Tuncer Bulutay`a Armağan

Transkript

Tuncer Bulutay`a Armağan
TUNCER BULUTAY'A
TUNCER
BULUTAY'A
ARMAĞAN
M Ü LKİYELİLER BIRLIGI YAYINLARI: 2015/1
M Ü LKİYELİLER BİRLİĞİ ARM AĞANLAR D İZİSİ:
13
Prof. Dr. Tuncer ¡¿¡ULIATALj'a
A rm ağan
Derleyen
Nuri YILDIRIM
Mülkiyeliler Birliği Yayını
2015
Bu E serin Telif H a k la rı M ü lk iy eliler B irliği'ne A ittir.
M ü lk iy eliler Birliği Y ayın No: 2015/1
M ü lk iy eliler B irliği A rm a ğ a n la r Dizisi: /1 3
M ü lk iy eliler Birliği, A n k a ra
T e l: 0.312.418 55 72
W eb: w w w .m u lk iy e .o rg .tr
e-posta: m ulkiye@ m ulkiye.org.tr
ISBN 978-975-01835-8-4
B asım T arihi: N isa n 2015
B asım A dedi: 500 A d e t
Bu k itap ta ö n e sü rü le n fikirler ese rlerin y a z a rla rın a aittir,
M ü lk iy eliler B irliğinin g ö rü şle rin i y an sıtm az.
Teknik Hazırlık & Baskı
Hermes Tanıtım Ofset Ltd. Şti.
Büyük Sanayi 1. Cad. No: 105 İskitler / ANKARA
Tel: 0312 384 34 32 - 341 01 97 - Fax: 0312 241 01 98
www.hermesofset.com.tr
1967yılı, h a ya t arkadaşı Emi/ıe H anım la...
Hayat arkadaşı Emine Dumkan tßulutay
İçindekiler
S u n u ş.................................................................................................................................... 1
Yılmaz A K Y Ü Z , Haşan ERSEL, Ercan UYG UR, N uri YILDIRIM
Ö n söz.................................................................................................................................... 7
Erdal EREN /M ülkiyeliler Birliği Genel Başkanı
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'ın Yayınlan L istesi...........................................................9
BÖLÜM 1 / ANILAR
Yaşam Ö yküm .................................................................................................................. 23
Tuncer BU LU TAY
Bir D o s t.............................................................................................................................. 53
Şadi CİN D O R U K
Tuncer'le Geçen Y ıllar.................................................................................................. 59
Cem Ç A KM A K
Bir D ost Olarak Tuncer B ulu tay................................................................................ 65
Fikret G Ö R Ü N
BÖLÜM 2 / MAKALELER
Internationalization o f Finance and Changing Vulnerabilities in Emerging
Econom ies..........................................................................................................................71
Yılmaz A K Y Ü Z
Thomas Piketty ve 21. Yüzyılda Kapital Ü zerin e............................................... 103
Korkut BORATAV
Kavramların Yönlendirme Etkisi: "Ulusal Gelir" Ö rn eği............................... 133
Haşan ERSEL
H üküm lü N aklinde Cezanın D ön ü ştürülm esi................................................... 153
Yüksel ERSOY
N anoteknolojilerin Toplum ve Ekonomi Yapılarına Etkileri.........................187
Prof. Dr. Orhan G Ü VENEN
Türkiye Emek Piyasasında Eğitim-İş U y u şm a zlığ ı...........................................199
A lpay FÎLİZTEKİN
Kamu Yararı Kaygılarının Işığında K entleşm e ve Konut Sorunlarım ız.... 213
Prof. Dr. Ruşen KELEŞ
Cumhuriyet ve Toprak................................................................................................ 239
Bilsay KURUÇ
M issing Pages of the Second Small Shahnam a.................................................. 309
Farhad M EHRAN
Türkiye'de Bölgesel Eşitsizliklerin 200 Yıllık T arihi........................................341
Şevket PAM U K
Türkiye İnşaat Sektörünün Büyüme ve İstihdama Katkısı: 2000'li Yıllar İçin
Bir Sorgulam a................................................................................................................ 355
Ümit ŞENESEN, Gülay Günlük ŞENESEN
Birinci Dünya Savaşının Öncesi ve Sonrasında E kon om i.............................. 367
Erdinç TOKGÖZ
Hanehalkı İşgücü Anketinden Oluşturulacak Geçiş Matrisleri İçin
Kayıpranma, Yenilenm e ve Rotasyon Kurgusu D üzeltm eleri........................389
İnsan TU N ALI
Keynes; İstatistik, Ekonomik İstatistikler ve Ekonometri............................... 431
Ercan U Y G U R /T ü rk iye Ekonomi Kurumu
19. Yüzyıl Büyük Rus Romanının Üzerinde Yükseldiği T oprak.................. 455
Nuri YILDIRIM
SUNUŞ
Yılmaz AKYÜZ, Haşan ERSEL, Ercan UYGUR, N uri YILDIRIM
Değerli hocam ız T uncer Bulutay, eski asistanları ve kürsüdaşları olarak bizlerin zam an zam an dile getirdiğim iz, kendisi için bir arm ağan kitap hazırlam a
düşüncem ize u zu n süre pek sıcak bakm adı. Ancak, K orkut Boratav hocam ızın ve
M ülkiyeliler Birliği Vakfının Sayın Yöneticilerinin de aktif çabalarıyla Hocam ızı
bu konuda ikna edebildik. A slında T uncer B ulutay H ocam ızın üniversitelerim i­
zin kurum sallaşm asm a, kendi gelenek ve kültürlerini, bilgi birikim lerini yarat­
m alarına, akadem ik faaliyetlerinde süreklilik sağlam alarm a ne kadar önem ver­
diğini çok iyi biliyoruz. H ocam ız, M ülkiye geleneklerini daha da güçlendirm ek,
du ay en hocalarım ızla yeni nesil M ülkiyeliler arasında sıkı bağlar oluşturm ak ve
sürekliliği sağlam ak am acıyla bir çok arm ağan kitabın bizzat editörlüğünü y ap ­
m ış ve du ay en hocalarım ız için arm ağan yaym lam a ve toplantılar düzenlem e
çabalarını h er zam an aktif bir şekilde desteklem iştir1. Değerli H ocam ıza, kendisi
için bir arm ağan kitap hazırlam am ıza izin vererek, M iilkiyelilik ru h u n u n önem li
bir parçası olan "D uayen H ocalarım ıza Saygı" geleneğim ize bir tuğla da bizlerin
koym asm a fırsat verdiği için çok teşekkür ederiz.
Tuncer Hoca gibi çok yönlü bir bilim insanının biz eski asistanlarının g ö zü n ­
den eksiksiz bir portresini çizm ek, gerek akadem ik, gerekse diğer insani, kültürel
vb. yönlerden bizler üzerinde yarattığı derin etkileri tam olarak ifade etm ek hiç
de kolay değil! H oca'nın üniversite öğrencilik yıllarından beri yakın arkadaşları
olan Şadi C indoruk, Cem Ç akm ak ve Fikret G örün hocaların bu A rm ağan'da
yer alan anılarında çok güzel ifade ettikleri gibi, T uncer Bulutay kesin bir yanıt
alam ayacağını bile bile sürekli soru soran, düşü n en , şüphelenen, sadece sosyal
bilim lerdeki gelişm eleri değil, m atem atik, fizik, biyoloji gibi doğal bilim lerdeki
gelişm eleri de yakından izleyen, güçlü bir adalet ve bağım sızlık du y g u su n a sa­
hip, h er zam an iyim ser ve hep m erak eden bir bilim adamı! Kısaca bilim e, araş­
tırm aya, sorgulam aya adanm ış do p d o lu bir hayat!
1 Armağanın "Yayınlar" bölüm ünden görüleceği üzere, Tuncer Hocamız Sadun Aren, Nejat Bengül
ve İsmail Türk hocalarımız için arm ağan kitap yayınlanması görevini bizzat üstlenmiş, çeşitli armağan
kitaplar için 17 makale ya da sunuş yazısı yazmıştır.
1
Shhuj / Yılmaz AKYÜZ, Haşan ERSEL. Ercan UYGUR. Nuri YILDIRIM
Tuncer H oca'nın 1961 tarihli ilk eseri "Başlıca İktisadi B üyüm e N azariyeleri" kitabından b u yana yazdığı eserlerin listesine baktığım ızda, o n u n ne denli
üretken, ne denli değişik konulara ilgi d u y m u ş bir bilim insanı o ld u ğ u n u açıkça
görüyor, âdeta ancak koca bir en stitü n ü n ya da k u ru m u n altından kalkabileceği
çalışm aları H ocam ızm tek başına yapm ış o ld u ğ u d u y g u su n a kapılıyoruz. N uri
Y ıldırım 'ın bu A rm ağan'daki yazısının başında yer alan alıntıda ün lü Rus şairi
Puşkin, b ü y ü k edebiyatçı ve bilim insanı M ihail Lom onosov için "Ü lkem izde ilk
üniversiteyi o k u rd u , d ah a doğrusu, onun kendisi bizim ilk üniversitem iz oldu"
diyor. P u şk in 'd en esinlenerek, Tuncer H oca'nın bizim sadece hocam ız, kürsü
başkanım ız değil, bizzat üniversitem iz o ld u ğ u n u hiç abartm adan söyleyebiliriz.
O ndan, o n u n kişiliğinden, politik d u ru şu n d a n , hayata bakış tarzından çok şey
öğrendik ve hâlâ öğreniyoruz.
Tuncer Hoca sürekli olarak yeni sorular sorduğu, arayış içinde olduğu ve li­
teratürdeki yeni gelişm eleri yakından izlediği için kendisinin akadem ik ilgi alan­
ları da zam an içinde değişm iştir. Ancak, iktisat eğitim i, bilim anlayışı ve yöntem
sorunları, bü y ü m e ve bölüşüm gibi konular Tuncer H oca'nın baştan beri hep
ilgi kapsam ında olm uştur. H ocam ız 1960'larda d ah a çok, SBF'deki iktisat eğiti­
mi gereksinim leri paralelinde, büyüm e m odelleri, doğrusal program lam a, eko­
nom etri ve ekonom etrik m odeller, iktisatta m atem atiğin kullanım ı konularında
yoğunlaşm ış, b u alanlardaki çalışm alarıyla ekonom etri ve m atem atiksel iktisa­
dın T ürk üniversitelerinde okutulm asının ö n cülüğünü yapm ıştır. Aynı yıllarda
K ürsüm üzün diğer bir m ensubu, U ğur K orum hocam ız da, kendisini saygıyla
anıyoruz, girdi-çıktı analizi, ekonom etrik m odeller konularında öncü çalışm alar
yapıyordu.
1960'lann sonu ve 1970'lerin başlarında T uncer Hoca, im alat sanayinin ya­
pısı, gelir dağılım ı (1968) ve m illi gelir (DİE serisinin 1948 den 1923 yılına, geriye
d o ğru tahm ini) alanlarında gerçekleştirdiği kapsam lı çalışm alar ile T ürkiye'de
nicel iktisat araştırm alarının öncüsü olm uştur. H ocam ız 1970'lerin ikinci yarı­
sında Genel Denge Kuramı (1979) kitabı üzerinde çalışmış, serbest piyasa ekono­
m isinin kuram sal çerçevesini o luşturan Arrovv-Debreu m odelinin gerçek d ü n ­
yaya ne denli u zak varsayım lar üzerine o tu rtu ld u ğ u n u ve b u yü zd en kuram ın
tem ellerinin iddia edildiğinin tersine hiç de sağlam olm adığını gösterm iştir. Ki­
tap eleştirel yaklaşım ın iyi bir örneği niteliğindedir. Ç alışm anm d iğer bir özelliği
ise, T uncer H oca'nın "farklı bir iktisat kuram ı" geliştirm ek gerektiği g örüşünü
ilk defa açık b ir biçim de kalem e alm ış olm asıdır. Hoca daha sonraki yıllarda bu
g ö rü şü n ü sıkça dile getirm iş ve T ürkiye'nin genç iktisatçılarının b u ko n u d a kafa
yorduklarına, başarılı sonuçlar alabilecekleri düzeye ulaşm aya başladıklarına
olan inancını d a h ep yinelem iştir.
2
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
T uncer Hoca 1983 başında 1402 sayılı yasayla sıkıyönetim tarafından ü n i­
versiteden uzaklaştırıldıktan sonra ilgi alanım bilim in niteliği, fizik, biyoloji ve
m atem atikteki gelişm elerin iktisada etkileri, bilim -bilim felsefesi-iktisat ilişkileri,
yöntem sorunları gibi konulara yönlendirm iş, b u alanlardaki çalışm alarını "Bili­
min Niteliği Üzerine Denemeler-Evrim ve Kuantum Kuramları" (1986) adlı kitabında
ve M ülkiyeliler Birliği D ergisinde art arda 8 bölüm halinde yayınlanan " Bilimde
Bulmak Değil, Yaratmak" (1988 ve 1989) başlıklı kapsam lı m akalesinde toplam ıştır.
Bu çalışm alarda bilim de kesin yasalardan değil, ancak olasılıklı eğilim leri ifade
eden yasalardan bahsedebileceğim iz, karm aşık olgularm ayrıntılarına irdldikçe
d ü zen in değil, düzensizliğin esas o ld u ğ u n u göreceğim iz vurgulanm akta, bilim ­
d e hipotezlerin sınanm asının hiç d e kolay olm adığı, dolayısıyla hangi kuram ın
daha d o ğ ru o ld u ğ u n u n h er zam an bilinem eyeceği ifade edilm ektedir. Bu çalış­
m alarda, yine, bilim de ilerlem e için çarpışan karşıt görüşlerin varlığının ne denli
elzem olduğu, tek bir rasyonelite ölçüsünün bulunam ayacağı, şaşm az gerçek­
lerden bahseden ders kitaplarm m öğrencilere yanlış bir bilim anlayışı aşıladığı
anlatılm aktadır.
T uncer Hoca 1980'lerin ikinci yarısm da ve 1990'larda on yıla yakın b ir süre
U luslararası Ç alışm a Ö rg ü tü (ILO )'nün danışm anlığım yapm ış, b u süre zarfında
ILO ve D İE'nin "İstihdam ve Eğitim Projesi İşgücü Piyasası Bilgisi" başlıklı k ap ­
sam lı projesi çerçevesinde, Türkiye işgücü piyasasm m yapısı, im alat ve im alat dışı
sektörlerde işlendirm e (istihdam ), kayıt-dışı ekonom i, kadın işgücü, çocukların
çalıştırılm ası, ücret ve ücret dağılım ı gibi konularda pek çok ulusal-uluslararası
toplantılar düzenlem iş, bu konularda çok sayıda kitabın editö rlü ğ ü n ü yapm ış,
m akaleler yazm ış ve "Employment, Unemployment and Wages in Turkey" (1995) adlı
kitabım yayınlam ıştır. H ocam ızm , ülkem izde em ek piyasası ve işlendirm e alan­
larında b ü y ü k bir boşluğu do ld u ran , ileride b u konularda çalışacak gençler için
b ü y ü k b ir ufuk açan b u kapsam lı çalışm aları DİE tarafından 1995-2002 yıllan
arasında Türkçe ve İngilizce olarak basılm ıştır.
Tuncer H oca'nm kendisi h er ne kad ar hocalıktan (ders verm e) değil, araştır­
m a y apm aktan hoşlandığım söylese de, onun, kariyerinin en başından beri iyi bir
eğitim in nasıl olm ası gerektiği, eğitim de kalitenin nasıl yükseltilebüeceği, ezbere
değil dü şü n m ey e day an an b ir eğitim sistem inin nasıl yaratılabileceği konuların­
da sürekli kafa y o rd u ğ u n u n canlı şahidiyiz. İktisat eğitim i üzerine yaptığı ilk
çalışm asının 1965 tarihini taşıdığını hatırlatalım . T üm öğrencileri, H ocam ızm , sı­
nıfında öğrencileri eleştirel düşünceye nasıl özendirdiğini, kendi anlattıklarının
yanlış olabileceğini defalarca vurguladığım , aykırı bir düşünceyi dile getiren bir
öğrenci g ö rd ü ğ ü n d e nasıl m u tlu o ld u ğ u n u iyi hatırlayacaklardır.
3
Suhuj / Yılmaz AKYÜZ, Haşan ERSEL. Ercan UYGUR, Nuri YILDIRIM
Tuncer Hoca h er zam an m ükem m el (özgür, verim li, okum aya ve tartışm aya
dayalı, canlı) bir akadem ik çalışm a ortam ı y aratm ak için uğraştı. Bunu y ap a r­
ken d e özellikle gençleri kollardı. Bu, sadece bizim k ü rsü için değil, tü m İktisat
B ölüm ü ve Fakülte için de geçerlidir. Ç alışacağım ız konuların seçim inde kendi­
sine danışm am ız halinde öneri ve telkinleri olurdu, ancak nihai kararım ıza asla
karışm az, bize bırakırdı. K ürsü içi görev ve y ü k dağılım larım yaparken h erh an ­
gi birim ize karşı haksızlık olm asın diye b ü y ü k bir çaba harcar, ilave fedakarlık
gerektiren d u ru m lard a yükü kendi üstlenirdi. Tuncer Hoca Fakülte ve Bölüm
d ü zeyinde sık sık toplantı ve sem inerler düzenlenm esine ön ayak olur, ayrıca
odasında O D TÜ 'den d e bazı hocaların katılım ıyla felsefe, yöntem , istatistik vb.
ko n ularda periyodik toplantılar düzenlerdi.
Ç alışm a arkadaşlarıyla birlikte askeri rejim tarafından 1983 de üniversiteden
uzaklaştırılm ası Tuncer Hoca üzerinde en ufak olum suz, m oral bozucu bir etki
bırakm adı. H atta, hocalık görevleri ortad an kalktığı için araştırm alarına daha da
bir hız verdi. N e ülkesine, ne d e M ülkiye'ye karşı en küçük bir kırgınlığı, kini
olm adı. M ülkiye D ergisinde (2009, Sayı 265) yayınlanan bir söyleşisinde, H oca­
m ız, "...12 Eylül 1980 sonrasında akadem ik kadrom uz sıkıntılar yaşadı. ...A m a
b ü tü n bu sıkıntılar bazı öğrencilerim izin yaşadığı güçlükler, işkenceler yanında
çok önem siz kalır, zikredilm eye değm ez." dem ektedir.
Tuncer Hoca tüm üniversite ve üniversite-sonrası dönem lerinde o ld u ğ u gibi
b u gün de akadem ik çalışm alarını yoğun bir biçim de sü rd ü rm ek te olup ilgisini
d ah a çok, davranışsal iktisat, kurum sal iktisat, evrim ci iktisat, karm aşıklık k u ra­
mı, kaos kuram ı gibi yeni konulara odaklam ış bulunm aktadır. G ençliğinde çok
em ek verdiği ekonom etri ve iktisatta m atem atiğin kullanım ı konularında H oca­
m ız b u g ü n çok d ah a ihtiyatlı konuşm aktadır. Gençlerin, hazır ekonom etri paket
program ları yü k lü bilgisayarlarının düğm elerine basarak, güvenirliliği m eçhul
verilerden, m ekanik, iktisadi içeriği olm ayan m odellerle hazır cevaplar türetm e­
lerini H ocam ız kaygıyla karşılam aktadır. İktisat bilim inin, tarih, sosyoloji gibi
diğer sosyal bilim lerle içiçeliğini, k u ru m lan , tarihi ve toplum sal yapıyı dikkate
alm ayan iktisat m odellerinin işe yaram ayacağını h er fırsatta dile getirm ektedir.
T uncer H oca'nın devam lı olarak vurguladığı diğer bir konu d a istatistiki
verilerin kalitesi ile ilgili sorundur. İktisat ve ekonom etrideki hızlı gelişm elere
rağm en ekonom i ile ilgili verilerin, istatistiklerin kalitesinde aynı oranda bir iyi­
leşm enin olm adığını v urgulayan H ocam ız pek çok çalışm asıyla T ürkiye'de veri
kalitesini iyileştirm e çabalarına ciddi katkılarda b u lunm uştur.
Tuncer H o ca'dan söz edip de o n u n hayat arkadaşı, iyilik tim sali değerli in­
san Em ine H anım 'ı anım sam am ak olanaksızdır. O nu özlem le anıyoruz.
4
Prof. Dr. T ünce r Bulutay'a Armağan
A rm ağan'a yirm i hocam ız yazı ve m akaleleriyle katkıda bulu n d u lar. Şadi
C indoruk, C em Ç akm ak ve Fikret G örün T uncer H oca'yla ortak anılarını yaz­
dılar. T uncer Hoca kendi özgeçm işinden bazı kesitler kalem e aldı. M akalele­
riyle katkıda b u lu n an hocalarım ız ise, alfabetik sırayla, Yılmaz A kyüz, K orkut
Boratav, H aşan Ersel, Yüksel Ersoy, O rhan G üvenen (Bilkent Üniversitesi), Al­
pay Filiztekin (Sabancı Üniversitesi), R uşen Keleş, Bilsay Kuruç, F arhad M ehran
(U luslararası Ç alışm a Ö rgütü, ILO), Şevket P am uk (Boğaziçi Üniversitesi), Üm it
Şenesen (İTÜ), G ülay G ünlük-Şenesen (İstanbul Ü niversitesi), Erdinç Tokgöz
(H acettepe Üniversitesi), İnsan Tunalı (Koç Üniversitesi), Ercan U ygur ve N uri
Yıldırım old u 2. Yer kısıtı nedeniyle listeyi sınırlı tutm ak zo ru n d a kaldık. Bu d av ­
ranışım ızın anlayışla karşılanacağını um uyoruz. Başta M ülkiyeliler Birliği Sayın
Yöneticileri olm ak üzere, A rm ağanın zam anında okuyucusu ile buluşm asına
katkıda bu lu n an herkese teşekkür borçluyuz.
2 Mülkiyeli hocalarımız için kurum bilgisi belirtilmemiştir.
5
I
i
ÖNSÖZ
Erdal EREN
Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı
T uncer Bulu tay M ülkiye'dir
Prof. Dr. T uncer Bulutay, M ülkiye'nin, öğrencisiyle, akadem isyenleriy­
le, m ezunlarıyla yarattığı geleneği kendi kim liğinde cisim leştirm iş b ir bilim in­
sanı.
Geçm işte olduğu gibi b u g ü n de siyasetçilerin, özellikle d e iktidarı elinde tu ­
tanların M ülkiye'yi niçin hedef haline getirm eye çalıştığı, dağıtm ak istediği T un­
cer B ulutay hocam ızın yaptıklarına bakarak rahatlıkla anlaşılabilir.
Tuncer Bulutay, hiçbir dayatm aya b oyun eğm eyen, b ü tü n ü y le bilim in ge­
reklerine u y g u n davranan, sırf bu nedenle d e karşılaştığı zorlukları "işin doğası"
olarak gören d u ay en hocalarım ızdan biri. O nun önem li özelliklerinden ilki bu
olsa gerek.
T uncer Bulutay, iktisat alanında en çok başv u ru lan kaynaklardan da biri d u ­
ru m u n d a. H ocam ız, toplum a dayatılan 'm oda" iktisat anlayışlarından "farklı bir
iktisat" arayanların tem el referanslarından olm ayı sürdürm ekte.
T uncer Bulutay, bilim sel bilgi yerine dogm aların öne çıkarılm aya çalışıldı­
ğı gü n ü m ü zd e, tek rehberi bilim olan, iktisat bilim inde giderek karm aşıklaşan
sorunları anlam ak ve çözm ek için durm aksızm öğrenen, araştıran; b u n d an hiç
vazgeçm eyen hocalarım ızdan biri.
B ulutay H ocam ız, harcadığı onca em eğe ve ortaya çıkardığı eserlere rağm en,
tek bir g ü n bile "bu iş bitti" dem eyen bir araştırm a üstadı olduğu gibi sürekli de
soran bir öğrencidir aynı zam anda.
İktisatb ilim in in 8 0 ii yıllardan başlayarakyenibiranlayışm "neoliberalizm "in
başta bölüşüm , başka bir deyişle gelir dağılım ı ve yoksulluk k onusunda s u n d u ­
ğ u ve toplum lara b ü y ü k oranda kabul ettirdiği sistem , sorunları çözm ek bir yana
d ah a da derinleştirdi. Bu, iktisada olan güveni de ortadan kaldırdı. Rakam cam ­
bazlıklarıyla gerçeklerin g ö rü n ü r olm aktan çıkarılm asını hedefleyen b u tür bir
anlayış, gerçekte, var olan eşitsizliklerin güçlü olanın çıkarına olarak derinleşm e­
sini beraberinde getirdi. 30 yıl boyunca u ygulanan politikaların ortaya çıkardığı
7
Önsöz / Erdal EREN
yıkıcı sonuçlara karşı, aynı iktisadın önerdiği tek çözüm ise son b ir yıl içinde
tartışılan P iketty'nin söyledikleri oldu. Bu d a gelir adaletsizliğinin "birazcık" iyi­
leştirilm esinin ötesinde bir çözüm anlam ına gelm iyordu.
İktisadın böylesine dibe v u rd u ğ u bir dönem de Tuncer Bulutay gibi bilim
insanları, gerçeği anlam ak ve anlatm ak için b ü y ü k çaba gösterdiler. Bir anlam da
kendi alanlarında bilim in o nuru olm ayı başardılar.
Tuncer B ulutay'ı sadece iktisat bilim ine yaptığı katkılarla anlatm ak, yarım
kalm ış bir değerlendirm e olur. Bulutay, sadece iktisatta değil bilim in çeşitli alan­
larında da "öğrenm e aşkıyla" dolu bir bilim insanı. Edebiyata, şiire, sanata olan
d ü şk ü n lü ğ ü ve ilgisi, onu tanıyan pek çok kişiyi şaşırtacak derecede güçlü.
Ve tabii alçakgönüllülüğünü d e u n utm am ak gerekir. O n u n "öğrenciliğine"
uy an bir özelliğidir bu.
Son yıllarda iki kez adı anılan kişilerin u zm an piyasasının m üdavim i hali­
ne geldiği d ü şü n ü ld ü ğ ü n d e, T uncer Bulutay hocam ızın önem i daha da anlaşılır
hale geliyor.
Tuncer Bulutay, M ülkiyeliler Birliği için de ayrı bir önem e sahiptir. Katıldığı
ve önerdiği etkinliklerle, Birliğimizin gelişm esine d e yaptığı katkıları göz ardı
edem eyiz ve bu nedenle kendisine ayrıca teşekkürlerim izi sunarız.
Son olarak Tuncer Bulutay, aynı zam anda bir M ülkiyeli. M ülkiye denildi­
ğinde ilk akla gelen isim lerden biri. T uncer B ulutay adı anıldığında da ilk akla
gelen onun M ülkiyeliliği. O nunla aynı dönem de okulda olsun olm asın, b ü tü n
M ülkiyelilerin ona d u y d u ğ u saygının nedenlerinden biri de bu.
Sözün özü, M ülkiye'yi anlam ak isteyen T uncer B ulutay'a, T uncer B ulutay'ı
anlam ak isten M ülkiye'ye bakm alıdır. M ülkiye b u g ü n hâlâ M ülkiye olarak kal­
m ayı başarabildiyse, bu, en çok d a Tuncer B ulutay gibi bilim insanları sayesinde
olm uştur.
Bu A rm ağan Kitabı, um u y o ru z ki yeni M ülkiyeli kuşaklarm hem M ülkiyeyi,
hem de iktisadı anlam asına katkı sunacaktır.
8
PROF. DR. TUNCER BULUT AY'IN YAYINLARI
LİSTESİ
I. Kitaplar
•
Başlıca İktisadi B üyüm e N azariyeleri, SBF Yayınları, 1961.
•
D oğrusal P rogram lam a, SBF Yayınları, No 186,1965.
•
İstatistikten A skeri A landa F aydalanm a, H ava K uvvetleri Kom utanlığı,
K om ptrolörlük, M enejm an N eşriyatı, Teksir, 66 sahife, 1968.
•
Ekonom etrik Bir Deneme: Teori ve T ürk ekonom isine uygulam a, SBF
Yayınları, N o 217,1967.
•
T ürkiye'de Gelir Dağılım ı :1968 (Serim T im ur ve H aşan Ersel ile birlik­
te), SBF Yayınları, 1971.
•
İktisadi Büyüm e M odelleri Ü zerine A çıklam alar ve Eleştirm eler, SBF
Yayınları, N o 341,1972.
•
Türkiye Milli G e liri: 1923-1948 (Yahya S. Tezel ve N uri Yıldırım ile bir­
likte), SBF Y ayınlan, 1974.
•
Genel Denge K uram ı, SBF Yayınları, 1979.
•
Em ploym ent, U nem ploym ent an d W ages in Turkey, International La­
b o u r Office, SIS, A nkara, 1995.
•
T ürkiye'de Çalışan Ç ocuklar - C hild Labour in Turkey. Ankara: DİE ve
U luslararası Ç alışm a Ö rgütü(ILO ), 1995,97s..
•
Yeni Büyüm e K uram ları ve Büyüm e, K alkm m a K onusunda D iğer Bazı
Y aklaşım lar, Ankara: DPT, O cak 1995, 72s..
•
Bilimin N iteliği Ü zerine D enem eler-Evrim ve Q uantum K uram lari, A n­
kara: M ülkiyeliler Birliği Vakfi Yayinlari, No.2, 1986, 161s; 2.ci baskı,
Geçici Yayınlar, 2007, İstanbul.
9
Prof. Dr. Tuncer BULUTAY'm Yayınları Listesi
II. A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisinde Yayınlanan
M akaleler:
•
D oğrusal Fark D enklem leri, SBF Dergisi, 17 (2), 63-81,1962.
•
Differansiyal D enklem ler ve Bazı İktisadi M odeller, SBF Dergisi, 18 (2),
1-35,1963.
•
Genel D oğrusal M odel, SBF Dergisi, 19 (1), 1-19,1964.
•
İktisatta M atem atik, SBF Dergisi, 19 (3), 1-10,1964.
•
T ürkiye'de İktisadın O kutuluşu Ü zerine, SBF Dergisi, 20 (4), 1-6,1965.
•
M ukayeseli M asraflar Teorisi Ü zerine, SBF Dergisi, 21 (3), 37-50,1966.
•
Türk Seçim lerinde O y Verm e Eğilim inde İktisadi Sebeplerin Önem i
Ü zerinde Bir D enem e (N uri Yıldırım ile birlikte), SBF Dergisi, 23 (4),
7-39,1968.
•
M antık K urallarının Bilimsel A landa K ullanılm aları Ü zerine, SBF Der­
gisi, 24 (1), 167-170,1969.
•
Türkiye Milli Gelirinin İller, İm alat Sanayi G elirinin Ü cret ve Kar A ra­
sında B ölünüşü Ü zerine Bir D enem e (H aşan Ersel ile birlikte), SBF Der­
gisi, 24 (4), 245-266,1969.
•
T ürk İm alat Sanayinin Yapısı ve Ö zellikleri H akkında Bir D enem e (H a­
şan Ersel ile birlikte), SBF Dergisi, 25 (2), 235-249,1970.
•
T ürk T oplum sal H ayatınd a İktisadi ve Siyasal Gelişm eler, SBF Dergisi,
25 (3), 79-119,1970.
•
Türkiye İktisadi B üyüm esi Ü zerine Bazı D üşünceler, SBF Dergisi, 26 (3),
137-161,1971.
•
Bilim Ü zerine Bazı D üşünceler, SBF Dergisi, 27 (3), 465-476,1972.
•
Neo-Klasik B üyüm e M odeli Ü zerine Eleştiriler ve T ürk Ekonom isinin
Ö zelliklerini A çıklam aya Y önelm iş Bazı D üşünceler, SBF Dergisi, 27 (4),
161-178,1972.
10
•
1970 D evalüasyonu ve Fiyat M ekanizm ası, SBF Dergisi, 28 (1), 121-131,
1973.
•
N eoklasik İktisat M odelinin Firm a K uram ı Ü zerine D eğerlendirm e ve
Eleştirm eler, SBF Dergisi, 35 (1), 85-106,1980.
•
Dışsal Ekonom ilerin A nlam ı ve Ö nem i Ü zerine, 37 (1), 141-156,1982.
•
Rasyonalite ve Belirsizlik Ü zerine, SBF Dergisi, 37 (3-4), 23-63,1982.
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
III. İk tisa t İşletme ve Finans D ergisinde Yayınlanan M akaleler:
•
T ürkiye'de İktisadi D üşüncenin Evrim i, Panel, K orkut Boratav, Sadun
A ren, Sencer Divitçioğlu, O ktar Türel, Tuncer Bulutay, İktisat İşletme ve
Finans, 12 (140), 1997.
•
Bilim Ve İktisat, İktisat İşletme ve Finans, 18 (211), 5-49, 2003.
•
Türkiye E konom isinde İstikrar: B ugünü ve Yarını, Panel, Ercan U ygur,
Tuncer Bulutay, K orkut Boratav, Atilla Sönm ez, O ktay Yenal, İktisat İş­
letme ve Finans, 18 (205), 5-42, 2003.
•
G elişm ekte O lan Ü lkelerde Para Ve K ur Politikaları, T ürkiye Deneyimi,
K onferans m etni (Yılmaz A kyüz ile birlikte), İktisat İşletme ve Finans, 19
(224), 5-29, 2004.
•
K alkınm a ve Büyüm e, İktisat İşletme ve Finans, 19 (214), 5-91, 2004.
0
İktisat K uram ının Temel İlkeleri ve Eleştirileri, İktisat İşletme ve Finans,
19 (224), 30-91, 2004.
•
Türkiye Ekonom isinde B üyüm e ve B ölüşüm Sorunları, İktisat İşletme ve
Finans, 20 (230), 5-55,2005.
•
İktisat K uram ı, Eğitim ve G elir B ölüşüm ü, İktisat İşletme ve Finans, 21
(241), 5-69, 2006.
•
D ünyada ve T ürkiye'de yaşanan son iktisadi gelişm eler üzerine değer­
lendirm eler, İktisat İşletme ve Finans, 22 (256), 5-104, 2007
II
Prof. Dr. T ti 11 cer BULUTAY'ın Yayınları Listesi
IV. İşgücü ve istihdam alanında Prof. Dr.Tuncer B ulutay'ın
editörlüğünü yaptığı, Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE)
tarafından Türkçe ve İngilizce olarak basılan kitaplar:
•
Investm ent and the Labour M arket in Turkey: Proceedings of a Sem inar
H eld in A nkara - 7 D ecem ber 1995, SIS, 1996,180 s.
(İçinde, T. Bulutay, "Investm ent as the F undam ental Force of D evelop­
m ent", s. 1-34).
•
İm alat Sanayiinde İstihdam , İstihdam ve Eğitim Projesi İşgiicii Piyasası Bil­
gisi (TOR 6), 26 Eylül 1997, DİE Yay.No.2115, A nkara, 1998, 308 s.
(içinde, T. Bulutay, "İşgücü Piyasası Bilgi D anışm a K urulu R aporu").
•
Teknoloji ve İstihdam , İstihdam ve Eğitim Projesi İş Gücü Piyasası Bilgisi
(Tor 6), A n k a ra : DİE, Yay. N o 2101, A nkara, 1998,283s. [Technology and
em ploym ent, Employment and Training Project Labour Market Information
(TOR 6), A nkara : SIS, 1998, 289s.] (İçinde, T. Bulutay, "The N atue of
Technological Progress an d G eneral T rends in Technology, s. 1-87).
•
T ürkiye'de Tarım sal Yapı ve İstihdam , T arım da İstihdam İstatistikleri
A lanında DİE K apasitesinin G üçlendirilm esi Projesi, DİE, Yay.No.2210,
A nkara, 1998, 582 s. [A gricultural structure and em ploym ent in T ur­
key : Strengthening SIS C apacity in A gricultural E m ploym ent Statistics
Project, p rep ared for publication by Ayşe A rslan, A nkara: SIS, 1998,
579p.].
12
•
T ürk İşgücü Piyasası İle İlgili Tem el Gelişm eler, DİE Yay.No.2124, A n­
kara, 1998, 264 s. [M ain C haracteristics and T rends of the T urkish Labo­
ur M arket, SIS, Publ. No.2125, A nkara, 1998, 271 p.].
(İçinde, T. Bulutay, "Recent T rends Related to the Labour M arket" s.
1-67).
•
İm alat Dışı Sanayi ve H izm et Sektörlerinde İstihdam , İstihdam ve Eği­
tim Projesi (TOR 6), Ankara: DİE, 25 A ralık 1998.
(İçinde, T. Bulutay, "G iriş", s. 1-30).
•
E ducation and the Labour M arket in Turkey: Proceedings of a Sem inar
H eld in A nkara (19 A pril 1999), SIS (DİE), A nkara, 1999, 208 s.
(İçinde, T. Bulutay, "The A pproach of Econom ics to EducationTheoretical Issues", s. 29-85).
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
•
Im positions and Policies Related to the T urkish Labour M arket - 20
M arch 1998, DİE Yay.No. 2263, A nkara, 1999,179 s.
(İçinde, T. Bulutay, "G eneral Policies on the Labour M arket", s. 1-66 ve
"D irect Taxes on V arious G roups in T urkey" (Zeki Böliikbaşı ile birlik­
te), s. 67-112).
•
Inform al Sector (I) - 29 M ay 1998, Employment and Training Project Labour
Market Information, SIS, A nkara, A ralık 2000.
•
Enform al Kesim (II), İstihdam ve Eğitim Projesi İşgücü Piı/asası Bilgisi
(TOR 6), DİE, Yay. N o 2402, A nkara, Aralık 2000, 210s. [Informal Sector
(II) - 30 N ovem ber 1998, Employment and Training Project Labour Market
Information, SIS, Publ.No.2400, A nkara, 2000, 203 p.].
(İçinde, T. B ulutay - R. D um anlı, "Poverty and the Inform al Sector in
Turkey, s.1-114).
•
Ücretler, Gelir ve Ü cret D ağılım ları - 30 N isan 1999, DİE Yay.No.2403,
A nkara, 2001, 242 s. [Wages, Incom e and W age D istribution - 30 April
1999, SIS, Publ.No.2408, A nkara, 2001, 242 s.],
(İçinde, T. Bulutay, "W ages and Incom e and w age distributions, s.
1-106).
•
K adın İstihdam ı, İstihdam ve Eğitim Projesi İş Gücü Piyasası Bilgisi (Tor 6),
19 A ralık 2000, DİE Yay.No.2595, A nkara, 2002, 175 s.[Em ploym ent of
W om en, Employment and Training Project Labour Market Information, SIS,
Publ. No.2594, A nkara, 2002,176 p.],
(İçinde, T. Bulutay, "K adın İşlendirm esinin Nitelikleri, Boyutları ve G e­
nel Nitelikleri, s. 1-62).
•
İşgücü Piyasası A çısından Kayıtdışı Ekonom i, İstihdam ve Eğitim Projesi
İş Gücü Piyasası Bilgisi (Tor 6), A nkara, Ekim 2001, DİE, 134s. [The U n­
recorded Econom y As Related to the Labour M arket, 6 D ecem ber 2000,
SIS, Publ.N o. 2487, A nkara, 2000,134p.].
DIE, Çalışma İstatistikleri
•
İşgücü Piyasasında Son Yıllardaki Genel Eğilimler, DİE, Çalışma İstatis­
tikleri içinde, s.35-81, A nkara, 1995.
•
Son Yıllarda D ünya E konom isindeki Genel Eğilim ler ve D oğu Asya
Ü lkelerinin Gelişm esi, DİE, Çalışma İstatistikleri içinde, s.3-43, A nkara,
1996.
13
Prof. Dr. Tuncer BULUTAY'm Yayınlan Listesi
•
Gelişm e Sürecinde V erim lilik Eğilimleri, Verimlilik K aynağı O larak Fir­
m alar, DİE, Çalışma İstatistikleri içinde, s.7-44, A nkara, 1997.
•
İkisadi B üyüm e Ç özüm lem elerinde G enellikle Ele A lınm ayan Etkenle­
rin İktisadi K alkınm aya Katkıları, DİE, Çalışma İstatistikleri içinde, s.349, A nkara, 1998-1999.
•
Ağlar, Toplum sal ve Ö rgütsel Serm aye, DİE, Çalışma İstatistikleri içinde,
s.3-58, A nkara, 2000-2001.
V. M ülkiye Dergisi ve M ülkiyeliler Birliği Dergisi'nde
Yayınlanan M akale ve Yazılar
•
T ürkiye'nin 1950 sonrası T oplum sal G elişim inin Bazı Tem el eğilimleri,
Mülkiyeliler Birliği Dergisi, H aziran 1984, s. 2-11.
•
İktisadi Kriz O rtam ı ve Farklı İktisat Politikaları (H aşan Ersel ile birlik­
te), Mülkiyeliler Birliği Dergisi, N o .7 6 ,1984, s. 31-34.
•
G enetik Belirleyicilik ve Sosyobiyoloji Ü zerine, Mülkiyeliler Birliği Der­
gisi, M ayıs 1985, s.23-36.
•
Tarih Ü zerine Bazı D üşünceler, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, A ralık 1985,
s.28-40.
•
Giriş Çıkışlı Piyasa Ü zerine Bir N ot, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, 22. Yıl
(1987), XI. Cilt, Sayı: 86, s.55-58.
•
Bilim, İktisat, D evalüasyon, Mülkiyeliler Birliği D ergisi, 22. Yıl (1987), XI.
Cilt, Sayı: 87, s. 57-71.
•
Yetenek, Zeka, IQ Testleri, I, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, 22. Yıl (1987), XI.
Cilt, Sayı: 89, s. 57-68.
•
Yetenek, Zeka, IQ Testleri, II, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, 22. Yıl (1987),
XI. Cilt, Sayı: 90, s. 59-68.
•
•
T oplum sal Bilimin Önceliği, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, 22. Yıl (1987), XI.
Cilt, Sayı: 90, s.11-27.
Bilimde Bulm ak Değil Y aratm ak ( I ) , Mülkiyeliler Birliği Dergisi, 23. Yıl
(1988), XII. Cilt, Sayı: 100, s. 38-51.
•
Bilimde Bulmak Değil Y aratm ak (II), Mülkiyeliler Birliği Dergisi, 23. Yıl
(1988), XII. Cilt, Sayı: 102, s. 58-71.
14
Prof. Dr. TuncerBulutay'a Armağan
•
Bilimde Bulmak Değil Yaratmak (III), Mülkiyeliler Birliği Dergisi, 24. Yıl
(1989), XIII. Cilt, Sayı: 103, s. 40-52.
•
Bilimde Bulmak Değil Yaratmak (IV), Mülkiyeliler Birliği Dergisi, 24. Yıl
(1989), XIII. Cilt, Sayı: 105, s. 47-67.
•
Bilimde Bulmak Değil Yaratmak (V), Mülkiyeliler Birliği Dergisi, 24. Yıl
(1989), Xffl. Cilt, Sayı: 108, s. 57-78.
•
Bilimde Bulmak Değil Yaratmak (VI), Mülkiyeliler Birliği Dergisi, 24. Yıl
(1989), XIII. Cilt, Sayı: 113, s. 51-70.
•
Bilimde Bulmak Değil Yaratmak (VII), Mülkiyeliler Birliği Dergisi, 24. Yıl
(1989), XIII. Cilt, Sayı: 114, s. 63-75.
•
Bilimde Bulmak Değil Yaratmak (VIII), Mülkiyeliler Birliği Dergisi, 25. Yıl
(1990), XIV. Cilt, Sayı: 115, s. 59-71
•
Demokrasi ve Sokrat, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, 24. Yıl (1989), XIII. Cilt,
Sayı: 110, s. 56-76.
•
Tarih Vakfı ve Siyasal Bilgiler Fakültesi Tarafından Düzenlenen "70.
Yaşında Korkut Boratav'a Saygı" Toplantısı Konuşmaları içinde, s.1521, M ü lk iye Dergisi, 30 (250), 2006.
•
Keynes: Genel Teori'den 70 Yıl Sonra, Sempozyum. M ü lk iye Dergisi, 31
(256), 7-96,2007.
•
Sadun Aren ve Puslu Camın Arkasmdan, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, Yıl
2007, Sayı 253-12, s. 56-63.
•
Kriz ve Kriz Sonrası Ekonomi ve Finansta Olası Gelişmeler, Mülkiye
Dergisi, 2009, XXXIII. Cilt, Sayı: 263, s. 27-60
•
Tuncer Bulutay ile Söyleşi, Söyleşiyi yapan: Senem Mallı, M ülkiye Dergi­
si, 2009, XXXIII. Cilt, Sayı: 265, s. 35-47
15
Prof. Dr. Tuncer BULUTAY’m Yayınları Listesi
VI. Arm ağanlar
•
T ürkiye'de Son Ö ğrenci H areketleri Ü zerine Bazı D üşünceler, SBF Der­
gisi, Prof. D r.Yavuz Abadntı'a Armağan, s. 99-123,1969.
•
İktisat K uram ı ve Belirsizlik, Prof Fehmi Yavuz'a Armağan, Ankara: AÜ
SBF ve BYYO Basımevi, 1983, s. 273-316.
•
G örünm eyen El ve İlgili K avram lar, Prof Dr. Fadıl H. Sur’a Armağan, s.
259-275, SBF Yayınları, 1983.
•
İktisat K uram ının Tem el İlkeleri, Sadun Aren'e Armağan (Editör: Tuncer
Bulutay) içinde, s. 95-181, M ülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, A nkara,
Ankara: 1989.
•
Bilim A dam ı O larak S adun A ren, Sadun Aren'e 80. Yaş Armağanı, s. 4963, M ülkiyeliler Birliği Yayınları, A nkara, A ralık 2003
•
Son Elli Yılda iktisat A lanında ve D üşüncelerim de Değişm eler, Türk İk­
tisadının Öncülerinden Nejat Bengiil'e Armağan (Editör: Tuncer Bulutay),
s. 101-208, M ülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, N isan 2006.
•
Giriş, Türk İktisadının Öncülerinden Nejat Bengiil'e Armağan (Editör: T un­
cer Bulutay), s. 9-22, M ülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, N isan 2006.
•
T ürkiye'de Yüksek Ö ğrenim lilerde İşlendirm e ve İşsizlik, Prof Dr. Cahit
Talaş Anısına Güncel Sosyal Politika Tartışmaları (Yayına H azırlayan: Ber­
rin C eylan-A tam an) içinde, SBF Yayını, Yaym N o 595, A nkara, 2007.
•
İktisatta Yöntem, Demokrasi ve Politika: Hukuk, Yönetim ve İktisat Üzerine,
Ruşen Keleş'e Armağan, 6.cilt (Editör: A yşegül M engi) içinde, s.267-342,
İm ge Yayınevi, A nkara, 2007.
•
T ürkiye'nin Son Y ıllardaki Sağlıksız, Yetersiz, O ynak Gelişm esi H ak­
kında D üşünceler, s. 437-500, Bilsay Kuruç'a Armağan, (Editörler: S. Şahinkaya, N. İlter Ertuğrul), A nkara, Kasım 2011.
•
İktisat, insan Serm ayesi, Eğitim in Ö nem i, Prof. Dr. İllıan Unat'a Arma­
ğan, s. 135-188, M ülkiyeliler Birliği Yayınları, A nkara, T em m uz / 2012.
•
Sencer D ivitçioğlu'na Saygı ve Ö vgü, Sencer Divitçioğlıı Anlatıı/or (Ha­
zırlayanlar: İ. Ekinci, H. Güldağ) içinde, s. 232-252, Yapı Kredi Yayınları,
N o 3616, 2012.
•
Sunuş, Prof. Dr. İsmail Türk'e Armağan (Editörler: Tuncer Bulutay, Se­
lim Soydem ir, Dilek Ö zkök Ç ubukçu), s. 7-8 ve Bölüm Sunuşu, s. 11-26,
M ülkiyeliler Birliği Yayını, A nkara, M ayıs 2013.
•
Geleneksel İktisat K uram ı ve Ö zgün İktisat O kulu, Prof. Dr. İsmail Türk'e
Armağan (Editörler: Tuncer Bulutay, Selim Soydem ir, Dilek Ö zkök Ç u­
bukçu) içinde, s. 37-125,2013.
16
Prof. Dr. Tuncer Bulu tay'a Armağan
•
Eski ve Yeni B üyüm e Etkenleri ve T ürkiye'nin Büyüm esi, Ümit Şenesetı'e
Armağan Paylaşımlar: Sayılarla Türkiye Ekonomisi (Derleyen: A. A. Aşıcı
ve diğerleri), L iteratür Yayıncılık, İstanbul, s. 3-115,2013.
•
Türkiye Ekonom isi İçin Ekonom etrik M odel O luşturm a Deneyimi: 19601986 (Ercan U ygur ile birlikte), Prof. Dr. İlker Parasıza Armağan (Editör:
Ali Arı) içinde, s. 159-185, Efil Yayınları, 2014.
•
İktisatta Genel K uram sal D üşünceler ve K arm aşıklık K uram ı, Prof. Dr.
Sencer Divitçioğlu'na Armağan içinde (yakında yayınlanacak).
•
K arm aşıklık K uram ı, K alkınm a K onusunda G örüşler, Akademik Yaşamı­
nın 55. Yılı Onuruna Rona Aybay'a Armağan, Legal H u k u k D ergisi Özel
Sayı, Cilt 2, s. 2471-2533, A ralık 2014.
VII. Diğer Yayınlar
•
Some O bservations on the S tructure an d C haracteristics of the Turkish
M anufacturing Industry (H aşan Ersel ile birlikte), Annales de l'Universite
d ’Ankara, Tom e 9, s. 141-156,1970.
•
The D istribution of Incom e in C ertain Turkish Cities (H aşan Ersel ile
birlikte), The Turkish Yearbook o f International Relations, Cilt 8, 1971, s.
29-84.
•
Bilim ve İktisat Üzerine, Türkiye'de Üniversitelerde Okutulan İktisat Üzeri­
ne (derleyen Fikret G örün) içinde, ODTÜ, 59-83, A nkara, 1972.
•
T ürkiye'nin 1923-72 D önem indeki İktisadi Büyüm esi Ü zerine D üşünce­
ler, İ.Ü. İktisat Fakültesi, Maliye Enstitüsü Konferansları, Seri 23, İstanbul
Ü niversitesi Yayınları, 143-208,1975.
•
İktisatta Yöntem, Toplum Bilimlerinde Araştırma ve Yöntem (Derleyen: R.
Keleş) içinde, s.233-252, A nkara, 1976.
•
T ürkiye'nin 1950-1980 D önem indeki İktisadi Büyüm esi Ü zerine D üşün­
celer, O D T Ü Gelişme Dergisi, 1981 Özel Sayısı içinde, s. 493-539, A nkara,
1982.
•
Tarım da İşgücü Kullanım ı, TM M OB Ziraat Mühendisleri Odası, Tarım
Haftası '94 Sempozyumu, Tarımsal Yapı "Dönüşüm ve Strateji Arayışları",
T.C. Z iraat Bankası K ültür Yayınları, N o 25 içinde, s.117-120, A nkara,
1994.
•
İktisat K uram ında Son D önem deki Gelişm eler, Perşembe Konferansları,
N o 12, Rekabet Kurumu, 33-53, 2001.
17
Prof. Dr. Tuncer BULUTAY'w Yayınlan Listesi
•
K uram sal G elişm eler Işığında T ürkiye'nin K alkınm a Deneyim i, Perşem­
be Konferansları, N o 13, Rekabet Kurumu, 27-50, 2001.
•
BMKP ve DİE A rasında O rtaklaşa Y ürütülen Ulusal H esaplar A lanın­
d a K apasitenin G üçlendirilm esi Projesi K apsam m da U lusal H esaplarda
Yeni Gelişm eler, DİE, 2002,163s.
•
Inform al Sector in the T urkish Labour M arket (E. Taştı ile birlikte), 2002,
Türkiye Ekonom i K urum u (TEK) w eb sitesi, 35s.
•
İktisat Teorisinde Son Gelişm eler: B uhranlar ve Çıkış Yolları, Serm aye
Piyasası K urum u, Aylık K onferanslar, Eylül 2003, Yayın N o 142, s. 7198.
•
The Experience of Econom etric M odel B uilding for the Turkish Eco­
nom y (Ercan U ygur ile birlikte), Türkiye Ekonomi Kurumu (TEK) Tartışma
M etni, 2004. h ttp : / / w w w .tek. org.tr
•
İktisatta Yeni G elişm elerin Işığında İktisat Eğitim i, İktisat Eğitimi: Ulusal
İktisat Eğitimi Sempozyumu (Editör: Ercan U ygur) içinde, s. 1-45, T ürkiye
Ekonom i K urum u, A nkara, 2005.
•
T ürkiye'de Yüksek Ö ğrenim lilerde İşlendirm e ve İşsizlik, Türkiye Eko­
nomi Kurumu, T artışm a M etni, N o 2005/16, A ralık 2005. h ttp : / /w w w .
tek. org.tr
•
Türkiye E konom isinde U luslararası Ticaret ve D öviz P iyasalarında 1980
Sonrası G elişm elerin Tem el N itelikleri, Bölgesel Gelişme Stratejileri ve Ak­
deniz Ekonomisi (Editör: Haluk Erlat), T ürkiye Ekonom i K urum u Yayını,
A nkara, 2005, içinde, s. 21-85.
•
İktisat ve Yoksulluk, İ. Ü. İktisat Fakültesi M ezunları Genel Cem iyeti
M erkezi, İktisat Dergisi, N isan-A ğustos 2006, s. 9-18.
•
Sunuş, S. AREN, İstihdam, Para ve İktisadi Politika, 13. Baskı, içinde, s.1326, İm ge Kitabevi, A nkara, 2008.
•
D ışlanm aya Karşı M ücadele, İş ve İstihdam Toplantısı içinde, s.20-24,
Ç ankaya Belediyesi, 9 H aziran 2010.
•
Geleneksel İktisat Bilimi, Sağcı İktisat K uram ları, Yeni Bir Sentez, Prof.
Dr. N. Coşar, Prof. Dr. M. Bildirici (ed.), Tarihi, Siıjasi, Sosyal Gelişmelerin
Işığında, Türkiye Ekonomisi, 1908-2008, Ekim, Basm Yaym D ağıtım , 2010,
içinde, s. 3-18.
•
18
B üyüm e Ü zerine D üşünceler, Türkiye Ekonomi Kurumu, Tartışm a M etni
(TEK ve A tatürk Ü niversitesi tarafından 24-25 Ekim 2013 tarihlerinde
düzenlenen 17. U lusal İktisat S em pozyum u'na su n u lan m etin), 2014.
Pro/. Dr. Turner Bulutay'a Armağan
VIII. K onuşm alar
K alkınm a K uram ında G elişm eler ve Bilim Felsefesi Ü zerine, U ludağ
Ü niversitesi, 11-12 N isan 2002.
Geleneksel İktisat Bilimi, Sağcı İktisat K uram ları, Yeni Bir Sentez,
http: / / w w w .m ulkiye.org.tr/index.php?page= sayfa& id=130& tur=5
E konom inin Yönü: Seçimler ve Yeni H üküm etin Seçenekleri (Katılımcılar: Tuncer Bulu tay, Ercan U ygur ve B urak saltoğlu), Çalıştay, Türkiye Ekonom i K uru­
m u, 25 M ayıs 2007
T ürkiye'nin 2001 Bunalım ı sonrasındaki B üyüm esinin N iteliği, Sürdürülebilirli­
ği, Gelecek İçin Yarattığı Tehlikeler, 18 O cak 2008.
http: / / w w w .m u lk iy e.o rg .tr/index.php?page=sayfa& id=129& tur=5
SBF-DER Üyesi Eski Ö ğrencileri ile K onuşm a, 18 H aziran 2008.
http://w w w .m ulkiye.org.tr/index.php?page= sayfa& id= 132& tur= 5
Tuncer B ulutay'la Söyleşi, 27 A ralık 2006.
http://w w w .m ulkiye.org.tr/index.php?page= sayfa& id= 131& tur= 5
Devlet Planlam a Teşkilatı'nm K u ru lu şu n u n 50.Yılı Sem ineri, S.B.F., Konuşm acı,
29 A ralık 2010.
Para, K ur, M aliye Politikaları ve Bursa Ekonomisi: Panel (Katılanlar: Tuncer
Bulutay, Ercan D ülgeroğlu ve C oşkun İrfan), T ürkiye Ekonom i K urum u, 16.
U lusal İktisat Kongresi, 13-14 Ekim 2011, U ludağ Ü niversitesi, Bursa.
Eski ve Yeni B üyüm e Etkenleri ve T ürkiye'nin Büyüm esi, 22Kasım 2012.
http://w w w .m ulkiye.org.tr/index.php?page= sayfa& id= 128& tur= 5
Yerel Seçimler Bağlam m da Seçim Analizi, M ülkiyeliler Birliği K onferansları,
H aziran 2013.
İktisat, M atem atik, Kalkınm a, Birey ve Kimlik, Econ A nadolu 2013, A nadolu
U luslararası İktisat Kongresi, 19-21 H aziran 2013.
İktisat ve M ülkiye, Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Bölüm ü Açılış Dersi, 25 Ey­
lül 2013.
19
Prof. Dr. Tuncer BULUTAY'i« Yayınları Listesi
İktisat K uram ı ve Gerçekler, Atilla K araosm anoğlu'nu A nm a Toplantısı, O tu ­
rum Yöneticisi, S.B.F., 17 N isan 2014.
A kadem ik Y aşam ım da, İktisat K uram ında ve Gerçek İktisat Y aşam ında G ör­
d ü ğ ü m Gelişm e ve Değişm eler, Konferans, M arm ara Ü niversitesi, İstanbul, 17
A ralık 2014.
T ürkiye'de Gelir Dağılım ı, Konferans, İstanbul Ticaret Ü niversitesi, 18 Aralık
2014.
C evat Geray, Ruşen Keleş ve T uncer Bulutay ile Söyleşi, Efsane H ocaların M ül­
kiye Anıları, M ülkiyeliler Birliği, 29 Aralık 2014.
Şiir O kum a (N ihat Al ile birlikte), M ülkiye'de Şiir G ünü, M ülkiyeliler Birliği, 27
Aralık 2014.
20
BOLUM 1
ANILAR
ÇEŞİTLİ ORTAM VE AŞAMALARDA,
TOPLUMSAL VE SİYASAL AKIMLAR İÇİNDE,
İKTİSAT BİLİMİ VE TÜRKİYE EKONOMİSİ
ÜZERİNDE ÇALIŞMALARLA GEÇEN
YAŞAM ÖYKÜM
Tuncer BULUT AY
Birçok arkadaş, özellikle sevgili k ürsü kardeşlerim , Yılmaz A kyüz, H aşan
Ersel, N u ri Yıldırım ve Ercan U ygur bana bir arm ağan kitabı hazırlanm asını is­
tediler. Bu kardeşlerim den N uri Yıldırım kitabm derleyicilik y ü k ü n ü üstlendi.
H epsine teşekkürlerim i sunuyorum . K ürsü kardeşlerim in görüşlerini d e dikkate
alarak, b u yazıda yaşadığım zam an ve ortam ların siyasal, dem okratik, iktisadi
koşullarını da özetliyorum .
