SÖZCÜKLER 9
Transkript
SÖZCÜKLER 9
13 ‹K‹ AYLIK EDEB‹YAT DERG‹S‹ MAYIS - HAZ‹RAN 2008 ISSN: 1306-634X Sahibi ve Yaz›iflleri Sorumlusu: A. Turgay Fiflekçi Kapak ve Sayfa Tasar›m›: Hakk› M›s›rl›o¤lu Yönetim Yeri: Neyzenbafl› Halilcan sok. 42/7 Üsküdar 34668 ‹stanbul Telefon ve Faks: 0216 495 88 65. Yaz›flma adresi: P.K. 57 Üsküdar-‹stanbul [email protected]; www.sozcuklerdergisi.com fi‹‹R Cevat Çapan, 5; Kemal Özer, 6-7; Ahmet Necdet, 13; Juan Gelman, 21; Nihat Ziyalan, 29; Ali Püsküllüo¤lu, 30-31; Refik Durbafl, 39; Ahmet Erhan, 45-48; Erol Çankaya, 56-58; Hüseyin Ferhad, 64-65; Ferruh Tunç, 72-74; Roni Margulies, 82; Mehmet Yafl›n, 94-95; Mustafa Köz, 112-113; Selahattin Yolgiden, 117; Serkan Türk, 123; R. Teknikel, 127. ÖYKÜ YET‹fiK‹NLER‹N BAYRAM YER‹ 40 Cemil Kavukçu GÜZEL JPG 55 O¤uzhan Akay CANBERRA GEM‹S‹ 83 Behçet Çelik “BEN fi‹MD‹ fi‹‹R YAZIYOM” 102 Celal Özcan KIfi ORTASINDA Ç‹LEK YER‹M 114 Salih Ecer DENEME, ELEfiT‹R‹, ANI “LA‹K BARIfi”IN DOSTLARI ... UNUTUfiA KARfiI fi‹‹R SEMPRUN’E YAKLAfiAN VE UZAKLAfiAN ELEfiT‹R‹ NEREDE DURUYOR ANAD‹L‹N SES‹ ADALET A⁄AO⁄LU ‹LE ZAMANIN ‹Z‹NDE GELECEK KORKUSU NÂZIM VE NERUDA B‹L‹NÇAKIfiI VE SALON KÖfiELER‹NDE TURUNCU KUfiUN SILASI BENDEK‹ O⁄UZ TANSEL C‹LAVUZ’DAN GEÇERMEN ERHAN BENER’‹N PORTRELER‹ fiAVKAR ALTINEL VE YABANCILIK UND‹NE NEDEN G‹D‹YOR? 6 14 20 32 49 59 66 75 86 96 108 118 124 128 131 fiA‹R‹N HASATI 137 TAR‹HTE B‹R GÜN 140 Server Tanilli Juan Gelman U¤ur Kökden Semih Gümüfl Emin Özdemir Alev Bulut Mehmet Serdar Egemen Berköz A. Didem Uslu Mahmut Temizyürek Eray Canberk Alper Akçam Cemil Eren Hale Seval Pelin Alio¤lu Besim Dalg›ç Aliflan Çapan Bask› ve Cilt: Yaz›n Bas›n Yay›n Matbaac›l›k Turizm Ltd. fiti. Çiftehavuzlar mah. Prestij ‹fl Merkezi 27/806 Zeytinburnu-‹stanbul. Tel.: 0212 5650122 Yay›n Türü: Yerel Süreli Yay›n. Da¤›t›m: Yay-Sat. Fiyat›: 6 YTL, K›br›s için 7 YTL. Bir y›ll›k abonelik için Ahmet Turgay Fiflekçi ad›na Yap› Kredi Bankas› Levent Çarfl› fiubesi 60469735 nolu hesaba, ya da 5519864 nolu posta çekine 36.-YTL yat›r›ld›ktan sonra dergilerin gönderilece¤i posta adresine mektupla ya da [email protected]’a bildirilmelidir. Yurtd›fl› için abone ücreti 60 Euro’dur. Merhaba, Bu say›m›z güncel geliflmelerin her gün yeniden önümüze getirdi¤i yaflamsal bir sorunu, ülkemizde laiklik uygulamalar›n› irdeleyen bir yaz›yla aç›l›yor. Server Tanilli’nin bu yaz›s›n›n konuya iliflkin zihinlerde uyanm›fl sorulara yan›tlar içerdi¤ini düflünüyoruz. ‹spanyolca yazan edebiyatlar dünyas›nda önemli bir yeri olan Cervantes Ödülü’nü bu y›l Arjantinli flair Juan Gelman kazand›. Gelman’la yap›lan söyleflide, flairin fliir dünyas›n›n yan› s›ra, ço¤u Latin Amerikal› ayd›nlar›n yazg›s›na dönüflmüfl trajik yaflamöyküsünün de tan›¤› olacaks›n›z. Edebiyat›n ticaret ürünü olma yolunda h›zla ilerlemesi karfl›s›nda, elefltiri türü de, zor bir dönem geçiriyor. Semih Gümüfl’ün, “Elefltiri Nerede Duruyor” adl› yaz›s›, bu bak›mdan güncel sorunlara tarihsel bir not düflme de¤eri tafl›yor. Emin Özdemir, “Türkçe Üzerine Mektuplar”›yla dilimizin güzelliklerini savunmay› sürdürüyor. U¤ur Kökden’in, ça¤›m›z›n önde gelen ayd›nlar›ndan ‹spanyol yazar Sempun’ün yaflamöyküsünden ayr›nt›larla ördü¤ü yaz›s›n› da ilgiyle okuyaca¤›n›z› umuyoruz. Mehmet Serdar, “Gelecek Korkusu” adl› yaz›s›nda, gelece¤in dünyas›na bakarken, insan olman›n gücü ve güçsüzlükleriyle yan›tlar ar›yor. Alev Bulut, Adalet A¤ao¤lu’nun yaz›nsal dünyas›nda; Didem Uslu ise ilk romanlar›m›zdan Saffeti Ziya’n›n Salon Köflelerinde’de bilinçak›fl› tekni¤inin yans›malar›n› inceliyorlar. fiiir ve öykülerle günümüz edebiyat›n›n farkl› kuflaklar›ndan seçkin örnekleri sunabilmenin mutlulu¤unu bir kez daha yafl›yoruz. Bu say›m›zda Habib Aydo¤du’nun resimleri var. ‹yi okumalar. 3 4 Cevat Çapan UZAK DEN‹Z ‹flte sana sonunda bu pembe deniz kabu¤u içinde o uzak denizin sesini getirdim. Belki de köpükten bir vilaneldi gizlice yazmak istedi¤im. Ama f›rt›na ç›kt› birden, alabora oldu teknem, düfllerle yetifltirdi¤im cezayir menekfleleri, hindistan cevizleri, korsan art›¤› baharat, türlü ipekli kumafl taa Çin’den ve Maçin’den, hepsi o ›ss›z adada kald›. O eski yaz akflamlar› çarda¤›n gölgesinde babam›n anlatt›klar› ve anlatamad›klar› o ›ss›z adada kald›. 5 Kemal Özer Yang›n fiiirleri ÖMRÜ KISA KELEBEKLER Herkes unutmufl olsa bile sen tutuyorsun ya akl›nda y›llar geçti diye aradan susacak de¤ilsin ey ozan Gördüysen k›sac›k bir ömre neler s›¤d›rd›¤›n› onlar›n dökülmüfl yapraklar de¤il birer ›flk›nd› diyeceksin her biri Uçup gitmelerinden önce ›fl›ktan bir iz kald›ysa bofllukta iz sürenlerin yolunu ulaflt›rmak içindi bir gövdeye Kiminin gülüflünden bir k›vr›m kiminin günlü¤ünden bir sat›r kiminin de bir ürperti o gövde sevday› yeni tan›m›fl yüre¤inden Gördüysen her fliirin bir ömrü daha derin kaz›d›¤›n› belle¤e yeniden ç›kacakt›r susanlar konuflan a¤›zlarda bir yürüyüfle 6 HER KELEBEK ‹Ç‹N GEÇERL‹ B‹R KÜÇÜK TAR‹H Siz gördünüz nas›l konup kalkt› ben görmedim uçarken onu Sizin bir dal›n›z k›r›ld› ben yaln›zca bildim k›r›lm›fl oldu¤unu Siz koydunuz onun ad›n› ben o ad› ezberime ald›m ancak Sesini size b›rakt› benim kula¤›m da o sesle ç›nlayacak Size rüzgâr› kald› ben bir fliir ç›kard›m o rüzgârdan Sizi an›larla ço¤altt› beni her sözcükte bir daha s›nayan 7 “LA‹K BARIfi”IN DOSTLARI VE DÜfiMANLARI Server Tanilli Türkiye Devleti, Müslüman dünyada s›radan bir cumhuriyet de¤il, “laik cumhuriyet’’tir. Onun uygar dünyan›n dikkatini çekmesi de bundand›r. Ça¤dafl bir devlet olman›n baflta iki niteli¤i vard›r: Demokratik ve laik olmak! Gerilikler içinde yüzen ‹slam dünyas›nda, Türkiye böyle ça¤dafl bir örnek verdi¤i içindir ki gözler önünde oldu. Ne var ki, Laik Türkiye’nin büyük sorunlar› da var. * Bat›’da, laik ilke, bir süreç içinde olgunlaflt› ve yürürlü¤e girdi. Baflta Fransa’n›n tarihi bunu gösteriyor. Ancak, bu süreç bahar havas›nda geçmedi orada. Bir devrim gerginli¤i de efllik etti tart›flmalara. Anglosakson dünyada, sekülerleflme, “yamal› bir bohça’’ halinde kalsa da, bir mücadelenin eseridir. Ne varki, Bat›’n›n yaflad›¤› süreci biz tadamad›k: Osmanl›, Bat›’y› meydan muharebelerinde tan›d›. Önce yendik, sonra yüzgeri döndük; baflta askeri yenilikleri kabul ettik, 19. yüzy›lda da, ceza hukukundan ticaret ve usul hukukuna de¤in yasalar› Bat›’dan oldu¤u gibi alarak yenilefltik. Onlar›, e¤itimde modernleflme izledi. Ancak, Osmanl› devleti bir ‹slam devleti idi; yani din ile devlet iç içeydiler. Osmanl›n›n kanunname gelene¤i, Bat›’dan kimi kurallar› aktarmada ifle yarasa da, sistemin teokratik temeli sürüyordu. Bunu da de¤ifltirmek gerekiyordu. Bu ba¤lamda devleti laiklefltirerek bir bütün olarak yenilefltirmek ve ça¤dafllaflt›rma, 1923 Devrimi’nin eseridir: Din, vicdanlara b›rak›larak, devlet ve toplum yenilefltirilir. Ça¤›n isterleri ve ayd›nlanma yollar› açar. Bir gelecek ve yar›n fikri gözleri ufuklara çevirir: Her devrimin önünde giden bir yol aç›c› da vard›r. Bizde Mustafa Kemal’in dehas› yürüyüflü yönlendirir. Bütün bu yenileflme, “yukar›dan’’ gelmifltir. Böyle olmufltur; çünkü, Bat›’n›n yaflad›¤› süreci biz yaflayamam›flt›k: Geçmiflimizde, ne kapitalizm, ne de Ayd›nlanma Devrimi vard›. Bat›’da, din bile bir “Reform’’ geçirmiflti; bizde bu da görülmedi ve flimdi de bekleniyor. 8 Cumhuriyet, en baflta da e¤itimle parlak bir eser ortaya koydu. Bir eksizli¤i vard›: Devrim’i, “demokrasi’’ ile taçland›rmak gerekiyordu. Bu afl›lama mümkündü; nitekim 1950’lerden bafllayarak, demokrasinin kap›lar› aç›ld›. Ne var ki, demokrasi ad›na ortaya ç›kan çevreler, demokratik devrimi derinlefltirecek yerde, onu “yüzeysel bir demokrasi” olarak yozlaflt›rd›lar: Devrim’in düflmanlar›yla da uzlaflarak, en baflta laik e¤itimi çökerttiler; dincilere yollar› açt›lar. Halk›n kafalar› ve dikkatlerini, ça¤›n isterlerine döndürmeyip, sa¤’a ve dincilere çevirdiler. (Bkz. Cüneyt Arcayürek, Atatürk’ten Sonra Bugünlere Nas›l Geldik?, ‹stanbul, 2008). Yani, Devrime ihanet ettiler! Demokrat Parti’nin, Adalet Partisi’nin, 12 Eylül’ün ard›na kadar açt›¤› yolda ANAP’›n, Do¤ruyol’un ve baflkalar›n›n yapt›klar› budur. Onlar›n yan› s›ra, düpedüz ‹slamc›lar önce koalisyonlara kat›ld›lar ve bir gün, Amerikan emperyalizminin deste¤iyle bizzat iktidara geldiler: AKP’nin hüviyeti budur. AKP de, iktidara geldi¤i günden, laik miras› tasfiye etmekte elden geleni yapm›flt›r. Her soluk al›p verdi¤inde, “Türban, imam hatipler ve Kuran kurslar›’’n› tekbir gibi dile getirdiler. Son olarak, türban diye kalkt›¤›nda, Türkiye’ye en büyük kötülü¤ü yapm›flt›r: Halk› aç›kça ikiye bölmüfltür. Bat› demokrasilerinde sa¤ ile sol partiler yelpazesine yay›lan farkl›l›klara benzemeyen türden bir bölünmedir bu. Türkiye’de, tarihimizin bir istihzas›d›r, demokrasi ad›na laiklik, daha do¤ru deyiflle, laik devlet sorgulan›yor!.. 1950’lerden bafllayarak, iktidara gelenlerin, ülkenin ekonomisini ve d›fl ticaret politikas›n› emperyalizme ba¤larken, laik e¤itim de gericili¤e verdikleri korkunç ödünleri; e¤itimde ve kültürde karfl› devrimin yol açt›¤› “çözülme süreci’’ni biliyoruz. Türkçe ezan›n yerini Arapça ezan al›rken, din dersleri yeniden okullara girer. “Ayd›n din adam›’’ ad›na vaktiyle kurulan ama ra¤bet görmemifl imam hatip okullar› tekrar yürürlü¤e sokulur. H›zla yay›l›r. Bizzat devlet ve hükümetlerin – partizan gerekçeler gere¤i – elinden tuttu¤u bu okullar›n say›s› – görülmemifl biçimde – ço¤al›r. Çok geçmeden anlafl›l›r ki, bu okullar›n aç›l›fl›, Müslüman halk›n ihtiyac›ndan çok, “dinsiz bir yönetimden kurtulma’’ demagojisine oturtulmufltur. Böylece, “laik lise’’nin karfl›s›nda imam hatipler vard›r art›k. Harp okullar› d›fl›nda, üniversitelerin kap›lar› da aç›l›r. “Kad›ndan imam olmaz’’ dense de, k›zlar için de imam ve hatipler aç›l›r. 9 Göbe¤i böyle bir ihanetle kesilmifl bir kurumun gelece¤i mümkün olabilir mi? Çok gecikmifl olsa da karar› vermeliyiz: ‹mam ve hatip okullar› yerlerini düz liseye b›rakmal›. ‹mam ve hatip görevi ihtiyac› sürüyorsa, ilahiyat fakültelerinden – belli bir seçmeye göre – al›nmal›d›r. Yeri gelmiflsse onu da söylemeliyiz: Türkiye’de ilahiyat fakülteleri konusu da soysuzlaflt›r›lm›flt›r: ‹stanbul ve Ankara üniversitesinde bir ‹lahiyat Fakültesi derken, özellikle 12 Eylül’den bafllayarak, aç›lan her üniversitede, birer ‹lahiyat Fakültesi açmak kural olmufltur. Halen say›lar› 25’e varm›fl, ya da aflm›flt›r. Üniversite açmakta ça¤d›fl› bir davran›fl içinde oldu¤umuzdan, yak›n y›llarda – 100’ü aflk›n say›s›yla – bir “üniversite çöplü¤ü’’müz olacakt›r. ‹lahiyat Fakültelerinden yetiflenlere bakarak, flimdiden çok kayg›l› oldu¤umuzu söylemeliyiz. Varolan ilahiyat fakültelerini kapatarak, birkaç/önde kentimizde, her bak›mdan ça¤dafl nitelikte ilahiyat fakülteleri kural›m. 12. yüzy›lda, ‹spanya’da filozof ‹bnül Arabi, Kuran kurslar›na bak›p, “Kuran yetiflkinler içindir, küçüklere verece¤i bir fleyi yoktur’’ demifl olsa da, körpe beyinlerin y›kand›¤› bu yerler gitgide yay›l›yor. Kuran kurslar›, devletçe izinli-izinsiz demeden yasaklanmal›d›r. Türban’a gelince... 1970’lerde, M›s›r’da yuvalanm›fl Müslüman Kardefller güruhunun; 1979’da ‹ran Devrimi’ne Hümeyni’nin el koymas›n›n ard›ndan, Türkiye ‹slamc›lar›n›n marifeti olarak s›n›rlar›m›zdan içeri giren türban, bu ça¤d›fl› sürüklenifl, üniversitelerimizin kap›lar›nda durdurulmufltu. Bugün, bu salg›n onlar› aç›p içeriye girebilir mi? Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kad›n erkek eflitli¤i, Kad›n Devrimi y›k›lacak m›? Hay›r, üniversiteler teslim olmayacak, olmamal›!.. E¤itimde laiklik karfl›t› davran›fllar sadece bunlar de¤il: Okullarda Ramazan’da oruç telkini, olmad›¤›nda dayak; bodrumlarda, mescitte ö¤rencilere namaz k›ld›rma; Ö¤retmenler Günü gibi kimi önemli kutlamalarda Mevlüt okutma rastlanan olaylard›r. Örtünme telkini de s›kça görülüyor. Din içerikli öykülerle dolu kitaplar› okuma ya da okutmak, örnekleri de var... Yaln›z e¤itimde de¤il, genel yaflamda da dinin a¤›rl›¤› görülüyor: ‹slamc› partilerde, toplant›lar “selaml›k-haremlik’’ bölünmesidir. AKP’nin belediyeleri, bir ad›m atm›fl, kentte usul d›fl› “içki yasa¤›’’ koymufltur. Selamlaflma da, Arap usülüdür. Devlet modeli, “sadaka’’ dayatan modeldir. Özetle, Türkiye bir “‹slamlaflt›rma’’ bask›s› alt›ndad›r: “Ulus’’, çekilifl içindedir. Kapitalizmin bafllar›, “Her fleyi piyasa belirler’’ diye ba¤›r›10 yor ve bizde de ba¤›rt›yor 盤›rtkanlar›n›. Bunun bir sonucu, “Piyasa üzerinden karfl›devrim’’dir; Türkiye de, iflte bu bata¤a götürülüyor. Konuyu, Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤›’na da getirmeliyiz. Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤›, Cumhuriyeti kuranlar›n yaratt›klar› bir kurumdur. Laikli¤e, dinle devleti birbirinden ay›rmak olarak bak›ld›¤›nda, bizde bir kurald›fl›l›k görülür. Ne var ki ülkemizde, Bat›’da görüldü¤ü gibi bir ruhbanl›k s›n›f› olmad›¤›ndan, bofllu¤u nas›l doldurabilirdi Cumhuriyetçiler? Toplumda ne olursa olsun zümrelere b›rakmak yerine, dizginleri elde tutmak salim bir yoldu. Cumhuriyetçilerin yapt›¤› yerindedir. Nitekim, devrimi sürdürenler, Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤›’ndan bir engel görmediler. Öyle oldu, çünkü o kurumun bafl›na getirilenler, Cumhuriyetin nas›l kuruldu¤unu görmüfllerdi. Atatürk ve ‹nönü döneminde, Diyanet’in bafl›na gelenler, gerçekten sayg›n ve bilgin kifliler oldular ve laikli¤e bir dost gözüyle bakt›lar. Çok partili dönemde de, bu kuraldan sapanlar pek görülmedi. Son y›llarda o makamda oturan Prof. Ali Bardako¤lu da, gerçekten sayg›n bir kiflilik. Son bir demecinde (Hürriyet, 18.2.2008), “Din sadece bir kesimin, belli bir kurumun de¤il, hepimizin ortak ba¤›d›r. Biz hem dinimizi do¤ru ö¤renmeyi, do¤ru tan›mlamay› ve ça¤dafl dünyan›n üretti¤i de¤erlerle buluflmay› hem de laikli¤i, demokrasiyi, insan haklar›n› bir arada, birini di¤erine feda etmeksizin götürmeliyiz. Bu Atatürkçülü¤ün de bir gere¤idir ve bu Atatürk’ü do¤ru anlamam›zla ilgili bir husustur’’ diye söyledikleri, Say›n Baflkan›n tan›d›¤›m›z çap›n› bir kez daha ortaya koyuyordu. Toplumda bir kar›fl›kl›k varsa, onun nedenini de, “kafas› kar›fl›k politikac›lar›n ortaya ç›k›p kendi düflüncesine uygun dini aç›klama’’ beklemelerinden; “çok k›flk›rt›c› bir ortam›n da böyle kiflilerin de ortaya ç›kmalar›nda’’ ileri geldi¤ini söylüyor Hocam›z ve isabetlidir dedikleri. (Ancak, say›n baflkan›n, son haftalardan birinde; Dan›fltay’›n bir karar› vesilesiyle söyledikleri, son derece yersizdi ve tehlikeylidi). F›rsat› bulup Diyanet’in içindeki ortam›n pek kar›fl›kl›¤›n› da söyleyelim: AKP döneminde, imam hatiplilerle alabildi¤ine doldurulmas›n›n bunda çok pay› vard›r. Daha önceki bir dönemin de kimi garipliklere yol açt›¤›n› belirtelim: Y›lbafl› flenli¤ine evrenselli¤ine bakmadan karfl› ç›kmak nas›l olur? Hele hele flu “Kutlu Do¤um’’, ciddi bir konuyu suland›rmaya götürmez mi? Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤›, halk›m›za, dinle ilgili ça¤dafl bir bilinç kazand›rmak için de kurulmufltur: Bu kurumun kald›r›lmas›ndan yana de¤iliz; ama kurum, en az›ndan “fetvac›’’ kimli¤inden ar›nd›r›lmal›d›r. (Ay11 r›ca bkz. Avni Özgüvel, “Diyanete Düflen Görev’’, Radikal, 16 Ocak 2008) Öte yandan, ilahiyat d›fl›nda, devlete ba¤l› bütün okullarda dinsel e¤itime son verilmeli! 12 Eylül faflizminin eseri 82 Anayasas›’n›n liselere de¤in dayatt›¤› “zorunlu din dersleri’’ kald›r›l›rken, “zorunlu olmayan’’ din derslerine de gidilmemeli. Laik bir ülkede okullarda din dersine yer yoktur! Bu arada “Vak›flar ‹daresi’’, dine ve dincili¤e hizmet eden bir kurum olmaktan ç›kar›lmal›; elindeki olanaklar sosyal yard›m çerçevesinde de¤erlendirilmeli, “tarihsel eser’’ niteli¤i tafl›yan camilerin bak›m ve onar›m› d›fl›nda, devlet dine, dinsel kurumlara, cami ve benzeri kurulufllara tek bir kurufl bile harcamamal› ve bu yoldan elde edilecek – ve birkaç y›l içinde bugünkü rayiçle trilyonlarca liraya ulaflacak – büyük mebla¤lar sanayileflme yat›r›mlar›na ayr›lmal›d›r. Cami derken, dev bir sorunumuz var: Özellikle 12 Eylül’den sonra cami say›s› ola¤an d›fl› artt›. Can Dündar’›n yaz›lar›ndan (Milliyet, 18-19 fiubat 2008), elimizde son rakamlar flu: Türkiye’de 67 bin okul, 85 bin cami bulunuyor. Ancak, araflt›rmac›lar›n flu bulgusu da ö¤reticidir: E¤itim artt›kça cami azal›yor! Böylece, Türkiye dinci iktidarlardan kurtuldu¤unda ve laik yönetimlere kavufltu¤unda, cami ihtiyac›na, h›rs ve kazanç kudurganl›¤› yerine ak›l ve mant›k bir ölçü getirecektir. Öte yandan, ülkemizin laik ve demokratik güçleri, dincili¤e karfl› mücadelelerinde kitle taban›n› geniflletirken tutarl› olmal›d›rlar: Refah Partisi y›llar›nda ‹slamc›lar arada bir 12 Eylül müdalecileri ve “Bat› Klübü’’ ile dalafl›yor diye, dincili¤i, ‹slamc›l›¤› hoflgören; onun kara, antikomünist ve cihatç› kimli¤ini göz ard› eden; hayali ba¤lafl›klar ad›na laik hedeflerden uzaklaflan ve bunu da ilericilik, solculuk sanan zibidilikler görüldü. AKP ile beraber, ayn› zibidilikler yeniden ortay› sard›: Onda liberal bir parti kimli¤i görüldü; o, yurdun ba¤›ms›zl›klar›n› ve zenginliklerini emperyalizme peflkefl çekerken, dönüp Kemalizme ve orduya vuruldu. Vaktiyle, Fransa’da laik mücadelenin bayra¤›n› tafl›yan liberallere karfl›, Katolikler kazan kald›rm›fllard› ve “laikçiler’’ diye hayk›r›yorlard›. Çeliflmeye bak›n›z: bizim liberallerimiz ve ‹kinci Cumhuriyetçilerimiz, laiklik mücadelesini sürdürenlere karfl› “Laikçiler’’ diye hayk›r›yorlar. Ne var ki, AKP’nin maskesi düfltü, onlar›n da... Özetleyelim: Laikli¤in geçerli olmad›¤› bir ‹slam toplumunda demokrasi rafta kal›r; laik e¤itimin bulunmad›¤› bir e¤itim düzeninde de inanç özgürlü¤ü yoktur. Ça¤›m›z›n hat›rlatmalar›d›r bunlar!.. 12 Ahmet Necdet N‹LGÜN’E TUYU⁄LAR I Geceyi kokunla m› doldurdun ne: Seni kuflatt›m, kendime saklad›m, Bilinç-alt› bir yang›nd›n ya bende, Hep’din, Hep’i bir Hiç’le kucaklad›m. II Farkeder mi, sen de çok görme sak›n: Sevgi de¤il sevda yarafl›r sana, Yak›nken uzakd›n, uzakken yak›n, Hiçli¤inle Hep oldum, anlasana! III Ben sevdim mi seninle ço¤al›r›m, Ne ki çok zaman çaresiz kal›r›m: Varl›k ile yoklu¤un s›n›r›nda Hep sensizim ve hep seninle var›m. IV Sen tinsel bir flafakta duruyordun, Orda Baudelaire-perest bir fliir kurdun, Gördü¤üm düfl müydü, yoksa gerçek mi: Can›ms›n dedin, canevimden vurdun! 13 UNUTUfiA KARfiI fi‹‹R 1978 y›l›ndan beri ‹spanyol dilinde yap›t veren yazarlara verilen Cervantes ödülünün son sahibi Arjantinli flair Juan Gelman oldu. Jüri üyeleri, Arjantinli flairin, toplumsal ve siyasal mücadeleyi ihmal etmeksizin sözcüklerin müzikalitesi ve ritmiyle oynamada gösterdi¤i benzersiz yetkinli¤i nedeniyle ödüle de¤er görüldü¤ünü aç›klad›lar. Ödülünü geçti¤imiz günlerde, Cervantes’in ölüm y›ldönümü olan 23 Nisan’da Alcala de Henares’de alan Juan Gelman’la El Pais gazetesinin yapt›¤› söyleflilerden bir seçkiyi okurlar›m›za sunuyoruz. – fiiir yazmaya nas›l bafllad›n›z? – fiiir yazmaya bafllad›¤›mda dokuz yafl›ndayd›m. Tahmin edebilece¤iniz gibi bir k›z için yaz›yordum. Bafllang›çta 19. Yüzy›l›n önemli Arjantinli flairlerinden Almafuerte’den dizeler yolluyordum kendisine, ama ilk aflk›m oral› bile olmad›. Bir de kendi flans›m› deneyeyim dedim, benim fliirlerime de kulak asmad›. Sonunda o kendi yoluna gitti, ben de fliir u¤rafl›yla kalakald›m. O gün bugündür fliir yazar›m. fiiir sevgisi ise ondan da önce düflmüfltü yüre¤ime. Henüz okula bile bafllamam›fl küçük bir veletken abim beni evimizin yak›nlar›nda terk edilmifl bir kulübeye götürür, Rusça asl›ndan Puflkin fliirleri okurdu. Tek kelimesini bile anlamad›¤›m fliirlerin ritmi, musikisi akl›m› bafl›mdan al›r, beni hiç bilmedi¤im dünyalara sürüklerdi. – Aileniz Rus göçmeni de¤il mi? – Evet. Daha do¤rusu Ukrayna kökenli Yahudi bir aileyiz biz, ama çarl›k politikalar› nedeniyle Rus kültürüyle yo¤rulmufluz. Babam 1905 y›l›nda baflar›s›zl›¤a u¤rayan devrim teflebbüsüne kat›lm›fl, daha sonra da 1912 y›l›nda Buenos Aires’e gönüllü sürgüne gitmifl. Annemse Bolflevik 14 devrimini yerinde yaflam›fl. Babam on y›l sonra, 1922’de Rusya’ya dönmüfl, bir süre orada yaflad›ktan sonra Stalinist politikalar dayan›lmaz bir hal al›nca 1928 y›l›nda ailece Arjantin’e göçmüfller. Müzik, edebiyat ailemin vazgeçilmez tutkular›yd›, böyle bir ortamda büyüdüm. San›r›m bunun da fliir yazmaya yönelmemde etkisi olmufltur. – Siyasi bir flair olarak tan›n›yorsunuz, siyasete ilginiz, fliire olan ilginiz kadar eskiye dayan›yor mu? Tabi, tabi daha bile eskiye dayan›yor. Çocuklu¤umda mahalleden arkadafllar›mla çöpten buruflturulup at›lm›fl gofret jelatinlerini toplard›k. Franko’ya karfl› savaflan Cumhuriyetçi güçlerin bu jelatinlerden mermi yapmakta yararland›klar›n› söylemiflti akl›-evvel bir abimiz bize çünkü (gülüyor). Sonras› ise uzun hikâye… – Son kitab›n›z›n ad› Mundar/Dünyalamak. Her zamanki gibi yine bir kelime oyununuzla karfl› karfl›yay›z, ne anlama geliyor dünyalamak? – Kitaplar›m›n ismi en son akl›ma gelir. Dünyalamak, iflte ben de bu dünyaday›m anlam›na gelebilir ya da bu dünyadan usand›m anlam›na gelebilir. Ne bileyim, siz ne isterseniz o anlama gelebilir. Okurlara kalm›fl. Mu¤lak bafll›klardan, iki üç farkl› anlama gelebilecek olanlar›ndan hofllan›r›m. Söz etti¤im mu¤lakl›k fliirde içkin olan bir fleydir. Alt›n ça¤ edebiyat›nda, Gongora’n›n, Quevedo’nun, Lope de Vega’n›n yap›tlar›nda da s›kça rastlar›z kelime oyunlar›na. Birkaç zamand›r ‹spanya’da baz› kifliler dile sayg›n›n kayboldu¤unu, dille fazla oynaman›n do¤ru olmad›¤›n› seslendirmeye bafllad›lar. Ben buna kat›lm›yorum. Görünüfle bak›l›rsa sadece ‹spanya’da de¤il dünyan›n bütün ülkelerinde insanlar dillerini çekifltirip duruyorlar. ‹flin do¤rusu da bu, dil yaflayan bir fleydir çünkü. Eskiden bu konularda daha keskindim, dildeki s›n›rlar› aflma ihtiyac› hissediyordum. Son zamanlarda duruldu¤um söylenebilir. – Geçmifl sizin için hâlâ bir tak›nt› olmaya devam ediyor mu? – ‹flin do¤rusu flu ki hepimizin bir geçmifli var, geçmiflimiz bizi biçimlendirir ve zamanla bir parçam›z haline dönüflür. Bu anlamda geçmiflten son kitaplar›mda uzaklaflmaya bafllad›m. Benim kendi geçmiflim baz› trajedilerle fazlas›yla örselenmifl bir geçmifl. Sürgün, o¤lumun kayboluflu… Bütün bunlar üzerimde derin bir iz b›rakt›. Geçmiflte ne olup bitti¤i ilgilendirir beni, araflt›rmak isterim. Nostaljiden çok bir soru sorma fleklinde geçmifle e¤ilmek. Edilgin bir tutum içinde de¤ilim geçmifle karfl›, en az›ndan öyle olmad›¤›m› düflünüyorum. Geçmifle saplan›p kalmamaya çal›fl›yorum. fiimdiki zamanda yafl›yorum, belki bu yüzden fliirlerimde y›¤›nla soru var. 15 – Geçmifliniz yap›t›n›z› ne kadar etkiledi? – fiiir yazmak flairin elinde olan bir fley de¤ildir. Ben kendi ad›ma hayat›m› yeniden kurdum. Tekrar evlendim, Meksika’da yafl›yorum. fiiir yazmaksa gönüllü bir eylem de¤ildir. fiiir, yazarken kaleminizin ucuna gelen önceden düflünülmemifl bir fleydir. Ço¤u zaman ilahi bir güç gelir ve size yazd›rmaya bafllar. Bazen o sese iyi kulak veremezsiniz, bazen de o ilahi güç size boktan dizeler yazd›r›r, böyle hallerde elinizden pek bir fley gelmez (gülüyor). Ama ilham perisi geldi mi kendisini iyi karfl›lamak, dikkatle dinlemek gerekir. Bazen de fliirler önceden yaz›lm›fl gibidir. Ancak burada fliirin farkl› oldu¤unun alt›n› çizmeliyim. Daha çok romanda ya da bir tiyatro yap›t›nda karfl›laflt›¤›m›z önceden tasarlanm›fl bir yap›dan bahsetmiyorum. Sadece fliir kaleminizden akar gider sanki daha önceden yaz›lm›fl gibi. ‹lham perilerinin kap›n›z› çalmaz oldu¤u dönemler de olur. Y›llarca fliir yazmad›¤›m dönemler olmufltur. – Bir fliiri nas›l oluflturursunuz? – Ne diyece¤imi bilemiyorum. Y›llar içinde rastlad›¤›n›z önceden belirlenmifl baz› ifade biçimleri oldu¤u kesin. Asl›nda yazarlar ömürleri boyunca belirli izlekler etraf›nda dolan›r durur, de¤iflkenlik gösteren biçimdir. Her yeni ifade belirmeye bafllad›¤›nda o ana kadar kulland›¤›n›z ifade biçimlerinin huzuru kaçar. Söyleyece¤inizi baflka türlü söylemeniz gerekir. Ço¤u zaman flairlerin ilk fliirleri çok iyi de¤ildir, savrukça kaleme al›nm›flt›r. Bu konular› Cesare Pavese çok iyi anlat›r. Benim içinse sadece ilham perisinin gelmesi yeterli de¤ildir. Elbette bana da ilham veren fleyler var ama genelde yazma dürtüsü dayan›lmaz hale gelince daktilonun bafl›na çöker yazar›m. – Be¤enmeyip, y›rt›p att›¤›n›z olur mu fliirlerinizi? Pek y›rt›p atmam, nadiren düzeltirim yazd›klar›m›. Asl›nda bunu bir defo olarak da görmüyor de¤ilim. Ama fliir olmuflsa olmufltur benim gözümde. Yazd›¤›m› fliire benzetemezsem y›rtar atar›m. Bir yazar›n çok fazla düzelti yapmas›n› yazma an›na ihanet olarak görürüm. – Son kitab›n›zda “oturmufl unutulmuflluklar›n›n koltuklar›na / seyrediyorlar günümüzün kepazeliklerini a¤lamaktan fliflmifl gözlerle…” dizeleriyle okuru bir kere daha unutmaya karfl› uyar›yorsunuz, böylelikle yine geçmifle dönüyoruz. – Geçmiflten çok, bellek burada söz konusu olan. – Sizin de a¤lamaktan gözlerinizin fliflti¤i oldu mu? 16 – Hâlâ a¤lad›¤›m oluyor, engel olam›yorum. “Erkekler a¤lamaz” diyen o ünlü tangonun ö¤üdüne kulaklar›m› t›kay›p a¤l›yorum. ‹nsan›n a¤layamayacak noktaya gelmesinin bir tür sakatl›k oldu¤unu düflünüyorum. Bu da insan›n bafl edemedi¤i fleylerden biri. – fiiirlerinizde dönemin yaralar›ndan, savafllardan, yoksulluktan, kötü flairlerden söz ediyorsunuz. fiiir bu yaralara merhem olabilir mi? – fiiir okumak, özellikle ‹spanyolcan›n büyük ustalar›n› okumak, beni gerçekten baflka bir boyuta götüren, ac›lar›m› dindiren belki de yegane fley. fiiir yazman›nsa ac›yla uzaktan yak›ndan ilgisi yok bana kal›rsa. Tek bafl›na ac›n›n, kederin bir fliir kayna¤›, bir sanatsal ifade kayna¤› oldu¤unu düflünmüyorum. Aflk gibi bir bak›ma, Safo’dan günümüze aflk üzerine milyonlarca fliir yaz›lm›flt›r ama fliirin kayna¤› aflkt›r diye kestirip atamazs›n›z. – Sürgün sizi ülkenizden uzaklaflt›rd›. Arjantin’den, Buenos Aires’ten uzak kalmak sizi nas›l etkiledi? – Art›k kendi iste¤imle Meksika’da yafl›yorum, sürgün de¤ilim. Göçmen demek daha do¤ru olur. Sürgün beni ‹talya’ya, ‹spanya’ya, Fransa’ya, Nikaragua’ya sürükledi ama bu durum o dönemin askeri diktatörlü¤ünün zorlamas›yla oluflmufltu. Bugün sivil iktidarlar ifl bafl›nda ve hiçbir güç beni Arjantin’de yaflamaktan al›koyamaz. Meksika’da yaflamak benim kendi karar›m. Arjantin’den ayr› düflmeye gelince. San›r›m hepimiz kendimizce bir mesafe, bir uzakl›k alg›s›na sahibiz. Çeflit çeflit mesafe vard›r, somut mesafeler, tan›mlanamaz mesafeler ya da afl›lamaz mesafeler. Günümüzde birçok insan›n adil bir hayatla aras›nda ciddi bir mesafe var örne¤in. Ya da olgusal, somut mesafeler söz konusu, bir sevdi¤ini kaybetmek gibi. Bu mesafelerin yo¤unlu¤u ise kifliden kifliye ve durumdan duruma de¤iflir. – Sürgün günleriniz sona erdi¤inde neden Arjantin’e dönmediniz? – Mario Benedetti dönmeyi tersine-sürgün olarak adland›rm›flt›. Aç›kças› tersine-sürgün bana olanaks›z gibi görünüyor. On dört y›l sürgünde yaflad›m. Sürgünde de yaflad›¤›n›z yerle çok güçlü bir ba¤ olufluyor. Roma’da yaflarken kendileri de sürgün olan yoldafllar, arkadafllar gelirdi evime, baz›lar› sanki haftaya geri dönecekmifl gibi valizlerini bile açmazlard›. Kendi ad›ma bu hisse hiç kap›lmad›m. Uzun bir ayr›l›k olaca17 ¤›n› bilerek Arjantin’i terk ettim. Sürgün y›llar›m boyunca karfl›laflt›¤›m kültürel farkl›l›klar› azami ölçüde anlamaya, bu farkl›l›klardan yararlanmaya çal›flt›m. Sonunda benim konumumda bir insan için yap›labilecek en iyi fleyin “dünyalamak” oldu¤una karar verdim. Baz› insanlar “Ben dünya vatandafl›y›m” filan gibi bir tak›m saçma sapan laflar ediyorlar, sak›n kulak asmay›n böyle palavralara. – Yolunuz Meksika’ya nas›l düfltü? Arjantin’e döndü¤ümde flimdiki kar›mla tan›flt›m. O da uzun y›llar önce Meksika’ya sürgüne gitmifl. Tatili sona erdi ve Meksika’ya döndü. Ben de orada nas›l yaflad›¤›n› görmek için kendisine efllik edeyim dedim, hala efllik ediyorum (gülüyor). Arjantin’e dönmek ise tuhaf oldu. Gazetecili¤e döndüm. Birkaç ay Pagina 12 adl› gazetede yazd›m. Bir gün ö¤len yeme¤i için flimdilerde çok popüler olan fast food lokantalar›ndan birine girdim. Kuyrukta beklerken önümdeki nemrut suratl› polis memuru dikkatimi çekti. Bir anda içime bir kurt düfltü. Yoksa o¤lumu öldüren orospu çocu¤u bu herif miydi? O anda Arjantin’de yaflamaya devam edersem pek fazla seçene¤imin kalmayaca¤›n› gördüm. Ya buruk bir flekilde hayat›m› sürdürecek, ya durumu kabullenecek ya da taramal›y› elime al›p baz› herifleri temizleyecektim. Sonuç: çekip gittim. n›z? – Torununuzu bulduktan sonra kendinizle biraz daha bar›fl›k m›s›- – Elbette. Torunumu flimdiki kar›m›n yard›m›yla buldum. Meksika’ya gittikten sonra araflt›rmaya koyulduk. Üç y›l boyunca iz sürdük. Asl›nda olay bizim için netti. Ulaflt›¤›m bilgilere göre 1976’da askerler o¤lumun evini basm›fl o¤lumu ve gelinimi götürmüfllerdi. O¤lumu hemen öldürmüfl, gelinimiyse gebe oldu¤u için do¤urmas›n› bekleyip öyle öldürmüfllerdi. Torunum da Arjantinli cuntac›lar taraf›ndan Uruguayl› cuntac›lara hediye edilmiflti. Sonunda y›llard›r bekledi¤im fley gerçekleflti. Torunumun verildi¤i ailenin komflular›ndan biri durumdan uzun süredir flüpheleniyormufl, bir gün beni arad› ve y›llar önce yan komflular›n›n kap›s›na kundakta bir bebek b›rak›ld›¤›n› anlatt›. Bir süre konufltuk her fley birbirine uyuyordu. O gün ald›¤›m telefon y›llard›r kay›p olan parçayd› ve bulmaca tamamlanm›flt›. Sonra torunumla bulufltuk, herkes için zor oldu tabi. Macarena çok hofl bir k›z, bir süre sonra soyad›n› de¤ifltirdi art›k babas› gibi Gelman Garcia soyad›n› tafl›yor. Harika bir iliflkimiz var. Geçti¤imiz y›l Meksika’ya yan›ma geldi, y›lbafl›n› da birlikte Buenos Aires’te kutlad›k. Tabi öte yandan da afl›lmaz bir gerçek var, koskoca bir yirmi üç y›l›n kara bir delik gibi bombofl geçmifl oldu¤u gerçe¤i. O bofl18 lukta ne torunumun emekledi¤ine flahit olabildim, ne a¤z›ndan dökülen ilk kelimelere. ‹kimiz için de zor bir durum tabi ama onun için daha zor ne de olsa yirmi üç yafl›nda. Ama bulufltu¤umuz andan bafllayarak yeni bir iliflki kurmay› baflard›k san›yorum, bizim konumumuzda sürekli ileriye bakmak gerek torunumla gelece¤imizi iyi görüyorum. – Bütün bunlar›n yan›nda gelininizin ak›betini ö¤renmek ve sorumlular›n yarg›lanmas› için mücadeleniz sürüyor, havlu atm›fl de¤ilsiniz. – Sorumlular›n baz›lar› yakaland›, flimdi Arjantin’de ve Uruguay’da hapisteler. Gelinimin öldürülmesinden ve torunumun verilmesinden sorumlu tutulan iki, üç albay bir de polis müdürü. Önce bu suçlardan dolay› Uruguay’da yarg›lanacaklar. Soruflturma sürecinde baz› isimsiz kahramanlar bize yard›mc› oldular. Bu kifliler bir gün bize General Cabanillas’›n aleyhinde baz› deliller ulaflt›rd›lar. O dönemde Cabanillas ordunun bafl›na geçmeye oynuyordu. Kendisine karfl› bir kampanya bafllatt›m ve sonunda hoyratl›¤›ndan ötürü ordudan at›ld›. Gelinimin cenazesini bulmak istiyorum, hiç olmazsa çiçek götürebilece¤im bir mezar› olsun. – Annenizle iliflkinizden söz edebilir miyiz? Sürgün sizi ondan da ay›rd›. – 1982 y›l›nda Managua’da Nikaragua Yeni Haber Ajans›’nda redaksiyon flefi olarak çal›fl›yordum. Nikaragua’n›n bütün iletiflimi ABD kontrolündeydi. Mektuplar çok geç elimize geçiyordu. Bir gün üç mektup birden elime geçti. Biri annemden geliyordu, öbürü Arjantin’den dünürümden geliyordu. Annemin kanserden biraz sars›lm›fl olsa da hayli aktif oldu¤unu söylüyordu. Üçüncü mektupsa k›z kardeflimden geliyordu ve annemin korkunç ölüm haberini veriyordu. Annem 1928 y›l›nda Sovyetler Birli¤i’nden Buenos Aires’e gelmifl bir kad›nd›. Geldi¤inde Rusçadan baflka dil bilmiyordu. Hareketli, kültürlü bir kad›nd›. Ailesinin kökenleri Ukraynal› bir Yahudi gettosuna dayan›yordu. Çocuklu¤umda s›k s›k bana Rus devrimini anlatmas›n› istedi¤imi an›ms›yorum. Kimya e¤itimimi yar›da b›rak›p da “anne ben flair olaca¤›m” dedi¤imde “hayat›n boyunca befl kurufl kazanamayacaks›n o¤ul!” demiflti bana. – Siz de y›llar sonra, 1989’da yay›nlanan “Anneme Mektup” adl› fliiri yazd›n›z. – Annemden son ald›¤›m mektuplardan durumunun iyi olmad›¤›n› anlam›flt›m. Arjantin’e girmek için sahte bir pasaport al›p son günlerinde yan›nda olmak istedim. Zaman›nda yetiflemedim. Kitab› annem öldükten iki y›l sonra yazd›m. O zamanlar Cenevre’de oturuyor, Birleflmifl 19 Milletlerde çal›fl›yordum. Bir gece dayanamad›m ve oturup Anneme Mektup’u yazd›m. Sonra kald›r›p bir kenara koydum. Y›llar sonra bir kutunun içinde rastlay›nca yay›nlad›m. Kitap flöyle bafll›yor: “Ölümünden 20 gün sonra elime geçti mektubun, ölmüfl oldu¤unu ö¤rendikten befl dakika sonra/ yorgunluk diyorsun, mektubunda, tekletiyor beni bu günlerde/ oysa iyi görmüfller seni o s›ralarda / her zamanki gibi dimdik / 85 yafl›nda kofluflturmada pefl pefle üç ameliyata ve sonunda seni götüren kansere ra¤men.” – Paul Valery ilk dizenin tanr›lar›n arma¤an› oldu¤unu, gerisini flairlerin getirdi¤ini söylüyor, Anneme Mektup’ta da sizin için böyle mi geliflti olaylar? – Evet, evet san›yorum öyle oldu. ‹lk dize çok önemlidir. Apollinaire, çal›fl›p didinip bir türlü istedi¤iniz ilk dizeyi yumurtlayamasan›z bile ona rastlayana kadar karalamaya devam etmeniz gerekir der. – Kitab›n›z Bak›fllar ilk defa 12. Sayfa gazetesinde yay›nlanm›fl 77 yaz›n›z› bir araya getiriyor. Edebiyatla gazetecili¤i ay›ran s›n›r nereden geçiyor? – S›n›r farkl› türde yaz›lar olmas›ndan geçiyor, ama ben gazetecili¤in edebiyat oldu¤unu savunmuflumdur hep. Bütün sanat ürünlerinde oldu¤u gibi iyi ya da kötü fliirler yaz›labilir, t›pk› iyi ya da kötü yaz›lar yaz›labilece¤i gibi. Tabi gazeteci olarak yaz› yazd›¤›n›zda iflin do¤as› kendi içeri¤ini de biçimini de dayat›yor. Bir sürü farkl› ifl yapt›ktan sonra gazeteci¤e at›lma f›rsat› geçti elime ben de de¤erlendirdim, bana en uygun iflin bu oldu¤unu düflünüyorum. Ben gazeteciyim, tükenmek bilmeyen bir merak›m var. Her hafta Pagina 12 ile Milenio gazetelerine birer yaz› yaz›yorum. – Cervantes ve ald›¤›n›z ödül hakk›nda neler düflünüyorsunuz? Cervantes ile Shakespeare hayat›m boyunca esin kayna¤›m olmufllard›r. Cervantes’in dilinin zenginli¤i, t›n›s›, sözcükleri kullanma flekli her zaman göz kamaflt›r›c› gelmifltir bana. Ödüle gelince, aç›kças› dün gece haberlerde favori oldu¤umu duyunca Juan dedim kendi kendime herhalde sana vermezler ödülü. Adaylar aras›nda severek okudu¤um, sayg› duydu¤um öyle yazarlar vard› ki, jürinin beni ödüllendirmesi ayr›ca gö¤sümü kabartt›. 