Hasta ne - pinar.k12.tr

Transkript

Hasta ne - pinar.k12.tr
Hasta
Dr. Paul Ruskin, öğrencilerine yaşlanmanın psikolojik belirtilerini öğretirken onlara su olayı
okur:
"Hasta ne konuşuyor, ne de söylenenleri anlıyor. Bazen saatlerce anlaşılmaz şeyler
geveliyor. Zaman, yer ya da kişi kavramı yok. Yalnız, nasıl oluyorsa, kendi adi
söylendiğinde tepki veriyor. Son altı aydır onun yanındayım, ne görünüşü için bir çaba sarf
ediyor ne de bakım yapılırken yardımcı oluyor. Onu hep başkaları besliyor, yıkıyor ve
giydiriyor. Dişleri yok, yiyeceklerin püre halinde verilmesi gerekiyor. Gömleği salyalarından
dolayı sürekli leke içinde. Yürümüyor. Uykusu sürekli düzensiz. Gece yarısı uyanıp
çığlıklarıyla herkesi uyandırıyor. Çoğu zaman mutlu ve sevecen, fakat bazen ortada bir
sebep yokken sinirleniyor. Biri gelip onu yatıştırana kadar da feryat figan bağırıyor."
Bu olayı okuduktan sonra, Ruskin öğrencilerine böyle birinin bakımını üstlenmek isteyip
istemediklerini sorar.
Öğrenciler bunu yapamayacaklarını söylerler. Ruskin, kendisinin bunu büyük bir zevkle
yaptığını ve onların da yapması gerektiğini söyleyince öğrenciler şaşırırlar. Daha sonra
Ruskin hastanın fotoğrafını dolaştırmaya baslar. Fotoğraftaki doktorun altı aylık kızıdır. Dr.
Ruskin, Amerikan Tip Birliği Dergisindeki makalesinde,(günümüzde çok yaşandığı gibi )
gülünç bir yanlış anlamanın insana nasıl tamamen farklı bir perspektif kazandıracağını
anlatmaktadır. Belki de hayatta yasadığımız birçok şey bize önyargılarımız ve bakış
açılarımız tarafından dayanılmaz ve zor gözükebilir
Allen Klein"den
Ayakkabı
20. yy başlarında makineleşmenin başladığı dönemlerde İtalyan bir ayakkabı firması iki
temsilcisini araştırma yapmaları için Afrika' nın farklı bölgelerine gönderir. Bir ay sonra her
ikisinden de iki farklı telgraf gelir.
Birincisi; -Biz burada tutunamayız, çünkü hiç kimse ayakkabı giymiyor, derken
İkincisi;
-Biz burada çok iyi iş yaparız, çünkü hiç kimsenin giyecek ayakkabısı yok. şeklinde telgraf
çekerler.
Servet
Bir gün Avrupa'nın ünlü sanat merkezi kentlerinden birinde gezen çocuğun biri bir vitrinde çok hoş bir
tablo görür. Tablo belli ki oldukça pahalıdır. Çocuk bu tabloyu bir sonraki sene abisinin doğum gününe
almayı ister ve bir iş bulup kıt kanaat geçinerek biriktirdiği tüm para ile o mağazaya gider.
Şanslıdır tablo hala satılmamıştır. içeri girer ve tabloyu bir süre yakından izledikten sonra resmi yapan
sanatçıyı bulur ve:
"Abimin doğum günü için bu resmi satın almak istiyorum, tüm paramda bu kadar" der. Ressam bir süre
düşündükten sonra. Resmi paketler ve satar. Çocuk paketini alır ve teşekkür ederek çıkar. Mağazada
adamın arkadaşları da vardır ve şaşkın şaşkın sorarlar:
Sen ne yaptın o resmin değeri milyonlar ederdi. Neden bu kadar cüzi bir fiyata sattın?
Adam cevap verir:
Evet ben bu resme milyonlarını verecek bir sürü insan bulabilirdim ancak tüm servetini bu resme
verecek kaç kişi bulabilirdim...
NASIL BAKARSAN ÖYLE GÖRÜRSÜN
Fransa’da, ağır isçilerin isleri hakkında ne düşündüklerini incelemek üzere araştırmayı