Yazıyı d ö rt ana başlık altında sunuyorum . B unlar sırasıyla, ailem , T rabzon'da
yaşam ım , M ülkiye'de yaşam ım , M ülkiye sonrası yaşam ım . Başlıklar altında alt
başlıklara d a yer veriyorum . Siyasal ve iktisadi açıklam alarım ı önceki yazılarım ­
d a anlattıklarım ı tekrarlam am aya dikkat ederek, özetle sunuyorum .
A. AİLEM
Bir m em ur ailesi çocuğu olarak 23 N isan 1934'te T rabzon'da doğdum . A nne
tarafım da, baba tarafım d a T rabzonludur. İstiklal Savaşı gazisi olan babam Kâzım
Bulutay, H alkalı Yüksek Z iraat O kulu m ezunu idi. İtalya'da d a fındık üzerinde
u zm an eğitim i görm üştü. Çok kısa başlangıç m em uriyet işleri dışında tüm çalış­
m a yaşam ım T rabzon'da Fm dık M ütehassısı olarak geçirm işti. T rabzon'da fındık
üretim i ko n u su n d a önem li katkıları olm uştur.
A nnem R ahm iye B ulutay sorum luluklarının fazlasını sevgiyle üstlenen bir
ev hanım ıydı. Ayrıca iki ablasının erken, genç yaşlarda ölm eleri nedeniyle teyze
çocuklarım ın gelişm esinde önem li sorum luluklar yüklenm işti. Trabzon M üftü­
sü n ü n kızı olan sevgili annem ancak ilkokul m ezunu idi. H em eski, hem d e yeni
Türkçe ile yazar ve okurdu.
23
Yaşam Öyküm / Tuncer BULUTAY
Ben ve kardeşlerim sevgili, fedakâr annem izin ü stü n yetenek ve zekasını,
b u eğitim yetersizliği nedeniyle yeterince kütlanam am ış o ld u ğ u n u d ü şü n d ü k ve
d ü şü n ü rü z . Gerekli öğrenim olanakları sağlayabilm iş olsaydı annem in seçeceği
bilim , sanat, m eslek alanında b ü y ü k başarılara ulaşacağından her zam an em in
oldum . K adın haklarını, kadınların işgücüne, toplum larının gelişm esine katılım ­
larını çok önem li sayışım ın tem el nedenlerinden biri annem in bu kullanılm am ış
kapasite ve yetenekleridir.
D ört kardeşiz. Ben ikinci yaşlı çocuğum . A ğabeyim O rhan B ulutay inşaat,
kardeşim Attila Bulutay m akine yüksek m ühendisleri olarak İstanbul Teknik
Ü niversitesi'nden m ezun olm uşlardı. Yaşça en k ü çüğüm üz olan kızkardeşim
Birgül Bulutay Somel İngiliz "H igh School"u ve "A rnavutköy A m erikan Kız
Koleji (Robert Kolej)" m ezunudur. Ben M ülkiye m ezunuyum . Üç erkek kardeş
de, Trabzon Lisesini bitirm işiz. M aalesef ağabeyim O rhan B ulutay'ı erken yaşta
kaybetm iş durum dayız.
"A rnavutköy A m erikan Kız Koleji (Robert Kolej)" ve İstanbul H ukuk Fakül­
tesi m ezunu olan eşim Emine D urukan B ulutay hakkındaki d ü şünce ve d u y g u la­
rım annem e d u y d u ğ u m hayranlığa benzer ölçülerdedir. Çeşitli yer ve vesilelerle
belirttiğim gibi, eşim in zeka ve yetenekleri benim kilerden az değildi. Toplum um u zu n kız ve kadınlar hakkında sağlıksız ön yargıları nedeniyle eşim de, annem
gibi yeteneklerini yeterince kullanam am ıştı. Sevgili eşim i 6 M art 2013'te kaybet­
tim, çocuğum uz da olm adığı için yalnız kaldım . Bu boşluğa, yalnızlığa b u g ü n
(Ocak 2015 başı) bile katlanam ıyorum .
A nne tarafım dan, Asiye, Sam iye ve Safiye adlarm da üç teyzem vardı. Yuka­
rıda da belirttiğim gibi onların ilk ikisi hayata erken veda etm işlerdi. Dayılarım
yaş b ü y üklüğü sırasına göre, Atıf M ahir, Süleym an M ahir, H akkı M ahir D u ru ­
kan kardeşlerdi. Aynı zam anda eşim in babası ve Raife D u ru k an 'm (Larçın'ın) eşi
olan H akkı M ahir D urukan İtalya'da T ürk Ticaret Ateşesi iken trafik kazasında
genç yaşta ölm üştü.
Baba tarafım dan Z ehra ve Asiye adlarında iki halam vardı. H oca (Lütfü) Bu­
lutay, Rıza B ulutay isim lerinde, T rabzon'da kullandığım ız sözcükle iki em icem
(amcam) vardı. O nlara da ben ve ailem b ü y ü k sevgilerle bağlıydık.
Bugün yeğenlerim vardır: A ğabeyim in ve G ülsevin B ulutay adındaki sevgili
eşinin Kâzım ve C eyhun B ulutay ad ın d a iki oğulları, kardeşim Attila B ulutay'm
M ete B ulutay adlı oğulu vardır. Şebnem Somel ve K adriye Somel Ö zcanoğlu,
kızkardeşim Birgül B ulutay Somel ve m aalesef genç yaşında ölm üş olan Ergun
Som el'in kızlarıdır.
24
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
B. TRABZON'DA YAŞAMIM
Ç ocukluğum un ve ilk gençlik yıllarım ın tü m ü T rabzon'da geçmiştir.
T rabzon'un kazalarına bile az gitm işim dir. O zam anın ulaşım koşulları göz ö n ü ­
ne alındığında b u d u ru m norm al sayılabilir. A nlattığım ailem in ve yakın akra­
balarım ın karşılıklı sevgi ortam ında yaşam ım çok m utlu geçti. Bu yaşam ım ı üç
m ekan ve g ru p içinde özetleyerek devam etm ek istiyorum . Bunlar spor (özellikle
futbol), okullarım ve yazları gittiğim iz K ireçhane'deki köy yaşam ım dır.
A nım sadığım çocukluk ve ilk gençlik yıllarım T rabzon'da N em li Cem al so­
kağında geçti. Bu sokakta o zam anın güçlü spor kulübü Trabzon İdm an Ocağı
vardı. (Aynı sokakta b u g ü n T rabzonspor binası var.) İdm an Ocağı arsasında bir
tenis kortu vardı, orad a elit kesim lerden bazıları tenis oynarlardı. Biz çocuklara
da bazan, ayakkabılarla oynam am ak koşulu ve yam alı ya d a tenis toplarıyla oy­
nam a hakkı tanınırdı. Y anım ızdaki K aragöz alanı d a bizim ve başkalarının futbol
oynadıkları bir yerdi.
B unlar insana futbol alanında b ü y ü k olanaklar sağlıyordu. Ben de birçok
m ahalle ve bölge arkadaşım gibi b u olanaklardan yararlandım . Futbolu lise takı­
m ında d a sü rd ü rd ü m . Bir bakım a iyi bir futbolcu olm uştum . A m a futbolculuğu
M iilkiye'ye girdikten sonra sürdürm edim .
Futbol k o n u su n d a o zam anın T rab zo n 'u n d a b u g ü n pek bilinm eyen, bir ba­
kıma beklenm eyen bir olayı d a anlatm ak istiyorum . T rabzon'da tabii lig takım la­
rı vardı. A m a benim bu yıllarım da, geniş ölçüde T rabzon'a özgü bir spor olayı da
yaşanm ıştı: Ligin en güçlü takım ları lise ve askeri garnizon takım larıydı, tem el
yarış b u takım lar arasında yaşanır, lise takım ı da sıkça birinci olurdu.
Bu birinciliklerinden birinde Trabzon lise takım ı, Türkiye çapında d ü ze n ­
lenen liglerin birinci takım ları arası futbol tu rn u v asın d a Türkiye d ö rd ü n cü sü
olm uştu. Belleğim beni yanıltm ıyorsa o turn u v an ın Türkiye birincisi Beşiktaş
takım ıydı. Tabii Trabzon lisesinin tek başarısı bu değildi.
Eğitim im e evim ize p ek uzak olm ayan C udi Bey okulunda başladım . Erkek
kardeşlerim ve ben ilk öğrenim im izi b u okulda tam am ladık. B ugün b u okulun
sağladığı eğitim in zam anın koşulları içinde kaliteli, sağlıklı, güçlü o ld u ğ u n u d ü ­
şünüyorum .
O zam anlar T rabzon'da iki orta okul vardı. B unlardan ilki K em erkaya orta
okulu, İkincisi lisem izin orta okul kısm ı idi. (İlim izde Ticaret ve Sanat Liseleri de
vardı.) Ben de kardeşlerim gibi orta okulu lisenin bu o rtaokulunda tam am layıp
liseye geçtik. Bence ortaokulu ağabeylerim izle paylaştığım ız bir lisede geçirm ek
bize d ah a çok y arar sağlam ıştır.
25
Yaşam Öyküm / Tuh cer BULUTAY
O rtaokul ve lisem izde sınıflar kalabalık değildi, b u da b ü y ü k b ir avantaj­
dı. Özellikle lisem izde değerli hocalarım ız oldu. B unlardan Enis A rslan, A hm et
Saka adlı m atem atik öğretm enlerim i, Aliye H anım gibi tarih hocam ı, Kaya Bilgegil gibi edebiyat öğretm enim i b u rad a saygı ve şükranla anıyorum .
Edebiyat hocalarım ız ders kitapları dışm daki, değerli b u ldukları şiirleri ders­
lerim izde sürekli okurlardı. Bunlar d ah a çok div an şiirine ait parçalar olurdu.
Bu şiirler bende, b u g ü n d e varlıklarını sü rd ü re n d erin izler bırakm ıştır. B unla­
rın b ir kısm ını belleğim e yerleştirdim , yaşam ım boyunca, bug ü n lerd e de ezbere
okum aktan b ü y ü k zevk aldım . Yakın b ir zam anda (27 A ralık 2014) b u şiirlerden
bazılarını M ülkiye'de bir toplantıda ezberden okudum .
O rtaokul ve lisede, b u şiir sevdası dışında, okum a isteğim pek güçlü değildi
Ders okum ayı pek sevm iyor, ders dışı okum alara da pek istekli olm uyordum .
Sınıf geçecek k adar okum ayla yetiniyordum . Bu eğilim im lise son iki sınıfında1
tem elinden değişti. Bu sınıflarda özellikle felsefe alanm da hem okulda, hem okul
dışında yoğun okum alara yöneldim .
Boş zam anlarım ı k ü tü p h an elerd e geçirm eye başladım . O zam anlar
T rabzon'da Taksim de, m illet park ının karşısm da küçük bir k ü tü p h an e vardı. O
k ü tü p h an en in sürekli m üdavim i oldum . O rada başta E flatun'un Sokrat'ı konuş­
tu rd u ğ u diyalogları haşta olm ak üzere birçok kitabı b u g ü n d e zevkle anım sadı­
ğım b üyük b ir iştahla okudum .
Son değineceğim etkinliğim köy hayatıyla içiçe olm am dır. B ugün de geçerli
o ld u ğ u n u sandığım b ir adet T rabzon'da yazın köylere ve yaylalara çıkm aktır.
Ailem iz de b u adete u y g u n olarak Karlık tepesinin yanındaki, o zam an nahiye
olan, K ireçhane'ye çıkardık. Kireçhane d e fındıklıklar içinde iki ayrı evde bizim
aile ve hala ve am calarım o tu ru rd u k . Evlerim iz yol ağzı denen yere ve Efkâr
tepesine yakm dı.
Köy saydığım K ireçhane benim cennetim di. O rada, yeşillikler içinde, baba
tarafım dan belirttiğim akrabalarım la ve bize m isafir gelen anne tarafı yakınla­
rım la geçirdiğim günler tüm yaşam ım ın en m u tlu anlarıydı. K öyde sürekli ola­
rak oynar, voleybol şeklinde sürekli spor yapardık. Ayrıca b u g ü n de b ü y ü k bir
zevkle anım sadığım diğer etkinliklerde b u lu n u rd u k .
Tabii bol köylü çocuğu arkadaşım oldu. O nların aracılığıyla T ürk halkını
y akından gördüm , yeteneklerini tanıdım . O nların bizd en tem el farklılıkları ye­
terli okum a olanaklarına erişem em iş olm alarıydı. Zeka dağılım ları biz kentlilerin
zeka dağılım ından pek farklı değildi. O nlarda d a aynı oranlarda çok yetenekli­
ler vardı. Bu yetenekler onlarda sağlıklı bir sağ d u y u olarak ortaya çıkm aktaydı.
1 Biz liseyi dört sınıf olarak okuduk, çünkü bizim sınıfla başlayarak liseler dört sınıfa çıkmıştı. Bu
uygulama üç yıl sürdü. Bizden üç yıl sonraki sınıf kendisinden önceki sınıfla beraber mezun oldu.
26
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
O kum anın, eşitlikçi gelir dağılım ının önem ini K ireçhane'm de yaşayarak anla­
dım . Bu konularda sonradan, akadem ik yaşam ım da ulaştığım olgu, bulgu, for­
m ül ve kalıplar da, bir bakım a, b u gözlem lerin doğal sonuçlarıdır.
C. MÜLKİYE'DE YAŞAMIM
Bu konuyu üç altbaşlık altında sunacağım . İlk önce fakülteyi seçişimi, Fa­
külte ortam ım özetleyeceğim . İkinci altbaşlıkta M ülkiye'de 1950'lerde iktisat öğ­
retim ini, üçüncü altbaşlıkta T ürkiye'de toplum da ve M ülkiye'de oluşan siyasal
eğilim leri anlatacağım .
1. M iilkiye'yi Seçişim, M ülkiye'deki Yaşamım, M ülkiye'de O
Zamanlardaki Ortam
Lise son sınıfı edebiyat şubesinde bitirdim . Bu seçim im i, Siyasal Bilgiler Fa­
kültesinde okum a isteğim belirlem işti. İkinci tem el etken fakültede, sm av kaza­
nıldığında b u rs veriliyordu. Benim ve ailem in bu paraya ihtiyacı vardı.
Seçimim pek bilinçli değildi. O zam anlar sinem alarda film lerden önce y u rt­
tan ve d ü n y ad a n haberler veren, kısa bir program gösterilirdi. B unlardan birinde
M ülkiye'deki "İnek Bayram ı" törenini izlem iştim . Bu beni çok etkilem işti. Ayrıca
genellikle Fakültem iz m ezunu olan Vali ve K aym akam larm çok saygı görm ele­
rinden de etkilenm iştim . (Benzer bir seçim biçim ini geçen bir toplantıda sevgili
ağabeyim Prof. Dr. R uşen Keleş'in şu ifadesinde gördüm : "Beni M ülkiye'ye bir
kaym akam ın göğsündeki 'M ülkiye rozeti' çekm iştir.")
Seçim imde, yukarda belirttiğim K aradeniz'in yeşillikler ortam ında geçecek
bir kaym akam lık hayatının sağlayacağı sevinç ve m u tlu lu ğ u n belirleyici etkisi
vardı. Sonra g ö rd ü ğ ü m A nadolu çorak ortam ı kaym akam lığın benim için bu ka­
d ar çekici olm adığını gösterdi. Bunları açıklarken son yılda otobüsle T rabzon'dan
Sam sun yoluyla A nkara'ya gelişim ve gidişim de K aradeniz sahilinde g ö rdüğüm
d u ru m u n bana b ü y ü k acı verdiğini de belirtm eliyim . Bütün sahil boyu apartm an
sıraları, yerleşim yerlerinin b üyük kısm ında kentlerle deniz arasına bir d u v ar
örm üştü. Böylece kentler adeta nefes alam az hale gelm işti.
A nkara'ya M ülkiye'ye sınava girm ek için 1953 sonbaharında geldim . O za­
m anlar fakülteye 125 kişi alınır, b u n ların sınavı en başarılı kazanan 40 kişisi burs
alm a hakkı kazanırdı. Geri kalanlardan ü st sınıfa iyi dereceyle geçenlere d e burs
verilirdi. Ben sınavı 31. olarak kazanm ış, Fakültem izde burslu okum uştum .
D ördüncü sınıfta Mali Şubede o k u d u ğ u m için üyesi olm ayı am açladığım
m eslekler m üfettişlik ya d a hesap uzm anlığı idi. Kısa b ir geçmişi olan hesap u z­
m anlığı benim ve arkadaşlarım için en çekici m eslekti ve onun sınavlarına hazırlanırdık.
27
Yaşam Öyküm / Tuncer BULUTAY
Fakültede asistan olm ak benim için ulaşılabilecek bir seçenek değildi. Am a
son sınıfta değerli hocam S adun A ren "para, banka" dersi için yaptığı bir ara
sınavında benim kağıdım ı beğenm iş ve bana asistanlık önerm işti. Benim için,
b üyük talih olan b u öneriyi b üyük bir sevinç ve kıvançla karşılam ış, sınava gi­
rip kazanm ıştım . Böylece S adun Aren akadem ik yaşam ım ı belirleyen kişi olm uş,
öneri ve öğretileriyle yetişm em e b üyük katkı getirm iştir. H er yerde açıkladığım
gibi, yetişm e ve gelişm em de b ü y ü k ve belirleyici katkısı olan diğer hocam , genç
yaşta ölen Doç. Dr. N ejat Bengül olm uştur.
M ülkiye'de öğrenci arkadaşlar y u rd u n h er y erinden gelm iş değerli insanlar­
dı. O nlardan çok şey öğrendim , çok şey gördüm . Yaşam ım süresinde d e bu avan­
tajları sü rd ü rd ü m ve sü rd ü rü y o ru m . Diğer üç tem el ilham ve bilgi kaynağım
öğrencilerim , asistanlarım ve fakültedeki arkadaşlarım dır. Bu kaynaklar benim
başarım ın tem el taşlarıdır.
F akültem izde 1960'lı yılların başında önem li bir tam irat işlemi yaşandı. Ö ğ­
renciliğim izde Fakülte içinde, b u g ü n k ü sınıfların old u ğ u yerde olan Y atakha­
nem iz bugü n k ü yeni binasına geçti. Eski yatakhanem izden Fakülteye geçilirdi.
Geçişte solda konferans salonu, sağda b ir küçük, b ir b ü y ü k salondan oluşan ge­
niş b ir kantin vardı. B ugünkü Aziz K öklü anfisi yoktu, onun yerinde ağaçlıklı bir
alan yer alırdı. Şim di öğretim üyelerinin odalarının b u lu n d u ğ u üst katta sınıflar
vardı.
Ö ğrencilik yıllarım da g ö rd ü ğ ü m aşağıdaki olguları da anlatm ak istiyorum .
İlk önce yukarıda belirttiğim öğrenci arkadaşlarım la aram da daim a sağlıklı bir
arkadaşlık, dostluk, dayanışm a ilişkisi egem en olm uştur. B ugünden baktığım da
bu alanda hiçbir olum suz olay anım sam ıyorum .
Y ukarda da belirttiğim gibi, hocalarım değerli insanlardı. H em en hepsi
ufuklarım ızı genişlettiler, bize geniş, bazan şaşırdığım ız sağlıklı bilgiler verdiler.
Ben zaten A nkara'ya geldiğim de şaşırm ıştım . Fakültedeki yaşam ım ve öğrendik­
lerim bu şaşkınlığım ı d ah a da artırdı ve bilgi, d ü şünce dünyam ı çok değiştirdi,
geliştirdi.
Bu konuda beni çok etkileyen bir örnek verm ek istiyorum . Birinci sınıfta
siyasal tarih hocam ız olan A hm et Şükrü Esm er, Lozan Barış T oplantılarına d e­
lege olarak katılm ış değerli bir hocam ızdı. Bizlere O sm anlı im paratorluğu ve Bi­
rinci D ünya Savaşı ko n u su n d a şunları söylem işti: "O rduları b u savaşta, A lm an
kom utanların yönetim inde olan O sm anlı İm paratorluğu Birinci D ünya Savaşını
kaybetse de, kazansa da yıkılacaktı. K aybettiğinde İngilizler, kazandığında Al­
m anlar İm paratorluğu yıkacaktı." Oysa bize lisede tarih derslerinde, "O sm anlı
İm paratorluğu bu savaşta yenilm em iştir, m üttefikleri yenildiği için yenik sayıl­
m ıştır" şeklinde bir bilgi verilirdi.
28
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
Üçüncü olgu yukarda anlattığım b üyük kantinde gözlem lediğim , fakülte­
m izde oluşan önem li bir olaya aittir. Bu kantinin bir köşesinde diğer fakülte­
lerden ve yüksek okullardan gelen şiir sevdalısı öğrenciler bir araya gelirlerdi.
Bu alanda yetkili g ö rd ü ğ ü m bazı ağabeylerim den şu nitelikte sözleri çok işitm işim dir. "T ürk şiirinde ikinci yeni hareketinin oluştuğu kaynaklarm en önem ­
lilerinden biri bu toplantılardır." G erçekten de, b u ikinci yeni şiir hareketinin
öncüleri olan Cem al Siireya, Sezai Karakoç, Ece A yhan, benim le aynı dönem de
fakültem izde öğrenciydiler. Cem al Süreya, Sezai K arakoç ben d en daha yüksek
sınıftaydılar. Ece A yhan ise sınıf arkadaşım dı. Genç yaşta, uçak kazasında ölen
Ergin Giinçe daha sonra bu n lara katılm ıştı. H afızam beni yanıltm ıyorsa, Tevfik
A kdağ da bu gruba dahildi.
İlgili etkinlikler F akültenin konferans salonunda düzenlenirdi. Y ukarda be­
lirttiğim b üyük tam irde konferans salonu yerli yerinde kalm ış, yalnızca sahnesi
ters yöne yerleştirilm iştir. O zam anlar b u salonda sürekli toplantılar yapılırdı.
B unlar önceleri d ah a çok şiir ve edebiyat üzerinde olurdu. Sonraları bu salonda
siyasal paneller de yapılır hale geldi.
Sırası gelm iş, edebiyatın sözü geçm işken benim kuşağım ın, şiir yanında
edebiyat konusundaki ayrıcalığına da dikkat çekm ek isterim . Bu ayrıcalık ünlü
Tercüm e B ürosuna sahip olm am ızdı. Sabahattin Eyiiboğlu başkanlığındaki bu
b üro bize d ü n y a klasiklerini en güzel tercüm elerle tanıtm ış, sunm uştur.
Ben bu kitaplardan çok yararlandım . R usya'da 19. Yüzyılda ortaya çıkmış
Rus rom an ve hikayelerini, özellikle D ostoyevsky'nin rom anlarını yoğun biçim ­
de okudum . Son zam anlard a bu yazarların yaşam ve yapıtlarını inceleyip yayın­
layan Fransız yazarı H enry T royat'nın bu kitaplarını da okudum .
A şağıda Viyana çevresine değineceğim . Bu çevrenin n eden A vusturya, M a­
caristan İm paratorluğunda ve o dönem lerde ortaya çıktığım anlayam adım . Aynı
şekilde, bu Rus rom an dönem ini d e pek anlayabilm iş değilim . Bir neden olarak,
güçlü İm paratorluk dönem lerinde yaratıcı güçlerin yeteneklerini m erkezi otori­
telerin yasakladıkları alanların dışına, sanat, felsefe, bilim konularına aktarm a
eğilimleri olarak görüyorum . Bizde şiirdeki G arip H areketi de böyle bir sapm a
olarak alınabilir diye d ü şünüyorum .
2. M iilkiye'de 1950'lerde iktisa t Öğretimi
Bilindiği gibi M ülkiye 1859 yılında devlete bürokrat yetiştirm ek için k u ru l­
m uştu. Yenilikler, reform hareketleri M ülkiye'nin her aşam asında yaşanm ıştır.
Ö rneğin T ürkiye'de iktisat bilim i ilk kez M iilkiye'de Johannes Efendi tarafından
okutulm uştur. Emin Beyin de bu öğretim e katkıları olm uştur.
29
Yaşam Öyküm / Tuncer BULUTAY
Benim ilk öğrencilik yılım olan 1953 sonrasında Siyasal Bilgiler Fakültesinde
(M ülkiye'de) önem li değişm e ve yenilikler yaşanm ıştır. Bunlara geçm eden 1950
yılı öncesinde yüksek o kuldan Fakülteye geçişi belirtm ek istiyorum . Bu geçişe fa­
külte içinden de bazı itirazlar olm uşsa da geçiş M ülkiyenin gelişm esinde önem li
bir adım oluşturm uştur.
İkinci D ünya Savaşı sonrasında D ünya ekonom isi ve politikasına ABD ege­
m en olm uştur. Bu tü r bir egem enlik bilim ve iktisat bilim i için de geçerli olm uş­
tur. Bilim alanındaki b u gelişm elerin kaynağm da 1930'ların Viyana Ç evresinin
büyük katkısı vardır. Ö nem li ek bir katkıyı H itler A lm anya'sı sağlam ıştır. Ç ünkü
bu faşizm Y ahudi ya da solcu birçok aydının ABD'ye göçüne neden olm uştur.
Bu gelişm eler T ürkiye'de bilim e ve iktisada kuram sal yaklaşım larda köklü
değişiklikler yaratm ıştır. T ürk iktisat bilim m e önceleri K ara A vrupası iktisat yak­
laşım ı egem en olm uşken, b u gelişm eler sonucunda ABD iktisadı b ü y ü k ağırlık
ve önem kazanm ıştır. Diğer b ir deyişle, önceleri T ürk iktisat bilim ine betim leyici
(tasviri) anlayış egem en iken, benim asistanlık yıllarım da çözüm leyici, m atem a­
tiksel yaklaşım ı öne çıkmıştır.
Bu d ö n ü şü m öncesinde Siyasal Bilgilerdeki hocalarım ızın iktisat bilgileri be­
timleyici nitelikteydi, sözkonusu yenilikleri içerm iyordu. Ama hocalarım ız ü stün
yetenek ve m eziyetleriyle yenilikleri destekler, bizi bu yeni gelişm eleri öğren­
m eye yöneltirlerdi. Sürekli olarak, "bizi geçeceksiniz" derler ve teşvik ederlerdi.
M ülkiye'm izin ve bizim b ü y ü k talihim iz bu değerli hocalara sahip olm aktı.
Bu talih sonucu olarak iktisatta yeni girişim , teknik ve k uram lar T ürkiye'ye
biz, M ülkiye iktisatçıları tarafından getirilm iştir. Oysa b u görevin ilk yerine ge­
tiricisi İstanbul Ü niversitesi İktisat Fakültesi olm alıydı. Ç ünkü bu F a k ü lten in
tem el işlevi iktisat bitim ini geliştirm ekti. M ülkiye'de ise iktisat diğer önem li b ö ­
lüm lerden yalnızca biri idi.
Benim kanım ca, b u olayın, M ülkiye'nin iktisat bilim alam nda öncülük etm e­
sinin tem el nedeni, o başlangıç yıllarında bizim Fakülteye egem en olan ortam ın
dem okratik, hoca asistan ilişkisinin ö zg ü r ve geliştirici olm asıydı. A ynı dönem ­
lerde İktisat Fakültesi akadem ik düzen in d e d ah a çok hiyerarşik bir yapı vardı.
Ö te yandan b u F akülte'de d e çok değerli bilim adam ları yetişm iştir.
İktisat alanında ben ve arkadaşlarım ın getirdikleri katkıyı başka yazı ve ko­
nuşm alarım da açıkladım . B urada bunları yinelem ek istem iyorum . M ülkiye'nin
dem okrasi ve çağdaş siyasal gelişm e alanında önem li katkılar getirdiği
T ürkiye'nin çok partili hayata geçişi ve sonrası hakkında özet açıklam alar v er­
m ekle yetiniyorum .
30
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
3. Türkiye'de Toplumda ve M ülkiye'de Oluşan Siyasal Eğilimler
Bilindiği gibi T ürkiye'de 1946'da çok partili hayata geçilmiş, 1950'de De­
m okrat Parti iktidara gelm işti. Türkiye b u p artinin ilk iktidar d önem inde iktisadi
ve siyasi açılardan başarılı bir dönem yaşam ıştı. A m a sonraki dönem de, özellikle
1957 seçim leri sonrasında başarılılar başarısızlıklara dönüşm üştü.
C H P 'nin 1946-1950 iktidarı ve 1950-1959 DP iktidarı dönem lerinde
T ürkiye'de h er tü r solculuk yasaktı, M arx'm adını anm ak bile suçtu. Ç ağdaş bir
dem okrasi için kabul edilem ez olan b u yokluğun ötesinde, D P 'nin 1957 sonra­
sı yönetim i dem okrasinin ilk tem el gereklerinden de yoksundu. DP m eclisteki
çoğunluğuna dayanarak C H P için bir tahkikat kom isyonu oluşturm uştu. Amaç
C H P 'yi kapatm aktı.
DP iktidarının son aylarm da iktidarın b u tü r antidem okratik önlem le­
rine karşı birçok karşı m itingler, gösteriler yapıldı. B unlardan biri İstanbul
Ü niversitesi'nde 28 N isan 'd a yapılan gösteri idi. Bunu A nkara'daki 29 N isan
gösterisi izledi. Ben de bu gösteriye katılm ıştım . Sonra A n k ara'd a K ızılay'da he­
m en h er akşam bizlerin de katıldığı sürekli m itingler yapılırdı.
A sistanlığım ın ilk yıllarında DP iktidarına m uhalefet M ülkiye'de yaygınlaş­
m ıştı. B ugünlerde u n u tu lm u ş g örünen "Forum " dergisi bu m uhalefet dönem inin
en önem li ve etkili basın organıydı. Bu dergiye M ülkiye m ensupları egem endi.
D erginin baş yazarları Prof. Dr. T urhan Feyzioğlu, Prof. A ydın Yalçın, Prof. Sad u n A ren gibi Fakültem izin hocalarıydı. Ben yeterli donanım a sahip olam adığım
için bu derginin yazarları arasında yer alam adım .
T ürkiye'ye solculuk 1960'ın ilk yıllarında, "Yön" dergisinin b ü y ü k katkısıy­
la geldi. Bu dergide de M ülkiyeli yazarların önem li, belirleyici katkıları oldu. Sol­
culuk bu tarihten sonra M ülkiye'de daim a özel ağırlık kazandı. Ben de kendim i
daim a solcu saydım .
Solcu hareket T ürkiye'ye m aalesef bir askeri darbe sonucunda geldi. Bence
T ürkiye'de solculuğun, örneğin İngiltere ve Fransa dem okrasilerinde sahip old u ­
ğu ölçü ve düzeylerin çok altında kalm asm da bu darbe ve izleyen 1971 ve 1980
darbelerinin önem li katkıları olm uştur.
Bu darbeyi 12 M art 1971 darbesi izledi. Bu darbe başlangıçta bir m erkez sol
ve m erkez sağ koalisyonuydu. Bu birliktelik kısa bir süre sonra, teknokrat nite­
liğe d e sahip olan sol kesim in hüküm eti terk etm esiyle dağıldı. Dolayısıyla sağcı
askeri güçler h ü k ü m ete egem en oldu.
Solcu öğrenci hareketleri 1960'larm başlarında sağlıklı b ir eğilim olarak or­
taya çıkmıştı. Bu hareketlerin T ürk dem okrasisini sağlıklı yönde etkileyeceği
31
Yaşam Öyküm / Tuncer BULUTAY
bekleniyordu. A m a öyle olm adı. H areket, en azından benim deneyim ve beklen­
tilerim e ters bir yönde gelişti. F akültem izde 12 Eylül 1980 darbesi öncesindeki
öğrenci hareketlerini bir öğretim üyesi ve Fakülte Yönetim K urulu üyesi olarak
yakından izledim . H areket giderek daha çok bozuldu. Solcu öğrenci kesim içinde
sürekli yeni "fraksiyonlar" ortaya çıktı. B unlar kendi aralarında ve azınlık olan
ülkücü gençlerle çatışıp savaştılar.
K endilerinin darbe yaparak iktidara gelm esine yardım cı olacağını düşünen
Kenan Evren ve arkadaşları bu sağlıksız öğrenci hareketlerine karşı h ukuk çerçe­
vesindeki sorum luluklarını yerine getirm ediler. Bilindiği gibi 12 eylül 1980 aske­
ri darbesi gerçekleşti. D arbenin siyasal yapısı askeri ve b ü y ü k iş yaşam ı ortaklığı
niteliğindeydi. Bu darbe dem okrasinin geleceği, özellikle solcu hareketler ve ay­
d ınlar için, b ugün de etkileri süren çok b ü y ü k olum suzluklar yarattı.
Sözkonusu ortaklık 24 Ocak 1980 iktisadi kararlarının ö zü n ü o lu ştu ru y o rd u .2
Darbeyi izleyen ve ancak bazı partilerin seçim lere katılm asına izin verilen 1983
seçim lerinde T urgut Özal iktidara geldi. Bu iktidar dönem inde dış ticaret serbestleştiği gibi, 1989 yılında, dış serm aye hareketlerini de serbestleştiren ün lü
32 num aralı kararlar alındı. Bu serbestlik asıl etkisini AKP iktidar dönem inde
gösterdi. Bu konuya aşağıda döneceğim .
D. MÜLKİYE SONRASI YAŞAMIM
M ülkiye sonrasında yaşam ım 1983'ten bugüne, 2015'e kad ar bilim sel incele­
me, araştırm a, yayın yapm a etkinlikleriyle geçti. K onularım ı geniş ölçüde kendi
bağım sız eğilim, düşünce ve tercihlerim le seçtim. Yalnız bir dönem de "Türkiye
İşgücü İstatistikleri" k onusunda bir projeye ILO uzm anı olarak katıldım .
Proje 1980'li yılların sonlarında başlam akta, T ürkiye'de istihdam , işsizlik ve
ilgili konularda istatistikler yayınlam ayı hedeflem ekteydi. Bu proje son u n d a DİE
(TÜİK) işgücü verilerini 1988 yılı ve sonrasında sürekli olarak yayınladı. Proje­
de ILO ile işbirliği yapılm akta, ben de yarı zam anlı uzm an ILO danışm anı ola­
rak çalışm aktaydım . Bu görev çerçevesinde birçok çalışm a yaptım , bazı uzm an
y azar ve akadem isyenin yazılarına yer veren, işgücü alanlarını içeren kitaplar
yayınladım .3
2 Ben gazetelerde pek yazmam. Ama bu kararlar sonrasında bunlara karşı olan görüşlerimi içeren
yazılarımı Cum huriyet Gazetesine gönderdim. Bunların bir kısmı yayınlandı. Yazmaktaki amacım, o
zamanlarda bu kararlara karşı muhalefet boşluğunun dolmasına katkı getirmekti.
3 Bu çalışmaların bir örneği olarak, T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik enstitüsü, Çalışma İstatistikleri
(Labor Statistics) 2000-2001, DİE, Ankara, 2002, adlı yayına bakılabilir. Diğer yayınlar için TÜİK'e
(DİE'ye) başvurulabilir.
32
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
B urada vereceğim açıklam alarda beş konu üzerinde duracağım , bir de kısa
özet kısm ı sunacağım .
1. Bilimsel Çalışmalarımda Karşılaştığım Temel Olgular
A kadem ik yaşam ım da, başlangıçta pek beklem ediğim gelişm eler, uy u m ­
suzluklar, olanaksızlıklarla karşılaştım . İktisat dahil toplum sal bilim ler, fizik
gibi kesin doğa bilim lerine benzem eye çalışırken, doğa bilim leri kesin olm ayan
toplum sal bilim lere benzediler. Evrim ve Q u an tu m konularını incelediğim 1986
tarihli kitabım (Bulutay, 1986) b u ve ilgili alanları incelem ektedir.
Bu kuram lara göre doğa bilim leri dahil tüm bilim lerde kesin, evrensel yasa­
lara yer yoktu. Ö rneğin iktisatta tüm ülkeleri ve zam anları kapsayan bir evrensel
yasa bulm ak zo rd u r.4 Ö rneğin K uznets yasası geçerli değildir. Bu yasaya göre ül­
keler tarım dan sanayiye geçerek geliştikçe gelir eşitsizlikleri azalır, eşitlik artar­
dı. Oysa son zam anlarda, başta ABD olm ak üzere, A vrupa dahil gelişm iş ülke­
lerde gelir eşitsizlikleri önem li ölçülerde artm aktadır. Benzer bir eğilim enform el
kesim alanında yaşanm aktadır. K üreselleşm e eğilimleri sonucunda üretim lerin
yurtdışına aktarım ı (offshoring) ve taşeronluk gibi etkinliklerin artm ası gelişm iş
ülkelerin gelişm em iş ülkelere benzem esine yol açmıştır.
Aynı şekilde gelişm iş ülkeler ekonom ileri "bü y ü k ılım lılık" içine girm iştir,
bu ülkelerde artık bunalım a yer y o k tu r şeklindeki ün lü iktisatçıların ün lü savları
bu ülkelerin son bunalım larıyla geçerliliğini yitirm iştir. Japonya'nın İkinci D ün­
ya Savaşı sonrasındaki gelişm esi d e ilginçtir. Önceleri bu ülke, diğer son savaş
yeniği olan A lm anya gibi hızla b ü y ü m ü ştü r, am a 1990'lar sonrasında büyüyem em ektedir.
Bu son olay ekonom ilerin gelişm esinde v ar olan bir "büyiiyem em e kısır
d ö n g ü sü " olarak nitelenebilir. Am a A lm anya böyle bir d öngü yaşam adı. Bu olgu
da, ülkelerin dem ografisi, kurum ve kuralları, k ültürü, tarihi ve coğrafyası gibi
kendilerine özgü koşulların gelişm elerinin tem el belirleyicileri oldukları şeklin­
de yorum lanabilir. A şağıda T ürkiye'nin son yıllardaki büyüm esinde, önceleri
sözkonusu olm ayan küreselleşm enin, serm aye akım larının başlıca büyüm e etke­
ni o ld u ğ u n u belirteceğim .
A ynı açıklam alarda belirteceğim diğer ilgili önem li b ir olgu da ülkelerin
büyüm esinde dönem lere farklı gelişm e, büyüm e etkenlerinin egem en olm asıdır.
Yani her dönem diğerinden farklıdır, farklı etkiler altında bulunm aktadır. Dola­
4 D. Acemoğlu, J.A. Robinson'a (2014: Abstract, s. 1) göre genel iktisadi yasalar geçmişi anlamada
ya da geleceği öngörm ede rehber olarak yardımcı olamazlar. Çünkü bu yasalar siyasal ve iktisadi
kurum ve kurallar yanında teknolojinin içsel evriminin toplumsal kaynaklan biçimlendiren merkezi
rollerini göz önüne almazlar. Kurumlar, kurallar ve siyaset ve bunların içsel evrimleri önemlidir.
Bunlar anlaşılmadan olaylar anlaşılamaz.
33
Yaşam Öyküm /T u n cer BULUTAY
yısıyla her ülkede h er dönem kendine özgü bir gelişm eye, ilişkilere, nedenlere
sahiptir.
Bu konularda son olarak bilim sel çalışm alarım da karşılaştığım iki olanaksız­
lık teorem ine, sonra da b ug ü n lerd e ü zerinde yoğunlaştığım karm aşıklık kuram ı­
na dikkat çekm ek istiyorum . O lanaksızlık teorem lerinden ilki G ödel'in m atem a­
tik alanındaki "karar verilem ezlik ilkesidir." İkinci teorem , b ir kitabım da (Genel
D enge K uram ı, 1979, s. 110-114) açıkladığım "A rrow O lanaksızlık Teorem i",
toplum sal alanda dem okratik kararlara varm anın olanaksızlığını gösterm ekte­
dir. Kaos, fraktal kuram larıyla başlayan araştırm alarım da beni karm aşıklık k u ­
ram ına g ötürm üştür.5
2. Dünya Ekonomisine Egemen Olan İki Karşıt İktisadi Bakış
Açısı
Bilindiği gibi "dialektik" sözcüğü altında bazı ilkeler vardır.6 B unlardan biri
tez, karşıt tez ve sentez ilkeleridir. Bu süreçte karşıt tez, İkinci D ünya Savaşı son­
rasında 1970'li yıllara kad ar birçoklarının "altın çağ" diye andıkları bir parlak d ö ­
nem de yaşanm ıştır. Bu dönem d e d ü n y ad a hem yaygın, hem hızlı, hem de eşitlik
yaratıcı bir büyüm e yaşanm ıştır. G örüp anlayabildiğim kadarıyla bu çağı yara­
tan tem el etkenler, Birinci ve İkinci D ünya Savaşları ve 1930 Büyük Bunalımıdır.
Böylece yukardaki ilkeye göre sayılan önceki felaketler (tezler), sonrasında karşıt
tezi, altın çağı yaratm ıştır. Bu altın çağa karm a ekonom i anlayışı egem endi.
Altın çağ tezi de, 1970'li yılların sonları ve 1980 sonrasında kendi karşıt tezi­
ne; neoliberal iktisat yaklaşım ına yol açmıştır. Bu bakış açısı Batı D ünyasına, hat­
ta K om ünist Çin dahil, geniş ölçüde tüm ülkelere egem en olm uştur. G örüş özel
kesimci yaklaşım ı benim sem ekte, gelir eşitsizliklerinin artışm ı doğal, b ir bakım a
yararlı bulm aktadır. G enellikle b u tü r tezler du rg u n lu ğ a, bunalım a yol açtıkla­
rında geçerliliklerini yitirirler. N itekim Altın çağ petrol şoklarıyla, "enflasyon
içinde d u rg u n lu k la" geçerliliğini yitirm işti. A m a neo-liberal anlayış Batı d ü n y a­
sında oluşan bunalım lara rağm en egem enliğini b u g ü n de sürdürm ektedir.
Bu olguların arkasında m akro iktisat alanında Keynesçilik ve karşıtları yer
alıyordu. Keynes K uram ı altın çağa hakim kuram dı. B unun karşısm da eskiden
5 Bu konulan, diğer görüşlerimle birlikte, 17 Aralık 2014 tarihinde İstanbul'da Marmara
Ü niversitesi'nde verdiğim iki konferansta açıkladım.
6 Bence bu dialektik ilkelerinde şu noktalar önemlidir: i) Herşey zam an içinde var olan geçici, sonlu,
sınırlı varlıkladır, ii) H er şey çelişkilerin, çelişen güçlerin birleşimidir, iii) Yavaş değişmeler, bir güç
karşıt gücü yendiğinde bunalımlara, dönüş noktalarına yöneltir. Miktar şekilde değişme niteliksel
değişmeye yol açar.
34
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
beri Friedm ancı parasal görüş, su n u m ekonom isi yaklaşım ı, yer alm aktaydı.
Sonra b u görüşler "Yeni iktisat kuram ı" başlığı altında toplandı.
Bu iki karşıt bakış açısı A B D 'de sürekli olarak birbirini eleştirdi, tartıştı.
Tartışm a süresinde özellikle K eynes'ci tarafta alt bölüm ler oluştu. Ö rneğin NeoKeynesci çeşitli fraksiyon görüşleri, C am bridge Journal of Economics dergisinin
yaklaşım ı, Post-K eynezyen ekonom i anlayışı ortaya çıktı ve savunuldu.
Sonraları N eo-K eynes'ci yaklaşım larla "Yeni İktisat K uram ı" anlayışı bir
sentezde buluştular. (Ben N eo-K eynes'ci yaklaşım ı gerçek K eynes'ci saym adı­
ğım için böyle b ir senteze inanm adım .) Bu sözde senteze DSGE (Devingen Stokastık Genel Denge) m odeli dendi.
Bu tartışm a ve geliştirm e süreçlerini çeşitli yazılarım da açıkladım .7 Belirtti­
ğim gibi sözkonusu sentezi gerçek b ir sentez saym adım . Dolayısıyla b u DSGE
m odeli, bence bir sentez olm am ıştır, neoklasik iktisadın, esas akım ekonom ileri­
nin bir tü rü d ü r.
Ben, tabii karşıt saydığım kuram lar d a dahil b ü tü n b u görüşlerden geniş öl­
çüde ve sürekli yararlandım . A m a tem el ilgi alanım T ürk ekonom isi ve kalkınm a
kuram ları oldu. Son zam anlarda Türkiye için özgün b ir kuram oluşturm a çabası
içindeyim . Geçm iş çalışm alarım bana, ben ve genç iktisatçı arkadaşlarım ın böyle
bir özgün iktisat okulu oluşturabileceğim iz bilgisini ve güvenini sağlam ıştır.
3. Türkiye'nin Geçmişte ve Son Zamanlarda Yaşadığı Büyüme
Tarihsel gelişm elerle başlıyorum . Şevket P am uk (2012: 22), çeşitli ülke ve
gru p ların 1820-2010 dönem indeki; "1990 ABD doları ile (sabit fiyatlarla) ve satın
alm a gücü paritesine göre düzeltilm iş şekilde olarak" kişi başına gelirlerini veri­
yor. Bu sayılara göre, 1820 yüm da kişi başına gelir, Batı A v ru p a 'd a 1200, ABD'de
1250, Japonya'da 670, Ç in'de 600, H in d istan 'd a 530, D ü n y a'd a 670, T ürkiye'de
720 dolardır. Bu değerler, 2010 yılında, Batı A v ru p a 'd a 21000'e, A BD'de 30400'e,
Japonya'da 22350'ye, Ç in'de 7500'e, H in d istan 'd a 3250'ye, D ü n y a'd a 8100'e,
T ürkiye'de 10500'e çıkm ıştır.8
7 Bakınız (T. Bulutay, Sunuş, S. Aren, (2008), İstihdam, Para ve İktisadi Politika, 13. Baskı, İmge
Kitabevi, Ankara, içinde s. 13-26) ve Bulutay, 2010.
8 Aynı kitapta, aynı veriler 1820-1913 için s. 146'da, 1913-1950 için s. 210’da veriliyor. Bu sayılarda,
aynı ölçülerle kişi başına gelir 1913 yılında Batı A vrupa'da 3460, ABD'de 5300, D ünya'da 1500,
Türkiye'de 1150'dir.
Aynı kişi başına gelir, 1950'de Batı A vrupa'da 4570, ABD'de 9550, Japonya'da 1920, D ünya'da 2100,
Türkiye'de 1600 dolar olmuştur.
35
Yaşam Öyküm / Tııncer BULUTAY
Aynı veriler kitapta (s. 248), 1950-1980 dönem i için aşağıdaki sayılarla
gösterilm ektedir: 1950 yılında Batı A v ru p a 'd a 4570, ABD'de 9550, Japonya'da
1920, Ç in'de ise 480, H in d istan 'd a 620, T ürkiye'de 1600 dolar; 1980 yılında, Batı
A v ru p a'd a 13150, ABD'de 18600, Japonya'da 13400, Ç in'de 1050, H indistan'da
940, T ürkiye'de 4750 dolar.
V erilerin yer aldığı Tablolarda (Tablo 2.1 (s. 22), Tablo 19.1 (s. 248) gösteril­
diği gibi kapsanan bu dönem lerde Türkiye ekonom isi daim a büy ü m ü ş, bu b ü ­
yüm e 1950 sonrasında çok daha hızlı olm uştur. Am a b u tü r verilerin, özellikle
geriye gidildikçe sağlıklarından çok şey kaybettikleri de anım sanm alıdır.
Şu ek sakıncalar d a vardır. Satın alm a paritesi ölçütü tartışm alara açıktır.
Ulusal gelirin dolarla ölçülm esi, cari fiyatlarla ölçüm lerde olduğu gibi, güveni­
lir ve kararlı olm aktan uzaktır. Ç ünkü ölçüm yerli paran ın dolar karşısındaki
değerine göre çok değişebilir. T ürkiye'de h er gün gözlendiği gibi b u değer çok
oynaktır, devalüasyon dönem lerinde oynaklık çok b ü y ü k b oyutlara ulaşır.
Yaptığım çalışm alarda da Türkiye ekonom isinin C um huriyet dönem inde
b ü y ü d ü ğ ü n ü gördüm .9 B urada 1950 sonrası büyüm esi üzerinde kısaca duracak,
2002 sonrası gelişm e dönem inde uygulanan b ü y ü m e m odelini incelemeyi sonra­
ki başlığa bırakacağım . B unlara geçm eden de T ürk to p lu m u n d a reform hareket­
lerinin önem ine ve Türkiye ekonom isinin Batı ekonom ilerine bağlılığına dikkat
çekeceğim.
Çeşitli yer ve toplantılarda açıkladığım gibi, Türkiye, O sm anlı İm parator­
lu ğ u n d a 1800'lerin başlarından beri bir reform hareketi içindedir. Bu reform
hareketi Batı d ü n y asından yenilikler alm a yoluna gitm iştir. Bilindiği gibi 19.
Y üzyılda T anzim at hareketi başlatılm ış, çeşitli ıslahat kararları alınm ış, 1876 ve
1908'de m eşrutiyet yönetim lerine geçilm iştir. Kendisi de bir O sm anlı subayı olan
A tatü rk 'ü n devrim leri bu gelişm eleri çok hızlandırm ıştır. Bence b ü tü n bu re­
form hareketleri T ürk toplum unu, T ürk k ü ltü rü n ü , T ürk ekonom isini olum lu ve
önem li ölçülerde geliştirm iştir. Sonuç belirtilen b ü y ü m e başarım ları olm uştur.
Büyüm e sağlanm ış am a h er dönem in tem el büyüm e etkeni farklı olm uştur.
Bu olgu 1950 sonrasında özellikle açık, g ö rü n ü r niteliktedir. D P 'nin iktidara gel­
diği 1950 yılı sonrasında, özellikle 1950'nin ilk yıllarında gerçekleşen çok hızlı
b üyüm enin tem el kaynağı, o zam anlarda ekonom ide b ü y ü k ağırlığı olan tarım
kesim idir. Bence 1950 sonrasının en sağlıklı bü y ü m e dönem i olan 1963-1979 yıl­
lan planlı, karm a ekonom ici, am a özel kesimci olan, ithal ikam esine dayanan,
9 Bu konularda çeşitli araştırmalar yaptım. Burada bunlardan yalnızca ikisini (Bulutay, 1975; Bulutay,
2014) belirtmekle yetiniyorum.
36
Prof. Dr. TuncerBulutaıj'a Armağan
y urtdışı göçm enlerin y u rd a gönderdikleri dövizleri kullanan bir büyüm e süreci
o lm u ştu r.10
Y ukarda da söylediğim gibi, 1980 sonrasında T ürk ekonom isinde köklü bir
değişim yaşanm ıştır. 24 Ocak 1980 kararlarıyla ekonom ide neo-liberal nitelikte,
sağ, özel kesimci bir yaklaşım benim senm iştir. 12 Eylül 1980 askeri darbesi bu
yaklaşım ı desteklem iş, darbeyi izleyen ve gerçek dem okrasi dönem i olm aktan
çok uzakta bu lu n an T. Özal yönetim i önce dış ticareti, sonra 1989'da 32. N u ­
m aralı kararla serm aye hareketlerini serbestleştirm iştir. Sonra gelen 1990'lı yıllar
bu serbestliklerden çok yararlanam am ıştır. Bu dönem de genel olarak büyüm e
sağlanm ışsa da, 1991 yılı çok küçük oranlı b ir b ü y ü m e yılı, 1994,1999 yılları b u ­
nalım yılları olm uştur. D aha önem lisi 1998-2002 arasında büyüm enin iki zikzak
yaptığı, T ürk ekonom isinde pek rastlanm ayan bir dönem yaşanm ıştır. Bence bu
1990'lı yılları 2002 sonrasından ayıran tem el neden 2002 sonrasında d ünyanın
küresel akım ların egem enliğine girm esidir.
N eo-liberal iktisat anlayışıyla birlikte küreselleşm e eğilimi de dü n y a ekono­
m isine egem en olm uştur. Aynı eğilim d ü n y ad a A BD'nin, ABD parasının egem en
olm ası sonucunu yaratm ıştır. Faizler gelişm iş ülkelerde reel değerleriyle eksilere
k ad ar inebildiği için, ABD doları, aralarında T ürkiye'nin de b u lu n d u ğ u bazı ge­
lişm ekte olan ülkelere akm ıştır. Bilindiği gibi bu ülkeler ABD M erkez Bankasının
(FED'in) faizi yükseltm e olasılığının kâbusu içinde yaşam aktadır. Ç ünkü bu olay
gerçekleştiğinde d olar gelişm ekte olan ülkelere akm ayabilecektir.
Böylece Türkiye ekonom isinin 2002 yılı sonrasında, AKP iktidarında ger­
çekleştirdiği b üyüm esini belirleyen tem el büyüm e etkeni dış serm aye hareketleri
olm uştur. D iğer bir deyişle bu dönem de T ürk ekonom isi geniş ölçüde Batı D ün­
y asından gelen serm aye akım larıyla büyüm üştür.
4. 2002 Sonrası Büyüme
Şimdi bu dönem in özelliklerine, bazıları daha önceden de var olan tehlikele­
rine dikkat çekerek d evam edeceğim . Am a önce sözkonusu dönem de uygulanan
büyüm e m odelinin m addeci, kapitalist, liberal bir nitelikte o ld u ğ u n u belirtm ek
istiyorum . Bu sistem de yabancıların sağladıkları faiz ve getiriler karşılığında
10 Bu konularda şu kaynaklara bakılabilir: (Pamuk 2012: 235-246), (B.A. Eşiyok 2015), (Kalkınma
Bakanlığı, 2014a: 13). İlk kaynakta "ithal ikamesi yoluyla sanayileşme", "Planlı Kalkınma ve DPT"
konuları ele alınıyor. İkinci kaynakta "Kalkınmacı Devlet ve Planlı Kalkınma Yıllarının" sanayileşme
ve büyüm e başarılan gösteriliyor, "yeniden kalkınmacı devlet" politikalarına dönülmesi öneriliyor.
Üçüncü kaynakta 1960-1969, 1970-1979 dönemlerinin sonraki dönemlerden hem sanayi hem de
GSYH açısından daha başanlı olduğunu gösteren veriler yer alıyor: (Yalnız bu yayında 2003-2013
döneminin GSYH büyüm e oranı (4.9), 1970-1979 döneminin aynı oranm dan (4.7) daha yüksektir.).
Burada, açıkladığım görüşlere bir ölçüde ters, not 14'teki bilimsel makaleye de dikkat çekmek
istiyorum.
37
Yaşam Öyküm / Tuncer BULUTAY
gönderdikleri serm aye belirleyici büyüm e etkenidir. Serm aye akım ları özellikle
2009 bunalım ı sonrasında b ü y ü k ölçüde sıcak para niteliğindedir.
Bu dönem iki parçaya ayrılabilir. İlk dönem 2002-2007 yıllarını, İkincisi 20082014 yıllarını kapsar. İlk dönem de bü y ü m e yüksek, İkincide d ü şü k tü r. İlk d ö ­
nem de, belirttiğim gibi yabancı serm ayenin kalitesi daha iyidir, örneğin d o ğ ru ­
d an yabancı serm ayenin payı ilk dönem de çok d ah a yüksektir.
B ugünlerde T ürkiye'nin dış borç stoğu 400 m ilyar dolar civarındadır, cari
açığı ise 2002 sonrasında 400 m ilyar doları aşm ıştır. Bilindiği gibi T ürkiye'de cari
açığın ulusal gelire oranı d ü n y a ülkeleri içinde en ön sıralarda yer alm aktadır.
D aha d a önem li olarak Türkiye b u g ü n de önem li ölçülerde sürekli cari açık ver­
m ektedir.
İlgili bir nokta dış ticarettir. Bu alanda dışsatım ve dışalım hacm inin eskiye
oranla çok arttığı bilinm ektedir. A m a b u k onuda da önem li sorunlar vardır. Bun­
lardan biri dışsatım ın geniş ölçüde dışalım içerm esidir. Dolayısıyla bakılm ası ge­
reken veri dışsatım değil, dışalım dan tem izlenm iş, yani net dışsatım dır. Bu veri
de pek sevindirici değildir. Ayrıca toplam dışalım ile dışsatım arasm daki fark,
dış ticaret dengesi 2013 yılında - 99.9 m ilyar dolardır. Böylece dışsatım ın dışalı­
mı karşılam a oram yine 2013 yılında ancak % 60.3 olm uştur. (Kalkınm a Bakanlığı
(2014a: 4, 69)
T ürkiye'de yatırım (gayri safi sabit serm aye o lu şu m u )/u lu sa l gelir (GSYH))
oranı 2004-2013 dönem inde genellikle % 20-22 değerleri arasında gerçekleşm iş­
tir. Aynı oran 2009'da % 16.9'a, 2010'da 18.9'a dü şm ü ştü r. (TÜİK, Yıllık 2008:333;
Yıllık 2013, 361).
Diğer bir resm i yayında (Kalkınm a Bakanlığı, 2012: 70) sabit serm aye yatı­
rım larının GSYH içindeki payları ortalam a olarak şu değerlerdedir: 1983-1992
dönem i için 21.9, 1993-2002 yıllan için 21.58, 2003-2013 dönem i için 20.25. (Bu
seride 2011-2013 verilerini (TÜİK, Yıllık 2013: 361'den) aldım .)
Bu K alkınm a Bakanlığı (2012: 68) kitabında diğer bazı dönem ve yıllar için
sabit serm aye yatırım larının GSMH içindeki oranları da ortalam a değerlerle şöyledir: 1987-2000 dönem inde 24.16, 2003-2006 yıllarında 19.0. A ynı seride aynı
oran 1976'da 25.7'ye, 1977'de 27.2'ye ulaşm aktadır.
K ullandığım sayılar sözkonusu oranlarda yıl değerleri arasında önem li oy­
naklıkların b u lu n d u ğ u n u gösterm ektedir. A m a ortalam a değerler, 2002 yılı son­
rasında yatırım oranlarının eski dönem lerdeki o ran lard an d ah a d ü şü k o ld u ğ u n u
ifade etm ektedir. D iğer bir deyişle, T ürkiye'de 2002 sonrasında, önceki dönem le­
re göre, az farkla da olsa d ah a küçük oranlarda yatırım yapılm ıştır.
38
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
Daha önem lisi 2002 sonrası dö n em d e bu d ü şü k oranlı yatırım lar, T ürkiye'ye
b ü y ü k bir serm aye akışının olduğu yıllarda gerçekleşm iştir. D iğer bir deyişle,
serm aye akım larının yurtiçi yatırım lara önem li bir etkisi olm am ış, tersine yatı­
rım ları, küçük oranda olsa d a azaltm ıştır. Bu önem li bir eksikliktir. Ö te yandan
aynı dönem de altyapı yatırım larında sağlanan artışların olum lu sonuçlar yarat­
tığı d a belirtilm elidir.
T asarruf oranındaki d u ru m d ah a da olum suzdur. Bu konuda da, yatırım
o ranlarında daha eski yıllar oranlarm ı da verebilm ek am acıyla yaptığım GSYH
ve G SM H 'ye dayalı oranları ayrı ayrı vereceğim . GSYH'ye dayanan, Kalkmma
Bakanlığının (2012: 70) yayınında yer alan ve 1975 yılı ve sonrasını kapsayan
tasarruf oranlarından elde ettiğim ortalam a yurtiçi tasarruf oranları dönem ler iti­
bariyle şöyledir: 1983-1992 dönem inde 22.64,1993-2002 dönem inde 22.01, 20032010 dönem inde 15.43. K alkınm a Bakanlığının diğer bir yayınında (Kalkınma
Bakanlığı, 2014a: 9) aynı oran gerçek tahm in olarak 2012 yılında 14.8, O nuncu
K alkınm a Bakanlığı tahm ini olarak 2013 yılında 14.4'tür.
