku-karanlık ve mor gelin arasında kurduğu bağı ortaya çıkarır. Ayrıca şairin
mor gelin olarak seslendiği gelin ile şairin karanlıklarının karşılaştırması da yer
alır; gelinin karanlığı küçük ve ürkek; şairin karanlığı büyük, hantal ve cömerttir.
Bu sıfatlarla şair şiir kişilerinin yani gelinin ve kendisinin kişilikleri ve fiziksel
özellikleri ile ilgili bilgi vermektedir. Mor gelin, narin ve ürkek; şair ise hantal ve
cömerttir. Şair beyaz rengi çağrıştıran gelin sözcüğünü mor renk ile tamlayarak
iki rengi birlikte kullanıp bir tezat oluşturmuştur. Mor ve beyazın yan yana
olması şiirde söz edilen gelin ile ilgili beklenmedik bir durum olduğunun da
37
göstergesidir. Gelin kelimesi anlamsal değeri açısından olumlu ve mutluluk
göstergesi olan bir kelimedir. Beyaz renge olan gönderimi de olumlu anlamını
gösterir. Mor renk ile tamlandığında beyaz renk altta kalır ve mor rengin anlamı
tamlamanın değerini belirler. Şiirin tamamı okunduğunda da mor rengin şiire
kattığı anlamın hüzün olduğu görülür. Bunun nedeni şiiri etkileyen karanlık ve
siyah renktir. Şair “karanlık” sözcüğünü 6 kez kullanır şiirde. Siyah renge
gönderim de “simsiyah bir kuş” ve “çini mürekkebi” tamlamalarıyla yapılır.
Yukarıda da söylediğimiz gibi uyku-mor gelin ve karanlık arasında da bir bağ
kurar şair. Mor gelinin karanlığının cimriliği şairin duyduğu hasret ile ilgilidir.
Çünkü mor gelinin geceleri şaire yetmeyecek kadar kısadır.
Şiirde yinelenen “karanlık” ve “benim karanlığım” betimlemesiyle şiirin
karanlığının nedeninin şairin karanlığı olduğu sonucuna ulaşırız. Bu nedenle
gelin mor renkle tamlanmış ve hüzün anlamı yüklemiştir. Hüznü destekleyen ise
şiirde karanlık ve siyah sözcükleridir.
Mor rengin bu şiirde yüklendiği anlam ile “Mor” şiirinde yüklendiği anlam
birbirine çok yakındır. “Mor” şiirinde de karanlığı, acıyı, hüznü anlatan renk “Mor
Gelin” şiirinde de aynı anlamları yüklenir.
Şiirlerin başlıklarında yer alan son renk ise mürdümdür. Şiirin ismi de
“Mürdüm”dür:
Ağaç ağaç
Telli ağaç, pullu ağaç
Gül fidanı boylu ağaç
Şamdan şamdan kolların aç
Uza uza boyumu geç
Gölgene evimi kurayım
Saksağanlar konsun dalına
Salıncaklar kurayım beline
Fenerler vereyim eline
Kurbanlar adayım yoluna
Bir ağacım adım mürdüm
Efendim istedi büyüdüm.
Uzadım geçtim boyunu
Gölgeme kurdun evini
Uzadım evin boyunca
Serpildim sevgin boyunca
Betim bereketim belli
38
Eriklerim ballı ballı
Dallarım var yetmiş kollu
Yoluna koymuşum başımı
Efendimi bekler dururum.
Eli değmezse elime
Mutlak kahrımdan ölürüm
Yabancı al bu eriği
Götür efendime göster
De ki: senin maydanoz mürdüm
Büyüdü ellerinden öper (Eyüboğlu, 2006, s. 292).
Şiirde şair mürdüm ağacı ile konuşmaları yazmıştır aslında. Önce şair ağaçla
konuşur, sonra ağaç şair [ben] ile. “Yabancı al bu eriği” dizesinde ağacın
konuştuğu şiirin başında ağaçla konuşan ben öznesidir. Şiirde üç özne yer alır;
şair [ben], mürdüm ve mürdümün efendisi. Şiirde mürdüm ağacı ve maydanoz
dışında şiire renk katan başka bir sözcük yoktur. Maydanoz son dizelerde ve
ağacın boyutunu betimlemek için kullanıldığından mürdüm renginin arkasında
kalır. Mürdüm rengi mora yakın olan bir erik türünün rengidir. Şiirde görsellik
açısından mürdüm ağacının iki farklı resmi çizilir. Birincisi küçük mürdüm fidanı,
ikincisi büyük, dallarında ballı erikleri olan, gölgesinde ev kurulmuş bir mürdüm
ağacı. Şiirin kurgusuna bakıldığında masal anlatısının özellikleri görülür.
Konuşan bitki, masalın önemli bir figürüdür. Şiirin söylemi de masal anlatısının
özelliklerini taşır; şairin ağaca seslenişi bu bakımdan önemlidir; ağaç ağaç, telli
ağaç, pullu ağaç, gül fidanı boylu ağaç… Şiirin ilk beş dizesinde ikilemeler
yoğun şekilde yer alır; ağaç ağaç, uza uza, şamdan şamdan, ballı ballı. Şair
yineleme ve ikilemelerde masal anlatısını oluşturur. Şiirin kurgusunda dikkat
çeken başka bir özellik de şiirin konuşma dili ile yazılmış olmasıdır. Aslında bu
durum masal anlatısıyla ilişkilidir. Mürdüm rengi yalnız bir kez şiirlerin
başlığında yer alır. Mor renk ile yakınlığı nedeniyle başlığında mor rengin etkin
olduğu şiirlerin arkasında yer almıştır.
Mordan sonra karşımıza en çok çıkan renk ise mavidir. Başlığında mavi rengin
yer aldığı üç şiiri vardır Bedri Rahmi‟nin; “Mavi Portakal”, “Mavi Tohum” ve
“Mavi gezi”.
39
“Mavi Portakal” şiirinde uçak ve uçak yolculuğu ile ilgili düşüncelerini anlatır şair:
Dostlar ben şeytanın bacağını kırdım
Altı bin metrede gökyüzünde
Masmavi bir portakal ısırdım
Bir şahin uçurdum beyaz demirden
Gagası denir, kuyruğu demir, kursağı demirden
Güzel kuş, deli kuş, demir kuş
Tepeden tırnağa bulut, yıldız
İliklerine kadar yıldırım
Sapına kadar insan kesilmiş.
Bir şahin uçurdum beyaz demirden
Ta… dünyanın öteki ucundan
Gelmiş bizim Yeşilköy‟e konmuş
Açmış sonuna kadar bulut kokan kanatlarını
Sermiş çimene
Alıp sırtına uçuracak bizi
Yıldızlara sürtüne sürtüne
Bir şahin uçurdum beyaz demirden
Çelikten kaşları ne güzel çatılmış
Tam altı saat durmadan
Canım canına yüreğim yüreğine karışmış
Güzel kuş, deli kuş, demir kuş
Ben demir kesilmiştim, demir kuş olmuş
Beraber ısırmışız iştahla
Mavili turunculu portakalı
Damlamış dudaklarımızın kenarından
Zamanın balı
Kabuklarını Tuna‟ya atmışız mavi portakalın
Çekirdeklerini Akdeniz‟e
Dünya gözü ile bakmışız dünyamıza. (Eyüboğlu, 2006, s. 276).
Öncelikle şairin mavi portakal tamlaması ile dünyayı görselleştirir. Mavi portakal
tamlaması içerdiği mavi ve kapalı gönderimle düşündürdüğü turuncu renklerle
şiirin başlığını görselleştirir. Şair şiirin başlığını alışılmadık bağdaştırma yoluyla
oluşturuyor. Mavi renk ile turuncu renkte olduğu bilinen portakal aynı tamlama
içinde yer alıyor ve şair bu tamlama ile “dünya”yı kasteder. “Beyaz demir kuş”
tamlamasıyla şiirin içinde beyaz renk daha ağırlıklı şekilde yer alır. Beyaz demir
kuş tamlamasının görsel değeri beyaz rengin yoğunluğunu da belirler. Beyaz,
ayrıca bulut sözcüğünün içerdiği renk değeri ile de şiirde yer alır. “Açmış
sonuna kadar bulut kokan kanatlarını” dizesi de beyaz bulutlar içinde bir uçak
görüntüsünü çizer şiirde. Bir sonraki görüntü ise bulutlar içinden geçen uçağın
çimenlerin üzerinde dinlendiği sahnedir. Şiirde yeşil renge gönderim “çimen”
sözcüğü ile yapılır. Beyaz rengin yanı sıra yıldız ve yıldırım sözcüklerinin parlak
40
sarı renk gönderimleri de şiirde canlılık yaratır. Şiirde sarı renge gönderim
yapan diğer bir sözcük de “bal”dır. Şiirin bütününe bakıldığında daha önceki
şiirlerdeki kadar renk yoğunluğu olmadığı görülür. Bunun nedeni ise şiirde
“uçak” ve “yolculuk” sözcüklerinin anlamsal değerleri ile ilişkili olarak hareket,
geçicilik ve uçuculuk özelliklerinin etkisi dikkat çeker. Bu nedenle renkler de
hareketli ve değişken özellik taşır.
Mavi rengin yer aldığı diğer şiir “Mavi Tohum”dur:
Bu gelene bahar derler
Bu gelene yeşil
Bu uçana mavi derler
Mavi mavi tohum
Uyy üreme sevincine
Uyy gücüne kuvvetine
Uyy betine bereketine kurban olduğum
Bu gelene bahar derler
Bu gülene yeşil
Bu uçana mavi derler
Allah mavisi
Düşünmeden sevmek en iyisi
Bu gelene bahar derler açın!
Açın kapıları mavi kuşlara
Uzatın ellerinizi yüreklerinizi
Uzatın yüzünüzü gözünüzü
Uzatın horoz şekerleri gibi
Uzatın canlarınızı uzatın
Bırakın bırakın kuşlar konsun
Tepeden tırnağa cıvıltı
Tepeden tırnağa tomurcuk
Tepeden tırnağa tohum
Uyy üreme sevincine kurban olduğum (Eyüboğlu, 2006, s. 304).
Şiirde “bu” ve “uyy” kullanımlarını yineleyerek baharın gelişini sevinçli ve
heyecanlı bir söylemle anlatır şair. “Bu” işaret sözcüğü 6 kez ön yineleme
olarak, “uyy” yerel söyleyişini yine ön yineleme olarak 3 kez yineler. Şiirde yer
alan diğer ön yinelemeler ise “uzatın” ve “tepeden tırnağa” söz öbekleridir. “Bu
gelene” söz öbeği de 4 kez yinelenir. “Bu” işaret sözcüğü şiirde okuyucuyu
yönlendirmek ve göstermek istediği şeyi vurgulamak amacıyla kullanılır.
Yinelenmesiyle de görevi pekiştirilir. Bahar ve yeşil renk arasındaki ilişki ile şair
“bu” işaret sözcüğünü rengi göstermek için kullanır. Üçüncü bölümde “açın”,
“yüreklerinizi”, “uzatın” “gözünüzü” sözcükleri ile okuyucuyu da şiire sokar ve
41
renkleri görmeleri için uyarır, yönlendirir. Aynı zamanda okuyucuyu baharın
gelişi ile ilgili kendi heyecanına ortak eder. İlk iki bölümün ilk dizesinde bahar ile
yeşil ve mavi rengi özdeşleştirdiği görülür. Bu gelene yeşil derler dizesiyle
baharla birlikte doğanın canlanmasını, ağaçların, çiçeklerin yeşermesini; bu
uçana mavi derler dizesi ile de kışın soğuk ve kapalı havasının yerine baharla
birlikte mavi gökyüzünün ortaya çıkmasını anlatır şair. Şiirde mavi rengin en
etkili ve yoğun anlatımını ise “Allah mavisi” tamlamasıyla yapar Bedri Rahmi.
Ressamlık ve şairliğin birleştiği bir tamlamadır bu. Allahın ne renkte
olabileceğini düşünüp, mavi renge boyayan ressamın ve bunu sözcüklere
döken şairin yaratısı olan bir tamlama! Allah mavisi şiirde gökyüzünün rengine
de gönderim yapar. Allah yukarda gökyüzündedir yani gökyüzü Allah mavisidir
çıkarımı da yapılabilir. Şiirde mavi ve yeşil rengin birlikte kullanımının baharda
canlanan tabiatın renkleri olmalarından kaynaklandığını söylemiştik. Buna ek
olarak mavi ve yeşil rengin şiirin heyecanlı söylemiyle de ilgili olduğu açıktır.
Baharın gelişiyle ortaya çıkan bu iki renk şairi heyecanlandırır.
Mavi renkli diğer şiir de “Mavi Gezi”dir:
Mavi gezi bir ağaçtır
Dalları deniz.
Mavi gezi bir bahçedir
Gülleri deniz.
Mavi gezi bir gelindir
Telleri deniz
Mavi gezi bir beşiktir
Bebeği deniz
Bebeğimin:
Gözleri deniz
Elleri deniz
Dişleri deniz
Mavi gezi bir rüyadır
Görülmemiş
Mavi gezi bir cennettir
Ellenmemiş
Dillenmemiş.
Mavi gezi bir masaldır
Söylenmemiş
Yazılmamış
Çizilmemiş
Mavi gezi bir mavidir, adı yok
Ağam sensiz bu mavinin tadı yok.
Ağlamak yok, sızlamak yok mavi var
Dünya boyunca yürek dolusu
İman boyunca Allah dolusu
Otur çakıllarını boya mavi yavrusu
42
Hey betine bereketine, kalınlığına
Etine buduna kurban olduğum, gibi görünen su
Bir kızım olursa adı DURUSU (Eyüboğlu, 2006, s. 353).
Bedri Rahmi ilk mavi yolculuğuna Cevat Şakir, Sabahattin Eyüboğlu, Sabahattin
Âli, Erol Güney, onun çocukluk arkadaşı Benya, Necati cumalı ve şair Fuat
Ömer Keskinoğlu ile birlikte 1945 yazında çıkar ve ilk gezide tutmaya başlar
Mavi Yolculuk Defterlerini13. Defterlerde Bedri Rahmi, koyları, denizi, balıkları,
yol arkadaşlarını çizer; notlar alır. Bu şiir de isminden anlaşıldığı üzere Bedri
Rahmi‟nin mavi yolculukları ile beslenmiştir. Şair mavi geziyi farklı şekillerde
tanımlarken odağında deniz yani mavi vardır. Mavi geziyi ağaca benzetir ama
dalları denizdir, bahçeye benzetir gülleri denizdir, beşiğe benzetir bebeği
denizdir, bebeğin gözleri, elleri dişleri denizdir yani mavi gezi ne olursa olsun
her şeyi denizdir. Şiirde mavi renk “mavi gezi” tamlamasının yanı sıra “deniz”
sözcüğünün taşıdığı mavi renk gönderimiyle pekiştirilir. Deniz sözcüğünün
tekrarı şiirin mavi rengini yoğunlaştırır. Şiirde alışılmamış bağdaştırmalarla farklı
anlatım biçimleri yaratır şair; “mavi gezi bir bahçedir, gülleri deniz”, “mavi gezi
bir gelindir, telleri deniz”, “mavi gezi bir ağaçtır, dalları deniz” bağdaştırmaları
şairin mavi gezi ile ilgili izlenimlerini de içerir. Mavi ile kırmızıyı, mavi ile beyazı,
mavi ile yeşili de bağdaştırır böylece. “Mavi gezi” betimlemesi 8 kez yinelenir
şiirde ve böylece şair şiirin konusunu devam ettirir, kesintiye uğratmadan. Bu da
mavi rengin yoğunluğunun artmasına neden olur.
“Mavi gezi bir masaldır, söylenmemiş, yazılmamış, çizilmemiş” derken aslında
Bedri Rahmi esprili bir göndermede bulunur kendine ve diğer Mavi Gezi
yazarlarına, şairlerine. Çünkü mavi gezileri söyleyen ve yazanlardan biri Bedri
Rahmi‟dir; çizense yalnız Bedri Rahmi‟dir Mavi Yolculuk Defterleri’nde:
13
Eyüboğlu, 2009b.
43
“1974 Mavi” isimli defterinin kapağı
14
Şiirin ikinci bölümünde mavinin oranı daha da artar: Dünya boyunca yürek
dolusu, iman boyunca Allah dolusu maviye boyanır şiir. Bu bölümde dikkat
çeken bir anlatım da “hey betine bereketine, kalınlığına etine buduna kurban
olduğum, gibi görünen su” dizelerinde denizin kalınlığıdır. Bu da tamamen bir
ressam bakışıdır. Deniz için derin, sığ gibi sıfatların yerine “kalın” sözcüğü ile
derinlik katmıştır şair.
1.1.2. ġiirlerde Renkler
Bu bölümde Bedri Rahmi‟nin şiirlerinin içinde geçen ve doğrudan ulaşabildiğimiz
renkler üzerinde durulacaktır. Bedri Rahmi‟nin neredeyse bütün şiirlerinde
renklere rastlanır. Bizim bu bölümde ele alacağımız şiirler ise içinde renklerin
yoğun olarak geçtiği şiirlerdir. Bu bağlamda Dol Karabakır Dol isimli kitapta 12
şiir tespit edilmiştir. Şiirlerden ilki “Ölüler Dileniyor”dur:
Turuncu yol iki dilim
Ve incecik bir yağmur yağardı
Birden bire mezar taşlarında açılıverdiler
Yaprağı beyaz, dikeni beyaz
Avuçları bembeyaz güller
14
Eyüboğlu, 2009b,s. 179.
44
Ve ölüler dilenmeye başladı (Eyüboğlu, 2006, s. 19).
Şiir üç bölümden oluşur ancak renklerin geçtiği bölüm ilk bölümdür: Diğer iki
bölümün ilk dizesi de “turuncu yol iki dilim”dir. Başka renk kullanımı yoktur
bölümlerde. Renkler ağırlıklı olarak ilk bölümde yer alır. Turuncu, beyaz ve
bembeyaz. Beyaz renk iki kez kullanılmış ve bembeyaz pekiştirmesi ile de
görüntüsü yoğunlaştırılmıştır. Beyaz renk, ölümden bahseden şiirde bir açıdan
ölümün karanlık ve olumsuz etkisini azaltırken bir taraftan “kefen” sözcüğüne
gönderimde bulunur.
İlk okumada mezarların üzerinde açan beyaz gül
görüntüsü oluşsa da daha derin bir okuma yapıldığında beyaz renk ile kefen
arasındaki ilişkiyle birlikte beyazın görsel değeri değişir.
“Çil Çil” şiirinde de açık renk gönderimleri bulunur:
Bir kayısı dalı mavilik içinde
Çilli yaprakları ışık içinde
Pembe damarları çırılçıplak
Hepsi de üç türlü yeşil içinde,
Mernuş der ki:
İş var işin içinde
Ne güzel erimek aşk içinde
Neylersin
Zerresi kalmış benim içimde (Eyüboğlu, 2006, s. 180).
Şiirde renkler şiirin ilk dört dizesinde yoğunlaşmıştır. Mavi, pembe, yeşil
renklerinin dışında kayısı ve ışık sözcüklerinin de renk değerleri şiirin görselliğini
etkiler. Bunun yanı sıra “çilli yapraklar” ve “ damarları çırılçıplak” söz öbekleri de
şiirin görselliği açısından önemli kullanımlardır. Çilli, damarlarının her ayrıntısı
belli olan yapraklar çizer Bedri Rahmi şiirde. Ayrıca yeşil rengin de üç farklı
gönderimi bulunur şiirde; “hepsi de üç türlü yeşil içinde” dizesiyle. Dalın,
yaprakların ve damarların yeşilleri farklı tonlardadır.
Renklerin yoğun olduğu başka bir şiir “Yazma Destanı”dır. Bedri Rahmi şiirin
ortaya çıkış hikâyesini İnsan Kokusu kitabında şu şekilde anlatır:
Has renklerin bir kısmına İstanbul yazmacılarında rastladım. Onlara kavuştuğum
zaman o kadar sevindim ki günlerce üstüm, başım elim, yüzüm has renklere boyandı.
Yalnız üstüme başıma değil ciğerime kadar işlediler; gündelik hayatıma konuştuğum
dile karşıtılar; has renk, has biçim derken bir sabah bu destanla uyandım. Şiirin ne
elinden kurtulmanın imkânı var ne dilinden. Halk sanatı, rengi, biçimi, yazması, fistanı
derken işte size bir yazma destanı (Eyüboğlu, 2005a, s. 189).
45
Bedri Rahmi, yazmaların onu çeken tarafının resimle ortak taraflarının olduğunu
söyler bu yazısında. İlk benzerlik tablonun da yazmanın da bez üzerine
yapılmasıdır. İkinci ortaklık ise biçimdedir:
Gerçi bu kardeşlik doğuştan değil, fakat bir o kadar mühim. Kalıp meselesi. Yazma
nakışları evvela bir tahtaya oyulur, sonra bu tahta mühür gibi boyanır, beze basılır.
Aynı usul resimde gravür sanatında kullanılır, yalnız tahta üzerine değil; çinko, bakır
veya taş üzerine yapılır. Bez yerine de kâğıda basılır (Eyüboğlu, 2005a, s. 188).
Resmin ve yazmanın ortak yönleri ressamın yazmaları araştırmasını,
incelemesini; şairin ise “Yazma Destanı”nı yazmasını sağlamıştır:
Yazmacı güzeli Binnaz hastır boyaları çıkmaz
Hele bir yeşil var zehir yeşili
Bir defa bulaşmaya görsün yüzüne gözüne
Vallahi billahi çıkmaz
Hamama da gitsen çıkmaz.
Buna cehri derler cehri
Hele bir aklına esmeye görsün sarıya boyar bütün şehir
Kaynatırken buram buram Temmuz kadar,
Tarla kokar, bal kokar…
Buna kırmız derler kırmızı değil
Çinimaçinden gelirmiş fi tarihinde.
Kırmızı değdin bu küçük böcek
Buğday gibi ekilip biçilecek
Hasadı yapılırmış fi tarihinde.
Buna al bakam derler, buna mor
Neyin nesi olduğunu Şaban Usta‟ya sor
(…)
Yazma üstüne ne söylesem az
En belalısı siyah üstüne beyaz
Yazmanın siyahı sıcak ister, hamam sıcağı
Sıcak bir şey değil ama siyah boyanın dumanı
Ne dini vardır ne imanı (Eyüboğlu, 2006, s. 188).
“Yazma Destanı” Bedri Rahmi‟nin uzun şiirlerinden biridir. Bu nedenle burada
yalnızca renklerin geçtiği bölümlere yer veriliyor. Şiirde öncelikle yeşil renk ile
karşılaşılır; zehir yeşili ile. Yeşil renk ile ilgili tek ipucu “zehir” kelimesiyle verilir
şiirde: Yeşil rengin görsel olarak koyu tonda olduğunu ve insanın eline yüzüne
bulaştığında da temizlenmediğini anlatır. Koyuluk anlamının yanı sıra acı
anlamını da içeriyor “zehir” sözcüğü.
Sonraki renk ise sarıdır; tarla kokusunu,
bal kokusunu hatırlatır şiirde. Görme duyusuyla birlikte koku alma duyusunu da
kullanır şiirinde Bedri Rahmi. Kokunun hatırlama açısından diğer duyulardan
daha etkin olduğu dikkate alındığında şiirin kokusu da görsellik açısından
46
önemli bir hal alır. Sarı renk ile temmuz-tarla-bal arasında kurulan ilişki hem
görüntü hem de koku ile sağlamlaştırılmıştır.
Sarıdan sonra ise kırmızı renk ile karşılaşılır. Kırmızı renk ile ilgili alan bilgisi
verir şair şiirde. Nasıl elde edildiğini, nasıl sesletildiğini anlatır. Sonra ise mor
renk girer şiire. Yalnız bir dizede geçen mor rengin görsel açıdan fazla bir etkisi
yoktur. Şair “buna al bakam derler, buna mor” dizesinde kapalı bir görüntü çizer.
Neye “al bakam” neye “mor” dendiğini açıklamaz. Bu nedenle de mor rengin
etkisi geride kalır. Son olarak siyah ve beyaz renk aynı dizede ve aynı anlatım
içinde yer alır şiirde. Siyah rengin etkisi daha yoğundur beyaza göre. Siyah
rengin elde ediliş şeklini anlatır şair. Siyah rengin dumanının olumsuz etkilerinin
olduğundan söz eder. Sıcak bir hamamda, simsiyah olmuş bir kazandan çıkan
dumanları çizer şair. Siyah ile ilgili söylenmesi gereken bir nokta da şairin
“sıcak” sözcüğü ile dokunma duyusunu şiire kattığıdır. Okuyucu hamam
sıcağını ve siyah rengin dumanını hisseder şiirde. Şiirde en yoğun olan renkler
sarı ve siyahtır. Sarı hem koku hem görüntüsü ile siyah hem dokunma
duyusuna gönderimi hem de görüntüsü ile şiiri etkiler. Şiirde yer alan renklerin
hepsi güçlü renklerdir. Şiirde yarattıkları anlamlar görsellik açısından etkilidir.
Şair renkleri gösterirken “bu” işaret zamirini kullanarak “buna kırmız derler…”,
“buna cehri derler…” “buna al bakam derler, buna mor” dizelerinde rengi
gösterir okuyucuya. Israrcı ve vurgulayıcı bir tavırla renklerin etkisini
yoğunlaştırır. Şiirin konuşma üslubu ile yazılmış olması da hem şiirde yer alan
şiir kişilerinin özellikleri ile örtüşür. Çünkü şair halktan insanları, emekçi, yaratıcı
insanları anlatır ve okuyucuya bu insanları, çalışma koşullarını, renkleri anlatır.
Şairin anlatıcı tavrı tüm şiire hâkimdir.
“Küçük Ressam” şiirinde de renkler yoğunluktadır:
İçimde renkler uçuşur
Al yanar yeşil tutuşur
Ne sihirdir ne keramet
Ne de el çabukluğu marifet
Bu bir ressam oğlu ressam işidir
Sağ yanımda usul usul
Morla turuncu konuşur
Beri yanda kuzguni siyahlardan
Ödü patlamış beyazlar
47
Ötede çil yavrusu gibi dağılmış pembeler
Kenarda yüzlerce senedir
Özlediği kahverengine kavuşmuş bir sarı
Beride Bursa çinilerine değmiş
Yunmuş yıkanmış bir memleket rüzgârı
Bazan ılık bazan serin
Işıl ışıl yanıyor mavilerin
Dilerim Allahtan dert görmesin
İki kocaman çiçek gibi açılmış gözlerin
Minicik ellerin (Eyüboğlu, 2006, s. 197).
Şiir bir bölümdür ancak bir bölümde on farklı renk kullanmıştır şair; al, yeşil,
mor, turuncu, siyah, beyaz, pembe, kahverengi, sarı, mavi. Hiçbiri birbirinin tonu
olmayan on farklı renk şiiri rengârenk yapmıştır. On farklı renk şiirde karşıtlık
yaratmıştır; mor x turuncu, siyah x beyaz, mavi x kahverengi ve sarı ile karşıtlık
oluşturur.
Şairin renkleri betimleme şekli dikkat çeker, şair alışılmamış
bağdaştırmalarla renkleri kişileştirmiş ve başkalaştırmıştır: “Ödü patlamış
beyazlar”, “çil yavrusu gibi dağılmış pembeler”, “yüzlerce senedir özlediği
kahverengine kavuşmuş bir sarı” ve birbiriyle konuşan morla turuncu.
Bu
betimlemeler şiire değen ressam elinin de kanıtıdır aslında. Ressam Bedri
Rahmi‟nin renklerle olan ilişkisini anlatır şiir. “Bu bir ressam oğlu ressam işidir”
dizesinde yineleyerek vurguladığı ressam yönü şiirde oldukça etkilidir. “Usul
usul” yinelemesi ile vurguladığı mor ile turuncunun konuşma şekli, mor renk ve
turuncu rengin birbirinde çok uzakta olmadıklarını ve uzlaşabilir renkler
olduğunu anlatır. “Işıl ışıl” yinelemesi ile mavileri betimleyen şair, mavi rengin
canlılığını ve hareketliliğini vurgular. “Yunmuş yıkanmış” ikilemesi ile de
Anadolu motiflerini işaret eder şair; Bursa çinilerinde yer alan Anadolu motifleri,
memleket rüzgârı ile yıkanmış motiflerdir.
Renklerin doğrudan görüldüğü bir diğer şiir ise “İstanbul Destanı”dır:
İstanbul deyince aklıma
Sait‟in son yılları gelir
Hey Allahım en güzel çağında Sait‟e
Dört beş yıl ömrün kaldı denir
Sait Sait olur da nasıl dayanır
Mavi gözlü çocuk boş verir ölüm haberine
İhtiyar balıkçı pis pis düşünür
Bir zehir yeşilidir açılır
Bir yeşil ki ciğerine işler adamın
Bir yeşil ki kasıp kavurur
48
Küçük mavi gözlü çocuk
İhtiyar balıkçı
Ve dilimize bulaşan zehir yeşili
İstanbul çalkalandıkça bu denizlerde dipdiri
Dilimiz yaşadıkça yaşasın Sait‟in şiiri
(…)
İstanbul deyince aklıma
Ağzına kadar soğan yüklü bir taka gelir
Sülyen kırmızısı üstüne zehir gibi yeşil
Samsun‟dan Sürmene‟den Sinop‟tan (Eyüboğlu, 2006, s. 239).
“İstanbul Destanı” Bedri Rahmi‟nin en uzun şiirlerinden biridir. Şiirde renkler
yalnız iki bölümde açık şekilde geçer. İlk bölümde Sait Faik‟i anlatır Bedri
Rahmi, “mavi gözlü çocuk” ve “zehir yeşili” tamlamalarıyla. Yeşil renk dört kez
yinelenir şiirde ve “zehir yeşili” tamlamasıyla da anlamı ve tonu belirlenir; koyu
bir yeşildir ve acının rengidir. “Bir yeşil ki” söz öbeği ile şair yeşil rengin anlattığı
acıyı yoğunlaştırır. “Dilimize bulaşan zehir yeşili” de Sait Faik‟in yaşadığı acının
onun eserleriyle insanlara ulaştığını, ulaşacağını anlatır.
Sonraki bölümde ise kırmızı ve yeşil renk yer alır. Kurşun kırmızısı diye de
bilinen sülyen kırmızısı, kırmızının açık bir tonudur. Sülyen kırmızısı ile zehir
yeşilinin birlikteliği şiirin görselliğini belirginleştirir; açık kırmızı üzerinde koyu
yeşil boyanmış taka denizin üzerinde salınır. Kırmızı renk sıcak, yeşil renk ise
soğuk bir renktir. Yani kırmızı renk izleyicide yakınlık, sıcaklık ve hareket
duygusu uyandırırken yeşil renk dinginlik ve durgunluk duygusu uyandırır. Bu
nedenle kırmızı üzerine yeşil renkli taka, okuyucuda hem yakınlık hissi hem de
durgunluk hissi uyandırır. Yani iki duyguyu bir nesne üzerinde birleştirir. Şiirde
Sait Faik ve İhtiyar Balıkçı‟nın sunumu ile şair gençlik ve ihtiyarlık karşıtlığını da
verir şiirde. Sait Faik gençtir, ömrünün baharındadır ancak fazla ömrü
kalmamıştır; Balıkçı ise yaşlıdır ama sağlıklıdır. Bu karşıtlık şiirin dramatik
etkisini artıran en önemli kullanımdır.
Renklerin açık şekilde kullanıldığı başka bir şiir de “Tırnaklı”dır:
Beyaz beyaz kanıyorum
Kanım içime akıyor
Utanıyorum
Öylesine düşünüyorum ki seni
Sen kesiliyorum
49
Sakallarım uzamıyor artık
Saçlarım…bir de tırnaklarım
Tırnaklarım uzuyor uzuyor uzuyor
Bir tırnak ormanı kesiliyorum
Mundar
Mosmor (Eyüboğlu, 2006, s. 301).
Şiirde beyaz ve mor renkleri yer alır. Beyaz iki kez kullanılır, mor ise pekiştirmeli
olarak.
İkisinin
de
görsel
değeri
yüksektir.
Özellikle
“tırnak
ormanı”
betimlemesinin şiire kattığı görsellikle birlikte mosmor pekiştirmesi şiirin en
güçlü görsel imgesini oluşturur. Beyaz ve “kanamak” sözcüğüyle görselleştirilen
kırmızının karşıtlığı şiirin en önemli görsel etkisini oluşturur. Yalnızca beyaz ve
kırmızı karşıtlık oluşturmaz şiirde. Beyaz-mundar, beyaz-mosmor karşıtlıkları da
şiirin görsel etkisini yoğunlaştırır. Bu karşıtlıklar okuyucu için uzak ve soğuk bir
teki yaratır. Mundar sözcüğünün olumsuz anlamı, “mosmor” pekiştirmesinin
siyaha yakın rengi ile birleştiğinde kırmızının sıcaklık etkisini yok eder ve
okuyucuyu mor ve siyahın etkisine bırakır.
“Dikine Perdah 15 ” şiirinin yalnızca ilk bölümünde renklerin açık kullanımına
rastlanır:
Yeşil mi? Tabiat ana çekmiş ağaca
Mavi mi? Denize
Boz bulanık mı? Taşa toprağa
Pembe mi? Güle. (Eyüboğlu, 2006, s. 315).
Şiirde, yeşil, mavi ve pembe renkleri açık şekilde kullanılmıştır. Yalnızca “boz
bulanık” söz öbeği dolaylı olarak bej veya kahverengine gönderimde bulunur.
Şair renkler ile nesneleri eşleştirmiştir aslında şiirde; yeşil ile ağaç, mavi ile
deniz, pembe ile gül. Şiirde bunlardan başka renk yer almaz.
“Trabzon Deyince”nin şiirin açık renk kullanımları olan bölümleri aşağıdadır:
Trabzon deyince aklıma bir salkım kareymiş gelir
Bahçeler dolusu zindan yeşili
İçin için kandil kandil ballanır
Kandiller içinde bir kandil yanar
Bir kız deli gibi koşmaya başlar
16
Yanaklarında Amoftaların alı
15
1. Parlatma, parlaklık verme. 2. Sakal tıraşından sonra kıl çıkış yönünün tersine yapılan ikinci
tıraş. TDK Büyük Türkçe Sözlük. http://tdkterim.gov.tr/bts/ Erişim: 21.04.2011 13.30.
50
17
Dudaklarında kareymişlerin moru
Göğsünde… elinin körü
(…)
Trabzon deyince aklıma Faroz gelir
Kara kara kazanlar hatırlarım dizi dizi
Kurşun gibi ağır bir balıkyağı kokusu
Kırar kolunuzu kanadınızı
Hantal bir bulut güç bela havalanır
Bulutun içinde yüzlerce Yunus ağır ağır
Yarım kalmış bir deniz türküsünü
Deniz dibi yeşilini katran morunu
Gök mavisine katmaktadır
Sonra ağırbaşlı zinosların bembeyaz uğultusu
Dünyanın bütün denizleri de yetim yapayalnız
Dünyanın her yerinde beyaz sessiz sevimli
Martıya zinos derdik değil mi? (Eyüboğlu, 2006, s. 319).
Şiirde şair Trabzon‟dan görüntüler çizer. İlk bölümde yeşil, al (kırmızı), mor ve
sarı renkleri yer alır. Yeşil renk “zindan” sözcüğü ile tamlanarak olumsuz bir
anlam yüklenir ve koyu bir renk değeri taşır. Yeşilden sonra dağ çileğinin
kırmızısı ve karayemişlerin moru yer alır şiirde. “Bir salkım kareymiş” söz öbeği
ile mor ve siyah; zindan yeşili ile yeşil; yanan kandil söz öbeği ile sarı renk yer
alır şiirin ilk bölümünde. Şair sarı rengi “kandil kandil, için için” yinelemeleri ile
vurgular ve etkisini artırır. Kandil sözcüğü iki dizede 4 kez yinelenir ve şiire ışık,
aydınlık katar.
Şiirin diğer bölümü ise siyah renk ile başlar; kara kara ikilemesi ile. Sonra deniz
dibi yeşili, katran moru ve gök mavisi girer şiire.
Deniz dibi yeşili ve katran
moru ile koyulaşan şiirin rengi gök mavisi ile açılır ve daha sonra martıların
beyazlığı ile şiirin rengi siyahtan beyaza döner. Siyah-yeşil-mor-mavi-beyaz
geçişi şiirin olumlu anlatıma geçişinin de göstergesidir. Renkler dışında şiirde
kokular ve sesler de önemlidir. Kurşun gibi ağır balıkyağı kokusu siner şiire ve
martıların uğultusu hareketlendirir şiiri.
Görme, koku ve işitme duyularının
üçüne de dokunur şair ve şiir canlı bir hal alır.
Şiirin ilk bölümünde yer alan renkler, zindan yeşili, çilek kırmızısı, kareymiş
moru ve sarıdır. İkinci bölümünde yer alan renkler deniz dibi yeşili, katran moru,
16
Dağ çileği. TDK Büyük Türkçe Sözlük. Erişim: http://tdkterim.gov.tr/bts/ 21. 04. 2011 16.00
Gülgiller (Rosaceae) familyasından, yaprakları basit, koyu yeşil ve derimsi, mor ya da
siyahımsı meyveleri yenen, her dem yeşil bitki. Taflan, kocayemiş, Laz yemişi. TDK Büyük
Türkçe Sözlük. http://tdkterim.gov.tr/bts/ Erişim: 21. 04. 2011 16.10
17
51
gök mavisi ve beyazdır. İlk bölümde sarı rengin etkisiyle ışık ve aydınlık etkilidir.
Kandil kandil yanan ışık bölümü aydınlatır ve coşkulu bir hava katar. “Bir kız deli
gibi koşmaya başlar, yanaklarında Amoftaların balı, dudaklarında kareymişlerin
moru” betimlemesiyle güzellik etkisi girer şiire. Koşan kızın yanakları kırmızı,
dudakları mordur. İkinci bölüm ise koyu renklerin etkisindedir. Şair bu etkiyi
yinelemelerle güçlendirir; dizi dizi kara kara kazanlar siyah rengin yoğunluğunu
artırır. Deniz dibi yeşilinin siyaha yakın rengi, kazanların siyah rengi şiirde
ağırlık duygusunu oluşturur. Hem maddi anlamda kazanların ağırlığı hem de
manevi anlamda koyu rengin hissettirdiği ağırlık. İlk bölümün aksine ikinci
bölümde koyu renklerin etkisi ile hüzünlü bir hava vardır.
“Karadut 2” şiirinde ise sadece siyah rengi kullanır şair:
Sigara paketlerine resmini çizdiğim
Körpe fidanlara adını yazdığım
Karam karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sıla kokar, arzu tüter
Ilgıt ılgıt buram buram
(…)
Karam karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sensiz bana canım dünya haram olsun (Eyüboğlu, 2006, s. 123).
Şiirde her şey siyahtır. Şair “karam” sözcüğünü 10 kez yineleyerek şiiri kapkara
hale getirir. “Ilgıt ılgıt”, “buram buram” yinelemeleri ise şiire koku duyusunu
sokar; memleket kokusunu. Ancak yukarıdaki şiirde hissedilen siyahın ağırlığı
bu şiirde hissedilmez. Çünkü bu şiirde olumsuz gönderimli sözcükler siyah renk
ile özdeşleştirilerek kullanılmamıştır. Şair bu şiirde sevgilisinin esmerliği ile şiiri
siyaha boyar.
“Bodrum” şiirindeyse Bedri Rahmi, muhtemelen İlhan Berk‟in mavi-beyaz evini
betimler:
Ne güzel İlhan‟ın evi
Yarısı beyaz yarısı mavi
Ne güzel geçti Ağustos
O beyaz avluda
Bir yanım asmada
Çalkanır
52
Bir yanım suda
Ne güzel geçti Ağustos
O güzel avluda
Beyazın üstünde mavinin gülü
Morların telaşı yeşilin dili
Teke süzüyormuş gâvurun dölü
Ne güzel geçti Ağustos
O güzel avluda
Bir yanım asmada şimdi çilli çilli
Bir yanım suda (Eyüboğlu, 2006, s. 347).
Şiirde beyaz, mavi, mor ve yeşil renkler açık olarak yer almaktadır. Ancak
görselliği yoğun olan renk beyazdır. Ev beyaz, deniz mavidir. Morlar telaşlı,
yeşiller ise gevezedir. Şair güzel geçirdiği bir yaz tatilini anlatır şiirde, renklerle.
Telaşlı morlar ile konuşan yeşiller şiire canlılık katar. “O beyaz avluda ”, “o güzel
avluda” yinelemeleri şiirde beyaz rengin aydınlığını pekiştiren kullanımlardır.
Bölümün son şiiri “Nafile”dir:
Simsiyah
Bembeyaz
Bomboşum
İster siyah tebeşirle çiz
İster beyaz tebeşirle
Nafile (Eyüboğlu, 2006, s. 421).
Şiirde yalnızca siyah ve beyaz rengi kullanmıştır şair. Siyah ve beyazın
oluşturduğu zıtlık şairin ruh halini görselleştirir şiirde. “Bomboşum” cümlesi ise
hem beyaza hem siyaha gönderimde bulunur çünkü kimisi için boşluk siyah
renge gönderim yaparken kimisi için de beyaz renge gönderim yapar. Şiirde
siyah ve beyazın zıtlığı keskin ve sert bir görüntü de yaratır. Hiçbir ara rengin
olmaması görüntüyü keskinleştirir.
Şiirlerin başlıklarında ve içlerinde açık olarak kullanılan renkler içinde en fazla
yer alan “yeşil”dir. Yeşil renk bu bölümde yer alan şiirlerde toplam 60 kez geçer.
Yeşilden sonra ise mor ve mavi aynı sayıda yer alır. İkisi de bu bölümdeki
şiirlerde 31 kez yer alır. Mor renk tek bir şiirde yoğunlukla yer alırken mavi renk
farklı farklı şiirlerde okuyucunun karşısına çıkar. Şair, şiirlerde renklerin etkisini,
yoğunluğunu artırmak için yinelemeleri sıklıkla kullanmıştır. Buna ek olarak tek
bir renkle farklı anlamlar ve etkiler yaratmak için alışılmamış bağdaştırmalar
kullanmıştır. Böylece yeşil renk zehir, mor renk acı anlamları yüklenmiştir.
53
Yeşil, sarı, kırmızı şiirlere canlıklı ve hareket katarken mor, mavi ve siyah
durgunluk katmıştır. Renklerin karşıtlıkları ve tonlamaları da şairin görselliği
düzenlemesi açısından önemlidir. Şairin rengârenk olarak değerlendirilebilecek
tek şiiri “Küçük Ressam”dır. Bu şiirde şair birçok farklı rengi, tonlama
kullanmadan bir araya getirir. Ancak şiirlerin çoğunda tonlama görselliğin
sunumu açısından etkilidir.
1.2. KAPALI KULLANIMLAR
Bedri Rahmi‟nin bütün şiirleri incelendiğinde isimlerinde ve içlerinde renklere
dolaylı olarak gönderim bulunan 23 şiir tespit edilmiştir. Bu bölümde renklere
kapalı gönderimlerde bulunan sözcükler ve kullanımlar göz önüne alınarak
şiirlerin görselliğini dolaylı şekilde etkileyen renkler belirlenecektir. Örneğin yeşil
rengin “yeşil” olarak değil, yaprak ya da ağaç sözcükleri ile sunulduğu şiirler
üzerinde durulacaktır.
1.2.1. ġiirlerin BaĢlıklarında Renkler
Bu bölümde isimlerinde renklere doğrudan gönderim yerine dolaylı olarak
gönderimi olan 10 şiir üzerinde durulacaktır: “Can Eriği”, “Karadut”, “Karadut 2”,
“Kiraz Ayı”, “Bir Dilim Deniz”, “Deniz Türküsü”, “Elmanın Kabuğu”, “Kınalı”,
“Karanlığın eti”, “7 Tane Erik Ağacı”. Şiirlerin başlıklarında görüldüğü gibi
renkler çoğunlukla meyveler aracılığı ile sunulmuştur; erik, karadut, kiraz, elma.
Eriğin yeşil gönderimi elma, dut ve kirazın kırmızı gönderimini yanında yoğunluk
açısından azdır. Meyveler dışında “deniz” ile mavi; “kınalı” ile kırmızı; “et” ile
kırmızı renk şiirlerde yer alır.
Bu bölümün ilk şiiri “Can Eriği”dir:
Bir kelime buldum çın çın öter
Adı candır.
Bir erik kopardım can dalından;
İçi can dolu,
Adı can, yaprağı can, lezzeti candır.
54
Bir gölge düştü önüme dedi ki:
Bir yüküm var benden ağır
Bir yüküm var beni taşır
Adı candır.
Toprak dedi ki:
Can Allahın yongasıdır
Fakat ben bir deri bir kemik kaldım.
Bir de misafirim var adı candır.
Işık dedi ki:
Renklerden, kokulardan
Seslerden önce koşup geldim
İnsanoğluna nur topu gibi
Bir müjde getirdim,
Adı candır (Eyüboğlu, 2006, s. 20).
Şiirin isminde can eriği ile yeşil renge yapılan gönderim şiirin içinde “bir erik
kopardım can dalından, adı can yaprağı can, lezzeti can” dizeleriyle devam
eder. Başlıkta ve bu dizede yer alan yeşil gönderiminin dışında şiirde yeşil renk
yer almaz.
Can eriği tamlamasıyla şiir içinde bahsedilen canın yeşil renkte
olduğu düşünülür. Soyut bir varlığı yeşile boyar şair. Yeşil renk ile can
sözcüğünü özdeşleştirerek “bir erik kopardım can dalından, içi can dolu” dizesi
ile erik ağacı ile can arasında kurduğu özdeşlik dizenin yoğun bir şekilde yeşil
hissedilmesini sağlar. Şiirde yeşil rengin yoğunluğunu sağlayan başka bir
kullanım da yinelemelerdir. Şair “can” sözcüğünü 10 kez, “bir” sözcüğünü ise 7
kez yineler şair. “Bir” sözcüğünün yinelenmesi ile canın tekliğini ve yalnız bir kez
insana verildiğini vurgulanır. “Can” sözcüğü ise yeşil rengin yoğunluğunu
artırmak ve okuyucunun şiirin ana konusundan kopmasını engellemek için
yinelenir.
Son bölümde şiire giren ışık, bütün şiiri aydınlatır adı can olan
müjdeyi getirerek. Canın, yeşilin varlığını ışığa bağlar böylece Bedri Rahmi.
Başlıkta yer alan “can eriği” tamlaması şiirin içinde hiç geçmez, yalnızca şiirin
başlığında yeşil renge gönderim yapar. Yapısal olarak şiir hem bilmece
söyleyişine sahiptir hem de koşmalardaki dedim dedi söyleyişini hatırlatır. Şair
bir bilmece sorar gibi kurar cümlelerini: “Bir kelime buldum çın çın öter” dedikten
sonra cevabını verir: “Adı candır”.
İsminde renk gönderimi olan diğer bir şiir de “Karadut”tur:
Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum
55
Günahımsın vebalimsin.
Dili mercan, dizi mecran, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın (Eyüboğlu, 2006, s. 109).
Şiirin rengi daha başlıkta çizilir; siyaha yakın bordomsu bir kırmızı. Daha sonra
ilk dizede tekrarlanan karadut ve onun rengine ek olarak çatal kara üzümünün
siyaha yakın rengi, şiiri koyu bir kırmızıya boyar. Daha sonraki dizelerde
karşılaştığımız nar ve mercan sözcüklerinin renkleri de şiirin kırmızı renginin
yoğunluğunu artırır. Şair renk tonlaması ile önce karadut ve çatalkara
sözcükleriyle koyu kırmızı renkle çizilen şiir daha sonra nar ile daha açık bir
kırmızıya sonra da mercan ile daha da açık bir kırmızıya dönüşür. Şiirdeki renk
geçişleri şiirin etkisi açısından da önemlidir. Kırmızının tonları yalnızca bir defa
kullanılmaz şiirde. Önce koyudan açığa geçen renkler “karadutum, çatal karam,
çingenem” dizesinin tekrarı ile açıktan koyuya daha sonraki “gülen ayvam,
ağlayan narımsın” dizeleriyle de tekrar açığa döner. Bu defa ayvanın sarısı da
eklenir şiire. Tüm bu renk geçişleri şiirin görselliğini desteklerken, kırmızı rengin
yoğunluğu şiirdeki aşkın da rengini çizer. Bedri Rahmi‟nin sevgilisini karadut
veya nar ile özdeşleştirmesinin nedeni de renk olabilir. Kırmızı rengin içerdiği
tutku ve şehvet anlamları şairin bu benzetmeleri için kaynak olma ihtimali vardır.
56
Dol Karabakır Dol içindeki Karadut resimlerinden
Yukarıdaki resimde Bedri Rahmi sevgilisinin iki göğsü arasına nar figürü
çizmiştir. Sevgilisi ile nar arasında kurduğu ilişki sevgilisinin göğüslerinin fiziksel
görüntüsüyle de ilgili olabilir. Yukarıdaki resim bu görüşü destekler niteliktedir.
Başlığında renk gönderimi olan diğer bir şiir “Kiraz Ayı Geliyor” dur. Kiraz ayı
Anadolu‟da Haziran ayı olarak bilinir.
İçimden geçen yollardan birinde koşuyorum
Sarı gül kokuyor.
Sarı gül kokan bir yolda koşuyoruz
İçimiz yeşil, içimiz mosmor.
Karşımızda bir bulut uçuyor: Altın tozundan
Atlarımız yemyeşil bir söğüt dalından koşuyoruz
Kiraz ayı geliyor!
Çok uzaklarda iğde ağacı hangi bahçededir?
Muamma!
(…)
Gök başımızın üstünde masmavi bir yaprak
Dağlar kütürdeyerek yarılan bir karpuz
Arzu sağımız, arzu solumuz
Sarı gül kokan yollarda yalınayak koşuyoruz.
Gökler sendeleyip gökler devriliyor
Dağlar sendeleyip dağlar devriliyor.
Milyonlarca güneş bize çevriliyor
57
Kiraz ayı geliyor!
Kiraz ayı geliyor çocuklar!
İlk gün onar tanelik kiraz demetleri
Sonra ağzına kadar dolu kiraz sepetleri
Daha sonra pembe bir çift kulağın arkasından bakan
Sarı kirazların bal rengi gözleri
Ve nihayet boşalan sepetler
Boşalan evler kadar boş kiraz ağaçları. (Eyüboğlu, 2006, s. 47).
Şiir yoğun bir renk çeşidi ile başlar; sarı, yeşil, mor ve kırmızı. Renklerin çeşitli
olması şiiri rengârenk boyar ve hareket, heyecan yaratır şiirde; “Kiraz ayı
geliyor!” seslenişi de şiirin coşkusunu tamamlar. Renklerin birbirinin tonu olan
renkler olmaması da şiirin görselliğini yoğunlaştırır. Bir tarafta sarı güller, bir
tarafta altın tozundan bulutlar, bir tarafta yeşil atlar… “yeşil at”, “mavi yaprak”,
“yarılan karpuz gibi dağlar” betimlemeleri şiirde alışılmamış bağdaştırmalar
olarak karşımıza çıkar ve şiirin görselliği açısından önemli betimlemelerdir. Şiirin
fantastik anlatısını destekleyen görüntülerdir. “Kiraz ayı” ilk etapta kırmızı rengi
çağrıştırsa da sarı renge de gönderim yapar yani kiraz ayının şiirde iki renge
gönderimi vardır. Bu da şiirin renkliliği için artı bir özelliktir. Şiirde yeşil, mor ve
mavi renklerinin pekiştirmeli olarak kullanılması da şairin renkleri vurgulaması
ile ilgilidir. Vurgulanan renklerin yoğunluğu şiire yansır.
Şiirin ikinci bölümünde ise yoğun olarak kırmızı renk hissedilir “kiraz”
sözcüğünün tekrarıyla. Son dizelerde şair “sarı kiraz” tamlamasıyla sarı renkli
kirazların renklerini de sokar şiire. Sarı renk “sarı gül”, “altın tozu”, “bal rengi
göz” ve “sarı kiraz” betimlemeleri ile şiirde yoğun şekilde etkilidir. “Sarı gül”
betimlemesi hem görme hem de koku duyusunu etkiler. İkinci bölümün ilk
dizesinde “masmavi bir yaprak” tamlamasıyla mavi ve yeşil renkler girer şiire.
Sonra “karpuz” sözcüğü ile yeşil ve kırmızı. “milyonlarca güneş bize çevriliyor”
dizesiyle de bir anda ışık dolar şiire. Bu dize aslında şiirin doruk noktasıdır.
Renklerin sıralandığı, heyecanın son noktasıdır ve şiire giren ışıkla birlikte şiir
sakinleşmeye başlar ve şair “kiraz ayı geliyor” dizesiyle daha sakin bir anlatıma
geçer. Bu anlatım da kiraz ayının bitişiyle ilgilidir aslında. Kiraz ayının
başlangıcındaki heyecan ve coşku, kiraz ayının sonunda boşalan sepetlerle
sona erer.
58
“Bir Dilim Deniz” şiirinde “deniz” sözcüğü okuru mavi renge ulaştırır:
Değil kardeşim değil
Benim sevdiğim denizlerin dibi
Ne mavi ne yeşil ne camgöbeği
Benim sevdiğim denizlerin dibi renkli değil
Bir mavi deri değil sadece
Bir mavi zar değil
Eti var budu var
Suyun eti rüzgârın eti
Su desem su
Rüzgâr desem rüzgâr değil
Deniz dibinden kesilen kalın bir dilim
Yıllardır gözümde, dizimde, dilimde
Tadına tuzuna doymuş değilim
Yaz aşı deniz aşı
Denizdir her işin başı
Denizle başlamalı her şey
Denizle bitmeli
Kelleyi koltuğa almalı
Dibi görünen denizlere gitmeli (Eyüboğlu, 2006, s. 231).
Başlıkta yer alan mavi renk gönderimiyle birlikte şiirin içinde de mavi rengin
yoğun olması beklenir. İlk bölümde mavi rengin yanında yeşil ve camgöbeği de
yer alır. Ancak bu renkler olumsuzlanarak kullanılıyor bölümde “mavi değil,
yeşil değil, camgöbeği değil” dizeleriyle. Bu nedenle renklerin etkisi geride kalır.
Aynı olumsuzlama ikinci bölümde de yapılır; “mavi deri değil”, “mavi zar değil”
dizeleriyle ve mavi rengin etkisi geride kalır. Ancak sonraki dizelerde yer alan
“suyun eti rüzgârın eti” tamlamalarıyla suya ve rüzgâra yüklenen görüntü
bölümün görsel değerini belirler. Canlılaştırılan su ve rüzgârın etlerinin
görüntüsü görsellik üzerinde şiirdeki renklerden daha fazla etkili olur. Üçüncü
bölümde de şair olumsuzlama yapar “su desem su, rüzgâr desem rüzgâr değil”
dizeleriyle. Bu anlatımla da bir önceki bölümde geçen su ve rüzgâr
sözcüklerinin görsel değerlerini azaltır. Şiirin ilk üç bölümünde şair olumsuz bir
anlatım yaratır “değil” ekfiiliyle.
Şiirde sadece son bölümde olumsuz anlatım yoktur. Son bölümde deniz
sözcüğünün 5 kez tekrarlanmasıyla mavi renk şiire etkilemeye başlar. “Dibi
görünen deniz” tamlaması da şiire mavi rengin açık tonunu sokar. İlk bölümde
“ne mavi, ne yeşil ne camgöbeği, benim sevdiğim denizlerin dibi renkli değil”
59
dizeleri son bölümde yer alan “dibi görünen denizlere gitmeli” dizesi ile karşıt
anlam yaratır.
İlk bölümdeki renksiz deniz dibi, son bölümde açık maviye
boyanır.
“Deniz Türküsü” şiiri de deniz konuludur:
Deniz dediğin bir tarladır
Gülü gül dikeni diken, tohumu tohum
Toprak gibi verimli, toprak gibi cömert
Betine bereketine kurban olduğum
(…)
Deniz dediğin bir tarladır
Bulutlar, güneşler dibindedir
Geceler gündüzler dibindedir
Yıldızlar mevsimler dibindedir
Zifiri karanlık güller açılır dibinde
Bağlar, bahçeler kat kat, katmer katmer, deste deste
Bağlar, bahçeler zifir karanlık güller
İnsan eline hasret beklemekte
Deniz dediğin bir tarladır
Kapılar açılır içinde kapılar
Bitip tükenmeyen bereket kapıları
Balıklar akıp gider bölük bölük tabur tabur
Alı al moru mor sarısı sarı. (Eyüboğlu, 2006, s. 271).
Denizi tarla olarak nitelendirir şair şiirde. Bu bölümde denizin mavisi ile gülün
kırmızısı şiirde renge olan ilk gönderimlerdir. “Gül” sözcüğü ilk etapta kırmızı
rengi çağrıştırdığı için burada kırmızı renk söz konusudur. Şiiri okuyan başka bir
okuyucu için gül, pembe, beyaz ya da sarı rengi çağrıştırabilir. Şiirin sonraki
bölümünde ise şair güllerin rengini belirli hale getirir “zifiri karanlık güller”
tamlamasıyla. Bağ, bahçe sözcükleri her ne kadar yeşil renge gönderim
yapsalar da denizin dibinde bulunmaları ve “zifir karanlık” tamlaması şiiri siyaha
boyar. Ama bu siyah olumsuz bir anlam taşımaz şiirde, daha çok ışık
ulaşamadığı için ortaya çıkan karanlığı oluşturur.
Yukarıda yer alan son
bölümde şair denizin bereketini anlatır “bölük bölük” “tabur tabur” ikilemeleriyle.
Son iki dizede şiire kırmızı, mor, sarı renkleriyle balıklar girer:
60
Bedri Rahmi Eyüboğlu, İsimsiz, 16 Ağustos 1974, Dalyan- Mavi Gezi
Şiirde dize, ek, sözcük yinelemeleri ve ikilemeler yoğun şekilde yer alır. “-ler,lar” çoğul eki 22 kez yinelenir şiirin tamamında. Çoğul ekinin yinelenmesi şiirde
bereket ve çokluk anlamını destekler. “Gül”, “diken”, “tohum”, “toprak”, bağlar”,
“bahçeler”, “mor”, “sarı” sözcüklerinin yinelenmesi şiirde renklerin etkisini
güçlendirir. “Gülü gül”, “dikeni diken”, “tohumu tohum”, “bölük bölük”, “tabur
tabur”, “betine bereketine”, “bitip tükenmeyen” ikilemeleri, bolluğu ve denizin
bereketini vurgular. “Deniz dediğin bir tarladır” dizesi 7 kez her bölüm başında,
“zifiri karanlık güller” yarım dizesi iki kez yinelenir şiirin tamamında. 7 kez
yinelenen dize ile şair tarlanın bereketi ve denizin bereketi arasında bir ilişki
kurar.
61
“Elmanın Kabuğu” şiirinde Bedri Rahmi renkleri, meyveler aracılığı ile yerleştirir
şiire:
Amma da çok şeyler istiyorsun birader
Elmadan sadece kabuğunu iste.
Verirse ne mutlu
Öp de başına koy.
Soyunmuş elma çırılçıplak cascavlak
Tirir tirir titrer, üşür
Utanır, küser.
Gül yanaksız elma kaç parider.
Armudun iyisini ayılar
Elmanın soyulmuşunu
Kibarlar yer (Eyüboğlu, 2006, s. 408).
Önce başlıkta elmanın kabuğu tamlamasıyla hem kırmızı hem yeşil rengi sunar
okuyucuya. İlk bölümün son dizesinde ise şairin kırmızı renge gönderim
yaptığını anlarız “gül yanaksız elma” tamlamasıyla. Elmanın kabuğunu soyarak
elmayı kabuğundan şiiri de renklerinden ayırır şair. Kabuksuz elma kıyafetsiz
insan gibi üşür, utanır, küser. Soyulmuş elmanın görsel sunumu şiirin en
etkileyici görüntüsü haline gelir. Şiirin ikinci bölümünde ise armut dâhil olur
şiire, yine yeşil ya da sarı renk gönderimiyle. Elmanın kabuğunun değerini ise
halk şiirindeki “kaç parider” eksiltili söyleyişi ile vurgular şair.
Başlığında renk gönderimi olan diğer bir şiir de “Kınalı”dır:
Yağmur yağıyor kınalı kınalı
Sonbahar gelmiş de gitmiş olmalı
Nasıl çarçur olup gitti güzelim yaz
Pisi pisine
Piç oldu gitti canım Haziran
Hele krallar kralı Temmuz
Senin yüzünden namussuz
Yağmur yağıyor kınalı kınalı
Muzur bugünlerde gitmiş olmalı (Eyüboğlu, 2006, s. 419).
Şair şiirde “kınalı” sözcüğü ile kırmızı-kızıl renge gönderim yaparken, yağmurun
yağışını bu renklerle anlatır. “Kınalı kınalı” yinelemesinin iki kez kullanımıyla
kırmızı rengin etkisi artar şiirde. Şiirin bütününe bakıldığında şiirde kış
mevsiminin gelişinin anlatıldığı görülür. Yaz mevsiminden sonra sonbaharın da
bittiğini anlatan “sonbahar gelmiş de gitmiş olmalı” dizesi, kış mevsiminin
anlatıldığını gösterir. Kışın ortasında yağan yağmur kızarıp dökülmüş
62
yaprakların üzerine değdiğinde şaire kına rengini çağrıştırmış bu yüzden
yağmurun yağışı ile kına rengi arasında bağlantı kurmuş olabilir.
“Karanlığın Eti” başlığında yer alan “karanlık” sözcüğünün siyah renge
gönderimi ile “et” sözcüğünün kırmızı renge olan gönderimi başlıkta zıt bir
görüntü yaratır:
Aldı Mernuş
Ben bir meyve ağacıyım
Sen benim kökümsün
Yaprağım değilsin
Dalım değil
Kolum kanadım değilsin
Bulutum değilsin
Rüzgârım değil
Böğrümü yaran balta
Derimi ısıtan güneş
Kabuklarımı
Dalıma konan kuş değilsin
Ben bir meyve ağacıyım
Sen benim derinlere salan kökümsün
Sen hep karanlıklardasın
Sen karanlıklarda yolunu bulanlardansın
Karanlıkta ışıl ışıl uzanacak ellerin
Ellerimi bulacak
On parmağında on sıcak damla
Avuçlarım sevinçten çıldıracak
Sen karanlıklarda güleceksin hep
Bir su bardağı kırılacak
Bir yıldız kayacak
Binbir yerinden çatlayacak karanlığımız
Senin gülüşün karanlıkta
Şeftalinin çekirdeği
Çekirdeğin her yanında
Karanlığın eti
Kalın ılık muhkem ana
İçimizdeki karanlığa boşalan
Cömert gecelerden birinden
Sesleniyorum sana (Eyüboğlu, 2006, s. 423).
Başlıktaki bu zıtlık kuvvetli bir imge oluşturur şiirde.
“Karanlığın Eti” imgesi
okuyucuyu irker daha şiirin başında çünkü alışılmadık bir kullanımdır. Şiirin ilk
bölümünde “ağaç”, “kök”, “yaprak”, “dal”, “bulut”, “deri”, “güneş”, “kabuk”
sözcükleri renk gönderimleri olan sözcükleridir.
Kök, yaprak, dal, deri, kabuk
sözcükleri ağaç görüntüsünün içinde yer alan öğelerdir. Yani her biri ağacın bir
parçasıdır. Kök, dal, deri, kabuk sözcüklerinin kahverengine gönderimi, yaprak
63
sözcüğünün de yeşil renge gönderimi vardır. Güneş sözcüğü de şiire ışık katan
sözcüktür. Ancak şiirin başlığıyla birlikte şiirde hâkim olan karanlık, şairin “değil”
olumsuzlamasıyla da güneşin ışık etkisi azalır.
Şiirin ikinci bölümünde ise ilk bölümde geri planda kalan ışık “karanlıkta ışıl ışıl
uzanacak ellerin” dizesiyle etkisini artırır. “Karanlık” sözcüğünün üç kez
tekrarlanmasına karşın “ışıl ışıl” ikilemesi karanlığın etkisini azaltır. Bölümdeki
karanlığın olumsuz etkisini azaltan başka bir dize de “on parmağında on sıcak
damla avuçlarım sevinçten çıldıracak” dizeleridir. İlk bölümde yer alan olumsuz
anlatım bu bölümde olumluya dönüşmüştür.
Şiirin üçüncü bölümü ise yine karanlık sözcüğünün görsel etkisi ile başlar.
Ancak sonraki dizelerde yer alan yıldız kayacak cümlesi karanlığın etkisini
azaltır, yıldızın sarı parlak rengiyle. Bu bölümde yalnız görüntünün değil sesin
de etkisi vardır. “Bir bardak kırılacak” dizesiyle şair şiire ses de katmış,
karanlığın içinde bir hareket yaratmıştır. Bölümde renk gönderimi olan nesne
(meyve)
ise şeftali ve şeftalinin çekirdeğidir. Ancak şair şeftalinin rengini
karanlığın eti tamlamasıyla kaplamış ve etkisini bloke etmiştir.
Bu bölümde ele aldığımız şiirlerde, “Can Eriği” dışında başlıklarında yer alan
renk gönderimlerinin şiirlerin içinde de aynı kullanımlarla devam ettiği görülür.
Can eriği betimlemesi şiirin başlığı hariç şiir içinde yer almaz. Şiirde yeşil renk
başka şekillerde devam ettirilir. Şiirlerde renkler hem başlıklarda hem de şiirlerin
içinde yoğun biçimde görülür. Yinelemeler ve ikilemelerle şair renklerin etkisini
artırır. Şiirlerde çoğunlukla renk gönderimleri meyvelerle sağlanır; erik, kiraz,
dut,
elma
gibi.
Bölümde
yer
alan
şiirlerde
renkler,
alışılmamış
bağdaştırmalardan çok nesnelerin yüklendikleri renk değerleri ile ortaya çıkar.
1.2.2. ġiirlerde Renkler
Bu bölümde ise şiirlerin içinde renklere dolaylı gönderimi bulunan kullanımlar
belirlenmeye çalışılacaktır.
64
Bu bağlamda ilk şiir “Beşinci Mektup”tur:
Kendimi kendim yaratsaydım,
Uçan bulutları durdururdum
Onlarla içimin en güzel yerinde
Bembeyaz bir mabet kurdururdum
Ne deliler gibi güler
Ne de serviler gibi ağlardım
Ve günlerden bir gün kapının eşiğine
Nar taneleri gibi serpip kanımı
Ve kendi elceğizimle bir karanfil gibi koparıp canımı,
Pencerenin demirlerine bağlardım (Eyüboğlu, 2006, s. 13).
Şiirde dolaylı renk gönderimi olan sözcükler; “bulut”, “serviler”, “nar taneleri” ve
“karanfil”dir. Bulut beyaza, servi yeşile, nar tanesi kırmızıya ve karanfil kırmızıya
gönderimde bulunur. Şair hiçbir renk ismi kullanmadan şiirini görsel anlamda
renklendirir. “Ve günlerden bir gün nar taneleri gibi kapının eşiğine serpip
kanımı” dizeleri evin bereketli ve bolluk içinde olması için gerçekleştirilen bir
halk âdetine gönderimde bulunur.
“Elhamdülillah”ın ilk bölümünde meyve ve balık sözcükleri genel anlamlarıyla
kullanıldıkları için renk gönderimleri bulunmaz:
Meyveler birbirlerini ısırmadan büyüdüler
Büyük balıklar küçük balıkları yedi
Biz de büyük balıkları yedik Elhamdülillah.
Su hissesini aldı güneşten
Yaprak rengini
Toprak kendi lezzetile sarhoş Elhamdülillah.
18
Pırnalların mahcup saltanatını
Kaplumbağaların avret mahallerini
Dağların en mahrem yerlerini gördüm.
Ormanın en karanlık yerinde
Günahların en katmerlisi
Ve gözümün nurundan bir salkım
Ilık denizlerinde beyaz gemiler ıslattım.
Avuçlarımın içersinde mahpus biçimi hazzın
Ve nur
Bir kırlangıç sürüsü gibi göçüp gider
Gözlerimizden elhamdülillah (Eyüboğlu, 2006, s. 18).
İlk bölümde renk gönderimi olan sözcükler güneş, yaprak ve topraktır. Güneş
sarı, yaprak yeşil, toprak ise kahverengine gönderimde bulunur. Sonraki
bölümde ise pırnal, kaplumbağa, dağ, orman, nur, deniz ve kırlangıç
18
Kışın yapraklarını dökmeyen bir tür meşe
http://tdkterim.gov.tr/bts/ Erişim: 22. 04. 2011 11.00.
çalısı.
TDK
Büyük
Türkçe
Sözlük.
65
sözcüklerinin renk gönderimleri vardır. İlk bölümde başlayan yeşil renk, ikinci
bölümde de pırnal, orman ve kaplumbağa sözcüklerinin renkleriyle devam eder.
İlk bölümdeki yeşil renk “ormanın en karanlık yerinde” söz öbeği ile koyulaşır.
Dağ sözcüğü ise toprak renginin sürekliliğini sağlar şiirde. İlk bölümde “güneş”
sözcüğü şiirin görselliğini etkileyen önemli bir sözcüktür. İlk bölümde güneş ile
başlayan ışık ve aydınlık ikinci bölümde “nur” sözcüğünün tekrarlanmasıyla
etkisini artırır. “Kırlangıç” sözcüğü ise şiirin görselliği açısından önemlidir; “bir
kırlangıç sürüsü gibi göçüp gider” cümlesi uçup giden bir kuş sürüsünü sokar
şiire, kuşların hareketi şiiri de hareketlendirir.
Bir sonraki şiir ise “Oğlum Mehmed‟e Meyvelerimizi Takdim Ederim”dir:
İşte armutlarımız çırılçıplak
Ne avret mahallerinde bir yaprak
Ne de kendilerini verirken naz ederler
Üç aylık sabinin gülüşü
Yağmurun kendiliğinden dökülüşü gibi
Her şeylerini verirler
Yabana atma meyvelerin şehvetini tosunum
Şehvetle nur
Yalnız meyvelerin cennetinde
Haşrüneşr olur
Dalından ayrılan meyveye kulak ver
Hala içerisinde toprağın uğultusu
Ve için için akan serin çeşmeler.
Isır meyveleri tosunum birer birer
İnsanoğlu cennetlerin en güzeline
Meyveleri ısırarak girer.
Oğlum Mehmed‟e meyvelerimizi takdim ederim
Dilerim Allahtan
Meyve ağaçları sıralansın ömrün boyunca
Hazzın biri tükenmeden
Öteki yansın dallarda alev alev
Ve rüyalarına salkımların buğusu dolsun
Cürmün çağla taşlamaktan
Yaran böğürtlen dikenlerinden
Ölümün ağulu dutlardan olsun (Eyüboğlu, 2006, s. 31).
Şiirin ilk dizesinde “armut” sözcüğü sarı veya yeşil renge gönderim yapar. Ama
“çırılçıplak” sözcüğü ile birlikte armudun kabuğunun rengi değil içinin rengi ön
plana geçer. Bu da beyaza yakın açık sarıdır. Şair çırılçıplak armut betimlemesi
ile ten rengi arasında da bağlantı kurmuş olabilir. Çünkü “çıplak” sözcüğünün
renk gönderimi insan bedeni üzerinden hareket edildiğinde ten rengidir. Sonraki
dize de ise yeşil renk girer şiire “yaprak” sözcüğü ile. Sonra ışık girer şiire “nur”
sözcüğü ile. “Alev alev” ikilemesiyle de kırmızı. Şiirin son dizelerinde meyve
66
isimleri yer alır; çağla, böğürtlen ve dut. Çağla yeşil, böğürtlen kırmızı, dut ise
hem kırmızı hem beyaz renge gönderim yapar.
Şiirin bütününe bakıldığında ise dikkat çeken şiirin isminin “Oğlum Mehmed‟e
Meyvelerimizi Takdim Ederim” olması okuyucuda şiirde meyvelerin arka arkaya
sıralanacağı beklentisini oluşturur. Ancak şiirin içinde yalnızca dört meyvenin
ismi geçer. Belirginleştirilen dört meyve vardır ancak şiirin bütününde “meyve”
sözcüğü şiirin ismiyle birlikte 8 kez geçer. “Meyve” sözcüğü bütün meyvelere
gönderim yapar ve bütün meyvelerin renkleri şiire dâhil olur. Tüm meyvelerin
canlılığı, tazeliği şiirin görselliğini etkiler. Şiir yapısal olarak bölünmeden devam
eder ve şair “meyvelerin şehveti” ile vermek istediği duyguyu bölmeden aktarır.
Renk gönderimlerinin yoğun olduğu başka bir şiir de “Hele Bir Başlasın”dır:
Hele bir başlasın ılık yaz yağmurları, içimdeki çocuk!
Hele bir kanatlansın ufuklar,
Hele bir içini çeksin orman
Hele bir kere güneşler yansın
Kertenkeleler üşümesin
Hele bir kere toprak kansın
Mevsim demlensin, hele bir ballansın böğürtlen dikenleri!
Gelincikler bedava,
Gökler sahipsiz
Bahçeler zilzurna…
Hele bir başlasın ılık yaz yağmurları içimdeki çocuk!
Dudaklarında kalın kabuklu bir portakal kokusu,
Tabanlarında, kınalı keklikleri bol dağların rüzgârı
karıncalansın…
Hele bir kere dallarda sallansın
İri kalçaları şeftalilerin;
Hele bir duyulsun uzaktan
Yaylı çıngırakları
Yıldızlar seslensin,
Hele bir armut ağacı temmuzu yüklensin
Hele bir kerrecik daha yalınayak değsin içimdeki
çocuk… (Eyüboğlu, 2006, s. 46).
Şiirde şair yaz mevsiminin gelmesi için duyduğu heyecanı ve sabırsızlığı anlatır
“hele bir başlasın”, “hele bir kanatlansın”, “hele bir içini çeksin”… kullanımlarıyla
ve yinelemeleriyle. “Yaz” sözcüğünün daha doğrusu yaz mevsiminin şiirde geniş
bir görsel gönderimi vardır. Bu mevsimde görülen renklerin tümü şiire yansır.
Şair daha sonra ise özgül renkleri sokar şiire orman, güneş, kertenkele, toprak,
böğürtlen dikenleri, gelincik, gök, portakal, şeftali, armut ağacı sözcükleriyle.
67
Şiirin başından itibaren renkleri sıralarsak; önce orman ile yeşil, sonra güneş ile
sarı renk yer alır. Kertenkele ile yeşil, toprak ile kahverengi, böğürtlen ile
kırmızı, böğürtlen dikeni ile yeşil, gelincik ile kırmızı, gökler ile mavi, portakal ile
turuncu, şeftali ile kırmızı-turuncu, yıldız ile sarı, armut ağacı ile yeşilkahverengi. Böylece şiirde yaz mevsiminin bütün renkleri yer alır. Ancak
belirtilmesi gereken “portakal” sözcüğünün şiirin yaz mevsimi anlatımını
böldüğüdür. Çünkü portakal kış meyvesidir. Şiire “kalın kabuklu portakal
kokusu” siner ve şiirde yoğun bir portakal etkisi yaratır hem rengiyle hem
kokusuyla. Yaz mevsimine kış rengi ve kokusu karışır. Portakaldan sonra ise
şeftali ile yaz mevsimine devam edilir. Şiirde güneş ve yıldız sözcüklerinin sarı
rengin yanı sıra ışık-aydınlık gönderimleri de vardır. Güneş gündüz için, yıldız
da gece için ışık kaynağıdır.
Şiirde aynı tonda olan renkleri bir kümede toplarsak: Orman, kertenkele, armut
ağacı ve böğürtlen dikenleri şiirde yeşil; böğürtlen ve gelincik kırmızı; güneş ve
yıldız, sarı; portakal ve şeftali turuncu renge gönderim yaparlar. Mavi renge
gönderim yapan tek sözcük ise “gök”tür. Yani şiirde yeşilin üç, kırmızının iki,
sarının iki, turuncunun iki tonu yer alır.
Görsellik açısından şiirde söylenmesi gereken bir nokta da şairin “iri kalçalı
şeftali” tamlamasıyla sunduğu görüntüdür. Şeftalinin iri kalçalı bir kadın olarak
çizilmesi, şiirde hem çıplaklık hem de cinsellik gönderimin yapar. Bedri
Rahmi‟nin kadın-meyve-çıplaklık arasında kurduğu bağ karşımıza çıkar. Şiirde
görsel etkinin yanı sıra koku, tat, dokunma duyularının yarattığı etkiye de
rastlanır. Örneğin “yağmur” ile ıslaklık; “güneş” ile sıcaklık; “ballansın” ile tat;
“yalınayak” ile dokunma; “çıngıraklar” ile ses duyuları şiirde gerçeklik açısından
önemli bir etki yaratır.
Dolaylı renk gönderimlerinin yer aldığı başka bir şiir de “Yaşadım”dır:
Yaşadım!
Erik ağaçları şahidimdir
Yıldızlar şahidimdir.
68
Yaşadım!
Avuçlarımın gücü yettiği kadar
Dağları, kadınları, meyveleri
Yaşadım!
İncirin dallarına yürüyen süt
Yonca tarlasından gelen nefes
Horozun ibiğinden damlayan kan
Yollar ve sevgili türküler şahidimdir (Eyüboğlu, 2006, s. 50).
Şiir üç bölümden oluşur ve her bölümünde renk gönderimleri yer alır. İlk
bölümde erik ağaçları ile yeşil renge, yıldızlar ile sarı renge gönderim bulunur.
İkinci bölümde renkler daha genel gönderimlidir. Yani dağlar kahverengine
gönderimde bulunurken meyvelerin gönderimi geniştir. Bütün meyvelerin
renkleri şiirin içindedir, “yaşadım avuçlarımın gücü yettiği kadar dağları,
kadınları, meyveleri” dizeleriyle. Şair bütün meyvelerden bahseder.
Üçüncü bölümde ise incir dalları ve yonca tarlası ile yoğun bir yeşil girer şiire.
Sonra süt beyazı ve kan kırmızı ile şiirde sert bir geçiş yapar şair. Yeşil ve
beyazla başlayan şiir kırmızı ile sona erer. “Horozun ibiğinden damlayan kan”
dizesinin görsel değeri de yüksektir çünkü kan sözcüğünün taşıdığı kırmızı
rengin olumsuz bir gönderimi bulunur ve horozun ibiğinden damlayan kanın
görüntüsü okuyucuyu irker.
Renklere gönderimlerin yer aldığı başka bir şiir de “Ah!.. Sen…”dir:
Sen yok musun sen?..
Vişnenin vişneliğini
Kaysının kayısılığını
Üzümün üzümlüğün bildiği kadar kendini bilsen…(Eyüboğlu, 2006, s. 393).
Şiirde yalnızca meyveler ve renkleri yer alır; vişnenin kırmızısı, kayısının sarısı
ve üzümün yeşili ya da kırmızısı. Meyve isimlerinin yinelenmesi renklerinin
etkisini de ikiye katlar. Şiirde yalnızca üç meyve ismi altı kez geçer. Şair öğüt
verirken meyvelerin görsel değerlerini kullanır şiirde.
“Bahar-ı Teranedar” şiiri sarı renkle başlar:
Çocukluğumun taze mısır püskülünden örülmüş
Pala bıyıklarını takıyorum
69
On dört yaşımın iskambil kâğıtlarından kurulmuş
günlerine bakıyorum.
Olgun bir dut ağacı gibi sarsılan göklerinden
Rüyalar dökülüyor
Yıldızlar dökülüyor…
Bir yıldızın hızı ile toprağa saplanıp kalan çocukluğum,
Kızıl bir havuç gibi yerinden sökülüyor.
Ve yemyeşil bir yılan gibi deri değiştiriyor arzularım
Çocukluğumun taze mısır püskülünden örülmüş bal
kokan bıyıklarını takıyorum.
Yumuşak tarlalar üzerinde koyun koyuna yuvarlanan
Tombalak bulutlara bakıyorum.
İçime sığmıyor içim Meryemin memelerinden sert
kauçuk bir topun etinde,
Ağzı hiç de süt kokmayan lastik topların şehvetindedir.
Bahar yoldadır.
Çıngırak sesleri duyuyorum…
Bahar yoldadır, yoldadır.
Hasret tomurcuklu gemi direklerinde;
Güneş yüklü bulutlarda
Bir tırnak hızı ile büyüyen bahçelerdedir.
Bahar yoldadır, yoldadır.
Gök, yüzünkoyun toprağa uzanmış dinliyor.
Kurumuş telgraf direklerinin bağrında yemyeşil arzular;
Gökte hırsla ısırılmış bir hayvanın diş yerleri var.
Yıldızlar kalbur kalbur rüya eliyor.
Yıldızlardan haber geliyor
Bahar yoldadır, yoldadır
Toprağa çırılçıplak girenler,
Toprağın sırrına erenler,
Cennetten müjde verenler,
Bahar yoldadır, yoldadır (Eyüboğlu, 2006, s. 52).
Şiirin ilk bölümü “mısır püskülü” ile sarı renge gönderimle başlar. Daha sonra
“dut ağacı” ile yeşil-kahverengi-kırmızı-beyaz renkleri girer şiire. Yeşil ve
kahverengi ağacın doğal renkleri, beyaz ile kırmızı da meyvelerinin renkleridir.
Ağacın hangi tür meyve verdiği belirtilmediği için her iki renk de şiire dâhil olur.
Sonra “yıldız” sözcüğü ile sarı renk ve ışık girer şiire. “yıldızlar” çoğul
kullanımıyla şiirde ışığın etkisi artar. Özellikle bir yıldız kayarken ortaya çıkan
ışık şiiri iyice aydınlatır “bir yıldızın hızı ile toprağa saplanıp kalan çocukluğum”
dizesiyle. Sonra “bal kokan bıyıklar” giriyor şiire; mısır püskülünden yapılmış ve
bal kokan bıyıklar. “Bal” sözcüğü hem saydam bir sarı renk hem de koku özelliği
ile yer alır şiirde. İlk bölümün son rengi ise “tombalak bulutlar”ın beyazıdır.
İkinci bölümde ise önce “güneş yüklü bulutlar” tamlamasıyla hem sarı hem
beyaz renk yer alır şiirde. Güneşin ışığı fazla ulaşamaz şiire bulutlar yüzünden.
70
Sonra toprağa uzanan gök ile kahverengi ve mavi renk yer alır. “Yıldızlar” ikinci
bölümde de en etkili ışık kaynağı konumundadır; iki kez çoğul olarak tekrarlanır
ve “yıldızlar kalbur kalbur rüya eliyor” dizesi de ışığın yoğunluğunu destekler.
“kalbur kalbur” ikilemesi hem rüyaya hem de yıldızlara etki eder. Yıldızların
çokluğunu da hissettirir şiirde. “Toprak” sözcüğü ile tekrar kahverengi girer şiire.
Toprak sözcüğü şiirde dört kez geçer ve son dizelerde tekrarlanan toprak ile şiir
koyu bir renkte sona erer. “toprağa çırılçıplak girenler” ve “toprağın sırrına
erenler” dizeleriyle şiir ölüme gönderim yaparak sona erer. Şiirin ikinci
bölümünde görsellik açısından önemli bir görüntü bulunur; “gökte hırsla ısırılmış
bir hayvanın diş yerleri”. Bu dize anlam bakımından bulanıktır. Isırılan şeyin gök
ya da bulut, ısıranın ise hayvan olduğu düşünülebilirse de bu dize şiirin
görselliğini etkiler ve sert bir görüntü katar şiire.
Şiirin ilk bölümünde yer alan “kızıl bir havuç”, “yemyeşil bir yılan” ve ikinci
bölümde yer alan “yemyeşil arzular” söz öbeklerinin de renk gönderimleri şiiri
etkiler ancak bu bölümün ana konusu renklere yapılan dolaylı gönderimlerdir.
“Yar Yüreğin Yar” şiirinde elma, kurt, ağaç, böcek, dağ, yaprak, toprak, buğday,
yıldız, arı, bal, karanfil, kırlangıç sözcüklerinin renk gönderimleri bulunur:
Elmayı ikiye böldüler
İçinden kurt çıktığın gördüler
Ağacı lime lime dildiler
Böceğin halinden bildiler.
Ferman padişahınsa dağlar bizimdir denildi
Dağların bağrı deşildi
Çözüldü mevsimlerin sırrı yaprak yaprak
Yedi kat yerin dibinden haber getirdi
Gözünü sevdiğim tohum, gözünü sevdiğim toprak.
Kılı kırk yardılar oğul
Suyun sudan gizlisi kalmadı
Buğdayın macerası meydanda
Yıldızların sırrı aşikâr oldu.
Arı gözümüzün önünde sızdı balını
Karanfil alevini
Kırlangıcın alın yazısı
Penceremizin önünde yazıldı.
(…)
Yar yüreğin yar gör ki neler var
Belki seyyah kuşların ömrü kadar sade ve aydınlık
Belki vişne çiçekleri kadar beyaz ılık
Belki de çürümüş yılanlar kadar murdar
Belki mahzende yıllanmış şarap kadar lezzetli
Bir aşktır fışkırıp çıkacak (Eyüboğlu, 2006, s. 69).
71
Hayvan isimleri dikkat çeker; kurt, böcek, arı ve kırlangıç. Şiirde renk
gönderiminden çok görsellik açısından önemli sözcüklerdir. “Elmanın içinden
çıkan kurt”, “ağacın içinden çıkan böcek”, “bal yapan arı” ve “pencerenin
önünde büyüyen kırlangıç”, şiirin önemli sahnelerini görselleştirir. Kurt, böcek,
arı ve kırlangıç şiire hareket de katarlar çünkü dördü de hareketli hayvanlardır.
Özellikle böcek, kırlangıç ve arı hızlı hareket eden hayvanlardır. Böceğin türü
bilinmese de ağaç içinde yaşayan herhangi bir böceğe gönderim yapar ve
böcekler hızlı hareket eden hayvanlardır. Yine ikinci bölümde yer alan “yılan”
sözcüğü de şiire renk gönderiminden çok hareket daha doğrusu hareketsizlik
katar. Çünkü “çürümüş yılan” tamlaması yılanın cansız olduğunu belirtir.
“Çürümüş yılanlar kadar murdar” dizesi şiirin görsel etki açısından en önemli
dizesidir. Yılan canlıyken bile olumsuz bir etkiye sahiptir, çürümüş yılan
görüntüsü bu olumsuz etkiyi artırır. Çürümüş yılan rengi de bu olumsuzluğu
etkiler.
Şiirdeki renkleri gruplandırdığımızda elma, ağaç, yaprak yeşil renge; buğday,
yıldız, bal sarı renge; dağ ve toprak kahverengine; karanfil kırmızı renge, vişne
çiçekleri ise beyaz renge gönderimde bulunur. Son bölümde “şarap”
sözcüğünün de kırmızı-beyaz renklere gönderimi vardır ancak şair hangi tür
şarap olduğunu belirtmemiştir. Bizim değerlendirebileceğimiz tek ipucu sonraki
dizeyle birlikte ortaya çıkar; “yıllanmış şarap kadar lezzetli bir aşktır” cümlesi,
şarap renginin kırmızı olduğunu hissettirir şiirde. Aşk sözcüğünün kırmızı renge
olan gönderimi şarap sözcüğünü de etkiler. “Yar Yüreğim Yar” dizesi Yunus
Emre‟nin bir şiirinin içinde geçer:
Yar yüreğim yar
Gör ki neler var
Bu halk içinde
Bize güler var (S. Eyüboğlu, 1985, s. 234).
Renk gönderiminin yer aldığı diğer bir şiir de “Müjde”dir:
Portakal kabuğundan
Kavun diliminden
Havalandı nakışlar
Avşar kiliminden (Eyüboğlu, 2006, s. 104).
72
Şiirde yalnızca meyvelerin renk gönderimleri bulunur; portakalın turuncusu ve
kavunun sarısı. “Nakış” ve “Avşar kilimi” sözcükleri şiirin görselliği açısından
önemlidir. Bu sözcüklerle kilim desenleri ve renkleri girer şiire. Portakal ve
kavun dışında renk gönderimi olan sözcük bulunmamasına rağmen nakış ve
Avşar kilimi sözcükleri şiire yoğun bir görsellik katarlar. Kilimler ile ilgili bilgisini
olan birisi için şiir rengârenk hal alır.
“Pul Pul” şiirinde şair İstanbul‟u renklendirir:
Yedi tepeye kurulmuş
Pul pul
Gümüş gümüş balıkları
Pul pul
Işıktan sudan örülmüş
Canım İstanbul (Eyüboğlu, 2006, s. 186).
Şair şiirde İstanbul‟u gri, sarı ve mavi renkleriyle çizer. Gümüş gümüş ikilemesi,
balıkların pulları ve “pul pul” ikilemeleri İstanbul‟u parlak gri renge boyar. Sonra
“ışık” sözcüğü ile sarı renk daha doğrusu parlak açık sarı renk ile denizin mavisi
yer alır. “Işıktan sudan örülmüş” cümlesi İstanbul‟un denizinin ve güneşinin
etkisini anlatır.
“Bi Güzel” şiirinde acı bir aşk hikâyesi anlatır şair:
Seni bi güzel giymişim içime gâvurun kızı
Bir kuşunda vurdular ikimizi
Gün ışır, yaprak titrer, tohum üşür
Acı güller kızarır hikâyemizi (Eyüboğlu, 2006, s. 259).
Gün sözcüğünün sarı renge, yaprak sözcüğünün yeşil renge ve acı güller
tamlamasının da kırmızı renge gönderimi vardır. “Acı gül” tamlaması şiirdeki
kırmızının siyaha yakın bir kırmızı olduğunu hissettirir okuyucuya ve aşkın
sonunun olmadığını da anlatır aynı zamanda.
İçinde dolaylı renk gönderimi olan başka bir şiir de “Başka Bir Güneşin Altında”
üst başlığının altında yer alan “Havr‟dan Ostend‟de Gidiş”tir:
Denizi bıraktığımız gibi bulduk
Çakıl taşlarıyla oyalanan denizi
Mavi bir kilim gibi ayağımızın altına serdiler.
Denizi bir düğün mendili gibi bize verdiler.
73
Bu ayın son günü kararınca sular
Denizle Sarayburnu‟nda randevumuz var.
Belçika balık kokan bir ızgara
Ve baş ağrısı kapkara bir pul gibi
Başımın sol köşesine gelip yapışmış
Belçika gökleri bir motorlu gibi
Lokomotif dumanlarını kapışmış (Eyüboğlu, 2006, s. 376).
Şiir beş bölümden oluşur ancak dolaylı renk gönderimlerinin olduğu üç bölüm
yukarıdadır. İlk bölümde “deniz” sözcüğü üç kez tekrarlanır ve bölümün ana
konusu da denizdir. Bu nedenle bölümün rengi mavidir. Mavi renk bölümde
deniz mavi bir kilime benzetilerek açık şekilde de kullanılır. İkinci bölümde ise
yine “deniz” sözcüğü ile mavi renge gönderim bulunur. Maviye ek olarak
bölümde “kararınca sular” söz öbeğiyle siyah renk de bulunur. Üçüncü bölümde
ise siyah renk hâkimdir. “Balık kokan ızgara”, “baş ağrısı kapkara bir pul” ve
“duman” sözcükleri bölümü siyaha boyar. “Kapkara” pekiştirmesi şiirde siyah
rengin ve baş ağrısının etkisini artırır.
