bġldġrġ kġtabı - UTEK 2014 - International Burch University

Transkript

bġldġrġ kġtabı - UTEK 2014 - International Burch University
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
II. ULUSLARARASI
TÜRK DĠLĠ VE EDEBĠYATI KONGRESĠ
BĠLDĠRĠ KĠTABI
Saraybosna, Bosna Hersek
23-25 Mayıs 2014
1
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
. II. ULUSLARARASI TÜRK DĠLĠ VE EDEBĠYATI KONGRESĠ
. BĠLDĠRĠ KĠTABI
.
.
. PUBLISHER:
. International Burch University
.
. EDITORLER:
. Yard. Doç. Dr. Mustafa ÇETĠN
. Doç. Dr. Ali Rıza ÖZUYGUN
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
REVIEWED BY:
Prof.Dr. Ali Fuat BĠLKAN, Ġpek Üniversitesi
Prof.Dr. Kerima FĠLAN, Univerzitet u Sarajevu
DTP&DESING:
DTP AND PREPRESS:
International Burch University, Sarajevo
PRINTED BY:
Sabah Print
CIRCULATIONAL: 250 Coples
PLACE OF PUBLICATIONAL: Sarajevo
COPYRIGHT: International Burch University, 2014
International Burch University Publication No:
. ISSN 2303-7016
Reproduction of this Publication for Educational or other non-commercial purposes is authorized without
prior permission from the copyright holder. Reproduction for resale or other commercial purposes
prohibited without prior written permission of the copyright holder.
Disclaimer: While every e_ort has been made to ensure the accuracy of the information, contained in this
publication, Burch University will not assume liability for writing and any use made of the proceedings,
and the presentation of the participating organizations concerning the legal status of any country, territory,
or area, or of its authorities, or concerning the delimitation of its frontiers or boundaries.
2
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
II. ULUSLARARASI TÜRK DĠLĠ
VE EDEBĠYATI KONGRESĠ
BĠLDĠRĠ KĠTABI
23-25 Mayıs 2014
Saraybosna
http://utek.ibu.edu.ba
3
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Düzenleme Kurulu:
Prof.Dr. Mehmet UZUNOĞLU
(IBU REKTÖRÜ)
Doç.Dr. Melih KARAKUZU
(EĞĠT. FAK. DEKANI)
Yrd.Doç.Dr.Ali Rıza ÖZUYGUN
(TDE BÖLÜM BASKANI)
Doç. Dr. Azamat AKBAROV
(REKTÖR YARDIMCISI)
Doç.Dr. Mustafa ARSLAN
Yrd.Doç.Dr. Mustafa ÇETĠN
Ars.Gör. Elçin KARLI
Ars.Gör. Ayse DĠNÇ
Ars.Gör. Hilal OTYAKMAZ
Ars.Gör. Sevinç AKKAYA
Ars.Gör. Sultan SUBASI
Ars.Gör. Lokman GÖZCÜ
ÖğretimGör. Mustafa TAKTAK
ÖğretimGör. Mehmet DOĞAN
Bilim Kurulu:
Prof.Dr. Turan KARATAS
Prof.Dr. Ali Fuat BĠLKAN
Prof.Dr. Menderes COSKUN
Prof. Dr. Özkul ÇOBANOĞLU
Prof.Dr. Turgut KARABEY
Prof.Dr. Abide DOĞAN
Prof.Dr. Kemal SILAY
Prof.Dr. Murat ÖZBAY
Prof.Dr. Alim GÜR
Prof.Dr. Kerime FĠLAN
Prof.Dr. Ramazan GÜLENDAM
Prof.Dr. Fehim NEMETAK
Prof.Dr. Hanifi VURAL
Prof.Dr. Yusuf ÇETĠNDAĞ
Prof.Dr. Erdoğan ERBAY
Prof.Dr. Metin AKKUġ
Prof.Dr. Orhan Kemal TAVUKÇU
Prof.Dr. Mehmet GÜMÜġKILIÇ
Prof.Dr. Kenan ERDOĞAN
Prof.Dr. Kazım YOLDAS
Prof.Dr. Süleyman ÇALDAK
Prof.Dr. Necati DEMIR
Prof.Dr. Cihan OKUYUCU
Prof.Dr. Yasar AYDEMĠR
Prof.Dr. Bego ÖMERCEVĠC
Prof.Dr. Münevver TEKCAN
Prof.Dr. Recep DUYMAZ
Prof.Dr. Ahmet KIRKKILIÇ
Prof.Dr. Claus SCHÖNĠG
Prof.Dr. Damir KUKĠC
Prof.Dr. Ahmet GÜNSEN
Prof.Dr. A.Ġhsan ÖBEK
Prof.Dr. Nurettin CEVĠZ
Prof.Dr. Nurettin CEVĠZ
Prof.Dr. Mesut SEN
Prof.Dr. Selahittin ÖZÇELĠK
Prof.Dr. Mahmut KAPLAN
Prof.Dr. Aziz Kılınç
Prof.Dr. Mustafa SARI
Doç.Dr. Hüseyin ÖZCAN
Doç.Dr. Alena ÇATOVĠC
Doç.Dr. Mustafa ARSLAN
Doç.Dr. Ġsmet BĠNER
Doç.Dr. Muharrem DAYANÇ
Doç.Dr. Ġsmet SANLI
Doç.Dr. Kerim DEMĠRCĠ
Doç.Dr.Atilla BATUR
Doç.Dr. Sabina BAKSĠÇ
Doç.Dr. Ġlyas ÜSTÜNYER
Doç.Dr. Rıdvan CANIM
Doç.Dr. Zekeriya BASKAL
Doç.Dr. Nurgül ÖZCAN
Doç.Dr. Bekir SĠSMAN
Doç.Dr. Ġdris KADIOĞLU
4
Doç.Dr. Müberra GÜRGENDERELĠ
Doç.Dr. Edina SOLAK
Doç. Dr. Sezayi ÇOSKUN
Doç. Dr. ġadi AYDIN
Doç. Dr. IĢıl ALTUN
Yrd. Doç.Dr. Ali Rıza ÖZUYGUN
Yrd. Doç.Dr. Mustafa ÇETĠN
Yrd.Doç.Dr. Alparslan TOKER
Yrd. Doç.Dr. Cemal SARAÇ
Yrd.Doç.Dr. Hasan ÖZER
Yrd.Doç.Dr. Serkan TÜRKOĞLU
Yrd.Doç.Dr Muhammet KUZUBAġ
Yrd. Doç.Dr. Tacettin SĠMSEK
Yrd.Doç.Dr. Rıfat GÜRGENDERELĠ
Yrd.Doç.Dr. Latif BEYRELĠ
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin GÖNEL
Yrd.Doç.Dr Orhan SARIKAYA
Yard. Doç. Dr. Fatih ĠYĠYOL
Yard. Doç. Dr. Adem BALABAN
Yard. Doç. Dr. M. Uğur TÜRKYILMAZ
Yard. Doç. Dr. Mehmet Celal VARIġOĞLU
Yard. Doç. Dr. Öznur ÖZDARICI
Yard. Doç. Dr. Zülfikar BAYRAKTAR
Öğrt.Gör.Ömer AKSOY
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ÖN SÖZ
………………………………………………………………………………………………………
Değerli Akademisyenler,
International Burch Üniversitesi Eğitim Fakültesi bünyesinde bulunan Türk Dili ve Edebiyatı
Öğretmenliği Bölümü tarafından 23-25 Mayıs 2014 tarihleri arasında, Bosna Hersek‘in baĢkenti
Saraybosna Ģehrinde düzenlenen II.Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Kongresi (UTEK‘14)
gerçekleĢtirilmiĢtir.
Kongrenin amacı: Türk dili, edebiyatı, tarihi ve kültürüyle ilgili yapılan çalıĢmalara katkıda
bulunmak; özellikle Balkanlarda bu alanlarla ilgili çalıĢmalara zemin hazırlamaktır. Ayrıca,
akademisyen ve bilim insanlarının çalıĢmalarını uluslararası düzeyde tanıtmalarına,
paylaĢmalarına imkan sağlamaktır. Bununla birlikte toplumlar, diller, kültürler ve insanlar
arasında diyalog, dayanıĢma ve paylaĢmayı artırmaktır.
Bosna Hersek‘te Fatih Sultan Mehmet Han‘ın Ahidname‘siyle hoĢgörünün temelleri atılmıĢtır.
Türk kültürünün derin izlerini taĢıyan Bosna Hersek‘te son yıllarda Türkolojiyle ilgili önemli
geliĢmeler yaĢanmaktadır. Dört farklı üniversitede Türkoloji bölümü bulunmaktadır. Bosna
Hersek‘teki Türk okullarında Türkiye Türkçesi öğretilmektedir. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti‘nin
açtığı Yunus Emre Kültür Merkezlerinde Türkçe kursları verilmektedir. Bunun yanında Bosna
Hersek‘in bazı Kantonlarındaki okullarda Türkiye Türkçesi ikinci dil olarak okutulmaktadır.
Türk dili ve edebiyatıyla ilgili kongreler düzenlenmektedir. Bütün bunlar, Bosna Hersek‘te
Türkçeye verilen önemin göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Bu vesileyle siz değerli
katılımcılara, bilime ve Türkçe sevdasına katkılarınızdan dolayı çok teĢekkür ederiz.
Geçen yıl ilkini gerçekleĢtirdiğimiz Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Kongresi‘ni geleneksel
hale getirmek istiyoruz. Sizlerin ilgileri ve katkıları bunu gerçekleĢtireceğimize olan inancımızı
pekiĢtirmektedir. Balkanlarda, özellikle Bosna Hersek‘te bulunan Türk kültürü, Türk edebiyatı,
Türk dili ve Türk tarihiyle ilgili zengin miras, bu kongrenin Saraybosna‘da düzenlenmesini
önemli ve değerli kılmaktadır. Bosna Hersek geçmiĢten günümüze toplumların, kültürlerin ve
dillerin önemli temas noktalarından birini teĢkil etmektedir. Gelecek yıllarda da siz değerli bilim
insanlarını Bosna Hersek‘in zengin tarihi mirasını, harikulade tabiatını, kendine has kültürel
dokusunu ve toplumsal hoĢgörüsünü teneffüs etmeye davet eder, bir sonraki kongrede görüĢmek
dileğiyle bütün katılımcılarımıza esenlikler dileriz.
Organizasyon Komitesi
5
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
KRONOTOP KURAMI IġIĞINDA CENGĠZ DAĞCI‟NIN
ROMANLARINDA MEKÂN
Abdulkadir ÇEKĠÇ
ÖZET
Bir toplumun yaĢadığı yerler, o toplumun tarihsel geçmiĢlerinden süzülüp gelen bellek
mekânlarıdır. Kültürün ve kimliğin oluĢmasında mekânının büyük önemi vardır. Bina, sokak,
meydan, Ģehir gibi yerler kendine özgü Ģekilleriyle toplumların kimlik ve belleklerinin mekânlara
yansımalarıdır. Bundan dolayı ülke toprakları sıradan mekânlar değildir. Toplumların yurt
bağıyla bağlandıkları kimlikleriyle özdeĢleĢtirdikleri özel yerlerdir. Romanlarda bahsedilen
mekân vakanın varlık bulduğu yerlerdir. Bu mekânlar aynı zamanda romanın Ģahıslarını da
Ģekillendiren yerlerdir. Bu bağlamda romanlarda bahsedilen mekânlar, geliĢigüzel seçilmiĢ
mekânlar değillerdir. Ġlk kez Mikhail Bakhtin tarafından dile getirilen kronotop kuramı, zamanuzam(mekân) diye Türkçeye çevrilmiĢtir. Kronotop, romanlardaki olay örgüsünün zaman ve
mekânla olan iliĢkisidir. Bundan dolayı Mikhail Bakhtin romanları mekân ve zaman bakımdan
kronotop kuramı ıĢığında yorumlamak gerektiğini savunur. Cengiz Dağcı Ġkinci Dünya
SavaĢı‘dan sonra zorla yurdundan kopartılmıĢ Kırımlı bir yazardır. Bu yurdundan kopuĢ, onun
sonraki yıllarda teĢekkül eden kimliğinde derin izler bırakmıĢtır. Hemen hemen her yazdığı
romanda ülke toprakları ve oralarda bulunan bağ ve bahçe, cami, sokak, dağ, nehir vb. gibi özel
mekânlardan bahsetmiĢtir. Cengiz Dağcı‘nın romanlarında geçen mekânlar sıradan mekânlar
değillerdir. Kendisi ve Kırımlılar için bu mekânlar özgürce yaĢadıkları ve kendileriyle
özdeĢleĢmiĢ özel yerlerdir. Cengiz Dağcı‘nın romanlarında geçen ve onun kimlik ve belleğinin
teĢekkülünde önemli yer tutan bu mekânlar Mikhal Bakhtin‘in kronotop kuramı ıĢığında
değerlendirilmiĢtir.
Anahtar Kelimeler: Bakhtin, kornotop, Cengiz Dağcı, mekân.

Okutman,Fatih Üniversitesi, Hazırlık Okulu- Ġstanbul/Türkiye [email protected]
6
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Places In The Novels Of Cengiz Dağcı In Terms Of Cronotope Theory
ABSTRACT
The places where people live are special locations flowing from their historical memories. These
locations play big roles to form their identity and culture. The shapes of buildings, streets,
squares, and in fullest extent a city are reflections of collective identity and memory of a nation.
Therefore, the lands of a country are not ordinary places but special places with connections to
their identity that tie them with homelands. The places mentioned in a novel are the places
where the plot of the story becomes existence and it forms characters as well. In this context, the
places in a novel cannot be considered as ordinary places. Cengiz Dağcı who is Crimean a writer
was deported from his county. This deportation causes big impact on his identity. He mentioned
special places like gardens, mosques, mountains, and rivers almost in his each novel. That is why
these places are special to him and all Crimean people. Cronotope is theorized by Mikhail
Bakhtin for the first time and translated into Turkish as zaman- uzam. It shows plot of story with
relation to time and space. In terms of time and space if a novel needs analyzing, Mikhail
Bakhtin claims that the novel should be taken into consideration with this theory. In this study,
the places in the novels of Cengiz Dağcı, which have great importance in forming his identity,
are analyzed from the point of Bahtin‘s cronotope theory.
Key Words: Bakhtin, cronotope, Cengiz Dağcı, place
GiriĢ
Mekânsız bir roman düĢünülemez. Mekân her Ģeyden önce ve en azından olayların bir
dekorudur. Ama genel olarak mekân, vakanın varlık bulduğu yer, Ģahısların içinde yaĢadıkları,
kendi oluĢlarını fark ettikleri alandır (Narlı 2007).
7
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Bununla birlikte zamansız bir mekân da düĢünülemez. Bundan dolayı Mikhail Bakhtin zamanmekân iliĢkisini açıklamak için kronotop kavramını kullanır. ―Krono‖ Latince zaman ―topos‖
mekân(uzam) anlamındadır (Bakhtin 2001: 318 ). Zamanın mekânsal değerinin veya mekânın
zamansal değerinin ortaya koyulması, toplum içindeki karmaĢık iliĢkilerin ve çatlamaların
anlaĢılmasını sağlar (CoĢkun 2011). ġahısların içinde bulundukları çevreyi algılayıĢ biçimlerini,
ruhsal ekonomik durumlarını, karakterlerini açıklama yolunda imkânlar sunabilir. ġahısları
tanıtma yollarından biri olarak dramatik bir iĢ de üstlenerek vakanın temel öğesi olur ve Ģahsın
çevresini, algılayıĢ Ģekillerini, o çevredeki ruh durumunu hatta karakterini etkiler. Yer
değiĢtirmelerin vakaya ve davranıĢ biçimlerine kattığı değiĢiklikleri de gözden uzak tutmamak
gerekir (Narlı 2007).
Mikhail Bakhtin‘e göre edebi bir yapıtın fiili bir gerçeklikle iliĢkili sanatsal bütünlüğü zamanuzamıyla(mekan) tanımlanır. Bu nedenle, bir yapıttaki zaman-uzam sanatsal zaman-uzamın
bütününden yalnızca soyut analiz düzeyinde yalıtılabilecek bir değerlendirme boyutu içerir.
Edebiyatta ve bizzat sanatta, zamansal ve uzamsal belirlenimler birbirinden ayrılamaz ve daima
duyguların ve değerlerin izini taĢır. Sanat ve edebiyat, çeĢitli derece ve kapsamlarda zamanuzamsal değerlerle doludur (Bakhtin 2001: 318 ).
Mikhail Bakhtin‘e göre bir romanda karĢılaĢma ve onunla bağlantılı yol kronotopu, Ģato(onun
misafir odaları ve salonları), taĢra kasabası, eĢik (merdiven, ön hol ve koridor ve ayrıca sokak ve
meydanlar) kronotopu vardır. Anlatı dilinin kendisi de bu kronotoplara dâhil olabilir. Bu
kronotopların en belirgin önemi anlatı açısından taĢıdıkları anlamdır. Romanın temel anlatısal
olaylarını örgütleyen merkezdir bu zaman-uzamlar. Zaman-uzam, anlatı düğümlerinin bağlandığı
ve birleĢtiği yerdir (Bakhtin 2001: 316).
Mikhail Bakhtin‘e göre özetle dört somut kronotoptandan bahsedebiliriz.Bunlardan birincisi yol
kronopudur. Yol kronotopuyla kastedilen Ģey vakaların yolda vuku bulmasıdır. Bakhtin‘e göre
bir romanda karĢılaĢmalar genellikle ―yolda‖ cereyan eder. Yol rastlantısal karĢılaĢmalar için
özellikle iyi bir yerdir. Yolda -tüm toplumsal sınıfların, zümrelerin, dinlerin, milliyetlerin,
çağların temsilcileri olan- çok değiĢik insanların izledikleri uzamsal ve zamansal patikalar, tek
bir uzamsal ve zamansal noktada kesiĢir. Yol kronotopu hem yeni baĢlangıçların hareket noktası
hem de olayların sonuçlandığı yerdir. Zaman adeta uzamla kaynaĢarak uzamın içine akar ve yolu
8
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Ģekillendirir; bu, bir seyir, bir akıĢ olarak yol imgesindeki zengin mecazi geniĢlemesinin
kaynağıdır(Bakhtin 2001: 316-319).
Ġkicisi Ģato kronotopudur. ġato kronotopu adından anlaĢılacağı üzere Ģato tarihsel zamanın
mekânıdır. GeçmiĢin tarihsel figürü olan feodal lordların yaĢadığı mekânlar Ģatolardır. ġatonun
hollerinde, odalarında ve salonlarında küçük veya büyük entrikaların yaĢandığı mekânlardır.
Hanedanlık iliĢkileri, babadan oğla geçen haklar, efsanelerin anıldığı diyaloglarının yaĢandığı ve
gelenekler, duvarlarda ataların portreleri, silahları ve mobilyalarıyla Ģato tarihsel geçmiĢin
ortamıdır (Bakhtin 2001: 319-321 ).‖
Üçüncüsü taĢra kronotopudur. TaĢra kronotopunda kasabalar gündelik döngüsel zamanın
mahalleridir. Burada hiçbir olaya rastlanmaz, yalnızca kendilerini sürekli yineleyen ―etkinlikler‖
bulunmaktadır. Her gün durmadan, aynı etkinlikler döngüsü yinelenir. KarĢılaĢma ve kopuĢların
pek yaĢanmadığı, küçük entrikalar dıĢında monoton bir zaman uzamın pastoral anlatımla
Ģekillendiği tipik taĢra kasabaları bu kronotopun durağan mekânıdır (Bakhtin 2001: 321-322).
Dördüncüsü de eĢik kronotopudur. EĢik kronotopu zaman-uzam karĢılaĢma motifiyle
iliĢkilendirilebilir, ama en temel örneğine, yaĢamdaki bir dönüm noktası ve kopuĢ kronotopu
olarak rastlarız. ―EĢik‖ sözcüğünün kendisi de gündelik kullanımda zaten metaforik bir anlam
barındırır ve yaĢamın bir dönüm anıyla, bir yaĢamı değiĢtiren kararla (ya da bir yaĢamı
değiĢtirmede baĢarısızlığa uğrayan kararsızlıkla, eĢiğin ötesine adım atma korkusuyla)
bağlantılıdır. Edebiyatta eĢik kronotopu bazen açıkça ama genellikle de örtük bir biçimde hep
mecazi ve simgeseldir. Örneğin, Dostoyevski‘de eĢik ve ilgili kronotoplar-merdiven, ön hol ve
koridor kronotopları kadar bu uzamları açık havaya taĢıyan sokak ve meydan kronotopları daana eylem mahalleridir; büyük olaylarının, bir insanın tüm yaĢamını belirleyen düĢüĢlerin,
diriliĢlerin, yenilenmelerin, tecellilerin, kararların gerçekleĢtiği yerlerdir. Bu kronotopta zaman
temelde ansaldır; sanki hiç süresi yokmuĢ ve biyografik zamanın normal seyrinin dıĢına çıkmıĢ
gibidir (Bakhtin 2001: 321-322).
Cengiz Dağcı‘nın eserleri de kronotopik okumaya müsaittir. Kendi biyografisiyle ete kemiğe
bürünmüĢ zaman ve mekan kavramının buluĢtuğu vaka sürgündür. Vatanı Kırımdan kopuĢtur.
Zaman Dağcı için sürgünden önce, sürgün anı ve sürgünden sonradır. Mekânsa sürgün öncesi
Kırım‘ın ilçe ve köyleri Gurzuf, KızıltaĢ, Çukurca, Akmesçit, vb. geniĢ mekânlar ve bu mahalde
geçen simgesel dar mekânlar, Gelinkaya, Muharrem‘in Fırının yanındaki çeĢme, Tokal cami,
9
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
MemiĢ‘in bayırı vb. yerlerdir. Vatanından kopuĢ anı veya sürgün anında karĢılaĢtığı mekânlar,
savaĢ cephesi, esir kampları, tren yolculuğu ve uğradığı bazı Ģehirler yolda karĢılaĢılan yerlerdir.
Sürgünden sonra ulaĢtığı mekânların yazar için bir değeri yoktur. Bundan dolayı sürgün sonrası
yerlerin adından az bahsedilir. Onun için daha ziyade sürgün öncesi yer olan Kırım daha
önemlidir. GeçmiĢ bellekteki hatıralarla Kırımda ki mekânlarda hep gezintiler yapmayı tercih
eder.
Cengiz Dağcı‟da Kronotopik Unsurlar
Cengiz Dağcı‘nın eserleri iki tür kronotopik okumaya uygundur. Bunlardan biri yol diğeri eĢik
kronotopudur.
Yol Kronotopu: Anayurt ve KopuĢun Savurduğu Mekânlar
Cengiz Dağcı‘nın romanlarının baĢlangıcı veya sonu sürgündür. Sürgün de mekândan yani
anayurttan kopuĢtur. Bu da yol hikâyesi demektir. Yol Kronotopu Cengiz Dağcı‘nın
eserlerinde en belirgin olanıdır. Korkunç Yıllar ve onu takip eden roman Yurdunu
Kaybeden Adam, YoldaĢlar, Biz Beraber Geçtik Bu Yolu, Ġhtiyar SavaĢçı, Benim Gibi Biri,
DönüĢ adlı eserler yol Kronotopuna sıkıĢtırılmıĢ vakalarla doludur. Yolda yerler yaĢanan
acıları anlatması bakımından önemli olsa bile yoldan sonra ulaĢılan mekânların çok bir
değeri yoktur.
―Benim köyümün ismi vardı. Yalnız köyümün değil, köyümün deresinin, çayırlarının, kayalarının,
tepelerinin, çeĢmelerinin, camilerinin de isimleri vardı. Buranın bir ismi yok mu? ―Var!‖ dedi
adam. ―Burası Sürgünyeri‖ ‖(Dağcı 2010: 67)
Bu sözlerle sürgünden sonra ulaĢılan mekânların değerinin olmadığını belirtir. Onun için
varsa yoksa sürgün öncesi mekânlardır.
Yol kronotopunu Korkunç Yıllar‘la baĢlayan ve Yurdunu Kaybeden Adam‘la devam eden
romanlarda görmek mümkündür. Ancak bu iki Romanda sık sık molalar vardır. Rus cephesi,
Alman Esir kampları, Türkistan Lejyon‘u gibi yerler uzun mola mekânlarıdır. Yolculuğa
baĢladığı nokta olan köyüne kısa bir fiziki bir geriye dönüĢ vardır. Ancak bu kalıcı değildir yine
yola koyulacaktır. Kendini mülteci kamplarında bulacak sonra oradan da bu bahsedilen
romanlarda Ġtalya dediği ama gerçekte Ġngiltere‘ye uzanan uzun bir yolculukla sonlanacak
zaman-uzamı içinde bitirecektir. Bu iki romanın baĢlıca mekânları Gurzuf ve onun Köyü olan
10
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
KızıltaĢ ve bir de Akmesçit‘tir. Az da olsa Bahçesaray‘dan bahseder.
Bu mekânlardan
kopmadan önce bu mekânlar bazı acı olaylara sahne olmuĢtur. Ancak bu mekânlardan kopuĢ
trajedinin en büyüğüdür. Yazar bu romanlarında KızıltaĢ‘a veya yukarıda saydığım belli baĢlı
mekânlara geri dönüĢler yapar.
―Dün gece, buhran geçtikten sonra, saatlerce, yeĢil vatanımı düĢündüm. Ayı Dağı‘nın
arkasından güneĢ doğuyordu. Karadeniz kıyılarından ta ayaklarıma kadar, yemyeĢil
bağlar, basamak basamak yükseliyordu. Tepeler, köy mescitlerinin minareleri sisler
içimden çıkıp güzel yurdum gözlerimin önene seriliyordu. Bu manzara kaybolmasın
diye gözlerimi öyle sımsıkı kapıyorum ki…‖ (Dağcı 1989 : 251-252) .
Yazar sık sık bu mekânlara geri dönüĢler yapar. Çünkü bu yerler onun için Smith‘in dediği gibi
az çok kendilerini özdeĢleĢtirecekleri, aidiyet hissi duyacakları belli bir toplumsal mekân ve
sınırları belli bir toprak parçasıdır (Smith 2004:24).‖ Bu alıntıya benzer mekân anlatımları aynı
romanların birçok yerinde bulmak mümkündür. Çünkü bu mekânlar yazarın kendini
özdeĢleĢtirildiği kimliğini oluĢturduğu belleğine hapsettiği mekânlardır.
En ilginç yol Krontopu Biz Beraber Geçtik Bu Yolu adlı eserdedir. Burada çifte zaman örgüsü
vardır. GeçmiĢ ve Ģimdiki zaman aynı anda yola koyulur. Ġzmail Tavlı‘nın tek baĢına annesinin
ölümü, babasını hapse girmesi ve üniversiteye baĢlaması ve oradan askere gidiĢiyle baĢlayan
sonra yolda yol arkadaĢı Ramilla‘yla karĢılaĢması ve Ģimdiki zamanda hastane odasına kadar
süren yol uzam-zamanıdır. Ukrayna cephesi sonra Kirovograd esir kampı oradan Azatlık Ordusu
katılmak Ostrov Ģehri ve VarĢova istasyonu Ramila ile karĢılaĢma Salzburg‘ta bir çiftlik,
Ġtalya‘da bir mülteci kampı ve Londra son durak yolculuğu ve yolculuk esnasında yine onlarca
iri ufaklı baĢka mekânlardır. Korkunç Yıllar ve Yurdunu Kaybeden Adam romanlarındaki yol
hikâyesi ile ortak birçok olay mevcuttur. Sürgün sonrası varılan mekân Londra‘dır. Buranın
mekânsal bir değeri yazar için pek yoktur. Sadece yolda karĢılaĢtığı Ramila‘nın yazar için özel
bir anlamı vardır.
―Masalımsı bir görünüm değil bu. Farkındayım, sen ihtiyarlandın. Vücudun güçsüz.
Görme yeteneğin zayıf. Bir kolunda ben, öbür kolunda Ramila, seni Salgır‘ın
kıyılarında gezindireceğiz; Çukurca‘nın bahçeleri içinde, kayabaĢı kırlarında
gezindireceğiz; pırıl pırıl bir taksiye bindirip Soğuksu‘yun kıyılarına götüreceğiz seni;
Ayı Dağı‘nın gerisinden Gurzuf‘un göğüne yükselen güneĢin IĢınlarında ısınacak
horlanıp ihtiyarlanmıĢ vücudun.‖ (Dağcı 1996: 277).
11
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Burada kendini özdeĢleĢtirme iki Ģeyde mevcuttur. Biri kendi yurdu diğeri Sevgili eĢi
Ramilla‘dır. Millet olma niteliklerinden biri yurt bağıdır. Tarihsel bir bağ ile sınırları belli
topraklarda hayat sürmektir. Bu topraklar öylesine topraklar değildir. Kimliğin oluĢmasını
sağlayan mekânlardır. Oralarda tarihsel bellek havzaları bulunur. Millet kimliği bu mekânlara
sıkı sıkıya tutunur.
Benzer bir karĢılaĢma ve yol kronotopu Benim Gibi Biri adlı eserdedir. Barda geçen birkaç
saatlilik sohbetten geçmiĢe dönüp uzun bir kaçıĢ ve yolda Joseph Tucknell ile karĢılaĢma sonra
onu kaybetmesi ve yıllar sonra tekrar barda buluĢma ve kısa sohbetlerinde geriye dönüĢler vardır.
Kırım‘da toprağında özgürce yaĢama isteğinden dolayı sistemin yurdundan kopardığı Cengiz
Dağcı ve yolda karĢılaĢtığı Joseph Tucknell ile süre giden yol zaman- uzamı. Yolda uğranılan
mekânlardan bara kadar uzanan bir tünel(yol)kronotopundan bahsedilebilir.
YoldaĢlar adlı romanda da yol Kronotopu vardır. Bu cepheden geri dönüĢtür. Yani cepheden geri
çekiliĢ zaman-uzamıdır. Bu cepheden dönüĢ anında ve mekânlarında vuku bulan olaylar da
yoldaĢlar romanının zaman ve uzamını oluĢturmaktadır.
DönüĢ adlı eserde Niyazi adlı kahramanın yol zaman-uzamı vardır. Yol hikâyesi de Gurzuf,
Polonya VarĢova, Krakov, Prag ve tekrar Gurzuf‘ta geçen zamana temellük etmektedir.
Yol zaman-uzamının en güzel anlatılığı romanlardan biri olan Ġhtiyar SavaĢçı adlı eserinde yol
kronotupu Ģu Ģekilde anlatılmıĢtır. Gurzuf-KızıltaĢ ve sürgün yeri arasında geçen, sürgün yerine
gidiĢ ve geliĢ, yolun baĢlangıcı ve baĢladığı aynı yere dönüĢle biten bir yol hikâyesi. SavaĢçının
Ġkinci Dünya SavaĢı‘ndan köyüne dönüĢü romanın baĢlangıç zamanı oradan köyüne varana
kadar yolda gördükleriyle baĢlar. Köyü KızıltaĢ‘ta meĢe ağacının altında karĢılaĢtığı büyük facia
romanın dönüm noktasıdır. Sonra sürgüne gidiĢ. Tren yolculuğundan sürgün yerine varıĢ. Sürgün
yerinde sanki uzun bir moladan tekrar yola koyulmayla aynı Ģekilde trenle geriye yolculuk.
KızıltaĢ‘a geri ulaĢma ve meĢe ağacının altında biten yol. Olaylar A noktası KızıltaĢ uzamından
baĢlayıp B noktası Sürgün yerine gidiĢ ve dönüĢ arasında ki zamanda cereyan etmiĢ gibidir. EĢi
Melek Hanım kocasının ölümünden sonra B noktası olan sürgün yerine tekrar gider. Ölümüne
yakın KızıltaĢ‘a geri döner. Ve yolculuğunu sonlandırır. Diğer kalanların da yolculukları
baĢlangıç yeri olan A noktası Gurzuf-KızıltaĢ‘a dönüĢle bitecektir. O anlar Ģu sözlerle anlatılır.
―SavaĢçı, Ceneviz kalesinin az uzağındaki Adalar‘a dalmıĢtı; Melek hanımsa iskeleye.
Ġskeleye bakarken çocukluk yıllarını hatırlıyordu: gün, bugünkü gün gibi güneĢli ve
12
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
sıcak bir günse, annesiyle birlikte Yalta vapurun beklediklerinde iskeleden inip kıyını
çakıltaĢları üstünde koĢardı küçücük Melek hanım; ve koĢarken ayakları dibindeki
çakıllardan çıkan Ģakırtıyı dinlerdi.‖
―Gurzuf, Ceneviz kalesi, Adalar, Ayı Dağı kırkbeĢ yıl öncesi gibi görünüyorlardı
buradan. Haziran güneĢi de, kırkbeĢ yıl öncesi gibi, Ayı Dağı‘yla Adalar arasına
sepetler dolusu mücevher serpmiĢti sanki ıĢıl ıĢıldı denizin yüzü.‖ (Dağcı 2010: 118122)
DönüĢte Gurzuf değiĢmiĢtir. Belleğindeki Gurzuf‘u hatırlar. Burada mekânlarla beraber diğer
imgelerde zihnine üĢüĢür. Çünkü ―Bellek, mekân dıĢında, seslere, kokulara, dokulara, imgelere
demirler. Bellek dilsel değil imgesel yapılanmıĢtır: Hatırlamak zihnine bir takım ―imgeler‖
çağırmaktır.‖(Dereli 2011) Ceneviz kalesi Adalar, iskele, gün, güneĢ, sıcaklık, Yalta vapuru,
çakıl taĢlarından çıkan sesler, kokular, dokular, imgeler, sesler ve mekânlardır.
Ġhtiyar SavaĢçı‘da diğer romanlarda olmayan bir durum söz konusudur. Bu romanda anayurda
dönüĢ söz konusudur. Yazar dönüĢle beraber gelecek mekân inĢası yapma gayreti içindedir.
―Siz gidin. Ben yaya gideceğim. Muharrem‘in fırını önünde bekleyin beni, dedi.
Yarım kilometre ötedeki MemiĢ‘in deresi üzerine atılı köprüyü geçerek…O
bayırın(MemiĢ‘in bayırı) öncesinde KızıltaĢ bekliyordu onu. Oysa farkındaydı, kendi
insanlarından kimse yoktu KızıltaĢ‘ta. Belki de bomboĢ kalmıĢtı KızıltaĢ kırkbeĢ yıl
süresince. Evler çökmüĢtü belki de. Hayvanlar gebermiĢti. Yollarını, çeĢmelerini
yabanıl otlar kaplamıĢtı belki de KızıltaĢ‘ın. Ama boĢ olsundu KızıltaĢ. Issız olsundu.
Yavan olsundu. Onun KızıtaĢ‘ıydı gene de. Ve KızıltaĢ‘ına gidiyordu SavaĢçı.
Birinciydi. Ġlkin o girecekti KızıltaĢ‘a Ondan sonra oğullar gelecekti; kızları, torunları
gelecekti. KızıltaĢ bağrını açacaktı onlara bir ana hasretiyle. SavaĢ sonrası KızıltaĢ‘a
çökmüĢ lanetli karanlık çok uzun sürmüĢtü. Kalkacaktı artık. Dağılacaktı. GüneĢ
doğacaktı. Evet, güneĢ ıĢıyacaktı.‖ (Dağcı 2010: 126).
Yazar bu satırları yazarak hayalen öz yurduna dönüĢü ilk kendisi yapıyor. Roman kahramanı
Ġhtiyar SavaĢçı‘yı KızıltaĢ‘a göndererek yapıyor. KızıltaĢ bıraktıkları gibi olmayabilir ama ne
olursa olsun orası onlarındı ve yeniden bu mekâna dönüp orayı inĢa etmelidir.
Bu romanların yol ortak kronotopunda anlatılmak istenen yazarın kendi biyografisinden de
romanlara sızan ana tema vatandan kopuĢtur. KızıltaĢ‘tan, Gurzuf‘tan, Akmesçit‘den bütünde ise
Kırım‘dan kopuĢtur. Bu mekânlardan kopuĢ kendiliğinden olmamıĢtır. Sistemin müdahalesi
13
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
sonucu vuku bulmuĢtur. Bu kopuĢ yazarında bizatihi yaĢadığı durumdur. Bundan dolayı bu
romanlara hayalle karıĢık yazarın kendi gerçekliği sinmiĢtir. Romanlarda yer yer Ģimdiki
zamandan bahsedilse de geçmiĢ zaman ön plandadır. Çünkü geçmiĢte yazar kendi vatanı olan
KızıltaĢ, Gurzuf, gibi mekânlarda yaĢardı. Belleğinin mekânları bu yerlerdi. Yolda uğradığı diğer
mekânlar onun için sonuçtur. Trajedinin bir sonucu olarak bu mekânlara yolculuk yapmak
zorunda kalmıĢtır. Yazar kendini hep buralara ait hisseder. Belleğinde ki bu hafıza mekânlarına
yolculuk yaptırarak geriye gider. Salgır‘ın kıyısında dolaĢır. MemeĢin bayırından geçer. Ayı
Dağ‘ına, RomankoĢ‘a, Gelinkaya bakar. Muharrem‘in fırınının önündeki çeĢmede soluklanır.
Üzüm bağlarında çalıĢmak onun için iĢ değil keyiftir.
EĢik Kronotopu: Toprakta Ölüm ve Toprakta DiriliĢ
Cengiz Dağcı‘nın Kırım‘ı anlatan romanlarında baĢka bir kronotop türü de eĢik kronotopudur.
Onlar da Ġnsandı, O Topraklar Bizimdi ve Badem Dalına Asılı Bebekler adlı romanlar bu
kategoriye girer.
Bu romanlar KızıltaĢ ve Çukurca‘ın hikâyeleridir. Bir bakıma TaĢra
Koronotopu görünümündedirler.
Ama taĢra kronotupuna girmezler. Çünkü olaylar durağan
değildir, dinamiktir. Evlerin eĢiklerinin ön hollerinden sokaklara taĢan açık meydanlarda vuku
bulan olaylar dizisi bu üç romanın atmosferine sinmiĢtir. Ayrıca toprakta ölümle eĢiğinden yine
toprakta dirilmeye giden mecazi anlatımların da bulunduğu romanlardır.
Onlar da Ġnsandı adlı eserde dönüm noktası Bekir‘in evine aldığı iki Rus garibanıdır. Bundan
sonra olaylar hızla geliĢir. Önce uğursuzluklar zuhur eder. Macik adlı ineği hastalanır. Ensesinde
çıban çıkar. Seydali‘yle arası açılır. Otomobil Niyazi‘yi ezer, vb. uğursuzluklar zinciriyle eĢikten
meydanlara sarkan olaylar baĢlar. Sonra Ruslar KızıltaĢ‘ı istila ederler. Evlerine aldıkları Ġvan
adlı kiĢi Bekir‘e ihanet eder. Birçok kiĢiye zarar verir. Ve en sonunda Bekir‘in evine yerleĢir.
Olayların genel mahalli KızıltaĢ‘tır. Onunla birlikte Topkaya, KuĢkaya, Gelinkaya, bağ, bahçe ve
tarlalar gibi birçok mekânlar da zikredilir.
―Kırım‘ın burası çok güzeldi. Solda, dağların üstünde yayla, tavlı bir beygir sırtı gibi
temiz ve parlaktı. AĢağıda, köyün gerisinde, tütün aranlarına kadar inen koyu yeĢil,
cılız çamlıklar, kadife yamaçlarla örtülü dağların, derisi yüzülmüĢ hayvan eti renginde
çıplak yerleri, ıĢıklar altında yanıyordu. Daha aĢağıda; uçurumları al, beyaz, sarı,
kırmızı renklere bürünmüĢ Gelinkaya ile, ondan epeyce uzakta, kurĢun rengi yaz-kıĢ
hiç değiĢmeyen Topkaya; birbirlerine bakarak sessiz-sakin, dertlerini söyleĢiyorlardı.
14
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Topkaya‘nın derdi, Gelinkaya‘nınkinden daha büyük, daha derin gibiydi. Göğün
kimbilir neresinden kopmuĢ bir bulut parçası, her akĢam gelir, Topkaya!yı sarardı.
Esen rüzgârlar, sadece Ayı Dağ‘la yaylaların arasındaki geçitten geçer, KızıltaĢ
bahçelerindeki elma, armut, kayısı, Ģeftali, hurma ağaçlarını, tütün tarlalarındaki
tarhları tarar, her yerden bir tat, bir hoĢ koku alarak Roman KoĢ‘un eteklerine gidip
yatarlardı…‖ (Dağcı 1999: 9)
Çevresel etkilerin öneminden bahseden Nurullah abalı sosyal yapıyı oluĢturan tabii çevredir, der.
―Tabii çevreden kasıt iklim ve bitki örtüsü, coğrafi ve jeolojik yapıdır. Tabii çevre iktisadi ve
sosyal hayatı geniĢ ölçüde etkiler ve en çok insanların örf ve adetlerinde ayırıcı özelliğini
gösterir.‖ (Abalı 2009:43)
KızıltaĢ‘ın etrafında oluĢan sosyal yapı, iklim ve bitki örtüsü, coğrafi ve jeolojik yapı tabii çevre
iktisadi ve sosyal hayatı geniĢ ölçüde etkiler ve en çok insanların örf ve adetlerinde ayırıcı
özelliğini gösterir. Örneğin Gelinkaya sadece Gelinkaya değildir. Gelinkaya kendi efsanesini
oluĢturup bir milletin belleğine çadır kurup o milletin kimliğini de oluĢturur. Ve KızıltaĢ‘ta
yaĢayan insanlar bu mekânın iklimiyle mündemiç bahçe tarla iĢleriyle sosyal ve iktisadi yapıları
teĢekkül eder. Romanda bu topraklarda çalıĢmak KızıltaĢ‘lılar için bir zevktir. Onlar için bağ ve
bahçelerinde çalıĢmak adeta günlük yapa geldikleri hobileridir.
Ġstila ile beraber tarlaları ellerinden alınıp kolhoza verilmek istenmektedir. Bekir‘in arkadaĢı,
komĢusu Enver karĢı çıkar bu topraklar için ölür. Bekir ise tarlasına gider.
―Bekir KuĢkaya‘ya gidiyordu. Elleri, yumrukları, diĢleriyle KuĢkaya‘yı sökmek,
parçalamak, taĢını toprağını Ģosede otomobile yol verdiği yere devirmek istiyordu.
Bekir‘in acısı, Enver‘inkinden daha keskindi belki. Çünkü Bekir de bu toprakta, bu
güneĢin altında doğmuĢ, büyümüĢtü. Birden ayakları altında yumuĢak toprağı tanıdı,
durdu. BaĢını göğsüne eğdi, göğüslerini açtı, toprağa baktı. Evet toprağıydı; Güzel,
kılık, kalbe yakın, dost toprağıydı, kendi toprağıydı, bu! BaĢını kaldırdı, karĢıdaki
bayırda mahsun mahsun duran beĢ armut ağacına baktı. Uzun uzun baktı. Birden bire
yere kapandı, toprağına sarıldı, ağlamaya baĢladı: ―toprağım. Ben seninim. Ben
seninim, toprağım! Beni bırakıp gitme gavur Ruslara al beni, al! Koru beni, toprağım
koru!‖ (Dağcı 1990: 9)
15
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Bekir‘in tarlasının yanında KuĢkaya vardır. KuĢkaya yıkılacak ve oradan yol geçecektir. Bekir
tarlasına gidince KuĢkaya yol çalıĢmalarında patlatılır. Bekir‘in üzerine yığılır. Tarlasına beni
bırakma diyen Bekir, kendi tarlasında can verir.
Romanın sonunda istilanın Ģiddeti artar. Köylüler meydanda toplatılır. KarĢı koyanlar öldürürler.
Kalan KızıltaĢ‘lılar da sürgüne gönderilirler.
O Topraklar Bizimdi romanı Onlar da Ġnsandı romanının devamı niteliğindedir. Bu romanda
mekân Çukarca‘dır. Bu romanda Kırım tarihinde yaĢanan olaylar-Sovyet iĢgali sonrasında
Alman iĢgali ve tekrar Sovyet iĢgali- anlatılmıĢ KızıltaĢ‘tan sonra Çukurca ve insanlarına ayna
tutulmuĢtur. Ġstila sonrası kolhoz sistemi kurulmuĢ. Çukurcalıların topraklarına devlet tarafından
el konulmuĢ. Yeni sistemin negatif etkilerinin derinden hissedildiği dönemdir. Mekânsa
Çukarca‘nın meydanları, bağ ve bahçe ve tarlarıdır. EĢik kronotopununda belirtilen sokak ve
meydanlara denk düĢmektedir.
Onlar da Ġnsandı adlı romandakine benzer bir hikâye de O Topaklar Bizimdi‘de vardır. Yalnız
birinde romanın sonunda yer alırken diğerinde benzer hikâye romanın baĢındadır. Hikâye
Ģöyledir.
Kolhoz sistemi kurulmuĢ insanların ellerinden malları alınmıĢtır. Ġsteyen istediği gibi kendi
toprağına girememektedir. Hasan‘ın kayınpederi ısrarla kendi toprağında bir gün çalıĢmak
istemiĢtir. Reis Bilal‘da ısrara dayanamayıp izin vermiĢtir. Yazar günün sonunda vuku bulan
olayı Ģöyle anlatır.
―Ġki eliyle toprağı tutmuĢtu. Toprağı avuçları içine alıp yüzüne sürmüĢ ve ölmüĢtü.
PiĢman değildi öldüğüne. Yüzünde, hayatı bırakıp gittiğine dair bir üzüntü yoktu.
Yatıyordu eĢikte. Dizlerinde toprak, avuçları içinde toprak, dağınık saçlarında toprak,
her yerinde toprak! Yalnız çok sevdiği toprağın altına girip sonsuz uykusuna yatmadan
önce, evine uğramıĢtı. Eviyle ve evinin içerisindeki insanlarla vedalaĢmak için evine
uğramıĢtı. Sonra toprağın altına yatıp kendisi de bir avuç toprak olacaktı. Bunun için
yaĢamıĢtı. Ve iĢte, Ģimdi toprağa gidiyordu.‖ (Dağcı 1990: 11)
Yazar bu olayı bir iç konuĢmasında anlatırken mekânının önemine vurgu yapmıĢtır. Burada
mekân kiĢinin öz toprağıdır. Ancak elinden alınmıĢ; ondan yoksundur. Hasretle hep toprağında
çalıĢmayı arzulamıĢtır. Bir gün ısrar edip toprağında çalıĢmıĢ ancak iĢ bitip ayrılmak zorunda
16
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
kalınca toprağına bir daha kavuĢamayacağı duygusuna dayanamayarak ruhunu toprağında teslim
etmiĢtir. Reis Bilal bu olayın detayını Ģu Ģekilde anlatır.
―-Ah, öyle. Ben arabada, tarlanın kıyısındayım. Kaynatan beni görünce tırpanını
bıraktı, elini kaldırıp bir selam verdi. Sonra bana doğru yürüdü. Ama yanıma
gelmeden bir kez durdu. Durdu da iki eliyle kendi gırtlağını kavradı… Ne olduğunu
anlamama vakit kalmadan iki dizi üstüne düĢtü, namaz kılar gibi, iki elini uzattı,
toprağı tuttu, sonra da alnını kolları arasında toprağa vurdu. Ben hemen arabadan
atlayıp koĢa koĢa gittim, ama geç. BaĢını kaldırdı, iri gözleriyle yüzüme baktı. Sonra
gözlerini döndürdü. Bir Ģey söyleyecekti, söylemedi. Ağzına ak köpük doldu. Yalnız
bir kerecik boğazı içinden bir gık çıktı da o saat yere serildi. Yürek, balam, yürek!‖
(Dağcı 1999: 11)
Burada anlatılanlar toprak sevgisinin yüceliğidir. Ġnsan toprağı için yaĢar. Topraksız yaĢamın
mümkün olamayacağını belirtmek içindir. Toprak insanın mekânıdır. Kendi varlığının,
aidiyetinin bir parçasıdır. Mekânsız hayat kimliksiz bir yaĢamdır. Yazar bundan dolayı
toprağıyla hep var olmuĢ kiĢinin onsuz var olamayacağını, olsa bile kimliksiz biri olacağını
belirtmeye çalıĢmıĢtır.
Yazar bu romanda Çukurca‘ya bakınca KızıltaĢ‘ı hatırlamıĢ. Oranın bağlarını, bahçelerini,
denizini hatırlamıĢ ve hislenmiĢtir. Yazarın çukurca ile ilgili görüĢlerinin özeti niteliğindeki bu
görüĢlerini bu romanda Ģöyle ifade eder.
―Çukurca da güzeldi. Bir yanda, Karadeniz‘in derin ve ıĢıltılı sularını andıran, yeĢil
bahçeler; öte yanda güneĢ ıĢınlarında yıkanan ekin tarlaları; orta yerde ise, kocaman
bir çanak içindeymiĢ gibi, Çukurca. Solda, taa Çadır Dağı‘nın dibinden çıkıp kara
ormanlar içinde, derelerde gizlene gizlene akıp gelen Salgır, Çukurca‘nın az
ötesindeki ormanlardan baĢlayarak kendini insanlara gösterip tanıtmak istiyormuĢ gibi,
kalınlaĢıyor, büyüyor, güçleniyor ve bütün Çukurca‘yı kucaklamak özlemiyle
buruluyor, güneĢin altın ıĢınları altında gümüĢten bir kuĢak gibi parlıyordu…‖(Dağcı
1990: 23)
Yazar için Çukurca vatanın bir parçasıdır ve orası da onu hislendirecek kadar güzeldir. Vatandan
ayrı kalmıĢ bir kiĢi için bu ifadeler bir bellek tazelemedir. Bu ifadelerle belleğinde iĢaretler
bıraktığı mekânlarda gezintiler yapmaktadır.
17
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Ancak ne yazık ki bu mekânlarda hep acı yaĢanmıĢtır. Dede Cavitler caminin yanındaki ağaçta
asılmıĢ. Köy meydanında millet toplanmıĢ kurĢuna dizilmiĢtir. Çukurca yazarın ifadesiyle
yüzyılların sırrını saklayan mezarlık gibidir. Acı ve tatlı hatıralarla doludur. Ama ne olursa olsun
oradan ayrılmak niyetinde değildir. Yazarın rotası Çukurca‘ya doğrudur. Bunu da romanın
sonunda Selim AyĢe‘nin oğlu Alim‘in elinden tutup Çukurca‘ya doğru gitmesiyle ifade etmiĢtir.
Badem Dalına Asılı Bebekler romanında da eĢik kronotupu vardır. Olaylar durağan değildir.
Yoğun trajik olaylar vardır. Bu olaylar küçük yaĢtaki Haluk adlı kiĢinin gözünden anlatılır.
Zaman Birinci Dünya SavaĢı sonrası Sovyet dönemidir. Mekân yine KızıltaĢ‘tır. KızıltaĢ‘ın
mezarlıkları, evleri, meydanları bu romanın eĢik kronotopuna ev sahipliği yapar. Birinci Dünya
SavaĢı‘ndan hemen sonra Kırımlılar kısa bir müddet huzur içinde yaĢamıĢlar. Bu romanda bu
huzur dolu günler Haluk‘un mutlu günleri olmuĢ ancak bu günler çok sürmez. Önce Haluk‘un
annesi ölür. Evler iĢgalciler tarafından müsadere edilir. Sevgil‘in babası ölür. Tomak amca
mezarlıktaki badem ağacına asılmıĢ olarak bulunur. Haluk‘un babası da köyü terk eder ama
ayrılmadan önce ―Bu toprakların bizim olması Ģart‖ diyerek vasiyette bulunur. Artık bu
topraklarda sevinç kalmamıĢtır Haluk için. Yakın arkadaĢları da kısa bir müddet sonra köyü terk
ederler. Sonra yine aynı trajedi. KızıltaĢ‘lılar sürgüne gönderilir.
Bu romanda geçen baĢlıca mekânlar Haluk‘un kaldığı Mansur‘un odası, müsadere edilmiĢ evler
ve mezarlıklardır. Yazar Haluk‘un gözüyle Ģöyle anlatır. Haluk hep Mansur‘un odasında hep
hayale dalar.
―Ben usumda badem filizleriyle örülü bir çevre çizeceğim. Usumda çizdiğim bu çevre
içinde kulaklı ve kulaksız Alim Aydamaklarımız; çilli Sevgililerimiz ve koca burunlu
Halidelerimiz;
üzüm
bağlarımız
ve
mezarlıklarımız;
ak
keçilerimiz
ve
karatavuklarımız; Ayı Dağ‘ımız ve Soğuksu‘yumuz; badem dallarına asılı
bebeklerimiz ve bağlarda kanlanan tavĢanlarımız; suyumuz, havamız, ıĢığımız; etimiz
ve canımız; akımız, karamız, yaramız… her Ģeyimiz ve her Ģeyimizin ortasında benben, sürgünü bin yıl süren Yahudi sabrıyla usumda çizdiğim bu çevre içinde durarak
içimden:‖ (Dağcı 2012: 220)
Mansur‘un odası Haluk‘un hayalinin yeridir. Müsadere edilmiĢ evler ise gerçekliğin
mekânlarıdır. Mezarlıklar milletin kolektif hafızasının mekânlarıdır.
18
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Haluk‘un hayali olarak romana girmiĢ olanlar aslında yazarın biyografisinden taĢıp gelenlerdir.
Kendisinin ve Kırım‘lıların ortak hayalidir. Efsanevi yurtsever Alim Aydamak, üzüm bağları,
dağları, ve mezarlıklarıyla bunlar bir millete ait değerlerdir. Yazar sabırla hayalinin gerçek
olacağı günü beklemektedir.
Müsadere edilmiĢ evler Kırım‘ın tarihidir. Kırım‘da yaĢanan gerçek tarihtir. Ġstilanın neticesidir.
Mezarlık ise bir milletin belleğidir. Her ne kadar orada yatanlar hayatta değillerse de milletin
belleğinde canlıdırlar. GeçmiĢi yaĢatırlar. Doğal olarak mezarlıklar, bir milletin hayatta olmayan
insanlarını günümüzde yaĢatan yegâne fiziki yerlerdir. Bundan dolayı olayların belli bir
bölümünde mezarlıklardan bahsedilmiĢtir.
Romanın can alıcı noktasını mezarlıktaki badem ağacı oluĢturur. Mezarlıktaki bu badem ağacı
kesilir. Ama bu badem ağacı yine filiz vermeye devam eder. Bu metafor Kırımlıların çoğu
mezarda olsa bile tamamen yok olmayacağının ve Kırım‘da tekrar yaĢayacaklarına dair bir
göndermedir. (Kocakaplan 1998:70)
Diğer iki romanın Onlar da Ġnsandı‘da Bekir‘in, O Topraklar Bizimdi‘de Hasan‘ın
kayınpederinin kendi toprağında can vermeleri de bu iki romanın eĢik kronotupunun mecazi
anlatımlarıdır. Kendi toprağında ölmek kendi toprağında dirilmenin simgesel anlatımıdır. (ġahin
2011: 145) Mikhail Bakhtin‘e göre eĢik kronotopu üstü örtük bir Ģekilde vurgulanan metoforik
ve simgesel anlatımdır.
Cengiz Dağcı‘nın romanlarında vurguladığı bu mekânlar onun geriye dönüp baktığı ve
hatırladığı mekânlar değildir, o hayattayken Londra‘da eĢi Regina‘nın yanında bu bahsettiği
mekânlarda adeta bizzat yaĢardı. Kendisi de bunu hatıralarında Ģöyle ifade eder.
―Sık sık. AltmıĢ yıl boyunca üstünde doğup büyüdüğüm topraklara dönmediğim bir
günüm, gecem olmadı. Yolum oraya her düĢtüğünde baĢkalarının beni görmelerini ve
duymalarını istedim.
Hayır, hayali değildi benim ziyaretlerim. Hiç kopmadı benim gerçeklerimizden benim
ziyaretlerim.‖( Dağcı 1998: 12)
19
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Sonuç
Netice olarak, Cengiz Dağcı‘nın eserlerinde iki türlü kronotop görülür. Bunlardan biri yol, diğeri
ise eĢik kronotopudur. Yol kronotopunda anayurtdan çıkıp yollarda karĢılaĢtığı olaylar yol
zaman-uzamıyla ifade edilirken, ikinci tür kronotop ise sokak ve meydanlara taĢan olaylar
örgüsünün eĢik zaman-uzamı kullanılarak anlatılmasıdır.
Cengiz Dağcı‘nın bu mekânlardan uzun süre uzak kalmasına rağmen sanki bu mekânlarda hep
yaĢamıĢ gibi bu mekânlardan bahsetmesi, bu mekânların bellekte canlı kalmasını sağlamak ve
tekrar oralarda Kırım Tatarlarının yaĢamasına yol açmak içindir. Bir ölçüde kimliğin ihtiyacı
olan toprak parçasını inĢa etmektir. Bunun öylesine bir toprak parçası olmadığını bu toprak için
çok acılar çekildiğini onun için bu yerlerin kendileri için vazgeçilmez bir mekân olduğudur.
Bu mekânlar orada hayat sürdükleri, orada var oldukları, oradan çıkınca yaĢamakta
zorlanacakları yerlerdir. ―Yurt kavramı nehriyle, deniziyle gölleri ve dağlarıyla kutsal hale gelir.
Tarihi bellek ve çağrıĢımların mekânları haline gelir.‖(Smith 2004: 25) Anthony Smith‘in bu
sözünü haklı çıkarcasına çok kez romanlarında yazarın bu özel mekânlardan bahsetmesi, oraların
kimlikleri için çok önemli hatta kutsal olduğunun bir kanıtıdır.
Kaynakça
Abalı, Nurullah, (2009), Gelenksellik ve Modernizm açısından Kılık Kıyafet, Ġstanbul, Ġlke
Yayıncılık.
Bakhtin, Mikhail, (2001), Romana Edebiyat Teorisinden Dil Felsefesine Seçme Yazılar, (Çev:
Soydemir,Cem) Ġstanbul: Ayrıntı.
CoĢkun, Betül, "Halide Nusret Zorlutuna‘nın Romanlarını Kronotopik Okuma", Turkish Studies,
International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, , 6/1,
Winter 2011, s. 860-877.
Dağcı, Cengiz, (2012), Badem Dalında Asılı Bebekler, Ġstanbul, Ötüken, 6. Basım
Dağcı, Cengiz, (1998), Hatılarda C.D., Ötüken, Ġstanbul.
Dağcı, Cengiz, (2010), Ġhtiyar SavaĢcı., Ötüken, Ġstanbul.
Dağcı, Cengiz, (1989), Korkunç Yıllar., Ötüken, 5. Basım, Ġstanbul.
Dağcı, Cengiz,(1990), O Topraklar Bizimdi., Ötüken, 15 Basım, Ġstanbul.
20
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Dağcı, Cengiz, (1990), Onlar da Insandı., Ötüken, 15 Basım, Ġstanbul.
Dağcı, Cengiz, (1996), Biz Beraber Geçtik Bu Yolu, Ötüken, 1. Basım, Ġstanbul.
Dereli, Gülsüm, (2011), "Kültürel Bellek: hatırlayıĢ ve unutuĢ." Hafıza ÇalıĢtayı, Nesin
Matematik Köyü, Ekim 2011.
Kocakaplan, Ġsa. (1998), Kırım'dan Londra'ya Cengiz Dağcı., Ötüken, Ġstanbul.
Narlı, Mehmet. (2007), "Romanda Zaman ve Mekan Kavramları." Balıkesir Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi Mayıs 2007, s.5-7.
Smith, D. Anthony (1991), Milli Kimlik. (Çev: ġener, Bahadır Sina). 2004 ed. Ġstanbul.
ġahin, Ġbrahim, (2011), "Cengiz Dağcı'nın Eserlerinde Neden/nedensizlik Dili." Bellek-ĠnsanEser. Ed. Emel Kefeli, Nesrin Sarıahmetoğlu, Ötüken, Ġstanbul.
21
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
SOFRACI DĠVANI VE NÜSHA TANITIMI
Adem Balaban
Bünyamin Çağlayan
ÖZET
Dil, kültür ve tarihimizin hazineleri olan Türkçe yazma eserler, yurt içi ve dıĢında birçok
kütüphane bulunmaktadır. Bunlardan birçoğu incelenmiĢ olsa bile bazıları hala bilinmemekte ve
gün ıĢığına çıkmayı beklemektedir. Bu eserlerden biri de Arnavutluk Milli Kütüphanesi Dr. 7. D.
19 numarada kayıtlı olan Sofracı Divanı‘dır. Eserin UĢĢakitarikatına bağlı Sofracı mahlaslı biri
tarafından yazıldığı anlaĢılmakla beraber, Sofracı‘nın kim olduğu hakkında herhangi bir bilgi
yoktur. Ġçindeki Ģiirlerden Sofracı‘nınadının DerviĢ Ali olduğu, UĢĢakitarikatine mensup olduğu
ve UĢĢakiĢeyhi CemâleddinUĢĢâkî(ö. 1750) döneminde yaĢadığı anlaĢılmaktadır. ġiirlerinde sade
bir dil kullanan Ģair dini tasavvufi Ģiirler yazmıĢtır. Bu çalıĢmamızda Sofracı Divanı‘nın nüsha
tanıtımı ve içindeki Ģiirler hakkında bilgi verilecektir. Kaynaklarda adı veya mahlası
zikredilmeyen Sofracı‘nın bu çalıĢmamız ile edebiyat dünyasında bir değerlendirmeye tabi
tutulacağına inanıyoruz.
Anahtar Kelimeler: Sofracı divanı, UĢĢakî, nüsha, yazma eser.
Sofracı‟s Divan Andits Description
ABSTRACT
Turkishmanuscriptsaretreasures of ourlanguage, cultureandhistory. Theseworksarefoundat
manylibrariesin Turkeyandabroad.Manyof themhavebeenstudiedeventhoughsome of them still

Dr.Hëna e Plotë "Bedër" Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Tiran/Arnavutluk.

Dr.Hëna
e Plotë "Bedër" Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Tiran/Arnavutluk.
22
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
wait to be known. One of theseworks is Sofracı‘s Divan. This book was registered at Dr. 7. D.
19 number at the National Library of Albania. Sofracı who is a member of UĢĢaki Cult wrote this
work. There is no information about him in his book or in any other sources. According to his
poems, Sofracı lived during sheikh JamaluddinUĢĢâkî (d. 1750) period or after him. He used
plain language in his poem sandwrotereligiousmystical poems. Inthisstudy, we will present
Sofracı‘s Divan and will give information about the content of the book. We belive that our
study will contributet otheliterarybyintroducing Sofracı‘s Divan to the world.
Keywords: Sofracı‘s Divan, UĢĢakî, manuscripts, copy.
Sofracı‟nın Hayatı
Sofracı mahlasıyla yazan Ģair hakkında kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır. Ancak eserinden
hareketle, kiĢiliği, dili, edebi kimliği, dünya görüĢü hakkında bilgiler vermeye çalıĢacağız.
Hakkında bilgi edinmeye çalıĢtığımız tek eser, yine kendinin yazmıĢ olduğu divanıdır. Bir
Ģiirinden adının Ali olduğu ve Edirneli Pir CemâleddinUĢĢâkî‘nin müritlerinden olduğu
anlaĢılmaktadır. Kullandığı mahlasa ve aĢağıdaki beyte bakılırsa Pir CemâleddinUĢĢâkî‘nin
yanında sofracılık yapmıĢtır:
Cemâlinin bendesidir Sofracı derviĢ ‗Âlî
Nâm u ‗ârı terk idüp Ģevkiyle devrân eyleriz (18a/10)
Bunda bana didilerSofracı derviĢ ‗Âlî
Bundan ulu adımız cândamihmân gizlidir (16b/10)
Eserin telif ya da istinsah tarihi bulunmamaktadır. Dolayısıyla Sofracı‘nıneserininerede ve ne
zaman yazdığı bilinmemektedir.Ancak Ģeyhinin Ġstanbul‘a gitmesini bir Ģiirinde dile getirmesi,
muhtemelen Edirne‘de yaĢadığını göstermektedir. Bir Ģiirinde Ģeyhinin Ġstanbul‘a gidiĢini ve
kendisinin bu ayrılıktan duyduğu üzüntüyü dile getirmiĢtir:
Ġslâmbul‘a hicret itdi,egrikapuyıfeth idi
MeĢâyih cümlesi didi, kutb-ı ‗âlemdir ey sufî (40a/11)
ġair divanının baĢında yazmıĢ olduğu bir elifnamede, kendisinden ve divanını yazmasından
bahsetmektedir. AĢağıdaki beyitlerden mahlasının Sofracı olduğu ve divanını yazmak için büyük
zatların himmet ve dualarına müracaat ettiği anlaĢılmaktadır.
23
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Yatıp her dem Sofracıâh eyledi
Yürek suzân , ciğerbiryân eyledi
Yazampîrler himmetiyle divânı
Yardım ide, bulamHak‘da mekânı (3b/2-3)
ġair,divanının baĢında yazmıĢ olduğu elifnamedeUĢĢâkî tarikatının methini yapar. Hz. Ali, Hz.
Hasan, Hz. Hüseyin ve Hasan Basri‘den baĢlattığı UĢĢâkî tarikatındaki silsileyi sayar ve kendi
Ģeyhi Edirneli Pir CemaleddinUĢĢakî‘ye kadar getirir ve onları över.
Bu ‗UĢĢâkîtarikiminmedhini
Eyledin yâd, cümle erler ismini
Pürnur eyle cümlesininkabrini
Bu fakire ‗ayân eyle sırrını (6a/10-11)
Kendisinin de Halvetilerin UĢĢaki koluna mensup bir derviĢ olduğunu, Ģeyhininde Edirneli Pir
CemaleddinUĢĢakî ve Pir Hüsameddin UĢĢakîolduğunuzikretmektedir:
Bu derviĢ Sofracı anunkuludur
Cemâleddinolubdur ol meĢâyih (13a/10)
Gel ey DerviĢ Sofracı nuĢ eyle câmısakiden
Dost elinden içmeyen mestâne olmaz âĢinâ (7a/7)
Yeri gögikaplamıĢdırkemâlî
Ya‘nisultân Ģeyhimdir Cemâlî
Yeter dilde bana Ģâhım Cemâlî
Yeter cândasecdegâhımCemâlî (5b/12)
Sofracının budur hâli, bir oldıhâl ile kâli
24
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Pîrioldır ġeyhCemâlî, kalma yabanda ey zâhid (14b/14)
Ehil diller ser çeĢmesi, evliyâlar güzidesi
SeyyidAhmedhalifesi, Hüsâmeddin benim pirim
Kasım PaĢa‘dır ol er makâmındadolunurlar
‗ÂĢık isen sen de eger, Hüsâmeddin benim pirim
Sofracının odur Ģâhı kusurı çokiderâhı
EvliyâlarpadiĢahı , Hüsâmeddin benim pirim (29a/3,6,9)
Ezelden yâr ile yâriz,bize ‗UĢĢâkîlerdirler
Gel ey zâhid biz ol cânız, bize ‗UĢĢâkîlerdirler
Ezel bezmindenuĢitdik , anınçun mest olup geldik
Dost cemâlin‗âyan gördük, bize‗UĢĢâkîlerdirler (15b/7-8)
ġiirlerinden,bir peygamber aĢığı, ehl-i beyt ve Hz. Ali sevdalısı olduğu anlaĢılan Sofracı, Hz.
Peygambere ve onun ehline karĢı duyduğu sevgiyi Ģöyle dile getirmektedir:
Cümlenin Ģâhı sensinyâ Muhammed
ġefâ‘atkânı sensinyâ Muhammed (13b/5)
Cümle mahluk sana ‗âĢık efendim
‗ÂĢıkıncânı sensinyâ Muhammed (13b/10)
Hakikat menzilin bilen Sofracı
Muhammed‘le ‗Âlî sevmek durur farz (23a/3)
Enbiyâlar mahremisinkıl Ģefâ‘atyâ‗Âlî
Evliyâlar rehberisinkıl Ģefâ‘atyâ‗Âlî (39b/13)
25
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Divanında tasavvuf öğretilerinin izleri çok sık görülmektedir. ġiirleri, Allah ve peygamber
sevgisinin yanı sıra gerçek ilim, dünyanın faniliği, ölüm ve ahiret, ramazan, tarikat adap ve
kuralları gibi konuları iĢlemektedir.
UĢĢakilik
UĢĢakiye veya UĢĢakîler, Halveti Tarikatı‘nın bir koludur. Merkezi, Ġstanbul KasımpaĢa‘dadır.
Kurucusu olarak Pir Hüsameddin UĢĢakî kabul edilir. (Serin, 1984:131) Pir Hüsameddin 1475
yılında Buhara‘da doğmuĢtur. Daha sonra Anadolu‘ya giden Pir Hüsameddin UĢak‘a yerleĢir.
UĢakta yaĢadığı ve böyle tanındığı için UĢĢakî diye anılır. Bu Ģehirde Halvetî Ģeyhlerinden Emir
Ahmed-i Semerkandi‘ye intisap eder. UĢak‘ta yüz yaĢına kadar yaĢar. III. Murad döneminde
Ġstanbul‘a getirilir, padiĢah onun için bir tekke yaptırır ve KasımpaĢa‘ya yerleĢtirir. Yüz yaĢından
fazla yaĢadığı rivayet edilir. 1595 yılında vefat etmiĢtir, türbesi bu semtteki kendi adıyla anılan
Hüsameddin UĢĢakî tekkesindedir. (Özdamar, 2007:1-15)
Pir‘in ölümünden sonra UĢĢakiye tarikatı üç talebesi tarafında devam ettirilmiĢtir ve farklı adlarla
anılmıĢtır. AkkuĢa‘a göre, ―HüsâmeddinUĢĢâkî‘nin tarikat silsilesi, Halvetiyye‘nin ana
kollarından Ahmediyye‘nin kurucusu YiğitbaĢı Ahmed ġemseddin Efendi‘ye ulaĢır. Kurucusu
olduğu UĢĢâkiyye tarikatından Edirneli CemâleddinUĢĢâkî‘ye (ö. 1164/1751) nisbet edilen
Cemâliyye, Cemâliyye‘den de SalâhaddinUĢĢâkî‘ye (ö. 1197/1783) nisbet edilen Salâhiyye ve
CâhidîAhmed Efendi‘ye (ö. 1070/1659) nisbet edilen Câhidiyye Ģubeleri meydana gelmiĢtir.‖
(AkkuĢ, 1998:515)
Günümüzde, merkezleri Ġstanbul/KasımpaĢa olmak üzere PîrSeyyidHüsâmeddinĢĢâkî Vakfı
çatısı altında UĢĢakilerin birçok Ģehir ve ülkede Ģubeleri bulunmaktadır. Vakıf ve Ģubeleri, ilmi
toplantı ve kurslar düzenlemek, ihtiyaç sahiplerine maddi destekler yapmak, yurt içi ve dıĢında
ahlak dersleri tertip etmek gibi faaliyetler yapmaktadır. Vakıf, isminin kaynağını ve amaçlarını
resmi internet sitesi http://www.ussakivakfi.org/ ‗da Ģöyle ifade etmektedir:
―UĢĢâkî vakfı ismini peygamber torunu tasavvuf ve islam âlimi hâtemen Pir, Seyyid Hasan
HüsâmeddiniUĢĢâkî
hazretlerinden
almıĢtır.
UĢĢâkî
vakıfları,
Pir
Seyyid
Hasan
HüsâmeddinUĢĢâkî hazretlerinin bıraktığı mirâsa sahip çıkarak, onun tasavvuf yolunu, eserlerini,
fikirlerini, kısaca tüm mirasını daha sonraki nesillere aktarabilmek için kurulmuĢlardır.‖
26
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Son zamanlarda her türlü medyada yer almaya baĢlayan UĢĢakiler, yurt dıĢında da birçok faaliyet
yapmaya
baĢlamıĢtır.
(Konuralp,
2006)
UĢĢakiler
ve
UĢĢakilik
hakkında
http://www.ussakivakfi.org/ adlı internet sitesinden detaylı bilgi bulunabilir.
Sofracı Kavramı
ġairler mahlas seçerken kiĢiliklerine uygun veya yaptıkları iĢe göre uygun düĢen kelimeleri
tercih ederler. Bu yüzden mahlasları da Ģair ile birlikte bir değerlendirmeye tabi tutulur. ġairin
mahlasını Sofracı olarak seçmesi bir tarikata bağlılığı ve burada ifa ettiği görevi konusunda bize
bilgi verir. Tekkelerde Sofracı veya kurbancı olarak adlandırılan görevliler mutfak
malzemelerinin temini, yemek hazırlanması ve servis yapılması gibi iĢleri yapan derviĢlerdir.
ġairin de bu görevi yapan bir derviĢ olduğu anlaĢılmaktadır.
Sofracı Divanı
Tiran Milli Kütüphanesi‘nde Dr 7/19 D yer numarası ile kayıtlı olan Sofracı Divanı 48 varaktan
meydana gelmektedir. Tamir gördükten sonra kiremit renkli karton ciltli hale getirilmiĢtir.
Varakları 18.5X14, 15X11 cm. ölçülerindedir. 2a‘da ‖Sahib ve maliki Koplikzadeganlarından
El-Hac Tahir oğlu Rüstem. Sene H.1212‖ sözleri ile ifade edilen temellük kaydı bulunmaktadır.
Müstensih, istinsah tarihi ve istinsah edilen yer konusunda bilgi veren kayda yer verilmemiĢtir.
Her sayfada onbeĢ satır yer alır. Varaklar numaralandırılmıĢ olduğundan baĢtan bir varak eksik
olduğu anlaĢılmaktadır. Saman kâğıt üzerine siyah mürekkeple harekesiz rika ile yazılmıĢtır.
Mahlaslar kırmızı mürekkeple yazılmıĢ ve üzerine kırmızıçizgi çekilmiĢtir. Varak sonlarında
bulunan çobanlar da kırmızı mürekkeple yazılmıĢlardır. Okunmasında zorluk yaĢanacağı tahmin
edilen kelimeler kırmızı renkli mürekkeple harekelendirilmiĢtir. ġiirlerde geçen özel isimler de
kırmızı mürekkeple yazılmıĢtır. BaĢ tarafta mesnevi nazım Ģekliyle yazılmıĢ bir sebeb-i telif ve
devamında silsilename bulunmaktadır. Eserin baĢlangıcında yer alan bu mesnevi ve sonunda
bulunan iki elifname ile Cemali‘nin iki gazeline ve Niyazi‘nin bir gazeline yapılan tahmisler
hariç Ģiirler alfabetik sıraya göre tertip edilerek yazılmıĢtır. Kafiyelere ayrılan bölümlerde farklı
nazım Ģekilleri de yer alır. Öztürk‘ün aktardığına göre, elifnameler kimi araĢtırmacılara göre
tür(Güzel, 2006:634), kimilerine göre ise tür mü Ģekil mi olduğu belli olmayan(Gökçimen,
2010:105)bir Ģiirler olarak kabul edilir. Ayrıca Öztürk de, ―Elifname önce harfin zikredilmesi,
27
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
sonra da onunla baĢlayan bir kelimenin seçilmesi biçiminde olabildiği gibi sadece alfabetik
diziliĢleri alt alta sıralı ya da belli bir düzen dahilinde kelimelerin seçilmesi yolu ile de meydana
getirilmiĢtir. Harfler, dolayısıyla kelimeler, ekseriya rastgele olmayıp muhtevaya uygunluk
gösterir. Eski Yunan ve Latin edebiyatlarındaki akrostiĢ bizdeki karĢılığı ile ―muvaĢĢah‖ Ģiir
türüyle benzerlik göstermektedir.‖ demektedir(Öztürk, 2012:175).
Sofracı Divanı‘nda elifname suretinde yazılmıĢ bir silsilename de bulunmaktadır. ―Bir tarikatın
birbirine icâzet veren Ģeyhlerinin adlarını ihtiva eden liste olarak tanımlanan silsile ve silsileyi
oluĢturan isimlerin yazılı olduğu belgeye silsilenâme veya tomâr denilmiĢtir. Bir tarikata veya
çeĢitli tarikatlara ait silsilelerdeki isimlerin geniĢ olarak anlatıldığı eserlere de bu adlar
verilmiĢtir(Tosun, 2009:207).Silsilenameler özellikle tarikat mensubu Ģairlerin eserlerinde
görülür.
Divanın baĢ tarafında birbiri ile bütünlük taĢıyabilen iki mesneviden sonra elif harfiyle
kafiyelenmiĢ 10, be harfiyle kafiyelenmiĢ üç, te harfiyle kafiyelenmiĢ 5, se harfiyle kafiyelenmiĢ
1, cim harfiyle kafiyelenmiĢ 2, ha harfiyle kafiyelenmiĢ 1, hı harfiyle kafiyelenmiĢ 1, dal harfiyle
kafiyelenmiĢ 4, zel harfiylekafiyelenmiĢ 1, re harfiyle kafiyelenmiĢ 8, ze harfiyle kafiyelenmiĢ
7, sin harfiyle kafiyelenmiĢ 2, Ģın harfiyle kafiyelenmiĢ 3, sad harfiyle kafiyelenmiĢ 2, dat
harfiyle kafiyelenmiĢ 3, tı harfiyle kafiyelenmiĢ 2, zı harfiyle kafiyelenmiĢ 2, ayn harfiyle
kafiyelenmiĢ 2, gayn harfiyle kafiyelenmiĢ 1, fe harfiyle kafiyelenmiĢ 2, kaf harfiyle
kafiyelenmiĢ 2, kef harfiyle kafiyelenmiĢ 4, lam harfiyle kafiyelenmiĢ 8, mim
harfiyle
kafiyelenmiĢ 6, nun harfiyle kafiyelenmiĢ 10, vav harfiyle kafiyelenmiĢ 3, he harfiyle
kafiyelenmiĢ 15, ye harfiyle kafiyelenmiĢ 10 Ģiir ve sonda ise iki elifname ile Cemali‘nin iki
gazeline ve Niyazi‘nin bir gazeline yapılan tahmisler yer alır. Gazel, terkib-i bend, murabba,
tahmis ve mesnevi nazım Ģekilleriyle yazılı Ģiir toplamı 127‘dir.
Sofracı kafiyeler ile ilgili farklı bir uygulama yapmaya özen göstermiĢtir. Divanın baĢında yer
alan elifnamede mısra baĢları ve sonlarında aynı harfleri kullanmak suretiyle her beyitte bir harfi
kullanarak 28 harfi tamamlar. ġiirin devamı olarak da değerlendirebileceğimiz 58 beyit
uzunluğundaki kısımda 39 beyit boyunca her beyitte mısra baĢları ve sonlarında y harfi kafiye
olarak kullanılır. Son dokuz beyitte ise sadece mısra sonlarında y harfi ile kafiye yapılmıĢtır.
ġairler muvaĢĢah (akrostiĢ)Ģiirler yazarak mısra baĢlarında kullandıkları harflerle ancak
dikkatlice incelendikleri zaman anlaĢılabilecek kavramları gizleyerek anlatmak suretiyle
28
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Ģiirlerine zenginlik katmak isterler. Divanın baĢındaki elifname, sonunda onun devamı
mahiyetindeki Ģiir ile birlikte ele alındığı zaman eserini tamamlamaktan duyduğu sevinci
―heyyyyy...‖ Ģeklinde bir ünlem ile anlatmak istediğini düĢünebiliriz.
Divan sonunda yer alan ikinci elifnamede diğer elifname yazan Ģairlerde karĢılaĢtığımız gibi
harfler alfabetik sıraya göre mısra baĢında kullanılırlar. Üçüncü elifnamede ise harfler tersten
baĢlanarak kullanılır. Bu iki elifname beraber değerlendirildiğinde simetrik bir yapı arzettikleri
görülür.
Sofracının Edebi KiĢiliği
Mutasavvıf Ģairler Ģiirlerini bağlı bulundukları tarikatındüĢüncelerini geniĢ bir kitleye
anlatabilmek amacıyla bir araç olarak kullanırlar. O yüzden fikirlerini kolay anlaĢılır Ģekilde
edebi kaygı gütmeden anlatmaya çalıĢırlar. Sofracı da bir tarikat mensubu olduğundan aynı yolu
izler. Hatta daha etkili olması için tarikata yeni gelen derviĢlere tarikatın esaslarını anlatmak için
kaleme aldığı nutuklarında nefsine hitap eder. Böylece daha etkili bir Ģekilde derviĢlerin tarikat
geleneklerine uymalarını sağlamaya çalıĢır. Sofracı, tasavvufi anlayıĢına göre yazdığı Ģiirlerinde,
inançlarını, sevgilerini dile getirmiĢ. Sevdiği kiĢileri övmüĢ ve içindeki duyguları lirik bir tarzda
yazıya dökmüĢtür. Bunu yaparken ağdalı bir dil yerine sade ve anlaĢılır bir dil kullanmıĢtır. Allah
aĢkını, peygamber,Ehl-i beyt ve Hz. Ali sevgisini, tevhit akidesini, dini akideleri, nefis
mücadelesini Ģiir Ģeklinde ifade etmiĢtir.
Dil ve Üslubu
Diğer tasavvuf Ģairleri gibi, Sofracı da günlükdile yakın sade ve anlaĢılır bir dil
kullanmıĢtır. O yüzden Ģiirlerinde aruz ölçüsü yanında hece ölçüsünü de kullanmıĢtır. Özellikle
bazı gazelleri, içerisinde hiç bir Arapça ve Farsça tamlama kullanılmadan yazılmıĢ Ģiirlerdir.
ġiirlerinde günlük konuĢma dilinden birçok kelimeyi kullanan Sofracı, yer yer Arapça ve Farsça
tamlamalarda kullanmıĢtır. Bu da onun klasik Ģiir geleneğini bildiğini ve tarikattaiyi bir eğitim
aldığını göstermektedir. ġu beyitler oldukça sade yazılmıĢtır:
Gel ey derviĢ baña itme sen de naz
Var ise gönlünde ‗aĢkın durma yaz
29
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Erenler kuru laf almaz cihânda
Yürü gel hâlini söyle behakaz
Ġkilikdengeçüp birlik eyle sen
Olamdirseneger‗âlemde üstaz (18b/10,11,13)
ġu beyitlerde ise yer yer tamlamalar kullanmıĢtır:
Ehl-i ‘aĢkın her demi zevk u safâdır sema‘
Dost yolunacân atar ruha gıdadır sema‘
Muhabbetin Ģevkine pervâne-veĢ yandılar
Bahr-i ‘ummânadalupcezbe-i hüdâdır sema‘ (24a/5-6)
Sade bir dilin yanında çok az da olsa Arapça ifadeler de kullanmıĢtır. Bu da onun din ilimlerine
ve Arapçaya hakim olduğu göstermesi bakımından önemlidir:
Ey Sofracı fedâ eyle dilbere sen cânını
―Mutıgableentemuten‖ sırrına ir bul necât (11a/2)
HakkTe‘âlâ buyurdu Musa‘ya ―lenterâni‖
Vücudunda anların nice sultân gizlidir (16b/9)
Sofracı Ģiirlerinde sanat kaygısı gütmez, onun amacı Ģiiri bir araç olarak kullanmak ve fikirlerini
ifade etmektir. Bundan dolayı halka hitap etmiĢ ve bu sebeple herkesin anlayabileceği sade bir
dil kullanmıĢtır. AĢağıdaki beyitleri onun sade ve anlaĢılır bir dil kullandığını göstermektedir:
Nefsi kim bildi, Râbbinbuldı
ġikârın aldı ala gör sende
Sofracı söyler kendisi dinler
Gözüm kan aglar göresin sende (37b/4-5)
30
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Sofracı divanı harekesiz bir metin olduğu için tahmini yazıldığı yüzyıla göre Osmanlı
Türkçesiyle okumayı tercih ettik. Ancak eser, Eski Anadolu Türkçesi dil özellikleri de
göstermektedir. Bu Ģairin halkın anlaması için sade bir dil kullanmayı tercih etmesindendir.
seninçün (4a/5), fırsand (10a/4), oluben (10a/11), aldamasun(10b/5), urmuĢum (11a/12), görücek
(39b/10) gibi ifadeler onun halkın diline çok yaklaĢtığını göstermektedir.
ġiirlerini, dini tasavvufi bir çizgide yazan Sofracı‘nın Ģiirlerinde üslup açısından Yunus Emre
gibi tasavvuf Ģairlerinden etkilendiği görülür:
Aç gözün sen sana bak, sendedir bu dört kitab
Cehlini elden bırak, sendedir bu dört kitab (9b/8)
Otuz iki harfi okudum tamam
Gidüp benlik kalmadı hiç bahâne (36b/6)
Sofracı‘nın baĢka bir mutasavvıf Ģair olan Hüdayi ile aynı redifi kullanarak ―Tevhide Gel‖ redifli
bir Ģiir yazmıĢ olması ondan da etkilendiğini gösterir.Muhtemelen bu Ģiir de Hüdayi‘nin Ģiiri gibi
bestelenip tekkelerde okunmuĢ olabilir.
Sultân olmak ister isen sen eger
Tevhîde gel, tevhîdegel tevhîde
Sırrı Hakk‘dan almak istersenhaber
Tevhîde gel, tevhîdegel tevhîde (39a/4-5)
Aziz MahmudHüdayi‘nintevhide gel redifle Ģiirinin ilk beyti de Ģöyledir:
Buyruğun tut Rahman'ın, tevhide gel tevhide
Tazelensin imanın, tevhide gel tevhide (Tatçı&Yıldız, 2005:220)
Sonuç
Tanıtımını yaptığımız ve genel olarak değerlendirdiğimiz eser ―Sofracı Divanı‖, Sofracı mahlaslı
UĢĢaki tarikatına bağlı bir tasavvuf Ģairi olan DerviĢ Ali tarafından yazılmıĢtır. Divan baĢta
31
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
elifname ile baĢlayıp yine elifname ile bitmektedir. Divanda gazeller,musammatlar, tahmisler ve
elifnameler vardır. Manzumeler, dinî-tasavvufî edebiyat geleneği çerçevesinde yazılmıĢ, Ģekil ve
muhteva olarak bu edebiyatın kaidelerine bağlı kalınmıĢtır. Dörtlük ya da beyit nazım
birimleriyle yazılmıĢ olan manzumelerde, dinî-tasavvufî edebiyatın ilahi aĢk, ahlak, ibadet gibi
bilinen ve ortak konuları, tasavvuf adabı ve erkanı, sufi bir bakıĢ açısıyla, öğretici ve rehberlik
edici bir tarzda yazılmıĢtır. Divan üzerine yapılacak olan dil araĢtırmaları, farklı tematik ve
mukayeseli çalıĢmaların, divanın muhtevasının anlaĢılması ve zenginliğinin ortaya konması
bakımından faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Kaynakça
AkkuĢ, Mehmet(1998). Hüsameddin UĢĢakî, Diyanet Ġslam Ansiklopedisi, c.18, s.515, Ġstanbul.
Aziz MahmudHüdayi(2005), Divan-ı Ġlahiyat, (Haz. Mustafa Tatçı, Musa Yıldız), 1.bs., Üsküdar
AraĢtırma Merkezi, Ġstanbul.
Gökçimen, Ahmet(2010). Türkmen Edebiyatında Elifname, Atatürk Üniversitesi Türkiyat
AraĢtırmaları Enstitüsü Dergisi (TAED), 43, Erzurum, ss. 105-120.
Güzel, Abdurrahman(2006). Dini-Tasavvufi Türk Edebiyatı, AkçağYayınları , Ankara.
Konuralp, Okan(2006). Türkiye‘nin Tarikat Ve Cemaat Haritası, Hürriyet Gazetesi, 17 Eylül
2006.
Özdamar, Mustafa(2007). Hüsameddin UĢĢaki ve UĢĢakiler, Kırk Kandil Yayınları, Ġstanbul.
Öztürk, Nuran(2012). Elifname ve Nidai'ninElifname'si, Çukurova Üniversitesi, Türkoloji
Sempozyumu Bildirileri, Adana.
Serin, Rahmi(1984). Ġslam Tasavvufunda Halvetilik ve Halvetiler, Petek Yayınları, Ġstanbul.
Sofracı Divanı, DerviĢ Ali, Arnavutluk Milli Kütüphanesi Yazma Eserler Bölümü, Nur: Dr. 7. D.
19.
Tosun, Necdet(2009). Silsile, Diyanet Ġslam Ansiklopedisi, c.37, s.2, Ġstanbul.
Yücer, Hür Mahmut(2002). XIX. Asırda Anadolu‘da Tasavvuf, Marmara Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, YayımlanmamıĢ Doktora Tezi.
http://www.ussakivakfi.org/
32
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
CUMHURĠYET DÖNEMĠ TÜRKÇE ÖĞRETĠM PROGRAMLARININ YAZMA
BECERĠSĠ BAKIMINDAN ĠNCELENMESĠ
Ali Fuat ARICI
Hikmet DEGEÇ
Özet
1924 yılında hazırlanan program, cumhuriyet döneminin ilk Türkçe programı olma özelliği
taĢımaktadır. Bu programın adı 1340 ―Lise Birinci Devre Müfredat Programı‖ olarak
belirlenmiĢtir. Programda yer alan ―lise birinci devre Türkçe‖ ibaresi, cumhuriyet döneminin
baĢlangıç yıllarında ortaokul ve liselerin tek bir yapı altında birleĢmiĢ olmasından
kaynaklanmaktadır. Bu yapının ortaokul devresi birinci devre; lise devresi ise ikinci devre olarak
adlandırılmıĢtır. Bu nedenle Türkçe programı da lise programı ile birlikte yayınlanmıĢtır.
Türkçe eğitimi ve öğretimi dinleme, konuĢma, okuma, yazma becerileri ile dil bilgisi etkinlikleri
üzerine temellendirilmiĢtir. Bu ayrım, uygulamalarda kolaylık olması açısından yapılmıĢtır. Bu
etkinlik alanları, kendi içinde bir bütünlük taĢıdığından Türkçe dersleri iĢlenirken buna uyulmaz.
Yeri ve zamanına göre bir etkinlikten diğerine, derste herhangi bir kopukluk olmamasına dikkat
ederek geçiĢler yapılır. Türkçe öğretiminin en önemli ilkelerinden birisi de değiĢik dil
çalıĢmaları, etkinlikleri arasında sıkı bir iĢ birliğinin bulunması gerektiğidir. 1924 Türkçe
programında Türkçe öğretimine bir bütün olarak yaklaĢılmadığı görülmektedir. Türkçe dersi
kendi içinde kıraat, sarf ve nahiv, kitabet… gibi alanlara bölünmüĢtür. Programda belirtilen
dersler yoluyla öğrencilere okuma, yazma, konuĢma becerileri kazandırılmaya, dil bilgisi
konuları öğretilmeye çalıĢılmaktadır. Yeni alfabenin kabulü ile birlikte 1929 yılında yeni bir
Türkçe programı hazırlanarak 1930 yılında uygulanmaya baĢlamıĢtır. Ancak bu programda da
Türkçe derslerine bir bütün olarak yaklaĢılmamıĢtır. Programda Türkçe dersleri gramer, tahrir ve

Doç. Dr. Dumlupınar Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi, Kütahya.

Okt. Dumlupınar Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi, Kütahya.
33
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
kıraat alanlarına ayrılmıĢ ve bunların her biri için farklı ders saatleri belirlenmiĢtir.
Anahtar Kelimeler: Türkçe, öğretim programları, yazma eğitimi.
Researching of Writing Skill of the Republic Period Turkish
Teaching Programmes
ABSTRACT
The programme which was arranged in 1924, is the first Turkish programme of republic period.
The name of this programme has been determined as ―the first period curriculum programme of
high school‖). The clause of ―the first period curriculum‖ which is in the programme shows that
secondary school and high school were associated in the same system at the beginning of the
republic period. The secondary school period of this structure has been named as the first period
and high school period has been named as the second period. For this reason, Turkish
programme was published with high school programme. Turkish education was based on
listening, speaking, reading, writing skills and grammar. This division was made in terms of
convenience in practices. These practices which has integrity are not performed during Turkish
classes. During the classes, practices are performed without disconnection. One of the most
significant principle of Turkish teaching is that there is a cooperation between language
practices. Turkish teaching was not approached as a whole in 1924 Turkish programme. Turkish
class is divided into parts named reading, grammar, rhetoric, writing and speaking skills are
being had and grammar is being taught by these classes that are in the programme.
By accepting of new alphabet, a new Turkish programme was worked out in 1929 and was put
into practice in 1930 But as before, Turkish classes were not approached as a whole in this
programme either. In the programme, Turkish classes are divided into grammar and reading
parts, also different schedules are specified for these parts.
34
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
GiriĢ
Cumhuriyet döneminin ilk programı Cumhuriyetin ilanından 1 yıl sonra 1924 yılında
hazırlanmıĢtır. Bu program, ―Lise Birinci Devre Müfredat Programı‖ olarak belirlenmiĢtir.
Bunun ortaokul kısmı birinci devre; lise kısmı ise ikinci devre olarak adlandırılmıĢtır. Bu nedenle
lise programı ile birlikte yer almıĢtır. Yeni alfabenin kabulü ile birlikte 1929 yılında yeni bir
Türkçe programı hazırlanarak 1930 yılında uygulanmaya baĢlamıĢtır. 1931-32 ders senesinde
Türkçe programı tadilatı yapılmıĢtır. 1938 yılında ‗Ortaokul Türkçe Programı adıyla yeni bir
program hazırlanmıĢtır. Yine aynı adla 1949 yılında program yenilenmiĢtir. 1962‘de yine aynı
baĢlıkla yeni bir Türkçe programı yapılmıĢtır. 1981 yılında ise ilkokul ve ortaokul programları
birlikte ‗Ġlköğretim Okulları Türkçe Eğitim Programı‘ adıyla yenilenmiĢtir. Cumhuriyet
döneminin son programı ise 2006 yılında tamamlanmıĢtır.
1340 [1924] Türkçe Programı
Bu programın adı 1340 ―Lise Birinci Devre Müfredat Programı‖ 1 olarak belirlenmiĢtir.
Programda yer alan ―lise birinci devre Türkçe‖ ibaresi, cumhuriyet döneminin baĢlangıç
yıllarında ortaokul ve liselerin tek bir yapı altında birleĢmiĢ olmasından kaynaklanmaktadır. Bu
yapının ortaokul devresi birinci devre; lise devresi ise ikinci devre olarak adlandırılmıĢtır. Bu
nedenle Türkçe programı da lise programı ile birlikte yayınlanmıĢtır.
1924 Türkçe programında Türkçe öğretimine bir bütün olarak yaklaĢılmadığı görülmektedir.
Türkçe dersi kendi içinde kıraat, sarf ve nahiv, kitabet… gibi alanlara bölünmüĢtür. Programda
belirtilen dersler yoluyla öğrencilere okuma, yazma, konuĢma becerileri kazandırılmaya, dil
bilgisi konuları öğretilmeye çalıĢılmaktadır.
1924 programında yazma becerisine yönelik birinci sene haftada 1 saat ―imla‖ ile 1 saat
―kitabet‖, ikinci sene haftada 1‘er saat ―imla ve kitabet‖, üçüncü sene ise haftada 1saat ―kitabet‖
dersleri yer almaktadır.
1
Maarif Vekâleti; Lise Birinci Devre Müfredat Programı, MatbaaiȂmire, Ġstanbul, 1340
35
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
1924 Türkçe programında birinci sene imla dersinde birtalebe tahtaya kaldırılarak müĢterek ve
münferit tedris usulünetabiiyetle gösterilir. Yazdırılacak parçalar o hafta zarfında okunan sarf
kaideleriyle mütenasip vasıfları haiz olanlar içinden intihap edilir. Kitabet dersinde ise talebenin
müĢahede ve tahassüslerine müstenit serbest mevzular esas hududu çizilmiĢ vazifeler Ģeklinde
verilmiĢtir. Ġkinci sene imla dersinde birinci sınıf programının mütekâmilen devamı, kitabet
dersinde ise talebenin kabiliyetine ve müktesebatına göre vazifeler Ģeklinde verilmiĢtir. Üçüncü
sınıfta ise bir saatlik kitabet dersinde yıl içinde edebi malumata müsteniden esas hududu çizilmiĢ
vazifelere ve talebenin müĢahedelerine müstenit serbest mevzulara devamı Ģeklinde ifade
edilmiĢtir.
Tahrir mevzuları hayattaki ihtiyaçlara tekabül etmelidir. Çocuk Ģahsi görüĢleriyle yazı
hazırlamakta serbest olmalıdır..Bununlabirlikte muallimin hududunu çizerek vazife vermesi icap
eder. Tahrir dersleri yine talebenin müĢahede ve tahassüslerine, muallimin vereceği esas, hududu
muayyen mevzulara ait olmak üzere mütekamilen devam etmelidir. Muhtelif üslupta yazılmıĢ
eserlere dair bazı mülahaza ve tenkit tecrübelerinde bulunmak da faydalı olur.
1929 Ortamektep Türkçe Programı
Yeni Türk alfabesinin kabulünden sonra 1929 yılında Türkçe programı yeniden düzenlendi2.
Ders içeriği gramer, kıraat ve tahrir olmak üzere üç ana bölüme ayrılmıĢtır. Ders saatleri ise
1.sınıf için haftada 2saat, 2.sınıf için 1saat, üçüncü sınıf için ise 1saat olarak belirlenmiĢtir.
Derslerin gayesi yedi madde ile ele alınmıĢtır. Kabul edilen yeni alfabenin kurallarına yönelik
gayelerin arasında gramer ve sentaks kaideleri maddesi yer almıĢtır. Ancak gramer konuları
sadece baĢlık düzeyinde nelerin iĢleneceği ile sınırlı tutulmuĢ alt baĢlık olarak derinlemesine
bilgi açılımı yapılmamıĢtır. Bir baĢka gaye maddesinde ise dönemin yazıĢmaları içerisinde
önemli bir yeri olan mektup yazmaya yer verilmiĢtir. Sanat ve düĢünce ağırlıklı yazılar yeteneği
2
Maarif Vekâleti; Ortamektep ve Liselerin Türkçe Müfredat Programı, Yeni Gün Matbaası, Ankara, 1929
36
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
keĢfedilen, yazmaya yatkın talebeye yönelikken, mektup gibi toplumun her kesimini ilgilendiren
türlerin yazılması her talebeyi kapsamıĢtır. Talebenin gördüklerini, düĢüncelerini ve
tasarladıklarını yazı ile anlatıp bunu alıĢkanlık haline getirebilmesi amaçlanmıĢtır.
Yazınsal ürünlerin ortaya koyulmasında harflerin doğru yazılmasına ve talebenin kelime gücünü
arttırmaya yönelik çalıĢmalara ağırlık verilmiĢtir. Dil bilgisi sorunlarının tümevarım yöntemiyle
öğretilmesi tavsiye edilmiĢtir. Neyin yazılacağından çok nasıl yazılacağı üzerinde durulmuĢtur.
Tahrir mevzularının genel hedeflerine baktığımızda ise; anlatım çalıĢmaları, okuma çalıĢmaları,
milli ve ahlaki açıdan olumlu değer kazandırma olarak belirlenmiĢtir. Birinci, ikinci ve üçüncü
sınıflarda da bir ilk olarak Türk inkılâbına dair mevzular yer almıĢtır. Ġnkılâpların içeriğinin ve
amaçlarının talebeye doğru bir Ģekilde aktarılabilmesi için tahrir mevzularına böyle bir madde
dâhil edilmiĢtir.
Halk millet mekteplerinde yeni yazıyı ve vatani mevzuları öğrenirken, talebelerde okullarda
hazırlanan 1929 Ortamektep programıyla mahalli, milli veya vatani mevzuları öğrenmiĢlerdir.
Birinci sınıf tahrir mevzusunda talebenin anlatacağı hadiselere kısıtlamalar getirilerek, konu
daraltılmıĢtır. Sınıfa iliĢkin konuların anlatılmasına, iliĢkin olmayan konulara ise yer verilmemesi
tavsiye edilmiĢtir. Diğer maddesinde ise bir nesnenin her yönden anlatılması gerektiğine ancak
sınıftaki diğer talebelerin bilmediği nesnelerin tanımlanması, anlatılmasının daha gerekli olacağı
düĢünülmüĢtür. Yine nesne tasvirinden baĢka okuduğu kitaba yönelik özeti de yaparken
arkadaĢlarının ilgisini çekecek Ģekilde yapmalıdır. Bu üç tahrir mevzusunda genel olarak birey
değil sınıfın tümünü kapsayan amaçlar yer almıĢtır. Konular aktarılırken genel öğrenmeye önem
verilmiĢtir. Talebenin düĢünsel gücünün arttırılması için tamamlanmamıĢ metinlere baĢvurulmuĢ,
bu metinlerle yarım kalan hikâyenin farklı Ģekillerde tamamlanabilmesine müsaade verilmiĢtir.
KonuĢmaya dair çalıĢmaları ise talebenin gezintileri, mektep haricindeki faaliyetleriyle
tamamlanmıĢtır.Ġkinci sınıf mevzuları ise genel itibariyle talebenin biliĢ üstü algılamalarını
ortaya çıkaracak maddeleri içermektedir. Soyut faaliyetler, kavramlar amaçları içine alan konular
37
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
olmuĢtur. Hayal kurabilmenin ulvi gücünü gösterebilmek adına okudukları her türlü eserde
gerçek olmayan konuĢmalara, söyleĢilere yer verilmesi tavsiyeler arasındadır.
Hayal ve hakikat ayrımının göz önünde bulundurularak talebeye düĢsel gezintiler yaptırılması
amaçlanmıĢtır. Yine birinci sınıf mevzusunda yer aldığı gibi burada da Türk inkılâbına dair
mevzuların öğretilmesi amaçlanmıĢtır. Talebe temas ettiği hayatları arkadaĢlarına aktarırken
onlarla basit düzeyse karĢılıklı fikir alıĢveriĢine girmesine izin verilebileceği de yer almıĢtır.
Gördükleri yerlerin izlenimlerinden de öte bu yerlere nasıl ulaĢılabileceğine de değinmesi
gerektiği belirtilmiĢtir.
Üçüncü sınıf tahrir mevzuları incelendiğinde karĢımıza geleceğe yönelik tasarımlara ağırlık
verildiği görülmektedir. Talebe meslekler hakkında bilgi sahibi olup bunları arkadaĢlarına ifade
edebilmesi gerektiği yazılmıĢtır. Yine kitaptaki bir konuya, yazara yönelik mektup yazdırılması
da geleceğe yönelik yazma alıĢkanlığının kazanımına dönük faaliyetlerdir.
Üçüncü sınıf mevzularında diğer iki sınıftan farklı olarak talebelerin bir konuya iliĢkin tutum ve
davranıĢlarını ölçme yoluna gidilmiĢtir. Üzerlerinde bıraktığı etkiler test edilmeye çalıĢılmıĢtır.
Kendilerinde bıraktığı izlenimlere dayanarak bunların sözlü olarak anlatılması gerektiği yer
verilen maddeler arasındadır. Son olarak da 1929 programı olması sebebiyle üçüncü sınıfta da
Türk inkılâp mevzularına ek olarak Türk Cumhuriyeti cephelerine ait mevzular da yerini
almıĢtır.
1931-1932 Ders Senesi Tadilati Türkçe Programı
1931-32 ders senesi tadilatı Türkçe programı hemen hemen 1929 ortamektep Türkçe
programının tekrarı niteliğindedir3. Tahrir derslerinin gayesi, tahrir mevzularının sınıflara göre
saat dağılımı ve tashih ederken dikkate alınacak noktalar da 1929 Türkçe programıyla birebir
örtüĢmektedir. Yeni Türk alfabesinin kabulü, Arapça derslerin müfredattan çıkarılması nedeniyle
1929 programı yeniden gözden geçirilerek Türkçe derslere farklı bir içerik kazandırılmıĢtır.
3
Maarif Vekâleti; Ortamektep Müfredat Programı (1931-1932 Ders Senesi Tadilatı), Devlet Matbaası,
Ġstanbul, 1931
38
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
1938 Ortaokul Türkçe Programı4
Bu program genel amaçların en ayrıntılı Ģekilde aktarıldığı programdır. Ders içeriği gramer,
kıraat ve tahrir olmak üzere üç ana bölüme ayrılmıĢtır. Tahrir mevzuları sınıflara ayrılmıĢ ancak
saatler belirtilmemiĢtir. Derslerin gayesi ise altı bölümle belirtilmiĢtir. Tahrir derslerinin
gayesinden bir madde olan ―gramer ve sentaks kaidelerine muvafık olarak yazmaya alıĢtırmak‖
program gayelerinden çıkarılmıĢtır.1929 ve 1931-32 senelerindeki Türkçe programında yeni
Türk alfabeleri talebeye benimsetildiği için 1938 programında böyle bir maddeye ihtiyaç
duyulmadığı için çıkarılmıĢtır.
Birinci sınıf tahrir mevzularında genele yönelik amaçlar yine devam etmektedir. Verilen
bilgilerden alınacak olan genel çıkarımlar da talebe temellidir. Konuların talebenin arkadaĢlarına
yönelik hazırlanması gerektiği belirtilmiĢtir. Bildiği konuların aksine bilmediklerinin öğretilmesi,
ilgisini çekecek konulara ağırlık verilmesi gerektiği yer almıĢtır. Daha önceki programda Arapça
ve Farsça derslerin kaldırılması ve kelimelerin lügatten çıkarılmasıyla birlikte bu programda
maddelerde bulunan cümlelerden ―muallim‖ yerine ―öğretmen‖, ―alaka‖ sözcüğünün yerini ise
―ilgi‖ almıĢtır. Bunun dıĢında tahrir mevzularının maddeleri bir önceki dönemle birebir aynıdır,
farklılık arz etmez.
Ġkinci sınıf tahrir mevzularına geldiğimizde ise talebenin gerçekdıĢı unsurları kullanabilmesi
sağlanmaya çalıĢılmıĢtır. Okudukları, dinledikleri veya yaĢamlarında rastladıkları birçok Ģahsiyet
arasından hangisini beğenip rol aldığı tespit edilmeye çalıĢılmaktadır. Bu sayede talebenin
karakterini analiz edebilmek mümkündür. Bir baĢka maddede hayran oldukları Ģahsiyetle hayali
söyleĢi yapma imkânları herhangi biriyle söyleĢi yapmaya göre daha fazla merak uyandırır ve
söyleĢiyi gerçekleĢtirme arzusunu arttırır. Talebenin gezip gördüğü yerleri anlatıp bu yerler
hakkında yol tarifi, kültür gibi alt baĢlıklardan da bahsetmeyi çocuğun çok yönlü düĢünmesini
sağlamıĢtır. Ortaya çıkabilecek sade münakaĢalara da sınır getirilmiĢtir. Böylece çocuğun daha
saygılı tartıĢabileceği düĢünülmüĢtür.
4
Kültür Bakanlığı, Ortaokul Programı, Devlet Basımevi, Ġstanbul, 1938.
39
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Son olarak 3.sınıf tahrir mevzularına baktığımızda ise meslekler genel kavramlarıyla öğretilip
hangi mesleğe nasıl girildiği ve meslekte bulunulduğundaki faydaları göstermek amaçlanmıĢtır.
Talebenin geleceğe dönük ilk basamağını atabilmesi için böyle bir madde seçilmiĢtir. Bu madde
sayesinde talebenin meslekleri düĢünebilmesi ve bunlar arasında mukayese edebilmesi gerektiği
belirlenmiĢtir.
Resmi iĢlerde baĢvurulacak dilekçe gibi yazıĢma ürünlerinin üzerinde bu programda da
durulmuĢtur. ÇeĢitli sahalarda farklı mevkilerdeki Ģahsiyetlere yönelik mektup yazdırılması da
amaçlar içerisinde yerini almıĢtır.
Bu üç sınıf dıĢında her sınıf için belirlenen dört madde vardır. Bu maddelerde genel olarak
talebenin yaĢamı içerisinden ona temas edilmesi gerektiği amaçlanmıĢ bir ürün ortaya koyarken
talebenin çevresiyle etkileĢim halinde olmasının daha yararlı olacağı düĢünülmüĢtür. Yazılacak
olan eserlerin önemli bir amaç taĢıması gerektiği de var olan maddeler arasındadır. Yazılı
basından bir türde yayınlanması belirlenirse talebenin daha fazla istekli olacağına karar
verilmiĢtir.
1949 Ortaokul Türkçe Programı5
1949 Türkçe programı diğer programlardan daha kapsamlı ve daha geniĢtir. Ders içeriğinde
amaç, açıklamalar, plan, konu ve düzeltmeler bölümü yer almıĢtır. Programın genel amaçlarına
baktığımızda muhakeme, güzel konuĢma-yazma ve imgelem yer almıĢtır. Amaçları ise sekiz
maddeden oluĢmuĢtur. Bir önceki programlardan farklı olarak talebenin okuma-yazma
çalıĢmalarıyla imgelemini geliĢtirme ve güzel konuĢma ve yazma yeteneklerini geliĢtirme de
maddelere eklenmiĢtir.
Açıklamalar bölümünde yazının bireyin yaĢantısında, kendini ifade etmesindeki önemine
değinilmiĢtir. Hayatın her anında birçok gözlem yapmak mümkündür. Bu gözlemleri de
5
MEB; Ortaokul Programı, MEB Basımevi, İstanbul, 1949
40
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
aktarmanın en önemli yolu da yazıdan geçmektedir. Bu nedenle yazıya 1949 programında daha
fazla önem verilmiĢtir. Söz ve yazı ile nakledilen bu tür ürünlerle Türkçe derslerinin de çocuğun
gözünde öneminin artacağı belirtilmiĢtir.
Yazı ile ifade adlı alt baĢlıkta ise kompozisyonun olmazsa olmazlarına değinilmiĢtir. Öğrencinin
güzel yazı yazma adına hususları da beĢ madde olarak bu alt baĢlıkta yerini almıĢtır. Düzgün
yazabilmek öğrencinin biliĢsel geliĢimiyle alakalı olduğu için düzgün yazabilmenin yolunun da
düzgün konuĢmak olduğu gösterilmiĢtir. Öğrenciye yazma aĢamasında öğretmen değerlendiren
taraf değil, rehber konumunda olan taraf olmalıdır. Yazı dilini ise yapay bir dilden öte daha
samimi ve sıcak bir dile çevrilmeye çalıĢılması gerektiği belirlenmiĢtir. Öğrenciye düzgün yazı
yazabilme alıĢkanlığı kazandırabilmek için de yine beĢ madde oluĢturulmuĢtur.Bu maddelerde
okunaklı yazı, imla kuralları, dilbilgisi kuralları, noktalama iĢaretleri dikkat edilmesi gereken
hususlar olarak yer almıĢtır. Bu konunun sonundaysa serbest yazma çalıĢmalarının en faydalı
olacağına karar verilmiĢtir.
Ders içeriklerinde plana geldiğimizde ise plan, ilk defa programa girmiĢtir. Plan sayesinde
tesadüf kavramı öğrenicinin yaĢamından kaldırılıp tertip ve düzenin yerine getirilmesi
amaçlanmıĢtır. Öğretmen tarafından verilecek olan planlar öğrenciyi kısıtlayacağı düĢünülmüĢ
bu nedenle planın öğrenciye hazırlatılmasına karar verilmiĢtir. Buna yönelikte üç tip plan
belirlenmiĢtir. Ġlk plan devinsel-hareki plandır. Bu planda olayların akıĢındaki hareketlere,
olayların düzenlenmesine ağırlık verilmiĢtir. Hikâye anlatma, gezi yazıları gibi belli bir zaman
dilimine bağlı olayların saat olarak düzenlenmesinde bu planla kolaylaĢtırılmıĢtır. Fikri veya
mantıklı planda ise düĢünceye dayalı seminer, konferans, muhasebe gibi konuların iĢlenmesi
mümkündür. Bu planda ise belli bir olaydan öte olayın nasıl sonuca varıldığını tespit etmek daha
mühimdir. Son plan tiplerinden olan duygusal-hissi planda ise soyut ruh hallerinden olan sevgi,
korku, üzüntü, endiĢe gibi görünüĢlerin ortaya çıkartılması bu planla uygulanabilir. Olaylar
karĢısında verilen tepkiler, bu tepkilerin ortaya çıkıĢı ve sonuçları da bu planın kapsadığı
belirtilmiĢtir.
Planın yanı sıra konuda yer almıĢtır. Bu bölümdeyse konuların sıralanıĢı ve önceliğin yaĢanmıĢ
olanlara verilmesi kararlaĢtırılmıĢtır. Yazma konuları belirlenirken öğrencinin ilgi ve hoĢnutluğu
41
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ön planda tutulmalıdır. YaĢanılan olayların drama tekniğiyle canlandırılması öğrencide
öğrenmenin görsel hafızayla destekleneceği düĢünülmüĢtür. Öğrencinin duygularını ortaya
çıkarabilmek adına sanatsal eserleri okuduktan sonra yazıya dökmeleri ve onlardan ufak piyes,
hikâye gibi yazınsal ürünler çıkarılması gerektiği de amaçlar arasındadır. Yazma konularında
yaĢamlarındaki olayların yanı sıra yaratıcı metinler ortaya çıkartma adına serbest yazmaya
yönlendirilebilir. Bu serbest yazma çalıĢmaları çoğaltılarak devam edilmesi gerektiği
belirlenmiĢtir. Öğrenci kiĢiliklerinin geliĢtirilmesi açısından bu yazma çalıĢmaları büyük önem
taĢır. Bu sebeple öğrencilerin yazarlık tiplerinden hangisine uygun olacağının tespit edileceği
belirtilmiĢtir. Öğrencinin rahat ve derin düĢünebilmesi için öğretmenin konu daraltma yoluna
gitmemesi gerektiği de düĢünülmüĢtür.
Sınıflara göre tasnifine gelindiğinde ise birinci sınıfta ―doğrudan doğruya gözlemle elde edilen
konular‖ alt baĢlığıyla dört madde yazılmıĢ, bu maddelere genel olarak bakıldığında insan tipleri,
çeĢitli yerler arası kıyaslamalar, olayların ve eĢyanın tasviri baĢlıca mevzulardandır.
Bir diğer alt baĢlık ise ―iç gözlemle düĢünme yoluyla elde edilen konular‖ baĢlığıdır. Bu baĢlık
altında da on madde yer almıĢtır. Bu maddelere baktığımızda ise yeni kelimesi üzerine
çağrıĢımlar (yeni kitap, yeni öğretmen, yeni okul) üzerinde durulmuĢ, ruh hallerinin bıraktığı
izlenimleri, atasözü ve deyimlerin kullanımı da bu maddeler içerisinde yer almıĢtır.
Ġkinci sınıf konularına baktığımızda ―doğrudan doğruya gözlemle elde edilen konular ―dört
madde ile belirtilmiĢ. Bu maddelerde ayrıntılı tasvir önemli yer tutmuĢtur. Bunun dıĢında bilgi
Ģöleni, konferans gibi tartıĢma panellerinin tespitinin yapılmasına da karar verilmiĢtir.‖Ġç
gözlemle elde edilen konular‖ alt baĢlığında ise on bir madde yer almıĢtır. Bu maddelerde
gezilen yerlerin izlenimleri, karakterlerin tasviri, yazılan mektupların rapor Ģeklinde özetlenmesi
gibi daha ayrıntılı yöntemler belirlenmiĢtir. Son maddesinde ise ulusal ve resmi bayramlarla ilgili
konuların belirlenmesi ve bu konulara dönük duyguları aktaran yazılar yazılması amaçlanmıĢtır.
Son olarak üçüncü sınıfı incelersek karĢımıza ilk önce yine dört madde çıkar. Bu dört madde de
köy Ģehir, insan, tip ve karakter, gezilen yerlerin tasviri yer almıĢtır.‖Ġç gözlemle elde edilen
konular‖ alt baĢlığında ise tam 18maddeye yer verilmiĢtir. Üçüncü sınıf mevzularında ruh ve
42
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
düĢüncenin derin tahlilleri, bir konferans, piyes, nutuk gibi türlerin özetini çıkararak hüküm
verilebilmesi amaçlanmıĢtır. Mektuplar çeĢitlendirilerek iĢ mektupları da maddelerin arasına
eklenmiĢtir. Bu maddelerden en dikkat çekici madde ise Türk devriminin safhalarını yazıya
geçirme maddesidir. Bu maddeyle yapılan inkılâpların kalıcı olarak temellendirilmesi
amaçlanmıĢtır.
1949 programında ilk defa düzeltmeler bölümüne yer verilmiĢ. Düzeltmenin temel kazanımları
ise öğrenciyi samimi, sade, dil, imla ve yazı kurallarını ve noktalama iĢaretlerini düzgün bir
Ģekilde kullanması amaçlanmıĢtır. Düzeltmenin sadece tek bir düzlemden değil karĢılıklı,
kümeler içinde, sınıfça ve öğretmen düzeltmesi Ģeklinde olacağı açıklanmıĢtır. Düzeltmeler
öğrenciyi rencide etmeden, yanlıĢını uygun bir dille kısa cümlelerle açıklayarak ilerlenmesi
gerektiği yazılmıĢ. Yazma etkinlikleri ne denli diğer dil bilgisi konularıyla iliĢkilendirilirse o
denli baĢarı sağlayacağı gösterilmiĢtir.
1962 Ortaokul Türkçe Programı6
1962 yılında hazırlanan program 1949 programındaki amaçlarla benzerlik gösterir. Programda 8
tane amaç belirlenmiĢtir. Yazılı anlatımla ilgili olan madde 2 tanedir. Bu programda söz ve yazı
ile ifade Ģeklinde baĢlık verilmiĢtir. Öğrencilerin meramlarını düzgün bir Ģekilde ifade etmeleri
için kazanılması istenen alıĢkanlıklar:
Yazı ile Ġfade: KarĢısındakinin durumuna ve yazacağı konunun gereğine uygun bir Ģekilde
yazmak, seviyeye uygun konulardan birisini açık ve okunabilir bir Ģekilde kaleme almak,
fikirlerini bir veya birkaç paragrafla düzenleyebilmek ve sıralayabilmek, okunan bir parça veya
eserin ana hatlarını özetlemek, kendisini ilgilendiren bir yazım veya bilim konusunda
araĢtırmalarda bulunmak ve bunları okuyanları ilgilendirecek Ģekilde yazmak, küçük bir hikâye
yazmak ve bazı hikâyeleri piyes haline çevirebilmek, tarzında sıralanabilir
6
MEB; Ortaokul Programı, MEB Basımevi, İstanbul, 1962
43
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Öğrencilere yazma ile ilgili ―yazmanın, söylenenlerin tespitinden baĢka bir Ģey olmadığı, ancak
yazının konuĢmaktan daha düzgün olduğu ve kaybolmayarak kaldığı‘‘ verilen fikirlerin baĢında
gelmektedir.Öğrencilere yazma ile ilgili verilmesi gerekenlerden bir tanesi de ‖yapmacık bir
dille yazma heves ve alıĢkanlığı‘‘ ile yazanların gerçek yazma eylemine ulaĢabilmeleri için
yapılaması gerekenlerle ilgilidir.
Yazı yazmak asıl anlamında ―duygu ve düĢüncelerin tespiti‖ demek olduğuna göre, öğretmen,
ilkokuldan gelen öğrencilerin yazma kiĢiliklerini belirtmeye çalıĢacak ve ödevleri inceleyerek
edindiği kanılardan, onların yazma eğilimlerine uygun yazma konuları vermek hususunda
faydalanacaktır. Özellikle serbest yazma çalıĢmalarının bu konuda çok yararlı sonuçları
görülmektedir.
Plan:Bu programda ilk defa plan ele alınmıĢtır. Planlı yazma çalıĢmalarına gelince, öğretmen
tarafından verilecek planlar, öğrencinin serbest yazmasına engel olacağından yararlı değildir. Bu
sebeple yazma planlarının öğrencilere hazırlatılması uygundur. Öğrencinin hazırladığı plan,
yazma ödevlerini rastgeleliklerinden, bocalamalardan kurtaracağı için iyi sonuçlar verecek,
kendisine bütün hayatı boyunca faydalanacağı iyi bir alıĢkanlık kazandıracaktır. Ortaokul yazma
derslerinde uygulanabilecek plan tipleri, devimsel-hareki-plan;(Bu çeĢit planda asıl olan,
olayların akıĢındaki hareketlerin bir sıra içinde düzenlenmesi ve planın bölümlerinin buna göre
tespit edilmesidir. Bu planla hikâye etme, anlatma ve seyahat yazıları, zamana bağlı olayların
sıralanıĢlarını kolaylaĢtırır.)fikri veya mantıki plan; (makale, konferans, muhasebe konuları, fikre
dayandığı için, bu planla iĢlenebilir. Öğretmen bu planlı bir veya birkaç yazı üstünde, fikrin
konuĢunu, muhakeme, iddia ve ispat olunuĢunu ve nasıl bir sonuca varıldığını belirterek
açıklamalıdır.)duygusal- hissi-plan(küçük hissi yazılarda, sevinç ĢaĢkınlık ve üzüntü gibi ruh
halleri belirten iç görünüĢlerin yazılmasında bu plan uygulanabilir. Böyle yazılarda, küçük de
olsalar, ruh hallerinin doğuĢu, doğuĢ sebepleri, tesirleri ve sonuçları gösterilmelidir.) Ģeklindedir.
.
Konu: Ġlk sınıfların yazma konularında somuttan baĢlayarak soyuta doğru gidilmeli, önce
yaĢanmıĢ konuların hazırlanmasına önem verilmelidir. Öğrencilere verilecek konular, onların
hayat içinde müĢahede edebilecekleri konular olmalıdır. Yazma konuları öğrencinin hoĢlanacağı
nitelikte olmalıdır. Onlar, yalnız büyüklere zevk veren, sadece akıl, mantık veya öğüt içeren,
44
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
mutlaka ahlaki telkinlerle mevzularda ziyade, bu amaçlan hareketli, konuĢmalı hikâyelerle
sağlayan konulardan hoĢlanırlar. Bu sebeple ortaokul yaĢında da daha ziyade vakaları
canlandıran ödevler tercih edilmelidir. Öğrencinin bildiği, yaĢadığı ve kavradığı olaylar,
anlamaya baĢladığı gerçekler, okul, sınıf, mahalle, arkadaĢ tip ve karakterlerinin tasviri, bu ilk
yazma denemelerinin doğal konularıdır. Bir taraftan bu tip konularla çalıĢırken bir taraftan da
onları yaratıcı çalıĢmaya yönelten serbest yazma konuları denenmelidir. Ortaokul sınıflarında tek
ve serbest yazma çalıĢmaları ilk okula göre çoğaltılacaktır. Serbest yazmada ödev yanlıĢlarına
fazlaca rastlanıĢı bir sakınca gibi görünüyorsa da bunun yanında öğrenciye sağladığı yaratıcılık
ve düĢündürücülük çalıĢmalarının faydalı sonuçları unutulmamalıdır. Serbest yazma ödevlerinin
pek önemli bir faydası da, öğrencinin özel istidatlarının belirtmesinde ve öğrenci Ģahsiyetlerinin
geliĢmesinde oynadığı yapıcı roldür.
Ortaokul yazma konularını sınıflara bölmek hususunda, açıklanan konuya göre iĢletmek ve
gerektikçe bunlara aynı nitelikte yeni konular eklemek yetkisi öğretene bırakılmak Ģartıyla
aĢağıdaki tasnifin tatbiki uygun görülmüĢtür. Konular doğrudan doğruya gözlemle ve iç
gözlemle ortaya konulabilecek Ģeklinde oluĢturulmuĢtur.
Düzeltmeler bölümü ilk defa yer almıĢtır. Önceki programlarda da vardı; ancak ilk defa ayrı bir
baĢlık olarak ele alınmıĢtır. Bunlardan bazıları ilk baĢlarda öğrencinin Ģevkini hevesini
kırmayarak yaklaĢım gerekmektedir. Fakat zaman içinde belirli sınırlamalar getirmekte yarar
olacaktır. Bu program diğer programlara göre detayların fazla olduğu daha kapsamlı bir program
olarak karĢımıza çıkmaktadır.
1981 Ġlköğretim Okulları Türkçe Eğitim Programı7
Programda eğitim sistemindeki değiĢiklik sebebiyle sınıflarda ve içerikte değiĢiklik
yapılmıĢtır.6.sınıf,7.sınıf ve 8.sınıfı kapsayan yazılı anlatım amaçları belirlenmiĢtir. Genel olarak
amaçlara bakıldığında amaçların hepsi, düĢünmeye yönelik olarak belirlenmiĢtir. Bu programda
ilk defa yöntem baĢlığı da yer almıĢtır.
7
MEB; Temel Eğitim Programı, İstanbul, 1982
45
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
6.sınıf yazılı anlatım unsurlarına bakıldığında; öğrencilere paragraf kavramını kazandırma yer
almaktadır. Atasözü ve deyimlerin anlamını bir önceki programda sadece tanımlamak yer alırken
bu programda üzerine kısa bir metin yazabilme onu analiz edebilmede farklılık gösteren
maddelerdendir. Toplamda 15madde yer almasına rağmen maddeler birbiriyle iliĢki halindedir.
Maddeler arasında en önemli madde ise çocuklara yazma alıĢkanlığını kazandırabilmek adına Ģiir
defteri tutturma maddesi belirlenmiĢtir. Yine yakın çevreyi, bayram, Ģölen, Ģenlik ve her türlü
etkinliği de kısaca anlatabilme becerisini kazandırma amaçlanmıĢtır.
7.sınıf unsurlarına gelindiğinde ise cümle yapılarının üzerinde durulması gerektiği, yazıĢma
etkinliklerini yazabilmek, daha sonra da bir olay üzerine rapor yazabilmek yer alan maddelerden
biridir.17. maddeyle belirlenen bu hususlarda öğrencinin izlenimleri, deyim ve betimlemelerine
önem verilmiĢtir. Bir diğer maddedeyse yeteneği olan öğrencilerin belirlenerek o öğrencilere
sanatsal metinler yazdırma eğilimine girilmesi gerektiği aktarılmıĢtır.
Son sınıf olan 8.sınıfın yazmaya iliĢkin maddelerine bakıldığında yurt ve dünya sorunları ile
ilgili yazı yazabilme en dikkat çekici maddelerden birisidir. Öğrencilerin geleceğe dönük
öğrenim ve hayatıyla ilgili düĢündüklerini rahatça anlatabilmelerini sağlamakta önemli maddeler
arasındadır. Uygun cümlelerle kurulan paragraflarda da yazıya uygun bir plan gütme amacı yer
almıĢtır. Toplamda 17madde olmakla birlikte genel olarak yazınsal türlerin içeriği üzerinde
durulmuĢ ve bu türlerin düzgün yazıyla aktarılmasına ağırlık verilmiĢtir.
2006 Ġlköğretim Türkçe Dersi Öğretim Programı8
Yazma alt baĢlığı altında yazılı anlatım kavramı tanımlanmıĢtır. Yazma becerisinin kazanılması
için uzun ve çeĢitli merhalelerin olduğu yazılmıĢtır. Yazma becerisini tek cepheden ele almak
yerine çok yönlü, dil bilgisi etkinlikleriyle desteklenmesi gerektiği belirtilmiĢtir.
8
MEB; İlköğretim Türkçe Dersi Öğretim Programı ve Kılavuzu (6, 7, 8. Sınıflar), MEB Yayınları, Ankara, 2006
46
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Öğretmen yazma etkinliklerini zevk verici hale getirebilmek adına farklı yöntemler bulup, çeĢitli
etkinliklerle bunu sağlamaya çalıĢmalıdır. Yazma çalıĢmalarının sonuca ulaĢabilmesi için
değerlendirme yapılmasının en önemli ölçüt olduğu yazılmıĢtır. Değerlendirme yöntemlerinin de
öğretmen odaklı değil, öğrencinin bireysel olarak kendini tenkit etmesi, arkadaĢlarının da bu
eleĢtirilere katılmasıyla baĢarılı olacağı belirlenmiĢtir.
Daha önceki programlardan farklı olarak derslerin gayeleri bu programda tablolar halinde
aktarılmıĢtır. Ortaya konulan tablolarda 6.7.8. Sınıflara dönük temel dil becerileri: Yazma baĢlığı
altında amaç ve kazanımlara yer verilmiĢtir. Bu amaç ve kazanımları destekleyen etkinlik
örnekleri de yer almıĢtır. Belirlenen amaç ve kazanım ne ise o konuya dair özet niteliğindeki
bilgiler açıklamalar bölümünde yer almıĢtır. Yazma becerisine yönelik yöntem ve tekniklerde 15.
maddeyle yerini almıĢtır.2006 öğretim programında her Ģeyin temelinde öğrenci vardır. Öğrenci
ders içersinde pasif değil, aktif ve sürekli sorgulayan taraftadır. Bu programla birlikte ürün
odaklı yazma sürecinden süreç odaklı yazma planına geçiĢ yapılmıĢtır. Programda yer alan amaç
ve kazanımlar Ģu Ģekildedir:
Yazma Kurallarını Uygulama
1. Kâğıt ve sayfa düzenine dikkat eder.
2.Düzgün, okunaklı ve iĢlek bitiĢik eğik yazıyla yazar.
3. Elektronik ortamdaki yazıĢmalarda biçim ile ilgili kurallara uyar.
4. Standart Türkçe ile yazar.
5. Türkçenin kurallarına uygun cümleler kurar.
6. Yabancı dillerden arınmıĢ, dilimize henüz yerleĢmemiĢ kelimelerin yerine Türkçelerini
kullanır.
7. Olayları ve bilgileri sıraya koyarak anlatır.
8. Yazısında sebep-sonuç iliĢkileri kurar.
9. Yazısında amaç-sonuç iliĢkileri kurar.
10. Tekrara düĢmeden yazar.
11. Yazım ve noktalama kurallarına uyar
Planlı Yazma
1. Yazma konusu hakkında araĢtırma yapar.
47
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
2. Yazacaklarının taslağını oluĢturur.
3. Yazısını bir ana plan etrafında planlar.
4. Konunun özelliği uygun düĢünceyi geliĢtirme yolları kullanır.
5. Yazının ana fikrine yardımcı fikirler destekler.
6. Atasözü, deyim ve söz sanatlarını uygun durumlarda kullanarak anlatımı zenginleĢtirir.
7. Yazdığı metni görsel materyallerle destekler.
8. Yazdığı konunun ve türün özelliğine uygun bir giriĢ yapar.
9. Yazıyı etkileyici ifadelerle sonuca bağlar.
10. Yazıya konuyla ilgili kısa ve dikkatli çekici bir baĢlık bulur.
11. Dipnot, kaynakça, özet, içindekiler vb. kısımları uygun Ģekilde düzenler.
Farklı Türlerde Metinler Yazma
1. Olay yazıları yazar.
2. DüĢünce yazıları yazar.
3. Bildirme yazıları yazar.
4. ġiir yazar.
Kendi Yazdıklarını Değerlendirme
1. Yazdıklarını biçim ve içerik yönünden değerlendirir.
2. Yazdıklarını dil ve anlatım yönünden değerlendirir.
3. Yazdıklarını yazım ve noktalama kurallarına uygunluk yönünden değerlendirir.
Kendini Yazılı Olarak Ġfade Etme AlıĢkanlığı Kazanma
1. Duygu, düĢünce, hayal, izlenim ve deneyimlerini yazarak ifade eder.
2. Yeni öğrendiği kelime, kavram, atasözü ve deyimler kullanır.
3. Ġlgi alanına göre yazar.
4. ġiir defteri tutar.
5. Günlük tutar.
6. Beğendiği sözleri, metinleri ve ġiileri derler.
7. Okul dergisi ve gazetesi için yazılar hazırlar.
8. Yazdıklarını baĢkalarıyla paylaĢır ve onları değerlendirmelerini dikkate alır.
9. Yazdıklarından arĢiv oluĢturur.
10.Yazma yarıĢmalarına katılır.
Yazım ve Noktalama Kurallarını Uygulama
48
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
1. Yazım ve noktalama kurallarını kavrayarak uygular.
2. Noktalama iĢaretlerini iĢlevlerine uygun olarak kullanır. (MEB,2006)
Programda yazma becerisini geliĢtirmek amacıyla çeĢitli etkinlik örnekleri yer almaktadır.
Bunların yanında, not alma, özet çıkarma, boĢluk doldurma, kelime ve kavram havuzundan
seçerek yazma, kontrollü yazma, güdümlü yazma, yaratıcı yazma, metin tamamlama, tahminde
bulunma gibi yöntem ve tekniklere de yer verilmiĢtir.
Ülkemizde yazılı anlatım çalıĢmaları ilköğretimde baĢlar ve lise boyunca devam eder.
Üniversitede ise birkaç bölümde bu çalıĢmalara yer verilir. Bu kadar uzun süren bir öğretime
rağmen, öğrencilerin yazılı anlatım becerileri yeterince iyi değildir. Hangi öğretim kademesinde
olursa olsun öğrencilerden kompozisyon yazmaları istendiğinde bundan pek hoĢnut oldukları
söylenemez9. Bunun nedeni öğrencilerin yazma etkinliğini yeterince sevmemeleri ya da baĢarılı
olmamaları olarak düĢünülebilir.
Bütün dil becerileri gibi yazma becerisini geliĢmesi de diğer dil becerilerinin geliĢmesine
bağlıdır. Ġyi bir okuyucu veya dinleyici olunarak yazma becerisi geliĢtirilebilir. Yazma
becerisinin geliĢtirilmesinde öğretmenin tutum ve davranıĢları da etkilidir. Öğretmenin
kullandığı materyaller ve sınıf içindeki davranıĢları, öğrencilerin yazma becerisin geliĢtirecek
nitelikte olmalıdır. Öğrenmen yazma süreci boyunca öğrencilere rehberlik yapmalıdır.
Kaynakça
Maarif Vekâleti; Lise Birinci Devre Müfredat Programı, MatbaaiȂmire, Ġstanbul, 1340.
Maarif Vekâleti; Ortamektep ve Liselerin Türkçe Müfredat Programı, Yeni Gün Matbaası,
Ankara, 1929.
Maarif Vekâleti; Ortamektep Müfredat Programı (1931-1932 Ders Senesi Tadilatı), Devlet
Matbaası, Ġstanbul, 1931.
9
Arıcı, Ali Fuat ve Ungan, Suat. Yazılı Anlatım El Kitabı, Pegem Akademi Yayınları. Ankara, 2012.
49
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Kültür Bakanlığı, Ortaokul Programı, Devlet Basımevi, Ġstanbul, 1938.
MEB; Ortaokul Programı, MEB Basımevi, Ġstanbul, 1949.
MEB; Ortaokul Programı, MEB Basımevi, Ġstanbul, 1962
MEB; Temel Eğitim Programı, Ġstanbul, 1982.
MEB; Ġlköğretim Türkçe Dersi Öğretim Programı ve Kılavuzu (6, 7, 8. Sınıflar), MEB Yayınları,
Ankara, 2006.
Arıcı, Ali Fuat ve Ungan, Suat. Yazılı Anlatım El Kitabı, Pegem Akademi Yayınları. Ankara,
2012.
50
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
TÜRKÇE'DEN ÇEVĠRĠLERDE ÖZEL ĠSĠMLERĠN CĠNSĠYET
SORUNSALI
Alena ģATOVIģ
Edina USTAVDIģ NURIKIģ
ÖZET
Türk kültürüne yabancı olanların Türk özel isimleri ile ilk karĢılaĢtıklarında cinsiyetlerin
ayırımı konusunda zorluk çektikleri gözlemlenmektedir. Bu sorun özellikle cinsiyet ayrımının
(eril/diĢil kavramının) belirgin olduğu dillere Türkçeden çeviri yapılması sırasında ortaya
çıkmaktadır. Özellikle öz Türkçe ve Farsça isimlerde bu sorun daha fazla göze çarpmaktadır.
Öte yandan, bir yabancı Türkçe isimlerin anlamlarına hakim olduktan sonra görecektir ki bu
isimler cinsiyetlere toplumsal olarak yüklenen roller ve vasıflarla paralellik göstermektedir.
Örneğin erkek ismi Yiğit bir erkeklik vasfı olarak ya da kadın ismi Narin bir kadınlık vasfı
olarak bu isimlere tipik birer örnek teĢkil ederler. Bu çalıĢmada özel isimler cinsiyet
perspektifi bakımından değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: özel isimler, toplumsal cinsiyet, çeviri.
GiriĢ
Türkçe bilmeyen ya da Türkçe‘yi yeni öğrenen kimseler için Türkçe‘deki pek çok özel isim
kiĢinin cinsiyetini bildirme bakımından bir sorun olarak karĢımıza çıkmaktadır. Yazılı bir
metinde Türkçe kökenli özel bir isme rastlanıldığında bu ismin kadın veya erkek ismi olup
olmadığı sorusu cümlenin doğru anlaĢılıp, doğru tercüme edilmesi bakımından ehemmiyet
taĢımaktadır. BoĢnakça, Hırvatça, Sırpça gibi Slav kökenli dillerde bulunan gramatikal eril ve
diĢil isim (özel ve genel isimler için de geçerlidir) ayırımı cümlede geçen özel ismin
cinsiyetine vakıf olunmasını gerektirmektedir. Zira, cümledeki gramatikal yapılar, ön ek ve
son ekler, yardımcı öğeler, ismin kadın veya erkek ismi olmasına bağlı olarak değiĢkenlik
gösterir. Buna binaen, özel bir ismin hangi cinsiyete ait olduğunu belirlemek Türkçe öğrenimi
sürecinde gözardı edilmemesi gereken noktalardan biridir.

Prof. Dr. Saraybosna Üniversitesi/ Bosna Hersek.

AraĢ. Gör. Saraybosna Üniversitesi/ Bosna Hersek.
51
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Türkçe‘de bulunan erkek ve kadın isimleri incelenirken birkaç nokta ayırd edici faktör olarak
öne çıkmaktadır. Bunlardan bir tanesi, ismin hangi cinsiyete ait olduğu konusundaki
belirsizliğin daha ziyade Türkçe kökenli isimlerde ortaya çıktığıdır. Özellikle Müslüman
toplumlarda genel olarak kabul gören ve kullanılan Arapça kökenli isimler BoĢnakça‘da da
yaygın olduğu için, Türkçe‘deki Arapça kökenli isimler konusunda genel itibariyle ayırd etme
sorunu yaĢanmamaktadır. Diğer taraftan, Türkçe‘de de yaygın olan bazı Farsça kökenli
isimlerde benzer bir sorun söz konusudur.
Ġsimlerde ayırd edici bir baĢka önemli nokta ise isimlerin sözlük anlamı ile ait oldukları
cinsiyet arasında kurulabilecek olan bağ üzerinden okunabilmektedir. Toplumun her iki
cinsiyete yüklediği roller üzerinden bir değerlendirme yaptığımız takdirde, görülecektir ki bu
ikisi arasında organik bir bağ mevcuttur. Bu noktada toplumsal cinsiyet kavramını devreye
sokmamız gerekmektedir. Cinsiyet kavramı biyolojik bir olguya iĢaret eder. Kadın ve erkek
arasındaki doğuĢtan gelen, genetik, fizyolojik ve biyolojik, sabit farklılıklar bu kavram
kapsamında ele alınır. Gelgelelim, toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyet kavramının ötesinde
toplum tarafından verilen erkeklik ve kadınlık hakkında kültürel görüĢler, inanç sistemleri,
imajlar ve beklentilerle yapılanır. Farklı kültürde, tarihin farklı anlarında ve farklı
coğrafyalarda kadınlara ve erkeklere toplumsal olarak yüklenen roller ve sorumlulukları ifade
eder. Toplumsal cinsiyet kısaca, sosyal yönden kadın ve erkeğe verilen roller, sorumluluklar
olarak tanımlanır. Biyolojik olarak baktığımızda cinsiyet, fiziksel farklılıklara iĢaret ederken,
toplumsal açıdan cinsiyet, sosyal ve kültürel açıdan kadın ve erkeklerden rol beklentilerini ifade
etmektedir. Psikolog Ayten Zara'nın ifadesiyle ''toplumsal cinsiyet toplumsal, kültürel, coğrafi
farklılıklara göre bu ‗kadın‘ ve ‗erkek‘ bireylere yüklenen rolleri, sorumlulukları içerir. Biyolojik
cinsiyet doğuĢtan gelen, toplumsal cinsiyet ise sonradan edinilen özelliklerdir.'' ( Zara, Özdemir,
2012).
Bu konu hakkında Hırvat edebiyat eleĢtirmeni Dubravka Oraiç Toliç'in Ģu düĢünceleri dikkat
çekmektedir: ''Sadece gerçek dünya değil, modern kültürün sembolik evreni de keskin bir
Ģekilde iki cinsiyet alanına ayrılmıĢtır. Bu ayırım öylesine serttir ki mental, antropolojik ve
ontolojik alana kadar tüm genel kategoriler cinsi ayırım belirtileri gösterir. Rasyonalite ve
mantık alanına girebilecek her Ģey erkek cinsi ile bağdaĢtırılırken, tam tersine mantık dıĢı,
irasyonalite alanında yer alan her Ģey açıkça veya içkin olarak kadınlık çağrıĢımı yapar.
Elbette, burada ontolojik erkek ve kadın aitliklerinden değil, kültürel bir kurgudan
bahsedilmektedir'' (OraiĤ ToliĤ, 2005: 87) Buna göre, kadınsı cinsiyet rolleri sıklıkla hassasiyet,
anlayıĢ, duygusallık, bağımlılık özellikleriyle; erkeksi cinsiyet rolleri ise liderlik, baskınlık,
52
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
bağımsızlık gibi özelliklerle karakterizedir. Toplumda oluĢan bu erkek ve kadın rolleri ile kadın
ve erkeğe yüklenen özellikler, toplumca benimsenen kadın ve erkek isimlerinde de bir
tutarlılık göstermektedir.
Güçlü Erkek – Hassas Kadın
Yukarıda da değinmiĢ olduğumuz gibi toplumca kabul edilmiĢ, erkekliğin en karakteristik
özelliklerinden biri güçlü, cesur ve kahraman olduğu algısıdır. Erkek çocuklara verilen isimler
üzerinden de bu algı toplumda tekrar tekrar kurulmakta, pekiĢtirilmekte ve bireysel planda
erkek çocuğuna, sahip olması gereken özellikler konusunda bir nevi telkinde bulunulmaktadır.
''Erkek'' kelimesinin kökü olan ''er'' kelimesi ile türetilen erkek isimleri bu tür isimlere örnek
teĢkil edebilecek niteliktedir. ''Er'' kelimesinin sözlük anlamı: ''iĢini iyi bilen, yetenekli kimse,
kahraman, yiğit, rütbesiz asker''. Bu anlamdan yola çıkarak türetilen karakteristik erkek
isimlerinden bazıları Ģunlardır:
Erdoğan ( kahraman, asker olarak doğan kimse), Erdil (kahraman yürekli), Ercan (cesur,
kahraman yürekli), Erkan (kahramanlık kanı taĢıyan), Erhan ( kahraman, yiğit han, yönetici)
Türkçe'de sıfat iĢlevi gören çok sayıda özel isim de mevcuttur. Bu tür isimlerde toplumsal
cinsiyet rolleri ayırımı oldukça belirginleĢmektedir. Kadınlık ve erkeklik sınırları isimde
ihtiva edilen anlam ve nitelik ile daha da keskinleĢmektedir. AĢağıda toplum algısında
erkeklerin karakteristiği haline gelen vasıfları ifade eden erkek isimleri bulunmaktadır:
Yaman (korkulan, Ģiddetli, cesur, güçlü, iĢbilir, becerikli), Yiğit ( Çetin (sert, zor, inatçı,
azimli, Ģedid), Yavuz (gürbüz, mert, cesur, kötü, güçlü, keskin), Sarp (dik, güçlük, sert,
Ģiddetli), Engin (çok geniĢ, vasi, temiz, sağlam), Kıvanç (övünç, iftihar, sevinç, memnuniyet),
Mert (yiğit, güvenilir, erkek insan, çevik, zinde), Metin (sağlam, dayanıklı, metanetli), Olgun
(bilgi , görgü ve hoĢgörüsü geliĢmiĢ, ağırbaĢlı, kamil), Aydın (kültürlü, okumuĢ, görgülü,
münevver), Bilgin (bilgili kiĢi, alim), Eren (ermiĢ, evliya, deneyimli, akıllı, cesur, yiğit).
Dubravka Oraiç Toliç‘in de altını çizdiği gibi toplumca kabul gören kadınlık özellikleri
mantık ve dimağ alanından ziyade irrasyonalite ve duygusallık alanında ortaya çıkıyor.
Kadından beklenen hassas, Ģefkatli, duygusal, sevecen, saf, temiz, iffetli ve çoğu zaman da
erkek perspektifinden bakılacak olursa gizemli ve nazlı olmasıdır. Toplumsal algıda kadın,
aĢk, özlem, arzu gibi duyguların da öznesi haline gelmektedir. Buna Ģu örnekleri vermek
mümkündür:
53
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Nazlı, Naz, Nazenin, Nazan, Narin, Duru, Ġffet, Duygu, Özlem, Arzu, Gizem, Dilek, Rüya,
Hülya, NeĢe, Sevgi, Sevda, Sıla, Melek, FeriĢte (melek), Peri vb.
Büyük devlet yöneticileri, liderleri erkeğe atfedilen güçlü olma, baskınlık, liderlik gibi
vasıfların bir çoğunun timsali olarak karĢımıza çıkmaktadır. Türkçe‘de erkek isimleri olarak
sıklıkla görülen devlet yönetici isimleri elbette Türk tarihi ve Türk kültürü ile de yakından
ilintilidir. Türk tarihi boyunca büyük devletlerin, imparatorlukların kurulması, bu devletlerin
yöneticilerinin bir çoğunun dünyaca ünlü, güçlü, haĢmetli liderler olması ve ayrıca Türk
tarihindeki devlet geleneğinden ötürü askerlik ve kahramanlığın Türk toplumunda genel geçer
vasıflar olarak kabul görmesi itibariyle bu tarz özel isimlerin mevcudiyeti beklenen bir
durumdur. Türkçe öğrenen kimselerin Türk kültürünün bu yönüne aĢina olmaları bu noktada
önem kazanmaktadır. Ġslam öncesi ve Ġslamın ilk dönemlerinde ünlü Türk liderleri ve
kahramanların isimlerinden bazıları Ģu Ģekildedir:
Timur, Çağatay, Cengiz, Atilla, Kubilay (Moğol hanı), Teoman (Hun lideri), Mete (Hun
lideri), Bilgekaan, Kültigin Oğuz, Ertuğrul, Alparslan vb.
Bu bağlamda yukarıda zikrettiğimiz aynı nedenlerden ötürü sıklıkla kullanılan ‗‘han‘‘
ünvanından da bahsetmek gerekir. ‗‘Han‘‘ kelimesi Osmanlı padiĢahlarının adlarının sonuna
getirilen ve Doğu ülkelerinde yerli beyler için kullanılan, Türk-Moğol topluluklarında
hükümdar anlamı taĢıyan tarihi bir ünvandır. Kelimenin sözlük anlamı ‗‘ulu insan‘‘,
‗‘hükümdar‘‘dır. Türkçe erkek özel isimlerinin türetilmesinde oldukça yaygın ve verimli bir
kelime olduğu gözlemlenmektedir. Bu kelimeden birleĢik kelime olarak türetilen bazı erkek
isimleri Ģunlardır:
Okan (vladar -strijela), Ayhan (mjesec- vladar, vladar poput mjeseca), Kağan (kagan, vladar)
Hakan (han, sultan, vladar), Yiğithan (junak vladar), Ağahan (gospodar, gospodin vladar),
Alphan (hranbri, smjeli vladar), Çelikhan (ĦeliĦni vladar, vladar poput Ħelika, snaţan kao
Ħelik), Erhan(vojnik vladar, vladar vojnika), Efehan (junak vladar), Doğanhan (soko-vladar,
vladar poput sokola), Gökhan (nebo-vladar, nebeski vladar, vladar neba), Koçhan (vladar
poput ovna), Korhan (plameni vladar).
‗‘Han‘‘ kelimesi ile ayrıca yukarıda belirtilen aynı nedenlerden ötürü Arapça kökenli bazı
erkek isimlerinin sonuna getirilmek suretiyle yeni isimler türetilmektedir. Bu isimler yaygın
olarak Osmanlı padiĢahlarının isimleridir:
Murathan, Selimhan, Mehmethan, Yavuzhan vb.
54
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Bir erkeklik özelliği olarak güç ve dayanıklılık, maden isimlerinden gelen bazı özel isimlerde
de kendini göstermektedir. Çelik, Demir, Tunç gibi isimler buna tipik örnek oluĢturur. Öte
yandan kadın isimlerinde narinlik, hassaslık ve güzellik vasıflarını barındıran bazı değerli
metal ve taĢların isimlerine sıklıkla rastlanır:
GümüĢ, Zerrin (Farsça. altın), Beril, Sedef,, Zümrüt, Mercan, Ġnci, Elmas, Firuze vb..
Bu grup içindeki bazı isimler dilin özelliklerine göre modifiye edilerek BoĢnakça‘da da
kullanılır hale gelmiĢtir. Almasa, Sejdefa, Zumreta, Merdţana, Zerina vb. bu tür isimlere
örnek olarak verilebilir.
Diğer bir takım değerli kumaĢlar ve iĢlemeler de kadın isimlerinde sıkça rastlanır: Kadife,
Ġpek, Oya, Mine, Ebru vb.
Esin kaynağı doğa olayları ve doğadaki canlı ve cansız varlıklar olan erkek ve kadın
isimlerinde de benzer Ģekilde kadınlık ve erkeklik rol ve özelliklerine göndermeler vardır.
Gücü, görkemi, celaliyeti temsil eden bazı doğa olaylarının isimleri yaygın olarak erkek ismi
olarak görülür:
Volkan, Rüzgar, Bora, Yıldırım, Bulut, Tayfun, Kaya, Dağhan, Gökhan, Engin, Tufan
Doğa ilhamlı kadın isimlerinde dikkat çeken ise kullanılan isimlerden her birinin kadının
hassasiyetine bir vurgu olarak daha narin, hassas, hafif ve saf bir doğa olayını veya
oluĢumunu iĢaret ettiğidir. Bu isimlere çok sayıda örnek verilebilir:
Jale (ince nem, çiğ, kırağı), ġebnem (çiğ), Irmak, Nehir, Damla, Ada (ostrvo), Saba
(gündoğusundan esen hafif rüzgar), Meltem (karadan denize doğru esen hafif rüzgar), Burcu
(güzel koku, ıtır, sakız ağacının tomurcuğu), Yeliz ( havadar, aydınlık), Yaprak, Hazal
(kuruyup dökülen ağaç yaprakları), GüneĢ, Hilal vb.
Ay kelimesinden türetilen kadın isimlerinin çokluğu dikkat çekmektedir:
Aynur (ay ıĢığı), Ayten (ay gibi teni olan), Aysu, Aysun, Aylin (ay ıĢığı), Ayla (ıĢık çevresi, ay
ağılı, ayevi, hale), Ayça (hilal), Aydan.
Bitki ve Hayvan Ġsimleri
Bazı hayvan isimleri kadın ve erkek isimleri olarak yaygınlaĢmıĢ durumdadır. Elbette özel
isimlere konu olan bu hayvanlar fiziksel ya da karakter özellikleri ile takdir gören, beğenilen,
55
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
insanların gıpta ile baktıkları, özendikleri ve sevdikleri hayvanlar olma özelliğini taĢır. Bu tür
isimler sayıca fazla değillerse de erkek ile kadın isimleri arasındaki farklar manidardır.
Yukarıda verilen isim örneklerinde olduğu gibi burada hayvanların özellikleri ile cinsiyet
özellikleri arasında paralellikler söz konusudur.
Kartal, ġahin, Arslan, Yunus, Doğan vb. gibi isimler erkek isimleri olarak karĢımıza çıkar. Bu
hayvanların tehlikeli, güçlü, cesur, bağımsız ve zeki olma özellikleri, aynı zamanda toplumun
erkeğe atfettiği özelliklerdir. Diğer taraftan, bu tür kadın isimlerine baktığımızda güzellik,
sevimlilik, ürkeklik, narinlik gibi niteliklerin öne çıktığını görebiliriz:
Ceylan, Burçin, Ahu, Ceren, Kumru vb.
Bitki isimlerine gelince, burada da benzer bir erkek-kadın ayırımının var olduğunu söylemek
mümkündür. Ancak, bu grupta erkek isimlerine nispeten kadın isimlerinin çok daha fazla ve
çeĢitli olduğu göze çarpmaktadır. Bu durumu bitkilerin doğaları itibariyle daha kırılgan ve
narin varlıklar olduğu savına bağlamak mümkün olabilir. Bu gruptaki az sayıdaki erkek ismi
genellikle daha sağlam ve görünüĢü açısından daha ihtiĢamlı olan bazı ağaç isimlerinden
türetilmiĢtir. Çınar, Gürgen, Gürçınar bu gruba dahil edilebilir.
Türkçe kökenli kadın isimlerinin çok büyük bir bölümünü çeĢitli bitki ve çiçek isimleri
oluĢturmaktadır. Çiçekler güzellikleri, yaydıkları güzel koku, hassas ve narin olma
özelliklerini taĢıdıkları için kadın isimlerine ilham olmaları ĢaĢırtmamaktadır. Bu gruptaki en
tipik ve en yaygın isim örnekleri Ģunlardır:
Gül, MenekĢe, Lale, Nergis, Papatya, Çiçek, Manolya, Açelya, Akasya, Fulya, Nilüfer,
Yasemin, Funda, Ajda, Çiğdem, BaĢak, Burçak, Yonca, Defne, Yaprak. Gelincik, Müge.
Somut bitki ve çiçek isimlerinin yanısıra Türkçe kadın isimleri arasında bitkinin veya çiçeğin
çeĢitli hallerine iĢaret eden isimler de vardır: Gonca, Fidan, Filiz, Nihal, Pelin, Bahar, Demet,
Buket vb.
Çiçek isimleri arasında en yaygın olanı hiç Ģüphesiz güldür. Gül isminden türetilen çok
sayıda kadın ismi olmasını bu çiçeğin Türk kültüründeki özel konumuna yormak gerekli
olabilir. Zira, gül, divan edebiyatı sembolizminin doruk noktalarından birini temsil eder. Güle
benzetilen sevgili, sevgilinin gül goncasına benzetilen ağzı gibi nice edebiyat sembolü Türk
kültüründe günümüze kadar yaĢamaya devam etmiĢtir. Gül isimlerindeki çeĢitlilik bu kültürel
56
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
oluĢumun doğal bir sonucu olarak görülebilir. Bahsettiğimiz türdeki isimlerden bazıları
Ģunlardır:
Gülay, GülĢen, Gülben, Güldane, Gülden, Gülfem, Gülnihal, Gülperi, Gülsüm, Songül,
Gülbahar, AyĢegül, Fatmagül vb.
Özel Ġsimlerde Emir Kipinin Kullanımı
Özel isimlerde emir kipi kullanımı ilginç bir fenomen olarak karĢımıza çıkmaktadır. Emir kipi
BoĢnakça ve diğer pek çok Slav dilindeki isimlerde görülmeyen bir olgudur ve bu yönüyle
ilgi uyandırmaktadır. Emir kipinin kullanıldığı isimlerde, ismin verildiği kiĢiye bir nevi ondan
olması ve yapması beklenen Ģey telkin edilir. Bu tipteki isimler çoğunlukla erkek ismi olarak
ortaya çıkmaktadır. Bunun nedeni üzerinde durmadan önce ilgili örneklere göz atmak gerekir:
Ataol, Erol, BaĢar, Korkut, Birol, Ünal, Ünsal , Vural,Varol,Yücel
Verilen örneklerde telkin edilen özelliklere odaklanmak yerinde olacaktır. Ġlk örnekte atalara
gönderme yapılarak ‗‘atan gibi ol‘‘ mesajı verilmektedir. Diğer örneklerde sırasıyla er olmak,
cesur olmak, baĢarmak, korku salmak, birlik olmak, nam salmak, kararlı olmak, yükselmek,
yücelmek gibi vasıflar ön plana çıkartılmaktadır. Bu özellikleri erkeğe yüklenen toplumsal rol
ve görevlerin bir birleĢimi olarak değerlendirmek yanlıĢ olmayacaktır. Zira, özellikle Türk
toplumu gibi ataerkil toplumlarda erkeklik bir baĢarı, cesaret, kararlılık, yücelik ölçüsü olarak
değer kazanmaktadır. Buna binaen, erkek bireylere isim üzerinden bu değerlerin telkini,
dahası bu değerlere sadık kalmaları emri verilmektedir.
Osmanlı Sarayı'nda Kadın Ġsimleri ve Anlamları
Osmanlı sarayında rastlanılan isimler bugün itibariyle yaygın olmamakla birlikte, ihtiva
ettikleri anlam bakımından daha yakından incelenmesi gereken kadın isimleri arasında yer
almaktadır. Dönemin Ģiir estetiği ve dili çerçevesinde Ģekillenen bu isimlerin büyük
çoğunluğu Farsça kökenlidir.
Mehpeyker (ay yüzlü güzel), Sultan Ibrahim ve IV. Murat'ın validesi, I. Ahmed'in eĢi 17.
yüzyıl.
Mahfiruz (Turkuaz ay), II. Osman'ın validesi, I. Ahmed'in eĢi, 17. yüzyıl.
GülnûĢ (gül içen, dudaklarında gül olan), III Ahmed ve II. Mustafa'nın validesi, IV.
Mehmed'in eĢi, 17. Yüzyıl.
57
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ġevk-efzâ (Ģevk veren, Klasik Türk müziğinde III. Selim tarafından düzenlenmiĢ birleĢik bir
makam), Sultana V. Murat'ın validesi , Sultana Abdulmecid'in eĢi, 19. Yüzyıl.
Pertevniyal (ıĢık veren, aydınlatan), Sultan Abdulaziz'in validesi, Sultan II. Mahmud'un eĢi,
19. Yüzyıl.
Mahidevrân (zamanının güzeli, dünyanın ayı), ġehzade Mustafa'nın validesi, Kanuni Sultan
Süleyman'ın eĢi, 16. yüzyıl.
Mihrimâh (güneĢ ve ay), III. Mustafa'nın validesi, III. Ahmed'in eĢi, 18. yüzyıl.
Bezmialem(alemin süsü), Sultan Abdulmecid'in validesi, II. Mahmud'un eĢi, 19. yüzyıl.
NakĢidil (kalbin süsü), Sultan II Mahmud'un validesi, I. Abdulhamid'in eĢi, 18-19. yüzyıl.
MihriĢâh (padiĢahın güneĢi), II. Selim'in validesi, III. Mustafa'nın eĢi, 18. yüzyıl II.
Hürrem (gönül açıcı, Ģen Ģakrak, sevimli), II Selima validesi, Kanuni Sultan Süleyman'ın eĢi,
16. Yüzyıl.
DilaĢub (kalbi sıkan, gönle eza veren), II. Süleyman'ın validesi, Sultan Ġbrahim'in eĢi, 17.
Yüzyıl.
Gülcemâl (güzelliğin gülü), Mehmet ReĢad'ın validesi, Sultan Abdülmecid'in eĢi, 19. Yüzyıl.
Tîrimüjgân (ok gibi kirpikleri olan) Sultan II. Abdulhamid'in validesi, Sultan Abdulmecid'in
eĢi, 19. yüzyıl.
Verilen tüm bu örneklerde dikkat çeken Ģey, geçmiĢteki kadın algısıyla günümüz toplumunun
kadın algısı arasında pek çok benzerlik bulunduğudur. Örneklerden de görüleceği gibi, kadın
bir güzellik, süs, sevgi, sevimlilik, zerafet timsali olarak
sunuluyor. Elbette bu türdeki
isimlerde etkili olan bir bir baĢka önemli faktör de Divan edebiyatındaki kadın/sevgili
tasavvurudur. Tirimüjgan, DilaĢub, GülnuĢ, Mahpeyker gibi isimlerde görüleceği üzere Divan
edebiyatında sevgilinin özelliklerini yansıtan semboller büyük bir ilham teĢkil etmiĢtir.
“Cinsiyetsiz‟‟ Özel Ġsimler
Modern ''baba kültürü'', kadınlık ile erkeklik arasında keskin bir sınır çekmiĢ, erkekliğin
alanını rasyonalite, kadınlığın alanını irasyonalite olarak belirlemiĢti.
Hırvat edebiyat
eleĢtirmeni Dubravka Oriç Toliç'e göre modernizm eleĢtirisi kadının imgesel dünyasından
58
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ortaya çıkmıĢtır. Erkek özneler modernizm sonrasında kadınlık çizgilerini benimseyerek
''modern baba kültürü'' ile bir polemiğe girmiĢtir. (OraiĤ ToliĤ,2005: 89) BaĢka bir deyiĢle,
modernizmin getirdiği ikili cinsiyet sistemini aĢabilmek adına bir nevi bir androjenik yol
bulundu. Bu androjenik metod geleneksel kadınlık ve erkeklik çizgilerini bir arada
getiriyordu.
Türkiye'de son bir kaç on yılda isim dağılımına baktığımızda ilginç bir tablo ile karĢı karĢıya
kalıyoruz. Buna göre, hem kadın hem erkek ismi olabilecek isimlerde bir artıĢ yaĢanmaktadır.
Bu trendi, modernizm eleĢtirisi olarak ortaya çıkan androjenik eğilimlerle açıklamak da
mümkün olabilir. Zira, bu isimlerin yaygın olduğu çevrelere göz attığımızda bu çevrelerin
gelenek ile bağlarının daha alt düzeyde olduğunu görebiliyoruz. Doğa olaylarını iĢaret eden
bazı isimler bu gruptandır:
Deniz, Yağmur, Bulut, Cemre, ġafak vb. Diğer taraftan, bu
isimlerden bazıları ideolojik eğilimleri de belirtmektedir:
Devrim, Evrim, Evren, Ender,
Bilge, Umut, Özgür, Özgün vb. ''Cinsiyetsiz'' diyebileceğimiz bu isim trendinin yaygın olduğu
toplumsal kesimlerin gelenekselliğin eleĢtirisine daha açık ve isimlerde iĢaret edilen ideolojik
yönelimlere daha meyilli oldukları düĢünülürse, Oraiç-Toliç'in bahsettiği türden bir cinsiyet
ayırımı eleĢtirisinden söz etmek mümkün olabilir.
Sonuç
Özel isimler, isim vermeler her zaman bir toplumun yaĢayıĢ, düĢünüĢ, kendini ve çevresini
tanıyıĢ Ģekillerini yansıtan küçük ama önemli göstergeler olmuĢtur. Zengin aidiyet ve
kimlikleri içerisinde barındıran Türk toplumunda bu göstergeler çeĢitli ve fazladır. Türk
toplum yapısını, düĢünce dünyasını ve kültürünü tanımayan ya da henüz tanımakta olanlar
için isimler çoğu zaman bir muamma olarak görünür. Diğer taraftan, Türkçe öğrenenler için
de özel isim geçen cümlelerin anlaĢılması ve gramatikal olarak diğer bir dile doğru
aktarılması ayrı bir önem kazanmaktadır. Her Ģeyden önce, eril ve diĢil gramatikal yapılara
sahip dillerde ismin cinsiyetinin belirlenmesi gereklidir. Bu noktalardan yola çıkarak isimlerin
cinsiyet göstergelerinin toplumdaki kadın ve erkek anlayıĢı, toplumun dayattığı kadınlık ve
erkeklik rolleri ile paralellik gösterdiği sonucuna varılabilir. Örneklendirilen isimlerin büyük
bir bölümü erkekliği güç, kuvvet, liderlik, baĢarı, bağımsızlık gibi değerlerin ifadesi olarak
yansıtırken, kadın isimlerinde hassasiyet, bağımlılık, anlayıĢ, duygusallık gibi değerlerin ön
plana çıkarıldığı görülmektedir. Türkçe kökenli erkek isimlerinde bu erkeksi değerleri telkin
59
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
eden sıfatlar, doğa olayları, büyük Türk liderlerinin isimleri, ağaç ve hayvan isimleri, ayrıca,
bir fenomen olarak emir kipi kullanımının ağırlıkta olduğunu söylemek mümkündür. Kadın
isimlerinde ise kadınlık değerlerini gözeten sıfatlar, doğa olayları, çiçek ve bitki isimleri,
değerli taĢ ve kumaĢ isimleri ağırlıktadır. Osmanlı sarayındaki kadın isimleri örnekleri ile
tarihin bu bölümündeki kadın algısının kısmen de olsa divan edebiyatı sembolizmi üzerinden
Ģekillendiğine dair bazı göstergelerden bahsedilebilir. ÇağdaĢ zamanın bir getirisi olarak
geleneksel kadınlık ve erkek algısının dıĢında, her iki cinsiyete ait olabilecek özel isimler
iĢaret ettikleri değerler, ideolojik yönelimler itibariyle aynı zamanda gelenekselliğin bir
eleĢtirisi olarak da algılanabilirler. Tüm bu göstergeler ıĢığında kadın ve erkek isimlerinin
Türkçe öğrenenler tarafından daha iyi anlaĢılması, dolayısıyla Türkçe'den yapılacak
çevirilerde karĢılaĢılabilecek sorunların en aza indirgenmesi amaçlanmıĢtır. Öte yandan, özel
isimler vasıtasıyla Türk toplumu ve kültürüne dair pek çok ipucunu okumak mümkündür.
Kaynakça
Eagleton, Terry, Knjiţevna teorija, prevod: Mia Pervan-Plavec, SNL, Zagreb,
Irzık, Sibel, Parla, Jale, Kadınlar Dile DüĢünce, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2011.
Moran, Berna, Edebiyat kuramları ve eleĢtiri, ĠletiĢim Yayınları, Istanbul, 1999
OraiĤ ToliĤ, Dubravka, Muška moderna i ţenska postmoderna – roħenje virtualne kulture,
Ljevak, Zagreb, 2005.
Türkçe Sözlük, TDK, Ankara, 2011.
Zara, Ayten, Özdemir, Burçak, Cinsiyet Rolleri, Ġstanbul Bilgi Üniversitesi.
60
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
OĞUZ ATAY‟IN “DEMĠRYOLU HĠKÂYECĠLERĠ- BĠR RÜYA” ADLI
ÖYKÜSÜNÜ ÇÖZÜMLEME DENEMESĠ
A. Yasemin UYAR
ÖZET
Bu bildiride; çağdaĢ Türk romanının sıra dıĢı yazarlarından Oğuz Atay‘ın Demiryolu
Hikayecileri- Bir Rüya adlı öyküsü metne bağlı ama çoğulcu bir yöntemle çözümlenmeye
çalıĢılmıĢtır. Öyküdeki olaylar, beĢ bölüme ayrılarak her bölüm kendi içerisinde bağımsız
olarak incelenmiĢtir. Öykü, hem kurgusu hem de muhtevası itibariyle farklı okumalara ve
çözümlemelere müsait çok katmanlı, çok anlamlı ve semboller açısından son derece zengin
bir mahiyettedir. Öykü, bu özelliklerinden dolayı çözümlenmeye değer bulunmuĢtur. Bu
çözümleme denemesinin baĢka okuma ve çözümlemelere vesile olması bu incelemenin en
baĢat hedeflerinden birisidir.
Anahtar Sözcükler: Oğuz Atay, Bir Rüya, öykü çözümlemeleri, hikaye tekniği.
GiriĢ
Oğuz Atay‘ın Korkuyu Beklerken adlı hikâye kitabında yer alan ―Demiryolu Hikâyecileri‖
sekiz sayfadan oluĢan kısa bir öyküdür. Bununla beraber, nesnel bir bakıĢ açısıyla
okunduğunda bile, öykünün bir kitap kadar kapsamlı olduğu görülür.
Öykünün konusu, ―uzak‖ diye nitelenen bir yerde, tren yolcularına kendi yazdığı öyküleri
satmaya çalıĢan yazarların yaĢadıklarıdır. Bu yazarlar sepetlerine koydukları öyküleri
pazarlamaya çalıĢır çünkü bu sayede hayatlarını devam ettirmektedirler. Bu nedenle mümkün
olduğunca ―güncel‖ konularda yazarlar. Konu seçimlerini istasyon Ģefi de etkiler. Yolcular bu
öyküleri almakta pek istekli değildir. Yazarlar ―uzak‖ bir yerde yaĢamaktadır. Bu uzak ve
tenha yerden ayrılamazlar. Umutsuz ve zor hayatları bu Ģekilde devam eder.
Dört kiĢinin etrafında cereyan eden öykü, postmodern özellikler taĢır. Öyküde, belli baĢlı,
sivrilmiĢ bir ―kahraman‖ yerine sıradan olay kiĢilerine rastlanır. Hatta bu kiĢilerin adları bile kafkaesk bir tarzda- zikredilmez. Öyküdeki olay kiĢileri Ģunlardır: anlatıcı/yazar, genç
Yahudi, genç kadın, istasyon Ģefi. Ġlk üç kahramanın farklı taraflarından çok ortak yönleri
vardır. Çoğu zaman birlikte zaman geçiren bu kiĢiler, geceleri öykü yazarlar, öykülerin
yazdıktan sonra, yine geceleri bu öykülerini satmaya çalıĢırlar. Gündüzleri uyurlar, daha
doğrusu uyumaya çalıĢırlar. Ġstasyon Ģefi bu kiĢilerden biraz daha farklıdır. ġef sıradan bir
memur hayatı yaĢar, ara sıra yazarları öykülerinin biçim ve içeriği yönünden değil de, yaĢam
tarzları bakımından eleĢtirir. Onların üzerinde bir tür baskı unsurudur.