GSMH içindeki payları gösteren ve 1950 sonrasını kapsayan ortalam a y u r­
tiçi tasarruf oranları ise şöyledir: (Kalkınma Bakanlığı, 2012: 68): 1963-1972'de %
19.6, 1973-1982'de % 18.77, 1983-2002'de % 21.00, 2003-2006'da 18.45. K ullandı­
ğım veri serisi 1962-2006 dönem ini ve 1950, 1955, 1960 yıllarını kapsam aktadır.
Bu dönem içinde yer alan tü m yıllardan yalnızca 1950 ve 1962 yılında tasarruf
oranları (% 12.1 ve % 12.8), yukarda verilen 2012,2013 yıllarındaki tasarruf alan­
larından daha d ü şü k değerdedir. Dolayısıyla T ürkiye'de tasarruf oranı özellikle
son yıllarda çok azalm ıştır.
T asarrufla ilgili bir konu d a son zam anlarda yoğunlaşan özelleştirm elerdir.
K alkınm a Bakanlığı (2012:156,157) yayınında bu konuda 1985-2010 dönem i için
veriler y er alm aktadır. Bunlara göre, 2003-2010 dönem inde gerçekleşen özelleş­
tirm e gelirleri toplam ı 33 m ilyar 750 m ilyon dolardır. Tüm 1985-2010 dönem inde
ise özelleştirm e gelirleri toplam ı 42 m ilyar 882 m ilyon dolara ulaşm aktadır. Do­
layısıyla 8 yıllık 2003-2010 dönem inde gerçekleşen özelleştirm e gelirleri toplam ı,
26 yıllık 1985-2010 dönem i toplam özelleştirm e gelirlerinin % 78.7'sini o lu ştu r­
m aktadır. Böylece kapsanan tüm zam anın % 31'ini (8/26) oluşturan 2003-2010
dönem inde, toplam dönem in (1985-2010) özelleştirm e gelirleri toplam ının %
78.7'si elde edilm iştir. Sözkonusu dönem de (2003-2010) gerçekleşen özelleştirm e
gelirlerinin % 74.22'si de 2006, 2007, 2008 yıllarında gerçekleştirilm iştir. Bu sayı­
lar, zaten bilindiği gibi, 2003 ve sonrası özelleştirm e etkinliklerinin çok arttığm ı
gösterm ektedir.
T ürkiye'de işsizlik oranı 1970 öncesinde genellikle daha d ü şü k tü r, sonraki
yıllarda yükselm iş, am a 1988 yılına kad ar y ü zd e 10'un altında kalm ıştır. (Bkz.,
39
Yaşam Öıjkiim / Tııncer BULUTAY
Bulutay, 1995: 256-262). Y üzde 10'unun altındaki bu oran 2002 yılına kadar sü r­
m üştür. Aynı oran 2002-2010 dönem inde y ü zd e 10'un üzerine yükselm iş, 2009
bunalım yılında % 14'e k ad a r çıkabilm iştir. (Bkz., K alkm m a Bakanlığı, 2012: 231)
O ran, 2011, 2012, 2013 yıllarında yine % 9'lu düzeylere inm iştir. (Bkz., TÜİK, Yıl­
lık, 2013:180) Ç ünkü, bunalım sonrası 2009-2013 dönem inde işlendirm ede, Avro
Bölgesinde önem li ölçüde gerilem eler yaşanırken T ürkiye'de önem li artışlar sağ­
lanm ıştır. (Bkz., M aliye Bakanlığı, 2013: 45,46).
Bu klasik işsizlik oranı T ürkiye'deki işsizliğin ancak bir kısm ım gösterm ekte­
dir. "İş aram ıyorum am a iş b u ld u ğ u m d a çalışırım diyenler" ve "iş bulm a çabala­
rı sonucunda um u tsu zlu ğ a düştükleri için iş aram ayanlar" bu klasik işsizlere ek­
lendiğinde gerçek işsizliğin sayısı çok daha artm aktadır. G ençlerde işsizlik oranı
da daha yüksektir. Tarım alanındaki istihdam ın yetersizlikleri ve gizli işsizlik de
göz önüne alınınca işsizlikte çok d ah a olum suz bir g ö rü n ü m ortaya çıkm aktadır.
Ben bu konuları ve ilgili diğer olguları önceki yayınlarım da inceledim .
Bilindiği gibi T ürk işgücü piyasasının önem li bir sorunu da kayıt dışı işlendirm edir, M aliye Bakanlığı (2013: 55, 56) verilerine göre 2002-2013 (H azi­
ran) dönem inde kayıt dışı istihdam ın toplam istihdam içindeki oranı, 2002'de
% 52.1'den, 2013 H aziranında% 37.8'e dü şm ü ştü r. Bu oran en yüksek değerine
(83,84) tarım kesim inde ulaşm aktadır.
Burada bu konularda önem li buld u ğ u m bazı noktalara dikkat çekm ekle ye­
tineceğim. Türkiye, 20. Yüzyılın en önem li yeniliklerinden biri olan beşeri ser­
m aye alanında yararı çok vurgulanan, "fırsat penceresi" diye anılan bir aşam a­
yı yaşam aktadır. Ülkenin nü fu s artış oranı d ü ştü ğ ü için çocuk bağım lılık oranı
azalm akta, yaşlı bağım lılık oranı da h en ü z fazla artm am akta, çalışm a çağındaki
insanların nüfus içindeki payı artm aktadır. Bıına "fırsat penceresi" denilm ekte­
dir. Bu aşam a elbette potansiyel açıdan avantajlı bir d u ru m d u r. A m a bu avantaj­
d an yararlanılabilm ek için çalışan kesim e yeterli, d o yurucu iş olanakları yaratıl­
m alıdır.
Türkiye ekonom isinde b u g ü n bu olanaklar kısıtlıdır. H er şeyden önce işgü­
cüne katılım oranı d ü şüktür. Bu oran 2013 yılında % 50.8'dir. Oysa aynı oran ge­
lişmiş ülkelerde % 70-80 düzeyindedir. Bu farklılığuı tem el n edeni de T ürkiye'de
kad ınlarda işgücüne katılım oranının son yıllarda artm asına karşın, 2013 yılında
ancak % 30.8'e kad ar çıkabilm esidir. (TÜİK, Yıllık 2013: 180; M aliye Bakanlığı,
2013: 49).11
11 "2000-2012 dönem inde OECD üyesi ülkelerde 15+64 yaş arasındaki kadınların işgücüne katılım
oranlarını" gösteren bir tablo için (Demir, 2014: ll)e bakılabilir. Bu tabloda, kadınların işgücüne
katılım oranı 2012 yılında Türkiye'de % 32.3 değeriyle yer almaktadır. Bu yılda A vrupa'da oran
genellikle % 60'm üstündedir. Oran en yüksek değerlerini İsveç'te (% 77.9) ve İzlanda'da (% 83.3)
almaktadır. Oraı İtalya'da 54.2, M acaristan'da 58.3, Yunanistan'da 58.4'tür. Türkiye oranma en yakın
oran % 48.3'le Güney Afrika ve Meksika'dadır.
40
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
Bu alanda sevindirici ve önem li bir olay "istihdam ın eğitim d u ru m u n a göre
dağılım ı" tablosunda gösterilm ektedir. Bu tabloya göre yüksek öğrenim lilerin
işlendirm edeki payı 2002-2012 dönem inde % 10'dan, % 18.1'e yükselm iştir.12
O kur-yazar olm ayanların ve lisealtı eğitim lilerin payı az da olsa azalm ıştır. Lise
ve dengi okullarının payı 2002'de % 17.8'den 2012'de % 19.9'a çıkm ıştır. (Maliye
Bakanlığı, 2013: 53).
Bu tablo genel hatlarıyla sevindiricidir. A m a 2012 yılında, okur yazar olm a­
yanların payı (% 4,5) ve lisealtı eğitim lilerin payı (% 57.5)dir. Dolayısıyla aynı
yılda istihdam da lisealtı eğitim liler ve okuryazar olm ayanlar toplam ı, % 62 d ü ­
zeyinde bir ağırlığa sahiptir. Tablonun en sevindirici yanı yüksek öğrenim lilerin
payında ikiye yakın bir katlanm anın gerçekleşm iş olm asıdır. İlgili sevindirici bir
olay da, yüksek öğrenim li kadınların işgücüne katılım oranlarının % 70 d ü zey­
lerine (H aziran 2012'de % 68.9, H aziran 2013'te % 71.6) varm asıdır. (Aynı rapor,
s. 54).
Am a bu konularda başka tem el sorunlar da vardır. Y üksek öğrenim in çok
yaygınlaşm asının yarattığı kalite sorunları önem lidir. Yüksek öğrenim de m ate­
m atik, fizik, kim ya gibi doğa bilim leri alanlarında m evcut sınıfları dolduracak
yeterli tercih yapılm am aktadır. Eğitilenlerle, piyasaların istem i arasında uyuşm a
(m atching) sağlanam am aktadır.
B unların ötesinde bence en önem li sorun insanların, özellikle yüksek öğre­
nim lilerin yetenek ve kapasitelerinin yeterince kullanılam am asıdır. Bu olgu es­
kiden beri bilinip vurg u lan an bir tür gizli işsizliktir. Özellikle kam u dairelerinde
birçok çalışan kapasitesinin çok küçük bir kısm ını kullanm aktadır. Özel kesim de
de, d ah a d ü şü k ölçülerde d e olsa kapasiteyi yeterince kullanm am a olayları ya­
şanır.
İlgili bir olgu T ürkiye'de insanların gelişm iş ülkeler dünyasındaki enfor­
m asyonu, bilgiyi doyurucu düzeylerde kullanm am aları, yenilikler yaratm a yo­
luna gitm em eleridir. İşin kolayına gidilm ekte, gelişm iş ülkelerde yaratılıp, ü re­
tilen ürü n lerin yalnızca alınıp kullanılm ası ile yetinilm ektedir. Batı bilgilerini,
tekniklerini kullanıp geliştirerek, yeni teknikler ve bilgi yaratarak ü retm e yoluna
12 Bu yükseliş sevindiricidir ama yüksek öğrenimlerde işsizlik oranı da yüksektir. Bu oran 2009'da
% 13.23,2012'de % 19.98,2013'te % 20.24'tür. Kadınlarda aynı oran 2009'da % 23.70,2012'de % 31.48,
2013'te % 30.30 olm uştur. Oran erkeklerde 2009'da % 9.11,2012'de % 13.76, 2013'te 14.18'dir. (TÜİK,
Yıllık 2013:192).
41
Yaşam Öyküm / Tm c e r BULUTAY
gidilm em ektedir. İlgili bir nokta d a devletin bilgi alanlarında özgün yenilikler
yapabilecek girişim lere destek ve özendirici sağlam am asıdır.13
T ürkiye'de işlendirm e (istihdam ) alanında tem el kesim lerinin p a y la n şöyledir: Tarım ın payı 2002'de % 34.9, 2012'de % 24.6. Sanayinin payı 2002'de %
18.5,2012'de % 19.1. İnşaatın payı 2002'de % 4 .5 ,2012'de % 6.9. Geri kalan paylar
h izm etler kesim ine aittir. (M aliye Bakanlığı, 2013: 51).
Buna karşılık cari fiyatlarla aynı kesim lerin ulusal gelir (GSYH) payları
2002'de tarım da (tarım , avcılık ve orm ancılık) % 11.6, sanayide % 25.2, inşaatta %
4.1'dir. (Kalkınm a Bakanlığı, 2012: 25). Aynı p aylar 2012 yılında, tan m için % 7.7,
sanayi için 19.4, inşaat için % 4 .4'tür (TÜÎK, Yıllık 2013: 357).
Bu veriler 2002-2012 dönem i için şunları gösterm ektedir. D önem de tarım m
payı hem istihdam da hem d e gelirde d ü şm üştür. İstihdam daki d ü şü ş gelirdeki
azalıştan d ah a b üyüktür. Sanayinin payı işlendirm ede çok az artm ış, gelirdeki
payı ise daha çok d ü şm üştür. İnşaatta p ay işlendirm ede artm ış, gelirde pek art­
m am ıştır.
Aynı veriler 2012 yılında tarım da çalışanlann tüm istihdam ın dörtte birini
o luştururken, tarım ın ulusal gelirin % 8'ini (% 7.7) aldığını gösterm ektedir. Bu
sayılar bu kesim de çalışan başına üretim in sanayi ve inşaata göre d ü şü k o ld u ğ u ­
n u ifade etm ektedir. D iğer b ir deyişle, T ürkiye'de 1970 sonrasında yaşanan kırsal
yönlerden kentlere yapılan b ü y ü k göçlere rağm en köylerde, tarım da hala b ü y ü k
b ir göç potansiyeli vardır.
Esasm da T ürkiye'de tarım yalnızca 1950-1959'da yüksek bir oranla b ü y ü ­
m ü ştü r (% 6.2). 2013'e k adar uzanan sonraki dönem lerde tarım büyüm e hızı en
b ü y ü k değerine ancak 2003-2013 dönem inde % 2.2 oranıyla ulaşabilm iştir. 1950
13 Türkiye'de Ar-Ge harcamalarının GSYH'ye oranı, yüzde olarak, 2000'de 0,48, 2003'te yine 0,48,
2012'de 0,92'dir. Bu oran 2012 yılında bazı OECD ülkeleri için şöyledir: Türkiye oranı yukardaki
değere yakındır. Oran Kore'de 4.3, İsrail'de 3.8 civanndadır. Polonya, Slovak Cumhuriyeti,
Yunanistan, Meksika ve Şili'de aynı oran Türkiye'dekinden daha düşüktür. (T.C. Bilim, Sanayi ve
Teknoloji Bakanlığı, Kalkınmada anahtar, Verimlilik, İş Yaşamı ve Verimlilik, Ekim 2014, s. 63). Aynı
yılda aynı oranın AB ortalaması % 2.06'dır (Kalkınma Bakanlığı 2014b: 191).
Yeni bir yayma (Hürriyet Gazetesi, 19 Ocak 2015, Ar-Ge Innovasyon eki) göre, sözkonusu oran 2012
yılında yüzde 0,92 iken, 2013 yılında yüzde 0.95'e yükselmiştir. Aynı yerde şu ifade de yer alıyor:
"TÜİK tarafından yapılan Gayri Safi Yurtiçi Ar-Ge Harcam alan anketine göre özel sektör hem en
büyük paya sahip hem de finansmanda ilk sırada. Aynca Ar-Ge personeli istihdamında da özel
sektör birinci."
Yeni bir The Economist (January 17th, 2015:63,64) sayısında Türkiye'nin imalat sanayii dışsatımında
yüksek teknolojili malların payı % 2 olarak gösteriliyor. (Benzer büyüklükte bir pay için (Eşiyok,
2014b: 8)'e de bakılabilir.) Aynı yerde, Ar-Ge harcamalarının ulusal gelir içindeki payı da, yukardaki
gibi 0.9 değeriyle veriliyor.
42
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
sonrası h er dönem de tarım büyüm e oranı GSYH'nin bü y ü m e oranının altında
kalm ıştır. 1950-1959 dönem i dışında diğer tüm dönem lerde altta kalış oranları
b ü y ü k ölçülerdedir. (Kalkınm a Bakanlığı, 2014a: 13).
Bence bu veriler tarım hakkında şu olguları d ü şündürm ektedir: i) Türkiye
tarım ı yeterince gelişm em iş, verim lilik artışı sağlayam am ıştır.14 Tarım , kırsal
kesim bir bakım a terkedilm iştir, ii) K öylüler gelişm e olanaklarını göçlerde ara­
m ışlardır. Başka çalışm alarım da anlattığım ve K alkınm a Bakanlığı (2012: 226)
verilerinde g ö rü ld ü ğ ü gibi 1970 sonrasında nüfus içinde kentsel ve kırsal nü fu s­
ların payı tersine dönm üş, kırsal nü fu su n payı 1970'te % 71.3'den, 2010 yılında
% 29.0'a dü şm ü ştü r.
iii) Kentlere bu dönem lerde göç edenler ucuz em ek işçisi olm uşlardır. Bu
göçm enler, gelir ve servet açılarından 1970'ler öncesi dönem göçm enlerine kıyas­
la önem li bir kayıp yaşam ışlardır. Önceki göçm enler b üyük kentlerin varoşlarına
yerleşir, bu yörelerdeki devlet m ülkiyetini kendilerinin gecekondu m ülkiyetine
d ö n ü ştü rü r, b u n d an b ü y ü k kazançlar sağlarlardı. Sonraki, özellikle son zam an­
lardaki göçm enler bu olanaklardan yoksun kalm ışlardır. A rtık bu tü r yerleşim ,
inşaat etkinlikleri b ü y ü k şirketlerin, TO K İ'nin etkinlik alanını o lu ştu ru r olm uş­
tur.
iv) Çok eskilerden beri, benim de katıldığım tartışm alı bir konu vardır:
Köyden kente göçte önem li olan köylerin itm esi mi, kentlerin çekm esi m idir?
Geçm işte yaşananlar bize, bu soruya şu yanıtı verm eyi öğretm iştir: Bu göçlerde
tem el etken kentlerin çekm esidir, T ürkiye'nin kırsal alanlarında, köylerde dai­
m a göçe hazır bir kütle v ar olm uştur. B unların kente göçünü sağlayan kentlerin
çekm esidir.
14 Ayşe ve Selahattin İmrahoroğlu, tarımsal verimlilik ve büyüm e ilişkisi konusunda bir yazı yazıp
aşağıdaki görüşleri savunm uşlardır:
Türkiye ile benzer (peer) ülkeler arasında, birey başına gelir farklılığının temel nedenini iki sektörlü
bir model kullanarak belirledik. Bu modele göre, bu farklılığın temel nedeni Türkiye'de tarım
kesimindeki düşük verimlilik artışıdır. (Abstract, s. 1).
Yazıya göre 1960 ile 1977 arasında Türkiye'nin birey başına ulusal geliri (GSVH), Yunanistan,
Portekiz, İspanya birey başı ulusal gelirinin % 73'ünden % 50 civarına düşm üş ve son zamanlara
kadar bu düzeyde kalmıştır, (s. 1)
Türkiye, 1973-1974'te finansal bunalım yaşamıştır. Türkiye 1960'lar ve 1970'in ilk yıllarını kapsayan
dönem de çalışan kişi başına ulusal gelirde % 3'ün üstünde bir büyüm e oranı gerçekleştirmiştir. Buna
karşılık sözkonusu benzer ülkelerin büyüm e hızı, önemli ölçülerde, % 5-6 düzeylerinde olmuştur,
(s. 20,21)
Ulaştığımız sonuçlar, eğer Türkiye, Ispanya'nın tarım daki verimlilik artış oranına ulaşabilseydi,
tarımın istihdam payının çok daha hızlı şekilde düşeceğini ve ulusal gelirin çok daha dramatik
ölçülerde artacağını göstermektedir. Biz, Türkiye ekonomisinin (diğer ülkelere) yakınsamadaki
başarısızlığını anlayabilmek için tarıma karşı izlenmiş olan olum suz ayrımcılık politikalarına özel
dikkat göstermek gerektiğini savunuyoruz, (s. 21)
43
Yaşam Öyküm / Tuncer BULUTAY
v) Bu olguyu doğrulayan bir olay T ürkiye'de 2002 sonrasında yaşanm ıştır.
Tarım istihdam ı 2002-2007 dön em inde sürekli şekilde azalm ıştır. Buna karşılık
tarım işlendirm esi 2008 ve sonrasında, 2008-2011 dönem inde sürekli artm ış,
2012, 2013 yıllarında küçük m iktarlarda azalm ıştır. T arım daki istihdam artışı
2009-2013 dönem inde kadm larda % 16 olm uş, erkek istihdam ının artış oranı %
14'te kalm ıştır. (Kalkınma Bakanlığı, 2012: 234; TÜİK, Yıllık, 2013: 183). Ç ünkü
2008, 2009 bunalım ı sonrasında ulusal gelirin büyüm e oranı düşm üş, kentlerin
çekm e gücü azalm ıştır.
vi) Tarım da 2008-2011 dönem inde yaşanan işlendirm e artışı ve 2012,2013 k ü ­
çük istihdam azalışları bence gerçek bir istihdam artışı ya da gerçek bir istihdam
d u ru m u olarak alınam az. Gerçek bir işlendirm e artışı olm aktan ziyade kentlere
göç edem em e d u ru m u d u r. Bu yorum geçerliyse, T ürkiye'de 2008 ve sonrasında
yaşanan toplam istihdam artışının önem li bir kısm ı yapay bir artıştır.15
Sanayideki gelişm e de, 2002 sonrasında, özellikle 2008-2013'te tarım dakine
benzem ekte, am a d ah a az çarpıcı olm aktadır. Bu konuyu im alat sanayiine d ay a­
narak özetlem eye çalışacağım. A çıklam alarım a sanayi ve GSYH b ü y ü m e hızları­
nı karşılaştırm akla başlayacağım . Y ukarda da yararlandığım K alkınm a Bakanlığı
(2014a: 13) verilerine göre, sanayi gelirinin ortalam a reel büyüm e hızı 1950-1999
dönem inde daim a GSYH'nin reel bü y ü m e h ızından d ah a yüksek olm uştur. Bu
d u ru m 2003-2013 dönem inde de geçerlidir, 2000-2009 dönem inde ise aynı b ü y ü ­
me hızı sanayide % 3.5, GSYH'de % 3.6 değerlerindedir.
Cari fiyatlarla im alat sanayinin ulusal gelir (GSYH) içindeki ortalam a payı
1993-2002 dönem inde % 20,67, 2003-2007 dönem inde % 19.72, 2008-2013 döne­
m inde % 15.73 olm uştur. Aynı pay 2013 yılında % 15.4'tür. (Kalkınm a Bakanlığı,
2012: 25; TÜİK, yıllık 2011: 346, TÜİK yıllık 2013: 357). G örü ld ü ğ ü gibi im alat
sanayii gelir payında 2008-2013 dönem inde önem li bir d ü şü ş yaşanm ıştır.
Bilindiği gibi son zam anlarda inşaat kesim i alam nda önem li atılım lar yapıl­
dığı söylenm ektedir. Bu savı irdelem ek için bu kesim in ulusal gelir ve yatırım lar
içindeki paylarının gelişm esine baktım . Y ukarda inşaat kesim inin GSYH içindeki
payının 2002'de % 4.1, 2012'de % 4.4 olarak verm iştim . C ari fiyatlarla aynı pay
1998'de % 5.8'dir. G ayri safi yatırım oluşum u içinde inşaatın payı ise yüzde ola­
rak 2004 yılında 8.3, 2008 yılında 9.6, 2009 yılında 7.8, 2013 yılında 9.1 olm uştur.
(TÜİK, 2008 Yıllığı: 335; 2013 Yıllığı: 361). Bu paylarla sözkonusu savı doğrula­
m ak, hatta anlayabilm ek bana zor görünüyor. Ayrı bir araştırm a gerektiren bu
konuda b u çok kısa özetle yetiniyorum .
15 Maliye Bakanlığı (2013: 45, 46) verilerine göre, birçok Batı ülkeleri kriz sonrasında (2009-2013
döneminde) işlendirme artışı sağlayamazken Türkiye istihdam artışı sıralamasında birinci sırada yer
almıştır.
44
Prof. Dr. Tuncer Bıılutay'a Armağan
Y ukarda tarım , sanayi, inşaat kesim lerinin istihdam daki paylarını verm iş­
tim. Bu sayıları aldığım tabloda hizm etler kesim inin payı 2002'de % 42.1,2012'de
% 49.4 olarak verilm ektedir. (Maliye Bakanlığı, 2013: 51) İki araştırm ada bu
kesim lerin cari fiyatlarla ulusal gelir (GSYH) içindeki payı ise 1998'de % 51.9,
2002'de % 55.0, 2012'de % 57.5, 2013'te % 57.7 değerleriyle yer alm aktadır (Aydoğuş, 2014: 7; Eşiyok, 2014a: 14). Dolayısıyla hizm etler kesim inin hem istihdam
hem de ulusal gelirdeki payları 2002-2013 dönem inde artm ıştır.
Bu kesim le ilgili iki olguyu da belirtm ek istiyorum : H izm etler kesim inin ge­
lir payı dalgalı bir seyir izlem ekte, bunalım yıllarında (1999, 2001, 2009) artm ak­
tadır. İlgili bir gelişm e im alat sanayii ile hizm etler kesim i arasındaki iç ticaret
hadlerinin hizm etler kesim inin lehine işlem esidir. (A ydoğuş, 2014: 10; Eşiyok,
2014a: 14).
B urada son olarak iki konu hakkında özetler sunacağım . Önce son günlerde
üzerinde çalıştığım , konferanslar v erd iğ im 16gelir dağılım ı hakkında özet verm ek
istiyorum . T ürkiye'de 1963-2003 dönem inde b u alanda yapılan çalışm alar ülke­
m izde gelir dağılım ının genellikle eşitlik y ö nünde geliştiğini gösterm ektedir.
(Bkz., örneğin, K alkınm a Bakanlığı, 2012: 238) Sonraki 2003-2013 dönem i araştır­
m aları, özellikle 2007-2013 dönem i için "eşdeğer hanehalkı kullanılabilir geliri­
ne" dayanan çalışm a Türkiye gelir dağılım m da bir sabitliği, durağanlığı göster­
m ektedir. (Kalkınma Bakanlığı, 2014a: 44, 45) Bu durağanlık, dün y ad a, özellikle
ABD'de son zam anlarda yaşanan b ü y ü k eşitsizlik artışları karşısında olum lu bir
eğilim dir.
Özellikle son dönem de Türkiye ekonom isinde önem kazanan İstanbul Borsasm da, diğer borsalarda olduğu gibi gelişm eler sürekli oynaklık içindedir. Bu
oynaklıklarıyla borsalarm ekonom ilerin tem el eğilim lerini yansıttıkları söylene­
mez. Başka yazılarım da da açıkladığım gibi borsalar spekülasyon, kum ar alan­
larıdır. Bu piyasalara neden lerden ziyade gerekçeler egem endir. Spekülatörler
davranışlarına, yatırım kararlarına gerekçe bulm akta zorluk çekmezler.
T ürkiye'de portföy yatırım ları alanında yurtiçi yerleşiklerle y urtdışı yerle­
şiklerin tercihleri arasında önem li farklılık vardır. Yurtiçi yerleşiklerin tercihleri
m ev d u at ve DİBS'ler üzerinde, y urtdışı yerleşiklerin tercihleri hisse senetleri ve
devlet iç borç senetleri (DİBS) üzerinde yoğunlaşm aktadır. (Kalkınma Bakanlığı,
2014a: 100, 101). Son tercihin sonucu olarak Borsa İstanbul'da yabancı yatırım ­
cıların payı, 2008-2013 dönem inde % 72 ile % 62.3 arasında değişm ekte, yüksek
bulu n m ak tad ır (M aliye Bakanlığı, 2013; 98).
16 Bu konferanslardan ilki Türkiye Ekonomi K urum u'nun 2014 yılında Antalya'da düzenlediği
uluslararası toplantıda sunduğum tebliğdir. İkinci konferansı yine 2014 yılında İstanbul ticaret
Ü niversitesi'nde 18 Aralık günü "Türkiye'de Gelir Dağılımı" başlığı altında verdim.
45
Yaşam Öıjküm / Tuh cer BULUTAY
Son sayfadaki (s. 98) grafikte g ö rü ld ü ğ ü gibi yabancıların payı d a oynaklıklar
içindedir. Son yıllarda Borsa İstanbul yüksek değerlere ulaşm ıştır. " ... BİST-100
endeksi 2013 yılının ilk 5 aylık dönem inde y ü zd e 8 yükselerek 22 M ayıs 2013'te
tarihi zirve olan 93179 seviyesine kad ar çıkm ıştır." (Maliye Bakanlığı, 2013: 95).
G azete bilgilerine göre, 2014 yılına görece d ü şü k bir değerle başlayan borsa yılı
% 28'lik bir artışla kapam ıştır. Aynı yılda dünya borsaları bir b ah ar havası yaşa­
m ıştır. Bu gelişm e yarışında İstanbul borsası d ü n y ad a d ö rd ü n cü olm uştur.
B urada ülkelere, borsalara serm aye girişine kontrol konulm ası ko n u su n d a
The Econom ist (Decem ber 13th, 2014: 71) dergisinden bir alıntı yapm ak istiyo­
rum : Geleneksel, O rtodoks iktisat anlayışına göre serm aye kontrolü her zam an
büyüm eyi olum suz yönde etkiler. A m a M eksika'da, A sya'da 1990'larda yaşanan
b u nalım lar açık şekilde şu n u gösterm iştir: Ani para girişleri varlık fiyatlarım ve
dış para değişim oranlarını anlam lı sayılabilecek düzeylerin çok üstüne sıçratabilm ekte, sonuçta, nihai olarak gerçekleşecek p ara çıkışları d a finansal istikrarı
tehlikeye sokabilm ektedir.
5. Ö zet ve Genel Değerlendirme
Türkiye C um huriyeti dönem inde iktisadi gelişm e ve b ü y ü m ed e iki tem el
eğilim daim a ön plan d a bulu n m u ştu r: i) Batı d ünyasının toplum sal ve iktisadi
gelişm esine kuram sal ve uygulam alar açılarından geniş ölçüde bağım lı olmak,
ü) Ö zünde kapitalist, özel kesim ci gelişm e yolu izlemek.
İkinci D ünya Savaşı sonrasında, 1946 yılında b u eğilim lere, dem okratik y a­
şam ı benim sem e ilkesi eklenm iştir.17 Bu dem okratik süreçte üç askeri darbe de
yaşanm ıştır. B unlar kalıcı olm am ış, görece kısa bir süre sonrasında yönetim seçil­
m işlere terkedilm iştir. Am a b ü tü n b u u zu n süre boyunca dem okratik yönetim de
aksaklıklar yaşanm ış, çağdaş dem okrasiye geçilem em iştir.
İktisadi gelişm e sürecinde 2002 yılına kad ar üretim daim a ön p landa tu tu l­
m uştur. Fakat üretim de genellikle kolay yol seçilmiş, yüksek katm a değerli, öz­
gü n yeniliklere yer veren üretim yoluna gidilm em iş ya da gidilem em iştir. Bu çer­
çevede dışardan, genellikle Batı d ü n yasm dan ü rü n le r alm a yolu tercih edilm iş,
yeni ve rekabet edebilir teknolojiler yaratm a yoluna gidilm em iştir.
17 D. Runciman (2013: 304,305) yerleşik demokrasilerin dört m eydan okuma (challenge) karşısında
olduklarını yazıyor: Bu ülkeler 2013 öncesindeki geçmiş on yılda dört alanda düşük başarım
göstermişlerdir: i) Başarısız savaşlarda çarpışmışlardır, ii) finansal yapılarını kötü yönetmişlerdir, iii)
iklim değişmesi karşısında anlamlı hareket etmede başarısızlığa uğram ışlardır, iv) Çin'in büyüyen
gücü karşısında donakalm alardır.
D. Runciman devam ediyor: Bugünlerde (Batı dünyasında) yaşanan bunalım bu başarısızlıkları
yansıtmıştır. Öte yandan bu bunalım öykünün sonu değildir. Her politik sistemin savaşması gereken
dört temel m eydan okuma şunlardır: i) Savaş, ü) finans, iii) çevresel tehdit, iv) bir makul rakip.
Bugünkü krizin sonucu ne olursa olsun bu m eydan okum alar ortadan kalkmış değildir.
46
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
İktisadi sistem de tabii tem el değişiklikler yapılm ıştır. D eğişm elerde önceleri
planlı, bir ölçüde devletçi iktisat politikaları yer alm ıştır. Bu politikalar 1930'larda
ve 1963-1979 dönem inde uygulanm ıştır. Bu değişm elerde bile kapitalist yaklaşım
daim a egem en olm uştur. Ö rneğin, bence T ürkiye b üyüm esinin en başarılı döne­
mi olan 1963-1979 yıllarında işlenen ithal ikameci yaklaşım özünde özel kesimci
bir anlayış olm uştur. Z aten bu dönem de genellikle ortanın sağındaki partiler ik­
tid ard a olm uştur.
Türkiye, 1980 sonrasında, Batı d ü nyasında benim senen, yukarda belirttiğim
neo-liberal iktisat yaklaşım ını uygulam ıştır. Bu eğilim 24 ocak 1980 kararlarıyla
başlam ış, T. Ö zal dönem inde dış ticaretin ve dış serm aye hareketlerinin serbestleşm esiyle sü rm ü ştü r. Bu serbestlikler etkilerini 1990'lı yıllardan ziyade 2000'li
yıllarda, küreselleşm enin egem en olm ası sonucunda gösterm iştir.
Ülkelerde, özellikle T ürkiye gibi b ü y ü k ve güçlü ekonom ilerde bazı alanlar­
d a bol kaynak bulunm ası norm aldir. Ben b u bol kaynakları, buradaki açıklam a­
larım da iki farklı başlık altında özetlem eyi uygun buldum : G ökten iner nitelikte
olan ve norm al koşullarda öne çıkan bol kaynaklar.
Bence Türkiye gökten inm eyen, norm al nitelik taşıyan bol kaynakları geç­
m işte kullanm ıştır. B unlardan önem li biri daim a v ar olan, am a 1970 sonrasında
çok hızlanan iç göçlerdir. Türkiye 2008, 2009 bunalım yıllarına kad ar b u göçler­
den, bunların yarattığı ucuz tarım sal em ekten çok yararlanm ıştır.18
A ynı şekilde, T ürk ekonom isi 1960 ortaları -1 9 7 0 o rtalan arasm daki d önem ­
de b u kez y u rt dışına, A v ru p a'y a giden dış göçm enlerinden, onların yurtlarına
gönderdikleri dövizlerden çok yararlanm ıştır. Bunalım yılları dışında daim a dış
ticaret açığı, cari açık veren T ürkiye ekonom isi b u dönem de, geniş ölçüde bu d ö ­
vizler sayesinde oldukça sorunsuz b ir dış ticaret dönem i yaşam ıştır. Dolayısıyla
d önem in başarısında bu dövizlerin önem li katkısı olm uştur.
Bu dövizler gökten inen bol kaynak m ıdır, yoksa norm al bol kaynak m ı­
dır? Bu seçeneklerden ikisi de geçerli sayılabilir. Ben bir çalışm am da b u döviz­
leri gökten inen bol kaynak olarak alm ıştım .19 A m a b u n lar norm al bol kaynaklar
18 Şu oran 1970 yılı sonrasındaki iç göçün hızını gösteren iyi bir örnektir. İstanbul/Türkiye nüfus
oranı (%), 1970'de 8.48,2010'da 17.98 olmuştur. (Yeldan et al, 2012:123) Kentleşme konusunda, 2010
yılı öncesindeki, Osmanlı dönemini de kapsayan veri ve açıklamalar için (Pamuk, 2012: 72-74)'e
başvurulabilir.
19 Türkiye Ekonomi K urum unun son yıllardaki bir toplantısına bu göçmen dövizlerinin Türkiye
ekonomisi üzerindekietkisini, 2002yılısonrasındakidışserm ayehareketlerinin etkisiyle karşılaştırdım.
Metinde açıkladığım gibi, bu dövizler Türkiye ekonomisinde 1960 ortaları ile 1970 ortaları arasında
çok daha etkin olmuşlardı. Bu dönemi, 2002 sonrası dönem den daha başarılı buldum .
47
Yaşam Öyküm / Tıtncer BULUTAY
olarak da alınabilir. Buna karşılık 2002 yılı sonrasındaki, çok elverişli koşullarda
T ürkiye'ye gelen dış para akım ları gökten iner niteliktedir.
Türkiye bu nitelikte gökten inen bol kaynakları 2000 yılı öncesinde pek
kullanm am ıştı. Büyük olasılıkla, b u kullanm ayışın tem el nedeni o dönem lerde
T ürkiye'nin kullanabileceği b u tü r kaynakların v ar olm ayışıydı. Bence b u kul­
lanam am a d u ru m u Türkiye için şanslı bir olaydır. O rta D oğulu birçok ülke­
nin başarısızlığının temel nedeni böyle bir kaynağın, petrolün bu ülkelerde var
o luşudur.20 İktisat yazınında "H ollanda H astalığı", "Bolkaynak Laneti" denilen
olgu budur. Bu olgu nedeniyle bu ülkelerin sağlıklı bir ekonom iye, uygar bir
toplum a ulaşam adıkları söylenir.
Tabii Türkiye bir O rta D oğu ülkesi değildir ve böyle tehlike ve lanetlere
kapalıdır. Öte yan d an b u serm aye hareketlerinin T ürkiye'ye önem li zararları
o lm uştur ve bu zararlar gelecekte d ah a y oğun b ir şekilde hissedilecektir, diye
d ü şü n ü y o ru m . Aynı tehlikelere H üküm et üyeleri de dikkat çekm ektedir.
Y ukarıda söylediğim gibi, Türkiye dış ticaretinin b ü y ü k boyutlara ulaşm a­
sından, serm aye akım larından, 2000İİ yıllarda yararlanm ıştır. D ünya koşulları,
küresel ilişkilerin yoğunlaşm ası bu dönem de u ygun bir ortam oluşturm uştur.
K üreselleşm enin yanında gelişm iş ülkelerde faiz oranları çok dü şm ü ş, ABD'den
k aynaklanan bol p ara akım ları ortaya çıkm ıştır. T ürkiye'ye de önem li ölçülerde
p ara ve serm aye akm ıştır.
Bu dönem i, 2002 yılı sonrasını özetle değerlendirm eyle geçm eden, önce bu
yılların 2002-2007 ve 2008-2013 (2014) diye ikiye ayrılabileceğini belirtm eliyim .
Bu iki dönem arasında aşağıdaki noktalarda önem li farklar vardır.
i)İktisadi büyüm e ilk dönem de ikinci dönem dekinin iki katından büyüktür,
ii) Gelen dış serm ayenin kalitesi ikinci dönem de dü şm ü ştü r. Ö rneğin d o ğrudan
yabancı serm aye çok azalm ıştır, iii) Ekonom inin tarım dan, atıl ucuz em ekten ya­
rarlanm a gücü azalm ıştır.21 iv) TL'nin değerlenm esi, 2002-2007 (2008) dönem in­
de, 2007(2008)-2012 dönem ine kıyasla çok d ah a aşırı olm uştur. (Bkz., Kalkınm a
Bakanlığı, 2012,93; OECD; 2013: 264)
Tüm 2002 sonrasm ı değerlendirdiğim izde, bu dönem T ürkiye'nin bol dış
kaynaklar kullandığı yıllardır. Bu bol kaynaklarla T ürk ekonom isi büyüm üştür.
Ama büyüm enin y u k ard a anlattığım , aşağıda birkaç noktada özetleyeceğim ka­
lıcı zararları olm uştur.
20 Bu tür kaynakların fiyatlarına da pek güvenilemez. Bilindiği gibi petrolün fiyatı son aylarda 115
dolardan 50 doların altına düşm üştür.
21 Öte yandan ikinci dönem de Suriyeli göçmenler ucuz emek kaynağı oluşturm aktadır.
48
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
i) Dış ve hatta iç borçlar,22 cari açık sürdürülebilm esi güç boyutlara ulaşm ış­
tır. Son yılda bile b ü y ü k cari açıklar verilm ektedir. Ö rneğin Kasım 2013-Kasım
2014 dönem i cari açığı 47 m ilyar dolardır, ii) Bu borçlar karşılığında dış dünyaya,
gelişm iş ülkelere b ü y ü k faizler, getiriler ödenm iş ve ödenecektir, iii)Yatırım larda
artış sağlanam am ış,23 tasarruf oran lan çok düşm üştür.
iv)
İşsizlikleri azaltm ak m üm kün olm am ış, tersine işsizliklerde artışlar
engellenem em iştir.24 v) Tarım adeta terkedilm iştir, vi) Serm aye akım ları n ed e­
22 Borçların yüksekliği son zamanlarda dünyanın temel bir özelliği haline gelmiştir. Gelişmiş ülkelerde
miktar ve oran olarak borçlar Türkiyc'dekinden çok daha yüksektir. Borç stoğu/GSYH, yüzde ve tahmin
olarak 2014'te, gelişmiş ülkelerde 108.3, Avro Bölgesinde 96.1, ABD'de 107.3, Japonya'da 242.3'tür. (Maliye
Bakanlığı, 2013: 21)
Bu tür karşılaştırmaları yaparken, başta borcun yurtiçi ya da yurtdışı kaynaklı oluşu, faiz oranı, vadesi gibi
nitelikleri de göz önüne alınmalıdır. Bunlar dikkate alındığında çok yüksek oranlı borçlu durumda olan
Japonya gibi ülkelerin borç yükü Türkiye gibi ülkelerin borç yükünden daha düşük olabilir.
23 E. Yeldan'ın (2014: 18) verdiği bir Şekil'de (Şekil 2), sabit sermaye yatırımlarının GSYH içindeki payı,
"yüksek orta gelirli gelişmekte olan ülkeler"de, 1960-2013 döneminde, daima Türkiye'nin oranlarından
daha yüksek görülmektedir. Aynı oran 2005 sonrasmda, söz konusu ülkelerde artar, % 30'u aşarken
Türkiye'de oynaklıklar göstermektedir.
Aynı yazıda (s. 17) şu görüşler de yer almaktadır. "Türkiye ulusal gelirinin ortalama olarak yüzde 20'sini
yatırımlara ayırmaktadır... 2013 itibariyle de Türkiye'nin yatırım payı söz konusu ülkelerin yaklaşık 13
puan gerisindedir."
24 TÜİK haber bülteni (2014) aşağıdaki işgücü sayılarım vermektedir: Türkiye işsizlik oranı Eylül 2014'te %
10.5, Ekim 2014'te % 10.4'dir. Bu oran Ekim 2014'te erkeklerde % 9.1, kadınlarda % 13.3 olmuştur.
Ekim 2014'te 15-24 yaş gnıbunu içeren genç işsizlik oranı % 19.7,15-64 yaş grubunda bu oran % 10.6 olarak
gerçekleşmiştir. İşgücüne katılma oranı % 51 olmuştur. Kayıt dışı, herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna
bağlı olmadan çalışanların oranı 2014 ekim döneminde % 35 olarak saptanmıştır.
Mevsim etkilerinden arındırılmış temel işgücü göstergeleri Ekim 2013-Ekim 2014 döneminde şöyle bir
gelişme göstermiştir: İşsiz sayısı, bin kişi olarak, 2013 Ekim ayında 2516,2014 Ekim ayında 3095'tir. İşsizlik
oranı Ekim 2013'te % 9.2, Ekim 2014'te % 10.6 olmuştur. Genç nüfusta işsizlik oranı Ekim 2013'te 17.9 iken,
Ekim 2014'te % 19.5'e çıkmıştır.
Burada, The Economist, (January 3rd, 2015:7,15-18) dergisine dayanarak, Batı Dünyasında önem kazanmaya
başlayan, bu konularda yeni bir oluşuma, "istem-üzerine ekonomi yaklaşımına (on-demand economy)"
dikkat çekmek istiyorum. Bu yaklaşım Henry Ford'un 20. Yüzyılın başlarında ileri sürdüğü kütle üretimi
uygulamalarına ters yönde bir gelişmedir. Bu niteliğiyle yeni yaklaşım eski sistemin temelini oluşturan iş
organizasyonuna ve sosyal bağıt anlayışına karşıdır. Yaklaşımda serbest çalışan işçiler temel yeniliktir.
Kütle üretim sistemi büyük şirketler ve büyük sendikalar yaratmıştı. Ama 1970'ü yıllardan beri özellikle
sendikalar büyük güç kaybına uğradılar, niteliksiz işler yurtdışına kaydırıldı.
Sözkonusu yazıda bu yeni yaklaşımın (istem-üzerine ekonomi yaklaşımının) temel yenilikleri belirtiliyor.
Ben burada önemli gördüğüm bir hususu açıklamakla yetineceğim: Eski sistemde işçilerin iş güvenliği,
emeklilik gibi sosyal haklan, istihdamda istikrar önemliydi, yeni yaklaşımda esneklik öne çıkmaktadır.
Eski ve yeni sistemi tercihte insanlar arasında farklılıklar olacaktır. Orta yaşlardaki profesyonel işçiler daha
çok eski sistemi seçeceklerdir. Buna karşılık ek gelir kazanmak isteyen üniversite öğrencileri, zamanının
önemli bir kısmını sanatla, gezmekle, tatilde geçirmek isteyenler, çocuk yetiştinneyi yan-zamanlı işle
birleştirmek isteyen genç anneler esnekliği içeren yeni yaklaşımı tercih edebileceklerdir.
Bence bu "istem-üzerine ekonomi yaklaşımı" Türkiye'de çok yüksek olan genç işsizliğine bir ölçüde çare
olabilir. Buna karşılık, daha çok Türkiye gibi ülkelerde var olan, kentlerin belirli yerlerinde toplanıp kısa
süreli iş olanakları bekleyen işçilerin, geçici tanm işçilerinin sayılarını artırabilir.
49
Yaşam Öyküm / Tuncer BULUTAY
niyle TL genellikle aşırı değerli kalm ış, özellikle dış sanayi ara m alları ucuzlam ış,
im alat sanayii b u n d an zarar görm üş, gelişem em iş, gerilem iştir. Sanayide kapasi­
tenin genellikle ancak dörtte üçü kullanılabilm iştir.25 vii) V erim lilik artışları ye­
tersiz kalm ış, özellikle 2005 sonrasında toplam faktör verim liliği dü şü ş eğilim ine
girm iştir.26
Yaşamımın Ö zet D eğerlendirm esi
Talihli bir yaşam a sahip old u ğ u m u düşü n ü y o ru m . Sevgi dolu bir ailede
d o ğ u p b ü y ü d ü m . Ailem yüksek kaliteli, diğergam , yüksek eğitim li bireylerden
oluşm uştu. A krabalarım ızla ilişkilerim iz karşılıklı sevgi, yakm dayanışm a içinde
geçti. Evliliğim de aynı yüksek değerli o rtam da yaşadım .
T rabzon'da m ahallem izde kom şularım ızla, arkadaşlarım ızla, okullarda
arkadaşlarım ızla karşılıklı sevgi, saygı ortam ı içinde yaşadık. İlk, orta, lise eği­
tim im in öğretm enleri değerli insanlardı. B ugün yaşam ım da olum lu gelişm eler
olarak değerlendirdiğim eğilim leri bu okullarda oluşturdum .
T rabzon'da yazlarım ızı geçirdiğim iz K ireçhane bana halkım ızın, köylü kar­
deşlerim izin gerçek, değerli niteliklerini tanıttı; eğitim sizliğin b ü y ü k bedelini, fi­
yatını öğretti; insanım ızın kendileri için bile gizli kalm ış, geliştirilem em iş b ü y ü k
potansiyelini gösterdi. Ayrıca K ireçhane'de geçirdiğim güzel hayat b u g ü n bile
hayallerim i süsledi.
M ülkiye yüksek değerlerle donatılm ış ikinci yuvam olm uştur. Bu yuvada
edindiğim değer ve bilgilerim i arkadaşlarım dan, öğrencilerim den, asistanla­
rım dan, öğretim üyesi kardeşlerim den, onlarla birlikte o lu ştu rd u ğ u m u z birlikte
öğrenm e ortam ında elde ettim . Bunlar b ana yeteneklerim i kullanabilm e, gelişti25 İmalat sanayiinde kapasite kullanım oranı, 1988-2003 dönem inde genellikle % 70'lerde seyretmiş,
2004-2007 dönem inde % 80'i aşmış, 2008'de % 78.1'e, 2009'da % 68.9'a düşm üştür. (Kalkınma
Bakanlığı, 2012:59). Aynı oran, 2010'da % 72.5,2011'de % 75.4,2012'de % 74.2 olmuş, sonraki aylarda
(Ağustos 2014'e kadar) oranın aldığı değer en çok Ekim 2013'te % 76.4'e çıkmıştır. Ocak 2014 ve
sonraki aylarda aynı oran % 73 ve % 74 düzeylerinde seyretmiş (haziran 2014'te % 75.3'e çıkmış),
Ağustos 2014'te % 74.7 olm uştur. (T.C. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Kalkınmada Anahtar
Verimlilik, Sanayinin Fiziksel Gelişimi, Şubat 2014, s. 62; T.C. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı,
Kalkınmada A nahtar Verimlilik, İş Yaşamı ve Verimlilik, Ekim 2014, s. 62).
Aynı kapasite oranı 2013 yılında % 74.6 olm uştur. (Kalkınma Bakanlığı (2014b: 196).
26 Toplam faktör verimliliği (üretkenliği) verilerini gösteren şekiller, (Yeldan, et al. 2012: 43-45)de
ve (Yeldan, 2014:16)da verilmektedir. İlk kaynakta (s. 45) bu konuda şu görüşler ifade edilmektedir:
(TFÜ (toplam faktör üretkenliği) artışları 1980-89 dönem inde daha düzgün bir pozitif görünüm dedir.
1990-1999 dönem inde TFÜ tamamen dalgalı ve oynak seyretm iştir... (Bu üretkenlikte) 2000 sonrasının
başlarındaki kazanımlar 2005 sonrasında (2010'a kadar) yitirilmiş ve Türkiye'nin TFU stoğu 1990
düzeyinin sadece 5 endeks puan üzerinde kapatılabilmiştir.)
50
Pro/. Dr. T uncer Bulutay’a Armağan
rebilm e olanakları sağladı. Böylece, bence insanın en b ü y ü k sorum luluğu olan
beynini kullanm a ve geliştirm e olanaklarına eriştim ve b u olanakları gücüm
yettiğince kullandım . Bilimsel yaşam ım sürekli yeni konular, yenilikler peşinde
koşm akla geçti, b u g ü n de geçiyor.
22 O c a k 2014, A n k a r a
KAYNAKÇA
ACEMOĞLU, D., J.A. ROBINSON (2014): The Rise and Decline of General Laws of
Capitalism, NBER W orking Paper, No: 20766, December 2014.
AYDOĞUŞ, O. (2014): Türkiye Ekonomisi Nasıl Sanayisizleşti, İktisat ve Toplum, Sayı 50,
2014: s. 5-11.
BULUTAY, T. (1975): Türkiye'nin 1923-1972 Dönemindeki İktisadi Büyümesi Üzerine
Düşünceler, Maliye Enstitüsü Konferansları, 23, seri 1973'ten ayrıbasım, İktisat
Fakültesi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul 1975.
BULUTAY, T. (1979): Genel denge Kuramı, Ankara Üniversitesi SBF Yayınları No: 434,
Ankara, 1979.
BULUTAY, T. (1986): Bilimin Niteliği Üzerine Denemeler, Evrim ve Q uantum Kuramları,
Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları 3, Ankara, 1986.
BULUTAY; T. (1995): Employment, Unemployment and Wages in Turkey, International
Labour Organization 1995.
BULUTAY, T. (2010): Geleneksel İktisat Bilimi, Sağcı İktisat Kuramlan, Yeni Bir Sentez,
Prof. Dr. N. Coşar, Prof. Dr. M. Bildirici (ed.), Tarihi, Siyasi, Sosyal Gelişmelerin
Işığında, Türkiye Ekonomisi, 1908-2008, Ekim, Basın Yaym Dağıtım, 2010, içinde, s.
3-18.
BULUTAY, T. (2014): Büyüme Üzerine Düşünceler, Mülkiyeliler Birliği ve Türkiye
Ekonomi K urum u web siteleri, 10 Mart 2014.
DEMİR, N. (2014): İş Hayatında Kadın, T.C. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı,
Kalkınmada anahtar Verimlilik, İş Yaşamı ve Verimlilik, Ekim 2014, Ankara, s. 1015.
EŞİYOK, B.A. (2014a): Türkiye Ekonomisi Sanayisizleşiyor, Cumhuriyet, Bilim Teknoloji,
26 Aralık 2014, s. 14,15.
EŞİYOK, B.A. (2014b): Türkiye İleri teknoloji İhracatında Neden Tökezledi?, Cumhuriyet,
Bilim Teknoloji, 12 Aralık 2014, s. 8,9.
EŞİYOK, B.A. (2015): Ekonomide Çıkış Yolu, Yeniden Kalkınmacı Devlet... Yeniden
Sanayileşme, C um huriyet Gazetesi, Bilim Teknoloji, 9 Ocak 2015, s. 8,9.
İMRAHOROĞLU, AYŞE ve SELAHATTIN, Agricultural Productivity and Growth,
internetten.
51
Yaşam Öyküm / Twicer BULUTAY
OECD (2013): OECD Economic Outlook, May 2013, OECD, 2013.
PAMUK, Ş. (2012): Türkiye'nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi, Büyüme, Kurumlar ve Bölüşüm,
Türkiye İş Bankası, Kültür Yayınları 2012, sertifika No: 11213.
RUNCİMAN, D. (2013): The Confidence Trap, A History of Democracy in Crisis From
W orld War I to the Present, Princeton University Press, Princeton and Oxford, 2013.
T.C. Bilim, sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Kalkınmada anahtar Verimlilik, Sanayinin
Fiziksel Gelişimi, Şubat 2014.
T.C. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Kalkınmada Anahtar Verimlilik, İş Yaşamı ve
Verimlilik, Ekim 2014.
T.C. Kalkınma Bakanlığı (2012): Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1950-2010), Şubat 2012.
T.C. Kalkınma Bakanlığı (2014a): Türkiye ekonomisinde Haftalık Çalışmalar, Yıllık
Programlar ve Konjonktür değerlendirme Genel M üdürlüğü, 10 Ekim 2014.
T.C. Kalkınma Bakanlığı (2014b): Onuncu Kalkınma Planı (2014-2018), 2015 Yılı Programı,
Ankara 2014.
T.C. Maliye Bakanlığı (2013): Yıllık Ekonomik Rapor.
TÜİK Haber Bülteni (2014): İşgücü istatistikleri, Ekim 2014.
TÜİK, Yıllıklar: Türkiye İstatistik Yıllıkları, 2008,2011,2013, Türkiye İstatistik Kurumu.
YELDAN, E., TAŞÇI K„ VOYVODA, E., ÖZSAN, M.E. (2012): Orta Gelir Tuzağı'ndan
Çıkış: Hangi Türkiye?, Türkonfend, Ing Bank, 2012.
YELDAN, E. (2014): Şu "Yapısal Reform" Denilen Mucize İlaç, İktisat ve Toplum, Sayı 50,
2014, s. 13-19.
52
BİR DOST
Şadi CİNDORUK
T uncer Bulutay bana göre bir düşünce fabrikasıdır. Sürekli sorar ve yanıt
arar, yanıtı h er zam an bulam ayabilir am a o sorm aya devam eder. Soru sorm a
özg ü rlüğünün, d ü şünce üretm enin, çözüm lere ulaşm anın başlangıç noktası ol­
d u ğ u n u n bilincindedir. A vusturyalI bilim adam larının, dünya bilim , düşünce
yaşam ına yaptıkları katkının hangi nedenlerle V iyana'dan kaynaklandığını m e­
rak eder, sorar n ed en A vusturya? neden Viyana? İktisat K uram ının tem el varsa­
yım larından olan "hom o econom icus" soyutlam asına karşı sorar niye? Gerçek
yaşam daki insanm , ekonom ik d av ran an bireyden çok farklı o ld u ğ u n u farkında­
dır. B unun gibi kuram la ilgili sorgulam alarının yanında günlük olayların bazı
garipliklerini, siyasilerin kararlarını, to p lu m u n yapısındaki tutarsızlıkları so rg u ­
lar d u ru r, b ü y ü k bölüm üne hem en yanıt alam ayacağını bilerek. Ç oğunun n e­
denlerini, yanıtlarım bulm ak zor, kapsam lı araştırm a yapm ak gerekir.
Tuncer Bulutay, İktisat K uram ına, uluslararası ekonom ik ilişkilerden, uzun
dönem in toplum sal, siyasi gelişm elerinden, k am unun kararlarından, çevre so­
runlarından, insan davranışlarından, gü n lü k basit olaylardan, karm aşık bir bi­
çim de etkilendiğini bilerek yaklaşır. Böylesine karm aşık ilişkilerle dolu bir ev­
rende bir İktisat K uram ı oluşturm anın zo rluğunu bilerek bir yandan iktisadi
olayları yakından izlerken öte yan d an to p lu m u n yapısındaki ve insan dav ran ı­
şındaki yeni oluşum ları, teknolojideki gelişm eleri, fizik, m atem atik, biyoloji gibi
alanları da gözetim i altında tutar.
Ben, Tuncer B ulutay ile geçm işte atom altı parçacıkların yapısını, evrenin
nasıl oluştuğu konusunu, teorik fizikteki yenilikleri ko n u ştu ğ u m u zu hatırlıyo­
rum . Gerçekten, fizikte 19. ve 20. yüzyılda ortaya çıkan inanılm az gelişm eler,
N ew ton fiziğinin kesin-m utlak sonuçlarına karşı Görecelik K uram ı ile K uantum
K uram ının çok k ü çiik ler/ço k b üyükler evrenindeki olayları olasılıklar yardım ıy­
la açıklayabilm esi kuşkusuz çok b ü y ü k bir devrim dir. Fizikte ortaya çıkan bu
devrim niteliğindeki yapı değişikliğine koşut olarak m atem atikte d e önem li yeni
yaklaşım lar, teknikler ortaya çıkm ıştır. Doğal olarak m atem atik ile fizik karşılık­
lı etkileşim lerle birbirini sürüklüyerek yeniliklere ulaşm ışlardır. Bilgisayarların
53
Bir Dost / Şadi CİNDORUK
devreye girdiği ellili yıllardan başlayarak, bazı karm aşık olayları, (m eteorolojik
olaylar, kıyıların u z u n lu ğ u n u n ölçülm esi gibi) açıklayabilm ek am acıyla gelişen
yeni m atem atik yaklaşım lar ve uygulam alar da T uncer B ulutay'ın uzam ı içinde
yer alm ıştır. Bu yeni yaklaşım lar arasında, K atastrof K uram ı, Kaos K uram ı, Kı­
rıklı Geom etri, gibi kuram ları sayabiliriz.
Bilimsel düşünce ve yöntem de ortaya çıkan bu değişim yalnız fizik m ate­
m atik ile sınırlı kalm am ış tüm bilim dallarında uygulam a olanağı bulm uştur.
Doğal olarak iktisat kuram ı da b u gelişm eden payını alm ış, belirsizliklerin gide­
rilm esinde ve öngörülen ile gerçekleşen arasındaki farkı en küçük değere indiren
yöntem ler geliştirilm iştir. T uncer B ulutay bu n o k tad an çıkarak iktisat kuram ın­
daki yenilikleri, gelişm eleri, çeşitli toplantılarda, yaym larda değerlendirm iştir.