Bu bölümde toplam 43 şiir üzerinde durulmuş ve Bedri Rahmi‟nin şiirlerinde
kullandığı renklere ulaşılmaya çalışılmıştır. Bu bölümde ele alınan 43 şiirde
geçen renklerin kullanım sıklığına bakıldığında şairin en fazla kullandığı rengin
“yeşil” olduğu görülür, yeşil renk 43 şiirin 30‟unda yer alır. İkinci en sık
kullanılan renk ise kırmızı ve sarıdır. Her iki renk de 43 şiirin 19‟unda yer alır.
Üçüncü sırada beyaz 15 şiirde, dördüncü sırada ise 14 şiirde mavi renk yer
alır. Beşinci sırada siyah renk 11 şiirde, altıncı sırada mor renk 9 şiirde, yedinci
sırada kahverengi 8 şiirde, turuncu 4 ve pembe 3 şiirde yer alır. Bu sayılara şiir
içinde geçen renklerin tümünün ve tonlarının sayısı dâhil değildir, yalnızca bir
kez geçtiği baz alınarak belirlenmiştir.
Şiirlerde
renklerle
ilgili
söylenmesi
gereken
en
önemli
nokta
renk
tonlamalarıdır. Şair 43 şiirin 8‟inde renklerin tonlarını kullanmış, diğer 26 şiirde
ise sert renk geçişleri yapmıştır. 8 şiir (“Üzüm Yeşili”, “Mor”, “Çil Çil”, “Trabzon
Deyince”, “Karadut”, “Karadut 2”, “Yaşadım”, “Bahar-ı Teranedar”) içinde yeşil,
kırmızı ve mor rengin tonları ağırlıklıdır.
74
Bedri Rahmi Dost Dost isimli kitabında yer alan “Renk Meselesi” başlıklı
yazısında iyi resmin birçok rengin bir araya gelmesi ile değil bir iki rengin bir
araya gelmesi ile oluştuğunu söyler. Önemli olan renklerin sayıca fazla olması
değil, bir rengin birden fazla çeşidinin kullanılmasıdır:
“Rengin tesirini rengârenge değil bir veya iki renge borçluyuzdur. Renkleri zengin
bir tablo demek yüzlerce bambaşka renklere bürünmüş tablo demek değildir. (…)
Renk zenginliği denince akla bambaşka yüzlerce renk gelmektedir. Zenginlik rengin
muhtelif farklarını, yani nüanslarını bulmak demektir.” (Eyüboğlu, 2004, s. 100).
Ressam Bedri Rahmi resim için ton kullanımının resmi zenginleştirdiğini
söylüyor. Ancak bu bölümde incelediğimiz şiirlere dayanarak şiirlerinde
renklerin tonlarından çok ayrı ayrı renkleri kullandığını, bu bakımdan resim
tekniği ile şiir tekniğinin de farklılıklar gösterdiğini ve şiirlerini rengârenk
yazdığını söyleyebiliriz. Ancak yazısında belirttiği rengârenklik resim için artı
bir özellik olmasa da şiiri için tam tersidir, çünkü şiirlerde görsel etkiyi sağlar.
Tonlama da şiirler için önemli bir görsel özelliktir, şaire farklı tonlarla farklı
anlatımlar yaratır. Örneğin yeşil rengin zindan yeşili, üzüm yeşili ve zehir yeşili
tonlarının her biri farklı bir anlam içeriğine sahiptir. Zindan yeşili ve zehir yeşili
olumsuz anlam yüklüyken, üzüm yeşili olumlu anlam yüklüdür. Zehir yeşili ise
Bedri Rahmi‟nin acı ve ölümle bağdaştırdığı yeşil tonudur. Zehir yeşili, bu
bölümde ele alınan “Rakı Yeşili”, “Yazma Destanı” ve “İstanbul Destanı”
şiirlerinde geçer.
Bu bölümde ele alınan şiirlerde şair alışılmamış bağdaştırmalarla renklere farklı
anlamlar yükler. Örneğin zehir yeşili, zindan yeşili betimlemeleri şaire anlam
açısından çeşitlilik sağlar. Bu şekilde renklerin etkileri daha kuvvetlidir. Çünkü
renge yüklenen anlam okuyucuyu da içine alır. Şair zehir yeşili ile anlatmak
istediğini yalnız yeşil ile anlatamaz ve başka anlatım yolları arar. Zehir yeşili ile
hem acıyı, hem koyuluğu, hem de ölümü anlatır. Zindan yeşili ile
hapsedilmişliği, karanlığı ve zorluğu anlatır. Böylece bir betimleme ile birden
fazla anlam yaratmış olur. Mor renk şiirlerde yoğun olarak tonlamalarla etkisini
gösterir. “Mor” şiirinde morun 22 farklı tonunu kullanmıştır. Tonlamaları nesneler
ve durumlar üzerinden sunmuştur. Örneğin “sıfırın altında donmuş çocuk
ellerinin moru”, “ela gözlere konmuş murdar sineklerin moru”, “mavzerin moru”,
75
“kasaturanın moru” gibi. Böylece seçtiği olumsuz anlam içerikli sözcükler de
şairin vermek istediği olumsuz etkiyi pekiştirir.
Kırmızı renk ise meyve ve
bitkilerin gönderimleri ile şiirlerde yer alır; dağ çileği, elma, kiraz, vişne, gül,
karanfil… Mor ve yeşil renkte görülen alışılmamış bağdaştırmalar kırmızı renk
için geçerli değildir. Şair kırmızı renge yalnız meyve ve bitkilerin gönderimleri ile
şiirlerde yer vermiştir. Sarı renk de kırmızı renk gibi nesnelerin taşıdığı renk
değerleri ile şiirlerde yer alır. Mavi renk için Bedri Rahmi “Mavi Tohum” şiirinde
“Allah mavisi” betimlemesini kullanmıştır. Bunun dışında mavi renk kırmızı ve
sarı gibi nesnelerin taşıdığı renk değerleri ile şiirlerde yer alır. Bedri Rahmi
yinelemeler ve ikilemelerle renklerin yoğunluklarını ve görsel etkilerini artırırken,
alışılmamış bağdaştırmalarla kendine yeni anlatım olanakları sağlar.
76
ĠKĠNCĠ BÖLÜM: GÖRSEL DÜZENLEME
Bu bölümde Bedri Rahmi‟nin şiirleri çizgisellik-gölgesellik, düzlem-derinlik,
kapalılık-açıklık, çokluk-birlik ve belirlilik-belirsizlik konu başlıkları altında ele
alınacaktır. Wölfflin‟in Sanat Tarihinin Temel Kavramları kitabında resim,
mimari, heykel alanında uyguladığı yöntemler, bu bölümde şiir üzerine
uyarlanacaktır.
Wölfflin, Sanat Tarihinin Temel Kavramları (1990) kitabında resim, mimari ve
heykel sanatlarının temel form gelişimleri üzerinde durur. Wölfflin‟in ileri sürdüğü
görüşler sanat dallarının hepsinde geçerlilik göstermektedir ki bu kavramlar
günümüzde de sanat tarihi içinde yerleşmiş kavramlardır. Wölfflin‟in kavramları
şiir
sanatına
uygulanarak
Bedri
Rahmi‟nin
sanatının
görsel
formları
belirlenecektir.
2.1.ÇĠZGĠSELLĠK
Wölfflin resimde çizgiselliği şöyle açıklar:
Çizgisel üslup üç boyutlu olarak duyumlanmış bir bellilik üslubudur. Vücutların hep
biteviye sağlam ve belirli sınırlanışları seyirciye sanki onları parmaklarıyla
yoklayabilecekmiş güvenini verir ve kabartıları sağlayan bütün gölgeler vücudun
şekillerine resme o kadar tam bir yolda uyarlar ki dokunma duyusunu adeta tahrik
ederler. Tasvirle tasvir edilen nesne aynıdır denebilir. (Wölflfin, 1990, s. 34).
Bu açıklamadan yola çıkıldığında şiirlerde çizgiselliğin betimlemelerin gerçeğe
yakınlığı olarak düşünülebilir. Şairin benzetme yapmadığı, atasözü, deyim
kullanmadığı, anlatmak istediği nesne ya da olayı olduğu gibi süsleme
yapmadan
ya
da
yapısını
bozmadan
verdiği
şiirler
bu
kapsamda
değerlendirilebilir. Bedri Rahmi‟nin çizgisel şiirlerini kendi içinde üç gruba
ayırmak mümkündür: 1. Mekânı çizgisel olarak verdiği şiirler 2. Kişiyi çizgisel
olarak verdiği şiirler 3. Nesneyi ve doğanın öğelerini çizgisel olarak verdiğişiirler.
77
“Oğlum Mehmed‟e Büyük Şehirlerimizi Takdim Ederim” başlıklı şiirde mekânlar
(kentler) yalın ve nesnel bir üslupla betimlenir:
Sana büyük şehirlerden bahsedeceğim;
En büyük camiler orda kurulur
En küçük mezarlar orda kazılır
En kara yazılar orda dizilir
Yüksek minarelerde selâ verilir
Civar hanelerde zina edilir
Büyük şehirlerde yalan söylenir tosunum
Halbuki küçük köylerin
Mezarlığı bile yoktur
Büyük şehirlere bağlanma Mehmedim
Öyle bir şehre yerleş ki
Küçük fakat bizim olsun
Sokaklarında tanımadığın yüz
Ensesine şamar atamayacağın kimse dolaşmasın
Her ağacına elin
Her karış toprağına terin değsin
Ve kuytu evlerden birinde
Senden habersiz ölenler olmasın (Eyüboğlu, 2006, s. 36).
Şiirde hiçbir benzetme, atasözü kullanmamıştır şair. Söylemek istediğini açık bir
biçimde süslemeden olduğu gibi anlatmıştır. Önce büyük şehrin somut siluetini
çizgilerle
belirler
şair:
Büyük
cami,
yüksek
minare,
küçük
mezar
betimlemeleriyle. Sonra küçük şehrin soyut özelliklerini çizer: tanımadığın,
şakalaşmadığın insan olmasın, ağaçlarını bile tanıdığın küçük bir şehirde yaşa
diyerek. Şiirde çizgisellik büyük-küçük karşıtlıklarıyla da belirli hale gelir. Büyük
ve küçük sıfatları tanımlanan yerler hakkında okuyucuya ayrıntı verir. Büyük
şehir- küçük şehir; en büyük cami- en küçük mezar karşıtlıkları şiirin görselliğini
anlamlandırmak açısından önemli ayrıntılardır. Büyük şehirde büyük camilerin
ancak küçük mezarların olması büyük şehrin insana vermediği değeri
görselleştirir.
“Sakal Makal yahut Aferin Oğlum Ahmet Bu Yolda Devam Et”
Eyüboğlu‟nun kişiyi çizgisel olarak verdiği bir şiirdir:
Herifçioğlu Sen Mişel‟de koyuvermiş sakalı
Neylesin bizim köyü nitsin Mahmut Makal‟ı
Esmeri, sarışını, kumralı, kuzguni karası
Cebinde dört dilberin telefon numarası
Bir elinde telefon bir elinde kesesi
Uyyy!.. yesun oni nenesi
şiiri
78
Yesun oni nenesi (Eyüboğlu, 2006, s. 182).
Şair şiirde eleştirisini imge ya da benzetme kullanmadan yalın ve açık biçimde
yapıyor. Yine “Sarhoşum” şiiri de kişiyi sunduğu çizgisel bir şiirdir:
Sarhoşum
Caddenin göbeğine oturmuşum
Aklıma eserse sırt üstü yatabilirim
Nara atabilirim
Kem gözler umurumda değil
Ben kendi gözlerimden kurtulmuşum
Sarhoşum sarhoşum sarhoş
Doğrudur
Bırakın bağırayım avazım çıktığı kadar
Görüp göreceğim rahmet budur ( Eyüboğlu, 2006, s. 88).
Şiirde okuyucunun hayal gücüne bırakılmış hiçbir görüntü yer almaz. Yalnızca
caddenin ortasına oturmuş bir sarhoş çizer şair ve bu da hayal gücü gerektiren
bir görüntü değildir. Şair yalnızca içini döker şiirde hiçbir imgeye ya da
benzetmeye başvurmadan. Bu da şiirin gerçekliğini oluşturur bir bakıma; şiirde
anlatılanın gerçek olduğu hissini uyandırır. Böylelikle Wölfflin‟in resimdeki
gerçekliği, dokunabilecek kadar gerçeklik değeri taşıyan sahneleri şiirde ortaya
bu şekilde çıkar. Yalın ve imgesiz bir anlatım şiirin gerçekliğini oluşturur. Şiirde
gerçeklik, yaşanmışlık hissini de verir okuyucuya. Gerçekliğin-dokunma hissi
yaratan gerçekliğin bir sonucu olarak karşımıza çıkan okuyucuya şiirde anlatılan
olay ya da durumun yaşanmış olduğu hissini veren çizgiselliktir.
Çizgisellik içeren başka bir şiir de “Karadayı‟ya Mektup”tur. Bu şiirde de şair
kişiyi çizgisel üslupla sunmuştur:
Bursa‟nın Orhaneli kazasının
Çöreler köyünden Karadayı
Acep böyle yazsam zarfın üstüne
Postalar iletir mi ona
Benim altı yıldır cepte taşınmış merhabayı
Kusura bakma Karadayı
Nasılsa bir yerde unutmuşum
Senin çoban armağanı nikel tabakayı
Ama o ince belli, kınalı çilli su kabakları
Hâlâ masamın üstüne durur
Sallandıkça çın çın öter çekirdekleri
Bunlardan bir tanesini
Köy mektebinde öğretmen kardeşime verdim
79
Bütün yaz su kabaklarıyle donandı bahçesi
Bir çekirdek verdik bir bahçe oldu
Can sağlığı bundan ötesi
Ama diyeceğim o değil Karadayı
Sene bin dokuz yüz kırk altıydı
Aylardan Ağustos ayı
Senin ben de asıl şu sözün kaldı:
Bana öyle bir öğretmen gönder ki
Hem ölü yıkasın
Hem teravi kıldırsın
Hem eski yazıyı söktürsün
Hem yenisini belletsin
Bizim köy otuz beş hane
Birden fazla hocayı neylesin netsin? (Eyüboğlu, 2006, s. 291).
Öncelikle şiirde mekânın belirliliği, gerçekliği oluşturan en önemli durumdur.
Mekânla birlikte kişinin de belirli olması şiirde gerçekliği destekler. Şair zamanı
da belirli biçimde sunar: 1946 yılının Ağustos ayı. Belirli zaman ve mekân
sunumuyla birlikte görüntüler de belirginleşir. Şiirin yalın anlatımı da çizgisellik
açısından önemlidir. Şair mektup yazar gibi sade bir şiir yazıp, derdini anlatır.
Böylelikle şiirde çizgiselliği destekleyen iki olgu ile karşılaşırız: Birincisi şiirin
mekânının, kişilerin, zamanının ayrıntılı biçimde sunulması; ikincisi şiirin sade
ve imgesiz şekilde yazılması.
Çizgiselliğin öne çıktığı başka bir şiir de “Üçüncü Tekerlek”tir. Şair bu şiirde
nesneleri-doğanın öğelerini çizgisel üslupta sunmuştur:
Böylesini görmemiştim
Öndeki tekerlekler kocaman
Arkadaki minnacık
Bir tek uydurma telle bağlanmış
Çıktı çıkacak
Arabayı çeken bir küçük eşek
Yanda bir numara küçük sıpası
Tüyleri daha uzun
Gözleri daha büyük
Ama hasta mıdır nedir
Düştü düşecek
Bugün efkârlıyım gönlüm haraba
Kasabın önünde durdu araba,
Arabacı yampirik tekerleği düzeltti
Dükkândan tam dört tane but yüklendi
Şöyle bir başını çevirdi baktı eşek
Butlar ağır değil ağır olmasına
Ama şu münasebetsiz üçüncü tekerlek
Gitti gidecek (Eyüboğlu, 2006, s. 212).
Şiirin anlatımı, çizgiselliği sağlayan en önemli unsurdur. Akıcı ve yalın anlatım
şiirin gerçekliğini de hissettirir okuyucuya; sahne dokunulacakmış kadar
80
yakındır. Şair okuyucuya sahneyi izliyormuş hissini verir ve sahnenin bu derece
gerçeklik içermesi çizgiselliği ile bağlantılıdır.
“Gön” şiiri de doğanın öğelerinin gölgesel üslupla betimlendiği bir şiirdir:
Asfalt mordu
Asfaltın yanıbaşında çayır
Çayırın ortasında bal rengi bir inek otluyordu
Üç adım ötede cin gibi danası
Arkada kocaman bir devedikeni
Dikenin önünde bir gelincik
Her yanı dikenden çimdik çimdik
Üzerinize güller deve dikeni
Gelinciğe bayağı sulanıyordu
Asfalt mordu
Çayır alabildiğince yeşil
Bir bulut oynamış Sivas elinden
Üstümüze doğru geliyordu
Mor, yeşil, bulut, inek, dana
Sütçü dükkânlarındaki resimler geldi aklıma
Manzara bal gibi kartpostal üzerine çalışıyordu
Münasip yerinde pulu eksikti
Bir de saksağan kondu mu sana
Direğin tam tepesine
Tüy dikti
Asfalt mordu
Bir bulut kopmuş Sivas elinden
Tam üstümüzden geçiyor derken
Asfaltta dev gibi kamyonlar peydah oldu
Ağızlarına kadar gön yüklü kamyonlar
Bir tuzlu, bir murdar deri kokusudur sardı çayırı
İnek bir müddet danasını oyaladı
Çıkardı kocaman dilini tatlı tatlı
Yavrusunu bir güzel yaladı
Ama kaçın kurası idi bu dana
Beyaz dişleri arasında bir tutam yeşil
Gözlerini dikmiş kamyona, başladı birer birer saymaya
At gönü, katır gönü, eşek gönü, inek gönü
Ana, ana dedi dünyanın sonu bu mu? (Eyüboğlu, 2006, s. 223).
Şiirde verilen ayrıntılarla şair çizgisel bir manzara resmi oluşturur. Şiirde yer
alan tüm figürlerle ilgili ayrıntı vermiştir şair. Örneğin ineğin rengi, devedikeninin
boyutu, gelinciğin yeri şiir içinde bellidir. Yani şairin çizdiği manzarada belirsiz
bir figür yoktur, hepsi açıkça görülmektedir.
“Deli mi Ne?..” şiiri de doğanın öğelerinden birinin çizgisel üslupta sunulduğu bir
şiirdir:
81
Deli vişne
Deli fişek
Delirdin mi sen
Dalların kırılacak
Deli mi ne
Bastıbacak
Boyuna bosuna bak (Eyüboğlu, 2006, s. 294).
Şair dalları meyveden kırılacak kadar dolu, küçük bir vişne ağacını anlatır. Sade
ve imgesiz bir anlatımla vişne ağacının resmini çizer ve okuyucu ağaca
dokunacak kadar yakın hisseder kendini.
“Men Dakka Dukka” şiiri hem kısa hem de net bir anlatıma sahiptir:
Karıncanın canı bir dirhem
Filin canı bin okka
Ama ikisinde de bir telaş bir kıyamet
Ölüm kapıya gelince (Eyüboğlu, 2006, s. 348).
İmgesiz ve yalın bir anlatımla dört dizede ne demek istediğini anlatmıştır.
Karıncanın ve filin telaşı aracılığıyla insanın ölüm karşısındaki telaşı
okuyucunun gözünün önüne gelir.
Yine kısa bir şiir olan “Bikalem” de çizgisel bir şiirdir. Şair yine doğanın
öğelerinden birini çizgisel üslupta sunmuştur:
Sen bana boş ver erik ağacı
Çiçeğini açmaya bak (Eyüboğlu, 2006, s. 430).
İki cümle ile yaratmıştır şair çizgiselliği. Süslemesiz, açık; yani erik ağacı
bildiğimiz erik ağacıdır, herhangi başka bir anlam yüklenmemiştir. Şiir doğanın
döngüsünü sunar ki şair de bunu “sen bana boş ver” söz öbeği ile anlatır. Ne
olursa olsun zamanı gelince doğa değişir, ağaçlar çiçek açar, meyve verir,
yapraklarını döker. Bu bir döngüdür. Şair bu döngüyü 2 dizeyle anlatmıştır.
Bu bağlamda değerlendireceğimiz başka bir şiir de “Karınca”dır:
Ulan karınca
46‟ncı kata nasıl çıktın
Merdivenle mi
Asansöre mi bindin?
Ulan insan
Kendini beğenmiş şaşkın
Demek senin yaptığını
82
Yapabildiğime şaştın
Bahse girer misin her işte
Karıncadan üstün olduğuna?
İnsanoğlu güldü
Sonra 46‟ıncı katın
Pencerelerinden birini açtılar
İkisi birden atladılar
İnsancık torba kâğıdı gibi
Patlayıverdi kaldırımda kan revan
Karıncaya gelince acelesi yoktu
O daha 42‟nci katın önündeydi. (Eyüboğlu, 2006, s. 296).
Şiirde insanın kendini beğenmişliğini karınca ile karşılaştırma yaparak anlatır
şair. Şiirde hiçbir imge ya da benzetme olmadan, yalın bir biçimde söylemek
istediğini çizer görüntülerle. Özellikle son dize şiirin ana fikrini açıkça çizer
okuyucuya. Son dizede anlatımın ve görüntünün netliği şiirin çizgiselliğini
oluşturur.
Bu bölümde ele aldığımız ve çizgisel olarak değerlendirdiğimiz şiirlerin ortak
özellikleri süslemesiz yalın bir anlatıma sahip olmalarıdır. Resimde çizgisellik bir
nesnenin olduğu gibi çizilmesiyle anlatılır ve böylece izleyici gerçeklikle bağlantı
kurabilir. Şiirlerde de bir olayı ya da nesneyi olduğu gibi anlatma okuyucuda
gerçeklik hissi uyandırır. Bu bölümde ele alınan şiirler dikkatle incelenirse
renklerden ve gölgelerden arınmış oldukları görünür. Şair açıkça ışık
gönderiminde bulunmasa da şiirlerde sahnelerin net görünmesini sağlayan gizli
bir ışık unsuru vardır. Bu da aslında gölgelerin yokluğu ile ilgilidir.
2.2. GÖLGESELLĠK
Resimde desenler ve modeleler üç boyutlu vücut tasarımlarıyla birbirlerine
uymazlar, sadece nesnenin gözün algıladığı görünüşünü verirler (Wölfflin, 1900:
34). Wölfflin‟e göre gölgesel ışıklandırma örneğin direkleri ve duvarları mümkün
olduğu kadar belirten değil tersine şekilleri bir yana bırakan ve onları kısmen
alacakaranlıkta bırakandır. Tıpkı bunun gibi siluetler de gittikçe daha ifadesiz bir
hale getirilir; gölgesel üslupta bir siluet hiçbir zaman nesnenin asıl şekliyle
83
birbirine tıpatıp uymaz (Wölfflin, 1990, s. 39). Wölfflin‟in resim ile ilgili bu
açıklaması Bedri Rahmi‟nin resimleri için de geçerlidir. Bedri Rahmi de
resimlerinde çoğunlukla nesneleri algıladığı şekilde çizmiştir. Örneğin Nasrettin
Hoca‟yı çizdiği aşağıdaki resim Bedri Rahmi‟nin izlenimci yönünü açıkça ortaya
koyar:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nasrettin Hoca, kâğıt üzerine guaj, 27x21 cm
Bedri Rahmi resimde Nasrettin Hoca ile eşeğini özdeşleştirmiş ve eşeğini
başına sarık etmiştir. Resimdeki Nasrettin Hoca figürü tamamen Bedri
Rahmi‟nin izlenimci yönüyle ilgilidir. Nasrettin Hoca‟yı olduğu gibi değil nasıl
görüyorsa öyle çizmiştir. Bu bir bakıma Nasrettin Hoca‟yı eşeği olmadan
düşünemediğinin göstergesidir.
Bedri Rahmi‟nin otoportreleri de bu noktada üzerinde durulması gereken
resimlerindendir.
84
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Otoportre, 1972, kâğıt üzerine çini mürekkebi, 15x17cm
Resimde yüzün profilden çiziminin gerçek görüntü ile uyuşmadığı açıktır.
Ressam nasıl algılıyorsa öyle çizmiştir otoportresini. Resimde yüz hatlarıyla
ilgili çizilen tek ayrıntı burun-ağız ve göz çizgileridir ve gerçeklikten uzaklığı
izleyicide dokunma hissinden çok bir uzaklık hissi yaratır. Bu da gölgesel
üslubun en belirgin özelliğidir. Bedri Rahmi otoportrelerinde kullandığı
gölgeselliği
şiirlerinde
de
kullanır.
Özellikle
otoportresi
olarak
değerlendirilebilecek olan “Nafile” şiiri buna en güzel örnektir:
Simsiyah
Bembeyaz
Bomboşum
İster siyah tebeşirle çiz
İster beyaz tebeşirle
Nafile (Eyüboğlu, 2006, s. 421).
Görüldüğü gibi şiirde de fiziksel özellikleri ile ilgili herhangi bir ayrıntı vermez
şair. Yalnızca siyah ve beyaz renk ile anlatır kendini. Dış görünüşüyle birlikte
ruh halini de çizer bu zıtlık. Siyah ya da beyaz çizgiden başka bir görüntü
sunmaz okuyucuya.
85
Otoportre olarak değerlendirilen başka bir şiir de “Karanlığım”dır:
Benim karanlığım bir karaböcek
Benim karanlığım bir kara çiçek
Benim karanlığım gitti gidecek
Benim karanlığım minik bir kuştur
Can çiçek açar açmaz dalıma konmuştur
O gün bu gün anca beraber kanca beraber
Benim karanlığım karamuşum
Benim karanlığım bir kara kazan
Açıl susam açıl
Dol karabakır dol (Eyüboğlu, 2006, s. 337).
Şiirde “karanlık” sözcüğünün 6 kez ve “kara” sözcüğünün 5 kez tekrarı ile
sağlanan siyah rengin yoğunluğu şiiri gölgesel yapar. Çünkü siyah renk resimde
çizgileri ve ayrıntıları siler. Bu şiirde de şair fiziksel görüntüsü ile ilgili bir
ayrıntıya yer vermez. Siyah renk yüzünü silmiş gibidir:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Otoportre Madalyon, kâğıt üzerine çini mürekkebi, 21x19cm
Bu otoportresinde de ressam yüzünün ayrıntılarını vermemiştir ve resmin
ressamın gerçek görüntüsü ile aynılık anlamında bir alakası yoktur. Ressam
kendini nasıl algılıyorsa öyle çizmiştir; tıpkı yukarıdaki iki şiirinde de olduğu gibi.
Gölgesel resimde vurgu artık nesnelerin gerçekliklerinde değil onların oluşları
ve başkalaşmalarındadır. Böylece renk yeni bir hayat kazanır (Wölfflin, 1990, s.
67). Bedri Rahmi‟nin şiirlerinde de renkler tıpkı Wölfflin‟in söz ettiği gibi
86
başkalaşırlar. Bedri Rahmi‟nin şiirlerinde yeşil renk ile çok fazla karşılaşırız. Bu
kimi zaman bir ağacın yeşili kimi zaman da bir meyvenin yeşilidir. Ancak yeşil
bazı şiirlerde anlam değiştirir. Bu bağlamda şiirin gölgeselliği rengin
başkalaşması ile oluşmuştur.
Bedri Rahmi‟nin yeşili artık canlılık hayat gönderimi olan bir yeşil olmaktan çıkar
ve ölümü, acıyı anlatır. Buna en iyi örnek “Keçiyi Yardan” şiiridir.
Keçiyi yardan uçuran
Bir tutam ottur
Gözümün önüne geliyor keçi
Hala cıvıl cıvıl gözlerinin içi
Ağzında ecel yeşili
Körpe ıslak
Ezilmiş yırtılmış bir çift yaprak
Uçurumun dibinde incecik bir su
Tatlı mı tatlı, duru mu duru
Açmış kocaman gözlerini
Düşünür su
Canlıyken ne kadar hafifti keçi
Şimdi ne kadar ağır (Eyüboğlu, 2006, s. 313).
Bedri Rahmi‟nin yeşili, zehir yeşiline yani acıya, ölüme dönüştürdüğü başka
şiirleri de vardır. “Yazma Destanı”, “Trabzon Deyince”, “İstanbul Destanı” bunlar
arasında sayılabilir:
İstanbul deyince aklıma
Sait‟in son yılları gelir
Hey Allah‟ım en güzel çağında Sait‟e
Dört beş yıl ömrün kaldı denir
Sait Sait olur da nasıl dayanır
Mavi gözlü bir çocuk boş verir ölüm haberine
İhtiyar balıkçı pis pis düşünür
Bir zehir yeşilidir açılır
Bir yeşil ki ciğerine işler adamın
Bir yeşil ki kasıp kavurur (Eyüboğlu, 2006, s. 247).
“Yazma Destanı”:
Yazmacı güzeli Binnaz hastır boyaları çıkmaz.
Hele bir yeşil var zehir yeşili
Bir defa bulaşmaya görsün yüzüne gözüne
Vallahi billahi çıkmaz
Hamama da gitsen çıkmaz (Eyüboğlu, 2006, s. 188).
87
“Trabzon Deyince”:
Trabzon deyinde aklıma bir salık kareymiş gelir
Bahçeler dolusu zindan yeşili
İçin için kandil kandil ballanır
Kandiller içinde bir kandil yanar (Eyüboğlu, 2006, s. 319).
Yukarıda yer alan üç şiirde de şair yeşili acıyla ve hapsedilmişlikle bağdaştırır.
Hayat ve canlılık anlamları taşıyan yeşil renk ölüm ve acı ile birlikte koyulaşır.
Koyu ve keskin bir renge dönüşür. Rengin koyulaşmasıyla birlikte şiirde figürler
karanlıkta kalır. Böylece şiirlerin gölgesellik değerleri de belirlenir. Gölgeselliğin
renklerle kazanılmasının başka bir yolu da resimdeki ton ve şekil oyunlarıyla
ışığın verilmesidir (Wölfflin, 1990, s. 33 ). Yani resimde kullanılan tonlar resmin
gölgesel değeri açısından önemlidir. Şiirde de aynı durum söz konusudur. Şairin
şiirde kullandığı tonlamalar da şiirlerin gölgeselliğini belirlemektedir.
“Mor” şiiri gölgeselliğin tonlama ile sağlandığı bir şiirdir:
Uzaktan bir akordeon sesi geliyor mosmor
Dilimin acısı kolumun sızısı
Kırk yıllık emektar baş ağrılarım mor
Sen nehri bal rengi Eyfel kulesi mor
Bir yüz morardıkça morarıyor
Kanlıca sırtlarında bir yerde akşam oluyor
Bütün gün mor üstüne çalışmışım
Mor deyip geçme belalı renk musibet
Yeryüzünde ne kadar insan varsa bir o kadar mor
Menekşenin moru mavzerin moru kasaturanın moru
Suya dökülmüş mazotun moru
Neftin moru ziftin moru asfaltın moru
Telgraf tellerinde petekkıranlar
Buğday tarlasında devedikenleri
Karadutun moru karamuğun moru kuzgunun moru
Sıfırın altında çocuk elleri
Ela gözlere konmuş murdar sineklerin moru
Gözlerimi yumduğum zaman gördüğüm mor
Morun karanlığı karanlığın moru
Yok ölünün körü…
Mor deyip geçme insan misali
Yeryüzünde ne kadar insan varsa bir o kadar mor
İnsanların hesabı kimden sorulur bilmem
Ama morların hesabı benden sorulur benden (Eyüboğlu, 2006, s. 270).
Şair şiirde mor rengin yaklaşık yirmi tonunu kullanmıştır, “Yeryüzünde ne kadar
insan varsa bir o kadar mor” dizesinin sayısal gönderimi dışında. Her nesnenin
88
sahip olduğu ton şiire farklı bir anlam katmıştır. Örneğin bir müzik aletinin sesini
mor renk ile anlatan şair daha sonraki dizelerde ağrılarını mor renk ile
bağdaştırmıştır. Mor rengin bu ton ve anlam değişikliği de şiirin gölgeselliği için
önemlidir. Mor rengin tonları hem soyut hem de somut gönderimli olarak yer alır
şiirde. Dil acısı, kol sızısı, baş ağrısı soyut gönderimliyken; menekşenin,
mavzerin, asfaltın, petekkıranların, devedikenlerinin, karadutun, karamuğun,
kuzgunun moru somut gönderimlidir; dış gerçeklikte bu nesnelerin rengi mordur.
Soyut gönderimli mor rengin tonları okuyucuyu şaşırtmaya dayalıdır. Ağrının,
sızının renginin mor olması okuyucu için beklenmedik bir durumdur. Soyut
gönderimli mor tonları değişken özellik gösterir; çünkü şairin yarattığı öznel
anlam
içeriğine
sahiptirler.
Şiirin
en
kuvvetli
mor tonu
“acı”
anlamı
yüklenenlerdir: sıfırın altında çocuk elleri, ela gözlere konmuş murdar sineklerin
moru. Acı gönderimi olan tonlar, morun koyu tonlarıdır. Müziğin moru ile
başlayan şiir, sineklerin moru ve son olarak “morun karanlığı karanlığın moru”
dizesiyle siyaha doğru koyulaşır.
Tonlamanın öne çıktığı başka bir şiir de “Üzüm Yeşili”dir:
Gel benim üzüm yeşilim
Yandaki zeytine gidelim
Gel benim üzüm yeşilim
Çam ağacına gidelim
Zeytinin rüzgârı tir tir
Çam ağacınınki pir pir
Benimki oldum olası delidir
Gel benim üzüm yeşilim
Nar ağacına gidelim
Gel benim üzüm yeşilim
Trabzon üzümüne gidelim
Gel benim üzüm yeşilim
Yeşillerin gönüllüsü
Yeşillerin durucusu
(…)
Gel benim üzüm yeşilim
Seninle Bedros'a gidelim (Eyüboğlu, 2006, s. 416).
Şiirde yeşil rengin beş farklı tonunu görmekteyiz, nar ağacının yeşili ile birlikte.
Şiirde yer alan nesnelerin her birinin tonu farklıdır; üzümün yeşili ile zeytini
yeşili; zeytinin yeşili ile çam ağacının yeşili… Şiirin gölgeselliği de bu
farklılıklarla oluşur. Şair yinelediği “Gel benim üzüm yeşilim” dizesiyle üzüm
yeşilini kişileştiriyor ve kişiselleştiriyor. Böylece rengin anlamını değiştirerek
89
çizgisellikten
çıkarıp
görünenin
arkasındaki
görünmeyeni
düşündürerek
gölgeselleştirir.
Wölfflin‟e göre değer nesnelerin bilinen şekillerinden ne kadar uzaklaşılırsa
alışılmadık/ şaşırtıcı unsurları kapsarsa gölgesellik o kadar yükselir (Wölfflin,
1990, s. 38). Bu düşünce şiire uygulandığında karşımıza beklenmedik ve
şaşırtıcı betimlemeler çıkar:
Toprağa değer değmez taş kesildi sureler
Dili tutuldu ayetlerin
Çil yavrusu gibi dağıldı ilahiler
Ve korkularından
Krepdöşenden donlarına işediler
Tombul parmakları kınalı nankör melaikeler (Eyüboğlu, 2006, s. 17).
Şiirde dinin temel unsurları olan sure, ayet, ilahi gibi soyut kavramlar da
melekler de kişileştirilir. Hepsini korkmuş insanlara benzetilir. Bunların arasında
en şaşırtıcı olan meleklerdir. Çünkü melekler hem görünüm hem de manevi
özellikleri bakımından tahmin ettiğimiz ya da alıştığımız imgeden farklıdır.
Öncelikle melekler şişmandır, elleri kınalıdır ve nankördür. Sahneyi farklılaştıran
asıl eylem “işediler” sözcüğüyle gelir. Meleklerin bu şekilde tasviri okuyucu
şiirden uzaklaştırır ve çizgisellikten farklı olarak onlara dokunma isteği de
oluşturmaz. Meleklerin şaşırtıcı tasviri şiirin gölgeselliğini oluşturur.
“Ebabil Kuşları” da alışılmadık tasvirlerle karşılaştığımız bir şiirdir:
Çok uzaklardan Ebabil Kuşları geçiyor.
Tüyleri diken diken
Kanatları kâne bulanmış
Çok uzaklardan Ebabil kuşları geçiyor
Kavrulmuş kiremitlerin üstüne
Yemyeşil ölüler dökülüyor (Eyüboğlu, 2006, s. 67).
Şiirde çizilen tüyleri diken diken kanatları kana bulanmış kuşların sıra dışı tasviri
şiirin gölgeselliğini sağlar. Şiirdeki kanatlarından kan damlayan kuşların
görüntüsü okuyucuda uzaklaşma hissi yaratır. Gerçekte var olmayan sadece
efsanesiyle bilinen Ebabil kuşlarının bir de olumsuz imgelerle birleştirilmesi,
şiirdeki belirsizliği artırır.
Aynı şekilde “İnsan Kasidesi” şiirinde de sıra dışı bir görüntü ile karşılaşırız:
90
Bir de baktım ki etrafını insanlar almış
Halka halka dizi dizi arşa kadar
Bir yapı içresin ki insandan kurulmuş
Duvarları insandan örülmüş,
Harcı insan, tuğlası insan,
Tavanı döşemesi insan (Eyüboğlu, 2006, s. 175).
Duvarları, tuğlası, tavanı insandan örülmüş bir bina imgesi şiirde alışılmadık,
şaşırtıcı bir görüntü oluşmasına neden olur. Şair hayatında insanların aldığı yeri
anlatırken oluşturduğu imge, insansız, arkadaşsız bir hayatın mümkün
olmadığını; şairin sürekli çevresinde insanların olduğu kalabalık bir ortamda
yaşadığını anlatır.
“Dolmuş” şiiri hem çizgisellik hem de gölgesellik özelliği taşıyan bir şiirdir:
Benzin kokuyor akşam akşam
Benzin kokuyor akşamüstü
Suadiye‟de dolmuşta
Felsefelere dalmak sana mı düştü
Aklın varsa yanıbaşında olup bitenlere kulak ver
Senin nene gerek başından büyük düşünceler
Bir de ömrün neresindesin ondan haber ver
Başında mı
Sonunda mı
Ortasında mı
Ondan ötesi kimsenin umurunda mı? (Eyüboğlu, 2006, s. 211).
Öncelikle şiirin gerçekliğini sağlayan mekânın belirliliğidir. Zaman belirli olmasa
da bu mekânda herhangi bir günün akşam saatinde bir dolmuşta okuyucu
benzin kokusunu hisseder. İşte bu noktada çizgisel resmin dokunma hissi
yaratması gibi şair koku alma duyusunu harekete geçirir. Ancak aynı zamanda
dolmuşta betimlenen kişi yaşı belirsiz, düşünceli ve çevresinden kopmuş biridir.
Genç mi yaşlı mı erkek mi kadın mı belirsizdir. Bu şekilde şiir kişisi gölgesel bir
üslupla çizilir. Şair, şiir kişisinin ayrıntılarını vermez ve okuyucu da kişiyi net
biçimde göremez.
Gölgesel şiirlerde ışık önemli bir unsurdur. Bazen ışığın görüntüyü ortaya
çıkarması değil silmesi söz konusudur. Bedri Rahmi şiirlerinde ışığı güneş ve
yıldızlarla oluştursa da bazı şiirlerinde yoğun ışık şiirdeki görüntüleri siler.
91
Örneğin “Keklik Simalı” şiirinde: “İçerisine güneş vurmuş çıldırmış bir ayna gibi”
benzetmesi şiirdeki tüm görüntülerin silinmesine neden olur.
Güvercin topuklu yârim keklik simalı
İçersine güneş vurmuş
Çıldırmış bir ayna gibi
Ne yana dönsem nafile
Yüreğim sana çevrili (Eyüboğlu, 2006, s. 105).
Kırılan aynadan yansıyan güneş ışığı bütün şiiri kaplar ve ayrıntıların
görülmesine izin vermez. Böylece ışık, karanlığın gördüğü işlevi üstlenir ve
karanlığın, resimde figürleri gölgede bırakması gibi şiirin tüm nesnelerinin
üzerini örter.
“Penceremin Önünde” şiirinde de, geminin deliklerinden boşanan ışık şiirdeki
görüntüleri siler:
Penceremin önünde deliklerden ışık boşanan
Kocaman bir gemi durdu
Yarab! Benim de içimde bu kadar ışık yansa
Dünyalar benim olurdu
Senin en karanlık göklerinde salkım salkım yıldızların var
Benim içimde insan ayağı değmemiş karanlıklar (Eyüboğlu, 2006, s. 45).
Bedri Rahmi‟nin sık kullandığı “yıldız”ların ışıkları da şiirlerde gölgeselliği sağlar.
Çünkü yıldızların ışığı nesneleri aydınlatacak kadar güçlü değildir ve nesneleri
karanlıkta bırakır. “Penceremin Önünde” şiirinin devamında, “senin en karanlık
göklerinde salkım salkım yıldızların var, benim içimde insan ayağı değmemiş
karanlıklar” dizelerinde salkım salkım yıldızlar bile şairi aydınlatmaya yetmez.
“Param Parça” şiirinde de şair kırık ayna figürü ile şiirde gölgeselliği oluşturur:
Büyük bir ayna kırılmış
Kırılıp yere dökülmüş
Kâinat içine düşmüş
Düşmüş amma param parça (Eyüboğlu, 2006, s. 85).
Bu şiirde kırık aynada nesnelerin görüntülerin bozulup değişmesiyle gölgesellik
ortaya çıkar. Parçalanan aynanın içinde görüntüler de parçalanır ve bozulur.
Böylece nesneler gerçekteki görüntülerinden uzaklaşarak başkalaşır.
92
Bu bölümde ele alınan şiirlerde gölgeselliğin dört biçimde ortaya çıktığı görülür.
Birincisi gölgeselliğin nesnenin gözün algıladığı şekilde çizimi ile belirlendiği
şiirler ki bu şiirlerde gölgesel ışıklandırma da yer alır; “Nafile” ve “Karanlığım”.
İkincisi nesnelerin başkalaşmaları ile gölgeselliğin oluştuğu şiirler; “Keçiyi
Yardan”, “İstanbul Destanı”, “Yazma Destanı”, “Trabzon Deyince”, “Oğlum
Mehmed‟e Meyvelerimizi Takdim Ederim” ve “Hele Bir Başlasın”. Üçüncüsü
renklerin tonlamaları ile gölgeselliğin oluştuğu şiirler; “Mor” ve “Üzüm Yeşili”.
Dördüncüsü ise gölgeselliğin alışılmadık ve şaşırtıcı betimlemeler ile oluştuğu
şiirlerdir; “Ne Mümkün”, “Ebabil Kuşları”, “İnsan Kasidesi”.
Gölgesel resimler ressamların izlenimlerini yansıttıkları resimler olarak kabul
edilirse, şiirlerde de aynı durumun bulunduğu görülür. Bu bölümde ele aldığımız
şiirlerde şair, nesneleri kişileri oldukları gibi değil göründükleri gibi anlatmıştır.
Yani şairde yarattıkları izlenimlerle şekillenmişlerdir.
2.3. DÜZLEM
Resimde düzlem figürleri tek bir çizgi üzerinde göstermek demektir. Yani
resimde yer alan figürler yan yanadır. Resimde bütün dikkat sahnenin önüne
paralel, birbiri ardı sıra sıralanan düzlemlere çevrilidir (Wölfflin, 1990, s. 90).
Resimde düzlem en kolay şekilde iki kişinin yan yana çizildiği resimlerde
anlaşılır. Şiirde ise bu durum şiir içinde iki şekilde karşımıza çıkar; birincisi
görüntünün
düzenlenmesinde
ikincisi
ise
içeriğin
düzenlenmesinde.
İlk
düzenlemede şiirde yalnızca iki yön bulunur; sağ ve sol. İkinci düzenlemede ise
şiirin içeriği düzlemsel şekilde biçimlenir. Aynı anlam değerinde dizeler, aynı
sözdizimlerine sahip dizeler yani birbirine koşut dizeler düzlemselliği oluşturur.
İlk olarak görüntünün düzenlenmesi durumunu ele alalım.
“Tuz” şiirinde üç ayrı görüntü yer alır:
93
Bir yanım şeker
Bir yanım tuz
Tuzdan yanayım
Bir yanım toprak
Bir yanım deniz
Denizden yanayım
Bir yanım ben
Bir yanım sen
Senden yanayım (Eyüboğlu, 2006, s. 264).
İlk bölümde ortada şair sağında şeker solunda tuz; ikinci bölümde ortada şair
sağ yanında toprak sol yanında deniz; üçüncü bölümde ortada şair sağ yanında
kendisi sol yanında sevgilisi. Dikkat edilirse şiirde görüntüler tek bir düzlem, tek
bir çizgi üzerinde çiziliyor. Şiirde yön ve hareket bildiren başka sözcük yer
almaz. Şiir bir taraftan sakin ve hareketsiz biçimde çizilir. Şiir sesletildiğinde de
aynı his uyanıyor; sakin ve tek düze bir akış.
Düzlem “Zindanı Taştan Oyarlar” şiirinin bir bölümünde de kendini hissettirir:
Zindanı taştan oyarlar
İçine bir yiğit koyarlar
Sağa döner böğrü taşa gelir
Sola döner çırılçıplak demir
Çeliğin hası da yiğidim aman böyle bilenir
Döşek melul mahzun, yastık batıyor
Yiğidim aslanım aman burada yatıyor (Eyüboğlu, 2006, s. 317).
Şiirde hapishanedeki kişi tek düzlem üzerinde yalnızca sağa ve sola döner.
Bunun dışında bir açı, yön veya hareket çizilmez. “İnsan Kasidesi”nde de aynı
durum görülür:
Sen de farkındasın ki bu dünyanın
Ağacına ağaç, taşına taş,
Bulutuna bulut dediğin gün;
Minaresini uzarken, balığını yüzerken,
Fidanını büyürken sevdiğin gün
İtiraf eyle ki henüz sâbi,
İtiraf eyle ki henüz toydun.
Gözlerin ot kokardı
Ağzın süt.
İnsanlar o yanda sürü sepet mahşer
Sen bu yanda
Zata mahsus dünyanda
Nesli azizinle ilâ maşallah
Al takke ver külah (Eyüboğlu, 2006, s. 173).
94
Şair, insanları ve kendini tek düzlem üzerinde ayırmıştır. İnsanları bir yana
kendini bir yana koymuştur.
“Çeşme” şiirinde “sağ” ve “sol” sözcükleri düzlemselliği gösterir:
Bir elinde ekmek
Bir elinde su
Böyle gelmiş
Böyle gider insanoğlu (Eyüboğlu, 2006, s. 198).
Şiiri iki bölüme ayırırsak ilk iki dizede şair insanın sağ ve sol ellerini belirsiz
şekilde sunarak düzlemselliği sağlamıştır. İkinci bölümde ise son iki dize, bir
zaman çizgisine gönderim yapar. “Böyle gelmiş böyle gider” cümlesi aynı çizgi
üzerinde
gerçekleşen
olayları
anlatır.
Yani
çizginin
dışına
çıkmadan
gerçekleşen olaylar şiirde düzlemselliği oluşturur.
“Bodrum” şiirinde de şair yön belirterek düzlemselliği kurar:
Ne güzel İlhan‟ın evi
Yarısı beyaz, yarısı mavi
Ne güzel geçti Ağustos
O beyaz avluda
Bir yanım asmada
Çalkanır
Bir yanım suda
(…)
Bir yanım asmada şimdi çilli çilli
Bir yanım suda (Eyüboğlu, 2006, s. 347).
Şiirde anlatılan ev yarısı beyaz yarısı mavi renkte çizilerek bir düzlem üzerine
yerleştirilir. Sağ tarafı beyaz, sol tarafı mavi ya da tam tersi şekilde boyanmıştır.
“Bir yanım asmada bir yanım suda” dizelerinin tekrarı da şiirde düzlemselliği
destekler. Şairin ya sağ tarafı sudadır ya da sol tarafı. Aynı zamanda bu
anlatımla evin konumu hakkında da bilgi verir şair: ev deniz kıyısındadır.
“Canım İstanbul” şiirinde şair İstanbul‟u ikiye böler şiirde; bir tarafında lodos
diğer tarafında poyraz eser:
Canım İstanbul‟um nazlı
Bir yanı lodos
Bir yanı poyrazlı (Eyüboğlu, 2006, s. 386).
95
Benzer şekilde “Bir İki” şiirinde de düzlem ikiye bölünmüştür:
Bir ayağın toprakta olsun
Bir ayağın suda
(…)
Bir ayağın toprakta olsun
Öteki suda (Eyüboğlu, 2006, s. 396).
Şair toprağı ve suyu aynı düzlem üzerine yerleştirir şiirde. İnsanın iki ayağını en
fazla açabilme mesafesine göre su ve toprak yan yana durur.
İkinci olarak şiirlerin içeriğinin düzenlendiği düzlemler yer alır. Herhangi bir yöne
ya da harekete gönderim yapılmadan aynı düzlem üzerinde yazılan şiirler
bulunur. Bu şiirlerde sözdizimi koşutluk gösterir, böylece dizeler iki yönlü olarak
birbirleriyle yer değiştirebilirler. Aynı düzlem üzerinde yer değiştiren sözcükler
şiirin anlamsal değerini bozmazlar. Bu şekilde düzenlenen şiirlerin en belirgini
“Marifet”tir:
Marifet hiç ezilmemek bu dünyada
Ama biçimine getirip ezerlerse
Güzel kokmak
Kekik misali
Lavanta çiçeği misali
Fesleğen misali
Itır misali
İsa misali
Yunus misali
Tonguç misali
Nazım misali (Eyüboğlu, 2006, s. 338).
Şiirde bahsedilen her bir örnek aynı değerdedir, hiçbiri bir diğerinden daha
önemli sunulmamıştır. Sıralanan çiçekler ve insanların hepsi aynı çizgi üzerinde
yer alırlar. Hepsi yan yana sıralanmışlardır; ne biri biraz önde ne diğeri biraz
arkadadır. Aralarında öncelik sonralık ilişkisi yoktur ve anlamsal değerleri de
aynıdır. Şiirdeki kişilerin kişilikleri bir yana bırakıldığında şiirde yer alma
nedenleri aynıdır. Bu nedenle yer de değiştirebilirler. Şair, hepsini bir çizgide
toplamıştır.
Bu bağlamda üzerinde durulması gereken diğer bir şiir de “Badem”dir:
Diş bademi
Taş bademi
Kuş bademi
96
Kış bademi
Kız bademi
Güz bademi
Ulan badem
Deli edersin adamı (Eyüboğlu, 2006, s. 344).
Şair bademlerin hepsini aynı düzlem üzerinde sıralamıştır. Ayrıca sesbilimsel
bağlamda kullandığı anlam ayrıcı öğeler de bu düzlemselliği kanıtlar niteliktedir;
“kuş” ve “kış”, “kış” ve “kız” sözcükleri arasında tek bir harf ile sağlanan anlam
değişikliği şiirde sıralanan sözcüklerin yer değiştirebilirliğini de açıklar. “Kış
bademi” söz öbeğinin
“kuş bademi” söz öbeğinden, dizelerin sıralanışı
açısından önce veya sonra gelmesinin şiirin anlamsal değeri açısından bir
önemi yoktur. Bütün bademler aynı sıra üzerinde dizilmişlerdir. Bir düzlem
üzerinde yazılan başka bir şiir de “Meme”dir:
Meme dediğin
bir meyve bir muz
Meme dediğin
bir avuç su
bir avuç süt
bir avuç bulut
bir avuç kum (Eyüboğlu, 2006, s. 437).
Bu şiir de tek düzlem üzerinde yazılmış ve söz öbekleri yan yana sıralanmıştır.
“Bir avuç su” dizesi ile “bir avuç kum” dizesi yer değiştirdiğinde şiirde anlamsal
bir değişiklik gözlenmez.
Düzlemselliğin görüldüğü diğer bir şiir de “Birinci Mektup”tur:
9
Hüvelbaki diyerek el pençe divan duruyoruz
Lahid lahid servi servi nöbet bekliyoruz
Sık dokuyup ince eliyoruz.
Şaka bertaraf
Ömürlerimizi birbirine ekleyip sana doğru geliyoruz (Eyüboğlu, 2006, s. 5).
Mezar taşları ve servi ağaçları gibi yan yana dizilen ve ölümü bekleyen
insanların görüntüsünü çiziyor şair. Tek bir çizgi üzerinde yan yana dizilen
insanların görüntüsü şiirin düzlemselliği açısından önemlidir. Tekrarlarla ve
koşutluklarla düzlemselliği sağlanan başka bir şiir de “Üçüncü Mektup”tur:
3
Al gözüm seyreyle
Hep aynı hikâye
Yine aynı Âdem
Yine aynı Havva
97
Yine aynı elma
Yine aynı armut
Kalanlara Yasin
Gidenlere mevlüt
Sen bunu kırk gün kırk gece unut! (Eyüboğlu, 2006, s. 9).
Şiirde “yine” ve “aynı” sözcüklerinin yinelenmesi cümlelerin bir düzlem üzerinde
sıralanmasına neden olur. Koşutluk da yine düzlemselliği belirleyen bir özelliktir.
İkinci dize ile üçüncü dize; dördüncü dize ile beşinci dize; beşinci dize ile de
altıncı dize arasındaki mantıksal bağ bozulmadan ikili dizeler arasında
sözcükler yer değiştirebilir. Benzer yapıda kurulmuş başka bir şiir de “Biri İnsan
Biri Allah”tır:
Bu ağaç bu yaprak bu bulut
Bu deniz bu arzu bu umut
Bu acı bu sızı bu tasa
Bu avuçlar dolusu sızlayan boşluk
Biri Allah yapısı biri insan yapısı
Ne güzel ikiye bölünmüş hepisi (Eyüboğlu, 2006, s. 225).
Öncelikle “bu” işaret sıfatının yinelenmesi şiirin düzlemini oluşturur. Ağaç,
yaprak, bulut; deniz, arzu, umut; acı, sızı, tasa; sözcüklerinin söz dizimine sadık
kalarak kendi dizeleri içinde yer değiştirmeleri şiirde anlamsal bir değişikliğe yol
açmaz.
Bu bölümde ele aldığımız şiirlerde düzlemsellik çoğu kez koşut kullanımlarla
sağlanır. Koşutluk kendi içinde yer değiştirme özelliğini sağlar ve yan yana
sıralanan nesnelerin düzlemin dışına çıkmadan yer değiştirmesi kolaylaşır.
Düzlemsellik aynı zamanda sağ ve sol yönlerinin kullanımlarıyla da sağlanır.
2.4. DERĠNLĠK
Derinlik resimde basit olarak, nesnelerin birbirlerine olan uzaklıkları ve uzakta
olan nesnenin küçük yakında olan nesnenin de büyük çizilmesi olarak
tanımlanır. Wölfflin düzlem ve derinliği karşılaştırarak şu şekilde açıklar:
Birincisinde (düzlem) bütün dikkat sahnenin önüne paralel, birbiri ardına sıralanan
düzlemlere çevrilidir; ikincisindeyse (derinlik) gözü bu arka arkaya düzlemlerden
kurtarmaya, onları değerden düşürmeye ve görülmez hale getirmeye çalışmıştır,
98
bunun için resmin ön ve arka kısımları bir bütün halinde birleştirilmiş ve bunun
sonucu olarak da seyirci derinliğe bağlılıkları görmeye zorlanmıştır (Wölfflin, 1990,
s. 90).
Düzlemsel resimde, tablo içinde yer alan figürler yan yana ve aynı boyda
çizilirken, derinliğin olduğu resimlerde figürlerin boyutları tablo içindeki
konumlarına göre değişir.
Perspektif yanılsama, yani düzlem üzerinde üç boyutlu görünüm; resim üzerinde
yer alan, imgelerin giderek derece derece küçülmesi renklerin giderek azalması,
biçimlere temel olan imgelerin resmin ön düzleminden arka düzlemine doğru
gidildikçe belirsizleşmesi, boyut, imgeleri ardı ardına sıralama ve taşırma gibi çizim
ve boyama yöntemleriyle elde edilebilmektedir (Alıntılayan Güven, 1996: 80).
Derinlik kavramı şiire uygulandığında şiirde nesnelerin birbirlerine olan
uzaklıkları ve aralarındaki uzaklık ilişkileri dikkate alınır. Çünkü yakın bakış
noktasının sebep olduğu ani küçülüşle bir derinlik hareketi meydana
gelmektedir (Wölfflin, 1990, s. 103). Bu noktada şiirlerde hareket yaratan her
anlatım derinliğe ulaşmamızı sağlar.
Bu bağlamda ele alacağımız ilk şiir
“Sitem”dir:
Önde zeytin ağaçları arkasında yâr
Sene 1946
Mevsim
Sonbahar
Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim
Dalları neyleyim.
Yâr yoluna dökülmedik dilleri neyleyim
Yâr yâr
Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar
Değirmen misali döner başım
Sevda değil bu bir hışım
Gel gör beni darmadağın
Tel tel çözülüp kalmışım.
Yâr yâr
Canımın çekirdeğinde diken
Gözümün bebeğinde sitem var (Eyüboğlu, 2006, s. 111).
Şiirde öncelikle zamanın belirliliği şiirin canlılığını sağlıyor. Yıl ve mevsimin
belirliliği şiirin görselliği açısından da önemli bir ayrıntıdır. “Önde zeytin ağaçları
arkasında yar” dizesi şiirde perspektifi oluşturan ilk dizedir. Şair sevgilisini zeytin
ağaçlarının arkasında çizmiş ve araya mesafe sokmuştur. Sevgilinin görüntüsü
küçük, zeytin ağaçlarının görüntüsü daha büyüktür. Şiirde mesafe iki şekilde
belirir; birincisi şair ile zeytin ağaçları arasında ikincisi ise zeytin ağaçları ile
sevgili arasında. Bu mesafe şiirin en önemli derinlik unsurudur. “Değirmen
99
misali döner başım” dizesi de şiire hareket katar. Değirmenin dönüş hızı şiiri ve
hareketini etkiler.
Derinliğin açık biçimde görüldüğü başka bir şiir de “Gön”dür:
Asfalt mordu
Asfaltın yanıbaşında çayır
Çayırın ortasında bal rengi bir inek otluyordu
Üç adım ötede cin gibi danası
Arkada kocaman bir devedikeni
Dikenin önünde bir gelincik
Her yanı dikenden çimdik çimdik
Üzerinize güller deve dikeni
Gelinciğe bayağı sulanıyordu
Asfalt mordu
Çayır alabildiğince yeşil
Bir bulut oynamış Sivas elinden
Üstümüze doğru geliyordu (Eyüboğlu, 2006, s. 223).
Şiirde perspektif açık biçimde görülmektedir. Resmin merkezinde bal renkli inek
yer alır. Diğer tüm figürler bir diğerinin konumuna göre düzenlenir; “Çayırın
ortasında bal rengi bir inek”, onun üç adım ötesinde (Öte sözcüğü belirsiz bir
yön gönderimine sahiptir.) “cin gibi danası”; cin gibi dananın arkasında
“kocaman bir deve dikeni”; devedikenin önünde “bir gelincik”. Şiirde her bir
nesnenin konumu diğerine göre açıklanır. “Arka, öte, orta, ön” sözcükleri şiirin
perspektifini oluşturur. İlk bölümün son dizesi okuyucuya gelinciğin üzerine
doğru eğilmiş bir devedikeni görüntüsü sunar. Devedikenin eğikliği de şiirin
önemli derinlik unsurlarındandır. Çünkü eğiklik düzlemselliği kırar ve hareket
sağlar. İkinci bölümde ise perspektif uzakta görünen bulutlarla sağlanır. Uzakta
çizilen bulutlar küçüktür ancak “geliyordu” eylemi bulutların hareket halinde
olduklarını ve yaklaştıkça da büyüdüklerini ifade eder. Böylelikle şiire hareketli
bir derinlik katılır.
Perspektifin görüldüğü başka bir şiir de “Kırk Odalı Konak”tır:
Üçüncü odada en güzel şiir gibi çırılçıplak
bir kadın uyur
Odada her şey kütük gibi sarhoştur
Şamdanlar hazdan eğilmiş
Mumlar zevkten yamru yumrudur
Çırılçıplak kadının gördüğü rüyalar
Pencerenin ötesinde hakikat olur (Eyüboğlu, 2006, s. 42).
100
Bu şiirde derinliği sağlayan eğik şamdanlar ve yamuk yumuk mumlardır. Düz bir
şamdan ile eğik şamdanın çizimi birbirinden farklıdır. Ressamın kullandığı açı
da resimde harekete neden olur.
Şiirin son dizesinde yer alan “ötesinde”
sözcüğü de şiirde perspektif için önemlidir çünkü şair “pencerenin ötesinde” söz
öbeği ile odanın içindeki kadın ve dışarısı arasında mesafe oluşturur.
Pencerenin ötesi, içerinden bakan biri için pencerenin hemen dışıdır. İç-dış
ilişkisi ile şair derinliği oluşturur. Şiirde derinlik iki biçimde sağlanır: Birincisi
odanın içindeki nesnelerin şekilleriyle, ikincisi “pencere”nin sağladığı iç-dış
ilişkisiyle.
“Penceremin Önünde” şiirinde “pencere” perspektif açısından önemli bir
unsurdur:
Penceremin önünde deliklerden ışık boşanan
Kocaman bir gemi durdu.
Yarab! Benim de içimde bu kadar ışık yansa
Dünyalar benim olurdu.
Senin en karanlık göklerinde salkım salkım yıldızların var
Benim içimde insan ayağı değmemiş karanlıklar (Eyüboğlu, 2006, s. 45).
Bu şiirde de “Kırk Odalı Konak”taki gibi “pencere” perspektif açısından önemli
bir unsurdur. Şair dışarıya penceren bakar ve pencerenin önünde duran bir
gemiden söz eder. Gemi ile arasında yalnızca pencere varmış gibi çizer
resmini. “Senin en karanlık göklerinde” söz öbeği ile şiire yer-gök arasındaki
mesafe; “benim içimde” söz öbeğiyla de iç-dış ilişkisi ile sağlanan mesafe girer
şiire. “Salkım salkım yıldızlar” imgesiyle yukarıdan aşağıya doğru bir çizgi
oluşturur şair.
“Oğlum Mehmed‟e Evlerimizi Takdim Ederim” şiirinde de “pencere” perspektifi
oluşturan bir öğedir:
Şu karşıdaki delikli kutuya ev derler
İnsan oğulları burada yer burada içer
Ve daha tuhaf tuhaf işler görürler
Bunların çoğu ayıp şeylerdir söylenmez
Evlerimizin üstü kapalıdır
Ve bütün şairler gökyüzüne pencereden bakarlar
Halbuki kuş yuvalarının üstü açıktır
Ve kuşlar şiir yazmazlar (Eyüboğlu, 2006, s. 30).
101
“Şu karşıdaki” söz öbeği şiirin perspektifini kurar. Şair kendisi ve oğlu ile evler
arasına bir mesafe koyar. Bu mesafe temel perspektif unsurudur. Daha sonra
“ve bütün şairler gökyüzüne pencereden bakarlar” dizesinde iç-dış ilişkisi girer
şiire. Evin içinden dışarıya pencereden bakan şair ile dış mekân arasına bir
uzaklık girmiştir. Bu uzaklık şiirin perspektifini oluşturur.
“Dağlar ve Evler” şiirinin en belirgin perspektif öğesi “karşıki” sözcüğüdür:
Karşıki dağları böldüm orta yerinden
Zıplayarak kaybolan bir köstebek yoluyla
Göğüs geçiren mağaradan başka
Bir şeyler çıkmadı içersinden
Karşıki evleri böldüm orta yerinden
Vıcık vıcık insan fışkırdı içersinden
Ve yumak yumak hikâye (Eyüboğlu, 2006, s. 54).
Şiirin en belirgin perspektif öğesi “karşıki” sözcüğüdür. Şair ile dağlar arasındaki
mesafe ve şair ile evler arasındaki mesafe şiirin derinliğini oluşturur. “Vıcık vıcık
insan” tamlaması da aslında önemli bir kullanımdır derinlik açısından. “Karşıki
dağlar, karşıki evler” söz öbekleri şairi ve okuyucuyu izleyen konumuna sokar
ve şiir ile okuyucu arasında mesafe koyar. “Vıcık vıcık insan”, sayıca fazla insan
anlamına gelir böylece evlerin içindeki insanların sayısının fazla olmasıyla iç-dış
ilişkisi görülür şiirde.
“Hizmetçiler” şiirinde zamansal sıralamayı derinlik sıralamasına dönüştürmüştür
Eyüboğlu:
En önde Dilber, Aziziyeli Çerkez
Bir Meryem kadar munis, bir Meryem kadar güzel
Tetanostan ölmüş
(…)
Sonra İkbal,
On beş yıldır yatalak ninemizin
Emektar hizmetçisi
(…)
Bir kenarda Havza‟da can veren Ayşe
Karnı su toplamış
Hüt dağı gibi şişmişti
(…)
En sonra Maçkalı kız kardeşler
Biri dokuz yaşında öteki on üç
Yanımızda ne kadar kaldılar hatırlamak güç ( Eyüboğlu, 2006, s. 73).
102
Şair şiirde ikisi kardeş olmak üzere beş hizmetçiyi sıralar. Perspektif de bu
sıralamayla sağlanır. “En önde” söz öbeği ile başla şair sıralamaya ve en öne
Dilber‟i çizer. Dilber‟den sonra İkbal‟i yerleştirir hemen arkasına. İkbal‟den sonra
gelen Ayşe “bir kenarda” çizilir; İkbal‟den sonra ama tam arkasında değil
kenarda. “En sonra” Maçkalı iki kız kardeşi yerleştirir şair ancak Maçkalı kız
kardeşler ile ilgili yaşları dışında fiziksel bir bilgi vermez şair. Dilber‟in güzelliğini,
İkbal‟in göğüslerinin küçüklüğünü, Ayşe‟nin karnının şişliğini çizer ancak
kardeşler ile ilgili bu tür bir bilgi vermez. Kardeşlerle ilgili fiziksel bir görüntünün
olmaması onların en arkada çizilmeleri ile de bağlantılıdır çünkü en arkada
çizilen yüzler ayrıntısı anlaşılamayacak kadar küçük çizilir.
“Param Parça” şiirinde perspektifi oluşturan “param parça” pekiştirmesidir:
Ağaç bütün
Işık bütün
Meyve bütün
Benim dünyam param parça
Büyük bir ayna kırılmış
Kırılıp yere dökülmüş
Kâinat içine düşmüş
Düşmüş amma param parça.
Yaprak yaprak yapıştırdım
Diyar diyar dolaştırdım
Bir alevdir tutuşturdum
Yandım amma param parça (Eyüboğlu, 2006, s. 85).
İlk bölümde görsellik anlamında fazla etkili olmasa da ikinci bölümde kırılan
ayna ile birlikte etkisi anlaşılır. Kırık aynadaki her görüntü parçalanmış ve
bozulmuştur. Dünyanın kırık bir aynadaki görüntüsü şiirin perspektifini oluşturur.
Kırık aynada görülen dünyanın parçalanmışlığı hem şiirin görselliği hem de
perspektifi açısından çok güçlü bir imgedir. Aynı zamanda kırık ayna imgesi
şiirinin bütününü etkiler ve şairin parçalanmışlığını anlatır.
“Oğlum Mehmed‟e Gökyüzünü Takdim Ederim” de “Param Parça”daki kırık
ayna imgesinin üzerine kurulur:
Ve işte Mehmedim gökyüzü denilen nur
Uzanabilirsen uzan
Dokunabilirsen dokun
Ömrün boyunca başının üstünde sallanıp durur.
103
Ve bir gün
Yüz paralık bir cep aynası gibi
Kırılır gözbebeklerinde
Islak bir bulut parçası;
Birkaç kırmızı kiremit
Ve dut yaprakları içersinde (Eyüboğlu, 2006, s. 29).
Öncelikle birinci bölümde “uzanmak” ve “dokunmak” sözcükleriyle şair derinliği
oluşturmaya başlar. Çünkü “uzanmak” sözcüğü bir mesafeyi aşmayı gerektirir.
Buradaki mesafe de yeryüzü ile gökyüzü arasındaki dikey mesafedir. “Başının
üstünde” söz öbeği de bu mesafeyi destekler. İkinci bölümde ise “kırık ayna”
imgesi şiirin derinliğini oluşturur. Kırık bir aynada görülen gökyüzünün şekli
bozulur ve algısı değişir. Kırılan görüntünün hem görsel değeri hem de şiirsel
değeri fazladır. Şair hem dikey hem de yatay doğrultuda şiirin derinliğini
oluşturur.
“Güzel ile Faydalı”da şair Tophane‟deki bir çeşmeyi anlatır:
İnsan hali
Nasılsa bir tane unutmuşuz Tophane‟de
Damızlık misali…
Tophane çeşmesi kapı komşumuz
Sık sık buluşup dertleşiriz
Yanında bir sıra kavak ağacı
Önünde tramvaylar durur
Çeşme dediğin böyle olur (Eyüboğlu, 2006, s. 166).
Perspektifi belirleyen en etkili sözcük “önünde”dir. Çünkü bu sözcükle birlikte
şiire çeşme ile tramvay durağı arasındaki mesafe girer. Bu mesafeyle birlikte
karşıdan bakan biri için çeşme tramvay durağının arkasında kalır ve durakta
tramvay olduğu zaman görünmez. Bu aslında şiire hareket de katar ve belirli
zaman aralıklarıyla çeşmenin görüntüsünün kaybolmasına neden olur.
“İnsan Kasidesi”nde şair, şiirin merkezinde insanların ortasında yer alır ve bu
durum şiirin perspektifini oluşturur:
Bir de baktım ki etrafını insanlar almış
Halka halka dizi dizi arşa kadar
Bir yapı içresin ki insandan kurulmuş
Duvarları insandan örülmüş,
Harcı insan, tuğlası insan,
Tavanı döşemesi insan (Eyüboğlu, 2006, s. 175).
104
Şairin etrafındaki insanlarla arasındaki mesafe ve insanların birbirleriyle olan yer
ilişkileri derinliği sağlar. İnsandan yapılmış bir bina görüntüsü de önemli bir
imgedir. Harcı, duvarı, tavanı insan olan binanın olağandışı çizimi şiirde
perspektifi destekler. Şair izleyen “ben” ile izlenilen “sen” arasına mesafe koyar
ve ikinci şahsın çevresini saran insandan binayı seyreder.
Perspektifi net bir biçimde gördüğümüz bir başka şiir “Küçük Ressam”dır:
İçimde renkler uçuşur
Al yanar yeşil tuştur
Ne sihirdir ne keramet
Ne de el çabukluğu marifet
Bu bir ressam oğlu ressam işidir
Sağ yanımda usul usul
Morla turuncu konuşur
Beri yanda kuzguni siyahlardan
Ödü patlamış beyazlar
Ötede çil yavrusu gibi dağılmış pembeler
Kenarda yüzlerce senedir
Özlediği kahverengine kavuşmuş bir sarı (Eyüboğlu, 2006, s. 197).
İlk dizede yer alan “içimde” sözcüğü ile iç-dış ilişkisi perspektifin zemini hazırlar
şiirde. “Sağ yanımda usul usul morla turuncu konuşur” dizeleriyle derinlik
belirmeye başlar. “Sağ yan”, “beri yanda”, “ötede”, “kenarda” sözcükleri şiirin
perspektifini çizer. Şiirin merkezinde şair bulunur ve renkler onun şiirdeki yerine
göre düzenlenirler. Ortada şair, sağ yanında mor ve turuncu; mor ve turuncudan
biraz daha yakında beyazlar; şairin biraz uzağında dağılmış halde duran
pembeler ve kenarda da sarı renk yer alır. “Beri yanda” ve “ötede” sözcüklerinin
yön gönderimlerinin belirsizliği şiiri de etkiler ancak şair odak alındığında
belirsizlik biraz daha kaybolur çünkü renkler şaire göre yerleştirilmiştir.
Renklerin yerleşimi ve özellikle pembelerin dağınıklığı şiirde perspektifi
oluşturur. Çil yavrusu gibi dağılmış pembelerin hareketi şiirde derinliği destekler.
“Akıl ile Gözün Hikâyesi”nde şair küçük bir evi yukarıdan izler:
Bir çift şahin gibi uçurdum gözlerimi Salıpazarı‟ndan
Salıpazarı apartmanının dördüncü katından
Az gittiler uz gittiler
Dere tepe düz gittiler
Süzüm süzüm süzüldüler
Beylerbeyi‟ni aştılar, Çengelköyü‟nü geçtiler
Gidip Kanlıca‟da beyaz bir evin üstüne kondular
Ev beyaz olmasına beyaz ama küçük
105
Bir kibrit kutusundan küçüktü
Bir tavla zarı kadar küçük bir evin içinde
Olup bitenleri seçmek
Gözlerime değil aklıma düştü (Eyüboğlu, 2006, s. 204).
Öncelikle şair ikinci dizede verdiği “apartmanın dördüncü katı” bilgisi ile şiire
yükseklik katıyor ve şairin yüksek bir yerden dışarı baktığını anlatır. Bu da
aslında şiirin uzaklığını belirler, çünkü yüksekten bakıldığında daha uzak yerler
görülebilir öyle ki şair de Salıpazarı‟ndan Kanlıca‟daki bir eve bakar. Yani
yükseklik şairin uzak yerleri görebilmesini sağlar.
Mekânlar da şiirin perspektifi için önemlidir çünkü bu mekânlar arasındaki
mesafe perspektifi destekler şiirde. İstanbul‟u bilen okuyucu için mekânlar
arasındaki mesafe daha anlaşılırdır ancak yine de bilmeyen bir okuyucu için de
şair mesafeyi “Beylerbeyi‟ni aştılar, Çengelköyü‟nü geçtiler” dizesi ile açıklar.
“Aşmak” ve “geçmek” eylemlerinin anlamsal değerleri aradaki mesafenin
fazlalığını anlatır. Evlerin küçüklüğünün nedeni de mesafe ile oluşan
perspektiftir; uzakta olan nesneler küçük görünür. Şair aslında evin küçüklüğünü
belirterek şiirin perspektifini de açıklamış olur.
Perspektifin görüldüğü başka bir şiir de “Birinci Mektup”tur:
1
Yıldızların, çivilediğin yerdeler
Bulutların eksik olmasınlar
Hep aynı minval üzre senden gelip sana giderler
2
Güneşin böler günlerimizi
Bir portakal gibi ortasından ikiye
Yarısını kulların yer, yarısını geceler
3
Denizlerin senin elinle doldurduğun kâsede
çalkalanmaktadırlar.
Ne bir damla artmış ne bir damla eksilmişlerdir.
4
Dağların bizim ayağımıza çok bol geldi;
Onları bir defa bile giyen olmadı.
Daha dün elinden çıkmış gibi hepsi yepyeni
Şimdilik eskiyen bir şey varsa ömrümüzdür! (Eyüboğlu, 2006, s. 3).
Şair önce yıldızları yerleştirir gökyüzüne. Şair yıldızlardan sonra bulutları çizer.
Bu çizimle birlikte bulutlu bir gece görüntüsü oluşur şiirde; yıldızların bir
106
kaybolup bir ortaya çıktığı bir gece. İkinci bölümde ise güneşi çiziyor şair.
“Yarısını kulların yer yarısını geceler” dizesi gece-gündüz döngüsünün hareketi
şiiri etkiler. Şiirde iki farklı resim ve iki farklı perspektif yer alır. İlki birinci
bölümde yıldızlar ve bulutlarla çizilir. İkincisi ise ikinci bölümde güneşin
gökyüzünde görünmesiyle başlar. Şair gökyüzüne güneşi yerleştirdikten sonra
altına denizi çizer. “Çalkalanmaktadırlar” eyleminin içerdiği hareket derinliği
etkiler. Denizden sonra dağları yerleştirir şiirine. Güneş-deniz-dağ arasındaki
mesafe de ikinci perspektifi oluşturur.
“Kiraz Ayı Geliyor” şiirindeyse perspektif yol imgesi aracılığıyla kurulur:
İçimden geçen yollardan birinde koşuyorum
Sarı gül kokuyor
Sarı gül kokan bir yolda koşuyoruz
İçimiz yemyeşil içimiz mosmor
Karşımızda bir bulut uçuyor: Altın tozundan
Atlarımız yemyeşil bir söğüt dalından koşuyoruz
Kiraz ayı geliyor!
Çok uzaklarda bir iğde ağacı
Korkunç bir sükûn ile nefes alıyor
Çok uzaklarda iğde ağacı hangi bahçededir
Muamma! (Eyüboğlu, 2006, s. 47).
İlk dizede şiirin kişisi tekilken üçüncü dizede başka bir kişi daha eklenir şiire ve
iki kişi birlikte koşar. Bu iki kişinin birbirlerine olan mesafeleri şiirin derinliğini
etkiler. Birlikte koşan iki kişinin “karşısında” bir bulut uçar. Uçan bulut ile şiir
kişileri arasındaki uzaklık yine şiirin perspektifini etkiler. Ancak daha sonra “çok
uzaklarda” çizilen iğde ağacı girer şiire. Çok uzaklardaki iğde ağacının boyutu
da küçülür.
Gökyüzünde uçan şiir kişileri ve bulutlarla, yeryüzünde çok
uzaklarda çizilen iğde ağacının arasındaki ilişki şiirin perspektifini oluşturur.
Bu bağlamdaki bir başka şiir de “Saadet”tir:
Tap burada
Tap şurda
Tap kapının arkasında
Tap göklerin ortasında
Pencerenizden görünür
Gözlerinize sürünür
Bin bir kisveye bürünür (Eyüboğlu, 2006, s. 57).
107
Şair şiirde mutluluktan bahseder ancak onu canlandırır ve hareketlendirir. Bu
hareket de şiirin perspektifini oluşturur. Mutluluk bir burada, bir şurda, bir
kapının arkasında bir göklerin ortasında çizilir. “Tap” yansımasının yinelenmesi
anlatıma hız katar. Şiire hâkim olan bilmece söyleyişi de şiirin hareketlenmesine
neden olur. “Burada” ve “şurada” sözcüklerinin yön gönderimlerinin belirsizliği
de şiirin hareketini destekler. “Pencerenizden görünür” dizesi de şiire iç-dış
ilişkisi ile uzaklık katar; bir şeyi pencereden görmek için öznenin mekânın içinde
nesnenin de mekânın dışında olması gerekir.
“Çıkmaz” şiirinde ise soyut uzaklık perspektifi sağlar:
Elmayı dilime
Kadını gönlüme göre aratırsın
Sonra bunları cehennemin dibine sürer
Beni melul mahzun aratırsın
Sen bütün başıma gelenleri bilirsin
Bazen salkım söğütlerin arkasında
Bazen beyaz bulutların ortasında
Açıp büyük ve yapayalnız gözlerini gülersin.
Sen bütün bunları bilirsin dilin yok
Benim dilim var ey dost
Hiçbir şey bildiğim yok (Eyüboğlu, 2006, s. 91).
“Cehennemin dibi” söz öbeğinin şiire kattığı soyut uzaklığın yanı sıra şiirin
perspektifini belirleyen “salkım söğütlerin arkasında” ve “beyaz bulutların
ortasında” söz öbekleridir. Şair salkım söğütlerin önünde durur istediği şeyler
ise arkasında. Aradaki uzaklık şiirin derinliğini oluşturur. “Bulutların ortasında”
söz öbeği ile yer-gök arasındaki mesafe de yer alır şiirde. Şiirdeki mesafe uzun
bir mesafeye dönüşür böylece ve aslında şair bunun ipucunu ilk dizelerde
“cehennemin dibi” söz öbeği ile de verir.
Uzaklığın perspektifi oluşturduğu diğer bir şiir de “Miskin”dir:
Otur oturduğun yerde
Bu şarkı sensiz söylenir
Ne kadar uzaksın yıldızlardan
Ne kadar küçüksün dilenir. (Eyüboğlu, 2006, s. 93).
Şiirin ilk bölümünde yıldızlar ile yer-gök arasındaki mesafe çizilir. Yıldızların
uzakta olması ile küçük görünmeleri arasındaki bağlantı da perspektifi verir.
Ancak burada küçük görünen, yıldızlar değil şairdir. Görüntüde verilen bu zıtlık
108
üçüncü bir bakış açısının bulunduğunu gösterir şiirde. Çünkü yıldızların altında
şiir kişisine bakan birinin bakış açısıdır bu; hem yıldızlar uzakta hem de şiir
kişisi küçüktür.
“Keklik Simalı” şiirinin ilk bölümünde “şu dağların arkasında”, “derya deniz
ötesinde” ve “çarşı pazar ortasında” dizeleriyle perspektif oluşur:
Güvercin topuklu yârim keklik simalı
Yüreğim sana çevrili
Şu dağların arkasında
Derya deniz ötesinde
Çarşı pazar ortasında
Uykunun bir köşesinde
Yüreğim sana çevrili
Güvercin topuklu yârim keklik simalı
İçersine güneş vurmuş
Çıldırmış bir ayna gibi
Ne yana dönsem nafile
Yüreğim sana çevrili (Eyüboğlu, 2006, s. 105).
Arka ve öte sözcükleri ile uzaklık belirlenir şiirde. “Çarşı pazar ortasında” dizesi
şiire hareketlilik de katar. Pazarın ortasında yer alan şiir kişisi ile etrafındaki
nesnelerin uzaklık-yakınlık ilişkisi önemli bir perspektif unsurudur.
“Yüreğim
sana çevrili” dizesinde şair yön belirtir; sevgili nerdeyse şair de oradadır. İkinci
bölümde “içine güneş vurmuş çıldırmış ayna” imgesi şiirin görselliği ve
perspektifi açısından çok önemlidir. Çıldırmış ayna ile şiiri öyle bir ışık kaplar ki
bütün görüntüler kaybolur.
“Körolası” şiirinde “sevda bir yana çeker körolası şarap bir yana” dizeleri şiirin
düzlemini belirtir:
Hey canına yandığımın dünyası
Hepimizin boynunda ölüm künyesi
Sevda bir yana çeker körolası
Şarap bir yana.
Ecel desen bre şahin aman
Baş ucumda dolanır
Ekmek parasına gelince
Sırat köprüsünden beter
Kıldan ince kılıçtan keskin
Öyle bir musibet ki kardeşim
Ne sen sor
Ne ben söyliyeyim (Eyüboğlu, 2006, s. 106).
109
Ortada şair bir yanında sevda bir yanında şarap, ikisi de şairi çekiştirir. “Ecel
desen bre şahin aman baş ucumda dolanır” dizeleri ile şiire başka bir yön daha
katılır; şairin baş ucu. Yani şiirde üç yön yer alır; sağ-sol ve üst gönderimleri
şiirin perspektifini oluşturur.
Perspektif içeren başka bir şiir de “ Eren‟e Mektup”tur:
Yarısı çıldırasıya aydınlık gökyüzünde
Yarısı yedi kat dibinde toprağın
Bir yandan uzatabilmek dallarını güne güneşe
Bir yandan salabilmek köklerini sinsi sinsi
Karanlıkların en bereketlisine
Kökler bölük bölük, tabur tabur
Toprağın altında har vurup harman savurur
Beton künklerin içinden mi geçiyor su
Suyu granit oluklar mı hapsetmişler
Evelallah bir çare bulunur
Toprağın altına yayılmış binlerce damar (Eyüboğlu, 2006, s. 179).
Öncelikle ilk dizede yer- gök ilişkisi yer alır “gökyüzünde” sözcüğü ile. Sonra yer
ile yerin altı arasındaki ilişki ikinci dizede sunulur. Yani yerin yedi kat dibi ile
yeryüzü (aşağı); yeryüzü ile de gökyüzü (yukarı) arasındaki mesafe şiirin
perspektifini belirler. Bir yandan köklerini toprağa salan bir yandan da dallarını
güneşe uzatan ağaç iki yönlü bir derinlik sağlar.
“İstanbul Haritası”nda perspektif mekânların kullanımıyla sağlanır:
Şehrin burasına dokunma acır
Gureba
Şehrin burasına dokun gülsün
İçine bakraç bakraç mavi dökülsün
Kız kulesi
(…)
Şehrin burasına dokunma utanır
Bir bıçaktır gelmiş kemiğe dayanır
Şehrin burasında utan efendi
Şili de vatan Levent de vatan
Beyoğlu da vatan
Büyükada da vatan
Burası da vatan efendi
Şehrin burasına bir çaput bağla
Ölüyü nideceksin
Gir ağla çık ağla
Kondular
Şehrin burasına billur bir ayna
Bir şimşir tarak
110
Tara da kâküllerini Keloğlan aman
Bir yana bırak
Şehrin burasına bir billur ayna
Düğünü nideceksin gir oyan çık oyna
Boğaz köprüsü
Şehrin burasına dokun şahlansın Süleymaniye
Şehrin burasına dokun titrer
Bir şaşı murdar hikâyedir fışkırır
Şehrin burasına dokun gocunur
Bir çalım bir azamet bir gurur
Gururun bu kadarı ebegümecinde de bulunur
Dolmabahçe
Şehrin burasına dokunma kanar
1900‟lerin kırkında
Diri diri bir budunu kesip kınalı kekliğin
Haydarpaşa‟ya rıhtım yaptılar
Fukaranın bir yanı hala sinsi sinsi kanar
Kınalıada
Şehrin burasında dur. Ne küfür ne şükür
Sıfıra sıfır; elde var selvi
Şu… dolanı dolanı gelen karakuş
Tuhaf değil mi?
Karacaahmet
Şehrin burasında az dur efendi
Adımın yarısı yatıyor burada
Canımın hepisi
Merkez efendi (Eyüboğlu, 2006, s. 331).
Bu şiirde şair İstanbul‟un mekânlarını anlatır. Şiirin temel perspektifini bu
mekânlar arasındaki mesafe oluşturur. “Şehrin burasına” söz öbeğinin
yinelenmesi ile şair her bölümde farklı mekânlara yer verir. Kızkulesi, Şişli,
Levent, Beyoğlu,
Büyükada, Boğaz Köprüsü, Süleymaniye, Dolmabahçe,
Kınalıada ve Karacaahmet ile şair İstanbul‟u çizer ama hepsini aynı çizgi
üzerine yerleştirmez. Örneğin Süleymaniye diğer mekânlara göre daha
yüksektedir: “şehrin burasına dokun şahlansın”, Kızkulesi denizin ortasındadır:
“içine bakraç bakraç mavi dökülsün”. Perspektifi sağlayan ayrıntılar da vardır
şiirde. Örneğin Kınalıada‟dan bahsederken şairin “1900‟lerin kırklarında” söz
öbeği ile zamanı belirtmesi görüntünün gerçekliğini sağlar. Karacaahmet‟ten
bahsettiği bölümde “Şu… dolanı dolanı gelen karakuş” dizesi de şiire hareket
katar. “Dolanı dolanı” ikilemesi yer değiştirerek uçup gelen bir kuş görüntüsü
çizer. Şair İstanbul manzarasını olumsuz bir tavır takınır: “şehrin burasına
dokunma acır Gureba”, “ölüyü nideceksin gir ağla çık ağla kondular”, “şehrin
111
burasına simsiyah bir nokta, bin nokta yüz bin nokta bir Anadoludur gelmiş
meleşir boşlukta”, “şehrin böylesi nerde görülmüş, dağlar taşlar kızamık
dökmüş” dizeleriyle şair İstanbul‟un başka bir yüzünü çizer.
“Louvre-5” şiirinde her şey uzun bir çizgi üzerine yerleştirilmiştir:
Ne yazık
Gün hayat kadar kısa
Luvr sanat kadar uzunmuş
Bana binlerce eserin önünden
Bir ekspresle geçiyormuşum gibi geldi
Kaç defa görmeden geçtiğim şaheserlerin
Arkamdan yumrukları yükseldi (Eyüboğlu, 2006, s. 374).
Şiirde perspektifle ilgili ilk görüntü “uzunmuş” sözcüğü ile verilir; uzun bir koridor
görüntüsü çizer şair ve bu koridorda sergilenen resimlerin önünden geçişini
anlatır. Şiirde hem şair resimlere karşıdan bakar, hem de okuyucu şairin içinde
bulunduğu görüntüye karşıdan bakar. Böylece şair uzun koridorda giderek
küçülür. Yakından uzağa doğru bakıldıkça sergilenen resimlerin boyutları da
küçülür ve koridor sonunda iki çizginin birleştiği noktada kaybolur.
“Üzüm Yeşili”nde perspektifin oluşmasını sağlayan nesneler ve mekânlar
arasındaki uzaklık-yakınlık ilişkisidir:
Gel benim üzüm yeşilim
Yandaki zeytine gidelim
Gel benim üzüm yeşilim
Çam ağacına gidelim
Zeytinin rüzgârı tir tir
Çam ağacınınki pir pir
Benimki oldum olası delidir
Gel benim üzüm yeşilim
Nar ağacına gidelim
Gel benim üzüm yeşilim
Trabzon üzümüne gidelim
Gel benim üzüm yeşilim
Yeşillerin gönüllüsü
Yeşillerin durucusu
Haydi bakkala gidelim
Bir kilo üzüm alalım
Torba kâğıdına girmeden
Yürü çeşmeyi boylayalım
Yıkansın üzüm yeşilim
Sonra salkım salkım almalı
Çarşının içine dalmalı (Eyüboğlu, 2006, s. 416).
112
Şiirde perspektifin oluşmasını sağlayan yine nesneler ve mekânlar arasındaki
uzaklık-yakınlık ilişkisidir. Zeytin ağacı, çam ağacı, nar ağacı, bakkal, çeşme ve
çarşı arasındaki mesafe perspektifi oluşturur. Şair bu nesneleri ve mekânların
yönlerini tam olarak belirtmese de aradaki mesafe yan yana sıralanmadıklarını
gösterir. Zeytin ağacı ile nar ağacının yan yana olma ihtimalleri vardır ancak
bundan sonraki nesne ve mekânlar bu yanyanalığı bozar. Örneğin “Trabzon
üzümü” ile birlikte Trabzon şehrinin uzaklığı girer şiire. Trabzon‟dan sonra
bakkal, çeşme gibi mekânların yan yana sıralanma ihtimalleri kaybolur. “-a
gidelim” yinelemesi de şiirde yön belirtir ve hareket katar: “nar ağacına gidelim”,
“çam ağacına gidelim”.
“Arkadaşın Var mı Ondan Haber Ver Ondan Ötesi Kaç Para Eder”:
Sen yoktun ama arkadaşlık vardı
73 yılının Temmuzunda Paris ol kadardı
Arkadaşlığımız kadar
Uzaktan uzağa iğde ağacı
Altın tozlu gümüş yüzlü
Usul usul yetim yetim kokardı
Sen yoktun ama arkadaşlık vardı
Bir mavi dumandır tüter
Bir garip serçedir öter
Bir kulak ikide bir çınlardı
Her şeyin yanında içinde
Her şeyin üstünde canında ciğerinde
Bir şey var özlü tatlı ılık (Eyüboğlu, 2006, s. 435).
Yine şair zamanı ve mekânı belirterek şiirin gerçekliğini oluşturur şiirde. Bu
gerçeklikle şiir hareketlenir. Paris ile iğde ağacının arasındaki uzaklık şiirin
perspektifini oluşturur. Sonra “her şeyin yanında içinde, her şeyin üstünde
canında ciğerinde” dizeleriyle şiire iç-dış ve yön ilişkisi katılır şiire. “Var” ile
“yok” karşıtlığı şiirde görüntülerin bir kaybolup bir ortaya çıkmasına neden olur.