Arş. Gör., Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkiye.
61
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Mekân için de çok fazla ayrıntı yoktur. Ġstasyon, yazarların yattığı kulübe ve istasyon Ģefinin
odasından ibaret olan mekânlar, kurguyu oluĢturmak için önemli vazifeler görse de, herhangi
bir tasvir yapılmaz. Ġstasyonun karanlık oluĢu dıĢında mekân hakkında hiçbir Ģey söylenmez.
Öykü çoğulcu (plural) ya da eklektik bir yöntemle incelendiğinde/çözümlendiğinde karĢımıza
birçok anlam katmanı çıkar. Eseri bölümlere ayırarak derinlemesine çözümlediğimiz zaman,
yazarın demek istediklerini, daha önemlisi, okur olarak hikâyeden neler anlayabileceğimizi
görebiliriz. Hikâyede anlatılmak istenen örtük anlam, sadece anlatılanla değil, aynı zamanda
öykünün hissettirdiğinde de aranmalıdır.
Bölümler halinde incelediğimizde bu anlam katmanlarını daha iyi görebiliriz. Öykü baĢtan
sona istasyonda geçtiği için mekân konusunu her bölümde tekrarlamadık:
1. Bölüm
kiĢiler
Yazar
genç yahudi
istasyon Ģefi
olay
hikâyecilerin
―mallarını‖
beğendirme çabası,
―parça baĢına‖ ücret
alması
sadece güncel
hikâyelerin alıcı
bulması, öykülerin
kısa bir sürede
―bayatlaması‖
yiyecek satıcılarının
yazarlardan daha atak
ve avantajlı durumda
olması
Ġstasyonun genel olarak piyasayı, ticaret alanını simgelediği ön kabulünden yola çıkarsak,
yazarların sembol değil gerçek kiĢiler olduğu sonucuna varırız. YaĢadıkları tabii ki
kurmacanın varmaya çalıĢtığı hedefin ön çalıĢmaları niteliğindedir. Fakat hikâyedeki yazarlar,
geçmiĢte ve Ģimdi yaĢayan yazarlardır. Yazarların kendi eserlerini beğendirmeye çalıĢması,
bu süreçte ürettikleri edebi eseri piyasadaki herhangi bir tüketim ürünüyle aynı kategoride
görmeleri, günümüzdeki kitap piyasasına bir göndermedir.
SavaĢ yıllarındaki maddi sıkıntıların anlatılmasıyla devam eden öykünün geçtiği mekân olan
istasyonda, bombalanma tehlikesinden dolayı sık sık yapılan karartma neticesindeki ölgün ıĢık
yazarlar için kifayetsiz gelmeye baĢlar. Bu maddi sıkıntılar anlatıldıktan sonra, yataklı vagon
yolcularının rahatlığı anlatılır. Bu ikinci bölümde olay kiĢileri; yazar, ―yataklı vagon
yolcuları‖ ve yiyecek satıcılarıdır. Bağlama göre bu kiĢiler Ģu Ģekilde gösterilebilir:
2. Bölüm
yazar
yataklı vagon yolcuları
pazarlamacı konumunda
okumaktan
uzak,
parasal durumları iyi
62
yiyecek satıcıları
rahat, okumaktan uzak, sadece
günlük iĢleriyle meĢgul
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Bu Ģemayı biraz açalım. Yazar anlatıcı, hikâyelerini satma çabası içerisindedir ve
yazdıklarının içeriğiyle –istese bile- ilgilenemez, yaĢadığı Ģartlar içerisinde yazdıkları üzerine
düĢünmeye fırsatı yoktur. Sadece para vereceklerini bildiği, okuma ediminden uzak birtakım
yolcuların vagonlarına girmek için rüĢvet bile verir. Ayrıca, yataklı vagon yolcularının verdiği
yiyeceklerle karnını doyurur. Günümüzde, sanatçının tek hamisi, koruyucusu halktır. Bu
durum, sanatçıyı halka yönlendirmiĢtir. Ancak bazı sanatçılar bu halka yönelme popülizmine
rağbet etmeyerek elit bir tabaka tarafından okunup takdir edilmenin kendilerine yeteceğine
inanmıĢlar ve kendilerine böyle bir yol çizmiĢlerdir. Bu durumu yazar simgelerle anlatır, ama
bunu çok uzun ve dolaylı bir biçimde yapmaz.
Yataklı vagon yolcuları, burjuva sınıfı temsil eder, parasal sıkıntı çekmeden yaĢarlar, baĢkaca
bir sıkıntıları da yok gibidir, okumaya zaman ayırmazlar. Yazarların satıĢ yaptığı yerin
―hikâye satılan tek istasyon‖ olması onları cezp eder, bu yüzden edebî eserleri satın alırlar.
Bunları okumazlar. Rahat yaĢayan bu topluluk, rahat para harcar, hatta yazar anlatıcıya
yiyecek de verirler. Bu durumda, burjuva sınıfının desteğiyle, hatta artığıyla beslenen ve
onların beklentileri doğrultusunda yazan bir ―aydın sınıf‖ tanımı karĢımıza çıkar ki, bu tanım
bütün gerçekliğiyle, günümüzde de kendisini göstermektedir.
Yiyecek satıcıları, burjuva olmayan, sanattan da anlamayan, hatta anlamak için en ufak bir
çaba göstermeyen bir grup gibi görünmektedir. Aslında bu grup, vagondaki diğer yolcularla
beraber, nüfusun maddi dağılımını gösteren Ģemanın altındaki kitleyi sembolize eder. Orhan
Veli‘nin ―DüĢünme, arzu et sade/ Bak böcekler de öyle yapıyor‖ ifadeleriyle tanımlanabilecek
kitle de böyle bir kitle olsa gerek, sadece tüketen, sadece karnını doyuracak kadar hayat
üzerine düĢünen bir topluluk.
Yazar anlatıcı, anlattıklarının uyuklanarak dinlenmesine bile razıdır. Bu, okurunu arayan
yazarın durumunu özetlemeye yeterlidir, denebilir. Günümüzde de olduğu gibi, popüler olma
kaygısından uzak bir sanatçı, geniĢ kitleler tarafından anlaĢılamamaktadır. Hatta insanların
çoğu kitleler tarafından beğenilme kaygısı taĢımayan eserleri gerekli görmezler hatta bu tür
eserlerden habersizdirler.
Yazar, istasyondaki diğer satıcılara, kendilerini anlatan ―satıcıların hikâyesi‖ adlı
öyküyü anlattığında, satıcılar hepten uyur. Bu durum, kaderine razı oluĢ, kendisinde herhangi
bir Ģey için hak bile görmeyiĢin tanımıdır. Yazar bütün bu anlamları tek bir cümlede
tamamlamıĢtır. Sanatçılar toplumun sorunlarını göstererek onları ve yöneticileri
bilinçlenmeye çağırır, ancak bu çağrı yönetilen/ezilen halk tarafından bile dinlenmez.
Toplumun bazı kesimleri, kendisini itaate mahkûm görmesinden kaynaklanır.
3. Bölüm
Yazar, bu bölümde devlet otoritesini eleĢtirir, devleti farklı simgelerle anlatır:
kanunlarını sert bir Ģekilde kanunlarında eksiklik olan halkını düĢünmeyen devlet
uygulayan devlet
devlet
istasyon Ģefi
yazarlar
genç Yahudi
63
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Yazarların her hikâyesinin, -kanunen- arĢivlenmesi bir devlet geleneği olarak anlatılır, bu sıkı
kanunlar, devletin halk için değil halkın devlet için olduğunu ispatlarcasına, kiĢilerin özlük
haklarına gelince uygulanmaz. Böyle bir kanunun adı bile geçmez. Bu durumun bir yansıması
da, bir sanatçı ya da yazar olarak değil bir birey olarak genç Yahudi üzerinden anlatılır.
Devlet ona yaptırım uygular, her Ģekilde sınırlar ama onun için bir Ģey yapmaz, ihtiyaç sahibi
olduğu halde el uzatmaz.
Bu bölümde, yazarın âĢık olduğundan da bahsedilir, fakat bu olayın üzerinde durulmaz.
Yazarın bu konuyu kısaca geçmesi, anlatıcının ruh halini yansıtır. Anlatıcı, aĢkı üzerinde fazla
düĢünmez. O, bir kanuni boĢluğu değerlendirme, bir Ģekilde ―mal‖larını pazarlama
derdindedir.
4. Bölümde yine devlet otoritesi, ama bu kez farklı bir sembolle anlatılır:
anlatıcı/yazar
günlük hikâyelerle
günü kurtarma çabası içinde
genç yahudi
istasyon Ģefi
kanun mağduru
baskıcı devlet otoritesi
Bu bölümde semboller daha az kullanılmıĢ, neredeyse kurgu bozulup doğrudan gerçeklere
temas edilmiĢtir. Yazar hem hikâye yazarak para kazanmak zorunda hem de devlet otoritesine
uygun Ģeyler yazmak zorundadır. ―[istasyon Ģefi] Ģimdi hatırlayamadığım bir yönetmelik
maddesine göre, kulübelerimizin kirasını çıkarmamız gerektiğini ileri sürüyordu. Yazdığımız
konulara, hatta yazıĢ biçimimize bile karıĢır oldu.‖ Bu cümleden olarak devletin, yazarların
üzerinde sadece denetleyici vazife ifa etmekle kalmaz, aynı zamanda onları baskı altında
tuttuğu sonucuna ulaĢılır.
Ġstasyon Ģefi, tek yönlü bir kiĢiliktir. Duyguları hakkında bilgi sahibi olamayız. Sedece
kendisine verilen/verildiği düĢünülen görevleri yerine getirir. Bulunduğu ortamın düzeninden
baĢkaca bir Ģeyle ilgilenmez. Sanat ya da sanatçıya dair herhangi bir düĢüncesine
rastlayamayız. ġef, olaylar bağlamında değerlendirildiğinde devlet otoritesine aracı olan,
sorgulamayan, sadece emirleri yerine getiren bir portrenin kurmaca dünyadaki yansımasıdır.
Genç Yahudi mağdur, dirençsiz bir bireyi ve aynı özellikteki bir yazarı temsil eder. Bu
bölümde, yazar anlatıcı genç Yahudinin hikâyelerini yazma iĢini de yüklenir. Bu Ģekilde ona
karĢı koruyucu bir iĢleve bürünür. Bununla beraber kendi üzerine yeni bir yük almıĢ olur.
―Genç kadın‖ bu bölümde belli belirsiz görünür. Yazar ve genç kadın arasında bir gönül
iliĢkisi vardır, fakat bu iliĢki, yazarların ―güncel‖i yakalama ve geçim kaygıları arasında adeta
kaybolur, hikâyenin konu akıĢında, seks dıĢında bir yansıması görülmez.
Ġlerleyen satırlarda da yazarın devlet otoritesinden kurulmayı denemediği, iĢini ve gelirini
kaybetme korkusuyla, yasaların, yönetmeliklerin dıĢına çıkmadığı görürüz. Bir sanatçı olarak
kendini gerçekleĢtirmez. Bir anlamda, sanatçı değil memur tiplemesine yaklaĢır. Bununla
birlikte, sanatçı duyarlığını da aĢamaz. Çevresiyle kaynaĢamaz, düĢünmenin ve üretememenin
64
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
huzursuzluğunu taĢımaya devam eder. Yazar giderek bunalır, diğer iki yazara, yine ―baba‖
arketipiyle özetleyebileceğimiz Ģekilde yardım eder. Bu yazma edimi, popüler ve ―çok satan‖
bir yazar olmaya çalıĢması fizyolojisine ―uykusuzluk‖ olarak yansır.
Yazar yaĢadıklarından Ģüphe eder, savaĢ olmuĢ mudur? Hangi ülkede olmuĢtur? Bu tür
sorularına yanıt bulamaz, zamandan ve mekândan kopmuĢ gibidir. Burjuvaziyi temsil eden
yataklı vagon yolcularının tavırlarını artık katlanılmaz bulur. Ġstasyondan bıkar ama artık genç
olmadığı düĢüncesiyle oradan ayrılamaz. Genç yazarlara yardım etmek de onu ayrıca yorar.
Sonrasında, çevreyle; zengin olan ve olmayan ―müĢteri‖leriyle, istasyonla, Ģefle bağlantıları
kopar. Tamamen yalnız kalır. Üretmeye çalıĢan ama ürettiklerini beğenmeyen ya da
paylaĢmayan bir sanatçının ruh haline bürünür.
Bu yalnızlığa, genç kadının sessizce bir trene binip gitmesi de eklenir. Yazar, artık daha uzun,
daha derin hikâyeler yazar ama satamaz. Oğuz Atay‘ın öykü boyunca yaptığı
gönderme/eleĢtirilerin belki en can alıcı ya da nihai hedefi bu kısımdır, Güncel olan ve
―bayatlamaya‖ mahkûm olan öyküler alıcı bulur, hatta onlar bile zor alıcı bulur. Sanatın asıl
tanımını ve niteliğini yansıtan eserlerse adeta hiç alıcı bulmazlar.
5. Bölüm
Sanatsal içerikli eserler, zor anlaĢılır olduğu, ―açık seçik‖ ifadeler ya da popülerliği sağlayan
baĢka unsurlar barındırmadığı için bir köĢede unutulur. Yazarını aç bırakacak kadar az bir
topluluğa hitap eden, sadece nitelikli okur tarafından satın alınan bu kitapların, biraz da para
kaygısıyla, pahalıya satılması gerektiği düĢünülür. Kitap ―piyasa‖sı tarafından aĢılamayan bu
sıkıntı, kurmacadaki yazar için sıkıntı oluĢturmaz. Kendisini gerçekten ifade etmenin, sadece
sanatıyla meĢgul olmanın hazzı, onu parasal kaygıdan kurtarır. Bu Ģekilde düĢünen ve bu
Ģekilde yaĢayan yazar sayısı, evet, azdır. Ve onların yazdığı eserler sayesinde toplumun bir
kısmı, okuyan bir kısmı, öğrenir, aydınlanır, dönüĢür.
Yazar, bu hikâyenin hem kahramanı hem yazıcısı olarak da ortaya çıkar. Meta-fiction, üstkurmaca dediğimiz yöntemle, yine Atay‘ın ―Parmak izi‖ niteliğindeki ifadelerle karĢılaĢırız.
Yazar yalızlığına son vermek için bir mektup yazmaya çalıĢır. ―Bir mektup yazmak
istiyordum, ama adres bilmiyordum. Yani hiçbir adres bilmiyordum. Bana inanmazlardı,
bunun için utanıyordum.‖ Diyerek tamamen yalnız olduğunu ifade eden yazar; güncel
olmayan, çok satan kitap yazmayan kitaplar yazmanın sanatsal oluĢun baĢlangıcı olduğunu,
ama yerine ulaĢmayan bu sözlerin, söyleyeni daha da yalnızlaĢtırdığını söyler.
Hikâyenin son kısmında popüler kültürün kıskacından kendisini kurtarabilen yazarın, okurunu
artık bir müĢteri olarak değil, mektup yazdığı birer adres Ģeklinde gördüğü belirtilir. Çok satan
kitap tüccarı olmaktan kendisini kurtarıp sanatsal olanı, insan ruhunda karĢılığı olan değerleri
anlatan yazarın çağrısı ile sonlanır hikâye. ―Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesi
acaba?‖ bir sorudan çok bir beklentiyi ifade eder. Bu çağrıya kulak veren olmuĢ mudur?
Yazarın ölümünden sonra, evet. Hikâyenin, yazarın ölümünden üç ay önce yazılması, bu
soruya verilen cevabı gösterir niteliğindedir. Fakat bu çağrıyı yazarın sadece kendisi için
yaptığı düĢüncesi yanlıĢ değilse de eksiktir. Bu çağrı, ―gerçek‖ edebi eser üreticilerinin kendi
okurunu arama, diğer bir deyiĢle mektuplarını gönderecekleri adres bulma çabasıdır.
65
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Sonuç
Oğuz Atay‘ın Demiryolu Hikayecileri- Bir Rüya adlı hikayesi çoğulcu bir yöntemle
çözümlenmeye çalıĢılmıĢtır. Öykü, olayların yön değiĢtirmesine göre, beĢ bölüme ayrılarak
analiz edilmiĢtir. Birinci bölümde yazar mekânın kendisini etkileyen boyutunu, istasyon
Ģefinin ve diğer satıcıların, yazarların hikâyelerini satabilme konusunda çıkardıkları engelleri
anlatır. Yazarın, savaĢı anlatmasıyla olay çevresini geniĢletmeye baĢladığı kısmı ikinci bölüm
olarak düĢündük. Yazar bu bölümde kendisini ve diğer yazarları biraz daha ayrıntılı biçimde
anlatır. Hemen hiç sembol kullanmadan devletin yazarlar üzerindeki otoritesinin anlatıldığı
bölümü ise üçüncü bölüm olarak değerlendirdik. Yazar bu bölümde, devletin/devlet
memurlarının yazdıklarıyla hiç ilgilenmediklerini ama arĢivlediklerini ve kanunlar vasıtasıyla
kendilerini sınırlandırmaya çalıĢtıklarını anlatır. Dördüncü bölüm/dönüm noktası, yine
devletin otoriter yapısını anlatıyor olmakla birlikte durumu farklı bir Ģekilde değerlendirir.
Burada yazılanlarla ilgili sınırlandırmalar değil, bireysel mağduriyetler anlatılmıĢtır. Olayların
debisinin düĢtüğü, yazarın okura kendi varlığını hatırlatmaya çalıĢtığı bölümü ise beĢinci
bölüm olarak değerlendirdik. Bu son kısımda kurmacanın sınırlarından oldukça
uzaklaĢılmıĢtır. Yazar hikâyenin baĢından beri aslında kendisinin ve kendisiyle aynı açmazda
bulunan yazarların sıkıntılarını anlatmıĢtır. Kurmaca yazarlar sürekli bir hikâye satma
mücadelesi içerisindedirler. Ama bu satıĢ mağduriyeti karĢısında maddi bir sıkıntıdan söz
edilmez. Asıl problem; okura ulaĢamama, kendilerini istenen düzeyde anlayacak bir muhatap
bulamayıp güncel, hemen ―bayatlayacak‖ olana yönelme ve hikâyelerini maddi durumu iyi
olan kitleye hikâyelerini satabilseler bile onlar tarafından da okunmama, Ģeklinde
özetlenebilir. Öyle ki yazar hikâyesini, okura ―ben buradayım sevgili okuyucum, sen
neredesin acaba diye bitirerek yazdıklarını anlayabilecek okurlar aradığını açıkça ifade eder.
Netice itibariyle metnin merkezde olduğu (text based), ancak çoğulcu bir yöntem kullanılmak
suretiyle öyküdeki derin yapı/anlam ortaya çıkarılmaya çalıĢılmıĢtır. Edebî eserin doğasında
mevcut olan çok katmanlı yapının, farklı okumalarla daha farklı Ģekillerde anlaĢılabileceği
unutulmamalıdır. Dolayısıyla Oğuz Atay‘ın Demiryolu Hikâyecileri- Bir Rüya adlı öyküsü,
baĢka okuma ve çözümlemelere de son derece müsaittir.
66
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Kaynakça
Aytaç,Gürsel, (2009), Genel edebiyat Bilimi, Ġstanbul, Say Yayıncılık
Ecevit, Yıldız, (2011), Türk Romanında Postmodern Açılımlar, Ġstanbul, ĠletiĢim Yayınları
Erden, Aysu, (2002), Kısa Öykü ve Dilbilimsel EleĢtiri, Ġstanbul, GendaĢ Kültür
Jahn, Manfred, Anlatıbilim, (Çev Bahar DerviĢcemaloğlu), Ġstanbul, Dergah Yayınları
Yüksel, AyĢegül, (1995), Yapısalcılık ve bir Uygulama Melih Cevdet Anday Tiyatrosu,
Ankara, Gündoğan Yayınları
Mehmet Rifat, (1990) Dilbilim ve Göstergebilimin ÇağdaĢ Kuramları, ĠstanbuĢ, Düzlem
Yayınları
Wellek, Rene; Austin W., (2011), Edebiyat Teorisi, (Çev: Ömer Faruk Huyugüzel), Ġstanbul,
Dergah Yayınları
67
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ĠLK TÜRKÇE KABUSNAME'DE AġKI, LEE'NĠN AġK BĠÇEMLERĠ
ÜZERĠNDEN OKUMA DENEMESĠ
Aysel GÜNEġ
ÖZET
Kabusname, Ġran edebiyatında 11. yüzyılda Keykavus bin Ġskender bin Kabus tarafından
kaleme alınmıĢ, zamanının siyasi ve sosyal yaĢamını açık Ģekilde yansıtan bir eserdir. Bir
yönüyle nasihatname, bir yönüyle de siyasetname özelliğini taĢıyan ve Farsça yazılmıĢ olan
bu
eserin,
ilk
olarak
14.
yüzyılda
Türkçeye
çevrildiği
bilinmektedir.
Bu çalıĢma; bugüne kadar altı Türkçe çevirisinin yapıldığını bildiğimiz Kabusname‘nin
bilinen en eski Türkçe çevirisi üzerinden oluĢturulacaktır. Türk ve dünya edebiyatının en
önemli temalarından biri olan ―aĢk‖ ve ―cinsellik‖, Kabusname‘nin içeriğinde yer alan 44
baĢlıktan iki tanesidir. Kanadalı bir sosyolog olan John Alan Lee‘nin aĢk kuramında; aĢkın
doğal bir davranıĢ değil, öğrenilmiĢ bir yaĢantı olduğu iddia edilir. Ebeveynler, yaĢıtlar,
kültürel ve tarihsel değerler insanların aĢka iliĢkin yaklaĢımlarının Ģekillenmesinde etkilidir.
AĢk biçemleri yaĢam biçemlerine benzer, değiĢebilir ve tercih edilebilirler (Aktaran Hülya
Ercan, 2008). Lee aĢkı altı biçem üzerinden tanımlamakta ve kuramını oluĢturmaktadır.
Lee‘nin de belirttiği gibi aĢka ve cinsel yakınlığa dair tespitler yapılırken kültürün ve
toplumsal yapının etkileri göz ardı edilmemelidir. Bireylerin kültürel değerlerin ve toplumsal
yaĢam biçimlerinin etkisiyle iliĢkilerini biçimlendirdiklerini belki de değiĢtirdiklerini
düĢündüğümüzde; Keykavus b. Ġskender b. Kabus‘un oğlu GiylanĢah için kaleme aldığı
nasihatnamede de oğlunun aĢka ve cinselliğe dair eylemlerinin Ģekillenmesinde her türlü yol
gösterici olmaya çalıĢan bir baba figürü görülecektir. AĢk konusunda oğluna sürekli uyarılar
yapan baba; aĢkın acı ve kederden baĢka bir Ģey getirmediğini, kendisini aĢka çok
kaptırmaması gerektiğini, kaptıracak olursa bir an önce bundan kurtulması için neler
yapabileceğini, aĢkın aynı zamanda ne kadar büyük bir zayıflık olduğunu vurgulamaktadır.
Oğluna anlattığı küçük aĢk hikâyelerinde de aĢkın tamamıyla toplumsal dolayımla bireyde
Ģekilleneceği üzerinde durulmaktadır. Bu aĢk hikâyelerinden birinde de erkek bir kahramanın

Türk Dili Okutmanı, Koç Üniversitesi, Ġnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi, Türkçe
ĠletiĢim,Türkiye,[email protected]
68
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
diğer bir erkek kahramana duyabileceği olası bir aĢkta kendine engel olma çabasını toplumun
nasıl biçimlendirdiği göze çarpmaktadır. Eserin bizim üzerimizde duracağımız bir diğer
bölümü de Kabus‘un, oğluna cinsel iliĢkiye dair verdiği tavsiyeleri içermektedir. Bu makale
Kabusname‘de aĢka ve tensel yakınlığa dair verilen tavsiyeleri; Lee‘nin aĢk biçemleri kuramı
üzerinden okumayı amaçlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: aĢk, aĢk biçemleri, kabusname, nasihatname, kadın, erkek,
eĢcinsellik.
GiriĢ
Ġnsanlık tarihi boyunca gerek sözlü gerekse yazılı edebiyatın en önemli temalarından biri olan
aĢk; ilk görüĢte baĢlasa da, uzun yıllar süren arkadaĢlıktan evrilse de, kimi zaman insanları
ölmeye/öldürmeye sürüklese de, kimi zaman âĢığın içinde saklı kalarak ifĢa edilmese de, kimi
zaman ise birden fazla kiĢiye karĢı hissedilerek bedenden bedene yapılan yolculuklarla aranır
olsa da acaba ansızın tecelli eden, doğal bir davranıĢ mıdır? Yoksa ebeveynler, yaĢıtlar,
kültürel ve tarihsel değerlerle Ģekillenen öğrenilmiĢ bir duygu hali midir?
Bu bildiride; bugüne kadar altı Türkçe çevirisinin yapıldığını bildiğimiz Kabusname‘nin
bilinen en eski Türkçe çevirisinde yer alan aĢka ve cinselliğe dair yaklaĢımları
öğrenilmiĢ/öğretilmiĢ bir yaĢantı çerçevesine oturtmak amaçlanmaktadır. Kanadalı bir
sosyolog olan John Alan Lee de altı biçem üzerinden tanımladığı aĢk kuramında aĢkın
öğrenilmiĢ olduğunu ve kiĢilerin istediği bir aĢk biçemini tercih etmekte özgür olduğunu iddia
etmektedir (Aktaran Hülya Ercan, 2008). Kabusname‘de baba tarafından oğluna verilen aĢka
dair öğütler tartıĢılırken Lee‘nin altı aĢk biçemine de göndermeler yapılacak ve bu biçemlerle
bağlantılar kurulacaktır.
Lee; her çeĢit sevgiyi birincil ve ikincil renkler gibi sınıflandırır. GökkuĢağının üç ana rengi
(sarı, kırmızı, mavi) olduğu gibi aĢkın da üç temel biçemi vardır:
1. EROS ―Tutkulu aĢk‖: Fiziksel çekiciliğe dayalı aĢk türüdür. KiĢi, aĢık olmak
istediği kiĢiyi ―sarıĢın, zayıf, renkli gözlü…‖ gibi açıkça tanımlayabilir. Bu tür aĢkta güçlü bir
fiziksel çekim söz konusudur, cinsel yakınlık önemlidir ve aĢık, aĢk için risk almaya hazır
olmalıdır.
69
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
2. LUDUS ―Oyun gibi aĢk‖: Bu tür aĢkın bağlayıcı yönü düĢük, eğlencesi ise ön
plandadır. Tercih edilen ideal özellikler yoktur, çok eĢliliğe açık ve kısa süreli aĢklardır.
3. STORGE ―ArkadaĢça aĢk‖: Birdenbire ortaya çıkmayan, zamanla geliĢen aĢk
türüdür. Birlikte olunan kiĢi ile çeĢitli etkinlikleri ve ilgileri paylaĢmak önemlidir. Bu aĢkta
fiziksel etkileĢimin hiç önemi yoktur. GökkuĢağının ikincil renkleri (yeĢil, turuncu, mor) nasıl
ki birincil renklerin birleĢiminden oluĢuyorsa aĢkın da ikincil biçemleri vardır ve bunlar da
temel biçemlerin birleĢiminden oluĢmaktadır:
4. MANĠA ―Bağımlı aĢk‖ (EROS ve LUDUS birleĢimi): Kıskanç, güvensiz, biraz da
patolojik bir aĢk türüdür. Çiftler birbirine güvenmezler ve sürekli diğerini kaybetme korkusu
yaĢarlar. Ne kadar sorunlu olursa olsun, iliĢki bitirilemez. Genellikle diğer taraf bitirir ve
ayrılığın olumsuz etkileri uzun süre atılamaz. Çiftler iliĢki sırasında da bittikten sonra da acı
çekmekten hoĢlanırlar.
5. PRAGMA ―Mantıklı aĢk‖ (LUDUS ve STORGE birleĢimi): Devam edileceğine ve
olumlu gelecek sağlayabileceğine inanılan iliĢkilerdeki eĢlere duyulan aĢk türüdür. Birlikte
olunan kiĢide sosyal ve kiĢisel özellikler bakımından uyum aranır. Bu kiĢinin inancı, ailesi,
gelecek beklentileri de ayrıca önem taĢır.
6. AGAPE ―Özgeci aĢk‖ (EROS ve STORGE birleĢimi): Seven kiĢi aĢkı vermeye
inanır, çünkü bunu herkesin hak ettiğini düĢünür. AĢkı hissetmeyi bir görev gibi algılar, ancak
aĢktan ya da aĢık olunan kiĢiden herhangi bir beklenti yoktur. BağıĢlayıcı ve destekleyici bir
özne vardır. (Atak, TaĢtan, 2012, 525-527)
Kabusname, Ġran edebiyatında 11. yüzyılda Keykavus bin Ġskender bin Kabus
tarafından oğlu GiylanĢah için kaleme alınmıĢ, zamanının siyasi ve sosyal yaĢamını açık
Ģekilde yansıtan bir eserdir. Bir yönüyle nasihatname/öğüt kitabı, bir yönüyle de siyasetname
özelliğini taĢıyan ve Farsça yazılmıĢ olan bu eserin, ilk olarak 14. yüzyılda Türkçeye
çevrildiği bilinmektedir. Kabusname‘de öğütler 44 baĢlık altında verilmektedir. Bu çalıĢmada
yalnızca aĢk ve cinselliğe dair önerilerin bulunduğu ve tespitlerin yapıldığı ―ÂĢıklık Beyan
Ġder‖, ―Fasıllarda Cima Ġtmekligi Beyan Ġder‖, ―Ilısuya Varmaklıgı Beyan Ġder‖ ve ―Yatmagı,
Dinlenmegi Beyan Ġder‖ baĢlıklı bölümler üzerinde durulacaktır. ÇalıĢmanın merkezinde ise
―ÂĢıklık Beyan Ġder‖ bölümü olacaktır. Eserde oğula verilen öğütlere, anlatılan küçük
70
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
hikâyelere bakıldığında babanın; oğlunun aĢka yaklaĢımının Ģekillenmesinde yol gösterici bir
figür olmaya çalıĢtığı fark edilir.
Eserde aĢka dair ilk tespit aĢkın, yumuĢak ve güzel huylu insanlarda olabileceğinin
belirtilmesidir. Eğer kiĢi çok nazik, hoĢ ve yumuĢak değilse onun âĢık olamayacağını
söyleyen baba; aĢkın güzel huydan kaynaklandığını ve beslendiğini ileri sürer. Bu tezden yola
çıkarak da aĢkın genç insanlara yakıĢtığını, yaĢlıların bunak ve hastalıklı olduğunu,
dolayısıyla âĢık olmamaları gerektiğini söyler. Gençler neĢelidir, hayat doludur ve hasta
değillerdir.
Babanın aĢka dair yaptığı bu tespitin ana ekseninde aĢk ve gençliği görürüz. Baba, aĢkı
yaĢlılara değil gençlere yakıĢtırmakta çünkü aĢkın hastalıklı ve bunak bir bünyede
barınamayacağına, yer bulamayacağına inanmaktadır. Yani gençlik, sağlık, yaĢam sevinci,
gelecek beklentisi gibi kavramların âĢık olunacak zaman konusunda belirleyici olması; insanın
aĢkı her zaman, her yaĢta yaĢayabileceği düĢüncesini yıkmakta; babanın oğluna mantık
üzerinden bir aĢk çerçevesi çizdiği görülmektedir. Ancak bu tespitlerde gözden kaçırılmaması
gereken bir nokta da aĢkın güzel, hoĢ ve yumuĢak huylu insanlarda görülebileceğidir. AĢk ve
güzellik/iyilik/yumuĢaklık iliĢkisi yine gençlikle iliĢkilendirilmiĢ ve yaĢlı insanların bu
özelliklere sahip olamayacağına –belki de huysuz olduklarına- atıfta bulunulmuĢtur.
Oğul GiylanĢah‘a verilen ikinci aĢk öğüdü âĢık olmanın büyük bir sıkıntı ve bela
olduğudur. Aslında kiĢinin aĢka düĢmemesini, düĢerse de sabretmesi gerektiğini söyleyen
baba; oğluna gücü yeterse yaĢlı bir insanmıĢ gibi davranıp hiç düĢünmeden/ansızın âĢık
olmamasını tembihler. Çünkü aĢk babaya göre içinden çıkılması güç bir durumdur. Hatta
babaya göre kiĢi, bir parasız olduğunda, bir de âĢık olduğunda kendi kanına susamıĢ yani
belasını aramıĢtır.
Baba, bütün bunlara rağmen oğlunun yine de çaresiz kalarak âĢık olabileceği bir
durumu da göz önünde bulundurur. Bu durumda oğluna, kendi huylarını/kiĢilik özelliklerini
bir kenarda bırakarak sevgilisine boyun eğmesi gerektiğini öğütler. Çünkü burada da
karĢımıza aĢkın baĢka bir özelliği çıkmaktadır. ÂĢık olan kiĢi ya sevgilisine kavuĢmuĢtur ya
da sevgiliden ayrıdır. AĢk bu iki durumu da göze almak demektir ve kiĢinin bunu bilerek âĢık
olması gerekmektedir. AĢkın içinden çıkılması güç, sıkıntılı olan durumunun ayrılıktan
geldiğini savunan babanın iddiası; bir saatçik ayrılık sıkıntısının bir yıllık kavuĢma zevkini
yok ettiğidir. Hatta bunu bir de Arap bir atasözüyle destekler. Atasözünün Türkçesi Ģudur:
71
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
―Sevgiliyle vuslat bir yıl uyuklamaktır.‖ Eserde atasözünün açıklaması da Ģöyle yapılır: KiĢi
uyuklayınca nasıl uykusunu tam olarak alamazsa âĢık da sevgiliyle birlikte olursa aslında
bunun bir anlamı olamaz. Çünkü aslında aĢk baĢtan ayağa bela, sıkıntı, zahmet ve
değersizliktir. Öyle ki âĢık, bir kısa uyuklama vakti kadar bile sevgiliden ayrı kalsa bu ona bir
yıl gibidir. Ayrılığın sıkıntısı anlatılamaz. KavuĢma olsa da aĢkın zahmetli yönü devam
etmektedir. Bu defa da nazlanma, kibir ve Ģehvet devreye girmektedir. Ne zaman sevgiliyle
söyleĢmek gerekse sevgilinin nazlarına ve kaprislerine tahammül etmek gerekmektedir.
Babanın oğluna bu konudaki en önemli tavsiyesi kendisini âĢıklık halinden kurtarması
gerektiğidir. Bunu elinden gelse de gelmese de, gönlü istese de istemese de yapmalıdır.
Çünkü baĢka çaresi yoktur. Oğlu bir gün nefsine uyup âĢık olmak isteyebilir, ama bu durumda
kendisini tutabilmeli, nefsine uymamalıdır. Bunun için en temel tavsiye oğlunun baĢka iĢlerle
meĢgul olması gerektiğidir. Hatta Ģehvetin de baĢka yerlerde kullanılması, görmezden
gelinmesi en doğrusu olacaktır. AĢktan kurtulmak için sıkıntılı olan bu süreci atlatmanın bir
diğer yolu da hükümdar adayı olan oğulun halktan utanması gerektiğidir. Çünkü bu, kiĢiyi
aĢktan uzaklaĢtıran bir durumdur. Babaya göre aĢk bir illet yani hastalıktır. Bu konuda
kendine baĢka destekler de bulan baba; Muhammed bin Zekerriya‘nın Taḳsim-i ‗Ġlel kitabında
aĢktan kurtulmak isteyen kiĢinin bir süre oruç tutmasını, böylece nefsi güçsüz düĢen kiĢinin
aĢk illetinden de kurtulacağını iddia ettiğini belirtir. Bu kitaptaki diğer tavsiye de âĢık olan
kiĢinin sefere çıkması ya da Ģehvetini bir Ģekilde uzaklaĢtırmasıdır.
Keykavus, her Ģeye rağmen yine de oğlunun, yanında rahat olabileceği birini
sevmekten onu menetmeyeceğini belirtmektedir. ġeyh Said-i Belhi‘nin yazdığı eserde bir
insan için dört Ģeyin gerektiğinin belirtilmesine vurgu yapan baba; bu dört Ģeyi Ģöyle sıralar:
Ekmekli olmak (sanırım iĢ güç, meslek sahibi olmak), güzel ahlaklı olmak, kibirli olmamak
ve güçlü, etkili, hayat dolu olmak. Bir de hadis örneği veren baba Tanrı‘nın bile kullarına
kendisini kırık kalplerde araması gerektiğini söyler.
Buradan sonra aĢkın baĢka bir boyutuna geçen baba; dostluğun ve aĢkın birbirinden
farklı olduğuna vurgu yapar. Hatta yeni iddiasını da Ģöyle ileri sürer: Gönlü, yüreği hoĢ/rahat
olan hiçbir âĢık yoktur. Ne olursa olsun aĢk kederli ve kaygılıdır. Ancak güzel/rahat olan aĢk
da vardır ki bu da kiĢilerin birbirlerine dost olmasıyla mümkün olur. Eğer âĢıklar, dost değilse
sevdikleriyle her zaman sıkıntı çekeceklerdir. Her ne olursa olsun gençlikte bu aĢk oyunlarını
oynamak kolaydır. Baba bölümün baĢındaki ilk öğüdünü tekrarlar: ―Sakın yaĢlılığında âĢık
olma.‖ Çünkü gençlerin sahip olabileceği hünerler, yaĢlılara yakıĢmaz. Tabii yaĢlıyken âĢık
72
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
olan kiĢi, toplumda önemli bir yerde değilse bu durum yine kolaydır. Fakat hem yaĢlı hem de
bilgili bir kiĢi veya yönetici biri ise aĢktan kendini sakınması gerekmektedir. Çünkü aĢk
halktan yani sıradan olanların hedefidir. Âlimler ve yöneticiler takımı için kusurlu bir
duygudur aĢk.
Baba, oğluna öğüt verirken zaman zaman konuyla ilgili kısa öyküler de anlatır. Oğluna
aĢka yaklaĢımla ilgili anlattığı öykülerden ilkini, dedesi ġemsü‘l-Maâlî‘den duymuĢtur.
ġemsü‘l-Maâlî‘ye bir gün bir tüccarın elinde bulunan pahalı bir kuldan/köleden bahsedilir. O
da bu kulu/köleyi bir bey için satın alır. Bey de o kulu görüp beğenir ve ona kendisine
peĢkir/havlu tutma görevi verir. Bey bir gün su içtikten sonra kulunun elindeki
peĢkiri/havluyu alırken yüzüne hayranlık ve tutkuyla uzun uzun bakar. Öyle ki peĢkiri geri
vermeyi unutur, o kadar hoĢlanır ondan. Vezirini çağırır ve bu oğlanı bir köye göndermesini,
ona güzel bir kız bulmasını ve onu evlendirmesini, sakalı gelinceye kadar o köyde durmasını,
sonra kendi katına gelmesini emreder. Vezir de Be‘ye bu emrin yerine getirileceğini, ancak
küstahlık olmazsa bunun sebebini sorar. Bey de sabah kulun yüzüne baktıktan sonra kafasının
karıĢtığını, baĢka Ģeylerle avunamadığını fark eder. DüĢünür ki aĢk kendisini dağıtacak, onun
utanma perdesini yırtacak ve kendisini halkın karĢısında küçük düĢürecektir. Daha da
önemlisi bey yetmiĢ iki yaĢındadır ve âĢık olmasının kendisine yakıĢmadığına inanır. Çünkü
halkın beylerinin güvenilir olması gerektir, Yüce Allah da ona tebaasını koruma ve ülkeyi
düzenleme görevi vermiĢtir. Dolayısıyla nefsine uyarsa halkın dilinden nasıl kurtulacak ve
Allah‘a nasıl hesap verecektir?
Ġkinci hikaye de Ģöyledir: Gazne Ģehrinde Sultan Mesud‘un on güzel oğlanı vardır.
Bunlar hazinede/haremde bulunur. Kim görse bunlara hayran olur. Bir de bunların içinde bir
gözde vardır ki Sultan‘ın baĢı onunla hoĢtur. Yıllar geçer, ama kimse Sultan‘ın bu gözdeye
âĢık olup olmadığını bilemez.
Baba, bütün bunları anlatmasının oğluna fayda etmeyeceği ve oğlunun yine de birine
âĢık olacağı ihtimali üzerine de öğütlerini vermeye ve aĢka dair tespitler yapmaya devam
eder: Oğluna her Ģeye değecek birine âĢık olmasını söyler. Sevilecek kiĢinin Platon (Eflatun)
ve Ptolemaios (Batlamyus) gibi akıllı olmamasını isterken güzellikte Yusuf peygamber gibi
birini bulmasını önerir. Sevilen kiĢi, bir kitap yazarı kadar bilgili olmamalı, Ģuh ve güzel
huylu olmalıdır. Böylece halk, âĢık olan kiĢiyi yadırgasa da âĢık olunan kiĢinin güzelliği ve
etkileyiciliği nedeniyle ayıplamayacağını düĢünür. Babaya göre oğlu yani bir âĢık, bir yere
73
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
misafirliğe gittiğinde sevgilisiyle beraber gitmemelidir. Beraber gitmek zorunda kaldıysa bile
misafirlik boyunca ondan tarafa bakmamalı, onu yanına çağırmamalı, kulağına herhangi bir
Ģey fısıldamamalıdır. Çünkü bu durumlara halk güler. Aslında sevgiliyi o misafirlik boyunca
yok saymalıdır. Birinin sevgiliye baktığını görürse de kıskanmamalıdır çünkü Keykavus‘a
göre kimse, sevgiliye farklı bir gözle bakmayacaktır. Yine de ne olursa olsun âĢık olunan
kiĢinin üzerine fazla düĢülmemeli, çok özen gösterilmemelidir.
Kabusname‘de aĢk dıĢında ele alacağımız diğer bölümler biraz daha bedensel arzulara
dairdir. ―Fasıllarda Cima Ġtmekligi Beyan Ġder‖, ―Ilısuya Varmaklıgı Beyan Ġder‖ ve
―Yatmagı, Dinlenmegi Beyan Ġder‖ baĢlıklı bölümlerde özellikle Ģehvet olgusuyla karĢımıza
çıkan cinsellik konusu vardır. Buradaki ilk bölümün ana ekseninde, babanın oğluna cinselliğe
dair verdiği öğütleri okuruz. Önemli noktalar; oğlunun birini cinsellik yaĢamak için sevmesi
durumunda hemen kendini bırakmaması, sarhoĢken cinsellik yaĢamaması gerektiğidir. Ama
hafif mahmurken yaĢanan cinselliğin yararlı olduğu söylenir. Cinsellik, insan için
hayvanlardan farklı olmalıdır; yani her zaman, her saat yapılamamalıdır. Yerli yersiz cinsel
iliĢki nasıl bedene ve insana zarar verirse cinselliğin hiç yaĢanmaması da zarar verir. Oğluna
tavsiyesi Ģudur: Eğer cinsellik yaĢamak istiyorsan bunu gerçekten çok arzula ve çok soğuk ya
da çok sıcak ortamlarda/mevsimlerde iliĢkide bulunma. Sıcakta beden tembelleĢir, soğukta ise
ısınmak için daha fazla güç harcanır. Cinselliğin en güzel vakti bahardır. Oğluna eğer kıĢ
mevsiminde cinsellik yaĢamak isterse onu Ģerbet ve gıda ile defetmesi gerektiğini söyler.
Hatta kıĢın hamama da gitmemelidir kiĢi. Son öğüt de kıĢın bir kadınla cinsel iliĢki kurma
tavsiyesidir. Sağlıklı ve rahat bir beden için bunların bilinmesi gerekmektedir.
―Ilısuya Varmaklıgı Beyan Ġder‖ baĢlıklı bölümde hamamda cinsel iliĢki kurulmaması
gerektiğinden bahsedilirr. Çünkü hamamın çok sıcak olması ansızın ölüme sebep olabilir.
Keykavus bin Ġskender bin Kabus, oğlu GiylanĢah'a ―Yatmagı, Dinlenmegi Beyan Ġder‖
baĢlıklı bölümde uyumaya ve dinlenmeye dair öğütlerini verirken uykuyu güzelleĢtirecek bir
durumdan bahseder. Bilindiği gibi uyku, insan bedeninin ve ruhunun dinlenmesi için
gereklidir. Günün tüm sıkıntılarından, yorgunluklarından ve dertlerinden uzaklaĢmak için
uyuyan insan, bir yandan da cinselliğin dünyayı unutturan yalnızlığına sığınmak ister. Bu
yaklaĢımlar Kâbusnâme'de Ģu Ģekilde karĢımıza çıkar:
Ġnsan gece de gündüz de yattığı zaman yanında cana can, hayata hayat katan biri
olmalı. Ġnsan uyuduğunda ölü gibidir. Ölen de uyuyan da dünyadan habersizdir. Ancak
74
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
uyuyanda hâlâ hayat vardır. Ölü, çaresiz yalnız yatar. Uyuyanın yanında gönlünün dilediği
biri yatmalıdır. Ġnsan uyurken yanında bir gül yanaklı, selvi boylu bir güzel olduğunda yatak
da güzelleĢir. Böyle olmazsa dirilerin yatıĢı, ölülerin yatıĢından farklı olmaz. Türkçe bir
Ģiirde de bu durum Ģöyle anlatılır:
Dilinden akıda ab-ı hayatı
Lebinden göstere kand-i nebatı
Visali gününü andırmağıyçün
Unuttura dükeli kainatı. (Özkırımlı, 1974, 196)
75
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
1908‟DEN 1928‟E BATI ÇOCUK EDEBĠYATI ESERLERĠNĠ
OSMANLI TÜRKÇESĠNE ÇEVĠRME ġEKĠLLERĠ: DĠL VE EDEBĠYAT
ÜZERĠNE ÇEVĠRĠ ODAKLI BAZI GÖZLEMLER
AyĢe Banu KARADAĞ
ÖZET
Bu bildirinin amacı, Tanzimat‘tan Latin harflerinin kabul edildiği tarih olan 1928‘e kadar Batı
dillerinden Osmanlı Türkçesine yapılan özellikle çocuk edebiyatı çevirilerini, bu çevirilere
yazılan ön sözler tanıklığında erek-odaklı bir yaklaĢım çerçevesinde dil ve edebiyat
vurgusuyla irdelemektir. Bilindiği üzere birçok edebi tür, Osmanlı dil ve edebiyat dizgesine
çeviri yoluyla girmiĢtir. Roman, Batılı anlamda hikâye ve masal da bu edebi türlerdendir.
Böyle bir çalıĢmanın hazırlanmasının nedeni, Osmanlı Türkçesine çevirisi yapılan bu tür
edebi eserlerin çoğuldizgedeki konumunun belirlenmesinin çeviri tarihimize ıĢık tutacağı
düĢüncesidir. Öncelikle, Tanzimat Dönemi‘nde ortaya çıkan ve bu bildirinin temel araĢtırma
nesnesini oluĢturan çeviri çocuk edebiyatı hakkında genel bilgi verilecektir. Daha sonra,
Zohar Shavit‘in çeviri çocuk edebiyatına iliĢkin kuramsal görüĢleri temel alınarak anılan
dönemde Osmanlı Türkçesine çevrilen eserlerin bazılarının ön sözlerinin çeviriyazısı
yapılacaktır. Çeviriyazısı yapılacak bu örnek metinlerden hareketle, çevirmen ve yayıncıların
çocuk edebiyatı oluĢturmak için nasıl bir yol izledikleri, nasıl bir dil kullanmayı tercih
ettikleri, neleri amaçladıkları, hangi yazarları ve eserleri tercih ettikleri vb. sorulara yanıt
aranarak nasıl bir ―kültür repertuarı‖ oluĢturmaya çalıĢtıkları betimlenmeye çalıĢılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Batı Çocuk Edebiyatı Eserleri, Osmanlı Türkçesi, Kültür Repertuarı,
Çeviri Tarihi, Çeviribilim.
Ways of Translating Western Children‟s Works of Literature into Ottoman
Turkish from 1908 to 1928: Some Translation-Oriented Observations on
Language and Literature
Abstract
This paper aims to examine particularly the children‘s literature translations rendered from
Western languages into Ottoman Turkish from the Tanzimat Period to 1928, when the Latin
alphabet was adopted, with a target-oriented approach and with an emphasis on language and

Yıldız Teknik Üniversitesi, Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü, Fransızca Mütercim-Tercümanlık Anabilim
Dalı, [email protected].
76
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
literature in the witness of the prefaces written for these translations. As is well known,
considerable deal of literary genres was introduced into Ottoman linguistic and literary system
via translations. Novel; story and tale, in the western sense of the genres, are included in the
aforementioned imported literary genres. The basic aim which set ground for such a study is
the fact that the transcriptions of the prefaces of such genres of literary work which were
translated into Ottoman Turkish, can set light to the history of translation of children‘s
literature. To start with, in order to constitute the main object of analysis of this very paper,
general information about the emergence of translated children‘s literature during the
Tanzimat Period will be given. Then, some prefaces belonging to the works translated into
Ottoman Turkish during the era mentioned above will be analysed in the light of Zohar
Shavit‘s theoretical framework concerning children‘s literature translations. With reference to
these sample texts which will be transcribed into Latin letters, the kind of the ―cultural
repertoire‖ which the then translators were trying to form will be attempted to describe by
seeking answers to certain questions such as ―What kind of method did they follow so as to
compose children‘s literature?‖, ―What style of language did they prefer to use?‖, ―What did
they aim at?‖, ―What authors and works did they choose?‖.
Key words: Works of Western Children‘s Literature, Ottoman Turkish, Cultural Repertoire,
Translation History, Translation Studies.
GiriĢ
Bu bildirinin amacı, Tanzimat‘tan Latin harflerinin kabul edildiği tarih olan 1928‘e kadar Batı
dillerinden Osmanlı Türkçesine yapılan özellikle çocuk edebiyatı çeviri örneklerini, bu
çevirilere yazılan ön sözler tanıklığında erek-odaklı bir yaklaĢım çerçevesinde dil ve edebiyat
vurgusuyla irdelemektir. Bilindiği üzere birçok edebi tür, Osmanlı dil ve edebiyat dizgesine
çeviri yoluyla girmiĢtir. Roman, Batılı anlamda hikâye ve masal da bu edebi türlerdendir.
Böyle bir çalıĢmanın hazırlanmasının nedeni, Osmanlı Türkçesine çevirisi yapılan bu tür
edebi eserlerin çoğuldizgedeki konumunun belirlenmesinin çeviri tarihimize ıĢık tutacağı
düĢüncesidir. Bildirinin temel inceleme nesnesini oluĢturmak amacıyla çocuklar için çevirisi
yapılmıĢ olan edebi türlerden, özellikle içerisinde ön söz barındıran romanlardan bazı örnekler
verilecektir. Çeviriyazısı yapılacak bu örnek metinlerden hareketle, çevirmen ve yayıncıların
çocuk edebiyatı oluĢturmak için nasıl bir yol izledikleri, nasıl bir dil kullanmayı tercih
ettikleri, neleri amaçladıkları, hangi yazarları ve eserleri tercih ettikleri vb. sorulara yanıt
aranarak edebiyat çevirisinin edebi çoğuldizgedeki konumuna dikkat çekilecek ve nasıl bir
―kültür repertuarı‖ oluĢturulmaya çalıĢıldığı betimlenmeye çalıĢılacaktır.
1. Tarihimize Çeviri Çocuk Edebiyatı Odağıyla Bakmak
Tarihimize çeviri çocuk edebiyatı odağıyla bakıldığında Tanzimat Dönemi‘nin bir baĢlangıç
noktası olarak ele alınabileceği söylenebilir. Nitekim bu konuda yapılan birçok araĢtırmada
Tanzimat, çocuk edebiyatının Türk edebiyat ve kültür çoğuldizgesinde ortaya çıkıĢ dönemi
77
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
olarak anılmaktadır (KrĢ. Çıkla, 2004; Neydim, 2000 ve 2005; Sılar, 2006). Bu dönemde
yaklaĢık 1250 roman Batı dillerinden Osmanlı Türkçesine çevrilmiĢtir (Taramada öncelikli
olarak Seyfettin Özege tarafından hazırlanan Eski Harflerle BasılmıĢ Türkçe Eserler Kataloğu
(1971, 1973, 1975, 1977 ve 1979 - 5 cilt) temel alınmıĢtır; bu konuda yapılan araĢtırmalar için
Bkz. Bozkurt 2014; Karadağ 2014). Bu eserler arasında doğrudan çocuklara yönelik yapılan
birçok çeviri bulunmaktadır.
Çeviri çocuk edebiyatı üzerine yaptığı çeviribilim odaklı çalıĢmalarla tanınan Necdet Neydim,
Türkiye‘de çeviri çocuk edebiyatının, yenileĢme çabalarının baĢladığı Tanzimat‘tan bu yana
edebiyat ve kültür dizgemizde ―merkezi‖ bir yer tuttuğunu ifade eder. Neydim‘e göre, Batı‘da
da modernleĢme sürecine kadar ayrı bir çocuk edebiyatından söz edilemez; çünkü ―çocuk
edebiyatı, modernleĢme ve sanayileĢmenin zorunlu kıldığı bir alan olarak ortaya çıkmıĢtır‖
(KrĢ. Neydim, 2005: 99).
Bu konuda Neydim‘e yakın bir görüĢ Selçuk Çıkla tarafından benimsenmiĢtir. Tanzimat‘tan
günümüze Türk çocuk edebiyatının tarihçesini ana hatlarıyla incelediği ―Tanzimat‘tan
Günümüze Çocuk Edebiyatı ve Bazı Öneriler‖ baĢlıklı makalesinde Selçuk Çıkla, çeviri
çocuk edebiyatına ayrı bir bölüm ayırır. Çıkla‘ya göre, ―Tanzimat sonrasında çocuklara
yönelik süreli yayınların ve çeĢitli türlerdeki kitapların yayınlanması konusunda yavaĢ da olsa
geliĢen bir çaba olduğu gözlenir‖ (Çıkla, 2004: 94). Çıkla, anılan zaman diliminde çocuk
edebiyatının sınırları içine girebilecek ilk eserlerin tarihi Tanzimat‘ın ilânından yirmi yıl
sonraya rastladığını Ģu örnekleri vererek açıklar:
―1859 yılında üç farklı çalıĢmayla Türk çocuk edebiyatının bir nevi temelleri
atılmıĢtır. Bu üç çalıĢma Ģunlardır:
a) ġinasi‘nin La Fontaine 10 ‘den yaptığı fabl çevirileri 1859‘da Ģairin Tercüme-i
Manzume adlı kitabında yayınlanmıĢtır.
b) Kayserili Doktor RüĢtü adlı bir kiĢinin 1859‘da yazdığı Nuhbetü‘l-Etfâl isimli
Arapça alfabe kitabının sonuna eklediği çocuk hikâyeleri, fabl tercümeleri ve kısa
hayvan hikâyeleri bu türün Tanzimat sonrası Türk edebiyatındaki ilk örneklerinden
biri olarak kabul edilir.
c) Yusuf Kamil PaĢa‘nın klâsizmin zevk vererek eğitmek prensibini dikkate alarak
François de Saligna de la Mothe Fénélon‘dan 1859‘da çevirdiği Telemak (Tercüme-i
Telemak) adlı roman da önemli bir çalıĢmadır‖ (Çıkla, 2004: 94-95).
Tanzimat‘ın ilanıyla birlikte, Türkiye‘nin modernleĢme serüvenini baĢlatan gerçek anlamda
dizgeli bir değiĢim ve dönüĢüm sürecine girildiği ve Even-Zohar‘ın çoğul-dizge kuramına
göre çeviri çocuk edebiyatının da içinde yer aldığı çeviri edebiyatın ―merkeze‖ yerleĢtiği ve
―çevreyi‖ Ģekillendirdiği söylenebilir (―çoğuldizge henüz oluĢmamıĢken ya da baĢka deyiĢle,
edebiyat henüz ―genç‖ ve yerleĢme sürecinde iken; edebiyat ya ―çevresel‖ ya ―güçsüz‖ ya da
her iki durumda iken; edebiyatta dönüm noktaları, bunalımlar ve yazınsal boĢluklar
yaĢanırken‖ (KrĢ. Even-Zohar (çev. Paker), 1987: 58-68).
10
Osmanlı Türkçesinde yer alan La Fontaine çevirileri üzerine yapılan çeviribilim odaklı bir tez
çalıĢması için Bkz. Sirkecioğlu, 2010.
78
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Türkiye‘deki çocuk edebiyatı çalıĢmalarını tarihsel bir bakıĢ açısıyla irdeleyen Alev Sınar da
çocuk edebiyatının Tanzimat Fermanı‘nın ilânından sonra baĢlayan dönemden itibaren yavaĢ
yavaĢ ortaya çıktığının altını çizer ve bu ilânı baĢka bir medeniyet dairesine giriĢ Ģeklinde ele
alır:
―1839 tarihinde ilân edilen bu ferman sadece sosyal ve siyasî açılardan toplumumuzu
etkilemekle kalmaz. Türk Edebiyatı da yeni bir medeniyet dairesine, Batı
medeniyetine girdiğimizi ilân eden bu değiĢimden etkilenir. Bu süreç içinde yabancı
dil bilenlerin sayısı yavaĢ yavaĢ artar, Batı‘dan çeviriler yapılmaya baĢlanır ve bu
çeviriler sayesinde Avrupa‘daki çocuk eğitimi ve psikolojisi ile ilgili çalıĢmalardan da
haberdar olunur. Bu yeni bilgiler ıĢığında çocuk eğitiminin önemi vurgulanır ve
böylelikle doğrudan doğruya çocuk için yapılacak çalıĢmalara zemin hazırlanmaya
baĢlanır‖ (Sınar, 2006: 178).
Sınar‘ın sözünü ettiği Ģekilde çocuk eğitiminin gündeme gelmesi, ilgili dönemden
itibaren çeviri yoluyla edebiyat ve kültür dizgemize giren roman türüne eğitici-öğretici bir
iĢlev yüklenmesiyle örtüĢmektedir (―Medeniyet‖ algısı üzerinden çevirinin modernleĢme
sürecindeki iĢlevini irdeleyen bir çalıĢma için Bkz. Karadağ, 2008a ve 2008b).
2. Kuramsal Çerçeve
Bildirinin kuramsal çerçevesi, çocuk edebiyatı çevirisinin edebiyat çoğuldizgesindeki
konumunu irdeleyen Zohar Shavit‘in görüĢleri üzerine temellendirilecektir. Shavit, Itamar
Even-Zohar‘ın çoğuldizge kuramına göndermede bulunarak kuramsal görüĢlerinin çıkıĢ
noktasının edebiyatın bir çoğuldizge olduğu gerçeğine dayandığını belirtir. Çocuk edebiyatını
edebiyat çoğuldizgesinin tamamlayıcı bir parçası olarak kabul eder ve çocuk edebiyatı
çevirilerinde izlenen yolun, çocuk edebiyatı dizgesinin edebiyat çoğuldizgesindeki konumuna
göre nasıl belirlendiğini göstermeye çalıĢır. Shavit‘e göre çevirmen çocuk edebiyatı
çevirisinin dayandığı iki temel ilkeyi göz önünde bulundurduğu sürece ―metni özgür bir
Ģekilde iĢleyebilir‖ (Shavit (çev. Besen), 1991: 19). Bu iki ilke ―metnin seçimini ve iĢleniĢini‖
belirler ve bu Ģekilde metnin ―dizgesel yatkınlığının‖ temelini oluĢturur. Bu iki ilke Ģöyledir:
―a) Metni, toplumun, ―çocuk için iyi‖ diye tanımladığı Ģekilde, çocuğa uygun ve
yararlı olarak düzenlemek,
b) Olay örgüsünü, tiplemeleri ve dili, çocuğun kavrama düzeyine ve okuma yetisine
göre düzenlemek‖ (Shavit (çev. Besen), 1991: 19).
Shavit öğretici çocuk edebiyatı kavramının yaygınlığını koruduğu sürece çocuk edebiyatının
eğitimde bir araç olduğu fikrinden kaynaklanan birinci ilkenin egemen olduğunu, ne var ki
kavrayıĢ odaklı ikinci ilkenin de baskınlığını koruduğunu ileri sürer (KrĢ. Shavit (çev. Besen),
1991: 19).
―Dizgesel yatkınlık‖ Shavit tarafından birbiriyle bağlantılı 5 ana baĢlık altında ele alınır: 1)
Var olan örnekçelere yatkınlık; 2) Metnin bütünlüğü; 3) Metnin karmaĢıklık düzeyi; 4)
Ġdeolojik ya da değerlendirici uyarlama; 5) Biçimsel normlar (KrĢ. Shavit (çev. Besen), 1991:
19).
79
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
3. “Dizgesel Yatkınlık” ve Osmanlı Türkçesindeki Çeviri Çocuk Edebiyatı
Yukarıda ana hatlarıyla değinilen kuramsal görüĢler ıĢığında bildirinin temel araĢtırma
soruları Ģunlardır: Batı dillerinden Osmanlı Türkçesine yapılan çocuk edebiyatı çevirilerinde
bu ilkeler benimsenmiĢ midir? Ġlgili dönemin çeviri çocuk edebiyatı bağlamında ―dizgesel
yatkınlık‖tan söz edilebilir mi? Bu sorulara, çocuk edebiyatı çevirileri yan metinleri (ön söz /
ön kapak / arka kapak vb.) ıĢığında yanıt aranacaktır
3.1. “Var Olan Örnekçelere Yatkınlık”
―Dizgesel yatkınlık‖ın ilk ana baĢlığı ―Var Olan Örnekçelere Yatkınlık‖tır. Shavit bu
yatkınlık türünü Ģöyle açıklar:
―Özgün metnin örnekçesi erek dizgede yer almıyorsa, özgün metnin çevirisini erek
yazının içine aldığı örnekçelere göre düzenlemek için bazı öğeler çıkartılarak metin
değiĢtirilir‖ (Shavit (çev. Besen), 1991: 20).
Shavit‘e göre çevrilecek metin hakkında çevirmenin araĢtırma yapması, çevirinin daha önce
erek edebiyat ve kültür dizgesinde yer alıp almadığına bakması gerekmektedir. Daha önceki
veya ilgili/benzer örnekçelerin yapılacak çeviriyi etkileyeceği açıktır. Çevirmen yapacağı
araĢtırma sonucunda öncelikle çeviriyi yapmaya ya da yapmamaya; Ģayet yapmaya karar
verirse, nasıl yapacağına karar verir.
Örnek vermek gerekirse, ünlü Ġngiliz yazar Daniel Defoe‘nun (1660-1731) The Life and
Adventures of Robinson Crusoe (1716) adlı eserinin Osmanlı Türkçesinde 6 farklı çevirisi yer
almaktadır (Ayrıntılı bilgi için Bkz. Osmanlıcada Robenson, 2008). Bu çevirilerden Mehmed
Ali‘ye ait olan, Robenson Issız Adada (tarih belirtilmemiĢtir) adıyla edebiyat ve kültür
çoğuldizgemizde yer almıĢtır. Bu çeviriye yazdığı ön sözde çevirmen Mehmed Ali, çocuk
edebiyatı üzerine nasıl bir araĢtırma yaptığını, çeviri eser seçiminde ne gibi etkenleri göz
önünde bulundurduğunu Ģu Ģekilde dile getirir:
―Çocuk edebiyatını teĢkil eden ve memleketimizde adedi pek mahdut olan kitapları
topladım. Bunların hemen ekserisi masal nevinden olan Ģeylerdi. Masallar küçük
çocuklar için faydalı ve eğlenceli oluyor. Fakat her Ģeyi tahlile kalkıĢan 14-15
yaĢındaki çocuklar için eğlenceli olmakla beraber muhteviyatı akıl ve mantıkla kabil-i
telif olmuyordu. Çocuklarımın yalnız gülmesini değil aynı zamanda da haberleri
olmaksızın, içtimaî, ahlâkî, tarihî... malûmat edinmelerini Ģiddetle arzu ediyordum.‖
[…] ―Muhtelif birçok hikâyeler söyledim. Yirmi, yirmi beĢ hikâyeden sonra, en ziyade
hangilerini sevdiklerini anlamak için, bir anket açtım. Neticede gördüm ve anladım ki
çocuklar daha ziyade maceralı ve sergüzeĢtli hikâyeleri tercih ediyorlar. O zaman bu
ihtiyacı en iyi ve en cazip bir Ģekilde temin ve tatmin eden ―Robenson‖u aradım‖
(Mehmed Ali, (…): Ön söz) (Bkz. Ek 1).
80
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Mehmed Ali, çeviri süreci öncesinde edebi türe iliĢkin, benzer konulu örnekçeleri tarayıp
Robenson konusunda karar verdikten sonra Shavit‘in belirttiği çeviri süreci düzenlemelerini
de yapmıĢtır. Mehmed Ali‘ye göre yazar her ne kadar ―mufassal‖ bir eser ortaya koymuĢ olsa
da, ―hey'et-i umûmiyesi itibarıyla uzun ve manasız tafsilâtla doludur‖. Bu nedenle çevirmen
çeviride ne tür bir düzenlemeye gittiğini, ―Biz ise Robenson'u ilk mektep talebesinin
okuyabileceği bir hâle getirmeğe çalıĢtık‖ açıklamasıyla okurun bilgisine sunmuĢtur.
Bir baĢka Robenson çevirmeni, ġemseddin Sâmi ise 1302 [1884] tarihli çevirisinde erek
edebiyat ve kültür dizgesindeki örnekçe araĢtırmasının sonucunu, yazdığı ön söze bir dipnot
düĢerek açıklamıĢtır. ġemseddin Sâmi bu dipnotta, o dönemde edebiyat ve kültür dizgesinde
var olan var bir çeviriye rağmen -Vakanüvis Ahmed Lütfi‘nin Tercüme-i Hikâye-i Robenson
(1283 [1866]) adlı çevirisi- neden bir yeniden-çeviri yapmak istediğini dil ve kültür
vurgusuyla dile getirir:
―*Lisanımızda Hikâye-i Robenson nâmıyla bir diğer kitap daha mevcûd ise de bu
hikâye Avrupa lisanlarında muhtelif suretlerde ifrağ olunarak müteâddid envâ-ı
bulunmağla mevcûd olan tercüme –el yevm Fransa mekâtib-i ibtidaiyyessi broğramına
dahil olup bizde dahi lisân-ı Franseviyenin tahsili için okutturulmakta olan mösyö
(Ambroise Randü)nün eserine mûtabık olmayıp, diğer bir telifin tercümesi olduğu
anlaĢılır olduğu anlaĢıldığından eser-i mezkûrun Fransızcasını okuyan Ģâkirdâna
medâr-ı suhûlet olmak üzere mekâtib-i müte‘addidede Fransızca muallimi bulunan
e‘azzi ehibbâmdan mösyö (De Varez)in ibrâm ve teĢvîkiyle tercümesine mecbur
oldum‖ (ġemseddin Sâmi, 1302 [1884]: Ön söz) (Bkz. Ek 2).
Vakanüvis Ahmed Lütfi çevirisini Arapçadan yapmıĢtır; ġemseddin Sâmi‘nin tercihi ise
kaynak dil olarak Fransızca olmuĢtur. Bir Ġngiliz dili edebiyatı eserinin özgün dil olarak
Ġngilizceden değil de zaten bir ara dilden -Arapçadan- çevirisi varken baĢka bir ara dilden Fransızcadan- çevrilmesinin tercih edilmesi, dönemin ―medeniyet‖ algısını Ģekillendiren
Fransız kültür ve edebiyatının merkezinde yer aldığı Batı modernleĢme olgusuna örnek
oluĢturabilir.
3.2. “Metnin Bütünlüğü”
Sahvit‘e göre, ―Metnin tam olarak çevrilmesi günümüzde saygın görülen yetiĢkin
dizgesindeki pek çok çeviride benimsenmiĢ bir normdur‖; Ancak Shavit bu normun on
dokuzuncu yüzyılda, hatta yirminci yüzyılın baĢlarında geçerli olmadığını, çevirmenlerin
kendilerinin özgün metnin bütünlüğünü ayarlayabildiğini ileri sürmüĢtür (Shavit (çev. Besen),
1991: 21). Metnin bütünlüğü çerçevesinde Shavit‘in dikkat çektiği temel nokta ahlâk
kurallarına uygunluktur:
―Bu gibi çıkartmalara özellikle yetiĢkinler için yazılan kitaplar çocuk dizgesine
aktarıldığında ve çocuğun kavrama düzeyine (yetiĢkinin anladığı Ģekilde) ya da çocuk
81
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
dizgesinde izin verilen ahlâk kurallarına uyarlanmaları gerektiğinde rastlanır. Eğer bir
metin, çocuklara izin verilen ya da yasaklanan Ģeylere uygun değilse ya da metin
çevirmene göre çocuklar tarafından anlaĢılamayacaksa, çoğu kez büyük değiĢikliğe
uğrar‖ (Shavit (çev. Besen), 1991: 21-22).
Edebiyat ve kültür dizgemizdeki bir baĢka Robenson çevirisinin ön sözünde Osman Nuri
(1925), çeviride ―aynen tercümeye uğraĢmadıklarını‖, ―hatta bazı yerlerini tayy, bazı yerlerini
de kendi âdâtımıza göre ta‗dîl ettiklerini‖ açıkça belirtmiĢtir. Osman Nuri‘nin gerek çeviri
eser seçimini gerekse çeviri stratejisini belirleyen temel etmen Robenson‘un ahlâki bir hikâye
olmasıdır:
―Bu hikâyeyi tercüme etmekten maksadımız: Robenson, çocuklara fikr-i teĢebbüs
verir. MeĢakkatleri iktihâm etmeye, acılara çekîlere dayanmaya alıĢtırır. Dindarlığı
telkin eder ve nihayet ana ve baba sözü dinlemeyenlerin pek çok tehlikelere
uğrayacağını gösterir ahlâkî bir hikâye olmasıdır‖ (Osman Nuri, 1925: Ön söz) (Bkz.
Ek 3).
3.3. “Metnin KarmaĢıklık Düzeyi”
Shavit‘e göre metnin karmaĢıklık normu, çocuk edebiyatının özimegeleminde yatmaktadır ve
yalnızca metnin izleğini değil, metnin tiplemesini ve ana yapısını da belirler (KrĢ. Shavit (çev.
Besen), 1991: 22). Bu çerçevede Shavit ―yalınlık‖ normunun iĢlev sayısının azaltılmasıyla
ortaya çıktığına dikkat çeker:
―Metni basitleĢtirilmiĢ örnekçeye uyarlarken çevirmenler, çoğunlukla öğeler ve
iĢlevler arasındaki iliĢkileri değiĢtirerek, öğelere daha az sayıda iĢlev yükleyerek,
metni daha yalın kılarlar‖ (Shavit (çev. Besen), 1991: 20).
Çocuklara Hikâye Demeti: Deniz Perisinin Ġnekleri üst baĢlığı altında Ġnsanın Hilesi (13391342 [1923-1926]) adıyla yayımlanan çocuk kitabının ön kapağında okura ―Meraklı,
heyecanlı, kıĢ gecelerini hoĢ geçirmeye hâdim Ģâyân-ı mütâla‗a bir hikâyedir‖ Ģeklinde
tanıtılmıĢtır. ―Nâkili S. T.‖ Sunulan bu kitabın arka kapağında öğretmenlere ve velilere
seslenilerek hikâyelerin ―gayet açık, sade, selîs bir üslup ile meĢhur bir hikâyecimiz
tarafından telif edildiği‖ vurgulanr:
―Bütün Muallimlerin, Çocuk Velilerinin Nazar-ı Dikkatine:
Çocuklara Hikâyeler
Aziz çocuklarımızın, sevgili yavrularımızın istifadesini düĢünen Orhaniye Matbaası
bir ―Çocuklara Hikâyeler‖ külliyatı neĢretmiĢtir. Bu hikâyeler ve masallar, gayet açık,
sade, selîs bir üslup ile meĢhur bir hikâyecimiz tarafından telif edilmiĢtir. Lüzum
görüldükçe Avrupa eâzımının âsârından millî hayatımıza naklen iktibas edilen bu
hikâyelerin her biri, çocuklarımıza en fâideli ve heyecanlı vakit geçirten birçok
harikulade vakaları tasvir eder. Ġhtiyar edilen masrafa mukabil, baĢlı baĢına bir veya
iki hikâyeyi ihtivâ eden renkli ve resimli kitapların bir adedi yalnız beĢ kuruĢtur.
82
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Bütün muallimler, talebesine; analar babalar, yavrularına, büyükler, küçüklerine bu
eserleri tavsiye ve hediye etmelidirler […]‖ (Ġnsanın Hilesi (1339-1342 [1923-1926]):
Arka Kapak) (Bkz. Ek 4).
3.4. “Ġdeolojik ya da Değerlendirici Uyarlama”
Shavit‘e göre, yetiĢkin edebiyatın ilk aĢamalarında edebiyat öğretici bir araç olma iĢlevini
üstlenmiĢ ve ―belli bir değerler dizgesi ya da ideoloji açısından‖ önemli bulunmuĢtur. Zaman
içinde bu iĢlev, yetiĢkin edebiyat için geçerliliğini yitirmiĢ olsa da, çocuk edebiyatı için
korumuĢtur. Bu bilgilere dayanarak Shavit, çevirmenin ―metni ideolojik bir araca
dönüĢtürmek için bazen kaynak metni tamamen değiĢtirdiğinin‖ altını çizmiĢtir (KrĢ. Shavit
(çev. Besen), 1991: 24).
Himâye-i Etfâl Cemiyeti Çocuk Külliyatı‘nın on ikinci eseri olarak yayımlanan Keçi Çobanı
(1928) adlı çeviri kitabına çevirmen Sabiha Zekeriya ―Mukaddime‖ baĢlıklı kısa bir ön söz
yazmıĢtır. Bu ön sözde çevirmen kaynak metni neden ―tercüme‖ değil de ―adapte‖ etmeyi
seçtiğini Ģu Ģekilde açıklar:
―Haydi‖nin çocuklar arasında gördüğü rağbet, onlar üzerinde yaptığı tesir, aynı
müellifin (Keçi Çobanı) isimli bu küçük romanını da nakil için bana cesaret verdi.
Keçi Çobanı, ahlâki bir gaye ile yazılmıĢ temiz ve nezih bir çocuk romanıdır. Bunda
da tabiatın temiz ve sade güzelliği içindeyiz. Bir köy çocuğunun saf ve masum
kalbinde geçen bir mücadeleyi öğreniyoruz. Eser baĢtan baĢa o kadar temiz hislerle
doludur ki, hiçbir çocuk bu güzelliğin karĢısında mütehassis olmaktan kendisini
menedemez.
Keçi Çobanı‘nı tercüme etmedim. Kendi muhitimize adapte ederek çocuğa daha
ziyade yakın bir hale getirmeye çalıĢtım‖ (Sabiha Zekeriya, 1928: Ön söz) (Bkz. Ek
5).
3.5. “Biçemsel normlar”
Shavit‘e göre, en belirgin biçemsel norm ―yüksek yazın biçemi normudur‖. Bu norm hem
yetiĢkin hem de çocuk edebiyatı için geçerlidir. Ancak geçerlilik nedenleri farklılık
göstermektedir:
―YetiĢkin yazınında kendi baĢına ―yazınsallık‖ düĢüncesiyle bağlantılıyken, çocuk
yazınındaki yüksek biçemin nedeni, yazının öğreticiliğiyle ve çocuğun sözcük
dağarcığını varsıllaĢtırma çabasıyla bağlantılıdır‖ (Shavit (çev. Besen), 1991: 20).
Biçimsel normlar bağlamında örnek olarak ise Aziz Hüdai‘nin Kamerde Ġlk Ġnsanlar (13341336 [1918-1920]) adlı çevirisi verilebilir. Ön kapağında ―Fennî, seyyâhî, harikulade roman‖
Ģeklinde okura sunulan ve ―Vels‖ten (Herbert George Wells‘ten) çevrildiği belirtilen bu eserin
baĢında çevirmen Aziz Hüdai tarafından kaleme alınmıĢ bir ön söz yer alır. Bu ön sözde
83
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
çevirmen soru-yanıt Ģeklinde çeviri eser seçimini belirleyen etmenleri açıklar. Açıklamada
dikkat çeken, ―fen, hayâlât edebiyat ve mizahtan‖ oluĢan ―latif‖ bir karıĢımın ―talebe
edebiyatında aranan faydayı‖ sağlayacağı düĢüncesidir:
―Bazıları sordular: Niçin? Çünkü (Vels)in romanları fen, hayâlât edebiyat ve mizahtan
mürekkep latif bir halîtadır. Çocukları mizah ile hayâlât kadar cezbeden bir Ģey yoktur.
Bu iki lezzete bir de fen karıĢtırılırsa talebe edebiyatında aranan fâidelerden en büyüğü
husûle gelmiĢ olur; iĢte ―Vels‖ bunun için intihâb edildi‖ (Aziz Hüdai, 1334-1336
[1918-1920]: Ön söz) (Bkz. Ek 6).
Biçemsel normlar bağlamında öğreticilik vurguna bir baĢka örnek olarak Ahmed Ġhsan‘ın
ünlü bilim kurgu romanı yazarı Jules Verne‘den yaptığı Deniz Altında 20000 Fersah Seyahat
(1307 [1889]) adlı çevirisi verilebilir. ―Musavver fennî roman‖ olarak ön kapakta sunulan bu
kitabın ön sözünde Ahmed Ġhsan, ―her romanda bir meziyet aramak gerektiğine‖ ve ―fennin
ciddi meziyetleri‖ olduğuna dikkat çeker. Romana öğreticilik iĢlevinin yüklendiği görülen bu
ön sözde çevirmen, eser ve yazar seçimini belirleyen temel unsurları ―eğlenceli vakit
geçirtmek‖ ve ―fennen istifade sağlamak‖ Ģeklinde açıklamıĢtır:
―Her romanda bir meziyet aranmak lazım gelir. Âsârını tercüme ile iftihar ettiğim Jül
Vern‘in romanlarında ise ―Gizli Ada‖da, ―Seksen Günde Devr-i Âlem‖de görüldüğü
üzre meziyet-i ciddiye-i fenniye vardır. Bunlar öyle fikir ve hayali tahdîĢ ederek yüz
kızartacak, insana nefret verecek kerîh manzaralardan ârîdir. Jül Vern‘in romanlarını
mütalaa edenler hem fennen istifade ederler, hem zamanlarını hoĢ geçirirler. En
müĢkül-pesend bir peder bunları sevgili çocuklarına okutmakta mahzur görmez‖
(Ahmed Ġhsan, 1307 [1889]: Ön söz) (Bkz. Ek 7).
4. Sonuç Gözlemleri
Bildiride, Shavit‘in çocuk edebiyatı bağlamında öne sürdüğü ―dizgesel yatkınlık‖ bağlamında
beĢ alt baĢlık altında örneklerle incelenip ulaĢılan veriler ıĢığında, bir edebi tür olarak romana
―ahlâk‖ vurgusuyla ―eğiticilik‖, ―fen‖ vurgusuyla da ―öğreticilik‖ iĢlevinin atfedildiği
görülmektedir. Bu iĢlevler doğrultusunda bilinçli bir Ģekilde oluĢturulmaya çalıĢılan çocuk
edebiyatı ―kültür repertuarı‖na iliĢkin gerek çeviri eser seçiminde gerekse çeviri stratejilerinde
gösterilen hassasiyetin, çevirilerin ―rastlantısal‖ bir anlayıĢla yapılmadığına ıĢık tuttuğu ve
―dizgesel yatkınlık‖ normunun incelenen çeviri çocuk edebiyatı dönemi için geçerlilik taĢıdığı
söylenebilir.
84
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
5. Kaynakça
Bozkurt, Eshâbil. (2014). ―1908-1928 Yılları Arasında Batı Dillerinden Osmanlı Türkçesine
Çevrilen Romanlarda Mukaddime Geleneği‖. YayımlanmamıĢ Doktora Tezi. Ġstanbul:
Yıldız Teknik Üniversitesi.
Çıkla, Selçuk. (2005). ―Tanzimat‘tan Günümüze Çocuk Edebiyatı ve Bazı Öneriler‖. Hece.
Çocuk Edebiyat Özel Sayısı. Ağustos - Eylül 2005. s. 89-107.
Defoe, Daniel. (1716/1920). The Life and Adventures of Robinson Crusoe. London:
Macmillan & Co. Ltd.
_______. (1283 [1866]). Hikâye-i Robenson (Müt. Ahmed Lütfi). Ġstanbul: Takvim-hâne-i
Âmire.
_______. (1302 [1884]). Robenson (Müt. ġ. Sâmi). Ġstanbul: Mihran Matbaası.
_______. (…). Robenson Issız Adada (Müt. Mehmed Ali). Ġstanbul: Sühûlet Matbaası.
_______. (1925). Robenson (Müt. Osman Nuri). Varna: Ġleri Matbaa.
Even-Zohar, Itamar. (1987). ―Yazınsal Çoğuldizge Ġçinde Çeviri Yazının Durumu‖ (Çev.
Saliha Paker). Adam Sanat, S 14, s. 59-68.
Karadağ, AyĢe Banu. 2008a. Çevirinin Tanıklığında ‗Medeniyet‘in DönüĢümü. Ġstanbul: Diye
Yayınları.
_______. 2008b.Osmanlıcada Robenson. Ġstanbul: Diye Yayınları.
_______. 2014. Çevirmenin Tanıklığında Tanzimat‘tan II. MeĢrutiyet‘e Çeviri Tarihini
Yeniden Okumak. 2 cilt. Ġstanbul: Diye Yayınları.
Neydim, Necdet. (2000). ―1980 Sonrası Paradigma DeğiĢimi Açısından Çeviri Çocuk
Edebiyatı‖. YayımlanmamıĢ Doktora Tezi. Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi.
_______. (2005). ―Küçük Prens Çevirilerindeki Çevirmen Kararlarına Erek Odaklı BakıĢla
KarĢılaĢtırmalı Bir YaklaĢım‖. Ġstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Dergisi,
S 17, s. 99-110.
Özege, M. Seyfeddin. (1971). Eski Harflerle BasılmıĢ Türkçe Eserler Kataloğu. c. 1. Ġstanbul:
Fatih Yayınevi Matbaası.
_______. (1973). Eski Harflerle BasılmıĢ Türkçe Eserler Kataloğu. c. 2. Ġstanbul: Fatih
Yayınevi Matbaası.
_______. (1975). Eski Harflerle BasılmıĢ Türkçe Eserler Kataloğu. c. 3. Ġstanbul: Fatih
Yayınevi Matbaası.
_______. (1977). Eski Harflerle BasılmıĢ Türkçe Eserler Kataloğu. c. 4. Ġstanbul: Fatih
Yayınevi Matbaası.
_______. (1979). Eski Harflerle BasılmıĢ Türkçe Eserler Kataloğu. c. 5. Ġstanbul: Fatih
Yayınevi Matbaası.
Shavit, Zohar. (1991). ―Çocuk Yazını Çevirisinin Yazınsal Çoğuldizgedeki Konumu
Açısından Belirlenmesi‖ (Çev. Pınar Besen). Metis Çeviri. Bahar 1991. s. 19-24.
Sınar, Alev. (2006). ―Türkiye‘de Çocuk Edebiyatı ÇalıĢmaları‖. Türkiye AraĢtırmaları
Literatür Dergisi, c. 4, S. 7, 2006, s. 175-225.
Sirkecioğlu, Murat. (2010). ―Osmanlıcada La Fontaine: Mehmed Ali Çevirisi Üzerine
Betimleyici Bir ÇalıĢma‖. YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi. Ġstanbul: Yıldız
Teknik Üniversitesi.
Spyri, Johanna. (1928). Keçi Çobanı (Müt. Sabiha Zekeriya). Ġstanbul: Resimli Ay Matbaası.
Unat, Faik ReĢit. (1940). Hicrî Tarihleri Milâdî Tarihe Çevirme Kılavuzu. Ankara.
Verne, Jules. (1307 [1889]). Deniz Altında 20000 Fersah Seyahat (Müt. Ahmed Ġhsan).
Ġstanbul: A. Asaduryan ġirket-i Mürettibiye Matbaası.
Wells, Herbert George. (1334-1336 [1918-1920]). Kamerde Ġlk Ġnsanlar (Müt. Aziz Hüdai).
Ġstanbul: Evkâf-ı Ġslâmiye Matbaası.
85
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
(…). (1339-1342 [1923-1926]). Deniz Perisinin Ġnekleri - Ġnsanın Hilesi (Müt. S. T.).
Ġstanbul: Orhaniye Matbaası.
6. Ekler
Ek 1: Mehmed Ali, Robenson Issız Adada, Sahip ve nâĢiri Bâbıâli Caddesinde Sühûlet Kitâbhânesi Sahibi Semih Lütfi Erciyas.
Birkaç Söz
Bütün gün dimağları yorulan talebelerime, geceleri, bilhassa uzun kıĢ geceleri, birer hikâye
anlatarak hem zihinlerini dinlendirmek ve hem de içtimâî, ahlâkî… fâideli ve canlı dersler
vermek istiyordum. Çocuk edebiyatını teĢkil eden ve memleketimizde adedi pek mahdûd olan
kitapları topladım. Bunların hemen ekserisi masal nevinden olan Ģeylerdi. Masallar küçük
çocuklar için pek fâideli ve eğlenceli oluyor. Fakat her Ģeyi tahlile kalkıĢan 14-15 yaĢındaki
çocuklar için eğlenceli olmakla beraber muhteviyatı akıl ve mantıkla kâbil-i te‘lîf olmuyordu.
Çocuklarımın yalnız gülmesini değil aynı zamanda da haberleri olmaksızın, içtimâî, ahlâkî ve
târihî… ma‗lûmât edinmelerini Ģiddetle arzu ediyordum. Muhtelif birçok hikâyeler söyledim.
Bütün bunlar çocuklarımın muhayyilelerini tanımaya ve ufk-ı hissîlerini inkiĢâf ettirerek
zihnen daha uyanık ve zinde olmalarına hizmet ediyordu. Yirmi, yirmi beĢ hikâyeden sonra,
en ziyade hangilerini sevdiklerini anlamak için, bir anket açtım. Neticede gördüm ve anladım,
ki çocuklar daha ziyade maceralı ve sergüzeĢtli hikâyeleri tercih ediyorlar. O zaman bu
ihtiyacı en iyi ve en cazip bir Ģekilde temin ve tatmin eden ―Robenson‖u aradım. Her gün iki,
üç parça tercüme ederek talebeme okudum. Pek ziyade hoĢlarına gitti. O kadar ki gündüzleri
sabırsızlanmaya ve akĢamları büyük bir hâhiĢle beklemeye baĢladılar. Robenson‘un sergüzeĢti
üç hafta kadar devam etti lakin talebem beni rahat bırakmıyor ve mutlaka bunları kitap hâline
getirmemi Ģiddetle arzu ediyorlardı. ĠĢte ben de Ģimdi onların arzularını yerine getirmek
maksadıyla neĢrediyor ve bu kitabın benim değil daha ziyade çocuklarımın olduğunu itiraf
ediyorum. Burada had-nâ-Ģinaslık etmemek için müellifin mukaddimesindeki bazı parçaları
nakledeceğim. Müellif diyor ki: ―Herkes Robenson‘u okumuĢtur. Bu, gençlerin en ziyade
sevdikleri bir kitaptır. Robenson ailesinin yanından kaçıyor ve akabinde, vaktiyle kendisine
haber verilen bütün felâket ve musibetlere dûçâr olan Robenson teĢebbüs ve cesareti
sayesinde bin türlü ihtiyaçlara karĢı yalnız ve sade marifet ve maharetiyle mücadele ediyor ve
bütün engelleri yıkarak, mâniaları çiğneyerek muzaffer oluyor. Robenson yine senelerce
yapyalnız yaĢadıktan sonra müĢkilâtı yenmeyi öğreniyor ve can sıkıntılarını birçok tatlı
meĢguliyetlerle izâle ediyor. Kendisi gibi pek bedbaht olan bir adamın imdadına yetiĢerek onu
büyük bir felâketten kurtarıyor. Talim ve terbiyesine çalıĢarak medenileĢtiriyor. Nihayet
Robenson anavatanına avdet ediyor. Dünyayı gezmek ve sergüzeĢt sahibi olmak için tedbirsiz
ve ihtiyatsızca feda ettiği aile kucağına dönüyor.‖ ĠĢte bütün bunlar çocukların pek ziyade
arzu ve alakalarını celbediyor ve seve seve okunmaya ve dinlenmeye layık pek canlı dersler
oluyor. Robenson hakkında ―Daniel Defoe‖ mufassal bir eser vücuda getirmiĢtir. Bununla
86
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
beraber eser, hey‘et-i ‗umûmiyesi itibarıyla uzun ve manasız tafsilatla doludur. Biz ise
Robenson‘u ilk mektep talebesinin okuyabileceği bir hâle getirmeye çalıĢtık. Bundan baĢka,
Robenson macerasının en dikkate Ģâyân ve istifâde-bahĢ kısmı ıssız adada geçirdiği hayat
teĢkil ediyor. Esasen ona husûsî seciyesini veren de yine orada imrâr ettiği hayattır. Bunun
için biz kahramanımızın daha ziyade sergüzeĢtinin bu kısmına ehemmiyet veriyoruz. Bu
küçük kitabın asıl ruhu ve esaslı maksat ve gayesi de, ne kadar mümkünse, basit ve tabi‗î bir
hikâye ile onu anlatmak ve çocuklara duyurmaktır.
Mehmed Ali
Ek 2: Robenson, Fransızcadan harfiyen tercüme olunmuĢtur, Mütercimi ġ. Sâmi, Maârif
Nezâret-i Celîlesinin ruhsatı ile tab‗ olunmuĢtur, Ruhsat-nâme numarası, Ġstanbul, Mihran
Matbaası, Bâbıâli Caddesinde Numara 7, 1302.
Ġfâde-i Mütercim
Tenezzülen eserlerimi okuyanların malumudur ki: yazar iken birinci dikkat ettiğim Ģey sade
yazmak ve tercüme eder iken en ziyâde özendiğim Ģey aslından ayrılmamaktır. Bu ikinci
Ģıktan lisanımızın Ģîvesine halel gelir korkusu ile ihtiraz veya tariz edenlere, makâm-ı redd ü
te‘mînde derim ki bu Ģîve tegayyüründen lisanımıza ıslâh ve terakkîden baĢka bir Ģey terettüp
edemez. Avrupa lisanlarıyla lisanımız arasında tercümeyi müĢkilleĢtiren fark, lafzî ve manevî
olarak iki cihetle münkasımdır. Lafzî ciheti kelamı terkip eden cümlelerin ve cümleyi teĢkil
eden kelimâtın takdîm ve tehirinden ibaret olup buna riâyet etmemek mümkün değil ise de
mümkün mertebede kelâmı giriftlikten kurtarıp cümleleri kısa kesmekle ve sûret-i ifâdeyi
Ģîve-i kâtibâneden kurtarıp Ģîve-i tekellüme kalb ve takrîble bu farkın kısm-ı küllîsi izâle
edilmiĢ ve bununla beraber lisanımız dahi sadeleĢmekle beraber güzelleĢmiĢ olur. Manevî
ciheti ise Avrupa muharrirleriyle bizim kâtib ve Ģâirlerin arasında düĢünmece olan farktır,
efkâr-ı cedîde ve terakkiyât-ı hâzırayı köhne tarzı-ı münĢiyâne ile ifâde etmek müstahîldir. Bu
tebeddül belki ibtidâ garip görünür lakin ilk nazarda garip görünen nice Ģeyler vardır ki göz
kulak alıĢmakla me‘nûs u mahbûb olur. Islâh ve terakkîyi müntec olan bu tebeddüle en ziyâde
hizmet edecek Ģey bu sûretle edilecek tercümelerdir. Çocukların kâbiliyet-i zihniyelerine göre
düĢünülmüĢ olan bu hikâye-i ‗ibret-âmîzin çocukların anlayacağı bir lisanla tercümesi zaruri
olduğu gibi Fransızcasını tederrüs edenlere dahi bir medâr-ı sühûlet olmak üzere kâide-i
müttehazime bundan daha ziyade riâyet ederek mümkün mertebede aslından ayrılmamaya
çalıĢtım.
ġ. Sâmi Ġstanbul, 1 Ramazan 1302
87
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Ek 3: Robenson, Millette hususiyle gençlerimizde ve mekteplilerimizde mütâlaa hevesi
uyandırmak maksadıyla tercüme edilmiĢtir, Tercüme eden Varna RüĢtiyesi Müdürü Osman
Nuri, Tâbi‗ ve nâĢiri Varna‘da Ġleri Matbaa ve Kütüb-hânesi, 1925.
Bir Ġki Söz
Robenson hikâyesini çocukluğumda okumuĢ, günlerce zevkini yaĢamıĢ idim. Otuz yedi, otuz
sekiz sene geçti. Bir daha görmedim. Geçende bir mecliste çocuklarımıza, gençlerimize
istifâdeli hikâyeler yazmak mevzubahis oldu. Bilmem nereden Robenson‘u tercüme edip
bastırmak hatırıma geldi. Hemen bir nüshasını tedarik ederek tercümeye baĢladım. Az vakitte
Ģu eser meydana geldi. Gençlerimizi mütâlaaya heveslendirebilirsem ne mutlu bana.
Robenson, yazılalı pek çok seneler olduğu, pek çok okunduğu hâlde eskimemiĢ, lâ-yemût
eserler sırasına geçmiĢtir. YazılıĢ, çocukların anlayacağı tarzda sade bir eser olup biz de aslına
teba‗an tercümede sadeliğini muhafaza etmeye çalıĢtık.
Kitabı da aynen tercümeye uğraĢmadık. Hatta bazı yerlerini tayy, bazı yerlerini de kendi
âdâtımıza göre ta‗dîl ettik ve aslında olduğu gibi biz de rivâyet tarîkini tuttuk.
Bu hikâyeyi tercüme etmekten maksadımız: Robenson, çocuklara fikr-i teĢebbüs verir.
MeĢakkatleri iktihâm etmeye, acılara çekîlere dayanmaya alıĢtırır. Dindarlığı telkin eder ve
nihâyet ana ve baba sözü dinlemeyenlerin pek çok tehlikelere uğrayacağını gösterir ahlâkî bir
hikâye olmasıdır.
Hikâyemiz rağbet görürse Kristof Kolomb‘un Amerika‘yı nasıl keĢfettiğini de sade bir lisanla
yazacağız. Bu hayalî hikâyeyi o hakikî eser takip edecektir.
Ve minallâhi‘t-tevfîk
24 -TeĢrînisânî 1924 Osman Nuri
Ek 4: Çocuklara hikâye demeti, Deniz Perisinin Ġnekleri, Ġnsanın Hilesi, Meraklı, heyecanlı,
kıĢ gecelerini hoĢ geçirmeye hâdim Ģâyân-ı mütâla‗a bir hikâyedir, Nâkili S. T., Tâbi‗ ve
nâĢiri Orhaniye Matbaası, Dersaâdet, 1339-1342.
88
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Bütün Muallimlerin, Çocuk Velilerinin Nazar-ı Dikkatine:
Çocuklara Hikâyeler
Aziz çocuklarımızın, sevgili yavrularımızın istifadesini düĢünen Orhaniye Matbaası bir
―Çocuklara Hikâyeler‖ külliyatı neĢretmiĢtir. Bu hikâyeler ve masallar, gayet açık, sade, selîs
bir üslup ile meĢhur bir hikâyecimiz tarafından telif edilmiĢtir. Lüzum görüldükçe Avrupa
eâzımının âsârından millî hayatımıza naklen iktibas edilen bu hikâyelerin her biri,
çocuklarımıza en fâideli ve heyecanlı vakit geçirten birçok harikulade vakaları tasvir eder.
Ġhtiyar edilen masrafa mukabil, baĢlı baĢına bir veya iki hikâyeyi ihtiva eden renkli ve resimli
kitapların bir adedi yalnız beĢ kuruĢtur. Bütün muallimler, talebesine; analar babalar,
yavrularına, büyükler, küçüklerine bu eserleri tavsiye ve hediye etmelidirler. Bu külliyatın
neĢrolunan kitapları Ģunlardır:
Birinci kitap
: Ġki Öksüz ArkadaĢ
Ġkinci kitap
: Kuyuya DüĢen Çocuk
Üçüncü kitap
: Korkunç Bir AkĢam
Dördüncü kitap
: Küçük Hırsızlar
BeĢinci kitap
: Oduncunun Kızı
Altıncı kitap
: Havaya Uçan At
Yedinci kitap
: Mavi Sakallı Adam
Sekizinci kitap: Ġnsan mı Yılan mı?
Dokuzuncu kitap
: PaĢa Kızı ile Köylü Çocuğu
Onuncu kitap
: Cesur Gemici
Her kitapçıda bulunur. Tâbi‗ ve nâĢiri: Orhaniye Matbaası.
Ek 5: Himâye-i Etfâl Cemiyeti, Çocuk Külliyatı, 12, Keçi Çobanı, Haydi‘nin müellifi Cohana
Ġspirinal‘in Keçi Çobanı adlı eserinden adapte edilmiĢtir, Nakleden Sabiha Zekeriya,
Ġstanbul, Resimli Ay Matbaası, Türk Limited ġirketi, 1928.
89
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Mukaddime
―Haydi‖nin çocuklar arasında gördüğü rağbet, onlar üzerinde yaptığı tesir, aynı müellifin
(Keçi Çobanı) isimli bu küçük romanını da nakil için bana cesaret verdi. Keçi Çobanı, ahlâkî
bir gaye ile yazılmıĢ temiz ve nezih bir çocuk romanıdır. Bunda da tabiatın temiz ve sade
güzelliği içindeyiz. Bir köy çocuğunun saf ve masum kalbinde geçen bir mücadeleyi
öğreniyoruz. Eser baĢtan baĢa o kadar temiz hislerle doludur ki, hiçbir çocuk bu güzelliğin
karĢısında mütehassis olmaktan kendisini menedemez.
Keçi Çobanı‘nı tercüme etmedim. Kendi muhitimize adapte ederek çocuğa daha ziyade yakın
bir hale getirmeye çalıĢtım.
Sabiha Zekeriya
Ek 6: Talebe Defteri Kitâb-hânesi 5, Çocuk Edebiyatı Külliyatından 2, Seyyâhî, fennî,
harikulade roman, Kamerde Ġlk Ġnsanlar, Muharriri Vels, Mütercimi Aziz Hüdai, NâĢiri
Muallim Ahmed Halid, Talebe Defteri mecmuasının Çocuk Edebiyatı Külliyatından 2,
Satıldığı Yer Bâbıâli Caddesinde Halk Kitâb-hânesi, Ġstanbul, Evkâf-ı Ġslâmiye Matbaası,
1918, 1334-1336, Tanesi 20 kuruĢ.
Roman Hakkında
―Talebe Derfteri‖ yeni bir teĢebbüsüyle bize iki Ģey öğretmiĢ oldu:
―Çocuk Edebiyatı‖ ve ―Vels‖.
―Çocuk Edebiyatı‖ herkes bilir, birkaç roman neĢrinden ibaret değildir. Burada ―çocuk‖
demek ―talebe‖ demektir, bu da malum. Böyle olunca çocuk edebiyatında talebenin zevkine,
ihtiyacına, inkiĢafına .. ait ne varsa dâhildir. O hâlde bu büyük edebiyat için birkaç roman,
birkaç lokma gibidir; doyurmaz, biraz lezzet verir ve kaybolur. Bunu da itiraf ederiz. Ne çare
ki çocuk gibi her Ģeyi isteyen bu aç edebiyatı ―Talebe Defteri‖ doyuracak kadar zengin ve
90
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
kuvvetli değildir. BaĢka memleketlerde ―Çocuk Edebiyatı‖ namına çıkan yüzlerce risâle, kitap
ve resim namına bizde yalnız ―Talebe Defteri‖ vardır..
Son zamanlarda ―Çocuk Edebiyatı‖ hakkında matbuat sütunlarına geçen yazılar, hep ―Talebe
Defteri‖nin bu teĢebbüsü üzerine hatırlanmıĢ fikirlerdir ki, hisse-i Ģerîfi doğrudan doğruya
―Defter‖e aittir.
Defter, çocuk edebiyatını ölmeyecek kadar beslemek içindir ki bu namda ayrı bir neĢriyat
silsilesi açtı ve bunun ikincisini de, birincisi gibi, (Vels)in romanlarından intihâb etti.
Bazıları sordular: Niçin? Çünkü (Vels)in romanları fen, hayâlât edebiyat ve mizahtan
mürekkep latif bir halîtadır. Çocukları mizah ile hayâlât kadar cezbeden bir Ģey yoktur. Bu iki
lezzete bir de fen karıĢtırılırsa talebe edebiyatında aranan fâidelerden en büyüğü husûle
gelmiĢ olur; iĢte ―Vels‖ bunun için intihâb edildi.
Ama (Vels), Ġngiliz‘dir. Evet, öyle. Fakat biz (Vels)in kendisini değil, eserini alıyoruz.
Peygamberimiz ilim için bizi (Çin)e bile göndermiyor muydu?
Mamafih ―Görünmeyen Adam‖ romanını, (ġarlok Holmes) hikâyelerine benzetmek gafletinde
bunanlar da oldu. Onlara cevaben bir Ģey söylemeyeceğiz. Çünkü (Vels)i yeni öğrenecekler
ve bu itibarla bilmedikleri bir Ģey hakkındaki fikirlerinin yanlıĢ olacağı pek tabiidir.
―Kamerde Ġlk Ġnsanlar‖, (Vels)in diğer eserleri gibi, mevzu itibariyle hayalin, ahenk itibariyle
de edebiyat ve mizahın birleĢmesinden doğmuĢtur.
―Kamerde Ġlk Ġnsanlar‖ okunurken (Jül Vern)in ―Arzdan Kamere ve Kamer Etrafında‖ gibi
romanları hatıra gelir. Fakat bunlar (Vels)in romanıyla karĢılaĢtırılacak olursa görülür ki
(Vels)te hayâl ve icat sanatı daha geniĢ, daha kuvvetlidir. Her iki muharrir de insanları kamere
çıkarmak yolunu düĢünmüĢlerdir.. (Jül Vern) cesim bir top tasvir etmiĢ, çıkacak adamları
topun güllesi içine koymuĢ, topa ateĢ ettirmiĢ. Gülle gitmiĢ, gitmiĢ.. Fakat kamere
yetiĢememiĢ; tekrar arza dönmüĢ. Seyahat bitti. Çünkü (Jül Vern) kamer hakkında fazla bir
Ģey bilmiyormuĢ; yahud hayâlâtı orada bir Ģeyler bulamamıĢ.. (Vels) ise iĢe daha fennî
baĢlıyor: Ġnsanları taĢıyacak olan gülleyi arzın câzibesinde kurtarıyor. Câzibe olmayınca
arzdan ayrılmak pek tabii ve kolay bir iĢ değil mi?
(Jül Vern) burasını düĢünememiĢ değil, ancak gülleyi kamer istikâmetinde yürütmek çaresini
bulamamıĢ, (Vels) ise bunu kolayca halletmiĢ… Romanlar dikkatli okunursa bu iki muharrir
arasında fark kendiliğinden yükselir..
Seyahate gelince (Vels) seyyahlarını kamerin en esrâr-engîz noktalarına varıncaya kadar kâh
hayâl, kâh hey‘ât ve kâh ilm ü fen kuvvetiyle gezdiriyor.
Rasat-hânelerin Ģimdiye kadar keĢf ü tertip ettiği Ģeyler burada basit bir roman letafetiyle
okunuyor. Ve bir daha unutulmamak üzere hâfızaya yerleĢiyor. (Jül Vern)in ―Kamere
Seyahat‖i, bir peri hikâyesi gibi, olmayacak Ģeylerden ibaret olduğu hâlde ―Kamerde Ġlk
Ġnsanlar‖, göreceksiniz basit bir ihtimâl Ģekline konmuĢtur. Talebe ve aile için güzel bir
roman ve aynı zamanda latif bir fen ve hey‘ât dersi…
―Kamerde Ġlk Ġnsanlar‖ı Okuyanlara:
Ötede beride epeyce yazılarım vardır. Ve bunların dörtte üçü baĢka lisanlardan tercüme
edilmiĢ Ģeylerdir. Tercüme.. Çünkü bizim birbirimize öğreteceğimiz fazlalığımız yok. Hâlbuki
Avrupa o semalar kadar geniĢ ve dolu eserleriyle önümüzde kapıları açık bir kütüphane..
91
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Vakıa bizde tercüme edilmiĢ pek çok eserler vardır. Fakat bunlar, ya siyasî, askerî; sizin
iĢinize yaramaz; veya âdetimize, terbiyemize uymayan eserlerdir; o da bizim iĢimize gelmez,
yahud eserin aslı iyidir de fena tercüme edilmiĢtir, karıĢık yazılmıĢtır; sizi yorar, zihniniz
kavramaz, istifade edemezsiniz.
Nankörlük etmiĢ olmamak için Ģurasını da söyleye[yim] ki asıl iyi eserler de yok değildir.
Burasını söylememiĢ olsaydım kendi tercümemi methediyorum ve yegâne buluyorum gibi
olacaktı. Bunu iddia edemem. Fakat tercümede bir Ģey ile iftihar ederim ki o da (Çocuk
Edebiyatı), (Kadın Edebiyatı) ve (Köylü Edebiyatı) için kabul edilebilecek bir lisanla yazılmıĢ
olmasıdır. Eserin müellifi, Mösyö (Vels) üslupça bu edebiyatların aradığı müelliflerden
değildir. Fakat onun mevzuları, onun fennî ve ciddî mevzularda kullandığı neĢeli üslûbu diğer
noksanlarını bize unutturmaktadır: (Vels) bir masalcıdır. Fakat masalını Bin Bir Gece gibi
hayalden değil, fenden alır. Fransızlar (Vels)te kusura benzer bir hâl zikrediyorlar: (Vels)
halka göre yazmamıĢ. Evet,, hakikaten bu Ġngiliz muharriri mevzu ve üslupta daima yüksektir.
Çocuk edebiyatınca anlatmak istersek iptidai mekteplerine göre değil, tâlî mekteplerine göre
yazar diyebiliriz. Fakat biz tercümede bu kusuru örtmeye çalıĢtık. Bizde tiyatro muharrirleri
mevzuu diğer lisandan alıp bizim hayata göre kaleme alıyorlar. Biz burada yalnız üslubu
değiĢtirdik. Yani (populaire) olmayan (Vels)i (popüler) yaptık. Ve görüyorsunuz ki mümkün
mertebe bir (aile lisanı) ile yazmaya çalıĢtık. (Kamerde Ġlk Ġnsanlar)ın bir hâssası daha var ki
o da muharririn Ġngiliz oluĢudur. Bizde sinirlerinin ve kafalarının sertliğiyle tanınmıĢ olan bu
milletten pek az Ģey tercüme edilmiĢtir. O kadar az ki (hiç) diyebilirsiniz. (Kamerde Ġlk
Ġnsanlar) size bu mermer kafaların içinde neler düĢünüldüğünü öğretmek cihetinden bir
yeniliktir.
Kamer ve (Selenit) hikâyesi hâlis bir masaldır. Fakat bu cismin cazibeden kurtarılması ve
bunun kurtulmasıyla hâsıl olabilecek netâyic ile kamerin ilm-i hey‘ete ait tafsilatı en karıĢık
bir fen meselesidir ki bunu (Vels) bize latif bir romanla izah ettiği için düĢünmez bile olsa
müteĢekkir kalmamız lâzımdır. Kitabın nasıl tercüme edildiğine dair de bir iki kelime ilave
edeceğim:
(Vels) bazen en küçük bir madde üzerinde o kadar çok dolaĢır ki okuyanın yorulması,
sabırsızlanmamaları kâbil değildir. Tercümede bu uzunluklar kesilmiĢ, ayıklanmıĢtır. Yine
bazı yerlerde (Vels) kendi kararının aksine olarak o kadar fennî tabirler, o kadar çok nebatat
isimleri kullanmıĢtır ki eğer aynen tercüme etseydim kâri‘lerimin pek çoğu romanı Ģüphesiz
yarıda bırakacaktı; bazı ibareleri hiç anlaĢılmayacak Ģekle sokan mürettip hatalarıyla baĢka
Ģugûliyetlerden doğan ufak tefek bazı arızaları da zikredersem (Kamerde Ġlk Ġnsanlar)ın
mahiyeti anlaĢılır. (Çocuk Edebiyatı) yeni baĢlıyor.. Her baĢlangıcın bu kadar bir kusuru olur.
Bizim ümidimiz ileride..
A. H.
Ek 7: Fransa Akademisi‘nin bilhassa mazhar-ı takdîr ü tahsîni olmuĢtur, Deniz Altında
20000 Fersah Seyahat, Musavver fennî roman, Müellifi Jül Vern, Mütercimi Ahmed Ġhsan,
Birinci kitap, Maârif Nezâret-i Celîlesinin ruhsatıyla tab‗ olunmuĢtur, Ġstanbul, Artin
Asaduryan ġirket-i Mürettibiye Matbaası, Bâbıâli Caddesinde Numara 52, 1307.
92
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Ġfade
―Deniz Altında Yirmi Bin Fersah Seyahat‖ unvanlı romanımızın neĢrine her ne kadar evvelce
edilen ilan hilâfına olarak iki ay sonra baĢlanmıĢ ise de -her gün adedi tezâyüd eden muhterem
kâri‘lerimi mahzâ bir kat daha memnun etmek üzere eserin aslındaki resimleri, Avrupa‘dan
bilhassa celb ile derc-i sahîfe ve tezyîn-i kitâb etmek isteyiĢim- buna sebep olduğundan
elbette mazur görülürüm. Resimlerdeki letâfet-i mahsûsayı muhafaza ancak aslındaki tasvîrâtı
mahallinden celb ile olabileceği, musavver âsârı görenler teslim ederler. Hâlbuki bu yolda
musavver roman neĢri hayli fedakârlıkla meydana geldiğine binaen romanımız ba‗demâ
eskilere nispeten büyük olan sahifelerin 16 adedinden mürekkep forma Ģeklinde bir kıta
mükemmel resimle gayet nefis çıkacak ve beheri {40} para fiyatla satılacaktır. Eser takriben
{400} sahifeden müteĢekkil olacaktır ki sâir neĢriyatımda gösterebildiğim sebât ve intizam ile
bunun dahi karîben ikmâline muvaffak olunacağında kâri‘lerim dûçâr-ı Ģüphe olmazlar ise
beni minnettar ederler. Her romanda bir meziyet aranmak lazım gelir. Âsârını tercüme ile
iftihar ettiğim Jül Vern‘in romanlarında ise ―Gizli Ada‖da, ―Seksen Günde Devr-i Âlem‖de
görüldüğü üzere meziyet-i ciddiye-i fenniye vardır. Bunlar öyle fikir ve hayali tahdîĢ ederek
yüz kızartacak, insana nefret verecek kerîh manzaralardan ârîdir. Jül Vern‘in romanlarını
mütâlaa edenler hem fennen istifâde ederler, hem zamanlarını hoĢ geçirirler. En müĢkilpesend bir peder bunları sevgili çocuklarına okutmakta mahzur görmez. Sâye-i kadr-i tevâye-i
cenâb-ı pâdiĢâhîde daima miktarı tezâyüd eden mekâtib-i ‗umûmiye Ģâkirdânına ders
tetebbuundan âzâde kaldıkları bir zamanda bundan istifâdeli bir kitap olamaz. ―Deniz Altında
Seyahat‖i mütâlaa edenler görürler, teslim ederler ki fennen edilen bir hayal ne kadar
mugâyir-i ‗akl olsa ol kadar hâiz-i ehemmiyet ve meziyettir, ne kadar vâsi olsa o kadar
istifâde-bahĢtır. Bahsimiz erbâb-ı mütâla‗anın tezâyüdüne, mektepler tekessürüne intikal
etmiĢ iken o mektepleri tesis buyurarak müntesibîn-i ma‗ârif yetiĢtiren ve bu mülk ve devlete
mevhibe-i rabbânî olan bu zât-ı mülkiyet-i sıfat-ı hazret-i pâdiĢâhînin efzûnî-i ‗ömr ve ikbâl
ve feyz ve Ģevketleri duasını tekrar eder ve eseri okuyacaklara her türlü Ģeref ve saadete
mahzâ o sevgili padiĢahın sâye-i kemâlât-vâyelerinde nâil olduklarını ihtar ederek onları
‗umûm-ı teba‗a-i sâdıka ile beraber kendi hisselerine düĢen du‗â-yı vâcibü‘l-edânın îfâsına
davet eylerim.
Ahmed Ġhsan
93
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
NECAD ĠBRĠġĠMOVĠÇ‟ĠN “KARABEY” VE MĠZANCI
MEHMET MURAT‟IN “TURFANDA MI YOKSA TURFA
MI”ADLI ROMANLARINDA “ĠNANÇ” TEMĠ ÜZERĠNE
KARġILAġTIRMALI BĠR ĠNCELEME
AyĢe Sümeyye Turan
ÖZET
Doğu ve Batı dünyası arasında köprü vazifesi gören Mostar ve Ġstanbul birçok farklı dinin
birbirine temas ettiği iki nokta; kültürel zenginliklerle dolu, ortak geçmiĢleri olan iki
Ģehirdir.Aralarındaki ortaklığın tarihsel bir süreci paylaĢmaktan baĢka cepheleri de vardır.
Ġslâm inancı;bir zamanlar tek bir devletin bayrağı altında bulunan; fakat artık ayrı sınırlar
içerisindeki bu iki Ģehrin yakınlığını artıran manevî bir güçtür. XIX. yüzyılın sonlarında
yaĢanan ayrılığa karĢı insanların birleĢtirici güç olarak daha sıkı tutunduğu Ġslâm inancı,
edebiyata da etki etmiĢ, BoĢnak ve Türk edebiyatlarının o dönem yazılmıĢ ya da o dönemi
iĢleyen tarihî romanlarında ortak bir tema olarak yerini almıĢtır diyebiliriz.
Bu çalıĢmada BoĢnak edebiyatının ünlü yazarlarından Necad ĠbriĢimoviç‘in XIX. yüzyıl
sonlarındaki Mostar‘ı gözler önüne taĢıdığı tarihî romanı Karabey ile Mizancı Mehmet
Murat‘ın Turfanda Mı Yoksa Turfa Mıadlı, Osmanlı Devleti‘nin son demlerinde toplum
yapısındaki değiĢme ve geliĢmeleri Ġslâmî düzen etrafında takip ettiği romanı, önce müstakil
bir Ģekilde ele alınacak, daha sonra ise inanç teması bağlamında karĢılaĢtırılarak
incelenecektir.Ġnceleme esnasında toplumbilim, felsefe ve tarih alanlarından daha isabetli
sonuçlar elde etmek adına yararlanılacaktır.
Edebî eserler hakkında yapılan her çalıĢma, mevcut eseri daha iyi anlamak adına
gerçekleĢtirilen bir çabadır. Bu çabaya ilave olarak eserler vasıtasıyla BoĢnak edebiyatı ile
Türk edebiyatı arasında ayniyet teĢkil eden unsurları ortaya çıkarmak ve Mostar ile Ġstanbul
Ģehirlerinin dinî, kültürel zeminde buluĢan yönlerineiĢaret edebilmek; böylelikle edebiyat
araĢtırmalarına katkı sağlamak ve kültürel temasları canlandırmak amaçlanmıĢtır.
Anahtar kelimeler: XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti, Roman, Tarihî Roman,
Ġnanç, Ġslâmiyet, Kültür.
A COMPARATIVE INVESTIGATION OF “ĠNANÇ” THEME
IN NECAD ĠBRĠġĠMOVĠÇ‟S NOVEL “KARABEY” AND
MĠZANCI MEHMET MURAT‟S NOVEL “TURFANDA MI
YOKSA TURFA MI”

Türk dili okutmanı, Trakya Üniversitesi.
94
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Abstract
Mostar and Istanbul cities are bridge between world of East and West. They are a point of
contact for a lot of religions. They also have a common past. This cities not only share a
period of historical, but also peoples in there mostly believe in Islam. Religion of Islam has an
important role in the lands because of brings people together. They relied on Islam as
separated from each other in past. And this situation have influenced on their literature. It is
possible to say that religion of Islam have occurred in novels of Bosnian and Turkish
literature as a common theme.
In this study, it is investigated Necad ĠbriĢimoviç‘s historical novel Karabey and
Mizancı Mehmet Murat‘s novel, firstly one by one, and than comparing with each other. In
this way, it is aimed to contribute the researches of literature and also aimed to find points of
common between two cultures.
Key words: Ottoman Empire in nineteenth century, Novel, Historical Novel, Belief, Islam,
Culture.
GiriĢ
BoĢnak edebiyatının ünlü isimlerinden Necad ĠbriĢimoviç, 1972 yılında yayımlamıĢ olduğu
Karabey adlı romanında, 1878‘te Mostar Ģehrinde ―...yaĢanan trajik bir hadiseyi‖ günümüz
penceresinden değerlendirerek ortaya tarihî nitelikte bir roman çıkarmıĢtır. Birol Emil‘in ―Son
Dönem Osmanlı Aydını‖ (Emil, 2009) olarak nitelediği Mizancı Mehmet Murat ise 1890
yılında yayımladığı Turfanda Mı Yoksa Turfa Mıadlı romanında 1870‘li yılların Osmanlı
Ġmparatorluğu‘nu, sınırları dâhilindeki toprakları ve en önemlisi Ġstanbul ile ele alarak
yaĢadığı dönemdeki havayı, çevreyi yansıtan bir eser meydana getirmiĢtir. Ġncelemeye kaynak
teĢkil eden romanlar, vakaları itibariyle 1870‘li yılları yansıtmakla benzerlik gösterirler. Bu
iki romanın aynı dönemi ele alması, söz konusu dönemin hilâfet diyarı Osmanlı‘ya rastlaması
ile her ikisinde de Ġslâmiyet‘e dair unsurların belirgin bir biçimde iĢlenmesine sebep olmuĢtur.
Ayrıca ―… Ġslâm ideolojisi Osmanlı Ġmparatorluğu‘nun genel ideolojisiydi.‖ Ģeklinde bir
görüĢ vardır (Moran, 2010: 13). Elbette yazarlar, düĢünce tarzları itibariyle kendilerince bu
ideolojiyi belli oranlarda yansıtır veya yansıtmazlar.Romanlardaki zaman ve mekân benzerliği
de tek baĢınamuayyen bir sonuca ulaĢtırmayabilir. Karabeyile Turfanda Mı Yoksa Turfa Mı
adlı romanları her Ģeyden öte birbirine bağlayan özellik, bu romanlarda millî kimlik yerine
Ġslâm inancının ön plana çıkartılmıĢ olmasıdır.
Karabey
95
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Necad ĠbriĢimoviç‘in Karabey romanı, konusunu Avusturya-Macaristan‘ın 1878 yılında
Bosna‘yı iĢgali sırasında Mostar Ģehrinde meydana gelen trajik bir olaydan alır. Eserin yazım
dili BoĢnakça‘dır. Ġnceleme için Suat Engüllü‘nün Türkçe çevirisinden yararlanılmıĢtır.
Eldeki çeviriye göre Necad ĠbriĢimoviç eserini, öykü, roman ve tiyatro formunda kaleme
almıĢtır. Hikâye edilen olaylar, kiĢiler bütün bölümlerde aynıdır. Yalnız değiĢen tek Ģey, edebî
metnin formudur. Öykü bölümü, roman bölümünde aktarılan metnin özeti mahiyetindedir.
Öykü bölümünde roman kahramanı Karabey kısaca tanıtılmıĢ, olay örgüsü kısaca
aktarılmıĢtır. Roman türündeki Karabey metni ise, kendi içinde yirmi bir bölümden oluĢur.
Romanın daha en baĢında yazar, eseri hakkında okuyucu bilgilendirir; ―…her Ģeyin hem oyun
olduğunu, hem öyle kabul edilmesi gerektiğini görmelisin.‖ (ĠbriĢimoviç, 2007: 14). KonuĢan
bir cindir ve ―Bu bir cinin kitabıdır; kitapta ise bir insanın günahlarından söz edildiği için,
sana hüküm vermek yasaklanmıĢtır.‖ (s.14) Ģeklinde okuyucuya seslenilir.
Necad ĠbriĢimoviç, kurmaca dünyanın kendisine sunduğu imkânları sonuna kadar kullanır.
Kitapta her Ģeyi bilmeye muktedir olan ve nefesi romanın baĢkahramanı Karabey ile sınırlı
olan bir cin vardır, Karabey‘in cini… Cin‘in sesi, kurmaca dünyadan bir sestir. Tiplerle,
mekânla, zamanla istediği gibi oynar. Okuyucu ise önce bir seyirci gibi romana dâhil olur.
Vaka derinleĢtikçe okuyucu da romanın bir kiĢisi olur çıkar.
Karabey romanının vakasını, Karabey adlı kiĢinin etrafında geliĢen olaylar oluĢturur.
―Celaleddin Tayyip Karabey, hicrî 1256 yılında Mostar‘da dünyaya gelir. DoğuĢtan akıllı,
yakıĢıklı, sebâtkar, alçak gönüllüdür; canlı ruha sahiptir. Babası zengin bir kiĢidir; okuması
için onu Ġstanbul‘a gönderir. Ġstanbul‘a gittiğinde, Karabey henüz yirmi yaĢındadır [hicrî
1276]; Mostar‘a geri döndüğünde ise yirmi dördüne basmıĢtır.‖ (s.7). Eserin öykü formunda
Karabey bu Ģekilde tanıtılır. Yüksek vasıflara sahip olan Karabey, Mostar Ģehrinde herkesin
sevdiği, beğendiği bir kiĢidir. Öyle ki onu genç yaĢına rağmen Mostar‘a müftü olarak seçerler.
Böylelikle ―…Karabey, Bosna Hersek tarihine, en genç müftü olarak girer.‖ (s.7). Ġnsanlar,
Karabey‘e saygı ve sevgide kusur etmez, ona tamamiyle bir bağlılık gösterirler. O da elindeki
gücü, halka hizmet etmeye kullanır. Adalet arayıĢındadır. Haksızlık yapan, nizama aykırı
hareket eden Ģehrin ileri gelenlerinden kimi insanları eleĢtirmekten çekinmez ve böylece
onların tepkilerini de üzerine çeker. Karabey‘in düĢmanları çoğalır ve Karabey‘i ortadan
kaldırmak isterler. Bir fırsatını bulup Karabey‘i Ġstanbul‘a vezire Ģikâyet ederler. Ġstanbul‘a
gideceği günlerde babası Ahmet Karabey, inat olsun diye onu düĢmanı Mutasarrıf PaĢa‘nın
düĢmanı olan Zaim Abbas Bey ÇauĢeviç‘in kızı Ümmühan ile evlendirir. Karabey,
Sadrazam‘ın huzuruna çıkıp hesap vermek üzere Ġstanbul‘a gider; ancak orada
cezalandırılmak Ģöyle dursun bir de ―…kendisine yüksek mevleviyet payesi, molla kadı unvanı,
bol miktarda hediyeler verilir; ayrıca sultanın teveccühünü, vezirin güvenini kazanır; hac
farizasını yerine getirmek üzere deve sırtında Mekke‘ye gider; Mutasarrıf PaĢa‘yı ve
96
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Saraybosna valisini görevden alır, dokuz ay sonra Mostar‘a geri döner.‖ (s.8-9). Karabey,
dürüst ve ahlâklı bir kiĢi olunca kendini sultana sevdirmesi kolay olur. Bunun yanında örnek
bir Osmanlı olduğu dile getirilmese de sultanın teveccühünü kazanması, tastamam bir
Osmanlı Beyefendisi olmasından ileri gelir.
Karabey, Ġstanbul‘dayken babası vefat eder. Karabey, babasının ölümünden sonra iyice
hassaslaĢır, etrafındaki kötü niyetli insanlar yüzünden çevresinden uzaklaĢır ve evinde
inzivaya çekilir. Tam o sıralarda Avusturya-Macaristan‘ın Bosna Hersek‘i iĢgal edeceği
haberi her yere yayılır. Bu iĢgale engel olmak için harekete geçilmesi gerektiği söylenir.
Karabey‘e danıĢırlar; fakat o ―kendisine akıl danıĢmaya gelenlerin karĢısına çıkar, bu savaĢın,
Allah‘a, Sultan‘a ve akla karĢı savaĢ açmak anlamına geleceğini söyler.‖ (s.9-10). Nedir, bu
tavrı sebebiyle Karabey, hain olmakla suçlanır. Asiler, sonunda Karabey‘i öldürürler,
Avusturya-Macaristan gelir ama hiçbir Ģey yapamazlar. Hatta ―Kentin ileri gelenleri ise küffar
generalini karĢılamaya koĢarlar ve önünde eğilerek selam dururlar.‖ (s.12). Vatanını
yürekten seven Karabey, insanları sükûnete davet ettiğinde asiler Karabey‘i dinleseydi her Ģey
daha farklı olabilirdi mesajı sezdirilir. Vatan aĢkıyla direniĢ orduları toplayanlar ise
Avusturya-Macaristan Bosna‘yı iĢgal ettikten sonra herkesten önce gidip önlerinde saygı
duruĢuna geçerler. Karabey‘i hain olmakla suçlarken kendi hainliklerini göstermiĢ olurlar.
Mutasarrıf PaĢa yahut diğer din adamları, dine tümüyle bağlı da değillerdir. Onların inançları
bir yere kadardır ve Bosna Hersek‘in de sonunu aslında kendileri hazırlamıĢlardır. Sonuçta ise
birlik ve beraberlik Ģuuruyla hareket etmek fikrine iĢaret edilmiĢtir. Bu aĢamada vakanın
merkezinde bulunan Karabey tipini tanıtmak gerekir.
Karabey Tipi
―Celaleddin Tayyip Karabey, hicrî 1256 yılında Mostar‘da dünyaya gelir. DoğuĢtan akıllı,
yakıĢıklı, sebâtkar, alçak gönüllüdür; canlı ruha sahiptir.‖ (s.7). YaradılıĢtan iyi huylu bir
gençtir. Babası Ahmet Karabey, ilim erbabı kimselerin ısrarı üzerine iyi bir eğitim alabilmesi
için onu, Ġstanbul‘a göndermeye karar verir. Karabey‘in Ġstanbul‘a gideceği günlerde ilahî
alametler vuku bulur; ―…öğlende güneĢ tutuldu, ertesi gün yoğun kar yağıĢı görüldü, bir
sonraki gün de yağan kar birdenbire eridi. Neretva nehri, daha önce hiç görülmediği kadar
kabardı.‖ (s.22). Böylelikle Karabey, yüceltilir, ileride âlim bir zat olacağına iĢaret edilir.
Karabey, Ġstanbul‘da ―Tefsir: Kur‘an‘ı yorumlama, Hadis: Ġslâm geleneği, Fıkıh: Ġslâm
hukuku, Hikmet-i teĢri: Ġslâm hukuku felsefesi, mantık, Arap dili ve edebiyatı‖ (s.24) derslerini
alır ve yüzlerce dinî kitabı okur, öğrenir. Son derece iyi bir öğrenci, kusursuza yakın bir insan
olmuĢ, çıkmıĢtır.Karabey, 4-5 sene Ġstanbul‘da kaldıktan sonra Mostar‘a geri döner, orada
müftü olur ve Bosna Hersek sınırları içinde en genç müftü olarak tarihteki yerini alır.
97
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Yazar, Karabey‘i gerek manen gerek ilmen üstün niteliklere sahip bir tip haline getirir.
Karabey, ―Göreve seçilmesi dolayısıyla kentin ileri gelenlerinin hediye vermesi faslı biter
bitmez, verilen bütün altınları toplar, bunlara kendisinden de bir kese altın katar ve hepsini
yoksullara dağıtır; kentin ileri gelenlerine karĢı sert eleĢtiride bulunur ve yaptıkları
kötülükler nedeniyle herkesin önünde Ģereflerini beĢ paralık eder.‖ (s.7). Mostar halkının
Karabey‘e olan itimadı tamdır. Tıpkı romandaki halk gibi okuyucununda adalete, dürüstlüğe
ve iyiliğin tüm uzantılarına bağlı olan bu genç müftünün, kötü bir davranıĢta
bulunmayacağına inanması istenir.
Karabey müftü iken bir hadise meydana gelir. Halim Derziya, tüccar amcası Ziya Bey
Kordiç‘i mirasına konmak için öldürür. Daha sonra, Ģehrin ileri gelenlerinden kimi insanları
suçsuz olduğuna inandırmaya çalıĢır ve hatta onlara rüĢvet bile verir. Kadı Molla Fettah
Bahtiyareviç, Halim Derziya‘yı mahkemeye çıkaracağını söyler. Bir huzursuzluk ortamı
peyda olur. Bu durum, Karabey‘in eleĢtiri oklarına maruz kalarak ona düĢmanlık
besleyenlerin eline geçen birinci kozdur. Ġkinci koz, Nevesinyeli isyancılardan zulüm gören
halkın, genç müftü Karabey‘den yardım istemesinden sonra ortaya çıkar. Karabey, insanlara
yardım etmek üzere Nevesinye‘ye asker gönderilmesi için fetva verir. Genç müftünün yanlıĢ
kararlar verdiğini ve huzursuzluğun önüne geçemediğini savunan Mutasarrıf Kuduz Bey
iftirasıyla birlikte Saraybosna valisine gider ve Karabey hakkında Babıâli‘ye derhal Ģikâyette
bulunmak lazım geldiğini söyler. Karabey, Ġstanbul‘a çağrılır ve gider; ancak iĢler aleyhinde
iken lehine dönerek orada da Sultan‘ın teveccühünü kazanır.
Karabey Ġstanbul‘dayken, babası Ahmet Karabey oğlunun hasretine dayanamaz ve ölür.
Karabey de kaderinden dert yanarak yasını tutar. Dünyası alt üst olmuĢ gibidir. Ġstanbul‘dan
Sultan‘ın teveccühünü kazanarak dönmesi onun için hiçbir Ģey ifade etmemektedir.
Karabey‘in gözünde bütün insanlar birbirlerine benzemeye baĢlamıĢtır; Allah inancını olmasa
da insanlara olan inancını kaybetmiĢtir. ―Ġstanbul‘da yalana, rüĢvetçiliğin ve çürümüĢlüğün
her çeĢidine karĢı hissettiğim tiksintiden vazgeçiyorum.‖ (s.62) der. Karabey etrafındaki
adaletsizlikleri görmekte ve bundan etkilenmektedir, iĢin kötü yanı Ģudur ki bu
adaletsizliklere karĢı artık ne yapacağını bilememektedir.
Ġsyanı bastırmaktan da vazgeçer. ―Mostarlılar ve Ġstanbul yüksek uleması tarafından biçilen
adalet ve adaletsizliğe bulaĢtığım için cezayı hak ediyorum.‖ (s.62) der. Ġnsanlardan uzaklaĢır,
çünkü insanlar insanlıklarını kaybetmiĢlerdir. Verdiği tepkiler, bu kiĢiyi tipleĢtiren
özelliklerinin bir tezahürüdür.
Karabey, bütün dinî ilimleri öğrenmiĢti, Ġslam âlimi Mağribi onun hocasıydı. Ġyi bir
öğrenciydi ve her zaman gerçeklere sıkı sıkıya bağlı kalan dürüst bir insan olmuĢtu. Ancak
okuduğu kitapların içinde insanların alçaklıkları, sahtekârlıkları yoktu. Babasını kaybettikten
sonra yaĢadığı ruhsal çöküntü, zamanla varlık karĢısında bir iç hesaplaĢmaya dönüĢür ve
98
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
―1295 yılının baĢlarında, Celaleddin Tayyip Karabey evine kapanır ve yılın yarısından uzun
bir süreyi orada geçirir; bu zaman zarfında hiç dıĢarıya çıkmaz. Kısa bir süre sonra
Mostarlılar, hem de ağız birliği etmiĢçesine, müftülerinin bilgeliğini ve büyüklüğünü övmeye
baĢlarlar.‖ (s.9). Bu cümlelerden de anlaĢıldığı gibi halk ne olursa olsun müftünün
yanındadır.
Yıl 1878… Avusturya-Macaristan‘ın Bosna‘yı iĢgal edeceği haberi, Mostar Ģehrinin her
yerine yayılır. Halk, hala müftü olarak gördüğü Karabey‘den yardım ister. Mostar kendini
savunmaya karar vermiĢtir. Ancak Müftü Karabey, Sultan‘ın bile bir Ģey yapamayacağını
görerek insanların boĢuna direnmemesi gerektiği fikrindedir. Ġnsanlar, Müftü Karabey‘e karĢı
tavır alırlar. Halkın çok sevdiği Karabey‘in direniĢe katılmaması, onlara çok ağır gelmiĢtir.
Karabey‘in düĢmanı Mutasarrıf Kuduz Bey ise iĢgale kesinlikle direnilmesi gerektiğini
düĢünür ve halkı müftüye karĢı iyice kıĢkırtır. Mutasarrıf PaĢa‘nın asıl çabası, hain addettiği
Müftü Karabey‘i cezalandırarak Bosna direniĢi oluĢturmak ve Bosna‘yı kurtarmak değildir.
Birincil planı ömrünce kıskandığı Müftü Karabey‘i ortadan kaldırmaktır. Sonuçta Karabey,
öldürülerek bu kötü niyetli insanın kurbanı olur.
Tarih, kurmaca gerçeklerle oynadığımız gibi bir oyun değildir. DeğiĢmesi mümkün olmayan
gerçekleri ihtiva eder. Karabey romanı,iĢte bu değiĢmeyen gerçeklerden yola çıkılarak
yazılmıĢ tarihî bir romandır. Necad ĠbriĢimoviç, Karabey‘in ölümü ile biten romanın hazin
sonuna gelmeden önce Karabey‘i bir tip haline getirmiĢ ve Karabey çevresinde geliĢen
olayların temelinde iyi-kötü çatıĢması olduğunu sezdirmiĢtir.
Mostar ġehri
Yazar, okuyucunun hayal dünyasını Ģekillendirmek ve esere mistik bir hava katmak üzere, her
Ģeyi bilen ve gören bir cinin anlatımına baĢvurmuĢtur diyebiliriz. Cin, Mostar Ģehrini
resmetmeye baĢlar;
―Her yer karanlığa bürünsün önce ve göz alabildiğine geniĢ bir alanın üzerine ser
karanlığı.
Karanlığın üzerine bir yan kesik at ve bu, suları soğuk, derin bir nehir olsun; önüne
çıkan kocaman kayalara meydan okusun, büyük yassı taĢ blokları sinsice ve hızlıca yalayıp
geçsin.
Nehrin etrafa yayılan tertemiz soluğu gözündeki karanlığı dağıtmasın; karanlığın
üzerine ıĢık damlaları serp ve bu ıĢığı önce etrafa yay, sonra da taĢ yapıların, Mostar
camilerinin, taĢ kulelerin ve duvarların üzerine sabitlendir.
Kenti ıĢıkla aydınlat ve zarif taĢ köprüyü gör; fakat gözüne göründüğü, sana
anlatıldığı Ģekliyle değil, benim sözlerimle betimlendiği Ģekliyle anılarına buyur et.‖ (s.16)
99
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Romanın baĢlangıcında Mostar Ģehri, bir cinin gözünden iĢte böyle kasvetli bir tabloyla
aktarılır. Romanın sonuna kadar devam edecek olan bu kasvet, Karabey‘in ölümünü hazin
kılan yardımcı bir unsur gibi olayların arasında yer alacaktır. Kendisine Karabey‘in hayatı
kadar bir ömür biçilen cin, okuyucunun düĢüncelerini ve hayallerini Ģekillendiren bir araçtır.
Anlatıcı, cindir ve okuyucuya neyi düĢünmesi gerektiğini, nasıl hissetmesi gerektiğini söyler.
Karabey‘in evini, okuyucuya inĢa ettirir;
―Yüksek taĢtan duvarlar ör; göz açıp kapayıncaya kadar, duvarların üzerini
sarmaĢıklar ve asmalar kaplasın. Önün, sütunların az ilerisine, öbek öbek bitki, çimen ve
çiçekler serpiĢtir. Berrak, yüzeyi hafif dalgalı bir dere akıt, yatağı taĢtan yapılmıĢ olsun;
senin sol tarafından gelsin, sağındaki duvarın altından akmaya devam etsin. Bu noktadan
sonra dereyi takip etme; onun hafif Ģırıltısını dinle sadece.
Arkana gelecek Ģekilde bir duvar ör ve duvarda büyük bir kapı aç.
Duvarla çevrilmiĢ vaziyettesin ve her Ģeyin üzerinde süzülüp durmaktasın.‖ (s.34)
Yazar,―Bu kitabın bir mucizevî yanı daha var‖ (s.54) diyerek metin aralarında, neden cinin
anlatımına baĢvurmuĢ olabileceğine dair izler bırakmıĢtır. Kitabın mucizevî yanları vardır ve
mucizeler, az önce kasvetli halinden bahsettiğimiz Mostar Ģehri ve bu Ģehirde yaĢayan
Karabey çevresinde geliĢir. Romanın böylesi cephelerine temas edilmesi, inanç bağlamında
yapılacak olan değerlendirmelere ıĢık kaynağı olacaktır. Çünkü mucizeler ve cin, Ġslâmiyet
içerisinde yer alan unsurlardır.
Mostar Ģehri, Osmanlı Ġmparatorluğu‘nun beĢ asır boyunca sınırları dâhilinde kalmıĢ
olan Bosna topraklarının bir simgesi gibidir. Bugünkü bakıĢla Senad Hasanagic, Osmanska
Tolerancija (Osmanlı HoĢgörüsü) kitabında Bosna ve Mostar‘dan Ģöyle bahseder;
―Dinlerin birbirine temas ettiği yerdir Bosna. DıĢ etkilere direnemedikleri
söylenebilir. Millî kimlik yerine, Ġslâm dinini ön plana çıkarmıĢlardır.
Bosna‘da din savaĢları olmuĢtur. BoĢnaklar, özgün bir grup olarak Avrupa‘da kabul
edilemedi. Hristiyanların Balkanlar‘a bakıĢı intikam doludur. Hristiyanlar, ortaçağın
intikamını almak isterler.
Mostar, arada bir Ģerit gibi, 33 metre bir haç var, batıda Amerika‘ya kadar, doğuda
ise Japonya‘ya kadar. Bosna Hersek bir yapraktır ve etrafı düĢmanlarla kaplıdır. O kadar
sıkıĢmıĢ, o kadar zor bir pozisyonda ki üstlerine kaldırılan kılıçlar Bosna‘yı, Mostar‘ı
kesmeye baĢlar.
Osmanlı hoĢgörüsünün esasları nelerdir? TartıĢılmaz bir otorite olarak halifelik
elinde idi. Bu 500 sene sürdü. Osmanlı‘nın bu kadar uzun süre yaĢamıĢ olmasının sırrı iĢte
buradadır; ―HoĢgörü‖. Osmanlı, o kadar toprağı uzun süre kendi safında tuttu. Bir sistem
oluĢturmuĢlardı. Ve bu muhteĢem bir Ģey… Bu hoĢgörünün olduğu dönemde bir benzerini
daha bulmak mümkün değil.
Bosna dinlerin buluĢtuğu yerdir ve Bosna‘daki farklılıklar, aslında bir zenginliktir,
karakterdir, Allah‘ın lütfudur, tıpkı Anadolu‘da olduğu gibi.‖
100
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Bosna ve Anadolu topraklarının benzerliğini vurgulayan Senad Hasanagic‘in ifadeleri,
Karabey romanındaki ana mekân Mostar‘ın ruhuna açıklık getireceği düĢüncesiyle buraya
alınmıĢtır.
Ġnanç
Karabey romanında iyilik ve kötülük çatıĢma halindedir. Sonuçta kötülük, devlete ve
insanlara zarar verir. Daha önce anlatıcının cin olduğu söylenmiĢti. Tarihin kapılarını aralayan
ve Karabey‘in baĢından geçenleri aktaran cin ―gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir
yaratık‖tır (Devellioğlu, 2000: 143). KiĢi, din duygusu haricinde ancak inanmak isterse
varlığını kabul edebilir. Dolayısıyla anlatıcının cin olması, dinî inançla bağlantılı bir
durumdur.
Anlatıcı cin, romanı eline alıp okumaya baĢlayanlara isterlerse daha yolun baĢında
gidebileceklerini, yok eğer gitmezlerse kitabın içine hapsolacaklarını haber vermiĢ ve kimi
bölümlerde bu yönde söylediklerini hatırlatmıĢtır. Cinin yaĢamı, Karabey‘in yaĢamından
ibarettir. Karabey susunca o da susacaktır. Dolayısıyla romanın ilerleyen bölümlerinde
romana hapsolmuĢ, romanın içindeki olaylara müdahil olarak romanın Ģahıs kadrosuna girmiĢ
olan okuyucunun kurtulabilmesi için Karabey‘in ölmesi gereklidir. Böylece cinin de anlatma
görevi bitecek ve susacaktır. Karabey‘in katledilmesi olayında Karabey‘e öldürücü son
darbeyi elindeki kamayla vuran okuyucunun ta kendisidir. ĠĢte Karabey‘in insanlara olan
sevgisinin yitip gitmesine sebep olan menfaat ve ihanet en sonunda okuyucuda belirmiĢtir. Bu
aslında varoluĢun bir parçasıdır. Her zaman bir tarafta iyilik varken bir tarafta kötülük
olacaktır.
Romanı, bir cin yönetmektedir;
―…istediğin takdirde ayrılman hala mümkün olan girdiğin bu garip iliĢkinin, kendi
isteğinle kabul ettiğin bir cinle kurulan bu beraberliğin, sana yeni güç verdiğini, yeni kazanç
kapısı açtığını da hissetmiyor musun?‖ (s.40).Roman, adeta uyanık halde görülen bir rüya
gibidir.
Cinin anlatımı ile meydana gelen olaylara iyice kapılan ve artık zihnini cin haricinde
kendi kendine Ģekillendirmeye baĢlayan okuyucu, romanın kurmaca dünyasında istediğini
yapmaya muktedir bir güç elde etmiĢtir;
―…yaptığını yapabiliyorsun ve ben seni engelleyemiyorum; bunu yapabilmem için
vakit çok geç artık; görünmez elini hiç sakınmadan meyve tabağına uzatıyorsun ve ihtiyar
Ahmed incirin nasıl kendiliğinden yukarıya kalktığını, havada uçtuğunu ve gözden
kaybolduğunu kendi gözleriyle görüyor. Böylece, istemeksizin de olsa ilk iĢareti verdin ve
zavallı ihtiyarı korkuttun. ġimdi onun bir Ģey söylemek istediğini, ancak bunu yapmaktan nasıl
çekindiğini görüyorsun, bunun olabileceğine inanabilmesi için fazlasıyla olağandıĢıydı.‖
(s.43).
101
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Yukarıdaki cümlelerde de görüldüğü gibi inanç meselesi ile alakalı olan cin kavramı,
okuyucuyu romanın vakasına karıĢtıran bir unsur olarak kullanılmıĢtır.
Romanın kahramanı Karabey, iyi bir dinî eğitim almıĢ, sonunda müftü olmaya layık
bulunmuĢ, inançlı bir gençtir. Karabey‘in kuvvetli inancı, zaman zaman onun kendi cümleleri
ile desteklenir. Ġsyancıları bastırmak için toplanan askerlere hitap eden Karabey;
―Cennet kapıları açılıyor! Elinde kılıcı, dudaklarında Allah‘ın adı ile Ģehit olana ne
mutlu! Yaralanmayanın vay haline!‖ (s.50) der.
Karabey, babasının ölümünden itibaren baĢlayan olaylar silsilesini hayatın oynadığı
bir oyun olarak görür ve Rabbine sığınarak;
―Allah büyüktür ve merhamet sahibidir; O, zalimlerin kimler olduğunu bilir. Ebedî bir
ceza ile cezalandıracaktır sizi. Seni hafife aldığımı görüyorum hayatım; bana Ģimdi oynadığın
bu oyuna ise gülüp geçiyorum sadece!‖ (s.106) der.
Turfanda Mi Yoksa Turfa Mi
Mehmet Murat‘ın, tahlil etmiĢ olduğumuz Turfanda Mı Yoksa Turfa Mı romanı 1890 yılında
yayınlanmıĢtır. O yıllarda Osmanlı Devleti 93 harbini yaĢamıĢ ve Balkanlardaki topraklarını
kaybetmiĢ bulunuyordu. Devlet, çökmek üzereydi ve dönemin ileri gelen isimleri, devletin
kurtarılması adına kendince çarelere giriĢmiĢti. Mizancı Mehmet de ‗inanç‘ ekseni etrafında
ele aldığımız romanında açıkça görüldüğü gibi tek kurtuluĢ yolunu Ġslâmiyet‘e sarılmakta
bulmuĢtur. Roman, son bölümü ―MektuplaĢmalar‖ adıyla yazıĢmaların bulunduğu bölüm ile
beraber toplam on üç bölümden oluĢmaktadır.
I. Bölüm: Ġstanbul’a GeliĢ
Bu bölümün daha ilk satırlarında romanın zamanı ile ilgili bilgi verilir. Eserin yayımlanma
yılı 1890 olduğuna göre ―yirmi, yirmi beĢ sene önceki bir zamandayız.‖ (Mehmet Murat,
1995: 5) cümlesi, romanın vaka tarihini 1865-1870‘lere yani, yeniliklerin hızla Osmanlı
topraklarına girmeye baĢladığı, Islahat Fermanı‘nın henüz yayınlandığı, 93 harbinden önceki
bir döneme götürür (Özön, 1932: 406-407). Yine romanın ilk satırlarından ―Ay, güzel kokular
saçan baharın goncalar açan Nisanı, gün ise Hilâfet merkezi diyarının din kardeĢliği günü
olan Cuma‘sıdır.‖ (s.5) cümlesinde ise zamansala iĢaretten ziyade mekân olarak Ġstanbul‘a ve
taĢıdığı dinî mahiyete açıkça vurgu yapılır.
Romanın ana mekânı Ġstanbul‘dur. Ġstanbul ki ―Osmanlı Saltanatı‘nın merkezi, Ġslâm
Hilâfeti‘nin makamı bulunan‖ (s. 9) yüce bir yerdir. Roman kahramanı Mansur Bey,
Varna‘dan hareket eden bir vapurun içinde gayri müslim ve Müslüman insanlarla birlikte
Ġstanbul‘a doğru yolculuk yapmaktadır. Ġstanbul‘daki yer isimleri, kiĢilerce sık sık zikredilir.
Ufukta Ġstanbul görününce bir bir sayılmaya baĢlanan mekânlar, Rumeli Feneri, Kavaklar,
102
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Telli Tabya, Sarıyer, Büyükdere, daha iç taraflarda ise Boğaziçi, Rumeli Hisarı, Anadolu
Hisarı‘dır.
Ġsmi geçen mekânlar arasında, Robert Kolej, BektaĢi Tekkesi, Göksu Kasr-ı
Hümâyûnu, Kandilli, Mısırlı Mustafa PaĢa yalısı, Sultan Sarayı ve Ġslâm dininin sembolü
olarak Ayasofya, Sultan Ahmed, Süleymaniye, ―Bilâd-ı SelâĢe‖, (Üsküdar, Galata, Eyüp) yer
alır.
Roman kahramanı Mansur Bey, vapurda seyahat ederken Ġstanbul manzarasına tesadüf
edildiği sırada güvertedeki düĢünceli haliyle tanıtılmıĢtır;
―AĢağı yukarı yirmi, yirmi bir yaĢında bir fesli delikanlı, Ģafak vaktinden beri
güvertenin üzerinde hazır bulunarak, iki eliyle davlumbazın tel halatını sımsıkı tutmuĢ olduğu
halde, azim ve tefekkürü ifade eden derin siyah gözlerini ileriye dikmiĢ ve sanki zihnindeki
düĢüncelere ve kalbindeki gizli duygulara dalmıĢ gibi kendisini ve etrafındakileri unutmuĢ
duruyordu.‖ (s. 6)
Romanın vaka tarihi 1860‘lı yıllar olduğuna göre Mansur Bey‘in 1840‘lı yılların
baĢında doğmuĢ olduğu sonucu ortaya çıkar. Mansur Bey‘in doğum yılı, Tanzimat‘ın ilan
edildiği yıla isabet eder.
Mansur Bey, dalgın duruĢundan baĢka kusursuz ve özenli dıĢ görünüĢüyle de
etrafındaki insanların dikkatini çekmiĢtir; ―…delikanlının her hali ve davranıĢı, kalabalık
içinde bile dikkatleri kendisine çekecek derecedeydi. Kusursuz dıĢ görünüĢü teveccüh
uyandırıyordu. Çekme, parlak, düĢünceli, utangaç gözleri; uzun, ince siyah kaĢların altına
sığınmıĢtı. Kenarları kibirle kıvrılmıĢ sivri ve nazik burnu asalete, büyücek fakat güzel bir
Ģekilde bulunan ağzı yiğitliğe delildi. Teni beyaz, saçı siyah, omuzları geniĢ, beli ince,
uzuvları mütenasipti. Giyinmesi de sade ve zevkliydi.‖ (s.7)
Mansur Bey, ―gözlerinden ziyade gönlüyle görüyordu.‖ Ġstanbul‘u (s.8).
Mansur Bey‘in seyahat ettiği vapurda ―Boğaziçi ile Ġstanbul‘un güzel ve birbirinden
ihtiĢamlı manzaralarından kendilerine yeni duygular ve lezzetler aramak üzere gelen
Avrupalı turistler‖ (s.5) vardır. Ġstanbul‘da yaĢayan veya Ġstanbul‘da bir sebepten bulunan
insanlar, Ġstanbul‘a bakıĢ açıları itibariyle ikiye ayrılır. Müslümanların Ġstanbul algısı, daha
çok maneviyata dönüktür. Avrupalı turistler veya Ġstanbul‘da yaĢayan gayri müslimler ise
daha çok maddî mekânın görselliğine önem verirler ve ruhlarında Müslümanlarınki gibi dinî
bir heyecan uyanmaz, mekânın taĢıdığı anlamdan ruhlarına akseden bir saadet meydana
gelmez. Bu ayrım, ―Ġstanbul‘a GeliĢ‖ bölümünde kiĢiler, Ġstanbul manzarasıyla buluĢurken
yapılmıĢtır.
Vapurdan inen Mansur Bey‘in yanına bir komisyoncu gelir. Amerika Oteli‘ni tanıtan
komisyoncudan beĢ kuruĢ yerine beĢ frank sözü iĢitince Mansur Bey‘in canı sıkılır.
Mansur Bey‘in hilâfet merkezi Ġstanbul‘da konuĢtuğu ilk kiĢi olan gümrük memuru
onda iyi bir izlenim bırakmaz. Çünkü; Mansur Bey‘in eĢyalarını kontrol eden gümrük
memuru, sandıktaki kitapları henüz incelemeden zararlı neĢirden olmadığına kanaat getirerek
görevini hakkıyla yerine getirmemiĢ bir kimsedir.
103
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Varna‘dan hilâfet merkezi Ġstanbul‘a hareket eden bir vapur vardır. Ġçinde Ġstanbul‘u
görmeye can atan turistlerin yanında düĢünceli haliyle etrafındakilerin dikkatini çeken roman
kahramanı Mansur Bey vardır. Mansur Bey hariç vapurdaki herkes belirmeye baĢlayan
Ġstanbul manzarası karĢısında heyecan dolu tepkiler verir. Mansur Bey ise Ġstanbul‘a ilk defa
gelmesine rağmen onun harikulade güzelliklerine ―…baka baka bıkmıĢ gibi kayıtsız kalıyordu.
BakıĢlarını ve düĢüncelerini birtakım meçhul emeller üzerinde toplayarak, heykel gibi,
davlumbaz kenarına dikilmiĢ duruyordu.‖ (s. 9)
Mansur Bey, Ġstanbul‘a ayak bastığında can sıkıcı hadiselerle karĢılaĢır. Memurların
tedbirsizliği, özensizliği, Frenkçe yer isimleri, insanlardaki Frenk özentiliği canını sıkar.
Devletinin istikbali adına endiĢelere gark olmuĢ bir halde Ġstanbul‘daki ilk günü geride kalır.
Mansur Bey‘den bahisle ―Bu delikanlı kimdir? Korku ve sevinçlerinin sebepleri
nedir?‖ soruları atılan ilk düğümdür. Ġkinci düğüm, Mansur Bey‘in Hünkâr Ġskelesi ve Balta
Limanı sözlerini iĢitince halinin değiĢmesi ile atılmıĢtır.
Romanın ilk bölümünde Hilâfet merkezi Ġstanbul‘da toplumsal nizamın yokluğuna
iĢaret edilen yerler vardır. Gümrük memuru, iĢi icabı Mansur Bey‘in sandığındaki kitapları
incelemekle yükümlü iken bunu yapmaz. Bir baĢka örnekte ise Frenk mağazasında görevli
kiĢi ile hamalın kavgasına müdahale edecek zaptiye memuru, etrafta yoktur.
Mansur Bey‘in Ġstanbul‘u gördükten sonra bile kayıtsızlık hali devam eder. ĠĢte tam bu
noktada Mansur Bey, Müslüman, namuslu bir genç olarak yüceltilir;
―DoğuĢtan fedakârlık duygusuyla bezenmiĢ, kafası ilmî düĢüncelerle aydınlanmıĢ,
millî fazilet ve emelleri kavrama gücüne sahip olmuĢ, muhterem ümmetin mazisini, halini,
istikbalini düĢünerek zihnini yormuĢ, yerini yurdunu bırakmıĢ, gayretli, imanlı bir Müslüman
için bunun ne demek olduğunu tahmin etmek acaba o kadar kolay bir Ģey midir? Kuvvetle
zannederiz ki pek güçtür. Çünkü o hal, beĢer ahlâk ve faziletlerinin hemen tek örneği
bulunduğu için, düĢünce âleminde henüz layıkıyla kendisini ortaya koymamıĢ olan Ġslâmiyete
mahsus yüksek bir vasıftır.‖ (s. 9)
Mansur Bey, örnek bir Müslüman olmasından ileri gelen vasıfları nedeniyle
etrafındaki insanlardan ayrılır ve yüceltilir. ―Dinin ve iman kuvvetinin timsali gibi heybetle
semaya doğru yükselmiĢ sayısız minareler ve kubbelerle taçlanmıĢ bulunan Ġstanbul‘un eĢsiz
manzarası bile, sanki Mansur Bey üzerinde, görünüĢte, yanındakiler kadar bir tesir
uyandırmadı.‖ (s. 13) gibi görünse de Mansur Bey herkesten ziyade mana denizinin
derinliklerine inmiĢtir. Ġslâmiyet, Ġstanbul‘un her yerine sinmiĢ, oradan da Mansur Bey‘in
gönül gözüne, ruhuna aksetmiĢtir. Rumeli Hisarı görüldüğü sırada Ġslâm inancıyla dolu
kalbinden geçen iç konuĢmaları Ģöyledir;
―Ey kahraman Gazi! ĠĢte senin Bizans anahtarın! Tarihin bunca kahramanlarının
hayat ve iktidarlarını uğrunda harcadıkları halde açtıramadıkları o demir kapıları,
müminlerin merkezi, cihan padiĢahlarının payitahtı olmak üzere, sen bu mübarek anahtarınla
fethettin ve açtın!‖ (s.10)
Batılı devletlerin, Osmanlı Devleti‘ni içten ve dıĢtan parçalamaya ve Osmanlı
topraklarına hâkim olmaya dair emelleri malumdur. Yunan/Latin kökenli Hristiyan milletlerin
104
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
amaçlarına ulaĢmak doğrultusunda hilâfet merkezinde açtıkları misyoner mekteplerinin
varlığını öğrenen Mansur Bey, derin bir üzüntü duyar.
Romanın neredeyse her sayfasında Ġslâmiyet‘in yüce bir din olduğuna dair ifadelere,
Ġslâmiyet‘e kendini teslim edenlere has ağırbaĢlı tavra rastlanır. Mansur Bey‘in tasavvurunda
―Allah‘ın kelâmını yaymaya memur vaizleri yetiĢtirmek üzere inĢa edilmiĢ bir millî mektep‖
(s.12) olarak canlanan binanın takdim cümlesi bile inanç vurgusu yapıldığına yeterli bir
delildir.
Mansur Bey için Dolmabahçe Sarayı sadece mükemmel güzellikte bir yapı olarak izah
edilemez, zaten o Ġstanbul içindeki mekânlara ve yapılara manevî bir gözle iĢtirak eder.
Dolmabahçe Sarayı ―…Halife-i rûy-ı zemîn ve sultanlar sultanı padiĢah hazretlerinin azamet
ve ihtiĢamla oturdukları mukaddes daireler!‖ dir. ―…Ümmetin ‗ikinci kıblegâh‘ı‖ dır. (s. 12)
Osmanlı padiĢahının sarayı göklere çıkarılmıĢtır. Romanda ―…Osmanlılar tarafından
her zaman coĢkuyla söylenen ve tekrar olunan ‗padiĢahım çok yaĢa‘ duası‖ Frenk turistleri
bile heyecana getirmiĢ, bu duaya ―Vive Le Sultan- YaĢasın Sultan‖ diyerek onlar da katılmıĢtır
(s.13). Osmanlı Devleti‘nin kudreti ve büyüklüğü vurgulanmıĢtır. 550 yıllık varlığında
topraklarını geniĢletmiĢ, üç kıtaya hâkim olmuĢ, milletleri bayrağı altında toplamıĢ bir Ġslâm
devletinin topraklarını bir bir kaybederken yaklaĢtığı hazin sondan kurtarmak çareleri adına
romanda bir yandan Osmanlı Devleti yüceltilirken bir yandan da Osmanlı‘yı çöküĢe götüren
toplumsal aksaklıklara eleĢtirel bir tavırla yaklaĢılmıĢtır. Romanda Frenk milletlere özençle
kendi değerlerinden uzaklaĢan kiĢilerin eleĢtirisi yapılmıĢtır. Yazarın hassasiyetle üzerinde
durduğu noktalardan bir baĢkası da iĢte bu millîlik algısıdır.
―Mansur Bey, otelin kapısına geldiği vakit üzerinde yalnız Fransızca olarak ‗Hotel
d‘Amérique‘i gördü. Türkçe yazıdan, rakamdan eser göremedi. Keza yerleĢmiĢ olduğu odanın
eĢya ve döĢemesini gözden geçirdiği sırada, bazı lüzumlu eĢya ile seccadeyi aradıysa da
bulamadı. Bunun için odanın döĢemesini, geniĢliğini, bilhassa manzarasını beğendiği halde
odadan, otelden soğudu.‖ (s.18).
Mansur Bey, her Ģeyden önce inançlıdır, imanlıdır. Osmanlı Devleti‘nin eski heybetli
günlerine geri döneceğine dair sarsılmaz inancı, imanından ileri gelir. Sonra Osmanlı
Devleti‘nin mazisi ortadadır. ―Toprağın her bir karıĢı birer tarih sayfasıdır. Gayret ve
vatanseverlik kanıyla yoğrulmuĢ hayat ve kuvvet macunudur. Rahîm ve Rahman olan Allah‘ın
seçkin kullarına mekân olmuĢ birer ümmet ‗ziyaretgâhı‘dır.‖ (s.20). Mansur Bey, Osmanlı
Devleti‘nin istikbalinin, mazisinden bile daha parlak bir hale geleceğine inanır.
II. Bölüm: Maziye DönüĢ
Mansur Bey, Ġstanbul‘a gelmeden önce mektebini bitirmiĢ, Ġstanbul‘a ―…din ve devlet
hizmeti meydanına kendisini atmıĢ‖tır (s.23). Anavatanı ise Cezayir‘dir.
Dedesi, Ġbn-i Galib‘tir. Ġbn-i Galib‘ler AraplaĢmıĢ Türk ve Osmanlı asıllıdırlar.
Ailenin Fransızlarla münasebetleri çoktur. Mansur Bey üç yaĢındayken babası Ebulmansur
Fransızlarla yaptıkları savaĢta Ģehit olmuĢtur. Mansur Bey‘in amcası Ahmet el-Nâsır ise
105
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
kardeĢinin aksine Fransız taraftarıdır. Mansur, babası ölünce kendinden bir yaĢ küçük kardeĢi
Zehra ile amcasının himayesinde, onunla yaĢamaya baĢlar. Ahmet el-Nâsır ―…Mansur ve
Zehra‘yı Ģanına göre yetiĢtirmek lüzumunu hissederek bir Arapça hocasından baĢka bir
matmazel ile bir mösyö daha tutmuĢtu. Bu suretle konağın köĢesinde sanki beĢ kiĢilik bir
mektep sınıfı açılmıĢ‖tı (s. 26)
Mansur o günlerde yedi yaĢındaysa sene 1850 ya da 1855‘ti.
Mansur ve Zehra, yetim çocuklar oldukları için amcasının çocukları tarafından hâkir
görülür, kendileriyle alay edilirdi. En çok da Zehra ile alay edilirdi.
Mansur‘un çocukluk mizacı hakkında Ģunlar söylenir;
―Mansur küçüklüğünden beri biraz kibre, bencilliğe meyilli olduğunu göstermekteydi.
YaradılıĢtan kalbi pek merhametli, yumuĢak idiyse de, Çerkez dağlarında doğmuĢ,
Ġstanbul‘da büyücek bir ailede büyümüĢ, en sonra Ebulmansur gibi kahramanlığına mağrur
bir yiğite eĢ olmuĢ annesinin üzerindeki tesiriyle, Mansur‘un ahlâkında bazı uygunsuzluklar
görülüyordu.‖ (Murat, 28)
Mansur‘un amcası, din kardeĢlerinin gözünden düĢmüĢtü. Abisinin Ġstanbul çağrısına
da burun kıvırdı. Mansur‘un annesi bu iĢe çok üzülüp Ġstanbul‘a gitmek isterken Mansur‘da
bir Ġstanbul sevgisi oluĢuverdi. Ġstanbul‘da aç kalmadan yaĢayabilmek için Mansur, tahsil
görmesi gerektiğine kanaat getirdi, önce uzunca bir süre Marsilya‘da bir pansiyonda kaldı ve
eğitim aldı. Oradan üniversiteye devam etmesini sağlayacak bir diploma aldıktan sonra
arkadaĢı Henri ile birlikte tıp fakültesine baĢladı ve tıp tahsilini baĢarıyla tamamlayıp
Ġstanbul‘a gitti.
Roman anlatıcısı, yazarın kendisidir. Mansur çocukluk âlemine daldığı zamanlarda
bile her Ģeyi en ince ayrıntısına kadar bilir. Hatta Mansur‘un Rumeli Hisarı‘nı gördüğü an
zihninden geçen konuĢmayı da birebir aktarabilecek güçtedir. Anlatıcı, dıĢarıdan her Ģeyi
gören bir göz gibidir. Kanaatleri vardır, Mansur‘un yakıĢıklı olduğunu söyler.
―Bugün Beyoğlu Lokantası‘nda oturmuĢ bulunan Mansur Bey, iĢte bu çocukluk
âlemini, en ufak teferruatına varıncaya kadar, düĢünce süzgecinden geçirdi.‖ (s. 32)
Mansur‘un çocukluk yılları Cezayir‘de geçmiĢtir. Daha sonra Mansur, tahsiline devam
etmek için amcasından izin alarak Fransa‘ya gitmiĢtir. Amcasının konağı, Frenk dünyasına
açılan bir kapı gibidir.
Mansur, daha çocukluk ve gençlik yıllarından itibaren inancına sıkı sıkı sarılmıĢ bir
yapıya sahiptir. Hatta tahsil gördüğü Fransa‘daki arkadaĢları ona ―Büyük Sahra Filozofu‖ ya
da ―Ütopist‖ derler. Çünkü Mansur, inancına oldukça bağlıdır.
―Mansur, Ġslâmcı temayülleriyle beraber Osmanlıcı temayüllere kapılmıĢ olduğunu bir
türlü arkadaĢlarından saklayamamıĢtı. Bunun için de ‗paĢa olmak istiyorsun‘ yolunda az
sataĢma yapılmamıĢtı.‖ (s.41)
Fransa‘da tıp fakültesini birinci olarak bitirip devlete hizmet aĢkıyla hemen Ġstanbul‘a
gitmesi, kuvvetli inancının göstergesidir.
III. Bölüm: GörüĢme
106
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Fatih‘ten Sultanselim‘e gidilirken sağda solda kalan konaklardan büyük ve eski olan yalnız
süslemeleriyle de herkesin dikkatini çeken bir konağı, Ġbn-i Galiblerden ġeyh Salih Efendi
tutar. Ġki karısı ve iki çocuğu vardır. Çocuklarından biri yirmi beĢ yaĢında ve evli Ġsmail
RüĢdü Bey, diğeri on dokuz yaĢında bekâr kızı Sabiha Hanım‘dır. Zehra Hanım da bu konakta
yaĢamaktadır.
Ġslâmî nizama göre düzenlenmiĢ olan bu konakta ġeyh Salih Efendi‘nin sürekli oturduğu
sofanın duvarlarından birinde Osmanlı Ġmparatorluğu‘nun haritası, karĢısında da Afrika‘nın
haritası asılıdır. ġeyh Salih Efendi sırtını Afrika haritasının asılı olduğu duvara yaslar ve
karĢısında Osmanlı Ġmparatorluğu haritası bulunur. Böyle olmasını özellikle istemiĢtir. Çünkü
Salih Efendi kendini bir Arap addeder. Mansur Bey ise halis bir Türk ve Osmanlı olduğunu
savunur. Çerkez annesi onunla hep Türkçe konuĢmuĢ, annesinin telkinleri Mansur‘u Osmanlı
sevdalısı yapmıĢtır.
Mansur Bey, Ġstanbul‘a geldiğinin ertesi günü amcasının konağına gider. Orada
sevilir, sayılır, konakta yaĢaması konusunda ısrar edilir. Konakta Zehra ile karĢılaĢır.
Küçüklükten aralarındaki düĢmanlık baĢlayan ve Zehra‘ca tek taraflı bir dargınlığa dönüĢen
münasebetleri, karĢılaĢtıkları dakikalarda da devam eder. Zehra Hanım, Mansur Bey‘e
kinlidir. Mansur Bey ise kendini affettirmek ister.
IV. Bölüm: Ġlk Adım Ve Ġlk Ümitsizlik
Mansur Bey‘in ağırbaĢlılığı, dinine bağlı oluĢundandır. Konağa gelmesi için ısrarlar
eden Ġsmail Bey‘e ―Bak kardeĢim. Odamdasın. Misafire saygı, Ġslâmın hasletlerindendir.
Onun için seni bilhassa kırmak istemem‖ (s.71) diyerek hassasiyetini gösterir.
Mansur Bey, Tıbbiye Mektebi‘ne müracaat eder ve iĢe baĢlaması uygun görülür.
Tıbbiye Mektebi‘nde iĢlerini tamamladıktan sonra Osmanlı nüfusuna kaydolur. Dolayısıyla
arzu ettiği gibi artık bir Osmanlı‘dır. ĠĢlerini doğru yaparak herkesin teveccühünü kazanır.
Yazar, bazen belirgin bir Ģekilde araya girer ve söze karıĢır; ―Romanın Ģahıslarından
bulunan bu Doktor Mehmet Efendi, Çankırılı halis bir Türk‘tü.‖ (s.78) cümlesinde de
görüldüğü gibi.
Mansur Bey‘in tıbbiyeden arkadaĢı Mehmet Efendi tanıtılırken dindar bir kiĢi olduğu,
beĢ vakit namaz kıldığı söylenmiĢtir (s.79). Bu iki arkadaĢ din ve devlete layıkıyla da hizmet
etmiĢ, bu suretle iĢleri hep rast gitmiĢtir.
Mansur Bey, aynı zamanda Hariciye kaleminde çalıĢmaya baĢlar. Bu kalemde
çalıĢmak üzere yeterli donanıma sahipken amcası Salih Efendi, Mansur‘un haberi olmadan iĢ
için araya aracılar koymuĢ, Mansur‘un yerini hazırlamıĢtır. Mansur ise her Ģeyden habersiz
hakkıyla iĢe girdiğini zanneder. Eğitimli ve terbiyeli bir kiĢi olarak Mansur, kalemde tesadüf
ettiği uygunsuz hallere ve haksızlıklara derhal müdahale eder. Sonuçta kalemde barınamaz.
107
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
V. Bölüm: Güller Ve Dikenler
Bu bölümde vakanın çoğunluğu ġeyh Salih Efendi‘nin konağında geçer. Konak
içerisinde ayrılan haremlik, selamlık ve sofa bölümleri ile kiĢilerin kendilerine ait odalar da
diğer iç mekânlar olarak yer alır. Salih Efendi‘nin kızı Sabiha Hanım ile Gelin Hanım‘ın
arabayla gezintilerinde gittikleri yerlerden Kâğıthane ve Beyoğlu dıĢ mekândır.
Mansur Bey bin bir ısrarla konağa taĢınmayı kabul etmiĢtir. Önceleri Ġsmail Bey‘in
kendisine gösterdiği yakınlığa, tatlı arkadaĢlığa mukavele etse de onun kendisine uygun bir
mizaca sahip olmadığını anlayarak uzaklaĢmaya çalıĢmıĢtır. Çünkü Ġsmail Bey, Beyoğlu‘na
gitmeyi ve kumarı çok sever. Mansur Bey ise din ve devlet hizmetine kendini adamıĢ bir
gençtir.
Mansur Bey, Zehra Hanım‘a kendisini affetmesini talep ettiği bir mektup yazar ve
gönderir. Mansur Bey iyi niyetini göstermiĢ olmasına rağmen Zehra biraz olsun yumuĢamak
yerine daha çok hiddetlenmiĢtir. Hâsılı namuslu; ancak içine kapanık yalnız bir kızdır Zehra.
Mansur Bey‘in de namuslu bir genç olduğu kiĢide Ģüpheye mahal bırakmayan bir gerçektir.
Hatta Zehra Hanım da Mansur Bey‘in iyi özelliklerinin olduğunu düĢünür, yine de
çocukluktan gelen hırsının önüne geçemez;
―Zehra kitap okumak sayesinde dünyanın iyi ve kötü taraflarını öğrenmiĢ bir hanımdı.
Bunları takdir etmemek elde değildi. Fakat Zehra, Mansur‘un hiçbir halini takdir etmek
istemiyordu. DüĢüncesi, Mansur‘un birçok hallerini ona zorla beğendiriyordu. Diğer taraftan
Mansur‘un doktorluktaki mahareti, mektep derslerindeki baĢarıları, hele fakir ve düĢkünlerin
tedavisinde gösterdiği fedakârca gayreti, Ġstanbul‘da bir benzeri olmamakla ün salmıĢ
muayenehanesi, Mansur‘u herkes tarafından tavsiye edilir hale getirmiĢti. Yirmi yaĢındaki bir
çocuk, koca Ġstanbul‘da pek çabuk kendini kabul ettirmiĢti.‖ (s.130)
Mansur Bey, kiĢilerle iliĢkilerinde özenli, ahlâk ve terbiye sahibidir.
ġeyh Salih Efendi, sofanın camından bakarken gördüğü komĢusu Müzeyyen Hanım‘ı
beğenir ve onunla evlenir. Bu evlilikten bir çocukları olur. Gel gelelim Müzeyyen Hanım‘ın
abisi RaĢit Efendi pek hayırlı bir kimse değildir. Memuriyetlerinde iyi hal gösterememiĢ, kötü
niyetli bir adamdır ve kız kardeĢi vasıtasıyla Salih Efendi‘nin zenginliğinden yararlanmayı
aklına koymuĢtur.
Sabiha Hanım, herkesçe kendine yakıĢtırılan Mansur Bey‘e açık veya gizli bir
muhabbet besler; ancak Mansur Bey‘den karĢılık bulamadıkça türlü oyunlara baĢvurur.
Beğenilmekten hoĢlanan Sabiha Hanım, Mansur Bey‘in ilgisizliği ile ara ara hırslanır görünür.
Romanda Mansur Bey ve Zehra Hanım, herhangi namussuz davranıĢları olmayan
kiĢiler olarak tasvir edilirken konaktaki diğer kiĢiler ġeyh Salih Efendi‘nin oğlu Ġsmail ve
gelini, kızı Sabiha Hanım, kaynı RaĢit Bey, ahlâk ve terbiyeye önem vermezler. Sebebi
Mansur ve Zehra‘nın yeterince tahsil görmüĢ, terbiye sahibi kiĢiler olmalarıdır. KiĢinin
terbiyeli olabilmesi, yeterli tahsilinden ileri gelir.
Osmanlı Devleti‘nin kötü gidiĢatı, iyi tahsilli kiĢilerin devlet dairelerinde yer
almasıyla, topluma fayda sağlayabilecek mevkilere gelmesiyle önlenebilir inancı ile yazarın
108
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
örnek bir tip olarak Mansur Bey‘i yarattığı görülmektedir. Mansur Bey, hem iyi bir Müslüman
hem de tahsilli bir genç olarak dürüst karakteriyle ön plandadır. Aynı Ģekilde Zehra da
karakter sahibi Müslüman, akıllı bir genç kızdır. Bu iki tipin hal ve hareketleri, diğer roman
kiĢilerinden tamamiyle ayrılır. Yazar, eğitimli ile eğitimsiz arasındaki farkı vurgulamıĢtır.
VI. Bölüm: Ortak Emeller ve Zıt Fikirler
Mansur Bey, hayatta halka hizmetten baĢka gayesi bulunmayan bir gençtir. Osmanlı
halkına hizmet aĢkıyla yanıp tutuĢur. Aldığı eğitim ve terbiye sayesinde de hizmete layıktır.
Osmanlı Devleti, o yıllarda zor bir dönemden geçmektedir. Devlet dairelerinde çalıĢan
kiĢilerin, görevlerini icap ettiği gibi yerine getirebilmesi, herkesin canla baĢla devletin iyiliği
için çalıĢması gerekmektedir. Ancak, devlet dairelerinde bazı usulsüzlükler vardır ve Mansur
Bey bunları iyice gözlemleyerek teĢhis edebilmiĢtir.
―Ġnsanları, usulü, nelerin eksik ve nelere muhtaç bulunduğumuzu öğrendim. Biz
doktorlar önce hastalığın teĢhisine çalıĢırız. Cemiyet içindeki hastalıklar hakkındaki
düĢüncelerim yanlıĢmıĢ. Cemiyetimizin düzeltilmesi için ben çok Ģeyler lazım zannederdim.
Cemiyetteki bozuklukları zannettiğimin iki misli buldumsa da onların düzeltilmesi çarelerinin
de tahminimden pek az olduğunu anladım.‖ Bu çareler, ―Herkesi okutmak ve eğitmek!‖tir.
(s.141). Mansur Bey‘in bu yolla halkın ve devletin iyileĢeceğine inancı tamdır.
Salih Efendi, Cezayir‘de bir direniĢ hareketi baĢlatmak ister. Ġlk bakıĢta Cezayir ve
Cezayir halkının kurtuluĢu için çabalıyormuĢ gibi görünse de bu iĢten çıkarları vardır. Bu
yolda Mansur‘un da yer almasını ister ve kandırmaya çalıĢır, baĢaramaz. Kendisi gibi Arap
milliyetçisi olan Ahmet ġunudî adlı bir kiĢiyi, Mansur‘u kandırmak üzere görevlendirir. Ġkisi
arasında geçen konuĢmalarda Mansur ırkçılığa karĢı din kardeĢliğini savunur ve hilafet
merkezinin güçlenmesi ile bütün Ġslâm ülkelerinin selamete kavuĢabileceğini açıklar.
―Ġslâm kuvvetlerinin ağırlık merkezi, padiĢahımızın arzu ettiği seviyeyi bulacak olursa,
istediğimiz teferruat hep birden gerçekleĢebilir. Halbuki uyanıklar her tarafa dağılarak
komutansız, merkezsiz, disiplinsiz harekete kalkıĢırlarsa tek ve ortak bir gayeye varılamaz.
Tek baĢına gayret neticesiz, faydasız olarak muhalefet denizinde kaybolup gider.‖ (s.155)
Hristiyan milletler tarafından iĢgal edilen Osmanlı topraklarının yeniden kazanılması
için idarenin merkezden kuvvetlendirilmesi inancına sahiptir Mansur Bey. Bütüncül bir bakıĢı
vardır. Bu bakıĢ, Ġslâmiyet‘e kesinlikle uygunluk gösterir. Nitekim din kardeĢliği ve cihad,
Ġslâmiyet‘in bütüncül ve kapsayıcı özelliklerindendir.
―Ġslâm birliğinin kurulmasını sağlayacak kılıç değildir, maariftir.‖ sözüyle Mansur
Bey, Cezayir‘de planlanan direniĢ hareketine karĢı çıkar. (s.157)
Salih Efendi‘nin ailesi, Ağustos‘ta köydeki yalıya geçmiĢtir. Bu yalının bahçesinde
küçük bir köĢk vardır. Mansur, ev ahalisinden uzakta olmak amacıyla bu köĢkte yaĢamayı
tercih etmiĢtir.
VII. Bölüm: Vicahî ve Gizli AĢk
109
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Mansur‘un köĢkten çıkmadığı bir gün Sabiha Hanım, yalının bahçesinde gezerken
Mansur‘u görür ve kendince bir bahane uydurarak köĢke girer. Bu cesaret karĢısında Mansur,
ĢaĢırır ve Sabiha Hanım‘a gitmesini söyler. O sırada Zehra ile Fatma Hanım da yalının
bahçesindedir, olanları görmekte ve söylenenleri iĢitmektedirler. Sabiha Hanım, teĢebbüsünde
daha da ileriye gider ve ısrarcı davranmaya baĢlar. Buna karĢılık Mansur Bey;
―… Ben evlenmek fikrinde değilim. Ben varlığımı aileye adayamam. Çünkü varlığım
devlet hizmetine adanmıĢtır.‖ diyerek bir kez daha ideallerini yinelemiĢ olur. (s.166)
Zehra ile Mansur‘un birbirlerini çözmeye baĢladıkları bölüm, bu bölümdür. Zehra,
Fatma ile birlikte Mansur‘un köĢküne girer. Orada Mansur‘un ‗Alter Ego‘ yani diğer ben adlı,
günlüğünü bulur ve okumaya baĢlar. Mansur‘un ne derece büyük bir insan olduğunu anlar,
kendisine zannettiği gibi bir rakip olmadığını görür, hırslarından arınır. KöĢkten çıkarlarken,
Zehra günlüğe bir not kaydeder. Bunu gören Mansur, Zehra‘nın günlüğü okuduğundan
böylece haberdar olur.
VIII. Bölüm: Med ve Cezir
―Talih ve ikbalin yüzü ġeyh Salih Efendi‘ye dönmüĢtü. Davası kazanılmıĢ, on beĢ
seneden beri o dava için sarfettiği parayı dahi faiziyle almıĢtı.‖ (s.178) Bundan sonra, Salih
Efendi‘ye hürmetler artmıĢ, kapısından adam eksilmez olmuĢtur. Yardım isteme ve adam
kayırma olayları, Mansur‘un canını sıkmaktadır. Mansur‘un can sıkıntısı hal ve
hareketlerinden anlaĢıldığı gibi, aynı ahlaka sahip olan Zehra‘nın da haksızlık ve
namussuzluklara verdiği tepkiler aynı olur.
RaĢit Efendi, karısı Emine ile birlikte Sabiha Hanım‘a bir oyun oynarlar. RaĢit,
çıkarları için kullanacağı Kazım ile Sabiha‘yı bir araya getirir. Sabiha, Kazım‘ın aĢk
hamlelerine karĢı koyamaz, birbirlerine sarılırlar. Zehra bu olayı fark eder ve Sabiha‘yı
köĢkten almaya gider, oradaki düzenbaz insanlara hadlerini bildirir. Namus ve iffet neyi
gerektiriyorsa onu yapar. Bu hareketlerinde iyi eğitim almıĢ olmasının payı büyüktür. Nitekim
Sabiha eğitime ve terbiyeye önem vermeyen bir mizaca sahiptir.
IX. Bölüm: Yeni Bir GörüĢme
Zehra, önceki bölümde yaĢanan hadiseden sonra hasta olur. ĠyileĢtirmek için Mansur
Bey gelir, muayene eder. Birbirlerine artık daha farklı baktıklarını anlarlar. Mansur, Fatma
Hanım‘a Zehra‘yı yanlarında götürmesini ve Zehra‘nın orada istirahat etmesini söyler.
Daha sonra Reis Efendi ile Emin PaĢa, Salih Efendi‘nin yalısına gelirler. Kazım
Bey‘in ricasıyla Salih Efendi‘nin kızını isterler. O esnada tabi devlet düzeninden, iĢleyiĢi
bozan hallerden söz açılır. Mansur Bey, eğitimli, iktidara sahip kimselerin ellerinden gelecek
Ģeyler olduğunu savunsa da Emin PaĢa‘dan aksi yönde karĢılık bulur;
110
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
―Siz Avrupa‘da tahsil etmiĢsiniz. Tahsil için her sene biz bu kadar genci Paris‘e
gönderiyoruz. Lakin hiçbiri istediğimiz Ģekilde dönmüyor. Terbiyesi, ahlâkı bozularak istifade
olunur halleri kalmıyor. Öğrendikleri de süslü giyinmek, eğlenceleri için israfta bulunmak,
ahlâk ve din duygularını kaybedip Frenk olmaktan baĢka bir Ģeyleri göremiyoruz.‖ (s. 218). O
dönemde baĢ gösteren yanlıĢ batılılaĢma sorununa temas edildiği açıktır. Buna karĢılık
Mizancı Mehmet Murat‘ın Mansur Bey kiĢisiyle örnek bir tip oluĢturmaya çalıĢtığı
söylenebilir.
Emin PaĢa ile Mansur Bey arasında, devlet iĢleri hakkında meydana gelen söz dalaĢı
sonunda Mansur, iyice hiddetlenerek kalkar gider. Emin PaĢa ise, onun ―muzır‖ takımından
olduğu hükmünü verir. ―Zamanı gelince icabına bakılmak üzere Mansur, PaĢa‘ca
mimlen[ir]‖ (s.224)
―Ġlerleme ve kalkınma için, din ve ahlâk sayesinde devlette, millette eĢsiz bir kabiliyet
varken, durgunluk çökmesine tamamiyle mana veremiyordum. ĠĢi Ģimdi anladım! MüthiĢ
hakikati öğrendim: Devletin, padiĢahın sadık kullarına, sevenlerine hizmet meydanı
kapaılmıĢtır!‖ (s.226). Bunun çaresi ise ―Yine maariftir, yine maarif!...‖ (s.226)
X. Bölüm: Dolaplar Döndü
Mansur Bey‘in baĢka bir insan olduğunu, etraftan kimseye benzemediğini herkes
anlıyordu. O kendini, vatana hizmet etmeye adamıĢ biriydi. Bu yolda yürümeye inanmıĢtı ve
disiplinli bir Ģekilde de ilerliyordu.
Mansur Bey‘in farkını Zehra anlıyor, ġeyh Salih Efendi görüyor ama ne olduğunu
anlamıyordu.
ġeyh Salih Efendi‘nin ikinci hanımının kardeĢi, hain RaĢit Efendi, ablasından olan
çocuğu tek varis yapabilmek için Ġsmail Efendi‘ye suikast düzenlemiĢ ve amacına ulaĢmıĢtır.
Sıra Sabiha Hanım‘a gelmiĢ, onu da zehirletmiĢtir. Emellerinin önüne geçeceğini düĢündüğü
Zehra ve Mansur‘u da ortadan kaldırmak istemiĢ; fakat son olarak hamlede bulunmuĢ ve evi
yakmıĢken Mansur‘a yakalanmıĢtır.
XII. Bölüm: Hesabın Sonu
ĠĢler yoluna girdi, hesaplar görüldü. ġeyh Salih Efendi, felçli haliyle vasiyetini yazdı.
Tüm mal varlığını Mansur Bey‘e bırakmıĢtı. Mehmet Efendi ve Fatma Hanım evlendiler. Sıra
Zehra ve Mansur‘a gelmiĢti. Salih Efendi, vasiyetinde Mansur‘a Zehra ile evlenmesini
söylemiĢti. Fakat Mansur, ―kendisini bu hususta mazur görüyordu. Bunun için birçok
seyahatler yaparak derdini dağıtmak istedi.‖ (s. 270)
―Amcasından kalan serveti olduğu gibi bankaya yatırmıĢ, bir kuruĢunu kendi nefsi için
sarf etmeyerek hepsini yayın iĢleri ve hayır müesseseleri için kullanmaya karar vermiĢti. Önce
Kayrıvan‘da açtırmıĢ olduğu mektebi geniĢletmek üzere Tunus‘a gitmiĢken, Fransız
konsolosunun entrikasından dolayı Tunus hükumeti, mektebi geniĢletmek ve geliĢtirmek için
111
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
müsaade etmedikten baĢka, hatta mevcut olanı dahi kapatmıĢ ve yasaklamıĢtı.‖ (s.270).
Mansur Bey, paraya pula tamah etmeyen bir mizaca sahiptir. Her Ģeyi, vatanı için yapar ve
bunun için varını yoğunu harcar.
Mansur Bey, Hersek‘e gitmiĢtir. ―Bir vakitten beri Hersek‘te çıkan ihtilal, dünyanın
dikkatini üzerine çekmekteyken hala arkası alınamamıĢtı. Mansur, Osmanlı askerlerinin eĢsiz
kahramanlık ve cesaretini bildiği için buna hayret ediyordu. Zihninde ihtilali büyütüyordu.
Gitti, gördü.
Ġhtilalin tek baĢına ehemmiyeti yoktu. Bir iki devletin konsoloslarından destek
gördükleri için sayısı beĢ bine varamayan çeteciler âlemi meĢgul etmekteydi.
Bu çetecilerin sıkıĢınca Avrupa hududuna sığınarak Avusturyalıların yardımıyla
tekrar geri geldiklerini iĢitip inanamamıĢ bulunan Mansur, hususî olarak Avusturya
konsolosluğuna gidip konsolos ile görüĢtü.‖ (s. 271-272)
Avrupa siyasetini gören ve anlayan Mansur, Ġstanbul‘a döndüğünde bildiklerini
gazetelerde yazmaya baĢladı. ―… Avrupa bu siyasetinde devam ettiği takdirde, meydana
gelecek felaketin, Ģimdiden kestirilemeyecek kadar büyük olacağını ve sonunda, Avrupa‘nın
baĢına gelecek büyük bir gaile Ģeklinde tesiri görüleceği hakkında bir makale yazmıĢtı.‖
(s.272). Mansur Bey, 93 harbini önceden görmüĢ ve haber vermiĢ gibidir.
Mansur Bey, Aydın‘daki çiftliğe gider ve orada kendini inzivaya çeker. Hayır iĢlerine
orada da devam eder. Bir gün yanına, Mehmet, Naime, Fatma Nuri, Zehra Hanım gelir.
Ahmet ġunudî de gelir. Beraber mutlu mesut günler geçirirler. Herkes layığını bulmuĢtur.
Zehra ve Mansur da birbirlerine aĢklarını itirafla evlenirler.
Kazım ve Emine de randevu evlerinde rezalet ve sefahat çirkefine batarak tam da
kendilerine layık bir hayat yaĢarlar.
BitiĢ: MektuplaĢmalar
Mansur Beyi Veliler köyünde yaĢarken Anadolu halkının ahlâkını gördükçe mesut
olmaktadır. ―Sadakat, kanaat, metanet, tahammül, bunlarla beraber dindarca itaat ve
bağlılık…‖ (s.289) hep Anadolu insanın mevcut olan özelliklerdir.
Doktor Mansur, oğlu Mahmut ve karısı Zehra‘yı Ġstanbul‘a gönderip Mehmet ve
Fatma‘ya emanet ederek savaĢa katılmıĢtır. Bu dönemde Mansur iyice yorulmuĢ ve yıpranmıĢ
olacak ki 1879 senesinde bir hastalığa yakalanmıĢtır. Hava değiĢimi için Trablus‘tan Sudan‘a
gitmiĢtir. Ancak orada iyice kötüleĢmiĢ olup Ġstanbul‘a dönemeden vefat etmiĢtir.
Mansur‘un, karısı Zehra‘ya yazdığı son mektupta sağlığından bahsederken yine
sarsılmaz bir inançla Müslüman olduğunu gösteren cümlelere rastlanır. ―Allah‘a her dakika
Ģükrettiğimiz gibi lütuf ve mucizesini de bekleriz. Lakin doktorca söylemek icap ederse o
yolda bir mucize görünmedikçe Ġstanbul‘a gelmeye ömrümün yeteceği Ģüphelidir. Sen baĢka
kadınlar gibi değilsin. Hakikati, Allah‘ın takdirini cesaretle karĢılamaya muktedirsin.‖ (s.311)
Son günlerinde bahtiyar olduğunu söyler. ―Çünkü ‗Devlet-i edeb-müddet‘in saadet ve
yükselme baharının Ģerefle geldiğine artık Ģüphe[si] kalma[mıĢtır].‖(s.312)
112
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Sonuç
Karabey ve Turfanda Mı Yoksa Turfa Mı romanlarındaki olayların 1870‘li yıllarda
geçtiğini, Mostar ve Ġstanbul Ģehirlerinin o dönemde Osmanlı Devleti sınırları içinde yer alan
iki Ģehir olduğu söylemiĢtik. Zaman ve mekân açısından ortak özelliklere sahip bulunan bu iki
romanı asıl birleĢtiren unsur ise inançtır. Romanlarda millî kimlik yerine Ġslâmiyet ön plana
çıkarılmıĢtır.
Romanların baĢkahramanları Karabey ve Mansur Bey‘in de hemen hemen aynı
vasıflara sahip oldukları söylenebilir. Karabey, tıpkı Mansur Bey gibi iyi bir eğitim almıĢ,
etrafındaki insanların sevgisini kazanmıĢ, inançlı bir kiĢidir. Ġkisi de zengin birer aileye
mensuptur. Mansur Bey, iyi bir eğitim alabilmek ve bu eğitimle vatana hizmet edebilmek
maksadıyla Fransa‘nın Marsilya kentine gitmiĢtir. Karabey ise, yönünü hilâfet merkezi
Ġstanbul‘a çevirmiĢ ve Osmanlı Ġmparatorluğu‘nun baĢkenti Ġstanbul‘da Ġslamî ilimleri
öğrenmiĢtir.
Mansur Bey tipine çok benzeyen Karabey tipi de elindeki gücü, halka hizmet etmeye
kullanır. Adalet arayıĢındadır. Haksızlık yapanları, Mansur Bey gibi eleĢtirir.
Karabey, Mostar‘daki ―Müftülük görevine devam eder; hem dinî hem dünyevî
meselelerde dürüstlüğe sonuna kadar bağlı kalması, insanların ondan uzaklaĢmasına neden
olur.‖ (ĠbriĢimoviç, 2007: 9). Karabey de tıpkı Mansur Bey gibi değiĢken bir mizaca sahip
değildir. Ġkisinin de sağlam bir karakteri, kendinden emin bir duruĢu vardır. Ve iki karakter de
romanın ilerleyen bölümlerinde kendilerini inzivaya çekerler.
Karabey ve Mansur Bey kiĢileri etrafında geliĢen olaylara bağlı olarak eserlerde sıkça
inanç vurgusu yapılmıĢtır ve bu vurgularda aynı tarzın kullanıldığı görülür.Temelde iyilik ve
kötülüğün karĢı karĢıya getirilerek iyiliğin yüceltilmiĢ olduğu söylenebilir. Kötülerin
karĢısında sağlam inançları ve Müslüman olmalarından ileri gelen ağırbaĢlı duruĢlarıyla
Karabey ve Mansur Bey tipleri vardır. Ġyilik ve kötülük ikiliği, Ġslamiyet‘in insanlara
haramdan, günahtan sakınmayı tembihleyen yanına yapılan bir göndermedir. Kötülük
yapanlar, her iki romanın sonunda da layıklarını bulurlar.
Karabey ve Turfanda Mı Yoksa Turfa Mı adlı romanların farklı dönemlerde yazılmıĢ
olmalarına rağmen fikrî cihette birleĢmeleri özellikle dikkate değer bir noktadır. Ancak
BoĢnak edebiyatı hakkında Türkçeye çevrilmiĢ kaynakların sınırlı olması ve eserin Türkçeye
çevrilmiĢ olan nüshası üzerinden bir inceleme yapılmıĢ olması sebebiyle değerlendirmelerin
yeni yeni ortaya çıkan veriler ıĢığında değiĢeceği muhakkaktır.
.
113
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Kaynakça
AktaĢ, ġerif. Roman Sanatı ve Roman Ġncelemesine GiriĢ. Ankara: Akçağ, 2005
Devellioğlu, Ferit. Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lûgat. Ankara: Aydın Kitabevi,
2000
Duymaz, Recep. Üç Tarz-ı Siyaset ve Akımlar. Ġstanbul: Boğaziçi, 1995
Emil, Birol. Son Dönem Osmanlı Aydını Mizancı Murad Bey. Ġstanbul: Kitabevi, 2009
Hasanagic, Senad. Osmanska Tolerancija (Osmanlı HoĢgörüsü). Zalihica
ĠbriĢimoviç, Necad. Karabey. Çev. Suat Engüllü. Ġstanbul: Sakarya Valiliği Kültür
Yay, Mayıs 2007
Mehmet Murat. Turfanda Mı Yoksa Turfa Mı!. Haz. Ali Kahraman. Ġstanbul: Morpa
Kültür, 1995
Moran, Berna. Türk Romanına EleĢtirel Bir BakıĢ I. Ġstanbul: Ġstanbul, 2010
Özön, Mustafa Nihat. Metinlerle Muasır Türk Edebiyatı Tarihi II. Ġstanbul: Devlet
Matbaası, 1932
Tanpınar,Ahmet Hamdi. 19‘uncu. Asır Türk Edebiyatı Tarihi. Ġstanbul: Çağlayan,
2003.
Taplamacıoğlu, Mehmet. Din Sosyolojisi. Ankara: Ankara Ünv., 1983.
Timur, Kemal. Tanzimat Dönemi Türk Romanında Din Duygusu ve Ġnançlar. Turkish
Studies, Winter 2009, s.2089-2125.
114
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
CEMĠL MERĠÇ VE DĠVAN EDEBĠYATI
Bayram ÇELĠK
ÖZET
Edebiyat tarihimizin en uzun ve tartıĢmalı dönemlerinden olan divan edebiyatı hakkında
ekseriyetle bu iĢin metodolojisini almıĢ bilim insanlarının görüĢleri öne çıkar. TartıĢmalar o
kiĢilerin görüĢleri üzerinden yürür. Oysa üslup sahibi olup da meseleye akademik düzeyde
eğitim almayan yazarlarımızın yaklaĢımı da ufuk açıcı olur diye düĢünüyoruz. Bu düĢünce
ıĢığında Türk nesrinin önemli ve kuvvetli üslup sahibi yazarlarından olan Cemil Meriç‘in
söyledikleri ve uygulamaları önemli olur kanaatindeyiz. Bu kanaatle Cemil Meriç‘in bütün
eserlerini tarayıp onun divan edebiyatına dair görüĢlerini, üslubunda bu edebiyatın etkilerini
tespit etmeye çalıĢtık.
Abstract
Usually the ideas of social scientists ―who did methodoligical reaserach stand out on ―divan
literature which is one of the longest and controversial periods of our literature history.
Discussions mostly based on these persons ides. Howewer, we believe the approach of writers
that have literary style without an academic bacground can add new perspectives on the issue.
Within this framework I am convinced that the comments and writings of Cemil Meric. Who
is one of the most important writers of Turkish prose, on this issue would have a great
importance. Hence we traced Cemil Meric‘s all Works and try to identify his ideas on ―divan‖
literature and the effects of this literature, on his writings.
GiriĢ