Yayınladığı "Bilimin N iteliği Ü zerinde D enem eler"1başlıklı kitapta ağırlıklı ola­
rak, Evrim K uram ı ile K uantum K uram ı'nın bilim e yaptığı katkıları irdeleyerek,
bilim in niteliği konusundaki görüşlerini açıklam ış, konuyu, çok önem verdiği ik­
tisatta yöntem le nasıl bağdaştırabileceğini tartışm ıştır. D aha sonra, M ülkiyeliler
Birliği'nin yayınladığı M ülkiye D ergisinde, 1988-89 yıllarında çıkan "Bilimde Bul­
mak Değil, Yaratmak" başlıklı yedi sayı süren m akalesinde, bu konudaki d ü şünce­
lerini açıklıkla anlatm ıştır. T uncer B ulutay'ın b u u zu n ve kapsam lı m akalesinde
fizik ve m atem atikteki en son gelişm elerin iktisat kuram ına ne gibi yenilikleri
getirebileceğini, insan davranışındaki belirsizliklerle ilişkilendirerek, rasyonel
d av randığı varsayılan bireyden m akro ekononom ik yapıya kad ar u zanan geniş
bir çerçeve içinde tartışm ıştır.
Başka bilim dallarıyla ilgili olarak da çok yıllar önce biyolojik m odeller ve
bunların iktisadi m odellerle benzeşm esi üzerine k o n u ştu ğ u m u zu anım sıyorum .
Biyolojik m odellerin önem li b ir bölüm ü d u rağ an olm ayan, dinam ik, hareket h a ­
lindeki sistem leri konu olarak alır, işte b u rad a ekonom ik m odellerle bir benzeş­
m e ortaya çıkm aktadır. Bu k onuda bir çalışm ası olup olm adığını bilm iyorum .
İktisat K uram ındaki son gelişm eleri yakından izleyen, Tuncer Bulutay,
bir T ürk İktisat K uram ı kon u su n u da tartışm aya açm ıştır. K uram la, yöntem le
yak ından ilgilenm esi, onu, d ü n y a ekonom isinde ve T ürk iktisadi yaşam ındaki
gelişm eleri de g ü n ü g ü n ü n e izlem ekten alıkoym am ıştır. Ü lkem iz milli gelirinin
hesaplanm ası, hesaplam a yöntem inin geliştirilm esi ve çalışm a hayatıyla, işsiz­
likle ilgili çok değerli, yol gösterici çalışm alarını b u arada sayabiliriz. Tuncer
B ulutay'ın 1967 de hazırladığı, T ürkiye'nin ekonom ik yapısını tanım layan öncü
1 Bulutay, T., Bilimin N iteliği Üzerine D en em eler Evrim ve Q uantum Kuram ları, Mülkiyeliler
Birliği Vakfı Yayınları 3, Ankara, 1986.
54
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
nitelikteki ekonom etrik m odelini kurarken b ir yan d an güçlü m atem atik, istatistiki bilgisinden geniş biçim de yararlanm ış öte yan d an dönem in eksik istatistiki
kaynaklarının şuurlarım zorlam ıştır. B ugün sü rd ü rd ü ğ ü çalışm alarında da m a­
tem atik, istatistik bilgisinin etkilerine ek olarak ülke istatistik kaynaklarını yoğun
biçim de kullandığını görüyoruz.
B ugünlerde üzerinde en çok d u rd u ğ u kon u lard an biri karm aşıklık (com p­
lexity) ve basitlik (sim plicity) kuram ıdır. Gerçek d ünyaya yaklaşabilm ek am a­
cıyla en basit iktisadi olayları tanım layan m odeller ancak çok sayıda değişken
yardım ıyla kurulabilir. D eğişken sayısının artm asına, ilişkilerin karm aşıklığı da
eklenince sistem i tanım layabilen m odeller çok karm aşık bir yapıda ortaya çık­
m aktadır. Böyle bir m odelin nasıl çalıştığını açıklayabilm ek için doğrusal olm a­
yan dinam ik m odeller kurm ak zo ru n d a kalırız. Bu tü r dinam ik sistem ler, zam an
zam an katastrofik, kaotik sonuçlar verebilir. Bulutay, b u noktada en basit m odel­
lerin bile bazı koşullarda karm aşık hale gelebileceğini belirtm iş ve bilim in belir­
sizliklerin ve karm aşıklıkların üstesinden gelebileceği kanısına varm ıştır.
A kadem ik yaşam ım ızın başlangıç yıllarında dertleştiğim iz bir konu eko­
nom etri tekniklerini nasıl ve nereden öğrenebileceğim iz idi. Elim izde bize yol
gösterecek kapsam lı ekonom etri ders kitapları yoktu, istatistik kitaplarından ve
dergilerdeki m akalelerden yola çıktık. O yıllarda d ü n y ad a d a ekonom etri ders
kitapları sınırlı sayıdaydı ve kitaplıklarım ızda da yoktu. Sonra, benim elim e Jan
T inbergen'in2 1951 baskısı "Econom etrics"i ile G erhard T intner'in 1952 baskısı
"Econom etrics" kitapları geçti. T intner'in kitabı bir anlam da b u g ü n k ü ekono­
m etri kitaplarının öncüsü sayılabilir. Ben o dönem de b u kitaptan çok yararlan­
dım , m atem atiksel istatistik tekniklerinde d ah a da yoğunlaşm am ız gerektiğini
öğrendim . E konom etrinin bağım sız yeni bir konu olarak gelişim i 1930 lardan
sonra hızlanm aya başladı, bugü n k ü anlam da ekonom etri ders kitapları d a ancak
1960 lardan sonra çoğalm aya başladı.
2 Jan Tinbergen, önemli bir iktisatçı, Türk ekonomisi ile ilgilenmiş ve Birinci Kalkınma Planının
Danışmanlığını yapmıştır. İlk olarak 1959 yılında Ankaraya geldi ve bir konferans verdi, Türkçeye
çeviren o zaman S.B.F.de asistan olan Attila Karaosmaoğlu idi. Jan Tinbergen iktisada başka bir
kapıdan girmiştir. Asıl eğitimi matematik ve fizik olduğu halde hocasının etkisiyle, doktora tezini
fizik ve ekonomi alanından seçmiştir, tezinin başlığı "Ekonomi ve Fizikte Minimizasyon Problemi"
dir. Sağlam fizik, matematik ve istatistik bilgisiyle ekonomiye çok katkı yapmış, ekonometrinin
kurucuları arasında yer almıştır. Gerhard Tintner ekonometrinin kurucu çevresi içinde yaşamış
Almanya doğum lu Viyana Üniversitesinde yetişmiş bir iktisatçı, ekonometrici olarak tanınır.
55
Bir Dost / Şadi CİNDORUK
Birçok bilgili ve deneyim li ekonom etrici gibi Tuncer Bulutay da ekonom etri­
nin d oğru ve yerinde kullanılm ası gerektiği üzerinde önem le d u rm u ştu r. Ekono­
m etri, bir iktisadi olayı açıklam aya yardım eden bir araçtır. A m aç iktisadi olayı
açıklayacak b ir m odel kurm ak ve bu m odeli eldeki verilerle test ederek b u lu ­
nan sonuçla iktisadi olayın çözüm lenm esini ve değerlendirilm esini sağlam ak­
tır. Bulutay, ekonom etrik m odel kurarken değişkenlerin dikkatle ve iktisadi ba­
kım dan anlam lı bir biçim de seçilm esinin gerekliliğini çeşitli konuşm alarında ve
yazılarında İsrarla belirtm iştir. Ekonom etrinin k urucularından biri olan Ragna
Frisch'in, çok önem li bir deyişini m ealen aktarm ak istiyorum " ..... ekonom etriye
önem verilsin am a 'playom etrics' değil özgün 'econom etrics' yapılsın".
Buraya kad ar anlattığım , Tuncer Bulutay, bir bilim adam ı olarak bilim d ü n ­
yasındaki gelişm elere koşut olarak iktisatla ilgili kuram sal ya d a uygulam alı çalışm alarm da yöntem konusuna b ü y ü k bir ağırlık verm iştir, kanım ca bu özelliği
onu T ürk iktisadi düşüncesi içinde çok ayrıcalıklı bir yere getirm iştir.
Ç alışm alarında ne k ad a r disiplinliyse, özel yaşam ında da o kad ar rahat, se­
vecen, şakacı bir d o sttu r Tuncer Bulutay. Altm ışlı yıllarda evlerde yaptığım ız
toplantılarda, şarkılarla, türkülerle, şiirlerle keyifli geceler geçirirdik. Bu güzel
gecelerin katılım cıları arasında Tuncer Bulutay, anlattığı çoğunlukla K aradeniz
fıkralarıyla neşe kaynağı olurken, Cem Ç akm ak, Fikret G örün ve başka ark ad aş­
ların katılım ıyla şarkılar okunur, şiirler söylenirdi. İktisattan çok şiir, hikaye ve
rom an k onuşulurdu, yeni çıkan kitap adları önerilirdi. Bu d o st çem berindeki ar­
kadaşların hepsi edebiyat ile çok yakından ilgiliydi, çoğunun ezberinde onlarca
şiir vardı. Doğal olarak, edebiyat dışında, siyaset her yönüyle tartışılır, seçim so­
nuçları ile iktisadi, sosyal, siyasi yaşam ım ızın karşılıklı etkileşim ini açıklam aya
çalışırdık. Siyaset içinde etkili kişilerin aldıkları bazı kararlarm , uygulam alarm
bizim dem okrasi anlayışım ıza ters düşen yönlerini anlam akta, açıklam akta zor­
luk çekerdik. Sonuçta, seçim lerde de çoğunlukla kaybeden tarafta olurduk.
Bu güzel geçen gü n ler sırasında Tuncer B ulutay'm yaşam ını renklendiren
olay Em ine D urukan ile yaşam ını birleştirm iş olm asıdır. Em ine Bulutay, ilk ta­
nıştığım ız günlerden başlıyarak, sıcak ve sam im i davranışlarıyla kısa sürede
çevrem izle kaynaşm ıştır. Gelişen olaylar karşısında takındığı ilkeli, onurlu d u ­
ru şu ile bizleri kendisine hayran bırakm ıştır. Bu d u ru şu ile Tuncer H ocanın tam
destekçisi olm uş ve çalışm alarının ö n ü n ü açm ıştır. Z am ansız kaybının, sevgili
Tuncer I locam ız'da yarattığı boşluk onarılam az b oyuttadır. K endisini saygıyla
anıyorum .
56
Prof. Dr. Tuncer Bıılııtay'a Armağan
Altm ışlı yılların ikinci yarısından sonra başlayan iddialı ve neşeli bir spor
çalışm asını da atlam ak istem iyorum . M ülkiye Spor diye anabileciğim bir grup
M iilkiyeli'nin, C um a öğleden sonraları, ODTÜ ye gelerek, bizim Fakültenin,
Ü niversitenin hocalarıyla futbol oynam aları, yıllarca sü rm ü ştü r. K atılanların ve
seyircilerin çok keyif aldığı b u futbol karşılaşm alarında, arada bir ortaya çıkan,
tatlı kavgalar, itişm eler arasında ilginç söz atışm aları bu m açların unutulm az
anıları arasındadır. H afızam beni yanıltm ıyorsa en sert oyuncuları, Arif Payaslıoğlu, Cem Ç akm ak, T uncer Bulutay, Yılmaz A kyüz, olarak hatırlıyorum . Sert
oyunculardan Yılmaz A k y ü z'ü n ayağı C em Ç akm ak'ın kolu kırılmıştı. Kolu, ba­
cağı kırılan ya da ufak yaralar alanları hastaneye götürm ek benim gibi yedek
oyuncuların görevleriydi.
Seksenlerin başında, benim yöneticisi olduğum , İslam Konferansı Ö rgü­
tü n ü n ekonom ik, istatistik araştırm alar yapm ak am acıyla A nkara da kurd u ğ u
M erkezde (SESRTCİC) olabildiğince zengin bir iktisat kitaplığı kurduk. K itaplı­
ğa, çok sayıda kitap, dergi ve uluslararası örgütlerin yayınlarını topladık. Birleş­
miş M illetler, D ünya Bankası, IMF gibi örgütlerin depo kitaplığını oluşturduk.
Zengin kitaplığım ız kitap severlerin ilgisini çekti. Özellikle, dönem in olum suz
koşulları altında üniversitelerden uzaklaştırılan arkadaşlarım ızın kullanabileceği
güvenli bir ortam sağlanm ış oldu. K itaplığım ızı, yoğun bir biçim de kullananlar
arasında G ü n d ü z Ö kçün, Tuncer Bulutay, K orkut Boratav, Cem Ç akm ak, Gürel
Tiizün, Ercan U ygur'u sayabilirim . En düzenli okuyucum uz Tuncer Bulutay idi,
kitaplıktaki çalışm alarını bitirdikten sonra, akşam üstleri çay eşliğinde yaptığı­
m ız keyifli sohbetler un u tu lm az anılarım arasındadır.
B ugünlerde, T uncer Bulutay ve bir g ru p arkadaşla yem eklerde b u luşuyo­
ruz, bazı akşam lar bir arkadaşım ızın bürosunda, dün y ad ak i gelişm eleri, günlük
olayları, T ürkiye'nin sorunlarını tartışıyoruz konuşuyoruz, k o nuşuyoruz...
57
TUNCER'LE GEÇEN YILLAR
Cem ÇAKMAK
"Hayatı geleceğe dönük yaşar,
geriye dönerek anlarız"
Soreıı Kierkegaard
T uncer'le d o stluğum uz ne zam an, nasıl başladı!? D oğrusu tarihteki birçok
olay gibi, b u konuda da kesin bir şey söylenem ez. İnsana kardeşi ile nasıl ta­
nıştığını sorm ak gibi bir şey... 1957 ya da 58, H aziran sınavlarına hazırlandığı­
m ız günlerde, sü tu n lu salonda, T uncer'in m ezun o lduktan sonra ne yapacağım ı
so rd u ğ u n u iyi anım sıyorum . Burslu olduğum için ne yapacağım ı bilm ediğim i,
"m ezun olalım , sonra d ü şü n ü rü z " gibi bir şeyler söylem iştim . T uncer akadem ik
kariyeri düşünm em i; açılacak asistanlık sınavlarına girm em i önerm işti. Bu hiç
aklım a gelm em işti. Ben de T uncer'in bu önerisini tuttum .
T uncer'le d o stlu ğ u m u zu n asıl tem elleri M anchester'da atıldı. Tuncer m ate­
m atik iktisat gibi bir şeylerin peşinde idi; ben de siyaset bilim inde nasıl bir yol
izlem em gerektiğini d ü şü n ü y o rd u m . T uncer'in benim le ekonom etri konuşacak
hali yoktu. O y ü zd en sohbetlerim iz daha çok edebiyat üzerine oldu. H enüz 27
M ayıs 1960 devrim inin heyecanını yaşıyordum . T ürkiye'deki gelişm eleri yakın­
dan izlem eye çalışıyorduk. Ben hala 555 K coşkusunu sürd ü rü y o r; Tuncer geliş­
m eleri heyecandan uzak, mesafeli yorum larla açıklam aya çalışıyordu. H ayatım ­
da ilk kez toplum a farklı açılardan bakm ak gereğini bu sohbetlerde öğrendim .
M ülkiye'de d ö rt yıl o k u m u ştu k am a top lu m u n karm aşıklığım anlam ak açısın­
dan daha farklı analizler gerektiğini T uncer'in eleştirilerinden öğrendim .
Rus ro m an geleneği T uncer'in özel ilgi alanlarından biriydi. H ala da öyle­
d ir... Rus rom anı, özellikle 19. Yüzyıl Rus rom anı ko n u su n d a T uncer'in u zm an ­
lığı, yetkinliği beni şaşırtm ıştır. M anchester sohbetlerim izde D ostoyevski'nin
özel b ir yeri vardı. G ünlerce, "Y eraltından N otlar"ı , "Suç ve C eza"yı, "Kara-
59
Tuncer'le Geçen Y ılla r/C em ÇAKMAK
m azov K ardeşler"i konuştuk. Y eraltından N otlar'ı, T uncer'in vurgulam aları
üzerine, ilk kez İngiltere'de okudum . O rtaokul, lise yıllarında iz bırakm adan
o k u d u ğ u m D ostoyevski'leri yeniden devirdim . Yakın bir geçmişte, bir yerlerde,
A. Einstein'ın ''D ostoyevski beni filozof ve bilim adam ları okum aktan daha çok
beslem iştir" dediğini okum uştum . T uncer de sık sık aynı değerlendirm eyi yapar.
V aroluşçuluk 60'ların m oda akım larından biriydi. D ostoyevski'den Sartre'a va­
roluşçuluk, uyanış bilincinin yaşanm ası, yabancılaşm a vb hafta sonları, yağm ur
bağım lısı M anchester günlerim izin tartışm a konularıydı.
Yıllar sonra A nkara'da, gene bir edebiyat sohbetinde S holohof'un "D urgun
A kardı Don" rom anını konuştuk. Rom anın kahram anı G regor, T uncer'in ve he­
pim izin kahram anı olm uştu. Bir ara, "R om an K ahram anları" diye nitelikli bir
dergi çıkıyordu. Tuncer Dergiye, G regor'u analiz eden bir m akale yazabilirsem
yardım edeceğini söyledi. Bu proje hala geçerliliğini koruyor.
Şiir, T uncer'in tutkuyla bağım lı old u ğ u güzel u ğraşlardan biridir. En gözde
şiirlerinden biri, E. Ailen P oe'nun "A nnabel Lee" şiiridir, inanılm az bir içten­
likle okur. C ahit K ülebi'nin "E dirne'den A rd ah an 'a K adar" şiiri de, T uncer'in
ezberinde olan; keyiflenince yoğun bir duygusallıkla o k u d u ğ u şiirlerden biridir.
D ivan edebiyatından N edim sık sık dile getirdiği şairlerin başında gelir. A hm et
Haşim , Yahya Kemal, T uncer'in zengin ezberinde sürekli tekrarlanır. H em şehrisi
o lduğu için, B. Rahm i E yiiboğlu'nun, "Y aradana M ektuplar"ı, T uncer'in (sanı­
rım kafası kızdığında) sıkça b aşv u rd u ğ u uzun, ağıtsal şiiridir. S özünü ettiğim
tüm bu şiirler T uncer'in ezberindedir, kağıttan, biryerlerden okum az.
T uncer'in filozofça yaklaştığı, şiir dünyam ızın evliyalarından Y unus
E m re'nin yeri çok özeldir. Özellikle "Sen sana ne sa n ırsa n / A yruğa (başkasuıa)
da onu s a n / D ört kitabın m a n a s ı/ B udur eğer v ar ise" dizeleri, T uncer'i çıldırtır,
vakti olsa, haksızlıklara ve zulm e karşı başkaldırm ış ve başını b u yolda kaybet­
m iş Y unus Em re üzerine kim bilir neler y azar... Evet, so ru n vakit sorunudur.,
vakti olsa, Şeyh G alib'i de yazar.
1940'ların G arip H areketi, T uncer'in ilgisini çeken çok önem li bir kültiireltarihsel gelişim dir. Bu olağanüstü dönem i yaratanların 1940 koşullarında nasıl
ortaya çıktıklarını sürekli sorgulam ıştır. Tuncer için Sait Faik, öyküde bir d ev ­
rim dir, evrenselliği tartışılm az. Ü zerinde yeteri kad ar durulm adığını d ü şü n ü r.
G arip H areketi, Tercüm e Bürosu (ve Dergisi) olgularının tarihsel-siyasal koşul­
larını m erak eden Tuncer, bu efsanevi dönem i, Cem Ç akm ak'ın incelem esini ve
yazm asını istem iştir. Cem Ç akm ak konuyla ilgisini sü rd ü rm ek ted ir...
60
Prof. Dr. Tun cer Bulutay'a Armağan
1960'lı yıllar A n k ara'd a T uncer'le d o stlu ğ u m u zu n en yoğun olduğu yıllar­
dır. Yüksel Palas, vazgeçem ediğim iz bir yerdi. A kşam yem eklerinde m ide şi­
kayetleri olanlar için özel yem ek çıkardı. Tuncer ve m utlaka İsm ail Türk, hafif
piyano m üziği eşliğinde yem ek yerdik. T uncer'in, bu akşam yem eklerinde İs­
m ail T ü rk 'e sataşm aları, hatta acım asız yüklenm eleri, onu m antıksal çıkm azlara
zorlam ası; buna karşılık İsmail hocanın sakinliği, belleğim den hiç silinm edi. O
yıllar, çevresinden ve F akülteden işittiğim kadarıyla T uncer'in en ters, en aksi
ve en h u ysuz yıllarıydı. Z am an zam an Tuncer ve beni tanıyanlar, "yahu sen bu
huysuz, aksi lazla(herifle) nasıl ahbaplık ediyorsun" diye so rarlardı...
T uncer'in önem li bir tutkusu yürüm ektir. "Y ürüm e, yürüyelim " der. Ancak
T uncer'le yürüm ek bir m aceradır. Birincisi u zu n d u r. U nutam adığım bu uzun
y ü rü y ü şlerd en biri, N işantaşı-Em irgan y ü rü y ü şü d ü r. Geriye, eve nasıl d ö n d ü k
anım sam ıyorum . A nkara'daki yürüm eler de farksızdı. Ç ankaya'ya, A m erikan
K ütüphanesine, M ülkiyeliler Birliğine yü rü y ü şlerd e hep aynı yol izlenir, nere­
deyse Tuncer aynı taşlara basar, K uğulu P ark'ta bir süre kuğular izlenir, aynı
yerlerden karşıya geçilir, m ola verilecekse, Japon bahçesinde d u ru lu r. Bu y ü rü ­
m eler sırasında, son o k u d u ğ u şeylerle ilgili, zihnine parça parça takılan sorular,
genellikle y ü rü y ü şü n gündem idir. Bunlar; evrim kavram ından, K uantum fiziği­
ne, kaos kuram ından, beynin çalışm asına uzayan sorular, yorum lardır. Bir gün
benden, ODTÜ k ü tüphanesinden bir kitaba bakm am ı istedi. "G iacom etti" diye
bir İsviçreli (mi) yontucu sanıyorum , hafif kafadan zoru olan b ir sanatçının haya­
tı ve sanatı ile ilgili bir kitap, buldum ve kitabı T uncer'e ulaştırdım . Daha sonra
neden istediğini, neyi aradığm ı sorm ak aklım a gelm edi, ya da unuttum . Bütün
bu okum a m aceralarından akim a takılanları, özetler, tartışır ve sorar. Yanıt bek­
lem ez, sorm ak önem lidir Tuncer için. A nladığım kadarıyla, şim dilik, o sorulara
verilecek yanıt d a yoktur. Bu y ü rü m e m uhabbetlerinden ya da T uncer'in genel
değerlendirm elerinden çıkardığım , T uncer'de "kesinlik" diye bir şey olm adığı­
dır. Söze "m uhtem elen" diye başlar, "m uhtem elen" diye bitirir. En tutarlı yanı
budur.
A kadem ik yaşam ı boyunca çok şey öğrendiğini d ah a sonra bun ların b üyük
bölü m ü n ü n yanlış o ld u ğ u n u g ö rd ü ğ ü n ü söyleyen hatta b u n d an sevinç duyan
bir ad am d ır Tuncer. Sürekli yenilenm ek, sürekli yeni şeyler öğrenm ek ve genel­
likle yanılm ak, T uncer'in yaşam biçim i olm uş ve onu m u tlu kılmıştır. T uncer'i
kuram ya da yöntem konularında dinlerseniz saatlerce k o nuştuğunu hayranlıkla
görür, sonuçta "yahu bu adam bir şey bilm iyor" dersiniz!
61
Tuncer’le Geçen Y ılla r/ Cem ÇAKMAK
G aziosm anpaşa'daki, kısa adıyla "İslam Ülkeleri A raştırm alar M erkezi"nin,
T uncer'in çalışm a, okum a ve yayın hayatında çok önem li bir yeri vardır. 1980'li
ve 1990'lı yıllar Tuncer ve dostlarının altın yıllarıdır. T uncer 1983 Şubatında, 1402
sıkıyönetim yasası gereğince üniversiteden uzaklaştırıldı. O yıllarda Tuncer gibi
geniş sayıda akadem isyenin üniversite ile ilişiği kesildi. Pek çoğunun üzülüp
k ahro ld u ğ u n u biliyorum . O ysa Tuncer, sanki üniversiteden atıldığına seviniyorm uş gibi gelm işti bana. Kendisi de, yakın ark ad aşlan n m ifade ettiği gibi "biz
ü niversiteden uzaklaştırılm adık üniversite b izden uzaklaştırıldı" der. İşte o 80'li
yıllar T uncer'in M erkezi sürekli m ekan edindiği yıllardır. H em T uncer'in evi­
ne yakınlığı, hem M erkezin özverili, dost başkanı (1982-1998) Şadi C indoruk ve
o n un çabalarıyla oluşan zengin kü tü p h an e, Tuncer'i m utlu kılan en tem el olgu­
lardı. T uncer'in gereksinim d u y d u ğ u kitap, m akale, dergi, k ü tü p h an ed e b u lu ­
n u rd u . B ulunm azsa, Şadi b u ld u ru rd u .
T uncer'in en b ü y ü k tutkusu, eğlencesi çalışm aktı. En m utlu g ö rü n d ü ğ ü an ­
lar, en yoğun çalıştığı anlardı. Zam an zam an K orkut'un (Boratav) ve E rcan'ın
(Uygur) da katılım ıyla, b u serin k ü tü p h an e ortam ında hayali cihan değer soh­
betler olurdu.
Tuncer'i bence g ü n ü m ü z ü n m oda lafıyla, 'a d am gibi ad a m ' kılan çok te­
mel bir özelliği, ondaki vefa ya da değerbilirlik d u y g u su d u r. Y ayım lanan tüm
"A rm ağan"larda, onun; ya d o ğ ru d an ya da dolaylı katkısı ve em eği vardır.
M anchester'de N ejat B engül'ün ölüm haberini aldığım ız gün, T uncer'in yaşadığı
ü zü n tü y ü ve şaşkınlığı unutam am . Günlerce, Bengül hocanın yeniliğini, kişiliği­
ni, özg ü n lü ğ ü n ü anlatm ıştır. Başkanı o ld u ğ u İstatistik ve Ekonom etri K ürsüsün­
de, em eği geçen Yılmaz A kyüz, H aşan Ersel, N uri Yıldırım ve Ercan U ygur gibi
T ürkiye'nin en yetenekli iktisatçılarını övgüyle y ad eder, onlara toz kondurtm az.
Yılmaz için "12 E ylülün d ü n y a ekonom isine kazandırdığı iktisatçı" diye söz eder.
T uncer'in vefa ve değerbilirlik d u y g u su n u bilm eyen, görm eyen T uncer'i tanım ı­
yor dem ektir. S adun A bi'nin anıldığı h er yerde, T uncer'in m utlaka söyleyecek
anlam lı bir çift sözü vardır. Tım cer'le S adun A ren'i konuşm ak, sevgiye, dostluğa
bilgeliğe açılan bir yolculuktur. H ayatlarında başkaları için dayam şm a y apm a­
m ış ya da bir dava u ğ ru n a hiç özveride bulunm am ış olanların Tııncer'deki vefa
d u y g u su n u anlam aları olanaklı değildir.
A ynı şekilde T uncer'deki M ülkiye ve M iilkiyelilik duygusu, bir zam anlar
tu tkun un ötesinde bir ilişkiydi. H ala öyle m idir bilm iyorum . Ç ünkü m eslek h a­
yatım ızın kim liğim izin çok önem li bir yanını oluşturan M ülkiye ve M ülkiyelilik,
62
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
T ürkiye'de birçok şeyin yaşadığı "dönüşüm 'T e birlikte eski gücünü, geleneksel
güzelliğini yitirm iş gibidir.
T uncer'in vazgeçilm ezlerinden biri d e futbol m erakıdır. Ç ok iyi futbol oynar
ve çok sıkı bir T rabzonspor taraftarıdır. Bu futbol tutkusu, 80'li ve 90'lı yıllarda
da devam etti. H er hafta Salı ve C um a günleri öğle sonları Tuncer, başta Yılmaz
A kyüz olm ak üzere M ülkiye topçularım alır O D TÜ 'ye gelir ve iddialı m açlar oy­
nanırdı. M erhum A hm et D em ir'in sürekli kadroda o ld u ğ u b u m açlarda, m erhum
V ahdet A ydın tek seyircim izdi. Bu geleneksel m açların en ilginç görüntülerinden
biri, zam an zam an, Çelik K u rd o ğ lu 'n u n da oynam asıydı. Tuncer karşı 'ağırlık'
olarak Fikret G ö rü n 'ü n de ODTÜ takım ında yer alm asını isterdi! A slında ikisi
de hayatlarında ay ak lan topa değm em iş insanlardı. D ahası ve daha ilginç olanı,
b u ikisi de gol atardı. T uncer benim futbolum u kıskanırdı! O yun içinde bana çok
kızardı. Bir keresinde "yahu b u adam ın yanına yaklaşm ayın, top oynarken kendi
kardeşini ö ld ü rü y o rd u " der. Ve b u n u d a sık sık tekrarlar! Bir süre "topa eskisi
gibi v u ru y o ru m am a top eskisi gibi gitm iyor" diye söylenm eye başlam ıştı.
T uncer iflah olm az bir iyim serdir. O scar VVilde'ın dediği gibi, T uncer için de,
"yaşam ak d ü n y ad ak i en n ad ir şeydir" ve b u nedenle de kendini h ep şanslı sayar.
O sözün d iğer yarısı şöyledir: "çoğu insanın yaptığı ise sadece m evcut olm aktır".
T uncer'inki m evcut olm aktan öteye bir yaşam dır.
T uncer'in gizem li bilgeliği, belirsizlik bağım lısı akadem ik kim liğinin yanı
sıra, onda, yıllar içinde gözlem lediğim , değişm eyen bir yanı v ar ki beni h ep duygulandırm ıştır: dem okrasiye olan sarsılm az inancı,adalet duy g u su , yurt-vatan
sevgisi, d o ğ d u ğ u yetiştiği çevreye d ü şk ü n lü ğ ü ... Tuncer'i, iyi insan, iyi yurttaş
kılan özellikleridir. Bu d u ru şu n u n en som ut göstergelerinden biri, nadiren de
olsa yeri geldikçe anlattığı, babasım n engin bir y u rt sevgisi, bağım sızlık aşkı ve
b ü y ü k bir özveri ile istiklal savaşında savaşm ası ve savaş son u n d a kendisine ve­
rilen istiklal m adalyasını, yaşam ının en b üyük o n u ru ve g u ru ru saym asıdır.
T uncer'in bölük-pörçük anılarla aktarm aya çalıştığım yaşam ı; başarılarla
dolu, üretken, yapıcı örnek bir yaşam dır. Bu örnek yaşam boyunca, eşi E m ine'nin
varlığı ve katkısm ı göz ardı etm iş değilim . Emine, T uncer'in yaşam sal değerde
bir parçasıydı. T uncer'le yaşadıklarım ın çoğunu paylaştığım eşsiz bir insandı.
Bilerek bunlara fazla değinm ek istem edim . H em anısının henüz çok taze oluşu,
hem d e T uncer'de tarifsiz ü züntülere n eden olacak b u anılara fazla girm ek iste­
m edim . Ayrıca b u b enim için de çok zor olurdu.
63
Tuncer'le Geçen Yıllar /C e m ÇAKMAK
T uncer'le geçen yıllarda, anım sadığım ve aktarm aya çalıştığım yerler, yol­
lar, bahçeler m ekanların artık hiçbiri yok. O yerlerin, yolların yerinde yeller esi­
yor. Çok acı bir d u ru m . Belki de yeni yollar, yeni bahçeler oldu. A ncak biz de
başka birileri olduk. Ama yaşadıklarım ız, anılarım ız yerinde duruyor. Tıpkı A h­
m et M uhip D ranas'ın Fahriye Abla şiirindeki gibi, "H atırada kalan şey değişm ez
zam anla." İyi ki o yılları yaşadık, birçok şey elim izden alındı am a onları kim se
elim izden alam az artık.
Son olarak T uncer'e her zam an seslendiğim gibi seslenerek, anıları noktalıyayım: T uncer'cuğum sen çok yaşa e mi!
G im e , H a z ir a n 2014
64
BİR DOST OLARAK TUNCER BULUT AY
Fikret GÖRÜN
Tırncer B ulutay'ı tanıyalı yarım yüzyılı geçm iş bulunuyor. Bu u zu n süre
içinde d ü n y ad a ve T ürkiye'de herşey değişti. Bizler de değiştik. 20'li yaşlarday­
ken 70'li h atta 80'li yaşlara geldik. Üstelik, yola birlikte çıktıklarım ızdan epeyisini de kaybettik. T uncer'in bilim sel, akadem ik çalışkanlığı, çalışm aları ve katkıları
hakkında, bu kitapta çok sayıda ve önem li yazıların olacağını biliyorum . K endi­
sini en iyi, en nesnel "k ü rsüdaş"larım n değerlendireceğini tahm in ediyorum . O
y ü zd en ben T uncer'i, "asırlık" bir arkadaşım ve dostum olarak anlatm ağa çalı­
şacağım.
Yazıya bir anektodla başlam ak istiyorum . Yıl 1964, Tuncer Doğrusal Program­
lanın (Ankara: A nkara Ü niversitesi Basımevi, 1965) kitabım , şim di olduğu gibi
kalem ve kâğıtla yazıyor; tabii baskı öncesi m etnin daktiloya çekilm esi gerekiyor
ve ben de b u n u n için kendisine daktilom u veriyorum . Daha sonra kitap basıldı­
ğında im zalayarak b ana d a bir kopyasını veriyor. Ö nsözünde bir de ne göreyim ,
oluşm asında ve yazılm asında hiçbir görüş ve değerlendirm em olm am asına kar­
şın, sırf daktilom u kullandığı için bana da teşekkür ediyor. Bu hareket bence,
ondaki adalet d u y g u su n u n , titizlikle söm ü rü d en kaçınm a g ü d ü sü n ü n , ince ve
içten gelen nezaketinin d ışav u ru m u n d an başka birşey olam az. Bu hareketinin
beni o gün çok etkilediğim söylem eliyim .
T uncer'i çok hislendireceğim bile bile, onu Em ine'siz anlatm anın çok eksik
kalacağı düşüncesiyle, o "gizli kahram an"ı yâd etm eden birşeyler yazm ak içim­
den gelm iyor. Em ine B ulutay'ı, bir yakın arkadaşım ızın eşi olm anın çok ötesinde,
üstü n nitelikleri olan, çok b ü y ü k b ir insan olarak tam dık. Sevecen, yardım sever,
özverili, d ü şk ü n ve m uhtaç d u ru m a düşenlere ânında el uzatm ak için çırpınan,
inançlara ve inançlılara saygılı, m em leketi G iresun'a toz kondurm az, T uncer'in
sağlığı, h u z u ru ve çalışm ası için hiçbir fedakârlıktan çekinm eyip kendini ad a­
yan, sevdiklerini içten ve pazarlıksız seven bir âhirzam an peygam beriydi o. Bir­
likte yaptığım ız Akçay, M arm aris ve Kem er tatillerindeki neş'esi, şakacı tavırları
ve uyum uyla ilgili anılarım ız, "am a T uunceerr" deyişi şim di sadece gözlerim izi
65
Bir Dost O larak Tuncer BULUTAY / Fikret GÖRÜN
nem lendiriyor. T uncer'in yaratıcı çalışkanlığı ve üretkenliğini, onsuz değerlen­
dirm e, kam m ca çok eksik b ir değerlendirm e olacaktır.
Em ine - Tuncer birlikteliğiyle ilgili olarak çok hoş bir-iki anım ı aktarm ak
istiyorum . Bir keresinde, T uncer'in yeni evlendiği yıllarda, çok u z u n yıllar otu­
racakları çatı dairesinde Em ine'nin nefis çayını su n d u ğ u bir akşam sohbeti esna­
sında, Em ine T uncer'den m utfaktaki şekeri getirm esini istediğinde, T uncer'in bir
çay kaşığına d o ld u rd u ğ u toz şekeri yere döke saça getirdiğini gören Eminecağızm hayretini ve "am a T uunceer" deyişini u n u tm ak m ü m k ü n değildir.
Bir diğeri anım ise yukarıdakinin birkaç yıl öncesinden. Tuncer evlendik­
ten sonra, biz arkadaşlarım Em ine ile tanıştırm ak üzere evine çağırdığında, ar­
kadaşlarla bir yerde yem eğim izi yiyip evlerine gittiğim izde, kapı açıldığında,
bizi m ükellef b ir sofranın beklediğini görd ü ğ ü m ü zd e, akşam davetinin yem ekli
o ld u ğ u n u anlayıp çok m ahcup olm am ız ve Emineciği ve tabii ki T uncer'i, güç
d u ru m d a bırakm am ızdır. Am a Tuncer, h er zam anki bilge tavrıyla b u n d an bir
ders çıkarm ış, çağrılarının yem ekli-yem eksiz o ld u ğ u n u her seferinde ısrarla söyleyegelm iştir. B unun tam tersi bir d u ru m u ise T uncer'le birlikte yaşam ışızdır. Bir
başka arkadaşım ızın akşam davetininin yem ekli old u ğ u n u sanıp, davetli old u ­
ğu m u z eve gittiğim izde d u ru m u n sandığım ız gibi olm adığını g örüp tüm akşam ı
aç biilaç geçirm em izdir.
T uncer'in bir diğer özelliği söz verm ede ve söz alm adaki titizliğidir. V erdi­
ği sözü m utlaka yerine getirir; am a aynı titizliği de bekler söz verenden ve bu
yüzden de söz verene sürekli hatırlatır; bu d a söz vereni h u zu rsu z kılar. A m a
eklem eliyim ki b u "üretken ve inşam uygar davranm ağa yönelten b ir h u zu rsu z­
luk" tur.
Gençlik yıllarım ızda çok sık, h er fırsatta yaptığım ız, son yıllarda pek az fır­
sat b u ld u ğ u m u z çok hoş bir yö n ü m ü z vardı(r): T uncer'in keyiflendiği anlarda
birlikte şarkı-türkü söylem ek. Benim m akam lar arasındaki geçişlere titizlenm e­
m e rağm en T uncer'in tiz ve ince sesiyle, C em 'e (Çakm ak) katılarak, "Sen bezm im ize geldiğin akşam neler olm az", "Sen n er'd esin ey sevgili, yaz günleri n er'd e",
"Dil harab-ı aşkınım sensin sebep berbadım a" ya da "Em inem saçlarını dalga
dalga taratm ış"ı içten ve d u y arak ve heceleri çatlatarak söylem esi u n u tu lu r gibi
değildir.
N e yazık ki b u g ü n lerd e çok az karşılaştığım ız vefa, kadir ve değerbilirlik
söz konusu o ld u ğ u n d a T uncer'den d ah a iyi b ir örnek bulm ak im kânsız gibi bir
şeydir. Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni M ülkiye y apan hocalarım ızın h er birini elle
66
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
tutulabilir bir eserle belleklerim ize kazandırm ayı başaran o n d an başkası değil­
dir; ve b u çabasına halen d e ısrarla ve şevkle devam etm ektedir. T uncer'in bu
vefası d o st ve arkadaşlarına karşı d a aynen geçerlidir. K u ru m lan anlayıp değer­
lendirm ede, onları k u ru m yapan taşları bir araya getirm enin çok kolay iş olm a­
dığı d a çok açıktır. Tuncer b u k onuda da em salsizdir.
B ütün ülkeyi d erin d en sarsan 1980 darbesinin M iilkiye'ye d e yansım ası çok
acım asız olm uştur. B unun sonucu, yaşı 150'ye yaklaşan bu kurum da tem elle­
rinden sarsılm ıştır. Bu darbe M ülkiye'yi, en sâdık, çalışkan ve yürekli m en su p ­
larından biri olan Tuncer B ulutay'dan da m ahrum bırakm ıştır. Tuncer, tabii ki,
yapılan bu m uam eleye kırılm ış ve u z u n yıllar, gerçekleştirilen bazı m evzuat
değişikliklerinin yarattığı ortam a rağm en, sadakatla bağlı o ld u ğ u bu kurum a
dönm em iştir. Am a, yapılanlar onda asla bir yılgınlığa ve atâlete neden olm am ış,
tam tersine, çalışkanlığına ve üretkenliğine yeni bir hız ve ivm e kazandırm ıştır.
Bu, öyle kolaylıkla başarılabilecek bir özellik değildir. O ndaki iç disiplin, çalışma
ve bilim e hizm et azm i ve de E m ine'nin şefkat dolu özverisi, ortaya bu özelliği
çıkarm ıştır. T uncer'deki zeki m izah d u y g u su da b ü tü n olan bitene hoş bir örtü
sağlam ıştır. Yakın arkaşlarının bildiği gibi, kendisiyle aynı darbeye m aruz kalan
Yılmaz AkyüzTe ilgili olarak "Y ılm az'a iyi ki bu m uam eleyi revâ gördüler; bak o
şim di, hepim izin guru rlan d ığ ı uluslararası bilinen b ir iktisatçı m ertebesine eriş­
ti" diyen de o n d an başkası değildir. Y etişm elerinde çok önem li rol oynadığı, ge­
lişm elerine u ygun bir ortam sağladığı H aşan (Ersel), N uri (Yıldırım) ve Ercan'la
(Uygur) hâlâ ilgilenir ve onlarla övünür.
T uncer'in m utlaka söylem em gereken önem li bir özelliği daha vardır. O,
o k uyup araştırdığı şeyleri, anladıklarını, öğrendiklerini ve anlayam adıklarını
kendine saklam az; neredeyse ânında yazarak, konuşarak m elekdaşlarıyla, dostlanyla ve ilgi du y an herkesle, cöm ertlikle paylaşır. Bu, g ü n ü m ü zd e bile çok d e­
ğerli bir m eziyettir.
Gençlik günlerim izdeki u zu n yürüyüşlerim izde, bazen "bizim yem ek o d a­
sı" d a dediğim iz o zam anki Yüksel Palas restoranında, K ızılay'daki Rihjam lo­
kantası bahçesinde ya da D ikm en'deki Değirmen 'd e saatlerce Dostoyevski, Gogol, Stendal, O rhan Veli, Yahya Kemal, M ithat Cem al, N âzım H ikm et konuşup
tartıştığım ız ve T uncer'in ileride bir g ü n rom an yazm ayı d ü şü n d ü ğ ü n ü bizlerle
paylaştığı o günleri ve geceleri nasıl özlüyorum bilem ezsiniz. Pek tabiidir ki, ya­
zacağı rom anı d a m erakla bekliyorum .
67
Bir Dost O larak Tuncer BULUTAY / Fikret GÖRÜN
Bu kısa yazıda "asırlık" dostum Tuncer'i tüm yönleri ve özellikleriyle anlat­
tığım ı söyleyem em . Bir K aradenizli ve T rabzonsporlu olm adığım için âdil de ola­
mam! A m a benim gibi sp ordan nasibini alm am ış birinin bile takım ların birinde
yer alabildiği, '60 ve '70'li yıllarda O D TÜ 'deki futbol m açlarında, T uncer'in zarif
çalımlı, etkin am a faulsüz savunm a o y u n culuğunu hâlâ hatırlıyorum .
Bilimde kesinlik olm adığını, karm aşıklığı, sorunları anlam ağa çalışm a­
da çoklu açıklam anın varlığm ı sık sık v urgulayan T uncer'i belki kızdırır am a
T uncer'in gerçek bir bilim insanı, gerçek bir dost o ld u ğ u kesitidir.
68
BOLUM 2
MAKALELER
INTERNATIONALIZATION OF FINANCE AND
CHANGING VULNERABILITIES
IN EMERGING ECONOMIES
Yılmaz AKYÜZ1
Elli yılı aşkın birlikteliğimizin kıvancı ile,
önce hocam, sonra ustam ve hep dostum
Tuncer Bulutay'a.
Kasım 2014, Cenevre.
A. Introduction
A fter recurrent crises w ith severe econom ic an d social consequences in the
1990s an d early 2000s, em erging econom ies (EMEs) have becom e even m ore
closely integrated into w h at is now w idely recognized as an inherently unstable
international financial system . The crisis that hit the US and Europe in 2008 did
not decelerate this process despite initial fears that it could lead to a retreat from
globalization. The m ain factors driving this process are w idespread liberaliza­
tion of international capital flows and greater openness to foreign investors and
banks in EMEs, on the one hand, an d highly favourable global financial condi­
tions both before and after the crisis, on the other.
The surge in capital inflow s th at started in the early years of the new m il­
lennium and continued w ith full force after a tem porary blip d u e to the Lehm an
collapse in 2008 holds the key to deepening internationalization of finance in
EMEs. It has resulted in a significant increase in foreign presence in the equity,
property, bond and credit m arkets of these countries, exerting a strong influence
on their liquidity and valuation dynam ics and heightening their susceptibility to
international financial conditions. N ot only have external balance sheets expand­
ed rapidly, b u t their stru ctu re has also undergone im portant transform ations,
particularly w ith respect to the relative im portance of debt and equity liabilities,
an d creditor, debtor an d currency com positions of external debt.
W ith deepened and changed p attern of financial integration, new channels
have em erged for the transm ission of financial shocks from global boom -bust
1 Chief Economist, South Centre, and Former Director and Chief Economist, UNCTAD, Geneva. I
am grateful to Lim Mah-Hui, Joerg Mayer and Sabri Öncü for comments and suggestions and Xuan
Zhang for statistical assistance, www.southcentre.int
21
internationalization O f Finance And Changing Vulnerabilities In Emerging Economies / Yılmaz AKYÜZ
cycles to EMEs. In particular, vulnerabilities resulting from the internationaliza­
tion of dom estic equity, bond and pro p erty m arkets and increased foreign pres­
ence in the banking system have gained im portance in addition to the traditional
balance-of paym ents vulnerability to a su d d en stop and reversal of capital flows.
A lm ost all EMEs have now becom e susceptible to global financial cycles and
shocks irrespective of their balance-of-paym ents, external debt, net foreign assets
(NFA) and international reserves positions although these play an im portant role
in the w ay such shocks could im pinge on them . Stability of dom estic credit and
asset m arkets is exposed to global shocks even in countries w ith strong external
paym ents and assets positions. Those heavily d ep en d en t on foreign capital are
even m ore vulnerable, exposed to the risks of both external and dom estic finan­
cial instability'.
This p ap e r analyses this process of integration and the associated vulner­
abilities in major EMEs. In doing so it focuses on the the size and com position
of gross external balance sheets, particularly gross external liabilities.2 The fol­
low ing section exam ines the factors driving integration an d its pace and pattern.
Section C discusses the consequent financial vulnerabilities followed by conclu­
sions.
B. D eepening integration3
1. Factors acceleratingfinancial integration
The surge in capital inflows to EMEs that started in the early 2000s w as the
third post-w ar boom . In both absolute term s an d as p er cent of GDP, it surpassed
the previous tw o boom s. If the Lehm an blip is excluded, it is also longer, lasting
over a decade (Akyiiz 2011 and 2013).
Both p u sh and pull factors played a role. From 2002 onw ards, sharp cuts in
interest rates and rapid liquidity and credit expansion th at led to the property
and consum ption bubbles in the US an d several European countries also gave a
m ajor boost to capital inflows to EMEs. A lthough the collapse of Lehm an Broth­
ers in Septem ber 2008 resulted in a su d d en reversal, this w as short-lived m ainly
thanks to a resort to zero-bound policy rates and rapid expansion of liquidity in
several advanced econom ies (AEs), notably the US.
2 That gross external balance sheets and the leverage of the national balance sheets are more im portant
in explaining potential vulnerabilities and the incidence and severity of financial crises than net
foreign asset positions or current account deficits (its flow counterpart), see Al-Saffar cl al. (2013)
3 This section sum m arizes the key features of the pace and pattern of integration in a sample of EMEs
including Argentina, Brazil, China, Chile, Colombia, India, Indonesia, Korea, Malaysia, Mexico, Peru,
The Philippines, Russia, South Africa, Thailand and Turkey. It draw s on a detailed empirical analysis
in Akyiiz (2014b).
72
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armagan
Because of higher interest rates and m ore vibrant asset m arkets, several
EMEs becam e m ore attractive for international investors and lenders. From the
early years of the 2000s, risk appetite shifted in favour of EMEs. The exceptional­
ly favourable global econom ic environm ent p rovided a m ajor boost to EMEs and
their grow th surpassed that in AEs by 5 percentage points from 2002 until the
onset of the crisis. Recovery in EMEs after the global crisis in 2008 w as also m uch
faster than that in AEs (A kyüz 2012). Thus, a virtuous circle em erged w hereby
rap id grow th attracted m ore capital into EMEs and this in turn ad d ed to sp en d ­
ing boom s an d grow th, attracting even m ore capital.
An equally im portant factor is financial liberalization in EMEs. M ost coun­
tries, notably those w ith chronic current account deficits, chose to open capital
accounts in the hope that this w ould accelerate investm ent and grow th. Foreign
investors have been allow ed to enter local bond m arkets in order to consolidate
the investor base an d facilitate public borrow ing. This w as also expected to a d ­
dress the original sin problem - that is, the inability of EMEs to issue interna­
tional debt in national currencies - and allow them to avoid the currency risk in
international borrow ing (Eichengreen et al. 2003).
FDI regim es have been liberalized w ith the hope that it w ould prom ote ex­
port-led industrialization by deepening integration into international production
netw orks organized and controlled by transnational corporations (TNCs). O ver­
all lim its and sectoral caps over direct and equity investm ent have been reduced
or rem oved even in countries such as C hina and India w hich are traditionally
quite selective vis-à-vis direct and portfolio equity inflows. Finally, dom estic
m arkets have been increasingly opened to foreign banks on grounds that they
w ould im prove the efficiency of the banking system an d enhance the resilience
of EMEs to external financial shocks.
R esidents of EMEs, notably financial and non-financial corporations, also
enjoy greater access to international financial m arkets. In som e m ajor EMEs, in­
cluding those d ep e n d en t on foreign capital such as India, Brazil, South Africa
an d Turkey, corporations are allow ed and even encouraged to invest abroad and
becom e global players. Limits on the acquisition of foreign securities and depos­
its by individuals and institutional investors have also been raised or abolished.
Until the recent w eakening of capital inflows and current accounts, a m ain m o­
tive for outw ard liberalization w as to relieve pressures of strong capital inflows
on currencies an d avoid costly interventions in foreign exchange m arkets (Akyüz
2008).
73
Internationalization O f Finance And Changing Vulnerabilities In Emerging Economies / Yılmaz AKYÜZ
2. External balance sheets
The tw o principal determ inants of external balance sheets, nam ely, current
account balances an d capital inflows, both im proved significantly in the new m il­
lennium com pared to the 1990s. EMEs as a w hole started ru n n in g a current ac­
count su rp lu s thanks to a strong export drive by C hina an d sm aller East A sian
econom ies an d surpluses of fuel exporters. Large capital inflow s an d current
account surpluses allow ed these countries to build u p sizeable external assets.
In the rest of the developing w orld deficits declined and even sm all surpluses
em erged thanks to a surge in com m odity earnings. This, together w ith the surge
in capital inflows resulted in a significant expansion of their external balance
sheets in the period before the crisis. After 2008, C hinese su rp lu s fell sharply
and m any EMEs started to ru n large deficits. H ow ever, strong capital inflows
allow ed even deficits EMEs to acquire assets abroad a n d expand their external
balance sheets.
D uring 2000-13 gross external assets an d liabilities of EMEs grew by about
15 and 12.5 p er cent p er annum , respectively, an d their gross balance sheets ex­
p an d ed by m ore than fivefold. A bout 84 p er cent of gross external assets and 78
per cent of gross external liabilities outstanding at the end of 2013 had been accu­
m ulated after 2000. The ratio of su m total of external assets and liabilities to GDP,
som etim es seen as volum e-based m easure of international financial integration
(Lane and M ilesi-Ferretti 2007), rose from aro u n d 84 p er cent in the mid-1990s
to 125 p er cent at the end of 2013. Financial integration of EMEs also progressed
faster than trade integration: from 2000 to 2013, in value term s total international
trade (im ports plus exports) of these countries grew by som e 11.5 per cent per
an n u m w hile their total gross balance sheets grew by 13.6 p er cent and their total
capital flows (inflows plus outflow s) by 15 p er cent.
As EMEs as a w hole started to run a current account su rp lu s from the early
years of the century, their NFA m oved from negative to positive territory, reach­
ing $1.2 trillion or 6.2 p er cent of their com bined GDP in 2008. H ow ever, after the
crisis as current account balances shifted against EMEs, their net foreign assets
fell to aro u n d 2 p er cent of their com bined GDP. A t the end of 2012, all EMEs ex­
cept C hina an d Russia h ad negative NFA positions, w ith Colom bia, India, M exi­
co, South Africa and T urkey show ing particularly large deteriorations com pared
to the beginning of the century.
74
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armagan
3. Gross external assets
There is considerable diversity in the grow th of different com ponents of
gross external asset of EMEs over the p ast decade. A t the beginning of the 2000s
external d ebt assets accounted for m ore than half of total assets of EMEs; by 2013
their share fell to less than one-third. The share of direct equity (FDI) in total as­
sets doubled to reach 17 p er cent in 2013 thanks to the em ergence of som e firms
in m ajor EMEs as international investors, particularly in o ther EMEs. By contrast
portfolio equity investm ent abroad grew slow ly an d its share in total assets w as
halved d u rin g the sam e period, largely d u e to increased attraction of local equity
m arkets in EMEs com pared to those in AEs.
But even m ore striking is the unprecedented grow th of international re­
serves. Excluding gold - w hich is not a claim on non-residents - their share in
total gross assets of EMEs increased from less than a q u arter in 2000 to alm ost
45 p er cent at the end of 2013. The increase in reserves exceeded by a large m ar­
gin the total cum ulative cu rrent account surpluses of EMEs d u rin g 2000-13. Of
som e $7 trillion reserves accum ulated, alm ost tw o-thirds w ere earned from cu r­
rent account surpluses an d one-third w ere borrow ed- that is, their counterpart
is increased liabilities to non-residents in one form or another, including equity
and debt, w hich all generate outw ard incom e transfers. O ver 40 p er cent of total
reserves of EMEs in 2013 w ere borrow ed reserves.
Of the tw o m ajor su rp lu s econom ies, fuel exporters used current account
surpluses partly to add to reserves an d partly to use for other form s of invest­
m ent abroad. In C hina, ab o u t tw o-thirds of additional reserves cam e from current
account surpluses an d the rest from capital inflows. Thus, unlike fuel exporters,
C hinese investm ent abroad, excluding reserves, is less than foreign investm ent in
China. In the rem aining EMEs, reserves accum ulated d u rin g 2000-13 w ere entire­
ly borrow ed, as they ran, on average, current account deficits over that period.
There are, how ever, som e exceptions, notably sm aller East Asian countries w ith
sustained current account surpluses such as M alaysia.
4. Equity inflows and markets
The liberalization of FDI regim es and portfolio equity inflows, together w ith
the increased w illingness of foreigners to invest in EMEs, resulted in a 7-fold in­
crease in equity liabilities of these countries betw een 2000 and 2013, accounting
for alm ost 60 p er cent of their total external liabilities in the latter year, u p from
about 37 p er cent at the beginning of the century. G row th in portfolio equity li­
abilities w as faster, albeit m ore unstable.
75
Internationalization O f Finance And Changing Vulnerabilities In Emerging Economies /Y ılm az AKYÜZ
The increase in equity liabilities of EMEs is d u e not only to rap id grow th in
direct and portfolio equity inflows, b u t also to the im pact of an u p w a rd trend in
equity prices on the value of the existing stock of foreign holdings. From the early
2000s until 2013, the increase in portfolio equity liabilities w as m ore than twice
as m uch as the cum ulative portfolio inflows, w ith the difference representing a
significant capital gain for foreign holders.
International capital flows into equity m arkets of EMEs now play a central
role in their price dynam ics. The m ovem ent of prices in these m arkets d epends
on net inflow s of equity capital, both dom estic and foreign, relative to new is­
sues through initial public offerings and by the com panies already listed. Foreign
direct investors do not generally issue equities in EMEs or list their com panies
in local stock m arkets. In fact evidence suggests that FDI tends to be positively
correlated w ith the m igration of capital raising, listing and trading to interna­
tional financial centres, an d FDI inflows to EMEs have alm ost no effect on stock
m arket dep th (m arket capitalization) in these econom ies (Claessens et al., 2001;
Doytch 2013a and 2013b).4 By contrast, large and sustained inflow s of portfolio
equity can ad d considerably to dem and for equities. A su d d en price boom after
a prolonged period of relatively sluggish m arkets could only happen as a result
of large and sustained net inflows. These create liquidity and excess dem and
an d raise prices w hich can in turn generate additional inflows as investors are
attracted by prospects of capital gain. Price rises continue until excess d em and is
elim inated by new issues or an autonom ous exit from the m arket. H istorically,
the rise of institutional investors is seen to have triggered such a boom . Interna­
tional capital flows into equity m arkets of EMEs in the new m illennium appear
to have been playing a sim ilar role.*
A vailable data, including from the IM F's C oordinated Portfolio Investm ent
Surveys, show considerable instability in foreign holdings in equity m arkets of
EMEs in accordance w ith the sw ings in net portfolio inflows and equity prices.6
4 Indeed the num ber of companies from BRICS countries listed in the US and UK stock markets rose
significantly before the onset of the crisis in AEs, from 180 to over 300 between 2005 and 2009; see
Chandra (2010).
5 Toporowski (2002) calls this process "capital market inflation" and links it historically to the creation
of funded pension schemes. Bonizzi (2013) uses the same approach to explain price dynamics in the
equity markets of Brazil and the Republic of Korea in recent years by a historical jum p in the presence
of foreigners.
6 Changes in market capitalization depend on equity prices as well as additions to the supply of
equities through new issuance, while the value of foreign holdings depends on prices and new
inflows from abroad. Thus, the share of foreign holdings can vary according to the balance between
new inflows from home and abroad, new stock issuance and the extent of price increases.
76
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armagan
But in a large m ajority of EMEs, there is a significant increase in foreign equity
holdings after the early 2000s, b oth as a p er cent of total equity and GDP (Psalida
and Sun 2009; ADB 2011). In Brazil and Korea it hovered around 30-40 p er cent
du rin g recent years (Bonizzi 2013). In T urkey it is even higher. It is notable that
in m any EMEs the share of foreign holdings in equity m arkets exceeds by a large
m argin the levels seen in som e "m ature" m arkets, such as the US w here it is
around 14 per cent and Japan w here it is 27 p er cent.
5. External debt7
The share of external debt in total gross liabilities of EMEs fell from about
60 p er cent in the early 2000s to 40 p er cent in 2013 as a result of faster grow th in
equity liabilities. External d ebt also declined as a share of GDP before the onset
of the crisis, b u t started to rise subsequently in several EMEs d u e to increased
private sector borrow ing abroad. W eakened grow th and currencies after 2011
also contributed to the rise in the ratio of external debt to GDP. In m ost major
EMEs including Brazil, C hina, India, South Africa and Turkey, it w as higher in
2013 than the levels seen on the eve of the crisis.