20 Juan Gelman MEND‹LLER “elvedaelveda” dedi / bir mendil gibi sallayarak kalbini / “elvedaelveda” diyordu / akflam›n iyili¤inde / bir a¤aç gibi / yavaflça dökerek yapraklar›n› / soka¤›n karfl› kald›r›m›ndan bir fleyler geliyordu ona / özlemler / y›k›mlar / sesler zamanla de¤iflen / günefller ve aylar da vard›r bir seste / ve bir ses de inebilir gece nas›l inerse / uzan›p yatar / titreyerek ölür y›ld›zlarla / güneflle dopdolu kalkar / ve karfl› kald›r›mdan çocuklar ki akflamla doluydu sesleri / herkese “elvedaelveda” dedi¤i andaki akflam / gelen trenlere ve giden trenlere / elveda uçan kalbe ve kalbin uçufluna / elveda akflam a¤ac›na / yapraklar› büsbütün dökülmüfl zamana / karfl› kald›r›mdaki iyili¤e elveda/ Çeviren: Cevat Çapan 21 SEMPRUN’E YAKLAfiAN / UZAKLAfiAN YOLLAR U¤ur Kökden Semprun, son kertede kendine özgü bir yazar. Onun an›lar› hem izlenim, hem an›, hem tan›kl›k, hem karfl›laflt›rma, hem bir ça¤›n irdelenmesi, hem de sürekli yazar›n – ya da bir bireyin – kendisini hesaba çekifli! Hiçbiri de¤ilse e¤er, belki de, Kundera’n›n söyleyifliyle, “Unutmaya karfl› verdi¤i savafl›mla, asl›nda, iktidara karfl› sürdürülmüfl uzun bir savafl›m!” Ayr›ca, yaflam› ve ürünü (kitaplar›) atbafl› birlikte gitmekte. Her kitab› onun yaflam›, yaflam›n›n her bölümü de bir yahut birçok kitab›n›n içine serpilmifl durumda. Dahas›, sanki söylediklerini unutup s›k s›k ayn› fleyleri yeniden yeniden anlatan insanlara benziyor Semprun. Asl›nda yazar, bedeninin oldu¤u ölçüde ruhunun da belle¤ini aktarmakta. Ne ki, bu kez, onun yaflamöyküsünü bir baflkas› – Gérard de Cartanze (üstelik bu isim, yani ‘Gérard’ ad›, Semprun’ün “Gerekli Ölü” öyküsünde anlatt›¤› gibi onun Direnifl Hareketi içindeki takma ad› de¤il mi? – okura iletiyor. Hayat Yaz›s›,* sonuçta, onunla çeflitli konularda, de¤iflik zamanlara yay›lm›fl yirmi y›ll›k konuflmalar›n bütünü. Yaln›z sorularla karfl›l›klar› de¤il, ayn› zamanda kitaplar›n›n de¤iflik bölümleri de bu konuflmalara kat›lmakta. Dahas›, yaln›z kitaplar› m›? Yaflad›¤› ‘ev’ ve evler, yazarla bütünleflmifl ‘kent’ ya da kentler, ülkesi, anne/baba/kardefller, çocukluk yaflam›, yaflad›¤› ça¤, Buchenwald Toplama Kamp›, zaman›n ona ve onun zaman›na verdikleri, Parti içi ve Parti d›fl› Semprun, Yeni ‹spanya, sonra yazar›n eflmerkezli çemberler içinde yer alan çevresi! Semprun’ün yaflam› – ana çekirdek – güneflten uzak, ayd›nl›ktan yoksun, insanlardan ötede ak›p geçmifl. ‹lkin, Frans›z Direnifl Hareketi’ndeki (MO‹) yeralt› yaflam›, ard›ndan gelen tutuklanma ve Nazi Toplama Kamp› (Buchenwald), sonra onlar› izleyen uzun ve yasad›fl› gizli yaflam! Dahas›, bellek süngerinin emdi¤i koca bir yüzy›l›, nerdeyse bir bütün olarak bar›nd›ran tek ve yoldafls›z bir insan›n yaln›z karanl›¤›! “Odan›n kapal› perdeleri arkas›nda – ‘yaz›’n›n arac›l›¤›yla – geçmifl zaman, yavafl yavafl dipten su yüzüne do¤ru yükselir.” 22 Y›llar, böylece geçer. Dura¤an ya da h›zl›! Ta ki, 1988 y›l›na dek! Sosyalist Parti Baflkan› Genç Felipe Gonzales’in kurdu¤u ‹spanyol Hükümeti, Semprun’ü Kültür Bakanl›¤› görevine ça¤›r›ncaya dek! Bu tarihte, y›llardan ve neden sonra, yorgun yazar, insanlar›n ve sahne ›fl›klar›n›n – birebir – do¤rudan önüne ç›kacakt›r. Belki, bu nedenle, Semprun, “Kaçakl›k ve bakanl›k, benim iki iktidar deneyimim!” diyor. Yani gece ve gün›fl›¤›, baflka bir deyiflle! Ancak edebiyat, onun kendisini bulmas›na yard›mc› olacakt›r. Gerçek ‘ben’ini! Çünkü, ona göre, siyaset kendisini oyalam›fl; zaman›n› çalm›flt›r. Ancak, bu ne ölçüde do¤ru? *** 1962 y›l›n›n aral›k ay›! ‹spanyol Komünist Partisi üyesi Semprun’ün Madrid’daki son günleri. O s›rada, Semprun otuz dokuz yafl›nda; bense, yirmi sekiz-yirmi dokuz! ‹ki de¤iflik yazg›n›n beklenmedik zamanlarda – ancak, bir bak›ma benzer koflullarda – birbiriyle kesiflmesi. Baflkent Madrid’de, Concepción-Bahamonde Caddesi, 5 numaral› evden, yani Parti’nin mülkiyetinde bulunan evden ayr›ld›ktan hemen sonra, ayn› yere ‹KP Merkez Komitesi üyesi Julian Grimau tafl›n›r. Ancak, orada tutuklan›p Franco Yönetimi’nce birkaç ay sonra kurfluna dizilecektir. Franco ‹spanyas› ve ‹ç Savafl gerçe¤iyle ilk tan›flmam da, böylece, Grimau dram›yla kendisini gösterdi. Paris’te, Nisan 1963 tarihinde defterime yazd›¤›m ilk küçük notla: “Bu sabah, Madrid’de, Julian Garcia Grimau kurfluna dizildi. Carabanchel Cezaevi’nin avlusunda ve ›fl›ldaklar alt›nda. Bir Garcia’dan öbürüne! Lorca’dan Grimau’a!” “Ancak isyan ve h›nç duyuyorum, bu cumartesi sabah› kan›mda” (Tiksinti Ça¤›, de Yay›nlar›, 1985, ilk bask›). Daha sonra baflka notlar, baflka yaz›lar, Grimau olay›n› ayr›nt›lara do¤ru çeker: “Madrid’de Ölmek”, örne¤in. “Daha, 1939 bafllar›nda, bir asi General, Sevilla Radyosu’nda karar› okumufltu: ‘‹spanya kurtar›lm›flt›r. Direnenler birer köpek gibi öldürülecektir! (…)” “O u¤ursuz ve karanl›k ses, y›llar sürecek ‹spanyol faflist balyozunun a¤›r tonunu tafl›yor” (Tiksinti Ça¤›, 1985). Y›llar sonra, Semprun’ün senaryosunu yazd›¤› ve Yves Montand taraf›ndan canland›r›lan Savafl Bitti filmindeki yafll› Cumhuriyetçi Diego, Grimau’ya benzer bir kiflilik bir bak›ma; ayn› zamanda da yazara (“Savafl Bitti mi?”, Umut ‹çin Senfoni, 1989, Cem Yay›nevi). Zaten bu dönemde, gölgelerde saklanan kiflilik, o kiflilikle birlikte yaflam, ve geride kalan geçmifl yaflam, Semprun’ün “belle¤inin hareket23 siz duran sarmal›n› ziyaret eder”; böylece, Büyük Yolculuk yaz›lm›fl ve büyük ölçüde bitirilmifl olur. Sanki bir anlamda yaflam yaz›ya, yaz›dan da somut yazg›ya dönüflmüfltür. Görünür bar›fl ça¤›nda, yani altm›fll› y›llar›n ortalar›na do¤ru, san›l›r ki, ortaya eski ve yeni ‘Malraux’nun özel bir kar›fl›m› ç›km›fl gibidir. Belki de tersi! Ola ki, kim bilir, Malraux’da Semprun’den izler arayanlar bile, -flöyle ya da böyle- onlar› bulabilecektir! Zaten, Cartanze’nin kitab›n›n son bölümü de ayn› nedenle ‘Malraux’ya ayr›lm›fl görünmüyor mu? 1963 y›l› sonuna do¤ru, yazar›n Frans›z dilinde kaleme ald›¤› Büyük Yolculuk – yani, ilk kitap – Paris’te yay›mlanacakt›r. Öte yandan, o y›l, kolay aç›klanamayacak bir raslant›yla, Abidin Dino’nun önerisi üstüne, o kitab› 1964’te al›p okumufl oldum. Ama, Türkçedeki ilk çevirinin gün ›fl›¤›na ç›kabilmesi için bile, on üç y›l›n daha geçmesi beklenecektir: Ölüme Yolculuk, çev. Nedim Gürsel, 1977. Ne ki, bu kez, 1964’ün o tedirgin nisan ay› sonunda, savafl y›llar›nda Franco yönetimine – oradan da Nazi Almanyas›’na – teslim edilme tehlikesine karfl› Walter Benjamin’in zehir içerek can›na k›yd›¤› küçük s›n›r kasabas› Port-Bou’da sahte bir pasaportla s›n›r› geçmeye çal›fl›yordum. Bu arada, dönemin koflullar› ne olursa olsun, diyebilirim ki, General Franco’nun iktidarda olmas›na karfl›n hiç de baflar›s›z olmad› bu geçifl (“Port-Bou’da Zaman”, Seslerin Resmi, 1995, Yap› Kredi Yay.). Ama, yar›n 1 May›s! Tam k›rk dört y›l öncesi! “Yar›n, ‹berik arenas›nda ne olaca¤› kestirilemez. Yar›n, belki genel siyasal bir grev, ola¤an›n s›n›rlar› içine girebilir (…). Ancak, bo¤az›ma bir dü¤üm oturmufl; gitmiyor. Ne olursa olsun,‘Franco’lu ‹spanya’n›n ac› 1 May›s’›na katlanmak güç! (“Yar›n 1 May›s!”, Tiksinti Ça¤›, de Yay›nlar›, 1985). *** Ve Hayat Sürüyor ’da ergenli¤in efli¤indeki “çocuk”u anlat›r, Semprun: “On befl yafl›ndayd›m ve Hollanda’dayd›m. Her fleyi ayn› anda ö¤reniyordum: La Haye (Den Haag) Mauritshuis’de resimle tan›fl›yordum. Sürgünü yafl›yordum. Yabanc› diller ö¤reniyordum.” Gerçekten, Müze’de bir tablo: “Zaman afl›m›n›n da ötesinde, sonsuza dek kalacak gibi duran ‹nci Küpeli K›z !” Gerçi, y›llar sonra, 1982’de, yazar, bu kez Washington’da, National Gallery’de, o ilk gençli¤inin resimlerini bir kez daha seyre koflar. Gerçi Delft’den Görünüfl sergide yoktur, ama ‹nci Küpeli K›z orada ya! Sergi, hepi topu yirmi iki tablodan oluflan bir bütün! 24 Resimler, kuflkusuz, Delft’li Johannes Vermeer’in serüveni! Ayn› zamanda, on befl yafl›n› sürmekte olan Semprun’ün de. Öte yandan, Vermeer’e iliflkin benim serüvenim, ya o ne zaman bafllam›flt›? Hangi y›lda? Kesin bilmek güç! 1965’de mi, yoksa 1963’de mi? Ama, bir günlük süreye s›¤m›fl bir serüven her durumda. Çünkü, çal›flt›¤›m yerden ald›¤›m izin bir gündü. O gün, trenin hareket edece¤i ân› bekliyordum. Paris, Kuzey Gar›’nda. Saat, sabah›n onu! Yaflanan, bir ara mevsim! Kuzey güzü. Kapal›, külrengi, karars›z bir gök! Günefl, kim bilir nerede? O sevgili “sar› ›fl›k” ne denli uzakta, Tanr› bilir? “Hollanda için tek kiflilik, tek amaçl›, bir gidifl-dönüfl bileti!” ‹flte, bir yolculuk daha! Bilinmeyenler yuma¤›ndan bir ipucu çekmek, yapt›¤›m ifl! Sonuçta heyecan, yürek at›fllar›, yeni beklentiler! Belçika’da da, hava benzerlik gösteriyor. Üzgün, bulan›k bir gökyüzü. Böylesi kuzey topraklar›nda ülkeyi belirleyen renk, geneldeki tonlar, kolay kolay de¤iflmez. Zaten, baflkent Brüksel’e girerken ya¤mur çoktan ya¤maya bafllam›flt› bile. Oysa, Hollanda, ya¤mur alt›nda bile de¤iflik. Ayd›nl›k, iç aç›c›! Üstelik dümdüz, engebesiz, s›n›rs›z bir tabak-ülke! Yani, hiçbir yönde ufukla s›n›rl› olmayan düzlem bir co¤rafya! Bu topraklarda, genifllik duygusuyla doluyor insan. Tren, Den Haag’a ulaflt›¤›nda saat on yediye yaklafl›yordu. Gara indi¤imde, hafif bir çiseltiyle karfl›laflt›m. D›flar›da, k›p›r k›p›r hareketli bir bisikletliler ordusu! Kanal›n üstündeki küçük köprüyü kofla kofla geçtim. Sonuçta, herkesin bildi¤i ya da an›msayaca¤› Van Gogh resmine yans›yan, geleneksel köprülerden biriydi bu! Müze’ye gidece¤im, ancak ya¤murun yo¤unlu¤u giderek daha art›yor. Çok çok alçalm›fl, nerdeyse topra¤a yap›flan koyu renk bir gök alt›nda, nerdeyse enikonu kararm›fl bir havada – biraz sorup daha da çok arayarak – eski yap› Müze’ye ulaflt›m. Mauritshuis’a. Ne yapmaya burday›m? Böyle bir ç›lg›nca kofluflturma ne için? Neyi, neden ar›yorum? An›lar derlemek ya da s›n›rl› bir “an”›n mutlulu¤unu yaflamak için mi, Den Haag’a geldim? Yoksa, ad› konmam›fl bir ölümsüzlük sevdas› m› benimki? Bir tür zaman afl›m›n›n ötesine geçmifl bir güzellik – ya da, “güzel” – u¤runa m›? Asl›nda görmeye gitti¤im, ‹nci Küpeli K›z ! Gerçi bu bir karfl›l›ks›z sevgi gösterisi, biliyorum. Onun benden haberi bile yok. Öyle ya, bu bir efsane-aflk! Tam üç yüz y›ll›k bir bekleyifl! Bir zaman aral›¤›! Ama, ne yap›labilir? Alt›n Ça¤ Hollandas›’na yetiflemezdim ya! Araya zamanlar, ülkeler, denizler, savafllar ve uzun ayr›l›klar girmiflti. 25 Üstelik, Ramon Mercader bile henüz yay›mlanmam›flt›. Ben çoktan Paris’den ülkeme dönmüfl, dahas› iki y›l süren uzun bir askerlik görevi dahi aradan ç›kabilmiflti. Hem Semprun’ün bu roman›, ancak 27 Aral›k 1969 tarihinde bana ulaflm›fl. Hoflça Kal Güzel Ayd›nl›k ’da (bir an›-roman) betimlendi¤i gibi, “1939 y›l› 22 A¤ustos akflam›nda, Biarritz’e yak›n bir yerde Fransa’dan ‹spanya’ya bakan, Okyanus’un üstünde batan günefli, pamuksu bulutlarla k›z›l ufku ve yak›n ötedeki Bidassoa Irma¤›’n› seyreden” bir avuç insanla bir arada bulunan küçük bir çocuk, Truva Savafl› Olmayacak oyununun sözcüklerini m›r›ldan›r kendi kendine. O günün akflam yeme¤i, ayn› zamanda tatilin ve yaz›n da sonudur. Dahas›, bar›fl›n da sonu! “Zamandan bir kopufl, bilinmeze do¤ru bir s›çrama!” Ne rastlant› ki, Semprun’ün bu sat›rlar›n› okurken, ben de, Alanya liman›n› tepeden seyreden, Selçuklu Kalesi’ne komflu üç katl› görkemli evin – en az yüz elli y›ll›k, ahflap ve tafl bir ev – bir çeflit “Kaptan Köprüsü” benzeri bahçesinde yaz›n sonunu düflünüyordum. Birkaç gün sonra, Temmuz ve tatil bitecek! Ben de, Alanya ve Akdeniz’den ayr›laca¤›m. Birkaç gün sonra, Genç Semprun de Paris’e dönecektir. ‹flte o gün, Saint-Michel Bulvar›’nda, Soufflot Soka¤›’n›n köflesinde, Capoulade Kahvesi’nin tam önünde gazetelere bakmaktad›r. Gazete sat›c›s›ndan ald›¤› Akflam (Ce Soir) gazetesinden, Madrid’in düfltü¤ünü ö¤renir. Franco’cu güçler, böylece, ‹spanya’y› bütünüyle ele geçirmifltir. Henüz bafllamam›fl olan ‹kinci Dünya Savafl›’n›n bir tür provas› böylece sona erer. Neden sonra, ben de, zaman›m›n büyük bölümünü ayn› yerlerde geçirecek, bir sokak ötede – yani, Soufflot’ya aç›lan – Victor Cousin Soka¤›’›nda bir otelde y›llar boyu kalacak; hep o sokaklar ve ayn› köflebafl› kahvesinde sürekli oturacakt›m. Tam da, Semprun’ün, Madrid’deki “gizli ev”e kapan›p har›l har›l Büyük Yolculuk ’u yazd›¤› tarihlerde. Ya da, Primo Levi’nin kendi özel serüveni olan Ateflkes ’i – belki de bir ay fark›yla – gerçeklefltirdi¤i y›llarda. Ya da, y›lda. Yine o günlerde, Semprun, Montparnasse’da – “Giraudoux’nun dünyan›n merkezi sayd›¤› Montparnasse’da” – yazar, Nazizm karfl›t› kimi Almanlarla birlikte bir kahvede yan yana oturmaktad›r. “Tabii herhangi bir kahvede de¤il, “Select’te”! Ancak, Güzel Ayd›nl›k ’a ald›¤› bu an›s›nda, Semprun, Café Select’te birlikte oturdu¤u kifliler aras›nda Walter Benjamin’in de bulunup bulunmad›¤› konusunda duraksamal›d›r. Daha do¤rusu, tam olarak bilemez. Öte yandan, belle¤ine de yeterince güvenemez. Gerçekten, özellikle o tarihte ve daha önceleri, “Café Select için büyük günlerin, ünlü isimlerin dura¤› olmufl seçkin bir buluflma yeriydi 26 dense yanl›fl olmaz.” Altm›fll› y›llara gelindi¤inde, bana bile, akflamlar›, de¤il birkaç gün ya da üç-befl ay, belki y›llarca bir çeflit “çal›flma odas›” görevi gördü¤ünü nas›l unutabilirim? “Orada oturdu¤um ilk günler içinde, s›k s›k, Hemingway’in Günefl de Do¤ar roman›n›, sonra da bu roman›n Select’te filme al›nan bölümünü düflünmüfltüm.(…) Asl›nda Montparnasse’da geçen zaman demek, Select’in herhangi bir günü ya da dingin bir akflam› demektir. Bir Select gecesi demek!” (“Select Akflamlar›”, Geçmifle Aç›lan Pencere, Yap› Kredi Yay›nlar›, 1997). *** Bu arada, on y›l sonra. Bir Ankara sonbahar›. Sekiz Ekim, sal›, y›l 1974! On iki mart›n yeni dengelendi¤i dönemler. Kavakl›dere’de, Attilâ ‹lhan’› ziyaret. Güzel ve güneflli bir ekim gününde yola ç›k›p – Özdemir ‹nce’yle birlikte – Bilgi Yay›nevi’nin günefl görmez bodrumundaki dar odaya ulaflt›k. Ünlü yazar çal›flt›¤› kurumun muhasebecisiyle birlikte, o y›llarda bu “bakla oda”ya s›¤›nm›flt›. Uzun saçlar›n›n çerçeveledi¤i çukurlar ve oyuklarla dolu çehresi, çökük krater a¤›zl› ay yüzeyini and›r›yor. O gün genelde kiflileri ve kurumlar› ac›mas›zca elefltiren konuflmas› sert ve elektrik yüklü, davran›fllar›ysa belirli bir so¤ukluk bar›nd›r›yordu. Özdemir’e göre, ozan›n mizac› böyleydi. Ne ki, bir ara konu Semprun’den aç›l›nca, s›cak ve heyecanl› bir sesle, “Semprun’u seven, Türkiye’de tan›d›¤›m ikinci insans›n›z!” dedi. *** Sonunda, gelip çatan 1975 y›l›! Semprun, Çocuklu¤unun manzaralar›n› yeniden görmek için ‹spanya’n›n kuzeyine bir yolculuk yapar. Santander’de yazlar›n› geçirdi¤i “tatil evi”nin yerini bulmay› önce baflaramaz. Ama, sonunda evi keflfeder ve “ruhunu geçmiflin canlanan gerçekli¤inde gezdirir.” Öte yandan, birkaç ay sonra, do¤uda, ‹stanbul ayn› y›l›n güz günlerini yaflarken, haber ajanslar› da Franco’nun durumunun çok a¤›rlaflt›¤› – bugünden yar›na ölebilece¤i – haberlerini yay›yorlard›. O s›rada, ‹stanbul’da günlük bir gazete ç›k›yor: Politika ! Baflyazar› da, y›llar sonraki bir Ecevit Hükümeti’nin D›fliflleri Bakan› olacak ‹smail Cem!” “Politika, öteki gazeteleri atlatabilmek ve konuyu okurlar›na daha eksiksiz, daha ayr›nt›l› ve daha yetkin ölçülerde verebilmek amac›yla, geçmifli ve günceli yans›tan – bir sayfay› aflk›n – yorum, de¤erlendirme 27 ve ‹ç Savafl bilgilendirmesi haz›rlam›flt›. Ayn› zamanda, Franco d›fl siyasetinin dönemeçlerini vermeye çal›flt›. O s›rada, d›fl politika sorumlusu olarak köflemde bir yorum yazmakla yükümlüydüm.” “Gazetenin haz›rlad›¤› sözkonusu sayfalar, günlük haberlere ayr›lm›fl bölümler d›fl›nda, gerçek boyutlarda filme al›n›yor; bu filmler de – ›slak çamafl›rlar gibi – ayr› ayr› mandallarla tutturularak ipe as›l›yordu. Ard›ndan da, gazetenin az kullan›lan bir odas›nda bekliyorlard›.” “Ne var ki, General’in içinde bulundu¤u koma uzad›kça uzam›flt›. Kuflkusuz, kimse görmüyordu; ama, ölüm onun yan› bafl›ndayd›. Daha altm›fllar›n ilk y›llar›nda, eline nas›lsa geçirdi¤i yafll› ve yorgun cumhuriyetçileri geçmifle dönük ‘suçlar’dan yarg›lay›p hemen ard›ndan da idam ettiren yine ayn› Franco de¤il miydi?” “(…) Sonunda, Politika’n›n mutfa¤›nda bir ay ask›da bekleyen yaz›lar – böylece, ölüm olay›yla günü gününe – gazetede yay›mland›.” “‹spanya’n›n k›rk y›l bekleyifline karfl›l›k, Politika okurlar› bir ay beklemifllerdi. Arada geçen otuz flu kadar y›la karfl›n, sakl› kalm›fl ve kolayca unutulmayacak bir ‘an›’yd› bu!.. Kanl› bir hayaletin mürekkebe bat›r›lm›fl ‘an›’s›. (“Bir An, Bir An›, bir An›t”, Kitap-l›k, say› 90, ocak 2006)”. Semprun’ün ‹spanya Kültür Bakan› olmas› içinse, bu ölümün üstünden bir on üç y›l daha geçmesi gerekecekti. Tüm bu derin ve koyu gölgeli tablonun sonunda, acaba, Semprun’ü – kendine özgü terimleri kullanarak – “dünyan›n münzevi bir seyircisi” saymam›z olas› m›? (*) Hayat Yaz›s›, Gérard de Cartanze, Çeviren: Nükhet ‹pekci ‹zet, Doruk Yayinevi, 2008. 28 Nihat Ziyalan ON K‹LO ‹lkokulu bitirdi¤imde, keflfettim seyretmeyi. Körü¤ü; örsle çekiç aras›nda biçimlenen, kora kesmifl pelteyi. Demircinin karfl›s›nda; dikilip dura, boyum uzay›p giderken, farketti babam. Çekiç, balyoz seslerinin ortas›na, ç›rak koydu beni. Hemen tutuflturulan balyozu elimde tartarken; “On kilo” dedi ustam, bafllad› çekiciyle yol göstermeye. Üç balyozcu s›ram geldi¤inde omzum üstünden güm! Örs-balyoz her vuruflta; duyumsad›m, biçimlenmeyi gövdemde. Gözledim yolu günlerce, s›n›f›mdaki k›zlar›. Babam geçti her gün bafl›n› sallayarak, gözünü kaç›rarak annem. Gümletip on kiloyu; tafl taraklar›n› biçimlendirdim. Bekledim k›zlar›; ç›plak tenimde kays›n bak›fllar›, düflmemek için tutunsunlar yürek vurufllar›ma. Bekledim, o sokaktan geçmeyen k›zlar›n bak›fllar›n›. Bekliyorum, Sydney-Blakcktown’da. 29 Ali Püsküllüo¤lu KANADI KIRIK GÜVERC‹N Bir sincap omzuma tutunsun isterim baca¤›ma t›rmans›n bir sarmafl›k derim, ac›lar›n bana kals›n, gitme uçurumlara. Akmas›n göz yafllar›, aksa bile kimse görmesin. Hem dostlukta nerde kalm›flt›k... senin olsun sevgilerim, gitme uçurumlara. Biliyorum, yaral› bir geyiksin. S›cak çöllerde belki de Toroslarda bir karaca. Dur art›k derim, aflksa duracaks›n, gitme uçurumlara! Y›lan›n deri de¤ifltirmesini gördüm, y›ld›zlar›n kay›p gitmesini gökte. Ne varsa, ayd›nl›k ya da karanl›k oldu¤u yerde kals›n, gitme uçurumlara. Hiçbir fley ulafl›lmaz de¤il, insanlar›n düfllerinde. Sen de düflle, o zaman istersen kanad› k›r›k bir güvercin bile olursun, gitme uçurumlara! 30 DEV Hep birlikte üzülüyoruz ama herkesin üzüntüsü kendine. Ben vuruluyorum, sen vuruluyorsun, o vuruluyor ya herkes kendine vuruluyor. ‹flte böyle zamanlarda bakar›m ki dev kadar yaln›z›m! Hani bir duda¤› yerde, bir duda¤› gökte hani insano¤lu kokusu alsa bile, ald›rmaz; dinsin ister yafll›l›k s›z›lar›. Öyle bir dev iflte, masaldaki yani yaln›zl›¤›m. Bu da geçer, üzülme! Biliyorsun, diyorlar, herkesin derdi kendine! Ya¤muru yüzünde duy, saçlar›n› savursun rüzgâr ayaklar›n topra¤a bass›n bir de. Çimene de olur hani. Sis varsa, görünmüyorsa a¤açlar, beklemelisin bir süre, s›cak ayd›nl›¤›yla Günefl’i. Söz sana, inleyecek sevincinden da¤lar! Oysa ben her zaman k›fl geldi mi üflüdüm yaz geldi mi gövdemi gömdüm sulara. Dedim, bugünleri de gördüm iflte, yaz›kt›r. Gelsin istemezdim asl›nda. Bo¤uluyorum ey insanlar! Benim derdim kimseye! 31 ELEfiT‹R‹ NEREDE DURUYOR Semih Gümüfl Yaz›nsal metin karfl›s›nda elefltiri Elefltiriyi öteki türlerden ay›ran en önemli özelli¤i ahlaki kayg›s›n›n üç ayr› düzeyde birden korunmas› gerekti¤idir. Yaz›n›n ahlak›yla birlikte yazarl›k ahlak›n› göz önünde tutman›n yan› s›ra, elefltiri yazar› bir de nesnesi olan yap›t›n ahlak›n› gözetmek zorundad›r. Edward Said iyi elefltirinin özelliklerini anlat›rken “anglosaksonlara özgü ahlaki kayg›”y› öncelikle belirtiyor. ‹lk iki düzeyin daha iyi anlafl›ld›¤›na kuflku yok, ama daha önce dile getirildi¤ini görmedi¤im bu üçüncü düzeyin aç›kl›k kazanmas› gerekti¤i görülüyor. Elefltiri, çözümledi¤i yap›t›n bafllang›çta nesnesidir, sonra onu anlamaya çal›fl›r; çözümlemesini tamamlad›ktan sonra ise, kendine dönüp öznesi oldu¤u yap›t›n yaz›nsal kimli¤ine sayg›s›n› koruyup korumad›¤›na bakmal›d›r. Çözümleme süreciyle s›n›rl› bir zaman içinde yap›t›n ahlak›n› yazar›ndan al›p kendi eline geçiren elefltirinin, sonunda yapaca¤› yorumlarla onun do¤as›n› zorla bozmamay›, onda olmayan anlamlar› zorla vermemeyi Hipokrat yeminine eflde¤erde bir ilke olarak benimsemesi gerekiyor. Elefltiri yata¤›n›n karfl› k›y›s›nda, yaz›nsal yap›t› topaç gibi çevirmeyi görevleri aras›nda gören yarg›lay›c› elefltiri anlay›fl› ile yap›t› kendi cenderelerine sokmay› do¤al haklar› gören akademik engizisyoncular var. Bu iki elefltiri anlay›fl›n›n ilkinin edebiyat›m›zdaki etkisi gelenekseldir, dolay›s›yla yenilenmektedir; edebiyat›n d›fl›nda yaflayan, yaflad›¤› yerde yetifltirdi¤i ö¤rencileri böylece yan›nda tutan ikincisiyse, bugün bile kendini edebiyata karfl› korurken karfl›s›ndakine aç›lam›yor. Bir elefltiri söyleminin varl›¤›na ve önemine Edward Said de s›k s›k gönderme yap›yor. Elefltirinin söyleminin ifllev’e odakland›¤›n› belirtirken, ister istemez egemen bir elefltiri anlay›fl› getiren elefltiri antolojileri ile elefltirinin dizgesel söylevinin a¤›rl›¤›n›n, “elefltirmenlerin metin hakk›nda ciddi, teknik ve mu¤lakl›ktan uzak bir biçimde konuflmalar›n›” sa¤lad›¤›n› savunuyor. Edward Said ifllevselci elefltirmenlerden biri olarak Roland Barthes’› gösterir, ki hakl›d›r: Barthes’›n, Balzac’› Ian Fleming’in önüne ç›karmas›n›n as›l nedeni, kendi göstergebilimsel okumas›na daha iyi karfl›32 l›k vermesidir denir. Yaz›nsal metin ile elefltiri elbette birbirini tamamlar: elefltiri parlatt›¤› metnin görünmeyen yanlar›n› ortaya ç›kar›rken, metin de elefltirinin difllilerini ya¤lay›p daha iyi çal›flmas›n› sa¤lar. Elefltirmenin niçin be¤endi¤i kitaplar üstüne daha çok yazd›¤›n› soranlar bunu düflünmez. Be¤endi¤i kitaplar yazd›¤› elefltiriye ötekilerden daha büyük olanaklar sundu¤u, kendi elefltiri anlay›fl›na daha iyi karfl›l›klar verdi¤i, daha zengin oldu¤u için. Elefltirinin nesne konumundan ç›k›p yaz›nsal metinle kendini eflitledi¤i aflamad›r bu: bir ad›m sonra kendini üste ç›kar›p özne konumuna geçecektir. Edward Said’in, “Büyük elefltirmenlerin ço¤u yöntemlidir; bu belki de yaln›zca, edebiyat hakk›ndaki sezgisel fark›ndal›klar›n› söze dökmeyi ve rasyonellefltirmeyi baflarabildikleri anlam›na gelir” sözü, tersinden, okuman›n her biçiminin elefltiri oldu¤u biçiminde de anlafl›labilir. Elefltiri yazar› d›flar›daki okurun coflkusal okumas›ndan, dizgesel ve yöntemli okumayla ayr›l›r ve kendi yöntemli okuma biçimini bafl›ndan sonuna dek tutarl› ve yukar› yükselerek ilerleyen bir çizgi üstünde tutar. Kendini çeflitli anlay›fllar ve ideolojilerle s›n›rlam›fl elefltirmenlerin ya da ömrünü kitap tan›t›m yaz›lar›na adam›fl yazarlar›n amac› yaz›nsal metnin hep ne denli p›r›lt›l› oldu¤unu ortaya koymakt›r ki, yaz›nsal metinlerin buna gereksinimi edebiyat kamuoyunun yan›lsamas›d›r. Bu iliflkiden kim ne kazan›r – ne kaybeder –, bu hesab› kimse tutmaz. Elefltirinin tarihi elefltiri üstüne düflüncelerin tarihiyse, bu tür yaz›lar›n elefltiri yerine geçip kendilerine o tarih içinde bir yer bulmas› beklenemez. Kendini yaz›nsal yap›ttan ba¤›ms›z bir yarat›c› düflünce, öteki elefltiri yazarlar› ve okurlar için bir kimlik olarak ortaya koyamam›fl yaz›lar›n elefltiri tarihi içinde yer bulmas› elbette zor olacakt›r. Öte yandan, kesinleflmifl bir düflünce z›rh›yla korunmaya çal›flan, kendine yeterli¤ini mutlaklaflt›rm›fl elefltiri de öteki elefltirmenlerin yazd›klar›na uzak duruyor. “Modern elefltirinin göstergelerinden biri, baflka elefltirmenler hakk›nda elefltiri yazma iste¤idir,” diyor Said. Elefltirel gerçekçili¤in tarihi içinde, yaratt›klar› elefltirel düflüncenin büyüklü¤üne inanan elefltirmenler daha çok büyük yap›tlar üstüne yazm›fl. Öteki elefltirmenlerin yazd›klar› üstüne yazan elefltirmenler gene modernizmin çocuklar›d›r. Çünkü bireysel yarat›c›l›klar ve özgünlükler çeflitlendikçe herkesin birbirine karfl› ilgisi artmaya bafllad› ve yarat›c› düflüncenin sahibi kendini ötekiler karfl›s›nda s›nay›p öne ç›karmak zorunda kald›. Böylece ötekileri yok saymadan, bütün etkin elefltiri anlay›fllar›n›n karfl›s›nda bir konum alma zorunlulu¤u elefltiri yazarlar›n›n sorunu olarak belirdi. Paul de Man, Körlük ve ‹çgörü ’de Georg Lukács’›n Roman Kuram› kitab›n› yeniden de¤erlendirirken kimilerince art›k anlam›n› yitirmifl gö33 rülen bir metni anlamland›r›yordu; onun Maurice Blanchot, Georges Poulet, Jacques Derrida ya da Harold Bloom için yeni okuma biçimleri önerip edebiyat dünyas›n›n ya da okurlar›n bu elefltirmenleri yeniden okuyabilece¤ini göstermifl olmas› da elbette önemli. Edward Said de, Foucault, Northrop Frye, Ian Richards ya da Riffaterre’i kendince de¤erlendirirken, yaz›ld›klar› yerde kalmayan, öteki elefltirmenler ve okurlarca bu kez okuma üstüne okuma için yeni okuma biçimleri yaratacak, böylece elefltiri tarihini nitelikli elefltirilerin zinciri biçiminde kuracak bir anlay›fla eklenir. Bu arada ça¤dafl elefltirinin söyleminin, “insana uyuflukluk verecek ölçüde dünyas›z” oldu¤u da söylenebilir mi? Bunu ölçecek bir terazi roman için bile elde yok ki, elefltiri hakk›nda nas›l karar verilsin? Dünya edebiyat›nda da elefltirinin yaz›nsal metinler aras›nda dolafl›rken her zaman canl› bir dünya yaratt›¤› söylenemez. Bizim edebiyat›m›zda yaz›ld›klar› s›rada ilgiyle okunan elefltirilerin önemli bir bölümünün kaç›n›lmaz biçimde unutulaca¤› öngörüsü bugün de yeterli tan›tlara sahipken, yeni bir elefltiri dünyas›, kendi söylemlerini yaratma endiflesi tafl›yan elefltirmenlerce kurulmaya bafllad›. Yaln›zca birkaç elefltirmenin s›n›rl› çabas›yla bir temel at›l›yor, sonra nas›l bir bina kurulaca¤›n› görece¤iz. *** Türler aras›nda de¤er hiyerarflisi yapmak, bazen elefltiriyi öteki türlerden kopar›rken, bazen de öteki türlerin elefltiriden ba¤›ms›z yaflayabilece¤i yan›lsamas›na yol açar. “Ama etkili olmufl elefltirmenler, edebiyat›n baflka flairler ve metinlere ra¤men de¤il, onlar sayesinde, onlar›n eflli¤inde üretildi¤ine inanmak gibi büyük bir erdeme sahiptiler en az›ndan.” Bir metinden ç›kmayan elefltiri var m›d›r ki, hiçbir metne ba¤l› de¤ilmifl gibi yaz›lm›flken bile? Elefltiri öteki metinlerin yeniden üretiminden ç›km›fl bir metinse, dünyada bir bafl›na yaflayabilece¤ini düflünmeyen elefltirmen de en olanakl› metinleri seçerken, o metinlerin verdi¤i anlamlar›n ötesini gören ve yaz›nsal dil içinde kendini tamamlam›fl elefltirilerin yazar› olarak kendini var edebilir. Üstelik elefltiri, büyük yap›tlar›n sonragelen yap›tlardan ba¤›ms›z olmay› baflard›klar› önsel kabulüne dayand›¤› için, onlar› keflfettikçe büyük elefltiri kat›na ç›kacakt›r. Orada kendisinden kurtulunmas› gitgide zorlaflm›fl bir edebiyat düflüncesinin yarat›c›s› olarak bulunaca¤› için, bulundu¤u yerde al›nabilecek nirengi noktalar›ndan biri say›lacak, böylece ayn› noktadan ç›k›p sonraki basamaklara ç›kt›kça, uzun süreli bir etki yaratacakt›r. 34 Edward Said, Kundera’dan Eco’ya, Barthes’tan Todorov’a, ça¤dafl elefltirinin pek çok büyük yazar›nca de¤iflik biçimlerde dile getirilmifl bir yaz›nsal önermeyi yineliyor: “Bir anlamda hiçbir metin bitmifl de¤ildir, çünkü olas› menzili fazladan her okurla sürekli genifllemektedir.” Demek ki metnin ömrünün uzunlu¤u k›sal›¤›, onda kendini s›nayan elefltirinin ömrünü de belirler mi, sorusu da anlaml›d›r. Metnin dili, tekni¤i, kurgusu, anlat›m biçimi, üslubu, tafl›d›¤› anlamlar eskiyip yok olmaya yüz tutmuflsa, onlardan ç›kan elefltiri de eskimeye yüz tutacakt›r. Ancak kendi söylemini oluflturup anlamlar›n› üreten elefltiri, üstüne yaz›lan öteki elefltiri yaz›lar›nda yaflamay› sürdürecek, böylece ömrünü uzatacakt›r. Nitelikli okuman›n (elefltirinin), nitelikli bir yaz›nsal metni hiçbir zaman bütün bütüne tüketemeyece¤i önermesi modernist düflüncenin ürünüdür ve sözgelimi geç dönem elefltirel gerçekçili¤inin bayra¤›n› tafl›yan Lukacs’›n anlayamad›¤› bu gizilgüç, neden sonra yaz›nsal yap›tlar ile yaz›nsal elefltiriyi ayn› düzeyde buluflturup yolu birlikte açmalar›n› sa¤lad›. Bu de¤erlendirme biçimi o yolun üstünde yaz›nsal yap›t›n ço¤ul anlamlar tafl›ma gizilgücünü bir ödev gibi yarat›c› yazar›n önüne koyarken, yaz›nsal metni ço¤ul okumalara u¤ratan elefltiride de sonra gelecek elefltirilere ifllenmemifl yorum alanlar› b›rakma bilincini yaratt›. Bunun öncesi de var ki, elefltirinin yaz›nsal metni “dura¤an bir sözcükler kütlesi olarak de¤il de dinamik bir sözcükler kütlesi olarak” görmesini sa¤lar. Metnin içsellefltirdi¤i dinamizm, üstelik bir elefltirmenin onu görmemesi yüzünden de sönmez, öteki okumalar› bekleyen organik bir yap› olarak yaflamay› sürdürür. Bir metnin önce nas›l yarat›ld›¤›n› anlamak, çözümleyici elefltirinin temel atma aflamas›d›r. Sonra estetik donan›m› çözmeye, dolay›s›yla yaz›nsal –estetik– de¤er tafl›yan bütün ayr›nt›lar› tek tek ay›rt etmeye bafllar elefltiri. Her ayr›nt›da bir anlam vard›r. Yaz›nsal metni sat›r sat›r çözümleme u¤rafl›, düpedüz yaz›nsal-biliflsel bir edim olarak yaflan›rken öteki metnin yerine elbette kendini koymaya bafllar. Edward Said’in “Ça¤dafl Elefltiride Gidilen ve Gidilmeyen Yollar” yaz›s›ndaki en önemli de¤erlendirmeleri aras›nda sözcüklerin dinamizmine iliflkin bu son sat›rlar var. Burada anlat›lan› sözgelimi Nabokov’un Edebiyat Dersleri ’indeki yaz›lar›na benzetemeyiz; orada Nabokov hiçbir derste inceledi¤i romanlar›n üstüne ç›kma ya da onlardan ba¤›ms›zlaflma kayg›s›n› tafl›maz. Berna Moran’›n an›tsal yap›t› Türk Roman›na Elefltirel Bir Bak›fl da buraya konabilir. Oysa Mikhail Bakhtin Karnavaldan Romana ya da René Girard Romantik Yalan Romansal Hakikat kitaplar›nda, çözümledikleri romanlar›n yan›na koyarlar kendilerini. Bakhtin ve 35 Girard’›n Dostoyevski çözümlemelerindeki yetkinlik, san›r›m Dostoyevski okurlar›n›n vazgeçemeyece¤i elefltiri metinleri olarak tafl›d›klar› tarihsel-düflünsel unutulmazl›klar›yla okunur. Öte yandan Nabokov’un Don Quijote çözümlemesiyle Girard’›nkini karfl›laflt›rmak da ders ile elefltiri aras›ndaki uzakl›¤› gösterir. Düflünce kal›plar› ve “sol” edebiyat elefltirisi Edward Said, elefltiri sorununun Amerikan edebiyat kültürü içinde hiçbir zaman o denli yayg›n, o denli ciddi, bazen teknik, bazen ihtilafl› biçimde tart›fl›lmad›¤›n› 1980’lerin bafl›nda yaz›yordu. Oysa ayn› y›llar bizim edebiyat›m›zda elefltirinin var olup olmad›¤›n›n k›yas›ya tart›fl›ld›¤›, ama kimsenin içinden ç›kamad›¤› bu sorunu do¤ru tan›mlamaya da kimsenin gönül indiremedi¤i bir dönemi anlat›r. Asl›nda Avrupa’da da elefltiri farkl› biçimde tart›fl›lmad›. Elefltiri kendine dönüfllü bir düflünce üretimiyse, kendinden ç›kt›ktan sonra yans›yaca¤› bir düzlem bulacakt›r; felsefi bir düflünce, bir baflka elefltiri anlay›fl› ya da yaz›nsal yap›t›n kendisi olabilir bu. Demek ki yans›t›c› bir düzlemle karfl›lafl›p oradan yans›yan ›fl›¤› so¤urarak kendini daha yukar›da yeniden tan›mlayacakt›r. Bunu Edward Said’in de Man’dan aktard›¤›, “Edebiyat, bofllu¤u sonsuza kadar adland›r›r ve yeniden adland›r›rken kendisidir en çok,” sözlerindeki anlama ba¤layabiliriz. De Man, edebiyat yap›t›n›n özgünlü¤ünü daha bafltan kendini silahs›z b›rakmaktan ald›¤›n› belirtmiflse, minimalist görüflün edebiyat›n hiçbir fley “hakk›nda” oldu¤u tezi bir yar›m-do¤ru (ya da yar›m-eksik) olarak benimsenebilir; ama maksimalist tavr›n edebiyat›n yaln›zca kendisini anlatt›¤› düflüncesi daha tamamlay›c›d›r. Edebiyat›n baflka hiçbir fley olmay›p yaln›zca kendisi oluflu, asl›nda onun her fley olabilece¤ini belirtir; çünkü edebiyat›n bir fley oldu¤unu söyleme ya da ona bir fley olma yükümlülü¤ünü vermek, onun her fley olabilmesini sa¤layan do¤as›n› görmezden gelmektir. Edward Said, elefltirinin Anglosakson gelene¤in a¤›rl›¤› alt›nda kald›¤›n› öne sürerken T. S. Eliot ve Yeni Elefltirinin yarat›c›lar›n›n, büyük Avrupa fliirinde, Dante, Vergilius ve Goethe’de bile Anglosakson de¤erlerin do¤rulan›fl›n› gördü¤ünü belirtiyor. Bunun genellefltirilebilecek bir yarg› oldu¤unu da belirtebiliriz. ‹ngiliz ve Amerikan modernistlerinde düflünsel düzeyin daha ileri bir noktada kuruluflu elefltirinin kurgusunu gelifltirirken, bu elefltiri, edebiyat› da kendine göre aç›klama e¤ilimini güçlendiriyordu. 