Öğretim Görevlisi, Bozok Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.
115
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Cemil Meriç, çağdaĢ Türk nesrinin önemli temsilcilerindendir. Kültür ve fikir
hayatımızın velud yazarlarındandır.
Sosyolojiden felsefeye, iktisat teorilerinden edebiyata geniĢ bir perspektifle ele aldığı
alanlarda kalem oynatmıĢ yetkin bir fikir adamıdır.
Hayatının son dönemlerinde körlüğe kadar varan göz bozukluğuna rağmen okumayı,
üretmeyi, bırakmamıĢ, hatta gözlerini tamamen kaybettikten sonra belli bir disiplinden taviz
vermeden çocuklarına okuttuğu kitaplarla öğrenmeye, üretmeye devam etmiĢtir.
Onun hayatı bu yazının konusu değil; ama öğrenme, düĢünme, aktarma azmi, kısmen
trajik hayatını da düĢünürsek, bilinmesi gereken bir gerçekliktir.
Cemil Meriç‘in yazdıkları içinde konumuzu teĢkil eden kısım; divan edebiyatıyla ilgili
söyledikleri ve bu konu etrafında geliĢtirdiği fikirlerdir.
Cemil Meriç‘in iktisatla, tarihle, sosyolojiyle, felsefeyle ilgili fikirleri hatta edebiyatla
ilgili temel düĢünceleri çeĢitli değerlendirmelerle ele alınmıĢtır. Onun geniĢ bilgi dağarcığı,
kuĢatıcı bakıĢ açısı, orijinal tespitleri, analizleri yıllarca kalem erbabımızın dikkatini çekmiĢ
ve değerlendirilmiĢtir.
Cemil Meriç, üzerinde herkesin ittifak edemeyeceği fikirsel yapıya sahipti; ancak
herkesin hem fikir olduğu yön, onun üslubundaki farklılık ve güzellikti.
Bu yazının ortaya çıkıĢının temel gerekçesi de aslında tam da bu özelliğidir, zira
edebiyata uzak konularda bile akıcı, farklı, yer yer Ģiiriyet içeren bir üsluba sahip olan yazar,
acaba divan Ģiiriyle ilgili ne düĢünüyordu? Edebiyatımızda üslupçuluğun zirvesi olan divan
edebiyatıyla teması ne düzeyde bulunuyordu?
Üslubunun oluĢmasında klasik metinlerimizin tesiri ne düzeydeydi?
Bu düĢünce ve sorulardan yola çıkarak Cemil Meriç‘in bütün eserlerini tekrar gözden
geçirdim.
Cemil Meriç‘te göze çarpan ilk özelliklerden biri, belki, ilki, dil hassasiyetidir. Tek
mucize olarak gördüğü kelamı (Jurnal 2, s. 73) hiç ihmal etmiyor, devamlı vurguluyor ve dile
karĢı hassasiyeti hiç elden bırakmıyor.
Onun kelimelere karĢı bir duruĢu, aklıma divan Ģairlerinin kelime hassasiyetini getirdi.
116
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Meriç, adeta dile kelimeler üzerinden bakıyor. ―Kamusa uzanan el namusa uzanmıĢtır.‖
(Bu Ülke, s. 86) vecizesiyle özetlediği bu tavır, bütün eserlerinde size kendini hissettiriyor.
Ona göre, sadece edebi sahada değil, bütün sanat alanlarında kelimeler, çok önemlidir.
Sanatkar gücünü kelimelerden alır. ―Gerçek sanat adamı kelimelerin imparatorudur.‖ (Jurnal
1, s. 173) vurgusuyla, kelimelerin sanatkarların en mühim malzemesi olduğunu hatırlatır.
Kelimelerin gücünü gören ve bu gücü çeĢitli Ģekilde dillendiren Meriç‘e göre ―kelime,
narsisin kendini seyrettiği dere‖dir. (Jurnal 1, s. 65)
Cemil Meriç‘in kelime sevgisi, bir edebi metin inĢa etmenin ötesinde olmuĢtur, bazen.
Kelimeyi ormanda uyuyan dilbere, Ģairi de uzaklardan gelen Ģehzadeye benzetmiĢtir. Bu
bağlamda ―Öyle seveceksin ki kelimeleri sana yetecekler‖ (Bu Ülke, s. 257) diyerek
kelimelerin düĢünce dünyasındaki yerini kalın çizgilerle çizer.
Bilindiği üzere Meriç, Fransızca hocasıdır. Onun dille ilgili fikirlerinde Fransızcanın
tesiri elbette önemli; fakat ―Fransızcanın karanlık dehlizinde ıĢığına güvendiğim tek fener
ġemsettin Sami‘nin ―Kamus‖ idi‖ (Bu Ülke, s. 25) itirafı, kendi diline olan sevgisini anlatma
da önemli bir veri olsa gerek.
Kelime kavramı onun zihninde, bir dil unsurundan daha fazla bir Ģeydir. Çünkü dilin en
önemli yapı taĢıdır, kelime.
Aslında kelimenin gücü, dilin öneminden gelmektedir. Dilin, insana hatta varlığa bakan
yönüyle ehemmiyeti kelimeyi de mühim kılar.
Bu idrakteki bir yazar olan Meriç, biraz da HaĢimvâri bir eda ile
―Dil musikîdir… Musikîlerin en manalısı, en az mübhemi ama musikî. Her kelime, bir
kelimeler dünyasının anahtarıdır; meçhule açılan bir kapı her kelime. Meçhule yani rüyalara,
hatıralara, anlatılmayanlara, anlatılamayanlara.
Kelime küfür, kelime dua, kelime büyü‖ (UU; s. 309) der.
Dili, tarihi bir miras olarak da değerli bulan Meriç, onun bu yönünü de ele alıyor. Bazen
eski-yeni tartıĢması ekseninde meseleyi görüp kendi tavrını ortaya koyuyor.
117
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
―Evet, dil ecdattan miras kalan bir hazine. Hangi ecdattan? Fuzuliler, Galib Dedeler,
Kâtip Çelebiler, Namık Kemâller de cedlerimiz arasında değil mi? diyerek kendi tercihini ilan
ediyor. (ġahiner, s. 40)
Tabi, bu eksende, Osmanlıca tartıĢmaları gündemine geliyor. Meriç, sığındığı
kamuslardan, onları namus gören anlayıĢından da anlaĢılacağı üzere tekâmül etmiĢ,
olgunlaĢmıĢ bir dili tercih eder. Dilin geçmiĢ kullanımını (Osmanlıcayı) içselleĢtirmiĢtir. Hem
söylemleri hem de yazarken kullandığı kelimeler, ibareler, ifadeler, divan Ģiirinin dili olan
Osmanlıcayı üslubunun estetiği açısından lüzumlu görüp kullanmıĢtır. Burada hemen
belirtmek gerekir ki onun tercihi biraz daha son dönem Osmanlıcasıdır.
―Fikret‘in Osmanlıcası, Osmanlıcanın kemâli, Yahya Kemâl, kuğunun son Ģarkısı.‖
(Mağaradakiler, s. 239)
Cemil Meriç‘in din anlayıĢı olarak dile yaklaĢımı; kuĢatıcı bir nitelik taĢır.
Osmanlıcanın geniĢ bir coğrafyanın, farklı kültürlerin, değiĢik sosyo-kültürel anlayıĢların
ürünü olarak varlığı, Meriç‘in de tarihe, sanata medeniyete bakıĢıdır. Milleti oluĢturan
unsurlar içinde dilin yeri insanın varlık sebebiyle açıklanır.
Milleti millet, insanı insan, sürüyü cemiyet yapan dildir. (ġahiner, s. 48) diyerek
milletin ve insanlığın varlığını dilin varlığıyla açıklıyor.
Kelime titizliği bağlamında, dili kullanma tercihi bağlamında Cemil Meriç, klasik
edebiyatımızın temsilcileri ile aynı zeminde bulunuyor.
Ġkinci bir husus da Ģudur ki; Disipliner bir edebiyat eğitimi almamasına rağmen
Meriç‘in sadece Türk edebiyatına değil doğu ve batı edebiyatına dair de ciddi bir vukufiyeti
vardır. Bu nitelik onun edebi eserlerle ilgili tercih ve hükümlerini daha da önemli hale
getiriyor.
Batı edebiyatına, özellikle Fransızca bildiği için Fransız edebiyatına, hakimdi. O dilden
baĢta Balzac olmak üzere önemli yazarların eserlerini çevirmiĢtir.
Batı nesrine ciddi anlamda hakim olmasının yanında onu değerli kılan asıl hususlardan
biri de Hint edebiyatı baĢta olmak üzere doğu edebiyatını da iyi bilmesidir.
Cemil Meriç, Hint edebiyatını ciddi anlamda bize tanıtan bir yazar olması sebebiyle
önemlidir. Asaf Halet dıĢında bu önemli edebiyat ekolünden habersizdik. Hint edebiyatını,
118
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
onun kutsallarını, edebi, dini metinlerini, UpiniĢadları, Vedaları, Aryan dini metinlerini,
Kalidasa‘yı, Nobel sahibi Tagor‘u, Cayadeva‘yı onun eserlerinden tanıdık.
Kendisini tanımlarken ―hayatını Türk irfanına adayan, münzevi ve metecessis bir fikir
iĢçisi.‖ (Jurnal 2, s. 189) tabirini kullanan Meriç‘in çocukluğundan itibaren Ģiire, fikre olan
ilgisi ve onlarla irtibatını görmekteyiz.
10. sınıfta Mesut Fani adında bir hoca edebiyat derslerine gelmiĢ. Öğrencilerin Ģiirle
sanatla irtibatlarını öğrenmek ve görüĢlerini almak için bazı sorular sormuĢ. Sonuçtan
memnun olmayan hoca bunu öğrencilere söylemiĢ. Hocanın incitici üslubundan çok alınan
Cemil Meriç o hafta okula gitmemiĢ. Bundan sonrasını kendi cümlelerinden takip edelim:
―Yedi sekiz sayfalık bir Türk edebiyatı Ģeması kaleme aldım. Tabi manzum ve ilk derste
çok beğendiğim bu hezeyânnâmeyi üstada sundum.‖ (Jurnal 2, s. 253)
Ertesi gün hoca ―böyle kabiliyete rastlamaktan‖ gurur duyduğunu sınıfta, müdürü de
yanına alarak, söylemiĢ.
Cemil Meriç‘in Ģiire yazıya özellikle divan Ģiirine merakı üzerine bize fikir vermesi
açısından Ģu anekdot ve nazım örneği de önemli olabilir.
Refik Halit‘in Antakya‘ya geleceğini duymuĢ. Çok heyecanlanmıĢ. Zira biliyoruz ki
Türk nesrinin önemli üslupçu yazarlarından olan Refik Halit‘e hayranlığı vardı. Kendi
tabiriyle ona berbat bir manzume yazmıĢ:
Ey baht u tahta yan bakan üstâd-ı rüzgâr
Ey rehber-i münevver-i Firdevs-i iĢtihâr
Dinle bu gamlı Ģairi lütfen, tenezzülen
Duydu bu Ģiiri yazmağa kalbî bir ıstar(Jurnal 2, s. 302)
Cemil Meriç‘in edebi kabiliyeti ile ilgili aydınlatıcı olması bakımından aĢağıda
söylediklerini dikkate sunuyorum:
―Edebiyata nazımla baĢladım. Bu hem edebiyatımız hem de dünya edebiyatları
bakımından çok tabii. Hayatı kelimeler dünyasında geçmiĢ bir insan olarak yazılarımda hep
―güzel‖i aradım. Önce bütün divanları (bulabildiklerimi kast ediyorum) tarayarak baĢladım
119
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
sonra Hececiler‘le günler ve aylar geçirdim. Bu yolculuklardan edindiğim kanaati birkaç
cümleyle hülasa edebilirim.‖
Nazmın en mükemmel örnekleri aruzla yazılmıĢtır. Aruzun musikisinden mahrum
nazım, klasik vasfına layık değildir. ġiir önce musiki olduğuna göre nazmın ahenginden kolay
kolay vazgeçemez. Hececiler de hiçbir zaman aruz Ģairlerin ulaĢtıkları irtifayı bulamadılar.
(Jurnal 2, s. 338)
Yukarıdaki ifadelerde biz onun sadece Ģiir merakının ve heyecanını görmüyoruz. Aynı
zamanda divan Ģiirinin en önemli unsurlarından olan aruza olan vukufiyetine de Ģahit
oluyoruz.
Küçük bir çocukken baĢlayan edebi hassasiyet elbette zamanla kendine bu sahada bir
yol bulacaktı. Meriç‘i özgün bir üsluba ve ciddi bir edebi alt yapıya sahip kılan elbette yoğun
okuma merakıdır. Neredeyse her yazar gibi onun da çocukluk sevdası Ģiirdir.
―Çocuktum. Benim için edebiyat, Ģiir demekti. Nâbi‘ye, Fuzuli‘ye, Nedim‘e aĢıktım.
Müpheme, kavranılamayana karĢı duyulan garip bir sevgi. Daha doğrusu hayranlık.‖ (Jurnal
2, s. 262)
Meriç‘in bu düĢüncelerine, yani Nabi, Fuzuli ve Nedim‘e olan ilgisine baĢka eserlerinde
de rastlıyoruz. (Bu Ülke, s. 32)
Divan edebiyatının bu üç dev ismi onu da tesiri altına almıĢ ona manzumeler yazdırmıĢ,
ondaki eski edebiyat merakını belki de hayranlık düzeyine taĢımıĢtır.
Bu üç büyük Ģiir üstadına (Nabi, Nedim, Fuzuli) baĢka eserlerinde de temas eder.
Cemil Meriç‘le ilgili en önemli bilimsel eseri ortaya koyan Ahmet Turan Alkan da bu
tespiti kitabında dile getirmiĢtir. (Alkan, s. 21)
Dilin, nazım sayesinde kıvamını bulduğunu dile getiren Meriç Ģiirin dili daha olgun bir
düzeye taĢıdığını belirtmiĢtir. (Mağaradakiler, 234)
Peki, Meriç açısından Ģiiri cazip kılan baĢka hususlar da var mıydı? Burada karĢımıza
çıkan nitelik müzikalite idi. ġiir-musiki iliĢkisi ve bundan ortaya çıkan ahenkli söyleyiĢ
sadece Meriç‘in değil, baĢka üst düzey Ģairlerimizin de ilgi alanındadır. Ahenk, müzikalite
Ģiirin her dönemde en önemli argümanlarını ya da tartıĢma alanlarını oluĢturmuĢtur.
120
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Cemil Meriç, bu durumu açıklarken daha geniĢ bir çerçeve çiziyor.
―ġiir, musikinin bir devamı idi. Musiki mutlakın ve ezelin sesi; Ezan, tecvit, mevlit ve
aruz…
ġiirle musiki bir elmanın iki yarısı, Musiki daha müphem, daha dalgalı, Ģiir daha
aydınlık, daha düĢünce. Musiki saf, Ģiir karıĢık; mananın ahenkle izdivacı. ġiir de mukaddesin
emrindedir. Musiki gibi‖ (Mağaradakiler, s. 233)
AnlaĢılacağı üzere musiki ve müphemiyet Ģiiri baĢlangıçta cazip kılan unsurlar onun
nazarında.
Kelimeler, müzikalite, müphemiyet, … Cemil Meriç‘i Ģiirin dalgalı sularında epeyce
dolaĢtırmıĢtır.
Cemil Meriç Ģiirle baĢladığı edebiyat yolculuğunda nesirde karar kılmıĢtır. Bu alanda
özellikle Ģiirsel üslubuyla dikkat çekmiĢtir. Akıcı, özgün, sanatkârane bir eda ile ele aldığı
konuları anlatırken bazen anlatılan, anlatma tarzının cazibesi yanında âtıl kalır.
Meriç‘in üslubundaki bu farklılıkların temeli Sinan PaĢa‘ya kadar uzanır. 15. yy‘da
yaĢamıĢ bu önemli nasirimiz, kendinden sonraki birçok nasirimizi etkilediği gibi, Meriç‘i de
etkilemiĢtir. Süslü nesrin divan Ģiirindeki en mühim kalemlerinden olan Sinan PaĢa, baĢta
Tazarrunâme‘si olmak üzere kullandığı dil ile ekol olmuĢ ve ―Sinan PaĢa Üslubu‖ diye
müstakil bir ün kazanmıĢtır.
Üslupta ilk ceddinin Sinan PaĢa olduğunu, daha sonra Nazif, Cenab ve HaĢim‘i örnek
aldığını söyleyen C. Meriç (Bu Ülke, 53) kendisiyle yapılan bir mülakatta ―Kaynaklarımı
soruyorsunuz… Malzeme olarak ta‘dâd ve terkibim imkansız. Üslupta ilk ceddim Sinan
PaĢa…‖ (Armağan, s. 123) diyerek, durumu en açık Ģekliyle ifade etmiĢtir.
Cemil Meriç‘in edebi zevkinin ve tercihinin temellerini atan divan edebiyatı onun
tarafından birkaç yönüyle de savunulagelmiĢtir.
Meriç, Türklerin Arap ve Fars edebiyatından etkilenerek ve bazı Ģekil ve içerik
unsurlarını alarak oluĢturdukları bu edebiyatın salt bir taklitten ibaret olmadığını ifade etmek
için ―Cedlerimiz ihtiyar ġark‖ın köhne mazmunlarına bekaret kazandırdı.‖ (Mağaradakiler s.
232) diyerek divan Ģiirinin yenilikçi yönünü de dile getirmiĢtir.
121
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
C. Meriç divan Ģiirine yönelik eleĢtirileri ele alırken, divan Ģairlerine haksızlık
yapıldığını düĢünür. Özellikle aruzla ilgili eleĢtirileri değerlendirirken meseleye bakıĢını ifade
eden cümleler kurmuĢtur.
Aruzun zaman içinde geldiği noktayı, dile olan katkılarından dolayı sitayiĢle ifade
etmiĢtir.
―Dili Ģairler yoğurmuĢ, Ģairler ehlileĢtirmiĢtir. Aruz; Fikret‘le Akif‘in elinde düĢüncenin
bütün kıvrımlarını bütün medd ü cezirlerini ifade edebilecek kadar uysallaĢmıĢtır.‖
(Mağaradakiler, s. 238)
―Demek istiyorum ki, veznin millisi olmaz. Fuzuli‘nin, Nedim‘in, Yahya Kemal‘in,
Ahmet HaĢim‘in kullandığı vezin, en az Dadaloğlu‘nun, Karacaoğlan‘ın, Yunus Emre‘nin
kullandığı vezin kadar bizimdir.‖ (Jurnal 2, s. 172)
Cemil Meriç aruza benzer vezinlerin baĢka milletlerce de kullanıldığını, aruzun aslen
Yunan edebiyatının ürünü olduğunu belirterek bu konuya daha geniĢ bir çerçevede bakmamızı
istiyor. (Jurnal 2, s. 171)
C. Meriç, divan Ģiirini genel anlamda eleĢtiren Ģairlere de kendi üslubunca cevaplar
vermeyi de ihmal etmemiĢtir. Bu eleĢtirileri kaleme alan Ģairlerden olan Cenap ġahabettin‘i
eleĢtirirken ĢaĢkınlığını da gizlemiyor.
―O da (Cenap ġahabettin) eski edebiyattan Ģikayetçi. ―Asırlarca meydana getirdiğimiz
manzum eserler, Gül ve Bülbül, ġem‘ ve Pervane, Mey, Muğbeçe gibi dokuz on manzum
etrafında dağılası ve belli baĢlı bir mevzu iĢlemeyen dağınık fikirlerden ibaret kaldı. Eski
edebiyatımız samimiyetsizdi, gönülden fazla kalemden çıktı.‖
Aman Yarabbi! Üstad hafızasını kaybetmiĢ. Ne Fuzuli‘yi hatırlıyor ne Nedim‘i, ne
Naili‘yi. Devam ediyor. ―Yenilik devrimimiz, Batıya yönelmekle baĢlar.‖
Kendi kendime soruyorum. Bu büyük kelime virtüözümüz Sinan PaĢa‘yı, Koçi Bey‘i,
Naima‘yı, Hümâyunnâme tercümesini, Evliya Çelebi‘yi okumamıĢ olabilir mi? (Kırk Ambar
1, s. 369)
Cenab‘ı böyle sert ifadelerle eleĢtiren Meriç, bir dönem ―Nev-Yunalilik‖ görüĢüne
kapılan Yahya Kemal‘i eleĢtirirken de benzer bir tepki verir.
122
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
―Bâkileri, Galipleri, Hamitleri yetiĢtiren bir Ģiiri Yunan-ı Kâdime bağlamak, ummanı
ırmağa bağlamaktır.‖ (Bu Ülke, s. 143)
Duygusal tepki yönü ağır basan bu divan edebiyatı savunması onun baĢka eserlerinde de
karĢımıza çıkar.
―Avrupa‘nın ne Fuzuli‘si ne Bâki‘si ne Galib‘i var. Itrî‘si ve Sinan‘ı olmadığı gibi‖
(Armağan, s. 125)
―Sinan PaĢa‘nın Tazarrunâmesinden Evliya tezkirelerine, Naima tarihlerinden
Hümayunname tercümesine kadar yazılmıĢ her eser makbuldur.‖ (ġahiner, s. 76)
―Mevlana‘dan, Hafız‘dan, Baki, Yahya Kemal‘den sonra kelimeleri aynı telakat ve aynı
musiki içinde ebedileĢtirmeye kalkmak mümkün müdür bir, lüzumlu mudur iki?
Dilimizin bugünkü durumunda üstatlarımızın yükseldiği irtifa çıkmak kabil değildir
inancındayım.‖ (Jurnal 2, s. 339)
Bahtiyar çağların sesi olarak sıfatlandırıldığı divan Ģiirini (Mağaradakiler, s. 236)
yukarıdaki ifadelerle öznel bir Ģekilde över.
Fakat, daha objektif verilerle de değerlendirmeler yaptığını görüyoruz. Mesela, hicivle
ilgili değerlendirme yaparken Ģöyle diyor.
―Ġslamiyet, ―sebb ü Ģetm‖i hoĢ görmez. Bununla beraber, Ģairin haĢarı tecessüsü zaman
zaman bu yasak bölgede at koĢturmaktan çekinmez. Osmanlının vakur ve selim zevki için
uzun sürmemesi gereken bir oyundur hiciv. Heccavın çevresine teklif edeceği yeni bir
değerler manzumesi yok ki, hicve ihtiyaç duyulsun. Nefi‘nin ―Sıhâm-ı Kaza‘sıyla Sururi‘nin
―Hezeliyat‖ı arasındaki fark, birincinin daha usta bir Ģairin elinden çıkmıĢ olması. ( Bu Ülke,
s. 124)
En önemli eserlerinden biri olan ―Bu Ülke‖nin ilk bölümünün adı ―Sıham-ı Kaza.‖
Nefi‘nin yergilerini topladığı bu ünlü esere gönderme yapmakla kalmıyor, bu eseri açıklarken
Ģu ifadeleri kullanıyor:
―Nefi‘nin Sıham-ı Kaza‘sı coĢkun, yaramaz ve dehasıyla sarhoĢ Ģairin hicivlerini
topluyordu. Kaynağı öfkeydi bu Ģiirlerin, öfke ve enaniyet, Nefi oynuyordu: Haysiyetlerle,
gururla ve kendi hayatıyla. Babasından baĢlıyordu hicve; sonra devlet adamları ve sanatçılar
kaza oklarına hedef oluyordu. Su testisi su yolunda kırıldı ve Nefi-i ateĢzebân
123
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Gökten nâzine indi Sıhâm-ı Kazasına
Nefî diliyle uğradı hakkın belâsına
mısralarının anlattığı gibi katledildi. (Bu Ülke, s. 329)
Yine aynı konu üzerinde ele aldığı Sururi‘yi değerlendirirken de Ģu eklemeyi yapıyor.
―Usta bir nâzım. Tarihleri ve Hezeliyat‘ıyla meĢhur. Divan Ģiirine alayı, nükteyi ve
müstehceni getiren adam. Sümbülzade Vehbi ile atıĢmaları, Ģiire tanınan büyük hürriyetin
inkar edilemez delillerinden biri. Her ikisi de kadıydılar. Ağır baĢlı, ciddi birer ilim adamı;
ama küfrederek eğleniyorlardı. (Bu Ülke, s. 331)
Cemil Meriç‘in divan Ģiiri savunuculuğunda, kendi sıkıntılı hayatına dair, yaĢadıklarına
dair en mahsun ifadeleri onda buluĢu tesirli olabilir. Zira ―Fuzuli‘den HaĢim‘e kadar Ģiirimiz
feryattır.‖ (Jurnal 1, s. 336) değerlendirmesinin bu düĢünceye kapı açan bir yanı vardır.
Onun kitaplarında kullandığı bazı beyitler ruh dünyasındaki bu duygusallığı ve hüznü
anlamamıza yardımcı olacaktır. (1)
Cemil Meriç‘in divan edebiyatına olumsuz yaklaĢtığı, onu eleĢtirdiği görüĢleri de
bulunmaktadır. Meriç bu edebiyatın sağlam, nitelikli bir Ģiiri olduğunu ancak nesir yönünden
zayıf kaldığını dile getirmiĢtir. Nesir alanındaki zayıflığın düĢünce üretme açısından zafiyet
oluĢturduğunu söyler. ―Nesir geliĢmediği için fikrin de geliĢmediği‖ sonucuna varır.
Tanzimat‘a kadar edebiyatımızın Ģiirden oluĢtuğunu vurgulayarak (Jurnal 2, s. 248) divan
edebiyatı dönemi nesirden yoksun bir dönem olarak çıkartır.
―Bizde edebiyat daha çok Ģiirdir, sayısız Ģuara tezkiresi kaleme alınmıĢtır. Nasirler ciddi
bir alakaya mazhar olmamıĢtır.‖ (ġahiner, s. 74) cümlelerinden aslında toplumun da Ģiire
meylettiğini, Ģairlere ilgi gösterdiğini bunun da Ģiiri geliĢtirdiğini nesri ise gerilettiğini iddia
eder.
―Bir Osmanlı Ģiiri vardır; ama bir Osmanlı nesri yoktur. Oysa nesirsiz düĢünce olmaz.‖
(Sos. Not, s. 139) cümlelerinden anlaĢılacağı üzere nesrin geri kalmasıyla düĢüncenin de
geliĢmediğini nesirle düĢünce arasında bir bağlantının varlığını ifadelendiriyor.
Divan edebiyatında Ģiirin öne çıkması, Türk toplumuna has bir tercih değildi elbette.
Tarih boyunca doğu toplumlarının genelinde bu tercih kendini göstermiĢtir. Doğu ekseriyetle
Ģiire meyletmiĢtir.
124
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Cemil Meriç bu gerçeğin farkında olarak doğunun, gönlün, aĢkın ve hayalin; batının ise
aklın, tekniğin ve realitenin vatanı olduğunu belirterek (Sosyoloji Not, s. 70) bu tarihsel
gerçekliği ortaya koymuĢtur.11
―Ruh doğudur, vücut batı.‖ (Sint Simon, s. 105) tesbitini Michel Chevalier‘den
alıntılayarak teyit eder.
Meriç, batıdaki geliĢmeyi, doğudaki geri kalmıĢlığı bu kabul üzerinden tevil eder.
―Avrupa zekânın vatanı; Asya gönlün. Zekânın dili nesir, gönlün Ģiir.‖ (Mağaradakiler,
s. 233) ―ġark edebiyatı bilhassa kafiye, seci, kelime, ahenk edebiyatıdır. Avrupa edebiyatında
asıl olan fikirdir. Gönül Ģiiri, nesir fikri çoğaltır (Kültürden Ġrfana, s. 166) yine bu tevilini
açıklarken kullandığı cümlelerdir.
C. Meriç bu tartıĢmayı sürdürürken baĢka bir açıdan bakarak, kendi toplumunun haklı
yanını da ifade etmeyi unutmaz. Toplumun kutsalları üzerinden yaklaĢarak belli metinlerin
üretilmemesini açıklığa kavuĢturur.
11
Yâr için ağyare minnet ettiğim tan eylemen
Bağban bir gül için bin hâre hizmetkâr olur
Fuzûli
Dost bî-pervâ felek bî-rahm devrân bi-sükun
Dert çok, hem-derd yok, düĢmen kavi talih zebun
Fuzuli
Yok bu Ģehr içre senin vasfettiğin dilber Nedim
Bir peri-sûret görünmüĢ, bir hayal olmuĢ sana
Nedim
Bir dokun bir ah dinle kase-i fağfurdan
NeĢve tahsil ettiğin sağar da senden gamlıdır
Âli
125
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
―Divan edebiyatında roman yok, niçin olsun? Batının ilk romanlarından biri ―Topal
ġeytan‖ (Lesage). Roman baĢlangıcından itibaren ifĢadır. Osmanlının ne yaraları vardır ne de
yaralarını teĢhir etme hastalığı. Hikayeleri ya bir cengâveri ebedileĢtirir ya hisse alınacak bir
kıssadır.‖ (Bu Ülke, s. 119)
Bütün bu tartıĢmaların ve tespitlerin arkasından Tanzimatla berebar nesrin de geliĢmeye
baĢladığını ileri süren C. Meriç, bu yönüyle Tanzimat neslinin en büyük hizmeti olarak, Türk
nesrini oluĢturmalarını kabul eder. (Jurnal 1, s. 126)
Ayrıca divan Ģiirinin de zamana yenik düĢerek kendini tekrara düĢtüğünü, sanatkârların
farklı arayıĢlara yöneldiğini belirtir.
―Bir entelektüel hastalığı olan nazım-perdazlığa veda edecektik, ister istemez. Zaten
ilham kaynakları kurumuĢ, mazmunlar hâyideleĢmiĢ, Ģiir kendi kendini tekrarlamaya
baĢlamıĢtı. (Mağaradakiler, s. 236)
Sonuç olarak, Cemil Meriç bir aydın sorumluluğu içerisinde bir toplumun mazisinde
uzun süre etkili bir yer edinen divan edebiyatına duyarsız kalmamıĢ, onu olumlu, bazen de
olumsuz yönleriyle ele almıĢ ve yazarlığına temel olacak hususlardan biri yapmıĢtır.
Cemil Meriç, divan edebiyatından üslubunun geliĢtirilmesi adına ciddi olarak istifade
etmiĢtir. Bu konu baĢka örneklemeler, farklı yazarlar üzerinden ele alındığında da görülecektir
ki, divan edebiyatı Türk dili ile söyleyecek sözü olan yazarlarımızı temelde etkilemiĢ ve
etkilemeye de devam etmektedir.
KAYNAKÇA
MERĠÇ, Cemil,(1992), Bu Ülke, ĠletiĢim, Ġstanbul.
.................(2013),Kültürden Ġrfana, ĠletiĢim, Ġstanbul.
.................(2012),Jurnal 1, ĠletiĢim, Ġstanbul.
126
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
.................(1993),Jurnal 2, ĠletiĢim, Ġstanbul.
.................(1997),Mağaradakiler, ĠletiĢim, Ġstanbul.
.................(2008),IĢık Doğudan Gelir, ĠletiĢim, Ġstanbul.
.................(1996),Bir Dünyanın EĢiğinde, ĠletiĢim, Ġstanbul.
..................(1996),Umrandan Uygarlığa, ĠletiĢim, Ġstanbul.
..................(1997),Sosyoloji Notları, ĠletiĢim, Ġstanbul.
.................(2008)Saint-Simon, ĠletiĢim, Ġstanbul.
.................(2008)Kırk Ambar 1, ĠletiĢim, Ġstanbul.
.................(2006)Kırk Ambar 2, ĠletiĢim, Ġstanbul.
ġAHĠNER, Necmettin,( 1994), Cemil Meriç‘le Sohbetler, Anahtar, Ġstanbul.
ARMAĞAN, Mustafa – COġKUN Sezai,(2004)Bulutları Delen Kartal, Ufuk, Ġstanbul.
ALKAN, Ahmet Turan,(1993), Doğu ve Batı KarĢısında Cemil Meriç, Akçay, Ankara.
127
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
SOSYAL HAYDUT KURAMI BAĞLAMINDA “ĠSLAMOĞLU”
Bilal ERGĠN
Hüseyin ÖZCAN
ÖZET
Bu çalıĢmada halka göre bir kahraman, otoriteye göre ise azılı bir eĢkıya olan Ġslamoğlu,
Eric Hobsbawn‘ın ―Sosyal Haydut veya Halk Kahramanı Kalıbı‖ kuramına göre
incelenmiĢtir. Asıl adı Mustafa olan Ġslamoğlu ekibi ile birlikte Kütahya, Afyon, UĢak ve
Aydın gibi beldeleri kasıp kavuran ve bir eĢkıya olarak tanınmaktadır. Çok güzel cura
çaldığı bilinmektedir. Zengin kervanlarını, ağa konaklarını, çiftlikleri basarak elde ettiği
ganimetin bir bölümünü dağıtmakta, düĢkünlere yardım etmekle tanınmaktadır. Bu
bağlamda geçmiĢten günümüze eĢkıyalık hareketleri hakkında bilgi verilmiĢ ve bu
hareketlerin içinde yaĢadığı devletin ve milletin nezdinde nasıl bir karĢılık bulduğu
irdelenmiĢtir. Ege yöresinde adına izafe edilen ‗Ġslamoğlu Zeybeği‘ de yaygın olarak icra
edilmektedir. ÇalıĢmada bu eĢkıyaların özellikle de Ġslamoğlu‘nun neden halk katında
isyancı değil de kahraman olarak görüldüğü, halkın nazarında kahramanlık sürecine gelme
süreci sosyal haydut kuramı bağlamında ele alınacaktır.
Anahtar Sözcükler: EĢkıya, EĢkıyalık, Sosyal Haydut, Osmanlıda EĢkıya,
Ġslamoğlu.
IN THE CONTEXT OF A SOCIAL BANDIT "ISLAMOGLU"
Abstract
Social bandit or social crime is a term invented by the historian Eric Hobsbawm in his
1959 book Primitive Rebels, a study of popular forms of resistance that also incorporate
behavior characterized by law as illegal. In this study, a hero in the ring, according to the
authority which a notorious bandit Ġslamoğlu, Eric Hobsbawm's "Social Bandits or the


Fatih Üniversitesi, Türkiye.
Doç. Dr., Fatih Üniversitesi, Türkiye.
128
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
People's Heroes Pattern" were analyzed according to the theory. In this context, moving
from past to present given information about banditry and this act of the state where they
live in and how to get a response in the eyes of the nation were discussed. Also Ġslamoğlu
these thugs, especially on the floor of the reasons people are not rebels was seen as a hero
were explained.
Keywords: Bandit, banditry, social bandit, bandit in the Ottoman Empire,
Islamoglu.
GiriĢ
Ġslamoğlu Kimdir?
Asıl adı Mustafa olan, Ġslamoğlu takriben 1827 yılında Simav‘a bağlı ġaphane
nahiyesinde doğmuĢtur. ‗Ġslamoğlu‘ adını dağa çıkınca almıĢtır.
Babası bölgenin ileri gelenlerinden Mehmet Ağa‘dır. Mustafa Ġslamoğlu‘ nun
babasının ekonomik durumu, Osmanlı‘nın o dönemdeki yaĢadığı siyasi, mali sıkıntılar
nedeniyle artan vergilerin ve mültezimlerin zulme varan keyfi uygulamaları sonucunda
oldukça bozulmuĢ, birçok insan gibi vergisini ödeyemez duruma düĢmüĢtür.
Ġslamoğlu eğitimini ġaphane Medresesinde yapmıĢtır. 17 yaĢına geldiğinde iki
metre boylarında, gürbüz bir delikanlıdır. Aynı zamanda hem hafız hem de çok iyi saz
çalıp Ģiir söyleyen bir ozandır. BaĢından geçen ve adını tarihe yazdırmasını sağlayan
olaylar da bu yaĢlarına rastlar.
Ġki Ġltizam memurunun babasından zorla vergi istemesi ve onun da: ―Ambarlarda
bir Ģey kalmadı.‖ demesi sonrasında çıkan tartıĢmalar üzerine, Mustafa bu iki memuru
öldürür ve 1844‘lerde dağa çıkar. Bundan sonra yarenleriyle birlikte ezilen fakir halka
yardım eder. Haksız yollardan zengin olanların ve halka zorbalık yapanların korkulu rüyası
olur. Ününün dünyaya asıl yayıldığı yıllar 1850-1865 arasıdır.
Uzun süre yakalanamadığı için devlet, Yörük kızı AyĢe‘yi (gönüllü) kaçırdığı için
de kızın babası baĢını getirene ödül vereceğini söyler. Kızın babasının vereceği ödülün
miktarı ise bir heybe dolusu altındır.
1865 veya 1866‘da Orhanlar‘ da çatıĢma esnasında yakın arkadaĢlarından biri
tarafından vurulur. Vurulduktan sonra Orhanlar‘ daki 3 çatal ceviz ağacına kadar gider ve
129
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ceviz ağacına yaslanarak kalır. Ölmedi diye korkulduğu için 300 atlı, 500 yaya asker
yanına gelemez. Üç günün ardından yere yıkılıp öldüğü anlaĢılınca baĢı kesilerek devlet
idaresine teslim edilir.
Mustafa Ġslamoğlu, karısı Yörük kızının saçlarını kendi elleriyle örmüĢtür. Ama bu
onun karısının uzun saçlarını son örüĢü olur. Yörük kızı AyĢe de kendi ölümüne kadar bu
örgüyü bozmaz. Vasiyeti üzerine öyle defnedilir.
Mustafa Ġslamoğlu, yaĢadığı ġaphane; Kütahya, Pazarlar, Orhanlar, Gediz, Simav,
UĢak, Afyonkarahisar ve Kula‘nın ortak halk kahramanıdır. Ġslamoğlu mekanları, halen
Karacakaya ve Orhanlarda bulunmaktadır. 12
EĢkıyalık konusu, tarih araĢtırmacıları, halkbilimciler ve romancılar tarafından
öteden beri ilgi duyulan ve üzerine çalıĢmalar yapılan, eserler yazılan bir konu olmuĢtur.
EĢkıya hikâyeleri sözlü ve yazılı anlatılarda, destanlarda, Ģiirlerde ve daha baĢka anlatı
türlerinde yüzyıllardır anlatılmıĢ ve halkın belleğinde yer etmiĢtir. EĢkıyalık ve eĢkıya
teması dünya edebiyatında yaygın olduğu gibi bizim edebiyatımızda da oldukça yaygındır.
Bu konudaki türkülere baktığımızda da bunu kolaylıkla anlayabiliriz. Atçalı Kel Mehmet,
Köroğlu, Kamalı Zeybek, Dadaloğlu, Yalnız Efe, Hekimoğlu Ġsmail, Pir Sultan Abdal,
Çakıcı Mehmet Efe, Yörük Efe ve Sarı Zeybek Türk halk edebiyatının bu konudaki en
tanınmıĢ örneklerindendir.
Ġslamoğlu da Kütahya, UĢak, ġaphane, Simav ve Afyon taraflarında yaĢamıĢ ve
hikâyesi dilden dile dolaĢan, halk tarafından da oldukça sevilen bir eĢkıya tipidir. Hakkında
akademik çalıĢmalar yapılmamıĢ olması ve yaĢadığı bölgedeki önemli kiĢiler tarafından
değerinin farkına varılamaması yüzünden edebi muhitte tanınmamıĢtır. ÇalıĢmamızda
Sosyal Haydut kuramı çerçevesinde Ġslamoğlu tanıtılacaktır.13
EĢkıyalık göreceli bir kavramdır. Bu konuda, genelde olumlu ve olumsuz olmak
üzere iki bakıĢ söz konusudur. Bunlardan ilki, eĢkıyalığı yücelten, bir tür direniĢ olarak
gören, toplum ve halk adına haklı bir hareket gibi kabul eden romantik görüĢ; ikincisi ise,
12
http://www.saphane.biz/?pnum=6&pt=ġAPHANE%20HALK%20KAHRAMANI%
20MUSTAFA%20ĠSLAMOĞLU, 01.12.2013,S 10.30.
13
Ġslamoğlu ile Bilal ERĞĠN‘in anne tarafından akrabalık bağı bulunmaktadır.
130
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
eĢkıyalığı, devletin çatısı altında, devlete rağmen hareket eden, halkla çatıĢan ve devletten
ziyade halka zarar veren kiĢi ve grupların yasadıĢı hareketi olarak kabul eden görüĢtür. 14
Romantik görüĢü savunan en etkili isim olan Ġngiliz tarihçi Hobsbawm, ‗EĢkıyalar‘
adlı eserinde, eĢkıya olgusunu sosyal tarih araĢtırmaları çerçevesinde, geniĢ çapta ve dünya
ölçeğinde ele almıĢ ve ―toplumsal eĢkıyalık‖ kavramını ortaya atmıĢtır. Hobsbawm‘a göre
―toplumsal eĢkıyalık‖ tarihte yer bulmuĢ en evrensel ve tek biçimli toplumsal bir olgudur.
Toplumsal eĢkıya ise, bürokrat ve devlet tarafından suçlu sayılan fakat ―köylü toplumu‖
arasında yaĢayan ve köylüler tarafından kahraman, yenilmez, intikam alıcı, adalet için
savaĢan, bazen de özgürlüğün lideri olarak görülen ve her koĢulda saygı duyulan, bu
yüzden de yardım edilen ve desteklenen kanun kaçağı köylülerdir. Yazara göre toplumsal
eĢkıyanın, kendi bölgesindeki ya da öteki bölgelerdeki halk kesiminin (lordun değil),
köylünün hasadını alıp kaçması asla söz konusu değildir. Hobsbawm, daha çok, kır
hayatının getirdiği koĢullarda türeyen ―soylu eĢkıya‖lığı, bu açıdan, Ģehrin sosyal yapısı
içinde biçimlenen yasa dıĢı faaliyetlerden de (uyuĢturucu tacirliği, hırsızlık, gangsterlik ve
kara para aklama gibi) ayrı tutmuĢtur. Özetle, Hobsbawm‘a göre eĢkıyalığın belli ölçüler
içinde topluma zararları dokunsa da eĢkıyalığın soylu bir direniĢ olduğu yolundaki
romantik söylemi ağır basar.15
Köylü eĢkıyalara baktığımızda, onların ortaya çıkma sebepleri halkın ortak
problemleri olduğundan ve bu eĢkıyaların bozulmuĢ otoriteye karĢı, özellikle ezilmiĢ ve
fakir halkı savunduğundan halk, bu eĢkıyalara kurtarıcı gözü ile bakmıĢtır.
Romantik bakıĢı destekleyen bir baĢka araĢtırmacı da Fernand Braudel‘dir.
―Annales‖ ekolünün ünlü adlarından biri olan Braudel, 2. Felibe Dönemi‘nde Akdeniz ve
Akdeniz Dünyası adlı bölgesel tarih çalıĢmasında, eĢkıyalığı, tarihin haklarında pek bilgi
vermediği fakir/ezilenlerin (ya da resmî tarih yazıcılığında seçkinlerin yer vermediği
―küçük insan‖ın), güçlülerin dikkatini çekme biçimi olarak yorumlarken, eĢkıyalığın
temelinde yatan gerçek olgunun yoksulluk olduğunu belirtir. Braudel‘e göre, ―Eskıyalık
her Ģeyden önce, siyasal düzenin ve hatta toplumsal düzenin koruyucusu oldukları yerleĢik
14
Türkan Gözütok, EĢkıyalık ve Çakırcalı Mehmet Efe‘nin Türk Edebiyatına Ġz DüĢümü, Türkbilig,
2011/21:49, s2.
15
Türkan Gözütok, a.g.m, s2.
131
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
devletlere karĢı bir intikamdır‖ ve ―Efendiye karĢı, onun aksak adaletine karĢı intikam olan
eĢkıyalık hemen her yerde bir haksızlık düzelticisi olmuĢtur‖ (Braudel: 1994: I: 99-112).16
Türkiye‘de yapılan benzer çalıĢmaların da romantik bakıĢı desteklediği görülür.
Doğu Anadolu‘daki eĢkıya olgusu üzerine çalıĢma yapan Ġsmail BeĢikçi ile Ege‘deki
eĢkıyalık meselesini ele alan Sabri Yetkin‘i de romantik grupta değerlendirmek
mümkündür. BeĢikçi, Doğu Anadolu‘nun Düzeni adlı eserinde, Doğu Anadolu‘daki eĢkıya
hareketlerini ―ağalığın, baskıcı rolüne karĢı ortaya çıkan bir direnme Ģekli‖ olarak kabul
eder. BeĢikçi‘ye göre eĢkıyalık, ―halka karĢı değil‖, ―halkı ezen ağalara ve her zaman
ağalarla iĢbirliği yapmıĢ ve onun çıkarlarını korumuĢ olan devlet bürokrasisine karĢı‖
yapılmıĢtır (BeĢikçi 1969: 26,100).17
EĢkıyalık konusunu aydınlatmaya ve sosyo-ekonomik alt yapısını tanımaya giriĢen
bu çalıĢmaların asıl yoğunlaĢtığı nokta, eĢkıyalığın bir toplumsal baĢkaldırı hareketi sayılıp
sayılmayacağı sorusuna cevap bulmaktır ve verilen cevapların birbirinden farklı oluĢunun
temelinde de ―eĢkıya-köylü-devlet‖ üçlüsü arasındaki iliĢki yatar (Akın 2007: 93). 18
Literatürde romantik görüĢe uzak duran ve bu iliĢkiyi Hobsbawm‘ dan farklı olarak
çözümleyen kiĢilerin baĢında Karen Barkey gelir. Barkey, eĢkıyalığı, haksızlığa ve
adaletsizliğe karĢı yapılmıĢ bir direniĢ hareketi yerine, halkı ezen bir hareket olarak görür.
Osmanlı tarzı devlet merkezileĢmesini temel aldığı EĢkıyalar ve Devlet: Osmanlı Tarzı
MerkezileĢmesi adlı çalıĢmasında, eĢkıyalığın dünyadaki diğer bazı örnekleriyle Osmanlı
Devleti‘nde 16. ve 17. yüzyılda görülen eĢkıya olaylarını karĢılaĢtıran Barkey, bu
çalıĢmasında, Osmanlı Devleti‘ndeki eĢkıyalığın ortaya çıkıĢ nedenlerini genel görüĢe
uygun olarak, ekonomik Ģartların kötüleĢmesi ve bürokratların halka karĢı yanlıĢ tutumuna
bağlar. Osmanlı‘da eĢkıya olaylarını, askerler, resmî görevliler ve çeĢitli nedenlerle iĢsiz
güçsüz kalan köylülerin çıkardığını, eĢkıya olaylarının devlete ve topluma daima ağır
bedeller ödettiğini belirtir (Barkey 1995: 160). Osmanlı bürokratlarını, eĢkıya olaylarını
çözmede ustalıklı kiĢiler olarak tanımlar. Yazar, eĢkıyanın çıkar amaçlı çabalarından en
büyük zararı aslında köylünün gördüğünü ve zaman zaman köylülere karĢı iktidar
çevreleriyle iĢbirliği yaparak halkı soyduklarını, kökenleri köylü de olsa eĢkıyaların bir
süre sonra köylüye ihanet etmeye baĢladıklarını, baskınlar yaptıklarını ve iĢi mezalime
vardırdıklarını belirtir. Sanıldığının aksine, devlet idarecilerini uğraĢtıran ve merkezî
16
Türkan Gözütok, a.g.m, s2.
Türkan Gözütok, a.g.m. s2.
18
Türkan Gözütok, a.g.m. s2.
17
132
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
yönetimi zora sokan bu olayların aslında zamanla devletin merkezî otoritesini de
güçlendirdiğini söylerken (Barkey 1999:249); Yetkin ise, Ege‘de iĢi fabrika yakmaya
kadar götüren eĢkıyalığı bitirmek üzere Osmanlı devlet idaresinin aldığı tedbirleri ve
eĢkıya takip yöntemlerini ―tam bir eĢkıya yöntemi olup devlet olma niteliklerine uygun
olmayan hukuk dıĢı bir davranıĢ‖ olarak yorumlar (Yetkin 2003: 143).19
Biz de çalıĢmamıza konu olan Ġslamoğlu‘ nu romantik bakıĢ açısıyla ele aldık.
Bunun sebebi ise gerek yaptığımız görüĢmelerde gerekse elde ettiğimiz bilgilerde hemen
hemen hiçbir zaman halkın Ġslamoğlu‘na eĢkıya gözüyle bakmamasıdır. Halk Ġslamoğlu‘
nu o kadar sevmiĢtir ki bugün bile yaĢadığı coğrafyada hikâyesi dilden dile dolaĢmakta,
hemen her düğünde Ġslamoğlu türküsü eĢliğinde efe oyunları oynanmakta, adına merkezler
kurulmakta (UĢak) ve çeĢitli sokak, mahalle, yapılara ismi verilmektedir.
Osmanlılar‟ da EĢkıyalık Hareketleri
Ġnsanoğlunun hüküm sürdüğü, siyasi ve ekonomik çöküĢlerin yaĢandığı hemen
hemen her yerde, devlete veya onun bölgesel güçlerine karĢı isyan etme, zor kullanarak
baĢkalarının mallarına el koyma, insanların hayatlarına kastetme, onlara ve devlete maddimanevi zarar verme faaliyetleri görülmüĢtür. Bunlar kimi zaman merkezi otoriteyi oldukça
zor duruma sokan toplu isyanlar kimi zamansa bölgesel eĢkıyalıklar ve köylü haydutlar
olarak tarihteki yerlerini almıĢtır.
Genel olarak soygun yapıp halkın malına ve canına kasteden, etrafı haraca kesen
gruplar için Ġslâm tarihinde ―yol kesen " anlamında harrâbe veya kuttâu‘t – tarik tabirleri
kullanılmıĢtır. Osmanlılar‘ da ise ikinci tabire rastlanmakla birlikte bu tip faaliyetlerde
bulunanlara daha ziyade Ģaki ve bunun çoğulu olarak eĢkıya denmiĢtir. Osmanlı
kaynaklarında ayrıca Celâli, eĢirrâ, harami, haramzade, türedi, haydut (hayduk), uğru
kelimeleri de eĢkıya karĢılığı olarak kullanılmıĢtır. EĢkıyalık zaman zaman merkezî
iktidarlara karĢı halkın menfaatlerini savunma gibi bir mahiyet de kazanmıĢtır. Bu Ģekliyle
halk arasında kendilerine zarar dahi verse devlet görevlilerinin baskı ve zulümlerine bir
tepki olarak görülmüĢ, eĢkıya reisleri büyük Ģöhret kazanmıĢ, halk muhayyilesinde
kahramanlık destanlarına bile konu olmuĢtur.20
19
Türkan Gözütok, a.g.m. s2.
20
Mücteba Ġlgürel Osmanlılar‘da EĢkıyalık Hareketleri, Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi,Cilt
11, Ġstanbul, 1995, s 466-467.
133
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
EĢkıyalık, Osmanlıların da dâhil bulunduğu Akdeniz dünyasında özellikle XIV.
yüzyıldan itibaren etkisini hissettirmeye baĢladı. XVI. yüzyılda giderek tırmanma eğilimi
gösterdi, XVII. yüzyılda ise büyük bir problem haline geldi. Bu eğilimin tırmanmasında
Akdeniz havzasında görülen nüfus artıĢı, iktisadî zorluk, ticarî faaliyetin yoğunlaĢması,
halkın fakirleĢmesi, siyasî iktidarların zayıflaması önemli rol oynadı (Braudel, II, 61-70).
XVI. yüzyılın ilk yarısında Anadolu‘da bazı âsi gruplar bulunmakla birlikte bunlar daha
ziyade küçük çeteler durumundaydı. Kanuni Sultan Süleyman ‘ın oğulları ġehzade
Bayezid ve Selim‘in mücadeleleri daha sonraki kargaĢalara zemin hazırladı. Yüzyılın
sonlarına doğru bozuk ekonomik ve siyasî Ģartların etkisiyle ortaya çıkan yersiz yurtsuz
insanlar ilk eĢkıya gruplarını oluĢturdular. Kaynaklarda ―gurbet taifesi‖ veya ―levendât"
diye anılan bu küçük çeteler Celâli adıyla bilinen büyük eĢkıya topluluklarının habercileri
oldular. Öte yandan kaynaklarda miktarları binlerle ifade edilen gruplara Celâlî veya Celâlî
eĢkıyası denildiği halde sekiz on kiĢilik küçük gruplar genel olarak sadece eĢkıya Ģeklinde
adlandırıldı. XVI. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı geniĢlemesi durmuĢ, artık mevcut
toprakları elde tutma endiĢesi baĢlamıĢtı.21 Genellikle eski bir devlet görevlisi, tımar sahibi
veya yüksek rütbeli askerî idareci olan eĢkıya liderleri daima devletin zayıf anını kollar,
özellikle de savaĢ dönemlerinde ortaya çıkarlardı. Nitekim XVI. yüzyılın sonlarında
Osmanlı Devleti‘nin doğuda ve batıda iki cepheli bir savaĢ ortamı içinde bulunması eĢkıya
topluluklarının ortaya çıkmasında önemli bir sebep oluĢturdu.22
Ege‟de EĢkıyalık
Ġmparatorluk coğrafyasında, Ege Bölge‘si sosyal içerikli ayaklanmalara zemin
olmuĢtur. Sosyal haydut olarak nitelendirdiğimiz Ege eĢkıyalarının Anadolu‘nun
imparatorluk dönemindeki son yüzyıl içinde en fazla geliĢmiĢ, tarımın en fazla ticarileĢmiĢ,
dolayısıyla toplumsal katmanlar arasında eĢitsizliğin en fazla belirginleĢmiĢ olduğu
bölgede yaygınlaĢması bir tesadüfün sonucu değildir.23
Aydın ve civarının değiĢik bir eĢkıya tipi de zeybeklerdir.
24
Zeybek kelimesini
sözlükler, Batı Anadolu‘da özellikle dağlık yerlerde yaĢayan, iyi savaĢçı, asayiĢ ve yolların
muhafazasından sorumlu ücretli askerler olarak tanımlıyor. Zeybek kimdir, nasıl ortaya
çıkmıĢtır, kökenleri nedir, eylemleri ve töreleri neye dayanır? Zeybekler en eski çağlardan
21 Mücteba Ġlgürel, a.g.m. s467
22 Mücteba Ġlgürel, a.g.m. s467
23 Sabri Yetkin, Ege‘de EĢkıyalar, Tarih Vakfı Yayınları, Ġstanbul 2003, s5
24 Mücteba Ġlgürel, a.g.m. s468
134
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
beri çeĢitli insan topluluklarına ait kültürel, sosyal ve etnik özellikleri birleĢtirip varlıklarını
sürdüren eylem insanlarıdır.
25
Zeybekleri eylem adamı ve ücretli asker olarak
tanımladığımızda, Celali isyanlarından itibaren ortaya çıkan bölükbaĢlarının hemen
hepsinin zeybek olduğu kendiliğinden anlaĢılır.26
Zeybekler paĢa kapısında yaĢarlar. Kapısız kalınca da yeni bir yere kapılanıncaya
kadar dolaĢıp eĢkıyalık yaparlardı. Batı Anadolu‘da eĢkıyaların yoğun oluĢunun önemli
nedenlerinin baĢında bu gelir.18. yüzyılda bölgede ayanlığın yükselmeye baĢlamasıyla
kapısız kalan zeybekler, kır bekçiliği, derbentçilik yaparak ve yol üzerindeki kahveleri
iĢleterek geçimlerini sağlıyorlardı. Zeybekler özellikle Ġzmir, Afyon, KuĢadası, Manisa
yolları üzerinde birbirine birer saat uzaklıkta açtıkları kahvelerde tüccarlardan, onları
eĢkıyalardan korumanın karĢılığı olarak palamut, mazı, kök boya vb. eĢyadan yük baĢına
beĢer para, üzüm, incir ve sair kuruyemiĢ, peynir, sadeyağ ve zeytinyağı yüklerinden aynen
yarımĢar kıyye, koyun ve keçi sürülerinden geçit akçesi namıyla beĢer para, yolcuların her
birinden kahve parası diye on beĢ-yirmi para alıyorlar ve böylece geçimlerini
sağlıyorlardı.27
Devlet 1792-93 ve 1821 yıllarında çıkardığı fermanlarla bu kahvehaneleri
kapatmaya ve zeybeklerin bu paraları almasını yasaklamaya çalıĢmıĢ ama yeniçerilerle
iĢbirliği içinde olanlara bir Ģey yapamamıĢtır.28
II. Mahmut devrinde Yeniçeri Ocağı‘nın kaldırılmasından sonra bir fermanla bu
kahvehaneler kapatılmıĢ ve sayıları binlerle ifade edilen, geçimini buralardan sağlayan eli
silahlı zeybekler açıkta kalmıĢtır.29 Daha sonra da eĢkıyalığa baĢlamıĢlardır. Osmanlı- Rus
savaĢına da katılmayıp dağa çıkan bu zeybekler iĢi iyice eĢkıyalığa vardırmıĢlardır.
19. yüzyılın ortalarında Ege‘de zeybeklerin dıĢında Rum çeteleri de büyük güce
sahiptir. Bu çetelerin en ünlüsü Katırcıyani çetesidir. 30 Bu çete halka zulmeden, insan
kaçıran ve yüklü miktarda fidye alan bir oluĢumdur.
25 Sabri Yetkin, a.g.e,,s53
26 Çağatay Uluçay, Atçalı Kel Mehmet, AS Matbaası, Ġstanbul 1968, s18
27 Çağatay Uluçay, 18. Ve 19. Yüzyıllarda Saruhan‘da EĢkıyalık ve Halk Hareketleri, Berksoy
Basımevi, Ġstanbul 1955, s 26,27.
28 Çağatay Uluçay, Atçalı Kel Mehmet, AS Matbaası, Ġstanbul 1968, s18
29 Çağatay Uluçay, 18. Ve 19. Yüzyıllarda Saruhan‘da EĢkıyalık ve Halk Hareketleri, Berksoy
Basımevi, Ġstanbul 1955, s 26-37 de fermanın tamamı vardır.
30 Sabri Yetkin s55
135
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ġaphaneli Mustafa Ġslamoğlu da Osmanlı‘nın çöküĢ zamanına rastlar. Bu tarihler
rüĢvet, adam kayırma ve hakkın güçlü olandan tarafa verilmesinin tohumlarının atıldığı,
çürümüĢlüğün baĢladığı yıllara rastlar.
Ġslamoğlu‘na baktığımızda, onun yukarıda bahsettiğimiz zeybeklerin kategorisinde
olmadığını, bölgede yaĢanan haksızlıklara, eĢitsizliklere, zulümlere baĢkaldıran, zayıf ve
haklı olanların yanında olan ve hayatı pahasına bunu sağlamaya çalıĢan sosyal haydut
sınıfında olduğunu görürüz.
Onun ailesinde daha önceden eĢkıyalık yapmıĢ olan kimse de yoktur.
Ġslamoğlu‘nun eĢkıyalığı Osmanlının son dönemlerindeki sosyal, siyasal ve özellikle
ekonomik problemlerin ve bunların çözümlenemeyiĢinin doğal bir sonucudur.
Hobsbawn‟a Göre Sosyal Haydut
Eric Hobsbawm, Haydutlar adlı kitabının, ―Sosyal Haydutluk Nedir?‖ baĢlıklı ilk
bölümünde sosyal haydutun ne olduğuna iliĢkin düĢüncelerini Ģu Ģekilde ifade eder:
Yasalara göre, saldırıp zor kullanarak soygun yapan bir çeteye dâhil herhangi bir
kimse hayduttur: Ģehirde sokak baĢlarında maaĢ kapıp kaçanlardan, resmen haydut olarak
tanınmasalar da örgütlü asi ve gerillalara kadar…
Sosyal haydutların ilginç yanı, toprak beyinin ve devletin suçlu gördüğü yasadıĢı
köylüler olmalarına karĢın, köylü toplum içinde barınmaları ve halk tarafından kahraman,
savunucu, öç alıcı, adalet savaĢçısı, hatta belki de özgürlük önderi ve her koĢulda hayran
kalınacak, yardım edilecek ve desteklenecek adamlar olarak düĢünülmeleridir.31
Hobsbawm‘ın bu tanımı, her Ģeyin geleneksel düzenini bozan güçlere karĢı direnen
sosyal
haydutların
köylü
toplumunda
nasıl
algılandığı
ve
eylemlerinin
nasıl
değerlendirildiğini ortaya koyar. Ġdari karıĢıklıkların yaĢandığı ve siyasi düzenin
bozulduğu ortamlar haydutlarının eylemlerine zemin oluĢturur. Böyle durumlarda
köylünün hayat standartlarındaki önemli düĢüĢ ve köylü toplumunun hoĢnutsuzluğu haydut
faaliyetlerinin artıĢına imkân sağlar. Böyle durumlarda haydutları ―sosyal‖ kılan en önemli
özellik, halkın bozulmaya baĢlayan geleneksel düzenini yeniden sağlama çabaları ve halkın
destekçisi olmalarıdır. Genel anlamda haydutluğun algılanıĢı ve ortaya çıkma Ģartlarını
değerlendiren Hobsbawm, erdemli soyguncu olarak tanımladığı haydutların toplumsal rolü
31 Eric Hobsbawm, Haydutlar, Çev. Fatma TaĢkent, Logos Yayınları, 1990, s9-10.
136
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ve köylülerle olan iliĢkisine dair ortaya koydukları ―imaj‖larını dokuz maddede
toplamıĢtır.32
a)Kahraman, kanundıĢılık kariyerine bir suçla değil adaletsizliğin kurbanı olarak
baĢlar. Resmi otoritelerce aranmasına rağmen onun yaptığı toplumun halk kültüründe suç
olarak değerlendirilmez.33
Kayda geçmiĢ örneklerin çoğunda sosyal haydutlar, gerçekten de kriminal olmayan
bir mücadeleyle, onur meselesiyle ya da kendilerinin ve komĢularının haksızlık ( bu sadece
bir yoksul ile zengin ve söz sahibi kimse arasında geçen bir anlaĢmazlığın sonucu da
olabilir) diye algıladığı bir Ģeyin kurbanları olarak mesleklerine baĢlarlar‖34
ġaphaneli Mustafa Ġslamoğlu‘nun yaĢadığı devir, Osmanlı‘nın çöküĢ zamanına
rastlar. Bu tarihlerde Osmanlı‘nın tımar sistemi bozulmuĢ, kaybedilen savaĢlardan dolayı
vergiler katlanarak artmıĢ ve halk fakir bir duruma düĢmüĢtür. Tüm bunların üstüne bir de
vergi memurlarının keyfi uygulamaları ve aç gözlülükler iĢin içine girmiĢ, halkın elinde
avucunda nerdeyse hiçbir Ģey kalmamıĢtır.
Kahramanımız Ġslamoğlu, babasına zulmeden ve uygunsuz teklifte bulunan
mültezimin tahsildarlarını öldürüp dağa çıkmak zorunda kalır. Eğer böyle bir durum
olmasa medrese öğrencisi olan Ġslamoğlu‘ nun dağa çıkmak gibi bir düĢüncesi olmadığı
kanısındayız.
b) Kahraman, yanlıĢlıkları düzeltir.35
―Gerçek uygulama ne olursa olsun, haydutun adaletin temsilcisi, hatta ahlakın
onarıcısı olarak düĢünüldüğü ve onun da kendisine aynı gözle baktığı hakkında kuĢku
yoktur‖36
Ġslamoğlu, devrinde devletin merkezi otoritesi zayıfladığı için payitahttan uzak ve
özellikle iltizam usulü toprakların bulunduğu, haksızlıkların gözle görülür bir Ģekilde
arttığı Ģimdiki Ege Bölgesi‘ indeki yolsuzluklarla mücadele etmiĢtir. Bölgede toprak ağası
32 Nagihan Gür,‖Sosyal Haydut‖ Düzleminden ―Halk Kahramanı‖ Statüsüne Bir YükseliĢ: Köroğlu ve
SergüzeĢti, Milli Folklor, 2008, Yıl 20, Sayı: 79, s3
33 Özkul Çobanoğlu, Halkbilimi Kuramları ve AraĢtırma Yöntemleri Tarihine GiriĢ, Akçağ
Yayınları, 2010, s213
34 Eric Hobsbawm, a.g.e s35
35 Özkul Çobanoğlu, a.g.e s213
36 Eric Hobsbawm, a.g.e s36
137
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
konumuna gelmiĢ zalim mültezimlerin haksız uygulamalarıyla hep mücadele içinde
olmuĢtur.
c) Kahraman, zenginden alır ve fakirlere, ihtiyaç sahibi olanlara verir. 37
Otoritelere karĢı yoksul halkın desteğini elinde tutmak isteyen kahraman, halkın
yaĢam koĢullarını iyileĢtirmek, toplumsal eĢitsizliği gidermek ve kendine destek sağlamak
için zenginlerden aldıklarının büyük bir kısmını fakirlere dağıtır.38
Ġslamoğlu, isyan hareketinden sonra zenginlerin korkulu rüyası haline gelmiĢtir.
Nerede bir zengin fakirlere zulmetse hemen o zenginin elindekileri alıp fakirlere vermiĢtir.
Kapıdan giremediği zenginlerin konaklarına bacadan girerek de olsa zenginden alıp
fakirler vermiĢtir. 39
d) Kahraman, meĢru müdafaa ve intikam dıĢında asla adam öldürmez.40
Sosyal haydutlar zengini soyar, yoksula yardım eder ve haksız yere kimseyi
öldürmez. Keyfi Ģiddetten kaçınan sosyal haydutlar, nefsi müdafaa olan haklı öldürmeye
bağlı kalırlar.41
Ġslamoğlu‘nun da haksız yere cana kıydığı görülmemektedir. Hatta onu yakalamaya
çalıĢan askerleri bile öldürmemiĢtir. O, sadece halka zulmeden ve bunu durdurmak
istediğinde kendisine silahla karĢılık verenleri öldürmüĢtür.
e) Kahraman, eğer yaĢarsa halkının arasına saygıdeğer bir vatandaĢ ve hürmet
gören bir birey olarak döner. Aslında o halkının arasından hiçbir zaman ayrılmaz.42
Sosyal haydut halk tarafından suçlu olarak görülmediğine göre, yasadıĢı adamlığı
bıraktığında saygın bir üye olarak topluluğun arasına katılmada hiçbir güçlük çekmez.
Belgeler bu noktada uyuĢmaktadır. 43
Ġslamoğlu‘nun yasadıĢı adamlığı bıraktığını görmemekteyiz. O, ancak mücadelesi
ölümle sonuçlanınca bu iĢi bırakmıĢ olmaktadır.
37 Özkul Çobanoğlu, a.g.e s213
38 Eric Hobsbawm, a.g.e s36
39 Recep Cebe, Çiftçi, d 1934, ġaphane, Ġnceğiz, Ġslamoğlu‘nun torununun torunlarından, okuma yazma
bilmiyor.
40 Özkul Çobanoğlu, a.g.e s213
41 Eric Hobsbawm, a.g.e s38
42 Özkul Çobanoğlu, a.g.e s213
43 Eric Hobsbawm, a.g.e s38
138
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
YaĢadığı dönemde de hep halkla iç içedir. Halktan birinin Ģikâyeti olduğunda ya
ada bir sıkıntıya düĢtüğünde kolaylıkla Ġslamoğlu‘na iletebilmektedir.
f) Kahraman, ona hayran halkı tarafından yardım görmüĢ ve desteklenmiĢtir. 44
Erdemli haydut, halk nezdinde ―iyi, dürüst ve saygın‖ bir kahraman olarak
algılanmaktadır. Halkın ona karĢı hayranlık beslemesi gayet tabiidir. Dolayısıyla hayranlık
duyduğu kahramanından yardım ve desteğini de esirgemez.45
Toplum zengin ve güçlülere karĢı kendilerini koruduğu ve bölgede adaleti sağladığı
için Ġslamoğlu‘nu her zaman desteklemiĢtir.
g) Kahraman, toplumun üyelerinin resmi kurumlarla kendisine karĢı iĢbirliğine
girmemesi nedeniyle ancak toplum tarafından dıĢlanmıĢ kiĢilerce kendisine yapılan
kalleĢlikler, kurulan tuzaklar veya ihanetle öldürülür. 46
Kimse erdemli hayduta karĢı yasayla iĢbirliği yapmayacağına göre ve de avucunun
içi gibi bildiği taĢrada beceriksiz askerler ya da jandarmalar tarafından bulunması
gerçekten olanaksız olduğuna göre, yalnızca ihanet yüzünden yakalanabilirdi. 47
Devletin askeri kuvvetlerinin bütün takip ve operasyonlarına rağmen Ġslamoğlu ele
geçirilememiĢtir ve sonunda Ġslamoğlu en yakın arkadaĢlarından birinin ihanet kurĢunuyla
öldürülmüĢtür.
h) Kahraman, en azından teorik olarak görülemez ve kolaylıkla ele geçirilemezdir.48
Her zaman halkın haydutlarının diğer desperadolar (Ġspanyolcada gözü dönmüĢ
haydut.) gibi olmadığına inanılır ve bu inanç, onların kendini köylü sınıfıyla
özdeĢleĢtirmesini yansıtır. Kırlarda her zaman tanınmayacakları giysilerle ya da sıradan
adam giysileriyle dolaĢırlar. Kimse onları ele vermeyeceğine ve sıradan insanlardan ayırt
edilemez olduklarına göre, nerdeyse görünmezdirler. Ayrıca halkın görüĢüne göre sosyal
hayduta kurĢun iĢlemez. Bu bir dereceye kadar haydutların kendi insanları arasında ve
kendi topraklarında sahip olduğu güvenliği yansıtır. Bir dereceye kadar da halkın
savunucusunun yenilemez olması dileğini belirtir. Çünkü haydutun yenilgisi ve ölümü,
44 Özkul Çobanoğlu, a.g.e s213
45 Eric Hobsbawm, a.g.e s40
46 Özkul Çobanoğlu, a.g.e s213
47 Eric Hobsbawm, a.g.e s41
48 Özkul Çobanoğlu, a.g.e s213
139
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
halkın daha da kötüsü umudun yenilgisidir. Ancak haydutun kurĢun iĢlemezliği yalnızca
sembolik değildir. Neredeyse hep büyüye dayalıdır. 49
Ġslamoğlu çok dindar bir insanmıĢ. Ġnsanların dıĢındaki varlıkların da yaĢam
hakkına saygı gösteren birisiymiĢ. Bir gün gene atlılar ve piyadeler tarafından çok yakın
mesafeden takip edilirken önüne yemyeĢil bir buğday tarlası çıkmıĢ. Ġslamoğlu buğdaylara
zarar gelmesin diye tarlanın önünde namaza duruvermiĢ ve askerler onu görmeden geçip
gitmiĢler. Bu Ģekildeki kovalamacalar yıllar boyu sürmüĢ.50
Ġslamoğlu‘na kurĢun iĢlemezmiĢ. Onun bir gümüĢ kuĢağı varmıĢ. Atılan kurĢunlar
onda kalırmıĢ ve onu silkeleyince hepsi yere dökülürmüĢ.
Diğer bir rivayette ise Ģöyledir: Yıldırım düĢtüğü zaman onunla yeryüzüne metal
parçası gibi bir Ģey düĢer ve bunu bulup boynuna takan kiĢiye kurĢun ilmez. (değmez).
Ġslamoğlu‘nun annesi de bu metal parçadan bulup oğlunun boynuna asmıĢtır ve böylece
Ġslamoğlu da kurĢun iĢlemez bir kiĢi olmuĢtur.51
Olayın aslına baktığımızda ise Ģunu görmekteyiz: Ġslamoğlu güçlü, cesaretli,
korkusuz bir insan olduğu kadar da zeki biridir. O, giydiği su geçirmeyen olan keçeden
elbiseyi iki katlı yaptırmıĢ ve bu katların arasını da don yağı denilen et yağıyla doldurtmuĢ.
Doğal olarak da kurĢun birinci kattan geçse bile ikinci kata geldiğinde hızı kalmadığı için
vücuduna iĢlememiĢtir.52
i) Kahraman, kralın veya imparatorun düĢmanı değil fakat onların yerel despot
idarecilerinin ve adaletsiz bürokratlarının düĢmanıdır.53
Kahramanımız Ġslamoğlu devlete baĢkaldırmak amacıyla isyan etmemiĢtir. Bölgede
halka zulmeden mültezimlere ve onların adamlarına karĢı geldiği için dağa çıkmıĢtır. Onun
Osmanlı imparatorluğunu yıkmaya dair bir görüĢüne rastlanılmamıĢtır. Ġslamoğlu‘nun
problemi yaĢadığı bölgedeki kanunsuz iĢ yapan ve haksız kazanç elde eden kiĢilerledir.
Her ne kadar halk da o da devletin merkezi otoritesine güvense de içinde bulunduğu Ģartlar
olayların, onun devlet düĢmanıymıĢ gibi oluĢmasına yol açmıĢtır.
Yörede Ġslamoğlu Ġçin Yakılan ve Söylenen Türküler
49 Eric Hobsbawm, a.g.e s41-42
50 Recep Cebe
51 Hamide Erğin, ev hanımı, d 1955, Gediz, Ġslamoğlu‘nun torunlarından, okuma yazma bilmiyor.
52 Tahsin Ünlü, Gazeteci, d 1947, ġaphane, Üniversite
53 Özkul Çobanoğlu, a.g.e s213
140
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Ġslamoğlu hakkında yakılmıĢ ve Ģu anda düğünlerde söylenip zeybek oyunu
oynanan değiĢik sözlere sahip türküler vardır. Orijinal olduğunu düĢündüğümüz türkü
budur.
― Ġslamoğlu Türküsü 1‖
― Ġslamoğlu derler benim adımı
Yiyen bilir ince bıçağımın tadını
Yaman olur ġaphanenin adamı
Nolaydın da keĢke teslim olaydın
Konak avlusuna kendin varaydın
ġaphane dağını duman bürüdü
Üçyüz atlı beĢyüz yaya yürüdü
Can Mustafam Ģu dünyada bir idi
Nolaydın da keĢke teslim olaydın
Ġslamoğlu inip gelir eniĢden
Her yanları görünmüyor gümüĢten
Mevlam kurtarsın seni bu iĢten
Nolaydın da keĢke teslim olaydın
Ġslamoğlu Orhanlara yaslanır
Yağar yağmur al çepkeni ıslanır
Deli gönül bir gün olur uslanır
Nolaydın da keĢke teslim olaydın
Ġslamoğlu derler benim bir adım
DüĢmandan öç almak idi muradım
Tavlada bağlandı kaldı kır atım
141
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Nolaydın da keĢke teslim olaydın‖54
― Ġslamoğlu Türküsü 2‖
Güvendim, sığındım ulu Mevla‘ya
Avımın izinden geldim Kula‘ya
Hiç düĢmeden bir kazaya belaya
Hak ettim, hakkı alır giderim
Dini ayrı olan giyiyor kürkü,
ÇekmiĢim kürklüden sarıyı kırkı,
Enayi sanmasın Türkoğlu Türk‘ü
KuĢatmayı savıp, delip giderim!
Gün olur nasibin gelir yanına,
Gün olur gidersin nasip yanına
Bazı da mal olur tatlı canına
Kurtardım yakayı dolup giderim.
Ey dereler, ey tepeler, dinleyin
ġu sazımın dillerinden anlayın
Anlayın da inim inim inleyin
Sorkun Dağlarına dalıp giderim.
ġaphane yolunda koptu kıyamet,
Üç kızım var, Allah‘ıma emanet‖55
…
54 http://www.saphane.biz/?pnum=6&pt=ġAPHANE%20HALK%20KAHRAMANI%20MUSTAFA
%20ĠSLAMOĞLU, 01.12.2013,S 10.30.
55 http://www.saphane.biz/?pnum=6&pt=ġAPHANE%20HALK%20KAHRAMANI%20MUSTAFA
%20ĠSLAMOĞLU, 01.12.2013,S 10.30.
142
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Ġslamoğlu Türküsü 3
Ġslamoğlu Kale Yapar TaĢınan
Afyon-Ahmet Sivritepe-Ankara Devlet Konservatuarı
Ġslamoğlu da kale de yapar taĢınan da
Gözlerim doldu al ganınan yaĢınan
Nere gidem bu talihsiz baĢınan
Eyvahlar da olsun saçlı da doru doru Ģanına
BeĢ yüz altın yakıĢır senin yiğit Ģanına
Tümsek çam üstünde leylek yuvası
Ah gine yeĢillendi de Afyon‘un Ova‘ sı
Nettim sana da dininden bulası da
Eyvahlar da olsun saçlı da doru doru Ģanına
BeĢ yüz altın yakıĢır senin yiğit Ģanına56
Ġslamoğlu Türküsü 457
Ġslam da oğlu efeler de derler benim Ģanıma
BeĢ yüz atlı gelemiyor hayda, efem de yanıma
Ġslam oğlu efelerde kale yapar taĢ ile
Gözlerim boyandı al kanlara yaĢ ile
Ġslamoğlu efelerde gelir iniĢten
Her yanları görünmüyor efemin de gümüĢten
Hayda efemde Allah‘ına kurban olayım
56 http://www.turkuler.com/sozler/turku_islamoglu_kale_yapar_tasinan.html, 29.12.2013, s 23.22.
57 Düğünlerde en çok bu söylenir.http://www.youtube.com/watch?v=yrTCHH09FgY, 29.12.2013,s
23.42.
143
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Sen sallan dur boylarına bakayım58
Sonuç
Köy eĢkıyası olan sosyal haydutlar, yaĢadığı dönemin ekonomik ve siyasi yönden
bozuk olduğu ortamlarda halka zulmeden bölgesel yöneticilere tepki olarak ortaya
çıkmıĢtır.
Sosyal haydutlardan kimisi isteyerek kimisi de istemeyerek dağa çıkmıĢtır. Bazıları
ise babadan gelen bu mesleği, onun ölümü üzerine babasının arkadaĢlarının teĢvikiyle
eĢkıya olmuĢ ya da kendine kurulan tuzaklarla eĢkıyalığın içine itilmiĢtir.
Bu eĢkıyaların bir kısmı devletle anlaĢma yapıp bir kahraman olarak tekrar halkın
içine dönmüĢ, bir kısmı ise ya yarenlerinden birinin ihaneti ya da köylülerin ihbarı sonucu
öldürülmüĢtür. Bu kahraman tiplerinin Anadolu coğrafyasında varlığını devlete rağmen
ilelebet sürdürenine ise rastlanmamıĢtır.
Ġslamoğlu da eĢkıyalığa isteyerek baĢlamamıĢ, Ģartların gereği olarak baĢlamak
zorunda kalmıĢtır. YaĢadığı süre içinde ise sadece yolsuzların yolunu kesmiĢ ve onlarla
mücadele etmiĢ, halka her zaman iyi davranmaya çalıĢmıĢ ve kısa sürede halkın gönlünde
taht kurmuĢtur. Diğer sosyal haydut örneklerinde de gördüğümüz gibi aç gözlülüğün
getirdiği bir ihanet sonucu öldürülmüĢtür.
Toplum belleğinde yaĢayan Ġslamoğlu vb. haksızlık karĢısında baĢkaldırı ya da bir
zulme isyan Ģeklinde ortaya çıkan bu Ģahsiyetlerin tespit edilmesi, bunların Ģahsında
oluĢturulan türkü, efsane vb. unsurların derlenmesi, sonrasında bu malzemelerin günümüz
nesline uygulamalı halkbilim bağlamında tv, sinema, tiyatro vb icra ortamlarına
aktarılması ithal kültürlerin kahramanları ve küreselleĢme karĢısındaki tehditlere karĢı
yararlı olacaktır.
58 http://turkudostlari.net/soz.asp?turku=623, 29.12.2013, s23.34.
144
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Kaynakça
ÇOBANOĞLU, Özkul, Halkbilimi Kuramları ve AraĢtırma Yöntemleri Tarihine GiriĢ, Akçağ
Yayınları, 2010.
CEBE, Recep, , Çiftçi, d 1934, ġaphane, Ġnceğiz, Ġslamoğlu‘nun torununun torunlarından,
okuma yazma bilmiyor.
ERĞĠN, Hamide, ev hanımı, d 1955, Gediz, Üzümlü, Ġslamoğlu‘nun torununun torunlarından,
okuma yazma bilmiyor.
GÖZÜTOK, Türkan, EĢkıyalık ve Çakırcalı Mehmet Efe‘nin Türk Edebiyatına Ġz DüĢümü,
Türkbilig, 2011, Sayı 21, s 49- 72.
GÜR, Nagihan,‖Sosyal Haydut‖ Düzleminden ―Halk Kahramanı‖ Statüsüne Bir YükseliĢ:
Köroğlu ve SergüzeĢti, Milli Folklor, 2008, Yıl 20, Sayı 79, s 45-49.
HOBSBAWM, Eric, Haydutlar, Çev. Fatma TaĢkent, Logos Yayınları, 1990.
ĠLGÜREL, Mücteba, Osmanlılar‘da EĢkıyalık Hareketleri, Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam
Ansiklopedisi,Cilt 11, Ġstanbul, 1995, s 466-468.
ULUÇAY, Çağatay, Atçalı Kel Mehmet, AS Matbaası, Ġstanbul 1968.
ULUÇAY, Çağatay, 18. Ve 19. Yüzyıllarda Saruhan‘da EĢkıyalık ve Halk Hareketleri,
Berksoy Basımevi, Ġstanbul 1955.
ÜNLÜ, Tahsin, AraĢtırmacı-Gazeteci, d 1947, ġaphane, Eğitim Durumu, Üniversite.
YETKĠN, Sabri, Ege‘de EĢkıyalar, Tarih Vakfı Yayınları, Ġstanbul 2003.
http://www.saphane.biz/?pnum=6&pt=ġAPHANE%20HALK%20KAHRAMANI%20MUST
AFA%20ĠSLAMOĞLU, 01.12.2013,S 10.30.( Siteyi Hazırlayan, Tahsin Ünlü)
http://turkudostlari.net/soz.asp?turku=623, 29.12.2013, s23.34.
http://www.turkuler.com/sozler/turku_islamoglu_kale_yapar_tasinan.html, 29.12.2013,
s23.22.
http://www.youtube.com/watch?v=yrTCHH09FgY, 29.12.2013,s 23.42.
145
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
BAĞDATLI RÛHÎ DĠVANI‟NDA RUMELĠ ESĠNTĠLERĠ
Duygu KARAGÖZ*
ÖZET
XVI. yüzyılın önde gelen Ģairlerinden biri olan Rûhî, Bağdat‘ta dünyaya gelmiĢ ancak asıl
itibariyle Rumelili bir Ģairdir. Ahdî ve Esrar Dede, tezkirelerinde onun Bağdat seferi
sonrasında gönüllü olarak Bağdat‘a yerleĢen Rumelili bir Türkün oğlu olduğunu ifade
etmiĢlerdir. Rûhî her ne kadar Bağdat doğumlu olsa da, onun Ģiirlerinde Rumeli‘ye ait izler
bulmak mümkündür. Bu bildiride, Bağdatlı olarak tanınan Ģairin, Ģiirlerinden hareketle,
Rumeli‘ye bakan yönleri ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Bağdatlı Rûhî, Divan, Rumeli.
GiriĢ
XVI. yüzyılda, üç kıtaya hükmederek dönemin en büyük ve en güçlü imparatorluğu olma
kudretini elde eden Osmanlı Devleti aynı baĢarıyı edebiyatta da sergilemiĢtir. Devletin
sınırlarının geniĢlemesiyle birlikte edebiyatın sınırları da geniĢlemiĢ ve belki de Divan
edebiyatının en kıymetli ve en güçlü Ģairleri bu dönemde yetiĢmiĢlerdir. Bu yüzyılda devletin
olduğu gibi ilim, kültür ve edebiyatın da baĢkenti Ġstanbul‘dur. Ancak Ġstanbul gibi pek çok
ilim ve kültür merkezi vardır. Bu merkezlerden biri de Rûhî ve onun gibi pek çok önemli isme
ev sahipliği yapmıĢ olan Bağdat‘tır.
Bildirimizin konusu olan Rûhî-i Bağdâdî, kaynaklarda her ne kadar Bağdatlı olarak
geçse de köken itibariyle Rum asıllı olan bir Ģairimizdir. Nitekim dönemin önemli
tezkirecilerinden Ahdî, onun bu durumunu Ģu Ģekilde ifade eder: ―Bağdâdî‘dürammâasl-ı pâknihâdı ve neseb-i ferruh-nijâdıRûmî‘dür. Zîrâ ki vâlid-iekremisâbıkanmerhûm
SultânSüleymân zamanında vilâyet-i Bağdâd‘abeglerbegi olan AyasPaĢa‘nun bendelerinden
olup Bağdâd‘da gönüllü bölügünegeçüpte‘ehhül itmiĢler.
Mezkûr RûhîBağdâd‘davücûdagelmeginBağdâdî yâd olundı.‖ (Solmaz, 2005:318).
Asıl adı Osman olan ve doğum tarihi belli olmayan Rûhî‘nin babası Ayas PaĢa
maiyetinde Kanunî‘nin ordularıyla Bağdat‘a giderek orada yerleĢen gönüllü bir Türk idi (Ak

*ArĢ. Gör.,GaziosmanpaĢa Üniversitesi Fen-Edb. Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü/TOKAT
[email protected]
146
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
2001:13). Rûhî‘nin Bağdat‘ta doğmuĢ olması onun Bağdatlı olarak tanınmasına ve hep bu
minvalde değerlendirilmesine neden olmuĢtur. Ancak o, her ne kadar Bağdat doğumlu olsa
da, Ģiirlerinde Rumeli‘nin izlerini taĢır. Bu özellik onu Bağdat‘ta yetiĢmiĢ diğer Ģairlerden
ayırır. Nitekim Faik ReĢat bu hususu dile getirirken Ģu ifadeleri kullanır: ―ġiire pek genç heves
etmiĢtir. Buna da tasavvufa ve seyahate olan meylinden baĢka Bağdat‘a gelen Ģüara ve
derviĢan ile ihtilâti sebep olduğu gibi Ģivei beyanının hemĢehrilerinden meselâ Habibi,
Fuzuli, Süruri lehçesinden farklı olmasına Rumînijat olmasının hayliden hayli dahli
olmuĢtur.‖ (Uraz, 1941: 4)
Bu bilgiler ıĢığında Rûhî‘nin Ģiirlerinde Rumeli izlerinin nasıl yer aldığı üzerinde
durulmaya çalıĢılacak ve bu Ģiirlere bir de bu zaviyeden bakılacaktır.
Rumeli SöyleyiĢi
Divan Ģiirinde dil, genel itibariyle günlük konuĢma dilinden uzaktır ve Ģehirli Türkçesidir.
Günlük konuĢma dili bu Ģiirin içinde çok fazla yer almaz.Günlük dilde yer alan teklifsiz
konuĢma cümlecikleri, senli-benli, laubali ―ya, hadi be, a be, bak a‖ gibi ifade kalıpları, Ģiir
dilinde fazlalık olarak görülebilir. ġairin amacı az sözle çok Ģey anlatmak olduğu için bu tür
söyleyiĢ özellikleri Ģiirde çok az kullanılır. Ancak Rumeli Ģairlerinin Ģiirleri incelendiğinde,
günlük konuĢma dilinin ifadeleri, dikkat çekecek kadar yoğun bir biçimde karĢımıza çıkar.
Dolayısıyla Rumeli Ģairleri, söyleyiĢ bakımından, bu yönleriyle diğer bölgelerin Ģairlerinden
ayrılırlar (Çeltik, 2013: 180).
Rûhî‘nin Ģiirlerinde de zaman zaman günlük konuĢma diline dair unsurlara rastlanır. Mesela,
bazen hayret, ĢaĢkınlık, kızgınlık ifade eden ―a/â‖ ünlemi bazen de ―ey‖ nidasını karĢılar
mahiyette karĢımıza çıkabilir. AĢağıdaki beyitte, baĢkalarının sözüyle beni öldürmek için
evden çıkma çünkü onların amacı bunu seyretmektir diyen Rûhî ―a güzelüm‖ ifadesi ile bu
unsurlardan birine yer vermiĢ olur.
Ġl söziyle beni öldürmege evden çıkma
Garazı a güzelüm Ģimdi temâĢâdurelün (G 616/2)
Günlük konuĢma dilinin unsurlarından biri olan ve diğer Rumeli Ģairlerinde de sıkça rastlanan
bir söyleyiĢ olan ―be‖ ifadesi Rûhî‘nin de Ģiirlerinde rastladığımız bir baĢka özelliktir.
Teklifsizce konuĢmada ―ey, hey, yahu‖ ünlemlerine karĢılık gelen ―be‖ hitabı, bazen ―be hey,
hey be, vay be‖ Ģeklinde Ģiirde yer alır. ġair, ―be‖ Ģeklinde samimi bir hitapla seslenerek
muhatabının dikkatini çeker (Çeltik, 2013:190).
Be bu dîvânedür ancak diyürahm itmek içün
Rûhiyâkendümüzivâlih ü Ģeydâiderüz (G 522/5)
147
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Vefâağyâravüerbâb-ı aĢka cevriderdirler
Ne dirsin sen be hey âfetsenünçün gör neler dirler (G 308/1)
ġairler sevgili veya güzeli sultan, Ģah vb. yanında ―bey‖e de benzetirler. Pek çok Ģairin
Ģiirinde bunun örneklerine rastlamak mümkündür. Ancak Rumeli Ģairleri buna ek olarak
sevgilinin benzetildiği bir unsur olmanın dıĢında, ―beyim, a beyim‖ gibi konuĢma diline ait
hitaplara Ģiirlerinde fazlaca yer verirler(Çeltik, 2013: 194). Rûhî de aĢağıdaki beyitlerde söz
konusu kullanıma yer vermiĢ ve sevgilisine ―begüm‖ Ģeklinde hitap etmiĢtir.
Nice serveylesün ol kâmet-i bâlâ ile bahs
Begüm ednâya düĢer mi ide a‘lâ ile bahs (G 89/1)
Yüz virmegilrakîberevâgörmezüz begüm
Gayra cemâl gösteresin âĢıka celâl (G 727/2)
Rûhî‘nin konuĢma dilinin imkanlarından faydalandığını gösteren bir baĢka ifade de
―vay/vây‖ ifadesidir. Bu sözü Ģairler yerine göre ĢaĢma, hayret veya acıma ifadesi olarak
kullanırlar. Rûhî de aĢağıdaki beyitinde, ―Dünya ve mafihayı terk ediĢimi ayıplamayın zira
ömrümün kalanını yitirdim. Artık ben dünyayı ne yapayım?‖ diyerek haline acımaktadır.
Eylesem ‗ayb eylemen dünyâvümâfihâyı terk
Hâsıl-ı ömrüm yitirdümneyleyindünyâdavây (Tarih)
KonuĢma dilinin son iĢaretlerinden biri de ―yâ‖ ifadesidir. Bu ifade ile Ģairler, ―yahu, yaa; hiç
olacak iĢ mi, olur mu, yoksa‖ gibi anlamları karĢılarlar. Rûhî aĢağıdaki beyitte ―(Ey sevgili!)
Kanlı kumaĢ sen misin yoksa her ay yüzlü böyle midir? Ben miyim avare yoksa aĢkından her
ağlayıp deli olan böyle midir?‖ diyerek bu ifadeyi ―yoksa‖ anlamında kullanmıĢ oluyor.
Sen misin hûn-ı hare yâ her mâh-sîmâböyledür
Ben miyim âvâreyâ her zâr u Ģeydâböyledür (G 325/1)
Bir baĢka beyitte ise bu ifadeyi Ģu Ģekilde kullanarak sitemvârî bir Ģekilde kamil
insanların kıymetinin bilinmeyiĢinden dert yanıyor.
Kime eylersin kemâl izhârun ey dil ebsem ol
Kâmile rağbet kemâlakadr u yâ kıymet mi var (G 144/4)
ġiirlerde Bulunan Îsevîlik Ġzleri
Rumeli‘de yetiĢmiĢ Ģairlerin pek çoğunda, bir arada yaĢadıkları milletlerin kültürlerinin
izlerini görmek mümkündür. Zira bu Ģairler, gayr-i Müslim halkla bir arada yaĢadıkları için
onların yaĢantısına dair çok fazla gözlem yapma Ģansları olmuĢtur. En çok da Hristiyan
148
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
kültürünü tanıma fırsatı bulan Ģairler, onlarla ilgili gözlem ve değerlendirmelerine Ģiirlerinde
de yer vermiĢlerdir. Kilise veya aynı anlamdaki deyr ve bunlara bağlı olarak papaz, rahip,
aziz, Ġsa, Meryem, zünnâr, haç, erganun vb. geniĢ bir kelime kadrosuna dayanan Ģiir
örnekleri Rumeli Ģairlerinde çokça rastlanan bir unsur olarak karĢımıza çıkar (Çeltik,
2013:321).
Bağdatlı Rûhî, Rumeli‘de yetiĢmediği halde, onun da Ģiirlerinde Îsevîliğin izlerini görmek
mümkündür. Örneğin aĢağıdaki beyitte, Ģarabın sohbetini baĢkalarına haram etmek için
kilisedeki rahibin helali olduğunu söyleyerek Müslümanlığın aksine Hristiyan kültürde
Ģarabın serbest oluĢuna dikkat çekiyor.
Sohbetin gayraharâmitmekiçünduhter-i rez
Pîr-i deyrün yanına vardı helâli oldı (G 1082/3)
Rûhî, Ģiirlerinde Hz. Ġsa ile ilgili hayal ve benzetmelere de çok fazla yer verir. Öyle ki;
peygamberler içinde en fazla onun adına yer verdiğini söylesek yanılmıĢ olmayız. Kimi
zaman sevgiliyi Hz. Ġsa‘ya benzetirken kimi zaman da ondan üstün tutar. Mesela aĢağıdaki
beyitte, kadeh güneĢe konulsa ve Hz. Ġsa‘nın elinden içilse de erguvan Ģarabı yine de
sevgilinin la‘l dudaklarının safasını vermez diyerek sevgilisini üstün tutuyor. Ayrıca beyit
içerisinde yer alan kelime kadrosunda Hz. Ġsa‘nın, kadehin ve Ģarabın yanı sıra, Hristiyan
kültürde de önemli olan erguvana yer vermesi onun bu kültüre dair bilgisini gözler önüne
seriyor.
Koyulsa câmhurĢîde içilse dest-i Îsîden
Safâ-yıla‘l-ı dildârıĢarâb-ı ergavânvirmez (G 478/7)
AĢağıdaki beyitte de sevgilinin can bağıĢlayan dudaklarının olduğu yerde Mesih yani
Hz. Ġsa‘nın bir Ģey yapamayacağını söyleyerek yine sevgiliyi ondan üstün tutuyor.
Hele biz itmezüz ölsek de Mesîhâ vasfın
Leb-i cân-bahĢun olan yirdeMesîhâ neyler (G 261/6)
Sevgilisini Hz. Ġsa ile bir tuttuğu aĢağıdaki beyitte ise sevgilinin Ġsa nefesli
dudaklarının can verme hususunda ölümsüzlük suyu ile aynı olduğunu ve ölüleri dirilttiğini
söyler.
Hayâtâbı ki dirlerdâyim eyler mürdelerihyâ
Leb-i Îsî-demüncân-bahĢlıkdaaynıduranun(G 647/4)
AĢağıdaki beyitte de sevgilisini zamanın Ġsa‘sı olarak değerlendirip sevgili ile Hz.
Ġsa‘yı aynı kefeye koyuyor.
Dem-i cân-bahĢ ile Îsâ-yızamânsınbilürüz
Hâsılı küĢtesiyüz hep leb-i cân-perverünün(G 622/4)
149
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Hristiyan kültürün sembollerinden biri olan haç da Ģiirlerde benzetme unsuru olarak
kullanılmıĢtır. Salîb ve çelîpâ kelimeleri ile de ifade edilen bu sembol, Divan Ģiirinde
kadınların zülfü için kullanılır. Sevgililerin birer kafir olduğu düĢünülürse saçlarından da
çelipa olması gerekir (Pala, 2008: 99). AĢağıdaki beyitte Rûhî de sevgilisinin saçlarını haça
benzeterek gönlünü bağladığını ve zünnar halkasına dahil olduğunu söylüyor.
Tutmağa zülf-i çelîpâsını dil bağlamıĢuz
Dâhil-i halka-i zünnâr-perestânuz biz (G 4805)
Hristiyan kültürüne dair bir diğer unsur da zünnardır. Zünnar, on iki düğümlü papaz kuĢağının
adıdır. Mecûsî ve Hıristiyan rahipleri kuĢanırlarmıĢ. ġairlerimiz sevgililerinin saçlarını
siyahlığından küfre, uzun ve örülü olmasından zünnara benzetmiĢler(Onay, 2009:502). Rûhî
de aĢağıdaki beyitte gönlüne seslenerek aĢk yolunda zünnara bel bağladığını ifade ediyor.
Bağladumzünnâra bel ey dil tarîk-i aĢkda
Tâ ki virdüm gönlüm ol gîsû-yı kâfir-kîĢe ben (G 835/3)
Kafir/Hristiyan Güzeller
Rumeli Ģairlerinin farklı kültürlerden insanlarla bir arada yaĢadıklarını ve onlarla ilgili
gözlemlerini Ģiirlerine yansıttıklarını söylemiĢtik. Bunların çoğu Hristiyanlıkla ilgili
unsurlardır. Bu sebeple Ģairler sevgiliyi genellikle kafir veya Hristiyan olarak tanımlarlar ve
Müslümanlıkla tezat iliĢkisi kurarlar. Kafir olan sevgilinin Müslüman olması beklenir ve
Rumeli‘de yaygın olarak kullanılan din değiĢtirme olayına yer verilir (Çeltik, 2013: 354).
Kimi zaman da aĢık sevgilisi için kendi dininden vazgeçer.
Rûhî de aĢağıdaki beyitte sevgiliyi ―tersâ-beçe‖ yani Hristiyan çocuğu olarak
isimlendiriyor ve onun konuĢtuğu zaman bir nefeste verdiği feyzi güneĢin Hz. Ġsa ile bin yılda
verebildiğini söylüyor.
Gelse güftâravirür bir demde ol tersâ-beçe
Dehre bin yıl virdügi feyzi güneĢ Îsâyile(G 1013/4)
Bir baĢka beyitte ise sevgili merhameti olmayan bir kafirdir. Rûhî Allah‘a sevgilinin
gönlüne merhamet salması ve müslüman olması için yalvarıyor.
Âlemi kırdı o kâfir meded Allah meded
Gönlinemerhametün sal ki müselmân olsun (G 872/4)
Bazı beyitlerde ise durum tersine iĢler. Müslüman aĢık kafir sevgili için dininden
vazgeçer. Nitekim aĢağıdaki beyitte de benzer bir durum söz konusudur.
Egermestâne gelsem bezmünema‘zûr tut zîrâ
Beni dinden çıkarmıĢdur bir îmânsuz güzel vâ‘ız(G 572/6)
150
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Filori
Filori, XI. yüzyıldan itibaren Filoransa Ģehrinde darp ve üzerinde bir zambak çiçeği
resmedilen altınlara verilen addır. Avrupa memleketlerinde yaygın olarak kullanılmıĢ ve
sonrasında Osmanlılara geçmiĢtir (Pakalın, 1993:I-629-630). Özellikle Rumeli‘de yaygın
olarak kullanılan bu para çeĢidine Rûhî‘de de rastlanır.
Koynımuzda görüp ağyârfilorisanmasun
Dâğımuzdankopılanpenbe-i gülgûnımuzı(G 1056/5)
Felek kemîne kulundur elinde ıkd-ı berîn
Filori ile tolu nukrekûb-meĢerbedür (G 147/6)
Rumeli Abdalları
Abdallar, sayıları yedi, yetmiĢ ya da kırk olarak gösterilen bir evliya zümresidir.
Dünyadan habersiz kalacak kadar kendini ahirete, gönlünü Hakk‘a veren saf derûn insanlar,
ermiĢler olarak tanımlanır (Uludağ, 2012:19). Yedi iklim üzerine yaratılan dünyanın her bir
ikliminin idaresinden sorumlu olan kimselerdir (Onay, 2009:20).
Abdallar, Balkan veya Rumeli fetihlerinde savaĢlara katılarak önemli görevler
üstlenmiĢlerdir. Bazıları fetihlerden sonra Rumeli‘de yerleĢmiĢ, faaliyetlerini burada
sürdürmüĢtür. Abdallar, Rumeli‘de çok fazla bulunmaları sebebiyle Rumeli Ģairlerinin
Ģiirlerinde geniĢ yer tutar. Rumeli Ģairleri bazı Ģiirlerinde kendilerini bir abdal Ģeklinde
tanıtırlar (Çeltik, 2013:375).
Rûhî de divanında çeĢitli Ģekillerde abdallara yer vermiĢ ve çoğunlukla kendini abdal
olarak nitelemiĢtir. AĢağıdaki beyitte de kendini aĢk abdalı olarak niteleyen Rûhî; keyfiyyet,
hayrân, esrâr kelimelerini bir arada kullanarak abdalların esrar, afyon gibi bazı uyuĢturucu
maddeleri kullanmalarına telmihte bulunuyor.
Gören keyfiyyetümhayrân olur abdâl-ı aĢkam ben
Derûn-ı sînemesrâr-ı Ġlâhî cür‘a-dânıdur (G 289/5)
AĢağıdaki beyitte de yine kendini abdal olarak niteleyen Rûhî, hayretten gezdiğini
ancak neye hayran olduğunu bilmediğini söylüyor.
Biz o hayret-zede abdâllaruz kim göz açup
Gezerüzbilmezüzammâ neye hayrânuz biz (G 479/3)
Bir baĢka beyitte ise gönlünü, sevgilinin aĢkının tekkesinde onun saçlarının sırrıyla
irĢad olan abdala benzetiyor.
151
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Zülfünün sırrın beyânitdümperîĢân gönlüme
Tekye-i aĢkundairĢâdeyledümabdâlunı(G 1108/4)
Er Kavramı
Rumeli Ģairlerinin ―er, erkek, gerçek er, harâbât eri, aĢk eri, eren‖ tabirlerini çokça
kullanmaları dikkat çeker. ġiirlerdeki er kelimesi erkek, tasavvuf yoluna sıkı sıkıya bağlı
kimse ve asker anlamlarına gelir. Bu hem onların rindane tavrının hem de Rumeli‘de sürekli
yaĢanan akın ve savaĢlar dolayısıyla askerliğin Ģiire yansıması olarak görülebilir (Çeltik,
2013: 416)
Rûhî‘nin divanında da bu kavramın yer aldığı beyitler bulunmaktadır. Bunlardan
birinde kainat her ne kadar kız güzellerle dolu olsa da er olan kiĢinin onlara asla
meyletmeyeceğini söylüyor.
Gerçi kız nakĢı güzellerle toludur kâyinât
Anlara meyleylesün mi hîçgiçerken er gönül (G 747/3)
Bir baĢka beyitte ise dünyayı kadına benzeten Rûhî, onu boĢama erliğinde bulunacak
bir mert olmadığını söylüyor.
Er olan kimse virürpîre-zen-i dehre talâk
Ġde bu erlügi Ģimdi kanı bir merd kanı (G 1100/2)
AĢağıdaki beyitte ise kendisine yardım edecek bir er bulunmazsa günlerinin cefa
içinde geçeceğini dile getiriyor.
Yarab bize bir er bulunup himmet eder mi
Yoksa günümüz böyle cefâ ile geçer mi (Ak, 2001:195)
Bâtınî Unsurlar
Rûhî‘nin Ģiirlerinde yer yer Bâtınî unsurları da görmek mümkündür. Bilindiği üzere
―bâtın‖ kelime anlamı itibariyle ―içte, gizli olan, görünmeyen, deruni‖ gibi anlamlara
gelmektedir. Bâtınîlik ise Kur‘an‘ın ve buyruklarla yapılmaması emredilen Ģeylerin bâtınını
bilen, bu anlayıĢ seviyesine ulaĢan kiĢiden zahirine riayet lüzumunun kalkıp; artık ona,
ibadetin lüzumu yoktur kanaatini gütmek ve buna inanmak olarak tanımlanır(Gölpınarlı,
1997:116). Onlara göre namazın ve zekatın manası, Muhammed (aleyhisselam) ile Ali‘yi
sevmek demektir. Bunu sevenler, namazı kılmıĢ, zekatını vermiĢ sayılır‖ (Hammadi, 1948,
s.16). Bağdat gibi Rumeli‘de de çok yaygın olan Bâtınîlik, Rûhî‘nin de Ģiirlerine aksetmiĢtir.
Nitekim aĢağıdaki beyitlerde Kerbela hadisesinde Hz. Hüseyin‘in Ģehit oluĢuna ve bu ayda
müslümanların matem içinde olmalarına telmih yapıyor.
Çâk kıl sîneni kim mah-ı Muharremdür bu
152
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Ey gönül âh u figân eyle ki mâtemdür bu
Dökdilerhâka bu dem Âl-i Resûlun kanın
Ağla ey dîde ki kan ağlayacak demdür bu
Benzemez gayra gam-ı vakı‘a-i katl-i Hüseyn
Nâr-ı hasretle gönüller yakıcı gamdur bu (G909/1,2,3)
Rûhî‘nin baĢka beyitlerinde ise yine Bâtınîliğin bir kolu olan Hurûfî özellikleri
görmek mümkündür.
Vechünkitâbı nükte-i ki beyânider
Ya‘nî tokuz hurûfdur u on iki nukat (G564/2)
Ol hatt-ı istevâ ki reh-i müstakîmdür
Yol bulsa her kim ana odur ümmet-i vasat (G564/3)
Ġstiğna
―Gına‖ kökünden türeyen ve tasavvufi bir terim olan ―istiğna‖ kelimesi ―tok gözlülük,
aza kanaat etme, gönül doygunluğu‖ gibi anlamlara gelir. Varlığını Hakk‘a vererek onu
zengin, kendini yoksul bilen istiğna sahibi kimse, dünyanın hiçbir Ģeyine değer vermez; onun
yanında aba ile atlasın değeri birdir. O, kendi baĢına sultan olur; dünyanın beylerine,
sultanlarına itibar etmez (Çeltik, 2013:429).
Rumeli Ģairlerinde olduğu gibi Rûhî de Ģiirlerinde dünyaya değer vermeyen istiğna
haline değinir. O bazı beyitlerinde, sadece bu dünyaya değil ahirete de istiğna eden bir tavır
sergiler.
Aceb mi eylesem dünyâvümâfihâyaistiğnâ
Bilürsin bende-i sultân-ı âlî-himmet-i aĢkam(G 777/4)
AĢağıdaki beyitinde dünyaya istiğna etmenin marifet olmadığını, arif kiĢinin ahirete
bile istiğna edeceğini söyler.
Hüner dünyâyaistiğnâdegüldürârif oldur kim
Ġrüp bir âleme mutlak ide ukbâyaistiğnâ(G 20/6)
AĢağıdaki beyitte ise dünya için alçaklara mihnet etmeyeceğini ifade eder.
153
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Bizi dünyâiçün her dûna sanman eylerüz mihnet
Biz ol âriflerüz kim eylerüzdünyâyaistiğnâ (G 20/4)
Sonuç
Sonuç olarak Ģunları söyleyebiliriz: Rûhî, Bağdat‘ta doğmuĢ ve orada yetiĢmiĢ olabilir. Ancak
o köken itibariyle Rum asıllı bir aileden gelmektedir. Gerek tezkireler gerekse tespit ettiğimiz
beyitler onun Bağdat‘ta yetiĢen diğer Ģairlerden farklı olduğunu ve Ģiirlerinde Rum kültürüne
dair izler barındırdığını gözler önüne sermektedir.
Beyitlerde ele aldığımız hususlar Rumelili olmayan Ģairlerde de bulunuyor olabilir. Ancak
Rumelili Ģairlerin ağırlıklı olarak yer verdikleri hususların Rûhî‘de de bulunuyor olması
tesadüf değildir. Rûhî‘nin Ģiirlerindeki Rumeli izleri Rumeli‘de yetiĢmiĢ Ģairlere nazaran daha
az göze çarpar. Bunda onun asıl memleketinden uzak olan Bağdat‘ta yetiĢmiĢ olmasının etkisi
büyüktür. Fakat örneklerden de anlaĢılacağı üzere Rûhî, Ģiirlerinde Rumeli‘ye dair hiçbir iz
taĢımıyor da denemez. Rûhî her ne kadar Rumeli‘ye uzak kalsa da Ģiirleri onu Rumeli‘ye
yaklaĢtırmıĢtır.
Kaynakça
Ak, C. (2001). Bağdatlı RûhîDîvânı KarĢılaĢtırmalı Metin, Bursa: Uludağ Üniversitesi
Basımevi
ArpaguĢ, S. ―Pîr‖ Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi, Ġstanbul: Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, C:34, s. 273
Çeltik, H. (2013). Rumeli ġairlerinin ġiir Dünyası, Ankara: Kurgan Edebiyat Yayınları
Genç, Ġ. (2000). Esrar Dede Tezkire-i ġu‘arâ-yıMevleviyye, Ankara: AKMB Yayınları
Gölpınarlı, A.(1997). Türkiye‘de Mezhepler ve Tarikatler. Ġstanbul: Ġnkılap Kitabevi
Hammadi, M. (1948). Bâtınîlerin ve Karmatîlerin Ġçyüzü (Çev.: ġ.M. Günaltay). Ankara:
Sebil Yayınevi
Onay, A.T. (2009). Açıklamalı Divan ġiiri Sözlüğü Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve
Ġzahı, (Haz. Cemal Kurnaz), Ġstanbul: H Yayınları
Öztoprak, N. (2001). Rûhî, Ġstanbul: TimaĢ Yayınları
Pakalın, M.Z. (1993). Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü I, Ġstanbul: MEB
Yayınları
Pala, Ġ. (2008). Ansiklopedik Divan ġiiri Sözlüğü, Ġstanbul: Kapı Yayınları
Solmaz, S. (2005). Ahdî ve GülĢen-i ġu‘arâsı, Ankara: AKMB Yayınları
154
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Uludağ, S. (2012). Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Ġstanbul: Kabalcı Yayıncılık
Uraz, M. (1941). Bağdatlı Rûhî Hayatı, ġahsiyeti, ġiirlerinden Seçme Parçalar, Ġstanbul:
Kültür Basımevi
155
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
EDEBĠYAT ELEġTĠRĠSĠNDE BĠR MODEL OLARAK EDEBĠYAT MAHKEMELERĠ
Ebru BURCU YILMAZ
"Sanat, felsefe ve dinin asıl manası, insanın
dikkatini muammalara, sırlara ve sorulara çekmelerinde
yatmaktadır. Bu ise Ģuurumuzun uyanması demektir.‖
Aliya Ġzzetbegoviç
ÖZET
Edebî metinlerde anlamın nerede aranacağı sorusu, farklı cevaplara iĢaret eden edebiyat
kuramlarının temelini oluĢturur. Kuramsal açıdan büyük bir zenginliğe sahip olan edebî
tenkit, yazar, eser ve okuyucu arasındaki etkileĢimin/iletiĢimin dikkate alındığısağlam
okumalara ihtiyaç duymaktadır. Bu noktada Necip Fazıl Kısakürek'in 1945 yılında kaleme
aldığı ve 1997 yılında kitaplaĢan "Edebiyat Mahkemeleri" adlı çalıĢması hem edebiyat
eleĢtirisinde hem de edebiyat eğitiminde bir model olarak dikkate değer bir yaklaĢıma
sahiptir. Tevfik Fikret, Yahya Kemal ve Mehmet Akif gibi Ģairlerin bir mahkeme atmosferi
içinde yargılandığı bu çalıĢma, sanatçıya dönük eleĢtirinin bilgi, tespit ve yoruma
dayandırılarak objektif ve yapıcı tenkidin gerekliliğine iĢaret eder. Dünya kitabını okuma
gayretimize önemli katkılar sağlayan edebî metinlerin hangi tavır ve niyetler doğrultusunda
kaleme alındığını anlamamıza yardımcı olabilecek bu çalıĢma, geçmiĢten günümüze eser
veren yazar ve Ģairlerin övgü ve yergiye hapsedilmeden değerlendirilmesini sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: EleĢtiri, edebi metin, Kuram, Necip Fazıl, Edebiyat Mahkemeleri
The question of where to look for meaning in literary texts is the foundation of literary theory
that pointing to different responses. Theoretically, the literary criticism having a great wealthy
needs to strong readings when the communication among the author, the work and the reader

Doç. Dr., Ġnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Malatya.
156
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
interactions taking into account. In that point, the work Edebiyat Mahkemeleri (Literature
Courts), written in 1945 and published in 1997 by Necip Fazıl Kısakürek, has a remerkable
approach in both literary criticism and in literary education as a model. The work, in an
atmosphere like a trial of famous poets such as Tevfik Fikret, Mehmet Akif and Yahya Kemal
in a court, refers to the necessity of objective and constructive criticism of the artist grounding
on the knowledge, identify and review. This study which literary texts of our effort to read the
book world that makes an important contribution the attitude which was drafted in accordance
with will provide writers and poets who works from past to present from incarceration to
praise and satire.
Key words:criticism,literary texts, theory, Necip Fazıl, Literature courts.
GiriĢ
Edebî metinle bir mânâ evreninde buluĢan okuyucu metnin anlamını nerede arayacağına dair
bir sorgulama yaparken yazar-eser-okuyucu ve devir gibi metnin oluĢumuna doğrudan etki
eden unsurlar üzerinde durur. Biçim ve muhteva olarak iki düzlemde kategorize edilen
kurmaca metinlerde anlamın bu derece önemli olması sadece okuyucunun üzerinde
bıraktığı/bırakacağı etki ile izah edilemez. Estetik bir tavırla metne yaklaĢan okuyucunun
intibalarına göre bir yorum ortaya çıkabileceği gibi kiĢisel ve kolektif bilinçdıĢının
görünümlerinin yorumlanmasını sağlayan mito-poetik okumalar da mevcut yorumları
derinleĢtirebilir. Edebî metnin çok anlamlılığı, konunun hem sübjektif değerlendirmelere hem
de teorik ve kuramsal açıdan temellendirilmeye müsait olan yapısına iĢaret eder. Metnin
değerlendirilme süreci edebî bir yargılama yapılmasını zorunlu kıldığı için eleĢtirmenin yazar
ve esere farklı zaviyelerden bakabilmesi gerekir.
Edebiyat ve mahkeme sözcüklerinin bir araya geldiğinde hafızamızdan gelen ilk mesaj
çoğunlukla yazarı ya da içeriğinden dolayı mahkemelik olan ve hukukî süreçlerde birer sanık
muamelesi gören eserlere dair olmaktadır. ġüphesiz bu çağrıĢımların arasına Kafka‘nın eseri
Dava‘yı ya da Emile Zola‘nın meĢhur Dreyfus davası vesilesiyle yazdığı mektubu ve bu
sebeple mahkemeye verilmesini de ekleyebiliriz. Doğrudan eseri sebebiyle mahkemeye
çağrılan ve roman karakterini savunmak zorunda kalan Gustave Flaubert de edebiyat ve
mahkeme arasında bağ kurabileceğimiz yazarlardan birisidir. ÇalıĢmamıza konu olan, eleĢtiri
ve tekliflerimizin de çıkıĢ noktasını oluĢturan Necip Fazıl Kısakürek‘in Edebiyat
Mahkemeleri adlı kitabı, ütopik bir eleĢtiri olarak okunabilir. 1945 yılında Büyük Doğu
Dergisinde yayımlanan yazıların kitaplaĢmasıyla ortaya çıkan bu eserde Necip Fazıl, Türk
157
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
edebiyatına yön veren önemli isimlerden bazılarının ruhlarını çağırdığı bir mahkeme ortamı
kurgulayarak bu isimleri tenkit eder. Sanık sandalyesine oturan dört isim; Tevfik Fikret,
Yahya Kemal, Mehmet Akif ve Nurullah Ataç‘tır.
Edebî eserin bir mahkeme havası içinde değerlendirilmesi ilk bakıĢta sanatın doğasına aykırı
bir eylem gibi görünse de çoğu zaman edebiyat eleĢtirisini gölgeleyen sübjektif, ideolojik ve
taraflı tutumların yanı sıra bu konudaki tek tip yaklaĢımların ortadan kaldırılması açısından
önemli bir metot olarak değerlendirilebilir. Ayrıca Türk edebiyatı tarihinde peĢin kabullere
dayalı bir takım imgeler üzerinden tanınmaya ve tanıtılmaya çalıĢılan sanatçıların layık
oldukları yerin ve değerin tespit edilmesi için de sağlıklı bir edebiyat eleĢtirisinin ilmî bir
disiplin olarak benimsenmesi gerekmektedir. ġair ve yazarların ölümlü yanlarının değil de
zamanı aĢan kalıcı eserleri üzerinden gerçekleĢecek bir edebiyat eleĢtirisine duyulan ihtiyaç
hem tenkit sahasında hem de edebiyat eğitiminde kendisini hissettirmektedir. Anlama ve
yorumlama çabasının edebî metinleri çözümleme noktasında nasıl bir kuramsal çerçeve içinde
gerçekleĢeceği metinle kurulan iliĢkinin yaslandığı ilmî disiplinlerle de alakalıdır.
Edebiyat tarihimize baktığımızda hakkında yeterince bilgi ve belgeye sahip olmadıklarımızı
bir tarafa bırakırsak bilhassa modern Türk edebiyatı diye tanımladığımız Tanzimat‘tan
bugüne gelen süreçte hâlâ bir takım kabullerin içine hapsedilen ve üzerinde yeterince
derinlikli çalıĢma yapılmadığı için bir takım aidiyetlerle ya da popüler yönleriyle ön plana
çıkarılan sanatçıların olduğunu görebiliriz. Böyle bir durumun ortaya çıkması kasıtlı
yaklaĢımlardan kaynaklanabildiği gibi bir kısım edebiyat eleĢtirisinin ezbere kabullere
dayandırılarak yapılması da gerekçe olarak görülebilir. Örneğin; Osmanlı modernleĢmesinde
önemli bir isim olarak edebiyat tarihimizde yer bulan Muallim Naci, bugün sadece edebî
münakaĢalar içinde bir taraf ya da mutavassıtîn grubunun içinde yer alan bir gelenekçi olarak
tanımlanmaktadır. Bu algının oluĢmasında Muallim Naci hakkında yapılan taraflı ve kasıtlı
yorumların yanı sıra yazarın eserlerinden hareketle sağlıklı bir biyografisinin ve
monografisinin ortaya konmamıĢ olması etkilidir. Bir taraftan katı gelenekçi olarak nitelenen
bir yazarın diğer taraftan döneminde aykırı bir tavır olarak görülen natüralist edebiyat
tartıĢmalarında BeĢir Fuad‘ın yanında yer alması Muallim Naci‘nin düĢünce dünyamıza tesiri
konusunda yeterince dikkatle incelenmediğini göstermektedir.
Edebiyata dair beğenilerin ya da eleĢtirel bakıĢın övgü ve sövgü arasında gidip gelmesi ilmî
bir disiplin olması gereken edebiyat eleĢtirisini gölgelemektedir. Necip Fazıl, Mehmet Akif‘i
yargıladığı mahkemede bilirkiĢi olarak bir rapor hazırlar. Bu raporunda altını çizdiği husus,
158
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Mehmet Akif‘in yanında ya da karĢısında yer alan kiĢiler tarafından Ģairin yeterince
tanınmamasından kaynaklanan sığ eleĢtirilere mahkûm edilmesidir:
―Mehmet Akif, ne kendisini sevenlerce, ne de kendisinden tiksinenlerce anlaĢılabilmiĢ
bir Ģahsiyettir. Cephelerden ikisi de, mümkün olduğu kadar kaba, sığ bir intiba; ister müsbet,
ister menfi, son derece basit bir infiâl planındadır‖ (Kısakürek, 2010; 59)
Tevfik Fikret‘in yargılandığı mahkeme tıpkı Mehmet Akif‘in mahkemesinde olduğu gibi
birbirine zıt fikirleri benimsemiĢ kitlelerin bakıĢ açıları arasındaki farklılığın edebiyat
üzerindeki ayrıĢtırıcı etkisini örneklendirir. Bu sebeple Fikret hakkında ifade vermek için
çağrılan tanıklar, Sabiha Sertel ve Necip Fazıl‘dır. Sabiha Sertel‘in Ġlericilik Gericilik
Kavgasında Tevfik Fikret baĢlıklı çalıĢmasında ortaya koyduğu gibi Fikret‘i sadece
ideolojisini ön plana çıkararak yücelten tek taraflı yaklaĢım Necip Fazıl‘ın ifadelerinde de tek
taraflı bir olumsuzlamaya dönüĢür. Mahkemeye, ―otuz yıldır edebiyat tarihini Ģairlik
iddiasıyla‖ (s.11) suçlandığı için çağrılan Tevfik Fikret, fikir çilesi çekmeyen, Coppe gibi
Ģairleri taklit eden, Ģiiri nesre yaklaĢtırarak derinlikten yoksun bırakan, lügat cambazlığı
yapan, mensubu olduğu milletin inanç hükümlerine karĢı gelen bir kiĢi olarak tanımlanarak
hakkında hüküm verilir:
―Tevfik Fikret‘in, baĢıboĢ ve sahipsiz Türk edebiyatı tarihinde açıkgözce iĢgal etmekte
olduğu mevkiden indirilmesine karar verildi. Her sene, bir takım maksatlı ve maksatsız
politikacıların üĢüĢtüğü ve yine Tevfik Fikret gibi kolay ve ucuz, açıkgöz ve istismarcı
lafazanlıklara meydan diye kullandıkları(…)mezarı, sade kendi ıstırap haline terkedilecek ve
civarına kimse yanaĢtırılmayacaktır‖(s.16)
Tevfik Fikret‘in yargılandığı mahkemeyi ideolojik ve taraflı tutum sergilemekle itham eden
Oktay Akbal, Burhan Belge ve Özdemir Asaf gibi isimler mahkemenin temyiz edilmesi
gerektiğini söyleyerek yeniden yargılanma isterler. Kabul gören bu teklifin ardından yer ve
zaman kararlaĢtırılır. Fikret‘in lehinde ve aleyhinde dinlenecek olan kiĢilerin isimleri
belirlenir. Bu noktada Zahir Güvemli‘nin ağzından aktarılan düĢünceler bu mahkemelerin aslî
iĢlevinin ne olması gerektiğini ifade eder:
―Bilhassa arkadaĢlardan Ģunu rica edeceğim. Toplantıya hazırlıklı gelsinler. Ġndî ve
tefsiri münakaĢalarla vakit geçmesin. Her söz bir delille vesikalanabilsin‖ (s.23)
Fikret için toplanan ikinci mahkeme bir taraftan Fikret‘in Ģairliğini değerlendirirken diğer
taraftan da dönemindeki muhalif kimliğinin ve Batıcılığının kaynakları üzerine görüĢler alır.
159
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Bu defa Necip Fazıl, Fikret üzerindeki Coppe tesirini örnekleriyle birlikte ortaya koyarken,
Kazım Nami, Ģâirin muhalif yönünün Ġttihat ve Terakki‘ye girme gayretinin sonucu ortaya
çıktığını söyleyerek padiĢah için yazdığı Culûsiyyeden seçilen örneklerle tezini ispatlamaya
çalıĢır. Sonuçta Fikret için önceki mahkemede verilen karar değiĢmez.
Fikret örneğinde olduğu gibi sanatçı kimliği ile siyasi düĢünceleri birbirinden ayrılan bazen de
birbiriyle iliĢkilendirilen diğer sanatçılarımızın edebiyat tarihinde nasıl bir algıyla yer
buldukları üzerine yapılacak tartıĢmalar faydalı sonuçlar verebilir. Örneğin, bir yandan
milliyetçi ve feminist kadın yazar imgesiyle tanınan Halide Edip‘in diğer taraftan Amerikan
mandasına dair görüĢlerinden kaynaklanan muhalif tavrı yazar Halide Edip ile siyasi bir figür
olan Halide Edip‘i birbirinden çok ayrı noktalara yerleĢtirir. Edebiyat eleĢtirmeni ya da
okuyucunun net bir Halide Edip profiline ulaĢabilmesi her iki yönünün de ayrıntılı olarak
bilinmesi ile mümkün olabilir. Bu süreçte yazarın kendisini savunmasına da imkân veren
mahkeme, yazarın niyetinin ortaya konmasını sağlayacak bilgilerin gündeme gelmesini sağlar.
Yakup Kadri‘nin Yaban ve Nur Baba sebebiyle aldığı tenkitler, HaĢim‘in devletin yıkılma
sürecinde sadece mehtap ve leyleklerin Ģiirini yazmakla suçlanması, Arap olmasından dolayı
dıĢlanması gibi sorunlu alanlar da bir edebiyat mahkemesi düzeni içinde değerlendirilebilecek
diğer örneklerdir.
Yahya Kemal‘in sanık sandalyesinde oturduğu mahkeme Fikret‘inkine göre estetik yargıların
daha fazla olduğu bir ortamda gerçekleĢir. ġairin neoklasik ve parnas kimliği sorgulanırken,
az yazması eleĢtirilir. Yahya Kemal‘in sanat telakkisine dair değerlendirmeler yapan kiĢilerin
ittifak ettiği nokta, tek cepheli kabul edilmesine karĢılık kelime iĢçiliğinde baĢarılı olan gerçek
bir Ģair vasfı taĢıdığıdır. Hakkındaki hüküm de bu tespitlerle uygunluk gösterir:
―Kendisine, Tanzimat baĢından beri benzeri olmayan tek cepheli Ģairliğine karĢılık
defne dallarından bir çelenk takdim edilmesine, çelengin üstüne de aĢağıdaki kısa hükmün
yazılmasına karar verilmiĢtir:
‗Dünyaları kavramakta en ileri (plastik) zevk hadlerinin mağrur inzivasına çekilmiĢ ve
buradan büyük idrake yol bulamamıĢ san‘atkâr!‘‖ (s.50)
Necip Fazıl‘ın kurguladığı Edebiyat Mahkemeleri, yazıldığı dönemin edebiyat anlayıĢının bir
sonucu olarak kendisinin de yer yer tenkit ettiği ideolojik koĢullanmadan etkilenmiĢtir. Bu
çalıĢmanın edebiyat tenkidi ve edebiyat eğitimine sağlayacağı en önemli katkı bir yazarın
eseri ve yaĢadığı/etkilediği dönemle birlikte ele alınmasını zorunlu kılmasıdır. Bunun yanı
160
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
sıra bilhassa öğrencilerle yürütülecek bir proje kapsamında kurgulanacak edebiyat
mahkemeleri,
savunduğu
ya
da
karĢı
çıktığı
bir
yazarı/eseri
hangi
delillerle
destekleyebileceği, hangi nâkısalardan dolayı tenkit edeceğini iyi bilme noktasında öğrenciyi
hazırlıklı olmaya sevk edecektir. Nitekim ―sanat yapıtı, bireysel-tekil bir varlıktır ama o,
insansal-toplumsal öze, bu özün genelliğine ve tümelliğine ıĢık tutar‖ (Tunalı, 1998; 81).
YaĢamın kendisi bir karĢıtlıklar iliĢkisi üzerine kuruluyken edebi eserlerdeki karĢıtlıkların
yadırganması düĢünülemez. KarĢıtlıkların ortaya çıkardığı çatıĢmadan hareketle evrensel
insanî öze ulaĢmanın amaç olduğu edebiyat eleĢtirisinde metni Ģekillendiren iç ve dıĢ
dinamiklerin iyi bilinmesi, biçim ve içeriğin oluĢum sürecinin kavranması amaçlanır.
Edebiyat Mahkemeleri‟nden Edebiyat EleĢtirisi ve Eğitimine Dair Çıkarımlar
Edebiyat Mahkemeleri adlı kitapta her ne kadar yazar odaklı bir yargılama yapılıyorsa da
günümüz edebiyatında sadece eseri aracılığıyla konuĢmayı tercih eden ve çoğunlukla da
suskun kalan yazarların edebî verimlerinin değerlendirilmesinde tanık olarak dinlenebilecek
isimlerin önemli bir iĢlevi olacaktır. Örneğin; Ġhsan Oktay Anar ya da Hasan Ali ToptaĢ gibi
yazma süreçleri konusunda ketum olmayı tercih eden
eleĢtirmenlerin
metnin
doğasına
uygun
tahlil
yazarları değerlendirirken
metotları
kullanarak
yaptıkları
değerlendirmelerden hareketle sağlam hükümler vermek mümkündür. Bu noktada edebiyat
mahkemelerinde görev alacak kiĢilerin edebiyat kuramları ve tahlil metotlarını iyi bilmesi
gerekmektedir. Bu meseleyi sadece teknik boyutlarıyla ele almak edebi metni, muhatabı için
bir deneysel ürün seviyesine indirgeyebilir. O yüzden öncelikle okuma ve yorumlama
eylemlerinin yöneldiği nesne olan metnin, okuyucuya hangi pencereleri açabileceği ya da
yorumun sınırlarının nerede baĢlayıp nerede bitebileceği gibi sorular üzerinde düĢünülmelidir.
Derrida‘nn tabiriyle, her Ģeyi söyleyebilme imkanı veren edebî metin, ―kendi baĢına kendisini
‗aĢkın‘ bir okumaya ödünç vermekten kaçınamaz ve bu aĢkını yasaklayan bir edebiyat
kendisini fesheder‖ (Derrida, 2010; 47).
Edebî esere ve yazarına baĢarı atfederken ya da büyük ve önemli gibi sıfatlarla
anarken bağlı kaldığımız ölçütler eserin özgünlüğü,
dili ve imgesel anlatımı kullanma
baĢarısıyla iliĢkilidir. Bunları dikkate almadan sadece ideolojik koĢullanmalara bağlı
sahiplenme ya da dıĢlama haksız değerlendirmelerin ortaya çıkmasını sağlayabileceği gibi
edebîlik ölçütünün de ciddiye alınmamasına sebep olacaktır. Bu durumun en çarpıcı
örneklerini edebiyatımızda bir dönem ağırlığı hissedilen sosyal gerçekçi edebiyat çizgisindeki
161
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
yazarlarda görebiliriz. Örneğin; Köy edebiyatının ve sol edebiyat çizgisinin popüler olduğu
bir dönemde hikâyeler kaleme alan Tarık Buğra‘nın, ödüller kazanmasına rağmen dönemin
hikâyecilerine yer verilen antolojiye dâhil edilmemesi ve kanon dıĢı bırakılması ideolojik
kabullerin edebîlik vasfının önüne geçtiğinin en açık örneğidir. Buna karĢılık Sabahattin Ali,
ideolojik mensubiyetine rağmen yazdığı hikâye ve romanlarla günümüzde hâlâ zevkle okunan
yazarlar biri olma mevkiine ulaĢmıĢtır. Günümüzde edebiyat çevrelerinin belli çizgiler
doğrultusunda bir araya gelmelerine rağmen metin karĢısındaki okuyucu salt fikir içerikli
eserlerde ne anlatıldığını takip etmekten ziyade saf edebiyata yönelmekte ve aktif olarak
yazma sürecine dahil olmaktadır.
Edebiyat, ―okuyucusunda etkin bir zihinsel tepki uyandırır(ken)‖ (Pospelov, 2005; 39)
içerdiği değer yargılarını ideolojik sahiplenmenin ötesinde estetize ederek sunmayı amaçlar.
Edebiyat eleĢtirisini edebiyat bilimini besleyen bir kaynak olarak görmemiz gerektiği için
eserde verilen bilginin fikir kitaplarından farklı bir Ģekilde ifade ettiğinin farkına varmak
durumundayız. Gerçek mahkemeler olayın failini bulmak ve failin eylemleri üzerinden bir
yargılama yapmayı amaçlarken, edebiyat mahkemelerinde yazar, ortaya çıkan sonucun
hazırlayıcılarından sadece bir tanesidir. Edebiyat kuramları metnin anlamını aradıkları yere
göre yazar, okur ve metin merkezli kuramlar Ģeklinde ayrıĢırken aslında eserin
tanımlanmasında rol sahibi olan faillerin çeĢitliliğine de iĢaret eder. Metnin anlamının yazarda
olduğunu savunan geleneksel eleĢtiri yöntemlerinin aksine özellikle modern ve postmodern
metinlerin doğası ve kurgulanma biçimi yazarı da aĢan bir yapıya iĢaret etmektedir. Bu
sebeple Umberto Eco‘nun tanımlamasıyla ―örnek okur‖a hitap eden metinler, anlam
dünyalarını alımlama estetiğine uygun bir Ģekilde çok katmanlı bir yapı içinde sunarlar.
Okurun sürece aktif olarak katılabildiği metinler için, yazarın ne söylemek istediği sorusu
beraberinde okuyucunun ―beklenti ufku‖ ve metnin niyeti gibi eserin açımlanmasına katkı
sağlayacak unsurları ön plana çıkarır. ―Metnin niyeti temel olarak kendisi hakkında
tahminlerde bulunabilecek örnek bir okuru üretmek olduğundan‖ (Eco, 1997; 74) bir edebî
metinden çıkarılacak anlamın izini sürmek için müracaat edilmesi gereken unsurların
çokluğunu dikkate almak gerekiyor.
Zaman zaman tenkit mahiyetinde duyduğumuz ―edebiyat can çekiĢiyor‖ tarzı söylemler de
metinlere vukûfiyetin azalması ve popülaritenin bir ölçüt olarak önemsenmesinden
kaynaklanmaktadır. Edebî eserin estetik bir tavırla değerlendirilmesi gerekirken anlamı
yazarla ya da dönemin güncel meselelerinin etki alanıyla sınırlandıran yaklaĢımlar anlamın
tekliğini hedefleyen indirgemeci yaklaĢımlar sebebiyle metindeki derin yapıyı okuyamazlar.
162
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Niteliğin çok okunmak ya da çok satmak gibi verilerle paralel kabul edildiği bu bakıĢ açısına
göre çok okunan metinlerdeki edebî niteliğin düĢük olması edebiyatın bütününe teĢmil
edilebilir. Bilhassa roman türünde uzun bir taklit evresi yaĢayan Türk edebiyatı, özgün vaka
ve karakter kurgulama bakımından önemli bir geliĢme gösterirken bu geliĢmeyi fark edecek
nitelikli okuyucu ve eleĢtirmenlere ihtiyaç duymaktadır. Edebiyat eleĢtirisinin en yoğun
Ģekilde yapıldığı ve bunun bir formasyonun parçası olarak teknik boyut kazandığı Türk Dili
ve Edebiyatı Bölümlerinde Edebiyat Mahkemeleri modelinin uygulanması sanatçıların çok
yönlü olarak tanınmasını sağlayacağı gibi eleĢtirinin ilmî bir disiplin olarak geliĢmesine katkı
sağlayacaktır. Ahmet HaĢim‘in ―ġiir Hakkında Bazı Mülahazalar‖ baĢlıklı poetikasında
belirttiği edebiyatın düĢmanlarından birinin de edebiyat öğretmenleri olması edebiyat
eğitiminde metin incelemelerinin sadece Ģekli unsurlardan ibaret görülmesi sebebiyledir.
Metnin biçim ve muhtevasına dair yazarın ifĢâ ettiği kadarıyla bir anlam alanı oluĢturmaya
çalıĢan okuyucu bu unsurların dıĢında bir hareket noktası belirlemediği taktirde -önceki
bölümde de bahsi geçen- örneğin; Hasan Ali ToptaĢ ya da Ġhsan Oktay Anar gibi yazarların
eserlerini yorumlamakta zorlanacaktır. Bu yüzden edebiyat kuramları metindeki, yazarın
sesinin dıĢındaki göstergelerin yorumunda yol göstericidir. Metin, yazarın sustuğu yerde
ondan çok daha ikna edici delillerle konuĢacaktır. Bu süreçte oyunun kurallarını bilen
okuyucu neyin peĢinde olduğuna karar vermek durumundadır. Yazarın mı, estetik tavırla
ortaya çıkacak hazzın mı, ideolojik bir söylemin mi yoksa edebî eserler yoluyla kendisini
içten içe inĢa etmenin mi? Cevabımız ne olursa olsun edebî metinlere çok yönlü ve
interdisipliner bir bakıĢ açısıyla bakma zorunluluğumuz büyük önem taĢımaktadır. Necip
Fazıl‘ın kurduğu son mahkemede diğer üç Ģâir hakkında edebiyat tarihçilerinin düĢtükleri hata
ve eksiklikler eleĢtirilirken, Nurullah Ataç‘ın Ģahsından hareketle de eleĢtiri mekanizmasının
nasıl iĢlemesi gerektiğine dair değerlendirmelere yer verilir:
―Münekkit! Bütün bir tarih ve cemiyet çilesi çekmiĢ ve Ģahsî bir kıstasa varmıĢ, akıl ve
fikir muztaribi…Münekkit! Tâ baĢlangıcından bugüne kadar bütün fikir ve sanat zincirlerini
teker teker belli baĢlı illiyetlere bağlayan ve o zincire iliĢik yepyeni bir halkalanıĢın
muhasebesini kuran üstün yaradılıĢ…Münekkit! Müstesna bir irfan, müstesna bir bilgi,
müstesna bir tecrit, müstesna bir zevk, müstesna bir seziĢ, müstesna bir duyuĢ, müstesna bir
üslûp sahibi insan…‖(s.69-70)
Bu özelliklerden hareketle Nurullah Ataç‘ın eleĢtirmen sıfatını hak etmediği hükmüne varılan
mahkemede eleĢtirmenlik iddiasında bulunan kiĢinin tespit ve hükümlerini kitabî bilgilerle
desteklemesi elzem görülürken edebiyatı gölgeleyen kiĢisel eleĢtiri tarzının sebep olduğu
163
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
tahrifata da iĢaret edilir. Mahkemenin sanık Ataç‘a verdiği ceza, bu tarz eleĢtirmenlerin
edebiyattan uzak durması gerektiğine dair bir göndermedir:
―Yüksek mahkeme, sanığın Fransızca muallimliğinde, edebiyattan bahsetmemek
Ģartıyla ibkasına, gazetelerde, menba ve aslını göstermek Ģartıyla tercümeler yapabileceğine,
fakat her türlü edebiyat ve (söyleĢi) yazılarından men‘ine ve savcılık makamının
iddianamesini ezberleyip Türkiye‘nin en büyük Ģehirlerindeki halkevlerinde birer kere ezbere
okumasına karar vermiĢtir‖ (s.73).
Edebiyat Mahkemeleri, Necip Fazıl Kısakürek‘in edebiyata eleĢtirel tarzda baktığı bir metin
olmakla birlikte bu bildiride iĢaret etmeye çalıĢtığımız düĢünce, kitaptaki mahkeme
uygulamasının edebiyat eğitiminde öğrenciler, öğretmenler veya akademisyenlerce hayata
geçirilmesinin hem kiĢilere hem de edebiyata önemli katkılar sağlayacağıdır. Necip Fazıl‘ın
örnek olarak seçtiği isimlerin edebiyatımızda uç noktalara yerleĢtirilen kiĢiler olması edebiyat
eleĢtirisinde bir sorunsal olarak gördüğü öznel yaklaĢımlara karĢı bir tepkinin ifadesidir.
Edebiyat Mahkemeleri, sanatçıların ölümlü yanlarının yanı sıra zamanı aĢan ölümsüz ve kalıcı
vasıflarına dair ayrıntılar üzerine bir hükme varmaya çalıĢırken bir yazarın hangi gerekçelerle
edebiyat tarihinde yer bulabileceğini ya da hangi zaaflarından dolayı eleĢtirilmesi gerektiğine
iĢaret eden bir eleĢtiri modeli sunar. Edebiyat Mahkemeleri‘nde mizaç ve yönelimleriyle
farklılık göstermelerine rağmen mahkemede yargılanan dört isim için de geçerli olan vurgu,
sanatçıların büyük bir duygu ve düĢünce çilesi çeken insanlar olarak ayrıcalıklı bir konumda
yer almaları gerektiğidir. Bu çileyi çekmeyen kiĢilerin edebiyat mahkemesinde beraat etmesi
mümkün değildir.
Edebiyatın hayatla yakın iliĢkisinin kavranması, ayrıntıları fark etme konusunda insana katkı
sağlayan edebi metinlerde gizlenen derin hakikatleri fark etmekle alakalıdır. Edebiyat eĢittir
hayat anlayıĢının yerleĢtirilmesi edebiyatın felsefesinin de anlaĢılmasını sağlayacaktır. Ne
yazık ki edebiyat incelemelerinin akademik bir paranteze alınması araĢtırmacılar gibi kimi
zaman okuyucuyu da bir takım teknik unsurlar sebebiyle sınırlandırmaktadır. Biçim
özellikleri ya da eserden çıkarılacak kıssadan hissenin dıĢında da metne dair derin okumalar
yapmak mümkündür. Netice olarak Edebiyat Mahkemeleri örneği, edebî metinlerin tarihî,
felsefî ve estetik temelleri dikkate alınarak yapılacak okumaların edebî metni yazarın ve
ideolojik mensubiyetlerin tekelinden kurtarmakla birlikte edebiyat eğitimine de metin yorumu
konusunda bir model olarak katkı sağlayacağı düĢüncesinin altını çizmektedir. Bu bakıĢ açısı
164
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
edebi eser veren sanatçıların edebiyat tarihindeki yerlerinin de sağlıklı ölçütlere dayanarak
değerlendirilmesini sağlayacaktır.
KAYNAKLAR
DERRIDA, Jacques, (2010), Edebiyat Edimleri, (Çev. Mukadder Ertan-Ali Utku),
Ġstanbul, Otonom Yayıncılık.
ECO, Umberto, (1997), Yorum ve AĢırı Yorum, (Çev. Kemal Atakay), Ġstanbul, Can
Yayınları, (2.bs.).
KISAKÜREK, Necip Fazıl, (2010), Edebiyat Mahkemeleri –Edebiyat Mahkemeleri
Doğu Edebiyatı / Dil Raporları, Ġstanbul, Büyük Doğu Yayınları, (4.bs.).
POSPELOV, Gennadiy, (2005), Edebiyat Bilimi, (Çev. Yılmaz Onay), Ġstanbul,
Evrensel Yayınları, (2.bs.).
TUNALI, Ġsmail, (1998), Estetik, Ġstanbul, Remzi Kitabevi, (5.bs.).
165
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
SAĠT FAĠK ABASIYANIK‟IN KÜÇÜREK ÖYKÜSÜ „BEN VE
ONLAR‟IN ROLAND BARTHES‟ĠN S/Z ADLI ESERĠNDE YER ALAN
SEMANTĠK KOD BAKIMINDAN ĠNCELEME DENEMESĠ
ELĠF SAYAR
ÖZET
Öykü, kendine ait özellikleriyle, yeni yorumlara açık ve derin boĢluklar taĢıyan bir anlatı
türüdür. Bu çalıĢma, öykünün bu derin boĢluklarında, imgesel ve semantik unsurlarla satır
aralarını yeniden okuma denemesidir. Bu çalıĢmada Sait Faik Abasıyanık‘ın ―Ben ve Onlar‖
adlı kısa öyküsünün taĢıdığı anlam yükü, RolandBarthes‘in S/Z adlı eserindeki beĢ koddan (
1. Deneyin Sesi ( Özgür seçim edimleri)EYL.2. KiĢinin Sesi (Anlambirimcikler)ANL. 3.
Bilimin Sesi (Ekinsel düzgüler)GÖN. 4. Gerçeğin Sesi (yorumlar)YOR. 5. Simgenin Sesi
(KarĢısav) SĠM.), birisi olan ―KiĢinin Sesi /Semantik Kod‖ bakımından yeniden okunmuĢtur.
Değerlendirmede, Sait Faik Abasıyanık‘ın kısa öykülerinden biri olan ―Ben ve Onlar‖ın
seçilmesinin nedeni, dünya edebiyatında ―shortshortstory‖ veya ―flash fiction‖ gibi
adlandırmalarla bilinen, Küçürek (kısa) öykü tarzında olmasıdır. Ramazan Kaplan‘a göre yüz
sözcüğü geçmeyen bu anlatılar beĢ yüz sayfalık bir romanda, anlatılmak isteneni birkaç
tümceyle anlatır. Hızlı iletiĢim çağında, her Ģeyin parçalanıp küçüldüğü, dost sohbetleriyle
saatlerce süren sofraların yerini, kısa sürede tüketilen Fast- Food‘un alması, özlem
sözcüklerinin sayfalarca sürdüğü mektupların yerini ise birkaç harfe sıkıĢtırılarak yazılan kısa
mesajların aldığı, tüketim çağında yaĢayan insanın, günün yirmi dört saatinin bir dakikasına
sığdırabileceği bu öyküler, çağın bir aynası gibidir. Yoruma açık ve yananlam öğelerinin
fazlasıyla bulunduğu bu öyküler, ―Semantik Kod‖ bakımından incelemeye değerdir. Metni
temel olarak yazınsal yapıttan ayıran, onu estetik bir ürün değil, anlam aktarıcı bir kılgı,
olarak gören Barthes, S/Z adlı eserinde, metni anlambirimlere ayırarak incelemiĢtir. Bu
çalıĢmada,
Anlambilimin
gönderme
yaptığı

yananlam
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Türkiye, [email protected]
166
veya
anlambirimcikler,
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
RolandBarthes‘in izlediği yöntem dâhilinde bir sözcük veya sözcükler dizisi ile belirtilip,
ANL. kısaltmasıyla gösterilmiĢtir. Seçilen öykü metninin çoğulluğu ise anlambirimciklerin
çeĢitli Ģekillerde yorumlanmasına olanak sağlamıĢtır. Anlam derinliği olan bu öykülerde,
herkesin kendinden bir Ģeyler bulması mümkündür. Bu makalede, yaĢam mücadelesi içinde,
ait olmadığı bir ortamdan çıkmaya çalıĢan bir aydının, içsel mücadelesi açıklanmaya
çalıĢılmıĢtır. Toplum yaĢamından aile yaĢamına doğru perspektif bir yapıda aktarılan bu öykü
çalıĢması, toplumsallıktan bireyselliğe uzanan bir yolculuk niteliğindedir.
Anahtar Kelimeler: Semantik Kod, RolandBarthes, Sait Faik Abasıyanık, Küçürek Öykü.
Abstract
A story is a kind of story open to new comments and having deep spaces. This study is a try
for rereading between the lines with fictional and semantic elements in the deep spaces of a
story. In this study, meaning load of SaitFaikAbasıyanık‘s short story ―Me and Them‖ is
reread using the ―Semic Code: the voice of the person‖ among Roland Barthes‘s five codes 1.
Proairetic Code: empirical voice (EYL.), 2. Semic Code: the voice of the person (ANL.), 3.
Referential Code: the voice of science (GÖN.), 4. Hermeneutic Code: the voice of the truth
(YOR.) and Symbolic Code: the voice of symbols (SĠM.) in this work S/Z. The reason for
choosing SaitFaikAbasıyanık‘s short story ―Me and Them‖ is that the story is in the type
named ―short short story‖ or ―flash fiction‖ story in the world literature. According to
Ramazan Kaplan, these stories with maximum 100 words explain what is explained in novels
in five hundred pages. In this time of quick communication and consumption when everything
became smaller and Fast-Food culture replaced meals for hours by chatting with friends, and
short messages replaced letters of several pages full of words of longing, stories which people
can read in a minute of their twenty-four hours, are like a mirror of their time. These open-tocomment stories with lots of elements of connotations are worth analysing in terms of ―Semic
Code‖. Barthes, who mainly differentiates text from literary work and sees it not as an
aesthetical product, but a practice conveying meaning, analyses text by dividing it into
morphemes in his work S/Z. In this study, connotations or semes referred by Semantics are
specified with a word or words within the method of Roland Barthes and shown with the
abbreviation ANL. And plurality of the selected text enabled interpreting semes in different
ways. In these stories with profound meaning, it is possible for everyone to find something
from themselves. In this article, inner struggle of an intellectual who tries to get out of an
167
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
environment he does not belong to in his struggle for life is told. This story transferred from
social life to family life in a correct perspective structure is a journey from community to
individualism.
Key Words:Semic Code, Roland Barthes, SaitFaikAbasıyanık, Short short story.
GiriĢ
Dil, düĢünme ve düĢünüleni aktarma dizgesidir.(Aksan,2005:13) Ġnsanoğlunun ve kültürün
aktarıcısı olan dil ile ilgili en eski çalıĢmalar Eski Hint ve Eski Yunan‘da gerçekleĢtirilmiĢtir.
Dinin itici gücü temel alınarak yapılan çalıĢmalarda Hint ―Veda‖larının doğru bir Ģekilde
okunması, değerlendirilmesi ve zamana karĢı varlığını sürdürebilmesi amaç edinilmiĢtir.
Anlambiliminin konuları arasında olan nesne ve onun dildeki karĢılığı üzerinde Platon,
Herakleitos, Aristoteles gibi birçok düĢünür, dil felsefesi ve dilbilgisi konularına eğilmiĢtir.
19. Yy.‘da Alman dilbilimci K.Reising ―Latin dilbilimi Üzerine Dersler‖ adlı kitabında anlam
ile ilgili konulara Semasiologine baĢlığı altında geniĢ yer vermiĢ, onunattığı temel,M.Breal
tarafından sağlamlaĢtırılarak Semantique terimiyle yeni bir çalıĢma alanı ortaya çıkarılmıĢtır.
Ġsveçli bilgin F. De Saussurre ise dile ―dizge(sistem)‖ anlayıĢını getirerek dilin bir göstergeler
bütünü olduğunu vurgulamıĢ, Chomsky ve Anlambilimin tarihçesi üzerinde duran TambaMecz bu alanda birçok çalıĢma yapmıĢtır.RolandBarthes ise Betiği(metni) temel olarak
yazınsal yapıttan ayırarak onu estetik bir ürün değil, anlam aktarıcı bir kılgı; bir yapı değil, bir
yapılanma; bir nesne değil, bir çalıĢma ve bir oyuniolarak nitelendirmiĢtir.Ayrıca Betiği bir
örnekçeyle (tümevarımla) ulaĢılan bir yol değil, bin görüĢlü bir ağın giriĢi‖(Barthes,
2005:17)olarak nitelendiren RolandBarthes betiği küçük parçalara ayırmıĢtır.
Bu anlamlandırmayla ―Betik, bütünlüğü içinde hem düz hem derin, kaygan, kıyısız ve
göstergesiz bir gökyüzüne benzetilebilir. Bazı ilkelere göre kuĢların uçuĢunu yorumlamak için
sopasının ucuyla gökyüzünden düĢsel bir dikdörtgen kesen bir kâhin gibi yorumcu da
anlamların göçünü, düzgülerin(kodların) yanyana geliĢlerini, alıntıların geçiĢini gözlemlemek
için betik boyunca okuma kuĢakları çizer.‖(Barthes,2006:24)
Betik boyunca çizilen okuma kuĢaklarının amacıbetiğin çoğulluğunu ortaya çıkarmaktır.
―Çoğulluğu kafamızda canlandırmanın en iyi biçimi betiği farklı dalgalar üstüne yerleĢtirilmiĢ
ve zaman zaman ani bir ses solmasıyla yakalanmıĢ birçok sesin çok renkli bir değiĢtirimi
olarak dinlemektir.‖(Barthes,2006:47) Bu değiĢtirimde sesler bilinçdıĢıyla bağlantısını
168
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
koparmaz. Metinde söylenmek istenen Ģey, özne tarafından imgesel özdeĢleĢim ve gözucuyla
görülen gerçek ile, bir bakıĢ açısından diğerine habersiz bir Ģekilde geçiĢ yapmaimkânı bulur.
Modern romanda bu değiĢim,atanolite59 gibi bir döngüye girer.
Bir metin her okunuĢta okuyucu tarafından yeniden yaratılan bir dünyadır. RolandBarthes‘e
S/Z adlı eserinde metnin çoğulluğunu gösteren beĢ düzgü(kod) olduğunu söyler.. S/Z adlı
eserindeki beĢ koddan ilki Deneyin Sesi‘dir. ―Özgür seçim edimleri‖ olarak açıklanacak bu
kod EYL. kısaltması ile gösterilmektedir. Ġkinci sırada ―KiĢinin Sesi‖ yer alır.
―Anlambirimcikler‖‘in oluĢturduğu bu kod ise ANL. Kısaltmasıyla yerini alır. Üçüncüsü
―Bilimin Sesi‘ dir. ―Ekinsel düzgüler‖ olarak açıklanan kod GÖN. ġeklinde kısaltılır.
―Gerçeğin Sesi‖ dördüncü koddur. ―Yorumlar‖ların ön plana çıktığı bu düzgü YOR.
kısaltmasıyla gösterilir. Son kod ise ―Simgenin Sesi‖dir ―KarĢısav‖ ı gösteren bu kod SĠM.
Ģeklinde kısaltılır.
Bu çalıĢmada ele alacağımız kod ―KiĢinin Sesi veya Semantik Kod‖dur.―Düzgü bir dizge
değil, ne pahasına olursa olsun yeniden kurulması gereken bir dizidir.‖ (Barthes, 2006:29) ―
Her düzgü betiği örmüĢ olan seslerden biridir.‖60Metni ören bu seslerden birisi de Semantik
Kod‘dur. Semantik anlamları inceleyen bir bilimdir. Semantik(anlambilim) felsefi (mantıksal)
ve dilbilimsel olmak üzere iki farklı açıdan ele alınmaktadır. Felsefi (mantıksal) yaklaĢım,
göstergeler ya da sözcükler ile bunların göndergeleri arasındaki bağlantıyı, düz anlam, yan
anlam, adlandırma ve doğruluk gibi özellikleri incelemektedir. Dilbilimsel yaklaĢım ise,
zaman içinde meydana gelen anlam değiĢikliklerini, dilin yapısını, düĢünce ve anlam
arasındaki karĢılıklı bağlantıyı inceler. Dilbilimsel açıdan söylemlerin ve yazılı metinlerin
zihindeki çağrıĢımları olarak tanımlanır. Söylemlerin ve yazılı metinlerin okuyucunun
zihninde
oluĢturduğu
bu
çağrıĢımlar,
betiğin
çözümlenmesinde
bir
basamak
oluĢturan,anlambirimcikler sayesinde çözülebilir. Bu anlambirimcikler metinde serbest halde
bulunur.
Serbest halde bulunan anlambirimciklerin yorumlanması ve çözülmesi ise
okuyucunun veya yorumlayanın bilgi düzeyi ve kültür seviyesine bağlıdır.
RolandBartesAnlambirimciklerin ― Ne bir kiĢiye (bir yere ya da nesneye) bağlı tutmadan
çalıĢacağız ne de tek bir izleksel alan oluĢtursunlar diye kendi aralarında düzenlemeye
59 Müzikte notaların hiyerarĢisinin yıkılıp bir tonun kalmaması.
169
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
çalıĢacağız; değiĢikliklerini, dağılmalarını, onları bir tozun, bir anlam balkımasının
parçacıkları yapan ne varsa her Ģeyi onlara bıraka(rak).‖(Barthes, 2006:30) Çözümleme
yapılması gerektiğini vurgular.
Betikteki varsıllık(gösterilen)
imgesini ortaya çıkarmak için anlambirimciklerden(kiĢinin
sesi) yararlanılır.Anlambirimciklerin dökümü yani kiĢiye ait sesin duyulması için bir takım
dürtüler gerekir. Nasıl bir boğa güresinde boğayı tetikleyen matadorun topuk sesi ve bel
büküĢü
ise
betikteki
anlam
anlambirimciklerdir.(Barthes,2006:29)
varsıllığını
Örneğin:
―Anne‖
ortaya
kelimesi
çıkaran
ele
da
alındığında
anlambirimciklerin Ģu Ģekilde sıralandığı görülür:
Anlambirimcik1: Kadın(DiĢi)
Anlambirimcik2: Çocuk sahibi(Doğurgan)
Anlambirimcik3: Kutsal bir varlık (Kültürel değer)
Anlambirimcik4: Fedakâr (Ġçgüdü)
Anlambirimcik5: Duygusallık(Kadın)… gibi
Anlambirimcikleri çoğaltmak mümkündür. Anlambirimcik (yananlamın gösterileni) kiĢilere,
yer ve nesnelere yananlamsalözelliikler yükler. Yananlam açıkça görülse de bireysel imgeler
taĢıdığı için adlandırılması belirsizdir. Öyleyse yananlam ― Anlatım düzleminin bir
anlamlama dizgesi tarafından oluĢturulduğu bir dizgedir.‖(Barthes,2005:84). Yananlamın
anlaĢılması için ipuçları verilir. Bir anlambirimciğin(yananlamın) verimliliği bu ipuçlarının
tekrarlanmasına bağlıdır. ―Aynı anlabirimcikler birçok kez aynı özel adın içinden geçtikleri ve
burada durağanlaĢır gibi göründüklerinde bir kiĢi doğar‖ Böylece kiĢi anlambirimciklerle
bütünleĢen bir ürün olur. Anlambirimciklerin geri dönüĢüyle belirlenen kiĢi karmaĢık bir
yapıya sahiptir. Böylece Betiğin yananlam anahtarı ortaya çıkar. Bu tür ipuçları vermeye
Barthes ―yerdeĢlik 61 oluĢturma‖ (Erkman,2005:125) demektedir. Bu tekrarlanan ipuçları
okuyucuya betikte neyi bulması gerektiğini gösterir. BöyleceYananlam parmak ucuyla iĢaret
eder; ama söylemez. Her Ģey anlambirimciğin adlandırılmasına bağlıdır.
RolandBarthes ‗in S/Z adlı denemesinde incelenen Balzac‘ınSarrasine adlı öyküsü, Semantik
kod ANL. bakımından değerlendirilir.―Sarrasine‖ kelimesi ilk bakıĢta algılanacağı gibi diĢilik
61
Herhangi bir dil öğesinin (sesbirim, anlambirimcik.) tekrarlanması.
170
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
yananlamınıakla getirir. Fransızca bir isim olan SarraSine‘nde sondaki ―e‖ biçimbilimde
diĢiliğin göstergesidir. Bu ismin eril biçimi ise SarraZine‘dir. Böylece Sarrasine metin
boyunca ―diĢilik‖ bakımından vurgulanır. Özel ad olarak Sarrasine adı altında ― simgelerin
yönlendirilmiĢ kiĢisiz kiĢiliği değil; yananlamlar geliĢtirilir.‖ (Barthes,2006:90) Ruhbilimsel
açıdan bakıldığında Sarrasine (taĢkınlık, sanatsal yetenek,bağımsızlık, aĢırılık diĢilik,çirkinlik,
karma yapı, dine saygısızlık,parçalama düĢkünlüğü, istem vb.nin toplamı, kavuĢma yeridir.
Özel Addır. Özel ad bir bedene göndermede bulunarak anlamın biçimlenmesini sağlar. Bu
özel ad kiĢiye anlambirimcikler dıĢında var olmayı sağlar. Özel adüzerine yüklenen tüm
anlambirimcikler gerçeği getiren eylemlere dönüĢür. Ad da özneye dönüĢür. Barthes‘e göre
―Bugün romanda yıpranmıĢ olan romansılık değil kiĢidir. Artık yazılamayandır. Özel addır.‖
(Barthes,2006:91)
―Güçlü bir bilmece sıkıĢtırılmıĢ bir bilmecedir.‖ diyen RolandBarthes‘ın sözünden hareketle,
denemenin S/Z adlı baĢlığı ele alındığında, incelemesi yapılan Balzac‘ınSarrasine adlı
hikâyesininyananlamlarıyla bir bütünlük gösterir. Bu baĢlıkyananlamlar bakımından bize
hikâye metni içindeki bilmece için ipuçları verir.Fransız özeladbilimine göre aslında
SarraZine olması beklenen özel ad SarraSine olarak yazılmıĢtır. ―Oysa Z sakatlama yazacıdır:
sesbilgisel açıdan, Z cezalandırıcı bir kamçı gibi, cehennem bekçisi bir böcek gibi Ģaklar;
yazınsal olarak, sayfanın değiĢmez beyazlığının içinde abecenin yuvarlaklığının arasına eğik
ve yasadıĢı bir kesici olarak çaprazlamasına elle atılmıĢ olup, keser, karalar, çizgi çizgi
yapar,(…) (Balzac‘ın adında da bulunan bu Z sapkınlığın yazacıdır.‖ (Barthes,2006:100)
Sapkınlığın yazacı olan Z, Zambinella‘nınhadımlığının baĢ göstergesidir. Hadım edilmiĢ
Zambinella‘ya âĢık olan SarraSine‘in ortasında yer alan S (aslında Z olan;) Zambinella‘nın
Z‘si ile tamamlanır. Birbirini tamamlayan bu iki harf yazınsal olarak bir ters- yüzlük iliĢkisi
içindedir. S‘nin aynadaki yansıması Z‘dir. Metinde Sarrasine kendi hadımlığınıZambinella‘da
görür. Bundan dolayı S ve Z arasındaki ―/ ‖ iĢareti bir ayna gibi yansıtıcı bir iĢleve sahiptir.
Bununla birlikte bu iĢaret ―yasaklama çizgisi, ayna gibi bir yüzey, sanrı duvarı, karĢısavın
kesicisi,
sınırın
soyutlanması,
gösterenin
parmağıdır.‖(Barthes,2006:100)Metinde
eğikliği,
dizinin
Sarrasine‘ninZambinella
yani
anlamın
tarafından
iĢaret
kendisine
yasaklanması ve sınırlanması, zaman zaman hadımlığın sezdirilmesi ve Sarrasine tarafından
reddedilmesi, gerçek ile arzu edilenin birbirine karıĢması ve kaypaklıkbu iĢaretin
gösterilenleri arasındadır.
171
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Sevdiği kadının, kimsenin tanımadığı bir yaĢlı adam ve gizemli bir portre için duyduğu
merakından yararlanan aĢık(Markiz) ona bir anlaĢma önerir. Sarrasine‘nin 62 hikâyesine
karĢılık ondan bir aĢk gecesi ister. Sevgilinin kabul etmesiyle anlatı baĢlar. Ancak sonuç
aĢığın(Markiz) istediği Ģekilde bitmez. Anlatının sonunda Sarrasinegerçeği (Zambinella
hadım bir erkektir.) öğrenir ve Zambinella‘yı öldürmek isterken kendisi öldürülür. Geceye
gelen gizemli yaĢlı adam ise Zambiinella‘nın ta kendisidir. Bu anlatıdan olumsuz etkilenen
sevgili, aĢktan uzaklaĢıp anlaĢmayı yerine getirmekten vazgeçer. Böylece âĢık(Markiz)
Zambinella‘nın dıĢlanmıĢlığını yaĢar ve betiğin sonunda düĢünceye dalar. Böylece anlatı
sonsuz bir anlam dünyasına açılır. Artık bundan sonraki süreç okuyucunun ne düĢündüğü ile
ilgilidir. Bu, metnin çoğulluğunun bir göstergesidir. Bu noktada okuyucuyu düĢünceye
daldıran anlatı, ―anlamı askıya alır‖.(Barthes,2006:187)
Anlatılarda, özellikle öykülerde hayatın arka planına atılan durum ve olaylar anlatılır veya
sezdirilir. Diğer bir deyiĢle öykü ―tamamlanmayı bekleyen bir çağrıĢım dünyası‖dır.
(Arslan,2009:10) Bildiğimiz hikâyelerden daha kısa olan küçürek hikâyelerde anlatılmak
istenenin bazen birkaç cümleye sığdırılması, anlam yoğunluğunu ve çağrıĢım dünyasını daha
da yoğunlaĢtırıp güçlendirir. Dünya edebiyatında ―shortshortstory‖, flash fiction‖ gibi
adlandırmalarla bilinen bu hikâye türü,bizde Küçürek Öykü63, Minimal Öykü, Kıpkısa Öykü,
Kısa Kısa Öykü gibi adlandırmalarla edebiyatımızda yer almıĢtır. Ramazan Kaplan‘a göre bir
çığlık olarak tanımlanan Küçürek öyküler, 100 sözcüğü geçmeyecek anlatılar olarak,
nitelendirilir.Biçim bakımından divan edebiyatındaki mesnevi ve batı edebiyatındaki fabllara
benzeyen Küçürek öyküler, temelde bu anlatılardan farklıdır. Küçürek öykü, mesnevi veya
fabl gibi nasihatte bulunmaz ve karakter yaratmaz. Ancak bazı değiĢmez hakikatleri sezdirir.
Ġnsanları bu hakikatlerle yüzleĢtirir. ―Kısa öykünün üç önemli belirleyici özelliği vardır:
Kısalık, yoğunluk ve birlik.‖(Erden,2002:314) Böylece her satır, her kelime ve yapısal
özelliğin birden çok anlamı bulunabilir. Ayrıca Küçürek öyküler etkili dil, mecazilik ve
sezdirme gibi özellikleriyle de Ģiirsel(bkz.Sağlık,2007:53) olma özelliği taĢır. Küçürek
öyküler, klasik hikâyeden baĢı ve sonu çekip çıkartılmıĢ gibi dururlar. BaĢı ve sonu
doldurmak ise okurun vazifesidir. Bu öyküler 500 sayfalık bir romanda anlatılmak isteneni
birkaç tümceyle anlatır. Hızlı iletiĢim çağında her Ģeyin parçalanıp küçüldüğü, dost
62
Bu betik Balzac‘ın La Comédiehumaine (Ġnsanlık Güldürüsü ) baĢlığı altında toplanmıĢ olduğum tüm
yapıtlarının Scénes de la vieparisienne (Paris YaĢamından Sahneler) adlı bölümünde yer almaktadır. (S/Z.
s.188.)
63
Terimi oluĢturan: Ramazan Korkmaz ve Ahmet Buran.
172
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
sohbetleriyle saatlerce süren sofraların yerini kısa sürede tüketilen Fast-Food‘unaldığı, özlem
sözcüklerinin sayfalarca sürdüğü mektupların yerini ise kısaltılarak yazılan kısa ‗msj‘ların
aldığı tüketim çağında yaĢayan insanın, günün 24 saatinin bir dakikasına sığdırabileceği bu
öyküler, çağın bir aynası gibidir. ―Zira küçürek öykü, akreple yelkovan arasına sıkıĢan özgür
görünümlü, ama bürokrasinin kâğıttan kelepçelerle tutukladığı çağcıl mahkûmların, kendini
fark
ettiren
sonraki
çığlığı
gibidir;
kısa,
keskin
ve
tiz.
Bu keskin çığlıkta, sınırlarına çarparak hiçbiriyerdeliğini keĢfeden insanın bunaltı arayıĢları
vardır. Yurtsuzluğunu birey olarak duyumsayan insan, umutsuzca yaĢamı sorgulamaktadır. O
yüzden yabancılaĢma, köleleĢme, umutsuzluk, çöküntü ve bunaltı ana izlekleri üzerine
kurulan küçürek öyküler, çağın baskın eğilimi doğrultusunda ulusal ya da geleneksel
öğelerden çok bireysel (bireyci değil) öğeleri(Edgü, 1979:20) içerir. ―Bir bakıma anlatı
kiĢilerinin zamansızlık ve yurtsuzluk sorunlarının metinleĢmesi gibidir.‖(Korkmaz,2011:12)
Hızlı iletiĢim çağında yaĢamı sorgulayan birey ve onun yalnızlığı, yabancılaĢması üzerine
kurulan küçürek öyküler, genelde bireysel konuları iĢler.Böylece Küçürek öyküler,
insanoğlunun varoluĢsal kaygılarını sorgulamada ve dile getirmede önemli bir yere sahiptir.
Eserlerinde gündelik hayatımızdan insanların, sıradan yaĢamlarını, itilmiĢliğini, yalnızlığını
ve bunaltılarını gündeme getiren Türk öykücülüğüne ―küçük insan‖(Bkz.Tosun,2000:308)
kavramını kazandıran Sait Faik‘in öykülerinde, bireysel yan ön plana çıkar. Fethi Naci, Sait
Faik‘in ilk dönem hikâyelerinde insan sevgisi ve insan iyilikleri ile dolu olduğunu, Luzumsuz
Adam‘a kadar devam eden bu insan tipinin ondan sonra yerini herkesten kaçan yalnız ―ben‖ e
bıraktığını dile getirir.(Bkz. Naci, 1990:18.) Öykülerinde gittikçe belirginleĢen ―ben‖ kendini
toplum dıĢında algılaması, tabiatla ve insanla olan zıtlığı, davranıĢ değerlerini ve araç
değerlerini hayatının tamamen dıĢında tutması ile ―ben‖ tam bir karakter özelliği gösterir.‖
(Çelik,2002:26) Öykülerini genelde Ġstanbul‘u ve insanların bir fotoğraf karesini dolduran
durumlarını anlatmakla meydana getirir. Özellikle savrulan insanların mutsuzluğunu
kimsesizliğini, yalnızlığını anlatır öykülerinde. Sait Faik öykülerinde, kısa cümleler ve
Ģiirsellik peĢindedir. Bununla birlikte okuyucuya ulaĢma çabasında olduğu için açık ve yalın
bir anlatımı tercih eder. Öyküleri büyük olaylardan çok küçük ama derin durumları anlatır. Bu
özellikleriyle
ile
Sait
Faik,
inceleyeceğimiz
Küçürek
öykü
türünde
örneklerine
rastlayacağımız hikâyecilerimizden birisidir. Öykülerinde toplumun problemlerine değil,
kendisinden yola çıkarak bireyin toplum içindeki sorunlarına değinip, insan gerçeğini
anlamaya çalıĢan Sait Faik‘in, Ben ve Onlar adlı son yıllarda popüler olan Küçürek öykü
(shortshortstory) düzeyindeki hikâyesi, bu öykülerden birisidir.
173
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Barthes‘ın S/Z adlı denemesinde,Balzac‘ınSarrasine adlı eserini incelerken izlediği yöntemi
bir örnek ile açıklamaya çalıĢalım:
1. SARRASĠNE: Sarrasine sözcüğü bir baĢka yan anlam, her Fransızın hemen
algılayacağı diĢilik yananlamını getiriyor, sondaki e ister istemez diĢil biçime özgü
biçimbirim olarak görülüyor, özellikle de eril biçimi(Sarrazine) bilinen Fransız özel
adları arasında yer alan bir ad söz konusu olduğunda. ( Yananlamların getirdiği)
diĢilik, betiğin bir çok yerinde saptanacak bir gösterilendir.; göçmen bir öğedir bu,
aynı türden baĢka öğelerle bileĢime girerek kiĢilikler, atmosferler, betiler , simgeler
oluĢturabilir. Burada saptadığımız bütün birimlerin gösterilen olmasına karĢın, bu
birim örnek bir sınıfa aittir: Kusursuz bir biçimde gösterileni oluĢturur, tıpkıneredeyse sözcüğün gündelik anlamıyla- yananlamın onu belirlediği gibi. Bu
öğeyi(daha fazla özelliklerine girmeden) bir gösterilen yada hatta bir anlambirimcik
olarak adlandıralım.(anlambilimde, anlambirimcik gösterilene iliĢkin bir birimdir) ve
sözbirimin gönderme yaptığı yananlam gösterilenini her seferinde (yaklaĢık olarak dile
getiren) bir sözcük aracılığıyla belirtmekle yetinelim, bu birimlerin kısaltmasını da
ANL. Yazaçlarıyla yapalım (ANL: DiĢilik.)(Barthes,2006:27)
Metin:
BEN VE ONLAR64
Ġnsanı, bir tesadüf, sevmeyeceği insanlar arasına atabilir. Ben öylelerinden biriyim. Bana
büyük Ģehir lazım. Bana tanımadığım, üzerinde hayal kuracağım ev, insan, hayvan, taĢ, toprak
lazım.
Tesadüf beni bir yerde oturmaya mahkûm etti. Buranın insanlarını sevemiyorum. Ġçlerine
giremiyorum. Bunlar iyi yiyor,iyi içiyor. Meltem onlar için, tuzlu serin deniz suyu onlar için.
Gökyüzünde güneĢ onların kadınlarının omuzbaĢlarını dolgun dizkapaklarının üstünü
yaldızlıyor. Ilık geceler, patiskalar,muslinler,ince yatak örtüleri, küçücük, serin gece
rüzgârları onlar için…
Komidinlerde
kitaplar,
gazeteler,
kitaplar,
mecmualar,
çocuklarının
yerlere
attığı
köpek,kurt,tay, ceylan, kaplan, vahĢi orman, dağ evleri, köy, oduncuların murabba tahtalardan
64
Sait Faik‘in ―Ben ve Onlar‖ öyküsü yayımlanan öykü kitaplarının içinde yer almamıĢtır.
Ġncelediğimiz bu öykü Ramazan Korkmaz ve Mutlu Devecinin hazırlamıĢ olduğu Küçürek Öyküler adlı
çalıĢmada yer almaktadır.
174
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
kolları, bacakları, ormanın bir köĢesi, kuzunun kulağı, ceylanın gözü, kaplanın sırtı, vahĢi
ormanın yeĢili, dağ evinin bacağı birbirine eklenince manzaranın tamam olduğu, ailenin
çocukla beraber oynadığı oyuncaklar için.
(Abasıyanık,1997:46)
Semantik Kod:
Sait Faik‘in Ben ve Onlar hikâyesi baĢlık dâhil cümle ve anlambirimciklere ayrılarak
incelenmesi gerekir.
1. Ben ve Onlar: ANL. ÖtekileĢme. BaĢlık bir varoluĢsal problemi ortaya koyar. Ben ve
benim dıĢımda kalan her Ģey (onlar), metin boyunca yananlam bakımından bir
ötekileĢme ve yabancılaĢma sorununu dile getirip metni özetler niteliktedir. Ġnsanoğlu
kendi isteği dıĢında geldiği dünyadan yine kendi isteği dıĢında ayrılmayacağını bildiği
için bu dünyaya bir iz bırakarak gitmek ister. Bu Ģekilde kendi varlığının kalıcılığını
sağlamak ister. Bu, Ġnsanoğlunun varoluĢsal kaygısıdır. Bunu da ya üretici bir Ģekilde
sanat eserleri bırakarak ya da yıkıcı eylemlerde bulunarak ortaya koyar. Bu varoluĢ
mücadelesi
insanın
gerçekleĢtiremeyen
yaĢamı
özne
yani
boyunca
sürüp
gider.
ben,
bulunduğu
Metindeki
topluma
varoluĢunu
yabancılaĢmıĢ
ve
ötekileĢmiĢtir.
2. Ġnsanı, bir tesadüf, sevmeyeceği insanlar arasına atabilir.ANL. Ġstem-dıĢılık.
GönderilmiĢlik. Özne genel bir düĢünceden yola çıkarak ileride açıklayacağı kendi
durumuna bir göndermede bulunur. Ġçinde bulunacağı durum bir gitme değil felsefi
görüĢ olarak ilk insanın dünyaya fırlatılması gibi atılmıĢlık eylemidir. Fırlatılan
insanın hayata hazırlıksız yakalanması, anlamaya çalıĢacağı hayatın önünde gider.
(Tatar,2012:13.00) VaroluĢunu gerçekleĢtiremeyen insan, kendine ve topluma ve
yabancılaĢmıĢtır. Burada insan hayatı tıpkı kalp grafiğindeki tepe ve dip noktalarından
oluĢur. Bulunduğu ortama yabancılaĢan özne, dip noktadadır. Ġnsanın en son
bulunacağı bu noktada özne bir ıĢık, bir ipucu bekleyecektir. Durumundan Ģikâyetçi
olan özne, bir süre sonra kendini gerçekleĢtirecek olan insanı tanımlar.
3. Ben öylelerinden biriyim.ANL. Aidiyetlik. Farkındalık. Farkındalık ile baĢlayan
düĢünsel edim, bireyin kimliğini sorgulamasına ve değerlerinin farkına varmasına
neden olur. Bireyin dıĢ dünya ile iliĢki kurması, kendini tanıması yolundaki bu adım
bireyin varoluĢunun temel belirleyicisi olacaktır. Barthes‘e göre ― Ben diyenin adı
yoktur.(..) Ben hemen bir ada, kendi adına dönüĢür. Ben artık bir adıl değil bir addır.
175
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Ben
demek
kaçınılmaz
olarak
kendine
gösterenler
vermektir.
2006:68)Öyküdeki Ben artık birçok Ģeyin göstergesi durumundadır.
itibariyle bulunduğu yerin farkındadır; ancak istemeden de olsa
(Barthes,
O, ‗Benlik‘
‗onlara‘ aittir.
Kabullenme ile bir geçiĢ aĢamasında olan özne, yeni bir hayat kurma, yenilenme,
değiĢim ve dönüĢümün habercisidir. Farkındalığı gösteren özne bulunduğu durumdan
kurtulmak için ileride bir çıkıĢ yolu düĢünecektir. Benliğini keĢfetmeye çalıĢan birey,
―olanaklılığını eylemsel düzeyden çok düĢünsel düzlemde tanımlamaya çalıĢır.‖
(Deveci, 2012:104)
4. Bana büyük Ģehir lazım.ANL. Farkındalık. Eksiklik. ArayıĢ. Ne istediğini bilen ve
bulunduğu ortamdan hoĢnut olmayan ‗Özne‘ kendine ait bir yaĢam alanı belirler. Bu,
öznenin içinde bulunduğu çatıĢma ortamından kurtuluĢudur. DıĢ gerçekliğin karĢısında
kendi gerçekliğini oluĢturmaya çalıĢan özne, toplumda etken bir rol almaya çalıĢır.
5. Bana tanımadığım, üzerinde hayal kuracağım ev, insan, hayvan, taĢ, toprak
lazım. ANL. Ġhtiyaç. Bulunduğu çevreden uzaklaĢma, kaçıĢ ve hayallere sığınma
modern aydının karĢılaĢtığı sorunlardandır. Her Ģeyin minimalize edildiği çağda, aydın
dar mekân ve zaman dilimine yerleĢmiĢ, insan iliĢkilerinden kaçıp,
kendine ait
mekânlarda hayat bulmak ister. Bu boĢ bir mekân değil hayal ettiği dünyaya ayak
uyduran insanların içinde bulunduğu, yapaylıktan uzak, doğala dokunabileceği bir
mekândır. Özne, taĢıyla toprağıyla bir yurt edinmek ve kurduğu hayallerle yeniden
üretmek(varoluĢ) ister. ― Özgürlüğünü duyumsayan insan, bilinçli bir varlık olarak,
öz‘ünü yaratmak için geleceğe dönük projeler/ tasarılar geliĢtirir.‖ (Deveci, 1012:117)
Böylece insan özgür seçimleriyle varolur.
6. Tesadüf beni bir yerde oturmaya mahkûm etti.ANL. Sınırlılık. Anilik. Zorunluluk.
Belirsizlik. Özne kendi isteği dıĢında bulunduğu bu yerde tutsak hisseder. Özne kendi
varoluĢunu gerçekleĢtirememe korkusu yaĢar. Bunu nedenini ise dıĢ nedenlere
bağlamaktadır. DıĢ etkenler tarafından mahkûm edilen özne ise burada edilgen
durumundadır. Kendi kararlarını özgürce veremeyen ve seçemeyen edilgen birey
kendini gerçekleĢtiremeyecektir.
7. Buranın insanlarını sevemiyorum.ANL.YabancılaĢma. UzaklaĢma. Özne Sevmeyi
denediği halde bulunduğu ortamdaki diğer bireyleri(ötekiler)i sevemez. Ġçinde bir süre
yaĢadığı halde bulunduğu ortama alıĢamayan birey, kendini bu insanlara ait hissetmez.
8. Ġçlerine giremiyorum.ANL. Yabancılık. Yabanlık. Öznenin bulunduğu ortamdan
hoĢnut olmaması ve oraya ait hissetmemesi kaçma duygusunu da beraberinde getirir..
176
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Artık bulunduğu ortamda o bir ‗Yaban ‘dır. Ne yetiĢtiği çevrenin bir üyesi ne de
gitmek istediği dünyanın bir bireyidir. Modern aydının yalnızlığı tam da burada baĢlar.
9. Bunlar iyi yiyor,iyi içiyor.ANL.Varsıllık. Tembellik. Özne içinde bulunduğu
çevreden kendini soyutlayarak diğerleri için artık ötekileĢir. KarĢı taraf özne için,
uzaklaĢıp ―Bu‖ olur. ‗Bunlar‘dan soyutlanan özne, ortamı kabullenmeyerek yadırgar.
Özne kendini onlarla mukayese edip, kendini onlardan farklı görür. ―DüĢünme, Arzu
et sade! Bak, böcekler de öyle yapıyor.‖ Diyen Orhan Veli ‗onlar‘ın‘ durumunu en iyi
biçimde özetler.
10. Meltem onlar için, tuzlu serin deniz suyu onlar için.ANL.Özgürlük. Doğallık,
Sahiplik. Orhan Veli‘nin ―Bedava yaĢıyoruz, bedava; hava bedava, bulut bedava;‖
dizelerinde olduğu gibi ‗onlar‘ meltem ve deniz gibi doğaya özgü, herkes tarafından
ulaĢılabilecek hayat kaynağının sahibidirler. Artık ‗onlar‘ yaĢam alanının her karesini
kaplamıĢ, tüm yaĢam kaynaklarının sahibi olmuĢlardır. Sadece temel ihtiyaçlarını
karĢılayıp düĢünmeyen bu yapı, toplumsal sorunlar hakkında düĢünen aydın için
uzaklaĢılması gereken bir unsurdur.
‗Bu‘ metinde artık daha da uzaklaĢarak ‗o‘
olmuĢtur.
11. Gökyüzünde güneĢ onların kadınlarının omuzbaĢlarını dolgun diz kapaklarının
üstünü yaldızlıyor.ANL.Gündüz. Üstünlük. DiĢilik. GüneĢin onların kadınlarının
omuzbaĢlarını yaldızlaması bir rütbe ve üstünlük çağrıĢımı yapar. Ataerkil toplum
yapısında kadın pasiftir ve etkilenendir. Bunun yanında ‗onların‘ kadınları ayakları
yere basan, baĢarılı kadınlardır. Cumhuriyet döneminde kadının cemiyet hayatına
girmesiyle, erkek egemen toplumda çözülmeler meydana gelmiĢ, eril kiĢi bulunduğu
maddi ve manevi konum itibariyle değiĢikliklere uğramıĢtır.
12. Ilık geceler, patiskalar,muslinler,ince yatak örtüleri, küçücük, serin gece
rüzgârları onlar için…ANL. Romantizm. Cinsellik. Sait Faik‘in öykülerinin temel
izlerinden birisi de ―cinselliktir. Sait Faik‘e göre insanlar doğal yaĢamın, tabiatın bir
parçası olarak cinsel özgürlüklerini sonuna kadar yaĢamalıdırlar çünkü cinsellik insan
hayatının gayesidir.(Tosun,2000:313) Ilık gece, ince yatak örtüleri okuyucuyu
romantik bir yaz akĢamına götürür. Burada Freudyen bakıĢ açısı baskındır. Toplumda
cinselliği hakkıyla yaĢanamayan ―ben‖ kadın erkek birlikteliğini ―onlar‖ üzerinden
vererek kendini yeniden ―öteki‖leĢtirir.
13. Komidinlerde kitaplar, gazeteler, mecmualar, ANL. Kültürlülük.Komidinlerdeki
kitap ve dergiler, Onlar‘ın aynı zamanda okumuĢ ve kültürlü olduğunu gösterir.
177
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
14. Çocuklarının yerlere attığı köpek,kurt,tay, ceylan, kaplan VahĢi orman, dağ
evleri, köy, oduncuların murabba tahtalardan kolları, bacakları, ormanın bir
köĢesi, kuzunun kulağı, ceylanın gözü, kaplanın sırtı, vahĢi ormanın yeĢili, dağ
evinin bacağı birbirine eklenince ANL.Bütünlük Çocukluk. Dağınık halde yere
atılan( dünyaya fırlatılan insan gibi) bulunan bu oyuncak parçaları bir bütünü
oluĢturur.
Bu manzara, toplumda parçalanmıĢ halde bulunan insanın çocuk
duyarlılığıyla yeniden bütünleĢen benliğidir
15. Manzaranın tamam olduğu ANL. Bütünlük. VaroluĢ. Birey çocukların oyuncakları
üzerinden kendi varoluĢunu gerçekleĢtirmiĢtir.
16. Ailenin çocukla beraber oynadığı oyuncaklar için. ANL. Birliktelik. Aile kavramı
bir birliktelik ve bütünlük kavramını çağrıĢtırır. VaroluĢunu gerçekleĢtiren birey
olaylara farklı açıdan bakar. DıĢ etkenlerin varlığına rağmen kendi iç benliğine dönen
birey, kendini gerçekleĢtirmek için yapması gerekenin farkındadır. ―Ailenin çocukla
birlikte oynadığı‖ vakit ile yetiĢkin bireyin, çocukluk ve bozulmamıĢ duyarlılığına
tekrar bir dönüĢ sağlanır. OkumuĢ ve sözümona aydın, olma bakımından Özneyle aynı
durumda olup, farkındalığı kazanamayan ‗onlar‘ yetiĢtirmiĢ oldukları çocuklara kendi
özlemini kurduğu dünyanın oyuncaklarını (deniz özlemi çeken birinin, mavi kazak
giymesi gibi) bilinçdıĢı bir hareketle satın alır. Ancak çocuklar bu oyuncaklara farklı
bakıĢ açısıyla bakarak değersizleĢtirir(yere atma). DeğersizleĢtirmelerinin sebebi ise
onun anne babası ile ortak bir alanı paylaĢamamasıdır. Çünkü çocuklar için oyuncak,
birliktelik olgusuyla anlam kazanır.
Sonuç
Sonuç olarak Sait Faik Abasıyanık‘ın bu öyküsü Semantik(Anlamblim) Kod
bakımından değerlendirilmiĢ ve bazı çıkarımlarda bulunulmuĢtur. Birçok anlam
yoğunluğunu içinde barındırdığı için seçmiĢ olduğumuz küçürek öykü tarzı ise
anlambirimciklerin çeĢitli Ģekillerde yorumlanmasına olanak sağlamıĢtır. Bu
betik,yukarıda okuduğumuz Ģeklin dıĢında Marksist veya ekonomik anlamda her
Ģeyini kaybetmiĢ bir insanın durumu olarak da okunabilir. Anlam derinliği olan bu
öykülerde herkesin kendinden bir Ģeyler bulması mümkündür. Biz burada hayatın iniĢ
ve çıkıĢlarının içinde ait olmadığı bir ortamdan çıkmaya çalıĢan bireyin içsel
mücadelesini gözler önüne serdik. Cemiyet hayatından aile hayatına doğru perspektif
bir yapıda aktarılan bu öykü, toplumsallıktan bireyselliğe uzanan bir yolculuktur.
178
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Kaynakça
Abasıyanık S.F., Eylül-Ekim 1997, Ben ve Onlar-Pısırık, Adam Öykü (Kısa
Kısa Öykü Özel Sayısı 12)
Aksan D.,2005, Anlambilim,Ankara, Engin Yayınevi.
Aristoteles, 1993, Metafizik, (Çev: Ahmet Arslan), Ġzmir: Ege üniversitesi
Basımevi.
Arslan F.,2009, Öykünün Sesini Kısmak, Erzurum,Salkımsöğüt.
Barthes R.,2005, GöstergebilimselSerüven, Ġstanbul, YKY.
Barthes R., 2006, S/Z,Ġstanbul, YKY.
Çelik Y.,2002, Sait Faik ve Ġnsan, Ankara, Akçağ.
Deveci M.,2012, VaroluĢ ve BireyselleĢme Açısından Ferit Edgü Anlatılarında
Yapı ve Ġzlek. Ankara, Akçağ.
Edgü F.,24 Eylül 1979, ―ÇağdaĢ Sanatın 80 Yıllık Serüveni(3)‖, Milliyet Sanat,
S. 336.s.20.
Erden A.,2002, Kısa Öykü ve Dilbilimsel EleĢtiri, Ġstanbul, Genda.
Erkman F.,2005, Göstergebilime GiriĢ, Ġstanbul, Multılıngual.
Gasset,Y.O..,1995, Ġnsan ve ‗Herkes‘, (Çev: Neyire Gül IĢık), Ġstanbul: Metis
Yayınları.
Kant, I..,1982, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, (Çev:ĠoannaKuçuradi),
Ankara, TFK. Yayınları.
Korkmaz R.,Deveci M., 2011, Küçürek Öyküler, Ankara, Grafiker Yayınları.
179
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Naci F., 1990, Bir Hikayeci Sait Faik- Bir Romancı YaĢar Kemal, Ġstanbul, Gerçek
Yay.
Tatar B., 20 Kasım 2012, Hayat ve Felsefe(SöyleĢi), OMÜ, Fen-Edebiyat, Türk Dili
Edebiyatı Bölümü Lacivert Salon 13.00.
Tosun N.,2000, Hayata, Yalnızlığa, Cinselliğe Övgü: Sait Faik Öykücülüğü, Türk
Öykücülüğü Özel Sayısı, Hece,S.46-47 s.308-314..
Sağlık ġ.,2007, Ne ġiirin Ġçinde Ne de Büsbütün DıĢında Minimal Öyküler ve ġiir,
Hece Öykü, S19, ,s.53-61.
180
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
TÜRKÇEYĠ YABANCI DĠL OLARAK ÖĞRENEN ÖĞRENCĠLERĠN
OKUMA VE DĠNLEME BECERĠLERĠNDE KULLANDIKLARI
STRATEJĠLER
Emre YAZICI
Adnan KARADÜZ
Abdullah ÇOBAN
ÖZET
Dil öğrenme stratejileri hem ana dili geliĢimi sürecinde hem de ikinci bir dil öğrenmede,
öğrenme sürecinde bireylerin aktif ve baĢarılı olmasını destekler. Özellikle ikinci bir dilin
öğrenilmesinde anlama ve anlatma becerilerini geliĢtirmek için her birey çeĢitli stratejiler
geliĢtirerek daha kolay ve pratik yollardan beceri elde etmeye çalıĢırlar. Dil öğrenme
stratejileri biliĢsel, duygusal ve sosyal nitelikli olabilmektedir. Dil öğrenme sürecinde
stratejisi kullanabilen öğrenciler, hem daha kolay öğrenmekte hem de strateji becerileri
kazanmakta; sonuç olarak da daha baĢarılı olabilmektedirler.
Bu araĢtırmada Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen öğrencilerin anlama ve anlatma
becerilerine dönük olarak kullandıkları stratejilerin araĢtırılması hedeflenmektedir.
AraĢtırmanın çalıĢma grubu yabancı ülkelerden gelen Ġstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi
TÖMER‘de Türkçe öğrenmeye çalıĢan üniversite öğrencilerinden oluĢmaktadır. AraĢtırmanın
yöntemi nitel betimsel bir araĢtırmadır. AraĢtırmaya veri toplamak için odak grup
görüĢmesiyle gözlem yapılmıĢtır. AraĢtırma sürecinde elde edilen nitel veriler içerik analizi
yöntemiyle yorumlanmıĢtır.
Öğrencilerle yapılan görüĢme ve gözlemlerde elde edilen verilere göre öğrencilerin iletiĢim
kurmak için birbirlerinden yardımlar aldıkları, biliĢsel ve duyuĢsal birtakım stratejiler
geliĢtirerek aktif oldukları görülmüĢtür. Ayrıca Türkçeyi öğrenirken daha rahat davranmak

AraĢ. Gör., Ġstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Bölümü, Ġstanbul.

Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Bölümü, Kayseri.