There have been significant changes in the structure of external debt of EMEs
in the p ast tw o decades. First, bond issues have been grow ing faster than interna­
tional bank loans in both public an d private sectors. This is partly d u e to a shift
of international banks from cross-border lending to local lending by establishing
greater presence in EMEs an d partly to the im pact of the crisis in AEs on interna­
tional bank lending. This shift started in the 1990s an d continued w ith full force
in the new century until it w as slow ed d o w n by the crisis in the US and Europe.
The average m arket share of foreign banks in EMEs doubled in the p ast decade,
reaching 50 per cent com pared to 20 p er cent in OECD. M ost of these banks are
from AEs. In 2013, local claim s accounted for alm ost 60 p er cent and cross-border
claim s for 40 per cent of their total claim s on EMEs.
Second, the private sector now accounts for a higher proportion of external
debt of EMEs in both international securities and bank loans than the public sec­
tor. Borrowing by corporations has increased particularly rapidly after the crisis
in AEs as they sought low -cost finance in reserve currencies, thereby assum ing
the currency risk. The ratio of corporate debt to GDP is now higher than the
7 In this paper external debt is used as debt to non-residents, the definition officially adopted by
institutions compiling data on debt. It does not include debt to foreigners resident in the debtor
country. It consists of debt not only in foreign currency but also local currency and includes debt
issued both at home and abroad. However, as noted by Dell'Erba el nl. (2013), in practice developing
countries are often unable to identity' the ultimate holders of their bonds and report figures on
external and domestic debt by using information on the place of issuance and governing law. For
various definitions, see also Roubini and Setser (2004).
77
Internationalization O f Finance And Changing Vulnerabilities In Emerging Economies / Yılmaz AKYÜZ
levels seen d u rin g the boom in international lending in the 1990s, w ith Turkey
show ing the m ost rapid g row th in private indebtedness. A t the end of 2013, the
share of the private sector in total external com m ercial d ebt of EMEs w as m ore
than three-quarters com pared to less than tw o-thirds in the early 2000s. In som e
m ajor countries such as C hina an d Brazil, corporations also borrow through their
subsidiaries, often in offshore financial centres. A lthough such borrow ing is not
considered as external debt as conventionally defined, they have sim ilar im pact
on corporate external fragility.
Third, a very large p roportion of corporate external debt in EMEs is in for­
eign currency although corporations in several EMEs, notably in C hina, occa­
sionally issue debt abroad in local currencies. Furtherm ore, there is a renew ed
tendency for dollarization in dom estic loan m arkets. It is for instance estim ated
that m ore than 80 p er cent of the total debt outstan d in g for rated Turkish corpo­
rates is denom inated in foreign currency (M oody's 2014). Foreign banks in EMEs
ap p ear to have played an im portant p art in local lending in foreign currency
since the crisis. The share of such lending in total local lending by subsidiaries of
international banks in EMEs is estim ated to have increased from 12 per cent in
2007 to 20 p er cent at the end of 2013.
Fourth, in contrast to private debt, in m ost EMEs both total an d external
public debt as a per cent of GDP are now below the highs seen in the 1990s and
early 2000s. M uch of the decline took place before the crisis in 2008 thanks to ra p ­
id grow th, currency appreciations an d significant declines in sovereign spreads
an d yields resulting from favourable global econom ic conditions. Indeed public
d eb t ratios started to rise after 2011 w ith the g row th slow dow n and d ow nw ard
pressure on currencies of EMEs. At the end of 2013 they w ere higher than the
low s attained in the ru n u p to the crisis in the m ajority of EMEs.
Fifth, w ith the shift of the public sector from international to dom estic bond
m arkets and opening them to non-residents, there is a significant increase in
foreign participation in local governm ent debt m arkets. Subsidiaries of foreignow ned international banks in EMEs also hold local governm ent bonds. C onse­
quently a grow ing p roportion of sovereign b o nds of EMEs held b y foreigners are
now subject to dom estic jurisdiction.
Finally, there is a significant increase in the local currency com ponent of ex­
ternal sovereign d ebt both because of grow ing acquisition of locally issued bonds
by non-residents an d increased international issues in local currency. This also
m eans th at sovereign d ebt of EMEs is increasingly internationalized. The p ro p o r­
tion of gross public debt held abroad is about 5 p er cent for Japan, 20 p er cent
for the UK and 30 p er cent for the US. Excluding C hina an d India w here access
78
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armagan
of non-residents to dom estic bond m arkets rem ains restricted an d there is little
international b o n d issuance in local currency, the average p roportion for EMEs
is aro u n d 30 p er cent. M ore significantly, sovereign debt of EMEs is held abroad
n o t by foreign central banks as international reserves, b u t by fickle investors.
C. External vulnerabilities
1. Credit and asset bubbles
After three decades of recurrent financial turm oil in the w orld econom y, it
has becom e increasingly evident th at a close an d unfettered integration into the
global financial system could severely expose EMEs to shocks an d crises. Still,
in the p ast ten years, m any of these countries have sought closer integration,
liberalizing international capital flows and allow ing greater room for foreign
investors and banks in their m arkets. This, together w ith the ra p id expansion
of international liquidity, historically low interest rates an d greater appetite for
risk has resulted in a significant bu ild -u p of financial im balances an d fragility
in m any of these countries, including unsustainable currency appreciations and
paym ents deficits, currency an d m aturity m ism atches in private balance sheets
an d bubbles in credit and asset m arkets. This has particularly been the case since
the beginning of the crisis in AEs in 2008. The m onetary expansion resulting from
the policy response of the US to the crisis accelerated the search for yield in EMEs
that h ad already started in the early years of the 2000s, giving rise to large and
sustained inflows of capital and grow ing presence of foreign investors in EMEs
as w ell as a large build -u p of dom estic a n d external p rivate d ebt well beyond the
levels seen d u rin g previous financial boom s.
M any EMEs w ere hit by "ta p er tan tru m " in M ay 2013 w hen the US Fed
revealed its intention to start tapering its bond purchases. Subsequently finan­
cial an d currency m arkets have stabilized, b u t they rem ain highly susceptible to
changes in risk sentim ents as w ell as the exit of the US Fed from the ultra-easy
m onetary policy. The tapering th at started in January 2014 does not m ark the
beginning of m onetary tightening, not only because historically low policy rates
are still w ith us, b u t also because tapering reduces no t the level of long-term as­
sets on the Fed's balance sheet b u t m onthly additions. A full exit w ould m ean
bo th the end of zero-bound policy rates an d the norm alization of the F ed's bal­
ance sheet; th at is, a significant contraction of its size an d a large shift of its assets
back to short- an d m edium -term Treasuries. T hus it w ould im ply no t only a rise
in short-term rates, b u t also a significant tightening of bond m arkets, possibly
pu sh in g the long-term rates w ell above the levels seen in the last 6 years (Akyiiz
2014a). The m ore robust the grow th of the US econom y, the faster the norm aliza­
tion of m onetary policy a n d the greater the financial shocks to EMEs.
79
Internationalization O f Finance And Changing Vulnerabilities 1« Emerging Economies / Yılmaz AKYÜZ
Recent conditions in financial m arkets, notably exceptionally low m arket
volatility, grow ing cross-border bank lending and asset and credit bubbles re­
sem ble w h a t M insky (1977) described as periods of tranquillity w hich typically
produce a high degree of confidence an d encourage excessive risk taking, thereby
sow ing the seeds of future instability.8 Stock prices have reached historical highs
in the US and they are still strong in the EZ despite the spectre of deflation. The
boom in pro p erty m arkets in som e countries such as the UK is a cause of concern
(Osborne and M onaghan 2014). The pace of private debt build-up is dazzling in
several EMEs. C ross-border lending by international banks has increased sh arp ­
ly, particularly to C hina, taking the ou tstan d in g stock of cross-border claim s on
that country above $1 trillion (BIS 2014b). The credit an d construction bubbles
resulting from C hinese policy response to fallouts from the crisis in 2009 has
continued unabated, driven largely by its shadow banking system , w ith the total
credit rising from 130 p er cent of GDP to 200 p er cent (A. T urner 2014). In m ost
other EMEs external private debt is a m ajor driver of dom estic credit expansion,
posing the risk that a capital reversal could create not only external b u t also bank­
ing instability.9 In Brazil, Korea, Turkey, South Africa, Indonesia, M alaysia and
Thailand, private d eb t as a p er cent of GDP has been rising at double-digit rates
since the en d of 2008 an d pro p erty m arkets have been boom ing (IMF GFSR A pril
2014; Colom bo 2014a, 2014b and 2014c). W hile aggregate debt level as p er cent of
GDP, including private and public debt, is low er in EMEs than that in AEs, it has
nevertheless grow n rapidly since the onset of the crisis - from aro u n d 60 p er cent
of GDP to over 150 p er cent at the end of 2013 (BIS 2014a).
As p u t in a recent BIS report "it is h ard to avoid the sense of a puzzling dis­
connect betw een the m arkets' buoyancy and underlying econom ic developm ents
globally" (BIS 2014a: 3). U nder these conditions, even w ith o u t a significant tight­
ening of m onetary policy in the US, asset and credit bubbles m ay w ell com e to
an end w ith a bust a la M insky as balance sheets ad o p t sm aller m argins of safety
and the system becom es endogenously fragile. This tim e instability m ay not be as
short-lived as that caused by the L ehm an collapse because the governm ents have
already used u p their am m unition in m oderating financial shocks. In som e w ays
the international financial system appears to be m ore fragile today than it w as in
8 In mid-October 2014, just as this paper was about to be completed, there was a dramatic upsw ing in
volatility involving large sell off in stocks and bonds, triggered by fears over global growth and the
impact of an eventual rise in US interest rates, attesting to the susceptibility of international financial
stability to sudden changes in sentiments.
9 There is growing evidence that rapid domestic credit grow th plays a dom inant role in predicting
subsequent crises and that banking crises are more likely w hen capital inflows accompany a domestic
credit boom. For a review of the link betw een external debt and domestic credit, see Al-Saffar el al.
(2013).
80
Prof. Dr. Tm c e r Bulutay'a Armagan
the build-up to the L ehm an crisis, in large p a rt because of the attem pt to solve a
crisis caused by excessive debt by creating even m ore debt.
For EMEs, the m ost likely outcom e of a tightening of global financial condi­
tions w ould be a su d d e n stop an d even reversal of capital flows of the kind seen
d u rin g the Lehm an collapse and a sharp correction in dom estic asset m arkets.
Still, it is often argued th at for several reasons EMEs are now m ore resilient to
external financial shocks than they w ere in previous decades. First, they m oved
aw ay from fixed exchange rates, allow ing currency m ovem ents to absorb p art of
the shocks and facilitate balance-of-paym ents adjustm ent. Since they are also less
exposed to the currency risk, the destabilizing im pact of currency m ovem ents
on balance sheets w ould rem ain lim ited. Second, m ost EMEs have accum ulated
large am ounts of reserves as self-insurance against capital flow reversals. Third,
the likelihood of sovereign external d ebt crises has dim inished considerably be­
cause of im proved fiscal p o stu re and the shift of governm ents from international
to dom estic debt m arkets. Finally, greater presence of international banks from
AEs could help increase the resilience of the banking system in EMEs to external
financial shocks.
It is not clear if and to w h a t extent these could protect EMEs against a tight­
ening of global financial conditions. This w ill be discussed below , taking into
account the differences in the w ay countries have m anaged their exchange rates,
capital flows, balance-of-paym ents, external balance sheets an d foreign presence
in dom estic securities an d credit m arkets d u rin g the recent global financial b u b ­
ble. Generally, in countries w ith w eak external positions, a severe tightening of
global financial conditions could be expected to lead to both external instability
and turbulence in dom estic credit and asset m arkets. O thers w ith strong p ay ­
m ents and NFA positions could avoid external financial turm oil bu t still face
severe instability in dom estic credit an d asset m arkets.
2. Exchange rate flexibility, capital flo w s and external
vulnerability
The shift to m ore flexible exchange rate regim es in financially open EMEs has
no d o u b t a lot to com m end. A t tim es of favourable risk appetite h ard nom inal
pegs offer a one-w ay bet to international speculators and encourage short-term
inflows in search of quick profits, resulting in real appreciations and deteriora­
tion of the current account, particularly in countries w ith relatively high inflation
rates. In bad tim es such pegs could rarely be defended w ith success. Experim ents
w ith fixed pegs often en ded u p w ith balance-of-paym ents an d currency crises
w ith severe adverse effects on the real economy.
81
Internationalization O f Finance And Changing Vulnerabilities \n Emerging Economies / Yılmaz AKYÜZ
H ow ever, the recipe is not to m ove to the other corner an d let the currency
float freely. It is one thing to allow exchange rates to respond to changing fun­
dam entals in order to facilitate external adjustm ent, it is another to leave them
to the w him s of unstable international capital flows. Floating can be effective in
absorbing short-term volatility in capital flows, b u t no t gyrations an d boom -bust
cycles. At tim es of a boom , free floating could generate even greater apprecia­
tions than nom inal pegs. W hen capital inflow s are strong, such a regim e could
lead to nom inal as w ell as real appreciations even as current account deficits are
w id ened - that is, it could generate unsustainable exchange rates and current
account positions w hich could be exposed w ith su d d en stops and reversals. A
period of persistent currency m isalignm ents, w hich often fuel bubbles in non­
traded sectors, notably in property, could also produce significant distortions in
the structure of production and trade, increasing foreign penetration of dom estic
m arkets and creating p ressures for deindustrialization w hich could com prom ise
the ability of the econom y to respond to an eventual correction of the exchange
rate.
Indeed, if capital flows and the exchange rate are not m anaged judiciously
d u rin g the boom and external deficits and debt are allow ed to pile up, floating
freely at tim es of capital reversals w ould provide little cushion for the econom y.
Indonesia w as praised for no t trying to defend its currency b u t letting it float
after the Thai b aht cam e u n d e r attack in 1997. But this did not help stabilize the
exchange rate an d prev en t a free fall. In m ost EMEs, notably those d ep e n d en t on
com m odities, such currency declines do no t provide a significant boost to exports
to secure an expansionary balance-of-paym ents adjustm ent. Even in econom ies
w ith robust industries, export response could be im peded by disruptions to the
credit system resulting from the reversal of capital flows an d currency declines
as seen d u rin g m any episodes of paym ents crises in EMEs. As a result, the im ­
m ediate balance-of-paym ents ad justm ent often takes place by retrenchm ent of
im ports an d income.
To the extent th at there are large currency m ism atches in balance sheets,
sharp declines in the exchange rate could increase the debt bu rd en , thereby caus­
ing bankruptcies an d reducing effective dem and. Private sector m ism atches tend
to be particularly dam aging. A t tim es of capital reversals, private borrow ers of­
ten attem pt to close their open positions and this in tu rn accelerates the fall of
the currency. It is true th at w ith the opening of dom estic bond m arkets to non­
residents and increased international issuance of debt in local currencies, the ex­
p o sure of m ost EMEs to the currency risk has significantly declined com pared
to previous decades. H ow ever, reductions in currency m ism atches are largely
lim ited to sovereign debtors w hile private corporations have been building up
82
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armagan
debt in Iow -interest reserve currencies both at hom e and abroad. In any case, in
m any EMEs a very large proportion of external debt, including sovereign debt,
is still in reserve currencies. Taken together, EMEs have accum ulated m ore than
$2 trillion foreign currency d ebt since the beginning of 2008 (BIS 2014a). Thus,
they face significant currency risks, particularly w here m isalignm ents have been
tolerated for an extended period.
There is a grow ing recognition that a viable alternative to co m er solutions
is m anaged floating, using a judicious com bination of m onetary policy, currency
m arket interventions, pru d en tial regulations and capital controls. Looking back
at the past ten years, how ever, the record is not very encouraging (Akyiiz 2013).
D uring both pre- and post-L ehm an boom s in capital inflows, w ith the exception
of a few East A sian countries, m ost EMEs, particularly those p u rsu in g inflationtargeting such as Brazil, South Africa an d Turkey, experienced sustained cur­
rency appreciations. D uring the pre-L ehm an boom m any of them nevertheless
m anaged to m aintain viable current account positions thanks to a favourable in­
ternational trading environm ent, b u t they started ru n n in g large deficits during
the post-Lehm an boom as the international trading environm ent w orsened and
they h ad to tu rn to dom estic d em and for grow th.
M ost EMEs w elcom ed the strong recovery in capital inflows after the Leh­
m an collapse and the boom in asset prices, ignoring the bu ild -u p of vulnerabil­
ity resulting from increased corporate borrow ing abroad an d grow ing foreign
presence in dom estic securities m arkets. H ow ever, as u p w a rd pressures on their
currencies persisted, several of them attem pted to control capital inflows using
m arket-friendly m easures. Still, w ith the exception of a few countries, these w ere
n o t very effective in preventing appreciations in large p art because they w ere
too tim id to m eet the challenge. These m easures w ere dism antled after 2011 as
capital inflow s w eakened an d becam e unstable and the currencies of m ost EMEs
faced d o w n w ard pressure at a tim e w hen they began to have a grow ing need for
external financing in view of their w idening current account deficits.
To sum , in the p ast ten years m any EMEs have allow ed their exchange rates
to go u p and d o w n w ith international capital flows, driven in large p a rt by poli­
cies in AEs and the risk app etite in financial m arkets, rather than their ow n fun­
dam entals. They have also succum bed to the highly accom m odating global fi­
nancial conditions in allow ing asset a n d credit bubbles to develop and ignored
the vulnerabilities resulting from grow ing external liabilities, notably through
private borrow ing abroad and increased presence of foreign investors in dom es­
tic securities m arkets. It is no w o n d er that three of the five BRICS that had been
identified a decade ago by financial m arkets as the "em erging m arkets" w ith
the brightest econom ic prospects, Brazil, India and South Africa, are now listed
83
Internationalization O f Finance And Changing Vulnerabilities In Emerging Economies / Yılmaz AKYÜZ
am ong the countries d ubbed "fragile 5" w ith the addition of Turkey an d Indone­
sia, again countries am ong the recent rising stars.10
3. Reserve accumulation: Hozv much self-insurance?
The large am ounts of reserves built up by EMEs in recent years, including
both su rp lu s and deficit countries, are expected to serve tw o purposes: to prevent
and m itigate balance-of-paym ents and currency crises by boosting confidence
am ong creditors and investors and reducing the risk of liquidity-driven panics
on the one hand, and by providing international liquidity against su d d en stops
and reversals of capital inflows, on the other. A key question is the extent to
w hich these w ould really allow EMEs to w eather a sharp tu rn aro u n d in global
financial conditions.
T raditionally international reserves w ere seen as an insurance against cur­
rent account shocks and am ounts needed to cover three m onths of prospective
im ports w ere considered as adequate. A fter the Asian crisis of 1997, attention in­
creasingly turned to capital account shocks, and vulnerability has com e to be as­
sessed on the basis of short-term external debt. The so-called G reenspan-G uidotti
rule stipulated that in o rd er to significantly reduce the likelihood of liquidity cri­
ses, international reserves should cover short-term external debt in foreign cur­
rencies, defined as d ebt w ith a rem aining m aturity of u p to one year. W hile this
is the m ost w idely used indicator of external sustainability, em pirical evidence
does not alw ays show a strong correlation betw een pressure on reserves and
short-term external debt. Often, in m any countries suffering large reserve losses,
sources other than short-term foreign-currency d ebt have played a greater role
(IMF 2011).
Indeed, vulnerability to liquidity crises is not restricted to short-term for­
eign currency debt. W hat m atters is the liquidity of external liabilities, including
those denom inated in local currencies of EMEs. C ountries w ith extensive foreign
participation in equity and bond m arkets could be highly vulnerable even in the
absence of high levels of short-term foreign-currency debt. This is particularly
true w here reserves are borrow ed. But even w here reserves are earned from cur­
rent account surpluses, currencies can com e u n d er stress if there is a significant
foreign presence in dom estic securities m arkets. To the extent that foreign entry
enhances m arket liquidity, individual investors can exit w ith o u t incurring large
losses, b u t w hen sentim ents sour, a ban d w ag o n effect m ay develop, leading to
sharp declines in both asset prices and currencies, as seen d u rin g the Lehm an
collapse. A rapid and generalized exit could create significant turbulence w ith
bro ader m acroeconom ic consequences, even though losses d u e to declines in
asset prices and currencies fall on foreign investors and m itigate the drain of
10 The "fragile 5" has now become "fragile 8" w ith the addition of Argentina, Russia and Chile.
84
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armagan
reserves. Financial turm oil could be aggravated if foreign exit is accom panied
by resident capital flight. R esident outflow s rather than exit by foreign investors
m ay well play a leading role in the d rain of reserves and currency declines as
seen in som e previous episodes.
These sources of d rain on reserves are now w idely recognized. After the on­
set of the crisis in AEs, the IMF has developed a fram ew ork for assessing reserve
adequacy for em erging m arket econom ies, the so-called "EM ARA M etric", for
determ ining the level of reserves needed for precautionary purposes (IMF 2011
an d 2013d). The m etric includes four potential sources of pressure on reserves;
short-term debt, m edium -term and long-term debt an d equity liabilities, broad
m oney as a potential source of capital flight by residents and export earnings to
reflect potential shortfall in foreign exchange earnings resulting from a drop in
foreign dem an d an d term s-of-trade shocks. FDI liabilities are no t included as a
potential source of d rain because of lack of evidence of exit by direct investors
at times of stress. Different risk w eights are assigned to these sources of drain,
based on observed outflow s from EMEs d u rin g periods of currency pressures.
Reserves in the range of 100-150 p er cent of the com posite m etric are considered
to be adequate. It is found that w hile reserves of m ost countries w ere above the
ARA threshold in 2012, there w ere around 20 countries that fell below 100 per
cent of the ARA m etric and bringing these above the threshold w ould ad d to
global reserves by aro u n d $700 billion. It is also recognized that the risks associ­
ated w ith portfolio liabilities and com m odity dependence m ay not have been
fully captured by this algorithm .
Table 1 provides inform ation for 2013 on the level of reserves for a sam ple
of m ajor EMEs and som e of the m ost im portant potential sources of drain; that
is, current account deficits, short-term external debt, and non-resident holdings
of local-currency public debt and equity portfolios. Short-term external debt is­
sued by overseas subsidiaries of corporations in EMEs is no t included although
it is a m ajor potential source of drain on reserves in som e countries. Data on
foreign participation in local bond m arkets are readily available only for a few
countries. As discussed above, non-resident holding of equities as reported by
the IM F's CIPS database underestim ates foreign participation in equity m arkets
an d figures from national sources for som e countries suggest m uch higher levels
of holding. FDI holdings are no t included as a potential source of d rain even
though som e of the recorded direct investm ents are no t really distinguishable
from portfolio equity holdings. N or does the table include any potential source
of capital flight by residents.
W ith these considerations in m ind, Table 1 suggests three broad categories
of countries in term s of vulnerability to an interruption of access to international
85
internationalization O f Finance And Changing Vulnerabilities In Emerging Economies / Yılmaz AKYÜZ
capital m arkets and su d d en stop of capital inflows. The first category includes
countries w here reserves do no t cover the current account deficit plus short-term
external debt. T urkey falls in this category. In the event of a su d d en stop of in­
flows, T urkey cannot b oth finance its current account deficit an d rem ain current
on its external d ebt paym ents even in the absence of exit of non-residents from
dom estic bond and equity m arkets and capital flight by residents. This m eans
that unless short-term debt is rolled over a n d /o r international liquidity su p p o rt
is p rovided by the IMF or bilaterally, T urkey could no t continue to ru n such
a high level of deficit and w ould have to drastically retrench to accom m odate
a significantly w orsened external financial environm ent. The m ore recent data
are even greater cause for concern w ith the level of reserves in mid-2014 barely
m atching short-term d ebt and there is no significant decline in the current ac­
count deficit. The risk that an interruption to access to international financial
m arkets could directly destabilize the banking system is also high since a large
p art of external debt is d u e to banks and their corporate creditors w ith large cu r­
rency m ism atches.
The second category includes countries w here reserves cover current account
deficits an d short-term d ebt w ithout leaving m uch room to accom m odate a size­
able exit of foreign investors from dom estic securities m arkets, capital flight by
residents a n d /o r trade shocks. It includes A rgentina, Chile, Indonesia and South
Africa w hich all have narrow m argins to respond to a reversal of capital flows
by deploying reserves. Indonesia and South Africa have a relatively high degree
of foreign presence in dom estic securities m arkets w hile A rgentina, Chile and
South Africa are vulnerable to com m odity shocks. Brazil, India an d Mexico have
m ore room , b u t they are both vulnerable to a large scale exit of foreign investors
from securities m arkets. Brazil is also vulnerable to current account shocks be­
cause of its dependence on com m odity exports an d financial shocks because of
short-term external debt issued by overseas subsidiaries of its corporations.
A third category includes EMEs w hich ru n current account surpluses and
hold reserves higher than the levels needed for precautionary reasons, includ­
ing China, Korea, M alaysia, Russia an d Thailand. Foreign presence in dom estic
securities m arkets is lim ited in C hina an d Russia so that foreign exit w ould not
be expected to cause external paym ents an d currency problem s. But C hina has
a dom estic d ebt overhang d u e to investm ent (property) bubbles and Russia is
vulnerable to com m odity an d political shocks an d capital flight. Foreign pres­
ence in dom estic securities m arkets is strong in Korea, M alaysia and Thailand
so that a generalized exit from dom estic securities by non-residents could place
strong pressure on the exchange rate despite very high levels of reserves. Indeed,
w hen hit by fallouts from the crisis in AEs in 2008, Korea lost som e $60 billion in
reserves an d w as given a sw ap line by the Fed.
86
Prof.
Dr. T uncer Bulutay'a Armagan
International reserves held by central banks are no t the only assets that
EMEs could d raw on in the event of su d d en stops an d reversal of capital flows.
Assets accum ulated abroad by the private sector are often seen as an additional
safeguard in the event of an interruption of their access to international finan­
cial m arkets. H ow ever, such assets are often leveraged. F urtherm ore, they could
help only if they are liquid and held by corporations w ith open foreign exchange
positions, rather than other residents such as institutional investors w ho m ight
not be able or w illing to sell them to close the fu n d in g gap (Al-Saffar et al. 2013).
Liquid assets of Sovereign W ealth Funds m ay also be deployed. H ow ever, such
fim ds are im p o rtan t m ostly in su rp lu s countries w ith strong external paym ents
an d reserves positions - th at is, those w ith no significant vulnerability to exter­
nal instability. Again, sw ap arrangem ents w ith central banks of m ajor reservecurrency countries m ay be of som e help. H ow ever, such arrangem ents are highly
politicised and unreliable, an d do not constitute reasonable substitutes for inter­
national reserves.
G reater hopes are also pinned on South-South cooperation for contingency
financing. There are tw o m ain arrangem ents - the C hiang-M ai Initiative M ulti­
lateralization (CMIM) of East A sian countries and the C ontingent Reserve A r­
rangem ent (CRA) recently agreed by BRICS. The CMIM had started as bilateral
sw aps to com plem ent, rather than substitute, the existing international facilities
before it w as m ultilateralized at the end of 2009. The initiative has never been
called upon; d u rin g the Lehm an collapse Korea and Singapore approached, in­
stead, the US Fed an d Indonesia secured finance w ith a consortium led by the
W orld Bank. CMIM has several shortcom ings m aking it alm ost unusable. It does
n o t have a com m on fund, b u t is a series of prom ises to provide funds, w ith each
country reserving the right no t to contribute to the specific request by a m em ber;
its size is too sm all, som e 1.5 p er cent of total GDP of the countries involved; and
access beyond 30 p er cent of quotas is tied to an IMF program (Lim and Lim 2012;
W est 2014).
The CRA is w idely praised as a strong political sign of solidarity am ong
EMEs. W hile it is too early to pass judgem ent on it, the inform ation available sug­
gests th at it is no t very m uch different from the CMIM. It appears to be designed
to com plem ent rather than substitute the existing IMF facilities. Its size is even
sm aller than the CMIM, less than 1 p er cent of the com bined GDP of BRICS, and
access beyond 30 p er cent is tied to IMF program ."
11 Another arrangem ent is the Latin American Reserve Fund (FLAR) established in 1978 by 7 Andean
countries to provide balance-of-payments support and im prove investm ent conditions of reserves
held by mem ber countries. It has been operating w ithout linking liquidity provision to IMF programs
- s e e UNCTAD (2011).
87
Internationalization O f Finance And Changing Vulnerabilities 1« Emerging Economies / Yılmaz AKYÜZ
4. Sovereign debt and financial stability
For tw o m ain reasons a recurrence of the kind of international debt crises
that devastated m any EMEs in the p ast is now seen m uch less likely. First, in
several countries fiscal discipline has im proved significantly w ith public debt
stabilizing and even falling as a proportion of GDP. Secondly, a grow ing p ro p o r­
tion of sovereign external d ebt of m any EMEs is now in local currencies because
of the shift from international to dom estic debt m arkets.
This view is in p art a reflection of a long-standing belief that fiscal im balanc­
es are at the origin of liquidity and d ebt crises so that b u d g etary discipline holds
the key for external sustainability. A particular form ulation of this w as offered
by the so-called Law son Doctrine developed in the late 1980s th at a large current
account deficit is not a cause for concern if the fiscal accounts are balanced - that
is, if the external deficit has its origin in the private sector.12Even though this doc­
trine w as discredited by several instances of currency and balance-of-paym ents
crises in econom ies w ith sound fiscal positions, it appears to continue to influ­
ence the m ainstream thinking. Indeed fiscal profligacy and sovereign debt w ere
presented as the root causes of the EZ crisis even though this w as true only for
Greece.
Sovereign debt is rarely at the centre of external financial crises and interna­
tionally-issued bonds are even less so. In the last eight m ajor external financial
crises in EMEs (that is, Mexico, T hailand, Indonesia, Korea, Russia, Brazil, T ur­
key an d A rgentina, in the order of occurrence), sovereign debt w as the problem
only in three cases (A rgentina, Mexico an d Russia) and in only one of them (Ar­
gentina) it w as the internationally issued debt. In Mexico, the crisis originated
in dom estically-issued dollar-linked debt (tesobonos) w hile in Russia difficul­
ties em erged in rouble-denom inated dom estic debt (the so-called GKOs). In
Asia (Thailand, Korea and Indonesia), the crisis w as d u e to excessive short-term
cross-border borrow ing by local banks and non-bank corporations w hile in T u r­
key banks holding dom estic sovereign d ebt cam e u n d e r pressure and difficulties
em erged in rolling-over short-term external bank d ebt (T rum an 2002; A kyiiz and
Boratav 2003).
In alm ost all these cases, an im portant p art of private debt, both dom estic
and external, w as socialized through governm ent bailouts, often through recapi­
talization of insolvent banks, raising sovereign debt. In Indonesia, for instance,
bailouts raised public debt by m ore than 50 per cent of GDP, creating problem s
of sustainability despite its good track record in fiscal discipline (IMF 2003b).
12 For a critical evaluation of this doctrine see UNCTAD TDK (1998).
88
Pro/. Dr. Tuncer Bulutaij'a Arinagan
For Thailand and Korea corresponding figures are 42 p er cent and 34 p er cent
respectively (H oggard and Saporta 2001) and for T urkey 33 percent (W orld Bank
2003). In a sam ple of 12 countries hit by currency an d external financial crises in
the 1990s and 2000s, the average post-crisis public debt ratio w as h igher than the
pre-crisis ratio by 36 per cent of GDP, and in m ost cases the increase in debt lev­
els persisted several years before governm ents could roll-back the crisis-induced
increases in d ebt ratios (de Bolle et al. 2006).
This is very m uch the sam e in Spain and Ireland d u rin g the recent EZ crisis.
O n the eve of the crisis public d ebt w as aro u n d 36 p er cent of GDP in Spain and
25 p er cent in Ireland, m uch low er than the ratio in the core EZ countries. In
fact these countries adhered to the M aastricht Treaty m uch better than G erm any
w here the debt ratio w as over 65 p er cent. They w ere ru n n in g current account
deficits in the ord er of 6 p er cent an d 2 p er cent of GDP, respectively, b u t these
w ere entirely d u e to a private savings gap. A grow ing p a rt of the external debt
w as incurred by the private sector. The crisis originated in the banking system ,
and w hile depositors and creditors, both dom estic an d foreign, of troubled banks
have largely escaped w ith o u t a haircut, a large p a rt of unpayable private debt
has been socialized through bailout operations. This, together w ith the im pact of
the crisis on public finance, p u sh ed the sovereign d ebt ratios up, to reach 100 per
cent in Spain and 120 per cent in Ireland in the first half of 2014.
The stan d ard fram ew ork for the assessm ent of debt sustainability and vu l­
nerability to external shocks fails to account for such contingent liabilities even
though in reality they are an im portant source of public d ebt accum ulation - on
som e account even m ore im portant than b u d g et deficits (C am pos et al. 2006).
Likewise, private external debt and dom estic credit expansion are at the origin
of current vulnerabilities to liquidity and solvency crises in several EMEs, and in
the event of turm oil, sovereign debt problem s could w ell em erge even in coun­
tries w ith strong fiscal postures.
C ontingent liabilities apart, on stan d ard m easures m any EMEs have com fort­
ably m et the conditions for sovereign debt sustainability since the early 2000s.13
The interplay of three principal determ inants of fiscal sustainability, nam ely eco­
nom ic grow th, interest rates on foreign-currency an d local-currency debt and ex­
change rates have been very favourable in large p a rt because of favourable global
conditions. These not only boosted grow th an d im proved bu d g et balances in the
EMEs in the ru n up to the 2008 crisis, b u t also helped achieve a sw ift recovery
after 2009. For several EMEs, real interest rates on foreign-currency debt have
generally been negative because of low rates in m ajor AEs, increased risk a p ­
13 For sovereign debt and fiscal sustainability conditions, see Akyüz (2007).
89
Internationalization O f Finance And Changing Vulnerabilities In Emerging Economies / Yılmaz AKYÜZ
petite and pressures for currency appreciations.14 Since yields on local-currency
debt have also rem ained low, som e 5 per cent in nom inal term s an d 1 p er cent in
real term s, governm ents did no t have to m ake m uch effort to stabilize or low er
their debt ratios. They could even ru n p rim ary deficits w ith o u t facing an increase
in the ratio of debt to GDP.
A lthough increases in non-resident holdings of local-currency sovereign
b o nds of EMEs have played an im portant role in low ering their yields, particu­
larly in the post-Lehm an period, international investors in these bonds earned a
large retu rn because of currency appreciations (AFCG 2013). For the sam e rea­
son, the b ond index in local currency term s outperform ed the index in US dollars
th roughout 2008-13, im plying a persistent positive retu rn to speculation in the
currencies of EMEs.15Thus, a w in-w in situation developed betw een international
investors and sovereign debtors. As foreign investors ad d ed to their bond ho ld ­
ings in EMEs, yields cam e do w n b u t currency appreciations generated significant
capital gains for them . O n the other hand, low er yields and stronger currencies
reduced the borrow ing cost for governm ents an d im proved the sovereign debt
profile.
H ow ever, these are reversible, particularly in EMEs w ith w eak fiscal and
external positions (Jaramillo and W eber 2013). Since 2007, b o n d m arkets in m any
EMEs d ro p p ed sharply at least on tw o occasions w hen the risk sentim ent w ent
sour an d external financial conditions tightened; d u rin g the Lehm an collapse in
2008 and the "tap er tan tru m " in M ay 2013. A lthough the sell-off w as m uch sm all­
er d u rin g the latter episode than the Lehm an shock, it p roduced a sim ilar im pact
on yields (IMF GFSR O ctober 2013). In both periods, currencies also cam e u n d er
strong pressure, notably in deficit EMEs.
As in equity m arkets, even w h en non-resident investm ent accounts for a
sm all share of the bond m arket, entry an d exit can have a significant im pact on
yields. This is because in EMEs the dom estic investor base is not strong enough
to m ake these m arkets sufficiently deep and liquid. D om estic holders of bonds on
the longer-end are m ostly institutional investors th at typically hold them to m a­
turity so th at "even the sm all am o u n t of foreign investm ent going into the long
end of the yield curve can have a large m arginal im pact" (P radhan et al. 2011:1516). Foreign holdings reach several m ultiples of average daily trad in g volum e in
the issuing country bonds, and this creates "'a system ic liquidity m ism atch' be­
14 Real interest rate on external debt is given by: [(1 + i)(l + e )/(l + ir)] - 1 where i is the nominal
dollar interest rate, e the rate of change of the exchange rate (positive for depreciation) and ~ the rate
of inflation. This expression w ould be negative when i is low relative to inflation even in the absence
of currency appreciation; see Akyuz (2007).
15 See Polychronopoulos and Binstock (2013). Turner (2012) finds persistent positive return to
speculation by comparing returns on hedged and unhedged portfolios both for 2002-06 and 2007-09.
90
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armagan
tw een the potential for portfolio outflow s from em erging m arket econom ies and
the capacity of local institutions and m arket m akers (in particular international
banks) to absorb these flows" (IMF GFSR A pril 2014: 36-37 and Figure 1.25). The
present risks are m ore em phatically stated by M organ Stanley (2014: 3):
The Achilles' heel of em erging m arket econom ies is the foreign o w n­
ership in the dom estic bond m arkets. The spread of local bond yields
over T reasuries used to be, b u t is now likely no longer w ide enough to
absorb interest rate shocks from the US. This com bination has already
proved to be near-fatal to EM last sum m er, an d there's no reason to
think it w o n 't h u rt again. As US interest rates rise, com pressed risk p re­
m ia m ean that EM interest rates will have to rise too. As bonds sell off
b u t cannot be sold, w e think th at foreign investors will sell other asset
classes and even assets in other EM econom ies to protect capital.
By shifting from international issuance in reserve currencies to dom estic debt
m arket in local currencies, EMEs have sought to escape the perennial problem of
original sin, passing the currency risk onto international lenders. H ow ever, they
have becom e highly exposed to interest rate shocks w hich could prove equally
and even m ore dam aging in the transition tow ards norm alization of m onetary
policy in the US. W hile the incidence of exchange rate shocks d epends very m uch
on external liquidity positions, even countries w ith strong paym ents and reserve
positions are vulnerable to shocks to bond m arkets as long as there are sizeable
foreign holdings and the dom estic investor base is weak.
The shift from international to local debt m arkets has no t ju st reduced the
currency m ism atch b u t also increased the p roportion of public d ebt held by n o n ­
residents in several EMEs (Table 14). The increase in foreign holdings is even
greater if bo n d s held by the subsidiaries of international banks located in EMEs
are included. W hether in local currency or dollars, foreign ow nership of debt
is a key indicator of external vulnerability. This has becom e m ore visible in the
EZ crisis w here problem s em erged not in countries w ith large stocks of debt b u t
large foreign holdings (Gros 2011). Belgium h ad a m uch higher public debt ra­
tio th an Portugal, Spain an d Ireland, b u t d id not face any pressure and in fact
enjoyed a relatively low risk prem ium because it has sustained a positive net
external asset position. Again, Italy is less affected than other periphery countries
because a large p roportion of its public debt is held dom estically.
The increased foreign presence in dom estic bond m arkets of EMEs im plies
that these m arkets m ay no longer be relied on as a "spare tyre" for private and
public borrow ers and provide an escape route at times of interruptions to ac­
cess to external financing. W hen global risk appetite and liquidity conditions
deteriorate and access of EMEs to international capital m arkets is im paired, d o ­
m estic bond m arkets too can get crippled d u e to adverse spillovers. An exodus
91
Internationalization O f Finance And Changing Vulnerabilities In Emerging Economies /Y ılm az AKYÜZ
of foreign investors w ould expose dom estic bond holders. Institutions such as
pension funds m ay no t be very m uch affected because they tend to hold bonds
to m aturity. But dom estic banks, as m ajor holders of sovereign local debt, could
come u n d er severe stress because of m aturity m ism atches in their balance sheets
betw een long-term bonds an d short-term liabilities. They could thus join in the
sell-off, as seen d u rin g the Lehm an collapse an d the "tap er tantrum ", pushing
bond yields u p further. G overnm ents m ay then becom e unable to refinance debt
at reasonable interest rates. They could be inclined to solve the problem by forc­
ing banks or pension funds to absorb sovereign bonds and, in the extrem e case,
p u shing them onto the central bank.
The closer global integration of local bond m arkets in EMEs thus entails a
significant loss of autonom y in controlling long-term rates in dom estic debt m ar­
kets. This has far greater consequences for financial and exchange rate stability
than loss of control over short-term rates now th at capital flows through bond
m arkets have gained ad d ed im portance relative to international bank lending.
It also m eans further loss of m onetary policy autonom y since, as seen in the last
tw o episodes of bond m arket turm oil, bond prices and exchange rates in EMEs
are now intrinsically linked.
The developm ent and internationalization of bond m arkets of EMEs are
w idely seen as a recipe for enhancing the resilience of the financial system to
external shocks as w ell as im proving the volum e an d allocation of capital. Sim ilar
considerations have also encouraged m ajor EMEs to develop offshore bond
m arkets in local currency in ord er to have access to even larger and m ore diverse
funds, thus enjoying the benefits of greater liquidity that such m arkets offer
relative to dom estic bond m arkets. H ow ever, it is now becom ing evident that the
risks associated w ith the internationalization of bond m arkets before establishing
a sound and stable dom estic investor base th ro u g h strong an d sustained grow th of
incom e and accum ulation of w ealth m ay have been seriously underestim ated.16
W e have now com e to the end of the long period of exceptionally low long­
term interest rates. The acid test for the w isdom of deep global integration of
b ond m arkets in EMEs m ay well arrive w ith the norm alization of m onetary pol­
icy in the US. It is som etim es argued that m easures taken by governm ents to ad ­
dress the root causes of the last crisis often becom e the new sources of instability.
This m ay w ell be the case w ith the internationalization of local bond m arkets in
EMEs; it m ay tu rn o u t to be as big a sin as the original one, rather than a path
back to Eden.
16 On the risk of offshore markets in local currency bonds draw ing liquidity aw ay from the domestic
market in EMEs, see Black and Munro (2010). O n a critical assessment of the benefits claimed for a
well-developed bond market in the context of the Asian Bond Initiative, see Lim and Lim (2012).
92
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armagan
5. Foreign banks and financial stability
M uch has been w ritten on the pros and cons of foreign banks in EMEs. Ac­
cording to the orthodox view , vigorously prom oted by the BWIs until recent
years, foreign banks from AEs w ould not only bring efficiency gains, im prove
com petitiveness, reduce interm ediation costs and generate positive spillovers to
local banks in EMEs, b u t also enhance their resilience to external financial shocks.
At the sam e time, how ever, it has been w idely recognized that these banks could
cream -skim the banking sector, picking the best creditors and depositors and
leaving sm aller and m arginal custom ers, including sm all and m edium - sized en­
terprises, to local banks. They tend to focus on m ore lucrative activities w here
they have a com petitive edge, notably trade financing w here they enjoy a cost a d ­
vantage com pared to local banks in being able to confirm letters of credit through
their head offices, and international financial interm ediation rather than dom es­
tic interm ediation, often obliging the best custom ers using such services to m ove
all of their business to them . They are also better able to benefit from regulator)'
arbitrage by shifting operations back and forth betw een the hom e and host coun­
tries. They can easily avoid the cost of legal reserves by m oving large deposits to
off-shore accounts and this also enables them to offer higher interest rates. Since
local banks cannot easily avoid these costs, they w ould bear an unfair com peti­
tive b u rd e n .'7
Since the onset of the global financial crisis, it has been increasingly recog­
nized that extensive presence of foreign banks in EMEs can aggravate their vul­
nerability to financial shocks, including in an IMF Staff D iscussion Note:
"The activities of cross-border banking groups can generate trade-offs
betw een efficiency and financial stability. These groups can low er inter­
m ediation costs an d im prove access to credit by households and firms,
facilitate a m ore efficient allocation of global savings, assist in the devel­
o pm ent of local capital m arkets, and m ake possible the transfer of risk
m anagem ent, paym ents, and inform ation technology. At the sam e time,
these gro u p s are highly interconnected internationally and m ay expose
individual countries to the risk th at shocks in other countries will spill
over into their dom estic financial system s" (Fiechter et al. 2011: 5).
Indeed, because of their close international linkages, foreign banks in EMEs
act as conduits of expansionary an d contractionary im pulses from global finan­
cial cycles. As a result, their increased presence, together w ith the liberalization
of international financial transactions, can be expected to intensify global finan17 For a review of the pros and eons of foreign banks and some evidence from India, see Sarma and
Prashad (2013). See also Torre and Xu (2012) and Claessen and van H oren (2012).
93
Internationalization 0 / Finance And Changing Vulnerabilities In Emerging Economies / Yılmaz AKYÜZ
d a l spillovers to EMEs. W hen global liquidity and risk appetite are favourable,
foreign banks can contribute to the build-up of external financial fragility. W hen
global financial conditions becom e stringent, they can exacerbate their destabi­
lizing and deflationary im pact on host countries. Both of these influences w ere
observed in the ru n u p to the global crisis and subsequently.
Foreign banks interm ediate betw een international financial m arkets and d o ­
m estic borrow ers m uch m ore easily than local banks, funding local lending from
abroad, including through their parent banks. They have greater room to do this
w hen they operate as branches in EMEs w hich can escape the prudential and
o ther regulations designed to m anage the capital account. In the ru n up to the
EZ crisis, foreign banks w ere instrum ental in the rapid accum ulation of debt and
b u ild -u p of m ism atches in private balance sheets in the periphery, particularly
w here they lacked adequate dom estic deposit base, funding local lending from
their p aren t banks. A gain d u rin g the recent surge in capital inflow s to EMEs,
foreign banks have been extensively engaged in carry-trade-like interm ediations,
benefiting from large interest-rate arbitrage m argins betw een reserve-issuing
AEs and EMEs and currency appreciations in the latter. This has no d o u b t played
an im portant p art in the unprecedented increase in local claim s of international
banks in local currency in recent years, discussed above.
Foreign banks can also act as a conduit of financial instability in AEs, trans­
m itting credit crunches from hom e to host countries, rath er than insulating d o ­
m estic credit m arkets from international financial shocks. The shift of interna­
tional banks from cross-border to local lending im plies that at tim es of stress in
the hom e country, deleveraging by p aren t banks could result in credit contrac­
tion in host countries. This w as seen in Asia d u rin g the EZ crisis w here lending
by local subsidiaries an d branches w as a substantial p art of overall E uropean
bank claim s (Aiyar an d Jain-C handra 2012; H e and M cC auley 2013). Several
o ther studies have also found th at foreign subsidiaries cu t lending m ore than dom estically-ow ned banks d u rin g the global crisis (Claessen and van H oren 2012;
C hen an d W u 2014). This is particularly true w here they funded a large p ro p o r­
tion of their lending from abroad rath er than from local deposits (Cetorelli and
G oldberg 2009). At the height of the crisis in 2008, in C hina and Brazil, foreign
b ank credit grow th lagged behind th at of dom estic banks a n d "foreign banks in
one EME - apparently on instructions from their p aren t banks - w ith d rew earlier
than dom estic banks from the interbank m arket" (BIS 2010: 3). D uring both the
A sian crisis in 1997 and the crisis in AEs in 2008, foreign banks w ere slow er than
dom estic banks in adjusting their lending to changes in host country m onetary
policy, thereby im pairing its effectiveness (Jeon a n d W u 2013 an d 2014).
94
Pro/. Dr. Tuncer Bulutay'a Armagan
D uring the EZ crisis not only shocks to p aren t banks w ere transm itted to
their subsidiaries in em erging econom ies, b u t the response of the latter am plified
the im pact on the banking system in host countries. W hile som e global banks
gave su p p o rt to their foreign affiliates, subsidiaries in m any E uropean em erging
econom ies acted as conduits of capital outflow s in su p p o rt of their p aren t banks
in the EZ core, leading to depletion of reserves an d p u ttin g pressures on curren­
cies of E uropean em erging econom ies (BIS 2010; C etorelli and G oldberg 2011).
Strong adverse fallouts from p aren t banks in the European core to the CEE,
w here a sm all n u m b er of subsidiaries of banks from the core dom inated the finan­
cial sector, necessitated international official intervention, the so-called Vienna
initiative, involving the E uropean D evelopm ent Bank, the IMF and the E uropean
C om m ission (Pistor 2012). The initiative w as designed to prevent large scale exit
from CEE an d ensure that p aren t banks m aintain exposure to their subsidiaries
and the su p p o rt given by core governm ents to p aren t banks, notably th ro u g h re­
capitalization, could also benefit their subsidiaries. H ow ever, an im p o rtan t p art
of the b u rd e n of su p p o rtin g the pan-E uropean banking system fell on host coun­
tries. Foreign banks effectively avoided large losses w hile governm ents of host
countries incurred new debt. A nu m b er of locally-ow ned banks in CEE failed
b u t there w ere no failures am ong foreign-ow ned banks. M ore im portantly, the
agreem ent betw een banks an d the international financial institutions w ere condi­
tioned on pro-cyclical m acroeconom ic policies, including sharp cuts in w ages in
som e countries such as R om ania, m ainly at the insistence of hom e countries and
their transnational banks w hich form ed a "vociferous creditor coalition" (Lutz
an d K ranke 2010).
In w h at w ay the subsidiaries of banks from AEs could affect the transm is­
sion of destabilizing im pulses to EMEs from the norm alization of m onetary pol­
icy in the US rem ains to be seen. The ultra-easy m onetary policy has given rise
to an im portant b u ild -u p of financial fragility in AEs them selves by triggering a
search-for-yield in "the riskier p a rt of the credit spectrum " including high-yield
bonds, subordinated debt and leveraged syndicated loans, "a p henom enon rem i­
niscent of the exuberance p rio r to the global financial crisis."18 Indeed, there is
evidence th at the m edium -term credit risks of banks in AEs have increased w hile
risk prem ia fell (Lam bert an d U eda 2014). Thus, the end of ultra-easy m onetary
policy could create destabilizing im pulses for these banks, again w ith adverse
spillovers to EMEs through their affiliates.
18 BIS (2013: 1, 7). Two senior economists from the Fed also warn that "[vjulnerabilities, such as
compressed risk premiums, and excessive leverage or maturity and liquidity transformation in the
financial system, can increase the probability of a financial crisis and severe recession in the future."
Adrian and Liang (2014:4).
95
Internationalization O f Finance And Changing Vulnerabilities In Emerging Economies / Yılmaz AKYÜZ
Recent experience suggests that local subsidiaries of foreign-ow ned interna­
tional banks are unlikely to act as stabilizers of interest rate shocks to local bond
m arkets of EMEs. D uring the bond m arket collapse in 2008, rather than increas­
ing their exposure to offset the im pact of the exit of foreign investors, these banks
joined them , reducing their holdings of local governm ent bonds and scaling back
their m arket-m aking activity (Turner 2012). N or can they be relied on to deploy
their greater access to diversified sources of liquidity in international m arkets
and reduce the pressure on reserves and play a stabilizing role in the event of
a capital reversal. P arent banks are not legally obliged to su p p o rt subsidiaries
du ring funding stress an d other international creditors cannot be expected to
increase their exposure to a country through foreign subsidiaries w hen they are
exiting on a large scale.
D. Conclusions
O ne of the key lessons of history of econom ic developm ent is that success­
ful policies are associated not w ith autarky or full integration into the global
economy, b u t strategic integration seeking to use the opportunities that a b ro ad ­
er econom ic space m ay offer w hile m inim izing the potential risks it m ay entail.
This is m ore so in finance than trade, investm ent and technology. For one thing,
international financial system is inherently unstable in large p art because m ul­
tilateral arrangem ents fail to im pose adequate discipline over financial m arkets
and policies in system ically im portant countries w hich have a disproportionately
large im pact on global conditions. For another, the m ultilateral system also lacks
effective m echanism s to m anage and resolve financial crises w hile national poli­
cies in EMEs face severe lim itations in coping w ith them.
Thus, closer integration of several EMEs into the international financial sys­
tem in the past 10 years, after a series of crises w ith severe econom ic and social
consequences, is a cause for concern. In m any cases the p e n d u lu m has sw ung too
far and m ay have to be rebalanced. Increased presence of foreign investors and
financial institutions in dom estic asset and credit m arkets of EMEs, together w ith
dism antling of controls over international capital flows have m ade several of
them highly vulnerable to global financial boom -bust cycles generated by policy
shifts in m ajor financial cycles.
In all likelihood, these countries will be facing strong destabilizing pressures
in the years ahead as m onetary policy in the US retu rn s to norm alcy after 6 years
of flooding the w orld w ith dollars at exceptionally low interest rates. D uring that
time, m any EMEs have succum bed to easy m oney an d allow ed spillovers from
the ultra-easy m onetary policy in the US to generate significant dom estic and
external financial fragilities. They have often stood by as their industries w ere
96
Pro/. Dr. Tuncer Bulutay'a Armagan
underm ined by the foreign exchange bonanza, choosing, instead, to ride con­
sum ption and pro p erty boom s driven by capital inflows and foreign borrow ing
by their corporations an d allow ing their currencies to appreciate an d external
im balances to m ount. H astily erected w alls against destabilizing inflow s have
been neither w ide enough n o r high enough to p revent build-up of im balances
and fragility.
In w eathering a possible renew ed instability, EMEs cannot count on m ore
flexible currency regim es they cam e to ad o p t after the last bouts of crises or the
reserves they have built from capital inflows or the reduced currency exposure of
the sovereign. It is im portant that they, as w ell as the international com m unity,
avoid going back to business-as-usual in responding to a new round of financial
shocks, protecting financial m arkets and institutions, bailing o u t investors and
creditors and m aintaining an open capital account at the expense of incom es and
jobs. They need to include m any unconventional policy instrum ents in their arse­
nals to help low er the price that m ay have to be paid for the financial excesses of
the p ast several years. They should also take the occasion to rebalance the p e n d u ­
lum and bring about genuine changes in the international financial architecture.
97
internationalization 0 / Finance And Changing Vulnerabilities 1« Emerging Economies / Yilmaz AKYUZ
References
ADB (Asian Development Bank) (2011). Asia Capital Markets Monitor, August. Mandaluyong
City, Philippines.
AFCG (American Funds, Capital Guardian) (2013). Emerging Markets Debt: Local and
Dollar Bonds Provide Different Routes to Returns. Viewpoints. February (Accessed
13 April 2014)
Aiyar, S. and S. Jain-Chandra (2012). The Domestic Credit Supply Response to International
Bank Deleveraging: Is Asia Different? IMF W orking Paper 12/258. Washington,
D.C.
Akyiiz, Y. (2007). Debt Sustainability in Emerging Markets: A Critical Appraisal. DESA
W orking Paper 61, November.
Akyiiz, Y. (2008). The Current Global Financial Turmoil and Asian Developing Countries.
ESCAP Series on Inclusive and Sustained Development, 2, Bangkok. Reprinted in Y.
Akyiiz, Liberalization, Financial Instability and Economic Development. Anthem Press,
London, 2014.
Akyiiz, Y. (2011). Capital Flows to Developing Countries in a Historical Perspective: Will
the Current Boom End with a Bust? South Centre Research Paper 37, March. Reprinted
in Y. Akyiiz, The Financial Crisis and the Global South. A Development Perspective. Pluto
Press, London, 2013.
Akyiiz, Y. (2012). The Staggering Rise of the South? South Centre Research Paper 44, March.
Reprinted in Y. Akyiiz, Liberalization, Financial Instability and Economic Development.
Anthem Press, London, 2014.
Akyiiz, Y. (2013). Waving or Drowning: Developing Countries after the Financial Crisis.
South Centre Research Paper 48, June, Geneva.
Akyiiz, Y. (2014a). Crisis M ismanagement in the United States and Europe: Impact on
Developing Countries and Longer-term Consequences. South Centre Research Paper
50, February.
Akyiiz, Y. (2014b). Internationalization of Finance and Changing Vulnerabilities in
Emerging and Developing Economies. UNCTAD Discussion Paper, 217. Geneva.
Akyiiz, Y. and K. Boratav (2003). The Making of the Turkish Financial Crisis. World
Development, Vol. 31(9), September: 1549-1566
Al-Saffar, Y., W. Ridinger and S. W hitaker (2013). The Role of External Balance Sheets in
the Financial Crisis. Financial Stability Paper 24, October. Bank of England.
Arslanalp, S. and T. Tsuda (2014). Tracking Global Demand for Emerging Market Sovereign
Debt. IMF W orking Paper 14/39, March.
BIS (2010). The Global Crisis and Financial Intermediation in Emerging Market Economies.
BIS Paper No 54, December.
BIS (2013). International Banking and Financial Market Developments. BIS Quarterly
Review. September: 1-23.
BIS (2014a). 84th Annual Report. 1 April 2013-31 March 2014. Basel, 29 June.
BIS (2014b). International Banking and Financial Market Developments. BIS Quarterly
Review. September: 1-18
98
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armagan
Black, S. and A. M unro (2010). W hy Issue Bonds Offshore? BIS Papers 52, Basel, July.
Bonizzi, B. (2013). Capital Market Inflation in Emerging Markets: The case of Brazil and
South Korea. SOAS, University of London, September. MPRA (Accessed 12 March
2014).
Campos, C.F.S., D. Jaimovich and U. Panizza (2006). The Unexplained Part of Public Debt.
Emerging Markets Review 7(3): 228-243.
Cetorelli, N. and Goldberg, L. (2009). Globalized Banks: Lending to Emerging Markets in
the Crisis. Federal Reserve Bank of New York Staff Report 377, June.
Cetorelli, N. and Goldberg, L. (2011). Global Banks and International Shock Transmission:
Evidence from the Crisis, IMF Economic Review, Vol. 59(1): 41-76.
Chandra, M. (2010). Emerging Market Acquisitions in Developed Economies. Kpmg.com
Chen, G. and Y. Wu (2014). Growth in Emerging Markets During and After the 200809 Financial Crisis—A Cross-Regional Comparison, IMF Working Paper 14/171,
Washington, D.C.
Claessens, S., Klingebiel, D., Schmukler, S.L., (2001). FDI and Stock Market Development:
Complements or Substitutes? Mimeo. December, World Bank.
Colombo, J. (2014a). Why Southeast Asia's Boom Is A Bubble-Driven Illusion. Forbes. 23
January, www.forbes.com / sites / jessecolombo / (Accessed 12 May 2014)
Colombo, J. (2014b). Why the Worst Is Still Ahead For Turkey's Bubble Economy. Forbes.
5 March, www.forbes.com/sites/jessecolom bo/ (Accessed 12 May 2014).
Colombo, J. (2014c). A Guide to South Africa's Economic Bubble and Coming Crisis.
Forbes, 19 March, www.forbes.com /sites / jessecolombo / (Accessed 12 May 2014)
Dell'Erba, S., R. Hausm ann and U. Panizza (2013). Debt Levels, Debt Composition, and
Sovereign Spreads in Emerging and Advanced Economies, Centre for International
Development W orking Paper 362, Harvard University, August.
de Bolle, M., B. Rother, and I. Hakobyan (2006). The Level and Composition of Public
Sector Debt in
Emerging M arket Crises. IMF Working Paper 06/186
Doytch, N. (2013a). Does FDI improve financial deepening of host country stock markets?
Evidence from Sectoral FDI. Mimeo
Doytch, N. (2013b). Determinants of Stock Market Development- A Brief Survey of
Literature. Proceedings of the New York State Economics Association, 66th Annual
Meeting, NYSE. Farmingdale, New York, October 4-5. Volume 6: 4-10.