“Toprak Adın Zikredelim Evvela”nın üçüncü dizesinde
“yarısı beyaz günün
yarısı kara” cümlesi düzlemselliğe gönderim yapsa da hemen sonraki dize bu
düzlemselliği kırar ve şiire yer-gök arasındaki mesafeyi sokar:
Karanlıktır benim adım
Kahrolanlar bilir tadın
Yarısı beyaz günün yarısı kara
Yarısı gökte ağacın yarısı toprakta
113
Karanlıktır benim adım
Akla karanın çekirdeği
Akla karanın tam ortasında
Dimdik duran
Buğdayı onikiden gelinciği gözünden
Karanfili kaşından vuran
Toprak adın zikredelim evla
Vacip oldur cümle işte her kula (Eyüboğlu, 2006, s. 438).
Yer ile gök arasındaki dikey mesafe şiirin perspektifini oluşturur. “tam ortasında”
söz öbeği de iç-dış ilişkisi ile perspektifi destekler.
Bu bağlamda ele alacağımız son şiir “Kusura Bakma”dır:
Kusura bakma
İçinde bulunduğum an
Bir yarın geçmişte neyleyim
Gelecekte öteki yarın
Zaman dediğin haspa üç ayaklı
Birinin canı ötekinde saklı
Şu anın canı gelecekte
Geleceğin canı geçmişte saklı (Eyüboğlu, 2006, s. 409).
Şiirde “üç ayaklı” söz öbeği ile derinliğe gönderim yapılır “Şu anın canı
gelecekte geleceğin canı geçmişte saklı” dizeleriyle şair geçmiş-şimdi-gelecek
döngüsünü verir okuyucuya. Bu döngüyle birlikte şiire hareket katılır. Şimdigelecek ve geçmiş sıralaması yapar şair; geçmiş-şimdi-gelecek sıralaması
yerine. Bu sıralama da düzlemselliğin bozulduğunun ve derinliğin başladığının
göstergesidir.
Şiirlerde derinliğin ana koşulunun şiirdeki figürler arasındaki mesafe olduğunu
söylemek mümkündür. Şiir içindeki nesnelerin, mekânların birbirlerine olan
uzaklıkları perspektifin oluşmasında önemlidir. Yer-yön zarflarının kullanımı da
perspektifin oluşmasında ana koşullardan biridir. Ayrıca şiirlerde hareket içeren
sözcükler ya da cümleler perspektifin oluşumunda etkilidir. Bazen bir mumun
eğriliği şiire hareket katarken bazen de uzaklardan uçup gelen bir kuş şiirde
harekete neden olur.
Böylece şiirlerin de resimler gibi derinliğe sahip
olduklarını, şiirdeki figürlerin de birbirleriyle mesafe açısından ilişkili olduklarını
söylemek mümkündür. Şair figürleri bir tabloya yerleştirir gibi şiirlere yerleştirir.
114
2.5. KAPALILIK
Wölfflin, Sanat Tarihinin Temel Kavramları kitabında kapalı form ve açık form ile
neyi kastettiğini şu şekilde açıklar:
Bununla söylemek istediğimiz: az ya da çok tektonik vasıtalarla resmi kendi içinde
sınırlı bir görüntü haline koyan, her tarafı hep kendisini işaret eden ve belirten,
bunun tersi olan, her tarafı kendi dışını işaret eden, sınırsız olarak görünmek
isteyen, ama buna rağmen gene de gizli bir sınırlamanın var olduğu ve ancak
estetik anlamda bir kapalılık niteliğinin mümkün olabildiği açık form üslubudur
(Wölfflin, 1990, s. 148).
Kapalı formda bir resim çerçevesiyle sınırlıdır. Bu sınırlı alan içinde her şey
açıktır, bir figürün neredeyse tüm özellikleri tuvalin üzerinde görülebilir.
İzleyicinin resme bir anlam yüklemesine gerek kalmaz çünkü kapalı form resmi
izleyicinin yorumlarına kapatacak kadar her ayrıntıyı sunmuştur. Açık formda ise
resim çerçevenin dışına taşar. Yani resim izleyiciye kendini tamamlaması için
bir fırsat verir. Resmin çerçevenin dışına taşması ise nesnelerin gerçek
şekillerinden uzaklaştırılması ile olur.
Wölflinn, kapalı formun kuralcılık gerektirdiğini söylerken açık form için
düzensizdir denemez, ama onun temelindeki düzen klasik üsluptakinden o
kadar daha bağımsızdır ki burada bir kural ve bağımsızlık karşıtlığından söz
edilebilir (Wölfflin, 1990, s. 159) der. Kapalı formun kurallılığını da resimde
çizgilerin
yürütülüşünde,
ışığın
kullanılışında,
perspektiften
doğan
derecelenmede aranması gerektiğini vurgular. Kapalı formun kurallılığı resimde
netliği ve ayrıntıyı sağlar. Açık formda ise ayrıntılar izleyiciye bırakılmıştır.
Şiirde kapalılık, şairin okuyucunun yorumuna ve hayal gücüne izin vermediği,
anlatıdaki tüm boşlukları kapattığı anlamına gelir. Böyle bir durumda dizeler şiir
dışına gönderimde bulunmaz. Okuyucunun yorum şansı yoktur. Açık formda ise
şair, şiirde anlatı boşlukları bırakır ve okuyucudan yaratıcılığı ile tamamlamasını
bekler. Bir bakıma şiiri okuyucunun tamamlamasını ister.
Türk edebiyatında şiirde kapalılık, açıklık Wölfflin‟in bakış açısının tam tersi
yönde yorumlanır. Wölfflin‟in kapalı tanımı Türk edebiyatında açık şiiri; açıklık
115
tanımı da kapalı şiiri anlatır. Kapalı şiir anlamı örtülü, belirsiz şiirdir. Açık şiirde
ise her şey ortada ve anlaşılır demektir. Ancak burada bütün bölüm Wölfflin‟in
sanat formları üzerine kurulduğu için bu alt bölümde de Eyüboğlu‟nun şiirleri
Wölfflin‟in tanımlamalarına sadık kalınarak ele alınmıştır.
Eyüboğlu şiirlerinde öyküleyici anlatımı yoğun olarak kullanır. Bu nedenle
şiirlerde bütün ayrıntıları, açık biçimde okuyucuya gösterir. Zaman, mekân,
kişiler
öykülemenin
yer
aldığı
şiirlerde
açıktır,
bellidir.
Okuyucunun
tamamlaması gereken yerler yoktur. Eyüboğlu‟nun 1948 yılında ilk baskısı
yapılan Karadut kitabında altı şiir kapalıdır: “Sen Büyürken”, “Karınca
Kaderince”, “Param Parça”, “Susadım”, “Karadut” ve “Karadut 2”. Diğer
kitaplarda yer alan kapalı şiirlerin sayısı dördü geçmez. Böylece Bedri
Rahmi‟nin kapalılık özelliği gösteren şiirlerinin ilk dönem şiirleri olduğunu
görürüz. Eyüboğlu 1941 yılında Tan‟da yayınlanan bir yazısında şairin ne
olduğunu şu şekilde açıklar:
Bence şair insanoğullarının duydukları, tasarladıkları, tahayyül edebilecekleri fakat
bir türlü kelimelerle ifade edemeyerek halleri, hareketleri ve bazen bütün ömürleri
ile anlatmaya çalıştıkları şeyleri, müthiş bir vuzuh ile birkaç kelimenin çatısına
sığdırabilen adamdır (Eyüboğlu, 2004, s. 71).
Yani şair, bütün bir ömür ile anlatabilecek olayları birkaç kelimeyle anlatabilen
kişidir. “Anlatmak” sözcüğü burada kilit noktadadır çünkü Bedri Rahmi için şair
olayları birkaç kelimeyle anlatan kişidir.
Anlatıcı rolündeki şair, olayı tüm
ayrıntılarıyla sunarken şiirine kapalılık özelliği yükler. Bu bakış açısıyla yazdığı
şiirleri Eyüboğlu‟nun 1948‟de basılan Karadut kitabında yoğun şekilde görülür.
Kapalılık özelliğinin görüldüğü şiirler üç farklı şekilde sınıflandırabilir: 1.
Eyüboğlu‟nun yaşamıyla örtüşen şiirler ve bir olayı öykülediği şiirler 2. Bir
kavramı/ duyguyu tanımladığı şiirler ve 3. Birini/ nesneyi/ hayvanı/ manzarayı
betimlediği şiirler.
“Karadut” şiiri şairin kendi yaşamıyla örtüşen şiirlerin ilkidir:
Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
(…)
Karadutum, çatal karam, çingenem
116
(…)
Kadınım, kısrağım, karımsın (Eyüboğlu, 2006, s. 109).
Şiirin bir kişiye hitaben yazıldığı açıktır. Şairin cinsiyeti hakkında bir bilgiye sahip
olunmasa bile şiirde anlatılan kişinin cinsiyeti açıktır; şair “kadınım” sözcüğü ile
bunu belli eder. Şiirin kişisi esmer bir kadındır; “karadut” ve “çatal kara”
sözcükleri kadının esmer olması dışında başka bir seçeneğe imkân vermezler.
Karadut meyvesi koyu kırmızı, siyaha çalan bir renktedir. Çatal kara ise
Çorum‟un İskilip ilçesinde yetişen siyaha yakın kırmızılıkta iri taneli bir üzüm
çeşididir. Şair şiir kişisini öyle kesin çizgilerle çizmiştir ki okuyucu için başka
seçenek bırakmamıştır. Okuyucunun şairin “karadutum” diye seslendiği kadının
sarışın veya kumral tenli ihtimalini düşünmesinin önü kesilmiştir; “karadutum,
çatal karam, çingenem” sözcüklerinin arka arkaya kullanımıyla. Bu üç sözcük
şiir kişisinin esmerliğini güçlü bir şekilde belirtir.
“Karadut 2” şiiri de aynı özelliktedir:
Sigara paketlerine resmini çizdiğim
Körpe fidanlara adını yazdığım
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sıla kokar, arzu tüter
Ilgıt ılgıt buram buram.
Ben beyzade kişizade,
Her türlü derdden topyekûn azade
Hani şu ekmeği elden suyu gölden.
Durup dururken yorulan
Kibrit çöpü gibi kırılan
Yalnız san‟at çıkmazlarında başını kaşıyan
Artık otlar göstermelik atlar gibi gürül gürül
Bahtın karışmış bahtıma çok şükür
Yanmış yıkanmış adam olmuşum.
Karam karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sensiz bana canım dünya haram olsun (Eyüboğlu, 2006, s. 123).
Bu şiir ilk şiirin arkasından şairin sevgilisinin esmerliğini daha da vurgular
niteliktedir; “kaşı karam, gözü karam” betimlemeleriyle. Sevgilinin kara kaşlı
kara gözlü bir kadın olduğu kesindir. Birinci şiirde yer alan özelliklerine “sıla
kokar” söz öbeğiyle sevgilinin uzakta olduğu bilgisi eklenir. İkinci bölümde ise
şairin hayat tarzı kesin cümlelerle anlatılır. Bir bakıma şairin otoportresidir ikinci
bölüm; para kazanma kaygısı olmayan, kırılgan bir sanatçı portresi çizer ve
117
okuyucunun şairin yaşam tarzı hakkında bilgi edinmesini sağlar; şairin anlatımı
abartılı olmakla birlikte sanatçının yaşamı hakkında gerçek bilgiler içerir. İkinci
bölümün son iki dizesinde ise şair aşkını anlatır. Bu, şairi adam edecek kadar
güçlü bir aşktır.
“İnsan Kasidesi”nde şair kendi hayatından yola çıkarak tanımlamalar yapar:
Oğul oğul
Şair olmasına şairsin
Amma velâkin itiraf eyle ki
Hep kadınlara ve meyvalara dairsin.
Kabahatin hepsi senin değil
Böyle doğmuşsun
İnsan olmadan önce erkek olmuşsun
Sen de farkındasın ki bu dünyanın
Ağacına ağaç, taşına taş,
Bulutuna bulut dediğin gün;
Minaresini uzarken, balığını yüzerken,
Fidanını büyürken sevdiğin gün
İtiraf eyle ki henüz sabi,
İtiraf eyle ki henüz toydun.
Gözlerin ot kokardı
Ağzın süt.
İnsanlar o yanda sürü sepet mahşer
Sen bu yanda
Zata mahsus kişilik dünyanda
Nefsi azizinle ilâ maşallah
Al takke ver külâh!
Evvela gökyüzü alıp başını çekip gitti
O gökyüzü ki gözünün bebeğinde mihenk taşı
Kırk yıllık dost, çocukluk arkadaşı
Derisi derine bitişikti
Evvelâ gökyüzü alıp başını çekip gitti
Sonra göç eyledi çınar dalları
Arkasından yola düzüldüler
Martılar, çakıl taşları, güvercinler.
Velhasıl yüzünü güldüren cümle incik boncuk
Bir başka diyara göç ettiler aziz çocuk
Bir de baktım ki dikilivermiş karşına,
Bir endam aynası misillû
Bütün heybetiyle insanoğlu.
Ama gösterdiğin suret senin suretin değil,
İnsanoğlu bu;
Sadece meyvelerden ve hazlardan ibaret değil.
Bir dilimi zehir zıkkım,
Bir dilimi candan tatlı
İnsanın tarifi bu oğul, sevdanın değil.
Bir de baktın ki etrafını insanlar almış
Halka halka, dizi dizi, arşa kadar
Bir yapı içresin ki insandan kurulmuş
Duvarları insandan örülmüş,
Harcı insan, tuğlası insan,
118
Tavanı döşemesi insan,
Acısıyla, sızısıyla
Alnının kara yazısıyla
Korkudan tutulmuş dilleri,
İç içe çapraşık yolları
Bin türlü acaip halleriyle insan.
Bir de gördüm ki insanmış her ne var âlemde
Meğer her şeyin aslı astarı insanmış
İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe değil,
Aziiiiz şair,
İnsanları sevdiği kadar yaşarmış.
İnsanları seven mis
Sevmeyen bir hoş kokarmış,
Bundan ötesi yalan
Allı yalan, pullu yalan
Yalan oğul yalanmış.
1950 senesinde Mernuş
Bu şiiri böyle söylemiş (Eyüboğlu, 2006, s. 173).
Şiirin ilk bölümünde şairin kişilik özelliklerini görüyoruz.
Şiirin başında
“Yaradana Mektuplara Cevaptır” cümlesi ile belirtilen tanrı söylemi şiirde
söylenen sözlerin sorgulanmasını, insanların (okuyucuların) şiire müdahalelerini
de kesin bir biçimde engeller. Tanrının bir kulu ile ilgili düşüncelerinde
yorumlanacak bir taraf bulunmaz. Bu söylem şiirin tümüne hâkimdir bu nedenle
şiir kapalı bir şiirdir.
İkinci bölümde de tanrının insanı tanımlamasıyla insanın tarifi kesin bir anlatım
kazanır. Okuyucuların insan üzerine yorum yapmalarına gerek kalmaz. Şairin
“bir dilimi zehir zıkkım bir dilimi candan tatlı” dizeleriyle “Kara Sevda” şiirinde
sevdayı tarif etmesi, bu şiirde ise tanrının bu tarifi düzeltmesi, tanrıdan başka
kimsenin şiire müdahale edemeyeceğinin de göstergesidir. Şairin şiiri okuyucu
yorumuna kapattığı dizeler son bölümde de yer alır:
Bir de gördüm ki insanmış her ne var âlemde,
Meğer her şeyin aslı astarı insanmış.
İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe değil
Aziiiz şair
İnsanları sevdiği kadar yaşarmış.
İnsanları seven mis
Sevmeyen bir hoş kokarmış
Bundan ötesi yalan
Allı yalan pullu yalan
Yalan oğlu yalanmış (Eyüboğlu, 2006, s. 175).
119
Şiirin bu bölümünde şair “insan” kavramını anlatır. “Bundan ötesi allı yalan pullu
yalan yalan oğlu yalanmış” dizeleriyle şair bundan sonra söylenecek her sözü
şiirin dışında bırakır ve şiiri net bir biçimde yoruma kapatır.
“Aslını Ararsan” şiirinde şair kendi hayatından yola çıkarak “dünya”nın tanımını
yapar:
Ben yalnız seni büyürken gördüm Mehmedim
Aslını ararsan;
Biz bu dünyada her şeyi olmuş bitmiş bulduk.
Gökyüzü çoktan çatılmış
Toprak yuğrulmuş sıcağı sıcağına
Petekler dolmuş ağzına kadar
Narlar yarılmış.
Aslını ararsan
Ne mevsimlerin birbirine değdiği yeri
Ne bulutları ne karanfilleri
Ne yıldızların niçin uçtuğunu
Ne de insanların niçin göçtüğünü biliriz.
Aslını sorarsan
Biz bu dünyada her şeyi olmuş bitmiş bulduk
Hayatı kırk yıllık bir dost gibi yanıbaşımızda
Ölümü göz kapaklarımızın eşiğinde
Ve adlarımız
İbibik kuşu gibi başımızın üstüne konmuş! (Eyüboğlu, 2006, s. 35).
Şiirde yer alan “biz bu dünyada her şeyi olmuş bitmiş bulduk” dizesi şiirin
kapalılığını belirten en önemli dizedir. Çünkü bu dizeyle birlikte artık şiire
anlamsal açıdan yeni bir öğe ya da olay eklemek mümkün değildir; dünyada her
şey bizden önce olmuştur. Bizden sonra olan şeyler de bu nedenle tekrardan
başka bir şey değildir. Olayların aynı biçimde tekrarlanması yeni bir oluşuma
izin vermemesi de kapalılık için önemli bir göstergedir. Öncelikle her şeyin olup
bitmişliği sonra da son bölümde anlatılan olayların gerçekliği okuyucunun şiire
müdahalesine gerek bırakmaz. Son bölümde “ve adlarımız ibibik kuşu gibi
başımızın üstüne konmuş” dizeleri anlatının gerçekliğini öyle kesin bir biçimde
sunar ki okuyucunun tamamlayamayacağı düşünsel bir boşluk kalmaz.
“Sen Büyürken” şiiri de şairin hayatından yola çıkarak yazdığı şiirlerdendir:
Sen yumruk kadarken koptu Mehmedim kızılca kıyamet
Baban olacak kişi de askerdi
Seni bir nar çiçeği gibi kundağında bırakır
Çantasına birkaç roman
Ve birkaç Serkldoryan koyup
120
Müstahkem mevkie giderdi.
Her gidişinde kendisine şehitlikte münasip bir yer ayırır
Senin yaşaman için dua ederdi.
Sen büyürken koptu Mehmedim dananın kuyruğu
Ve uyandı birdenbire içimde
Arzuların en zorlusu, en kalleşi: YAŞAMAK
Yaşamak sen büyüdükçe yanıbaşında
Yaşamak otça, böcekçe, yaprakça sadece yaşamak (Eyüboğlu, 2006, s. 71).
Şiirde olay gayet açıktır; savaş zamanı Mehmed daha kundakta bir bebek,
babası da askerdir. Babası evden her ayrılışında çantasına birkaç roman ve
birkaç paket sigara koyup askeri mevkie gider. Her gidişinde eve bir daha
dönemeyeceğini düşünür ama çocuğunun yaşaması için dua eder. Mehmed
büyürken babasının da yaşama sevinci artar; çocuğunun yaşadığını görmek
şairi heyecanlandırır ve heveslendirir. Eyüboğlu 1939 yılında girdiği Yedek
Subay Okulu‟ndan sonra 1940 yılında asteğmen olarak kıta görevine başlar 19
Turan Erol, Eyüboğlu‟nun o dönemi ile ilgili şu bilgileri verir:
Alman ordularının Balkanlara sarktığı günlerde her an tetikte, “Çatalca hattını” tutan
birliklerimizden birindeydi görevi. Hafta sonu izinlerinde fırsat buldukça İstanbul‟a,
yuvasına dönüyor, Küllük kahvesinde Akademide sanatçı dostlarıyla buluşuyordu.
Resim yapamıyordu haliyle ; “İlham perisi asker potinlerine ayak uyduramıyor” diye
şakalaştığını biliyoruz; ama şiir yazıyordu, en azından kafasında şiirlerini
oluşturuyordu. “Yaradana Mektuplar” ve “Karadut”da yer alan şiirlerin bir çoğunu
askerlik yıllarında yazmış olduğunu sanıyorum (Erol, 1984, s. 75).
Böyle bir ortamda şair ölüm korkusunu da şiirlerine yansıtır. “Sen Büyürken” şiiri
de bu dönem yazdığı şiirlerdendir. Şiirde anlatılan gerçek olaylar okuyucunun
hayal gücünü kullanmasına gerek bırakmaz.
Kapalılık özelliği gösteren başka bir şiir “Karınca Kaderince”de şair yine kendi
hayatından yola çıkar:
Her nefes kanımı yıkanmış bulur
Her yaprak canımı hazır
Bu yosun bu deniz bu nur
Bu ten gürül gürül yanmalıdır.
Ayı ininden
Yılan deliğinden
Arzular salkım saçak yerli yerinden
Sökülüp yaşanmalıdır.
Karınca kaderince
Bu can meşrebimce harcanmalıdır (Eyüboğlu, 2006, s. 83).
19
Erol, 1984, s. 75.
121
Şiir aslında şairin duygusal otoportresi niteliğindedir. Şair hayatını ne şekilde
yaşamak istediğini anlatır. Önce hayatını tanımlar sonra hayatın nasıl
yaşanması gerektiği ile ilgili öğüt verir.
Şairin otoportresi sayılabilecek başka bir şiir de “Param Parça”dır:
Ağaç bütün
Işık bütün
Meyve bütün
Benim dünyam param parça.
(…)
Yaprak yaprak yapıştırdım
Diyar diyar dolaştırdım
Bir alevdir tutuşturdum
Yandım amma param parça (Eyüboğlu, 2006, s. 85).
Bu şiir yukarıdaki şiire göre daha olumsuz bir anlatıma sahiptir. İlk şiirde daha
umutlu bir anlatım varken ikinci şiirde umutsuzluk baskındır. Her iki şiir de şairin
otopotresi niteliğindedir. Şair iç dünyasını anlatır ve bu nedenle şiir okuyucunun
yorumuna kapalıdır. Her iki şiirde de okuyucu şairin yazdığı kadarı ile şairin iç
dünyasına ulaşmaya çalışır bunun dışında okuyucunun şiirde tamamlaması
gereken bir boşluk, müdahale etmesi gereken bir belirsizlik yoktur. Şair kendi iç
dünyasını anlatarak bir bakıma şiiri okuyucuya kapatmıştır.
“Türküler Dolusu” şiiri de şairin yaşamıyla örtüşen ve kapalılık özelliği gösteren
şiirlerdendir:
Kirazın derisinin altında kiraz
Narın içinde nar
Benim yüreğimde boylu boyunca
Memleketim var
Canıma ciğerime dek işlemiş
Canıma ciğerime
Sapına kadar
Elma dalından uzağa düşmez
Ne yana gitsem nafile.
Memleketin hali gözümden gitmez
Binbir yerimden bağlanmışım
Bundan ötesine aklım ermez (Eyüboğlu, 2006, s. 193).
Şiirin ilk bölümünde “kirazın derisinin altında kiraz narın içinde nar” dizeleri
kapalılık özelliği taşır. Meyvelerin somut gerçeğinden kendi dünyasının tanımına
ulaşır şair. Şair “benim yüreğimde boylu boyunca memleketim var” dizesinin
anlamsal değerini önceki iki dize ile bağlantılıdır. Bu cümlenin kesinliği de
122
okuyucu
için
diğer
bütün
ihtimalleri
ortadan
kaldırır.
Şiirin devamında şair “şairliğinin” tanımını yapar:
Ressamım
Yurdumun taşından toprağından sürüp gelir nakışlarım
Taşıma toprağıma toz konduranın
Alnını karışlarım
Şairim şair olmasına
Canım kurban şiirin gerçeğine hasına
İçersine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum
Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter
Eğri büğrü, kör topal kabulüm
Şairim
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım
Şairim
Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum
Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim
Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm
Hey hey, yine de hey hey
Salınsın türküler bir uçtan bir uca
Evelallah hepsinde varım
Onlar kadar sahici
Onlar kadar gerçek
İnsancasına, erkekçesine
Bana bir bardak su dercesine
Bir türkü söylemeden gidersem yanarım (Eyüboğlu, 2006, s. 193).
Şiirin bütününe bakıldığında şairin sanatını,
sanatının beslendiği kaynakları
anlattığını ve sanatının sınırlarını çizdiği görülür. Şiiri okuyan biri için şairin
sanatı ile ilgili kesin bilgiler yer alır. Okuyucu bu bilgilerden sonra şairin
şiirlerinde Batı edebiyatının nazım türleri ile ya da resimlerinde Batı kaynaklı
figürlerle karşılaşmayı beklemez. Yani şair, hem şiirleri hem de resimlerinde
izlediği yolu kesin biçimde okuyucusuna açıklar.
“Selam ile Haram” şiiri Eyüboğlu‟nun dünyanın düzenini eleştirdiği ve bu
duyguyu tanımladığı şiirlerdendir:
Biz dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun
Ama hep böyle gidecekse bu dünya
Kalanlara haram olsun (Eyüboğlu, 2006, s. 307).
123
“Güzel ile Faydalı” şiiri bir fikrini açıkladığı kapalılık özelliği gösteren
şiirlerdendir:
Ben arıya arı demem
Arının balı olmalı
Ben güzele güzel demem
Güzel faydalı olmalı
Güzel dediğin işe yaramalı
Kadın mı? Hamur yoğurmalı
Çocuk doğurmalı
Ağaç mı? Meyve vermeli
Çiçek mi? Kokmalı
Bayramdan bayrama neyleyim güzeli
Güzel dediğin her Allahın günü
Yanıbaşımızda olmalı
Yağmur misali hem gözümüze, hem gönlümüze
Hem toprağımıza yağmalı.
Güzel dediğin yağmur misali hepimizin olmalı (Eyüboğlu, 2006, s. 163).
Şair fikirlerini kesin çizgilerle belirtir; arı dediğinin bal yapması gerektiğini;
kadının çocuk doğurması, hamur yoğurması; ağacın meyve vermesi; çiçeğin
kokması gerektiğini ve eğer bu özelliklere sahip değillerse şair için varlıklarının
bir anlamı olmadığını kesin bir ifade ile belirtir. Herkes, her şey verimli ve
üretken olmalıdır.
“Susadım” şiirinde şair hem bir durumu hem duyguları betimler:
Susadım
Üç tane elma soydular üç tane portakal
Nafile
Bir bardak suyun yerini tutmadı
Acıktım
Kuş südü, kuru üzüm getirdiler
Nafile
Bir çimdik somunun yerini tutmadı.
Seni düşündüm kadınım şükrederek
Su gibi aziz olasın her daim
Ekmek kadar mübarek (Eyüboğlu, 2006, s. 101).
Şiirde okuyucunun tamamlaması gereken bir boşluk yoktur. Şiir kendi içine
gönderim yapar; “su gibi aziz olasın her daim ekmek kadar mübarek” dizeleriyle.
İlk dizelerde ekmeğin, suyun değerini anlatırken şiirin sonunda ekmek ve suyun
değeri ile sevgilisini/karısının değerini anlatır. Bu nedenle su ve ekmek
sevgiliye/eşe, sevgili/eş de su ve ekmeğe bağlı olarak betimlenir. Şiir dışına
gönderimin yapıldığı bir durum yoktur.
124
“Tuz” şiirinde de şairin duygu betimlemesi kapalılık özelliği gösterir:
Bir yanım şeker
Bir yanım tuz
Tuzdan yanayım
Bir yanım toprak
Bir yanım deniz
Denizden yanayım.
Bir yanım ben
Bir yanım sen
Senden yanayım (Eyüboğlu, 2006, s. 264).
Şiirde şair sözcüklerin sınırlarını kesin bir biçimde belirlemiştir. Yani tuz ve
şekerden başka bir sözcük dizelerin anlamlarını tamamlayamaz ya da toprak ve
deniz dışında başka bir sözcük şairin anlatmak istediğini içermez. Şair üç
bölümde de “iki şey” belirlemiş ve bunlardan birini seçmiştir. Bu seçimiyle
birlikte diğer tüm sözcükler şiir dışına itilmiştir ve şiirin dış gönderimi de
kapanmıştır. Okuyucunun yorumlama şansı da ortadan kalkmıştır.
“Âşık Veysel‟e Selam” şiirinde şair, Âşık Veysel‟i betimleyerek kapalılık özelliğini
oluşturur:
İki gözünde iki zindan
On parmağında on çeşme nur
Yüreği yanmış tutuşmuş
Sivas‟tan bir âşık gelir.
(…)
Sekizinde düzenlemiş sazını
Dokuzunda düşmüş garip yollara
Sazına banmış sözünü
Acısını, sızısını ekmeğine katık etmiş
Pençe vurup sarı teli inletmiş
Dağlar çiçek açmış Veysel dert açmış
Elinde sazı var dut dalından
Bir kara gün dostu tutmuş elinden
Dağlar taşlar hoşnut kalmış dilinden
Yol verin ağalar yol verin beyler
Bu gelene Veysel derler (Eyüboğlu, 2006, s. 287).
Şiirde Âşık Veysel‟in gözlerini yedi yaşında kaybettiği; sekiz yaşında saz
çalmaya başladığı; dokuz yaşında saz çalıp türkü söylemek için dolaştığı
bilgilerini verir şair. Sonra Âşık Veysel‟in ustalığını, yeteneğini gözlerini
kaybetmesine bağlar. Okuyucuya açıklamalı bir Âşık Veysel portresi çizer.
125
“Ürgüp” şiirinde şair mekânı kapalı şekilde betimler:
Bir masaldır yelken açmış
Yelkeni taş rüzgârı taş
Teknesi taştan
Bir kadehtir dolup taşmış
Köpüğü taş, salkımı taş,
Saçağı taştan
Bu ne acaip bir dünyadır
Her yanı taştan
Güpegündüz bir rüyadır
Yatağı taş, yorganı taş, yastığı taş
Uykusu taştan (Eyüboğlu, 2006, s. 283).
Şair şiirdeki bütün nesneleri “taş” olarak betimlemiştir. Bu betimleme ile birlikte
okuyucuya başka bir benzetme aracı bırakmamıştır. “Yelken” ve “rüya” imgeleri
okuyucuyu düşündürse de şair “taş” yinelemesiyle imgeleri etkisini azaltmıştır.
“Gön” şiiri hem manzaranın betimlendiği hem de bir olayın anlatıldığı kapalı
şiirlerdendir. Şiirde olayın geçtiği yer; olayın içinde yer alan nesneler,
karakterler; olayın tümü okuyucunun yorumuna bırakılmadan açık bir biçimde
anlatılmış ve sonlandırılmıştır:
Asfalt mordu
Asfaltın yanıbaşında çayır
Çayırın ortasında bal rengi bir inek otluyordu
Üç adım ötede cin gibi danası
Arkada kocaman bir devedikeni
Dikenin önünde bir gelincik
Her yanı dikenden çimdik çimdik
Üzerinize güller deve dikeni
Gelinciğe bayağı sulanıyordu
Asfalt mordu
Çayır alabildiğince yeşil
Bir bulut oynamış Sivas elinden
Üstümüze doğru geliyordu
Mor, yeşil, bulut, inek, dana
Sütçü dükkânlarındaki resimler geldi aklıma
Manzara bal gibi kartpostal üzerine çalışıyordu
Münasip yerinde pulu eksikti
Bir de saksağan kondu mu sana
Direğin tam tepesine
Tüy dikti
Asfalt mordu
Bir bulut kopmuş Sivas elinden
Tam üstümüzden geçiyor derken
Asfaltta dev gibi kamyonlar peydah oldu
Ağızlarına kadar gön yüklü kamyonlar
Bir tuzlu, bir murdar deri kokusudur sardı çayırı
126
İnek bir müddet danasını oyaladı
Çıkardı kocaman dilini tatlı tatlı
Yavrusunu bir güzel yaladı
Ama kaçın kurası idi bu dana
Beyaz dişleri arasında bir tutam yeşil
Gözlerini dikmiş kamyona, başladı birer birer saymaya
At gönü, katır gönü, eşek gönü, inek gönü
Ana, ana dedi dünyanın sonu bu mu? (Eyüboğlu, 2006: 223).
İlk bölümde şair, olaydan önce mekânın tasvirini yapar; mekânda her şey yerli
yerinde, hayvanlar ve bitkiler olması gerektiği gibi. İkinci bölümde şair şiire
okuyucunun yorumunu “manzara bal gibi kartpostal üzerine çalışıyordu” dizesi
ile engeller, çünkü manzara resimlerinde ressamın vermek istediği her şey
bulunur. Geçmişten bir anın resmi yapılır ve ressam tuvalini kapatır. Şairin
vermek istediği, göstermek istediği ne varsa o tuvalin üzerindedir. Bu şiirde de
durum aynıdır; şair göstermek istediği ne varsa hepsini şiirine yerleştirmiş ve
okuyucu için yorum gerektiren bir boşluk oluşturmamıştır. Şiirin son bölümünde
de olay gerçekleşmiş ve şiirin ana fikri açık şekilde son bölümde verilmiştir.
Okuyucunun şairin ne söylemek istediği ile ilgili bir kuşkusu yoktur.
“447 Tırnak Numaralı Beyaz At” şiirinde şair, bir hayvanı betimler:
Ama sen çoktan miadını doldurmuş
447 tırnak numaralı beyaz bir atmışsın
Ama senin iler tutar yanın kalmamış artık
Ama sen tökezliyormuşsun
Sağ böğründe sızı sol böğründe yara
Üç buçuk senedir sakatmışsın
Ama seni insanca değil
Bilmem nece yüklemişler
Vurmuşlar yokuşa
Ciğerlerin alev ateş tutuşa
Ama sen kaç defa artık yeter demişsin
Böyle yaşayacağına geber demişsin
Bir çifte bir çifte daha sallamışsın boşuna
Sonra boş bir çuval gibi yolun ortasına serilmişsin
Kaskatı kesilmişsin ama becerip ölememişsin
Gözlerinden yaş boşanmış: ter demişler
İnim inim inlemişsin geber demişler
Basmışlar kırbacı, muştayı, sopayı
Ne güçmüş hak etmek Allahım bir avuç arpayı
Bel kemiğin çentik çentik
Külbastıya dönmüş sağrıların
Sen 447 tırnak numaralı beyaz bir atsın
Çoktan miadını doldurmuş
Kimin umurunda ağrıların (Eyüboğlu, 2006, s. 229).
127
Şair şiirin figürü olan atın bütün ayrıntılarını verir okuyucuya. Öncelikle “miadını
doldurmuş 447 numaralı” betimlemesiyle eski bir yarış atı olduğunu belirtir.
Sonra bütün ayrıntılarıyla anlatır; şiirde sözü edilen at, üç senedir sakat,
tökezleyen; vücudunun sol tarafında yara olan; bel kemiği belli olan; sırtına
haddinden fazla yük yüklenmiş 447 tırnak numaralı beyaz renkte eski bir yarış
atıdır. Atın görüntüsü ile ilgili okuyucunun aklında eksik bir yer kalmaz. Şair tüm
ayrıntıları açıkça belirtir. Atın betimlenmesinden sonraki dizelerde de şair atın
durumunu öyle açık bir biçimde çizer ki atın görüntüsü gerçeklik kazanır. Yani
sokağın ortasında yere devrilip gözlerinden yaş geldiği hali ya da sırtına fazla
yük yükleyip yokuş çıkarkenki hali okuyucunun zihninde net bir biçimde
canlanır. Bu nedenle okuyucunun atın görüntüsü ile ilgili bir ekleme yapmasına,
yorum yapmasına gerek kalmaz.
Kapalılık özelliği taşıyan şiirlerde şairin içsel dünyası, duyguları, düşünceleri
yani bir anlamda otobiyografik özellikler taşımaktadır. Böylece şair okuyucusuna
net bir biçimde kendini anlatır. Kapalılık özelliği gösteren şiirlerin çokluğu aynı
zamanda şairin ayrıntıcı ve açıklayıcı olduğunu da gösterir. Çünkü okuyucunun
hayal gücüne ve yorumuna gerek bırakmayan şiirlerde ayrıntının yoğunluğu
dikkat çeker. Bu da Eyüboğlu‟nun öyküleyici anlatımı ile bağlantılı bir durumdur.
2.6. AÇIKLIK
Kapalılık formun aksine açık formda şiir anlatılarında okuyucunun tamamlaması
gereken boşluklar yer alır. Şiirde her şey açıkça belirlenmemiştir, nesneler,
kişiler ya da olaylar net bir biçimde anlatılmamıştır. Okuyucunun hayal gücü ile
tamamlaması
gereken
görüntüler
vardır.
Olaylar
arasında
boşluklar,
okuyucunun anlamlandırması gereken imgeler vardır. Eyüboğlu‟nun tüm şiirleri
içinde yalnızca yedi tanesi açıklık özelliği gösterir ve bu şiirler de ilk dönem
şiirleri arasındadır: “Bir Şahit Aranıyor”, “Sabah”, “Beşinci Mektup”, “Kırk Odalı
Konak”, “Yeşil”. “Turnel Köprüsü” ve “Marifet” şiiri ise daha sonraki dönem
şiirlerindendir. Açıklık özelliği taşıyan şiirler ele alındığında üç farklı şekilde
128
sınıflandırılabilir:1. Şairin kendi yaşamından esinlendiği ve tercihlerini anlattığı
şiirler 2. Duygular ve kavramları işlediği şiirler ve 3. Masal anlatısını kullandığı
şiir. Üçüncü sınıflandırmada yalnızca “Kırk Odalı Konak” şiiri yer alır.
“Bir Şahit Aranıyor” şiiri şairin hayatından yola çıktığı bir şiirdir:
Yaşadım!
Erik ağaçları şahidimdir
Yıldızlar şahidimdir
Yaşadım!
Avuçlarımın gücü yettiği kadar
Dağları, kadınları, meyveleri
Yaşadım!
İncirin dallarına yürüyen süt
Yonca tarlasından gelen nefes
Horozun ibiğinden damlayan kan
Yollar ve sevgili türküler şahidimdir (Eyüboğlu, 2006, s. 50).
Şiirde okuyucunun tamamlaması gereken boşluklar vardır. Örneğin “dağları,
kadınları, meyveleri” dizesindeki belirsizlik okuyucuyu yorumlamaya iter. Şair
dağlar, kadınlar ve meyvelerle yaşamı anlatır.
Şair şiirde yaşadığını şahitler göstererek anlatırken, şahitlerinin cansız varlıklar
olması şiirin açıklığını sağlıyor, çünkü cansız varlıkların konuşma özelliğine
sahip olmamaları şiiri açık bırakır. Okuyucu erik ağaçlarının şahitliğini kendisi
tamamlar; erik ağaçları, yıldızlar, süt, kan, yollar, türküler şairin yaşamında
nelere şahit olmuşlardır? Okuyucunun hayal gücüne bırakılan nokta burasıdır.
Bir yandan da bu kadar nesne sayarak yaşamının ne denli coşkulu ve dolu dolu
geçtiğini anlatır okura.
“Beşinci Mektup” şiiri de bireysel tercihlerini anlattığı, açıklık özelliği taşıyan
şiirlerdendir:
Kendi çamuruma kendimi katsaydım
Kendimi kendim yaratsaydım
Evvela eldiven gibi çevirip tersine içimi, günahlarımı
ayıklardım
Ağrılarımı yakalayıp bellerinden,
Şüphelerimi tutup ellerinden denize atardım
129
Bir beygir olur insanoğlunun asfaltına işer
Sevgilimi gördüğüm yerde kişner,
Sevmediklerime basardım çifteyi.
Kendimi kendim yaratsaydım,
Kendimi kendime göre yaratırdım.
Takvimden asırları siler
Yılları süpürür
Günleri azat eylerim.
Kendimi kendim yaratsaydım,
Uçan bulutları durdururdum
Onlarla içimin en güzel yerinde
Bembeyaz bir mabet kurdururdum
Ne deliler gibi güler,
Ne de serviler gibi ağlardım;
Ve günlerden bir gün kapının eşiğine,
Nar taneleri gibi serpip kanımı
Ve kendi elceğizimle bir karanfil gibi koparıp canımı,
Pencerenin demirlerine bağlardım.
Pazarlık etmeden ağlardım
Hiçbir şey beklemeden
Ne serin bir köşe cehenneminden
Ne de mahur bir beste cennetinden! (Eyüboğlu, 2006, s. 13).
Şair şiirde gerçekleşme ihtimali olmayan bir hayal kurup kendi kendini
yarattığını hayal eder ve hayatında neleri değiştirmek istediğini sıralar. Şairin
hayaliyle birlikte okuyucu da kendi hayalini kurar şiirde. Böylelikle şiir
okuyucunun müdahalesine açık bir hal alır ve okuyucu nasıl isterse şiir öyle
şekillenir. Şiirin gerçeküstücü anlatısı da onun açık bir şiir olmasını destekler
çünkü böylelikle şiirin, şiirde anlatılan olayların sınırları kaldırılmış olur tıpkı
şairin ağrılarını denize atması gibi. Şiir içinde her olayın gerçekleşme ihtimali
bulunur ve böylece şiir sınırlarını aşmış olur.
“Yeşil” şiiri şairin yaşamından bahsettiği, açıklık özelliği gösteren şiirlerdendir:
Kolu mor kanadı yeşil
Halinden şikâyetçi değil
Yeşil
Yeşil
Yeşil
Allah sizden razı olsun
Benden değil.
Bahçeler kanımda
Asma yaprağına su yürüdü
Şiirden ve sade kahveden nefret
Bana arzulardan bahset arzulardan.
Kiraz ucuz kadınlar bahalı
Ellerin dert görmesin dut ağacı
130
Tomur tomur tomurcuklanıyor kanımda südün
Dört mevsimi bir nefeste içip büyüdüm
Sevincinden birer birer çatlıyor dallarım
Baştan başa donanıyor damarlarım
İsterse bir saniye sürsün ömrüm artık doyarım (Eyüboğlu, 2006, s. 81).
Şiirin başlığında yer alan renk ismi okuyucuyu bu renge sahip bir nesneden
bahsedileceğine yönlendirir.
Ancak şiirin içinde şairin “yeşil” sözcüğü ile
gönderimde bulunduğu nesne belirsizlik taşır. Yeşil sözcüğünün yalnızca renk
olarak kullanıldığı varsayılsa bile ilk iki dize bu düşünceyi kırıyor çünkü halinden
şikâyetçi olmayan bir şeyden bahseder şair. Böylelikle okuyucu “yeşil” sözcüğü
ile kendisi için uygun bir nesneyi birleştirme hakkına sahip olur ve her farklı
okuyucuda farklı bir nesneye dönüşür “yeşil”. Şiirin açıklığına neden olan durum
şiirde dizeler arasındaki mantıksal bağın zayıf olması ya da okuyucu tarafından
net bir şekilde anlaşılamamasıdır. Örneğin ilk bölümde ilk dokuz dize birbiriyle
anlamsal olarak bağlantılıyken 10. dizede şiirin akışı konu sürekliliğinin
kırılmasıyla değişir. Konu yeşilken bir anda şiir ve kahveye geçer. Böylelikle 9.
dize ile 10. dize arasında bir boşluk oluştuğu görülüyor; sanki aradaki bazı
dizeler silinmiş gibi.
Bu boşluk da okuyucuyu şiiri tamamlamaya iter. Önce
yeşilden, ağaçtan, asmadan söz ederken bir anda kahveden özellikle de şiirden
nefret ettiğini belirtmesi okuyucuyu duraklatır. İkinci bölümde ise ilk bölümdeki
konular yumuşak geçişlerle devam eder. Şiirin konusu kirazdan duta, duttan
mevsimlere geçerek şiirin temel konusunu devam ettirir.
“Turnel Köprüsü” de şairin yaşamından bir kesit içerir:
İçmişim armut rakısını
Geçmişim Turnel Köprüsü‟nü
Satmışım şeyin anasını
Dol karabakır dol
Ben bu Paris‟i yazmalıyım
Ben bu yalnızlığı çizmeliyim
Şeyler umurumda değil
Ben kendi ecelimle ölmeliyim
İçmişim armut rakısını
Satmışım şeyin anasını
Ya olduğun gibi görün demiş birisi
Ya göründüğün gibi ol
Dol karabakır dol
Dol karabakır dol (Eyüboğlu, 2006, s. 336).
131
Şiirde açıklığı oluşturan “şey” sözcüğünün kullanımı ve tekrarlanmasıdır. Şairin
bu sözcük ile yarattığı belirsizlik, okuyucunun tamamlaması gereken bir boşluk
yaratır şiirde. “Şey” sözcüğünün gönderiminin belirsizliği her okuyucu için farklı
anlam içeriğiyle, şiirin kalabalıklaşmasına neden olur. Ayrıca her bölümde
tekrarlanan “şey” sözcüğünün birinci ve üçüncü bölümde aynı, ikinci bölümde
ise farklı anlam gönderimine sahip olduğu söylenebilir.
İkinci bölümde şey
sözcüğünün çoğul durumda olması anlam gönderiminin de çoğul olmasına
neden olur. Böylece okuyucunun tamamlaması gereken boşlukların sayısı da
artmış olur.
“Marifet” şiiri benzetmelere dayanarak yalın bir şekilde “ezilme” kavramını işler:
Marifet hiç ezilmemek bu dünyada
Ama biçimine getirip ezerlerse
Güzel kokmak
Kekik misali
Lavanta çiçeği misali
Fesleğen misali
Itır misali
İsâ misali
Yunus misali
Tonguç misali
Nâzım misali (Eyüboğlu, 2006, s. 338).
Şair ilk anda parmakların arasında ezildiğinde güzel kokular yayan otları anlatır.
Son dört dizedeyse çeşitli nedenlerle ezilen ama dünyada iz bırakan insanları
anar. Böylece şiirin anlamı ilk anda düşündürdüğü anlamdan farklılaşır,
derinleşir. Okura, şairin örneklerine kendi örneklerini ekleme şansını verir ve
şair şiirini okuyucunun müdahalesine de açık duruma getirir. “Misali”
sözcüğünün sekiz kez yinelenmesiyle şair, bütün örneklere aynı değeri yükler.
“Sabah” şiiri duygularını anlattığı ve açıklık özelliğinin görüldüğü şiirlerdendir:
Dizin dizimde
Gözün gözümde
Tadın dilimde gökyüzü şeker gibi
Unutmak unutmak
Unutmak
Yağdan kıl çeker gibi
132
Ne güç sıyrılıp çıkmak uykulardan
Ömrü koptuğu yerden bağlayabilmek ne güç
Ne güç varabilmek birden bire
Günün, güneşin lezzetine
Karanlık bulaşıyor insanın etine
Ve rüyalar tütüyor hala sinsi sinsi
İçimizde bir yerde.
Uçmalı bulutlar uçmalı
Eş dost farkına varmadan
Bu canım dünyadan nasıl göçmeli (Eyüboğlu, 2006, s. 89).
Şiirde öncelikle öznel anlatım ön plandadır; okuyucu şiiri okurken kendini şairin
yerine koymaktadır. “Dizin dizimde gözün gözümde” dizeleri her okuyucuya
kendi sevgilisini düşünme imkânı sağlar. Her okuyucuyla birlikte şiirin kişileri
değişir ve şiir kendi dışına gönderimde bulunur. Aynı şekilde “ve rüyalar tütüyor
hâlâ sinsi sinsi içimizde bir yerde” dizeleri de her okuyucu için farklı içeriğe
sahiptir. Şiirde yer alan bu dize ile birlikte şiirin sınırları belirlenemez hale gelir,
çünkü her farklı okuyucuyla birlikte farklı bir rüya şiire dâhil olur.
“Kırk Odalı Konak” şiiri masal anlatısında ve açıklık özelliği taşıyan bir şiirdir:
Birinci odanın pencereleri denize bakar
Denize bakan odada üşüyen bir çocuk var
Üşüyen çocuk durmadan gemilere bakar
Gözlerinde tomurcuklanan arzular
Kulaklarında salkım salkım
Donan sesler var.
İkinci odada saçları badem yağıyla taranmış
Küçük bir kız var
Bir bayram sabahı yeni elbiselerini giydirdiler
Saçlarını sımsıkı taradılar
Kurdelâlarını taktılar
Onu çok güzel bir yere götüreceklerdi unuttular.
Üçüncü odada en güzel şiir gibi çırılçıplak
Bir kadın uyur
Odada her şey kütük gibi sarhoştur
Şamdanlar hazdan eğrilmiş
Mumlar zevkten yamru yumrudur
Çırılçıplak kadının gördüğü rüyalar
Pencerenin ötesinde hakikat olur.
Dördüncü odada bir ilahi duyulur
Bu ilahi yunus‟undur.
Beşinci odada derisi altın köpüklü bir kahve gibi
Buram buram tüten
Sesi bir muz kadar lezzetli
Masal söylerken taş kesilmiştir
Bu kızın dizinde beş tane çocuk var
Bu kız onlara Dilalem Çengisini anlattı.
Çocuklar korkularından taş kesildiler
Ve hepsi taş kesilince onları aldılar
Bir guguklu saatin üstüne koydular
133
Her saat başı
Dilalem Çengisi gel çık!
Dilalem Çengisi geel çııık
Bir oda var
Kapısı açılınca
garîb
Kapanırken
gurbet
der
20
Altıncı odada bir şair var
Şairin bütün derdi öteki odalar (Eyüboğlu, 2006, s. 42).
Şair öncelikle şiirin ismi ile masal anlatısı kurduğunun sezdirir okuyucuya. Bu,
şiirin açıklık özelliğini sağlayan en önemli olgudur. Şair bu şiirinde masallardaki
kırk oda motifine gönderimde bulunur. Masalı, şiire dönüştürür. Bunun yanı sıra
şairin masalını anlatırken bıraktığı boşlukları okuyucunun tamamlaması gerekir.
Örneğin ilk odada denize bakan çocuk kaç yaşındadır neden üşümektedir,
ikinci odada saçı taranmış kız çocuğunu kimler odada unutmuştur,
üçüncü
odadaki kadın ne rüyalar görür, beşinci odada masal anlatan kız ve çocuklar
neden taş kesilir, onları alıp guguklu saatin üzerine kim koyar sorularını
okuyucunun cevaplaması gerekir ve her okuyucunun cevabı farklı olacağından
şiir, her defasında farklı şekilde tamamlanır. Şairin masallardaki büyülü, gizemli
atmosferi kullanarak kendi yaşamına/ geçmişine göndermede bulunduğu da
düşünülebilir. Bu da şiirin açık noktalarından biridir.
Eyüboğlu‟nun şiirlerinde açıklık özelliğinin yoğun şekilde yer almadığı görülür.
Kapalılık ve açıklık bağlamında ele alınan 22 şiirin on beşi kapalılık, yedisi ise
açıklık özelliği taşır. Açıklık özelliğinin görüldüğü şiirlerde şairin anlatı boşlukları
bıraktığı görülür. Okuyucunun hayal gücünü kullanarak bu boşlukları doldurması
gerekir.
Her
okuyucu
için
farklı
şekilde
tamamlanan
boşluklarla
şiir
çerçevesinden çıkar ve sınırlanamaz bir hal alır. Kapalılık özelliğinin görüldüğü
şiirlerde ise şair bütün ayrıntıları okuyucunun görmesini sağlar. Kapalı şiirlerde
şairin varlığı yoğun biçimde hissedilir.
20
Sözcük 2006 basımlı Dol Karabakır Dol Bütün Şiirleri isimli kitapta “şiir” olarak yer alır. Ancak
1953 yılında basılan Üçü Birden isimli şiir kitabı incelendiğinde sözcüğün “şair” olarak geçtiği
görülür. Yukarıdaki alıntıda şiirin mantıksal bütünlüğü açısından Üçü Birden isimli kitaptaki
şekliyle kullanılmıştır.
134
2.7. ÇOKLUK
Sanat Tarihinin Temel Kavramları kitabında çokluk, resimde birden fazla figürün
kendi başına hareket etmesi, her birinin kendi özgül değerlerini taşıması ve her
birinin ayrıntılı biçimde çizilmesi olarak tanımlanır. Wölfflin çokluk ve birlik
ilişkisini 15. yy ve 16 yy. resim kompozisyonları üzerinden şu şekilde açıklar:
15. yüzyıl kompozisyonunda dağınıklık hüküm sürer. 16. yüzyılınkindeyse birlik.
Birincide kâh tek başına kalmış bir nesnenin cılızlığı kâh haddinden fazla çokluğun
içinden çıkılmazlığı; ikincide birbirine eklemlenmiş kısımlardan her birinin başlı
başına kendini anlatabilmesi ve kavranabilmesi ama aynı zamanda tüm formun bir
eklemi olarak, onunla bağlılığını belli etmesi yolunda bir genel görünüşü vardır.
(Wölfflin, 1990, s. 185).
Wölflinn, çokluk ve birlik arasındaki ilişkiyi bu şekilde açıkladıktan sonra çokluk
ve birlik kavramlarının çok figürlü olay resimlerinde daha anlaşılır biçimde
görülebileceğini belirtir. Bu, çokluk ve birlik kavramlarını arayacağımız şiirler için
ipucu vermiş olur.
Çokluk ve birlik kavramları Bedri Rahmi‟nin çok kişili şiirlerinde, kişilerin ne
şekilde yer aldığı; tek başlarına mı hareket ettikleri yoksa şiirin bütününü
oluşturmak için mi bir araya geldikleri soruları çerçevesinde ele alınacaktır.
Çokluk özelliği gösteren “İstanbul Destanı” için şair Dördü Birden kitabında
1952-1956 tarihlerini atmıştır (Eyüboğlu, 1956, s. 156). “Denizli Destanı” da
1956 yılında basılan aynı kitap içinde yer alır. “Hizmetçiler” şiiri ise ilk kez 1948
yılında basılan Karadut kitabında yer alır.
Bu açıdan ele alacağımız ilk şiir “İstanbul Destanı”dır. Bu şiirde 25 farklı figür
(canlı-cansız) yer alır. Şiirde hayvan, insan, mekân ve nesneler bir aradadır.
Her bölümde farklı bir figürle şair İstanbul‟u anlatır. Daha doğrusu şair kendisine
İstanbul‟u hatırlatan varlıkları anlatır: Martı, masal, Gülcemal, Kınalı yapıncak,
kız, Kapalıçarşı, Amerikan deniz erleri, dalyan, orkinoslar, adalar, kuleler,
Tophane‟de bir sokak, kahve, işçiler, stadyum, Yahya Kemal, Orhan Veli, Sait
Faik, Hasan, İhtiyar Balıkçı, Sabiye, basma fabrikası, Eyüplü Gülsüm, soğan
yüklü taka, Koca Sinan, gece kondular. Bu figürlerden çoğu şairin “İstanbul
135
deyince aklıma…” söz öbeğini tamamladığı figürlerdir. Çok azı da bölümlerin
içinde yan figür olarak yer alır. Şair şiirin anlatısını aşağıdaki şekilde kurar:
İstanbul deyince aklıma bir martı gelir
Yarısı gümüş yarısı köpük
Yarısı balık yarısı kuş
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir
Bir varmış bir yokmuş
İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir
Anadolu‟da toprak damlı bir evde
Gülcemal üstüne türküler söylenir
(…)
İstanbul deyince aklıma Kapalıçarşı gelir
(…)
İstanbul deyince aklıma Sabiyem gelir (Eyüboğlu, 2006, s. 239).
Bu figürleri gruplandırdığımızda; kız, Amerikan deniz erleri, işçiler, Yahya
Kemal, Orhan Veli, Sait Faik, Hasan, Sabiye, Gülsüm ve Koca Sinan kişiler;
martı, orkinoslar hayvan; Kapalıçarşı, dalyan, adalar, kuleler, Tophane‟de bir
sokak, kahve, stadyum, basma fabrikası, gecekondular mekân; Gülcemal,
soğan yüklü taka nesne; kınalı yapıncak meyve grubunda yer alır. Masal ise
ayrı bir kategori altında yer alır. Şiirde yer alan tüm bu figürler şiirde ayrı ayrı
anlatılır. Her bir figürün kendine ait özelliği şiire yansır. Özellikle şiirde yer alan
kişiler şiirin temel fikrinin oluşmasında önemli rol oynar. Şiirde 10 farklı kişi
vardır. Şair bazılarını birlikte aynı bölüm içine bazılarını ise ayrı ayrı bölümlere
yerleştirmiştir. Örneğin Yahya Kemal ile Orhan Veli birlikte yer alır:
İstanbul deyince aklıma
Yahya Kemal gelirdi bir eyyam
Şimdi Orhan Veli gelir
Deminden beri dilimin ucunda Orhan Veli
Deminden beri senin tadın senin tuzun
Senin şiirin senin yüzün (Eyüboğlu, 2006, s. 245).
Şairin “Sabiyem” olarak yer verdiği kişi ise tek başına ayrı bir bölümde görülür:
İstanbul deyince aklıma
Sabiyem gelir
Sabiyem boyundan büyük bir demetle
Sarıyer‟den gelir Pendik‟ten gelir
Bahar nereden gelirse velhasıl (Eyüboğlu, 2006, s. 248).
Şiirde yer alan 25 figürün hepsi şiirde İstanbul‟u anlatmak için bulunurlar. Şairin
İstanbul ile ilgili izlenimlerinin birer parçasıdır her biri. Tüm figürler tek bir
amaçta birleşir; İstanbul‟u anlatmak. Bunun yanı sıra şiirde yer alan
136
edebiyatçılar dışındaki kişilerin ayrı bir amaçları daha vardır. Şair bu kişilerle
yoksulluğu ve garibanlığı da anlatır:
İstanbul deyince aklıma
Sabiyem gelir
(…)
Biri sırtında biri memesinde biri karnında
Karnı her daim burnundadır
Canının mendil gibi takar dişine
Yürekten bir şeyler katar işine
Bir ucundan girer şehrin ötekinden çıkar
Alçakgönülldür Sabiyem
Hem maşa satar hem göbek atar
Ver bir çeyrek güzelim der
Neyse halin o çıksın fâlin
Canı çıkar Sabiyemin falı çıkmaz
Sonra anlatır dün gece başına gelenleri
Görürüm rüyamda bir sarı yılan
Cenabet uğraşır durur benimle
Uyanır bakarım benim bebeler
Yatağın ucuna kaymış
Ayağımın parmaklarını emer (Eyüboğlu, 2006, s. 249).
Tophane‟deki sokakta yer alan işçiler, Eyüplü Gülsüm ve Sabiye şiirin amacına
ulaşmasını sağlayan önemli karakterlerdir.
Şiire yoğun biçimde figürler yerleştirmiş; her figürü ayrı şekilde çizmiştir şair.
Ancak şiirin bütününe bakıldığında figürlerin birlik içinde olduğu görülür; hepsi
İstanbul‟u anlatmak için hem kendi varlıklarını ortaya koymuşlar hem de birlikte
hareket ederek varlıklarından soyutlanmıştır. Böylelikle şiirde birlik ilkesinin
ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
“Denizli Destanı” da yine çok sayıda figürün yer aldığı bir şiirdir:
Pazar dediğin böyle kurulur
Şehrin ortasına allı pullu
Uçsuz bucaksız bir kilim serilir
Kilimde kaç çeşit nakış varsa
Bal olur, petek olur, bakraç olur
Bebek olur, beşik olur dizilir
Develer geçer ağır ağır, bir çıngırak sesidir
Erir şeker gibi
Sırım gibi delikanlılar salınır
Bir bolluk, bir bereket, bir bayram havası eser
(…)
Al gözüm seyreyle denizli pazarını
Ak hayale sığmayan şeyler koyun koyuna
Dünümüz bugünümüz yarınımız
Kırmızıbiberlerden tut plastik kemerine kadar
Çalısı, çırpısı, bakracı, balıyle
137
DDT‟si, bit tozu, naylon peştemalıyle
Bir yanağında sarısı sıtmanın
Bir yanağında alıyle
Ammesi, mevlûdu
Mızraklı, mızraksız ilmihaliyle
Zaloğlu Rüstem‟i
Jack London tercümesi
Seksoloji mecmuasıyle
Tarzan‟ı Truman‟ı
Kel hocası, kör hocası
Kürd imamı, kurt yobazıyla
Varımız yoğumuz, köyümüz köylümüz künyemiz karşısında
Al gözüm seyreyle Denizli pazarını
Halep de burada arşın da
Al gözüm seyreyle Denizli pazarını
Bir yanda tulum peynirleri tıklım tıklım dolu
Hala münasip taraflarında sallanır durur
Dananın kuyruğu.
(…)
Peynir tulumlarının üstüne bir ip gerilmiş
İpe mandallarla resimler asılmış
Al gözüm seyreyle dünya güzelimi
Haspam yarı çıplak yatmış uyumuş
Bastığı yerleri güller bürümüş
Güzelin yanıbaşında Fatih çekmiş kılıcını
Sonra müşir üniformasıyla Atatürk
Gözleri çakmak çakmak
Bir savaş alanı
Mehmetçik sermiş düşmanı yere
Almış hıncını
Daha sonra İnönü, Çakmak, Bayar
Derken sinema yıldızları, kovboylar
(…)
Al gözüm seyreyle Denizli pazarını
En güzelle en çirkin
En fakirle en zengin
En uzakla en yakın
İç içe, göz göze, diz dize
Nasıl anlatırım hepsini size
Dal gibi dalyan gibi kızlar gördüm
Çivi gibi delikanlılar
Yüzlerinden sevinç, umut, sağlık taşan insanlar gördüm
Tepeden tırnağa nakış içinde her şeyleri tamam
Sonra çocuklar gördüm çocuklar
Taş çatlasa anlatamam
Bir emzikli ana gördüm 14 yaşında
Hangi dert hangi acı yakmış kavurmuş
Bir delikanlı gördüm kördüğüm olmuş
Vakitsiz harmanlar gibi savrulmuş
İnsancıklar gördüm
Yaşları belirsiz
Çocuk mu? Ana mı? Gelin mi?
Ömrünün sonunda mı başında mı?
Yedi yaşında mı, yetmiş yaşında mı?
Hele bir tane gördüm ayan beyan sıtmalı
Gözlerinde ölüm vardı
138
Ölüm gözlerinin dibinde
Kuyuya düşmüş bir bakraç gibi parladı
Bir yamalı bohça sırtında mezarı
Azrail boynuna takmış hızarı (Eyüboğlu, 2006, s. 238).
Yukarıdaki bölümler şiirde figürlerin fazla olduğu bölümlerdir. Şair şiirde Denizli
pazarını anlatırken, o anda orada bulunan, şairin dikkatini çeken tüm nesneler,
insanlar şiirin içine girmiştir; kırmızıbiber, plastik kemer, bakraç, bal, DDT, bit
tozu, peştamal, Jack London tercümesi, seksoloji mecmuası, peynir tulumu,
resimler… Bu nesnelerle ilgili şair açıklama yapmaz, nesnelerle ilgili ayrıntı
vermez yalnızca pazarda yer aldıkları için şiirde yer alırlar. Nesnelerin dışında
önemli yer tutan kişilerdir; kel hoca, kör hacı, kürd imam, kurt yobaz, dalyan gibi
kızlar, çivi gibi delikanlılar, çocuklar, emzikli ana, kördüğüm olmuş bir delikanlı,
ölmek üzere olan bir kadın.
Şiirde yer alan tüm figürler şairin Denizli pazarında gördüğü ve okuyucunun
pazar ile ilgili bir fikri olması için şiire yerleştirdiği figürlerdir. Şair şiirin son
bölümüne kadar Denizli pazarını anlatırken, son bölümde kişileri merkeze
alarak tek bir kişinin anlatımı ile şiiri bitirir. Yani şiir, ölmek üzere olan kişiyi
anlatmak için yazılmış gibidir. Şiirde pazarın anlatımı için kullanılan nesneler ve
kişilerin amaçları da son bölümle birlikte değişmiş olur. Yani şiirde yer alan her
figür tek bir amaç için birarada bulunmaz. Son bölüme kadar okuyucuya pazar
görüntüleri sunan şair son bölümde tek bir kişiye odaklanır ve şiirin renkli
görüntüsü yerini hasta bir kişinin görüntüsüne bırakır. Denizli pazarını anlatan
şair son bölümde amacını değiştirerek kişiler üzerinde yoğunlaşması ile şiir
çoklu yapı kazanır.
Çokluk özelliği ile karşılaştığımız başka bir şiir ise “Hizmetçiler” şiiridir:
Uyku kardeşim gel koluma gir
Gözüm
Ilık ve muhkem perdelerini indir
Sofalarında alaca karanlık insanlar dolaşan
Evimize gidelim
Sinelim bir köşeye seyredelim.
Siyah üstüne mor ve beyazla çizilmiş
Hizmetçiler hizmetçilerimiz
Şu yanda bir fısıltı var şaşa kaldım
Hepsinin dudaklarında benim adım
139
Halbuki ben onlardan çoğunun
Yüzünü bile unutmuşum
Hepsinin dudaklarında benim adım
Tevekkeli değil ellerinde büyümüşüm.
Uyku kardeşim gel koluma gir
Hafıza Allah rızası için kapılarını aç
Hizmetçiler hizmetçiler hizmetçilerimiz
Ben onlardan başka bir yer bahsedecektim
Nasıl oldu da rüyama girdiler farkında değilim.
En önde Dilber, Aziziyeli Çerkez
Bir Meryem kadar munis, bir Meryem kadar güzel
Tetanostan ölmüş
Bir gemi halatı gibi gerile gerile
Ölürken görmedim Dilber‟i anlattılar
Dilberin yüzü bir kupa kızı gibi ezberimde
Gerilen ellerinin acısı yüreğimdedir.
Sonra ikbal,
On beş yıldır yatalak ninemizin
Emektar hizmetçisi
(…)
Bir kenarda Havza‟da can veren Ayşe
Karnı su toplamış
Hüt dağı gibi şişmişti
Yüzü zaguda gibi yemyeşildi.
Ayşe‟yi kurtarmak için
Avuç dolusu para sarfettiler
Günlerce karnından bir leğene su boşalttılar.
En sonra Maçkalı kız kardeşler
Biri dokuz yaşında öteki on üç
Yanımızda ne kadar kaldılar hatırlamak güç
Yalnız birisine şehrin öteki ucunda yan baksalar
Söz atıp çelme taksalar
Kardeşi yırtıcı bir kaplan gibi saldırırdı
Evde oturanların üzerine
Velhasıl bir türlü hizmetçiliği benimsemediler
Onları dört beş ay güç belâ zaptettiler
Nihayet Karadeniz vapurunda bir metre murabba
yer bulundu
Kardeşler Maçka‟ya sevkolundu ( Eyüboğlu, 2006, s. 73).
Şiir rüya anlatısı olarak kurgulanmıştır. Önce şair “uyku kardeşim gel koluma
gir” dizesi ile şiirin anlatısını oluşturmaya başlar ve “nasıl oldu da rüyama
girdiler farkında değilim” dizesiyle anlatıyı netleştirir. Şair şiirde her bir hizmetçiyi
ayrı ayrı betimler ve anlatır. Ancak bu betimlemelerin ortak bir amaçta
birleştiğini göremeyiz. Şair yalnızca hizmetçileri anlatır, şiir bir sonuca
ulaşmadan iki kız kardeşin tasviri ile sona erer. Yani her figür şiirde kendi
başına hareket eder, ortak bir noktada birleşmez.
“Kırk Odalı Konak” şiiri de çokluk özelliğini gördüğümüz bir şiirdir:
140
Birinci odanın pencereleri denize bakar
Denize bakan odada üşüyen bir çocuk var
Üşüyen çocuk durmadan gemilere bakar
Gözlerinde tomurcuklanan arzular
Kulaklarında salkım salkım
Donan sesler var.
İkinci odada saçları badem yağıyla taranmış
Küçük bir kız var
Bir bayram sabahı yeni elbiselerini giydirdiler
Saçlarını sımsıkı taradılar
Kurdelâlarını taktılar
Onu çok güzel bir yere götüreceklerdi unuttular.
Üçüncü odada en güzel şiir gibi çırılçıplak
Bir kadın uyur
Odada her şey kütük gibi sarhoştur
Şamdanlar hazdan eğrilmiş
Mumlar zevkten yamru yumrudur
Çırılçıplak kadının gördüğü rüyalar
Pencerenin ötesinde hakikat olur.
Dördüncü odada bir ilahi duyulur
Bu ilahi Yunus‟undur.
Beşinci odada derisi altın köpüklü bir kahve gibi
Buram buram tüten
Sesi bir muz kadar lezzetli
Masal söylerken taş kesilmiştir
Bu kızın dizinde beş tane çocuk var
Bu kız onlara Dilalem Çengisini anlattı.
Çocuklar korkularından taş kesildiler
Ve hepsi taş kesilince onları aldılar
Bir guguklu saatin üstüne koydular
Her saat başı
Dilalem Çengisi gel çık!
Dilalem Çengisi geel çııık
Bir oda var
Kapısı açılınca
garîb
Kapanırken
gurbet
der
21
Altıncı odada bir şair var
Şairin bütün derdi öteki odalar (Eyüboğlu, 2006, s. 42).
Şiirde yer alan kişiler; birinci odadaki çocuk; ikinci odada unutulan kız çocuğu;
üçüncü odada uyuyan çıplak kadın; beşinci odada taş kesilen kız ve beş çocuk;
altıncı odada ise şairdir. Tüm bu kişiler bir masalın kahramanlarıdır ancak son
odada yer alan şair diğer kahramanlardan daha önemlidir, çünkü diğer odalarla
ilgilenir. Diğer kahramanların şiirde var olma nedenleri şairdir. Ayrıca şiirde kırk
odanın yer alması beklenirken yalnızca altı oda bulunur ve şiir tamamlanmamış,
21
Sözcük 2006 basımlı Dol Karabakır Dol Bütün Şiirleri isimli kitapta “şiir” olarak yer alır. Ancak
1953 yılında basılan Üçü Birden isimli şiir kitabı incelendiğinde sözcüğün “şair” olarak geçtiği
görülür. Bu nedenle yukarıdaki alıntıda şiirin mantıksal bütünlüğü açıcından Üçü Birden isimli
kitapta yer alan şekline yer verilmiştir.
141
şiirin kahramanları ve odaların şiirde yer alma nedenleri de belirlenmemiş olur.
Sonuca bağlanmayan masalda her kahraman kendi başına varlık gösterir.
“Paris Müstemlekeleri Sergisi-3” şiirinde de çokluk ilkesini görürüz:
Göstererek iri kazma dişlerini
Sergi, açmış Hipopotam ağzını
Müstemlekelerini bir muz kadar
Suhuletle soyanlar
Kocaman bir panayır kuruyor.
Geziyoruz mukavvadan “Ankor” mabedinin
Ölüm tehlikesi olmayan köşelerini
Binip sivri burunlu
Bir ok işaretinin sırtına
İniyoruz dehlizlerinde
Yüz mumluk lambalar yanan mabedin
Bodrum katına.
Duyduk mukavva tavanlı mabette
Sesini kaybeden Budaların
Donuk şikâyetlerini
Dinledik bir Çin saksısından
Pirinç toplayan Çin kadınlarının
Kırık dökük ayetlerini.
Çıktık
“Ankor‟un bodrumlarından
Girdik, İsa‟ya günde üç nöbet
Boynuz takan rahibelerin
Yaldızlı bir kilisesine
O rahibeler ki
Haşa
Günah işlemiş olurum söylesem size.
Duglas bıyıklı bir delikanlıya
Nasıl göz kırpıp sırıttıklarını.
Onlar
İsa‟ya boynuz takadursunlar
Davul karınlı paça dudaklı zenci yavrularına
Aspirin diye salip yuttursunlar
Ankor‟un silueti…
Göklere içli bir Çin nakışı çizerken
Sergiden uzaklaştık…(Eyüboğlu, 2006, s. 372).
Şair şiirde Paris‟te gezdiği bir sergiyi daha doğrusu izlenimlerini anlatır. Böylece
şair sivri burunlu ok işaretinin sırtına biner, Çin saksısından hikâyeler dinler.
Şiirde yer alan figürler; Ankor mabedi, Budalar, Çin saksısı, Çinli kadınlar,
rahibeler, kilise, Duglas bıyıklı delikanlı, zenci çocuklardır. Şiire bakıldığında şair
sanki bir sergiden çok korku filminden bahsediyor gibidir. Şiirin tüm figürleri
olumsuz bir anlatımda birleştirilmiştir. Hepsi kendi öz varlıklarından soyunmuş,
şairin onlara yüklediği anlamları üstlenmişlerdir. Serginin “kocaman bir panayır”
olarak betimlenmesi şiirin çokluk üslup özelliğini destekler. Panayırın kalabalıktır
ve panayırı gezmeye gelen insanlar ile panayırda yer alan eğlence araçları,
142
satıcılar vs. kendi başına hareket eder. Herkes ne isterse onu yapar. Böylece
şiirde yer alan figürler de panayır içinde istedikleri gibi hareket ederler.
“Gözlerimin Bahçesinde” şiiri de çokluk ilkesinin görüldüğü şiirlerdendir:
Gözlerimin bahçesinde buram buram tüten yollar
Gözlerimin çeşmesinden dizi dizi içen kuşlar
Gözlerimin avlusunda taşan havuz
Gözlerimin can evine yuva kuran güvercinler
Gözlerimin arkasında tıpış tıpış gezen cinler
Gözlerimin kubbesinde çınlayan billur
Gözlerimin camlarına yağan yağmur
Gözlerimin cennetine gülen bahar
Gözlerimin arkasında ne var? (Eyüboğlu, 2006, s. 26).
Şiirde sekiz ayrı figür yer alır; yollar, kuşlar, havuz, güvercinler, cinler, billur,
yağmur ve bahar. Her bir figürün/nesnenin yer aldığı dize şiirde kendi başına
hareket eder. Şair her cümlede farklı bir figüre yer verirken son dizede sorduğu
soru, belki de yukarda sıraladığı tüm nesnelerin dışında başka bir nesnenin
varlığı ile cevaplanma ihtimalini taşır. “Gözlerimin” sözcüğünün tekrarı şiirin
çerçevesini çizer. Ancak bu çerçeveye dizeler dağınık halde yerleşmişlerdir; her
dize bağımsızdır. Böylelikle ortaya çıkan çokluk ilkesi şiirde yer alan her figürün
kendi başına öne çıkmasına neden olur.
Çokluk ilkesinin görüldüğü şiirlerde geçen destan, pazar, panayır, İstanbul,
çarşı, hizmetçiler, masal sözcükleri kendi içlerinde de çokluk kavramı yer alır.
Bu nedenle çokluk ilkesinin görüldüğü şiirler, nesne ve kişi sayısının fazla
olduğu şiirlerdir. Bunun nedeni ise şiirde yer alan figürlerin şiirin anlatısı
bakımından ne şekilde hareket ettiklerinin belirlenmesidir. Çokluk ilkesi ile
karşılaştığımız şiirlerde nesnelerin/figürlerin birbirlerinden bağımsız, şiirde ortak
bir sonuç gözetmeden ve her birinin özgül değerleriyle var olur. Çokluk ilkesinin
öne çıktığı şiirler, şairin tek tek kişilerden/nesnelerden bahsettiği, şiirin sonunda
ise ya şiirin genel anlatımından farklı bir konu üzerinde durduğu ya da
nesnelerin/kişilerin şiirde bulunma amaçlarını belirtmediği şiirlerdir.
143
2.8. BĠRLĠK
Wölfflin, resimde Baroğun özelliklerinden yola çıkarak birliği şu sözlerle açıklar:
Baroktaki birlikte iki şey rol almaktadır: Tek tek figürlerin bağımsız görevlerinin
ortadan kalkması ve hâkim olan genel bir motifin olanca gücüyle belirtilmesi
(Wölfflin, 1990, s.188).
Birlik, resimde tek bir figürün merkezde olduğu ve vurgulandığı bir üsluptur.
Tabloda birden fazla figür olduğunda bile, bu figürler merkezdeki figürü
belirtmek için ordadır. Şiirde de aynı durum geçerlidir; tek figürün öne çıkarıldığı
şiirler birlik özelliği gösterir. Şair, vurgulamak istediği nesneyi, kişiyi ya da olayı
diğerlerinden ayırır; yan figürler de şiirde ana olayı vurgulamak için yer alırlar.
Birlikli üslupta bütün figürlerin amacı aynıdır, bu nedenle bütünlük içinde hareket
ederler.
“Karınca” şiirinde şair “karınca”yı öne çıkarmak için “insan” figürünü
kullanır:
Ulan karınca
46‟ncı kata nasıl çıktın
Merdivenle mi
Asansöre mi bindin?
Ulan insan
Kendini beğenmiş şaşkın
Demek senin yaptığını
Yapabildiğime şaştın
Bahse girer misin her işte
Karıncadan üstün olduğuna?
İnsanoğlu güldü
Sonra 46‟ıncı katın
Pencerelerinden birini açtılar
İkisi birden atladılar
İnsancık torba kâğıdı gibi
Patlayıverdi kaldırımda kan revan
Karıncaya gelince acelesi yoktu
O daha 42‟inci katın önündeydi (Eyüboğlu, 2006, s. 296).
Şiirde iki figür yer alır: Karınca ve insan. Şair, insanın karıncayı aşağılamasını
konu ederken ikisine de aynı olay içinde yer vererek gerçeği sunar. Aynı anda
144
pencereden atlayan karınca ve insanın durumlarını anlatır. İnsanın ağırlığı ile
karıncanın
ağrılıklarının
zıt
durumları;
insanın
yere
çakılıp
karıncanın
çakılmaması şairin karıncayı odaklaştırmasını sağlar. Şairin amacı karıncanın
durumunu anlatmak olduğu için onu insanla kıyaslar. Böylece şiirde insan figürü
karınca figürünü belirtmek ve öne çıkarmak için kullanılır. “Karınca” şiirin
merkez figürüdür.
“Ağaç Dili”nde şair birden fazla figürün “balta”yı vurgulamasını sağlar:
Sabah oldu.
Ağaç
Her günkü yerine
oturdu
bekliyor.
Ne güzel biliyor
Beklemesini ağaç
Ne kadar telaşsız
Ne kadar emin.
Rüzgâr giriyor koluna
Serçe konuyor dalına
Doymadan alına moruna
Balta saplanıyor beline
Baltanın da sapı ağaç…
Gülüyor mu?..ağlıyor belki…
Neyleyip etmeli
Ağaçça dilini
Sökmeli!.. (Eyüboğlu, 2006, s. 403).
Şiirin temel figürü “balta”, yan figürleri “ağaç”, “rüzgâr”, “serçe” ve “balta”dır. Şair
ikinci dizede ağacı şiirin merkezine yerleştirir: sabah olur ve ağaç her günkü
yerine oturur ve her gün olan sıradan şeyler olur yaprakları rüzgârda saplanır,
dalına kuşlar konar… Sonra birden balta saplanır gövdesine ve ağaç kesilir.
Şair baltayı “baltanın sapı da ağaç” dizesiyle vurgular ve diğer figürlerden öne
çıkarır. Şairin amacı baltanın sapı ile ağaç arasındaki ilişkiyi göstermek
olduğundan, balta özellikle belirtilen figürdür.
“Duranla Durmayan” şiirinde şair hareket zıtlığıyla birliği sağlar:
Ben duruyordum
Rüzgâr esiyordu
Ben duruyordum
Yağmur yağıyordu
Ben duruyordum kuşlar uçuyordu
145
Ben duruyordum
Benden başka her şey
Kımıl
Kımıl
Kımıldanıyordu.
Ben duruyordum
Yüreğim atıyordu
Ben duruyordum
Güneş batıyordu
Ben duruyordum
Karınca durmuyordu
Ben duruyordum
Saat tam onikiyi vuruyordu (Eyüboğlu, 2006, s. 397).
Şiirin temel figürü “ben” yani şairdir. Şair hareketsizliğini vurgulamak için
etrafındaki diğer şeyleri hareket ettirir. Şair, şiirin ortasında kımıldamadan
dururken
rüzgâr,
yağmur,
kuşlar,
karınca,
güneşin
hareketi
şairin
hareketsizliğine dikkat çekmek için kullanılır. Bu figürlerin hareketliliğindeki
amaç, şiirin temel figürüne dikkat çekmektir.
“Bir Şahit Aranıyor” şiirinde birlik üslubunu görürüz:
Yaşadım!
Erik ağaçları şahidimdir
Yıldızlar şahidimdir.
Yaşadım!
Avuçlarımın gücü yettiği kadar
Dağları, kadınları, meyveleri
Yaşadım!
İncirin dallarına yürüyen süt
Yonca tarlasından gelen nefes
Horozun ibiğinden damlayan kan
Yollar ve sevgili türküler şahidimdir (Eyüboğlu, 2006, s. 50).
Şiirin yan figürleri erik ağaçları, yıldızlar, dağlar, kadınlar, meyveler, incirin
dallarına yürüyen süt, yonca tarlasından gelen nefes, horozun ibiğinden
damlayan kan, yolar ve türkülerdir. Tüm bu figürler şairin yaşadığını vurgular ve
bu amaç için bir arada yer alır. Her figürün görsel değeri tek başına şiirde
etkilidir ancak bu görsellik şairin yaşadığını kanıtlamaya hizmet eder. Böylece
şiirde birlik ilkesi sağlanmış olur.
“Susadım” şiirinde şair kendini de yan figür olarak şiire yerleştirir:
146
Susadım
Üç tane elam soydular üç tane portakal
Nafile
Bir bardak suyun yerini tutmadı
Acıktım
Kuş südü, kuru üzüm getirdiler
Nafile
Bir çimdik somunun yerini tutmadı
Seni düşündüm kadınım şükrederek
Su gibi aziz olasın her daim
Ekmek kadar mübarek (Eyüboğlu, 2006, s. 101).
Şiirde iki aşamalı birlik söz konusudur. İlk aşamada elma, portakal, kuş sütü,
kuru üzüm; ikinci aşamada su ve ekmek yan figürleri yer alır. Şairin
sevgilisi/karısı ise şiirin merkez figürüdür. Ancak su ve ekmek sevgiliyi
vurgulamak için; elma, portakal, kuş sütü ve kuru üzüm ise su ve ekmeği
vurgulamak için kullanılır. Tüm yan figürler önce kendi aralarında birbirlerinin
değerini belirtmek için sonra sevgilinin değerini ortaya koymak için birleşirler.
“Yaaaaa…” şiirinde de birlik üslubu aşamalı şekilde yer alır:
Vatan mübarektir kabuuul
Toprağı somun
Dikeni döşek
Uğrunda döğüşmeyen
Eşşoğlu eşek
Ama ya dünyamızla birlikte başlayan sızı: ekmek
Peki ya ekmek kadar eski vatan kadar gerçek
Ya erkekle dişi dişiyle erkek? (Eyüboğlu, 2006, s. 222).
Şiirin temel figürü/fikri kadın ve erkeğin durumudur. Ancak şair vatan, toprak,
diken figürlerini sonra ekmek figürünü kullanır. Vatan ve ekmek figürleri kadın ile
erkek arasındaki ilişkiyi vurgulamak için şiirde yer alırlar. Toprak ve diken
vatanı; vatan ekmeği, bütün bu figürler bir arada kadın ile erkek ilişkisini
vurgular.
“Dikine Perdah” şiirinde figürler olumsuz anlam çevresinde birleşirler:
Yeşil mi? Tabiat ana çekmiş ağaca
Mavi mi? Denize
Boz bulanık mı? Taşa toprağa
Pembe mi? Güle.
Al iskele- tam iskele dayan
İstikamet insan eli
Yüzde yüz insan eli kokmalı
147
Senin elinden çıkan
Gülden kokusunu eben de çıkartır
Senin icat ettiğin gülün benzeri olmamalı
İnsanları güller kadar sevindiren
Uçak mesela
Senin gülün
Lokomotif senin gülün
Atom bombası sensin gülün
Topları
Tüfekleri
Mitralyözleri icat eden
Alsın icadını kıçına soksun (Eyüboğlu, 2006, s. 315).
Ağaç, deniz, toprak, gül, uçak, lokomotif, top, tüfek, mitralyöz, atom bombası
şiirin amacını belirtmek için birlikte hareket ederler. Önce olumlu anlam içeren
sözcüklerle başlayan şair, anlamları olumsuza doğru götürür ve şiirde
olumsuzluk hâkim olur. Şiirde merkez figür bu olumsuzluktur. Şair bunu
anlatmak için olumlu ve olumsuz anlam içerikli sözcükleri birlikte kullanır. Zıt
gönderimli sözcüklerin birlikteliği şiirin amacını vurgulayarak birlik üslubunu
oluşturur.
“Karanlığım” şiirinde şair aynı renkte gönderimlerle birliği sağlar:
Benim karanlığım bir karaböcek
Benim karanlığım bir kara çiçek
Benim karanlığım gitti gidecek
Benim karanlığım minik bir kuştur
Can çiçek açar açmaz dalıma konmuştur
O gün bu gün anca beraber kanca beraber
Benim karanlığım karamuşum
Benim karanlığım bir kara kazan (Eyüboğlu, 2006, s. 337).
Karaböcek, kara çiçek, karamuş ve kara kazan sözcükleri şiirin siyah rengini
vurgular. Şiirin temel figürü şairin karanlığıdır ve diğer figürler de şairin karanlığı
gibi siyah renktedir. Ancak şairin karanlığına göre daha açık renktedirler.
Böylece merkezi figürün daha koyu renkte görünmesini sağlarlar. Şiirdeki tüm
siyah figürler şairin karanlığını belirtmek için bir aradadır ve simsiyah bir şiir
oluştururlar.
“Marifet” şiirinde tüm figürler “güzel kokmak” eylemini vurgulamak amacıyla bir
aradadır:
148
Marifet hiç ezilmemek bu dünyada
Ama biçimine getirip ezerlerse
Güzel kokmak
Kekik misali
Lavanta çiçeği misali
Fesleğen misali
Itır misali
İsâ misali
Yunus misali
Tonguç misali
Nâzım misali (Eyüboğlu, 2006, s. 338).
“Ezilsen bile güzel kokacaksın” şiirin temel fikridir. Şiirde yer alan figürler bu fikir
çevresinde birleşirler. Kişiler bu dünyada bir şekilde haksızlığa uğramış ancak
yine de kalıcı eserler bırakmış, faydalı olmuş insanlardır. Bu insanların bir arada
bulunmaları şiirin ana fikrini vurgulamak amaçlıdır. Her biri kendi özgül
değerleriyle şiirde yer alır ancak bir amaç için birleşirler. Bu da şiirin birliğini
sağlar.
Birlik üslubunu ele aldığımız bu bölümde yer alan şiirlerin çok figürlü şiirler
olduğu ancak bu figürlerin şiirde tek bir amaç için birlikte hareket ettikleri
görüldü. Şiirlerin tek bir temel figürü vurgulamak amacıyla yan figürlerle
desteklendiği,
yan
figürlerin
kendi
özgül
değerlerini
temel
fikri/figürü
desteklemek amacı ile kullandıkları belirlendi. Böylece resimde birlik üslubunun
şiirde de geçerli olduğu ortaya konmuş oldu. Şiirlerde birlik üslubu iki şekilde
ortaya çıkar: Birincisi tek dereceli yani tüm yan figürlerin aynı derecede
öncelendiği; ikincisi iki aşamalı şekilde bazı yan figürlerin diğer yan figürleri
öncelediği ve öncelenen yan figürlerin de ana figürü vurguladığı birlik üslubu.
Ele alınan dokuz şiirin ikisinde iki dereceli vurgulama yer alır. Diğer yedi şiirde
bütün yan figürler tek bir biçimde merkezi figürü vurgular.
2.9. BELĠRLĠLĠK
Wölfflin, Sanat Tarihinin Temel Kuramları kitabında belirlilik ve belirsizlik için
şöyle bir giriş yapar:
Klasik sanatta güzellik, şeklin hiç eksiksiz olarak kendini belirtmesine bağlıydı;
buna karşılık Barok‟ta sanatçının maddi gerçekliği tamamıyla vermek istediği
149
yerlerde bile, salt belirlilik azalmıştır. Resmin görüntüsü nesnel belirlilikle
tamtamına uyuşmaz, tersine ondan kaçınır. (Wölfflin, 1990, s. 232).
Klasik üslup bir nesneyi tüm ayrıntılarıyla çizer, Barok‟ta ise nesne, gerçekte
olduğundan uzak çizilmeye çalışılır. Her şeklin en belli olduğu bir görünüş tarzı
vardır. Böyle bir görünüş için önde gelen şart onun baştan başa eksiksiz olarak
görülebilmesidir (Wölfflin, 1990, s. 234). Bu açıdan bir resimde yer alan her
figürün kendini öne çıkarması için güçlü bir tasvire ihtiyacı vardır. Wölfflin‟e
göre resimde belirlilik her nesnenin tüm ayrıntılarıyla çizilmesi demek değildir
çünkü bu mümkün değildir:
16. yüzyılda desen tamamıyla belliliğin hizmetine girmişti. Ama bu, mutlaka, her
şeklin başlı başına belli olması gerektiği demek değildir, sadece, her şekilde, kendini
belirtmek için güçlü bir eğilim vardır. Tek tek şekiller en olgun bellilik derecesine
erişmemiş olsalar bile –zati bu da, o kadar şeyi içinde toplayan bir tabloda mümkün
değildir- gene de belirtilmemiş hiçbir şey kalmamıştır (Wölfflin, 1990, s. 235).
Tüm nesnelerin kendini öne çıkardığı, nesnelerle ilgili çizilmemiş bir noktanın
bulunmadığı resimlerde bellilik söz konusudur. Her nesnenin tüm ayrıntılarının
çizilmesine imkân yoktur, çünkü tuval resmi sınırlar. Resimde nesneleri belirlilik
ilkesine göre çizmek, nesnelerin en tipik şekilde görünmelerine neden olmuştur.
Belirlilik ilkesi Eyüboğlu‟nun dokuz şiirinde görülür. Dokuz şiirin sekizi
Eyüboğlu‟nun 1941 yılında basılan Yaradana Mektuplar, 1948‟de basılan
Karadut ve 1956‟da basılan Dördü Birden kitaplarında yer alır. Bir şiirin ise tarihi
belirli değildir. Yani belirlilik ilkesinin görüldüğü şiirler şairin ilk dönem şiirleridir.
“Oğlum Mehmed‟e Büyük Şehirlerimizi Takdim Ederim” şiirinde belirlilik ilkesini
görürüz:
Sana büyük şehirlerden bahsedeceğim;
En büyük camiler orda kurulur
En küçük mezarlar orda kazılır
En kara yazılar orda dizilir
Yüksek minarelerde selâ verilir
150
Civar hanelerde zina edilir
Büyük şehirlerde yalan söylenir tosunum
Halbuki küçük köylerin
Mezarlığı bile yoktur (Eyüboğlu, 2006, s. 36).
Şiirin ilk bölümünde yer alan mekânların büyük, küçük, yüksek, kara gibi
sıfatlarla tasviri şiirde belirlilik ilkesine uygundur. Şair büyük camilerin, küçük
mezarların olduğu; zina edilip yalan söylendiği evlerin olduğu bir şehri anlatır.
Her bir mekân en ince ayrıntısına kadar anlatılmamış olsa da şairin büyük şehir
ile ilgili bir ayrıntı kalmamıştır. Şiirde yer alan nesneler şehrin şairin anlatacağı
yüzünü açık biçimde ortaya koymaktadır.