AraĢ., Gör. Erciyes Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Bölümü, Kayseri.
181
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
için ana dillerine ya da daha önceden öğrendikleri dile ait yapıları yazma ve konuĢma
ortamına taĢıdıkları görülmüĢtür.
THE STRATEGIES THAT TURKISH LEARNES – AS A FOREIGN
LANGUAGE – USED IN THEIR READING AND LISTENING SKILLS
Abstract
Language learning strategies back up the individuals to be successful during learning phase
both in acquiring the mother language and learning a second language.In order to develop
their comprehending and expressing skills, each individual tries to get skills through easier
and more practical ways by improving various strategies. Language learning strategies may be
in cognitive, affective, social forms. The learners who can take advantages of these strategies
learn easier and gain strategy talents compared to the others, and therefore can be more
successful.
The strategies used for the skills of comprehension and explanation by the learners who study
Turkish as a foreign language are aimed to be searched in this study. The study group is
formed of the learners who come from foreign countries and they study Turkish in
SabahattinZaim University TOMER. The method of this study is qualitative descriptive. The
observation with the experimental group is made in order to obtain data for the study. The
qualitative data gained research process are interpreted by the method of content analysis.
In the data that were acquired in the class observations the interviews conducted with the
learners; it was seen that learners coordinate with each other and use a number of cognitive
and affective strategies so as to communicate. Moreover, they transfer the structures of their
mother language or another language that they had previously learned to writing and speaking
situations.
GiriĢ
Öğrenmek kendiliğinden gerçekleĢen bir olgu mudur? Öğrenmeyi daha iyi ve daha hızlı
gerçekleĢtirebilmek için yöntemler var mıdır? Hangi yöntemleri, stratejileri kullanırsak daha
iyi öğreniriz? Fen Teknolojileri dersinde kullandığımız stratejiyi, Sosyal Bilgiler dersinde;
Sosyal Bilgiler dersinde kullandığımız stratejiyi de Türkçe dersinde kullanmamız mümkün
müdür? Cevapları merak edilen bu sorular bizi ‗‗öğrenme stratejileri‘‘ ne götürür.
Öğrenme stratejileri, bilginin elde kazanılmasına ve kullanılmasına dönük zihinsel
etkinliklerin biliĢsel stratejiler ile gerçekleĢtirilmesi nedeniyle, hem ‗‗biliĢsel stratejiler‘‘
içinde hem de biliĢsel stratejilere eĢ anlamlı olarak kullanılır. Bunun yanı sıra, öğrenme
stratejileri öğrencilerin kendi kendilerine öğrenmelerini sağlamaya dönük etkinlikleri
kapsamasından dolayı da ‗‗öğrenci stratejileri‘‘ olarak adlandırılır (Özer 1998).
182
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Öğrenme stratejileri eĢliğinde öğrenmelerini gerçekleĢtiren yabancı öğrencilerin dersi
anlamada ve hatırlamada öğrencileri aktif konuma getirebilecektir. Öğrenme kavramı sadece
derste olmayan ve bütün hayatı kapsayan bir olgudur. Bunun için öğrencilerin kendi
kendilerine de öğrenmeyi gerçekleĢtirmeleri gerekmektedir. Öğrencilerin, öğrenme
stratejileriyle beraber kendi kendilerine öğrenmeyi daha kolay gerçekleĢtirebilecekleri
düĢünülmektedir.
Öğrenme stratejilerini;
-
Yineleme
-
Anlamlandırma
-
Örgütleme
-
Anlamayı izleme ve
-
DuyuĢsal stratejiler
olarak sınıflandırılabiliriz(Özer 1998, SubaĢı 2000).
1. Yineleme Stratejileri
Kısa süreli bellekte bilgi belli bir süre ve sınırlılık içinde depolanabilmektedir. Bu süre ve
sınırlılık ise yineleme stratejileriyle artırılabilir. Yineleme stratejileri, öğrenilen bir bilgiyi
yinelemek ya da bir metni aynen tekrar etmek gibi bilginin uzun süreli belleğe daha uygun
iĢlenmesine yardım edebilmektedir. Yineleme stratejileri aynı zamanda ezber yapmak için de
kullanılabilir. (GüneĢ, Turhan, YaĢaroğlu 2003).
1.1.1 Metinde Yazıların Altını Çizme
Altını çizme stratejisi, anahtar noktaları ve ana düĢünceleri metinin içinden görüp ayırabilecek
yaĢtaki ve seviyedeki öğrenciler için hem zamanlama anlamında hem de hatırlama anlamında
yarar sağlayabildiği düĢünülmektedir. Bu ayırımı yapabilecek yaĢta ve seviyede olmayan
öğrencilerde de zaman kaybına neden olmakta ve metinin tamamını ezberleme gereksinimi
hissetmelerine bağlı olarak da metinin içinde kaybolmasına neden olacaktır.
1.1.2 Aynı Sözcüklerle Not Alma
Bu stratejiyle beraber öğrenci metin baĢlıkları, alt baĢlıklar gibi kendisinde çağrıĢım
uyandıracak ve hatırlamayı kolaylaĢtıracak notlar alabilir. Metin baĢlıklarının yazımın hem
tekrar edilmesini sağlayıp hem de daha sonraları genel bilgilerin çağrıĢımlarını
kolaylaĢtırabilecektir. Alt baĢlıkların yazımı da daha özel bilgilerin tekrarını sağlayacak ve de
hatırlanmak istendiğinde kolayca bilgilerin çağrıĢımı sağlanabilecektir. Metindeki anahtar
sözcük veya sözcük gruplarının yazımı da aynı Ģekilde metindeki asıl hatırlanması gereken
yerlerin hatırlanmasını kolaylaĢtırabilecektir.
183
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
1.1.3 DeğiĢtirmeden Yazma
Metin okunduktan sonra öğrencinin gerek duyduğu bölümleri değiĢtirmeden, olduğu gibi
yazarak öğrenmeye çalıĢtığı stratejidir.
1.2Anlamlandırma Stratejileri
Bilgiler arasında iliĢki kurarak, anlamlandırarak öğrenmeyi sağlayan stratejilerdir. Öğrenciler
anlamlandırma stratejileriyle edinmeyi amaçladıkları yeni bilgiyi, daha önce öğrendikleri ve
uzun süreli belleklerinde bulunan bilgilerle harmanlayarak, bu iki bilginin birleĢimine anlam
yükleyerek öğrenirler. Zihinsel imge oluĢturma, cümlede kullanma, benzetim yapma, özet
çıkarma, not alma anlamlandırma stratejileridir (Özer 1998).
1.2.1 Zihinsel Ġmge OluĢturma
Özellikle çiftli çağrıĢım öğrenme, sıralı liste öğrenme veya serbest hatırlama durumlarında
kullanılan stratejidir (Erdem 2005). Sıralı liste öğrenmesinde madde Ģeklinde verilen bilgilerin
baĢ harflerinden anlamlı bir bütün oluĢturarak sıralı ve liste Ģeklinde öğrenmeyi
gerçekleĢtirebilir. Çiftli çağrıĢım öğrenmede ise ‗alpinist- genç‘ Ģeklindeki sözcükleri
hatırlamak isteyen öğrenci, zihninde dağcılık yapan bir genci canlandırarak öğrenmeyi
gerçekleĢtirebilir.
1.2.2 Cümlede Kullanma
Öğrenci, anahtar kelimeleri öğrenme yöntemi ile birlikte bu stratejiyi hem yabancı dildeki
bilmediği bir sözcüğü öğrenirken hem de kendi dilindeki bilmediği sözcüğü öğrenirken
kullanır.
1.2.3 Benzetim Yapma
Öğrencinin daha önceden öğrenilmiĢ olduğu bilgilerle, yeni öğreneceği bilgiler arasında
yapay benzerliklerin kurmasıdır. Yeni bilginin daha önceden bilinen eski bilgi kullanılarak,
daha somut olarak açıklanmasına ve anlamlandırılmasına yardımcı olur. KarĢılaĢtırma
kullanma da bu stratejiye dahildir. KarĢılaĢtırmalar, düĢünceler yada özellikler arasında
benzerlikler ve ayrılıkları gösterir (Erdem 2005).
1.2.4 Özet Çıkarma
Metnin, ayrıntılardan kaçılıp ana hatlarıyla anlatılmasıdır. Özet çıkarmanın baĢarılı olabilmesi
için metinin doğru anlaĢılması çok önemlidir. Özet çıkarmak için metnin iyi anlaĢılmasının
yanında bir de temel fikirlerin metin içinden iyi seçilmesi gerekmektedir. Esas olanı, ayrıntı
olandan ve gerekli olanı, gereksiz olandan iyi ayırmak gerekmektedir. Bunlara dikkat edilmesi
durumunda yazılı bir materyalin özetlenmesi etkili bir öğrenme yoludur. Öğrenci özet
çıkarma yolunu kullanırken kendi cümlelerini de kullanacağı için, bilgileri daha da
özümsemiĢ olur ve böylece anımsanması kolaylaĢır.
184
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
1.2.5 Not Alma
Metnin ana noktalarını bölümler arasındaki iliĢkileri açıklayarak, bilgileri daha anlamlı daha
anlaĢılır ve daha kullanıĢlı biçime dönüĢtürerek yazmadır. Doğru bir Ģekilde not alınması yeni
bilgiyi, varolan bilgiyle iliĢkilendirir ve iĢlenmiĢ olarak bilginin düzenlenmesine yardımcı
olur (SubaĢı 2000).
1.3Örgütleme Stratejileri
Öğrencilerin öğrenilecek bilgileri kendi ön bilgilerine uygun bir Ģekilde düzenleyip iĢleyerek
öğrenmelerini sağlayan stratejilerdir (Özer 1998).
1.3.1 Ana Hatları Çıkarma
Metindeki ana düĢünceyi ve yardımcı düĢünceyi kelime, kelime grubu ve cümle Ģeklinde
belirlemektir. Öğrenci öğrenmek istediği konuyu, üniteyi ya da dersi ana hatlarıyla çıkarabilir.
Bu Ģekilde ayrıntıları devre dıĢı bırakmıĢ olacaktır fakat genel hatlarını tekrar etmede ve
hatırlamada pozitif etkisini görecektir.
1.3.2 Bilgi Haritası OluĢturma
Metindeki temel düĢüncelerle yardımcı düĢüncelerin iliĢkilerini nedensel veya aĢamalı olarak
göstermesidir. (SubaĢı 2000).
1.3.3 ÇizelgeleĢtirme
Metindeki bilgileri çizelge Ģeklinde düzenleme stratejisidir. Öğrenci bilgilerin durumuna göre
dikey ve/veya yatay bölmelere ayrılmıĢ bir çizelge ile bilgileri gruplandırıp iliĢkilendirebilir
(Erdem 2005).
AraĢtırmanın Amacı
Genel olarak Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen öğrencilerin okuma ve dinleme
becerilerinde kullandıkları stratejileri tespit etmeyi amaçlayan bu çalıĢmada

Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenecek öğrencilerin kullanabilecekleri öğrenme
stratejileri nelerdir

Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen hazırlık sınıfı öğrencilerinin okuma ve dinleme
becerilerinde tercih ettikleri stratejiler nelerdir

Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen hazırlık sınıfı öğrencileri hangi stratejileri daha
çok tercih etmektedir
AraĢtırmanın Yöntemi
AraĢtırmamızda nitel araĢtırma tekniği olan odak grup görüĢmesi kullanılmıĢtır. Nitel
araĢtırma tekniklerinin doğal ortama duyarlılık sağlaması, araĢtırmacının katılımcı rolü
185
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
olması, bütüncül bir yaklaĢıma sahip olması, düĢüncelerin ortaya konulmasını sağlaması,
araĢtırma deseninde esnekliğe sahip olması ve tümevarımcı bir analize sahip olması önemli
özellikleridir (Yıldırım ve ġimĢek 2013).
Bireysel görüĢmelerin yanında odak grup görüĢmelerinde sorulara verilen cevaplar, gruptaki
bireylerin birbirlerini etkilemeleri sonucu oluĢur. Gruptan bir bireyin soruya verdiği cevabın
diğer bireyler tarafından duyulması, onlara kendi düĢüncelerinin oluĢması fırsatını verecektir.
AraĢtırmacı eğer toplanacak verilerin daha zengin olacağını düĢünüyorsa odak grup
görüĢmesi yapmasında yarar vardır (Yıldırım ve ġimĢek 2013).
AraĢtırmamızda öğrenci ders kitaplarından, defterlerinden ve bireysel olarak not tuttukları
kağıt vb. materyallerden faydalanılmıĢtır. Bu araĢtırma, Ġstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi
hazırlık sınıfında eğitim gören öğrencilerle sınırlıdır.
ÇalıĢma Grubu
AraĢtırmanın çalıĢma grubunu Ġstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesinde hazırlık gören altı
öğrenci oluĢturmaktadır.
ĠSĠM
Saeed
Hassan
Mohammed
Nur
Nur
Tahir
SOYĠSĠM
JOHAR
HABEEB
KASHĠ
OSMAN
ALBERJUMAN
Abu ALSHAR
CĠNSĠYET
Erkek
Erkek
Erkek
Kız
Kız
Erkek
ÜLKE
Arakan
Sri Lanka
Suriye
Suriye
Suriye
Filistin
DOĞUM YILI
1991
1993
1995
1994
1994
1993
Verilerin Toplanması ve Çözümlenmesi
AraĢtırmanın verileri 2013-2014 Ġstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi hazırlık sınıfında
öğrenim gören gönüllü 6 öğrencinin odak grup görüĢmesiyle yapılmıĢtır. GörüĢme soruları
hazırlanırken önce literatür taraması yapılmıĢ ve görüĢme soruları hazırlanmıĢtır. GörüĢme
soruları, yarı yapılandırılmıĢ açık uçlu sorulardan oluĢmaktadır. AraĢtırmada açık uçlu
soruların kullanılması, görüĢme sürecine daha fazla esneklik kazandırmakta, görüĢülenlere
daha fazla konuĢma olanağı vermekte ve daha detaylı bilgiler almayı sağlamaktadır (KuĢ
2012).
ÇalıĢma grubundaki öğrencilerine ortak uygun zaman dilimi seçilmiĢ ve yarı yapılandırılmıĢ
sorulara odak grup görüĢmesi ile cevap aranmıĢtır. GörüĢmeler hem ses kayıt cihazıyla
kaydedilmiĢ hem de kaleme alınmıĢtır. Toplanan veriler bilgisayar ortamına aktarılmıĢ, her
soruyla ilgili belirlenen düĢünceler araĢtırmacı tarafından değerlendirilmiĢtir.
Bulgular
Bu bölümde sadece araĢtırmanın bulguları ele alınmıĢtır. AraĢtırma kapsamında katılımcılara,
stratejilerle alakalı 17 soru yöneltilmiĢtir. Cevaplar kaleme alınırken tekrara düĢmemek için
öğrencilerin baĢ harfleri yazılmıĢtır.
186
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
1. Doğrudan, stratejisiz bir Ģekilde öğrenmeye çalıĢmak mı yoksa stratejiler eĢliğinde
çalıĢmak mı öğrenmeyi daha verimli kılıyor?
O: Daha çok duyu organıma hitap ettiği için stratejiler ile öğrenmeye çalıĢtığımda daha
verimli oluyor.
H: Öğrenmeyi ve hatırlamayı kolaylaĢtırdığı için strateji eĢliğinde öğrenmek daha verimli
oluyor.
S: Strateji eĢliğinde çalıĢmak dikkati artırıyor ve daha iyi öğrenebiliyorum.
A: Hatırlamamı kolaylaĢtırdığı için stratejiler eĢliğinde öğrenmek daha verimli.
M: Düz, stratejisiz öğrendiğimde bir duyu organıma; strateji ile öğrenirsem daha çok duyu
organıma hitap ettiği için stratejiler baĢarımı artırıyor.
2. Okurken anlamakta sıkıntı yaĢadığınız yerleri nasıl çalıĢıyorsunuz?
H: Anlamadığım kelimenin altını çiziyorum. Eğer yine anlamamıĢsam 2-3 defa okuyorum.
Anlamını bilmediğim kelimenin anlamına sözlükten bakıyorum veya cümlenin bütününden
çıkarmaya çalıĢıyorum.
S: Anlamını bilmediğim kelimelerin öncelikle altını çiziyorum ve genel olarak da altını
çizdiğim kelimelerin anlamlarına sözlükten bakıyorum. Anlamını bilmediğim kelimelerin
bazılarında ise internetten içinde o kelimenin geçtiği cümleleri araĢtırıyorum.
M: Bir kelimeyi anlamamıĢsam, anlayana kadar tekrar ediyorum. Kelimeyi yine
anlamamıĢsam sözlükten anlamına bakıyorum ve yazarak çalıĢıyorum.
3. Yineleme stratejileri hakkında ne düĢünüyorsunuz? Size nasıl bir katkı sağlıyor?
H: Anlamını bilmediğimiz kelimeyi ezberliyoruz.
S: Kelimeleri cümlenin içinde nasıl kullanacağımızı öğreniyoruz.
N: Unuttuğum kelimeleri tekrar etmem sayesinde hatırlıyorum.
M: Aklımda daha uzun süre kalmasını sağlıyor.
4. Metindeki yazıların altını çizme stratejisi hakkında ne düĢünüyorsunuz? Size nasıl bir
katkı sağlıyor?
N: Altını çizdiğim yerin aklımda kalması daha kolay oluyor.
S: Altını çizdiğim kelimeleri rahatlıkla ezberliyorum.
H: Altını çizdiğim yeri daha kolay anlıyorum ve unutmam zorlaĢıyor.
187
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
M: En zor yerlerin altını çizerek çalıĢıyorum. Sınavdan önce, altını çizdiğim yerlere daha çok
çalıĢıyorum çünkü bana en zor gelen yerler buralar.
5. Aynı sözcüklerle not alma stratejisini kullanıyor musunuz? Kullanıyorsanız size
katkıları nelerdir?
H: Kullanıyorum. Kolaylıkla anlayabiliyorum ve hatırlamama yardımcı oluyor.
N: Evet, kullanıyorum. Daha çok kelime ezberleyebiliyorum bu stratejiyle.
M: Öğrenmek için kullanıyorum. Zor kelimeyi metnin kenarına not alırım.
6. DeğiĢtirmeden
yazma
stratejisinin
size
sağladığı
yararlar
hakkında
ne
düĢünüyorsunuz?
N: Ben genelde bu stratejiyle çalıĢırım. Yazarak çalıĢtığımda daha çok anladığımı
düĢünüyorum.
S: Bu stratejiyi bir kez kullandım. Yararlı olduğunu düĢünüyorum. Kelimeleri cümle içinde
kullanmamıza yardımcı oluyor. Kendimizi anlatırken genelde kısa cümleler kullanıyoruz. Bu
eksiğimizi giderip uzun cümleler kurmamıza yardımcı olacağını düĢünüyorum değiĢtirmeden
yazma stratejisinin.
M: Az da olsa kıllanıyorum. Sınavlardan önce çok faydalı oluyor.
H: Bu stratejiyi kullanmadım.
-
Neden?
Çok zamanımızı aldığını düĢünüyorum. Anlamadığımız yerin kısa olmayıp 2-3 sayfa
olduğunu düĢünürsek, buraları yazarak çalıĢmak çok fazla süremizi alacaktır. Çok süremi
alacağı için bu stratejiyi kullanmıyorum.
7. Yineleme stratejilerinden (Metinde Yazıların Altını Çizme, Aynı Sözcüklerle Not
Alma, DeğiĢtirmeden Yazma) en çok hangisini kullanıyorsunuz?
S: Ben daha çok ‗‗M.Y.A.Ç.‘‘ stratejisini kullanıyorum. Bu stratejiyle birlikte daha kolay
öğrendiğimi düĢünüyorum.
M: Yineleme stratejilerinden en çok ‗‗M.Y.A.Ç.‘‘ stratejisini kullanıyorum.
H: Yineleme stratejilerinden en çok ‗‗M.Y.A.Ç.‘‘ stratejisini kullanıyorum. Bu strateji hem
fazla zamanımızı almıyor hem de öğrenmemizi kolaylaĢtırıyor.
N: Ben çalıĢırken ‗‗D.Y.‘‘ stratejisini tercih ediyorum. Bu stratejiyle daha kolay öğreniyorum.
8. Zihinsel imge oluĢturma hakkında ne düĢünüyorsunuz?
188
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
H: Mesela silgi kelimesini bilmiyorsam ve yeni öğreniyorsam silmekle silgiyi ve baĢka benzer
Ģeyleri kafamda imge oluĢturup öğreniyorum.
S: Hiçbir Ģey çağrıĢtırmayan bir Ģeyle karĢılaĢtığımda fotoğrafına bakıyorum internetten ve
kafamda o Ģekille o kelimeyi tutmaya çalıĢıyorum. KarĢıma o kelime çıktığı zaman resmi
gözümde canlandırmaya çalıĢıyorum.
9. Cümlede kullanma stratejisinin size yararı olduğunu düĢünüyor musunuz?
S: Bilmediğim bir kelimeyle karĢılaĢtığımda internetten örnek bir cümle buluyorum. Daha
sonra bu cümleyi örnek alarak bir cümle de ben kuruyorum ve cümle içinde öğrenmem daha
kolay oluyor.
O: Yolda yürürken kendi kendime cümleler kuruyorum ve hem tekrar etmiĢ oluyorum hem de
cümle içinde o kelimeyi nasıl kullanabileceğimi denemiĢ oluyorum.
A: Yeni Öğrendiğim kelimeyi arkadaĢlarımla konuĢurken cümle içinde kullanmaya
çalıĢıyorum. Böylelikle kelimeyi daha iyi öğrenmiĢ oluyorum.
10. Öğrenirken benzetme yapma stratejisini kullanıyor musunuz?
S: Zıt anlamlı kelimelerle, eĢ anlamlı kelimelerle benzetim yapmaya çalıĢıyorum.
H: Benzer kelimeleri bulup aradaki farklara bakarak aynı anda birçok kelime kullanmaya
çalıĢıyorum.
11. Özet çıkarma stratejisi hakkında ne düĢünüyorsunuz?
O: Okuduğum bir kitabı bir süre sonra unuturum fakat özet çıkarmıĢsam ve o özeti kısa bir
tekrar yaparsam okuduğum kitabın büyük bir kısmını hatırlarım.
A: En önemli yerler özet Ģeklinde not ediyorum, gereksiz gördüğüm ayrıntılara girmiyorum.
Böylelikle zamanım kısa olduğunda hatırlamam hızlı bir Ģekilde gerçekleĢiyor.
S: Bir metni okuyan baĢka biriyle konuĢuyorum. YanlıĢ anladığım bir yer varsa, düzeltmeye
çalıĢıyorum; doğru anladıklarımı da tekrar etmiĢ oluyorum metni özetlerken.
H: Her bilgiyi kafaya atmak imkansız. Bu yüzden özet yaparken kendi cümlelerimle ve
bildiğim kelimeleri kullanarak özet çıkarabiliyorum ve bilmediğim kelime ya da durumları da
özetin bütünlüğü içerisinde daha kolay anlayabiliyorum.
M: Özet Ģeklinde çalıĢtığımda daha iyi öğreniyorum.
12. Not alma stratejisini kullanıyor musunuz?
H: Dikkatimi çeken bilmediğim yerleri not alırım.
S: Fazla not tutmam. Bilmediğim kelimeleri defterime not alıyorum.
O: Genellikle not alırım. Bu Ģekilde bilgileri daha sonra tekrar çalıĢabiliyorum.
189
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
A: Sadece anlamadığım yerleri not alırım. Her Ģeyi not almam.
M: Kendi anladığım gibi, kendi cümlelerime not alırım ve böylelikle bilgiyle kendimi
bütünleĢtirebiliyorum.
13. Anlamlandırma stratejilerinden en çok hangisini kullanıyorsunuz?
H: En çok ‗‗not alma‘‘ stratejisini kullanıyorum.
S: Daha çok ‗‗zihinsel imge oluĢturma‘‘ stratejisini kullanıyorum çünkü bu Ģekilde daha iyi
kavrıyorum.
O: ‗‗not alma‘‘ stratejisi çünkü bu Ģekilde birçok yeri hatırlayabiliyorum.
A: ‗‗not alma‘‘ çünkü daha iyi öğrendiğimi düĢünüyorum.
M: ‗‗not alma‘‘ çünkü artık o bilgi benimdir. Unutmazsam zaten benim, unutursam da not
bende ve hatırlarım.
14. Ana hatları çıkarma stratejisinin size yararı olduğunu düĢünüyor musunuz?
S: Dilbilgisi konularının baĢlıklarını yazarım ve genel bir hatırlamama yardımcı olur bu
strateji.
H: Her zaman bu stratejiyi kullanmam sadece süremin kısa olduğu zamanlarda yani sınavdan
önceki günlerde.
O: Kullanmıyorum bu stratejiyi.
A: Sınavdan hemen önce göz gezdiriyorum baĢlıkları yazarak ve bunu da çok az yapıyorum.
M: Daha önce yapmadım.
15. Bilgi haritası oluĢturma stratejisi hakkında ne düĢünüyorsunuz?
O: Eskiden daha çok kullandığım bir stratejiydi. ġekilli olunca daha iyi öğreniyorum. Ve
haritaları oluĢtururken de farklı renkli kalemleri kullanıyorum.
S: Hiç yapmadım.
H: Kullanmadım.
A: Bir kez kullandım sadece.
M: Grafik Ģeklinde aklımda daha iyi kaldığını düĢünüyorum.
16. ÇizelgeleĢtirme stratejileri hakkında ne düĢünüyorsunuz?
S: Kullanıyorum ve faydalı olduğunu düĢünüyorum. BaĢlıklarını ve altına da bir örnek
yazıyorum çizelgede.
190
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
H: Tümünü aynı anda gördüğüm için daha iyi anlayabiliyorum.
O: Düzenli ve dikkatli bir Ģekilde çizelgeleĢtirdiğim zamanlar oldu ama her zaman
kullanmıyorum.
A: Çok az kullandım.
M: Daha önce yapmadım.
17. Örgütleme stratejilerinden en çok hangisini kullanıyorsunuz?
S: ‗‗ÇizelgeleĢtirme‘‘
H: ‗‗ÇizelgeleĢtirme‘‘
O: ‗‘Bilgi haritası oluĢturma‘‘
A: Az kullanıyorum ama ‗‗Ana hatları çıkarma‘‘
M: ‗‗Bilgi haritası oluĢturma‘‘
Sonuç ve Öneriler
Öğrenciler doğrudan, stratejisiz olarak öğrendikleri zamana kıyasla strateji ile öğrendikleri
zaman daha baĢarılı olduklarını düĢünmekteler. Strateji ile öğrendiklerinde daha çok duyu
organına hitap ettiğini ve böylelikle daha baĢarılı olduklarını düĢünmekteler. Aynı zamanda
strateji kullanmaları dikkatlerini toplamalarını kolaylaĢtırdığını düĢünmekteler. Strateji ile
öğrenmede öğrenmenin ve hatırlamanın kolaylaĢtığını ifade etmekteler. Strateji ile çalıĢırken
öğrenmeye ek olarak hatırlamanın da kolaylaĢtığını dile getirmiĢlerdir.
Öğrencilerin, yineleme stratejilerinden en çok altını çizme stratejisini kullandıkları ve altını
çizdikleri kelimeleri tekrarladıkları gözlemlenmiĢtir. Öğrenciler altını çizme stratejisi
hakkında olumlu görüĢlerini bildirmiĢlerdir. Sıklıkla altını çizme stratejisinden
faydalandıklarını ve faydasını gördüklerini belirtmiĢlerdir. Öğrenciler, altını çizme
stratejisinin öğrenmelerini kolaylaĢtırdığını düĢünmekteler ve bunu da fazla zamanlarını
almadan sağladığını düĢünmekteler. Yineleme stratejilerinde altını çizme stratejisine ek olarak
bazı öğrenciler de ‗‗değiĢtirmeden yazma‘‘ stratejisini benimsediklerini belirtmiĢlerdir.
Ezberleyerek çalıĢmayı seçen öğrenciler değiĢtirmeden yazmayı tercih edebilmektedirler.
Buna muhalif olarak ise değiĢtirmeden yazma stratejisinin fazla zaman aldığını ve gereksiz
olduğunu düĢünen öğrenciler de bulunmaktadır.
Öğrenciler anlamlandırma stratejilerinden genel olarak ‗‗not alma‘‘ stratejisini
benimsemektedirler. Not alarak daha kolay öğrendiklerini dile getirmiĢlerdir. Öğrenciler
dikkatlerini çeken yerleri kendi cümleleriyle not aldıkları için hatırlamalarının da daha kolay
olduğunu düĢünmekteler. Not alma stratejisine ek olarak ‗‗zihinsel imge oluĢturma‘‘ ile
191
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
bilmedikleri kelimeleri zihinlerinde canlandırdıklarını; ‗‗cümlede kullanma‘‘ ile de yeni
öğrendiklerini gerek arkadaĢlarıyla sohbetlerinde gerekse yolda yürürken, cümle içinde
tekrarladıklarını ve öğrenmelerini pekiĢtirdiğini dile getirmiĢlerdir. ‗‗Özet çıkarma stratejisi‘‘
ile de kendilerini gereksiz ayrıntılardan kurtardıklarını ve böylece birincil bilgileri
edindiklerini dile getirmiĢlerdir.
Öğrenciler örgütleme stratejilerinde ise daha dağınık tercihlerde bulunmaktalar. Bazıları
‗‗çizelgeleĢtirme‘‘ stratejisini seçerken bazıları da ‗‗bilgi haritası oluĢturma‘‘ stratejisini daha
çok tercih edebilmektedirler. Bilgileri bütüncül bir gözle gördüklerinden konunun ya da
dersin tamamını zihne yerleĢtirme konusunda faydalı olduğu konusunda ise hemfikirler.
Çizelgenin üzerine baĢlıkları ve bir örneği yazdıklarında çok yararlı olduğunu da dile
getirmiĢlerdir. Bazı öğrenciler ise ‗‗bilgi haritası oluĢturma‘‘ stratejisiyle bilgileri
ezberlediklerini ve kalıcı belleğe yerleĢtirebildiklerini dile getirmiĢlerdir.
Öğrenme stratejilerinde bireyler arası farklılıkların ön plana çıktığını görmekteyiz. Her
öğrenci kendi öğrenebilme özelliğine göre kendi stratejisini tercih etmektedir. Öğrencilerin
ortak yanları ise stratejileri kullanmaları. Doğrudan öğrendiklerinde bir duyu organını aktif
kullandıklarını fakat strateji benimsediklerinde birçok duyu organını aktif olarak
kullandıklarını ve böylelikle daha iyi öğrendiklerini düĢünmekteler. Stratejilerin seçimlerinde
ise bireysel farklılıklar ön plana çıkmaktadır. Ezberleyerek öğrenmeyi tercih eden öğrenciler
ezberlemelerine yardımcı olacak stratejileri tercih etmekte, zihinde canlandırarak,
kendilerince anlamlar oluĢturarak öğrenmeyi daha kolay gerçekleĢtiren öğrenciler ise buna
doğru orantılı olarak stratejiler tercih etmektedirler. Bireylerin kendilerini ne kadar iyi tanırsa
tercih edeceği stratejinin de kendisine o oranda faydalı olabileceği bu görüĢmeler ve
gözlemlerde görülmüĢtür.
Kaynakça
BAġ, G. (Y:17 S: 2 2013). Yabancı Dil Öğrenme Kaygısı Ölçeği: Gerçerlilik ve Güvenirlilik
ÇlıĢması. Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü- TSA.
ERDEM, A. R. (Y:1 S:6). Öğrenmede Etkili Yollar: Öğrenme Stratejileri ve Öğretimi.
Ġlköğretim- Online.
KUġ, E. (2012). Nicel- Nitel AraĢtırma Teknikleri . Ankara: Anı Yayıncılık.
ÖZER, B. (1993). Öğretmen Adaylarının Etkili Öğrenme ve Ders ÇalıĢmadaki Yeterliliği.
Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi.
ÖZER, B. (1998). Öğrenmeyi Öğretme. A. HAKAN içinde, Eğitim Bilimlerinde Yenilikler (s.
149-164). EskiĢehir: T.C Anadolu Üniversitesi Yayınları- Açıköğretim Fakültesi
Yayınları.
192
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
SUBAġI, G. (Y: 2003). Eykili Öğrenme: Öğrenme Stratejileri. Milli Eğitim Dergisi.
ġĠMġEK, A. Y. (2013). Sosyal Bilimlerde Nitel AraĢtırma Yöntemleri . Ankara: Seçkin
Yayıncılık.
ULUĞ, F. (2012). Okulda BaĢarı -Etkili Öğrenme ve Ders ÇalıĢma Yöntemleri-. Ġstanbul:
Remzi Kitabevi.
YILMAZ, M. (2008 S:9). Türkçede Okuduğunu Anlama Becerilerini GeliĢtirme Yolları.
Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi.
193
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
DĠLÂVER CEBECĠ‟NĠN HĠKÂYELERĠNDEKĠ ġAHIS KADROSU
Emel HĠSARCIKLILAR
ÖZET
Türk edebiyatında özellikle Türk milletinin millî ve manevî değerlerini, karĢı karĢıya olduğu
problemleri dile getirdiği Ģiirleriyle tanınan Dilâver Cebeci (1943-2008), bu Ģekilde, içinden
geldiği topluma yabancı kalmamıĢ, söz konusu değerleri manzumeleri dıĢındaki diğer
eserlerinde de benzer biçimde ifade etmiĢtir. Onun Mavi Türkü adlı eserinde yer alan
hikâyelerinde de, Ģiirlerindeki gibi bir dünya görüĢü göze çarpmaktadır. Cebeci, milletinin
tarihine dönerek bu tarihin meydana getirdiği medeniyeti yüceltmekte, bu milletin mücadele
ettiği sıkıntıları dile getirmektedir. Bu hikâyeler konusunu Türk tarihinin hem Ġslam öncesi
hem de Ġslam sonrası döneminden almaktadır ve Ģahıs kadrosu bakımından da oldukça büyük
bir çeĢitliliğe sahiptir. Bu metinlerdeki kahramanların gözü pek, cesaretli, inandığı değerler
uğruna sonuna kadar mücadele etmekten çekinmeyen, maneviyatı güçlü, ideal karakterler
olduğu görülmektedir. Dilaver Cebeci, meydana getirdiği bu ideal kahraman modelinin yanı
sıra diğer kahramanlarıyla da, hikâyelerinde ele aldığı konuyu daha etkili bir Ģekilde okura
iletmeye çalıĢmıĢtır. Bu çalıĢmada da söz konusu hikâyelerde yer alan kahramanlar, iĢlenen
konuyla bağlantılı olarak değerlendirilmeye çalıĢılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Dilâver Cebeci, hikâye, Ģahıs kadrosu.
CHARACTERS IN DĠLÂVER CEBECĠ‟S STORIES
Abstract
Dilâver Cebeci (1943-2008), who is knownwith his poems reflectingthenational and
spiritual values of Turkish nation and the problems encountered, had not become estranged to
his society, and had mentioned the sevalues in his other works apart from his poems. In his
stories, gathered in ―Mavi Türkü‖, his worldview is apparent as it is in his poems. Cebeci
turns into the history of his nations, and glorifies he civilization which arose from this history,

Yrd.Doç.Dr., GaziosmanpaĢa Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
Tokat. (e-posta: [email protected])
194
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
and frequently mentions the distresses his nation has fought. Apart from taking their them
esfrombothpre-Islamic and post-Islamic eras of Turkish history, they also have richand
diverses ets of characters. It can be seen that the characters in his textsare ideal characters who
do not abstain from struggling to the end forthevalues they have faith in, with
strongspirituality;
who
pursuedtoconveythethemes
protagonistcharacter
are
intrepid
in
model.
his
and
courageous.
Dilâver
Cebeci
storiestothereadersmoreefficientlyviathis
Thisstudyaims
at
analysingtheprotagonists
ideal
in
theaforementionedstories, withreferencetothethemes of thestories.
KeyWords: Dilâver Cebeci, story, characters.
GiriĢ
Dilaver Cebeci (1943-2008) millî romantik kaynakları yeniden yorumlayarak, bunları
Ģiirlerine taĢıyan bir sanatçıdır. Konularını Türk tarihinden seçmiĢ; aĢk, kahramanlık, vatan ve
millet sevgisini iĢlemiĢtir (Korkmaz vd., 2004: 290). Türk edebiyatında daha çok Ģair
kimliğiyle bilinen Dilâver Cebeci, baĢka türlerde de eserler vermiĢ olan üretken bir sanatçıdır.
Dilâver Cebeci‟nin Hikâyeleri
Dilâver Cebeci‘nin hikâyeleri Mavi Türkü adlı, mensurelerinin de bulunduğu kitapta yer
almaktadır. Bu eser oldukça yalın ve akıcı bir Türkçeyle yazılmıĢtır. Eserdeki parçalar
romantik bir dille, duygusal bir yoğunluk içerisinde verilmiĢtir (Bulut, 2009: 140).
Cebeci, bu eseriyle millî romantizmi yeni bir mensure anlayıĢı içinde dile getirmeye
çalıĢtığını, bütün Türk tarihinden ve dünyasından bazen sevinçli bazen de üzüntülü vak‘aları,
millet sevgisi temelinde ifade etmek istediğini belirtmektedir (Kabaklı, 2008: 375). Bu kitabın
sonunda yer alan hikâyeler Vire, Zincir, Mavi Pantalon, Gök Gürlerken Suya Girmek, Tutsak
Atın Rüyaları, Arasatta BuluĢma, Sadaka, Büyü adını taĢımaktadır. Adı geçen metinlerde
geçen olaylar ve kiĢiler, Türk tarihinin çeĢitli dönemlerinden alınarak bu hikâyelerde yeniden
kurgulanmıĢlardır.
Bu hikâyeler Türklerin hem Ġslamiyet öncesi, hem de Ġslamiyet sonrası dönemini kapsayan
oldukça geniĢ bir zaman diliminde geçmektedir. Bu özelliğin de Ģahıs kadrosunun
geniĢlemesine ve çeĢitlenmesineimkân verdiği görülmektedir.
Hikâyelerin ġahıs Kadrosu
195
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
1- Ġdealize EdilmiĢ Kahramanlar:
Dilâver Cebeci‘nin bazı hikâyelerinde, yazar tarafından üstün özelliklerle donatılmıĢ
kahramanlar bulunmaktadır. Bu kahramanlar kolay kolay hata yapmayan, tehlikenin üzerine
korkusuzca yürüyen, inandığı değerler uğruna sonuna kadar karĢı güçlerle mücadele eden,
millî ve manevi yönü kuvvetli olan karakterlerdir.
Bu
Ģekilde
değerlendirilebilecek
kahramanlardan
biri
Vire
adlı
hikâyede
bulunmaktadır. Bu hikâyede Budin‘dekiĠstonibelgrad kalesinin Macarlara karĢı savunulması
hadisesi anlatılmaktadır. Bu hikâyenin baĢkahramanı ―Âdem Ejderhası Yahya Ağa‖ olarak da
tanınan Budin yeniçerisi Yahya Ağa‘dır. Kahraman, okuyucuya tanıtılırken yapılan
betimlemeler ve kullanılan ifadeler, daha hikâyenin baĢında, bu kahramana idealize edilen bir
karakter olma özelliği kazandırmaktadır:
―Boyu herhalde üç arĢını geçiyordu. Tanrının keskin hatlarla keskinleĢtirdiği yüzünü,
siyah, kısa kesilmiĢ bir sakal daha da heybetli kılıyor, elâ gözlerindeki yiğitlik kıvılcımlarına
emsalsiz bir fon oluyordu. Kollarını kavuĢturduğunda, kaftanının yakasındaki ve kollarındaki
uzun tüylü kürkler, uzaktan bakanlara, kucağında aslan taĢıyormuĢ, hissini veriyordu.
Korkudan onun kucağına sığınmıĢ zebûn bir aslan…‖ (Cebeci, 2009a: 104)
Yapılan betimlemede de görüldüğü gibi Yahya Ağa güçlü, kuvvetli ve heybetli bir
Ģekilde tasvir edilerek, hikâyenin sonraki bölümünde baĢına geleceklere ve davranıĢlarına
karĢı okurda saygı ve hayranlık hissi uyandırılmaya çalıĢılmaktadır. Yahya Ağa, klasik bir
Türk kahramanı gibi, kaleyi vire usulüyle yani anlaĢmayla teslim etmek yerine düĢmanla
göğüs göğüse dövüĢerek, mücadele ederek, yiğit ve korkusuz bir Türk askeri olarak
savunmayı tercih etmektedir. Onun ―Yarın sabah biiznillah kaleden taĢra çıkar, düĢman ile
ceng ederim. Ya muhasarayı yarıp giderim, yahut Ģahâdet Ģerbetini içerim.‖ (Cebeci, 2009a:
104) sözleri bu kahramanın sahip olduğu cesareti olduğu kadar, millî ve manevi değerlere
olan bağlılığını da ortaya koymaktadır. O, hiçbir Ģekilde ölümden korkmamakta, tam aksine
Ģehit olmayı,kendisini bekleyen mutlu ve onurlu bir son olarak görmektedir. Onun bir diğer
özelliği de kararlılığıdır ve bu özelliği herkes tarafından bilinmektedir. Bunu bilen Budin
yeniçerilerinden sekizi daha ona katılarak ertesi sabah kale savunmasında kanlarının son
damlasına kadar düĢmanla mücadele ederler. Bu savaĢ manzarasının ifade edildiği cümleler
söz konusu kahramanların yazar tarafından ne derece üstün güçlerle donatıldığını
göstermektedir:
196
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
―Kale mazgallarından savaĢı seyredenler, dokuz yiğidin, kırk bin kâfire saatlerce ok
fırlatıĢlarını, çift kat zırhları delip, nice sineleri parçaladıklarını gördüler. Oklar bittiğinde,
dokuz pırıl pırıl kılıcın düĢman kümeleri ve toz bulutları içinde çakan ĢimĢekler gibi, inip inip
kalktığını gördüler.‖ (Cebeci, 2009a: 105)
Yazarın bu cümlelerle de dile getirdiği gibi, Yahya Ağa ve onun gibi canını kale
savunmasına adamıĢ olan sekiz yeniçeri, üst düzey bir güç göstererek korkusuzca düĢmanla
çarpıĢmıĢlardır. Bu esnada düĢman askerlerinin sayıca onlardan kat kat üstün olması,
hiçbirinin gözünü korkutmamıĢtır. Hikâyenin sonunda da bu gözükara askerlerin Ģehit
oldukları görülmektedir. Dilâver Cebeci‘nin eserlerinde Ģehitlik, Türk-Ġslam kültüründen
gelen bir anlayıĢla sıklıkla iĢlenen konular arasındadır. Cebeci bir Ģiirinde bu yüce makamla
ilgili olarak Ģu dizeleri söylemiĢtir:
―Gitti, som altından zaferler vardı.
Yedi kat mehterli seferler vardı.
Âdem ejderhası ne erler vardı
Ölüm sonsuzluğa akan bir nehir,
Allah kadîm, Allah bâkî, Allah bir.‖ (Cebeci, 2009b: 52)
Dilâver Cebeci, bu Ģiirinde, tıpkı Vire adlı hikâyedeki Yahya Ağa gibi düĢmanla
korkusuzca döğüĢüp vuruĢan kahramanları ―âdem ejderhası‖ olarak nitelendirerek, onlara
yenilmezlik özelliği kazandırmaktadır.
Cebeci‘nin Türk-Ġslam kültüründen olduğu gibi, Ġslam öncesi dönemden de aldığı,
benzer özelliklere sahip kahramanları vardır. Gök Gürlerken Suya Girmek adlı hikâyede
Ġslamiyet‘in kabulü öncesinde Türklerin Gök Tanrı inancı ve devlet yönetim anlayıĢlarıyla
ilgili bir takım düĢünceler bulunmaktadır. Bu anlayıĢ çerçevesinde eserin baĢkahramanı olan
Budançar Emmi, gençliğinde cenk meydanlarında at koĢturup, kılıç sallamıĢ olan korkusuz bir
yiğittir. Yalnız, onun bu cesareti sadece düĢmana değil, kendilerini yöneten kağana karĢı da
aynı Ģekilde tezahür etmektedir. Çünkü kağanın gök gürlerken suya girilmeyeceğine dair
koyduğu yasak, BudançarEmmi‘nin pek de umurunda değildir. Bu yasağı bilse de, aynı Gök
Tanrıya inanmasına karĢın kendi dünya görüĢüne uymadığı gerekçesiyle suya girer ve bunu
gören yasakçılar tarafından kağana gönderilir. Ancak Budançar Emmi, kağanın karĢısında da,
cezalandırılma tehlikesine rağmen asla ona boyun eğmez ve aynı cesareti sürdürür. Kağanın
sözleri ise onun cezalandırılmasına değil, bu konu üzerine düĢünmesine vesile olur: ―Bir
197
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
daha gök gürlediğinde suya girmeyeceksin! Göğün üstüne üstüne gideceksin, anladın mı?
Göğün üstüne üstüne!.. Cezan bu, haydi git!‖ (Cebeci, 2009a: 116) Kağanın bu sözleri, Türk
devlet töresinde devlet yöneticisinin konumunu ve yönettiklerine karĢı tavrını göstermesi
bakımından dikkat çekicidir. Kağan, yasağına karĢı gelen BudançarEmmi‘yi bu Ģekilde
düĢünmeye yönlendirerek, toplumun düzeni için konmuĢ olan kuralların ne tür bir iĢlevi
olduğunu ve bu düzeni korumadaki katkısını onun kendisinin bulmasını sağlamak istemiĢtir.
Büyü adlı hikâyede ise tüm bir Türk milleti bu Ģekilde idealize edilerek, Çinliler
tarafından anlatılmaktadır. Çin imparatorunun Türk milletine karĢı duyduğu korku onun
rüyasında gördüklerinden hareketle Ģu Ģekilde aktarılır:
―Biraz sonra da büyük horultularla derin bir uykuya daldı. Türkler onu düĢünde bile
rahat bırakmıyorlardı. O yüce çin seddinin üstünden atlarla uçuyorlar, ırmakların, denizlerin
üstünden batmadan yürüyorlar, bilmem kaç arĢın uzunluğundaki kılıçları ile, elli, yüz, ikiyüz
kiĢiyi birden biçiyorlar, çin askerlerinin üstüne gökten yağmur gibi oklar yağdırıyorlardı.‖
(Cebeci, 2009a: 131)
Ġmparatorun bu sözlerinde de görüldüğü gibi, Türkler onların gözünde karĢılarına
çıkan her Ģeye korkusuzca meydan okuyan, doğaüstü güçlere sahip, az sayıda olsa bile
yüzlerce kiĢiyi bir anda yok edebilecek kudrette olan, oldukça güçlü bir millet olarak
bilinmektedirler. Çinliler, Türkler karĢısında aldıkları yenilgileri onların ancak bu
özellikleriyle açıklayabilmektedirler. Yani bu hikâyede Türk milleti, Çinliler tarafından
insanüstü yeteneklerle donatılmıĢ olan ve aĢılması mümkün olmayan bir engel olarak, idealize
edilmiĢ bir Ģekilde anlatılmıĢtır.
2-Halkın Ġçinden Kahramanlar:
Dilâver Cebeci‘nin hikâyelerinde halkın içinden, her meslek grubundan ve her yaĢtan
insan Ģahıs kadrosu içerisinde yer almaktadır. Ancak bu kahramanların da yazarın dünya
görüĢü çerçevesinde kurgulanmıĢ karakterler olduğu görülmektedir. Ayrıca bu kahramanların
bir diğer özelliği de Türklerin yaĢadığı çeĢitli coğrafyalardan seçilmiĢ olmalarıdır.
Yazarın özellikle Zincir adlı hikâyesinde halkın hemen hemen her kesiminden insan
kahraman olarak seçilmiĢtir ve hepsi de aynı derecede öneme sahiptir. Hikâyenin ilk
kahramanı sahnede oyunculuk yapan ve Ģarkı söyleyen, çelimsiz bir çocuktur. Sonrasında
diğer kahramanlar iseBayazıt Camii‘nin haremindeki bir genç, bir ilk çağ gecesinde karanlık
bir evde bir Ģeyler hesaplayan üç tane adam, yine sahnede Ģarkılar söyleyen ve elinde bir
198
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
demet çiçek olan bir hanım ve son olarak da Hazer gölünün kıyısında birbiriyle konuĢan iki
adamdır. Ancak bu kahramanların dikkat çeken tarafı, her birinin farklı zaman ve
mekânlardan seçilmiĢ, farklı uğraĢlar içerisindeki insanlar olmalarıdır. Bu durum aslında
yazarın dünya görüĢünü yansıtmaktadır. Hikâyenin son bölümünde yazarın söylediği Ģu sözler
aslında onun ne demek istediğini özetler niteliktedir:
―Bu bitmez bir hikâyedir. Devam edip gider. Çelimsiz oğlan, çizmeli Ģarkıcı kız,
çiçekler, alev gözlü adamlar, Ģarktan garba uzanan bir zincirin halkalarıdır. Bir halka kopsa
bu zincirden, gökten görünmez eller uzanıp, yerine yenisini takar. Çürüyenleri değiĢtirir. En
iyisi kopmamaktır. Çürümemektir.‖ (Cebeci, 2009a: 108)
Yeryüzünün hangi köĢesinde olursa olsun, her insan bu dünyanın bir ferdidir ve bu
dünyanın bir parçasıdır. Yazar, her bireyin bu dünya için değerli bir varlık olduğunu
vurgularken, yaradılıĢın doğal seyrine de gönderme yapıyor. Doğum-ölüm-yeniden doğum
mitosundaki gibi ölen ya da kaybolan her varlığın yerine bir yenisi gelmektedir. GüneĢin,
ayın, mevsimlerin, yılların geçirdiği dönemler de doğanın temel bir ritmidir (Moran, 2002:
221). Bu durum, yaptığı bazı hatalardan sonra kendine gelip dünyaya daha sağlam bir Ģekilde
tutunan insanlar için de geçerlidir. Bu döngüyü yaĢayan insanlar artık daha güçlüdürler, çünkü
daha önce yaptıkları hatalara bir daha düĢmeyeceklerdir ve tecrübe kazanmıĢlardır. Ancak
yazarın asıl vurgulamak istediği, birbirinden ayrı coğrafyalarda yaĢayan Türklerin, bu
durumun farkına varıp, daha çok ayrıĢmanın ve dağılmanın önüne geçmeleri, birbirlerinden
kopmamalarıdır. Çünkü koptukları vakit çürüyecekler ve sonunda da yok olacaklardır. Oysaki
yapmaları gereken yeniden doğmak, yani mevcut durumun tam olarak farkına varıp, bir araya
gelerek eskisinden daha güçlü bir Ģekilde var olmaktır.
Özellikle milliyetçi ideolojiye sahip olan sanatçılar tarafından millî bir renk olarak
kabul edilen mavi, Dilâver Cebeci‘nin hem Ģiir hem de hikâyelerinde önemli yere sahiptir.
Mavi Pantolon adlı hikâyede de yazarın, eserin baĢkahramanı olarak aynı hassasiyet içerisinde
olduğu görülmektedir. Gökyüzünün ve denizin mavi yerine, bulanık bir renk içerisinde
olması, yazarın mevcut durumdan memnun olmadığının bir göstergesi olarak hikâyenin diğer
kahramanına da yansımıĢtır. Yazarın Sultanahmet‘te otobüs beklerken gördüğü ve her
halinden yoksulluk içinde olduğu anlaĢılan pantoloncu, Ģu sözlerle betimlenir: ―Çekik gözlü,
çok seyrek sakallıydı. BaĢının alnına yakın kısmındaki saçları dağınık ve dikti…‖ (Cebeci,
2009a: 110) Yazar bundan sonra bu pantoloncunun baĢka Türk coğrafyalarından Ġstanbul‘a
gelip burada yaĢam mücadelesi veren bir soydaĢı olduğunu fark eder. Ancak, bu
199
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
pantoloncunun elinde her renkten pantolon olmasına rağmen sadece mavi renkte olan yoktur.
Bu durum da adamın geldiği yerdeki soydaĢlarının zor durumda olduğunu ve bu durumu
düzeltmek için ellerinden gelen bir Ģey olmadığını gösteren bir semboldür. Çünkü yazarın
tarif ettiği havaya göre, gökyüzü gittikçe kararmaktadır ve mavi rengin yeniden görüneceğine
dair de bir belirti bulunmamaktadır. Hikâyenin ilerleyen kısımlarında yazarın o adamın yanına
gidip, farklı bir coğrafyadan bir soydaĢıyla konuĢma arzusuyla dolu olduğu sezilmektedir:
―Ben bu adamı tanıyordum. Çok iyi tanıyordum. Onunla bin yıl yaĢamıĢlığım vardı.
Adını sorsanız bilmezdim ama, onu çok iyi tanıyordum. Tanrım, bir yanına varabilsem, adını
sorabilsem, yurdunu öğrenebilsem…‖(Cebeci, 2009a: 110)
Bu cümlelerde de görüldüğü üzere yazar, soydaĢı olan pantolon satıcısıyla konuĢarak,
birbirinden ayrı düĢmüĢ olan Türklerinbu durumunun verdiği ıstırapla yüreğinde duyduğu
acıyı biraz olsun dindirmek istemektedir. Ancak bir süre sonra beklediği otobüsün gelmesiyle
adamla konuĢamadan oradan uzaklaĢmak, yazara memleketinden uzaktaki bir soydaĢından
ayrı düĢmenin acısını daha derinden hissettirmektedir.
Sadaka adlı hikâyenin kahramanı ise esnaf Hacı Musa Efendi‘dir. Hacı Musa Efendi,
hikâyenin geçtiği günün bir önceki gecesinde gördüğü rüyanın oldukça fazla tesirinde
kalmıĢtır. Rüyasında bir kılıç görür ve bu durum hikâyede Ģu sözlerleifade edilir:
―Kılıç… Rüyada kılıç görmek neye alâmetti? Öyle herkesin bildiği kılıçlardan değildi
ki… Göğün ortasında, ıĢıl ıĢıl, sivri ucu yere doğru sallanıp duruyordu. Kocamandı.
Kabzasını, kabza üzerindeki yakut, zümrüt, inci ve daha baĢka bilmediği değerli taĢları
görebiliyordu.‖ (Cebeci, 2009a: 125)
Hacı Musa Efendi‘nin rüyasında gördüğü kılıç, nereye giderse gitsin bir türlü peĢini
bırakmamakta ve sürekli gökten aĢağı, onun tepesinde sallanmaktadır. O, bu rüyaya bir türlü
anlam veremez, ancak daha sonra camide imamdan dinlediği vaaz aklına gelir. Bu, hikâyede
Ģu sözlerle anlatılır: ―Bir hadis okumuĢtu imam: ‗Sadaka ecelin önüne geçer, belâ dalgalarını
karĢılar…‘ gibi bir Ģeydi.‖ (Cebeci, 2009a: 126) Hacı Musa Efendi bunun üzerine, imamın
sözlerini, gördüğü rüya ile de iliĢkilendirerek dükkânına giderken sadaka verebileceği bir
dilenci arar. Ancak bir türlü bulamaz. Tam bu esnada üzerine doğru son sürat gelen atlıların
arasında kalır. Kanlar içinde yerde yatarken, gözü, camları tıpkı rüyasında gördüğü kılıçtaki
renkli taĢlara benzeyen bir dükkân görür ve bu dükkânın önünde de bir dilenci vardır. Ancak
200
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
her Ģey için artık çok geçtir ve Hacı Musa Efendi geçirdiği bu kaza sonucunda hayatını
kaybeder.
Dilâver Cebeci bu hikâyesinde kahramanlarını geleneksel bir takım inanıĢlar ve Ġslami
anlayıĢ çerçevesinde ĢekillendirmiĢtir. Eserin baĢkahramanının gördüğü rüyaya herhangi bir
anlam yüklemeye çalıĢması ve sonrasında imamın vaazından duyduğu bir hadis
doğrultusunda hareketlerini yönlendirmesi, bu anlayıĢın sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
3-Yabancılar:
Dilâver Cebeci‘nin hikâyelerinde, eserin asıl kahramanının karĢısında olan yabancılar
da yer almaktadır. Bu kahramanlar genellikle Türklerin mücadele ettiği karĢı güçleri temsil
etmektedir.
Vire adlı hikâyede yer alan yabancı kahraman, kalenin anlaĢma yoluyla teslim
edilmesini isteyen Macar komutandır. Macar komutan, Türk komutanların cesaretlerini ve
inançlarını kırıcı sözler söyleyerek, onların kaleyi çabuk bir Ģekilde teslim etmelerini
amaçlamaktadır:
―DıĢarda kırk bin çift kat çelik zırhlı Macar askeri var. Osmanlı‘dan ümidinizi kesin.
Buraya iki ayda varamaz. Osmanlı gelinceye kadar amansız kılıçlanınız burada tek bir Türk
bırakmaz. ġartlarımızı kabul ederseniz hakkınızda hayırlı olur. KarakıĢ gelmek üzere.Bizi
fazla uğraĢtırmayınız.‖ (Cebeci, 2009a: 103)
Macar komutan, Türk komutanlara can ve mal emniyetlerinin korunacağına dair
teminat verse de, ona pek de güvenen yoktur. Hikâye boyunca düĢman güçleri temsil eden
Macar komutan, kendisine fazlasıyla güvenmektedir, ancak bu kiĢiler hiçbir engele ve
tehlikeye boyun eğmeyip, kanının son damlasına kadar mücadele etmekten çekinmeyecek
olan Türk askerlerini hesaba katmamıĢtır.
Büyü adlı hikâye ise Türkler ve Çinliler arasındaki mücadelelerin, Çinliler üzerindeki
psikolojik tesiri üzerine kurulmuĢtur. Türklere karĢı duydukları korku yüzünden Çin Seddini
yapan Çinliler, Türklerin büyücü olduklarına inanmaktadırlar. Üç Türk çerisinin Çinli
nöbetçilere atlarının ayaklarını çözdürmesi de Türkler tarafından onlara yapılan bir büyü
olarak algılanır. Bu durum, nöbetçiler tarafından Çin imparatoruna iletilir. Çin imparatoru
düĢüncelerini Ģu sözlerle dile getirir: ―Büyü, büyü, büyü! Bıktım bunların büyüsünden. Bizi
hep büyü ile yeniyorlar. Atları büyülü, kılıçları büyülü, okları büyülü… Üç günlük yolu bir
201
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
günde alıyorlar. Nasıl yapılır bu? Ama onlar yapar. Pis büyücüler!‖ (Cebeci, 2009a: 131) Çin
imparatoru, Türklerle yaptıkları mücadeleler karĢısında aldıkları yenilgileri, onların ancak bir
büyücü olabileceği yönündeki iddiasıyla bu Ģekilde açıklamaya çalıĢmaktadır.
4-Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar:
Dilâver Cebeci‘nin bazı hikâyelerinde, dekoratif unsurların, diğer kahramanlarla ilgili
olarak vurgulanmak istenen düĢünceyi daha etkili kılmak için, eserin birer yardımcı
kahramanı konumuna getirildiği görülmektedir.
Vire adlı hikâyede yer alan Türk ve Macar askerleri bu hikâyede yer alan ve asıl
kahramanların arkasında bulunarak onlara yardımcı olan unsurlar arasındadır.
Zincir adlı hikâyede kullanılan dekoratif unsurlar arasında bulunan çiçekler ise,
yazarın vurgulamak istediği düĢünceyi pekiĢtirmesine yardımcı olarak seçilmiĢtir: ―Bir Asya
bozkırında, yakıcı güneĢ altında, sıklaĢan nefesleri ile birbirlerine sokulan kuzular gibi
çiçekler…‖(Cebeci, 2009a: 107) Yazarın Asya bozkırında tasvir ettiği bu çiçekler, Türk
coğrafyasını iĢaret etmektedir. Her biri sıkıĢık vaziyette, birbirini kucaklayan bu çiçeklerin
varlığından, sahneyi izleyen diğer insanlar haberdar değildir. Bu bir demet çiçek, Asya‘da
yaĢayan Türkleri göstermekte ve kendi varlıklarından, dünyanın diğer coğrafyalarında
yaĢayan Türklerin de haberdar olmasını beklemektedirler.
5-Ġnsan DıĢındaki Kahramanlar:
Dilâver Cebeci, bazı hikâyelerinde, insan dıĢındaki baĢka varlıkları da eserin asıl
kahramanı konumuna getirmektedir. Ancak seçtiği bu kahramanların, Türk kültüründe önemli
bir değere sahip olan varlıklar olduğu dikkat çekmektedir.
Cebeci‘nin Ģiirlerinde olduğu gibi, hikâyelerinde de at, değer verilen bir varlık olan
kahraman konumundadır. At, Türk kültüründe ve destanlarında önemli bir yere sahiptir. ―Atı
da kadın gibi, silâh gibi nâmus bilen bir millet olarak Türkler, zafer yolunda uzakları yakın
eden bu canlı vâsıtaya tabii bir sevgiyle bağlanmıĢlardı.‖ (Banarlı, 1998: 34) Tutsak Atın
Rüyaları adlı hikâyenin baĢkahramanı konumundaki at, yazar tarafından bir takım insani
hususiyetlerle donatılarak anlatılmıĢtır. Bu at, sahibi tarafından bağlanmıĢ ve onun istediği
Ģekilde hareket etmeye mecbur bırakılmıĢtır. Onun her zaman hayal ettiği Ģey ise, kendince,
doğanın içinde, toprağın üzerinde, özgür bir Ģekilde koĢmak ya da savaĢ meydanlarında
olmaktır. Bu atın gördüğü rüya, onun acımasız bir arabacının yüklerini taĢımak için değil,
202
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
savaĢ meydanlarında, tüm gücüyle, verilen mücadeleye katılmak için yaratıldığı düĢüncesini
açıklamaktadır:
―ġimdi bir savaĢ meydanındaydı tutsak at. Daha pek çok atlar vardı burada.
KoĢumları göz alıcı, süvarileri pür silâh… Pırıl pırıl atlar… Hepsinin cinslerini
tanıyabiliyordu. ġu siyah at Arap, Ģu doru at Ġngiliz cinsi idi. Bunlar süratli atlardır. Kendisi
onlar kadar süratli değildi, ama güçlü, dayanıklı Asya cinsi bir doru at idi.‖ (Cebeci, 2009a:
119-120)
Tutsak atın gördüğü bu rüyaya göre o, Asya kökenli bir attır. Atın, Türk kültüründe
sahip olduğu önemin derecesi göz önünde bulundurulduğunda, tutsak atın bu hikâyede tutsak
halde yaĢamakta olan Türkleri sembolize ettiği düĢünülebilir. Hikâyedeki arabacı gibi
acımasız ve zalim düĢmanlar, esaretleri altında yaĢattıkları Türklere eziyet etmektedirler.
Ancak fiziksel eziyetten ziyade onları asıl yaralayan, hürriyetlerinin bu kiĢilerin elinde tutsak
olmasıdır. Dilâver Cebeci bu durumu bir Ģiirinde Ģu dizelerle dile getirir:
―Tutsak kızların avuçlarına yağıyorum her güz,
Bir Kafkas‘dayım, bir Çin‘deyim.
Gök bıçaklar sapladım karanlığın karnına,
Sürüsü yitmiĢ çobanların düĢündeyim.‖ (Cebeci, 2009b: 134)
Dilâver Cebeci, bu mısralarda Kafkaslarda ve Çin‘de hürriyetleri esir edilmiĢ olan
Türklerin acılarına kendi yüreğinin de ortak olduğunu ifade etmektedir. Cebeci birçok Ģiirinde
olduğu gibi, Tutsak Atın Rüyaları adlı hikâyesinde de benzer Ģekilde esaret altında tutulan
soydaĢlarının durumuna olan üzüntüsünü bu Ģekilde sembolleĢtirmiĢtir. Bu durumu dile
getirirken hem Tutsak Atın Rüyaları adlı hikâyesinde hem de Ģiirlerinde rüya motifinden
yararlandığı da görülmektedir. Çünkü Cebeci, soydaĢlarının eninde sonunda bu zulüm ve
esaretten kurtulacağına dair ümidini hiçbir zaman kaybetmemekte ve bunu da birgün
gerçekleĢecek bir rüya olarak nitelendirmektedir.
Sonuç
Dilâver Cebeci hikâyelerinde, Ģiirlerinde olduğu gibi Türk dünyasının sorunlarına,
esaret altında bulunan Türklerin çektiği ıstıraplara yer vermekte, bu soydaĢları için duyduğu
kaygıyı belirtmektedir. Ancak yazarın hiçbir zaman umudunu yitirmediği görülmektedir. Bu
hikâyelerin Ģahıs kadrosunu meydana getiren kahramanlar da yazarın bu düĢüncesini
anlatmak için seçilmiĢ olan karakterlerdir. Yazar gibi, geleceğe umutla bakan, zorluklar
203
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
karĢısında yenilmeyen ve inandığı değerler uğruna tüm varlığını feda etmeye hazır olan
idealize edilmiĢ kahramanların yanı sıra, yazarın düĢüncelerini daha iyi vurgulamasına
yardımcı olarak seçilen diğer kahramanlar da aynı derecede öneme sahiptir. Bunlardan
yabancı kahramanlar mücadele edilen karĢı güçleri sembolize etmektedir. Sonrasında ise
halkın içinden ve insan dıĢındaki varlıklardan seçilen kahramanlar ve dekoratif unsur
durumundaki kahramanlar da vurgulanan düĢüncenin etkinliğine katkı sağlamaktadır.
Kaynakça
Banarlı, N.S. (1998). Resimli Türk Edebiyatı Tarihi I. Ġstanbul: Millî Eğitim Basımevi.
Bulut, Y. (2009). Dilaver Cebeci Hayatı, Sanatı ve Eserleri.BasılmamıĢYüksek Lisans Tezi.
Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Cebeci, D. (2009b). Dilâver Cebeci Bütün ġiirleri. Ġstanbul: Bilgeoğuz Yayınları.
Cebeci, D. (2009a). Mavi Türkü. Ġstanbul: Bilgeoğuz Yayınları.
Kabaklı, A. (2008). Türk Edebiyatı IV. Ġstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları.
Korkmaz, R. -T. Özcan, ―Cumhuriyet Dönemi Türk ġiiri‖, (Ed. Ramazan Korkmaz).(2004).
Yeni Türk Edebiyatı El Kitabı 1839-2000. Ankara: Grafiker Yayıncılık.
Moran, B. (2002). Edebiyat Kuramları ve EleĢtiri. Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları.
204
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
KARAHANLI TÜRKÇESĠ ESERLERĠNDE YANSIMA SÖZCÜK TÜRETEN EKLER
Ergün KOCA
AyĢen KOCA
ÖZET
YaklaĢık iki yüz yıllık bir zaman dilimini kapsayan Karahanlı Türkçesi, gerek günümüze
kadar ulaĢan dil yadigarları ile, gerekse kendisinden sonra ortaya çıkan Doğu Türkçesi, Batı
Türkçesi, Kuzey Türkçesi ve Güney Türkçesi adlarıyla sınırlandırılan tüm yazı dillerine esas
teĢkil etmesiyle Türk Dili tarihinde önemli bir yer edinmektedir.
Yansımalar, dıĢ dünyadaki sesleri, görüntüleri vb. insan dilinin elverdiği Ģekilde taklit
ve tasvir ederek anlatıma canlılık kazandıran sözcüklerdir. Yansımalar gerek kök gerekse
türemiĢ biçimleriyle tarihi ve çağdaĢ Türk Dillerinin söz varlığında önemli yer tutar. Bu
çalıĢmada, Karahanlı Türkçesinin en önemli eserlerinden olan Kutadgu Bilig ve Divânü
Lûgâti‘t-Türk‘deki yansıma kök ve gövdelerinden yansıma sözcükler türeten ekler ele
alınmıĢtır.
Anahtar Sözcükler:Karahanlı Türkçesi (KT), Kutadgu Bilig (KB), Divânü Lûgâti‘tTürk (DLT), yansımalar, yansıma türeten ekler vb.
Suffixes that Form Onomatopoeic Words in Works of Karahan Turkish
Language
Abstract
Occupying about 200 years, the Karahan Turkish language takes a significant place by its
language treasure which has been living even till our days and by forming a base for all

Doç. Dr.; Zirve Üni., Eğitim Fak., Öğretim Üyeleri, Kızılhisar Kampüsü 27260 Gaziantep / Türkiye;
[email protected]

Doç. Dr.; Zirve Üni., Eğitim Fak., Öğretim Üyeleri, Kızılhisar Kampüsü 27260 Gaziantep / Türkiye;
[email protected]
205
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
written languages which are limited with the names such as Eastern Turkish, Western
Turkish, Northern Turkish and Southern Turkish.
Onomatopoeia are words which animate the sounds of nature and views in the way
that a person imitates and describes. Onomatopoeic words occupy an important place in the
historical and modern Turkic languages with its both root and derivative forms. In this
research, root onomatopoeic words and the derivative suffixes that form them in the works
like Kutadgu Bilig and Divanu Lugati‘t-Turk, important works of the Karahan Turkish
language, will be analyzed.
Key words: The Karahan Turkish language, Kutadgu Bilig, Divanu Lugati‘t-Turk,
onomatopoeic words, suffixes that form onomatopoeic words, etc.
1.GiriĢ
Karahanlı Türkçesi; esas olarak Arap alfabesiyle yazılmıs, merkezi KaĢgar olan Karahanlı
devletinde XI. yüzyılda ortaya çıktığı kabul edilen ilk islâmî Türk yazı dilidir(Güzel-Torun,
2004: 95). Ġslamla birlikte söz varlığı Arapça ve Farsçanın etkisine girmiĢ olan bu dil,
yaklaĢık iki yüz yıllık bir zaman dilimine hâkimdir. Köktürk ve Uygur Türkçesinin tabiî bir
takipçisi niteliğindedir. Nitekim 13. yüzyıldan itibaren geliĢen yeni yazı dilleri, KT‘nin
devamı Ģeklindedir. Bilindiği üzre Türk dili ve edebiyatının, Türk kültür tarihinin, halk
biliminin vb. bilinen en önemli temel kaynakları olan DLT ve KB bu dönemin ürünüdür.
XI.yüzyılın en önemli eserleri olan DLT ve KB Türkoloji dünyasında üzerinde en çok
çalıĢma yapılmıĢ; Türk dili, Türk kültürü ve Türk toplumunun folklorik özellikleri
bakımından eĢsiz ve tükenmez inceleme kaynaklarıdır.
Bu eserler özellikle son yıllarda hemen hemen bütün Türki dillere çevrilmiĢ, tüm Türk
dünyası bu eserleri sahiplenmiĢ, ortak geçmiĢimizin en önemli mirası olarak kabul etmiĢtir.
(Bkz. Koca, 2009 : 120-142)
Bu düĢüncelerle Ģekillendirdiğimiz makale çerçevesinde, dönem eserlerindeki yansıma
türeten ekleri ve dolayısıyla yansımaların – bugün bile gramer yaklaĢımlarında tam yerine
oturtulamamıĢ bir sözcük türü olarak – XI.yüzyıl sözvarlığındaki etkinliğini ele alacağız.
Gerek tarihi gerekse çağdaĢ Türk dilleri sondan eklemeli dillerdir. Ġlk yazılı kaynaklarımızdan
bu güne yeni kavramları karĢılamada kullandığımız en önemli yol sözcük kök ve
gövdelerinden yapım ekleri yoluyla yeni sözcük türetmektir. Türkçenin en doğal, en iĢlek, en
geniĢ yeni sözcük kazanma yolu olan sözcük türetmek, ad ve eylem köklerinden yapım ekleri
206
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ile yeni gövdeler yapmak demektir. Eklemeli bir dil olan Türkçenin çok zengin bir sözcük
yapma mekanizması vardır. Nitekim Hamza Zülfikar (1991: 48 vd.) ‗‗Terim Sorunları ve
Terim Yapma Klavuzu‘‘ adlı eserinde Türkçede yüz yetmiĢ yapım ve çekim ekini ele almıĢ ve
yapım
eklerinin
ne
denli
sözcük
türetmeye
elveriĢliolduğuna
değinmiĢtir.Türkiye
Türkçesindeki türetme eklerinin sayının yüzdoksan bir olduğunu belirleyenler de vardır
(Uzun-Uzun-Aksan- Aksan, 1992) .
Zülfikar,adı geçen eserinde ad ve eylem kök ve gövdelerine getirilerek yeni sözcük
türeten yapım eklerinin bazılarının yalnız yansıma kök ve gövdelerinden
yeni yansıma
sözcükler türeten ekler (Ör. +KIr- eki) olduğunu, bazılarının ise en önemli iĢlevlerinden
birinin yeni yansımaları karĢılamak olduğunu (Ör. +lA- eki) izah eder. Yani, yansıma kök ve
gövdelerinden, yeni yansımalar türeten ekler özel bir kategori olarak ele alınmıĢtır.
Necmettin Hacıeminoğlu‘ da (2008:130 vd.) Karahanlı Türkçesi‘nde eylem yapan 83
yapım ekini tespit etmiĢ ve bu yapım eklerinin iĢlevlerine değinmiĢtir. Yine A. Bican
Ercilasun, ―Kutadgu Bilig Grameri – Fiil‖ adlı eserinde eylem türeten (ad ve eylem kök ve
gövdelerinden) 37 eki tüm kullanımlarıyla incelemiĢ, Karahanlı Türkçesi‘nde eylem türetme
mekanizmasının dinamikliğini ortaya koymuĢtur. (Ercilasun,1984:14 vd.)
Ġncelemeye kaynak olan XI.yüzyılın bu iki önemli eseri DLT ve KB‘ye baktığımızda;
DLT‘de 8783 (Atalay, 2006) madde baĢı sözcüğün ve KB‘de de 2861 (Arat, 1999) sözcüğün
varlığından söz edilmektedir. Bu sözvarlığı içerisinde gerek kök gerekse türemiĢ halde
yüzlerce yansıma sözcük görmekteyiz. (Bkz., Koca, 2009)
Canlı ve cansız varlıkların çıkardıkları her türlü sesleri taklit eden; dıĢ görünüĢlerini,
hareketlerini ve vücutlarının aldığı bazı fiziki durumları betimleyerek gösteren; insanların
yalnız kendilerinin hissedebildiği duyuları, sezimleri ve onların etkilerini yansıtan sözcükler
olarak tanımlanan yansımalar (Koca, 2010: 88 vd.), tek
baĢına kullanılıp bir anlam
taĢıyabilen,cümlenin herhangi bir öğesi olabilen, çekimlenebilen ve türemeye elveriĢli
sözcüklerdir.
Yansımalı sözcükler tam anlamlı sözcükler gibi adı adlandırılan Ģeyin Ģartlı göstergesi
olamaz. Gerçi onlar böyle Ģeylerin (sesin, gürültünün, hareketin, durumun, görünümün v.b.)
dildeki tahminî, benzetilerek yaklaĢtırılan karĢılığı, imgesi sayılır. Örneğin, dilimizde çalıĢan
saatin sesi tık tık diye, tükürmeden çıkan ses tü diye, çocuğun ağlaması ıñaa ıñaa diye
belirtilir. Fakat bunların hepsinde de taklit edilen yansımalı sözcüğün telaffuzuna uymaz. Bu
bakımdan yansımalı sözcüklerin anlamı ve genelleĢtirici özelliği adlandırma görevini üstlenen
diğer türlerdeki sözcüklere kıyasen hemen hemen soyuttur, fakat onların anlamı canlılık,
renklilik, süs ve anlatıma kattığı sözcüksel ahenk gibi ek anlamlarla tamamlanır.
207
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Canlı ve cansız maddelerden oluĢan varlığın hepsini birtakım hareketlerle, gürültülerle
ve Ģekillerle karĢılamaktayız. Bunların insanda yarattığı duyguların adlandırılmasında, bu
hareketlerin, gürültülerin ve Ģekillerin sözcük olarak bir biçime getirilmesinde ana dili,
kılavuz olmuĢ, dilin yapısına yaklaĢtırılan ses ve Ģekil yansımalarına has bir sistem için
tabiattan elde edilen bu gürültüler, Ģekiller sözcüklere dönüĢtürülerek canlı ve renkli
anlatımlar sağlanmıĢtır. Adlandırılmalarda tabiattaki hareketliliğin çıkardığı seslerle canlıların
çeĢitli gürültüleri, sesleniĢleri birinci sırayı alır. Tabii seslerin adlandırılması yoluyla elde
edilen bu sözlerin en önemli fonksiyonu o sesi veya Ģekli adlandırabilmeleridir. (Koca, 2011:
883 vd.)
Biçim bakımından
yansımalar gerek hizmetçi sözcüklerden gerekse ünlemlerden
farklı olarak kendilerine has yapım ekleriyle, Türkçenin ikilemelerinin oluĢumundaki aktiv
kullanımıyla dikkati çeker. Yine kök halindeki yansımaların bile gerek ad, gerek eylem
olarak,
gerek ikileme kurarak, gerekse yardımcı eylemlerle kullanılarak Türkçenin
sözvarlığına katkı sağladığı da görülmektedir. Yanibu dil birlikleri, dilde tek baĢına veya
addan ad ve addan eylem yapma ekleriyle geniĢletilerek kullanılabilinen, kök olarak ad kökü
karakterinde sözcüklerdir. Aldıkları eklerle ad, önad ve eylem görevinde kullanılırlar.
Acaba KT‘nin iki önemli eseri olan DLT ve KB‘de de yansıma kök ve gövdelerinden
yeni yansıma sözcük türeten ekler varmıdır?Bu eklerin hangileri ile yansıma eylem hangileri
ile yansıma adlar yapılmaktadır? Türetilen yansıma sözcükler hangileridir?Bu makalede bu
sorulara cevap aranacaktır.
2. Yansıma Kök ve Gövdelerinden Yansıma Eylem Türeten Ekler
Eserlere bakıldığında yansıma kök ve gövdelerinden yansıma eylem türeten eklerin
belli baĢlıları Ģunlardır:+KIr-, +lA-, +Da-, +rA-, +Ir-, +A-, +Ar-, +(I)l-, +ĢA- vb.
Bu ekler, yansıma köklerine getirilmek suretiyle eserlerde onlarca yansıma eylem
türetmiĢlerdir. Eklerin bazılarının öncelikli iĢlevlerinin, bazılarının ise iĢlevlerinden sadece
birisinin yansıma sözcük türetmek olduğunu görmekteyiz. Biz her iki durumda da yansıma
türeten ekleri bir örnekte bile görülse incelemimize dahil ettik:
2.1. +kır-,+kir-,+kur-,+kür- / +gır-,+gir-,+gur-,+gür- eki:
Bu ek Türkçede eskiden beri kullanılan, ses yansımalı köklerden geçiĢli ve geçiĢsiz
eylemler türeten bir ektir. ―olma‖ veya ―yapma‖ ifade eden ses yansımalı eylemler yapar. Bu
ekin ses yansımalı köklerden eylem türetme fonksiyonu, yalnız Türkçede değil Türkçe‘nin
208
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
bütün devirlerindeki yazılı kaynaklarında ve özellikle XI. yüzyılın önemli eserleri DLT ve
KB‘de de görülür.
Yansıma eylem yapmada kullanılan bu ekin, aynı görevdeki diğer bir ek olan -kI‘dan
türediği düĢüncesi vardır. (Erdal, 1991:467 – 468)
KB'de yansıma adlardan eylem yapan bu ek için, bür-kir- "serpilmek" (4892) ve büvkir- "serpmek" (98), sız- gur ―sızdırmak‖ (6158) örnekleri verilebilir.
DLT‘de de
bu ek, yansıma ad köklerinden yansıma eylemler yapar: pür-kür-
―püskürmek, fıĢkırmak‖ (II,171), bur-kur- ―buruĢmak, büzülmek‖ (II,171), tam-gur- / tamgır- ―suyun damlama sesi‖ (II,179), ke-gir- ―geğirmek‖ (II, 84) vb.
• ― ‗Abir bür-kir-er teg tünerdi ḳalıḳ / Sıta ḳoptı yirdin yadıldı butıḳ (Abir serpilmiĢ
gibi,
gök alacalandı; ufuktan etrafa dallanarak mızraklar yükseldi)‖ (KB, 4892)
• kök pür-kür-di ―gök bulutlarla örtüldü, büründü‖. (II,170)
• yugçı tonka suw pür-kür-di ―yuyucu, tavlamak için elbiseye su püskürdü. kan
pürkürdi
―kan fıĢkırdı, kan yaradan fıĢkırdı‖. (II,171)
• er ke-gir-di ―adam geğirdi‖. (II,84)
• ıĢlar yüzi bur-kur-dı ― kadının yüzü buruĢtu, derisi büzüldü‖. (II,171)
• suw tam-gur-dı ―su damlıyayazdı (buzdan su damlıyayazdı)‖. (II,179)
2.2.+la-,+le- Eki:
Bu ek addan eylem yapma eklerinin en iĢlek olanıdır. Bu ek, Türkiye Türkçesi‘nde ad
kök ve gövdeleriyle, ad soylu sözlerden çok yönlü türetmeler yapar. Örnekleri
sayılamıyacak kadar çok olup addan eylem yapmak gerekince bugün en canlı ek olarak daima
bu eke baĢ vurulur.(Ergin, 2000:180)
Türkçede baĢlangıçtan beri kullanılagelmiĢ olan bu ek, KT‘de de addan eylem yapma
sahasına hakim olan baĢlıca ek durumundadır. ―Her türlü isimden etken, hem oluĢ bildiren;
hem de taklidî mahiyette fiiller teĢkil eden çok iĢlek bir ektir.‖ (Hacıeminoğlu,2008:156).
Örneğin, DLT‘de bu ekin +lA-, +lA-l- (edilgen), +lA-Ģ- (iĢteĢ), +lA-n- (dönüĢlü), +lA-t(ettirgen) Ģekilleriyle 783 farklı kullanımı mevcuttur.
Hem DLT‘de hem de KB‘de onlarca çeĢitli kullanıĢta eylemler yaptığını gördüğümüz
bu ek aynı zamanda yansıma eylemler türeten önemli eklerden biridir. Eserlerde gerek yalın
gerekse çatı ekleriyle birlikte onlarca örneği vardır: ah-la- ―ah etmek, ah çekmek‖ (DLTIII,118), aŋgı-la- ―anırmak‖ (DLT-I, 311), be-le- ―melemek‖(DLT-III, 206), belinğ-le- ―korku
ile uykudan sıçramak‖ (DLT-III,409), belinğ-le- ―korkup sıçramak‖ (KB, 3286), boz-la209
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
―devenin böğürmesi‖ (DLT-I,120), çagı-la-/ jagı-la- / Ģagı-la- ―çağlamak‖ (DLT-III, 324),
çanğı-la- ―köpeğin çenilemesi‖ (DLT-III,404), çatı-la- ―Ģaklamak‖ (DLT-III,323), çar-la―cırlamak, ağlamak‖ (DLT-III, 295), çar-la- ―fil (bağırmak) bağırtısı‖ (DLT-III, 295),çıfı-la―çıgıl çıgıl ses vermek‖ (DLT-III, 325), çogı-la-―fil (bağırmak) bağırtısı‖ (DLT-III,324), çogla- ―gürlemek‖ (KB,5314), ıg-la-―ağlamak‖ (DLT-I, 286, 287), kakı-la-―kazların kakakak
diye bağırması‖ (KB-72), kıçı-la- ―gıdıklamak‖ (DLT-III,323),sız-la- ―sızlamak‖ (DLT-III,
287), sınğı-la-/ singi-le-―soğuktan zırıncımak, donacak halde soğumak, çınlamak‖ (DLTIII,405), tanğ-la- ―ĢaĢmak‖ (KB-648), tıkı-la- ―tık diye ses vermek‖ (DLT-III, 326), tınğı-la-/
tingi-le- ― Ağır bir Ģey yere düĢerek ses vermek‖ (DLT-III,404),tiki-le- ―ses, hıĢırtıçıkarmak‖
(DLT-III,326), ting-le- / tıng-la- ―dinlemek‖ (DLT-I,96), tıng-la- ―dinlemek‖ (KB,559), ur(ı)la- ―bağırmak, sesini yükseltmek, ulumak‖ (DLT-I, 189), yıġ-la- ―ağlamak‖ (DLT-III,309),
yıg-la- ―ağlamak‖ (KB,167), yanğku-la- ―yankılanmak‖ (DLT-III,340) , yur-la- ―haykırmak‖
(DLT-I,189)vb.
• er ah-la-dı― adamcağız, göğsünü geçirdi, ah dedi, ah diye ses çıkardı‖. (III,118)
• yek anğı-la-dı ―eĢek anırdı‖. (I,311)
• er belinğ-le-di―adam belinledi, adam bir korku ile uykusundan sıçradı. Herhangi bir
hayvan bir Ģeyden korkup sıçrayarak ürkerse yine böyle denir‖. (III,409)
• titir boz-la-dı―diĢi deve bozladı, bağırdı. Devenin çıkardığı sesi karĢılar‖. (III,291)
• suw çagı-la-dı (jagı-la-dı, Ģagı-la-dı)―su çağladı‖. (III,324)
• ıt çanğı-la-dı―köpek dövülerek çeniledi. Bu köpeklerin normal olarak çıkardıkları
ürmekten farklı bir sestir‖. (III,404)
• oglan çar-la-dı―oğlan çarladı, çocuk cırladı, ağladı‖. (III,295)
• berge çatı-la-dı― kamçı Ģakladı. Herhangi bir Ģey kamçı Ģakırtısı gibi verirse yine
böyle
denir. (III, 323)
• küp çıfı-la-dı― küp çıgıl çıgıl ses verdi. ġıra kaynarken ses verirse yine böyle denir‖.
(III,325)
• er çogı-la-dı―adam bağırdı, çağırdı‖.(III,324)
• Kaz ördek kugu kıl kalıkıg tudı / kakı-la-yu kaynar yokaru kodı ― Kaz, ördek, kuğu
ve
kıl kuyruk fezayı doldurdu; bağrıĢarak, bir yukarı bir aĢağı kaynaĢıyorlar.‖ (KB, 72)
• ol meni kıçı-la-dı―o, beni gıdıkladı. Bu insanı güldürmek için koltuğunu ve ayağını
altını kaĢımakla olur.‖ (III,323)
• oglan ıg-la-dı ―çocuk ağladı / yıg-la-dı dahi denir‖. (I, 287)
210
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
• nenğ tınğı-la-dı― havan gibi bir Ģey yere düĢerek ses verdi‖.(III,404)
• tağ yanğku-la-dı―dağ ses verdi. Bu nasıl bağırırsan dağın öyle ses vermesidir‖. (III,
410)
• oglan yıg-la-dı―çocuk ağladı‖. (III,309).
• anıng tıĢı buzdun sız-la-dı―Onun diĢi buzdan sızladı.‖ . erninğ süngügi sız-la-dı ―
adamın kemiği (ağrıdan) sızladı‖. (III, 297)
• ıt sınğı-la-dı ―soğukta köpek zırıncıdı‖. kulakım sınğı-la-dı―kulağım çınladı‖.
(III,405)
Bu eklerin yukarıda örneklediğimiz kullanımları dıĢında yansıma eylem gövdelerinden
özellikle çatı ekleriyle yeni yansıma eylemler meydana getirdiğini de görmekteyiz. Çatı
eklerinin öncelikli iĢlevi her nekadar yansıma eylem türetmek olmasa da devir eserlerinde
özellikle +lA- ve +rA- ekiyle sıkça kullanılmaktadır.
2.2.1. +lA- +-Ģ- (iĢteĢ çatı)
çar-la-(Ģ)- ―cırlamak, ağlamak, bağırmak, ağlaĢmak‖ (II, 210), ıg-la-(Ģ)- ―ağlamak‖ (I,
240), or(ı)-la-Ģ- ―bağrıĢmak, çağrıĢmak‖ (I, 239), tıng-la-(Ģ)- ―dinlemek, dinlemekte yarıĢ
etmek‖ (III, 398), yıg-la-(Ģ)- ―ağlamak; ağlaĢmak; aĢlatmak‖ (III, 322 ), tanğ-la-Ģ- ―ĢaĢmak‖,
vb.
 oglan
çar-la-Ģ-dı ―çocuklar ağlaĢtı‖. yengen çar-la-Ģ-dı ―filler kükredi, bağırıĢtı‖.(II,
 oglan
ıg-la-Ģ-tı ―çocuklar ağlaĢtı‖. (I, 240)
 budun
kamuğ or-la-Ģ-dı ― bütün halk bağrıĢtı, çağrıĢtı, gürültü yaptı‖. (I, 239)
210)
2.2.2. +lA- +-n- (dönüĢlü çatı)
çag-la-n- ―börtmek, yarı piĢmek‖ (II, 245), çak-la-n- ―çalkanmak‖ (I, 513), çog-la-n―alev almak, parlamak‖ (II, 245), tümi-le-(n)- ―timbildemek, sekerek koĢmak‖ (III, 327) vb.

eĢyek tümi-le-n-di― Bu eĢeğin timbildemesini yani sekerek koĢmasını betimler‖. (III,

ot çog-la-n-dı ―ateĢ yalınlandı. GüneĢin yalınları (ıĢıkları, ıĢınları) yere düĢtüğü vakit
327)
de yine böyle denir‖. (II, 245)
2.2.3. +lA- +-t- (ettirgen çatı)
boz-la-t- ―böğürtmek‖ (II, 341), sız-la-t- ―sızlatmak‖(II, 346), tanğ-la-t- ―ĢaĢırtmak‖
(II,
211
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
358), yıg-la-t- ―ağlatmak‖ (II, 355) vb.

ol botunı boz-la-t-tı ―o potuğu, deve yavrusunu böğürttü‖. (II, 341)

ol anı yıg-la-t-tı ―o, onu ağlattı‖. (II, 355)

buz tıĢığ sız-la-t-tı ―buz diĢi sızlattı‖. (II, 346)
2.3. +da-,+de-;+ta-,+te-Eki:
Türkçede eskiden beri görülen, diğer adlardan eylem yapmakta çok az kullanılan bu
ek, tek heceli birkaç ad dıĢında, ses yansımalı eylemler türetmekte iĢlek bulunmaktadır.
KT‘debu eklerin adlardan etken ve geçiĢli; pek fazla örneği olmamakla beraber, ses
yansımalı sözcüklerden ise oluĢ bildiren geçiĢsiz eylem yaptığı görülür: çıl-da- ―çıldır çıldır
etmek‖ (DLT-III,281),ün-de- ―seslenmek, çağırmak‖ (KB-579), ün-de- ―seslenmek, çağırmak‖
(DLT-I, 273) vb.
• ol meni ün-de-di―o beni ünledi, çağırdı‖. (I, 273)
• ol kiĢte çıl-da-dı― ok sadakta çıldır çıldır etti‖.(III,281)
2.4.+ır-,+ir-,+ur-,+ür- Eki:
ÇeĢitli sesleri taklit eden eylemler yapan bu ek, genellikle tek baĢına hiç bir anlam
taĢımayan ―sözde ad‖ tabanlarına gelmektedir. Bu eklerle oluĢturulan yansıma eylemleri kök
ve ek olarak ayırmak doğru değildir. (Hacıeminoğlu,2008:154)
Bu ek, Türkçedeki kök halindeki yansımalara getirilerek onları geniĢletmekte ve
türemeye elveriĢli hale getirmektedir.H.Zülfikar yansımaları yapılarına göre birincil biçimler
(yani kök halindeki yansımalar), ikincil biçimler (yani birincil biçimlere getirilen +ır-,+ir-,
+ur-, +ür- / +ıl-, +il-, +ul-, +ül- / +ıĢ-, +iĢ-, +uĢ-, +üĢ- ekleriyle geniĢletilmiĢ yansımalar) ve
türevler (yani gerek birincil biçimlerden gerekse ikincil biçimlerden belli baĢlı yapım
ekleriyle türetilen yeni yansıma ad ve eylemler) olmak üzere üç grupta ele alır.(Zülfikar,
1995)
Bu ekler bu sebebledir ki, kökle bütünleĢmiĢ olarak kabul edilir ve bu eklerin yansıma
sözcüklere gelerek onları kullanıma soktuğu kabul edilir.
DLT‘de
Ģu
kullanımları
görmekteyiz:bak-ır-
―bağırmak‖
(III,186),
çak-ır-
―çağırmak‖(II, 209), bırk-ır- ―homurdanmak, genizden ses çıkarmak‖ (II,171), talp-ır―talpınmak, çırpınmak‖ (II,173), kık-ır- ―bağırmak, çağırmak‖ (I,83), öp-ür-(ü)Ģ- / op-ur(u)Ģ- ―höpürmek‖ (I, 232), sık-ır- ―kuĢ için ıslık çalar gibi ses çıkarmak‖ (II,83), kak-ır―boğazı gürültülü bir Ģekilde temizlemek‖,(KB, 4113) vb.
• tewey bak-ır-dı―deve bağırdı‖. (DLT-III,186)
• at bırk-ır-dı―at homurdandı, genizden ses çıkardı‖. (DLT-II, 171)
212
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
• kuĢtalp-ır-dı ―kuĢ kanadıyla dalbındı, çırpındı, çarpındı. Dalbınan, çarpınan her Ģey
için
de böyle denir‖. (II, 173)
Bu eklerle yapılan yansıma ikilemelerin et- yardımcı eylemiyle beraber kullanılarak
yansıma eylem meydana getirdiğini de görmekteyiz: tak-ır tak-ır et- ―takır takır ederek ses
çıkarmak‖ (I, 361), tik-ir tik-ir et- ― takır takır / tıkır tıkır ederek ses çıkarmak‖ (I, 361),
çald(t)-ır çald(t)-ır et- ―çaldır çaldır edip ses çıkarmak‖(I, 457), buld(t)-urbuld(t)-ur et―güldür güldür edip ses çıkarmak‖ (I, 457) vb.
 at
adhakıtak-ır tak-ır etti ―atın ayağı takır takır ses çıkardı‖. (I, 361)
 taĢ
kudhuğka tüĢti, buld(t)-ur buld(t)-ur et-ti ―kuyuya taĢ düĢtü güldür güldür etti‖.(I,
456)
Bu ekin de iĢteĢ çatı eki ile kullanıldığı birkaç yansıma eylem mevcuttur: kık(ı)r-(ı)Ģ―bağrıĢmak, çağrıĢmak‖ (II, 220), sık(ı)r-(ı)Ģ- ―ıslık çalar gibi ses çıkarmak‖ (II, 213), op-uruĢ- / öp-ür-(ü)Ģ- ―höpürdetiĢmek‖ (I, 232) vb.

eren kamuğ kık(ı)r-(ı)Ģ-dı ―bütün adamlar bağrıĢtı, çağrıĢtı‖. (II, 220)
2.5.+ra-,+re- / +rı-Eki:
Genellikle sesleri taklit yahud çeĢitli hareketleri tavsif eden eylemler yapan iĢlek bir
ektir.Bu çeĢit eylemlerde kök ile eki ayırmak mümkün değildir.Çünki asıl anlam ektedir; o
kaldırıldığı zaman ad durumundaki taban tek baĢına hiç bir Ģey ifade etmemektedir.
(Hacıeminoğlu, 2008:158)
DLT‘de bu ekin yansıma eylem yapan önemli eklerden birisi olarak birçok örneğini
görmekteyiz:buk-rı- ― hayvan sıçraması‖ (III,279), çık-ra- / çik-re- ―gıcırdamak‖ (III,280),
çıl-ra ―çıldır çıldır etmek‖ (III,281), çıñ-ra- ―çınlamak‖ (III,402), çok-ra- ―su kaynamak‖
(III,280), ıñ-ra- ―devenin inlemesi‖ (I,120), kök-re- ―kükremek, gürlemek‖ (I,125 / KB,86),
mañ-ra ―bağırmak‖ (III,402), müñ-re- ―böğürmek‖ (III,403), tik-re- ―ses vermek‖ (III,280),
kül-re- ―gürlemek‖ (III, 283), yald-rı- ―az ıĢımak, az parlamak‖ (III, 437), yol-rı-t―alevlendirmek‖ (II, 353) vb.

at suçıdı buk-rı-dı ―at sıçradı,çamıĢlık etti‖. (III,279)

tıĢ çık-ra-dı ― diĢ gıcırdadı‖. kapuğ çık-ra-dı ― kapı gıcırdadı‖ (III,280)

mınğar çok-ra-dı ―pınarınsuyu kaynadı‖. asıççok-ra-dı ―tencere kaynadı‖ (III,

ınğan ıñ-ra-sa botu bozlar ―diĢi deveinleyince potuk ses verir‖ (I,120)

öpke kelip ogradı / arslanlayu kök-re-dim ―öfkem geldi yürüdüm, arslan gibi
280)
213
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
kükredim‖ (I, 125)
DLT‘de bir kaç örnekte -d(I)rA- Ģeklinde kullanımları görmekteyiz. TeniĢev ―d(I)rA- gibi bir çok ekin temelinde, çağdaĢ lehçelerde fazla geliĢim göstermemiĢ olan –A
yapım ekinin aranması gerektiğini ifade etmiĢ ve bu tür örneklerin Kırgız, Tatar, BaĢkurt gibi
birçok Türki dilde bulunduğunu açıklamıĢtır.(TeniĢev 1988:432)Ancak biz DLT‘deçald-ra- ―
taĢ, zincir ses vermek‖ (III, 447), küld-re ―küldür küldür etmek‖ (III, 448), kald-ra―hıĢırdamak‖ (III, 447), yald-ra- ―parlamak‖ (III, 437), yold-ra- / yold-rı-― parlamak‖ (III,
437) gibi örneklerde -rA ekinin varlığını ve iĢlevini net olarak görmekteyiz.

taĢ kudhuğ içre küld-re-di ― taĢ kuyunun içinde küldür küldür etti‖. (III,448)

ton kald-ra-dı ― elbise hıĢırdadı‖. ( III,447)

künyald-ra-dı ― güneĢ az ıĢıdı, az parladı‖. (III,437)
Bu eklerin de yukarıda örneklediğimiz kullanımları dıĢında yansıma eylem
gövdelerinden özellikle çatı ekleriyle yeni yansıma eylemler meydana getirdiğini
görmekteyiz:
2.5.1. +rA- + -Ģ- (iĢteĢ çatı)
kök-re-Ģ- ―kükreĢmek‖ (II, 222), ok-ra-Ģ- ―kiĢnemek‖ (I, 235), tik-re-Ģ- ―atların ayağı
ses vermesi‖ (II, 209), say-ra-Ģ- ―ötüĢmek‖ (III, 194), çık-ra-Ģ- ―(diĢ) gıcırdamak,
çıkırdamak‖ (II, 280), çok-ra-Ģ- ―(çorak yerler) dalgalanmak‖ (II, 208) vb.

bulıtlar kamuğ kök-re-Ģ-di― bulutlar bütün gürledi, kükredi‖. (II, 222)

tıĢ çık-ra-Ģ-tı ―diĢ gıcırdadı, çıkırdadı‖. (II, 280)

yund kamuğok-ra-Ģ-dı ―bütün atlar (yemi görünce) kiĢnediler‖. (I, 235)
2.5.2. +rA- + -t- (ettirgen çatı)
çınğ-ra-t- ―çınlatmak‖ (II, 402),manğ-ra-t- ― bağırtmak‖ (III, 402), münğ-re-t―böğürtmek‖ (II, 358), yol-ra-t- / yal-ra-t- / yal-rı-t- / yol-rı-t- ―alevlendirmek, parlatmak‖ (II,
353) vb.
ol konğragu çınğ-ra-t-tı―o çıngırağı, konrağı, tongurağı çınlattı. o, tongurukları

çınlattı, yularla ses verdirdi‖. (II, 402)

ol anı manğ-ra-t-tı ―o, onu bağırttı‖. (III, 402)

ol erni urup münğ-re-t-ti ―o, adamı döğüp böğürttü. o, adamı döğerek öküz
böğürtür
gibi böğürttü‖. (II, 358)
2.5.3. +rA- + -n- (dönüĢlü çatı): kül-re-n- ―gürlemek‖ (II, 252)

kök kül-re-n-di―gök gürledi‖. (II, 252)
2.6.+A- Eki:
214
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Genellikle ünsüzle biten ad kök ve gövdelerine gelerek geçiĢli geçiĢsiz eylemler
türeten KT‘deki iĢlek eklerden biridir. Bu ekin bazı yansıma ad köklerine getirilip ve
vurgusuz
orta
hece
dar
ünlüsünün
düĢmesiyle
yansıma
eylemler
Ģekillendirdiği
görülür:kas(ı)n-a- ―zırıncımak, titremek‖, (III, 302), sıg(ı)t-a- ―ağlamak‖ (III, 275), tır(ı)m-aĢ- / tarm-a-Ģ- ―kaĢınmak‖ (II, 207), yaĢ(ı)n-a- ―ĢimĢek çakmak, parlamak‖ (KB,86 / DLT-III,
310)vb.
er tumluğka kas(ı)n-a-dı ―adam soğukta zırıncıdı, soğuktanadamın alt çenesi üst

çenesine vurdu. Köpek soğuktan zırıncırsa yine böyle denir‖. (III, 302)
oglan sıg(ı)t-a-dı ―çocuk ağladı‖ (III, 276)

2.7.+ar-,+er- Eki:
Bu ekin KT‘ eserlerinde genellikle renk adlarından oluĢ bildiren geçiĢsiz- dönüĢlü
eylemler yaptığını görmekteyiz. Yansıma eylem olarak bir kaç örneği vardır: ürp-er―ürpermek‖ (I, 217)

er ürp-er-di ―adam öfkesinden ya da savaĢ için ürperdi, adamın tüyleri ürperdi.
(I, 217)
2.8. +(I)l- Eki:
Yansıma eylem yapan -Il- eki, ĢıĢ-ı-l- ― ĢiĢmek‖ (II, 124), ürk-ül-― ürkülmek‖ (I,250),
ür-ül-―ĢiĢmek, kabatmak‖, yuĢ-ul- ―fıĢkırmak‖ (III, 79) vb. örneklerde görülmektedir.

pıĢığ tarığ ĢıĢ-ı-l-dı ―piĢmiĢ tane ĢiĢti‖. Su ile kaynatılmıĢ buğday, kaba
sığmayacak
kadar ĢiĢti. Herhangi bir Ģey bulunduğu yere sığmayacak kadar ĢiĢerse de böyle denir. (
II,124)

kan yuĢ-ul-dı―kan fıĢkırdı‖. (III, 79)
2.9. +Ģa- Eki:
Addan eylem yapan +ĢA- eki birkaç örnekte yansıma eylem yapmıĢtır.Aynı zamanda
bu ekin de iĢteĢ ve ettirgençatı ekleriyle kullanıldığı birkaç yansıma eylem mevcuttur:çax-Ģa―taĢ, çakıl ses vermek‖ (III, 286), çuw-Ģa- ―kaynamak, köpüklenmek‖ (III, 286), suf-Ģa―fısıldamak, üflemek‖ (III,286), Ģuw-Ģa-Ģ- ―fısıldaĢmak‖ (II, 350), Ģuw-Ģa-t- ―fısıldatmak‖ (II,
337) vb.

taĢ çax-Ģa-dı ―taĢ çağıl çuğul etti, çakıl ses verdi.Ziynet eĢyası ve buna benzer
Ģeyler
ses veririse yine böyle denir‖. (III,286)

ol kulakka suf-Ģa-dı ―o, gizli bir sözü kulağa fısıldadı‖; sökelge suf-Ģa-dı ― hastaya
okudu, üfledi‖. (III, 286)
215
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014

ol meninğ kulakka söz Ģuw-Ģa-t-tı ―o, benim kulağıma söz fısıldattı‖. (II, 337)

ol anınğ birle Ģuw-Ģa-Ģ-dı ―o, onunla gizli söz fısıldaĢtı‖. (II, 350)
2.10. +rke-,+rka- Eki:
Bu ekin birkaç sözcükte kullanıldığını bunlardan birinin de tañ-ı-rka- ―hayret
etmek‖, ĢaĢılacak Ģey‖ (KB, 785)manasındaki yansıma eylem olduğunu görmekteyiz.

Ġlig aydı keldür maña ay sözüñ / Negüni tan-ı-rka-dı emdi özüñ―Hükümdar dedi:
-Bana söyle bakayım, Ģimdi neye hayret ettin, ĢaĢırdın‖(KB, 785)
2.11.+k- Eki:
KT‘de pekiĢtirme eki olarak geniĢ bir kullanıma sahip olan bu ekisiz-i-k ―sezmek,
Ģüphe tavırı sergilemek‖ (KB, 1090) ve sez-i-k ―sezmek‖ (II, 117) olmak üzere iki yansıma
kelimede görmekteyiz.

Bu iĢig sez-i-k-ti ―bu iĢi ondan sezdim‖ (II, 117)
2.12. +sIr- Eki:
Bu ekin kullanıldığı bir örnek vardır o da yansıma kökenlidir: kül-sir- ―gülümsemek,
gülümser görünmek‖ ( II, 196)

er kül-sir-di ―adam gülümser göründü‖ (II, 186)
Bu ekler dıĢında özellikle çatı eklerinin (-Ģ-, -l-, -n-, -t-, -tUr- vb.) direk yansıma
köklerine getirilerek yeni yansıma kullanımların meydana getirilmesi söz konusudur: as(u)ru-Ģ- ―aksırmak, aksırıĢta yarıĢ etmek‖ (I, 234), os(u)r-u-Ģ- ―osurmakta yarıĢ etmek‖ (I, 234),
öp-i-Ģ- ―öpüĢmek‖(I, 180), kama-Ģ- ―kamaĢmak‖ (II, 111), tam-ı-Ģ- ―damlamak‖ (II, 110), kırı-l-―kırkılmak‖ (II, 236), ıy-ı-n- ―ıkınmak‖ (I, 269), bez-i-t- ―titretmek‖ (II, 305), ürk-ü-t―ürkütmek‖ (I, 264), sit-tür- ―siydirmek, iĢetmek‖ (II, 183), öp-tür- ―öptürmek‖ (I, 217),
kül-dür- ―güldürmek‖ (KB, 3595) vb.

ikki er as(u)r-u-Ģ-dı ―iki adam hangimiz daha çok aksıracağız diye aksırmakta
yarıĢ
etti‖. (I, 234)

olar ikki os(u)r-u-Ģ-tu ―onlar ikisi osurmakta yarıĢ ettiler‖. (I, 234)

ol oglın sit-tür-di ―o, oğlunu iĢetti, siydirdi‖. (II, 183)

tumluğ anı bez-i-t-ti ―soğuk onu titretti‖. (II, 305)

yünğ kırk-ı-l-dı ―yün kırkıldı , koyunun yünü kırkıldı‖. (II,236)

er ıy-ı-n-dı ―adam ıkındı‖. (I, 269)
3. Yansıma Kök ve Gövdelerinden Yansıma Ad ve Önad Türeten Ekler:
216
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi yansımalar kök olarak ad kökü karakterinde sözcüklerdir ve
aldıklarıeklerle ad, önad
ve eylem görevinde yeni yansıma sözcükler meydana
getirirler.Eserlere bakıldığında yansıma kök ve gövdelerinden yansıma ad ve önad türeten
eklerin eylem türeten eklere göre hem iĢlev hem de sayı olarak çok daha kısır olduğunu
görmekteyiz. Bu eklerin bazıları
gövdelerinden
yansıma eylem
bazıları ise
yansıma adkök ve
yeni yansıma sözcükler oluĢtururlar. Öne çıkarılabilecek belli baĢlı ekler
Ģunlardır: +gAn, +(I)g, +Ik, +(n-)ç,+gU vb.
Bu eklerle ilgili ifade etmemiz gereken bir hususta bunların öncelikli iĢlevlerinin
yansıma sözcük türetme olmamasıdır. KT‘de bu eklerle yapılan yansıma sözcük sayısı fazla
olmasa da aĢağıda örnekleyeceğimiz kullanımları görmekteyiz.
3.1. +gAn Eki:
Bu gün Türkçede +an / +en Ģekilleriyle çokça kullanılan bir sıfat-fiil ekidir. DLT ve
KB‘de pekiĢtirme sıfat yapan bir ek olarak birçok örneği vardır. Bu ekle yapılan asur-gan ―
çok aksıran‖ (I, 156),
os(u)r-gan ― osuran‖ (I, 156), ürül-gen ― tulum gibi kabaran‖ (I,
158), yaru-t-gan ―her zaman aydınlatan, parlatan‖ (III, 52) gibi birkaç yansıma önadı da
görmekteyiz.

bu er ol osur-gan ―bu adam çok osurgan‖. (I, 156)

bu er telim asurgan ― bu adam çok aksırgan‖. (I, 156)
3.2. +(I)g / +(I)ġ Eki:
bırk-(ı)ġ ―homurtu, genizden çıkan ses‖ (I, 461), burk-u-ġ ―büzüĢme‖ (I, 461),tın-(ı)ġ
―nefes, soluk alma sesi‖ (II, 40), sız-(ı)ġ ―sızı, ağrı‖ (KB, 2579), sızla-ġ ― diĢlerin soğuktan
uyuĢması‖ (I, 464) , tez-i-g ―ürkek, ürkmüĢ‖ (KB, 712) vb.

sökel tını-g-ı artak ―hastanın soluk sesi kötü‖. (II,40)
3.3. +(I)k Eki:
Çok iĢlek bir ek olup eylemden ad ve önad yapar. Dönem eserlerinde bolca örneği
vardır. Öncelikli iĢlevi her nekadar yansıma sözcük türetmek olmasa da aĢağıdaki
yansımalarda bu eki görmekteyiz:
bez-i-k ―titreme‖ (I, 385), çınğ-ra-k ― gür ve pürüzsüz ses‖ (III, 383), os(u)r-(u)k
―osuruk‖ (I, 99),ürpe-k ―tüyleri ürpermiĢ kiĢi‖ (DLT-I, 103), yaru-k ―ıĢık, aydınlık, parlaklık‖
(I, 96), yald- ru-k ―çilalı, parlak‖ (III, 432), yold-ru-k ―çilalı, parlak‖ (III, 433), yuld-ru-k
―çilalı, parlak‖ (III, 432), vb.

yald- ru-k nenğ ―çilalı leğen gibi parlak nesne‖ (III, 432)
3.4. +gu,+gü Eki:
217
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Türkçenin her döneminde iĢlek olan bu ekle asurt-gu ―aksırtan‖ (III, 442), kül-gü
―gülüĢ, gülme‖ (I, 430), ulı-gu ―uluyacak zaman‖ (I, 136) gibi birkaç yansıma sözcüğün
Ģekillendiğini görüyoruz.
asurt-gu ot ―aksırtan ot‖. (III, 442)

3.5. +(n-)ç Eki:
Bu ek, -n- ile geniĢlemiĢ eylem gövdelerinden genellikle eylem adları yapar. Ancak
kül-ü-n-ç ―gülünç‖ (III, 374 ( KB, 2442) , ürk-ü-n-ç ―ürküntü‖ (I, 250) örneklerinde yansıma
ad türettiği görülür.

ürk-ü-n-ç bolup ürküldi ―ürküntü, kargaĢalık olup ürküldü.‖ (I, 250)
Bunların dıĢında çokra-ma ―fıĢkıran kaynak‖ (I, 492) sözcüğünde -ma,öp-ü-Ģ ―öpüĢ‖
(I,60) sözçüğünde -Ģ, yal-ı-n ―parlak, alev‖ (III, 23) sözcüğünde -n, eylemden ad yapan
eklerle; yaĢın-lıġ ―ĢimĢekli‖ (III, 50) ve yaruk-luk ―aydınlık, nur, ıĢık‖ (III, 51) sözcüklerinde
ise addan-ad yapım ekleriyle yansıma sözcük türetilmiĢtir.

çokra-ma yul ―suyu çok olan, fıĢkıran kaynak‖ (I, 492)

yaĢın-lıġ bulıt ―ĢimĢekli bulut‖ (III, 50)

ot yal-ı-n-ı ― ateĢ alevi, parlaklığı‖ (III, 23)
4.Sonuç
ÇalıĢmamızda DLT ve KB‘deki yansıma kök ve gövdelerinden yansıma sözcük türeten ekler,
örnekleriyle incelenmiĢtir. Ġncelememizde direk iĢlevi yansıma türetmek olan
eklerle
birlikte, öncelikli iĢlevi ya da iĢlevlerinden biri de bu olan yaklaĢık 20‘ye yakın eki ele
almıĢ olduk.
Bu eklerden bazılarının bugünde yansıma türeten ekler olarak ve aynı iĢlevleriyle
Türkçede de iĢlek olarak kullanıldığını görüyoruz. Örneğin +KIr-, +lA- ekleri gibi.
Ek
Karahanlı Türkçesi
Türkiye Türkçesi
+KIr
pür-kür- ―püsk-ür-‖
püs-kür-
ke-gir- ―geğir-‖
ge-ğir-
be-le- ―mele-‖
me-le-
çagı-la- / Ģagı-la- / jagı-la- ―çağla-‖
çağ-la-
+lA
ıg-la- / yıg-la- ―ağla-‖
218
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
kıçı-la- ―gıdıkla-‖
ağ-la-
sız-la-―sızla-‖
gıdık-la-
ting-le- / tıng-la- ―dinle-‖
sız-ladin-le-
Yansıma sözcüklerin daha doğrusu yansıma eylemlerin çatı eklerini almaya çok
elveriĢli olduğunu da örneklerde sıkça görmekteyiz. Özellikle
+lA-, +rA- gibi yansıma
köklere gelerek yansıma eylem türeten eklerden sonra çatı ekleri almakta ve
sözcüğü
geniĢleterek kullanıma sokmaktadır. Bu durum da bu sözcüklerin dönem itibariyle çok iĢlek
ve iĢlevsel olduğunun bir göstergesidir.
Eserlerdeki yansıma sözcüklerde ve bu sözcükleri türetime sokan eklerde büyük ünlü
uyumunun net varlığından söz edebiliriz. Eklerin çok Ģekilliği de bu görüĢümüzü destekler.
Hatta küçük ünlü uyumu da büyük ünlü kadar sistemli olmasa da sözcüklerde vardır. Örneğin
+KIr eki çok Ģekilli kullanımı ile dikkati çeker:bür-kir- ―serpilmek‖,pür-kür- ―püskürmek,
fıĢkırmak‖ bur-kur- ―buruĢmak, büzülmek‖, tam-gur- / tam-gır- ―suyun damlama sesi‖, kegir- ―geğirmek‖ sız- gur ―sızdırmak‖ vb. Aynı Ģekilde +lA-, +rA- ekini de dahil edebiliriz.
Yansıma sözcük türetiminde
en çok +lA-
eki kullanılmıĢtır. Türkçenin her
döneminde en önemli addan eylem yapan bu ekin -çatı ekleriyle geniĢletilenler dahil olmak
üzere- 48 yansıma sözcükte varlığı tespit edilmiĢtir. Yine +rA- ekiyle
-çatı ekleriyle
geniĢletilenler dahil olmak üzere- 28; +Ir- ekiyle ekiyle -çatı ekleriyle geniĢletilenler dahil
olmak üzere- 16;+Kır- ekiyle 7; +dA- ekiyle 3; +A- ekiyle 5; +ĢA- ekiyle 5 vb. olmak üzere
yüzlerce yansıma sözcüğün türetildiğini görüyoruz.
Yansımalar bugün bile hala gramerde yerini tam olarak bulamayan bir sözcük türü
olarak KT eserlerindeki hiç azımsanmayacak sayısı, dönemin sözvarlığındaki yeri ve
türemeye elveriĢli yapısıyla ve de geçmiĢten bugüne taĢınan örneklerinin varlığıyla tam bir
tarihsel kategori olarak kabul edilebilir. Bu özellikleri de yansıma sözcükleri ve bu
sözcüklerin tüm yönlerini irdelemenin gerekliliğini ortaya koyar.
219
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Kaynakça
GÜZEL A., TORUN A., (2004), ―Türk Halk Edebiyatı El Kitabı‖, Ankara.
KOCA E., (2009), ―Орто кылымдагы түрк тилиндеги чыгармалар жана
сөз
байлыгы‖, Alatoo Akademic Studies, International Atatürk Alatoo University, BiĢkek,
Vol:4, №2, s.120-142.
ZÜLFĠKAR H., (1991), ―Terim Sorunları ve Terim Yapma Yolları‖, AKDTYK Türk Dil
Kurumu Yay.:569, Ankara.
UZUN N. E., UZUN L. S., AKSAN Y.K., AKSAN M.,
(1992) ―Türkiye Türkçesinin
Türetim Ekleri Bir Döküm Denemesi‖, Ankara.
HACIEMĠNOĞLU N., (2008), ―Karahanlı Türkçesi Grameri‖, TDK Yay., Ankara.
ERCĠLASUN A.B., (1984), ―Kutadgu Bilig Grameri- Fiil‖, Ankara.
ATALAY B., (2006),―Divânü Lûgâti‘t-Türk, Cilt- I, II, III, Dizin‖,TDK Yay., Ankara.
ARAT R. R., (1999), ―Kutadgu Bilig I, Metin‖, TDK Yay., Ankara.
ARAT R. R., (1995),―Kutadgu Bilig II, Tercüme‖, TTK Yay., Ankara.
ARAT R. R., (1979), ―Kutadgu Bilig III, Ġndeks‖, Yay. ERASLAN K., SERTKAYA O. F.,
YÜCE N., TKAE, Ġstanbul.
KOCA E., (2009), ―XI-Кылым Жазма Эстеликтеринин Тили жана Бул Эстеликтердеги
Тууранды Сөздөр‖, Бишкек.
KOCA E., (2010),―Түрк Жана Кыргыз Тилиндеги Тууранды Сөздөрдүн Салыштырма
Типологиясы‖, Бишкек.
KOCA E., (2011),―Uygulamalı Türkiye Türkçesi ġekil Bilgisi‖, Atatürk Alatoo Üniversitesi
Yay., BiĢkek.
ERDAL M., (1991),―Old Turkic Word Formation, Otto Harrassowitz‖, Wiesbaden.
ERGĠN M., (2000), ―Türk Dil Bilgisi‖, Bayrak Yayınları, Ġstanbul.
ZÜLFĠKAR H., (1995), ―Türkçedeki Ses Yansımalı Kelimeler‖, Ankara.
TENĠġEV E.R., (1988), ―Sravnitel‘no –Ġstoriçeskaya Grammatika Tyurkskix Yazıkov
Morfologiy‖, Moskova.
220
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
DĠVAN ġAĠRĠ KAZAK-ZÂDE ĠBRAHĠM TÂ‟ĠB‟ĠN KOġMALARI
Erol GÜNDÜZ
ÖZET
Kazak-zâde Ġbrahim Tâ‘ib, 1794‘te Malatya‘da doğmuĢ, iki Türkçe divanı olan Klasik Türk
Edebiyatının son Ģairlerinden biridir. Ġbrahim Tâ‘ib, divan Ģiiri geleneğini benimsemiĢ, her iki
divanında da ağırlıklı olarak bu tarzda eserler vermiĢ; aynı zamanda halk Ģiirine de ilgi
duymuĢ bir Ģairdir. Divanlarında heceyle gazel örnekleri vermiĢ, ayrıcabilinen tek nüshası
Almanya-Berlin Millî KütüphaneMs.or.oct.2171 numarada kayıtlı birinci divanında sekiz tane
koĢma yazmıĢtır. Burada, halk Ģiiri-divan Ģiiri etkileĢiminin güzel örneklerinden olan ve
henüz üzerinde çalıĢma yapılmamıĢ bu divanda geçen koĢmaları tanıtacağız.
Anahtar Kelimeler: Kazak-zâde Ġbrahim Tâ‘ib Divanı, divan Ģiiri, halk Ģiiri, hece
ölçüsü, koĢma.
KOġMAS OF THE DIVAN POET KAZAK-ZADE ĠBRAHĠM TÂ‟ĠB
Abstract
Kazakh-zade Tâ'ibIbrahim, born in Malatya in 1794, is one of thelatestpoets of
theClassicalTurkishLiteraturewhoownstwoTurkish
divan
poet.
Ġbrahim
Tâ‘ib,
adoptedthetradition of Divan poetry, gaveworks mainly in thisstyle in his bothDivans;
alsowas a poetwho is alsointerested in folk poetry.Hegaveexamples of odebysyllable in his
Divans. Inaddition he wroteeight koĢma in his first Divan of whichonlycopy is registered in
Germany-Berlin Library withthenumberMs. or.oct. 2171. Here, koĢmaswill be introduced in

Yrd. Doç. Dr. İnönü Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
[email protected]
221
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
the Divan whichare beautifulexamples of theinteraction of folk poetry-Divan poetryand yet
have not beenstudied.
Keywords: Divan of Kazak-zâde Ġbrahim Tâ‘i, divan poetry, folk poetry,
syllablesmeasure, koĢma.
GiriĢ
Divan ve Halk Ģiiri, günümüz araĢtırmalarında her ne kadar iki ayrı disiplinin içinde yer alsa
da edebiyatımız içinde birbiri içine geçmiĢ örnekleri oldukça fazladır. Cemal Kurnaz bu
durumu―Türküden Gazele‖ adlı eserinde Ģöyle ifade ediyor: ―Ben Türk Ģiirini gül-i ra‘nâya
benzetiyorum; yarı sarı yarı kırmızı…Halk ve divan geleneğinden beslendiği için iki renkli.
Rengini, kokusunu bizim havamız, suyumuz ve toprağımızdan alan, bizim besleyip
büyüttüğümüz bir gül. (Kurnaz, 1997: XIII)‖. Evet iki renk; ama bir gül.
Bu iki Ģiir geleneğinin temsilcilerinin birbirinden hiç etkilenmeden verdikleri Ģiir örnekleri
yok gibidir. Öyle kidivan Ģiiri etkisinden uzak olduğu düĢünülen Karacaoğlan‘ın Ģiirleri
üzerinde divan Ģiiri tesiri üzerine çalıĢmalar yapılmıĢ, birçok unsur tespit edilmiĢtir (
Çelebioğlu, 1984: 17-30), öte yandanSebk-i Hindî‘nin en önemli temsilcilerinden ġeyh Galip,
Türkî-i Basit tesiri ile heceyle Ģiir yazmıĢtır (KalkıĢım, 1994: 420) .
Ġbrahim Tâ‘ib de daha çok divan Ģiiri geleneğini benimsemiĢ olup halk Ģiirine de ilgi duymuĢ,
halk Ģiiri tarzında yazdığı Ģiirlerde divan Ģiiri üslûbunu kullanan bir Ģairdir.
Kazak-zâde Ġbrahim Tâ‟ib
Ġki Türkçe divanı olanKazak-zâde Ġbrahim Tâ‘ib‘in ilk divanının baĢında adı, mahlası, doğum
yeri ile ilgili bilgi veren Ģu beyit yer almaktadır:
Mevlüdümüz Malatya, ismimiz
Ġbrâhîm, Tâ‘ib mahlasımız(v. 2a)
ġairin ikinci divanının1 baĢında adı ―Kazak-zâde Ġbrahim Tâ‘ib‖ olarak geçmekte ve yine
Malatya‘da doğduğu yinelenmekte olup çocukluğunda gurbete gittiği ve yaklaĢık 20 sene
1
Bu divan üzerinde ―Ġbrahim Tâ‘ib Divanı Ġnceleme-Metin‖ismiyle Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü‘nde 2009‘da benim tarafımda doktora tezi hazırlanmıĢtır.
222
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
gurbette kaldığı,divanınıMalatya‘da II. Mahmud devrinde (1808 -1838) yazdığı Ģöyle ifade
edilmiĢtir:
Mevlûd-ı tulû-ı cihânımızMalâtya beldesi olup hîn-i sabâvetimizdegurbet-güzâr
ükeĢîde-germ ü serd-i ekdâr-ı felek ve ‗isyân-ı bî-nihâyeyegiriftâr ve yigirmi sene pâmâl-i
gubâr-ı akdâm-ı dil-dâr-ı felek ve …âb u dâne-i erzâkımızı Malatya derûnuna Sultan
MahmudHân ‗asrında taksîmidüpânen-fe-ânenikâmettertîb-i dîvânçe olunduysa da … (v. 2a)
Doğum tarihiyle ilgili kesin bir bilgi olmamasına rağmen birinci divanın baĢında yazıldığı
tarihle ilgili bilgi veren beyitlerden Ģairin doğduğu yıl tespit edilebilmektedir:
Sinnim otuzunda ağâz eyledim
Dîvânçeyesa‗y-ı dırâz eyledim
…
Biniki yüz kırk sâlindehemân
TahrîrinegûĢkıldı ol zamân (v. 2a)
Bu beyitlerden; Ģairin 1240 (1824) yılında, 30 yaĢındayken bu divanı yazdığı anlaĢılıyor.
Verilen bu bilgiden hareketle Ġbrahim Tâ‘ib‘in 1824‘ten 30 yıl önce, yani 1794 yılında
doğduğunu söylemek mümkündür.
Divanında kullandığı Arapça, Farsça kelime ve terkipler, ayrıca doğrudan bu dillerle yazdığı
dizeler dikkate alındığında Ģairin bu dilleri bildiği ve bu dillere hâkim olduğu söylenebilir.Her
iki divanında da ağırlıklı olarak divan Ģiiri tarzında eserler vermiĢ olması, Ġbrahim Tâ‘ib‘in
genel olarak divan Ģiiri geleneğini benimsediğini göstermektedir.Bunun yanında o, birçok
divan Ģairi gibihalk Ģiirine de ilgi duymuĢtur. Bu ilgisini her iki divanında da hece ölçüsüyle
yazdığı gazel örnekleri ve birinci divanında yazdığı sekiz adet koĢma ile somutlaĢtırmıĢtır. Bu
Ģiirler, halk Ģiiri ürünü olmalarına rağmen içerik olarak divan Ģiiri özelliği ve üslûbu
barındırmaktadır.
Ġnceleyeceğimiz koĢmalar Ģairin birinci divanında yer aldığı ve bu divanın üzerinde
herhangi bir çalıĢma yapılmamıĢ olduğu için öncelikle bu eseri tanıtmak gerekir.
Ġbrahim Tâ‟ib‟inKoĢmalarının Yer Aldığı Birinci Divanı
Eserin
tek
nüshası
bilinmektedir.
Bu
nüsha
Almanya-Berlin
Millî
Kütüphane‘deMs.or.oct.2171 numarada kayıtlıdır. Pek çok sayfasında yazıların mürekkebi
dağılmıĢ olduğundan eser sağlıklı bir Ģekilde okunamayacak durumdadır. Yazı türü ―rika‖dır.
Divanın üzerindeki bilgilerden H.1240 (1824) yılında yazıldığı anlaĢılmaktadır.
223
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Divanda 11 musammat ( 4 muhammes, 7 müseddes ), 405 gazel, 10 müstezat, 28
rubâi, 28 müfred, 8 koĢma, 1 tarih ve baĢında mesnevi tarzında yazılmıĢ manzum 1 dibace
bulunmaktadır.
Nüshanın birçok yerinde yazının mürekkebi dağılmıĢ olduğu ve baĢka nüshası da
olmadığı için eserin tamamı üzerinde çalıĢma yapmak oldukça güçtür. Biz, koĢmaların olduğu
kısımlar kısmen daha okunaklı olduğundan onları okuduk ve inceledik. Bu Ģiirler divan ve
halk Ģiiri müĢtereklerinin güzel örneklerinden sayılabilir.
Divan ve Halk ġiiri MüĢterekleri Üzerine
Türk edebiyatının ilk Ġslâmî eserlerinde2 aruz ve hece vezni, dörtlük ve beyit nazım birimi yan
yana kullanılmıĢtır (Kurnaz, 1997:140). Yani baĢlangıçta ayrılık yok birlik vardır. Bu
dönemde henüz iki ayrı edebî zevk ĢekillenmemiĢ; ancak Ģekillendikten sonra da birbirinden
kopmamıĢ, etkileĢim içinde geliĢmiĢlerdir.
Divan Ģiiri, Arap ve Fars edebiyatlarının Türk edebiyatına tesiriyle oluĢmuĢ kendine has
hususiyet, estetik ve geleneği olan bir edebiyattır (Okuyucu, 2010: 118-119). Öte yandan halk
Ģiiri de daha çok Ġslamiyet öncesini içine alan,millî edebiyat kültürümüzü temel alan çizgide,
kendi özellikleri ve geleneği içinde varlık göstermiĢtir (Yardımcı, 2008: 261). Ġki edebî
anlayıĢ arasındaki fark, belki Arap-Fars dili ve edebiyatının divan Ģairleri üzerindeki
tesirinden ya da iki edebî anlayıĢın temsilcileri arasındaki eğitim seviyesi farkından
kaynaklanmıĢtır.
ġunu unutmamak gerekir ki bu iki Ģiir geleneği aynı milletin içinde varlığını
sürdürmüĢ, aynı kültürden beslenmiĢ, aynı milletin içinden çıkmıĢ Ģairler tarafından icra
edilmiĢtir. Bundan dolayı bu iki geleneğin birbirinden etkilenmesi kaçınılmaz olmuĢtur.
Zaman içinde bu geleneğin temsilcileri birbirlerine çok yaklaĢmıĢ, karĢılıklı etkileĢim
içine girmiĢ, divan Ģairleri halk Ģiiri tarzında, halk Ģairleri de divan Ģiiri tarzında Ģiirler
yazmıĢ, hatta bu etkileĢimden yeni nazım Ģekilleri ortaya çıkmıĢtır.
Aynı toplum içinde yaĢayan iki edebî zevk zaman içinde birbirine yaklaĢmıĢ ve
karĢılıklı etkileĢim, son asırlara doğru daha çok hissedilmiĢtir ( Kurnaz, 1997: 312).
2
Kutadgu Bilig mesnevisi, Atabetü‘l-Hakayık, DivanuLugati‘t-Türk‘te örnekler bu tarzdadır.
224
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
XVI. yüzyıldan baĢlayarak birçok divan Ģairinin hece vezniyle Ģiir yazdığını
biliyoruz.3 Bu Ģiirlerin çoğu koĢma nazım Ģekliyle yazılmıĢtır (Kurnaz,1997139-140).
Kazak-zâde Ġbrahim Tâ‘ib de yazdığı koĢmalarla bu Ģairler arasında yer almıĢtır.
ġairin yazdığı koĢmalarda en baĢta dikkati çekenhusus, divan Ģiirinde aĢk iĢlenirken temel
unsurlardan sayılan âĢık-mâĢuk-rakib üçgeninde aĢkın anlatılmasıdır. AĢağıda söz konusu
koĢmaları verip içeriğinde görülen divan Ģiiri unsurlarını belirteceğiz.
Kazak-zâde Ġbrahim Tâ‟ib‟in KoĢmaları
1.KoĢma
Bir âfitâbyüzli servi sanavber
Ko dersinkaĢların kemânidersin
ÂteĢ-i hicrinde ey kaddi ‗ar‗ar
Yüzdürüp derisin üryânidersin
Görünmezsin ben ğaribin gözüne
Uyarsın rakîbin her dem sözüne
Bakmazsın ‗âĢıkın bir dem yüzüne
Zahm-ı ‗adûlaradermânidersin
Her bakdıkcacigercigim ezersin
Ġtdigincefâyıvefâ yazarsın
Bâde içünağyâr ile gezersin
Nisbet ile gözüm giryanidersin
Efendim hüsnüne mâ‘il olursa
Dört kûĢeheft iklim kâ‘il olursa
‗Iyd-ı visaline nâ‘il olursa
Derd-mendTâ‘ib‘ikurbânidersin
3
Cemal Kurnaz, ―Türküden Gazele‖ adlı kitabında ―Divan Ģairlerinde Hece Vezniyle ġiir Yazma
Eğilimi‖ baĢlıklı makalesinde yirmiden fazla divan Ģairinden örnekler vererek bu eğilimin ne kadar yaygın
olduğunu göstermiĢtir.
225
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Sevgili:âfitâbyüzli,efendim; boyu:servi sanavber,‗ar‗ar; kaĢı:kemân
ÂĢık:‗âĢık,ğarib,derd-mend,kurbân
Rakîb:rakîb,‗adû,ağyâr
Açıklama:ġiirde Ģekil olarak 4+4+3=11 ve 6+5=11‘li hece ölçüsü kullanılmıĢtır.
Kafiye düzeni koĢmaya uygundur; ancak kalın seslerle ince seslerin kafiyesi bir kafiye kusuru
olarak dikkati çekmektedir. Bu kusur halk Ģiirinde sık rastlanan bir durumdur. Muhteva
olarak halk Ģiirinde koĢma daha çok âĢığın gerçekten yaĢadığı bir aĢk veya kahramanlık, ölüm
ya da toplumsal bir eleĢtiri üzerine yazılırken bu koĢmada divan Ģiirinde âĢık, sevgili, rakîb
üçlemesine dayalı soyut olarak bilinen bir konu iĢlenmiĢtir. Dolayısıyla Ģekil, halk Ģiiri; içerik,
divan Ģiiri özelliği göstermektedir.
2.KoĢma
Mâ‘ilitdin beni gül cemâline
DüĢüresin beni zâra sevdiğim
Ser virür ‗âĢıklar siyeh hâline
Sencileyin bir hünkâra sevdigim
Oldı bu gözlerim kan ile ceyhûn
N‘olurrahm eylesen bu dili memnûn
Kerem it efendim düĢürme zebûn
El içinde beni ârasevdigim
Gice gündüz hasretini çekmeden
‗AĢk ateĢi derûnumdan gitmeden
Kazılupmezârımva'dem yetmeden
Derdime eyle bir çâre sevdiğim
Derd-mendTâ‘ib‘inhâli pek yaman
Yanarım ağlarım her gün her zamân
Kavl itmiĢ perçemin nice ser-gerdân
Çekeriz [biz] senidârasevdiğim
Sevgili:sevdiğim, hünkâr,efendim; yüz: gül cemâlben:siyeh hâlsaç:perçem
226
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ÂĢık:‗âĢık,derd-mend,ser-gerdân
Rakîb:‗âĢıklar,ser-gerdân
Açıklama:ġekil olarak 4+4+3=11 ve 6+5=11‘li hece ölçüsü kullanılmıĢtır. Kafiye
düzeni koĢmaya uygundur. Bu koĢmada da kısmen divan Ģiiri içeriği ve üslûbu hâkimdir.
Birinci koĢmadan farklı olan yanı, belirgin gir Ģekilde rakîb vurgusu yoktur. Sevgilinin
güzelliğine âĢık olan, âĢığın sadece kendisi değil, baĢka âĢıklar da vardır. Sevgilinin, ölmeden
önce derdine çare olmasını ister. Son dörtlükte çok farklı bir durum söz konusudur. ÂĢık,
Sevgiliye âĢık olan diğer âĢıklarla birlikte kendilerine ettiği eziyetten dolayı onu dâra
çekmekten söz etmektedir. Yani, diğer âĢıkları rakîb görme değil, birlikte hareket etme söz
konusudur. Bu farklı bir durumdur.
Bu Ģiirin, divan Ģiiri tarzında Ģiirleri de olan halk Ģairi Gevherî‘nin aĢağıdaki Ģiirine
nazire olarak yazıldığı anlaĢılmaktadır:
Görmeyeli ol mübârek cemâlin
Vücudumu yaktın nâra sevdiğim
Gözlerinden gitmez oldu hayalin
Her derdime senden çâre sevdiğim
…
ġive ile bir nâz ile geçersin
Gâhice görünür gâhi kaçarsın
Sana aĢık olduğumu seçersin
Her dem cevreyleme yâre sevdiğim
Hakikatte âriftesin efendim
Zevke mâil aĢıktasın efendim
Kâmil geçer ârfitesin efendim
Gonca olsun düĢme hâre sevdiğim
Gevherî bir ednâ kulundur senin
Aklım alan tatlı dilindir senin
Hûblara Ģah olmak yolundur senin
Benzersin küçücük hünkâra sevdiğim ( Elçin, 1998:199 )
3. KoĢma
Bâd-ı sabâ bir civândan ayrıldım
Vuslat öylesinin ne çâresine
Hayli demdir gül yüzünden cüdâyım
227
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Hemdem olmasının ne çâresine
Rûz u Ģebidedümnâlevüzârı
Elma yanak gerdân beyaz pek arı
Dili bülbül lebleri mül o yâri
Sarmanın sîneme ne çâresine
ġebâbgitdi ben de kaldım piyâde
Hasret çeküb bu gözlerümâmâde
O yâr bizi koydıgitdisevdâda
Yakdı gönlüm odane çâresine
Didim cânân bir dilberin kendine
Uyma rakîblerin güzel bendine
Tâ‘ibnasîhatiderd-i mendine
Ġderzahm itmez mi bî-çâresine
Sevgili:civân,yâr,cânân, dilber; yüz: gül; yanak:elma; dudak:mül(Ģarap)
Rakîb:rakîb
ÂĢık:derd-i mend(derd-mend),bî-çâre
Gönül: bülbül,gönül
Açıklama:ġekil olarak 4+4+3=11 ve 6+5=11‘li hece ölçüsü kullanılmıĢtır. Kafiye
düzeni koĢmaya uygundur; ancak birinci dörtlüğün 1 ve 3. dizelerinde ahenk sadece redifle
sağlanmıĢ, 3. dörtlükte kalın seslerle ince seslerin kafiyesi yanında ekin kafiye olması söz
konusudur. Bu uygulamalar halk Ģiiri için normal; ancak divan Ģiiri için büyük kusurdur. Bu
koĢmada da klasik divan Ģiiri aĢkı iĢlenmiĢtir. Muhtevada yine âĢığa yüz vermeyip rakîbe yüz
vererek eziyet çektiren, bundan dolayı ayrı düĢülen, güzellikleri tasvir edilip övülen sevgilinin
anlatımı söz konusudur.Yanağın elmaya benzetilmesi halk Ģiiri geleneğinde rastlanan bir
teĢbihtir.
4. KoĢma
DüĢürdüm gönlümiĢeh-i hûbâna
Ne bir selâm ile beni Ģâd eyler
Didim derdi ile oldum dîvâne
228
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ġikeste hâtırım ne âbâd eyler
Hasret-i vaslunla gözlerim giryân
ÂteĢ-i ‗aĢkıyla yanardım el-ân
Meded eyle didim ey kaĢı kemân
Gayrı senden bana kim imdâd eyler
Hâb-ı nazdan kalkmıĢ ol çeĢm-i mahmûr
Didim rahm eyle kıl ‗aĢıkımesrûr
Bir kerre itmedi bu dili ma‗mûr
Ġrdirmez vuslata pek inâd eyler
Tâ‘ibdirrâhına serim koyduğum
Kulı olup kapusundakaldığum
KarĢusunda göz tuzağı olduğum
Ne öldürür beni neâzâd eyler
Sevgili:Ģeh-i hûbân,çeĢm-i mahmûr; kaĢ:kemân
ÂĢık:‗aĢık,kul
Açıklama: ġekilce hemen hemen aynı durum söz konusudur. Muhtevada rakibin
anlatılmadığı sadece divan Ģiirindeki sevgilinin ve âĢığın özelliklerini taĢıyan aĢkın anlatıldığı
görülüyor. ÂĢık, sevgilinin yoluna canını vermeye hazırdır ve onun için kul köle olur; ama
sevgili âĢığı ne öldürür ne de âzad eyler.
Bu Ģiirin, divan Ģiiri tarzında Ģiirleri de olan, Ġbrahim Tâ‘ib‘in çağdaĢı ve halk Ģairi
Erzurumlu Emrah‘ın aĢağıdaki Ģiirine nazire olarak yazıldığı anlaĢılmaktadır:
―Sevdiğim gurbette yeter yâd oldun
Gözlerim kan ağlar dilim dâd eyler
Küçücükken gözüm açıp gördüğüm
Bana senden gayrı kim imdâd eyler
Ben de bilmem ne diyardan olduğum
Hasretinden sararıp da solduğum
El bağlayıp dîvânına durduğum
Ne öldürür beni ne azâd eyler
229
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Açılmadı Ģu dağların lâlesin
Yıktın viran ettin ömrüm kalesin
Emrah eder çok çekmiĢim belâsın
Beni koymuĢ yâd elleri Ģâd eyler‖ ( Alptekin, 2004: 155 )
5. KoĢma
Zahmitdi derûnum bir tıfl-ı âfet
Gamlıdır bu gönlüm yârem var yâre
Bir kaba bakıĢlı sâhîb-i nezâket
Hûn itdi gözlerim yârem var yâre
Hayli demdir gezerim ben bu dağı
Virircenândögünur da bu dağı
Destiyle destime virdi budağı
Yâdigâr destimde yârem var yâre
Yâr elinde bu çekdigim yâreler
Göz gözoldı bu sinemde yâreler
Yâr açarsa bin yerimden yâreler
Söylemem bir yerde yârem var yâre
Çekme rakîbtîğizinhar yâre sen
Çekerim ben çekme tîği yâre sen
Çekersin Tâ‘ib‘itîğ-i yâre sen
Demezsin o yâre yârem var yâre
Sevgili:tıfl-ı âfet,kaba bakıĢlı sâhîb-i nezâket, yâr; gamze:tîğ
Rakîb:rakîb
Gönül:cenân
Açıklama:ġekilde hemen hemen benzer durumlar söz konusudur. Bu Ģiirde özellikle
3. dörtlükteki cinas kullanımı dikkat çekicidir, burada aynı zamanda mâniye benzer bir
söylem dikkati çekiyor.Muhtevada yine âĢığa eziyet eden sevgili ve kendisine ağır gelen
230
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
rakîbin varlığı anlatılmaktadır. Nezaket göstermesini beklediği sevgili, âĢığa kaba
davranmaktadır. ÂĢığın gönlü, hem sevgilisinin eziyetinden hem de rakîbden dolayı yaralıdır.
.
6. KoĢma
Yaktı beni ol perînin ateĢi
Yanmadık nem kaldı yanandan sonra
Firkat-ı hicr ile yanıp kül oldum
Kalmadı tâkatimhicrândan sonra
Rakîb-i a‗dâya sırrım açmayam
Cisir-i ‗adûdanhergizgeçmeyem
Kevseri zemzemi bir dem içmeyem
ġarâb-ı ‗aĢkından kanandan sonra
Yâr-ı sâdık dostun fedâ eylemez
Kendisin yâr ile cüdâ eylemez
LokmânHekîm olsa ‗ilâc eylemez
ġâd olmuĢ bir gönül sınandan sonra
Didim ağyâr ile seni görmeyem
Görüp gezdiğini bağrım büzmeyem
Tâ‘ibâhercâyî yâri sevmeyem
Hûr u gılmân olsa cinândan sonra
Sevgili:perî,yâr,hercâyî,hûr u gılmân
ÂĢık:yâr-ı sâdık
Rakîb:Rakîb-i a‗dâ,‗adû,ağyâr
Açıklama:Bu koĢma Ģekil itibariyle koĢmanın özelliklerine sahip olmakla birlikte ilk
dörtlüğü diğer koĢmalar gibi çapraz kafiyeli değil, abcb Ģeklinde kafiyelidir. 3. dörtlüğün 3.
dizesinde kafiye kullanılmamıĢtır. Muhtevada yine âĢığa yüz vermeyen sevgili ve rakîb
anlatılmaktadır. ÂĢık, sevgiliye rakîble gezmemesi için onu uyarmak ister, sevgiliyi hercâyî
olarak nitelendirir.
7.KoĢma
231
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Çâk iden aklımı ol perîpeykâr
Zümre-i hûbânın pek a‗lâsıdır
RahĢider ‗âlemi ol gonca nigâr
Pertev-i ruhsârınûr cilâsıdır
Mecnûnı olalıâfetzamânın
Bunca dem çekerim yâd-ı hicrânın
Bunda gül cevrini çeken cenânın
Büsbütün dü ‗âlem mübtelâsıdır
Devâm[lı] ‗âĢıkı derinden sürmek
Rağm idüp bunda ne çeĢmini süzmek
Yâri ağyârla gezerken görmek
‗ÂĢıkın iĢte o Kerbelâ‘sıdır
Fedâ kıl Tâ‘ibi var özünden
Hîç bir an gülmedim rakîb yüzünden
Münâfık Ģerrinden ‗adû sözünden
Çekdigim bunca dem el belâsıdır
Sevgili:perîpeykâr(peyker),gonca nigâr,âfetzamân,gül, yâr; yanak:Pertev-i ruhsâr,nûr
cilâsı; göz:çeĢm
ÂĢık:Mecnûn,‗âĢık
Rakîb:ağyâr,rakîb,münafık,‘adû,el
Açıklama: ġekil bakımından koĢmanın özellikleri uygulanmıĢtır. 3. dörtlüğün 2.
dizesinde ―z‖ sesi kafiye kusuru olarak görülmektedir. Muhtevada klasik âĢık, sevgili, rakîb
üçlüsünün iliĢkileri anlatılmaktadır. ÂĢığın sevgiliyi rakîble gezerken görmesi âĢığın
Kerbelâ‘sı olarak teĢbih edilmiĢtir.
8.KoĢma
Girdim seyr eyledim bâğ-ı cinânın
Lâle ağlar sünbül ağlar bâr ağlar
Sordum halka didiğoncafidânın
Gonca ağlar bülbül ağlar hâr ağlar
232
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Yaralandı gönül yâr Ģikestinden
Hûn-hâre bakıĢlı çeĢm-i mestinden
Efendim ol senin kahır destinden
Nâle ağlar feryâd ağlar zâr ağlar
Hâb-ı nâzdan uyan gözleri mahmûr
Bûseirahm eyle bendeni mesrûr
Asarsın kemterimisâl-i Mansûr
Asan ağlar resen ağlar dâr ağlar
Tâibâ yitirdin çeĢm-i bîmârı
Oldun anın içün hem Ģerm-sârı
Aldı daldan biri nâzlı dil-dârı
Nâmûs ağlar ğayret ağlar ‗ar ağlar
Sevgili:gonca,fidân,yâr,Hûn-hâre bakıĢlı, efendim,gözleri mahmur,çeĢm-i bîmâr,nâzlı
dil-dâr, çeĢm-i mest
ÂĢık: bende, kemter, misâl-i Mansûr,Ģerm-sâr
Açıklama:Bu son Ģiir Ģekil itibariyle güzel bir koĢma özelliği göstermektedir.
Kafiyeleri kusursuz olup akıcı ve ahenkli bir anlatıma sahiptir. Muhtevada yine klasik divan
Ģiiri aĢkı iĢlenmiĢtir. Rakîbden bahsedilmemiĢ; ancak sevgilinin âĢığa çektirdiklerine,
sevgiliden ayrı kalıĢına âdeta bütün kâinatın ağladığı ifade edilerek bunun dillere destan
olduğu ve herkesçe bilindiği ifade edilmiĢtir.
Bu Ģiirin de halk Ģairi Gevherî‘nin aĢağıdaki Ģiirine nazire olarak yazıldığı
anlaĢılmaktadır:
―Sözün bilmez bâzınâdan elinden
Erkan ağlar usûl ağlar yol ağlar
Bülbülün feryadı gonca gülünden
Bülbül ağlar gülĢen ağlar gül ağlar
…
Kamil olanların bellidir yeri
Yoluna koyarlar cân ile seri
Hakkın dîdârınıgörelden beri
Gökler ağlar derya ağlar sel ağlar
Gevherî der dertli gönlümüz hasta
233
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Sözünü beğendir illere dosta
Kimi abdal oluh girmiĢtir posta
Hırka ağlar hem post ağlar çul ağlar‖( Elçin, 1998: 297-298 )
Ġbrahim Tâ‘ib‘in nazire yazarken divan Ģiiri üslûbunu bilen ve uygulayan Ģairleri
seçtiği görülüyor.
Sonuç
Divan ve halk Ģiirini bütünüyle birbirinden ayrı görmek, farklı kültür ve edebî zevkin ürünleri
gibi düĢünmek, sürekli böyle algılamak doğru bir düĢünce değildir. Türk edebiyatındaverilen
örnekler bu düĢünceyi çürütür niteliktedir.
Fark, belki Arap-Fars dili ve edebiyatının divan Ģairleri üzerindeki tesirinden ya da iki edebî
anlayıĢın temsilcileri arasındaki eğitim seviyesi farkından kaynaklanıyor olabilir. Bundan
dolayı iki edebî anlayıĢ arasında dil, Ģekil, muhteva bakımından bazı farklar olmakla birlikte
ayı milletin fertleri tarafından temelde otak bir kültürle geliĢtirilmiĢ oldukları düĢünülürse
ortak noktalarının daha çok olduğu anlaĢılacaktır.
Türklerin Ġslamiyet‘i kabulünden sonra oluĢtuğu düĢünülen bu iki ayrı edebî anlayıĢın, ilk
Ġslâmî eserlerden baĢlayarak ayrı değil, birlikte geliĢtiği görülmüĢtür. Divan Ģiirini temel alan
Ģairlerin halk Ģiiri tarzında; halk Ģiirini temel alan Ģairlerin divan Ģiiri tarzında eserler verdiği,
hatta bu iki edebiyatın etkileĢiminden yeni Ģekil ve türlerin ortaya çıktığı somut bir gerçektir.
Ġki edebî anlayıĢ arasındaki etkileĢim her geçen asır daha da artmıĢ, Divan Ģiirinin son asrında
bu etkileĢim en fazla olmuĢtur. Kazak-zâde Ġbrahim Tâ‘ib de son dönem divan Ģairi olarak bu
etkileĢimden uzak kalmamıĢtır. Gerek divanlarında hece ölçüsüyle gazeller yazarak, gerekse
örneklerini yukarıda incelediğimiz koĢmalara birinci divanında yer vererek bu etkileĢime o da
katkıda bulunmuĢtur.
Ġbrahim Tâ‘ib‘in koĢmaları Ģekil olarak halk Ģiiri özelliği, muhteva bakımından ağırlıklı
olarak divan Ģiiri özelliği göstermektedir. Bu da bir divan Ģairinin koĢma nazım Ģeklinin
muhtevasına kattığı yenilik olarak düĢünülebilir.
Kaynakça
Alptekin, Ali Berat (2004), Palandöken‘in Zirvesindeki ÂĢık Erzurumlu Emrah, Ankara:
Akçağ Yayınları.
Çelebioğlu, Amil (1984), ―Karacaoğlanda Divan ġiiri Hususiyetleri‖, Türk Folkloru
AraĢtırmaları, Ankara.
Elçin, ġükrü (1998), Gevherî Divanı, Ankara: AKM Yayınları.
234
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Gündüz, Erol (2009), Ġbrahim Tâ‘ib Divanı Ġnceleme-Metin, Konya: YayınlanmamıĢ
Doktora Tezi.
KalkıĢım, Muhsin (1994), ġeyh Galib Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları.
Kurnaz, Cihan (1997), Türküden Gazele, Ankara: Akçağ Yayınları.
Okuyucu, Mine (2010), Divan Edebiyatı Estetiği, Ġstanbul:Kapı Yayınları.
Tâ‘ib, Ġbrahim (1824),Divan(1), Almanya Millî Kütüphanesi, Ms.or.oct.2171 Berlin.
Tâ‘ib, Kazak-zâde Ġbrahim (1834), Divanı(2), Millî Kütüphane, 06 Mil. Yz. A 6900,
Ankara.
Yardımcı, Mehmet (2008), BaĢlangıçtan Günümüze Türk Halk ġiiri, Ankara: Ürün
Yayınları.
235
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ESKĠ TÜRKÇE FĠLLERĠN HAKAS TÜRKÇESĠNDEKĠ GÖRÜNÜMÜ
Ertan BESLĠ
ÖZET
Bu bildiride Eski Türk Yazıtları döneminde yazılmıĢ olan Tonyukuk, Kül Tegin ve Bilge
Kağan yazıtlarında yer alan fiillerden Hakas Türkçesine ulaĢanlar tespit edilmiĢtir. Söz
konusu Eski Türkçe fiillerin ses, yapı bilgisi ve anlam yönünden günümüz Hakas
Türkçesindeki mirasçıları ile arasında olan benzerlik ve ayrılıkları da art zamanlı tarihî
ayrımsal-karĢılaĢtırmalı dil bilim yöntemine göre incelenip belirlenmiĢtir. Bu çalıĢmada
gerektiğinde incelenen Ģekillerin köken bilgisi açıklamalarına da yer verilmiĢtir.
Anahtar Kelimeler: Eski Türkçe, Hakas Türkçesi, Köken Bilgisi, Orhun Yazıtları, Dil Bilim.
Abstract
In this study, the old Turkish verbs having reached to today‘s Khakas Turkish have been
identified. In terms of phonology, morphology and meaning, the old Turkish verbs have been
compared to today‘s Khakas Turkish according to the comparative method. Some
etymological explanations have also been taken place when they are in need .
Key words: Old Turkish, Khakas Turkish, etymology, Orkhun inscriptions, linguistics
Günümüz Hakas Türkçesinde Ses ve Anlam Özelliklerini Koruyanlar
aġrı- ‗ağrımak‘ = aġır- : aġrı-, ağır- ‗ağrımak, hasta olmak‘ (HTS, HRS)
al- almak, yenmek, iĢgal etmek, dinlenmek, dikkate almak = al- (HTS)
in- ‗inmek‘ = in- (HTS, HRS)
it- ‗düzenlemek, yapmak, teĢkilatlandırmak‘ = it- ‗etmek, yapmak, bir Ģeyi yapmak istemek
anlamında kullanılan yardımcı fiil‘ (HTS), ‗yapmak‘ (HRS).

Yrd. Doç. Dr. Bitlis Eren Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Bitlis, Türkiye,
[email protected]
236
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Hemen yukarıda yer alan it- fiili anlam olarak geniĢlemiĢtir. Bu fiilden türeyen itin‗düzenlenmek, teĢkilatlanmak‘ fiil Ģekli günümüz Hakas Türkçesinde idĭn- ‗edinmek,
itinmek‘ Ģeklinde yer alır.
kör- ‗görmek, bakmak, tabi olmak‘ = kör- ‗görmek, bakmak, yaĢamak, çocuk doğurmak;
deneme ifade eden yardımcı fiil‘ (HTS, HRS)
Söz konusu fiil günümüz Hakas Türkçesinde bazı ek anlamlar kazanmıĢtır.
öl- ‗ölmek‘ = öl- (HTS, HRS) > ölür- ‗öldürmek‘ > öldĭr- ‗öldürmek‘ (HTS, HRS); ölüt‗öldürmek‘ > öldĭr- ‗öldürmek‘ (HTS, HRS).
Hemen yukarıda yer alan her üç Ģekil de günümüz Hakas Türkçesinde yer alan öl- ‗ölmek‘ fiil
kökünden türemiĢtir.
sök- (1)‗sökmek, yarmak‘ = sök- (HTS, HRS)
sök- > sökür- ‗diz çöktürmek‘ > söktĭr- ‗söktürmek‘ (HTS, HRS)
sök- (2) ‗diz çökmek‘ fiili, çök- fiili ile eĢ anlamlı olup 8. asırda Uygur metinlerinde ve
sonrasında tespit edilmiĢtir (Clauson, 1972:819).
sür- ‗sürmek, kovmak‘ > sür- sürmek, peĢinden takip etmek‘ (HTS, HRS)
tile- ‗dilemek, istemek‘ = tile- aramak, dilemek; istemek (HTS, HRS)
tolġat- ‗dolatmak, eziyet çektirmek‘ = tolġat- ‗dolatmak, oynatmak; döndürmek‘ (HTS),
‗döndürmek, çevirtmek, çamaĢır ve benzeri sıkmak; ağrı çekmek‘ (HRS)
Hemen yukarıda yer alan fiiller tolġa- fiilinin türevleridir: tolġa- ‗incimek kederlenmek‘
(EUTS), ‗bükmek, dolamak; döndürmek‘ (EDT) = tolġa-‗döndürmek, çevirmek, burmak;
dolamak‘ (HTS, HRS). Eski Türkçede yer alan tolġat- fiili tolġa- fiilinin faktitif Ģeklidir
(Clauson, s. 497). Eski Türkçede söz konusu fiilin olumsuz Ģekli tolġatma- ‗incitmemek,
rahatsız etmemek, eziyet etmemek‘ için de aynı açıklama geçerlidir. Söz konusu Ģekiller
çağdaĢ Hakas Türkçesinde tolġa- ve tolġa-t- fiil Ģekillerinde yaĢar. Ayrıca Hakas Türkçesinde
yer alan fiil Ģeklinin son anlamı ‗ağrı çekmek‘ Eski Türkçedeki anlam ile ilgilidir.
tut- ‗tutmak, yakalamak‘ = tut- ‗tutmak, elinde bulundurmak; avlamak‘ (HTS, HRS)
Ayrıca Ģu Ģekiller de bulunur: tutun- ‗tutunmak‘, tutuz- ‗tutturmak, yakalatmak‘ tut(t)ırtutturmak, tutuĢturmak‘ (HTS, HRS)
Hemen yukarıda yer alan her üç Ģekil de günümüz Hakas Türkçesinde de yer alan tut-‗tutmak‘ fiil kökünden geliĢmiĢtir.
237
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ur-‗ vurmak, dövmek, koymak, yapmak, takmak, hak etmek, yontmak, geçirmek, kaydetmek‘
: ur- ‗dökmek, akıtmak‘ (HTS, HRS)
Eski Türkçede urtur- ‗vurdurmak, hak ettirmek, yonturmak‘ fiili yazıtlar da geçer. Hakas
Türkçesinde de urundır- ‗vurdurmak, çarptırmak‘ (HTS, HRS) yer alır. Bu fiil Ģekilleri de ur‗vurmak‘ fiil kökünden gelir.
Günümüz Hakas Türkçesinde Ses, ġekil ya da Anlam GeliĢimine
Uğrayanlar
Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde ç- > s- ses geliĢimi olmuĢtur.
aç- (1) ‗açmak‘ > as- ‗açmak, çözmek; batmak, aĢmak, geçmek‘ (HTS, HRS)
Bu Ģekil Eski Türkçe aç- fiil kökünden gelir.
aç- (2) ‗acıkmak‘ > asta- ‗acıkmak‘ (HTS, HRS)
Bu Ģekil Eski Türkçe aç- fiil kökünden gelir.
adrıl- ‗ayrılmak‘ > azırıl- (HTS)
ad- kökü açıkça görülmektedir. Söz konusu kök aḏ- Ģeklinde EDT‘de gösterilip aḏır- fiili söz
konusu kökün faktitif Ģekli olarak verilmiĢtir (Clauson, 1972: 66). Bu fiil Ģekli için günümüz
Hakas Türkçesinde d- > z- ses geliĢimi olmuĢtur.
aḳıt- ‗akıtmak, göndermek‘ : ah- ‗akmak‘ (HTS)
Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde k- > x- ses geliĢimi olmuĢtur. Eski Türkçe akfiil kökünden türemiĢtir. Bu fiil kökü Eski Uygur Türkçesinde yer alır (Caferoğlu, 1993:6)
altuz- ‗aldırmak, fethettirmek, yakalamak‘ : al- ‗almak‘, aldır- ‗aldırmak‘ (HTS, HRS)
Bu ettirgen çatılı Ģekil r- > z- ses geliĢimi dolayısıyla al- fiil köküyle ve aldır- fiili ile
iliĢkilidir.
arta- > artat- ‗bozmak, harap etmek‘ > arda- ‗bozulmak, çürümek‘ (HTS, HRS) > ardat‗bozmak, çürütmek‘ (HTS, HRS)
Yazıtlarda geçen artat- fiili, arta- ‗zarar vermek, bozmak‘ fiilinin faktitif Ģeklidir (Clauson,
1972: 208). Ġncelenen fiil Ģekilleri için günümüz Hakas Türkçesinde t- > d- ses geliĢimi
olmuĢtur.
aĢ- ‗aĢmak, geçmek‘ > as- (HTL)
238
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde Ģ- > s- ses geliĢimi olmuĢtur. Ayrıca bu fiil
Hakas Türkçesinde ‗batmak‘ anlamında da kullanılır.
aĢan- ‗yemek yemek, yemek yenilmek‘
Günümüz Hakas Türkçesinde Ģ- > s- ses değiĢimi ile as ‗aĢ‘ isim Ģekli korunmuĢtur.
ay- ‗söylemek, konuĢmak, haber vermek, hükmetmek, idare etmek‘ > ayt- ‗demek, söylemek,
arz etmek‘ > ayt- ‗konuĢmak‘ (HTS, HRS)
Hakas Türkçesinde kullanılan Ģekil Eski Türkçe ay- fiil kökünden gelir. Ayrıca Eski Türkçede
ayt- fiili de geçer. Bu Ģekil ay- + -t (faktitif eki) ile oluĢmuĢtur.
ba- ‗bağlamak‘ > palġa- (HTS, HRS)
Hakas Türkçesinde kullanılan Ģeklin b- > p- ses geliĢimi ile ba- kökünden geldiği açıktır.
Ayrıca Türkiye Türkçesine göre ġl- > lġ- metatezi gerçekleĢmiĢtir.
bar- ‗varmak, gitmek‘ > par- ‗gitmek‘ (HTS), ‗varmak, yola koyulmak, ayrılmak‘ (HRS)
Hakas Türkçesinde b- > p- geliĢimi olmuĢtur.
bas- ‗basmak, bastırmak, üzerine çökmek, yenmek, ezmek‘ > pas- ‗basmak, yürümek, adım
atmak, bulmak, yakalamak‘ (HTS, HRS)
Günümüz Hakas Türkçesinde b- > p- ses geliĢimi olmuĢtur. ġu fiiller de bas- fiil kökünün
türevleridir: basık- ‗basılmak, sokulmak, sokmak, bastırmak‘; basın- ‗zayıf görmek, hor
görmek, yerinmek, kahrolmak‘; basıt- ‗bastırmak, bastırtmak, baskın yaptırmak‘
baĢad- ‗baĢ olmak, idare etmek, önderlik etmek‘ > pasta- ‗baĢlamak, idare etmek; kılavuzluk
etmek‘ (HTS, HRS)
Günümüz Hakas Türkçesinde bu fiilin ait olduğu baĢ isim kökü pas ‗baĢ‘ b- > p- ve Ģ- > s- ses
geliĢimleri ile korunmaktadır. Sedasız ünsüzden sonra la- isimden fiil yapma eki geldiğimden
dolayı l- > t- ses hadisesi meydana gelmiĢtir.
bat- ‗batmak, güneĢ batmak‘ > pat- ‗saplanmak, gömülmek; batmak‘ (HTS, HRS)
Hakas Türkçesinde b- > p- geliĢimi olmuĢtur.
bıç- ‗biçmek, kesmek‘ > pıs- ‗biçmek‘ (HTS, HRS)
Günümüz Hakas Türkçesinde b- > p- ve ç- > s- ses geliĢimi hadiseleri olmuĢtur.
bil- ‗bilmek‘ > pĭl- ‗anlamak, bilmek; tanımak‘ (HTS, RHS)
239
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Hakas Türkçesinde b- > p- geliĢimi olmuĢtur. Ayrıca i- fonemi kısalmıĢtır.
bin- ‗binmek‘ > bintür- bindirmek > mün- ‗binmek‘ (HTS, HRS); mündĭr- ‗bindirmek‘ (HTS,
HRS).
Hakas Türkçesinde sırası ile b- > m-, t- > d- ses geliĢimi hadiseleri olmuĢtur. Ayrıca i- > üses değiĢikliği de yer almıĢtır.
birik- ‗birikmek, toplanmak, katılmak‘ > pĭrĭk- ‗bir araya gelmek, birleĢmek; katıĢmak‘;
pĭrĭktir- ‗biriktirmek, bir araya getirmek; toplamak‘ (HTS, HRS)
boz- ‗bozmak, bozguna uğratmak‘ > pus- ‗bozmak, kırmak‘ (HTS, HRS), ‗yok etmek‘ (HRS)
Hakas Türkçesinde b- > p- geliĢimi olmuĢtur. Ayrıca o- > u- ses değiĢikliği yer almıĢtır.
bir- vermek > pir- ‗vermek, tezlik ya da baĢkası için bir Ģey yapabilme anlamında kullanılan
yardımcı fiil‘ (HTS, HRS)
Hakas Türkçesinde b- > p- geliĢimi olmuĢtur.
bol- ‗olmak‘ > pol- ‗olmak, durmak; ebilmek‘ (HTS, HRS)
Hakas Türkçesinde b- > p- geliĢimi olmuĢtur.
buŋad- ‗bunalmak, kederlenmek‘
buŋ ‗sıkıntı‘ isim kökünden gelen bu Ģekil günümüz Hakas Türkçesinde b- > m- ses
değiĢikliği ile muŋ isim Ģeklinde yaĢamaktadır.
busta- ‗puslandırmak, çöktürmek‘
Günümüz Hakas Türkçesinde bus isim Ģekli pus Ģeklinde b- > p- ses geliĢimi ile kullanılır.
ebir- ‗evirmek, dolanmak, çevirmek‘ > ibĭr- ‗bir Ģeyin etrafını dolaĢmak, çevirmek; ters yüz
etmek‘ (HTS, HRS)
Hakas Türkçesinde e- > i- geliĢimi olmuĢtur. Ayrıca i- > ĭ- fonemi kısalmıĢtır.
egir- ‗eğirmek, çevirmek, kuĢatmak, sevk etmek‘ > iir- ‗eğirmek‘ (HTS) ve ir- ‗eğirmek‘
(HTS, HRS)
Hakas Türkçesinde kullanılan Ģekil Eski Türkçe eg- ‗eğirmek‘ fiil kökünden gelir. Bu fiil
kökü ABAW II ve EUTS‘de yer alır. Hakas Türkçesinde ir- Ģekli için e- > i- geliĢimi
olmuĢtur. Ayrıca g- fonemi de düĢmüĢtür. Günümüz Hakas Türkçesinde yer alan iir- Ģekli için
ise Eski Türkçedeki Ģekilde var olan g- foneminin düĢmesi neticesinde iki tane i- fonemi yer
240
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
almıĢtır. Ayrıca yine e- > i- ses değiĢimi yer almıĢtır. Anlam olarak da günümüz Hakas
Türkçesinde söz konusu fiil yalnızca ‗eğirmek‘ anlam birimini karĢılar.
er- ‗ermek, eriĢmek, yetiĢmek, ulaĢmak‘ = ir- ‗eriĢmek, yetiĢmek‘ > irt- geçmek (HTS, HRS)
Günümüz Hakas Türkçesinde ir- + -t (faktitif eki ile) Ģeklinde yer alır. Söz konusu ir- fiilinin
faktitif Ģekli de günümüz Hakas Türkçesinde yer alır: irtür- ‗erdirmek, yaptırmak‘ > irtir‗geçirmek‘ (HTS, HRS). Ayrıca er- fiili için de e- > i- ses geliĢimi günümüz Hakas
Türkçesinde yer almıĢtır. Hemen yukarıda yer alan Ģekil ir- fiil kökünden gelir ve ü- > i- ses
daralmasına da uğramıĢtır.
Ġncelenen er- ve ir- fiillerinin ert- ‗geçmek‘ Ģekli de Eski Türkçede yer aldı : ert- > irt- (HTS,
HRS). Ayrıca yine Eski Türkçe er- fiilinden türemiĢ ertür- ‗erdirmek, yaptırmak‘ fiili > irtĭr‗geçirmek‘ Ģeklinde çağdaĢ Hakas Türkçesinde yer alır (HTS, HRS). Bu fiil Ģekli için
günümüz Hakas Türkçesinde e- > i- ve ü- > ĭ- ses geliĢimleri yer alır.
ertin- ‗geçinmek, vazgeçmek, dönmek; piĢman olmak‘ > irtĭn- ‗kendini beğenmek,
Ģımarmak‘ (HTS)
Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde e- > i- ve i- > ĭ- ses geliĢimi olmuĢtur.
eĢid- ‗iĢitmek, duymak; dinlemek‘ (ETY, OY) = eĢit- ‗iĢitmek, dinlemek‘ (OY) > istdinlemek, iĢitmek (HTS, HRS)
Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde e- > i- ses geliĢimi olmuĢtur. Ayrıca Eski
Türkçede kullanılan eĢid- ve eĢit- fiilinde yer alan i- fonemi de düĢmüĢtür. eĢid- fiili için
ayrıca Günümüz Hakas Türkçesinde d- > t- fonem geliĢimi yer almıĢtır.
ı- ‗göndermek‘ > ıs- ‗göndermek, anlatmak; yardımcı fiil olarak kendinden önceki fiillerle
kaynaĢıp fiilin gerçekleĢtiğini bildirir‘ (HTS, HRS)
Bu fiil ı- > ıd- > ıs- Ģeklinde d- > z- ses geliĢimi ile günümüz Hakas Türkçesinde yer almıĢtır.
Hakas Türkçesinde kelime sonunda yer alan s- ses biriminin z- ses birimine dönüĢmesi
kuraldır (Arıkoğlu, 2005:18). Ayrıca yıd- ‗göndermek‘ fiili de Eski Türkçede yer almıĢtır.
Ayrıca ıd- fiili ve Hakas Türkçesindeki karĢılığı da bulunur: ıd- ‗göndermek‘ ve ıt‗göndermek‘.
Bu iki fiil ıd- ve ıt- > ıs- Ģeklinde d- > z- ses geliĢimi ile günümüz Hakas Türkçesinde yer
almıĢtır. Hakas Türkçesinde kelime sonunda yer alan s- ses biriminin z- ses birimine
dönüĢmesi kuraldır (Arıkoğlu, 2005:17).
241
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
içger- ‗içe almak , itaat ettirmek, tâbi kılmak‘ ve içik- ‗içeri girmek, dahil olmak, tâbi olmak,
teslim olmak, itaat etmek‘ : iç ‗iç‘ (HTS, HRS)
Hemen yukarıda yer alan her iki Ģekil de günümüz Hakas Türkçesinde yer alan iç ‗iç‘ isim
kökünden geliĢmiĢtir.
ḳabıĢ- ‗kavuĢmak, birleĢmek, toplanmak; buluĢmak‘ > habas- ‗kubaĢmak, yardımlaĢmak;
ortaklık kurmak‘ (HTS, HRS)
Günümüz Hakas Türkçesinde bu fiil için ḳ- > x-, ı- > a- ve Ģ- > s- ses değiĢimi hadiseleri
olmuĢtur.
ḳal- ‗kalmak, çaresiz kalmak‘ > hal- ‗kalmak, tamamlanmak anlamında kullanılan yardımcı
fiil‘ (HTS, HRS)
Günümüz Hakas Türkçesinde ḳ- > x- ses geliĢimi olmuĢtur.
ḳat- ‗katmak‘, ‗geceyi gündüze katmak, gece yürüyüĢü yapmak‘ > hat- ‗katmak, katıĢtırmak‘
Günümüz Hakas Türkçesinde ḳ- > x- ses geliĢimi olmuĢtur.
ḳamĢat- ‗titretmek, sarsmak, hareket ettirmek‘ : hamçıla- ‗kamçılamak‘ (HTS, HRS)
Bu fiile aynı kökten gelen la- isimden fiil yapma ekiyle oluĢmuĢ hamcıla- ‗kamçılamak‘ fiili
günümüz Hakas Türkçesinde yer alır.
ḳanlan- ‗hanlanmak‘ : han ‗han‘ (HTS, HRS)
Hemen yukarıda yer alan fiil Ģeklinin kökü günümüz Hakas Türkçesinde han ‗han‘ isim kökü
Ģeklinde yer almıĢtır.
keç- ‗geçmek‘ > kis- ‗geçmek, aĢmak‘ (HTS, HRS)
Günümüz Hakas Türkçesinde e- > i- ve ç- > s- ses geliĢimi hadiseleri meydana gelmiĢtir.
kel- ‗gelmek‘ > kil- (HTS, HRS) > kelür- ‗getirmek‘ > kilir- (HTS, HRS)
kelür- fiil Ģekli Eski Türkçede de geçen kel- fiil kökünün faktitif Ģekli olarak gösterilir
(Clauson, 1972:719).
ḳıd- ‗kıyılamak, barındırmak, himaye etmek, korumak‘ (OY), ‗kıymamak, canını bağıĢlamak;
korumak; caymak‘ (EDT) > hıy- kıymak, kesmek; doğramak (HTS, HRS)
Günümüz Hakas Türkçesinde ḳ- > x- ve d- > y- ses geliĢimi hadiseleri meydana gelmiĢtir. Söz
konusu fiil çeĢitli anlamlarla çağdaĢ Türk Ģivelerinde yaĢar (Clauson, 1972:595).
242
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ḳıl- ‗kılmak, yapmak‘ > hıl- (HTS, HRS)
Günümüz Hakas Türkçesinde ḳ- > x- ses geliĢimi olmuĢtur. Ayrıca hemen aĢağıda yer alan fiil
de ḳıl- fiil kökünden türemiĢtir: ḳılın- ‗kılınmak‘ > hılın- ‗kılınmak, yapılmak‘ (HTS, HRS).
ḳıs- ‗kılmak‘ > hıl- ve ḳıĢ- ‗kılmak, yapmak, meyletmek‘ > hılHemen yukarıda yer alan her iki fiil Ģekli de Eski Türkçede yer alan ḳıl- fiil köküyle ilgilidir:
l- > s- ~ Ģ- geliĢimi sonucu olması muhtemeldir.
ḳılıçla- ‗kılıçlamak‘ : hılıs ‗kılıç‘ (HTS, HRS)
Hemen yukarıda yer alan fiil Ģekli hılıs- ismi Ģeklinde günümüz Hakas Türkçesinde yer alır.
ḳıĢla- ‗kıĢlamak‘ > hısta- (HTS, HRS)
Hemen yukarıda yer alan fiil günümüz Hakas Türkçesinde ḳ- > x- ses değiĢimi sonucunda hıs
‗kıĢ‘ isim kökü sedasız ünsüzle bittiğinden ötürü l- > t- ses değiĢimi yer almıĢtır. Hakas
Türkçesinde sedasız ünsüz ile biten kelimeler l- fonemi ile baĢlayan bir ek aldıklarında tfonemine dönüĢür: aḳla- > ahta- gibi (Arıkoğlu, 2005:18).
kir- ‗girmek, dalmak‘ > kĭr- ‗girmek, düĢmek, geçmek, basmak; baĢlamak‘ (HTS, HRS)
Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde i- > ĭ- ses geliĢimi olmuĢtur.
ḳon- ‗konmak, yerleĢmek, konaklamak‘ > hon- ‗gecelemek, konmak; durmak‘ (HTS, HRS)
Söz konusu fiilin Eski Türkçe ko- ‗koymak‘ fiil kökünden gelmesi muhtemeldir. koḏ- fiili için
de *ko- Ģeklinde söz konusu fiil kökü iĢaret edilmiĢtir (EDT). Bu fiil Ģekli için günümüz
Hakas Türkçesinde ḳ- > x- ses geliĢimi olmuĢtur. Ayrıca ḳon- fiilinin ḳontur- ‗kondurmak,
yerleĢtirmek, konaklatmak‘ Ģekli de Eski Türkçede yer almıĢtır.
ḳorḳ- ‗korkmak‘ > horh- (HTS, HRS)
Bu fiilde Eski Türkçede yer alan ḳ- fonemi hem baĢ seste hem de son seste ḳ > x- ses
değiĢimine uğramıĢtır.
kötür- ‗kaldırmak, yükseltmek, çıkarmak‘ > ködĭr- kaldırmak, götürmek; tartmak (HTS,
HRS)
Günümüz Hakas Türkçesinde t- > d- ve ünlü daralması ile ü- > ĭ- ses geliĢimi hadiseleri
meydana gelmiĢtir.
ḳulad- ‗kulu olmak, köle olmak‘ : hul ‗kul‘ (HTS, HRS)
243
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Hemen yukarıda yer alan fiil Ģekli hul ‗kul‘ ismi Ģeklinde günümüz Hakas Türkçesinde yer
alır.
*ḳubar- > ḳuvra- „bir araya gelmek, toplanmak‘ (EDT) > hura- ‗parçaları birleĢtirmek,
toplamak‘ (HTS, HRS);
Eski Türkçede yazıtlarda geçen ḳubran- ‗toplanmak‘ ve ḳubrat- ‗toplatmak‘ fiillerden dolayı
*ḳubar- ‗toplamak‘ fiilinin olması muhtemeldir. Nitekim ḳub(a?)r- ‗?çoğalmak, ? toplanmak‘
fiili Ġhe HüĢotu yazıtında geçer (Orkun, 2011:I, 140). Adı geçen yazıttaki incelenen kelimeyi
Clauson ḳuvrap Ģeklinde okumuĢtur. Söz konusu araĢtırıcı ḳuvra- fiilinin Hakas
Türkçesindeki karĢılığı olarak da hura- fiilini verilmiĢtir (Clauson, 1972:586).
Söz konusu Ģekil Hakas Türkçesine ḳ- > x- ve v- foneminin düĢmesiyle geçmiĢtir.
küzed- ‗gözetmek, saklamak‘ > küzet- ‗beklemek, gözetlemek‘ (HRS)
Günümüz Hakas Türkçesinde t- > d- ses geliĢimi hadisesi meydana gelmiĢtir. Bu fiil kö:z
isminden türemiĢtir (Clauson, 1972:758).
olur- ‗oturmak, tahta oturmak‘ > olurt- ‗oturtmak, tahta oturtmak‘
Hemen yukarıda yer alan her iki Ģekilde odır- ‗oturmak‘ (HTS, HRS) ve odırt- ‗oturtmak,
dikmek‘ (HTS, HRS) fiilleri Ģeklinde günümüz Hakas Türkçesinde yer alır. Ayrıca oldur- ve
oltur- ‗oturmak‘ fiilleri de günümüz Hakas Türkçesinde yer alır (EDT). odır- ve odırt- fiilleri
l- foneminin düĢmesi sonucunda oluĢmuĢtur.
oz- ‗ileri geçmek, öne atılmak, kurtulmak; sıyrılmak‘ > pozı- ‗kurtulmak, serbest kalmak‘
(HTS, HRS)
Günümüz Hakas Türkçesinde kullanılan Ģekilde p- ön ses türemesi olmuĢtur.
ögir- ‗sevinmek, eğlenmek‘ > örĭn- ‗sevinmek , neĢelenmek‘ (HTS, HRS)
Günümüz Hakas Türkçesindeki Ģekilde g- fonemi düĢmüĢtür. öri- fiiline n- çatı eki gelmiĢtir.
ök- ‗toplamak, biriktirmek‘ > üg- ‗yığmak, kümelemek; toplamak‘ (HTS, HRS).
Ayrıca ökül- ‗toplanmak, yığılmak, düĢünülmek‘ edilgen çatılı Ģekli de yazıtlarda vardır.
ör- ‗yukarı çıkmak, yükselmek, kopmak, belirmek, ayağa kalkmak‘ > öörle- ‗yukarı çıkmak,
yükselmek‘ (HTS, HRS)
244
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
öör ‗yukarı‘ isminden, isimden fiil yapma eki le- ile meydana gelmiĢtir. Ayrıca günümüz
Hakas Türkçesinde ö- > öö- ses geliĢimi hadisesi ö- foneminin uzun ünlü olarak değiĢmesi ile
meyhdana gelmiĢtir.
sa- ‗saymak, söylemek; haber vermek‘ > sana-‗ saymak, olduğunu düĢünmek; addetmek‘
(HTS, HRS)
Kuzey-Batı ve Güney-Batı Türk Ģiveleri grubu haricinde söz konusu Eski Türkçe fiil sanāfiili ile yer değiĢtirmiĢtir (Clauson, 1972:781).
saḳın- ‗düĢünmek, endiĢelenmek, plan kurmak, yas tutmak‘ > saġın- (HTS, HRS)
sıġta- ‗ağlamak, sızlamak‘ > sıhta- ‗ağlamak‘ (HTS, HRS)
ġ- > x- ses değiĢimi hadisesi günümüz Hakas Türkçesinde yer almıĢtır. Yukarıda yer alan
fiiller tek heceli bir kökü iĢaret eder. Nitekim T. Gülensoy sakın- ve saġın- fiil Ģekillerini Orta
Türkçe *sak ‗iĢte uyanık ve zeyrek olmak‘ < *sa- ‗saymak, sanmak, düĢünmek; arzu etmek‘ +
k + (ı)n- (dönüĢlülük eki) Ģeklinde vermiĢtir (Gülensoy, 2007:718).
sı- ‗kırmak, bozmak, yenmek; zaptetmek‘ > sındır- ‗kırmak, parçalamak‘ (HTS, HRS; RHS)
Söz konusu Eski Türkçe fiil sındır- fiili ile yer değiĢtirmiĢtir (Clauson, 1972:782).
sö:zle- > sözleĢ- ‗söyleĢmek, sözleĢmek‘ > söste- ‗söylemek, kulağına fısıldamak‘ (HTS,
HRS)
sözleĢ- fiili sö:zle- ‗söylemek, konuĢmak‘< sö:z isminden gelir ve 8. yy. Uygur metinlerinde
yer alır (Clauson, 1972: 863). Hakas Türkçesinde sö:zle- fiilinin karĢılığı söste- fiilidir.
taĢıḳ- ‗dıĢarı çıkmak, sefere çıkmak‘ : tas ‗dıĢ‘ (HTS, HRS)
tas ‗dıĢ‘ isim kökü Ģ- > s- ses değiĢimi ile günümüz Hakas Türkçesinde yer alır.
teg- ‗değmek, eriĢmek, ulaĢmak, hücum etmek, çarpıĢmak‘ > teŋ- ‗değmek, dokunmak; isabet
etmek‘ (HTS); ten- (HRS) ve tee- ‗değmek, dokunmak‘
Söz konusu fiil için HRS‘de hemen yukarıda yer alan anlamda Kiril alfabesi ile тенъ- [teerge]
yer alır. Bu kelimenin okunuĢu [ten] Ģeklinde olup -ъ (kalınlaĢtırma iĢareti) hece bitiminden
sonra duraklama iĢlevinde kullanılmıĢ olabilir. Nitekim söz konusu iĢaretin çağdaĢ Kiril
alfabesindeki iĢlevi budur. HRS‘de ayraç içinde verilen teerge Ģeklindeki te- fiil kökü -erge
ise mastar ekidir. HTL‘de yer alan teŋ- Ģeklini hem Kiril alfabesinin Türk Ģivelerinde yer alan
karĢılıkları bakımından hem de Eski Türkçe teg- fiilindeki -g fonemi bakımından açıklamak
gerekir. Ayrıca HRS ve HTS‘de bulunan teer- ‗değdirmek‘, teert- ‗değdirmek,
245
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
dokundurmak‘, teel- ‗değinmek, dokunulmak‘ fiillerinde yer alan çatı eklerini çıkardığımızda
tee- ‗değmek‘ fiil köküne ulaĢmak mümkün oluyor.
ti- ‗demek, söylemek‘ : tĭ- (HTS, HRS)
i- > ĭ- ses geliĢimi ile günümüz Hakas Türkçesinde yer almıĢtır.
tıŋla- ‗dinlemek‘ > tıŋna- (HTS, HRS)
Günümüz Hakas Türkçesine ulaĢırken l- > n- ses hadisesi olmuĢtur. Bu fiilin *tıŋ isim
Ģeklinden gelmiĢ olabileceği belirtilmiĢtir. Ayrıca adı geçen araĢtırıcı Çince : *t‘ing ‗duymak,
dinlemek‘ fiilini de söz konusu fiilin kökeni olması bakımından Ģüpheli bulur (Clauson, 1972:
522)
tik- ‗dikmek‘ > tĭk- (HTS, HRS)
Günümüz Hakas Türkçesine ulaĢırken i- > ĭ ses geliĢimi olmuĢtur.
tir- ‗yaĢamak‘ > tirgür- ‗yaĢatmak, diriltmek‘ > tĭrgĭs- diriltmek (HTS)
Ayrıca günümüz Hakas Türkçesinde tĭrĭg ‗diri‘ (HTS) isim Ģekli de bulunur. Bu isim de tirfiilinden gelir (Clauson, 1972:529). Ayrıca Eski Türkçede yer alan Ģu fiil de Hakas
Türkçesinde yaĢar: tiril- ‗dirilmek, yaĢamak‘ > tĭrĭl- dirilmek (HTS, HRS). : Günümüz Hakas
Türkçesinde yer alan tĭrgĭs- ve : tĭrĭl- fiillerinde Eski Türkçe tir- fiili açıkça görülmektedir.
to- ‗doymak‘ > tod- ‗doymak‘
Hemen yukarıda yer alan her iki fiil Ģekli de günümüz Hakas Türkçesinde toh ‗tok‘ (HTS,
HRS) isim Ģekliyle bulunur.
toġ- ‗doğmak, aĢmak, çıkmak‘ > tuġ- ‗yavrulamak, yumurtlamak‘ (HTS, HRS)
Günümüz Hakas Türkçesinde o- > u- ses geliĢimi hadisesi olmuĢtur.
toġla- ‗toz çıkarmak‘ > tozınna- ‗tozlanmak, toz çıkarmak‘ (HRS), ‗tozlanmak‘ (HTS)
Eski Türkçede geçen to:ġ ‗toz‘ ismi yukarıda yer alan fiillerin kökenidir (Clauson, 1972:463).
Günümüz Hakas Türkçesinde la- yapım eki n- fonemi ile biten bir kelimeye geldiğinde nfonemine dönüĢür.
toḳı- ‗vurmak, dövmek, çarpmak, dokumak, sokmak, batırmak, yontmak‘ > tohlat‗tıkırdatmak, vurmak‘ (HTS, HRS)
246
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Söz konusu fiil kökünde ḳ- > x ses değiĢikliği gerçekleĢmiĢtir. ġu Ģekiller de tokı- fiil Ģekli ile
ilgilidir: toḳıt- ‗vurdurmak, dövdürmek, dokutmak, yonturmak‘; tohlattır- ‗toklattırmak,
vurmak‘ (HTS, HRS)
tor- ‗zayıflamak, ezilmek, harap olmak; bitmek‘ > tura par- ‗varmak‘ (HTS, HRS)
Günümüz Hakas Türkçesinde o- > u- ses geliĢimi hadisesi olmuĢtur. Ayrıca fiil a- gerindium
eki alıp yardımcı fiil olan par- ile kullanılmıĢtır.
töküt- ‗döktürmek, akıtmak‘ > töktĭr- ‗döktürmek, akıttırmak‘ (HTS, HRS)
ÇağdaĢ Hakas Türkçesinde tök- ‗dökmek, akıtmak‘ (HTS, HRS) fiili de yaĢar. Söz konusu
fiiler bu fiilden türemiĢtir. Hakas Türkçesinde yer alan Ģekilde tĭr- faktitif eki yer alır.
törü- ‗türemek, yaratılmak‘ > töre- törĭ- ‗doğmak, ortaya çıkmak‘ (EDT, HTS; HRS)
Günümüz Hakas Türkçesinde bu fiil için ü- > ĭ- ses hadisesi meydana gelmiĢtir.
tüz- > tüzül- ‗dizilmek, sırada olmak, düzelmek, anlaĢmak, barıĢmak‘ (OY) ve tüzel-(?)
‗düzelmek‘ (EUTS) > tüzel- ‗düzelmek, düzgün olmak‘ (HTS, HRS; RHS); tüzet‗düzeltmek‘ (HTS)
Hemen yukarıda yer alan Eski Türkçe fiiller tüz- ‗dizmek, düzeltmek; tavsiye etmek‘ (EUTS),
‗düzeltmek, düzleĢtirmek; sırada olmak‘ (EDT) fiil kökünden gelir. tüze- fiili tüz isminden eekiyle yapılmıĢ bir fiil olup daha yeni tarihe ait bir Ģekildir (Clauson, 1972: 575). Günümüz
Hakas Türkçesinde yer alan yukarıdaki fiillerse tüz isim Ģekline e- eki eklenmesiyle
oluĢmuĢtur.
tüĢ- ‗düĢmek, inmek, attan inmek‘ > tüs- ‗inmek, kalmak, düĢmek, rastlamak; yatmak‘ (HTS,
HRS)
attaŋ tüs- ―attan inmek‖
Günümüz Hakas Türkçesinde bu fiil için Ģ- > s- ses hadisesi meydana gelmiĢtir. Söz konusu
fiil Hakas Türkçesinde temel anlamını korumakla birlikte yeni anlamlar da kazanmıĢtır.
Ayrıca tüĢür- ‗düĢürmek, indirmek; attan indirmek‘ > tüzĭr- ‗indirmek, düĢürmek; kaybetmek‘
(HTS, HRS) Ģekli de Hakas Türkçesinde yer alır.
uç- ‗uçmak‘ > uçuh- ‗uçmak, uçuĢmak‘ (HTS, HRS)
ud- ‗takip etmek, kovalamak, uymak‘ : uy- ‗uymak‘ (HTS, HRS)
247
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde d- > y- ses geliĢimi olmuĢtur. Eski Türkçede Ģu
Ģekil de yer alır: uduz- ‗sevk etmek, götürmek, yol göstermek, takip ettirmek‘. Bu fiil Ģekli de
ud- fiil kökünden gelir.
udı- ‗uyumak‘ > uzu- ‗uyumak, yatmak; donup kalmak‘ (HTS, HRS)
udı- fiili u: ‗uyku‘ isminden türemiĢtir (Clauson, 1972: 42). Günümüz Hakas Türkçesinde bu
fiil için d- > z- ve ı- > u- ses hadiseleri meydana gelmiĢtir.
ulġa- > ulġart- ‗büyütmek‘ > uluġat- ‗büyümek, büyütmek‘ (HTS) < uluġa- ‗büyümek‘ (HTS)
ulġa- ‗büyümek‘ (Orkun, 2011:123) fiili ve yukarıda yer alan diğer fiiller uluġ ‗ulu, büyük‘
isminden türemiĢtir. Günümüz Hakas Türkçesinde kullanılan söz konusu uluġat- fiilinin
türediği uluġa- fiili de günümüz Hakas Türkçesinde yaĢar.
una- > unama- ‗tasvip etmemek, muvakafat etmemek‘ : una- ‗onamak‘ (HTS, HRS) ve ına‗1- istemek, arzu etmek; 2- onamak, uyuĢmak‘ (HTS, HRS)
Yukarıdaki fiiller Eski Türkçe una- ‗razı olmak, muvakafat etmek‘ (ETY) fiilinden gelir.
üz-‗ kesmek, kırmak, koparmak, parçalamak‘ > üs- ‗kesip koparmak‘ (HTS, HRS)
Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde z- > s- ses geliĢimi olmuĢtur.
yaġ- ‗yağmak, katılmak‘ > çaġ- ‗yağmak‘ (HTS, HRS)
Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde y- > ç- ses geliĢimi olmuĢtur. Ayrıca Eski
Türkçede olduğu gibi Hakas Türkçesinde söz konusu fiilin türevleri de vardır: yaġur‗yaklaĢtırmak, yaklaĢmak‘ : çaġınna- ‗yaklaĢmak‘ (HTS, HRS) ve yaġut- ‗yaklaĢtırmak‘ :
çaġınnat- ‗yaklaĢtırmak‘ (HTS, HRS)
yabrıt- ‗yıpratmak, yok etmek‘ : çabır- ‗bastırmak, sıkıĢtırmak; aĢağılamak‘ (HTS, HRS)
Hakas Türkçesinde baĢta yer alan y- fonemi çoğunlukla ç- bazen de n- olur (Arıkoğlu, 2005:
17). Bu yüzden çabır- Ģekli ses ve anlam olarak Eski Türkçede yer alan yabrıt- fiil Ģekli ile
birleĢtirmek mümkün olabilir.
yan- ‗dönmek, geri dönmek, korkutmak‘ > yantur- ‗döndürmek‘
Yukarıda yer alan her iki Ģekil de günümüz Hakas Türkçesinde yer alan ayla- aylan‗dönmek‗ fiilleri ile ilgili olabilir: Söz konusu durumda *ań- ‗dönmek‘ fiil kökünü araĢtırmak
gerekir.
yań- ‗yaymak, saçmak, dağıtmak‘ > çay- ‗yaymak, sermek, yıkmak, saçmak‘ (HTS, HRS)
248
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Günümüz Hakas Türkçesinde bu fiil için y- > ç- ve ń- > y- ses hadiseleri meydana gelmiĢtir.
yara- ‗yaramak, yaraĢmak‘ > çara- ‗yarmak, uygun olmak‘ (HTS, HRS)
Eski Türkçede yer alan yara- fiilinin Ģu türevleri de yazıtlarda geçer: yarat- ‗yaratmak, tertip
ve tanzim etmek, yapmak; meydana getirmek‘ > yaratıd- yaratıt- ‗yarattırmak, yaptırmak‘,
yaratun- ‗tanzim edilmek, tertiplenmek‘; yaratur- ‗yarattırmak, yaptırmak‘. Günümüz Hakas
Türkçesinde ise söz konusu bu fiil için y- > ç- ses hadisesi meydana gelmiĢtir.
yat- ‗yatmak, uzanmak, yığılmak‘ > çat- ‗yatmak, Ģimdiki zaman eki yor-; uzanmak‘ (HTS,
HRS)
Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde y- > ç- ses geliĢimi olmuĢtur.
yaz- ‗günah iĢlemek, kabahat iĢlemek‘ (ETY) > yazın- ‗günah iĢlemek, karĢı gelmek,
yanılmak; yolunu ĢaĢırmak‘; yazuḳla- ‗suçlamak‘ > çastıh- ‗yanılmak, yoldan çıkmak‘ (HTS,
HRS)
Hemen yukarıda yer alan yaz- ‗günah iĢlemek, kabahat iĢlemek‘ fiili ġine Usu‘da geçer
(ETY) > ças- ‗sermek, dağıtmak; yazmak‘ (HTY, HRS). Yazıtlarda geçen yazın- ve yazuklafiillerinin kökü olarak yaz- verilmiĢtir.
yel- ‗koĢmak, koĢturmak, dörtnala gitmek, hızlı gitmek‘ > çil ‗(uçan) at‘ (HTS)
Söz konusu fiil Hakas Türkçesinde y- > ç- ve e- > i- ses geliĢimi hadiseleri ile isim Ģeklinde
yaĢar.
yet- ‗yedeğe almak‘ > çidekte- ‗yedeklemek, dizgininden tutarak götürmek‘ (HTS, HRS)
Söz konusu fiil Hakas Türkçesinde y- > ç-, e- > i- ve t- > d- ses geliĢimi hadiseleri ile çidekteĢeklinde yaĢar.
yıġ- ‗yığmak, toplamak, kazanmak, alıkoymak- engel olmak‘ > çıġ- ‗toplamak, biriktirmek‘
(HTS, HRS)
Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde y- > ç- ses geliĢimi olmuĢtur.
yi- ‗yemek‘ > çĭ- (HTS, HRS)
Söz konusu fiil günümüz Hakas Türkçesinde y- > ç- ve i- > ĭ- ses geliĢimi hadiseleri ile yaĢar.
yit- ‗yitmek, kaybolmak‘ > çĭt- ‗yitmek, kaybolmak‘ (HTS, HRS)
249
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Söz konusu fiil Hakas Türkçesinde y- > ç- ve i- > ĭ- ses geliĢimi hadiseleri ile yaĢar. Ayrıca
yitür- fiilinin karĢılığı da vardır: yitür- ‗yitirmek, kaybetmek‘ > çĭdĭr- yitirmek, kaybetmek
(HTS, HRS).
yoġur- ‗yoğurmak, çiğnemek, aykırı gitmek, çapraz gitmek‘ > çura- ‗yoğurmak, karmak‘
(HTS, HRS)
Günümüz Hakas Türkçesinde bu fiil y- > ç- ses değiĢikliği ve ġ- foneminin düĢmesiyle yaĢar.
yoḳad- ‗yok olmak‘ > çoh pol- (HTS, HRS)
Eski Türkçede geçen yoḏ- ve yo:k Ģekilleri *yo:- fiilinden türemiĢtir (Clauson, 1972:895). Bu
yüzden yokad- fiili ve günümüz Hakas Türkçesinde bulunan çoh Ģekilleri de *yo:- fiil
kökünden türemiĢ olabilir. Ayrıca günümüz Hakas Türkçesinde bulunan çoh isim Ģekli için y> ç- ve ḳ- > x- ses geliĢimi hadiseleri meydana gelmiĢtir.
yorı- ‗yürümek, gitmek, hareket etmek‘ > çör- ‗gitmek, yürümek‘ (HTS, HRS; RHS)
Yazıtlarda yorı- fiilinden türeyen yorıt- ‗yürütmek, harekete geçirmek, sevk etmek‘ ve
olumsuz Ģekli yorıma- fiilleri de bulunur. Hemen yukarıda yer alan yorı- fiilinin Hakas
Türkçesinde o- > ö- ses değiĢimi ile ince ünlülü Ģekilde kullanıldığı görülüyor.
yügür- ‗koĢmak‘ > çügür- ‗koĢmak‘ (HTS, HRS)
Söz konusu fiil için y- > ç- ses değiĢimi olmuĢtur. Ayrıca yügürt- ‗koĢturmak, akıtmak‘ >
çügürt- ‗koĢturmak, sürmek‘ (HTS, HRS) fiilli de karĢılık olarak Hakas Türkçesinde yer
almıĢtır.
Günümüz Hakas Türkçesinde Kullanılmayanlar
aġ- ‗aĢmak, çıkmak‘ > aġ-ı- ‗püskürtmek‘; aġıt- ‗yükseltmek, yukarı çıkarmak, uçurmak,
dağıtmak‘; aġtur- ‗yukarı çıkarmak, çıkartmak, yükseltmek‘
alḳ- ‗bitirmek, tamamlamak, bitmek‘ > alḳın- ‗mahvolmak, bitmek‘
ançula-‗sunmak, arz etmek‘
ań- ‗korkmak‘ > ańıg- ‗korkutmak‘
ar- ‗aldatmak, kandırmak‘ > arıl- ‗temizlenmek, mahvolmak; yok olmak‘; artur- ‗kandırmak,
aldanmak, aldatılmak‘
Hemen yukarıda yer alan fiillerin ār- fiilinden türemiĢ olabileceği söylenmiĢtir (Clauson,
1972:229).
250
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
bedize- ‗resimlemek, süslemek, heykel yapmak‘ > bedizet- ‗resimletmek, süsletmek, heykel
yaptırmak‘
biti- ‗yazmak‘ > bitid-‗ yazdırmak‘ ya da bitit- ‗yazdırmak‘
boġuzlan- ‗boğazlanmak‘
boĢgur- ‗öğretmek, ders vermek, yetiĢtirmek‘
böŋ- ‗tekme atmak, çifte atmak‘
bul- ‗bulmak‘
büŋ- ‗boynuz vurmak, toslaĢmak‘
emge- > emget- ‗emek çektirmek, zahmet vermek; yormak‘; emgetme- ‗zahmet çektirmemek,
eziyet etmemek‘
emge- ‗acı çekmek‘ fiilinden yukarıdaki emget- fiili türemiĢtir. Söz konusu fiilin yerine daha
sonra emgen- fiili kullanılmıĢtır (Clauson, 1972:159). emgetme- fiili de yazıtlarda olumsuz
Ģekil olarak geçer.
er- ‗imek, olmak‘ ve ir-‗imek, olmak‘
ıçġın- ‗kaybetmek, kaçırmak; kaybolmak‘
igid- igit- ‗beslemek, bakmak, yetiĢtirmek, büyütmek; ilgilenmek‘
ille- ‗il yapmak, vatan yapmak‘; ilsire- ‗ilsizleĢmek, devletsizleĢmek; esaret altına girmek‘;
ilsiret- ‗ilsizleĢtirmek, devletsizleĢtirmek; esaret altına sokmak‘
ilt- ‗iletmek, göndermek; rehberlik etmek‘
ḳaġanla- ‗kağan yapmak‘; ḳaġansıra- ‗kağansızlaĢtırmak, esaret altına almak‘; ḳaġansırat‗kağansızlaĢtırmak, esaret altına almak‘
ḳazġan- ‗kazanmak, toplamak, biriktirmek, zaptetmek; çalıĢmak‘
ḳız- ‗kızmak‘
kigür- ‗sokmak, yapmak; getirmek‘
kiŋĢür- ‗kıĢkırtmak, hiddetlenmek‘
ḳo- ‗komak, koymak‘ (EUTS) > ḳod-, ḳot- ‗koymak, bırakmak‘
ḳod- fiili ḳo- ‗koymak, terk etmek; bırakmak‘ fiil kökünden türemiĢtir (Clauson, 1972:595).
ḳorı- ‗korumak‘
251
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
küŋed- ‗cariye olmak, hizmetçi olmak‘
oġurḳalat- ‗sırtlatmak, bindirmek, yükletmek‘
oḳı- ‗çağırmak, davet etmek‘
opla- ‗atılmak, hücum etmek‘
ö- ‗düĢünmek, anlamak, hatırlamak‘ > ögleĢ- ‗istiĢare etmek, anlaĢmak‘
ög- ‗övmek‘ > ögtür- ‗övdürmek‘
ökün-‗ piĢman olmak, hayıflanmak, kendine gelmek‘
öntür- ‗çıkarmak, yükseltmek, göndermek, uzaklaĢtırmak; yöneltmek‘
öt- ‗ötmek, kükremek; gürlemek‘
ötün- ‗arz etmek, rica etmek; dilek dilemek‘
sanç- ‗sançmak, mızraklamak‘
sebin- ‗sevinmek‘
sıḳın- ‗üzülmek, yas tutmak‘
süle- ‗orduyu sevk etmek, sefere çıkmak‘ > sület- ‗ordu sevk ettirmek‘
süŋüĢ- ‗süngüleĢmek, çarpmak, savaĢmak‘
tarḳ- ‗dağa çıkmak, dağa kaçmak‘
taplama- ‗kabul etmemek‘
ter-‗ kaçmak, ürküp kaçmak‘
tıd- ‗mani olmak, alıkoymak‘
toŋta- ‗çevrilmek, dönmek, dikilmek, devrilmek; yere çevrilmek‘
topul- ‗delinmek‘
tu- ‗kapamak, tıkamak, tutmak, önüne geçmek; engel olmak‘
tuy- ‗duymak‘ > tuyma- ‗duymamak, hissetmemek, farkına varmamak‘
tuy- fiil kökünün olumsuz Ģeklinden t- > d- ses geliĢimi sonucunda geliĢmiĢtir.
u- ‗muktedir olmak, yapabilmek‘
uruġsırat- ‗kökünü kazımak, neslini kesmek‘
252
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
yaŋıl- ‗yanılmak, itaatsizlık etmek‘
yarlıḳa- ‗buyurmak, bağıĢlamak, esirgemek; korumak‘
yaĢa- ‗yaĢamak‘
yoġla-, yuġla- ‗yas töreni yapmak, ölü yemeği vermek‘ > yoġlat-, yuġlat- ‗yas töreni
yaptırmak, ölü yemeği verdirmek‘
yoŋĢur- ‗karĢılıklı çekiĢtirmek, gammazlatmak, iftira ettirmek; suçlatmak‘
yubul- ‗yuvarlanmak‘
yulı- ‗yağma etmek‘
yükün- ‗baĢ eğmek, eğilmek, secde etmek, ibadet etmek; teslim olmak‘ > yüküntür- ‗baĢ
eğdirmek‘
Sonuç
Günümüz Hakas Türkçesinde, Eski Türkçede yer alan Orhun Yazıtları ile ses, yapı ve anlam
yönünden aynı Ģekilde kullanılan on iki adet fiil ve fiil kökü tespit edilmiĢtir. Bu sonucun
matematiksel ifadesi 7,3 (% 7,3) dolayındadır. Günümüz Hakas Türkçesinde doksan üç adet
fiil ve fiil kökü de çeĢitli ses ve Ģekil geliĢimi hadiseleri sonucunda yer almıĢtır. Bu sonuç da
56,7 (% 56,7) civarındadır. Eski Türkçede Orhun Yazıtlarında geçen elli dokuz adet fiilin de
Hakas Türkçesinde karĢılığı yoktur ve yaklaĢık olarak 35,9 (% 35,9) olarak matematiksel
ifade edilebilir. Orhun Yazıtlarında geçen kök ve gövde halindeki fiiller yaklaĢık olarak 64 (%
64) dolayında günümüz Hakas Türkçesinde yer almıĢtır. Söz konusu yazıtlarda geçen fiillerin
türevi olan fiillerse bu araĢtırmada verilmiĢ ama nicelik olarak sayılmamıĢtır. Netice olarak
fiiller bir dilin temel söz varlıkları arasında önemli bir yere sahiptir. Orhun Yazıtlarında geçen
fiil varlığı günümüz Hakas Türkçesinde önemli ölçüde yer bulmuĢtur.
Kısaltmalar
EDT: Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish
ETY: Eski Türk Yazıtları
EUTS: Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü
HRS: Hakasça-Rusça Sözlük
HTS: Hakasça-Türkçe Sözlük
253
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
OY: Orhun Yazıtları
RHS: Rusça-Hakasça Sözlük
Kaynakça
Arıkoğlu, Ekrem (2005), Hakasça-Türkçe sözlük, Ankara, Akçağ Yayınları.
Baskakov N. H. (1953), Hakasça-Rusça sözlük, Moskova, Kültür Bakanlığı Yayınları.
Caferoğlu, A. (1993), Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, Ġstanbul, Enderun Yayınları.
Clauson, G. (1972), An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish, Oxford,
The Clarendon Press.
Çankov, D. Ġ. (1961), Rusça-Hakasça sözlük, Moskova, Hakas Bilim Enstitüsü Yayınları.
Ergin, Muharrem (2005), Orhun Abideleri, Ġstanbul, Boğaziçi Yayınları.
Gülensoy, Tuncer (2007), Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü,
Ankara, TDK.
Orkun, Hüseyin Namık (2011) Eski Türk Yazıtları, Ankara, TDK.
254
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ESKĠ TÜRKÇE KELĠMELERĠN ATABEY AĞZINDAKĠ GÖRÜNÜMÜ
Ertan Besli
Ali Osman Yalkın
ÖZET
Bu bildiride Eski Türkçe kelimelerden Atabey ağzına ulaĢanlar tespit edilmiĢtir. Söz konusu
Eski Türkçe kelimelerin ses bilgisi, yapı bilgisi ve anlam yönünden Atabey ağzındaki
mirasçıları ile arasında olan benzerlik ve ayrılıkları da art zamanlı ayrımsal-karĢılaĢtırmalı dil
bilim yöntemine göre incelenip belirlenmiĢtir. Bu çalıĢmada gerektiğinde incelenen Ģekillerin
köken bilgisi açıklamalarına da yer verilmiĢtir.
Anahtar Kelimeler: Eski Türkçe, Atabey Ağzı, Köken Bilgisi, Dil Bilim.
Abstract
In this work, the old Turkish words having reached Atabey dialect have been identified. In
terms of phonology, morphology and meaning, the old Turkish words have been compared
to Atabey dialect according to the comparative method. Some etymological explanations
have also been taken place when they are in need .
Key words: Old Turkish, Atabey Dialect, Etymology, Linguistics.
GiriĢ
Bu araĢtırmada Atabey ağzında tespit ettiğimiz Eski Türkçedeki Ģekillerini koruyan kelimeler,
Eski Türkçenin söz varlığıyla karĢılaĢtırılmıĢtır. Tespit edilen kelimelerin Atabey ağzındaki
görünümleri, anlamları ve örnekleri verilerek sıralanmıĢtır. Böylece Eski Türkçe ve Atabey
ağzı arasında kelimelerde meydana gelmiĢ bazı ses, yapı ve anlam değiĢmeleri tespit
edilmiĢtir. Kelimelerin yansıttığı leksikolojik geliĢmeler art zamanlı ayrımsal-karĢılaĢtırmalı
yöntem ile aydınlatılmaya çalıĢılmıĢtır. Çeviri yazı ve anlamlandırma yönünden fark tespit
edilmiĢ Ģekiller sahanın temel ve güncel etimoloji sözlüklerinde taranmıĢtır. Elde edilen
bulgular, ses ve anlam değiĢikliğine uğramadan kullanılan kelimeler, ses ve anlam
değiĢikliğine uğrayan kelimeler, sadece ses değiĢikliğine uğrayan kelimeler ve sadece anlam
değiĢikline uğrayan kelimeler olmak üzere dört baĢlıkta incelenmiĢtir.