36 Bizim edebiyat›m›zda da erken dönemlerdeki Frans›z edebiyat› etkisi 1950’lerden sonra bir kez daha k›sa bir dalga boyu içinde kendini gösterirken, özellikle elefltiri alan›nda Anglosakson etkisi neden sonra belirgin bir etkide bulunmufltur. Yeni Elefltiri ve Ian Richards okuyanlar elefltirinin Bat›’da bizdekinden farkl› yaz›ld›¤›n› görmüfl ve onlar gibi yazmaya bafllam›flt›r. Berna Moran, Akflit Göktürk ve Memet Fuat’ta belirgin biçimde görünen bu e¤ilim, hiç kuflku yok ki Ataç’tan gelen baflka bir gelene¤in yerini almaya bafllam›fl ve do¤rudan yap›t›n derin yap›s›na yönelen çözümlemeler biçiminde olmasa da, edebiyat›n derin yap›s›na yönelmeyi seçen belirgin bir düzey fark› yaratm›flt›r. Üstelik tan›mlanmas› zor, ama ilkeleri tutarl› bu Anglosakson düflünme biçimi, onu benimseyen elefltirmenlerin daha sözü dinlenir oluflunu sa¤lam›flt›. Gerek Frans›z etkisinin yerine Anglosakson etkisinin geçifli, gerek bunun elefltiri alan›ndaki uzant›s›, ça¤dafl Türk edebiyat›nda 1950’lerden ve 1960’lardan sonra kendini tamamlamaya çal›flan modernizmin de bafll›ca dayana¤› oldu. Memet Fuat’›n Yeni Dergi ’sinin bir bafl›na varl›¤› ve etkinli¤i tam bunu gösterir. Bu arada Marksizmin ve “sol” edebiyat elefltirisinin etkisi de modernist düflünme biçiminin edebiyat›m›zdaki uzant›lar›nca adamak›ll› de¤erlendirildi. Bu etki Yeni Dergi ’de ortaya ç›kan anlay›fl› ve edebiyat yönsemini güçlendirirken, dogmatik Marksizmle edebiyat alan›nda yollar›n›n kesiflmemesine de özen gösterdi. Yan yana olmaya kimse karfl› ç›kmad›, o günlerin kültürü içinde bu olanaks›zd› da. Frans›z elefltirisi, Roland Barthes ve Frankfurt Okulu edebiyat›m›zla daha sonra, zorunlu siyasal dinginlik günlerinde bulufltu; bir dönem sonra da Umberto Eco, baflvurulacak ilk kaynaklar aras›na girdi. Edward Said’in “sol” edebiyat elefltirisi tart›flmas›ndan, geleneksel kültür ayg›tlar›n›n otoriter do¤as› karfl›s›nda, modernizmin gücünü, sahip oldu¤u kültürün gücü ile derinli¤inden ald›¤›n›, bu kültürün gücünün de ço¤ulcu oluflundan geldi¤ini ç›karabiliriz. Türk edebiyat› geleneksel paydas›n› tek boyutlu bir gövde olarak tasarlam›flt›r. Neden sonra ço¤ulcu kültürün olanaklar›yla karfl›lafl›l›p onun gelifltirilmesiyle çok boyutlu bir edebiyat kültürü oluflmaya bafllad›. Gramsci’nin dönemin öteki bütün Marksist düflünürlerinden bu noktada ayr›ld›¤›n› belirtirken, yerinde bir saptama yapar Edward Said. Gramsci, Türkiye’de de geleneksel Marksizmin dogmatik biçimlerindeki bütün çatlaklardan s›zan ilk düflünür olmufl, onun yapt›¤› onar›mdan sonra öteki Marksizm yorumlar› yeni alanlar açma flans› bulmufltur. Ancak üretken bir Marksizm yorumu ayn› zamanda edebiyat elefltirisinin niteliksel de¤iflimine katk›da bulunabilirdi; bizim edebiyat›m›z›n 37 1960’lardan sonraki h›zl› geliflim ve de¤iflim süreci üstünde belirgin bir etki alan› kuran Marksizmin üretken bir düflünce biçimi olmak yerine statükoculu¤u seçti¤i yerde, edebiyat da ondan uzaklaflt›kça yarat›c›l›¤›n› gelifltirdi, elefltiri de Bat›’daki yeni elefltiri anlay›fllar›na yüzünü döndü. Elefltirel ak›l yerine bilimsel ak›l geçince, bugün okunduklar›nda da art›k gitgide eskiyen elefltiri anlay›fllar› kendi dalga boylar›n› tamamlay›p sönmeye bafllad›. Edward Said’in Amerikan edebiyat dünyas›nda arad›¤› ça¤dafl muhalif elefltirinin yeterince geliflememesinde, kat› olan›n yerinden k›p›rdat›lmas›n›n bizde de her zaman hissedilmifl güçlü¤ü vard›r. Edward Said’in elefltiri yaz›lar›, onun yaflad›¤› edebiyat dünyas›na iliflkin özgün yorumlar ç›karmaktan önce, üstümüze düflürdü¤ü ›fl›¤›n alt›nda kendi dünyam›z› yorumlamay› sa¤l›yor. 38 Refik Durbafl LODOS Teknesi çürük gemiydim gemi de terk etti beni yüzdü¤ü denizler de Kalbin, kabul etseydi kalbimi aflk›n, lodos olsayd› hayat›ma Küs kalmazd›m ayr›l›¤›nla yaln›zl›¤›mla bar›fl›rd›m REHBER fiair, nasihat niyetine anlama ama iki fleyi rehber tutma bir, kara kalabal›¤›n övgüsü iki, ad› ayd›nl›k da olsa kara kafalar›n sövgüsü Mum ol eri, hem fliirinde hem fliirdeki kimli¤inde DAL Mermer, kendi ›fl›¤›ndan var oldu sö¤üt, serinli¤inin gölgesinden menekfle, kokusunun s›rr›ndan Yaprak kimdi bu dünyada, dal kim mermer, sö¤üt ve menekfle asl›nda “Bize bir fley sormas›nlar” diye var oldu 39 YET‹fiK‹NLER‹N BAYRAM YER‹ Cemil Kavukçu Eylül ay›n›n ortalar›nda Kavaklaralt› Park›’n›n tafl duvarlar›na, ‹shak Pafla Camii’nin çevresindeki as›rl›k ç›nar a¤açlar›n›n gövdelerine, kahvehanelerin pencerelerine ve içeride duvarlar›na, Hükümet Önü’ndeki panolara siyah-beyaz “Büyük Sonbahar Panay›r›” afiflleri as›l›rd›. Uzun süre de orada kal›rlard›. Hele ki, çocuklar›n ulaflamayaca¤› yüksekli¤e as›lanlar k›fl› orada geçirir, yeni bir “Ya¤l› Pehlivan Gürefli” ya da “Deve Gürefli” ilanlar›na kadar indirilmezlerdi yerlerinden. Panay›r›n ekim ay›n›n ilk haftas› bafllayaca¤›n› herkes bilirdi ama bu görkemli flenli¤in duyurular› günlerce önceden yap›lmaya bafllan›rd›. Afifllerin yan› s›ra, Hükümet Önü, çarfl› ve sebze hali çevresindeki elektrik direklerine yerlefltirilmifl büyük hoparlörlerden duyuru yapard› belediye. Hafta pazar›n›n kuruldu¤u perflembe günleri ise köylülere yönelik duyurular iyice s›klafl›rd›. Panay›r, çekici oldu¤u kadar ürkütücüydü de. Bir o kadar da gizemli ve k›flk›rt›c›yd›. On yafl›ma kadar yaln›zca ad›n› duymufltum panay›r›n. Mahalledeki a¤abeylerimizin anlatt›¤›na göre çocuklara göre bir yer de¤ilmifl oras›. Panay›r yerinde kaybolan ve bir daha kendilerinden haber al›namayan çocuklardan söz ediyorlard›. Kaç›r›lan bu çocuklar› sihirbaz hipnotize edip uyutuyormufl. Y›llar sonra gösteri yapt›¤› çad›rda onu gördü¤ümde, evet o sihirbaz bu olmal›, diye düflünmüfltüm. Keçi sakall›, ürkütücü simsiyah gözleri olan, kal›n kafll›, bafl› sar›kl› ve sar›¤›n orta yerinde yeflil bir tafl tak›l› olan biriydi. Sihirbaz Habubi ad›yla nam salm›flt›. Korkunçtu. fieytani ›fl›lt›larla par›ldayan gözleri uyutulacak çocuklar arar gibiydi. Uyand›klar›nda ise kendileriyle ilgili hiçbir fley hat›rlam›yorlarm›fl. Kölelefltirilmifl çocuklar kent kent, kasaba kasaba dolaflt›r›l›yor, en a¤›r ifllerde çal›flt›r›l›yorlarm›fl. Bu çocuklar›n eski yaflamlar›na dönme flans› hiç yokmufl. Bütün korkutuculu¤una karfl›n inan›lmaz bir masal dünyas›yd› anlatt›klar›. Afrika’dan, Hindistan’dan, Çin’den gelmifl vahfli hayvanlar ve tuhaf yarat›klar gösteriliyormufl çad›rlarda. Yar›s› bal›k yar›s› insan ç›plak k›zlar su dolu cam havuzlarda yüzüyor, uzat›lan yiyecekleri al›yor ve gülümsüyorlarm›fl kendilerini hayretle izleyenlere. Tek bir sözcük bile ç›km›yormufl a¤›zlar›ndan, çünkü konufl40 may› bilmiyorlarm›fl. Hint Okyanusu’nda bir bal›kç›n›n a¤lar›na tesadüfen tak›ld›klar›n› söylemiflti Ali Abi. Ama oradan buraya nas›l geldiklerini bilen yoktu. Deniz k›z›n› gördükten sonra helâya gidip otuzbir çeken çocuklar›n da oldu¤unu söylemiflti Ali Abi. Çok günahm›fl, çünkü onlar birer hilkat garabetiymifl. Sihirbaz Habubi, kocaman bir sand›¤a koydu¤u kad›n› testereyle, hem de bir damla kan›n› bile ak›tmadan ikiye bölüyor, sonra da ekliyormufl ve kad›n hiçbir fley olmam›fl gibi ç›k›yormufl sand›ktan. Minare boyu yükseklikte iki direk aras›na gerilmifl ipte yürüyen cambazlar, kumarbazlar, yankesiciler, h›rs›zlar, çalg›c›lar, kötü kad›nlar›n anadan do¤ma soyunarak oynad›¤› çad›rlar varm›fl. Ortaokula bafllad›¤›m y›l hâlâ panay›r yerine gitme yasa¤›n› k›ramam›flt›m. Annem, de¤il izin vermek, sözünü bile ettirmiyordu. Mahalledeki arkadafllar›m›n hepsi gitmiflti ve korkulacak bir fley olmad›¤›n› söylüyorlard›. Çocuklar›n kaç›r›l›p kölelefltirildi¤i bir yer de¤ilmifl oras›. Beni korkakl›kla, anne sözünden ç›kmamakla suçlam›fllard›. Bir gün onlarla birlikte, gizlice gittim panay›ra. Vicdan›m rahat de¤ildi, bir yandan da korkuyordum. ‹lk kez gizli kapakl› bir ifl yap›yordum. Bunu evde söylemeyecektim. Beni orada görüp aileme ihbar eden olursa da inkâr edecektim. Oraya ad›m›m› att›¤›mda çok flafl›rm›flt›m. O kadar farkl› ses birbirine kar›fl›yordu ki, bafl›m dönmüfltü. Birbirini bast›rmaya çal›flan her ses, oyunlara, gösterilere, yiyeceklere birer davetti. Panay›r› en eyi tan›mlayan da bu ses karmaflas›, bu gürültüydü. Kocaman kocaman adamlar›n, kasketli köylülerin, b›y›¤› yeni terlemifl delikanl›lar›n ve çocuklar›n bir arada oldu¤u flenlikli bir yerdi. Ama as›l, kocaman adamlar›n bayram›yd› bu. Bana ait, ailemden gizledi¤im bir s›rr›m vard› art›k. Kendimi suçlu hissediyordum. Hem korkmufl, hem de hofllanm›flt›m bundan. Daha sonralar›, birkaç kez okuldan kaytararak da panay›ra gitmifltim. Büyüsüne kap›lmamam mümkün de¤ildi. ‹negöl’ün d›fl›nda, hayvan pazar› olarak bilinen genifl düzlü¤e kuruluyordu panay›r. Biz çocuklar, günler öncesinden gelip o büyülü cenneti kurmaya bafllayan ürkütücü adamlar›, dudaklar›n›n kenar›nda sigaralar› eksik olmayan iri yar› flalvarl› kad›nlar›, oradan oraya kofluflturan – belki de kaç›r›lm›fl – çocuklar› uzaktan, ellerimiz pantolon ceplerinde izlerdik. Birbirlerine ba¤›rarak, söverek, her an kanl› b›çakl› bir kavgaya girifleceklermifl gibi çal›fl›rlard›. Kamyon kasalar›nda, traktör römorklar›nda, ya da eli de¤nekli bir çoban›n oradan oraya kofluflturarak, ba¤›r›p ça¤›rarak getirdi¤i koyun sürüleri, büyükbafl hayvanlar bizi hiç ilgilendirmezdi. ‹çinde deniz k›zlar›n›n, Afrika’dan, Hindistan’dan getirilmifl vahfli hayvanlar›n sergilenece¤i küçücük çad›rlar›n kuruluflunu merak eder41 dik. Bir umut, belki hayvanlar çad›ra götürülürken aslan›, kaplan›, boa y›lan›n› ya da iri yar› bir adam›n kuca¤›nda tafl›d›¤› deniz k›z›n› görebilirdik… Her fley, kafam›z›n alamayaca¤› kadar karmafl›kt›. 25 kurufl verip girdi¤imiz çad›rda, yar›s›na kadar su doldurulmufl cam havuzunda bize hülyal› bak›fllarla gülümseyen iri memeli deniz k›z›n› baflka bir gün duda¤›n›n kenar›nda sigara, gözünün biri k›s›lm›fl, kolunda halkalarla sigara tablas›n›n önünde görebiliyorduk. Çocuklara yasaklanm›fl alanlardan biri, belki de birici¤i Çad›r Tiyatro ’suydu. Belediye çavufllar› en korkulu rüyam›zd›. Sözlü uyar›dan anlamayan (kibar uyar›lar de¤ildi bunlar, do¤rudan analar›m›za yönelik onur k›r›c› küfürlerdi) merakl› çocuklar› tokatlama haklar› vard›. Arada, “Ellemeyin be, ç›kt›klar› yeri görsün çocuklar,” diyenler oluyordu. Yasak öylesine bir çekim alan› oluflturuyordu ki, her fleyi göze al›yorduk. Tiyatroya girmemiz mümkün de¤ildi ama, bilet alacak paras› ya da cesareti olmad›¤›ndan çad›r›n önüne y›¤›lm›fl kasketli adamlar›n aras›na kar›fl›p içeride olup biteni görmeye çal›fl›rd›k. Sahnede, yan yana s›ralanm›fl sandalyelerde oturan çok boyal›, çok ç›plak kad›nlar görürdük. fiiflman ve korkunçtular. Yine de, sinema perdesinden tan›k oldu¤umuz yar› ç›plak kad›n bedenini canl› olarak görmek çok sars›c›yd›. ‹lk gördü¤ümde bütün dünyam alt üst olmufltu. Orta yerde bir kad›n, belden afla¤›s›n› sözde örtmeye çal›flan tülleri savura savura dans ediyordu. Çalg›c›lar kendinden geçmiflti. Havada daireler çizen klarnet de, parmaklar› görünmeyen darbukac› da, bu ritme uymaya çal›flan kad›n da, “aç, aç!” diye tempo tutan izleyiciler de çok ilgimi çekiyordu, ama bir yandan da günah iflledi¤im korkusuna kap›l›yordum. Kad›ndan istenilen, donunu ç›karmas›yd›. Bunu anl›yordum. Ç›kard›¤› zaman ne görece¤imi de çok merak ediyordum. Ama kap› önüne y›¤›lm›fl bedavac› izleyicilerin o kritik ân› görme flans› yoktu. Bizden büyük çocuklar›n anlatt›¤›na göre, kad›n donunu ç›kard›¤›nda sahneye ya¤mur gibi kasket ve sigara paketi ya¤›yormufl. Kad›n kasketlerden birini, yani en flansl›s›n› al›p bacak aras›na sürüyor ve izleyicilere do¤ru f›rlat›yormufl. ‹flte o anda ifl 盤›r›ndan ç›k›yormufl. Kasketi kapmak için insanlar birbirini yiyormufl, kavgalar ç›k›yormufl. Dansöz tam donunu ç›karacakken iri yar› görevli gelip kap›n›n perdesini çekiveriyordu. ‹flte o an içeride k›yamet kopuyordu. Alk›fllar, ›sl›klar, naralar g›rla gidiyordu. Kap› önünde birikmifl kasketli adamlar kendilerine getirilen yasa¤› piflkince kabulleniyor, bu afla¤›lanmay› paylafl›rcas›na y›l›fl›k gülüfllerle birbirlerine bak›yorlard›. Onlar çad›rda neyin sergilendi¤ini biliyorlard› da, biz çocuklar bilmiyorduk. 42 ‹kinci dura¤›m›z halkac›lar›n oldu¤u yerdi. Bir tabla üzerine pahal› sigaralar olarak Yeni Harman, Yaka, Kulüp, Yenice paketleri konmufltu. Belli bir uzakl›ktan at›lan tahta kasnaklar›n sigara paketlerini içine alacak biçimde üzerine düflmesi gerekiyordu. Halkay› geçiren sigaray› kazan›yordu. Buran›n oyuncusu da seyircisi de çok olurdu. Çünkü, ç›plak tombul kollar›na dev bilezikler gibi dizdikleri halkalarla cilveli cilveli dolaflan, sak›z çi¤neyip arada balon flifliren (balonu patlatmadan, dudaklar›na bulaflt›rmadan a¤›zlar›na geri çekmeleri delikanl›lar› daha da bafltan ç›kar›rd›), bütün diflleriyle gülen esmer güzeli genç k›zlar olurdu o tezgâhlarda. Karars›z delikanl›lar›n içini g›c›klayacak fleyler söyleyip onlar› çekmeyi baflar›rlard›. Halkalar m› küçüktü, at›c›lar m› beceriksizdi anlayam›yorduk ama, pek kazanan olmuyordu. Her fleye karfl›n k›zlar, onlar› yeniden kaybettirmeyi baflar›yordu. O güzel k›zlar en çirkin yüzlerini biz çocuklara gösterirdi. Say›m›z biraz art›nca kafllar›n› çatar, “Hadi lan, da¤›l›n… Baflka yere, baflka yere…” diye hiç de cilveli olmayan bir ses tonuyla kovarlard› bizi. Tüfek at›lan çad›r›n önünde de ayn› durum vard›. Genç k›zlar, namlusunu k›r›p tüfe¤i kurar, içine tek bir saçma at›p en çapk›n gülüflleriyle delikanl›lara uzat›rlard›. Amaç her ne kadar üç metre ilerideki küçük yuvarlak metal hedefi vurup, onun ucuna ba¤l› oyuncak roketi afla¤› düflürmekse de, tüfe¤i al›rken k›z›n eline dokunmak dünyalara bedeldi. O dokunuflun büyüsü neydi ki, saatlerce orada dikilmek ve her seferinde 25 kurufl vermek umurlar›nda bile olmazd›. Bütün gülücükler, cilveler delikanl›n›n paras› bitene kadard›. Sonra her fley de¤iflirdi, ilgi, paras› olana dönerdi. En çok e¤lendi¤imiz yer de, üzerinde “Dans Eden Hindi” yazan küçük çad›rd›. Panay›r›n en ucuz gösterisiydi. Her yer 25 kuruflken (Çad›r Tiyatrosuna girifl 75 kurufltu), dans eden hindiyi izlemek için 10 kurufl vermek yetiyordu. Alt›nda gazoca¤› yand›¤›n› bilmedi¤imiz büyük bir tepsinin üzerinde, ayaklar› yand›¤› için tepinen hindi bizi çok e¤lendirirdi. Gösteriden sonra gülüflerek onun taklidini ç›kar›rd›k. Ölüme kafa tutan “Karadenizli Kardefller”in dev bir f›ç›n›n içinde eski bir Jawa motosikletle dönmeleri yüre¤imizi a¤z›m›za getirirdi. Çocuklar aras›nda yay›lan bir söylentiye göre, kardefllerden biri böyle bir gösteri s›ras›nda motosikletiyle f›ç›dan f›rlay›p metrelerce uza¤a düflmüfl ve feci flekilde ölmüfltü. Çünkü bu kardefller de, ip cambaz› gibi içmeden gösteriye ç›kam›yorlard›. Belki de Habubi’nin uyutup kaç›rd›¤› çocuklar›n en flansl›lar›, ölüme kafa tutan kardefllerin yan›nda ayak ifllerine bakan, motosikleti silip temizleyenlerdi. 43 Izgarada piflen köftelerin, sucuklar›n ifltah kabartan kokular› yay›l›rd› çad›r lokantalardan. Sac kavurmalar, börekler, ayranlar, gazozlar, çaylar sat›l›rd›. Köylüler bakt›klar›nda kasketini düflürecek kadar yüksekte bir cambaz tel üzerinde yürürken, “Bu ne ki, içeride daha neler göreceksin,” diyen sihirbaz, çad›r›n›n önünde a¤z›ndan bir ejderha gibi alevler püskürtürdü. Buras›, yetiflkinlerin bayram yeriydi. Biz çocuklar ayak alt›nda dolafl›rd›k. Bir gün büyüyecektik, bunlar› ö¤renmemiz gerekiyordu. O yüzden de ses ç›karm›yorlard› bize. Babam›n “parayer” dedi¤i panay›r bir hafta sürerdi. Bitince, çad›rlar sökülüp masal dünyas›n›n insanlar› baflka bir kasabaya gidince “hayvan pazar›”nda hüzünlü, kocaman bir boflluk kal›rd›. 44 Ahmet Erhan SANRI Ben kendimi da¤ san›rd›m Hacer Enginimde Konya ovas›, Çukurova, Harran Eskiden benim de bir yurdum vard› Ya¤mura direnen limon çiçeklerine benzer Ben kendimi sarhoflken tan›rd›m ‹nce belli bardaklarda anason kokusu Kufllar›n bile k›skand›¤› piknikler Kar›ncaezmez gençli¤im yafll›l›¤› abartt› Kalp k›r›kl›¤›, güz esintisi, kanser Gün gün damlayan zaman – o da su Ama flöyle bir gürül gürül akmad› Ben kendimi ›rmak san›rd›m Hacer Eli öpülesi nineler tabutlar› öpüyor Toprak delik deflik çocuk ölülerinden Ay’a ve y›ld›zlara bakmaya duydu¤um utanç Kan›n bu¤usunu iyi bilirsin sen Gözyafllar›n›n buz kesti¤i o son noktay› Hayat›n kavfla¤›nda bizi hep mi ac› bekliyor Ben kendimi deniz san›rd›m Hacer Kayal›klar› kan›rtarak savuran fiimdi oturup düflünüyorum neyi, kimi Masam›n üstünde bir bardak çay – çay kan Denize bak›yorum, donuk bir ya¤ gibi bak›yorum Kumburgaz, Selimpafla, Silivri Giderayak asker yolu bekliyorum Ben kendimi ‘Türkiye’ san›rd›m Hacer... 45 BEYL‹KDÜZÜ Uzun balkonlu evler, bast›bacak çocuklar San, ya¤mur ya¤sa devrim olacak Buralar›n i¤de a¤açlar› bile kokmuyor anneci¤im San, yazd›kça tafl yeflerecek Uzun balkonlu evler, bast›bacak çocuklar O ben ki, o ben ki benim Aln›m› betonarme yal›lara sürün Sürüm sürüm sürünsün, kan› donsun Anneci¤im, buralara günefl do¤mad› Geldi¤imden beri ya da hiç do¤urmad›n sen beni Gözümü ovuflturup duruyorum fiehrin göbe¤ine gece konmufllar Yirmi otuz katl› konmufllar Anneci¤im, rüya görürüm diye uyumuyorum Uzun balkonlu evler, bast›bacak çocuklar... ANASON Suyum iyotlu, rak›m›n anasonu eksik Sesimi akrepler yoluyor Ey anal›- babal› yetim çocuk Ben h›rlad›kça korkuyor musun Ben de korkuyorum anl›yor musun Ama al›flt›m art›k G›rtla¤›mda bir yarayla dolaflmaya Gizliden sevindim bile Hiç de¤ilse görünen bir yaram var Görünmeyenler da¤lar kadar Bir kurt postu edinmeliyim kendime Rak›ma su katmamay› ö¤renmeliyim Güneflten korkmamay› bir de Vars›n daltaban görünsün ac›lar 46 fiehrin ortas›nda Frankefltayn tiflörtlü bir adam gibi Dikilip dursam düzen de¤iflir mi Korkudan devrimci olunur mu Öyle mi, anal›- babal› yetim çocuk Sonunda rak› da, defter de bitti Bu fliir de bitsin mi Hayat yar›na kals›n m›... AYAZMA Suya hasret günlerime ekledim seni Aln›nda bir ayazmayla gezinen kad›n Yaln›zl›¤›ma, sigaras›zl›¤›ma, iflte ona Saklad›m, o hüznü, o ac›y›, bir de kederi Ve bütün kötülüklerimi sana Çünkü sen geceyar›s› do¤an güneflimdin Yerin dibinden buldum ç›kard›m yedi kat Kirliydin, pasakl›yd›n, sarsakt›n Durup bir de kendime bakt›m- tencere kapak Bir ›sl›k gibi girdin de hayat›ma Ölümüne sevdim, ölümüme saklad›m seni HOM‹N‹ DE GIRTLAK Homini de g›rtlaktan bir ameliyat Yak›flt›rd›lar bana, alt› üstü cigara Suya b›raksan bir ömür, tafla uzun uzun kaz›san bir hayat Me¤er ki ben h›rkas›z bir yolcuymuflum Yandan üfüren bir tütün yalaz› Gökten göze inen battal bir çapak Yar›n oyacaklar g›rtla¤›m› Homini de g›rtla¤›m›, zavall› g›rtla¤›m› O oyuktan dünyay› içime çekece¤im... 47 YOLCU Öteden beri bo¤uk bir fleyler vard› sesimde Ç›¤l›¤›mda bir ya¤mur bu¤usu Gözlerimin kepenkleri kapand›kça kalbime sinen Oturdum da sesime bakt›m demin Sanki yedim içtim koynuma soktum onu Yalaktaki bir ku¤uydu göçmen kufllara özenen Anlad›m, ses yitince yaz› da yolcu... EY, SEVG‹L‹… Durdum ömrümün kurumufl dallar›na bakt›m Ç›¤l›k 盤l›¤a bir güz geliyor Akflamdan kalma bir pazar günü gibi A¤z›m kuruyor, bafl›m dönüyor – Nerdesin ey sevgili Yoklu¤un varl›¤›n›n delili Betonlara te¤et geçen sonsuz çocuk sirenleri Hayat›n ücralar›nda bo¤uk bo¤uk Bu yaln›zl›¤›n ad›n› yeniden koymal› Kalbimde yorgun kurtlar uluyor – Nerdesin ey sevgili Yoklu¤un varl›¤›n›n delili fiehrin ortas›nda yak›lm›fl bir otobüs ölüsü Benimse kuca¤›mda kas›mpatlar›, börtü böcek Yolup yoluflturdum, oral› bile olmad› toprak Dönüp bakmad› flehir ahalisi – Nerdesin ey sevgili Varl›¤›n yoklu¤unun sebebi At›m› da¤lara vurdum... 48 TÜRKÇE ÜZER‹NE MEKTUPLAR ANAD‹L‹N SES‹ Emin Özdemir Geçen mektubumu Nâz›m Hikmet’in, “Sen yak›ndan da, uzaktan da, her zaman her mekânda konufltu¤um dil gibi, Türkçe gibi güzelsin fiirin” sözleriyle ba¤lam›fl, ard›ndan da flu soruyu sormufltum: “Peki, nereden geliyor Türkçenin güzelli¤i?” Evet, nereden geliyor Türkçenin güzelli¤i? Dilbilimcilere bak›l›rsa böyle bir soru sorulamaz; çünkü dilleri güzel, çirkin diye ay›r›p nitelendirecek ölçütler yoktur. Güzellik, çirkinlik, görece, öznel ölçütlerdir. Örne¤in Eskimoca, bir Eskimo için dünyan›n en güzel dilidir; ama ayn› Eskimo, Japoncay› çirkin bulabilir. Bir Japon da tam tersini düflünebilir bunun. Do¤rudur, dilleri güzellik ya da çirkinlik yönünden ay›rman›n somut ölçütleri yoktur elimizde. Ancak flu söylenebilir: Kiflinin mayas› hangi dille tutturulmuflsa, duygu dünyas›n›n s›n›rlar› hangi dille çizilmiflse güzel bulur o dili, baflka dillerde göremedi¤i güzellikler, incelikler sezer onda. Bu, kiflinin, topra¤›nda emekleyip büyüdü¤ü, genlerine solu¤unun sindi¤i dildir, anadilidir. Bunun için anadili, dillerin en güzeliymifl duygusunu uyand›r›r, onun sütüyle beslenmifl herkeste. Anadilin sütüyle beslenmek… Önceki mektubumda da k›saca de¤indi¤im gibi bizi biz k›lan önemli bir olgudur bu. Dilimizin büyük ozanlar›ndan birinin, Yahya Kemal’in güzel bir sözü vard›r. San›r›m, sen de duymuflsundur bu sözü; Türkçe ve edebiyat ders kitaplar›nda yinelenir, durur: Türkçe, a¤z›mda annemin sütüdür. Yinelenir de, Türkçeyle anne sütünü özdefl k›lan yönler üzerinde durulmaz yeterince. Oysa kiflili¤imizin oluflmas›ndaki ifllevini aktarmal› bir anlat›mla ne güzel belirtir bu söz. Neyse, sorumuza döneyim, Türkçenin güzelli¤i, onun evrenini belirleyen de¤iflik özelliklerinden gelir. Sessel zenginlik, ses düzeni bu özelliklerden biridir. ‹lkokuldan üniversiteye de¤in bütün ö¤retim aflamalar›nda gördü¤ün dilbilgisi derslerini bir düflün, flu türden kuru bilgileri belletmek için az m› zorlad›k sizleri. Neler belletmedik ki? Türkçe, sesçil bir dildir, dedik; hiçbir dil, ünlü say›s› yönünden Türkçeyle boy ölçüflemez, dedik. Bütün dünya dillerinde toplam ünlü say›s› on üçken, bu sa49 y› bizim dilimizde sekizdir, dedik. Bunlar›n, nas›l ak›flkan, birbirleriyle kurduklar› ses uyumu yönünden nas›l ezgi yükü yüksek ünlüler oldu¤unu belirttik. Ayn› biçimde dilimizdeki ünsüzlerin de ses kimliklerini ç›kartt›rmad›k m› dilbilgisi derslerinde? Üniversite bitirmifl, Türkçe dilbilgisi e¤itiminden geçmifl çevremdeki kiflilere bak›yorum. Çocuklar›n, gençlerin konuflmalar›n› dinliyorum; vurgu, ton, ezgi yönünden sözcüklerin hakk›n› veremiyorlar. Sessel ba¤lamda boz bulan›k, çirkin bir konuflmalar› var. Bunlar› dinledikçe insan›n dil duyarl›¤› inciniyor. Oysa bunca y›l, Türkçe dilbilgisi okuttuk sizlere genç arkadafl›m. ‹yi de, ne yarar› oldu? Belle¤inizi yorduk, afl›nd›rd›k, o kadar. Birtak›m terimlerin k›skac›nda bunaltt›k sizleri; bu yüzden Türkçeden so¤udunuz; bunda elbette sizlerin bir günah› yok. As›l suç bizde. Anadilimiz Türkçeyi, do¤ru dürüst ö¤retme, sevdirme yöntemi gelifltiremedik. Düzyaz›n›n, fliirin ince, s›cak sesini; bu sese yans›yan Türkçenin güzelli¤ini tatt›ramad›k sizlere. Dün, dilbilgisi ö¤retimi ad›na çocuklara kural belletmenin s›k›c›l›¤›n› gösteren bir çal›flmaya tan›k oldum. K›saca anlatay›m bunu. Torunum Doruk, alt›nc› s›n›fa gidiyor. Türkçe ö¤retmeni bir ödev vermifl: “Abecemizdeki yirmi dokuz harfi alt alta s›ralay›n, her harfin ses özelliklerini karfl›lar›na yaz›n.” Ödevini haz›rlad›ktan sonra “Do¤ru mu, yanl›fl m›? Bir bak, dede” diye getirdi bana. Bakt›m, ö¤retmeninin istedi¤i gibi yapm›fl. A: “kal›n, düz ve genifl ünlü”, B: “yumuflak, süreksiz ünsüz” biçiminde sürüp gidiyor çal›flma. “Do¤ru” dedim, “Do¤ru yapm›fls›n”, ancak onun bu nitelikleri bellemek için harcad›¤› eme¤e de, zamana da ac›d›m. Do¤rusu can›m s›k›ld›. Kullan›mdan kopuk, ifllevsiz bir çal›flmayd› bu. Bu nitelikleri bellemekle çocuk ne kazanacakt›? Ö¤retmenine güvenini sarsmamak için bu s›k›nt›m› sezdirmeden “Gel, Doruk sana bir türkü dinleteyim,” dedim; “Uzun Kavak” türküsünü birlikte dinledik: Uzun kavak g›c›r g›c›r g›c›rdar Anne benim sa¤ yan›mda sanc› var Ben ölürsem benden nice nice nice genci var Uzun kavak dal›n mal›n kurusun Yapraklar›n suda muda çürüsün Herkes sevdi¤ini als›n yürüsün 50 Sonra da bu türkünün sözlerindeki sessel örüntüyü ünlüler, ünsüzler yönünden sezdirmeye, bunlar›n ses belle¤imizde çizdi¤i resimleri buldurmaya çal›flt›m. Ayn› dinletmeli çal›flmay› “Çanakkale Türküsü” üzerinde de yapt›k: Çanakkale içinde aynal› çarfl› Ana ben gidiyom düflmana karfl› Of, gençli¤im eyvah Çanakkale içinde bir dolu testi Analar, babalar ümidi kesti Of, gençli¤im eyvah Çanakkale içinde vurdular beni Ölmeden mezara koydular beni Of, gençli¤im eyvah Bakt›m, Doruk’un elindeki abecesel s›rlamaya, belirledi¤i niteliklere bak›fl› de¤iflti. Türkçemizdeki sessel güzelli¤in, seslerin istifleniflinden, kullan›m›ndan geldi¤ini sezer gibi oldu. Demem o ki genç arkadafl›m Türkçenin sessel, anlat›msal güzelliklerini kurallar ezberleterek ö¤retme¤e çal›flt›k; o güzelliklerin içine tafl›yamad›k sizleri, bugün de sürüp gidiyor bu durum. Bilmem ayr›m›nda m›s›n? fiu son y›llarda dil topra¤›m›zdaki kirlenme korkutucu boyutlara ulaflt›. Yabanc› kökenli sözcükler, sözcük salk›mlar› halinde dilimizin yata¤›n› doldurmaya bafllad›. Neden böyle oluyor bu? Bir de¤il, birçok nedenleri var bunun. ‹lerdeki mektuplar›mda da kirlenmeye yol açan nedenler üzerinde duraca¤›m; ama yeri geldi¤i için söyleyeyim, bafl neden, Türkçenin güzelliklerini oluflturan özelliklerin bilincine vard›ramad›k insan›m›z›, daha do¤rusu anadili bilinciyle donatamad›k. Bu yüzden p›r›l p›r›l Türkçe karfl›l›klar› varken bak›yoruz, yabanc› sözcüklere dadan›yorlar, nedense bir çekicilik buluyorlar onlarda. B›rakal›m okumufl yazm›fllar› bir yana, s›radan yurttafllar›m›zda bile böyle yönelim var. Yabanc› sözcüklere dadan›fl, onlar› kullanma özentisi bugün karfl›laflt›¤›m›z, bugüne özgü bir sayr›l›k de¤ildir elbette.. Uzunca bir geçmifli vard›r bunun. Büyük ölçüde, dün de, bugün de anadili bilinci eksikli¤inden kaynaklanan bir sayr›l›kt›r bu. Dilimizin geliflme serüvenini düflünüyorum. Dönem dönem Türkçeyi hor görmüfl, afla¤›lamaya bafllam›fl›z. Bir 51 bak›ma ad›na Osmanl›ca de¤imiz Arapça, Farsça, Türkçe kar›fl›m› yapay dil, bu afla¤›laman›n, horgörünün ürünüdür. Osmanl›ca döneminde öyle günler olmufl ki suya su, ekme¤e ekmek, anaya ana demeyi unutmufluz. Türkçenin büyük ozan› Faz›l Hüsnü Da¤larca ne güzel belirtir bunu: Unutmuflum ana demesini bile Öykünmüflüm türküsünü ellerin. A¤z›ma bir kara düflmüfl ba¤›flla beni Türkçem, benim ses bayra¤›m. Epeyce oluyor, Velet Çelebi’nin 1936 y›l›nda Türk Dil Kurumu yay›nlar› aras›nda ç›kan Atalar Sözü adl› kitab›n› okuyordum; ilginç bir atasözüne rastlad›m. Arapça ve Farsçan›n, Türkçenin solu¤unu kesti¤i y›llarda, (on beflinci yüzy›l) söylenmifl bu söz. Belli ki Türkçenin içine düflürüldü¤ü ac›kl› durumdan yüre¤i yanan bir dilsever söylemifl, zamanla söyleyeni unutulmufl, bir atasözü de¤eri kazanm›fl. On beflinci yüzy›lda söylenen bu sözle Faz›l Hüsnü Da¤larca’dan al›nt›lad›¤›m dizeleri aras›nda s›k› bir örtüflüm var. fiöyle deniyor: Türkün iti, kente inicek Farisice ürür. Konufltu¤umuz gibi söylersem. “Türkün köpe¤i kente indi¤i zaman Acemce havlar.” Da¤larca da ayn› fleyden, a¤z›m›za çal›nan karadan, öykünmecilikten yak›nm›yor mu? Peki ya bugün genç arkadafl›m, ya bugün? Yan›nda yörende konuflanlara bak, televizyonlarda sunulan izlenceleri izle. Da¤larca’n›n dile getirdi¤i dilsel karanl›k yo¤unlaflarak sürüyor. Acemceye de¤il, ama ‹ngilizceye özeniyorlar. Öyle ki bu özengen kifliler, anadilin sesine yabanc›laflm›fl kifliler sevinçlerini bile “süper”; flaflma ya da hayretlerini “Wow!” diye belirtiyorlar. Al›flverifllerini “apple”, “pink”, first” gibi özel adlar tafl›yan yerlerden yap›yorlar. Yabanc› kökenli sözcüklere özenme, onlar› kendi dil de¤erlerimize ye¤leme Türkçemizin kapanmayan bir yaras›; çok boyutlu bir sorun. ‹leriki mektuplarda yeri geldikçe bu türden sorunlara de¤inece¤im. fiimdilik flu kadar›n› söyleyeyim, bu özengenlik, bu yabanc›laflma Türkçenin sesini belleklere bilinçli bir biçimde yerlefltiremeyiflimizden kaynaklan›yor. Dil ve yaz›n ö¤retimimizi Türkçenin ses ve anlat›m güzelliklerini yans›tan dilimizin ürünlerine dayand›rmay›fl›m›zdan geliyor. Çünkü anadilimizin ses güzellikleri günlük dilin fliirinde oldu¤u kadar, as›l onun ya52 z›nsal kullan›m›ndad›r; fliirinin, düzyaz›s›n›n s›ms›cak sesindedir. Çünkü ozanlar, anadillerinin ses duyargalar›d›r. Cahit Külebi’nin bir fliirinden bir bölüm al›nt›layaca¤›m bu mektuba. Umar›m, fliirin bütününü bulur, okursun. Ancak bir kez okumakla yetinme, birkaç kez oku. Her okuyufltan sonra fliirin, kula¤›nda, ses belle¤inde nas›l bir “ses izi” b›rakt›¤›n› düflün: Atlar›n kuyru¤u dü¤ümlü, Bir yandan ya¤mur ya¤ar, ›slak… Bir yandan hamutlar flak flak eder, Bir yandan tekerlekler döner, dön geri bak. Orda, derenin içinde ‹ki üç akça kavak. Tekerlekler döner, bafl›m döner, Kavaklar yefleriyor, dön geri bak. Al›nt›lad›¤›m dizelerde de görüyorsun, günlük dilin söz de¤erleri, yeni bir ses ba¤lam›yla dize örgüsü içinde yer alm›fl. Yinelemelerle, birbirini ça¤r›flt›ran seslerle fliirsel öznenin ça¤r›s›n› sanki içimizde duyumsuyoruz. fiiirsel iletiflim dedikleri de budur iflte. Anadilimizin ses yap›s› üzerinde çal›flanlar, Türkçenin yetkin bir fliir dili oldu¤unu söylerler. Do¤rudur, baflta da de¤indi¤im gibi Türkçenin ses dizgesi, baflka dillere göre çeflitlilik gösterir. Bu da ozanlara de¤iflik sessel olanaklar, özgürlükler sunar. Önemli bir ö¤edir fliirde ses. ‹ç dokusunda sessel esintiler içermeyen fliirlerde bir t›k›zl›k, bir y›¤›fl›msall›k vard›r. Yaz›ld›¤› günlerin s›n›r›n› aflan ya da onlar› kal›c› k›lan yanlar›ndan biri de o fliirlerin bu yönü de¤il midir? fiunu da söyleyeyim, bir dil fliir diliyse, o dil ayn› zamanda her türlü yaz›nsal yarat›y› üretmeye yatk›nd›r. Çünkü bütün düzyaz›sal türlerin ç›k›fl ve da¤›l›m noktas›d›r fliir. Düzyaz›da da sözcüklerin fliirsel damar›n› yakalayan yazarlar, öykülerine, romanlar›na hem fliirsel bir tat katar, hem de dilin sesini bunlar›n dokusu içinde dolafl›ma sokarlar. Genç arkadafl›m, kimi durumlarda küçük bir örnek sayfalarca aç›klamadan daha ifllevsel olur. Bu mektuplarda al›nt›lara, örneklemelere yer veriflim bundand›r. fiimdi Yaflar Kemal’in Ortadirek adl› roman›ndan ald›¤›m flu minik bir paragraf› oku; ama salt gözle de¤il, kula¤›nla da oku: 53 …Çiçek zaman› bozuk bahçenin yan›ndan geçemezsin. U¤uldar. Da¤lar›n, ovalar›n, bozk›r›n, peteklerin, kovanlar›n ar›lar›, tüm gelmifl, bozuk bahçenin çiçeklerine çokuflmufltur. Her dala, daldaki her al çiçe¤e binlerce mavi, sar›, ›fl›lt›l›, k›rm›z› kuflakl› tüylü, yumuflak ayakl›, türlü türlü, renk renk büyük küçük ar› konmufltur. Dallar, ar› o¤ul verir gibidir. Bir k›p›rt›, sonsuz bir kaynaflma içindedir çiçekler. V›z›lt›lar› ta uzaklardan duyulur.Yaklaflt›kça u¤uldar. Hadi soray›m, okudukça, okudukça bir u¤ultu duyuyor musun? Metnin dokusundan geliyor bu u¤ultu, sözcüklerin istiflenmesinden, onlar›n iç ve son seslerindeki ba¤›nt›lardan geliyor. Yinelemelerle, say›p dökmelerle güçlendirilen bir u¤ultu… Anadilimiz Türkçenin sesi dedi¤imiz de bu u¤ultuya duyurtan, duyumsatan ö¤elerin bütünüdür. Bu ö¤elerin havas›n› solutamad›k sizlere. Yak›nd›¤›m, eksikli yan›m›z da budur iflte. Baflta da söyledim, konuflurken sözcüklerin hakk›n› vermiyoruz. Sözcüklerin hakk›n› verme, onlar› tümce düzenine korken ses, seslem, ton ve vurgulama yönünden bir tart›mdan geçirmeyi gerektirir. Bu da bizden hem dilimizin söz de¤erlerini tan›may› hem de onlar› özenle kullanmay› ister. Göstermiyoruz bu özeni, gelifli güzel kullan›yoruz dilimizi. Bu yüzden nerdeyse konuflma özürlü bir toplum olup ç›kt›k. Oysa söylenegelen kal›plaflm›fl bir söz vard›r: “Konufl, konufl ki kim oldu¤unu söyleyeyim.” Bu mektubumu da sorularla ba¤layay›m yine. Neden konuflma özürlü bir toplum olduk? Niye duydu¤umuzu, düflündü¤ümüzü el yüzü düzgün bir biçimde anlatam›yoruz? Ne dersin? 54 GÜZEL JPG O¤uzhan Akay fiirin. fiirinsin sen. Çekici olmay›nca flirin olunur hayat yolunda. Benden mi girdi senden mi ç›kt› kordonu sahillerimizin? B›km›flken ben mendilimi atmaktan. Dilimi atlatmaktan. Kendimi anlatmaktan. Seninle en son sanal olarak birlefltik ve bir köpe¤imiz oldu internette. Henüz sorumDesen: Aylin Ünal luluklarla ilgili bir durum geliflmedi. Gröland biraz daha eridi. Foklar biraz daha inledi. Sen bana o s›rada sar›lm›flt›n flirin. Henüz içici de¤ildim. Henüz seni solumam›flt›m derin. Derinde bir fleyler vard›. Muhtemelen yalanm›flt› daha önce. Dövmeden seni kimse dövülmüfltün. Budur ün. Girin. Popüler kültür ele geçirmeden beni keseleyin. Belki bafll›yorsundur bende reklamlardan sonra. Aflk olarak tabii. Köfleyi dönünce fani. Tuluattayken ben Piflekar’› ça¤›rmadan. Yakup olmadan. Ça¤r›lmadan bir fliire. Kendimi patlatmaktan. Seninle en son bir çizgi filmde oynam›flt›k ve bir k›z›m›z oldu. M›zm›zl›¤›m›z bundan. Daha bana dil ö¤retecektin, French kiss yapacakt›k. Eriyecektik, hellim hellim. Sabah ans›z›n uyanacakt›m bana bakarken sen. Henüz geçici biriydim. Henüz üzülmemifltin. Dilinde sözcükler vard›. Muhtemelen aldanm›flt› daha önce. Görmeden seni kimse gülmüfltün. Budur ün. Sana âfl›k olmak de¤il sorun. fiair bask›s› var üzerimde. fiiiri at›p kaçacaklar üzerime korkar›m. Ben zaten uzaktayken patlar›m. Gölgem, nereye isterse gider. En çok sana. 55 Erol Çankaya KIEV SANA BENZER 1. ‹lk kanat vuruflumla 30.000 feet mavilik Üzerinden uçunca Dinyeper kabar›yor Pasaportumda gülümseyen ayd›nl›k vizen Gözlerim kamafl›yor gözlerinden Seni düflününce bir yolculuk bafll›yor. 2. Telefon çal›nca hiç ummadan senmiflin Ya da kufl kanad›yla akflam üstü orday›m Limonlu tad›yla iki fincan çay›n – Bo¤az’a karfl›lar, so¤utmadan dönüver – Daha çok yaz, çok ara, solusun ani aflk›n Beyaz Geceler seni getiriyor Aln›mdan, bir de bir de çenemden, Tabiy öpebilirsin fiaflk›n! 3. Her fley ne kadar net kuflbak›fl› uçunca ‹flte k›vr›l›p bükülürek, Dinyeper Bolsoy mu benim Pugaçeva dinledi¤im Seni görüyorum içinde buzlu steplerin Açt›¤›n masandray› flimdilik sen yudumla Bu Roxalana flehrinden uzanarak öperim, Kald›¤›m›z yerinde bekliyorum Beyaz Gecelerin! 56 4. fievçenko’dan özürler dilerim ama – Hâlâ duymaktay›m nefesini boynumda Bir de bana saplad›¤›n sözcü¤ü ayr›l›rken – Sesin bu yüzden bir flenlik bu zifir yaln›zl›¤a Gecelerim büsbütün sabaha kadar gümüfl, Diyorum, biraz da seninle ›fl›l ›fl›l Moskova! 5. D›flarda kar bekliyor, cam önünde resmin Bekliyor flarab›m›z ay kavuflmas›n› Saatin elifi elifine hasret vurdu¤u vakit Kalemin kapa¤› aç›k, mürekkep hokkas› haz›r Kald›¤›m›z yerindeyim getirdi¤in konya¤›n 6. Mistral h›z›ylay›m mart› uçufluylay›m Çünkü ilk kanat vuruflunla bafllam›fl flehrin Dudaklar›n damgalam›fl uçar› el yaz›n› Ani telefonlar›nda ay tutulmalar›nday›m, Mistral h›z›ylay›m, gece uçaklar›nday›m Çünkü derin solu¤un yelkenlerimde Dudaklar›m uçuklam›fl bembeyaz güllerinden Boynumu ›s›tan o ç›lg›n solu¤unday›m, Mistral h›z›nday›m Puskhin uzay›nday›m Haz›rla karla kapl› ülkeni nice yang›nlara Çünkü kara güller patl›yor derin gözlerinde Boynun üzerinden ç›lg›n bir yolculuktay›m, 57 7. ‹flte Dinyeper alt›m›zda, ›fl›ld›yor Kiev Gövdem bin y›ld›r haz›rd› buna Birazdan kollar›nday›z ani aflk›m›z›n. 8. Kar ya¤›yor karanl›¤›na buzlu steplerin Rüzgarlar savruluyor kara ormanlardan Dinyeper k›vr›la büküle sana do¤ru ak›yor Görüyor musun? Tarifesiz bir uçakta, tarifsiz duygularday›m Sisler aras›nda denizler da¤lar afl›yorum Odessa’dan k›fla yaklaflan bir Kiev treninde Anl›yor musun? Katya kokuyor kuzey ormanlar›, Duyuyor musun? 58 B‹L‹NÇ AKIfiINDA “GÜN KAÇ DAK‹KA?” ADALET A⁄AO⁄LU ‹LE ZAMANIN ‹Z‹NDE Alev Bulut Adalet A¤ao¤lu’nun ilk öykü kitab› Yüksek Gerilim’in son öyküsü “Gün Üç Dakika” bilinç ak›fl›n› izleyerek zaman›n ak›fl›n› anlatma çabas›n›n çok çarp›c› bir örne¤i. Yazar›n bu öyküsünü okuyal› epey oluyor. Daha sonra Damla Damla Günler ad›yla yay›nlanan günlüklerinde roman ve öykülerinde zaman›n ak›fl›n› öykü kiflilerinin “iç zaman”› olarak de¤erlendirdi¤i sat›rlar da “bilinç ak›fl› tekni¤i”nin uygulamas›yla ilgili ipuçlar›n› birinci a¤z›ndan veriyor. Bir anlat› tekni¤i ancak araflt›rmac›lar taraf›ndan ad› konunca yaz›nbilime kat›lm›fl oluyor. Bir yazar›n, diyelim A¤ao¤lu’nun, kendi anlat› yöntemlerini ve yenilik aray›fllar›n› günlüklerinde ve söyleflilerinde özgürce, öznelce anlatt›¤› sat›rlar araflt›rmac›lar için çok de¤erli. Bir yazar›n ve yap›tlar›n›n s›n›flanmas›, o yazar›n eserlerine yaz›nsal bir ak›m›n yak›flt›r›lmas›, dolay›s›yla yaz›nsal uygulaman›n bir ak›m alt›nda dizgelefltirilmesi, yaz›nbilimci ve elefltirmenlerin kavramlaflt›rmalar›ndan baflka bir fley de¤il. Bir yazar, eminim, kendi yaz›nsal aray›fllar›n›n derdindedir, nas›l adland›r›laca¤›n›n ya da bu konuda hangi ak›ma örnek oldu¤unun de¤il. O bir öncüdür. Araflt›rmac›lar ise onun eserlerini incelerken verdi¤i ipuçlar›n› de¤erlendirir, bu yarat›c› üretimi dizgelefltirirler. Yazar›n yöntemleriyle ilgili anlatt›klar› da araflt›rmac›lara yol gösterir olanca öznelli¤iyle. A¤ao¤lu’nun yaz›n›m›zda öncülük etti¤i bilinç ak›fl› tekni¤inin ilk uygulay›c›lar› aras›nda önemli bir yeri olan Virginia Woolf da kendi döneminde zaman› anlatma çabalar›n› günlüklerine ve yaz›nsal makalelerine tafl›yarak araflt›rmac›lara ›fl›k tutmufltu. ‹ki yazar›n anlat›lar›nda “zaman” kavram›n›n ve zaman› anlatma çabas›n›n örtüfltü¤ünü söyleyebilirim. Bu arada, A¤ao¤lu’nun “yabanc› bir terazide tart›lmaya” sevinmedi¤ini günlü¤ünde okumufltum. Yine günlüklerinden Woolf’u ‹ngilizce okumad›¤›n›, Türkçe çevirilerinin olup olmad›¤›n› bile bilmedi¤ini de biliyorum (2005:263). 1998’de Adam Öykü dergisinde yay›nlanan bir söyleflide de Frans›z Dili ve Edebiyat› okudu¤unu, tiyatro tutkunu oldu¤u ve 1950’lerde henüz Virginia Woolf’un ad›n› duymad›¤›n› söylemiflti. 