“Kırk Odalı Konak”
şiirinde odadaki nesneler ayrıntılı olarak tasvir edilir ve
belirginleştirilir:
İkinci odada saçları badem yağıyla taranmış
Küçük bir kız var
Bir bayram sabahı yeni elbiselerini giydirdiler
Saçlarını sımsıkı taradılar
Kurdelalarını taktılar
Onu çok güzel bir yere götüreceklerdi unuttular.
Üçüncü odada en güzel şiir gibi çırılçıplak
Bir kadın uyur
Odada her şey kütük gibi sarhoştur
Şamdanlar hazdan eğilmiş
Mumlar zevkten yamru yumrudur
Çırılçıplak kadının gördüğü rüyalar
Pencerenin ötesinde hakikat olur (Eyüboğlu, 2006, s. 42).
İkinci odada yer alan kızın saçlarının badem yağıyla tarandığı bilgisini bile verir
şair, oysa saçları sıkıca taranmış küçük bir kız görüntüsünde, saçlarının ne ile
tarandığını anlamak zordur. “Badem yağı” şiirde belirliliği sağlayan en önemli
ayrıntıdır. Şair bu ayrıntıyla görüntünün netliğini ve gerçekliğini pekiştirmiştir.
Üçüncü odada yer alan kadının çıplaklığı ile mumların ve şamdanların eğik
durumda çizilmesi de bellilik ilkesi açısından önemli ayrıntılardır. Mumların ve
şamdanların eğriliği odanın görüntüsünü ve şairin yaratmak istediği etki
açısından çok önemli ayrıntılardır; böylece şairin bölümde çizmek istediği
görüntü de net bir biçimde okuyucunun zihninde canlanır.
“Hizmetçiler” şiirinde belirlilik ilkesi hizmetçilerin tasviri ile oluşur:
151
Günlerden bir gün canına tak dedi biçarenin
Meğer elektrik düğmesi kadar memelerine
Ancak yirmibeşinde süt yürümüş
İkbal! Elmacık kemikleri çürümüş
On beş senelik emekten kala kala
Cebinde bir kutu oksit dö zenk merhemi bir kutu pudra
Ve dudaklarında tahta kurusu gibi ezilmiş bir tebessüm.
Eşkıya misali dağa çıktı İkbal
Ve ilk rastladığı erkeğe
Zorla ikram eyledi
Çürümüş elmacık kemiklerini
Üç beş ay avare dağlarda dolaştı
Orospu olmuş dediler
Veremden öldüğünü duyduk.
Bir kenarda Havza‟da can veren Ayşe
Karnı su toplamış
Hüt dağı gibi şişmişti
Yüzü zaguda gibi yemyeşildi (Eyüboğlu, 2006, s. 74).
Şair şiirin tamamında beş hizmetçiden bahseder ancak yalnızca iki hizmetçi ile
ilgili ayrıntılı tasvir yapar. İkbal‟in elmacık kemiklerinin çürüklüğü ve göğüslerinin
küçüklüğü; Ayşe‟nin karnının şişliği ve yüzünün yeşil rengi her iki kişinin
çiziminde önemli bilgilerdir. Şiirde şair her hizmetçiyi aynı şekilde çizmez, her
birinin öne çıkan özelliklerini ayrıntı olarak verir ve böylelikle bir hizmetçiyi
diğerinden ayıran özellik onun belirli hale gelmesini sağlar.
“Bir Gemi Vardı” şiirinde şair nesnenin tasvirini ayrıntılı şekilde yapar:
Bir gemi vardı büyük beyaz rahat
Gamsız kasvetsiz kalender
Şarkılar içinde gelir şarkılar içinde gider.
Bir gemi vardı.
Köstence‟den delişmen seyyahlar
Yafa‟dan portakal taşırdı.
Tam bizim evin önünde dururdu.
Renkleri, biçimi, nefesi
Ve uğulmuş keten kokulu şarkılarile
Bütün evimizi doldururdu.
Hele bir bayrağı vardı taptaze
Bana her zaman gelincik dolu yonca tarlalarını
Ve renkli kalemlerle donanmış alfabeleri hatırlatırdı
Bir gemi vardı büyük beyaz rahat
Gamsız kasvetsiz kalender
İyi insanlarla gelir
İyi denizlerle gider.
Her şeye herkese güler
Hepimize hayal meyal bir şeyler vadederdi.
Bir gemi vardı
Harp çıkınca ona bir hal oldu
Kırıldı kolu kanadı dili tutuldu.
Taş kesildi yolları birer birer
Artık ne ılık denizlerde sefer
Ne yosma kıyılardan haber
152
Köstence limanı hayal
Yafa portakalları haram oldu (Eyüboğlu, 2006, s. 102).
Gemi büyük ve beyaz bir gemidir. Hem yolcu hem de yük gemisidir. Sefer
yaptığı limanların ismini de belirtir şair. Şiirde aslında belirsizlik özelliğini de
kullanır şair. Örneğin geminin bayrağını “bana her zaman gelincik dolu yonca
tarlalarını ve renkli kalemlerle donanmış alfabeleri hatırlatırdı” dizeleriyle anlatıp,
bayrağı okuyucunun hayal etmesini sağlamıştır. Aynı şekilde son dizelerde
geminin artık çalışmadığını anlatmak için “harp çıkınca ona bir hal oldu kırıldı
kolu kanadı dili tutuldu” cümlelerini kullanması anlatımda belirsizliğe neden olur
çünkü nesnenin durumunu okuyucunun hayal etmesini gerektirir.
“Çil Çil” şiiri de belirlilik özelliği gösterir:
Bir kayısı dalı mavilik içinde
Çilli yaprakları ışık içinde
Pembe damarları çırılçıplak
Hepsi de üç türlü yeşil içinde,
Mernuş der ki:
İş var işin içinde
Ne güzel erimek aşk içinde
Neylersin
Zerresi kalmış benim içimde (Eyüboğlu, 2006, s. 180).
Bu şiirde ışık, nesneleri ayrıntılı biçimde gösterebilmek için kullanılmıştır. Kayısı
dalına vuran ışık yapraklardaki damarların görülmesini sağlar ve izleyiciye
ayrıntıları gösterir. Şair, yaprağın rengini, damarlarını gün ışığı altında çizerek
doğal bir görüntü oluşturur. Şiirde, gün ışığının altındaki yaprağın yeşili ile
damarlarının pembeliği gerçeğe çok yakındır.
“Yazma Destanı” isimli şiirin ilk bölümünde de şair şiir kişisini ayrıntı vererek
anlatır:
Söylemesi benden çalıp oynaması Sulukule‟den
Yazmacı güzeli Binnaz, hastır boyaları çıkmaz
Çil çil olmuş boyadan koltukaltları
Yıldız yıldız benleri var sayılmaz.
Yazmacı güzeli on altı yaşında
Her yanı boya içinde ama alnı açık, aklı başında
Bir de karanfili var kulağının arkasında pembe pembe
güller
Yazmacı güzeli Binnaz hem yazma basar hem şarkı söyler (Eyüboğlu, 2006, s. 188).
153
Şair hem kişinin ismini, hem yaşını hem de yaşadığı mekânı açıkça belirtiyor.
Okuyucu bu bilgilerle kızın on altı yaşında bir Çingene kızı olduğu bilgisine
ulaşıyor. On altı yaşında eli yüzü boya içinde, koltukaltları çil çil, vücudunda
benleri olan, kulağının arkasında her zaman pembe karanfil taşıyan Çingene
kızın bilgilerini açıkça vererek ayrıntılı bir tasvirle şiire belirlilik özelliği katıyor.
“Üçüncü Tekerlek” şiiri de arabanın ayrıntılı biçimde tasviriyle belirlilik özelliği
kazanır:
Böylesini görmemiştim
Öndeki tekerlekler kocaman
Arkadaki minnacık
Bir tek
Uydurma telle bağlanmış
Çıktı çıkacak
Arabayı çeken bir küçük eşek
Yanda bir numara küçük sıpası
Tüyleri daha uzun
Gözleri daha büyük
Ama hasta mıdır nedir
Düştü düşecek
Bugün efkârlıyım gönlüm haraba
Kasabın önünde durdu araba,
Arabacı yampirik tekerleği düzeltti
Dükkândan tam dört tane but yüklendi
Şöyle bir başını çevirdi baktı eşek
Butlar ağır değil ağır olmasına
Ama şu münasebetsiz üçüncü tekerlek
Gitti gidecek (Eyüboğlu, 2006, s. 212).
Arabanın yanı sıra arabayı çeken eşek ve eşeğin yanında yürüyen yavrusunu
da ayrıntılı anlatmıştır; yavru eşeğin gözleri daha büyüktür ve tüyleri daha
uzundur, ancak hasta gibidir. Eşeğin çektiği arabaya yüklenen butların sayısını
da belirtir şair. Belirliliği sağlayan ayrıntılı anlatım okuyucunun şiirde çizilen
resmi net olarak görmesini sağlar.
“Gön” şiiri de belirlilik özelliği taşır:
Asfalt mordu
Asfaltın yanıbaşında çayır
Çayırın ortasında bal rengi bir inek otluyordu
Üç adım ötede cin gibi danası
Arkada kocaman bir devedikeni
Dikenin önünde bir gelincik
Her yanı dikenden çimdik çimdik
154
Üzerinize güller deve dikeni
Gelinciğe bayağı sulanıyordu
(…)
Asfalt mordu
Bir bulut kopmuş Sivas elinden
Tam üstümüzden geçiyor derken
Asfaltta dev gibi kamyonlar peydah oldu
Ağızlarına kadar gön yüklü kamyonlar
Bir tuzlu, bir murdar deri kokusudur sardı çayırı
İnek bir müddet danasını oyaladı
Çıkardı kocaman dilini tatlı tatlı
Yavrusunu bir güzel yaladı
Ama kaçın kurası idi bu dana
Beyaz dişleri arasında bir tutam yeşil
Gözlerini dikmiş kamyona, başladı birer birer saymaya
At gönü, katır gönü, eşek gönü, inek gönü
Ana, ana dedi dünyanın sonu bu mu? (Eyüboğlu, 2006, s. 223).
Şair her nesne ile ilgili bir ayrıntı vermiştir; inek bal rengidir, danası cin gibidir,
asfalt mordur, devedikeni kocamandır, kamyonlar dev gibidir, deri kokusu
murdar ve tuzludur, ineğin dili kocamandır, dananın dişlerinin arasında bir tutam
ot vardır… Çok fazla ayrıntılarına yer verilmese de bu betimlemelerle şiirde her
nesne mutlaka bir özelliği ile öne çıkar.
“Şipşak” şiiri de bu bağlamda ele alacağımız şiirlerdendir:
Karadeniz‟in dibinde çiçek açar mı
Mosmor simsiyah çiçekler derin
Kalın dudaklı tuzlu biberli yosunların
İri pullu patlak gözlü balıkların arasında
Bir ölü iniyor dimdik
Kurşun gibi çivileme
Hani asansörle inerken
Bir hoş olur insanın içi
Karadeniz‟in dibine iniyorum dimdik (Eyüboğlu, 2006, s. 308).
Şiirde şair çiçekleri, balıkları ve yosunları ayrıntı vererek betimler; mosmor,
simsiyah çiçekler; kalın dudaklı, tuzlu, biberli yosunlar ve iri pullu patlak gözlü
balıklar. Şair ayrıntılarına yer verdiği nesnelerin arasında kendisini “ölü” olarak
betimler ve denizin dibine indiği görüntüsünü çizer. Bu görüntüde şair ile ilgili bir
tasvir bulunmasa da nesnelerin ayrıntılı tasviri görüntünün netliğini oluşturur.
Bu bölümde belirliliğin şiirlerde figürlerin ayrıntılı şekilde tasvir edilerek
sağlandığı görüldü. Klasik resmin ayrıntıcı üslubunun şiirlerde de aynı şekilde
yer aldığı; şiirlerdeki figürlerin fiziksel özellikleri ile ilgili bir bilginin mutlaka
155
verilerek belirlilik etkisinin yaratıldığı ortaya çıktı. Işık unsurunun ise belirlilik
üzerinde yalnızca bir şiirde etkili olduğu belirlendi.
2.10. BELĠRSĠZLĠK
Wölfflin
belirsizlikte
resmin
görüntüsünün
nesnel
belirlilikle
tamtamına
uyuşmadığını, tersine ondan kaçındığını söyler (Wölfflin, 1990, s. 232).
Belirsizlik resimde tüm ayrıntıların görülmesine izin vermez, izleyicinin hayal
gücünü kullanmasını ister:
Barok, tam bellilikten kaçınır. Ayrıntıların seyirci tarafından tahmin edilebileceği
yerlerde her şeyi söylemek istemez. Dahası da var: güzellik artık hiç de tamamıyla
kavranabilecek belliliğe bağlı değildir, tersine daima kavranılamaz bir yönleri olan
ve seyirciden boyuna kaçıyormuşa benzeyen ilgi, yerini sınırsız hareketli
görüntülere olan ilgiye bırakmıştı. Onun için kolay anlaşılır, tamamıyla cepheden ya
da profilden görünüşler ortadan kalktı, ifade, beklenmedik görüntülerde arandı
(Wölfflin, 1990, s.234).
Bir resimde nesnelerin belirsiz olması görünmedikleri anlamına gelmez.
Belirsizlik bir bakıma nesnenin gerçeklikte olduğundan farklı biçimlerde ifade
edilmesine; ayrıntıların gölgede bırakılmasına bağlıdır. Belirlilik ve belirsizlik
ilkesi nesnelerin ifade şekillerinin yanı sıra ışığın kullanımına da bağlıdır:
Klasik sanat ışık ve gölgeyi, desende olduğu gibi (dar anlamında), şekli belirtmek
için kullanmıştır. Her ışık tek tek şekilleri belirtmede, tümü de eklemleme ve
düzenlemede rol oynar. Barok da bu yardımcıdan, tabiatıyla vazgeçemezdi, ama
ışık onda artık sadece şekli belirtmeye yaramamaktadır. Yer yer ışık şekli aşar,
önemli olanı örtebilir ve ikinci derecede olanı belirtebilir, resim bir ışık hareketiyle
doludur, bu hareketin de nesnel bir belliliğin gereklerine asla uymaması lazımdır
(Wölfflin, 1990, s. 236).
Belirlilik özelliği gösteren bir resimde ışık, ayrıntıları göstermek için kullanılırken,
belirsizlik özelliği gösteren bir resimde ışık nesneleri örtmek için kullanılır ve bu
156
bazen ışığın çokluğu ile sağlanır. Eyüboğlu‟nun şiirlerinde de belirsizlik ışığın
yoğun kullanımıyla sağlanır. Bedri Rahmi‟nin yedi şiirinde belirsizlik ilkesi
görülür. Yedi şiirden biri 1941 yılında Yaradana Mektuplar‟da; ikisi 1948 yılında
yayınlanan Karadut’ta yer alır. Üç şiir ise Eyüboğlu‟nun Dol Karabakır Dol Bütün
Şiirleri kitabında Yayınlanmamış Şiirleri içindedir. Bir şiirin tarihi ise belirli
değildir. Belirsizliğin görüldüğü şiirlerin tarihsel olarak belli bir dönemde
toplanmadığı görülür. Eyüboğlu‟nun belirsizlik özelliği gösteren sekiz şiirinden
beşinde ( “Penceremin Önünde”, “Param Parça”, “Keklik Simalı”, “Gel Vur”,
“Trabzon Deyince”) ışığın yoğunluğu ayrıntıların görünmesine izin vermezken,
bir şiirinde (“Nafile”) hem aydınlık hem karanlık bir şiirinde yalnızca karanlık
(Paris‟te Gece-2), bir şiirinde de karanlık ve yapay ışık (New York Notları)
belirsizliğe neden olur.
“Penceremin Önünde” şiirinde ışığın yoğunluğu şiirdeki nesnelerin görüntülerini
siler:
Penceremin önünde deliklerden ışık boşanan
Kocaman bir gemi durdu.
Yarab! Benim de içimde bu kadar ışık yansa
Dünyalar benim olurdu.
Senin en karanlık göklerinde salkım salkım yıldızların var
Benim içimde insan ayağı değmemiş karanlıklar (Eyüboğlu, 2006, s. 45).
İlk dizede şiire giren ışık, geminin görüntüsünü kapatmış; daha sonraki
dizelerde geminin yer almasını engellemiştir. Şiire gemi ile giren ışık, sonraki
dizelerde bağımsız olarak hareket eder ve şiirin konusu haline gelir. Bu nedenle
de nesnenin görüntüsü ışığın altında kalır ve şekli belirsiz biçimde çizilir. Şiirde
geminin içinde yayılan ışığın yapay ışık olma ihtimali bulunur. Bu nedenle hem
yapay ışık hem de yıldızların doğal ışığı şiirin belirsizliğinde etkilidir.
“Param Parça” şiirinde kırık aynadan yansıyan görüntüler belirsizliğe
neden olur:
Ağaç bütün
Işık bütün
Meyve bütün
Benim dünyam param parça
Büyük bir ayna kırılmış
157
Kırılıp yere dökülmüş
Kâinat içine düşmüş
Düşmüş amma param parça.
Yaprak yaprak yapıştırdım
Diyar diyar dolaştırdım
Bir alevdir tutuşturdum
Yandım amma param parça (Eyüboğlu, 2006, s. 85).
Belirsizlik şiirin ikinci bölümünde kırık aynadan yansıyan görüntülerle başlar
şiirde çünkü kırılan aynada görüntüler parçalanmıştır ve nesne gerçekliğinden
uzaktır. Bütün kâinatın kırık aynadaki parçalanmış görüntüsü şiirde yoğun bir
belirsizliğe neden olur. Üçüncü bölümde ise “yaprak yaprak yapıştırılan, diyar
diyar dolaştırılan” nesnenin görüntüsü net değildir. Dizelerin konusu olan nesne
nedir? Bu açık olmayan anlatım da şiirde belirsizliğin nedenlerinden biridir.
“Keklik Simalı” şiirinde ise aynadan yansıyan yoğun ışık belirsizliğe neden
olur:
Güvercin topuklu yârim keklik simalı
Yüreğim sana çevrili
Şu dağların arkasında
Derya deniz ötesinde
Çarşı pazar ortasında
Uykunun bir köşesinde
Yüreğim sana çevrili.
Güvercin topuklu yârim keklik simalı
İçersine güneş vurmuş
Çıldırmış bir ayna gibi
Ne yana dönsem nafile
Yüreğim sana çevrili (Eyüboğlu, 2006, s. 105).
Öncelikle şair “güvercin topuklu yârim keklik simalı” dizesiyle yalnızca kendisinin
anlayabileceği bir tasvir yapmıştır. Bu nedenle okuyucu için sevgilinin tasviri
belirsiz kalır. İkinci bölümde ise belirsizlik ışığın yoğunluğu nedeniyle ortaya
çıkar. “İçersine güneş vurmuş çıldırmış bir ayna gibi ne yana dönsem nafile”
cümlesiyle yoğun ışık altında diğer dizeler kaybolur. Ayrıca çıldırmış aynadan
yayılan ışık şairin yönünü de kaybetmesine neden olur. Şiirde belirsizliğe neden
olan ışık güneş ışığıdır yani doğaldır. Aynadan yansıyan güneş ışığının gözün
görme yetisini etkilemesi şiirin belirsizliği için önemlidir çünkü okuyucu bu
158
nedenle
şiiri
bütün
halinde
göremez,
sevgilinin
fiziksel
özelliklerini
anlayamamasının nedeni de budur.
“Gel Vur” şiirinde de ışık belirsizliği yaratır:
Bak şu güneş nasıl geliyor
Sen de öyle gel be!!!!
Bak şu ışık nasıl vuruyor
Sen de öyle vur be!!!! (Eyüboğlu, 2006, s. 383).
Her iki bölümde de ışık en önemli unsurdur. İlk bölümde güneşin doğuşu; ikinci
bölümde ise ışığın vuruşu anlatılır; şair şiirde başka bir nesnenin görüntüsüne
yer vermez. Sevgili ile ışık özdeşleştirilir. “Nasıl” sözcüğünün kullanımı ve
tekrarı şiirdeki ışığın yoğunluğunu da vurgular. Bu yoğunluk altında şiirde başka
bir nesne görülmez.
“Trabzon Deyince” şiirinde de ışık görüntüleri belirsizleştirir:
Trabzon deyince aklıma Kemerkaya gelir
Kayanın dibinde bir kız soyunur
Bir sarışın şimşektir çakar kamaşır gözlerim
Bir saniye bile sürmez olup biten
Ama kaya yarılmıştır çoktan derinlemesine
Orta yerinden
Bir suret
Bir çırılçıplak aydınlık
Ölesiye saplanıp kalmıştır artık
Kayanın dibinde bir kız soyunur
Doya doya bakmaz Mernuş utanır
Şimdi durmuş kötü kötü düşünür (Eyüboğlu, 2006, s. 320).
“Sarışın şimşek” betimlemesi ile şiirde yer alan ışık bir anda öyle yoğunlaşır ki
görüntüler kaybolur. Ancak bu geçici bir kayboluştur çünkü şimşek yalnızca
saniyeler içinde çakar ve kaybolur. Kaybolduğunda ise kızın önünde soyunduğu
kaya ortasından yarılır. Şair bu şiirde de belirsizliği doğal ışıkla sağlar. Şimşek
çaktığı anda ortalığı kaplayan yoğun ışık şairin gözlerini kamaştırır ve görmesini
engeller. Aynı zamanda soyunan kızın vücudunun beyazlığı da şiirde önemlidir.
“Çırılçıplak aydınlık” betimlemesi şiirdeki ışığın etkisini artırır. Her iki durumda
da şiirde belirsizliği sağlayan ışık doğaldır.
159
“New York Notları” şiirinde ise belirsizlik yapay ışığın azlığından kaynaklanır:
5-10 tane mısır al mısır
Her birinin ötesini berisini ısır
Hiçbirini sonuna kadar yeme
Sonra bu mısırları al milyon defa büyüt
Tutu karanlığın içine at
Her birini içinden güzelce aydınlat
Al sana New York gecesi (Eyüboğlu, 2006, s. 295).
Şiirde belirsizlik öncelikle gecenin karanlığı nedeniyle ortaya çıkar. Şair New
York‟un gecesini yapay aydınlatmayla ışıklandırır. Ancak yapay ışıklar şehrin
ayrıntılı şekilde görünmesi için yeterli olmaz. Uzaktan bakan okuyucu/izleyici
için ışıklar altında yalnızca şehrin silueti görülür. Gecenin karanlığı ile birlikte
yapay ışığın yetersizliği şiirde belirsizliğe neden olur.
“Nafile” şiirinde ise belirsizlik hem karanlık hem de ışık ile sağlanır:
Simsiyah
Bembeyaz
Bomboşum
İster siyah tebeşirle çiz
İster beyaz tebeşirle
Nafile (Eyüboğlu, 2006, s. 421).
Şiirde simsiyah sözcüğü karanlığı yani ışığın yokluğunu, bembeyaz sözcüğü ise
aydınlığı yani ışığın varlığını anlatır. Her iki durumda da şairin görüntüsü yoğun
ışığın arkasında kalır. Çünkü “simsiyah” pekiştirmesiyle karanlığın zifiri karanlık
olduğu; “bembeyaz” pekiştirmesiyle de ışığın çok yoğun olduğunu anlıyoruz.
Şair de şiirinde simsiyah ve bembeyaz dışında bir betimleme kullanmayarak
görüntüsünün ışığın ve karanlığın arkasında kalmasını istemiştir. Karanlığın ve
ışığın yarattığı yokluk duygusunu şiirinde hissettirmek istemiştir.
“Paris‟te Gece-2” şiirinde ise diğer şiirlerden farklı olarak ışığın yokluğu
belirsizliği oluşturur:
Dışarıda gece
Ve gecenin içinde Paris
Dokunulmaya cesaret edilemeyen
Muhteşem bir oyuncak gibi.
Ve gece: bu koca oyuncağa kara bir ambalaj gibi
Yarın sabah
Yine başka bir güneşin altında sabah olurken
Göreceğiz Paris‟in ela gözlerini (Eyüboğlu, 2006, s. 370).
160
Şiirde Paris karanlığın içinde belirsiz bir durumdadır. Şair bu durumu “ve gece:
bu koca oyuncağa kara bir ambalaj” gibi dizesiyle sunar okuyucuya. Kara
ambalaj Paris‟in görünmesini, görülmesini engeller ve muhteşem oyuncak
ambalajın içinde kalır. Bu nedenle şiirde Paris‟in ile ilgili bir ayrıntı bir betimleme
yer almaz. Örneğin Paris‟in evleri, caddeleri, Eiffel Kulesi ya da Sen Nehri ile
ilgili bir ayrıntıya rastlamayız. Bunun nedeni de karanlığın bu görüntüleri örtmüş
olmasıdır.
Belirlilik ve belirsizlik ilkesinin görüldüğü şiirleri ele aldığımızda belirlilik ilkesinin
daha çok tasvirlerle sağlandığını, belirsizlik ilkesinin ise ışığın kullanımına bağlı
olarak ortaya çıktığı; ışığın yanı sıra ışığın yokluğunun yani karanlığın da
şiirlerde belirsizlik ilkesi için önemli bir olgu olduğunu görülür. Şiir kişilerinin ve
nesnelerinin ayrıntılı tasviri şiirde belirliliğin ortaya çıkmasının en önemli
nedenidir. Kişileri ve nesneleri tüm ayrıntılarıyla vermese bile her birinin kendini
öne çıkaracak bir özelliğini sunar şair. Belirsizlik ilkesinin görüldüğü altı şiirin,
dördünde ışığın yoğunluğunun ikisinde ise ışığın yokluğunun belirsizliğe neden
olduğu görülmektedir. Karanlık da ışık gibi nesnelerin görülmesine engel olduğu
için belirsizlik yaratmıştır. Şiirlerde belirsizliği yaratan çoğu zaman yoğun ve
doğal ışıktır. Yapay ışık yalnızca iki şiirde (“Penceremin Önünde” ve “New York
Notları”) belirsizliğe neden olur.
Belirlilik ve belirsizlik ilkesi ile birlikte Wölfflin‟in resim, heykel ve mimari
alanlarında uyguladığı tüm kuramları Bedri Rahmi‟nin şiirleri üzerinde uygulandı
ve her kuramın şiirlerde de uygulama alanı bulduğu; üstelik bir şiirin birden fazla
üslup altında yer aldığı da görüldü. Örneğin “Gön” şiiri hem derinlik, hem
kapalılık hem de bellilik ilkesi altında ele alındı ya da “Kırk Odalı Konak” şiiri
hem derinlik, hem açıklık hem de bellilik ilkeleri altında ele alındı. Bunun yanı
sıra bir şiirin aynı başlıkta yer alan kuramlardan ikisinin özelliklerini de taşıdığı
görüldü. Örneğin “Birinci Mektup” şiirinin bazı bölümleri derinlik bir bölümü ise
düzlemsellik özelliğine sahipti. Yine “Bir Gemi Vardı” şiirinin bir bölümünde
bellilik ilkesi görülürken bir bölümünde ise belirsizlik ilkesi görüldü.
161
Wölfflin‟in sanat kuramlarının Bedri Rahmi‟nin şiirlerine uygulanabilirliği aslında
resim ve şiirin aynı yapı taşlarına sahip olduğunu da kanıtlar niteliktedir. Bu
bölümde Bedri Rahmi‟nin şiirleri ile resimleri arasındaki ortak yöntemler de
belirlenmiştir. Bedri Rahmi‟nin resimlerinin izlenimcilikle bağlantılı olarak
gölgesel özellikte olduğunu, şiirlerinde de nesnelerin ve kişilerin tüm
ayrıntılarının belirli olması için ışığı kullandığı söylenemez. Şiirler de resimler
gibi daha çok gölgeseldir; figürler dış dünyadaki gerçekliklerine birebir uymaz;
çoğu zaman şekilleri bozulmuştur ve karanlıktadır. Bu da okuyucunun ilgisini
çeken ve merak uyandıran bir özelliktir. Çizgisellik ve gölgesellik alt başlığında
toplam 25 şiirin 12‟isi çizgisel, 13‟ü gölgesel özellik taşır. Düzlem ve derinlik
başlığı altında ise 34 şiirden 8‟i düzlem 26‟sı derinlik özelliğine sahiptir.
Resimlerde uygulanan perspektif şiirlerde de yer alır. Şiirlerde nesnelerin ve
kişilerin birbirlerine olan uzaklıkları ve şiir içindeki yerleri derinliği oluşturan en
önemli özelliktir. Kapalı ve açık form başlığı altında ise 23 şiirden 16‟sı kapalılık
8‟i ise açıklık özelliğine sahiptir. Kapalılık özelliği gösteren şiirlerin ortak noktası
ise okuyucunun şiire müdahalesine imkân vermemeleri, yorum yapmalarına
gerek bırakmamalarıdır. Çokluk ve birlik alt başlığı altında ise 7 şiirden üçü
çokluk, dördü birlik özelliği gösterir. Bu alt başlık altında nesneler ve kişilerin
sayıca fazla olduğu şiirler ele alınmıştır ve şiirde ortak amaç için bir araya
getirilen nesne ve kişiler birlik; tek başlarına hareket eden nesne ve kişiler ise
çokluk ilkesini oluştururlar. Şiirlerde en az görülen ilkeler çokluk ve birlik
ilkeleridir. Bunun nedeni ise bu ilkelerin sayıca fazla kişi ne nesne içeren şiirlerin
az olmasıdır. Son olarak ise belirlilik ve belirsizlik alt başlığı altında 15 şiirden,
8‟i belirlilik 7‟sı belirsizlik özelliği taşır.
Şiir de resim gibi düzenlenebilir, malzemeleri farklı olsa da kurgu açısından
benzerlik gösterebilirler. Bedri Rahmi Eyüboğlu ressam-şair olarak resmin ve
şiirin imkânlarını birlikte kullanarak kendine özgü bir şiir üslubu yaratmıştır.
162
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: ġĠĠRLE ÇĠZĠLMĠġ RESĠMLER
Bu bölümde Bedri Rahmi‟nin şiirlerinde çizdiği resimler nü, portre, otoportre,
manzara (dış mekân-iç mekân), doğanın öğeleri ve nesneler başlıkları altında
ele alınacaktır. Bedri Rahmi‟nin şair bakışıyla çizdiği resimler bölümün
bütününde görselliğe ulaşmamızı sağlayan en önemli araçlardır. Bir şiirle resim
nasıl çizilir sorusunun yanıtına ise imgeler, betimlemeler, nesneler ve renkler
aracılığı ile ulaşılır.
Şiirlerde ve resimlerdeki ortak göstergeler de bölümün
sonuca ulaşması için önemli kaynaklardır. “Şiirlerle çizilen”den kasıt şairin şiir
içinde yarattığı görüntü yani sözcüklerle yarattığı resimlerdir.
Böylece
Eyüboğlu‟nun şiirlerine resmin kurgusal özelliklerini katıp katmadığı, kattıysa
görselliği ne şekilde etkilediği belirlenmeye çalışılacaktır.
3.2. PORTRELER
Resim sanatında portre, modelin yani kişinin görüntüsel özelliklerinin kâğıda
aktarılmasıdır. Yapısal olarak üç türe ayrılır: 1. Büst portre 2. Yarım boy portre
3. Tam boy portre. Büst portrede modelin baş, boyun ve omuzlarının bir kısmı
görünür. Yarım boy portrede modelin beli sınır kabul edilir. Tam boy portrede
ise model başından ayağına kadar resmedilir. Modelin durumuna göre tanımın
yanı sıra izleyicinin bakışına göre portreler üç biçimde tanımlanır: 1. Cephe 2. ¾
Profil 3. Profil. Cephe profilinde model yüzünü izleyiciye tam olarak dönüktür.
İzleyici modele önden bakar. ¾ Profilde izleyici modeli belli bir açı ile görür.
Modeli ne tam önden ne de tam yandan görür. Profilde ise izleyici modeli tam
olarak yandan görür. Portrelerin en temel özelliği, resmi çizilen kişiyi tanıtması
ve bazı özelliklerini yansıtmasıdır. Portreler 15. yüzyıldan itibaren önem
kazanmış ve sayıları artmıştır. Özellikle varlıklı üst sınıf insanlara yönelik bir tür
163
olarak portreler, kişinin atalarının ve yakın akrabalarının görüntülerinin
yaşatılmasını sağlıyordu (Leppert, 2009, s. 211). Portrenin en önemli görevinin
“görüntüyü yaşatmak” olduğu açıktır. Bu bağlamda şiir içinde yer alan
portrelerin de görevi aynıdır. Şiir kişisinin (model) görüntüsü tıpkı resimde
olduğu gibi devamlılık kazanır. Şiirde portrenin fiziksel görüntüsüne eklenen
sözsel betimlemeler portrenin görsel etkisi açısından önemlidir.
Rahmi‟nin
Bedri
şiirleri
içinde
birden
fazla
portrenin
yer
aldığı
şiir
“Hizmetçiler”dir. Bu şiirde Bedri Rahmi, hizmetçilerin teker teker resimlerini
çizer:
En önde Dilber, Aziziyeli Çerkez
Bir Meryem kadar munis. Bir Meryem kadar güzel
Tetanostan ölmüş
Bir gemi halatı gibi gerile gerile
Ölürken görmedim Dilber‟i anlattılar
Dilberin yüzü bir kupa kızı gibi ezberimde
Gerilen ellerinin acısı yüreğimdedir (Eyüboğlu, 2006, s. 73).
Şiirde hizmetçi Dilber, bir Meryem gibi tasvir edilerek görselleştirilir. Şiiri okurken
Meryem benzetmesi hizmetçinin fiziksel özellikleri hakkında bilgi vererek
gözümüzün önüne bir resim getirir. Ayrıca Aziziyeli Çerkez tanımı da
hizmetçinin fiziksel özellikleri hakkında bilgi verir. “Bir halat gibi gerile gerile”
dizesi de önemli bir tanım görsellik için. Şair, ölümün çirkinliğini görselleştirir,
hizmetçinin ölümü ile ilgili bu tanımı verirken ve okuyucunun gözünün önünde
sahnenin canlanmasını sağlar.
Şiirin devamında İkbal isimli hizmetçiyi anlatır Bedri Rahmi. Bu bölümde İkbal‟in
portresini çizerken yaşlı ninesinin de portresini çizer. Ninenin ayva gibi çürüyen
vücudu görsellik açısından önemlidir. Çürük ayva imgesi ve kan, irin sözcükleri
görsel değeri yüksek olan imge ve sözcüklerdir. Bu sözcüklerle çürük ayvanın,
kanın ve irinin renkleri şiire bulaşmıştır. Görsellik bu nedenle okuyucuyu
olumsuz yönde etkileyen özellik taşımaktadır. Hizmetçi İkbal‟in görüntüsünü de
çürümüş elmacık kemikleri, elektrik düğmesi kadar memeler ve dudaklarında
tahta kurusu gibi ezilmiş bir tebessüm söz öbekleriyle çizer şair. İkbal elmacık
164
kemikleri içine çökmüş, küçük göğüslü ve dudaklarında acı bir gülümseme ile
canlanır gözümüzde.
Sonra İkbal
On beş yıldır yatalak ninemizin
Emektar hizmetçisi
Tam on beş sene oturak boşalttı
Ve zavallı ninemizin
Ayva gibi çürüyen vücudunu
Günde birkaç nöbet sarıp sarmaladı
Tam on beş sene pansıman, kan, irin
Günlerden bir gün canına tak dedi biçarenin
Meğer elektrik düğmesi kadar memelerine
Ancak yirmi beşinde süt yürümüş
İkbal! Elmacık kemikleri çürümüş
(…)
Ve dudaklarında tahta kurusu gibi ezilmiş bir tebessüm
Eşkıya misali dağa çıktı İkbal
Ve ilk rastladığı erkeğe
Zorla ikram eyledi kemiklerini
Üç beş ay avare dağlarda dolaştı
Orospu olmuş dediler
Veremden öldüğünü duyduk. (Eyüboğlu, 2006, s. 74).
İkbal‟den sonra ise Ayşe‟nin portresini çizer Eyüboğlu:
Bir kenarda Havza‟da can veren Ayşe
Karnı su toplamış
Hüt dağı gibi şişmişti
22
Yüzü zaguda gibi yem yeşildi.
Ayşe‟yi kurtarmak için
Avuç dolusu para sarfettiler
Günlerce karnından bir leğene su boşalttılar (Eyüboğlu, 2006, s. 75).
Şiş bir karın ve yemyeşil bir yüz ile verilen hastalık görüntülerinin etkisi “Hüt
dağı gibi” ve “zaguda gibi” benzetmeleri ile yoğunluğunu artırır. Şiirde görselliği
etkileyen önemli bir olgu da “yemyeşil” pekiştirmesidir. Yemyeşil pekiştirmesi ile
zaguda sözcüğünün içerdiği “yeşil renk” portrenin rengi ve Ayşe‟nin fiziksel
görüntüsü açısından önemlidir.
Bedri Rahmi‟nin şiirde söz ettiği son hizmetçiler ise iki kız kardeştir:
En sonra Maçkalı kız kardeşler
Biri dokuz yaşında öteki on üç
Yanımızda ne kadar kaldılar hatırlamak güç
22
Salamura yapılmış yeşil zeytin. TDK, Büyük Türkçe Sözlük. Erişim: http://tdkterim.gov.tr/bts/
Erişim: 25.05. 2011
165
Yalnız birisine şehrin öteki ucunda yan baksalar
Söz atıp çelme taksalar
Kardeşi yırtıcı bir kaplan gibi saldırırdı
Evde oturanların üzerine
Velhasıl bir türlü hizmetçiliği benimsemediler
Onları dört beş ay güç bela zaptettiler
Nihayet Karadeniz vapurunda bir metre murabba
yer bulundu
Kardeşler Maçka‟ya sevkolundu (Eyüboğlu, 2006, s. 75).
Şiirin bu son bölümünde, hizmetçilerin fiziksel görüntüleri ile ilgili yalnızca
yaşları hakkında bilgi bulunmaktadır. Bunun dışında dış görünüşleri ile ilgili
görsel bir ipucu yoktur. Kızların davranış biçimleri ile portreleri çizilmiştir. Her
ikisi de birbirine bağlı ve birbirini koruyan kardeşlerdir. Bunun yanı sıra asi bir
tavırları
olduğu
da
belirtilmektedir
ki
zapt
edilemeyip
memleketlerine
gönderilmişlerdir. Şiirde ayrı ayrı çizilen portreler birleştiğinde şiirin kasvetli
havası daha belirginleşir. Şiir portrelerle şair aslında acıyı ve çaresizliği çizer.
Şiirde sadece “İkbal”in fiziksel özellikleri ile ilgili bilgi verir şair. Dilber‟in, Meryem
kadar güzel olduğunu biliriz ancak bu bilgi Dilber‟in fiziksel özelliklerini
netleştirmeye yetmez. Yalnızca İkbal‟in fiziksel özelliklerini görürüz; küçük
göğüslü, elmacık kemikleri çökmüş ve dudaklarında ezik bir gülümseme. Şair
İkbal‟in belinden yukarı olan kısmını yani büst portresini çizmiştir. Dilber ve
Ayşe‟nin portrelerinde duygu ön plandadır. Her iki hizmetçi de hastalanarak
ölmüştür. Bu nedenle portrelerinde acı ve mutsuzluk duygusu hâkimdir. Maçkalı
kız kardeşlerin ise asilikleri, birbirlerini korumaları ve hizmetçiliğe uygun
olmamaları ile davranışları öne çıkarılmıştır. Şiirdeki beş hizmetçinin üçü
hastadır. İkbal ve Dilber, ölmüştür. Ayşe de ağır hasta olarak çizilmiştir.
Hizmetçilerin
hastalıkları
ve
ölümleri,
şairin
“hizmetçilik”
kavramını
eleştirmesinin göstergesidir. Hizmetçilerin kendi varlıklarından vazgeçerek
çalışmaları ve sağlıklarını kaybetmeleri, insana değer verilmediğini anlatır.
Şairin hizmetçilerin net fiziksel görüntülerini sunmaması, portrelerin eskizini
yaptığı hissini destekler. Yalnızca kişilerin temel hatlarını çizip bırakmıştır. Bu
durum şairin eleştirel tavrını da güçlendirir. Çünkü portrelerde kişilerin en ince
ayrıntılarına kadar çizilip, zenginliğin göstergesi olarak kullanıldığı durumun
aksine, hizmetçilerin yoksulluğunu ve bakımsızlığını çizmeyerek anlatmıştır şair.
166
Bedri Rahmi‟nin “Yazma Destanı” şiiri de “Hizmetçiler” gibi, içinde birden fazla
portre çizdiği şiirlerindendir:
Söylemesi benden çalıp oynaması Sulukule‟den
Yazmacı güzeli Binnaz, hastır boyaları çıkmaz
Çil çil olmuş boyadan koltukaltları
Yıldız yıldız benleri var sayılmaz.
Yazmacı güzeli on altı yaşında
Her yanı boya içinde ama alnı açık, aklı başında
Bir de karanfili var kulağının arkasında pembe pembe
güller (Eyüboğlu, 2006, s. 188).
Şiirde ilk olarak on altı yaşındaki Binnaz‟ın portresi çizilir. Fiziksel olarak
benlerinin olması, elinin yüzünün boyalı olması, kulağının arkasında karanfil
olması ve gençliği Binnaz‟ın görselleşmesi için önemli tanımlamalardır. Şiirin ilk
dizesinde yer alan mekân, Sulukule de Binnaz‟ın portresini tamamlaması
açısından önemlidir. Çünkü orada yaşayan insanlarla ilgili bilgi verir ve görselliği
tamamlar. Sulukule‟de, eli yüzü boya içinde, benli yüzü ve kulağında karanfil ile
Binnaz görülür. “Yıldız yıldız” ikilemesi ile şair halk şiirindeki benli sevgilinin
güzelliğini yıldız yıldız benli Binnaz ile görselleştirir. Sevgilinin güzelliği ile
Binnaz‟ın güzelliğini görselleştirirken hayatın acı gerçeğini de genç bir kızın
güzelliğinde somutlaştırır.
Bedri Rahmi, “Karadut” şiirinde ise sevgilisinin portresini çizer:
Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum
Günahımsın, vebalimsin
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın. (Eyüboğlu, 2006, s. 109).
Karadut, çatal kara, çingene sözcükleri ile sevgilinin esmer bir tene sahip
olduğu anlaşılır. Bu betimlemelerin daha sonra tekrarlanması da bunu pekiştirir.
Şiirde görselliği sağlayan diğer sözcük ise “mercan” sözcüğüdür. Kırmızı renge
gönderim yapan kelime ile “aşk” görselleştirilir. Dil, diş, diz sözcüklerinin kırmızı
167
renk ile nitelenmesi de aşk ile özdeşleştirildiğini göstermektedir. Mercan dışında
şiirde renk gönderimi olan sözcüklerin çoğunun meyve isimleri olduğu dikkat
çekmektedir; karadut, çatal kara, nar, ayva. Karadut ve çatal kara sözcükleri
sevgilinin esmerliğini belirtirken aslında anlamsal olarak kırmızı rengi de
içerirler. Çünkü karadut meyvesinin siyahımsı, bordoya yakın kırmızıdır. Aynı
şekilde siyah üzüm çeşidi olan çatal kara üzümünün rengi de koyu kırmızıdır.
Kara ve kırmızı renk aynı sözcüklerle şiirde etkili olurlar. “Kara”, dut, üzüm,
çingene ve ağul sözcükleri ile “kırmızı” nar ve mercan sözcükleriyle çizilirler.
Kara ve kırmızı rengin yanında şiirde sarı ve yeşil renk de görselleştirilir. “Sarı”,
petek, bal ve ayva sözcükleriyle; “yeşil” ağaç (salkım saçak, karadut) sözcüğü
ile çizilir. Şair şiirini algıya dayalı olarak kurmuştur: bal, dut, üzüm, nar, ayva
figürleri tat ve renk algısıyla anlamlandırılırlar. Bedri Rahmi‟nin meyve ve kadın
arasında kurduğu bağa daha önce değinmiştik. Bu şiirde de sevgilisini nar ve
ayva olarak tasvir etmektedir. Sevgilisini çizdiği resimlere bakıldığında çoğunda
“nar” figürünün de bulunduğu dikkat çeker:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Sevdalı Karadut
168
Bedri Rahmi‟nin sevgilisi ile nar figürü arasında bir bağ kurduğu şiirinde de
resminde de açıktır. Doğu kültüründe, kadının, dudakları çağrıştırdığı için
şehvetin, ateşin, özellikle sevgiliye duyulan özlem ateşinin, bereketin ve
doğurganlığın sembolü olan nar (Çelik, 1997, s. 43) Bedri Rahmi‟nin sevgilisini
narlar içinde çizmesinin nedenini de açıklar. Yukarıdaki resimde nar figürlerinin
yanı sıra hayat ağacı figürleri de yer alır. Sevgiliye duyulan ateşli özlemin
doğurduğu birlikte yaşama isteği böylece görselleştirilmiş olur. Resmin yanı sıra
“Karadut” şiirinde de şair” ağaç isem dalımsın salkım saçak” dizesiyle şiirde
uzun dalları olan bir ağacı görselleştirirken, sevgili ile bütünleştiklerini de anlatır.
İki sevgilinin bütünlüğü “petek isem balımsın” dizesiyle de desteklenir. Şair ne
olursa olsun sevgilisi onun bir parçasıdır. Bedri Rahmi‟nin aşk ile özdeşleştirdiği
de bir gerçektir. Sevgilisini nar tanesi ve ağlayan nar olarak niteleyen şair,
resimlerinde de bu figürle birlikte aşkı simgeler. Aşağıda yer alan resimde de
sevgilinin kolları nar ağacının dalları olarak çizilmiştir:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Narlı Karadut
169
Bu resimde Karadut‟un fiziksel özellikleri saklanmıştır. Karadut yalnızca nar
ağacı olarak çizilmiştir. Resmin ismi de ressamın niyetini açıklar niteliktedir.
Bedri Rahmi “Karadut 2” başlıklı Karadut konulu bir şiir daha yazmıştır:
Sigara paketlerine resmini çizdiğim
Körpe fidanlara adını yazdığım
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sıla kokar, arzu tüter
Ilgıt ılgıt buram buram.
Ben beyzade, kişizade
Her türlü derdden topyekûn âzade
Hani şu ekmeği elden suyu gölden.
Durup dururken yorulan
Kibrit çöpü gibi kırılan
Yalnız san‟at çıkmazlarına başını kaşıyan
Artık otlar göstermelik atlar gibi bedava yaşayan
Sen benim mihnet içinde yanmış kavrulmuşum
Netmiş neylemiş nolmuşum.
Cömerd ırmaklar gibi gürül gürül
Bahtın karışmış bahtıma çok şükür.
Yunmuş yıkanmış adam olmuşum.
Karam karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sensiz bana canım dünya haram olsun(Eyüboğlu, 2006: 123).
Diğer şiirden farklı olarak şair, meyve figürlerine yer vermemiştir bu şiirde ve
sevgilisinin esmerliğini doğrudan sunmuştur okuyucuya: kaşı karam, gözü
karam betimlemeleriyle.
İlk şiirde yoğun olan “tat” algısı bu şiirde “koku”
algısına dönüşmüştür. Şair “karam” sözcüğünü 10 kez yineler. “Kaşı karam
gözü karam, bahtı karam” yinelemeleri ve “karam karam” ikilemesinin de
yinelenmesiyle şiire siyah renk hâkim olur.
Ancak bu siyahlık acı, karanlık
anlamı içermez. Sevgilinin ten rengini betimlerken, siyah renge güzellik ve övme
anlamı katar. Sadece “bahtı karam” söz öbeğinin şanssızlık anlamı vardır.
Şairin sevgilisini “karadut” imgesi ile görselleştirmesi yalnızca sevgilisinin ten
rengi ile ilgili değildir. Karadut ağacı, beyaz dut ağaçlarına göre kısa boylu,
dalları aşağı doğru eğilmiş bir ağaçtır. Dalları kırılgan ama ağacı sağlamdır.
Meyvelerin olgunları toplanırken insanın eline kendiliğinden geliverir.
Olgun
meyveler yumuşak, tatlı, siyaha yakın renkte, olgunlaşmayanları sert, ekşi ve
açık kırmızıdır. Meyvelerin olgunları toplanırken insanın elini kırmızıya boyar.
170
Buna rağmen insanın yedikçe yiyesi gelir. Eyüboğlu‟nun Karadut‟u da böyledir.
Şairin elini yüzünü kırmızıya, aşka, arzuya boyamıştır. Karadutun dalları gibi
salkım
saçak,
kendiliğinden
kırılgan
sunar
ama
verimlidir.
Nazlı
değildir,
varlığını.
Aşağıdaki
resimde
de
olgunlaştığında
Karadut
kendini
nazlanmadan sunmuştur. Çıplaklığıyla tutkuyu ve arzuyu anlatır. Gözlerinin ve
saçlarının simsiyah çizilmesi de “kaşı karam gözü karam” betimlemeleriyle
doğrudan bağlantılıdır.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, İsimsiz
Binnaz ile aynı şiirde yer alan Hanımyan‟ın yalnızca ellerini çizer şair:
Kalıbın hasını da Hanımyan oyar
Hanımyan altmış beş yaşındadır
Galata Kulesi kadar yerli, Kız Kulesi kadar turfandadır
Bir ellerini görsen bayılırsın
Asur heykelleri gibi küt küt, çentik çentik emektar eller
Binlerce kalıp oymuş bu güne kadar
Onbinlerce yazma dağda bayırda onun şarkısını söyler (Eyüboğlu, 2006, s. 191).
171
Hanımyan‟ın dış görünümü ile ilgili bildiğimiz yalnızca yaşı ve ellerinin
özellikleridir. Şair ayrıntının resmini çizerek okuyucunun parçadan bütüne
ulaşmasını istemiştir.
“Küt küt çentik çentik” betimlemeleri Hanımyan‟ın
görselleştirilmesi açısından önemlidir. Yaşı da göz önüne alındığında ortaya
biraz buruşmuş, küt ve girintili ellerin görüntüsü çıkar.
B.Rahmi‟nin şiir ile çizdiği başka bir portre de Âşık Veysel‟indir.
İki gözünde iki zindan
On parmağında on çeşme nur
Yüreği yanmış tutuşmuş
Sivas‟tan bir âşık gelir
(…)
Sekizinde düzenlemiş sazını
Dokuzunda düşmüş garip yollara
Sazına banmış sözünü
Acısını, sızısını ekmeğine katık etmiş
Pençe vurup sarı teli inletmiş
Dağlar çiçek açmış Veysel dert açmış
Elinde sazı var dut dalında
Bir kara gün dostu tutmuş elinden
Dağlar taşlar hoşnut kalmış dilinden
(…)
Ama sadece sanat sevgisi mi dersin
Veysel‟i Veysel eden?
Usta olmak yeter mi dersin sazın sapına kadar?
İşin içinde zokayı yemek var
Yedisinde kaybetmese iki gözü
Ne tadı kalırdı şu beytin ne tuzu (Eyüboğlu, 2006, s. 288).
Bedri Rahmi Âşık Veysel‟in hayatı ile ilgili bir film senaryosu yazmıştır ve Âşık
Veysel‟i konu alan yazıları da vardır. Bu nedenle şiirinde de Âşık Veysel‟e
rastlamak şaşırtıcı değildir. “Âşık Veysel‟e Selam” başlıklı şiirde “elinde sazı var
dut dalından” dizesi aşığın duruşu ile ilgili görsel bir değer taşımaktadır. Bu dize
dışında Âşık Veysel‟in fiziksel özellikleri ile ilgili herhangi bir gönderim yoktur.
Bedri Rahmi şiirde aslında Âşık Veysel‟in sanatının portresini çizmektedir.
Gözlerini kaybetmesinin aşığı büyük bir sanatçı haline getirdiğinden bahseder
çünkü çektiği acılar onun sanatını beslemiştir. “Elinde sazı var dut dalından”
dizesi Âşık Veysel‟i görselleştirirken aslında onun yalnızlığını da içerir. Şiir
içinde geçen tek maddi öğe sazdır ve bu teklik aşığın yoksulluğunu da anlatır.
Bedri Rahmi resimlerinde de Âşık Veysel‟i yalnızca elinde sazıyla resmetmiştir:
172
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Âşık Veysel, kâğıt üzerine guaj 41x26 cm.
Bedri Rahmi şiiriyle torunu Rahmi Eyüboğlu‟nun portresini de çizmiştir bir
ressam bakışıyla:
Buna torun derler torun
Rafael‟den dudak
Renoir‟den burun
Evlat kemik
Torun ilik (Eyüboğlu, 2006, s. 388).
Rafael ve Renoir‟in çizgileriyle torununu betimleyen Bedri Rahmi‟nin ressam
bakışının şiirine yansıdığının en açık örneklerinden biri bu şiiridir. Şair torununu
betimlerken Rafael‟in resimlerinin bir mimari eser gibi düzenlenmesini ve yücelik
seçkinlik izlenimini; Renoir‟in ise izlenimci anlatımını şiire katmıştır. Torunun,
Bedri Rahmi‟nin çizdiği portresi de aşağıda yer almaktadır:
173
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Torun, kâğıt üzerine keçeli kalem 23x16cm
Eyüboğlu, torununun büst portresini çizmiştir. Başı merkezde, omuzlarının bir
kısmı görünmektedir.
Portre çizdiği başka bir şiir de “Küçük Ressam”dır:
İçimde renkler uçuşur
Al yanar yeşil tutuşur
Ne sihirdir ne keramet
Ne de el çabukluğu marifet
Bu bir ressam oğlu ressam işidir
Sağ yanımda usul usul
Morla turuncu konuşur
Beri yanda kuzguni siyahlardan
Ödü patlamış beyazlar
Ötede çil yavrusu gibi dağılmış pembeler
Kenarda yüzlerce senedir
Özlediği kahverengine kavuşmuş bir sarı
Beride Bursa çinilerine değmiş
Yunmuş yıkanmış bir memleket rüzgârı
Bazen ılık bazen serin
Işıl ışıl yanıyor mavilerin
Dilerim Allah‟tan dert görmesin
İki kocaman çiçek gibi açılmış gözlerin
Minicik ellerin (Eyüboğlu, 2006, s. 197).
174
Şiir 1956 yılında basılan Dördü Birden isimli kitapta “Küçük Ressam Hasan
Kaptan‟a 23 ” başlığıyla yer alır. Bedri Rahmi, küçük ressamı anlatır şiirde.
Renklerin görsel etkisiyle hareketlenen ve canlanan şiirde fiziksel olarak büyük
gözler ve küçük eller gönderimleri bulunur. Böylece küçük ressamın büyük
gözleri ve küçük ellerini de içine alarak yarım boy portresini çizer şair. Bedri
Rahmi, ressamlığın, nasıl bir bakış açısı getirdiğini anlatır renkleri kişileştirerek.
Morla
turuncunun
konuşması,
siyahlardan
korkmuş
beyazlar,
özlediği
kahverengine kavuşmuş sarı, ortalığa dağılan pembeler zıt bir etki yaratır şiirde.
Bu zıtlık şiire canlılık ve hareket katar, çünkü renkler güçlü ve parlak renklerdir.
Al, yeşil, mor, turuncu, siyah, sarı ve mavi renkler leke etkisi ile veriliyor şiirde.
Beyazlar ve pembeler ise noktalı dağılışı anlatıyor: “Ödü patlamış beyazlar” ve
“çil yavrusu gibi dağılmış pembeler” dizeleriyle. Beyaz ve pembenin noktalı
dağılışı ise diğer leke halinde verilen renklerin yanında etkilerinin az olduğunu
gösterir.
Bedri Rahmi‟nin yalnızlığı konu aldığı birçok şiiri vardır. Ancak bunlardan en sıra
dışı olanı “Yalnızlık” şiiridir. Bedri Rahmi bu şiirinde yalnızlığı Allah aracılığı ile
anlatmaktadır. Yalnızlığın portresini çizerken Allah‟ın yalnızlığının görüntüsünü
verir okuyucuya. Yalnızlığın çaresizliği, Allah‟ın çaresizliği ile verilmektedir.
Görsellik ise insan görüntüsünde verilen Allah ile somutlaşmaktadır:
Gözleri var nur erişmez
Kulakları var ses ulaşmaz
Kolları var can kavuşmaz
Ne burun deliklerinde bir tutam koku
Ne derisinde gölgeler gezinir
Bir Allah tasavvur et ki henüz
Kullarını yaratmamıştır (Eyüboğlu, 2006, s. 34).
Gözler, kulaklar, kollar, burun delikler ve deri, görselliği sağlayan önemli
öğelerdir. Soyut bir varlık olan Allah, bu sözcüklerle insan görünümü kazanır.
Şair Allah ile insanı özdeşleştirirken, insanı temel yetilerinden yoksun bırakır.
Böylece yalnızlığın çaresizliğini vurgulamış olur. Gözleri görmeyen, kulakları
duymayan, kolları tutmayan, koku alamayan, dokunuşları hissedemeyen insan
23
Eyüboğlu‟nun İnsan Kokusu isimli kitabında “Küçük Ressam Hasan Kaptan‟a” başlığıyla
yazdığı bir yazısı da bulunmaktadır.
175
hayattan zevk alamaz, yaşadığını anlayamaz. Şair yetilerin yoksunluğu ile
Allahın varlığını da sorguluyor gibidir. Eli ayağı tutmayan, gözleri görmeyen,
koku almayan, hissedemeyen Allah ya yoktur ya da kullarını yaratmamıştır.
Allah‟ı insan vücudu ile görselleştiren şair, yalnızlığı da insan yetilerinin yokluğu
ile görselleştirir. Allah‟ın portresinin insan vücuduyla resmedilmesi şiire
alışılmadık görsel etki katar.
Bedri Rahmi‟nin 11 şiiri portre özelliği taşır. Portrelerden en belirgini “Torun”
şiiridir. Bu şiir resimle de desteklenir. Portrelerin genel özelliği büst portre
yapısında olmalarıdır. Örneğin Yazmacı Güzeli Binnaz‟ın boyu ile ilgili bir bilgi
yoktur. Yalnızca koltuk altları, yüzü, alnı ve kulaklarının görüntüsü yani sadece
belden yukarısı şiirde yer alır. “Torun” şiirinde de yalnızca torununun ağzı ve
burnundan bahseder şair. “Karadut” şiirinde ise sevgilisinin neredeyse tam boy
portresini çizer. Portreler, şiir kişilerinin ayrıntılı görüntülerini sunmaz; daha çok
şairin izlenimlerini görselleştirir. Örneğin sevgilisinin fiziksel görüntüsü ile ilgili
net bir bilgi vermez, yüz hatları belirsizdir. Yalnızca teninin esmerliği bellidir.
Bunun dışında sevgilinin portresini aşk, şehvet, arzu duygularıyla; “karadut”,
“nar” figürleriyle çizer. Hizmetçiler şiirinde de hizmetçilerin şairde bıraktıkları
etkiler portrelerine yansır. İkbal dışında hiçbirinin yüz hatlarıyla ilgili bilgi yoktur.
Sanki hepsi karanlıktadır ya da görüntüleri belli belirsiz çizilmiş gibidir. Şairin
izlenimleri nesnel görüntülerin yerine öznel görüntülerin oluşmasını sağlar.
Okuyucu şiirde ayrıntılı fiziksel betimlemeler görmez, şair ne görürse o da onu
görür.
3.3. OTOPORTRELER
Bedri Rahmi‟nin iç dünyasını anlattığı “Karınca Kaderince”, “Paramparça” gibi
birçok şiiri vardır. Ancak burada görsellik merkez alınarak şiirlerinde oluşturduğu
görüntüler temel alınmıştır. “Sarhoşum” isimli şiir otoportresinin görüldüğü bir
şiirdir. Sarhoş Bedri Rahmi‟nin portresi çizilir şiirde:
176
Sarhoşum çok şükür dilediğim gibi
Bir ben yok artık benden içeri
Onunla göz göze diz dizeyiz
Sarhoşum, sarhoşum, sarhoş
Çok şükür biz bizeyiz.
Sarhoşum
Caddenin göbeğine oturmuşum
Aklıma eserse sırt üstü yatabilirim
Nara atabilirim
Kem gözler umurumda değil
Ben kendi gözlerimden kurtulmuşum (Eyüboğlu, 2006, s. 88).
Şiirde şairin fiziksel özellikleri ile ilgili bir gönderim yoktur. Sarhoş olmaktan
memnun ve insanların ne düşüneceğini de umursamayan psikolojisinin resmini
çizer şair. Şiirin ikinci dizesinde Yunus Emre‟ye kapalı gönderim bulunulur.
İçindeki “ben”den kurtulduğunu ve umursamazlığını, rahatlığını anlatır bu
gönderimle.
Bir sonraki şiirinde ise karanlığının resmini çizer:
Benim karanlığım bir karaböcek
Benim karanlığım bir kara çiçek
Benim karanlığım gitti gidecek
Benim karanlığım minik bir kuştur
Can çiçek açar açmaz dalıma konmuştur
O gün bugün anca beraber kanca beraber
Benim karanlığım karamuşum
Benim karanlığım bir kara kazan (Eyüboğlu, 2006, s. 337).
Tekrarlanan “karanlık” ve “kara” sözcükleri şiirin rengini belirlemektedir.
Karanlığın tarifinin böcek, çiçek, kuş gibi canlı varlıklar aracılığı ile yapılmasıyla
görsel etki sağlanır şiirde. Ayrıca kendini de ağaç ile özdeşleştirerek karanlığını
kuşa, çiçeğe benzeterek bir bakıma manzara etkisi de yaratmıştır. “Benim
karanlığım” söz öbeği ön yineleme olarak şiirde 6 kez yer alır. Şairin
vurgulamak istediği noktayı görmüş olur okuyucu. Karanlığını tanımlarken, kara
böcek, kara çiçek, kara kazan betimlemelerini kullanan şairin, bir ressam olarak
karaya sadece tek bir anlam değil birçok anlam yüklemesi şiirin derin bir bakış
açısına sahip olduğunu gösterir. “Kara çiçek” betimlemesi şiirin anlamsal değeri
açısından önemlidir çünkü doğada siyah renkte bir çiçek türü yoktur. Olmayan
bir nesnenin rengini iç sıkıntısını belirtmek için kullanır şair.
Karanlığın,
olmayan bir çiçek ve kuş olarak betimlenmesi aslında karanlığın geçiciliğini ve
177
hareketliliğini anlatır. “Benim karanlığım minik bir kuştur” dizesi karanlığın
hareketliliğini yani bir gelip bir gittiğini de anlatır. Bedri Rahmi‟nin otoportrelerine
bakıldığında da siyah rengin yoğunluğu dikkat çekmektedir:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Otoportre, 1960
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Otoportre, 1970, kâğıt üzerine çini mürekkebi
178
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Otoportre Madalyon, 1972, kâğıt üzerine çini mürekkebi.
Şairin otoportresi olarak değerlendirilebilecek başka bir şiir de “Nafile”dir:
Simsiyah
Bembeyaz
Bomboşum
İster siyah tebeşirle çiz
İster beyaz tebeşirle
Nafile. (Eyüboğlu, 2006, s. 421).
Şiirde yer alan zıt renklerle şairin karışık veya umutsuz ruh hali çizilir.
Pekiştirmeler de çizmek istediği duygunun etkisini artırır. Pekiştirmelerle şair
zıtlığı belirginleştirir: siyah ve beyazın arasının olmadığını anlatıyor. Böylece
olumlu bir durumun ihtimalini de ortadan kaldırmış olur. Yinelemeler ve zıt
renklerin pekiştirilmesi şiirin görselliği açısından önemli rol oynar. Şairin resim
otoportrelerinin bir kısmında da siyah ve beyaz zıtlığı önemli yer tutar:
179
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Otoportre, 1970, kâğıt üzerine çini mürekkebi
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Otoportre, kâğıt üzerine çini mürekkebi, 24x21 cm
180
Bedri Rahmi‟nin otoportresi sayılabilecek başka bir şiiri de “Tırnaklı”dır:
Beyaz beyaz kanıyorum
Kanım içime akıyor
Utanıyorum
Öylesine düşünüyorum ki seni
Sen kesiliyorum
Sakallarım uzamıyor artık
Saçlarım… bir de tırnaklarım
Tırnaklarım uzuyor uzuyor uzuyor
Bir tırnak ormanı kesiliyorum
Mundar
Mosmor (Eyüboğlu, 2006, s. 301).
İlk dizede kullandığı beyaz-kırmızı zıtlığı şiirin en önemli görsel özelliğidir. Şair
aynı zıtlığı sakalları uzamazken saçlarının ve tırnaklarının uzaması ile verir
şiirde ve kendisini mosmor bir tırnak ormanı olarak çizer. “Beyaz beyaz” ve
“uzuyor uzuyor uzuyor” yinelemeleri şiirin görsel değerini etkileyen önemli
kullanımlardır. Çünkü beyazın yinelenmesi kırmızının etkisini azaltır. “Uzuyor”
sözcüğünün üç kez yinelenmesi de uzayan tırnakların görsel etkinin tüm şiiri
kaplamasına neden olur. Şiirdeki olumsuz anlatım şiirin görüntüsünü de etkiler
ve okuyucuyu irker.
Otoportre olarak değerlendirilen başka bir şiir de “Yıl Yetmiş Yaş Altmış Dol
Karabakır Dol”dur:
Eskiden yeterdim kendime
Artardım bile
Artanla ıslık çalardım
Kaplumbaları boyardım maviye
Eskiden yeterdim kendime
Artardım bile
Yalnızlığımı kendim eker kendim biçerdim
Kendi yağımla kavrulur
Kendi kanadımla uçardım
Eskiden yeterdim kendime
Artardım bile
Şimdi ne yapsam nafile
Olmuyor
Olmuyor oğlu olmuyor
İşin kötüsü bir günde
Beş defa akşam oluyor
Dol karabakır dol
Dol karabakır dol (Eyüboğlu, 2006, s. 335).
181
Şiirde şair iki farklı resmini çizer; birincisi eskiden kendine yettiği zamanlardaki
görüntüsü, ikincisi şimdi kendine yetemediği zamanların görüntüsü. İlk resimde
şairi oturmuş kaplumbağaları boyayıp ıslık çalarken ve böylece yalnızlığıyla
başa çıkarken görülür. İkinci resimde ise yalnız ve ne yapacağını bilemez halde
duran bir halde yer alır şair. İkinci resimde de bir şeyler yapar ama ne yaptığı
belirli değil. “Şimdi ne yapsam nafile” dizesi bu belirsizliği sağlar. Bu nedenle
şair ne yapacağını bilemez halde yer alır resimde.
Bu bölümde ele alınan şiirlerde Bedri Rahmi‟nin fiziksel özellikleri ile ilgili bir
tanımlama yoktur. Bedri Rahmi otoportrelerinde genellikle iç dünyası ile ilgili
betimlemeler yapmıştır. Yani iç dünyasının portrelerini çizmiştir. Bu bölümde yer
alan “Küçük Ressam” hariç tüm otoportre şiirlerde şair resmini hüzünlü, yalnız
ve siyah rengin yoğunluğu ile çizmiştir. Bu şiirde de kendi portresini değil Küçük
ressam Hasan Kaptan‟ın portresini çizmiştir şair. “Yalnızlık” ve “siyah” şairin iç
dünyasını anlatırken kullandığı önemli sözcüklerdir. Resim otoportrelerinin içine
yerleştirdiği yalnızlık temalı şiirler, bazı otoportrelerinin etrafına yerleştirdiği
yalnızlık temalı cümleler şairin iç dünyasını açıkça izleyicinin önüne serer.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Yalnızlığın Kadarsın, Otoportre, kâğıt üzerine çini mürekkebi 21x21 cm.
182
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Otoportre Yalnızlığın Kadarsın, 1972, kağıt üzerine dolma kalem,
29x19cm.
3.4. MANZARA
Manzara, Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlük‟te konusu bir doğa veya şehir
parçası olan resim, gravür veya desen, tablo olarak tanımlanır. Manzara
resminin temel malzemesi doğadır. İpek Duben Türk resminde manzara
resimlerinin ilk örnekleri ile ilgili şunları söyler:
Türk primitifleri diye bilinen ilk kuşak ressamları, insansız, dingin, durdun arı bit
dünyanın resmini yapmışlardı. Gerçek doğa görüntüleri ile doğadışı bir dünya
âlemini birlikte yaşatan bu sanatçılar Türk resminde minyatürde gerçekçi üsluba
geçişi temsil ederler. Bunları minyatüre yaklaştıran pek çok öğe vardır. (…)
Resimlerin çoğu fotoğraftan yapıldığı halde, gerçekçi bir mekân kurgusundan ve
doğru bir perspektif anlayışından genelde yoksundur. Bunları gerçekçi resmin
öncüsü yapan unsur, ilk Türk romanlarında olduğu gibi, minyatür ve halk resminin
fantastik, doğa dışı içeriğinden ve mekân anlayışından bir ölçüde kurtulmuş
olmalarıdır (Duben, 2007, s. 138).
183
Türk resminde manzaranın gelişimi bu şekilde bir yol izlerken Avrupa‟da 17. ve
18. Yüzyıldan sonra manzara resmi önemli ilerleme gösterir ve İzlenimcilikle
birlikte resmin temel konusu manzara olur (Uygun, 2007, s. 3). İzlenimcilik ise
en genel anlamıyla doğanın belli bir anlık görüntüsünün, sanatçı ile doğa
arasında optik bağlantının tuvale aktarımı olarak tanımlanabilir (Çembertaş,
1982, s. 1). Türk resminde izlenimciliğin etkisi 1910 yılında çeşitli burslarla
Avrupa‟ya eğitime giden Çallı gurubu ressamlarının öncülüğünde ortaya çıkar.
Ressamlar yurda döndükten sonra açık havada çalışmaya ve manzara resimleri
yapmaya başlarlar.
Çallı kuşağı sanatçıları Fransız çağdaşları olan Claude Monet, Alfred Sisley,
Auguste Renoir ve Cemille Pissaro gibi ressamlardan etkilenmiş “Açıkhava”
ressamlığı yapmışlardır. Empresyonizmi taklit ederken gerçek bir doğa sevgisi
göstermişlerdir. (Uygun, 2007, s. 26).
Böylece Türk resminde manzara
resimleri batılı anlamda kendini göstermeye başlanıştır. Bedri Rahmi Eyüboğlu,
manzara karşısında ressamı şu şekilde tanımlar:
Bugün ressam tabiat karşısına “gören göz kılavuz, duyan yürek pertavsız istemez”
diyerek çıkıyor. Onun tabiat karşısına bir âlim, bir usta gibi değil de her zaman “bir
çocuk ruhu kadar pürnisan” çıkmaya çalıştığını görüyoruz. bir çocuk ruhu! Evet bir
çocuk ruhunun safiyeti! (Eyüboğlu, 2003, s. 195).
Resimde, manzara resmi dış mekânla doğrudan bağlantılıdır. Şiirde ise dış
mekân tasvirleriyle birlikte iç mekân tasvirleri de önemli yer tutar. Bu bölümün
ana amacı Bedri Rahmi‟nin şiirlerinde yer alan iç mekân ve dış mekân
tasvirleriyle, şiirlerde çizilen manzara resimlerini belirlemektir.
3.4.1. DıĢ Mekân
Dış mekân çizimleri, manzara resimlerinin önemli bir parçasıdır. Doğa, kendi
başına dış mekânı oluşturur. Manzaralı şiirlerden ilki “Gön”dür. Şiirin mekânı
doğadır ve aynı görüntünün iki farklı durumu çizilir. Birincisi:
Asfalt mordu
Asfaltın yanıbaşında çayır
184
Çayırın ortasında bal rengi bir inek otluyordu
Üç adım ötede cin gibi danası
Arkada kocaman bir deve dikeni
Dikenin önünde bir gelincik
Her yanı dikenden çimdik çimdik
Üzerinize güller deve dikeni
Gelinciğe bayağı sulanıyordu (Eyüboğlu, 2006, s.224).
Bu bölümde durum tasviri yapar şair. Kullandığı eylem kipi ve zaman eki de
tasvir için uygun zemini hazırlar. Mor renkli asfaltın hemen yanındaki yeşil bir
alan ve içinde sarı renkli bir inek ile onun biraz ötesindeki yavrusu otlar. İneğin
arkasında büyük bir devedikeni, dikenin hemen önünde ise bir gelincik durur.
Devedikeni gelinciğe doğru eğilmiş, sanki onu sarmış gibi görünür. Bu tablo
mor-yeşil-sarı- kırmızı (gelincik) renklerle çizilirken şiire katılan görsel etki
(huzur ve mutluluk olabilir) ikinci bölümde büyük kamyonların tabloya
yerleştirilmesiyle olumsuz bir havaya dönüşür:
Asfalt mordu
Bir bulut kopmuş Sivas elinden
Tam üstümüzden geçiyor derken
Asfaltta dev gibi kamyonlar peydah oldu
Ağızlarına kadar gön yüklü kamyonlar
Bir tuzlu, bir murdar deri kokusudur sardı çayırı
İnek bir müddet danasını oyaladı
Çıkardı kocaman dilini tatlı tatlı
Yavrusunu bir güzel yaladı
Ama kaçın kurası idi bu dana
Beyaz dişleri arasında bir tutam yeşil
Gözlerini dikmiş kamyona, başladı birer birer saymaya
At gönü, katır gönü, eşek gönü, inek gönü
Ana, ana dedi dünyanın sonu bu mu? (Eyüboğlu, 2006, s. 224).
Yine aynı manzaranın içine yerleştirilen kamyon ve hayvan derileri manzaranın
olumlu etkisini olumsuza dönüştürür. Bu bir bakıma planlı bir durum, çünkü şair
ikinci sahnenin etkisini artırabilmek için önce normal bir görüntü çizer. Güzel
manzara resmini izleyen okuyucu bir sonraki sahnede karşılaştığı sahnenin
etkisini daha fazla hisseder. Bir bakıma okuyucu irkiyor bu sahneyle
karşılaştığında ve şiirdeki görsel etki artar. Şiirin başından beri çizilen doğa
manzarasının amacı, dünyanın sonunu betimlemektir. Son dizeyle şair
okuyucuya eninde sonunda olacağı gösterir.
185
Bedri Rahmi‟nin diğer bir resimli şiiri de “Minare ile Meneviş”dir:
Şimdi Ortaköy minaresi sudadır
Sular bu saatte sinsi sinsi
Karpuz kabuğu kokmadadır
Karpuz kabuğu da nerden girdi araya
Benim sözüm minareye
Ama iki tane minare var efendim
Biri gökyüzündeki
Beyaz bir kalem gibi güzelce yontulmuş
Kelli felli zeki
Öyle kendini beğenmiş, o kadar kendinden emin ki
Öteki fıkara suya düşmüş perişan
Minareye benzer yeri kalmamış
Göktekinde bir kurum, bir çalım, bir azamet
Sudakinde bir telaş, bir telaş, bir kıyamet
Sudaki minare değil meneviş
Meneviş değil bir kol çengi (Eyüboğlu, 2006, s. 209).
Şiirde resmi çizilen nesne olan Ortaköy minaresi iki şekilde resmedilmiştir.
Birincisi yapının kendisi diğeri ise sudaki yansımasıdır. Yapının kendisini
kendini beğenmiş, zeki ve kendinden emin olarak tanımlar şair. Araya karışan
karpuz kabuğu kokusu da resmin etkisi açısından önemlidir. Resme yaz
mevsiminin canlılığını katar. Kendini beğenmiş minare dimdik ayaktadır. Sudaki
ise eğri büğrü ve telaşlıdır. Sudaki minarenin “telaşlı” olarak tanımlanması
resme hareket ve zaman akışı katar suyun hareketi şiire yansır. Sudaki
minarenin telaşı, şiirin zamanını belirler. Zaman güneşin batma saatlerine
yakındır, sudaki minare güneşin batmasıyla birlikte kaybolacağı için telaşlıdır.
186
Bedri Rahmi Eyüboğlu, İstanbul, kâğıt üzerine guaj 22x16 cm
Bu resimde de Bedri Rahmi bir cami ve yansımasını çizmiştir. Ancak
şiirdekinden farklı çizilmiştir minareler. Burada sudaki minareler de dimdik
durmaktadır. Şiire hareket katan sudaki yansıma burada biraz daha ince ve
farklı renklerde resmedilmiştir. Eyüboğlu‟nun bu şiiri 1953 yılında basılan Üçü
Birden kitabında yer alır ancak resmin yapım tarihine ulaşılamamıştır.
Bedri Rahmi “Denizli Destanı” isimli şiirinde de Denizli‟den manzaralar çizer. “Al
gözüm kınalı paleti ele, şöyle ressam gözüyle seyredelim” dizesiyle şiiri ressam
bakışıyla yazdığını daha ilk bölümden belirtmektedir:
Her horoz kendi çöplüğünde
Denizli horozu her yerde öter
Ne güzel dağların var Denizli
Mavi mavi yeşil yeşil tüter
Horozun hakkını boroza
Dağların hakkını dağlara verelim
Al gözüm kınalı paleti ele
Şöyle ressam gözüyle seyredelim
(…)
187
Pazar dediğin böyle kurulur
Şehrin ortasına allı pullu
Uçsuz bucaksız bir kilim serilir
Kilimde kaç çeşit nakış varsa
Bal olur, petek olur, bakraç olur
Bebek olur, beşik olur dizilir
Develer geçer ağır ağır, bir çıngırak sesidir
Erir şeker gibi
Sırım gibi delikanlılar salınır
Bir bolluk, bir bereket, bir bayram havası eser (Eyüboğlu, 2006, s. 234).
Şiirin yukarıdaki bölümünde şair görüntü için bir ön hazırlık yaparak pazarı
tanımlar; şehrin ortasına kurulmuş, rengârenk, hareketli, gürültülü ve kalabalık
bir pazar alanı çizer. İnsanlar, hayvanlar, pazarda satılan her türlü nesne resmi
renklendirir. Bayram havası esen pazarın hareketliliği de bu tanım ile kurulur.
Daha sonra ise pazardaki tezgâhları tasvir etmeye başlar şair:
Al gözüm seyreyle denizli pazarını
Bir yanda tulum peynirleri tıklım tıklım dolu
Hala münasip taraflarında sallanır durur
Dananın kuyruğu.
Lezzetli olmasına lezzetli mübarek peynir
Ama bir güzel traş edilmezse saçı sakalı
Zor yenir yutulur
Peynir tulumlarının üstüne bir ip gerilmiş
İpe mandallarla resimler asılmış
Al gözüm seyreyle dünya güzelini
Haspam yarı çıplak yatmış uyumuş
Bastığı yerleri güller bürümüş
Güzelin yanı başında Fatih çekmiş kılıcını
Sonra müşir üniformasıyla Atatürk
Gözleri çakmak çakmak
Bir savaş alanı
Mehmetçik sermiş düşmanı yere
Almış hıncını
Derken sinema yıldızları, kovboylar (Eyüboğlu, 2006, s. 236).
Bu bölümde yer alan görüntüler daha ayrıntılı çizilmiştir. Peynir tezgâhındaki
peynirlerin görüntüleri hemen peynir tezgâhının üzerine asılmış resimler ve
resimlerin ayrı ayrı tasvirleri şiirin en önemli görsel tasvirleridir. İlk resimde güller
içinde uyuyan çıplak bir kadın, diğer resimde Fatih Sultan Mehmet‟in kılıcını
çekmiş portresi,
sonra mareşal üniformalı Atatürk portresi ve bir savaş
manzarası çizilir. Bu resimlerin şiirde yer almaları bile şiirde görselliği
oluşturmalarına yetmektedir. Okuyucu resimleri şairin tasvir ettiği kadar
görebilse de resimler şiir içindeki varlıkları ile dış dünyaya gönderimde
bulunarak görselliği oluştururlar. Şiirde peynirlerle resimlerin aynı yerde
188
bulunmaları şiire çeşitlilik, iç içelik ve canlılık katar. Şair pazarın bu her şeyin bir
arada olduğu, canlı görüntüsünden keyif alır ve tüm nesneleri sergileyerek
okuyucusuna da gösterir.
Bir sonraki manzara ise İstanbul‟un dalyanlarının manzarasıdır:
İstanbul deyince aklıma
Kocaman bir dalyan gelir
Kimi paslı bir örümcek ağı gibi
Gerinir Beykoz‟da
Kimi Fenerbahçe‟de yan gelir
Dalyanda kırk tane orkinos
Kırk değirmen taşı gibi dönmektedir
Orkinos dediğin balıkların şahı
Orkinos mavzerle gözünden vurulur
Denizin içinde ağaçlar devrilir
Kan çanağına döner dalyanın yüzü
Camgöbeği yeşili bulanır
Bir çırpıda kırk orkinos
Reisin sevinçten dili dolanır
Bir martı gelir konar direğe
Atılan kolyosu havada yutar
Bir başkasını beklemez gider
Balıkçı gülümser tatlı tatlı
Adı Marika‟dır bu martının der
Her zaman böyle gelir böyle gider. (Eyüboğlu, 2006, s. 242).
İçinde orkinosların bulunduğu bir dalyan manzarası çizer Bedri Rahmi. Örümcek
ağı benzetmesiyle dalyanların dış görünüşü hakkında fikir edinmemizi sağlar.
İstanbul‟da yaşayanlar için de şiirde yer alan mekânlar gerçeklik ve görsellik
oluştururlar. Değirmen taşına benzetilen orkinoslar ise bu benzetme ile hareket
kazanırlar.
Orkinosun vurulma sahnesi de şiirin görsel etkisi açısından
önemlidir. Denizin üzerinin kırmızı renge boyanması, yeşil rengin bulanması
manzarayı renklendirir. Şair manzaranın içine kendisini de yerleştirir ama
görünmez. Balıkçının konuşmasından, şairin olan biteni izleyen diğer kişi olduğu
anlaşılır. Balıkçının attığı balığı yakalayan martının gidişi ve balıkçının martıya
taktığı isimle martının belirli hale gelmesiyle sahne tamamlanır.
189
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Dalyan, kâğıt üzerine guaj 31x24cm
Başka bir İstanbul manzarası da soğan yüklü bir taka ile çizilir:
İstanbul deyince aklıma
Ağzına kadar soğan yüklü bir taka gelir
Sülyen kırmızısı üstüne zehir gibi yeşil
Samsun‟dan Sinop‟tan
Yaz demez kış demez gelir
Kirli yelkeninde yeni bir yama
Demirin pası gelir dilime
Nabzımda duyarım motörünün hızını
Canımın içine sokasım gelir
İri kalçaları pullu denizkızını (Eyüboğlu, 2006, s. 251).
Bu şiirde kırmızı üzerine yeşil renklerinde, ağzına kadar soğan çuvallarıyla
yüklü, yelkeni yamalı ve demirleri paslı bir taka resmi çizer Bedri Rahmi. “İri
kalçaları pullu denizkızı” şiirde önemli bir imgedir. Okuyucu bu imgeyle şairin
hayal dünyasını görür. İstanbul Boğazı‟nda yüzen denizkızlarının görselliği şiiri
etkiler. Şiirde tat alma duyusu da yer alır: “demirin pası gelir dilime” dizesiyle.
“pas” sözcüğü şiire yoğun kekremsi ve olumsuz bir tat katar.
190
Bedri Rahmi‟nin manzaralarını çizdiği diğer bir şehir de Trabzon‟dur. Trabzon‟u
tıpkı “İstanbul Destanı”nda olduğu gibi anlatır Bedri Rahmi:
Trabzon deyince aklıma Soğuksu gelir
Soğuksu deyince bir dizi kareymiş ağacı
Kareymişlerin altında biri kız biri oğlan iki çocuk
Ne çocuğu iki bela iki hışım
Nefesim kesilinceye kadar kovalamışım
Düştüm düşmesine 45‟ten 30‟u
15 yaşındayım (Eyüboğlu, 2006, s. 319).
Şiirin bu bölümünde şair içinde bulunduğu bir manzara resmi çizer. Kareymiş
ağaçları altında iki çocuğu kovalarken çizer kendini şair ancak çizdiği on beş
yaşındaki halidir. Bu manzara bir hatıranın da çizilmesi gibidir: dış mekân olarak
şiirde yer alan Trabzon şairin çocukluğunun geçtiği bir mekândır.
Trabzon‟dan başka bir manzara da:
Trabzon deyince aklıma Faroz gelir
Kara kara kazanlar hatırlarım dizi dizi
Kurşun gibi ağır bir balık yağı kokusu
Kırar kolunuzu kanadınızı
Hantal bir bulut güç bela havalanır
Bulutun içinde yüzlerce Yunus ağır ağır
Yarım kalmış bir deniz türküsünü
Deniz dibi yeşilini katran morunu
Gök mavisine katmaktadır
Sonra ağır başlı zinosların bembeyaz uğultusu
Dünyanın bütün denizleri de yetim yapayalnız
Dünyanın her yerinde beyaz, sessiz, sevimli
Martıya zinos derdik değil mi? (Eyüboğlu, 2006, s. 321).
Şiirde geçen Faroz, Trabzon‟un mahallerinden biridir ve yine hatıra manzarası
diyebileceğimiz dizeler yer alır şiirde. Şairin kullandığı “hatırlarım” eylemi de
hatıra olasılığını artırmaktadır. Mekânın gönderimine ek olarak şiirin görsel
etkisini “kara kara kazanlar”, “deniz dibi yeşili”, “katran moru” söz öbekleri ile
“zinos” sözcüğü oluşturmaktadır. Zinosun Trabzon‟da martı için kullanılan bir
sözcük olduğunu açıklayan Bedri Rahmi, manzara resmini koyu tonlardaki
renklerle çizmiştir. Kara, deniz dibi, katran sözcüklerinin “koyu” anlamını
sağladıklarını göz önüne alırsak Bedri Rahmi‟nin Faroz manzarası koyu
renklerle çizilmiştir. Şiirde açık tonda çizilen tek nesne martıdır. “Bembeyaz
uğultu” söz öbeği resmin tek açık renkli figürü olan martıyı çizer.
191
Bir diğer manzara resmi de Yayınlanmamış Şiirleri içinde 26 Ekim tarihli şiirinde
yer alır:
Bize bir dağ gösterdiler denizin orta yerinde
Bu bir yanardağmış.
Coğrafya kitaplarında bunun için atıp tutarlarmış.
Hatırlıyorum dağın eteğinde kesme şeker kadar beyaz
Dört köşe minnacık evler vardı.
24
Ve İstramboli bize arsız bir çocuk gibi dilini çıkardı (Eyüboğlu, 2006, s. 364).
Şiirde bir yanardağ manzarası çiziyor şair. Stramboli adasının resmini çizer;
denizin ortasında, eteğinde küçük beyaz kare evlerin olduğu bir yanardağ resmi
çizer şiirde:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Stramboli, kâğıt üzerine guaj, 9x 11 cm
Yukarıdaki resim de Bedri Rahmi‟nin Stramboli resmidir.
Resimde dağın
eteklerinde yer alan kare evler ise şiirle doğrudan bağlantılıdır.
Bedri Rahmi‟nin çizdiği bir başka manzara resmi de “New York Notları”
şiirindedir:
24
Stromboli, Tiren Denizi‟nde, Sicilya'nın kuzey kıyısı açıklarında bulunan, İtalya'nın aktif ve
adayla aynı ismi taşıyan yanardağın bulunduğu küçük ada http://tr.wikipedia.org/wiki/Stromboli,
Erişim: 27.02.2011, 22.00.
192
5-10 tane mısır al mısır
Her birinin ötesini berisini ısır
Hiçbirini sonuna kadar yeme
Sonra bu mısırları milyon defa büyüt
Tut karanlığın içine at
Her birini içinden güzelce aydınlat
Al sana bir New York gecesi (Eyüboğlu, 2006, s. 295).
Şiirde mısır benzetmesiyle sarı renkle çizer resmini Bedri Rahmi. Mısır
tanelerinin milyon defa büyütülmüş halleriyle New York‟un ışıklı geceleri
arasında bağ kuruyor ve ışıklı New York gecelerinin resmini çizer. Çizdiği
resimde New York‟u ne yüceltir, önemser ne de olumsuz bir anlam yükler.
Yalnızca okurun hayal etmesini sağlıyor. Gecenin içinde ışığı çizmesi, siyahın
içinde sarı rengin belirginliğini de şiire sokar. Siyah ve sarı rengin zıtlığında sarı
renk daha etkili bir duruma gelir. Şairin New York‟u “ısırılmış koçan” imgesi ile
betimlemesi, New York‟un kullanılıp atıldığını anlatır. Şehri, insanların karınları
doyduktan ya da hevesleri geçtikten sonra kaldırıp attıkları bir nesne olarak
çizer ve değersizleştirir.
Bedri Rahmi Paris manzarası da çizer şiirlerinde:
Paris yolu
Başımın ucunda birkaç altun yaprak taşıyan
Kel ağaçlar
Ve bu kel ağaçları bir ayna sadakatıyla gösteren
Durgun sularla dolu (Eyüboğlu, 2006, s. 369).
Şiirin ilk dizelerinde yapraksız ağaçlarla ve ağaçların görüntülerinin yansıdığı su
birikintileriyle dolu Paris yolunu çizer şair. Bedri Rahmi‟nin çizdiği bir diğer Paris
manzarası da “Paris‟te Gece- 2” isimli şiirdedir:
Dışarıda gece
Ve gecenin içinde Paris
Dokunulmaya cesaret edilemeyen
Muhteşem bir oyuncak gibi.
Ve gece: bu koca oyuncağa kara bir ambalaj gibi
Yarın sabah
Yine başka bir güneşin altında sabah olurken
Göreceğiz Paris‟in ela gözlerini (Eyüboğlu, 2006, s. 370).
Şiirde Paris‟in, görsellik için önemli bir gönderime sahiptir. Başlı başına görsel
gönderimi vardır. Bunun yanı sıra “gecenin içinde Paris” söz öbeği ile verilen
193
karanlık ve “dokunulmaya cesaret edilemeyen bir oyuncak” benzetmesi siyahlar
içinde çizilen Paris‟in simgesi olan Eiffel Kulesi‟ni çağrıştırır. “Ve gece” söz
öbeğinin tekrarı da siyah rengin yoğunluğunu hissettirir şiirde.
“Büyük Şehir” de manzara resmi olarak değerlendirilebilecek bir şiirdir:
Bir değil hallerin beş değil
Nasıl anlatsam hepsini bir bir
Nasıl bağlansam sana nasıl, büyük şehir.
Yüz tane kolum olsa kucaklamaya yetmez
Tepeden tırnağa dudak kesilsem bitip tükenmezsin.
Anten misali gerilse bütün damarlarım
Nasıl duyarım semt semt bucak bucak seni
Nasıl sararım?
Büyük hastanelerinde yatarım insan dolu,
Büyük gemilerine binerim mahşer.
Hanların dolu, hamamların dolu…
Gel gör ki her Allahın günü
Göz göze diz dize
Tramvayda, sinemada, meyhanede, mabette.
Herkes kendi murdar karanlığına gömülmüş
Herkes gurbette (Eyüboğlu, 2006, s. 177).
Şiirde şehrin büyüklüğünü “yüz tane kolum olsa kucaklamaya yetmez, tepeden
tırnağa dudak kesilsem bitip tükenmezsin” dizeleriyle anlatır. Resim bu
bağlamda şiire göre sınırlı kalır çünkü manzara tuvalin izin verdiği kadar bir
büyüklükte çizilir. Ancak şair büyük şehirden farklı görüntüler de sunar ve
böylece
farklı
farklı
manzaralar
görülür.
İlk
manzara
bir
hastanenin
manzarasıdır; kalabalık, koridorlarında koşturan insanlar olan, boş yatağı
olmayan bir hastane. İkinci manzara gemilerdir; kalabalık, oturacak yer
olmayan, insanların kalabalıktan birbirine değdiği bir gemi. Üçüncü manzara ise
tramvayda sinemada meyhanede yan yana oturan insanların manzarasıdır.