Yrd. Doç. Dr. Bitlis Eren Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Bitlis-Türkiye,
[email protected]

ArĢ. Gör., Bitlis Eren Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Bitlis-Türkiye,
[email protected]
255
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
1. Ses ve Anlam DeğiĢikliğine Uğramadan Kullanılan Kelimeler:
alaŋ „alan‟:
alaŋ (EDT). Kelime, DLT‘de *alang ‗alan, düz ve açık yer‘ olarak geçmektedir (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Kazak ve Nogay Türkçesi: alaŋ ‗orman içindeki açılmıĢ yer‘; Türkmen Türkçesi: alaŋ
‗küçük tepe‘; Yakut Türkçesi: al s ay (<*alaŋaç); Tuva Türkçesi: ayaŋ (< *alaŋ); Kırgız
Türkçesi: ayant; Kazan Tatar Türkçesi: alan; BaĢkurt Türkçesi: aklan (< *aglaŋ) (KBS).
Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır:
―y ni alaŋda deyil;amma garıŋ;altında sayılı.‖ (‗Yani alanda değil; ama karın altında sayılır.‘:
AA, 2/65).
aŋ- „anmak, hatırlamak‟:
Köktürkçe, Eski Uygur Türkçesi ve Orta Türkçede (DLT ve KB) aŋ- ‗hatırlamak‘ Ģeklinde
verilmiĢtir. Kelime, çağdaĢ Kıpçak Ģivelerinde ang-, Azeri Türkçesinde an- Ģeklindedir
(KBS).
Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır:
―bubasını anasını aŋmeyo.‖ (‗Babasını, annesini anmıyor, hatırlamıyor.‘: AA, 42/70).
anda „orada‟:
an ‗o‘ zamirinin bulunma durumu ekli çekimidir. Eski Uygur Türkçesinde anta, anda munda
‗her tarafta, ötede beride‘ Ģekilleri verilmiĢtir (EUTS).
Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır:
―anda bamı v r;etmiĢ döymüĢ.‖ (‗Orada ablamı sürekli dövmüĢ.‘: AA, 2/40).
barmak „parmak‟:
Kökeni bar ‗olma, oluĢ‘ isim Ģekli olarak verilmiĢtir (VEWT). Bu köken Eski Uygur
Türkçesinde bar par ‗var, hep, mevcut‘ olarak geçmektedir (EUTS). parmak kelimesi, Eski
Türkçede erŋek (KBS) erŋ k (TDES); Orta Türkçede (DLT) ernek (KBS, TDES) erŋ k
(TDES) olarak geçer.
Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Azeri Türkçesi: barmag; BaĢkurt, Kazak, Kazan Tatar, Türkmen, Uygur, Karaçay-Balkar,
Nogay, Karakalpak ve Kırgız Türkçesi: barmak; Özbek Türkçesi: barm k; Teleüt Türkçesi:
parmak; Küerik Türkçesi: mermek ‗baĢ parmak‘; ÇuvaĢ Türkçesi: pürne (KBS).
256
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Gülensoy, çağdaĢ Türk lehçelerindeki bar ber par mer
Räsänen‘e hak vermek gerektiğini belirtmiĢtir (KBS).
pör kökleri dikkate alınınca
Kelime, kökeni için verilen bar ‗olma, oluĢ‘ Ģekli itibarıyla Atabey ağzında Eski Türkçe ile
aynı Ģekil ve anlamdadır:
―barmakl döküldü, dedi.‖ (‗Parmaklar döküldü, dedi.‘: AA, 13/116).
ber- „vermek‟:
b r- Ģekli için soru iĢareti konulup bär- ‗vermek‘ Ģekli verilmiĢtir (VEWT). EDT‘de bé:rĢekli verilmiĢtir. Gülensoy da *bé:r- ~ *bi:r- uzun ünlülü Ģekilleri vermiĢtir (KBS). Eski
Türkçede yer alan ünlü uzunlukları ve ilk hecede bulunan kapalı e dikkate alındığında bé:rĢekli doğru olabilir. EUTS‘de bär- Ģekli verilip bir- Ģekline gönderme yapılmıĢtır. bir‗1. vermek, 2. yardımcı fiil‘ anlamları verilmiĢtir. KBS‘de Köktürkçe için ber- ~ bir-; Eski
Uygur Türkçesi (Brahmi metinleri) için bér- Ģekilleri verilmiĢtir.
Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Türkmen Türkçesi: b r- ~ ber-; Azeri Türkçesi: ver-; Kazak, Kırgız ve Özbek Türkçesi: ber-;
Uygur Türkçesi: bär-; BaĢkurt ve Kazan Tatar Türkçesi: bir-; Yakut Türkçesi: biär-; Kumandı
Türkçesi: per- (KBS).
Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır:
―bi dencik mändil, berildı odur.‖ (‗Bir tanecik mendil, verildiği odur.‘: AA, 39/34).
biŋ „bin‟:
Eski Uygur Türkçesinde bing ming mıng Ģekilleri verilmiĢtir (EUTS). Eren, kelimenin Eski
Türkçeden baĢlayarak kullanıldığını belirtmiĢtir (bıŋ). Orta Türkçede miŋ olarak geçtiğinden,
Eski Kıpçak Türkçesinde bin min miŋ Ģekillerinin varlığından bahsetmiĢ, tarihî ve çağdaĢ
Türk lehçe ve Ģivelerinde daha çok miŋ Ģeklinin geçtiğini belirtmiĢtir (TDES).
Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Azeri Türkçesi: min; Türkmen Türkçesi: müŋ; Özbek Türkçesi: ming; Kazak, Kırgız ve
Karakalpak Türkçesi: mıŋ; Tarançi Türkçesi: miŋ; Kazan Tatar ve BaĢkurt Türkçesi: meŋ;
Tuva ve Yakut Türkçesi: muŋ; ÇuvaĢ Türkçesi: pin (KBS).
Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır:
―bi dencik dutuŋ, biŋ dene buluŋ;iĢallah, d siŋ.‖ (‗Bir tanecik tutun, bin tane bulun inĢallah,
dersin‘: AA, 8/62).
çeŋe „çene‟:
Eren, kelimenin -yaygın bir inanca göre- Farsçadan alındığını (< Far. ç na çana ‗the lower
jaw-bone; the chin‘), Türkçede çeneye eŋek adının verildiğini belirtmiĢtir. Kelime Azeri
Türkçesinde çənə, Halaç Türkçesinde çana çene Ģeklindedir (TDES). Gülensoy ise
257
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
kelimenin geliĢiminin *çeŋe < ?+ *äŋäk ‗kinn‘ + çäkä ‗Schläfe‘ / *iç+engek Ģeklinde
olabileceğini belirtmiĢ, kelimenin Çağatay Türkçesinde çaŋġa, Azerî Türkçesinde de çänä
Ģeklinde olduğunu vermiĢtir (KBS).
Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır:
―çeŋemi çekdil benim.‖ (‗Çenemi çektiler benim.‘: AA, 14/120).
eŋ „en‟:
eŋ Ģekli Eski Türkçede aynıdır. Eski Uygur Türkçesinde äng ‗en‘ Ģekli vardır (EUTS).
Gülensoy, kelimenin *é:n n Ģekillerinden geldiğini, Eski ve Orta Türkçede én, DLT‘de i:n
Ģeklinde geçtiğini belirtmiĢtir (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Azeri, Kazak, Kırgız ve Özbek Türkçesi: en; Uygur Türkçesi: än; BaĢkurt ve Kazan Tatar
Türkçesi: iŋ (ŋ ikincildir); Türkmen Türkçesi: i:n; Yakut Türkçesi: ien; ÇuvaĢ Türkçesi: an
(KBS).
Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekilde derecelendirme zarfı iĢlevinde
kullanılmıĢtır:
―bak, eŋ gıyıda Ģindi, bahcanıŋ içerisinde.‖ (‗Bak, en kıyıda Ģimdi, bahçenin içerisinde.‘: AA,
13/17).
kel- „gelmek‟:
kel- (g-) (EDT). Eski Uygur Türkçesinde kel- ‗gelmek‘ olarak geçer (EUTS).
Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır:
―gız ävi kelene gidene g cek.‖ (‗Kız evi gelene gidene koyacak.‘: AA, 16/149).
kit- „gitmek‟:
ket- ve kit- Eski Uygur Türkçesinden itibaren kullanılır (VEWT). Eski Uygur Türkçesinde
kit- ~ kät- ‗gitmek, devam etmek, zail olmak‘ olarak geçer (EUTS). Kelime, Eski Uygur
Türkçesinde (Brahmi metinleri) ké:t-, Orta Türkçede (DLT) ki:t- ‗gitmek‘ Ģeklindedir (KBS).
Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır:
―benim varıdı ondan; gayıb; du kitti.‖ (‗Benim ondan var idi; kayboldu gitti.‘: AA, 20/26).
oŋ- „onmak, iyileĢmek‟:
oŋ (WEVT). Eski Uygur Türkçesinde ongar- ‗onarmak, iyileĢtirmek, iyi ve sağlam yapmak‘
ve ongul- ‗iyileĢmek, sağalmak‘ olarak ekli hâlde geçer (EUTS). Kelime, DLT‘de oŋ-ul‗iyileĢmek, düzelmek, iyi olmak‘ ve oŋ-ay ‗kolay‘ Ģeklinde ekli hâlde geçmektedir (KBS).
Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır:
258
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
―bi baktıg;oŋmadı.‖ (‗Bir baktık, onmadı, iyileĢmedi.‘, AA, 36/63).
öŋ „ön‟:
öŋ (VEWT). Kelime, Eski Uygur Türkçesinde öng ‗ön taraf, önce, doğu‘ olarak geçer
(EUTS). Eski Türkçe ve Orta Türkçede öng (< *öŋ), DLT‘de öngdün ‗önce‘, öndüngki
‗önceki‘, öngeyük ‗bir Ģeye, bir kimseye mahsus olan, ayrılan, özel‘ Ģekilleri geçmektedir
(KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Azeri Türkçesi: ön; Kazak, Kırgız, Türkmen ve Teleüt Türkçesi: öŋ; Kerkük Türkçesi (Irak
Türkmen): ög (< *ög+ce ‗önce‘) (KBS).
Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır:
―ölenn ŋiziŋ öŋüne v sın, d siŋ.‖ (‗Ölenlerinizin önüne varsın, dersin.‘: AA, 8/63).
soŋ „son‟:
Kelime, Eski Uygur Türkçesinde song ‗son, sonra‘ (EUTS), Orta Türkçede songuk ‗son, bir
Ģeyin sonu‘ olarak geçmektedir (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Azeri Türkçesi: son; Kazak, Kazan Tatar ve Türkmen Türkçesi: soŋ; Kazan Tatar Türkçesi:
soŋğı; Kırgız Türkçesi: soŋku; Kumandı Türkçesi: soŋsı ‗gelecek‘; BaĢkurt Türkçesi: huŋ(ğı)
(KBS).
Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır:
―soŋ v dı y rde galır.‖ (‗Son vardığı yerde kalır.‘: AA, 23/17).
ti- „demek‟:
Eski Uygur Türkçesinde ti- ‗demek, söylemek, dilemek‘ Ģeklinde geçmektedir (EUTS).
Kelimenin geliĢimi, tı- > Eski Türkçe *t - ~ té:- > DLT ti:- ~ té- Ģeklinde verilmiĢtir (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Türkmen Türkçesi: diy-; Yakut Türkçesi: diä- (KBS).
Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır:
―ti hadeŋ geliŋ;geydirm gidem.‖ (‗De haydi gelin giydirmeye gidelim.‘, AA: 20/20).
tiken „diken‟:
Eski Uygur Türkçesinde tikän ‗diken‘ olarak geçmektedir (EUTS). Kelimenin geliĢimi, *tik[k](e/ä)n ‗saplanan Ģey‘ olarak verilmiĢtir. Kelime, Orta Türkçede tiken tikken, Çağatay
Türkçesinde tiken olarak geçmektedir (KBS).
259
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Kerkük Türkçesi (Irak Türkmen): tiken; Oyrat ve Teleüt Türkçesi: tigen ~ tiganak; Hakas
Türkçesi: tıgen; Kerkük Türkçesi (Irak Türkmen): tikan; Kazak Türkçesi: tikana; Kumuk ve
Karaçay-Balkar Türkçesi tegenek (KBS).
Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır:
―eĢeŋ guyuna tiken kısTııvelleridi b zıları.‖ (‗Bazıları eĢeğin kuyruğuna diken
kıstırıverirlerdi.‘: AA, 14/196).
uçun
üçün ―için‖:
üçün (EDT). Kelime, Eski Uygur Türkçesinde üçün ‗için, sebep, dolayısıyla‘ (EUTS), Eski
Türkçede uçun üçün ‗amacıyla, maksadıyla‘ olarak geçmektedir. Kelimenin geliĢimi, < *uç
‗sebep‘ + (u)n / +u+n ‗vasıta durumu eki‘ olarak verilmiĢtir (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk lehçelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Kırgız, Özbek ve Uygur Türkçesi: üçün; Türkmen Türkçesi: üçi:n; Kazak Türkçesi: üĢin;
Kazan Tatar Türkçesi: üçin; BaĢkurt Türkçesi: ösön; Kumandı Türkçesi: uçın uçun (KBS).
Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır:
―mese tarl ikil ceŋ, üĢl ceŋ bunnarıŋ eyer verem almağ;uçun ol sa.‖ (‗Mesela eğer verim
almak için olursa tarlayı ikileyeceksin, üçleyeceksin.‘: AA, 19/2).
―b le gelinne ĢaKaleĢmağ;üçün…‖ (‗Böyle gelin ile ĢakalaĢmak için…‘: AA, 22/1).
yeŋge „yenge‟:
Eski Uygur Türkçesinde yängä yänggä ‗yenge‘ olarak geçmektedir (EUTS). Kelime, Eski
Uygur Türkçesinde ayrıca yeŋe ve Orta Türkçede (DLT) yengge olarak geçmektedir.
Kelimenin geliĢiminin *yé:ng ‗yan‘ + ge [< *ya-ŋ+ge] olabileceği belirtilmiĢtir.
Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Türkmen Türkçesi: yeŋge; Uygur Türkçesi: yäŋgä; Azeri Türkçesi: yenge; Kerkük Türkçesi
(Irak Türkmen): yénge yéngiç yeni; BaĢkurt Türkçesi: yängä; Teleüt Türkçesi: yéng;
Oyrat ve Teleüt Türkçesi: yeŋe; Baraba Türkçesi: yiŋge; Kırgız ve Altay Türkçesi: ceŋe;
Kazak Türkçesi: ceŋge jeŋge; Kazan Tatar Türkçesi: ciŋgä; Kumandı Türkçesi: neŋçe
(< *yeng(ge)+çe) ‗ağabeyin karısı‘; Yakut Türkçesi: saŋas; ÇuvaĢ Türkçesi: yəŋGε iŋGε
(KBS).
Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır:
―eŋsede gelinne yeŋge ol du iĢde.‖ (‗Arkada gelin ile yenge olurdu iĢte.‘: AA, 3/22).
260
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
2. Ses ve Anlam DeğiĢikliğine Uğrayan Kelimeler:
t „daha‟:
Eski Uygur Türkçesinde taḳı ‗dahi, ve, kaldı ki, nihayet, bundan baĢka‘ olarak geçmektedir
(EUTS). Kelimenin geliĢimi *taḳ-ı (< taḳ- ‗takmak, iliĢtirmek‘ + -ı ‗zarf-fiil eki‘) olarak
verilmiĢtir. Kelime, Orta Türkçede (DLT) taḳı daḳı ―dahi‘, Eski Anadolu Türkçesinde daḳı
‗dahi‘ olarak geçmektedir (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk lehçelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Azeri Türkçesi: daha; Kırgız Türkçesi: dağı; Uygur Türkçesi: texi (‗daha‘); Kazak Türkçesi:
takı; Doğu Türkçesi: taki (‗dahi‘) (KBS).
Kelime, Atabey ağzında derilme sonucu t Ģeklindedir ve ‗daha‘ anlamında kullanılmıĢtır:
―y da gelike bi t dulm ceg;araba.‖ (‗Yolda gelirken araba bir daha durmayacak.‘: AA,
16/73).
yalavaĢ „Yalvaç (yer adı)‘:
Eski Uygur Türkçesinde yalavaç ‗elçi, peygamber, yalavaç‘ olarak geçmektedir (EUTS).
Kelime, Orta Türkçede (DLT) yalawaç yalavaç ‗elçi, peygamber‘ olarak geçmektedir.
Kelimenin geliĢimi, Orta Türkçe yala- ‗töhmetlemek‘ (DLT) + -w(/v)aç olarak verilmiĢtir
(KBS).
Kelime, Atabey ağzında son seste süreklileĢme sonucu yalavaĢ Ģeklindedir ve yer adı olarak
kullanılmaktadır:
―süzüllüden, yalavaĢdan, orl dan gelıleridin.‖ (‗Süzüllü‘den, Yalvaç‘tan, oralardan
gelirlerdi.‘: AA, 19/86).
3. Sadece Ses DeğiĢikliğine Uğrayan Kelimeler:
andan „ondan (sonra)‘:
an ‗o‘ zamirinin ayrılma durumu ekli çekimidir. Eski Uygur Türkçesinde andın
‗ondan‘ Ģeklinde geçmektedir (EUTS).
Kelimede, +dIn
Ģeklindedir:
antın
+tIn ayrılma ekindeki ünlü geniĢlemesi sonucu Atabey ağzında andan
―andan bubam çobanıdı.‖ (‗Ondan sonra babam çoban idi.‘: AA, 2/87).
aŋnadıver- „anlatıvermek‟:
261
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
aŋ ‗kavrama, zeka‘ isim kökünden gelir. Bu kelimeye iliĢkin ilk not Senglah‘da yer alır. Söz
konusu kelime aŋla- fiilinin kökeni olarak verilir (EDT). aŋla- fiili, Eski Uygur Türkçesinde
angla- Ģeklinde geçmektedir (EUTS). Kelimenin geliĢiminin * ŋ ‗düĢünce, idrak, anlayıĢ‘ +
la- Ģeklinde olabileceği belirtilmiĢtir (KBS). Türkmen Türkçesinde aynı anlamda ŋ
Ģeklindedir (VEWT). Uygur Türkçesinde aŋ ve äŋ ‗yabani‘ Ģeklindedir. Bu anlamda ve aŋ
Ģeklinde Kazak Türkçesinde de yer alır. Söz konusu kelime Moğolcada da ‗yabani hayvan‘
anlamındadır (VEWT).
Kelimenin kökü olarak verilen aŋ isminin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
BaĢkurt, Kazan Tatar ve Uygur Türkçesi: aŋ ‗zihin‘; Türkmen Türkçesi: aŋ ‗hatırlamak‘
(KBS).
aŋlatıver- fiili Atabey ağzında ilerleyici ünsüz benzeĢmesi ve ekleĢmeye bağlı ötümlüleĢme
sonucu aŋnadıver- olmuĢtur:
―masa aŋnadıveridin;eveli.‖ (‗Önceden masal anlatıverirdi.‘: AA, 28/32).
aŋŋı
end (<< andaki) „o, oradaki‟:
an ‗o‘ zamirinin aitlik eki ile kalıplaĢmıĢ bulunma durumu ekli çekimidir. Eski Uygur
Türkçesinde verilen anta, anda munda ‗her tarafta, ötede beride‘ Ģekillerinin (EUTS) aitlik eki
ile çekimlenmiĢ Ģeklidir. aŋŋı Ģekli; ünlü düzleĢmesi, hece düĢmesi ve ilerleyici ünsüz
benzeĢmesi olaylarıyla bu hâlini almıĢ olmalıdır (aŋŋı < ankı < andakı < andaki):
―aŋŋını at g !‖ (‗Onu at gel‘: AA, 4/23).
end Ģekli ise gerileyici ünlü benzeĢmesi, süreklileĢme ve derilme olaylarıyla bu hâlini almıĢ
olmalıdır (end < endeği < endeki < andaki):
―end daĢıŋ;üssüne bi otur, dedi.‖ [‗O (oradaki) taĢın üstüne bir otur, dedi.‘: AA, 47/134].
b ŋ „ben, tende bulunan leke veya kabartı‟:
Eski Türkçede beŋ Ģekli XI. yüzyılda görülmeye baĢlanmıĢtır (KBS). Eski Uygur Türkçesinde
mäng ‗ben, hal‘ Ģeklinde geçmektedir (EUTS). Eren, diyalektlerde kullanılan meŋ Ģekillerinin
beŋ Ģeklinden geldiğini belirtmiĢtir (TDES).
Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Türkmen, Nogay, Karakalpak, Kırgız, Altay, Teleüt, ġor, Küerik, Tarançi ve Tuva Türkçesi:
meŋ; Kırgız Türkçesi: meŋdi ‗benli‘ (KBS).
Kelime, Atabey ağzında e > değiĢimi (ünlü daralması) sonucu b ŋ Ģeklinde geçmektedir:
―bilassa ben, b ŋni candarma, b ŋni Candarma…‖ (‗Bilhassa ben, benli jandarma, benli
jandarma…‘: AA, 18/148).
beŋz (<< beŋiz+e-r) „benzer‟:
262
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Kelime, beŋiz isminden türemiĢtir. Söz konusu kelime Eski Uygur Türkçesinde mängiz
‗beniz, görünüĢ‘ olarak geçmektedir (EUTS). Eski Türkçede beŋiz olarak geçen kelime, Orta
Türkçede mäng(i)z ‗beniz, yüz‘ ve Çağatay Türkçesinde méŋiz olarak geçmektedir.
Kelimenin *bäŋ kelimesinden gelmiĢ olabileceği belirtilmiĢtir (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Azeri Türkçesi: beŋiz; Kazak Türkçesi: meŋiz; Hakas Türkçesi: meyiz; Uygur Türkçesi:
meŋzi ‗yanak‘ (KBS).
Kelime, Atabey ağzında ekleĢmeye bağlı ünlü düĢmesi sonucu beŋz (< beŋiz+e-r) ‗benzer‘
olarak kullanılmıĢtır:
―zeki mürene beŋz .‖ (‗Zeki Müren‘e benzer.‘: AA, 9/120).
biĢ- „piĢmek‟:
bıĢ-, biĢ-, pıĢ- ve piĢ- Ģekilleri Eski Türkçede görülür (EDT). Eski Uygur Türkçesinde bıĢ‗olgunlaĢ-, piĢmek, olmak‘ Ģeklinde verilmiĢtir (EUTS). Gülensoy, kelimenin bıĢ- ‗piĢmek,
olgunlaĢmak; meyve olmak‘ Ģeklinden geldiğini belirterek Eski Türkçe (Köktürkçe ve Eski
Uygur Türkçesi), Orta Türkçe (DLT) için bıĢ- biĢ- Orta Türkçe (DLT) pıĢ- Ģekillerini
vermiĢtir (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Kazak Türkçesi: bis-; Azeri, BaĢkurt, Kazan Tatar, Türkmen, Kerkük (Irak Türkmen)
Türkçesi: biĢ-; Kırgız Türkçesi: bıĢ-; Yakut Türkçesi: bus-; Kazak, Özbek ve Uygur Türkçesi
pis- (KBS).
Kelime, Atabey Ağzında ünlünün art sıradan ön sıraya geçmesi sonucu biĢ- Ģeklindedir:
―çokca südüle biĢirisiŋ.‖ (‗Çokça süt ile piĢirirsin.‘: AA, 36/55).
böyük „büyük‟:
bedü- fiilinden türer (EDT). Eski Uygur Türkçesinde bedük ‗büyük, yüksek, ulu,
azametli‘ olarak verilmiĢtir (EUTS). Gülensoy, kelimenin geliĢimini *bedü-k Ģeklinde verip
Orta Türkçede (DLT) bedük bedük olarak geçtiğini belirtmiĢtir (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Gagavuz Türkçesi: büük; Tellafer ağzı (Irak Türkmen), Uygur Türkçesi: büyük; Kazak
Türkçesi: büyik; Azeri Türkçesi: böyük; Kerkük Türkçesi (Irak Türkmen): böyüg ~ böyig ~
beyüg; Türkmen Türkçesi: beyik; Kırgız Türkçesi: biyik; Sarı Uygur Türkçesi: pezik (KBS).
Kelime, Atabey ağzında süreklileĢme ve ünlü yuvarlaklaĢması sonucu (bedük > bedük >
beyük >) böyük Ģeklindedir:
263
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
―da böyük yatır, türbe ol rakdan…‖ (‗Da büyük yatır, türbe olarak…‘: AA, 1/45).
çiŋne- „çınlamak‟:
çınl - ‗gerçeği söylemek, doğru davranmak‘ fiili çı:n isminden türer (EDT). Burada ilerleyici
benzeĢme ve - foneminin a- fonemine değiĢmesi yer alır. çın ‗doğru, gerçek, tam, kesin
olarak‘ ismi Eski Uygur Türkçesinde geçmektedir (EUTS). Gülensoy ise çınla- ‗çın diye ses
çıkarmak‘ fiilinin *çıŋ isminden türediğini belirterek Orta Türkçede (DLT) çıngra- Ģeklinde
geçtiğini belirtmiĢtir (KBS).
Kelime, Atabey ağzında uyum değiĢmesi ve ilerleyici ünsüz benzeĢmesi sonucu çiŋneĢeklindedir:
―gulakları çiŋnesin.‖ (‗Kulakları çınlasın.‘: AA, 14/197).
deŋiz „deniz‟:
teŋiz (d-) XI. yüzyılda karĢılaĢılmıĢtır. Eski Türkçede talu:y Ģekli yerine geçer (EDT).
Kelimenin geliĢiminin *teŋ ‗göl, bataklık‘ + (i)z Ģeklinde olabileceği belirtilip kelimenin Eski
ve Orta Türkçede teŋiz, Eski Anadolu Türkçesinde deŋiz Ģekilleri verilmiĢtir (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Oyrat Türkçesi: teŋis; Kazak Türkçesi: teŋiz; Karaçay-Balkar Türkçesi: teŋŋiz; Kazan Tatar
Türkçesi: diŋęz diŋgęz (KBS).
Kelime, Atabey ağzında ön seste ötümlüleĢme sonucu deŋiz Ģeklindedir:
―Buldeyleri ege deŋizine dökdü y !‖ (‗Buğdayları Ege Denizine döktü yahu!‘, AA: 14/188).
diŋel- ‗ayakta durmak, ayağa kalkmak, dik durmak‘:
Kelimenin geliĢimi ding < *ting+el- ‗ayakta durmak‘ Ģeklinde verilmiĢtir (KBS).
Kelimenin *ting isminden geldiği kabul edilirse kelime, Atabey ağzında ön seste ötümlüleĢme
sonucu diŋel- Ģeklindedir:
―dabanç le Ģ le diŋeldi, täslim, dedi.‖ (‗Tabancayla Ģöyle dikildi, teslim, dedi.‘: AA, 18/142).
diŋne- „dinlemek‟:
tıŋla- (d-). Bu Ģekil tıŋ isminden türemiĢtir. Bu Ģeklin anlamı Ģüphelidir. Çince t‘ing Ģeklinden
türemesi daha yüksek bir olasılık olabilir (EDT). Eski Uygur Türkçesinde tıngla- ‗dinlemek,
kulak asmak‘ Ģeklinde geçmektedir (EUTS). Kelimenin geliĢimi, *tıŋ ‗ses, sada, sadanın
perdesi, nağme‘ + la- Ģeklinde verilmiĢtir (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
264
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Soyon Türkçesi: dıŋna-; Kazak Türkçesi: tıŋda-; Kırgız Türkçesi: tıŋĢa-; Doğu Türkçesi:
tinĢa-; Kumandı Türkçesi: tınan-; Altay Türkçesi: tıŋda- ‗dinlemek‘; ÇuvaĢ Türkçesi: tęnla(KBS).
Kelime, Atabey ağzında ön seste ötümlüleĢme ve ilerleyici ünsüz benzeĢmesi sonucu diŋneĢeklindedir:
―onnarı le diŋnesem, otursam…‖ (‗Onları öyle dinlesem, otursam…‘: AA, 47/22).
diŋnen- „dinlenmek‟:
Eski Uygur Türkçesinde tın- ‗dinlenmek‘ olarak geçmektedir (EUTS). Kelimenin geliĢimi,
Orta Türkçe tın ‗nefes‘ (DLT) + la-n- Ģeklinde verilmiĢtir.
Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Türkmen Türkçesi dın-
tın-; Yakut Türkçesi tın- (KBS).
Kelime, Atabey ağzında ön seste ötümlüleĢme, uyum değiĢmesi ve ilerleyici ünsüz
benzeĢmesi sonucu diŋnen- Ģeklindedir:
―ond on;ikiye gıd diŋneniriz.‖ (‗Ondan on ikiye kadar dinleniriz.‘: AA, 30/25).
doŋ- „donmak‟:
toŋ- (d-) ‗donmak‘ (EDT). Eski Türkçede toŋ- ‗donmak‘ Ģekli verilmiĢtir (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
ġor Türkçesi: toġ-; Kazan Tatar Türkçesi: tuŋ-; Altay Türkçesi: toŋ-; Yakut Türkçesi: toŋ-ot-;
ÇuvaĢ Türkçesi: tęm- tƟm- (KBS).
Kelime, Atabey ağzında ön seste ötümlüleĢme sonucu doŋ- Ģeklindedir:
―o b le doŋ galı gar gibi.‖ (‗O böyle kar gibi donar kalır.‘: AA, 27/39).
düŋür „dünür‟:
tün isminden türemiĢ geçiĢsiz fiildir. Eski Uygur Türkçesinde tüner- (d-) ‗kararmak, karanlık
basmak‘ fiili vardır (EDT). Kelimenin geliĢimi tüŋ-(ü)r Ģeklinde gösterilip Orta Türkçede
(DLT) tüŋür ‗karının hısımları‘ Ģekli verilmiĢtir (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Uygur, Doğu ve Yakut Türkçesi: tüŋür; Yakut Türkçesi: tügür ~ tümür (KBS).
Kelime, Atabey ağzında ön seste ötümlüleĢme sonucu düŋür Ģeklindedir:
―äsgiden imec;ed leridi düŋürl .‖ (‗Eskiden dünürler imece yaparlardı.‘: AA, 16/137).
le „öyle‟:
265
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ayl ‗öyle‘ yeniden yapılandırılmıĢ Ģekli önerilmiĢtir. a- > e- geliĢiminin ne zaman olduğu
kesin değildir (EDT). Eski Uygur Türkçesinde äyin ‗böylece, buna göre‘ Ģekli verilmiĢtir
(EUTS). Kelime, Orta Türkçede (DLT) eyle (< o il-e) ‗öyle‘ Ģeklinde geçmektedir (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Azeri Türkçesi: elä; BaĢkurt Türkçesi: oĢolay; Kazak Türkçesi: olay sonday; Kırgız
Türkçesi: anday mınday; Özbek Türkçesi: undäy; Uygur Türkçesi: undak; Kazan Tatar
Türkçesi: ĢuĢılay sımak kibik; Kumuk Türkçesi: ındıġ ok; Türkmen Türkçesi: kimik ~
Ģeyle beyle (KBS).
Kelime, önerilen ayl ‗öyle‘ yeniden yapılandırılmıĢ Ģekline göre Atabey ağzında uyum
değiĢmesi ve erime sonucu le Ģeklindedir:
―äsgiden ber; le duyuyos;tabi.‖ (‗Eskiden beri öyle duyuyoruz tabii.‘: AA, 29/17).
eTmek „ekmek‟:
Orta Türkçede (DLT) etmek
étmek
epmek
ötmek ‗yenecek ekmek‘ olarak geçer (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk lehçelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
BaĢkurt ve Kazan Tatar Türkçesi: ikmäk (KBS).
Kelime, Atabey ağzında yarı ötümlüleĢme sonucu eTmek Ģeklindedir:
―bizim;iki t rba: biri eTmek torbası, biri däfd kitap.‖ (‗Bizim iki torba [olurdu]: biri ekmek
torbası, biri defter kitap [torbası].‘: AA, 14/144).
eyi „iyi‟:
ädgü (VEWT) ve edgü (EDT). Eski Uygur Türkçesinde ädgü ‗iyi, üstünlük‘ olarak geçer
(EUTS). Kelimenin geliĢimi, *äd ‗değer, kıymet, mal‘ + gü olarak gösterilip Eski Türkçe
(Eski Uygur Türkçesi) ädgü > Orta Türkçe (DLT) *edgü > *eygü > Eski Anadolu Türkçesi
eyü > eyi > iyi Ģeklinde verilmiĢtir (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Kazak Türkçesi: iyi ~ iygi ~ izgi; Azeri ve Kazan Tatar Türkçesi: yaḫĢı; Özbek ve Uygur
Türkçesi: yaḫĢi; BaĢkurt Türkçesi: yaksı; Türkmen Türkçesi: yağĢı; Kırgız Türkçesi: cakĢı;
Kazak Türkçesi: jaksı (KBS).
Kelime, Atabey ağzında süreklileĢme, ünsüz düĢmesi ve ünlü düzleĢmesi sonucu eyi
Ģeklindedir:
―ben gıĢın Falan gidemeyodu, Ģindi hava eyi olunca böün c miye gettim g dim.‖ (‗Ben kıĢın
falan gidemiyordum, Ģimdi hava iyi olunca bugün camiye gittim geldim.‘: AA, 26/6).
geŋ
geŋiĢ „geniĢ‟:
266
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
gen kelimesi, Eski Uygur Türkçesinde king ‗en, geniĢlik‘ olarak geçer (EUTS). Eski ve Orta
Türkçede king ‗geniĢ‘ olarak geçer. geniĢ kelimesi ise Eski Uygur Türkçesinde (Brahmi
metinleri) kéŋ, DLT kiŋ kelimelerinden türemiĢ (< ké:ŋ+(i)Ģ) bir kelimedir (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Türkmen Türkçesi: gi:ŋ; Kerkük Türkçesi (Irak Türkmen): gey (< geŋ < *keŋ); Yakut
Türkçesi: kieŋ (KBS).
Kelime, Atabey ağzında ön seste ötümlüleĢme sonucu geŋ
geŋiĢ Ģekillerindedir:
―Ģindi her tıraf geŋ;galdı.‖ (‗ġimdi her taraf boĢ kaldı.‘: AA, 12/53). Burada geŋ kelimesi
‗boĢ‘ anlamında kullanılmıĢtır.
―Ģu sobanıŋ; tından geŋiĢ.‖ (‗ġu sobanın altından geniĢ.‘: AA, 12/117).
gene „yine‟:
yeme ve yan- ‗geri dönmek‘ fiilinden yan ‗yine‘ (EDT). Eski Uygur Türkçesinde yämä
yimä yana ‗yine, tekrar, yeniden‘ olarak geçer (EUTS). Kelimenin geliĢimi yan- ‗geri
dönmek, döndürmek, geri gelmek‘ + -a ‗zarf-fiil eki‘ olarak verilmiĢtir. Kelime, yazıtlarda
yana yanya; Brahmi metinlerinde yänä yiņä y(i)ņä: yŋä; Orta Türkçede (DLT) yana
yeme, Codex Cumanicus‘ta yana yenä olarak geçer (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Türkmen Türkçesi: yene; Azeri Türkçesi: yenä; BaĢkurt, Özbek ve Kazan Tatar Türkçesi:
yänä yaŋadan; Uygur Türkçesi: yana; BaĢkurt Türkçesi: yaŋınan; Kırgız Türkçesi: cana;
Kazak Türkçesi: jaŋadan (KBS).
Kelime, Atabey ağzında ön seste süreksizleĢme (g < y) sonucu gene Ģeklindedir:
― gerisiŋ;geri gene v .‖ (‗O gerisin geri yine var.‘: AA, 4/25).
gey- „giymek‟:
Eski Uygur Türkçesinde käd- ‗giymek‘ olarak geçer (EUTS). Kelimenin geliĢimi
*ké-d> *kéd- > Köktürkçe, Eski Uygur Türkçesi ve DLT‘de ked- > key- > kéy- > kiy- > giy- olarak
verilmiĢtir (KBS).
Kelime, Atabey ağzında ön seste ötümlüleĢme ve son seste süreklileĢme sonucu geyĢeklindedir:
―foter gey , gırevet dak bayram gün.‖ (‗Fötr giyer, kravat takar bayram günü.‘: AA, 3/143).
göz „güzel‟:
Kelimenin geliĢimi *köz > göz+el olarak verilmiĢtir (KBS). köz kelimesi, Eski Uygur
Türkçesinde geçmektedir (EUTS).
267
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Kerkük (Irak Türkmen) ve Türkmen Türkçesi: gözel; Azeri ve Uygur Türkçesi: gözäl;
BaĢkurt, Özbek ve Uygur Türkçesi: güzäl; Kırgız Türkçesi: gözöl körkt ; Kazak Türkçesi:
körikti (KBS).
Kelime, Atabey ağzında ön seste ötümlüleĢme ve erime sonucu göz Ģeklindedir:
―dıĢları göz , iĢleri bomboĢ, demiĢ.‖ (‗DıĢları güzel, içleri bomboĢ, demiĢ.‘: AA, 8/39).
keri „sonra‟:
ké:rü (g-) ‗geri, geride‘. ké: Ģeklinden türemiĢ zarf-fiildir. Eski Uygur Türkçesinde kärü ~ kirü
‗geri‘ olarak geçer (EUTS). Kelimenin geliĢimi, *ké:d ‗arka, geri, son‘ > Eski Türkçe kerü
kirü > Orta Türkçe (DLT) kirü ~ kérü olarak belirtilmiĢtir. Kelime, Eski Uygur Türkçesinde
kén ‗sonra‘ kit ‗son‘; DLT‘de ki:d ki:din ‗sonra‘ olarak geçmektedir (KBS).
Kelime, Atabey ağzında ünlü düzleĢmesi sonucu keri Ģeklindedir:
―o öldükdeŋ;keri älim boĢ gib; ldu.‖ (‗O öldükten sonra elim boĢ gibi oldu.‘, AA: 2/89).
övey „üvey‟:
‗öge:y‘ (EDT). Kelimenin geliĢimi, ög ‗anne‘ (EUTS) +(e)y olarak verilmiĢtir. Kelime, Orta
Türkçede (DLT) ögey ‗üvey‘ olarak geçer (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Karaçay Türkçesi: öge; Azeri, Türkmen, Karakalpak, Kazak, Kerkük Türkçesi (Irak
Türkmen) Türkçesi: ögey; Özbek Türkçesi: ögäy; Kırgız ve Uygur Türkçesi: ögöy; Türkmen
Türkçesi: övey; Altay Türkçesi: öy; Hakas, Oyrat, Teleüt, Altay, Sagay, Koybal, ġor ve
Kumandı Türkçesi: ööy; Özbek Türkçesi: ogay ugay; BaĢkurt ve Kazan Tatar Türkçesi:
ügəy ügäy; Kazan Tatar Türkçesi: ügi; Sagay, Koybal ve Altay Türkçesi y (KBS).
Kelime, Atabey ağzında dudaklılaĢma sonucu övey Ģeklindedir:
―o övey;ana da demiĢ.‖ (‗O üvey anne de demiĢ.‘: AA, 33/53).
seKizen „seksen‟:
Eski Uygur Türkçesinde säkizon ‗seksen‘ (EUTS), Orta Türkçede (DLT) seksün
sekiz+on) ‗seksen‘ olarak geçer (KBS).
sekiz on (<
Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Kazak ve Kırgız Türkçesi: seksen; Azeri ve Uygur Türkçesi: säksän; Özbek Türkçesi: säks n;
Altay Türkçesi: sekizen (< sekiz+on); Türkmen Türkçesi: seğsen; Tuva Türkçesi: sezen (<
sekiz+on); Sarı Uygur Türkçesi: sagıson sakson; Hakas Türkçesi: sigizon; Kazan Tatar
Türkçesi: siksän; BaĢkurt Türkçesi: hikhän; ÇuvaĢ Türkçesi: akarvunnă; Yakut Türkçesi:
ağısuon (KBS).
268
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Kelime, Atabey ağzında yarı ötümlüleĢme ve ünlü düzleĢmesi sonucu seKizen Ģeklindedir:
―yaĢl seKizen y di.‖ (‗YaĢlar seksen yedi.‘: AA, 45/52).
sıçıra- „sıçramak‟:
saç r isim Ģeklinden türemiĢtir (EDT). Kelimenin *saç-ra- Ģeklinden türemiĢ
olabileceği belirtilmiĢtir. Eski Türkçede (Köktürkçe ve Eski Uygur Türkçesi) saçıra-(t)-, Orta
Türkçede saçra- ‗sıçramak‘ (DLT: saçrat- saçrıt- ‗istemeden sıçratmak‘) Ģekilleri
geçmektedir (KBS).
Kelime, Atabey ağzında ünlü daralması sonucu sıçıra- Ģeklindedir. Ancak kelimede Eski
Türkçede Ģekilde olduğu gibi ünlü düĢmesi olayı gerçekleĢmemiĢtir:
―sıçıradı, galgıdı çok Ģükür.‖ (‗Sıçradı, zıpladı çok Ģükür‘: AA, 45/51).
tıĢarı „dıĢarı‟:
taĢ isim Ģeklinden gelir (EDT). Eski Uygur Türkçesinde taĢġaru taĢḳaru tasġaru ‗dıĢarı,
taĢra‘ olarak geçmektedir (EUTS). Kelimenin geliĢimi taĢ (DLT) + ġaru ‗yön eki‘ > taĢġaru >
tıĢġaru > tıĢaru > dıĢaru > dıĢarı olarak verilmiĢtir (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Altay Türkçesi: tıĢkaru; Azeri Türkçesi: dıĢgarı
dıĢarı (KBS).
Kelime, Atabey ağzında ünsüz düĢmesi ve ünlü düzleĢmesi sonucu tıĢarı Ģeklindedir:
―çıkartmazl tıĢarı.‖ (‗DıĢarı çıkartmazlar.‘, AA: 47/72).
toum „doğum‟:
toġ- > doğ- fiilinden türemiĢ bir isimdir. toum kelimesi, Eski Uygur Türkçesinde tuġum
‗doğum‘ olarak geçmektedir (EUTS). Kelimenin kökü, Eski ve Orta Türkçede toġ- tuġĢeklindedir (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Türkmen Türkçesi: doġ-; Doğu, Tarançi ve Özbek Türkçesi: toġ- tuġ-; Karayim ve
Türkmen Türkçesi tuv-; Kazak ve Oyrat Türkçesi: t -; ÇuvaĢ Türkçesi: t - tęv- (KBS).
Kelime, Atabey ağzında süreklileĢme ve büzülme sonucu toum Ģeklindedir:
―toumda çorbadır, köftedir, bi bi Ģ l ikr m;ed l .‖ (‗Doğumda çorbadır, köftedir, bir Ģeyler
ikram ederler.‘: AA, 10/11).
yalıŋız
yalnus „yalnız‟:
Eski Uygur Türkçesinde yalanġus yalanġuz yalġuz yalnguz ‗yalnız, tek‘ olarak
geçmektedir (EUTS). Eski Türkçede ayrıca yalŋus (yalaŋus) y lińuz yalaŋuz ve Orta
269
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Türkçede (DLT) yalnus Ģekilleri de bulunmaktadır. Kelimenin geliĢiminin yalıŋ/yalaŋ ‗yalın,
çıplak‘ + os/ + oz veya yalıŋ+us veya *yalıŋ öz olabileceği belirtilmiĢtir (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Azeri Türkçesi: yalnız; Türkmen Türkçesi: yalŋız; Kazan Tatar Türkçesi: yalğız; Uygur ve
Kerkük (Irak Türkmen) Türkçesi: yalğuz; Özbek Türkçesi: y lğız; BaĢkurt Türkçesi: yaŋğız;
Kırgız Türkçesi: calğız calkı caŋgız; Kazak Türkçesi: jalğız; Kumandı Türkçesi: n‘agıs
(KBS).
Kelime, Atabey ağzında ünlü daralması ve ünlü düzleĢmesi sonucu yalıŋız Ģeklindedir. Eski
Türkçede görülen yalŋus Ģekli ise Atabey ağzında DLT‘deki Ģekil gibi yalnus Ģeklindedir:
―burda aldım, burda yapdım yalıŋız baĢımla.‖ (‗Yalnız baĢıma burada aldım, burada yaptım):
AA, 28/23).
―gök iĢ sinden yalnus havanıŋ Ģartlarını incélemeg;üzee…‖ (‗Gök Ģeyinden yalnız havanın
Ģartlarını incelemek üzere…‘: AA, 5/10).
y ŋi „yeni‟:
Eski Uygur Türkçesinde yangı ‗yeni, taze‘ olarak geçmektedir (EUTS). Kelime, Orta
Türkçede yangı yengi (DLT: yangıla ‗yeniden‘, yangıla- ‗yenile-); yaŋı olarak geçmektedir.
Kelimenin geliĢiminin *yang(/ŋ) ‗*saklanması gereken Ģey‘ + ı veya *yang+ıl- ‗yanılmak‘;
yang+ı+la- ‗yenilemek‘ Ģekillerinde olabileceği belirtilmiĢtir (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Uygur Türkçesi: yeŋi; Azeri Türkçesi: yeni yenidän; Özbek Türkçesi: yängi; BaĢkurt
Türkçesi: yaŋı; Kazan Tatar Türkçesi: yaŋa; Kırgız ve Altay Türkçesi: caŋı; Kazak Türkçesi:
jaŋı (KBS).
Kelime, Atabey ağzında uyum değiĢmesi ve ünlü daralması sonucu y ŋi Ģeklindedir:
―o y ŋi iĢ niŋ; da.‖ (‗O yeni Ģeyin orada.‘: AA, 19/109).
yokarı „yukarı‟:
yügerü: Bu Ģekil yükgerü Ģeklinden gelir (EDT). Eski Uygur Türkçesinde yoḳaru ‗yukarı‘
olarak geçmektedir (EUTS). Kelime, Orta Türkçede yokar yokaru yukaru, Çağatay
Türkçesinde yokkari yokarı, Rabguzi‘de yoḳḳarı yoḳġarı olarak geçmektedir. Kelimenin
geliĢiminin *yok ‗yokuĢ, yukarı; yükseklik, yükselmiĢ, yükselen‘ + ġaru ‗eski yön eki‘ (>
yokaru > yukaru > yukarı) olabileceği belirtilmiĢtir (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Türkmen Türkçesi: yukarı; Özbek Türkçesi: yuḳ ri; Uygur Türkçesi: yukuri jukuri; BaĢkurt
ve Kazan Tatar Türkçesi: yuğarı; Azeri Türkçesi: yuḫarı; Kırgız Türkçesi: coğoru; Hakas
270
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Türkçesi: çoğar; Sagay Türkçesi: çoğarı; Kazak Türkçesi: joğarı; Yakut Türkçesi: sogorü
sogoru (KBS).
Kelime, Atabey ağzında ünlü düzleĢmesi sonucu yokarı Ģeklindedir:
―güÇcük daĢl yokarı çıKıyomuĢ.‖ (‗Küçük taĢlar yukarı çıkıyormuĢ‘: AA, 8/28).
yörü- „yürümek‟:
yorı- (EDT). Eski Uygur Türkçesinde yorı- ~ yür- yürü- ‗yürümek, gitmek, hareket etmek‘
olarak geçmektedir (EUTS). Kelime, Orta Türkçede yorı- yür- olarak geçmektedir.
Kelimenin geliĢiminin *yöri- < *y r-(ı)- Ģeklinde olabileceği belirtilmiĢtir (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Özbek Türkçesi: yur- ‗yürümek‘; BaĢkurt ve Kazan Tatar Türkçesi: yör- (< *yür-); Türkmen
Türkçesi: yöre-; Azeri Türkçesi: yeri-; Kerkük Türkçesi (Irak Türkmen): yéri-; Kırgız
Türkçesi: cürü-; Uygur Türkçesi: jür-; Kazak Türkçesi: jürü- (KBS).
Kelime, Atabey ağzında ünlü yuvarlaklaĢması ve uyum değiĢmesi sonucu yörü- Ģeklindedir:
―öküzl yörümez.‖ (‗Öküzler yürümez‘: AA, 20/54).
4. Sadece Anlam DeğiĢikliğine Uğrayan Kelimeler:
eŋse „art, arka‟:
Eski Türkçede eŋse ‗boynun arka tarafı‘ olarak geçer (KBS).
Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir:
Azeri Türkçesi: änsä; Özbek Türkçesi: ensä; Türkmen Türkçesi: yeŋse; Uygur Türkçesi:
yälkä; Özbek Türkçesi: yelkä; BaĢkurt Türkçesi: yilkä; Kazan Tatar Türkçesi: cilkä; Kırgız
Türkçesi: celke; Kazak Türkçesi: jelke (KBS).
Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçedeki Ģekliyle eŋse olarak; ancak ‗art, arka‘ anlamında
kullanılmıĢtır:
―eŋseye de gelim;bin .‖ (‗Arkaya da gelin biner.‘: AA, 3/19).
siŋ- „gizlenmek, saklanmak‟:
Kelime, Eski Uygur Türkçesinde sing- ‗damlamak‘ Ģeklinde (EUTS), Orta Türkçede (DLT)
sing- ‗gizlenmek, saklanmak‘ olarak geçmektedir (KBS).
Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçedeki Ģekliyle siŋ- olarak; ancak Eski Uygur
Türkçesindeki ‗damlamak‘ anlamından farklı olarak DLT‘deki ‗gizlenmek, saklanmak‘
anlamıyla kullanılmıĢtır:
―galann burdu siŋnemmiĢ.‖ (‗Kalanlar burada gizlenmiĢ.‘: AA, 43/22).
271
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Sonuç
Atabey ağzında Eski Türkçe Ģekilleri koruyan 52 kelime tespit edilmiĢtir. Bu kelimelerin 17‘si
(yaklaĢık %32) ses ve anlam değiĢikliğine uğramadan kullanılmıĢtır. Bu kelimelerin 2‘si
(yaklaĢık %4) hem ses hem de anlam, 31‘i (yaklaĢık %60) sadece ses, kalan 2‘si de (yaklaĢık
%4) sadece anlam değiĢikliğine uğramıĢtır. Ses değiĢiklikleri incelendiğinde ünlülerle ilgili
ses değiĢikliklerinde ünlü düzleĢmesi, ünlü daralması ve uyum değiĢmesi; ünsüzlerle ilgili ses
değiĢikliklerinde ise ön seste ötümlüleĢme, süreklileĢme ve ilerleyici ünsüz benzeĢmesi
olayları yoğun olarak görülmektedir. Bu sonuca göre Eski Türkçe kelimeler, Atabey ağzında
büyük oranda aynı Ģekilde veya bazı ses olayları ile devam etmektedir.
Kısaltmalar
AA: Atabey Ağzı
DLT: Divanu Lugati‘t-Türk
KB: Kutadgu Bilig
EDT: Etymological Dictionary of PreThirteenth-Century Turkish
KBS: (Türkiye Türkçesindeki Türkçe
Sözcüklerin) Köken Bilgisi Sözlüğü
EUTS: Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü
TDES: Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü
Far.: Farsça
VEWT: Versuch Eines Etymologischen
Wörterbuchs Der Türksprachen
Çeviri Yazı ĠĢaretleri
ä (veya) ə: açık e
w: çift dudak v‘si
Ç: yarı ötümlü ç ünsüzü, ç-c arası ünsüz
: (veya) : ünlüde uzunluk
d: palatal d ünsüzü
: ünlüde yarı yuvarlaklık
é (veya) : kapalı e
: ünsüzde palatallik
ġ: art damak g ünsüzü
;: ulama iĢareti
ḫ: hırıltı h ünsüzü
a : ikiz ünlü iĢareti
ḳ: art damak k ünsüzü
K: yarı ötümlü k ünsüzü, k-g arası ünsüz
ŋ: damak n‘si
l (veya) r: gevĢek boğumlanmalı ünsüzler
Ɵ: ö‘den farklı ünlü
T: yarı ötümlü t ünsüzü, t-d arası ünsüz
272
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Kaynakça
Caferoğlu, A. (1968), Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, Ġstanbul, Türk Dil Kurumu Yayınları.
Clauson, G. (1972), Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish, Oxford,
Calenderon Press.
Eren, H. (1999), Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, 2. Baskı, Ankara, Bizim Büro Basım Evi.
Gülensoy, T. (2007), Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü,
Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları.
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_ttas&view=ttas (10.05.2014)
Räsänen, M. (1969), Versuch, Eines Etymologischen Wörterbuchs Der Türksprachen,
Helsinki, Suomalais-Ugrılaınen Seura.
Yalkın, A. O. (2013), Atabey Ağzı (GiriĢ-Ġnceleme-Metinler-Sözlük), Isparta, Süleyman
Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans
Tezi).
273
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
NASRETTĠN HOCA FIKRALARINDA DEVLET OLGUSU
Esat ARSLAN
ÖZET
Nasrettin Hoca tüm dünya ulusları tarafından tanınan ünlü bir Türk Halk bilgesidir. ÇeĢitli
milletler onu değiĢik adlar altında kendi uluslarına mal etmeğe çalıĢsalar da Mustafa Kemal
Atatürk‘le birlikte dünyada en çok tanınan aydın, bilge ve ―devlet-ebed müddet‖ Ģiarını
kendi kiĢisel kimliği ile bütünleĢtirmiĢ deyim yerinde ise aynı zamanda devletin bekasını
varlık sebebinin kökeninde gören rütbesi küçük olsa da bir Türk devlet adamıdır.
Anadolu Selçuklu Devleti zamanında yaĢamıĢ olmasına karĢın, ölümünden neredeyse 120
yıl sonra 1402 yılında Ankara SavaĢından sonra Anadolu‘ya gelen Timur ile birlikte
yakıĢtırılan fıkralarında devletin içine düĢtüğü esaret günlerinde bile halkın tutunacağı bir
dal mertebesindeki bir görünge içerisindedir. Yazılı olmayan ya da müellifi belli olmayan ve
halkın ortak ürünü olan sözlü mizahta, mizahın korkunun ürünü olduğu daha belirgindir.
Halk, yaĢadığı dönemin egemen ve tiran düzeyindeki güçlerini yermek, onlarla alay etmek
isteyince onun evrensel fıkralarını yâda Hoca‘nın belli kiĢiliğine uyan baĢka fıkraları da
onun kiĢiliğine mal ettiği görülmektedir. Bir baĢka deyiĢle Nasrettin Hoca‘nın halkın
sözcüsü rolü ile halkın karĢılaĢtığı güçlük ve sıkıntıları mizaha baĢvurarak dile getirmiĢ
olduğu savını güçlendirmektedir.
Bu bildiri kapsamında Nasrettin Hoca fıkralarındaki devlet olgusu ile birlikte halkıyla
bütünleĢen jeo-kültürel devlet modelinde devletin bekası konusu ele alınacak, yönetimden
bulunan zalim iktidara yönelik mizahi suçlama incelikleri irdelenecek, bu konularda
çıkarımlarda bulunulacaktır.

Prof. Dr. Çağ Üniversitesi Uluslararası ĠliĢkiler Bölümü, Yenice-Mersin / TÜRKĠYE ;
<[email protected]>
274
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Anahtar Kelimeler: Anadolu Selçuklu Devleti, Ankara SavaĢı, Timur, Nasrettin
Hoca, Türkiye
1. Nasrettin Hocanın YaĢadığı Dönemin Değerlendirilmesi
1.1. Nasrettin Hoca‟nın YaĢadığı Dönem
Yapılan araĢtırmalar, milletimizin büyük mizah simgesi Nasrettin Hoca‘nın efsanevi
(légendaire) yâda kurgusal bir kiĢi olmayıp, Anadolu‘da siyasî ve sosyal açıdan büyük
sıkıntıların yaĢandığı XIII. yüzyılda Anadolu Selçuklu Devleti sınırları içersinde Sivrihisar
ve AkĢehir‘de yaĢamıĢtır. Nasrettin Hoca, Hicrî 605, Miladî 1208 yılında Sivrihisar´in Hortu
köyünde doğmuĢtur. Birçok doğu ve batı kaynaklarına göre babası Hortu köyünün imamı
olan Abdullah Efendi, annesi Sıdıka Hatun‘dur. Asıl ismi Mahmut‘tur, doğduğu köyüne
mülhem, el Hortî değil, El Hoyî‘dir. 1200'lerden 1900'lere dek tam 700 yıl Hace Nasrettin
olarak anılan ünlü fıkra tiplememizin adı 1900'lerin baĢlarında Nasrettin Hoca olarak
değiĢtirilmiĢ ve o Ģekilde anılmaya baĢlanmıĢtır. Nedeni ise, Arapların Birinci Dünya
savaĢında Batıyla yapmıĢ oldukları iĢbirliği ve yayılmacı güçler yanında yer almasıdır.
Selçuklu ve Osmanlı'da Hace Nasrettin Ģeref adlarıdır, arkasına gerçek ad eklenmektedir.
Aynı zamanda ―Ahî Evran‖ olarak da bilinen Hace Nasrettin Mahmut El Hoyî (Farsça) ya
da El-Hûyî (Arapça) gibi...
Nasrettin Hoca fıkralarında yer alan konular, Batı ve Doğu ülkelerindeki yaygın fıkralarda
iĢlenenlerle kıyaslandığında bunların Tayland, Pencap ve Türkistan ile Almanya, Fransa,
Ġngiltere, Ġber yarımadası, Baltık ülkeleri ve Ġskandinavya, Kuzey Afrika, Mısır ve Sudan
dâhil engin bir coğrafyayı kapsadığı görülmektedir. Bu temaların bir kısmı rastlantı veya
doğal benzerlikle açıklanabilirken, birçoğunun aynı kaynaktan geldiği de anlaĢılmaktadır.
Dikkat çeken diğer bir husus da baĢta Arapların Cuhâ'sı olmak üzere Almanların Till
Eulengspiegel‘i, Amerikalıların Paul Bunyan'ı, Bulgarların Hıtar Petar'ı, Ġngilizlerin Joe
Miller'i, Ġtalyanların Bertoldo'su, Ġtalyan mizah yazarı Giovanni Guareschi'nin yarattığı
kasaba papazı Don Camillo‘su, Rusların Balakirew, Yugoslavların Kerempuh ve Era'sı,
Japonların Ikkyu'suna ait fıkraların hocanın fıkralarıyla benzerlik göstermesidir. 65
65
Türk Diyanet Vakfı, Ġslam Ansiklopedisi, c.32, Ġstanbul, 2006, s. 418
275
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Arapların Cuhâ tiplemesi, 1100'lü yılların Arap Ģaka tiplemesidir. Ünü Kuzey Afrika'dan
Mısır, Arabistan, Suriye ve Ġran topraklarına dek yayılmıĢtır. Anadolu'daki Cuhâ ile ilgili en
eski kayıt, Mevlana'nın ünlü eseri Mesnevi' dedir. 66
Bununla beraber, Türkiye'de bile hoca ile iliĢkilendirilebilecek Karagöz, Hacivat, Ebleh
Mehmet gibi tipler de bulunmaktadır. Ancak tarihî gerçek ne olursa olsun Anadolu'dan
yayılan Nasrettin Hoca fıkralarının Doğu Ġslâm zekâsının özel bir ürünü olduğu kabul gören
bir realitedir. Dolayısıyla bu durum onu bütün Doğu Ġslâm dünyasının ortak kahramanı
yapmıĢtır. Türkistan'da Çin sınırındaki Ġli vadisinden Kafkasya'ya, Ġran Azerbaycan‘ından
Arabistan'a, Türkiye, Mısır ve Akdeniz kıyılarından Tunus, Kırım ve Kazakistan'a kadar her
yerde hoca vardır. Daha önce Osmanlı Devleti'nin egemenliğinde kalmıĢ Romanya,
Bulgaristan, Sırbistan, Hırvatistan, Yunanistan ve Arnavutluk'ta da Osmanlı Devletinin
Balkanlarda egemen olduğu topraklar üzerindeki Bulgar, Romen, Makedon, Yunan,
Arnavut, Sırp, Hırvat halkları Nasrettin Hoca‘ya sahip çıkmıĢlar ve Nasrettin Hoca
fıkralarını varlıklarının bir nedeni olarak görmüĢlerdir.
―Hace‖ sözcüğü Hüccet/Hoca sözcüğünden türetilmiĢtir. Hace/Hüccet/Hoca sıfatı,
Ġslam coğrafyasında ―bilgili, aydın, bilge‖ olarak kullanılır. Hacivat da Hüccet‘in zaman
içersinde bozulmuĢ biçimidir. KarĢıtlık üzerine bina edilen teatral bir etkinlik olan
Hacivat/Karagöz ve Cuhâ tiplemesi ise bunun tersine, cahil, kaba, görgüsüz anlamı
taĢımaktadır. Çünkü teatral sanatlardan Hacivat/Karagöz oyunu da karĢıtlık üzerine bina
edilmiĢtir. Hoca aynı kiĢilikte bu iki karĢıtlığı da simgelemektedir. Hoca bir yanı ile ―resmî
kültür‖e, bir yanı ile de ―halk kültürü‖ne bağlıdır. BaĢında büyük bir kavukla Hoca‘yı eĢek
üstünde gösteren geleneksel görüntüsü, bu çok kültürlülüğü çok iyi bir Ģekilde ortaya
koymaktadır. Hoca aynı kiĢilikte hem aydın ve bilge hem de kaba saba bir kiĢi
görümündedir. Hoca, merkez/çevre (center/periphery) iliĢkisini içinde bulunduğu çevreyle
ayrımsallığı kadar yükselen bir tenakuz üzerine bina etmiĢtir. Kavuk din adamlığını
simgelerken, eĢek ise alt kültüre mensubiyetliğini halk kültürünü sembolize etmektedir.
Hoca gerçek bir aydın olarak elde ettiği bilgileri alanda gereksinimi olanlarla paylaĢtığından,
66
Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin buradaki amacı, politik karĢıtı Hace Nasreddin Ahi Evren Mahmut'u
aĢağılayarak halk gözünde itibarsızlaĢtırmaktır. Mevlana, Mesnevi 2. cilt sayfa 310 ve 5. cilt sayfa 879-880'da
açıkça anarak iki Cuhâ öyküsüne yer verir. Bunlardan ilki, Cuhâ'nın bir oğlan çocuğuyla iliĢki kurma giriĢimini
içerir. Ġkincisinde ise Cuhâ kadın giysileri içinde kadınlar meclisine girer. Her ikisinde de komik duruma düĢer.
Cuhâ, iĢte bu yolla Arap topraklarından Anadolu topraklarına girmiĢtir.
276
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
alanla bütünleĢmeyen günümüz halk deyiĢiyle ―entel/dantel‖ yâda ―entellektüel‖ veya
―entelijansiya‖ çizgisinden ayrılmaktadır.
Giufa (Cufa) ise, Sicilya halkının çok sevdiği bir fıkra kahramanıdır. Cufa, aslında,
Cuhâ‘nın Araplardan geçmiĢ değiĢik bir sürümüdür. Çünkü 800'ün baĢlarında Sicilya
Abbasilere bağlı yarı bağımsız Ağlabiler tarafından fethedilmiĢtir. Zaman zaman Ġtalyan
millî birliğinden ayrımsallığı öne çıkan Sicilya halkı, geleneksel Ġtalyan halkı değildir.
Örneğin, günümüzde bile varlığını sürdüren "mafya" örgütlenmesi tüm görünür unsurlarıyla
(ortalama Ġtalyanların bilmediği baba(Godfather) denilen liderlerin elinin öpülmesi, üç
neslin bir arada olduğu büyük aile olgusu, aile sevgisinin ve bağlarının sağlamlığı,
örgütlenmede aĢırı gizlilik, üyelerin savaĢçılığı vb) Fatımî / Ġsmailî örgütlenmesinin benzeri
olduğu görülmektedir. Osmanlı döneminin sonuna doğru, milliyetçiliğin ve millî devlet
modelinin geliĢimine koĢut olarak, ümmetçiliğin simgesi ―Cuhâ‖ gözden düĢmüĢ, Nasrettin
Hoca'nın ise bir millî kahraman gibi yıldızının parladığı görülmektedir. Bilindiği üzere
Osmanlı‘da millet kavramı, bugün sahip olduğu anlamdan farklı olarak ―millet-i Ġsevi,
millet-i Musevi‖ gibi Ġslâm dininin dıĢında çeĢitli dinsel gruplardan meydana gelen
kompartımanlar için kullanılmıĢtır. Türk ulusçuluğu, Devlet-i Aliye‘ye mensup milletlerde
uyanan ulusal bilinç ve ayrılıkçı ulusçu hareketlere tepkinin ifadesidir. Bu nedenle, millet ve
milliyetçilik terimlerinin imparatorluktan ulus-devlete dönüĢüm ile birlikte kazandığı yeni
anlam manzumesi Millî Mücadele ve Cumhuriyet ile yaĢıttır. Millî devlet (nationalstate)‘ten
ulus-devlet
(nation-state)‘e
geçilmiĢ,
nasıl
ki
Birinci
Dünya
SavaĢı
Ġmparatorlukları sonlandırdıysa, Ġkinci Dünya SavaĢı da ulus-devleti sonlandırmıĢtır. Bütün
bunlardan sonra millî devlet ile ulus-devlet arasında olduğu varsayılan ince ayrımsal çizgi
Ģöylece özetlenebilir.
Ulus-devlet, geniĢ, kesintisiz ve kesin sınırlara sahip ve hudutları diğer devletler tarafından
tanınan ve kabul gören bir ülkede otoritenin kullanımında öncelik iddiasında olduğundan
göreceli olarak farklı merkezî, özerk ve bağımsız kurumları bulunmaktadır. Buna mukabil
millî devlet ise, etnikliği benimseyen, güçlü bir dilsel, dinsel ve üst simgesel kimliği
paylaĢan halkın meydana getirdiği siyasal birlikteliği ifade etmektedir. Osmanlı sınırları
içinde
yaĢayan
bütün
unsurların
birliğini
ifade
eden―ittihad-ı
anasır‖
fikrinin
gayrimüslimlerce baltalanmasının ardından ―ittihad-ı Ġslâm‖ da Arnavutluk hadisesi
277
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
dolayısıyla ciddi bir darbe almıĢtır. 67Tanzimat‘la birlikte geliĢen ―millet-i hâkime‖ fikri,
nahif bir hat izleyerek II. MeĢrutiyet yıllarında Türk ulusçuluğuna doğru bir geliĢme
göstermiĢtir. Balkan SavaĢları ve Birinci Dünya SavaĢı'ndan itibaren bir tepkime olarak
Anadolu Türklerinde de ulusal uyanıĢ baĢlamıĢtır. ĠĢte bu süreçte artık Arap Ģaka tiplemesi
olan Cuhâ anılmaz olmuĢtur. Cuhâ ve Hoca fıkraları arasında büyük benzerlikler olduğu
doğru bir yaklaĢımdır. Ancak, Ortadoğu'da bütün kültürlerin hikâyeleri birbirine çok
benzediği gibi, birbiri ile de geçiĢli olduğu bilinen bir gerçektir. Nasrettin Hoca adı doğuya
doğru gittikçe Molla (Mela) Nasrettin, Apandı, Ependi, Avanti gibi adlara yerini bırakır ki,
onların hiçbirinin Cuhâ adı ile biçimsel bir iliĢkisi bulunmamaktadır. Bu tiplemeler değiĢik
coğrafyalardaki Nasrettin hoca‘nın görüngelerinden baĢka bir Ģey değildir. Cuhâ‘ya ait ve
yöresel benzeĢen karakterlere ait ne kadar öykü varsa tümü Nasrettin Hoca'nın kiĢiliğiyle
bütünleĢtirilerek, aktarılmıĢtır Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki, Arapların ―Cuhâ‖
tiplemesi yaklaĢık 1250 yılında Anadolu'ya gelmiĢ, yaklaĢık 1900 yılların baĢında Arap
dünyasına gerisin geriye dönüĢ yapmıĢtır.
Yapılan incelemelerde Nasrettin Hocanın Hortu köyünde 23 yaĢına kadar yasamıĢ, babasının
medresesinde eğitim aldıktan sonra Sivrihisar medresesinden icazet almıĢtır. Hoca babasının
ölümü üzerine bir müddet köyde imamlık yapmıĢ, Sivrihisar‘da da vaizlik görevini üzerine
almıĢtır. 23 yaĢına kadar sürdürdüğü köy imamlığı ve vaizlik görevini Mehmet Efendi adlı
halefine devretmiĢtir. 1237 yılında Sultan I. Alâeddin Keykubat‘ın son saltanat devirlerinde
Sivrihisar‘daki yüksek öğrenimini tamamlayarak, AkĢehir‘e yerleĢmiĢtir. O devirde önemli
bir kültür merkezi olan AkĢehir`de zamanın ünlü din bilginleri Seyyid Mahmut Hayranî ve
Seyyid Hacı Ġbrahim Sultandan dersler almıĢ ve Seyyid Mahmut Hayranî‘ye intisap etmiĢtir.
AkĢehir`de uzun süre Müderrislik (Profesör) kadılık yapan o devirde Hace Nasireddin adı ile
anılan, zamanla halkın dilinde ―Hoca Nasrettin‖, ―Nasrettin Hoca‖ seklinde yerleĢen Türk
Halk bilgesi 1284 yılında AkĢehir‘de vefat etmiĢtir. AkĢehir‘deki Ģehir mezarlığında yanları
açık ve kapısında kocaman bir kilit bulunan türbesinin üzerinde vefat tarihi 386 olarak
gösterilmiĢtir. EĢeğine ters binmesinden de esinlenerek ölüm tarihi üzerinde ince bir halk
mizahı yapıldığı anlaĢılan bu tarihin gerçekte Hicrî 683 olup, bu da Miladî 1284‘e tekabül
67
Yahya Kemal TaĢtan ―Kanonik Topraklardan Ulusal Vatana Balkan SavaĢları ve Türk Ulusçuluğunun
DoğuĢu‖ Ege Üniversitesi Türk Dünyası Ġncelemeleri Dergisi, Sa.XI/2, Ġzmir, (KıĢ2012), s. 9.
278
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
etmektedir. Nasrettin Hoca‘nın hayatı ve yaĢadığı çevreyle ilgili daha fazla bilgi elde
edebilmek için aĢağıdaki kaynaklara bakılması faydalı mütalaa edilmektedir. 68
Nasrettin Hoca‘nın yaĢamıĢ olduğu dönemdeki Anadolu Selçuklu Devleti, devlet
sistematiğinin felsefî zemini Muhyiddin Ġbnu‘l-Arabî (Doğumu: 1165-ölümü: 1240)‘nin
Tasavvufî Ekberî Öğretisi üzerine yükselmiĢtir. Ġbnu‘l-Arabî‘nin "Varlıkta ancak Allah
vardır", yâda "Varlıkta ancak bir vardır: Suyun rengi kabının rengidir." GeliĢtirdiği tasavvufî
anlayıĢı yetiĢtirdiği üvey oğlu Sadreddin Konevî'den itibaren iĢlevsellik kazanmıĢ, onların
geliĢtirdikleri bu devlet sistematiği ardılları tarafından Osmanlı Devlet yapısına da
uygulanmıĢ, Ġbnu‘l-Arabî ekolü tanınmıĢ sufilerce yedi asır boyunca kesintisiz olarak
günümüze kadar devam ettirilmiĢtir. Haçlı savaĢlarının ve Moğol saldırılarının sebep olduğu
büyük kargaĢalara sahne olan bu yüzyıl, aynı zamanda Anadolu‘da tasavvufun geliĢtiği,
Mevlânâ, Hacı BektaĢ-ı Velî, Yunus Emre, ġeyh Edebali ve ġeyyad Hamza gibi önemli
mutasavvıfların söz ve Ģiirleriyle halka manevî telkinlerde bulundukları, irĢat hizmetleriyle
halkın ve yöneticilerin zor, sıkıntılı dönemi atlatmaları için çaba gösterdikleri bir dönemdir.
Bu dönemde mutasavvıflar halkı Ģiirleriyle ve manevî telkinleriyle halka rehberlik ederken
Nasrettin Hoca da çekilen sıkıntıları nükteli, hikmetli fıkralarıyla biraz olsun hafifletmeye
çalıĢmıĢ, çevresine ümit ve yaĢama sevinci vermiĢtir. YanlıĢ, çirkin ve hoĢ görülmeyen
davranıĢları ortaya koyarak doğruları vurgulamaya çalıĢmıĢtır.
1.2. Nasrettin Hoca‟nın Fıkralara Yansıyan YaĢamı
Fıkralarda Hoca bir köyün ya da sosyal ve ekonomik yaĢamı köyden pek farklı olmayan,
küçük bir kasabanın imamıdır. Anadolu Selçuklu Devleti ve ardılı olan Osmanlı Devletinin
kuruluĢ ve yükselme yıllarında köyde henüz Muhtar (Seçkin, özerk yönetici) ve Ġhtiyarlar
Heyeti (Seçkinler Kurulu)69 olmadığı için Hoca bulunduğu çevrenin uhrevi lideri olduğu
kadar aynı zamanda dünyevi lideri de konumundadır. Nasrettin Hoca, dünyevi ve uhreviliği
kendisinde toplamıĢtır. Öte yandan yüreğinde coĢkulu bir Allah sevgisi duyan ve bu coĢkulu
sevgi ile dinleri ve dilleri ne kadar ayrı olursa olsun, bütün insanlığı kucaklayan Tekke
68
ġükrü Kurgan, Nasrettin Hoca, KB Yay., Ankara, 1986; Erdoğan Tokmakçıoğlu,. Bütün Yönleriyle
Nasrettin Hoca, KB Yay., Ankara, 1981; Mustafa Özçelik, Nasrettin Hoca, Odunpazarı Belediyesi Yay.,
EskiĢehir, 2005; A Karacalı, Bütün Yönleriyle Nasrettin Hoca, Özgür Yay.,Ġstanbul, 1991.
69
Osmanlı Devleti Ġdarî taksimatına göre Muhtar ve Ġhtiyarlar Heyeti II. Mahmut Devrinde idarenin yeniden
yapılandırılması kapsamında yaĢamımıza girmiĢtir.
279
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Müslümanlığı ile bir kent ve devlet dini olan yöresel Cami Müslümanlığı arasındaki
gelgitlerini de yansıtmıĢtır.
―Ahund‖70un biri bir göle düĢmüĢ, halk gölün kıyısına toplanarak ―Mela(Molla) elini uzat‖
diye bağırmalarına karĢın, Hoca Nasrettin Mela‘nın elini kimseye vermediğini görmüĢtür.
Nasrettin Hoca göl kıyısına gelmiĢ, ―Mela, elimi al‖diye seslenmiĢ. Molla da Hoca‘nın elini
yakalayıp gölden çıkmıĢ. Nasrettin Hoca etrafına toplanan Ģehir halkına, Mollaya niçin ―eli
ver‖ demek yerine ―elimi al‖ dediğini sormuĢlardır. Hoca Ģu yanıtı verir:
―Siz Ahund-Molla sınıfının huyunu hâlâ bilmiyor musunuz? Onlar ―ver-ver‖ demeye değil,
―al-al‖ demeye alıĢmıĢlardır. 71
Tekke-Zaviye kültürünün bir simgesel figürü olan Hoca günlük yaĢamda da yönetilenler için
çatıĢmaları önleyici, bozulan iliĢkileri çözümleyici bir kutup olarak da görev yapmıĢtır. O
gerçekten de mütedeyyin, samimi Müslümanların temsilcisi olmuĢtur.
2. Nasrettin Hoca Fıkralarında Maddi Kültür Unsurları
Nasrettin Hoca fıkralarındaki maddî kültür unsurlarına geçilmeden önce Nasrettin Hoca
fıkrası anlatımının bir giriĢ seremonisiyle baĢladığı bilinmektedir. Bu geleneksel açılımın da
anlatılan fıkra çıkarımlarından yararlanma etiği kattığı düĢünülmektedir. Türk anlatı
sanatında tıpkı anlatıcının örneğin masallara "bir varmıĢ, bir yokmuĢ, evvel zaman içinde,
kalbur saman içinde", ozanların öykülere "gâhî Arzu, gâhî Kamber, gâhî Mecnun, gâhî
Leyla, öyle ya, her aĢığın bir âhı varmıĢ" girizgâhıyla baĢlanılması gibi, Nasrettin Hoca
fıkralarının da kendine özgü Ģiirsel bir girizgâhının olması bu fıkralara bir edebi eser
duyarlılığı katmaktadır. Nasrettin Hoca fıkraları da aĢağıdaki biçimde baĢlaması
gelenekselleĢmiĢti:
―Râviyân-ı ahbâr ve nakilân-ı âsar ve muhaddisân-ı rûzgâr Ģöyle rivâyet ve bu
yüzden hikâyat ederler ki Hace Nasrettin Efendi bir gün...‖
Ancak üzülerek ifade edilmek gerekir ki, Nasrettin Hoca fıkrası anlatı seremonisinden
bugün kala kala elimizde sadece ―Nasrettin Hoca bir gün‖ diyerek baĢlamak kalmıĢtır.
70
ġii Din adamı.
71
Ufuk Tavkul, ―Kafkaslarda Nasreddin Hoca‖, Uluslararası AkĢehir Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri,
AkĢehir, 2005, ss. 285-286.
280
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
2.1. Nasrettin Hoca Fıkralarında Ġnsan Olgusu
Nasrettin Hoca baĢkalarıyla hoĢ geçinen ve kendisiyle hoĢ geçinilen itidalli bir kiĢiliğe
sahiptir. Devlet görevlisi olarak bulunduğu ve mahkemelerde bilirkiĢilik yapmıĢ olduğu
sıralarda hep halkın iyiliğini ve hayrını istemiĢtir. Ancak öte yandan insanın egoistliği,
mütecessisliği, zayıflığı, aceleciliği, vurdumduymazlığı, korkuları ve kuĢkularıyla insanın
zayıflıklarını iyi bilmektedir.
Hoca‘ya en tehlikeli hayvan nedir? Diye sorduklarında, ―Ġnsandır‖ yanıtını verir.
Sebebini soranlara filozofî açıklamalarda bulunur.
―— Köpek ekmeğini yediği adama hıyanet etmez. Yılan kendisine dokunmayanı
sokmaz. Kurt ise insanın bulunduğu yerlerden uzakta yaĢar. Hâlbuki insan, hiç de böyle
değildir. O kendisine iyilik edene fenalık yapar. Eğer inanmazsanız birisine iyilik ediniz.
Bakınız nasıl bir karĢılık göreceksiniz? Siz, hiç dünyada hemcinsine insanlar kadar kötülük
eden baĢka bir yaratık gördünüz ve duydunuz mu?
Aslında Hoca, bu görüĢleriyle insanın ayırıcı özelliklerini ortaya atar ama o insan hakkında
asla kötümser değildir. Fıkradaki insan eğitilmemiĢ, Ģuuru geliĢmemiĢ insanların ne derece
zararlı olabileceklerini gözler önüne sermektedir. 72 Nasrettin Hoca fıkralarında devlet
olgusu çerçevesinde oluĢan maddî kültür unsurlarından kiĢiler devlet adamları, devlet
görevlileri ve tanınmıĢ Ģahsiyetler aĢağıdaki baĢlıklar altında toplanabilir:73
3. Devlet Olgusu Ve Nasrettin Hoca‟nın YaĢadığı Dönemin Devlet
AnlayıĢı
3.1. Devlet Olgusu ve Devletin Unsurları, Ġslamî AnlayıĢta Devlet Olgusunun
Felsefesi
3.2.1. Devlet ve Devletin Unsurları
Devlet teriminin kavramsal olarak tüm unsurlarını içerecek tarzda, tüm zamanlar için geçerli
olacak Ģekilde bir tanımlanmasını yapmak gerçekten zor, zor olduğu kadar da karmaĢık bir
süreçtir. Bunun nedeni ise devlet kavramının çok yönlü ve soyut olmasından
72
Abdullah Özbek, Bir Eğitici Olarak Nasreddin Hoca, Esra Yayınları, Konya, ġubat 1990, s.42.
73
Ġsmet ġanlı, Nasrettin Hoca Fıkralarında Kültürel Unsurlar, EskiĢehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi,10(1).
281
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
kaynaklanmaktadır. Devleti bir bütün Ģeklinde algılamak devleti meydana getiren unsurların
birleĢtirilmesi ve bütünleĢtirilmesiyle mümkün olabileceği düĢünülmektedir. Hukuki
bakımdan devlet, yurt (vatan, ülke) adı verilmiĢ diğer uluslar tarafından tanınmıĢ, belirli bir
toprak üstünde yaĢamakta olan millet bilincindeki insan topluluğunun egemenlik anlayıĢı ve
hukuk içerisinde bir siyasi iktidar altında yatay ve dikey bir biçimde örgütlendirilmesidir.
Devletin asgari ölçüdeki maddi zemini, millet, egemenlik ve vatan unsurlarından
oluĢmaktadır. Millet unsuru belli bir alanda yaĢayan ve değiĢik bağlarla ortak yaĢam istek ve
arzusu gösterebilen insan topluluğudur. Devlet olabilmek için, ulus bilincini kazanmak
ülkesiz millet olarak varlık gösterebilmek, Ġsrail örneğinde olduğu gibi de son derece
önemlidir. Filistin örneğinde olduğu gibi toprağınız olsa bile ulus bilinciniz oluĢmamıĢsa
devlet olmanız mümkün değildir. Egemenlik unsuru ise yönetenler ve yönetilenler
arasındaki iliĢkileri düzenleyen üstün buyurma gücü demek olan ―Otorite‖ devletin kurucu
unsuru olarak siyasal iktidar olarak da adlandırılabilir. Sınırları belli bir yeryüzü parçası
üstünde yaĢayan ulus bilincine eriĢmiĢ insan topluluğunun idare etrafında örgütlenmesidir.
Ülke Unsuru ise üzerinde yaĢayan insan topluluğu ile jeo-kültürel açıdan bütünlük gösteren
ve sınırları belli olan kara parçasını anlatır.
3.2.2. Ġslamî AnlayıĢtaki Devlet Olgusunun Felsefesi
Teokratik düzen yâda Teokratik Ġslamî anlayıĢı Ġslam felsefesine uygun bir yaklaĢım
değildir. Hıristiyanlara özgü bir yönetim biçimi olan teokratik düzen, devlet iktidarının
kaynağını, Ġlahî bir iradede arama gücünden ortaya çıkmıĢ ve Hıristiyan ruhban sınıfının
eliyle yürütülmüĢtür. Oysa hem Anadolu Selçuklu Devleti hem de Osmanlı Devletine
egemen olan Ġslamî anlayıĢtaki devlet olgusunun felsefesi, Medine SözleĢmesinin ilanından
itibaren uzlaĢı zemini üzerine oturmuĢtur. Proto-demokrasinin en önemli üç unsuru olan,
meĢveret, biat ve ulul-u emre itaat Ġslamî anlayıĢtaki devlet olgusunun felsefesini oluĢturur.
Günümüz Türkçesinde danıĢmak, danıĢmadan karara gitmeme olgusu yasama organı
iĢlevlerini içeren geçmiĢin teĢri yâda Ģurayı görevlerini oluĢturmaktadır. Biat üstün buyurma
gücü demek olan otoriteyi egemenliği tanımak demektir. Kur'an-ı Kerim'de geçen ―Ulûl
Emr‖, hadiste belirtilen ―Ümerâ ise yürütme organını ortaya koymaktadır. Müslümanlar
Ulûl Emr‘e itaat etmekle yükümlüdürler. Ancak bu kimse demokratik kuram ve kuralların
dıĢına çıkarsa ona itaat zorunluluğu bulunmamaktadır.
Gerek Anadolu Selçuklu gerek Osmanlı Devletinde sultan tarafından temsil edilen dünyevi
yasama sistemi yanında yasaların Ģeriata göre geçerliliğinin sınandığı bir nevi yarı seküler
282
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
bir sistem egemen olmuĢtur. Din adamlarının özlük haklarının sağlandığı kıta Avrupası laik
sisteminden farklı din iĢlerinin bütünüyle sadece cemaatlere devredildiği proto-seküler
sistem varlığını sürdürmüĢtür. Selçuklu/Osmanlı Türk toplumunda gerek Müslim gerekse
Gayrimüslim din adamları devletten maaĢ almazlardı. Vakıf ve lonca sisteminin egemen
olduğu yerler dıĢından özellikle de Nasrettin Hoca‘nın yaĢamını geçirdiği küçük yerleĢim
yerlerinde, din adamlarının özlük haklarını sağlayacak ve idame ettirecek kurumlar
bulunmamaktaydı. Fıkralarda Hoca bir köyün yâda sosyal ve ekonomik yaĢamı köyden pek
farkı olmayan, küçük bir kasabanın imamı olarak tanıtılır. Örneğin, imam köylünün yardımı
ile geçinir; köylü imamın yiyeceğini verir, barınağını sağlar, imamın tarlasında ve iĢyerinde
karĢılıksız çalıĢırdı. Selçuklu ve Osmanlı toplumunda imam birbirine bağlı üç iĢlevle
görevlendirilmiĢtir. Ġmam din görevlisidir, halka namaz kıldırır, halka namaz kıldırır, baĢka
din törenlerinde önderlik eder. Ġmam öğretmendir, çocuklara ve büyüklere okuma yazma ve
din bilgileri öğretir; nihayet imam yargı görevi de yapar. Devlet yasalarının bir bölümü
Ģeriat olduğu için, kadıların bulunmadığı yerlerde imam yargıcın görevini yüklenir. Bu
yanları ile imam merkezi devletin yereldeki adamıdır.
3.2.3. Anadolu Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devleti‟ndeki “Devlet-i ebed
müddet” DüĢüncesi
Gerek Anadolu Selçuklu Devletinin ve gerekse Osmanlı Devleti‘nin kuruluĢunda devletin
bekası için ―Devlet-i ebed müddet‖ vizyonunun önemli bir etkisi olmuĢtur. Devletin bu
vizyonuna sahip çıkan üst yönetim kadrosu, sûfîlere ve ulemaya baĢvurmuĢ ve Anadolu
Selçuklu Devletindeki hatalardan istifade etmesini bilmiĢler ve Selçuklulardan intikal eden
kurumları hep canlı tutup yaĢatmıĢlardır. Böyle bir anlayıĢ kaybolunca da devlette yavaĢ
yavaĢ çözülmeler baĢ göstermiĢ, Devlet sistematiği bozularak, kurumlar ayrımsallaĢmıĢ,
kuĢkusuz bunun doğal bir sonucu olarak kurumlararası çatıĢmalara doğru giden bir
ötekileĢme dönemi baĢ göstermeğe baĢlamıĢtır. Devlet sistematiği bu dengelerin bozulması
ile ortaya çıkar, oysa devleti var edecek, onu uzun ömürlü kılacak ve beka düĢüncesine
hiçbir zaman yadsımayacak―devlet-i ebed müddet‖ hâline getirecek özellik böyle yüksek bir
ülküdür. Ulus bilincine ulaĢmıĢ bireyler ―devlet-ebed müddet‖ Ģiarını kendi kiĢisel kimliği
ile bütünleĢtirmiĢlerdir. Bir baĢka deyiĢle devletin bekasını varlık sebebinin kökeninde
görmek o yönde kendini biçimlendirmek demektir. Çünkü ―devlet-i ebed müddet‖ bir
idealdir, bir ülküdür ve bu idealin gerçekleĢmesi için de devleti oluĢturan dinamiklerin
283
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
sağlıklı bir zemin üzerine oturması gereklidir. KiĢinin biçimlenmesi devlet yapılanması ile
örtüĢmeli, bunun dıĢındaki her Ģey ikinci derecede olarak görülmelidir. Bireyin kendi
çıkarını ön plana çıkarıp, ―Devlet-i ebed müddet‖ Ģiarına karĢı duruĢ, bir baĢka deyiĢle onu
yaĢatma arzusundan vaz geçiĢ, bireyin varlık nedenini de ortadan kaldırır.
3.2. Nasrettin Hocanın YaĢadığı ve YakıĢtırılan Dönemin Devlet Adamları
Sultan Alâeddin Keykubad (1210-1219), Gazi Hünkar(I. Sultan Murad 1325-1389)
Timur(1336-1405), derebeyi, zalim AkĢehir beyi.
3.3. Nasrettin Hocanın YaĢadığı Dönemin TanınmıĢ ġahsiyetleri
Sarı Saltuk (ö. 1297/1298), ġeyyad Hamza:
Büyük mutasavvıflardan Sarı Saltuk‘un Cem Sultan‘ın menkıbelerini derleyen derleyen
Saltukname adlı kitapta, 1263(Hicrî 622)‖on iki bin göçer evli Türkmenlerle Rumeli‘ye
geçen‖ alperenlerden Sarı Saltuk ile Nasrettin Hoca çağdaĢ, arkadaĢ ve pirdaĢ olarak
gösterilmiĢtir. Ġkisinin de pir‘i mürĢidi halen AkĢehir‘de, tıpkı Mevlana‘nın Konya‘daki
türbesine benzer bir türbede yatan Seyyid Mahmud-ı Hayranî‘dir. 74
Bir duvarcı ustası iken Ahî loncasına intisabı nedeniyle Sufî tarikata giren ġeyyad Hamza
XIII. Yüzyılda Sivrihisar ve Akhisar‘da yaĢamıĢtır. Mutasavvıflık mertebesine kadar
yükselen ġeyyad Hamza‘nın, 26 beyitlik Ġçinde redifli manzumesi, 79 beyitlik Dastan-ı
Sultan Mahmud mesnevisi, 1529 beyitlik Yusuf u Züleyha ve muhtelif Ģiirleriyle özellikle
dini-tasavvufi Türk Edebiyatı alanında önemli bir yeri bulunmaktadır.
3.4. Nasrettin Hocanın YaĢadığı Dönemin Devlet Görevleri
Kadılık, gölge kadılığı, mahkemelerde bilirkiĢilik, subaĢılık, sipahilik, askerlik.
3.5. Nasrettin Hoca‟nın Ġslamî Devlet Olgusundaki Moderatör (Klimazitör)
AnlayıĢı
Günümüzde çokça sözü edilen ―Moderatör‖ yâda ―Klimazitör‖ anlayıĢı devlet
organları arasındaki iliĢkilerin ılımlandırılması olarak anlaĢılmaktadır. El yazmalarından,
gerek ―Letaif-i Hoca Nasrettin‖ gerek Menâkıb-ı Hoca Nasrettin‖den günümüze kadar
toplanılan 1555 fıkranın devlet olgusuyla iliĢkilendirilen fıkralarında Nasrettin Hoca
74
Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı, c.I., Ġstanbul, 2006, s.219.
284
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
figürünün ortak özelliği devletin organları arasındaki ılımlandırılma iĢlevini yüklenmesi
olmuĢtur. Nasrettin Hoca‘nın kiĢiliğinin karakteristik özelliklerinden birisi de, örneğin onun
kadılık ve gölge kadılıkla ilgili fıkraları bile, onun maddi paraya çevrilmeyecek değerlerin
peĢinde olmayıp, zenginliği mânâda aramasının en güzel örneklerini oluĢturmaktadır.
Özgünlük açısından Hoca ile ilgili XVI. Yüzyıldan itibaren Lamii Çelebi‘nin ―Letaif‖i gibi
bir el yazmaları külliyatı oluĢmuĢtur. Bu külliyata bakıldığında Nasrettin Hoca‘nın 12
fıkrası‘nın kadı, gölge kadı, tanık, yalancı tanık, rüĢvet, mahkeme gibi yargı sistemiyle, 15
hikâyesinin ise bey, padiĢah, sultan gibi otoritelerin önündeki davranıĢını sergilemiĢ olduğu
görülmektedir. 75Müteakip fıkralarda bunlarla ilgili birer örnek sunulacaktır.
3.5.1. Nasrettin Hoca‟nın Kadılık Görevi
Hoca kadılığı esnasında bir davacı gelir, derdini anlatır. Hoca haklı olduğunu söyle, Az
sonra davalı gelir, o da meseleyi kendi tarafına çeke çeke anlattıktan sonra, Hoca ona da
―Haklısın‖ der. Tesadüfen bunları dinleyen karısı, merakını yenemeyerek, bunun nasıl bir
adalet olduğunu, iki tarafın de birden nasıl haklı olabileceğini sorar. Hoca karısına döner,
sen de haklısın! der.
Hoca bu fıkrasında insanın örgütsel davranıĢ biçimlerinde ortaya çıkan kiĢisel farklılıkların
önemini dikkate alınması gerektiğini günümüzde çok yaygın olan olaylara bakıĢtaki
paradigmatik pencerenin önemini vurgulamaktadır. Batılı eğitim bilimcilerin XVII. yüzyılda
gerek bireysel gerekse örgütsel davranıĢ biçimlerinde ―kiĢisel farklılık‖ olgusunu yeni fark
ettiklerini ve ancak XIX. yüzyılda uygulamaya geçebildikleri ―paradigmatik ölçütü‖ diğer
bir deyiĢle insan kavrayıĢının baĢta eğitim olmak üzere ―pedagojik formasyon‖la
biçimlendiği Hoca daha XIII. Yüzyılda farkına varmıĢ uygulama alanına koyduğunu
göstermektedir.
3.5.2. Nasrettin Hoca‟nın Gölge Kadılık Görevi
Gerek Anadolu Selçuklu Devletinde gerekse Osmanlı Devletinde deneyimli yargıçların
yanında çalıĢan bazı küçük davaların görülmesine bakan kadı adaylarına Gölge Kadılık
görevi verilirdi. Nasrettin Hoca meslek yaĢamının ilk evrelerinde bir ara gölge kadılık görevi
de yapmıĢtır. Bu sıralarda yörenin kadısı, bazı davaları halletmesi için Hoca‘ya gönderir.
75
Ġlhan BaĢgöz, GeçmiĢten Günümüze Nasreddin Hoca, 2.B., Ġstanbul, Ağustos 2005, s.21.
285
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Bir keresinde bir adam gelerek baĢka bir adamdan Ģikâyetçi olduğunu kadıya bildirir. Kadı
adamı dinler, iĢin içinden çıkamayacağını anlayınca doğru gölge kadısı Nasrettin Hoca‘ya
gönderir. Hoca adama, ―Anlat bakayım, derdin nedir? Diye sorar. Davacı meseleyi davacıyı
göstererek Ģöyle anlatır:
―- Bu adam otuz çeki odun yardı. O her baltayı vurdukça ben de karĢısına geçtim,
hınk, hınk diye kuvvet verdim. Kendisi paraları aldı, benim hakkımı vermedi.‖ Hoca davayı
dinledikten sonra davacıya:
―- Evet hakkındır. Sen karĢısında dur, bu kadar yorul, sonra bütün paraları o alsın,
olur mu? Der.
Hoca, bir süre düĢündükten sonra davalıdan para kesesini istemiĢ. Adam, bundan bir
Ģey anlamamıĢ ama keseyi de uzatmıĢ. Hoca, keseden paraları çıkarıp bir tahta üstünde
paraları saymıĢ. Tabi paralar tahtaya düĢtükçe ses çıkarıyormuĢ. Hoca, daha sonra davacıya
dönüp:
―-Tamam demiĢ. Hakkını aldın. Hadi git. Adam:
―-Ama paraları vermediniz, diyecek olmuĢ.
―-Hınk diyenin hakkı budur demiĢ Hoca. Sesine karĢılık para sesi verdim sana.
Böylece sen de hakkını almıĢ oldun.‖
Yargıyla ilgili ve benzer hikâyelerde Nasrettin Hoca deyim yerindeyse bir sosyal öğretici
olduğu kadar aynı zamanda bir sosyal eleĢtirmendir.
3.5.3. Beyler, PadiĢahlar, Sultanlar gibi Güçlü Yöneticiler KarĢısında Nasrettin
Hoca
Fıkralarının bir kısmında Nasrettin Hoca, yönetenlerden beyler, padiĢahlar, sultanlar gibi
güçlülerle karĢı karĢıya getirilerek sokaktaki adamın sözcülüğü ile otoriter sistemin
baskıcılığı yumuĢatılmağa çalıĢılmıĢtır. Bunlardan Sultan Alâeddin (Alâeddin Keykubat
1210–1219) Selçuklu ve Gazi Hünkâr (I. Sultan Murat 1325–1389) Osmanlı padiĢahı
olmasına karĢın, ancak 17. yüzyılda Nasrettin Hoca hikâyelerine giren aynı dönemde
yaĢamadığı açık seçik bilinen Batılıların söylemiyle Timurlenk (1336-1405) de
bulunmaktadır. Osmanlı devletinde çöküntü ve gerileme yılları baĢlayıp da, halkın
yöneticilerinden
yabancılaĢması
artınca, Timur hikâyelerinin
286
de sayısının
arttığı
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
görülmektedir. Kendi idarecilerini eleĢtirmekten, onları kötülemekten hoĢlanmayan halk,
Timur'a, bu hikâyelerle veryansın etmekte ve bir bakıma kızgınlığını mizaha çevirmeğe
çalıĢmaktadır. Bu açılımın Türk çelebi davranıĢının bir gereği olduğu kadar, kendisine
yapılanları bir derviĢ yaklaĢımıyla karĢılamanın bir nezaheti olduğu da düĢünülmektedir.
Burada ―kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla‖ yaklaĢımıyla sevilmeyen bir yabancı
zalime yakıĢtırmanın daha doğru olacağı değerlendirilmiĢtir. .
Hoca, güçlü yöneticilere karĢı saygısız davranmadığı ve hakaretlerde bulunmadığı gibi;
kıssadan hisse dersler çıkarılsın diye onların önünde görgü kurallarını çiğnediği anlatılarak
yaĢanılan baskıcı zaman diliminin olguları hicvedilmeğe çalıĢılmıĢtır. Bununla birlikte
örneğin Hocanın, Sultan Alâeddin‘in önünde, sözgelimi, bacaklarını uzatarak oturması yahut
bir pot kırması, etin kemiğini cebine koymakta fazlaca bir beis görmemesi bu bireysel
davranıĢın birer tezahürü olarak görülmelidir. Ġlginçtir, bunlardan baĢka XVI. yüzyıldan
kalan hikâyelerde baĢka beylerin, padiĢahların özel adı geçmediği de müĢahede
edilmektedir. Fıkralar onları, belli bir yerde, belli bir ülkenin sultanları olarak değil de
sadece "bir bey, bir sultan" olarak sınıflandırmakta, yaĢanılan olguları onlara atfetmeğe
çalıĢmaktadır. Aslında, onlara karĢı yapılan eleĢtiri, ince alaylar kiĢileĢtirilmemiĢ, belli bir
insan‘dan ziyade daha çok hareket, davranıĢ üzerine yoğunlaĢmıĢtır.
―Bir gün, bir padiĢaha Hoca, kızarmıĢ bir ördeği armağan olarak götürür. Açtır,
dayanamaz, yolda ördeğin bir budunu yer. PadiĢah "Ördeğin bir buduna ne oldu
Hoca?" diye sorunca "Bizim burada ördekler bir ayaklıdır sultanım, inanmazsanız
bakın" diyerek, padiĢahı pencerenin yanına götürür ve bahçede bir ayaklarını
kanatlarının altına çekmiĢ, duran ördekleri gösterir. PadiĢah davulcusunu çağırarak
"Vur Ģu davulun tokmağını" emrini verir. Davul çalınınca, gürültüden korkan
ördekler iki ayaklı olup kaçmaya baĢlar. PadiĢah: "Hoca, hani sizin ördekler tek
ayaklıydı" deyince, Hoca "Sultanım o davulun tokmağını siz yeseydiniz, vallah dört
ayaklı olurdunuz" der.‖76
Yukarıdaki ördek hikâyesi, 17. yüzyıldan sonraki kaynaklarda Timur'la ilgili bir hikâye olarak da anlatılmaktadır. Bunun nedeni açıktır. Çünkü Timur zalim idarecilerin bir simgesi
olduğu için otoriteleri eleĢtiren, onlarla alay eden fıkraları kendi üzerine baĢkaca bir söze
gereksinim duymadan cazibe merkezi olarak çekmektedir. Timur aynı zamanda Altınordu
76
Ġlhan BaĢgöz, age, s.36.
287
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
(Altınorda) devletini yıktığı gibi, aynı zamanda özellikle 1402 Ankara SavaĢından sonra
Osmanlı Devletini de kaotik bir ortama sokmuĢtur. Aksak Timur, Batılıların söylemiyle
Timurlenk, ancak XVII. yüzyılda Nasrettin Hoca hikâyelerine girmeğe baĢladığı da
görülmektedir. Timur, XV. yüzyılın baĢlarında Anadolu'ya girmiĢ; geçtiği yerleri yıkmıĢ ve
harap etmiĢtir. Anadolu‘da geçtiği yerlerle bıraktığı zulüm izleriyle ilgili sayısız hikâyeler
―Sözlü Tarih‖(Oral Narrative)‘in konuları arasında yer almaktadır. Örneğin Sivas'ta binlerce
insanı diri diri hendeklere doldurarak, öldürttüğü bilinenler ve en çok anlatılanlar
arasındadır. 1402 yılında Sultan Bayezid'i Ankara meydan savaĢında yenmesi, Osmanlı
Devletinde bir kargaĢa ve karıĢıklık devri açtığı tarihin acımasız evreleri içerisinde yerini
almıĢtır. Anadolu halkı "Timur‖a karĢı içten içe büyük bir kızgınlık duymakta ve bu nedenle
zalim beyler ve padiĢahlar üzerine söylenen hikâyelerin, eleĢtiri ve hakaret nakıĢını artırarak,
zulmü ve kan dökücülüğü ile tanınan Timur'un adına bağlamayı yeğlemektedir. Evliya
Çelebi, 1639'da AkĢehir'i ziyaret edince, aĢağıdaki Timur hikâyesini aĢağıdaki Ģekilde
anlatmaktadır:
―Timur, Nasrettin Hoca ile hamama gider. Bir ara Hoca'ya sorar: "Hoca Efendi, ben
satılık olsaydım bana ne değer biçerdin?" Hoca: "On akçe ederdin sultanım‖ deyince,
Timur "Ġnsaf et Hoca, 10 akçe benim belimde kemerin değeridir." Hoca: "Ben de
zaten ona değer biçmiĢtim, yoksa senin gibi bir Moğol parçası beĢ para etmezdi" der.
―77
Bu hikâyenin AkĢehir'den verilmesi, bize fıkraların oluĢumu ile sosyal çevre arasındaki
iliĢkinin bir örneğini de ortaya koymaktadır. Bilindiği üzere, Sultan Bayezid, AkĢehir'de
Timur'un tutsağı iken kendini öldürmüĢtür. Hikâyedeki Timur'a açık hakaret AkĢehirlinin
büyük kızgınlığını ve bu kızgınlığın Hoca hikâyesine dönüĢtüğünü de göstermektedir.
Bilindiği gibi hikâyelerde Hoca ile Timur'un karĢılaĢması, bir görüĢe göre Hoca'nın
Timur'un meddahı olduğu yâda onunla aynı zamanda yaĢadığı yolundaki görüĢlere de
kaynaklık etmiĢtir. Hikâyelerde Timur adının geçmesi, Nasrettin Hoca'nın Timur'la aynı
zamanda yaĢamıĢ olduğunu göstermemektedir. Timur üzerine söylenen hikâyelerde
Nasrettin Hoca, bir kültür kahramanı (cultural hero) olduğu gibi, insan iliĢkilerinde eĢitlik
sağlamaya çalıĢılan proto-demokratik bir çevrede sokaktaki küçük adamın sözcülüğünü de
yapmaktadır. çalıĢır. Bir baĢka ifadeyle gücünü kötüye kullanan beylere, padiĢahlara karĢı
77
Age, s. 37.
288
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
doğru dürüst insan olmanın gereklerini anımsatan bir normal insan konumundadır. Hoca,
zulüm eden idarecilere gülmecenin ince sivriliklerini kullanarak, sokaktaki insanı
sevindirmekte, ona gönül rahatlığı da sağlamaktadır. Bunlardan birisi aĢağıdadır:
―Hoca ile Timur karĢılıklı oturmuĢlar. Aralarında sadece bir minder varmıĢ. Timur
Hoca'ya kızmıĢ: "Hoca Efendi" demiĢ "EĢekle senin aranda ne var?" Hoca "Sadece
bir minder sultanım" diye yanıtlamıĢ.―78
3.5.3. Nasrettin Hoca‟nın “Devlet-i ebed müddet” DüĢüncesine Bir Örnek
ABD'nin 28. cumhurbaĢkanı 1919 yılının Nobel BarıĢ ödülü sahibi Woodraw Wilson,
Birinci Dünya SavaĢının sonlarında savaĢtan sonra dünyanın yeniden biçimlenmesi
konusunda ortaya atmıĢ olduğu Wilson Ġlkeleri (14 Points)‘yle de tanınmıĢtır. Wilson‘un
ilkeleĢtirdiği 14 noktasının tematik olgusu ulusların kendi kaderlerini kendilerinin
belirlemeleri, sömürgeciliğin son bulması ve ulusların küçük yâda büyük olmasına
bakılmaksızın her hakkına saygı gösterilmesi üzerine bina edilmiĢti. Bir baĢka deyiĢle
güçlünün değil, haklının hakkına saygı gösterildiği bir ütopya üzerine çalıĢmıĢtı. Ġki dönem
baĢkanlıktan sonra Wilson bu ilkeler üzerinde yeni bir barıĢ dönemi açılması için, Avrupa'yı
ziyaret etmiĢ ve de özellikle geçmiĢin yayılmacı devletlerini iknaya çalıĢmıĢtır. Ancak
GüneĢ Batmayan ülke konumundaki Büyük Britanya Ġmparatorluğu ve Fransa'nın kurt
baĢbakanları
elbet
sömürgelerinden
vazgeçmediklerine
yakinen
tanıklık
etmiĢtir.
Avrupa‘dan baĢarısız bir Ģekilde dönen BaĢkan Wilson 3 ġubat 1924 tarihinde bir bakıma
hayal kırıklığından vefat etmiĢtir. Bu baĢarısızlık üzerine Wilson, Nasrettin Hoca'nın
aĢağıdaki ünlü fıkrasını sık sık anlatır ve gülermiĢ:
―Mehtapta kuyudan su çeken hoca, birden ay‘ın kuyudaki aksini görmüĢ:‖Ay
kuyuya düĢmüĢ; iyisi mi ben onu kuyudan çıkarayım‖ demiĢ. Su dolu kova ile ay'ı
kuyudan kurtarmaya çalıĢmıĢ. Kova bir yerde; kuyunun duvarına takılmıĢ. Hoca
çekmiĢ çekmiĢ, sonunda ip kopunca sırt üstü yere düĢmüĢ: Ay'ı da gökyüzünde
görünce;‖ "Çok yoruldum ama kuyudan Ay‘ı da yerine çıkardım" demiĢ.
Batının çıkar iliĢkisi üzerine kurulu kurtlar sofrası düzenine karĢı ortaya koymuĢ olduğu
barıĢçıl ütopyasını bir türlü anlatamayan BaĢkan Wilson da, süreli barıĢ ve ulusların
78
S. 38.
289
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
egemenlik hakkı ilkelerini, hiç olmazsa dünyaya duyurduğu için ―Ayı yerine çıkaran Hoca‖
gibi avunmuĢtur.
4. Sonuç
Nasrettin Hoca tüm dünya ulusları ve özellikle mazlum uluslar tarafından derinlemesine
tanınan ünlü bir Türk Halk bilgesidir. ÇeĢitli milletler onu değiĢik adlar altında kendi
uluslarına mal etmeğe çalıĢsalar da Mustafa Kemal Atatürk‘le birlikte dünyada en çok
tanınan aydın, bilge ve ―devlet-ebed müddet‖ Ģiarını kendi kiĢisel kimliği ile bütünleĢtirmiĢ
deyim yerinde ise aynı zamanda devletin bekasını varlık sebebinin kökeninde gören rütbesi
küçük de olsa bir Türk devlet adamıdır.
Hukuk sistemi zamanın değiĢmesiyle hükümlerin de değiĢeceği yaĢayan bir sistemdir ve asla
duragan değildir.Hoca‘nın yargıyı inceden inceye hicvetmesi ve eleĢtirmesi zaman zaman
çok daha filozofça bir davranıĢ biçimini de göstermektedir. Hoca‘ya göre mevcut yargı
sistemi içersinde kusursuz adalet dağıtımı günümüzde olduğu gibi sağlanmamaktadır.
Bunun bir engeli insan karakterinde bulunan hırs bencillik, para düĢkünlüğü ve güçlü olma
tutkusudur. Evrensel ve zamana bağımlı kalınmaksızın insanoğlunda bu karakteristik
özellikler kaldığı müddetçe, adalet dağıtım görevi akamete uğrayacak, adalet dağıtımında
haksızlıklar her zaman var olacaktır.
290
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ÇEVĠRMENĠN KĠMLĠĞĠ VE ÇEVĠRĠ POLĠTĠKASI ÜZERĠNE BĠR ĠNCELEME:
HASAN BEDREDDĠN‟ĠN POLĠSĠYE ROMAN ÇEVĠRĠLERĠ
Eshabil BOZKURT
Nilüfer ALIMEN
ÖZET
1912-1926 yılları arasında Almanca ve Fransızca gibi Batı dillerinden Osmanlı Türkçesine
otuz üç roman çevirisi yapan Hasan Bedreddin, dönemin önde gelen çevirmenlerinden birisi
olarak anılmaktadır. Bu bildiride Hasan Bedreddin‘in yaptığı polisiye roman çevirileri, ön
söz ve son sözlerin tanıklığında ve de Ġsrailli çeviribilim kuramcısı ItamarEvenZohar‘ınçoğuldizge kuramı çerçevesinde ele alınacaktır. Bahsi geçen dönemde çeviri eylemi
edebiyat dizgesini Ģekillendirmede önemli bir rol oynamıĢ, polisiye roman türünde birçok
eser Osmanlı Türkçesine çevrilmiĢtir. Bildirinin temel inceleme nesnesini oluĢturmak üzere
Hasan Bedreddin‘in polisiye roman çevirilerine yazdığı ön söz ve son sözlerin çeviriyazıları
yapılarak yaĢadığı dönemin çeviri politikasına ve de çevirmen kimliğinin okuyucu
üzerindeki etkisine ıĢık tutulmaya çalıĢılacaktır. Hasan Bedreddin çevirmenliğin yanı sıra,
gazeteci ve yazar olarak da karĢımıza çıkmaktadır. Ġrdelemeye temel olan sorunsal Hasan
Bedreddin ve roman çevirileri üzerine çeviribilim bağlamında ön söz ve son söz odaklı bir
çalıĢmanın yapılmamıĢ olmasıdır. Çevirmen, tarihi romanlar ve Türkler ile ilgili romanların
yanında dönemin hâkim roman türü olan polisiye roman türünde de çeviriler yapmıĢtır. Bu
çevirilerinin bazılarında ―Hasan Merzuk‖ takma adını kullanan çevirmenin hangi romanların
veya yazarların çevirilerinde bu takma adı hangi nedenle kullandığı hatıratlarda ve ön
söz/son söz tanıklıklarında araĢtırılmaya çalıĢılacaktır. Sonuç olarak Hasan Bedreddin‘in
yazar, gazeteci ve çevirmen kimlikleri doğrultusunda çeviri politikasını ve hedef okuyucuyu
kitlesini nasıl belirlediğini ortaya koymak amaçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Hasan Bedreddin, çeviri roman, çoğuldizge kuramı.
An Analysis on Translator‟s Identity andTranslationPolitics: Hasan
Bedreddin‟sTranslations of DetectiveNovels
Abstract

Okutman Dr.,Kırklareli Üniversitesi, Türk Dili Bölümü. [email protected].

YTÜ, Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü, Diller ve Kültürlerarası Çeviribilim Doktora Programı öğrencisi,
[email protected].
291
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Hasan Bedreddin is considered as a prominenttranslator, whotranslatedthirtythreenovelsfrom
Western
Languages,
such
as
Germanand
French,
intoOttomanTurkishduringtheyearsbetween 1912 and 1926. Inthispaper, Hasan
Bedreddin‘sprefacesandepilogues
of
detectivenoveltranslationswill
be
examinedwithintheframework
of
IsraelitranslationscholarItamarEvenZohar‘s polysystemtheory. Duringthementionedperiod, translationplayed an important role in
shapingtheliterarysystem,
and
a
largenumber
of
detectivenovelsweretranslatedintoOttomanTurkish.
Prefacesandepilogues
of
Hasan
Bedreddin‘sdetectivenoveltranslationsaretranscribedandexamined in ordertoshedlight on
translationpoliticsandtheeffect of translator‘sidentity on readers in thementionedperiod.
Hasan Bedreddin is not only a translator, but also an authorand a journalist.
Thispaperaimstoexaminethisissue
since
there
is
nopreviousworkfocusing
on
prefacesandepilogues
of Hasan
Bedreddin‘snoveltranslationswithinthecontext
of
TranslationStudies.
Inadditiontodetectivenovels,
whichwas
a
dominant
genreduringthementionedperiod, thetranslatoralsotranslatedhistoricalnovelsandnovels on
Turks. Insome of thesetranslations, he used a pseudonym, ―Hasan Merzuk‖; therefore, it is
aimedtoexaminewhy
he
preferredtouse
a
pseudonym
in
certainnovelswrittenbycertainauthors, based on theprefacesandepilogues of his translations,
andalsomemoirs. Inconclusion, the main purpose of thispaper is topresent how Hasan
Bedreddin uses his differentidentities, whicharelisted as translator, authorandjournalist,
todetermine his targetreadersandtranslationpolitics.
Keywords: Hasan Bedreddin, translatednovel, polysystemtheory.
1. GiriĢ
Tanzimat Dönemi ile birlikte Osmanlı toplumunda birçok alanda değiĢim ve yenilikler
görülmüĢtür. Osmanlı kültür ve edebiyat dizgesi de bu değiĢim ve yeniliklerin görüldüğü
alanlardan birisidir. Batıya özgü bir tür olan roman ilk defa bu dönemde çeviri yoluyla
Osmanlı edebiyatında görülmüĢtür.Bu dönemde onlarca çevirmen ve yazar ortaya çıkmıĢ, bu
çevirmen ve yazarlar tarafından yüzlerce çeviri ve telif roman örneği verilmiĢtir. Zamanla
Osmanlı toplumunda roman türünün benimsenmesiyle de polisiye roman, tarihi roman,
macera romanı, bilimkurgu romanı, aĢk romanı gibi roman türlerinde de eserler verilmiĢtir.
II. MeĢrutiyet‘ten sonra roman türlerinden olan polisiye roman sayısında büyük bir artıĢ
gözlenmiĢ ve hem telif hem de çeviri olmak üzere birçok polisiye seri yayımlanmıĢtır.
Polisiye roman çevirilerinde okurların karĢısına çevirmen olarak çıkan dönemin önemli
çevirmenleri vardır. Hasan Bedreddin (1870-1926) de döneminin önde gelen polisiye roman
çevirmenlerindendir.
Bu çalıĢmada, kültür ve edebiyat tarihimizde önemli bir yere sahip olan gazeteci, yazar ve
çevirmen Hasan Bedreddin‘in Osmanlı/Türk kültür ve edebiyat çoğuldizgesindeki yeri ve
önemini çeviribilim bağlamında irdelemek amaçlanmaktadır. Erol Üyepazarcı‘nın belirttiği
292
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
üzere 1913-1928 yılları arasında aynı zamanda onparalık öyküler(Ġng. dimenovels) olarak
bilinen polisiye romanlar çok yoğun bir biçimde üretilmiĢ ve tüketilmiĢtir (2008: 151).Hasan
Bedreddin‘in çevirileri, dönemin çeviri politikalarını ve popüler edebi türlerini de ele alarak
konuya daha geniĢ bir çerçeveden bakabilmek adına çoğuldizge kuramı ve
skoposkuramından faydalanılarak incelenecektir.
2. Kuramsal Çerçeve
Hasan Bedreddin‘in polisiye roman çevirilerinin Osmanlı edebiyatında yer aldığı konum,
Ġsrailli çeviribilim kuramcısı
ItamarEven-Zohar‘ınçoğuldizgekuramı bağlamında
incelenebilir. Even-Zohar çeviri sürecine, bir baĢka deyiĢle kaynak ve erek metinler
arasındaki eĢdeğerliğe, odaklanmak yerine çeviriyi kültürel dizge içerisinde etkin olan bir
eylem olarak ele almıĢtır. Buna göre çoğuldizgede birbirleriyle devingen bir iliĢki içerisinde
olan merkez ve çevre katmanları vardır (Even-Zohar,1979: 293). Edebi dizgede saygın
görülen bir edebi tür merkezde, saygın görülmeyen bir tür ise çevrede konumlanmaktadır
(agy. 295). Çeviri edebiyatının erek çoğuldizgede bulunduğu konumu edebiyatın henüz
oluĢum sürecinde olmasının yanı sıra çevresel veya zayıf olması ve edebi boĢluklar, dönüm
noktaları veya krizler olmasıdır (Even-Zohar, 2000: 200-201). Çevrilecek olan eser ise, erek
dizgede oynayacağı yenilikçi görevin yanı sıra, kaynak ve erek dizge arasındaki uyuma göre
seçilmektedir (krĢ. Even-Zohar, 1979, 2000). Hasan Bedreddin‘in çeviri eserlerinin 20.
yüzyılın baĢlarında yayımladığını göz önünde bulunduracak olduğumuzda daha geniĢ bir
çerçeveden bakarak çeviri eyleminin bahsi geçen dönemde Osmanlı edebiyat dizgesinde
nasıl bir rol oynadığından bahsetmek gerekecektir.
Özlem Berk, Tanzimat Dönemi‘ne girildiğinde Osmanlı edebiyatında duraklama
yaĢandığını, 19. yüzyılda en üst seviyede bulunan Divan edebiyatının artık kemikleĢmiĢ
olmasının ve daha düĢük seviyede bulunan Halk edebiyatının yenilenmemesinin sonucunda
edebiyat dizgesinde bir boĢluğa yol açtığını belirtmiĢtir (2004: 51-52). Ayrıca hem Batılı
edebiyatlarda bulunan roman gibi türlerin eksikliği hem de dilin yenilenmesi ihtiyacı söz
konusudur (agy. 52). Söz konusu boĢluk ise çeviri yoluyla doldurulacak, böylece halktan
kopuklaĢan Divan edebiyatının yerini yeni türler ve sadeleĢtirilmiĢ bir dil alacak, sonuç
olarak da 1860‘lı yıllardan itibaren yeni (ve aynı zamanda Batılı) bir Türk edebiyatı çeviri
eylemi vasıtasıyla Ģekillenerek ortaya çıkacaktır (agy. 52). Buradan hareketle çevirinin
belirli bir amaç doğrultusunda yapıldığını gözlemlemek mümkündür.
Alman çeviribilim kuramcısı Hans J. Vermeer çeviriyi amaç odaklı bir eylem olarak görmüĢ
ve Skopos kuramını ortaya koymuĢtur. Skopos sözcüğü Yunancada amaç anlamına
gelmektedir. Buna göreeĢdeğerliğin hangi düzeyde ve nasıl elde edileceğini çeviri eyleminin
amacı tarafından, amaç ise iĢveren tarafından belirlenmektedir(krĢ. Vermeer2000).Çeviri
erek kültüre göre üretilmektedir; bu nedenle de çevirmen erek dizgede söz konusu amacı
yerine getirmekle yükümlüdür. Yukarıda belirtildiği üzere dönemin çeviri etkinliğinde iki
özellik göze çarpmaktadır: çeviri yoluyla dil sadeleĢtirilmekte ve de yeni edebi türler erek
dizgeye kazandırılmaktadır. Çoğuldizge kuramına ek olarak skopos kuramından da
293
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
yararlanarak Hasan Bedreddin‘in çevirilerini hangi amaç doğrultusunda ürettiği ve de bunun
sonucunda Osmanlı edebiyat dizgesi üzerinde ne tür bir etkide bulunduğu tartıĢılacaktır.
Çevirmenin amacını anlayabilmek için ise öncelikle çevirmenin kimliği ele alınacaktır.
3. Gazeteci, Yazar ve Çevirmen Hasan Bedreddin
Gerek Tanzimat Dönemi‘nde gerek MeĢrutiyet Dönemi‘nde ve gerekse Cumhuriyet‘in ilk
yıllarında Türk aydınları birçok kimliği bir arada bulundurmuĢtur. Hasan Bedreddin de bu
çok kimlikli Türk aydınlarından biridir. Üyepazarcı, polisiye ve onparalık öykü yazarlarının
―genellikle gazeteci kökenli, bazıları bu tip eserlerin çevirmeni ve yayımcısı ve popüler
edebiyat kategorisine giren benzer aĢk, macera, tarihi roman ve erotik eserler kaleme alan
kiĢiler‖ olduğuna dikkat çekmiĢtir (2008: 147). Aslen gazeteci olan Hasan Bedreddin de
Üyepazarcı‘nın tanımlamasına uymaktadır. Gazeteci, yazar ve çevirmen kimlikleriyle Türk
kültür ve edebiyat dizgesine önemli hizmetlerde bulunmuĢtur. Bu kimliklerine kısaca
değinmek gerekirse Ģunlar söylenebilir:
3. 1. Gazeteci Kimliği
Hasan Bedreddin‘in Sabah gazetesinde yazar, çevirmen ve müdür olarak çalıĢtığı ve
Beybaba adı ile anıldığı bilinmektedir.Sabah gazetesi tahrir heyeti tarafından çevrilen
―NatPinkertonCinâyât Koleksiyonu‖ adıyla çevrilen otuz bir kitaplık bir polisiye seri
bulunmaktadır (Bozkurt, 2014: 213-218).
3. 2. Yazar Kimliği
Gazeteci kimliğinin yanında yazar kimliğine de sahip olan Hasan Bedreddin‘in telif
eserlerinde Hasan Merzuk takma adını kullandığı görülmektedir. Bu takma ad ile verdiği
telif eserler Ģunlardır:

Cinlerle Muhabere yahudĠspirtizm, Fakirizm, Manyatizm, 1328 [1912](Hasan
Merzuk adıyla).

Ġtalya Nedir? 1913.

Mart Ayında Doğanlar Ġçin Tarik-i Saadet, 1915 (Hasan Merzukadıyla).

Nisan Ayında Doğanlar Ġçin Tarik-i Saadet,1915 (Hasan Merzukadıyla).

Mayıs Ayında Doğanlar Ġçin Tarik-i Saadet,1915 (Hasan Merzukadıyla).

TeĢrini Evvel Ayında Doğanlar Ġçin Tarik-i Saadet, 1915(Hasan Merzuk adıyla).

50.000 Kelimeyi
Hâvi Fransızcadan TürkçeyeKüçük Kâmûs-ı
DictionnaireFrançais-Turc, 1928.
294
Fransevî -
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Son eserde takma ad kullanılmamıĢtır. Yukarıdaki listede belirtilen telif eserlerin yanında
Hasan Merzuk takma adı ile iki çeviri romanda da karĢılaĢılmaktadır. Bu eserlere,
―Çevirmen Kimliği‖ alt baĢlıklı bölümde değinilecektir.
3. 3. Çevirmen Kimliği
Hasan Bedreddin, 1912-1926 yılları arasında Batı dillerinden Osmanlı Türkçesine otuz üç
roman çevirmiĢtir. Bu otuz üç romandan üçünü yaĢadığı döneminönemli çevirmenleri ile
müĢtereken, otuzunu ise kendisi çevirmiĢtir. Roman çevirileri alfabetik sıra ile Ģu Ģekildedir:

Abbâse, Corci Zeydan, 1339-1342 [1923-1926].

Arsen Lüpen‘in SergüzeĢtleri, Maurice Leblanc. 1926.

AĢk-ı Menfûr, MarcelAllain, 1337-1340 [1921-1924].

AteĢler Ġçinde,GastonLeroux, 1338-1340 [1922-1924].

Bin Bir Gün Ferahnaz Sultan, (…) 1339-1341 [1923-1925].

Bin Bir Gün Mehlika Sultan, (…) 1339 [1923].

Bizans, (…) 1329 [1913].

Canlı Ġğne, (…) 1926.

Cinayet Yuvası yahud Kanlı Lokanta, Jules Bojuvan, 1328 [1912].

ÇalınmıĢ Gönül, GastonLeroux, 1920.

Fecr-i Sevdâ, MarcelAllain, 1337-1340 [1921-1924].

Güzel Rita, (…) 1343 [1924].

Her Sene Bir Ġnci yahudĠttifâk-ı Murabba, Arthur ConanDoyle, 1332 [1916].

Kadın ve Kukla, Pierre Louys, 1922.

Kazanova‘nın SergüzeĢtleri, Casanova de Seingalt, 1922.

Kızıl Maskenin Esrarı, Gaston Rene, 1329 [1913].

Londra Esrarı, Paul Feval, 1918.

Manon Lesko, AbbéPrévost, 1339 [1923].

Melekler – Ġblisler (1. c.), MarcelAllain, 1925.

Melekler – Ġblisler (2. c.), MarcelAllain, 1926.
295
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014

Minyon, Goethe, 1329 [1913].

Minyonun Düğünü, Goethe, 1332 [1916].

Mukavva Kutu, Arthur ConanDoyle, 1921.

Öksüz Kız, FredericBoutet, 1923.

Ölgün Sular Faciası, Charles Foley, 1922.

Ölü Çehre, MarcelAllain, 1337-1340 [1921-1924].

Saf ve Hain, (…) 1918.

Sefiller, Victor Hugo, 1297-1330 [1880-1914].

Sevda Müsabakası, (…) 1923.

Sevda Yalanları, MarcelAllain, 1337-1340 [1921-1924].

ġeytanın Oğlu, Paul Feval, 1338-1340 [1922-1924].

Tünel, BernhardKellerman, 1334 [1918].

Yırtıcı Kadın, MarcelAllain, 1337-1340 [1921-1924].

Zavallı Kızlar, Jules de Gastyne, 1339-1342 [1923-1926].
Hasan Bedreddin‘in yukarıdaki listede verilen roman çevirileri incelendiğinde bazı özellikler
göze çarpmaktadır. Bu özellikler, Ģu Ģekilde tasnif edilebilir:
Bazı çevirilerde kaynak metnin yazarı bilinmemektedir. Yazarı bilinmeyen eserler listede
(…) iĢareti ile gösterilmiĢtir. Çevirmenin yedi roman çevirisinin yazarı belli değildir. Bu
romanlar Ģunlardır: Bin Bir Gün Ferahnaz Sultan, (…) 1339-1341 [1923-1925]; Bin Bir Gün
Mehlika Sultan, (…) 1339 [1923]; Bizans, (…) 1329 [1913]; Canlı Ġğne, (…) 1926; Güzel
Rita, (…) 1343 [1924]; Saf ve Hain, (…) 1918; Sevda Müsabakası, (…) 1923.
Çevirmen, bazı yazarların birden fazla romanını çevirirken bazılarının ise sadece bir
romanını çevirmiĢtir. Kaynak metin yazarlarının dağılımı Ģu Ģekildedir:

MarcelAllain (6)

Arthur ConanDoyle (2)

GastonLeroux (2)

Goethe (2)

Paul Feval (2)
296
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014

AbbéPrévost

BernhardKellerman

Casanova de Seingalt

Charles Foley

Corci Zeydan

FredericBoutet

Jules Bojuvan

Jules de Gastyne

Gaston Rene

Maurice Leblanc

Pierre Louys

Victor Hugo

… (7)
Hasan Bedreddin‘in roman çevirilerinde dikkati çeken bir diğer özellik de müĢterek
çeviridir. Hem Tanzimat Dönemi hem de II. MeĢrutiyet Dönemi roman çevirilerinde sıklıkla
karĢılaĢılan özelliklerden biri müĢterek çeviridir. Ġlk müĢterek çevirilerden olan Kaptan
Hatras‘ın Seyahati (1308 [1890]) adlı eserin ―Ġfade‖ baĢlıklı ön sözünde romanın
çevirmenlerinden biri olan Mazhar müĢterek çeviri konusunda Ģöyle der:
―Aynı maksada hâdim olan iki kardeĢ, birbiriyle rakip olamaz. Câzibe-i fen
herkesi livâ-yıittihâd altına alır.
Ben Kaptan Gran‘ın Çocukları romanını neĢrederek efrâd-ı vatana hizmet
etmek istemiĢtim. Fakat o hizmetin benim fikrimde olan ve fennî romanlar
neĢriyle nev-resîdegânı fenne alıĢtırmak maksad-ı mukaddesine hâdim bulunan
bir arkadaĢımın tesirine bâdi olduğunu bilâhare haber alınca pek müteessir
oldum‖ (Jules Verne, Müt. Mazhar – Ahmed Ġhsan, 1308 [1890]: Ön söz).
Mazhar‘ın ön sözündeki ifadelerinden de anlaĢıldığı üzere çevirmen, Ahmed Ġhsan‘ı rakip
olarak görmemiĢ, aksine vatandaĢlarına hizmet etmeyi kutsal bir amaç kabul ederek aynı
amaca hizmet etmekten memnuniyet duymuĢtur.
Hasan Bedreddin‘in çevirilerine bakıldığında Ģu üç eserin müĢterek çeviri olduğu görülür:

Güzel Rita, (…) Mütercimleri Bedia Servet – Hasan Bedreddin, 1343 [1924].
297
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014

AteĢler Ġçinde, GastonLeroux, Mütercimleri Hasan Bedreddin - Süleyman Tevfik,
1338-1340 [1922-1924].

Sefiller, Victor Hugo, Mütercimleri ġ. Sâmi - Hasan Bedreddin, 1297 [1880] (1-644
ss.)/ 1330 [1914] (645-902 ss.).
Bu üç çeviriye göz atılacak olunursa üç önemli isim ile karĢılaĢılmaktadır: Bedia Servet,
Süleyman Tevfik ve ġemseddin Sâmi. Bedia Servet, polisiye roman çevirileriyle tanınan ve
yaĢadığı dönemde en çok roman çevirisi yapan ―mütercime‖79 olarak karĢımıza çıkmaktadır.
Süleyman Tevfik, Hasan Bedreddin gibi II. MeĢrutiyet Dönemi‘nin gazeteci, yazar ve
çevirmen kimlikleriyle öne çıkan önemli bir aydınıdır. Sefiller çevirisinde durum, ilk iki
çeviriden daha farklı bir durum arz etmektedir. ġemseddin Sâmi, eserin tamamını
çevirememiĢ ve çeviriyi yarıda bırakmıĢtır. Bu çeviri hakkında muhtelif görüĢler mevcuttur.
Halit Ziya UĢaklıgil,Kırk Yıladlı hatıra kitabında ―ġemsettin Sâmi Victor Hugo‘dan Sefiller‘i
harfi harfine tercümesi satılamayarak yarı yerde kalıyordu‖ (1936: 144) derken Ġsmail Habib
Sevük ise Avrupa Edebiyatı ve Bizadlı eserinde çevirinin yasaklandığını söyler (1941: 233).
1862-1910 Yılları Arasında Victor Hugo'dan Türkçeye Yapılan Tercümeler Üzerinde Bir
AraĢtırmaadlı eserinde Zeynep Kerman, ġemseddin Sâmi‘nin bu çevirisi ile ilgili Ģöyle der:
―ġemseddin Sâmi, 1879-1880 yıllarında LesMisérables‘i tercüme etmiĢ ve cüz
cüz neĢretmiĢtir. ġ. Sâmi,LesMisérables‘in 9. bölümünün Marius baĢlıklı 2.
kısmına kadar olan 402 sahifeyi çevirmiĢtir. Tercümede bu kısım 464 sahifeye
tekabül eder […] Eseri II. MeĢrutiyet‘ten sonra Hasan Bedreddin tamamlamıĢtır.
Bunu 645. sahifenin baĢında yer alan ‗Ġhtar. ġemseddin Sâmi Bey merhum eseri
buraya kadar tercüme eylemiĢ idi. Bu cüzünden itibaren Sabah gazetesi heyet-i
tahririye müdürü Hasan Bedreddin Bey tarafından tercüme ve ikmal
olunmuĢtur‘ ibaresi de teyit eder‖ (Kerman, 1978: 353).
Hasan Bedreddin, konularına göre polisiye roman, tarihi roman, aĢk romanı gibi farklı
roman türlerinde çeviriler yapmıĢtır. Daha çok polisiye roman ve tarihi roman türlerinde
çeviriler yapan çevirmenin tarihi roman çevirileri Ģunlardır: Abbâse, Bin Bir Gün Ferahnaz
Sultan, Bin Bir Gün Mehlika Sultan, Bizans. Bu romanların ortak bir özelliği muhtevalarının
Türk-Ġslam medeniyeti ile ilgili olmasıdır.
Hasan Bedreddin‘in polisiye roman çevirilerine bakıldığında Arthur ConanDoyle,
MarcelAllain, Maurice Leblanc ve GastonLeroux gibi döneminin en meĢhur polisiye roman
yazarlarından çeviriler yaptığı görülmektedir.
Polisiye roman, 19. yüzyılın sonlarından itibaren çeviri eserler ile Türk edebiyat dizgesine
girmiĢtir. II. MeĢrutiyet sonrası romanın bu türünde birçok çeviri ve telif eser
79
Tanzimat‘tan II. MeĢrutiyet‘e kadar Osmanlıdaki kadın çevirmenler için bk. Karadağ, 2013; II.
MeĢrutiyet‘ten Harf Devrimi‘ne kadar Osmanlıdaki kadın çevirmenler için bk. Bozkurt 2014.
298
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
yayımlanmıĢtır. 1950‘li ve 1960‘lı yıllarda ise polisiye roman sayısı doruk noktasına
ulaĢmıĢtır.Polisiye roman çevirilerinin popülerliği, sözde çeviriler yazılmasına neden
olmuĢtur (krĢ. Üyepazarcı, 2008). Popüler türlerin çevirisi ile ilgili Hilmi Ziya Ülken Ģöyle
der:
―Bizde tercüme yolundaki hususi teĢebbüsler de ekseriya heyet halinde ve
organize olmaktan ziyade ferdi ve dağınık kalmıĢtır. Bu sahada Ģimdiye kadar
yapılan bütün gayretleri söyledim. Fakat bilhassa bunlardan birkaç kiĢi üzerinde
durmamız ve hususi tercüme yapanları iki zümreye ayırmamız lazımdır:
Birincisi, Garp‘tan tamamıyla popüler ve sırf kitle için eserler tercüme
edenlerdir ki bunların baĢında Hasan Bedreddin ve Avanzade M. Süleyman‘ı
saymak icap eder. Ġkincisi, Garp ilim ve edebiyatına ait tanınmıĢ ve mühim
eserleri ‗muayyen bir mevzu ayırmaksızın‘ tercüme eden ve bu suretle
Türkiye‘nin orta tahsil ve fikir muhitine hizmet edenlerdir ki, bunların da
baĢında Hüseyin Cahit ile Haydar Rifat‘ı zikretmek lazımdır‖ (Ülken,
1935/2009: 257).
Ülken‘e göre Hasan Bedreddin popüler eserler çeviren çevirmenlerdendir. Çoğunluğunu
polisiye romanların oluĢturduğu otuz üç roman çevirisinin sadece ikisinde telif eserlerinde
de kullandığı Hasan Merzuk takma adını kullanırken diğerlerinde ise gerçek adını
kullanmıĢtır. Bu takma adı kullandığı roman çevirilerinin her ikisi de yine polisiye roman
türündedir: Jules Bojuvan‘danCinayet Yuvası yahud Kanlı Lokanta (1328 [1912]) ve
GastonRene‘denKızıl Maskenin Esrarı (1329 [1913]).
4. Tanıklıklarla Hasan Bedreddin ve Roman Çevirileri
Hasan Bedreddin,Corci Zeydan‘dan Abbâseadlı romanı çevirir. Çeviriye yazılan ön sözde,
Türk dostu bir insan olduğu söylenen KlodFarer‘in kaynak esere bir ön söz yazdığı ve de
söz konusu ön sözünçevirmen tarafından çevrildiği belirtilmiĢtir. KlodFarer‘e göre bu eser
kurgusal değil, tarihi gerçekleri anlatan bir kitaptır. Aynı zamanda Fransız çocukları için
eğitici bir eser olduğunu da vurgulayan Farer, eserin öğretmenlerin okullarda öğrencilere
öğretmek istedikleri, hatta öğrettikleri küstah yalanları içeren tarih kitapları gibi olmadığını
söylemiĢtir. Hasan Bedreddin ise eserde Ġslam medeniyetinin yüceltildiğini, bu nedenle de
eserin aynen nakledildiğini ön sözde belirtmiĢtir (Corci Zeydan,müt. Hasan Bedreddin,
1339-1342 [1923-1926]: Ön söz).
Hasan Bedreddin‘in çevirilerine tanıklık edilen eserlerden biri de ġeytanın Oğlu (1338-1340
[1922-1924]) adlı roman çevirisidir. Çevirmen, Goethe'nin Verteradlı eserini Almancadan
harfiyen çevirdiğini not düĢmüĢtür. Bedia Servet ile müĢtereken çevirdiği Güzel Rita(1343
[1924])‘da yer alan ġeytanın Oğlu (1338-1340 [1922-1924])kitabının tanıtımında Ģu ifade
kullanılmıĢtır: ―ġeytanın Oğlu, bilâ-istisnâ bütün Türk kâri‘lerince tanınmıĢ olan ‗Hasan
Bedreddin Bey‘ tarafından lisanımıza nakledilmiĢtir‖ (müt. Bedia Servet - Hasan Bedreddin
299
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
1343 [1924]: Ön söz). Yine aynı eserde tanıtımı yapılan bir baĢka kitapta -AteĢler Ġçinde
(1338-1340 [1922-1924])- Hasan Bedreddin için bu kez Ģöyle denmiĢtir:
―Zamanımızın en muktedir roman muharrirlerinden olup kıymettar
âsârıylameĢhûr-ı ‗âlem bulunan GastonLöro‘nun en son yazdığı bir romandır.
Türkçemizi en selîs yazmak ve ifade etmekle kâri‘în-i kirâmın mazhar-ı takdîr
ve rağbeti olan Hasan Bedreddin ve kısmen Süleyman Tevfik Beyler tarafından
lisanımıza naklolunan ve aĢk uğrunda dökülen kanlar, intikam yolunda kurulan
desîseler ve bütün vakâyi‗ ve fecâyi‗-i hayret-âlûd ile dolu ve son derece merâkengîz ve heyecanlı olan bu fevkalade romanın fiyatı 50 kuruĢtur‖ (müt. Bedia
Servet - Hasan Bedreddin, (1343 [1924]): Ön söz).
Çok akıcı bir Türkçe ile yazarak okurların beğenisini kazandığı belirtilen Hasan
Bedreddin‘in Manon Lesko (1339 [1923]) çevirisi için Ġsmail Habib Sevük Ģöyle der:
―Bu da on beĢ yıl evvelki umumi üslûblaterkibli ve lügatli, fakat o zamanın okur
yazarları tarafından anlaĢılır bir tarzda yazılmıĢtır‖ (Sevük, 1941: 137).
Süleyman Tevfik, Hasan Bedreddin‘in müĢtereken çeviri yaptığı dönemin önemli
çevirmenlerinden biridir. Süleyman Tevfik, AlexandreDumas‘danKraliçenin
Gerdanlığı (1328 [1912]) adlı romanı çevirir. Gayret Kütüphanesi sahibi K. Fikri bu
çeviriye ―Ġfâde-i Mahsûsa‖ baĢlıklı bir son söz yazar. Bu son sözde Hasan Bedreddin
ve onun telif eseri Cinlerle Muhâbere hakkında bilgiler verilmiĢtir.Bu bilgilere göre
Yıldız Hükümeti cinlerle haberleĢmeyi ―kötü fen‖ olarak görmektedir. Bu nedenle
Avrupa‘dan gelen kitaplardan ruhlarla ilgili olanlar zararlı evraklar olarak kabul
edilmiĢtir. Daha sonra Hasan Merzuk‘un 20 yılda hazırladığı CinlerleMuhâbere adlı
eserinin formalar halinde yayımlanmaya baĢlandığı belirtilmiĢtir. Yine aynı son sözde
Hasan Bedreddin‘in bir de çeviri romanı ile karĢılaĢılmaktadır: Cinayet Yuvası.Hasan
Bedreddin‘in –son sözde çevirmenin adı Hasan Merzuk olarak geçmektedir- bu
romanı seçip çevirmiĢ olmasının, eserin ne derece okunmaya değer olduğunu ispatlar
nitelikte olduğu da ifade edilmiĢtir (Dumas, müt. Süleyman Tevfik, 1328 [1912]: Ön
söz).
5. Sonuç Gözlemleri
Dönemin saygın görülen gazetecilerinden ve çevirmenlerinden biri olan Hasan
Bedreddin‘in polisiye roman türündeki bazı çevirilerini ve cinler, manyetizm vb.
konular üzerine yazdığı telif eserlerini takma adı ile yayımladığı görülmektedir. Buna
karĢınortak çevirilerinde kendi adını kullanmıĢtır. ġemseddin Sâmiile müĢterek
çevirdiği Victor Hugo‘nun dünya edebiyatında saygın bir konumu olan Sefiller
romanında kendi adını kullanması bunun en belirgin örneklerinden birisi sayılabilir.
Aynı zamanda dönemin en popüler polisiye roman yazarlarından
GastonLeroux‘nunAteĢler Ġçinde kitabını da Süleyman Tevfik ile müĢterek
300
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
çevirmiĢtir. Telif eserlerinde de burçlar, cinler gibi edebi açıdan saygın görülmeyen
konuları ele almıĢ, böylelikle hem kendi saygınlığını korumuĢ, hem de takma adı
altında belirli bir kitlenin saygınlığını kazanarak kendine baĢka bir mevki
kazandırmıĢtır. Takma adı ile kazandığı popülerliğin hem çeviri hem de telif eserlerini
tüketen okurların sayısını artırmaya yardımcı olduğunu söylemek mümkündür.
Hasan Bedreddin‘in eserleri Osmanlı edebiyat dizgesinde merkez konumda yer alan
eserlerden farklı olmakla beraber, birtakım ortak özellikleri paylaĢmaktadır. Seçilen
eserlerin erek dizgede yer almayan türlerde olması, erek dizgeyi yenileyici bir rol
üstlenmesi, kaynak eserin Ġslam dinine ve Türklere karĢı olumlu bir tavır sergilemesi,
okuyucuları aynı zamanda eğitici nitelikte olması gibi birtakım hususlar ön plana
çıkmaktadır. Bu hususların yanı sıra, Hasan Bedreddin‘in çevirilerinde en çok övgü
alan unsur yazarın kullandığı dil olmuĢtur. AnlaĢılması zor, ağdalı ifadelerinin yerine
daha akıcı ve yalın bir dil kullanılmıĢ, bu nedenle de çevirileri övgü almıĢtır.
Çevirmenin baĢlıca amaçları edebiyat eserlerinde kullanılan dili sadeleĢtirmek, daha
geniĢ bir okur kitlesine hitap etmek ve edebiyat çoğuldizgesindeki polisiye romanların
sayısını artırmaktır. Zira Hasan Bedreddin on dört yıl içerisinde telif eserleri hariçotuz
üç çeviri eser yayımlamıĢtır. Sonuç olarak Hasan Bedreddin‘in hem kendi adı hem de
takma adı ile piyasada tanınan bir çevirmen olduğunu, bu tanınırlığın katkısıyla erek
edebiyat dizgesindeki polisiye romanların sayısını artırdığınıve de erek edebiyat ve
kültür dizgesini yönlendirdiğini söylemek mümkündür.
Kaynakça
Allain, Marcel. (1337-1340 [1921-1924]). AĢk-ı Menfûr. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul:
Evkaf Matbaası.
_______. (1337-1340 [1921-1924]). Fecr-i Sevdâ. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Evkaf
Matbaası.
_______. (1337-1340 [1921-1924]). Ölü Çehre. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Evkaf
Matbaası.
_______. (1337-1340 [1921-1924]). Sevda Yalanları. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul:
Evkaf Matbaası.
_______. (1337-1340 [1921-1924]). Yırtıcı Kadın. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Evkaf
Matbaası.
_______. 1925. Melekler – Ġblisler. Müt. Hasan Bedreddin. C. 1. Ġstanbul: Resimli Ay
Matbaası.
_______. 1926. Melekler – Ġblisler. Müt. Hasan Bedreddin. C. 2. Ġstanbul: TeĢebbüs
Matbaası.
301
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Berk, Özlem. (2004). TranslationandWesternisation in Turkey: fromthe 1840s tothe 1980s.
Ġstanbul: Ege Yayınları.
Bojuvan, Jules. (1328 [1912]). Cinayet Yuvası yahud Kanlı Lokanta. (Müt. Hasan
Bedreddin). Ġstanbul: Necm-i Ġstikbâl Matbaası.
Boutet, Frederic. (1923). Öksüz Kız. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Orhaniye Matbaası.
Bozkurt, Eshâbil. (2014). ―1908-1928 Yılları Arasında Batı Dillerinden Osmanlı Türkçesine
Çevrilen Romanlarda Mukaddime Geleneği‖. YayımlanmamıĢ Doktora Tezi.
Ġstanbul: Yıldız Teknik Üniversitesi.
Corci Zeydan. (1339-1342 [1923-1926]). Abbâse. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul:
Orhaniye Matbaası.
Doyle, Arthur Conan. (1332 [1916]). Her Sene Bir Ġnci yahudĠttifâk-ı Murabba. (Müt.
Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Sabah Matbaası.
_______. (1921). Mukavva Kutu. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Mahmud Bey Matbaası.
Dumas, Alexandre. (1328 [1912]). Kraliçenin Gerdanlığı. (Müt. Süleyman Tevfik elHüseynî). Ġstanbul: Tevhid-i Anâsır Matbaası.
Even-Zohar, Itamar. (1979). ―PolysystemTheory‖.PoeticsToday, S 11(1). s. 9-26.
______.(2000). ―ThePosition of
TranslatedLiteratureWithintheLiterarySystem‖.TheTranslationStudies Reader, (ed.
L. Venuti), Londonand New York: Routledge, s. 192-197.
Feval, Paul. (1918). Londra Esrarı. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Necm-i Ġstikbâl
Matbaası.
_______. (1338-1340 [1922-1924]). ġeytanın Oğlu. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul:
Orhaniye Matbaası.
Foley, Charles. (1922). Ölgün Sular Faciası. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: AkĢam TeĢebbüs Matbaası.
Gastyne, Jules de. (1339-1342 [1923-1926]). Zavallı Kızlar. (Müt. Hasan Bedreddin).
Ġstanbul: Orhaniye Matbaası.
Goethe. (1329 [1913]). Minyon. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Mihran Matbaası.
_______. (1332 [1916]). Minyonun Düğünü. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Mihran
Matbaası.
Hugo, Victor. (1297-1330 [1880-1914]). Sefiller. (Müt. ġ. Sâmi - Hasan Bedreddin).
Ġstanbul: Mihran Matbaası – Ġstanbul: Kanaat Matbaası.
302
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Karadağ, AyĢe Banu. (2013). ―Tanzimat Dönemi‘nden Ġkinci MeĢrutiyet Dönemi‘ne Kadın
Çevirmenlerin Çeviri Tarihimizdeki ‗DiĢil‘ Ġzleri‖. Humanitas Uluslararası Sosyal
Bilimler Dergisi. S 2 (Güz 2013), s. 105-126.
Kellerman, Bernhard. (1334 [1918]). Tünel. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Tanin
Matbaası.
Kerman, Zeynep. (1978). 1862-1910 Yılları Arasında Victor Hugo‘dan Türkçeye Yapılan
Tercümeler Üzerinde Bir AraĢtırma. Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Yayınları.
Leblanc, Maurice. (1926). Arsen Lüpen‘in SergüzeĢtleri. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul:
Vatan Matbaası.
Leroux, Gaston. (1920). ÇalınmıĢ Gönül. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Keteon
Matbaası.
_______. (1338-1340 [1922-1924]). AteĢler Ġçinde. (Müt. Hasan Bedreddin - Süleyman
Tevfik). Ġstanbul: Evkaf Matbaası.
Louys, Pierre. (1922). Kadın ve Kukla. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: AkĢam TeĢebbüs Matbaası.
Özege, M. Seyfeddin. (1971). Eski Harflerle BasılmıĢ Türkçe Eserler Kataloğu. c. 1.
Ġstanbul: Fatih Yayınevi Matbaası.
_______. (1973). Eski Harflerle BasılmıĢ Türkçe Eserler Kataloğu. c. 2. Ġstanbul: Fatih
Yayınevi Matbaası.
_______. (1975). Eski Harflerle BasılmıĢ Türkçe Eserler Kataloğu. c. 3. Ġstanbul: Fatih
Yayınevi Matbaası.
_______. (1977). Eski Harflerle BasılmıĢ Türkçe Eserler Kataloğu. c. 4. Ġstanbul: Fatih
Yayınevi Matbaası.
_______. (1979). Eski Harflerle BasılmıĢ Türkçe Eserler Kataloğu. c. 5. Ġstanbul: Fatih
Yayınevi Matbaası.
Prevost, Abbe. (1339 [1923]). Manon Lesko. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Orhaniye
Matbaası.
Rene, Gaston. (1329 [1913]). Kızıl Maskenin Esrarı. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul:
Kader Matbaası.
Seingalt, Casanova de. (1922). Kazanova‘nın SergüzeĢtleri. (Müt. Hasan Bedreddin).
Ġstanbul: AkĢam Matbaası.
Sevük, Ġsmail Habib. (1941). Avrupa Edebiyatı ve Biz: Garpten Tercümeler. c. 2. Ġstanbul:
Remzi Kitabevi.
303
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Unat, Faik ReĢit. (1940). Hicrî Tarihleri Milâdî Tarihe Çevirme Kılavuzu. Ankara.
UĢaklıgil, Halit Ziya. (1987). Kırk Yıl. (Haz. ġemsettin Kutlu). Ġstanbul: Ġnkılâp Kitabevi.
Ülken, Hilmi Ziya. (2011). UyanıĢ Devirlerinde Tercümenin Rolü. Ġstanbul: Türkiye ĠĢ
Bankası Kültür Yayınları.
Üyepazarcı, Erol. (2008). Korkmayınız Mister SherlockHolmes! Türkiye‘de Polisiye
Romanın 125 Yıllık Öyküsü (1881-2006). c. 1-2. Ġstanbul: Oğlak Yayıncılık.
Vermeer, Hans J. (2000). ―SkoposandCommission in Translational
Action‖.TheTranslationStudies Reader, (ed. L. Venuti). 2. bs. Londonand New York:
Routledge. s. 227-238.
Verne, Jules. (1308 [1890]). Kaptan Hatras‘ın Seyahati. (Müt. Ahmed Ġhsan [Tokgöz] Mazhar). Ġstanbul: Âlem Matbaası.
(…) (1329 [1913]). Bizans. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Mihran Matbaası.
(…) (1918). Saf ve Hain. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Sabah Matbaası.
(…) (1923). Sevda Müsabakası. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Orhaniye Matbaası.
(…) (1339 [1923]). Bin Bir Gün Mehlika Sultan. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul:
Orhaniye Matbaası.
(…) (1339-1341 [1923-1925]). Bin Bir Gün Ferahnaz Sultan. (Müt. Hasan Bedreddin).
Ġstanbul: Orhaniye Matbaası.
(…) (1343 [1924]). Güzel Rita. (Müt. Bedia Servet - Hasan Bedreddin). Ġstanbul: ġems
Matbaası.
(…) (1926). Canlı Ġğne. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Resimli Ay Matbaası.
304
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ROMANYA EĞĠTĠM SĠSTEMĠNDE AZINLIKLAR VE TÜRK DĠLĠ
VE EDEBĠYATI ÖĞRETĠMĠ
Esin YAĞMUR ġAHĠN
Erhan ÇELĠK
ÖZET
Bu çalıĢma, Romanya eğitim sistemi içinde azınlıklara verilen haklardan yola çıkarak
Romanya‘da yaĢayan Türk azınlığın eğitimini ve eğitim kurumlarını, tarihi ve bugünü ile
ortaya koymaya yönelik kuramsal bir araĢtırmadır. AraĢtırmada ―doküman tarama‖ deseni
kullanılarak konu ile ilgili kaynaklar taranmıĢ ve elde edilen bilgiler belirli bir sistem ile orta
koyulmuĢtur. Öncelikle Romanya‘nın coğrafi, tarihi; demografik, siyasi ve idari yapısı ele
alınmıĢ ve Romanya‘da yaĢayan azınlıklardan bahsedilmiĢtir. Romanya‘da yaĢayan
azınlıklar içinde Türk azınlığın tarihi ve Ģu anki durumu hakkında bilgiler verilmiĢtir.
Romanya eğitim sistemi hakkında genel bilgiler verildikten sonra Romanya‘da yaĢayan
Türk azınlığın eğitim durumu ve eğitim kurumları tarihi bir süreç içinde ele alınarak
bugünkü durum belirlenmeye çalıĢılmıĢtır.
Sonuç bölüme Türk azınlığın eğitimi ile ilgili sorunlar tespit edilmeye çalıĢılmıĢtır. Bu
sorunların Ģu ana baĢlıklar altında toplandığı görülmüĢtür: Öğretim materyallerinden
kaynaklanan sorunlar, öğrencilerden kaynaklanan sorunlar, öğretmenden kaynaklanan
sorunlar. TartıĢma bölümünde ise bu sorunların çözümüne yönelik öneriler dile getirilmiĢtir.
Anahtar Kelimeler: Romanya, Eğitim Sistemi, Türkçe Öğretimi.

Yrd. Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
[email protected]

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Yabancı Dil Olarak Türkçenin Öğretimi
Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi, [email protected]
305
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
MINORITIES IN ROMANIAN EDUCATION SYSTEM AND TURKISH
LANGUAGE AND LITERATURE TEACHING
Abstract
With regard to rights given to minorities in Romanian education system, this study was
framed theoretically to reveal some issues in accordance with education to Turkish
minorities in Romania, educational environments, history, and current states.
Document analysis was adopted for this study. Accordingly, the related sources were
reviewed and the results were presented systematically. At first, the geographical, historical,
demographical, political, and fundamental conditions of Romania were dealt and the
minorities in Romania were mentioned. In addition, the current case and histories of Turkish
minorities in Romania were revealed.
Upon revealing Romanian educational system in general, the educational conditions and
institutions of Turkish minorities in Romania were tried to reveal to up-to-date in a historical
process.
As a conclusion, the educational problems faced by Turkish minorities were revealed. These
problems were labelled in these sub-titles as follows: the problems arising from teaching
materials, students, and teachers. In discussion section of the study, the suggestions were
given for solving these problems.
Keywords: Romania, System of Education, Teaching Turkish.
1. GiriĢ
Osmanlı
Ġmparatorluğu‘nun
Balkanlardan
çekilmesiyle
ana
yurttan
uzak
kalan
soydaĢlarımızın ana yurt ile bağlarının kopmadan sürdürülmesi soydaĢlarımızın bu
topraklardaki varlıklarının devamı açısından hayati bir öneme haizdir. Kültürün yaĢatılması
ve gelecek nesillere aktarılması dil ile mümkün olmaktadır. Bu topraklarda Türk dilinin
yaĢatılması, Türk kültürünün de yaĢatılması ile doğru orantılıdır. Balkanlarda yaĢayan
306
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
soydaĢlarımızın Türkçeyi yaĢatmak ve yeni nesillere öğretmek açısından takdire Ģayan
gayretlerine Ģahit olmaktayız. Ancak, Türk dilinin öğretimi konusunda tecrübe ve kaynak
eksikliğinin yanı sıra ana yurtla iliĢkilerin uzun bir süre sekteye uğramıĢ olmasından dolayı
bu topraklarda Türkçenin öğretimi ile ilgili sorunlar bulunduğu da bir gerçektir.
Balkanlarda soydaĢlarımızın yaĢadığı ülkelerden biri de Romanya‘dır. Türk nüfusunun
özellikle AĢağı Tuna‘da Dobruca bölgesinde yoğunlaĢtığını görmekteyiz. Özellikle 1989
Devriminden sonra değiĢen Romanya Anayasasında azınlıklara çeĢitli alanlarda yeni haklar
tanınmıĢtır. Bu haklardan belki de en önemlisi azınlıklara ana dilde eğitim hakkının verilmiĢ
olmasıdır. Bu çerçevede Romanya‘da yaĢayan soydaĢlarımız tarafından da Türkçenin
öğretimi alanında önemli adımlar atılmıĢtır.
Bu çalıĢmada Romanya‘da yaĢayan soydaĢlarımızın ana dili eğitimindeki hâlihazırdaki
durumu belirlenmeye çalıĢılmıĢ, ana dili eğitimindeki sorunlar tespit edilmiĢ ve sorunların
çözümüne yönelik önerilerde bulunulmuĢtur.
1.1.
Yöntem
Bu çalıĢmanın amacı, Romanya eğitim sistemi hakkında bilgi vererek eğitim sistemi içinde
Türkçe öğretiminin yerini belirlemek ve Türkçe öğretiminin sorunlarını tespit ederek bu
sorunların çözümü için önerilerde bulunmaktır.
Bu araĢtırma kuramsal bir çalıĢmadır.
Rumen eğitim sistemi ve Rumen eğitim sistemi içinde azınlıkların ve Türk azınlığın Türkçe
eğitim durumu doküman taraması yöntemi ile ortaya konulmuĢtur. AraĢtırma soruları
Ģunlardır:

Romanya eğitim sistemi nasıldır?

Romanya eğitim sistemi içinde azınlıkların durumu nedir?

Romanya eğitim sistemi içinde Türk azınlığın Türkçe eğitimi nasıldır? Hangi eğitim
kurumları aracılığı ile yürütülmektedir?