15 May›s 1974 tarihli günlük sayfas›nda “… Benim gibi yerlinin yerlisi bir Ölmeye Yatmak yazar›n›n ‹ngiliz’in Woolf’una “benzedi¤i” için ba¤ra ba59 s›lmas›na çok flükür “sevinemedim”se de, daha sakinim. ‹ngilizcem, öyle roman falan sökecek gibi de¤il. Oyunlar ‘diyalogdan’ müteflekkil oldu¤u için çevirmeye kalkmak densizli¤ini gösterebildi¤im oldu da, ta II. Dünya Savafl› yazar›n›n ‘üslupçu’lu¤unu nas›l söküp de okuyacaks›n eyy Fatma ‹nayet?” demifl olanca aç›kl›¤›yla ve sormufl: “Sahi, Virginia Woolf’un Türkçe’ye çevrilmifl bir kitab› var m› acaba? Olsa bilmek için her fley yap›laca¤›na göre bilirdin can›m. Hayret bugüne kadar böyle bir fleye rastlamad›m. K›z›lay’a inip Remzi’ye sormal›y›m…” (s. 263) Karfl›laflt›rmal› yaz›n incelemelerinde yöntem konusundaki düflüncelerini ve yap›lan çal›flmalar›n bir bölümüne iliflkin kuflkular›n› da geçen y›l ‹stanbul Üniversitesi’nde onur konu¤u oldu¤u toplant›da dinledim. Ben de bir Türk yazar›n›, yabanc› bir yazar ve yap›tlar› üzerinden önceden bir karfl›laflt›rma noktas› belirleyip sanki uymas› zorunluymufl gibi o giysiye sokmaya, onu bir ak›m›n temel örneklerine benzetmeye dayal›, bat›-odakl›, kendi yaz›n geçmiflimizin süzgecinden geçmemifl, bize uyarlanmam›fl bir yönteme karfl›y›m. Bizden yola ç›karak Bat›l› yazarlar› karfl›laflt›ran çal›flmalar›n artmas›n› isterim. Dünya yaz›n›ndan iki büyük yazar›n yaflam ve zaman kavramlar›n›n benzeflmesinin nedeninin mutlaka birbirlerini okumalar› de¤il, ikisinin zaman kavram›na, birbirinden ba¤›ms›z, benzer yaklafl›mlar› oldu¤unu düflünüyorum. Adalet A¤ao¤lu, Ölmeye Yatmak, Bir Dü¤ün Gecesi, Hay›r, Yazsonu ve Ruh Üflümesi gibi romanlar›nda ve öykülerinde insan› yaflam›n ve zaman›n içinde derinlemesine anlat›rken okur olarak bana zaman›n durdu¤unu, uzad›¤›n›, esnedi¤ini, bir karakterin anlat›ld›kça, kameran›n yak›nlaflt›rma etkisi gibi, “yaklafl›p canland›¤›n›”, sabit bir nokta üzerinden anlat› ve kifliler derinlefltikçe okuyan›n da içlerine girdi¤ini hissettiriyor. Elefltirmen Semih Gümüfl’ün A¤ao¤lu’nun eserleri üzerine yapt›¤› çal›flmalardan birinde dedi¤i gibi “Adalet A¤ao¤lu bir düflünceyi ›srarla kovalayan öyküler yazd›” (s. 14). ‹nsan zihninde akan düflünceyi kovalamak, zaman› neredeyse durdururcas›na an be an kaleme almaya çal›flmak bu çabay› gösteren yazarlar› ister istemez ayn› anlat› ve kurgu ekseninde buluflturuyor: bilincin ak›fl› Adalet A¤ao¤lu, Damla Damla Günler ’de “Gün Üç Dakika” adl› öyküsünün yaz›l›fl sürecine iliflkin k›sa notlar›yla zaman› dakika dakika sabitleyip anlatma, bilincin ak›fl›n› uzat›p esnetme, gerçek ak›fl›n arka plan›n›, hikâyesini yazma çabas›na ›fl›k tutuyor. Yazar bu öykünün yer ald›¤› Yüksek Gerilim adl› kitab›n›n sunufl sözlerinde de flöyle demifl: “Bu kitapta dokuzu da birbirinden ayr› yap›da dokuz hikâye var… Ben bu dokuz hikâyede, olay, olgu, durum, nesne, nesneler, kifli, kifliler, zaman (bir süre) ve anlardan yola ç›karak anlat›lmak istenenin anlat›mla nas›l uyum60 lanabilece¤ini göstermek istedim…” Damla Damla Günler (1969-1977) kitab›nda da “Gün Üç Dakika” için flunlar› yazar: “…Yazar›n kendi bilinçalt›nda bütünlemesi gibi fleyler iflte böyle fleyler. ‘Gün Üç Dakika’n›n en tuttu¤um yan›, ‘en k›sa sürenin’ anlat›m› çabama uygun düflmesi yan› s›ra, bu s›k›fl›k dar zaman› soluk solu¤a bir anlat›mla, k›sa k›sa cümleler, tek sözcüklerle kendine has sesini verebilmesi…” (s. 258) Baflka bir günlük sayfas›nda da romanda bafl kahraman›n “kendisiyle hesaplaflma fasl›” olarak niteledi¤i “iç k›s›m” ya da “ben anlat›s›”nda “zaman ak›fl›”n› “saatli-dakikal›” verme çabas›n› anlat›r ve Ölmeye Yatmak örne¤inde 1 saat 20 dakikal›k “iç zaman”› yazarken ald›¤› keyiften söz eder (s. 65). Adalet A¤ao¤lu, “Gün Üç Dakika”da, tam da dedi¤i gibi, zaman›n, “en k›sa sürenin”, anlar›n pefline düflmüfltür. Anlat›y› zaman›n içinde bir yere demirlemek için yineledi¤i olay gerçeklik duygusunu pekifltiren “haber” saatidir. Bilinçten akan düflüncelerin aralar›na öykü boyunca bu “gerçeklik anonsunu” serpifltirir ve bizi zaman›n ak›fl›nda bir yere ba¤lar: Güneflli bir gün olacak. ‹yice güneflli bir gün. TRT Haber Merkezi’nin haz›rlad›¤› haberleri dinlediniz… ‘TRT Haber Merkezi’nin haz›rlad›¤› haberleri’ dinledik… Gece son haberler izlenmifltir…. Geri kalan saatler kuruldu, ayarland›. ‘TRT Haber Merkezi’nin haz›rlad›¤› haberleri dinledik… Ama bugün ola¤anüstü bir gün. ‘TRT Haber Merkezi’nin haz›rlad›¤› haberleri’ erkenden dinledik… TRT Haber Merkezi’nin haz›rlad›¤› haberleri dinledikten dört saat sonra, art›k hiç bir fley dinlenmemifl oluyor… ‘TRT Haber Merkezi’nin haz›rlad›¤› haberler’ sabaha kalmadan unutulmak ve Bayern Münih ile Atletico Madrid aras›ndaki karfl›laflma asla unutulmamak üzere… ‘TRT Haber Merkezi’nin haz›rlad›¤› haberleri’ dinlediniz mi bay›m?... ‘TRT Haber Merkezi’nin haz›rlad›¤› haberleri’ dinledi¤imizden buyana bütün bir gün geçmifl bulundu¤undan, sabah›n ilk haberi epeyce eskimifl olacak… Televizyonda ‘TRT Haber Merkezi’nin haz›rlad›¤› haberleri’ dinlemeye haz›rlan›yoruz yeniden… ‹flte bugün. ‹yice güzel olabilecek bir gün, güzel olamadan bafll›yor. Yine bakkala gidilecek. Kasaba da. Her günkü gibi. Manava da u¤ramak gerekecek. Kendimiz için olacak her fley… 61 Ö¤leye ne yenecek? Köfteciye gidilir? Herhalde birer de bira içilir? Saç›m› y›kayaca¤›m. Gün uzun sürece¤e benzer. Yap›lmas› gerekli ne varsa, yap›lmas›na haz›rlan›lm›fl ne varsa, hiç yap›lmamas› gereken fleyler oluverdi. Yar›n da bugünün biraz solmuflu olacak. Günler uzun sürecek yeniden. Saç›m› y›kamal›y›m. Her gün ayn› biçimde ifle gidilmeli… Karfl›ya geçmeden önce trafik ›fl›¤›m› bekliyorum. Turizm Bakanl›¤›’ndaki evrak memuru ile selamlaflt›m. Selam›m› yeterince içten bulmad›. Yad›rgad›. Sonradan baflka bir saatte onun bu, bafltan savma selam›ma k›r›lm›fll›¤›n› seçiveriyorum. Öyle, durup dururken… Adalet A¤ao¤lu “iç zaman”da öykü kiflisinin zihninden geçenleri ve planlar›n› kesinliklerine göre “-yor, -ecek, -acak” ya da “-meli, - mal›” ile ifade ediyor. “Her gün ayn› biçimde ifle gidilmeli” gibi kesinlemeli ifadeler öykü kiflisinin bilinç ak›fl›ndaki düflüncelerin birinci tekil kifliyle birinci a¤›zdan hareketini en yak›ndan izledi¤imiz yerler. Giriflte zaman› anlatma çabas›n› benzetti¤imi söyledi¤im Woolf ile dilsel seçimleri, birazdan verece¤im örneklerden de görülece¤i gibi hiç benzemiyor. Anlat›da kulland›klar› birinci ve üçüncü kiflili bak›fl aç›lar› da çok farkl›. Benzeyen flu: Woolf da yirminci yüzy›l›n bafllar›nda “bilinç ak›fl› tekni¤i”ni öykü ve romanlar›nda denerken zaman›n ak›fl›n› durdurma, zaman› bir noktada sabitleme deneyleri yapar gibiymifl. “Duvardaki Leke”, “Bir Yans›ma: Aynadaki Kad›n”, “Mrs. Dalloway Bond Soka¤›’nda” gibi öykülerinde ve The Waves, The Years, To the Lighthouse ve Mrs. Dalloway gibi romanlar›nda zaman›n peflinden koflarak en k›sa zaman dilimine ne kadar derinlik verilip ne kadar çok anlat› birimi yerlefltirilebilirse o kadar yerlefltirmeye çal›flm›fl. Örne¤in, “Mrs. Dalloway Bond Soka¤›’nda” öyküsü Mrs. Dalloway roman›n›n tasla¤› olarak yaz›lan öyküler aras›nda. Bir günün belli bir bölümünün öyküsü. Londra’da geçiyor. Üçüncü kiflili anlat› diliyle yaz›lm›flt›r. D›flar›dan bir anlat›c›, öykü kiflisinin her hareketini izleyip aktar›r. Clarissa Dalloway verece¤i partinin haz›rl›klar› için al›flverifle ç›km›flt›r. Big Ben kulesinden gelen saat bafl› vurufllar› ve öykü kiflisinin akl›na yer eden William Shakespeare’in “Art›k korkma güneflin s›ca¤›ndan” (“Fear no more the heat o’ the sun”) ve Percy Bysshe Shelley’nin “Adonais” fliirlerinin baz› dizeleri öyküde bilinç ak›fl›na çapa atar gibi yinelenen simgelerdir. Clarissa Dalloway’in düflünceleri Big Ben’in vurufllar›yla birlikte akmay› sürdürür. Onuncu vurufla gelindi¤inde öyküde üç-dört paragraf yol al›nm›flt›r. Zaman›n ak›fl›n› sabitleyen baz› yinelemeler flöyle: Mrs. Dalloway eldivenleri kendisi alacakt›. O evden d›flar› ad›m›n› atarken Big Ben çal›yordu. Saat onbirdi ve henüz tüketilmemifl saat bir kumsalda ço62 cuklara sunulmufl gibi taptazeydi… Big Ben onuncu vuruflunu tamamlad›… Art›k ah etmek bofl, ah etmek bofl – nas›l geçti? – k›rlaflan saçlar… Dünyan›n a¤›r lekesi sana da bulafl›nca… Dünyan›n a¤›r lekesi sana da bulafl›nca! Clarissa kendini toplad›… Dünyan›n a¤›r lekesi sana da bulafl›nca… Art›k korkma güneflin s›ca¤›ndan… Art›k ah etmek bofl, ah etmek bofl… “Art›k ah etmek bofl, ah etmek bofl” sözcükleri akl›ndan ak›p geçti. “Dünyan›n a¤›r lekesi sana da bulafl›nca” diye düflündü Clarissa… Art›k korkma, diye yineledi, parmaklar›yla tezgah›n üzerinde ritm tutarak. Art›k korkma güneflin s›ca¤›ndan. Art›k korkma, diye yineledi. Düflünmek do¤al ve h›z› zaman birimlerine vurulamayacak bir ak›fl. Bilinçli yaflad›¤›m›z sürece zihindeki bu ak›fl› durdurmak olanaks›z. Düflünmek bilerek zaman›m›z› almasa da bu ak›fl› durduramad›¤›m›z için onu efl zamanl› olarak anlatma çabas› zaman almak bir yana zaman kavram›n› zorluyor. Düflünce akar giderken o ak›fl›n pefline düflmek sele kap›lmak gibi bir fley. Hele o ak›fl› dile getirmek, k⤛da dökmek ak›nt›ya karfl› kürek çekmeye efl… O¤uz Atay’›n Tehlikeli Oyunlar ’›nda Hikmet Benol’un bir fleyi ifl olarak yapmak ve yaflamaktan çok henüz yaflanmam›fl fleyleri zihninde kurmaktan yoruldu¤unu söyledi¤i gibi belki de… Yap›lanlar› anlatmak bir ölçüde olas› ama düflünceleri bütünüyle izleyip anlatmak olanaks›za yak›n bir çaba. Büyük bir deney gibi insan düflüncesinin ak›fl h›z›n› anlat›mda yakalamaya çal›flmak. Ben de öncü yazar›m›z Adalet A¤ao¤lu’nun bir öyküsünden yola ç›karak bu yaz›nsal ak›m›, bu deneyi anlama çabam› paylaflt›m… Adalet A¤ao¤lu, Yüksek Gerilim ‹stanbul: O¤lak Yay. 1996; Damla Damla Günler I ‹stanbul: Alk›m Yay. 2005. Virginia Woolf, Mrs. Dalloway Londra: HBJ Yay. 1925; Complete Shorter Fiction of Virginia Woolf yay. haz. Susan Dick, Florida: HBJ Yay. 1989. Semih Gümüfl, Öykünün Bahçesi ‹stanbul:Adam Yay. 1999. 63 Hüseyin Ferhad HEYT N’olur esirgeme gözlerini yunay›m o mahrem nehirde, aflk cinlerini kov n’olur hiç de¤ilse flu Zerefflan seherinde Ruh ikizini arar, benzerini. Rüzgâra m› soyundun ruhunu rüzgâr sana m› soyundu yoksa, hârlad› nefsimin mumu üfle istersen Zeynep Hanlarova Ruh benzerini arar, ikizini. Üç vakittir flurama hüma kufllar› konar kalkar, gurbet akl›na düfltükte yollara k›r›lan biri mi var Dün akflam mektup yazd›m okusun için bad-› sabâ, ben mi göndermeyi unuttum postada m› kayboldu yoksa Ne mümkün tutmak yas›n› yaras›n› ziynet bilenin, onun ruhuna damlar rahmine niflan düflse her kimin Kaç yafl›nda öldü Nedim fieyh Galib kaç yafl›nda, dalk›l›ç rüyalar›na girdimdi o melânet yaz akflam›nda 64 Kaç yafl›nda öldü Nesimî Pîr Sultan kaç yafl›nda, o akflam öptümdü yaralar›ndan kaflla göz aras›nda Hangi flehrengîzde mahfuz kalbimin kadim haritas›, Ankara’y› ansam ne zaman kanamaya bafllar Anadolu’nun Orta’s› Böyle bir yaz akflam›nda m› bo¤dular acep Nef’î’yi, duydumdu ilk tehcir k›fl›nda cinayete dair o vahyi Dünya bir dîvan ama müseccel Aflk’a münhas›r bir s›r, ben Herkes’in f›s›lt›s›y›m ama nefesim aç›ld›kta kapan›r Yek bafl›na durur, orda muhacir Nâz›m’›n ruhu, orda, o alacakaranl›kta onu taklit eder bencileyin bir puhu Üç vakittir flurama gurbet kufllar› konar kalkar, sûretim akl›na düfltükte a¤›da duran biri mi var Aflkt›r bulafl›r herkese dememifl miydi Lokman, ruh ikizini arar, benzerini kâr etmez ne yapsan Aflkt›r bulafl›r herkese dememifl miydi Nevâî, gö¤sünden ç›kar›p atmadan önce kurda kufla kalbini 65 GELECEK KORKUSU Mehmet Serdar Gençsen, daha yaflanacak zaman›n varsa, bütünsel bir gelecek tasar›m›n da olabilir. Önünde uzun bir hayat oldu¤unu düflünüyorsan, görmek istediklerinin de gerçekleflme olas›l›¤› varsa, düfllerinin gerçekleflmesi için düzenli çaba harcayabilirsin. Her fley zamana ba¤l›. Zaman varsa gelecek var. Ama kendin için uzun bir gelecek tasarlayam›yorsan, dikkatini yaflad›¤›n âna yöneltmen; bugünde odaklanman kaç›n›lmaz. Bu, elbette “benden sonra tufan” anlam›na gelmiyor ama bugünden kendini göstermeyen, tad›n› sunmayan bir gelecek de zaman› s›n›rl› olanlar için çekici de¤il. Gelece¤i bugünden kurmakta oldu¤umuza içtenlikle inand›¤›m›z günlerin üzerinden çok geçmedi. Yürüyüfller boyu söyledi¤imiz, yar›n› bugünden kurmay› öneren marfllar›n üzerinden de. O günlerde, gelecek düflüncesi, yaflad›¤›m›z ân›n gereksinimlerini de aflan en bask›n ö¤eydi. Ama bu elbette yaflanan günün ba¤lam›ndan kurtulabildi¤imiz anlam›na gelmiyordu. Yaflanan gün, do¤rudan de¤il de ancak gelecek dolay›m›nda kendini ifade edebiliyordu, o kadar. Her gelecek düflü kaç›n›lmaz olarak dönemle, yaflan›lan günün gereksinimleriyle ve sundu¤u ufukla s›n›rl›. Gelece¤e do¤ru bakan özne, bu yolda ad›m ad›m hem kendi sorunlar›n› çözecek hem de çözdükçe düflledi¤i güzel günlere yaklaflacakt›r. Oysa öncelikle, bugünden gelece¤e do¤ru zaman içinde kendini böyle bir özne olarak kavrayan bir ö¤e yok ortada. Tersine, geçmiflte kendinde böyle bir güç görmüfl olanlar da gittikçe zay›flamakta. Bugünle yar›n aras›nda uzanan yolda ad›m ad›m sorunlar›n› çözen, çözdükçe güçlenen ve özneleflen bir ö¤e varsa, ancak onun gelecek tasar›m›n›n gerçekleflme olas›l›¤›ndan söz edilebilir. Bugün ortak bir gelecek tasar›m›ndan söz edilemeyiflinin nedeni, ç›karlar›, gelecek beklentileri birbiriyle çeliflen ö¤elerin say›lar›n›n ve etkinliklerinin giderek artmas›. Bu durumun geçici oldu¤u ve bir süre sonra birço¤unun elenece¤i beklentisi ise hiç de gerçekçi de¤il. Tersine bugün hiç umulmad›k yeni ö¤eler, ortaya ç›km›fl; ötesi geçmiflte elendi¤i san›lan çeflitli görüfller, ak›mlar bile kendilerine yeniden yaflam alan› bulabilmifllerdir. 66 Tasarlanm›fl bir gelece¤in öncelikle bugünün olumsuzlanmas› üzerine kurulmas› beklenir. Ama bugün yaflayan insanlar›n gelece¤i yaflamlar›n› aflan bir dönemi kapsayamaz. O günleri yaflayacaklar›n kendi gereksinimlerine göre kuracaklar› bir gelecektir söz konusu olan. Bugünkü kuflaklar›n beklentilerine uygun bir gelecek olas›l›¤› ancak bugün yaflayanlar›n yaflamlar›yla s›n›rl›d›r. Yaflad›¤›m›z günle gelece¤imiz aras›ndaki sürede o kadar güç ve karmafl›k konular ortaya ç›kt› ki tek özneli, tek programl› çözümlerle bir gelecek kurmak düflü art›k gerçekten çocuksu hale geldi. Sencer Divitçio¤lu’nun deyifliyle bir bakm›fls›n›z: “Geçivermifl Gelecek.” Gelecek geçmiflte kalm›fl. Oysa bizim geçmiflteki gelecek düflü, neredeyse tek ad›ml›k bir uzakl›ktayd›. Üretici güçlerin geliflmifllik düzeyine uygun bir iliflkiler düzeni oluflturuldu¤unda kolayl›kla gerçeklefltirilebilecekti. Üretim araçlar›n›n, bilimin, teknolojinin geliflmesiyle daha önceki dönemlerle karfl›laflt›r›lamayacak bir maddi zenginlik oluflacak ve bu zenginli¤in eflitlikçi kullan›m›, âdil bölüflümü, bütün sorunlar› çözecek, insanlar›n mutlu olabilece¤i bir ortam sa¤layacakt›. Ama nerede? Geliflme, ilerleme tam tersine bir sonuca yol açt›. Mutsuzlu¤u, gerginli¤i, eflitsizli¤i, adaletsizli¤i daha da art›rd›. Buna bir de insan yaflam›n›n temellerini tehdit eden bir olas›l›¤›n eklenmesi güzel gelecek düflünü tümüyle ortadan kald›rm›fl durumda. Öyle ki küresel iklim dengesindeki bozulman›n durdurulamaz bir h›z kazand›¤› art›k herkesçe kabul edilen bir gerçek. Bu ise, gelece¤in bugünden bitmesi demek. Sencer Divitçio¤lu’nu izleyerek söylersek: “Bitivermifl gelecek” Gelecek düflüncesinin en güçsüz oldu¤u bir dönemden geçiyoruz. Kendimiz, yak›nlar›m›z, toplumumuz ve tüm dünya için düflledi¤imiz güzel günlerin insanlar› etkileme gücü en alt düzeye inmifl durumda. Altm›fllarda, yetmifllerde bütün eylemlerimizin itici gücünü, yaflam›m›z›n anlam›n› oluflturan gelecek güzel günler düflü, flimdilerde kara bir gelecek korkusuna dönüfltü. ‹nsanl›k daha önce bugünden çok daha kötü günler yaflam›fl, iki dünya savafl›n› on milyonlarca kay›p vererek geçirmiflti ama o günlerde bile bar›fl içinde mutlu bir gelecek düflünden vazgeçmemiflti. Bugün ise derin bir kayg›, bütün gelecek öngörülerimizi siyaha boyuyor. Bunun temel nedeni, geçmiflte güzel gelecek tasar›s›na sahip öznenin kendisini kuraca¤›, var edece¤i koflullar›n ortadan kalkmas›d›r. Bugün her düzeyde kaotik bir da¤›n›kl›k egemen. Güzel günler, öncelikle onu isteyen, kurgulayan ve gerçeklefltirmek için çal›flan, ad›m ad›m yol al›p ilerleme kaydettikçe de bu yolda yürüme kararl›¤› pekiflen bir öznenin baflar›s› olabilirdi. Oysa biz kendi deneyimimizle tersini yaflad›k. Bizim eylemimiz boyunca bu iradenin ad›m ad›m çözüldü¤ünü, da¤›ld›¤›n› 67 yaln›zca kimli¤ini koruma çizgisine sürükledi¤ini gördük. Geleceksizlik aflamas›nday›z. Bu basamakta ancak direnebiliriz. Kimli¤imizi de direnirsek koruyabiliriz. Bugün takvim olarak geçmiflte “gelecek güzel günler” olarak tasarlad›¤›m›z zaman diliminde yafl›yoruz. Ama uzun süre önce aflm›fl olmam›z gereken bir çok olumsuz ö¤e bütün yaflam›m›z› kuflatm›fl durumda. Bu olumsuzluklar geçmiflte saptanm›flt›. Hiçbiri yaflanmam›fl, fark edilmemifl de¤ildi. Biz göz göre göre bu bata¤a düfltük. Ana karakteri çok önceden belirlenen, ömrünü doldurarak tarih sahnesinden çekilece¤ini umdu¤umuz düzen, sanki tek gerçek, tek olas›l›k olarak egemenli¤ini pekifltirmifl durumda. Bu, toplumda derin bir karamsarl›¤a, zaman zaman da nihilizme yol açt›. Var olan dünyay› ahlak d›fl›, insanl›k d›fl› buluyoruz, tamam ama kendi çözümümüzü nas›l uygulayaca¤›z? Bizim d›fl›m›zda çok büyük bir dünya var ve onlar›n bizim ütopyam›zdan, hayallerimizden hiç haberleri yok. Onlar› kendi görüfllerimize nas›l ikna edece¤iz? Bizim görüfllerimizin kendileri için de yaflamsal oldu¤una nas›l inand›raca¤›z? Güçlük yaln›zca karfl›tlar›m›z›n büyük gücünden gelmiyor ki. Öncelikle kendileri için mutluluk ve iyilik düflündü¤ümüz insanlar karfl› bu çözümlere. Ütopya, biraz da çizgisel tarih anlay›fl›m›z›n bir ürünü. Geçmiflten bugüne ve gelece¤e do¤ru sürekli bir geliflme çizgisini sürdürdü¤ümüzü düflünüyoruz. Bu ekonomi, bilim ve teknoloji alanlar› için söylenebilir belki. Ama ruhsal dünyam›z için de ayn› fley geçerli mi? Ruhsal yoksullaflma, de¤erler dünyas›n›n da¤›lmas› herkesin sürekli yak›nmas› durumunda de¤il mi? Mutluluk, geçmiflte kalan, özlemle and›¤›m›z, ama gelecekte yeniden yakalama umudunu gittikçe daha çok yitirdi¤imiz bir duygu art›k. Ütopya öncelikle toplumun bütünü için bir mutluluk düflü. Gereksinimlerin tümüyle karfl›land›¤›, herkesin düfllerinin gerçekleflti¤i bir bolluk dönemi. Herkesin gereksinimi ölçüsünde tüketebildi¤i dolay›s›yla çat›flmaya gerek kalmayan sürekli bir bar›fl ortam›. Çeflitli ütopyalar›n ilk ortaya at›ld›¤› dönemlerden bu yana çok zamanlar geçti. Her biri kendini tarih içinde s›nayacak süreyi buldu. Düfllenen günlere çoktan ulaflm›fl olmal›yd›k. Ama bugün gelinen noktaya bak›n. ‹dealimizdeki dünya nerede, toplu bir y›k›ma do¤ru h›zla giden dünya nerede? Henüz yeterince ayr›m›na bile var›lmayan tehlike, bu dehflet verici sonuç, daha fazla üretme ve tüketme yar›fl›n›n bizi getirdi¤i noktan›n kaç›lmas› kolay olamayan bir sonucu. Bir gelecek tasar›m›nda bulunmak, gelecekteki insanlara nas›l yaflayacaklar›, nelerden hofllanacaklar›, hangi de¤erlere sahip olacaklar›, ne68 lere sayg› gösterecekleri konusunda bir öneride bulunmak demektir ayn› zamanda. Oysa gelecek, bizim hayalimizden önce, o günlerde yaflayacak insanlar›n do¤rudan hayat› olacakt›r. Biz bundan elli sene önce bugünler ve bizler için acaba ne düflünülür, ne düfllenirdi diye bir merak içinde miyiz? Biz bugün yaflarken, nas›l bizden elli sene önce yaflam›fl insanlar›n hayallerini dikkate alm›yorsak, gelecektekiler de bizimkileri almayacakt›r. Yaflam›n› onlar›n istekleri, beklentileri, bize yak›flt›rd›klar› çerçevesinde sürdürmeye çal›flan var m› aram›zda? Biz yaln›zca kendi gereksinimlerimizi, beklentilerimizi karfl›lamak için yafl›yoruz. Bunun için de daha güçlü bir irade oluflturmak üzere var›m›z› yo¤umuzu ortaya koyuyoruz. Böyle olmasayd› geliflme, de¤iflme diye bir fley olmazd›. Biz bugün nas›l geçmiflteki insanlar›n öngörülerini aflan bir alandaysak, gelecekteki insanlar da bizim kendileri için düfllediklerimizi çok aflan bir ufukta kendilerine yaflama alan› oluflturacaklar. Onlar›n yaflamlar›n›n bizim öngörülerimizin çok ötesinde gerçekleflmesinin bir koflulu var ki bu do¤rudan bize ba¤l›. Gelecek kuflaklarla aram›zdaki do¤rudan ba¤ do¤a. Ayn› mekân› kullan›yor olmam›z, bizi sorumlu k›l›yor. Onlar da bizimle ayn› do¤ada yaflayacaklar. Gelece¤e b›rakaca¤›m›z do¤a, insanlara sürekli yaflam alan› olabilecek biçimde kendini yenileme kapasitesini koruyabilecek midir? Gelece¤e bizim yaflama flans› bulabildi¤imiz küresel iklim dengesini aktarabilecek miyiz? Bugün her türlü güzellik düflünü anlams›z k›lan bir olas›l›k belirdi. Yaz›k ki flu andaki bulgular, b›rak›n güzel bir gelecek düflünü, bugünkünden çok daha kötü bir dünyan›n efli¤inde oldu¤umuzu gösteriyor. Gelece¤in insanlar›, bizim yaflad›¤›m›z gibi kendini yenileyebilen; iklim de¤ifliklerini, so¤u¤unu s›ca¤›n›, bedenimizle ve gelifltirdi¤imiz mekânsal çözümlerle denetleyebildi¤imiz bir do¤a bulabilecekler mi? Gelecek kuflaklar, bizim s›n›rl› ölçüde tadabildi¤imiz temiz suyu, havay›, yeflili, k›r›, orman›, denizi tan›yabilecekler mi? ‹nsan›n flu andaki biyolojik yetenekleriyle karfl›layabildi¤i hava koflullar›ndaki de¤iflimin aral›¤›, birden bedensel kapasitesini aflan bir geniflli¤e ulaflabilir, s›n›rlar›n›n çok ötesinde iniflli ç›k›fll› bir seyire oturabilir. Yaflam›n dünyasallaflmas›, dünyan›n da küreselleflmesi önce ulafl›m›n dünyay› dönecek bir olana¤a kavuflmas›yla yeni ça¤da ortaya ç›kt›. Dünyan›n bütün alanlar› sömürgeciler taraf›ndan kuflat›ld›. Dünya tekleflti, bütünselleflti. Yirminci yüzy›la gelinceye kadar bu do¤rultu derinleflerek devam etti. Sonra bu kez iletiflim, dünyay› saniyelerde dönecek bir h›za kavuflturdu. Elektronik ve iletiflim teknolojileri dünya etraf›ndaki dönüflü h›zland›rd›lar. Bu bilginin de sermayenin de h›zlanarak çok k›sa sürelerde dünyay› dolaflmas› demekti. Dünyasallaflma sürecinin olumlu 69 geliflmelere yol açabilecek olanaklar›ndan yararlanmaya f›rsat kalmad›. Ama kötülük güçleri kendilerini bütün düzeylerde yeniden üretip yayg›nlaflt›rabilecek kanallara kavufltular. Do¤ayla uyumlu olmak yerine do¤ay› de¤ifltirmek, ona egemen olmak, giderek do¤ay› tüketmeye dönüfltü. Bu olumsuz sonucun temelinde rekabet duygusu var. Rekabet bir taraftan ekonomik geliflmenin itici gücüydü ama öte yandan do¤ada ve insan ruhundaki y›k›m›n birinci derecede sorumlusuydu. Rekabetin insan› savurdu¤u yerin bir ad›m ötesinde ise do¤rudan çat›flmalar ve savafllar var. Bundan birkaç on y›l önce bugünlerde gerçekleflebilece¤ini sand›¤›m›z güzel bir dünya düfllemifltik. fiimdi bak›n flu dünyan›n haline. O zamanlar hedefimize birkaç ad›mda ulaflabilece¤imizi düflünüyorduk. Kendimize güvenimiz tamd›. Eksik olan fley ise yaln›zca insanlara henüz ulaflamad›¤›m›z için onlar›n bilinçlenmemifl olufluydu. Onlara gerçe¤i aktarabilirsek hemen bilinçleneceklerdi. Kendileri için oluflturdu¤umuz program› uygulamak üzere haz›r bekliyorlard›. Sonra bir de, âdil bölüflüm sa¤layarak herkesin ça¤dafl bir yaflam için gereksinimlerini karfl›layacak boyutlarda bir ekonomik düzeye eriflmemiz gerekiyordu. Ama bugün oluflturdu¤umuz y›ll›k gelir ne kadar çok olursa olsun, nedense bu bize bir türlü yetmiyor. Sürekli bir yoksunluk duygusu içindeyiz. Bugün ortalama bir yurttafl›n elde etti¤i maddi refah düzeyi, bundan yüz yüz elli y›l önce tasarlanm›fl gelecek güzel günler düflünün bireyleri için düflünülmüfl düzeyin çok ötesinde. Ama hiç kimse bir doygunluk, mutluluk belirtisi göstermiyor. Çünkü mutluluk, maddi koflullar›n do¤rudan bir sonucu de¤il; ö¤renilmesi gereken ve insan›n hem kendisiyle hem de di¤er insanlarla ve bugün daha da önem kazanan do¤ayla yeni tür bir iliflki biçimi. Bugün yaflam›m›zdaki gelecek boyutu ortadan kalkt›. Hoyrat ve sürekli bir flimdiyi yafl›yoruz. Oysa içinde yaflad›¤›m›z do¤al, kentsel ve tarihsel çevre yaln›z bize ait de¤il. Onu geçmiflten en az›ndan yaflanabilir özellikte nas›l ald›ysak, gelecek kuflaklara da bu nitelikte verebilmeliyiz. Do¤ay› ve tarihi günlük ç›kar güdüleriyle, kazanca dönüfltürmek için yok edemeyiz. Canl›lar için uygun ortam olma niteli¤ini sürdürmek üzere, do¤al çevrenin kendini yenileme kapasitesini koruma, en önemli sorun olarak öne ç›km›fl durumda. Bu, gelecek ütopyas›n›n çok gerisinde ama ondan daha önemli bir sorun. Kald› ki toplum çok say›da kufla¤› bar›nd›ran bir oluflum. Elli altm›fl sene sonraki dünyada yaflayacak olan gençler ve çocuklar da bugünkü toplumun bir parças›. Onlardaki gelecek düflüncesi, ancak kayg›s› olarak ve bir karamsarl›k biçiminde günlük yaflam›n içinde. Gelecek korkusu, popüler sineman›n, edebiyat›n en önemli türle70 rinden biri olan bilimkurguyu yaratm›fl durumda. Dikkat edilirse bilimkurgu, asl›nda bugünkü insan›n ve toplumun temel niteliklerini, sorunlar›n› daha vurgulu, daha derinleflmifl bir çerçevede sunuyor. Bugünün ba¤lam›ndan kurtulabilmesi olanakl› görünmüyor. Ütopyan›n, hayat›m›za yön ve anlam veren etkisinin aniden yok olmas›n›n nedeni, biraz da onu çok k›sa zamanda gerçeklefltirilebilir bir hedef sayan mücadele araç ve yöntemlerinin ütopyayla bütünüyle karfl›t niteli¤iydi. Tüketti¤imiz onca enerjiye karfl›n ütopyayla taban tabana z›t bir hayat tarz›n›n oluflmas›n› önleyememifltik. Asl›nda yaklaflmak bir yana ütopyam›zdan uzaklafl›yorduk. Üstelik ütopyan›n engellenmesinde ortak sorumlu durumundayd›k da. Araçlar›m›z, yöntemlerimiz, eflitlik ve özgürlük amac›yla tam çak›flm›yordu. Varolan hiyerarfliye uyuyor; onu olumluyor ve yeniden üretiyordu. Üstelik baflar› için bütün ömrü kapsayan bir süre ve süreklilik gerektiriyordu. ‹zlenen yoldaki ara aflamalarda, sonul amac›m›zla do¤rudan çeliflen yak›n amaçlar ediniyorduk. Hem iktidar›n sönümlenmesinden söz ediyorduk hem de en merkezi, yo¤un, boflluksuz, soluk ald›rmaz, yaflam›n her an›n› kuflatarak düzenlemeye çal›flan bir odak oluflturmaya girifliyorduk. Yak›n hedeflerde, ara aflamalarda, uzun dönemli yap›lar kuruyor, bunlarla insanlar›n yazg›lar›n› belirliyorduk; öte yandan her kesin kendi yazg›s›n› belirleme hakk›n› hedeflemifltik. Oysa ütopyayla her ad›mda çak›flan, örtüflen bir süreç tan›mlayabilmeliydik. Gelecek düflü bugün yaln›zca bilimkurgu sinemas› ve edebiyat›n›n kulland›¤› bir popüler kültür ö¤esi olmaktan öte gidemiyor. “Bir gün mutlaka yenece¤iz, kazanaca¤›z ve gerçeklefltirece¤iz” diye kurdu¤umuz gelecek düflü, öncelikle kurucu ö¤esinin, öznesinin zay›flamas›yla etkisini yitirdi. 71 Ferruh Tunç ATLAS OLAN YAPRAKLAR Kablosuz, nereye rastlarsa oraya saplanan siber uzay serserisi fliir, ald›rm›yor (mufl) devreye giren teyplere, arama motorlar›na kullan›c› kodlar›na, kiflisel flifrelere Evlerden, otellere; lokantalardan, meyhanelere –epizotlar halinde– sürüyor (mufl), an›n zamandan çald›¤› eyersiz-at›n› Öyküsüzlük, öksüzlük gibi hayatlar›m›zda(ym›fl), buna karfl›n. * Dün, gemicilerin ayak izlerinin çoktan silindi¤i bir barda; tatil, jimnastik, cinsellik ve perhiz üzerine konufltuk, hayli geçkin bir kad›nla (Amsterdam’da ) Plastik ayd›nl›¤›nda bar›n – beklendi¤i üzere! – yüzlerimizin ipleri avuçlar›m›zda – Dün müydü, dün – Barda m›yd›, barda – Konuflmak m›, konuflmak... * Karn›n› yar›p bakmadan ama al›p-verdi¤imiz, kullan›fll› sözcüklerin Çi¤nemeden onlar›, yaban kokular› nefesimize sinene de¤in ‹çmeden; midemiz bozulana, bafl›m›z k›vranana, kollar›m›z dolanana – çiçeklerin mi, çiçeklerin... * 72 Çünkü, sesin y›rt›k flimdi senin – ey! – flehrin eskiden ‘asi’ o¤lu Çünkü, kullan›c› anketlerine ayarl› bu gö¤ün alt›nda kolayca bulunabilen ve onun gergin karn›n› hiç tehdit etmeden senin karn›na de¤direbilen, imgelerin tanr›s› ‘tasfiyeci’ art›k! Bayraklar›, sancaklar›, kitaplar›, ikonlar›, tezhipleri tesbihleri, muskalar›yla gitti dün(ün): S›k›flt›r›lm›fl ahflap tozu, cila ve her türden petro-kimya ayartarak bafl›n› döndürüyor flehre sürgün köylünün Asitle soldurulmufl renkleriyse ‘hemen-flimdi’ fleylerin flevkat duygusunu tetikliyor, hedonist flehirlilerin * Oysa; “...cebime birkaç onbinlik koyup, birkaç hafta, sevgisi ve bende b›rakt›¤› buruk kederle kar›fl›k hasreti hâlâ bitmeyen; ne zaman bitece¤ini, ne olaca¤›n›, ne yapaca¤›m› daha tam bilemedi¤im; bu nedenle de kendimi yiyip bitirdi¤im o dünyalar güzeli, o ‘melaike’ Kumru ile o kadar çok olmak istiyorum ki...! “ diyordu, (13 Ekim 1982, Antalya tarihli) mektubunda, Hüseyin (Çetin) . – Neredeyiz? – Neredesin? “Lise’de Oya’ya, fakülte birde Feyza’ya ve 1979’da O’na ... – B›rakt›klar› ac›, hüzün öyle uzun sürüyor ki bende, bu ölüm ac›s›ndan da derin. – Ve hâlâ O’na... Kendimi suçluyorum, insan sahip ç›kmaz m› sevdi¤ine diyorum, bu konuda nas›l karars›z ve ürkeksin diyorum, böyle düflününce ilk otobüse atlay›p gelmek istiyorum, Dikmen’e koflup, diz çöküp, ellerinden tutup, ba¤›flla, seni seviyorum...” Çil Hasan’›n o¤lu. Gazipafla-Esenp›nar köyünden. Siyasal’da, bir s›n›f önde benden. Romantik. Yurtsever. Sosyalist. Enternasyonalist. Aflk ve düfl k›rg›n›. fiair tabiat›yla. Dahas›, (en) k›demli Çal›flma Bakanl›¤› Müfettifl Muavinlerindendir (1402 say›l› kanunu hat›rlay›n›z). Frans›zca bilmeyi 73 önemser. K›zlar. Ataç. Nâz›m... Gezginlerin âfl›k mihmandar›d›r. Hep tarihe geçenler için fliir yaz›l›r. Tarihten geçiyordu oysa o, terkisinde bir dilber, motorsikletiyle... Mezar› Alanya Kalesi’nde: Doksan bir y›l›yd›, Milliyet gazetesinde bir iland›r. * – Duydun mu? – Bilmiyorum... – Gittin mi? – Bilmiyorum... Kad›na diyecektim ki; – Biz eskiden... – Dut yapraklar› – diyebildim, neden bilmeden – dut yapraklar›, sonra atlas olan... 74 NÂZIM H‹KMET ve PABLO NERUDA: ULUSALDAN EVRENSELE G‹DEN YOLDA KOfiUTLUKLAR VE KES‹fiMELER Egemen Berköz Ulusal ne demek? Evrensel ne demek? Konumuzla çok ilgili de¤il, hatta konu d›fl› bile say›labilir, ama as›l konumuza geçmeden, bu konuda birkaç fley söylemek istiyorum. Ulusal, – politik anlam›n›n d›fl›nda – bir ülkenin s›n›rlar› içinde olan, onunla s›n›rl›, orada olan biten, oraya özgü ve yaln›zca orada tan›nan, bilinen her fley. Ürün, üretici, sanat, sanatç›, yazar, çizer, müzikçi, herkes. Evrensel: Bütün bu sayd›klar›m› dünya ölçülerine tafl›yan... Asl›nda çok iddial› bir sözcük evrensel. Evren, çok büyük bir bütün ve dünya onun çok küçük bir parças›. Galiba, “evrensel” teriminde biz dünyal›lar›n büyüklük taslamas› da var. Hani, biz evrende tekiz, hatta evren biziz gibisinden. Bu yüzden evrensel yerine dünyasal, uluslararas›, hatta küresel bile denebilir diye düflünüyorum. Bu üçünden en uygunuysa galiba “uluslararas›”. “Evrensel” ve “uluslararas›” terimlerini konumuz ba¤lam›nda düflündü¤ümüzdeyse, her iki terimin yan yana kullan›labilece¤ini ve ayr› anlamlar› gösterece¤ini de görüyoruz. Uluslararas› dedi¤imizde, örne¤in, Nâz›m ve Neruda’n›n tüm dünyada tan›nd›¤›n› söylemifl oluyoruz. Evrensel dedi¤imizde de bu anlam ç›k›yor elbet, ama ayn› zamanda yazd›klar›n›n dünyadaki tüm insanlar›n ortak yanlar›n› yans›tt›¤›n›, ortak duygular›n› dile getirdi¤ini de söylemifl oluyoruz. Baflka bir deyiflle; fiili’de yaz›lm›fl bir fliiri bir Türk okudu¤unda ondan bir titreflim al›yor, flairin duygular›n› al›ml›yor, paylafl›yorsa, ondan etkileniyorsa, o fliir evrenseldir, diyoruz. Ya da tersi; Türkiye’de yaz›lm›fl bir fliir fiili’de okundu¤unda ayn› etkileri yap›yorsa o da evrenseldir, diyoruz. Nâz›m Hikmet ile Pablo Neruda’n›n fliirleri için de bunu rahatl›kla söylüyoruz. Zaten öyle olmasayd› dünyan›n neredeyse bütün dillerine çevrilir, okunurlar m›yd›? Burada, bu çal›flmay› yaparken kar›flt›rd›¤›m, okudu¤um kitaplardan birinde raslad›¤›m bir görüflün üzerinde durmak istiyorum. 2002’de 75 yay›mlanan “Güzel Günler Görece¤iz Çocuklar / Nâz›m Hikmet Panelleri” adl› kitaptaki Orhan Alkaya’n›n bildirisinde “Bir Nâz›m Hikmet Külliyat› olan hiçbir Bat› toplumu görmedim flimdiye kadar” diyor Alkaya. Ama ben gördüm, hem de tam 46 y›l önce. 1962 yaz›nda, ‹talya’da, Perugia kentinde Bedrettin Cömert’le ayn› evde kald›m bir ay. Bedrettin’de büyük boy ve kal›n iki cilt Nâz›m Hikmet kitab› vard›, ‹talyanca. Biri tüm fliirleri, öteki tüm oyunlar›. Nâz›m’›n, 1938 öncesinde Türkiye’de yay›nlanan kitaplar›nda yer alanlar›n d›fl›ndaki fliirlerini ilk kez orada, ‹talyanca okudum. Bu fliirlerin k›salar›ndan en sevdi¤im 20’sini bir deftere kopya etmifl, baz›lar›n› da Türkçeye çevirmifltim. O defter bir yerde duruyor, çevirilerse kay›p. Nâz›m Külliyat› konusuna dönersek, o kal›n kitapta tüm fliirleri var m›yd›, an›msam›yorum. Kuflkusuz eksik olmal›, ama çok büyük bölümü vard› san›yorum. Oyunlar da öyle. Ancak, daha sonra, 90’lar›n sonlar›nda o kitaplar› ‹talya’da çok arad›m, bulamad›m. Anlafl›lan, Türkiye’de de oldu¤u gibi, bir daha bas›lmam›fllard›. Elbette, bu yaln›z Nâz›m’›n bafl›na gelmiyor. Örne¤in, 70’lerin bafl›nda ‹stanbul’da ‹talyan Kültür Merkezi kitapl›¤›ndan Attila Jozsef’in Macarca-‹talyanca karfl›l›kl› bas›lm›fl Tüm fiiirleri’ni alm›fl, okumufl, 20 30 fliiri çevirdikten sonra geri vermifltim. 90’lar›n sonlar›nda ‹talya’da arad›¤›mda o kitab› da bulamad›m. (‹talya’da aramam›n nedeniyse o kitab› ‹talyan Kültür Merkezi’nin kitapl›¤›nda da aray›p bulamamamd›.) Konumuza dönelim: Nâz›m da, Neruda da, yürekleri bütün dünyada atan flairler. Dünyan›n her yerinde olan bitenlerle ilgileniyor, o konularda fliir yaz›yorlar. Örnekleri hepimiz biliyoruz: Nâz›m’›n Taranta Babu’ya Mektuplar’›, Jokond ile Siyau’su, Benerci’si, “Havana Röportaj›”, “Tanganika Röportaj›”, “K›z Çocu¤u”, hatta – tarih boyutunu da ayr› bir dünya ya da ülke gibi düflünürsek – fieyh Bedrettin Destan›… Örnekleri uzatmayal›m. Neruda için de ayn› durum geçerli, o da bütün dünyada yaflayan ve yazan bir ozan. ‹spanya ‹ç Savafl› s›ras›nda yazd›¤› “Yürekteki ‹spanya” fliirleri ilk akl›ma gelenler. Lorca’n›n öldürülmesi üzerine yazd›¤› fliir de baflka bir örnek… Her iki ozan›n da fliirlerinde insan yüre¤i at›yor. Onun için evrensel ikisi de. Burada, özellikle, herkesin çok iyi bildi¤ini düflündü¤üm Nâz›m’dan örnekler okuyup uzatmak istemiyorum. Memleketimden ‹nsan Manzaralar›’n›, Saat 21-22 fiiirleri’ni, “Ceviz A¤ac›”n›, “Saman Sar›s›”n› anmakla yetiniyorum. Anamad›klar›mdan özür dileyerek… Neruda’dan ise bir örnek okumak istiyorum, izninizle. Okuyaca¤›m fliirin ad› “fiiir”. 76 O yafllardayd›… Aray›p buldu beni fliir. Bilmiyorum, bilmiyorum nereden geldi¤ini, k›fltan m›, yoksa bir ›rmaktan m›? Nas›l, ne zaman geldi, hiç bilmiyorum, hay›r hay›r, ne sesti onlar, ne sözcük, ne de sessizlik, bir ça¤r› gelmiflti ama bir sokaktan, gecenin dallar›ndan, derken di¤erlerinden, ödüm patlam›flt›, korkuyordum vahfli atefller aras›nda ve dönerken tek bafl›ma, fliir el etti bana. Bilmiyordum ne söyleyece¤imi, al›fl›k de¤ildi a¤z›m adlara, kördü gözlerim, ve atefle ya da unutulmufl kanatlara benzeyen bir fleyler k›p›rdad› ruhumda birden, ve çizdim kendi yolumu, çözerek flifresini o ateflin, ve ilk ruhsuz dizeyi yazd›m, ruhsuz, özsüz, düpedüz saçmal›klar› cinlikleri hiçbir fley bilmeyen birinin, ve gökleri gördüm bir anda çözülmüfl ve aç›k gezegenleri, yürek gibi çarpan ormanlar›, gölgelerin örseledi¤i, oklar, yang›nlar ve çiçeklerle, kuflatan geceyle, evrenle delik deflik olmufl ormanlar›. 77 Ve bir hiç kadar küçük olan ben, Büyük y›ld›zl› bofllukla, Benzeyiflle, gizemin ‹mgesiyle Sarhofl, saf bir parças› gibi duyumsad›m kendimi, uçurumun, döne döne yürüdüm y›ld›zlarla kurtuldu dizginlerinden rüzgarda yüre¤im. (Çeviren: Gürkal Aylan) ‹ki büyük ozan›n yaflamöykülerini yan yana koydu¤umuzda koflutluklar ve kesiflmeler görüyoruz. Dünyan›n birbirine çok uzak iki ülkesinde, ama yak›n y›llarda do¤uyorlar. Nâz›m 20 Kas›m 1901’de (Memet Fuat’›n yazd›¤›na göre, gerçek do¤um tarihi bu olmakla birlikte nüfusa 15 Ocak 1902 olarak yazd›r›lm›fl) Selanik’te, Neruda 12 Temmuz 1904’de fiili’de. ‹kisi de 13 yafl›nda bafll›yor fliir yazmaya. (Asl›nda flairlerin yüzde doksan› o yafllarda yazm›flt›r ilk fliirlerini…) Nâz›m’›n ilk fliirini biliyoruz. 