yürüten bir görevli, bir inşaat alanına gönderilir. Görevli, ilk isçiye yaklaşır ve sorar:
“Ne yapıyorsun?”
“Nesin sen, kör mü?” diye öfkeyle bağırır isçi.
“Bu parçalanması imkânsız kayaları ilkel aletlerle kırıyor ve patronun emrettiği gibi bir
araya yığıyorum. Cehennem sıcağında kan ter içinde kalıyorum. Bu çok ağır bir is,
ölümden beter.”
Görevli hızla oradan uzaklaşır ve çekinerek ikinci isçiye yaklaşır. Ayni soruyu sorar:
“Ne yapıyorsun?” İşçi cevap verir:
“Kayaları mimari plana uygun şekilde yerleştirilebilmeleri için, kullanılabilir sekle getirmeye
çalışıyorum. Bu ağır ve bazen de monoton bir iş, ama karım ve çocuklarım için para gerekli
sonuçta bir isim var. Daha kötü de olabilirdi.”
Biraz cesaretlenen görevli üçüncü isçiye doğru ilerler.
“Ya sen ne yapıyorsun?” diye sorar.
“Görmüyor musun?” der isçi kollarını gökyüzüne kaldırarak. “Bir katedral yapıyorum.”
Bu hikâyenin enteresan tarafı her üç isçinin de ayni isi yapıyor olmaları. Görmeyi seçtiğiniz
yol sizin tutumunuza bağlıdır. Bugün hava biraz bulutlu mu yoksa biraz güneşli mi?
Güllerin dikeni mi vardır, dikenli dalların gülleri mi? Bardağın yarısı bos mudur, yarısı dolu
mu? Yoksa bardak olması gerekenin iki kati büyüklükte midir?
Seçim size ait....
YILDIZLARI GÖRMEK
Thelma Thompson anlatıyor:
Harp sırasında kocam New Mexiko'daki Mojave colune gönderilmişti. O, çölde tatbikata
katılırken yanında olabilmek için ben de çölün yolunu tuttum. Kendimi cehennemim kucağına
atmıştım. Ortalık yanıyordu. Küçük bir kulübede oturuyordum. Ve yanında olmak için tehlikeYe atılarak geldiğim kocamı unutmuş, can derdine düşmüştüm. Etrafımdaki Meksikalılar ve
yerliler, tek kelime İngilizce bilmediğinden kimseyle konuşamıyordum. Sıcak rüzgâr, bir
taraftan bedenimi kavuruyor, bir taraftan da yediğim yemeği de, ağzımı burnumu da kumla
dolduruyordu. Canıma yetmişti. Kâğıda kaleme sarılıp babama bir mektup yazdım. Gelin beni
buradan alin dedim. Burada yasamaktansa hapishanede yaşamayı tercih ederim. Babamı
beklerken cevabi geldi. Sadece iki satir yazmıştı "İki adam hapishane penceresinden dışarıya
baktı. Biri çamuru gördü, diğeri yıldızları." Bu iki satiri okuyunca utancımdan kıpkırmızı
kesildim. Ben hep çamuru görmüştüm. Hâlbuki yıldızlar da vardı. Derhal yerlilerle dost oldum.
Kilimlerine, çanak ve çömleklerine olan hayranlığımı belirttim. Turistlere para ile vermeye
Yanaşmadıkları kıymetli eşyalarından bana hediyeler verdiler. Kaktüsleri, vukua ve erguvan
ağaçlarını inceledim. Kır köpeklerini tanıdım. Çöl gurubunu seyrettim. Çöl, yüzlerce
Yıl önce deniz dibi olduğundan kumun içinde deniz hayvanlarının kabuklarını aradım. Ne
değişmişti de dün nefret ettiğim çöle bugün bağlanmıştım. Çöl mü değişmişti?
Hayır. O yine kavuruyordu. Yerliler mi değişmişti? Hayır. Onlar, yine İngilizce bilmiyorlardı.
Sadece ben değişmiştim. Pencereden kafamı uzatmış ve yıldızları görmüştüm.
ÇOK ŞEY ÖĞRENDİK
Thomas Edison elektrik ampulünü çalıştırmak için tam iki bin farklı madde denemiş
ama hiçbirisi işe yaramamıştı. Bilim adamının yardımcısı aylar süren bu çabaları sızlanarak
şikâyet etti:
“Bütün emeğimiz boşa gitti. Hiçbir şey elde edemedik.”
Edison kendinden emin bir sesle cevapladı yardımcısını
“Hayır! Çok uzun bir yol kat ettik ve çok şey öğrendik. İyi bir ampulün çalışması için
iki bin maddenin kullanılmayacağını öğrendik.”
ÇOCUK ZEKÂSI
Dev bir kamyon bir üstgeçidin altından geçerken yüksekliği fazla geldiği için sıkışmıştı bir
türlü oradan çıkamıyordu. Polis sorunu çözmek için hemen kentin en parlak
mühendislerinin getirtti. Mühendisler yanlarında getirdikleri bilgisayarlarıyla hesaplar
yaptılar saatlerce aralarında tartışıp uğraştılar ne var ki bir türlü üst geçide zarar
vermeden kamyonu oradan nasıl çıkaracaklarına karar vermediler.
Uzun süredir onları izlemekte olan yedi yaşlarında küçük bir oğlan çocuğu yanlarına
gelip pantolonunu çekiştirdi ve saygılı bir ses tonuyla “Bayım” dedi. “Lastiklerin havasının
biraz indirirseniz…” Böylece bacak kadar çocuğun aklıyla koca problem çözülmüş oldu.
YILDA İKİ KEZ ÜRÜN VEREN AĞAÇ
Halife Harun Reşid Bağdat civarında gezerken bir ihtiyarın bahçesine hurma ağacı
dikmekte olduğunu gördü. Yanına gitti ve merakla sordu:
“Meyvesini yiyemeyeceğin bir ağacı neden dikiyorsun? Bilmez misin ki hurma ağacı
meyvesini ancak kırk yıl sonra veren bir ağaçtır.”
İhtiyar saygılı bir ifadeyle bahçesindeki öteki ağaçları gösterdi:
“Bu ağaçları dikenler meyvelerini yiyemediler ama bizim yıllar sonra şimdi
yiyebilmemizi sağladılar” dedi. “Ben de bunu dünyaya bundan sonra gelecekler için
dikiyorum.”
İhtiyarın cevabını beğenen Harun Reşid kesesinden bir altın çıkardı ve ihtiyara
verdi.
Yaşlı adam altını aldı ve “ Allah’a şükürler olsun” dedi.
Harun Reşid bir kez daha meraklanmıştı. Adam kendisine şükür etmek yerine
Allah’a şükretmişti.
“Niçin şükrediyorsun?” diye sordu.
İhtiyar bilgece gülümseyerek cevapladı:
“Elbetteki şükredeceğim. Herkes diktiği ağacın meyvesini kırk yıl sonra alırken ben
bugün diktiğim ağacın meyvesini bugün alıyorum
Harun Reşid bu akıl dolu cevabı da çok beğendi ve bir altın daha bağışladı
Yaşlı adam ikinci altını alıp yine Allah'ım sana şükürler olsun dedi Sonra Harun
Reşid’e in sormasını beklemeden bunun da nedenini açıkladı.
İkinci defa şükrettim. Çünkü başka kişiler bahçelerinden yılda bir kez ürün alırlarken
ben bir günde hem de iki kez ürün alıyorum…
EN BÜYÜK DERS
Bir adam, Büyük Okyanus’un ortasında bir tahliye salında yolunu kaybetmişti.
Yirmibir gün boyunca bu şekilde sürüklendikten sonra, yeri tespit edilip kurtarılan adam,
bu olay sonucu Amerika’da büyük bir ün kazanacaktı.
Ünlü Amerikalı yazar Dale Carnegie, bir gün Rickenbacker adlı bu adama, yaşadığı
bu tecrübeden neler öğrendiğini sordu.
Adamın verdiği cevap şuydu:
“Bu tecrübeden edindiğim en büyük ders, insanın içebileceği kadar tatlı suyu ve
yiyebileceği kadar ekmeği olduktan sonra, hayatta hiçbir şeyden şikayet etmemesi
gerektiğidir.”

Benzer belgeler

Empati

Empati “Hasta ne konuşuyor, ne de söylenenleri anlıyor. Bazen saatlerce anlaşılmaz şeyler geveliyor. Zaman, yer ya da kişi kavramı yok. Yalnız, nasıl oluyorsa, kendi adı söylendiğinde tepki veriyor. Son a...

Detaylı