Romanya‘da yaĢayan Türk azınlığın Türkçe eğitiminde karĢılaĢtığı temel sorunlar
nelerdir?
1.2.
Romanya‟nın Coğrafi, Tarihi, Demografik, Siyasi ve Ġdari Yapısı
Tarihte birbiriyle sıkı iliĢkiler içinde yaĢamıĢ milletlerin baĢında Türkler ve Rumenler
gelmektedir. Rumen Devlet adamı Nicolae Titilescu‘nun Balkan Paktının imzalandığı gün
sarf ettiği Ģu sözler Türk-Rumen iliĢkilerinin dünü, bugünü ve yarını için ebedi bir mesaj
307
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
niteliği taĢımaktadır: ―Rumen ulusunun en sadık dostu Türk ulusudur. Romanya ile
Türkiye‘nin samimi ve faal dostlukları ebedi olmalı.‖(Alpat, t.y.)
Ġlkçağ göçlerinden itibaren baĢlayan Türk-Romen iliĢkileri, özellikle Osmanlı Devleti
zamanında en üste seviyesine ulaĢarak -çeĢitli sebeplerle kesintiye uğramıĢ olsa bilezamanımıza kadar devam etmiĢtir (Genelkurmay BaĢkanlığı, 2006).
Karadeniz komĢumuz olan Romanya Avrupa‘nın güney doğusunda, Balkan yarımadasının
kuzeyinde bulunmaktadır. Kuzeyinde Ukrayna ve Moldova, batısında Macaristan ve
Sırbistan, güneyinde ise Bulgaristan yer almaktadır. Yüzölçümü 238.391 km2 olan
Romanya‘nın doğusunda Karadeniz bulunmaktadır (Avcı, 2008). Romanya‘nın Ankara
Büyükelçiliği resmi internet sayfasından alınan bilgide yaklaĢık 21 milyon olan Romanya
nüfusunun 12 milyonunun yurt dıĢında çalıĢtığı belirtilmektedir (Romanya‘ya genel bakıĢ,
t.y.).
Ülkenin yüzey Ģekillerinde iki önemli etmenden bahsetmek mümkündür. Birisi kuzey-güney
doğrultusunda uzanan Doğu Karpatlar, diğeri de Romanya içindeki uzunluğu 1075
kilometreyi bulan Tuna nehridir. Doğu Karpatların batısı, Macarca ―ormanın ötesi‖
anlamında Erdely, Rumence Ardeal, Türkçesiyle Erdel adıyla bilinir. Ġklim bakımından
Romanya ılıman iklimden karasal iklime geçiĢ noktasındadır. Avrupa‘nın en önemli bitki
alanlarına sahip olan Romanya‘nın %28 kadarı ormanlarla kaplıdır (Avcı, 2008).
Avrupa‘nın en uzun nehri olan Tuna, Romanya topraklarından Karadeniz‘e kavuĢmaktadır.
Kollarıyla birlikte Tuna, ülke ekonomisine sulama, ulaĢım ve balıkçılık gibi alanlarda
katkıda bulunmaktadır.
Ülke ekonomisi tarım, metalürji, makine ve ulaĢım araçları, kimya ve petrol ürünleri, ağaç
ve kâğıt, gıda ve dokumacılık üzerinedir (Avcı, 2008). En büyük liman kenti Türk nüfusun
yoğun olarak yaĢadığı Köstence (Constanta)‘dir. ÇauĢescu döneminde Çernovoda
(Boğazköy) Ģehri ile Köstence arasına yapılan kanal ile Tuna ile Karadeniz arasındaki
mesafede 400 kilometrelik bir kısalma olmuĢ; 1992‘de Almanya‘da açılan Main-Tuna kanalı
ile birlikte Karadeniz, Kuzey denizine bağlanmıĢtır (Avcı, 2008). Batı Avrupa ülkelerine
yakınlığı ve bu ülkelere ulaĢan transit yolları barındırması ve Karadeniz‘e kıyısı bulunması
Romanya‘nın coğrafi avantajlarını oluĢturmaktadır (Bozkurt, 2008).
Tarihi M.Ö. 5500 yıllarına kadar uzanan Romanya‘nın ilk yerleĢimcileri Hamangia ve
Cucuteni kültürleri olmuĢtur. M.Ö. III. binyıldan itibaren Hint-Avrupa kavimleri; I. binyılda
308
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Ġskitler, Yunanlılar ve Keltler; M.Ö. I. yüzyılda Traklar ve Daklar bölgede hakim
olmuĢlardır. Roma Ġmparatorluğu döneminde Roma hâkimiyetine girmiĢ olan Romanya‘da
yaĢayan halklar RomalılaĢtırılmıĢ ve yeni bir etnik yapı oluĢturulmuĢtur. Yeni oluĢturulan
etnik yapıya Roma vatandaĢı anlamına gelen ―Roman‖ adı verilmiĢtir. X-XIII. yüzyıllarda
Peçenek-Kuman, XIII-XIV. yüzyıllarda Moğol-Tatar hâkimiyetlerinin ardından XIV.
yüzyılda Boğdan (Moldova) ve Eflak (Valahia) voyvodalıkları kurulmuĢtur. 1462 yılından
itibaren ise bölgeye Osmanlı Devleti hâkim olmuĢtur. Transilvanya, 1699 Karlofça
AntlaĢmasına, Boğdan-Eflak ise 1878 Berlin Konferansına kadar Osmanlı idaresinde
kalmıĢtır. Bir prenslik olan Romanya‘da 1881‘de krallık kuruldu. II. Dünya SavaĢında
Almanya ve Rusya‘nın anlaĢması ile 1940 yılında bugünkü Romanya devletinin temelleri
atılmıĢ, 1947‘de ise Romanya Komünist Halk Cumhuriyeti kurulmuĢtur. 1967‘de iktidarı ele
geçiren ÇauĢesku, 1989 devrimiyle iktidardan uzaklaĢtırıldı ve idam edildi. Bu tarih
Romanya için bir dönüm tarihi olmuĢ, demokratik hayata geçilmiĢtir (Maxim, 2008).
Romanya 1955 yılında BirleĢmiĢ Milletlere, 2004‘te NATO‘ya, 2007 yılında ise Avrupa
Birliği‘ne üye olmuĢtur (Romanya‘ya genel bakıĢ, t.y.).
Türkiye, Romanya‘nın NATO‘ya girmesinde destek veren ülkelerin baĢında gelmiĢtir.
Bölgede ortak çıkarların bulunduğu gerçeğinden yola çıkan bu destek siyasal alanda da
etkisini göstermiĢ ve 1989 devrimi sonrasında Romanya‘yı ziyaret eden ikinci devlet
baĢkanı dönemin Türkiye Cumhuriyeti CumhurbaĢkanı olan Turgut Özal olmuĢtur (ArkeĢ,
2005).
Bozkurt (2008)‘un bildirdiğine göre Romanya‘nın etnik yapısı Ģu Ģekildedir:
ETNĠK UNSUR
ORAN
Romen
% 89,4
Macar
% 7,1
RRoman
% 1,8
Alman
% 0,5
Ukraynalı
% 0,3
Rus
% 0,2
Türk-Tatar
% 0,2
Slovak
% 0,1
Bulgar
% 0,1
Diğerleri
% 0,3
309
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Yine Bozkurt (2008)‘un verdiği bilgilere göre dinsel dağılım Ģu Ģeklidedir:
DĠN
ORANI
Ortodoks
% 86,8
Katolik
% 5,0
Protestan
% 3,5
Müslüman
% 0,2
Diğerleri
% 4,5
Dilsel dağılım ise Ģu Ģekildedir:
DĠL
ORANI
Resmi dil/Rumence
% 89
Macarca
% 7,7
Almanca
% 1,5
Diğerleri
% 0,9
Romanya nüfus artıĢ hızı bakımından binde -0,252 ile dünya 212‘ncisidir. Özellikle dıĢ
göçler sebebiyle nüfus günden güne azalmaktadır. (Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı, t.y.)
1992 sayım sonuçlarına baktığımızda Türk-Tatar nüfusunun 29.533‘ü Türk, 24.649‘unun
Tatar olmak üzere toplam 54.182 olduğunu görmekteyiz (Bozkurt, 2008). 2011 yılına ait
nüfus sayımı sonuçlarına göre Romanya‘da 28.226 Oğuz, 20.464 Tatar Türkü olmak üzere
48.690 Türk nüfusu yaĢamaktadır. Bu sayı 2002 sayımında 56.733 olarak tespit edilmiĢti
(Türbedar, 2012). Bugün 80.000 civarında Türk-Tatar nüfusundan bahsedilen Romanya‘da
DıĢiĢleri Bakanlığının 2009 verilerine göre 9.364 resmi oturum sahibi Türk vatandaĢı
bulunmaktadır (Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı, t.y.). Romanya Türk Demokrat Birliği
BaĢkanı Prof. Dr. Ġbram Nurettin‘in ―Romanya Türkleri‖ adlı makalesinde bu rakamın 15
bini bulduğu söylenmektedir (akt. Bozkurt, 2008).
Cumhuriyet sistemi ile yönetilen Romanya‘da parlamento 137 üyeli Senato ve 334 üyeli
Milletvekili Meclisi‘nden (Camera Depultatilor) olușmaktadır. Cumhurbașkanlığı görevini
310
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
yürütmekte olan Traian BASESCU 22 Kasım 2009‘da ikinci kez seçilmiș, Bașbakan Emil
BOC ise 22 Aralık 2009‘da görevine baĢlamıĢtır (Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı, t.y.).
BaĢkent BükreĢ iki milyonun üzerindeki nüfusu ile Avrupa‘nın sayılı büyük kentlerinden
biridir. BükreĢ‘ten baĢka 41 vilayet daha bulunmaktadır. Ancak bunların nüfusları 300
binden fazla değildir.
Rumenler, diğer Balkan uluslarından farklı bir yapı sergilemektedirler. Bu özelliklerden en
baĢ ta geleni Slav uluslarla yan yana yaĢamalarına rağmen SlavlaĢmamıĢ olmalarıdır.
Rumenler, Roma döneminde sahip oldukları Lâtin kimliğini daima muhafaza etmiĢler ve
uğradıkları akınlara rağmen yabancı unsurlarla karıĢmaksızın varlıklarını devam ettirmeyi
baĢarmıĢlardır. XIII. yüzyılda Kiril alfabesini kabul etmiĢ olmalarına rağmen, bu alfabeyi
Rumen ulusal hareketi sonrasında terk ederek yüzyıllar sonra tekrar Lâtin alfabesine
dönmüĢlerdir (Genelkurmay BaĢkanlığı, 2006).
1.3.
Romanya‟da Türkler
Romanya Türkleri, batısında ve kuzeyinde Tuna ve Tuna‘nın kolları olan Lom ve Pravadi,
güneyinde Teleorman (Deliorman)‘ın yer aldığı Dobruca bölgesinde yaĢamaktadır. II.
Balkan SavaĢı‘nın ardından 1913‘te imzalanan BükreĢ AntlaĢması ve 1940 yılında
imzalanan Kraiova AnlaĢmaları neticesinde bölgenin güneyi Bulgaristan, kuzeyi ise
Romanya topraklarına dahil olmuĢtur (Karpat, 1994). Bölge bulunan pek çok Ģehir ve köy
ismi hala Osmanlı döneminden kalma isimleriyle anılmaktadır.
Prof. Dr. Tahsin Cemil (1995)‘in de belirttiği gibi Dobruca ―etnik yapılar arası iyi geçinme‖
modeli olarak karĢımızda durmaktadır. Bölgede etnik azınlıklar arasında hiçbir problemle
karĢılaĢılmadığı, yüzyıllardır süren bu barıĢ ortamının temelinin bölgede 500 yıl süren
Osmanlı hâkimiyeti olduğu belirtilmektedir. ―Dobruca Modeli‖ olarak adlandırılabilecek bu
modelin bütün dünyaya örnek olabilecek nitelikler taĢıdığı bilim insanlarının ortak
görüĢüdür (Cemil, 1995). Bakü ve AĢkabat‘ta Romanya Büyükelçiliği görevlerini de yapmıĢ
olan Prof. Dr. Tahsin Cemil, Zaman Romania‘da Hayri Gül‘e vermiĢ olduğu mülakatta
Romanya‘da yirmiye yakın azınlık bulunduğunu, bunların mecliste temsil edilmiĢ olmasının
pek çok problemi önlediğini, bütün azınlıkların mecliste temsil edilmiĢ olmasının
Romanya‘nın Avrupa Birliği ve NATO‘ya girmesinde önemli bir rolü olduğunu söylemiĢtir
(Gül, 2008).
311
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
2. Romanya Eğitim Sistemi
Okuma-yazma oranı 2004 verilerine göre % 97.3 olan Romanya‘da resmi eğitim dili
Rumencedir. Bunun yanında bütün eğitim düzeylerinde azınlık dilleri ile de eğitim-öğretim
yapılabilmektedir. Öğretimi yapılan azınlık dilleri Ģunlardır (Dai, t.y):
a.
b.
c.
d.
e.
f.
g.
h.
Macarca
Almanca
Sırpça
Ukraynaca
Çekçe
Hırvatça
Türkçe
Rromani
Romanya Anayasasının 32. Maddesinde Romanya‘da eğitimin ücretsiz ve eĢitlikçi bir
niteliğe sahip olduğu vurgulanmaktadır. Eğitimin planlanması ve uygulanmasından
Romanya Eğitim Bakanlığı (Ministerul Educaŝiei Naŝionale) sorumludur (Education in
Romania, t.y.). Öğrencilerin %95‘i finansmanı devlet tarafından sağlanan kamu okullarında
öğrenim görmektedir. Özel öğretim ise daha çok üniversite seviyesinde yaygındır
(Romanya, 2005).
Merkezi teĢkilat olan Eğitim Bakanlığının taĢra teĢkilatlanması baĢında bir müfettiĢin
bulunduğu Eğitim MüfettiĢliği aracılığı ile yürütülmektedir. Okul müdürlükleri Eğitim
MüfettiĢliğine sorumlu olarak hizmetlerini sürdürmektedir (Romanya, 2005).
2011 verilerine göre Romanya‘da 4.700 okul ve bu okullarda öğrenim gören üç milyondan
fazla öğrenci bulunmaktadır (Education in Romania, t.y.).
4+4+4 eğitim sisteminin uygulandığı Romanya‘da mecburi eğitim ve öğretim süresi on
yıldır. Lise öğrenimin ilk iki yılı mecburi olup son iki yılı yani 11 ve 12.sınıflar mecburi
öğretime dâhil değildir. Öğrenci dilerse son iki sınıfa devam etmeden diploma alabilmekte
ancak yüksek öğrenime devam edememektedir. Romanya Eğitim Kanununun 18-23.
Maddelerine göre sınıflar ve bu sınıflara kabul edilecek öğrencilerin yaĢları Ģu Ģekildedir
(Legea Ġnvătământului, 2009):
Okulun Seviyesi
Sınıflar
YaĢ
Seviyesi
312
Mecburiy
et
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Anaokulu (Grădinite)
-
Ġlkokul (Primar)
Ortaokul (Gimnaziu)
3-6
1-4
7-10
5-8
Lise (Liceu)
Yok
10-14
9-12
Mecburi
Mecburi
14-18
9-10
mecburi
3-6 yaĢ grubuna hitap eden anaokullarına (Grădinite) katılım oranı %69 civarındadır.
Anaokulları küçük grup (3-4 yaĢ), orta grup (4-5 yaĢ), büyük grup (5-6 yaĢ) ve hazırlık sınıfı
(6-7 yaĢ) olarak dört grupta hizmet vermektedir (Education in Romania, t.y.).
Anaokullarında eğitim dili Rumence iken 2012 yılında yapılan değiĢikle anaokullarında da
azınlık dilleriyle eğitim yapılabilmesi sağlanmıĢtır (ANEXA 1 la O.M.E.C.T.S. nr. 3656 din
29.03.2012). Bu değiĢiklikten sonra biri Mecidiye‘de (Kemal Atatürk Ulusal Koleji
Anaokulu) ve diğeri Köstence‘de (Zübeyde Hanım Anaokulu) bulunan iki anaokulunda
Rumencenin yanında Türkçe eğitim de yapılmaya baĢlanmıĢtır.
Eğitim ve öğretimin ilk on yılı genel eğitim dönemidir ve mecburidir. Lise öğrenimin son iki
yılı ise uzmanlık ve mesleki derslerin verildiği bir dönem olup mecburi değildir. Ortaokulu
bitirten bir öğrenci liseye devam edebildiği gibi mesleki eğitim veren sanat ve ticaret
okullarına (ġcoala Arta Ģi Meserii) da devam edebilir (Romanya, 2005).
Bir ders yılı 36 hafta ve iki sömestrden oluĢmaktadır. Dersler Eylül ayının ortasından
Haziran ayının ortasına kadar devam etmektedir. Yaz tatilinden baĢka, bir ders yılı içinde
biri yılbaĢında (2-3 hafta), biri ġubat ayında (1 hafta), biri de Nisan ayında Paskalya
zamanında (1 Hafta) olmak üzere üç tatil dönemi bulunmaktadır (Education in Romania,
t.y.).
Sınıflar en az 10, en çok 30 öğrenciden oluĢabilmektedir. Ortalama sınıf büyüklüğü 20
öğrenci olarak hesaplanmıĢ olmasına rağmen, genç nüfusun azlığından ve özellikle 2007
yılından itibaren yaĢanan göçlerden dolayı öğrenci sayıları ortalama olarak ancak 13 ila 18
arasında olabilmektedir (Romanya, 2005).
Ġlkokulda öğrenci baĢarısı dört kategoride değerlendirilir:

Mükemmel (Foarta Bine – FB)

Ġyi (Bine – B)

Yeterli (Satisfăcător – S)
313
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014

Yetersiz (Nesatisfăcător – N)
Ġlkokulda öğrencinin bir üst sınıfa geçebilmesi için derslerin tamamından ―yetersiz‖ üstü not
almıĢ olması gerekir. Bir dersten bile ―yetersiz‖ almıĢsa ―yetersiz‖ aldığı derslerden özel bir
yetiĢtirme kursuna katılması ve yaz döneminde yapılacak değerlendirmede en az ―yeterli‖
seviyesinde not alması gerekir. Eğer öğrenci yetiĢtirme kursu sonunda yapılan bu sınavdan
―yeterli‖ ve daha üstü bir not alamamıĢ ise öğrenciye sınıf tekrarı yaptırılmaktadır.
Ortaokul ve lisede ise (5-12. sınıflar) öğrenci baĢarısı 10‘luk sisteme göre değerlendirilir.
Bir dersten baĢarılı sayılmak için dersin ortalamasının en az 5 olması gerekmektedir
(Education in Romania, t.y.).
Ġlkokulda (1-4. sınıflar) tek öğretmenli sistem uygulanır. Ortaokuldan itibaren dersleri alan
öğretmenleri vermeye baĢlar. Her sınıfın bir de rehber öğretmeni (driginte) bulunmaktadır.
4.sınıfı bitiren bir öğrenci doğrudan ortaokula geçmiĢ sayılır.
Ortaokul 8.sınıfta öğrenciler ulusal test (Testarea Naŝională) sınavına girerler. Bu sınavda
Rumen Dili ve Edebiyatı ile Matematik konularından oluĢan sorular yer almaktadır. Sınavlar
klasik usulle yapılmakta ve 1-10 arasında değerlendirilmektedir. Öğrencilerin diploma
notunun %50‘si ile ulusal testte aldığı notun %50‘si bir üst öğretimde hangi okula
gideceklerinin belirlenmesinde kullanılır. Öğrenciler internet üzerinden okul tercihinde
bulunurlar ve puanlarına göre ya bir liseye (Liceu) ya da bir sanat ve ticaret okuluna (ġcoala
Arta Ģi Meserii) devam etmeye hak kazanır.
Lise öğreniminin birinci kademesini (9 ve 10. sınıf) bitiren bir öğrenci mezuniyet sertifikası
ve transkrip belgesi almaya hak kazınır. Lise öğreniminin ikinci kademesi mecburi değildir
(Education in Romania, t.y.). Bu kademeye kadar ders kitapları devlet tarafından
sağlanırken, mecburi olmayan 11 ve 12. sınıflarda ise ders kitaplarını öğrenciler kendi
imkânları ile temin etmektedirler (Romanya, 2005).
Lise 12. sınıf öğrencileri için final sınavları (examen de bacalaureat) yapılmaktadır. Bu
sınavları baĢarı ile geçen öğrenciler diploma (diploma de bacalaureat) almaya hak
kazanırlar. Bu diploma olmadan üniversitelerin yaptıkları sınavlara baĢvurmak mümkün
değildir. Bakalorya sınavlarında baĢarılı olamayan öğrenciler için de bir lise bitirme
diploması (certificat de absolvire) verilir. Bakalorya sınavında Ģu derslerden ayrı ayrı sınav
yapılır:
314
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014

Sınav A1 (Proba A1): Romen Dili ve Edebiyat Sözlü Sınavı: Öğrenci kura ile bir
soru çeker ve 10 dakikalık bir düĢünme süresi sonunda sözlü sınava katılır.

Sınav C1 (Proba C1): Azınlık Dilleri Sözlü Sınavı: Sınav A1‘deki kurallara
uygun olarak yapılan sözlü sınavıdır.

Sınav B (Proba B): Yabancı Dil Sözlü Sınavı: Ġngilizce, Almanca, Fransızca,
Ġtalyanca, Ġspanyolca ve Rusça dillerinden birinden yapılır. Öğrenci okumaanlama ve konuĢma becerilerine yönelik iki soruyu kura ile belirler ve 15
dakikalık düĢünme süresinden sonra sözlü sınava katılır.

Sınav A2 (Proba A2): Romen Dili ve Edebiyatı Yazılı Sınavı: 10-20 sorudan
oluĢan klasik bir sınavdır. Sınav 100 varyant olarak hazırlanır ve internet
üzerinden sorular ilan edilir. Sınav sabahı çekilen kura ile bir varyant sınavda
kullanılır. Sınav 2 veya 3 saat olarak uygulanır.

Sınav C2 (Proba C2): Azınlık Dilleri Yazılı Sınavı: Sınav A2‘deki kurallara
uygun olarak bir azınlık dilinde yapılan sınavdır.

Sınav D (Proba D): Zorunlu Akademik Alanlar Sınavı: Sınavda Matematik ve
seçmeli olarak Tarih veya Coğrafya derslerinden birinden gelen sorular
cevaplanır.

Sınav E (Proba E): Seçmeli Dersler Sınavı: Bu sınavda öğrencinin aldığı
programa göre seçmeli olarak okuduğu derslerden (Fizik, Kimya, Biyoloji,
Bilgisayar, Muhasebe, Teknik Alanlar vb.) sorular sorulmaktadır.

Sınav F (Proba F): Diğer Dersler Sınavı: Beden Eğitimi gibi uygulamalı dersler
Felsefe, Din gibi sosyal bilimlerle ilgili derslerden yapılan uygulamalı veya yazılı
sınavlardır.
Öğrencinin baĢarısı her bir sınav türü için 10‘luk sistemle ve 0.01 hassasiyetle
ölçülmektedir. Ortak cevap anahtarı kullanılarak değerlendirilen sınav kâğıtlarında isimler
kapalı olarak iki değerlendirici tarafından puanlanır ve iki değerlendiricinin puanlarının
ortalaması alınır. Bakalorya sınavlarından baĢarılı olmak için her bir sınavdan 5 ve 5‘in
üzerinde bir puan alınmıĢ olması ve bütün sınavların ortalamasının en az 6.00 olması
gerekmektedir. Öğrenci, Romen Dili ve Edebiyatı sınavı hariç diğer sınavları kendi ana
dilinde talep edebilmektedir (Education in Romania, t.y.).
Türk Dili ve Edebiyatı dersinden Sınav C1 sözlü ve Sınav C2 yazılı sınavları yapılmaktadır.
315
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Romanya‘da yükseköğrenim alanlara bağlı olarak 3 veya 4 yıl sürmektedir. Yüksek lisans,
yine alanına göre 1 veya 2 yıl; doktora ise 3 yıl sürmektedir. Uzun süreli eğitim gerektiren
alanlarda (tıp vb.) ise eğitim 5-6 yıl sürebilmektedir. (Romanya, 2005)
Azınlık okullarında ana dili (limba materna) dersleri eğitim programı içinde zorunlu dersler
arasında yer almaktadır. Azınlık okulu statüsünde olmayan ancak öğrencilerinden bir kısmı
azınlıklardan oluĢan okullarda 10 kiĢilik sınıflar oluĢturulmak Ģartı ile seçmeli olarak ana
dili dersi açılabilmektedir.
Köstence Mecidiye‘de T.C. Milli Eğitim Bakanlığı ve Rumen Milli Eğitim Bakanlığınca
ortak bir protokol ile kurulmuĢ olan yarı azınlık okulu statüsündeki Kemal Atatürk Ulusal
Koleji‘nde Türk Dili ve Edebiyatı dersleri zorunlu ders olarak okutulmakta; diğer 10
öğrencilik gruplar kurulabilen okullarda ise Türk Dili ve Edebiyatı dersi seçmeli olarak hafta
3 saat okutulmaktadır.
Müslüman Türk azınlığın öğrencileri Türk Dili ve Edebiyatı dersi haricinde Din derslerini
de Türkçe olarak okumaktadır. Mecidiye‘de bulunan Kemal Atatürk Ulusal Koleji‘nde lise
programlarından birinin Teoloji programı olmasından dolayı bu bölümde okutulan Siyer,
Temel Dini Bilgiler, Kuran-ı Kerim, Dini Musiki, Arapça gibi dersler yine Türkçe olarak
okutulmaktadır. Bunlardan baĢka yukarıda geçtiği üzere iki anaokulunda dersler Türkçe
olarak iĢlenebilmektedir.
3. Romanya‟da Türkçe Öğretiminin Tarihi ve Bugünü
Türkçe, Orta Asya‘dan Balkanlar‘a kadar geniĢ bir coğrafyada anadili olarak konuĢulan bir
dildir. Türkçenin konuĢulduğu coğrafyalardan birisi de Romanya‘dır. Romanya Türklerinin
bir kısmı Dobruca bölgesinde Acıca, Tuzla, Mecidiye, Galati, Mangalia, Cernavoda gibi
farklı Ģehirlerde yaĢamlarını sürdürürken, büyük çoğunluğu ise Köstence (%85) ve Tulça‘da
(%12) bulunmaktadır (Bozkurt, 2008). Romanya‘da Ortodoksluğu kabul etmiĢ az sayıda
Gagavuz Türkü de Moldova bölgesinde yaĢamlarını sürdürmektedir.
2011 yılına ait nüfus sayımı sonuçlarına göre Romanya‘da 28.226 Oğuz, 20.464 Tatar Türkü
olmak üzere 48.690 Türk nüfusu yaĢamaktadır (Türbedar, 2012). Romanya‘da yaĢayan
Türkler bu bölgeye iki yoldan gelmiĢlerdir. Birincisi Osmanlı Ġmparatorluğu döneminde
nüfus politikası gereğince Anadolu‘dan getirilen Türkler; diğeri de çeĢitli zamanlarda
Kırım‘dan göç eden Kırım Tatarlarıdır.
316
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
1989 yılında Romanya‘nın demokrasiye geçmesiyle birlikte baĢta Rumen halkı olmak üzere
bölgede yaĢayan Türkler de rahat nefes aldılar. Eski özgürlüklerine yeniden kavuĢtular.
Bugün yaklaĢık 80.000 kadar Türk‘ün yaĢadığı Romanya‘da yasalar çerçevesinde her türlü
kültürel, dini ve eğitim faaliyetleri yapılmaktadır (Aksu, 2005).
Her Ģeyden önce Romanya Anayasası‘nın 6. maddesinde azınlıkların kendi etnik, kültürel,
dilsel ve dini kimliklerini korumaları ve geliĢtirmeleri doğrultusunda hak ve güvence
tanındı. 32. maddede ise azınlıkların kendi dillerini öğrenebilecekleri ve kanunların
öngördüğü çerçevede anadilde eğitim görebilecekleri vurgulandı (Türbedar, 2012).
Rumen Eğitim Bakanlığında 2 Ekim 1991 tarih ve 7642 Sayılı Kanunla azınlıkların eğitimi
ile ilgili bir Genel Müdürlük kurulmuĢtur. Aynı kanun gereği 1992-1993 öğretim yılından
itibaren ilkokul 5.sınıftan 12.sınıfa kadar, tüm azınlık okullarında olduğu gibi, Türkçe
dersleri de haftada üç saatlik bir ―anadili dersi‖ uygulaması çerçevesinde eğitim sistemi
içinde yer almaya baĢlamıĢtır. Bu dersler isteğe bağlı olarak yapılmaktadır (Önal, 1994).
Romanya Türklerinin Romanya‘daki ilk eğitim kurumları Babadağ Medresesi‘dir. Babadağ
Medresesi Gazi Ali PaĢa tarafından 1610 yılında kurulmuĢtur. Dobruca, Rumen idaresine
girdikten sonra, bu medresenin devamı niteliğindeki ―Seminerul Musulman‖ (Müslüman
Semineri) Mektebi 1877-1889 yılları arasında kapalı kaldı. Babadağ‘da bulunan bu
mederese, Türk ahalinin buradan göç etmesi ve nüfusun azaması nedeniyle 1901‘de
Mecidiye kasabasına taĢındı (Önal, 1997).
1967 yılında ise medrese öğrenci yokluğundan kapanmıĢtır. Romanya demokrasiye
geçtikten sonra 1992 yılında Nikolae Balcescu Lisesi bünyesinde yeniden eğitime
baĢlanmıĢtır. 13 Temmuz 1995‘te imzalanan Türk-Romen Protokolü gereğince, okul 19951996 Eğitim ve Öğretim yılında ―Pedagoji ve Ġlahiyat Lisesi‖ olarak kendi binasında
öğretime baĢlamıĢtır. Okulun adı 2001 yılında değiĢtirilerek bugünkü ismiyle Colegiul
National Kemal Ataturk (Kemal Atatürk Ulusal Koleji) olmuĢtur.
2013-2014 Eğitim ve Öğretim yılı itibarıyla, okulda Milli Eğitim Bakanlığınca
görevlendirilen 1 Müdür Yardımcısı, 1 Sınıf Öğretmeni, 1 Türkçe Öğretmeni, 2 Edebiyat
Öğretmeni, 3 Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni,1 Müzik Öğretmeni ve 1 Anaokulu
Öğretmeni olmak üzere toplam 10 personel görev yapmaktadır.
Bütün sınıflarda haftada 4 saat Türkçe, 1 saat Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi ve Müzik
Dersi Türkçe olarak okutulmaktadır. Teoloji bölümünde ise Türkiye‘de uygulanan Ġmam
317
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Hatip programı esas alınarak yapılan ve Rumen Eğitim Bakanlığı tarafından kabul edilen
müfredat uygulanmaktadır. 2007-2008 Eğitim ve Öğretim yılından itibaren okulun lise
kısmına Hıristiyan Rumen öğrenciler de alınmakta olup, bu öğrencilere de haftada 4 saat
yabancı dil olarak Türkçe öğretimi yapılmaktadır.
BükreĢ Üniversitesi Yabancı Diller Fakültesi ile Köstence Ovidius Üniversitesi nezdinde
Türkoloji bölümleri bulunmaktadır. Bu bölümlerde Türkiye‘den gelen iki okutman görev
yapmaktadır. Ayrıca; BükreĢ Üniversitesi Tarih Fakültesi nezdinde de bir Osmanlı
AraĢtırmaları Merkezi mevcuttur (Bozkurt, 2008).
5 Eylül 2011 tarihi itibarıyla, biri BükreĢ‘te, diğeri Köstence‘de olmak üzere, Yunus Emre
Kültür Enstitüsü de iki Ģubesiyle Türkçe kursları ve kültürel etkinlikleriyle Romanya‘da
hizmet vermeye baĢlamıĢtır.
Özel Sektör Tarafından AçılmıĢ Olan Türk Okulları
3.1.
Devlet giriĢimiyle açılan Mecidiye Kemal Atatürk Ulusal Koleji (Colegiul National Kemal
Atatürk)‘nden baĢka Türk giriĢimciler tarafından açılmıĢ özel okullar da Romanya eğitim
sistemi içinde önemli bir yere sahiptir. Bunlardan ilki, 1994 yılında kurulan ve anaokulu ve
ilköğretim okulu olarak hizmet veren Lumina Eğitim Kurumları (Lumina Institutii de
Invatamant SA.)‘dır. Lise düzeyinde eğitim veren ve Lumina Eğitim kurumları bünyesinde
kurulan Köstence Uluslararası Bilgisayar Lisesi (Liceul International de Informatica la
Constanta) ve BükreĢ Uluslararası Okulu (International School of Bucharest) ise 1995
yılında eğitim öğretime baĢladı. Bu liselerde, Rumen eğitim müfredatındaki bilimsel dersler
(Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji, Bilgisayar) Ġngilizce olarak iĢlenmektedir.
2003 yılında Köstence Uluslararası Bilgisayar Lisesi (Liceul International de Informatica la
Constanta) ve BükreĢ Uluslararası Okulu (International School of Bucharest) bünyelerinde
Scoala Spectrum adı altında anaokulu ve ilköğretim okulları da açıldı.
2010 yılı Lumina Eğitim kurumları için bir atılım yılı oldu ve TimiĢoara, Cluj, ĠaĢi ve
PloieĢti Ģehirlerinde Scola Specrum‘un birer Ģubesi açıldı.
Yine 2010 yılında Lumina Eğitim Kurumları bünyesinde Lumina Üniversitesi (Universitatea
Lumina) kuruldu. Üniversite iki fakülteden oluĢmaktadır. Bu fakülteler ve fakültelerde
eğitim veren bölümler Ģu Ģekildedir:

Ekonomi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi
318
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
1. ĠĢletme Yönetimi
2. Uluslararası ĠliĢkiler ve Avrupa Birliği

Mühendislik Fakültesi
1. Telekomünikasyon Teknolojileri ve Sistemleri
2. Bilgi Teknolojisi (Lumina Institutii de Invatamant SA, t.y)
Eğitim müfredatı uygun olmadığı için adı geçen okullarda ders programı içinde zorunlu
olarak Türkçe dersi okutulmamaktadır. Türkçe öğretimi, ders dıĢı faaliyetler veya kulüp
faaliyetleri Ģeklinde normal programın dıĢında yapılmaktadır.
4. Romanya‟da Türkçe Öğretiminde KarĢılaĢılan Sorunlar
Öğretim Materyallerinden Kaynaklanan Sorunlar
4.1.
Romanya ilk ve ortaokullarında ders materyali olarak kullanılmak üzere Romanya Eğitim
Bakanlığı tarafından basılan kitaplar kullanılmaktadır. Bu kitaplar ve yazarları Ģunlardır:

Alfabe, Naile VeliĢa-Leman Ali, Editura Didactica Pedagogica, Galati, 2011

Türkçe Ders Kitabı II, Ali Cafer Ahmet Naci – Mustafa Ali Mehmet, Editura
Didactica Pedagogica, Galati, 2011

Türkçe Ders Kitabı III, Ali Cafer Ahmet Naci – Mustafa Ali Mehmet, Editura
Didactica Pedagogica, BucureĢti, 2000

Türkçe Ders Kitabı IV, Ali Cafer Ahmet Naci – Mustafa Ali Mehmet,
EdituraDidacticaPedagogica, BucureĢti, 1998

Türkçe Ders Kitabı V, Ali Cafer Ahmet Naci – Mustafa Ali Mehmet, Editura
Didactica Pedagogica, BucureĢti, 2000

Türkçe Ders Kitabı VI, Ali Cafer Ahmet Naci – Mustafa Ali Mehmet, Editura
Didactica Pedagogica, BucureĢti, 2004

Türkçe Ders Kitabı VII, Ali Cafer Ahmet Naci – Mustafa Ali Mehmet, Editura
Didactica Pedagogica, BucureĢti, 1999

Türkçe Ders Kitabı VIII, Ulgean Ene Memedemin, Belghıuzar Buliga Cartali,
Editura Didactica Pedagogica, BucureĢti, 2005
319
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Kitapların son kısımlarında belirtildiğine göre, kitaplar ―hazırlanırken T.C. okul
kitaplarından ve Balkan Türklerine ait eserlerden‖ yararlanılmıĢtır. Bazı metinlerin ise
Rumen edebiyatından Türkçeye çevrilmiĢ metinler olduğu görülmektedir.
AraĢtırmacı bu kitaplardaki dil ve imla hataları üzerine bir çalıĢma yapmaktadır. Kitaplarda
pek çok noktalama, imla yanlıĢlıkları ile anlatım bozuklukları tespit edilmiĢtir. Bu
yanlıĢlıklardan bazıları aĢağıdaki gibidir.

Iftar topu vuruldu. (I,50)

Dün gece bir kâbus geçirdim. (I, 94) [kâbus gördüm]

Beyaz kraliçe çaresiz esire düĢtü. (I, 98) [esir düĢtü]

Sofra Ģeftaliile dopdoludur. (I, 51)

Elleri ile bir topu usul usul vurdu. (I, 78) [topa]

Her zaman meĢrubat ta olur. (I, 52)

Bizim mutfak beslenme malzemeleri ile dopdoludur. (I, 52)

Bora neĢesiz kovanlara bakar. (I, 56)

Sonra çimenler üstünde Türkçe‘den ders çalıĢtık. (I, 83)

Kırlangıç yavruları çekirdekleri tane tane yiyediler. (I, 97)

Satranç oyunun sonucu nedir? (I, 99)

Kalil, iki ok al! (I, 14)

Sevinç ablasının sözleri hep aklinda çünkü. (I, 82) [aklında]

Yagmur igneden korkuyor ve çigliklar atıordu. (I, 86)

Binlerce bilmeceler bilir. (I, 79) [Binlerce bilmece]

Bak Murat, sen Ģu metini oku. (I, 40)

Bu evi resime al! (I, 60)

Naralar atarak öbek öbek ateĢler atladılar, su serpiĢtiler. (I, 72) [ateĢlerden]

Keloğlan Ģehir duvarında bir ilân asılı görmüĢ. (I, 93) [asılı bir ilan]
Kitaplarda kullanılan bazı metinlerdeki kelimelerin yaĢayan Türkçe kelimeler olmadığı
görülmektedir.

Bazan, çok büyük mersin balıkları tutulup kârhanelere getirilir. (V, 68)

Havada bulunan hamz-ı karbon, ince tabaka halinde yere düĢtü… (V, 93)

Bakalım ayine-i devran ne suret gösterir. (VI, 81)

Bunlar da değiĢmelere tabi tutulurlar. (VI, 83)
320
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014

Temin edilen levazımdan bir büyük kısmı da beĢ tane battal mektep sırasıydı. (VI,
97)

Siyah gemilerle yüklü, pek çok asar-ı atika. (VI, 137)

Adeta tahkir sayılır. (IV, 160)

Ufak tefek tebeddüllerden baĢka hayatın münferit cereyanı sabahleyin… (VIII, 31)

Ameliyatı elbette herkesten daha baĢka bir Ģefkat ve ihtimam ile yapardı.
Rumen edebiyatından yapılan çevirilerin baĢarılı çeviriler olmadığı görülmektedir.
Buna aĢağıdaki örnekleri verebiliriz:

Annenin öldüğünü mü istiyorsun? (VI, 103)

Sağ gözünün altına sert bir vuruĢ kazandı. (VI, 104)

Annesi, gülümseyerek, ―ver‖ diye, göz kuyruğu ile iĢaret etti. (VI, 105)

On yaĢlarında bir çocuk; ismi Petrika‘dır. (VI, 164)

Pavel çoban, kulağını çevirerek dikkatle dinledi ve: (VI, 164)

Bu yıl da sınıfta kalmaması için, büyük annesi, annesi ve Mitsa teyzesi, Goe‘yi
BükreĢ‘e götürmeye söz vermiĢlerdi. (VII, 139)
Kitaplardaki dil bilgisi bölümlerinde de bilgi hatalarına rastlanmaktadır. Tespit
edilen hatalardan bazıları Ģunlardır:

―Cins isim‖ terimi yerine ―ortak isim‖ kelimesi kullanılmıĢtır. Rumencesi
―substantiv comun‖ olan terimin tercüme mantığı ile kullanıldığını görüyoruz
(comun: ortak). (V, 36)

―Edat‖ terimi yerine ―kelime parçaları‖ denmektedir. BaĢka bir yerde ise ―kelime
parçaları‖ ifadesinin ―ek‖ terimi yerine kullanıldığını görüyoruz. (V, 46)

―Bağlaç‖ yerine ―bağlam‖ ifadesi kullanılmıĢtır. (V, 47)

Tamlama eki olan ―-in/-nin‖ isim hal ekleri içinde gösterilmiĢtir. (V, 56)

Sıfat
çeĢitlerinden
bahsedilirken
literatürde
hiç
bulunmayan
bir
sıfattan
bahsedilmiĢtir: ―Ġlgi Sıfatları: Varlıkların karĢılıklı ilgilerini gösteren sıfatlara ilgi
sıfatları denir.
Bunlar, benzerlik, yer, zaman, sayı v.s. belirtirler.
Meselâ: Dünkü gazete, dört ev gibi.‖ (V, 74)
Bazı metinlerin ise ders ortamında iĢlenemeyecek derecede uzun oldukları görülmektedir. 5.
Sınıf kitabına alınan masal örneği ek metinle beraber 21; 6. Sınıf kitabında masal konusuna
321
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
örnek olarak alınan metin 12, halk hikâyesine örnek olarak alınan metin ise 9 sayfa
tutmaktadır.
Kitapların metin ve dil bilgisi ağırlıklı olduğu görülmektedir. ÇağdaĢ öğretim yöntemlerine
yönelik ve öğrencinin becerilerini artıracak uygulamalara yer verilmemiĢ, metin ile ilgili
birkaç soru sorularak ders iĢleniĢi öğretmenin kiĢisel çabalarına bırakılmıĢtır.
Ders kitaplarının öğretmen kılavuz kitaplarının da olmaması nedeniyle ders iĢleniĢinde
birliktelik sağlanması mümkün olmamaktadır.
4.2.
Öğrencilerden Kaynaklanan Sorunlar
Öğrencilerden kaynaklanan sorunların en baĢında Türkçe derslerine olan ilgi eksikliği
gelmektedir. Kemal Atatürk Ulusal Koleji hariç diğer okullarda Türkçe derslerinin seçmeli
ders niteliğinde olması ve dersin herhangi bir not ile değerlendirilmemesi bu ilgi eksikliğinin
en büyük nedenleridir. Ayrıca seçmeli ders statüsünden dolayı dersler normal ders saatleri
içinde değil dersler bittikten sonra yapılmaktadır. Bazı yerlerde (Tulça vb.) aynı okuldan 10
öğrencilik gruplar oluĢturulamamasından dolayı farklı okullardan gruplar oluĢturulmakta, bu
nedenle dersler hafta sonları yapılabilmektedir. Her iki halde de ders saati dıĢında yapılan bu
faaliyetlere öğrencilerin katılmak istemedikleri görülmektedir.
Bütün bunlara rağmen, bölgesel ve ulusal çapta yapılan Türkçe olimpiyatları Türkçe
derslerine olan ilgiyi baĢarılı öğrenciler açısından artırmaktadır. Bunun sebebi olimpiyatlar
neticesinde yurt dıĢı seyahatlerinin de içinde bulunduğu hatırı sayılır ödüller verilmesidir.
4.3.
Öğretmenlerden Kaynaklanan Sorunlar
Romanya‘da Türkçe öğretmeni olarak görev yapan öğretmenlerin büyük çoğunluğu Kemal
Atatürk Ulusal Koleji Pedagoji Bölümü mezunlarından oluĢmaktadır. Türkiye‘de Türk Dili
ve Edebiyatı öğrenimi görmüĢ öğretmen sayısı azdır. Lise mezunlarının pedagojik
formasyon açısından yeterli düzeyde olmadıkları görülmektedir.
Türkçe dersi öğretmenlerinin kadro problemi de bulunmaktadır. Öğretmenler sözleĢmeli
öğretmen statüsünde bir yıllığına görev alabilmektedirler. Ders baĢına ücret aldıkları için
ücretleri de tatmin edici nitelikten uzaktır. Bütün bu zorluklara rağmen Türkçe sevdalısı
öğretmenlerin takdir edilecek hizmetlere imza attıkları da bir gerçektir.
322
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
5. Sonuç ve Öneriler
Romanya‘da Türkçe eğitiminin kökleri 1610 yılına kadar uzanmaktadır. Kesintilerle devam
eden bu süreç 1989 Devrimi ile ortaya çıkan özgürlük ortamında tekrar gündeme gelmiĢ ve
aradan geçen yirmi beĢ yıllık dönem içinde çeĢitli aĢamalardan geçerek günümüzde istenen
seviyede olmasa da belli bir aĢama kaydetmiĢtir. Bu çalıĢmada bu süreç gözler önüne
serilmiĢ ve Romanya‘da Türkçe öğretiminin temel sorunlarına değinilmiĢtir. Bu sorunların
üç ana baĢlık altında toplandığı görülmektedir. Bu sorunların çözümüne yönelik öneriler ise
Ģunlardır:
Öğretim materyalleri ile ilgili olarak:

Ders kitaplarındaki imla yanlıĢlıkları Türkiye Türkçesi imla kurallarına göre
düzeltilmelidir.

Metinlerdeki dil sadeleĢtirilmeli, yaĢayan Türkçe kelimeler kullanılmalıdır.

Dil bilgisi konuları Türkiye Türkçesi dil bilgisi konularına göre ele alınmalı, konu
anlatımında Türkiye Türkçesin dil bilgisi konularında kullanılan ortak terimler
kullanılmalıdır.

Uzun metinler kısaltılmalıdır.

Metinlere uygulamaya yönelik etkinlikler eklenmeli.

Öğretimde birliğin sağlanması için öğretmen kılavuz kitabı hazırlanmalıdır.

Kitap hazırlamada Türkiye‘den uzman desteği alınmasının da yararlı olacağı
düĢünülmektedir.
Öğrencilerden kaynaklanan sorunlarla ilgili olarak:

Öğrencilerde Türkçeyi öğrenme konusunda bilinç oluĢturmak için önlemler alınmalı.

ÇeĢitli yarıĢmalar düzenleyerek öğrenciler özendirilmeli.

Tatillerde Türkiye gezileri düzenleyerek öğrencilerin ana yurtla manevi bağlar
kurmaları sağlanmalı.
Öğretmenlerden kaynaklanan sorunlarla ilgili olarak:

Öğretmenlerin kadro güvenceleri sağlanmalı.

Lise mezunlarının üniversiteyi Türkiye‘de ve özellikle Türk Dili alanlarında
okumaları için özendirici önlemler alınmalı.
323
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014

Mevcut öğretmenlerin Türkiye‘de uzman öğretmenlerin vereceği hizmetiçi
seminerleriyle yeterlikleri artırılmalı.

Öğretmenlere, Romanya‘da görevli imamlara yapıldığı gibi maddi destek verilmeli.

BaĢarılı öğretmenler ödüllendirilmeli.
Kaynakça
Aksu, A. (2005). Romanya Türklerinde Kültürel Durum ve Mektep ve Aile Mecmuası,
Cumhuriyet Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Dergisi, IX (1), 11-27
Alpat, M. F. (t.y.). Atatürk Döneminde Türk Romen ĠliĢkileri. Ġ. Ü. Nasrattınoğlu ve S.
Türkoğlu (Ed.). II. Uluslar arası Romanya‘da Türk Kültürünün Ġzleri Sempozyumu
Bildiriler. (57-61), Romanya Demokrat Türk Birliği.
ArkeĢ, K. E. (2005). 1990 Sonrası Türkiye Romanya ĠliĢkileri. YayımlanmamıĢ Yüksek
Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Ġstanbul
Avcı, S. (2008). Romanya. Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi içinde (c. 35, 167168). Ġstanbul: TDV Yayın Matbaacılık ve Ticaret ĠĢletmesi
Bozkurt, G. S. (2008). GeçmiĢten Günümüze Romanya‘da Türk Varlığı. Karadeniz
AraĢtırmaları. , 5 (17), 1-31
Cemil, T. (1995). Romen Türk Dostluğunun Tarihi Temelleri. Yeni Türkiye, (3), 302-304.
Dai, A. (t.y). Avrupa Birliği Ülkelerinde Eğitim Romanya. 21.12.2013 tarihinde
www.egitim.aku.edu.tr/romanya.ppt adresinden ulaĢıldı.
Education in Romania (t.y.). 21.12.2013 tarihinde en.wikipedia.org/wiki/Education_in_
Romania adresinden ulaĢıldı.
Genelkurmay BaĢkanlığı (2006). Tarihte Türk Rumen ĠliĢkileri. Ankara: Genelkurmay AtaĢe
ve Denetleme BaĢkanlığı Yayınları
Gül, H. (15 Nisan 2008). Romanya‘nın AB ve NATO‘ya giriĢinde azınlıklara tanıdığı
hakların büyük etkisi oldu. Zaman Romania. 9 Kasım 2013 tarihinde
324
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
http://www.zaman.ro/ro/newsDetail_getNewsById.action;jsessionid=D55AF074F71
A9CB34F4DDE7D0057D46E.node1?sectionId=162&newsId=4372 adresinden
eriĢildi.
Karpat, K. H. (1994). Dobruca. Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi içinde (c. 9,
482-486). Ġstanbul: TDV Yayın Matbaacılık ve Ticaret ĠĢletmesi
Legea Ġnvătământului (2009). Romanya Eğitim Kanunu. 21.12.2013 tarihinde
http://www.edu.ro/index.php/articles/c21 adresinden ulaĢıldı.
Lumina Institutii de Invatamant SA (t.y), 07 Nisan 2014 tarihinde
http://www.bucuresti.spectrum.ro/index.php?option=com_content&view=article&id
=68&Itemid=41 adresinden ulaĢıldı.
Maxim, M. (2008). Romanya Tarihi. Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi içinde (c.
35, 168-172). Ġstanbul: TDV Yayın Matbaacılık ve Ticaret ĠĢletmesi
Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı (t.y.). Romanya Ülke Raporu. 9 Kasım 2013 tarihinde
http://www.oka.org.tr/ContentDownload/Romanya.pdf adresinden eriĢildi.
Önal, M. N. (1997). Romanya Türklerinin Günümüz Edebiyatı. Türk Dünyası Dil Edebiyat
Dergisi, (4), 15-39
Önal, M. N. (1994). Romanya Türklerine BakıĢ, Türk Dünyası AraĢtırmaları. (93), 177-190
Romanya (2005). Avrupa‘daki Eğitim Sistemleri Üzerine Özet Bilgiler. 21.12.2013
tarihinde maol.meb.gov.tr/html_files/ulkeler/Romania%20(TR).doc adresinden
ulaĢıldı.
Romanya‘ya genel bakıĢ. (t.y.), 29 Ekim 2013 tarihinde
http://ankara.mae.ro/tr/romania/1311 adresinden eriĢildi.
Türbedar, E. (2012). Romanya Türkleri, Türkmeneli ĠĢbirliği ve Kültür Vakfı Avrasya
Ġncelemeleri Merkezi, 8 Kasım 2013 tarihinde
http://www.avim.org.tr/degerlendirmetekli.php?makaleid=5673 adresinden eriĢildi.
325
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
GÖSTERGEBĠLĠMSEL YÖNTEMLE BĠR MASAL ÇÖZÜMLEMESĠ: “ALTIN
ARABA” MASALI ÖRNEĞĠ
Esra KÜLAH
ÖZET
Dil ve edebiyat alanında olduğu kadar resimden sinemaya, mimariden antropolojiye kadar
birçok farklı alanda da uygulama alanı geniĢleyen göstergebilim, kuramsal yaklaĢımlar
dilbilimin yöntemleriyle metin çözümlemelerinde farklı bakıĢ açıları ortaya koyar. Yazın
eleĢtirisi ve metin incelemelerinde iĢlevsel açıdan yaklaĢan göstergebilim, anlamın metin
içinde nasıl oluĢtuğu ve nasıl iletildiği ile ilgilenir. Göstergebilimsel yaklaĢımla ele alınan
metin çözümlemelerinde birtakım araçlardan yararlanılır. Algirdas Julien Greimas tarafından
geliĢtirilen Eyleyenler Modeli de bunlardan biridir. Bu çözümleme yönteminde, metindeki
anlam evreninin oluĢumunu ortaya koymak amacıyla aĢamalı bir süreç izlenir. Bu yazıda
Greimas‘ın geliĢtirdiği Eyleyenler Modeli‘nden yararlanılarak Naki Tezel‘in Türk Masalları
adlı eserindeki ―Altın Araba‖ adlı masalı çözümlenmiĢtir. Çözümleme sürecinde öncelikle
metin belirli ölçütlerle kesitlere ayrılmıĢ; sonrasında bu kesitler söylemsel, anlatısal ve
mantıksal-anlamsal düzeylerde çözümlenerek metnin derin yapısına ulaĢmak amaçlanmıĢtır.
Anahtar Sözcükler: Göstergebilimsel Çözümleme, Eyleyenler Modeli, Masal, Anlam.
AN ANALYSIS OF A TALE WITH SEMIOLOGICAL METHOD: AN EXAMPLE
OF A TALE “ALTIN ARABA”
Abstract
Semiotics, which has expanding field of application in such different areas as cinema, art,
architecture and anthropology as well as language and literature, suggests different point of

ArĢ. Gör. (Mersin Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü).
326
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
view for textual analysis by using theoretical approaches and methods of linguistics.
Seimotics, which approach literary criticism and textual analysis as functional, deals with
how meaning is formed and conveyed in the text. There are some tools for textual analysis
which is examined by semiotic approach. The Actantial Model, developed by Algirdas
Julien Greimas, is one of them. In this analysis method, in order to reveal the formation of
universe of meaning, a gradual process is followed. In this article, the tale called ―Altın
Araba‖, which is in the book of Naki Tezel called ―Türk Masalları‖, is analyzed. In the
process of analysis first, the text is divided into sections with specific criteria, then is aimed
to reach the deep structure of the text by analysing these sections at the levels of discursive,
narrative and logical-semantic.
Key Words: Semiological Analysis, Actantial Model, Tale, Meaning.
1. GiriĢ
Göstergebilim (Ġng. semiotics, Fr. sémiotique), inceleme konusu olarak dilsel ve dil–dıĢı tüm
göstergeleri ele alır. Ferdinand de Saussure (1857-1913) ve Charles Sanders Peirce (18391914) tarafından yapılan çalıĢmalarla konumu daha da belirginleĢen göstergebilim, kuramsal
yaklaĢımları ve önerdiği çözümleme araçlarıyla birçok farklı alanda da kendine yer
edinmiĢtir.
Göstergebilimsel metin çözümlemeleri, metinden hareketle yüzey yapıdan derin yapıya
doğru bir süreç izleyerek metnin anlam evrenini ortaya koymayı amaçlar. Yazın yapıtlarında
anlam evreninin araĢtırılması yapıtın içerdiği kendine özgü dünyada insanların, nesnelerin,
olguların ve durumların içerik ve iĢlevlerinin aralarında kurulan bağıntılardan oluĢan
dizgenin ortaya konulması olarak açıklanabilir (Yücel, 2007). GeliĢtirilen çeĢitli metin
çözümleme araçları, metnin iletisi, yapısı ve anlamını ortaya koymada yardımcıdır. Algirdas
Julien Greimas‘ın geliĢtirdiği Eyleyenler Modeli de metnin anlam evrenine ulaĢmaya
yardımcı çözümleme araçlarından biridir. Bu modelde çözümlemenin baĢlangıç aĢamasını,
anlatı içindeki eyleyenlerin, eyleyenler Ģemasının ve iĢlevlerinin gösterilmesi süreçleri
oluĢturur.
―ÇalıĢmalarında
Nikiforov,
Propp,
Lévi–Strauss
ve
Souria‘nun
yöntembilimlerinden yararlanan A. J. Greimas‘ın eyleyenler örnekçesi, hepsinin bir sonucu
ve özeti olarak daha tutarlı görünür (Günay, 2002: 61)‖.
327
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Eyleyen terimi, anlatıda eylemin belirttiği oluĢa etken ya da edilgen biçimde katılan varlık
ya da nesneye karĢılık gelir (Yücel, 2007). Eyleyenler modeli, metinde anlatıyı oluĢturan altı
eyleyenin (Özne, Nesne, Gönderen, Gönderilen, Yardımcı, Engelleyici) varlığından
bahseder. Eyleyen kavramı, kiĢi ya da nesne, somut ya da soyut, tekil ya da çoğul olabilir.
Bu eyleyenlerin tümü kimi anlatılarda bulunmayabilir ancak herhangi bir anlatının oluĢması
için baĢlangıç ve sonuç durumu arasındaki edimi gerçekleĢtirecek bir Öznenin ve anlatıda
ulaĢılmak istenen öğe olan Nesnenin varlığı gerekmektedir. Anlatı izlencelerinde eyleyenler
arasındaki iliĢki Ģu Ģekilde ĢemalaĢtırılır:
Gönderen
Nesne
Gönderilen
Yardımcı
Özne
Engelleyici
Eyleyenlerin anlatıdaki eylem alanları üç tür eksen etrafında birleĢir: ―iletiĢim ekseni‖;
―isteyim ekseni‖ ve ―güç ekseni‖. Gönderen ile gönderilen arasındaki iliĢki iletiĢim ekseni
üzerinde yer alır. Bu eksende gönderen, özneyi değer nesnesine ulaĢması için görevlendirir.
Ġsteyim ekseni, özne ile nesne arasındaki iliĢkiyi belirler. BaĢlangıç durumundan bitiĢ
durumuna kadar süren anlatı izlencesi boyunca özne, nesneyi arar; onu elde etmeye çalıĢır.
Özne, önüne çıkan tüm engelleri aĢarak nesnenin alıcıya ulaĢmasını sağlar (Yücel 2008:
148). Son olarak güç ekseni üzerinde yer alan eyleyenler ise yardımcı ve engelleyici
eyleyenleridir.
Çözümleme süreci söylemsel düzey, anlatısal düzey ve mantıksal-anlamsal düzey olarak üç
aĢamada ele alınır. Bu aĢamalar Ģu Ģekilde açıklanabilir:
1. ―Söylem kiĢilerinin, zamanların ve uzamların bir dil yetisi aracılığıyla nasıl
düzenlendiğini, sözgelimi sanatsal, yazınsal bir tasarının söylem aĢamasına nasıl
geldiğini araĢtırır.
2. Eyleyenlerin olay örgüsü içindeki iĢlevlerini saptamaya, kiĢilere bağlı bir eylem,
olay ve duyguların nasıl düzenlendiğini, bir anlatı izlencesi içinde nasıl
eklemlendiğini kavramaya çalıĢır.
328
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
3. Metnin ilk iki düzeyinde belirlenen anlam evreninin temellendiği, kaynaklandığı
en soyut, en mantıksal, en derin düzeydeki gücül yapıların neler olduğunu
görmeye ve göstermeye yönelir (Rifat, 1996: 27)‖
Anlatıyı göstergebilimsel açıdan çözümlemede metni kesitlere ayırma iĢlemi, çözümleme
sürecinin ilk aĢamasını oluĢturur. Kesitleme aĢaması anlatıyı anlam kavĢaklarına ayırmak
için kullanılır ve belirli ölçütlere göre yapılır. Basımsal ayrılığa göre kesitleme, zamansal
ayrılığa göre kesitleme, uzamsal ayrılığa göre kesitleme bu ölçütlerden bazılarıdır (Rıfat,
2007: 104).
Metnin derin yapısındaki temel mantıksal- anlamsal düzeye ulaĢmada aĢamalı bir süreç
izlenir. Buna göre öncelikle metnin söylemsel, anlatısal katmanları ele alınarak yüzey yapı
çözümlemesi gerçekleĢtirilir. Derin yapıyı oluĢturan anlamsal katmanların çözümlenmesiyle
oluĢturulan göstergebilimsel dörtgenle anlamın en soyut aĢamasına ulaĢılır.
2. Ġnceleme
Ġncelenen metin yazınsal tür olarak ―masal‖ metnidir. ―Masallarda belirli bir zaman veya
mekân unsuru yoktur. Masallar ―vaktiyle, evvel zaman içinde‖ gibi zamanı net bildirmeyen
kelimelerle baĢlar. Masalın içerisinde ―Hindistan, Türkistan, Yemen, Çin, Ġstanbul, Mısır,
Bağdat, Ġstanbul, Halep‖
gibi gerçek mekân isimleri geçse de olayları doğrudan bu
kentlerle iliĢkisi yoktur‖ (Gürel ve diğ. 2007: 45). ―Evvel zaman içinde‖, ―bir gün‖ gibi
belirsiz zaman zarflarıyla zaman ve uzamın belirsizliği, –mIĢ‘li geçmiĢ zaman ve üçüncü
tekil/çoğul kiĢi adılı kullanımı, dıĢ odaklı bir anlatıcının varlığı vb. özellikler incelenen
metnin yazınsal tür olarak ―masal‖ metni olduğunu doğrular niteliktedir.
―Altın Araba‖ adlı masalın çözümlenmesinde olay örgüsünün uzama bağlı olarak değiĢiklik
göstermesi bakımından uzamsal olarak kesitlere ayırma yoluna gidilmiĢtir ve metin dört
kesite ayrılmıĢtır. Kesitlerin incelenmesi Ģu Ģekildedir:
Kesit I: BaĢlangıç Durumu
Söylemsel Düzey: Metnin birinci kesiti masalın baĢlangıç bölümünü içerir. Birinci kesitte
anlatı kiĢilerini padiĢah (G1) ve vezir (Ö1) oluĢturur. Gönderen (G1), özneyi eksikliğini
duyduğu değer nesnesini aramak üzere bir eylemde bulunması için görevlendiren;
Gönderilen ise bu eylemden yarar sağlayan eyleyendir. Anlatıda padiĢah (G1),
329
hem
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
gönderici hem gönderilen konumdadır. Anlatı zamanını ―evvel zaman içinde, bir gün‖;
anlatı uzamını ise ―saray‖ oluĢturur. ―Söylemsel düzeyde eyleyenler; adları, görünüĢleri,
ruhsal durumları, iĢleri, toplumsal durumları vb. ile söyleme inandırıcılık, gerçeklik boyutu
katarlar‖ (Kıran ve Kıran, 2007: 185). Metin bu açıdan incelendiğinde G1 ve Ö1 betisel
olarak kendi özelliklerini taĢır. G1, ―yöneten‖ ve ―korku verici‖ rolünü üstlenirken, Ö1
―itaatkâr‖ ve ―hizmetkâr‖ roldedir.
Anlatısal Düzey: BaĢlangıç bölümünde ortaya konan temel sorun, masalın genel anlatı
izlencesini yansıtır. Anlatı izlencesi, ―BaĢlangıç durumunu sonuç durumuna ulaĢtıran temel
dönüĢümün gerçekleĢme süreci ya da daha teknik bir anlatımla bir edim sözcesinin bir
durum sözcesini etkileyip yeni bir durum sözcesine dönüĢtürmesi süreci‖ olarak açıklanır
(Rıfat, 2007: 41). Anlatı Ģeması olarak da adlandırılan anlatı izlencesi, dört aĢamadan oluĢur:
eyletim (manipülasyon), edinç (kompetans), edim (performans) ve yaptırım (sanksiyon).
Masalın anlatı izlencesinde eyletim aĢamasını padiĢah (G1) ve vezir (Ö1) arasında yapılan
sözleĢme oluĢturur. PadiĢah (G1), veziri (Ö1) çağırır ve vereceği bir lira ile bir koç almasını
söyler. Kırk gün içinde koçun etinden et, derisinden kürk ister. Ancak verdiği lirayı geri,
koçu da canlı olarak istemektedir. Ġsteği gerçekleĢtirilmediği takdirde Ö1‘i ölümle tehdit
eder. Böylece Nesnenin (N1) varlığı belirir. ―Nesnenin ne olduğu düz anlam katına aittir,
iĢlevi ise kahramanın yollara düĢmesini sağlayacak, bulunması gereken, eksikliği duyulan
bir nesne olmasıdır‖ (Akerson, 2005: 137). Buna göre Vezir‘in (Ö1) padiĢaha karĢı değer
nesnesi yaĢamıdır (N1). Vezir, baĢlangıç durumunda değer nesnesinden ayrı olmasa da
(Ö1∩N1) bu durumun sürekliliği onun kontrolünde değildir. YaĢaması padiĢahın (G1)
isteğini yerine getirmesine bağlıdır.
Özne (Ö1), ortaya çıkan soruna çözüm bulmaya çalıĢır. Ancak G1‘in isteğini
gerçekleĢtirmesi imkânsız görünür. Burada soyut özellikteki eyleyen Engelleyici (E1) ortaya
çıkar. Sonuç olarak birinci kesitin eyleyenler Ģeması Ģu Ģekilde gösterilebilir:
ġekil 1. Birinci Kesitin Eyleyenler ġeması (Vezir açısından) :
Gönderen
(PadiĢah)
Nesne
Gönderilen
(YaĢam)
(PadiĢah)
330
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Yardımcı
Özne
Ø
Engelleyici
(Vezir)
(Ġmkânsızlık)
BaĢlangıçta Ö1, söz konusu edimi gerçekleĢtirebilecek güçten yoksunken; G1 güç sahibi ve
yöneten durumdadır. Toplumsal durumda birinci kesitin anlatısal düzeyinde karĢıt iliĢki
yöneten- yönetilen olarak belirir.
Toplumsal Durum
Yöneten
Yönetilen
Kesit II: Çözüm Arama Durumu
Söylemsel Düzey: BaĢlangıç kesitinde çözüm bulamayan Ö1, değer nesnesine ulaĢmak için
çaba sarf eder (edim evresi) ve uzak ülkelere yola çıkmaya karar verir. Zaman ve uzam
değiĢir; saray→ orman; zaman →―Az gitmiĢ, uz gitmiĢ, dere tepe düz gitmiĢ…‖ Ģekline
döner. Söylemsel düzeyde izlencenin öznesi olan Ö1, ―çaresiz‖ olarak betimlenir.
Anlatı
kiĢilerine yeni bir eyleyen eklenir: Y1 (çiftçi). Bundan sonraki süreçte Ö1 ve Y1‘in
birlikteliği söz konusudur (Ö1∩Y1).
Birlikte yola devam eden Ö1 ile Y1, aralarında anlaĢmaya çalıĢır ancak Y1, Ö1‘in ne demek
istediğini anlayamaz. Bunun üzerine Ö1‘i yalnız bırakır ve tek baĢına köye döner (Ö1UY1).
Bu kesitte uzam köye döner; zaman ise o günün akĢamıdır (―AkĢam olduğu için çiftçi biraz
sonra akĢam yemeğine oturmuĢ.‖). Anlatı izlencesine yeni eyleyen eklenir: Y2 (küçük kız).
Böylece kesitteki anlatı kiĢilerini çiftçi, küçük kız ve adı geçen vezir oluĢturur. Y1 ve
Y2‘nin bu kesitteki görünümleri Ö1‘den daha belirgindir. Y2, gördüğü Ö1‘i merak eder ve
kim olduğunu sorar. Olanları anlatan çiftçi (Y1), küçük kızdan (Y2) doğru cevabı öğrenir.
Bu durum, izleksel olarak Y2‘nin zeki ve yetenekli olduğunu gösterir.
Anlatısal Düzey: Y1, Ö1‘e giderek demek istediklerini anladığını iletir. Ancak Ö1 asıl
cevabı bulanın baĢkası olduğunu düĢünmektedir. Ö1‘in ısrarı üzerine Y1 cevabı kimin
söylediğini itiraf eder. Doğru cevabı öğrenen Ö1, kendisine yardım edebileceğini düĢünerek
Y2 ile görüĢmek ister.
ġekil 2. Ġkinci Kesitin Eyleyenler ġeması (Vezir açısından):
331
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Gönderen
Nesne
(PadiĢah)
Gönderilen
(YaĢam)
Yardımcı
(PadiĢah)
Özne
(Küçük kız)
Engelleyici
(Vezir)
Ġmkânsızlık
Kesit III: BaĢarı Durumu
Söylemsel Düzey: Bu kesitte anlatı kiĢilerini vezir (Ö1), küçük kız (Y2) ve çiftçi (Y1)
oluĢturur. Ö1 aslında sorunu kendisi çözebilecek güçte değildir. Bu nedenle Ö1 sorununa
çözüm bulmak için Y1‘den Y2‘yi getirmesini ister. Y2‘ye çaresiz bir Ģekilde sorununu
anlatır. Y2, çözümün çok basit olduğunu söyler. Buna göre Ö1 ile Y2 arasındaki karĢıt iliĢki
duygusal durum bağlamında ele alınan anlam ekseninde Ö1 ―çaresiz‖, Y2 ise ―kararlı‖
olarak gösterilir:
Duygusal Durum
Çaresiz
(vezir)
Kararlı
(küçük kız)
Anlatısal düzey: Küçük kız (Y2), vezire (Ö1) yapması gerekenleri söyler. Verilen cevapla
Engelleyici eyleyen (E1) ortadan kalkmıĢ olur. Böylelikle Ö1, değer nesnesine (N1)
kavuĢmuĢ olarak anlatı izlencesini tamamlar [AĠ = (Ö1 ∩ N → Ö ∩ N].
ġekil 3. Üçüncü Kesitin Eyleyenler ġeması (Vezir açısından):
Gönderen
(PadiĢah)
Nesne
Gönderilen
(YaĢam)
(PadiĢah)
332
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Yardımcı
Özne
(Küçük kız)
Engelleyici
(Vezir)
Ø
Ö1, Nesnesine (N1) kavuĢur ve cezalandırılmaktan kurtulur (yaptırım evresi). Ancak olay
örgüsü tamamlanmaz. G1 (padiĢah) cevabı bulan küçük kızı (Y2) görmek ister. Y2 burada
yardımcı eyleyen özelliğinden özne (Ö2) eyleyenine dönüĢür. Küçük kızın ne kadar akıllı
olduğunu görmek isteyen padiĢah (G1), istediklerini yapmaması durumunda küçük kızı (Ö2)
zindana atacağını söyler. Bundan sonraki aĢamada küçük kız (Ö2) değer nesnesi olan
özgürlüğüne (N2) kavuĢmaya çalıĢacaktır.
Kesit IV: BitiĢ Durumu
Söylemsel Düzey: Uzam saraya dönüĢür. Zaman ise net değildir. Eyleyenlere bakıldığında,
izleksel olarak aĢağıdaki rollere sahip oldukları görülür:
Eyleyenler
PadiĢah (G1)
Vezir (Ö1)
Küçük kız (Ö2)
Çiftçi (Y1)
Ġzleksel Roller
―yöneten‖
―itaatkâr‖
―zeki ve cesur‖
―bilgisiz‖
Anlatısal Düzey: BaĢlangıçtaki G1 (padiĢah), Ö2‘yi (küçük kız) merak eder ve saraya
çağırır. Ö2‘nin konumu burada daha belirginleĢir. G1, baĢlangıç kesitinde olduğu gibi
gerçekleĢtirilmesi imkânsız bir istekte bulunur. Özne‘yi yani Ö2‘yi değer nesnesini aramak
için görevlendiren ve bu eylemden yarar sağlayan olarak padiĢah, yine gönderen ve
gönderilen konumundadır. Ö2‘nin değer nesnesi olan ―özgürlüğe kavuĢma‖ isteği soyuttur.
Ö2‘nin değer nesnesine ulaĢmasındaki engelleyici (E1) ilk kesitte olduğu gibi yine
―imkânsızlık‖ olarak görünür
ġekil 4. Dördüncü Kesitin Eyleyenler ġeması (Küçük kız açısından):
Gönderen
Nesne
(PadiĢah)
(Özgürlük)
Gönderilen
(PadiĢah)
333
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Yardımcı
Özne
Engelleyici
(Küçük kız)
Ø
Derin Yapı: Mantıksal- Anlamsal Düzey
Mantıksal- anlamsal düzey, eyleyenler modelinde anlam evreninin en soyut halini yansıtır.
Metnin yüzeyde görülmeyen kavramlar, bağıntılar ve dönüĢümler derin yapıda gösterilir
―Greimas‘a göre, derin yapıyı oluĢturan da, aslında insanın bireysel ve toplumsal varoluĢ
sorunlarıdır. Bu varoluĢ değerleri ve biçimleri, derin yapının bileĢenlerini oluĢturur. Bu
bileĢenler de ancak mantıkla açıklanabilir ya da baĢka bir deyiĢle, bunlar mantığın kendi
bileĢenleridir. Mantığın bileĢenleri, yaĢamdaki temel karĢıtlıklardan oluĢurlar ve en derin
yapıda yer alırlar‖ (Akerson, 2005: 148).
―Derin yapı, söylemi oluĢturan dilsel ya da dilsel olmayan sözdizimsel ve göstergebilimsel
düzenlemeleri ortaya koyar. Bu aĢamada terimler arasında hem birbirine karĢıt hem birbirini
tamamlayan, hem de birbiriyle çeliĢen terimler bulunur‖ (Kıran, 2013:118).
Toplumsala iliĢkin karĢıtlık: /yöneten/ ve /yönetilen/.
Bireysele
iliĢkin
karĢıtlık:
/yetenekli/
ve
/yeteneksiz/,
/genç/
ve
/yaĢlı/,
/yaĢam/ ve /ölüm/, /çaresiz/ ve /kararlı/.
Ġncelenen masalda temel dönüĢüm çaresizlik / baĢarı karĢıtlığı üzerine kuruludur. Özne
(Ö1), çaresizlikten baĢarıya doğru bir dönüĢüm süreci izler.
/baĢarı/
/çaresizlik/
(gerçekleĢtirilmesi imkânsız istek)
(zekâ ile doğru cevaba ulaĢma)
a1
a2
/baĢarı yokluğu/
/çaresizlik yokluğu/
1
2
334
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
(çözüm bulmak için çaba sarf etme)
Anlatı, ortaya konan temel bir sorun ile baĢlar (a1). Özne, soruna çözüm bulmak için
mücadele eder ( 1) ve baĢarıya ulaĢılmasıyla anlatı sona erer (a2).
Göstergebilimsel dörtgendeki kavramlar arasında karĢıtlık, çeliĢkinlik, içerme gibi temel
mantıksal anlamsal iliĢkiler yer alır. KarĢıtlık bağıntısı yaĢam/ölüm, zayıf/güçlü,
güzel/çirkin gibi aynı anlambilimsel eksende yer alıp birbirlerini zorunlu bir Ģekilde
varsayan karĢıt iki terim arasında; çeliĢiklik bağıntısı ise olma/olmama, yaĢama/yaĢamama
gibi uzlaĢmaz terimler arasında; içerme bağıntısı ise iyi/kötü olmayan, kötü/iyi olmayan gibi
aynı düzlemde yer alan terimler arasında kurulur (Yücel 2008: 137). Masalın baĢlangıcı ile
sonucu arasındaki fark ve anlam iliĢkileri göstergebilimsel dörtgenle Ģu Ģekilde
gösterilebilir:
Göstergebilimsel Dörtgen:
/sorun/
/çözüm/
a1
a2
2
/çözüm yokluğu/
1
/sorun yokluğu/
Göstergebilimsel dörtgen sorun-çözüm karĢıtlığını yansıtır. Anlatıda her zaman çözülmesi
gereken bir sorun ortaya konur. Anlatı kiĢileri, çözüme ulaĢmak için mücadele eder ve
baĢarıya ulaĢır.
3. Sonuç
―Altın Araba‖ masalı, göstergebilimsel çözümleme ile incelendiğinde tipik bir anlatısal
metin özelliği yansıtır. Eyleyenler kendi rollerinin tüm özelliklerini taĢır (padiĢah:
―yöneten‖, vezir: ―itaatkâr‖ vb.) Anlatı izlencelerinin tüm evreleri gerçekleĢir. Özne,
335
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
baĢlangıç durumu ve sonuç durumu arasında edim sözcesini gerçekleĢtirir ve bu iki durumun
farklı özellikte olmasını sağlar. Anlatı izlencesini içeren düzeyler genel olarak
incelendiğinde özne baĢlangıçta nesneden ayrı değildir ancak kaybetme olasılığı ile karĢı
karĢıyadır ve yardımcı eyleyenle (Y1) ile birlikte (Ö1UY1) nesneye (N1) ulaĢmaya çalıĢır.
Edim evresiyle nesneyi elde eden özne, anlatı izlencesini tamamlamıĢ olur (Ö1∩N). Anlatıyı
oluĢturan durum ve dönüĢümlere bakıldığında sorunlara çözüm bulmanın genç ya da yaĢlı
olmaktan bağımsız olduğu gerçeği ortaya çıkar. Masalın baĢlangıcında çözülmesi imkânsız
gibi görünen temel sorun, zekâ ve yetenekle çözülmüĢ olur.
Son yıllarda farklı alanlarda da yaygınlık kazanan göstergebilimsel çözümleme, çeĢitli
araçlar kullanarak metinde verilen iletiyi bulmaya çalıĢır. Metindeki iletinin örtük olarak
verildiği yazınsal yapıtlar üzerine göstergebilim ıĢığında yapılan çözümlemeler, Türk
edebiyatının zengin örneklerinin anlamsal derinliklerini göstermede katkı sağlar.
Kaynakça
Akerson, E.Fatma (2005). Göstergebilime GiriĢ. Ġstanbul: Multilingual Yabancı Dil
Yayınları.
Greimas, Algirdas Julien (1983). Du Sens II: Essais Sémiotiques, Paris: Edition du Seuil.
Günay, V.Doğan (2002). Göstergebilim Yazıları. Ġstanbul: Multilingual Yabancı Dil
Yayınları.
Gürel, Z. ġahbaz, N.K. ve Temizyürek, F. (2007). Çocuk Edebiyatı. Ankara: Öncü Kitap.
Kıran, Zeynel ve Kıran AyĢe (2007). Yazınsal Okuma Süreçleri, Ankara: Seçkin Yayınları.
Kıran, AyĢe Eziler (2013). Yazınsal Göstergebilim ve EleĢtiri. (EleĢtiri Kuramları)
EskiĢehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.
Rifat, Mehmet (1996). Göstergebilimcinin Kitabı, Ġstanbul: Düzlem Yayınları.
Rifat, Mehmet (2007). Homo Semioticus ve Genel Göstergebilim Sorunları, Ġstanbul: YKY
Yayınları
Tezel, Naki (2001). Türk Masalları 2. Ġstanbul: MEB Yayınları.
336
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Yücel, Tahsin (2007). EleĢtiri Kuramları, Ġstanbul: Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları.
Yücel, Tahsin (2008). Yapısalcılık, 2. Baskı, Ġstanbul: Can Sanat Yayınları.
Ekler
Ek 1: ALTIN ARABA
Bir varmıĢ, bir yokmuĢ… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal iken,
sinek berber iken, ben babamın beĢiğini tıngır mıngır sallarken bir padiĢah varmıĢ.
PadiĢah bir gün vezirini çağırarak demiĢ ki:
-Al Ģu bir lirayı. Bununla bana bir koç alacaksın! Bu koçun etinden et, derisinden kürk
isterim. Verdiğim lirayı geri, koçu da diri isterim. Sana kırk gün izin. Söylediklerim
yapılmazsa, kırk birinci günü boynun cellâda vereceğim…
Vezir doğru odasına gitmiĢ. BaĢını elleri arasına alarak kara kara düĢünmeye baĢlamıĢ.
PadiĢahın isteklerini yerine nasıl getirsin? Güç, hem de çok güç bir iĢ bu. Sabaha kadar
düĢünen vezir, hiçbir yol, bir çare bulamamıĢ. Bunun üzerine, uzak ülkelere geziye çıkmaya
karar vermiĢ. Belki bir yol bulurum diye… Hemen hazırlanmıĢ. Gün ıĢırken kimseciklere
görünmeden saraydan ayrılmıĢ, yola düĢmüĢ.
Az gitmiĢ, uz gitmiĢ, dere tepe düz gitmiĢ, bir de arkasına bakmıĢ ki, bir karıĢçık yol
gitmiĢ. BaĢlamıĢ gene yürümeye… Çok geçmeden bir çiftçiye rastlamıĢ. Selam verdikten
sonra demiĢ ki:
-Çok yorgunum. Uzun zamandır yürüyorum. Ayaklarımda kuvvet kalmadı. ġu
yokuĢun baĢına kadar sen beni taĢı. Oradan köye kadar da ben seni taĢırım.
Çiftçi, bu tanımadığı adamın sözlerine aldırmamıĢ bile… Hiç konuĢmadan yürümeye
devam etmiĢler. Biraz sonra önlerine bir orman çıkmıĢ. Vezir, çiftçiye bu sefer de:
-Gel bu ormana tek girelim, çift çıkalım! Ha, ne dersin?
Çiftçi bu sözlere de karĢılık vermemiĢ.
Gene yürümüĢler, yürümüĢler. Çok geçmeden bir evin önüne gelmiĢler. Kapıda bir kız
duruyormuĢ. O zaman çiftçi konuĢmuĢ:
337
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
-ĠĢte, demiĢ, benim evim burası. Vezir eve Ģöyle bir baktıktan sonra:
-Evin güzel ama ahbap, demiĢ, dümeni eğri. Çiftçi bu sözlerden bir Ģey anlamamıĢ.
Canı da sıkılmıĢ. Vezire cevap vermemiĢ. Yüzüne bakmadan evden içeri girmiĢ.
Vezir sokak ortasında yalnız kalmıĢ. Çaresiz gidip köy odasını bulmuĢ, oraya misafir
olmuĢ.
AkĢam olduğu için çiftçi biraz sonra akĢam yemeğine oturmuĢ. Yemek sırasında
çiftçinin on üç yaĢındaki kızı, babasına sormuĢ:
-Baba, bugün seninle beraber köye kadar gelen sakallı amca kimdi?
Babası:
-Tanımıyorum kızım, demiĢ, bugün ona yolda rastladım. Bana birçok Ģeyler söyledi.
Hiçbir dediğini anlamadım, cevap da vermedim.
Kızın merakı artmıĢ:
-Nasıl Ģeyler söyledi de, demiĢ; anlamadın baba?
O zaman çiftçi anlatmıĢ:
-Önce, Ģu yokuĢun baĢına kadar sen beni taĢı, oradan da köye kadar ben seni
taĢıyayım, dedi. Neden böyle söylediğini anlamadım. Kendisini hiç tanımadığım halde, bana
kendisini taĢıtmak istediği için kızdım, cevap bile vermedim. Biraz sonra ormana girdik. O
zaman da, gel bu ormana tek girelim, çift çıkalım, dedi. Bu sözlerinden de bir Ģey
anlamadım. Canım da iyice sıkılmağa baĢladı ama kendimi tuttum. Sonra köye vardık. O
zaman baĢımdan savmak için burayı göstererek ―ĠĢte benim evim‖, dedim. Bana ne dese
beğenirsin? Evin güzel ama dümeni eğri, demez mi? Tepem attı. ġeytana uyup da elimden
bir kaza çıkmasın diye hemen içeriye girdim. Evin dümeni mi olurmuĢ? Deli mi ne?
Babasının sözlerini dikkatle dinleyen küçük kız:
-Haksızlık etmiĢsin baba, demiĢ. O amcanın her sözünün bir manası var. Sen yemeğini
ye de ben sana onun ne demek istediğini bir bir anlatayım istersen?
-Yemek sırasında vezirin sözlerinin manasını kızından öğrenen çiftçi, sofradan
kalktıktan sonra doğru köy odasına koĢmuĢ. Veziri bularak:
338
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
-Affedersin Tanrı misafiri, demiĢ. Ben yorgunluktan gündüz söylediklerini pek
kavrayamadım. Kulaklarım da biraz ağır iĢitir zaten. Kusurumu bağıĢla! Yemekte
düĢündüm, ne demek istediğini anladım. YokuĢun baĢına kadar sen beni taĢı, oradan köye
kadar da ben seni taĢıyayım demekle, yokuĢun baĢına kadar sen konuĢ, ben dinleyeyim,
oradan köye kadar da ben konuĢurum, sen dinlersin, demek istemiĢtim. Ormana tek girip çift
çıkalım demekle de, birer değnek yapmamızı teklif ettin. Evime, güzel ama dümeni eğri,
demekle de, kızın güzel ama burnu eğri demek istemiĢtin, değil mi?
Çiftçinin sözlerini dikkatle dinleyen vezir:
-Ġyi bildin ama demiĢ, bunlar senin aklının iĢi değil. Doğru söyle, bunları sana kim
öğretti?
Çiftçi, biran düĢündükten sonra:
-Hiç kimse öğretmedi, demiĢ.
DemiĢ ama veziri inandıramamıĢ. Vezir, doğru söylemesini ısrarla isteyince, çiftçi,
çaresiz iĢin doğrusunu söylemiĢ:
-Kapıda gördüğün küçük kızım var ya, iĢte o öğretti.
O zaman vezir, bu çok akıllı küçük kızı merak etmiĢ:
-Hadi, demiĢ, getir Ģu küçük kızını da yakından bir göreyim. Onun aklı bizimkinden
çok. Benim bir derdim var, belki o bir çare bulur.
-Çiftçi hemen eve dönerek kızını yanına almıĢ, köy odasına getirmiĢ. Küçük kızı pek
seven ihtiyar vezir:
-Senin gibi akıllı bir evlada sahip olduğu için baban ne kadar sevinse haklıdır yavrum,
demiĢ. Akıllı çocukları herkes sever. Mademki sen bu kadar çok akıllısın, benim derdime de
bir çare bul bakalım!
Küçük kız gülmüĢ:
-Güzel sözleriniz için teĢekkür ederim, demiĢ. Derdiniz nedir ki?
Vezir anlatmağa baĢlamıĢ:
339
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
-PadiĢah bana bir lira vererek dedi ki: ―Al Ģu lirayı, bununla bana bir koç alacaksın. Bu
koçun etinden et, derisinden kürk isterim. Ama lirayı geri, koçu da diri isterim‖, dedi.
Küçük kız vezirin sözleri bitince kahkahalarla gülmeye baĢlamıĢ. ġaĢıran vezir demiĢ ki:
-Kızım bunda gülecek ne var? Ağlanacak bir hal bu. ġayet padiĢahın istediklerini kırk
günde yapamazsam, kırk birinci günü beni cellâtlara verecek, boynumu vurduracak. Benim
gibi ihtiyar bir adamın baĢı kesilirse sevinir misin?
Küçük kız, bunun üzerine:
-Bunları yapmaktan kolay bir Ģey yok ki amca, demiĢ. Siz hiç tasalanmayın, ben sizi
kurtarırım!
Bu sözlere pek sevinen vezir:
-Aman sağ ol kızım, demiĢ, söyle bakalım ne yapacağım?
Küçük kız, vezire neler yapacağını anlatmaya baĢlamıĢ:
-O bir lira ile yünü kırpılmamıĢ bir koç alırsın. Yününü kırptırır, iki liradan satarsın.
Bir lirasını saklar, öteki lira ile küçük bir kürk yaptırırsın. Koçun kuyruğundan bir parça
keserek lira ile beraber bir tabağa koyar, padiĢaha götürürsün. Oldu mu?
Vezir, küçük kızın verdiği akla hayran olmuĢ, cellâtlara verilmekten kurtulduğu için
sevinç içinde küçük kıza ve babasına teĢekkür ederek köyden ayrılmıĢ.
Az gitmiĢ, uz gitmiĢ, dere tepe düz gitmiĢ, saraya varmıĢ. PadiĢahın karĢısına çıkmıĢ.
Emirlerini bir bir yerine getirmiĢ.
PadiĢah memnun olmuĢ ama bu aklı kimden aldığını vezirine sormuĢ. Vezir önce
söylemek istememiĢ, kem küm etmiĢ ama padiĢah sıkıĢtırınca doğruyu söylemek zorunda
kalmıĢ. O zaman padiĢah bu akıllı kızı görmek istemiĢ.
Hemen bir araba göndermiĢler. Kızı köyden getirtip padiĢahın karĢısına çıkarmıĢlar.
PadiĢah demiĢ ki:
-Pek akıllı bir kız olduğunu öğrendim. Bakalım aklını bana da gösterebilecek misin?
Gösteremezsen kendini zindanda bil!
Küçük kız bu sözlere gülerek:
340
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
-Ne isterseniz yapın padiĢahım, demiĢ. Ben Allah‘tan baĢka kimseden korkmam!
Soracaklarınızın karĢılığını alırsınız. Hazırım!
Küçük kızın pervasızlığına, cesaretine ĢaĢıran padiĢah, gülerek demiĢ ki:
-Aferin sana! Pek cesur bir çocuğa benziyorsun. ġimdi dinle öyle ise: Has ahırımdaki
kısrağıma üç gün içinde iki tay doğurtacaksın! ġu kavanoza ben Ģimdi doksan dokuz tane
altın koyup ağzını mühürleterek sana vereceğim. Sen onu burada, benim gözümün önünde
açıp içinden yüz altın çıkaracaksın! Bundan baĢka, seni biraz sonra karĢımda yetmiĢlik bir
ihtiyar olarak görmek istiyorum. Bütün bunları yapabilmen için benden bir tek Ģey istemek
hakkın var. Ama isteyeceğin Ģey sadece iki kelimelik olacak.
Küçük kız hemen atılarak:
-Ġstediklerinizi yapacağım padiĢahım, demiĢ, önce sizden iki kelimelik dilekte
bulunayım öyle ise…
PadiĢah:
-Ġste bakalım, demiĢ, derhal yapacağım!
-GüneĢi söndürünüz! DemiĢ.
Bu istek karĢısında ĢaĢıran padiĢah, kızarak bağırmıĢ:
-Kız, sen deli misin? Ben güneĢi söndürebilir miyim hiç? Olacak bir Ģey istemelisin!
Küçük kız o zaman:
-GüneĢi söndürmek olacak iĢ değil de, demiĢ, sizin istedikleriniz olacak Ģeyler mi
padiĢahım?
Kızın bu cevabını haklı bulan padiĢahın kızgınlığı bir anda geçmiĢ. Küçük kızın
aklına, zekâsına hayran olmuĢ. Babasına bir çift öküz ile bir tarla, kendisine de kasabadaki
okula gidip gelirken binmesi için altın iĢlemeli bir at arabası armağan ederek onları
askerleriyle beraber köylerine göndermiĢ.
Onlar ermiĢ muradına, biz çıkalım tavan arasına…
(Tezel, 2001: 73-81)
341
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
MĠLYONLARCA KUġTUK ġĠĠRĠNĠN MUHTEVASI VE KAYNAKLARI
HAKKINDA
Gencay ZAVOTÇU
ÖZET
Candan Erçetin‘in ―Milyonlarca KuĢtuk‖ Ģiiri, sözlerinin manası itibarıyla farklı kavim,
toplum ve milletlerin kültür ürünlerinden beslenmiĢ izlenimi verir. Erçetin, bu Ģiirinde
geçmiĢ ile gelecek arasında bir bağ kurma ve kültür köprüsü oluĢturma çabası içerisinde
gözükür. Bu çabada, Fars ve Türk Mitoloji ve edebiyatları ile diğer Doğu toplum ve
milletlerinin kültür değerlerinin iĢleniĢi dikkati çeker. Bu didaktik Ģiirin zengin bir altyapıya
sahip olduğu ve yerli-yabancı pek çok kaynaktan beslendiği söylenebilir. Yerli-yabancı pek
çok kültür ürününden beslendiği izlenimi veren Ģiir kurgusuna ve içeriğine istinâden üç
bölüme ayrılabilir. BaĢtaki üç birim ilk bölüm olarak adlandırılabilir. ―Biz milyonlarca
kuĢtuk‖ ifadesi ile baĢlayan dördüncü birim ikinci bölümü, gönül üzerine söylenmiĢ son
birim ise üçüncü bölümü oluĢturur. BaĢ taraftaki birinci bölüm genel etik ve ahlâki
algılar/kanılar üzerine kurulmuĢ ve belirgin örneklerle desteklenmiĢtir. ġiirin ikinci bölümü
kuĢların Kâf Dağı‘na yolculuğunu konu edinir. ġiirin üçüncü bölümü Erçetin‘in gönül
hakkındaki görüĢlerine tahsis edilir. Erçetin Ģiirin bu son bölümünde gönlü kuĢa benzetir.
Bu benzetmeyle, sanki gönlün aĢk hususunda zaman, mekân, sınır ve kural tanımayan
karakterine vurgu yapar.
Anahtar Kelimeler: Kıskançlık, bencillik, hırs, inkâr, kuĢlar, Kaf Dağı, gönül
Abstract
Candan Erçetin‘s "We have millions ofbirds" poetry,the meaningof the
wordsasdifferenttribes, communitiesandnationsfedgives the impressionofcultural products.
Erçetin in this poemto establisha link betweenthepast and the future, and will appearin the
effort tobuildcultural bridges. In this endeavor, Persian and Turkish mythologyand
literatureand otherEastern societiesandnationsin the handling ofnoteworthycultural values
.Thisdidacticpoema richinfrastructureowned andfedfrom many sourcessay thatdomestic and
foreign. Domestic and foreignproductsfed frommany culturesgiving the impression thatthe
contentrelating topoetryandfictioncan be divided intothree sections. The first partmay
bereferred to asthe leading endpiece. "We havemillions of birds," he began with thesecond
part ofthe fourthunit, complacencyhas been saidonthe last unitgeneratesthe third part.The

Doç. Dr., Bosna-Hersek Tuzla Üniversitesi Felsefe Fakültesi TürkDiliveEdebiyatıBölümü
342
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
first partof the headdetectsgeneral ethicaland moral/beliefisfounded uponandsupported
byprominent example.The second part of the poem deals with the journey of the birds of
Mount Qaf. The third part of the poem about the poet's mind is allocated to the opinion. In
this final section of the poem Erçetin hearts are likened to birds.Withthissimulation, it's like
loveheartsin respectoftime, space,andillimitablecharacterlimitemphasizes.
Keywords:Jealousy, selfishness, greed, denial, birds, KafMountain, hearts.
GiriĢ
Candan Erçetin‘in ―Milyonlarca KuĢtuk‖ Ģiiri, sözleri ve sözlerinin manası itibarıyla farklı
kavim, toplum ve milletlerin kültür ürünlerinden beslenmiĢ bir görünüme sahiptir.
Öğretmen, akademisyen, söz yazarı ve ses sanatçısı kimlikleriyle tanınan Erçetin, bu Ģiirinde
geçmiĢ ile gelecek arasında bir bağ kurma ve kültür köprüsü oluĢturma çabası içerisinde
gözükür. Bu çabada, baĢta Fars ve Türk Mitolojileri ile edebiyatları olmak üzere ağırlıklı
olarak Doğu kavim, toplum ve milletlerinin kültür değerlerinin iĢleniĢi dikkati çeker. ġiirin,
ulusal radyo ve televizyon kanallarında görseller ve beste eĢliğinde sunumu ise söz konusu
kültür değerlerinin hatırlatılması, kavratılması ve öğretilmesinde etkili olabilecek motifler
/figürler içerir.
Öğreticiliğin asıl amaç olduğu bu Ģiirin zengin bir altyapıya sahip olduğu ve yerli-yabancı
pek çok kaynaktan beslendiği söylenebilir. BaĢ tarafta, sebep-sonuç mahiyetinde biri birini
izleyen ve felsefî yönü ağır basan mısralara sindirilmiĢ karakter tahlilleri Erçetin‘in kıyâfet
ilmi (ilm-i kıyâfet) ve ırabilim (karakteroloji) konusunda bilgili olduğu fikrini verirler. Bu
kısımda Erçetin, öğretmen kimliğinin yüklediği sorumlulukla okuyucuya bazı etik ve ahlâkî
değerleri öğretmek/kavratmak isterken öğreticiliğin imkanlarından azamî ölçüde yararlanır.
Bir hususu ya da düĢünceyi bazen tümden gelim bazen de tüme varım yöntemleriyle
okuyucuya öğretmeye/kavratmaya çalıĢırken farklı karakterlere sahip insan ve hayvanları
örnek olarak zikreder. Öğretmeye/kavratmaya odaklandığı husus ya da konuyla ilgili
örnekleri çok çarpıcı olanlardan seçiĢi ise amacına ulaĢmada kendisine büyük kolaylık
sağlar.
Farklı konularda yerli-yabancı pek çok kültür ürününden beslendiği izlenimi veren Ģiir
kurgusuna ve içeriğine istinâden üç bölüme ayrılabilir. Bu tarz bir ayırımın Ģiirin verdiği
iletinin anlaĢılmasında kolaylık sağlayacağını ve yararlı olacağını söyleyebiliriz. Bu
bağlamda baĢtaki üç birim ilk bölüm olarak adlandırılabilir. ―Biz milyonlarca kuĢtuk‖
ifadesi ile baĢlayan dördüncü birim ikinci bölümü, gönül üzerine söylenmiĢ son birim ise
üçüncü bölümü oluĢturur.
ġiirinbaĢtarafındayeralanvebirincibölümolarakadlandırdığımızkısımgeneletikveahlâkialgılar/
kanılarüzerinekurulmuĢvebualgıları/ kanıları inandırıcı kılmak için belirgin örneklerle
343
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
desteklenmiĢtir. Her biri yargı hükmündeki mısralarla örülmüĢ bu kısımda cümle
kurgusunun Fars.aki edatıyla desteklenmesi, Erçetin‘in Fars diligrameriya da Osmanlı
Türkçesi cümle yapısı ya da diziliĢi hakkında bilgili olduğu fikrini verir. Kıskançlık, aĢk,
bencillik, hırs, hakîkat (ya da hakîkate eriĢme isteği), inkâr ve ayrılık öne çıkmıĢ temalar
olarak gözükür. Bu temalarla bağlantılı olarak amaca eriĢmek, uçmak, yalnızlık, avlamak/
avlanmak, hata yapabilme riski, sırlara vakıf olmak da bu kısımda değinilen kavram, konu
ve hususlardır. Erçetin‘in bu bölümde olumsuz huy ve kiĢilik özelliklerini öne çıkarmaktaki
amacı kiĢiyi uyarmak ve bu olumsuz huy ve kiĢilik özelliklerinden sakınıp korunmasına
yardımcı olmaktır.
Öğretici (didaktik) birtavırlafarklı tip, kiĢi ve hayvanların karakterleri hakkında hüküm
veren Erçetin‘in yargı içerikli mısraları, klasik edebiyat mesnevilerinin sonundaki kahraman
ve tip tahlilleri ile ilgili kısımları hatırlatır. ġiir, Erçetin‘in kıskançlığın kötü ve olumsuz bir
huy olduğunu anlatan özgün iki dizesiyle baĢlar:
Her kim ki kıskançlık gölünde yüzer
Bilsin ki ulaĢamaz o kaf dağına
mısralarında, genellikle klasik dönem Ģiirinde görebileceğimiz bir teĢbihle kıskançlık göle
benzetilir ve bu gölde yüzen kiĢinin Kaf Dağı‘na ulaĢamayacağı belirtilir. Erçetin, bu
mısralarda kiĢinin kıskançlıkla amacına ulaĢmayacağını, amaca ulaĢmak uğruna
yapacağı/baĢvuracağı hile, oyun, aldatma ve kandırma uğraĢılarının iĢe yaramayacağını
söylemek ister. Kıskançlığı göle benzetip akabinde gölde yüzmekle kıskanç kiĢinin Kaf
Dağı‘na (amacına) ulaĢamayacağını söylerken Kâf Dağı‘nı bir simge olarak zikreder.
Yüksek ve sarp olduğu rivâyet olunan Kâf Dağı ifâdesi ile kiĢinin eriĢmek istediği yüce
amacı kasd ederken bu ifâde ile Ģiirin ikinci bölümünde bahsi geçen kuĢların yolculuğu ile
de bir ilgi kurmuĢ olur.
Erçetin, kıskançlık ile ilgili bu mısralarda kıskançlığın kötü bir huy olduğunu ima ederken
dünyanın ünlü bilgin, filozof, yazar ve Ģâirlerinin kıskançlıkla ilgili özlü sözlerine de
çağrıĢımda bulunur. Bu bağlamda, kıskançlığın kötülüğüne dair ―Gurur, kıskançlık ve hırs
insanların kalplerini ateĢleyen üç ateĢtir. (Dante Alighieri)‖, ―Söyleyen ve haykıran
kıskançlık daima beceriksizdir. Susan kıskançlıktan korkmalı. (Riverol)‖ v.b sözleri
hatırlamak mümkündür. Ancak, 15. yüzyıl yazarı Sinan PaĢa‘nın Ģiirsel bir kurguyla
söylediği ―Hased onulmaz renc olur, ve ilim dükenmez genc olur‖(Tulum, 2001: 181)
cümlelerinin, kıskançlığın kötü ve olumsuz karakterini özlü olarak anlatma hususunda çok
etkili ve baĢarılı olduğunu belirtmek gerekir.
Erçetin‘in bu mısralarda asıl söylemek istediği ise kötü huylu kiĢinin baĢkalarına yaptığı
kötülüklere bir gün kendisinin maruz kalacağıdır. Farklı bir söylemle kiĢinin baĢkaları için
kazdığı kuyuya kendisinin düĢeceği, baĢkaları için ördüğü çorabın bir gün kendi baĢına
344
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
geçeceği ya da herkesin kendi pisliğinde boğulacağını îmâ eder. Erçetin bu îmâlarla halk
kültüründe köklü bir geçmiĢe sahip ―Ne ekersen onu biçersin‖ (Ömer Asım Aksoy, 1988:
395), ―Eden bulur (Eden bulur, ,inleyen ölür‖ (Ömer Asım Aksoy, 1988: 257), ‖Ġyilik eden
iyilik bulur‖ (Ömer Asım Aksoy, 1988: 336), ―Ġyilik yapan iyilik, kötülük yapan kötülük
bulur‖ v.b atasözleri ile ―kazdığı kuyuya düĢmek‖, ―(birinin) baĢına çorap örmek‖ ve
―Dimyat‘a (Payas‘a) pirince giderken evdeki bulgurdan olmak‖ (Ömer Asım Aksoy, 1988:
724)deyimlerine çağrıĢımda bulunur. Bu çağrıĢımlar ise sözlerinin etkileyici ve inandırıcı
olmasını sağlar. Mısralara yukarıda sıralanan deyim ve atasözlerini ustaca sindiren Erçetin,
Kâf Dağı sözü ile de Ģiirin ikinci bölümünde iĢaret edeceği Vahdet Yolculuğu‘na (seyr-i
sülûka) ve yolculuğun sonunda kuĢların eriĢtiği Kâf Dağı‘na atıfta bulunur.
Yukarıdaki mısralar kıskanç kiĢinin eylemleri ve kıskançlıkla ilgili olsa da genelde olumsuz,
kötü ve zararlı eylem/söylemlerin sahibi için olumsuz, kötü ve zararlı sonuçlara yol açacağı
manalarına da gelir. Benzer Ģekilde olumlu, iyi ve yararlı eylem/söylemlerin sahibi için
olumlu, iyi ve yararlı sonuçlara yol açacağını da ima eder. Klasik Türk Edebiyatı‘nda bu
düĢüncelerin iĢlendiği metinler mevcuttur. Erçetin‘in bu metinleri görüp görmediği
hususunda bir bilgimiz olmasa da eğitici/öğretici özelliği ile öne çıkan metinlerde bu
düĢüncelerin sıkça iĢlendiğini söyleyebiliriz. ―Ġyilik yapan iyilik, kötülük yapan da kötülük
bulur‖ anafikrini iĢleyen Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî‘nin Bülbülnâme‘si bu tür metinlerden
biridir. Sebep-sonuç itibarıyla ardı ardına sıralanan 4-5 olay halkasından oluĢan
Bülbülnâme, her olay halkasının sonunda padiĢah tarafından söylenen ―Kim kötülük yaparsa
ona kötülük ulaĢır. Ġyiliğe iyilik, kötülüğe kötülük ulaĢır‖ manasındaki
Her ki û bed kerd ânhod-[râ] resed
Nîkuî-râ nîk bed-râ bed resed
(Mevlânâ; Nâfiz PaĢa Nu.:502 (2b-3a).
beyti ile bütüncül bir görünüme kavuĢur. Mevlânâ, 55 beyitlik mesnevide hayvan ve insan
kahramanlar arasında geçen olaylardan hareketle insanları doğru, olumlu, yararlı ve iyi
düĢünme/ hareket etme hususunda eğitmeyi amaçlar.
Mevlânâ‘nınBülbülnâme‘deiĢlediğianafikirbirazfarklıbirĢekildeSa‗dî‘ninGülistân‘ında
ÖmerFu‘âdî‘ninBülbüliyye‘de, Gülistân‘danaktardığı
da
iĢlenir.
Her ki koned be-hod koned
Ger nîk ü ger bed koned
(Ömer Fu‘âdî, Bülbüliyye 350,Gencay Zavotçu, 1997:
584)
(KiĢi,
iyiya
da
kötü
(ne)
yaparsakendineyapar)
beyti
de
anlamvesöylembakımındanMevlânâ‘nınBülbül-nâme‘deki beyitleriyle benzerlik arz eden bir
beyittir.
345
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ġiirin
Bülbül ki aĢk denizlerinde gezer
Uçamaz ki baĢka güllerin narına
mısralarındaaĢkbirdenizebenzetilir. Klasik Türk Edebiyatı metinlerinde aĢk ve ilim
genellikle deniz, deryâveummân‘a, âĢık da aĢkdenizine/ ummânına dalıp yol alan ve dibe
dalan bir dalgıca (gavvâsa) benzetilir. Denizya da ummâna giren dalgıcın amacı ise bu yolda
mesâfe katetmek, dibe dalıp inci-mercân çıkarmak ya da aĢk denizinde gark olmak,
boğulmaktır. AĢağıdaki beyitler bu hususa örnek teĢkil ederler:
Mülk-i fenâdan geçeyin ol dost iline uçayın
Talayın aĢk ummânına denizleri kaynadayın (Yûnus Emre Div., 2006: 339)
(Yok olacak, bir gün sonu gelecek ülkeden geçip sevgilinin iline uçayım. AĢk okyanusuna
dalıp denizleri kaynatayım).
Talayın ‗ıĢkun bahrine gavvâs olayın bir zamân
Ġsteyeyin dâyim seni seyyâh olayın bir zamân
(Yûnus Emre Div., 2006: 307,
(AĢk denizine dalıp bir zaman dalgıç olayım. Bir zaman gezgin olayım, seni her zaman
isteyeyim).
Sorman Yûnus'dan haber dost kandasa anda var
Yüz bin gevherden fârig ‗ıĢk denizine talan(Yûnus Emre Div., 2006: 321)
(Yûnus‘dan haber sormayın, dost neredeyse oradadır. AĢk denizine dalan yüz bin cevherden
vaz geçmiĢtir).
Yukarıdaki mısralarda bülbülün aĢk denizlerinde gezdiğini söyleyen Erçetin, Doğu - Batı
kavim, toplum ve milletleriyle Türk kültüründe eski çağlardan beri iĢlenen gül-bülbül
temasına da değinir. BaĢka güllerin âteĢine uçamayacağını söylerken de bülbülün güle âĢık
olduğunu, gül dıĢındaki çiçeklerin onu âĢık edecek çekicilik, güzellik ve kızıllıktan (âteĢten)
yoksun olduğunu söylemek istiyor. Bu ifâdede âteĢ sözcüğü ile kızıl güle atıfta bulunurken
denizde gezen kuĢun su ve ıslaklık sebebiyle uçamayacağını ya da uçmasının zor olduğunu
da îmâ eder gibidir.
Gül-bülbül aĢkı Klasik Türk Edebiyatı ile Halk Edebiyatı‘nda çok iĢlenen bir temadır. Hint
ve Fars edebiyatlarında milâdın ilk çağlarından beri iĢlenen tema Türk kültüründe 13.
yüzyıldan itibâren mısra, beyit, Ģiir ve eser boyutunda iĢlenir. Hint Edebiyatı‘nda Beydebâ
Kelile ve Dimne‘de hayvan ve kuĢ hikâyelerine yer verirken Fars Edebiyatı‘nda beyit ve
Ģiirlerin yanısıra Bülbül-nâme adıyla bir eser yazılır. Türk Edebiyatında ise 13. yüzyılda
Yûnus Emre gül-bülbül temasını mısra ve beyit boyutunda iĢlerken Mevlânâ mesnevi nazım
Ģekliyle 55 beyitlik bir Bülbül-nâme yazar. Mevlânâ‘dan sonra da 19. yüzyıla kadar farklı
Ģâir ve yazarlar Gül ü Bülbül, Bülbüliyye ve Bülbülnâme adlarıyla müstakil eserler kaleme
alırlar. Bu eserler içerisinde en ünlüsü 16. yüzyıl Ģâiri Fazlî‘nin yazdığı Gül ü Bülbül olur.
Fazlî‘nin Gül ü Bülbül mesnevisi Avrupa`da da ilgi görür/ Eser kısmen veya tamamen
Ġngilizce, Almanca ve Fransızca gibi batı dillerine de çevrilir.
346
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ġiirde kıskançlıktan sonra olumsuz huy ve kiĢilik özelliklerinden bencilliğe değinilir.
Her kim ki bencillik dağına tırmanır
Bilsin ki kaderi yalnız kalmaktır
dizelerindebencillik bir dağa benzetilir ve bu dağa tırmanan kiĢinin yalnız kalacağı beyan
edilir. Bencillik, kiĢinin kendisini olduğundan farklı görmesine ve çevresine yukarıdan,
küçümser bir gözle bakmasına sebep olan bir kiĢilik özelliğidir. Sözlükte ―Bencil olma
durumu, hodbinlik, hodkâmlık, egoistlik, egoizm, enaniyet (Türkçe Sözlük); ―1. (Genel
anlamı): Ben düĢkünlüğü; kendine düĢkünlük, baĢkalarını göz önüne almadan yalnız
kendini, kendi çıkarını düĢünme. (...). 3. Kendi ben'ini ve çıkarını yaĢamın mutlak ilkesi
yapan anlayıĢ. KarĢıtı bk. Özgecilik (BSTS / Felsefe Terimleri Sözlüğü)‖ manalarına gelen
bencillik kiĢinin çevresi ve toplum ile yakın ve yararlı ilkiĢkiler kurmasına ve paylaĢımcı
olmasına engel olan olumsuz bir rûh hâli, psikolojik bir hastalıktır (megalomani). Bencil kiĢi
genellikle kendisini daha farklı ve önemli, konumunu da yüksek gördüğü için kiĢilere ve
olaylara yukarıdan bakma, baĢkalarını küçük görme ve beğenmemeyi alıĢkanlık hatta yaĢam
Ģekli hâline getirir. Yukarıdaki mısralarda Erçetin, bencil kiĢinin her Ģeye tek baĢına sahip
olmayı tasarlayan kiĢilik özelliğine istinaden bencilliği dağa benzetir ve bu dağa tırmanan
kiĢinin yalnız kalacağını söyler. Bununla, kendisinden baĢkasını düĢünmeyen,
çevresindekilere yukarıdan bakan ve onları küçümseyen kiĢilerin farklı görüĢ ve kiĢiliklere
tahammül edemedikleri/değer vermedikleri için toplum tarafından sevilmeyeceklerini ve
yalnız kalacaklarını söylemiĢ.
Toplumun bencil kiĢiler hakkındaki değer yargılarını iĢeyen bu mısralar bir anlamda kiĢiyi
bencillikten uzak durması hususunda uyaran, tahammülkâr ve paylaĢımcı olması hususunda
yönlendiren uyarı ve öneri niteliğindedir. Bu mısralar aynı zamanda bencillik hakkında
söylenmiĢ sözleri de hatırlatan bir çağrıĢım niteliğindedir.
ġiirde bencillikten sonra aĢırı istek, öfkeve kızgınlık anlamındaki hırs kavramı üzerinde
durulur. Hırsın olumsuz ve kötü huy ve hareketlere sebep olacak bir kiĢilik özelliği olduğu
kavratılmaya çalıĢır.
ġâhin ki hırs ovalarında saklanır
Avladım zanneder ama kendi avlanır
mısralarında hırs ovaya benzetilir. Kıskançlığı dağa benzeten Erçetin‘in hırsı ovaya
benzetmesi ovanın geniĢ, uçsuz bucaksız; kiĢinin isteklerinin de sonsuz ve sınırsız olmasıyla
ilgili olabilir. Gerçek hayatta da isteklerin çok ve çeĢitli olduğu, eğer bir sınır ve set
çekilmezse isteklerin önüne geçilemeyeceği görülebilir. Ġstek, insanın yaratılıĢı (fıtratı) ve
hamuru/mayası ile iliĢkili bir kavramdır. Dîvân Ģiirinde istek sözcüğü genellikle gelip geçici
dünyevi arzûları karĢılamak için kullanılır, hevâ vü heves ikilemesiyle belirtilir. Tasavvufî
dîvân Ģiirinde ise insanın dünyevî zevk, istek ve zenginliklere aldanmaması, itibar etmemesi,
onları kontrol altında tutması ve nefsin esiri olmaması vurgulanır. ―Mûtû kalbe entemûtû‖
hadîsinin meâli gereğince ölmeden önce, dünyada iken nefsin öldürülmesi gerektiğine sıkça
vurgu yapılır. Hakîkat ve ebedî hayat ile ilgili istekler ise daha ziyâde taleb ve murâd
sözcükleri ile ifâde edilir.
Ġnsanın yaratılıĢında 4 temel unsur (anâsır-ı erba‗a) vardır.
347
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Bu vücûdun ser-mâyesi od u su toprag u yildür
Her biri aslına gider gâfil olmak nendür senün(Yûnus Emre Div., 2006: 174, G
148/4)
Dört dürlü nesneden hâsıl bilün benem uĢda delîl
Odıla su toprag u yil bünyâd kılan Yezdân benem(Yûnus Emre Div., 2006: 254, G
211/6)
beytinde de belirtildiği üzere bu dört temel unsur toprak, su, âteĢ ve hava‘dır. Allah (c.c.)
insanı balçıktan yaratmıĢtır. Balçıkta toprak, su ve hava vardır. Tefsirlerde rivâyet edildiğine
göre balçıktan yaratılan insanın bedeni âteĢ (sıcaklık) ve havanın (esinti, yel) tesiri ile
kurutulmuĢ, böylelikle insanın yaratılıĢında dört temel unsurun da katkısı vardır. Yaratılan
insana ―ve nefahtü fîhi min rûhî (15/29)‖ âyetinde buyurulduğu üzere ruh üflenmiĢ ve canlı
hâle gelmesi sağlanmıĢtır.
Ġnsanın hamurunda bulunan dört temel unsurun, toprak, su, hava ve âteĢin kiĢilik üzerindeki
yansımaları farklıdır. Toprak alçak, âdî ve değersiz bir varlık olmakla birlikte
alçakgönüllülük (tevâzu), bitirgenlik, doğurganlık, verimlilik ve ayıp örtme; su temizleyici
ve arındırıcı olmakla temizlik, paklık, saflık, arılık ve sadâkat; hava kararsız ve değiĢken
olmakla kararsızlık, döneklik, güvensizlik, ikiyüzlülük, karıĢtırıcılık ve arabozuculuk (fitne),
istek düĢkünlüğü (hevâ vü heves); âteĢ ise kibir, küçümseme, hor görme, öfke, gazap, yakıp
yok etme, kin, nefret, zarar v.b. olumsuz huy ve kiĢilik özelliklerinin temeli ve
besleyicisidir. Bu bağlamda, toprak ve suyun özelliklerinin kiĢideki yansıması iyi huy ve
karakter, hava ve âteĢin yansıması ise kötü huy ve karakter olarak tanımlanabilir. ġiirde
hırstan söz edildiğine göre mayasında hava ve âteĢ özelliklerinin baskın olduğu zararlı ve
olumsuz kiĢiler kasdedilmiĢtir denilebilir.
ÂteĢ, kibir, öfke ve gazap denince akla ilk gelen Ģeytandir. ġeytân, önceleri Haris adlı bir
melekti. Kur‘ân-ı Kerîm‘in ―Rabbin meleklere demiĢti ki: Ben muhakkak çamurdan bir
insan yaratacağım. Onu tamamlayıp içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona
secdeye kapanın! Bütün melekler secde ettiler. Yalnız Ġblîs secde etmedi. O büyüklük tasladı
ve kâfirlerden oldu. (38/ 71-73); ―Ve Âdem‘e isimlerin hepsini öğretti, Sonra onları
meleklere gösterip: ―Haydi davanızda sâdıksanız bana Ģunları isimleriyle haber verin.‖
dedi. Dediler ki: ―Yücesin sen (ya Rab!) Bizim, senin bize öğrettiğinden baĢka bilgimiz
yoktur. ġüphesiz sen bilensin, hakîmsin.‖ Ve o zaman meleklere: ―Âdem‘e secde edin!‖
dedik, hemen secde ettiler. Yalnız Ġblîs dayattı, kibrine yediremedi, inkârcılardan oldu.
(2/30-34) konuyla ilgili olarak ayrıca bkz.: 15/29)‖manasındaki âyetlerinde belirtildiği üzere
Allâh (c.c) çamurdan yaratıp ruhundan üflediği ve isimlerinin hepsini öğrettiği Âdem‘e
bütün melekler secde etmiĢ, Ġblîs (ġeytân) dıĢında kendisinin cin olup ateĢten yaratıldığını,
bu nedenle topraktan yaratılan Âdem‘e secde etmeyeceğini söyleyip Allâh (c.c.)‘a asi olur.
Allâh (c.c.) da onu ġeytân kılığına sokup lanetledi ve cennetten kovdu. Bunun üzerine
ġeytân Allâh‘a yalvardı ve ―Beni kıyâmete dek yaĢat ki iyi kullarından baĢlayarak bütün
kullarını azdırayım.‖ dedi. Allâh kabul etti. ġeytân ilk görevini Âdemle Havvâ cennette iken
yerine getirdi. Cennete girip Âdem‘i kandırmaya çalıĢtı. Bunu baĢaramayınca daha zayıf
yaratılıĢlı olan Havvâ‘yı kandırarak yasak meyveyi yemesini ve Âdem‘e yedirmesini
sağladı.
Yukarıdaki mısralarda hırs ovasında saklanarak avını yakalamak isteyen Ģâhinin ―Ava giden
348
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
avlanır‖ (Ömer Asım Aksoy, 1988: 165) sözü gereği baĢkalarına av olacağı ya da tuzağa
düĢeceği söylenir. Ġnsanoğlu bazı hayvanları (akbaba, doğan, balaban) avda yardımcı olarak
kullanır. Köpeklerin koku alma ve hızlı koĢma, kuĢların da süzülüp inme ve pençesiyle
tutma özelliğinden yararlanma düĢüncesiyle onları eğitip avcılıkta kullanır: ―Köpeğin
Neolitik devrin baĢından beri evcilleĢtirilmiĢ olmasına rağmen ilk av sahnelerinde tasvirine
rastlanmamaktadır. (…) ġahin cinsi kuĢların yardımcı av hayvanı olarak kullanılmalarının
ise sanıldığından çok daha eskilere gitmesi gerekir.‖(TDV ĠA; C 4, s. 100).
ġâhin ilk çağlardan beri avcılıkta kullanılan bir kuĢtur. AĢağıdaki beyitler Ģâhinin avdaki
önemini anlatması bakımından dikkate değerdir:
Ol kuĢun kim yuvası doğan elinde ola
Ol onda kaçan dura gide payına bir gün (Yûnus Emre Div., G 246/4)
[Yuvası doğan elinde olan kuĢ, olduğu yerde fazla
duramaz, sonunda mutlaka doğanın ayağına gider]
Her biri etmekdedir Ģevk ü safâ murgun Ģikâr
Bülbülân-ı bâğ kâr-ı Ģâhbâzân eyledi
(Yahyâ Divani, K 5/9)
[Her biri istek ve eğlence kuĢunu avlamaktadır
Bâğın bülbülleri doğânların kazancı(nı temin) etti]
SüzülmüĢ nâz ile müjgânlarında bâl ü per açmıĢ
Meger Ģâhîn-i çeĢm-i mesti mürġ-i câna salmıĢdur (ViĢne-zâde ‗Ġzzetî Div., G 38/1)
[Kirpiklerinde naz ile kanat açıp süzülmüĢ, sanki (sevgili)
sarhoĢ gözün doğanını gerçekte gönül kuĢuna salmıĢtır.]
Saru Ģâhin elindeyse salarsun
Ol olmazsa eger aġzuñla kuĢ tut
(Ebü‘l-hayr, II. Murâd)(Rıdvan Canım, 2000:
138)
[Sarı doğan elindeyse (av için) salarsın
O yoksa eğer ağzınla kuĢ tut (boĢuna uğraĢma)]
Gözlerinin keskin görüĢü, avının üzerine hızla süzülüĢü, sivri pençeleriyle avını etkisiz kılıĢı
ve çabuk havalanıĢı avda onu iyi bir yardımcı konumuna yükseltir. Eskiden Ģâhin kolda
eğitilir ve avın peĢinden salınırdı.
Yûnus bir toganıdı kondı Tapduk kolına
Ava Ģikâre geldi bu yuva kuĢı degül(Yunus Emra Div., 1996: 190; G 164/8)),
ġâhinin avdaki ustalığını bilen 16. yüzyıl yazarı Hasan Çelebi, Ģâir Hayâlî Beğ‘i sultânın
(Kânûnî Sultân Süleymân‘ın) kolunda gezen bir Ģâhine benzetir: ―…merhûm-ı sâhib-kırân
Sultân Süleymân‘uñ sâ‗id-i sa‗âdetinde karâr iden Ģeh-bâzlardan olup mecmû‗a-ı dîvânı
gibi ol sultân-ı ‗âlî-Ģânuñ yanından gitmez ve evsâf-ı leb-i dil-berân gibi ekser zamânda
dilinden düĢmez idi.‖ (Kınalı-zade Hasan Çelebi, 1989: 354)
ġâhinkihırsovalarındasaklanır
Avladımzannederamakendiavlanır
349
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Mısraların da Ģâhinden hareketle istek ve öfke ile amacına ulaĢmak isteyen kiĢinin
baĢvurduğu yöntemlerinin iĢe yaramayacağı söylenmek istenir. Bununla, sonu
düĢünülmeden hırs ve öfke ile yapılan iĢin kiĢiye yarar değil zarar getireceği îmȃ edilir. Ve
Ģiir de söylenmek istenen Sa‗dî‘nin Gülistân‘ındaki Akbaba Ġle Çaylak Hikâyesi‘nin
kahramanı akbabanın durumuyla örtüĢür: ―Akbabanın biri çaylağa: ―Uzağı görmekte
benden üstün mahlûk yoktur‖ demiĢti. Çaylak: ―Bunu söylemek yetmez. Gel bakalım, ovanın
etrafında ne görüyorsun?‖ diye karĢılık verdi. Akbaba bir günlük yol tutan yükseklikten
aĢağılara baktı: ―Ġnanırsan dedi, ovada bir buğday tanesi görüyorum.‖ Çaylak hayretinden
sabredemedi. Yukardan aĢağı doğru süzülmeye baĢladılar. Fakat akbaba o tanenin yanına
gelir gelmez, ayağına uzun bir tuzağın ipliği düğümleniverdi. Zavallı, o taneyi yemek
düĢüncesiyle boynuna feleğin kementattığını bilememiĢti. Her sedef inciye gebe değildir;
niĢancı her zaman hedefe vuramaz, değil mi? Çaylak: ―Sen düĢmanının tuzağını
farkedemedikten sonra taneyi görmüĢsün, ne faydası var?‖ dedi. ĠĢittim; akbaba, boynu
kemendin içinde, söyleniyor: ―Mukadderattan kaçmanın imkânı yokki…‖ diyordu. Velhasıl
ecel, akbabanın kanına kastetmiĢ, kazâ da onun keskin gözünü bağlamıĢtı. Kıyısı
görünmeyen bir suda, yüzücünün gururu iĢe yaramaz.‖(Sadi, 1992: 226, 227).
Erçetin bu mısralarda ―Öfkeyle kalkan zararla oturur; Öfkede akıl olmaz‖ (Ömer Asım
Aksoy, 1988: 405) ve ―Öfke gelir göz kızarır, öfke gider yüz kızarır‖ sözlerine de imâda
bulunulur. Aynı zamanda, iĢi usûlü ve gereğince yapmak, oyunu kurallarına göre oynamak
gerektiğini; zahmetsiz, kolaycı, menfaatçi sahte yöntemlerin erbâbı yanında iĢe
yaramayacağını, kiĢiye yarar değil zarar getireceğini de îmâ eder. Dolaylı olarak ―külfesiz
nimet olmaz‖ ve ―Zahmetsiz rahmet olmaz‖ (Ömer Asım Aksoy, 1988: 482) sözlerine de
çağrıĢımda bulunur. Sinân PaĢa‘nın öfke ile ilgili olarak söylediği ―Ģehvete yilen hayvân
olur, ve gazaba uyan Ģeytȃn olur.‖ (Tulum, 2001: 181)Ģeklindeki Ģiirsel cümlesi bencilliğin
olumsuz yönleri ve zararlarına vurgu yapan güzel bir örnektir.
Kuzgun ki hakikat ormanında bekler
Bilsin ki hatasız çıkamaz yarına
mısraları hakîkat yolunun tehlike ve tuzaklarla dolu olduğunu îmâ eder. Bu mısralar, baĢtan
itibaren okuyucuyu farklı konularda bilinçlendirmeye çalıĢan Erçetin‘in Ģiirin asıl konusuna
yaptığı bir çağrıĢım olarak da algılanabilir. Bu mısralarda hakîkat yolcusunun yarına hatasız
çıkamayacağı öngörüsünde bulunan Erçetin, öngörüsünü hakîkati ormana benzetmekle
iliĢkilendirir. Ormanın sık ağaçlıklar sebebiyle loĢ bir görünüme sahip olması nedeniyle hata
ve tehlikelere açık bir ortam olduğunu söylemek ister. Hakîkat arayıĢının tehlike ve
tuzaklarla dolu olduğu, hata, kusur, küskünlük, dalgınlık, dargınlık, kırgınlık, yılgınlık ve
hatta ölümlere gebe olduğu en açık bir Ģekilde Ģiirin ikinci bölümünde beyan edilir.
Kuzgun ―Ötücü kuĢlar takımının kargagiller familyasından, Kuzey Amerika'nın dağlık,
fundalık yerlerinde bulunan, tüyleri siyah renkte olup mavi renkte parlayan bir kuĢ türü,
karakarga‖ (Güncel Türkçe Sözlük) olarak tanımlanan bir kuĢtur. Kırlarda ve tarlalarda
yaĢayan ve kara karga olarak da bilinen kuzgun boyca kargadan küçük, gagası daha zayıf bir
kuĢtur. Fizikî ve rûhî yapısı ‗Ömer Fu‘âdî Efendi‘nin Bülbüliyye‘sinin
Yüzi kara vü zikri yok dilinde
350
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Görinmez ehl-i ‗irfân mahfilinde (615)
beytinde rengi ve yüzü kara, irfândan nasibini almamıĢ olarak özetlenir. (Gencay Zavotçu,
2013; 439) Beyitteki yüzü kara ifadesini Fu‘âdî hem hakîkî hem de mecâzî manada
kullanmıĢ gibi gözükür. Zîrâ, kuĢun rengi kara olduğu için dolayısıyla yüzünün çevresi siyah
kıllarla kaplıdır, yüzü de karadır. Ancak, yüzü kara söylediği veya yaptığı yanlıĢ, kötü,
olumsuz, yüz kızartıcı bir söz ya da iĢten dolayı insan ve toplum içine çıkamayacak durumda
olan kiĢiler için kullanılan bir deyimdir. ġâirin söylemiyle herhangi bir olumsuz özelliğinden
dolayı yüzü karadır, irfân sahiplerinin mahfilinde görünmemektedir.
Ġlk mısrada hakîkat ormana benzetilirken kuzguna da ormanda beklemek görevi düĢer.
Orman, vahĢî hayvanlar, çukurlar, engebeler, sık ağaçlar, mağara ve inleriyle korku, Ģüphe,
tiksinti ve ürperti veren bir mekândır.Kuzgunun, böyle tehlikeli bir ortamda yarına hatasız
çıkamayacağı söylenmek istenir. Ancak, bu îmâ akla bazı deyim, atasözü , hadîs ve
âyetleride getirir. Huzur, güven ve rahata kavuĢup hakîkate eriĢmenin bir bedeli olduğu fikri
en güzel ―külfesiz nimet olmaz‖ ve ―Zahmetsiz rahmet olmaz‖ (Ömer Asım Aksoy, 1988:
482) sözlerinde karĢılığını bulur. Yine, bu beyitte imâ edilen fikirde ―Fe inne meâl usri
yusra. Ġnne meâl usri yusra" ġüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten,
güçlükle beraber bir kolaylık vardır‖ (94-ĠnĢirâh/5, 6)âyetlerine atıf yapıldığı söylenebilir.
Kuzgun dîvân Ģiirinde uğursuz, hırsız (uğru), çirkin görünümlü ve sesli bir kuĢ olarak
tanımlanır. Evlerin bahçesinden aĢırdığı öte-beriler nedeniyle adı hırsıza (uğruya) çıkmıĢ,
çirkin sesi uğursuzluk sebebi sayılmıĢtır. Gül-Bülbül konulu mesnevilerde olumsuz
özellikleri hâiz bir hikâye kahramanı olarak sunulur. Bülbül aleyhinde tertiplenen planda
saksağan ile birlikte baĢ kahraman konumundadır. Bu plan akabinde yandaĢı diğer kuĢlarla
birlikte Hz. Süleymân‘ın huzuruna çıkıp bülbülü kuĢlara Ģikâyet eden kuĢların elebaĢısı ve
sözcüsü konumundadır. Ancak, Hz. Süleymân‘ın emryle tertip edilen mahkemede yalan
söyleyip bülbüle iftiara attığı anlaĢılmıĢ ve diğer kuĢlarla birlikte dergâhtan kovulmuĢtur. ğu
ma sözüne kanıt gösterilebilecek en belirgin örnek, eĢini öldüren karganın öyküsüdür. Hz.
Âdem‘in oğullarından kardeĢi Hâbil‘i öldüren Kâbil kardeĢinin cesedini ne yapacağını
bilmiyordu. Allah tarafından birbirleriyle kardeĢ olan iki karga gönderildi. DövüĢtüler; biri
diğerini öldürdü, ona bir çukur eĢti ve üzerini toprakla örttü. Böylece Kâbil'e cesedi nasıl
ortadan kaldıracağını gösterdi. Bu kıssada kardeĢini öldüren karga kötü bir iĢ yapmıĢ ve kâtil
olmuĢtur. Ancak, yaptığı kötü iĢ iyi bir geleneğin baĢlangıcını da oluĢturmuĢtur. Karganın
kardeĢini gömmesine tanık olan Kâbil de kardeĢinin cesedini gömmüĢ ve bu olay ölü
gömme iĢini gelenek hâline getirmiĢtir.
Kuzgunun hakîkat ormanında beklemesi fikri tasavvufî düĢünce ile de iliĢkilendirilebilir.
Yûnus Emre
ġerî‗at-Tarîkat yoldur varana
Hakîkat-Ma‗rifet andan içerü (YE Div., G 290/8)
Beytinde Ģerîat ve tarîkatın birer yol olduğunu söyler. Ġkinci mısrada ise hakîkat ve
ma‗rifetin bu ikisinden içeride olduğunu vurgular. Bu söylemiyle amaca ulaĢmak isteyenler
için Ģerîatın da tarîkatın da yol olduğunu, ancak hakîkat ve ma‗rifetin her ikisinden de hem
mesâfe hem de mertebe bakımından içeride ve ileride olduğunu belirtir. AĢağıdaki beyit,
Yûnus‘un dilinden Ģerîat, tarîkat, hakîkat ve ma‘rifet sıralamasını daha açık bir Ģekilde
beyan eder:
351
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Evvel kapu Ģerî‗at geçse andan tarîkat
Gönül evi ma‗rifet ‗ıĢk hakîkat içinde (YE Div., G 295/5)
Yunus Emre‘nin deyiĢiyle son kapı olan hakîkat, sözlükte ―1. bir Ģeyin aslı ve esâsı,
mâhiyeti. 2. Gerçek, doğru, gerçekten, doğrusu. 3. sadâkat, doğruluk, bağlılık, kadirbilirlik.
4. s. mecâz karĢılığı, esâs olarak kullanılan [kelime]. 5. ed. bir kelime neyi anlatmak için
konulmuĢsa, bu kelimenin o mânâda kullanılması...‖ (Devellioğlu, 2004: 313) manalarına
gelen bir sözcüktür. Tasavvufî manada ise hakîkat ―zâhirin ardındaki örtülü ve gizli mâna,
dinî hayatın en yüksek seviyede yaĢanarak ilâhî sırlara âĢinâ olunması‖ gibi anlamlar ifade
eder. Ġlk sûfîler hakîkat terimini daha çok ―ilâhî gerçeklere ve sırlara âĢinâ olmak, Hakk‘ın
tecellîlerini temaĢa etmek‖ anlamında kullanmıĢlardır.‖ (Mehmet Demirci, 1997: 178).
Beyit sözcüğün ister asıl, ister mecâzî manasından hareketle açıklansın her iki durumda da
her iĢin bir bedeli olduğu anlamındaki atasözü, deyim, hadîs ve âyetlerle mana bakımından
uyum içerisinde gözükür.
Ġlk mısrada hakîkati ormana benzeten Erçetin, ikinci mısrada kuzguna yarına hatasız
çıkmayacağı uyarısında bulunuyor. Bununla, hakîkat arayıĢıyla güç ve meĢakkatli bir
yolculuğa çıktığını, iĢinin hiç de kolay olmadığını sezdirmek istiyor. Bu noktada, bir bakıma
yine geriye dönüyor ve hakîkat yolcusuna ―külfesiz nimet olmaz‖ ve ―zahmetsiz rahmet
olmaz‖ (Ömer Asım Aksoy, 1988: 482) sözlerini hatırlatıyor. Ona, ―Hakîkat ormanında
bekleyeceksen yarına sorunsuz çıkamayacağını, baĢına belâ, kazâ ve musîbet gelebileceğini,
bu nedenle de hata yapabileceğini bil!‖ demek istiyor.
Hakîkat, sözlükte ―1. bir Ģeyin aslı ve esâsı, mâhiyeti. 2. Gerçek, doğru; gerçekten,
doğrusu. 3.sadâkat, doğruluk, bağlılık, kadirbilirlik. 4. s. mecâz karĢılığı, esas olarak
kullanılan [kelime]. 5. Ed. bir kelime neyi anlatmak için konulmuĢsa, bu kelimenin o
manada kullanılması.‖ (Devellioğlu: 2004: 313) manalarına gelen bir sözcüktür. Erçetin,
bu mısralarda sözcüğü bir Ģeyin aslını, esâsını kasd eden ―gerçek, doğru; gerçekten,
doğrusu‖ manalarında kullanmıĢ gözüküyor. Mısralarda her ne kadar orman sözcüğünü
zikretmiĢ gözükse de genelde her Ģeyi, çevremizde görebileceğimiz canlı-cansız bütün
varlıkları, dünyayı, evreni ve kısaca yaratılmıĢ olan her Ģeyi kasd etmiĢ bir izlenim
veriyor. Bu sözlerde, bir Ģeyin özünü, aslını-esâsını, gerçeğini öğrenebilmenin güç ve
çetin bir iĢ olduğu imâsında bulunurken aslında varlığın tek olduğunu, bütün varlıkların
aslının hakîkî, Mutlak Bir Varlık olduğunu, gözle görülebilen diğer bütün varlıkların
onun birer görüntüsü olduklarını da sezdirmek ister.
Erçetin bu mısralarda bir Ģeyin aslını, esâsını öğrenebilmenin ve onu öğrenme amacıyla
çıkılan manevî yolculuğun ağır bir bedel gerektirdiğine ―külfesiz nimet olmaz‖ ve
―zahmetsiz rahmet olmaz‖ sözleriyle çağrıĢım yaparken, yolculuğun sonunda eriĢilecek
gâyenin de kiĢiye büyük bir mutluluk ve huzur vereceğini ―fe inne meâl usri yusra...
Ġnne meâl usri yusra: ġüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten,
güçlükle beraber bir kolaylık vardır.”(ĠnĢirah / 5, 6) manasındaki âyetlerle pekiĢtirmek
ister. Hatta, ―Hakîkat ormanında beklemek‖ tabiriyle halk arasında benzer durumlarda
söylenen ―Tekkeyi bekleyen çorbayı içer‖ (Ömer Asım Aksoy, 1988: 446) atasözüne de
atıfta bulunmuĢ olur.
Her kim ki inkar limanında demirler
Eremez hiçbir zaman gönlünün sırrına
352
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
mısraları inkârı kendine huy edinen kiĢilerin gönül sırrına hiçbir zaman eremeyeceği
beyanında bulunur. ġiir boyunca farklı soyut kavramları somut nesne, madde ve varlıklara
benzeten Erçetin, bu mısralarda da inkârı limâna benzetir. Kıskançlığı göle, aĢkı denize,
bencilliği dağaya, hırsı ovaya, hakîkatı ormana, inkârı limana ve ayrılığı vâdîye benzeten
Erçetin‘in bu benzetmeleri bilinçli yaptığını söylemek doğru bir tespit olur. Soyutun somuta
benzetilmesi Bâbür sultanlarının himâyesinde Hint sarayında ortaya çıkan ve 17. yüzyıldan
itibâren Klasik Türk ġiiri‘nde etkili olan Hint Tarzı (Sebk-i Hindî) Ģiirde sıkça görülen bir
durumdur. Erçetin‘in Hint Tarzı (Sebk-i Hindî) Ģiirle bir münâsebeti omuĢ mudur? Bu
hususta bir bilgimiz olmadığı için benzetmelerde Sebk-i Hindî etkisi olup olmadığı hakkında
bir Ģey söyleyemeyiz. Ancak, benzetmelerin Ģiirin ikinci bölümünde söz konusu edilen
kuĢların vahdet yolculuğu ile ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Attâr‘ın Mantıku‘t-Tayr adlı
eserinde anlatılan vahdet yolculuğunda yol güzergâhında pek çok dağ, ova, göl, liman ve
deniz bulunduğu, bu engelleri aĢma düĢüncesindeki kuĢların yolculuğunun da 7 vâdi olarak
tanımlandığını hatırlarsak, Erçetin‘in Ģiirdeki benzetmelerde bu yolculuk terimlerinden
esinlendiğini söyleyebiliriz.
Yukarıdaki mısralarda inkârın limana benzetilmesi, inkarcı kiĢinin bir Ģeyin aslını araĢtırma
ve öğrenmeye gerek duymaması ile iliĢkilendirilebilir. Ġnkârcı kiĢiler bir husus ya da konuya
kendi doğruları ya da çıkarları açısından baktıkları için genellikle farklı düĢünce ve
görüĢlere itibar etmez ve tahammül göstermezler. Onlar için kendi görüĢleri makbul,
diğerleri önemsiz ya da değersiz, bir Ģeyin aslını araĢtırıp öğrenme de gereksiz olduğu için
kendi fikirlerinde ısrar ederler. Bu tahammül ve hoĢgörüden yoksun sabit fikirlilik de limana
demir atmıĢ gemi gibi bir fikre saplanıp kalmalarına, bir Ģeyin aslını ve gerçeğini araĢtırıp
öğrenmelerine engel olur.
Her kim ki ayrılık vadisinde durur
Bilsin ki ne ararsa kendinde bulur
mısralarında ise ayrılık vâdîye benzetilir. ġiirin, II. Bölüm‘ünde iĢlenen temaya istinâden
ayrılığın vâdiye benzetilmesinin mantıklı olduğu söylenebilir. II. Bölüm‘de kuĢların Kâf
Dağı‘na yolculuğunu iĢleyen Erçetin, bunun sabır gerektiren uzun, yorucu ve meĢakkatli bir
yolculuk olduğunu ve pek çok vâdiden geçtiğini îmâ etmiĢ. Bu vâdîler içerisinde de ayrılık
vâdisini zikretmiĢ. Ayrılık vâdisini zikretme sebebi kuĢların topluca uçtukları vâdiden ayrı,
sapa ve güzergâh dıĢı olması, yolculuktan ayrılma ve vazgeçme eğilimindeki kuĢların tercih
ettiği bir yola geçit vermesidir.
KuĢların, Attâr‘ın Mantıku‘t-Tayr‘ında anlatılan padiĢahlarını arama (vahdet) yolculuğunda,
ayrılık vâdisine sapan kuĢlardan biri bülbüldür. Hüdhüd önderliğinde çıkılacak bu yolculuğa
bülbül (hezâr), kebuter (gögercin, güvercin), sülün (süglün, tezerv), tavuk, tâvus ve daha pek
çok kuĢ ya istekli görünmez ya da yolculuğun baĢlarında özür bildirerek vaz geçme
teĢebbüsünde bulunur. Bu kuĢlar içerisinde bülbülün yolculuktan vazgeçme eğiliminin
sebebi güle olan aĢkıdır:
Didi bülbül k‘ey bu mecma‗ġa delîl
Min bolup-min gül hevâsıdın zelîl
Andın ayru ‗âĢık u dîvâne min
‗Akl u hûĢ u sabrdın bîgâne-min
Ansızın yok sabr ile tâkat maña
353
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Kayda yara çikkeli furkat maña
Tâ ki gül bustânda bolġay cilve-sâz
Miñ hevâ birle kılur-min Ģerh-i râz
(…)
Bâġdın ol kitkeç oldum güng ü lâl
Yılġa tigrü yok terennümġa mecâl
(…)
Ol durur köñlümde hem cânımda hem
Közde hem peydâ vü pinhânımda hem
ġâhġâ kâmil teveccühdür reviĢ
Beyle ‗âĢıkka kaçan bolġay ol iĢ
(Ali ġir Nevayî, Lisânü‘t-Tayr: 62 (647-655))
Erçetin, ayrılıkla ilgili mısraların ikincisinde ayrılık vâdisini mesken tutanlara uyarı
niteliğinde bir söz söyler. Onlara hâllerinin aslını ya da baĢlarına gelecek olanın ne olduğunu
öğretmeğe/kavratmağa çalıĢır. …
ġiirin ikinci bölümü kuĢların Kâf Dağı‘na yolculuğunu konu edinir.
KuĢlara hüdhüd meger reh-ber ola
Kim bu kuĢlar yorıyalar ol yola
Kim diler-ise ki sîmurga ire
Kûf-ı Kâf‘a ire vü anı göre
Hüdhüd ü kuĢlar u sîmurg misâl
‗Akl u hulk u Tanrıya kıldı mesel (GülĢen-nâme, 14-16)
beyitlerinde belirtildiği üzere hüdhüd önderliğinde Kâf Dağı‘na erme ve Sîmurg‘u görme
yolculuğunda kuĢların hâlleri ve yolculuğun seyri ile ilgili acı çekme, aldanma, yaralanma,
yolda kalma, dünya malına kanma ve sebat etme fiillerine vurgu yapılır. Yolculuk sırasında
acı ve güçlüğe dayanamayan kimi kuĢların yollarda kaldığı, kimi kuĢların sabır göstererek
yedi vadiyi (istek, aĢk, ma'rifet, istignâ, tevhîd, hayret ve fakr u fenâ) aĢıp mutlu sona
ulaĢtığı belirtilir:
Biz milyonlarca kuĢtuk kaf dağına kanat açtık
Acı çektik yaralandık bilmiyorduk aldandık
Kimimiz yollarda kaldık dünya malına kandık
Kimimiz sebat ettik yedi vadiyi aĢtık
ġairinin vahdet-i vücûd düĢüncesini iĢlediği Mantıku't-Tayr'da, kuĢlar hakikat yolunun
yolcuları (sâlikler), Hüdhüd de gayb âleminin sırlarını bilen kılavuz (mürĢid) olarak sunulur.
Attâr‘ın Mantıku't-Tayr'ı yazıldıktan sonra çok okunur, beğenilir ve esere nazîreler yazılır.
Anadolu Sahasında, 14. Yüzyılda KırĢehir‘de yaĢayan GülĢehrî, eserin aynı adla
geniĢletilmiĢ bir çevirisini yapar. ―GülĢehri Mantıku‘t-tayr adlı eserini Fars edebiyatının
büyük Ģairi Feridüddin-i Attar‘ın aynı adı taĢıyan eserinden almıĢ ve tercüme etmiĢtir. O bu
tercümede serbest davrandığı gibi eserin yapısını da değiĢtirmiĢtir. Hemen hemen kendi
gönlünce yaptığı bu değiĢikliklerde iç yapı asıl olarak değiĢmese bile, özellikle hikâyelerde
354
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
farklı bir tutum izlemiĢtir. ġair, Attar‘daki hikâyelerin yerine baĢka hikâyeler koymuĢtur. O
bu hikâyeleri çeĢitli kaynaklardan aldığı gibi, kendisi de bizzat hikâyeler yazmıĢtır.‖ (Kemal
Yavuz, 2007: 10) cümlelerinde de belirtildiği üzere GülĢehrî‘nin, eklemelerle telîf-tercüme
bir görünüm verdiği Mantıku't-Tayr'ından sonra 15. yüzyılda Alî ġîr Nevâî, Orta Asya
Sahası‘nda Lisânü‘t-Tayr adlı bir mesnevi yazar.
Araya yer yer ahlâki ve tasavvufî hikâyelerin de serpiĢtirildiği mesnevinin olay örgüsü özet
olarak Ģu Ģekildedir:― KuĢlar bir araya toplanıp " Bu zamanda hiç bir ülke padiĢahsız
değil... Bundan böyle bizim de padiĢahsız kalmamamız lazım... PadiĢahsız ülkede nizam,
intizam olmaz. Kendimize bir padiĢah seçelim." derler. Bunun üzerine Süleyman
Peygamber'in postacısı ve mahremi olduğunu söyleyen Hüdhüd." Sizin zaten bir padiĢahınız
var. O bize biden yakın da biz O'ndan uzağız. Daima padiĢah O'dur. Adı Sî-murg'dur.
Binlerce nur ve zulmet perdeleri ardındadır. Gelin de O'nu arayıp bulalım." der. Her biri
bir özür belirten kuĢlar yolculuya istekli görünmezler. Ancak kuĢların getirdiği farklı
nitelikteki özürlere inandırıcı cevaplar veren Hüdhüd, onları yolculuğa ikna eder.
Hüdhüd'ün kılavuzluğunda yola çıkan kuĢlar, yol uzadıkça bitkin ve yorgun düĢerek
yılgınlığa kapılır, yolculuktan vazgeçme eğilimi gösterirler. Ġtirazlara bıkıp usanmadan
cevap veren Hüdhüd, önlerindeki istek, aĢk, ma'rifet, istigna, tevhid, hayret ve fakr u fenâ
adlı yedi vâdiyi aĢtılar mı Sîmurg'a ulaĢacaklarını söyleyerek onları yeniden isteklendirir.
Yeniden baĢlayan yolculuk sırasında kuĢların kimi açlık ve susuzluktan ölür, kimi de yem
bulma düĢüncesiyle bir yerlere dalıp gözden kaybolurlar. Sonuçta bu yedi vadiyi ancak otuz
kuĢ aĢar ve Sîmurg'u sorarlar. O sırada bir postacı gelir, Sîmurg'u istediklerini anlayınca
önlerine birer kağıt koyarak okumalarını ister. Kağıtları okuyan kuĢlar, bütün yaptıklarının
kağıtlarda yazılı olduğunu görerek hayrete düĢerler. Bu esnada Sîmurg tecelli eder ve
kuĢlar tecelli edenin kendileri olduğunu, Sîmurg'un otuz kuĢtan ibaret olduğunu anlarlar.
Sîmurg'dan gelen: " Siz buraya otuz kuĢ geldiniz, otuz kuĢ göründünüz. Daha fazla yahut
daha eksik gelseydiniz, o kadar görünürdünüz. Burası bir aynadır." hitabının ardından,
kuĢların hepsi Sîmurg'ta yok olurlar. Çevirmen deyimiyle:" Ne yol kalır, ne yolcu, ne de
kılavuz.‖ (Ferideddin-i ‗Attâr, 1990: VIII) Kahramanlarını kuĢların oluĢturduğu eserde gülbülbül temasıyla ilgili kısım, mesnevinin baĢlarında yolculuktan vazgeçme eğiliminde olan
bülbülün özrünü iĢleyen kısımdır.
ġiirin üçüncü bölümü Erçetin‘in gönül hakkındaki görüĢlerine tahsis edilir. Erçetin Ģiirin bu
son bölümünde gönlü kuĢa benzetir. Bu benzetmeyle, sanki , gönlün aĢk hususunda zaman,
mekân, sınır ve kural tanımayan karakterine vurgu yapar:
Gönül bu durmaz uçar zaman mekan tanımaz
Uzun yol yolcusudur bulmadan aĢkı durmaz
Gönül bu durmaz uçar uzak yakın tanımaz
Gönül yol yorgunudur yanmadan huzur bulmaz
mısralarında gönül bu durmaz uçar sözleriyle Klasik Türk ġiiri ile Halk ġiirinde gönlün
kuĢa benzetilme ya da kuĢ olarak nitelenme anlayıĢına çağrıĢımda bulunur.
Ey göñül murġı ne rahm umarsun ol sayyâddan
Kim safâsı var anuñ dâmuñdaki feryâddan(Ahmed PaĢa Div., 1992: G 240/1)
355
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ġâhin bakıĢlı bir balaban gerçegin yine
ġeh-bâz-ı zülfü eyledi dil murgunı Ģikâr (Hayâlî Div., G 131/1, 2),
[ġâhin bakıĢlı bir gerçek doğan gibi
saçının doğanı gönül kuĢunu yine avladı.]
Gezme ey göñlüm kuĢı gâfil fezâ-yı ‗aĢkda
Kim bu sahrânuñ güzer-gâhında çoh sayyâdı var (Fuzûlî Div.,)
ÂĢiyân-ı murg-ı dil zülf-i perîĢânındadır
Kande olsam ey perî gönlüm senin yanındadır (Fuzûlî Div.,)
beyitlerinden anlaĢılacağı üzere Klasik Türk Ģiirinde murg-ı cân ya da murg-ı dil, dil murgu,
gönül kuĢu, cân kuĢu tamlama vetabirleriyle ifâde edilen bu hususu en açık anlatan ise
Yûnus Emre olur:
Benüm cânum bir kuĢ durur gevdem anun kafesidür
Dostdan haber gelicegiz bir gün uçar kuĢum benüm(Yunus Emre Div., 2006: 246,
G 204/4)
Gönlün kuĢa benzetilmesi düĢüncesinden Erçetin de etkilenmiĢ gözükür. Klasik Türk
Edebiyatı ile Halk Edebiyatları‘nda gönül farklı nesne, madde, varlık ve kavramlara
benzetilir. Bu varlıklardan biri de kuĢtur. Edebi metin içerisinde Ģâir ya da yazar kuĢ yerine
kelimenin Farsça karĢılığı olan murg sözcüğünü yaygın olarak kullanır. Kelime ile murg-ı
dil, murg-ı cân tamlamalarını yaparak gönlü benzetme yolu ile kuĢa benzetir. Arapça
karĢılığı tâir ise çok az kullanılır.
―Ġnsan vücudunun en hayatî organlarından olan kalp (ya da gönül) duyguların yoğun
olarak yaĢandığı, heyecânların had safhada olduğu bir merkezdir. Bu bağlamda kalb ya da
gönlü can evi olarak nitelemek de mümkündür. Yaygın bir rivâyete göre göğüs kafesinin
içinde kalp, kalbin içerisinde gönül, gönlün orta yerinde ise kara bir benek, leke ya da
nokta vardır. Sevdâ ya da süveydâ adıyla bilinen bu nokta aĢkın tecellî ettiği yerdir.
Gönül, Ģairin fikir ve eylemlerine vekil tayin ettiği gözüpek bir kahraman, gölge bir kiĢilik
gibidir.ġairin iyi ya da olumlu düĢünce ve eylemlerinin övüncü, kötü ya da olumsuz düĢünce
ve eylemlerinin ise baĢ sorumlusudur. Gönül üzerine dîvân, tekke ve halk edebiyatlarında
yazılan Ģiirler büyük bir yekun teĢkil eder. Dîvân Ģâirlerinin dîvânlarını süsleyen Ģiirler
arasında gönül konulu beyitler; kâfiye veya redifi gönül, dil, derûn, hâtır olan Ģiirler bir
hayli fazladır. Hemen her Ģâirin dîvânında bir ya da bir kaç tane gönül Ģiiri olduğunu
söylemek yanlıĢ olmaz. Bu Ģiirlerde gönül farklı varlık, nesne ve mekânlara benzetilir;
özellikleri üzerinde durulur; senli-benli konuĢulan bir muhatap kabul edilir, onun düĢünce
ve fiilleriyle bazen övünülür, bazen de olumsuz durum ve fiilerin sorumlusu olarak sunulur.
AĢk usûlünü çok iyi bilmesi, isteklerinde sınır tanımayıĢı, hercâî ve uslanmaz oluĢu,
yabancılara karĢı dik baĢlı (âsi), sevgiliye karĢı uysal oluĢu, yolunda kurban olmaya can
atıĢı v.d. bu Ģiirlerde gönlün sıklıkla değinilen özellikleridir.‖ (1) Gencay Zavotçu, 2012:
354, 355; 2) Gencay Zavotçu, 2013: 67-271).
Gönül bu durmaz uçar zaman mekan tanımaz
Uzun yol yolcusudur bulmadan aĢkı durmaz
Gönül bu durmaz uçar uzak yakın tanımaz
Gönül yol yorgunudur yanmadan huzur bulmaz
356
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Mısralarında gönlün zaman mekan tanımadan sürekli uçtuğunu söyleyen Erçetin onun aĢkı
bulmadan durmayacağını, bu aĢkla yanmadan huzur bulacağını söyler...
ġiirin son mısraında Erçetin, gönüle seslenir,
Gönül durma uç yorulma uç yılma uç
Ģeklindeki mısrada ondan durmadan, yorulmadan, yılmadan uçması talebinde bulunur. ġiirin
tasavvufî karakterli son bölümünün tamamlayıcısı niteliğindeki bu mısrada gönülden böyle
bir istekte bulunması anlamlıdır. Bu, çıktığı yolculukta gönlü destekleme, vaz geçme,
yorulma ve yılma ihtimallerine karĢı onu teĢvik etme ve yeniden isteklendirme gayretinin
dıĢavurumudur. Bu mısrayı özellikle sona saklaması ve sonda çarpıcı bir biçimde söylemesi
ise yolun güç koĢulları ve yolcuların farklı ruh hâlleri hakkında bilgili olduğunu sezdirir.
Zira, Erçetin iyi bilmektedir ki Kâf Dağı yolunda milyonlarca kuĢtan büyk çoğunluğu
baĢlangıç safhası ya da sonraki evrelerde yorgunluk, yılgınlık ve inançsızlık gibi çeĢitli
nedenlerle yolculuğu tamamlayamamıĢ ve amaca ulaĢamayıp baĢarısız olmuĢlardır.
Sembolik olarak kuĢların kullanıldığı, ama aslında rûh ya da gönlün manevî seyrinin
anlatıldığı bu yolun güzergâhı çeldirici, cezbedici, alıkoyucu ve vaz geçirici engel, tehike ve
tuzaklarla doludur. Gönül de bu engel, tehlike ve tuzaklara aldanıcı ve meyledici bir yapıya
sahiptir. Eğer onu uyarmazsa, yolculuğu tamamlayamama ve baĢarısız olma ihtimâli
yüksektir. Bu bilinçle Erçetin, seyr-i sülûk evresinde mürîdi sohbetleri, himmetli bakıĢ ve
davranıĢları ile isteklendiren bir Ģeyh gibi davranmıĢtır diyebiliriz.
Sonuç olarak Ģunları söyleyebiliriz: Öğretmen, akademisyen, söz yazarı ve ses sanatçısı
kimlikleriyle tanınan Candan Erçetin‘in Milyonlarca KuĢtuk adlı Ģiiri kültürel bağlamda
zengin bir altyapıya sahiptir. ġiirin sözleri baĢta Fars ve Türk mitolojileri ile edebiyatları
olmak üzere ağırlıklı olarak Doğu kavim, toplum ve milletlerinin kültür değerlerinden
beslenmiĢ bir izlenim verir. ġiirde geçmiĢ ile gelecek arasında bir bağ kurma ve kültür
köprüsü oluĢturma çabası içerisinde gözüken Erçetin, bu çaba içerisinde öğreticilik kimliğini
öne çıkarır. Didaktik yapısı öne çıkan Ģiirde edebî sanatlardan da yararlanır. ġiirin ilk
Bölüm‘ünde bir husus ya da konuyu okuyucuya öğretmeğe/kavratmaya çalıĢırken teĢbîh
(benzetme) sanatınabaĢvurur. Ġkinci Bölüm‘de kuĢların ağzından konuĢarak intâk
(konuĢturma), son bölümde ise gönüle hitap ederek nidâ (seslenme) sanatlarına müracaat
eder. ġiirin biçimsel kurgusu ince düĢünülüp tasarlanmıĢ olduğu fikrini verir. Ġlk Bölüm‘de
okuyucuyu farklı hususlarda bilgilendiren Erçetin, Ġkinci Bölüm‘de iĢleyeceği KuĢların Kâf
Dağı‘na yolculuğunun altyapısını hazırlamıĢ olur. Ġkinci Bölüm‘de kuĢların ağzından Kâf
Dağı yolculuğunu anlatırken Üçüncü Bölüm‘de gönüle hitap eder. Gönüle amaca ulaĢması
için durmadan, yorulmadan ve yılmadan uçması hitabında bulunurken yine öğreticilik yanını
öne çıkarır. Gönüle seslenirken aslında kiĢinin bir iĢi baĢarabilmesi için azimli, sabırlı ve
kararlı olması gerektiğini îmâ eder. ġiirin tamamı bu düĢüncemizi doğrular niteliktedir:
Her kim ki kıskançlık gölünde yüzer
Bilsin ki ulaĢamaz o kaf dağına
Bülbül ki aĢk denizlerinde gezer
Uçamaz ki baĢka güllerin narına
Her kim ki bencillik dağına tırmanır
Bilsin ki kaderi yalnız kalmaktır
ġâhin ki hırs ovalarında saklanır
Avladım zanneder ama kendi avlanır
357
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Her kim ki hakikat ormanında bekler
Bilsin ki hatasız çıkamaz yarına
Her kim ki inkar limanında demirler
Eremez hiçbir zaman gönlünün sırrına
Her kim ki ayrılık vadisinde durur
Bilsin ki ne ararsa kendinde bulur
Biz milyonlarca kuĢtuk kaf dağına kanat açtık
Acı çektik yaralandık bilmiyorduk aldandık
Kimimiz yollarda kaldık dünya malına kandık
Kimimiz sebat ettik yedi vadiyi aĢtık
Gönül bu durmaz uçar zaman mekan tanımaz
Uzun yol yolcusudur bulmadan aĢkı durmaz
Gönül bu durmaz uçar uzak yakın tanımaz
Gönül yol yorgunudur yanmadan huzur bulmaz
Gönül durma uç yorulma uç yılma uç
Kaynaklar
Ahmet PaĢa Divanı; Haz.: Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan, Akçağ Yay., Ankara 1992.
Aksoy, Ömer Asım; Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü-1. Atasözleri Sözlüğü, Ġnkılâp Yay.,
Ġstanbul 1988.
Aksoy, Ömer Asım; Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü-2. Deyimler Sözlüğü, Ġnkılâp Yay.,
Ġstanbul 1988.
Ali ġir Nevayî, Lisânü‘t-Tayr, haz.: Prof. Dr.Mustafa Canpolat, TDK Yay., Ankara 1995.
Canım, Yrd. Doç. Dr. Rıdvan; Latîfî, Tezkiretü‘Ģ-ġu‗arâ ve Tabsıratü‘n-Nuzamâ; (ĠncelemeMetin), Atatürk Kültür Merkezi BaĢk., TTK Bsm.evi, Ankara 2000, s. 138.
Ferideddîn-i ‗Attâr; Mantıku‘t-Tayr, Çev.:Abdülbaki Gölpınarlı, M.E.B., I, Ġstanbul 1990.
FuzûlîDîvânı; Metnibaskıyahz.: Prof KenanAkyüz-SüheylBeken-Doç. Dr. SeditYüksel-Dr.
MüjganCunbur, Akçağ Yay., Ankara 1990.
Kınalı-zadeHasanÇelebi; Tezkiretü‘Ģ-ġuarâ, EleĢtirmelibaskıyahazırlayan: Dr. Ġbrahim
Kutluk, Atatürk Kültür, DilveTarihYüksekKurumu TTK Yay., C.I, 2. bs., Ankara 1989, s.
354.
Külliyāt-ı Sa‗dî; NĢr.: Muhammed-i Sadrî, Tahran 1384 hĢ., s. 11; ayrıca bkz.: Sa‘dî;
Gülistân, Ter.: Mehmet Kanar, ġule Yay., Ġstanbul 2001.
Mevlânâ; Bülbül-nâme, Süleymâniye Ktp., Nâfiz PaĢa Bl., Nu.:502 (2b-3a).
Bekâyî-i Ġznîkî; Gül ü Bülbül, Nuruosmâniye Ktp., 4097.
358
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Tatçı, Dr. Mustafa; Yunus Emre Külliyâtı II-Yûnus Emre Dîvânı -Tenkitli Metin, Ankara
2006.
Wilhelm Thomsen; Orhon ve Yenisey Yazıtlarının Çözümü, Ġlk Bildiri- ÇözülmüĢ Orhon
Yazıtları, Çev.: Vedat Köken,Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu TDK Yay.,
Ankara 1993.
Yavuz, Kemal; GülĢehri'nin Mantıku't-Tayrı'ı (GülĢen-nâme), Metin ve Günümüz
Türkçesine Aktarma I, KırĢehir Valiliği Yayın No: 12, Ankara 2007.
Yılmaz Emel-Özlem Cömet; ViĢne-zâde ‗Ġzzetî Divanı, Bitirme Tezi, Yön.; Yrd. Doç. Dr.
Gencay Zavotçu, KOÜ Fen Ed. Fak. TDED Bl., Kocaeli 2005.
Yahya Divanı; Haz.: Rekin Ertem, Akçağ Yay., Ankara 1995.
Tulum, Mertol; Sinan PaĢa-Tazarru‗-nâme, MEB Yay., Ankara 2001.
Yûnus Emre Divanı; Haz.: Dr. Mustafa Tatçı, Akçağ Yay., Ankara 1991.
Zavotçu, Gencay; ―Mevlânâ Adına Kayıtlı Küçük Bir Mesnevi: Bülbül-nâme‖, Atatürk
Üniversitesi Türkiyat AraĢtırmaları Dergisi (TAED),Erzurum 1998, S.9, s.79-88.
Zavotçu, Gencay; Dîvân ġâirlerinden Gazeller I:Dehhânî-Nesîmî-ġeyhî-Zâtî (Nesre Çeviri,
Açıklama, Terimler, KiĢiler ve San‘atlar), Umuttepe Yay., Kocaeli 2012, 553 s.
Zavotçu, Gencay; Klasik Türk Edebiyatı Sözlüğü (KiĢiler-Hayvanlar-Bitkiler-Tabiat
Güçleri-KiĢileĢtirilmiĢ Varlık ve Kavramlar), Kesit Yay., Ġstanbul, Kasım 2013, 910 s.
Zavotçu, Gencay; Türk Edebiyatı‘nda Gül ve Bülbül Mesnevileri (Mukayeseli ÇalıĢma) II,
Tez Yön.: Yrd. Doç. Dr. Turgut Karabey, Atatürk Üni. Sos. Bil. Ens., Erzurum 1997.
359
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
RUSÇUKLU ZARÎFÎ‟NĠN PEND-NÂME‟SĠNDEKĠ KALIP ĠFADELER
Güllü BOġÇA
ÖZET
Zarîfî, XVIII. yüzyılda yaĢamıĢ ve bugün Bulgaristan sınırları içinde bulunan Rusçuk‘ta
doğmuĢ olan mutasavvıf bir Ģairdir. ġair daha çok Pend-nâme adlı öğüt kitabıyla
tanınmaktadır.
Dinî-tasavvufî, ahlakî ve sosyal hayat gibi pek çok konu üzerinde durulan eserde, anlatımı
kuvvetlendiren atasözü, deyim ve veciz sözler gibi birtakım kalıp ifadelerden
yararlanılmıĢtır.
Bu çalıĢmada Zarîfî ve Pend-nâme adlı eseri ile ilgili kısaca bilgi verildikten sonra eserde
geçen bu kalıp ifadeler üzerinde durulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Zarîfî, Pend-nâme, kalıp ifadeler.
FIXED EXPRESSIONS IN PEND-NÂME OF RUSÇUKLU ZARÎFÎ
Abstract
Zarîfî is a sufi poet who had lived in the 18th century and was born in Rusçuk (Ruse) in
today‘s Bulgaria. The poet is rather known with his work Pend-nâme (epistel of
admonitions) which is more of a book of advices.
In the work, which elaborated many issues - religious-sufistic, moral and social - several
fixed expressions, such as proverbs, idioms and aphorisms were made use of.
This study aims at investigating these fixed expressions in Zarîfî‘s work, after providing a
brief information on Zarîfî and his Pend-nâme.
Keywords: Zarîfî, Pend-nâme, fixed expressions.

ArĢ. Gör., GaziosmanpaĢa Üniversitesi Fen Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
[email protected]
360
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
GiriĢ
Asıl adı Ömer olan Zarîfî, kaynaklarda Zarîfî Baba, Zarîfî Ömer Efendi, Zarîfî Baba Ömer
Efendi, ġeyh Ömer Zarîfî Efendi, Ömer Baba adlarıyla anılır. XVIII. yüzyılda yaĢamıĢ
mutasavvıf bir Ģair olan ve bugünkü Bulgaristan sınırları içinde bulunan Rusçuk‘ta doğan
Zarîfî, daha çok tasavvufî ve ahlakî öğretilere yer verdiği Pend-nâme adlı mesnevisi ile
tanınır (GÖNEL, 2013, s. 1451).
Sa'diyye tarikatının Ģeyhlerinden olan ve Ģiirleri kadar hüsn-i hattaki ustalığıyla da tanınmıĢ
olan Zarîfî, yine Rusçuk‘ta H.1210 (M.1795) yılında vefat etmiĢ olup, Rusçuk Bey
Mezarlığı karĢısındaki Tombul Câmii haziresine defnedilmiĢtir (ARSLAN, 1994, s. 5).
Söz konusu Ģairin Pend-nâme adlı eserinin dıĢında bir de divanı olduğundan, ancak bu
eserinin günümüze ulaĢmadığından söz edilir. Öte yandan Hüseyin Gönel, biri tam diğeri
eksik olan Zarîfî‘ye ait iki divan nüshası olduğundan bahseder (GÖNEL, 2013, s. 1455).
Tam olan nüsha Ġstanbul Üniversitesi Kütüphanesi T 3863 numaradadır ve 202 varaktır.
Eksik olan ikinci nüsha ise Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi‘nde 07 El 2971/1 arĢiv
numarası ile kayıtlıdır. Divan 1b-22b arasında yer almaktadır. BaĢından ―te‖ harfine kadar
olan Ģiirler Ġstanbul Üniversitesi Kütüphanesindeki nüshasıyla birebir aynı olduğundan
bahsediliyor (GÖNEL, 2013, s. 1455).
Zarîfî‘nin kaynaklarda genellikle Divan ve Pend-nâme olmak üzere iki eseri zikredilirken
Turgut Koçoğlu, bunların dıĢında yedi eserden daha bahseder. Bunlar Tasavvuf-nâme, Ġsm-i
A'zam, Kitâb-ı Ġ'tikâd, Hikâye-i Kan Kalesi, Beyân-ı Ser-encâm, Kısasu'l-Enbiyâ, Istılahât-ı
MeĢâyıh‘tır (KOÇOĞLU, 2012, s. 1756).
Zarîfî ve eserleri hakkında verilen bu kısa bilgiden sonra esas konumuz olan Pend-nâme‘den
bahsedilecek olursa, Feridüddin Attar‘ın ünlü Pend-nâme adlı eserinin Türkçeye
tercümesinden sonra bu türde yazılan eserlerin hepsi ―pendnâme‖ olarak anılmaya
baĢlanmıĢtır.
Bir nasihat kitabı olan Pend-nâme, tasavvufî ve ahlakî konuların yer aldığı 1071 beyitlik bir
mesnevidir. Eserde insanoğlunun doğru davranıĢlar sergileyerek, daha mutlu ve daha iyi
hissedebilmesi için neler yapılması gerektiği ile ilgili öğütler verilmektedir.
Esas itibarıyla öğüt verme geleneği bizde daha ilk yazılı metinlerden itibaren görülmeye
baĢlar. Türk Edebiyatının ilk yazılı metinleri olan Orhun Abideleri‘nde, Türk halkının
361
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
bağımsızlığını koruyabilmesi için neler yapması gerektiği ile ilgili bilgiler verilir. Sonraki
yüzyıllarda bu geleneğin Kutadgu Bilig, Atabetü'l-Hakayık, Risâletü'n-Nushiyye gibi
eserlerle devam ettiği görülür. Sözlü edebiyatta ise bu gelenek atasözü ve deyimlerle devam
ettirilmiĢtir.
Bununla birlikte atasözü ve deyimler kültürel bilginin muhafazası, aktarılması ve anlatımın
kuvvetlendirilmesi hususunda önemli iki kaynaktır. Yüzyıllarca kullanılarak kalıplaĢan bu
sözler, Yüzyıllardan süzülerek zamanımıza kadar gelmiĢ, bu yüzden uzun bir deneme zamanı
geçirmiĢ, kalabilenler sade anlamlı fakat sağlam gerçekli sözler olmuĢtur (ÖZÖN, 1952, s.
VI).
Etkili ve kalıcı bir ifadenin de en önemli Ģartlarından biri kısalıktır. Ġnsan zihni ifade
sırasında çok zamanda az kuvvet sarf etmek yerine az zamanda çok kuvvet sarf etmeyi tercih
eder (ÖZDEM, 2000, s. 121). Atasözü ve deyimler gibi kalıplaĢmıĢ ifadeler de kimi zaman
sayfalar dolusu anlatımdan daha etkili olabilir. Kısaca bu ifadeler anlatmak istediklerimizi
daha kolay ve daha etkili anlatmak noktasında bize yardımcı olur.
Aynı zamanda atasözü ve deyimler, onları üreten toplumun dünyaya bakıĢı, kültürel
özellikleri, öncelikli değerleri ve hassasiyetleri gibi özelliklerini gösteren en önemli folklorik
malzeme olma özelliği taĢır (DELĠCE, 2003, s. 181)
Adı geçen eserde de müellif, insanlara dinî-tasavvufî ve ahlakî konularda nasıl hareket
etmesi gerektiğini anlatırken, bu ifade Ģekillerinden de yararlanmıĢtır. Zarîfî, bu ifade
Ģekilleri ile birlikte eserinde dile hâkimiyetini ve Ģiir bilgisini de gösteren hoĢ vecizelere de
yer vermiĢtir. Müellifin eserinde rastladığımız ve anlatımını zenginleĢtiren bu ifadeleri tespit
edip, konularına göre bir tasnif yapmaya çalıĢacağız.
Deyimler, Atasözleri Ve Vecizeler
Sır Tutmak/DüĢünerek KonuĢmak
Türk kültüründe az söyleyip çok dinlemenin gerekliliği ve faydası ile ilgili sayısız söylem
vardır. Eline ve diline sahip olmak bir düsturdur. Fikri toz hâline getirip onda birini
362
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
söylemek gerekir 80. Zarîfî‘nin sır tutmanın ve düĢünerek konuĢmanın gerekliliği ile ilgili
kullandığı deyimler Ģunlardır:

Ağzı açık olmak: DüĢünmeden konuĢan (D)81
Agzı açık olıcak erkek diĢi
Halk içinde mashara olmak iĢi (103)

Ağzını tutmak: Bugün kullandığımız ―dilini tutmak‖, sonunu düĢünmeden
geliĢigüzel konuĢmaktan sakınmak (D)
Çıkmaya sır dersen agzın tutagör
Lokma-i sırrını kendin yutagör (100)

Ser verip sır vermemek: Ağzı sıkı olmak (D)
Âkil olan ser vere sır vermeye
Arz-ı sırdan kimseye yer vermeye (105)

Sır lokmasını yutmak: Sırrı açığa vurmamak, baĢkasına söylememek (D)
Çıkmaya sır dersen agzın tutagör
Lokma-i sırrını kendin yutagör (100)

Sır vermek (sızdırmak): Bir sırrı açığa vurmak, baĢkasına söylemek (D)
Sır veren kimseye nice iĢ olur
Çok belâya anın ile dûĢ olur (106)

Kimselere sırrın ifĢâ etme hiç
Lokma ise yud anı su ise iç (101) (V)

Hem büyük sözden dilin gâyet sakın
Zîrâ eksikligi olur pek yakın (146) (V)

Söylenilmez her dile gelen kelâm
Söz odur kim ola hatmi ve's-selâm (187) (V)

Âdemin dürr-i sühandır zîneti
Âdem anın ile bulur izzeti (429) (V)

80
Söz gibi cevher cihanda olmaya
“Önün ardın gözet, fikr-i dakîk et, onda bir söyle
Öğütme ağzına her ne gelirse âsiyâb-âsâ‖ (Osman Nevres Efendi)
81
D (Deyim), A (Atasözü), V (Vecize)
363
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Kıymetin nâdân olanlar bilmeye (430) (V)

Bilmedigin almadan noksân dile
Dinlemek bin kat hayırlıdır hele (893) (V)
Değer / Kıymet

Anlayana söyle dürr ü gevherin
Kıymetin sarrâf bilir cevherin (905) (V)

Anlamayan anlamaz çekme emek
Söylemekden yeg ana söylememek (906) (V)

Bile mi nâdân cevâhir ne demek
Tûtîye lâyık imiĢ sükker yemek (907) (V)
Onay / Müsaade Ġstemek

Rıza gözlemek: Onayını almak, müsadesini almak (D)
Gözlegil dâ'im rızâsın anların
Âlî zikr et dilde nâm u Ģânların (112)
Ġlgiyi Kesmek

Yüz çevirmek: Gösterdiği ilgiyi kesmek (D)
Gelse kimse hâcet içün ger sana
Yüz çevirme kıl nazar andan yana (230)

Yüz döndürmek: Yüz çevirmek, gösterilen ilgiyi kesmek (D)
Sakınıp döndürme andan yüzünü
Yüzüne gül tatlı söyle sözünü (673)

Ġsmini dile almamak: Adını ağzına almamak (D)
Ana da dahl eyleme zinhâr hele
Hayr u Ģerde ismini alma dile (796)
Ġntikam Almak

Kazdığı kuyuya kendisi düĢmek: BaĢkası için hazırladığı kötülüğe kendisi
uğramak(D).
Sabr edersen Hak belâsını verir
364
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Kazdıgı kuyuya kendisi girür (388)
Dikkatli Olmak

Can kulağıyla iĢitmek: Çok dikkatli dinlemek (D)
Ey püser dinle nasîhat sözünü
Cân kulagıyla iĢit aç gözünü (715)

Gözünü açmak: GörüĢünü değiĢtiren bilgi vermek, uyarmak (D)
Sakınıp nâ-ehle sen deme sözün
Dinle pendim dut kulagın aç gözün (403)

Kulak tutmak: Kulak vermek, önemsemek (D)
Sakınıp nâ-ehle sen deme sözün
Dinle pendim dut kulagın aç gözün (403)
Ah Almak

Gözünün yaĢını almak: Ah almak, birinin ilenmesini üstüne çekmek (D)
Gel fakîrin alma gözü yaĢını
Gark edip bitirmeye tâ iĢini (648)

Pek sakın mazlûmun âhından hele
ġâh olursan tahtını verir yele (647) (V)
Ġlahî Adalet

Ettiği yanına kalmak: Yaptığı kötülük karĢılıksız kalmak, cezasını görememek (D)
Hak kulundan intikâmın hep alır
Sanma aslâ etdigi ana kalır (662)

Ne ekersen onu biçersin: Nasıl davranırsan öyle karĢılık görürsün (A)
Erde geçde âkibet sen göçesin
Bunda her ne ekdin anda biçesin (206)
…
Her ne tohmu eksen anı biçesin
Her ne köprü yapsan andan geçesin (1034)

Erde geçde âkibet sen göçesin
Bunda her ne ekdin anda biçesin (206) (V)

Acıyana bil ki acır buluna
KiĢi her ne etse gelir yoluna (654) (V)
365
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Ölüm

Kara toprak olmak: Ölmek (D)
Besledigin nâz ile cismin senin
Kara toprak ola ol nâzik tenin (696)

Bu fenâya dil verip aldanma sen
Bâkî kalmaz sana bu cân ile ten (693) (V)

Bu fenâda Ģâh imiĢ yâhud nefer
Bir kefenle ediser âhir sefer (927) (V)
Saygı Göstermek

Pâyına yüz sürmek: Bir dilekte bulunmak için eĢiğine yüz sürmek, yalvarmaya
gitmek (D).
Herkesi kendinden âlî göresin
Kâdir isen pâyına yüz süresin (782)

Yüz sürmek: AĢırı sevgi göstermek için yere eğilmek (D)
Dergehine süreyim kara yüzüm
Sû-i zan gösterme görmeye gözüm (856)
Dilek / Ġstek

Dest açmak: El açmak, baĢkasının yardımını isteyecek durumda olmak. (D)
Tez tükenir gelmeyince üstüne
MüĢkil iĢdir destin açmak dostuna (860)
Kanaat Etmek

Aza çoğa bakmamak: Olanla yetinmek (D)
Âkil olan bakmaya aza çoga
Pek yakın dehrin hele varı yoga (992)
Dostluk

Dost kara günde belli olur: Gerçek dost üzüntülü, sıkıntılı günlerde insanı yalnız
bırakmaz (A).
HoĢ gününde her kiĢi yârân ola
Dost odur kim kem gününde dost ola (363)
366
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014

Eski düĢman dost olmaz: Eski düĢmanlık dostluğa dönüĢtürülemez (A)
Eski düĢman dost ola sanma sakın
Ġctinab et semtine varma sakın (375)

Her yüze güleni dost sanma: DostmuĢ izlenimi vermeye çalıĢan kiĢileri dost
sanmak hatadır (A).
Dost olanlar hep yüzüne gülmeye
Her yüze gülen kiĢi dost olmaya (379)

Dostun azın çok görür kâmil olan
Böyle bulmuĢ dostlugu anca bulan (825) (V)
Zararlı Kimselerden Sakınma

Kurunun yanında yaĢ da yanar: Beğenilmeyen tutumlarından dolayı cezalandırılan
kiĢiler yanında suçsuzlar da suçlular gibi hırpalanır (A)
Kuru yanında demiĢler yaĢ yanar
Belki yaĢ yanında dag u taĢ yanar (527)
Ġyilik

Ġyilik eden iyilik bulur: Ġyilik eden kimseye zamanı geldiğinde baĢkaları da iyilik
eder (A).
Ġster isen eyülerden olasın
Eylük eyle tâ ki anı bulasın (667)

Her kime çok eylük eylersen eger
Tâ sonunda kemligi sana deger (441) (V)

Kendinedir eyligin ger kemligin
Kala ancak sana bir âdemligin (665) (V)
Misafir

Misafir on kısmetle gelir, birini yer dokuzunu bırakır: Allah misafirin yediğinden
kat kat fazlasını misafir ağırlıyor diye ev sahibine verir (A)
Kısmetiyle gelir hep cümle gelen
Berekâtı yetiĢir sana kalan (675)

Sanma kendüden verirsin sen aĢı
Bu felekde kısmetin yer her kiĢi (674) (V)
367
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Niyet

Gönlüne göre bitirir iĢini
Midene göre yedirir aĢını (170) (V)
Kemâlât

Kâmili ancak yine kâmil bulur (407) (V)

Kâmil olan sözünü etmez dırâz
Nitekim boncuk çok olur incü az (419) (V)

Güftesinden bellidir kâmil olan
Bildirir nâdânlıgın câhil olan (432) (V)

Her iĢin sonun sayar âkil olan
Ġbtidâsın gözedir câhil olan (470) (V)

Az uyumak az yemek kâmillerin
Çok uyumak çok yemek gâfillerin (560) (V)

Kendinin aybın görür kâmil olan
Halkın aybın gözedir câhil olan (780) (V)

Kâmil olan kimse noksân gözlemez (837) (V)

Ârif isen ârife bir söz yeter (997) (V)

BaĢı tâcı olmadansa câhilin
Hâk-pâyı yegdir olmak kâmilin (1068) (V)
Sabretmek

Sabr ile evvel çekenler zahmeti
Âkıbet sonunda bulur devleti (468) (V)
Edep

Çün edebdir hûblugun Ģânı adı
Bî-edeb sükker ise olmaz dadı (628) (V)

Âlem içre kendi haddin bilmeyen
Dâ'im oldur aglayıp da gülmeyen (727) (V)
Doğruluk / Adalet

Kâ‘inâtın kulu var âzâdı var
368
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Herkesin haddince adl ü dâdı var (640) (V)

Dinleme dostun sözün olsa egri boĢ
Dogru sözlü düĢmene uy dahi hoĢ (719) (V)
Ġnsan Tabiatı

Sanma kimse kimsenin hâlin tanır
Kendi neyse âlemi öyle sanır (848) (V)

Tûtî kumru ola mı hiç kara zâg
Yıkamakla kara taĢ olur mu ag (869) (V)
Sonuç
Kültürün sonraki nesillere aktarılmasında en önemli araçlardan olan atasözü ve deyimler,
daha yazılı kaynakların ortaya çıkmadığı dönemlerde bu vazifeyi üstlenmiĢlerdir. Ait olduğu
toplumun dimağında yüzyıllarca yer edinerek, günümüze ulaĢan bu kalıp ifadeler,
anlatılmak istenen konuyu daha estetik bir Ģekilde anlatma imkânı verir.
Yapılan tasnif çalıĢmasının sonucunda Ģu konuların ön plana çıktığı görülür: Sır tutmak,
düĢünerek konuĢmak, değer/kıymet, onay/müsaade istemek, ilgiyi kesmek, intikam almak,
dikkatli olmak, ah almak, ilahî adalet, ölüm, saygı göstermek, dilek/istek, kanaat etmek,
dostluk, zararlı kimselerden sakınmak, iyilik, misafir, niyet, kemâlât, sabretmek, edep,
doğruluk / adalet ve insan tabiatı.
Konu baĢlıkları ait olduğu toplumun değerlerini ve hassasiyetlerini yansıtması bakımından
önemlidir. Buradan yola çıkarak toplumun dini, ahlaki, sosyal ve kültürel duyarlılıkları
hakkında fikir edinilebilir.
Zarîfî, kullandığı deyim, atasözü ve veciz ifadelerle zenginleĢtirdiği bu metinde Ģiir bilgisini
ve dile hakimiyetini göstermiĢtir.
369
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Kaynakça
ARSLAN, M. (1994). Pendnâme-i Zarîfî. Sivas: Dilek Matbaacılık.
DELĠCE, H. Ġ. (2003). Deyimlerin Dilbilgisel Yapıları ve Yapı ÇözümleniĢleri.
M. ARSLAN içinde, Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri (s. 177-194). Ġstanbul: Bayrak Mat.
GÖNEL, H. (2013). Bir Zarif ÂĢık: Rusçuklu Zarîfî ve Divânı. Turkish Studies , 1449-1483.
KOÇOĞLU, T. (2012). Rusçuklu Zarîfî Ömer Baba ve Manzum-Mensur Tasavvuf Terimleri
Lügatçesi: Istılahât-ı MeĢâyıh. Turkish Studies , 1751-1776.
ÖZDEM, R. H. (2000). Dil Bilim Yazıları. Ankara: TDKY.
ÖZÖN, M. N. (1952). Türk Ata Sözleri. Ġstanbul: Ġnkılap Kitabevi.
370
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
KALIP CÜMLELER ĠLE YABANCILARA TÜRKÇE ÖĞRETĠMĠ
Hakan KAÇAR
ÖZET
Dilimiz sondan eklemeli bir dildir. Ekler sayesinde yeni kelime ve anlamlar elde edilir.
Bununla birlikte kelimeler de yan yana gelerek ilk anlamlarından farklı anlamlar kazanırlar.
Türkçe öğrenmek isteyen bir yabancıya bir yandan ekleri öğretirken bir yandan da kelime ve
kelime gruplarına yüklediğimiz anlamları vermeliyiz. Bununla birlikte Türkçe cümleler
kendine özgü bir söz dizimine sahiptir. Yabancı öğrenciler bu üç hususiyeti aynı anda
öğrenmek zorundadırlar. Öğrencilerin bir an önce bu dizimi öğrenmeleri, kendilerini Türkçe
cümlelerle ifade edebilmeleri, onları öğrenmeye teĢvik edecektir. Bunun için de cümleleri
ezberleyerek bir edinim sağlayabilirler.
Yabancılara Türkçe öğretilirken kullanılan birçok yöntem vardır ve bu yöntemler birbiri
içine girmiĢ bulunmaktadır. Bu yöntemlerden biri de cümleleri bir bütün olarak vermek ve
ezberletmektir. Yabancılara Türkçe öğretmek için hazırlanan bazı kitap setlerinde bunun için
yazılmıĢ yardımcı kitaplar bulunmaktadır.
Bu çalıĢmamızda bu kitapları da inceleyerek A1 seviyesinde konu konu; verilmesi gereken
cümleler nelerdir, cümleler hangi metotlar kullanılarak öğretilebilir gibi sorulara cevap
aranmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Yabancılara Türkçe, temel seviye, kalıp cümleler
TEACHING TURKISH TO THE FOREIGNERS WITH THE MAIN SENTENCES
Abstract
Turkish language is an agglutinative language. We get new words when we add a new
appendix to the main word. The meaning of the words and phrases should be taught to the
learners while we teach the appendixes. At the same time Turkish language is have special
range for words. Students should learn these three points together when they learn Turkish.
They will feel more comfortable when they explain themselves by learning this range of
words. Thus they will feel For these reasons they can learn by memorizing these sentences.