Ebeke, C., and Y. Lu (2014). Emerging Market Local Currency Bond Yields and Foreign
Holdings in the Post-Lehman Period—a Fortune or Misfortune? IMF W orking Paper
14/29.
Eichengreen, B., R. Hausm ann and U. Panizza (2003). Currency Mismatches, Debt
Intolerance and Original Sin: Why They Are Not the Same and Why It Matters. NBER
Working Paper 10036. Cambridge, United States: National Bureau of Economic
Research.
Fiechter, J., I. Otker-Robe, A. Ilyina, M. Hsu, A. Santos, and J. Surti (2011). Subsidiaries or
Branches: Does One Size Fit All? IMF Discussion Note SDN 11/4, March 7.
99
Internationalization O f Finance And Changing Vulnerabilities In Emerging Economies / Yılmaz AKYÜZ
Gros, D. (2011). External versus Domestic Debt in the Euro Crisis. 24 May. VOXEU
(Accessed 2 March 2013).
He, Dong and R. N. McCauley (2013). Transmitting global liquidity to East Asia: policy
rates, bond yields, currencies and dollar credit. BIS W orking Papers 431, October.
Hoggard, G., and V. Saporta (2001). Costs of Banking System Instability: Some Empirical
Evidence. Bank of England Financial Stability Revieu>. June: 148-165.
IMF GFSR (various issues). Global Financial Stability Report. Washington, DC.
IMF (2003). Sustainability Assessments- Review of Application and Methodological
Refinements. June 10. W ashington, D.C.
IMF (2011). Assessing Reserve Adequacy, February. Washington, D.C.
IMF (2013). Assessing Reserve Adequacy - Further Considerations. Policy Paper, 13
November.
Jaramillo, L. and A. Weber (2013). Global Spillovers into Domestic Bond Markets in
Emerging Market Economies. IMF Working Paper 13/264, December, Washington,
D.C.
Jeon, B.M. and J. Wu (2013), Foreign Banks, Monetary Policy, and Crises: Evidence from
Bank-Level Panel Data in Asia, in B.N. Jeon and M. P. Olivero (eds.) Global Banking,
Financial Markets and Crises. International Finance Revieiv, Vol. 14: 91-113.
Jeon, B.M. and J. Wu (2014). The Role of Foreign Banks in Monetary Policy Transmission:
Evidence from Asia during the Crisis of 2008-9. Hong Kong Institute for Monetary
Research Working Paper 01/2014, January. HKIMR (Accessed 11 August 2014).
Lambert, F. and K. Ueda (2014). The Effects of Unconventional Monetary Policies on Bank
Soundness. IMF Working Paper 14/152, Washington, D.C.
Lane, P. and G. Milesi-Ferretti (2007). The External Wealth of Nations Mark II: Revised and
extended estimates of foreign assets and liabilities, 1970-2004. Journal o f International
Economics, 73(2): 223-250.
Lim, Mah-Hui (Michael) and J. A. Y. Lim (2012). Asian Initiatives at Monetary and Financial
Integration: A Critical Review. South Centre Research Paper 46, July.
Lutz, S. and M. Kranke (2010). The European Rescue of the W ashington Consensus? EU
and IMF Lending to Central and Eastern European Countries, The London School of
Economics and Political Sciences Paper 22/2010, LSE, May, London.
Minsky, H. P. (1977). A Theory of Systemic Fragility. In Financial Crises, ed. by E. I. Altman
and A. W. Sametz. New York: Wiley.
M oody's (2014). Turkish Lira Depreciation Credit Negative for Majority of Rated Turkish
Corporates. Global Credit Research. 1 April (Accessed 12 September 2014).
Morgan Stanley (2014). The Global Macro Analyst. Has This Been a 'G ood' Rally for EM?
Morgan Stanley Research. June 18 (Accessed 12 July 2014).
Osborne, H. and A. M onaghan (2014). Bank of England Governor W arns of a Bubble as
UK house prices rise 10.5%. Guardian. 15 July (Accessed 24 July 2014).
Pinto, L. (2014). Offshore Corporate Debt Raises Concern over Exposure Risks. International
Valor 19 March (Accessed 24 March 2014).
Pistor, K. (2012). Governing Interdependent Financial Systems: Lessons from the Vienna
Initiative, Journal of Globalization and Development, 2(2). January: 1-25.
100
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armagan
Polychronopoulos, A., and J. Binstock (2013). An Emerging Asset Class: The Case for
Emerging Markets Local Currency Debt. White Paper, July. Research Affiliates
(Accessed 8 April 2014).
Pradhan, M., R. Balakrishnan, R. Baqir, G. Heenan, S. Nowak, C. Oner, and S. Panth (2011).
Policy Responses to Capital Flows in Emerging Markets. IMF Staff Discussion Note
11/10, April 21. Washington, D.C.
Psalida, L. E and T. Sun (2009). Spillovers to Equity Markets: An Econometric Assessment.
IMF Working Paper 09/11. Washington, D.C.
Roubini, N, and B. Setser (2004). Bailouts or Bail-ins? Responding to Financial Crises in
Emerging Markets. Institute for International Economics, Washington, D.C.
Sarma, M. and A. Prashad (2013). Do foreign banks in India indulge in cream skimming?
Working Paper, School of International Studies, JNU, Delhi, India. CITD (Accessed
12 March 2014).
Toporowski, J. (2002). The End of Finance: Capital M arket Inflation, Financial Derivatives
and Pension Fund Capitalism. London, Routledge.
Torre, D. and Q. Xu (2012). Foreign Bank Investment in Emerging Countries, University
of Nice,
Sophia-Antipolis, Working Paper, GREDEG-CNRS. June (Accessed 12 January 2014).
Truman, E. (2002). Debt Restructuring: Evolution or Revolution? Brookings Papers on
Economic Activity, 1: 341-346. Washington: Brookings Institution.
Turner, A. (2014). The Perils of Financial Freedom. Project Syndicate. May 9 (Accessed 12
May 2014).
Turner, P. (2012). Weathering Financial Crisis: Domestic Bond Markets in EMEs. BIS
Papers 63, January.
Turner, P. (2014). The Global Long-term Interest Rate, Financial Risks and Policy Choices
in EMEs. BIS Working Papers, No 441, February.
UNCTAD TDR (1998). Trade and Development Report, Geneva.
UNCTAD (2011). Regional M onetary Cooperation and Growth-Enhancing Policies: The
New Challenges for Latin America and the Caribbean. UN, New York and Geneva.
Van Horen, N. (2012). Brandling Out: The Rise of Emerging Market Banks. The Financial
Development Report: 47-54. World Economic Forum. Geneva, Switzerland. WFF
FDR (Accessed 15 January 2014).
West, J. (2014). Chiang Mai Initiative: An Asian IMF? Asian Century Institute. 26 March
(Accessed 26 July 2014).
101
Argentina
5.8
-0.9
Brazil
15.9
-3.6
4.4
Chile
14.8
-3.4
China
41.8
Colombia
Non-resident
government debt*1
holdings of equities0
0.6
9.2
10.3
9.6
7.7
2.1
7.6
4.7
11.2
-3.3
3.4
2.4
India
14.8
-2.0
6.7
0.5
8.5
Indonesia
11.1
-3.3
6.2
3.0
8.6
Korea
28.0
5.8
10.2
Malaysia
42.7
3.8
12.5
20.7
Mexico
14.0
-1.8
3.7
11.4
8.2
3.7
2.0
Country
19.8
28.4
Peru
31.2
-4.9
10.1
Philippines
27.9
3.5
5.0
11.2
Russia
22.3
1.6
3.4
5.5
South Africa
12.9
-5.8
4.0
27.3
Thailand
41.7
-0.7
5.2
4.3
28.1
Turkey
13.5
-7.9
11.4
4.9
6.1
Russia and Thailand.
b. Shares of non-resident holdings in locally-issued sovereign bonds.
c. June 2013 numbers.
/ Yılmaz AKYÜZ
Source: IMF IFS, W E O and CPIS databases; BIS International Financial Statistics; and J.P. Morgan.
a. Short-term international commercial debt does not include international money market instrum ents for Chile, India, Indonesia, Malaysia, Peru, Philippines,
1
Non-resident holdings of local
Finance And Changing Vulnerabilities n Emerging Economies
Current Account
0/
Reserves
(Per cent of GDP)
Short term international
rnmmprrial debt-’
1.8
Internationalization
102
Table 1: Reserves and Foreign Claims: 2013
THOMAS PIKETTY VE 21. YÜZYILDA KAPİTAL
ÜZERİNE
K orkut BORATAV
I. İdeolojik Öğeler
T hom as P iketty'nin 21. Y ü zyıld a K A PİTA L başlıklı yapıtı 2013'te Fransız­
ca, 2014'te İngilizce yayım landı1. F ransa'da çok fazla ilgi d oğurm ayan kitap,
A BD'nin iktisat çevrelerinde geniş (ve çoğunlukla) olum lu yankılarla karşılaştı;
kısa süre içinde en çok satanlar listesine girdi.
K itabın A m erikan iktisatçılarının önem li bir bölüm ü tarafından beğenilm e­
si, bazı bakım lardan şaşırtıcıdır. Taşıdığı yadırgatıcı, aykırı öğeleri ve bunlara
rağm en beğenilm e nedenlerini, kitabın ideolojik öğelerine de değinerek tartış­
m ak istiyorum .
Radikal Bir Gündem
21. Y ü zy ıld a KAPİTAL, ana-akım A nglo-Sakson iktisat geleneği için alışıl­
m adık özellikler taşıyor. Bir kere başlığı (büyük harflerle "KAPİTAL"), açıkça
ve herhalde bilinçli olarak M arx'm başyapıtını çağrıştırıyor; D as K a p ita l'in 21.
yüzyıl olguları açısından güncelleştirilm esi veya eleştirilm esi gündem ini akla
getiriyor. 2008 krizi sonrasındaki bazı kıpırdam alara rağm en, ana-akım iktisadı­
nın "sol" kanadı dahi M arx'ı güncel sorunlara ışık tutabilecek b ir iktisatçı olarak
kabul etm ediğine göre, b u çağrışım ın yadırganm ış olm ası beklenir.
İkinci olarak, Pikelty bölüşüm so ru n u n u sın ıfsa l k a r ş ıtlık la r ü zerinde odaklaşarak inceleyeceğini belirtiyor: " Üretimden elde edilen gelirin emek ile sermaye ara­
sında nasıl paylaşılacağı, bölüşüm çatışmasının özünde yer alır." (s.l)2
1 Thomas Piketty, CAPITAL iıt the Tzveııty-First Centtıry (translated by A rthur Goldhammer),
Cambridge Mass & London 2014, H arvard University Press. (Bu yazıyı önemli gözlem ve önerileriyle
değerlendiren Ahmet Tonnk'a teşekkürler. Atıctık tüm sorumluluk bana aittir.)
2 İster istemez Ricardo'nun politik iktisadın gündem ini belirleyen ifadeleri akla geliyor: "Farklı
toplum aşamalarında, topraktan elde edilen tüm hasıladan, toprak sahibi, sermaye sahibi ve emeğiyle
toprağı işleyen sınıflardan her birine r a n t , kâr ve ücret adları altında tahsis edilecek paylar farklı
olacaktır. Bu bölüşüm ü düzenleyen yasaları belirlemek, politik iktisadın temel sorunudur."
103
Thomas Piketty ve 2 1. Yüzyılda Kapital Üzerine / Korkut BORATAV
Kitabın ilk bölüm ü, kapitalizm e özgü bu bölüşüm çatışm asının üç örneği­
ni hatırlatarak başlıyor: 16 A ğustos 2012'de G üney A frika'nın M arikana platin
m adeninde işçilerle serm ayedarlar arasındaki uyuşm azlığın 34 işçinin ölüm üne
yol açması; 1886'da C hicago'da ve 1891'de F ransa'da (ikisi de 1 M ayıs'larda ol­
m ak üzere) işçi gösterilerinin kan dökülerek bastırılm ası... Ve soruyor: "Emek
ile sermaye arasında bu türden şiddet içeren çatışmalar geçmişte ıııi kalmıştır? Yoksa
yirm i birinci yüzyılın da ayrılmaz bir parçası mı olacaktır?" (s.39) Sonraki bölüm ler
boyunca son soru tekrar gündem e gelecek ve “bu gidişle (ne yazık ki) evet" diye
yanıtlanacaktır (örnek olarak, s.263, 264,439).
Yazarın, bu bölüşüm karşıtlığına, "tarafsız" bir perspektifle baktığı da söyle­
nem ez: "Sermaye sahibinin çalışmaksızın elde ettiği gelir, şaşırtıcı, ...sağduyuyu tahkir
eden bir şeydir... Bütün uygarlıklarda, sermaye sahiplerinin milli gelirin büyükçe bir
bölümüne çalışmaksızın sahip çıkması... çoğu kez öfkeli tepkiler ve bir dizi siyasi yanıt
tetiklemiştir. Çok yaygın bir ya n ıt... tefeciliğin engellenmesiydi... Sermaye sorununa...
sosyalist yazarların getirdiği çözüm ise...çok daha radikal... ve mantıksal olarak daha
tutarlı idi. "(ss.423, 530-531)
Piketty, yapıtının bölüşüm odaklı olacağını böylece ortaya koyarak, AngloSakson iktisadının "liberal sol" kanadı ile bir köprü o luşturm uş olm uyor m u?
Bu iktisatçılar, son yıllarda Batı ekonom ilerinde gelir dağılım ında gerçekleşen
"bozulm aları" keşfettiler; belirlediler; eleştirdiler. Ancak, bunu, genellikle, sınıf
paylarına, em ek /se rm ay e karşıtlığına değil, gelir eşitsizliklerine odaklanarak
yaptılar. 22. Y ü zy ıld a K A P İT A L'in sonraki bölüm lerinde gelir eşitsizliklerinin
ayrıntılı çözüm lem esi yapılacaktır; ancak, sınıfsal bölüşüm karşıtlığı daim a göz
ö n ü n d e tu tu la ra k ... D aha d a önem lisi, Piketty, bu karşıtlığı b ü y ü k ölçüde serm a­
yenin (serveliıı) m ülkiyetindeki kutuplaşm aya ve böylece bir anlam da kapitaliz­
m in doğasına bağlam aktadır. Bu bakış açısı, eşitsizlikleri m ülkiyete değil, gelire
göre tanım lam ayı yeğleyen; politika hataları ve piyasa bozuklukları ile açıklayan
Anglo-Sakson liberal so lunun alışık olduğu bir yaklaşım değildir.
21. Y ü zy ıld a K A P İT A L 'de bu konunun tartışıldığı bir kesim in başlığı ilginç­
tir: Sınıf Mücadelesi mi? Yüzde Birlikler Mücadelesi mi? (s.251) B urada açıklanm aktadır ki, hane halkı gelirleriyle ilgili çokluk dağılım larının incelenm esi önem li­
dir; ancak, Gini katsayısı veya yü zd e onluk gruplar-arası oranlar gibi bütüncül
eşitsizlik ölçütlerinin ötesine gitm ek koşuluyla... Bu yetersizliğin aşılm ası için,
dağılım ın zirvesi, "en ü st y ü zd e bir, binde bir, on binde bir" dilim leri üzerinde
odaklanılacak ve b u yapılırken her gelir g ru b u n u n sosyo-ekonom ik özellikleri
m ü m kün m ertebe belirlenecektir.
Bu yaklaşım , geleneksel bölüşüm incelem elerinin, sadece gelir g ru p ların d an
oluşan bir toplum betim lem esinden tam am en farklıdır: "Yüzde onluk veya yüzde
104
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
birlik [gelir grupları] so yu t... istatistik kavramlardır.... İnsanların çoğu ise, köylüler
veya asiller, proleterler ve burjuvalar, büro çalışanları ve üst yöneticiler... gibi aşina
oldukları gruplan daha kolay algılar... Kullanmayı salık verdiğim bölüşüm tabloları,18.
yüzyılda ve 19. yüzyılın başlarında rağbette olan ‘sosyal tablolar' ile bir hayli benzeşmek­
tedir... Bunlar toplumsal yapının kapsamlı bir görüntüsünü sunmayı hedeflemekteydi.
Asillerin, burjuvaların, beyefendilerin, zanaatkarların, çiftçilerin sayıları, gelir ve bazen
servet tahminleriyle birlikte gösteriliyordu." Piketty, kendisi ile b u eski yaklaşım ara­
sındaki farkı, bu bilgilerin y ü zd e onluk ve yüzde birlik dilim ler içinde sunulm ası
olarak gösteriyor (ss.252,269-270).
Kitabın bir başka özelliği, yöntem leri ile ilgilidir. Piketty, Paris İktisat
O k u lu 'n u n 2005'te k u ru cu başkanı olm uş; bu okulun bünyesinde The World Top
Incomes Database3 (D ünya Ü st Gelirleri Veri-tabanı) oluşm asına öncülük yapm ış­
tır1. Kitap, uzu n dönem le ilgilenm ekte;5 nicel bulgular, b üyük ölçüde, (Fransa ve
Britanya için birkaç yüzyıl geriye giden) bu veri bankasının kaynaklarına day an ­
m aktadır. U ygun sınıflam alar yapıldıktan sonra bulguların (büyük ölçüde oran­
lar biçim inde) basit zam an serileri olarak tablolarda, grafiklerde sunulm asıyla
yetinilm ekte; A nglo-Sakson iktisadının ekonom etri tu tk u n lu ğ u n d a n uzak d u ru l­
m akta; ileride açıklayacağım gibi, tanım sal veya görgül genellem eleri özetleyen
birkaç denklem dışında m atem atiksel ifadeler kullanılm am aktadır.
Yazar, bu yaklaşım ını ilke olarak sav u n u y o r ve A m erikan iktisadı ile tem el­
den ayrılığının bir nedeni olarak gösteriyor. Piketty 22 yaşında iken, ABD anaakım iktisadının odaklarından biri olan M assachusetts Institute of Technology'nin
İktisat B ölüm ü'ne kadrolu yardım cı doçent olarak atanır. A ncak iki-üç yıl içinde
iktisatçılar için ayrıcalıklı olan bu konum u terk edip Paris'e döner. K ararının ne­
denlerini şöyle açıklıyor: "ABD'li iktisatçıların çalışmalarını tamamen ikna edici bul­
madım... Tezim göreli olarak soyut birkaç matematiksel teoremden ibaretti. Yine de ikti­
sat topluluğu bu çalışmamı beğendi... Dünyanın ekonomik problemleri hakkında hiçbir
şey bilmediğimi fark ettim. Eşitsizliğin dinamikleri üzerinde... tarihsel veri derlemek için
3 http//topincom es.parisschoolofeconom ics.eu/
4 Kitabın, nicel veri ve bulgulara dayanan yapıtlarda rastlanm ayan bir özelliği, kullanılan Kim
kaynakların, temel tabloların, nicel ayrıntılann, yöntemlerin ayrı bir web sitesine konması ve okurlara
açık tutulm asıdır. Piketty, böylece olası hesap hataları dahil bulgularının geçerliliğini tartışmaya
açıyor. Nitekim Chris Giles, açık tutulan bu verilere başvurarak "Data Problems Capital in the 21st
Century" başlıklı bir eleştiri yayımladı (Financial Times, 23 Mayıs 2014) ve yararlı bir tartışmayı
başlattı. Piketty'nin, Carmen Reinhart ve Kenneth Rogoff'u sıkıntıya sokan "saklı tutulan veri
tabanmın içerdiği ve üç yıl sonra başkalarınca keşfedilen hatalar" olayından ders almış olabileceği
akla geliyor.
5 "Uzun dönemli evrimle, 30-40 yıldan daha kısa zaman boyutları içinde değerlendirilemeyen eğilimlerle
ilgileniyorum." (s.286)
105
Thomas Piketty ve 21. Yüzyılda Kapital Üzerine / Korkut BORATAV
ciddi bir çaba harcanmamış olmasına rağmen, meslektaşlarımız açıklayacakları olgula­
rın ne olduğunu dahi bilmeksizin kuramsal sonuçları tekrarlaı/ıp durmaktaydılar; benim
de aynı şeyi yapmam bekleniyordu... Boston'da hocalık yaparken dahi hayalim, bünye­
sinde Lucien Febvre, Fernand Braudel, Claude Lévi-Strauss, Pierre Bourdieu, Françoi­
se Héritier ve Maurice Codelier gibi yıldızları6 barındıran Ecole des Hautes Etudes en
Sciences Sociales'de hocalık yapm aktı...Bu bilginleri, Robert Soloıv'dan, hatta Simon
Kuznets'ten daha fazla takdir ettiğim i de itiraf edeyim." (ss.31-32)
K itabında Piketty, m edya belgelerine, resm î olm ayan istatistiklere (örneğin
Forbes'in dü n y a zenginleri sıralam asına); klasik politik iktisadın eski bir gelene­
ğini sü rd ü rerek tarihsel, sosyolojik kaynaklara ve edebî m etinlere, filmlere, TV
dizilerine bolca başvuruyor. O nun için Balzac (Goriot Baba ve C ésar Birotteau)
eşsiz bir kaynaktır. İngiltere'den Jane A usten'in, A B D 'den H enry Jam es'in ro­
m anları ek destek getirecek; 19. yüzyıla ait istatistiklerinden elde edilen gelir,
servet, veraset tahm inlerine canlılık katacaktır.
21. Y ü zyıld a K A P İT A L , b u nedenlerle d e (ders kitapları dışında) AngloSakson iktisatçılarının alışık olm adığı bir boyuta (685 sayfaya) ulaşm ış; m eslek­
ten olm ayan okurların da rahatça izleyebilecekleri bir dil ve üslup ile kalem e
alınm ıştır.
Bu yaklaşım d a açıkça savunuluyor: "Matematiksel modellerin aşırı kullanı­
mı,...içerik yoksunluğunu perdelemiştir... Salt bir nedensel ilişkinin varlığını kanıt­
lamak için fazlasıyla zaman harcarken, incelenen sorunun önemsiz olabileceği unutul­
muştur. ..İktisat, matematiğe ve salt kuramsal, çoğu kez fazlasıyla ideolojik spekülasyona
dönük çocuksu tutkusundan ve tarihsel araştırmaya ve diğer sosyal bilimlerle işbirliğine
sırt dönme leğiliminden]arınmalıdır... Ekonomiyi, tarih, sosyoloji, antropoloji ve siyaset
bilimi ile birlikte sosyal bilimlerin bir alt-disiplini olarak görüyorum ... 'Ekonomi bilimi'
ifadesinden hoşlanmıyorum;... 'politik iktisat'ı yeğliyorum ... Tarihsel deneyimin temel
bilgi kaynağımız olduğu göz ardı edilmektedir... Tarihsel nedensellik elbette kolaylıkla
kanıtlanamaz;... ancak mükemmel olmasa da, tarihten türetebileceğimiz dersler öylesine
değerlidir ki, denetimli herhangi bir deneyim, onların yerine geçemez. " (ss.32, 573-575)
21. Y ü zyıld a K A P İT A L 'in çeşitli bölüm lerine dağılm ış olan bu gündem ve
yöntem , ana-akım A nglo-Sakson iktisat dünyasının "sol" kanadı ile benzerlikler
taşım aktadır; am a daha ileriye gitm ektedir. O rtak noktaları var: Liberal-sol ikti­
sadın yeni yüzyılın b aşlarından bu yana gelir dağılım ı konularına duyarlılığının
arttığım biliyoruz. M atem atiğe aşırı tu tk u h u su su n d a so l/lib eral iktisatçıların
6 Piketty'nin hayran olduğu bu tarihçi, antropolog, sosyolog Fransızlardan en azından ikisi (Godelier
ve Bourdieu) M arksizmden de esinlenmiş sosyal bilimcilerdir. Yazar, buna karşılık "M arksist v e /
veya komünist eğilimli" filozoflar olarak nitelendirdiği Althuser, Badiou ve (her nedense) Sartre'dan
"sermaye ve s ın ıf eşitsizlikleri sorunlarına pek az ilgi gösterdikleri" için hoşlanmıyor, (s.655,n.2)
106
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
eleştirileri bir başka benzerlik öğesidir7. Ancak, yukarıda da vurguladığım gibi,
b u iktisatçılar için e m ek /se rm ay e karşıtlığına day an an bölüşüm çerçevesi değil,
gelir dilim lerinden türetilen eşitsizlik göstergeleri önceliklidir. Katı m odellerin
yapay, soyut aşırılıklarından uzaklaşm a savunulm uştur; am a neo-klasik gelene­
ğe referans verm eyen bir "politik iktisat" anlayışı değil...
Reform ist Seçenekler
T hom as Piketty, kitabının "radikal" y o ru m u n u n A m erikalı çevrelerde yara­
tabileceği b u tü r tedirginlikleri peşinen önlem e gereksinim i d u y m u ş olacak ki,
"G iriş" b ö lü m ü n d e ideolojik k o n u m u n u açıkça ortaya koyuyor: " Fransız devriminin ikinci yüzyılı ve Berlin duvarının yıkıldığı y ıl olan 1989'da on sekiz yaşma ulaşan
bir kuşaktanım. Bu kuşak, komünist diktatörlüklerin çöküş haberlerini dinleyerek ergin­
liğe ulaştı ve bu rejimler veya Sovyetler Birliği için en ufak bir özlem veya sevecenlik
duymadı. Ben de geleneksel, ama tembel bir kapitalizm-karşıtı belagata karşı ömür boyu
aşılanmış oldum. Bunların bir bölümü Komünizmin tarihsel başarısızlığını görmezlikten
geldi; büyük bir bölümü ise onun ötesine geçmek için gereken düşünce araçlarına sırt
çevirdi. Sosyal eşitsizlikler hak edildiği sürece bir sorun olmadığı için doğrudan doğruya
eşitsizlikleri veya kapitalizmi kötülemek beni ilgilendirmiyor... Tam aksine,... adil bir
toplumsal düzeni hayata geçirecek en uygun kurum ve politikalara... katkı yapmak ile
ilgileniyorum." (s.31)
Bu ifadelerle Piketty reform ist bir g ü n d em d e kalacağını peşinen açıklamış
oluyor. 21. Y ü zyıld a K A P İT A L 'de serm ayenin hegem onyasına karşı m ülksüzleştirm e, kam ulaştırm a tü rü seçeneklerin m üm kün olduğu; tarihsel olarak da
Sovyet-tiirü sosyalizm deneyim lerinde uygulandığı açıklanıyor. Ancak, v u rg u ­
lanıyor ki, "bu totaliter deneylerin aksine", yakın geçm işte hayata geçirilen artanoranlı gelir vergisi ve sosyal devlet düzenlem eleri; gelecekte ise (Piketty'nin
özgün önerisi olan) geniş kapsam lı bir servet vergisi yeğlenm elidir. Zira, bu
yöntem ler "sosyalizasyonun aksine... serbest rekabeti ve özel mülkiyeti korur...Ö zel
mülkiyet ve piyasa... hem sermayenin, işgüçlerinden başka hiçbir şeyleri olmayan in­
sanlar üzerindeki tahakkümüne yol açar; ... Iıeın de milyonlarca bireyin eşgüdümünün
sağlanmasında yararlı bir rol oynar... Sovyet-tipi planlamanın yol açtığı İnsanîfelâketler
bu durumu ortaya koymuştur." (s.505,531-532)
Serm ayenin ekonom i üzerindeki hegem onyasının siyasi sonuçlan söz ko­
n u su olunca, Piketty düzen-içi kalm aya özen gösteren eleştirel bir çizgi izliyor:
"Genel oy hakkı,... zenginlerin siyasete hukuki egemenliğini önledi; ama bir rantiyeler
toplum unu... ortadan kaldıramadı... Bütün ülkelerin, gezegendeki milyarderlerin mül­
kiyetine geçmesi [söz konusudur],.. Gerçek demokrasi, sadece piyasanın, parlamentonun
7 Örnek olarak bk. Paul Krugman, "How Did Economists Get It So Wrong?, N e w Y o r k T im e
M a g a zin e , 2.9.2009
107
Thomas Pifıetty ve 21. Yüzyılda Kapital Üzerine / Korkul BORATAV
ve diğer biçimsel demokratik kurumlarm varlığına değil, kendine özgü kurumlara da
gereksinim d u yar... Parlamenter kurumlar ve bir kanunlar hükümeti, Berlin Duvarı'nın
yıkılmasından öııce Marksist aydınların kötüledikleri burjuva kurumlardan ibaret değil­
dir." (ss.424,576)
Bunlar, liberal-sol A m erikan sosyal bilim cilerin son zam anlarda fark etm iş
g ö rün d ü ğ ü ; bazen "döner kapı" benzetm esi ile betim lenen W all Street ile siyasi
iktidar arasındaki yakın ilişkiler eleştirisini andıran sıradan, adeta çocuksu ifade­
lerdir. Ekonom iye egem en olan katm anlar ile siyasi iktidarlar arasındaki organik
ilişkiler, kapitalizm in tarihi kad ar eskidir; sosyal bilim ciler bir yana, P iketty'nin
ilgilendiği, zam an zam an b aşv u rd u ğ u Batılı edebiyatçılar tarafından da "keşfe­
dilm iş"; canlı, renkli biçim lerde anlatılm ıştır.
Thom as Piketty, böylece, ana-akım A nglo-Sakson iktisadına ters dtişebilen
radikal bir araştırm a gündem ini, düzen-dışı bir yörüngeye taşım ayacağını erkence belirterek bu akım ın liberal sol kanadı ile bir köprü oluşturdu; kitabın say­
gınlığını güvenceye aldı8.
II. Marx ve Piketty
Bu noktada ister istem ez P iketty'nin M arx ile ilişkileri geliyor. K apitalizm i
sınıf karşıtlıklarına dayalı bir bölüşüm perspektifi içinde inceleyerek reform izm
(veya revizyonizm 9) yörüngesine yerleştiren M arksist örnekler v ar olduğuna
göre 21. Y ü zyıld a K A P İT A L de bu tü rü n bir örneği m idir?
N itekim Piketty, M arx'a ilk olarak kitabının başında, onu Sim on K uznets ile
karşılaştırarak referans verm ektedir: "Servet dağılımının... uzun dönemde evrimi
üzerinde gerçekten ne biliyoruz? 19. yüzyılda Karl Marx'in inandığı gibi özel sermaye
birikimi kaçınılmaz olarak servetin giderek daha... fazla yoğunlaşmasına mı yol açacak­
tır? Veya 20. yüzyılda Simon Kuznets'in düşündüğü gibi, gelişimin ileri aşamalarında,
büyümenin, rekabetin ve teknik ilerlemenin dengeleyici güçleri, eşitsizliğin azalmasına
ve sınıflar arasında ahengin artmasına mı yol açacaktır?" (s.l)
8 Le M onde'da (23 Nisan 2014) yayımlanan bir m ülakatta Piketty'ye soruluyor: "Nasıl olup da
ABD'de ideolojik saldırılara hedef olmadınız?". Yazar yanıtlıyor: "Amerikalı yorum cular benim
insafsız bir anti-Amerikan olmadığımı anladılar. Esasen artan oranlı gelir ve veraset vergisini icat
eden iilke Fransa veya Almanya değil, ABD olm uştur. Amerika'nın bu ilerici geleneğine hitap
ettiğim için ABD'ye ders veren karikatürleştirilmiş Fransız konum una düşm edim ." Kitabı eleştiren
James K. Galbraith de benzer bir değerlendirme yapıyor: "Politika görüşlerine bakıldığında Piketty
ne radikaldir, ne neo-liberaldir; hatta belirgin biçimde bir Avrupalı da değildir... Büyük ölçüde
Amerika'nın 'N ew Deal' şablonuna uyan bir sosyal refah dem okratıdır." "Kapital for the TwentyFirst Century?", AlterNet. 21.4.2014.
9 Sosyal demokrasi tarihinde revizyonizm, kısa (ve yanıltıcı) bir Bernstein referansı dışında (s.219),
Piketty için önem taşıyan bir konu değildir.
108
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
Piketty kitabının sonraki bölüm lerinde b u iki öngörü açısından M arx'in b ü ­
yük ölçüde haklı çıktığım ortaya koyacaktır; ancak bu bulgularında tekrar M arx'a
referans v erm eden... Tam aksine, bu başlangıçtan sonra 21. Y ü zyıld a KAPİTAL,
M arx'a ve takipçilerine nad iren (ve çoğu kez eleştirerek) değinecektir.
Arızî değinm eler dışında, kitabın özel olarak M arx'a ayrılm ış iki kısa (top­
lam 6 sayfalık) alt-kesim i var. B uralarda yazarın değerlendirm eleri üçe ayrılabi­
lir: M arx'in kuram sal önerm eleri, öngörüleri ve verileri...
Piketty'ye göre M arx kapitalist sistem in iç çelişkilerini incelerken, "sernıaye­
nin sınırsız birikim i... [ve bu sürecin] kaçınılmaz sonucu olarak kâr oranının düşmesi''
üzerinde odaklanm ıştır ve her iki konuda da yanılm ıştır. Bunlara, "sermayenin
artan yoğunlaşması" (M arx'in yeğlediği terim e göre "m erkezîleşm esi") öğesini de
ekliyor (s.9, 228).
M arx'a atfedilen bu önerm elerin kapsadığı alan, 22. Y ü zyıld a KAPİTAL'in
araştırm a gündem i ile de b ü y ü k ölçüde örtüşm ektedir. Özellikle "sınırsız serm a­
ye birikim i" önerm esinin M arx'tan çok P iketty'ye dam gasını v u rd u ğ u söylen­
m elidir.
Yazar, M arx'a atfettiği yaklaşım ın ilginç ön-seziler içerdiğini (s.52); g ü n ü ­
m üz için bazı bakım lardan geçerli o ld u ğ u n u kabul ediyor; ancak teknolojik geliş­
me, nüfus ve em ek verim i artışları içerm ediği için eksik o ld u ğ u n u ileri sürüyor.
(s.10,228,565). P iketty'ye göre M arx 'ta (ve 20. yüzyılın ortalarm a kad ar tüm ikti­
satçılarda) yer alan büyüm e anlayışı, "yapısal biiyiime” kavram ını içerm ediği için
yetersizdir. Bu kavram la P iketty'nin anladığı şey, "sabit bir miktar emek ve sermaye
ile gerçekleşen bizatihi verim [artışı]" dır. (s.228) Bu çapraşık ifadenin yaygın iktisat
dilindeki karşılığı, "toplam faktör verim liliği"dir.
M arx'te "verim " kavram ı, m erkezi bir yer kaplam aktadır; ancak, em ek-değer
kuram ı içinde, bu kategori "em eğin" (veya "işgücünün") verim i olarak yorum ­
lanacaktır. Üstelik, kapitalizm in bu çerçeve içinde M arksist araçlarla çözüm len­
mesi, (Piketty'nin terim lerini kullanırsak) "verimlilikte sürekli ve kalıcı bir büyüme "
sürecinin uzantılarını, sonuçlarını içerm ektedir. D urum böyle iken, "Marx, ve­
rimde örtülü olarak sıfır biiyiime varsayar" savı (s.565) ciddiye alınam az. Eleştirilen
hu su s "toplam faktör verim liliği kavram ının yokluğu" ise, M arx'in sistem atiği
içinde bu kavram a elbette yer yoktur. Ne var ki, bu "yokluk", ancak değer ku­
ram ı tartışm aları içinde tartışılabilir ve 22. Y ü zyıld a K A PİTA L bu tartışm alara
değinm em ekte; hatta kitapta " değer", bir kavram olarak yer alm am aktadır.
M arx ve izleyicileri için, dem ografi, göç ve yedek em ek o rd u su öğelerinin
bileşkesi olan "işgücü arzı"nm varlığı, yeniden oluşum u, serm aye birikim i ve
krizlerle birlikte, kapitalizm çözüm lem esinin m erkezinde yer alır. Dahası, ser­
109
Tfıom as Piketty ve 2 i . Yüzyılda Kapital Ü zerine / Korkut BORATAV
m aye birikim inin sektörler arası dağılım ının (Das K apital, Cilt II, Bölüm XX ve
XXI), ulusal d üzlem de verim üzerindeki etkileri de M arksist iktisadın ilgi alanı
içindedir. Bu çerçevenin tek bir öğesini diğerlerinden soyutlayarak ve bazıları
için yapay sınır değerleri varsayarak olu ştu ru lan senaryoları M arx'a atfetm ek
kabul edilem ez.
İleride tartışılacağı üzere, serm ayenin getiri oranı, kitabm tem el kavram la­
rından biridir; k âr oram ile eş-anlam lı değildir. 21. Y ü zyıld a K A PİTA L, M arx'a
atfedilen "sermayenin sınırsız birikimi" savının son tahlildeki sonucunu, "sermaye­
nin getirisinin sıfıra yaklaşması" olarak yorum luyor; "k âr oranının düşm e eğilim i"
sorunsalı ile karıştırıyor.
Bu konu d o ğ ru d a n doğruya D as K a p ital'd e (Cilt III, Bölüm IlI'te) "Kâr Ora­
nının Düşme Eğilimi Yasası" başlığı altında ele alınm ış; b u eğilim i hem belirle­
yen; hem d e frenleyen etkenler M arx ve izleyicileri tarafından kuram sal, olgusal
düzlem lerde devam lı incelenm iştir. Bunlar, kâr oranındaki hareketleri, serm aye
birikim i süreci içinde inceler; tek nik/teknolojik değişim lerin ve bunları yansıtan
"sermayenin organik bileşimindeki yükselmenin" em ek verim i ve (yukarıda değini­
len işgücü arzı hareketlerini de dikkate alarak) artı-değer üzerindeki etkilerine
bağlar. 21. Y ü zy ıld a K A P İT A L bu b u lg u lard a n 10 ve tartışm alardan habersiz gö­
rünm ektedir.
M arx, öngörülerinin geçerliliği açısından d a eleştirilm ektedir. Tem el eleştiri,
"kapitalizmin çöküş öngörüsü" üzerinde odaklanıyor. "Sermayenin getirisinin sürekli
aşınması, kapitalistler arası şiddetli çatışmalara yol açacak veya ... milli gelirde sermaye
payı sürekli olarak artacak ve işçileri isyan için birleştirecektir. Her iki durumda da is­
tikrarlı bir sosyo-ekotıomik ve politik denge mümkün değildir" (s.9). Piketty, "Marx'm
bu karanlık kehanetinin gerçekleşmediği"m, bir y an d an M arx'a ait olm ayan "m utlak
yoksullaşm a" öngörüsüne kayarak; bir yan d an da Batı kapitalizm inin devrim ci
d ö n üşüm lerin dışında kalm ış olm ası klişesini tekrarlayarak açıklıyor11.
M arx'a atfedilen ekonom ik-politik öngörüler ve bunların geçerliliği ile ilgili
eleştiriler bu sıradan, beylik öğelerden oluşm aktadır.
Son olarak, Das K a p ital'in yazıldığı dönem i d e içeren çok zengin bir veri
bankası oluşturm anın özgüveni içinde Thom as Piketty, M arx'i çağının verilerini
tüm üyle taram am ış olm ası nedeniyle de eleştiriyor: "Marx, var olan en iyi ista­
10 l l .Y i iz y ı l d a K A P İ T A L ’d e, Marx'in dönemini de kapsayan iki yüzyıllık bir zaman dilimi içinde
(1820-2012) "sermayenin saf getirisi"nin düşm e eğilimi içinde olduğu ortaya konmakta (ss.356-357;
Şekil 10.10 ve 10.11); buna rağm en Piketty, bu saptam anın M arx'in "kâr oranının düşm e eğilimi"
önermesine destek verip vermediğini tartışmaktan kaçınmaktadır.
11 "ISlonunda ücretler artm aya başladı; işçilerin alım g ü cü n ü n düzelm esi ya yg ın la ştı...; en gelişm iş A vrupa
ülkeleri ise, yurttaşları için iyi ki, sosyal-demokratik güzergâhları denediler" (ss.9-10).
110
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
tistiklerden yaranmaya çalıştı; ama bunu izlenimsel bir biçimde yaptı...Britanya'daki
sermaye stokuna ilişkin tahmin çabalarına değinmedi...; milli muhasebe çalışmalarını
gözden kaçırdı." (s.10,230, 580,n.8)
P iketty'nin M arx eleştirisinin ciddiye alınabilecek tek öğesi belki b u ifadeler­
de yer alıyor; bu k o n u n u n ayrıca tartışılm ası gerekir. N e v ar ki, benzer ve d aha da
ciddi bir eleştiriyi Piketty'ye de yöneltm ek haklı olacaktır: K apak tasarım ından
başlayarak y ukarıda aktardığım ilk paragrafına k ad a r M arx'i çağrıştıran; yer yer
de bu d ü şü n ü rü tartışan, eleştiren Piketty, kendisiyle çağdaş olan; 21. Y ü zyılda
K A P İT A L 'in kapsadığı alanda çalışan, katkı yapan ve M arksist geleneği izleyen
yazarları ne k ad a r izlemiş; değerlendirm iştir?12
D ahası da var: 21. Y ü zy ıld a K A P İT A L ' de M arx üzerine yazılanları, Das
K ap ital'd ak i iktisat analizine ve sonraki M arksist iktisatçıların katkılarına baka­
rak değerlendirdiğim izde ortaya çıkan sonuç açıktır: Thom as P iketty'nin M ark­
sizm ile aşinalığı, "kulaktan dolm a"dır. Ayrıca, b u h u su su , açıkça kendisi d e ka­
bul etm ektedir13.
John W eeks, 21. Y ü zy ıld a K A P İTA L'i "M arksist olm adığı için" eleştiren
M arksistleri, "ateist olm adığı için P ap a'd an yakınanlara" benzeterek haksız b u ­
luyor14. Elbette, herhangi bir sosyal bilim cinin, kapitalizm in bünyesinden kay­
naklanan e m ek /se rm ay e karşıtlığını ve b u sınıfsal kutuplaşm anın zo ru n lu sonu­
cu olan eşitsizlikleri M arx'a referans verm eden incelem eye hakkı vardır. Piketty
de yapıtının b ü y ü k bölü m ü n d e b u n u yapm aktadır. N e var ki, iddialı başlığı bir
yana, yukarıda d a açıkladığım gibi, Piketty kitabının gündem ini d o ğ ru d an doğ­
ruya M arx'tan hareket ederek sunm akta ve sonra d a ona dönm ektedir.
Sorun, yazarın M arksist olm am asından değil, bu konudaki eleştiri ve değer­
lendirm eleri M arx'i incelem eden yapm ış olm asından (ve b u n a bağlı hatalardan)
kaynaklanıyor.
12 Ayrıntılı bir tarama yapmıyorum ; başta Paul M. Sweezy olmak üzere, Monthly Review okulunun
yetmiş yıllık katkılarını da bir yana bırakıyorum. Marksist geleneği izleyerek ve 21. Y ü z y ıld a
K A P İ T A L 'in kapsadığı sonulları, göstergeleri, eğilimleri tartışan yakın tarihli yapıtlardan aklıma
geliveren üçünü örnek vereyim: Giovanni Arrighi, T h e L o n g T w e n tie th C e n tu ry , (Verso 1994); Robert
Brenner, T h e B o o m a n d th e B u b b le , (Verso, 2002); Gérard Duménil & Dominique Levy, T h e C risis o f
N e o lib e r a lism , (Harvard University Press, 2011). Son yapıtın yazarları, Piketty'nin yurttaşlarıdır.
13 TheNeiv Republic dergisinde IsaacChotiner'in yaptığı röportajda (5 Mayıs 2014) kendisine "Marx'in
etkileri" sorulduğunda şöyle yanıtlıyor: "Marx mı? Oııu bir türlü gerçekten okumayı beceremedim. Bilmem
siz okumayı denediniz mi? Komünist Manifestosu kısa ve güçlü bir parçadır. Das Kapital'in okunması ise bence
pek güçtür ve benim için fazla etkili olmadı. "
14 "Inspecting the unlikely success of 'Capital in the 21st century', R e a l W o rld E c o n o m ic s R e v ie w ,
July 7,2014.
Ill
Tfıomas Pikettıj v e2 \ . Yüzyılda Kapital Ü zerine / Korkut BORATAV
III. Kavramlar, tanım lar
21. Y ü zyıld a K A PİTA L, oldukça basit bir iktisat yapısı üzerine inşa edilm iş­
tir: Önce serm a ye ve emek-, sonra da b u iki tem el kategorinin bölüşüm türevle­
rini temsil eden serm a ye g elirleri ve em ek gelirleri, ölçülebilir kavram lar olarak
tanım lanır. "G elirler" bu iki gelir tü rü n d en oluşur; bunların toplam ını veren bir
m illi g e lir tanım ı da zo ru n lu d u r (ss.18,45).
K itabın nicel bulguları, bu kategorilerin ve onları oluşturan öğelerin zam an
serilerinin farklı oranlar içinde karşılaştırılm asından oluşur. U zun dönem li, zen­
gin bir veri tabanından türetilen göstergelerden dönem sel, tarihsel genellem elere
ulaşılır.
"Sermaye"
Kitabın ana konusu olan KAPİTAL, yani serm aye, şöyle tanım lanıyor: "Bıı
kitapta sermaye, sahiplenilebilen ve herhangi bir piyasada mübadele edilebilen, her tür­
den İnsanî olmayan varlıkların toplamı olarak tanımlanmaktadır...Sermaye, (konutlar
dahil) her türlü taşınamazları, ayrıca firmalar ve devlet kurumlan tarafından kullanılabi­
len finansal ve profesyonel sermayeyi (tesisleri, altyapıyı, makineleri, patentleri, vesaire)
içerir." (s.46)15Tanım , daha sonra, iki eklenti ile tam am lanıyor: "İnsanî serm aye",
bu kavram laştırm aya dahil değildir ve borçlardan arındırılm ış n et v a rlık la r dik­
kate alınm aktadır.
İçeriği b ir yana, Fransız geleneğinden gelen b ir sosyal bilim cinin tanım ında­
ki "gevşeklik" dikkat çekicidir: Tanım lanan öğe tanım ın içinde yer alıyor: "Ser­
m a y e ,... profesyonel ve finansal se rm a y e y i... içerir."
Daha da önem lisi, piyasa fiyatı olan (m ülkiyet konusu olabilen) tüm var­
lık türlerini içeren bir "serm aye" tam m ı, aslında "servet" için geçerlidir. Kitabın
başlığında ve içeriğinde, serm a ye sözcüğünün se rv e t olarak değiştirilm esi gere­
k irdi16.
P iketty'nin serm a ye tanım ı, hem neo-klasik, hem de M arksist iktisadın aynı
terim e yükledikleri anlam ile uyuşm az. Neo-klasik "düzeltm eyi" Robert Solow
yapıyor: "Piketty 'servet' ile 'sermaye'yi birbiri yerine kullanıyor... Birey ve kurumlan
tüm varlıklarının değeri toplanır; borç toplamları çıkarılır. Piyasa fiyatları [kullanılır].
Sonuç, net varlık veya servettir. Farklı... bir anlam taşıyan 'sermaye' ise, fabrika, maki­
ne, bilgisayar, işyeri binaları, veya ("konut hizmeti üreten") konutlar biçiminde, üretim
15 Bu tanım farklı yerlerde, küçük değişikliklerle tekrarlanıyor: "tarımsal topraklar,...konut ve ticari
taşınamazlar, sanayi vefinans sermayesi." (s.141)
16 Bu çok önemli kavramsal farklılığa rağmen, bu yazıda Piketty'nin görüşlerini aktanrken, "sermaye"
terimini, çoğunlukla bu ayrımı yapmadan kullanıyorum.
112
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
si/recinin asli bir girdisi olan üretim faktörüdür."17 N eo-klasik kuram ın, ekonom inin
tüm ü için geçerli olan b ir ü retim fa k tö r ü ola ra k serm aye kavram ı ile ilgili sorun-
ların P iketty'ye yansım asına ileride döneceğim .
D as K a p ita l'd e k i serm aye ise, öncelikle, kendi karşıtı olan işgücü ile kapi­
talizm e özgü bir ilişki ("artı-değer" ilişkisi) içinde tanım lanabilecek b ir kavram
o lduğu için 21. Y iizytld a K A P İT A L 'den ayrılır. P iketty'de serm aye, kapitalizm e
özgü niteliğinden arındırılm ıştır.
Jam es K. G albraith'in ifadesiyle, “Piketty'nin sermayesi, ne "Marx’m kullandığı
anlamda sermayedir; ne de neo-klasik... modelde bir üretim faktörü işlevi gören fiziksel
sermayedir... Taşınamaz vefinansal varlıkların değerlendirilmiş Itoplamıdır!"111.
Bu tem el fark bir yana, P iketty'nin kapitalist dönem ler için yaptığı serm aye
(servet) hesaplam aları ile, D as K a p ital'd e değişm ez ve değişken serm ayelerin
toplam ından oluşan bir serm aye ölçüm ü arasında da kavram sal bir uyum suzluk
vardır. M arx'gil bir ölçüm , ister değer (em ek-zam anı), ister "üretim fiyatları" ile
yapılsın19, P iketty'nin "serm aye" "kategorisi ile ilişkilendirilem ez. Zira, M arx'm
hesaplam asında serm aye, üretinı dön em i içinde ku llanan b ir akım dır; dolayısıy­
la sabit serm aye stokunun, cari üretim değerine intikal eden öğelerini (aşınm a
payını), ara-m alları ve işverenin "ücret" ("işgücünün değeri") için tahsis ettiği
değişken serm ayeyi içerir. Bu, P ik e tty 'd e olduğu gib i, p iy a s a fiy a tla rın d a n olu ­
şan se r v e t sto k u toplam ından tanım gereği farklıdır.
Ü retken sektörlerdeki üretim araçlarının stok değerlerinin ("geçm iş em ekzam anı" ile) hesaplanm ası m ü m k ü n d ü r; ancak, M arx'in çözüm lem esi içinde ön
p lan d a yer alm az. Zira, Das Kapital, Cilt I'd ek i soyutlam a düzlem inin ötesine
geçildiğinde, kapitalist m ülkiyet üretken sektörlerin dışına taşar; artı değeri pay­
laşan finans ve ticaret serm ayesi ile bütünleşir. Bu açıdan, sadece üretken sektör­
lerin kontrolündeki serm aye sto kunun hesaplanm ası, kapitalizm in bünyesindeki
m ülkiyet yapısının betim lenm esi açısından yetersiz, eksik kalır.
Soyutlam a düzlem i bir hayli aşağı çekilm iş bir kapitalizm betim lem esi, k a ­
p it a li s t m ü lk iyetin tüm türlerini; en gen iş a n la m d a k i serm ayenin a lt-öğelerin i
17 Robert Solow, "Thomas Piketty Is Right, Review of Capital in the Tw enty-F irst C en tu ry", T h e N e w
R e p u b lic , 22.4.2014. A ncak, Solow, kitabın bütününü hararetle övmekte ve servet/serm aye ayrımının
sorunlarına fazla ağırlık vermemektedir: " P iketty'n in genellikle yaptığı gibi u zu n dönem li eğilimlere
bakarsak, bu ayrım ı dikkate alm ayabiliriz."
18 James K. Galbraith, "Kapital for the Twenty-First Century?", A lte r N e t. 21.4.2014.19 Emek zamanı ile belirlenen değişmez sermaye c, değişken sermaye (işgücünün değeri veya
ücret) v; ortalama kâr oranı r ise, toplam sermaye değerlerle ifade edilirse (c+v); üretim fiyatları ile
(l+r)*(c+v) olur.
113
Thomas Pikettıj v e2 \ . Yüzyılda Kapital Ü zerine / Korkut BORATAV
kapsayan ve ayrıştıran bir çerçeveye ulaşm ayı hedefleyebilir. Bu Kir bir çerçeve
ile P iketty'nin serm a ye h esa p la m ası arasında paralellikler kurulabilir mi? Farklı
bir ifadeyle, P iketty'nin kapitalist ekonom ilere özgü hesaplam asından, en genel
anlam ıyla üretken, finansal ve ticari serm ayenin; ayrıca, gelir getiren toprak ve
diğer taşınam az varlık m ülkiyetlerinin dö k ü m ü n e ve toplam ına ulaşılabilir mi?
Böyle bir sınıflam a, birleştirm e, toplam a çabası, kanım ca, anlam lı olabilir.
Ancak, b u n u n için tanım , kapsam ve ölçüm sorunlarının aşılm ası gerekir.
Piketty, tanım ında, ("m akineler..." gibi) üretken, sabit serm aye ile, bu n la­
rın hisse değeri karşılıklarını da içerebilecek olan "finansal serm aye"yi ayrı ayrı
sayıyor. "İkili saym a" sorunlarının giderilm esi ve "hangi fiyatlar?" so rusunun
yanıtlanm ası gerekir20.
C ari p iy a s a fiy a tla r ın d a n türetilen "serm ayenin toplam değeri", sabit fiyat­
lara dönüştürülm eli mi? P iketty'ye göre, enflasyon oranı ile yapılacak bir indir­
gem e hatalıdır; zira, özel servetlerin en azından dörtte üçü, hisse senetleri ve
taşınam azlar gibi "reel" varlıklardan oluşur. Bunlar, "reci ekonomik faaliyetlerle
bağlantılıdır;... ortalama varlık fiyatları ise ... tüketim fiyatları ile aynı tempoda yüksel­
me eğilimi gösterir... Uzun dönemde fiya t dalgalanmalarının birbirini dengelediği varsayılabilir." (ss. 210,452-453,169).
Bu yaklaşım , enflasyonun aşındırdığı servet türlerini banka m evduatı ve
d evlet tahvilleri ile sınırlı görüyor. Ö zel servet stokunu oluşturan kâğıttan ("m en­
kul") ve reel v a rlık la rın f i y a t h areketleri ile "milli gelir deflatö rü "n ü n paralel
seyredeceği varsayım ı, kapitalizm in geçmiş ve güncel gerilim lerinin çözüm len­
m esinde hatalara yol açar. 21. Y ü zyıld a K A PİT A L için b ü y ü k önem taşıyan (ve
ileride tartışacağım ) bir bağlantı serm aye stoku (K) ile milli gelir (Y) arasındaki
orandır. Bu oranın payı (K) ile paydası (Y) için fiyat hareketleri farklı tem polarda
seyrederse, reel etkenler tem el belirleyici olm aktan çıkabilecektir. Gerçekte de,
1945'i izleyen o tuz yıllık dönem de, milli gelir deflatörlerinin finansal varlık fiyat
hareketlerini aşm ış olm ası, b u dönem de K /Y 'n in gerilem esinde belirleyici rol
oynam ış olm alıdır. Keza, 2008 krizine katkı yapm ış o ld u ğ u yaygın kabul gören
"finansal balonlaşm a", varlık fiyatlarının, milli geliri o lu ştu ran öğelerdeki fiyat
hareketlerinin çok üzerinde seyretm esiyle oluşm uştur. "Kısa dönem " sınırını
aşan b u ayrışm aların ihm ali, kapitalizm i yapısal olarak da etkileyen kim i d ö n ü ­
şüm leri kavrayam ayacaktır.
20 Robert Solow aynı güçlüğe işaret ediyor: "Şirketlerin üretken sermayesinin değeri hiç değişmezken
dahi,... bunların finansal karşılığı olan hisse senedi değerleri şiddetle dalgalanabilir." , "Thomas Piketty Is
Right, Review of Capital in the Ttventy-First Century", The New Republic, 22.4.2014.
114
Pro/. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
21. Y ü zyıld a K A P İT A L ' d e sistem atik olm ayan bir ayrım a göre, serm aye,
birikim , m iras veya el koym a yollarıyla edinilebilir. Fransa, Afrika, K atar ve
R usya'dan çeşitli "el koym a" örnekleri verildikten sonra ilginç bir term inoloji
kullanılıyor: "Özel mülkiyet, bazı insanların düşündüğü kadar kutsal değildir... Ser­
mayenin getirisi çoğu kez içiçegirmiş bir biçim de,... müteşebbis emeğini. .., sadece talihi
ve açıkça hırsızlık öğelerini içerir." (s.446).
El k o y m a/serm a y e birikim i ayrım ı buraya adeta "tesadüfi" olarak girm iş
gö rü n ü y o r ve geliştirilm iyor. Piyasa fiyatlarının olm adığı veya fiyat m ekanizm a­
sının aksadığı kam usal varlıkların çeşitli "el koym a" yöntem leriyle özel serm a­
yeye dönüşm esi; özel (hatta toplam ) serm aye sto kunun böylece şişkinleşm esi;
giderek gelir akım larına serm aye geliri olarak taşınm ası... Bu süreç, son otuz yıl
boyunca B atı'da (ve T ürkiye'de) oluşan bölüşüm dinam iklerinin (ve bu arada
yükselen K /Y oranlarının) önem li bir b o y u tu d u r. Piketty, araladığı bir kapıyı
sonuna kad ar açm aktan adeta çekinm iştir.
21. Y ü zyıld a K A P İT A L , bu sorunları serm aye te rim i ü zerinde ısrar ederek
inceledikçe, tüm ekonom iyi kapsayan bir üretim fonksiyonu anlayışına geçmiş
oluyor ve b ü tü n cü l sabit serm aye stokunun "tanım lanm ası ve ölçüm ü" so ru n u ­
n u n göbeğine saplanıyor. Yazar, elli yıl öncesinin serm aye kuram ı polem iğine
("C am bridge tartışm aları"na) değiniyor; ancak tartışm aların tem el konusunu,
H a rro d 'u n "bıçak sırtı" sorunsalı ile karıştırıyor, (s.231). D oğrudan ölçüm sorunu
söz konusu old u ğ u n d a ise, "kaçak güreşiyor": "Sermayeyi fiyatlamak çok g ü çtü r...
[B u]fiyat, ... daima her toplumun mülkiyet anlayışını yansıtır; özellikle sermaye sahibi
olanlarla olmayanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen politikalara, kurumlara bağlıdır."
(ss.171,188)
K apsam la ilgili birkaç soruna da değinelim . P iketty'nin "serm aye" toplam ı,
konut mülkiyeti ile yapay b ir kıtlık ran tm d an oluşan patentleri (ayrıca içeriği be­
lirsiz ”vesaire"'yı) içerdiği için, yukarıda değindiğim , k a p ita lis t m ü lk iye tin tüm
türlerini hedefleyen bir kap sam dan farklıdır ve daha geniştir. Batı ekonom ile­
rinde toplam "serm aye" içinde, (öncelikle konutlardan oluşan) kişisel taşm am az
m ülkiyet payının, ulusal serm aye toplam ı içinde y ü zd e 50'ye ulaştığı belirlendi­
ğine göre21, bu kategorinin hesaplam aya katılıp katılm am ası önem taşıyacaktır.
21 "Ulusal sermaye ortalama iki eşit bölüme ayrılır:... Yansı (kendi kullanımı veya kiraya vermek
üzere sahip olunan) konutlar,... ve diğer yansı (borçlardan arındırılmış olarak banka mevduatı,
hisse senedi, tahvil ve diğer yahnm lar) biçimindeki net finansal varlıklar ile işyerlerinin sermayesi."