3 Temmuz 1913 tarihli “Feryad-› Vatan. Tarih 2. Balkan Savafl›’n›n en da¤da¤al› günlerine denk düflüyor. Neruda da 1917’de, 13 yafl›nda yay›nl›yor ilk fliirlerini, gerçek ad›yla (Neftali Reyes). Bu ilk fliirlerin konular›n› biraz da ülkelerinin durumlar› belirliyor. Nâz›m “vatan fliirleri” yaz›yor. Balkan ve ard›ndan Birinci Dünya Savafl› y›llar›… ‹lk aflk fliiri 1918 yaz›nda Kad›köy’de yazd›¤› “Beklerken”. Yafl 17. Neruda’n›n ülkesi fiili ise, o y›llarda, iflçi hareketleri ve darbelerle hareketli bir dönem geçiriyor olmas›na karfl›n, en az›ndan savafl içinde de¤il. Bu da genç Neruda’n›n ilk fliirlerini belirliyor. ‹ki ozan›n ailelerinden ayr›l›p ilk kez serüvene at›lmalar› da yak›n yafllarda. Nâz›m, bilindi¤i gibi, 1921’de, 20 yafl›nda, arkadafl› Vâlâ Nurettin ile birlikte Kuvay› Milliye’ye kat›lmak üzere ‹nebolu yoluyla Ankara’ya gider, Bolu’da k›sa süreli ö¤retmenli¤in ard›ndan Batum ve Moskova… Neruda ise, ayn› y›l, 17 yafl›nda, fiili’nin baflkenti Santiago’da üniversite ö¤rencisidir. ‹flçilerin polislerle çat›flt›¤› devrimci gösterilere kat›lmakta, bu fliirlerine de yans›maktad›r. Nâz›m’›n ilk serüveni kendisini daha 20 yafl›nda yurtd›fl›na götürmüfltür. Neruda’n›n ülkesinin d›fl›na ilk ç›k›fl› da çok gecikmez. 1927’de, yani 24 yafl›nda, Uzakdo¤u’ya gönderilir diplomat olarak. Rangun’da, Seylan adas›nda Colombo’da, Cava’n›n Batavia kentinde bulundu¤u y›llarda Hint gizemcili¤inden etkilenir. 78 Her iki ozan ilk ciddi aflklar›n›, ilk evliliklerini de ülkelerinin d›fl›nda yaflarlar. Nâz›m Moskova’da, Ankara’n›n Matbuat Umum Müdürü Muhittin Birgen’in bald›z› Nüzhet’le k›sa süren bir evlilik yapar. Neruda ise, Rangun’da Birmanyal› bir k›zla yaflad›¤› aflktan sonra, Cava’da Hollandal› bir k›zla evlenir. Ancak her iki ozan›n da daha birçok aflklar› ve evlilikleri olacakt›r. Bu da baflka bir koflutluk yaflamlar› aras›nda. ‹kisinin de gittikleri ülkelerde çok önemli, 盤›r açan flairlerle dostluklar› oldu, birbirleriyle karfl›laflmadan önce. Bunlar›n en önemlileri Nâz›m’›n Mayakovski ile, Neruda’n›n da Lorca ile dostluklar›. Garip bir rastlant›, iki flairimizin dostluk kurdu¤u bu flairlerin ikisi de genç yaflta ölüyorlar. Mayakovski 1930’da, 37 yafl›nda, herkesin bildi¤i gibi, kendini öldürüyor. Lorca ise, 1936’da, 38 yafl›nda, yine herkesin bildi¤i gibi, General Franco’nun adamlar›nca, faflistlerce kaç›r›l›p öldürülüyor. Nâz›m’›n Moskova’da Mayakovski ile tan›flmadan önce, Batum’da bas›l› fliirini gördü¤ü, o s›rada henüz Rusça bilmedi¤i için anlamad›¤› fliirin sayfadaki basamakl› diziliflinden etkilenerek ayn› biçimde fliir yazmaya bafllad›¤›, kendi anlatt›klar›ndan biliniyor. Nâz›m’›n Mayakovski’den etkilendi¤i hep söylenegelmifltir. Çünkü o y›llarda Mayakovski ünlü bir flairdir, Nâz›m ise flairlik yolunun henüz bafl›ndad›r. Ancak, bunun do¤ru olmad›¤›, her iki flairin fliirleri okundu¤unda aç›kça görülür. Ayr›ca, Nâz›m, 1941’de Kemal Tahir’e yazd›¤› bir mektupta Mayakovski’nin fliirlerini anlayarak ilk kez 1940’ta, tutukevinde okudu¤unu söylüyor. Neruda’n›n ‹spanyol fliirinin genç y›ld›z› Lorca ile tan›flmas› 1933 y›l›nda. ‹spanya’da önce Barcelona, sonra da Madrid’te konsolostur. Lorca ile dostlu¤unun yan› s›ra, Cumhuriyetçilerden yana tav›r al›r. Lorca’n›n öldürülmesinden sonra ilk uzun siyasal fliirini yazar ve yay›nlar. Konsolosluk görevi bittikten sonra da Paris’te sürmekte olan ‹spanyol iç savafl›nda Cumhuriyetçiler için çal›flmay› sürdürür, Nâz›m ile Neruda aras›ndaki iliflki, kaynaklara göre, 22 Kas›m 1950’de Varflova’da bafll›yor. Neruda, Picasso, Paul Robeson ve Wanda Jekubowska ile birlikte Dünya Bar›fl Ödülü verilen Nâz›m, yurt d›fl›na ç›kma izni alamad›¤› için – ki 13 y›ll›k tutuklulu¤u yeni sona ermifltir – ödülü onun ad›na Neruda al›r. (Ancak, Neruda’n›n, Erdo¤an Alkan’›n çevirisiyle Kaynak Yay›nlar›’ndan ç›kan fliir kitaplar›n›n [elimde Kaptan›n Dizeleri, Yürekteki ‹spanya ve Yüz Aflk fiiiri var] sonunda yer alan Claude Couffon Pablo Neruda Kronolojisi’nde 22 Kas›m 1950’de ne Nâz›m’›n da bu ödülü kazand›¤›, ne de yurt d›fl›na ç›kamad›¤› için ödülü onun yerine Neruda’n›n ald›¤› bilgisini görebiliyoruz.) ‹ki ozan›n ilk karfl›laflmalar› ise 1 - 6 Kas›m 1951 tarihleri aras›nda Viyana’da yap›lan Dünya Bar›fl Kongresi’nde oluyor. Burada bafllayan 79 dostluklar› Nâz›m’›n ölümüne kadar bu tür etkinliklerdeki karfl›laflmalarla sürüyor, dostluklar› pekifliyor. Örne¤in 1952’de yap›lan Dünya Bar›fl Konseyi toplant›s›nda ikisinin de oldu¤unu biliyoruz. Burada, karfl›laflt›klar› yerleri s›ralamaktansa, birbirleri için söyledikleri baz› önemli sözleri aktarmak daha do¤ru olur diye düflünüyorum. Memet Fuat’›n haz›rlad›¤› A’dan Z’ye Nâz›m Hikmet ’in “Neruda, Pablo” maddesinden okuyorum. Neruda, Nâz›m’›n Bar›fl Ödülü’nü onun ad›na al›rken flunlar› söylemifl: “Cezaevindeki y›llar› bofla geçmedi. Nâz›m’›n lirik yap›tlar› en yüksek noktas›na orada ulaflt›. Sesi dünyan›n sesi oldu. Bar›fl için savafl›n bu önemli günlerinde fliirlerimin onun fliirleriyle yan yana olmas›ndan gurur duyuyorum.” fiu sat›rlar da ayn› maddeden: “Pablo Neruda’n›n ‘Dünyan›n en iyi üç flairini seçmenizi isteseler, Nâz›m Hikmet’i de seçer misiniz?’ sorusuna, ‘Bir tek flair seçmemi isteseler yine onu seçerim,’ diye yan›t verdi¤i söyleniyor”. Konuflmam› Neruda’n›n Nâz›m Hikmet’in ölümü üzerine yazd›¤› fliiri okuyarak bitirmek istiyorum. Çeviri Ataol Behramo¤lu. NÂZIM’A B‹R GÜZ ÇELENG‹ Neden öldün Nâz›m? Senin türkülerinden yoksun ne yapaca¤›z flimdi Senin bizi karfl›larkenki gülümseyiflin gibi bir p›nar bulabilecek miyiz bir daha? Senin gururundan, sert sevecenli¤inden yoksun ne yapaca¤›z? Bak›fl›n gibi bir bak›fl› nereden bulmal›, ateflle suyun birleflti¤i geceye ça¤›ran, ac›yla ve gözüpek bir sevinçle dolu? Kardeflim benim, nice yeni duygular, düflünceler kazand›rd›n bana Denizden esen ac› rüzgar katsayd› önüne onlar› bulutlar gibi, yaprak gibi uçarlar düflerlerdi orada, uzakta, yaflarken kendine seçti¤in ve ölüm sonras›nda seni kucaklayan topra¤a. Sana fiili’nin k›fl krizantemlerinden bir demet sunuyorum Ve so¤uk ay ›fl›¤›n› güney denizleri üstünde par›ldayan halklar›n kavgas›n› ve kavgam› benim ve bo¤uk u¤ultusunu ac›l› davullar›n, kendi yurdundan… Kardeflim benim, adanm›fl asker, dünyada nas›l da yaln›z›m sensiz senin çiçek açm›fl bir kiraz a¤ac›na benzeyen yüzünden yoksun 80 dostlu¤umuzdan, bana ekmek olan, rahmet gibi susuzlu¤umu gideren ve kan›ma güç katan. Zindanlardan kopup geldi¤inde karfl›laflm›flt›k seninle kuyu gibi kapkara zindanlardan canavarl›klar›n, zorbal›klar›n, ac›lar›n kuyular› ellerinde izi vard› eziyetlerin. H›nç oklar›n› arad›m gözlerinde, oysa sen par›ldayan bir yürekle geldin yaralar ve ›fl›klar içinde. fiimdi ben ne yapay›m? Nas›l tan›mlan›r Senin her yerden derledi¤in bu çiçekler olmaks›z›n bu dünya. Nas›l dövüflülür senden örnek almaks›z›n, Senin halksal bilgeli¤inden ve yüce flair onurundan yoksun? Teflekkürler böyle oldu¤un için! Teflekkürler o atefl için, türkülerinle tutuflturdu¤un, sonsuzca. Ek: ‹zmir’deki 4. Uluslararas› fiiir Buluflmas›’n›n izle¤i Güney Amerika fliiriydi. De¤iflik Güney Amerika ülkelerinden 8 ozan›n da kat›ld›¤› etkinlikte “Türkçede Güney Amerika fiiiri” konulu bir söylefli de yap›ld›. Gerek bu söyleflide, gerekse baflka konuflmalarda Türkiye’de yay›nlanan ilk Güney Amerika fliirlerinin fiilili Pablo Neruda’n›n 1960’ta Düflün Yay›nevi’nden ç›kan Pablo Neruda – fiiirler adl› kitaptaki (çeviren Enver Gökçe kitapta Mustafa Gökçe ad›n› kullanm›fl) fliirleri oldu¤u söylendi ve bu konuda bir görüfl birli¤i de olufltu. Bana ise daha eski tarihli çeviriler var gibi geliyordu. ‹zmir’den dönünce kitapl›¤›mdaki, Hüseyin Karakan’›n Nisan 1957’de bas›lm›fl olan “Dünya fiiiri” adl› seçkisine bakt›¤›mda yan›lmad›¤›m› gördüm. Kitab›n sonundaki çok küçük “Latin Amerika fiiiri” bölümünde Pablo Neruda’n›n iki fliiri vard›. Can Yücel’in çevirdi¤i, Her Boydan’da olmayan “Almeria” (Seçilmifl Hikayeler’den al›nm›fl) ile Ferit Edgü’nün çevirdi¤i “Ölüm” (Pazar Postas›’ndan al›nm›fl). Öteki iki fliir ise Brezilyal› Jorge de Lima ile Uruguayl› Ildefenso Peredo Valdes’indi. Seçkinin bask› tarihine göre, fliirlerin dergilerde 1956’da yay›nlanm›fl olduklar›n› varsayabiliriz. Ben, daha eski tarihli çeviriler de olabilece¤ini düflünüyorum. Bunu ö¤renmek için de, san›r›m, o y›llar›n edebiyat dergilerini taramak gerekiyor. 81 Roni Margulies CANBERRA GEM‹S‹ K›za¤a al›nm›fl geçende Canberra gemisi. Sökülüp sat›lacakm›fl parça parça. Birkaç sat›rl›k bir gazete haberi. Gözüme çarp›verdi sabah›n köründe. Görmüfl geçirmifl bir gemiymifl Canberra, ilk seferine ç›kt›¤›nda otuz befl y›l önce ‹ngiliz göçmenlerini götürmüfl Avustralya’ya, yeni bir hayat düflleyen, yeni bir ülkede. Y›llar sonra asker tafl›m›fl Falklands savafl›na, yaralanm›fl, ramak kalm›fl sulara gömülmesine. Uzun Akdeniz tatillerine ç›km›fl arada, en rahat oldu¤u dönem olsa gerek ömründe. Farketmemifltir bile girdi¤ini hayat›ma. Ö¤rencileri götürdü¤ü y›llarda yaz tatillerine ‹stanbul’a u¤ram›fllard› altm›fllar›n ortalar›nda, bizim okula gelmiflti çocuklar gezmeye. Nedenini hat›rlayam›yorum art›k ama, daha o zamandan hayallerimdeydi ‹ngiltere. Ç›kmam›flt› o dev gibi gemi akl›mdan aylarca. Bir köflede paslan›rken Canberra flimdi, zaman zaman düflünüyorlar m›d›r acaba, Avustralya’ya götürdükleri de, benim gibi: “Daha iyi mi olurdu her fley bir baflka diyarda?” 82 CANBERRA GEM‹S‹ Behçet Çelik Benim de iflten ç›kar ç›kmaz eve gidesim yoktu – günler uzayal› hep böyle – Cemil aray›nca ikiletmeden kabul ettim. Laf› uzatmadan, “Kahvede,” dedi; “Kahvede,” dedim. Kahve dedi¤imiz yerin kahveyle de ilgisi yoktur – ne kahve bulunur, ne de oralet, ›hlamur – seyyar bir çay oca¤› denize nâz›r, birkaç da tabure. Art›k kime veriyorsa rüflveti, iflgaliyeyi, bir senedir güzel havalarda gün boyu burada. Denize az yukardan bakan setin kuytu kenar köflesinde – çal›flt›¤›m flirketin üç sokak afla¤›s›. Alt› buçuk gibiydi vard›¤›mda. Güneflin k›zart›s› henüz karfl› k›y›n›n camlar›na vurmam›fl, Cemil’in gözler ufka tak›l›, dalg›n; az ötede dikilip bir ona bir karfl› k›y›n›n camlar›na, çat›lar›na bakt›¤›m› fark etmedi. “Dalm›fls›n,” dedim omzuna dokunup. “Sorma,” dedi bafl›n› çevirmeden, “bir tuhaf›m bugün.” “Hay›rd›r?” dedim sol gözümü k›rp›p. Yan›t vermek yerine iki parma¤›n› – gören mütevaz› bir zafer iflareti san›rd› – sallad› çayc›ya. Buraya kahve deriz, ama bu adam kahveci de¤il, çayc›d›r bizim için. “Canberra’y›,” dedi çayc› bardaklar› elimize tutufltururken, “jilet yapacaklarm›fl.” “Yapma,” dedim sesimde sahte bir flaflk›nl›k, neredeyse dövünme edas›. Oysa ne Canberra’y› bilirim, ne de bir fley anlam›flt›m söyledi¤inden. “Dalga geçme,” dedi. Susup çay›m› yudumlad›m. “Senin de,” dedi barda¤a atmad›¤› flekerleri elinde evirip çevirirken, “uzaklara, çok uzaklara gitmek istedi¤in olmufl muydu çocukken, gençken?” “Bilmem,” dedim, hat›rlayamam›flt›m do¤rusu – çok eski zamanlard› sordu¤u. “Akl›n› gezmeye, dünyay› görmeye takan çocuklardan de¤ildim galiba.” Lisedeyken okul ç›k›fllar›nda – günlerin uzad›¤› yaz bafllar›nda özellikle – denizsiz, nehirsiz flehrimizin tam ortas›ndan geçen karayolunu yukar›dan gören tepelikte oturur, otobüslere, kamyonlara bakard›k arkadafllarla. Uzak diyarlara, baflka flehirlere, ne bileyim, yabanc› ülkelere gitmeyi de¤il de, otobüslerin, arabalar›n bana oralardan birini getirmesini 83 düfllerdim – kim oldu¤unu bilmedi¤im birini. Söylemedim bunlar› Cemil’e, beceremem onun gibi anlatmay›. Anlatacak bir fley de de¤il zaten. “Biliyor musun?” dedi, “ben bir ara takm›flt›m, gemici olacakt›m.” ‹lk kez duyuyordum, ama flafl›rmad›m. Her an her fleyi yapabilirmifl hissi yaratan adamlardand›r Cemil – hiçbir ad›m atmasalar da. “Lise ikideyken bir sene bekledi¤imi bilirsin.” Bafl›m› sallad›m, biliyordum. Bu yüzden bir yafl büyük oldu¤u halde bizimle okumufltu fakültede. “Okumaktan so¤umufltum. Babam da ars›zl›k etmemem için bir arkadafl›n›n lokantas›na ç›rak vermiflti beni. Limana yak›n bir yerdeydi lokanta. Bir sabah ifle giderken kocaman bir geminin limana yanaflt›¤›n› görmüfltüm. Manyak bir fleydi. P›r›l p›r›l metal bir apartman, denizi yararak yavaflça üzerime geliyordu. Çak›l›p kalm›flt›m. Esmer bir kad›n ilk kez soyunmufl gibi önümde ans›z›n.” Gülümsedi, bir an için da¤›ld› yüzündeki dalg›n gölge; ben de gülümsedim. Uzun sürmedi güneflin çekilmesi yüzlerimizden. “‹flte,” dedi, “o gemiyi parçalayacaklarm›fl.” O zaman fark ettim elinde tuttu¤u gazeteyi. Dizlerinin üzerinde açt›, rüzgârda bir iki ç›rp›nd› yapraklar, elleriyle köflelerden bast›r›p çenesiyle sayfan›n alt taraf›ndaki foto¤raf› gösterdi. Kocaman bir gemiydi sahiden de resimdeki. “Can-ber-ra,” diye m›r›ldand›m. Kendimce, bilir bilmez aksan verdim, uzatt›m “r”leri. Gülümsedi. Kendi gemisiymifl, ya da uzun y›llar kaptanl›¤›n›, miçolu¤unu, baflka bir halt›n› bizzat yapm›fl gibi gururla sordu: “Nas›l ama?” “Büyük,” dedim; gururla gülümsedi. “Güleceksin, ama bana cidden koydu bunun parçalanacak olmas›.” ‹flaret parma¤›n› gezdirdi gazetedeki foto¤raf›n üzerinde. “fiimdi anl›yorum, Canberra gemiden baflka bir fleymifl benim için. ‘Neymifl?’ desen bilemem, anlatamam.” Ufka bakt› gözlerini k›s›p. Rüzgâr›n nereden esece¤ini anlamaya çal›fl›r gibiydi. Anlay›nca bana seslenecekti, ben de yelkenleri toplayacakt›m. “Birkaç gün kald›yd› bizim limanda. F›rsat buldukça gidip seyretmifltim uzun uzun. Bir iki okuldan ö¤renciler getirip gezdirmifllerdi, nas›l da k›skanm›flt›m hergeleleri.” Bafl›n› sallad›, dudaklar›n› büzdü, sa¤ eliyle sol kolunu kafl›d›, burnunu çekti, birkaç teli beyazlam›fl b›y›¤›n› s›vazlad›. “Çal›flt›¤›m lokantaya gemi adamlar› gelirdi. Önceleri ilgilenmezdim, Canberra’dan sonra içlerine düfltüm adamlar›n. Masalar›n› silerken, 84 servis falan açarken konuflmalar›na kulak kabartt›m, dükkân›n bofl oldu¤u saatlerde gelenlerle laflamaya bafllad›m. Neredeyse saplant› oldu gitmek. Küçük bir gemiyle bafllayacak, gün gelecek Canberra’da çal›flacakt›m. Hem durdu¤um yerde ne vard› ki beni ba¤layan, çözmeliydim palamarlar›m›... Nereye baflvuraca¤›m›, neler gerekti¤ini tek tek ö¤rendim. Planlar yapt›m babam› ikna etmek için...” Sustu, b›y›klar›n› çekifltirdi. Sigaray› b›rakt›ktan sonra edinmiflti bu huyu. “Sonra?” dedim. “Sonras›,” dedi, “bildi¤in hikâye.” “fiu hikâye mi?” “Yaaa... O hikâye.” Söz o hikâyeye gelmiflse içece¤iz demekti akflama – gelmedi¤i gün var m›yd›? Piflman m›yd› gitmedi¤i için? Kalmas›na sebep olana k›zg›n m›yd›? K›zabilir miydi? Bu muydu can›n› s›kan? Bunca sene sonra duyulan piflmanl›k a¤›r olurdu, k›vaml›, tortulu, dayan›lmaz – en beteri dönüflsüz. ‹ki çay daha istedik. Bu kez bendim parmaklar›n› sallayan, çayc›y› beklerken son kalan üç befl tel saç› kurcalayan. “Sen gelmeden ne düflündüm biliyor musun?” dedi. Merakla bakt›m gözlerine – k›zarm›fl m›yd› ne? “Çok sallan›rd›m binip gitseydim bir gemiye... Günlerce, aylarca sallan›rd›m, gemici olaca¤›m, Canberra’da çal›flaca¤›m derken. ‹çim ç›kard› d›fl›ma, düz yolda yürüyemez olurdum... Gitmedim, gene salland›m, y›llarca hem de.” Bilmez miydim? Y›llard›r, birinci elden tan›¤›yd›m sallanmalar›n›n. Kollar›n› aç›p gerindi, kucaklayacak gibiydi önümüzdeki manzaray›, ötesini, görmediklerimizi, göremediklerimizi hatta. “Daha da sallanaca¤›m,” dedi, “bu gidiflle.” Canberra’n›n hayaleti geçmifl gibiydi ufuktan, el sallam›fl gibiydi güvertedekilere. Yüz ayn› yüzdü; duruflu bile de¤iflmemiflti – hafif kambur – eli gene b›y›klar›ndayd›, ama ayn› Cemil de¤ildi. Kendisi de¤il, hayali yetmiflti – sözünü bile etmemifltik daha. Benimse elim tepemdeki iki tutam saçtayd› hâlâ. 85 B‹L‹NÇ AKIfiI TEKN‹⁄‹N‹N ÇEfi‹TL‹ ROMANLARDA YANSIMASI A. Didem Uslu Modernist edebiyat›n roman türündeki en önemli özelliklerinden biri, bilinç ak›fl› tekni¤inin yayg›nlaflmas›d›r. Bu tekni¤i ilk kullananlardan biri Frans›z romanc› Marcel Proust’tur. Bundan baflka bu tekni¤in baflar›l› örneklerini James Joyce, Virginia Woolf ve William Faulkner vermifltir. Türk edebiyat›na bak›ld›¤›nda da, Saffeti Ziya’n›n iç sesle anlatt›¤› kurgular, 19. yüzy›l›n sonundaki baflar›l› modernist romanlar aras›nda say›labilir. Bilinç ak›fl› tekni¤inin önem kazanmas›nda, 19. yüzy›l›n sonunda psikoloji bilim dal›ndaki geliflmeler etkili olmufltur. Bilinç ve bilinçalt› üzerine yap›lan çal›flmalar, insan›n ruhsal yap›s›ndaki dalgalanmalar›n keflfiyle klinik psikoloji alan›ndan ç›k›p edebiyatta karakterlerin iç dünyas›ndaki çeliflkilerle ruhsal patlamalar fleklinde boyut kazanm›flt›r. Aristoteles’in ilk ve en etkin edebiyat elefltirmeni olarak kurguda eylemi yücelten etkisi ça¤lar boyunca sürse de, yeni bilim dallar›yla insan›n yap›s› hakk›ndaki düflünceler derinleflince, kurgu tarzlar› da de¤iflir. Daha önceki (iyi niyetli veya kötü kalpli olarak çizilmifl) tek boyutlu melodramatik tiplemelerin veya maceradan maceraya koflan temsili karakterlerin yerine, kiflili¤i iç ve d›fl unsurlarla flekillenip dürtüleriyle yönlendirildi¤i için baflkalaflm›fl, karmafl›k bir insan karakteri çizilmeye bafllanm›flt›r. ‹nsan art›k ekonomik geliri, yaflad›¤› çevresi, atalar›ndan miras ald›¤› kal›tsal özellikleri ve ruhsal yap›s› içindeki yeni kimli¤iyle de¤erlendirilmektedir. Charles Darwin’le Karl Marx’›n insan do¤as›na getirdikleri deterministik özelliklerden baflka, Sigmund Freud’la Carl Jung’un bilinçalt› kavram›n› farkl› aç›lardan ele almalar›yla insan›n gizli kalm›fl dünyas›n›n katmanlar› aras›ndaki örtük duygular›n flahlan›fl› ve ak›fl› netleflmifltir. Bilinç ve bilinçalt› kavram›n›n edebiyata girmesiyle, romanlarda epizodik yap› ve h›zl› eyleme olan merak, karakterlerin bilinç ak›fl› ve ruhsal çözümlemelerine do¤ru yönelir. Roman kurgusundaki çeflitlemeler ve deneyler, elefltirmenlerin “içsel ses” veya “bilinç ak›fl› tekni¤i” dedikleri yeni bir alanda tart›flma bafllatm›flt›r. Elefltirmen ve romanc› Malcolm Bradbury, bu tekni¤in ortaya ç›k›fl fleklini ve özelliklerini romanlardan örnekler vererek flöyle aç›klam›flt›r:1 86 “Feminist romanc› ve elefltirmen May Sinclair 1918’de The Egoist ’de William James’›n bilinç ak›fl› tabirini, yaz› biçimini anlatmak için kullanm›flt›r. Buna göre, duygular›n yo¤unlaflt›¤› ve sars›ld›¤› anlar›n anlat›ld›¤› yöntem ‘bilinç ak›fl›’d›r. Ayn› tekni¤i kullanan Virginia Woolf ise, kendi tarz›n›n Richardson’dan farkl› olmad›¤›n› ama kad›n vizyonunu merkeze ald›¤›n› savunmufltur. Hatta To the Lighthouse roman›nda, anlaflmalar yapan, Hindistan’› yöneten ve para konular›n› denetleyen erkeklerin ötesinde, kad›n duyarl›l›¤›yla küçük günlük mucizeler ve par›lt›lar yaratt›¤›n› söyler. Clarissa Dalloway ve Bayan Ramsay, zaman›n ve kimli¤in bask›s›ndan ve yönetiminden uzakta, psikolojik yo¤unluk anlar›n› su yüzüne ç›karan bir bilincin roman› olan bu yeni roman anlay›fl›n›n yaflama geçmesinde etkili olmufllard›r. Hatta Woolf, A Room of One’s Own (1929) ve Three Guineas ’de (1932) yazd›¤› gibi, o y›llarda kad›nlar›n roman yazmamalar› gerekti¤i ve bu nedenle yerleflik âdetlerden uzak kald›klar› için toplumsal bask›n›n d›fl›nda ‘tuhaf bir bireysellik’ gelifltirdiklerini öne sürer. 1929’da yazd›¤› Women in Fiction makalesinde ise, kad›nlar›n gerçeklik ve kan›tlar konusunda erkeklerden daha az ilgili olduklar› için, gelecekte kiflisel ve politik iliflkilerin d›fl›na ç›k›p insan›n kaderini ve yaflam›n anlam›n› keflfetmeyi becereceklerini iddia etmifltir. Modern romanc›n›n özgür oldu¤unu söyleyen Woolf, yeni roman›n üç unsurundan söz eder: roman, eski âdetlerden uzaklaflaca¤› için yeni bir alg› gelifltirecek, böylece ‘kendisi’ olacak ve yaflam›n gerçek bir ruhunu yans›tacakt›r. Yaflam da bafltan sona bir bilinç olaca¤› için, yazar bu bilinci yabanc› ve d›flsal faktörleri ortadan kald›rmak suretiyle sa¤layacakt›r. Bu noktada Virginia Woolf, James Joyce ve William Faulkner’den farkl› düflünüyor gibi görünmektedir. Joyce ve Faulkner’in bilinç ak›fl›ndan anlad›klar› ise, kargaflal› bir dönemde bütünlü¤ü ve iç tutarl›l›¤› kaybolmufl, büyük bir kaos ve bask› karmafl›kl›¤›d›r. James için bilinç, belli bir çevredeki sa¤l›kl› zekâlar›n durumudur. Lawrence içinse, eski sabit egonun ayr›flt›r›lmas› ve k›yamet gününde insanlar aras›nda yaflanacak yaflamsal veya ölümcül durumlarda enerjinin keflfedilmesidir. Joyce’da bilinç ak›fl›, ya estetik ve örtüktür, ya da mitler, imgeler ve dilsel ça¤r›fl›mlarla süslenmifltir. Woolf’da ise bilinç, bir ressam›nki gibi fliirsel ve kad›nsal bir biçimde akar, derinlerdeki id’den de¤il de, ego’dan f›flk›rmaktad›r. Romanlar›nda bilinç sadece zaman içinde, ileriye geriye akmaz, mekânsal olarak da oradan oraya, hatta karakterler aras›nda veya ötesinde, (fener veya dalgalar gibi) ortak sembollerle kayar gider. Bu bilinç, karanl›kta ans›z›n parlayan anl›k görüntülerle sonsuz bir d›flavurumun s›n›rlar›na var›r. Bazen de hoflnutsuzluklar›n ve mutsuzluklar›n ak›fl›n› anlat›r. Bu yüzden de romanlar›nda melankoli ve ›st›rap mutlaka bulunur. An87 cak her zaman bütünlü¤ü özleyen bir aray›fl söz konusudur. Woolf her roman›nda bir karakterle onun iç dünyas›n›n bilincini somutlaflt›rm›flt›r. Bu bilinç ya ölmüfl bir askerin odas›, ya da bir parti s›ras›nda yaflananlarla senkronik olarak baflka mekânlarda geliflen bir intihar süreci olmufltur. Yaflananlar›n ak›fl›, kentten aç›k havadaki kalabal›klara ve sokakta yürüyenlere kadar çeflitli anl›k durumlard›r. Virginia Woolf bu bilincin ak›fl›n›, tünel süreci olarak alg›lar. Ancak her zaman sorulan soru tektir: Yaflam›n anlam› nedir? Bu anlam› ortaya ç›karacak anlar›n bir arada tutulmas› bilincin ak›fl›n› oluflturur. Düflünce veya bak›fl anlar›, bir kompozisyonu tamamlar. Bu sadece yaflam›n bütünlü¤ü de¤il, sanatsal esteti¤in tamamlanm›fll›¤›d›r.” Romanda bilinçalt› tekni¤i, yüzy›l› aflk›n bir süredir tart›fl›lan ve yeni bilimsel çal›flmalarla farkl› boyutlar kazanan bir konu olmufltur. Bu konuda Lawrence Edward Bowling, Dujard›n’in etkisinden söz edip “içsel sesle” “bilinç ak›fl› tekni¤i” aras›nda ay›r›m yapmaya çal›flm›flt›r. Ona göre, duygu ve düflüncelerin dile dökülmesiyle “zekân›n do¤rudan aktar›lmas›” bilinç ak›fl› tekni¤i içinde yer al›r. Halbuki içsel sesin daha dar ve s›n›rl› bir kullan›m› söz konusudur.2 Dorrit Cohn ise, roman kahramanlar›n›n akl›ndan geçenleri en iyi anlatanlar›n Almanlar ve 20. yüzy›l›n standard üslubu olmaya aday görerek de¤erlendirdi¤i Almanlar›n “erlebte Rede” dedikleri anlat›m tarz›n›, James Joyce ve D. H. Lawrence’›n romanlar›nda incelemifltir.3 Romanda bilinç ak›fl› kullan›m›n›n bir bilinç ak›fl› roman› yaratt›¤›n› ve “içsel sesin” de bu romanlarda kullan›ld›¤›n› savunan Cohn’a göre “öykülenen monolog” terimi, terim karmaflas›n› önlemek için en uygun kavramd›r çünkü öykülenen monolog kavram›n›n do¤rudan veya dolayl› anlat›mdan farkl› oldu¤unu savunur. Flaubert’in kulland›¤› “dolays›z içsel monolo¤u,” bilinç ak›fl› tekni¤inin bir öncüsü olarak görür. Bu teknik, karakterlerin zihinlerinden geçenleri sergilese de, okuyucuya yazar›n varl›¤›n› hissettirir. “Erlebte leben” ise dolayl› ve dolays›z söylemin aras›nda bir yerde kalmaktad›r. Amerikan roman›nda ise Henry James üçüncü tekil flah›sla bilinç ak›fl› tekni¤ini s›kl›kla kullanm›flt›r. Bu teknikte, anlat›da kullan›lan fiil kiplerinin bile önemi büyüktür. Cohn öyküleme ay›r›mlar›n› söyle özetler: – Do¤rudan anlat›m: “Zenginim” dedi. – Dolayl› anlat›m: Zengin oldu¤unu söyledi. – Öykülenen monolog: Zengindi. Bilinç ak›fl› tekni¤i konusundaki çal›flmalar, bu tekni¤in hem birinci, hem de üçüncü tekil flah›s anlat›mlarda kullan›ld›¤›n› göstermifltir. Henry James, William Faulkner, Virginia Woolf gibi yazarlar romanlar›n88 da üçüncü tekil flah›s anlat›mla karakterlerin zihnini okumuflken, Marcel Proust roman›na birinci tekil flah›s anlat›mla bafllay›p üçüncü tekil flah›s›n bak›fl aç›s›yla devam etmifltir. *** Türk edebiyat›nda bilinç ak›fl› tekni¤ini kullanm›fl bir yazar olarak Saffeti Ziya ise, roman› bafltan afla¤› birinci tekil flah›s anlat›mla öykülemifltir. Bu anlat›m tarz› s›cak, içten ve ifflaata yak›n özelli¤iyle, okuyucuya anlat›c›n›n öznel dünyas›n› aralar. Ancak yazar›n roman›n bafl›nda postmodern bir özellik olan, öyküleri iç içe anlatma tekni¤i, ayn› zamanda okuyucuyu öyküden uzaklaflt›r›r, okunan›n kurgu oldu¤unu hat›rlatacak belli bir mesafe sa¤lar. Okuyucu, elden ele geçen bir anlat›n›n derinliklerinde kendine yak›n bir Türk ayd›n› bulur. fiekip ad›ndaki bu kifli, yüzy›l öncesinin insan›d›r ama bilincinden geçenlerde yaflad›¤› ayd›n ikilemi ve ç›kmaz›, 21. yüzy›l Türk insan›na çok tan›d›k gelmektedir. Salon Köflelerinde isimli roman, daha do¤rusu k›sa roman (novella), bir Osmanl› erke¤inin bir ‹ngiliz k›za karfl› hissetti¤i duygu yo¤unlu¤u içinde Bat›/Do¤u ikilemini yaflamas›n›n hikâyesidir. Bu k›sa romanda, iki asal karakterden biri fiekip, ötekisi de Lydia’d›r. Ana eylem, nedenselliklerle doruk noktaya do¤ru t›rman›p fiekip’in Lydia’ya âfl›k oldu¤u iç çat›flmalar› yaflayarak aflk›na karfl›l›k görmesiyle, yol ay›r›m›nda zor bir karar vermesine kadar sürer. Asl›nda Lydia yumuk yüzlü, k›rm›z› dudakl›, süzük miyop gözlü bir genç k›zd›r. Betimlemelerde anlat›ld›¤› kadar›yla güzel bir genç k›z de¤ildir ama fiekip’i cezbeder. Özellikle onun ‹ngiliz, yani uygar ve geliflmifl oldu¤u hayranl›kla düflünülen Bat› kültürü içinde yetiflmifl ve fiekip’in kendi kültüründen olan k›zlara göre daha rahat ulafl›labilir bir genç k›z olmas›, önemli bir be¤eni nedeni gibi görünmektedir. Lydia’n›n elleri mini mini, ayaklar› da küçücük, gözleri yeflil ve t›rnaklar› cilal›d›r. Bu çekimin nedenleri, fiekip’in Bat› toplumuna hayran olmas›, kendi toplumunu tutucu, kapal› ve yetersiz bulmas›, Osmanl› toplumunu kad›nla erke¤in eflit olmad›¤› Müslüman toplum olarak görmesi, aç›k fikirli, kendi ayar›nda, kültürlü ve ö¤renimli bir kad›na hasret kalm›fl olmas› ve aflka gereksinim duymas›d›r. Roman tümüyle aflk temas›na odakl› bir kurgu oldu¤u için, çerçevesi net ve aç›k çizilmifltir. Roman boyunca aflk›n aflamalar› gözlemlenir. Asl›nda bu “ben anlat›m,” iç içe geçmifl farkl› bak›fl aç›lar›yla bafllar çünkü fiekip ölüm döfle¤indeyken an›lar›n›n müsveddesini son arzusu olarak annesinin arac›l›¤›yla Ahmet Hulusi ad›ndaki kifliye vermifl, o da fiekip’in son hikâyesi olan bu paketi, kurgunun anlat›c›s› olan Mehmet Ra89 uf Beye yollam›flt›r. Mehmet Rauf ise, bir k›fl gecesinde vakit öldürmek için bir fleyler yapmay› düflünürken roman› okumaya bafllar. Bir yandan sigaras›n› içerken hizmetçisi odaya fiekip’in an›lar› bulunan bu dosyay› getirmifltir. Ancak roman›n ikinci sayfas›ndan itibaren tamamen fiekip’in hikâyesi anlat›l›r. Bir daha ne Ahmet Hulusi’den söz edilir, ne de Mehmet Rauf’tan. Roman›n kim oldu¤u belirsiz as›l anlat›c›s›, arkadafl› Ahmet Hulusi’den ald›¤› mektup biçimindeki k›sa roman› sonda öylece b›rak›r, toparlay›c› ve mektubu bitirici bir hamlede bulunmaz. Roman sadece fiekip’in yaflad›klar›n› hat›rlamas›yla sürer. Bundan baflka, roman›n içinde fiekip ve ailesi veya ifli veya geçmifli veya neyle geçindi¤i hakk›nda hiçbir bilgi verilmez. Yo¤unluk, bütünüyle fiekip’in Bat› ve Do¤u kültürleri aras›na s›k›flm›fll›¤› ve aflk iliflkisi üzerine kurulmufltur. Do¤u/Bat› çeliflkisi, fiekip’in zihninde hiç durmadan süren bir karmaflad›r. fiekip’in an›lar›n›n ilk sayfas›ndan itibaren genç Osmanl› erke¤inin Bat›l› olma ve Bat›l› olarak kabul edilme arzusu ve özentisi göze çarpar. “O gece..” diye anlatmaya bafllad›¤› kurgu zaman›nda, fiekip s›k›nt› içindeki ruhunu Pera Palas’taki büyük baloya gidip tazelemeyi düflünmüfltür. Öyküsünün bafl›ndaki bilinç ak›fl› flöyle geliflir: “‹flte izah etti¤im bu sebeplerden bana göre en uygunu yine giyinip baloya gitmekti; bu içimdeki s›k›nt›, bu ruhumun ezintisi geçer, belki de orada e¤lenebilirdim! fi›k bir flekilde giyindikten sonra d›flar› ç›kt›m, oldukça titizlenmifltim... Ne olsun! Bunda yad›rganacak bir fley yok. Böyle özel gecelere gidildi¤i zaman isterim ki biz Türkler de inceli¤imiz, tavr›m›z, duruflumuz, terbiye ve nezaketimizle bak›fllar› üzerimize çekelim. Fes giymifl birisiyle güzel bir kad›n›n vals etti¤ini görenler bir an durup ‘fiuradaki genç Türk ne kadar güzel vals yap›yor!’ diye takdir etmelerini arzular›m. Ç›karken bastonumu da koltu¤umun alt›na ald›m. Bir taraftan eldivenlerimi giymeye çal›fl›yor, bir taraftan da yürüyordum... Böyle k›fl gecelerinde ortal›k sakin, gökyüzü y›ld›zlarla dolu, sokaklar ayd›nl›k bulundu¤u zamanlar yürümeyi, düflünmeyi... Tesadüfün görünmez elinin bizim için haz›rlamakta oldu¤u mutluluk ve felaketleri, baflar›lar› ve yoksunluklar› düflünmeyi; yani hayat› hissetmeyi çok severim. Daha befl gün önce fliddetli bir kar ya¤m›fl; keskin bir poyraz rüzgâr›yla yerler tafl kesilmifl, tafllar donmufltu. Yürürken ayaklar›m›n sesini duyuyordum.”4 fiekip baloya düflünceler içinde gitmifl ama orada dünyas› de¤iflmifl, bu rastlant› sonucunda büyük bir kültürel ve tarihsel iç hesaplaflmaya girmifltir. fiekip, iki ‹ngiliz k›zkardeflle tan›flt›r›ld›¤› s›rada, onlar› hemen bir zamanlar ac›kl› hikâyelerini okuyup etkilendi¤i Frans›z edebiyat›ndaki trajik karakterlerle özdefllefltirir. Frans›z kültürünün ve edebiyat›n›n etkisi o dönemin modas›d›r. Bu yüzden fiekip onlar› an›nda benimser 90 ama tam utangaçl›k içinde kaçmay› düflünürken Madam Jackson onu Miss Lydia Sunshine ile tan›flt›r›r. Böylece kaderin bir cilvesiyle genç Osmanl› kendini aflk›n ortas›nda bulur. Bundan sonra vals yaparlar ve fiekip büyük bir çekim içinde tek beden olduklar›na inan›r (s. 10). Hele Lydia’n›n “Fakat siz ne kadar güzel vals yap›yorsunuz... Bir Türk için muhteflem bir fley” (s. 11) dedi¤inde, iyice kamç›lan›r. Bu tür bir övgü, zaten eksiklenen ve komplekslere kap›lan Osmanl› erke¤ini iyice coflturmufltur. fiekip büyük bir ciddiyet içinde ve ulusçu bir bak›fl aç›s›yla k›r›lgan ama kibirle savunmaya geçer ama roman boyunca güveni artaca¤›na azal›r. Lydia’n›n karfl›s›nda gittikçe ezik ve afla¤› durumdaki bir Osmanl› erke¤i rolüne bürünür. Halbuki ilk tan›flmada Lydia’n›n vals karnesine ismini inad›na Türkçe yazm›flt›r. Lydia’n›n aflk oyunu s›ras›nda kâh ilgisiz görünüp onu afla¤›lamas›, kâh iltifatlar›yla yüreklendirmesi toy ve genç Osmanl›’y› iyice güçsüzlefltirir ve kölelefltirir. Zaten fiekip genç k›zlardan korktu¤unu baflta itiraf etmifltir. O yüzden âfl›k olmas› çok kolay ve h›zl› olur. ‹lk görüflte âfl›k olunca, bundan sonra aflk›n her türlü zaaf›n› yaflar: güzel erkek Fernan’› k›skan›r. Hatta eski sevgilisi ve onu yetifltiren Madam Daven’›n on befl güne kadar Lydia’y› sevece¤i kehanetiyle flaflk›na döner (s. 21). Ancak fiekip Lydia’ya de¤il, onun arac›l›¤›yla Bat›yla rekabetin cazibesine kap›lm›flt›r (s. 26). Bu yar›flta ona göre kendi ülkesi hep yenilmektedir. Temelde fiekip Bat› tarz›nda yetifltirilmifl mükemmeliyetçi bir erkektir. O yüzden Osmanl› toplumunu kendine yak›flt›rmamakta ve hüzün içinde yaflamaktad›r (s. 32). fiekip’in eksiklenmesine neden olan çeflitli yabanc› kad›nlar, roman boyunca onu farkl› flekillerde etkilerler. Önce Lydia, daha sonra da eski sevgilisi Madam Daven’in evindeki kad›nlar onunla flakalafl›r, h›nz›rca ona tak›l›rlar. Balo sahnesinden sonraki ikinci tabloda, fiekip kad›nlar aras›ndad›r: ‹talyan, ‹ngiliz ve Amerikal› kad›nlar. Madam Daven’in evindeki bu toplant›da, genç Osmanl› ayd›n›, Madam Dölans, Matmazel Laura, Matmazel Alice ve Madam Floret’le sohbet eder. Hatta onlar›n aras›nda oyun oynamas› söz konusu oldu¤unda ve han›mlar oyunu ö¤renemeyece¤ini gülüflerek iddia ettiklerinde, bu yabanc› kad›nlar›n karfl›s›nda iyice zay›fl›k ve afla¤›lanma hissine kap›l›r (s. 43). Bu çeliflkili iç dünyan›n anlat›m›, fiekip’in bak›fl aç›s›ndan ve onun bilincinin ak›fl›ndan verilir (s. 107). Bu nedenle, roman, pek çok 19. yüzy›l Türk roman›ndan çok farkl›d›r. Olay dizisi, geleneksel anlat›m do¤rultusunda özetlenip anlat›lmam›fl, nedensellik ve sebep-sonuç ilerleyifli içindeki olaylar doruk noktaya do¤ru geliflirken tüm kurgu okuyucuya yaflat›larak gösterilmifltir. 91 Anlat›m›n bafl›nda, yani serim bölümünde karakterler fiekip’in gözünden ve onun alg›s›yla tan›t›l›r. Olaylar›n seyri içinde okuyucunun giderek iyice tan›d›¤› karakterler daha sonra çeflitli çat›flmalar yaflarlar (s. 55), arkas›ndan de¤iflim dönüflümlerini tamamlarlar. Bat› tarz›nda e¤itim alm›fl ve ö¤renim görmüfl fiekip, hep kad›nlar›n, özellikle de yabanc› kad›nlar›n dünyas›nda yaflamaktad›r ama erkeklerin dünyas›na da girer. Oryantalist bir bak›fl aç›s›yla de¤erlendirilecek olursa, Do¤u’nun, baflka deyiflle, diflilin dünyas›nda rahat ve huzurludur. Erke¤in ve onlar›n konufltu¤u para konusuna uzak, yani Bat›’n›n maddi ve gerçek dünyas›nda ise huzursuz ve tutuktur (s. 97-98).5 Temelde fiekip’in rahats›zl›¤› Do¤uBat› aras›nda s›k›fl›p kalm›fll›¤›n s›k›nt›s›d›r. Y›k›lmakta olan Osmanl› imparatorlu¤u vatandafl› olan fiekip’in Bat› karfl›s›nda kendini hor görmesi, kendine ac›mas›, afla¤›l›k duygusundan kurtulamam›fl ve eylemsizli¤i roman boyunca gözler önüne serilmifltir. Oysa temelde, fiekip en az Bat›l›lar kadar iyi ‹ngilizce konuflmakta ve dans etmektedir. Onlardan afla¤› kalmazken, ne yaz›k ki, daha yüz y›ldan fazla zaman sürecek bir ulusal ezikli¤in ilk k›p›rt›lar›n› yaflamaktad›r. Roman›n hemen bafl›nda fiekip, Lydia’n›n “kalbine sahip olmakla” ulusal kimli¤ini kan›tlayaca¤›na inan›r. Bilinç ak›fl›ndan flunlar geçer: “Bu ma¤rur ‹ngiliz k›z›n›n kalbi bir genç Türk’ün sevgisiyle ç›rp›nacak... Mutlaka” (s. 37) dedi¤inde, amac›n› ortaya koymufltur. Lydia’y› kendine âfl›k etmek onun için Bat›’n›n fethedilmesidir. Ancak kendi kurdu¤u tuza¤a kendi düfler çünkü genç k›z›n saçlar›yla teninden çok etkilenmifltir. Ne var ki, iliflki ilerledikçe de¤iflime u¤rar: Al›nganl›klar, yanl›fl anlaflmalar, olumsuz düflünceler, so¤ukluklar ve yabanc›laflma ortaya ç›kmaya bafllar. Buna ra¤men dört ayl›k iliflki bir süre sonra ray›na oturur ama bu kez de fiekip, Lydia’ya karfl› büyük aflk›na ra¤men ona evlilik teklif etmekte tereddüt eder çünkü evlilik teklif etmeyecek, böylece erke¤in gücünü gösterecek, onu cezaland›racakt›r. Asl›nda fiekip’in cezaland›rmay› hayal etti¤i, ulaflamayaca¤›n› düflündü¤ü Bat› toplumudur. Ne var ki Lydia ona gideceklerini bildirdi¤inde, dünya fiekip’in bafl›na y›k›l›r çünkü Türk erke¤i (Do¤u) reddedilmifltir. Onun ‹ngiltere’de yaflama önerisini ise ülkesini çok sevdi¤i ve ayr›lmak istemedi¤i için reddeder. Bu yüzden ne yardan geçebilir, ne de serden. fiekip’inki imkâns›z aflklar›n en zorudur çünkü kültürel farkl›l›¤›n yan› s›ra, Do¤u/Bat› çeliflkisi onu etkisi alt›na alm›flt›r. Roman›n son sat›rlar›nda fiekip’in hüzünlü bilinç ak›fl› bu aç›dan çok manidard›r: “fiimdi her fley, her fley; aflk›m, ruhum, gençlik hayallerim, bütün varl›¤›m, bütün umutlar›m benden kaç›yor, beni sonsuz bir hüsrana, sonsuz bir sefillik ve periflanl›¤a mahkûm ediyordu. Ve uzaktan Lydia’yla Wilson mendillerini sall›yorlar. Aflk ve öz92 gürlük bana kuca¤›n› aç›yordu... Fakat ne yaz›k!” fiekip her fleye ra¤men ülkesinden ayr›lmaz ama ne aflkta özgür olabilmifltir, ne de ülkesinde. Roman, Bat›ya hayran oldu¤u ve ayn› kalk›nm›fll›¤› göremedi¤i için mutsuz olmufl hüzünlü Osmanl› ayd›n›n›n içinden ç›kamad›¤› karmaflayla sona erer. Notlar (1) Malcolm Bradbury, The Modern Biritish Novel, Penguin Books, 1994, s. 183-185. (2) Lawrence Edward Bowling, “What is the Stream of Consciousness Technique?” PMLA, Publications of the Modern Language Association of America, cilt LXV, 1950, s. 354. (3) Dorrit Cohn, “Narrated Monologue: Definiton of a Fictional Style” CL, Comparative Literature, cilt xviii, 1966, s. (4) Saffeti Ziya, Salon Köflelerinde, 2004, ‹stanbul: Klas Yay›nlar›, s. 6-7. Bundan sonraki tüm al›nt›lar bu kitaptan sayfa numaralar› verilmek suretiyle yap›lm›flt›r. (5) Temelde Türk edebiyat eserlerinin Oryantalist veya postkolonyal kuramlarla de¤erlendirilmesini do¤ru bulmamakla birlikte, burada konu bu flekilde de¤erlendirilmifltir. Osmanl›n›n konumu gerçekten çok farkl› ve istisnaidir. Bu yüzden bu kültüre iliflkin düflüncelerdeki ince nüanslar dikkatle ele al›nmal›d›r. Yine de fiekip gerçekten Homi Bhabha’yla V. S. Naipaul’un tan›mlad›klar› flekilde “mimic man” yani Bat›l›ya hayran ve ona öykünen ezik Do¤ulu insan gibi davranmaktad›r. Kolonist olmay›p yay›lmac› olan Osmanl› toplumu, hiçbir zaman kolonilefltirilememifl ve y›k›ld›ktan sonra içinden özgür ve ba¤›ms›z bir ulus-devlet ç›km›fl olmas›na ra¤men, ayd›nlar›n Bat› karfl›s›nda böylesine ezik, kompleksli ve eksiklenir olmalar›n› anlamak oldukça zordur. 