Beder Üniversitesi, Arnavutluk.
371
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
There are a lot of techniques while teaching Turkish and these techniques have entertain to
each other. One of these techniques is to give the whole sentence and make learn to
memorize this sentence. Therefore, in some Turkish book sets which has been arranged to
teach Turkish to the foreigners have helper books. Here, in this work we will study to these
kind of books and each topics until level A1.
Key words: Turkish for foreigners, main level, mold sentences.
GiriĢ
Dil sürekli değiĢim içinde olan canlı bir yapıya sahiptir. Bu değiĢimden dolayı özellikle
konuĢma dili aynı zaman diliminde bile farklı varyantlar halinde kullanılır. Türkçe de geniĢ
bir çoğrafyada konuĢulan ve geliĢen, yaĢayan bir dildir. Özellikle kelimeler yan yana gelerek
oluĢturdukları
gruplarla
gerçek
anlamlarından
çok
farklı
yeni
mecaz
anlamlar
kazanmaktadır. Bunun örneklerini daha çok deyimler ve birleĢik fiillerde görmekteyiz.
Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen öğrenciler ise kelima grubu ve cümleleri, kelimeleri tek
tek ele alarak ve sözlükten öğrendikleri gerçek anlamlarına göre düĢünerek anlamaya
çalıĢmaktadır. Örneğin cümle içinde geçen; derin bakıĢ, açık söz, ortak dil, bağrı yanık,
dipsiz kuyu gibi mecazi ifadeleri veya gol atmak, korner kullanmak, büyük patlama gibi
terim sözlükleri anlamamaktadır. Bununla birlikte öğrenciler daha ilk dersten ; günaydın,
görüĢmek üzere, adın ne? gibi bire bir tercüme edilemeyen cümlelerle karĢılaĢmaktadır.
Kelime gruplarının kazandığı bu manaların ve tercüme edilemeyen bu gibi kalıp ifadelerin
Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen öğrencilere tabi öğretilmesi gerekmektedir. Bunun için
drama yaptırma, animasyon-video izletme, kitap okutma, diyalog ve cümle ezberletme gibi
yöntemler kullanılmaktadır. Drama yaptırma, animasyon-video izletme, kitap okutma gibi
yöntemler belli bir seviyeye gelen öğrencilerle ve sınıf içinde yapılabilmektedir. Biz ise bu
çalıĢmada Türkçeyi öğrenmeye yeni baĢlayan öğrencilerin hızlı bir Ģekilde kendilerini ifade
edebilmeleri üzerinde duracağız. Bunun için öğrencilere ders dıĢında da bolca ödev verilmeli
ve daha uzun süreler Türkçe çalıĢması sağlanmalıdır. Bu noktada diyalog ve cümle
edindirme önemlidir çünkü insanoğlu çok kelime bilse de kalıplar halinde bir konuĢma
yapar. Diyalogları ve cümleleri kavrayan öğrenci zor olan dil bilgisi konularına girmeden
kendini ifade edebilecek cümleleri öğrenmektedir. Bu sayede öğretmeniyle ve pratik
yapabileceği insanlarla iletiĢime geçebilmektedir.
372
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Cümleleri kalıp olarak öğretmenin özellikle yurt imkanı olan yatılı okullarda uygulanabilir
ve sonuç alınabilir olduğu gözlemlenmiĢtir. Türk belletmen bulundurabilen bu tür yurtlu
okullarda öğrenciye ihtiyaç hissedeceği veya ihtiyaçlarını anlatabileceği cümleler ilk dersten
itibaren sürekli verilmelidir. Öğrendiği cümleleri ders dıĢında kullanan öğrenciler yeni
cümleler ezberlemeye istekli bir duruma gelir. Bu noktada önemli olan öğrencilere ihtiyaç
hissedecekleri ve kullanacakları cümlelerin verilmesidir. Cümle ezberlemeye alıĢan öğrenci
ileri aĢamalarda daha sık karĢılaĢacağı mecaz anlam taĢıyan cümleleri de kolaylıkla
anlayacak cümlenin manasını bütün olarak kavrayacaktır.
GökkuĢağı Türkçe kitap setleri ders kitabının içindeki kelime ve cümleleri öğrencilerin ana
dilinde tercüme ederek ―Anahtar Kitabı‖ olarak sunmaktadır. Bu kitap öğretmenlere
yardımcı olmaktadır. Bununla birlikte asıl önemli olan yukarıda da bahsettiğimiz gibi
öğrencilerin
cümle
ezberlemeye
ihtiyaç
duyması
ve
öğrendiklerinin
faydasını
görebilmesidir.
Bu çalıĢmamızda özellikle bu minvaldeki öğrencilere ilk bir ayda edindirilmesi gereken
diyalog ve cümleler verilecektir.
Diyalog ve Cümleler
1. Hafta
Diyalog-1
Diyalog-2
A: Merhaba!
- Hangi okuldasın?
B: Merhaba!
A: Benim adım ................Sizin adınız ne ?
B: Benim adım .................
- Mehmet Akif Koleji
- Mehmet Akif Kolejindeyim
A: Nasılsınız?
B: TeĢekkür ederim, iyiyim. Siz nasılsınız?
A: TeĢekkür ederim, ben de iyiyim.
B: TanıĢtığımıza memnun oldum.
A: Ben de memnun oldum.
- Türk Kolejindeyim
- Hangi sınıftasın(Ģubedesin)?
- 10/A sınıfındayım.
B: HoĢça kalın.
A: Güle güle.
- Kaçıncı sınıftasın?
- Onuncu sınıftayım.
373
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
- 10/A sınıfındayım.
Cümleler:
(Sabah) Uyanıyorum.
Çay içiyorum.
Eve gidiyorum.
Kalkıyorum.
Ödev yapıyorum.
Zil çalıyor. Ders bitiyor.
Giyiniyorum.
Yatağımı düzeltiyorum.
Ders alıyorum.
Üniformamı giyiyorum.
Müzik dinliyorum.
Elimi yüzümü yıkıyorum.
Yazıyorum.
Top oynuyorum.
ġarkı söylüyorum.
DiĢlerimi fırçalıyorum.
Kitap okuyorum.
TıraĢ oluyorum.
Yemek yiyorum.
Ayakkabımı giyiyorum.
Ayakkabımı boyuyorum.
2. Hafta
Diyalog-1
Diyalog-2
- Nerelisiniz?
- Odan kaçıncı katta?
- ........................
- Odam üçüncü katta.
- Ülkenizin baĢkenti neresidir?
- Kaç numaralı odada kalıyorsun?
- Ülkemizin baĢkenti Tiran‘dır.
- Kaç yaĢındasın?
- 301 numaralı odada kalıyorum.
- Ben on beĢ yaĢındayım.
- Odanda kimler var?
- Yabancı dil biliyor musun?
- Odamda ...................................
- Evet Ġngilizce biliyorum.
- Memleketin neresi?
- .................................................
374
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
- Aslınız (atalarınız)nereden geliyor?
- ...................................................
Cümleler:
Yürüyorum.
Su içiyorum.
Okula geliyorum. ArkadaĢımı görüyorum.
(Dersler bitiyor). Eve gidiyorum.
Selam veriyorum. KonuĢuyorum.
Dinleniyorum. Top oynuyorum.
Geziyorum.
Sıra oluyoruz. Sıraya geçiyorum.
AkĢam yemeği yiyorum.
Sınıfa giriyorum.
Ders alıyorum. Ödevlerimi yapyorum.
Zil çalıyor. Ders baĢlıyor.
Kardeime yardm ediyorum.
Öğretmen geliyor. Ders anlatıyor.
Televizyon seyrediyorum.Maç izliyorum.
Öğretmeni dinliyorum.
Müzik dinliyorum.
Öğretmen soru soruyor. Cevap veriyorum.
ArkadaĢıma telefon ediyorum. Muhabbet
Sınıftan çıkıyorum. Yemekhaneye
ediyorum.
gidiyorum.
Yatyorum. Uyuyorum.
Sraya geiyorum. Yemek alyorum.
Rüya görüyorum. Çok korkuyorum.
Masaya oturuyorum. Yemek yiyorum.
3. Hafta
- Bu kitap mı?
Diyalog-1
- Evet bu kitap.
- Bu ne?
- Bu defter mi?
- Bu ..........
- Hayır bu defter değil.
- Bu kim?
- Doğum günün ne zaman?
- Bu ...........
- ..............................
- Kaç kardeĢin var?
Diyalog-2
- Evet iki kardeĢim var.
375
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
-Eviniz nerede?
- Eviniz kaç odalı?
- Evimiz .....................
- Evimiz üç odalı.
- Eviniz müstakil mi?
- Evinizde sana ait bir oda var mı?
- Hayır evimiz müstakil değil.
- Evet var.
- Kaçıncı katta oturuyorsunuz?
- Odanda neler var?
- Evimiz beĢinci katta.
- Odamda ......................... var.
Cümleler:
Dünyada yedi kıta vardır.
Nerede oturuyorsunuz?
Her ülkenin bir bayrağı vardır.
Bayrağınız ne renk?
Ev ödevlerinizi yapın.
Yurtta hemĢehrin var mı?
Burada sigara içmeyiniz.
Evden çıkıyorum.
Sınıfta yiyecek yemeyin.
Kapıyı kapatıyorum. Kilitliyorum.
Erken yatıp sabah erken kalkmalısınız.
Otobüs durağına gidiyorum.
Genellikte gece on ikide uyuyoruz.
Bekliyorum. Otobüs geliyor.
ġehrinizin neyi meĢhur?
Otobüse biniyorum.
Memleketine nasıl gidilir kaç saat sürer?
Otobüsten iniyorum.
Hangi dili konuĢuyorsunuz?
- Türkçe dersi saat sekiz buçukta.
- Dersleriniz saat kaçta bitiyor?
4. Hafta
- Derslerimiz saat üçte bitiyor.
Diyalog-1
- Okula sabah saat kaçta geliyorsunuz?
- Saat kaç?
- Okula saat sekizde geliyorum.
- Saat sekiz.
Diyalog-2
- Türkçe, dersi saat kaçta baĢlıyor?
- Bugün günlerden ne?
376
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
- Bugün günlerden pazartesi.
- Bu hafta kaç saat Türkçe dersi var?
- Bir haftada kaç gün var?
- Hangi günler okul yok?
- Bir hafta yedi gün var.
- Cumartesi ve pazar günleri okul yok.
Cümleler:
Ahmet bey neyiniz oluyor?
Babamın annesi benim babaannem olur.
Annemin erkek kardeĢi, benim dayım olur.
Ne iĢ yapıyorsun?
Annemin kız kardeĢi, benim teyzem olur.
Baban ne iĢ yapıyor?
Annemin babası, benim dedem olur.
Annenin bir mesleği var mı?
Babamın kız kardeĢi, benim halam olur.
Baban nerede çalıĢıyor.
Babamın erkek kardeĢi, benim amcam olur.
Ġleride ne olmak istiyorsun?
Ablamın kocası, benim eniĢtem olur.
Sence en önemli meslek hangisidir?
Ödev ve ödev takibi eğitimin ayrılmaz ikilisidir. Öğrencilere verdiğimiz ödevlerin yapılıp
yapılmadığını aĢağıdaki gibi bir tablo ile kontrol edebiliriz. Bu tablo ile uygulamamızın nasıl
bir sonuç verdiğini de görebiliriz.
Öğrencini
Diyalog-
n Adı
1
Alex K.
+
Diyalog-2
+
Diyalog-
Diyalog-
1.Haft
2.Haft
3.Haft
4.Haft
3
4
a
a
a
a
+
-
+
+
-
+
.....
.....
.....
.....
.....
377
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Sonuç
Yabancı dil öğrenirken 2-3 ay yoğun bir Ģekilde çalıĢmak çok önemlidir. Bu zamanı verimli
bir Ģekilde kullanmak ve öğrencilere hızlı bir Ģekilde seviye aldırmak gerekmektedir. Bunun
için öğrencilere bol bol diyalog ve cümle ezberletmek yerinde olacaktır. Ezber çalıĢmaları
sonucu öğrenciler belli bir seviye Türkçe öğrenmiĢ olurken dili nasıl öğrenecekleri ile ilgili de
fikir edinmiĢ olurlar.
ÇalıĢmamızda bir ay içinde öğrencilerin öğrenmesi gereken diyaloglar ile okul içerisinde
tanıĢtığı öğretmen ve belletmenlerin kendisine soracağı sorular, cevaplar ve kullanması
gereken cümleler
verilmiĢtir. Bu çalıĢmamızın uygun formattaki okul ve öğrencilerle
çalıĢacak olan öğretmenlere faydalı olacağı düĢünülmektedir.
Kaynaklar
CANBULAT, M. - DĠLEKÇĠ, A. (2013). Türkçe Ders Kitaplarindakikalip Sözler Ve
Öğrencilerin Kalip Sözleri Kullanma Düzeyleri, International Periodical For the Languages,
Literature and History of Turkish or Turkic Volume 8.
ġAHĠN, A. (2012). Yabancı Dil Öğretiminde Motivasyon ve Stratejileri.Pegem Akademi.
Epçaçan, C. (2009). Okuduğunu Anlama Stratejilerine Genel Bir BakıĢ. Journal of
International Social Research, 1(6).
TaĢdemir,E., Bilkan,N., Can,H. (2004). Pratik Türkçe Öğretim Teknikleri. Dilset Yayınları
Tosun, C. (2005). Türkçe'nin Yabancı Dil Olarak Öğretilmesi. Journal of Language and
Linguistic Studies, 1(1).
378
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
KUTADGU BĠLĠG‟DE HĠTAPLAR
Hanife ALKAN
ÖZET
Hitaplar, bir dilin ifade gücünü ve o dilin konuĢurlarının kültürel kimliğini yansıtan önemli dil
birimlerinden biridir. Hitaplarda konuĢanın, muhatabına yönelik ön kanaatleri saklıdır.
Kutadgu Bilig, Türk toplumunun kültürel mirasını ve Eski Türkçenin söz varlığını en iyi
Ģekilde yansıtan değerli metinlerimizdendir. Eserin dikkat çekici yönlerinden bir tanesi de
karĢılıklı hitaplarla meselelerin izah ediliĢidir. Hitaplarda baĢvurulan sözcüklerin niteliği,
dönemin dili ve kültürel düzeyi hakkında çarpıcı veriler sunmaktadır. Köktürk ve Uygur
dönemleriyle mukayese edildiğinde seslenme unsurlarına oldukça sık yer veren Karahanlı
Türkçesinin bu kıymetli eseri incelendiğinde hitaplar açısından ilgi çekici bulgular ortaya
çıkacaktır. Konu üzerine bu zamana dek doğrudan bir çalıĢma yapılmamıĢtır. Sunulacak
bildiride bu eksikliğin de giderilmesi amaçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kutadgu Bilig, hitap, Karahanlı Türkçesi, Türk kültürü.
THE VOCATIVES IN THE KUTADGU BILIG
Abstract
Vocatives that show explaining language strength and the speakers cultural identity of
language are one of the important language units. There is front convictions of speaker for
about person whom he/she calles in vocatives. Kutadgu Bilig is one of the valuable texts that
shows cultural heritage of Turkish society and vocabulary of Old Turkish ideally. One of the
remarkable feature of this book is explaining matters by mutual vocatives. Words
characteristic in vocatives shows important datas about language of that period and cultural

Ondokuz mayıs Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Samsun/Türkiye.
379
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
level. When it is compared, it will be seen there is more vocative factors in this valuable book
of Karakhanid Turkish than Kokturk and Uighur periods and it will come out interesting
evidences with regards to vocatives. It has not studied directly about this topic until this time.
In this paper, it is aimed completing this deficiency.
Key words: Kutadgu Bilig, vocative, Karakhanid Turkish, Turkish culture.
GiriĢ
Hitaplar (seslenme sözcükleri)82, bir diyalog ya da konuĢma esnasında konuĢanın muhatabına
sarf ettiği sevgi, saygı, incelik belirten cümle baĢı vurgulu kelimelerdir. KiĢilerin toplumdaki
ast-üst
iliĢkisine
dayanan
konumları,
birbirlerine
yakınlık
dereceleri
hitapların
Ģekillenmesinde en önemli belirleyicilerdendir. Ġçinde, konuĢanın muhatabına yönelik ön
kanaatleri saklı olan hitaplar sayesinde o kiĢilerin toplum içinde bulundukları konum da
rahatlıkla belirlenebilir. Bu yapılara bazı durumlarda seslenme ünlemlerinin yanında da
rastlanmaktadır. Bir dilin ifade gücünü ve o dilin konuĢurlarının kültürel kimliğini yansıtan
önemli dil birimlerinden biri de hitaplardır.
Bu çalıĢmada hitaplar açısından ele alınan Kutadgu Bilig (KB), Türk toplumunun kadim
devlet ve siyaset anlayıĢını, kültürel mirasını, Eski Türkçenin söz varlığını en iyi Ģekilde
yansıtan ve bunun günümüze taĢınmasını sağlayan değerli metinlerimizdendir. Ġslami Türk
edebiyatının bilinen ilk büyük eserinin dikkat çekici yönlerinden biri de karĢılıklı hitaplarla
meselelerin izah ediliĢidir. Eser incelendiğinde hitaplarda baĢvurulan sözcüklerin niteliğinin
dönemin dili ve kültürel düzeyi hakkında çarpıcı veriler sunduğu görülmektedir.
KB, 1069-1070 yılları arasında Balasagunlu Yusuf (Yusuf Has Hacip) tarafından yazılmıĢ,
dönemin Karahanlı hükümdarı Buğra Han‘a sunulmuĢtur (Dilaçar, 1995: 13; Arat, 2007:
XXV). Kelime anlamı ―mutlu olma bilgisi‖, terim anlamı ―siyaset bilgisi‖ olan KB‘de,
okurlara yazarca tasavvur edilen ―ideal insan‖ ve ―ideal devlet/toplum‖ hayatını aktarmak
amaçlanmıĢtır (Ercilasun, 2006: 293). Birbirine sıkı sıkıya bağlı olan fert-toplum-devlet
hayatının düzenli bir Ģekilde yürümesi için gerekli olan faziletler ve bunların ne Ģekilde
uygulamaya konulacağı felsefi bir Ģekilde sembolik kiĢilerin karĢılıklı konuĢmalarıyla ortaya
konulmuĢtur. Bu noktada hikmetlerden de yararlanılmıĢtır. Asıl yapısını kahramanların
82
Hitapların dilbilim sözlüklerinde sesleniĢ (Fr. adresse, Ġng. address, Es. T. hitap), seslenme (Fr. adresser la
parol à. allocution, Ġng. addressing, allocution, Es. T. hitap, hitap etme), seslenme sözcükleri (Ġng. address
terms, Es. T. hitap kelimeleri) (GöğüĢ, 1998: 115); seslenme durumu (Fr. vocatif, Ġng. vocative) (Vardar, 1998:
181), seslenme ünlemi (Korkmaz, 2003: 186) madde baĢları yanında tanımlarına rastlanmaktadır.
380
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
karĢılıklı konuĢmalarının oluĢturduğu KB‘de, bu konuĢmalarda kiĢilerin birbirlerine göre
bulundukları konum doğrultusunda birbirlerine hitap Ģekilleri, hitap ederken nelerin ön plana
alındığı açık bir Ģekilde fark edilmektedir.
2. Hitaplar
KB, Tanrı‘ya övgü ile baĢlar; peygambere, dört sahabeye, bahar mevsimine ve hükümdara
yönelik övgülerle devam eder. Kitabın kahramanları ve temsil ettikleri kavramlar
açıklandıktan sonra Kün Togdı‘nın anlatıldığı bölümden itibaren asıl konuya geçilir. Eserde
Kün Togdı, Ay Toldı, OdgurmıĢ ve ÖgdülmiĢ adlarını taĢıyan dört ana kahraman
bulunmaktadır. Kün Togdı doğru kanunun, adaletin; Ay Toldı kutun; ÖgdülmiĢ aklın ve
becerinin; OdgurmıĢ zühd ve takvanın temsilcileridir. Kün Togdı hükümdardır. Ay Toldı
onun veziridir. ÖgdülmiĢ vezirin oğludur, OdgurmıĢ ise ÖgdülmiĢ‘in arkadaĢıdır. Kün Togdı,
adıyla, sözü, bilgisi ve aklıyla cihanda tanınmıĢ bir hükümdardır. Ay Toldı‘nın isteği üzerine
onu, kendisinin yanına vezir olarak alır. Bir müddet sonra Ay Toldı vefat eder ve Kün Togdı
Ay Toldı‘nın oğlu ÖgdülmiĢ‘i yanına alır, devlet meselelerinde birlikte hareket ederler.
Hükümdarın ÖgdülmiĢ gibi yanında bir kiĢi daha görmeyi istemesiyle sahneye ÖgdülmiĢ‘in
arkadaĢı OdgurmıĢ çıkar. Eserde ağırlıklı olarak OdgurmıĢ ve ÖgdülmiĢ‘in karĢılıklı
konuĢmaları yoluyla ideal bir ahiret ve dünya yaĢamına sahip olmanın yolları anlatılır. Eserin
sonunda OdgurmıĢ‘ın da ölmesinden sonra ÖgdülmiĢ ve hükümdarın yaĢamları boyunca
toplum için doğru iĢler yaptıkları ve bunun neticesi olarak kendilerinden sonra iyi adlarının
kaldığı ifade edilir.
ÇalıĢmada kahramanların birbirlerine seslenirken kullandıkları hitapların belirleyicilerinin
saptanması hedeflenmiĢtir. Bu nedenle kahramanlar arası konuĢmalar incelenmiĢ ve hitaplar
çıkarılmıĢtır. Metnin ana kahramanları olan Kün Togdı, Ay Toldı, OdgurmıĢ ve ÖgdülmiĢ
arasındaki konuĢmalar metnin asıl yapısını oluĢturmaktadır. Bu oranda da ana kahramanların
birbirine yönelik kullandıkları hitap sayısı da fazladır. KüsemiĢ, hacip, hizmetçi ve Kumaru
yardımcı kahramanlardır. KarĢılıklı konuĢma oranlarına göre kendileri ile ilgili hitap sayısı da
azdır. Kahramanlar arası bu hitaplar dıĢında kitabın yazarı Yusuf Has Hacip‘in Tanrıya,
hükümdar Buğra Han‘a, kitabın okurlarına yönelik hitapları da bulunmaktadır.
2.1. Kün Togdı‟ya Yönelik Hitaplar
Kadim Türk devlet düzeninde Tanrı‘nın yeryüzünde seçtiği kiĢi olarak kabul edilen
hükümdar, KB‘de de Kün Togdı karakteri ile karĢımıza çıkmaktadır. Kün Togdı dürüst,
381
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
kudretli kiĢiliğiyle kanunları düzenleyen ve bunların hayata geçirilmesinin kontrolünü elinde
bulundurandır. Hükümdar dıĢındaki diğer insanlar, ona hizmet için vardır. Bu nedenle KB‘de
hükümdara yönelik hitaplar onun gücünü, kudretini, zekâsını, bilgisini, Ģöhretini, dıĢ
görünüĢünün güzelliğini vurgular niteliktedir. Hükümdara yapılan bazı hitaplar ise eserin
bağlamına göre ilginç niteliktedir.
2.1.1. Ay Toldı‟nın Kün Togdı‟ya Yönelik Hitapları
> ķozı ―Ey kuzu‖ (KB 695)
yayıġ ermez erse bu devlet özi / ne eħgü neng erdi bu ķut ay ķozı
> ilig ķutı / ķutluġ ķuta ―devletli hükümdar‖ (KB 589, 720, 836, 907, 1350, 1418,
1482/1526)
bu ay toldı aydı ay ilig ķutı / tapuġ birle hoĢ boldı ķulluķ atı (KB 589)
> törü birgüçi ―Ey kanun yapan!‖ (KB 1458)
törü eħgü ur ay törü birgüçi / turu öldi isiz törü urġuçı
> ilçi bügü ―Ey hakîm devlet adamı!‖ (KB 1459)
isiz öngdi urma ay ilçi bügü / isiz bolsa bolmaz ajunuġ yigü
> tetig / bilge tetig / bilge külüg ―Ey uyanık! / Ey uyanık bilge! / Ey ünlü bilge!‖ (KB
1354/777/1457)
adınsıġ körür men bu kün ķılķ itig / angar eymenür men ay bilge tetig
> bilgi yaruķ “Ey parlak bilgili!‖ (KB 784)
kör arslanķa okĢar bu begler özi / buĢursa keser baĢ ay bilgi yaruķ
> ķılķı silig ―Ey karakteri düzgün!‖ (KB 780)
ķalı bolsa begler buĢup övkelig / yaķın turma anda ay ķılķı silig
> elgi uzun / tonga ―Ey iktidar sahibi! / Ey yiğit!‖ (KB 1463/1409)
isiz ķılķı tutma ay elgi uzun / isiz ķılķ ulıtur ikigün ajun
> yarumıĢ künüm ―Ey parlak güneĢim!‖ (KB 1406)
sanga ma anunmıĢ turur bu ölüm / öħinge küħer ay yarumıĢ künüm
> körklüg yüzüm ―Ey güzel yüzlüm!‖ (KB 1481)
baġırsaķlıķ erdi mening bu sözüm / esen ķal selamet ay körklüg yüzüm
382
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
2.1.2. ÖgdülmiĢ‟in Kün Togdı‟ya Yönelik Hitapları
> oġul (KB 3010)
uçuz tutma erdemni örgen oġul / bu erdem yorıķı örüng ķuĢ teg ol
> ķozı ―kuzu‖ Ey kuzu!‖ (KB 5843)
negü tir eĢitgil uķuĢluġ sözi / bu söz iĢke tutsa tap ol ay ķozı
> beg, bilig ordusı, ay kiĢilerde yig ―Ey bey, bilgi hazinesi, ey insanların iyisi!‖ (KB
1658)
yanut birdi ögdülmiĢ aydı ay beg / bilig ordusı ay kiĢilerde yig
> ķutluġ öz / ilig ķutı ―Ey kutlu zat! / Ey devletli hükümdar!‖ (KB 4941/5869, 1679)
yanut birdi ögdülmiĢ aydı bu söz / osuġluġ turur çın aya ķutluġ öz
> uluġ ―Ey ulu!‖ (KB 2588, 5584)
kapuġda neteg erse oldruġ turuġ / bu yortuġda andaġ kerek ay uluġ (KB 2588)
> bügü / ilçi bügü / bilge bügü / er atanmıĢ biliglig bügü ―Ey hakîm! / Hakîm
hükümdar! / Ey âlim hakîm! / Ey mert, tanınmıĢ, bilgili hakîm!‖ (KB 2407,
2892/5553/5921/2689)
aya er atanmıĢ biliglig bügü / köngül sırrı artuķ ķatıġ kizlegü
> bilgi king / bilgi üküĢ / bilgi ügüz ―Ey bilgisi geniĢ! / Ey bilgisi çok olan! / Ey
bilgisi ırmak (misali)!‖ (KB 5470/5575/6243)
aġırladı birdi bu beglik sanga / munıng Ģükri ķılġıl ay bilgi king
> biliglig kiĢi ―Ey bilgili insan!‖ (KB 2090)
bod ortu kerek hem tenginçe yaraġ / iĢing ortu tut ay biliglig kiĢi
> köngli tetig ―Ey uyanık kalpli!‖ (KB 5929)
körü barsa yaķĢı bitimiĢ bitig / unıtma bu sözni ay köngli tetig
> eħgü öz / eħgü törü ―Ey iyi insan! / Ey iyi nizam sahibi!‖ (KB 2718, 5875/1911)
mungar mengzetü keldi emdi bu söz / eĢitgil munı sen aya eħgü öz (KB 2718)
> eħgü törülüg arıġ beg silig ―Ey iyi nizam sahibi, düzgün bey!‖ (KB 3112)
383
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ay eħgü törülüg arıġ beg silig / bayat birdi erdem sanga ög bilig
> köngli köni ķılķı alçaķ bütün ―Ey ihlas sahibi, dürüst ve mütevazi!‖ (KB 5897)
ay köngli köni ķılķı alçaķ bütün / tirig bol esen tur tirilgil ķutun
> ķılķı tüzün / ķılķı silig ―Ey asil tabiatlı! / Ey karakteri düzgün!‖ (KB 1659, 6414 /
1970, 2466, 2528, 3862)
kiĢike tusulġu ikigü ajun / kılınç eħgüsi ol ay ķılķı tüzün (KB 1659)
> unur / ilçi unur / ķılķı unur ―Ey kudretli! / Ey kudretli devlet adamı! / Ey karakteri
kudretli‖ (KB 5555 / 1667 / 5524)
bularda basa muĥtesibler turur / bular elgi küçlüg kerek ay unur
> elgi uzun / üsteng elig ―Ey kudretli! / Ey üstün el!‖ (KB 5878/1948)
bu yalġan kiĢi birle artar ajun / köni çın kiĢi tut ay elgi uzun
> elgi aķı / ilçi aķı ―Ey eli cömert! / Ey cömert hükümdar!‖ (KB 1708)
mungar mengzer emdi bu beytig oķı / oķıġıl uķa bar ay elgi aķı
> alp er ―Ey kahraman!‖ (KB 2052)
negü tir eĢitgil urup yigli er / urup al ay alp er yana erke bir
> ersig begim ―Ey kahraman beyim!‖ (KB 2899)
köni bol sen iĢ ķıl ay ersig begim / könilikte taĢtın yoķ ermiĢ yigim
> tonga / ersig tonga ―Ey kahraman! / Ey cesur kahraman!‖ (KB 5492/2939, 3878)
neçe me bu aĢçı iħiĢçi sanga / bütün erse artuķ ay ersig tonga (KB 2939)
> bay ―Ey zengin!‖ (KB 6378)
çıġay ölse ķutlur kiter emgeki / ölüm tutsa ay bay saķıĢ birmeking
> ölügli ―Ey fani!‖ (KB 5569)
negü tir eĢitgil üç ordu ħanı / at eħgü tile ay ölügli ķanı
2.1.3. OdgurmıĢ‟ın Kün Togdı‟ya Yönelik Hitapları
> sıġun ―Ey erkek geyik!83‖ (KB 5111)
83
EDTC‘de sıgun ―erkek geyik, karaca‖ olarak anlamlandırılmıĢtır (Clauson, 1972: 811).
384
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
içinde tatıġ bolmasa ol kaġun / anı taĢtın atġu bolur ay sıġun
> oġul ―Oğul!‖ (KB 5156)
atang öldi bardı erse ķalı ne öħün / sanga ayduķı ol oġul kör oħun
> botu ―Ey deve yavrusu!84‖ (KB 5342)
bizing ķopġumuznı küħer bu ķutu / küħer kelgümizni olar ay botu
> ilig / ilçi baĢı / ilçi bügü / dünya begi ―Ey hükümdar! / Ey büyük hükümdar! / Ey
hakîm hükümdar / Ey dünya beyi!‖ (KB 5041, 5048, 5166/3763/5359/3744, 5185)
özüm arzulap keldi emdi sanga / nelük teggey emgek ay ilig manga
> külüg / uluġ / boħun belgüsi ―Ey Ģöhretli! / Ey ulu! / Ey halkın bildiği!‖ (KB 5180,
5350/3774/5224)
özüng yatġu ornı kör ol belgülüg / anı itgü eħgü bile ay külüg (KB 5180)
> tirig ―Ey diri!‖ (KB 5136)
meningdin nerek emdi öt sav erig / bu öħlek öti tap sanga ay tirig
> tetig / bilge tetig ―Ey uyanık! / Ey uyanık bilge!‖ (KB 3731/3713)
yanut birdi odġurmıĢ aydı bitig / bitiyin kör ança ay bilge tetig
> bilge uķuĢluġ amul ―Ey anlayıĢlı, yumuĢak huylu bilge!‖ (KB 3752)
iħi yaķĢı aymıĢ süzülmiĢ köngül / eĢitgil ay bilge uķuĢluġ amul
> bilgi tamam / bilgi ügüz ―Ey bilgisi tam! / Ey bilgisi nehir!‖ (KB 5065/5119, 5468)
körü bar ķara begke ķılmaz selam / bu macni üçün ol ay bilgi tamam
> köngli tüz / arıġ / ķılķı örüg / sarp ķılıķ ―Ey asil gönüllü! / Ey temiz ruhlu! / Ey
sakin tabiatlı! / Ey sağlam karakterli!‖ (KB 5057/5364/5371/5366)
mungar mengzetü keldi emdi bu söz / eĢitgil munı sen aya köngli tüz
> üsteng elig ―Ey iktidar sahibi!‖ (KB 5252)
aya baĢ boluġlı ay üsteng elig / ķamuġ iĢke aĢnu sen iĢlet bilig
> tonga / ilçi tonga / küçlüg tonga ―Ey yiğit! / Ey kahraman hükümdar! / Ey kudretli
yiğit!‖ (KB 5182/5164/5381)
84
EDTC‘de botu ―özel anlamda çoğunlukla bir yaĢın altında deve yavrusu, genel anlamda insan ve
hayvan yavrusu‖ Ģeklinde tanımlanmıĢtır (Clauson, 1972: 299).
385
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ķalın aç böriler yıġıldı sanga / ķoyuġ keħ küħezgil ay ilçi tonga
> böke / ersig böke / ersig aķım ―Ey büyük yılan! / Ey yiğit büyük yılan!85 / Ey
cesur cömert!‖ (KB 5375/5373/3746)
ķayada yorıġlı bu ımġa teke / ķutulmaz seningdin ay ersig böke
> kök böri ―Ey boz kurt!‖ (KB 5378)
ķalıķta uçuġlı ķara ķuĢ yorı / seningdin keçümez aya kök böri
> körklüg yüzüm ―Ey güzel yüzlüm!‖ (KB 5335)
mungar mengzetü keldi emdi sözüm / eĢitgil munı sen ay körklüg yüzüm
> beg men tigüçi ―Ey ―ben beyim‖ diyen!‖ (KB 5174, 5288)
ay beg men tigüçi beħütme köngül / vefasız turur dünya devlet töngül (KB 5174)
> köngli toķ / ķılķı aġı / uruġluġ ķarı ―Ey gönlü tok! / Ey gönlünde hazineler
taĢıyan! / Ey asil ihtiyar!‖ (KB 5388/5422/5295)
közi suķ kiĢike bayup asġı yoķ / suķuġ yarlıķaġıl aya köngli toķ
> bay boluġlı buħunda talu / beg boluġlı buħunda burun / beg boluġlı buħunķa
uluġ ―Ey zengin ve halkın seçkini! / Ey halkın ileri gelen beyi! / Ey halkın büyüğü
hükümdar!‖ (KB 5296/5298/5251)
aya bay boluġlı buħunda talu / ķoķuz ķıl bu baylıķ muyan al tolu
2.2. Ay Toldı‟ya Yönelik Hitaplar
Ay Toldı hikâyede ―kut (talih, baht, Ģans)‖ u temsil etmektedir. Ona yönelik hitaplar
da kendisinin bilgisini, aklını, Ģöhretini, temiz kalpliliğini vurgular niteliktedir.
2.2.1. KüsemiĢ‟in Ay Toldı‟ya Yönelik Hitapları
> ay toldı (Aytoldı!) (KB 511)
küsemiĢ turup çıķtı andın yana / kelip aydı ay toldı toġdı küne
2.2.2. Kün Togdı‟nın Ay Toldı‟ya Yönelik Hitapları
> ķut ―Ey kutlu!‖ (KB 714)
ilig aydı uķtum aya ķut sini / ķatıġ sevdim erdi irer sen mini
85
böke kelimesinin ilk olarak ―büyük yılan‖ anlamında kullanılmıĢ olsa da daha sonra ―pehlivan‖ anlamını
kazanmıĢ olduğu düĢünülmektedir (Clauson, 1972: 324).
386
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
> külüg ―Ey Ģöhretli!‖ (KB 852)
yarayın tise sen manga belgülüg / bu kaç neng özüngdin yırat ay külüg
> tetig ―Ey uyanık!‖ (KB 883, 1557)
ķarında törümiĢ ķılınç ögretig / yaġız yir ķatında kiter ay tetig (KB 883)
> bügü ―Ey hakîm!‖ (KB 1123)
tilek bolsa bolmaz tiriglik yigü / tirig bolsa bulmaz tilek ay bügü
> köngli tüz ―Ey gönlü asil!‖ (KB 1080)
ilig aydı ay toldı ķoħġıl bu söz / bu söz sözlemegil aya köngli tüz
> baġırsaķ kiĢide burun ―Ey merhametli insanların ileri geleni!‖
ayur ay baġırsaķ kiĢide burun / ķapuġum ķurıttıng ķor itting orun (1558)
> eħgü / uluġ / yigit ―Ey iyi! / Ey ulu! / Ey yiğit!‖ (KB 922, 923/931/932)
kim eħgüg yirer erse isiz bolup / tiler men ay eêgü sini men ķolup
2.2.3. ÖgdülmiĢ‟in Ay Toldı‟ya Yönelik Hitapları
> atam ―Ey babam!‖ (KB 1185)
ayur ay atam bir sözüm bar sanga / anı aytayın men ayu bir manga
> bilge tetig ―Ey zeki âlim!‖ (KB 1188)
negü erse barmu ölümke itig / anı utru tutġıl ay bilge tetig
2.3. ÖgdülmiĢ‟e Yönelik Hitaplar
ÖgdülmiĢ hikâyede aklı temsil etmektedir. O da babası gibi hükümdarın hizmetinde
yer almaktadır. Hikâyedeki rolüne oranla da kendisine en çok hitapta bulunulan
kahramanlardan biridir. ÖgdülmiĢ vasıtasıyla iyi ve ideal bir devlet düzeninin nasıl olması
gerektiği ve hangi yollarla sağlanacağı okuyucuya aktarılmıĢtır.
2.3.1. Ay Toldı‟nın ÖgdülmiĢ‟e Yönelik Hitapları
> oġlum ―Ey oğlum!‖ (KB 1208)
bu ay toldı aydı ay oġlum eĢit / mini kör usanma yarınlıķ iĢ it
> bilgüçi ―Ey tanınan!‖ (KB 1181)
387
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
mungar mengzetü aydı Ģacir ayġuçı / oķıġıl munı sen aya bilgüçi
> körklüg yüzüm ―Güzel yüzlüm!‖ (KB 1209)
usallıķ mini alķtı öknür özüm / oħunġıl usal bolma körklüg yüzüm
2.3.2. Kün Togdı‟nın ÖgdülmiĢ‟e Yönelik Hitapları
> ögdülmiĢ / ögdülmiĢim ―Ey ÖgdülmiĢ! / Ey ÖgdülmiĢ‘im!‖ (KB 1792/5456)
ayur ay ögdülmiĢ baķ emdi manga / atang emgeki kirmedi bir sanga
> oġul ―Ey oğul!‖ (KB 1591, 3066, 4912, 6234)
ilig aydı munda naru ay oġul / manga tapnu turġıl çökürme köngül (KB 1591)
> ķozı ―Kuzu!‖ (1638)
negü tir eĢitgil avıçġa sözi / avıçġa sözin tut unıtma ķozı
> eħgü iĢ ―Ey iyi arkadaĢ!‖ (KB 4925)
ķara tün içinde turur kelgü iĢ / yarutur yaruķ kün aya eħgü iĢ
> ķılķı amul ―Ey yumuĢak yaradılıĢlı!‖ (KB 6234)
negü ķaħġu vaķtı turur ay oġul / manga ay bileyin ay ķılķı amul
> er / kiĢi ―Ey (yiğit) kiĢi! / Ey ademoğlu!‖ (KB 5494/5879)
ķanıķı mungar teggü iĢim ay er / munı ķılġuķa sen manga yarı bir
> tirig ―Ey gönlü diri!‖ (KB 4927)
bayat ĥukminge ķoħ ķamuġ iĢlerig / öħi kelse itlür açar ay tirig
> oħunmıĢ sözi ög bilig ―Ey sözü akıl ve bilgiden ibaret olan, uyanık adam!‖ (KB
1872)
bu sözler eĢitti sevindi ilig / ayur ay oħunmıĢ sözi ög bilig
> tetig ―Ey takva sahibi, farkında olan!‖ (KB 2671, 3154, 4951)
bitigçi negü teg kerek ay tetig / angar beg ınanıp bititse bitig (KB 2671)
> bügü / bilge bügü ―Ey hakîm! / Ey bilge hakîm!‖ (KB 2785/2826, 2948, 5846)
negü tir eĢitgil ay bilge bügü / biliglig sözi bolsa aĢ teg yigü
> bilgi tamam / bilgi tükel / bilgi batıġ / bilgi king ―Ey bilgisi tam! / Ey derin bilgili!
/ Ey geniĢ bilgili!‖ (KB 5665/5848/4928/5882)
388
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ilig aydı barġıl meningdin selam / tegürgil angar sen ay bilgi tamam
> ög köngüllüg uķuĢluġ oħuġ / uķuĢluġ uruġı silig ―Ey anlayıĢlı ve uyanık gönüllü!
/ Ey anlayıĢlı, soyu asil!‖ (KB 3082/3015)
aya ög köngüllüg uķuĢluġ oħuġ / ayı sevme dünya toķıġay yoħuġ
> aśli kiĢi / eħgü kiĢi / ķılķı köni / ķılķı silig ―Ey asil insan! / Ey iyi insan! / Ey dürüst
tabiatlı! / Ey düzgün yaradılıĢlı!‖ (KB 1596/1639/3133/4898)
kiĢilikni ķoħma ay aśli kiĢi / kiĢilik ķılu tur kiĢike tuĢı
> könglüm toķı / köngli yaķın ―Ey gönlümü doyuran insan! / Ey gönlü yakın!‖ (KB
3872/5614)
negü tir eĢitgil bu beytig oķı / anıng macnisi uķ ay könglüm toķı
> tonga ―Ey yiğit!‖ (KB 3125, 6231)
közüm sen tilim sen elim sen manga / anın eħgü boldı atım ay tonga (KB 3125)
> ersig külüg ―Ey meĢhur yiğit!‖ (KB 3167)
mungar mengzer emdi bu söz belgülüg / eĢitgil nıunı sen ay ersig külüg
> böke ―Ey büyük yılan!‖ (KB 4920)
sebeb bolsa erdi manga eħgüke / tirilgeymü erdi köngül ay böke
> aķı ―Ey cömert!‖ (KB 4924)
küħelim körelim yime ay aķı / negü ol aħır ĥal öħ öħlek taķı
> körklüg yüzüm ―Ey güzel yüzüm!‖ (KB 1847, 5615)
yana aydı ilig taķı bir sözüm / erür bu ayur men ay körklüg yüzüm
> ķızġu enge ―Ey al yanaklı!‖ (KB 4938)
angar men barayın ya kelsün manga / ziyaret üçün ol ay ķızġu enge
2.3.3. OdgurmıĢ‟ın ÖgdülmiĢ‟e Yönelik Hitapları
> ögdülmiĢim ―Ey ÖgdülmiĢ‘im!‖ (KB 4803)
ĥaķiķat munı bil ay ögdülmiĢim / ayayın sanga men özüm bilmiĢim
> oġul ―Ey oğul!‖ (KB 3394, 4758)
389
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
sırınçġa saķıĢı turur bu köngül / iħi keħ küħez sınmasu ay oġul (KB 3394)
> urı / ersig urı ―Ey adam (delikanlı)! / ―Ey cesur delikanlı!‖ (KB 6188/6194,
3832)
yana aydı oħġurmıĢ emdi yorı / mening ķaħġumı sen yime ay urı
> ķadaĢ / ķadaĢım ―Ey kardeĢ! / Ey kardeĢim!‖ (KB 4765, 4823, 4973, 6195,
6150/4973, 6195)
tonum ķoy yüngi tap yigüm arpa aĢ / tükel boldı dünya manga ay ķadaĢ (KB 4765)
> köngli tudaĢ ―Ey gönüldeĢ!‖ (KB 6150)
köni sözleyin söz sanga ay kadaĢ / negü kizleyin men ay köngli tudaĢ
> çın baġırsaķ ķadaĢ / baġırsaķ ķadaĢ ―Ey merhametli kardeĢ! / Ey
merhametli kardeĢ!‖ (KB 6084/6180)
yana aydı ay çın baġırsaķ ķadaĢ / barır men uħu sen kelir sen adaĢ
> eħgü adaĢ / eħgü iĢ / eħgü iĢim ―Ey iyi arkadaĢ! / Ey iyi arkadaĢım!‖ (KB 4571,
5807/4864/4860)
bu erdi munuķı mening bilmiĢim / sanga sözledim men ay eħgü iĢim
> köngüldeĢ iĢim ―Ey gönül arkadaĢım!‖ (KB 6077)
saķınçım bu ol ay köngüldeĢ iĢim / ölümde kiħin tengri itsü iĢim
> ilde uluġ ―Ey memleketin büyüğü!‖ (KB 3515, 3576)
sevitmiĢ üçün dünya caybı ķamuġ / sanga bolmıĢ erdem ay ilde uluġ (KB 3515)
> köngli tudaĢ ―Ey gönlü gönlüme uygun!‖ (KB 4991)
müsülman ķadaĢķa müsülman ķadaĢ / ziyaret ķılur oķ ay köngli tudaĢ
> küsüĢ ―Ey aziz!‖ (KB 5764)
bilir sen ajunda bu ögdi üküĢ / vefalıġ kiĢike bolur ay küsüĢ
> külüg ―Ey meĢhur!‖ (KB 3517)
sevüglüg niĢanı bu ol belgülüg / sevüg caybı erdem bolur ay külüg
> köngli tirig ―Ey gönlü uyanık!‖ (KB 3642, 3691)
uķuĢluġ tise bolmaġay ol erig / et öz bulnı bolsa ay köngli tirig (KB 3642)
390
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
> bilge bügü ―Ey hakîm âlim!‖ (KB 4682)
velikin tiriglik bolurmu yigü / munı bilgü aĢnu ay bilge bügü
> bilgi batıġ ―Ey derin bilgili!‖ (KB 4704)
ölüm aldı mindinbu iki tatıġ / nerek emdi dünya ay bilgi batıġ
> eski tüĢük ―Ey eski düĢkün!‖ (KB 5003)
yaruķ dünya yüzke eĢünse eĢük / men ötrü barayın ay eski tüĢük
> er eħgüsi ―Ey erkeklerin iyisi!‖ (KB 4773)
aġı çuz keħim ton kiĢi kedgüsi / et öz örtgü tap ķıl ay er eħgüsi
> yalnguķ keħi ―Ey insanların iyisi!‖ (KB 4849)
siziksiz ölümke anunġu öħi / bu künde naru ol ay yalnguķ keħi
> er kiĢi ―Ey mert insan!‖ (KB 5788)
kiĢilik ķıl ay er kiĢi bol uluġ / kiĢi mundaġ urdı kiĢilik yoluġ
> köngli tüz / ķılķı tüz / ķılķı tüzün ―Ey gönlü asil! / Ey yaradılıĢı asil!‖ (KB 3537,
4314, 4159, 4691/4007/3588)
mungar mengzer emdi körü bar bu söz / munıng ma‘nisi uķ aya köngli tüz (KB 3537)
> baġırsaķ apa ―Ey merhametli insan!‖ (KB 4690)
yana yandru yanmaķ yavalıķ tapa / yararmu manga ay baġırsaķ apa
> ınal ―Ey inanılır (insan)!‖ (KB 4805)
bu dünya iĢin ķoħmaġınça tükel / ķılumaz bu cuķbi iĢin ay ınal
> aķım ―Ey cömertim!‖ (KB 4846)
bu erdi sanga çın baġırsaķlıķım / munı sözledim men sanga ay aķım
> ersig tonga / ersig çomaķ ―Ey mert ve cesur yiğit! / Ey yiğit Müslüman!‖ (KB
3398, 3685, 4761/4701)
neçe me kiçig erse duĢman sanga / anı sen uluġ tut ay ersig tonga (KB 3398)
> körki ay ―Ey ay gibi güzel yüzlü!‖ (KB 3451)
yanut birdi oêġurmıĢ aydı çın ay / negü ol tileking aya körki ay
> körklüg yüzüm ―Ey güzel yüzüm!‖ (KB 4315)
391
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
munıngda adın ma takı bar sözüm / anı ma ayu bir ay körklüg yüzüm
> ķızġu eng ―Ey al yanaklı!‖ (KB 4707)
iħi yaķĢı aymıĢ bügü bilgi king / eĢitgil munı sen aya ķızġu eng
2.3.4. Habercinin ÖgdülmiĢ‟e Yönelik Hitapları
> bilgem ―Ey bilgem!‖ (KB 5965)
unamadı aydı ķadaĢıng ĥalı / yavuzraķ ay bilgem köner teg yolı
> köngli yaķın ―Ey gönlü yakın!‖ (KB 5963)
aġır boldı köngli yatur ınçıķın / tegip tuĢ angar bir ay köngli yaķın
> ķılķı tüze ―Ey yaradılıĢı asil!‖ (KB 5966)
men aĢnu barayın seningdin oza / sen aķru uħu kel ay ķılķı tüze
2.3.5. Kumaru‟nun ÖgdülmiĢ‟e Yönelik Hitapları
> urı ―Ey adam (delikanlı)!‖ (KB 6295)
negüke ķılur sen sıġıt ay urı / kim urdı ya kim sökti ne ol ķorı
> ķadaĢ ―Ey kardeĢ!‖ (KB 6287)
yorıp keldi utru ayur ay ķadaĢ / muyan birsü tengri köngül ķılma baĢ
2.4. OdgurmıĢ‟a Yönelik Hitaplar
OdgurmıĢ yazar tarafından hikâyeye ―zühd‖ ve ―takva‖yı temsil etmek üzere yerleĢtirilmiĢ,
onun vasıtasıyla insanların yalnızca bu dünya için değil, öteki dünya içinde çalıĢmaları, bu
dünyada diğer dünyaya yönelik yatırım niteliğinde amellerde bulunmaları gerektiği ifade
edilmiĢtir. Bu yönüyle hükümdarın ve ÖgdülmiĢ‘in kendisine hitaplarda bulunduğu görülen
OdgurmıĢ için genellikle onun bilgisine, Ģöhretine, karakterinin, yaradılıĢının temiz olduğuna
dair göndermelerde bulunulmuĢtur.
2.4.1. Kün Togdı‟nın OdgurmıĢ‟a Yönelik Hitapları
> odġurmıĢa / oħġurmıĢ ―Ey OdgurmıĢ!‖ (KB 5039/5401)
ayur emgeding sen ay odġurmıĢa / yaħaġın bu yirke özüng kelmiĢe
> ersig urı ―Ey yiğit delikanlı!‖ (KB 5428)
neçe artsa dünya baĢ aġrıġları / taķı artuķ artar ay ersig urı
392
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
> uluġ ―Ey ulu!‖ (KB 5400)
könilikte azmıĢ özüm ay uluġ / ayu birding emdi könilik yoluġ
> külüg ―Ey Ģöhretli!‖ (KB 5130)
bayat birdi barça sanga eħgülük / bu eħgü yolın aç manga ay külüg
> tetig / bilge tetig ―Ey uyanık! / Ey uyanık bilge!‖ (KB 3197/3908)
iligdin selam köngül aytu bitig / bitidim esenlik öze ay tetig
> oħuġ / köngli oħuġ ―Ey uyanık! / Ey gönlü uyanık!‖ (KB 5126/5398)
yanut birdi ilig ayur ay oħuġ / bu ķılķıng boħudı bu eħgü boħuġ
> bügü / bilge bügü ―Ey hakîm! / Ey âlim hakîm!‖ (KB 3276, 3928/3934)
ilig aydı barġıl takı ma negü / yaraġlıġ söz erse tegür ay bügü (KB 3276)
> bilgi üküĢ / bilgi uluġ ―Ey bilgisi çok olan! / Ey bilgisi büyük olan‖ (KB
3936/5092)
ay köngli süzük er ay bilgi öküĢ / baķa kör bu sözke yetürgil uķuĢ
> bilir ―Ey bilir!‖ (KB 5097)
ķapuġda ķalın baĢ yumıttı yorır / tusulur kiĢi yoķ manga ay bilir
> künüm ―Ey günüm (güneĢim)!‖ (KB 5427)
neçe ming yaĢasa sen aħır ölüm / yeter ök tutar oķ sini ay künüm
> toķum ―Ey gönlü tokum!‖ (KB 5093)
sini munça bekrü tutup ķolduķum / bu erdi tilekim mening ay toķum
> süzük / köngli süzük ―Ey saf! / Ey saf gönüllü!‖ (KB 5114/3936)
yanut birdi ilig ayur ay süzük / içing me taĢıng birle barça tüzük
> eħgü ķılıķlıġ bütün iĢi çın ―Ey iyi tabiatlı, güvenilir arkadaĢ!‖ (KB 5129)
ay eħgü ķılıķlıġ bütün iĢi çın / manga öt erig bir baġırsaķlıķın
> eħgü öz / eħgü kiĢi ―Ey iyi insan!‖ (KB 3233/5440)
negü tir eĢit emdi macni bu söz / bu söz iĢke tutġıl aya eħgü öz
> öħürmiĢ kiĢide keħi ―Ey insanların iyisi ve seçkini!‖ (KB 5397)
393
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
bu sözler eĢitti ilig yıġladı / ayur ay öħürmiĢ kiĢide keħi
> ķılķı tüzün ―Ey asil tabiatlı!‖ (KB 3242)
munı barça ķoħtı özüng yalınguzun / namaz ruza tuttı ay ķılķı tüzün
> baġırsaķ erim ―Ey merhametli yiğidim!‖ (KB 3914)
eĢitgil yana bu mening sözlerim / köngülke alın ay baġırsaķ erim
> aķı ―Ey cömert!‖ (KB 5095, 5098)
kiĢi bar ķalın boħ boġuz aġruķı / köni çın baġırsaķ yoķ ol ay aķı (KB 5095)
> tonga ―Ey kudretli!‖ (KB 5051)
sen emdi köngül birle kelding manga / velikin neteg ol bu iĢ ay tonga
> körklüg yüzüm ―Ey güzel yüzlüm!‖ (KB 3201)
bu yanglıġ ķılınçıng eĢitti özüm / sini arzuladı ay körklüg yüzüm
2.4.2. ÖgdülmiĢ‟in OdgurmıĢ‟a Yönelik Hitapları
> oġul ―Ey oğul!‖ (KB 4515, 4532, 4582, 4635)
közün körmese arzu ķolmaz köngül / közüng körse könglüng ķolur ay oġul (KB 4515)
> urı ―Ey adam (delikanlı)!‖ (KB 4437)
at eħgü tilese özüng ay urı / ümeg arķıĢıġ eħgü tutġıl yorı
> botu ―Ey deve yavrusu!‖ (KB 4443)
asıġlıġ kiĢiler bolur bu ķutu / bularıġ yime eħgü tut ay botu
> baġırsaķ ķozı ―Ey merhametli kuzu!‖ (KB 3311)
esen bolsa ermiĢ bu yalnguk özi / tilekke tegir ay baġırsaķ ķozı
> adaĢ ―Dost, arkadaĢ!‖ (KB 4339, 4397, 4470, 4565, 4600, 4980, 5688, 6012)
bular ehl-i beyt ol ĥabibķa ķadaĢ / ĥabib savçı ĥaķķı üçün sev adaĢ (KB 4339)
> ķadaĢ ―kardeĢ‖ (KB 4470, 4565, 4573, 6012)
duǾaçı tururlar sanga ay ķadaĢ / iħi eħgü neng bu duǾa ay adaĢ (KB 4470)
> ķoldaĢ ―Ey dost, arkadaĢ!‖ (KB 4511)
aya ķoldaĢ erdeĢ söz aydım kese / bu ķız toġmasa yig tirig turmasa
394
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
> tigin ―Ey bey!‖ (KB 4642)
esenlik tilese kör igsizlikin / az atlıġ otuġ yi tiril ay tigin
> uluġ ―Ey ulu!‖ (KB 3989)
bilir men bayatım sevinçi ķamuġ / tapuġ tacat içre turur ay uluġ
> ķutluġ öz / ķutluġ er ―Ey kutlu insan!‖ (KB 3487, 3492, 3646/4507)
yanut birdi ögdülmiĢ aydı bu söz / ayıtma manga sen aya ķutluġ öz (KB 3487)
> külüg ―Ey namlı!‖ (KB 4136, 4982)
ķalı tegse beglik sanga belgülüg / bilig birle iĢlet iĢig ay külüg (KB 4136)
> könglüm yaruķı haķiķat yaķın ―Ey gönlümün ıĢığı ve gerçekten yakınım olan
insan!‖ (KB 4679)
ay könglüm yaruķı haķiķat yaķın / sözüm maǾnisin uķ yime keħ saķın
> könglüm talusı sevüg canķa can ―Ey gönlümün tacı, sevgili cana can!‖ (KB 6302)
ay könglüm talusı sevüg canķa can / seningsiz negü teg tirilsü revan
> can ―Ey can!‖ (KB 5978)
yanut birdi ögdülmiĢ aydı ay can / tirig bolsa yalnguķ yorır ig toġan
> tüzüm / köngli tüz ―Ey asilim! / Ey gönlü asil!‖ (KB 4977/4005, 4546, 5699)
yanut birdi ögdülmiĢ aydı bu söz / yime eħgü ermez aya köngli tüz (KB 4005)
> ķılķı tüz / tüzün / ķılķı tüzün ―Ey asil karakterli!‖ (KB 4318, 4567/4643/3437,
4124 4281)
yanut birdi ögdülmiĢ aydı bu söz / kereklig erür çın aya ķılķı tüz (KB 4318)
> köngli king ―Ey geniĢ yürekli!‖ (KB 4987)
barıp tuĢ angar sen ya kelsün sanga / yüzüng körsüni bir ay köngli king
> silig / ķılķı silig ―Ey doğru! / Ey düzgün karakterli!‖ (KB 4130, 4446, 4638/3824,
4410, 4222, 4407)
yanamu mini ıêġay erki ilig / oķıġalı yandru ay ķılķı silig (KB 3824)
> erde baĢ ―Ey erkeklerin ileri geleni!‖ (KB 4486)
kim evlik alayın tise törtte taĢ / aħın almaz evlik aya erde baĢ
395
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
> saķınuķ erenler eri ―Ey takva sahibi erenler eri!‖ (KB 4483)
kiĢi alma alsa özüngke ķurı / sen alġıl saķınuķ erenler eri
> körk tilegli kiĢi eħgüsi ―Ey güzellik arayan insanların iyisi!‖ (KB 4493)
aya körk tilegli kiĢi eħgüsi / kiĢi körki ķolma buħun külgüsi
> eħgü kiĢi / eħgü uruġ / urġı tüzün ―Ey iyi insan! / Ey iyi soylu! / Ey asil soylu!‖
(KB 4298, 4241, 4384, 4498/4585/6187)
ķayu yirde devlet kötürse baĢı / bolu bir angar sen ay eħgü kiĢi (KB 4298)
> ķılķı örüg / köngli örüg ―Ey sakin tabiatlı! / Ey gönlü sakin!‖ (KB 6023/6038)
bir ök yanglıġ ermez bu tüĢke yörüg / munı keħ saķınġu ay ķılķı örüg
> köngli ķatıġ ―Ey sağlam gönüllü!)‖ (KB 5713)
negü tir eĢit tıngla bilgi batıġ / sanga ötler emdi ay köngli ķatıġ
> bügü ―Ey hakîm!‖ (KB 3506, 4129, 4502, 6010)
mungar mengzer emdi bu beyt ay bügü / okıġu munı ötrü iĢke baġu (KB 3506)
> bilgi uluġ / bilgi tolu / bilgi king ―Ey bilgisi büyük! / Ey bilgili insan! / Ey bilgisi
geniĢ!‖ (KB 3322/4491/4533)
kiĢi öz tilekin yorısa yoluġ / angar tegmez emgek ay bilgi uluġ
> bay ―Ey zengin!‖ (KB 4491)
aya bay tilegli sen evlik talu / bulun bolmaġıl sen ay bilgi tolu
> tetig / bilge tetig ―Ey uyanık! / Ey uyanık bilge!‖ (KB 5698/3712, 3822)
tilin sözlegil hem bitigil bitig / iligke yanayın ay bilge tetig (KB 3712)
> aķı / aķı king elig / ersig aķı / biliglig aķı ―Ey cömert! / Cömert ve açık elli! / Ey
mert cömert! / biliglig aķı‖ (KB 3407/4536/4213/4424)
bu yalnguz yorıġlı kiĢi ķıvçaķı / kiĢike tusulmaz bolur ay aķı
> tüp tilegli beħüklük ―Ey asalet ve büyüklük arayan insan!‖ (KB 4495)
aya tüp tilegli beħüklük bile / uçuz ķılmaġu öz beħük tüp bile
> körklüg ķoluġlı ―Ey güzellik isteyen!‖ (KB 4485)
ay körklüg ķoluġlı munı ķolmaġıl / ķızıl mengzingi sen sarıġ ķılmaġıl
396
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
> unur / ķılķı unur ―Ey kudretli! / Ey güçlü karakterli‖ (KB 4377, 4501/6015)
yıl ay kün saķıĢı bularda bolur / kereklig turur bu saķıĢ ay unur (KB 4377)
> tonga / ersig tonga / ersig erim ―Ey yiğit! / Ey mert yiğit!‖ (KB 4457, 4581, 4981,
5982/3470, 4126, 4138, 4363, 4540/3470)
oķıtçı mini ıħtı emdi sanga / mini yalnguz ıħma ay ersig tonga (KB 3470)
> ķılkı kür er ―Ey cesur karakterli insan!‖ (KB 6018)
yana piĢesin körse tüĢte kör er / angar ma yörüg yoķ ay ķılkı kür er
> yüzüm ―Ay yüzlüm!‖ (KB 5700)
bu keçmiĢ tiriglikke öknür özüm / neçe erki ķalmıĢ künüm ay yüzüm
> körklüg yüzüm ―Ey güzel yüzlüm!‖ (KB 3306)
yanut birdi ögdülmiĢ aydı özüm / sini arzuladı ay körklüg yüzüm
> ķul boluġlı uķuĢluġ oduġ ―Ey kul olan anlayıĢlı ve uyanık insan!‖ (KB 3661)
aya ķul boluġlı uķuĢluġ oduġ / usal bolma saķlan toķıġay yoduġ
2.5. Diğer Kahramanlara Yönelik Hitaplar
2.5.1. Hacip‟e Yönelik Hitaplar
Hacip hikâyede, Ay Toldı ve Kün Togdı arasındaki irtibatı sağlamak için
bulunmaktadır. Hikâyedeki kısa rolüne oranla hacibe yönelik hitap sayısı da azdır. Ay Toldı
ve Kün Togdı Hacip için onun ünlü, iyi ve kuvvetli olması yönündeki nitelikleri vurgulayan
hitaplar kullanmıĢlardır.
2.5.1.1. Ay Toldı‟nın Hacip‟e Yönelik Hitapları
> ĥacib ķutı ―Ey devletli hacip!‖ (KB 526)
bu ay toldı aydı ay ĥacib ķutı / eĢittim bu kün toġdı ilig atı
> eħgü öz ―Ey iyi insan!‖ (KB 535)
bu sözke tanuķı munu keldi söz / oķıġıl munı sen aya eħgü öz
2.5.1.2. Kün Togdı‟nın Hacip‟e Yönelik Hitapları
> ersig tonga ―Ey mert yiğit!‖ (KB 573)
yorı bar oķıġıl anı sen manga / tapuġķa köründür ay ersig tonga
397
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
2.5.2. ÖgdülmiĢ‟in Haberciye Yönelik Hitapları
> bügü ―Ey hakîm‖ (KB 5961)
ayuttı ķayudın kelir sen tiyü / tileking ne erki sözüng ay bügü
2.6. Yusuf Has Hacip‟in Tanrı‟ya Yönelik Hitapları
Yazar Tanrı‘ya seslenirken onun gücünü, kuvvetini, birliğini, ezeli ve ebedi oluĢunu
belirten sıfatların yanında bayat, ugan, idi, rab gibi hitaplar kullanmıĢtır.
> erklig uġan mengü munsuz bayat ―Ey kuvvetli, kadir ebedi ve müstagni olan
tanrı!‖ (KB 6)
ay erklig uġan mengü munsuz bayat / yaramaz seningdin aħınķa bu at
> bir ―Ey bir olan Tanrı!‖ (KB 8)
aya bir birikmez sanga bir aħın / ķamuġ aĢnuda sen sen öngdün kiħin
> mengü / mengü mungsuz iħim ―Ey sonsuz Tanrı! / Ey ebedi ve her türlü sıkıntıdan
uzak Tanrım!‖ (KB 10/6508)
siziksiz bir ök sen ay mengü açu / ķatılmaz ķarılmaz saķıĢķa saçu
> iç taĢ biligli / ĥaķķu‟l-yaķin ―Ey içi ve dıĢı bilen, ey hakku‘l-yakîn!‖ (KB 11)
ay iç taĢ biligli ay ĥaķķu‘l-yaķin / közümde yıraķ sen köngülke yaķın
> sırķa yaķın / köngülke eħiz ―Ey her sırra yakın, gönüllerde yüksek!‖ (KB 20)
ay sırķa yaķın ay köngülke eħiz / tanuķ ol sanga barça śuret beħiz
> küsüĢ / ġafur / bilir / umınç ―Ey aziz! / Ey bağıĢlayan! / Ey bilen! / Ey ümit!‖ (KB
396/6511/6513/6515)
tapuġsuz ķulung inen yazuķum üküĢ / özüng fażlı birle keçür ay küsüĢ
> iħim / bayatım ―Ey Tanrım (Rabbim)!‖ (KB 6517/6520)
cefadın cefa oķ kelir ay iħim / vefada vefadın aħın bilmedim
2.7. Yusuf Has Hacip‟in Hükümdar Buğra Han‟a Yönelik Hitapları
> din Ǿizzi devletķa naĢir muǾin, milletķa tac ay ĢeriǾatķa din / dünya cemali
uluġluķķa körk, mülketķa nur yayıġ ķutķa örk ―Ey dinin izzeti, devletin yarıcısı, milletin
tacı, ey Ģeraitin hâdimi / Ey dünyanın süsü, ululuğun ziyneti, saltanatın nuru, saadetin bağını
elini tutan‖ (KB 89/91)
398
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ay din Ǿizzi devletķa naĢir muǾin / ay milletķa tav ay ĢeriǾatķa din
> eħgü ķılınç aślı eħgü uruġ ―Ey iyi tabiatlı ve iyi soylu! (KB 108)
ay eħgü ķılınç aślı eħgü uruġ / ajun ķalmasunı sizingsiz ķuruġ
> terken ķutı / ilig ―Ey devletli hükümdar! / Ey hükümdar!)‖ (KB 109/446)
bayat birdi devlet ay terken ķutı / anıng Ģükri ķılġu oķıp ming atı
> ķılķı ķaħır ―Ey sarsılmaz yaradılıĢlı!‖ (KB 447)
usal er teger köz usalın uħır / usal bolma saķlan ay ķılķı ķaħır
2.8. Yusuf Has Hacip‟in Kitap Okurlarına Yönelik Hitapları
Yusuf Has Hacib kiĢilerle ve siyasetle ilgili kurguladığı düĢünceleri okuyucuya
vermek için kahramanları, meselelerle ilgili karĢılıklı konuĢturma yolunu seçmiĢtir. Ancak
kendisinin doğrudan doğruya okuyucuya hitapta bulunduğu da görülmektedir.
> birke bütmiĢ tiling birle ög ―Ey Tanrının birliğine inanmıĢ olan!‖ (KB 25)
aya birke bütmiĢ tiling birle ög / köngül bütti Ģeksiz amul tutġıl ög
> tonga / ersig tonga / edgü yigit / evlig er / til idisi ―Ey yiğit! / Ey mert yiğit / Ey iyi
yiğit / Ey ev sahibi! / Ey dil sahibi!‖ (KB 36, 186/196/359/164)
oķıçı ol erdi bayattın sanga / sen ötrü köni yolķa kirding tonga
> oġul ―Ey oğul!‖ (KB 187, 6461)
sanga sözledim men sözüm ay oġul / sanga birdi bu pend özüm ay oġul
> bügü / bilge / bilge bügü / bilge ķuta ―Ey hakîm! / Ey bilge! / Ey bilge hakîm / Ey
kutlu bilge!‖ (KB 183/203, 6451/192, 287/158)
tiriglik tilese özüng ölmegü / ķılınçıng sözüng eħgü tut ay bügü
> biliglig kiĢi ―Ey bilgili kiĢi!‖ (KB 248)
neçe kördüm erse isizler iĢi / ozu bolmadı ay biliglig kiĢi
> köngli tüz / ķılķı tüzün / silig / eħgü kiĢi / uluġ / tirig / tetig / oķıġlı tirig / ―Ey
gönlü asil! / Ey karakteri asil! / Dürüst! / Ey iyi insan! / Ey ulu! / Ey diri! / Ey uyanık! / Ey
okuyan diri!‖ (KB 6462/1148/240/345, 353, 6478/6433/6435/6506/6507)
mungar mengzetü keldi emdi bu söz / munı yaķĢı tıngla aya köngli tüz
399
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
> emgek bile sen śabır ķılġuçı / miĥnet iħisi / oķıġlı uķuġlı ―Ey felaketlere
sabreden! / Ey mihnet sahibi! / Ey okuyan ve anlayan‖ (KB 6448/6449)
eĢitgil negü tir bilig birgüçi / ay emgek bile sen śabır ķılġuçı
> ölgüçi ―Ey fani insan!‖ (KB 1145)
sevinçlerke avnıp öküĢ külgüçi / sıġıtķa anunġu aya ölgüçi
3. Sonuç
KB‘de hitaplardan önce çoğunlukla ―ay‖ ve ―aya‖ ünlemleri kullanılmakla beraber hitapların
tek baĢlarına bulunduğu da görülmektedir.
Hitaplarda kelimelerin genellikle yalın hâlleri tercih edildiği gibi I. tekil iyelik ekli
kullanımları da mevcuttur. Birçok hitap Ģeklinin tek bir kahramana özgü olmadığı, diğer
kahramanlara yönelik de kullanılmıĢ olduğu görülmektedir.
Hikâye kahramanlarının dıĢ görünüĢlerine yönelik az sayıda hitaplar bulunsa da büyük oranda
kahramanların karakteristik özelliklerini yansıtan hitaplar kullanılmıĢtır. Bunun dıĢında
kahramanların
yine
karakterleriyle örtüĢtüğü
düĢünülen bazı
hayvan isimleri de
bulunmaktadır. Söz konusu hitapları Ģu Ģekilde sınıflandırmak mümkündür:
I. Yakınlık Durumuna Göre Kullanılan Hitaplar
―Oġul‖ hitabı ÖgdülmiĢ ve OdgurmıĢ tarafından Kün Togdı‘ya; Ay Toldı, Kün Togdı ve
OdgurmıĢ tarafından ÖgdülmiĢ‘e; ÖgdülmiĢ tarafından da OdgurmıĢ‘a sarf edilmiĢtir.
ÖgdülmiĢ hükümdarın veziri Ay Toldı‘nın oğludur. Bu nedenle Ay Toldı ve Kün Togdı‘nın
kendisine yönelik kullandığı ―oġul‖ hitabı ―erkek evlat‖ anlamında kullanılmıĢ olabilir.
OdgurmıĢ ve ÖgdülmiĢ‘in birbirlerine yönelik sarf ettikleri ―oġul‖ kelimesinin anlamını
―evlat‖ olarak düĢünmek olası görünmemektedir. Buradaki anlamı ―Ey adam/delikanlı!‖
olmalıdır. Bu noktadan bakıldığında yaĢı küçük olan ÖgdülmiĢ‘in hükümdara ―oġul‖ diye
seslenmesi akla daha yatkın görünmektedir. Ayrıca kahramanlar, birbirleriyle olan yakınlık
derecesini vurgulamak istercesine aralarındaki yaĢ farkını gözetmeksizin ķadaĢ ―kardeĢ‖,
eħgü iĢ ―iyi arkadaĢ‖, adaĢ ―dost, arkadaĢ‖, ķoldaĢ ―dost, arkadaĢ‖ gibi hitapları seçmiĢlerdir.
Bunun dıĢında günümüzde insanların kendisine çok yakın bulduğu kiĢilere seslenirken
kullandığı gibi könglim yarukı ―gönlümün ıĢığı‖, könglüm talusı ―gönlümün sevgilisi‖,
400
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
köngüldeĢ iĢi ―gönül arkadaĢım‖, can hitaplarının KB‘deki kahramanlar arası konuĢmalarda
da geçtiğini belirtmek gerekir.
II. Hayvanlarla Ġlgi Kurularak Kullanılan Hitaplar
Eserde kiĢiler birbirlerine hitap ederken ķozı ―kuzu‖, kök böri ―bozkurt‖, böke ―büyük yılan‖,
botu ―deve yavrusu‖, sıġun ―erkek geyik, karaca‖ gibi hayvan isimlerini kullanmıĢtır 86 .
Hükümdara Ay Toldı ve ÖgdülmiĢ tarafından ―kozı!‖, OdgurmıĢ tarafından ―sıġun!‖ Ģeklinde
hitaplarda bulunulmuĢtur. Yusuf Has Hacip‘in Ay Toldı‘nın tasvirine yer verdiği 463. beyitte,
onun genç bir delikanlı olduğu belirtilmiĢtir. Aynı Ģekilde ÖgdülmiĢ, hükümdarın veziri Ay
Toldı‘nın oğludur. Bu nedenle hükümdardan yaĢının küçük olduğu tahmin edilmektedir.
Günümüz Ģartlarında yaĢça ve konum itibariyle muhatabından düĢük birinin muhatabına
yönelik bu kullanımlarının mümkün olmadığı açıktır. Ancak burada ―kozı‖ hitabı, konuĢanın
muhatabına duyduğu yakınlık derecesinin, sevgi ve ilgisinin bir yansıması olarak
değerlendirilmelidir. Günümüzde birinin gücünü, kuvvetini vurgulamak için kullanılan
―aslan‖ hitabı gibi eserde kullanılmıĢ olan ―sıġun‖ da hükümdarın çevikliğini belirtmek üzere
sarf edilmiĢtir. Diğer seslenmeler muhatabın gücüne ve kudretine gönderme yapmak üzere
kullanılmıĢtır. Eserin meydana getirildiği coğrafya ve adı geçen hayvanların Türk
kültüründeki yeri ve önemi düĢünüldüğünde, kahramanlarla bu hayvanlar arasında ilgi
kurulması mümkündür.
III. Kahramanların Mizacına Yönelik Kurulan Hitaplar
Eserin tamamına göz gezdirildiğinde kahramanların birbirlerine hitap ederken birbirlerinin
karakterlerini göz önünde bulundurdukları fark edilmektedir. Böylece o dönem Türk
toplumunda ön planda tutulan değer yargılarının, kiĢide olmazsa olmaz sayılan erdemlerin
neler olduğu anlaĢılmaktadır. Bu erdemlerin baĢında bilgelik, bilgili, tecrübeli, takva sahibi,
güçlü, iyi niyetli olma gelmektedir. Bunun dıĢında kutluluk, göz tokluğu, merhametlilik,
dürüstlük, alçak gönüllülük, asalet, cömertlik, zenginlik gibi değerler ve vasıfların Türk
toplumunda ne derece önemli bir yere sahip olduğu, kiĢilerin hitap ederken seçtikleri bu
değerlere yönelik sıfatların çokluğundan anlaĢılmaktadır. Birey öncelikle, elde ettiği bilgiyi
nasıl kullanacağını bilmelidir. Kendinde bulunduğu erdemlerini, faziletlerini, gücünü, maddi
401
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
manevi bütün varlığını cömertçe toplumun yararı yönünde kullanmalıdır. Bunları yaparken
hiçbir zaman iyi niyetinden, dürüstlüğünden, alçak gönüllüğünden ödün vermemelidir. Dünya
hayatına verdiği önem kadar ahiret hayatının iyi olması yönünde amellerde bulunmalıdır.
Bütün bu özellikleriyle birey toplumda seçkin bir kiĢi olarak görülür, sevilir, sayılır, namı
bütün dünyaya yayılır. Söz konusu değerleri Ģu Ģekilde sınıflandırmak mümkündür.

Bilgelik: bilge, bilge tetig ―zeki, âlim‖, bilge külüg ―ünlü bilge‖, bügü ―hakîm‖,
ilçi bügü ―hakîm hükümdar‖, bilge bügü ―âlim hakîm‖, uķuĢluġ ―anlayıĢlı‖, bilge uķuĢluġ
―anlayıĢlı bilge‖, bilgüçi ―anlayan‖, tirig ―gönlü diri‖

Bilgili Olma: bil(i)gi yaruķ ―parlak bilgili‖, bil(i)gi king ―bilgisi geniĢ‖, bil(i)gi
uluġ ―bilgisi yüce‖, bil(i)gi üküĢ ―bilgisi çok olan‖, bil(i)gi ügüz ―bilgisi ırmak (misali)‖,
bil(i)gi tamam ―bilgisi tam‖, bil(i)gi batıġ ―bilgisi derin‖, bil(i)gi tükel ―bilgisi tam‖, bilir,
biliglig kiĢi ―bilgili kiĢi‖

Takva Sahibi Olma: tetig ―uyanık, farkında‖, köngli tetig ―uyanık kalpli,
farkında‖, oħuġ ―uyanık‖, köngli oħuġ ―gönlü uyanık‖, ög köngüllüg uķuĢluġ oħuġ ―akıl ve
gönül sahibi‖, saķınuķ erenler eri ―takva sahibi erenler eri‖

Cesur Olma: alp ―yiğit‖, yigit ―yiğit‖, tonga ―yiğit‖, küçlüg tonga ―kudretli yiğit‖,
ersig tonga ―cesur kahraman‖, ersig çomaķ ―Müslüman yiğit‖, ilçi tonga ―kahraman
hükümdar‖, ilçi unur ―kudretli devlet adamı‖, uluġ ―ulu‖, unur ―kudretli‖, ķılķı unur
―karakteri kudretli‖, elgi uzun ―iktidar sahibi‖, üsteng elig ―üstün el‖, sarp ķılıķ ―sağlam
karakterli‖

Ġyi Niyetli Olma: ķılķı silig ―karakteri düzgün, temiz‖, eħgü öz ―iyi insan‖, arıġ
―temiz ruhlu‖, yalnguķ keħi ―insanların iyisi‖, süzük ―saf gönüllü‖

Kutlu Olma: ilig ķutı ―devletli hükümdar‖, ķutluġ ķuta ―devletli‖, ķutluġ öz ―kutlu

Gözü Tok Olma: toķ ―gönlü tok‖, köngli toķ ―gönlü tok‖

Merhametli Olma: baġırsaķ kiĢide burun ―merhametli insanların ileri geleni‖,
kiĢi‖
köngli yaķın ―merhametli‖, baġırsaķ apa ―merhametli insan‖

Dürüst Olma: köngli köni ―gönlü dürüst‖

Alçak Gönüllü Olma: ķılķı alçak ―alçak gönüllü‖, ķılķı örüg ―sakin tabiatlı insan‖,
amul ―yumuĢak huylu‖, ķılķı amul ―yumuĢak yaradılıĢlı‖
402
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014

Asil Olma: ķılķı tüzün ―karakteri asil‖, köngli tüz ―asil gönüllü‖, uruġluġ ķarı ―asil
ihtiyar‖, aśli kiĢi ―asil insan‖

Cömert Olma: aķı ―cömert‖, elgi aķı ―eli cömert‖, ilçi aķı ―cömert hükümdar‖
IV. Kahramanların Diğer Vasıflarına Yönelik Kurulan Hitaplar

Tecrübeli Olma: törü urġuçı ―kanun yapan‖, beg “bey”, eħgü törü ―iyi nizam
sahibi‖, eħgü törülüg beg ―iyi nizam sahibi bey‖, ilig ―hükümdar‖, ilçi baĢı ―büyük
hükümdar‖, dünya begi ―dünya beyi‖, tigin ―beyzade‖

MeĢhur Olma: külüg ―Ģöhretli‖, bilge külüg ―ünlü bilge‖, boħunda talu ―halkın
seçkini‖, boħunda burun ―halkın ileri geleni‖

Zengin Olma: bay ―zengin‖, bay boluġlı ―zengin‖

DıĢ GörünüĢ: KB‘de dikkati çeken hususlardan biri, kahramanların birbirlerine
seslenirken dıĢ görünüĢlerine yönelik hitapları çok fazla tercih etmemeleridir. DıĢ görünüĢle
ilgili seçilen hitaplar; yarumıĢ kün ―parlak güneĢ‖, körklüg yüz ―güzel yüz‖, körklüg yüzüm
―güzel yüzlüm!‖, ķızġu eng ―al yanaklı‖, ay yüzüm ―ay yüzlüm‖ gibi muhatabın yüzünün
niteliği ile ilgilidir.
Kısatmalar
Alm.
: Almanca
EDTC
: An Etymological Dictionary of Pre Thirteenth Century Turkish
Es. T.
: Eski Türkçe
Fr.
: Fransızca
Ġng.
: Ġngilizce
KB
: Kutadgu Bilig
Kaynakça
Arat, ReĢid Rahmeti; Kutadgu Bilig II: Tercüme, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları,
1959.
403
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Arat, ReĢit Rahmeti; Kutadgu Bilig I: Metin, 5. Baskı, Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları, 2007.
Atalay, Besim; Divanü Lûgat-it-Türk (Dizin), C. IV, Ankara: TDK Yayınları, 2006.
Clauson, S. G.; An Etymological Dictionary of Pre Thirteenth Century Turkish,
Oxford: Oxford Universitiy, 1972.
Dilaçar, Agop; Kutadgu Bilig Ġncelemesi, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1995.
GöğüĢ, BeĢir; Anlatım Terimleri Sözcüğü, Ankara, 1998.
Kaçalin, Mustafa S.; Yûsuf Hâs Hâcib Kutadgu Bilig, Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı
Yayınları, 2011 (http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/belge/1-75546/yusuf-has-hacib---kutadgubilig.html.)
Kafesoğlu, Ġbrahim; Kutadgu Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri, Ġstanbul: Kültür
Bakanlığı Yayınları, 1980.
Korkmaz, Zeynep; Gramer Terimleri Sözlüğü, 2. Baskı, Ankara: TDK Yayınları,
2003.
Vardar, Berke; Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, Ġstanbul: ABC Kitabevi, 1998.
Yavuz, Kemal; Hâcib Böyle Dedi, Ġstanbul: Mostar Yayınları, 2012.
404
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
HÜSEYĠN CAHĠT YALÇIN‟IN 1891‟DE YAYIMLANAN ĠLK ROMANI
NADĠDE
Hasan YÜREK
ÖZET
Türk edebiyatının önemli isimleri arasında yer alan Hüseyin Cahit Yalçın‘ın roman türünde
yazılmıĢ iki eseri vardır. Bu romanların ilki 1891‘de yayımlanan Nadide, ikincisi ise 1901‘de
yayımlanan Hayal Ġçinde‘dir. Bu iki romandan birincisi olan Nadide her ne kadar 1891‘de
yayımlansa da Latin harflerine ancak 2014‘te aktarılabilmiĢtir. Dolayısıyla bu roman eski ve
ismi bilinen bir roman olmasına rağmen aynı zamanda yeni ve üzerinde çok fazla durulmamıĢ
bir eserdir. Hüseyin Cahit Yalçın her ne kadar Servet-i Fünûn hareketiyle ön plana çıkmıĢ olsa
da Nadide adlı roman taĢıdığı özelliklerle bir Tanzimat romanıdır. Nitekim yayımlanıĢ yılı da
bunu somutlaĢtırmaktadır. Nadide, Hüseyin Cahit Yalçın‘ın henüz on beĢ yaĢındayken Ahmet
Mithat Efendi‘nin roman tarzını taklit ederek kaleme aldığı bir romandır. Eser, yazarın
Serez‘deyken duyduğu bir hikâyeye dayanmakta Balkanlarda geçmektedir. Bu çalıĢmada
Hüseyin Cahit Yalçın‘ın bilinen ancak Latin harflerine yeni çevrilen Nadide adlı romanı olay,
olay örgüsü, kiĢiler, zaman, mekân, anlatım gibi çeĢitli özellikler açısından ele alınacaktır.
Böylece bu eserin özellikleri ayrıntılı bir Ģekilde irdelenecek ve eser Türk romanı içerisinde
konumlandırılacaktır.
Anahtar Sözcükler: Hüseyin Cahit Yalçın, Nadide, Roman.
HÜSEYĠN CAHĠT YALÇIN‟S FĠRST NOVEL WHICH IS PUBLISHED IN 1891:
NADĠDE
Abstract

Yrd. Doç. Dr. , Mersin Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
Mersin/Türkiye, [email protected]
405
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Hüseyin Cahit Yalçın, who is among the most popular names of Turkish literature, has two
written pieces of works of novel type. The first one of these is Nadide which is published in
1891, and the second one is Hayal Ġçinde which is published in 1901. Although the first one
of these novels, Nadide, was published in 1891 the latinization, however, could be achieved
in 2014. Thus, despite its ancient and reputable fashion, at the same time it is a novel which is
new and underemphasized piece. Although, Hüseyin Cahit Yalçın was marked by Servet-i
Fünun movement, the novel Nadide on the basis of its features, is a Tanzimat Reform Era
novel. Hence the year of publication justifies these peculiarities. Nadide is Hüseyin Cahit
Yalçın‘s piece which was put down on paper as an imitation of Ahmet Mithat Efendi‘s novel
type when he was 15 years old. The piece has been based on a story, which is heared by him
when he was in Serez, and the fiction has been in Balkans. In this study, Hüseyin Cahit
Yalçın‘s novel, Nadide, which recognized but has just latinized, will come up in the way of
case, plot, characters, time, place and expression. Therefore, features of this piece will be
analyzed in detail and the piece will be positioned somewhere in Turkish Novel.
Keywords: Hüseyin Cahit Yalçın, Nadide, Novel.
GiriĢ
Türk edebiyatının önemli isimlerinden olan Hüseyin Cahit Yalçın 1875-1957 yılları arsında
yaĢamıĢtır. Roman, öykü, eleĢtiri, monografi, çeviri gibi çeĢitli alanlarda örnek veren Hüseyin
Cahit, 1896-1901 yılları arasında Servet-i Fünûn hareketi içerisinde yer alır. Servet-i Fünûn
1901‘de kapatılmasının sebebi de onun Fransızcadan çevirdiği ―Edebiyat ve Hukuk‖ baĢlıklı
makaledir. Hüseyin Cahit‘i edebiyat ile uğraĢması II. MeĢrutiyet‘e kadar sürer ve o, II.
MeĢrutiyet ilan edildikten sonra siyasete girer. 1908‘de Tevfik Fikret ve Hüseyin Kâzım ile
birlikte Tanin‘i adlı gazeteyi çıkarır. Aynı yıl içerisinde Ġttihat ve Terakki‘den milletvekili
seçilir. 1911‘de Düyun-ı Umumiye Dayinler Vekili olur ve bu görevini 1922‘ye kadar
sürdürür.1908‘de arkadaĢlarıyla çıkarmaya baĢladığı Tanin‘i kısa bir süre sonra tek baĢına
devralır. Tanin, kapatılınca sırasıyla Cenin, Renin, Senin gazetelerini çıkarır. Gazete kısa bir
süre sonra tekrar Tanin adını alır. 1913‘ten itibaren Ġttihat ve Terakki‘ye muhalefet etmeye
baĢlayan Hüseyin Cahit, gelen baskılar sonucunda Tanin‘i Ġttihat ve Terakki‘ye satar. Tanin
satıldıktan sonra muhalif kimliğinden vazgeçer ve bunun karĢılığında Ġttihat ve Terakki
tarafından farklı görevlere tayin edilir. 1918‘de Ġttihat ve Terakki mensupları ülkeyi terk edip
kabine değiĢince tutuklanır ve 1919‘da Malta‘ya sürülür. Sürgün, 1921‘e kadar devam eder ve
Hüseyin Cahit, aynı yıl Roma‘ya geçer; 1922‘de ise Ġstanbul‘a döner. Döndükten sonra
406
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
yaptığı ilk iĢ Tanin‘i tekrar çıkartmaktır. 1925‘e kadar çıkan Tanin, Mustafa Kemal‘e karĢı
muhalefet yapar. Bunu sonucunda Hüseyin Cahit, ―1938 yılında Atatürk‘ün ölümüne kadar
üç kere Ġstiklâl Mahkeme‘sine gönderilmiĢ, siyasî bir yalnızlık ve terk edilmiĢlik psikolojisi
içinde uzun yıllar sadece kalemiyle yaĢama savaĢı vermiĢtir.‖ (Huyugüzel, 1984: 36).
1938‘den sonra Cumhuriyet Halk Partisi saflarına katılır ve Çankırı milletvekili olur. Daha
sonra milletvekilliğini Ġstanbul ve Kars temsilcisi olarak sürdürür. Milletvekillilik 1939-1954
yılları arasında sürer. Bu evrede, 1943‘te Tanin‘i tekrar çıkarmaya baĢlar. Bu sefer gazeteyi
1947‘ye kadar çıkarabilir ve ondan sonra 1948‘de Ulus gazetesine geçer. 1953‘e kadar süren
Ulus gazetesi faaliyetleri, gazete Demokrat parti tarafından kapatılınca Yeni Ulus ve Halkçı
gazetelerinde devam eder. Bu gazetelerdeki yazılarında dönemin iktidarını (Adnan Menderes)
eleĢtirince hapis cezası alır. Verilen ceza, büyük tepki alınca Hüseyin Cahit affedilir; ancak
affedilene kadar üç buçuk ay hapis yatar. Hapisten sonra Halkçı ve yeniden çıkmaya baĢlayan
Ulus‘ta muhalif kimliğiyle yazmaya devam eder. 1957 seçimlerine Ġstanbul adayı olarak
girmek ister; ancak seçim olmadan aynı yıl içerisinde vefat eder.
Genel Bilgiler
Nadide, adlı roman Hüseyin Cahit Yalçın‘ın ilk romanı olmakla birlikte ilk eseridir. 1890‘da
tamamlanan eser 1891‘de Âlem Matbaası tarafından basılır. Üzerine fazla çalıĢma
olmamasıyla birlikte eser yakın zamana kadar Latin harflerine aktarılmamıĢtır. 87 Yazar bu
eserden sonra sadece bir roman daha yazmıĢtır. 1901‘de yayımlanan bu romanın adı ise Hayal
Ġçinde‘dir.
Nadide, ―Kable‘l- Ġzdivaç‖ ve ―Ba‘de‘l- Ġzdivaç‖ baĢlıklarını taĢıyan iki kısımdan
oluĢmaktadır. ―Kable‘l- Ġzdivaç‖ baĢlıklı kısımda on üç Ba‘de‘l- Ġzdivaç baĢlıklı kısımda ise
on beĢ alt kısım bulunmaktadır. Ayrıca romanın baĢında Ahmet Mithat‘ın bir sunuĢ yazısı ve
Hüseyin Cahit‘in kısa bir yazısı; romanın sonunda yine Hüseyin Cahit‘e ait bir değerlendirme
yer almaktadır. Ahmet Mithat bu romana yazdığı takdimde Türk romanının tercümeden
uzaklaĢıp telif eserler vermesini memnuniyetle karĢıladığını söylemekte, Nadide adlı eseri
87
Bu roman üzerinde tespit edilebilen iki çalıĢma vardır. Bunlardan ilki Hüseyin Cahit Yalçın‘ın çeĢitli
yönleriyle ele alan ve dolayısıyla bu eseri de kapsayan, Ömer Faruk Huyugüzel, Hüseyin Cahit Yalçın‘ın Hayatı
ve Edebi Eserleri Üzerine Bir AraĢtırma, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, Ġzmir, 1984 künyeli
çalıĢma; ikincisi ise sadece bu roman üzerinde sınırlı bir Ģekilde duran, Selçuk Çıkla, ―Divan ġiirindeki Sevgili
Tipini Alaya Alan Bir Roman Yahut Hüseyin Cahit Yalçın‘ın Nadide‘si‖, Yedi Ġklim, S.: 136, s.: 45-50 künyeli
çalıĢmadır. Nadide‘nin Latin harflerine aktarıldığı eserin künyesi ise Ģöyledir: Hüseyin Cahit Yalçın, Nadide,
(Yayıma Hazırlayan: Hasan Yürek), Sonçağ Yayınları, Ankara, 2014.
407
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
seçkin bir roman olarak değerlendirmektedir. Bunun yanında da eseri verdiği mesajlar
bağlamında değerli gördüğünü ve kendisi gibi okuyucuların da bu eseri takdir edeceğine emin
olduğunu ifade etmektedir.88
Hüseyin Cahit‘i böyle bir eser yazmaya sevk eden temel sebep Ģöhret olma isteğidir. O,
edebiyat heveslisi bir genç olarak adını duyurmak istemektedir. Nitekim Edebiyat Anıları‘nda
bu niyetinin olduğunu Ģu sözlerle ifade etmektedir: ―Bir roman yazsam! Benim de adım
gazetelere geçse! (…) Ġki satırlık bir övgüye ulaĢmak bile beni mutlu etmeye yetecekti‖
(Yalçın, 2002: 29).
Eser genel özellikleriyle Tanzimat romanı niteliğindedir. Ahmet Mithat‘ın takdim yazısında
ifade ettikleri bunun somut bir kanıtıdır. Bunun yanında Hüseyin Cahit de bu eser için ―üslup
ve düzeni baĢtan baĢa Ahmet Mithat Efendi‘nin kötü bir taklidiydi. Taklidi o kadar ileri
götürmüĢtüm ki hikâyeyi yarıda keserek, sanki konu gerektiriyormuĢçasına bir felsefe
düĢüncesine bile ayrı bir bölüm ayırmıĢtım.‖ (Yalçın, 2002: 33) demektedir. Bir baĢka
ifadeyle bu eser, Tanzimat romanı paralelinde biçime, tekniğe pek dikkat etmeden belirli bir
mesaj verme, eğitme, yol gösterme amacıyla kaleme alınmıĢ ve bu doğrultuda dönemin önde
gelen isimlerinden Ahmet Mithat romancılığını örnek almıĢtır.
Romanın bir diğer özelliği bir dıĢ gerçeklikten hareketle kaleme alınmıĢ olmasıdır. Bir baĢka
deyiĢle Hüseyin Cahit duyduğu bir hikâyeden hareket etmiĢ ve onu biraz değiĢtirerek bu
romanı yazmıĢtır. Yazar o dönemde Osmanlı‘nın Balkanlardaki önemli merkezlerinden olan
Serez‘deyken89 duyduğu bir hikâyeden hareketle eserini vücuda getirmiĢtir90 (Yalçın, 2002:
29).
Özet
Balkanlar‘da yaĢayan ve hiç evlenmeyen Ali Bey bir gün dolaĢırken terk edilmiĢ bir bebek
bulur. Bebeğe Fuat adını verir. Zaman geçtikçe ikisi birbirine bağlanır. Fuat büyüyüp
delikanlılık çağına geldiğinde tesadüfen Nadide‘yi görür ve ona âĢık olur. Nadide‘nin de
88
Takdim yazısının tamamı Ģöyledir: Ne bahtiyarım ki Ģu bir iki hafta zarfında birkaç romana Ģu yolda
kelimât-ı tebrikiyye yazdım. Osmanlılarımız artık yalnız tercüme ile iĢtigal etmeyip iĢte telif mertebesinde sâ‘id
oldular. Hem de sükût faydasına makusen mütenasip denilecek bir suretle sürati gittikçe mütezayit bir su‘ûd!
Yalnız benim sözüme kalmayarak okuyanlar dahi itiraf edeceklerdir ki Ģu roman emsali miyânında mümtazdır.
Hem büyüklük hem suret-i tahrir ve hem de müntic olduğu hikmet-i mûkiz cihetiyle mümtazdır. Müellifini ez dil
ü can ben tebrik edeceğim gibi karilerin de tebrik edeceklerine Ģüphe etmem.
89
Serez, günümüzde Yunanistan sınırları içerisinde kalmaktadır.
90
Hüseyin Cahit 8-13 yaĢları arasında Serez‘de yaĢamıĢtır.
408
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
kendisine karĢılık vermesinden sonra mektupla haberleĢirler. Nadide, Fuat‘ı kendi evinin
bahçesinde gizlice buluĢmaya davet eder. Bu buluĢmayı haber alan Nadide‘nin
sevdalılarından Nadir Bey, Fuat‘ı takip eder ve onu Nadide‘yle buluĢtuğu gece adamlarına
vurdurtur. Yaralı bir halde olan Fuat‘ı, aslında babası olan, Ali Bey‘in kâhyası Kanber
kurtarır. Onu kurtardıktan sonra da Fuat‘ın bir daha zor durumda kalmaması için Nadide‘den
uzak durmasını sağlar.
Nadide tarafında ise olumsuz geliĢmeler yaĢanmaktadır. Nadide‘nin annesi, kızının gece bir
erkekle gizlice buluĢtuğunu duyar ve onu cezalandırır. Verilen ceza evlenme yasağıdır. Bir
süre sonra ise Nadide, hamile olduğunu anlayıp durumu annesine haber verir. Anne, bu
durumun ailenin itibarını zedeleyeceğini düĢündüğünden kızını kimsenin görmemesi için
odaya kapatır ve hasta olduğu haberini yayar. Nadide ise bir taraftan Fuat‘a ne olduğunu
merak etmekte diğer taraftan çocuğunu düĢürmeye çalıĢmaktadır.
Nadide, bir gün pencereden dıĢarı bakarken Fuat‘ın üvey babası Ali Bey‘i görür ve onunla
önce iĢaretleĢir, sonra mektuplaĢır. Bunun üzerine Ali Bey, Nadide‘yi istetir. Nadide‘nin
annesi daha önce aldığı karar üzere Nadide‘yi vermez ve gelenleri kibarca reddeder. Bu arada
Nadide, çocuğunu da düĢürür.
DüĢük yapan Nadide sıhhatine kavuĢtuktan sonra tekrar Ali Bey‘le mektuplaĢıp biraz sabırlı
olmasını ister. Nadide, epeyce düĢündükten sonra evliliğine engel olan annesini ve hamilelik
sürecini bilen yardımcısını öldürür. Bütün engeller ortadan kalkınca da Ali Bey‘le evlenir.
Düğün sırasında Fuat ve Nadide karĢılaĢır. Fuat, sevdiği kadının üvey babasıyla evlenmekte
olduğunu görünce önce kendisini Nadide‘den uzaklaĢtıran Kanber‘i suçlar; ardından yapacak
bir Ģey olmadığından bir bahaneyle üvey babasının çiftliğinden uzaklaĢır.
Nadide, Fuat‘ın hayatta olduğunu öğrendikten sonra ne pahasına olursa olsun onunla
evlenmeye karar verir. Fuat‘a aĢkını beyan eden bir mektup yazıp olumsuz cevap alınca Fuat‘ı
çiftliğe getirebilmek için odasını yakar. Yangın sırasında da odasında bayılıp kalır. Ali Bey,
karısını kurtarır; ancak ölümcül yaralar alır. Bu durumu öğrenen Fuat, gittiği çiftlikte
tesadüfen karĢılaĢıp âĢık olduğu Elmas‘ı da alarak baba evine döner. Hasta yatağında bulunan
Ali Bey, oğlunun geliĢine çok sevinir. Onun yanında getirdiği Elmas‘ı da evlatlık alır. Ali
Bey, öleceği düĢüncesiyle vasiyetnamesini yazdırır ve Fuat‘tan da Elmas‘la evlenmesini ister.
Fuat‘ın çiftliğe geri geliĢine sevinenlerden bir diğeri Nadide‘dir. Nadide, Fuat‘a çiftlikten
kaçıp evlenmeyi teklif eder; ancak üvey babasını çok seven Fuat bu teklifi reddeder. Bunun
409
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
üzerine Nadide, Fuat‘ın kararını değiĢtirmesi için Ali Bey‘i zehirletir. Niyeti, Fuat‘la evlenme
hususunda engel gördüğü kiĢiyi ortadan kaldırmaktır. Nadide, ayrıca bir diğer engeli, Elmas‘ı
da kaçırtır. YaĢanan geliĢmelerden sonra Ali Bey ölür. Bunun üzerine Nadide, Fuat‘a evlenme
isteğini yineler.
Fuat yaĢanan olumsuzlukların Nadide tarafından icra edildiğini anladığından Kanber‘le
birlikte çiftliği terk eder. Olayları güvenlik güçlerinin önemli bir ismine anlatır. Fuat, Kanber
ve güvenlik güçlerinin iĢ birliği sonucunda Nadide ile iĢ birliği yaparak Elmas‘ı kaçıran
haydutlar yakalanıp hemen asılır. Nadide ise yeterli kanıt bulunmadığından ceza almaz; ancak
kaza geçirir ve ölür.
Olay Örgüsü
Romandaki olay örgüsü iyilerle kötülerin çatıĢması üzerine kurulmuĢtur. Buna bağlı olarak
olay örgüsü aĢağıdaki gibi Ģematize edilebilir:
ÇatıĢma
Ġyiler
Kötüler
Kötülerin Olumsuz DavranıĢları ve Ġyilerin Kazanması
Tablodan anlaĢılabileceği üzere, romantizmden gelen etkiye bağlı olarak romanda iyi ve kötü
karakterli kiĢiler vardır. Ġyi tarafında Fuat, Ali Bey, Kanber, Elmas; kötü tarafında ise Nadide,
Nadir Bey, ĠboĢ, gibi kiĢiler sayılabilir. Bu kiĢiler aracılığıyla temsil edilen iyi ve kötünün
çatıĢmasından ortaya çıkan netice ise her ne kadar kötüler etrafına zarar verse de nihayetinde
iyilerin kazanacağıdır. Bu da Nadide, Nadir Bey ve ĠboĢ‘un ölümleri; Fuat ile Elmas‘ın
muratlarına erip evlenmeleri aracılığıyla gösterilir. Nadide ve diğer kötüler etraflarına zarar
vermiĢtir ama sonuçta kazanan taraf iyiler olmuĢtur.
Tema
410
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Tema, hem kötülerle iyiler arasında yaĢanan geliĢmeler hem de romanda yer yer yazar adına
konuĢan Kanber aracılığıyla ortaya konur. Bu romandaki tema terbiyenin bir diğer deyiĢle
eğitimin önemi olarak ortaya çıkmaktadır. Anlatıcının temel tezi iyi eğitilmeyen, iyi terbiye
edilmeyen
evlatların
olumsuz
iĢler
yapacağı
böylece
çevresindekileri
felakete
sürükleyeceğidir.
Bu bağlamda ön plana çıkan kiĢi Nadide‘dir. Nadide‘nin yaptıkları iyi terbiye edilmeyen
birinin yapabileceklerini somutlaĢtırır. Nadide, önce gizlice Fuat‘la buluĢur ve onunla birlikte
olur. Ardından hamile kalınca çocuğunu kendi çabasıyla düĢürür. Annesi kendisine evlenme
yasağı koyunca onu ve hamileliğini bilen yardımcısını öldürür. Ali Bey‘le evlendikten sonra
Fuat‘ın hayatta olduğunu görür ve bu sefer de Fuat‘la arasındaki engelleri ortadan kaldırmak
için önce Ali Bey‘i öldürtür; daha sonra da Fuat‘ın sevgilisi Elmas‘ı kaçırtır. Hatta kendisiyle
evlenmeyeceğini söyleyen Fuat‘ı da öldürmeye çalıĢır. Görüldüğü üzere Nadide‘nin bütün
faaliyetleri romanın baĢından sonuna kadar olumsuzdur. Nadide‘nin bu faaliyetleri
aracılığıyla iyi terbiye edilmeyen bir kiĢinin yapabilecekleri çarpıcı bir Ģekilde ortaya konur.
Anlatıcı, Kanber aracılığıyla iyi terbiye verilmeme sebebi olarak anneleri iĢaret eder. Kanber,
Nadide‘nin Fuat‘la olan gizli iliĢkisi için ―BaĢlıca sebep de anasıdır. On üçünde böyle hâller
vuku bulur da bir validenin haberdar olmaması kabil midir? Bir çocuğun ettiği haĢarılığı
validesi behemehâl duyar. Ya kızını utandırmamak (!) için sesini çıkarmaz yahut ne olurmuĢ
azıcık eğleniversin onu biz de yaptık!... diyerek gözünü yumar! Artık yumulmamak derecesine
gelirse geçmiĢ ola! Bir bu türlüsü vardır. Bir de gayet ihtiyar olup da, iĢte bu mahbube,
aĢkıyla periĢan-hâtır olduğunuz bu kız, benim midir! makamında gözlerini kapar. Kapar ama
nihayetinde mahcubiyetten baĢka bir Ģey hasıl olmaz.‖ (Yalçın, 2014: 46) diyerek bu durumu
ortaya koyar. Kanber, kiĢilerin olumsuz davranıĢlarını, ailelerin ve özellikle annelerin iyi
eğitim verememesine bağlar. Yine bir baĢka yerde Kanber ―Evlatlarını hüsn-i terbiye etmeyen
validelere cemiyet-i beĢeriyye tarafından lanet edilse sezadır!.. Çünkü bi‘l-âhire mazarratı
yine cemiyet-i beĢeriyyeye ait olacaktır. Tıpkı Nadide de olduğu gibi! Vâkıâ Nadide‘ye
validesi faziletten baĢka bir Ģey öğretmemiĢtir. Lakin ahlak hususunda -mutaasıplığı ile
beraber- yine müsamaha göstermiĢtir. ĠĢte bu müsamahası da nihayet kendisinin ve bir biçare
halayıkın ölümüne sebep olmuĢtur. Niçin mi dediniz? Evet, hayatının mahvına sebebiyet veren
kendi müsamahasıdır. Çünkü kızının bu haline elbette vâkıf idi. Bu haline deyiĢimizden Ali
Bey‘e, Fuat‘a mektup yazdığını anlamayınız, yalnız kızının hafifmeĢrebâne harekette
bulunduğunu bilmek lazımdı ki bunu da mutlaka bilmiĢtir. ġimdi bu halde görmemezlik etmeli
miydi? Gayet ufak bir vukuat üzerine kemal-i Ģiddetle muamele etmesi lazımdı. Sesini
411
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
çıkarmadığı kızını sevdiğinden midir? HaĢa! Validelerin -hemân- kâffesi kızım, yanımda
mahcup olmasın, daha aklı ermez, elbette uslanır zu‘mıyla -günden güne azmakta olan- iĢe
ehemmiyet vermeyip gözlerini yumarlar, seslerini çıkarmazlar. Ama on binde bir tanesi
müstesna imiĢ! Ender değil mi? Ne hükmü olabilir? ĠĢte öyle valideler namuslarının berbat
olmasına sebep oldukları cihetle kızlarının hayr-hâhı değil belki düĢmanıdırlar! Bahusus bu
son senelerde: Medeniyettir! (?) diyerek açık saçık geziyorlar da valideleri iftihar ediyorlar!
Yazık!... Böyle bir valideden yetiĢen evlatta hissiyat-ı milliyye, hissiyat-ı vataniyye bulunabilir
mi? Heyhat!... Öyleleri, valide ve pederlerinin salik oldukları tariki kemal-i rezaletle takip
ederler. Böyle bir valideden yetiĢen çocuklar da böyledir! Böyle bir valideden terbiye gören
bir kız da böyle bir valide olacaktır!...‖(Yalçın, 2014: 88-89) demektedir.
Anlatıcı adına konuĢan Kanber tespit yapmakla kalmaz belirtilen hususta neler yapılması
gerektiğini de ifade eder ve Ģöyle der: ―Asıl birinci derecede ıslah olunması lazım gelen Ģey
validelerin halidir. Bir valide evladının -mutlaka- cüzi, külli bir harekete sebebiyyet
vereceğini bilmelidir de ona göre takayyüdâtta bulunmalıdır. Bir insan nasıl ki herkesin
nazar-ı tama‘ı matuf gayet kıymettar bir mücevherini, elmasını kemal-i dikkatle hıfz ederse
bir valide de kızına bundan daha pek çok ziyade dikkat ve onu muhafaza etmelidir.
Gayet latif, nazik, nadide çiçekleri havi olan bir bahçe nasıl ki fena havalardan muhafaza
olunmakla beraber, akĢamları sulanmak ve gündüzleri otları ayıklanmak için bir bahçıvana
muhtaç ise bir kız da validesinin nasâyih-i mürĢidânesine öylece muhtaçtır. Bir çiçeğin fena
havalardan muhafaza olunması bir validenin kızını, ―düĢman-ı iffet‖ Ģık beylerimizin
yazdıkları tezkirelerden muhafaza etmesi de müĢabih olduğu gibi bir bahçıvanın çiçekleri
sulaması, bir validenin kızına nasâyih-i mürĢidâne vermesine benzer. Kezâlik bir bahçıvanın
çiçeklerin yanında çıkan otları ayıklaması da validenin kızının harekâtında görülen kusurun
tashihine çalıĢmasının aynıdır.‖ (Yalçın, 2014: 89).
Hem olaylar hem de Kanber aracılığıyla ortaya konan tema romanın sonunda Hüseyin
Cahit‘in kendi ifadeleriyle bir kez daha somutlaĢır. ―Âlem-i tahrire ilk ayak bastığım Ģu
eserimle enzâr-ı intibaha bir acı hakikat arz etmek istiyorum ki o da: Usul-ı terbiyede
gösterdiğimiz lakayıtlık müsamaha-i maderâne yahut pederânedir.Sevgili akranım, dahi, bu
husus hakkında nazar-ı dikkati celp için it‘âb-ı fikri kendilerine vazife edinirlerse vatanımıza
bihak hizmet etmiĢ oluruz. Çünkü bu mübâlâtsızlık müthiĢ bir neticeye müncer olacaktır!...‖
(Yalçın, 2014:319) diyen Hüseyin Cahit, bu eseri çocukların terbiyesine dikkat edilmesi için
yazdığını söylemekte, bu bağlamda sorumluluğu ebeveynlere vermektedir. Bunun yanında da
412
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
bu tarz eserlerin yazılmasını da önermektedir. Çünkü ona göre bu tarz eserler doğru olanı
göstermektedir.
KiĢiler
Romana ad olan Nadide91 baĢkahramandır. Bunun yanında yardımcı kiĢi niteliğindeki Fuat,
Ali Bey, Elmas, Kanber, Nadir Bey, ĠboĢ, Nadide‘nin annesi ve Kır Serdarı üzerinde durmak
gerekir. Adı verilen kiĢiler dıĢında kalanlar ise dekor niteliğindeki kiĢilerdir.
Nadide, ― hakikaten güzeldir. Güzelim! diyenlere gıpta-res olacak derecede güzeldir. Siyah
gözlerine saye veren kirpikleri; yerlerde sürünme derecelerine gelen siyah saçları; mini mini
elleri, ayakları; latif, beyaz gerdanı; tombul yanakları; siyah kaĢları; pek çokları bir hayli
geceler uykusuz bırakacak derecede ruh-perverdir. Ufacık ağzının pembe dudaklarından
eksik olmayan tebessüm-i Ģûhâne, hüsnüne baĢka bir letafet bahĢeder. Mütenasip
buruncağızının kenarları -müĢteheyât-ı nefsaniyyesine dal olmak üzere- azıcık açıkçadır.‖
(Yalçın, 2014: 36) cümleleriyle tasvir edilir.92 Bu tasvirlerden anlaĢılabileceği üzere Nadide
fiziksel açıdan güzeldir. Zaten Nadir Bey, Fuat, Ali Bey ve baĢkalarının onu görür görmez
beğenip âĢık olmaları bu yüzdendir.
Nadide‘nin fiziksel görünüĢündeki güzelliğe karakterinde de rastlamak mümkün değildir. O,
amacına ulaĢabilmek için her Ģeyi yapabilecek ihtiraslı, kötü biridir. Özette ve tema
bağlamında değinilen faaliyetleri bunu somutlaĢtırmaktadır. Anlatıcı temasını çarpıcı bir
Ģekilde iĢlemek için Nadide‘ye olabildiğince kötü iĢler yaptırır. Nitekim Nadide‘nin
evlenebilmek için annesini dahi öldürebilmesi bunun en somut kanıtlarındandır.
Nadide, yaptıklarının karĢılığı olarak romanın sonunda bir kaza sonucu ölür. Takdiriilahi
olarak nitelendirilen bu sonuyla kötülerin cezasını mutlaka bulacağı mesajı verilir.
Fuat, Ali Bey‘in üvey evladıdır. ―Orta boylu, kara saçlı, vâsi alınlı, saf çehreli, ince bıyıklı on
sekiz-on dokuz‖ (Yalçın, 2014: 16) yaĢlarında bir gençtir. Üvey babasına son derece bağlıdır.
Onun için sevdiği kadından yani Nadide‘den vazgeçmesi bunun kanıtıdır. Karakter olarak
Nadide‘nin aksine ahlâklı, iyi biri olarak ortaya çıkar. Ömer Faruk Huyugüzel‘in belirttiği
91
Nadide, Namık Kemal‘in Ġntibah adlı romanındaki Mehpeyker ile benzer özellikler taĢır. Bu konuda
ayrıntılı bilgi için bakınız: Hasan Yürek, ―Ġntibah ve Nadide Romanlarının Mukayeseli Ġncelemesi‖, 21.
Yüzyılda Eğitim ve Toplum, C.: 2, S.: 6, 2013, s.:42-55.
92
Selçuk Çıkla, romanın kimi yerlerinde yapılan Nadide tasvirlerinden hareketle Nadide üzerinden
Divan Ģiirindeki sevgili tipiyle alay edildiğini ifade eder.
413
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
gibi o kadar ahlâklıdır ki Ali Bey‘i öldürtenin Nadide olduğunu bildiği halde kötü bir Ģey
yapmamak adına Nadide‘yi cezalandırmaz (Huyugüzel, 1984: 195). Fuat, romanın sonunda
Elmas‘la evlenir.
Boyu, her ne kadar mindere oturmuĢ olduğundan pek belli olmuyor ise de uzun olduğu
yine fark olunuyor; kısa kara sakalı da meydandadır; nâsiyesindeki tavr-ı asalet halindeki
necabet göze çarpacak derecededir. Azâsı mütenasip olduğu gibi ihtiyarlık alameti de pek
görülmez. Ġlk defa gören Ģüphesiz otuz beĢ yaĢında ya var yahut yoktur der. Lakin Ģunu da
beyan edelim ki sinni kırk-kırk beĢ sularındadır.‖ (Yalçın, 2014: 15) cümleleriyle tanıtılan Ali
Bey, babası öldükten sonra ailesinin servetini tüketmeye baĢlar ve PenboĢ isimli bir çingeneye
âĢık olur. Ali Bey‘in annesi bu durumu hoĢ karĢılamadığından PenboĢ‘u öldürtür. Ali Bey,
kendisinde habersiz icra edilen bu cinayetten sonra önce PenboĢ‘un yasını tutar; ardından
bütün dikkatini çiftliklerine verir. Ali Bey, Nadide‘yle karĢılaĢıncaya kadar da aynı faaliyetini
sürdürür. Nadide‘yi görür görmez âĢık olur ve daha sonra onunla evlenir. Bu evlilik aynı
zamanda onun sonunu hazırlar. Nadide, Ali Bey‘i, Fuat‘la aralarında bir engel olarak gördüğü
için, zehirleyerek öldürtür.
Bu özellikleriyle Ali Bey, romandaki iyi karakterli kiĢilerdendir. Fuat‘la Elmas‘ı
evlatlık alması, çalıĢanlarına adaletli ve hoĢgörülü davranması, Nadide‘yi yangından
kurtarması gibi davranıĢları onun iyi karakterde olduğunu gösterir. Ali Bey, aynı zamanda bir
kurbandır. O, Nadide‘nin Fuat‘la evlenme ihtirasının kurbanı olmuĢtur.
Romanın ikinci bölümünde ortaya çıkan Elmas, fiziksel açıdan Nadide‘ye
benzerliğiyle dikkati çeker. Hatta Fuat‘ın ona âĢık olma sebebi de budur. Elmas, Fuat
tarafından, babasını kaybettiği gün çaresiz bir halde mezarlıkta bulunur. O andan itibaren de
Fuat sayesinde hayata tutunur. Fuat‘ın isteğiyle, Ali Bey tarafından evlatlık alınır. Nadide‘nin
Fuat‘la evlenmesin diye kaçırttığı Elmas kurtarılır ve o romanın sonunda Fuat‘la evlenir.
Romandaki önemli kiĢilerden biri de Kanber‘dir. Kanber her ne kadar geçmiĢinde
cellatlık yapsa da romanda göründüğü andan itibaren olumlu özellikleriyle ön plana çıkar.
―Mehîb çehreli, kısa boylu, pos bıyıklı, koca sakallı, uzun burunlu Kanber ismindeki eski
emektarlarını da tanırsınız. Kanber‘in müthiĢ kanlı gözlerindeki parlaklığa, yüzündeki
buruĢuklara dikkat eden sevâbık ahvaline pek de hüsn-i Ģehadet etmez; yaĢını ise tahminden
âciz kalır! ġu kadar ki hali güzelce tedkîk edilirse pek kurnaz bir tilki olduğunu anlamak da
teehhür edilmez.‖ (Yalçın, Nadide: 16) cümleleriyle anlatılan Kanber, Fuat‘ın gerçek
babasıdır; ancak okuyucu bunu bilmesine rağmen romandaki hiçbir kiĢi bu durumu bilmez. O,
414
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
oğlunun mutluluğuna gölge düĢürmek istemez ve bu nedenle oğluna, öz babasının kendisi
olduğunu söylemez. Fuat‘ı daha bir bebekken bir ağaç kovuğuna terk eden Kanber, Fuat‘ı Ali
Bey‘in aldığını görür. Bunun üzerine de oğlunu uzaktan takip eder ve onu bıraktıktan altı yıl
sonra Ali Bey‘in çiftliğine gelerek orada çalıĢmaya baĢlar. Kanber zamanla Ali Bey‘in en
güvendiği çalıĢanı hatta arkadaĢı olur. Kanber, oğlunu öz çocuğu gibi gören Ali Bey‘e sıkı bir
bağlılıkla hizmet eder. Onu düĢtüğü zor durumlardan kurtarır. Aynı Ģekilde Fuat‘ı da sürekli
olumsuz geliĢmelerden kurtarmaya çalıĢır. Bu özellikleriyle Kanber, romandaki olumlu kiĢiler
arasında yer alır. Bunun yanında belirtilmesi gereken bir diğer husus da Kanber‘in yer yer
yazarın sözcülüğünü yaptığıdır. Yazara, söylemek istediklerini bazen ona söyletmektedir.
Örneğin çocukların yetiĢtirilmesinde annenin önemini Kanber ifade etmekte, böylece o,
yazarın düĢüncesini dile getirmektedir.
Nadir Bey, romandaki kötü kiĢilerdendir. Ali Bey‘in aksine kendisine babasından miras
kalmamıĢtır. O da kötü kiĢiliğinin bir sonucu olarak yasal olmayan iĢlere giriĢir. Bir çete
kurar. Kurduğu bu çete yol kesip hırsızlık yapmakta, çocukları kaçırıp fidye istemektedir.
Herkes bu çetenin varlığını bilmekte, ondan çekinmekte; ancak kimse bu çeteyi himaye
edenin Nadir Bey olduğunu bilmemektedir. Nadir Bey, çetenin faaliyetleri sonucunda maddi
durumunu düzeltmiĢ ve saygın biri haline gelmiĢtir. O da Nadide‘ye âĢık olanlardandır.
Nitekim kendisi tanıtılırken bu durum üzerinde durulur: ―Nadir Bey, memleketin
muteberânından otuz yedi –otuz sekiz yaĢında bir zattır. Bu da Nadide‘nin hüsnüne esir olmuĢ
aĢk-zedegândan biri ve belki birincisidir. Nadide‘yi defaatle istemiĢ olsa da gerek kız ve gerek
validesi tarafından kemal-i nefretle reddolunmuĢ idi.‖ (Yalçın, Nadide: 50). Nadir Bey,
Nadide‘nin kendisine verilmemesine bağlı olarak intikam almak ister. Fuat‘la Nadide‘ye
buluĢtukları gece baskın yapar ve Fuat‘ı vurdurtur. Amacı Nadide‘nin gizlice biriyle
buluĢmasını tespit ederek Nadide‘yle annesine karĢı bir koz elde etmek ve buna bağlı olarak
onlara istediğini yaptırmaktır. Ancak Kanber‘in Fuat‘ı kurtarmasıyla Nadir Bey, bu amacına
ulaĢamaz. Bununla birlikte Nadir Bey, intikam almak amacıyla, roman boyunca Nadide‘nin
peĢini bırakmaz. Bu bağlamda çeĢitli olumsuz iĢler icra eder. Nadir Bey, amacına eriĢemez.
Bunun yanında Fuat, Kanber ve Kır Serdarı‘nın ortak hareketiyle onun çetenin baĢı olduğu
ortaya çıkartılır. Sonuçta da Nadir Bey idam edilir. Böylece bir kötüye daha ceza verilmiĢ
olur.
ĠboĢ, Nadir Bey‘in yasal olmayan iĢlerini yürütenlerin baĢında gelir. ―Hakikaten pek zekidir.
Lakin
zekâvetini
hüsn-i
istimal
etmiyordu…‖
(Yalçın,
2014:
52)
cümlelerinden
anlaĢılabileceği gibi o, zeki; ancak zekâsını olumsuz yolda kullanan biridir. Nadir Bey, ĠboĢ‘u
415
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
kullanarak ortağını öldürür. Bu olaydan sonra ĠboĢ, yakalanır ve idam cezası alır. Nadir
Bey‘in kendisini kurtaracağını düĢünse de bu gerçekleĢmez ve ĠboĢ idam edilir. Tam
ölecekken tesadüfen kurtulur. Asıldığı civarda bir kiĢi tarafından öldüğü sanılarak ipten alınır;
ancak ĠboĢ ölmediği için kurtulur. ĠboĢ, kendisini önce Nadir Bey‘in kurtardığını düĢünür;
bunun düĢündüğü gibi olmadığını anlayınca da intikam hissi besler. Ġntikam için fırsat
bekleyen ĠboĢ, romanın sonuna kadar bu fırsatı yakalamaz ve Nadir Bey‘e hizmet etmeye
devam eder. Sonunda da Nadir Bey‘le birlikte yakalanıp idam edilir.
Nadide‘nin annesi, Ali Bey gibi Nadide‘nin kurbanı olan kiĢilerdendir. Kızının bir erkekle
gizlice buluĢtuğunu öğrendikten sonra onunla arasına mesafe koyar. Hatta Nadide‘ye evlenme
yasağı getirir. Nitekim bu yasak onun sonunu hazırlar. Nadide, Ali Bey‘le evlenebilmek için
onu öldürür. Nadide‘nin annesi yaptığı davranıĢlarla itibarına, namusuna özen gösteren bir
kadın olarak ortaya çıkmasına rağmen romanın terbiye üzerinde durmasına ve terbiyede asıl
görevi annelere vermesine bağlı olarak olumsuzlanır. Bir baĢka ifadeyle Nadide‘nin olumsuz
özelliklerinin temel nedeni görülen anne, doğrudan olmasa bile dolaylı olarak eleĢtirilir.
Kır Serdarı, romanın geçtiği bölgenin güvenlik iĢlerine bakan devlet görevlilerindendir. O da
Kanber gibi geçmiĢi karanlık olan ama sonradan doğru yola giren biridir. Kır Serdarı,
güvenlik görevlisi olmadan önce Nadir Bey‘in çetesinin içerisinde yer almıĢtır; ancak o, bu
çetenin cinayetler iĢlemeye baĢlamasından sonra çeteden ayrılır. Onun en büyük amacı daha
önce mensup olduğu çeteyi, onu himaye eden kiĢiyle birlikte yakalamak, bunun sonucunda da
takdir edilmek, niĢan almaktır. Kır Serdarı bu niyetine Fuat ve Kanber‘le iĢbirliği yaparak erer
ve Nadir Bey‘le çetesini yakalayıp idam ettirir. Bunun sonucunda da hak ettiği ödülü alır.
Romanda ön plana çıkan, iĢlevleri olan kiĢiler bunlarla sınırlıdır. Geriye kalanlar dekor
özelliği sergilemekten öteye gitmez. Ön plana çıkan kiĢiler derinlemesine ele alınan, bütün
yönleriyle ortaya konan kiĢiler değildir. Bu kiĢiler, romanın eğitme amacı doğrultusunda
beliren ve bu bağlamda ele alınan kiĢilerdir. Olay örgüsünde de belirtildiği gibi kiĢilerin bir
diğer özelliği iyi ya da kötü olmalarıdır. Buradan hareketle bu romandaki kiĢilerin Tanzimat
romanının özellikleri bağlamında tema ekseninde ortaya çıktıklarını, derinlemesine ele
alınmadıklarını söylemek mümkündür.
416
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Zaman
Romanda zamanın belirgin bir Ģekilde ortaya konmadığı görülmektedir. Bunun temel sebebi
dönemi anlatma gayesinden çok içeriğe bağlı olarak belirli bir mesaj verme niyetidir.
Zamanın belirgin bir Ģekilde belirtilmesi bir yana tarih vermeme gayreti dikkati çeker.
Örneğin Nadide ile Ali Bey‘in evliliğinden sonra baĢka bir yere giden Fuat, üvey babasına
yazdığı mektubun sonuna ―19 Haziran 12..‖ (Yalçın, 2014: 141) ibaresini koyar ve tarihi net
olarak belirtmez. Bu tavır romanın geneline yayılmıĢtır.
Romanın geçtiği zaman dilimi belirgin bir Ģekilde belirtilmemesine rağmen romandaki
göstergelerden zaman dilimini çıkarmak mümkündür. Kanber‘in uyurken yaptığı konuĢmaları
dinleyen ĠboĢ, onun hakkında ―Tepedelenli Ali PaĢa ile bir münâsebeti olduğunu anladım.
Çünkü kesik kesik sayıkladığı esnalarda: Tepedelenli!.. Oh!... Ben yine yaĢıyorum… Ben
evlâdımın yanında mesudum… cümlelerini pek çok telaffuz ediyor. Cellat sözü üzerine nazarı dikkatim artarak Kanber‘i on üç sene evvelki bizim vakadaki cellada benzettim.. (Yalçın,
2014: 160) demektedir. Tepedelenli Ali PaĢa, 1744-1822 arasında yaĢar. O, 1788‘de Yanya
valiliğine getirilir; Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki Epir bölgesinde hâkimiyetini arttırır.
Görevinden alınınca da isyan baĢlatır. Çıkarttığı isyan bastırılır ve kendisi öldürülür. Buradan
hareketle Kanber‘in Tepedelenli‘nin yanında yer aldığı anlaĢılmaktadır. Bu sözlerden romanın
Tepedelenli Ali PaĢa‘nın ölümünden sonraki kısa bir süre içerisinde geçtiği ortaya
çıkmaktadır.
Kanber, Ali Bey‘in çiftliğine Fuat‘tan altı yıl sonra gelmiĢtir. Dolayısıyla onun Tepedelenli
Ali PaĢa öldürülmesinden altı yıl sonra 1828‘de Ali Bey‘in çiftliğine geldiği söylenebilir.
Olaylar baĢladığında Kanber‘in on iki on üç sene önce Ali Bey‘in yanına geldiği ifade
edilmektedir. Buna bağlı olarak olayların Kanber‘in Ali Bey‘in yanına geldiği 1828‘den on
iki, on üç sene sonra yani 1840‘lı yıllarda baĢladığını söylemek mümkündür. 1840 ya da
1841‘de baĢlayan olaylar 1842 ya da 1843‘te biter. Çünkü Fuat romanın sonlarında
Nadide‘nin evinin önüne geldiği zaman ―bir buçuk sene evvel dibinde durup da Nadide‘nin
melekleri hayran edecek mertebede olan hüsnünü temaĢa ettiği duvarın dibinde yine durdu.‖
(Hüseyin Cahit, 1891: 446-447) denir. Dolayısıyla olaylar 1840‘ta baĢlamıĢsa 1842‘de;
1841‘de baĢlamıĢsa 1843‘te bitmiĢ ve bir buçuk yıl sürmüĢtür.
Genelde kronolojik bir öykü anlatımı yapılırken bazen olayı açıklamak ya da kiĢi hakkında
bilgi
vermek
için
geriye
dönüĢlerin
yapıldığı
geniĢletilmektedir.
417
görülmektedir.
Böylece
zaman
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Zaman ile ilgili belirtilecek son husus zamanın iyi kullanılamamasıdır. Bir baĢka ifadeyle
anlatıcı bazı geliĢmeleri tekrar tekrar aktarırken bazı geliĢmeleri hızlıca geçmektedir. Örneğin
romanın bitiĢi birden olmuĢtur. Daha önce farklı geliĢmeleri ayrıntılarıyla, tekrarlarla aktaran
anlatıcı haydutların yakalanıĢını ve cezalandırılmasını, Elmas‘ın kurtuluĢunu, Elmas ile
Fuat‘ın evlenmelerini, Nadide‘nin sonunu birkaç cümleyle anlatır (Huyugüzel, 1984: 201).
Mekân
Balkanlar bu romanın geçtiği yerdir. Bu bölgeler romanın geçtiği zaman diliminde Osmanlı
topraklarıdır. Daha özelde ise romanın Serez93‘de geçtiği söylenebilir. Romanda her ne kadar
ne kadar Serez‘in adı geçmese de Hüseyin Cahit, Serez‘deyken duyduğu bir hikâyeden
hareketle romanı yazdığını ifade etmiĢtir(Yalçın, 2002: 29).
Serez‘in hem kırsalı hem Ģehri ön plana çıkmaktadır. Ali Bey‘in çiftliği, daha sonra Fuat‘ın
gittiği çiftlik kırsal kesimde; Nadide‘nin annesinin ve Nadir Bey‘in evleri Ģehirde, Nadir
Bey‘in çetesinin saklandığı mağara ise Ģehrin dibindedir. Olayların geliĢimine bağlı olarak
bahsi geçen mekânlardan herhangi biri ön plana çıkmaktadır.
Yer yer geçen mekân isimleri olayların Balkanlar içerisinde geçtiğinin bir diğer göstergesidir.
Örneğin ĠboĢ ile Ali Bey‘in çiftliğinde çalıĢan birisi arasındaki konuĢmada geçen Ġpek,
Debre94 gibi yer adları geçmektedir. Bir baĢka örnekte ĠboĢ, Nadir Bey‘e planladıkları iĢler
bittikten sonra Mora95‘ya gitmek istediğini söylemektedir.
Belirtilen mekânlarda geçen romanda zaman zaman tasvirlere yer verildiği görülür.
Nitekim roman bir tasvirle baĢlar: ―Gözünüzün önüne gayet vâsi bir çemen-zâr getiriniz….
Çimenlerin vezân olan rüzgârdan hafif hafif sallanıĢına, libâs-ı hadralarını henüz telebbüs
etmiĢ olan ağaçların latîf latîf manzaralarına, kainata arz-ı veda eden âfitâbın son hal-i
periĢanisine, mandıralarına avdet etmekte olan koyunların, kuzuların meleyiĢlerine
çobanların Ģiddetle ıslık çalıĢlarına, uzaktan uzağa aks eden ve çoban köpeklerinin müthiĢ
sedaları arasında mahvolan kaval seslerine birtakım Ģâirâne teĢbîhler uydurunuz da Ģu
deryâ-yı ahzâra onları da ilave ediniz. (Yalçın, 2014: 15) Ömer Faruk Huyugüzel anlatıcı
―romantik tabiat manzaraları çizmeye pek hevesli görünür.‖ (Huyugüzel 1984: 199) diyerek
93
Serez, günümüzde Yunanistan sınırları içerisinde kalmaktadır.
94
Günümüzde, Debre, Makedonya; Ġpek, Kosova sınırları içerisindedir.
95
Günümüzde, Mora‘da Serez gibi Yunanistan sınırları içerisindedir.
418
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
bu tasvirlerin sebebini ortaya koyar. Neticede Nadide‘de mekânın genel olarak olayların
geliĢimine bağlı olarak ortaya çıktığı görülür. Bunun yanında anlatıcı tarafından yer romantik
tabiat manzaraları çizilirken ön plana çıkar.
Anlatım
Anlatım unsurlarına bakıldığında ilk dikkati çeken anlatıcının özellikleri olmaktadır. Daha
önce de belirtildiği gibi bu eser Ahmet Mithat romancılığını taklit etmektedir. Dolayısıyla
anlatıcı da Ahmet Mithat romanlarındaki yazar-anlatıcıya benzemektedir. Bu anlatıcının
özellikleri varlığını belli ettirmesi, her Ģeyi bilmesi yani ilahi bakıĢ açısına sahip olması,
okuyucularla zaman zaman sohbet etmesi, romanın ilerleyen kısımlarında neler olacağını
söylemesi, bilgi vermesi, objektif olamaması ya da taraf tutması ve yol göstermeye
çalıĢmasıdır. Örneğin Nadide‘nin olumsuz davranıĢlarının sebebini anneden gören anlatıcı
bunu beyan ettikten sonra ―Bu sözümüzden, bazıları bu âciz muharrire darılıp da:
 Allah Allah artık hiç iĢimiz kalmadı da aĢçılık mı öğreneceğiz!. suretinde tevcîbde
bulunmasınlar. Hay hay! Bir hanım ne kadar kibar olursa olsun mutlaka evinin her iĢine vâkıf
olmalıdır. Olmazsa hizmetçilerin iyi yahut fena yaptıklarını nereden bilecek? Cenab-ı rezzak
kimseden ihsan buyurmuĢ oldukları nimet-i ilahiyyelerini istirdat buyurmasın! DüĢmez
kalkmaz bir Allah‘tır derler.‖ (Yalçın, 2014: 89-90) demekte ve okuyucuyla sohbet
etmektedir. Bir baĢka yerde ―zavallı Dilrüba! Kendi alet-i katlini yine kendisi tedarik
etmiĢti!!...‖ (Yalçın, 2014: 75) diyen anlatıcı ise bu sefer de ileride olacak bir durumu,
Dilrüba‘nın ölümünü haber vermektedir. Belirtilen özellikleriyle ortaya çıkan anlatıcının bu
özelliklerini sergilemesinin sebebi eğitici, yol gösterici olma niyetidir. Anlatıcı, bu niyetle
hareket ettiği için anlatı üzerinde sınırsız bir hâkimiyet kurmaktadır. Bu durum roman tekniği
açısından kusurlu olmakla birlikte Tanzimat romanının, belirtilen sebebe bağlı olarak, ön
plana çıkan özelliklerindendir.
Anlatımda dikkati çeken önemli bir husus da romanın ―yıldırım aĢklar, Ģifreli mektuplar, akıl
sığmaz olaylar, tesadüfler, haydut hikâyeleri, intikam ve cinayetlerle‖ (Huyugüzel, 1984: 192)
dolu olmasıdır. Bu durum Ahmet Mithat romancılığının bir yansıması olduğu kadar; yazarın
okuduğu benzer hikâyelerin etkisiyle ortaya çıkmaktadır.
Kurguda ―karıĢık ve dağınık manzara‖ (Huyugüzel, 1984: 193) vardır. Bunun temel sebebi,
eserin henüz on beĢ yaĢında olan yazarın ilk roman örneği oluĢudur. Belirtilen manzaranın en
somut sebeplerinden biri aynı olayın farklı yerlerde farklı kiĢilere anlattırılmasıdır. Böylece
419
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
gereksiz bir tekrar ve buna bağlı olarak karıĢıklık ve dağınıklık olmaktadır. Örneğin Nadide
ile buluĢan Fuat‘ın vurulması hem yazar-anlatıcı hem Fuat hem de ĠboĢ tarafından kendi bakıĢ
açılarıyla anlatılır. Bu da ―vak‘anın hızını kestiği gibi aynı zaman diliminin gereksiz olarak
tekerrür etmesine yol açmıĢtır‖ (Huyugüzel, 1984: 201).
Olayın ön planda olmasına bağlı olarak anlatım türü açısından öykülemenin ön planda olduğu
görülmektedir. Öyküleme içerisinde ise diyaloglara çok sık baĢvurulması söz konusudur.
Birkaç sayfa devam edebilen diyaloglar romanın dikkat çeken anlatım unsurlarındandır.
Mektup bu dönem romanının pek çoğunda olduğu gibi bir iletiĢim aracı olarak
kullanılmaktadır. Birbirinden uzakta olan ya da gizli olarak haberleĢmeye çalıĢan kiĢiler
mektubu tercih etmektedirler. Bu bağlamda ayrı çiftliklerde bulunan Fuat ile Ali Bey‘in;
gizlice haberleĢen Fuat ile Nadide‘nin mektupları örneklenebilir. Bunun yanında Ģifreli
mektuplar da söz konusudur. Nadir Bey‘in himaye ettiği çete kendi arasında, yakalanmamak
için, Ģifreli mektuplarla haberleĢmektedir. Ayrıca olay(lar)ı çözen unsurun da bu Ģifreli
mektup olduğunu söylemek gerekir. Kır Serdarı, çeteye ait bir Ģifreli mektup bulur, daha önce
çete içerisinde yer aldığından bunu rahatlıkla okur ve onu Kanber‘in bulduğu Ģifreli mektupla
karĢılaĢtırır. Böylece de çetenin kim olduğu ortaya çıkar, çetenin elinde olan Elmas kurtarılır
ve çete yakalanır.
Olumsuz geliĢmelerden sonra yer yer bir leitmotif olarak tekrar edilen baykuĢ ötüĢü anlatımda
kullanılan unsurlardandır. Nadide‘nin, annesini öldürdüğü zaman dilimi de dâhil olmak üzere
altı defa tekrarlanan baykuĢ ötüĢü halk arasında uğursuzluk getirdiğine inanılan bir batıl
inançtır. Yazar da bu inancı halk arasında olduğu gibi olumsuz olaylar sırasında ya da
sonrasında tekrar etmektedir.
Romanın dili yalındır. Topluma belirli bir mesaj verme amacıyla yazılan roman doğal olarak
halkın anlayabileceği bir dille yazılmıĢ, süslü olmaktan uzak durmuĢtur. Dille ilgili bir dikkati
çeken bir diğer husus yazarın kimi kelimeleri dipnotlarla açıklamasıdır. Bu da doğrudan
doğruya her Ģeyi net bir Ģekilde anlatma niyetinin ürünüdür. Yazar, yerel ya da anlamının
bilinemeyeceğini düĢündüğü kullanımları dipnotlarla açıklamaktadır. Teyze anlamına gelen
tete, korucu anlamına gelen dürrâ‘ât belirtilen Ģekilde anlamı verilen kelimelerdendir.
420
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Sonuç
Yukarıda belirtilen özellikleriyle Nadide adlı eser, Tanzimat romanının genel özelliklerini
taĢımaktadır. Okuyucuyu bilgilendirme, ona yol gösterme amacında oluĢuyla; her Ģeyi bilen,
taraflı, okuyucuyla konuĢan, gelecekten haber veren anlatıcısıyla; olay ağırlıklı yapısı ve
anlatım özellikleriyle eser, Tanzimat romancılığı ekseninde ĢekillenmiĢtir.
Roman tekniği açısından hatalar içeren bu eser, ilk roman örneklerinden olması itibarıyla
edebiyat tarihimiz açısından önem arz etmekle birlikte Hüseyin Cahit‘in genç bir edebiyat
heveslisi olarak kaleme aldığı, Ahmet Mithat‘ın roman tarzını taklit eden acemi bir eser
olmaktan öteye geçememektedir.
Kaynakça
Banarlı, Nihad, Sami, (1971), Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Cilt: 2, Ġstanbul, Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları.
Çıkla, Selçuk, (2001), ―Divan ġiirindeki Sevgili Tipini Alaya Alan Bir Roman Yahut Hüseyin
Cahit‘in Nadide‘si‖, Yedi Ġklim, S.: 136, 45-50.
Dino, Güzin, (1978), Türk Romanının DoğuĢu, Ġstanbul, Cem Yayınları.
Finn, Robert P. , (2005), Türk Romanı (Ġlk Dönem 1872-1900), Ġstanbul, Agora Kitaplığı.
Huyugüzel, Ömer Faruk, (1984), Hüseyin Cahit Yalçın‘ın Hayatı ve Edebi Eserleri
Üzerine Bir AraĢtırma, Ġzmir, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.
Hüseyin Cahit, (1891), Nadide, Ġstanbul, Âlem Matbaası.
Moran, Berna, (1995), Türk Romanına EleĢtirel Bir BakıĢ 1, 5.b. , Ġstanbul, ĠletiĢim Yayınları.
Namık Kemal, (2000), Ġntibah, (Hazırlayan: Dr. Yakup Çelik), Ankara, Akçağ Yayınları.
Tanpınar, Ahmet Hamdi, (1988), 19 uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, 7.b. , Ġstanbul,
Çağlayan Kitabevi.
Tanzimat‘tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, (2001), Cilt: 2, Ġstanbul, Yapı Kredi
Yayınları.
421
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Türk Dünyası Edebiyat Tarihi, (2006), Cilt: 7, Ankara, Atatürk Kültür Merkezi BaĢkanlığı
Yayınları.
Yalçın, Hüseyin Cahit, (2002), Edebiyat Anıları, 3. b. , Ġstanbul, ĠĢ Bankası Yayınları.
Yalçın, Hüseyin Cahit, (2014), Nadide, (Yayına Hazırlayan: Hasan Yürek), Ankara, Sonçağ
Yayınları.
Yürek, Hasan, (2013), ―Ġntibah ve Nadide Romanlarının Mukayeseli Ġncelemesi‖, 21.
Yüzyılda Eğitim ve Toplum, C.:2, S.:6, 42-55.
422
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
GÜLĠSTAN VE TÜRK ZĠHNĠYET DÜNYASINA ĠZDÜġÜMLERĠ
Hüseyin GÖNEL
AyĢe Gül FĠDAN
ÖZET
Fars edebiyatının öne çıkan edebi Ģahsiyetlerinden olan Sa‗dî ġîrazî bıraktığı eserleriyle
yalnız kendi coğrafyasını değil tüm dünya edebiyatlarını etkileyen güçlü bir Ģair ve yazardır.
Sa‗dî‘nin eserlerinden en bilineni Ģüphesiz Gülistan‘dır. BaĢta Türk edebiyatı olmak üzere,
Doğu-Ġslam edebiyatını ve dünya edebiyatını etkilemiĢ olan bu eserin izlerine hemen hemen
her coğrafyada rastlamak mümkündür. Ahlakî düĢünce temeli üzerine kurulmuĢ olan bu eser
manzum ve mensur olarak kaleme alınmıĢ, çeĢitli dillere tercümeleri ve Ģerhleri yapılmıĢtır.
Türk edebiyatında da önemli bir yere sahip olan Gülistan asırlarca medreselerde bir ders ve
ahlak kitabı olarak okutulmuĢtur. Sa‗dî‘nin bu güzide eserinin edebiyatımıza ve sosyal
yaĢantımıza olan etkisi çalıĢmamızın konusu olacaktır.
Anahtar Sözcükler: Sadi, Gülistan, tercüme, Ģerh.
GiriĢ
Sa„dî-i ġîrazî‟nin Hayatı, Eserleri ve Edebî KiĢiliği
MuĢerrifuddin b. Muslihuddin Sa‗dî-i ġîrâzî hicri 13. yüzyılın baĢlarında ġiraz‘da dünyaya
geldi.96 Küçük yaĢta babasını kaybeden Ģair ilk dinî ve edebî eğitimini ġiraz‘da aldı. 1223 yılı
civarında Bağdat‘a giderek dönemin en parlak ilim merkezi olan Nizamiye Medresesi‘nde
eğitimine devam etti. Bağdat Medresesi‘nde hocalık yapan ġerefuddin Ebulferec Ġbn-i Cevzî
ve Bostan‘da kendisinden söz ettiği ġehabuddin-i Suhreverdî ile tanıĢtı ve onların hizmetinde
bulundu. Sa‗dî koyu bir tasavvuf düĢüncesi içinde olmaktansa hayatın içinde kalmayı tercih
etti. 97 Gençlik yılları Atabek Salguri Ebu Bekir b. Sa‗d b. Zengî hükümranlığının son

NevĢehir Hacı BektaĢ Veli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı.

Ankara Üniversitesi DTCF, Fars Dili ve Edebiyatı.
96
Zabîhullâh Safâ, Genc-i Sohen, DaniĢhgah-i Tahran, Tahran, H.ġ. 1339 , c. II, s. 157.
97
Hikmet Ġlaydın, Sa‘dî ; Gülistan, Meb Yay. , Ankara, 1946, s. 13.
423
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
dönemine rastlayan Ģair 98 onun himayesine girdi. Ona olan bağlılık ve duyduğu hürmetten
ötürü Sa‗dî mahlasını aldı.99
Tahsilini tamamlayan Sa‗dî‘nin hayatının ikinci devresi seyahatlerle geçti. ġam, Hicaz,
Suriye, Irak baĢta olmak üzere birçok yere gitti ve oralarda bir süre yaĢadı. 100 Bu seyahatlerin
büyük bir kısmını hac yolculukları oluĢturmaktadır.101 Sa‗dî, 13. yüzyılın ortalarında ġiraz‘a
döndü. Sa‗d bin Zengî‘nin102 sarayında yaĢamaya baĢladı ve 1257 yılında Bostan‘ı sultana
sundu. Bir yıl sonra ġehzade Sa‗d b. Ebubekir adına Gülistan adlı eserini kaleme aldı. 103 Sa‗dî
ömrünün son yıllarını ġiraz‘ın kuzeybatısında bulunan tekkesine çekilerek ibadet ve riyazetle
geçirdi. 9 Aralık 1292‘de 102 yaĢında vefat etti. 104 Mezarı ġiraz‘dadır.
Salgurlu sarayına intisap etmiĢ olmasına ve bu hanedanın hükümdarlarını medhetmesine
rağmen Sa‗dî hiçbir zaman tam manasıyla bir saray Ģairi olmadı. Aksine hayatını halka hizmet
ederek geçirdi.105 Birçok sufi gibi hayattan uzaklaĢmadı, irĢadla meĢgul oldu.106 Sa‗dî, ġeyh
ve mürĢit olduğu halde tasavvuf içinde kendini kaybetmiĢ bir Ģahsiyet değildir. Eserlerinde
tasavvufa meylettiği görülse de bu onun benliği üzerinde tam manasıyla etkili olmamıĢtır.107
Sa‗dî‘nin eserleri güçlü bir edebî yöne sahip olmakla beraber hikmet merkezlidir.108 Manzum
ve mensur eserleri Külliyyât adı altında toplanmıĢtır. Ġranlılar bu Külliyyât‘a ―Nemekdân-ı
ġu‗arâ‖ (Ģairlerin tuzluğu) demektedirler.109 Onun sözleri toplumda yaygın olarak kullanılan
atasözlerine dönüĢmüĢtür.110
Sa‗dî-i ġirazî, Fars edebiyatında, klasik dönemin en uzun bölümünü oluĢturan ve önceki
dönemlerin birikimini bünyesinde barındıran son klasik dönem Ģairi olarak kabul
edilmektedir.111 Sa‗dî, Firdevsî ve Hafız ile birlikte Ġran edebiyatının üç büyük ismi arasında
sayılır. Ġran edipleri tarafından Ģiir ve nesirde Firdevsi ve Hafız‘a tercih edilmiĢtir. Yüz yıllık
98
Hamid HaĢimî, Zendeginame-i ġa‘iran-i Ġran, ĠntiĢarat-i Ferheng u Kalem, Tahran, H. ġ. 1388, s. 128.
99
Edward G. Browne, Literary History of Persia, Cambridge at the University Press, Great Britain, 1928, s. 527.
100
101
Edward G. Browne , a.g.e., s. 528.
Hikmet Ġlaydın, Sa‘dî ; Gülistan, Meb Yay. , Ankara, 1946, s. 25.
102
Saltanat yılları 1226-1259 tarihleri arasındadır.
103
Zabîhullâh Safâ, Genc-i Sohen, DaniĢhgah-i Tahran, Tahran, H.ġ. 1339 , c. II, s. 157.
104
Mustafa Çiçekler, ―Sa‗dî ġîrazî‖, Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi, Cilt: 35, Türkiye Diyanet Vakfı, Ġstanbul,
2008, s. 406; Hidayet, Mahmud, Golzar-i Cavidan, Çaphane-i Ziba, Tahran,1353, C. II, 623.
105
Zebîhullah Sâfâ, Ġran Edebiyatı Tarihi, Çev. Hasan Almaz, Nüsha Yayınları, Ankara, 2005, s. 118.
106
Hikmet Ġlaydın, Sa‘dî; Gülistan, Meb Yay. , Ankara, 1946, s. 17-19.
107
Ali Nihat Tarlan, Ġran Edebiyatı, Remzi Kitabevi, Ġstanbul, 1944, s.92.
108
Hicabi Kırlangıç, Sa‘dî ġirazî, Gülistan, Kapı Yayınları, istanbul 2012, s.1.
109
Hikmet Ġlaydın, Sa‘dî; Gülistan, Meb Yay. , Ankara, 1946, s. 48-49.
110
Mustafa Çiçekler, a.g.e., s. 406.
111
Hicabi Kırlangıç, ―Ġran ġiiri için Bir Sınıflandırma Denemesi‖, Nüsha ġarkiyat AraĢtırmaları Dergisi, Sayı 1,
Bahar 2001, s. 101.
424
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
tecrübeyle yoğrulmuĢ bilge kiĢiliği asırları aĢan bir ifade gücünü ortaya çıkarmıĢtır. Akıcı ve
sade bir dil kullanmıĢ, hiçbir zaman lafız mananın önüne geçmemiĢtir. Ġnsan ruhunun bütün
ihtiyaçlarına onda cevap bulmak mümkündür.112
Gülistan‟ın Özellikleri
Sa‗dî Gülistan‘ı 1258 yılında Salgurlu Hanedanından Ebû Bekir b. Sa‗d b. Zengî adına
kaleme almıĢtır. Bu eser gerek kendi türü olan ―makame‖ gerekse sanat değeri bakımından
Ġran edebiyatının güzide eserlerindendir. 113 Eserini en olgun çağında, takriben 74 yaĢında,
tecrübeli bir bilgin ve dinlenir bir mürĢid iken yazmıĢtır.
Gülistan münacaat, na‘t ve yazılıĢ sebebini anlatan önsöz, sekiz bab ve hatimeden meydana
gelmektedir. Gülistan‘ın bölümleri çok defa günlük hayatta karĢılaĢılan olaylar dikkate
alınarak bunlardan ahlakî ve edebî sonuçlar çıkarılabilen hikâyeler, nükteler ve beyitlerle
süslenmiĢtir. Farsça ve Arapça Ģiirler yanında ayet, atasözü ve hadislere de yer veren Ģair
kendine has bir nesir üslûbu ortaya koymuĢtur.114 Bu bablarda sırasıyla Ģu konular iĢlenmiĢtir:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
Hükümdarların tabiatı,
DerviĢlerin ahlakı,
Kanaatın fazileti,
Susmanın faydaları,
AĢk ve gençlik,
Zayıflık ve ihtiyarlık,
Terbiyenin tesiri,
Sohbetin kaideleri115
Büyük ahlakçı Sa‗dî‘nin herkese hitap eden ve insanî erdemleri öne çıkaran üslubu halktan
idarecilere kadar büyük etkiler uyandırmıĢtır. ġüphesiz yöneticileri dahi ayırt etmeden nazik
bir edayla sunduğu fikirler Ġslam‘ın özünde bulunan insan-ı kâmil idealiyle örtüĢmektedir.116
Gülistan ve Bostan‘da küçük hikâyelerle öğüt ve telkinlerde bulunan Ģair, iyi ve doğru insan
olmanın gerekliliğini vurgulamıĢtır.117
112
Ali Nihat Tarlan, Ġran Edebiyatı, Remzi Kitabevi, Ġstanbul, 1944, s. 89 - 90.
113
Tahsin Yazıcı, ―Gülistân‖, Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi, Cilt: 35, Türkiye Diyanet Vakfı, Ġstanbul, 1996,
114
Tahsin Yazıcı, a.g.m., s.240.
115
Hikmet Ġlaydın, a.g.m., s. 61.
s.240.
116
Sa‗dî-nâme olarak da bilinen Bostan, Sa‗dî‘nin idealize ettiği dünyanın nasıl olması gerektiğini anlatan eseridir.
Ayrıca Sa‗dî‘nin dostlarından birinin isteği üzerine hükümdarlara öğüt vermek amacıyla kaleme aldığı nazımla karıĢık bir
risâle olan Nasîhatü‘l-Mülûk (NeĢâyihu‘l-Mülûk), yönetici ve hükümdarların davranıĢlarına dair bilmeleri ve uymaları
gereken bazı hususları anlatan Risâle-i Enkiyânu dikkat çekici örnekler olarak sayılabilir.
117
Gencay Zavotçu, ―Sa‘dî DüĢüncesi ve Etkileri‖, A. Ü. Türkiyat AraĢtırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı 40, 2009, s.
48 – 50.
425
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Manzum-mensur bir nasihatname118 diyebileceğimiz Gülistan, Sa‗dî‘nin diğer eserlerinden de
izler taĢır. Bu yönüyle Sa‗dî‘yi en kestirme yoldan tanıtan eser olarak da nitelenebilir. 119
Sa‗dî‘nin bilgi ve tecrübelerini belâgat ve fesahatle yoğurup yazdığı, Fars edebiyatının
baĢyapıtlarından olan Gülistan, birçok defa basılmıĢ, tercüme ve Ģerhleri yapılmıĢtır.120 Ayrıca
onu örnek alan eserler yazılmıĢtır.121
Divan ġairleri Gözüyle Sa„dî ve Gülistan
Divan edebiyatında Ġslam medeniyetinin müĢterek malı kabul edilen birçok eser gibi 122
Bostan ve Gülistan da mısralarda kendine yer bulur. Özellikle her iki eser isminin divan
Ģiirinin hususi mekânı kabul edilen bağ ve bahçe ile ilgili olması Ģairlere bol çağrıĢımlı bir
kurgu imkânı verir. Tenâsüp, tevriye, îhâm-ı tenâsüp ve cinas gibi edebî sanatlarla birlikte
kullanılan bostan ve gülistan kelimeleri hem bu eserlere hem bağ ve bostana iĢaret ederken
aynı zamanda, sevgilinin güzelliği ve yanağı bağlamında çok katmanlı bir anlam oluĢturur.
Gül, bülbül kavramının dâhil edilmesiyle kurgu sınırsız bir anlatım özelliğine kavuĢurken
olayın kahramanları gül, bülbül, gonca, bad-ı saba, bahçıvan, öğrenci, hoca vb. oluverir. Sa‗dî
ile eserin sunulduğu Sa‗d ailesi ve kelimenin talih anlamı, Zengî ile Mısır kelimeleri de aynı
Ģekilde yüz ve ben (hâl) bağlamında bir ifade derinliği ortaya çıkarır. Bu kurgu Osmanlı
Ģairlerinin yaĢadığı yerin ismi ve yüzün remzi olan Rum kelimesinin eklenmesiyle
tamamlanır.
Gülistan, divan Ģairleri tarafından birkaç Ģekilde ele alınmıĢtır. Bunlar; Gülistan‘ın ders kitabı
olarak okutulması, fizikî özellikleri, mânâ bakımından eĢsizliği, Ģairin kıymetinin bilinmesi
için örnek oluĢu Ģeklinde özetlenebilir. Burada dikkat edilmesi gereken husus Gülistan söz
konusu edildiğinde Ģairin ve dolayısıyla toplumun zihniyet dünyasındaki iz düĢümüdür. Bahsi
geçen ifadeler Gülistan hakkında toplumsal bir kabule ve eserin zihin arkasında edindiği
sağlam ve sarsılmaz yere iĢaret etmektedir.
Divan Ģairlerinin bilinen tavrı olan kendini övme ve Ģiirini üstün görmeye dair beyitleri ayrı
tutacak olursak hemen her Ģair Sa‗dî gibi söyleme, onun Ģöhretine kavuĢma hayali peĢinde
olmuĢtur. Bu düĢüncenin arka planında Sa‗dî‘nin üstat ve onun eserinin baĢtacı kabul
edildiğinin izleri vardır. Hatta öyle ki bazı Ģairler dua edercesine Allah‘tan Sa‗dî gibi
söyleyebilmeyi dilemiĢlerdir. AĢağıdaki beyitte Karamanlı Nizâmî, kendisini devrin Sa‗dîsi
olarak görürken, nazmını ve nesrini Gülistan ve Bostan‘a benzeterek yüceltmiĢtir:
Sa‗dî-i devrân benem devrümde nazm u nesr ile
118
Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi: Deyimler, Ġsimler, Eserler, Terimler, Cilt 7, Dergah Yayınları, Ġstanbul,
1990, s. 399.
119
Hikmet Ġlaydın, a.g.m., s. 62 – 63.
120
Hicabi Kırlangıç tarafından hazırlanan en güncel Gülistan tercümesi için bkz. Hicabi Kırlangıç, Sa ‗dî ġirazî,
Gülistan, Kapı Yayınları, Ġstanbul 2012. Gülistan Ģerhleri için bkz. Derya Örs, ―Türkçe Gülistan Tercümeleri Üzerine Bir
Değerlendirme‖, 6.Türkiye-Ġran ĠliĢkileri Sempozyumu, Ankara 2009, s.46-52; Ayrıca bkz. Mîrek Muhammed-i TaĢkendî,
ġehrî ve Gülî, Hazırlayanlar: Bahattin Kahraman, Yusuf Öz, Akçağ Yayınları, Ankara, 2012.
121
Muinüddin–i Cüveynî‘nin Nigâristân, Câmî‘nin Bahâristân, Mecd-i Hâfî‘nin Ravza-i Huld, KemalpaĢazâde‘nin
Nigâristân, Kaniî‘nin PerîĢân, Sâilî‘nin Ravzatü‘l- Ahbâb, Ahmed ġîrâzî Vekar‘ın Encümen-i DâniĢ, Molla Tarzî‘nin
Ma‗den‘ül Cevâhir, Hargopal MünĢî‘nin Sünbülistân ve Mehmed Fevzî Efendi‘nin Bülbülistân adlı eserleri bunlar arasında
sayılabilir (Yazıcı, s. 241).
122
Bk. Cemâl Kurnaz, Divan Dünyası, Bizim Büro Yayınları, Ankara, 2003, s.67.
426
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Bâg-ı hüsnündür Gülistân ile Bûstânum benüm (Nizâmî G74/8)
Ahmet PaĢa Sa‗dî‘nin Ģiiri vasıtasıyla kendi Ģiirini över ve Mısırlı gazelhanlar onun Ģiirini
okuyacak olsa etrafa Ģeker saçılacağını söyler:
HoĢ Ģeker-rîz olur Sa'dî-i ġîrâz gibi
Ahmed'ün sözlerin okursa gazel-hân-ı Mısır (Ahmet PaĢa G85/9)
Hayâlî Bey zengin bir çağrıĢımla kendi Ģiirini Anadolu diyarında Sa‗dî‘nin Gülistan‘ı ile bir
tutar. Ġkinci beyitte ise sevgilinin siyah beni ile Gülistan‘ın sunulduğu sultan söz konusu
edilir. Bir hamiye sahip olma psikolojisi Gülistan ve Sa‘d arasındaki benzerlikten
yararlanılarak verilir.
Hayâlî rûh-ı Sa'dı yaraĢırdı andelîb olsa
Diyâr-ı Rûmda nazmım gibi rengîn gülistâna (Hayâlî G530/5)
Hâl-i hindûn ehl-i dil vasf etse dîvân bağlanır
Ġbn-i Zengî yâdına gûyâ Gülistân bağlanır (Hayâlî G95/1)
Nehcî, Ģiirinin mana kapısını açarak Gülistan özelliği gösterdiğini iddia eder:
Bu Ģi‘rün yine Nehcî Hâfız-ı ġîrâzı andurdı
Açup ebvâb-ı ma‘nâyı Gülistân‘dan haber virdi (Nehcî G317/7)
Nigârî ise iki büyük söz ustası Sa‗dî ve Hafız‘ı anarak onlardan himmet diler, bekler:
Bir dem nazar ey Sa‗dî-i sultân-ı belâgat
Bir dem meded ey Hâfız-ı hoĢ-tab‗ u Ģeker-gû (Nigârî G568/7)
Sa‗îd Giray, Sa‗dî‘nin sözleriyle hüzünlü gönlü gülistana çevirmeyi tavsiye eder:
Pend-i Sa‗dîyi Hızr-ı cân eyle
Dil-i mahzûnı gülsitân eyle (Sa‗îd Giray K1/35)
Sünbülzade Vehbî de Sa‗dî gibi söylediğini iddia eder:
Her dem bahâr-ı feyz-i Gülistân-ı tab‘ıma
Sa‗dî-i ter-zebân gibi sad bâgbân verir (Sünbülzâde Vehbî K70/47)
Vahyî, dua makamında Allah‘tan eserine Gülistan tesiri vermesini niyaz eder:
Yâ Rab suhanum riyâz-ı ‗irfân olsun
Her harfi nazîre-i Gülistân olsun
Bir vech-ile âb u tâb bahĢ it ana kim
Mahsûd-ı ruh-ı zekâ-‗izârân olsun (Vahyî R/1)
Gülistan‘ın Osmanlı eğitim sistemi içinde önemli bir yere sahip olduğu herkes tarafından
bilinir. Özelikle Ģehzadelerin eğitiminde baĢucu eser görevi üstlenen Gülistan gerek mektep
ve medreselerde gerekse özel hocalar eliyle okutulmuĢ, okutulması önemsenmiĢtir. Toplumda
Gülistan okumaya dair kuvvetli bir istek ve okuyana karĢı da bir hüsn-i niyet oluĢmuĢtur.
Hatta bazen güzel cildi ve kıymetli içeriğiyle değer atfedilen Gülistan çocuğun eline verilmez,
yardımcısı vasıtasıyla mektebe taĢınırmıĢ. Ġshak Çelebi aĢağıdaki beyitte gonca çocuğuna
sabah rüzgarının Gülistan okuttuğunu, gül dalının da ardınca kitabını taĢıdığını somut
gerçeklik üzerinden örneklendirerek tablolaĢtırmıĢtır:
Gonca tıflına Gülistân okıdur bâd-ı sabâ
Kulıdur Ģâh-ı gül ardınca kitâbın götürür (Ġshak Çelebi G69/3)
427
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
AĢağıdaki beyitlerden Gülistan‘ın özellikle küçük yaĢlarda okutulduğunu anlıyoruz:
UĢ Gülistân okuyıcak göresin katlan dahi
Gonca agzın açmamıĢdur râz-ı gül ser-bestedür (Necâtî G82/3)
Mekteb-i bâgda gül bülbüle destân okıdur
ġol mu‘allim gibi kim tıfla Gülistân okıdur (Rahmî G 60/1)
Süheylî‘nin aĢağıdaki beytinden mekteplerde Gülistan okunduğunu ve ders halkasının
sürekli geniĢlediğini öğreniyoruz. Gonca mektebe katılan yeni öğrenci olarak kiĢileĢtirilmiĢtir:
Gonçe bin nâz ile bostân-ı debistâna gelüp
Gülsitân okumaga tıfl-i nev-âmûz oldı (Süheylî G332/3)
Bazı öğrenciler derslerde üstün bir baĢarı gösterebilirler. Bu durumda öğretmenin
yardımcısı gibi görev üstlenir, alt sınıftaki arkadaĢlarını okutabilirler. AĢağıdaki beyitte Ravzî
goncaya böyle bir vazife vermiĢ görünüyor:
Bülbüli nâle ider hâr-ı cefâdan sanma
Ana ol gonce-i nev-reste gülistân okıdur (Ravzî G231/3)
Mezâkî ise Gülistan okumalarının sabah saatlerinde olduğuna dair bir ipucu
vermektedir:
Nergis ü gül çeĢm ü gûĢ olsa n'ola subh-dem
Ders- i Gülistân okur murg-ı sebak-hân-ı subh (Mezâkî 45/4)
Sünbülzade Vehbî aĢağıdaki beyitte bir iki tazenin Gülistan okuduğunu gördüğünü ve
bu durumdan pek hoĢlandığını çağrıĢıma açık bir Ģekilde vermiĢtir:
Bir iki tâze Sa‗dî'nin Gülistân'ın okur gördüm
Çıkardım ma‘nî-i zevkin bugün seyr-i gülistânın (Sünbülzâde Vehbî G162/8)
Nev‗î aĢağıdaki beyitte sevgilinin güzellik kitabını öğrenmek için herkesin uğraĢtığını
ve onu öğretmek için hocaların Gülistan okuttuğunu söylerken, Gülistan‘ın güzel ahlak ve
terbiye yönüne iĢaret etmektedir:
Senün hüsnün kitabın bilmege meĢgul olurlar hep
Aceb mi hâceler okutsalar cânâ Gülistân‘ı (Nev‗î G516/2)
Sünbülzade Vehbî‘ye ait aĢağıdaki beyit de bu fikri destekler niteliktedir. Tevriyeli
kullanılan hezar kelimesiyle hem ‗bülbül‘ hem de ‗binlercemiz‘ kasdedilerek ilk edep dersinin
Gülistan ile alındığını ifade etmektedir:
Gülden varak varak sabak aldı hezârımız
Etdi edeble ders-i Gülistân‘a ibtidâ (Sünbülzâde Vehbî G1/2)
Gülistan ile birlikte çoğunlukla Molla Câmî ve Baharistan, Feridüddin Attar ve
Mantıku‘t-Tayr söz konusu edilir. Bu eserlerin ortak paydası nasihatte birleĢmeleri, birer
ahlak kitabı olmalarıdır. Eski toplum hiç Ģüphesiz ahlak merkezli bir toplumdu. Ġnsanî
faziletlerin daima yüceltildiği ve teĢvik edildiği bu toplumda bahsi geçen kitaplar ve
benzerleri sürekli okunarak toplumda ahlak, ihsan, adalet, merhamet vb. duygular canlı
tutulmaya çalıĢılmıĢtır denilebilir. AĢağıdaki birinci beyitte meclislerde sürekli Gülistan ve
Baharistan okunduğuna, ikinci beyitte ise okumaların etkisiyle bazen Sa‗dî‘ye bazen Attar‘a
özenildiğine, üçüncü beyitte ise Gülistan Ģerhine iĢaret edilmektedir:
428
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Okundı bezm-i gülĢende müdâmî
Gülistan u Bahâristân-ı Câmî (Yahya Bey, Ġstanbul ġehrengizi 90.beyit)
Bülbüle geh Gülsitân geh Mantıku‘t-tayr okıdur
Gâh Sa‗dîye ider taklîd geh ‗Attâra gül (ÂĢık Çelebi K4/9)
Gülistân Ģerhin okur kuĢ diliyle safha-i gülden
Bilürsen Mantıku't-Tayrı kulag ur dinle bülbülden (Emrî Muk/353)
AĢağıdaki beyitlerden ders okuma sırasında bazen sıra gözetildiği bazen de biraz
ondan biraz bundan okunduğu anlaĢılmaktadır:
Dersi çıkdı bülbülün Ģimdi nihâlistâna dek
Geh Gülistân geh Bahâristândan okur bir sebak (Hâzık G139/2)
Okıdı hüsnün kitâbın hattunı görmek diler
Dil Gülistânı temâm itdi Bahâristân arar (ÂĢık Çelebi G94/2
Debistân-ı mahabbetde ruhun Ģevkiyle dil tıflı
Gülistân okıyup meyli Bahâristânadur Ģimdi (Rahmî G 209/3)
Kitâb-ı Mantık-ı Tayr'ı tamâm edip ezber
Aceb mi Ģimdi Gülistân okursa cümle hezâr (Sünbülzâde Vehbî K50/8)
Etdi ma‘nâ-yı gülistânı te‘emmül bülbül
Mantıku‘t-tayra eder Ģimdi tevaggul bülbül (Sünbülzâde Vehbî G170/1)
Ayrıca Gülistan‘a yazılan Ģerhlerin kolay okunması ve eğitimde kullanılabilmesi için
reyhanî hatla yazıldığı anlaĢılıyor:
Bâg-ı hüsnünde ne Ģebbûy u ne reyhândır hat
Hat-ı reyhânî ile Ģerh-i Gülistân'dır hat (Sünbülzâde Vehbî G136/1)
Gülistan okumak her ne kadar teĢvik edilen ve itibar gören bir iĢ olsa da ondan alması
gereken dersi alamayan, yeterince istifade edemeyenler eleĢtirilmiĢtir. Gülistan her Ģeyden
önce okuyanda marifet, zerafet ve fesahat hâsıl etmelidir. Her ikisi de 14.yüzyılın sonu 15.yy
baĢında yaĢayan Âhî ve Ġshak Çelebi‘de ortak geçen aĢağıdaki beyit dikkat çekicidir. Gülistan
edebî yönü itibarıyla Ģairlerin örnek aldığı bir eserdir. Fakat ‗güzelin yanında duran herkesin
zerafet kazanamayacağı gibi her gülistan okuyan da Ģair olamaz‘:123
Her güzelle salınan kesb-i zarâfet idemez
Her Gülistân okıyan sanma ki hep Ģâ‗ir olur (Âhî G27/3; Ġshak Çelebi G53/3)
Gülistan okumakla marifet edinilir:
Enîs olmakdanise ma‗rifetsüz Ģahsa ‗âlemde
Gülistân okıyan bülbüllerile sohbetüm yegdür (BehiĢtî G120/4)
Bülbül gibi ey gonce gülistân okı yohsa
Berg-i gül-i ter gibi nedür hâra sarılmak (Ravzî G393/6)
123
16.yüzyılın önemli tezkirecisi Latîfî‘nin her Gülistan okuyanın Ģairlik iddiasında bulunmasınına dair eleĢtirisi
için bk. Rıdvan Canım, Latîfî Tezkiretü‘Ģ-ġu‗arâ ve Tabsıratü‘n-Nüzamâ, AKM Yay. Ankara, 2000, s.95.
429
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Gülistan Osmanlı toplumunda kutsala verilen kıymete benzer bir Ģekilde değer
görmüĢtür. Bir ahlak kitabı olması ve ‗güzel ahlakı‘ salıklaması ona verilen kıymetin haklı
gerekçesidir. Verilen bu değerin somut delili olarak da her yazması özenle süslenmiĢ,
ciltlenmiĢtir. Sayfalarının alımlı görünüĢü, babları, cildi ve cilt rengi vb. divan Ģiirinin
kendine özgü kavramlar dünyasında söz konusu edilmiĢ, iĢlenmiĢtir. Bâkî aĢağıdaki birinci
beyitte bahar mevsiminde çiçeklerle bezenmiĢ bahçe ile Gülistan nüshasının rengarenk
görüntüsüne, ikinci beyitte ise Gülistan‘da geçen rubailere iĢaret etmektedir:
Bir Gülistân yazdı bir ay içre fasl-ı nev-bahâr
Lâle yir yir sürh olupdur sebze hat Ģeb-nem nukat (Bâkî G222/3)
Hatt-ı la‘liyle kaĢı cânânun
Bir rubâ‘îsidür Gülistânun (Bâkî G249/1)
AĢağıdaki beyitlerde Gülistan nüshalarının özenle yazıldığı, süslendiği ve ciltlendiği
görülmektedir. Klasik güzellik unsurları, sevgilinin yanağı ve ayva tüyleri, çeĢitli ilgiler
kurularak Ģiirlere dâhil edilmiĢtir. Ġlk üç beyitte gül renkli yapraklara yazılan yazılar hoĢ bir
görüntü oluĢturduğuna, son beyitte ise Gülistan‘ın tertip özelliğine dikkat çekilmiĢtir:
Yazıldı gül gibi yine rengîn varaklara
Ġki risâle gibi Gülistân u Bûstan (Ġshak Çelebi K16/3)
Ġzâr-ı dil-rûbâ ol hatt-ı dil-keĢ birle gûyâ kim
Gülistân ü Bahâristândur gülgûn varaklarla (Edirneli Nazmî G5472/4)
Âl evrâkı müferrih bir Gülistânun meger
Hurde yazıdur kenârında Bahâristâna hat (Nehcî G169/2)
Her serv-i revân sebzeye bir mısra‘-ı mevzun
Ebyât-ı Gülistân‘a nezâyir didi gülzâr (Nev‗î G556/2)
AĢağıdaki iki beyitte erguvan renkli ve yeĢil renkte ciltlenmiĢ Gülistan nüshaları
sevgilinin güzelliği söz konusu edilerek iĢaret edilmektedir:
Ergavânî câmen içre oldı cismün ey perî
Ergavânî cild ile gûyâ kitâb-ı Gülsitân (Bâkî G390/4)
Yâ yeĢil cild ile bir Sa‗dî Gülistanı mıdur
Yâ yeĢil Ģehperlü bir hûr-ı melek-sîmâ mıdur (Yahyâ Bey G92/2)
Avnî mahlasıyla Ģiirler yazan Fatih Sultan Mehmed ise Gülistan‘ın bablarına
değinmektedir:
Hatt ü hâl ile bulur ‗Avnî ruh-i yâr Ģeref
Bâblarla nitekim buldı Gülistân revnak (Avnî G36/7)
AĢağıdaki beyitlerde Gülistan‘ın dibacesine, tertip ve tezhip özelliğine iĢaret
edilmiĢtir:
Dönüp dârü‘s-sa‗âde heĢt-bâg-ı Cennetü‘l-hulde
Göründi bir musavver muntazam Sa‗di Gülistânı (Kânî T48/8)
Cebîni çîn ile mıstarlı safhadur yazmıĢ
Derbîr-i hüsn ana dîbâce-i gülistânı (ġeyhülislam Yahyâ G431/4)
430
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Gülistan yukarıda bahsedilen hususlar dıĢında da devrin algısında mühim bir yere
sahiptir. ġem‗î Sa‗dî‘nin Gülistanını okuyanların güzellik bahçesinin bülbülü olacağını,
BehiĢtî ise Gülistan okuyanların yüzünün ak olacağını ima eder:
Güzellik gülĢeninde ey yüzi gül lebleri gonca
Okursan bülbül olursun eger Sa‗dî Gülistânın (ġem‗î G134/2)
Belâgat bülbüli olup okursın ol gülün vasfın
Gülistân safhası gibi BehiĢtî yüzün olsun ak (BehiĢtî G250/5)
Eskilerin tefe‘ul dediği; kitap açma, fal açma veya hayra yorma manasına gelir. Kitap
açma daha çok kutsal veya dinî kitaplara mahsustur. Gülistan‘ın devrin zihniyet dünyasındaki
yerini göstermesi bakımından aĢağıdaki beyit dikkat çekicidir:
BaĢın egüp bu gonca Gülistan okur kaçan
Ben sanuram ki hastası içün kitâb açar (Yahyâ Bey G73/2)
ĠĢlediği konular bakımından fazilet deryası diyebileceğimiz Gülistan, Sünbülzade
Vehbî‘nin aĢağıdaki beytinde iyilik ehlinin ihsanı talim ettiği yer olarak gösterilmektedir:
Me‘âl-i nagme-i mürg-i bahâra eyledim dikkat
Gülistânda okur evsâf-ı destûr-ı keremkârı (Sünbülzâde Vehbî K30/18)
ġeyh ve mürĢit olarak kabul edilen Sa‗dî ve Gülistan adlı eseri divan Ģairleri tarafından
dikkate alınmıĢ, üzerinde düĢünülmüĢ ve öğretileri içselleĢtirilmiĢtir. Onun düĢünce yapısı
insanı merkeze alan ve her Ģeyi insan etrafında örgüleyen, insan cevherini ortaya çıkarmayı
amaçlayan, insana insanlığını hatırlatan sade ve merhametli anlatım tarzında yatıyor. Bütün
bunları güçlü bir mantık örgüsü içinde veren anlatımı ölümsüz olmayı elbette hak ediyor.
Büyük ahlakçı ve Ģarkın dehası Sa‗dî, insanî erdemler bakımından 700 yılı aĢkın bir zamandır
insanlığın yoluna ıĢık tutmaya devam ediyor. Sa ‗dî‘nin kendi ifadesiyle ―Ģifa verici öğüt
incilerini söz ipliğine dizdiği ve nasihatin acı ilacını zerafet balına karıĢtırdığı‖124 Gülistan,
gönül ehlinin pusulası olabilecek niteliktedir. Sözlerimizi Lahey‘de bulunan Avrupa Ġnsan
Hakları Mahkemesinin çok doğru bir tercihle serlevha ettiği ve kapısına astığı Sa‗dî‘nin Ģu
sözleriyle bitirelim:
―Ġnsanlar birbirlerinin uzuvları hükmündedir,
Çünkü yaratılıĢları itibariyle aynı cevherdendirler.
Eğer gün olur bir uzuv hastalanırsa
Diğer uzuvların bunu hissetmemeleri mümkün değildir.
Diğerlerinin sıkıntı ve çilelerinden gamlanıp kederlenmiyorsan
Sana âdemoğlu demek yaraĢmaz.‖125
124
Hicabi Kırlangıç, Gülistan, Kapı Yayınları, Ġstanbul, 2012, s.219.
125
‫بنً آدم اعضای یک پیکرند‬
‫که در آفرینش ز یک گىهرند‬
‫چى عضىي به درد آورد روزگار‬
‫دگر عضىها را نماند قرار‬
‫تى کس محنت دیگران بی غمی‬
‫نشاید که نامت نهند آدمی‬
431
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
KAYNAKÇA
ASLAN, Üzeyir (2012) Besnili Nehcî Dede ve Divanı,
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10636,nehci-divanipdf.pdf?0
AYDEMĠR YaĢar, BehiĢtî Divanı,
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10597,behistipdf.pdf?0
AYDEMĠR, YaĢar, Ravzi Divanı,
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10603,metinpdf.pdf?0
BĠLGĠN, Azmi (2011) Nigari Divanı http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10638,nigar-idivani-azmi-bilgin-pdf.pdf?0
BROWNE, G. Edward (1928) Volume II, A Literary History of Persia, Cambridge at the
University Press, Great Britain.
CANIM, Rıdvan (2000) Latîfî Tezkiretü‘Ģ-ġu‗arâ ve Tabsıratü‘n-Nüzamâ, AKM Yay.
Ankara.
ÇAVUġOĞLU, Mehmed (1977), Yahya Bey Divanı, Ġstanbul Ünv. Edebiyat Fak. Yayınları,
Ġstanbul.
ÇAVUġOĞLU, Mehmed, M. Ali Tanyeri (1989) Üsküplü Ġshâk Çelebi Divanı, Mimar Sinan
Ünv. Yayınları, Ġstanbul.
ÇĠÇEKLER, Mustafa (2008) Sa‗dî ġîrazî, Cilt: 35,Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi (ss.405407),Türkiye Diyanet Vakfı, Ġstanbul.
DOĞAN, Muhammed Nur, Avni (Fatih) Divanı,
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10595,avnfatihdivanimuhammednurdoganpdf.pdf?0
ERDOĞAN Mustafa, Bursalı Rahmi Divanı,
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10600,bursali-rahmi-divanipdf.pdf?0
GÜFTA, Hüseyin (1992) Hâzık Mehmed Efendi'nin Hayatı Edebî ġahsiyeti, Eserleri ve
Divanı'nın Tenkitli Metni, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum.
HARMANCI, M. Esat, Süheylî, Ahmed bin Hemdem Kethudâ DÎVÂN,
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10650,girismetinpdf.pdf?0
HAġĠMĠ, Hamid (H.ġ.1388) Zendeginame-i ġa‘iran-i Ġran (Ez Agaz ta Asr-i Hazır), ĠntiĢarati Ferheng u Kalem, Tahran.
HĠDAYET, Mahmud (1353) Golzar-i Cavidan, Cilt II, Çaphane-i Ziba, Tahran.
ĠPEKTEN, Haluk (1974) Karamanlı Nizâmî, Hayatı, Edebî KiĢiliği ve Divanı, Sevinç
Matbaası, Ankara.
KAÇALĠN, Mustafa S., Âhî Divânı,
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10590,ahidivanimustafakacalinpdf.pdf?0
432
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
KARAKÖSE, Saadet (2001) Sa‗îd Giray Dîvânı,
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10644,said-giray-divanipdf.pdf?0
KARAVELĠOĞLU, Murat Ali, On Altıncı Yüzyıl ġairlerinden Prizrenli ġem‘î‘nin Divanı‘nın
Edisyon Kritiği ve Ġncelenmesi,
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10641,prizrenlisemipdf.pdf?0
KAVRUK, Hasan, ġeyhülislam Yahyâ Dîvânı,
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10655,seyhulislamyahyadivanihasankavrukpdf.pdf?0
KILIÇ, Filiz, ÂĢık Çelebi Divanı,
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10593,asikcelebidivanifilizkilicpdf.pdf?0
KIRLANGIÇ, Hicabi (2001) Ġran Edebiyatı Ġçin Bir Sınıflandırma Denemesi (ss.96-108),
Nüsha, Bahar.
KIRLANGIÇ, Hicabi (2012) Gülistan, Kapı Yayınları, Ġstanbul.
KÜÇÜK Sabahattin, Bâkî Divânı,
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10596,bakidivanisabahattinkucukpdf.pdf?0
MERMER, Ahmet (1994) Mezâkî: Hayatı, Edebî KiĢiliği ve Divanının Tenkidli Metni,
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi, Ankara.
Sa‗dî (1946) Gülistan, (Çev. Hikmet Ġlaydın), MEB Yayınları, Ankara.
SARAÇ, M. A. Yekta, Emrî Divanı,
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10607,emridivanipdf.pdf?0
TARLAN, A. Nihad (1963) Necâtî Beg Divanı, MEB Yayınları, Ġstanbul.
TARLAN, A. Nihat (1992) Hayâlî Bey Divanı, Akçağ Yay. Ankara.
TARLAN, Ali Nihat (1944) Ġran Edebiyatı, Remzi Kitabevi, Ġstanbul.
TARLAN, Ali Nihat (1966) Ahmet PaĢa Divanı, MEB Yay. Ġstanbul.
TAġ, Hakan (2004) Vahyî Divanı ve Ġncelenmesi,
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10659,metinpdf.pdf?0
TULUM A. Mertol, M. Ali Tanyeri (1977) Nev`î Divânı, Ġstanbul Ünv. Edebiyat Fak.
Yayınları, Ġstanbul.
Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi; Deyimler, Ġsimler, Eserler, Terimler, Cilt 7, (1990), (ss.
399), Dergâh Yayınları, Ġstanbul.
ÜST, Sibel, Edirneli Nazmî, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10605,edirneli-nazmidivanisayfa19903981pdf.pdf?0
433
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
YAZAR, Ġlyas, Kânî Divanı, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10620,kanidivanipdf.pdf?0
YAZICI, Tahsin (1996) Gülistan, Cilt: 14, Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi (ss.240-241),
Türkiye Diyanet Vakfı, Ġstanbul.
YENĠKALE, Ahmet (2012) Sünbülzâde Vehbî Dîvânı,
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10651,sunbul-zade-vehbipdf.pdf?0
ZAVOTÇU, Gencay (2009) Sa‗dî DüĢüncesi ve Etkileri, A.Ü. Türkiyat AraĢtırmaları
Enstitüsü Dergisi, Sayı:40, (s. 47-58), Erzurum.
Zabîhullah Safâ ( h. 1339) Genc-i Sohen, Cilt II, DanıĢgah-ı Tahran, Tahran.
Zabîhullah Safâ (2005), Tarîh-i Edebiyat der Ġran, Cilt II, (Çev. Hasan Almaz), Nüsha
Yayınları, Ankara.
434
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
MUNZUR BABA EFSANESĠ ÜZERĠNE BĠR DEĞERLENDĠRME
Hüseyin ÖZCAN
Ġsmail PEKER
ÖZET
Tunceli ‗nin Ovacık ilçesinde yer alan Munzur Dağları‘nda ve Munzur Irmağı etrafında
anlatılan efsane konu alınmıĢtır.Munzur Dağı Anadolu‘nun en eski devirlerinden beri
gizemini ve doğallığını korumuĢtur.Munzur Dağları ve Munzur Irmağı saklı bir cennet gibi
etrafında yeĢeren efsanelere de kaynaklık etmektedir. Tunceli yöresi,Dersim dağlarının bir
kale gibi etrafında çevrili olmasından dolayı, binlerce yıl hem bölgesel hem de kültürel olarak
korunaklı bir bölge olmuĢtur.
Efsanelerdeki sözlü anlatımlar içlerinde barındırdıkları dini-mitolojik öğelerle ortaya
çıktıkları bölgelerin inanç sistemini de ortaya koymaktadır.Efsanenin oluĢtuğu bölgedeki
etkisi aslında var olan inancın güç göstergesini de iĢaret etmektedir. Munzur Baba efsanesi ile
Hacı BektaĢi Veli geleneğinin yüzyıllar içerisindeki etkileĢimini görmekteyiz.
Ġngiliz YüzbaĢı L. Molyneux Seel, 1914 yılında Londra‘da ''A Journey In Dersim‖ adı altında,
―The Geopraphical
Journal‖ de
yayınlanan
eserinde Munzur Baba
efsanesinden
bahsetmiĢtir.Bu çalıĢmada efsanenin 1914 yılındaki varyantı ile günümüz varyantları
incelenmiĢtir.Hacı BektaĢi Veli ‘ nin menkibelerini anlatan ‗Vilayetname‘ adlı eserde konu
benzerliği
olan
bir
menkıbe
ile
efsanenin
bahsettiğimiz
diğer
varyantları
karĢılaĢtırılmıĢtır.Birbirinin yerine geçme kuramına göre Anadolu‘nun birçok bölgesinde yer
alan efsanelerde de Munzur Baba efsanesindeki konu özdeĢliğinin ilk kaynağını bulmaya
çalıĢacağız.