(ss.122, 179). "Konutlar sermaye midir?" sorusu ve Piketty'nin yaklaşımı üzerinde bk. Marshall
Steinbaum, "Is Piketty's treatm ent of housing an excuse to ignore him ?'', W ashington Center for
Equitable Growth, 24 June 2014 ve O dran Bonnet et al, "H ousing capital and Piketty's analysis:
Capital is not back", VOX, 30 June 2014
115
Thomas Piketty ve 21. Yüzyılda Kapital Üzerine / Korkut BORATAV
P iketty'nin tabloları, b ü y ü k ölçüde ö ze l serm aye to p la tın v e öğelerinden
oluşm aktadır. D evlet tahvilleri yer alm alı m ıdır? P iketty'nin açıklam alarına göz
atalım : " Bir devlet tahvili, nüfusun, faiz elde eden bir bölümünün, vergi ödeyen bir
başka bölümü üzerindeki talebinden ibarettir; bu nedenle özel sermayeye dahil edilme­
li; ulusal sermayeden dışlanmalıdır." (s.114) "Özel sektör için bir varlık; kamu sektörü
için bir yükümlülük olan devlet borcu, net olarak sıfır olur." (S.119) "Gelişmiş ülkelerin
çoğunda kamusal servet şimdilerde çok küçüktür; hatta kamu borcu, kamu varlıklarını
aştığı durumlarda negatiftir." (s.48).
Bu açıklam alar sonunda, (pek çoğu piyasa fiyatı taşım ayan) ka m u sal v a r ­
lıklar; özel sektörün elindeki d e v le t borç sen etleri ve (geleceğe ait) vergi yü kü m ­
lülü kleri arasında yapılacak "m ah su p " işlem leri belirsiz kalm akta; özel serm aye
toplam ının bir öğesi olarak devlet tahvillerinin 22. Y ü zy ıld a K A P İT A L ' in tablo­
larında yer alm adığı anlaşılm aktadır.
Sermayenin Gelirleri, Getirisi
Serm aye stoku tanım ını serm aye gelirleri izleyecektir. Piketty bu gelir türle­
rini, "r" ile ifade edilen bir orana dönüştürm eyi yeğliyor: "Sermayenin getiri oranı,
hukukî biçimi ne olursa olsun bir yıl boyunca kârlar, kiralar, temettüler, faiz, patent
bedeli, sermaye değer artışı... ve diğer sermaye gelirlerinin sermayenin toplam değeri­
nin... yüzdesidir." (s.25, 52). B urada b ir serm aye g eliri tanım ı yoktur; çeşitli gelir
türlerini içeren b ir sıralam a vardır.
Serm aye terim inin, yukarıda belirtildiği gibi, tarih-dışı "servet" kategorisi
yerine kullanılm ası, serm ayen in g e tirisin i de kapitalizm e özgü bir kavram ol­
m aktan çıkarıyor. Piketty, bu getiriyi 2000 yıl öncesinden başlayarak inceliyor;
hesaplıyor; kölelik dönem ini, feodalizm in erken ve geç aşam alarını; genç kapita­
lizm i kapsayarak g ü n ü m ü ze getiriyor; 21. yüzyıl tahm inlerine taşıyor22 ve genel­
leştiriliyor: "İnsanlık tarihinin en büyük bölümü boyunca... sermayenin getiri oram,
hasılanın (vegelirin)biiyüm e oranını en azından on veya yirm i misli aşm ıştır...Serm a­
yenin.. uzun dönemli getirisinin medyanı yüzde 4-5'tir ve bu... geleneksel tarım toplumlarının çoğunda toprağın getirisine eşittir" (s.353). Böylece O rtaçağ A vrupası'nın
saf feodal rantı, serm aye getirisinin d o ğ ru d an d oğruya kendisi olarak anlaşılm ış
olm aktadır.
22 Bk. Şekil 10.9, s. 354. Burada "sermayenin vergiden önce saf getirisi r" ile "dünya hasılasının
büyüm e oranı g" karşılaştırılıyor. Şekildeki ilk zam an dilimi 0-1000, sonuncusu ise 2050-2100'dür.
Benjamin Kunkel'in ifadesiyle, "'servet', sepet ve mızrak kullanan tüm toplum lar için geçerli bir
kavramdır. [Piketty'de ise], prekapitalist sosyal kuruluşlar 'geçmişin sermaye-egemen toplum lan'
olarak karşımıza çıkıyor." "Paupers and Richlings, Review of Capital in the Twenth First Century",
London Review of Books, 3 July 2014
116
Prof. Dr. Tıtncer Bulutaıj'a Armağan
Kapitalist üretim biçim i ile organik bir bağı olm ayan; kölelikten çağdaş dev
şirket varlıklarına kad ar u zanan bir bir serm aye kavram ı ve kölenin net katkı­
sından tem ettülere, hisse senedi satışlarından sağlanan değer artışlarına kadar
uzanan bir serm a ye g e tir is i hesaplam ası... K avram kargaşasını karikatürleşti­
rebiliriz veya (Piketty'nin gündem ini çok aşan) bir yorum la, sınıflı toplum lar
için genel b ir "artı-em ek" hesaplam a çabası olarak kısm en ciddiye alabiliriz. En
doğrusu, P iketty'nin kitabını, bulgularını ve kavram larını kapitalizm in son iki
yüzyılı ve b u g ü n ü için geçerli kabul ederek okum aktır.
D oğrudan doğruya tanım a gittiğim izde açıktır ki, 21. Y ü zy ıld a K A PİTA L ' de
serm ayen in geliri, ayrı b ir kavram değildir; birbiriyle bağlantıları belirsiz kalem ­
lerin toplam ından ibarettir. Bu yaklaşım , serm ayeye intikal eden gelir akım ını,
bir bölüşüm kuram ının başlangıç noktasına yerleştiren ve değer, artık, artı-değer,
kâr, kâr m arjı, m ark-up oranı gibi bir kavram laştırm aya bağlayan M arx'gil ve
neo-K eynes'gil iktisattan farklıdır. Piketty, bö lü şü m ü n bu tem el öğesini, kuram ­
sal değil, görgtil (am pirik) bir derlem e içinde tanım lam ıştır. Benjamin Selw yn'in
y o ru m u ile, " Piketty'nin açıklaması, sermayenin ve emeğin ödentileri yapıldıktan so n ­
ra başlar. M arx ise, bir adım önce, üretim sürecinin içinden başlar"23.
K avram lardan ölçüm lere geçelim. Cari fiyatlar "dünyası" içinde ölçülen
M arx'gil (veya neo-K eynes'gil) gayri safi kâr ve kâr o ranlan ile P iketty'nin "ser­
m aye geliri" ve r'si, görgül olarak çakışabilir mi? D a s K a p ita lin III. cildinde
gayri safi kârm , toprak, ticaret, finans serm ayelerinin paylarına ayrıştırılm ası in­
celenm iştir. H epsi bu rju va zin in (en gen iş an lam da " serm aye"nin) k a tm an ların a
in tik a l eden g e lir a k ım la rım oluşturur. P iketty'nin yukarıdaki sıralam asında yer
alan ilk d ö rt kalem (kârlar, kiralar, temettüler, faiz) M arx'm "gayri safi kârın ayrış­
m ası" çerçevesine kabaca uym aktadır.
Ancak, bu gevşek sıralam a ("serm ayeden elde edilen diğer gelirler" gibi)
önem li belirsizlikler içeriyor. Dahası, "serm aye değer artışı", gerçeğe dönüşm e­
m iş ise, "serm aye gelirleri" kategorisi, gelir akım ı içerm eyen bir öğe nedeniyle
abartılm ış olacaktır. K endi evinde oturanlara atfedilen "itibarî kira" gelirlerinin
"serm aye geliri" sayılm ası d a b enzer sorunlar içerir.
K onut ve "diğer serm aye gelirleri" için olası abartılı tahm inlere karşı, faiz
gelirlerinde d u ru m aksi yönde olabilir. "Serm aye gelirleri" tanım ında içerilen
"faiz"in, banka m evduatına ve özel şirketler tahvillerine ödenen faiz gelirleri
olduğu anlaşılıyor. Peki, devlet tahvillerinin faizleri? P iketty'nin sık sık örnek
gösterdiği Balzac ve A usten rom anlarının kahram anları için, sabit bir anapara
üzerinden y ü zd e 5 civarında güvenceli bir getiri arayışı söz k o n u su d u r ve bu
tanım a en çok uyan "yatırım " türü, devlet tahvilleridir: "Jane Austen ve Honoré
23 Benjamin Selwyn, "Piketty, Marx and the roots of inequality", L e M o n d e D ip lo m a tiq u e , 6 June
2014.
117
Thomas Piketty ve 21. Yüzyılda Kapital Üzerine / Korkut BORATAV
de Balzac'ın romanlarında devlet tahvilleri... yatırdan sermayenin kabaca yüzde 5'ini
getirir." (s.53, ayrıca ss. 239-240,412-414). N e var ki, devlet tahvilleri özel serm aye
sto k u n d an dışlanınca, bun ların faiz ödem elerinin de serm aye gelirleri toplam ı­
na katılm am ış olm ası beklenm elidir. Piketty b u soruya açıklık getirm iyor. Bir
"transfer ödem esi" niteliği nedeniyle m illi gelir hesaplarına girm em esi, bu tür
faiz türlerinin "gelir" niteliğini o rtadan kaldırm az. Bunlar, ekonom inin tü m ü ­
n ü kavrayan bölüşüm ilişkileri içinde başka gelir türlerini baskı altında tutarak
"ödenm iş olur."
S özünü ettiğim iz fazlalıklara, eksikliklere, tutarsızlıklara rağm en, kapitaliz­
m in tem el sınıfsal ayrım ının ilk ayağı, kabaca belirlenm iş olm aktadır: Gelirleri
sadece "serm aye" üzerindeki saf m ülkiyet haklarından kaynaklanan sınıf k a p i­
ta lis tle r olarak tanım lanacaktır. Piketty, bazen, bu gelirin içinde yer alan "teşeb­
b üs" öğesini ayıklayarak, saf ra n tiye kavram ını yeğliyor. "Sadece bir varlığa sahip
olmaktan kaynaklanan rant, emekten ltamamen] bağımsız olmak koşuluyla, (kira, faiz,
temettü, kârlar, patent/lisans ödemeleri veya başka yasal gelir türlerinden herhangi biri
biçimini alsın) sermayenin gelirinden başka bir şey değildir..." (s.422). Bu anlam da
rant, "bir piyasa aksaklığının [iirünü] değil; aksine, 'saf ve mükemmel' bir sermaye piya­
sasının sonucudur" (s.423).24
Emek, Emek Gelirleri
21. Y ü zy ıld a K A P İT A L ' in tem el bölüşüm sorunsalı olan sınıfsal karşıtlığın
ikinci ayağı em eği ile yaşayan insanlar, kısacası em ekçilerdir. Bu genel kategori,
idari ve yönetsel işler dahil ücretli, m aaşlı tüm emekçileri; ayrıca kendi hesabına
çalışan bağım sız üreticileri veya profesyonelleri kapsar. Ücret, m aaş, prim , taz­
m inat gibi gelirler tam am en em ek geliridir. Buna karşılık, küçük işyerleri, serbest
m eslekler, çiftçilerden oluşan ücret-dışı em ek gelirlerinin bir bölüm ü serm aye
geliri gibi işlem görebilir. Piketty, b u tü r "karm a gelirleri", b u g ru p dışlanarak
hesaplanm ış olan ülke ortalam alarını kullanarak em ek ve serm aye arasında p ay ­
laştırıyor. (s.18, 203-204).
"K arm a gelir" türlerinden "orta sınıflar" kavram ına geçiş kaçınılm az olm ak­
tadır. B urada d a Piketty "serm aye üzerinde m ülkiyet" ölçütünü belirleyici g ö rü ­
yor ve 20. yüzyıl kapitalizm inin en önem li sınıfsal gelişim lerinden birini "mülk
sa h ib i bir o rta sınıfın g e lişim i" olarak gösteriyor. Bu gelişim , 1910-1980 arasında
Baü toplum larm da servet dağılım ındaki eşitsizliklerin hafiflem esine yol açan te­
mel etkendir, (ss.261-262, 346-347).
24 Piketty, bu ifadeleriyle, okumadığını itiraf ettiği bir diğer iktisatçı ile (bir buçuk yüzyıl sonra)
kendi liginden paralel düşm ektedir: "Kârların genel niteliğiniaçıklamak istiyorsanız, nıetaların değerlerinden
satıldığı teoreminden başlamanız gerekir ve kârlar da onların değerlerinden satılmasından türemelidir. Kârları
bu varsayıma dayanarakaçıklayamazsamz, hiç açıklayamazsmız." (Karl Marx)
118
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
K onut m ülkiyetinin 20. yüzyılda, özellikle "karm a gelir sahibi" olan, ken­
di hesabına çalışan profesyonel m eslek sahiplerinde yaygınlaşm ası25, bilinen ve
önem li bir sosyolojik d ö n ü şü m d ü r. A slında, M arksist perspektif içinde kalındığı
sürece o rta s ın ıf kategorisinin sadece bu katm an için kullanılabileceği de söyle­
nebilir26. Ancak, aynı katm anın kiraya verilm eyen taşınam azlar m ülkiyetini, önce
serm a ye toplam ına katm ak; b u ra d an d a serm aye m ülkiyetindeki dağılım ındaki
değişm elerin bir öğesi haline getirm ek, bulguları önem li boyutlarda çarpıtm ak­
tadır. Emekçi sınıflar içinde net (borçlardan arındırılm ış) servet m ülkiyeti, banka
m evduatı, borsalara (özellikle A BD'de em eklilik fonları aracılığıyla hisse senet­
lerine) yatırım biçim lerinde yerleşm iş olabilir; bu n larm serm aye dağılım ı tablo­
larına katılm ası; bun lard an kaynaklanan gelir akım larının da em ekçilere intikal
eden serm aye geliri olarak sınıflanm ası d o ğ ru d u r. Ancak, aynı şeyi kişisel konut
m ülkiyeti ve "itibarî kira gelirleri" için söyleyem eyiz. K iraya verilen konutların
"serm aye", kira bedellerinin "serm aye getirisi" olarak değerlendirilm esi ise, hem
P iketty'nin sistem atiği açısm dan; hem de genel olarak tutarlıdır.
B urada önem li bir sorun, serm aye gelirleri içinde y er alan "teşebbüs" ve
em ek g elirleri içinde y e r alan " iist-yön etici" öğelerinin p a y la n ile ilgilidir. Te­
şebbüs fa k tö rü n ü n k a tk ıs ı söz konusu o ld u ğ u n d a Piketty, bir çok konuda ol­
d u ğ u gibi, önce neo-klasik önerm elerden hareket ediyor; ard ın d a n bu kuram ın
yetersizliklerini işaret ediyor: "Sermayenin gelirinin bir bölümü müteşebbis emeğinin
ödentisi olabilir ve ... diğer emek biçimleri gibi ele alınmalıdır." (s.41). Ancak, b u ay­
rım , ona göre abartılm ıştır ve Batı iktisatçılarınca yüceltilm iş m üteşebbis tipi olan
Bili G ates b u abartıya örnek gösterilebilir: "Müteşebbisler tek bir yaşam süresi içinde
dahi rantiyelere dönüşme eğilimi içindedir... Gates için çalışan binlerce mühendis bi­
limsel araştırmalarının patentlerini alm am ıştır... Binlerce mühendisin, bilim insanının
elektronik ve bilişim alanlarındaki katkıları olmasaydı, Gates’in yeniliklerinin mümkün
olamayacağını düşünüyorum ..." fss.443-445)27.
25 Piketty, diğer sermaye kalemlerinde olduğu gibi taşınam az (konut) mülkiyetinin değerini,
borçlardan arındırılmış ("net") olarak hesaplıyor. Geleneksel işçi sınıfı için konutların net değeri
genellikle sıfıra yakın, halta negatif ise, sermaye dağılunında "m ülk salübi orta sınıflar" başlığı ile
tanımlanan katman büyük ölçüde karma gelirli serbest meslek sahiplerinden oluşacaktır.
26 " Geleneksel M arksist sınıflaşm a çerçevesi içinde y e r alabilecek tek o r ta s ın ıfla r kategorisi, b a ğ ım s ız
p ro fe sy o n e lle rd ir." Korkut Boratav, "Toplumsal Sınıflar", S iy a s e t B ilim i: K a v ra m la r, İd eo lo jiler,
D is ip lin le r A ra sı İliş k ile r , Yordam Kitap, İstanbul 2012, s. 37.
27 Piketty, "sözde müteşebbis" Bili Gates ile kozmetik sektörünün lider şirketi l'Oreal'in mirasçısı
olan (ve şirketin gelişimine hiçbir katkı yapmam ış olan) Liliane Bettencourt'un kişisel servetlerinde
1990-2010 dönem inde yıllık artış oranının eşit (yüzde 13) olduğunu belirliyor. Bu paralellik, ona göre,
her ikisinin de saf rantiye konum unda olduğunu göstermektedir (s.440).
119
Thomas Piketty v e2 \ . Yüzyılda Kapital Ü zerine / Korkut BORATAV
P iketty'nin bulgularına göre, 1980 sonrasında serm aye gelirlerindeki eşit­
sizlik derecesi (tüm dönem lerde olduğu gibi), em ek gelirlerinde gözlenenin çok
d aha üzerindedir. Buna karşılık, em ek gelirlerinin eşitsizliği d e artm ak tad ır ve
ana belirleyicilerinden biri, gelir dilim lerinin tepesini oluşturan şirket yöneticile­
rinin paylarındaki yükselm edir28. "ABD'de... ücretler arası eşitsizliğin şimdiye kadar
görülmemiş ölçüde artışının nedeni... ücret hiyerarşisinin zirvesinde özellikle büyük fir­
maların iist yöneticilerine giden çok yüksek ödentilerin Ioluşmasıdır.]" (s.298). Bu olgu,
2008 krizi içinde ve sonrasında Batı kam uoyunda da dikkat çekmiş; şirketlerini
krize sürükleyen üst yöneticilere ödenen astronom ik fon akım ları yaygın tepki­
lere yol açmıştır.
Bu gelişim ler, 21. Y ü zyıld a K A P İTA L' de, kapitalizm in bünyesinde iki fark­
lı toplunı biçim in in oluşum u olarak anlatılıyor: M üteşebbis katkılarının giderek
m arjinalleştiği, saf serm aye gelirlerinden oluşan bir ra n tiy e toplu m u ve em ek
gelirlerinin tepesinde abartılı b ir kutuplaşm ayı içeren bir siip er-yö n eticiler to p ­
lu m u ... (ss. 264-265, 276-278).
Piketty, siiper-yönetici m aaşlarını, bu gruba yapılan diğer ödentilerle birleş­
tirm iş ve "emek gelirleri" içine katm ıştır. N edenini şöyle açıklıyor: "ABD vergi
yasalarını ve iktisat mantığını izledim; yüksek yöneticilere ödenen tüm primleri, diğer
özendirici [ödemelerini] ve hisse senedi seçeneklerini ücretlere kattım" (s. 303)
"İktisat m antığı" ifadesinin belirsizliği bir yana, toplum sal sınıf çözüm le­
m elerinde "vergi yasaları", veya bunlara uyan m uhasebe teknikleri herhalde
ölçüt oluşturam az. Kanımca, çağdaş kapitalizm de iist-yönetici gelirlerinin (m a­
aşlar dahil) tüm ü, ö rtü lü kârlar olarak nitelendirilm elidir. Tarihsel olarak üretim
araçları üzerindeki hâkim iyet, çıplak m ülkiyetten ibaret olm am ıştır. Zilyetlik,
m ülkiyetin nem alarından yararlanm a (intifa), çok geniş yetkiler içeren yönetm e,
karar-alm a hakları gibi... Dev şirket yöneticilerinin konum u, çağdaş kapitalizm ­
de bu hakların bir bileşkesidir; ücretli, m aaşlı kol ve kafa işçileri ile veya kendi
hesabına çalışan yarı-em ekçilerin konum larından niteliksel olarak farklıdır. Bu
katm anm , serm ayenin d o ğ ru d an uzantısı, ayrılm az bir öğesi sayılm ası; gelirle­
ri bakım ından d a sadece "yüksek" olduğu için değil, niteliksel olarak da em ek
gelirlerinin dışında tutulm ası u y g u n d u r. Sınıfsal payların ayrıştırılm asında bu
28 Kmek ve sermaye gelirlerinin en üst yüzde l'lik dilimini Piketty, tablolarında "egemen sınıf"
olarak adlandırıyor. ABD'de bu gelir diliminin emekçi veya sermayedarların gelir toplamından
2010'da elde ettiği pay, emek gelirlerinde yüzde 12, sermaye gelirlerinde yüzde 35'tir. (Tablo 7.1 ve
7.2, ss.247-248). 1980 sonrasındaki gelişim için bk. Şekil 8.1,8.2 ve 8.7 ss. 272-273,299.
120
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
k a y d ırm a /d ü z e ltm e yapılsaydı, 21. Y ü zyıld a K A P İT A L 'in tem el mesajı daha da
güçlenm iş olacaktı29.
Piketty, kapitalizm in tem el sınıf ayrım ını e m ek /se rm ay e ikilem i üzerinde
inşa etm ede; ayrıca gelir dağılım ını da em ek ve serm aye gelirleri ayrışm asına
odaklam ada ısrarlıdır. Sınıfsal ayrım çizgisinin de giderek kesinleştiğini d ü şü n ­
m ektedir: "Sermaye piyasalarının artan olgunlaşması sayesinde, mülk sahipleri yöne­
ticilerden giderek daha fazla ayrışmaktadır ve böylece saf sermaye geliri ile emek geliri
arasındaki ayrılık keskinleşmektedir" (s.424).
Sınıflama ölçütlerindeki belirsizlikler, tutarsızlıklar bir yana, 21. Y ü zyıld a
K A P İT A L 'm veri tabanı, çağdaş kapitalizm in tem el özelliği olan serm aye/enıek
a y rım ım , hem m ülkiyet, hem de gelir akım ları açısından ortaya koyacak özel­
likler taşım aktadır. Bu, önem li ve değerli bir katkıdır. K avram sal tutarlılıklar ve
yöntem revizyonları, b u tem el kazanım ın geliştirilm esini sağlayabilecektir.
IV. K apitalizm in İki Temel Yasası ve Ana Çelişkisi
Piketty, yukarıda tartıştığımız kavramların arasındaki üç bağlantıyı kapitalizmin “iki
temel yasası" ve bir “ana çelişkisi' başlıkları altında sunuyor. Bu üçlü, bir anlamda, 21.
Yüzyılda KAPİTAL’m iktisat kurgusunu oluşturuyor. Bu “kurgu”, “modelleştirme” olarak
nitelendirilemez. Zira, iki denklem, bir eşitsizlik biçiminde ifade edilen üç “bağlantı”dan
sadece birinde nedensellik iması vardır; bu da özgün değildir.
Bir döneme ait akımlara ilişkin gayri safi k âr toplamını İT, katm a değeri Y, dönem
içinde (işgücü, ara-mal, sabit sermaye aşınması olarak) kullanılan değişken ve değişme­
yen sermaye toplamını K ile ifade edelim vc hepsini cari piyasa fiyatları ile hesaplaya­
lım. Kârların katma değerdeki payı, n/Y=(Il/K)*(K/Y) özdeşliği ile elde edilir30; farklı
bir ifade ile, tanım gereği kâr oranı ile sermaye/lıasıla katsayısının çarpımına eşittir.
29 Marksist bir iktisatçı (Prabhat Patnaik) beklenen bir yorum yapıyor: "Kentlilerine ı/itksek maaş
bağlayan siiper-yöneticiler, bunu ya kârlardan, ya da ücretlerden yürütürler." ("Capitalism, Inequality' and
Globalization: Thomas Piketty's "Capital in the Twenty-First Century", networkideas.org, 18.7.2014)
Neo-klasik okulun kıdemli bilgesi Solow'un aynı görüşü daha güçlü ve berrak biçimde savunması
ise şaşırtıcıdır: "Yüksek yönetici ödentileri, en azından bir bölümü ile, gerçekten emek gelirleri kategorisine ait
değildir; sermayeye bir ekleııtildir] ve kısmen sermaye gelirinin bir paylaşım biçimi olarak işleme girmelidir.
Zaten açıktır ki, siiper-yöneticiler sosyal ve politik olarak rantiyelere aittir;... kalabalık maaşlılara, bağımsız
profesyonellere ve orta-yöııeticilere değil." (Robert Solow, "Thomas Piketty Is Right, Review of Capital in
the Twenty-First Century", The Nezo Republic, 22.4.2014.)
30 Akım olarak bu bağlantıyı Marksist değerlerle ifade edelim: K=(c+v); Kâr (artı değer)=s; Katma
değer=s+v;
Kâr payı, böylece s/(s+v)=[s/(c+v)]*[(c+v)/(s+v)|; yani, kâr oranı ile serm aye/hasıla katsayısının
çarpımına eşit olur. Piketty stoklara geçtiğmde, sermaye stokunu değişmez (sabit) sermaye (C) olarak
kabul ediyor ve kâr oranı ve serm aye/hasıla katsayısını s1C ve C/(s+v) ifadelerine dönüştürm üş
oluyor. Bir döneme ait akımlar içinde tanımlanan değerler düzlem inden, geçmiş dönemlerin birikimi
olan sabit sermaye stokuna geçildiğinde ölçüm birimi sorununa yukarıda değinildi.
121
Thomas Piketty v e2 \ . Yüzyılda Kapital Ü zerine / Korkut BORATAV
Piketty, “sermaye”yi stok olarak tanımlıyor; K, dolayısıyla tüm sermaye stokunun
(cari fiyatlarla) toplam tutarını; kârları ise sermaye gelirlerinin toplamını içerecek boyuta
genişletiyor. Ü/Y’yi a; (n/K )’yi r ve (K/Y)’yi B ile gösteriyor; aynı özdeşliği, a=r*B
biçiminde ifade ediyor ve bu denklemi kapitalizmin birinci tem el yasası olarak adlandı­
rıyor (s.52).
Tanım sal bir özdeşliği, P iketty'nin yaptığı gibi "iktisadi yasa" olarak y o ru m ­
lam ak elbette yanlıştır. İktisatta bu tür (örneğin milli m uhasebeye, ödem eler d en ­
gesine ilişkin) özdeşlikler sık sık kullanılır. Ancak, bağım sız, bağım lı değişken­
ler, param etreler ayrıştırıldıktan ve gerekli etkileşim doğrultuları açıklandıktan
sonra bir "m odel"den (belki "yasa"dan) söz edilebilir. Piketty ise, salt tanım a
"yasa" diyerek başlıyor.
Peki, 21. Yüzyılda KAPİTAL'de bölüşümü (kâr payını) açıklama çabası hiç yok
mudur? Yukarıda, Piketty’nin sermaye gelirleri kavramını, kuramsal olarak değil, görgül
(ampirik) öğeleri sıralayarak açıkladığını belirtmiştim. Çok daha sonra kuram doğrul­
tusunda birkaç adım atıyor. Neo-klasik kuram, adeta gönülsüzce hareket noktası olarak
alınacak; arkasından eleştirilerek terk edilecektir. Sonunda, tarihsel zaman serilerinden
türetilen genellemeler, kuramın yerini alaccaktır.
Bölüşümün “kuramsal” açıklanmasına doğru ilk adım, Britanya ve Fransa’da son
iki yüzyıllık kâr payı (a) ve sermaye/hasıla katsayısı (B) bulgularından yapılan bir ge­
nellemeyle atılıyor: “Sermayenin getirisi ( ı j ’nin yüksek olduğu dönemlerde B düşüktür
veya tersi geçerlidir... Sermaye stoku arttıkça, sermayenin marjinal verimi düşer” (s.200,
215). Birinci cümle, ampirik/tarihsel bir genellemedir. İkinci cümle ise, ex-post olarak
“faktör” fiyatlarını faktörlerin göreli bolluğuna bağlayan; öncül olarak da faktör/sınıf öz­
deşliği varsayan; dolayısıyla “faktör fiyatları kuramı” ile bölüşümü açıklayan geleneksel
neo-klasik görüşe açılımdır.
Bu açılımı ikinci adım izleyecektir: “Sermayenin getirisi r'nin sermayenin marjinal
verimine eşit olduğu varsayılm a, temel sorun şudur: Sermaye/gelir [hasıla] oranı art­
tıkça, sermayenin getirisi r, ne kadar gerileyecektir?.. İktisatçılar bu sorunlar üzerinde
düşünürken çoğu kez üretim fonksiyonu kavramını kullanırlar... Önemli olan, sermaye ile
emek arasındaki ikame esnekliğinin 1 ’den büyük mü, küçük mü olmasıdır ”(s.216). Neo-
klasik anlatımı izleyen ders kitaplarının bilgisi tekrarlanıyor: Kıt olan “faktör”iin göreli
fiyat arttığında, “faktörler-arası ikame” gerçekleşecek; ikame esnekliği (e)=l ise, serma­
ye ve emek payları değişmeyecek; sermaye payı e>l ise yükselecek; e<l durumunda ise
düşecektir (s.217).
Piketty bu anlatımı, “faktör paylarında istikrar” savının daya­
naklarından biri olan Cobb-Douglas üretim fonksiyonunu tekrarlayan bir kesimle tamam­
lıyor.
Bu noktada eleştiri başlayacaktır: Önce "faktör" paylarında u z u n dö n em ­
li istikrar beklentisinin (dolayısıyla C obb-D ouglas üretim fonksiyonunun ve
122
Prof. Dr. Trncer Bulutay'a Armağan
benzerlerinin) geçersizliği ileri sürülüyor. Bu, giderek, "faktör"lerden, "sınıf
payları"na geçişin eleştirisine yaklaşıyor: "Cobb-Douglas hipotezinin çok revaçta ol­
masının ardında,... iktisatçıların basit öyküleri sevmesi; daha da önemlisi, sermaye/emek
ayrışmasında [paylartndaki] istikrarın, barışçı ve ahenkli bir toplumsal düzen görüntü­
sü sunması yatar... Cobb-Douglas hipotezi, sonraki incelemeler için yararlı bir hareket
noktası olabilir. Ancak, benim derlediğim veriler göstermektedir ki, uzun, kısa ve orta
dönemlerde gözlenen tarihsel desenlerdeki çeşitliliği yeterince açıklayamaz." Piketty, bu
eleştirisini, 19. 20. yüzyıllarda ve son yıllarda sınıf paylarını etkileyen tarihsel
olaylara, dönüşüm lere değinerek tam am lıyor (ss.219-221).
B ölüşüm ilişkilerini tarihsel-toplum sal etkenler belirlem ektedir; am a sonuç­
lar özetlenirken (nedense) tekrar ikam e esnekliğine referans verilecektir31: "Zen­
gin ülkelerin çoğunda 1970 ile 2010 arasında sermayenin gelirden aldığı pay yükseldi...
Bu artış eğilimi, hem l'den büyük bir ikame esnekliği ile, hem de sermayenin emek karşı­
sındaki pazarlık gücünün artmış olmasıyla tutarlıdır.'' (s.221).
Bu açıklam anın yarısı ikame esnekliği, diğer yarısı sınıfların pazarlık güçlerin­
den oluşuyor. İlk yarı tüm üyle kabul edilirse, bölüşüm üretim fonksiyonunun
biçim ine (yani teknolojik katsayılara) bağlanacak; m arjinal verim lerce belirlenen
faktör fiyatları, "her sınıf (veya faktör) katkısı kadar pay alıyor" yorum una açı­
lacak; fiyat k u ram larından bağım sız b ir bölüşüm açıklam ası gereksiz olacaktır.
A çıklam anın ikinci yarısına itibar edilirse, sınıfsal pazarlık güçlerini belirleyen
etkenlerden başlayan bir bölüşüm kuram ına yönelm e söz konusudur.
P iketty arada kalıyor. N eo-klasik kuram ı u n u tara k sınıf paylarım tarihsel
etkenlere ağırlık vererek saptıyor. A rd m d an b u paylarda m eydana gelen her
değişim i e> l veya e < l ile yaftalıyor. "Serm aye payı artm ıştır" ifadesini, " e> l"e
değiştirdiğinde d e hiçbir şey açıklam am ış oluyor.
Piketty, esas olarak kullandığı bölüşüm göstergesinin (a ’nın) tarihsel dönemler
itibariyle seyriyle ilgilidir. Tam olarak benimseyemediği neo-klasik bölüşüm kuramına
referansları32, iğreti, adeta “sureta” kalmaktadır. Alternatif (Marx’gil ve neo-Keynes’gil)
kuramlara da aşina değildir. “Birinci temel yasa”nın diğer iki öğesindeki (r ve B’daki)
değişmeler, tanım gereği a ’yı etkileyecektir. Sınıf payları, bu değerlerdeki hareketlerin,
dönemlerin tarihsel özellikleriyle birleştirilmesi ile betimlenmiş olacaktır; o kadar...
Bu noktada, Piketty, iktisat çözüm lem esine iki değişken ekliyor: "T asarru f
oranı (s) ve b ü y ü m e oranı g". Bunlarla yukarıda açıklanan serm aye/gelir [ha­
31 İki alt-kesimin başlıkları örnek verilebilir: "23. Yüzyılda Sernıaye-Emek İkamesi: l'den Büyük Bir
Esneklik" (s.220); "Geleneksel Tarımsal Toplumlar: 7 ’den Küçük Bir Esneklik" (s.222)...
32 Örneğin ücretler-arası eşitsizliğin emeğin marjinal verimlilik farklarıyla açıklanamayacağını
açıkça ileri sürmektedir, (ss.330-332)
123
Tfıomas P ikettıj ve 21. Yüzyılda Kapital Üzerine t Korkut BORATAV
sıla] oranı 6 arasındaki G=s/g bağlantısı, " K a p ita lizm in İkinci Tem el Yasası"
olarak sunuluyor, (s. 166)
İktisat öğrencileri bu "İkinci Tem el Yasa" yı yadırganmayacaklardır. D enkle­
mi yeniden düzenlerseniz, g=s/C bağlantısına ulaşırsınız. Bu da, iyi bilinen H arro d /D o m a r m odelinin tem el denklem idir. D ahası, tek sektörlü, basit (örneğin
T ürkiye'de 1962 sonrasındaki) planlam a m odellerinin de dayandığı tem el çerçe­
veyi o lu ştu ru r13.
Tem el denklem aynıdır; ancak arada önem lice bir fark vardır. H arrod (ve
planlam a) m odellerinde, bağım lı değişken bü y ü m e hızıdır ve serm ay e/h asıla
katsayısı teknolojik bir param etredir. A slm da bağım sız değişken gibi görülen
tasarruf oranı (s) yerine, planlam acılar büyüm e hedefinin gerçekleşm esini sağla­
yacak serm aye birikim oranını kullanırlar. H a rro d 'd a ise ex-post tasarru f/y atırım
eşitliği kabul edilir; ancak tüketim (dolayısıyla tasarruf) gelir d üzeyinin bir fonk­
siyonu olduğu için, belirleyici değişken yatırım oranı olur.
Piketty, diğer m odellerde teknolojik bir param etre olarak kabul edilen ser­
m ay e/g e lir (hasıla) katsayısına öncelik veriyor; onu bağım lı değişken olarak kul­
lanıyor. Serm ayenin zam an içinde önem inin değişm e d o ğrultusu, 21. Y ü zyıld a
K A P İT A L 'de S 'deki değişm elere göre tanım lanm aktadır. K itaptaki verilerde ser­
m aye, b üyük ölçüde ö ze l serm aye olduğu için, zam an içinde fi'deki artış (azalış),
özel serm aye stokundaki büyüm e tem posunun milli gelirden daha hızlı (yavaş)
seyretm esiyle gerçekleşir. Bu da, serm ayenin toplum üzerindeki g ü cü n ü n hangi
(artan veya azalan) d o ğ ru ltu d a değiştiğini gösterecektir: "Yüksek tasarruflu ve ya­
vaş büyüyen bir ülke, uzun dönemde gelirine göre çok yüksek sermaye stoku biriktirmiş
olacaktır; bu da toplumsal yapı ve servet dağılımı üzerinde önemli etkilere yol açacaktır."
(s.166).
İlk bakışta P iketty'nin g 'd e n ziyade s'yi bağım sız değişken olarak algıladığı;
ayrıca bununla serm aye birikim oranını kastettiği anlaşılıyor: “Yatırım oranındaki
küçük değişimler, sermaye gelir oranının (fl=s/g)'ııin uzun dönemli değeri üzerinde çok
biiyiikfarklara yol açar" (ss.197-198). Bu ifade, b ü y ü m e hızının, her dönem için ge­
çerli olan bir p aram etre olarak yorum lanm asına yol açar. N e var ki, bu ifadeden
hem en sonra tam am en farklı bir önerm e ortaya çıkacaktır: "Bıı iki makrososyal
parametrels ve g] ise,...dönemden döneme, ülkeden ülkeye büyük değişiklikler gösterebi­
lirler ve ... büyük ölçüde birbirinden bağımsızdır." (s.199)
33 Tinbergen'in 1963-1967 Türkiye ekonomisi için öngördüğü 2,6'lık serm aye/hasıla (6) katsayısı ve
plan modelindeki yeri için bk. Ergun Tiirkcan (Hazırlayan), A t t i l a S ö n m e z 'e A rm a ğ a n : T ü r k iy e ’de
P la n la m a n ın Y ü k s e liş i v e Ç ö k ü ş ü 1960-1980, Bilgi Üniversitesi Yayını, İstan b u l, s.303.
124
Prof. Dr. Tuncer Bulu tay'a Armağan
21. Y ü zy ıld a K A P İT A L , böylece, kısa dönem de sabit bir teknolojik katsayı
varsayım ı altında serm aye birikim i ile milli gelir arasındaki bağlantıyı ifade eden
eski bir fonksiyonel ilişkiyi, u zu n dönem li (ve özel serm ayenin artan gücünü
temsil eden) bir serm a y e/g elir oranının (fi'nin) elde edilm esi için d ö n ü ştü rm ü ş
oluyor. Ve (işin tuhafı) hem s, hem de g, her ülke ve her dönem için değişebilecek
bir param etre gibi d e yorum lanabiliyor. "Geç kalm ış ülkelerin gelişkin kapitaliz­
m e yetişm e" süreci son b u ld u k tan itibaren tüm dünyada; g ü n ü m ü zd e ise o lg u n /
zengin kapitalist ekonom ilerde büyüm e hızları kaçınılm az olarak (adeta) param etrik değerler alarak düşecektir.
Bu çapraşık, yer yer tutarsız önerm elerden kuram sal bir büyüm e m odeline
ulaşm ak im kânsızdır. Kanım ca, bir kez daha Piketty, tanım ladığı değişkenlerin
tarihsel ve görgiil zam an serilerinden genellem eler türetm ekte; geleceğe ilişkin
senaryo ise, spekülatif ve (g için) kötüm ser param etrik öngörülere dayanm akta­
dır; o k ad ar...
Bu d u ru m d a 21. Y ü zy ıld a K A P İT A L 'in görgül genellem elerine ilişkin bir d e­
ğerlendirm e yapm ak d ah a anlam lı görünüyor.
Piketty'ye göre kapitalizm in "olağan" kabul edilm esi gereken dönem lerin­
de (örneğin 1870-1910'da) fi yüksek düzeylerde (5-7 civarında) belirlenm ekte;
istisnaî dönem ler (1910-1970) aşıldıktan sonra da, önceki değerlere yönelm e (ar­
tış eğilimi) söz konusu olm aktadır (Şekil 5.1, 5.2, s.165). Sekiz zengin Batı ülke­
sinin son kırk yıl (1970-2010) için ağırlıksız ortalam aları s için %11,2; g için %2.4;
dolayısıyla fi için 4,7'dir (Tablo 5.1, s.174). 21. yüzyılın sonuna kadar, olgun ka­
pitalist ekonom ilerde dem ografik d u rg u n lu k ve üretim in teknolojik sınırlarına
ulaşılm ış olm ası son u n d a (iyim ser bir senaryoya göre) y ü zd e 1,7 oranında orta­
lam a bir büyüm e öngörülm ekte (s.399); %11,2'lik tasarruf oranının değişm ediği
(s.400) varsayıldığında fi=6.6 olm aktadır. Piketty, b u n u "sermaye stokunun 6 veya
7 yıllık milli gelire eşitlenmesi" olarak ifade etm eyi yeğliyor ve bu değere, ancak,
u zu n dönem de ulaşılacağını vurguluyor. 2010-2100 öngörüleri de, böylece, ka­
pitalizm in geleneksel dönem inin serm a y e/g elir katsayılarına ulaşm a eğilimini
ortaya koyuyor.
K apitalizm in "norm al" hali için öngörülen 6-7'lik fi değerleri, "yüksekçe"
(yüzde 10-12'lik) tasarruf oranları ile d ü şü k veya düşm e eğilimi gösteren (%1,52,0'lik) büyüm e hızları arasındaki m akastan türetiliyor. Bu o lgunun sürekliliği­
nin açıklanm ası için, Piketty, serm ayenin ortalam a getirisi (r) ile büyüm e hızı (g)
arasında, k a p ita liz m in ana ç e lişk isi olarak adlandırdığı bir eşitsizlik öneriyor:
r>g...
Piketty'ye göre, bu eşitsizliğin kuram sal bir dayanağı yoktur; am pirik göz­
lem lerden türetilen bir genellem edir; o k ad a r... "Sermayenin getirisinin büyüme
hızını sistematik olarak aşması için derin nedenler var mıdır? Açıkçası ben bu durumu
125
Thom as Piketty ve 21. Yüzyılda Kapital Üzerine / Korkut BORATAV
tarihsel bir olgu olarak kabul ediyorum ; mantıksal bir gereklilik olarak değil. Uzun bir
süre boyunca r'nin geçekten g 'yi aşmış olması, tartışılmayacak tarihsel bir gerçekliktir"
(s.353)34.
P iketty'nin b u tarih sel/g ö rg ü l genellem esini kendi bulguları doğru lu y o r
m u? 0-1000 dönem iyle başlayıp, 2100-2200 dönem i tahm iııleriyle son bulan üç
grafiğe bakalım (Şekil 10.9, 10.10, 10.11, ss. 354-357). "Serm ayenin saf getirisi"
ile dünya hasılasının büyüm e oranını karşılaştıran ilk grafik, sözü geçen genel­
lem eyi doğrulayan b ir g ö rü n tü verm ektedir. Ancak, vergiler ve serm aye değer
artışları/k ay ıp ları dikkate alınarak bu "saf getiri" yeniden hesaplandığında bu
bulgu değişecektir.
Düzeltilm iş grafiklere göre, "serm aye"nin getirisi ile büyüm e oranları ara­
sındaki m akas özellikle pre-kapitalist dönem lerde (0-1700 yıllarında) çok açıktır.
Erken kapitalizm , sanayi devrim i ve (P iketty'nin ayrıntıyla anlattığı) Belle Époque
dönem lerinde eşitsizlik sürm ekte; ancak büyüm e hızının artışı nedeniyle m akas
daralm aktadır. Sonraki yüzyıllık dönem ikiye bölünürse, g> r ilişkisi 1913-1980
yıllarını kapsam akta; 1980-2012'de ise, r>g bağlantısına yeniden dönülm ektedir.
Bu nedenlerle, kapitalizm in yakm geçm işi ve içinde yaşadığım ız dönem açı­
sından, 21. Y ü zy ıld a K A P İT A L ' de "kapitalizm in tem el çelişkisi" olarak sunulan
r>g ilişkisi, P iketty'nin bulgularına göre dahi tartışılmayacak tarihsel bir gerçeklik
değildir.
Peki, görgül gözlem ler bir yana, kuram sal olarak b u iki değişkeni yaklaştı­
ran veya ayrıştıran etkenler üzerinde neler söylenebilir?
Pikctty, dengeli büyümenin koşullarım tanımlamak yeniden neo-klasik kurama yö­
neliyor. Kritik gösterge, sermayenin ekonomik gücünü belirleyen K /Y ’deki hareketlerdir.
Bu da zaman içinde semıaye stokunun büyüme hızı [g(K)] ile milli gelirin büyüme hızı
[g(Y)| arasındaki bağlantıyla belirlenir. Sermaye stoku, kârlann yatırıma ayrılan bölümü
[s(kâr)l oranında büyüyecektir. g(K)=g(Y) için s(kâr)*r=g gereklidir.
Benzer bir dengeli büyüme koşulunu, milli gelirdeki sermaye payı (a) ile ortalama
(milli gelirdeki) tasaıruf oranı [s(y)] arasındaki bağlantıya göre tanımlayabiliriz: a=r*B
ve (Piketty’nin “kap ita lizm in ik in c i te m e l y a s a s ı ”na göre) ö=s(y)/g olduğuna göre,
a=r*[s(y)/g]=s(y)*(r/g). Sermayenin getirisinin ( r ’nin) büyüme hızına eşitliği (r/g=l),
a=s(y) koşulunda gerçekleşir. Bu, hem milli gelirdeki sermaye payının, milli gelirdeki
tasarruf oranına; hem de kâr oranının büyüme hızına eşitlenerek sabit kaldığı bir dengeli
büyüme halidir (s.652, n.41)35.
34 Daha ileride bir dipnotta bu ifade çok daha kesinleştiriliyor: “Bilm en b ütün toplamlarda serm ayenin
ortalama getirisi biiyiim e hızından büyüktür. " (s.652, n.42.)
35 Bu dipnotta bir dizin hatası var: "r=g ise a=s" yerine, "r=g ise a=r" yazılmıştır.
126
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
Bu açıklama tarzına, dünya çapında emek ve sermaye stoklarının tam kullanıldığı;
dolayısıyla tam çalışmanın süreklileşmiş olduğu düzgün (ve durağan) hal içeren bir neoklasik büyüme modelini yakıştırarak eleştirmek36 bence gereksizdir. İktisat formasyonu­
nun tek kaynağını oluşturan neo-klasik öğretinin izleri burada da vardır; ama Piketty, bir
kez daha işine yaramayan kuramla değil, görgül bulgularla ilgilenmektedir; o kadar...
Nitekim, neo-klasik “düzgün büyüme modelinin” anlatımını, modelin geçersizliğini
ileri süren ifadeler izliyor: “Sermaye sahipleri... niçin [tamı tamına] hu miktarda serma­
ye biriktirmeyi yeğlesinler?... Gelecek kuşaklara ne düzeyde [varlık] devredileceği soru­
nu karmaşıktır ve hiçbir matematikselformül, bu sorunu çözemez. ’’ (ss.564-565) Böylece
Piketty, bir kez daha, kuramsal önermeler yerine görgül bulgulara bakmayı yeğlemiş olu­
yor. Tarihsel bulgular ve “normal” varsayımlar altında da, bir yandan s(kâr)*r>g ilişki­
sinin; diğer yandan da a>s(y) ilişkisinin geçerli olduğunu; ileride de geçerli olacağını
düşünüyor17. Sonuç, hem sermaye/gelir katsayısının (B’nın); hem de milli gelirde serma­
ye payının (a ’nın) zaman içinde yükselmesi; başka bir ifadeyle sermayenin ekonomi üze­
rindeki gücünün kesintisiz artışıdır. “Belli bir eşikten sonra sermaye kendisini yeniden
üretme ve üssel olarak biriktirme; ... müteşebbis [ise] bir rantiyeye dönüşme eğilimleri
gösterecektir." (s.395)
Bu tür bir bölüşüm senaryosu, to p lu m lan "kontrol dışına sürüklenen bir eşit­
sizlik sarmalına,... patlayıcı bir yörüngeye sürükleyecek;... çok etkili bir baskı sistemi­
ni veya aynı derecede güçlü bir ikna mekanizmasını" kaçınılm az kılacaktır (s.439).
M arx'ı, "m illigelirde sermaye payıhun] sürekli olarak artm ası... ve istikrarlı bir sosyo­
ekonomik ve politik dengefnin] imkânsızlığı" na d ay an an "karanlık kehanetinin ger­
çekleşmemesi" nedeniyle eleştiren (s.9) Piketty, sonunda benzer "karanlıkta" bir
senaryo çizm iş olm aktadır.
36 Bu doğrultuda iki eleştiriye işaret edeyim: Prabhat Patnaik, "Capitalism, Inequality and
Globalization: Thomas Piketty's "Capital in the Twenty-First Century", n e tw o r k id e a s .o rg , 18.7.2014
ve Lance Taylor, "The Trium ph of the Rentier? Thomas Piketty vs. Luigi Pasinetti and John Maynard
Keynes" Institute for N ew Economic T hinking, May 2014. Bu iktisatçılar, Piketty'yi, Marx'i, Keynes'i,
Kalecki'yi ve Pasinetti'yi dikkate almadığı (daha açıkçası, bilmediği) için eleştirmektedir.
37 Piketty'nin Batı ekonomilerinin 1970-2010 dönemi için verdiği (s.174) ortalam alar (s=0.112; r=0.04;
g=0.024), sermaye gelirlerinin (kârların) milli gelirdeki payını yüzde 18,7 olarak belirliyor. (a=s*r/g)
Bunu, Piketty'nin2010-2100 dönemi için en olası gördüğü öngörüleri ile (r için 0,041 veya 0,05; g için
0,017; s için 0.1) karşılaştırırsak (Şekil 10.11,11.6 ve 11.7, ss.357,399,402) milli gelirde kâr payı yüzde
24,1 veya 29,4'e yükseliyor. Büyüme yüzde l'e düştüğünde kâr payı yüzde 50 oluyor.
127
Thom as Pikettıj v e2 \ . Yüzyılda Kapital Ü zerine/ Korkut BORATAV
V. Ö nem li Bulgular, Eksik Yorumlar
21. Y ü zy ıld a K A PİTA L, kapitalizm in tarihini b ölüşüm odaklı bir perspektif­
le incelem eyi üstleniyor. Genel-geçer kavram lardan oluşan göstergelerin tarihsel
seyirlerinin ve b u b u lgulardan türetilen genellem elerin önem taşıdığı bir kitap
söz konusudur. Kullanılan veri tabanının zenginliği, bulgulara b ü yük önem ka­
zandırm ıştır. Bu açıdan, kitabın katkılarını, sözü geçen b u lg u lan gözden geçire­
rek değerlendirebiliriz. Önceki kesim lerde, P iketty'nin kavram larının uygulan­
m asını tartışırken yer yer b u tür değerlendirm eler yaptım . B unların tekrarından
kaçınm aya çalışacağım.
"Serm ayenin tarihi"ni iki bin yıl öncesine taşıyan P iketty'nin "antik çağ"
bulgularını ciddiye alm aktansa, son iki yüzyıl üzerinde durm ayı yeğliyorum .
21. Y ü zyıld a K A P İT A L 'in Batı ekonom ileri, dolayısıyla g ü n ü m ü z açısından
"olgun kapitalizm " üzerinde odaklandığını hatırlatayım . Kitapta, son iki yüzyı­
lın tüm bölüşüm göstergeleri, sağ ucu henüz tam am lanm am ış olan U biçim inde
bir hareketi ortaya koym aktadır. S erm aye/m illi gelir oranı, serm aye ve em ek
gelirlerinin milli gelirdeki payları, em ekçilere, serm ayedarlara ve toplam n ü fu ­
sa intikal eden en üst gelir dilim lerinin38 payları, serm aye (servet) m ülkiyetinin
serm ayedar, em ekçi ve tüm hane halkları açısından (tekrar zirvedeki m ülkiyet
grupları üzerinde odaklanılarak) dağılım ı, bölüşüm göstergelerinin en önem li­
lerini oluşturm aktadır.
Bu göstergelerin tüm ü, erken kapitalizm le birlikte serm ayenin göreli d u ­
ru m u n d a başlayan ilerlem enin, F ransa'da Belle Époque, B ritanya'da V ictoria,
ABD'de ise G ild ed A ge (bazen "Soyguncu Baronlar") nitelem eleri ile anılan bir
zam an dilim i içinde zirveye ulaştığını; bu d u ru m u n Birinci D ünya H arbi ari­
fesine denk gelen bir tarihe (1910 civarına) kadar sü rd ü ğ ü n ü ortaya koyuyor.
Piketty'ye göre bu, kapitalizm in genel eğilim idir.
Ayrıca, genel olarak serm ayenin göreli d u ru m u n u n düzeldiği b ü tü n zam an
aralıklarında, serm aye m ülkiyetinde, serm aye gelirlerinde ve em ekçilerin g e lir/
m ülkiyet dağılım larında üst-dilim lerin payları artm aktadır. Emekçi gruplardaki
bu değişim in, üst-yönetici gelirlerindeki ve orta sınıf konut m ülkiyetindeki iler­
lem elerle bağlantılı olduğu d ah a önce belirtildi. Dahası, zirvede yer alan g ru p ­
ların serm aye getiri oranları da yükselm ektedir. Piketty, gelir ve veraset vergi
kayıtlarına dayanan (ss.18-19) veri tabanının sözü geçen kutuplaşm a derecesini,
gerçek d u ru m a göre hafiflettiğini de vurguluyor. Zira, gelir vergisi kaynakları,
38 Piketty'nin tablolarında gelir dilimlerinin toplam gelirden elde ettiği paylar, genellikle en üst
yüzde onluk gruptan başlıyor ve (zaman zaman) en üst on binde bir'lik gruba kadar yürütülüyor.
128
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
yüksek gelirleri sistem atik olarak d ü şü k gösterm ekte39; ayrıca "off-shore" vergi
cennetlerine sığınan yüksek servet ve gelirler kapsanam am aktadır (ss.282-284,
294-295,466).
Tarihsel ortam ların belirleyiciliğine sık sık v u rg u yapm asm a rağm en,
P iketty'nin son yüzyıla ilişkin bulgularında önem li boşluklar vardır.
20.
yüzyıl, serm ayenin göreli d u ru m u n d a iki dönem eç ortaya koyuyor: İki
D ünya Savaşı'nı ve b ü y ü k bunalım ı, (Fransızların nitelem esiyle) "şahane" bir
otuz yıl (" Trente Glorieııses") izlemiş; b u dönem , yüzyılın son çeyreğinde son
bulm uştur. Politik iktisat yazınm da giderek yaygınlaşan bir gelenek, Trente
Glorieuses'ü "A ltın Çağ"; b ir anlam da "serm ayenin rövanşı"nı tem sil eden ikinci
dönem i ise n eo -lib era lizm terim lerini kullanarak incelem ektedir. Bu incelem e­
lerin b ü y ü k bir bölüm ünde, bölüşüm ilişkileri sınıfsal güç dengelerinin siyasete
taşınm ası ve siyasi iktidarların aktif m üdahaleleri sonunda biçim lenm iştir.
Piketty, kitabının başında politik iktisat geleneğini benim sediğini ileri sü rü ­
yor. Bu nedenle, tüm dünyayı, öncelikle Batı toplum larını etkilem iş olan bu iki
dönem eci, bu geleneğin içinde incelemesi beklenirdi. Bu beklenti gerçekleşm i­
yor. 21. Y ü zy ıld a K A P İT A L 'e göre, 20. yüzyılın bir bölüm ü, serm ayenin uzım
dönem de güçlenm e eğilim ine karşı geçici bir istisnadır ve belirleyici etken, iki
b ü y ü k d ü n y a savaşıdır: "Geçmişi biiyiik ölçüde silip atan ve eşitsizliğin yapısını dö­
nüştüren [şey] yirminci yüzyılın savaşlarıdır.” (s.471). Savaş dönem lerinin, serm a­
y e /g e lir o ranlarında dram atik bir düşm e biçim inde ortaya çıkan katkısı, "üçte iki
veya dörtte üç oranında sermayenin (binalar, fabrikalar, altyapı olarak) fiziksel yıkım ı,...
yabancı portföylerin çöküşü ve çok düşük tasarruf oranları ile, [açıklanabilir.]... M il­
lileştirmeler gibi,., varlık sahiplerinin ekonomik gücünü geriletmeyi hedefleyen kısmen
bilinçli bir politikaların etkisi ise” arka plan d a kalm ıştır, (s.149).
Altın Çağ dönüşüm lerine b u dolaylı değinm e dışında, tüm Batı coğrafyasın­
da sınıflar-arası ekonom ik ve politik dengeleri belirgin biçim de em ek lehine d ö ­
n ü ştü ren (öncesi ve sonrası ile) 1968 çalkantılarını Piketty, sadece Fransa'ya özgü
ve C harles d e G aulle'ün asgarî ücretleri artırm ası sonucunu veren tekil bir olay
gibi ele alm aktadır (s.289). F ransa'nın ötesine giden kısa b ir gözlem ise, hiçbir şey
açıklam ayan bir "geçiştirm e" olarak görecektir: "1945-1975 döneminde Avrupa'yı
kucaklayan büyük coşku dalgası..., nüfusun yarısının ilk defa olarak ulusal sermayenin
anlamlı bir bölümüne sahip olması ile ilgilidir" (s.350).
39 Elli yıl önceki bir çalışmada, gelir vergisi istatistiklerinden türetilen kişisel gelir dağılımı
tablolannın eşitsizlikleri sistematik olarak eksik yansıttığı; aynca da vergi yasa ve uygulamalarındaki
değişikliklerin, dağılım lann seyrini de bozduğu ayrıntılı bir biçimde tartışılmıştı. (Korkut Boratav,
K a m u M â liy e s i v e G e lir D a ğ ılım ı, Ankara 1965, SBF Yayını, Bölüm I.) Piketty'nin iki yüzyıla uzanan
verilerinin bu bozucu etkilerden anndınlm adığı açıktır.
129
Thomas Piketti) v e2 \ . Yüzyılda Kapital Ü zerine / Korkut BORATAV
Altın Ç ağ'ın serm a y e/g elir oranlarm ı etkileyen bu özellikleri ve Fransa'ya
özgü çalkantıları dışında, 20. yüzyılın tü m ü n ü etkileyen kurum sal, yapısal özel­
likler, " Sosyal D e v le t " terim i aracılığıyla ve bir hayli sıradan bir çerçeve içinde
betim lenm ektedir: "Geçen yü zyıl içinde maliyeci devletin büyümesi;... özellikle sağlık,
eğitim ve emeklilik alanlarındaki sosyal harcamaların milli gelirin yüzde 25-35'ine ulaş­
ması.. .sosyal bir devletin oluşumunu ifade eder." (s.479) Piketty'ye göre bu m odel
m o d em kapitalizm in yerleşik bir öğesidir; oluşum u Altın Ç ağ'ın çok öncesine
gitm ektedir. Yeterince olgunlaşm ıştır. "Sosyal devletin büyüklüğünde esaslı bir artış,
ne gerçekçidir; ne de gereklidir." (s.481)
Yirminci yüzyılın son 20-25 yılm a dam gasını vu ran diğer b ü y ü k (neo-liberal)
dö nüşüm e d e bakalım .
Nicel bulgular, özellikle P iketty'nin en kritik göstergesi olan K /Y oranın­
daki yükselm e yazan, bir anlam da ısrarla, 1980 dönem ecini betim leyici veya çö­
züm leyici bir perspektifle incelem eye davet etm ektedir. "1980’li ve 1990'lı yıllarda
gayri menkul ve hisse senedi fiyatları, savaş sonrası döneme göre özel servetler için daha
elverişli bir siyaset ortamı içinde hızlandı;... sermaye/gelir oranlarının yükselmesini de
pekiştirdi" (s.173). "Ö zel servetler için elverişli siyaset ortam " ise, "sermayenin pa­
yındaki artışı hızlandıran tutucu bir devrimin başlangıcı" olarak nitelendirilen Thatc-
her ve R eagan'ın 1979-1980 seçim zaferlerine değinilerek geçiştiriliyor (s.42). Bu
"tu tu cu devrim " Britanya ve ABD ile sınırlı görülecek; tem el hedefleri, gündem i
açıklanm ayacak ve artan oranlı gelir vergilerinin b ü y ü k ölçüde son bulm ası dı­
şında öğelerine, uzantılarına nadiren değinilecektir.