Burada ayrıca mabet sözcüğü ile mezarlık resmi de çizer şair. Mezarlarda yan
yana yatan bedenlerin yalnızlığını çizer resminde. Şiirin ana konusu da ortaya
çıkar böylece; yalnızlık. “Herkes gurbette” dizesi de şiirdeki yalnızlığı destekler.
Sonuç olarak bu bölümde ele aldığımız şiirlerde salt bir doğa manzarasının
olmadığı
görülür.
Şairin
çizdiği
manzaralar
şehirden
tam
anlamıyla
soyutlanmamış, bir köşesinde şehir etkisini görebildiğimiz manzaralardır.
Doğanın en belirgin olduğu “Gön” şiirinde bile şair çayırın yanından asfaltı
geçirerek şehirden çok uzak olmadığımızı, şehrin etkisini hissettirir şiirde.
194
Manzara resimlerinin yer aldığı şiirlerde renkler güçlü ve çarpıcıdır. Zıt renklerin
birlikteliği manzaranın canlı ve etkileyici olmasını sağlar. Şiirlerde rengin yanı
sıra, manzarayı tamamlayan koku ve ses öğeleri de yer alır. Ses ve koku
duyularını da şiire sokan şair böylece manzaranın canlılığını ve etkileyiciliğini
sağlamlaştırır.
Özellikle Anadolu‟dan bir manzaranın yer aldığı şiirlerde şairin, coşkulu ve
duygusal anlatımı dikkat çeker. Örneğin Denizli pazarını anlatırken renkli, canlı
görüntüler sunarken öznel bakış açısını da manzaraya yerleştirir. Pazar
yerindeki mutluluğu ve hüznü birlikte sunar. Dünyadan çizdiği manzaralarda
(Paris, New York gibi) ise nesnel anlatımı dikkat çeker. Yalnızca manzarayı
betimler, duygusunu şiire yansıtmaz.
3.4.2. Ġç Mekân
İç mekân, dışarıdan soyutlanmış, kapalı bir özellik taşır. Doğanın ışığından,
sesinden, kokusundan kendini soyutlamıştır. İç mekân özelliği gösteren en
belirgin yapı ise “ev”dir. Ev, bizim dünyadaki köşemizdir. Çok kez söylendiği gibi
ilk evrenimizdir. (Bachelard, 2008, s. 38). Ev bizi doğadan korur, daha doğrusu
yağmurdan, fırtınadan, kardan, soğuktan, sıcaktan ve daha pek çok bize zarar
verebilecek olumsuz olaylardan. Bu nedenle sığınak görevi görür. Her yalın,
büyük imge bir ruh durumunu açığa vurur. Ev, manzaradan da çok “bir ruh
durumudur” (Bachelard, 2008, s. 119). Evin insanın ruh haliyle doğrudan ilişkili
olması şiirlerde de fark edilir. Aşağıda yer alan “Evimiz Kurudu” şiiri evin ruh
haliyle olan bağlantısını gösterir:
Evimiz kiremitlerinden tutun da harcına kadar
Son damla serinliğini ona veren
Kakırdamış bir ceviz kabuğudur.
Bir kocakarının elleri kadar kurudur.
Bir kocakarının kurumuş ömrü gibi
Boşlukta sallanır durur (Eyüboğlu, 2006, s. 440).
Şiirin yukarıda yer alan ikinci bölümünde ceviz kabuğu renginde bir ev resmi
çizer şair. Dördüncü ve beşinci dizede yer alan “kocakarı” sözcüğü ile evin de
195
yaşlı ve eski olduğunu anlatır. Şairin evi eski, ceviz kabuğu renginde bir evdir.
Evin dış görünümüyle ilgili başka bir ayrıntı yoktur örneğin kaç katlı olduğu,
müstakil mi yoksa apartman dairesi mi olduğu gibi.
Ancak “ceviz kabuğu”
imgesi okuyucuyu müstakil ahşap bir ev görüntüsüne yönlendirir. Evin bu
derece yaşlı, bakımsız görüntüsü, şairin mutsuzluğunu ve umutsuzluğunu çizer
bir bakıma. Evin boşlukta sallanması, şairin boşluğundan, huzursuzluğundan
kaynaklanır.
“Evlerimizi Takdim Ederim” şiirinde de ev resmi çizer şair. Ancak bu şairin kendi
evi değildir, “ev”i yapısını değil kullanım amaçlarını çizer:
Şu karşıdaki delikli kutuya ev derler
İnsan oğulları burada yer burada içer
Ve daha tuhaf tuhaf işler görürler.
Bunların çoğu ayıp şeylerdir söylenmez
Evlerimizin üstü kapalıdır.
Ve bütün şairler gökyüzüne pencereden bakarlar
Halbuki kuş yuvalarının üstü açıktır.
Ve kuşlar şiir yazmazlar (Eyüboğlu, 2006, s. 30).
Şairin şiirde çizdiği ev resminde küçük, müstakil bir evi görselleştirmektedir.
Evlerin üzerinin kapalılığı ile yapılan işlerin gizliliği arasında kurulan bağ, kuş
yuvalarının üzerinin açıklığı ile zıt bir anlam taşımaktadır. “Delikli kutu” söz
öbeği
de
sınırlandırılmışlık
hissi
yaratmaktadır
ve
bununla
şairin
sınırlandırılmışlığı da görselleştirilir çünkü şair de o evin içinden bakar dışarıya.
Sınırlandırılmışlığın yanı sıra şairin pencereden bakması hayal kurmasına da
neden olur. Evin en değer verilen iyi yanı nedir diye sorulsa şöyle yanıtlardık:
ev, düşlemi barındırır, düş kuranı korur; ev huzur içinde düş kurmamızı sağlar
(Bachelard, 2008, s. 41). Bachelard‟ın bu sözlerinden yola çıkarak şiirde,
pencereden dışarıya bakan şairin huzur içinde hayal kurduğunu söylemek
mümkündür. Şair evin içinde güvendedir, hayal kurmak için pencereden bakar
ve şiir yazar. Kuş yuvalarının üstünün açık olması ile kurduğu tezatlık da bu
noktada önemlidir. Kuşların üstü kapalı, onları koruyan evleri yoktur ve bu
nedenle kuşlar hayal kurup şiir yazamazlar.
196
“Akıl ile Gözün Hikâyesi” şiirinde iki ayrı evin görüntüsünü çizer şair:
Bir çift şahin gibi uçurdum gözlerini Salıpazarı‟ndan
Salıpazarı apartmanının dördüncü katından
Az gittiler uz gittiler
Dere tepe düz gittiler
Süzüm süzüm süzüldüler
Beylerbeyi‟ni aştılar, Çengelköyü‟nü geçtiler
Gidip Kanlıca‟da beyaz bir evin üstüne kondular
Ev beyaz olmasına beyaz ama küçük
Bir kibrit kutusundan küçüktü
Bir tavla zarı kadar küçük bir evin içinde
Olup bitenleri seçmek
Gözlerime değil aklıma düştü (Eyüboğlu, 2006, s. 204).
Şiir şairin kendi evinde başlar: Salıpazarı apartmanının dördüncü katından. Bu
betimleme de yükseklik önemli bir ayrıntıdır. Şairin evi yüksektedir, böylece
içinde yaşayan insanlara daha çok güven verir. İkinci ev ise Kanlıca‟da küçük
beyaz bir evdir. Kibrit kutusundan küçük olması nedeniyle büyük ihtimalle
müstakil bir evdir. İçinde yaşayan insanların daha çok özgür alanları vardır.
Mahremiyetleri de yalıtılmıştır. Ancak şair bu mahremiyeti deler ve evin içinde
olanları anlatır. Bu şiirde de şairin evinin içinden dışarı bakarak düş kurduğunu
ve uzaktaki bir evin içinde olup bitenleri hayal ettiği görülür. Kendi, büyük,
yüksek ve rahat evinin içinde, uzakta yere yakın, müstakil, küçücük evin içinde
olup bitenleri hayal eder.
Bedri Rahmi, “Zindanı Taştan Oyarlar” başlıklı şiirinde iç mekân tasviri yapar.
Şiirin dış mekânı Bursa, iç mekânı ise zindandır.
Bursa‟nın ufak tefek yolları
Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri
Tepeden tırnağa şiir gülleri
Yiğidim aslanım aman burada yatıyor
(…)
Zindanı taştan oyarlar
İçine bir yiğit koyarlar
Sağa döner böğrü taşa gelir
Sola döner çırılçıplak demir
Çeliğin hası da yiğidim aman böyle bilenir
Döşek melul mahzun, yastık batıyor
Yiğidim aslanım aman burada yatıyor
(…)
Demirden pencere taştan sedirler (Eyüboğlu, 2006, s. 317).
197
“Çırılçıplak
demir”,
“demirden
pencere,
taştan
sedirler”
söz
öbekleri
hapishanenin görüntüsünü çizmektedir. “Taş sedir” ve “çırılçıplak demir”
mekânın soğukluğunu hissettirmesi açısından önemli betimlemelerdir. “Sağa
döner böğrü taşa gelir, sola döner çırılçıplak demir” dizeleri ile de mekânın
boyutu hakkında betimleme yapılmaktadır. Zindan küçük ve soğuktur. Şair
mekânı çizerken renk unsurunu kullanmıyor. Önce mekânın hacmini veriyor:
taştan oyulmuş (içe doğru kapalılık anlamını içeriyor), dar, sert ve kapalı. Sonra
dokunma duyusunu kullanıyor: sağa döner böğrü taşa gelir, yastık batar ve
acıtır. Demir buz gibi soğuktur. Daha sonra mekânda yer alan nesneleri verir:
döşek, yastık, sedir ve parmaklık. Son olarak da yalnız, namuslu, yiğit, sabırlı,
gittikçe güçlenen ama hüzünlü bir kişinin zindandaki görüntüsüyle manzarayı
tamamlar. Zindanda yatan kişinin olumlu duygularla çizilmesi zindanın
kötülüğünü, haksızlığını ve acımasızlığını etkili biçimde çizer.
“İstanbul Destanı”nın aşağıdaki bölümünde de iç mekân tasviri yer alır:
İstanbul deyince aklıma Kapalıçarşı gelir
Dokuzuncu senfoniyle kolkola
Cezayir marşı gelir
Dört başı mamur bir gelin odası
Haraç mezat satılmakta
Bir gelinle güvey eksik yatakta
Köşede sedef kakmalı tombul bir ud
Tanburi Cemil Bey çalıyor eski plakta
Sonra ellerinde şamdanlar nargileler
Paslı Acem kılıçları
Amerikan kovboyları
Eller yukarı (Eyüboğlu, 2006, s. 240).
Şiirin
yukarıdaki
bölümünde
ise
mekân
olarak
Kapalıçarşı
anlatılır.
Kapalıçarşı‟nın mekân olarak şiire kattığı görsellik gelin yatağının, udun ve
etraftaki diğer nesnelerin tasvirleriyle desteklenmektedir. Ayrıca şiirdeki
görselliği etkileyen diğer unsur da seslerdir. Dokuzuncu Senfoni, Cezayir Marşı
ve Tanburi Cemil Bey‟in sesi Kapalıçarşı manzarasına hareket katar.
“Kırk Odalı Konak” şiiri de iç mekân anlatımının öne çıktığı şiirlerdendir:
Birinci odanın pencereleri denize bakar
Denize bakan odada üşüyen bir çocuk var
Üşüyen çocuk durmadan gemilere bakar
198
Gözlerinde tomurcuklanan arzular
Kulaklarında salkım salkım
Donan sesler var.
İkinci odada saçları badem yağıyla taranmış
Küçük bir kız var
Bir bayram sabahı yeni elbiselerini giydirdiler
Saçlarını sımsıkı taradılar
Kurdelâlarını taktılar
Onu çok güzel bir yere götüreceklerdi unuttular.
Üçüncü odada en güzel şiir gibi çırılçıplak
Bir kadın uyur
Odada her şey kütük gibi sarhoştur
Şamdanlar hazdan eğrilmiş
Mumlar zevkten yamru yumrudur
Çırılçıplak kadının gördüğü rüyalar
Pencerenin ötesinde hakikat olur.
Dördüncü odada bir ilahi duyulur
Bu ilahi yunus‟undur.
Beşinci odada derisi altın köpüklü bir kahve gibi
Buram buram tüten
Sesi bir muz kadar lezzetli
Masal söylerken taş kesilmiştir
Bu kızın dizinde beş tane çocuk var
Bu kız onlara Dilalem Çengisini anlattı.
Çocuklar korkularından taş kesildiler
Ve hepsi taş kesilince onları aldılar
Bir guguklu saatin üstüne koydular
Her saat başı
Dilalem Çengisi gel çık!
Dilalem Çengisi geel çııık
Bir oda var
Kapısı açılınca
garîb
Kapanırken
gurbet
der
25
Altıncı odada bir şair var
Şairin bütün derdi öteki odalar (Eyüboğlu, 2006, s. 42).
Şiirde altı farklı iç mekân yer alır ancak dört tanesinin fiziksel özelliklerini çizer
şair. İlk odanın pencerelerinin denize baktığını söyler şair. Oda ile ilgili
elimizdeki tek ayrıntı budur. Şairin verdiği bu ayrıntı şiirin tümü için çok
önemlidir çünkü böylece altı odası olan büyük evin deniz kenarında olduğunu
anlarız. Deniz kenarında, kocaman bir evdir mekân. İkinci odada yalnızca
saçları taranmış bir kızın bulunduğunu söyler şair, odanın fiziksel özellikleri ile
ilgili bilgi vermez. Üçüncü oda ise içindeki nesnelerle betimlenir ve odanın ruh
25
Sözcük 2006 basımlı Dol Karabakır Dol Bütün Şiirleri isimli kitapta “şiir” olarak yer alır. Ancak
1953 yılında basılan Üçü Birden isimli şiir kitabı incelendiğinde sözcüğün “şair” olarak geçtiği
görülür. Bu nedenle yukarıdaki alıntıda şiirin mantıksal bütünlüğü açıcından Üçü Birden isimli
kitapta yer alan şekline yer verilmiştir.
199
halini çizer şair. Odada her şey kütük gibi sarhoştur ve mumlar, şamdanlar
hazdan eğrilmiştir çünkü odada çırılçıplak bir kadın uyur. Odanın sarhoşluğu da
hazdan kaynaklanır. Dördüncü oda ile ilgili de fiziksel bir bilgi vermez şair.
Yalnızca odadan yükselen ilahi sesini belirtir. Beşinci oda şiirin en fantastik
odasıdır çünkü içinde bir masal yaşanır. Şiirin son odasında ise şair bulunur:
şairin bütün derdi öteki odalardır. Yani şair yine düş kurmaktadır. Şiirin fantastik
anlatısı da şairin düşünü desteklemektedir.
Bu bölümde ele aldığımız iç mekân tasvirlerinin yoğun olarak “ev” ve “oda”
tasvirleri olduğunu gördük. “Kırk Odalı Konak” şiiri hariç diğer ev tasvirinin
yapıldığı şiirlerde evin boyutu, şekli, yüksekliği ile ilgili bilgilerin yer aldığı
görülür. Ancak evlerin içi ile ilgili ayrıntılı çizimlere rastlanmaz. Bu da şairin
kendi evinin mahremiyetini koruduğunu gösterir. Şair kendi mahremiyetini
korusa da düşleriyle başka evlerin mahremiyetini delerek, okuyucuyu evlerin
içine sokar.
3.4. DOĞANIN ÖĞELERĠ
Bedri Rahmi‟nin özellikle üzerinde durduğu doğaya ait öğeler, resmini çizdiği
hayvanlar ve bitkilerin yer aldığı şiirler, bu bölümün temel konusudur. Bu
bağlamda ele alacağımız ilk şiir “Oğlum Mehmed‟e” başlığı ile yazılan şiirlerden
“Ağaçlarımızı Takdim Ederim”dir.
Şiirde çizilen ağaç resmi, “yeşil yumak”,
“dalları diken içersinde”, “dallarına salıncaklar”, “cıvıl cıvıl kuşlar dadandırdık
yuvalarına” söz öbekleri ile görselleştirilmektedir:
Şu karşıki yeşil yumağa ağaç derler
O da senin gibi elimizde büyüdü
(…)
Meyveleri zehir zıkkım
Dalları diken içersinde,
Köklerini köstebekler kemirirdi
(…)
Bir gün gölgelerine evlerimizi kurduk
Dallarına salıncaklar,
Cıvıl cıvıl kuşlar dadandırdık yuvalarına
Biz ölürken hakkımızı helal ederiz ağaçlara
Onlar da arkamızdan kendi dillerince
Helal olsun derler (Eyüboğlu, 2006, s. 32).
200
Şiirin konusu ağaç, ana fikri ise emek ve karşılığı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Şiirin başında diken dolu, zehir tadında meyve veren ağaç şiir insanın verdiği
emek sayesinde güzelleşir, gölgelerine evler, dallarına salıncaklar kurulur. Bu
da aslında okuyucunun karşısına mutlu bir ağaç resmi çıkarır.
Bedri Rahmi‟nin çizdiği bir sonraki resim ise bir at resmidir. Şiirde atın iki ayrı
görüntüsü yer alır. İlk bölümde “447 Tırnak Numaralı Beyaz At” şiirde hasta ve
hor görülen bir at olarak çizilir:
Ama sen çoktan miadını doldurmuş
447 tırnak numaralı beyaz bir atmışsın
Ama senin iler tutar yanın kalmamış artık
Ama sen tökezliyormuşsun
Sağ böğründe sızı sol böğründe yara
Üç buçuk senedir sakatmışsın
Ama seni insanca değil
Bilmem nece yüklemişler
Vurmuşlar yokuşa
Ciğerlerin alev ateş tutuşa (Eyüboğlu, 2006, s. 228).
Şiirin ilk bölümünde yer alan “447 numaralı” söz öbeği hem atın gerçekliğinin
kanıtıdır
hem
de
bir
nesne
olarak
değerlendirildiğini
gösterir.
Atın
numaralandırılarak nesne olarak değerlendirilmesi, acımasızca muamele
edildiği anlamını da içerir. Çünkü şairin bahsettiği sokakta gördüğü bir at değil
özellikle 447 tırnak numaralı attır. Yani özgül ve belirli bir attır. Beyaz sıfatı ile
de görsellik kazandırılır. Beyaz at, yaralıdır ve sırtına aşırı yük yüklenmiştir. Bu
tanımlamalarla atın resmi çizilir.
Ama sen kaç defa artık yeter demişsin
Böyle yaşayacağına geber demişsin
Bir çifte bir çifte daha sallamışsın boşuna
Sonra boş bir çuval gibi tolun ortasına serilmişsin
Kaskatı kesilmişsin ama becerip ölememişsin
Gözlerinden yaş boşanmış: ter demişler
(…)
Bel kemiğin çentik çentik (Eyüboğlu, 2006, s. 229).
Yukarıdaki ikinci bölümde ise 447 tırnak numaralı beyaz at kaskatı yerde
yatarken çizilmiştir. Görselliğin etkisini artıran ise atın gözlerinden süzülen
201
yaşlardır. Atın rengi ve bel kemiğinin girintili çıkıntılı yani atın zayıflığı görselliği
oluşturan önemli betimlemelerdir.
Bir sonraki resim ise uçurumdan düşüp ölen bir keçinin resmidir:
Keçiyi yardan uçuran
Bir tutam ottur
Gözümün önüne geliyor keçi
Hala cıvıl cıvıl gözlerinin içi
Ağzında ecel yeşili
Körpe ıslak
Ezilmiş yırtılmış bir çift yaprak
Uçurumun dibinde incecik bir su
Tatlı mı tatlı duru mu duru
Açmış kocaman gözlerini
Düşünür su
Canlıyken ne kadar hafifti keçi
Şimdi ne kadar ağır (Eyüboğlu, 2006, s. 313).
Şiirde bir olay anlatır şair; keçinin uçurumdan düşüşü. Ancak sadece
sonucunun görüntüsünü verir şiirde; uçurumun dibinde yatan keçi. Keçiyi yine
de hayat dolu çizer şair; hala cıvıl cıvıl gözlerinin içi dizesiyle. Şiirde ölüm
olumlu bir tavırla anlatılır; cıvıl cıvıl, tatlı mı tatlı, duru mu duru ikilemeleri şiire
olumlu bir anlam katarlar. Ölümün anlatıldığı şiirde bu olumlu anlatım zıtlık
yaratır. Bu da aslında keçinin uçurumdan düşüşünün doğallığından kaynaklanır.
Bir tutam ot yemek için uçurumdan düşen ilk keçi şiirdeki değildir ve son keçi de
olmayacaktır. Bu yüzden şair, uçurumun dibinde yatan keçiyi acısız bir şekilde
çizmiştir. Ağzındaki ecel yeşili de uçurumun kenarından kopardığı otun yeşilidir.
“Ebabil Kuşları” şiirinde ise ebabil kuşlarının resmini çizer şair:
Çok uzaklardan ebabil kuşları geçiyor.
Tüyleri diken diken
Kanatları kane bulanmış
Çok uzaklardan ebabil kuşları geçiyor
Kavrulmuş kiremitlerin üstüne
Yemyeşil ölüler dökülüyor (Eyüboğlu, 2006, s. 67).
Ebabil kuşları şiirde okuyucuyu uzaklaştıracak kadar olumsuz bir şekilde
çizilmiştir; tüyleri diken diken, kanatlarından kan damlarken. Şiirin diğer resmi
ise evlerin üzerine dökülen ölü bedenlerin görüntüsüdür. Yani şair şiirde iki farklı
resim çizer. İki görüntü de şiiri kırmızı renge boyar; kan kırmızısı. Bu alışılmadık
görüntüler okuyucu irker ve uzaklaşmasına neden olur.
202
Bedri Rahmi “Ağaç Dili” şiirinde de bir ağacın resmini çizer:
Sabah oldu
Ağaç
Her günkü yerine
Oturdu,
Bekliyor.
Ne güzel biliyor
Beklemesini ağaç
Ne kadar telaşsız
Ne kadar emin.
Rüzgar giriyor koluna
Serçe konuyor dalına
Doyamadan alına moruna
Balta saplanıyor beline…
Baltanın sapı da ağaç…
Gülüyor mu?.. Ağlıyor belki…
Neyleyip etmeli
Ağaçça dilini
Sökmeli!.. (Eyüboğlu, 2006, s. 403).
Şiirde ağacın iki farklı resmi çizilir: Birincisi ilk bölümde ağaç sakin ve dimdik
ayakta beklerken, ikinci bölümde ise sapı da ağaçtan olan bir balta ile kesilirken
çizilir. İkinci bölümün ilk dizesinde
“rüzgâr giriyor koluna” cümlesiyle resme
hareket katılır ve “serçe konuyor dalına” dizesiyle resme bir de kuş görüntüsü
eklenir. Aslında şair bir olayın resmini çizer şiirde. Ağacı kesen baltanın sapının
da ağaç olması şiirin dramatik unsurudur.
“Mürdüm” şiirinde de şair erik ağacının resmini çizer:
Ağaç ağaç
Telli ağaç, pullu ağaç
Gül fidanı boylu ağaç
Şamdan şamdan kolların aç
Uza uza boyumu geç
Gölgene evimi kurayım
Saksağanlar konsun dalına
Salıncaklar kurayım beline
Fenerler vereyim eline
Kurbanlar adayım yoluna
Bir ağacım adım mürdüm
Efendim istedi büyüdüm.
Uzadım geçtim boyunu
Gölgeme kurdun evini
Uzadım evin boyunca
Serpildim sevgin boyunca
Betim bereketim belli
Eriklerim ballı ballı
Dallarım var yetmiş kollu
Yoluna koymuşum başımı
203
Efendimi bekler dururum.
Eli değmezse elime
Mutlak kahrımdan ölürüm
Yabancı al bu eriği
Götür efendime göster
De ki: senin maydanoz mürdüm
Büyüdü ellerinden öper (Eyüboğlu, 2006, s. 292).
Şiirde erik ağacının iki farklı resmini çizer şair; birincisi henüz fidanken, ikincisi
büyüyüp serpildikten sonra. İlk resimde görsellik açısından fazla ayrıntı yer
almamasına rağmen ikinci resimde dallarında olgunlaşmış erikler olan uzun bir
erik ağacı ve gölgesinde bir ev yer alır. İki görüntü birbirini tamamlar niteliktedir
aslında çünkü ilk resimde şairin dilekleri ikinci resimde gerçek olur. İkinci
resimde kuşlar, salıncaklar, fenerler yer almasa da geri planda bunların varlığı
hissedilir.
Bedri Rahmi‟nin ağaç resmi çizdiği diğer bir şiiri de “Karabiber”dir:
İzmir‟de bir ağaç gördüm
Adı karabiberdi karabiber
Yaprağının ucunu ısırdım
Tadı karabiberdi karabiber
Bir yaşıma daha girdim
Biber dediğin tuzluğa yaraşır
Fidesi olur fidanı olur
Bir çınar boyunda karabiber
İnsanın başı döner
Çiçek mi, meyva mi, tohum mu nedir
Nar tanesi gibi pırıl pırıl
Çingene pembesinde sıcak
Karabiber ağaçlar dolusu
Karabiber sebil
Karabiber salkım saçak
(…)
İzmir‟de bir ağaç gördüm
Adı karabiberdi
Dalını, meyvasını, gölgesini
Getirdi masamıza serdi
Yapraklarını görsen bayılırsın
Bir yazma oyası kadar ince
Söğüt dallarından narin
Saçlarının arasında dolaştığını duyarsın
İncecik, biberli ellerin (Eyüboğlu, 2006, s. 226).
Şair şiirde ilk defa gördüğü bir karabiber ağacının resmini çizer. Ağacın dış
görünümü ile ilgili üçüncü ve son bölümde ayrıntı verir şair; nar tanesi
204
boyutunda Çingene pembesi renginde tohumu olan, yaprakları yazma oyası
kadar ince, söğüt dallarından daha narin dalları olan bir ağaç çizer. Resmi
tamamlayan görüntü ise dalların karabiber tohumlarıyla dolu oluşudur.
“Ağaca Bak” Bedri Rahmi‟nin ağaç resmi çizdiği başka bir şiiridir:
Tohuma bak tohuma
Nasıl
Dokuz
Doğuruyor toprakta
Nasıl bunalıyor, ıkınıp sıkınıyor
Nasıl soluyor, terim terim terliyor
Tohuma bak tohuma
Dokuz
Doğuruyor.
Fidana bak fidana
Nasıl geliyor sana
Nasıl yakın insana
Neden geliyor sana
Niçin geliyor sana
Fidana bak fidana…Hişştt…
Tomurcukları kabarıyor.
Ağaca bak ağaca
Bir dalında bulut
Ötekinde uçurtma
Birinde karatavuk yuvası
Ağaca bak ağaca
Salıncak kurulası
Elmaya bak elmaya
Bu ne ağaç, ne tohum
Gücüne kuvvetine
Kurban olduğum (Eyüboğlu, 2006, s. 406).
Şair şiirde dört farklı resim çizer; birincisi tohum, ikincisi fidan, üçüncüsü ağaç,
dördüncüsü ise elma resmidir. Ancak en belirgin olan ağaç resmidir çünkü
görsellik değeri yüksektir; salıncak kurulacak yükseklikte, bir dalına bulut değen,
bir dalında uçurtma olan, başka bir dalında kuş yuvası olan bir ağaç resmi çizer
şair. Tohumun yalnızca çoğaldığı, fidanın ise tomurcuklandığını anlatır şair ilk iki
bölümde. Son bölümde ise yalnızca “elmaya baka elmaya” dizesiyle elmayı
görselleştirir hiçbir dış görünüş özelliği belirtmeden.
205
Ağaç resmi çizilen başka bir şiir de “Çitlenbik”tir:
Komşu çitlenbiğin yeşil çukuru
Kimler doyuracak bunca fakiri
Ilık damlaları vişnelerin
Düşünün taşının karar verin (Eyüboğlu, 2006, s. 346).
Şiirde ağacın dış görünüşüyle ilgili bir betimleme yer almaz. Yalnızca “çitlenbik”
sözcüğü ile ağacın türünü belirtir şair. Şiir daha çok sosyal bir meseleden
bahseder.
Şiirde çitlenbik ağacının yanı sıra vişne ağacı da yer alır “ılık
damlaları vişnelerin” dizesiyle. Şair dört dizede iki ağaç resmi çizer. Birincisinde
ağacın türünü belirterek, ikincisinde meyvesinin ismine yer vererek.
“Bikalem” şiiri de şairin ağaç resmi çizdiği şiirlerdendir:
Sen bana boş ver erik ağacı
Çiçeğini açmana bak (Eyüboğlu, 2006, s. 430).
“Çil Çil” şiirinde de bir kayısı ağacını çizer şair:
Bir kayısı dalı mavilik içinde
Çilli yaprakları ışık içinde
Pembe damarları çırılçıplak
Hepsi de üç türlü yeşil içinde,
Mernuş der ki:
İş var işin içinde
Ne güzel erimek aşk içinde
Neylersin
Zerresi kalmış benim içimde (Eyüboğlu, 2006, s. 180).
Şiirde dallarına ışık vurmuş bir kayısı ağacını çizer şair. Ancak ağacın dalına
odaklanarak dalı anlatır. Yapraklarının damarları görülecek kadar ışık vururu
ağaca ve ağaçta yeşilin üç farklı tonu vardır.
“Karanlığın Eti” şiirinde Eyüboğlu hem bir meyve ağacı hem de bir kuş çizer:
Aldı Mernuş
Ben bir meyve ağacıyım
Sen benim kökümsün
Yaprağım değilsin
Dalım değil
Kolum kanadım değilsin
Bulutum değilsin
Rüzgârım değil
Böğrümü yaran balta
Derimi ısıtan güneş
Kabuklarımı
206
Dalıma konan kuş değilsin
Ben bir meyve ağacıyım
Sen benim derinlere salan kökümsün
Sen hep karanlıklardasın
Sen karanlıkta yolunu bulanlardansın
Karanlıkta ışıl ışıl uzanacak ellerin
Ellerimi bulacak
On parmağında on sıcak damla
Avuçlarım sevinçten çıldıracak
(…)
Aldı Muzur:
Kökün olmak mı senin
Allah göstermesin!..
Bu kadar meyveye şeker
Bu kadar yaprağa şerbet
Bu kadar hemgameye yeşil
Elim ayağıma dolaşır
Hem niçin meyve ağacı canım?
Yaşlı yorgun hantal…
Filinta gibi fidanlar
Ne güne duruyor?
Kökün olmak mı senin?
Allah göstermesin!.. (Eyüboğlu, 2006, s. 423).
Şair bu bölümlerde bir meyve ağacının resmini çizer. Yalnızca ağacın toprağın
üstündeki kısmını değil köklerini de gösterir okuyucuya. Ancak ağacın hangi
meyve ağacı olduğu belirsizdir. Yalnızca ağacın hantal ve yaşlı bir meyve ağacı
olduğu bilinir. Ağacın toprağın üzerindeki kısmını renkli çizerken toprağın
altında kalan kısmı “karanlık” ve “kök” sözcüklerinin yinelenmesiyle siyah renkte
çizilir.
Ben başıboş bir kuşum
Zifiri karanlıkta yanılmış
Nasılsa dalına konmuşum, konup konacağıma pişman
Çekip gitmişim
Ne iyi etmişim
Ama ikide bir
Bir karanlıktır öteme berime bulaşır
Sen karanlık bir meyve ağacısın
Ben bir kuşum adım Muzur
Yanılıp konmuşum dalına
Görüp göreceğin rahmet budur (Eyüboğlu, 2006, s. 423).
Şiirin bu bölümünde ise bir kuş resmi çizer şair. Kuş gecenin karanlığında
ağacın dalında durmaktadır. Korkmuş, mutsuz ve pişmandır. Şair bu bölümde
yukarıdaki bölümde yer alan meyve ağacını da siyah renge boyar. Böylece şiirin
207
rengi tamamen siyaha boyanır ve siyah rengin olumsuz etkisi okuyucuyu şiiri bu
yönde yorumlamaya iter.
“İstanbul Destanı” isimli şiirinde ise bir martıyı çizer:
İstanbul deyince aklıma bir martı gelir
Yarısı gümüş yarısı köpük
Yarısı balık yarısı kuş (Eyüboğlu, 2006, s. 239).
Şiirdeki martıyı yarısı gri yarısı beyaz olarak tasvir eder şair ve yarısı balık yarısı
kuş dizeleriyle martının hem uçtuğunu hem yüzdüğünü ifade eder. Bununla bir
an denizde bir an havada ama sürekli hareket halinde bir martının resmini çizer.
Bedri Rahmi‟nin bu bölümde ele alınan 11 şiirin 7‟sinde ağaç resmi, 4‟ünde de
hayvan resimleri görülür. Ağaç resimlerinin çizildiği resimler umutlu ve canlı
resimlerdir. Ağacın yeşilliği, verimliliği şiire de yansır. At, keçi ve ebabil
kuşlarının çizildiği şiirlerde ise ölüm vardır. At ve keçinin kendi ölümü, “ebabil
kuşları” şiirinde ise başka insanların ölümü yer alır. Hayvanların ölüm ile
özdeşleştirilmesi,
şairin
insanların
hayvanlara
acımasızca
davranışlarını
görüntülemek içindir.
3.5. NESNE
Bu bölümde Bedri Rahmi‟nin şiirlerinde çizdiği nesne resimleri üzerinde
durulacaktır. Bu bağlamda ele alacağımız ilk şiir “Bir Gemi Vardı” şiiridir. Şair
şiirde geminin iki ayrı çizer geminin; birincisi savaştan önce ikincisi savaştan
sonra:
Bir gemi vardı büyük beyaz rahat
Gamsız kasvetsiz kalender
Şarkılar içinde gelir şarkılar içinde gider.
Bir gemi vardı.
Köstence‟den delişmen seyyahlar
Yafa‟dan portakal taşırdı.
Tam bizim evin önünde dururdu.
Renkleri, biçimi, nefesi
Ve uğulmuş keten kokulu şarkılarile
Bütün evimizi doldururdu.
Hele bir bayrağı vardı taptaze
Bana her zaman gelincik dolu yonca tarlalarını
Ve renkli kalemlerle donanmış alfabeleri hatırlatırdı (Eyüboğlu, 2006, s. 102).
208
Bu dizelerde çizilen geminin savaştan önceki resmidir. “büyük” ve “beyaz”
sıfatları ile görsellik kazanır hemen ilk dizede ve daha sonraki gamsız kasvetsiz
kalender sıfatlarıyla pekiştirilir. Gemiye yüklenen bu sıfatlar onun kişileştirildiğini
de gösteriyor aynı zamanda. Beşinci dizeden sonra geminin bir yük gemisi
olduğu anlaşılır; büyük beyaz bir yük gemisi. Şiire görsellik kazandıran önemli
bir öğe de “bayrak”tır. Son iki dizeden anlaşılır ki geminin bayrağı renkli ve
gelincik dolu yonca tarlalarını hatırlattığına göre de yeşil ve kırmızı renklerde.
Bütün bu görsel öğelerle yeşil kırmızı bayrağı rüzgârda sallanan beyaz büyük
rahat bir yük gemisinin resmi çizilir şiirde. Bundan sonraki dizelerde ise büyük
beyaz rahat yük gemisinin savaştan sonraki resmi görülür:
Bir gemi vardı
Harp çıkınca ona bir hal oldu
Kırıldı kolu kanadı dili tutuldu
Taş kesildi yolları birer birer
Artık ne ılık denizlerde sefer
Ne yosma kıyılardan haber
Köstence limanı hayal
Yafa portakalları haram oldu (Eyüboğlu, 2006, s. 103).
Savaştan sonra geminin kolu kanadı kırılır; geminin hareketi sona erer ve demir
attığı yerden başka bir yere gidemez. Sadece “kırıldı kolu kanadı dili tutuldu”
dizesi şiirin görselliğini oluşturur ve sakin bir limanda terk edilmiş büyük bir gemi
getirir okuyucunun gözünün önüne. Geminin ilk bölümlerdeki canlılığı, hareketi
yok oluyor bu dize ile birlikte. Bayrak ve renklerden söz edilmeyişi ile de gri bir
fon yaratılır aslında. Ve “büyük terk edilmiş bayraksız gemi” gri bir fona
yerleştirilir.
Şair, Kız Kulesi ile Galata Kulesi‟ni de çizer şiirlerinde:
İstanbul deyince aklıma kuleler gelir
Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır
Ama şu Kızkulesi‟nin aklı olsa
Galata Kulesi‟ne varır
Bir sürü çocukları olur (Eyüboğlu, 2006, s. 243).
Bedri Rahmi, şiirinde kuleleri canlandırır, kişileştirir. Kişileştirme ile birlikte iki
kulenin yan yana durduğu, yanlarında da küçük kulelerin olduğu bir aile resmi
çizer.
209
“Güzel ile Faydalı” şiirinde İstanbul‟un çeşmelerini betimler Bedri Rahmi:
İstanbul‟un çeşmeleri
Genç yaşta sütü kurumuş analar gibi
Şahdamarları burulmuş
Kimi yıllardır su demiş yorulmuş
Bırakmış kendini sırtüstü güneşe
Çöp tenekesi olmuş,
Kiminin ocağına incir dikilmiş
Kiminin diri diri dilleri sökülmüş
Kiminin yerinde yeller eser
Taşıyla mermeriyle harman savrulmuş
Hele bir tane var Kabataş iskelesinde
Tam rıhtımın üstüne kurulmuş
Gemicilerin güneşten tuzdan çatlamış dudaklarına
Serin serin tatlı tatlı su getirirmiş
Birden gözümün önüne Barbaros‟un yiğitleri geldi
Yorgun argın seferden dönmüşler
İlk işleri çeşmeye koşmak olmuş
Ne gezer... Kurumuş (Eyüboğlu, 2006, s.163).
Sütü kurumuş ana gibi susuz, güneşin altında çürümüş, parçaları çalınmış
çeşmelerin resimlerini görürüz şiirde. Şiirde hem çeşmelerin resimleri hem de
çeşmelerin içinde bulundukları manzaranın resimleri çizilir. Örneğin şair, son
dizelerde büyük bir savaş gemisinden aceleyle inen askerlerin çeşmeye
koşuşları ve kurumuş çeşmeyle karşılaşmalarını çizer. Bu dizeler tam anlamıyla
resmi çizilebilecek dizelerdir.
İlk dizelerde yer alan benzetmeler de şiirin
görselliğini destekleyen öğelerdir. “Bırakmış kendini sırtüstü güneşe, çöp
tenekesi olmuş” dizeleri eskimiş çeşmelerin, sütü kurmuş ana benzetmesi suyu
kesilmiş çeşmelerin, “kiminin diri diri dilleri sökülmüş” dizeleri parçaları çalınan
çeşmelerin görüntüsünü çizer ve son dizelerdeki manzaraya zemin hazırlar. Bir
açıdan
resmin
taban
boyasıdır.
Önce
çeşmeler
betimlemenin üzerine manzara yerleştirilir.
Şiirin ikinci bölümünde ise tek bir çeşmenin resmi çizilir:
İnsan hali
Nasılsa bir tane unutmuşuz Tophane‟de
Damızlık misali…
Tophane çeşmesi kapı komşumuz
Sık sık buluşup dertleşiriz
Yanında bir sıra kavak ağacı
Önünde tramvaylar durur
Çeşme dediğin böyle olur
Gürül gürül akar durur
Akar sebil sebil deyu
betimlenir
sonra
bu
210
Tophane çeşmesi taştan
Yapanlar yılmamış işten
Tiftiğini sökmüşler mermerin
Avuç içi kadar boş yer komamışlar
Kabarmış karış karış her bir yanı gül gül
Saksıdan, meyvadan, nakıştan (Eybüoğlu, 2006, s. 166).
Tophane Çeşmesi, tek başına değil etrafındaki nesnelerle birlikte çizilir.
Çeşmenin yanında bir sıra kavak ağacı bulunur ve çeşmenin önünden
tramvaylar geçer. Kavak ağacı ve tramvay resme hareket katar. Çeşmenin gürül
gürül akışı da aynı şekilde resmin hareketlenmesini sağlar. Bunun yanı sıra
şiirin görselliğini sağlayan diğer nokta da çeşmenin malzemesinin belirtilmesi ve
işlemeleridir. Çeşme taştan yapılmıştır ve üzeri, çiçek ve meyve desenleriyle
süslenmiştir. Yine resmi tam olarak çizilebilecek dizeler.
“Kağnı” şiirinde arka arkaya sıralanmış kağnıların resmini çizer şair:
Gene de düştü yollara kağnı dizisi
Dağların taşların kara yazısı
Canlının cansızın yürek sızısı
Sen hangi motörden dem vuruyon?
On beş banknot fazla ediyor
En zor dönen, bugüne bugün
En çok gıcırdayan kağnı mazısı (Eyüboğlu, 2006, s. 284).
Şiirde yukarıda da belirttiğimiz gibi arka arkaya giden kağnıların resmi çizilir.
Kağnıların görüntüleriyle ilgili başka bir ayrıntı yoktur. Son iki dizede de şair
kağnıyı “dağların taşların kara yazısı, canlının cansızın yürek sızısı” olarak
tanımlarken kağnının zorluğunu anlatır. Tekerleklerinin zor döndüğünü,
dönerken ses çıkardığını anlatırken bir yandan da kağnıyı ve tekerleklerini
çiziyor. Kağnıya mecburiyetin nedenini ise yoksulluk olarak verir, “Sen hangi
motürden dem vuruyon? On beş banknot fazla ediyor” dizeleriyle.
211
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Kağnı,1969, karton üzerine akrilik 48x 69cm
Yukarıdaki resim de Bedri Rahmi‟nin kağnı resmidir. Resimde kağnının
tekerleklerinin büyüklüğü dikkat çeker. Şiirde bahsedilen tekerleklerin zor
dönmesinin nedeni bu büyüklük ile ilişkilendirilebilir.
“Dolmuş” şiirinde şair kendini bir akşamüstü Suadiye dolmuşlarından birinin
içinde çizer:
Benzin kokuyor akşam akşam
Benzin kokuyor akşamüstü
Suadiye‟de dolmuşta
Felsefelere dalmak sana mı düştü
Aklın varsa yanıbaşında olup bitenlere kulak ver
Senin nene gerek başından büyük düşünceler
Bir de ömrün neresindesin ondan haber ver
Başında mı
Sonunda mı
Ortasında mı
Ondan ötesi kimsenin umurunda mı? (Eyüboğlu, 2006, s. 211).
Suadiye dolmuşu benzin koktuğu dışında dolmuşun görüntüsü ile ilgili bir bilgi
yoktur. Okuyucuya sadece bir dolmuşun içinde oturan kişinin/şairin görüntüsü
212
verilir. Benzin kokusu şiirin önemli bir ayrıntısıdır. Koku, yaşamın gerçekliğini
duyurur adeta ve “felsefeye dalmak”la tezat oluşturur. Şiirde dolmuştan çok,
dolmuşun içindeki düşünceli yolcu resmedilir.
“Boğaz Köprüsü” şiirinde de boğaz köprüsünün resmini çizer şair:
İstanbul‟u bir Fatih zaptetti.
fetetti.
aldı.
Bir de boğaz köprüsü.
İşini becerdi doğrusu
İki yakamızı bir araya getirdi
Bazılarını sevindirdi kimini üzdü
Ama asma köprü hakkıyla
Boğazı düzdü
Boğazın boğazına sarıldı
ırzına geçti
iyyetti! (Eyüboğlu, 2006, s. 395).
Şiirde “iki yakamızı bir araya getirdi” dizesi boğazın karşıdan görünümünü çizer.
Her iki yakanın görüntüsü de böylece şiirde yer alır. Bu görüntü bir bakıma
manzara niteliği taşısa da şiirin temel nesnesi Boğaz Köprüsü‟dür. Şair boğaz
köprüsünün yapımından memnun değildir ki bunu son beş dizede açıkça belirtir.
Bu nedenle de şiirde yer alan Boğaz Köprüsü olumsuz ve karanlık bir görüntüye
sahiptir. Şairin, Boğaz ile ilgili olumsuz düşüncelerini destekleyen resimleri de
vardır:
213
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Boğaz Köprüsü, kâğıt üzerine akrilik, 36x50cm
Resmin solunda ve sağında çizilen köprü ayakları, biraz yukarda bir taka figürü
ve resmin sağ tarafından öne doğru hareket eden bir kedi figürü yer alır. Kedi
figürünün boğaz köprüsünü kuyruğu ile bölerek geriden ileriye doğru hareketi
resmin ana görüntüsüdür. Kedi figürü köprüyü bölerek resme olumsuz görüntü
katar. Ressamın köprüyü ayrıntısız yalnızca siyah çizgilerle betimlemesi de bu
olumsuzluğu destekler. Böylece şiir ve resim örtüşmüş olur.
Bedri Rahmi‟nin resmini çizdiği başka bir nesne de mezar taşıdır:
Bunun burası mezar
Etin kemiğin çürümesine boş ver
Ama eti kemiği olmayan
Milyonlarca kelime çürüyor
Her kelimenin içinde bir tutam koku
Bir tutam renk
Bir tutam ses
Bir tutam meme
Bir tutam dünya
Bütün bir dünya çürüyor burda (Eyüboğlu, 2006, s. 300).
Şair şiirde mezar taşının resmini çizer ancak vurguladığı görüntü mezar
taşlarının üzerindeki yazıların görüntüsüdür. Çünkü mezar taşının dış görünüşü
ile ilgili herhangi bir ayrıntı yoktur yalnızca üzerindeki yazıları belirtir şair.
Mezarlarda vücutlarla birlikte yazıların; yazılarla birlikte renklerin, seslerin de
214
çürüdüğünü anlatıyor ve bu anlatımla birlikte mezar taşının üzerinde yazılan
yazılar da silinmeye başlar.
“Başka Bir Güneşin Altında” şiirlerinden 31 Ekim Dijön tarihli şiirinde tramvayları
çizer şair:
Ne eskitir rayları
Ne kirletir yolları
Kibrit kutusu gibi
Dijön tramvayları (Eyüboğlu, 2006, s. 368).
Şiirde Dijön‟ün küçük tramvaylarının resmini çizer şair. Tramvayların dış
görünüşleriyle ilgili tek bilgi küçük olduklarıdır. Bunun dışında sakin ve olumlu
bir şekilde çizilmiştir “ne eskitir rayları ne kirletir yolları” dizeleriyle. Ayrıca kafiye
de tramvayların akıcılığını, sakin hareketini görselleştirir. Tramvayların hareketi,
dizelerin okunuşu gibi sakindir.
Şiirlerde çeşme, gemi, tramvay, mezar, dolmuş, köprü gibi şehre ait nesnelerin
çizildiği görülür. Böylece şehrin ve şehir yaşamının şairin şiirlerindeki
yansımaları fark edilir. Özellikle ulaşım araçları, şehrin büyüklüğünü anlatır
okuyucuya.
Bu bölümde renklerin arka planda kaldığı görülür. Nesneleri
anlatırken şair, renkleri yerine biçimlerini ve işlevlerini ön plana çıkarır.
3.6. NATÜRMORT
Bu bölümde Bedri Rahmi‟nin şiirlerinde karşımıza çıkan natürmort niteliği
taşıyan resimler üzerinde durulacaktır. Natürmort cansız ve hareketsiz
nesnelerin çizimi olarak tanımlanır. Natürmort, nesne dünyasının, görülmeyen
ama hayal edilen insan özneyle ilişkisine dairdir (Leppert, 2009, s. 71).
Natürmort nesne ile ressam arasındaki ilişki doğrultusunda izleyiciye ulaşır.
Nesnel anlatım gibi görünse de ressamın nesnelere öznel bakışını yansıtır.
“Elmanın Kabuğu” şiirinde şair kabuğu soyulmuş bir elmanın resmini çizer:
Amma da çok şeyler istiyorsun birader
Elmadan sadece kabuğunu iste.
215
Verirse öp de başına koy.
Soyunmuş elma çırılçıplak cascavlak
Tirir tirir titrer, üşür
Utanır küser.
Gül yanaksız elma kaç parider. (Eyüboğlu, 2006, s. 408).
Bedri Rahmi, kabuğu soyulmuş bir elmayı “çırılçıplak, cascavlak” sözcükleriyle
betimler. Elmanın rengi ile ilgili bilgiyi son dize verir; gül yanaksız elma yani
kırmızı kabukları soyulmuş elma. Kabuksuz elma utangaç ve küskün olarak
tanımlanır şiirde ve böylece elmanın resmi de cansız ve solgun çizilir.
“Meyvelerimizi Takdim Ederim” şiiri de natürmort olarak değerlendirilebilir:
İşte armutlarımız çırılçıplak
Ne avret yerlerinde yaprak
Ne de kendilerini verirken naz ederler
Üç aylık sabinin gülüşü
Yağmurun kendiliğinden dökülüşü gibi
Her şeylerini verirler
Yabana atma meyvelerin şehvetini tosunum
Şehvetle nur
Yalnız meyvelerin cennetinde
Haşrüneşr olur
Dalından ayrılan meyveye kulak ver
Hala içerisinde toprağın uğultusu
Ve için için akan serin çeşmeler
Isır meyveleri tosunum birer birer
İnsanoğlu cennetlerin en güzeline
Meyveleri ısırarak girer (Eyüboğlu, 2006, s. 31).
Şair armutların resmini çizer şiirde. Bir önceki şiirde olduğu gibi armutların da
kabukları soyulmuştur. Avret yerlerinde yaprak yoktur; Yani armutlar çıplaktır,
elmalar gibi. Ancak armutlar elmalardan yüklendikleri duygu bakımından
ayrılırlar. Elmalar çıplak olduklarından ötürü utangaç ve küskünlerken, armutlar
şehvetli ve isteklidir. Bir tabakta kabuklarından soyunmuş armutları çizerken,
şair aslında bütün meyvelerin de resmini aynı şekilde çizer; “ısır meyveleri
tosunum birer birer insanoğlu cennetlerin en güzeline meyveleri ısırarak girer”
dizeleriyle. Şair bütün meyveleri kabuksuz, sulu ve olgunlaşmış olarak çizmiştir
şiirinde ve bu çizimle şehveti görselleştirmiştir.
Natürmort olarak değerlendirilen başka bir şiir de “Can Eriği”dir:
216
Bir kelime buldum çın çın öter;
Adı candır.
Bir erik kopardım dalından;
İçi can dolu,
Adı can yaprağı can lezzeti candır.
Bir gölge düştü önüme dedi ki:
Bir yüküm var benden ağır
Bir yüküm var beni taşır
Adı candır
(…)
Işık dedi ki renklerden, kokulardan,
Seslerden önce koşup geldim
İnsanoğluna nur topu gibi
Bir müjde getirdim,
Adı candır (Eyüboğlu, 2006, s. 20).
Şiirin başlığı açıkça meyve gönderimi yapsa da şiirin ana nesnesi hayat, yaşam
anlamlarını içeren “can”dır. Yalnızca ilk bölümde can eriğinin sulu, olgun resmini
çizer. Resme hâkim olan renk ise yeşildir; içi can dolu, adı can yaprağı can
lezzeti can” dizelerinde yeşil renk can sözcüğü ile özdeşleşir.
Son bölümde ise şair ışığı “can” ile özdeşleştirerek ışığın hayat kaynağı
olduğunu belirtir.
“Badem” şiiri de bu bölümde değerlendirilen şiirlerdendir:
Diş bademi
Taş bademi
Kuş bademi
Kış bademi
Kız bademi
Güz bademi
Ulan badem
Deli edersin adamı (Eyüboğlu, 2006, s. 344).
Badem şiirde diş, taş, kuş, kış, kız, güz sözcüklerinin görsellik değerlerini taşır
ve şair bademin resmini bu şekilde çizer. Şair, alt alta sıraladığı koşut söz
öbekleriyle badem çeşitlerini sıraladığını da düşündürür.
“Taze Taze” şiiri de bu bölümde değerlendirilen şiirlerdendir:
Dondurma kutusu üstünde
Üç kırmızı çiçek
Canımın içi kadar sıcak
Dilediğim kadar kırmızı
Özlediğim kadar gerçek
Dondurma kutusu üstünde yaz gelmiş meğer
Neler getirdi kim bilir neler
Neler götürecek (Eyüboğlu, 2006, s. 117).
217
Şair şiirde üç kırmızı çiçeğin resmini çizer. Çiçekler canlı ve kırmızıdır. Bir
dondurma kutusunun üzerinde çizilmiş çiçekleri şair kendi şiirinde canlı olarak
çizer.
Bu bölümde son olarak ele alacağımız şiir “Tadım Benim”dir:
İçimde bir meyve büyür
Acı mı tatlı mı bilmem
Dört nala bir atlı gelir
Tadım benim tuzum benim
Dost mudur düşman mı bilmem.
İçimde bir meyve büyür
Diri olmasına diri
Ağır olmasına ağır
Böylesine tadım benim tuzum benim
Dal dayanmaz can dayanır (Eyüboğlu, 2006, s. 124).
Şair şiirde belirsiz bir meyveden söz eder. Meyvenin yalnızca diri ve ağır
olduğunu belirtir şair, şekli ve tadı ile ilgili bir açıklama yapmaz. “Acı mı tatlı mı
bilmem” dizesiyle meyvenin tadını de belirsiz bırakır. Şair içinde büyüyen
meyvenin resmini çizer ancak bu resim tanımların eksikliği nedeniyle karanlıkta
kalır.
3.7. NÜ
Bedri Rahmi‟nin şiirlerinde tam anlamıyla nü bir resim çizdiğini söylemek doğru
olmaz ancak çıplaklığa gönderimin yer aldığı şiirleri vardır. Burada söylenmesi
gereken, Bedri Rahmi‟nin şiirlerde görselliği oluştururken en önemli figür olarak
“meyve”yi kullanmasıdır.
Çıplaklık gönderiminin yer aldığı ilk şiir
“Oğlum
Mehmed‟e” üst başlığıyla yazdığı şiirlerinden “Meyvelerimizi Takdim Ederim”
şiiridir:
İşte armutlarımız çırılçıplak
Ne avret mahallerinde yaprak
Ne de kendilerini verirken naz ederler
(…)
Yabana atma meyvelerin şehvetini tosunum
Şehvetle nur
Yalnız meyvelerin cennetinde
Haşruneşr olur. (Eyüboğlu, 2006, s. 31).
218
Yukarıdaki dizede geçen “çıplak armut” imgesi ile “meyvelerin şehveti” sözcük
öbeği birlikte cinselliği çağrıştırırlar. Bedri Rahmi‟nin armut imgesi ile cinsellik
arasında bağ kurmasını sağlayan “çıplak” ve “ne de kendilerini verirken naz
ederler” sözcük öbekleridir. Bedri Rahmi armut ile kadın vücudu arasında bir
benzerlik bulur; nitekim Bedri Rahmi‟nin resimlerine bakıldığında armut imgesini
çıplak kadın figürü ile birlikte çok sık kullandığı görülür.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Karpuzlu Çıplak, 1932, kâğıt/suluboya25 x 17 cm
“Karpuzlu Çıplak” resminde çıplak kadın figürü ve masa üzerindeki meyveler ön
planda. Masa üzerinde ve kadının göğüsleri yerinde armut figürü yer alır. Ancak
armutlar doğrudan kadının göğüsleri olarak mı çizilmiş yoksa kadın ellerinde mi
tutuyor çok net değil. Belki de her ikisi birden. Yine de armut-kadın-çıplaklık
arasındaki bağ ortadadır. İçinde meyvelerin bulunduğu birden fazla resmi vardır
Bedri Rahmi‟nin. Bunlardan biri yine aşağıda yer almaktadır:
219
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Odaiçi II, kâğıt / guvaş 25 x 30 cm.
“Odaiçi” isimli bu resimde kadın vücudu ile armut arasındaki bağ daha anlaşılır
bir biçimde yer almaktadır. Resmin sağ tarafında sarı renk ile çizilen armut
figürü ile çıplak kadın figürü arasındaki biçim benzerliği önemli bir ipucudur.
Masa üzerindeki armut, sapı yukarı gelecek biçimde düşünüldüğünde çıplak
kadın figürünün vücut hatları ile hemen hemen aynı hatlara sahiptir. Bu resimler
dışında armut figürünün kullanıldığı “Deniz Kızları (1937)”, “Dikiş (1934)”,
“Odaiçi (1937)” isimli resimler bulunmaktadır. Ve böylece şiirde yer alan çıplak
armut imgesi bizi çıplak kadın figürüne, meyvelerin şehveti de yine çıplaklığa
ulaştırmaktadır.
Isır meyveleri tosunum birer birer
İnsanoğlu cennetlerin en güzeline
Meyveleri ısırarak girer.
Oğlum Mehmed‟e meyvelerimizi takdim ederim
Dilerim Allah‟tan
Meyve ağaçları sıralansın ömrün boyunca
Hazzın biri tükenmeden
Öteki yansın dallarda alev alev
Ve rüyalarına salkımların buğusu dolsun
Cürmün çağla taşlamaktan
Yaran böğürtlen dikenlerinden
Ölümün ağulu dutlardan olsun (Eyüboğlu, 2006, s. 31).
Şiirde Bedri Rahmi‟nin çizdiği resim oğluna verdiği öğütlerle desteklenmektedir.
Zevk ve hazzı meyvelerle ve çıplaklıkla örtüştüren Bedri Rahmi, zevkin ve
hazzın resmini de meyvelerle çizmektedir. Bu da yukarıda bahsettiğimiz
çıplaklık- armut- kadın ilişkisi ile örtüşmektedir. “İnsanoğlu cennetlerin en
güzeline meyveleri ısırarak girer” dizesi ile gönderimde bulunduğu Âdem ile
220
Havva anlatısına bir eleştiride bulunmaktadır. Şaire göre elmayı ısıran Âdem ile
Havva aslında cennetten kovulmamışlar aksine ısırdıkları meyve ile cennete
düşmüşlerdir. Yani meyve ile hazza ve çıplaklığa ulaşılmaktadır şiirde. Şiirle
çizilen resim de bu açıdan içinde meyvelerin de bulunduğu nü bir resimdir.
Ayrıca içinde meyvelerin bulunduğu birçok da şiiri vardır Bedri Rahmi‟nin:
Hele bir kere dallarda saklansın
İri kalçaları şeftalilerin (Eyüboğlu, 2006, s. 46).
Yukarıdaki şiirde de meyve ile kadın arasında kurduğu bağ açıktır. “Kalça” ve
“şeftali” arasında benzerlik gören şair, şeftalilerin saklanan kalçalarını çizmiştir.
Çıplaklığa gönderimi bulunan diğer bir şiir de “Meme” şiiridir. Bu şiirde Bedri
Rahmi memeyi bir meyve olarak betimlemektedir:
Eninde sonunda
Bütün meseleler
Memenin ucunda
Meme deyip geçme
Kişiyi çıldırtır
Meme dediğin
bir meyve bir muz
Meme dediğin
bir avuç su
bir avuç süt
bir avuç bulut
bir avuç kum (Eyüboğlu, 2006, s. 437).
Şiirde çizilen resimde “meme deyip geçme kişiyi çıldırtır” ve “meyve dediğin bir
meyve bir muz” dizeleri çıplaklığı görselleştirir. Ancak şiirin devamında daha çok
“verimlilik” anlamıyla çıplaklıktan uzaklaşılır. Verimlilik çıplaklıktan uzaklaştırsa
da kadın ve erkeğin birleşiminin sonucu olarak belirler. “Meme”yi süt ile
özdeşleştirirken, kadının doğurganlığıyla birlikte erkek ve cinsellik yer alır.
Şiirde çizilen “meme” resmi okuyucuyu hem çıplaklığa hem de verimliliğe
yönlendirir. Su, süt, bulut, kum sözcükleri günlük hayatın bir parçası oldukları
için cinsellik de böylece günlük hayatın içinde su gibi hava gibi gereklilik özelliği
kazanır.
221
“Can İlahisi” şiirinde de çıplaklık gönderimi bulunmaktadır. Ancak şiirin
tamamında çıplaklığın resminin çizildiğini söylemek mümkün değildir. Yalnızca
ilk iki dize ile şiirde çıplaklık hamamda yıkanan kız figürleriyle hissedilmektedir:
Hamamın üçtür kurnası
Üçünde üç kız yunası
Mal canın yongasıymış
Can kimin yongası (Eyüboğlu, 2006, s. 200).
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Hamamın Üçtür Kurnası
Resmin altında yazan “Can İlahisi”nin dizeleri şiir içindeki çıplaklığa ulaşmamızı
sağlamaktadır. Yukarıdaki resimde sağ alt köşede yer alan meyve tabağı ve
içinde yer alan armut ve üzüm figürleri ile nü kadın figürleri Bedri Rahmi‟nin
meyve ve kadın arasında kurduğu bağ ile paraleldir. Tabakta yer alan armut
figürü ile sol alt köşede yıkanan kadın figürünün benzerliği önemlidir. Çünkü
Eyüboğlu armut ve kadın vücudunu 1937 tarihli “Odaiçi II” resminde de şekil
açısından özdeşleştirmiştir. Resmin ön kısmında yer alan takunya ve meyve
222
tabağı hamam ritüelini görselleştirir. Kadınlar hamamda hem yıkanıp hem
eğlenirler.
“Yıkansın Gözlerim Yıkansın” şiirinde de çıplaklık gönderimi bulunmaktadır:
Soyunsun gözlerimin cilasında
Gelmiş, gelecek bütün kızlar,
Soyunsun hafızanın insan gözü değmemiş yerinde
Sineler, buseler, arzular (Eyüboğlu, 2006, s. 28).
Şiirde çıplaklık anlamı “soyunsun” sözcüğü ile sağlanır. Soyunan çıplak kızların
görüntüsü ve “arzu”, “buse”, “sine” sözcükleri çıplaklığın yoğun şekilde
hissedilmesini sağlar.
Bu bölümde Bedri Rahmi Eyüboğlu‟nun şiirlerinde nü gönderimli anlatımları
belirlendi ve 5 şiirde çıplaklık gönderimi olduğunu ancak tam olarak “nü” resim
anlamında bir betimlemenin bulunmadığını görüldü. Şairin, çıplaklığı “meyve”
figürleriyle özdeşleştirerek görselleştirildiği, resimlerinde de çıplak kadın
vücudunu “armut” figürüne benzetildiği belirlendi. Şair meyveler ile haz ve
şehvet duygularını birleştirerek onlara çıplaklık anlamı yükler. Beş şiirin üçünde
meyveler çıplaklığa gönderim yapar.
Bütün olarak değerlendirildiğinde, Bedri Rahmi‟nin şiirlerinin görsellik açısından
zenginliği fark edilir. Şiirlerinde, insanlar, nesneler, bitkiler, hayvanlar, mekânlar
görselliğin sağlanmasında önemli figürler olarak yer alır. Bedri Rahmi, insanları
betimlerken fiziksel özellikleri ile ilgili ayrıntı vermek yerine izlenimci bir bakış
açısıyla yaklaşarak insanlara karşı hissettiği duyguları ön plana çıkarır.
Otoportrelerinde de aynı bakış açısı iç dünyasını şiire yansıtmasını sağlar.
Fiziksel
özelliklerinden
çok
yalnızlığından
bahseder.
Şiilerde
mekânlar
çoğunlukla dış mekân olarak yer alır ki bu da izlenimci bir ressam için doğal bir
durumdur. İç mekân olarak ise“ev”leri görülür. Ev tasvirlerinde dikkat çeken
nokta şairin evin içindeki eşyalarla, nesnelerle ilgili bilgi vermemesi, evin dış
görünüşünü sunmasıdır. Böylece evin mahremiyetini korumuş olur şair.
Manzara resimlerinde de nesnelerde olduğu gibi şehirden izler görülür.
223
Manzaralarda çayır ve asfaltı yan yana çizer şair. Ya da uzun uzun İstanbul‟u
anlatır. Şehir etkisi şairin nesnelere, mekânlara bakış açısını etkiler.
Bedri Rahmi, şiirlerinde çizdiği resimlerde net, kesin çizgilere yer vermez. Onun
ifade şekli izlenimciliğin getirdiği bir bakış açısıyla şekillenir. Resimde
Cézanne‟in izlenimcilik etkisindeki ressam Eyüboğlu, şiirde de bu etkinin
altındadır. Şiirlerinde yer alan nesneler, kişiler dış gerçeklikte oldukları gibi
değil, algılandıkları gibi çizilir. Ayrıca Cézanne‟in renkleri de Rahmi‟nin
resimlerinde olduğu gibi şiirlerinde de görülür yani doğanın tüm renkleri şiirlerin
içindedir.
224
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: ġĠĠRLERLE RESĠMLER ARASINDAKĠ
KESĠġMELER
Bu bölümde Bedri Rahmi Eyüboğlu‟nun tabiri ile “şiirli resimler” üzerinde
durulacaktır. Şiirli resimlerden kastedilen içlerinde şiir yazan resimlerdir. Bedri
Rahmi‟nin şiirli resimlerinin sayısı fazladır. Bazı resimlerinde eski yazı ile
yazdığı dizeler, şiirler de bulunmaktadır. Şiirli resimlerin yanı sıra Bedri
Rahmi‟nin aynı adı taşıyan şiir ve resimleri de tespit edilecek ve şiirleri ile
resimleri arasında kurduğu ilişki ortaya çıkarılmaya çalışılacaktır. Burada
belirtilmesi gereken nokta, “Aynı İsmi Taşıyan Şiirler ve Resimler” başlığı altında
ele alınan resimlerin aynı zamanda “İçinde Şiir Yazan Resimler” başlığı içinde
de yer aldıklarıdır. Yani bölümde alt başlıklar içinde yer alan tüm resimler
şiirlidir. Bu nedenle tekrara düşmemek için bir resim yalnız bir alt bölümde
kullanılmıştır.
Eyüboğlu‟nun şiirli resimleri ile birlikte içinde düzyazı yazan
resimlerine de bu bölümde yer verilecektir. Şiirli resimlerin belirlenmesinde
amaç Bedri Rahmi‟nin resim ile şiiri hangi noktalarda birlikte kullandığını
saptamak; şiir ve resim arasında süren ilişkinin Eyüboğlu‟nun eserlerine ne
şekilde yansıdığını belirlemektir.
4.1.ġĠĠRLĠ RESĠMLER
Bedri Rahmi‟nin Yaşasın Renk, Bedri Rahmi 100. Yıla doğru, Mavi Yolculuk
Defterleri ve Drimart Bedri Rahmi Eyüboğlu- Eren Eyüboğlu Resim Katalogu
içinde Bedri Rahmi‟nin on ikisi eski yazılı olmak üzere otuz dokuz şiirli resmine
rastlanmıştır. Mavi Yolculuk Defterleri isimli kitapta içinde yazı yazan bazı
resimler vardır ancak bu yazılar şiir değil günlük olayların not edilmesi şeklinde
olduğu için bu bölümde yer verilmemiştir.
B Rahmi‟nin resim içine şiir yazması Türk şiirinde 1919-1944 yılları arasında
sıklıkla rastlanan tabloların altına yazılan şiirlerden farklıdır. Bedri Rahmi,
resimlerin içindeki şiirlerde doğrudan resmi anlatmaz. Onun kurduğu ilişki derin
225
ve ruhsal bir ilişkidir. Bazen resmin içinde yalnızca bir dize bazen de şiirin
tamamı yer alır. Tek bir dize ile okuyucuyu bütün şiire gönderirken aynı
zamanda anlatımını görsellikle destekler. Mavi Yolculuk Defterleri, Yaşasın
Renk, Bedri Rahmi Yüzyıla Doğru ve Bedri Rahmi Eyüboğlu- Eren Eyüboğlu
Drimart resim katalogları incelendiğinde Bedri Rahmi‟nin ilk şiirli resminin
tarihinin 1929 olduğu görülür. Resim Bedri Rahmi‟nin otoportresidir ve içinde
eski yazı ile yazdığı bir şiir yer alır.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Otoportre, 1929, kâğıt üzerine guaj
Bedri Rahmi Eyüboğlu‟nun şiirli resimlerini incelediğimiz zaman otoportrelerinin
ön planda olduğunu görüyoruz. Yedi otoportresinin içine şiir yazmıştır Bedri
Rahmi; “Otoportre Madalyon”, “Seni Düşünürken 1962”, “Seni Düşünürken
1973”, “Otoportre (Eski yazı)”, “Marifet (1972)”, “Otoportre Yalnızlığın Kadarsın”,
“Otoportre Yalnızlığın Kadarsın 1972”. Otoportrelerinin yanı sıra portrelerde de
şiirlere rastlıyoruz; “Gelin 1961”, “Âşık Veysel”, “Torun”, “Yahya Kemal” (Eski
Yazı), “Yunus Emre” (Eski Yazı), “Ekincik 1973” (Eski Yazı), “Saz Çalan” (Eski
yazı). Bedri Rahmi‟nin portre olarak değerlendirdiğimiz yukarıdaki 7 şiirinden
226
Yunus Emre isimli resmin içinde “Karadut” şiiri yazar ve resimde Yunus
Emre‟nin görüntüsü yer almaz. Bedri Rahmi Yunus Emre‟yi “kök” olarak
resmetmiştir. Diğer şiirli resimler için bir kural belirlemek zordur. Bazı resimlerde
şiirin etrafına resim yapmış, bazılarında ise resmin altına şiir yazmış gibidir. Bu
konuda emin olunamamasının nedeni önce resmi yapıp sonra mı şiir yazdığı
yoksa tam tersi mi ya da ikisini aynı anda mı yaptığı ile ilgili kesin bir bilginin
bulunmamasıdır.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Bir Yaz Geçti, kâğıt üzerine guaj, 35x12cm
Bu resimde şiirin etrafına resim yapmış gibidir. Ancak aşağıdaki resimde,
resmin altına şiir yazmış gibidir:
227
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Çentik, 1966
Örneğin “Seni Düşünürken” isimli resminin altında “Çakıl” şiirinin bir dizesi yer
alır:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Seni Düşünürken, 1961, duralit üzerine akrilik, 125x 125 cm
228
Bu resim Bedri Rahmi‟nin otoportresidir de. Resim ile şiirin doğrudan
bağlantısını kuran ise resmin altında, dizeleri arasına alan çakıl figürleri ya da
gerçek çakıl taşlarıdır. İki çakıl figürü arasına yazılan dizeler okuyucuyu
doğrudan şiire yönlendirir. Şiirde yalnızca anlamsal değeri ile karşımıza çıkan
“çakıl” kelimesi de resimde görsel bir nesne olarak varlığını sunar. Bedri
Rahmi‟nin “Seni Düşünürken” isimli başka bir resmi daha vardır:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Seni Düşünürken, 1973, kâğıt üzerine dolmakalem, 13x 20 cm
Bu resim bir taslak gibi görünür ve şiirin resim tamamlandıktan sonra yazıldığı
fark edilir. Şiiri resmin alt kısmına sığdıramayan ressam, ok çıkararak şiirin geri
kalanını resmin sağ tarafına yazmıştır. Aslında böylece resme bakan izleyicinin
şiiri okuması için resmi çevirmesini gerektirerek resme bakma eylemine hareket
katmıştır. Resmin içinde Bedri Rahmi‟nin otoportresi, iki göz figürü ve Bedri
Rahmi‟nin Kırmızı Öpücük” resminde de gördüğümüz kadın göğüslerini tutan el
figürleri görülmektedir. Bu resimde “Çakıl” şiirinin ilk bölümünün tamamı yer
alır.”Çakıl” şiiri ilk kez şairin 1956 yılında basılan Dördü Birden isimli şiir
kitabında yer alır. Yazım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte 1956 yılından
önce yazıldığı bilgisi kesindir. Bu şirin yukarıda yer aldığı şiirlerden biri 1961
yılında diğeri ise 1973 tarihlidir. Yani şair önce şiiri yazmış, daha sonra
resimlerinin içine yerleştirmiştir.
229
Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde
Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar
Bir gelincik açılır ansızın
Bir gelincik sinsi sinsi kanar (Eyüboğlu, 2006, s. 232).
Resimde otoportre ve kadın göğsü tutan el figürlerinin bir arada çizilmesinin
Bedri Rahmi‟nin aşk- kadın ilişkisine gönderim yaptığı söylenebilir. Resimde
otoportrenin sağındaki göz ve göğüs tutan el figürleri Bedri Rahmi‟nin
düşüncelerinin görselleştirilmiş halidir.
Bedri Rahmi‟nin içine şiir yerleştirdiği bir başka resmi de “Hamamın Üçtür
Kurnası” resmidir:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Hamamın Üçtür Kurnası, kâğıt üzerine guaj, 35x25 cm
Bedri Rahmi, resimde hamamda yıkanan kadınları çizmiştir. Sol üstte hamama
giren kadını, aşağıda ise hamamda yıkanan üç kadını resmetmiştir. Çeşme,
230
takunya ve meyveler hamam ritüelini gösteren figürlerdir.
Hamamın dış
görünüşü ise resmin sağ orta bölümünde yer alır. Resimde hamamın içi ile
dışının birleştirildiğini görüyoruz. Hamamın içinde yıkana kadınlar, çeşme ve
takunyalar; dışında ise kubbeler aynı çerçeve içinde yer alır; ressam iç ve dış
mekânı birleştirmiştir. Resmin sol üst köşesinde hamama girerken çizilen kasın
figürü resmi hareketlendiren en önemli figürdür. Elinde havluları ve banyo
malzemeleri ile hamama giren kadın resmedilen olayın başlangıcını da
gösteriyor.
Burada belirtilmesi gereken bir nokta da yine Bedri Rahmi‟nin çıplaklık-kadınmeyve arasında kurduğu bağı bu resimde de sağ alt köşede çizdiği içinde armut
ve üzüm bulunan meyve tabağı ile hissettirmiş olmasıdır.
Resme yazılan dizeler ise Bedri Rahmi‟nin “Can İlahisi” şiirindendir:
Hamamın üçtür kurnası
Üçünde üç kız yunası
Mal canın yongasıymış
Can kimin yongası
Az ver ama candan
Sadaka değil
Garibiz yoksuluz ayıp değil a
Görüp göreceğimiz nafaka değil
Candır zorum, candır derdim
Cana uzatmışım elim
Can tükenmez dilim dilim
Dostlar canı bölüşelim (Eyüboğlu, 2006, s. 200).
Bedri Rahmi‟nin resimde kullandığı yalnızca şiirin ilk iki dizesidir. Bunun dışında
şiir ile resim arasında görsel bir bağlantı bulunmamaktadır. Şiirde Bedri Rahmi
soyut bir olgu olan “can” üzerinde dururken, resimde somut bir olgu olan “vücut”
figürleri çizmiştir. Burada uzak bir bağlantıyla söylenebilecek şey, Bedri
Rahmi‟nin çıplaklık ve can arasında elbiselerden soyunan bedende canın öne
çıkması şeklinde bağ kurmuş olabileceğidir. Ama yine de resim ile şiir arasında
doğrudan görsel bir ilişki bulunmamaktadır.
231
Bedri Rahmi‟nin 1973 tarihli resmiyle “Bir-İki” şiiri aynı adı taşır ama resimde
yazan şiirler ile resim ile aynı adı taşıyan şiir farklı şiirlerdir. Resmin ismi “Birİki”dir ancak içinde yazan şiirlerden biri “Nazdan Nazik”:
Sayınca tükeniyor bu zıkkım
Sayma
Oydukça deliniyor dedik
Yapma n‟olur
Üç kuruşluk bir oyuncak bu
Bozulur (Eyüboğlu, 2006, s. 355).
Şiirde şairin “sayınca tükeniyor bu zıkkım” dediği hayat; “oydukça deliniyor
dedik” dediği kalp; “üç kuruşluk oyuncak” olarak nitelendirdiği ise bedendir.
Böylece yaşamın tükenilirliğini, dayanıksızlığını ve kırılganlığını anlatır şair.
Diğeri ise “Korkma” isimli şiirdir:
Dün sabah işe giderken
ölümü gördüm
ölümü
Ansızın kesti yolumu
Usulca tuttu kolumu
korkma
dedi (Eyüboğlu, 2006, s. 358).
232
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Bir- İki, 1973, kâğıt üzerine çini mürekkebi, 29x22 cm
Bedri Rahmi‟nin bu resminde, resimdeki figür ile şiirler arasında bir bağlantı
bulmak güçtür. Yalnızca şiirlere bakıldığında iki şiir arasındaki bağlantı da
gizlidir. Birinci şiirde şairin neden bahsettiği bilinmemektedir. İkinci şiirde ölüm
konusu işlediğinden birinci şiirde ise zıt bir olgu olan “hayat”tan söz ediyor
olabilir şair. “Nazdan nazik” başlığıyla, “saydıkça çabuk tükeniyor bu zıkkım”
dizesi
çok
kesin
olmamakla
birlikte
“hayat”a
gönderimde
bulunuyor
görünmektedir. Resimde çizilen figür ise bir hayat ağacını temsil ediyor olabilir.
Türk süsleme sanatında “Hayat Ağacı” motifi ölümsüzlüğü ve ölümden sonraki
hayata duyulan umudu simgeler. Aynı zamanda yaşanan hayatın güzelliğini ve
mutluluğu sembolize eder26.
26
http://www.belgeler.com/blg/28o7/motiflerin-dili. Erişim: 01.05.2011 19.00
233
Hayat Ağacı Motifleri
27
Bedri Rahmi de bu motifi resimlerinde kullanmıştır. “Hayat Ağacı” isimli resimleri
ile bu motifin yer aldığı resimleri bulunmaktadır28:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Hayat ağacı, kâğıt üzerine guaj, 50x70cm.
Drimart resim katalogunda yer alan motiflerden ikisi aşağıda yer alır. Her iki
resimde de sol tarafta yer alan uzun motif hayat ağacı motifidir:
27
28
http://www.belgeler.com/blg/28o7/motiflerin-dili. Erişim: 01.05.2011 19.00
Eyüboğlu, 2005b.
234
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Motifler, kâğıt üzerine guaj, 33x50cm.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Motifler, kâğıt üzerine guaj, 28x42cm.
Bedri Rahmi‟nin içine farklı şiirleri yazdığı aynı isimde iki farklı resmi
bulunmaktadır. Resimlerin ismi “Torun” dur. Ancak ilk resimde torunun portresi
ile birlikte “Rahmi Toruna” şiiri yer alır. Bu resim daha önceki bölümde portreler
235
başlığı altında yer almaktadır 29 . İkinci resimde oturan figürün sol ayağının
yanında
“Adımın
yarısı,
canımın
hepisi Rahmi
toruna
doğduğu
için”
yazmaktadır:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Torun, 1971, duralit üzerine akrilik, 34x 25 cm.
Resmin alt kısmında:
Bu Anadolu var ya bu Anadolu
Bu sapsarı sıtma bu masmavi gurur
Ne tosunlar doğurmuş ne tosunlar
Bak daha neler doğurur (Eyüboğlu, 2006, s. 330).
dizeleri yer alır. Bedri Rahmi‟nin yukarıdaki dizeleri Cengiz Bektaş‟a yazdığı
şiirin dizeleridir. Mehmet Eyüboğlu bu şiirle ilgili Bedri Rahmi‟nin yeni tanıştığı
Cengiz Bektaş bir ödül alınca ona bir kutlama mektubu yazmak istemiş ve bu
şiiri yazmıştır diye bir dip not düşmüştür şiirin altına30. Resimde çizilen Anadolu
kadını figürü “ne tosunlar doğurmuş ne tosunlar” dizesini desteklemektedir.
Ancak resim ve şiir arasında bir çelişki bulunmaktadır. Resimde yer alan şiir
Cengiz Bektaş‟a yazılmıştır, resim ise Rahmi toruna ithaf edilmiştir. Resimde
Bedri Rahmi‟nin torununa yazdığı “Adımın yarısı, canımın hepisi Rahmi toruna
doğduğu için” cümlesi olmasa resim doğrudan Cengiz Bektaş‟a yazdığı şiirle
29
30
Bkz. Sf. 161.
Eyüboğlu, 2006, s. 325.
236
bağlantılıdır. Resimle ilgili başka bir ihtimal resim ve şiirin birlikte daha önce
hazırlanmış olması ve Bedri Rahmi‟nin torunu doğduğunda hemen yukarıdaki
cümleyi ekleyerek resmi torununa hediye etmiş olması ihtimalidir.
Diğer bir
ihtimal de tek bir şiiri iki farklı bağlamda kullanmış olmasıdır ki bu ihtimal daha
kuvvetli görünmektedir.
Yani torununa doğum hediyesi olarak bu tabloyu
hazırlamış içine de şiiri yerleştirmiştir. Burada çelişkiyi çözmemizi engelleyen
ise resmin mi daha önce yapıldığı yoksa şiirin mi daha önce yazıldığı
konusunda elimizde net bir bilginin olmamasıdır.
Bedri Rahmi‟nin bir diğer şiirli resmi ise “Gelin” dir. Bedri Rahmi bu resimde
gelini Hughette Eyüboğlu‟nun portresini çizmiştir:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Gelin, 1961, duralit üzerine yağlı boya, 57x 88 cm
Bu resimde yazan dizeler Bedri Rahmi‟nin şiirlerinde yer almamaktadır. Bedri
Rahmi‟nin, şiiri resim için özel yazdığı anlaşılmaktadır:
Hughette gelin
Uçup gelmiş Kebek‟ten
Ak ellerin pırıl pırıl
emekten
Bedri Rahmi‟nin şiirleri içinde yer almayan dizelerin yazılı olduğu bir başka
resim de “Han Kahvesi”dir:
237
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Han Kahvesi, 1971, kâğıt üzerine dolmakalem, 23x 29 cm
Resmin sol üst köşesinde yer alan,
Bülbülün yatağı
Bahçeler bağlar
Garibin yatağı
Kahveler hanlar
dizeleri “Garip Bülbül” isimli halk türküsünün sözleridir:
Bülbülün yatağı bahçeler bağlar
Garibin yatağı kahveler hanlar
Gurbet ilde ölsem bana kim ağlar
31
Ötme garip bülbül gönül şen değil
Bir han kahvesinde saz çalan aşığı ve onu dinleyen kişileri çizen Bedri Rahmi,
resimdeki aşığın söylediği türküyü resme yazarak resmi canlandırmış ve
izleyicinin o anı hissetmesini sağlamıştır. Bu noktada şiirin resme kattığı değer
de ortaya çıkmaktadır. Şiir olmadan resim düşünüldüğünde herhangi bir aşığın
herhangi bir türkü söylediği çıkarımında bulunulur ancak resme şiir eklendiğinde
öncelikle resimdeki âşık bir ölçüde belirli bir hal alır. Çünkü türkü bir Çukurova
türküsüdür, bu han büyük ihtimalle Çukurova‟da bulunan bir handır ve yine
büyük ihtimalle handa oturan kişiler de Çukurovalıdır. Halk şiirindeki dörtlüğün
31
Öztelli, 1983, s. 326.
238
iki dizesini dört kısa dize halinde resme yazarak bütün resmin yeni bir anlam
kazanmasını sağlamış ve bir bağlam yaratmıştır.
İçinde halk türküsü yazan başka bir resim de “Rumeli Türküsü”dür:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Rumeli Türküsü
32
Resimde yazan şiir şu dizelerden oluşur:
Bulut gelir pâre pâre
Dördü aktır dördü kare
Sen açtın sineme yare
Yağma yağmur
Esme deli rüzigar
33
Yârim yollarda
Bedri Rahmi‟nin bu resmi aslında şiirin etrafına çizilmiş gibidir. Resmin
merkezinde bulunan şiirin baş harfleri diğer harflerden daha büyük olarak yani
32
Mavi Yolculuk Defterleri‟nde yalnızca ismi yer almaktadır.
Türkünün sözleri için bakınız: http://www.turkudostlari.net/soz.asp?turku=5316 Erişim:
09.03.2011 11.00.
33
239
öncelenerek yazılmıştır. Şiirin hemen sol tarafında çıplak bir kadın figürü, sağ
tarafında ise birbirine sarılmış iki insan figürü, üst kısmında ise bulut figürleri
bulunur. Bulut figürleri, birbirine sarılmış insan (âşıklar) figürleri ve çıplak kadın
figürü (sevgili) türkü ile doğrudan bağlantılıdır. Yani şiir resmi, resim de şiiri
tamamlar.
Bu
bilgiyle
birlikte
resim
ve
şiirin
aynı
zamanda
tabloya
yerleştirildiğini söyleyebiliriz. Resim içinde yazan dizelerin anonim bir Rumeli
türküsü olduğu da göz önüne alındığında bu fikrimiz desteklenmiş olur.
Başka bir türkülü resim ise “Âşık Veysel”dir:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Âşık Veysel, kâğıt üzerine guaj, 32x 18 cm.
Resmin altında (ama içinde) yazan şiir Âşık Veysel‟e aittir. Resimde Âşık
Veysel, yeşil ve siyah renklerle çizilmiştir. Yeşil içinde siyah renkle çizilmiş
demek daha doğrudur. Bedri Rahmi, siyah renkle Âşık‟ın gözlerinin görmemesi
nedeniyle yaşadığı karanlığı çizmiş görünmektedir. Resimde Âşık‟ın yüz hatları
belli değildir, portre siluet şeklinde çizilmiştir ve Âşık‟ın yüzü resme çok dikkatli
240
şekilde bakılmadığında fark edilmeyebilir. Âşık Veysel‟den alıntılanan “Dağlar
çiçek açar, Veysel dert açar” dizeleri de şiirdeki karanlık ile Âşık Veysel‟in
karanlığını birbirine bağlamaktadır. Şiirin karanlığı da bu derdi tamamlar.
Bedri Rahmi‟nin şiirli resimlerinde biri de “Otoportre- Madolyon” dur:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Otoportre- Madolyon, kâğıt üzerine çini mürekkebi, 12x 12 cm.
Resimde Bedri Rahmi‟nin otoportresi, kayık, balık, kuş ve cami figürleriyle yer
almaktadır. Kendini tüm bu figürlerin ortasında çizen Bedri Rahmi, kendini
oluşturan değerleri (İstanbul‟u, denizi, doğayı, dünyayı) düşündürür. Özellikle
şiiri çerçevenin en dışına yerleştirmesi şiirin, şairin tüm dünyasını içine alan bir
değer olduğunu gösterir. Resmin alt kısmında yer alan cami figürü, kayık ve
balık figürleri İstanbul‟a gönderimde bulunur. Resmin etrafına yerleştirdiği şiir
ise Bedri Rahmi‟nin kitaplarında yer almayan bir şiirdir:
Ben birinci Mernuş
Şapşalların padişahı
Benim titrek ellerimden başlar
Çakıl taşlarının sabahı
241
Şiirin resme yerleştiriliş şekli hem şiire hem de resme hareket katar. Şiiri
okuyabilmek için resmi kendi etrafında döndürmek gerekir. Ressam resmi de
döngüsel kurgulamıştır. Çemberin içinde alt kısmında yer alan figürler düz, yine
çemberin içinde üst kısımda yer alan figürler baş aşağı durmaktadır. Resmin
yuvarlaklığı bu açıdan şiiri de etkilemiştir ve şiir de görsellik kazanmıştır.
Bedri Rahmi‟nin otoportresinin de yer aldığı diğer bir şiirli resim “Yalnızlığın
Kadarsın” isimli resimdir:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Yalnızlığın Kadarsın, 1972, kâğıt üzerine dolmakalem, 29x 19 cm
Resimde yer alan şiirin ismi ise “Yalnız”dır. Dol Karabakır Dol kitabında şiir
aşağıdaki şekilde yer almaktadır:
Yalnızlığın kadarsın
Yalnızlığın mis kokmalı
Yalnızlık dediğin büyük bir zindan
Dünyanın en kalabalık zindanı
Dinden imandan çıkarır
Ama öyle bir adam eder ki insanı (Eyüboğlu, 2006, s. 341).
242
Ancak Bedri Rahmi‟nin resme yazdığı şiir biraz farklıdır:
Yalnızlığın kadarsın
Yalnızlığın mis kokmalı
Yalnızlık dediğin acaip bir zindan
Dünyanın en kalabalık zindanı
On milyonluk başkentte yapayalnız
Öyle hizaya getiriyor ki insanı
Yalnızlığın kadarsın
Yalnızlığın mis kokmalı
Bedri Rahmi şiir üzerinde sonra tekrar çalışmış görünmektedir çünkü şiir ilk defa
1974‟te basılan Dol Karabakır Dol isimli kitapta yer almıştır. Resim ise 1972
tarihlidir. 2006 basımlı kitapta yer alan şiir, şairin üzerinde tekrar çalıştığı halidir.
Resimde çizdiği otoportresi de şiirdeki yalnızlıkla paraleldir aslında. Resme
bakıldığında hissettirdiği dağınıklık ve perişanlık duygusu, şairin ruh halini de
yansıtmaktadır. Kara kalemle dağınık çizgiler halindeki otoportrede ressam bir
gözünü çizmemiş diğerini ise siyah rengin içine saklamıştır. Resimde gözün
yokluğu eksiklik duygusunu da görselleştirir bir bakıma. Şiirdeki yalnızlık ve
resimdeki eksiklik şiir ve resmin aynı duyguda birleşmesini sağlamaktadır.
Bedri Rahmi‟nin şiirli resimlerinden biri de “Şiirli Motif”tir:
243
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Şiirli Motif, karton üzerine pastel, keçe kalem, tükenmez kalemteknik, 1958, 49x 36,5 cm
karışık
Resimde yazan şiir Dol Karabakır Dol (Bütün Şiirleri)‟da yer almamaktadır:
Biçim elin ayağın kadar senin
Renk dediğin arslan ağzında
Biri canda çekişin biri dükanda satılan
Kimi renk giydirir
Biçime
Allar pullar
Kiminin renkleri hazır
Göveyi bekleyen
Gelin misali
Biçimi gözler
Biçim orta malı
Renk saklı
Biçim çarşıda
Satılmaz
Renk satılır
34
Biri canda biri dükanda
Bedri Rahmi şiirde biçim-renk karşılaştırması yapmaktadır. Biçimi canında bulan
ressam rengi ise çarşıdan alır. Resimde ise kırmızı renk resmi canlandırmıştır
34
Eyüboğlu, 2009c, s. 44.
244
ancak resmin ana figürlerinin biçimleri resmin görsel etkisini sağlamaktadır. Bu
resimde Bedri Rahmi desen çalışması yapmış gibidir.
“Arzulandıkça Kulun” da Bedri Rahmi‟nin şiirli resimlerindendir:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Arzulandıkça Kulun, 1961, duralit üzerine akrilik, 140x 36 cm
Resimdeki şiir:
Arzulandıkça kulunum,
Arzuladıkça kölen
şeklinde yazılmıştır. Ancak Dol Karabakır Dol isimli kitapta yer alan şiir:
Arzuladıkça kulunum
Arzulandıkça kölen (Eyüboğlu, 2006, s. 263).
şeklindedir. Resimde ise çok net seçilemeyen figürler yer alır. Resmin üst
kısmında karadut portresi, altta ise ters dönmüş bir yapı (ev) görünmektedir.
Karadutun iki tarafından aşağı inen çizgiler aşağıdaki yapıyı içine almıştır.
245
Ressamın iki çizgi arasında çizdiği bir yüz de olabilir. Resim çok net olmadığı
için kesin bir şey söylemek mümkün değildir.
Son olarak içinde şiir yazan resim Mavi Yolculuk Defterleri‟nde yer alan isimsiz
bir resimdir. Resimde yazan şiir ise Eyüboğlu‟nun “Deniz Türküsü” isimli şiirinin
ilk bölümüdür:
Deniz dediğin bir tarladır
Gülü gül dikeni diken tohumu tohum
Toprak gibi verimli, toprak gibi cömert
Betine bereketine kurban olduğum (Eyüboğlu, 2006, s. 271).