93 Mehmet Yafl›n YABAN KEK‹⁄‹ Diken diken denize dikilmifl mor bitki örtüsü... ‹çinde bir fleyler saklayan da¤, istese de aç›lamaz kaç›namaz da belli etmekten varl›¤’n›. Makili¤in keskin yaban keki¤i, hem kendisini göstermekten çekiniyor hem de saklayam›yor kokusunu. – Sen iste isteme, sevgili yokken de var... ‹çinde. SEN‹N YATA⁄INDA “Rüya gibi bir fleydi yata¤›mda uyand›¤›n› görmek bu sabah – Ve gündüzden geceye ça¤›l 盤›l çiçekleri meyveye dönüflen erik a¤ac› gibi bir fley yata¤›mda uyudu¤’nu görmek bu akflam,” diye içinden geçerken tiril tiril titremeyle tuhaf bir fley hissettin: Zaman durmufltu o bafllad›¤› an senin yata¤›nda. 94 YÜZÜNDEK‹ IfiIK Her sabah araba sürdü¤ün o yol de¤il bu, nergis demeti uzat›yor sana her dönemeçte çocuklar ve güneflten ellerini sall›yor arabana binmek istercesine alt›ntoplar. Dikizaynas›ndan seni seyreden bir baflkas› gibi bak›yorsun kendi yüzüne. Ve çal›flma-odana vard›¤›nda sekreter farketmiyor senin geldi¤ini. Nas›lsa pencereden girivermifl beyaz bir güvercin süzülüyor yüzündeki ›fl›kla ilkyaz gö¤ü alt›ndaki bir aynaym›flças›na… MEY‹L Zor rastlars›n sana meyledene bu derece tersine gide gele. Ad› göründü mü, t›k, siliyorsun: “Neme laz›m kötü hissettirmesin de bana!” Buz tutmufl göl, üstüne düflülmeyi bekleyen ham meyiller bunlar fliire elvermeyen. U¤rafl iflin yoksa, ›fl›s›n da bar›fl›k yaflas›n kendisiyle. Hayatta kaç çocuk büyütebilir ki insan hakk›n› vere vere? Kendince meyledemez de bir türlü türlü k›l›¤a girip oyunculuk eder, insan acayip de¤iflken bi’fley. Mesela sen ile ben birlikte oldu¤u zaman baflka birisidirler. Ekrandaki buz dans›, t›k, biter. fiu âlemde bak›flmalard›r as›l sözü söyleyen ona bakarsan fliir de hiçbir fley. 95 TURUNCU KUfi’UN SILASI Mahmut Temizyürek Mehmet Yafl›n’›n fliiri karfl›s›nda flu ya da bu tonda bir yad›rgama yaflad›m her okumamda. Bildi¤im fliir serüvenleriyle buluflturamam›flt›m bir türlü. ‹çine kolay kolay giremedim ama uzak da kalamad›m bu fliire. “Akdenizli fliir”, “Latin fliir” filan diye kodlayarak anlamay› denedim ama bu da pek doyurucu bir tan›ma dönüflmemiflti zihnimde. Turuncu Kufl’u okurken anlamak için bir flans›m oldu¤unu hissettim bu kez. fiairin hem fliirini hem de kiflisel kimli¤ini varoluflsal bir derinlikte sorunsallaflt›ran bir bütünlük buldum Turuncu Kufl’ta. Mehmet Yafl›n’›n bafllang›c›nda, Sevgilim Ölü Asker, Ifl›k, Merdiven, hatta Pathos’a kadar, K›br›s ile yazg›l› bir fliiri vard›. Kendisinin deyimiyle “K›br›sl›türk” fliiri içinde bir antitez olarak do¤mufltu fliiri. Babas› Özker Yafl›n’›n da temsil etti¤i fliire, bu fliirin ait olmak istedi¤i ideolojiye, bu fliirin mazmunlaflm›fl retori¤ine karfl› bir fliir olarak do¤mufltu Yafl›n’›n fliiri. Psikanalitik kal›plar›n da ötesinde oldu¤unu sand›¤›m bir durum bu. Öncelikle K›br›s’ta yaflanan savafl›n kuflaklar aras› deneyimlenme farkl›l›¤›n›n bir sonucu olabilirdi. Savaflan taraflardan birine ait olmak istemeyen yeni bir kuflak vard›. ‹ki halk›n da yaflad›¤› ac›y› bilen ve hisseden, bunu yer yer trajik yer yer ironik bir dille iflleyen bir fliirdi Yafl›n’›n önerdi¤i fliir. Öte yandan, K›br›s’ta dökülen kan›n çevresinde kan tutmuflças›na u¤unan, iki taraf›n da döktü¤ü kandan da bir türlü uzaklaflamayan, bir tür yazg›sal fliirdi ortaya ç›kan. Dayat›lan yazg›ya karfl› ç›kan bir fliirdi ayn› zamanda. (Nefle Yafl›n’›n fliirini de benzer bir durumda düflünmeliyiz. Ayn› yazg›, ayn› koflullar, ayn› kuflak.) Bu fliirin do¤uflundaki yazg›sal durum fliiri biçimlemifl olabilir. Trajik bir yaflant› vard› K›br›s’ta; bu hissedilmeli, anlafl›lmal›, yaz›lmal›yd›. fiiir bir yan›yla bu nedenle anlat›mc› oldu, bir yan›yla da trajik fliirin do¤uflunda var olan anlat›mc›l›¤› da ald›. Ölümün, kayb›n hükmetti¤i yaflant›lar ve o yaflant›lar›n fliirsel dile gelifli, öyküsü vard› fliirde. Bu a¤›r, sert durumu k›rmak için kimi zaman masal formunu, kimi zaman öyküleme tekni¤ini kulland› Yafl›n. Ama her zaman yal›n bir dildi ortaya ç›kan. Dilinin bu yal›nl›¤›, görünme arzusunu, okunma ve al›mlanma gereksinimini de hissettiriyordu ama yaflanan hoyrat ulusçuluk bu fliirin al›mlanmas›n›, geçici olarak olanaks›z k›ld›, ortamdan uzaklaflt›rd›, gizli aç›k, en96 gelledi. Bu uzaklaflt›rma, flairin de uzaklaflt›r›lmas› oldu. fiairin kendini o yere ait hissedememesine yol açan bir tür ruhsal yersiz-yurtsuzlaflma, bir tür yabanc›laflmayd› ayn› zamanda. Bununla bafl etmek için savaflt› fliirinde bir süre Yafl›n. fiu soru gelebilir akla: fiiiri, flairini arzulad›¤› yank›y› bulamad›¤› yerlili¤inden, yerinden yurdundan etti demek, fliire fazla güç yüklemek olmaz m›? Kan›mca Mehmet Yafl›n söz konusu oldu¤unda bu güç fazla ya da abart› say›lmaz. Çünkü yaflam› ile fliirini örtüfltüren, birbirini karfl›l›kl› belirleyen bir iliflki var bafl›ndan beri. Hayat ile fliir iliflkisinde aç›k bir poetika güdüyor flair, bunu hem fliirinde belli ediyor hem de konuflmalar›nda. Turuncu Kufl ile bugüne kadarkinden baflka bir durum belirdi fliirinde. Olmas› gereken trajik duygu flairine er geç gelip yerleflecekti ve Turuncu Kufl’la birlikte belirgin kal›c›l›k, bir renk, biçim ve ton kazand› bu duydu. fiu fliiri… Ö¤rendi¤in fleyi ö¤renmemifl gibisin. Sanki dünyaya gelmemifl hâlâ… Romal›lar›n aras›nda görünmey’cek kadar onlardan birisin, de¤ilsin ama. Turuncu bir kuflsun çok çok meyveleri toplanmam›fl portakal a¤ac›nda. Gitsen de gitmemifl oluyorsun gitti¤in yere, yaflad›¤’n› yaflamam›fl, yazd›¤’n› yazmam›fl… De¤ifltirilmesi gereken bir fley var. Ama neresinden tutulabilir. flu parça pörçük yaflant›lar? Sen, sözdesin Çevrilemiyorsun bile baflka dile, iflitiliyorsun ne de konufltu¤un kimselerce. hayal görüyorsun varoldu¤unu san›p, yok… K›st›r›ld›k, dediler: Atefl çemberindeki akrep gibi zehirleyece¤iz kendimizi. Kendi dilimizle zehirleyece¤iz ve baflka yolu yok bunun. De¤ifltiriyorsun yürümen gereken soka¤› haritaya bakmadan bütün yollar›n kendi evine ç›kmayaca¤’n› umarak. Burada art›k ‹thake’nin da olmayaca¤› bir duygu var. Hatta olmas›n› beklemeyen, olmas›n› istemeyen, bu beklentisini iptal etmifl bir özne var. Bu öznenin hem yazg›s› hem sanc›s› hem de iradesi var. 97 Ama bafl›ndan beri “‹thake” de¤il miydi fliiri güdüleyen, “eve dönüfl” de¤il miydi ya da “s›la özlemi”? Art›k ‹thake’nin olmayaca¤›n› bilmek, fliire nas›l bir zenginlik kazand›rabilir. ‹thake, u¤runa kazan›lan zengin deneyimlerle ‹thake oluyorsa, fliirin aç›l›m› nereye gidecek, nerde kalacak? Asl›nda bu Türkçe fliirde de pek belirmeyen yeni bir durum. Melih Cevdet Anday, Odysseus’un duydu¤u Siren seslerini içinde bularak yeni bir durum yaratm›flt›. fiimdi de Yafl›n, ‹thake’yi sorunsallaflt›rarak yeni bir durum ç›kar›yor fliire. fiiir, felsefe gibi, bir s›la arzusu olarak yaflanm›flt› bugüne kadar. Bu s›la bu ça¤da görünmüyor ya da Mehmet Yafl›n için belirmiyor art›k. Ya da belirli bir co¤rafyas›, bir adresi, bir ev numaras›, bir konumu yok. Yokluk yazg›s›n› kabullenmifl bir özne var ama fliirde. Turuncu Kufl, nereye giderse gitsin, evine dönse bile bu rengi tafl›yaca¤› için, bir bak›ma Andersen’in Çirkin Palaz Yavrusu’nun yazg›s›n› yaflayacak. Onun hem ac›s›n› hem de narsistik kaç›fl›n› yaflayacak. Andersen’in o masal›n› an›msamal›. Anas› Eski M›s›r dilinde konuflan palazlar, yumurtadan ç›kt›¤›nda “Dünya ne büyükmüfl” derler ama analar›n›n verdi¤i koordinatlar› da hemen ö¤renirler: “Dünya bahçenin öbür yan›nda, ta papaz›n bahçesine kadar uzan›r – ama ben oraya hiç gitmedim!” Öbürleriyle ayn› zamanda kabu¤undan ç›kmayan bir yavru daha vard›r. Bu do¤umsal gecikme yüzünden onu hindi yavrusu san›rlar. Bu önyarg›n›n üstüne do¤an ördek yavrusu, annesinin kuflku s›nav›ndan geçer (As›l ana “üveyana” olur bazen. Yafl›n’›n kulland›¤› “üveyanadil” gibi). Palaz yavrusu öbür yavrulara benzemeyifliyle ötekilerin d›fllamas›ndan kurtulamaz. Yavru palaz, itile kak›la yaflama bafllar. Öteki ördekler, hindiler, tavuklar, piliçler, nerde görse horlarlar zavall›y›. Sonunda, yavrusunun ac›s›na çare bulamayan anas›n›n da önerisiyle uzaklara gitmeye karar verir. D›flar›s› yaban m› yaband›r ama. Avc›lar vahfli, hayvanlar vahfli, köpekler azg›n… Sonunda yafll›, yoksul bir kad›n›n kulübesine s›¤›n›r. Bu kez evin kedisi ve tavu¤unca d›fllan›r. Kendilerini dünyan›n “önemli yar›s›” sanan bu iki varl›k, kendi ontolojik dehalar›n› palaz›n bafl›na kakar dururlar. Daha birçok serüvenden sonra afla¤›lanma pahas›na s›¤›nd›¤› ku¤ular aras›nda, sadece önyarg›s›zl›k gibi bir iyilik görmeye bafllay›nca, kendisinin de onlar gibi bir ku¤u oldu¤una inan›r; sudaki yank›s› güzel bir ku¤udur art›k; genç bir ku¤u. Bundan sonra herkes de onu “genç ku¤u” olarak benimsemeye ve sevmeye bafllar. Masalda narsistik korunma ve s›¤›nma, palaz› kurtar›yor. Ama Mehmet Yafl›n için baflka türlü bir ac›n›n nedenine dönüflüyor narsisizm. Turuncu Kufl’un ilk bölümündeki fliirler bu duygunun oda¤›nda biçimleniyor. “Günboyu” ve “Yatakta” fliirleri yank›s›n› bulamam›fl bir 98 nergis; “Seviflme” ise yank›s›n› yad›rgayan, bu yank›y› henüz benimsemeyen, kendi yank›s›yla kavga eden bir nergis, “(ölümcül bir çarp›flma” halinde), ve nihayet ‘Küçük Öpücük’te, buldu¤u yank›yla yetinmeye çal›flan, ilerde “büyük öpüflme” umuduyla yaflayan bir nergis var. Yaflant›y› asla hazza dönüfltürmeyen, her zaman bir hoflnutsuzlu¤u imleyen ya da dayatan, herhangi bir doyumu sunmayan, nergisi ondurmayan, hep huzursuzluk veren bir d›fl uyaranlar kuflatmas› var. Bir zorlanma halinde özne. ‹kinci bölümdeki fliirlerde bu kez katatonikleflmifl bir nergisle karfl›lafl›yoruz; ama art›k bu konumdaki kendisiyle senli benli kavga eden, yank›s› yar›lm›fl, yar›s› net yar›s› bulan›k yank›yla bo¤uflan genç bir nergis: “Eski bir tanr› heykeli kadar güzel olsa da, heykel sonunda. Nergis çiçe¤i, kokusu, biçimi, rengi… Ama aynas› yok elinde. / Suyu yok, akaca¤› yatak, aç›laca¤› kap›…” Kendini olumlarken yad›rgayan, kendini benimserken ötekilefltiren bir nergis. Ard›ndan gelen fliir flöyle bitiyor: “Oysa bilinmek ister güzellik de/ ç›kabilsin diye su yüzüne, /ruh tafl›yabilsin diye bedeni/ ve beden ruhu.” Bu serüven flu hikmetle taçlan›yor: “Kendisiyle karfl›laflmad›kça kimseyle karfl›laflmaz insan / bir flans tan›r aflk rastlayas›n diye kendi kendine. …// Ben denmez aflkta, sen denmez; al›nmaz verilir.// verilmez al›n›r.” Sonraki fliirlerde, dünya ile iliflkisini birey-birey iliflkisine indirgeyen, “vermek-almak” kavramlar›yla temsil olan, yo¤unlu¤u yüksek bir benlik çarp›flmas› var. Benlikte tutarl› bir dengenin kurulamay›fl› narsistik yaralanman›n nedenlerinden birine dönüflüyor. Yaln›zlaflman›n da, yaln›zl›¤› yüceltmenin de nedeni bu yaralanma ve yaray› çat›flmadan kaçmak için geriye çekilerek, donuklaflt›rarak iyilefltirme çabas›. Nietsche’nin “Bu dünya seni tafla döndürmeden, sen tafl ol, tafl kesil” ö¤üdünü ça¤r›flt›ran bir imgeler denklemiyle karfl›lafl›yoruz. “Hiçbir fley daha güçlü olamaz yaln›zl›¤›ndan”. “Tafl oldun …buluttan tafl”,”solu¤un duman/duman tafl”. “Yaln›zl›k kadar kaskat›”. Bu tafl gibi bir yaln›zl›kta kendine yeni biçimler önerecektir özne. Kirpileflmek örne¤in. Ya da “Diklenen tepe, sivri ucu d›flar› çak›l› çivi”. “Ölümün nefesini içine çekermifl /gömülmesi gerekeni al›koyan kifliler.” Bu sert ve ürkütücü yaln›zl›¤›n kaç›fl yeridir rüya. Sorunlu bir rüya ama; görülmeyi arzulayan bir uyku halini özlemektedir rüya. Ruhsal yersiz-yurtsuzun asla derinleflmeyecek olan k›sa, kesik ve kabuslu uykusunda kendisine görülme olana¤› verecek bir uyku durumuna dönüflür rüyaya s›¤›nan umutlar. “Uyku ülkenmifl, sakland›¤› indeymifl sihri perinin cinin, inci istiridyenin içindeymifl.” 99 fiairin bize cömertçe iflaretlerini verdi¤i bu saptamalardan ç›karak bir baflka yönden alg›lanmas›n› da denemek istiyorum. Göçebelik üzerinden, mutsuz bilincin bir de yersiz yurtsuzlu¤u, aidiyet duygusunun yapayl›k d›fl›nda hiçbir yaflant›s›n›n kalmad›¤› bir dünyadan, az önce sözünü etti¤imiz, ‹thake’nin temelli kayb›ndan. ‹thake sorunumuzsa, Homeros’tan daha fazla Kavafis konu(¤u)muz demektir. Yafl›n’›n da fliir burçlar›ndan bir oldu¤unu bildi¤imiz Kavafis’in bu fliiri, s›laya dönmenin insan›n as›l yazg›s› oldu¤unu kesin bir inançla dile getirir. Yol boyu yaflayaca¤› serüvenler onu zenginlefltirecek, bu da s›las› için yaflad›¤› ac›n›n ödülü olacakt›r. Sonunda flu üçlükte, tasavvufi bir içedönüflle bitirir fliiri Kavafis: Onu yoksul bulursan aldat›lm›fl sayma kendini Geçti¤in bunca deneyimden sonra öyle bilgelefltin ki, Art›k biliyorsun ‹thake’lerin ne anlama geldi¤ini. Art›k biliyorsun ‹thake’lerin ne anlama geldi¤ini… “fiiirde ‘Kimlik’ Dönüflümleri” adl› yaz›s›nda Mehmet Yafl›n, Kavafis ile Seferis’i k›yaslayan eflsiz bir çözümleme yapm›flt›. (Kozmopetika, 2002, YKY) “Kavafis, M›s›rl› bir modern Elen say›labilece¤i kadar, Elenleflmifl bir eski M›s›rl› da say›labilir. … Kavafis’in beni en çok etkileyen yan›, fliirlerinin adeta birer mezar tafl› yaz›t› olmas›d›r. Kendisi de bir firavun gibi, en ince mücevher iflçili¤ini yans›tan ve baflkalar› fark etmedi¤i halde görüp mumyalad›¤›, ta Helenistik dönemden kalma insanlar›n ortas›nda, fliiri kadar titiz ve ölçülü infla edilen o piramidin içinde oturur. Ne ölüdür ne de canl›. T›pk› mezar tafl›na kaz›nm›fl ölümsüzlük sözleri gibi, bir öncesizlik ve sonras›zl›kt›r. … Ölümle kurdu¤u canl› iliflki nedeniyle, o kadar kal›c› ve evrensel olabildi fliiri. Bu, öteki Yunanistanl› flairlerden niçin bu kadar farkl› oldu¤unu aç›klamakla kalmaz, M›s›rl›l›¤›n› da aç›klar. Oysa, daha çok Seferis’e yak›n bir duruflu benimseyerek, Elen ulusçulu¤u ile evrenselli¤i ayn› fley sanan Atinal› edebiyat çevreleri, Kavafis’i, y›llarca yöresellik kodlar›yla alg›lay›p önemsemediler. Onun fliirindeki M›s›rl› ‘yerellik’in, asl›nda ‘kozmopolitlik’ demeye geldi¤ini anlamakta zorluk çektiler.” Yafl›n, Kavafis’i ‹skenderiye’sini yitirmifl art›k kay›p bir M›s›rl› olarak betimlerken “Elenizmin mitlerini yeniden yaratman›n ustas› Seferis’in fliirinde Küçük Asya’n›n ve Türk masallar›n›n sesini ve motiflerini bulup gösterirken Seferis’in trajik yazg›s›yla fliirde yüzleflmekten kaç›nmas›n›n alt›n› çizer: 100 “Ama Seferis ‹zmir-Klazomene’de ya¤malanan evinde donakalm›fl bir çocuk oldu¤unu görmemizi istemez. Somut yaflant› anlar›n› perdeleyen insans›z bir tarihe kaçar. Ard›ç kuflunun yuva kurdu¤u antik bir tap›nakta bize büyü yapar: Bir Eski Elen kahraman› gibi ‘odisey’ini sürdürdü¤üne inanmam›z› ister.” Bu sözlerden sonra flunu der Yafl›n: “Britanya - M›s›r vatandafl› Kavafis’in tersine, Osmanl›-Türk vatandafl› olarak do¤an Seferis’in üslubu, erkeksi tonu ve Tanr›sal söyleyifli bile Türkiyeli bir ‘kimli¤i’ duyurur.” Seferis’in bu yönü tam de¤il ama, fliirinin Helen ulusçulu¤u ile evrenselli¤e hizmet etti¤ine inand›¤› bir gerçek. ‹kinci Dünya Savafl›’n›n Yunanistan kavfla¤›nda, Yunanistanl› komünistlerin yurtseverlerle paylaflt›¤› romantik inan›flt› bu. Ama yine de bir kuflku vard› Seferis’in içinde. Ard›ç Kuflu’nun mu, k›rlang›c›n m›yd› bu derin kuflku? Avc›n›n göz ucundaki her daldan kuflkulanan, insan elinden tedirgin kufllar. Saçmalar›n nas›l sekece¤inden kimse emin olamaz. Saçma m›? O insan›n huyu olmufl art›k. Politikas›, aptall›¤›, zekâs›, ontolojik dehas› bile diyebiliriz ona. Ama ya flu avc›lar›n talan etti¤i ev, o ev ‹skele’deki ev mi? O nerede art›k, ve neresi? Tevfik Fikret, Afliyan’›nda bile “vatan›m rûyi zemin” demiflti. Âfl›k Veysel daha kozmik bir s›la önermekteydi: “‹ki kap›l› bir han”. Seferis de art›k Veysel gibi söylüyordu: “Koca bir hana döndü dünya”. Bu yüzden Elenlikle evrensellik tuhaf bir buluflma yaflad› onda: “Kolayca huysuzlafl›r evler” diyordu, “bofl kal›rsa.” Yafl›n’›n Kavafis ile Seferis’in kimli¤inde önemsedi¤i tek ö¤e var: Üslup. Yafl›n’dan flunu ç›karmak mümkün ki, bir flairin anavatan› dilidir, evi de üslubudur. Baflka vatan aranamaz bu ça¤da. Bunu Yafl›n flöyle söylemeyi ye¤liyor: “Ne dendi¤inden daha anlaml›ysa nas›l dendi¤i/ Sana uymaz demektir fliirden baflka fley”. Afl›r› yoruma gitmifl olabiliriz. Kavafis, Veysel, Seferis, Fikret, sözünü yal›nlaflt›rm›fllar, apaç›klaflt›rm›fllard›. Bu ça¤da belki daha yol gitmek gerek demek ki, uzun ince bir yol… Yoldan baflka bir seçenek var m›? 101 “BEN fi‹MD‹ fi‹‹R YAZIYOM” Celal Özcan Burhan Günel’e Hafif esintinin okflay›fl›n› teninde duyar duymaz, hemen önünde aç›lan ve genifllemeye bafllayan denizin mavili¤i doluverince gözlerine, s›ras›yd› art›k: Ta ortaokul s›ralar›nda müzik ö¤retmeninin ö¤retti¤i çok sevdi¤i “Deniz” flark›s›, y›llar, y›llar afl›p o zamanlardaki “çocuk Orhan”la hat›ras›na el sallayarak ›sl›¤›na onur veriyor. Eskiye de özlemli masmavi bir geçifl, kulaklar›na, ensesine, damarlar›na yay›l›yor: “Deniz ne kadar güzel, hofl; haydi kofl, dalgalara kofl…” Dalga yoktu flu anda. Güz limanl›¤›n›n dingin tad›n› her ad›mda duyumsatan sevecen eylül bafl› durgunlu¤u mutluluk vericiydi. Bu durumun içinde yaratt›¤› ‘sessizli¤in sesi’ne benzer coflku dalgalar› onu flu denize, güzelim yöreye, buran›n s›cac›k insanlar›na, bu alçak gönüllü yaflama öylesine ba¤l›yordu ki!.. ‹çinde do¤uma do¤ru h›zla yol almas›n› nicedir özledi¤i fliirinin dizelerinden bir ikisi yüre¤ine nak›fllan›yordu. Köyü çepe çevre saran surlar›n bu kuzey-bat› kap›s›ndan ç›k›yor. Tam da burada, Friflka esintisini and›ran ve duygular›n›n apak yelkenlerini hafifçe devindiren yumuflak sabah yelinin becerisinde demlenen bir fleyler ruhunu besliyordu. Az yürüyor. Dün akflamki güçlü poyraz›n r›ht›ma b›rakt›¤› yosunlar›n can çekiflen görüntüsü ilgisini çekiyor gene. Suyunu yitirdikçe solgunlafl›p kurumaya yüz tutan yosunlar, do¤al yurtlar›ndan kopar›lm›fll›¤›n sanc›lar›n› ona da aktar›yor. Onlar›n bu durumu, fliirinde kendine yer edinmek için sanki özel bir çaba harc›yor. Sola, köylüye ait küçük ve çok sevdi¤i bal›kç› koyuna do¤ru ilerliyor. Belli ki geceden bal›¤a ç›km›fl ve flimdi dönen fierif Reis’le, Çakoz Kaptan iflteler. A¤lar›n› düzeltiyorlar. Hemen yanlar›ndaki kasalar›nda bir sürü çipura, levrek, kupes… çeliflkilerin sanc›l› duygular›nda fliirine do¤ru kulaç at›yorlar. ‹çkili akflam sofralar›ndaki tatlarda onlar› ne denli sevmifl olursa olsun, zavall› bal›klar›, flu andaki can çekiflen durumlar›yla izlemenin iflkencesine daha fazla katlanamayarak kaç›yor oradan. Yürüyor ama, nerede bir albeni devinse, ister istemez o yöne bak›yor. ‹flte iki yelkenli. “Vira bismillah” deyip, süzülerek ç›k›yorlar yat li102 man›ndan. Ak ve berrak bir süzülüfl. Onlar› özellikle akflam güneflinin suya vurdu¤u bat›fl dakikalar›ndaki dönüfllerde izlerken, “Tanr›’m, ne harika bir keyif!” diyordu içinden. Her birini gelin süzülüflleriyle koya girerken izleyifl ve alg›lay›fl sürecinde foto¤raflamak, kimi de resimlemek onun için bir ayr›cal›kt›. Dolan›yor; Seferihisar do¤rultusunda dümdüz uzanan yüksek kale duvar›n›n dibindeki yaya kald›r›mda ilerliyor. Günler ve haftalar boyu, gece-gündüz demeyip, sofralara ve de rak›l›, flarapl› keyif demlerine bereket üreten halden anlayan bal›kç›lara el sall›yor. Gülümseyerek karfl›l›k veriyorlar, kendilerine çok yaraflan ç›lg›n ve de b›çk›n ses tonlar›yla. Az daha yürüyor, “market”ten gazetelerini al›yor. Ismarlad›¤› tuzsuz kepek ekme¤ini de… Ve kalenin do¤u yönünden, eski özgün niteli¤ini pek yitirmemifl Afla¤› Kap›’dan giriflinde, ça¤dan ça¤a geçiflin gizemli tad› bir baflka renk kat›yor bugünkü sabah yürüyüflünün sonuna. Bir labirenti and›ran, gizemiyle onu pek saran darac›k sokaklar› a¤›r a¤›r ad›mlayarak evine ulafl›yor. Erkenci yürüyüflü, böylece, sonradan ay›klan›p süzülmeye ve yüre¤inin duyarl› tezgâh›nda demini almaya aday, derlenmifl fliir gereçleriyle kendisini eve kadar getirmifl oluyor. Sabah serinli¤inde bahçe olas›ya sevimli. Üç-eltiler çiçeklenmiflti. Günün bu ilk saatlerinde, ayd›nl›¤›n ortal›¤a iyiden iyiye yay›lmaya bafllad›¤› flu anlarda, farkl› renklerde kelebekler daha çok üç-eltilere konuyor. Kum çiçekleri, y›ld›zlar uyanm›fl. Sardunyalar duvar diplerinde all› pembeli s›cakl›klarla gülümsüyorlar. Güller… Yediveren gülleri onun, bir baflkayd›. Hepsi durmadan açmakta, yenilenmekteydi. Gül çiçe¤inde, öbür çiçeklere benzemeyen bir klasik anlam buluyordu. Onlar t›pk› flarap gibi, klasik roman ve ezgiler gibi özel öyküleri olan, vefal›, kal›c› de¤erlerindeki ayr›cal›kl› özellikleriyle kendisini hep etkilemekteydi. fiiirinin kimi gülen, kimi kanayan dizelerine de onur vererek. Ve iflte özenle bakt›¤› melisa… Kuru, güzel havalarda, daha da çok akflamlar› bafllayan cömertliklerinde, düzenli aral›klarla bafl döndürücü hofl kokular üfüren melisa. Ad›nda ve tad›nda bir g›d›klay›c› diflilik yakalad›¤› güzelim melisa. Bütün bu güzellikler, iyice duyumsuyordu ki, – sanc›lar da içerse –, do¤umu yak›n fliirinin lirik tatlar›nda rol alacaklard›. Onlara olan yak›nl›klar›nda, salt yans›tt›klar› koku ve renk albenisi de¤il, bu yönleri de anlam tafl›yordu. Çiçeklerinin ifltah aç›c› katk›lar›yla keyifli bir kahvalt›… Sonras› denizle, yüzmeyle ve uykuyla geçen dakikalar, saatler. Sonras› dinlenmifllik ve de uyan›fllarda bilinçle okunan kitaplar, gazeteler… Ve dostlarla yararl› iletiflim vars›ll›klar› içeren söylefliler… 103 Akflam, hafif yemek at›flt›rmalar›n ard›ndan kaleyi d›fltan flöyle bir turlay›p “Küçük Ev”e yönelifl… ‹lk not etti¤i: “Bencil bir yaflay›flta m›y›m ve bencil bir doyumda m› / güzelliklerle iç içe kaçamaklarda, esrikliklerde?” diyen, birbirine s›rt vermifl iki dize, sorusunun çengelini yüre¤ine geçiriveriyor. Hofl bir sanc› b›rakarak onu yeni dizeler ard›nda istek ve istençle koflturuyordu. Akflam alacas›n› örten karanl›¤a o an yan›veren ›fl›klar›n meydan okuyuflu. Ve en güzeli fliirler dölleme cömertli¤inde hiç doymayan, b›kmayan do¤u ufkundan az önce ç›kan dolunay, yolunu ayd›nlat›yordu. fi›k›r fl›k›rd› ortal›k. Gündüzün esintisizli¤inde bunalm›fl tenlere tatl› bir okflay›fl getiren serinli¤e koflma yar›fl› kimilerinin. Ve aydan ya¤an ›fl›lt›n›n denize ve izleme tatlar›na ba¤›fllad›¤› göz kamaflt›r›c› güzellikleriyle yakamozlara dal›fllar… Ethem patronun, – eskiden burada bir yelde¤irmeni olan dedesinin an›s›na sayg›yla – De¤irmen ad›n› da verdi¤i bu kufl yuvas›na, daha al›fl›lm›fl ad›yla Küçük Ev demesi, küçüklü¤ü ve flirinli¤iyle çok uyufluyordu. Onlar, s›k s›k bulufltuklar› dostlar›yla, bu De¤irmen’de, kendilerini kimi güzelliklere, kimi de isyanlara kuran gerçeklikleri dillendiren söyleflilerle zamanlar›n› ö¤ütüyorlard›. Ama gene de ürettikleri difle dokunur fleylerin bir bölümünü, her geçen saniyeyle “mazi”leflen az öncelere, daha öncelere, an› y›¤›nlar›na ekliyorlard›. Bu aktar›fllarda dam›t›lm›fl kimi fliirler ve de flark›larla zamanlar aras› dengeleri kurarak an›lara lirik ya da buruk tatlar eklemeyi de becerebiliyorlard›. Böyle anlarda, umulmad›k cilveleriyle bast›r›veren fele¤in baz› sürprizleri ifline yaram›yor da de¤ildi. Yede¤inde mutlaka k⤛t ve kalem bulundurmas›n›n nedeni de buydu zaten. Onun ‘fiiirle’ soluk al›p verdi¤ini iyi bilen ve kendisi de felsefeye, edebiyata ve okumaya çok düflkün Ethem patron gülümsüyor. Dolunay›n yüzüne vuran ›fl›lt›s›nda daha bir belirginleflen çakmak çakmak bak›fl›yla yaklafl›yor. Elinde bir kirli defter yapra¤›. Onu, karfl›lad›¤› konu¤una uzat›yor: “Sevgili Orhan Hocam, sen de kendini flair san›yorsun, oysa rakiplerin var, haberin olsun! Bak iflte, örnek burada. Bizim Emirda¤l› Kâz›m, hani bende ifle yeni bafllayan Afyonlu garson çocuk…” Ethem’in soluk al›p verifl saniyelerinde eline tutuflturulmufl k⤛da flöyle bir göz att›. Acemi bir yaz›; ama söz kendisine ters de¤il: “Ben flimdi fliir yaz›yom.” Bir iki fley daha vard› ama, önemsemedi, Merakla Ethem’e döndürdü bak›fllar›n›. “Ne var bunda, anlayamad›m?” der gibi. Ethem Bey, sürdürüyor; hep becere geldi¤ince çok da güzel k›v›r›yor hikâyeyi: 104 “Seninki biliyorsun, gecelerini bizim kufl yuvas›nda geçiriyor. Anlaflm›flt›k, Küçük Ev’de yat›yor. Bir tür bekçilik de yap›yor böylece. Dün gece geç vakit… Müflteriler çekilip çal›flan çocuklar da gidince… Elinde bir bira fliflesi. (Daha önce içti¤ini hiç görmedim. Engellemedim, b›rakt›m, merakla izlemedeyim.) Karfl›ki teknenin k›y›s›na veriyor k›ç›n›. ‹ç geçirerek durmadan gökte par›ldayan dolunaya bak›yor. Sanki orada bir büyü, bu garibi tutsak etmifl kendine. Beni dirse¤iyle dürten ve Kâz›m’› iflaret eden Ecer Mehmet’le ikimiz hemen arkada, ona pek görünmeden, demlenip söylefliyoruz. Bilirsin, zaten konuflacak konu bulmakta zorlan›r›z. Durmadan merak uyand›racak derlemelere salakça emek harcar›z flu küçücük beldede. Herhalde aray›fllara gebe oldu¤umuz böyle anlar›n güdümünde, çakt›rmadan bu çocu¤u izliyoruz. Bizim Emirda¤l› ikide bir bira fliflesini dikiyor, sonra gene aya bak›yor. Arada kalemi a¤z›na götürüyor, sonra gene gökyüzüne aya, bir de elindeki k⤛da bak›yor, ard›ndan bir fley yazmay› deniyor, ama vazgeçiyor. ‹ç geçirifle benzer bir s›k›nt› yans›t›yor gördü¤ümüzce. Bir türkü m›r›ldan›yor sessizli¤i yalayan. Belli ki iyice duygulanm›fl. Ay›n yükseltisinin yeryüzündeki izdüflümünde çakt›¤›mca memleketi vard› ve f›rsat buldukça bizlere de anlatmaktan mutluluk duydu¤u, iç geçirifllerle and›¤› niflanl›s› Civan K›z. Burada yeni do¤mufl ve az azdan yükselmekte olan ay belli ki, Afyon taraflar›na daha yak›nd›r. Ve Civan K›z’›n pencereden ona yönelen yüzünü de ayd›nlatmaktad›r. Civan K›z bu yana do¤ru a¤maya niyetli gökteki yafll› ve deneyimli yolcuya seslenerek Kâz›m’›na selam da iletmifltir. Evet evet o iletiyi alm›fl olmal› bizim delikanl›. Birden içeriye kofltu bu. Sessizce kalkt›m; beni göremeyece¤i biçimde gizlenerek flu pencereden içeriye bakt›m. Not tuttu¤umuz kalemlerden birini ald› ve bir de senin elindeki flu defter yapra¤›n›. Geçerken, dolaptan yeni bir bira fliflesi daha kaparak kofltu teknenin ucuna. Gene çöktü. Herhalde mektup yazacakt›. O dakikalar› anlatacakt› belki mektubunda. Geceyi, ay› ve y›ld›zlar› yazacakt›. Belki mektubunun sonuna salt kufl resmi de¤il, ay resmi de çizecekti. Kim bilir daha da kendinden geçip rahatça döktürebilmek için içkiye sar›l›yordu. Ay›n ve y›ld›zlar›n yaratt›¤› esrikli¤i daha bir tad›msamak için belki. Bira bira üstüne içti. Hiç kar›flmad›m, dokunmad›m. Bir fley yazd› m› ne’tti bilemedik. Biz Mehmet Ecer’le, bu garibi yaln›zl›¤› ve sessizli¤iyle orada b›rak›p kalkt›k, k›y› boyunca bir yürüyüfl yapt›k. Neden sonra döndü¤ümüzde senin Emirda¤l› ortal›kta yoktu. Ama orada b›rakt›¤›, att›¤› ya da düflürdü¤ü bu k⤛t iliflti gözüme. K⤛t, k›y›n›n rüzgârs›z sakinli¤inde teknelerden birinin palamar›na tak›l› duruyordu. Suya düfleyazd› derken, hemen e¤ilip ald›m. Evet, evet, bizim bafll›kl› defterden kopar›lm›fl o k⤛tt› bu. Gör105 dü¤ün gibi, üzerinde acemi bir elden ç›kma bir iki sat›rl›k, kesik kopuk, k›sac›k not: “Ben flimdi fliir yaz›yom.” Onun alt›nda bir yerde, umars›z kalm›fll›¤›n ya da becerememenin s›k›nt›s›nda bir ruh hali: “Yaz›yom da; ay bana bak›yo; ben ay’a; ya sen? Sen de bak›yon mu?” Hemen alt›nda: “Yazacam mutlaka… yazacam da, nas›l? Ah kahpe felek!” Mutlaka o yazm›flt›r dedik. Çocu¤un fliire de¤indi¤ini görünce Ecer bafllad› bilgiççe yorumuna: “Bu delikanl› sevdal› o¤lum! Ola¤an bir fley elbet. Memleketi de, niflanl›s› da ›raklarda flimdi. Ancak, içip esriklenince, demek k⤛da de¤il, içine döktü bütün duygular›n›. Ben bilirim o¤lum, askerdeyken ayn› duygular› çok yaflad›m. Anas›n› satt›¤›m›n dünyas›, yazg›, felek vesaire. Yaflam, bu be Ethem! Ben bu çocu¤u anlamakta hiç de zorlanm›yorum. E¤er yatmasayd›, evlilik paras› derlemek için ta buralara kadar gelerek çal›flmalara koflan bu o¤lan›n yan›na var›p konuflurdum kendisiyle. Önce ben anlat›rd›m ki, aflka gelsin seninki, ard›ndan fliiri de dahil, tüm içinde biriktirdiklerini aktar›versin bana. Anlatt›kça ço¤al›r insan Ethem, anlatt›kça rahatlar, mutlan›r. Hele karfl›s›nda güven veren birisi içtenlikle dinlerse kendisini.” ‹flte tam o an, Hocam, tuttum, Mehmet Ecer’i aln›ndan öpüverdim. “Sen” dedim, “sen halden anlayan bir cans›n be Mehmet Ecer!” Anlayaca¤›n, bizim Kâz›m, fliirini tamamlayamad›. Girifli yap›p durdu ve umars›z kal›nca da, belki de küfrederek yazg›s›na, f›rlat›p att› k⤛d›. Belli ki fliiri içinde kald› onun. Kan›mca, gece düfllere dal›p, ayl› göklerde Civan K›z’la kanat kanada vererek dolunay›n etraf›nda dönüp durmufllard›r.” “Nerede flimdi senin garip; ortal›kta görünmüyor.” “Sabah geldi¤imde önüme ç›kt› bu. Akflam üç flifle bira içti¤ini söyledi. “Ücretimden kesiver.” dedi. Hiç yapar m›y›m! Gülümsedim, yana¤›n› okflad›m. Yaras›n dedim. Bir daha yapmam, ilk ve son, dedi. Ve benden bir günlük izin istedi, hemen kabul ettim. Ama bir zay›fl›k yapt›m o an, meraklara aptalca flartlanm›fll›¤›mla, bu k⤛d› ç›kard›m cebimden ona göstermek için; anlad›, iyice k›zard› yüzü. “Bofl ver be A¤abey! fiiir ne, biz kim?” dedi; h›zla çekip gitti. Narl›dere’deki h›s›mlar›na u¤rayacakm›fl. Yar›n sabah erkenden gelecek.” Kâz›m’› fliire çeken art›lar, Civan K›z ve dolunay, bir de hasret. Ve de bu delikanl›yla Civan K›z’›n sanc›lar›, o sanc›lara neden olan, kendisini gurbetlere düflüren yaflam hoyratl›klar›; bir de hasret. Kimseye, bir k⤛t parças›na bile açamamas›, dökememesi içini; ille de hasret… Dolunay’› onlara b›rakt›n. ‹kisi aras›nda göklerin cömert dedesi, birinden ötekine, – karfl›l›kl›– haber aktarmay› sürdürsün diledin. Biri iç 106 çekmekte, gözyafl› dökmekte, beriki gözyafllar›n› içine ak›tmakta, yüre¤inin oda¤›na denk düflürdü¤ü fliirini oluflturmakta. Emirda¤l› garibin notunu bir kez daha okuyorsun: “Ben flimdi fliir yaz›yom.” Gerisini es geçiyorsun. Senin için özlemini çekti¤in bir ay yüzlü yok. Ama, günlerdir içinde biriktikçe biriken, ortak bir bileflkede harmanlan›p özümlemesini tamamlay›p demini almakta olan bir fliir ikliminde do¤um sanc›lar›ndas›n. Kâz›m için belki burada dü¤ümleniyordu olay. Söyleyemedikleri, d›flar› ç›kar›p da yazamad›¤› dizeler, içindeki ›rmakta ça¤›ld›yordu. Seninki bir baflka; öykünü ard›nda koflturdu¤un fliirine yönelik bir özge hasret, bir baflka aray›fl. Kalemini ç›kar›yorsun. Üstelik bu ‘dem’e denk düflürerek sana an›s›n› ve de olas›ya do¤al duygu esinini bilmeden arma¤anlayan Kâz›m’›n k›flk›rt›c›, körükleyici etkisindesin. Elbette bir baflka bunun dürtüsü. Defterini aç›yorsun. Kalemini ç›kar›yorsun. ‹çindeki ses de öyle söylüyordu zaten: “Ben flimdi fliir yaz›yom.” Teos-S›¤ac›k/2004-2005 107 BENDEK‹ O⁄UZ TANSEL Eray Canberk 1994’te aram›zdan ayr›lan O¤uz Tansel benim için “edebiyat›m›z›n sessiz emektarlar›”ndan biridir. Buradaki “sessiz emektar” sözünü aç›klamam gerekiyor. 1990’l› y›llar›n bafllar›nda Dünya Kitap dergisinde “Edebiyat›m›z›n Sessiz Emektarlar›” bafll›kl› bir yaz› dizisine bafllam›flt›m. Amac›m, edebiyat›m›za eme¤i geçmifl ama çeflitli nedenlerle üzerlerinde durulmam›fl, yaflarken de¤erleri yeterince bilinmemifl, ölümlerinden sonra da neredeyse unutulmufl edebiyatç›lar› gündeme getirmekti. ‹lk a¤›zda 30 kadar ad saptam›flt›m. Bunlardan biri de O¤uz Tansel’di. Tansel’in ad›yla, daha do¤rusu fliiriyle ilk kez ne zaman karfl›laflt›¤›m› tam olarak hat›rlayam›yorum. 1950’li y›llar›n sonlar›nda, fliire merak sard›¤›m, flair olmaya heveslendi¤im dönemde Varl›k ve Yeditepe dergilerini okurken Tansel’i tan›m›fl olabilirim. Kesin olarak hat›rlad›¤›m ise Tansel’le, Hüseyin Karakan’›n 1958’de yay›mlanan fiiirimizin Cumhuriyeti adl› iki ciltlik seçkisinin ikinci cildi olan ve Yeniler alt bafll›¤›n› tafl›yan kitap arac›l›¤›yla tan›flmamd›r. Ne ilginç ve gariptir ki Karakan da “edebiyat›m›z›n sessiz emektarlar›”ndan biri olarak kald›. Oysa, haz›rlad›¤› bu iki seçki bana ve benim kufla¤›mdan pek çok flaire 20. yüzy›l›n ilk yar›s›ndaki flairlerimizi ve fliirimizi tan›tm›fl önemli birer kaynakt›lar. Karakan’›n seçkisi sayesinde Tansel’le ilk iliflkiler kuruluyor. Seçkide yer alan yaflam öyküsü bana ilginç geliyor. Konya’n›n Bozk›r ilçesinin, Meyre köyünde dünyaya gelmifl. Ancak Büyük Atlas’taki Türkiye haritas›na bak›p Bozk›r’›n yerini sapt›yorum ama Meyre köyü yok. “Toroslar›n eteklerinde bir köy olmal›” diye düflünüyorum. Bir ‹stanbul çocu¤u olarak kitabi bilgilerimle ne kadar düflleyebilirsem düfllemeye çal›fl›yorum Meyre köyünü. Öte yandan dikkatimi çeken bir ayr›nt› var: Tansel ortaokulu Davutpafla Ortaokulu’nda, liseyi Pertevniyal Lisesi’nde okumufl. Bir baflka deyiflle ‹stanbul’da. ‹stanbul’un bu iki eski ve köklü okullar›n› biliyorum. Üstelik liseyi Pertevniyal Lisesi’nde okumufl biri olarak beni etkiliyor bu ayr›nt›. Benden 25 yafl büyük bir flair a¤abeyle ayn› liseden olmak! ‹lk bak›flta fazla duygusal bir ba¤ olarak görülebilir ama benim Tansel’e ilgi duymamda 108 etkili olmufltur. ‹flte bu yüzden de konuflmam›n bafll›¤›n› “Bendeki O¤uz Tansel” koyma gereksinimi duydum; çünkü anlatacaklar›m›n ço¤u kiflisel izlenimlerim ve düflüncelerimdi. Karakan’›n seçkisine dönelim. Seçkide Tansel’in “Mayku” ve “Düflsel Gezi II” bafll›kl› iki fliiri var. Aç›kças› bu fliirler bana pek bir fley söylemiyor. Daha do¤rusu Tansel’in fliiri konusunda beni bilgilendirmiyor. 1953’te yay›mlanan Savrulmay› Bekleyen Harman’› nereden bulup okumal›? Sonunda dergilerde yay›mlananlar ve seçkilerde bulabildi¤im kadar›yla yetinmek zorunda kal›yorum. 1962’de Gözünü Sevdi¤im adl› fliir kitab› yay›mlan›yor ama ne yaz›k ki kelimenin tam anlam›yla atl›yorum bu kitab›. E¤er yanl›fl hat›rlam›yorsam benim gibi birçok kifli, daha do¤rusu flair ve elefltirmen de atl›yor bu kitab›. Tansel benim için hâlâ bir “meçhul” ama ayn› zamanda da ad›n› çok iyi bildi¤im ve merak etti¤im bir flair. Unutulmamas› gerekirken unutulmufl, pek yak›nl›k kurulmam›fl bir akraba sanki; arada bir buruk bir hat›rlay›flla an›lan biri… Y›l 1964 ya da 1965 olmal›. Konya’n›n Kulu ilçesi, Beflkardefl köyünde yedek subay ö¤retmen olarak askerli¤imi yap›yorum. F›rsat buldukça Konya’ya “iniyorum”. Burada fakülteden ya da Çapa’dan ö¤retmen arkadafllar›m var. Bunlardan ikisi Bilhan ve Toros Uluçay çifti. Konya’ya indi¤im bir gün Toros’u görmeye gidiyorum okulunda. Ö¤retmenler odas›nda konuk ediyor beni. Ö¤retmenler aras›nda gözümün ›s›rd›¤› biri var. Ben daha sormadan Toros beni tan›t›yor ve bana dönüp: “O¤uz Tansel hocam›z› tan›rs›n her halde?” diyor. ‹flte Tansel’le tan›flmam böyle beklenmedik bir anda ve benim için böyle masals› bir hava içinde gerçeklefliyor. “Masalc› Baba”yla da ancak böyle masallardaki gibi bir rastlant›yla karfl›lafl›labilir. Ne yaz›k ki o gün kendisiyle yeterince konuflup görüflemiyoruz ve daha sonra da görüflme f›rsat›m›z olmuyor. 