Doç.Dr. Fatih Üniversitesi / TÜRKĠYE

Fatih Üniversitesi / TÜRKĠYE
435
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Anahtar Sözcükler: Dersim ,Tunceli , Munzur Baba Efsanesi , Efsane , Hacı BektaĢi Veli ,
Vilayetname
An Assesment of “The Munzur Baba Legend”
Abstract
In this study, the legend that told at MunzurMountains and Munzur River are located at
Ovacık district of Tunceli. Munzur Mountains protected their mystery and naturalness from
ancient times. Munzur Mountains and Munzur River weld ,as a secret heaven, legends
sprouted around them. Tunceli region, because of rounded by Dersim Montains as a castle,
has became a protected area in terms of culture and region for tousands years.
Verbal expressions in legends exhibit regional religious beliefs by including mythological
and religious elements. The impact on the region of the myth, actually, indicate the indicator
of existing faith power. We have seen an interaction between Munzur Baba legend, and Hacı
BektaĢi Veli tradition, over the centuries.
English captain L.Molyneux Seel, mentioned Munzur Baba legend at his work ―A journey In
Dersim‖ that published at ―the Geographical Journal‖ in 1914 at London. In this paper,
variant in 1914 and present-day variants are investigated. There is a work about Hacı BektaĢi
Veli‘ tales, named as ‗‘Vilayetname‖. At this study we compare a tale at ―Vilayetname‖ that
have similar issues with Munzur Baba
Legend and present-day variants of the legend.
According to ınterchangeably passing rule, we try to find that the first source of positional
identity of some located legends at many places of Anatolia and Munzur Baba Legend.
Keywords :Dersim , Tunceli , Munzur Baba Legent , Legent ,
Haji Bektash Veli,
Vilayetname.
Munzur Efsanesi Üzerine Bir Değerlendirme
Tunceli ‗nin Ovacık ilçesinde yer alan Munzur Dağları‘nda ve Munzur Irmağı etrafında
anlatılan bu efsane yüzyıllarca anlatılagelmiĢ.Munzur Baba efsanesinin Dersim yöresindeki
etkisi
kültürel anlamda hayli yüksek olmuĢtur.Fırat Irmağı‘nı besleyen ana kollardan
birisi olan o çoĢkun ırmağa ‘‘Munzur ‗‘ ismi verilmiĢtir.Munzur ırmağının süt gibi taĢtığı
436
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ve Munzur ırmağının kaynağı olan dağa da ‗‘Munzur ‗‘ ismi verilmiĢtir.Hayatı Munzur
gibi çoĢkun ,bereketli ve iyi olsun diye yeni doğan bebeklere ‗‘ Munzur‘‘ ismi verilmeye
devam ediyor.
Halk bilinci , etrafını kuĢatan tabiat hakkında sebep-sonuç iliĢkisinde düĢünmeyi çevre
kültürünün etkisiyle birlikte geliĢtirmiĢtir.Efsaneler de kendine has özellikleriyle farklılaĢıp
türlü türlü
safhalar halinde geliĢir.Munzur Baba efsanesinin yüzlerce yıl içerisinde
geliĢtiğini düĢündüğümüzde arkaik kültür insanının manevi duygularını , kültür değiĢimini ,
algılamaların nasıl meydana geldiğini görmek mümkün olabilmektedir.
Ġnandırıcılık özellikleri dolayısıyla efsaneler, teĢekkül ettikleri coğrafyanın kültürel yapısı
üzerinde de etkili olmuĢ ve hâlâ da olmaktadır. Hatta bazı yerler etrafında bir kült teessüs
etmiĢ ve efsaneler de bu kült içerisinde yer almıĢlardır. (Duymaz,2001:88)
Bir halk edebiyatı ürünü bir coğrafyadan baĢka bir coğrafyaya sözlü olarak taĢınabilmekte
ve doğal olarak bir yayılma ile sonuçlanabilmektedir.ĠĢte bu taĢınma sırasında metinler
arasında farklılıklar ortaya çıkabilmektedir.Bazı türküleri masalları,destanları ve efsaneleri bu
bağlamda değerlendirebiliriz. Küçük
farklılıkların olmasına rağmen bu halk ürünlerinin
nerede ve kim tarafından ortaya konduğu bilinebilmektedir. (Oğuz,2013:61)
Metin merkezli yayılma kuramı ve birbirinin yerine geçme kuramına göre bu efsaneyi
incelediğimizde bu
efsanenin konu
özdeĢinin
Hacı BektaĢi Veli‘nin menkıbelerini
anlatan‘‘Vilayetname‗‘ adlı eserde olduğunu düĢünmekteyiz.Munzur Baba
efsanesinin
Anadolu‘daki benzer örnekleriyle karĢılaĢtırdığımızda kahraman isimleri bölgeden bölgeye
, yöreden yöreye değiĢse de bazı karakterler ve motifler benzerdir.Karakterler birbirinin
yerine geçse de konu da ciddi bir değiĢiklik söz konusu olmaz.Bu çalıĢmamızda Munzur
Baba efsanesiyle iliĢkilendirdiğimiz Vilayetname ‗deki menkıbeyi , efsanenin günümüz
varyantlarını,Saim Sakaoğlu‘nun 1976 yılında yayımladığı ‗‘101 Anadolu Efsanesi‘‘ adlı
kitapta yer alan varyantını ,
efsanesi varyantını
L. Molyneux Seel‘in 1914‘ te yayınladığı
Anadoludaki
‗‘Sadık ,veli hizmetçi‘‘ ile
yemek‘‘motifli efsaneler çercevesinde incelemeye
Munzur Baba
‗‘Hacta getirilen
çalıĢacağız.Ġlk olarak Hacı BektaĢ
Veli'nin „‟Hacı‟‟ ünvanını alıĢını anlatan Vilayetname‟deki menkıbeyi aktaralım.
Hocası Lokman Perende hacca gider. Kâbe‘yi tavâfdan sonra, Arafât‘a çıkar. Orada,
yanındakilere: ―Bugün arife günü, Ģimdi bizim Türkistan'da herkes ‗biĢi‘ piĢirir.‖ der. Bu söz
437
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Hünkar‘a malum olur. Lokman Perende‘nin evinde de, gerçekten biĢi piĢirilmektedir. Hünkar,
Lokman Perende‘nin evine giderek, Ģeyhin hanımından, bir tepsiye biĢi koyup kendisine
verilmesini ister. Hünkar, tepsiye konulup, kendisine takdim edilen biĢi‘yi, göz yumup
açıncaya kadar, Lokman Perende‘ye götürüp sunar. Bundaki hikmeti anlayan ġeyh Lokman
Perende, arkadaĢları ile beraber bu ―biĢi‖ yi yerler. Hac dönemi bitip Hicaz‘dan dönülünce,
NiĢabur halkı Lokman Perende‘yi karĢılamaya çıkar. ―Haccın kabul olsun.‖ diyerek tebrik
ederler. Lokman Perende, gelen halka BektaĢ‘ın kerametini anlattıktan sonra, ―Esas hacı olan
BektaĢ‘tır.‖ diyerek,
onu tebrik
eder. Bunun üzerine adı
Hacı
BektaĢ
Veli
olur.(Gölpınarlı,1958:6)
Vilâyetnâme veya Menâkıb-ı Hacı Bektâs Velî olarak da bilinen bu eser HacıBektâĢi
Velî‘nin çevresinde olup bitenleri dinsel ,düsünsel baglamda ve kendi mantık baglamı
içerisinde anlatan bir yapıttır. Hacı Bektâs-ı Velî‘nin ölümünden yaklasık 200 yıl (XV.
yüzyılda) sonra müritleri tarafından kaleme alınmıstır.1501-1502‘de posta geçen Balım
Sultan‘dan hiç bahsedilmez. Bu verilerin ısıgında Vilâyetnâme‘nin, Balım Sultan‘ın posta
oturmasından önce, 1481–1501 arasında yazıldığı sanılmaktadır.Vilâyetnâme; Hacı BektâĢ
hakkında doğru yanlıĢ, fakat hemen hepsi olağanüstü olayları ihtiva ettiğinden dolayı hiç
Ģüphe yok ki kendisinden bir hayli sonra ve menkıbevi hayatı kendisini görenlerden
duyanların daha sonrakilere eklentilerle nakledilerek mayalanıp yoğrulduktan, Bektâsi
geleneği iyice meydana gelip dal budak saldıktan sonra yazılmıstır(YavaĢ,2006:51)
Dolayısıyla eser yazılırken BektâĢi geleneği tamamıyla kurulmuĢ, geliĢmiĢ, zenginleĢmiĢ ve
kökleĢmiĢtir denilebilir. Bu bakımdan süreç içinde menkıbeleĢen tarihi ve efsanevi
geleneklerin XV. yüzyılın son yıllarında yazıya geçirilmiĢ Ģeklinden ibaret olan Vilâyetnâme,
çoğunluğu itibariyle mitolojik bir Hacı BektaĢi Velî‘yi yansıtır. Ancak bu durum eserin
hiçbir temeli bulunmadığı anlamında kabul edilmemelidir.(Noyan,2007:368) Ġslamî
emirlerden bir diğeri olan hac ibadeti konusunda Vilâyetnâme bize net bilgiler sunmaktadır.
Aktarıldığına göre Hacı Bektâs Velî, Rum ülkesine gelirken hacca niyet etmis, Necef,
Medine, Kudüs, Halep gibi Ģehirlere uğrayarak ―erbain‖ çıkarmıs ve hac vazifesini eda ederek
Elbistan ve Kayseri güzergahını takip ederek Anadolu'ya gelmistir.(Gölpınarlı,1958:17)
Vilâyetnâme‘de aktarıldığına göre o,keramet eseri sık sık Kabe‘ye giderek namazı orada
kılmıĢtır.Vilâyetnâme‘deki hac ile ilgili çok net atıflara rağmen bazı alevi toplulukları,
getirdikleri yorumlarla temel islamî ibadetlerden birisi olan haccı farklı sekilde
yorumlamıĢlardır.(Üçer,2005:325)Hacı Bektâs Velî‘nin vefatından sonra onun adı çevresinde
oluĢan tasavvuf hareketi Bektâsilik olarak bilinmektedir. Bektâsiler Hz. Muhammed‘i mürsid,
438
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Hz. Ali‘yi rehber, Hacı Bektâs Velî‘yi pir olarak görürler. Türk siyasi hayatına derin izler
bırakan BektâĢilik, XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu‘da XIV. yüzyılla birlikte Balkanlar‘da
geniĢ halk kitlelerini kendisine bağlamıĢ, Bursa fethine katılan Abdal Musa, Elmalı‘da Sarı
Saltuk, Balkanlar‘da kurduğu tekkede yetiĢtirdikleri halife ve müridleri vasıtasıyla tarikatın
güç ve nüfuzunu arttırarak yayılıĢını hızlandırmıĢlardır. XVI.yüzyıla kadar süren bu dönem
tarikatın birinci evresi olduğu düĢünülmektedir.(Bardakçı,2005:58)
Türkmen derviĢlerin Anadolu‘yu karıĢ karıĢ gezmeleri
neticesinde
bir çok bölgede bu
efsaneler anlatılagelmiĢtir.Kahraman isimleri farklı olsa da konu aĢağı yukarı aynıdır.Hacı
BektaĢi Velinin muhabbetle Anadolu‘nun kalbine dokunması efsane halkalarının oluĢmasına
sebebiyet verdiğini düĢünüyoruz.
Munzur Baba
efsanesinin günümüzdeki söylemini tespit etmek için Tunceli‘den 2
kaynak kiĢi tespit ettik.
Kaynak KiĢi-1
Ovacık Ġlçesine bağlı Koyungölü civarında yaĢayan bir ağanın koyunlarını gütmek için
yanında çobanlık yapmaya baĢlar.Munzur‘un ağası hac zamanı geldiği için hacca gitmiĢ.
Ağasının hacta olduğu bir gün Munzur ağanın hanımının yanına gelir ve:
-Hanımım, ağamın canı sıcak helva ister. Helvayı yaparsan ben kendisine götürürüm,
der.Ağanın hanımı önce ĢaĢırır, sonra herhalde zavallı çobanın canı helva yemek istiyor,
doğrudan söylemeye dili varmıyor, utanıyordur.Kendisine bir helva yapayım da yesin, der.
Helvayı piĢirir, bir bohçanın içine bağlar ve Munzur‘a:
-Al , götür, der.
O sırada ağa hacda namaz kılmaktadır. Namaz sırasında sağa selam verirken bir de bakar ki
sağ yanında elinde bir bohça ile Munzur dikilmiĢ duruyor. Namazını bitirip Munzur‘a;
-Burada ne arıyorsun? Nedir o elindeki? ,der. Munzur‘da:
-Ağam canın sıcak helva istemiĢti, onu sana getirdim, der.Elindeki bohçayı ağasına uzatır.
Ağası bohçayı açar ve bakar ki içinde sıcak helva duruyor. Ağa hayretler içinde Munzur‘a bir
Ģeyler söylemek için baĢını çevirdiğinde bir de bakar ki Munzur yanında yok.Ağa hac
görevini tamamlayıp köyüne döndüğünde komĢuları herkes elinde bir hediye ile hacıyı
439
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
karĢılamaya giderler. Munzur‘da götürecek baĢka bir hediyesi olmadığından bir çanağın
içerisine koyunlarından bir miktar süt sağar ve bununla ağasını karĢılamaya gider.Ağa
Munzur‘u görünce yanındakilere;
-Asıl hacı Munzur‘dur. Öpülecek el varsa Munzur‘un elidir. Önce ben öpeceğim, der ve
Munzur‘a doğru koĢar.Munzur bu konuĢmaları duyduğunda:
-Aman ağam , böyle bir Ģey olmaz. Ben yıllarca senin ekmeğinle büyüdüm. Sen nasıl benim
elimi
öpersin.
Ben
sana
elimi
öptürmem,
der
ve
kaçmaya
baĢlar.
Munzur önde, ağa ve yanındakiler arkasında bir kovalamaca baĢlar.ġimdiki Munzur
Irmağı‘nın çıktığı ilk yere geldikleri zaman Munzur‘un elindeki süt dolu çanak dökülür ve
sütün döküldüğü yerde, süt gibi bembeyaz bir su fıĢkırır. Munzur kırk adım daha atar.
FıĢkıran bu sulardan bir ırmak meydana gelir. Munzur‘un arkasından koĢanlar bu ırmaktan
öteye geçemezler. Munzur da bu dağlarda kaybolur gider.
Kaynak KiĢi-2
Ovacık ilçesinde yaĢayan bir ağanın Munzur adlı bir çobanı vardır.Ağa bir gün hac için
Kabe‘ye gider.Hacta olduğu vakit canı helva çeker.Çobanı olan Munzur bunu hisseder.Evin
hanımına :‘‘Ağam‘ın canı helva çekiyor, helva yapta götüreyim .‘‘der.Bunun üzerine evin
hanımı :‘‘Herhalde Munzur‘un canı helva çekti, fakat utandığı için söyleyemiyor.‘‘diye
düĢünür.Bunun üzerine helvayı yapar ve güzelce tabağa koyar.Munzur da gelir helvayı alıp
gider.Bir müddet sonra geri döner.Evin hanımı:‘‘Tabak nerde?‘‘diye sorar.Munzur:‘‘Tabak
ağamın yanında gelirken getirecek:‘‘der.Evin hanımı :‘‘Herhalde bir yerde tabağı unuttu , o
yüzden böyle söylüyor.‘‘ diye düĢünür.Ağa hactan geldiği vakit tüm köylü ağanın yanına gelir
ve elini öpmek ister.Ancak ağa elini öptürmez ve ‗‘ Gerçek hacı Munzur‘dur,gidin onun elini
öpün.‘‘ Diyerek olan biteni köylüye anlatır.Bunun üzerine herkes Munzur‘un elini öpmek için
,elinde süt kabı olan Munzur‘a doğru koĢar.Munzur utancından kaçar.Köylüden uzaklaĢırken
elindeki süt kabından sütler yere düĢer.Munzur ırmağının kaynağı oluĢur.ĠĢte Munzur
suyunun kaynağı o günden beri süt gibi yerden taĢar.Munzur ise dağlara doğru koĢar ve
ortadan kaybolur.
Saim Sakaoğlu‘nun 1976 yılında yayımladığı ‗‘ 101 Anadolu Efsanesi‘‘ adlı eserinde geçen
varyantı:
440
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Ovacık, Tunceli ilimize bağlı küçük bir yerleĢme merkezidir. 2000′i ancak bulan nüfusu ile
bu ilçemiz de pek çok Doğu Anadolu ilçesi gibi kendi kaderini yeniden çizmeye
çalıĢmaktadır. Geçen yıllarda az da olsa yer sarsıntısı ile hasara uğrayan bu ilçemizin
hudutları içinde 3188 metrelik zirvesiyle Munzur Dağı ve buradan çıkarak Murat Suyu‘na
katılan Munzur Irmağı bulunmaktadır. Ovacıklılar, dağa ve ırmağa bu adların veriliĢ sebebini
Ģu güzel hikâyeye bağlamaktadırlar:
Çevredeki köylerin birinde zengin bir ağa yaĢarmıĢ. Ağanın yaĢı kemale ermiĢ, emanetini
teslim etmeden bir de hacca gitmek istemiĢ. Çoluk çocuğunu bırakacak kimsesi yokmuĢ.
Sonunda kararını vermiĢ, hane halkını, çobanları olan Munzur‘a emanet etmeye karar
vermiĢ.Ağa çoluk çocuğu ile helalleĢip yola çıkar. Üzerine farz olan borcunu eda edecek ve
Hacı Ağa olarak memleketine dönecektir.Ağa Kâbe‘de iken, bir gün karısı evde helva piĢirir.
Çocukları ile birlikte yerken yanlarında bulunan Munzur‘a lâtife yapmak kastı ile der
ki:‘‘Munzur, bu helvadan ağan da yese ne iyi olurdu. Al Ģunu, soğumadan ağana götür de o da
yesin.‘‘Çoban hemen ablasının elindeki helvayı alır ve gözden kaybolur. Bir müdet sonra
Munzur elinde boĢ tabakla eve döner. Ne ablası, ne de çocukları bu iĢten bir Ģey
anlamazlar.Aradan günler geçer, hacıların dönme zamanı gelir. Köy halkı ağalarını
karĢılamak üzere yollara dökülürler. Hacı olan ağalarına daha fazla hürmet etmek, hizmetinde
bulunmak için köylüler âdeta yarıĢ ederler. Fakat ağa onlara Munzur‘u gösterir
ve:‗‘Hürmetinize lâyık olan ben değil, Munzur‘dur. Onun elini öpün, onun hizmetine koĢun.‘‘
Ağa, köylülerin ĢaĢkın bakıĢları arasında meseleyi kısaca anlatır. Herkes alelâde bir çoban
zannettiği Munzur‘un eline sarılır; o ise geri çekilir. Ağasına ikram etmek için getirdiği süt de
bu arada dökülür; kendisi de yere yuvarlanır. Munzur‘u, ne oradan kalkarken gören olur, ne
de daha sonra gören; bir daha kimseler göremez onu. Fakat bugün onu hatırlatan iki iz hâlâ
köylülerin hafızasındadır. Bunlar, dökülen sütten meydana gelen beyaz köpüklü Munzur
Irmağı ve düĢerken elini dayadığı kayadaki parmak izleri.Bugün, çevre halkı Munzur‟u,
onların deyiĢiyle Munzur Baba‘yı bir evliya kadar sever ve sayarlar. Zaman zaman
yeminlerini onun üzerine söylerler. Munzur Irmağındaki balıkları, Munzur Baba‘nın
kuĢlarıdır, diye avlamazlar ve yemezler.Bir inanıĢa göre de, Munzur Baba‘yı ziyaret edenler,
mutlaka ikinci bir defa daha gelirlermiĢ.Bugün Munzur Dağı karlı tepelerinden sıza sıza akan
Munzur Irmağı‘nın ruh okĢayıcı nağmeleriyle belki de Munzur Baba‘ya dua edip
durmaktadır. (Sakaoğlu,1976:124)
441
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Efsanelerde
benzer
motifleri
sıkça görebiliriz.Aynı
karakterleri
karĢımıza değiĢik isimlerde
özelliklere sahip olan
efsane
çıkabilir.Bu efsanelerin benzer özelliklerini
dikkatle incelediğimizde kaynaklarının aynı olabileceği fikrini düĢünebiliriz.
Bu efsane kahramanlarının
ortak
özellikleri efendilerine(ağalarına,sahiplerine) olan
sadakatları ve sevgileridir.Mütevazi ve
çalıĢkan
olan bu hizmetçiler
evliyadır.BektaĢi geleneğinin bir nüansı olan ‗‘sır ‗‘ yani kerameti açığa
aslında birer
çıkarmama,
maddi ve manevi olarak hep arka planda görünme motifi mevcuttur.‘‘sır‘‘ lı olan bu
hizmetçiler
aslında birer velidir
ve
hiç kimse
bilmemektedir.Anadolu‘nun değiĢik
bölgelerinde aldıkları isimlere göre sıralamak mümkündür.
Ağrı:ġeyh Bekir ,
Erzurum : Ahmet Baba , Kağızman :Hacı Kağızman , Orta Anadolu :
Hacı Ġbrahim Devletlü , Orta Anadolu :Yuannis , Koçarlı : Bilal Dede , Ağrı: ġeyh Bekir
Kars: ErmiĢ Keloğlan,
Sungurlu: Ali Baz , Gaziantep : ġeyh
Bilecen , Gaziantep:
Memik Dede Tunceli : Munzur Baba (Sakaoğlu,1997:182)
Munzur
Baba efsanesi ile bu efsanelerde
temel yapı aynıdır.Sadık bir çoban ya da
hizmetkar olan sır sahibi kiĢi hacca gitmiĢ olan efendisine (ağasına) yörenin yemek veya
tatlılarından birini veya onun sevdiği yiyeceği sıcağı sıcağına , üzerinde dumanı tüterken
ulaĢtırır.Ġslam tasavvuf anlayıĢında ‗‘ aynı anda iki yerde olma‘‘ kerametini gösterir(tayyı
mekan) Ağa hactan dönüĢte kendisini karĢılamaya gelenlere hizmetçiyi iĢaret ederek asıl
hacının onun olduğunu söyler.Bu olaydan sonra sırrı ortaya çıkan veli oradan uzaklaĢır,
uzaklaĢmak isterken bazen de vefat eder.Bu
olanlar da vardır.DeğiĢik isimlerle anılan bu
veliler arasında
sonradan
Müslüman
hizmetkarların sahip oldukları ermiĢlik
ortaya çıktıktan sonra asıl büyüklüğün sırda olduğunu bilen bu evliya zatlar ortadan
kaybolmuĢlardır. (Sakaoğlu,1997:182)Ayrıca Saim Sakaoğlu‘nun ‘‘Sadık ,veli hizmetçi‘‘ ve
‗‘Hacta getirilen yemek‘‘ motifli efsanelerden
12
adetini
yazıya
aktardığını
bilmekteyiz.(Sakaoğlu,1997:183) Benzer motifli efsanelere ek olarak Diyarbakır, Karaçalı
köyünde anlatılan ‗‘Deli Ali ‗‘ efsanesini de buraya ekleyebiliriz. (Kaynak KiĢi-3 Mustafa
Yıldız,1974,Diyarbakır,Derlenme Tarihi:12.04.2014).KahramanmaraĢ Elbistan‘da Ozanya
Köyünden
‗‘Kıyan‘‘ (Bozkurt,2007: 23) efsanesi de benzer
motiflere sahiptir. Bu son
efsanelerle beraber Anadolu‘ da ‘Sadık ,veli hizmetçi‘‘ ve ‗‘Hacta getirilen yemek‘‘motifli
14 adet efsane tespit edilmiĢ oluyor.Anadolu‘da bunlara ekleyebileceğimiz benzer motifli
henüz keĢfedilmemiĢ efsaneler de olabilir.
442
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
L. Molyneux Seel, 1911 yılının Temmuz, Ağustos, Eylül aylarında Dersim‘de kapsamlı bir
gezi düzenlemiĢtir.Ġngiliz araĢtırmacı ve yüzbaĢı L. Molyneux Seel hangi nedenle o tarihlerde
dersim bölgesine geldiğini bilmemekteyiz.Buna rağmen üç aylık Dersim seyahatinde yöreye
ait coğrafi haritaları ve kültürel öğelerle ilgili detaylı bilgileri fotoğraflar eĢliğinde vermiĢtir.
Dersim gezi notlarını 1914 yılında Londra‘da ―A Journey In Dersim‖ adı altında, ―The
Geopraphical Journal‖ de yayınlar.
Ġncelediğimiz Munzur Baba efsanesinin bu varyantını 4 bölüm halinde yayınlamıĢtır.L.
Molyneux Seel Munzur Baba efsanesini kaynak Ģahıslar vermeden yazıya geçirmiĢtir..
1911 yılında tespit edilen bu varyant ve 1914 yılında yayınlanmıĢtır. Efsanenin, sözlü
olarak anlatımının bu bölgede uzun bir süredir devam ettiğini tahmin ediyoruz. Munzur
Baba Efsanesi‘nin, L. Molyneux Seel tarafından yazılmıĢ bu versiyonunun tarihsel bir değere
sahip olduğunu görebilmekteyiz.(Akgül,2010:89)
L. Molyneux Seel
1. Bölüm
Topuzanlı aĢiretinin ġeyh Hasan isminde itibarlı bir ağası vardı. Bunun da Muzur adında bir
oğlu vardı. Muzur babasının koyunlarına bakıyordu. KıĢın, dağlar karla kaplı olduğu zaman
bile Muzur, babasının yasaklamasına rağmen sürüyü dağa götürürdü. Koyunlar devamlı
karınları iyice doymuĢ olarak geri dönerlerdi. Muzur‘un babası bir gün merakını gidermek
için oğlunu takip etti. Gördüğü manzara Ģöyleydi: Muzur dağa çıktığında karla kaplı ağaçlara
sopasıyla vurmakta, düĢen yaprakları da koyunlar yemekteydi. Muzur babasının kendisini
izlediğinin farkına vardı ve kızgınlıkla koyunları da bırakıp ortadan kayboldu.
2. Bölüm
Muzur babasından ayrıldığında Ali Haydar Ağa ile birlikte Büyük Köyde çoban olmaya gitti.
Ertesi yıl Ali Haydar evinden ayrılarak kutsal bir ziyaret için Kerbela‘ya gitti. Oradayken bir
gün canı, hanımının onun için evde yaptığı helvalardan istedi. BeĢ dakika sonra Muzur büyük
bir tabak helva ile efendisinin önünde ortaya çıkıverdi.
3. Bölüm
AĢağıda sözü edilenler Büyük Köy‘de olanlardır. Muzur bir gün ortası sürüyü sağmak
amacıyla köye döndü. Muzur evin hanımına yaklaĢtığında Ģöyle dedi:
―Hanımefendi, benim efendim helva yemeyi çok istiyor.‖
Evin hanımı, ―Ġyi güzel de senin efendin Ģimdi buradan çok uzaklarda‖ dedi.
Muzur, ―Önemli değil, sen helvayı yap, onu ben efendime götürürüm.‖
443
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Evin hanımı kendi kendine, ―AnlaĢılan bizim çoban helva yemek istiyor. Mühim değil, o
bizim sürüye iyi bakıyor. Ben de ona helva yapayım.‖ Sonra helvayı hazırladı, bir tabağa
koyarak Muzur‘a verdi ve gülerek,―Onu efendine götür‖ dedi.Muzur, helvayı aldı ve birden
kayboldu. Kısa bir süre sonra da tabaksız geri döndü.Evin hanımı, ―Muzur, tabak nerede?‖
dedi. Muzur cevap verdi:―Efendim döndüğünde tabağı getirecek.‖dedi.
4. Bölüm
Doğu geleneğinin bir unsuru olarak, Ali Haydar Ağa Hac‘dan döndükten sonra Büyük
Köy‘ün sakinleri Ali Haydar ağa ile görüĢmek ve kutsal yerlere değmiĢ ellerini öpmek için
onu karĢılamaya gittiler. Fakat Ali Haydar, kalabalık kendisine yaklaĢtığında elini öpmelerine
müsaade etmeyerek Ģöyle dedi: ―Gerçek Hacı ; çobanım Muzur‘dur. Gidin, onun elini öpün.‖
Kalabalık bunun üzerine Muzur‘u aramak için köye geri döndü. O sırada Muzur elinde
efendisi için bir kap taze süt ile köyden çıkıyordu. Muzur, kalabalığın kendi üzerine doğru
geldiğini görünce ĢaĢırdı. Geri dönerek dağlara doğru kaçtı. Elini öpmek isteyen kalabalık
onun peĢinden gitti. KoĢarken elinde tuttuğu kaptaki süt döküldü ve her bir damla sütün
düĢtüğü yerdeki taĢlardan sular fıĢkırdı. Muzur yorgunluktan olduğu yere oturdu ve daha
sonra da kayboldu.Bir kaç asır sonra Pers ġahlarından biri bu kutsal pınarlara ziyaret amacıyla
geldi. Munzur Baba kaybolduğunda onunla birlikte bulunan kabı bulmak için bazı kazılar
yaptı. ġah bu kazıda baĢarılı oldu. Bu süt kabını alarak beraberinde götürdü. Bu kap Tahran
müzesinde bulunmaktadır.(Akgül,2010:92)
Günümüz varyantları ile 1914 varyantını karĢılaĢtırdığımızda bazı farklılıklar karĢımıza
çıkmaktadır.Bunlardan ilki ‗‘Munzur‘‘ yerine
‗‘Muzur‘‘ sözcüğünün kullanılmasıdır.L.
Molyneux Seel, yazım Ģekli olarak ―Muzur‖ biçimini kullanmıĢtır.Dersim bölgesinde
kullanılan
zazaca ve kurmanci dillerinde de bu Ģekilde de
görmekteyiz.Kelimenin
Zazaca
,
Kurmanci
kullanım
kullanılabildiğini
Ģekli
―Muzur‖
biçiminindedir.‘‘Munzur‘‘-‗‘Muzur‘‘ kelimelerinin anlamlarını Türkçe ve diğer dillerdeki
anlamlarını
incelediğimizde ilginç bilgilerle karĢılaĢıyoruz.‘‘Munzur‗‗
kelimesini TDK
Büyük Türkçe Sözlükte karĢımıza çıkan anlamları aĢağıdadır.
1.Zararlı insan ya da hayvan, baĢ belası 2.Hayvan burnu. 3. Domuzun çene, ağız ve burun
kısmı.4. Asık surat anlamlarına gelir.5.Munzur(Sıradağ) aynı zamanda Tunceli - Erzincan
arasında Yukarı Fırat bölgesinde bulunan sıradağlarının adıdır.6.Munzur(Akarsu) Tunceli
Ovacık‘ın kuzeyinde Munzur Dağlarının üzerindeki Ziyaret Tepenin eteklerinden doğan
444
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ve merkez ilçede Pülümür Çayı ile birleĢerek Keban Baraj Gölüne dökülen suya verilen
isimdir
Zazaca ve Kurmenci
dillerindeki
anlamlarına baktığımızda da genellikle zararlı ,
yaramaz anlamına geldiğini görmekteyiz.Dersim bölgesinde uzun yıllar yaĢamıĢ olan
Ermeni toplulukların dilini
incelediğimizde ise bazı
araĢtırmacıların
ermenice
‗‗Munzur‗‗kelimesinin ‗‗Mendzoor‗‗ veya ‚‗‗Mehzoor‗‗ un bozulmuĢ Ģekli olabileceğini,
Mendzoor,un ulu veya büyük su kaynağı ya da Fırat nehrini ifade edebileği sonucuna
ulaĢtığını görmekteyiz.(Kalman,2011:13)Munzur dağları
ve Munzur ırmağı çevresi
coğrafi yapısından dolayı persler, asurlar , romalılar , bizans, Selçuklular, Osmanlılar
döneminde merkezi otoriteye
bulunmaz
karĢı gelen veya güvenli gizli bir yer arayanlar için
bir sığınak olmuĢtur.Bu sebepten dolayı bu bölgeye yaramaz-zararlı
anlamlarında
kullanılan
‗‘Munzur‗‗
ya
da
‗‗Muzur‗‗
ismi
verilmiĢ
olabilir.Zazaca,Kurmenci ve Türkçe anlamlarının ortak olması yukarıda bahsettiğimiz
sebepten kaynaklanmıĢ olabilir.
Türkçe‘de anlam değiĢmesi yoluyla birçok kelime zaman içinde yeni anlamlar
kazanmıĢtır.Munzur kelimesinin , Munzur Baba efsanesinin zamanla bilinmesi ve halk
kültürüyle birleĢmesi sonucu bir veli zatın ismi olarak anlam değiĢmesine uğradığını
tahmin ediyoruz.Türkçe‗de bu tarz anlam değiĢmesi yoluyla yeni anlamlar yüklenerek
anlamı iyileĢen kelimeler mevcuttur.Özellikle Selçuklular döneminde yerleĢen Türk
aĢiretleri Hacı BektaĢi Veli geleneğinin gücü ile Hacı BektaĢi Velinin ismi üzerinde
değilde o coğrafyaya özgü olan ‗‗Munzur‗‗ ismiyle öne çıktığını düĢünüyoruz.Aynı
zamanda Hacı BektaĢi Velinin menkıbelerinin hem yerelleĢtirilmesini hem de milli bir
kimliğin öne çıkmasını sağlamıĢtır.Bunun ortaya çıkmasını sağlayan halk bilinci hem
kelimenin kötü anlamlarını iyileĢtirmiĢtir hem de manevi kültürün devamını sağlamıĢtır.
Bölgede eskiden
yoğun olarak
yaĢayan ermeni
topluluklarını da göz önünde
bulundurduğumuzda ‗‗Mendzoor‗‗un ulu veya büyük su kaynağı anlamında olduğunu ifade
etmiĢtik.Munzur kelimesinin
Türkçe-Zazaca-Kurmenci
anlamlarının da aynı olduğunu
düĢündüğümüzde bu iki kelimenin anlam birleĢmesini gerçekleĢtirdiğini görebiliriz.Munzur
kelimesinde iyileĢme olmuĢ ve ermenicede kullanılan ‗‗Mendzoor‗‗ ulu ve büyük su
anlam formu
Munzur
kelimesine
yerleĢerek yeni ve özel bir
olabilir.Böylelikle Munzur kelimesinin güncel kullanımdaki
445
isim ortaya
çıkarmıĢ
anlam formunun ortaya
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
çıktığını tahmin ediyoruz. Munzur kelimesinin güncel anlam formu olarak ; Tuncelinin
ovacık ilçesinde yaĢadığı tahmin edilen bir veli zat anlamında kullanıldığını ifade edilebilir.
1.Bölümün Ġncelenmesi
1914 varyantınta anlatılan efsanenin birinci bölümünde bölgedeki baĢka bir efsaneyle
birleĢtirildiğini görmekteyiz.Bölgede Düzgün Baba efsanesi olarak bilinen baĢka bir
efsaneyi bu bölümde Munzur Baba efsanesinde anlatılmaktadır.(Zeki,1969:16)Günümüz
varyantlarında ve Vilayetname‗deki menkıbede böyle bir konu anlatılmamıĢtır.Ancak
yörede
anlatılan diğer efsane olan
Düzgün
Baba‗da ismi
geçen
Seyyit Mahmut
Hayrani‗nin Vilayetname‗ de isminin sıkça geçtğini ve 300 müridiyle Hünkar Hacı
BektaĢi Veli‗yi mürĢit olarak kabul ettiğini kaynaklardan bulabiriz.Ayrıca Tunceli
bölgesinde Seyit Mahmut Hayraniye bağlı ocakların varlığı da bilinmektedir. Seyyit
Mahmut Hayrani‘ye bağlılar arasında Tunceli‘deki KureyĢan Ocağının bir kısmı ile Erzincan,
Elazığ ve Malatya yöresinin oymakları bulunmaktadır. (Doğan,2003:2)
2.Bölümün Ġncelenmesi
Munzurun ağası Ali Haydar hac için Kerbelaya gidiyor.Günümüz varyantlarına ve 1976
varyantlarına baktığımızda hac için gidilen yerin Mekke olduğunu görmekteyiz.Peki bu
farklılığın sebepleri ne olabilir?
12.yy ile 16.yy arasında Ahmet Yesevi ve Hacı BektaĢi Veli‘ nin Ġslam anlayıĢı ve
kültürü kalıcı olarak Anadolu‘da Türkmen aĢiretleri arasında benimsenmiĢti.Ancak 16.yy
dan sonra BektaĢilik geleneğine benzer görünen ancak birçok noktada farklılık arz eden
Ģiilik , Safevi devletiyle resmileĢmiĢti.Efsanede geçen iki özelliğin (Kerbela‘ya yapılan hac
ziyareti ve Ġran Ģahının Munzur Dağlarına gelip süt kabını alıp götürmesi) örnek verilmesi
ġah Ġsmail - Safevi
etkisinin
uzun süre devam ettiğini göstermektedir.Sadece Munzur
Baba efsanesinin 1914‘te L. Molyneux Seel yazıya geçirdiği varyantında hac için gidilen
yerin
Ģiilerin hac olarak addettikleri
kerbela ismi
zikredilmiĢtir.Özellikle Ġran –
Azerbaycan bölgelerinde 16.yy da Türkmen boylarından oluĢan Safevi devletinin kurulması
göçer yaĢayan ve yerleĢik hayata geçmekte zorlanan , vergi vermek istemeyen Doğu ve
Güneydeki Türkmen aĢiretleri için bir alternatif oluĢturmuĢtu.Safevi Devletinin genç
hükümdarı Türkmen aĢiretlerine Ģii halifeleri aracılığıyla bu özgürlükleri vereceğini taahhüt
etmiĢti.Böylelikle
Dersim
bölgesinde
göçer
446
yaĢayan
Türkmen aĢiretleri de BektaĢi
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
geleneğine yakın gözüken ve özgürlükler
desteklemiĢlerdir.Yavuz Selim‘in
aĢiretlerindeki ġiilik
vaat eden akrabaları ġah Ġsmail‘in tarafını
Çaldıran savaĢıyla
ġah Ġsmail‘i
yenmesi
Türkmen
etkisini azaltmıĢtı ama tam olarak yok edememiĢti.16.yy‘dan
itibaren Ģiilik etkisinin BektaĢilik geleneğiyle birlikte bazı kesimlerde kısmen devam ettiğini
görebiliriz.Efsanenin 1914
yılındaki
varyantında gördüğümüz bu özellik
günümüz
varyantlarında ve 1976 Saim Sakaoğlu‘nun derlediği varyantında anlatılmamıĢtır.Anadolunun
diğer
bölgelerindeki
‗‘Sadık ve evliya hizmetçi‘‘ ve
efsaneleri incelediğimizde hepsinde
‗‘Hacta getirilen yemek‘‘motifli
hac için kastedilen yerin
Mekke
olduğunu
görmekteyiz.Vilayetname‘nin yazıldığı tarihlerde ise henüz Ģiilik kurulmamıĢtı. Kerbela
haccı da söz konusu değildi.
Dersim tarihiyle ilgili kaynaklara baktığımızda bir çok
savaĢından
merkezli
sonra bölgeye
Türkmen boyunun
Malazgirt
yerleĢtiğini görüyoruz.Uzun yıllar Türk beyleri Hozat
Dersim bölgesini elinde tutmuĢtur.Tuncelinin
günümüze
ulaĢan güçlü aile
bağlarından olan Abbasan (Hz Abbas‘ın soyundan gelen aile ) aĢiretleri , KureyĢan (Hz
Muhammed‘in aĢireti olan KureyĢ aĢiretinden gelen aile) aĢiretleri ise seyit olduklarını
ifade etmektedirler.Bu
aĢiret ve ocakların
Dersim
merkezli
yerleĢimleri
yüzyıllar
boyunca devam etmiĢtir.Kültürlerini ve nereden geldiklerini sözlü kültür olarak devam
ettirmiĢlerdir. 1100-1500 yılları arasında özellikle Ahmet Yesevi öğretisinin Anadolu ‗daki
temsilcisi olan Hacı BektaĢi Veli kültürü yaygındı.Hacı BektaĢi Veli‘nin menkıbeleri
yıllar yılı, nesilden nesile anlatıldı.O dönemde Anadolu‘daki Türkmen aĢiretlerine Ġslamı
öğreten Hz. Muhamed‘i sevdiren öğretmen Hacı BektaĢi Veli‘ydi.Yunus Emre ve diğer
müritleriyle beraber Hacı BektaĢi Veli için Anadolu büyük bir mektep , Anadolu halkı ise
talebe olmuĢtur.
‗‘Sadık ve evliya hizmetçi‘‘ ve ‗‘Hacta getirilen yemek‘‘ motifli efsane Anadolu‘nun her
yerinde anlatılan bu efsanelerin temelini yukarıda bahsettiğimiz menkıbenin oluĢturduğunu
düĢünebiliriz.BektaĢi tekkesinin Anadolu‘yu karıĢ karıĢ gezen derviĢleriyle bu menkıbenin
Anadolu‘da yayıldığını ; ancak geçen süre içerisinde birbirinin yerine geçme kuramına göre
kahramanların isim farklılıklarının olduğunu görmekteyiz.Günümüz
incelediğimizde bu efsanenin geliĢim sürecini devam ettirdiğini görmekteyiz.
3.Bölümün Ġncelenmesi
447
varyantlarını
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Hacta bulunduğu sırada Munzur‘un ağasının canı helva çeker.Bu 1914 varyantında da
günümüz
varyantlarıyla hemen hemen aynıdır. Burada
helvadır.Anadolunun
diğer yerlerinde ise
ağasına
götürdüğü
bu bazen mantı,bazen içli
yiyecek
köfte
olabilmektedir.(Sakaoğlu,1997:183) Vilayetname deki menkıbede geçen yiyecek ise ‗‘biĢi‘‘
denilen hamur kızartmasıdır.
Diğer bir nokta ise 1914 varyantında,1976 varyantında ve günümüz varyantlarının birinde ise
Munzurun namaz kılması anlatılmamıĢtır.Günümüz varyantlarından birisinde ise Munzurun
ağası Mekke de hacta iken namaz kılar ve sağa selam verdiğinde Munzur‘u görür o da
ağasına helvayı takdim eder.(Günümüz varyantı 1)Anadolu‘daki benzer motifli efsaneleri
incelediğimizde
namaz ibaresi geçmemektedir.Efsanenin
kaynağını oluĢturduğunu
düĢündüğümüz menkıbede de böyle bir durum anlatılmamıĢtır..
4.Bölümün Ġncelenmesi
1914
varyantında , 1976 varyantında ve günümüz varyantlarında bu bölüm çoğunlukla
aynıdır.Buradaki hacta olan ağanın gelmesi ile kerametin ortaya çıkması, sadık ve evliya
hizmetçinin ortadan kaybolması ‗‘sır‘‘olması Anadolu‘daki diğer efsanelerde de çoğunlukla
vardır.Vilayetname‘de ise böyle bir durum anlatılmamıĢtır.
Munzur Baba efsanesinde su kaynağının süt gibi kaynaması bize Altay-Türk mitolojisindeki
ve Anadolu‘daki süt pınarı,süt denizi,süt gölü,süt ırmağı gibi motiflerle su-süt benzetmesini
akla getiriyor.Yine Dadaloğlu‘nun Aladağı‘ndaki süt pınarına olan benzerlik de dikkat
çekicidir.(Ögel,2010:362)Munzur‘un dağda kaybolması ile ruhunun dağa ve ırmağa akmasını
temsilen
oradaki
halk
tarafından
dağa
ve
ırmağa
Munzur
isminin
verildiğini
düĢünebiliriz.Yüce dağ ve ulu ırmak kültünün oluĢmasına ve devam etmesine sebebiyet
veriyor. Efsaneler temelde bir oluĢumu açıklarlar.
Bunların yanı sıra ilk iĢlenen günahı, ölümün kökenini, tufanı, tanrıların insanları nasıl
cezalandırdıklarını, avcılığın ve hayvancılığın baĢlangıcını, bitkilerin nasıl oluĢtuklarını,
ateĢin bulunuĢunu, yeryüzünün ilk çiftini ve ailesini, gelenek ve göreneklerin, törelerin, teknik
bilgilerin kaynağını da kendine konu edinir. Efsanelerin birçoğu açıklayıcı niteliktedir.
Dünyadaki ve hayattaki birçok varlığın neden ve nasıl ortaya çıktığına cevap vermeye çalıĢır.
Bu durumda Munzur Irmağı‘nın kaynağını oluĢturan suyun sebebi efsaneye dayandırılarak
güzel bir sebebe bağlanıyor.
448
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Son paragrafta var olan Ġran Ģahlarından birisinin gelmesi ,kazı yaptırarak süt kabını
bulması ve Tahran‘daki müzeye götürmesiyle ilgili olarak ise baĢka bir kaynakta böyle bir
durumla karĢılaĢılmamıĢtır.Ancak
bölgesindeki
Türkmen
Yavuz Selim –ġah Ġsmail rekabetinden beri Dersim
aĢiretlerinin
ġah Ġsmail tarafını desteklediğini bilmekteyiz.Son
paragrafta anlatılan bu durum ise efsanenin günümüz varyantlarında ve 1976 varyantında
bulamıyoruz. Aradan
geçen yüz yıl içerisinde Ģiilik etkisinin bölgede azaldığını ayrıca
efsanenin asıl formatı olarak
görebilmekteyiz. Anadoludaki
düĢündüğümüz menkıbeye
benzer
daha çok benzediğini
motifli diğer efsanelerde
ise Ģiilik etkisini
göremiyoruz.
Sonuç
Efsanelerin güvenilir tanıklıkta bulunmak
çıktığını düĢünebiliriz.Masal
ve toplumsal
inancı karĢılamak
için ortaya
metinlerinde inandırma amacı güdülmezken efsanelerde
inandırma amacı güdülür.Metin merkezli yayılma ve birbirinin yerine geçme kuramlarına
göre bir toplum için önemli olan olay , durum, varlıkların oluĢum nedenlerine göre açıklama
getirmek
ve bu anlatının devamını sağlayabilmek önemlidir.Folklor ürünlerinde toplumun
yaĢadığı coğrafyayı tabiatı , toplum hayatında önemli olan varlık ve
nesneleri
yerelleĢtirmek,millileĢtirmek için kullanılabilir.
Munzur Baba efsanesinde Munzur Irmağı‘nın kaynağında suyun süt gibi yerden kaynayarak
çıkması , buna efsanevi bir görünüm ve toplum inancını karĢılayan bir sebep olarak ortaya
konması önemli bir gerçektir.Böylelikle efsanenin oluĢtuğu bölge hem kutsallık kazanıyor
hem de halkın inancını temsil eden motifler efsaneyle yıllar yılı tekrar ediliyor.Dersim halkı
savaĢlar, sürgünler,nesil farklılıklarını
devam
ediyor
ve
küçük
yaĢasa dahi halkın bilinçaltında kültürel öğretiler
değiĢikliklerle
Munzur
Baba
efsanesi
geliĢimini
sürdürüyor.Toplumdaki gelenekleri ve sosyal davranıĢları geçerli kılmak ve bunu nesilden
nesile aktarmak halk bilincinin vazgeçilmez bir özelliğidir.
Vilayetname‘de geçen menkıbenin
Anadolu‘nun hemen her köĢesinde anlatılan
‗‘Sadık,evliya hizmetçi‘‘ ve ‗‘Hacta getirilen yemek‘‘ motifli efsanelere ilham verdiğini ve
kaynaklık ettiğini tahmin
ediyoruz.Ayrıca Hacı BektaĢi Veli‘nin menkıbe‘de gösterdiği
kerametin yıllar yılı birbirinin yerine geçme kuramına göre
anlatıldığı savını da ortaya
koyabiliriz.Anadolu‘nun her bölgesinde sevilen,sayılan kiĢiler için ‗‘Sadık,evliya hizmetçi‘‘
449
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
ve ‗‘Hacta getirilen yemek‘‘ motifli efsaneler anlatılmıĢtır.Vilayetname‘de geçen menkıbenin
(Gölpınarlı,1958:6)
yemek‘‘
motifli
, Anadolu‘da anlatılan ‗‘Sadık,evliya hizmetçi‘‘ ve ‗‘Hacta getirilen
efsanelere
kaynaklık
edebilme
durumunu
inceledik.Anadolu‘da
anlatılan‗‘Sadık,evliya hizmetçi‘‘ ve ‗‘Hacta getirilen yemek‘‘ motifli
efsanelerden 12
tanesini ,Saim Sakaoğlu makalesinde belirtmiĢti. (Sakaoğlu,1997:182) Diyarbakır‘da‘‘Deli
Ali‘‘ ve KahramanmaraĢ‘taki ‗‘Kıyan‘‘ efsaneleri ile birlikte benzer motifli efsane sayısı 14
‗e yükselmiĢ oldu. Munzur Baba efsanesinin 1914 varyantı ,1976 varyantı ve 2014 yılı
günümüz varyantlarını inceledik.Farklılıklarını ve ortak özelliklerini tespit etmeye çalıĢtık.
Halk anlatıları toplumun belleklerini oluĢturmaktadır.Toplumun içinde bulunduğu sosyal
Ģartlar bu anlatıları etkilemekte yaĢanan süreç içerisinde metinlerde değiĢim ve dönüĢümler
yaĢamaktadır.Efsane türünün karakteristik özelliklerinden olan
yaygın efsanedeki kiĢinin
yerine
geçmesi
yörede tanınmıĢ kiĢinin
durumu Munzur Baba efsanesinde de
görülmektedir.
Bu tür efsaneler incelenirken ĢahıslarındeğiĢimi inanca bağlı değiĢim ve dönüĢümler
toplumun tarihi süreç içerisinde yaĢadığı sosyal hadiselerin müĢahhas yansımalarıdır.Bu
bağlamda toplumların sosyal hayatı incelenirken halk muhayyilesinin ürünü olan
efsanelerinde incelenmesi gerekmektedir.Bu durum aynı zamanda halk edebiyatı metinlerinin
salt bir edebi metin olmaktan ziyade aynı toplumun etnografyası hakkında bilgi veren belge
niteliği de taĢıdıklarını da göstermektedir. Bu tür halk anlatılarının derlenmesi, elektronik
kültür ortamında korunması küreselleĢmenin sonucu olarak unutulma tehlikesine karĢı tedbir
alınmasını da sağlamaktadır.Farklı icra alanlarında (sinema , tiyatro vs.) inanç ve değerler
bağlamında bu metinlerin değerlendirilmesi ve gelecek nesillere taĢınması Türk folkloruna
önemli katkılar sağlayacaktır.
Kaynaklar
Akgül,Suat (2000), Amerikan ve Ġngiliz Raporları IĢığında Dersim,Ġstanbul,Yaba
Yayınları,s.89.
Ali,Duymaz(2001),Kaz Dağı Efsaneleri Üzerine Bir Değerlendirme,Balıkesir Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi ,S.5,s.88-102.
450
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Bardakçı, M. Necmettin (2005), Bir Tasavvuf Mektebi Olarak Bektâsilik, Uluslararası
Bektâsilik ve Alevilik Sempozyumu , Isparta, s.58.
Bozkurt, Seyfi (2007), KahramanmaraĢ Efsaneleri, Konya. lisans Tezi.
Doğan,PaĢa (2003), Türk Kültürü ve Hacı BektaĢ Velî AraĢtırma Dergisi Sayı .27 ,Seyit
Mahmut Hayrani Silsilenamesi,Ankara,Gazi Üniversitesi.
Gölpınarlı,Abdülbaki(1958)Vilâyetnâme, Manâkıb-ı Hünkâr Hacı BektâĢ-ı Velî, Ġstanbul
sy.6.
Kalman,Mehmet (2011), Belge ve Tanıklarıyla Dersim,Ġstanbul,Peri Yayınları,s.13.
Zeki,S.(1969),Yüce Evliya Düzgün Baba,Ġstanbul,Azim Matbaası,s.72.
Noyan,Bedri (2000), Bütün Yönleriyle Alevîlik ve Bektâsîlik Cilt1,Ankara,Ardınç Yayınları
s.368.
Öcal Oğuz,M (2013),Türk Halk Edebiyatı El Kitabı,Ankara,Grafiker Yayınları,s.61.
Ögel,Bahattin (2010),Türk Mitolojisi Cilt.2, Ġstanbul,Türk Tarih Kurumu Yayınları,s.362.
Sakaoğlu,Saim (1997),Türkiyat AraĢtırmaları Dergisi S.4,Konya,Selçuk Üniversitesi,s.181190.
Sakaoğlu,Saim(1976),101 Anadolu Efsanesi , Ġstanbul ,Damla Yayınevi,s.124.
Üçer,Cenksu (2005),Tokat Yöresinde Geleneksel Alevilik, Ankara,Ankara Okulu Yayınları
,s. 325.
YavaĢ ,Fatih (2006 ),Yuksek Lisans Tezi,Ġstanbul,Marmara Üniversitesi, s.51.
Kaynak KiĢi-1 Özgür Özgül,1984,Tunceli,Ovacık Derlenme Tarihi:15.04.2014.
Kaynak KiĢi-2 Aslı Çılgın, 1960 Tunceli,Ovacık Derlenme Tarihi:17.04.2014.
Kaynak KiĢi-3 Mustafa Yıldız,1974,Diyarbakır,Derlenme Tarihi:20.04.2014.
451
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
SERVET-Ġ FÜNÛN: ÜTOPYALAR, ÇATIġMALAR VE HAYÂT-I MUHAYYEL
Ġbrahim ÇALAN*
ÖZET
Ġnsanoğlu, öteden beri ideal bir dünya ve toplum düzeni inĢâ etme düĢüncesini hayâl ede
gelmiĢtir. Platon‘un Devlet‘inden bu yana geçen uzun zaman zarfında;siyasî, edebî, sosyolojik
yönü bulunan birçok ütopik eser vücûda getirilmiĢtir. Türk edebiyatında ütopik nitelikteki
eserlereTanzimat döneminden itibaren rastlanır. Tanzimat dönemi, Osmanlı‘nınBatı‘ya ilim,
teknik ve edebiyatta ciddi yönelimlerinin olduğu bir dönemdir. Bu dönemde edebiyatta Batılı
türler ilk kez denenmiĢ, Servet-i Fünûn döneminde ise teknik ve muhteva bakımından sağlam
eserler verilmiĢtir. Batı‘ya yönelme sadece ilim ve sanat sahalarında değiĢimler getirmemiĢ,
aynı zamanda muhafazakâr dünya görüĢünü de tesiri altına almıĢtır. Âkif PaĢa‘yla baĢlayan
kırılma noktası, ġinasi ve Ziya PaĢa ile devâm etmiĢ, Servet-i Fünûn döneminde en uç
noktalarına varmıĢtır.Hayât, din ve dünya karĢısındaki geleneksel duruĢun değiĢmesinin
edebiyata yansımaları olmuĢtur.Hayâttan Ģikâyet eden, hayâtı saplantıya dönüĢtüren yeni
nesille birlikte mutluluk ütopik beldelerde aranmaya baĢlanmıĢtır. Modern Türk edebiyatının
elit edebî oluĢumu Servet-i Fünûn döneminde, -devrin siyasî yönden çalkantılı olması ve bu
neslin karakter yapısının da etkisiyle- ütopik özelliklere sahip birçok edebî eser kaleme
alınmıĢtır. Hüseyin Câhit Yalçın‘ın Hayât-ı Muhayyel‘i Tevfik Fikret‘in Ömr-i Muhayyel‘i ve
YeĢil Yurt‘u bunlardan sadece birkaçına örnektir.
Anahtar Kelimeler: Servet-i Fünun, Ütopya, Saplantı, Hayat-ı Muhayyel.
Abstract
Humankind has long been dreaming of idea which would create an ideal world and society
system. It has been a long time since Plato's ―The Republic‖ and many utopian books which
have political, literary and sociological aspect have written. Utopian works in Turkish
literature are seen since Tanzimat period. Tanzimat is a period that Ottoman Empire
significantly headed to the West in fields of science and literature. Western genres for the first
*
ArĢ. Gör. Siirt Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, [email protected].
452
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
time had tested in literature and in Servet-i Fünun period eligible books have written in terms
of technique and theme. The heading to the West not only brought about changes in the fields
of science and art, but also influenced conservative worldview. The breaking point which
began Akif Pasha continued with ġinasi and Ziya Pasha and reached to it extreme border.
Changes in traditional attitudes toward life, religion and world had influenced on literary. The
happiness has sought in utopian place with the new generation who complain of life and make
it an obsession.
So Many utopian literary works have written in contemporary Turkish elite literary formation
Servet-i Fünun period due to political turbulent and with that impact of the character of that
generation. Hayat-ı Muhayyel by Hüseyin Cahit Yalçın, Ömr-i Muhayyel and YeĢil Yurt by
Tevfik Fikret are examples a few of them.
Key Words: Servet-i Fünun, Utopia, Obsession, Hayat-ı Muhayyel.
GiriĢ
Herhangi bir yerde bulunmayan bir mekân; nâ-mevcût bir varlık, gerçekdıĢı bir hakîkat
(Utopie 1990: 264-265), herkesin mükemmel Ģartlar altında hayâtını sürdürdüğü hayâlî ülke
(Utopia 1967: 545) anlamlarına gelen ütopya, Thomas More‘unÜtopya (1516) adlı eseriyle
literatüre girmiĢ bir kelimedir. Ütopyanın Batı edebiyatında köklü bir geçmiĢi vardır.Ġlk
ütopik eser Platon‘un Devlet (M.Ö 380) adlı eseridir.Bu eser felsefî bir ütopyadır.Daha sonra
ise Thomas More‘un Ütopya (1516), Tommaso Campanella‘nın GüneĢ Ülkesi(1602), Francis
Bacon‘nın Yeni Atlantis‘i (1627), Winstanley‘in Özgürlüğün Yasaları (1652) adlıeserler
gelmektedir. Ütopyaya karĢıt olarak ise distopya ortaya çıkmıĢtır. ―Ters-ütopya, karĢı-ütopya
Ģeklinde de ifade edilen distopya ise, ütopyanın tam tersi adaletsiz, savaĢın olduğu, huzursuz,
mutsuz bir dünya anlamında kullanılmaktadır.‖ (Ġslamoğlu, 2013:704)
Türk edebiyatında ise Batılı anlamda ütopya kavramı ve anlayıĢı her ne kadar eski olsa da bir
yönüyle BatılılaĢma ile yakından ilgilidir. ―Osmanlı aydınları, 19. Yüzyılın ortalarında henüz
kavram olarak ütopyayı bilmiyorlardı; fakat tarihimizin derinliklerinden gelen, fantastik ve
ütopik unsurlar içeren eserlere pek aĢinaydılar. Dede Korkut Hikâyeleri, Binbir Gece
Masalları, Farabi‘nin Faziletli Devlet‘i, Mazdakların eĢitlikçi gelenekleri, Karmatilerin ve
Hürremilerin toplumcu giriĢimleri, Babai Ġsyanları, Kutadgu Bilig, Orhun Yazıtları, Battal
Gazi Destanları ve diğer hikâyeler, söylenceler; Mevlana‘nın, Yunus Emre‘nin ütopik Ģiirleri,
453
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Alevi kitlelerinin ―Rıza ġehri‖ gibi ütopik tasarıları, Simavnalı Bedreddin‘in gelecek tasarısı
ve diğerleri...‖ (Usta, 2014: 64-65).
Türk edebiyatında ütopik özelliklere sahip edebî eserler -tam olarak ötopya özelliği
göstermeseler de-
Osmanlı Devleti‘nin güç kaybettiği, siyasî olarak istikrarsız olduğu
Tanzimat döneminde görülmeye baĢlanır. Nitekim ütopyalar, en belirgin olarak buhranın
azami dereceye vardığı, iyileĢme ve dönüĢme arzularının talep edildiği dönemlerde ortaya
çıkarlar. Ziya PaĢan‘nın birtakım siyasî temennilerin bulunduğu Rüya(1868) adlı eseri ve
Abdullah
Cevdet‘in
Mahkeme-i
değerlendirilebilirler.Servet-i
Fünûn
Kübra(1895)
döneminde,
yazısıütopik
Hüseyin
ilk
Cahit
metinler
Yalçın‘ın
olarak
Hayât-ı
Muhayyel‘ 126 i, Tevfik Fikret‘in Ömr-i Muhayyel‘i ve YeĢil Yurt‘u, Fecr-i Âtî döneminde
Ahmet HâĢim‘in O Belde‘si veYollar‘ı ütopik eserler olarak dikkat çekerler.
Servet-i Fünûn Öncesi Genel Durum
Her edebî hareket gibi Servet-i Fünûn hareketi de bir önceki kuĢağın edebî mirasından,
dönemin siyasî ve sosyal durumundan azade değildir. Bu çerçevedeServet-i Fünûn neslini,
daha iyi tahlîl edebilmek için Osmanlı Devlet‘inin ―modernleĢme‖ serüvenine kısaca
değinmek faydalı olacaktır.18. yüzyıldan itibaren Osmanlı devleti; siyasî,askerî,ilmî sahalarda
Avrupa‘nın gerisinde kalmıĢtır. Avrupa‘yı yakalayabilmek adına ilk olarak askerî alanda
baĢlayan reform hareketleri 19. yüzyıldakendini değiĢik alanlarda da göstermeye baĢlamıĢtır;
bu alanlardan biri de kuĢkusuz edebiyattır. Batı‘ya yönelme sadece ilim ve sanat sahalarında
değiĢimler getirmemiĢ, aynı zamanda muhafazakâr dünya görüĢünü de tesiri altına almıĢtır.
Âkif PaĢa‘yla baĢlayan değiĢim ve dönüĢüm, ġinasi ve Ziya PaĢa ile devâm etmiĢ, Servet-i
Fünûn döneminde en uç noktalarına varmıĢtır.Hayât karĢısındaki geleneksel duruĢ yerini,
Ģikâyet ve mennuniyetsizliğe bırakmıĢ, bu durum ütopik nitelikli eserler için uygun bir zemin
hazırlamıĢtır. Varlığın kendisi artık bir ızdırap sebebi olmaya baĢlamıĢtır.Artık övülen Ģey
―yokluk‖tur. Âkif PaĢa‘nınAdem Kasidesi ile bir çözülme baĢlar:
Biz bu mihnet-geh-i hestîye küçükken geldik
Yoksa kim eyler idi terk-i kühencâ-yı adem.
126
HüseyinCâhidYalçın,
Alıntılarbubaskıdandır.
SeçmeHikâyeler,
(hazırlayan:
454
Özgeġahin),
KesitYayınları,
Ġstanbul
2011.
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Âkif PaĢa‘nın bu beyitte dile getirdiği ―bu köhne mekânı terk etme, mihnet dolu
mevcûdiyetten ayrılma‖ isteği tradisyondakilerden nüanslar içermektedir. O‘ndaki bu istek
tasavvufî boyutlarda ele alınabilecek bir durum olmadığı gibi, yüce bir felsefî doktrinin
neticesi de değildir.Adem Kasidesi daha çok Âkif PaĢa‘nın kırgınlık ve hırçınlıklarını
öfkeylebilinç düzeyinde ifadeettiği bir metin olarak düĢünülebilir.
Ziyâ PaĢa‘ya geldiğimizde O‘nun hayât, kainât ve varlık hakkındaki felsefî tefekkürleriyle
karĢılaĢırız. Ziyâ PaĢa için dünya127, artık felâketler kaynağı olan bir değirmen, insan ise bu
değirmende baĢı boĢ bir tanedir. Doğrusu Ziyâ PaĢa ile hayât karĢısındaki bu bedbîn tavır
daha üst seviyelere çıkmıĢtır:
Bir katre içen çeĢme-i pür hûn-ı fenâdan
BaĢın alamaz bir dahi bârân-ı belâdan
Âsûde olam dersen eğer gelme cihâne
Meydâna düĢen kurtulamaz seng-i kazâdan (Kolcu, 2011: 117)
Bu dönemde kendisine inanılan Yaratıcı ve iman, bir kez de akıl süzgecinden geçirilmeye
baĢlanmıĢ, pozitivimin ilk tesirleri görülmüĢtür. Asırlarca cân ü gönülle inanılan değerler,
aklın Ģehâdetiyle tasdîk edilmek istenmiĢtir. ―Eski Türk edebiyatında akıl, iman karĢısında
umumiyetle hor görülmüĢtür.‖ (Kaplan, 2009: 142) Tanzimat edebiyatının en önemli
simâlarından olan ġinasi‘nin, 20 beyitlik Münâcât‘ında yine bu hususta dikkat çekici unsurlar
vardır. ġinasi‘, 20 beyitlik Münâcât‘ı boyunca asıl maksadını söylemek için çırpınır, durur.
Onbirinci beyite geldiğinde ―vahdet-i zâtına aklımca Ģehâdet lâzım‖ der. Bu mısra, gelinen
noktayı göstermesi itibariyle dikkate Ģâyândır. Keza ġinasi, Mustafa ReĢid PaĢa için yazdığı
kasidede ―Sensin ol fahr-i cihân-ı medeniyet ki hemân, / ahdini vakt-i saadet 128bilir ebnâ-yı
zaman‖ diyecek kadar ileri gider. Aynı Ģekilde Sâdullah PaĢa‘nınOndokuzunucu Asıradlı
eserindebu çerçevede dikkate değer birçok husus vardır.
127
ZiyaPaĢa‘nınTerci‘-iBend‘inden: Gerdünbirâsiyâb-ıfelâketmedârdır / Gûyâiçindeâdem-iâvâredânedir.
128
Hz. Peygamber‘in yaĢadığı devir hakkında kullanılan bir terim… Hz. Peygamber‘in yaĢadığı, ashabını terbiye
edip yetiĢtirdiği, Ġslâmiyet‘in tebliğ edildiği ve tam anlamıyla uygulandığı zaman dilimini ifade etmektedir.
Müslümanların en ideal zaman olarak kabul ettikleri, özlem duydukları ve saygıyla andıkları bu eĢsiz devri,
bilhassa Türkler saygı ve hayranlıklarının bir ifadesi olmak üzere ―asr-ısaâdet‖ diye adlandırmıĢlardır (Özaydın
1991: 501).
455
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Tanzimat dönemi aydınlarının zihinlerinde yeĢeren Ģüphe tohumları;hayât karĢısında
takındıkları menfi tavırlar ve kırılmalar, Servet-i Fünûn neslinin ırsî özellikleriyle, nahif
mizaçlarıyla ve dönemin siyasî ve sosyal Ģartları ile birleĢince hayât büsbütüngayyâ 129
kuyusuna dönüĢmüĢtür:
ĠĢte gayyâ-yı vücûd, iĢte o zulmet, o batak;
BeĢerin iĢte, pür ümmîd ü heves, kıvranarak
Ka'r-ı târında Ģinâh ettiği girdâb-ı ufûl! (Fikret, 2005: 100)
Servet-i Fünûn edebiyatı, II. Abdülhamid devrinde meydana gelmiĢ edebî bir oluĢumdur. Bu
devir, Osmanlı Devleti‘nin en çalkantılı devridir. II. Abdülhamid‘in politikalarını doğru
bulmayan, her fırsatta muhalif davranan Servet-i Fünûn neslinin, var olan huzursuzluğuna
sansür uygulamaları da eklenince bu nesil iyice kendi kabuğuna çekilmiĢtir. Aksiyon adamı
olmamaları ve yapılarındaki marazîlik, onları mutluluğu sanatta ve idealize edilmiĢ
mekânlarda aramaya itmiĢtir. Realitenin soğuk, sınırlayıcı çehresiyle karĢılaĢan bu
santimantal nesil, sanatı hayâtın en büyük meĢgâlesi olarak telakki etmeye baĢlamıĢtır. ―Bütün
gün ‗sanat, sanat içindir‘ (alıntılayan Kudret 1987: 286) diye haykırılması, ―edebiyatın gayesi
yine edebiyattır, güzelliktir; edebiyat vasıta değildir‖ (alıntılayan Hizarcı,1957: 8) demeleri bu
durumun neticesidir.Tüm bu Ģartlar birlikte düĢünüldüğünde Servet-i Fünûn döneminde
ütopik nitelikte birçok eserin verilmesi daha iyi anlaĢılır.
Servet-i Fünûn: KaçıĢ ve Ütopyalar
Realitenin dıĢına çıkmak arzusu Türk edebiyatında yüzyıllardan beri iĢlenilmiĢ bir temdir.
Anadolu edebiyatının baĢında gelen Yunus Emre‘de bu teme rastlanıldığı gibi, Divan Ģiirinin
son temsilcilerinden olan Âkif PaĢa‘da da aynı tem bulunur. (Kaplan, 2009: 141) Devir,
Ģahsiyet, etnik köken, siyasî ve dinî eğilim ne kadar farklı olursa olsun ötelerde bir yerde
ideal olana duyulan hasret mutabık bir talep olarak görünüyor. Servet-i Fünûn edebiyatında
da kaçıĢ temiyle sık sık karĢılaĢırız. Servet-i Fünûn edebiyatı âdeta ―realiteden kaçıĢ‖
edebiyatıdır. Servet-i Fünûn denince akla gelen ilk isimlerden biri olan Tevfik Fikret‘in
Rübâb-ı ġikeste‘sinde daha ilk manzumelerden itibaren realiteden kaçma, yaĢadığı hayâtı
beğenmeme hususu gözlemlenir.Realiteden sıyrılıp hayâlî beldeye sığınma arzusu özellikle
Tevfik Fikret‘in Ömr-i Muhayyeladlı Ģiirinde en beliğ bir Ģekilde ifade edilir. Ömr-i
129
Gayyâ [A.i] 1. Cehennemdebulunankuyu. 2. [mec.] Netâmeliyer, içindençıkılmasıgüçiĢ. (Doğan 1994: 399).
456
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Muhayyel‘de ―her sahn-ı hakîkatten uzak, herkese meçhûl‖ diyen Tevfik Fikret, aslında bu
neslin ortak talebini dile getirir. Ömr-i Muhayyel‘de gül bahçelerinin, yeĢil göllerin bulunduğu
bir yerde kuĢlar kadar güzel bir hayât tahayyül edilir. Bu bağlamdaÖmr-i Muhayyelbir Serveti Fünûn ütopyasıdır:
Bir ömr-i muhayyel… Hani gül-bünler içinde
Bir kuĢcağızın ömr-i bahârîsi kadar hoĢ;
Bir ömr-i muhayyel… Hani göllerde, yeĢil, boĢ
Göllerde, o sâfiyet-i vecd-âver içinde
Bir dalgacığın ömrü kadar za‘il ü muğfel
Bir ömr-i muhayyel! (Fikret, 2005: 142)
Yalnızca bir resmin boyanmasının bile karamsar bir ruh durumunu iyileĢtirmede ya da
gerilimi azaltmada etkisi olabilir 130 . Ömr-i Muhayyel Ģiiri, kelimelerle çizilmiĢ resimden
baĢka bir Ģey değildir. Tevfik Fikret‘in böyle bir Ģiir yazmasının psikolojik
yönünün
olmasının yanı sıra edebî yönü de vardır. ―Resme karĢı büyük bir ilgi duyan bu nesil- Fikret
aynı zamanda ressamdı, Servet-i Fünûn mecmuası, fotoğraf ve resimlerle süslüdür- Batı‘dan,
resim gibi Ģiir yazmak iddiasında bulunan parnasyenlerle, nesirlerini resim haline koyan
Goncourt‘ları ve Flaubert‘i örnek tuttu.‖ (Kaplan, 2009: 99) Bu durum Servet-i Fünûn
nazmını ve nesrini âdeta resim haline getirmiĢtir. Örneğin Cenab ġahabettin‘in Elhân-ı ġitâ‘sı
tam anlamıyla bir kıĢ tablosudur. Fikret‘in Ne Ġsterim adlı Ģiirinde resim, hayâl ve hasret iç
içedir:
Mâi bir göl, yanında bir meĢcer;
MeĢcerin sîne-i sükûnunda
MünteĢir iltimâ-i saf-ı kamer
Sonra bir çok menâzır-ı hoĢ-ter(Fikret, 2005: 193)
Tevfik Fikret‘in YeĢil Yurtadlı Ģiirinde de yine benzer temâyül söz konusudur. Realiteden
kaçıĢ, muhayyel yerlere sığınma ve memnuniyetsizlik teması diğer Servet-i Fünûn
130
Ayrıntılı bilgi için bk. (Fordham, 2008).
457
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
sanatkârlarında da görülür. Hakîkatten ihtirâz131 eden ya da hakîkat ve hayâl arasında ezilen
kahramanları Servet-i Fünûn eserlerinde çokça görürüz. Servet-i Fünûn‘un hikâye ve
romancısı Halid Ziya‘nın eserlerinde bu türden karakterler mevcûttur. ―Halid Ziya‘nın Ahmed
Cemil‘i ―mâi‖ hayâl ile ―siyah‖ hakikat arasında ezilir.‖ (Kaplan, 2009: 141) Mâi ve Siyah‘ın
hayâlperest, bedbaht kahramanı Ahmed Cemil ile kurgusal bir mülakat düzenleyen Tanpınar,
Ahmed Cemil‘e yaptıkları ile ilgili sorular sorar. Ahmed Cemil‘in verdiği cevâplar tipik
Servet-i Fünûncular‘ı anlatır:
―- Niçin, dedim, niçin kaçtınız, siz ki, henüz gençtiniz, büyük bir istidatınız,
kabiliyetleriniz vardı.
-
Belki bütün bunlar doğrudur ve hakikaten bende bu saydıklarınız vardı. Fakat
yaĢamak için bir tarafım eksikti, zaruretlere tahammül edemiyordum. Sadece
hülyanın , hüsnüniyetin yarattığı bir adamdım, onun için... Hem niçin taaccüp
ediyorsunuz? Benden çok yaĢlı olan amcalarımın Yeni Zelanda‘da müstamer
olmayı ciddiyetle düĢündükleri bir devrede benim Yemen‘de memuriyet kabul
etmemi tabiî bulmalısınız; yorgundum, muhitim bana kasvet-engiz geliyordu.‖
(Tanpınar, 2011: 280)
Yine Halid Ziya‘nın AĢk-ı Memnu‘sunda da aynı çatıĢma ve memnuniyetsizlik söz
konusudur. ― (...) Realitenin sert yüzüyle iki üç temas nasıl Ahmed Cemil‘i yıkarsa, zengin,
kibar, aĢçılı, uĢaklı, mürebbiyeli, havası garip bir hissîlikle dolu Adnan Bey‘in evini de
Bihter, öylece alt üst eder... O, bu eve limonluğa düĢen bir yıldırım gibi girer.‖ (Tanpınar,
2011: 285)
Servet-i Fünûn sanatkârlarının eserlerinde iĢledikleri temalar, çizdikleri tipler yakından
incelendiğinde birbirleriyle büyük benzerlikler arz ederler. Tevfik Fikret‘in Sühâ‘sı ile Hayâtı Muhayyel‘in anlatıcısını birbirinden ayırt etmek zordur. Tanpınar‘ın deyiĢiyle ―Servet-i
Fünûn tam bir aile idi. Eser ve insan bu ailede nev‘iler arasında birbirine cevap veriyordu.
Nasıl Fikret biraz da Süha ise, Mâi ve Siyah‘ın kahramanı Ahmet Cemil de Süha‘nın öz
kardeĢi, daha doğrusu bir çeĢit ―dublör‖ü idi.‖ ( Tanpınar, 2011: 288) Hayâlperest Sühaile
realist Pervîn‘in çam ormanında yaptıkları geziyi konu edinen Sühâve Pervîn manzumesi yine
Servet-i Fünûncular‘ı ve bu neslin ―felsefesi‖ni açığa çıkaran ifadeleri içermektedir:
131
Tevfik Fikret‘in Sahaif-i Hayatımdan adlı Ģiirinden: Bunu Ģiirim de söylüyor belki / Ben hakîkatten ihtirâz
ederim.
458
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Melâli çehre-i eĢyâya pek yaraĢtırırım. (Fikret, 2005: 9)
-Evet, hakîkati hulyâya hep fedâ ederim,
Zaman olur ki vücûdumdan ayrılır, giderim...(Fikret, 2005: 103)
―Hakîkati hulyâya hep fedâ‖ eden bu nesil, hayâtı saplantıya dönüĢtürür, marazî bir ömür
sürer. Bu santimantal tavırları, kendilerini bir araya getiren Recaizade Mahmut Ekrem‘de de
görmek mümkündür. Recaizade Mahmut Ekrem, sırf hüzünlenmek, ağlamak için defalarca
gazetelerde oğlu Nejad‘ın ölüm haberlerini arar. Servet-i Fünûncular, edebîyata getirdikleri
santimantalizmi (edebî anlamda) Recaizade Mahmut Ekrem‘den tevarüs etmiĢ olmaları
kuvvetle ihtimaldir.
Servet-i Fünûn nesli büyük ölçüde dinî inançlarını yitirmiĢ bir nesildir. Bütün dinlerin özünde
mevcût olan ―sonsuzluk‖ ve ―ebedî mutluluk‖ vaadine mesafeli durmaları, onları hayâlî
beldeler arayıĢına sevk etmiĢtir. Servet-i Fünûn sanatkârları arasında dinî yönü en çok tahrîp
olan Ģahıs Tevfik Fikret‘tir; aynı Ģekilde hayâlî belde hasreti de en çok O‘nda görülür:
Bütün boĢluk: Zemîn boĢ, âsumân boĢ, kalb ü vicdan boĢ;
Tutunmak isterim, bir nokta yok pîĢ-i hasârımda.
Bütün boĢluk: Döner bir hîçî-i mûhiĢ civârımda;
Döner beynim berâber; ihtiyârım, sanki bir sarhoĢ,
DüĢer, bu lagzîde-pâ, her sâha-i ümmîde bir kerre...
Bu yalnızlık, bu bir gurbet ki benzer gurbet-i kabre;
Ġnanmak… ĠĢte bir âgûĢ-ı rûhanî o gurbetde. (Fikret, 2005: 219)
Tarih-i Kadim‘de daha ileri giderek dini, tarihi ve Tanrı‘yı sorgular. Tanrı‘yı ceberrut, zalim
biri olarak niteler.
Servet-i Fünûn‘un edebiyatından büyük ölçüde etkilenen Ahmet HaĢim‘in Ģiirlerinde de
muhayyel yerlere sığınma isteği vardır. O Belde ve Yollar adlı Ģiirlerinde HaĢim‘in özlem ve
hasreti açıkça görülür. HaĢim‘in Ģiirlerinde görülen, yaĢanılan hayattan memnuniyetsizlik,
bilinmeyen güzel bir beldeye hasretduygusu...vsServet-i Fünûn sanatkârlarınca eserlerde
sıklıkla iĢlenmiĢtir.
459
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Hayât-ı Muhayyel
Hüseyin Cahit Yalçın‘ın Hayât-ı Muhayyel (1899) adlı eseri Servet-i Fünûncular‘ın
―uzaklaĢma, sığınma, kaçıĢ‖ eğilimlerini
en iyi yansıtan eserlerden biridir. Bu hikâye
sevgiliyi, dostları ve tabiatın sâf güzelliklerini barındıran dünyevî bir cennete olan ütopik
hasreti dile getirir.Günahın, kötünün, hırsın, menfaatin olmadığı bu mekânda, para da
önemsenmez. Eserin baĢlığı aynı zamanda hikâyenin temelini teĢkîl eder. Bu hikâye özetle
Ģudur: Kirli hayâtlardan, süslü salonlardan, menfaat mücadelelerinin zehirlediği âlemden
uzaklaĢmak isteyen bir sanatsever grup aileleriyle birlikte uzaklarda, bir adaya yerleĢirler. Bu
adada, herkesin müĢterek kullanabileceği, geniĢ yemek odalarına ve kütüphane salonlarına
sahip bir bina inĢa edilir. Sonra tarlalar ekilir, hayvanlar beslenir, ava çıkılır. Bu sayede köyün
ihtiyaçları tedarik edilir. Her ne kadar medeniyetten uzak olsalar da posta vasıtasıyla ilmî,
fikrî ve teknik geliĢmelerden haberdâr olur, istifade ederler. Bu hayât için tahsis edilmiĢ bir
günde de gezintilere çıkarlar. Bir gün bütün köyün içinde birden bire bir neĢe dalgası kabarır,
köydeki ailelerden birinin çocuğu olur. Köyün nüfusu böylece artar, köy gittikçe bayındır hale
gelir. Mesut ve âsûde seneler kemâl-i sükûnetle geçer, neĢeli baharları bereketli yazlar takip
eder; ardından soluk hazanlar, fırtınalı kıĢlar gelir geçer. Bu aĢk hayâtının mükâfatı olarak
güneĢli bir sonbahar günü sevgililer kucak kucağa ölür, aynı yere gömülürler...vs
Hüseyin Cahit Yalçın‘ın Hayât-ı Muhayyel adlı hikâyesi aslında Servet-i Fünûncular‘ın Yeni
Zelanda‘ya gerçekleĢtirmek istedikleri göçü anlatmaktadır. Ülkede sürüp giden baskı
yönetiminden ve ağırlığından kurtulma dilekleriyle avunup duran Servet-i Fünûncular, Yeni
Zelanda‘ya göçmen alınacağı haberini duyunca umutlanmaya baĢlarlar.
Hüseyin Cahit
Yalçın, anılarında bu durumu Ģöyle anlatır:
―Ortaya Yeni Zelanda adalarına hep birlikte göç etmek düĢüncesi çıktı. Bu düĢüncenin ilkin
kimin tarafından ortaya atıldığını hatırlayamıyorum. Yeni Zelanda adalarına göçmen
göndermek için Londra‘da bir dernek varmıĢ, herkesi yüreklendiren broĢürler çıkarmıĢ. Oraya
gidenlere parasız toprak veriliyormuĢ. Bu broĢürlerde Yeni Zelanda‘nın iklimi, güzelliği, son
derece övülüyormuĢ. Mehmet Rauf bunlardan birini elegeçirmiĢti. Ġngilizceden çevirerek
bizlere anlatıyordu. Fikret bu konuyu ortaya attı ve her duyan kabul cevabını verdi. Yeni
Zelanda‘ya göç düĢüncesini tutmayan hemen hemen hiç kimse yoktu. Bu tasarım kesinlik
kazansaydı kaç kiĢi iĢin ta sonuna kadar gidecekti? Kim bilir. Herhalde en zorlu isteklileri
arasında göz hekimi Esat PaĢa‘yı, Hüseyin Kazım‘ı, Tevfik Fikret‘i, Rauf‘u ve kendimi
sayacağım.‖ (Yalçın, 2010: 132-133).
460
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Göç yolculuğu için gereken parayı, Esat PaĢa Ankara dolaylarındaki büyük çiftliğini satmak
suretiyle temin edeceğini söyler. Ada üzerinde propaganda broĢürlerinin verdiği bilgilerle
yetinilmez, Hüseyin Câhit‘i ve Hüseyin Kâzım‘ı keĢif yapmak için oraya yollamak düĢünülür.
Ankara‘ya çiftliği satmaya giden Esat PaĢa, oradan elleri boĢ dönünce bu hayâle veda edilir.
Ancak Ġstanbul çevresinden uzaklaĢma fikrini akıllarından çıkaramayan Servet-i Fünûncular,
bu kez Manisa dolaylarındaki bir köye yerleĢmeyi düĢünürler:
― Bununla birlikte, Ġstanbul çevresinden uzaklaĢmak bizde bir çeĢit değiĢmez düĢünce
olmuĢtu. ―Hafiyelerle, sansürcülerle, sürgünler ve baskınlarla çevrili bu yaĢam içinde
vicdanca rahat bir dakika geçirmek pek zordu. Bu derdin çaresini Hüseyin Kâzım buldu.
Manisa dolaylarında sanırım Sarıçam denilen köyde toprağı varmıĢ. Orada çamlık, güzel bir
tepe üzerinde bir köĢk yaparak çiftçilikle yaĢayacaktık. Bu son tasarım, daha sınırlı ama daha
gerçek bir çerçeve içindeydi. Fikret, Kâzım, ben ailelerimizle oraya gidecektik. Bütün
giderleri Hüseyin Kâzım yükleniyordu.‖ (Yalçın, 2010: 133-134).
Tevfik Fikret, hemen bu hayâlle tutuĢmaya baĢlar; güzel bir köĢk planı çizer, odaları ve
salonu belirler, hatta salonun nasıl döĢeneceğini bile kararlaĢtırır. Hüseyin Câhit, Sarıçam
köyünü gider ve köy hakkında izlenimler edinir. Ancak bilinmeyen nedenlerle bu arzu da
gerçekleĢ(tirile)mez. Hüseyin Câhit, Tevfik Fikret‘e serzeniĢte bulunur:
―...Fikret‘in böyle tuhaflıkları vardı. Kim bilir ne gibi bir düĢünce ile niyetinden vazgeçti ve
kabahati Hüseyin Kâzım‘a yüklemek istedi. Ben Manisa‘da iken:―Gel ey berid-i perestide…‖
(Gel ey sevgili haberci...) [Rübab-ı ġikeste] diye dizeler söylemiĢ, sabırsızlıkla geri dönmemi
beklemiĢ. Sonra giriĢimden vazgeçince: ―Sen de gittin, senin de arkandan‖ (Rübab-ı ġikeste)
diye göz yaĢları dökmüĢtü. Sanki bütün giriĢimin amacı bu iki Ģiiri yazmakmıĢ gibi.‖ (Yalçın,
2010: 135-136).
Faruk Huyugüzel, Hüseyin Câhit‘in hikâyeyi yazdığı yıllarda yeni toplum düzeni ve yeni
insanlık fikriyle çok meĢgul olduğunu, Hüseyin Câhit‘in uzak âlemler tasavvurunu anlatan bir
yazısından hareketle söyler:
―Gizli gizli okuduğumuz Utopie, Cite de Soleil gibi eserler bizim ruhlarımızda ‗senin‘,
‗benim‘ düĢünceleri olmadan kardeĢ gibi hakikî bir insan gibi bir arada yaĢamak ve temiz bir
sosyete teĢkil etmek fikirlerini uyandırmıĢtı…‖(Huyugüzel, 1982: 47).
Hayât-ı Muhayyel‘de bazı ütopyalarda görüldüğü gibi medenî hayâttan tamamen bî-haber
kalınmaz. Komünal yaĢama ait izlerin olması ve aile hayâtından bahsetmesi, Hayât-ı
461
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Muhayyel‘i benzerlerinden farklı kılar. Hikâye okunduğu vakit, orada bulunan Ģahısların
Servet-i Fünûncular, mekânın ise Yeni Zelanda‘ya gitme hayâlinden bozma olduğu açıkça
görülür. Eserin yapısıyla ilgili kısaca birkaç Ģey söylemek gerekirse, Ģunlar söylenebilir: Bu
hikâyede Ģahıs, coğrafya, mekân isimleri verilmemiĢtir; tarih hakkında da herhangi bir bilgi
sahibi olamayız. Edebî eserlerde -bilimsel eserlerin aksine- muğlaklığın (müphemliğin)
olması, eserin farklı yorumlara açık olmasına ve yelpazesinin daha geniĢ kitlelere hitâp
etmesine imkân sağlamaktadır. Bu eserde Ģahıs, coğrafya, mekân ve tarih hakkında
belirsizliğin bulunması eserin baĢarısını bir nebze arttırır. Bu eserin dil ve üslûbu, Servet-i
Fünûn‘un zevk ve hassasiyetlerini tamamen yansıtmaktadır. Eserde müzikal değeri yüksek,
ahenkli kelimeler tercih edilmiĢtir. Servet-i Fünûn edebiyatı ile baĢlayan klasik tabirlerin
dıĢına çıkma ve yeni kelimeler kullanma eğilimi, bu eserde de gözlemlenir.
Servet-i
Fünûn‘un dile yeni kelimeler ve tabirler kazandırma gayretleri o dönemki edebiyat
çevrelerince hoĢ karĢılanmamıĢtır. Servet-i Fünûn‘un muarızlarıbundan dolayı, Servet-i
Fünûncular‘ı ―dekadanlık‖la itham etmiĢlerdir. ―Yeni tabirât 132 ‖ ve ―yeni elfâz‖a Ģunlar
gösterilebilir:
...ufk-ı mevvâcın beyaz köpükleriyle hasbihal eder gibi hal-i aĢina duran rahîm ve sal-dîde,
büyük bir ağacın altında ilk akĢamlar toplandığımız zaman... (s.44)
...hattâ ilk günlerde kubbe-i saf ve laciverdîsi altında misafir olduğumuz sema-yı mükevkeb
bile yeniydi. (s.43)
...Ebedî bir bahâr-ı nilgûn-ı garam bizi daimî bir Ģebâb-ı aĢk içinde yaĢatıyordu. (s.50)
... akĢam vakitlerinin sakin, rûh-ı istinâs-ı tenhâyî-i hazîni... (s.51)
132
Servet-iFünûncular‘ın edebiyata getirdikleri yeniliklerden biri de o güne kadar kullanılmamıĢ yeni terkip ve
tamlamaları kullanmalarıdır. Bu konuda en çok ileri giden Cenabġahabettin‘dir. ―Cenabġahabeddin'in Türk
Ģiirine getirdiği yenilikler arasında, o zamana kadar Türk edebiyatında kullanılmamıĢ yeni ve orüinal terkiplere
yer vermesi de zikredilmiĢtir. Üsûpçu bir yazar ve Ģair olma gayreti içinde bulunduğu Ģüphesiz olan Cenab,
gerçekten de bu gayretini okuyucu zihninde yeni imajlar uyandıracak kavramlar. ibareler. Ġsim ve sıfat
tamlamaları aramaya sarfetmiĢtir. Bu yeni terkiplerin bazıları Ģunlardır: Saat-isemenfam (yasemen renkli
saatler).tûf - ıtesliyet (avunma yankısı), nây-ızümürrüd (yemyeĢil ney), ûd - ımükevkeb(yıldızlı ut). O zamana
kadar birarada düĢünülmeyecek ve çok defa biri mücerret, diğeri müĢahhas iki kavramın birleĢmesinden
meydana gelen bu yeni terkipler yadırgandı, tenkit edildi ve hatta alay konusu oldu. Önce Ahmed Midhat Efendi
Cenab'ı ve dili bu yola sokan diğer Servet-iFünûncular'ı , o yıllarda Fransa'da benzer edebiyatçılar için kullanılan
Fransızca bir sıfatla ( dekadan inhitateden, çöken) suçladı.‖ (Tarakçı, 1993: 347).
462
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Servet-i Fünûncuların zengin bir hayâl gücüne sahip olmaları ve realiteden kaçmak
istemelerine psikanalitik bir yaklaĢım getirilebilir.Servet-i Fünûncular, Tanzimat aydınları
gibi aktif mücadele adamı olmayıp
içe dönük tiplerdir. Ġçe dönük tipler 133 , nazik ve
düĢüncelidirler ve genelde zengin bir hayâl dünyaları vardır. Ayrıca bu tiplerin, bir fikrin
dünyaya yararlı olabileceği Ģeklinde belirsiz bir anlayıĢları vardır. Tevfik Fikret‘in
Promete‘sine, oğlu Haluk nezdinde idealize ettiği fikirlere, hatta Hayât-ı Muhayyel ve ÖmriMuhayyel‘ebu açıdan bakmakta yarar vardır.
Sonuç
Servet-i Fünûncular, kendilerini rahatsız eden durumlardan kaçmak mutlu ve huzurlu bir
hayât sürmek için birtakım giriĢimlerde bulunmuĢlardır.Servet-i Fünûncular; ilkin Yeni
Zelanda‘ya, bu gerçekleĢmeyince de Manisa dolaylarındaki Sarıçam köyüne yerleĢmeyi
düĢünmüĢlerdir. Her iki düĢünce de sonuçsuz kalmasına rağmen Tevfik Fikret,baĢka bir
yerde ikamet etme düĢüncesinden vaz geçmemiĢtir. Nihayetindeprojelerini kendi çizdiği ve
AĢiyân (kuĢ yuvası) adını verdiğiĠstanbul‘daki evine yerleĢmiĢtir. Servet-i Fünûncular‘ın
bütün bu uzaklaĢma (kaçma, sığınma) çabaları sadece reel düzeyde kalmamıĢ, edebiyata da
aksetmiĢ, bu vesileyle de birçok eser meydana getirilmiĢtir. Bunların arasından
özellikleHayât-ı Muhayyel ve Ömr-i Muhayyel dikkate değer eserlerdir.Servet-i Fünûncular‘ın
tutumlarını, bu neslin karakter yapıları ve içinde yaĢadıkları devrin sosyal ve siyasî Ģartları ile
değerlendirmek daha sağlıklı sonuçlar verecektir.
Kaynakça
Doğan, D. M. (1994). Gayyâ. Büyük Türkçe Sözlük (s.399). Ġstanbul: Ülke Yayın Haber.
Fikret, T. (2005). Rübâb-ı ġikeste. Ġstanbul: Çağrı Yayınları
Fordham, F. (2008). Jung Psikolojisinin Ana Hatları. A. Yalçıner (Çev).Ankara: Say
Yayınları
Hizarcı, S. (1957). Hüseyin Cahit Yalçın Hayatı, Sanatı, Eserleri. Ankara: Varlık Yayınları.
Huyugüzel, Ö. F. (1982). Hüseyin Cahit Yalçın‘ın Hayatı, Hikâye ve Romanları Üzerinde Bir
AraĢtırma. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.
Ġslamoğlu, F. (2013). George Orwell‘in ‗Bin Dokuz Yüz Seksen Dört‘ Adlı Romanı ile
Cengiz Aytmatov‘un ‗Gün Olur Asra Bedel‘ Adlı Romanının ‗DüĢüncesuçu‘ Bağlamında
KarĢılaĢtırılması. Turkish Studies, 8/8 Summer, 701-719.
Kaplan, M. (2009). ġiir Tahlilleri Tanzimat‘tan Cumhuriyet‘e. Ġstanbul: Dergâh Yayınları.
133
Bk. Frieda Fordham‘ın Jung Psikolojisinin Ana Hatları.
463
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Kolcu, A, Ġ. (2011). Tanzimat Edebiyatı 1 ġiir. Erzurum: Salkım Söğüt
Kudret, C. (1987). Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman. Ġstanbul: Ġnkılâp Kitabevi.
Özaydın, A. (1991). Asr-ı saâdet.Türkiye Diyanet VakfıĠslâm Ansiklopedisi içinde (Cilt. 03,
s.501). Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı.
Tanpınar, A. H. (2011). Edebiyat Üzerine Makaleler. Ġstanbul: Dergâh Yayınları.
Tarakçı, C. (1993). Cenab ġahabeddin.Türkiye Diyanet Vakfı Ġslâm Ansiklopedisi içinde (Cilt.
07, s.347). Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı.
Usta, Sadık. (2014). Türk Ütopyaları Tanzimat‘tan Cumhuriyet‘e Ütopya Ve Devrim.
Ġstanbul: Kaynak Yayınları
Utopia. (1967). Britannica‘s Concise Pictured Encyclopaedia içinde(Cilt.14, s.545). U.S.A:
Encyclopaedia Britannica.
Utopie. (1990). Encyclopædia Universalisiçinde (Cilt.23, s.264-265). France:Encyclopædia
Universalis.
Yalçın, H. C. (2010). Edebiyat Anıları. (hazırlayan: Rauf Mutluay). Ġstanbul: Türkiye ĠĢ
Bankası Kültür Yayınları.
Yalçın, H. C. (2011). Seçme Hikâyeler. (hazırlayan: Özge ġahin). Ġstanbul: Kesit Yayınları.
464
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
KERKÜKÎ ABDÜSSETTÂR EFENDĠ VE MĠ‟RÂCĠYYE‟SĠ
Ġsmail YILDIRIM
ÖZET
Türk Ġslâm edebiyatı geleneği çerçevesinde Hz. Peygamber‘in doğumu, manevî yaĢam tarzı,
mucizâtı, Ģahsiyeti ve ölümü üzerine birçok eser kaleme alınmıĢtır. O‘nun hayatı etrafında
meydana getirilen eserler ya müstakil olarak kaleme alınmıĢ ya da yazar meydana getirdiği
eserinin bir bölümünü bazı nazım Ģekilleri altında, Hz. Peygamber‘in mucizeleri veya
vasıflarına ayırmıĢtır.
Hicretten yaklaĢık bir yıl önce, Recep ayının 27. gecesinde zuhûr eden Mi‘râc hadisesi; Hz.
Peygamber'in, ilahî sevk ile Mescid-i Haram‘dan Mescid-i Aksâ‘ya ve nihayetinde Yüce
Allah ile görüĢüp, bazı ilahî emirleri almasından müteĢekkildir. Bu hadise birçok yazar ve Ģair
tarafından kaleme alınmıĢ; zamanla ―Mi‘râciyye, Mi‘râc-nâme‖ adı altında eserler meydana
getirilmiĢtir. Zaman içinde belirgin özellikler kazanan mi‘râciyeler XI. yüzyıldan itibaren çok
fazla rağbet görmüĢ, manzum-mensur karıĢık veya manzum Ģekilde yazılmıĢ metinler halinde
geliĢimini sürdürmüĢtür. ġairlerin coĢkulu bir söyleyiĢ ve yer yer didaktik özelliklerle dolu
olarak kaleme aldıkları mi‘râciyeler, mi‘râc mucizesini anlatmaları nedeniyle, çoğu zaman
sanatkârane bir üslûpla yazılmıĢlardır.
19. yüzyılın ortaları ile 20. yüzyılın baĢlarında yaĢamıĢ, Kerkükî Abdüssettâr Efendi (18581932) de tercî‘-i bend nazım Ģekliyle bir Mi‘râciye kaleme almıĢtır. Nakarat beyti;
Rûz u Ģeb zikr-i lisânımdır salât ile selâm
Ol mübârek rûhına ey Hazret-i fahrü‘l-enâm
olan mi‘râciyyede Ģair, Hz. Peygamber‘e duyduğu derin sevgi ve muhabbeti samimî, coĢkun
ve lirik bir Ģekilde dile getirmiĢtir.
Bu yazıda, mi‘râciye türü ve mi‘râciyenin Türk edebiyatındaki yeri, tarihî geliĢimi ve Türk
edebiyatında yazılmıĢ belli baĢlı mi‘râciyeler hakkında bilgi verilecektir. Daha sonra,
müellifin hayatı bahis konusu edilecek, Ģairin daha önce üzerinde durulmamıĢ olan
Mi‘râciye‘si Ģekil ve muhteva husûsiyetleri açısından incelenip; eserin transkribe edilmiĢ
metni ve günümüz Türkçesine çevirisi verilecektir.
Kırıkkale
Üniversitesi/ Fen-Edebiyat
[email protected]
Fakültesi/
465
Türk
Dili
ve
Edebiyatı
Bölümü,
Türkiye,
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Anahtar Kelimeler: Mi‘râciyye, Abdüssettâr Efendi, Ġslâmî Türk Edebiyatı, Hz.
Peygamber.
KERKÜKÎ ABDÜSSETTÂR EFENDĠ AND HIS MĠ‟RÂCĠYYE
Abstract
In the framework of tradition of Islamic Turkish literature, a lot of works were written about
birth, moral life style, miracles, personality and death of the Prophet Muhammad. The works
about His life were written as an independent work or author wrote a chapter of his work
about the Prophet Muhammad‘s miracles or qualifications in some forms of verse.
Aproximately one year before Hejira, Mi‘râc which happened on the 27th Rajab is composed
of the Prophet Muhammad‘s going from Al-Aqsa Mosque to Al- Haram Mosque through
divine transfer and meeting God Most High and receiving some divine orders. This
phenomenon was written by many authors and poets and in time the works called
―Mi‘râciyye, Mi‘râc-nâme‖ were created. In time, mi‘râciyye having some typical
characteristics attracted great attention as from XI. century and maintained its development as
texts in mixed poetic-prose form or prose form. Mi‘râciyye written by poets in an enthusiastic
utterance and partly with full of didactic features were written generally in an artistic style
because they narrated miracle of mi‘râc.
Kerkükî Abdüssettâr Efendi (1858-1932) also wrote a Mi‘râciyye in poetry form of tercî-i
bend. It‘s chorus verse is below:
Rûz u Ģeb zikr-i lisânımdır salât ile selâm
Ol mübârek rûhına ey Hazret-i fahrü‘l-enâm
In this mi‘râciyye, the poet expressed his deep love and affection to the Prophet Muhammad
in a sincere, enthusiastic and lyric way.
In this paper, some information about mi‘râciyye as a genre, the place of mi‘râciyye
in Turkish Literature, its historical development and some major mi‘râciyye in
Turkish literature will be given. After that, author‘s life will be mentioned, his
Mi‘râciyye, which hasn‘t been emphasized before, will be examined in terms of
form and content and its transcript and translation into modern-day Turkish will be
provided.
Key words: Mi‘râciyye, Abdüssettâr Efendi, Islamic Turkish Literature, the Prophet
Muhammad.
466
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
GiriĢ
Din bir topulumun sosyal, edebî ve kültürel faaliyetlerini teĢkil etmede temel unsurlardan
birisidir. Ġslâm‘ın kabulüyle yeni bir kültürün tesiri altına giren Türkler; bu tesiri sadece dinî
ve sosyal sahada hissetmemiĢ; aynı zamanda sanat, edebiyat ve kültürel hayatlarına da
yansıtmıĢlardır. Anadolu‘da geliĢen Türk edebiyatı ürünlerine baktığımızda bu tesirin izleri
daha net bir Ģekilde görülecektir. Özellikle Hz. Peygamber, Hulefâ-yı RâĢidîn, diğer sahabe
ve velîler etrafında yazılan dinî muhtevalı eserler bu duruma örnek olarak gösterilebilir
mahiyettedir.
Dinî eserlerin muhtevasını oluĢturan kaynaklara bakılırsa ―Kur‘ân ve Hadis‘in çevresinde
geliĢen tefsir, fıkıh, kelâm, akâid, tasavvuf, evliyâ ve enbiyâ kıssaları, tabakât ve menâkıb
kitapları önemli bir yere sahiptir. (Levend, 1972: 357) Özellikle Hz. Peygamber‘in hayatı
çevresinde geliĢen dinî manzum eserlerin sayısı bir hayli fazladır. Hz. Peygamber‘in hayatını
veya hayatının bir bölümünü ele alan bu türler; bazen müstakil bir eser olarak yazılmıĢ, bazen
de divanlarda yer almıĢtır. BaĢta na‘tlar olmak üzere mevlid, esmâ-yı nebî, sîret, mi‘râciyye,
hilye, hicretü‘n-nebî, mucizât, Ģefâat-nâme, kırık hadis, gazavât-ı Resûlallah gibi türlerde
yazılan eserler, mensur olmalarının yanı sıra çoğunlukla manzum olarak yazılmıĢlardır.
Bunun sonucunda da baĢlı baĢına Hz. Peygamber‘le ilgili bir edebiyatın teĢekkül ettiğini
söyleyebiliriz. (Çelebioğlu, 1998: 349)
Arapça"‫"عزج‬kökünden türemiĢ olan mi‘râc; basamak, merdiven, göğe çıkma, yükselmegibi
anlamlara gelir. (Parlatır, 2006: 1097) Istılahta ise mi‘râc; göğe çıkma, urûc olarak
kullanılmıĢtır. (Sami, 1317: 1373) Fakat burada kastedilen rastgele bir yükselme değil, Hz.
Peygamber‘in göklere yükseliĢ mucizesidir. (Akar, 1987: 3) Mi‘râc hadisesi iki kısımdan
meydana gelmiĢtir. Hz. Peygamber‘in Recep ayının 27. gecesi Mekke‘deki Mescid-i
Haram‘dan Kudüs‘teki Mescid-i Aksâ‘ya gelmesine ―Ġsrâ‖, Mescid-i Aksâ‘dan Sidre-i
Müntehâ‘ya dek olan yolcuğu ise ―Mi‘râc‖ adını almıĢtır. (Pala, 2012: 322) Bu gece ayrıca
Leyle-i Mi‘râc olarak da zikredilmektedir.
ġeb-i Mi‘râc ayrıca Klâsik Türk Ģiirinde Hz. Peygamber‘in saçına da teĢbih edilir. Söz konusu
O‘nun saçı olunca benzetilen herhangi bir gece olmaz. Hz. Peygamber‘in saçı bin aydan daha
hayırlı olduğu bildirilen Kadir Gecesi‘ne benzetilirken saç, Leyletü‘l-Kadr ü Berât, ġeb-i
Kadr, ġeb-i Mi‘râc iliĢkisiyle birlikte değerlendirilir. O‘nun bir nûrdan oluĢan bedeninin her
bir zerresi bir güneĢ ve ay, anber kokulu saçları da bu kutlu gecelerdir (Önal, 2013: 12711280).
Bir edebiyat terimi olarak Mirâciyye; ―Peygamber Efendimiz‘in mi‘râcından bahseden eser
veya bu münasebetle yazılan manzum veya mensur metinlere verilen isimdir.‖ Mi‘râc
baĢlangıçta sîretin bir bölümü iken, zamanla mevlit, hilye ve benzeri dinî-edebî türler gibi
müstakil bir tür haline gelmiĢtir. (Canım, 2012: 149)
Mi‘râciyeler genellikle gece ve gökyüzü tasviri ile baĢlar. Bazen de mi‘râcdan evvel Ģakk-ı
sadr (Cebrail‘in Hz. Peygamber‘in göğsünü yarıp zemzemle yıkaması) mucizesine yer verilir.
Hz. Ali‘nin kız kardeĢi Ümmühânî‘nin evinden baĢlayan bu yolculuk, Cebrail‘in Burak‘ı
cennetten getirmesi, Hz. Peygamber‘in Mescid-i Aksâ‘ya varıĢı ve orada onu karĢılayan
467
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
nebîlere imam olup namaz kıldırması üzerinde durulur. Buradan semâya yükseliĢi ve göğün
her katında farklı bir peygamberle tanıĢması, cennet, tûbâ, hûriler, köĢkler, cehennem hayatı
tasvirlerine yer verilir. Hz. Peygamber‘in ―kâbe kavseyn‖ makamına ulaĢması, Allah ile
mülâkatı, namazın farz kılıması ve Resûlullâh‘ın bunu ashâbına bildirmesi anlatılır. (Uzun,
2005: 135-136)
Mi‘râciyyeler, Ġslâmî edebiyatta tıpkı mevlid ve hilyeler gibi çok özel bir yere sahiptir. Mi‘râc
hadisesi birçok müellif tarafından tekrar tekrar iĢlenmiĢ ve böylece Ġslâm edebiyatlarının en
sevilen konuları arasına girmiĢtir. Sonuçta, özü itibariyle birbirinden pek farkı olmayan, ancak
bazı ayrıntılarda birbirinden küçük farklılıklar ortaya koyan manzum ve mensur birçok
―Mi‘râciyye‖ yazılmıĢtır. Bunlar ―Mi‘râc-nâme‖ ismiyle müstakil kitaplar oluĢturduğu gibi
dinî ve edebî birçok eserin içinde bölümler hâlinde de görülür. Bir yandan Ġslâm âlimleri, bir
yandan Ģairler, Ģu ya da bu yolla her fırsatta mi‘râcı hatırlamıĢlar ve bu konuyla ilgili
duygularını, düĢüncelerini yazmıĢlardır. O kadar ki mi‘râc hadisesi zamanla menkabevî bir
hâl almıĢtır. Bu durum tabii ki edebiyata da aksetmiĢ, birçok edebî eser iĢtiyak ve ibretle
mi‘râcı anlatmıĢtır (Pala, 1986: 372). ġairlerin coĢkulu bir söyleyiĢle ve yer yer didaktik
özelliklerle dolu olarak kaleme aldıkları mi‘râciyyeler, bu mucizeyi anlatmaları dolayısıyla
çoğu zaman sanatkârâne bir üslûpla yazılmıĢlardır. Eski edebiyatımızda divan ve mesneviler
içinde bir mi‘râciyye bulundurmak gelenek hâlini almıĢ ve na‘tlar ile medhiyeler arasında
mi‘râciyyelere de sıkça yer verilmiĢtir (Pala, 1990: 351).
Mi‘râciyyeler veya diğer adıyla Mi‘râcnâmeler, tıpkı mevlitlerde olduğu gibi musikî
olmaksızın beste ile okunurdu. Bu tür Ģiirleri ezgi ile okuyanlara mi‘râc-hân denilmiĢtir.
Mi‘râcnâmelerin camilerde ve özel toplantılarda mevlid gibi, hilye gibi okunması gelenek
hâlini almıĢ ve özellikle Receb ayının 27. gecesinde mi‘râc-hânlar tarafından Ģevkle okunup
dinlenilmiĢtir. Bilhassa Nâyî Osman Dede (ö. 1732)‘nin Mi‘râcnâme‘si, türün birkaç
makamda bestelenmiĢ örneklerindendir (Canım, 2012: 150).
Türk edebiyatında mi‘râcnâme yazma geleneği önce Çağatay sahasında baĢlamıĢtır. Bu en
eski ve en uzun heceyle yazılmıĢ mi‘râciyye, XII. Yüzyılda Ahmed Yesevî‘nin müridlerinden
Hakîm Süleyman Ata tarafından yazılmıĢtır. Anadolu sahasında kaleme alınmıĢ ilk müstakil
mi‘râciyye ise XV. asırda Ahmedî‘nin kaleme aldığı Tahkîk-i Mi‘râc-ı Resûl‘dür. (Uzun,
2005: 134)
Türk edebiyatında mi‘râciyyeleri ile meĢhur Ģairlerimizden bazılarıĢunlardır: Yenice Vardarlı
Usûlî (ö. 1538),Ganizâde Nâdirî (ö. 1626), NeĢâtî (ö. 1634), Nev‘izâde Atâyî (ö. 1635), Sâbit
(ö. 1712), Nazîm (ö. 1726), Seyyid Vehbî (ö. 1726), Nâyî Osman Dede (ö. 1729), Süleyman
Nahifî (ö. 1738), Halimî (ö. 1824) ve Ġzzet Molla (ö. 1829) (Pala, 2012: 323).
Mi‘râciyyeler siyer, hilye, mevlit ve mûcizât-nâme gibi eserlerde bir bölüm hâlinde yer aldığı
gibi, mesnevîlerde de çoğu zaman bir bölüm hâlinde bulunabilirler. Mesnevîlerinde
mi‘râciyye bulunan Ģair ve eserlerinden bazıları ise Ģunlardır: Ahmedî (ö. ?1413); CemĢîd ü
HûrĢîd, Ali ġîr Nevâyî (ö. 1501); Hayretü‘l-Ebrâr, Ferhad ü ġîrîn, Mecnûn u Leylî, Seb‘a-i
Seyyâre, Sedd-iĠskender mesnevilerinde, Hamdullah Hamdî (ö. 1508); Leylâ vü Mecnûn adlı
eserinde, Lâmiî (ö. 1531)‘nin Ferhad u ġîrîn‘inde, Fuzûlî‘nin Leylâ vü Mecnûn‘unda,
TaĢlıcalı Yahyâ (ö. 1582)‘nın Gencîne-i Râz, Usûlnâme, ġâh u Gedâ, Yûsuf u Züleyhâ ve
468
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
GülĢen-i Envâr‘ında, Kara Fazlî (1563)‘nin Gül ü Bülbül mesnevisinde, Nev‘izâde Atâyî (ö.
1635)‘nin Âlemnümâ, Nefhatü‘l-Ezhâr, Sohbetü‘l-Ebkâr, Heft-hân ve Hilyetü‘l-Efkâr‘ında,
Nâbî (ö. 1712)‘nin Hayriyye‘sinde, ġeyh Gâlib (ö. 1799)‘inHüsn ü AĢk‘ında mi‘râciyye
bölümleri mevcuttur (Akar, 1987: 126-127). Ayrıca müellifi ve müstensihi kayıt altına
alınmayan, anonim olarak bilinen mi‘râciyyeler de mevcuttur. Örneğin, Eski Anadolu
Türkçesi döneminde meydana getirilmiĢ mensur Risâle-i Mi‘râciyye gibi (Sır, 2013: 22572349).
XIV. yüzyılda yaĢamıĢ, Abdüssettâr Efendi de Hz. Peygamber‘e olan sevgi, muhabbet ve
bağlılığını ifade etmek maksadıyla müstakil bir mi‘râciye kaleme almıĢtır.
Abdüssettâr Efendi134
Kerkük‘te Korya semtinin Begler mahallesinde Hürmüzîler sokağında sâkin Molla Ahmed b.
Seyyid Ömer adında bir Ģahsın oğlu olan Seyyid Abdüssettâr, h.1275/m.1858 tarihinde
doğmuĢtur.
ġairin lâkabı, Ģahsî adından alınan Abdî‘dir. Bunu bazen kendisinin Abdüssettâr biçiminde
kullandığı görülür. Dinî ve ilmî tahsilini Kerkük medreselerinde tamamladıktan sonra,
Türkiye‘ye giderek orada sâbık Edirne nâibi meĢhur Âlim Berzenci-zâde Ahmed Fâiz‘den
h.1294/m.1876 yılının ramazan ayında ilmî icâzetnâme almıĢ, daha sonra ünlü müderris
Mustafa Âsım Sürmenevî‘den ulûm-ı akliye ve nakliye konularında h.1312/m.1894 tarihinde
bir icâzetnâme daha almıĢtır.
Bunun üzerine Türkiye‘nin bazı önemli vilayetlerinde müderrislik yapmıĢtır. Nitekim
h.1313/m.1895 tarihli fermandan öğrendiğimize göre Bursa vilayetinde müderris iken,
ġeyhülislâm Muhammed Cemâleddin‘in tezkiyesiyleh.1313/m.1895 tarihinden itibaren
uhdesine Ġzmir pâyeliği verilmiĢtir. Ġlmiye rütbelerinden olan bu resmî pâye müderrislik
pâyesinden daha büyük bir rütbedir ki buna sahip kiĢilere zamanında ―faziletli‖ lâkabıyla
hitap olunurdu.
ġairin Amerika‘da bulunan torunu Doktor Ali Ġhsan b. Ali Haydar, Profesör Dr.
SuphiSaatçi‘ye 135 gönderdiği bir yazıda dedesi Seyyid Abdüssettâr‘ın Rûmî 1322/m.1906
tarihinde Mekke‘de evkaf müdürlüğüne atandığını ve bu vazifeyi yedi yıl süreyle ifa ettiğini
söylüyor. Fakat ilmiye sâlnâmesinden öğrendiğimiz bilgiye göre Ģair bu süre içerisinde evkaf
müdürlüğünde değil, haremeyn-i muhteremeyn pâyesinde olup, daha önce Kerkük nakîbü‘leĢrâf kâim-makam sâbıkı idi. Hicrî 1327/m.1909 fermanında ise Ģairin kardeĢi Muhammed
Sâbit‘in ölümü üzerine büyük oğlu Seyyid Abdülcebbâr Mekke-i mükerreme‘de Kâ‘be-i
muazzama‘nın ferâĢet-i Ģerîfe mansıbına atanmıĢtır.
134
Bu bölüm, Ata TerzibaĢı tarafından yayına hazırlanan ―Kerkük ġairleri‖ adlı eserin 11. cildinden özetlenerek alınmıĢtır.
(TerzibaĢı, 2005: 8-12)
135
Suphi Saatçi, 1946 yılında Kerkük‘te doğmuĢtur. Kerkük‘ün yetiĢtirdiği önemli ilim adamlarından biridir. Yazar, Kerkük
ve havâlisi üzerine birçok inceleme yazısı, makale ve eser kaleme almıĢtır.
469
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Mütevâzi ve fazıl bir din adamı olan Seyyid Abdüssettâr 1908 tarihinde meĢrutiyyet
inkılâbından sonra memleketi Kerkük‘e dönerek hayatının son bölümünü bu Ģehirde ibadet ve
takva ile geçirerek, ziyaretine gelenleri konağında kabul eder, musahebede bulunurdu. Bunlar
arasında dıĢ ülkelerden gelen ilm ve zühd erbabı kiĢiler de vardı. Bu yüzden halk kendisine
latîfe kabilinden ―Korya Peygamberi‖ lâkabını vermiĢlerdir. Kerkük‘te herkes tarafından
tanınıp, sevilen bir Ģahsiyet olan Seyyid Abdüssettâr, hükümet sarayında icra edilen ahz-ı
asker merasiminde ve baĢka münasebetlerle yapılan resmî törenlere davet edilir ve Ģehrin
ulemâ ve eĢrâfı arasında ön sırada yer alırdı.h.1351/m.1932 tarihinde vefat eden Seyyid
Abdüssettâr, hayatı boyunca yedi kadınla evlenmiĢ, arkasından altı erkek çocuk bırakmıĢtır.
Çok az kimseye iltifat eden Kerkük‘lü Ģair ġeyh Rıza Parlak, bir manzume ile Abdüssettâr
Efendi‘yi medh etmiĢtir. Matlaı:
Hâcet-i mü‘minleri ber-câ eden serdâr olur
Câm-ı vahdetden hemîĢe mest olur humâr olur
olan bu Ģiirde Rıza Parlak, Abdüssettâr Efendi‘ye duyduğu muhabbet ve sevgiyi samimî bir
Ģekilde ifade etmiĢtir.
Seyyid Abdüssettâr‘ın kendi Ģiirlerine gelince bunlardan az sayıda gördüğümüz eserleri edebî
sanat manzumeleri olmaktan çok, ilmî bir üslûpla yazılmıĢ dinî muhtevalı eserlerdir. ġairin
dört büyük fermanı, iki icâzetnâmesi ve bazı dağınık Ģiirleri vardır. Söz konusu eserler
mürettep birer eser hâline getirilememiĢtir. ġairin bir diğer eseri manzum mi‘raciyye olup,
eser aĢağıda ayrıntılı bir Ģekilde incelenecektir.
Mi‟râciyye Divanı
Eser, Ġstanbul‘da Ġbrahim Efendi Matbaası‘nda h.1326/m.1908yılında basılmıĢtır. 7 sayfadan
ibaret olan eser,4 bend, 45 beyit hâlindetercî‘-i bend nazım Ģekliyle meydana getirilmiĢtir.
Müellif, eserinin mukaddime bölümünde mensur bir duaya yer vermiĢtir. Mi‘râciyye‘nin
matla‘ve nakarat beyitleri aruzun fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün vezniyle yazılmıĢ,
akabindemefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün kalıbıyla kaleme alınmıĢ tercî‘-i bend gelir.
Fakat müellif, eserin içinde klâsik tercî‘-i bendlerden farklı olarak 2. bendin 4. beytinden
itibaren olmak üzere; 3. bendin 3. beytine kadar konunun akıĢını ve âhengini bozmadan,
monotonluğu kırmak maksadı ile manzume içinde vezni değiĢtirmiĢ, farklı bir usûl meydana
getirmiĢtir. 4/Mefâîlün kalıbıyla devam eden eser, söz konusu kısımda 3/Fâilâtün 1/Fâilün
vezniyle devam eder. Divan Ģairlerinin kaside nazım Ģekli içersinde konunun akıĢına uygun
bir gazel (tegazzül) meydana getirmelerini, Abdüssettâr Efendi de tercî-i bendinde yapmıĢtır.
Bu durumu Abdüssettâr Efendi‘nin, dönemin edebî akımlarının tesirinde kalması Ģeklinde
açıklayabiliriz. ġöyle ki:
Servet-i Fünûn etkisinde Ģiirler kaleme alan Enis Behiç Koryürek (ö. 1949), bazı duraklarda
değiĢiklik yapıp on birli hece veznini 7+4 olarak böldükleri oldu. Bir manzumede farklı aruz
kalıplarını kullanma usûlünü bilhassa Enis Behiç hece kalıplarına uygulamaya çalıĢtı. Halit
470
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Fahri (ö. 1971), hece ile serbest müstezatlar yazmayı denedi. Ayrıca nazım biriminde dörtlük
esasına bağlı kalmayıp yeni biçimler aradılar (Uçman, 1992: 544).
Söz konusu bölümden sonra vezin tekrar mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün kalıbına
dönmekte ve eserin sonuna kadar aynı vezin devam etmektedir. Yukarıda bahsi edilen kısım
Ģöyledir:
Ey cem liñ pertevįdir k Ģif-i bedrü‘d-düc
Vey ruħıñ ŝ rı virmiĢ Ǿ leme zįb ü żiy
Śubĥ-ı r yıñdan żiy -s z oldı hep r y-ı zemįn
Buldı n rıñdan seniñ ehl-i sem źevķ u śaf
Ķubbe-i efl kde raħĢ n olur mihr ü ķamer
Buldı itm m sebǾa-i seyy re n rıñdan żiy
KehkeĢ n ţann eyleme bir ħayt-ı eby ż riĢtedir
Çarħı taǾţįmiñ için aŧlas döĢetmiĢdür Ħud
MenbaǾ-ı fażl u kerem hem pįĢv -yı enbiy
Ĥażret-i Muħŧ r-ı Aĥmed faħr-i Ǿ lem-i Muśŧaf
Mücrimim baĥr-i gün ha ŧalmıĢım ser-t -ķadem
Ç re-i derdim budır ancaķ sen eylersün dev
Ben kimim ki eyleyem medĥ-i Ǿulüvv-i Ģ nıñı
Kimde ķudret var Ǿaceb kim eyleye vaśfın ed
R z u Ģeb źikr-i lis nımdır śal t ile sel m
Ol müb rek ruĥıña ey Ĥażret-i faħrü‘l-en m
3
ǾĀcizem derm ndeyem oldum gün hı muǾterif
Dest-gįrem ol ĢefįǾim ŧamudan olsam reh
BaĢ açıķ yalın ayaķ herkes fiġ n u h ider
Ol zam n sen abdıña eyle Ǿin yet y Ħud
a) ġekil Özellikleri
471
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Eser, tercî‘-i bend nazım Ģekliyle kaleme alınmıĢ olup 45 beyti hâvîdir. Aruzun fâilâtün
fâilâtün fâilâtün fâilün ve mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün kalıplarının mükerrer
kullanıldığı eserde, mi‘râciyyenin nazmedildiği tarihe dair herhangi bir malumat
bulunmamaktadır.
Yazar eserinin dîbâce bölümüne, baĢta Hz. Peygamber olmak üzere ashâbına ve yakın
dostalarına salât u selâm ederekbaĢlar:
Elĥamdüli‘ll hi Rabbü‘l-Ǿ lemįn ve‘ś-śal tü ve‘s-sel mü Ǿal
Muĥammedin ve lihi ve śaĥbihi ecmaǾįn.
res lün
ve nebiyyin
Devrin padiĢahı, Sultan II. Abdülhamid Han (ö. 1918)‘ın adalet timsali, Ģan ve Ģöhret sahibi
bir padiĢah olduğunu; makamında ebedî ikamet etmesini ifade eden Ģair, ona hayır dualarda
bulunur:
Cen b-ı ħalķu‘s-sem v tü ve‘l-arħįn nebiyyi ekremi ve ĥabįbi muĥteremi ĥürmetine p diĢ h-ı
dil- g h ve Ģehriy r-ı m Ǿdelet-pen h ţıll-i ţalįl-i rabbü‘l-Ǿ lemįn ve ħalįfe-i r y-ı zemįn elĠ zi Sulŧ n ǾAbdü‘l-ĥamįd Ĥ n-ı ŝ nį efendimiz ĥażretlerini kem l ü fevz ü nuśret ü Ģ nı vü
Ģevketle serįr-i Ģevket-maśįr-i hum y nlarında ebed-niĢįn buyursun. Āmin.
Yazar, ismini de yine bu bölümde zikrederek, kendisinin saltanatın ve halifenin bir hâdimi
olduğunu ifade eder:
Ķudem -yı d Ǿiy n-ı salŧanat-ı seniyyeden daǾį-i kem-bıħ Ǿa Kerkükį ħ dimü‘l-fuķar elĤacc Seyyid ǾAbdü‘s-sett r. Ġufire lehu.
Müellif, eserinin sebeb-i te‘lifini Hz. Peygamber‘in mübarek sıfatlarını tavsif ve medh etmek,
mi‘râc hadisesini vesilesi sayarak, O‘nu kâinâtın övüncü olması Ģeklinde ifade eder. Yazar,
eserini Hz. Peygamber‘e bağlılığının ve O‘na olan itâatinin bir niĢanı olarak kabul eder. Söz
konusu mi‘râciyyeyi kaleme alması hasebiyle, Hz. Peygamber‘in Ģefâat ve merhametini ümid
eder:
Hic z-ı meğfiret-ŧır zdan ol sit n-ı bülend-eyv n-ı Ĥażret-i Faħrü‘l-Mürselįn‘e r -m l olarak
ve eŝer-i ǾaĢķ-ı muĥabbet ve niĢ ne-i Ǿub diyyet olaraķ s niĥ-i ķalb-i Ǿ ciz nem ve l yıĥ-ı
ħ ŧır-ı kemter nem olan med yiĥ-i celįl ve evś f-ı cemįl-i Ĥażret-i Seyyidü‘l-kevneyn ve
miǾr c-ı b Ǿiŝü‘l-ibtih c-ı Cen b-ı Faħrü‘l-mürselįn efendimizi müteżammın olan iĢbu
manţ m miǾr ciyyeyi keĢįde-i silk-i süŧ r etmiĢ olduğumdan duǾ -yı ħayra vesįle ve
istirĥ m ve istiĢf Ǿ-ı merĥamet-i Ĥażret-i Peyġamberį‘ye v sıŧa-i eŝįle olur ümįdiyle
manż me-i meźk reyi ŧabǾ u neĢre ces ret-y b oldum.
Mi‘râciyesini okuyup, mütâlaa edecek ilim ehli kimselerden ise kusurlarından dolayı afv
edilmesini, kendisinin de hayır dua ile anılmasını taleb eder:
Meǿm ldür ki müŧ laǾa idecek erb b-ı irf n müĢ hede idecekleri noķś n ve nisy nı d men-i
Ǿafv ile mest r ve bu d Ǿį-i kemįneyi duǾ -yı ħayr ile dil-Ģ d ve mesr r buyuralar.
Genel hatları itibariyle mi‘râciye üç ana bölümden oluĢmaktadır: Birinci bölüm;Hz.
Peygamber‘e ve ashâbına salât u selâm, devrin padiĢahına övgü, eserini ele alıĢ nedeni ve
472
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
kendisine dua talep ettiği mensur giriĢ dua kısmıdır. Ġkinci bölüm; eserin 1., 2. ve 3.
bendlerini teĢkil eder. Müellif bu bendlerde, kâinatı yaratan Allah‘ın yüce merhametini ve
sonsuz kudretini, Hz. Peygamber‘in, O‘nun Ģeksiz Ģüphesiz kulu ve elçisi olduğunu, yaratılan
her varlığın insanda uyandırdığı muhteĢem izlenimi vs. dile getirir. Üçüncü ve son bölümde
(4. bend) ise, mi‘râc hadisesinin zuhûr etmesi iĢlenir.
Mi‘râciye‘nin 12, 23 ve 35. beyitleri nakarat beyitleri olup, fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün
vezniye yazılmıĢtır:
R z u Ģeb źikr-i lis nımdır śal t ile sel m
Ol müb rek r ĥıña ey Ħażret-i faħrü‘l-en m
Eserin kafiye örgüsü incelendiğinde, Ģairin daha çok Arapça-Farsça kelimelerle kafiye yaptığı
görülmektedir:
Cen b-ı Ķ dir ķudret-nüm -yı Ħall ķ-ı bį-hemt
Ne śanǾat eylemiĢ inĢ ne ĥikmet eylemiĢ peyd
Med r-ı çarħ gör bir demde ŧurmaz inķıl b eyler
Bu Ģems ile ķamer taĥrįķ ider her laĥţada ber-c
Eserin bazı beyitleri kendi içinde kafiye Ģekli ve düzenleniĢleri aynıdır:
Kimiñ var ķudreti bu ĥikmet ve bu śunǾ-ı zįb ya
Ne ĥaddi var ide vaśfın bütün Ǿal vü hem edn
Ey cem liñ pertevįdir k Ģif-i bedrü‘d-düc
Vey ruħıñ ŝ rı virmiĢ Ǿ leme zįb ü żiy
Yazar, ayrıca bazı beyitlerin kafiye Ģekillerini, Türkçe kelimelerden meydana
getirmiĢtir.
Buña l h t dirler baķ bütün sükk n çarħ olmuĢ
ǾUm men emre münķ den iderler bendelik icr
BaĢ açıķ yalın ayaķ herkes fiġ n u h ider
Ol zam n sen abdıña eyle Ǿin yet y Ħud
473
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Bütün üft deler c nın alup ķurb ne gelmiĢler
ġeref-y b ķab l it Ǿ Ģıķ-ı dil-teĢneyi c n
ġair, eserinin bir yerinde kusur olarak değerlendirilebilecek tasarrufda bulunmuĢ, mesnevî
nazım Ģekli doğrultusunda hareket ederek, kafiye Ģeklini o yönde meydana getirmiĢtir:
Ķasįde virse bir Ģ Ǿir Ǿin yetler ŧaleb eyler
Beni mesr r ķıl Ǿaynı Ģef Ǿatle kerem-kâr
Müellif,eserinin bir yerinde nazım Ģekli gereği Türkçe bir kelime ile kafiye yapmıĢtır:
Olur mu ideler ink r taǾaśśubla ceh letle
Teǿemmül yoķ mıdır andan özge yoķdı bir kims
Aynı Ģekilde ―çehre‖ kelimesinin yapısında bir değiliklik yaparak nazım Ģekline uygun
hareket edebilmek için kelimeyi ―çehrâ‖ Ģeklinde teleffuz etmiĢtir:
Bunı iķr r itmeyüp münkir olan kimse
Olur l -büdd ĥuż r-ı Ĥażret-i Ĥaķda siy h çehr
Vezin ve kafiyeden sonra Ģiirdeki ritmi sağlayan unsur ses tekarlarıdır. Seslerin belli
aralıklarla yinelenmesiyle Ģiir, musikîye yaklaĢır ve ahenk yönünden farklı ve çekici bir
atmosfere bürünür. (Macit, 2005: 51) Abdüssettâr Efendi, eserinin pek çok yerinde asonans ve
aliterasyonlara müracaat ederek Ģiirine ritmik bir âhenk kazandırmıĢtır. Asonans ve
aliterasyonların yoğun olduğu beyitlerden bazıları Ģunlardır:
NeǾizzetdür bu Ǿizzetler ne ikr m u ker metdür
Ġdüp mens ħ-ı esl f ĥükmünü ol yet-i kübr
Ne ķ bil idebilsün vaśfını taĥrįr kim ħ dim
Med rı olsa da baĥr u ķalem hep ç be-i śaĥr
Ħül sa naķĢ-ı ķudretle ķamer ü Ģems ü kevkebler
Sem yı ser-te-ser tezyįn idüp ol ś niǾ-i yekt
Ġden Ǿ Ģıķları Ģeyd ķılan maǾĢ ķları rüsv
O ź t-ı l -mek ndır ki yoķ iken k ǿin tı eylemiĢ bin
Yazar, eserininiki beytini Farsça ağırlıklı sözcüklerden meydana getirmiĢtir:
474
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Ber -yı ħ ŧır-ı c n n heme mevc d-h u s ĥat
Bin Ģod Ǿ lemi hergiz eğer ne-b d Ģeh-i Baŧĥ
Ki levl k-est levl k-est ś dıķ Ģod be-ĥaķķ-ı O
Yazupdur bu kel mı bundan aķdem ħ me-i Mevl
b) Muhteva Özellikleri
Eser klâsik tercî‘-i bend geleneğinden farklı olarak, mensur bir dibace ile baĢlamaktadır.
Besmele, hamdele, salvele ve sebeb-i telif kısımlarını kapsayan dibacede, yazar dönemin
sultanı II. Abdülhamit Han‘ın saltanatına ve makamına hayır duada bulunur. Ġsmini
zikrederek, kaleme almıĢ olduğu mi‘râciyesinden ötürü Hz. Peygamber‘in Ģefâat ve
merhametini talep eder.
GiriĢ bölümünde yazar, kâinat karĢısında ĢaĢkındır ve kâinatı hayranlıkla izlemektedir.
YaratılmıĢ bütün mevcudatın sadece bir sanatkârın elinden çıktığını ve O‘nun yaratmada bir
sınırının olmadığını dile getirir:
Cen b-ı Ķ dir ķudret-nüm -yı Ħall ķ-ı bį-hemt
Ne śanǾat eylemiĢ inĢ ne ĥikmet eylemiĢ peyd
YaratmıĢ aŧlas-ı çarħı güzel ol ś niǾ-i bį-çün
ÇıķarmıĢ k r-g h-ı ĥikmetden böyle bir dįb
Kimiñ var ķudreti bu ĥikmet ve bu śunǾ-ı zįb ya
Ne ĥaddi var ide vaśfın bütün Ǿal vü hem edn
Ne ķudretle ķar r-y b eylemiĢ bu bį-süt n çarħı
Bu pazara viren revnaķ bu ŝ rı ider inĢ
Bu dizeler bize Ziya PaĢa‘nın meĢhur tercî‘-i bendini hatırlatır mahiyettedir:
Bu kâr-gâh-ı sun‘ acep dershânedir
Her nakĢ bir kitâb-ı ledünden niĢânedir
Gerdûn bir âsiyâb-ı felâket-medârdır
475
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Gûyâ içinde âdem-i âvâre dânedir
Ziya PaĢa da Abdüssettâr Efendi gibi, çeĢitli eserlerin vücûda getirildiği kâinatı hayret
edilecek bir dershane olarak görür ve kâinattaki her nakĢın, yani varlığın, eserin bir ledün
kitabından niĢane olduğunu hatırlatır (Yıldız, 2010: 526-572).
Yazar, nakarat bölümlerinde Hz. Peygamber‘in mübarek rûhuna gece gündüz salât u selâmda
bulunur:
R z u Ģeb źikr-i lis nımdır śal t ile sel m
Ol müb rek r ĥıña ey Ħażret-i faħrü‘l-en m
Müellif, Hz. Peygamber‘in, Allah‘ın elçisi ve habîbi olduğunu, Yâsîn ve Tâhâ sûrelerinin,
O‘nun peygamberliğine bir delil ve bazı ayetlerin de nübüvvetine iĢaret olarak indiğini Ģöyle
ifade eder:
Muĥammed Muśŧaf ĥaķķ ĥabįb-i Ĥażret-i Ĥaķdır
Ki gelmiĢ Ģ nına bürh n Y sįn-i s re-i Ŧ h
Ne Ǿizzetdür bu Ǿizzetler ne ikr m u ker metdür
Ġdüp mens ħ-ı esl f ĥükmünü ol yet-i kübr
Hz. Peygamber, Ümmühânî‘nin evinden çıkar, Cebrâil ile birlikte bir gecede Mescid-i
Haram‘dan, Mescid-i Aksâ‘ya gider. Mucizevî bir yolla, arĢın en tepesine çıkan Hz.
Peygamber, gökyüzünü Ģereflendirir. Kur‘ân‘da Ġsrâ sûresinde anlatılan bu hadiseyi
Abdüssettâr Efendi, kendi iç dünyasının süzgecinden geçirerekĢöyle ifade eder:
Çıķup bir laĥţada gitdi sem yı cümle seyr itdi
Ķalem böyle raķam itdi ki sübĥāne‘lleźį esrā
Ser -yı Ümmüh nį‘den çıķup miǾr c-ı efl ke
Ķadem-fers -yı muǾciz-i ŧayy r h-ı menzil-i cevz
ǾAzįmet ü Ǿavdeti maĥś r ķaldı ŧarfetü‘l-Ǿayne
Olup teĢrįf-s zı bir nefesde Mescid-i Aķś
Sema ehli sakinlerinin gönlü susamıĢ, bu kutlu yolcuyu beklemektedirler. Hz. Peygamber‘in
sidretü‘l-müntehâya ulaĢması, semâ ehlini sevince gark eder. O‘nun gökyüzüne teĢrif etmesi
nedeniyle, melekler onu ziyarete gelirler. Hz. Peygamber‘in, Allah tarafından gönderilen en
son peygamber olması ve bütün insanlığa gönderilmesine atıf yapılır:
476
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Ziy ret itdiler śaff-ı mel ǿik maķdemin bir bir
ġeref-y b oldılar hep s kin n-ı ŧ rem-i aǾl
Didiler Ģ nımız Ģimdi teǾ l itdi rif‘atile
ĠriĢdiñ münteh -yı maķśada Peyġamber-i b l
Bütün üft deler c nın alup ķurb ne gelmiĢler
ġeref-y b ķab l it Ǿ Ģıķ-ı dil-teĢneyi c n
Hz. Peygamber‘in mucizevî bir Ģekilde semaya yükselmesini, yazar tasvir etmeye devam
etmektedir. Ölü gönüllere mecâzen hayat veren Hz. Peygamber, bakıĢlarıyla da sema ehline
bir feyz ve lutf kaynağı ihsan eder. Onun bakıĢlarına mazhar olan kimse, saâdet ve huzur
bulur:
Ne mā zāġa‘l-baśar136dır gözleriñ iĥy ider mevti
Ki emriñ baĥŝ-i semǾinde olur r ĥ mürde-i dil-h
Nig h-ı cilvesi ins na baħĢ u feyż u Ǿizzetdür
Kime gözler ucından baķsa bulmuĢ devlet-i Ǿuţm
Osmanlı toplumunda ve klâsik edebiyatımızda divan Ģairlerinin, padiĢaha kaside sunarak
onlardan makam-mansıb beklemesi, himayesi altına girme isteği veya padiĢahın sempatisini
kazanıp ondan yardım ve ihsan beklemesi meĢhur bir gelenektir. Abdüssettâr Efendi de
mi‘râciyesini sunarak, kendisine yardım ve mahĢer gününde Ģefâat edilmesini talep eder.
Dünyada günahının çok olduğunu, isyan denizinde hata ve günahlara gark olduğunu dile
getirir. Dolayısıyla, rûz-ı mahĢerde Allah‘tan afv ve mağfiret ister:
Ķasįde virse bir Ģ Ǿir Ǿin yetler ŧaleb eyler
Beni mesr r ķıl Ǿaynı Ģef Ǿatle kerem-kâr
Olup derm nde-i Ǿ ciz-i ġarįķ baĥr-i Ǿiśy ndır
Bu Ǿabd-ı Ǿ ciziñ Ǿafv eyle gel cürmün Ħud vend
136
Kur‘ân-ı Kerîm, Necm Sûresi 53/17, ―Mâ zâgal basaru ve mâ tegâ‖, Göz (gördüğünden) ĢaĢmadı ve (onu)
aĢmadı.
477
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Sonuç
Abdüssettâr Efendi‘nin tercî‘-i bend nazım Ģekliyle, 4 bend hâlinde tertip ettiği eser, aruzun
fâilâtün ve mefâîlün tef‘ileleriyle kaleme alınmıĢtır. Söz konusu yukarıda ele almıĢ
olduğumuz mi‘râciyyesi, klâsik mi‘râciyyeler ile mukayeseye tâbi tutulduğunda beyit sayısı
ve nazım Ģekli itibariyle, diğer mi‘râciyyelere nazaran farklı bir mi‘râciyye olduğu
görülmektedir. Ayrıca tercî‘-i bendin içinde konunun akıĢına uygun ve monotonluğu kırmak
maksatlı vezin değiĢikliğiyapması eserdedikkat çeken bir baĢka yöndür.
Eserin genel olarak muhtevasına baktığımızda, giriĢ bölümü ve ona müteâkiben yazılan 3
bend daha çok tevhid ve münacaat üzerine durmaktadır. Eserin temelini teĢkil eden mi‘râc
hadisesi ise 4. bendde ifade edilmiĢtir. Dilin ve üslûbun sade olduğu eserde müellif,
okuyucuya nasihat vermek maksatlı yer yer didaktikî mahiyette mısralar da nazm
etmiĢtir.ġairin; inkâr, münkir, bürhân vs. kelimelerle meydana getirdiği anlam, mi‘râc
hadisesinin Hakk katında vukû bulduğunu ve onu ispatlamaya yönelik kelimeler olduğu
görülmektedir. Devrinde âlim ve fâzıl bir din adamı olan Abdüssettâr Efendi‘nin sürekli
halkla ve ziyaretine gelen dostlarıyla musabehesi göz önüne alınırsa mi‘râciyyesinin devrinde
itibar gördüğü kanısına varabiliriz.
Kaynakça
AKAR, Metin, (1987) Türk Edebiyatında Manzum Mi‘râcnâmeler, Kültür Bakanlığı
Yayınları, Ankara.
CANIM, Rıdvan, (2012) Divan Eebiyatında Türler, Grafiker Yayınları, Ankara.
ÇELEBĠOĞLU, Âmil, (1998), Türk Edebiyatında Manzum Dinî Eserler‖, Eski Türk
Edebiyatı AraĢtırmaları, MEB Yayınları, Ġstanbul.
EKĠNCĠ, Ramazan, (2013), ―Erzurumlu Osman Sirâceddin‘in Hayâl-i Bâl Adlı
Mi‘râciyyesi‖, Uluslararası Sosyal AraĢtırmalar Dergisi, C.6, S.26.
ERDOĞAN, Kenan, (1999), ―Klâsik Mi‘râciyyelerden Farklı Olarak Bir Mi‘râciyye:
Said PaĢa ve Mi‘râciyyesi‖, A.Ü. Türkiyat AraĢtırmaları Enstitüsü Dergisi, S.12, Erzurum.
Ġsmail b. Muhammed el-Aclûnî, (1418/1997), KeĢfü‘l-Hafâ ve Müzîlü‘l-Ġlbâs, Beyrut,
C. II
ġemseddin Sâmi, (1317) Kâmus-ı Türkî, Ġkdam Matbaası, Ġstanbul.
LEVEND, Agâh Sırrı, (1972) Dinî Edebiyatımızın BaĢlıca Ürünleri‖, TDAY Belleten,
Ankara.
MACĠT, Muhsin, (2005) Divan ġiirinde Ahenk Unsurları, Akçağ Yayınları, Ankara.
ÖNAL, Sevda, (2013) ġeyhî‘nin Kadir Gecesi Gazeli Çerçevesinde Klâsik Türk
Edebiyatında Kadir Gecesi Kavramı Üzerine Bir Değerlendirme, TURKISH STUDIES,
478
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
International Periodical for the Languages, Literatüre and History of Turkıshor Turkic (Prof.
Dr. Turgut Karabey Armağanı), Volume 8/13 Fall 2013, www.turkishstudies.net,Doi
Number:http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.5999, p.1271-1280. Ankara.
PALA, Ġskender (1986) Mi‘râc-nâme, TDEA, Dergâh Yayınları, Ankara
PALA, Ġskender, (2012) Ansiklopedik Divan ġiiri Sözlüğü, Ankara.
PARLATIR, Ġsmail, (2006) Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Yargı Yayınları, Ankara.
SIR, AyĢe Nur, (2013) Eski Türkiye Türkçesi Devresine Ait Mensur Bir Eser: Risâle-i
Mi‘râciyye,TURKISH STUDIES, International Periodical for the Languages, Literatüre and
History of Turkısh or Turkic(Prof. Dr. Âmil Çelebioğlu Armağanı), Volume 8/1 Winter 2013,
www.turkishstudies.net, DOI Number:http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.4497, p.
2257-2349. Ankara.
TERZĠBAġI, Ata, (2005) Kerkük ġairleri, Kerkük.
YEKBAġ, Hakan (2010), ―Klâsik Türk ġiirinde Regâibiyye ve Mehmed Fevzî Efendi
Efendi‘nin Regâibiyyesi‖, A.Ü. Türkiyat AraĢtırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 42, Erzurum.
YILDIZ, Ali (2010), Tanzimat Sonrası Türk ġiirinde Tasavvuf, TURKISH STUDIES,
International Periodical for the Languages, Literatüre and History of Turkısh or Turkic,
Volume
5/2
Spring
2010,
www.turkishstudies.net,Doi
sayısı:
http://doi.org/10.7827/TurkishStudies.1135, p. 526-572. Ankara.
UÇMAN, Abdullah, (1992) ―BeĢ Hececiler‖, TDV Ġslâm Ansiklopedisi, Ġstanbul, C.5.
UZUN, Mustafa, (2005) ―Mi‘râciyye‖, TDV Ġslâm Ansiklopedisi, Ġstanbul, C. 30.
479
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Ekler
Ek 1:
MĠǾRĀCĠYYE DįVĀNI
Bismi‘ll hi‘r-raĥm ni‘r-raĥįm
Elĥamdüli‘ll hi rabbü‘l-Ǿ lemįn ve‘ś-śal tü ve‘s-sel mü Ǿal res lün ve nebiyyin
Muĥammedin ve lihi ve śaĥbihi ecmaǾįn. Cen b-ı Ħ lıķu‘s-sem v tü ve‘l-arħįn nebiyyi
ekremi ve ĥabįbi muĥteremi ĥürmetine p diĢ h-ı dil- g h ve Ģehriy r-ı m Ǿdelet-pen h ţıll-i
ţalįl-i Rabbü‘l-Ǿ lemįn ve ħalįfe-i r y-ı zemįn el-Ġ zi Sulŧ n ǾAbdü‘l-ĥamįd Ĥ n-ı ŝ ni
efendimiz ĥażretlerini kem l ü fevz ü nuśret ü Ģ nı vü Ģevketle serįr-i Ģevket-maśįr-i
hum y nlarında ebed-niĢįn buyursın. Āmin. Ķudem -yı d Ǿiy n-ı salŧanat-ı seniyyeden
daǾį-i kem-bıħ Ǿa Kerkükį ħ dimü‘l-fuķar el-Ĥacc Seyyid ǾAbdü‘s-sett r. Ġufire lehu.
Hic z-ı meğfiret-ŧır zdan ol sit n-ı bülend-eyv n-ı Ĥażret-i Faħrü‘l-Mürselįn‘e r -m l olarak
ve eŝer-i ǾaĢķ-ı muĥabbet ve niĢ ne-i Ǿub diyyet olaraķ s niĥ-i ķalb-i Ǿ ciz nem ve l yıĥ-ı
ħ ŧır-ı kemter nem olan med yiĥ-i celįl ve evś f-ı cemįl-i Ĥażret-i Seyyidü‘l-kevneyn ve
miǾr c-ı b Ǿiŝü‘l-ibtih c-ı Cen b-ı Faħrü‘l-mürselįn efendimizi müteżammın olan iĢbu
manţ m miǾr ciyyeyi keĢįde-i silk-i süŧ r etmiĢ oldığımdan duǾ -yı ħayra vesįle ve istirĥ m
ve istiĢf Ǿ-ı merĥamet-i Ĥażret-i Peyġamberį‘ye v sıŧa-i eŝįle olur ümįdiyle manż me-i
meźk reyi ŧabǾ u neĢre ces ret-y b oldum. Meǿm ldür ki müŧ laǾa idecek erb b-ı irf n
müĢ hede edecekleri noķś n ve nisy nı d men-i Ǿafv ile mest r ve bu d Ǿį-i kemįneyi duǾ yı ħayr ile dil-Ģ d ve mesr r buyuralar.
I
Ź tıñ ile p diĢ hım taħt u t c d ǿim ola
ǾAdliñ ile t ki cih n ħurrem ü Ģ d n ola
Cen b-ı Ķ dir ķudret-nüm -yı Ħall ķ-ı bį-hemt
Ne śanǾat eylemiĢ inĢ ne ĥikmet eylemiĢ peyd
Med r-ı çarħ gör bir demde ŧurmaz inķıl b eyler
Bu Ģems ile ķamer taĥrįķ ider her laĥţada ber-c
Kev kibler ider seyr n olur her biri t b n
Gören bu śanǾatı ĥayr n śanar kim andadır sevd
YaratmıĢ aŧlas-ı çarħı güzel ol ś niǾ-i bį-çün
ÇıķarmıĢ k r-g h-ı ĥikmetden böyle bir dįb
Kimiñ var ķudreti bu ĥikmet ve bu śunǾ-ı zįb ya
Ne ĥaddi var ide vaśfın bütün Ǿal vü hem edn
480
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Ħül sa naķĢ-ı ķudretle ķamer ü Ģems ü kevkebler137
Sem yı ser-te-ser tezyįn idüp ol ś niǾ-i yekt
Tem Ģ -yı śun Ǿ t çıķanlar oldılar ĥayr n
TeǾ l celle Ģ ne söyledi hep Ǿ ķil ü d n
Bu k r-ı bį-miŝ li seyr idenler çeĢm-i diķķatle
ŦabiǾ iǾtir f eyler bu ĥikmet-ħ neyi ķalben olur Ģeyd
Buña l h t dirler baķ bütün sükk n çarħ olmuĢ
ǾUm men emre münķ den iderler bendelik icr
Ġden Ǿ Ģıķları Ģeyd ķılan maǾĢ ķları rüsv
O ź t-ı l -mek ndır ki yoķ iken k ǿin tı eylemiĢ bin
R z u Ģeb źikr-i lis nımdır śal t ile sel m
Ol müb rek r ĥıña ey Ħażret-i faħrü‘l-en m
II
Ne ķudretle ķar r-y b eylemiĢ bubį-süt n çarħı
Bu pazara viren revnaķ bu ŝ rı ider inĢ
Eğer Ǿ kil isen ol Ħ lıķın derk it śun Ǿ ta
Kün emriyle vüc d buldı Ǿademde k ffe-i eĢy
Ber -yı ħ ŧır-ı c n n heme mevc d-h u s ĥat
Bin Ģod Ǿ lemi hergiz eger ne-b d Ģeh-i Baŧĥ
Ey cem liñ pertevįdir k Ģif-i bedrü‘d-düc
Vey ruħıñ ŝ rı virmiĢ Ǿ leme zįb ü żiy
Śubĥ-ı r yıñdan żiy -s z oldı hep r y-ı zemįn
Buldı n rıñdan seniñ ehl-i sem źevķ u śaf
Ķubbe-i efl kde raħĢ n olur mihr ü ķamer
Buldı itm m sebǾa-i seyy re n rıñdan żiy
137
Bu mısradaki ―kevkebler‖ kelimesi metinde ―kevâkibler‖Ģeklinde geçmektedir. Fakat ―kevâkibler‖ Ģeklinde
telaffuz edilmesi bir hece fazla olduğundan vezni aksatmaktadır. Dolayısıyla biz ―kevkebler‖ Ģeklinde okumayı
tercih ettik.
481
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
KehkeĢ n ţann eyleme bir ħayt-ı eby ż riĢtedir
Çarħı taǾţįmiñ için aŧlas döĢetmiĢdür Ħud
MenbaǾ-ı fażl u kerem hem pįĢv -yı enbiy
Ĥażret-i Muħŧ r-ı Aĥmed faħr-i Ǿ lem-i Muśŧaf
Mücrimim baĥr-i gün ha ŧalmıĢım ser-t -ķadem
Ç re-i derdim budur ancaķ sen eylersin dev
Ben kimim ki eyleyem medĥ-i Ǿulüvv-i Ģ nıñı
Kimde ķudret var Ǿaceb kim eyleye vaśfın ed
R z u Ģeb źikr-i lis nımdır śal t ile sel m
Ol müb rek r ĥıña ey Ĥażret-i faħrü‘l-en m
III
ǾĀcizem derm ndeyem oldum gün hı muǾterif
Dest-gįrem ol ĢefįǾim ŧamudan olsam reh
BaĢ açıķ yalın ayaķ herkes fiġ n u h ider
Ol zam n sen abdıña eyle Ǿin yet y Ħud
Ki levl k-est levl k138-est ś dıķ Ģod be-ĥaķķ-ı O
Yazupdur bu kel mı bundan aķdem ħ me-i Mevl
Bunı iķr r itmeyüp münkir olan kimse139
Olur l -büdd ĥuż r-ı Ĥażret-i Ĥaķda siy h çehr
Olur mu ideler ink r taǾaśśubla ceh letle
Teǿemmül yoķ mıdır andan özge yoķdı bir kims
Fed dır c nımız ol ķadri Ǿalį ġ h-ı levl ke
Odır mühr-i nübüvvetle olan mümt z u müsteŝn
Ben ol ġ ha fed itdim bu c nı ĥasbeten li‘ll h
138
Lev lâke lev lâk lema halaktü‘l-eflâk, (Aclûnî, 1997: 214) ―Sen olmasaydın, sen olmasaydın, felekleri
yaratmazdım.‖
139
Bu mısrada vezin bozuktur.
482
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Ħud ya olmayam yevm-i cez da ħ ǿib ü Ģeyd
ġef Ǿatler ümįd eyler ķamu eśn f-ı maħl ķ t
O demde baĢ açıķ yalın ayaķ fery d-ı v veyl
Muĥammed Muśŧaf ĥaķķ ĥabįb-i Ĥażret-i Ĥaķdır
Ki gelmiĢ Ģ nına bürh n Y sįn-i s re-i Ŧ h
Ne Ǿizzetdür bu Ǿizzetler ne ikr m u ker metdür
Ġdüp mens ħ-ı esl f ĥükmünü ol yet-i kübr
Ne ķ bil idebilsün vaśfını taĥrįr kim ħ dim
Mid dı olsa da baĥr u ķalem hep ç be-i śaĥr
R z u Ģeb źikr-i lis nımdır śal t ile sel m
Ol müb rek r ĥıña ey Ĥażret-i faħrü‘l-en m
IV
Çıķup bir laĥţada gitdi sem yı cümle seyr itdi
Ķalem böyle raķam itdi ki sübĥāne‘lleźį esrā140
Ser -yı Ümmüh nįden çıķup miǾr c-ı efl ke
Ķadem-fers -yı muǾciz-i ŧayy r h-ı menzil-i cevz
ǾAzįmet ü Ǿavdeti maĥś r ķaldı ŧarfetü‘l-Ǿayne
Olup teĢrįf-s zı bir nefesde Mescid-i Aķś
Ziy ret itdiler śaff-ı mel ǿik maķdemin bir bir
ġeref-y b oldılar hep s kin n-ı ŧ rem-i aǾl
Didiler Ģ nımız Ģimdi teǾ l itdi rifǾatile
ĠriĢdiñ münteh -yı maķśada Peyġamber-i b l
Bütün üft deler c nın alup ķurb ne gelmiĢler
ġeref-y b ķab l it Ǿ Ģıķ-ı dil-teĢneyi c n
Ne māzāġa‘l-baśar141dır gözleriñ iĥy ider mevti
140
Kur‘ân-ı Kerîm, Ġsrâ Sûresi, 17/1 ―Sübhâne‘llezî esrâ‖, O bütün noksanlardan münezzeh olan Allah,
Muhammed kulunu bir gece yürüttü.
483
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Ki emriñ baĥŝ-i semǾinde olur r ĥ mürde-i dil-h
Nig h-ı cilvesi ins na baħĢ u feyż u Ǿizzetdür
Kime gözler ucından baķsa bulmuĢ devlet-i Ǿuţm
Ķasįde virse bir Ģ Ǿir Ǿin yetler ŧaleb eyler
Beni mesr r ķıl Ǿaynı Ģef Ǿatle kerem-k r
Olup derm nde-i Ǿ ciz-i ġarįķ baĥr-i Ǿiśy ndır
Bu Ǿabd-ı Ǿ ciziñ Ǿafv eyle gel cürmün Ħud vend
141
Kur‘ân-ı Kerîm, Necm Sûresi 53/17, ―Mâ zâgal basaru ve mâ tegâ‖, Göz (gördüğünden) ĢaĢmadı ve (onu) aĢmadı.
484
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Ek 2:
MĠ‟RÂCĠYYE‟NĠN GÜNÜMÜZ TÜRKÇE‟SĠNE AKTARIMI
I












PadiĢahım! Zatın ile tahtın ve tacın daim olsun. Adaletin ile bütün cihan
gülsün, mutlu olsun.
HerĢeye gücü yeten, kudret gösteren, eĢsiz yaratıcı, bu sanatı ve hikmeti
nasılçıkarmıĢ ortaya?
Feleğin dönmesine bir bak, sürekli hareket halindedir. Her an, bu ay ve güneĢi
tahrik eder.
Seyran eden yıldızların her birinin parlaklığını gören bu sanata hayran kalır. Bu
sanatı görenler sevdanın (karanlığın) da ondan olduğunu zannederler.
Yaratıcı, sebepsiz olarak bu güzel dünyayı yaratmıĢ, hikmetli iĢinden ipekli bir
kumaĢ çıkarmıĢ.
Bu hikmete ve güzel sanata kimin kudreti vardır? Bütün yüce ve alçak Ģeyleri
yaratmada senin bir sınırın yoktur.
Kısacası O, tek yaratıcı olan Allah, kudret nakĢıyla semayı, ayı, güneĢi ve
yıldızları baĢtanbaĢa süslemiĢtir.
Allah‘ın yaratmıĢ olduklarını seyredenler hayran oldular. Akıl ve bilgi sahibi
kiĢiler de hep Allah‘ı söylediler.
Bu eĢsiz olayı dikkat gözü ile seyr edenler, bu hikmet evini kabul ederler ve
kalben de ĢaĢkınlığa düĢerler.
Bütün feleğin sakinleri toplanmıĢ, bu duruma ilahî bir hikmet derler. Onlar
Allah‘a boyun eğmiĢ, kulluk vazifelerini yerine getirirler.
ÂĢıkları çılgına çeviren, sevgiliyi rüsvâ eden mekândan münezzeh olan Allah,
henüz hiçbir Ģey yok iken kâinatı yaratmıĢ.
O, insanlığı övüncü Hazret-i Peygamber‘in mübarek ruhuna, gece gündüz salât
u selâm ederim.
II





Bu direksiz, sütunsuz kâinatı hangi kudretle yerine oturtmuĢ? Bu dünyaya
güzellik veren, elbette bu eserleri de inĢa eder.
Eğer akıllı isen, O yaratıcının sanatlarını idrâk et, anla. Yoklukta bulunan
kâinattaki herĢey, O‘nun ―Ol‖ emriyle meydana geldi.
Allah, sevgilinin hatırı için, bütün varlıkları yarattı. Eğer Mekke‘nin sultanı
olmasaydı asla yaratmazdı.
Senin güzelliğin, karanlık dolunayın keĢfedicisidir. Ve senin zâtının eserleri,
âleme süs ve ıĢık vermiĢtir.
Yüzünün sabahından bütün yeryüzü aydınlandı. Senin nurundan sema ehli
zevk ve sefa buldu.
485
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014






Gökyüzünün en yüksek tepesindeki güneĢ ve ay aydınlandı. Yedi gezegen
senin nurunla parıldadı, ıĢık buldu.
Allah, dünyayı sana riâyet etmesi için ipekten kumaĢlarla süslemiĢtir. Orası bir
samanyolundan ibaret olmayıp, bembeyaz iple bağlı bir teldir.
Allah, gökyüzüne seni övsün diye atlas döĢetmiĢtir. O, âlemlerin öncüsü
Hazret-i Muhammed, hem cömertlik ve fazilet kaynağı, hem de
peygamberlerin öncüsüdür.
BaĢımdan ayağıma kadar, günah denizine dalmıĢım. Derdimin çaresi sensin ve
dermanımı sen verirsin.
Ben kimim ki senin yüce Ģahsiyetini öveyim. Acaba senin vasıflarını
anlatmaya kimin gücü yeter?
O, insanlığı övüncü Hazret-i Peygamber‘in mübarek ruhuna, gece gündüz salât
u selâm ederim.
III












Acizim, günahlarımı itiraf ediyorum, derman ararım. Yardımcım, o Ģefaatçinin
inayetiyle cehennemden kurtulurum.
Herkes, baĢı açık yalın ayak feryad u figan eder. Allahım! O gün sen bu kuluna
yardım eyle!
O, Allah‘a sadık bir kul oldu. Allah, ilk önce bu sözü yarattı. Çünkü O,
―levlâk‖ sözünemazhardır.
Bunu kabul etmeyip inkâr eden kimse, muhakkak Allah‘ın huzurunda kara
yüzlü olur.
Taassup ve cehâlet ile onu inkâr etmek olur mu? Ondan baĢka etraflı düĢünen
bir kimse yoktu.
O kudretli ġâh‘a canımız fedadır. Peygamberlik mührüyle gelmiĢ olan o zât
seçkin ve müstesnadır.
Allah rızası için, ben canımı o ġâh‘a feda ettim. MahĢer gününde Yüce
Allah‘ın karĢısında mahrum ve ĢaĢkın olmayım!
O günde bütün mahlûkat, baĢı açık yalın ayak feryat ederek, senin Ģefaatini
ümit eder.
Doğrusu Hz. Muhammed, Allah‘ın habibidir. Ki Yâsin ve Tâhâ sûresi onun
peygamberliğine delil olarak gelmiĢtir.
O büyük âyet, önceki âyetlerin hükmünü kaldırmıĢtır. Bu izzetler, ne izzet ne
ikram ne de bir keramettir.
Sahranın bütün çöpleri kalem ve mürekkebi de deniz olsa; yine de o
hizmetçiningücü senin vasıflarını yazmaya gücü yetmez.
O, insanlığı övüncü Hazret-i Peygamber‘in mübarek ruhuna, gece gündüz salât
u selâm ederim.
486
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
IV










Bir anda gökyüzüne çıkıp, her Ģeyi temaĢa eyledi. Kalem sübħāne‘lleźī esrā‘yı
böyle yazdı.
Ümmühânî‘nin sarayından, Mi‘râc‘a çıkıp; iki cevzâ mesafesini ayaklarını
yoran bir mucize ile geçti.
Bir nefeste Mescid-i Aksâ‘ya Ģeref verip, göz açıp kapayana kadar gidip
gelmesi ĢaĢkınlık uyandırmıĢtır.
Ġlk önce melekler ordusu, birer birer O‘nu ziyaret ettiler. ArĢın en yükseğinde
ikamet eden sakinler onun geliĢiyle Ģeref buldular.
Peygamberlerin en yücesi, sonsuz maksadına eriĢtin! Gökyüzü sakinleri, senin
geliĢinle Ģanımız Ģimdi yüceldi dediler.
Ey sevgili! Bütün bî-çareler, senin yoluna canlarını kurban etmiĢler. Gönlü
susamıĢ âĢıklara Ģeref ver, onları kabul et.
Gözlerin mā zāġa‘l-baśar‘dır ki senin emrinin sesi söz konusu olduğunda; o
ses ölmüĢ bir gönüle ve ölü bir canlıya hayat verir.
Cilvesinin bakıĢı, insana izzet ve feyz bahĢ eder. Her kime gözlerinin ucuyla
baksa o kiĢi büyük bir saadet bulur.
Bir Ģair, bir kaside sunsa yardım taleb eyler. Keremi bol olan Allahım! Aynı
Ģefâatle beni de mesut et.
Allahım! Ġsyan denizinde boğulmuĢ, aciz, derman arayan bu çaresiz kulunun
günahlarını afv eyle!
487
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
TÜRK NASĠHAT GELENEĞĠNDEN BĠR ÖRNEK:
GĠRĠTLĠ AġKÎ‟NĠN RĠSÂLE-Ġ PEND-Ġ ÂġIKÂN ADLI
ESERĠNĠN DĠL VE ÜSLÛB ÖZELLĠKLERĠ
Kadir ALPER
ÖZET
Klasik edebiyatımızda; pend-nâmeler tecrübe ve bilgi aracılığı ile öğüt verme,
bilinçlendirme amacı güden manzum, mensur ya da manzum-mensur karıĢık türlerdir.
Tasavvuf hayatı içerisinde de nasihat kavramı önemli bir yer tutmaktadır. Pîr-mürid
iliĢkisinin önemli bir kısmını oluĢturan öğütler, edebiyat vasıtasıyla birtakım tasavvufî
yorum ve öğretileri içermektedir.
Kâdirî tarikatına mensup olan ve XIX. Yüzyıl baĢlarına kadar hayatta olan Giritli
AĢkî‘nin; 8 varaktan oluĢan Risâle-i Pend-i ÂĢıkân adlı eserinde; müellifin tasavvufî
yoluna giriĢin Ģartları, pîre bağlanmanın önemi ve nihâyetinde tasavvufî eğitimin
amacı ifade edilmeye çalıĢılmıĢtır. Müellif, bu açıklamaları yaparken âyet-hadis ve
bazı önemli Ģahısların sözlerinin yanında, kendi Ģiirlerinden (nutuklarından) misaller
vererek, bazı kısımlarda ilginç denilebilecek söz tasarruflarında bulunarak, manzummensur bir anlatım biçimi tercih etmiĢtir.
Anahtar Kelimeler: Klasik edebiyat, tasavvuf, pend, Giritli AĢkî, Dil ve Üslup.
A-Pend-i ÂĢıkân‟ın Biçim Özellikleri
8 varaktan oluĢan Risâle-i Pend-i ÂĢıkân (ÂĢıklara Nasihat Risâlesi) manzum-mensur
karıĢık bir biçimdedir. Eser, mensur bir dua ile baĢlar ve mensur kısmın arasına
serpiĢtirilen yine müellife ait olan manzum parçalarla devam eder. 10 adet Ģiir parçası
bulunan risalede ……gazel, ……..mesnevi,……beyit, ………..vezni olmayan
manzum parçalar bulunmaktadır. Eser, 9 beyitlik bir mesnevi ile sona ermektedir.
Mesnevinin altında risalenin 1236 senesinde tamamlandığına dair temmet kaydı
bulunmaktadır.

Süleyman Demirel Üniversitesi,Türkiye, [email protected]
488
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Eserin Muhtevası
Eserin Fikri Kaynakları
Müellif , manzum ve mensur eserinde ortaya koyduğu düĢünceleri âyet, hadis, hadis
olarak bilinen sözler ve bazı meĢâyihin meĢhur ifadeleriyle açıklama yoluna gitmiĢtir.
Kendi
Eserde Geçen Âyet ve Hadisler
―Sebílü‘r-reĢÀd‖‖142
―Leúad
ãadaúa‘llÀhü
óarÀm…‖143
resÿlehu‘r-rü‘yÀ
bi‘l-óaú
letedòulunne‘l-mescide‘l-
―Ġttebi‗u millete ĠbrÀhíme Óanífen 144‖ , ―Mine‘Ģ-Ģeyòe Ģeyòen min àayrı evlÀdı
feúad Ģeyòe ke Ģeyòe ĢeyùÀn‖‘145, ―ittiãaf-ı bi-ãıfÀtullah taòallaúu bi-aòlÀúillÀh‖
146, ―Allahümme yessir‖147, ―Óubbÿ‘d-dünyÀ re‘se kulli òaùi‘aten terkü‘d-dünyÀ
re‘se külli ‗ibÀdeti‖ ―Men teĢebbehe bi-úavmin fe-hÿve minhum‖ 148, ―El-‗íyÀõen
b‘illah min su‘el-úaøÀ‖ 149, ―El-óubbu lillÀh ve‘l buàøu l‘illah ve‘l-ecri ‗alÀ‘llÀhdır
―El-‗Àrifu yek fihí‘l-‗iĢÀre‖ 150 , ―Úad nÿru‘d-dünyÀ bi-nÿru Muóammed‖ 151 ,
ÚÀlallÀhu ―Kul lÀ es‘eliküm ‗aleyhi ecren ille‘l-meveddeti fi‘l úurbi‘‘152, ―Ġndehu
õikru‘s- ãÀlióín tenzílü‘r-raómete‖153, Yevmü tebeddülü‘l-arøu àayrü‘l-arø154, Men
‗arefe nefsehu feúad ‗arefe rabbehu155, KelimÀtü‘l-meĢÀyiò cünÿdullÀh156, ―Ve
kullen naúuããu ‗aleyke min enbÀir rusÿli mÀ nu ebbitu bihi fu‘adeke‖ 157
ãadaúallahü‘l-‗aôím. ―Ve refe‗a ba‗øuhum fevúa ba‗øu derecÀt ãadaúallu‘l-‗azím
―YÀ AãhÀbu‘t-ta‗ôímu le-sünnetullah.
142
Sebilü‘r-reĢâd: Araf-146; Mümin-38 [ dosdoğru yola Allah hidayet etsin.]
Fetih Sûresi -27: Andolsun Allah, Peygamberinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse, siz güven
içinde baĢlarınızı kazıtmıĢ veya saçlarınızı kısaltmıĢ olarak korkmadan mescid-i Haram‘a gireceksiniz…
144
Âl-i Ġmrân-95‘den bir kısım: ….Ġbrâhim‘in dinine (anlayıĢına) uyun…..
145
Hadis kitaplarında bulunmayan söz konusu ifade, Bâyezid-i Bistâmî‘ye atfedilmektedir. Bkz:
Sühreverdî, Avârifü‘l-Mearif s. 60/12; Harun Ünal, Uydurma Hadisler, Mirac Yay. c.2, s.102
146
Münâvî, et-Teârîf, s. 564; Et-Tâc, 1/13: Allah‘ın ahlakıyla ahlaklanınız,(sıfatlatıyla da sıfatlanınız.)
147
KolaylaĢtır Allahım. Anlamına gelen dua cümlesi.
148
Hadis, Ebu Davud 4/44: Kim bir kavme benzemeye çalıĢırsa onlardan olur.
149
Kötü iĢlerin olmasından Allah‘a sığınırım. anlamına gelen dua
150
………………………..
151
……………………………
152
…………………………..
153
Hadis-KeĢfü‘l-Hafâ 2/70-1772: Sâlihlerin anıldığı yere rahmet iner.
154
Ġbrahim-48: O gün arz baĢka bir arza dönüĢtürülür. [Devamı] Gökler de öyle. Hepsi o Vâhid ve
Kahhar olan Allah‘ın huzurunda dikilir.
155
Hadis, El-Aclunî KeĢfü‘l-Hafâ-2,262.: Nefsini bile rabbini bilir.
156
ġeyhlerin sözleri Allah‘ın askerleridir.
157
Hÿd -120: Ve sana anlattığımız Ģeylerin hepsi, resullerin haberlerindendir. Onlarla senin kalbindeki
fuad hassasını (fiziğin ötesindeki idrak) sağlamlaĢtırırız. Ve bunda ( bu haberlerde) sana hak, müminlere öğüt ve
zikir geldi.
143
489
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
AãóÀb ayıtdılar ki ―ve úíle le-sünnetullah úÀle kitmÀnu‘s-sırr-ı ãadaúa ‗Alí
velíyullah kerremallÀhu veche Ya‗ni demek olur ki ―Ey aãóÀb Óaú Te‗ÀlÀnuñ
sünnetine ta‗ôím edüñ.
Eserde Adıgeçen Mutasavvıflar ve Sözleri
Hasan Basrî, Cüneyd-i Bağdâdî, Yunus Emre, Niyazî-i Mısrî, ―Edebü‘n-nÀs eyyühe‘laóbÀb ùaríúü‘l-‗aĢú küllehÀ ÀdÀb‖ (Mevlana), AĢkî, Ġbrahim Hanif
Eserin Dil ve Üslup Özellikleri
Manzum Kısımlardaki Vezin-Kafiye Tasarrufları
[1b]
HÀõÀ RisÀle-i Pend-i ÁĢıúÀn Be-Te‗lif-i ‗AĢúí Efendi El-ÚÀdirì YÀ Hÿ
B‘ismillÀhi‘r-raómani‘r-raóìm
ElóamdülillÀhi ‗ale‘t-taóúíú ü ùaríú ‗ale‘t-tevfìúi óamd ü åenÀ-yı bí-‗ad ol pÀdiĢÀha
kìm lem-yelìd ve lem-yÿled vaódehÿ lÀ-Ģeríkelehÿ illÀ hÿ. RÀzıúu‘l-‗ibÀd vec‗allehüm ‗avnike refíú ü yessírhüm fi‘d-dünyÀ ve‘l Àòire bi-raómetihi àarík. Ba‗de
óamd u åenÀ ãalÀt u selÀm bi-‗adedi külli Ģey‘in bÀd-ber Muóammed MuãùafÀ ve
‗Aliyye‘l-MurteøÀ ve ber Ál-i evlÀd u aãóÀb ü ‗aĢreteĢ yek-ser rıêvÀnullÀhi te‗ÀlÀ
‗aleyhim ecma‗ín.158
EmmÀ ba‗d bu faúírü-l haúìr òÀk-i pÀy-ı fuúarÀ DervíĢ Óüseyin ‗AĢúí el-me‘õÿn
mine‘Ģ-ġeyhü‘l-Óacc ĠbrÀhím Óanífü‘l-ÚÀdirí úudduse sırrehÿ, murÀd eyledim ki
bir muòtaãar risÀle te‘líf edüp sÀlik-i rÀh-ı óaúíúat olanlar fÀide hÀsıl ola. Ve ismini
RisÀle-i Pend-i ÁĢıúÀn deyu tesmiyye edem ola ki mütÀla‘À eden ihvÀn-ı sÀdıklar
bu bì-çÀre günÀh-kÀruñ rÿóunu du‗À-yı òayr ile yÀd edüp ĢÀd edeler.
Bu beyt bu maóalde õikr olundı;
Beyt: fÀilÀtün fÀilÀtün fÀilün
Bil du‗Àdır iltimÀs-ı mü‘minín
Böyle dedi raómetenli‘l-‗Àlemín
[2a]
Bir du‗À-yı òayr ile yÀd edeler
Rÿóunı ‗ÀĢıúların ĢÀd edeler
158
BaĢarı yoluna götürene ve baĢarıyı gerçekleĢtirene hamd olsun. Sonsuz hamd ve sena (övgü ve Ģükür)
o padiĢaha ki o doğmadı, doğurmadı; o tektir, ortağı yoktur; sadece o vardır. Kullarını rızıklandıran odur. Nazik
yardımı onlara ulaĢtıran, derin rahmetiyle onları dünya ve âhirette ferahlatan odur. Muhammed Mustafa’ya Ali
Murtaza’ya, ailesine, çocuklarına, dostlarına (cennetle müjdelenen on’a) yüce Allah’ın lütfu hepsinin
üzerine olsun, sonsuz hamd ve senâ ve salat selâmdan sonra …..
490
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Ola kim raómet eriĢe ver ãalÀt
MuãùafÀ‘nuñ rÿóuna ey pÀk-õÀt
EmmÀ ba‗d bil ki ey ùÀlib-i erkÀn-ı ùariúat ―Hadaka‘llah ilÀ sebílü‘r-reĢÀd‖159
ÀgÀh ol ki ùariúat-ı ‗aliyyeye intisÀb etmenin Ģarùı nedir?
Oldur ki evvelÀ mir‘Àt-ı úalbini pÀk i‘tiúÀd ile CenÀb-ı vÀcibü‘l-vücÿda ùapĢırup
ve ba‗de niyyet-i òÀliãe birle istiòÀre ede Ģo‘l Ģarùla ki Àbdest alup úıbleye teveccüh
olup iki rek‗at rıøÀe‘n-lillÀh namÀz úıla ba‗de elden geldiài úadar istiàfÀr ede ve
ba‗de óaøret-i faòr-i ‗Àlem te‗ÀlÀ ãallallahÿ ‗aleyhi ve sellem efendimizüñ ve Àl u
evlÀd ü aãóÀb-ı ensÀrínüñ rÿó-ı Ģeríflerine ãalÀt selÀm edüp160 hediyye eyleye ve
ba‗de on iki pírÀn-ı piĢuvÀ-yı ‗ÀĢıúÀn efendilerimizüñ rÿó-ı Ģeríflerine on iki iòlÀs
ve on iki fÀtióÀ-yı Ģeríf oúuyup hediyye edeler. Ve Óaú Te‘ÀlÀ cÀnibine teveccüh
ve tevekkül olup Ģöyle niyyet ede kim:
―YÀ ĠlÀhe‘l-‘Àlemín bu bí-çÀre úulunuñ feyø-i naãibi úanúı Ģeyhüñ cÀnibinden ise
bu bì-çÀre rüyÀ ile irĢÀd edüp ùaríú-i hidÀyete ergürüp istiòÀre ede.
LÀ-Ģek fíhí úÀlallahÿ te‗ÀlÀ:
―Leúad
ãadaúa‘llÀhü
resÿlehu‘r-rü‘yÀ
bi‘l-óaú
letedòulunne‘l-mescide‘lóarÀm…‖161 ãadaúa‘llahü‘l-‗aôím. Elbette ol ôuhÿr eden iĢÀrete iútidÀ eylemek
farødır. Be-kelÀm-ı naãã-ı úÀùi‗ ki ÚÀla‘llahÿ te‘ÀlÀ ―Ġttebi‗u millete ĠbrÀhíme
Óanìfen162‖ [2b] deyu buyurmuĢtur, ãadaúallahü‘l-‗aôím. Velikin bunda bir su‘Àl
vÀcib oldu ki tab‗iyyet úanúı Ģeyòe vÀcibdir. Bu faúír-i bì-çÀre Ģöyle derim ki bu
õikr olunan Àyet-i kerìme ve emr-i ‗aôíme mÿcibince ãÀóib-i emÀnet bir Ģeyò-i
kÀmil bulmaú gerekdir.
MuúaddemÀ bir emÀnet ãÀhibinden ‗alÀ óasebü‘l-iĢÀre rıøÀsıyla emÀnet almıĢ ola
óattÀ anın daòí emÀneti ve icÀzeti pírlere vÀãıl ola ve andan yeden-be-yed
ùabÀúÀta ùıbÀúından Óasan Baãrí‘ye Óasan Basrí‘den ĠmÀmü‘l-muttakín emirü‘l
mü‘minín ‗Alíyyel MurtaøÀ ve andan Óaøret-i bedr-i kÀinÀt mefóar-ı mevcÿdÀt
‗aleyhi‘ã-ãalÀt ü ve‘s-selÀm efendimize vÀãıl ola öyle olsa ittiba‗ı bu Àyet-i kerime
mÿcibince ãaóìó olur. ZirÀ Ál-i HÀĢim Ál-i ĠbrÀhím‘dir. ÓuãÿãÀn merÀm Ál-i
Muóammed‘dir. Netekím bu beyt bu maóalde õikr olundu,
159
Sebilü‘r-reĢâd: Araf-146; Mümin-38 [ dosdoğru yola Allah hidayet etsin.]
Bu kısımda söylenme adedi rakam olarak 72 Ģeklinde yazılmıĢtır.
161
Fetih Sûresi -27: Andolsun Allah, Peygamberinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse, siz güven
içinde baĢlarınızı kazıtmıĢ veya saçlarınızı kısaltmıĢ olarak korkmadan mescid-i Haram‘a gireceksiniz…
162
Âl-i Ġmrân-95‘den bir kısım: ….Ġbrâhim‘in dinine (anlayıĢına) uyun…..
160
491
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Beyt: MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün
ġefa‗Àt menba‗ı kÀn[ı] anın mu‘ciz-beyÀnıdır
MisÀl-i ‗Àlemüñ nÿrı anın mihr-i ‗ayÀnıdır
MaúÀm-ı sidreden geçdi ki Mi‗rÀc eyledi Óaúú‘a
EriĢdi Lime‘ullÀhuñ nedim-i ĢÀdumÀnıdır
Anın óüsn-i Ģu‗Àından olur zinde bu ‗Àlemler
OturmuĢ taót-ı levlÀke cihÀn-ÀrÀ-yı cÀnıdır
Senüñ medóinde ‗Àcízdir bu ‗AĢúí kem-terüñ ey ĢÀh
Ki meddÀóuñ olup Úur‘Àn oúur seb‗ü‘l-meåÀnìdir
DehÀnuñdan ãudÿr eden óadìå-i dürr-i yektÀlar
Münevver úıldı ekvÀnı ôuhÿruñ sÀyebÀnıdır
Yoòsa kiĢi kendi zu‗munca yol ùutup òalÀ‘ik içinde Ģeklini tebdíl edüp meĢÀyiò-i
a‗ôÀmuñ ãÿretine girüp taúlid-i riyÀyı ‗ucb ile gezenlerden [3a] varup bey‗at etmekle
ittibÀ‗-ı Àl-i HÀĢime vÀãıl olmaú ne mümkündür. HeyhÀt ki bir daòí ‗aúlın baĢına
gelüp bu úabíóeden rücÿ‗ edesin zirÀ ilóÀdle kiĢi kendi ‘indince yol bulamaz. ‗Ale‘lóuãÿã merÀm mürĢid-i óaúiúiye vÀãıl olmaúdır. Ve mürĢíd-i óaúíúi deyu irĢÀda
úÀdir olan kimseye dirler. Eger dirsen ki ben mürĢíd-i kÀmile vardım. ÒilÀf söylersin
zirÀ meĢiòet da‗vası edersen irĢÀda úÀdir deàilsin. ġu cihetle òilÀf söylersin, bilmez
misin ki erenler laóôa laóôa yalancıya ―yuf‖ derler.
ĠĢitmediài pes bu mi illü kimesnelere bu òiùÀb kifÀyet eder ki: KÀle ResÿlullÀh
ãallallÀhÿ ‗aleyhi ve sellem Mine‘Ģ-Ģeyòe Ģeyòen min àayrı evlÀdı feúad Ģeyòe ke
Ģeyòe ĢeyùÀn‘163 ãadaúa resÿlullÀh ya‗ni bir kiĢi bir Ģeyòi Ģeyò edinse anın elinde
163
Hadis kitaplarında bulunmayan söz konusu ifade, Bâyezid-i Bistâmî‘ye atfedilmektedir. Bkz:
Sühreverdî, Avârifü‘l-Mearif s. 60/12; Harun Ünal, Uydurma Hadisler, Mirac Yay. c.2, s.102
492
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
icÀzeti iõn ü emÀneti olmasa ve meĢrebi Àl-i evlÀda çıúmasa ke-ennehÿ164 ĢeyùÀnı
Ģeyó edinmiĢ olur, ãadaúa resÿlullÀh.
Áyet óadìå ile åÀbit oldu kim ehl-i ilóÀda yaúín olmaú ĢeyùÀna yaúín olmaúdır.
AllÀhümme aòfaô165 bu òuãÿãda iótiraõ lÀzımdır ki óattÀ ùaríúat ãÀóibini bula ve
inkÀr etmekten óaõer ede bu tafãilden maúãÿd-ı merÀmımız; taúlídi óaúíúatden tefrík
edüp beyne‘l-óaú ve‘l bÀùıl ‗ayÀn etmekdir. ZirÀ emr-i ma‗rÿf ve nehy-i münkerdir.
Elsine-i nÀs içinde görürüm ki nice úÀbil-isti‗dÀd vardır ve ùaríúÀt-ı ‗aliyyeye
muóabbet üzre iken ehl-i riyÀ-ı süfehÀnın berine dÿĢ olup ‗Àúıbet êalÀlete taórík
etdiklerinde [3b] çamur yiyen, etbÀ‗ına daòí çamur yedirir fehvÀsınca óaúúÀní
olacaú iken nefsÀnì olup günden güne meslek-i ÀdÀb-ı ehlu‘l-lÀhı ‗aks-i mu‗amele
etmegi ‗ayn-ı kemÀl deyu ôannedüp dururlar netekim bu maóalde birkaç ebyÀt õikr
olundı;
Beyt: MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün
RiyÀ-ı ‗ucb ile òalkuñ öñün ùutmaú[da]dır kÀrı
Deàil bu resme billÀhi meĢihet sırr-ı esrÀrı
RevÀ mı òalúı azdırmak utanmaz mı ÒudÀ‘dan ol
Niçün ibùÀl eder Óaúú‘ı görüñ Ģu mest-i murdÀrı
Óaúíúatce bu erkÀnın Ģi‗Àrı MuãùafÀ‘dandır
Alí‘dir aòõ eden ‗ahdi aña vermiĢ bu iúrÀrı
ŜabÀúÀtdan güõer úılmıĢ bu ‗ahdi òoĢca ùutmuĢlar
MünÀfıú mübtedi bilmez ‗aceb deñlü bu eĢ‘Àrı
äanur kim zu‗m-ı ‗aúlınca aña beñzer velíler hep
Delìli reh-nümÀsı yoú eder küfre úamu vÀrı
164
165
Sanki, güya
Allah korusun.
493
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Eger bir Ģeyò-i kÀmilden ùutaydı dÀmen-i Óaúú‘ı
Ŝaríúat beyyinÀtuñdan ôuhÿr eylerdi envÀrı
Gel ey ‗AĢúí nihÀn eyle bu rÀzı ehl-i tuàyÀndan
Úabÿl eyler mi õerú ehli derunÿñdan bu güftÀrı
Ve ba‗øı muòÀlif ‗amel üzre müdde‘À edüp yollaruñ ãarpa uàratmıĢlar. Bu faúír Ģöyle
taãavvÿr ederim ki eger bir Ģeyò-i kÀmilden intisÀb edeydi az zamÀnda aòlÀú–ı
óamidiyye ile muttaãıf olurdı. Ve maúãÿdunı Allah‘a götürürdü. Fe-emmÀ bÀlÀda
õikr olunan óadìå-i Ģeríf mÿcibince ĢeyùÀnı Ģeyò edinmiĢler, bunlar maórÿmlardır. Ve
biñ cehd eylese göñle yol bulamaz. DÀìmÀ úalbi mükedderdir, hevÀsı yol bulduúca
sÀkin olup güler oynar hevÀsı [4a] yol bulmayacaú olursa ma‘ÀzallÀh Nemrÿd‘dan
eĢedd olur.
Nitekim bu beyt õikr olundı:
mefÀìlün mefÀìlün mefÀìlün mefÀìlün
Keder gelmez viãÀl serbetin[i] arzÿ edenlerden
Kerem úıl ãorma cÀhìlden bu remzi ãor bilen[ler]den
ma‗lÿm oldı ki anlar ãafÀ-yı ruóÀní õevú-i ÓaúúÀní bulamazlar. Sa‗y-ı sülÿkları
hebÀen menĢÿrdur. äafÀ-yı õevú-i rÿóÀnì ehl-i tevóìddendir ki Àña tevóìd-i õÀt
denür. Ehline ma‗lÿmdur ehl-i tevóìd ise telúìn úuvvetiyle ki mÀye-i Muóammedìdir.
Anuñla mürĢíd naôarında aósen-i te‘díb ile sülÿk edip ãafÀ-yı úalbe ve tevóíd-i ãıfÀta
ta‗alluú ùutarlar, dÀímÀ liúÀ-yı Óaú‘da õevú üzeredirler.
Beyt: MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün
äadÀúat ehl-i dillerden iĢitdim sırrı-ı maòfìdir
Ma‗arif menzili güyÀ bu baòre ber-me‗Ànídir.
494
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Amma yuúaruda demiĢ idik ki ilóÀd ehline dÿĢ olanlar ãafÀ-yı rÿóÀní ve õevú-i
ÓaúúÀnì bulamazlar deyu imdi gerekdir ki sÀlik rÀh-ı ilÀllÀh olan nÀmÿs-ı ‗Àrını
terk edüp bir àayr mürĢíd-i óaúúÀnì bula muúaddem ùuttuàu ĢeyùÀnı terk edüp ittiãafı bi-ãıfÀtullah taòallaúu bi-aòlÀúillÀh 166olan mürĢidi bulur kim maúãÿd budur.
Allahümme yessir167 ve eger farú edemezsen bÀlÀda õikr olunan istiòÀre üzre ‗amel
edesin. ĠnĢa‘allÀh an úaríb168 bu õikr olunan ÀåÀr vücÿda gelüp ‗alÀmeti ôÀhír
olduúda bu faúíri òayr ile yÀd edüp rÿóunu ĢÀd edesin.
Beyt:MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün
Meded úıl úalmaya yolda Ģu kim ‗aôm-ı viãÀlüñdür
Ümìd-i vaãl-ı yÀr eyler meni Ģem‗-i cemÀlüñdür
[4b] Gerçi selefde niçe taórìr ve niçe tefsìr olunup ehl-i Óaú buùlÀn-ı ehl-i riyÀdır
cümlesini ma‗lÿm etmiĢler ancaú bu sözler ki bu risÀlede taórír olundu. Bu vech üzre
àayr-ı ketebde taórír olunmadıàı ecilden ve zamÀnımızdan ehl-i ilóÀduñ mübÀlÀàa
olduúlaruñdan nÀĢí bi‘ø-øarÿr bu vech üzre taóríre iĢÀret õuhÿr etmegin bÀdí
úılınmıĢdır. Gerekdir ki úuãÿrunı ma‗õÿr buyuralar ve óalÀ Ģimdiki óÀlde
ma‗lÿmumuz olaraú icÀzetsiz ve emÀnetsiz ve iõinsiz niçe niçe kimseler vardır ki
ek eri òalú onlarla teb‗iyyet edüp gitdikce bu fesÀdı ziyÀde etmekdedirler. ‗Ale‘lóuãÿã evvelÀ mürĢídleri nÀ-ma‗lÿm ve úanúı dergÀha òÀdim olduúları nÀ-ma‗lÿm
bu óÀl ile gümrÀhlar degiller midir?
Bizim ãoóbetimiz ùÀlib-i Óaú olanlaradır. Yoú eger çi merÀm Lu‗b-ı hevÀ ise bizim
onlarla ãoóbetimiz yoúdur bildiàini bilsün niçün ki Ģerí‗at-ı muùaóóarada beyyíne
vardır, ehline ma‗lÿmdur. Ve ùaríkat-ı ‗aliyyede daòí beyyíne vardır. Ehline
ma‗lÿmdur, niçün üstÀda varmazlar, ‗Àr edüp òiõmetden úaçarlar hemÀn merÀmları
dünyÀ cìfesidir. Ve òalú içinde ululuú da‗vasın ederler. Bilmezler kim Àyet óadí ile
küfre mürtekíb olmuĢlardır.
Úale Nebí ãallallahÿ ‗aleyhi ve sellem Óubbÿ‘d-dünyÀ re‘se kulli òaùi‘aten terkü‘ddünyÀ re‘se külli ‗ibÀdeti169 ãadaúa resÿlullah ve daòì bir kemÀl ehli kendilere
naãióat úılsa ebed úabÿl etmezler gerçi anlar kim óaú söylecidir ammÀ mürídlerinden
òavf eder kím yüz döndürmeyeler deyu zihí nÀdÀn kÀtelehumu‘llÀh óaúúı bilürken
[5a] úabÿl etmez tekõìb eder anlar maórÿmlar degiller midir?
166
Münâvî, et-Teârîf, s. 564; Et-Tâc, 1/13: Allah‘ın ahlakıyla ahlaklanınız,(sıfatlatıyla da sıfatlanınız.)
KolaylaĢtır Allahım. Anlamına gelen dua cümlesi.
168
Çok geçmeden, yakında
169
Mevzu hadis olduğuna dair kanaat bulunan bu söz için bkz. Elbânî, Ed-Dâife, I, 370; Ġsmail Hakkı
Ġzmirli, Mutasavvıfe Sözleri, 14; Siyer, 95: Dünya sevgisi bütün hataların, dünya terki de ibadetin baĢıdır.
167
495
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014
Ma‗azallah bu ãıfÀtla muttaãıf olanlar raómet-i Óaúú‘a vÀãıl olamazlar ve ĢefÀ‗at-i
resÿlullahdan maórÿmdururlar. ġo‘l kimesnelerden ıraà Óaúú‘a yaúín olur. LÀ-Ģek
fíhí imdi gerekdir ki bir kimesne bir Ģeyòden bey‗at etmelü olsa evvelÀ taãyió etmek
gerekdir. Ol Ģeyòüñ icÀzeti var mı ola ve Ģeyòi iõin vermiĢ mi ola?
Eger aãlına erebilürse bey‗at etmesi cÀ‘izdir veyÀhud meõkÿr tertíb üzre istiòÀre
edüp iĢÀret olunursa ol vaút bey‗at alup ‗ahd etmesi farødır. ZírÀ meveddet fi‘lúurbídir. Úale nebí ãallallahÿ ‗aleyhi ve selem Men teĢebbehe bi-úavmin fe-hÿve
minhum 170 ãadaúa resÿlullah. Yoú ki emÀnet ve icÀzet ãÀóibi olmayacaú olursa
uĢta ĢeyùÀnı mürĢíd edinmiĢ olur. El-‗íyÀõen b‘illah min su‘el-úaøÀ171 bu faúìrüñ
àaraøı Ģudur kim ùÀlib-i Óaú olanlar emÀnetsiz kiĢiden bey‗at etmeyeler.
GülĢen-i rÀz oturma ‗avÀmla mesò olursuñ
Ne mesò ki küllì nesò olursuñ172
Ve bu òuãÿãda cümle ehlullÀh ki ãÀóib-i ùariúatdırlar, ittifÀúen böyle òaber
vermiĢlerdir. Ġmdi mürĢídi ãÀóib-i emÀnet bulup varta-i helÀkdan òalÀã olup
maùlÿba nÀ‘il olalar. ZirÀ El-óubbu l‘illÀh ve‘l buàøu l‘illah ve‘l-ecri
‗alÀ‘llÀhdır.173 Òuãÿsen ‗Àleme Àdem bir gelür
Ey söz úadri bilen fehm edegör
SermÀye elde iken cehd edegör
Nitekim Óaøret-i Yunus Emre úaddese sırrehu‘l-‗azíz taãavvÿfÀtında Bindüm erik
dalına anda yedüm üzümü [5b] buyurdukları bu remze iĢÀretdir. Óaøret-i Mıãrí
úaddese sırrehu‘l ‗azíz Ģeró edüp ‗ayÀn etmiĢdir ki Üzümü aãmadan iste, eriği erikden
iste yoòsa merÀm üzüm iken erikden istemek fÀ‘ide etmez. Erigi daòí asmadan fâide
etmez. keõÀlik ehl-i ilóÀduñ dÀmenin ùutmaàla Óaúú‘a varılmaz ve biñ cehd etse
meĢaúúat çeküp òalvetler eylerse fÀ‘ide óÀãıl edemez. ZírÀ meveddetden
müberrÀdır. El-‗Àrifu yek fihí‘l-‗iĢÀre174 bunda nice sözler ve nice óÀller vardır
170
Hadis, Ebu Davud 4/44: Kim bir kavme benzemeye çalıĢırsa onlardan olur.
Kötü iĢlerin olmasından Allah‘a sığınırım. anlamına gelen dua
172
Bu beyitte vezin problemlidir.
173
Hadis, Ebu Davud, Sünnet 15: Allah için sevmek, Allah için kı

Benzer belgeler