Bedri Rahmi Eyüboğlu, İsimsiz, 16 Ağustos 1974, Dalyan- Mavi Gezi
Bedri Rahmi Eyüboğlu‟nun şiirlerin otoportre ve portrelerde yoğunlaştığını
gördük. Ressam otoportresi ile fiziksel görüntüsünü çizerken, resme yerleştirdiği
şiir iç dünyasının resmini çizer. Aynı durum portrelerde de geçerlidir. Örneğin
Âşık Veysel‟in portresinin altına yazdığı dize ile Veysel‟in iç dünyası ile ilgili bilgi
verir. Torunun portresini çizdiği resmin içine yazdığı şiirde de torun sevgisini
anlatır şair.
246
Resimlerin içine yerleştirilen şiirler ressam ile şairin aynı anda düşünebildiklerini
ve üretebildiklerini de gösterir. Otoportre ve portreler dışında kalan şiirli
resimlerde ise resimlerin şiirleri, şiirlerin de resimleri tamamlayıcı özellikte
oldukları görülür. Örneğin 1958 tarihli “Şiirli Motif” resminde şiirde biçim ve rengi
tartışan şair resimde de motif çalışması yapmıştır. Ya da “Han Kahvesi”
resminde saz çalan aşığı çizerken söylediği türkünün sözlerini resmine
yerleştirmiştir. Böylelikle resim ve şiirlerin ortak bir noktada birleştiklerini
görürüz: birbirlerini desteklemek. Anlam açısından birbirini destekleseler de
resimlerde şiir, resme göre daha geride yer alır. Örneğin yukarıda yer alan
İsimsiz resimde resim şiiri bastırmış ve öne çıkmıştır. Şiirin kapladığı alanın az
olması resimde etkisini de azaltır. Yine “Otoportre- Seni Düşünürken 1973”
resminde yer alan görüntü şiiri geride hatta yanda bırakır. Şair şiir için resimde
özel bir alan yaratmamış, şiiri resmin kenarlarına yazmıştır.
Resimlerde yer alan bazı şiirlerin Dol Karabakır Dol şiir kitabında değişik şekilde
yer aldığını görürüz. Bunun nedeni resmin içine yerleştirilen şiirin daha sonra
şair tarafından yeniden üzerinde çalışılmasıdır.
4.2 DÜZYAZILI RESĠMLER
Bedri Rahmi Eyüboğlu, resimlerinin içine yalnızca şiir değil düzyazı da
yazmıştır. Özellikle Mavi Yolculuk Defterleri‟nde Eyüboğlu, gezdikleri yerleri,
tuttukları balıkları ve yolculuk arkadaşlarının resimleri çizip üzerlerine notlar
almıştır. Tuttukları balıkların resimlerini çizip, isimlerini yazmıştır:
247
Bedri Rahmi Eyüboğlu, İsimsiz
Resimde yazanlar: Naylon balığı, 8-8-1978, Gelin Balığı, 18x7, Dilliközü- Keçi
çobanı kız, az konuşan.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Paşa Pantolonu
Resimde yazanlar: 19- Ağustos- 1974. Ölüdeniz‟de Rami tuttu. Bir saat yaşadı
sonra canlı canlı denize attık.
248
Bedri Rahmi Eyüboğlu, İsimsiz
Bedri Rahmi Eyüboğlu, İsimsiz
Resimde yazan yazı: “Denizdeki balıklar buyuklidur buyukli”. Eyüboğlu‟nun bu
resminin yanında yazan şiir:
249
Kınalı balıklar kınalı
Denizin anası var
Bir de babası olmalı
Kınalı bunlar kınalı
Serpme çilli
72 zilli
72 dilli
Baştan kollu
Sekiz kollu
Bin bir döllü
Konalı bunlar kınalı
Hem çilli
Hem zilli
72 dilli
72 kollu
Kınalı bunlar kınalı
İstanbul balığı
Tatlı su balığı
Bizim balıklar tuzlu
Bizim balıklar özlü
Bizim barbunyalar kınalı
Nerde bulmalı
Satın almalı
Benli
Doldur benli
Kınalı benli (Eyüboğlu, 2009b, s. 151).
Bu şiir Dol Karabakır Dol isimli bütün şiirlerin yer aldığı kitapta yer
almamaktadır. Şiir Mavi Yolculuk Defterleri‟nde yer alan bir resmin yanında
yazar.
çizmiştir:
Balık resimlerinin yanı sıra yolculuk sırasında uğradıkları yerleri de
250
Bedri Rahmi Eyüboğlu, İsimsiz
Resimde yazan yazı: Alomi Burnu. Ortada en sivri bir feneri var. Çorak sivri
─beyzi taşlar─
Bedri Rahmi Eyüboğlu, İsimsiz
251
Bu resim Bedri Rahmi‟nin çıktığı mavi yolculuğun bir kısmının özeti ve krokisi
gibidir. Eyüboğlu resimde uğradıkları yerler ve yaşadıkları olayları not
düşmüştür. Resmin altında yazan olaylar:
1.Fuat denize düştü. Ben çok
yüzdüm. 2. Paluko‟ya bayram tebriği gitti. Otelden çıkıldı. 3. Orman yangınıMağaralar Akbük‟ü gösterdi. 4. Güya adam saydık. Boşa geldi. 5. Mağaralı
dağlar- Ermeci dağlar- Herkese yayayım. 6. Prens Sabahattin- Çoban karnıyla
konuşuyor. 7. Karakulak- misafirler geldiler. 8. Yörük kazanından mısır,
bazlama. 9. Mehmet denize daldı, broşu çıkardı.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, İsimsiz
Resmin altında yazan: 29 Ağustos Perşembe. “Pinaları çıkardık, koyda ateş
yaktık ve balıkları pişirdik.”
252
Bedri Rahmi Eyüboğlu, İsimsiz
Son resimde Eyüboğlu kaptanlarının resmi yer alır. Resimde: “Kazım Kaptan
“Biblik” bize maviyi kudircu35 adam” yazmaktadır.
Resimlerdeki yazılar mavi gezilerle ilgili küçük notlar şeklindedir. Eyüboğlu,
resimlere yazılar ekleyerek bir bakıma mavi gezilerin devamlılığını sağlamak
istemiştir.
4.3. ESKĠ HARFLĠ TÜRKÇE YAZILI RESĠMLER
Eyüboğlu‟nun içine eski yazı yazdığı 11 resmi bulunur: “Çiçekli”, “Karadut
1945”, “Nü”, “Otoportre 1929”, “Saz Çalan”, “Primitif 1931”, “Şiirli 1942”, “Şiirli”,
“Yavuz Geliyor Yavuz”, “Yahya Kemal”, “Yunus Emre”. Elimizdeki kopyaların,
resimlerden fotoğraf yoluyla çoğaltılması nedeni ile eski yazılar net biçimde
35
Sözcük tam olarak okunamamıştır.
253
okunmamaktadır. Ancak okunduğu kadar şiirlerle karşılaştırma yapılarak
bütünlük sağlanmaya çalışılmıştır.
Karadut 1945 isimli resmin içinde yazan şiir “Karadut” şiiridir:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Karadut, 1945, kâğıt üzerine guaj, 55x35 cm.
Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum
Günahımsın, vebalimsin
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın. (Eyüboğlu, 2006, s. 109).
“Karadut” şiiri, yine eski yazıyla “Yunus Emre” isimli resmin içinde de
yazmaktadır:
254
36
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Yunus Emre, kâğıt üzerine guaj, 52x25 cm .
Bedri Rahmi‟nin Yunus Emre ile “Karadut” şiiri arasında nasıl bir bağ kurduğunu
bilemiyoruz. 1970 tarihli “Yunus Emre” resminde Yunus Emre‟yi kök olarak
resmetmesi, yukarıdaki resimdeki kök figürü ile örtüşür ancak içinde yazan şiir
mantıksal bağı bozar. Bedri Rahmi, bu resminde görünen görüntü ile
amaçlanan görüntü arasındaki görsel devamlılığı bozar. Yani izleyici, resmin
ismi ile resmi birlikte algılayıp anlamlandırırken araya giren “Karadut” şiiri, resim
ile ismi arasındaki bağın kaybolmasına neden olur. Arnheim genelde
sanatçıların nesnelerin, normlarıyla ilişkilerini doğrudan algılamada kurulabilen
versiyonlarını tercih ettiğini belirttikten sonra çeşitli üslupların görülen şey ile
kastedilen şeyin arasındaki farklılığı pozitif bir değer olarak değerlendirdiklerini
ekler 37 ancak Bedri Rahmi‟nin Yunus Emre isimli resminde Karadut şiirinin
yazması görsel devamlılığı bozsa da bunun bilinçli bir tercih olmadığını
36
37
Eyüboğlu, 2005b, s. 71.
Arnheim, 2009, s. 114.
255
düşünülebilir çünkü Bedri Rahmi‟nin başka hiçbir resminde bu durumla
karşılaşılmaz.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Çiçekli.
Resimde okunabilen sözcüklerden çıkarıldığı kadarıyla iki farklı şiir vardır.
Birincisi Yunus Emre‟ye ait bir şiirdir. Resimde yazılanlar:
Bu gözlerim dost……….
…………… bakagider
…………… gam gönlümün ey can
…………… yıkageldi yıkagider
Dost bağı…………..gülleri
Kokageldi kokagider
…………………
Çıkageldi çıkagider
Ne…….dedir ne Çin‟dedir
Gözlerimin içindedir
Bedri Rahmi‟nin İnsan Kokusu isimli kitabında yer alan “Reyhan Bacı” yazısında
Yunus‟a ait olduğunu belirttiği şu beyit yer alır:
Bu gözlerim dost yüzüne baka geldi baka gider
Benim gönülcüğüm ey can çıka geldi çıka gider (Eyüboğlu, 2005a, s.62).
Şiirin tamamı ise Sabahattin Eyüboğlu‟nun Yunus Emre kitabında dörtlükler
halinde yer alır:
Aşkın odu ciğerimi
Yaka geldi yaka gider
Garip başım bu sevdayı
256
Çeke geldi çeke gider
Kâr etti firak canıma
Âşık oldum ol Sultana
Aşk zincirin dost boynuma
Taka geldi taka gider
Sadıklar durur sözüne
Gayrı görünmez gözüne
Bu gözlerim Dost yüzüne
Baka geldi baka gider
Arada olmasın naşı
Onulmaz bağrımın başı
Gözlerimin kanlı yaşı
Aka geldi aka gider
Bülbül eder ah ü figan
Hasretile yandı bu can
Benim gönülcüğüm ey can
Çıka geldi çıka gider
Yunus söyler bu sözleri
Feryad eder bülbülleri
Dost bahçesinde gülleri
Koka geldi koka gider ( S. Eyüboğlu, 1985, s. 237).
İkincisi ise Bedri Rahmi‟nin “Saadet” şiirine aittir:
Ne Hint‟tedir ne Çin‟dedir
Gözlerimin içindedir
Bazen bana benden yakın
Bazen bana benden uzak
Yine benim içimdedir (Eyüboğlu, 2006, s. 58).
Aşağıdaki resmin içinde yazan şiirin başlığı “Gözlerimin Aynasında”dır.
Gözlerimin aynasında söz öbeği her dizenin başında yinelenir ancak şiirin kalan
kısmı okunamıyor. Bedri Rahmi‟nin “Gözlerimin Bahçesinde” isimli şiiri ile ilişkili
olabilir ama kesin değildir. Çünkü “Gözlerimin Bahçesinde” şiirinde de
gözlerimin sözcüğü her dizenin başında tekrarlanır:
Gözlerimin bahçesinde buram buram tüten yollar
Gözlerimin çeşmesinden dizi dizi içen kuşlar
Gözlerimin avlusunda taşan havuz
Gözlerimin can evine yuva kuran güvercinler
Gözlerimin arkasında tıpış tıpış gezen cinler
Gözlerimin kubbesinde çınlayan billur
Gözlerimin camlarına yağan yağmur
Gözlerimin cennetine gülen bahar
Gözlerimin arkasında ne var? (Eyüboğlu, 2006, s. 26).
257
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Şiirli, 1942, kâğıt üzerine guaj, 34x24 cm.
258
İçinde yazan şiirlerin şaire ait olup olmadığı belirlenemeyen resimler de vardır.
Bunlardan biri 1929 tarihli Otoportre‟dir:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Otoportre, 1929, kâğıt üzerine guaj, 26x 18cm.
Resimde okunabildiği kadarıyla “…yarim! Beni…et…, Uçsuz bucaksız….”
yazmaktadır.
259
Aşağıda yer alan resimde bir halk türküsü yazar:
Şu dağlar olmasaydı
Çiçeği solmasaydı
Ölüm Allah‟ın emri
Ayrılık olmasaydı
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Primitif, 1931, kâğıt üzerine guaj, 13x9cm.
260
Bu bölümün son resmi Yahya Kemal’dir. Resmin üst kısmında “İstanbul‟un
böyledir baharı” dizesi yazar:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Yahya Kemal, kâğıt üzerine guaj, 34x25 cm.
Bu dize Yahya Kemal‟in “Erenköyü‟nde Bahar” isimli şiirine aittir:
İstanbul‟un böyledir baharı;
Bir aşk oluverdi aşinalık…
Aylarca hayal içinde kaldık;
Zannımca Erenköyü‟nde artık
Görmez felek öyle bir baharı (Behramoğlu, 1997, s. 82).
Ancak bundan sonraki resimlerde yazanlar daha çok düzyazı niteliğindedir.
Aşağıda yer alan Saz Çalan isimli resimde “aldı Kerem sazı eline, bakalım ne
söyledi” yazar. Bu cümleler şiirden çok düzyazı özelliği gösterir.
261
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Saz Çalan, kâğıt üzerine karakalem, 14x9 cm.
Aşağıdaki resimde yazan yazı da net olarak okunamamaktadır:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nü, kâğıt üzerine guaj, 17x20 cm.
262
Resimde “İşbu kadını kocası yeşil bir ağacın altında bırakıp kaçtı” (Erol, 1984:
26) yazmaktadır. Bu resmin siyah beyaz bir kopyası Turan Erol‟un hazırladığı
Günümüz Türk Resminin Oluşum Sürecinde Bedri Rahmi Eyüboğlu isimli
kitapta yer akmaktadır ve resimdeki eski harfli yazı o resmin altında
yazmaktadır.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, İsimsiz
Resimde yazanlar: “12 Ağustos 1973 EKİNCİK. 30-40 hanelik bir köy var.
Buraya her gelişte yani üç defa uğramış oluyoruz. Sağında çok güzel bir
balkaya var. Önünde eskiden kalma duvarlar. Arkada kıyıda kuyusu var. Çam
ağaçları, kuyuda çam kökleri, köyde İsmet Hanım yeşil kırmızı bir cicim aldı
şehirden terzi bayan. Çizgili bir cicim aldı. Ben evvelki gün Marmaris‟te 375
liraya bir kilim aldım. Beş sene önce. 75 liraya alabilirdim. Şimdi aldım. Pamuk
sarılı beyazlı su çok kilimde kilimde. İskorpit amet incik amet, boncuk amet.”
Resimde yer alan portrenin Ahmet isminde bir çocuğa ait olduğunu anlarız.
Mavi Yolculuk Defterleri‟nin 189. sayfasında yer alan İskorpit Amed‟in başka bir
263
portresinde İskorpit Amed‟in eski Galatasaraylı Ünal‟ın oğlu olduğu bilgisi
dipnotta yer alır.
Bu bölümde resimlerin içinde yazan şiirlerin net biçimde okunamaması sağlıklı
bir sonuca ulaşmamızı engellemiştir. Bedri Rahmi‟nin “Karadut” ve “Saadet”
şiirleri dışında resimlerde yer alan kendi şiirlerine ulaşılamamıştır. Bedri
Rahmi‟nin kendi şiirleri dışında resimlerde Yunus Emre‟nin bir dörtlüğü ve bir
halk türküsünden dörtlük yer alır.
4.4. AYNI ADI TAġIYAN ġĠĠRLER VE RESĠMLER
Buradaki resimler hem şiirli resimlerdir hem de şiirlerle aynı ismi taşımaktadırlar.
Örneğin “Başka Bir Güneşin Altında” isimli hem şiir hem de resim vardır:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Başka Bir Güneşin Altında, 1932, kâğıt üzerine guaj, 24x 37 cm
“Başka
Bir
Güneşin
Altında”
şiiri,
Dol
Karabakır
Dol
isimli
kitapta
Yayınlanmamış Şiirleri bölümünde yer almaktadır. Şiir, tarihlendirilmiş farklı
bölümlerden oluşan uzun bir şiirdir. Şiirde Bedri Rahmi yurtdışında gezdiği
şehirleri anlatmaktadır. Örneğin 26 Ekim, Atina notunu düştüğü şiirde
Stramboli‟yi anlatırken 27 Ekim, Napoli notlu bölümde Napoli‟yi anlatmaktadır:
264
Napoli‟deyiz
Küçükten beri görürdüm Napoli‟yi
Püsküllü bir çamın arkasından
Napoli‟ye çıkar çıkmaz ilk işim
Böyle püsküllü bir kart yakalayıp
Yazmak oldu:
Napoli‟den buseler gönderdim ben de İstanbul‟a (Eyüboğlu, 2006, s. 364).
Aynı şiir içindeki başka bir bölüm ise “Londra‟dan Hareket” başlığını
taşımaktadır:
Viktorya Garı‟nda soluyan trenler dizi dizi
Soluyan trenlerden biri aldı bizi
“Bay Bay” dedik bir balina kadar büyük Londra‟ya (Eyüboğlu, 2006, s. 375).
“Başka Bir Güneşin Altında” ana başlığı altında yazılan kimi tarihli kimi başlıklı
15 şiir aslında günlük özelliği gösterir. Çünkü şiirlerde Bedri Rahmi gezdiği,
gördüğü şehirleri ve yaptıklarını yazmıştır. Tarih ve mekân belirtmesi de bu
fikrimizi desteklemektedir.
Bedri Rahmi‟nin aynı isimle yaptığı resimde de çizdiği hareket halindeki tren
figürü (hareket ettiği dumanlarından anlaşılır), şiirlerdeki “gezi” anlatımını
görselleştirmektedir. Ayrıca resimde sol arka bölümde yer alan Eiffel Kulesi
figürü şiir içindeki “Paris Yollarında-1”, “Paris‟te Gece”, “Paris Müstemlekeleri
Sergisi-3”, “Paris- 4”, “Paris‟ten Lyon‟a Ani Bir Dönüş” başlığıyla yazdığı şiirlerle
görsel bağlantı kurulmasını sağlamaktadır.
“Paris‟ten Lyon‟a Ani Bir Dönüş” resim ile daha bağlantılı görünmektedir:
Doyamadan Paris‟in ela gözlerine
Okşamadan Eyfel‟in demir kaburgalarını
Bindik trene
Gidiyoruz yine
Geldiğimiz yere (Eyüboğlu, 2006, s. 375).
Resimde Eiffel Kulesi‟ni arkasında bırakarak farklı bir yöne doğru hareket eden
tren figürü şiirdeki “gitmek” eylemini görselleştirmektedir. Yani resim ile aynı
ismi taşıyan şiir, görsellik açısından birbiriyle örtüşmektedir.
265
Bedri Rahmi‟nin aynı adı taşıyan şiir ve resimlerinden biri de “Marifet”tir:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Marifet, 1972, kâğıt üzerine çini mürekkebi, 28x 21,5 cm
Resimde Bedri Rahmi‟nin otoportresi ve altında da şiir yer almaktadır. Şiirin
resme yerleştirilme şekli göz önüne alındığında resmin yapılmasıyla şiirin
yazılmasının eş zamanlı olduğu anlaşılmaktadır.
Marifet hiç ezilmemek bu dünyada
Ama biçimine getirip ezerlerse
Güzel kokmak
Kekik misali
Lavanta çiçeği misali
İsa misali
Yunus misali
Tonguç misali
Nazım misali (Eyüboğlu, 2006, s. 338).
Şiirde Bedri Rahmi bir açıdan kişiliğinin portresini çizer, ezilsen de güzel
kokacaksın derken. Yani resimle fiziksel görüntüsünü sunarken şiirle de kişiliğini
çizer. Böylece şiir ve resim arasında bütünlük sağlanır. “Marifet” şiiri Bedri
266
Rahmi‟nin ilk baskısı 1974 yılında yapılan Dol Karabakır Dol isimli kitabında yer
alır. Ancak kitabın elimizdeki baskısı 2006 tarihlidir ve bu Bedri Rahmi şiir
üzerinde bu resmi yaptıktan sonra da çalışmış görünmektedir. Çünkü şiirde
“lavanta çiçeği misali” dizesi ile “İsa misali” dizesi arasına iki dize eklemiştir şair;
“fesleğen misali” ve “ıtır misali”.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Durulsana Deli Gönül, kâğıt üzerine guaj, 33x24 cm.
Durulsana Deli Gönül adlı resimde:
Dalları bastı kiraz yolları kesti kiraz
Durulsana deli gönül durulsana
3 günlük ömrün var kuş kadar canın var
Etin ne budun ne
Üst üste çekilmiş fotoğraflara döndün
Zorun ne
Dalları bastı kiraz yolları kesti kiraz
Durulsana deli gönül durulsana
Bu şiir 2006 basımlı Dol Karabakır Dol isimli kitapta “Durulsana” ismi ile yer
almaktadır:
267
Dalları bastı kiraz
Yolları kesti kiraz
Durulsana deli gönül
Durulsana
Etin ne budun ne
Üst üste çekilmiş fotoğraflara döndün zorun ne.
Çırpına çırpına akıp gidersen
Elbet bu gidişten bir gün bıkarsın
Kirimi pasımı yuyup yıkarsın
Eller kurumadan
Kollar çürümeden
Durulsana deli gönül durulsana (Eyüboğlu, 2006, s. 99).
Resimde yer alan kuş figürleri ile şiir arasındaki tek bağlantı “kuş kadar canın
var” dizesidir. Bunun dışında şiir ile resim arasında bir bağ bulmak mümkün
görünmemektedir. Yalnız resimde dikkat edilmesi gereken bir nokta, resimdeki
şiirin bazı dizelerinin üzerinin çizilmiş olmasıdır. Böylece izleyicide şiirin hemen
o anda yazıldığı fikri uyanmaktadır. Bu da şiirin ve resmin canlılığı açısından
önemli bir özelliktir.
“Bahçeler Dolusu” ise uzun bir şiirdir. Resimde yalnızca şiirin son bölümünü
yazmıştır Bedri Rahmi:
Günahı vebali benim boynuma
Cennetle cehennem koyun koyuna
Gölgesi yelken bezinden sağlam
Bir ağaç keşfettiler
Karınca yuvalarını kirlettiler
Sevabı nakış gibi işlediler
Günahı ayva gibi dişlediler
Toprağı kuduz gibi ısırdılar baldırından
Ve hazzı
Sıcak bir somun gibi ikiye yardılar
Ortasından
Bölüştüler (Eyüboğlu, 2006, s. 40).
268
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Bahçeler Dolusu, kâğıt üzerine guaj, 43x 14 cm.
Şiirde yazan bölüm ile resimde yazan bölüm aynıdır ancak kitapta yer alan şiir
daha uzundur. Resimde yer alan at üstünde âşıklar figürüyle, Bedri Rahmi‟nin
birçok resminde karşılaşılır. Şiirin resmin içine yazılan bölümü ile resim
arasında doğrudan bir bağ görünmemektedir. Bedri Rahmi‟nin bu isimde başka
bir resmi daha bulunmaktadır. Resimde yer alan birbirine sarılan iki kadın figürü
“günahı ayva gibi dişlediler” dizesi ile anlamsal ilişki içinde bulunurken, bu dize
de bu figürlerle görselleştirilmiş olur. Günah-haz kelimelerinin görselleştiği
resimde, resmin alt kısmında bulunan meyveler de bu görselliğe katkıda
bulunurlar. Daha önce birkaç kez de belirtildiği gibi, Bedri Rahmi‟nin şiirlerinde
kadın- meyve- haz arasında kurduğu bir ilişki bulunmaktadır.
269
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Şiirli- Bahçeler Dolusu, 1948, karton üzerine yağlı boya, 50x 35 cm
İsimleri aynı olan bir başka şiir ve resim “Bir Yaz Geçti”dir:
Bir yaz geçti
Tozu dumana katarak
Kavun karpuz yüklü
Bir yaz geçti
Bütün iştihalar tetikteydi
Ağaçlar kolum kanadım kadar benim
Deniz anam babam kadar iyiydi.
Bir yaz geçti yanı başımızdan
Dişimizden tırnağımızdan
Alı al moru mor
Nefes nefese bir yaz geçti (Eyüboğlu, 2006, s. 107).
270
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Bir Yaz Geçti, kâğıt üzerine guaj, 35x 12 cm
Resimde yer alan şiir ile Dol Karabakır Dol isimli kitapta yer alan şiir aynıdır.
Ancak şiirin ismi kitapta “Bir Yaz Geçti” olarak geçerken, resimde “Bir Yaz”
olarak yazmaktadır. Resmin üst kısmında solda denizkızının uzattığı tepsiden
bir şeyler alan insan figürü ile resmin sağ üst kenarında denizkızına bakan
insan figürleri “geçen yaz”ı görselleştirir. Yaz-deniz-kız üçlemesiyle de şiirde yer
alan “bütün iştihalar tetikteydi” dizesini çiziyor resimde. Resmin alt kısmında yer
alan otoportrenin de iki farklı ruh halini görselleştirdiğini söylenebilir. Çünkü
ressam bir yüzünü siyah fon üzerinde beyaz bir yüzünü beyaz fon üzerinde
siyah çizmiştir. Ressamın otoportresini bu resim içine çizmesinin de bir anlamı
olduğu göz önüne alındığında “geçen yaz”ın ressamın karamsar tarafını da
etkilediğini söylemek mümkündür.
Bunun dışında resmin sol tarafına dikey
olarak çizilen figürler oturup ellerini başının üzerinde birleştirmiş insan figürleri
gibidir. Figürlerin sağ ve sol taraflarında yazan B ve R harfleri de Bedri
Rahmi‟ye doğrudan gönderim yaparlar.
271
Şimdiki resim ile şiirin isimleri tamamen aynı olmasa da resmin içinde yazan şiir
aradaki bağlantının kurulmasını sağlar. Dol Karabakır Dol isimli kitapta yer alan
şiirin ismi “İbikli Çentik”tir. Resmin ismi ise “Çentik”tir. Resmin içinde yazan şiir
ise İbikli Çentik şiirinin bir bölümüdür:
Canım benim
Canımın çentiği
Canımın ibiği
Balım
Cennet şuracıkta
Cehennem olalım (Eyüboğlu, 2006, s. 340).
Şiirin yazıldığı resim ise aşağıdadır:
38
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Çentik , karton üzerine akrilik, tutkal, kum- karışık teknik, 1966, 60x 49
cm
Ancak resimde yazan şiir daha kısadır. Ya şair resmi yaparken şiiri bu şekilde
yazıp daha sonra genişletmiştir ya da resme sığdırabileceği şekilde yazmıştır.
Resimde profilden çizilen bir yüze cepheden yerleştirilen göz figürü ve kırmızı
rengin kullanımı izleyicide uzaklık hissi yaratır. Bedri Rahmi bu tekniği bazı
38
Bir şeyin kenarından kesilerek veya kırılarak açılan küçük kertik, tırtık. TDK, Büyük Türkçe
Sözlük. http://tdkterim.gov.tr/bts/ Erişim: 04.06.2011 14.00
272
otoportrelerinde kullanır; profilden çizdiği resme gözü normal yüzde yer aldığı
biçimde yerleştirir. Biçimin bozulmasıyla birlikte izleyicinin gerçeklik duygusunu
kırar ve izleyiciyi irkiltir. Çentik kelimesinin anlamsal değeri ile resimde yer alan
girinti çıkıntı ve kırmızı rengin kullanımı örtüşmektedir. Vücutta oluşan çentiğin
verdiği acı, kan kırmızı renk ile görselleştirilir. Canında oluşan çentik resimdeki
yüzün (göz-ağız-burun) fiziksel görüntüsünün bozularak verilmesi ile görsellik
kazanır. “Canımın çentiği” söz öbeği ise hem resmin hem de şiirin en önemli
anlam göstergesidir.
Aynı ismi taşıyan başka bir resim ve şiir “Bi Güzel”dir:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Bi Güzel, kâğıt üzerine guaj, 70x 50 cm
Bu resim şiirli değildir ancak ismi izleyiciyi doğrudan Bedri Rahmi‟nin “Bi Güzel”
şiirine yönlendirir:
Seni bi güzel giymişim içime gâvurun kızı
Bir kurşunda vurdular ikimizi
Gün ışır, yaprak titrer, tohum üşür
Acı güller kızarır hikâyemizi (Eyüboğlu, 2006, s. 259).
273
Resimde mavi fon üzerine siyah renkle çizilen birbirine sarılmış ve iç içe geçmiş
kadın-erkek figürü “seni bi güzel giymişim içime gâvurun kızı” dizesini
görselleştirmektedir. Resimde yer alan kadın ve erkek özel bir fiziksel ayrıntı
verilmeden çizilmiştir. Bu nedenle izleyici için herhangi bir kadın ve erkektir.
Ancak Bedri Rahmi‟nin aynı isimli şiirini bilen bir izleyici için resimdeki kadın ve
erkek belirli bir hal alır; Karadut ve Bedri Rahmi. Resimdeki kadının Mari
Gerekmezyan olduğunu belirleyen ise yine şiirdir. Şiirde geçen “bir kurşunda
vurdular ikimizi ve acı güller kızarır hikâyemizi” dizeleri, aşkın mutlu sonla
bitmediğini anlatır. “Acı gül” söz öbeği çok kırmızı, siyaha kaçan bir rengi
görselleştirirken, şairin mutsuzluğunu ve aşkın umutsuzluğunu da içerir. Bu
bilgilerle
de
Bedri Rahmi‟nin
herkes
tarafından
bilinen
sevgilisi
Mari
Gerekmezyan ile olan ilişkisine ulaşılır.
Bu bölümde yer vereceğimiz son şiir ve resim “Ebabil Kuşları”dır:
Çok uzaklardan Ebabil Kuşları geçiyor
Tüyleri diken diken
Kanatları kane bulanmış
Çok uzaklardan ebabil kuşları geçiyor
Kavrulmuş kiremitlerin üstüne
Yemyeşil ölüler dökülüyor (Eyüboğlu, 2006, s. 67).
Şiir ve resim karanlık ve karamsar anlatımda birleşir. Şiir Bedri Rahmi‟nin
1948‟de Mari Gerekmezyan‟ın ölümünde 2 yıl sonra yayınlanan Karadut
kitabında yer alır. Şair, şiirde karanlık, acı ve ölümle
anlatır.
sevgilisinin ölümünü
274
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Ebabil Kuşu, kâğıt üzerine guaj, 50x70 cm.
Ebabil kuşları Ebrehe Savaşı sırasında Kâbe‟nin yıkılmasını gagalarında ve
ayaklarında taşıdıkları küçük taşlarla düşman askerlerini öldürmüşlerdir. Aslında
Ebabil kuşları zafer kazanmıştır ve övülmelerini gerekir. Bu noktada şair için
ölümün zaferden daha etkili olduğu anlaşılır. Ebabil kuşlarının zaferini kutlamak
yerine ölüme neden olmalarını anlatır; şiirde kuşlar ölüme bulaştıkları için
kanatları kan içindedir. Olumsuz bakış açısının nedeni ise sevgilisinin ölümüyle
ilişkilidir.
Bu bölümde 9 şiir ve resmin adlarının aynı olduğunu görüldü. Bedri Rahmi‟nin
şiirleri ve resimlerine aynı ismi vermesindeki amaç şiiri okuyan kişiyi resme;
resmi izleyen kişiyi ise şiire göndererek ikisinin birlikte anlamlandırılmasını
istemesi görünmektedir. Bir önceki bölümde şiirlerin ve resimlerin anlamsal
açıdan birbirlerini tamamladıklarının belirlenmesi, Bedri Rahmi‟nin amacını
destekler niteliktedir. Resimlerin içinde yer alan şiirlerin bazılarının, 2006 yılında
basılan Dol Karabakır Dol (Bütün Şiirleri) kitabında farklı şekilde yer alırlar.
Örneğin “Marifet” resminde yazan şiire, kitapta iki dize eklenmiştir. Yine
“Durulsana” isimli resimde yer alan şiir, kitapta farklı şekilde yer alır. Böylece
şairin resimleri tamamladıktan sonra şiirler üzerinde değişiklik yaptığı sonucuna
ulaşılır.
275
Bütün olarak değerlendirildiğinde, Bedri Rahmi‟nin şiirleri ve resimleri arasında
kurduğu ilişkinin en açık biçimde bu bölümde görüldüğü söylenebilir. Çünkü
sanatçı resimleri ve şiirleri kendi isteği doğrultusunda birleştirmiştir. Örneğin
“İçine Şiir Yazdığı Resimler” bölümünde otoportrelerin çoğunda yazdığı yalnızlık
temalı şiirler aslında şairin yalnızlığına gönderim yapar.
Bu bölümde yer verilen şiirli resimler, ressam Bedri Rahmi ile şair Bedri
Rahmi‟nin birlikte çalıştıklarını da kanıtlar niteliktedir. Resimlerin içine şiir
yazmak Bedri Rahmi‟nin bir bakıma resmi şiirle desteklemek amacında
olduğunu gösterir. Ya da resim ve şiiri birbirinden ayıramadığı noktalarda iki
sanatı birleştirir.
Aynı ismi taşıyan resimler ve şiirler bölümünde dikkat çeken bir nokta Bedri
Rahmi‟nin resimlerin içine yazdığı şiirler ile Dol Karabakır Dol isimli şiir kitabında
yer alan şiirlerin farklılık göstermeleridir. Resimlerde yer alan şiirler daha kısadır
ve kitaptakilere göre eksik dizeleri bulunmaktadır.
Bunun nedeni resmin
yerleştiği tablonun alan olarak şiirin bütünü için dar olması ya da ilk etapta
resmin içine yazılan şiirlerin daha sonra üzerlerinde çalışılarak geliştirilmiş
olmasıdır.
Bu bölümdeki şiirler ve resimlerin çoğu arasında bağ olduğu açıktır. Resimler
şiirleri görselleştirirken, şiirler de resimlerin okunmasını ve anlamlandırılmasını
sağlamaktadır. Ancak eski yazılı resimler için bunu söylemek doğru olmaz.
Resimlere yazılan şiirler ile resimler arasındaki bağ net değildir. Buna en iyi
örnek Eyüboğlu‟nun “Yunus Emre” resminin içine yazdığı “Karadut” şiiridir.
Resimlerin içinde yalnızca şiirlerin değil düzyazıların da yer aldığını gördük.
Yazılar genellikle mavi yolculuk gezileriyle ilgili olsa da Eyüboğlu‟nun şiir-resimyazı arasında kurduğu bağı gösterir. Bedri Rahmi resim ile şiir ve yazıyı
birbirinden keskin çizgilerle ayırmaz; gerekli gördüğü yerlerde resmi ve yazıyı
birleştirir. Eyüboğlu‟nun şiir ve resmi birbirinden ayırmadan, çoğu zaman iç içe
276
kullanması iki sunum şekli arasında bulduğu ortaklıklarla ilgilidir. Eyüboğlu‟nun
eserlerinde iki sanatın birbirini tamamladığı görülür.
277
BEġĠNCĠ BÖLÜM: SĠNEMATOGRAFĠK ANLATIM
Blain
Brown,
Sinematografi
Kuram
ve
Uygulama
kitabının
girişinde
sinematografi sözünü oluşturan sözcüklerin kökünün Yunanca olduğunu ve bu
bileşik sözcüğün “hareketle yazı yazmak” anlamına geldiğini belirtir ve
sinematografinin basit bir görüntüleme işinden daha fazlası olduğunu söyler
Brown‟a göre sinematografi, düşünce, hareket, duygusal ifade, ton ve iletişimin
söze gelmeyen diğer biçimlerini alıp onları görsel terimler haline getirme
sürecidir (Brown, 2008, s. viii). Yani sinematografi duyguları, düşünceleri,
hareketleri görselleştirir. Bu bağlamda şiirde sinematografik anlatım şiirdeki
görüntülerin hareketi olarak düşünülebilir. Şairin anlatıyı ne şekilde düzenlediği,
bir olay mı yoksa bir durum mu anlattığı, şiirde hareketin mi yoksa durağanlığın
mı egemen olduğu sinematografik anlatımın sınırları içinde değerlendirilebilir.
Sinematografide en küçük görüntü birimi “plan”dır ve planlar gerçeğin
parçalarıdır.
Gerçeğin
hangi
parçalar
ve
hangi
sıralamayla
seyirciye
sunulacağına yönetmen karar verir (Brown, 2008, s. 2). Şiirde ise şair karar
verendir; şairin bakış açısı okuyucuyu yönlendirir; bir bakıma yönetmen ile aynı
görevi üstlenir. Yönetmenin her bir hareketi birleştirmesi gibi şair de her bir
sözcüğü birleştirerek şiiri oluşturur. Şiir dilinin seçme ve birleştirme eksenleri
montaj ile aynı anlamdadır. Yönetmen görüntüleri seçip birleştirirken şair
sözcükleri seçip birleştirir.
Sinematografinin hareketle yazı yazmak tanımından yola çıkarak Bedri
Rahmi‟nin hareketle yazdığı şiirlere ulaşılabilir. Amaç sinematografik anlatım
şiirlerde görselliğin sunumunda ne şekilde etkilidir sorusunun cevabını bulmaya
çalışmaktır.
Sinemada ses ve renk öğeleri filmi anlamlandırmak ve sahnelerin etkisini
artırmak için yönetmenin önemli yardımcılarıdır. Yönetmen istediği etkiyi
yaratabilmek için seslerden ve renklerden yararlanır. Renkler algı üzerinde
278
çeşitli yanılsamalar yaratır. Soğuk renklerin özellikle de mavi rengin bir mekânı
olduğundan daha geniş göstermesi buna iyi bir örnektir (Sözen, 2003, s. 46).
Yani yönetmen dar bir mekânda çekim yapmak zorunda kaldığında geniş alan
etkisi yaratmak istiyorsa mekânın duvarlarını bu renklerden birine (yeşil, mavi,
mor) boyar. Böylelikle mekân algısı değişmiş olur. Bedri Rahmi‟nin şiirlerinde
renklerin kullanımı da sinematografik anlatım açısından önemli olabilir.
Şiirlerde sinematografik anlatımın varlığından söz edilebilmesi için eylemlerin
hareket bildirmesi gerekir. Sinemada olduğu gibi şiirlerde de hareket sahnenin
en önemli unsurudur. Ses ve görüntü de sinematografik anlatımın önemli
parçalarıdır. Ses, şiirlerde görsel etkiyi artırırken şiirdeki görüntülerin sunuluş
tarzı sinema etkisini yaratır.
Bir sinema filmi bir olayın, aslında bir kurgunun ya da düşlemin kaydıdır.
Görüntüler gerçek yaşamın ya da yaratılmış bir dünyanın aynası olmalıdır. Sesler
karşılıklı konuşma ve/veya anlatım olabilir ve sese uygun müzik ve ses etkileri eşlik
edebilir. Filmin görsel ve işitsel unsurları kaynaşmalı ve bu sayede seyircileri
etkileme açısından birbirini tamamlamalıdır (Mascelli, 2007, s. 71).
Ses ve görüntü sinemada bir bütün olarak seyirciyi etkisi altına alır. Şiirlerde de
sesler ya kişilerin ya da anlatıcının konuşmalarıyla sunulur.
Müzik de bazı
şiirlerde ses öğesi olarak yer alır. Böylece şiirde yer alan sahnelerin gerçeklik
etkisi de artmış olur.
Zaman da sinemanın önemli bir parçasıdır. Sinema filmi zamanı dörde
ayrılabilir: Şimdiki, geçmiş, gelecek ve koşullu zaman
39
. Şimdiki zaman
anlatımında olaylar şu anda oluyor gibi aktarılır. Olaylar mantıklı, dosdoğru bir
anında izleme tarzında oluşurlar; böylece, öyküsel gelişmeler, geçişler,
kesintisizlikte duraklamalar olmaksızın seyirci olayı sürekli şu anda izlemektedir
(Mascelli, 2007, s. 73). Geçmiş zaman iki şekilde sinemada kullanılır: birincisi
geçmişte gerçekleşen bir olayın anlatılmasıyla ikincisi şimdiki zamandan
geçmişe dönüşler yapılmasıyla. Geriye dönüşler çoğu zaman geçmişte yaşanan
olayları göstererek sahnenin arka planının oluşmasını sağlar. Gelecek zamanın
anlatımı da iki şekilde kullanılır: gelecekte olan olaylar ya da bugünden
39
Mascelli, 2007, s. 73.
279
geleceğe yapılan bir atlama ile. Geleceğe yapılan atlama geriye dönüşün
tersidir. Olacak, olabilecek olayları betimlemek için geleceğe gider ve sonra da
bugüne döner (Mascelli, 2007, s. 76). Koşullu zaman ise gerçek zamanın
dışındadır. Zamanın başka öğeler tarafından koşullandırılmasının görüntüsüdür:
örneğin olayı izlemekte olan oyuncunun zihinsel tutumu tarafından ya da bir
olayı zihnin gözüyle çarpıtılmış bir biçimde „gören‟ bir kişinin hayal gücü ya da
düşünceleri tarafından (Mascelli, 2007, s. 76). Koşullu zaman bir rüyayı,
karabasanı ya da çılgınlık anını anlatmak için kullanılabilir. Sinemada kullanılan
bu zaman teknikleri şiirler için de geçerlidir. Şair, şimdiki zamanda kurduğu
şiirinde geri dönüşlerle geçmişle ilgili görüntüler sunabilir ya da geçmiş
zamanda kurduğu bir şiirinde geçmişe atlayarak şiir kişisinin hayallerini
sunabilir.
Eyüboğlu‟nun şiirlerinde üç tür sinematografik anlatım yer alır: Birincisi masalsı
görüntülerin yer aldığı şiirler, ikincisi olayların anlatıldığı şiirler, üçüncüsü ise
belgesel özelliği taşıyan şiirler.
“Kiraz Ayı Geliyor” şiiri40 masal anlatısı özelliği taşır:
(1)İçimden geçen yollardan birinde koşuyorum
(2)Sarı gül kokuyor.
(3)Sarı gül kokan bir yolda koşuyoruz
(4)İçimiz yeşil, içimiz mosmor.
(5)Karşımızda bir bulut uçuyor: Altın tozundan
(6)Atlarımız yemyeşil bir söğüt dalından koşuyoruz
(7)Kiraz ayı geliyor!
(8)Çok uzaklarda iğde ağacı hangi bahçededir?
(9) Muamma!
(10)Ne renk çiçek açar bilinmez
(11)Bilinen bir şey var amma söylenmez
(12)Söylenmez iğde ağacının tekin olmadığı
(13)Söylenmez iğde kokusunun her gönül bardağına dolmadığı
(14)Bilinen bir şey varsa
(15)Göklerin ağzına kadar iğde kokusuyla doluşudur
(16)Sezilen bir şey varsa
(17)Göklerin kehribar renkli arzularla çatlayan
(18)Kiraz aylarından birine gebe oluşudur.
(19)Kiraz ayı geliyor!
(20)Kubbelerde on beş yaşında arzular kabarıyor
(21)Bahar köpüklü bir içki
40
Bu bölümde ele alınan şiirlerden bazıları çok uzun olduğundan şiir hakkındaki
değerlendirmelerde kolaylık olması için dizeler numaralandırılmıştır.
280
(22)Kabına sığmamış taşıyor
(23)Başlarımız Kaf dağına değmiş
(24)Başlarımız Kaf dağından aşıyor: Koşuyoruz.
(25)Atlarımız ne Arap ne Acem
(26)Ne Hind masallarından inme,
(26)Atlarımız nazlı söğüt dallarından yontulmuş
(27)Kamçılarımız söğüt özüyle yuğrulmuş: Koşuyoruz.
(28)Kiraz ayı geliyor çocuklar!
(29)Önümüzdeki dağlar şaha kalkıyor. Dağlar doğruluyor
(30)Gökler şaha kalkıyor, gökler doğruluyor.
(31)Göklerde nur topu gibi bir bahar yuğruluyor.
(32)Ağzımızda ıslak söğüt dalından yontulan düdük mucize
(33)Altımızda söğüt dalından yontulan taylar bir kuş
(34)Önümüzde rüyalara sığmayan saraylar sır olmuş
(35)Uçsuz bucaksız masal sarayları geliyoruz!
(36)Gök başımızın üstünde masmavi bir yaprak
(37)Dağlar kütürdeyerek yarılan bir karpuz
(38)Arzu sağımız, arzu solumuz
(39)Sarı gül kokan yollarda yalınayak koşuyoruz.
(40)Gökler sendeleyip gökler devriliyor
(41)Dağlar sendeleyip dağlar devriliyor.
(42)Milyonlarca güneş bize çevriliyor
(43)Kiraz ayı geliyor!
(44)Kiraz ayı geliyor çocuklar!
(45)İlk gün onar tanelik kiraz demetleri
(46)Sonra ağzına kadar dolu kiraz sepetleri
(47)Daha sonra pembe bir çift kulağın arkasından bakan
(48)Sarı kirazların bal rengi gözleri
(49)Ve nihayet boşalan sepetler
(50)Boşalan evler kadar boş kiraz ağaçları.
(51)Ve kakırdamış milyonlarca kiraz çekirdekleri
(52)Kiraz ağaçlarının üstünde gözleri kiraz kokan bir
(53)Çocuk akşamlayacak
(54)Bu çocuk ne kiraz ayının nereden geldiğini bilirdi
(55)Ne de nereye gittiğini anlayacak
(56)Gözleri kiraz kokan çocuk
(57)Kiraz ayı geliyor (Eyüboğlu, 2006, s. 47).
Şiirin ilk dizesi ile birlikte sinematografik anlatım başlar: “İçimden geçen
yollardan birinde koşuyorum”. Üçüncü dizede sahneye bir başka kişi daha
eklenir. Ancak kişinin kimliği, fiziksel özelliği, cinsiyeti ile ilgili bir bilgi yer almaz.
Sahnede koşan kişiler ile ilgili verilen ayrıntılar “içimiz yemyeşil içimiz mosmor”
dizesiyle sahneyi etkiler. İki kişinin koştuğu sahneye altın renkli bir bulut ve yeşil
söğüt dalından yapılmış atlar eklenir. İlk dizelerde hafif olan sahnenin görsel
etkisi “atlarımız yemyeşil bir söğüt dalından koşuyoruz” dizesi ile birlikte artar;
koşan iki insan ve koşan atlarla (iki kişi olduğu için iki at olduğu varsayılıyor)
sahnenin hareketi artar. Bu sahneye çok uzaklarda yer alan bir de iğde ağacının
görüntüsü eklenir ancak yeri tam olarak belirtilmediği için iğde ağacı uzakta ve
perspektifle bağlantılı olarak küçük görülür. Sahne devam ederken şair
281
uzaklardaki iğde ağacı ile ilgili ayrıntı verir, “ne renk çiçek açar bilinmez, bilinen
bir şey var amma söylenmez, söylenmez iğde ağacının tekin olmadığı”
dizeleriyle. Bu dizeler aslında sahne devam ederken dış ses hissi uyandırır. Dış
ses, şiir kişileri ve atlar koşarken sahneye uzaklardan dâhil olan iğde ağacı ile
ilgili bilgi verir. Dış ses iğde ağacından sonra da sahneyi zenginleştirmeye
devam eder. Dış ses bu dizelerle sahneye dâhil olarak okuyucuya olayla ilgili
ayrıntı verir ve sahnenin görselliğini tamamlar. Yukarıdaki son dizeden sonra
olaylar devam eder ve sahneye bir mekân eklenir; Kafdağı. Bu mekânla birlikte
olayın masalsı, fantastik anlatısı netleşmiş olur. Sahnenin fantastik anlatımı 29,
30 ve 31. dizelerle pekiştirilir: Bu dizelerde atlarıyla birlikte koşan şiir kişilerinin
önünde dağlar ve gökler ayağa kalkar. Olayın fantastik anlatısı da bu
görüntülerle pekiştirilir. Görüntünün görsel etkisinin yoğunluğu, şiirin anlatı
etkisini üst seviyeye çıkarır. “Uçsuz bucaksız masal sarayları geliyoruz”
dizesiyle şair masal anlatısına açık gönderimde bulunur. Yukarıdaki dizelerle
ilgili söylenmesi gereken bir nokta “altımızda söğüt dalından yontulan taylar bir
kuş” dizesiyle şiirdeki sahnenin görüntüsü değişir. Daha önceki dizelerde
kişilerin atların üzerinde olmaları ile ilgili herhangi bir gönderim yoktur; kişiler ve
atlar ayrı ayrı ama birlikte koşarlar. Bu dizeyle birlikte şiir kişileri uçan atların
üzerindedir ve sahne bu şekilde kurulur. Sahne atları üzerinde uçan kişilerle
devam ederken tekrar bir dış ses dâhil olur sahneye ve sahne ile ilgili ayrıntıları
verir; “gök başımızın üstünde masmavi bir yaprak, dağlar kütürdeyerek yarılan
bir karpuz, arzu sağımız arzu solumuz” dizeleriyle. Bu dış ses şiir kişilerinden
birine aittir.
“Sarı gül kokan yollarda yalınayak koşuyoruz” dizesiyle sahne değişir ve şiir
kişileri atlardan inip yalınayak koşmaya devam ederler. Onlar koşarken gökler
sendeleyip devrilir, dağlar sendeleyip devrilir ve bir anda milyonlarca güneş
onların üzerine çevrilir. Bu olaylarla birlikte şiir kişileri sahneden çıkar; güneş
ışığının yoğunluğu altında kaybolurlar. Ve şiirin ana olayı böylece bitmiş olur.
Bundan sonraki görüntülerde dolu ve boş kiraz sepetleri, kulaklara takılan
kirazlar, boş kiraz ağaçları yer alır.
282
Şiirde 26 eylem şimdiki zaman kipindedir ve sürekliliği sağlar. Yirmi altı eylemin
6‟sı birinci çoğul kişi; 1‟i birinci tekil kişi; 16‟sı üçüncü tekil kişi gönderimi taşır.
Şiirde sürekliliği sağlayan başka bir durum da “kiraz ayı geliyor” dizesinin
tekrarıdır. 46. dizede yer alan “sonra” ve 47. dizede yer alan “daha sonra”
ifadeleri şiirin olayının hızlanmasına neden olur. Bu dizeler şiirdeki olayın
zamansal açıdan doruk noktasıdır. Bu dizelerden sonra kiraz sepetleri boşalır
ve şiir sona erer.
Şiirin fantastik anlatısı oldukça açıktır. Olayların tasviri, mekânların kullanımı,
ayrıntıların sunumu bu anlatıyı destekler. Sahnenin sonunda da bir anda
ortadan kaybolan kişiler şiirde merak unsurunu oluşturarak fantastik anlatıya
katkıda bulunur.
“Bahar-ı Teranedar” şiiri de masal anlatısı içerir:
(1)Çocukluğumun taze mısır püskülünden örülmüş
Pala bıyıklarını takıyorum
(2)On dört yaşımın iskambil kâğıtlarından kurulmuş
günlerine bakıyorum.
(3)Olgun bir dut ağacı gibi sarsılan göklerinden
(4)Rüyalar dökülüyor
(5)Yıldızlar dökülüyor…
(6)Bir yıldızın hızı ile toprağa saplanıp kalan çocukluğum,
(7)Kızıl bir havuç gibi yerinden sökülüyor.
(8)Ve yemyeşil bir yılan gibi deri değiştiriyor arzularım
(9)Çocukluğumun taze mısır püskülünden örülmüş bal
kokan bıyıklarını takıyorum.
(10)Yumuşak tarlalar üzerinde koyun koyuna yuvarlanan
(11)Tombalak bulutlara bakıyorum.
(12)İçime sığmıyor içim Meryemin memelerinden sert
kauçuk bir topun etinde,
(13)Ağzı hiç de süt kokmayan lastik topların şehvetindedir.
(14)Bahar yoldadır.
(15)Çıngırak sesleri duyuyorum…
(16)Bahar yoldadır, yoldadır.
(17)Hasret tomurcuklu gemi direklerinde;
(18)Güneş yüklü bulutlarda
(19)Bir tırnak hızı ile büyüyen bahçelerdedir.
(20)Bahar yoldadır, yoldadır.
(21)Gök, yüzünkoyun toprağa uzanmış dinliyor.
(22)Kurumuş telgraf direklerinin bağrında yemyeşil arzular;
(23)Gökte hırsla ısırılmış bir hayvanın diş yerleri var.
(24)Yıldızlar kalbur kalbur rüya eliyor.
(25)Yıldızlardan haber geliyor
(26)Bahar yoldadır, yoldadır
(27)Toprağa çırılçıplak girenler,
(28)Toprağın sırrına erenler,
283
(29)Cennetten müjde verenler,
(30)Bahar yoldadır, yoldadır (Eyüboğlu, 2006, s. 52).
Şair ilk iki dizede anlatısıyla ilgili ön bilgi verir ve okuyucuyu bundan sonraki
dizelerde nasıl bir görüntü ile karşılaşacağı hakkında bilgilendirir. Yani şair
görüntünün çerçevesini belirler; şiir şairin çocukluğundan kesitler sunmaktadır.
Birinci ve ikinci dizelerle şair yine kameranın arkasında olduğunu ve onu
yönettiğini belirtir. Okuyucu yine görüntüleri öznel bir bakış açısıyla izler. 3. dize
ile birlikte okuyucu hemen fantastik bir anlatımla karşılaşacağını anlar ve hemen
sonraki dizelerle bu anlatım desteklenir. Fantastik anlatımı sağlayan ise şairin
betimlemeleridir; kızıl bir havuç gibi yerinden sökülen çocukluk, yılan gibi deri
değiştiren arzular, yüzükoyun toprağa uzanmış gökyüzü, bir hayvanın diş
izlerinin olduğu gökyüzü. Bu betimlemelerde dikkat çeken şey hepsinin bir
izlenim özelliği taşımasıdır. Görüntüleri öznel yapan şey de budur. 1, 2, 4, 5, 7,
8, 11, 12, 15, 21, 24, 25. dizelerde eylemlerin şimdiki zamanla çekimlenmiş
olması görsel anlatımın eşzamanlı aktarımını sağlar. 14, 15, 16, 19, 20, 23, 26
ve 30. dizelerde eylemin –dir/dır bildirme ekiyle kurulmuş olması bu durumu
destekler. 14, 20, 26, 30. dizelerin yinelenmesi de durumu pekiştirir. Böylece
şiirde akış halindeki zaman ve duygular anılarla birleşerek sinematografik bir
şekilde sunulur. Şiirin 1-13 dizeleri arasında eylemler 1. tekil kişiye/şairanlatıcıya aittir, 14-30. dizelerde ise eylemde kişi belirsizleşir ve genelleşir. Bu
da okurun kendini eylemin ve görüntünün içinde hissetmesini/görmesini sağlar.
Bu, görsel planın genişlemesinin bir sonucudur. Şair kamerayı bireysel
geçmişinden genel ve herkesi kapsayan bir açıya doğru genişletir. Şiirde
görüntüleri destekleyen koku ve ses öğeleri vardır. Bal kokusu ve çıngırak
sesleri sahnenin canlanmasını sağlar.
“Ebabil Kuşları” da masal anlatımı taşıyan şiirlerdendir:
Çok uzaklardan Ebabil kuşları geçiyor
Tüyleri diken diken
Kanatları kâne bulanmış
Çok uzaklardan Ebabil kuşları geçiyor
Kavrulmuş kiremitlerin üstüne
Yemyeşil ölüler dökülüyor
Kel ölür sırma saçlı olur
Kör ölür badem gözlü
Meltem gibi delikanlılar kardeşim çürüyor
Ne keldiler ne de kör (Eyüboğlu, 2006, s. 67).
284
Şiirde iki farklı sahne yer alır; birincisi tüyleri diken diken kanatlarından kan
damlayan
ebabil
kuşlarının
geçtiği
sahne.
İkincisi
evlerin
çatılarına
gökyüzünden cansız bedenlerin düştüğü sahnedir. Ancak her iki sahne de eş
zamanlıdır yani uzaklardan ebabil kuşları geçerken çatıların üzerine cansız
bedenler düşer. Bu beklenmedik görüntüler bir korku filminden ya da fantastik
bir filmden alınmış gibidir. Bir önceki şiirde yer alan masalsı fantastik anlatı
burada da vardır ancak bu şiirdeki görüntüler fantastik-korku türüne gönderim
yapar. Sahneyi oluşturan görüntülerin görsellik değeri oldukça yüksektir. Bunu
sağlayan da görüntülerin beklenmedik ve alışılmadık özellikte sunumudur.
Şiirde sahneyi etkili hale getiren başka bir unsur da renktir; kanatları kana
bulanmış kuşların kırmızı renkteki görüntüleri sahneyi etkili kılar. Şiirde
kullanılan şimdiki zaman, şiirdeki olayların kesilmeden okuyucu tarafından
izlenmesini sağlar.
Şair “Körpe Gelin” şiirinde de alışılmadık ve beklenmedik görüntüler sunar
okuyucuya:
(1)Bizim Mernuş var ya deli Mernuş,
(2)Anası Mernuş‟u on üçünde doğurmuş.
(3)Aslan minik ana
(4)Allem etmiş, kallem etmiş
(5)Doğurmuş doğurmasına;
(6)Ama küçük bir şeyi unutmuş:
(7)Minik ananın henüz memeleri yokmuş…
(8)İster alın yazısına küs ister bahta,
(9)Minik ananın bağrı dümdüz, yamyassı, tahta mı tahta.
(10)Meme yerine bir çift pembe benek,
(11)Silinmiş bir çift yelek düğmesi.
(12)Belli belirsiz bir çift dudak,
(13)Ha varmış ha yokmuş bir çift nokta.
(14)Mernuş bebek meleşir perişan boşlukta,
(15)Mernuş bebekte alev alev bir çift dudak,
(16)Bir uç, minik bir uç arar tutunacak.
(17)Acemi dudakları Mernuş bebeğin
(18)İlk önce öpe öpe aranır sütü.
(19)Sonra yalvarır,
(20)Sonra mosmor kesilir, kızar, kızarır.
(21)Zehir zemberek bir testere,
(22)Ateşten, alevden bir ustura,
(23)Bir çift belalı bıçak,
(24)Minik anayı kesip doğrayacak.
(25)İster alın yazısına küs
(26)İster bahta,
(27)Minik ananınki göğüs değil dümdüz tahta.
285
(28)Bir avazı yerde körpe gelinin
(29)Bir avazı gökte,
(30)Acıdan,
(31)Kahırdan,
(32)Utançtan delirecek.
(33)Eline bir bıçak verseler,
(34)Süt çıksın diye bağrına saplayacak.
(35)Sağdan öğütler yağar soldan bir sürü öğüt
(36)Ama Mernuş bebeğin öğüt möğüt umurunda mı?
(37)Mernuş bebeğe süt lazım süt.
(38)Ilık, baldan tatlı, binbir kanatlı ana sütü
(39)Mernuş bebek kan ter içinde perişan,
(40)Körpe gelin acıdan sızıdan dilim dilim,
(41)Sen ana sütüne hasret gideceksin körpe gülüm.
(42)Bakmış ki işler sarpa sarıyor Mernuş peder,
(43)Alır başını yollara düşer
(44)Gelsin hocalar, gitsin hocalar.
(45)Nihayet torba sakal, çilli çakal
(46)Bir Ermiş: Hacı Rezilettin
(47)Çare bulmuş,
(48)Şöyle buyurmuş
(49)Henüz doğmuş iki enik bulacaksın,
(50)Gözleri açılmamış ola
(51)Zinhar ana köpek onları emzirmeye
(52)Enikler yirmi dört saat aç tutula
(53)Sonra aç kurt gibi iki enik,
(54)Körpe gelinin bağrına atıla
(55)Öylesine saldıracak ki aç enikler,
(56)Öylesine emecekler ki körpe gelini,
(57)İki dolgun gül tomurcuğu gibi,
(58)Memeler uzatsınlar uçlarını.
(59)Aklı yatmış bu işe Mernuş pederin;
(60)Kendileri en büyük medreseden mezun,
(61)Ünlü bir kadı, bir hâkim ulemadan.
(62)Ne de olsa bir insan yavrusundan
(63)Daha hırsla, daha büyük bir iştahla
(64)Emer hayvan.
(65)İnsan dediğin ne de olsa
(66)Mektep medrese görmüş
(67)Efendi bir hayvan.
(68)Salmışlar aç susuz enikleri
(69)Körpe gelinin bağrına
(70)Enikler inler,
(71)Körpe gelin kudurur
(72)Mernuş bebek meler
(73)Birkaç saat sonra süt yerine
(74)Kan içinde memeler;
(75)Meme ucu yerine bir çift kızıl yara
(76)Bir çift çukur
(77)Bir çift cehennem
(78)İlk önce eniklerin munzurunda iki damla süt,
(79)Sonra birkaç damla kan
(80)Daha sonra adıyla sanıyla kangren
(81)Olmuş olan,
286
(82)Komaya girer körpe gelin
(83)On gün sonra hesabı tamam
(84)Dostlar, ben daha 40 yıl yaşasam,
(85)Böyle bir şey uyduramam.
(86)Bunu bana Mernuş bebeğin teyzesi anlattı,
(87)Körpe gelin ölünce Mernuş bebeği emzirip büyüten.
(88)Bu bir masal değil bayanlar baylar,
(89)Bu olay böylece olup bitmiş.
(90)Şimdi nerde bir çift meme görse bizim Mernuş,
(91)Deli divane olurmuş.
(92)Kusura bakmayın bayanlar baylar
(93)Mernuş kulunuza olanlar olmuş (Eyüboğlu, 2006, s. 268).
Şiirde sinematografik anlatımı sağlayan üç ana sahne vardır. Birincisi “Mernuş
bebekte ateş alev bir çift dudak, bir uç minik bir uç arar tutunacak, acemi
dudakları Mernuş bebeğin” dizeleriyle başlar. İlk sahnede annesinin memelerini
önce yavaş yavaş arayan sonra bulamayınca ağlamaktan moraran yeni doğmuş
bir bebek ile annesi yer alır. Şair ilk sahnenin hazırlığını şiirin 7. ve 13. dizeleri
arasında yapar. Şiirin ilk 14 dizesi sahne ile ilgili bilgi veren, ayrıntıları anlatan
dış ses özelliği taşır. Görüntüler hazırlanırken bir taraftan da dış ses olayla ilgili
bilgi verir ve Mernuş bebeğin annesinin memesini araması ile ilk sahne başlar.
Sahne “ilk önce öpe öpe aranır sütü” dizesiyle yavaş ve yumuşak bir anlatımla
başlasa da hemen sonraki dizelerde hareketli ve sert bir anlatımla devam eder.
Annenin ve bebeğin ağlamalarıyla sesleri birbirine karışır. Bebek açlıktan, anne
utançtan, üzüntüden ve acıdan ağlamaktadır. İkinci sahne Mernuş pederin
evden ayrılmasıyla başlar. Mernuş peder çare bulmak için hacılara hocalara
gider ve Hacı Rezilettin adında bir hocadan akıl alır. Hocanın akıl verdiği sahne
ise üçüncü sahnedir; hoca yeni doğmuş iki enik bulmasını, bu iki eniğin gelinin
bağrına salınmasını ve gelinin memelerini emmelerini buyurur. Son sahne ise
şiirin en dramatik sahnesidir; sahnede enikler gelinin bağrına salınır ve gelinin
göğüslerini parçalarlar, gelin on gün içinde kangrenden ölür. Mernuş bebek
anasız kalır. Bu sahne şiirin son sahnesidir ancak şiir şairin anlatımıyla devam
eder. Şiirin sonunda şair hikâyenin gerçek olduğunu belirtir. Bu bilgi ile birlikte
okuyucu için tüm bu görüntüler daha da etkileyici hale gelirler. Son bölüme
kadar bir hikâye havasında okunan şiirdeki sahnelerin gerçek olduğu bilgisi ile
şiirin etkisi artar.
287
Şiirde sinematografik anlatım oluştururken şair ses öğesini yoğun bir şekilde
kullanmıştır. Öncelikle 14. dizede kullandığı “meleşir” sözcüğünün yoğun ses
içeriği ve çaresizliği anlatan kullanımı sahnenin dramatik etkisi açısından çok
önemlidir. Şair bu sözcüğü 72. dizede de tekrarlar. Sonra gelinin bağırışları girer
sahneye; 28. ve 29. dizelerde. Gelinin çığlıkları bebeğin sesine karışır ve
sahnenin etkisi saha da artar. 35. dizede şiir dışından sesler de karışır sahneye;
öğüt veren insanların sesleri. Bu sesler dış ses özelliği gösterirler sahnede. 49.
ve 58. dizeler arasında ise şiir kişisi Hacı Rezilettin‟in sesini duyarız verdiği akıl
ile birlikte. Sahnede duyduğumuz son sesler ise eniklerin inlemesi ve bebeğin
melemesidir. Şair tüm bu ses kullanımlarıyla şiirin dramatik anlatısını pekiştirir.
Dramatik etkiyi destekleyen diğer bir öğe de renklerdir. Şair “kan” sözcüğünün
kırmızı rengi ve “kangren” sözcüğünün mor rengi ile şiirin görsel etkisini artırır.
-miş‟li geçmiş zaman anlatımıyla şair şiirde 86.dizeye kadar masal anlatısı
kurar. 86. Dizeden sonra ise anlatılanların doğru olduğunu söyleyerek şiirin
masal anlatımının parçalanmasına neden olur. Şiirin masaldan gerçeğe dönen
hikâyesi okuyucuyu sarsıp, acı çekmesine neden olur. Olayın masal anlatısı
şeklinde kurgulanması sinematografik görüntüde belirsizlik yaratır, eylemler
yavaşlar ve silikleşir.
“Petekkıran” şiirine ise şair masal anlatısı ile başlar:
Bir varmış bir yokmuş
Bundan otuz beş sene evvel,
Beş yaşında bir memur çocuğu
Şarkışla‟dan geçiyormuş.
Telgrafın tellerinde al kanat, mor kanat
Bir petekkıran görmüş
Kuş… demiş
Dönüp bakmış petekkıran
Kışş… demiş. Uçmuş
Alı al moru mor süzülmüş petekkıran
Sonra gelip yerine konmuş.
Tam otuz beş yıl geçmiş aradan
Yolcuyu aynı yere düşürmüş düşüren.
Bir de ne görsün bizim Mernuş,
Telgrafın tellerinde al kanat mor kanat aynı kuş,
Az kalsın çıldıracakmış sevincinden
Bütün yüreğini koymuş ellerine
Titreyerek uzanmış telgrafın tellerine
Kuş…demiş
Oralı bile olmamış petekkıran
288
Kışşş…demiş, aldırmamış,
Bir korkudur sarmış içini Mernuş‟un
Herhalde başına bir şeyler gelmiş olmalı değil mi?
Otuzbeş yıl aynı yerde durup duran kuşun (Eyüboğlu, 2006, s. 279).
Şiirde iki farklı sahne yer alır. Birincisi masal anlatısıyla başlayan ve geçmişi
anlatan sahne, ikincisi ise şimdiyi yani bir önceki sahneden otuz beş sene
sonrasını anlatan sahne. İki sahnenin mekânı aynıdır fakat zaman yıllar
sonrasıdır. Sahneler geniş planla anlatılır; okuyucu olayı uzaktan izliyormuş
hissine kapılır. İlk sahnede yoldan geçen Mernuş, telefon direğinin üzerinde bir
kuş görür, ona seslenir kuş dönüp bakar; Mernuş “kışş” der ve kuş uçar. Bir
süre uçtuktan sonra dönüp tekrar aynı yerine konar. Bu masal anlatımı ile
başlayan sahnedeki olaylar gerçekçidir. Masal anlatımının etkisini ikinci
bölümdeki sahnede görürüz; Mernuş otuz beş yıl sonra aynı yerden geçer ve
geçerken aynı kuşu aynı yerinde görür. Kuş diye seslenir kuş bakmaz, “kışş”
diye seslenir kuş yine bakmaz ve Mernuş bu durumdan korkar. Şiirde fantastik
anlatı dikkat çeker. Şiirin masal anlatısıyla başlaması ve ikinci sahnede yer alan
görüntüler şiirin fantastik anlatımını destekler. Ayrıca merak uyandırır. “Bir de ne
görsün bizim Mernuş, telgrafın tellerinde al kanat mor kanat aynı kuş, az kalsın
çıldıracakmış sevincinden” dizeleri okuyucuyu da heyecanlandırır. Sahnenin
doruk noktası burasıdır. Bu dizeden sonra sahne çözülmeye başlar ve son iki
dizede şairin açıklamaları ile sona erer. Şiirde hareketin iki boyutu vardır: biri
anlatıcının Şarkışla‟dan geçmesi, kuşu görmesi, gitmesi, yeniden Şarkışla‟ya
gelmesi. Bu zamana yayılmış geniş planlı bir eylemdir. İkincisiyse kuşun
hareketi ve hareketsizliğidir. Kuşun hareketi görünen bir eylemdir: anlatıcının
kuşu kovalaması, kuşun uçup gitmesi ve geri gelmesi. Kuşun diğer eylemi ise
durağandır. Şair aynı yere dönüp geldiğinde kuş aynı hareketsizliğiyle durur.
Bu, metnin şaşırtıcı etkisini sağlayan ve anlatıcıyı da okuru da düşündüren bir
durumdur.
Şiirde ses unsuru da sahnenin sinematografik değeri açısından
önemlidir. Şiir kişisinin sesini duyduğumuz dört dize vardır ancak iki dizede aynı
diğer iki dizede de aynı sözcükleri sesletirler. İlki otuz beş yıl önce geçen
sahnede önce “kuş” sonra “kışş” sözcükleri; ikincisi de otuz beş sene sonraki
sahnede yine önce “kuş” sonra “kışşş” sözcükleri duyulur. İlk sahnede şair
“kışş” yansımasında iki “ş” harfini kullanırken ikinci sahnede üç “ş” harfi kullanır.
289
Bu ses değeri şiirin anlamsal kurgusu açısından önemlidir çünkü ilk sahnede
“kışş” sesini duyan kuş uçar ancak ikinci sahnede “kışşş” sesini duyan kuş
kımıldamaz; şair ne kadar baskın şekilde sesletse de kuş yerinden kımıldamaz.
Sahnenin ses değeri açısından bu önemli bir ayrıntıdır. Bir varmış bir yokmuş,
geçiyormuş, görmüş, demiş, uçmuş, süzülmüş, konmuş, düşürmüş, aldırmamış,
sarmış sözcüklerindeki –ş sesi şiirin ses etkisi açısından önemlidir.
Şiirde iki farklı zamanda geçen tek bir olay vardır ve şiirin anlatısal olarak ana
olayı şimdiki zamanda geçen olaydır yani 35 yıl sonraki olay. Şair ilk olayı geri
dönüş yöntemiyle şiire sokar. “Bundan otuz beş sene evvel” söz öbeği de olayın
geçmiş zamanını belirtir. Şair şiirine geri dönüş ile başlar ve şimdiki zaman
anlatımı ile devam eder. Bununla okuyucuya sahne ile ilgili önbilgi verir ve
okuyucuyu sonraki sahneye hazırlamış olur.
“Ağaç Dili” şiirinde de masal anlatımı vardır:
Sabah oldu
Ağaç
Her günkü yerine
Oturdu,
Bekliyor.
Ne güzel biliyor
Beklemesini ağaç
Ne kadar telaşsız
Ne kadar emin.
Rüzgâr giriyor koluna
Serçe konuyor dalına
Doyamadan alına moruna
Balta saplanıyor beline…
Baltanın sapı da ağaç…
Gülüyor mu?.. Ağlıyor belki…
Neyleyip etmeli
Ağaçça dilini
Sökmeli!.. (Eyüboğlu, 2006, s. 403).
Şiirde ağaç iki sahne ile okuyucuya sunulur. Birinci sahne şairin pencereden
bakarak ağacı anlattığı sahne; “ağaç her günkü yerine oturdu, bekliyor”
dizeleriyle şair ağacı kişileştirerek onu hareketlendirir. Bu görüntü de gerçek dışı
fantastik bir görüntüdür. İkinci sahne de ağacın kesilişini anlatır şair;
“doyamadan alına moruna balta saplanıyor beline” dizeleriyle. Sahnenin
290
çatışmasını ise “baltanın da sapı ağaç” dizesi verir ve ağlayan balta görüntüsü
de sahnenin fantastik anlatısını pekiştirir. Şiirde kullanılan şimdiki ve geçmiş
zaman kipleri, şairin olayı olduğu anda görüp anlatıyormuş hissini yaratır.
Böylece eylemin gerçekliğini sağlamış olur.
“Kırk Odalı Konak” şiirinde de masal anlatımı hâkimdir:
Birinci odanın pencereleri denize bakar
Denize bakan odada üşüyen bir çocuk var
Üşüyen çocuk durmadan gemilere bakar
Gözlerinde tomurcuklanan arzular
Kulaklarında salkım salkım
Donan sesler var.
İkinci odada saçları badem yağıyla taranmış
Küçük bir kız var
Bir bayram sabahı yeni elbiselerini giydirdiler
Saçlarını sımsıkı taradılar
Kurdelâlarını taktılar
Onu çok güzel bir yere götüreceklerdi unuttular.
Üçüncü odada en güzel şiir gibi çırılçıplak
Bir kadın uyur
Odada her şey kütük gibi sarhoştur
Şamdanlar hazdan eğrilmiş
Mumlar zevkten yamru yumrudur
Çırılçıplak kadının gördüğü rüyalar
Pencerenin ötesinde hakikat olur.
Dördüncü odada bir ilahi duyulur
Bu ilahi Yunus‟undur.
Beşinci odada derisi altın köpüklü bir kahve gibi
Buram buram tüten
Sesi bir muz kadar lezzetli
Masal söylerken taş kesilmiştir
Bu kızın dizinde beş tane çocuk var
Bu kız onlara Dilalem Çengisini anlattı.
Çocuklar korkularından taş kesildiler
Ve hepsi taş kesilince onları aldılar
Bir guguklu saatin üstüne koydular
Her saat başı
Dilalem Çengisi gel çık!
Dilalem Çengisi geel çııık
Bir oda var
Kapısı açılınca
garîb
Kapanırken
gurbet
der
41
Altıncı odada bir şair var
Şairin bütün derdi öteki odalar (Eyüboğlu, 2006, s. 42).
41
Sözcük 2006 basımlı Dol Karabakır Dol Bütün Şiirleri isimli kitapta “şiir” olarak yer alır. Ancak
1953 yılında basılan Üçü Birden isimli şiir kitabı incelendiğinde sözcüğün “şair” olarak geçtiği
görülür. Bu nedenle yukarıdaki alıntıda şiirin mantıksal bütünlüğü açıcından Üçü Birden isimli
kitapta yer alan şekline yer verilmiştir.
291
Şiir her odada değişen altı farklı sahneden oluşur. Sahnelerin değişimini
sağlayan, belirsiz bir anlatımın odadan odaya dolaşmasıdır. İlk sahne ilk odada
geçer ve durum anlatısı yapılır; mekân deniz bakan bir odadır. Bu sahne içinde
iki farklı plan yer alır; birincisi okuyucunun bütün odayı gördüğü genel plan,
ikincisi ise okuyucunun çocuğun gözünden gemilere baktığı omuz üstü plan.
Sahnede hareketi sağlayan da planların değişimidir, bunun dışında görüntü
hareketsiz ve durağandır. Şair denize bakan bir odanın içinde duran çocuğu
anlatır. Şair çocuğu anlatırken görüntü yaklaşır ve çocuğun üşümesine rağmen
istekli bakışlarına odaklanır görüntü. Sonra mekânın değişmesi ile sahne
değişir; ikinci odayı gösterir şair, genel plan ile. Odada saçları sıkıca taranmış
küçük bir kız durur. Bölümün temel görüntüsü budur. Şair sahne ile ilgili geçmiş
görüntüler sunar ve bu da ikinci sahneyi oluşturur şiirde. Geçmişin gösterildiği
sahnede güzel elbiseler giymiş, saçları güzelce taranmış kurdeleleri takılmış bir
kız odada bekler. Bölümde söz edilen kişiler vardır. Bu kişiler kızı giydirip,
süsleyip ona söz veren kişilerdir ancak kim oldukları belli değildir yani görüntüde
yer almazlar. Böylelikle şair merak unsurunu da sokar şiire. O kişilerin kim
oldukları, neden kızı almaya gelmedikleri, kızı nereye götürmeye söz verdikleri
cevaplanması beklenen sorulardır; ancak cevaplanmazlar. Üçüncü sahnede
yatakta uyuyan çırılçıplak bir kadın görülür. Geniş planla şair odanın
görüntüsünü sunar okuyucuya; odada şamdanlar eğri, mumlar yamuk yumuktur.
Şair bunun dışında kadının rüya gördüğünü ve rüyaların pencerenin dışında
gerçekleştiğini söyler ancak bu sinematografik açıdan belirsiz bir anlatımdır.
Dördüncü sahne bir ara plan özelliği taşır. Üçüncü ve beşinci sahneleri
birleştirmek için bir geçiş sahnesidir. Beşinci odaya geçerken dördündü odadan
Yunus‟a ait bir ilahi duyulur. Beşinci odayla beşinci sahne başlar. Beşinci
sahnedeki kişi betimlemesi görselliğe dökülebilecek bir betimleme değildir. Şiir
kişisi “derisi altın köpüklü bir kahve gibi buram buram tüten, sesi bir muz kadar
lezzetli” bir kızdır ve bu kız yanındaki çocuklara masal anlatırken taş kesilmiştir.
Çocuklar da masaldan çok korkmuş ve taş kesilmişlerdir. Sonra kimliği ile ilgili
bilgi verilmeyen birileri onları alıp bir guguklu saatin üstüne koymuştur. Şiirde
yer alan olaylar geçmiş gönderimlidir, geçmişte olmuş ve bitmiştir. Şair aslında
292
bir masal anlatısı kurmuştur, masal içinde masal anlatır. Hem şiir içindeki sahne
bir masaldan alınmış gibidir hem de şiirin tamamı masal anlatısı içerir. Şiirin
altıncı ve son sahnesinde şairi görürüz. Şair bir odanın içinde diğer odalarda
olup bitenleri merak eder. Şairin meraklı yüz ifadesini ise yakın plan çekimle
görürüz.
Şiirdeki sahnelerin en önemli özelliği fantastik anlatıya sahip olmalarıdır. Şair,
şiirin ismi ile bunu hemen başlangıçta belirtir. Şiirin içinde yer alan görüntülerle
anlatıyı kurar. Şiirde ses öğesinin kullanımı da anlatıyı destekler. Birinci
bölümde yer alan ses, somutlaştırılamayacak bir özelliktedir; “kulaklarında
salkım salkım donan sesler”. Bu dizenin hem görselleştirilmesi hem de söz
edilen seslerin maddi değer kazanması güçtür. Bu nedenle şiirde fantastik bir
durum oluşturur. Dördüncü odada duyulan ilahi sinematografik anlatım
açısından önemli bir öğedir. Duyulan ilahi Yunus‟un bir ilahisidir ve sahneye
mistik bir hava katar. Dördüncü odada hiçbir görüntü sunmaz şair, yalnızca sesi
vurgular. Beşinci odada ise kızın anlattığı masal ile kızın sesi duyulur. Aslında
kızın sesi geri dönüşle birlikte şiire girer. Çünkü şiirde kızın masal anlatırken taş
kesildiği zaman açısından öncel bilgidir; beşinci odanın anlatıldığı bölümün 4.
dizesinde kızın taş kesildiği 6. dizesinde ise masal anlattığı söylenir. Kızın
anlattığı masal şiirin masal anlatısını desteklerken okuyucuyu başka bir metine
de yönlendirir ve merak uyandırır. Çünkü her okuyucunun Dilalem Çengisi
masalını bilme ihtimali yoktur. Sahne devam ederken anlatılan masal sahnenin
fantastik ortamını oluşturur.
Sahnenin etkili ses öğelerinden biri ise guguklu saattir. Guguklu saat sahnenin
görsel değeri açısından da önemli bir figürdür. Guguklu saatin sesi her saat başı
sahnede duyulur.
Şiirde bir de belirsiz bir oda vardır. Bu odanın numarası
yoktur, beşinci oda ile altıncı oda arasında yer alan esrarengiz bir odadır. Öyle
ki odanın kapısı konuşur; açılınca “garib”, kapanırken “gurbet” der. Bu da şiirin
fantastik anlatımı açısından önemli bir sahnedir. Bir kapının konuşması ve bu
kapının belirsiz bir kapı olması merak unsuru da uyandırır. 6. odadaki şairin
görüntüsü bir yandan metnin akışını tamamlar bir yandan da kırk odalı konağın
293
diğer odalarına dair zengin bir hayal gücü sunar. Böylece anlatılan odalarla
sağlanan hareket, anlatılmayan ve ardışık şekilde sıralanan odalarla okurun
zihninde sürdürülür.
“Devlete ve Millete Dair” şiiri de masal anlatısıyla başlar:
(1)Az gittim uz gittim
(2)Dere tepe düz gittim
(3)Gün görmüş ağaçlar
(4)Borcunu ödemiş tarlalardan geçtim.
(5)Günlerden bir gün İskilip‟e vardım
(6)Turşusu ve körlerile meşhur
(7)Kenar kahvelerden birinde
(8)Tepeden tırnağa muhabbetle donanmış
(9)Taş basması bir Yavuz resmi gördüm
(10)Dayanamadım bir çift laf eyledim ben de
(11)Devlete ve millete dair:
(12)Bize güzel gemiler alın methedelim
(13)Bizi methedin size güzel gemiler alalım (Eyüboğlu, 2006, s. 77).
Şiirde mekân önce genel planla sonra yakın planla verilir; şair önce dış mekân
olarak İskilip‟i gösterir sonra planı yaklaştırarak bir kenar kahvesinin içini
gösterir. Plan giderek yaklaşır ve duvardaki Yavuz resmine odaklanır. Şiirin ana
nesnesi de bu resimdir. Resimde bir gemi figürünün yer aldığını 12. ve 13.
dizeler gösterir. Son iki dize ile birlikte şair sahneye dâhil olur ve sesini duyurur.
Şiir masal tekerlemesiyle başlaması imgesel harekete neden olur. “gittim”,
“geçtim”, “vardım”, “gördüm”, “eyledim” sözcüklerinin görünen geçmiş zamanla
çekimlenmiş olması, eylemlerin kesinliğini ve gerçekliğini hissettirir okura. Bu da
görüntülerin gerçekmiş gibi okurun gözünün önünden geçmesini sağlar. 11. ve
13. dizelerde “alın, methedelim; methedin, alalım” eylemleriyse hareketin
devamlılığı hissini verir.
“Şipşak” şiiri gerçeküstücü bir anlatım içerir:
Karadeniz‟in dibinde çiçek açar mı
Mosmor simsiyah çiçekler derin
Kalın dudaklı tuzlu biberli yosunların
İri pullu patlak gözlü balıkların arasında
Bir ölü iniyor dimdik
Kurşun gibi çivileme
Hani asansörle inerken
Bir hoş olur insanın içi
Karadeniz‟in dibine iniyorum dimdik (Eyüboğlu, 2006, s. 308).
294
Şiirin sahnesi su altında geçer. Bu nedenle ışık azdır. Sahne karanlıktır. Şair
denizin dibine doğru inerken bir taraftan yosunları, bir taraftan balıkları gösterir.
“Bir ölü iniyor dimdik” dizesi şiirin gerçeküstü anlatımını oluşturur. Şair kendini
ölü olarak anlatır ve denizin dibine doğru indiği sahneyi çeker.
“Paris Müstemlekeleri Sergisi -3” şiiri de bu yer alan şiirlerdendir:
(1)Geziyoruz mukavvadan “Ankor” mabedinin
(2)Ölüm tehlikesi olmayan köşelerini
(3)Binip sivri burunlu
(4)Bir ok işaretinin sırtına
(5)İniyoruz dehlizlerinde
(6)Yüz mumluk lambalar yanan mabedin
(7)Bodrum katına.
(8)Duyduk mukavva tabanlı mabette
(9)Sesini kaybeden Budaların
(10)Donuk şikâyetlerini
(11)Dinledik bir Çin saksısından
(12)Pirinç toplayan Çin kadınlarının
(13)Kırık dökük ayetlerini.
(14)Çıktık “Ankor”un bodrumlarından
(15)Girdik, İsa‟ya günde üç nöbet
(16)Boynuz takan rahibelerin
(17)Yaldızlı bir kilisesine
(18)O rahibeler ki
(19)Haşa
(20)Günah işlemiş olurum söylesem size.
(21)Duglas bıyıklı bir delikanlıya
(22)Nasıl göz kırpıp sırıttıklarını.
(23)Onlar
(24)Zavallı İsa‟ya boynuz takadursunlar.
(25)Davul karınlı paça dudaklı zenci yavrularına
(26)Aspirin diye salip yuttursunlar
(27)Ankor‟un silueti…
(28)Göklere içli bir çin nakışı çizerken
(29)Sergiden uzaklaştık…
(30)İri kulaklı radyo antenlerini
(31)Bir pavyonda miyavlayan
(32)Cins Afrika kedilerine bıraktık (Eyüboğlu, 2006, s. 373).
Şiirin mekânı Ankor tapınağı, zamanı ise geçmişte belirsiz bir zamandır. Şirin
görüntüleri şairin izlenimlerinden oluşur çünkü şairin bir resim sergisini
gezmektedir. Okuyucu da şairle birlikte bu sergiyi gezer ancak şairin izlenimleri
kadarıyla resimleri algılayabilir. Şairin izlenimleri de fantastik bir film izlediğini
hissettirir okuyucuya; özellikle 8. dizeden sonra fantastik anlatımın yoğunlaşır.
Beklenmedik görüntülerle (betimlemelerle) şiirin etkisi artar; konuşan saksılar,
295
oynaşan rahibeler ile alışılmadık betimlemeler korku öğesini sağlar. Şiirin ilk
sahnesi 3. dize ile başlar 14. dizeye kadar devam eder. 15. dizeyle birlikte ikinci
sahne başlar ve mekân değişir; kilise. Üçüncü sahne ise şairin şiirden
uzaklaşmasıyla 29. dizede başlar. Aslında şair her sahnede bir resimden
izlenimlerini anlatır. Şiirde üçüncü çoğul anlatım hâkimdir. Girdik, çıktık,
dinledik, geziyoruz, uzaklaştık eylemleri sahnenin hareketini sağlar. Şiirin ilk 7
dizesinde şimdiki zaman anlatımını kullanırken, 8. dizeyle birlikte geçmiş zaman
anlatımına geçer şair. Zamanın tutarsızlığı şiirde koşullanmış zaman kullanımını
vurgular. Aynı zamanda şiirde yer alan figürlerin sunuluş tarzı da şairin bir rüya
anlattığını ya da hayal gördüğü fikrini oluşturur.
“Van Gog” şiirinde de düşsel anlatı görülür:
Dün gece Van Gog‟u gördüm rüyamda
Ağlıyordu
Gözünün üstünde bir pamuk
Pamuktan kan sızıyordu
Dün gece Van Gog‟u gördüm rüyamda
Ağlıyordu
Bir kulağını kesip
Arkadaşına götürmüştü
Ama kulağı değil
Gözleri kanıyordu
Dün gece Van Gog‟u gördüm rüyamda
Ağlıyordu (Eyüboğlu, 2006, s. 351).
Şair “ağlıyordu”, “sızıyordu”, “kanıyordu” eylemleriyle şiire sürerlilik ve hareket
katar. Olayın geçmişte bir zaman dilimi boyunca devam ettiğini anlatır. Şiirde
“kan” sözcüğü ile sağlanan görsel etki, pamuk-kan (beyaz-kırmızı) ikilisinin bir
arada kullanımıyla pekiştirilir. Gözünde sarılı pamuktan kan damlayan Van
Gogh‟un ağlaması sahnenin dramatik etkisini artırır. Kan ve gözyaşının ayrı ayrı
olan görsel etkilerinin, aynı sahnede kullanılmaları bu etkiyi arttırır. Burada Bedri
Rahmi‟nin, Van Gogh‟un kulağı yerine gözünün sarılı olması ile kurduğu tezatlık
da etkiyi artıran bir durumdur.
“Rakı Yeşili” şiirinin son iki dizesinde de gerçeküstü anlatım görülür:
Rakının yeşili
Zehir yeşili
296
Akrep gibi can evinden soktu ki beni
Azrail…kapıda…şaşırmış duruyor
Azrailin bile ödü kopuyor (Eyüboğlu, 2006, s. 394).
Şiirin son iki dizesinde şair iki farklı sahne sunar okuyucuya. Birincisi iç mekân
çekimi ile evin ya da şairin bulunduğu mekân neresi ise orada şairle birlikte
içeride olduğu sahne; ikincisi ise geniş plan çekimle dış mekânda Azrail‟in
kapının önünde beklediği sahne. İkinci sahnenin fantastik görüntüsünü
destekleyen iki durum var. Birincisi gerçeklik değerinin bulunmaması ikincisi de
Azrail‟in korkmuş yüz ifadesiyle çizilmesi. Yani rakının verdiği acının ölüm
meleğini korkutacak kadar büyük olduğunu gösterir şair.
“Gön” şiiri şairin şimdiki zamanı ve geçmiş zamanı kullanarak olay anlattığı bir
şiirdir:
(1)Asfalt mordu
(2)Asfaltın yanıbaşında çayır
(3)Çayırın ortasında bal rengi bir inek otluyordu
(4)Üç adım ötede cin gibi danası
(5)Arkada kocaman bir devedikeni
(6)Dikenin önünde bir gelincik
(7)Her yanı dikenden çimdik çimdik
(8)Üzerinize güller deve dikeni
(9)Gelinciğe bayağı sulanıyordu
(10)Asfalt mordu
(11)Çayır alabildiğince yeşil
(12)Bir bulut oynamış Sivas elinden
(13)Üstümüze doğru geliyordu
(14)Mor, yeşil, bulut, inek, dana
(15)Sütçü dükkânlarındaki resimler geldi aklıma
(16)Manzara bal gibi kartpostal üzerine çalışıyordu
(17)Münasip yerinde pulu eksikti
(18)Bir de saksağan kondu mu sana
(19)Direğin tam tepesine
(20)Tüy dikti
(21)Asfalt mordu
(22)Bir bulut kopmuş Sivas elinden
(23)Tam üstümüzden geçiyor derken
(24)Asfaltta dev gibi kamyonlar peydah oldu
(25)Ağızlarına kadar gön yüklü kamyonlar
(26)Bir tuzlu, bir murdar deri kokusudur sardı çayırı
(27)İnek bir müddet danasını oyaladı
(28)Çıkardı kocaman dilini tatlı tatlı
(29)Yavrusunu bir güzel yaladı
(30)Ama kaçın kurası idi bu dana
(31)Beyaz dişleri arasında bir tutam yeşil
(32)Gözlerini dikmiş kamyona, başladı birer birer saymaya
(33)At gönü, katır gönü, eşek gönü, inek gönü
(34)Ana, ana dedi dünyanın sonu bu mu? (Eyüboğlu, 2006, s. 223).