1970 y›l›n›n bafl›nda Tansel’in Metin Elo¤lu ile birlikte kaleme ald›klar› Bektafli Dedikleri adl› kitap yay›mlan›yor. Kitab› almay› savsakl›yorum ve ancak 1977’deki ikinci bask›y› alabiliyorum. 1970’li y›llar›n sonlar›ndaki o bunalt›c› dönemde Bektafli Dedikleri benim için ferahlat›c› bir rüzgâr oluyor. F›kralar› okudukça Tansel ve Elo¤lu’nun Bektafli dünyas›n› bilinçli olarak gündeme getirdiklerini düflünüyorum. Bu da bir ip ucu Tansel için. Sonunda, 1986 y›l›nda Tansel’in Sar›k›z Yolu bafll›¤› ile toplu fliirleri yay›mlan›yor. Böylece ilk kez Tansel’i bafltan sona okuyorum. fiiirleri ilk kez 1937’de yay›mlanm›fl. Kuflkusuz bunun bir öncesi, haz›rl›k ya da ilk denemeler dönemi de var. 109 ‹lk izlenim flu: Tansel’in fliiri “Garip” hareketine uzak 1940 Toplumcu Gerçekçi Kufla¤›na daha yak›n. Savrulmay› Bekleyen Harman’daki fliirlerde do¤a a¤›r bas›yor. Halk fliiri gelene¤inin yeni bir yorumu. Eme¤e sayg›. Yine de bu fliirlerin temelinde ya da arka düzleminde baflka bir fley var ama ne? Gözünü Sevdi¤im’de çizgisini sürdürüyor Tansel ama yergi ve alaysama da giriyor iflin içine. (1993’te Türk Yaz›n›ndan Seçilmifl Yergi fiiirleri adl› seçkime bu özelli¤ini yans›tan “Ayd›n O¤lu Ayd›n” bafll›kl› fliirini almay› unutmuyorum. Buna karfl›l›k Metin Celâl’le birlikte haz›rlad›¤›m›z ve 1998’de yay›mlanan Ça¤dafl Türk Edebiyat›nda 199 fiairden 199 fiiir adl› seçkiye O¤uz Tansel’i alam›yoruz ve içime dert oluyor.) Gözünü Sevdi¤im’i okurken yine ayn› tebellefl düflünce: Tansel fliirinin temelinde ya da arka düzleminde baflka bir fley var ama ne? Bu fliirler bende ça¤r›fl›mlar yap›yor; eskil bir dünyan›n yeni sesi gibi geliyor bana. fiiirlerde yaln›zca do¤a yok, do¤ay› seven ama do¤ayla didiflerek bar›fl içinde yaflamak isteyen, do¤aya bir insanm›fl gibi davranan bir insan anlay›fl› da var. Derken yavafl yavafl gizini çözüyorum Tansel fliirinin. Tansel fliirinin temelinde ya da arka düzleminde Sümerlerden, Hititlerden gelen eskil Anadolu uygarl›¤› var. Anadolu halklar›n›n birbirine devrolan uygarl›klar›n›n kültürü var. Üstelik komflu uygarl›klar›n Anadolu uygarl›klar›na etkisiyle ortaya ç›kan genifl bir kültür co¤rafyas› var. Eskil Anadolu ve Ortado¤u uygarl›klar›n›n fliir alan›ndaki ortakl›¤›n› görmek isterseniz Talât Sait Halman’›n çevirip derledi¤i fliirlerden oluflan ve 1974 y›l›nda yay›mlanan Eski Uygarl›klar›n fiiirleri adl› seçkiye bir göz atman›z yetecektir. Ayr›ca Sait Maden’in çevirip derledi¤i fliirlerden oluflan fiiir Tap›na¤›* (1985) ve Erdal Alova’n›n çevirip derledi¤i fliirlerden oluflan Antikça¤ Anadolu fiiiri Antolojisi (2003) adl› seçkiler de Tansel’in fliirini de¤erlendirmede yard›mc› olabilir. Tansel’in fliirinde Latin ve Yunan mitologyas›n›n, söylencelerinin etkilerini de görebiliriz. “Destanc› baba” Homeros’un, çoban›l fliirin ustas› Vergilius’un solu¤unu da bulabiliriz. Ne var ki bütün bunlar bir etkilenme ya da öykünme fleklinde yans›maz fliirine. Tansel, az önce de¤indi¤imiz gibi, Anadolu kültürünün, daha özellikli söylersek Anadolu halk kültürünün birikimini kendi süzgecinden geçirerek bir bileflime ulaflm›flt›r. Bir halk bilgesinin, bir k›rsal kesim insan›n›n do¤as›ndan kaynaklanan bir sezgiyle kurmufltur fliirini. Elbette bu fliirin iskeletini Tansel’in ayd›nca bak›fl› ve ça¤c›l kültürü, toplumcu-gerçekçi dünya görüflü oluflturur. 110 Geleneksel Anadolu kültürü, eskil Anadolu fliiri Tansel’in ilk iki kitab›nda hep alttan alta kendini duyumsat›r. Da¤› Öpmeler (1999) adl› kitab›nda ise kaynaklar›na son bir teflekkür gibi yazd›¤› fliirleriyle aç›kl›k kazan›r. Da¤› Öpmeler ’deki Antalya izlekli sekiz fliirde Bellerophon, Anphilos, Hektor, Troy gibi eskil Anadolu kültürünün adlar›na rastlad›¤›m›z gibi bizim kültürümüzle ilgili adlara da rastlar›z. Frans›z yazar Pierre Louÿs’nin yaratt›¤› söylencesel Bilitis’le ilgili uzun fliiri yine ayn› kitapta yer al›r. Bu fliir bile Tansel’in birikimini gösterdi¤i gibi, Yunan mitologyas› ve eskil Yunan fliiri konusundaki donan›m›n›n da bir kan›t›d›r. Bence Tansel’in en özgün yan› ayn› kara parças›nda boy atan eskil uygarl›klar›n fliiriyle halk fliirimizin bir bileflimini yapm›fl olmas›d›r. Bu fliirde insanc›ll›k, bar›flç›l›k, özgürlükçülük, toplumculuk damarlar› sonunda bir ana damar olarak birleflir. Ayr›ca Refik Durbafl’›n deyifliyle Tansel’in fliiri bir “Masalc› Baba” fliiridir. Tansel’in derleyip edebiyat›m›za kazand›rd›¤› masallar ise ayr›ca üzerinde durulmas› gereken bir konudur. Ben yaln›zca “bendeki O¤uz Tansel”i bir baflka deyiflle sadece flair O¤uz Tansel’i kendimce yorumlamaya çal›flt›m. Bilebildi¤im kadar›yla ö¤retmen, efl, baba ve arkadafl olarak da Tansel’in anlat›lacak çok yan› var ama elbette bu kendisini yak›ndan tan›yanlar›n üstesinden gelebilece¤i bir ifl. Ne mutlu ki çocuklar›, yak›nlar›, edebiyatç› dostlar› ve edebiyat dostlar› edebiyat›m›z›n bu “sessiz emektar›”n› ölümünden sonra da yaflat›yorlar. Sözlerime son verirken bir dile¤imi de sizlere iletmek isterim… O¤uz Tansel konusunda çok yararland›¤›m Üç Kanatl› Masal Kuflu O¤uz Tansel kitab›n› haz›rlayan Metin Turan’›n söz konusu kitab› geniflleterek yeniden bask›ya haz›rlamas›n› dilerim. Ayr›ca her baflvurdu¤umda Tansel konusunda beni bilgilendirmek inceli¤ini gösteren k›z› Ays›t Tansel’e ve bu geceye eme¤i geçen herkese ve beni dinlemek sabr›n› gösteren sizlere teflekkür ederim. (*) Sait Maden söz konusu seçkisini geniflleterek ‹nsano¤lunun Befl Bin Y›ll›k fiiir Serüveni genel bafll›¤› alt›nda yeniden yay›mlad›: Yeryüzü fiiiri (1998), Yeryüzü Destanlar› (1998), G›lgam›fl Ölümsüz Yaflam›n ‹zinde (2007) Bu yaz›, 7 Aral›k 2007 tarihinde, ODTÜ Kültür Kongre Merkezi Kemal Kurdafl Salonunda gerceklestirilen, “Bar›fl›n Ozan› O¤uz Tansel” bafll›kl› anma toplant›s›nda yap›lan konuflman›n metnidir. 111 Mustafa Köz AfiK YAZITLARI I. DÜNYANIN MALI DÜNYADA Ne yamans›n diflilikte sevgili, bir fiskenle y›k›l›r âfl›klar meclisi güven gücün yetti¤ince güzelli¤ine bilmez misin bir sonu var her gösteriflin, yem olacak kurda kufla çift benli gerdan›n ça¤›r beni de o zaman o doyumsuz flölene y›lan olay›m, ç›yan olay›m aflk›n için senin olsun han hamam, ba¤ bahçe bir öpücük dindiriverir ac›m›, o so¤uk tabutçukta. II. ÇÖZÜLME Hadi sevdir bakal›m sevdirebilirsen kendini bu kafl göz, bu endam, naz niyaz bu bülbüllere yarafl›r flak›ma tüyden hafif ayac›klar, bir dirhem örümcek a¤›n koynunda besledi¤in çifte kumrular çelseydi çelerdi akl›m› çoktan kör olay›m seviyorsam seni. III. SABAHIN HOROZU ÖTTÜ⁄ÜNDE Dili olsa da söylese flu döflek yorgan söndü¤ünde y›ld›zlar, sustu¤unda hüthüt kuflu nas›l inip kalkard› alt›m›zda o tüyden kad›rga bir fleyler f›s›ldard›n baca kap› duymadan aflk sözleri miydi, ilenme miydi bilinmez kim k›sac›k biçmifl geceyi, ömrümüz bu denli uzunken? 112 IV. GÜLDEN BOYUNDURUK Söyle ya¤murun flark›s›n› k›z›l kiremitlerde kalbim o bekleyiflle bafllad› t›p›rt›s›na tanr›m, ne günah›m vard› ki aflk iflinde vurdun boyunduru¤unu hiç yere. V. EfiS‹Z B‹R Ç‹ÇEK AÇMA Bir kumkuma, bir fiskos, bir dedikodu iflitmifl sevdi¤imi konu komflu ne kadar gizlese de sözlerim ele veriyormufl çiçek açan yanaklar. VI. OT TIKANMADAN ÇANIMIZA Yeller esiyor yerinde ilk koklaflt›¤›m›z cevizin flu kap kacak söylüyor günlerin geçti¤ini kararm›fl gümüfl kafl›k, bak›r tas, çinko ilistir iyisi mi sen daha da sev beni, benim tatl› sevgilim ald› iflte avucuna ikimizi de yafll›l›k ne çaremiz kald› ki sevmekten baflka günümüzü gün edelim öyleyse ot t›kamadan azrail çan›m›za 113 KIfi ORTASINDA Ç‹LEK YER‹M YEN ‹Ç‹NDE KALIR Salih Ecer ‹çeri girdim. Bir ç›ng›rak sesi patronu uyard›. Sabah›n körü. – Bana ne satabilirsiniz ve kaça; dedim. St.Lazare soka¤›nda eski-yeni aras› ne varsa satan bir Frans›z. Güzel mi çirkin mi bir fley diyemem. Üstelik 30 yafllar›nda bir velet. Müthifl zeki olabilece¤ini anlay›verdim. – Dükkân dolu Mösyö, fiyatlar üzerlerinde yaz›l›. Üstelik vergi dairesi ve kocamla u¤rafl›yorum. Seçim sizin. – Yani vergi dairesi ve kocan›z aras›nda m›? – Arap de¤ilsiniz. Dilinizden anlafl›l›yor ve fakat pazarl›k yok burada. – O halde, flunu, flu boktan kutuyu, flu bisiklet tekerli¤ini, flu çiçek desenli gü¤ümü ve flu soldaki vazoyu al›yorum. Kredi kart›m yok burada çiçekçi var m›? – Kiliseye do¤ru yürüyün, sola. Beni de bekletmeyin. – Hemen geliyorum. Siz etiketleri okuyun. Hesab›m belli olsun, indirimi sonra konufluruz. Ç›ng›rak gene çalarken arkamdan seslendi: – ‹ndirim yok. Bir demet çiçekle geri döndüm. Vazoya çiçekleri koydum. – Bu sizin. – Ama mösyö. – Yüzde 25 ne ediyor. – ‹ndirim yapamam, vergi borcumu ödemeye çal›fl›yorum. – Yar›s›n› Pazartesi versem? – Nas›l yani? ‹nanam›yorum bu Frans›z turistlere. Kad›n›n veresiyeden haberi yok. Paran›n yar›s›n› uzatt›m. Öbür yar›s› haftaya dostum veled, dedim. Ç›kt›m. Akflamüstü u¤rad›m. 15 dakika muhasebecisi ile konufltu. Bitti. – Özür dilerim, buyrun. Ben sizi görmeyi hiç beklemiyordum, dedi. – Bana bir kahve söyler misiniz, dedim. Ç›ng›rak çald› ç›kt›, ç›ng›rak çald› elinde bir kahve ile geldi. 114 – Borcumu getirdim, dedim. – Mösyö siz Frans›zcay› nerede ö¤rendiniz, dedi. – Yale’de dedim. - ‹ngilizce bilmedi¤inize yemin ederim, Frans›z de¤ilsiniz, Arap de¤ilsiniz. Neredensiniz? – Türküm Bosfor’dan, dedim. – Club Med’in broflülerinde hep görürdüm. Güzel bir ülkede yafl›yorsunuz. Ne ifl yap›yorsunuz? – fiimdilik Afganistan’day›m. – Tercümanl›k filan gibi mi? – Yok, öldürdü¤üm adam bafl›na 150 dolar al›yorum. – Ama siz katile benzemiyorsunuz. – Katil de¤il, sirozum. – Anlamad›m? – fiu mumlardan da 4 tane al›yorum. Paras›n› gelince veririm. Ç›ng›rak sesi. 3 ay sonra gene ayn› sokaktaki otelimde kal›yorum. Hotel Langlois. Dükkâna 110 metre. Ç›ng›rak. – Mösyö kaybolmufltunuz. – Yeni bir savafla haz›rlan›yor patronlar. Biraz oralar› gezdim. Mumlardan bocum vard›, ödeyebilir miyim? – E¤er isterseniz. Kahve al›p geliyorum. – Yan›nda sert de bir yudum alkol olsun. – Saat daha 11:00. – O zaman ince bir barda¤› güzelce doldursun barc›. – Abart›yorsunuz. – fiu ifli çabuk yapsan›z. Lale’yi süprizlere bo¤mak istiyorum. Ç›ng›rak. ‹kinci ç›ng›rakta bir kahve, bir rak› barda¤› dolusu konyak. Bir sabun, eski bir cam sürahi, ‘‘Girilmez’’ yaz›l› bir levha, iki havlu asaca¤›, bir baston, küçük çinko bir kova ald›m. – Geliyorum, dedim. Ç›ng›rak. Köfledeki, küçük kilisenin köflesindeki çiçekçiye eski bir kamyonet mal boflalt›yordu. Bir sepetin yar›s›n› ald›m. Arap bakkaldan da iki flifle Evian Suyu. Ç›ng›rak. Sular› çinko kovaya bofllatt›m. Çiçekleri içine koydum. – Param yok, % 40 indirim istiyorum, dedim. 115 dim. – ‹mkâns›z. – Cebimde bu kadar lira var. Bostonla, kovay› istiyorum, bitti de- – Siz nefleli bir müflterisiniz. Ama galiba bu sefer ifller pek yürümedi, dedi. – Ne bak›mdan, dedim. Ceset bafl› 150 dolar olsa, 200 kifli vursan›z, masraflar flu bu, gene de size epey para kalmal›. – Ben âfl›¤›m madmazel. En az üç bin kifli vurursam para yat›yor. Bir de dört çocu¤a bak›yorum. Makinal› tüfek kullanmam da yasak. – Bu havlu asacaklar›n› size hediye etmek istiyorum. – Çok naziksiniz. Konya¤› bir dikiflte yuttum. Kahve buz gibi olmufltu. Havlu asacaklar›, bir önceki kahve, bu kahve ve konyak için de iki üç kurufl verdim. Ç›ng›rak. Hotel Langlois’ya dar att›m bedenimi. Lale s›k›lm›fl, beni aramaya koyulmufltu. Nas›l olsa bilir nerede tozuttu¤umu. St.Lazare benim eski mahallemin hemen alt›. Ayperi ile Maya art›k Abesse, Lepic sokaklar›n›n eskilerinden oldular. Dile kolay. Nermin on alt› y›ld›r k›zlar›m›n biricik dostu. Geçenlerde gene u¤rad›m. Güzel bir kufl görmüfltüm vitrinde. – Yoksunuz, ne yap›yordunuz, dedi veled. – Irak iyi gitti, dedim. Ç›ng›rak. Kahve ile bu sefer, iyi bir bardak konyak geldi. – Ne bak›mdan yani, gibi kekeledim. – Size 8 cesetlik mal haz›rl›yorum. Dükkân›n en iyi ölüleri. Elle çal›fl›ld›. – Tamam. Ama 7’ye al›r›m, dedim. – Sizin gibi katilim olsa keflke, dedi. Müflterim demek istemifl olmal›. Serap, Ahmet Abut’a, Bojena’ya, Alkim’a ve otelimin bütün çal›flkan arkadafllar›ma sayg› ve sevgi ile. P.S. Sözcükler Dergisi’ne yaz›yorum. Sadece o dergiye. Bu komik hikâye bas›l›r bas›lmaz sizlere de gelecek Ahmet Abi. Tekrar ve içtenli¤imle teflekkürlerimi kabul ediniz. Lütfen. 116 Selahattin Yolgiden kuytu çam dallar›na benziyor kollar›m kardefllerim, koskoca bir gövdeye tutunmaya çal›flan i¤ne yaprakl› iki c›l›z kol geceleri uyuyam›yorum sabaha kadar geceleri, gözlerimden evrene bir y›ld›z yolluyorum sabaha kadar kendi nefesimi dinliyorum. kendimi ar›yorum alakas›z yerlerinde dünyan›n, ya yaz sar›s›nda sahillerde ya k›fl beyaz›nda, bir sokak kap›s›nda dondu donacak. ans›z›n bir sürü kad›n bir köprü üstünde bir dü¤ünden yada cenazeden döner gibi niçin böyle kalabal›klar› hep kendime yak›n sayd›m, bilmiyorum bulut oluyorum durgun ö¤le üstleri kendime k›z›yorum kalabal›klarda deli gibi özlüyorum uzak flehirleri sonra hüzün meyhane masalar›nda adamlar odun k›r›yor köy avlular›nda üstlerinde bayraml›k giysileriyle küçük bir k›z kalbini gösteriyor “burada amca, bak at›yor iflte” neredesiniz kardefllerim, ben neredeyim hep yalanla avuttum kendimi, kand›r›ld›m her rüyay› gerçek sand›m rüyalar›m yar›m kald›, hep uyand›m. aflklar, yaln›zl›klard›r kardefllerim, zor oldu ama ö¤rendim. 117 C‹LAVUZ’DAN GEÇERKEN… Alper Akçam Çocukluk masal›m›n en sevdi¤im u¤rak yeriydi Cilavuz… 1950’ler sonlar›yd›. Burunlu otobüslerin bu¤ulu camlar›nda merakla beklerdim… Ya da karasöründe koyunlar›n, kuzular›n, eli dirgenli, bafl› tavflall› köylülerin aras›nda da¤ rüzgârlar›ndan korunmaya çal›flt›¤›m kamyonlar›n soluk solu¤a dönüp geldikleri bir derede, rengârenk k›r çiçekleri aras›nda onlarca metre yüksekten düflen kar sular›n›n berrakl›¤›ndan, “Suuçan”dan hemen sonra beliriverirdi önümde. Gözlerimi sonuna kadar açar, k›rm›z› sacl› kocaman çat›lar›, üç katl› tafl yap›lar›yla, çevresindeki ulu sö¤ütlerle karfl›mda duran o masal› an be an solumaya, her ayr›nt›s›yla belle¤ime yerlefltirmeye çabalard›m. Hep flen ve alayc› bir t›n›yla seslenen yüzlerce kargan›n bitmeyen flark›lar› efllik ederdi tabloya… Anam›n ve babam›n okuluydu Cilavuz… ‹kisi de oradaki o tafl yap›larda, Cilavuz Köy Enstitüsü’nde okumufllar, ö¤retmen olarak yetiflmifller ve orada tan›fl›p evlenmifllerdi. Dursun Akçam’›n oraya ulaflma kavgas›nda, Ölçek köyünden Ardahan 23 fiubat ‹lkokulu’na kadar çar›kl› ayaklarla yürünmüfl on dört kilometrelik yoldan sonra tam üç kez dilenci tan›s›yla okul bahçesinden kovalanmak, ancak dördüncü kez zaman›n ayd›nl›k bilinçli ö¤retmenlerinden birinin yard›m›yla dördüncü s›n›ftan bafllamay› haketti¤i okulu bitirdikten sonra da “kasaba ilkokulu ç›k›fll›” oldu¤u için Cilavuz Köy Enstitüsü’ne al›nmamak da vard›. Dönemin Milli E¤itim Bakan› Hasan Âli Yücel’e mektup yazm›flt› Ölçek köyünün “Ölü Ekme¤i” ard›ndaki h›rç›n, y›lmaz çocu¤u. “Kaçakaçl›k”ta, yal›n ayakla karl› derelerde çocu¤unu s›rt›ndaki heybede günlerce tafl›yarak düflmandan kaçm›fl, onca çileye, açl›¤a karfl›n, sofras›ndaki bir lokmay› kap›s›n› her çalanla bölüflmeyi yaflam sevincine katm›fl, yüzündeki gün yan›¤› k›r›fl›kl›klarda dünyan›n en sevecen gülüfllerini hiç eksik etmemifl Anadolu anas› Seyhat’tan alm›flt› gücünü… Mektubun yank›s›, ‹lkö¤retim Genel Müdürü ‹smail Hakk› Tonguç’un kendi el yaz›s›yla Dursun Akçam’a ulaflm›flt›. Sevgili O¤lum Dursun, E¤itim Bakan› Hasan Âli Yücel’e yazd›¤›n mektubu ald›m. Direniflini yürekten kutlar›m. 23 fiubat ilkokulundan alaca¤›n diploma ile Cila118 vuz Köy Enstitüsü direktörü Halit A¤ano¤lu’na baflvurursan dile¤in yerine getirilecektir. Baflar›lar diler, gözlerinden öperim. ‹smail Hakk› TONGUÇ ‹lkö¤retim Genel Müdürü Perihan Akçam’daysa çok baflka bir masal dile geliyordu… On bir yafl›nda yetim bir k›z çocu¤u olarak Hanak’tan Ardahan’a kadar olan on befl kilometreye yak›n yolu s›rt›ndaki tahta bir bavulla yürümek, Ardahan’dan sonra ö¤retmenlerin kendisini teslim ettikleri “postac› amca”n›n terkisinde, at üstünde yolculu¤u sürdürmek, yol üzeri, “Yayla Karakolu”ndaki bir handa da¤ köylülerinin dayan›flmac› korumas›nda gecelemek ve ancak ertesi gün akflamüzeri Cilavuz’a ulaflabilmek… Cilavuz’da döneminin dünya klasiklerini okuyacak, Cilavuz’da kar üstünde kayak kayman›n, mandolin çalman›n yan›nda inek sa¤may›, dikifl dikmeyi, eflit ve özgür cinsin bir bireyi olarak yaflamla kavga etmeyi, onu yeniden üretmeyi ö¤renecekti o yetim k›zca¤›z. Görev yerlerinde, ö¤rencilerinin bafl›ndaki bitleri hiç yüksünmeden elleriyle ay›klayacak, önlüklerini dikecek, okul duvarlar›n› badana edecekti… Sonra, zaman geçecekti aradan… Y›llar, çok uzun y›llar… Ne kavgalar, ne altüstlükler geçirecekti koca ülke ve Akçam ailesinin bireyleri… Yarg›lanmalar, tutuklanmalar, görevden al›nmalar, sürgünler, iflkenceler… Ve çok uzak bir ülkede yaflayan o¤ullardan biri, büyük a¤abeyine bir elektronik mektup postalayacakt›. Mektup ekindeki yaz›da gazeteci Engin Ard›ç’›n bir köfle yaz›s› vard›: “Köy Enstitüleri faflist bir müessesedir” diyordu. Halkevleri de “faflist bir kurum”… As›m Karaömerlio¤lu’nun Orada Bir Köy Var Uzakta adl› yap›t› esin kayna¤›yd›. Karaömerlio¤lu, ABD’de, Ohio State’de tarih doktoras› yapm›flt›. Ona göre, “Erken Cumhuriyet Dönemi” kültür ve e¤itim politikalar›n› yönlendiren köycü söylemin arkas›nda, köylü ayaklanmas› korkusu ve sanayileflme sonucu oluflabilecek iflçi s›n›f›n›n olas› tehlikelerinden korunabilmek kayg›s› vard›! Karaömerlio¤lu’nun bu bak›fl aç›s›n› paylaflan daha nice ünlü yazarlar, düflünürler vard›… Nobel ödüllü yazar›m›z Orhan Pamuk çok önceden kat›lm›flt› ona. “(...) toplumun geçmiflindeki tasavvufi veya manevi de¤erler de modernleflme çabas› ile, Atatürk reformlar› ile y›k›l›nca, Cumhuriyet döneminin kuflaklar› sanat›n kendisi için yap›labilece¤ini düflünmeyi bile bir skandal olarak kabul eder oldu.” (O. Pamuk, Kitapl›k dergisi, Kas›m Aral›k 2002, say› 56, s. 114). Edebiyat elefltirmenimiz Orhan Koçak, Cumhuriyet kültür politikalar›yla ilgili de¤erlendirmesinde 119 “yeniyi ancak eskiyi silmekle, afla¤›lamakla kurabilece¤ini düflünür” (Orhan Koçak, Defter say› 31, s 89) yorumunu yapar. “1920’lerden 970’lere Kültür Politikalar›” bafll›kl› yaz›s›nda (Kemalizm, ‹letiflim Yay›nlar›), 1923-1938 aras›n› bir “tasfiye” dönemi, 1938-1950 aras›n› ise “göreli restorasyon” olarak de¤erlendirir. Koçak’a göre 1950, Demokrat Parti iktidar›ndan sonra devlet kültür ve e¤itim politikalar›n›n belirleyicisi olmaktan vazgeçmeye bafllam›flt›r! Hasan Bülent Kahraman, Kemalizm elefltirisi yapt›¤› “Türkiye’de Kültürel Söylem Kurgular›: Kopufltan Eklemlenmeye ve Geleneksizli¤in Gelene¤i” adl› yaz›s›na bafllarken Cumhuriyet kültürünün “ilkin çok ciddi bir kopuflla” olufltu¤unu belirtir (H. B. Kahraman, Do¤u Bat› dergisi, 1999, Say›: 9, s. 135.) Listeye ‹letiflim Yay›nlar›’n›n Kemalizm cildindeki yaz›s›nda, “Kemalist ideolojiyi tafl›yan edebiyat kanonu”ndan söz eden Ömer Türkefl de kat›l›r. Ahmet ‹nsel’den Murat Belge’ye uzanan “kanon”da Taha Parla, Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye’de Korporatizm yap›t›yla yer al›r. Hollandal› Türkolog Erik Jan Zürcher’in Modernleflen Türkiye’nin Tarihi (‹letiflim Yay.) ile Frans›z tarihçi Etienne Copeaux’un Türk Tarih Tezinden Türk-‹slam Sentezine (‹letiflim Yay.) adl› yap›t›yla bizim yazarlar›m›z›n “Erken Cumhuriyet Dönemi” kültür ve e¤itim politikalar› de¤erlendirmeleri aras›nda birçok koflutluk bulunur. Kitab› k›sa zamanda yirmi bask› yapm›fl, birçok üniversitemizde kaynak kitap olarak okutulmufl Erik Jan Zürcher’e göre, II. Abdülhamit, “gelenekçi bir modernist”tir! Said-i Nursi de önemli bir düflünür olarak onun Cumhuriyet tarihi de¤erlendirmesinde yerini alm›flt›r. Latin harflerini kabul eden ve Bat›l› hukukunu uygulamaya koyan Mustafa Kemal ise, kad›nlara verdi¤i kimi haklarla, yapt›¤› yeniliklerle aile hayat›na müdahele etmifl, tepeden inmeci bir politika izlemifltir! Zürcher’in söylemek istedi¤inine Edward Said y›llar önce iflaret etmiflti: fiark toplumlar›n›n yazg›s›, Bat›l› emperyal güçler taraf›ndan dinsel söylem içinde yeniden kurulacakt›r! Etienne Copeaux, tarih kitaplar› üzerinden yapt›¤› araflt›rma s›ras›nda, “Kemalizm’le Türk-‹slam sentezci” görüfllerin birbirinden çok ayr› olduklar›n› (agy, s. 120-121), “Atatürk döneminde turanc›l›¤›n tüm ifade biçimlerinin yasakland›¤›n›” (agy, s. 177), Türk-‹slam sentezcileri taraf›ndan üzerine yo¤unlafl›lan Malazgirt zaferinin (agy, s. 218) ve “Haçl› tehlikesi” ö¤esinin 1945 sonras› öne ç›kt›¤›n› (agy, s. 145), bu dönemden sonra tarih kitaplar›nda “Kemalist ideolojik düzene¤in kalmad›¤›n›” (agy, s. 157-158), 1990’lardaki tarih kitaplar› yazarlar›n›n AKDTYK üyesi bulunduklar›n›, bu yazarlar›n özel sohbetlerinde “Kemalizm’den kurtulabilseler mutlu olacaklar›n›” (agy, s. 88-89) söylediklerini, tüm bu söylem karfl›tl›klar›n›n “ayr›ca ders kitab› yazarlar›ndan, yay›nc›s›ndan ve 120 seslendi¤i kitlenin e¤itim düzeyinden ba¤›ms›z olarak, toplam›nda uyumlu bir söylem” (agy, s. 415) oldu¤unu söyleyecek, metindeki tüm sert virajlar› dönebilecek, bütün ayr›l›k ve ayk›r›l›klar›n üzerini öznel bir önyarg›yla örtebilecektir! U¤ur Mumcu’nun 1989 y›l›ndaki yaz›lar›nda sözünü etti¤i, ABD’nin CIA benzeri örgütü NED’den (National Endowment for Democrasy) Ayd›nlar Oca¤›’n›n dergisi Yeni Forum’a gönderilmifl 50.000 dolar, dergisinde Paul Henze gibi CIA uzmanlar›yla birlikte yaz›lar yazan Ayd›n Yalç›n taraf›ndan da yads›nmayacak, “Yeni Forum’un Türkiye’de totaliter rejimlere karfl› ve demokrasininin yerleflmesiyle ilgili mücadeleye 35 y›ld›r sürdürdü¤ü katk›lar› desteklemek amac› güden bu yard›m›n gizli kapakl› hiçbir yan› yoktur” denilecektir (aktaran, Mustafa Y›ld›r›m, Sivil Örümce¤in A¤›nda, s. 77). 70’li y›llarda kullan›lmaya bafllanacak tarih kitaplar›na Türk-‹slam sentezci bir anlay›fl egemen olacakt›r. 1976’da ‹brahim Kafeso¤lu’nun yazd›¤› tarih kitab›na önsöz yazan Talim Terbiye Kurulu Baflkan› R›za Kardafl, amaçlar›n›n e¤itimi “milli bir hüviyete büründürmek” oldu¤unu söyleyecektir (Etienne Copeaux, agy, s. 117). Talim Terbiye Kurulu’nun baflkan›, önceki dönemlerin e¤itimini “milli” bulmam›fl olmal›d›r. 1994 y›l›ndan sonra da tarih kitaplar›n›n terazisi ‹slam tarihinden yana e¤ilecektir (Etienne Copeaux, agy, s. 119). Cilavuz’dan ç›kt›¤›m›z yolculuk üzerinde, daha çok fleyler ç›kacakt›r karfl›m›za… Sözgelimi, 1996’da do¤rudan ABD Baflkan›’na ba¤l› olarak oluflturulan ACRFA (Advisory Committee on Religious Freedom Abroad / D›fl Ülkelerde Din Hürriyeti Dan›flma Komitesi) gibi… ACRFA, bafl›na türban sar›p TBMM’ne girmifl ABD pasaportlu Merve Kavakç›’y› ülke ülke, flehir flehir dolaflt›r›p Kemalizm elefltirisi yapt›racakt›r. Babam Dursun Akçam’›n çoktan toprak olmufl bedenine, onun b›rakt›¤› an›lara olan sayg›m› tutsam bir kenarda, bana kendimi ve yaflam› tan›ma, sorgulama olana¤› sa¤lam›fl Cilavuz’un sac çat›lar›yla o flen karga sesleri b›rakmaz yakam›. K›r›k bir jiple bir y›l içinde tam 12.000 köy gezmifl ‹smail Hakk› Tonguç’u atam bilirim her fleyden önce. “Ilgaz ormanlar› içinde bir köyün yeni yap›lm›fl çok güzel ilkokulunun önünde durduklar›nda ya¤mur ya¤›yordu. Okulun kap›s›n› uzun süre çald›ktan sonra açt›rabildiler. Baflö¤retmen oldu¤u anlafl›lan 45 yafllar›nda bir kifli, okulun bugün kapal› oldu¤unu söyleyerek onlara isteksizce okulu gezdirmeye bafllad›. Yaz› masas›n›n üzerine konmufl bir tasa tavandan su daml›yordu. (…) ‘Çank›r› M. E¤itim Müdürlü¤ü’ne üç kez yazd›m. Yan›t bile vermediler.’ ‘ – Peki siz bir fley yapamaz m›s›n›z?’ Boz giysili, üstleri bafl121 lar› tozlu çamurlu bu üç kiflinin kim olduklar›n›, ne arad›klar›n› anlamayan adam terslendi: ‘Ben Baflö¤retmenim, dam aktar›c›s› de¤il’. Tonguç top gibi d›flar› f›rlad›, okulun çevresini döndü, bahçenin bir köflesine dayanm›fl bir merdiven ve yap› ifllerinden artakalm›fl birkaç sa¤lam kiremit gördü. Ötekilerin kar›flmas›na zaman kalmadan, merdiveni duvara dayay›p çat›ya ç›kt›, k›r›k birkaç kiremiti afla¤›ya att›, arkadafllar›ndan sa¤lamlar›n› vermelerini istedi, onlar› yerlefltirip indi. Baflö¤retmen bu garip kiflilerin ne yapt›klar›n› pencereden seyrediyordu. ‹çeri girdiler. Tonguç adama: – Dam yine akarsa, bana bildir, Çank›r›’ya yazma, ben gelir dam› aktar›r›m, diyerek kart›n› verdi. Adam kart› okuyunca bay›lacak gibi oldu.” (Sabahattin Eyübo¤lu, Köy Enstitüleri Üzerine, s. 122-123) Bin türlü olanaks›zl›klar içinde emperyalizmle difle difle giriflilmifl bir savafltan ç›km›fl yoksul bir ülke… Ne e¤itim, ne kültür… 1924 y›l›nda özel bir yasayla yönetsel ve parasal özerklik tan›nm›fl Darülfünun, 1934 y›l›nda üniversite kurulabilene kadar ‹stanbul’da bildi¤ini okuyor. “Latin harfleriyle yaz› yazaca¤›m›za kalemlerimizi k›rar›z” diyor “hocalar”›… Alman faflizminden kaçan, ço¤unlu¤u solcu ve Yahudi olan, Avrupa’da en demokrat ülkelerin bile girifl izni vermekten kaç›nd›¤› bilim adamlar›yla kuruluyor üniversite… Herbirine tam üç milletvekili ayl›¤› verilerek! Köy Enstitüleri’nden yetiflmifl on yedi bin ö¤retmen içinden tam üç yüz yazar ve flair ç›k›yor (günümüz ortalamas›n›n tam üç yüz kat›); özgür okuma saatlerinin, her sabah çekilen halaylar›n, her cumartesi toplant›s›nda en yetkili yerdekini elefltirebilme hakk›n›n, köylülerle birlikte elbiseler ters çevrilerek do¤açlama oynanm›fl flenliklerin ürünü olarak… Ve ayd›nlar›m›z, yan›bafl›m›zdaki co¤rafyalarda ülkeler emperyalist potinler taraf›ndan ezilip geçilirken, bebeklerin üzerlerine bombalar ya¤d›r›l›rken, insanlar intihar komandosu yap›lmak için dinsel söylemlerle koflulland›r›l›rken, Kemalizmi tart›flmay› birinci ifl ediniyorlar… Kal yerinde sen sevgili Cilavuz. Çürümeye yüz tutmufl, ço¤u y›k›lm›fl sac örtülü çat›lar›nla, harabeye dönmüfl yap›lar›nla, karanl›¤a ve sessizli¤e tutuklanm›fl s›n›flar›nla… Bak! Karga sesleri hâlâ ne kadar gür, ne kadar flen ve alayc›… Yaflam, tüm tek sesli iktidarlara inat, ne kadar do¤urgan, ne kadar de¤iflken… Ve ben soluk almay› sürdürüyorum; senin sevdal›n olarak, o bitmeyen kavgan›n içindeyim! [email protected] 122 Serkan Türk ölü defterler sessizli¤e el vererek akflam söküyor avlular›n sesini yang›nlardan. teninden kopar›r gibi her sayfas›n› hayat›n ödefliyorum bat›¤›mla. kuru otlar, yaz’›n bahçesinde bir an›ym›fl. direnen heykel rüzgâr›n içinden geçen fiflek yaflayanlar›n kalbine de¤en gençlik. omurgam›n orta yerinde koca bir ç›k›k oldun dikendin gülüne batan. ölü defterlere dönüflüyor ayr›l›klar sahafa düflen kah›r tafll›klar› çok zaman›n ayaklar›m tak›l›yor yaln›zl›klara. 123 ERHAN BENER’‹N PORTRELER‹ Cemil Eren Erhan Bener'in Yeni Foça’yla Kufladas›’nda yazl›¤› vard›. Ankara’dan Bodrum’daki yazl›¤›ma giderken veya dönüflte, u¤rar, birkaç gün konuklar› olurdum. Eylül 1980’de Bedri Rahmi Eyübo¤lu Galerisi’nde sergim olacakt›. Kufladas›’na u¤ramadan geçip gidemedim. 11 Eylülde Erhan’lar›n kap›s›na dayand›¤›mda efli Neflecan’›n yapt›¤› yemeklerin kokusu soka¤› sarm›flt›. Yemekten sonra Erhan’a “otur karfl›ma resmini yapaca¤›m” dedim. Rahat oturmuyor ki! Mimikler yaparak beni güldürmeye çal›flt› boyuna. S›k s›k “ciddi ol” demek zorunda kalm›flt›m. Sonunda küçük bir ka¤›da resmini yapt›m. Yan›mda f›rça olmad›¤› için bir çöp parças›n› f›rça yerine kullan›verdim. Güzel bir portre olmufltu. ‹flin güzel ç›kmas›n›n nedeni biraz önceki neflesinin yüzüne yans›mas›ndand›. Bu ilk portre. Ertesi sabah; yatak odas›ndan benim yatt›¤›m sofaya inen merdiven basamaklar›n›, marfl söyleyerek indi Erhan. “Radyoyu açal›m. ‹htilal oldu!” Soka¤a ç›kma yasa¤›ndan ötürü ‹stanbul’a gidiflim kendili¤inden ertelenmiflti. Eve hapsolma duygusunu k›rmak için, “Erhan’c›¤›m hadi otur karfl›ma. Bir resmini daha yapaca¤›m.” Darbenin bütün a¤›rl›¤› Erhan’›n yüzüne vurmufltu resimde. Bu da ikinci portre. Üçüncü portreyi yapmaya Kufladas›’nda bafllam›flt›m. O zaman gür b›y›kl›yd›. Dördüncüsü de Kufladas›’ndayd›. Tamamlanamadan kalm›flt›. Ciddi olarak hastalan›nca evine gittik k›z›m Zeynep’le. Bizi görünce çok neflelendi. Doktorlar›n tan› koyamad›klar›ndan yak›nd›. Oysa tan› konulmufltu ama eflinin bilmesini istemedi¤inden öyle söylüyordu. 124 Resmi bitirmek için, yararlanmak üzere foto¤raf çekerken komik pozlar veriyor; bir gözünü iyice açarken kafl›n› kald›r›yor, bir fley yokmufl havas› vermeye çal›fl›yor, bunlar› yaparken kendi de keyifleniyordu. Atölyeye dönünce; portreyi, çekti¤im foto¤raflara bakarak yapmak için u¤raflt›m. Olmad›. Sildim. Yeniden çizdim. Yine sildim. Yine çizdim, olmuyordu. Birkaç gün ara verip yeniden çizdim. Yine baflar›s›z. Erhan benimle dalga geçiyor sanki! Her gün telefonla konufluyoruz. Her konuflmada portre ne oldu diye soruyor? Üstünde çal›fl›yorum, diyorum, s›k›nt›m› belli etmeden. Beceremedi¤im için bunal›ma girmek üzere oldu¤umu duyumsuyorum. Birkaç gün ara verdikten sonra yeni bir tuvale kocaman bir Erhan Bener portresi çizdim füzenle. Geometrik bölmeleri hafiften belli ederek. Bir iki gün daha u¤rafl›nca benzerli¤i yakalad›m. Zeynep geldi¤inde, çizdi¤imi pek be¤enmedi. “Gözleri çok iri olmufl.” “Ama bu kez olacak.” Erhan’› aray›p “seni yakalad›m”, dedim. Deseni umutlu bulunca boyamaya, önceki resmi de buna bakarak düzeltmeye koyuldum. Tam bu s›rada doktorlar zatürre olmufl bahanesiyle Erhan’› hastaneye kald›rd›. Çünkü eve gelip kontrol etmek olanak d›fl›yd›. Bir perflembe günü Gazi Hastanesi’ne onu görmeye gittim. ‹lk dikkatimi çeken fley çok zay›flam›fl olmas›yd›. Divana uzanm›flt›. Beni görünce oturma durumuna geçmek istedi ama bunu ancak iki kiflinin yard›m›yla yapabilecek gibiydi. Sars›lm›flt›m. Derken bafllad› yak›nmaya: “Gece tam uykuya varaca¤›m, bir hemflire giriyor içeri, tansiyonumu ölçüyor. Uyku kaç›yor. Kitap okumaya çal›fl›yorum, kitap a¤›r geliyor. Yatakta dönüp duruyorum. Yine dalacak gibi oluyorum biri daha giriyor. Sabah oluyor, yemek getiriyorlar. Erkenden doktor vizitesi. Yani uyumak olanaks›z. Kitaplar a¤›r geldi¤inden kolum yoruluyor. Okuyam›yorum. Ne olursun bir dahaki geliflinde ince kitaplardan getir. Varl›k Yay›nlar›’ndan örne¤in.” Neflecan eve gidecek, gece hemfliresi gelecekti. Onu bekledik. Hemflire gelince “pazara görüflürüz” diyerek kap›ya yöneldim. “Portrelerin foto¤raf›n› da getir” dedi arkamdan. Portreleri kurumaya b›rakm›flt›m. Yüzler kurumufltu ama fonlarda taze boya vard›. Pazar günü Zeynep’i ça¤›rd›m arabas›yla hastaneye götürmesi için. Bu arada resimleri de yan›ma almaya karar vermifltim. ‹ki resim de ayn› boydayd›. Özenle bir torbaya yerlefltirdim. Hastaneye vard›¤›m›zda perflembeden daha bitik gördüm onu. Di125 vanda yat›yordu. Rahat soluk alabilmesi için oksijen ayg›t›na ba¤lanm›flt›. Uzaktan selamlaflt›k. Sevinmiflti bizi görünce. Resimleri be¤enmeyecek diye ödüm kopuyordu. Sonunda korka, korka ç›kard›m torbadan. Portrelerini görünce yüzü ›fl›d›. Dikkatle incelemeye bafllad›. Portrelerden birinde gözlerini oldu¤undan daha büyük yapt›m diye Zeynep elefltirmiflti. Bakt›m da; zay›flay›nca, gözleri benim çizdi¤im irili¤e varm›flt›. Portrelerine uzun, uzun bakt›. Gülümsüyordu ama anlam› baflkayd› yüzüne yay›lan hafif mutlulu¤un. Kendiyle vedalafl›yor gibime geldi. Bir sona varsa bile portrelerde yaflayaca¤›n› düflünüyordu galiba. Ölümle buluflaca¤›n›n bilincinde olan olgun bir insana “ne düflünüyorsun” diye sorulabilir miydi? Foto¤raf›n› çekerken portrelerini yan›na koydurttu. Efli Neflecan; Zeynep, ben, foto¤raflar çektik. Serbest olan sa¤ elinin; zay›flamaktan ötürü daha uzun görünen parmaklar›n› açarak, ayr›l›k selam› verir gibi sall›yordu. Hüznün zerresi yoktu yüz anlat›m›nda. “Resimleri be¤endin mi” diye sordum laf olsun diye? Saçmalad›¤›m›n fark›ndayd›m ama sessizli¤i bozmak için konuflmufltum iflte. “Çok, çok güzel olmufl! Sa¤ ol” dedi. Bu s›rada doktor yeni bir ilaç yazm›fl; hemflire, hastane eczanesinden almak istemifl ama ilaç yokmufl orada. Elinde reçete ve Erhan’›n sa¤l›k karnesiyle geri geldi. Günlerden pazar oldu¤u için nöbetçi eczaneye gitmesi gerekiyordu. Bahçelievler’deymifl nöbetçi eczane. Hemflireyi arabayla biz götürelim bahanesiyle kalkt›k. Daha odadan ç›kmam›flt›k ki, “Cemil!” diye ba¤›rd›. Döndüm, yine gücünün yetti¤i kadar ba¤›rarak “SEN‹ ÇOK SEV‹YORUM!” dedi. Bir süre sonra Erhan’›n yo¤un bak›ma al›nd›¤›n› ö¤rendim. Bir daha da görüflemedik. Ankara, Aral›k. 2007 126 Ramazan Teknikel KIRLARDA “Zaman›n neresindeyiz flimdi?” der K›rlarda küçük bir kelebek. “Bu zaman asl›nda yeter de bana Sadece üzüldü¤üm, renklerim kal›r arkada.” “Sevincin neresindeyiz flimdi?” der K›rlarda bir uç uç böce¤i. “Sizler hepiniz geçip giderdiniz Bir ben kal›rd›m bir bafl›ma Birde k›rlar›n sonsuz bilgeli¤i.” ‹NSAN EN ÇOK KEND‹NE BENZER ‹nsan›n hayalleri de kendine benzer, özgürlükleri de fiiir yazmas›, manavdan kiraz almas›, bal›k tutmas›, Kap›ya üç kez vurmas›, evde çiçek yetifltirmesi, Suda tafl sektirmesi bile kendine benzer. ‹nsan›n hayalleri de kendine benzer öyküleri de Pazar sabahlar›na haz›rlanmas›, tütün içmesi, Denize bakmas›, gülmesi, kavgaya bulaflmas›, ‹nsan dünyada en çok kendine benzer. 127 fiAVKAR ALTINEL VE YABANCILIK KAVRAMI Hâle Seval “Buraya Conrad’›, yani bir anlamda bir kurmacay› aramaya gelmifltim.” Dünyan›n Büyük Sular›, fiavkar Alt›nel fiavkar Alt›nel’in ruh kardeflli¤i içinde oldu¤u önemli yazarlardan biri de Joseph Conrad’d›r. Bilindi¤i gibi Conrad’›n hayat›nda flans ve flans›zl›k birbiri ard› s›ra devam etmifltir. Conrad bütün bunlar›n aras›ndan s›yr›larak hayatta kalabilmifl ve ad›n› edebiyat tarihine yazd›rm›flt›r. Alt›nel, Venedik yolculu¤unu “Karanl›¤›n Yüre¤i” ve daha sonraki çal›flmas›na “Dünyan›n Büyük Sular›” ad›n› vererek gene elini Conrad’a uzatm›flt›r. Conrad anavatan› Polonya’dan uzakta üçüncü dili ‹ngilizce ile yazm›fl, roman ve öykülerinde yer alan uzun deniz yolculu¤u onun iç yolculu¤uyla ve yaln›zl›¤›yla örtüflmüfltür. Alt›nel, yaz›s›nda, uzun bir u¤rafl sonras› onun ayak izlerinin geçti¤i yerlerden geçerek mezar› bafl›nda J. Conrad ile konuflma gereksinimi duymufltur. Evet, bu ruhsal konuflmaya neden, flimdi gereksinim duymufltur? Çünkü, onun Conrad ile örtüflen bir o kadar da z›tl›klar içeren yanlar› vard›r. Londra sokaklar›nda yap›lan kent içi yolculukta, kendi hayat›yla Conrad’›n hayat› aras›ndaki efl ve karfl›t olan yönleri bütün keskinli¤i ile yakalamaya çal›flmaktad›r. Söyledi¤i gibi Alt›nel hâlâ kendini Birleflik Krall›k’ta yabanc› hissetmekteydi, ama neden? Dilini ana dili gibi bildi¤i, kültür ve yaflam biçimiyle beslendi¤i, edebiyat›n› özümsedi¤i ve otuz y›l› aflk›n süredir yaflad›¤›, aile kurdu¤u yerde kendini “yabanc›” hissediyordu. Alt›nel’in art›k bir yer ile – topografik mekân – duygusal ba¤ kurmas› olanaks›zlafl›yordu. Duydu¤u içsel yaln›zl›k onu Conrad ile birlefltiriyordu. O kendini yaflad›¤› yeryüzünde yabanc› olarak görüyordu. Belki de on dokuz yafl›nda, do¤du¤u ve ilk gençlik yafllar›n› geçirdi¤i ‹stanbul’dan ve ailesinden gelen kopuflun izlerini y›llar geçse de silememiflti. Bu “ayr›lm›fll›k” duygusunu içinden atamam›flt›. Bir yere ba¤lan›ld›¤›nda arkas›ndan kopuflun gelece¤ini hissetmek, sezmek, beklemek; onu bir yere ait yapmam›flt› ya da olmak istemiyordu art›k… Oysa Birleflik Krall›¤› yurt edinme karar›n› kendi vermiflti; politik ya da dinsel bir bask› alt›nda seçmemiflti yaflad›¤› yeri. 128 Conrad’›n mezar› bafl›nda yazarla dertleflirken kendini flöyle tan›mlar: “Ard›ndan da kendimden söz ettim. Ben de ‹ngiltere’de yaflayan ve do¤du¤u ülkeyle birlikte bir dizi baflka ülkeden de an›lar ve ‘imalar’ bar›nd›ran bir yabanc›yd›m.” Evet, kendini her yere yabanc› hissetmektedir ve bu duygu onda yo¤un bir flekilde a¤›r basmaktad›r. Bu yaz›n›n yay›mlanma tarihine bakt›¤›m›zda Haziran 2007 oldu¤unu görürüz. Yak›n zamand›r. Yazma eyleminin bafllamas› ve yaz›lmas›n› da göz önüne alacak olursak en fazla birkaç ay gerilere gidebiliriz. Yazar›n kendini yabanc› olarak görmesi ne zaman bafllam›flt›r diye düflündü¤ümüzde son kitab› Kvangvamun Kavfla¤›’n›n ilk sayfalar›na dönecek olusak, Mannerheim Müzesi’ne giderken Estonya Elçili¤i’nin bahçesinde beliren kurt köpe¤i çevrenin sessizli¤i içinde havlayarak ona, kim oldu¤unu sorar. Verdi¤i cevap ise düflündürücüdür: “Ama bu konuda verebilecek gerçek bir cevab›m olmad›¤›n› biliyormufl gibi biraz isteksizdi.” Neden, yazar verecek gerçek bir cevap bulamaz? Yolcu oldu¤undan, uzak diyarlara yol olan bir yaln›z oldu¤undan da söz etmez. Karars›zd›r, kendine bir ad/kimlik o anl›k sorufl karfl›s›nda bulamam›flt›r, oysa 2007 y›l›ndaki yaz›da ‘yabanc›’ oldu¤unu kabul etmifltir. Kitab›n sayfalar› aras›nda ilerledi¤imizde bulundu¤u k›tadan iyice uzaklaflt›¤›nda bir soru karfl›s›nda “Türküm” diyerek cevap verir. Uzak yolda, yabanc› diyarda bir anl›¤›na kendine bir kimlik/isim alt›nda sahiplenir ve do¤du¤u yerin kimli¤ine bürünür. Evet, yazar›n yapt›¤› yolculu¤u biz de sat›rlar aras›nda onun aidiyet yolculu¤una dönüfltürdü¤ümüzde o, art›k Kuzeydeki adada Türkçe ve ‹ngilizce yazarak yaflayan bir yabanc›d›r. Do¤mad›¤› topraklarda yaflarken s›¤›nd›¤›, dost, arkadafl olarak kendine yak›n buldu¤u kendisi gibi do¤mad›¤› topraklarda yaflayan bir yazar olmufltur. Onunla bir anlamda dertleflmifl, toprak, anadil, anavatan, kimlik, aidiyet gibi kavramlar›n insana yükledi¤i o a¤›r yükün ne oldu¤unu anlamaya ve yorumlamaya çal›fl›rken onunla birlikte yol almak, onun manevi anlamda yan›nda olmas›n› istemifltir. fiavkar Alt›nel, Conrad’›n tersine bir ikinci ya da üçüncü dil ile yazmak yerine uzaklaflt›kça onu özleyerek, kullanmaya yönelerek anadilinde yazm›flt›r. Alt›nel’in bu seçiminde anne yüzü ve anadilin kullan›lmas›n›n psikanalitik boyutunu da hat›rlamak gerekir. ‹kisi birbirinin çekim merkezini oluflturabilmektedir. Alt›nel, unutmak yerine hat›rlamaktan/özlemekten yola ç›km›flt›r. Oysa Conrad’›n anadili ve ana yurdundan sadece hat›rlad›¤› hüzündür. Ve Polonya bir anlamda unutmak istedi¤i yer olmakla birlikte, orada geçen çocukluk zaman› ve anadili de bunlara efl bir konumdad›r. Ve hatta çocukken ö¤rendi¤i ikinci dili Frans›zca ile de yazmak istememifltir. Polonya’dan ayr›ld›ktan sonra ö¤rendi¤i, yafla129 mak için seçti¤i Birleflik Krall›k dilini seçerek asl›nda zor da olsa yer ve dil ile kendini tekrar yaratm›fl ve bunun sanc›lar›n› zaman içerisinde geçirdi¤i buhranl› dönemleriyle ödemifltir. Conrad’›n denizlerde yakalad›¤› s›n›rs›zl›k ve özgürlü¤ü Alt›nel, gökyüzünde yakalam›flt›r. Bir yaz›s›nda, “uçak ile seyahat etmeyi sevdi¤i”ni söyleyecekti. Gökyüzü de baflka bir deyiflle engin denizin ikiziydi. Denizciler limanlara s›¤›nm›fllar, havac›lar ise hava alanlar› ile özgürlüklerine geçici olarak s›n›r konmufl, bir s›¤›nma alan› oluflturmufllard›r. Alt›nel’in uçak ve yolculukla ilgili fliirlerinin de burada hat›rlayacak olursak, havaalanlar› zaman içerisinde hayat›n›n vazgeçilmez mekânlar›na dönüflmüfl/dönüflmektedir. Alt›nel’in Conrad ile olan tatl› z›tl›klar›ndan biri de Conrad’›n Polonya’ya sadece bir kere gitmesi, oysa Alt›nel’in ‹stanbul kenti, do¤du¤u flehir ile ba¤lar›n›n bir kere ile s›n›rl› kalmak yerine çeflitli zaman dilimlerinde gidip gelmek üzerine kuruldu¤udur. Alt›nel’in “Dünyan›n Büyük Sular›” adl› yaz›s›nda önemli olan bir baflka olgu ise, yaflad›¤› Londra kentinin sokaklar›nda yap›lan yolculu¤un flematik boyutudur. Londra sokaklar›nda dolafl›r, ulaflmak istedi¤i hedef için çaba harcar, ilerler ve sonunda duygular›n› Conrad’›n mezar› bafl›nda aç›klar. E¤er yaz›ya ontolojik aç›dan da yaklaflacak olursak; iki sözcük ilginçtir, “kurmaca” ve “yabanc›”: “Buraya Conrad’›, yani bir anlamda kurmacay› aramaya gelmifltim”. Kurmaca sözcü¤ü ile anlam yüklemek iste¤i nedir? Bir canl›n›n yaflam serüveni mi? Yoksa flu anda Conrad’›n sadece simgesel bir tafl y›¤›n›n›n alt›nda olmas› m›? Alt›nel tafl› oldu¤u gibi betimler: “‹kinci S›n›f Tarihi An›t, üzerinde haç iflareti bulunmayan, yontulmam›fl büyük, gri bir kaya parças›yd›.” Alt›nel tafl›n belli bir biçimi olmamas›n› hiçbir yere ait olamakla efllefltirir. Öteki sözcük “yabanc›” ise, Conrad ve kendisi aras›nda bir ba¤ ifade eden, do¤du¤u yerden uzakta bir toprak parças›nda yaflaman›n getirdi¤i duygusal özlemleri bar›nd›rmaktad›r. Ayr›ca Conrad ve Alt›nel için yazg›n›n, savrulman›n, kaderi s›n›rl› bir çerçevede içinde seçme hürriyetinin ifadesidir “yabanc›” kelimesi. Alt›nel’in Conrad’›n bir roman›nda geçen cümleden yola ç›karak yazd›¤› bu yaz› onun yabanc›l›k kavram› ile aras›ndaki ba¤› ortaya ç›karmakla kalmam›fl, Conrad’›n hayat›n›n derinli¤i ve yazmay› amaç edinmesindeki boyutu irdelerken, efl zamanda yaflad›¤› kent Londra sokaklar›nda kendiyle yeniden bir hesaplaflmaya do¤ru yol alm›flt›r. Baflka bir deyiflle fiavkar Alt›nel’in kendinden ç›k›fll› bir deneme olarak ele ald›¤› “Dünyan›n Büyük Sular›” bafll›kl› uzun yaz›s›nda, hayat ve yaz› yolculu¤unda yabanc›l›k kavram›n› sorgulamas›na yard›mc› olmufltur. 130 UND‹NE NEDEN G‹D‹YOR?* Pelin Alio¤lu "Undine Gidiyor” Bachmann’›n en önemli yap›tlar›ndan biri olarak kabul edilen Otuz Yafl ’›n son öyküsüdür. Burada ne kendini ne de baflkalar›n› bir ilinek, bir araç, fleyler aras›nda bir fley olarak gören ne de buna göre eyleyen bir kiflilikle karfl› karfl›ya geliriz. Avrupa söylencelerinde bir su perisi olarak ortaya ç›kan Undine’nin içini kemiren bir tutkusu vard›r: Bir süre yeryüzünde yaflamak. Undine’nin bu dile¤i tanr›lar kat›nda kabul edilecektir ama bir koflulla: Yeryüzünde yaflayan bir erke¤e âfl›k olmak zorundad›r. Aflk› sona erer ya da âfl›k oldu¤u kifli ona ihanet ederse yeniden kendi dünyas›na, denize geri dönecektir. Paracelsus’un 1581’de kaleme ald›¤› ve içinde su perilerini ve do¤an›n mitik varl›klar›n› öykülendirdi¤i yap›t›n›n1 “Undenen” bölümü bir yana b›rak›lacak olursa Undine edebiyat dünyas›nda bir kahraman olarak ilk kez Alman Romantizminin baflyap›tlar›ndan De la Motte Fouqué ’nin “Undine” öyküsüyle ete kemi¤e bürünmüfltür.2 Bu öyküde soylu flövalye Huldbrand bir gün ›ss›z bir ormanda at sürerken karfl›laflt›¤› Undine’ye, bu büyüleyici oldu¤u kadar her haliyle kiflili¤inde do¤an›n simgeleflti¤i varl›¤a, görür görmez âfl›k olur. Fouqué burada insanla do¤ay›, ak›lla duyarl›l›¤›, düzyaz›yla fliiri bir bütün içinde harmanlamaya çal›flm›flt›r. Ancak, en az›ndan insanla do¤ay› uyum içinde birlefltirmek o denli kolay olmasa gerektir. O nedenle, Huldbrand’›n çok sevdi¤i Undine’yi insanlar›n dünyas›na sokma giriflimi baflar›l› olmayacakt›r. Undine bir ‘öteki’dir çünkü. Toplum kendi güvenli¤ini sa¤lamak amac›yla koydu¤u s›n›rlara asla boyun e¤meyen Undine’yi bir tehdit olarak alg›layacak, bu korkutucu unsuru bünyesinden söküp atmaya çal›flacakt›r do¤all›kla. Hatta bizzat flövalyeyi aflk›n› yads›maya zorlayacakt›r. Undine bir türlü anlamad›¤›, anlayamayaca¤› bask›lardan, ayr›ca sevgilisinin tutumundan çok derinden incinmifl oldu¤u için Don nehrinde tekneyle gezintiye ç›k›ld›¤› bir gün ans›z›n suya atlayarak, sevgilisine ve tüm insanlara sonsuza dek elveda diyecektir. Büyük romantik De la Motte Fouqué’den yüz elli y›l sonra Ingeborg Bachmann’›n ayn› söylenceye ça¤c›l bir yorum getirdi¤ini görüyoruz. Dorovin’in de gözlemledi¤i gibi, Bachmann’›n öyküsüyle Fouqué’ninkini ay›ran en önemli unsur bunlara temel oluflturan bak›fl aç›lar›d›r.3 Her fle131 yi kâh sempatiyle kâh hoflnutsuzlukla sunan ve her fleyi bilen, en önemlisi de ayaklar›n›n yere sa¤lam bast›¤› karadan do¤ru konuflan geleneksel anlat›c›n›n yerini flimdi sözü denizden do¤ru bafllatan Undine’nin kendisi alm›flt›r. O deniz ki orada, “kimse bir yuva kuramaz kendine, bir dam çatamaz kirifllerin üstünde, bir örtünün alt›na saklanamaz.”4 Böylesi bir perspektif de¤iflikli¤iyse, Undine’nin zihinlerde yaratabilece¤i her türlü egzotik tuhafl›¤› ortadan kald›rarak onu son derece öznel konufltu¤unda bile mutlak bir hakl›l›k z›rh›yla donat›r. Ayn› zamanda, yerleflik toplumsal koflullar ‘normal’ olma ba¤lam›nda sa¤lam konumlar›n› yitirmifller, böylelikle de sanat yap›tlar›nda yabanc›laflt›r›c› etki anlam›nda tuhaf ve anormal koflullara dönüflmüfllerdir. Fouqué umutsuzlu¤a düflen Undine’yi hayli dokunakl› ve duygusal bir tarzla flöyle konuflturmufltu: “Siz insanlar! Ne kadar düflmanca ve ne kadar periflan görünüyorsunuz […] Sizlerin saçma âdetlerinize ve olaylar› alg›larkenki gaddarl›¤›n›za dair hiçbir fikrim yoktu. Muhtemelen bunlar› hayat›m boyunca bir daha asla yaflamayaca¤›m.”5 Buna karfl›l›k Bachmann’›n Undine’si kula¤a çok mesafeli gelen flu sözlerle bafllar: “Siz insanlar! Siz canavarlar! Hans ad› verilen siz canavarlar!”6 Neden böyle diyor Undine? Çünkü özü su olan ve tüm iliflkilerinde saydaml›¤› temel alan Undine’ye göre hepsi birbirinden farkl› ama hepsi de bir ve ayn› insanlar, yani Hans’lar, Undine’nin temsil etti¤i her fleye s›rtlar›n› dönmüfller, ayn› zamanda da kendi öz do¤alar›na ve yetilerine ihanet etmifllerdir. Bir yanda saydaml›¤›n ve kendi varl›k yap›s›na sadakatin simgesi Undine öte yanda ve onun tam karfl› kutbunda ay›rt edici özelli¤i kendine ihanet olan yabanc›laflm›fl insan. Oldu¤uyla yetinen, ne olabilecekse onu olmayan, henüz olmad›¤›n› olmaya cesaret edemeyen varl›k. Peki, Undine sürekli ayn› hataya düflerek neden durmadan âfl›k oluyor Hans’a, Hans’lara? Çünkü Hans’›n ve Hans ad› verilen herkesin özlerinin en derinlerinde yüce ve ola¤anüstü bir fley bar›nd›rd›klar›na inan›yor. Acaba daha kaç kez Hans’lara iliflkin ac› gerçekle yüz yüze gelecek Undine? Hans ile birlikte olabilmek için Undine “onu yukar›lara çeker, o ki Sisyphus’un kayas› gibidir Undine için. Öyle ki, her düflüflten sonra onunla yeniden t›rmanacakt›r tepeye. Hans ise haince s›rt›n› döner Undine’ye ve her defas›nda tepeden afla¤›ya yuvarlan›r.”7 Sonunda Undine flöyle seslenecektir insanlara: “Siz canavarlar! fiimdi art›k dosdo¤ru konuflacak ve sizleri afla¤›layaca¤›m. Çünkü bir daha asla dönmeyece¤im, asla uymayaca¤›m ça¤r›n›za, birlikte bir bardak flarap içme, bir geziye ç›kma, bir tiyatroya gitme davetinizi hiç kabul etmeyece¤im. Asla geri dönmeyece¤im, bir daha asla ‘evet’ demeyece¤im, ‘sen’ ve ‘evet’ demeyece¤im. Bu sözlerin hiçbiri art›k dudaklar›mdan dö132 külmeyecek. Nedenini belki anlatabilirim size. Çünkü siz sorulardan çok iyi anlars›n›z, sorular›n›z›n tümü de ‘neden’ sözcü¤üyle bafllar. Benim yaflam›mdaysa sizin sordu¤unuz türden sorulara yer yoktur. Suyu severim ben, suyun saydaml›¤›n› ve sudaki yeflili […] Sizlerden hiç çocuk edinmedim, çünkü sorulardan anlamam ben. Talepkâr hiç de¤ilim ve önlem ald›¤›m hiç görülmemifltir, gizli niyetlerim yoktur, gelecek kayg›m da… Baflka birinin yaflam› içinde yer edinmeyi bilmem, bak›ma gereksinme duymam ne de güvenceye… Yaln›zca temiz havad›r gereksindi¤im, geceleyin ve sahillerde, s›n›rlarda gezinirken teneffüs etti¤im hava... Yeni sözler, yeni buseler için; soluk alabilmek amac›yla, sürekli ‘evet’ diyebilmek için.”8 Bu noktada sözü art›k Saint-Exupéry’nin Küçük Prens ’ine b›rakmak gerekiyor: “Yetiflkinler say›lar› sever. E¤er onlara yeni bir dost edindi¤inizi söylerseniz dostunuza dair asla önemli bir soru sormaz onlar. Örne¤in flöyle demezler hiç: ‘Sesi güzel mi?’, ‘En çok hangi oyunlar› seviyor?’, ‘Kelebek koleksiyonu yapar m›?’ Bunun yerine: ‘Kaç yafl›nda?’, ‘Kaç kardefli var?’, ‘Kaç kilo?’, ‘Babas› kaç para kazan›yor?’ diye sorarlar.” 9 Bafl›ndan beri Undine’yle Hans aras›nda aç›lan uçurum da buradan kaynaklan›r: Bir yanda Hans’›n “kayg›lar›n› paylaflmak için yarat›lmam›fl” Undine, öte yanda “sat›n alan ve kendinin sat›lmas›na, aldatan ve kendinin aldat›lmas›na izin veren” Hans. “Sudan ürken, yeflilden nefret eden Hans. Anlamayan ve anlamayacak olan Hans.” O nedenle, onlar›n ilk karfl›laflmalar›nda flöyle konufltuklar›na tan›k oluruz: “— ‹yi akflamlar! — ‹yi akflamlar! — Sana giden yol ne kadar uzak? — Çok uzak, çok uzak… — Bana gelen yol da öyle.”10 Undine’nin gerçe¤e nüfuz edici keskin gözleri Hans’› her iki yönüyle de apaç›k görmektedir; onun hem flu anda ne oldu¤unu hem de isteseydi ne olabilece¤ini... Sonunda Undine Hans’a flöyle diyecektir: “Senin yanl›zl›¤›n› asla paylaflmayaca¤›m. Senin kayg›lar›n› paylaflmak için yarat›lmad›m ben. Böylesi kayg›lar› de¤il. Kendi yasam› çi¤nemeden senin kayg›lar›n› onaylamam mümkün mü? Bulaflm›fl oldu¤un olaylar›n önemine nas›l inanabilirim? Sizlerin kendinizden ve dile getirdi¤iniz zavall› ve kibirli ifadelerinizden, ahmakça suçlamalar›n›zdan öte bir varl›k oldu¤unuzu düflündü¤üm sürece nas›l yapabilirdim bunu? Sizlerin oldu¤unuzdan daha fazla bir fley oldu¤unuza her zaman inand›m; bir flövalye, bir yar›-tanr› oldu¤unuza, en soylu tan›mlamalara lay›k bir ruh tafl›d›¤›n›za…”11 133 ‹flte bu nedenle, Undine, Hans’la iliflkisinde defalarca baflar›s›zl›¤a u¤ram›fl olsa da onun varoluflsal gizil gücünü, henüz ne de¤ilse onu olabilece¤ini bildi¤i için onunla yak›nlaflmay› hep yeniden deneyecektir. Baflka bir deyiflle burada söz konusu olan fley Heidegger’in dile getirdi¤i anlamda insan›n kendinden daha öte bir fley olmas›d›r (mehr sein als sich selbst) Heidegger flöyle diyor: “Sahih varoluflsal seçeneklere aç›k olman›n koflulu insan›n kendi gizil gücüne do¤ru ilerleyen bir varl›k olarak kendinin ötesinde olmas›d›r.”12 Y›¤›n›n, belirsiz olan›n “the they” (das Mann) temsilcileri olarak düflünülebilecek Hans’larda ise sahih varolufltan ço¤un bir kaç›fl kendini a盤a vurur. Bu kaç›flla varoluflun kendi ile yüzleflmesi imkân› büsbütün ortadan kalkm›flt›r.13 Ama gene de, kad›nlar› kendilerine metres, efl, bir gecelik kad›nlar, ömürlük kad›nlar yapan Hans’lar onlara karfl› duyduklar› k›skançl›kla, kibirli hoflgörüleri ve zorbal›klar›yla, evin geçimini sa¤l›yor olmakla ve kat›ld›klar› “iyi geceler sohbetleri”yle ne denli avunsalar da, zaman zaman her fleyin baflka türlü olabilece¤inin, daha yüce daha soylu bir yaflam imkân›n› ellerinden kaç›rm›fl olduklar›n›n, dolay›s›yla kendilerine yabanc›laflt›klar›n›n da fark›ndad›rlar.14 Afla¤›daki paragraf Hans’›n her fleyi geride b›rakarak Undine’nin dünyas›na girme yönündeki gizli arzusunu ele verir: “Onlar (Hans’lar) kar›lar›n›n ve çocuklar›n›n sevecenlikle okflarlar saçlar›n›, ard›ndan gazetelerini açarlar ya da faturalar› gözden geçirirler, radyonun sesini de epey yükseltmifllerdir muhtemelen. Ama gene de denizden do¤ru gelen müzi¤i, rüzgâr›n u¤ultusunu duymamalar› mümkün de¤ildir. Bir süre sonraysa, evler karanl›¤a büründü¤ünde, hep yapt›klar› gibi bir kez daha gizlice do¤rulurlar yerlerinden, kap›y› açarlar, koridora, bahçeye, a¤açl›kl› yola do¤ru kulak kabart›rlar. O zaman hüzün dolu ezgiyi, uzaklardan gelen ça¤r›y›, sanki hayaletlerin çald›¤› müzi¤i aç›k seçik duyarlar: Gel! Gel! Bir kez olsun gel! ” 15 Undine bafllang›çta Hans’› sever, çünkü bu ça¤r›n›n tam olarak ne anlam tafl›d›¤›n› bilmektedir Hans. Üstelik kendisine seslenilmesini isteyen de bizzat Hans’t›r. Çünkü Hans asla kendisinden büsbütün hoflnut de¤ildir.16 Baflka bir perspektiften bak›ld›¤›nda bu ça¤r›n›n Heidegger’inkiyle benzerlik tafl›d›¤› söylenebilir. Ça¤r› Heidegger’de varoluflsal kayg›dan temellenir ve “oldu¤u ve olabilece¤i gibi bir varoluflu kendinde bar›nd›ran bir varl›k olarak insana yönelik”17 ve onun yeni bir bafllang›ç yapmas›na, her fleyin sahte oldu¤u “das Mann” dünyas›ndan kopmas›na yönelik bir ça¤r›d›r bu. O nedenle de, “ça¤›ran kimdir” sorusuna “insan›n bizzat kendi iç sesi”dir denilebilir pekâlâ. 134 Heidegger bu noktada flu soruyu sorar: “Ama ‘kim ça¤›r›yor’ sorusunu aç›k seçik dile getirmek gerekli midir? […] Varolufl bizzat kendini bilincine ça¤›rmaktad›r. Gene de, varl›kbilimsel aç›dan varoluflun ça¤›ran ve ayn› zamanda (insan varoluflu olarak) gerçekleflen fley oldu¤unu söylemek yeterli de¤ildir. E¤er varolufl (insan varoluflu) gerçekleflmiflse onun vücut bulmas›n›n bu ça¤r›y› yapmas›ndan baflka bir yolu yok mudur? Burada acaba insan›n kendi varl›¤›na iliflkin gizil gücü ‘ça¤r› yapan’ olarak harekete geçiyor olmaz m›?” Ard›ndan flöyle devam eder: “Bu ça¤r› tam olarak ne bizzat taraf›m›zdan planlanan, ne haz›rlanan, ne de istençle gerçeklefltirilen bir fleydir. Ça¤r› beklentilerimize, hatta istencimize karfl›t bir fley olarak ortaya ç›kar. Öte yandansa ça¤r› kuflkusuz dünyan›n içinde benimle birlikte olan birinden de¤il, bizzat benden gelir, yönü de bana do¤rudur.”18 Ne var ki, bu ça¤r›ya uymak hayli cesaret ister. Buysa Hans’›n en büyük eksikli¤idir. Undine’nin gözünde Hans’lar insanl›klar›n› yitirmifl, yabanc›laflm›fl varl›klard›r; çünkü ça¤r›y› duyacak yetiye sahip olmalar›na, hayatlar›n›n temelde yanl›fl oldu¤unu anlamalar›na karfl›n ayn› hatay› sürdürmeye devam ederler. Onlar› insanl›ktan ç›karan ve özgünlükten yoksun b›rakan koflullara hiç direnç göstermeden, ça¤r›y› duymam›fl gibi yapmay› ye¤lerler. Bunun do¤al sonucuysa Hans’›n kendi d›fl›ndaki güçlerin denetimine girmesi, kendini yads›mas›d›r. Sözü burada Tom Robins’e b›rakabiliriz. Parfümün Dans› adl› roman›n›n “Hesap Pusulas›” bafll›kl› son bölümünde yazar flöyle demektedir: “Do¤du¤umuz zaman yuvarlak, keskin, saf bir yüzümüz vard›r. ‹çimizde evren bilincinin k›rm›z› atefli yanar durur. Ama yavafl yavafl, bizi ana babalar yer, okullar yutar, sosyal kurulufllar emer, kötü al›flkanl›klar kemirir, yafl ise tüketir. Sindirildi¤imiz zaman, t›pk› ineklerdeki gibi alt› mideden geçti¤imiz zaman. Pis bir kahverengi tonda ç›kar›z. Pancardan almam›z gereken esas ders fludur: ‹nsan, yana¤›ndaki ilahi renge, içindeki do¤al pembeli¤e sar›lmal›; yoksa kahverengiye dönüflür. Kahverengi olmak da, insan›n masmavi kesildi¤inin resmidir. Çivit kadar mavi. Onun da ne anlama geldi¤ini bilirsiniz: Çivit Çivitiyor Çivitti.”19 *Bu yaz› ilkin ‹ngilizce kaleme al›nm›fl ve yazar› taraf›ndan Türkçe’ye çevrilmifltir. 135 (1) Al›nt›layan Dorovin, H., Undine Geht, http://www.uni-essen.de/literaturwissenschaft-aktiv/nullpunkt/pdf/bachmann_undine.pdf (2) a.g.y. (3) a.g.y. (4) Bachmann, I., “Undine Goes” in The Thirtieth Year, Edinburg: Polygon, 1993, s. 178 (5) Dorovin, a.g.y. (6) Bachmann. a.g.y., s.177 (7) http://www.ambrosini.us/blog/2004_12_01_pushmediaone_archive.html (8) Bachmann, a.g.y., s. 178 (9) Saint-Exupéry, A., The Little Prince, New York: Harcourt Brace Jovanovich, 1971, s. 16 (10) Bachmann, a.g.y., s. 179 (11) Bachmann, a.g.y., s. 183 (12) Heidegger, M., Being and Time, New York: State University of New York Press, 1996, p. 180 (13) a.g.y,, s. 173-2 (14) Bachmann, a.g.y., s. 180 (15) a.g.y., s. 179 (16) Bachmann, a.g.y., s. 181 (17) Heidegger, a.g.y., s. 255 (18) a.g.y., s. 254 (19) Robbins, T. Parfümün Dans›, çev. Belk›s Çorakç› Diflbudak, ‹stanbul: Ayr›nt› Yay›nlar›, 1997, s. 373 Kaynakça Bachmann, I., (1993) The Thirtieth Year, Polygon, Edinburg Dorovin, H., Undine Geht, http://www.uni-essen.de/literaturwissenschaft-aktiv/nullpunkt/pdf/bachmann_undine.pdf Heidegger, M., (1996) Being and Time, State Univesity of New York Press, New York Robbins,T. (1997) Parfümün Dans›, çev. Belk›s Çorakç› Diflbudak, Ayr›nt› Yay›nlar›, ‹stanbul, Saint-Exupéry, (1971) A., The Little Prince, Harcourt Brace Jovanovich, New York http://www.ambrosini.us/blog/2004_12_01_pushmediaone_archive.html [email protected] 136 TOPRA⁄IN BEREKET‹, fiA‹R‹N HASATI Besim Dalg›ç 224 fiairlere gelince, onlara da çapk›nlar-sapk›nlar uyar 225 Görmez misin onlar› ki, her vadide tutkun-flaflk›n dolafl›rlar. 226 Ve onlar, yapmayacaklar› fleyleri söyleyip dururlar. Türkçe Kuran (Y.Nuri Öztürk) fiu'ara Suresi (224-225-226.ayetler) Homeros’un, ‹lyada’da “Güzel saçl› Kraliçe” olarak betimledi¤i Demeter; Yunan mitolojinde hasat tanr›ças› ve tanr› Zeus’un dördüncü efli. Evliliklerinden Persephone do¤ar. Efsaneye göre Persephone arkadafllar›yla k›rda çiçek toplarken aniden yer yar›l›r ve yeralt› tanr›s› Hades ortaya ç›kar. Âfl›k oldu¤u Persephone’yi kaç›r›r. Ona nar yedirir. Yer alt›nda bir fley yiyen kifli bir daha yeryüzüne ç›kamaz. Demeter k›z›n› çok sevmektedir. Birdenbire ortadan kayboluflu onu çok üzer. Günlerce her yeri aramas›na karfl›n onu bir türlü bulamaz. Sonunda her fleyi gören ve bilen günefl tanr›s› Helios k›z›n› Hades’in kaç›rd›¤›n› söyler. Demeter’in çekti¤i ›zd›rap o kadar büyüktür ki hayata küser, topra¤›n bereketi kalmaz, k›tl›k tehlikesi ortaya ç›kar. Zeus, Demeter’i hayatla bar›flt›rmak ister, Hades’e k›z› vermesi için yalvar›r. Ama boflunad›r. Sonunda Hades, Persephone’nin y›l›n meyve ve çiçek açma zaman›nda Demeter’in yan›na gitmesini, k›fl aylar›nda ise kendi yan›nda kalmas›n› kabul eder. Persephone’nin her y›l yeryüzüne ç›k›fl›yla Demeter bahar› getirir, bereketi art›r›r. Demeter’in bahar› getirifli efsanesi tüm inan›fllar›n temelinde var. Nevruz, genellikle Asya kökenli topluluklar›n bahar› karfl›lama törenlerinin ad›. Orta Asya, Anadolu ve Mezopotamya gibi çok genifl bir co¤rafyada etkisi büyük. Y›llard›r Kürt kökenli yurttafllar›m›z›n Nevruz kutlamalar›n›, siyasal bir gösteri haline dönüfltürme e¤iliminde olan gruplar var. Tüm Anadolu’nun bayram› olan Nevruz milliyetçi bir çizgiye oturtulmak isteniyor. Bu aymazl›ktan kurtulmak kolay de¤il. Ümmetçili¤in ve milliyetçili¤in yayg›nlaflmas› uluslararas› sermayenin ve onlar›n yerli iflbirlikçilerinin yarar›na. Esas amaçlar› bölüp yönetmek, sömürülerini sürdürmek. Bu topraklarda ve tüm dünyada ezilenlerin kurtuluflu milliyetçilik ve ümmetçilik tuza¤›n›n bölünmüfllü¤ünde de¤il s›n›f bilincinin birlefltiricili¤inde olmal›. Nevruz’lar, 1 May›s’lar birlikte kutlanmal›. 137 fiairler de toprak gibidir. Biriktirdiklerini hiçbir karfl›l›k beklemeden fliirlefltirirler. fiiir onlar›n hasat›d›r. fiiir dili edebiyat›n en eski anlat›m biçimi bir bak›ma. Sözlü anlat›m gelene¤i binlerce y›l sürmüfl, farkl› co¤rafyalarda dilden dile yay›lm›fl, belleklere kaz›nm›fl. Yaz›n›n kullan›m› fliiri anonim olmaktan ç›karm›fl. “Bir avuç tozdur elinizdeki Antoloji. ‹ki bin yedi yüz y›l boyunca yang›nlar, savafllar, depremler, ba¤nazl›klar yüzünden yok olmufl nice fliirden arta kalan bir avuç toz.” Antik Ça¤da Anadolu fiiiri (Can Yay. fiubat 2008) Erdal Alova taraf›ndan Türkçelefltirilmifl antolojinin girifl yaz›s›ndaki bafllang›ç bu. Alova’n›n dilimize kazand›rd›¤› bu kitapta Anadolu’da köklü bir fliir gelene¤inin var oldu¤unu anl›yoruz. “Soruyor Homeros: Arkadial› bal›kç›lar, nedir tafl›d›¤›n›z? Yan›t: Tuttu¤umuzu b›rakt›k, tutamad›¤›m›z› tafl›yoruz” Gerçekte flairlik karfl›t olmakt›r. Karfl›tl›k etkileyicidir. Hele siyasal karfl›tl›k büyük tepki görür. Sonucu ço¤u zaman ölüm veya sürgündür. Egemen s›n›flar kendi ç›karlar›n› elefltiren flairleri d›fllam›fllar, kendi kurduklar› toplum düzenin bozulmas›na neden olabilecekler için en ac›mas›z önlemler alm›fllar. Bu durum günümüzde oldu¤u gibi örne¤in ‹slamiyet öncesi Cahiliye devri flairleri için de geçerliydi. Ekonomik ve siyasal egemenli¤in kabilelerde oldu¤u Cahiliye devrinde, flairlerin toplumsal konumu çok önemliydi. ‹slamiyet kendi devlet yap›s›n› olufltururken kabileleri ortadan kald›rd›. fiairler bu duruma tepki gösterdiler. ‹slamiyet’in tek tanr›l› dini oluflturma sürecinde flairler d›flland›, fleytanla efl tutuldu. Bu durum, Arap-‹slam kültürünün Akdeniz havzas›na yay›lmas›ndan yaklafl›k sekiz yüzy›l sonra büyük Arap flairi El Mütenebbi’nin ortaya ç›k›fl›na dek devam etmifl. Metin F›nd›kç›, Arapça’dan çevirdi¤i Ça¤dafl Arap fiiiri (Toroslu, May›s 2007) antolojisiyle; Mahmut Dervifl, Adonis gibi dünyaca ünlü Arap flairlerin d›fl›nda, Akdeniz havzas›nda Arap fliirinin ne denli büyük bir zenginli¤e sahip oldu¤unu gösteriyor. Mezopotamya’dan, Kuzey Afrika’ya, Arap flairlerinden seçtikleriyle bir fliir flöleni sunuyor. Metin F›nd›kç› Mardin do¤umlu. Çocukluk y›llar›n› geçirdi¤i Mardin’den gençli¤ini yaflayaca¤› Ankara’ya göç etmifl. Art›k ‹stanbul’lu. Mardin’e gidenleri, meydanda Refik Durbafl’›n “Dicle ile Mardin'in Kardeflli¤ine fiiir”den “fiair sen kiminle konuflursun... Mardin yoldafl›n de¤ilse?” beyti karfl›lar. Mardin bir da¤ kent. Karfl›s›nda uçsuz bucaks›z, 138 uygarl›¤›n befli¤i Mezopotamya. Bu uygarl›¤›n sekiz bin y›ll›k geçmiflinin yans›mas›; Mardin’in, dar sokaklar›n› birbirine ba¤layan “abbara” denilen geçitleri ve evlerdeki tafl iflçili¤inin yaratt›¤› fliirsellikte hemen hissedilir. Mardin’e uzaktan bak›nca kent dokusunun istif sanat›ndan ne kadar etkilendi¤ini görülür. ‹stif sanat oluflumunun Arap harflerinin yaz› karakterindeki oylumlu biçiminden kaynaklanmas› do¤al. Metin F›nd›kç› da fliir dilinde istif sanat›n›n izleri hissediliyor. Ayr›ca; Arap, Süryani, Ermeni, Keldani, Kürt, Türk gibi bir çok etnik kimli¤in iç içe yaflad›¤›, Mardin ve çevresindeki Midyat, Hasankeyf, Nusaybin yolundaki Dara harabelerinin gizemli çekicili¤inde onun fliirinin beslendi¤i toprak. Karanfil Mesafesi (Avesta, 2001), Unutulan (Yom, 2004), Çölden H›rka (fiiirden, 2006) Metin F›nd›kç›’n›n fliir kitaplar›. Metin F›nd›kç› çocuklu¤unu yaflad›¤› Mardin’i hiçbir zaman akl›ndan ç›karamam›fl. “Unutulan I” fliirinin son bölümünde bu özlemi flöyle dile getiriyor. Art›k unutulan ç›plakl›¤›n› Çocuk yata¤›mdan toplayam›yorum – Orda m›s›n? fiuramda duran harabeden Bir daha seslensen “Harabeler” fliiri ise destans› bir duygu veriyor. Metin F›nd›kç› kendini var eden topra¤a, karfl›l›k beklemeden fliirsel dilini sunuyor. Bu flairli¤in kaç›n›lmaz bir özelli¤i. Karanfil Mesafesi kitab›nda bir annenin duyarl›l›¤›nda anlatt›¤› “Cumartesi” isimli fliirinin bitifl bölümünde bu özelli¤i hissediyoruz. Bin y›ll›k flehirde, Bin y›ll›k avluda, Bin y›ll›k bellekte Kay›p sütünüz ve befli¤iniz Toprak baharla uyan›r. Do¤a tüm güzelli¤ini sunar. Bu güzelli¤i en çok fark edenler belki de flairler. Do¤an›n ve flairlerin beklentisizce oluflturduklar›n›n k›ymetini bilmek, onlara özen göstermek h›rslar›ndan ar›nmam›fl insano¤lu için kolay de¤il. Ama topra¤›n bereketi ve flairin hasat› her zaman kal›c› olacak. fiiirlerini farkl› bir ses arama çabas›yla yazan Metin F›nd›kç›’da bu hasata katk› veren flairlerden… 139 TAR‹HTE B‹R GÜN XIII Aliflan Çapan “Yafllar›n da kokular› vard›r: Karpuz sergilerinde hep e¤reltiotu döflenir karpuzlar›n alt›na, bunun için e¤reltiotu kokusu benim çocuklu¤umun kokusudur, t›pk› anason kokusunun flu son y›llar›m›n kokusu olmas› gibi… Belki de bütün çocuklu¤umun karpuz sergisinde geçmesinin (Beni karpuz sergisinden al›p, götürüp ilkokula yazd›rm›fllard›.) etkisiyle olacak Sait Faik’ten en özledi¤im hikâye “Bir karpuz Sergisi”dir: “Bir karpuzun üzerine dikilmifl mum s›cak A¤ustos gecesini sallar dururdu.” Dönüp Bakt›¤›mda, Fethi Naci. Hakl›s›n, kokulara ak›l s›r ermiyor Naci abi. Ne zaman burnuma mars kokusu gelse, seni özlüyorum. Güzel, güneflli bir sabaht›. Kerem’de kalm›flt›m. F›rlay›p ç›kt›m. Lale’de bir kahve içip meyhaneye uzamakt› amac›m. Kap›dan girmemle Lale’nin yüzü ›fl›ldad›, “Ne haber kanka, yolun düfler miydi senin buralara?” “‹dare et be Lale” diyorum, “bir de sen posta koyma.” ‹lk vartay› atlatt›m diyerek kafam› sa¤a çeviriyorum, bir de bak›yorum ki Naci abi. Bundan güzel sürpriz olur mu? Naci abinin s›rt›nda en fl›k pöti kareli ceketlerinden biri, a¤z›nda vazgeçemedi¤i purosu, kim bilir hangi geyikli gecelerden geçmifl güzelim, güneflli sabahtaki yerini alm›fl. Muzip muzip geçip giden hayat›m›z› kesiyor. Yan›na çöküyorum. “Nas›ls›n abicim” diyorum, “Boktan!” diye gürlüyor, k›sa ve öz. Gülmeye bafll›yoruz. Lale sigaras›n› a¤›zl›¤›na yerlefltirmekle meflgul. Bu sabah bir baflka ayd›nl›k. Naci abi hasta. Alzheimer diyorlar hastal›¤›n›n ad›na. Keyfi iyice kaçm›fl, meyhaneye de seyrek u¤rar olmufl. Havadan sudan konufluyoruz, ne yapaca¤›m›z› bilememenin s›k›nt›s›yla. Arada karfl› masada oturan kad›nlar› iflaret edip, “kim ulan bunlar, ne iflleri var burada?” diye hiddetlenip, ço¤u zaman oldu¤u gibi hiddetini kahkahas›yla öldürüyor. “Hakl›s›n” diyorum içimden, “kim bu insanlar, ne iflleri var burada?” Onlar› b›rak bizim ne iflimiz var buralarda? “Meyhaneye gidece¤im abi”, diyorum “gelecek misin?” Ne diyece¤ini bilemiyor, her geçen gün arkadafllar›n›n hat›ralar› bulan›klafl›yor, masadaki sesler giderek katlan›lmaz bir u¤ultuya dönüflüyor. Nerede o esip gürledi¤i eski meclislerin tad›. ‹mdad›m›za Lale yetifliyor. “Hadi güzelim” diyor, “bak Aliflan da gidiyormufl meyhaneye, sen de git istersen. Dönersiniz sonra beraber.” “Gide140 lim bakal›m” diyor Naci abi, yüzünde geçmifl güneflli günlerin izi, cebinde Fidel’in Cohiba’lar›, akl›nda Bal›kç› Nuri, ‹brahim Yolyapan, ‹dris Küçükömer ve daha niceleri. Hep beraber ç›k›yoruz. Cihangir’in boktan kald›r›mlar›ndan süzülerek meyhaneye do¤ru yol al›yoruz. Yoldaki bir çukura düflmekten son anda kurtulan Naci abi, “Aliflanc›m” diyor, “her fleyi becerdim de flu hayatta, bir türlü ölemedim gitti.” “S›ras› m› abicim bu muhabbetin flimdi” diyorum. “S›ras› ulan!” diyor, “s›ras› tabi.” Bir baflka yürüyüflümüz geliyor akl›ma. S›cak bir yaz günü, Füreya han›m›n cenazesinden sonra Dolmabahçe sahilinde yürüyoruz Naci abiyle. Füreya demek, bir dönem, bir dönemin insanlar› demek. Hem de ne insanlar. Laf laf› aç›yor Ahmet Hamdi beye geliyor. “Huzur ’u kalbiyle, Saatler ’i beyniyle yazm›fl” diyor. “Ben Huzur ’cuyum abi” diyorum. Gülüyor. “Yaflar’la konufltum, son roman›n› otur bafltan yaz” dedim, “olacak fley de¤il yahu!” diyor. Bu sefer ben gülüyorum. “‹flin komi¤i oturdu yeniden yazd› ve gayet güzel oldu” diyor. Anlafl›lan ipler hâlâ Fethi Naci’nin elinde. “Yokuflu t›rmanma abi” diyorum “bu s›cakta, araba var bende”. Meyhaneye yolculu¤umuzu tantunicinin yan›ndaki sahaf kesiyor. “‹yi günler Naci abi” diyor, “nas›ls›n›z?” Naci abi tan›yamad›¤› bu efendi sahaf›n selam›n›, unutulmam›fl olman›n ma¤rurlu¤uyla al›yor. Son derece nazik bir flekilde sahaf›n kart›n› al›p ceketinin cebine yerlefltiriyor. “Yahu Naci abi, senin gibi bir flöhretle dolaflmak bulunmaz bir nimet.” “Siktir lan” diyor, “almayay›m flimdi aya¤›m›n alt›na.” Ben yan›mdaki abideyi çakt›rmadan keserken T‹P’in kuruluflunu düflünüyorum, ‹nsan Tükenmez yarg›lan›rken adliye koridorunda Hamdi Bey’in gözleriyle Naci abiyi teskin ediflini. Kim bilir o ne düflünüyor? Konya’da taflland›¤› günleri mi, Sultanahmet Cezaevi’ni mi, yoksa yine Deniz’i mi? Beyo¤lu’nun yer yer gölgeli, rutubet, Maltepe, bayatlam›fl çay ve sidik kokan sokaklar›nda k›vr›larak ilerliyoruz. “Akflama Ayd›n beylerle Nacilere gidece¤iz” diyor babam. “‹stersen sen de gel.” O gece Beyo¤lu mesaisini k›sa kesip Kumrulu’ya do¤ru yollan›yorum. Lale’nin ars›zl›¤›na, Naci abinin ifltah›na uygun bir fleyler götürmeliyim. Profiterol al›yorum ‹nci’den, yan›na da bir flifle Bailey’s. Her zamanki gibi geç kalm›fl›m, bizimkiler çoktan Ayd›n amcan›n arabas›na binip gitmifller. “Ooooo” diyor Naci abi kap›n›n efli¤inde “ye¤enim gelmifl.” Bailey’s görünce hemen içelim flunu diyor. Lale herife bak Noel baba gibi geldi diyor. “Nobel olmas›n da abi!” diyorum. Makaralar› koyuveriyoruz. Üçümüzün aras›nda Bailey’s fazla dayanam›yor, viskiye dönüyoruz. Naci abi iyice kafay› bulmufl, Giresun türküleri kasetini koyuyor. Efllik etmeye bafllay›nca, “ne olur abi” diyorum “bize ac›m›yorsan, flu güze141 lim türkülere ac›.” Oral› bile olmuyor, kafas›nda çoktan Giresun’a varm›fl bile. Orhan Çulfaz, Naim Tirali ve ‹dris Küçükömer Giresun’dan arkadafllar›. “‹dris’in evini ellerimizle yapt›k” diyor, “Nuri de vard›. ‹dris ne yaman bir çocuktu, hep sefalet içinde geçti hayat›. Ak›l al›r fley de¤il o kadar parlak bir adam›n o kadar sürünmesi!” Hayat›mda bir kere Büyükada iskelesinde gördü¤üm ‹dris Küçükömer’in lacivert gözleri geliyor gözümün önüne, sivri beyaz b›y›klar›. Olanca ciddiyetiyle “paras›zl›ktan belimizi do¤rultamad›k be Cevatç›m” dedi¤ini hat›rl›yorum, “hâlâ sürünüyoruz.” Y›llar sonra bir ö¤renci dergisini kar›flt›r›rken flu sat›rlara rastl›yorum: “De¤erli ö¤renci arkadafllar›m, bugünlerde a¤z›n›zdan devrimci mücadele, iflçi s›n›f›yla dayan›flma gibi laflar eksik olmuyor. Unutmay›n›z ki bahsetti¤iniz laflar ancak sizler gerçekten ö¤renci oldu¤unuz takdirde bir anlam ifade eder. Ö¤renci olman›z içinse gerçek bir üniversiteniz olmal›d›r. Bugün üniversite diye geldi¤iniz yerin asl›nda üniversiteyle uzaktan yak›ndan iliflkisi yoktur. Bugün yapabilece¤iniz en devrimci ifl üniversitenize sahip ç›karak, onu gerçek bir halk üniversitesine dönüfltürmektir. Gerisi bofl laft›r.” ‹dris Küçükömer sürünüyoruz diyor, ama hayatta yukar›daki sat›rlar›n yazar› kadar dik duran az insan vard›r. Kafam kar›fl›yor. Naci abininse bu kadar içkiden sonra dik duracak hali kalmam›fl, koltu¤a yay›lm›fl var gücüyle, yeni bafllayan türküye efllik ediyor. “Size doyum olmaz, bana müsaade!” diyorum. Merdivenlerden ç›karken kap›n›n arkas›ndan Naci abinin sesi geliyor kula¤›ma. “Yahu Lale flu herife bak be, flöyle bir o¤lumuz olsayd› anas›n› satay›m.” Hayat›mdaki en güzel iltifatlardan birini bir kap›n›n arkas›ndan duyuyorum. Kaset dönmeye devam ediyor: Bulut bulut üstüne / Bulut da¤lar›n üstüne/ Bulut Allah’›n seversen / Gitme yârimin üstüne… Sonunda caddeye var›yoruz. ‹stiklâl tazeli¤inin son demlerini yafl›yor. Birkaç saat içinde insanlar zincirlerinden boflalm›fl bir flekilde caddeyi kaplayacaklar. E¤lenmenin suç oldu¤u bu memlekette, k›r›p dökerek, kusup sendeleyerek bir süreli¤ine kendilerini unutmaya çal›flacaklar. Pasajdan içeri girerken Naci abi, “Bak” diyor. “E¤er Alabora bal›k filan söyleyip iflin bokunu ç›kar›rsa bozar›m a¤z›m›, ona göre. Zaten Bayram’a da uyuz oluyorum bu günlerde, kelle bafl› yirmi demedik mi? Her hafta hesap flaflar m› yahu, olacak ifl mi?” “Tamam abicim” diyorum, “patron sensin her zamanki gibi. Sen bana söyle flimdi, Turgut mu? Edip mi?” “Tabii ki Turgut” diyor canlanarak, “meselesi vard› onun, bizim Edip öyle mi!” Elefltirmenin keyfi yerine geliyor, flöhretler karmas› formas›yla y›llar sonra gol atm›fl gibi. Bofl kaleye de olsa gol atmak zevkli. Alk›fllarla meyhanenin kap›s›ndan içeri giriyoruz. “Nerede kald›n›z ulan eflflo¤lu eflekler” diyor Nuri abi. 142 Karikatür: Kemal Urgenç 144