297
Sinematografik anlatımın en belirgin olduğu şiirlerden biridir “Gön” şiiri. Şair
genel planla olayın geçtiği mekânı tanıtırken, geniş planla sahneyi canlandırır.
Şiirin yukarıda yer alan ilk bölümünde şair sahneyi sergilerken, okuyucunun
nerde
olduğunu,
sahnede
yer
alan
bitkilerin,
hayvanların,
nesnelerin
konumlarını ve birbirleriyle ilişkilerini açık biçimde gösterir. Örneğin ineğin,
dananın, devedikeninin, gelinciğin birbirlerine olan mesafeleri; devedikeni ile
gelincik arasındaki ilişki (üzerinize güller deve dikeni gelinciğe bayağı
sulanıyordu) ve tüm bu olayların geçtiği mekânın nasıl bir yer olduğu (açık ve
geniş bir alan) şiirde açıkça gösterilmektedir. Şair şiirdeki görüntüleri öznel
planda sunar. Öznel plan sinemada kameranın kullanımıyla ilgili bir olgudur.
Sinemada kamera bir öykü ya da romandaki “her şeyi bilen” anlatıcı gibidir. Her
şeyi bilen anlatıcı ya da bakış açısı, kendisi hikâyenin bir karakteri olmadığı
halde hikâyeyi anlatan sestir ve olup biten her şeyi “görebilir”. Öznel plan ise
kameranın karakterlerden birinin yerini aldığı zaman ortaya çıkar (Brown, 2008,
s. 8). Bu şiirde kamera şairin yerini alır. 12. ve 13. dizeler, kameranın şairin
yerine geçtiğini kanıtlar. Özellikle “üstümüze” sözcüğü şairin de sahnede yer
alan karakterlerden biri olduğunu gösterir; şair de sahnenin içindedir ve olaylar
onun gözünden anlatılır. Aynı düşünce ve duruş 22. ve 23. dizelerde yinelenir
ve böylece etki güçlendirilir.
Şiirin yukarıda yer alan birinci ve ikinci bölümleri aslında okuyucuyu ana olaya
hazırlar niteliktedir. Okuyucu önce güzel bir manzara ile sahneyi izlemeye
başlar; yeşil bir çayır, çayırda otlayan inek ve yavrusu; devedikeni, gelincik…
Tam bir doğa manzarasıdır. Her şey güzel bir biçimde devam ederken şiirin son
dizesiyle birlikte şiirin ana olayı sahnelenmeye başlar; kasaları ölmüş hayvan
derileri ile yüklü kamyonlar yalnızca görüntüleri ile değil kokularıyla da girer
sahneye. Bu sahnede iki eşzamanlı olay gerçekleşir; birincisi kamyonların gelişi,
ikincisi ineğin danasını yalayışı. İneğin yavrusunu yaladığı sahneyi uzatır şair;
inek bir müddet danasını oyaladı, çıkardı kocaman dilini tatlı tatlı yavrusunu bir
güzel yaladı dizeleriyle. Şiirin son sahnesi ise dananın kamyondan atılan derileri
saydığı sahnedir ve bu sahne şiirin ana fikrini de görselleştirir; ana, ana dedi
dünyanın sonu bu mu?
298
Şair şiirde “asfalt mordu” dizesini beş kez tekrarlayarak hem sahneyi mor renkte
oluşturur hem de okuyucunun dikkatini toplamasını sağlar. Ancak şair yalnızca
sahnede mor rengi kullanmaz; asfalt mordu, asfaltın yanı başında çayır
dizeleriyle mor rengin yanına yeşili yerleştirir. Mor renk de yeşil renk de soğuk
renklerdir ve kullanıldıkları mekâna genişlik olgusu katarlar. Ancak bu şiirde
sahne dış mekân sahnesi olduğu için her iki rengin bu etkisi sahneye yansımaz.
Şiirde yer alan iki soğuk renge karşılık iki sıcak renk ile görüntünün dengesi
sağlanır; mor ve yeşile karşılık kırmızı (gelincik) ve sarı (bal rengi inek). Şiirin
birinci ve ikinci bölümü şimdiki zamanın hikâyesinde sunulurken üçüncü
bölümde geçmiş zaman anlatımı yer alır. İlk iki bölümde kullandığı sürerlilik kipi
olay anlatımıyla örtüşerek, anlatımın hızlanmasını sağlar. Üçüncü bölüm ise
sonuç bölümü olduğu için olaylar sonuçlanır ve geçmiş zaman kipiyle hareketler
yavaşlar, şiir sonlanır.
“Kâğıt Gemi” şiirinde şair çocukluğundan bir olay anlatır:
Kâğıttan bir gemi yaptım küçücük
Ya 5 öpücük sığar içine
Ya 10 öpücük
Kız kardeşim
10 öpücükte batar bu gemi dedi
Sen misin 15 öpücük
Anam sakın denize atma dedi
Doğru havuza
Sen misin denize
Ama ıslanmasıyla batması bir oldu.
Bir gemi daha yaparım ne çıkar
Hem bu sefer öpücük yerine
Sunturlu birkaç küfür
Daha birkaç gemi yaparım
Çok şükür… (Eyüboğlu, 2006, s. 305).
Şair kâğıt bir geminin resmini çizer “kâğıttan bir gemi yaptım küçücük” dizesiyle.
İlk bölümde bir olay anlatılır ve şiir hareketlendirilir daha doğrusu canlandırır.
Şiirde 6 farklı sahne ile karşılaşır okuyucu: şairin küçük gemiyi yaptığı sahne,
kız kardeşi ile konuştuğu sahne, annesi ile konuştuğu sahne, havuza koştuğu
sahne, denize koştuğu sahne, gemiyi denize bıraktığı ve geminin battığı sahne.
Altıncı sahne içinde de iki farklı sahne yer alır. Sahnelerin her birinde okuyucu
görüntüyü şairin gözünden görür yani sahneler öznel planda görselleştirilir.
299
Şiirde şair genel planı göstermez yani olayın geçtiği yer ile ilgili bilgi yoktur. Olay
bir evin içinde mi geçiyor, bahçesinde mi geçiyor belirsizdir. Yalnızca “doğru
havuza sen misin denize” dizeleriyle bir havuzun ve muhtemelen denize yakın
bir mekânın varlığına gönderim yapılır. Anne ve kız kardeşin aynı anda varlığı
olayın “ev”de geçtiğini hissettirmekle birlikte kesin bir görüntü sunmaz. Şiirde
ikili planlar da yer alır. Şairin kız kardeşi ile konuştuğu sahne bunlardan biridir.
Diğeri de annesi ile konuştuğu sahnedir. Şiirin en farklı görüntüsü ise “içi
öpücük dolu gemi” betimlemesiyle çizilir. Şiirdeki görüntüler iki farklı zaman
anlatımıyla sunulur: ilk bölümde geçmiş zaman anlatımını kullanan şair ikinci
bölümde geniş zamanı kullanır. Yani şimdiki zamandan geçmişe geri dönüşle
anısını canlandırır ve yine şimdiye döner. Böylece şiirin zaman akışında kırılma
olur.
Sinematografik anlatımın görüldüğü başka bir şiir de “İkinci İstida”dır. Şiirin
yalnızca bir bölümünde olay anlatımına rastlanır:
Yusufçuk kuşu incir ağacına kondu
Balları damlayan incirleri delik deşik etti
Sonra metelik vermeden çekip gitti.
Ben de incirlere uzanacak oldum
Kıyametler koptu
Altın teraziler kuruldu
Ahret sualleri soruldu (Eyüboğlu, 2006, s. 15).
Şiir yedi farklı sahneden oluşur ve şiirde iki özne yer alır; yusufçuk kuşu ve
“ben”
zamiri ile şair. Şiirdeki sahneler ise eylemlerle bağlantılıdır. Hareket
bildiren her eylem bir sahneyi oluşturur. Şiirin ilk beş dizesinde ikisi eylemsi ve
etken çatılı dokuz eylem yer alır. Son iki dizede yer alan eylemler ise edilgen
çatılıdır. Böylece şair dar plandan geniş plana geçiş yaparak, geniş bir alanı
gösterir okuyucuya. Etken çatılı eylemler ilk üç dizede sahneye hız katarken,
son iki dizedeki edilgen eylemler sahnenin hızını düşürür. İlk sahne yusufçuk
kuşunun incir ağacına konduğu sahnedir. Bu sahneyi okuyucu şairin anlattığı
kadarıyla görebilir. Öyle ki yalnızca kuşun ağaca konduğu anı belirtir şair.
Kuşun oraya gelişi ile ilgili bir görüntü vermez. İkinci sahne yusufçuk kuşunun
incir ağacının meyvelerini yediği sahnedir. Bu sahnede ayrıntı olarak yer alan
incirlerin tasviridir; balları damlayan incirler olgunlaşmış ve yarılmıştır. “Delik
300
deşik etti” cümlesi kuşun tek bir meyveden fazla sayıda meyveyi yediğini belirtir
ve bu da kuşun hareketini görselleştirir; kuş bir o meyveye bir bu meyveye
gider. Üçüncü sahne ise kuşun ağaçtan uzaklaştığı sahnedir. Yani kuş ağaca
konar, meyvelerini yer ve gider. Dördüncü sahnede özne değişir; ben(şair). Şair
tam meyvelere uzanacakken ortalığı bir gürültü kaplar. Bu sahne okuyucunun
hayal gücüne bırakılmış bir sahnedir, çünkü okuyucunun görüntüyü oluşturması
için yeterli ayrıntı yoktur. Altıncı sahnede “Kıyametler koptu” dizesi, kalabalık ve
çok gürültülü bir ortama gönderme yapsa da kişilerin belirsizliği okuyucuyu
sahneyi hayal etmeye yönlendirir. Beşinci sahnede şair meyveleri yemek
istediği için yargılanır. Yedinci sahnede ise kurulan mahkemede yargılanan
şaire cevaplayamayacağı sorular sorulur. Şiirde sinematografik anlatımın
zamanı geçmiş olarak belirlenir. Şair geçmişte yaşadığı bir olayı canlandırır.
Ancak olayın gerçeklik değeri hakkında bir bilgi vermez daha çok soyut bir
anlatıma sahip. Şiirdeki olayların zamanı ve mekânının belirsizliği gerçeklik
değerini de düşürür.
Bedri Rahmi‟nin Cengiz Bektaş‟a yazdığı “Bir Tane Daha” isimli şiirin bir
bölümünde de sinematografik anlatım görülür:
Bir tren kalkıyor Haydarpaşa‟dan
Gözyaşları yoncadan Eminem
Öfkeleri meşeden
Bir tren kalkıyor Haydarpaşa‟dan
Dünyanın en güzel treni
Ağzına kadar Memetcik yüklü
Lokomotifi pala bıyıklı
Vagonlarda bir telaş bir kıyamet
Memetcik Memet Memetcik Memet
Bir tren kalkıyor Haydarpaşa‟dan
Tren değil bu bir hışım (Eyüboğlu, 2006, s. 329).
Şiirin mekânı bellidir: Haydarpaşa garı. Şair asker yüklü vagonların gardan
hareket etmek için hazırlandığı anın görüntüsünü çizer şiirde. Görüntüde, siyah
bir lokomotifin arkasındaki vagonların pencerelerinden askerlerin sarktığı,
kalabalık ve gürültülü bir sahne yer alır. Aynı zamanda “gözyaşları” ve “öfkeleri”
sözcükleriyle insanların yüzlerine yakın çekim yapılarak duygularını görmemiz
sağlanır. “Bir tren kalkıyor Haydarpaşa‟dan” dizesinin 3 kez yinelenmesiyle şair
hem hareket sağlar hem de trenin kalkmak üzere olduğu anı canlandırır.
301
“Yazma Destanı” şiirinde de olay anlatımı bulunur:
(1)Sonra yazmalar serilir çimene kandil kandil
(2)Işıktan, renkten, nakıştan bir bayram kurulur
(3)Davul zurna sesleri gelir uzaktan
(4)İnsan eliyle tabiat gücü başa güreşirler
(5)Daha sonra Bağlarbaşı‟ndan denize inilir
(6)Yazma dediğin balık misali akar suya, diri suya bayılır
(7)Boğaz‟ın suları kütür kütür.
(8)Has olmayan ne var söker götürür
(9)En sonunda yazmalar havalanır öbek öbek
(10)İstanbul‟dan deniz kokan, yosun kokan bir merhaba!
(11)Yurdun her yanına uçup gidecek (Eyüboğlu, 2006, s. 192).
Yukarıda yer alan bölüm şiirin son bölümüdür. Bu bölümdeki sahnelerde
kamera nesnel çekim yapıyor gibi gözükse de aslında öznel görüntüler sunar
okuyucuya. Çünkü şairin bakış açısı yine devrededir. Şair bu bölümde şiirin
karakterlerinden biri değil yalnızca anlatıcısıdır. Bu nedenle de kameranın
nesnelliği ortadan kalkmıştır. Şiirde 1. 3. ve 5. dizeler arka arkaya sıralansaydı
sahnenin nesnel anlatımından söz edilebilirdi çünkü bu üç dizede yalnızca
birbirine bağlı olaylar yorumsuz olarak anlatılır. Ancak 2. ve 4. dizeler şairin
yorumunun yer aldığı dizelerdir. Haliyle görüntüde de öznel bir durum söz
konusudur. Davul zurna sesleri de sahneyi zenginleştiren öğelerdir. 1. ve 9.
dizeler arasında şair geniş zaman anlatımını kullanarak sahnenin hareketini
sağlar. 5. dizedeki “daha sonra” ve 9. dizedeki “en sonunda” söz öbekleriyle
olay sıralamasını verir. Son dizede gelecek zaman anlatımının kullanılması,
eylemin şiir bittikten sonra da sürmesini sağlar. Üstelik bu, yazmaların uçup
gitmesi gibi gerçek değil imgesel bir eylemdir.
“Yazma Destanı”nda bir de sofra sahnesi yer alır:
Şaban usta Üsküp‟ten gelmiş geleli, otuz yıl olmuş
Üsküdar‟da Fıstık Ağacı‟nda bir tergâh kurmuş
Aklını fikrini yazmaya vermiş
Dili birazcık Üsküp‟e çalar
Mesela, gel bir yemek yiyelim, demez de
Yiyelim bir yemek, der,
Şipşak bir sofra kurulur
Tezgâhın üstüne bir yazma serilir
Bir yumrukta iki baş soğan kırılır
Dört beş kalem pirzola, burcu burcu kekik
Sanki ömrümüzde yemek yemedik (Eyüboğlu, 2006, s. 190).
302
Şiirin geniş mekânı Üsküdar, Fıstık Ağacıdır ancak sahnenin geçtiği mekânın iç
mekân mı yoksa dış mekân mı olduğu belirsizdir. Çünkü tezgâh içerde de
olabilir dışarıda da. –mış geçmiş zaman kipiyle şair geri dönüş yöntemini
kullanarak önce sahnedeki kişi ile ilgili artalan bilgisi verir. Sonra geniş zaman
kipiyle sahnenin çekildiği zamana döner ve olayları anlatır. Geniş zaman kipi
sahnenin hareketlenmesini de sağlar ve çabucak kurulan sofra izleyen kişinin
iştahının açılmasını da tetikler.
“Sen Büyürken” şiirinde de şair olay anlatır:
(1)Sen yumruk kadarken koptu Mehmedim kızılca kıyamet
(2)Baban olacak kişi de askerdi
(3)Seni bir nar çiçeği gibi kundağında bırakır
(4)Çantasına birkaç roman
(5)Ve birkaç Serkldoryan koyup
(6)Müstahkem mevkie giderdi.
(7)Her gidişinde kendisine şehitlikte münasip bir yer ayırır
(8)Senin yaşaman için dua ederdi.
(9)Sen büyürken koptu Mehmedim dananın kuyruğu
(10)Ve uyandı birdenbire içimde
(11)Arzuların en zorlusu, en kalleşi: YAŞAMAK
(12)Yaşamak sen büyüdükçe yanıbaşında
(13)Yaşamak otça, böcekçe, yaprakça sadece yaşamak (Eyüboğlu, 2006, s. 71).
Bu şiirde de kameranın şairin sahnenin içinde yer almasıyla öznel çekim yaptığı
görülür. Şair hem anlatıcı hem de karakterlerden biridir. Şiirin diğer karakteri ise
şairin oğlu Mehmed‟dir. Şiirde 7. dizeye kadar tekrarlanan bir olay anlatılır;
şairin oğlunu kundağında bırakıp, çantasına kitap ve sigara koyup askeri
mevkie gitmesi. 7. dize ile birlikte şairin iç sesi sahneye dâhil olur ve görüntüleri
tamamlar.
“7 Tane Erik Ağacı” şiirinde de bir olay anlatır şair:
Boş ver kafiyelere Reyis
Boş ver şiir yazmaya
Otur da doğru dürüst
7 tane erik ağacının hikâyesini anlat
Evimiz deniz kenarındadır Fındıklı‟da
Ekmek paramız Beyoğlu‟nda çıkar
Beyoğlu‟na bir yokuştan çıkarız yirmi senedir
Yokuşun ortasında bir arsa
Arsanın ortasında 7 tane erik ağacı
Saydım yedi tanedir
Ne zaman yolum düşse
Erik ağaçlarını arar gözüm
Ya kedi yavruları gibi sırılsıklam
303
Ya buram buram bahar içredirler
Ya bütün dalları kırılıp dökülmüş
Her sene kırılır dallar adettir
Bu yaz geleceğine alamettir
Yaz geliyor demektir yokuştan paldır küldür
Yoğurtçusu, dondurmacısı, çavuşu, yapıncağı kütür kütür
Yaz geliyor demektir çok şükür
951 senesinin baharında
Kestiler 7 tane erik ağacının yedisini birden diplerinden
Henüz yeşermeğe başlamışlardı çıtır çıtır
Körpe bir salatalık yeşili inceden
Islak, nemli, ümitli
Yedisini birden kazımışlar köklerinden
Saçlarından tutup birer birer
Yedisinin de köklerini sökmüşler
Şimdi onların yerinde cascavlak
Ensesi ceketinden iki parmak dışarıda
Üç katlı tombalak bir apartman kuruldu
Güzel bir yapı olsa canım yanmaz
Yapı değil mübarek hacıyatmaz
Yağlı bir çift tavla zarı
Bir yanı kumbara bir yanı kasa (Eyüboğlu, 2006, s. 215).
Şiirde zamanın ve mekânın belirliliği görüntülerin gerçeklik değerlerini
destekleyen unsurlardır. Şair ilk olarak erik ağaçlarının kesilmeden önceki
görüntülerini sunar; Beyoğlu‟na çıkan yokuşun ortasında bulunan bir arsa ve
arsanın ortasında 7 tane erik ağacı. Erik ağaçları, yeni yeni yeşermeye
başlamış ve açık yeşil renklerdedir. İkinci sahne ise erik ağaçlarının kesildikten
sonraki görüntüleri içerir: Erik ağaçlarının yerinde çirkin bir bina durmaktadır.
Şair ağaçlarının kesilişini de canlandırır şiirde; “yedisini birden kazımışlar
köklerinden, saçlarından tutup birer birer yedisinin de köklerini sökmüşler”
dizeleriyle. Beyoğlu‟na çıkan yokuşun kalabalığı sahneyi hareketlendiren en
önemli unsurdur. Yoğurtçu, çavuş, dondurmacı sahnede yan rollerdedir,
sahneyi hareketlendirmek için kullanılmışlardır.
“Cücüklü Soğan” şiirinde de olay anlatısı yer alır:
Mudurnu‟nun
Alagöz nahiyesinden
Durmuş‟a
Büyük ikramiye vurmuş
Paranı nideceksin demişler.
Bundan böyle demiş
Her Allahın günü
Soğanın cücüğünü yicem
Cücüğünü (Eyüboğlu, 2006, s. 206).
304
Şiirde bir tek sahne tek bir çekimle anlatılır. Büyük ikramiye çıkan Durmuş‟a bir
soru sorulur ve Durmuş da cevabını verir. Sahne tek planlıdır. Olayın zamanı
geçmiş zamandır. Böylece olayın gerçekliği de desteklenmiş olur.
“Sarhoş” şiirinde olayın kahramanı şairdir:
Sarhoşum
Caddenin göbeğine oturmuşum
Aklıma eserse sırt üstü yatabilirim
Nara atabilirim
Kem gözler umurumda değil
Ben kendi gözlerimden kurtulmuşum
Sarhoşum sarhoşum sarhoş
Doğrudur
Bırakın bağırayım avazım çıktığı kadar
Görüp göreceğim rahmet budur ( Eyüboğlu, 2006, s. 88).
Şiirde kamerayı şair değil bir başkası kullanır ki şair caddenin göbeğinde
otururken onu görebiliriz. Uzak planla şairin oturduğu caddeyi, yakın planla da
şairin çakır keyiflik ve rahatlık içeren yüz ifadelerini görürüz. Şair sahnede yalnız
değildir, onu susturmaya gelen insanlar vardır. Bu nedenle şair “bırakın” diye
seslenir. Şiirin ilk bölümünde rahatlık duygusu içinde olan şair son dizede
umutsuzdur. Yine yakın çekimle şairin bu duygusunu görürüz. Olayın geniş
zaman ve şimdiki zamanda anlatımı okuyucunun sahneyi olayla aynı anda
görmesini sağlar.
“Üçüncü Tekerlek” şiirinde de şair olay anlatır:
Böylesini görmemiştim
Öndeki tekerlekler kocaman
Arkadaki minnacık
Bir tek uydurma telle bağlanmış
Çıktı çıkacak
Arabayı çeken bir küçük eşek
Yanda bir numara küçük sıpası
Tüyleri daha uzun
Gözleri daha büyük
Ama hasta mıdır nedir
Düştü düşecek
Bugün efkârlıyım gönlüm haraba
Kasabın önünde durdu araba,
Arabacı yampirik tekerleği düzeltti
Dükkândan tam dört tane but yüklendi
Şöyle bir başını çevirdi baktı eşek
Butlar ağır değil ağır olmasına
Ama şu münasebetsiz üçüncü tekerlek
Gitti gidecek (Eyüboğlu, 2006, s. 212).
305
Şiir şimdiki zamanda kurulmuş ve böylece olayın canlanması sağlanmıştır. İlk
dizede geçmiş zaman gönderimli eylemin kullanımı sahneyle ilgili geçmişe
yönelik bilgi verir. Sahnede bir eşek ve yavrusu yer alır. Şair yakın plan çekimle
eşek ve yavrusunu uzun uzun ve ayrıntılarıyla gösterir okuyucuya. Sonra
kamera eşeklerden uzaklaşarak kasaptan çıkan sahibine döner, en son ise
sahibinin yüklediği butlara bakan eşeğe ve ondan da üçüncü tekerleğe
odaklanır ve sahne sona erer.
“Karınca” şiirinde bir karınca ile insanı aynı durum içine sokarak gösterir şair:
Ulan karınca
46‟ncı kata nasıl çıktın
Merdivenle mi
Asansöre mi bindin?
Ulan insan
Kendini beğenmiş şaşkın
Demek senin yaptığını
Yapabildiğime şaştın
Bahse girer misin her işte
Karıncadan üstün olduğuna?
İnsanoğlu güldü
Sonra 46‟ıncı katın
Pencerelerinden birini açtılar
İkisi birden atladılar
İnsancık torba kâğıdı gibi
Patlayıverdi kaldırımda kan revan
Karıncaya gelince acelesi yoktu
O daha 42‟nci katın önündeydi. (Eyüboğlu, 2006, s. 296).
Şiir
beş
sahneden
oluşur.
Şiirin
ilk
sahnesinde
karınca
ile
insanı
konuşacaklarını duyacak kadar yakın planda çeker şair. İkinci sahnede karınca
ve insan pencereyi açar, üçüncü sahnede ikisi de pencereden atlar. Dördüncü
sahnede insanoğlunun kaldırımda kanlar içinde yattığı görülür. Son sahne ise
karıncanın 42. katın önünden aşağıya doğru yavaşça düştüğü sahnedir. Şiir
aslında sahne tamamlanmadan sona erer. Böylece şiir bittikten sonra da olayın
devam ettiği hissettirilir. Olayın geniş zamanda anlatımı, okuyucuya geniş bir
bakış açısı sunar ve olayı genelleştirir.
306
“Keçiyi Yardan” şiirinde ise uçurumdan atlayan bir keçi anlatılır:
Keçiyi yardan uçuran
Bir tutam ottur
Gözümün önüne geliyor keçi
Hala cıvıl cıvıl gözlerinin içi
Ağzında ecel yeşili
Körpe ıslak
Ezilmiş yırtılmış bir çift yaprak
Uçurumun dibinde incecik bir su
Tatlı mı tatlı, duru mu duru
Açmış kocaman gözlerini
Düşünür su
Canlıyken ne kadar hafifti keçi
Şimdi ne kadar ağır (Eyüboğlu, 2006, s. 313).
Şiirde iki sahne yer alır. Birincisi keçinin uçurumdan atladıktan sonraki
görüntüsü diğeri de atlamadan önceki görüntüsüdür. Olaylar zamansal açıdan
ters şekilde sunulmuştur. İlk olarak öldüğü sahne sonra canlı olduğu sahne yer
alır. Keçinin uçurumun dibinde yattığı sahnede şair yakın çekimle keçinin
gözlerinin içini bile gösterir okuyucuya. Ancak bu olumsuz bir etki yaratmaz
çünkü sahnede kan ya da buna benzer olumsuz bir görüntü yoktur. Sanki keçi
ölmemiş gibi uçurumun dibinde yatar. İkinci sahne ise keçinin canlıyken ne
kadar hafif olduğu bilgisiyle sunulur.
“İstanbul Destanı” şairin mekânları anlattığı şiirlerindendir. Şiir on dokuz
bölümden oluşur. Her bölüm “İstanbul deyince aklıma…” dizesiyle başlar. Şiir
uzun bir şiir olduğu için yalnızca sinematografik anlatımın görüldüğü bölümler
üzerinde durulacaktır. Bu bağlamda önce şiirin ikinci bölümü ele alınabilir:
İstanbul deyince aklıma
Bir sepet kınalı yapıncak gelir
Şehzadebaşı‟nda akşamüstü
Sepetin üstünde üç tane mum
Bir kız yanaşır insafsızca dişi
Boyuna bosuna kurban olduğum
Kalın dudaklarında yapıncağın balı
Tepeden tırnağa arzu dolu
Sam yeli söğüt dalı harmandalı
Bir şarap mahzeninde doğmuş olmalı
Şehzadebaşı‟nda akşamüstü
Yine zevrak-ı derunum
Kırılıp kenara düştü (Eyüboğlu, 2006, s. 240).
307
Bölümün ilk sahnesinin mekânı Şehzadebaşı, zamanı ise akşamüstüdür.
Sahnenin zamanının belli olması ışık açısından önemlidir. Akşamüstü ışığı
sahneye duygusal bir görüntü katar. Akşamüstü ışığının duygusal etkisi altında
şaire yaklaşan uzun boylu, kalın dudaklı, arzu dolu bakışlarıyla kız, okuyucuyu
da etkisi altına alır.
Şiirin dördüncü bölümünde ise bir dalyanı anlatır şair:
(1)İstanbul deyince aklıma
(2)Kocaman bir dalyan gelir
(3)Kimi paslı bir örümcek ağı gibi
(4)Gerinir Beykoz´da
(5)Kimi Fenerbahçe´de yan gelir
(6)Dalyanda kırk tane orkinos
(7)Kırk değirmen taşı gibi dönmektedir
(8)Orkinos dediğin balıkların şahı
(9)Orkinos mavzerle gözünden vurulur
(10)Denizin içinde ağaçlar devrilir
(11)Kan çanağına döner dalyanın yüzü
(12)Camgöbeği yeşili bulanır
(13)Bir çırpıda kırk Orkinos
(14)Reisin sevinçten dili dolanır
(15)Bir martı gelir konar direğe
(16)Atılan kolyosu havada yutar
(17)Bir başkasını beklemez gider
(18)Balıkçı gülümser tatlı tatlı
(19)Adı Marika‟dır bu martının der
(20)Her zaman böyle gelir böyle gider (Eyüboğlu, 2006, s. 242).
Bölümde iki belirli dış mekân bir iç mekân yer alır. Şiirin iç mekânı olarak
değerlendirilen dalyanın hangi dış mekânda bulunduğu belirsizdir. “Dalyanda
kırk tane orkinos, kırk değirmen taşı gibi dönmektedir” dizeleriyle şiirde olay
anlatımı başlar. Orkinoslar dalyanda yüzerken bir tanesi gözünden mavzerle
vurulur ve dalyanın yüzeyini kan kaplar. Bu sırada dalyanın direğine bir martı
gelir konar ve balıkçı martıya bir balık atar. Martı balığı havada kapıp başka
balık beklemeden gider. Balıkçı durumu açıklar; “adı Marika‟dır bu martının, her
zaman böyle gelir böyle gider.” Sahne tek mekânda geçer ve olay üçüncü kişi
tarafından anlatılır. İlk 14 dize sahnenin fonunu oluşturur; 15. sahnede hareket
başlar. Şiirin kişileri balıkçı ve reistir, olay üçüncü bir kişi tarafından anlatılır.
Şiirde olayların üçüncü kişinin ağzından anlatılması şiirin şairin bakış açısıyla
sınırlı kalmasını engeller ve okuyucuyu da devreye sokar. Aynı zamanda
308
olayların geniş zamanda sunulması olayların geniş planda görülmesini sağlar.
Okuyucunun görüş açısını genişletir.
Şiirin bir sonraki sahnesi Tophane‟de geçer ancak diğer bölümlerden farklı
olarak bu bölümde hareket yoktur:
İstanbul deyince aklıma
Tophane´de küçücük bir sokak gelir
Her Allahın günü kahvelerine
Anadolu´dan bir sürü fakir fukara gelir
Kimi dilenecek dilenmesine utanır
Kiminin elinde bir süpürge peyda olur uzun
Dudaklarında kirli paslı bir tebessüm
Çöpçü olmuştur bugüne bugün
Kiminin sırtında perişan bir küfe
Kiminin sırtında nakışlı semer
Şehrin cümbüşüne katılır gider
Kalın yağlı bir kolana koşulur
Piyano taşırlar omuz omuza
Kendinden ağır yükün altında adamlar
Balmumu gibi erir dururlar
Sonra kanter içinde soluk alırlar
Nazik eşya nazik hamallar ister neylersin
Ama onlar kadar piyanoyu ciddiye alırlar mı dersin
Nazdan nazik çiniden bilezik eller
Derken
Karşı radyoda gayetle mülayim bir ses
Evlere şenlik üstad Sinir Zulmettin
Hacıyağına bulanmış sesiyle esner:
Gamı şadiyi felek
Böyle gelir böyle gider (Eyüboğlu, 2006, s. 244).
Sahnenin geçtiği dış mekân Tophane, iç mekânlar ise sokak kahveleridir. Şair
Tophane‟nin küçük bir sokağında geçen bir günü anlatır. Şiirde durum anlatımı
hâkimdir. “Tophane‟de küçük bir sokak” dizesi sahnenin genel (uzak) planda
anlatıldığını gösterir. Şair şiirin mekânını bu şekilde göstererek tanıtma planı
çeker ve okuyucuya nerede olduğunu, buranın nasıl bir yer olduğunu, burada
yer alan insanlarla eşyaların ilişkilerini anlatır. Tophane‟de bir sokak kahvesinde
toplanan Anadolu‟dan iş bulmak için gelmiş fakir insanları anlatır şair; sahnedeki
kişilerin biri elinde süpürgesi çöpçüdür, biri sırtında küfesi hamaldır; birkaç zayıf
çelimsiz hamal birlikte sırtlarında piyano taşır. Tanıtma planı bu noktada daha
net anlaşılır; çöpçü ile süpürgesi arasındaki, hamal ile küfesi arasındaki,
hamallar ile piyano arasındaki ilişki okuyucunun sahneyi kavraması açısından
önemlidir. Geniş planda izlediğimiz sahnede yorgun hamallar nefes nefese
309
dinlenirken sahneye hemen yakındaki bir radyodan müzik sesi girer. Müzikle
birlikte şiirin genel planı tamamlanır ve hamallar-piyano- gamı şadiyi felek
şarkısının aynı sahnede yer alması şiirde kültürel çatışmayı ortaya koyar.
Hamal, yerelliği; piyano Avrupalılığı; şarkı ise klasik Türk müziği ile birlikte eski
edebiyatın şark kültürünü temsil eder. Bu şekilde şair doğu, batı ve Anadolu
arasındaki çelişkiyi de şiirde görselleştirmiş olur.
Aşağıda yer alan iki bölümde mekânın aynı olması nedeniyle iki ayrı bölüm
birlikte ele alınacaktır. Her bölüm aynı mekânda geçmesine rağmen şair
bölümleri ayırmıştır. İki bölümde de mekân aynıdır; stadyum ve iki bölümde de
şair stadyumda hissettiği duyguları anlatır:
İstanbul deyince aklıma
Stadyum gelir
Güne güneşe karşı yirmi beş bin kişi
Hepsinin dudağında İstiklal Marşı
Bulutlar atılır top top pare pare
Yirmi beş bin kişilik bir aydınlık içinde eririm
Canım ağzıma gelir sevinçten hilafsız
İsteseler bir gelincik gibi koparır veririm
İstanbul deyince aklıma
Stadyum gelir
Kanımın karıştığını duyarım ılık ılık
Memleketimin insanlarına
Daha fazla sokulmak isterim yanlarına
Ben de bağırırım birlikte
Avazım çıktığı kadar
Göğsümü gere gere
Ver Lefter´e yaz deftere (Eyüboğlu, 2006, s. 245).
Bölümün ilk sahnesi İstiklal Marşı‟nın okunmasıyla başlar; bir stadyumda herkes
ayakta İstiklal Marşı‟nı okumaktadır. Hava güneşlidir ve stadyumda yirmi beş
bin kişi vardır. Şair mekânın yalnızca yirmi beş bin kişilik bir stadyum olduğunu
belirtir. Bir bakıma uzak planla stadyumu okuyucuya gösterir ve görüntünün
içinde kendisi de sevinçli bir şekilde yer alır. İkinci sahne ise ikinci bölümdedir;
bu bölümde yakın planla birlikte şairin bağırdığını duyar okuyucu. Şair
stadyumdaki binlerce insanla birlikte avazı çıktığı kadar bağırarak tezahürat
eder. Şiirdeki kalabalık insan topluluğu hem sahnenin hareketlenmesini hem de
canlanmasını sağlar. Aşağıdaki bölümle birlikte şiir kişileri ve mekânı değişir:
310
İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir
Burgaz adasında kıyıda
Mavi gözlü bir çocuk büyür döne döne
Mavi gözlü bir ihtiyar balıkçı gencelir küçülür
İkisi bir boya geldi mi Sait kesilirler
Bütün İstanbul´u dolaşırlar el ele baş başa
Ana avrat küfrederler uçan kuşa eşe dosta
Sivriada‟da da martı yumurtası toplarlar çilli çilli
Ziba mahallesinde gece yarısı
Sabaha Galata´dan geçer yolları
Maytaba alacakları tutar kahvede
Zararsız bir deliyi
Ula Hasan derler gazeteyi ters tutaysun
Çaktırmadan gazetesini tutuştururlar fakirin
Sonra oturup sessizce ağlarlar (Eyüboğlu, 2006, s. 246).
Şiirin bu bölümünde mekân değişir; Burgaz Adası olur. Şiirin kişileri mavi gözlü
bir çocuk (Sait Faik) ve ihtiyar bir balıkçıdır. Şiirde ikili planın yoğunluğu vardır.
Brown‟a göre ikili plan iki karakteri gösteren herhangi bir plan olabilir. Bir
sahnede iki karakter arasında geçen olaylar, öykü anlatmanın temel
parçalarından biridir (Brown, 2008, s. 16). Şiirin bu bölümünde de Sait Faik ile
İhtiyar Balıkçının ikili planları yer alır: Birincisi mavi gözlü çocuk ve ihtiyar
balıkçının İstanbul‟u el ele dolaştıkları sahne. İkincisi Sivriada‟da martı
yumurtası topladıkları sahne. Üçüncüsü Galata‟da bir kahvede zararsız bir deli
ile dalga geçtikleri sahne. Dördüncü ve son sahne mavi gözlü çocuk ile ihtiyar
balıkçının ağladıkları sahne.
Bölümün tamamı ikili planlardan oluşur. Son sahne ise şiirin en dramatik
sahnesidir. Sahnenin dramatik unsurlarından ilki iki insanın zararsız, aklını
kaybetmiş bir insan ile dalga geçmesi ve ikincisi sonra pişman olup bir köşede
sessizce ağlamaları. Şiirin bu bölümünde mekânların değişmesi şiire hareket
katar, mekânların değişmesi ile sahneler de değişir. Ayrıca iki şiir kişisinin
kurdukları tek bir cümle vardır; “Ula Hasan gazeteyi ters tutaysun”. Yine de şiir
kişilerinin şiirde seslerinin yer alması sinematografik anlatım açısından önemli
bir durumdur.
İstanbul deyince aklıma
Sabiyem gelir
Sabiyem boyundan büyük bir demetle
Sarıyer´den gelir Pendik´ten gelir
Bahar nereden gelirse velhasıl
311
Sabiyem oradan gelir
Ne delidir ne divane
Aslını ararsan çingenedir
Tepeden tırnağa güneştir
Topraktır
Anadır
Analar içinde bir tanedir
Biri sırtında biri memesinde biri karnında
Karnı her daim burnundadır
Canını mendil gibi takar dişine
Yürekten bir şeyler katar işine
Bir ucundan girer şehrin ötekinden çıkar
Alçakgönüllüdür Sabiyem
Hem maşa satar, hem göbek atar
Ver bir çeyrek güzelim der
Neyse halin o çıksın falin
Canı çıkar Sabiyem‟in falı çıkmaz
Sonra anlatır dün gece başına gelenleri
Görürüm rüyamda bir sarı yılan
Cenabet uğraşır durur benimle
Uyanır bakarım benim bebeler
Yatağın ucuna kaymış
Ayağımın parmaklarını emer (Eyüboğlu, 2006, s. 248).
Şiirin bu bölümünde iki sahne yer alır. Birinci sahnede geniş planla Sabiye‟nin
gelişi görüntülenir; elinde çiçek demetleriyle. Burada bir ara plan ile Sabiye‟nin
Çingene olduğunu belirtir şair. Sonra plan yakınlaşmaya başlar ve Sabiye‟nin
hamile olduğu anlaşılır bunun yanı sıra bir çocuğu sırtında bir çocuğu da
kucağındadır. İkinci sahnede mekân değişir ve dış mekândan iç mekâna geçilir.
Ayrıca burada zamanın kırılması da söz konusudur; şair Sabiye‟nin gördüğü
rüya ve çocuklarının parmaklarını emdiği sahneyi geri dönüş yöntemi ile verir.
Sahne önce Sabiye‟nin tanıtılmasıyla başlar yani uzak ve yakın çekimle fiziksel
görüntüsünü verir şair; sonra şiirin zamanı geçmişe döner ve Sabiye gördüğü
bir rüyayı ve uyandığında başından geçen bir olayı anlatır. Ve şiir bu geri dönüş
sahnesiyle tamamlanır; şair şiiri normal zaman akışına döndürmeden şiirini
bitirir. Böylece geri dönüş yöntemi ile sunulan görüntünün etkisi arttırılmış olur.
Geri dönüş ile sunulan sahnede Sabiye evinde uyumaktadır. Bu sahnede şair
okuyucuya hem yakın planla Sabiye‟nin rüyasını gösterir hem de geniş planla
çocukların annelerinin ayak parmaklarını emdikleri sahneyi. Bölümün son
sahnesi şiirin en dramatik sahnesidir. Sahnede Sabiye‟nin sesini de duyurur şair
ona rüyasını ve gece olanları anlattırarak. Şiir kişisinin konuştuğu sahnelerden
biridir bu.
312
Şiirin son sahnesi ise şöyledir:
İstanbul deyince aklıma
Bir basma fabrikası gelir
Duvarları uzun masaları uzun sobaları uzun
Dal gibi dalyan gibi kızlar çalışır bütün gün ayakta
Kan ter içinde mahzun
Yüzleri uzun elleri uzun günleri uzun
Fabrikada pencereler tavana yakın
Al topuklu beyaz kızlar dalga geçmeyin
Dışarda ağaçlar dizi dizi
Duvarlar duvarlar uzun duvarlar
Niçin ağaçlardan ayırdınız bizi
Dışarda tarlalar turuncu asfalt mosmor
Dışarda dışarda dışarda
Mevsim gürül gürül akıp gidiyor
On dokuz yaşında Eyüplü Gülsüm
Dalmış beyaz köpüklü akışına ipeklilerin
Kötü kötü düşünüyor
İpeğin akışına doyum olmaz
Ama gel gör ki ipekli emprimeden oğlana don olmaz
Bir top Amerikan bezi sakız gibi beyaz
Bir top Amerikandan neler çıkmaz
Perdeler yatak çarşafları çoluğa çocuğa çamaşır
Sakız gibi ağarmış bir top Amerikan bezi
Gülsüm´ün gözleri kamaşır
Üçüncü oğlanı doğururken Gülsüm
Bir top Amerikana hasret sizlere ömür
Gülsümlerin sürüsüne bereket
Yerine bir Gülsümcük bulunur elbet
Gider Gülsüm gelir Gülsüm
Azrail ettiğin bulsun (Eyüboğlu, 2006, s. 250).
Bölümün ilk sahnesi bir basma fabrikasında çalışan kızların görüldüğü sahnedir.
Uzun boylu kızlar kan ter içinde çalışmaktadırlar. Sonra mekân tasviri girer
görüntüye; uzun duvarların arkasında, pencereleri tavana yakın fabrika ve
fabrikanın dışında sıralanmış ağaçlar, turuncu tarlalar, mor asfalt… Bu
görüntülerden sonra tekrar iç mekâna geçer sahne ve Gülsüm isminde bir işçiye
yakın plan yaparak işçinin düşüncelerini anlatır şair; ipeğin akışına doyum
olmaz ama gel gör ki ipekli emprimeden oğlana don olmaz… dizeleriyle. Şiirde
Amerikan bezinin beyaz rengi, yoksulluğu anlatır. İpekli kumaşı bir kenara
bırakan Gülsüm, sade dümdüz beyaz bir top Amerikan bezini hayal eder. Sonra
sahne ve mekân değişir; Gülsümün doğum yaparken öldüğü sahne bölümün
son sahnesi olur ve şair yine dramatik bir sonla bitirir bölümü. Şiirin bu
bölümünde yer alan sahnede ise ses unsuru “dış ses” özelliği gösterir; Gülsüm
313
şiir içinde konuşmaz ancak düşünür. Düşündüklerini de şair sahneye dış ses
olarak yerleştirir.
Bu çok uzun şiir bütün olarak ele alındığında bir İstanbul belgeseli gibidir. Şair
her bölümde İstanbul‟un farklı bir yönünü, farklı bir mekânını anlatır. Şiirde
stadyum dışındaki tüm sahnelerde dramatik unsur bulunur ve dikkat edilirse şair
hep gelir seviyesi, yaşam standardı düşük insanların hayatlarından sahneler
sunar. Sait Faik‟in anlatıldığı sahne dışında şiir kişileri hep fakir ve gariban
insanlardır. Bu da şiirde dramın yaratılması için önemli bir araçtır. Ayrıca ses
unsuru da şiirde sinematografi açısından önemlidir. Şiir destan türünün sadece
uzunluk özelliğini taşır. Her bölümde İstanbul‟un bir parçasını görselleştirir:
Tophane, stadyum, fabrika… Şairin kamerası İstanbul‟un üzerinde gezinirken
belli mekânlara yakın çekim yapar ve yalnızca belirgin özelliklerini göstererek
başka mekânlara geçer. Yoğunlaştığı her alanda bir insan üzerine odaklanır
görüntü. Bu bazen ünlü biridir Sait Faik gibi, bazen herhangi bir fabrika işçisi.
Böylece İstanbul‟un her köşesinden görüntüler sunar. Kameranın hareket
halinde olmasını ve plan değiştirmesini sağlayan, şiirin her bölümünün başında
yinelenen “İstanbul deyince aklıma” dizeleridir. Bu dizenin ardından gelen dize
ya da dizeler, görüntünün fonunun ve odağının değiştiğini gösterir. Şiir boyunca
genel ve bütün olarak İstanbul işlenir.
Öncelikle Tophane‟deki sokaktan
duyulan müzik sesi; kültür farklılığını/çatışmasını sunar sahnede. Sonra şairin
sesi girer şiire stadyumda hakeme bağırırken. Bu bölümde şairin kendini de
sahneye sokması önemlidir çünkü hem yönetmen hem oyuncu özelliği taşır bu
sahnede. Sonra Sait Faik ve İhtiyar Balıkçı‟nın sesleri yer alır sahnede. İkisi de
aynı cümleyi tek bir kere söyler. Sait Faik‟in sesi sahnenin edebi değeri
açısından önemlidir. Sonra da Çingene Sabiye‟nin sesini duyarız sahnede
rüyasını anlatırken. Sabiye‟nin sesi sahneyi dramatik açıdan güçlendirir.
Okuyucu Sabiye‟nin şivesinin duyar gibi olur o konuşurken ve çocuklarının
parmaklarını emdiklerini söylemesi okuyucu için beklenmedik bir durum yaratır.
Son olarak şiirde yer alan ses öğesi Eyüp‟lü Gülsüm‟ün dış sesidir. Şair şiirin bu
sahnesine şiir kişisinin düşüncelerini seslendirerek okuyucuyu etkilemeyi
amaçlar çünkü dış sesin söyledikleri de dramatik açıdan güçlü sözlerdir.
314
Benzer bir etkiyi “Trabzon Deyince” şiirinde de görmek mümkündür:
Trabzon deyince aklıma bir salkım kareymiş gelir
Bahçeler dolusu zindan yeşili
İçin için kandil kandil ballanır
Kandiller içinde bir kandil yanar
Bir kız deli gibi koşmaya başlar
Yanaklarında Amoftaların alı
Dudaklarında kareymişlerin moru
Göğsünde…elinin körü
(…)
Trabzon deyince aklıma Kemerkaya gelir
Kayanın dibinde bir kız soyunur
Bir sarışın şimşektir çakar kamaşır gözlerim
Bir saniye bile sürmez olup biten
Ama kaya yarılmıştır çoktan derinlemesine
Orta yerinden
Bir suret
Bir çırılçıplak aydınlık
Ölesiye saplanıp kalmıştır artık
Kayanın dibinde bir kız soyunur
Doya doya bakmaz Mernuş utanır
Şimdi durmuş kötü kötü düşünür (Eyüboğlu, 2006, s. 320).
İlk bölümde şair mekân olarak yalnızca Trabzon‟u belirtir. Sahne geniş planda
bir kızın koşmasıyla başlar. “Kandil” sözcüğünün bir kez ikilenmesi iki kez de
yinelenmesi okuyucuya gece kandil ışıklarıyla aydınlatılmış bir sahne sunar ve
kız gecenin karanlığında koşar. Şiirin ikinci bölümündeki görüntüde ise iki farklı
dış mekân yer alır; Trabzon ve Kemerkaya. Olay Kemerkaya‟da geçer. Böylece
ilk sahnenin çekildiği mekânın da Kemerkaya olduğunu anlar okuyucu. Her iki
görüntüyü de genel planda çizer şair çünkü şiirde geçen mekânları bilmeyen bir
okuyucu için ayrıntıya yer vermemiş, mekânı tanıtmamıştır. Bu da okuyucunun
mekânı yalnızca dar bir alan olarak algılamasına neden olur ve sahne dar
planla çekilir. İlk sahnede karanlıkta koşan kız gelip bir kayanın dibinde
soyunmaya başlar. Dar planda şair, kayanın dibinde soyunan bir kızı
seyretmektedir ancak utanır ve “doya doya” bakamaz.
Şiirde olay şairin
gözüyle anlatıldığı için okuyucu da şairle birlikte sahnedeki karaktere bakamaz,
zaten şiirde soyunan kız ile ilgili başka bir fiziksel ayrıntı da yoktur. Bu şiirde de
geri dönüş yöntemi zamanın kırılmasına neden olur. Şair geçmişten sahneler
sunar şiirde. Cümleleri geniş zaman kipiyle kursa da “şimdi durmuş kötü kötü
düşünür” dizesi geçmiş anlatısı kurduğunu belirtir. Şiirin zamanı şimdiki zaman
yani şairin durup kötü kötü düşündüğü zamandır ve sahneler geri dönüşlerle
315
canlandırılır. İkinci bölümde kızın teninin beyazlığının yarattığı şimşek etkisi
gecenin karanlığı bir saniye de olsa aydınlatır.
“Paris‟te Gece-2” şiiri de bu bölümde ele alacağımız şiirlerdendir:
(1)Metroda: yer altı tramvayındayız
(2)Yerin altına iniyoruz.
(3)Islak bir sıcağı sırtımıza
(4)Küflü bir muşamba gibi geçiriyoruz.
(5)Bastırıyor metronun uğultusunu
(6)Afişlerin bir Yahudi çarşısını hatırlatan boğuşmaları
(7)Metro istasyonlarında
(8)Fare kapanlarından tutun da
(9)Mösyö Briyan‟ın bıyıklarını yetiştiren
(10)Saç suyuna kadar
(11)Afişler dizilidir
(12)Sarı, kırmızı, mor.
(13)Hepsi bir ağızdan bağırıp duruyor.
(14)Onlar bağıra dursun
(15)Kırk ayaklı bir böcek gibi
(16)Karanlıktan sıyrılıp
(17)Çıktı tren.
(18)Yer altında gidiyoruz.
(19)Sırtımızda Paris
(20)Ve Sen nehri akıyor.
(21)Eyfel Kulesi‟ni başımızın üstünde taşıyoruz
(22)Boru değil bir köstebeğin on dakikasını yaşıyoruz (Eyüboğlu, 2006, s. 371).
Şiirin dış mekânı Paris, iç mekânı ise metrodur. 8. dize ile birlikte dış ses şiire
dahil olur ve metro ile ilgili görsel ayrıntıları verir. 19. dize ile birlikte fondaki
Paris görüntüsü metronun içindeki şairden uzaklaşır, metro yer altından
çıktığında ve Eiffel Kulesi ile Sen Nehri‟ni içine alarak hareket devam eder.
Şiirde şair hareket etmez, hareket eden metronun içinde oturur. Metro bir yerin
altına iniyor bir üstüne çıkar: görüntüde bir karanlık bir aydınlık yer alır. Metro
yer üstüne çıktığında Paris‟in görüntüsü de sahneye dâhil olur. Bu şiirde de ses
unsuru sinematografik anlatım açısından önemli özellikler taşır. Sahnenin en
önemli sesleri metronun uğultusu, bu uğultuyu bastıran afişlerin boğuşmaları ve
bağrışmalarıdır. Şair bu sahnede dört kez ses vurgusu yapmıştır; metronun
uğultusu- afişlerin boğuşmaları, afişlerin bağrışmaları ve “onlar bağıradursunlar”
dizesi ile tekrar afişlerin seslerini vurgulamıştır. Bu sahne ses etkisi açısından
oldukça yoğun bir sahnedir; neredeyse metronun uğultusundan ve afişlerin
gürültüsünden başka bir ses yoktur sahnede. Şairin, afişlerin güzelliğini ve
sayıca çokluğunu, çeşitliliğini ses ve bağrışmayla anlatması şaşırtıcı ve
316
etkileyicidir. Şiirde renkler de sahnenin görselliği açısından önemlidir; sarı,
kırmızı, mor renklerdeki afişler sahnenin renklenmesini ve canlanmasını sağlar.
“Paris‟ten Lyon‟a Ani Bir Dönüş” şiirinde de Paris sahnelerin çekildiği mekândır:
Doyamadan Paris‟in ela gözlerine
Okşamadan Eyfel‟in demir kaburgalarını
Bindik trene
Gidiyoruz yine
Geldiğimiz yere (Eyüboğlu, 2006, s. 375).
Şiirde dış mekân olarak Paris, iç mekân olarak da Eiffel Kulesi yer alır. Sahne
şairin trenle Paris‟ten ayrılışını canlandırır. Şiirde sahne şairin gözünden
anlatılır.
Bedri Rahmi Eyüboğlu‟nun sinematografik anlatım değeri taşıyan şiirlerindeki
sahnelerin çoğunun yakın planda sunulduğu görülür. Yani olayların geçtiği
mekânların bütününden çok bir bölümünü gösterir şair. Örneğin “Kırk Odalı
Konak” şiirinde, konağın tamamı yerine tek tek odaları; “Kâğıt Gemi” şiirinde de
olayın geçtiği mekânı belirtmez yalnızca havuz gibi mekânın bir parçası olan
görüntüler sunar. Şiirde olayın geçtiği mekânı tamamen genel planla sunduğu
tek şiir “Gön”dür. Bunun dışında örneğin “Trabzon Deyince” şiirinde yalnızca
mekânın ismini belirtir ve o mekânı bilen, orada yaşayan okuyucu için genel
planı çizmek kolaydır ancak o mekânla ilgili bir bilgisi olmayan okuyucu için bu
plan dar bir plandır.
Şiirlerde dikkat çeken bir özellik de fantastik anlatının yoğunluğudur. Ele
aldığımız yirmi altı şiirin on ikisinde gerçeküstü/düşsel/fantastik anlatım vardır.
Şiirlerde fantastik anlatım şairin izlenimlerini sunuş biçimiyle alakalıdır. “Ağaç
Dili” şiirinde bir ağacın her sabah gelip yerine durması, “Kiraz Ayı Geliyor”
şiirinde dağların ayaklanması, uçan atların Kaf dağına varması; “Petekkıran”
şiirinde bir kuşun otuz beş yıl aynı yerde durması; “Kırk Odalı Konak” şiirinde
masal anlatan kızın taş kesilmesi… gibi görüntüler şairin izlenimlerinin
sonucudur. Okuyucu masalsı bir film seyrediyormuş hissine kapılır. Şiirler
masalsı anlatımı olanlar, olay anlatımı olanlar ve mekân anlatımı olanlar
317
şeklinde gruplandırıldığında en fazla masal anlatıma sahip şiirlerin yer aldığı
görülür.
Şiirlerde ses kullanımı da sinematografik anlatım açısından önemlidir.
Sahnelerin dramatik, fantastik etkilerini güçlendirmek için şair ses öğesini yoğun
bir şekilde şiirlerinde kullanmıştır. Kimi şiirlerde şairin kendi sesini, kimi şiirlerde
şiir kişilerinin seslerini, kimi şiirlerde ise dış sesleri duyulur tıpkı sinemada
olduğu gibi. Renkler de sinematografik anlatım açısından önemlidir, çünkü
sahnelerin etkisinin sağlanmasında önemli rol oynar. Şiirlerin çoğunda kırmızı
renk, sahnenin etkisini artırır. Sinematografik anlatımın görüldüğü şiirlerde mor,
yeşil ve sarı rengin yoğun olarak kullanıldığı ve daha çok dış mekân
görüntülerinde yer aldıkları görülür. Şair asfaltı mora, çayırları yeşile, tarlaları da
turuncuya boyar. Sarı renk ise nesnelerin rengidir. İnek ve gül sarı renge
boyanır.
Şiirlerde dramatik unsurlar ön plandadır ve genellikle beklenmedik sonlarla
sağlanır.
Örneğin
“İstanbul
Destanı”nda
bebeklerin
annelerinin
ayak
parmaklarını emmeleri; yine aynı şiirde Sait Faik ile balıkçının bir deliyle dalga
geçtikten sonra ağlamaları; bir ağacı kesen baltanın ağlaması; sütü gelmeyen
küçük bir gelinin göğüslerini eniklerin parçalaması… gibi aslında beklenmedik
olaylar şiirin en güçlü dramatik sahneleridir.
Sinematografik anlatımın görüldüğü şiirlerde daha çok öznel anlatım hâkimdir.
Yani şiirlerdeki sahneler şairin gördüğü şekilde canlandırılır. Şair, kameranın
yerindedir. O ne görürse okuyucu da onu görür. Şiirlerdeki öznel görüntüleri
destekleyen şairin anlatıları, betimleme şekilleridir. Örneğin “Gön” şiirinde
“üzerinize güller devedikeni gelinciğe bayağı sulanıyordu” dizesi şairin öznel
çekimlerindendir. Bu dize ile sunulan görüntüde devedikeni arasında kalmış
gelinciğin, devedikeninin gelinciğe âşık olduğu ihtimalini görselleştirmesi zordur
ancak şairin öznel bakış açısı şiirdeki görüntülerin öznel planda görülmesini ve
sahnelerin anlamlandırılmasını sağlar. Şair devedikenin gelinciğe âşık olduğunu
düşünmüş ve okuyucuya da onu göstermiştir. Burada da yine şairin izlenimleri
sahnelerin belirlenmesinde önemli rol oynar.
318
Şair sinemanın zamanı kırma yöntemi olan geri dönüş yöntemini de kullanır
şiirlerinde. Şiirin zamanını geri dönüşlerle kırar ve okuyucuya geçmişten
sahneler sunar. Bu şekilde hem şiirin düzlemselliğini kırar hem de şiirini geçmiş
ve şimdi ile kurar.
Şiirlerde şair çoğu kez, anlatıcı kimliğiyle metnin içinde 1. tekil kişi olarak ya da
“Mernuş” diye kendine mesafe koyup nesnelleştirerek izleyici kimliğiyle şiirde
bulunduğunu anlatır. Bu da şiirde sinematografik anlatımı destekleyen bir
öğedir. Okur, anlatılanı izleyen kişiye dönüşür böylece.
Sinematografik anlatımlı şiirlerde Bedri Rahmi‟nin fonu renklerle, geçmiş
gönderimlerle kurup hareketi görselleştirdiği ve son dizelerde metnin duygusal,
düşünsel etkisini vurucu bir şekilde verdiği görülür. Şair, eyleme dayalı
gözlemini bir duyguyu, eleştiriyi vermek için kullanır. Sinematografik anlatımın
görüldüğü şiirler Eyüboğlu‟nun uzun şiirleridir.
Eyüboğlu, sinematografik anlatımı kullandığı şiirlerinde sahne planlarını sıkça
değiştirir ve fonu hazırlayarak eylemin öne çıkarır. Şiirlerde hareketler eylemlere
yüklenen zaman ve kip özellikleriyle sağlanır. Zaman sinematografik anlatımın
şiirlerde en belirgin kullanımıdır. Bir olayın sürerliliği, şimdide yaşanan olayla
ilgili geçmişe dönüp bilgi verilmesi, olayın gelecekteki görüntüsünün devamı
zaman kullanımlarıyla belirlenir. Bedri Rahmi‟nin birçok şiirinde masal anlatısını
kullanarak,
gerçeküstü
bir
görüntü
sunduğu
görülür.
Bunun
nedeni
gerçeküstücü anlatımın vurucu etkisinin daha fazla ve anlatım olanaklarının
daha geniş olmasıdır. Beklenmedik sonlar, sahnenin etkisini artırır.
Şiirlerde, mekânların değişmesi, hareket bildiren eylemlerin kullanılması, ses
etkisinin yaratılması, kişilerin ikili plan ya da tekli planlar halinde sunulması,
masal anlatısının hâkim olduğu şiirlerde fantastik görüntülerin oluşması
sinematografik anlatımın görsellik üzerinde oldukça etkili olduğunu gösterir.
Sinemanın temelinde yer alan “görüntü” sunumu, şiirlerde de benzer şekillerde
oluşur ve böylece şiirlerin görsel etkisi artar. Eyüboğlu, sinemanın temel
öğelerinden kamera açılarını, zaman sunumlarını, çekim türlerini şiirlerinde
görüntüyü sunarken kullanır.
319
ALTINCI BÖLÜM: SANATÇILARA DAĠR
Bedri Rahmi Eyüboğlu‟nun sanat anlayışına ve sanat hayatına ulaşabilmek için
en önemli adım düzyazılarının incelenmesidir. Çünkü Eyüboğlu düz yazılarında
resim, şiir, sanat ile ilgili birçok konu üzerinde durarak fikirlerini açıklamıştır.
Eyüboğlu‟nun İş Bankası Kültür Yayınlarından çıkan ve düzyazılarının
toplandığı yedi kitabı bulunmaktadır: Gece Yarısı (1932-1936), Kiraz Ayı (19361938), Dost Dost (1938-1945), İnsan Kokusu (1945-1952), Sabır ile Koruk
(1952- 1953), Pembe Vinç (1953- 1954) ve Bir Tutam Mavi (1954- 1955).
Bu bölümde düzyazılarında adı geçen ressam ve şairler üzerinde durulacaktır.
Bedri Rahmi, hiçbir ressamın bir öteki ressamın tesiri altında kalmadan
yetişmesine imkân yoktur (Eyüboğlu, 2002, s. 45) der ve bu fikri yazılarında sık
sık tekrarlar. Demek ki sanatçı etkiden çekinmemektedir. Bu nedenle Bedri
Rahmi‟ye ulaşabilmek için bahsettiği ressam ve şairler üzerinde durmak faydalı
olacaktır. Burada belirtmek gerekir ki Bedri Rahmi‟nin düz yazılarında yalnızca
ressamlar ve şairler yer almaz. Yazarlar, müzisyenler, karikatüristler, hattatlar,
eleştirmenler, tiyatrocular… Bölüm sonunda bu liste ayrıntılı bir şekilde yer
almaktadır. Ancak yoğun olarak üzerinde durduğumuz düzyazılarında ve
şiirlerinde adı geçen ressamlar ve şairlerdir. Çünkü çalışmamızın merkezinde
Eyüboğlu‟nun
şiirlerinde
görsel
kullanımlar
yer
almaktadır
ve
şairin
düzyazılarında bahsettiği ressamlar bu noktada Eyüboğlu‟nun resim anlayışı ile
ilgili bilgi verirler. Resim ile görsellik arasında kurduğumuz ilişki de
Eyüboğlu‟nun şiirlerinin çözümlenmesinde önemli rol oynamaktadır.
6.1.DÜZYAZILARDA ADI GEÇEN RESSAMLAR
B.Rahmi‟nin düzyazılarında adı geçen ressamların sayısı epey fazladır.
Yalnızca yazıların başlıklarına bakıldığında bile sanat/resim konulu yazıların
320
çokluğu dikkat çeker. Resim Yaparken isimli kitabında 16 başlıkta ressamların
isimleri yer alır ve bu kitapta yer alan yazıların neredeyse tamamı resim
üzerinedir.
Bedri Rahmi‟nin düzyazıları sayıca şiirlerinden fazladır. Dönemin önemli sanat
dergilerinde ve gazetelerinde yazıları yayınlanmıştır. Bedri Rahmi‟nin üretkenliği
yalnızca düzyazılarıyla bile kanıtlanabilir. Bu üretkenliğin nedeni ise Bedri
Rahmi‟nin sanatkârı “kendini yazı yazmaya mecbur hisseden kişi” olarak
tanımlaması ile bağlantılıdır:
Her şeyi olduğu gibi yazan, şunu bunu yazmaya kendisini mecbur gören kişi, bal
gibi sanatkârdır. Hayatın yazma arzusunu kuvvetle duyan kaç kişi vardır? Bir defa
ben, şahsen bu arzuyu kuvvetle duyan tek bir insan tanımadım. Binde bir dostun
başından harikulade bir vak‟a geçer: „vallahi tam yazılacak bir işti‟ der, o kadar…
Fakat acıkır gibi, susar gibi etrafında olan bitenleri yazmayı özleyen bir tek adam
tanımak nasip olmadı. Belki bir, iki kişiden bu hasreti duyar gibi oldum. (Eyüboğlu,
2004, s. 34).
Bedri Rahmi‟nin burada sözünü ettiği mecburiyet, bir zorunluluk değil
sorumluluk göstergesidir. Aydın sorumluluğu ile yazan Bedri Rahmi‟nin
düzyazılarına bakıldığında her konuda yazdığı görülür. Resim, edebiyat,
ressamlar, şairler, anılar, nesneler, renkler…
Liste uzayıp gider ancak
sanatçının en çok üzerinde durduğu konu resim ve ressamlardır. Bedri
Rahmi‟nin yazılarında 19. yüzyıl Türk ressamlarından Şeker Ahmet Paşa
(1841-1907), Hüseyin Zekai Paşa (1860-1919), Osman Hamdi Bey
(1842-
1910); 20. yüzyıl Türk ressamlarından Nazmi Ziya (1881- 1937), İbrahim Çallı
(1882-1960), Şevket Dağ (1876-1944), Feyhaman Duran (1886- 970), Hüseyin
Avni Lifij (1886-1927), Hikmet Onat (1882-977), Namık İsmail (1890-1935), Zeki
Kocamemi (1900- 1959), Eren Eyüboğlu
(1907-1988), Cemal Tollu (1899-
1968), Nurullah Berk (1906-1982), Cevat Dereli (1900-1989), Ali Çelebi (19041993), Fikret Mualla (1903-1967), Sabri Berkel (1907-1993), Edip Hakkı
Köseoğlu (1904- 1990), Şefik Bursalı (1903-1990), Ayetullah Sümer
1979), Mahmut Cuda
(1905-
(1904-1987), Hale Asaf (1905-1938), Halit Dural
(?),Eşref Üren (1897-1924), Arif Kaptan (1906-1991), Hakkı Anlı (1906- 1991),
Zeki Faik İzer (1905-1988), Zühtü Müritoğlu (1906-1992), Elif Naci (18981987), Nusret Suman (1905-1978), Salih Urallı (1908- 1984) ,Fahrinüssa Zeyd
321
(1901- 1992), Güzin Duran (1898- 1981), Mitat Özar (1902-1942), Edip Hakkı
Köseoğlu (1904-1990), Abidin Dino (1913- 1993), Selim Turan (1915-1994),
Turgut Atalay (1918-?), Nuri İyem (1915- 2005), Ferruh Başağa (1914- ?), Avni
Arbaş (1919- 2003), Muhittin Sebati (1901- 1932), Fethi Karakaş (1916- 1977),
Agop Arad (1913-1990), Mümtaz Yener (1918-2007), Hasan Kavruk (19192007), Mustafa Esirkuş (1921-1989), Mehmet Pesen (1923-2003), Nedim
Günsür (1924-1994), Orhan Peker (1927- 1978), Turan Erol (1927) ,Turgut
Zaim (1906- 1974), İlhami Demirci, Malik Aksel (1901-1987), Hadi Bora‟nın
isimleri geçer. Yabancı ressamlardan ise 15. yüzyıl ressamlarından Paolo
Uccelo (1397-1475); 16.yüzyıl ressamlarından Leonardo Da Vinci (14521519),Rafael (1483- 1520), Michelangelo (1475-1564), Tintoretto (Jacopo
Comin) (1518- 1594), Tiziano (1477-1576); 17. yüzyıl ressamlarından El Greco
(1541-1614), Peter Paul Rubenis (1577-1640), Rembrant (1606-1669),
Velazquez (1599-1660); 19.yüzyıl ressamlarından Van Gogh (1853-1890),
Camille Corot (1796- 1875), Alfred Sisley (1839- 1899), Henri de Toulouse
Lautrec (1864- 1901), Gauguin (1848-1903), Pissaro (1830-1903), Cézanne
(1839- 1906), Manet (1832-1883), Andre Lohte (1885- bul), Eugene Delacroix
(1789- 1863), Rodin (1866- 917), Maillol (1861- 1944), Despiau (1874-1946),
Pierre Auguste Renoir (1841- 1919); 20. yüzyıl ressamlarından Signac (18631935), Picasso (1881-1973), Pascin (1885-1930), Georges Braque (18821963), Henri Matisse (1869- 1954), Raoul Dufy (1877- 1953), Pierre Bonnard
(1867- 1947), Maurice Utrillo (1883- 1955), Leopold Levy (1882- 1966), Jean
Cassou (1897- 1986), Amedeo Modigliani (1884- 1920), Vüyyer (?), Dören (?),
F. Leger (1881- 1955), Modigliani (1884-1920), Marc Chagall (1887-1985),
Andre Masson (1896- 1987), Bruno Taut (mimar/ 1880-1963), Calder (18981976), Marcel Gimond (1894- 1961), Salvador Dali (1904- 1989), Masereel
(1889- 1972)‟in adı yer alır. Bedri Rahmi‟nin yazılarında andığı ressamlara
bakıldığında en fazla 20. yüzyıl ressamlarının ismi geçtiği görülür. Ancak sıklık
taramasına bakıldığında 19. yüzyıl ressamları üzerinde daha yoğun durduğu
dikkat çeker. Örneğin 20. yüzyıl ressamlarından Dufy‟nin ismi bir yazı içinde iki
kez geçerken Cézanne‟in ismi bir yazı içinde 5 kez geçer. 20. yüzyıl
ressamlarının isimlerinin fazla geçmesi gayet doğal bir durumdur çünkü Bedri
322
Rahmi kendisiyle aynı dönem ressamları takip eden ve döneminin sanat olayları
üzerine düşünen bir ressamdır. Adı yoğun olarak geçen 19. yüzyıl ressamları
ise Bedri Rahmi‟nin ustalarım diye nitelendirdiği isimlerdir. Bedri Rahmi‟nin
ustalarım diye bahsettiği ve adları en sık geçen Cézanne, Van Gogh ve
Gauguin‟dir.
Bedri Rahmi‟nin yazılarında adı en sık geçen ressam Cézanne‟dir. Cézanne‟in
adı Sabır ile Koruk isimli kitap hariç diğer tüm kitaplarda ve farklı başlıklı 25 yazı
içinde 103 kez geçer. Bedri Rahmi‟nin Cézanne üzerinde yoğun biçimde
durmasının
Cézanne‟in
sanatının
Bedri
Rahmi‟nin
sanat
anlayışı
ile
örtüşmesinden kaynaklandığı söylenebilir çünkü Bedri Rahmi “Yukule-le ve
Cézanne” isimli yazısında Cézanne‟de bütün aradıklarını bulduğunu ve
Cézanne‟in de kendisi gibi renge önem verdiğinden bahseder (Eyüboğlu, 2003;
s. 91). Eyüboğlu, Cézanne ile arasındaki bağı ve ona olan hayranlığını her
fırsatta ifade eder. Cézanne yalnız Bedri Rahmi için değil hem kendi döneminin
ressamları hem de kendinden sonra gelen ressamlar için önemli bir kaynaktır.
Bedri Rahmi, Cézanne‟nin diğer ressamlara olan etkisini de şu şekilde ifade
eder:
Zaten bugün eserleri önünde hürmetle eğildiğimiz üstatlara bak! Onların hepsinde
mühim miktarda bir Cézanne olduğu muhakkak. Hatta sana şu çok sevdiğim
sanatkârların nelerden mürekkep olduğunu anlatmak için şöyle bir reçete
yapacağım: Mesela „Matisse‟i alalım: Ben onun şu unsurlardan mürekkep olduğunu
zannediyorum:
Yüzde altmışı bizzat Şark tezyin işlerini kendisinin yapacağı kadar temsil eden
kendisi… Yüzde yirmisi muhakkak „Cézanne‟, arta kalanı da Van Gogh… „Van
Gogh‟ a gelince onun da sergisinde yüzde otuz nispetinde „Cézanne‟ olduğu,
„Gauguin‟de bu nispetin kırka kadar çıktığı muhakkak… ( Eyüboğlu, 2003, s.92).
Eyüboğlu‟nun Cézanne üzerinde bu kadar yoğun şekilde durması ve
Cézanne‟in dönemin diğer usta sanatçılarını etkilemesi, Cézanne‟in kübizm
akımının öncüsü olduğu dikkate alınırsa yadırganmamalıdır. Bedri Rahmi‟nin
Cézanne ile arasında farklı bir bağ kurduğu açıktır. Kendisi yazısının sonunda
bu bağı şu cümlelerle açıklar: “Ve kendinden önce gelen ve kudretine iman
ettiğin bir sanatkâra bağlan, fakat yeter ki o seni sana iade edebilen bir sanatkâr
olsun”(Eyüboğlu, 2003, s. 92). Burada Eyüboğlu‟nun bahsettiği ve suretine
baktığında
kendini
gördüğü
ressam,
Cézanne‟den
başkası
değildir.
323
Cézanne‟den sonra Bedri Rahmi‟nin yazılarında adı en fazla geçen ressam Van
Gogh‟tur. Van Gogh‟un ismi tüm kitaplarda, 41 farklı yazıda 105 kez geçer. Van
Gogh da Cézanne gibi Bedri Rahmi‟nin ustalarından biridir. Van Gogh‟un bir
resmi ile karşılaştığında canım ağzıma gelmişti tabirini kullanır Bedri Rahmi42.
Van Gogh‟ta Bedri Rahmi‟yi çeken Van Gogh‟un tezyini43 yönüdür:
Van Gogh‟un desen anlayışını hakkıyla tatmaya başlayalı da çok olmadı. İlk defa
Van Gogh‟ta beni şeytan gibi çarpan onun ressam tarafı değil doğrudan doğruya
tezyini tarafı idi. Nitekim tezyini zevki Van Gogh‟tan çok daha üstün fakat ondan
çok daha az ressam olan Gauguin‟in eserleriyle karşılaştığım zaman Van Gogh‟u
unutmuş ona sarılmıştım (Eyüboğlu, 2004, s. 51).
Bedri Rahmi, Resme Başlarken kitabında yer alan “Müze Bulamacı” isimli
yazısında Rodin müzesine deli gibi sevdiği Van Gogh‟un “Tanguy Baba‟nın
Portresi” tablosunu ve küçük vahşi kabile heykelciklerini seyretmeye gittiğinden
bahseder.
44
Van Gogh, Tanguy Baba’nın Portresi
Paris, 1887 Sonbaharı. Tuval üzerine yağlıboya, 92x75 cm.
42
Eyüboğlu, 2004, s. 51.
Bezemecilikle, süslemecilikle ilgili: Tezyinî sanatlar. TDK Güncel Türkçe Sözlük.
http://tdkterim.gov.tr/bts/ Erişim: 04.06.2011. 14.45
44
Yapı Kredi Yayınları, 2009, s. 46.
43
324
Bedri Rahmi‟nin söz ettiği Van Gogh resimlerinden bir diğeri de “Gece
Kahvesi”dir. Bedri Rahmi “Gece Kahvesi”nden Resme Başlarken isimli
kitabında “Konumuz Renktir” ve “Renk I” başlıklı yazılarında iki kez söz eder ve
Van Gogh‟un renk üzerine düşüncelerini vurgular. Van Gogh, bu resmi
hakkında “Bir kahvenin duvarlarını öyle bir kırmızı ve öyle bir yeşille boyamak
gerekir ki insan burada katil olabilsin” (Eyüboğlu, 1977, s. 261) demiş ve Bedri
Rahmi bu cümleye iki farklı yazısında renk üzerine düşüncelerini açıklarken yer
vermiştir.
Van Gogh, Gece Kahvesi
45
Arles, Eylül 1888 , suluboya, 44 x 63 cm.
Bedri Rahmi‟nin Cézanne ve Van Gogh‟tan sonra önemle ve sıklıkla üzerinde
durduğu diğer bir isim de Greco‟dur. El Greco‟nun ismi farklı başlıklı yazılarda
86 kez geçer. Greco, Bedri Rahmi‟nin resim anlayışına yön veren önemli bir
isimdir. Bedri Rahmi, 1940 tarihli “Minyatürler Cennetinden Greco‟ya” başlıklı
yazısında, Greco‟nun kendisine resmin süsleme sanatından başka bir şey
olduğunu öğrettiğinden ve minyatürlerden uzaklaşmasına neden olduğundan
söz eder. Greco, Bedri Rahmi‟nin resimde hem ışık ve gölge ile karşılaşmasına
hem de resmin süsleme sanatından ayrı bir iş olduğunu anlamasını sağlamıştır:
45
Yapı Kredi Yayınları, 2009, s. 92.
325
Greco‟ya karşı beslediğim muhabbet gitgide büyüyor. Onda her gün yepyeni
kıymetler seziyorum. Bana resmin tezyini sanatlardan bambaşka bir iş olduğunu o
öğretti (Eyüboğlu, 2004, s. 54).
Turan Erol, Bedri Rahmi‟nin Van Gogh ve El Greco‟ya olan düşkünlüğünün her
ikisinin de dışavurumcu anlatıma sahip, tutkulu kişiliklerinden kaynaklandığını,
dışavurumculuğun Bedri Rahmi‟nin de önemli bir özelliği olduğunu ve Bedrİ
Rahmi‟nin
ustalarını
seçmesinin
rastlantısal
olmadığını
vurgular.
Bedri
Rahmi‟nin bazı desenlerinin mistik havaları ve uzatılmış oranlarıyla Greco‟yu
hatırlattıkları tespitinde de bulunur (Erol, 1984, s. 75).
Bedri Rahmi‟nin Van Gogh ve El Greco dışında adından sıkça bahsettiği bir
diğer ressam ise Picasso‟dur. Picasso‟nun ismi tüm kitaplarda yer alan 30 ayrı
yazı içinde 87 kez geçmiştir. Picasso‟nun tek bir alana bağlı kalmaması, resmin
yanında politika, sinema, tiyatro gibi alanlarda da çalışması Bedri Rahmi‟nin
Picasso‟ya yaklaşmasına neden olur. 1953 yılında Cumhuriyet’te yayınlanan
“Gene Picasso” adlı yazısında
“bir sanatkârın bir sürü üslubun hakkından
gelebileceğini ispat etmesi yalnız resim alanında değil, kardeş sanat kollarında
da yeni bir çığır açmış oldu” (Eyüboğlu, 2008b, s. 28) derken, bir bakıma
kendisini de savunur. Çünkü birçok yakın arkadaşı ve ağabeysi onun yalnızca
resme yönelmesi gerektiğinde ısrar ederlerken Bedri Rahmi ikisinden de
vazgeçmez; üstelik yalnız şiir ve resimle de yetinmez. Picasso‟nun birçok
alanda başarılı olması bu bakımdan Bedri Rahmi için de bir ispattır. 1953 yılına
gelene kadar Bedri Rahmi Picasso ile ilgili iki yazı yayınlamıştır. Bunlardan bir
tanesi 1935 yılında Tan’da yayınlanan “Yukule-le Picasso‟yu Görmeye Gidiyor
1” başlıklı yazısıdır. Bu yazıda Çinli arkadaşı Yukule-le ile Picasso‟yu görmeye
gittiklerinden, ancak içeri alınmadıklarından ve Picasso‟ya küstüklerinden
bahseder. 1938 yılında Ar’da yayınlanan “Yeniler ve Yeni Resim” başlıklı
yazısında ise Picasso‟yu ve kübizmi eleştirir. Bunun nedeni Kübistlerin,
Dadaistlerin ve Sürrealistlerin kendilerinden önce gelen sanat akımlarından ve
sanatçılarından
Picasso‟nun,
soyutlanmak
Cézanne‟nin
istemeleridir.
öncüsü
olduğu
Bedri
Rahmi
tabiatı
bu
geometrik
yazısında
şekillere
dönüştürerek tasvir etme anlayışını kübizm adı altında istismar ettiğini söyler.
Bedri Rahmi‟nin Picasso‟yu sert bir şekilde eleştirmesinin nedeni ona olan
küskünlüğü gibi görünmektedir. Çünkü 1935 yılında Picasso‟yu ziyarete giden
326
Bedri Rahmi bu yazısını 1938 yılında yazmıştır. Ancak yıllar sonra 1953 yılında
yazdığı ve Cumhuriyet’te yayınlanan “Gene Picasso” başlıklı yazısında ise
Picasso‟yu öven cümleler kullanır. Aynı şekilde Resme Başlarken isimli
kitabında yazım tarihi belli olmayan “Kişilik” başlıklı yazısında da Picasso‟nun
açtığı yol sayesinde kimi şairlerin resim yapmaya başladıklarından söz eder.
Picasso‟dan sonra Matisse ve Léoplod Lévy‟nin isimleri en sık geçen isimlerdir.
Matisse‟in adı tüm kitaplarda
farklı 25 yazıda 67 kez geçer.
Bedri Rahmi
Matisse‟in ölümü üzerine yazdığı “Güle Güle Matisse Usta” başlıklı yazısında
Matisse ile bağlantısını aşağıdaki cümlelerle açıklamıştır:
Şark elişlerini, klasik ustalara gösterdiği saygı ile incelemesi, bir Türk kilimine, bir
Türk yazmasına gösterdiği sevgi, Orta Anadolu‟nun çeşitli nakışlarını en önemli
eserlerinin sık sık başköşesine oturtmuş olması, onu bize birçoklarından yakın
kılmıştır. (Eyüboğlu, 2009a, s. 26).
B.Rahmi yaptığı nü bir resme de “Nü- Matisse” ismini vermiştir:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nü- Matisse, tuval üzerine yağlı boya 65x 53
327
Bedri Rahmi‟nin bu resme Matisse‟in ismini vermesinin nedeni, Matisse‟in nü
resimlerine olan benzerlikle ilgili olabilir. Çünkü Nü- Matisse resminde arka
plandaki süslemeler, Matisse‟in resimlerinin arka planında yer alan süslemelere
benzer.
Léopold Lévy‟nin ismi ise Kiraz Ayı, Dost Dost, İnsan Kokusu ve Resme
Başlarken isimli kitaplarda 11 farklı yazıda 57 kez geçer. Léopold Lévy‟nin
isminin sık geçmesi anlaşılır bir durumdur; çünkü 1936‟da Akademi‟de Bedri
Rahmi, Lévy‟e asistanlık yapmaya başlamıştır.
Leopold Levy, Üç Ağaç
46
Eyüboğlu, “Tabiat, Biz ve Leopold Levy” başlıklı yazısında Levy‟nin tabiatı
sunuşundaki tazelik hissi üzerinde dururken Levy‟i şu şekilde anlatır:
İçindeki bitip tükenme bilmeyen tazelik hissini bazen bir avuç bademi, bazen mavi
bir gök parçasını, bazen gurbet ve yosun kokan bir limanı bahane ederek
seyircilerine sunan Leopold Levy tabiatın bu sırrına eren bahtiyar sanatkârlardan
birisidir (Eyüboğlu, 2003, s. 131).
Léopold Lévy‟den sonra ise adı geçen isim Gauguin‟dir. Gauguin‟in ismi tüm
kitaplarda 23 farklı yazıda 55 kez geçer. Gauguin, Bedri Rahmi için önemli bir
ressamdır. Bedri Rahmi bu önemi üstat olarak kimi tanırsınız sorusuna verdiği
Van Gogh, Gauguin ve Cézanne cevabıyla belirtir. Gauguin, Bedri Rahmi‟nin
ustalarından biridir. Öyle ki 1932 yılında Lyon‟da kent müzesinde Gauguin‟den
46
http://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:Levy_%C3%BC%C3%A7_a%C4%9Fa%C3%A7.jpg Erişim:
10.05.2011 14.00.
328
bir resim kopya eder 47 . Turan Erol, Bedri Rahmi‟nin Gauguin‟e olan ilgisi
üzerinde şu tespitte bulunur:
Van Gogh‟tan sonra Gauguin de onu etkilemişti. Gauguin figürlerindeki çocuksu ve
ilkellere özgü yalınlığıyla Bedri‟ya dost görünüyor, gözünü korkutmuyor olmalıydı.
(Erol, 1984, s. 31).
Gauguin, Nava Nava Mahana
Bedri Rahmi‟nin üzerinde durduğu bir diğer isim ise Leonardo Da Vinci‟dir. Da
Vinci‟nin ismi yazılarında sık yer almaz ama Resme Başlarken isimli kitapta
Leonardo‟nun Jakonde (Mona Lisa) tablosundan “Resim Nedir?”, “ Nakış ve
Resim”, “ Sanat Eskicileri” ve “Konumuz Renktir” başlıklı yazılarda ve Sabır ile
Koruk kitabında yer alan “Leonar‟ın Köpeği” başlıklı yazıda toplam 8 kez söz
eder. “Leonar‟ın Köpeği” başlıklı yazıda Eyüboğlu Leonardo Da Vinci‟nin
yalnızca Jakonde‟un meşhur gülümsemesi ile anılmasını resmin başka bir
özelliği yokmuş gibi yalnızca gülümseme üzerine odaklanılmasını eleştirir. Adı
geçen diğer yazılarda genel olarak Leonardo‟nun resimlerinden söz eder
Eyüboğlu.
Bedri Rahmi‟nin düzyazılarında daha önce de belirttiğimiz gibi en önemli
konuları ressamlar ve resimdir. Resim Yaparken adlı düzyazılarının toplandığı
kitabında ressamları konu edindiği “Portreler 1” ve “Portreler 2” başlıklı iki bölüm
47
Eyüboğlu, 2008a, s. 209.
329
yer alır. Portreler 1‟de:
„Genç ressam: Halit Doral‟, „Nazmi Ziya‟, „Mahmut
Cuda‟, „D Grubunun İçyüzü: Ressamlar Âlemimizde 14 Sima‟, „Zeki Kocamemi‟,
„Cevat Dereli‟, „Ali Çelebi‟ ve „Küçük Ressam Hasan Kaptan‟a‟ alt başlıkları,
Portreler 2‟de ise: ‟Greco ve Allahsız Sanatkârlar‟, „Tabiat, Biz ve Léopold Lévy‟,
„Modigliani‟, „Léopold Lévy Profesör‟,„P. Bonnerd‟a Selam‟, „Bonnard D
Grubunda‟ alt başlıkları yer alır. Portreler 1‟de ele aldığı ressamların hayatları
ve sanat anlayışları hakkında bilgiler verir. Ayrıca D Grubunun İçyüzü;
Ressamlar Âlemimizde 14 Ressam başlığı altında yine alt başlıklarla; Eşref
Üren, Arif Kaptan, Sabri Fettan, Cemal Tollu, Hakkı Anlı, Zeki Faik İzer, Zühtü
Müritoğlu, Elif Naci, Eren Eyüboğlu, Nusret Suman, Nurullah Berk, Fahrünnisa
Zeyd, Salih Urallı ve son olarak da kendisini 14. aza olarak tanıtır.
Bedri Rahmi‟nin üzerinde durduğu en önemli Türk ressam Nazmi Ziya‟dır.
Nazmi Ziya, Bedri Rahmi‟nin Güzel Sanatlardaki ilk hocasıdır. Bedri Rahmi
hocasının resimlerini ilk defa gördüğünde ne hissettiğini şu cümlelerle anlatır:
Nazmi Ziya‟nın resimlerini ilk gördüğüm zaman beni sarsan şey güneş ve güneşli
günlerin buğusu olmuştu. Resimlerinin bende bıraktığı ilk intiba Nazmi Ziya‟nın
güneşin, güneşli günlerin, güneşli toprakların ve güneşli göklerin ressamı oluşu idi.
(Eyüboğlu, 2003, s. 165).
Bedri Rahmi‟nin Nazmi Ziya üzerine bir kitabı da bulunmaktadır. Nazmi Ziya bu
kitap basım aşamasındayken vefat eder.
Nazmi Ziya‟dan sonra adı sıklıkla geçen diğer bir Türk ressam da İbrahim
Çallı‟dır. Çallı, Bedri Rahmi‟nin akademideki ilk hocalarındandır ve Bedri
Rahmi‟nin eğitim için Avrupa‟ya gönderilmesine ön ayak olmuştur. 48 Nurullah
Berk ve Kaya Özsezgin‟in hazırladığı Cumhuriyet Dönemi Türk Resmi isimli
kitapta yazarlar, Çallı ile ilgili “Eline fırça alınca nereye ne rengi sürse o renk
güzeldi, tatlıydı, Frenkçe deyimleriyle bir kolorist eseriydi. Bundan dolayıdır ki
Çallı‟nın en önemsiz etüdü, taslağı, boyalı krokisi renk armonileriyle gözü okşar”
(Berk ve Özsezgin, 1983, s. 28) yorumunu yapmaktadırlar.
48
Eyüboğlu, 1977, s. 13.
330
6.2.ġĠĠRLERDE ADI GEÇEN RESSAMLAR
Bedri Rahmi‟nin şiirlerinde adı geçen ressamlar; Van Gogh, Gauguin, Renoir,
Rafael ve Tisyen‟dir. Şiirlerde ismi en fazla geçen ressam Van Gogh‟tur. Bedri
Rahmi düz yazılarında Van Gogh‟tan sıkça ve üstat olarak söz eder. Van
Gogh‟un adı birçok yazısında geçer. Örneğin “Yukule-le Van Gogh‟u Anlatıyor”
başlıklı yazısında Van Gogh‟la nasıl karşılaştığını şu cümlelerle anlatır:
Ben Van Gogh‟u ilk defa Pekin‟de güzel sanatlar mektebinin kütüphanesindeki bir
mecmuada keşfettiğim zaman sevincimden ne yapacağımı şaşırmış ve mecmuayı
kaptığım gibi doğru bize yalnız klasiklerden bahseden hocamıza koşmuştum
(Eyüboğlu, 2002, s. 132).
Van Gogh beni bir şeytan gibi çarpmıştı (Eyüboğlu, 2002, s. 132) derken Bedri
Rahmi, Van Gogh‟un üzerinde yarattığı etkiyi anlatır. Van Gogh‟a öyle derin
bağlanır ki Paris‟e gittiğinde Van Gogh‟un atölyesinde çalışıp onun fırçalarını
temizlemeye karar verir. Ancak Van Gogh‟un çoktan öldüğünü öğrenince “Anam
ölmüş kadar sarsılmış ve boya parasını kardeşinden dilenen Van Gogh‟un
hayatı boyunca ne süpürülecek bir atölyesi, ne de benim öperek yıkamak
istediğim çifte çifte fırçaları olduğunu duyunca içim yanmıştı” (Eyüboğlu, 2002,
s. 132) diyerek ustası dediği Van Gogh‟a nasıl içten bir bağlılık duyduğunu
anlatmaya çalışmıştır.
Bedri Rahmi‟nin Van Gogh‟dan söz ettiği şiiri aşağıdadır:
Van Gog
Dün gece Van Gog‟u gördüm rüyamda
ağlıyordu
Gözünün üstünde bir pamuk
Pamuktan kan sızıyordu
Dün gece Van Gog‟u gördüm rüyamda
ağlıyordu
Bir kulağını kesip
Arkadaşına götürmüştü
Ama kulağı değil
Gözleri kanıyordu
Dün gece Van Gog‟u gördüm rüyamda
ağlıyordu (Eyüboğlu, 2006, s. 351).
331
Eyüboğlu, şiirde Van Gogh‟un gözünün kanadığını belirtirken hayatından ne
şekilde etkilendiğini de anlatır aslında. Van Gogh‟un asıl trajedisinin kulağını
kesmek olmadığını anlatır. Ona göre en büyük trajedi Van Gogh‟un rahat bir
hayat
yaşamaması,
ressam
değerinin
anlaşılamamasıdır.
Gözlerinin
kanamasıyla Van Gogh‟un görme yeteneğini kaybettiğini hissettirir okuyucuya.
Böylece
şair,
öfkesini belirtmiş olur.
Van
Gogh‟un
görme yeteneğini
kaybetmesiyle izleyicileri cezalandırır ve onun resimlerinden mahrum bırakır.
“Van Gog” başlıklı şiirin dışında “Kimi” başlıklı şiirinde de Van Gogh‟un adı
geçer:
Kimi güneşle düşünür
Van Gok olur
Kimi yağmurla düşünür
Şopen olur (Eyüboğlu, 2006, s. 392).
Bu şiirde Bedri Rahmi Van Gogh‟un güneşine gönderimde bulunmuştur.
“Güneşle düşünmek” imgesi şiire Van Gogh‟un resimlerinin görselliğini
taşımıştır. Çünkü Van Gogh için sarı renk sıcaklığın rengidir:
Van Gogh, beyaz olan sandalyesini sarı renklerle boyamıştır. Çünkü bu renk ona
sıcaklık ve mutluluğu çağrıştıran güneşin rengiydi” (Van Gogh, 2005, s. 70).
Eyüboğlu, bir tutam Mavi isimli kitabında yer alan Mavi Kaplumbağa başlıklı
yazısında Van Gogh‟tan büyük usta diye bahseder:
Güneşi sarı sarı yumaklar gibi saran, altın hasırlar gibi dünyamıza seren büyük
usta!.. Güneşler dolusu nur içinde tayan, yüreği yalnızlıktan, kimsesizlikten dilim
dilim dilinmiş, ancak öldükten sonra kadri bilinmiş ağır işçisi mesleğimizin
(Eyüboğlu, 2009a, s. 203).
Böylece Bedri Rahmi‟nin güneş ile Van Gogh arasında kurduğu bağ da
açıklanmış olur. Van Gogh‟un dışında adı geçen diğer ressamlardan ikisi Renoir
ve Rafael‟dir. İki ressamın ismi aynı şiirde yer alır:
Buna torun derler torun
Rafael‟den dudak
Renoir‟den burun
Evlat kemik
Torun ilik (Eyüboğlu, 2006, s. 388).
332
Bedri Rahmi‟nin ressam kişiliği torununu da ressamların elinden çıkmış gibi
tanımlamasına neden olmuştur. Torununu betimlerken kullandığı Rafael‟den
dudak, Renoir‟den burun dizeleri şiirde görselliği sağlayan dizelerdir. Rafael‟in
portrelerinde çizdiği dudakların şekli ile Renoir‟in portrelerinde çizdiği burunların
şekli Eyüboğlu‟nun torunun portresinde birleşir.
El Greco‟nun ismi şiirlerinde bir kez geçer ve Bedri Rahmi, şiirde El Greco‟nun
resimleri için “Greko‟lar” tabirini kullanmıştır. Yani El Greco‟nun adı dolaylı
olarak şiirde yer alır:
Ne arkamızda yaşaracak bir çift göz
Ne de çırpınacak deli bir mendil bıraktık
Biritiş Müzeum‟un asil mumyaları
Nasyonal Galeri‟de kıvrılan Greko‟lar, Allahaısmarladık (Eyüboğlu, 2006, s. 375).
Şiirlerde ismi dolaylı olarak geçen bir başka ressam ise Leonardo Da Vinci‟dir.
Bedri Rahmi, “Louvre- 5” isimli şiirinde Da Vinci‟nin Jakonde tablosundan 3 kez
bahseder:
Bir şair
Jakond‟u Luvr‟dan alıp
Çin‟e uçurmuş derlerse inanmayın.
Jakont
Luvr‟dadır.
Ve Luvr hala
Jakond‟un dudaklarında düğümlüdür. (Eyüboğlu, 2006, s. 374).
Eyüboğlu, şiirde Da Vinci‟nin ünlü Jakonde (Mona Lisa) tablosundan bahseder
şiirde. Mona Lisa‟nın gülümsemesinin arkasındaki sır ile Luvr Müzesi arasında
bir ilişki olduğunu söyler şair. Mona Lisa‟nın neden gülümsediği anlaşıldığından
Luvr‟un sırlarının ortaya çıkacağını hissettirir.
333
Leonardo Da Vinci, Jakonde (Mona Lisa)
49
Şiirlerinde son olarak adı geçen ressamlar Gauguin ve Tisyen‟dir. İki ressamın
ismi Jakonde‟un ismi ile aynı şiirde yer alır:
Ne yazık
Gün hayat kadar kısa
Luvr sanat kadar uzunmuş
Bana binlerce eserin önünden
Bir ekspresle geçiyormuşum gibi geldi.
Kaç defa görmeden geçtiğim şaheserlerin
Arkamdan yumrukları yükseldi.
50
Karıştırdım. Gogenleri , Tisyenleri birbirine
Ve gördüm ki Luvr‟da birçok resim
Çarmıha gerilmiştir Hazreti İsa yerine. (Eyüboğlu, 2006, s. 374).
Bedri Rahmi‟nin şiirlerinde ressamlar düzyazılarına oranla çok daha az yer
tutarlar. Örneğin El Greco, düz yazılarında adı en fazla geçen üçüncü
ressamdır. Ancak şiirlerinde yalnız bir şiir içinde dolaylı olarak adı geçmiştir.
Bunun yanı sıra düzyazılarında adı en fazla yer alan Cézanne‟in ismine
49
50
Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:Mona_Lisa.jpg Erişim: 03.01.2011, 23.50.
Gauguin
334
şiirlerinde rastlanmaz. Bu Eyüboğlu‟nun Cezanne‟e olan ilgisi düşünüldüğünde
yadırganacak bir durumdur. Eyüboğlu‟nun şiirlerinde yer alan ressamlardan üçü
(Van Gogh, Gauguin, Renoir) 19.yüzyıl, üçü (Da Vinci, Tiziano, Rafael) 16.
yüzyıl ve biri (El Greco) 17. yüzyıl sanatçısıdır. Bu ressamlardan yalnızca Van
gogh bütün bir şiirin konusunu oluşturur. “Grecolar, Tisyenler, Gogenler”
diyerek Gauguin, El greco ve Tiziano‟nun isimlerini tablolarının yerine kullanır
Eyüboğlu. Da Vinci‟nin ismi de Jakonde tablosu dolayısıyla yer alır şiirlerde.
Bedri Rahmi diğer ressamların yalnızca isimlerini söyleyip geçerken Van Gogh
üzerine bütün bir şiir yazmıştır. Şiirde Van Gogh‟un yaşadığı sıkıntıları anlatan
Bedri Rahmi, “Van gogh ve Van Dongen” başlıklı yazısında da Van Gogh‟un
çektiği sıkıntılardan bahseder51.
Ressamlar dışında Mimar Sinan‟ın ismi geçer şiirlerde. “İstanbul Destanı” isimli
şiirde Eyüboğlu, İstanbul‟un her yanından Mimar Sinan‟ın eserlerinin yer aldığını
belirterek mimarı İstanbul ile özdeşleştirir.
Bu bölümde ele alınan şiirlerde Eyüboğlu‟nun Van Gogh dışında ressamlar
üzerinde ayrıntılı şekilde durmadığı, eserlerinden söz ettiği görülür. Ancak yine
Jakonde dışındaki tablolar belirli değildir. “Gogenler Tisyenler” kullanımlarıyla
şair, ressamların bütün tablolarını şiire sokar. Yani özel anlamda şiire dâhil olan
tek tablo Da Vinci‟nin Jakonde tablosudur. Bu da gösteriyor ki Eyüboğlu şiirde
konu olarak resimden yoğun biçimde faydalanmamıştır. Şiirlerde yalnızca
isimleri hızla söyleyip geçmesi okuyucuda kalıcı yerine anlık bir etki oluşturur.
Okuyucuya uzun uzun ressamları ve tablolarını düşünme imkânı sağlamaz,
ressamlardan anlık izlenimler sunar.
6.3. DÜZYAZILARINDA VE ġĠĠRLERĠNDE ADI GEÇEN YAZAR VE ġAĠRLER
Şiirlerinde ve düzyazılarında ismi geçen ortak Türk edebiyatçılar ise Âşık
Veysel, Karacaoğlan, Orhan Veli, Yahya Kemal, Sait Faik, Asaf Halet Çelebi ve
51
Eyüboğlu, 2002, s. 40.
335
Nâzım Hikmet‟tir. Eyüboğlu‟nun düzyazılarında ve şiirlerinde adı geçen ortak
sanatçıları belirlemememizin nedeni sanatçıların şiirlerde görsellik bağlamında
ne şekilde etkili olduklarını belirlemektir. Şiirlerde ve düzyazılarda ortak yer alan
edebiyatçılara baktığımızda iki farklı alandan kişilerin yer aldığını görüyoruz:
Halk edebiyatı ve modern Türk edebiyatı.
Halk edebiyatından Bedri Rahmi‟nin düzyazılarında ve şiirlerinde adı en fazla
geçen şair, Âşık Veysel‟dir hatta Âşık Veysel‟in hayatının anlatıldığı film için
senaryo hazırlamıştır. “Karanlık Dünya” adlı bu filmin yönetmenliğini Metin
Erksan yapmıştır. Oyuncular ise Ayfer Feray, Ahmet Say, Kemal Bekir, Âşık
Veysel, Hakkı Ruşen ve Aclan Sayılgan‟dır. Film birçok kez sansürlenmiş, bazı
bölümler çıkarılarak yenileri eklenmiş ve 1953 yılında gösterilmiştir. 52 Bedri
Rahmi‟nin yazdığı senaryo İnsan Kokusu isimli kitabında 12 Mayıs 1952 tarihi
ile yer almaktadır. Pembe Vinç isimli kitabında “Bir Senaryonun Hikâyesi”
başlıklı yazısında Âşık Veysel senaryosunun değiştirilerek kullanıldığından, film
ile kendisinin yazdığı senaryo arasında çok büyük farklar olduğundan söz eder.
Bedri Rahmi, Sabır ile Koruk isimli kitabında yer alan “Bedri Rahmi‟nin Âşık
Veysel Filmi” başlıklı yazısında filmin çıkış noktasının Âşık Veysel‟e yardım
sağlamak olduğunu ve projeyi bu nedenle kabul ettiğini söyler.
Bedri Rahmi‟nin Âşık Veysel‟i anlattığı şiiri ise şöyledir:
Sekizinde düzenlemiş sazını
Dokuzunda düşmüş garip yollara
Sazına banmış sözünü
Acısını, sızısını ekmeğine katık etmiş
Pençe vurup sarı teli inletmiş
Dağlar çiçek açmış Veysel dert açmış
Elinde sazı var dut dalından
Bir kara gün dostu tutmuş elinden
Dağlar taşlar hoşnut kalmış dilinden
Yol verin ağalar yol verin beyler
Bu gelene Veysel derler (Eyüboğlu, 2006: 287).
Bedri Rahmi‟nin bu şiirindeki halk şiiri söyleyişi açık biçimde görülmektedir.
Veysel‟i Âşık Veysel yapan durumun gözlerini kaybetmesi olduğunu vurguluyor
52
http://www.sinematurk.com/film_genel/4448/Karanlik-Dunya---Asik-Veysel-in-Hayati Erişim:
21.08.10, 15.30
336
Bedri Rahmi şiirinde. Veysel‟in gözlerini kaybetmesi Eyüboğlu‟nu etkilemiş ve
Veysel‟in şiirlerindeki acının sahiciliğini gözlerini kaybetmesine bağlamıştır:
Ama sadece sanat sevgisi mi dersin
Veysel‟i Veysel eden?
Usta olmak yeter mi dersin sazın sapına kadar?
İşin içinde zokayı yemek var
Yedisinde kaybetmese iki gözü
Ne tadı kalırdı şu beytin ne tuzu
Kuş olsaydın kurtulamazdın elimden
Eğer görse idim göz ile seni (Eyüboğlu,2006, s. 287).
Ayrıca Veysel‟in sazını peteğe, sözünü arıya benzeterek ikisinin bir arada
olmasıyla ortaya Âşık Veysel‟in çıktığını söylemiştir:
Saz petek misali, söz de bir arı
Beraber uğraşıp yapmışlar balı (Eyüboğlu, 2006, s. 287).
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Âşık Veysel, 1954, kâğıt üzerine guaj
“Elinde sazı var dut dalından, bir kara gün dostu tutmuş elinden, dağlar taşlar
hoşnut kalmış dilinden” dizeleri ile “saz petek misali söz de bir arı, beraber
uğraşıp yapmışlar balı” dizeleri yukarıda yer alan Âşık Veysel resmi ile görsel
anlamda örtüşür. Dizelerde vurgulana “saz” sözcüğü resimle birlikte görsellik
kazanır ve saz ile sözün birlikteliğinin önemi vurgulanır.
337
Şiirde üzerinde durulması gereken bir nokta da şiir içine yerleşmiş Âşık Veysel‟e
ait dizelerdir:
Sekizinde düzenlemiş sazını
Dokuzunda düşmüş garip yollara
Sazına banmış sözünü
Acısını, sızısını ekmeğine katık etmiş
Pençe vurup sarı teli inletmiş
Dağlar çiçek açmış Veysel dert açmış (Eyüboğlu, 2006, s. 287).
Şiirde yer alan “sekizinde düzenlemiş sazını dokuzunda düşmüş garip yollara”
dizeleri ile “dağlar çiçek açmış Veysel dert açmış” dizeleri Âşık Veysel‟e aittir.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Âşık Veysel, kâğıt üzerine guaj, 32x 18 cm.
Eyüboğlu, resimde kullandığı yoğun siyah renk ile Veysel‟in karanlığını çizmiş,
altına yazdığı dizelerle de bu anlatımını desteklemiştir. Dağlar rengârenk çiçek
açarken Veysel siyah renk ile çizilen dertler açar.
Yukarıdaki şiirde ve resmin altında yer alan dize Âşık Veysel‟in “Bir Ulu Ağaçtan
Bir Yaprak Düşse” şiirine aittir:
338
Dağlar çiçek açar Veysel dert açar
Derdine düştüğüm yar benden kaçar
Gerçek âşık olan kendinden geçer
53
Derdini âleme yayar iniler
Bunun yanı sıra şiirin son iki dizesi de Âşık Veysel‟in “Sen Bir Ceylan Olsan Ben
De Bir Avcı” şiirine aittir:
Veysel der ismini koymam dilimden
Ayrı düştüm vatanımdan ilimden
Kuş olsan da kurtulmazdın elimden
54
Eğer görse idim göz ile seni
Âşık Veysel‟in adının geçtiği başka bir şiiri ise “Bir Porsiyon Dünya”dır:
Boşuna da Kızılırmak boşuna
Issız ovalarda şahlanmaların
Söğütleri kökünden sökmelerin boşuna
55
Veysel der ki “Pavlika ya tutsam seni”
Canım Veysel bu beylerin işi ne? (Eyüboğlu, 2006, s. 185).
Şiirde Kızılırmak ile Âşık Veysel‟i aynı dörtlükte yer veren şair, Kızılırmak‟ın
şahlanmaları ile Âşık Veysel‟in “pavlikaya tutsam seni” cümlesi arasında bağ
kurar. Kızılırmak‟ın şahlanmaları ile Veysel‟in söylenmeleri boşunadır çünkü
fabrika kurmak “beylerin” işidir.
Eyüboğlu‟nun Âşık Veysel‟in adını andığı şiirlerde dikkat çeken, şiirlerde
Veysel‟den alıntı yapmasıdır. Âşık Veysel‟in kendi dizelerine yer vererek hem
Veysel‟i yakından tanıdığını ve eserlerini bildiğini hem de şiirini Âşık Veysel ile
beslediğini hissettirmektedir. Bu şiir hakkında söylenmesi gereken başka bir
konu da şiir de “saz” sözcüğünün kullanım sıklığıdır. Bedri Rahmi 5 kez “saz”
sözcüğünü, 1 kez de “sarı tel” öbeğini kullanarak saza gönderimde
bulunmuştur. Bedri Rahmi Âşık Veysel‟in herkes tarafından bilinmesinin
nedeninin saz çalması olduğunu düşünmektedir:
Âşık Veysel‟in şiirini tadarken onda sazın aldığı yeri düşündüm. Bizim çeşitli
kâğıtlar üstüne on binlerce basılan şiirlerimiz hala köylerimize kadar ulaşamazken,
onun mısralarını köyden bize uçup getiren kuvvetin adı sazdı. (…) Veysel‟in
53
Veysel, 2001, s. 123.
Veysel, 2001, s. 103.
55
Fabrika. TDK Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü. http://tdkterim.gov.tr/bts/ Erişim: 03.06.2011.
18.30.
54
339
elindeki dut dalından yapıldığını öğrendiğimiz saz olmasaydı onun şiirini bize kim
ulaştıracaktı? (Eyüboğlu, 2005, s. 224).
Eyüboğlu, yukarıda yer alan şiirin son iki dizesine, İnsan Kokusu kitabında yer
alan “Âşık Veysel‟e Selam” başlıklı yazısında da yer vermiştir. Bedri Rahmi
Âşık Veysel‟i sevmesinin nedenini şu şekilde açıklar:
Hayal meyalden bıkmış, sahiciye susamışız. Senin şiirini sadece güzel olduğu için
değil gerçek olduğu için seviyoruz. (Eyüboğlu, 2006, s. 223).
Bedri Rahmi bu yazıda Âşık Veysel‟i tanımanın onda yarattığı etkiyi ise şu
sözlerle anlatır:
Ama Âşık Veysel‟i yakından tanıdığım zaman telaş içindeydim. Delicesine sevdiğim
isimsiz, sahipsiz köy türkülerimizden birinin adamını bulmuştum. Ona bakarak öteki
sevgili türkülerin insanları hakkında bir fikir edindim, Veysel her şeyden önce sahici
idi, yani: Yedisinde kaybettim gözümü derken gözden kastettiği sevgili yahut ona
benzer bir şey değil, adıyla sanıyla kendi gözleriydi. (Eyüboğlu, 2005, s. 222).
Türkülere olan sevgisi Eyüboğlu‟nu Âşık Veysel‟e ulaştırmıştır ve ona ulaştıktan
sonra artık Bedri Rahmi‟nin türküleri sahipsiz değildir. Bedri Rahmi yalnızca
Âşık Veysel ile ilgili yazı ve şiir yazmamıştır. Hayatını konu alan bir film
senaryosu hazırlamış ve Veysel‟in resimlerini de yapmıştır.
Âşık Veysel‟den sonra adı en sık geçen edebiyatçı Orhan Veli‟dir. Orhan
Veli‟nin ismi İnsan Kokusu, Sabır ile Koruk, Pembe Vinç, Bir Tutam Mavi ve
Resme Başlarken isimli kitaplarda ve farklı başlıklı yazılarda 63 kez geçer.
Orhan Veli, Bedri Rahmi‟nin iyi anlaştığı, sevdiği bir arkadaşıdır56. Bedri Rahmi,
Orhan Veli‟nin ölümünden sonra yazdığı yazısında onun çok sevilmesinin
nedenini tamamen yerli olmasına ve kendi memleketinin tadını çıkarmasına
bağlar ve şiirinin dilimizin her yerine yerleşeceğinden emin olduğunu belirtir
(Eyüboğlu, 2008a, s. 67).
Dol Karabakır Dol isimli şiir kitabında yer alan “İstanbul Destanı”nda Bedri
Rahmi, Orhan Veli‟yi İstanbul ile özdeşleştirir:
İstanbul deyince aklıma
Yahya Kemal gelirdi bir eyyam
56
Erol, 1984, s. 99.
340
Şimdi Orhan Veli gelir
Deminden beri dilimin ucunda Orhan Veli
Deminden beri senin tadın senin tuzun
Senin şiirin senin yüzün
Yaralı bir güvercin misali
Başımın üstünde dolanır durur
Gelir sessizce konar bu şiirin bir yerine
Neresine mi arayan bulur
Erbabı bilir
Deli eder insanı bu şehir deli
Kadehlerin çınlasın Orhan Veli (Eyüboğlu, 2006, s. 245).
Bedri Rahmi burada Orhan Veli‟yi İstanbul Şairi olarak anılan Yahya Kemal‟le
karşılaştırarak Orhan Veli‟nin önemini vurgulamaktadır. B.Rahmi, şiire Orhan
Veli‟nin bir dizesini değiştirerek yerleştirmiştir:
Deli eder insanı bu dünya;
Bu gece, bu yıldızlar, bu koku
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç (Veli, 1999, s. 63).
Şiirde üzerinde durulması gereken nokta Eyüboğlu‟nun Orhan Veli‟yi yaralı bir
güvercine benzetmesidir. Bu şekilde görsellik kazandırır dizelerine. Yaralı bir
güvercinin uçuşu ve şiirin bir yerine konması gibi hareket bildiren eylemlerle
görsellik ortaya çıkar. Aynı zamanda “Kadehlerin çınlasın Orhan Veli” dizesinde
yer alan “kadeh” sözcüğü de şiirdeki görsel imgelerden biridir. Kulakların
çınlasın deyimini değiştirerek kadehlerin çınlasın öbeğini yaratan Eyüboğlu,
Orhan Veli‟nin içkiyi sevdiğini belirtmiştir. “Kadeh” de “kulak” gibi Veli‟nin bir
parçası gibidir. Bedri Rahmi, Orhan Veli ile oturdukları içki sofralarına
gönderimde bulunur ve “kadeh” sözcüğü de bu sofraları görselleştirir.
Eyüboğlu, Orhan Veli için sadece şiir yazmamış, düzyazılarında da ondan söz
etmiş ve resimlerini de çizmiştir. Zaten Bedri Rahmi Sabır ile Koruk isimli
kitabında yer alan “Orhan Veli” başlıklı yazısında, Orhan Veli‟nin nazlanmadan
ressamlara modellik yaptığını söyler. Aynı yazıda Orhan Veli‟nin yanında
kendini şairden çok ressam hissettiğini, Orhan Veli‟nin de şiirlerinden çok
resimleri ile ilgilendiğini anlatır:
Zaten Orhan‟ın yanında kendimi şairden çok ressam buluyordum. Şiirlerimden çok
resimlerimin halini hatırını sorardı. 1940‟ta şiir üzerine uzun uzadıya konuştuğumuz
zamanlar bir türlü halk türküleri üzerinde anlaşamıyorduk. Benim türkülere
lüzumundan fazla değer verdiğimi söylüyordu, ben de halk türkülerinin muhakkak
341
bir hadise peşinden söylenmiş olmalarına dikkati çekmeye uğraşıyordum. Zamanla
türküler üzerine anlaştığımızı sanıyorum. (Eyüboğlu, 2008a, s. 66).
Bedri Rahmi‟nin Orhan Veli ile zamanla türküler konusunda anlaştıklarını
sanması yanlış değildir. Çünkü Orhan Veli de “İstanbul Türküsü” (Ülkü,
01.02.1945) , “Yol Türküleri” (1945) , “Son Türkü” (Ekim 1936‟da yazılmış,
15.06.1937‟de Varlık’ta yayınlanmış), “Sucunun Türküsü” (Yaprak, 01.11.1949),
“Uzun Bir Istırabın Sonunda ve Bir Saadet Anında Gelecek Ölümün Türküsü” 57
(Mart 1937‟de yazılmış, 16.03.1937‟de Varlık’ta yayınlanmış.) başlıklı şiirler
yazmıştır.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Orhan Veli, kâğıt üzerine guaj, 18x13
Eyüboğlu‟nun Orhan Veli‟yi andığı şiirine baktığımızda Orhan Veli‟nin Yahya
Kemal‟in yerini aldığını görürüz. İstanbul denince akla gelen Orhan Veli,
Eyüboğlu‟nun Orhan Veli‟nin yokluğundan duyduğu hüznün canlı kalmasına
neden olur. Bedri Rahmi‟nin başının üzerinde dolaşan yaralı güvercin, Veli‟nin
57
Orhan Veli‟nin şiirlerinin yazım tarihleri hakkında verdiği bilgiler için Şeref Özsoy‟a teşekkür
ederim. www.orhanveli.net
342
yüzünü anımsatır Rahmi‟ye. Erken yaşta ve erkenden kaybedilen dostun acısını
yaralı güvercin imgesiyle görselleştirir şair. Orhan Veli‟yi çizdiği iki resminden
birinde büst portresini diğerinde ise tam boy portresini çizmiştir. Yukarıda yer
alan ilk resimde Veli‟nin yalnızca yüzü yer alır. İkinci resimde ise Orhan Veli‟yi
uyurken çizer Eyüboğlu.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Orhan Veli, 1947, kâğıt üzerine karakalem 22x 18
Orhan Veli‟den sonra adı en fazla geçen şair Yunus Emre‟dir. Yunus Emre‟nin
ismi düzyazılar içinde 58 kez geçer. Bedri Rahmi yazılarında yalnızca Yunus
Emre‟den bahsetmemiş, onun dörtlüklerini de yazılarının arasına yerleştirmiştir.
Örneğin Sabır ile Koruk isimli kitabında yer alan “Leonar‟ın Köpeği” başlıklı
yazının içine Yunus‟un,
Hor bakma sen toprağa
Toprakta neler yatur
Kanı bunca evliya
Binbir peygamber yatur (Eyüboğlu, 2008a, s. 227).
dörtlüğünü yerleştirmiştir. Bedri Rahmi Yunus Emre konulu resim de yapmıştır
ve bu resimde Yunus Emre‟yi “kök” olarak resmetmiştir. Yunus‟un önemini ve
343
değerini bu şekilde anlatmıştır. Eyüboğlu aşağıdaki resmini Yunus‟un bir dizesi
ile isimlendirmiştir:
Kiminin üstünde çimenler biter
Kiminin başında sıra selviler
Kimi masum kimi güzel yiğitler
Ne söylerler ne bir haber verirler (S. Eyüboğlu, 1985, s. 239).
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Yunus ya da Kimi Masum Kimi Güzel Yiğitler, 1970
Yunus Emre‟nin isminin yer aldığı şiirler “Kırk Odalı Konak”, “Marifet” ve Cengiz
Bektaş‟a yazdığı şiirdir. Eyüboğlu, Yunus Emre için şiir yazmamıştır ancak
şiirlerinin içine yerleştirmiştir Yunus‟u. “Kırk Odalı Konak” şiirinde Yunus‟un
ilahisinden bahseder:
Çırılçıplak kadının gördüğü rüyalar
Pencerenin ötesinde gerçek olur.
Dördüncü odada bir ilahi duyulur
Bu ilahi Yunus‟undur (Eyüboğlu, 2006, s. 42).
Ve “Marifet” şiirinde Yunus, Eyüboğlu için ezilse bile güzel kokan erdemli
kişilerin arasında yer alır:
Marifet hiç ezilmemek bu dünyada
(…)
İsa misali
Yunus misali
344
Tonguç misali
Nazım misali (Eyüboğlu, 2006, s. 338).
Cengiz Bektaş‟a yazdığı şiirde ise Yunus Emre‟yi cemreye benzetir:
Dilimize düşen ilk mübarek cemre
Bitip tükenmeyen Yunus Emre
Biz dünyadan gider olduk demiş kalanlara selam olsun
Ama hep böyle gidecekse bu dünya canım Yunus
topumuza haram olsun (Eyüboğlu, 2006, s. 328).
Bu şiirde Yunus Emre‟yi cemreye benzetmesi yukarıdaki resmi de anlamlı
kılmaktadır. Cemre görsellik açısından önemli bir sözcüktür. Somut bir kavram
değildir ancak sonuçları bizi görselliğe ulaştıran önemli olgulardır. Cemrenin
düşüşü ile canlanan toprak hareketlenir, yenilenir ve verimli hale gelir. Dilimize
düşen ilk cemre olarak tanımlanan Yunus ile de dil hareketlenir, verimli hale
gelir ve şiire dönüşür. Yukarıdaki resimde toprak ve kök figürleri de bu
düşünceyi desteklemektedir. Yine Bedri Rahmi bu şiirinde Yunus Emre‟nin
dizelerine yer vermiştir:
Biz dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua
Kılanlara selam olsun (Eyüboğlu, 1985, s. 6).
Yunus Emre‟nin bu dörtlüğü Sabahattin Eyüboğlu‟nun Yunus Emre isimli
kitabında yer almaktadır ve S. Eyüboğlu bu dizenin acıyı tatlıya, umutsuzluğu
umuda, ölümü yaşamaya çeviren bir büyü var bu sözde diyerek değerini
belirtmiştir. Bedri Rahmi de bu söze önem vermiş olacak ki bu sözü hem Cengiz
Bektaş‟a yazdığı şiirde hem “Selam ile Haram” başlıklı şiirinde tekrarlıyor:
Biz dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun
Ama hep böyle gidecekse bu dünya
Kalanlara haram olsun (Eyüboğlu, 2006, s. 307).
345
Eyüboğlu‟nun, Yunus Emre konulu yaptığı diğer bir resim:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Yunus Emre, kâğıt üzerine guvaş, 52x25
58
Yukarıdaki resimde Eyüboğlu, nar ve havuç figürünü kullanmıştır. Yunus
Emre‟yi “kök” olarak çizdiği bir önceki resimle de bağlantılıdır. Ayrıca bu
resimdeki “havuç” figürü de “kök” çizimiyle bağlantılıdır. Havuç toprağı altında
yetişen bir bitkidir ve Yunus toprağın altından etkisini sürdürür. İlk resimde
toprağa düşen cemrenin toprağı beslemesi gibi Yunus da dili besler. İkinci
resimde ise nar motifi ile Yunus‟un üretkenliğini ve bereketini anlatır.
Bedri Rahmi‟nin şiirinde adı geçen diğer bir isim de Sait Faik‟tir. Sait Faik‟in
ismi düzyazılarda 55 kez yer alır. Sait Faik de Bedri Rahmi‟nin atölyesine sık sık
58
Eyüboğlu, 2005b, s. 148.
346
gelen arkadaşları arasındadır.59 “İstanbul Destanı”nda Bedri Rahmi, İstanbul‟u
Sait Faik‟le de özdeşleştirmiştir:
İstanbul deyince aklıma
Sait Faik gelir
Burgaz adasında kıyıda
Bir çakıltaşı seslenir
Mavi gözlü bir çocuk büyük döne döne
Mavi gözlü ihtiyar balıkçı gencelir küçülür
İkisi bir boya geldiler mi Sait kesilirler
Bütün İstanbul‟u dolaşırlar el ele baş başa
Ana avrat küfrederler uçan kuşa eşe dosta
(…)
İstanbul deyince aklıma
Sait Faik gelir
Taşında toprağında suyunda
Fakir fukaranın yanıbaşında
Bir kalem bir yürek bilendikçe bilenir
Kıldan ince kılıçtan keskin
Hep eyiden güzelden yana
Hep kimsesizlerin
İstanbul deyince aklıma
Sait‟in son yılları gelir
Hey Allah‟ım en güzel çağında Sait‟e
Dört beş yıl ömrün kaldı denir
Sait Sait olur da nasıl dayanır
Mavi gözlü çocuk boş verir ölüm haberine
İhtiyar balıkçı pis pis düşünür
Bir zehir yeşilidir açılır
Bir yeşil ki ciğerine işler adamın
Bir yeşil ki kasıp kavurur
Küçük mavi gözlü çocuk
İhtiyar balıkçı
Ve dilimize bulaşan zehir yeşili
İstanbul çalkalandıkça bu denizlerde dipdiri
Dilimiz yaşadıkça yaşasın Sait‟in şiiri (Eyüboğlu, 2006, s. 246-247).
Eyüboğlu, “İstanbul Destanı” şiirinde Orhan Veli ile ilgili 1 bölüm yazarken Sait
Faik ile ilgili 4 bölüm yazmıştır. Sait Faik‟in ölümü Bedri Rahmi‟yi derinden
etkilemiştir. Şiirin yukarıda yer alan bölümünde 2 kez yer alan “Zehir yeşili” söz
öbeği Sait Faik‟in “Kırmızı Yeşil” şiirine aittir:
Kıyısına tuz ileten rüzgârı
Balıkların yüzdüğünü duyarım
Dinlerim yosunların konuştuğunu
Midyelerin ağladığını.
Aşkın bir kanadı vardır kırmızıdır
Delinir
Kan akar.
59
Erol, 1984, s. 99.
347
Bir kanadı var
Zehir yeşili (Abasıyanık, 2011, s. 54).
Sait Faik‟in bu tanımı Bedri Rahmi‟nin ressam tarafını etkilemiş görünmektedir.
Bedri Rahmi, yeşil sözcüğünü 4 kez, zehir yeşili öbeğini ise 2 kez kullanmıştır.
Bedri Rahmi‟nin renklerle olan ilişkisi üzerinde daha sonraki bölümlerde ayrıntılı
şekilde duracağız ama burada belirtmek gerekir ki yeşil Eyüboğlu‟nun şiirinde
önemli bir yere sahiptir. Bu nedenle Sait Faik‟in zehir yeşili Bedri Rahmi‟yi
etkilemiştir.
Bu
etki zehir yeşili ile
görselleştirilmiş, somutlaştırılmıştır.
Tekrarlanan,
Bir zehir yeşilidir açılır
Bir yeşil ki ciğerine işler adamın
Bir yeşil ki kasıp kavurur (Eyüboğlu, 2006, s. 247).
dizeleriyle acının etkisi ve yoğunluğu hissettirilmektedir. Yeşil acıyı temsil eden
bir sözcük olarak kullanılmaktadır. Eyüboğlu‟nun ressam tarafı acıyı yeşil ile
ifade etmektedir. Oysa Bedri Rahmi‟nin şiirlerinde yer alan yeşil genellikle
mutluluğu, umudu ve hayatı temsil eder.
Bedri Rahmi, Sait Faik ile aralarındaki arkadaşlık bağının ortak noktasının
ikisinin
de halk sanatkârlarına duydukları tutku olduğundan
bahseder
(Eyüboğlu, 2008b, s. 205). Halka ve halktan olana duydukları sevgi Bedri Rahmi
ile Sait Faik‟i birbirine bağlar. Sait Faik de Bedri Rahmi gibi konularını halktan
almıştır. Bedri Rahmi, Sait Faik‟in eserlerinin bir çırpıda yapılmış hissi verdiğini
ancak biraz araştırma yapıldığında aslında uzun ve zahmetli çalışmalar
sonunda eserlerini oluşturduğunu söyler (Eyüboğlu, 2008b, s. 203).
Sait Faik de Orhan Veli gibi Bedri Rahmi‟nin yakın arkadaşıydı ve her ikisi de bu
dünyadan erken ayrıldı. Bedri Rahmi ise onların arkasından yazılar, şiirler
yazdı. “Sait‟ten Hatıralar” yazısında Sait‟in ölümü üzerine yazı yazmanın, Sait
ile ilgili hatıralarını yazmanın henüz meyveye durmuş bir dalı hoyratça
koparıyormuş hissi yarattığını söyler (Eyüboğlu, 2008b, s.200).
348
Bedri Rahmi Sait Faik üzerine yazdığı diğer bir yazısında ise Sait Faik‟e
hayattayken verilmesi gereken değerin verilmediğini belirtir ve yazısını şu
cümlelerle bitirir:
Sait‟in eseri de Orhan Veli‟nin şiirleri gibi gün geçtikçe daha çok ışıldayacak.
Bizlere de bu büyük sanatkârları yakından tanımış olmak, onlarla aynı şehirde,
hemen hemen aynı şartlar içerisinde yaşamış olmak tesellisi kalacak.
Yedi tepeye kurulmuş pul pul
Gümüş gümüş balıkları pul pul
Orhan‟dan, Sait‟ten örülmüş canım İstanbul. (Eyüboğlu, 2008b, s. 186).
Bedri Rahmi‟nin Sait Faik ve Orhan Veli için yazdığı yazılara dizeler aslında “Pul
Pul” şiirinin dizeleridir. Orhan Veli ve Sait Faik‟i İstanbul ile özdeşleştirmesinin
bir diğer kanıtı da bu dizelerdir.
Eyüboğlu, Sait Faik‟ten şiirlerinde ve düzyazılarında bahsetmesine karşın
resmini yapmamıştır.
Bedri Rahmi‟nin şiirinde adı geçen diğer bir sanatçı da Yahya Kemal‟dir. Yahya
Kemal‟in ismi yalnızca aşağıdaki şiirde yer alır:
İstanbul deyince aklıma
Yahya Kemal gelirdi bir eyyam
Şimdi Orhan Veli gelir
Deminden beri dilimin ucunda Orhan Veli (Eyüboğlu, 2006, s.245).
Burada Yahya Kemal, Orhan Veli‟nin şiirinin ulaştığı başarıyı vurgulamak için
yer almaktadır. Çünkü Yahya Kemal, İstanbul denince akla gelen ilk şairdir,
İstanbul Şairi‟dir. Bedri Rahmi, “Yahya Kemal ve İstanbul” başlıklı yazısında
Yahya Kemal‟in İstanbul yalnızca Kalamış, Piyer Loti için sevmediğini,
İstanbul‟u tarihin büyük olaylarına şahitlik ettiği için sevdiğini söyler (Eyüboğlu,
2004, s. 215).
Bedri Rahmi bu yazısında Yahya Kemal‟den “büyük şair” diye bahseder ve o
dönemde Yahya Kemal‟in gelecek nesillere kalıp kalamayacağı tartışmalarının
yersizliğini anlatır. Çünkü onu bugünkü kemale götüren dil herhalde daha çok
uzaklara götürebilecektir (Eyüboğlu, 2004, s. 217).
Yahya Kemal, Bedri
349
Rahmi‟nin yalnız şiirlerine ve düzyazılarına değil aynı zamanda resimlerine de
konu olmuştur. Eyüboğlu, Yahya Kemal‟in birden fazla resmini yapmıştır.
Bedri Rahmi Eyüboğlu Yahya Kemal, 1947, kâğıt üzerine guaj, 26x21
Bedri Rahmi‟nin bu resmi Yaşasın Renk kitabında yer almaktadır. Kitapta yer
alan diğer Yahya Kemal resimleri de aynı düşünceyi sürdürür; Yahya Kemal
cami ile aynı boyutlardadır ve kolunu caminin kubbesine dayamıştır. B.Rahmi
Yahya Kemal ile ilgili bir yazısında:
İstanbul‟un abideleri, büyük bir devin ayak izleridir. Bu ayak izlerinden devlerin
nerelere gidip geldiklerini anlamak mümkündür. Fakat bu devlerin macerasını
Yahya Kemal‟den dinlemek fırsatına erişmek hakikaten iftihar olunacak bir nimettir
(Eyüboğlu, 2004, s. 215).
İstanbul‟un önemli tarihi binalarını devlerin ayak izi olarak tanımlayan Bedri
Rahmi, Yahya Kemal‟i de bu binaların hikâyelerini anlatan dev olarak
nitelendirmiştir. Bu nitelendirme de resimlerde Yahya Kemal‟in normalden kat
kat büyük çizmesini açıklamaktadır. Eyüboğlu, Yahya Kemal‟i İstanbul‟un tarihi
ile eş tutmuş, onu bir dev olarak çizip yüceltmiştir.
350
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Yahya Kemal, kâğıt üzerine guaj 34x25.
Resmin üst kısmında eski yazı ile yazan “İstanbul‟un böyledir baharı” dizesi
Yahya Kemal‟in “Erenköyün‟de Bahar” isimli şiirine aittir. Resmin ortasında yer
alan ağaç motifleri önemlidir. Ağaç motifi Türklerde sonbahar ayinleri ve ata
mezarlarından çok bahar ve hükümdar sülalesinin simgesidir (Kuru, 2006, s.
19). Böylece resimde iki servi arasında devleştirilen Yahya Kemal İstanbul‟un
hükümdarı gibidir.
Eyüboğlu‟nun şiirlerinde ve yazılarında adı geçen bir diğer edebiyatçı ise Nâzım
Hikmet‟tir. Nâzım Hikmet‟in ismi, Bedri Rahmi‟nin Cengiz Bektaş için yazdığı
başlıksız şiirde geçer:
Bir tren kalkıyor Haydarpaşa‟dan
Tren değil bu bir hışım
İlk Türkçe dersimi ondan almışım
Memetcik Memet
Türkçem kadar güzelsin diyen büyük usta
Nâzım Hikmet
Bir Nâzım Hikmet yetmedi bre şahin aman
Bir Nâzım daha (Eyüboğlu, 2006, s. 329).
351
Bu şiirinde de Bedri Rahmi, konusu olan Nâzım Hikmet‟ten alıntı yerleştirmiştir
ancak bunu şiirin içinde belirtmiştir.
Nâzım Hikmet‟in ismi bir de “Marifet” başlıklı şiirde yer alır:
Marifet hiç ezilmemek bu dünyada
Ama biçimine getirip ezerlerse
Güzel kokmak
Kekik misali
(…)
Itır misali
İsa misali
Yunus misali
Tonguç misali
Nâzım misali (Eyüboğlu, 2006, s. 338).
Yukarıdaki şiirlerin yanı sıra Bedri Rahmi Nâzım Hikmet‟e “Zindanı Taştan
Oyarlar” şiirini yazmıştır. Şiirin içinde Nâzım Hikmet‟e “bugün buradaysa şiirin
yarın Çindedir” dizeleriyle kapalı gönderim bulunur. Bu dizeler Nâzım Hikmet‟in
“Angina Pektoris” isimli şiirinden değiştirilmiştir:
Yarısı buradaysa kalbimin
yarısı Çin‟dedir doktor.
Sarınehr‟e doğru akan
ordunun içindedir (Behamoğlu, 1997, s. 181).
Bedri Rahmi ile Nazım Hikmet, Bedri Rahmi‟nin Nazım‟ın yasaklı ses kaydını
saklayacak kadar yakın olduğunu Nazım Hikmet Büyük İnsanlık Kendi Sesinden
Şiirler kitabından öğreniyoruz.
Aşağıda yer alan şiirde Nazım‟a “usta” diye
seslenen Eyüboğlu, ses kayıtlarında da Nâzım‟a aynı şekilde seslenir60
Bursa‟nın ufak tefek yolları
Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri
Tepeden tırnağa şiir gülleri
Yiğidim aslanım aman burada yatıyor.
(…)
Dilinde dilimi bulduğum
Gücüne kurban olduğum
Anam babam gibi övdüğüm
Dayan hey Aslan Ustam
A benim
Yiğidim dayan
Dayan hey gözünü sevdiğim
Bugün efkârlıyım açmasın güller
Yiğidimden kötü haber verirler.
60
Bknz: Nâzım Hikmet, 2011.
352
(…)
Bugün buradaysa şiirin yarın Çin‟dedir
Bütün hışmıyla dilimiz
Kökünden sökülmüş bir çınar gibi
Yüreğimiz içindedir
Bugün buradaysa şiirin yarın Çin‟dedir
Acısıyla sızısıyla alnının kara yazısıyla
Bir yanı nur içinde tertemiz.
Bir yanı sızım sızım sızlayan memleketimiz içindedir.(Eyüboğlu, 2006, s. 316)
Bedri Rahmi, Nâzım Hikmet‟i ustam diye yazmıştır yukarıdaki şiirinde. Nâzım
Hikmet‟e şiiriyle destek vermektedir dayan hey aslan ustam diyerek.
Eyüboğlu‟nun, Nâzım Hikmet‟e ustam demesi şiiri için ona verdiği desteklerden
ve öğütlerden ileri gelmektedir. Örneğin Bedri Rahmi Eyüboğlu‟nun gelini
Hughette Eyüboğlu‟ndan kopyalarını edindiğimiz ve Sabahattin Eyüboğlu‟na
yazıldığını tahmin ettiğimiz 28 Haziran 1948 tarihli metnin sonunda Nâzım
Hikmet, Bedri Rahmi‟nin yetenekli bir şair olduğunu ancak bunun farkında
olmadığını belirtir:
Fakat Bedri‟nin daha iyi şeyler meydana getiremem, acizim demesine fena halde
içerledim. Ya bunu bir çeşit sitem diye söylüyor yahut neler becerebileceğine –
gayet ciddi ve soğukkanlı konuşuyorum- sahiden de aklı ermiyor. Bedri‟deki şair
kumaşı halis Bursa ipeğidir. “Türkçeyi bilmiyorum” da ne kelime. Bedri Japonca mı
konuşur? Sadece tembel.. tembelliğine bahane bulmasın, kafamı kızdırmasın.
Bedri Rahmi‟nin hem şiirlerinde hem de düzyazılarında adı geçen bir diğer halk
ozanı Karacaoğlan‟dır. Karacaoğlan‟ın ismi, İnsan Kokusu kitabında yer alan
“Reyhan Bacı”, “Âşık Veysel‟e Selam” ve Sabır ile Koruk kitabında yer alan
“Müşahade Gücü” ile “Karabiber” başlıklı yazılarda geçmektedir. Karacaoğlan‟ın
isminin yer aldığı şiirler ise “Bir Porsiyon Dünya”, “Jet Yetmiş” başlıklı şiirler ile
Cengiz Bektaş‟a yazdığı şiirdir. Bedri Rahmi‟nin şiirlerinde adı geçen diğer halk
ozanları ise Pir Sultan Abdal, Köroğlu ve Dadaloğlu‟dur. Karacaoğlan,
Dadaloğlu ve Pir Sultan‟ın isimleri aynı şiirde yer alır:
Pırıl pırıl bir Karacaoğlan
Bir Dadaloğlu bir Pir Sultan
Dilimize düşen ilk mübarek cemre
Bitip tükenmeyen Yunus Emre (Eyüboğlu, 2006, s. 328).
353
Karacaoğlan‟ın adının geçtiği diğer bir şiir ise “Bir Porsiyon Dünya”dır:
Çil çil ağlar serpilmeli üstüne
Bir çift insan eli pulun yolmaya
Bir Karacaoğlan tadın övmeye
Bunlar olmadıktan gayrı
Ha varmışsın ha yokmuşsun kime ne (Eyüboğlu, 2006, s. 184).
Bedri Rahmi‟nin şiirlerinde adı geçen diğer edebiyatçılar ise Mahmut Makal ve
Cevat Şakir Kabaağaçlı‟dır. Makal‟ın ismi “Sakal Makal Yahut Aferin Oğlum
Ahmet Bu Yolda Devam Et” başlıklı şiirde:
Herifçioğlu Sen Mişel‟de koyuvermiş sakalı
Neylesin bizim köyü, nitsin Mahmut Makal‟ı
Esmeri, sarışını, kumralı, kuzguni karası
Cebinde dört dilberin telefon numarası (Eyüboğlu, 2006, s. 182).
Cevat Şakir‟in ismi ise Cengiz Bektaş‟a yazdığı şiirde yer alır:
Mangal yürekli Tonguç Baba
Sana Anadolumun her yanından
Kekik kokan keklik kokan Cevat Şakir işi
Kınından çekilen kılıç gibi bir merhaba (Eyüboğlu, 2006, s. 327).
354
Eyüboğlu, mavi yolculuk gezilerinde Cevat Şakir‟in resmini yapmıştır:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Cevat Şakir
61
Asaf Halet Çelebi‟nin ismi yalnızca Dost Dost isimli kitapta “Herkes Adına”
başlıklı yazıda bir kez yer alır. Şiirin içinde ise ismi yer almaz. Eyüboğlu, “Kırk
Odalı Konak” şiirini Asaf Halet Çelebi‟ye ithaf etmiştir ve bunu şiirin başında
belirtmiştir. Bu şiir “Kırk Odalı Konak” masalının bir yeniden yazımı gibidir.
Ancak şair altıncı odadan sonra şiire son vermiştir:
Birinci odanın pencereleri denize bakar
Denize bakan odada üşüyen bir çocuk var
Üşüyen çocuk gemilere bakar
Gözlerinde tomurcuklanan arzular
Kulaklarında salkım salkım
Donan sesler var
(…)
Her saat başı
Dilalem Çengisi gel çık!
Dilalem Çengisi geeel çııık
61
Eyüboğlu, 2009b, s. 29.
355
Bir oda var
Kapısı açılınca
garîb
Kapanırken
gurbet
der
Altıncı odada bir şiir var
Şairin bütün derdi öteki odalar (Eyüboğlu, 2006, s. 42).
Son olarak Bedri Rahmi‟nin şiirleri ve düzyazılarında ismi geçen şair Federico
Garcia Lorca‟dır. Lorca‟nın ismi Sabır ile Koruk isimli kitapta “Bedri Rahmi ile Bir
Konuşma” başlıklı yazıda bir kez geçer. Ancak Bedri Rahmi, Lorca için
“Lorca‟ya” ve “Lorca‟ya 2” başlıklı iki şiir yazmıştır:
Bir şiir gelecek biliyorum Lorca
Deniz fenerleri gibi gözlerim yolda
Bir şiir gelecek biliyorum Lorca
Bir şiir gelecek biliyorum yalnayak
İçinde senden bir şeyler olacak
Senden ille de senden Lorca
Yüreğinde bir kurşun
Avuçlarında bir tutam yonca
Kumral karanlıklar içinden usulca
(…)
Bir şiir gelecek Lorca biliyorum
Ulu ağaçlar gibi yaprak yaprak
Ulu ağaçlar gibi tir tir titriyorum
Bir şiir Lorca, bir şiir
Tepeden tırnağa gül, tepeden tırnağa zehir
Belki yılanlar gibi sessiz sedasız sinsi sinsi
Belki küheylanlar gibi dörtnala (Eyüboğlu, 2006, s. 260).
Bu şiirde Lorca‟nın şiirlerinde çok sık kullandığı imgelere yer vermiştir Bedri
Rahmi; bıçak, küheylan, rüzgâr ve yeşil gibi. Bedri Rahmi yeşili direkt olarak
kullanmasa da yaprak, yonca, maydanoz, çınar sözcükleriyle yeşile gönderim
yapar. Şiirde 10 kez tekrarlanan “Bir şiir gelecek Lorca biliyorum” dizesi şiirin
anlatımını kuvvetlendirirken, inanç ve başkaldırıyı da hissettirir şiirde. Israrla
söylenen bu söz öbeği, şairin Lorca‟ya bağlılığının da göstergesidir.
Ama bu kök lök gibi oturacak
Bu kökte senden bir şeyler olacak
Bu kök acı kök Lorca
Bu kök zehir zıkkım
Böğründe zoka
Bağrında zıpkın
Bir şiir gelecek biliyorum(Eyüboğlu, 2006, s. 262).
356
Şiirin yukarıdaki bölümünde ise Bedri Rahmi Lorca‟nın “Acı Köke Gazel” şiirine
gönderimde bulunmaktadır:
Acı bir kökle
Bir dünya var bin taraçalı
(…)
Nereye böyle, nereye?
Bir kök var bin pencereli
-kurşuni mor arıların savaşıVe bir kök var, acı (Lorca, 2007, s. 430).
Lorca ile Bedri Rahmi‟yi buluşturan ortak nokta ise Lorca‟nın şiirleri, tiyatro
eserleri, yazıları, müzik araştırmalarının İspanyol kültürüne derinden bağlı
olmasıdır. Lorca‟nın masallarla, türkülerle yani geleneksel biçimlerle beslediği
şiirleri, Bedri Rahmi ile arasındaki bağı ortaya çıkarır. Lorca‟nın kendi kültürüne
derin bağlılığı, sanatını besleyen kaynaklara ve ezilen işçi sınıfına, halkına
sahip çıkması Eyüboğlu‟nu Lorca‟ya yaklaştırmıştır.
Buraya kadar olan bölümde Bedri Rahmi‟nin hem düzyazılarında hem de
şiirlerinde adı geçen şair ve edebiyatçılardan bahsettik. Aşağıda ise
Eyüboğlu‟nun yazılarında adı geçen edebiyatçıların tümünün isimleri yer
almaktadır.
Bedri Rahmi‟nin yazılarında adı geçen Türk Şairleri; Mevlana, Yunus Emre, Pir
Sultan Abdal, Köroğlu Baki, Fuzuli, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Nedim. 20. Yüzyıl
Edebiyatçılar, Gazeteciler ve Bilim Adamları; Nâzım Hikmet, Ahmet Haşim, Halit
Ziya Uşaklıgil, Sait Faik Abasıyanık, Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Oktay
Rifat, Yahya Kemal, Abdülhak Şinasi, Âşık Veysel, Peyami Safa, Nurullah Ataç,
Behçet Kemal Çağlar, Ahmed Hamdi Tanpınar, Suut Kemal Yetkin, Necip Fazıl
Kısakürek, Ömer Seyfettin Reşat Nuri Güntekin, Mahmut Makal, Faruk Nafiz
Çamlıbel, Burhan Toprak, Sabri Esat Siyavuşgil, Yaşar Nabi Nayır, Reşat Nuri
Drago, Samim Kocagöz, Yaşar Kemal, Şevket Rado, Cevat Şakir Kabaağaçlı,
Sabahattin Rahmi Eyüboğlu, Ceyhun Atuf Kansu, Falih Rıfkı Atay, Fikret Adil,
Asaf Halet Çelebi, Cahit Sıtkı Tarancı, F. Celalettin Göktulga, Enver Ziya Karal,
Hilmi Ziya Ülken, Şekip Tunç, Vedat Nedim Tör, Mehmet Karasan, Memet
357
Fuat, Orhan Burian, İlhan Berk, Bülent Ecevit, Can Yücel, Feyyaz Kayacan,
Suat Taşer (Tiyatro Sanatçısı), Nevzat Üstün, Salah Cimcoz, M. Hasan Göksu.
Moliere (1622- 1673), Cervantes (1547- 1616), Gogol
(1809- 1852),
Dostoyevski (1821- 1881), Balzac (1799-1850), Tolstoy (1828-1910), Oscar
Wilde (1854-1900) Franz Kafka (1883-1924), Walt Whitman (1819-1892), Victor
Hugo (1802- 1885), Baudelaire (1821- 1867), Mallerme (1842- 1898), Rimbaud
(1854- 1891)Çehov (1860- 1904), Andereyev (1871-1919), Maksim Gorki
(1868-1936), J. Cocteau (1889- 1963)Andre Gide (1869- 1951), Hemingway
(1899-1961), Cassou (1897- 1986).
Burada adını saydığımız edebiyatçılar bir şekilde Bedri Rahmi‟nin yazıları içinde
adı geçen edebiyatçılar ve sanat adamlarıdır. Şiirlerinde ise yalnızca Âşık
Veysel, Yunus Emre, Pir Sultan, Dadaloğlu, Karacaoğlan, Orhan Veli, Sait Faik,
Yahya Kemal, Asaf Halet Çelebi ve Nazım Hikmet‟tir. Yani şiirlerinde yer alan
şairler iki başlığa ayrılabilir: Halk Edebiyatı şairleri ve Modern Edebiyat şairleri.
Modern Edebiyat şairleri Bedri Rahmi ile aynı dönem şairleri ve Eyüboğlu‟nun
arkadaşlarıdır.
Şiirlerde yabancı edebiyatçılardan hiçbirinin adı geçmez. Yalnızca yazılarında
bahseder Eyüboğlu.
Bedri Rahmi‟nin yazılarında söz ettiği diğer sanatçılar ise şu şekilde
sıralanabilir: Müzisyenler; Adnan Saygun (1907-1991), Münir Nurettin(19001981), Seyit Nuh (ö.1714), Eyyübi Bekir Ağa (ö.1759), Dede Efendi (17781846), Sadullah Ağa (ö.1812), Mesut Cemil(1902-1963), Itri (ö.1712), Neyzen
Tevfik(1879-1953). Beethoven(1770-1827), Chopin(1810-1849), Wagner(18131883), Bach (1685-1750), Tino Rossi (d. 1907).
Karikatüristler; Cemal Nadir(1902-1947), Zahir Güvemli (1913-2004), Sedat
Nuri(1888-1943), Dupont.
Bedri Rahmi yazılarında önemli hattatlardan da söz etmiştir: Reisül Hattatin
Ahmet Kamil Hakkı ve Necmettin Bahaettin.
358
Bedri Rahmi‟nin düz yazılarının toplandığı Gece Yarısı (1932- 1936), Kiraz Ayı
(1936-1938), Dost Dost (1938-1945), İnsan Kokusu (1945-1952), Sabır ile
Koruk (1952-1953), Pembe Vinç (1953- 1954), Bir Tutam Mavi (1954-1955) ve
Resme Başlarken isimli kitapların üzerinde sıklık taraması yapıldığında Bedri
Rahmi‟nin düzyazılarında en fazla adı geçen sanatçının Nazmi Ziya olduğu
görülür. Nazmi Ziya‟nın ismi 1932- 1936 yılları arasındaki yazıları kapsayan
Gece Yarısı ve 1954-1955 yılları arasındaki yazılarını kapsayan Bir Tutam Mavi
isimli kitaplar dışındaki diğer beş kitapta farklı başlıklı yazılar içinde 113 kez yer
alır. Nazmi Ziya‟dan sonra adı fazla geçen isim ise Nurullah Ataç‟tır. Nurullah
Ataç‟ın ismi Gece Yarısı (1932- 1936) ve Kiraz Ayı (1936- 1938) isimli kitapların
dışındaki diğer beş kitapta farklı başlıklı yazılar içinde 68 kez yer alıyor. Bedri
Rahmi Dost Dost (1938-1945) isimli kitapta yer alan üç yazısında Nurullah Ataç
ile ilgili olumlu düşüncelerini belirtirken, Sabır ile Koruk (1952-1953) isimli
kitapta yer alan “Eleştirme- Bulaştırma” ile “Sanat ve Şöhret” isimli yazılarında
Nurullah Ataç‟ı halk sanatını küçümsediği için eleştirir. Nurullah Ataç‟tan sonra
adı en fazla geçen sanatçı ise Âşık Veysel‟dir. İnsan Kokusu (“ Âşık Veysel‟e
Selam ve Halk Şairi Âşık Veysel Şatıroğlu‟nun Hayatı ve Maceralarına Ait Film
Senaryosu”) ve Sabır ile Koruk isimli kitaplarda (“Canım Anadolu”, “Bir HediyeTezek” ve “Bedri Rahmi‟nin Veysel Filmi”) Âşık Veysel‟i konu edinen beş ayrı
yazı bulunmaktadır.
Âşık Veysel‟in ismi İnsan Kokusu, Sabır ile Koruk ve
Pembe Vinç isimli kitaplarda 67 kez geçer. İnsan Kokusu isimli kitabın sonunda
“Halk Şairi Âşık Veysel Şatıroğlu‟nun Hayatı ve Maceralarına Ait Film
Senaryosu” adıyla Bedri Rahmi‟nin, Âşık Veysel‟in hayatı anlatan film için
yazdığı senaryo yer almaktadır. Bu senaryo sıklık taramasına dâhil edilmemiştir.
Âşık Veysel‟den sonra adı en fazla yer alan kişi Orhan Veli‟dir. Orhan Veli‟nin
ismi İnsan Kokusu, Sabır ile Koruk, Pembe Vinç ve Bir Tutam Mavi isimli
kitaplardaki farklı başlıklı yazılarda 61 kez geçer. Orhan Veli‟den sonra ise
Yunus Emre‟nin 56 kez ismi geçer. Bedri Rahmi yazılarında Yunus Emre‟den
yalnızca bahsetmemiş onun dörtlüklerini de yazılarının içine yerleştirmiştir.
Yunus Emre‟den sonra ise Sait Faik‟in (55 kez), Çallı‟nın (54 kez), Fikret
Mualla‟nın (37 kez), Naşit‟in (31 kez), Ahmet Haşim‟in (29 kez), Cemal Tollu‟nun
(27 kez), Yahya Kemal‟in (23 kez) ve Mimar Sinan‟ın (27 kez) isimleri geçer.
359
Sıklık taramasına göre Eyüboğlu‟nun yazılarında adı en fazla geçen yabancı
sanatçı ise Cézanne‟dir. Cézanne‟in adı Sabır ile Koruk hariç diğer tüm
kitaplarda ve farklı başlıklı yazılarda 143 kez geçer. Cézanne‟den sonra adı en
fazla geçen yabancı sanatçı Van Gogh‟tur. Van Gogh‟un ismi Sabır ile Koruk
isimli kitap hariç diğer tüm kitaplarda ve farklı başlıklı yazılarda 104 kez geçer.
Van Gogh‟tan sonra adı en sık geçen isim El Greco‟dur. El Greco‟nun ismi
Pembe Vinç isimli kitap hariç diğer tüm kitaplarda ve farklı başlıklı yazılarda 86
kez geçer. El Greco‟dan sonra ise Picasso‟nun (87 kez), Matisse‟in (67 kez),
Leopold Levy‟nin (57 kez), F. Leger‟in (39 kez), Bonnard‟ın (35 kez),
Michelangelo‟nun (48 kez), Gaugiun‟in (54 kez) ve Leonardo Da Vinci „nin (27
kez) Gogol‟un (20 kez) isimleri geçer. Burada isimleri yirmiden fazla geçen
sanatçılar
yer
almaktadır.
Yazılarında
ismi
sıklıkla
geçen
yukarıdaki
ressamlardan Van Gogh hariç hiç birisi Eyüboğlu‟nun şiirine doğrudan konu
olmaz. Aynı zamanda Van Gogh da dâhil olmak üzere hiç birisi resminde konu
olarak yer almaz, yalnızca isimleri geçer. Düzyazılarda yer alan Matisse,
Eyüboğlu‟nun bir resminin ismi olarak karşımıza çıkar.
Yazılarda Cézanne, El Greco, Van Gogh‟un isimleri ile sık karşılaşılmasının
nedeni Bedri Rahmi‟nin sanat hayatını bilenler için gayet açıktır. Eyüboğlu, bu
isimler için “Ustalarım” tabirini kullanır. Düz yazılarında en fazla yabancı
ressamlardan söz ederken, yazılarında Türk edebiyatçılar daha fazla yer
almaktadır. Örneğin adı en fazla geçen ressam Nazmi Ziya‟dan sonra Nurullah
Ataç, Âşık Veysel, Orhan Veli, Yunus Emre ve Sait Faik‟in isimleri yer alır. Çallı,
Fikret Mualla ve Cemal Tollu dışında ismi yirminin üstünde yer alan ressam
bulunmamaktadır. Bedri Rahmi‟nin yazılarında edebiyatçılardan bahsetme
sıklığının nedeni de onun edebiyatla olan ilişkisiyle bağlantılıdır. En yakın
arkadaşlarının Orhan Veli ve Sait Faik olduğu ve çocukluğunda ailesinden aldığı
edebiyat sevgisi göz önüne alınırsa Bedri Rahmi‟nin edebiyatla ilişkisi kolayca
anlaşılabilir. Bedri Rahmi‟nin yazılarında edebiyat üzerinde fazlaca durmasının
bir diğer nedeni ise kendini kanıtlamak isteği olabilir. Çünkü kendisi de, ressam
arkadaşları tarafından şair, şair arkadaşları tarafından ressam olarak kabul
edilmesinin onu ne kadar üzdüğünü belirtmiştir. Bu açıdan edebiyatla olan
360
bağını düzyazılarında açıklamış, şiirden, romandan, tiyatrodan bahsetmiş ve
tüm sanat dallarının birbirleriyle iç içe olması gerektiğini aksi takdirde ortaya
yetkin ürünlerin çıkamayacağını savunmuştur.
Eyüboğlu‟nun yazılarında adı en sık geçen Türk ressam Nazmi Ziya‟nın ve adı
en sık geçen yabancı ressam Cezanne‟in, Bedri Rahmi‟nin şiirlerine ve
resimlerine konu olmaması ilginçtir. Şiirlerinde adı geçen Âşık Veysel‟in, Orhan
Veli‟nin, Yahya Kemal‟in resimlerini yapmış ve yazılarında da bahsetmiştir. Bu
da şiir ile resmin birbirlerine ilham vermiş olma ihtimalini ortaya çıkarır.
361
SONUÇ
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Şiirlerinde Görsellik adını taşıyan çalışmamızın
amacı Eyüboğlu‟nun ressam kimliğinden destek alarak, şiirlerinde görsel
kullanımları belirlemek, böylece Bedri Rahmi‟nin şiirleriyle resimleri arasındaki
ortak düzenlenişlere ulaşmaktı. Bu amaçla şiirler çalışmanın odak noktasında
yer alsa da resimler de amaca ulaşmak bakımından önemli bir yere sahipti.
Bedri Rahmi‟nin bütün şiirleri incelendiğinde ve şiirlerde görselliğin beş şekilde
oluşturulduğu görüldü. Öncelikle renkler, görselliğe doğrudan gönderimde
bulundukları için ilk bölümde ele alındı. Şiirlerde renkler iki şekilde karşımıza
çıkar. İlkinde şair şiirlerde renklere doğrudan yer verirken ikincisinde renkleri
kapalı gönderimlerle şiirine yerleştirir. Renkler hem şiirlerin isimlerinde hem de
içlerinde her iki şekilde de yer alır. Bedri Rahmi, resimle ilgili yazılarında birçok
rengin bir arada kullanılmasını değil, bir rengin tonlarının kullanılmasını
savunur. Şiirlerindeki renklere baktığımızda ise bazı şiirlerde bir rengin
tonlarının hâkim olduğunu, bazı şiirlerde ise birçok rengin bir arada bulunduğu
görülür. Sayısal olarak değerlendirildiğinde bölümde incelenen 43 şiirin 8‟inde
renklerin tonlarının kullanıldığı, 26 şiirde ise birden fazla farklı rengin bir araya
getirildiği görüldü. Böylece resimde bir rengin farklı tonları ile sağlanan
rengârenklik şiirlerde birden fazla rengin birlikteliği ile oluşturulur. Yeşil, kırmızı
ve sarı şiirlerde en fazla karşılaşılan renktir. Bedri Rahmi‟nin şiirlerinde renklerin
görsel yoğunluğunu yinelemelerle sağladığını görürüz. Renklerin etkisi dize
içinde ve bölüm içinde yinelenerek artırılır. Renklerin etkisinin artırılmasının
başka bir yolu da alışılmamış bağdaştırmalardır. Örneğin yeşil rengin etkisi
“zindan yeşili” bağdaştırmasıyla hem olumsuz anlam yüklenir hem de görsel
etkisi artar.
Renklerden sonra şiirlerde görselliğin ne şekilde düzenlendiğinin belirlenmesi
amacıyla Wölfflin‟in Sanat Tarihi’nin Temel Kavramları kitabında yer alan ve
Wölfflin‟in resme uyguladığı formları şiirlere uygulandı ve her bir form ayrı bir
başlık altında incelendi. Sonuçta resim, heykel ve mimari için geçerlilik gösteren
362
sanat formlarının şiir için de uygulanabilir olduğu görüldü. Çizgisellikgölgesellik, düzlem-derinlik, kapalılık- açıklık, çokluk-birlik ve belirlilik- belirsizlik
formlarından, şiirlerin kuruluşunda en çok düzlem-derinlik formlarından
derinliğin kullanıldığı belirlendi. Çizgisel 12, gölgesel 13 şiir; düzlem özelliği
taşıyan 13, derinlik özelliği taşıyan 26 şiir; kapalılık özelliği taşıyan 16, açıklık
özelliği taşıyan 8 şiir; çokluk özelliği taşıyan 6, birlik özelliği taşıyan 9 şiir;
belirlilik özelliği taşıyan 8, belirsizlik özelliği taşıyan 6 şiir olduğu görüldü.
Gölgeselliğin
resimlerde
olduğu
gibi
şiirlerde
de
nesnelerin,
kişilerin
algılandıkları şekilde çizilmesi ve çizilen figür ile ilgili fiziksel ayrıntıların
verilmemesiyle sağlandığı; derinliğin de resimlerde olduğu gibi şiirlerde de şiir
içindeki figürlerin birbirlerine olan uzaklıklarına göre düzenlendiği belirlendi.
Şiirlerde derinliğin oluşturulmasında yer yön zarflarının belirleyici olduğunun;
“Yanında, arkasında, sağında…” gibi belirli zarfların yanı sıra “ötede, beride,
şurada, burada…” gibi belirsiz yön zarflarının da kullanıldığının söylenmesi
gerekir. Tüm bu formlarla birlikte Eyüboğlu‟nun şiirlerinin renk dışında resme ait
formsal
özellikler
taşıdığı
söylenebilir.
Şiirlerde
görselliğin
ne
şekilde
düzenlendiği de bu şekilde açıklamış oldu.
“Şiirle Çizilmiş Resimler” başlığındaki üçüncü bölümde Bedri Rahmi‟nin
şiirlerinde resim özelliği taşıyan betimlemelerden yola çıkarak; nü, portre,
otoportre, manzara, doğanın öğeleri ve nesne alt başlıkları ile şiirlerinin içinde
çizdiği resimler belirlenmiştir. Bu bölüm Eyüboğlu‟nun şiirleri ve resimleri
arasındaki yöntemsel ortaklıkların görülmesini sağlamıştır. Tıpkı resimlerinde
olduğu gibi şiirlerinde de izlenimci bakış açısıyla çizmiştir. Resim portrelerinde
nasıl modelinin yüz hatlarını ayrıntılı şekilde vermeyip dokunma hissi
uyandırmıyorsa şiirlerinde çizdiği portrelerde de aynı şeyi yapar. Şiir
portrelerinde çizdiği kişilerin fiziksel özelliklerini ayrıntılı şekilde vermez. Aynı
durum mekân çizimlerinde de geçerlidir. Şiirlerinde çizdiği mekânların iç veya
dış mekân olsun fiziksel tasvirlerinden çok ruhsal etkilerini çizer. Şiirlerde yer
alan bu tarz anlatımlar Wölfflin‟in gölgesellik formunu belirginleştirir.
Dördüncü bölüm “Şiirlerle Resimler Arasındaki Kesişmeler” başlığını taşır. Bu
bölümde Eyüboğlu‟nun “şiirli resimler” olarak isimlendirdiği içine şiir yazdığı
363
resimleri üzerinde durularak resim içinde yazan şiirlerin ve resimlerin tam olarak
yazım/yapılış tarihleri bilinemediğinden yapıtların oluşturulma sürecine net
biçimde ulaşılamamıştır. Bu noktada şiirlerin ilk basım tarihleri dikkate
alınmıştır. Bedri Rahmi‟nin “şiirli resimler” diye nitelendirdiği içinde şiir yazan
resimler incelendiğinde, içlerinde yazan şiirler ile resimler arasında bir bağ
olduğu görülmüştür. Şiir ve resimler birbirini anlamsal açıdan tamamlar. Ancak
“Eski Yazılı Resimler” başlığı altında ele alınan resimlerde, şiirler ile resimler
arasında bir ilişki olmadığı görülmüştür. Buna en iyi örnek “Yunus Emre” isimli
resmin içinde yazan “Karadut” şiiridir. Tüm bölüm ele alındığında içinde şiir
yazan 9 resimden üçünde kendi şiiri yazmaktadır. Bu bölümde ayrıca
Eyüboğlu‟nun içinde düzyazıların bulunduğu resimlerine de yer verilmiştir. Bu
resimler Bedri Rahmi‟nin genellikle mavi yolculukları sırasında hazırladığı ve
günlük özelliğinde notlar düştüğü resimlerdir. Eyüboğlu, şiiri ya da yazıyı
resimlerine yerleştirerek bütün bir eser ortaya çıkarmıştır. Yazıları ya da şiirleri
yazmasa resmin eksik kalacağı düşüncesinde gibidir.
“Sinematografik Anlatım” başlığını taşıyan beşinci bölümde, Eyüboğlu‟nun
şiirlerinde oluşturduğu hareketli görüntüler incelenmiş ve şiirlerde görselliğin
yalnızca resim ve resme ait öğelerle sağlanmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Dol
Karabakır Dol isimli kitapta yer alan 23 şiirde sinematografik anlatımın yer aldığı
görülmüştür. Yirmi üç şiirin yedisinde fantastik anlatı hâkimdir. Şairin
betimlemeleri ve sahneye yerleştirdiği nesneler, kişileri sunuş tarzı fantastik
anlatıyı sağlayan özelliklerdir. Şiirlerde yer alan görüntülerin özellikle iç mekân
anlatımlarında yakın planda sunulduğunun söylenmesi gerekir. Şair böylece şiir
kişilerinin ruh hallerinin görülmesini sağlamıştır.
Çalışmanın son bölümünde ise Eyüboğlu‟nun şiirleri ve düzyazılarında andığı
ressamlar ve edebiyatçılar belirlenmiştir. Buna göre yazılarında adı en sık
geçen Türk ressam Nazmi Ziya, yabancı ressam Cézanne‟dir. Şiirlerde ise
Cézanne‟in ve Nazmi Ziya‟nın ismi yer almaz. Türk edebiyatçılar şiirlerde daha
öne çıkar. Âşık Veysel, Orhan Veli ve Sait Faik, Bedri Rahmi‟nin yakın
arkadaşlarıdır. Bu nedenle resimlerinde de onları konu edinmiştir.
Şiirlerle
resimler arasında, yazılar ve resimler arasındaki ilişkiden daha yoğun bir ilişki
364
vardır. Yazısında sıklıkla bahsettiği bir ressam, resimlerinde konu olarak yer
almaz ancak şiirlerinde adı geçen edebiyatçılar resimlerine konu olur.
Bedri Rahmi Eyüboğlu‟nun şiirlerinde görsellik yalnızca resmin malzemelerinin
kullanımıyla değil, sinemanın da kurgusal özellikleri kullanılarak oluşur. Yalnızca
renklerle değil, resmin yapısal özellikleriyle de şiirlerde görsel etki yaratılır. Bedri
Rahmi‟nin ressamlığı göz önüne alındığında şiirlerinde renklerin etkili olması
beklenen bir durumdur. Ancak bu etkinin yalnızca açık biçimde renk isimlerinin
kullanılmasıyla
değil,
hem
kapalı
gönderimlerle
hem
de
alışılmamış
bağdaştırmalarla dönüştürülerek kullanılması şiirlerdeki görsel etkiyi artırır.
Eyüboğlu‟nun ressam bakışı bir rengi başka başka renklere dönüştürerek
şiirlerin görselliğini zenginleştirir.
Bedri Rahmi Eyüboğlu‟nun şiirlerinin görsel düzenlemeleri üzerinde durulurken
resmin ve sinemanın kurgusal özelliklerinden yola çıkılmasının nedeni, şiirde
görselliğin de kurgusal özellikler taşıyıp taşımadığını ortaya çıkarmaktı.
Renklerin görsellikle ilişkisi net biçimde kurulurken, şiirlerde renkler dışında yer
alan ve görselliğin oluşmasında etkili kullanımların belirlenmesi, Eyüboğlu‟nun
şiirlerinde
görselliğin
tek
yönlü
olmadığını,
görsel
sanatların
kurgusal
özelliklerini de içerdiğini gösterir. Böylece resmin ve şiirin ortak görsel
düzenlenişlere sahip olduğu, Eyüboğlu‟nun bu ortaklıkları kullanarak şiirlerini
besler.
Eyüboğlu resim ile şiir arasına kesin çizgiler çizmemiş, ikisine birlikte yer verdiği
eserler yaratmıştır. Bu durum Eyüboğlu‟nun sanatının belirleyici özelliklerinden
birini oluşturur. Resimlerinin içine yazdığı şiirler, resmi tamamlar ve izleyiciye,
resmi değerlendirmesi için bir bağlam sunar. Resimlerine yalnızca şiir değil
düzyazı yerleştirmesinin nedeni de budur. Resmin oluşturulduğu bağlamı
anlatması izleyiciyi resmin içine çeker. Şiirlerinde yer alan resme ait kullanımlar,
şiirlerin canlanmasını, hareketlenmesini ve görsellik kazanmasını sağlar. Bedri
Rahmi‟nin şiir ve resmi birbirinden ayırmamasının bir nedeni de çevresi
tarafından resme ağırlık vermesi için baskı görmesi gibidir. Bu baskıya karşı
çıkış olarak resimlerini ve şiirlerini aynı anda yaratmış; ikisini bir arada
kullanarak şiirli resimler yapmıştır.
365
Bedri Rahmi şiirlerini resim ile besler ve bu, ressam kişiliği göz önüne
alındığında olağan bir durumdur. Şiirlerde ressamın dünyayla, nesnelerle,
insanlarla ilişkisi öne çıkar. Bu bakış Eyüboğlu‟nun kendine özgü söyleyişinin
başlıca nedenlerinden biridir.
366
KAYNAKÇA
Abasıyanık, Sait Faik (2011). Şimdi Sevişme Vakti ve Diğer Şiirleri. İstanbul:
Yapı Kredi Yayınları.
Alkan, Erdoğan (1995). Şiir Sanatı. İstanbul: Yön Yayınları.
Altıok, Metin (2006). Şiirin İlk Atlası. İstanbul: Kırmızı Yayınları.
Aksan, Doğan ( 1974). Dilbilim Açısından Şiir. Türk Dili, 271; 558- 559.
Aksan, Doğan (2003). Cumhuriyet Döneminden Bugüne Örneklerle Şiir
Çözümlemeleri. Ankara: Bilgi Yayınevi.
Aksan, Doğan (2005). Halk Şiirimizin Gücü. Ankara: Bilgi Yayınevi.
Aksan, Doğan (2006). Şiir Dili ve Türk Şiir Dili. Ankara: Engin Yayınları.
Aksel, Malik (1960). Anadolu Halk Resimleri. İstanbul: İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yayınları
Aktulum, Kubilay (2007). Metinlerarası İlişkiler. İstanbul: Öteki Yayınevi.
Arda, Fethi (1976). Türk Resmi ve Bedri Rahmi Eyüboğlu. Sanat, Eylül, 40; 22.
Arnheim, Rudolf (2009). Görsel Düşünme (Rahmi Öğdül, Çev.). İstanbul: Metis
Yayınları.
Asiltürk, Baki (2006). 1980 Kuşağı Türk Şiirinin Poetikası. İstanbul: Toroslu
Kitaplığı.
Bachelard, Gaston (2008). Uzamın Poetikası. (Alp Tümertekin, Çev.). İstanbul:
İthaki Yayınları.
Bektaş, Cengiz (1976). Bedri Rahmi Nakışlı Bir Deneme. İstanbul: Cem
Yayınevi.
Barthes, Roland (1967). Düzyazı ve Şiir (Berke Vardar, Çev.). Cep Dergisi,13
Kasım: 40-42.
367
Başkan, Seyfi (1997). Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye’de Resim, Ankara:
Kültür Bakanlığı Yayınları.
Behramoğlu, Ataol (1997). Son Yüzyıl Büyük Türk Şiiri Antolojisi 1,2. İstanbul:
Sosyal Yayınlar.
Berk, İlhan (1997). El Yazılarına Vuruyor Güneş 1935-1990, İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları.
Berk, Nurullah (1975). Bedri Rahmi‟nin Resmi. Milliyet Sanat, Eylül, 152; 8-12.
Berk, Nurullah (1975). Bedri Rahmi Üstüne Notlar, Varlık, Kasım, 818; 12-13.
Berk, N., Özsezgin, K. (1983). Cumhuriyet Dönemi Türk Resmi. İstanbul:
Türkiye İş Bankası Yayınları.
Berger, John (2009). Görme Biçimleri. (Yurdanur Salman, Çev.). İstanbul: Metis
Yayınları.
Bingöl, Necdet (1973). Ahmet Haşim‟in Şiirinde Renkler. Türkoloji, sayı 1, 5591.
Brown, Blain (2005). Sinematografi Kuram ve Uygulama. (Selçuk Taylaner,
Çev.). İstanbul: Hil Yayın.
Buğra, Hatice Bilen (2000). Cumhuriyet Döneminde Resim Edebiyat İlişkisi.
İstanbul: Ötüken Yayınları.
Büker, Seçil (2009). Sinemada Anlam Yaratma. İstanbul: Hayalbaz Kitap.
Başlangıcından Günümüze Kadar Büyük Türk Klasikleri. (2002).İstanbul:
Ötüken Neşriyat.
Canberk, Eray (2005). Şiir Yazıları. İstanbul: Toroslu Kitaplığı.
Cengiz, Metin (2003). Modernleşme ve Modern Türk Şiiri. İstanbul: Telos
Yayınları.
368
Çelik, Abdullah (1996). Bedri Rahmi Eyüboğlu. Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınları.
Çembertaş, Orhan (1982). Türk Resminde Empresyonizm. Mezuniyet Tezi.
İstanbul Üniversitesi, İstanbul.
Çoban, Ahmet (2004). Göller ve Çöller Şairi Ahmet Haşim. Ankara: Akçağ
Yayınları.
Dilçin, Cem (2005). Örneklerle Türk Şiir Bilgisi. Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları.
Doğan, Mehmet H. (1975). Bedri Rahmi‟nin Şiiri. Milliyet Sanat, Nisan, sayı 151,
13-15.
Dost Kitabevi. (2000). Art Book Cezanne. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Dost Kitabevi. (2001). Art Book Matisse. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Dost Kitabevİ. (2005). Art Book Van Gogh. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Duben, İpek (2007). Türk Resmi ve Eleştirisi (1880- 1950). İstanbul: İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Durmuş, Mithat (2001). Bedri Rahmi‟nin Şiirlerinde Işık ve Renk Unsuru.
Türkoloji, sayı 1, 239-254.
Edgü, Ferit (1976). 1001 Bedros. Soyut, Nisan, 90: 4-21.
Edgü, Ferit (2003). Görsel Yolculuklar. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Edgü, Ferit ( 2008 ). Biçimler, Renkler, Sözcükler. İstanbul: Sel Yayıncılık.
Eliot, T.S. (2007). Edebiyat Üzerine Düşünceler. (Sevim Kantarcıoğlu, Çev.).
İstanbul: Paradigma Yayınları.
Ercilasun, Bilge (2004). Servet-i Fünûn’da Edebi Tenkit. Ankara: Akçağ
Yayınları.
369
Erol, Turan (1984). Günümüz Türk Resminin Oluşum Sürecinde Bedri Rahmi
Eyüboğlu. İstanbul: Cem Yayınevi.
Erzen, Melih (2007). Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Şiiri Üzerine Bir Araştırma.
Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Ankara.
Eyüboğlu, Sabahattin (1985). Yunus Emre. İstanbul: Cem Yayınevi.
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (1937). Nazmi Ziya. İstanbul: Güzel Sanatlar Akademisi
Yayınları.
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (1956). Dördü Birden, İstanbul: Varlık Yayınları.
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (1977). Binbirbedros,.İstanbul: Ada Yayınları.
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (1978). Babatomiler. İstanbul: Ada Yayınları.
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (1985). Kardeş Mektupları. İstanbul: Bilgi Yayınevi.
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (1986). Resme Başlarken. İstanbul: Bilgi Yayınevi.
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (1987a). Delifişek. İstanbul: Bilgi Yayınevi.
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (1987b). Tezek. İstanbul: Bilgi Yayınevi.
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (1989). Yukule-le’ye Mektuplar .İstanbul: Bilgi Yayınevi.
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (1990). Bu Anadolu Var Ya. İstanbul: Bilgi Yayınevi.
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (1991). Resim Yaparken. İstanbul: Bilgi Yayınevi.
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (1995). Kültür Yokuşu. İstanbul: Bilgi Yayınevi.
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (1997). Körolası. İstanbul: Bilgi Yayınevi.
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (2000). Aşk Mektupları 1933-1934. İstanbul: Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları.
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (2001). Aşk Mektupları 1934-1936. İstanbul: Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları.
370
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (2002). Gece Yarısı. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları.
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (2003). Kiraz Ayı. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları.
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (2004). Dost Dost. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları.
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (2005a). İnsan Kokusu. İstanbul: Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları.
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (2005b). Resim Katalogu. İstanbul: Drimart.
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (2006). Dol Karabakır Dol (Bütün Şiirleri). İstanbul:
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (2008a). Sabır ile Koruk. İstanbul: Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (2008b). Bir Tutam Mavi. İstanbul: Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (2008c). Mavi Yolculuk Defterleri, İstanbul: Türkiye İŞ
Bankası Kültür Yayınları.
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (2009a). Bir Tutam Mavi. İstanbul: Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (2009b). Mavi Yolculuk Defterleri. İstanbul: Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları
Eyüboğlu, Bedri Rahmi (2009c). Resim Katalogu. İstanbul: Artium Sanat Evi.
Filizok, Rıza (1991). Şiirimizde Halk Edebiyatı Tesirleri Üzerine Notlar. İzmir:
Ege Üniversitesi Yayınları.
Finlay, Victoria (2007). Renkler Boya Kutusunda Yolculuklar (Kudret Emiroğlu,
Çev.). Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
371
Güven, Hatice Nevin (1996). Resimde Görsel Algılama. Sanatta Yeterlilik,
Anadolu Üniversitesi, Eskişehir.
Halman, Talat Sait., Horata, O., Çelik, Y., Demir, N., Kalpaklı, M., Korkmaz, R.
ve
Oğuz, M. Öcal. (2007). Türk Edebiyatı Tarihi 4. Ankara: Kültür
Bakanlığı Yayınları.
Kaplan, Mehmet (2006). Tevfik Fikret Devir-Şahsiyet-Eser. İstanbul: Dergâh
Yayınları.
Kesek, Dilek (2000). Türk Resim Sanatının Gelişimi ve Çağdaş Türk Resim
Sanatı İçinde Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Yeri.
Yüksek Lisans Tezi.
Süleyman Demirel Üniversitesi. Isparta.
Kesek, İbrahim (2000). Bedri Rahmi Eyüboğlu Anadolu Halk Sanatı Öğeleri ve
Bunların Çağdaş Bir Anlayışla Eserlerine Aktarılması. Yüksek Lisans Tezi.
Süleyman Demirel Üniversitesi. Isparta.
Kıvrak, Ece (2009). Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Türkiye’deki Sanat Eğitimine
Resim-Şiir İlişkisi Bağlamında Katkıları. Yüksek Lisans Tezi. On Dokuz
Mayıs Üniversitesi. Samsun.
Korkmaz, R., Gariper, C.,Kolcu,. A.İ.,Argunşah, H., Özcan, T., İslam, A.,
Gündüz, O., (2006). Yeni Türk Edebiyatı 1829-2000. Ankara: Grafiker
Yayıncılık.
Köksal, Ahmet (1975). Bir Kanadı Türkü Bir Kanadı Nakış, Varlık, Aralık, 819:
12-13.
Kuru, Ayşin (2006). Geleneksel Motiflerin Kimliklerini Kaybetmeden Yeni
Tasarımlara Dönüşmeleri. Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniveristesi, İstanbul.
Küçükerdoğan, Bülent (2010). Sinemada Kurgu ve Eisenstein. İstanbul:
Hayalbaz Kitap.
372
Leppert, Richard (2009). Sanatta Anlamın Görüntüsü (İsmail Türkmen, Çev.).
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Lorca, Federico Garcia (2007). Bütün Şiirleri. (Erdoğan Alkan, Çev.). İstanbul:
Varlık Yayınları.
Işık, Vildan (2007). Türk Resminde 1930-1970 Tarihlerinde Yapılan Sanat
Tartışmaları ve Tartışmaların Odağındaki Sanatçı: Bedri Rahmi Eyüboğlu.
Yüksek Lisans Tezi.. Cumhuriyet Üniversitesi. Sivas.
İnce, Özdemir (1993). Yazınsal Söylem Üzerine. İstanbul: Can Yayınları.
Mascelli,Joseph V. (2007). Sinemanın 5 Temel Öğesi. Ankara: İmge Kitabevi
Yayınları.
Morsünbül, Hüdai (2006). Resim ve Şiir Işığında İlhan Berk Sanatı. Yüksek
Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir.
Oktay, Ahmet (1993). Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı. Ankara: Kültür
Bakanlığı Yayınları.
Oktay Rifat Kitabı (1991). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Orhan Veli (1999). Bütün Şiirleri. İstanbul: Adam Yayınları.
Özbek, Nadide (1994). Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Sanat Anlayışına Ulusallık ve
Yerellik Açısından Bir Yaklaşım. Yüksek Lisans Tezi. Gazi Üniversitesi.
Ankara.
Özgül, M. Kayahan (1997). Resmin Gölgesi Şiire Düştü. İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
Öztelli, Cahit (1983). Halk Türküleri Evlerinin Önü. İstanbul: Özgür Yayınları.
Özünlü, Ünsal (2001). Edebiyatta Dil Kullanımları. İstanbul: Multilingual
Yayınları.
Parlatır, İsmail (2004). Recaî-zade Mahmut Ekrem. Ankara: Akçağ Yayınları.
373
Ponty, Maurice Merleau (2010). Algılanan Dünya. (Ömer Aygün, Çev.). İstanbul:
Metis Yayınları.
Renda, Günsel (1977). Batılılaşma Döneminde Türk Resim Sanatı 1700-1850.
Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları.
Rifat, Oktay (1956). Perçemli Sokak. İstanbul: Yeditepe Yayınları.
Rifat, Mehmet (1996). Gösterge Avcıları I, Şiiri Okuyan Şairler. Şiir ve Şiir
Kuramları Üzerine Söylemler, İstanbul: Düzlem Yayınları.
Rifat, Mehmet (2008). XX. Yüzyılda Dilbilim ve Göstergebilim Kuramları 2.
Temel Metinler. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Silverman, Kaja ( 2006). Görünür Dünyanın Eşiği. (Aylin Onacak, Çev.).
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Sevin, Emel (1996). Bezeme’nin Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Resimlerindeki
Yeri. Yüksek Lisans Tezi. Anadolu Üniversitesi. Eskişehir.
Sözen, Mustafa (2003). Sinemada Renk, Ankara: Detay Yayıncılık.
Stevens, Wallace (1993). Şiir ve Resim arasındaki Bağıntılar. (Yasemin
Kahyaoğlu, Çev.). Sombahar, 20, 25-33.
Şengel, Deniz (2002). Ut Pictura Poesis: Kısa Bir Tarih. Parşömen Kültür
Edebiyat Dergisi, 2, 1-69.
Şerifoğlu, Ömer Faruk (2008). Bedri Rahmi Eyüboğlu; Yaşasın Renk, Live Long
Colour. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Tansuğ, Sezer (1995). Türk Resminde Yeni Dönem. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Tansuğ, Sezer (2006). Resim Sanatının Tarihi. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Tunalı, İsmail (1989). Felsefenin Işığında Modern Resim. İstanbul: Remzi
Kitabevi.
374
Tükel, Işın (2005). Resmin Dili İkonografiden Göstergebilime. İstanbul: Homer
Kitabevi.
Uygun, Mustafa (2007). Başlangıcından 1950’lere Kadar Türk Resminde
Manzara. Yüksek Lisans Tezi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi,
İstanbul.
Uzundemir, Özlem (2010). İmgeyi Konuşturmak. İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi
Yayınevi.
Ünlü, M., Özcan, Ö. (2003). 20. Yüzyıl Türk Edebiyatı 1940-1960. İstanbul:
İnkılap Kitabevi.
Veysel, Âşık (2001). Âşık Veysel Hayatı ve Bütün Şiirleri. İstanbul: İnkılâp
Yayınevi.
Vurnal, Hülya (1993). Roma Bizans Mozaik Sanatı Etkisi ile 1960 Sonrası
Günümüze Kadar Mimaride Duvar resmi Olarak Mozaik Sanatı ve Bedri
Rahmi-Eren
Eyüboğlu
Mozaikleri.
Yüksek
Lisans
Tezi.
Marmara
Üniversitesi. İstanbul.
Yakıcı, Ali (2007). Halk Şiirinde Türkü. Ankara: Akçağ Yayınları.
Yalçın-Çelik, S. Dilek (1997). Narla İncire Gazel: Gzael Formunda Postmodern
Bir Anlatı. Frankofoni, 9, 35-52.
Yalçın, Mehmet (2004). Şiirin Ortak Paydası (Şiirbilime Giriş). İzmir: Dokuz Eylül
Yayınları.
Yapı Kredi Yayınları (2009). Van Gogh. İstanbul: YKY.
Yapı Kredi Yayınları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. (2011). Nâzım Hikmet
Büyük İnsanlık Kendi Sesinden Şiirler. İstanbul: YKY., Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları.
Wellek, R., Warren, A. (2001). Yazın Kuramı. (Yurdanur Salman ve Suat
Karantay, Çev.).
375
Wölfflin, Heinrich (1990). Sanat Tarihinin Temel Kavramları. (Hayrullah Örs,
Çev.). İstanbul: Remzi Kitabevi.
376
EK 1: Nazım Hikmet’in Mektubu 1
377
378
379
EK 2: Nazım Hikmet’in Mektubu 2
380
381
382
EK 3: Nazım Hikmet’in Mektubu 3
383
384
385
EK 4: Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun El Yazısıyla ġiirleri
386
387
388
389
390
391
392
393
394
395
396
397
398
399
400
401
402
403
404