"M alûm u ilân" old u ğ u için, biraz hicap d u y arak hatırlatalım ki P iketty'nin
vurguladığı vergi siste m le rin d e k i d eğ işik lik , neo-liberal d ö nüşüm lerin sadece
bir öğesidir. Bu adım ın tam am layıcıları olan kam u hizm etlerinin ticarileşm esi,
piyasalaşm ası, giderek artan oranlarda "kullanıcının ödediği bedeller" ile ("fi­
yatlandırılarak") karşılanm ası; e m ek /se rm ay e ilişkilerini işgücü piyasalarını
esnekleştirerek düzenlem e çabaları; bunların son u n d a sendikalaşm a oranların­
daki dram atik aşınm a; yaygın özelleştirm e dalgalarının k am u işletm elerini adım
adım tasfiyesi40 kitapta göz ardı edilm iştir.
Bu sınırlı perspektif, d ü n y a kapitalist sistem inin b ü tü n ü n ü ve tü m öğeleri­
ni kucaklayan neo-liberal d ö n ü şü m ü n P iketty'nin term inolojisi içinde yer alm a­
sını önlem iştir. B unun yerini, sadece serm aye hareketlerinin hızlanm ası içinde
tanım lanan bir kü reselleşm e anlayışı alm ıştır. Kısmî bir eleştiri söz konusudur.
Bir kere, serm aye hareketlerinin serbestleşm esi, serm ayenin em ek karşısındaki
pazarlık g ücünü artıran bir etkendir (s.221). Ayrıca, "bir ülkenin büyük ölçüde ya­
40 Doğu ve Batı A vrupa'daki özelleştirmelere, özel serm aye/m illi gelir oranlannı yükseltici etkileri
açısından değinilm ektedir (ss.173,184,186).
130
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
bancıların mülkiyetine geçmesi", ağır politik istikrarsızlıklara yol açtığı için sakın­
calıdır. "Küresel bir ekonomiye katılma kendiliğinden olumsuz bir şey değildir. Otarşi
hiçbir zaman refah getirm em iştir.. .Ancak sözkonusu kazançları serbest sermaye akımları
değil; mal ve hizmetler için açık tutulan piyasalar sağlamıştır (s.70-71, ayrıca bk s.193-
194). K itabın çeşitli yerlerinde neo-liberal reçetelerin çevre ekonom ileri için tem el
önerilerinin başında yer alan, "serbest, rekabetçi dış ticaret rejim leri" sav u n u la­
cak; korum acılıktan, milliyetçi tepkilerden sakınm a uyarıları yer alacaktır (s.l,
471,516, 523,534).
D ünya çapında artan gücü karşısında "finansal sermayeyi denetleme söz konu­
su olduğunda, piyasa-karşıtı ve devlet -karşıtı kamplardan ikisi de sadece kısmen hak­
lıdır; yeni araçlar bulmak gereklidir" (s.474). Ç in'in uyguladığı "serm aye denetim
yöntem leri"ne Piketty sem patiyle yaklaşm aktadır. G elir eşitsizliklerinin azaltıl­
m ası hedeflendiğinde, kam ulaştırm a ile artan-oranlı vergilem e karşılaştırıldığın­
da, ikinci seçenek, "sosyal adaletle bireysel özgürlükler arasında ideal bir uzlaşmayı
temsil ettiği için" yeğlenm elidir (s.505).
21.
Y ü zy ıld a K A P İT A L 'in son bölüm leri b u geleneksel yöntem i geliştirerek
canlandırm a önerilerini içeriyor: Piketty, serm ayenin dağılım ındaki eşitsizlikleri,
m ülkiyet ilişkilerini hedefleyerek değil, vergilem e yoluyla hafifletmeyi önerecek­
tir. V eraset ve intikal vergilerinin artan oranlı ve etkili hale getirilm esi ilk öneri­
dir. Piketty bir adım d ah a atacak ve tüm finansal ve reel varlıkları kapsam ayı h e­
defleyen, artan oranlı bir net servet vergisini savunacaktır. Son aşam a, "serm aye
ü zerinde küresel b ir vergi" önerisidir.
Piketty b u n u n “ütopik bir fikir” o ld u ğ u n u kabul ediyor; am a olağanüstü bir
iyim serlikle sürd ü rü y o r: “Bu ideal çözüme adım adım yaklaşmak mümkündür.” D o­
layısıyla niçin gerçekleşm esin?
***
D ünyanın halini beğenm eyen b ir sosyal bilimci, m ülk sahibine "getiri sağla­
yan" ("artığa el koym a, onu paylaşm a im kânı veren") tüm servet türlerini "ser­
m aye" olarak adlandırm ış; getirinin kendisini "serm aye geliri", ikisi arasındaki
oranı "getiri oram " diye kavram laştırm ış; "em ek" ve "em ek geliri" d e karşıt kav­
ram ları oluşturm uş.
Bu terim leri cari piyasa fiyatları ü zerinden ölçülebilecek biçim de tanım lam ış;
geçm iş kaynakları tarayarak, sınıflayarak iki bin yıllık zam an serileri oluşturm uş;
b u u zu n zam an aralığını em ek /se rm ay e karşıtlığı perspektifi içinde incelemeye
kalkışm ış; b u karşıtlığı tem sil eden oranlar kullanm ış. N e var ki, getiri sağlayan
tüm servet türlerini Kapital olarak tanım ladığı için, iki bin yıllık sınıflı toplum lar
tarihinin tü m ü n ü k a p ita liz m olarak betim lem e şaşkınlığına da sürüklenm iş.
131
Thom as Piketty ve 2 1. Yüzyılda Kapital Üzerine / Korkut BORATAV
Bildiği tek iktisat öğretisine başvurm uş; işe yaram adığını fark etmiş. Elinde­
ki göstergelerden dönem sel, tarihsel genellem eler türetm iş; bunların tartışılm a­
sında, her dönem e dam gasını vuran toplum sal, siyasal olaylardan, olgulardan
yararlanm akla yetinm iş.
Bu bilgiler, son iki yüzyıla geçildikçe özgünleşm ekte; öğretici olm akta imiş.
A raştırm a gündem ine çok d ah a yatkın olan kuram lara aşina olm adığı için ü ret­
tiği bulguların bir bölüm ünü israf etm iş. K avram larını ayıklayarak, yeniden sı­
nıflayarak aydınlatıcı, devrim ci bir eleştiriye ulaşm a olanağı ortaya çıkmış; bu
seçeneği reddetm iş veya fırsatı kaçırmış.
Thom as P iketty'nin 21. Y ü zyıld a K A PİTA L' ini ben böyle okudum ; değer­
lendirdim . O kudukça da (belki yazarına biraz haksızlık yaparak) M arx'ın k a b a /
bayağı iktisat okulu için söyledikleri aklım a geldi: "Kaba iktisatçı, günlük mübadele
ilişkileri ile değer büyüklüklerinin doğrudan aynı şey olamayacağını aklına getirem ez...
İçsel bağlantıların açılımı ile karşı karşıya gelince büyük bir buluş yaptığını zanneder...
ve görüntülere yapışık kalmaktan ve bunları nihaî [doğrular] olarak kabul etmekten gu ­
rur duyar. O zaman bilim ne işe yarardı?"
132
KAVRAMLARIN YÖNLENDİRME ETKİSİ:
"ULUSAL GELİR" ÖRNEĞİ1
Haşan ERSEL2
(25 Kasını 2014)
Bir olguyu anlam aya çalışm ak, açıklayabilm ek ve öngörü yapabilm ek için
öncelikle dikkatle gözlem em iz, neler olup bittiği hakkında fikir sahibi olm am ız
gerekir. Ancak tekil gözlem ler, kendi başlarına, araştırm acıya bir izlenim verm ek
ötesinde pek bir şey ifade etm ezler. G özlem ler u y gun bir düşünsel çerçeve içine
yerleştirildiği zam an anlam kazanırlar. Bu aşam ada araştırm acının çözm esi gere­
ken iki sorun söz k o nusudur. B unlardan ilki ele alınan soruna bakış biçim ini be­
lirleyecek bir kuram ın, seçim idir. Kuram , bu bağlam da, "bazı öncüllerden akılcı
d üşünce yoluyla türetilen önerm eler" ya da "bir sonuç elde etm ek için kullanı­
lan bir kurallar dizgesi, yöntem ve varsayım lar" biçim inde tanım lanabilir. İkinci
sorun ise ele alm an som ut olgu ile kuram arasında ilişki kurulabilm esidir. Bu
som ut gözlem lerin değerlendirilm esi ve sınıflandırılarak yeniden tanım lanm ası
yoluyla sağlanır. Bu süreç sonunda söz konusu o lgunun düşünce dünyasında
kavramlar (concepts) ve b u n lar arasındaki ilişkiler biçim inde soyut bir izdüşüm ü
ortaya çıkar. Bu noktadan sonra araştırm acı b u soyut yapıya dayanarak ele aldığı
olguyu açıklam aya yönelik önerm eler türetir.
Bu iki so ru n u çözm e aşam asında araştırm acı hem tem el alacağı kuram ı seç­
m ekte hem de hangi kavram ları kullanacağını belirlem ede belli bir özgürlüğe
sahiptir. Ç ünkü, genelde, h er iki boyutta da seçenekler söz k o nusudur. Ö rneğin
Neoklasik, Keynes'gil, M arx'gil okulların farklı yaklaşım ları söz konusudur. Bu
yaklaşım lardan birisini seçen bir araştırm acının k u rd u ğ u çerçeve ve seçtiği kav­
1 SBF'de görev yaptığım yıllarda, Tuncer Hoca ile, özellikle Cebeci'den Kavaklıdere'deki Kuğulu
Park'a kadar yaptığımız yürüyüşlerde pek çok konuyu konuşurduk. Benim için çok öğretici ve
yönlendirici olan bu sohbetler hala telefon aracılığıyla devam ediyor. Kendisine bana bu fırsatı
verdiği, yol gösterdiği için her zam an minnettar oldum, olmaya da devam ediyorum. Bu yazıda
ele alınan ana başlıklar, yakın yıllar dahil, çeşitli zamanlarda kendisinin tartışmaya açtığı ve beni
üzerinde düşünm eye özendirdiği konuların bazılarından oluşuyor.
2 Çok yoğun iş yüküne rağm en zaman ayırıp, bu yazıyı okuyup eleştiri ve önerilerini ileten değerli
arkadaşım Nuri Yıldırım'a teşekkür borçluyum.
133
Kavramların Yönlendirme Etkisi: "Ulusal Gelir" Örneği / Haşan ERSEL
ram lar bir başka yaklaşım ı benim seyeninkinden farklı olabilir. Bu farklılık aynı
iktisat okulu içinde de söz konusu olabilir. Bir araştırm acının söz konusu okul­
lardan birisinin yaklaşım ını yeğliyor olm ası oluşturacağı çerçeve ve kullanacağı
kavram ların aynı yaklaşım ı benim seyen bir başka araştırm acılarınkiyle tam a­
m en çakışacağı anlam ına gelm ez. Sadece aynı iktisat o kulunu benim sem iş araş­
tırm acıların ortak noktalarının farklı okulları benim sem iş olanlardan daha fazla
olm ası beklenir. Bu farklılıkların varlığı doğal olduğu kadar, bilim in gelişm esi
için d e gereklidir. Dolayısıyla, ciddi bir araştırm anın yeni önerm elerin ortaya
çıkm asını sağlam anın ötesinde o alandaki kuram lara ve kullanılan kavram lara
da katkı yapm ası söz konusudur.
B undan sonraki aşam ada ise türetilen önerm elerin, aynı alanda yapılm ış di­
ğer çalışm alarda ulaşılanlardan farklı olup olm adığı (başka bir değişle bir yenilik
getirip getirm ediği) ve eğer farklılıklar varsa bunların nereden kaynaklandığı­
nın ortaya konulm ası gerekir. Bu, çalışm ayı tem ellendiren varsayım ların gözden
geçirilm esini gerektirebilir. Son aşam ada ise ulaşılan önerm eler hipotezler biçi­
m inde ifade edilir ve u ygun veriler yardım ıyla sınanır. Böylelikle oluşturulan
kuram sal çerçevenin ve kullanılan kavram larm ele alınan olguyu açıklam ada ve
öngörü yapm akta başarılı olup olm adığı ortaya konulm aya çalışılır. Bu noktada
ulaşılan sonuçlar ise, tekrar başa dönülm esine, bazı varsayım ların, kavram ların
gözden geçirilm esine yol açabilir. Bu gözden geçirm e sonucunda bazı basit d ü ­
zeltm elerden tüm araştırm a program ının terk edilm esine kad ar uzanan değişik­
likler yapılm ası gündem e gelir. Dolayısıyla, yinelem eli bir süreç söz konusudur.
Bu yinelem e sürecinin ne k adar süreceğini, öncelikle araştırm acının titizlik d ü ze­
yi, sonra da bu araştırm ayı eleştirel bir bakışla değerlendirecek olanların hoşgörü
sınırları belirler. İleri sürülen hipotezlerin reddedilem em esi d u ru m u n d a ise ula­
şılan sonuçlar, geçici olarak, geçerli kabul edilir. Bu geçerlilik yeni bir görüşün
benzer yollardan geçerek daha başarılı sonuçlar verm esine k ad a r sürer.
Kavramlar
Y ukarıda ele alm an süreçte önem li rol oynayan öğelerin başında kullanılan
kavram lar gelir. Sm anan hipotezleri tem ellendiren önerm eler, kullanılan kav­
ram lara ve b u n lar arasındaki ilişkilerden türetilen önerm elere dayanırlar. D ola­
yısıyla b ü tü n b u süreçte kavram larm neler olduğu, bun ların nasıl tanım landığı
b ü y ü k önem taşır. Ö te yandan iyi tanım lanm ış kavram larm varlığı söz konusu
alanda çalışanlar (ya d a o alanla ilgilenenler) arasm da iletişim in kurulm asını da
sağlar. Başka bir deyişle, bir araştırm a alanına ilişkin olarak ileri sürülen ve ge­
nel kabul gören kavram lar, söz konusu alanın dilini oluşturur. Bu dilin varlığı
araştırm acılara ele aldıkları soruna u ygun kavram lara ulaşm alarına yardım cı
olur. A raştırm acılar, çoğu defa, d ah a önce yapılan çalışm alarda ortaya atılm ış
134
Prof. Dr. Turner Bulutciy'a Armağan
ve genel kabul görm üş kavram lardan yararlanırlar. Bu kavram ları bilenler de
o n u n ne yapm aya çalıştığını anlayıp değerlendirebilirler. Ö te yandan, m evcut
kavram ların yeni bir so ru n u ele alm ada yetersiz kalm ası da söz konusu olabilir.
Bu d u ru m d a yeni kavram ların önerilm esi söz konusu olacaktır. Bir araştırm acı,
önerdiği kavram ları dikkatle tanım ladıktan sonra bunları kullanarak bazı öner­
m eler türetebilir. Bu kavram ların söz konusu alanda çalışanlar tarafından be­
nim senm esi d u ru m u n d a b u n lar o alanın dilini tem ellendiren kavram küm esine
eklenirler.
K onuyu iktisat alanına çekerek biraz daha açm aya çalışayım . İktisatta kul­
lanılan kavram lara bir göz atalım : Ö zendirim , fırsat m aliyeti, verim lilik, rekabet,
enflasyon, artık değer, m arjinal tüketim eğilimi, ulusal gelir3 vs. Bu kavram ların
bazılarını g ü n lü k konuşm alarım ızda da kullanırız. Ö rneği "rekabet"... İktisat
kuram ında rekabetin belli bir tanım ı vardır ve bu tanım ile günlük konuşm a­
larda kullanılan rekabet sözcüğünün anlam ı aynı değildir. Öte yandan da di­
ğer bazı kavram lar, örneğin "fırsat m aliyeti", iktisatçı olm ayanlar için pek bir
anlam ifade etm eyebilir. Bu bağlam da ortaya çıkan bir başka sorun ise iktisat
okullarının kullandıkları kavram lar arasında fark olm asıdır. Ö rneğin "artık d e­
ğer" kavram ı M arx'gil iktisatta önem li olm asına karşın, neoklasik iktisatta kul­
lanılm am aktadır. Buna karşılık neoklasik iktisadın bazı kavram ları ise M arx'gil
iktisada yansım am ıştır. Dolayısıyla iktisadı, farklı iktisat okullarını kapsayacak
biçim de tanım ladığım ızda bunların herhangi birisi esas itibariyle iktisadın dilini
oluşturan kavram lar küm esinin bir alt küm esini kullanır. Farklı iktisat okullarının kullandığı kavram küm eleri birbirlerinden ayrık olm am akla birlikte, ortak
öğe sayısı toplam öğe sayısına oranla oldukça az olabilir.
K avram ların bazıları ötekilerine oranla d ah a yaygın kullanılır. Bu ifade
ettikleri olgunun algılanan önem i, kavram ın anlaşılm asının kolay olm ası gibi
farklı nedenlerden kaynaklanabilir. Ö rneğin ulusal gelir hem iktisatçılar hem de
iktisatçı olm ayanlar tarafından oldukça sık kullanılırken, homotetik tercih (hom othetic preference) kavram ına iktisadın d ar bir alanında uğraşanlar dışında pek
başvurulm az. Bu farklılık olayın doğasm dan kaynaklanan ve günlük yaşam da
kullanılan diller için d e geçerli olan bir olgudur. A ncak b u rad a dikkat edilm esi
gereken bir nokta ortaya çıkm aktadır. Bir kavram ın kullanım ının yaygınlaşm ası­
nı ona verilen önem in bir göstergesi olarak kabul edelim . Bu söz konusu kavra­
m ın, çeşitli nedenlerle, o alanla ilgilenenler için bir çekim noktası haline gelm esi
dem ektir. Dolayısıyla, b u alana ilişkin iletişim de bu kavram ın ağırlığı artar. Bu
da ilgilenenleri söz konusu kavram ı kullanm aya özendiren önem li bir etm endir.
Doğal olarak bu da araştırm a yapanları da etkiler ve onların dü şü n sel çerçevele­
rini o lu ştururken b u kavram a yer verm eye yönlendirebilir.
3 Bu yazıda ulusal gelir bir ülkede yaşayanların toplam geliri şeklinde genel bir ifade biçiminde
kullanılmaktadır. Ulusal gelir hesaplarında bu kavrama karşılık gelen birden fazla istatistiksel
karşılık vardır. Bunlardan en yaygın kullanılanı ise Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'dır, (GSYH).
135
Kavramların Yönlendirme Etkisi: "Ulusal Gelir " Örneği / Hasan ERSEL
Bazı kavram ların önem li görülm esinin iki farklı etkisi söz k o nusudur. Bun­
lardan ilki o alandaki araştırm a ve tartışm aların söz konusu kavram larca tem ­
sil edildiği dü şü n ü len olgulara daha çok yönelm eleridir. Bu bir yandan araştır­
m acıların ilgisinin yönlendirilm esinden öte yandan da bu alanda bilgi edinm e
isteğinin artm asından kaynaklanan doğal bir olgudur. B unun akla gelebilecek
bir sakıncası, başka kavram larca ifade edilen konulara ilişkin araştırm a ve tar­
tışm aların g ü d ü k kalm asına yol açabilm esidir. Ö rneğin, T ürkiye'de (dünyadaki
eğilimi kopyalayarak) 1980 sonrasında finans piyasalarındaki sorunlar önem ka­
zanm aya başlam ış, buna karşılık gelir dağılım ı, servet dağılım ı, iktisadi adalet
gibi kavram larla ifade edilen sorunlar görece ihm al edilm iştir.
Bir kavram ın önem kazanm ası olgu su n u n ikinci, ve bir anlam da dolaylı,
sakıncasından d a söz edilebilir. Bir kavram ın diğerleriyle olan ilişkilerinin yay­
gınlığı ve yoğunluğu nedeniyle önem kazandığını düşünelim . Bu d u ru m d a söz
konusu kavram ın ilişkili olduğu diğer kavram lar üzerinde d ü şünenlerin bu iliş­
kileri abartm ası söz konusu olabilm ektedir. B urada vurgulanm ak istenen önem li
olan kavram ın, diğer bazı kavram ların yerine d o ğ ru d an konulm ası değildir. Bu­
nu n bir hata olacağı açıktır. K onuya ciddiyetle yaklaşan bir kişi b u n u yapm az.
Ancak, araştırm acı açıklam aya çalıştığı olguyu tem sil etm ek üzere onu en çok
etkilediğini d ü şü n d ü ğ ü bir kavram üzerine yoğunlaşabilir. Bu tü r bir açıklama,
önem li olarak kabul ettiği kavram ile açıklam aya çalışılan olgu arasındaki ilişki
güçlü ise, tüm üyle yanlış değildir. Am a bu d u ru m d a bile bazı başka kavram la­
rın katkıları ihm al edilm iş olacaktır. Bu ihm alin ele alm an olayın anlaşılm ası ve
açıklanm ası açısından anlam ve önem ini saptam ak ise o kadar kolay değildir.
Ç ünkü bu yolla yapılan açıklam anın göreli başarısı, konuyla ilgilenenlerin b ü ­
yü k bir kısınınca da benim senm esine ve dolayısıyla başka kavram larla olan iliş­
kinin araştırılm ası gereğinin duyulm am asına yol açabilir. Bu d u ru m d a araştırm a
program ının "yanlış" yönlendirilm iş olm ası ve bu d u ru m u n sürm esi söz konusu
olabilecektir.
Bu konuda verilebilecek ilginç bir örnek ulusal gelir kavram ıdır. Bu kav­
ram hem ilişkilendirilebildiği diğer kavram ların yaygınlığı hem d e b unlarla olan
ilişkisinin, özellikle m akro iktisadın ele aldığı pek çok konuda, güçlü olm ası ne­
deniyle önem li kabul edilm ektedir. Doğal olarak iktisatçılar bu kavram la ilişkili
olan ulusal gelir düzeyinin belirlenm esi, iktisadi bü y ü m e ve iktisat siyasasının
(policy) b u n lar üzerindeki etkisi gibi olguları anlam aya, açıklam aya ve bunlara
ilişkin öngörüler yapm aya b üyük önem verm işlerdir. B unun önem li bir nedeni
de ulusal gelir kavram ıyla ilişkilendirilen iktisadi değişkenlerin iyi tanım lanm ış
olması ve bunlara ilişkin tahm inlerin yapılabiliyor olm asıdır.
Öte yandan ulusal gelir kavram ına verilen bu önem , söz konusu kavram ın
diğer bazı iktisadi kavram ları açıklam ada kullanılm asını da özendirm iştir. Bu
136
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
eğilim e örnek olarak toplum sal gönenç (welfare, well-being) ve iktisadi gelişm e
(econom ic developm ent) k onusundaki tartışm alar gösterilebilir. Bu iki kavram
ulusal gelir ile yakın bir biçim de ilişkili görünm ektedir. Dolayısıyla bu konular­
da yapılan çalışm aların b üyük kısm ında ulusal geliri tem el alan yaklaşım ların
hakim o ld u ğ u görülm ektedir. Bu yazm m kalanında bu yaklaşım ın her iki alanda
da bazı sakıncalar d o ğ u rd u ğ u n a dikkat çekilm ekte ve b u n u giderm eye yönelik,
görece yeni yaklaşım ların bakış açıları kısaca ele alınm aktadır.
Bu noktada söz konusu alanlardaki ciddi çalışm alar ile p o p ü ler söylem ara­
sında bir fark old u ğ u n a d a dikkat çekm ek gerekir. Sözü edilen ciddi çalışm alar
konusundaki kaygı, toplum sal gönenç ve iktisadi gelişm e ile anlam lı ilişkisi ol­
d u ğ u hem en herkesçe kabul edilen ulusal gelir kavram ına aşırı ağırlık verilm e­
sinden kaynaklanm aktadır. P opüler söylem ise bu kavram ları, neredeyse, ulusal
gelir ile ikam e etm e noktasına gelm iştir. Bu d a söz konusu kavram ların kendi­
lerine özgü özelliklerinin gözden kaçırılm asına yol açm akta ve b u n u n sakıncası
özellikle iktisat siyasası tartışm alarında kendisini gösterm ektedir.
Ulusal Gelir
"U lusal gelir" kavram ındaki "ulusal" kelimesi, kavram ın birden çok kişi,
şirket ya d a k u ru m u içerdiğim ve aynı zam anda da kapsam alanının sınırları
(devlet vs.) o ld u ğ u n u gösterm ektedir. K avram b u öğelerin gelirleriyle ilgilidir.
Dolayısıyla ulusal gelir kavram ı, hangi iktisadi birim leri kapsayacağı ve gelirin
nasıl tam m lanacağı ile birlikte anlam ifade eder. Bu noktadan hareket edildiğin­
de "ulusal gelir" kavram ının aslında ekonom inin belli bir biçim de tanım lanm ası­
na dayandığı ortaya çıkar. N itekim , ulusal gelir kavram ı, altında yatan ekonom i
anlayışındaki değişikliklere bağlı olarak değişm iştir.
U lusal gelir k o n u su n d a ilk tahm in çalışm ası yapan kişi olarak Sir W illiam
Petty [d. 1623-Ö.1687J gösterilir.4 İngiltere kralının özel d o k to ru olan Petty d ev ­
letin daha fazla vergi toplayabileceğini gösterm ek için ülkenin gelirini tahm in
etm eye çalışmıştı. O n u n b u çalışm asını çok yönlü geliştiren G regory King [d.
1648-Ö. 1712] ise üç ayrı yöntem (üretim , harcam a ve gelir) kullanarak ulusal geli­
ri tahm in etm iş ayrıca zam an serileri kullanarak gelir, harcam a ve vergi hasılatını
öngörm eye çalışm ıştı. Ö te yan d an King sadece ulusal gelir tahm ini yapm akla
yetinm em iş, gelirin toplum sal g ru p lar ile m eslekler ve gelir türleri (kâr, ücret vs.)
itibariyle dağılım ını tahm in etm eye çalışm ıştır. K ing'in bir başka katkısı da u lu ­
sal servet tahm ini yapm asıdır. King bu çalışm alarında ulaştığı zam an serilerini
kullanarak 1696-8 dönem i için ulusal gelir, harcam a ve vergi geliri öngörüleri de
yapm ıştır. Böylelikle King ulusal geliri ilk defa iktisat siyasası am acıyla kulla­
nan kişi sıfatını kazanm ıştır. Bu öncülerin çalışm alarına katkı yapan diğer önde
4 "Ulusal Gelir" kavram ının gelişmesinin tarihçesi için bkz. Bos (2008), Mitra-Kalın (2011),
137
Kavramların Yönlendirme Etkisi: "Ulusal Gelir" Örneği / Hasan ERSEL
gelen isim ler olarak İngiltere'de Sir W illiam D avenant [d.1606-Ö.1668], A rthur
Young [d.1741-0.1820] ve F ransa'da ise Pierre Le P esant d e Boisguilbert [d.1646Ö.1714] ve Sebastien Le Prestre [M arquis] de V auban [d.1633 -Ö.1707] sayılabilir.
Daha sonraki yıllarda İngiltere'de W illiam Fleetıuood [d.1656—Ö.1723] endeks sa­
yılarını geliştirirken, F ransa'da A ntoine (Laurent de) Lavoisier [d.1743 -Ö.1794]
ve Joseph-Louis Lagrange [d.1736-0.1813] gibi farklı alanlarda ü n yapm ış bilim
adam ları bu konuya ilgi gösterm işlerdir. F ransa'daki b u y oğun ilginin ilk önem li
m eyvesi ise François Q uesnay'in [d.1694 -Ö.1774] 1758 yılında yayım lanan ünlü
Tableau Economique adlı yapıtında ortaya koyd u ğ u ekonom inin işleyişinin ilk çözüm lem esel m odeli olm uştur.
Bu tarihten sonra değişik ülkelerde çeşitli araştırm acılar ulusal gelir tahm in­
leri yapm aya başladılar. Ancak siyasal iktidar sahiplerinin bu çalışm alara pek
sıcak baktığı söylenem ez. Pek çok ülkede b u tür çalışm aları yapanlara baskılar
uygulanm ıştı. Z am an içinde bu tu tu m yum uşadı. İlk resm i ulusal gelir tahm ini
1886'da A vusturalya için yapıldı. Öte y an d an 1890 yılında ilk baskısı yapılan Alf­
red M arshail'm [d.1842-0.1924] Principles of Economics adlı ün lü kitabında ulusal
gelir ("national incom e" ya d a onun tercih ettiği "national dividend") kavram ını
ele alm ası, bazı öğrencilerini bu konuyla daha yakından ilgilenm eye yöneltm iş
ve Britanya için tahm in çalışm aları yapılm aya başlanm ıştı.
1920lerde B ritanya'da ulusal gelirin tahm ini so ru n u n a eğilen bir başka b ü ­
yü k isim John M aynard Keynes [d.1883 -ö . 1946] idi. K eynes'in iktisadi sorunlara
m akro açıdan bakan yaklaşım ının ilk önem li yansım ası 1931 d e yayım ladığı A
Treatise on M oney adlı kitabı idi. A ncak K eynes'in ulusal gelir konusundaki kat­
kısı sadece b u verileri kullanan bir kuram cı olm asıyla sınırlı değildi. Ü niversite
öğrenim im felsefe ve m atem atiğin yanı sıra istatistik alanında d a yapm ış olan
Keynes, ulusal gelirin nasıl hesaplanm ası gerektiği ko n u su n a kafa yorm uş ve
b u konuda yapılan çalışm alarm yönlendirilm esinde b ü y ü k rol oynam ıştır.5 U lu­
sal gelirin tahm in edilm esinin devletin görevi olduğu fikrinin benim senm esi ise
1932 yılında ABD senatosunun talebi üzerin başlam ıştır. Bu k onuda görevlendi­
rilen Sim on K uznets [d.1901-0.1985] kapsam lı b ir yöntem çalışm ası yapm ış ve
1929 yılı için A B D 'nin ulusal gelir tahm inim 1934'de yayım lam ıştır.6
5 İngiltere'de ulusal gelir hesaplarının sistematik bir biçimde yapılması konusunda önemli katkı
yapanlar sayıldığında Colin Clark [d.l905-ö. 1989 ], Richard Stone [d.1913 —Ö.1991] ve James M eade'in
[d.1907 -ö. 1995] isimleri ön plana çıkar. Tily (2009), ulusal gelir hesaplarının tarihçesine ilişkin
değerlendirmelerde, çoğu kez, Keynes'in gerek doğrudan katkılarının ve gerekse yukarıda değinilen
bu konunun öncüsü sıfatıyla anılan yönlendirmedeki rolünün göz ardı ettiğini ileri sürmektedir. Tily
bu alandaki gelişmeleri değerlendirirken Kevnes'e daha fazla ağırlık verilmesi gerektiğini görüşünü
savunm aktadır.
6 Simon Kuznets'e bu katkısı nedeniyle 1971 yılında İsveç Merkez Bankasının Alfred Nobel adına
koyduğu İktisat Bilimleri Ö dülü verilmiştir.
138
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
II. D ünya Savaşından sonra ise K eynes'in görüşlerinin giderek daha yay­
gın kabul görm esi ulusal gelir hesaplarına olan ilginin de yoğunlaşm asına yol
açmıştır. A BD'de başlayan ulusal gelir tahm inleri yıllık olarak yayım lanm aya
başlam ası uygulam ası zam an içinde diğer ülkeler tarafından d a benim senm iştir.
B unun sonucu olarak 1950'lerden itibaren ulusal gelir hesaplam asında tüm ülke­
lerin benim seyecekleri standartların oluşturulm ası için uluslararası kurum larca
çalışm alar başlatılm ıştır. Bu çalışm alar tü m ülkelerin benim sem esi tavsiye edilen
standartların belirlenm esiyle sonuçlanm ıştır. Bu k onuda yayım lanan d ö rdüncü
ve son çalışm a A vrupa K om isyonu, U luslararası Para Fonu, OECD, Birleşmiş
M illetler ve D ünya B ankasının ortak yayını olan “System of National Accounts,
2008 " adlı hacim li doküm andır.
K eynes'in m akro iktisat yaklaşım ının giderek hakim olm ası, iktisatçıların
ulusal gelir hesaplarıyla d ah a yakından ilgilenm elerine yol açtı. İktisat siyasası
tartışm aları giderek bu hesaplara dayalı istatistik verileri kullanan m odeller y ar­
dım ıyla yapılm aya başlandı. Ekonom etrideki gelişm eler d e b u süreci hızlandır­
dı. Ö te yandan ulusal gelire ilişkin tahm inlerin pek çok ülkede m untazam olarak
çeyrek yıllar itibariyle yapılm aya başlanm ası ve yayım lanm ası b u kavram ın ka­
m uoyunca daha sık duyulm asına yol açtı. Bu gelişm e h er ne k adar ulusal gelir
kavram ının pek de iyi anlaşılm adan kullanılm ası tehlikesine yol açtıysa da, ikti­
sat siyasası tartışm alarına toplum sal katılım ın artm ası biçim inde çok önem li bir
katkı d a sağladı. G iderek insanlar kendi yaşam larını etkileyen iktisadi olayların
(ücret artışı, işsizlik, enflasyon vs.) m akro ölçekteki bazı değişm elerle ilgilendirilebileceğini gördüler. Bu b ir yan d an iktisat siyasasının nasıl yapılm ası gerektiği
konusundaki, toplum sal duyarlılığı artırdı, öte yandan da m akroiktisat ve ikti­
sat siyasası alanm daki çalışm aları özendirdi. 1950lerin başında Jan T inbergen'in
[d.1903-0.1994] başlattığı iktisat siyasasının sistem atik bir çerçeve içinde d ü şü ­
nülm esi yaklaşım ı akadem ik çevrelerin ötesinde, siyasetçiler ve sivil toplum ör­
gütlerince d e benim sendi.7
M akroiktisadi sorunların çözüm ü tartışm aları bağlam ında ele alm an bir
konu da ulusal gelirin nasıl arttığı, bu artışın olabildiğince hızlı ve düzenli olm ası
için neler yapılabileceği idi. İktisadi büyüm e olgusu böylelikle hem iktisatçıların
ve hem de toplum un gündem ine tekrar girdi. II. D ünya Savaşı sonrası dönem de
gözlenen hızlı iktisadi büyüm e pek çok m akroiktisadi so ru n u n çözüm ünün ça­
resi olarak görülm eye başlandı. Bu ilgi iktisadi bü y ü m e k onusundaki kuram sal
çalışm aları özendirdi. Bu çalışm alar, bir y an d an iktisadi büyüm enin m aliyetsiz
ve zahm etsiz b ir süreç olm adığını göstererek bu konudaki aşırı iyim serlikler tör­
pülerken, öte y an d an da b u konudaki kuram sal çalışm aların önem kazanm asını
sağladı.8
7 İktisat siyasası kuram ı konusunda etraflı bilgi için bkz. Benassy-Qer<5 ve diğ. (2010).
8 İktisadi büyüm e kuramı konusunda bkz. Acemoglu (2009) ve Yeldan (2010).
139
Kavramların Yönlendirme Etkisi: "Ulusal Gelir“ Örneği / Hasan ERSEL
Ulusal gelir m akroiktisat alanında her k onuda d o ğ ru d an ya d a dolaylı olarak
etkili bir kavram olm ası nedeniyle, bu alanın ve belki de tüm iktisadın en önem li
k av ram larm dan birisi k o n um unu kazandı. Gelişm iş dem okratik ülkelerde eko­
nom inin d u ru m u n a ilişkin m akroiktisadi değerlendirm elerin k am u oyunun g ü n ­
d em inde giderek daha fazla yer alm aya başlam ası bu kavram ın yıldızının daha
da parlam asına yol açtı. Öte y an d an ulusal gelir tahm inlerinin yaygınlaşm ası, ül­
kelerin iktisadi başarım larının karşılaştırılm asına olanak sağladı. Bu d a giderek
ulusal gelir artışının (iktisadi büyüm e) ülkelerin en tem el iktisadi hedeflerinin
başm da yer alm asına yol açtı.
Ulusal gelir kavram ının başarısının bir de olum suz yan etkisi oldu. İktisat­
çıların araç k u tu su n u n baş köşesine otu ran b u kavram , onları en azından ele al­
dıkları herhangi bir konu n u n ulusal gelirle ilişkisi olup olm adığını araştırm aya,
bazen de b u ilişkiyi kurm ak için kendilerini zorlam alarm a yol açtı. Bir konuyu
ele alırken ilişki kurulabilen kavram lar küm esi içinde ulusal gelirin yer alm a­
sının iktisadi anlam ının olduğu d u ru m lard a, b u kavram ın, onun çekiciliğine
kapılan araştırm acıların bakış açılarını b üyük ölçüde belirlem esine yol açtı ve
ele alm an sorunlar ulusal gelir kavram ı ile ilişkilendirilebilecek biçim de ifade
edilm eye başlandı. B unun sonucu olarak da başka yaklaşım seçenekleri gözden
kaçırılm ası tehlikesi ortaya çıktı.
A şağıda ele alm an toplum sal gönenç ve iktisadi gelişm e sorunları b u açı­
d an ilginç örneklerdir. Bir kere her iki konuda da ulusal gelir ile ilgili kavram lar
arasında bir ilişki olduğu açıktır. Öte yan d an b u konuların açıklam asında başka
değişkenlerin de önem li old u ğ u iktisatçılar tarafından baştan kabul edilm işti.
Buna rağm en iktisatçılar bu konular söz konusu o ld u ğ u n d a öncelikle ulusal gelir
kavram ına başvurm a alışkanlığı korum aktadırlar. Doğal olarak bu alışkanlığın
d evam etm esi günlük kullanım da bu iki kavram ın fiilen ulusal gelir ile ikam e
edilm esine ve dolayısıyla yanlış anlaşılm alarına yol açm aktadır.
Toplum sal Gönenç ve Ulusal Gelir
G ünlük yaşam ım ızda gelire ilişkin gözlem lerin gönenç cinsinden değerlen­
d irildiğine sıkça tanık olm aktayız. Ö rneğin, siyasal iktidarlar genelde ülkenin
ulusal gelirindeki artışı top lu m u n gönencindeki artış olarak takdim ederler.
Bunu yapm akta da, bir açıdan, haklıdırlar. Ç ünkü ulusal gelirin artm ış olması,
tek başm a pek fazla anlam ifade etm ez. Öte y an d an ülkeler arasında kişi başına
ulusal gelir karşılaştırm aları, çoğu kez bir ülkede yaşayanların öteki ülkedekilere
oranla daha yüksek gönenç sağlayıp sağlam adıkları biçim inde yorum lanır. G ün­
lük dilde de gönenç ve gelir arasında çok yakın ilişki kurulur. Ö rneğin gönençli
(müreffeh) bir yaşam denildiğine genelde yüksek gelir sahibi olm ak kastedilir.
Bu iki kavram ancak yüksek geliri olm asına rağm en b u n u tüketim düzeyine
yansıt[a]m ayan, sıra dışı, davranışlar söz konusu o ld u ğ u n d a ayrıştırılır.
140
Prof. Dr. Tımcer Bulutaıfa Armağan
Oysa gönenç ile gelir farklı kavram lardır. Toplum sal gönenç bir toplum sal
du ru m a, (kişilerin kendilerinin ve başkalarm m toplum daki konum u, gelirleri,
saygınlıkları, tüketim düzeyleri, istekleri ile gerçekleştirebildikleri arasındaki
farklar vs.) ilişkin değerlendirm elerinin sonucunu ifade eder. Bu iki kavram ı
tem sil eden değişkenlerin bazı koşullarda aynı yönde hareket etm eleri bunların
aynı olm aları anlam ına gelm ez. Kişinin gelirin onun gönenci üzerine etki y ap m a­
sı doğaldır. Ancak gönenci etkileyen başka etm enler d e vardır. A şağıdaki örneğe
bakalım:
"Bir ülkede silnlı taşımak serbest olsun. İnsanlar da çeşitli nedenlerle silaha sarılma
eğiliminde olsunlar. Dolayısıyla, bu ülkede tabanca, tabanca kılıfı, kemer, kurşun ge­
çirmez yelek, miğfer, zırhlı kepenk sanayileri epeyce gelişmiş. Tabii, böyle bir toplumda
silah kullanmayı bilmek de önemli. Bu nedenle, silah kullanma eğitimi veren çok sayıda
da kurs açılmış. Herkes silah talimi yaptığı için mermi satışları da çok. İkide bir birileri
yaralandığı için bu tür olaylara müdahale etmek için klinik ya da hastane kurmak da çok
kârlı bir iş. A ynı biçimde vurulma riskine karşı sigorta yapmak da... Bütün bu silah ses­
leri içinde yaşamı sürdürmenin verdiği baskı nedeniyle psikologların işleri de fevkalade
iyi. Gelir lıızla artıyor. Peki, insanların silah taşıması yasaklansaydı ne olacaktı? Bütün
bu gelir getiren faaliyetlere gerek olmayacaktı. Ülkenin geliri de daha az olacaktı. Ama
insanlar vurulmayacak, sinir hastası olmayacak, daha güvenli ve mutlu yaşayabilecekler­
di." [Ezra M ishan'dan (1967, s. 125-7) özetlenerek uyarlanm ıştır.]
Bu d u ru m d a silah taşm m asını yasaklayan bir yasa önerisi toplusal gönenci
azaltıyor m u artırıyor m u? T oplum sal gönenci gelir ile ifade edersek, azaltıyor
çıkacaktır. A m a insan yaşam ı, yaşam kalitesi gibi etm enlere bakarsak tersi doğ­
ru d u r. G önenç iktisadı (welfare économies) de iktisadi kurum ların top lu m u n gö­
nencini sağlam adaki etkinliklerini değerlendirm eyi am açlar. Y ukarıdaki örnek­
ten de görüleceği ü zere gönenç iktisadının ilgilenm esi gereken konuların bazıları
gelir kavram ı ile ilişkilendirilebilir nitelikte değildir.
N itekim , gönenç iktisadının k u ru cu su olarak kabul edilen A rthur Cecile
Pigou [d.1877-0.1959] toplum sal gönenç ile ulusal gelir arasında ilişki aranm a­
sı so ru n u n u da ilk defa ortaya atan kişi olarak kabul edilebilir. A ncak Pigou,
b u n u n hiç de kolay olm adığını, böyle bir eşlem e yapabilm ek için toplum da yer
alan insan sayısının, kişilerin tercihlerinin ve gelir dağılım ının değişm em esi ge­
rektiğini de baştan vurgulam ayı ihm al etm em iştir, Pigou (1932, s. 51-2). Buna
rağm en konu iktisatçıların ilgi alanında kalm aya devam etm iştir. Daha sonraki
yıllarda bu konu "Tazm in İlkesi" (C om pensation Principle) başlığı altında ele
alınm ıştır.9 Bu bağlam da ulusal gelirdeki değişm elerin gönenç cinsinden değer­
lendirebilm ek am acıyla çeşitli ölçütler önerilm iş ve bunların hangi koşullarda
9 Bu konudaki tartışmalar için bkz. Chipm an ve Moore (1978) ve Mishnn (1978).
141
Kavramların Yönlendirme Etkisi: "Ulusal G elir“ Örneği / Hasan ERSEL
geçerli olabileceği sorgulanm ıştır. Söz konusu çalışm alar bu ölçütlere dayanarak
değerlendirm e yapabilm ek için gerekli koşulların çok kısıtlayıcı o ld u ğ u n u gös­
term iştir. Bu tartışm aları noktalandıran ise 1970lerde John S. C hipm an ile Jam es
C. M oore'un çalışm aları olm uştur. Bu y azarlar gönenç ve [potansiyel] gelirdeki
değişm e arasında birebir tek yönlü ilişki kurulabilm esi için gelir dağılım ının d e­
ğişm ediği varsayım ı altında toplum u o lu ştu ran kişilerin tercihlerinin hom ote­
tik10ve özdeş olm asının gerekli ve yeterli old u ğ u n u gösterm işlerdir, C hipm an ve
M oore (1980). D ikkat edilirse bu varsayım lar yapıldığında zaten bir toplum dan
söz etm ek olanaklı değildir. Kişiler arasında tercih farklılıkları yoktur, gelir d a ­
ğılım ı değişm em ektedir ve kişiler gelirleri değiştiğinde tercihlerini değişm em ektedirler. Bu uygulam ada toplum un geliri arttığında tercihlerini değiştirm eyen
garip bir kişiden ibaret olduğu anlam ına gelm ektedir. Dolayısıyla bu sonuç u lu ­
sal gelir ile toplum sal gönenç arasında aynı yönlü birebir ilişki kurulam ayacağı,
yani ulusal gelirin bir gönenç göstergesi olarak kabul edilerek ekonom inin başarım ının değerlendirilem eyeceği anlam ına gelm ektedir.
K uram sal alandaki bu önem li sonucun yanı sıra uygulam alı çalışm alarda da
ulusal gelirin gönenç göstergesi olarak kullanılm asından doğan sakıncaları daha
da açıklıkla ortaya konuldu. B urada akla gelen bir soru iktisadın bu noktaya gel­
m ek için niçin bu kadar zam an kaybettiğidir. Ç ünkü bu konudaki kaygılar yeni
olm adığı gibi ulusal gelir kavram ına işlev kazandırm akta b ü y ü k katkısı olan ik­
tisatçılarca da bu yola girilm em esi gerektiği baştan önerilm işti. A B D 'de ulusal
gelir hesaplam asını ilk başlatan kişi olarak kabul edilen Sim on K uznets, ABD
Senatosunun isteği üzerine hazırladığı ABD için 1929-32 yıllarını kapsayan u lu ­
sal gelir tahm inlerine ilişkin ra p o ru n u sunarken açıkça u lu su n gönencinin ulusal
gelir ölçüm ünden çıkarılm ayacağı uyarışım yapm ıştı." Buna rağm en bazı iktisat­
çılar u zu n süre b u uyarıya kulaklarını tıkam ayı yeğlediler. B unun belki en önem ­
li nedeni, m akro iktisat ve iktisat siyasası tartışm alarında ulusal gelirin kazandığı
önem in bu kavram ı iktisatçılar için b ir çekim noktası haline getirm iş olm asıydı.12
Ö te yandan, b u kavram ın istatistik veriler kullanılarak sayısal bü y ü k lü k olarak
tahm in edilm esi y ö nünde kazanılan başarı bu kavram m toplum tarafından da
tanınm asm a yol açmıştı. Böylece ulusal gelir iktisadın dilinin en çok kullanılan
k av ram larından birisi haline geldi. G önenç kavram ı ise b u iki özellikten d e yok­
su n du. Gönenç, hele ulusal dü zey d e d ü şü n ü ld ü ğ ü n d e, kolay ifade edilem eyen
ve tahm ini de b u nedenle son derece güç bir kavram dı. Dolayısıyla ulusal geliri
toplum sal gönenç göstergesi olarak kullanm anın olanaklı olup olm adığınm araş10 Bu koşul, kişilerin tercihlerinin gelir arttıkça değişmemesi anlamına gelmektedir.
11 Kuznets, S. "National Income, 1929 -1932 ". 73 rd US Congress, 2d Session, Senate Document no.
124 , p. 7, h ttp ://library.bea.gov/u7/S O D ,888.
12 Keynes'in bu akıma hiç kapılmadığını belirtmek gerekir.
142
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
tirilm asinm bir m antığı vardı. Ancak b u konudaki çalışm aların 1970lerde güçlü
olum suz sonuçlar verm esi bu yoldan vazgeçilm esi gerektiğini ortaya koydu.
İktisatçıları b u sonucu kabullenip, yeni yollar aram alarını etkileyen bir başka
neden d ah a var. Bu da pek çok ülkede insanların d urum larını değerlendirirken
artık sadece geliri hesaba katm akla yetinm em eye başlam alarıydı. G iderek sağlık­
lı olm a, tem iz çevre, adil bölüşüm , güvenlik, fırsat eşitliği, toplum sal bağlılık, ka­
lımlılık ve siyasal süreçte söz sahibi olm ak gibi etm enlerin, ulusal gelir k adar ve
hatta d ah a fazla önem kazanm aya başladığı görüldü. Bu değişim e yol açan pek
çok ned en d en söz edilebilir. B unlar arasında bir tanesi ulusal gelir kavram ının
ön plana çıkm asına yol açan tem el olgunun etkilerinin azalm aya başlam asıdır.
U lusal gelir gibi kavram a d u y u lan gereksinim , özellikle ABD'de, 1929 b u h ran ıy ­
la ortaya çıkmıştı. Bu dönem de tem el sorun ABD gibi gelişm iş ülkelerde ulusal
gelirin çok düşm esi, gelişm em iş ülkelerde ise zaten çok d ü şü k olm asıydı. Dolayı­
sıyla to p lu m u n gönenci denildiğine akla gelen en önem li konu gelir ve gelir artışı
idi. Oysa 1970lere gelindiğinde bu d u ru m b ü y ü k ölçüde değişm işti. Pek çok ülke
II. D ünya Savaşı sonrasında ulusal gelirini artırm ayı başarm ış, başta açlık olm ak
üzere bazı gelire bağlı sorunların etkisi görece azalm ıştı. Bu tü r sorunların çözül­
m eye başlanm ası ya da çözülebileceği üm idinin ortaya çıkm ası, ulusal gönenci
etkileyen diğer etm enlere verilen önem i artırdı. Öte yan d an istatistik toplam a ve
değerlendirm e yöntem lerindeki gelişm eler toplum sal açıdan önem taşıyan ge­
lir dışındaki kavram lara ilişkin verilerin toplanm asına ve incelenm esine olanak
sağladı. Bütün b u gelişm eler ulusal gönenç kavram ının d ah a zengin bir içerikle
ele alınm asına, bu k onuda yeni yaklaşım ların ortaya atılm asına yol açtı.
İktisadi Gelişm e ve Ulusal G elir
İktisadi gelişm e kon u su n d a d a benzer bir sorun söz konusu. II. D ünya Savaşı
sonrasında iktisadi açıdan geri kalm ış ülkelerin sorunlarıyla uğraşanlar, iktisadi
gelişm e (developm ent) ve b ü y ü m e (grow th) arasında ayrım yapm ak gerektiğine
dikkati çekm işlerdi. İktisadi gelişm e köklü yapısal değişiklikler olm asına dayalı
bir süreci ifade eden bir kavram olarak ortaya atılmıştı. Bu anlayışın arkasın­
da yatan ise, söz konusu ülkelerin m evcut kurum sal yapıları ve teknolojileriy­
le sağlayabileceği iktisadi büy ü m en in sürd ü rü leb ilir olm ayacağı görüşü idi. Bu
nedenle gelişm e (kalkınm a) iktisatçıları iktisadi açıdan geri kalm ış ülkelerin so­
runlarını toplum sal, yönetsel, çevresel değişkenleri de içeren çok d ah a geniş bir
çerçeve içinde ele alm anın zorunlu olduğu gö rü şü n d e hareket ediyorlardı.13 Bu
k onuda pek görüş ayrılığı olm am akla birlikte, b u k onuda da ulusal gelir kavram ı
13 Bu anlayış iktisadi kalkınma alanda yazılmış ders kitaplarına da yansımıştı. 1950lerin sonunda
yayımlanan ve alanında isim yapmış olan Higgins (1959) kalkınma olgusunu, bu geniş bakış açısıyla
ele almaktaydı.
143
Kavramların Yönlendirme Etkisi: "Ulusal Gelir" Örneği / Hasan ERSEL
yine ön plana çıktı. G erek araştırm acıların gerekse kam u o y u n u n ilgisi bu kav­
ram üzerinde yoğunlaştı. Gelişm iş ülke kavram ı kişi başına ulusal gelirin yüksek
olm asıyla özdeşleştiriliyor, iktisadi açıdan gelişm em iş ülkelerin ekonom ilerinin
başarım ı ulusal gelirlerinin büyüm e hızlarıyla ölçülüyordu. H atta T ürkiye'de
olduğu üzere ulusal gelir artış hızı, "gelişm e (kalkınm a) hızı" olarak adlandırılabiliyordu.
Bu anlayışın d o yurucu olm adığı zam an içinde anlaşıldı. Doğal kaynak zen­
gini pek çok ülkede (örneğin petrolü olan A rap ülkeleri) kişi başına ulusal gelir
yüksek olm asına rağm en diğer iktisadi ve toplum sal göstergeler onları gelişm iş
ülke olarak sınıflam aya yetm iyordu. Bu gö rü şü n güç kazanm ası söz konusu ül­
kelerin pek çoğunda iktisat siyasası aracılığıyla kurum sal yapıyı değiştirm e yö­
n ündeki çabaların yolunu açtı.
Öte yandan gerek yapılan kuram sal çalışm alar ve gerekse ülke deneyim leri
gelişm eyi ulusal gelirdeki artış hızına bağlayan görüşün d oğru olm adığını göste­
riyor. Ü stelik bu d u ru m bazı yanılgılara da yol açabiliyor. B unlardan birisi toplu­
m un gönencindeki gerçek değişm enin anlaşılam am asına yol açm asıdır. Ö rneğin,
İran 'd a M uham m et Rıza Şah Pehlevi'nin [d.1919 - Ö.1980] iktidarı dönem inde
İran ekonom isinin büyüm e hızı pek çok ülkeyi im rendiren düzeydeydi. Elde is­
tatistik bilgilerin olduğu 1960-1978 dönem inde İran’ın, GSYH ile ölçülen, ortala­
ma ulusal gelir artış hızı yüzde 9 olm uştu, H akim ian (2008, s. 11, Tablo 1). Ama
bu aynı dönem de İran'da toplum sal hu zu rsu zlu ğ u n b ü y ü k ölçüde artm asını ve
Şah yönetim ine karşı d u y u lan m uhalefetin nefrete dönüşm esini engellem em işti.
Sonuçta Şah yönetim i, 11 Şubat 1979'da arkasında geniş toplum sal destek bulan
İm am (R uhullah M üsavi) H um eyni [d,1902-ö.l989] önderliğindeki hareket tara­
fından devrilm işti. Başka ülkelerin deneyim lerinden de benzer örnekler bulm ak
olanaklıdır. Bu örneklerin bize gösterdiği, ulusal gelirle toplum sal gönencin aynı
yönde değişm eyebileceği ve hatta ters yönde bile hareket edebileceğidir.
G elişm enin gelir artışı ile özdeşleştirilm esinin bir başka olum suz sonucu
p o p ülist iktisat siyasaları için bir gerekçe (ya da bahane) oluşturm ası oldu. İn­
sanların yüksek zam an tercihi old u ğ u (yani gelecekle çok ilgilenm edikleri) ülke­
lerde, örneğin T ürkiye'de, kısa dönem de gelir artışı sağlanm ası insanları tatm in
edebilm ektedir. Yapılan çalışm alar kısa dönem de iktisadi büyüm eyi sağlam aya
yönelik popülist iktisat siyasalarını uygulayan iktidarların toplum sal destek sağ­
ladıklarını gösterm ektedir. Siyasal iktidarlar zaten doğaları gereği kısa dönem le
çok daha fazla ilgilidirler. Dolayısıyla kısa dönem de gelir artışı sağlayan politi­
kalar izlem ek iktidarların işine gelir ve ekonom inin, dolayısıyla uyguladıkları
siyasaların başarım ını, ulusal gelirdeki artış ile özdeşleştiririler. B unun sonucu
olarak da iktidarlar kesinleşen m aliyetlerin toplum tarafm dan b u g ü n yüklenildiği, buna karşılık olası kazançların gelecekte elde edilebileceği yapısal değişiklik
içeren iktisat program larım üstlenm ek ko n u su n d a isteksiz olurlar.
144
Prof. Dr. TuncerBulutay'a Armağan
Ö te yan d an top lu m u n ekonom inin başarım m ı ulusal gelirdeki değişm e ile
değerlendirm esi d u ru m u n d a yapısal d ö n üşüm gelişm enin farklı ve önem li bir
b o y u tu olm aktan çıkm ış olm aktadır. Ç ünkü, b u bakış açısm a göre toplum kısa
dönem de aynı gelir artışı sağlayan bir yapısal değişim program ıyla m evcut d u ­
ru m u sü rd ü re n bir program arasında fark görm eyecektir. K arar alıcıların ufku­
n u n kısalığı göz önüne alındığında b u sonucun ortaya çıkm ası olasılığı oldukça
yüksektir. Bütün bunlara yapısal değişim in gerekli old u ğ u n u toplum a anlatm a­
nın güçlüğü d e eklendiğinde, b u tü r ekonom ilerin köklü yapısal değişim y ap a­
bilm eleri için ancak m evcut düzen in bir kriz son u n d a onarılm ayacak biçim de
zedelenm esi gibi bir şok gereklidir.
Yeni Arayışlar
"G önenç" ve "gelişm işlik" sorunlarının ele alınm asında "ulusal gelir" kav­
ram ı odaklı yaklaşım ların karşılaştıkları sorunlar, b u alanlarda yeni arayışlarm
ortaya çıkm asına yol açtı. Bu çabaları u lusal gelirin tahm inine ilişkin sorunlardan
ayırt etm ek gerekir. U lusal gelirin nasıl ölçüleceği, hangi istatistiksel kavram ın
hangi am aç için daha u ygun olduğu yoğun tartışm alar yaşanan ve köklü yenilik­
ler yapılan bir alandır. Bu bağlam da ulusal gelir kavram ını karşılam ak için çok
sayıda ölçüt önerilm iştir. B unlardan b u g ü n en yaygın kullanılanı GSYH olm a­
sına rağm en, ele alm an konunun niteliğine bağlı olarak farklı ölçütler kullanıla­
bilm ektedir. Bu alandaki tartışm alarda GSYH kavram ının ulusal geliri ölçm ede
karşılaşılan sorunlar (örneğin piyasa fiyatı olm ayan m al ve hizm etlerin hesaba
katılm am ası) yeni arayışları gündem e getirm iştir. Dolayısıyla bu arayışları ulu ­
sal geliri daha iyi tahm in edebilm e çabaları altında değerlendirm ek gerekir.
Bu bağlam da dikkat edilm esi gereken bir başka nokta ise gönenç ve geliş­
m işlik çözüm lem elerindeki yeni arayışlarm ulusal gelir kavram ını dışlam am akta
olm alarıdır. U lusal gelir düzeyinin v e /v e y a artışının bir ekonom inin başarım m ı
d eğerlendirm ede hesaba katılm ası gerekeceği genelde kabul görm ektedir. Sorun
ulusal gelir ölçütünü tem el alan bir yaklaşım ın toplum sal gönenç k onusunda d e ­
ğerlendirm e yapm ak için en u ygun yol olup olm adığıdır.
Bu konuya iktisatçıların ilgisi yeni de değildir. 1960lardan b u yana bir eko­
nom inin başarım m ı değerlendirem eye yönelik pek çok yeni gösterge önerilm iş,
bir kısmı ilgi çekm iştir.14 Bu k onuda son yıllarda yoğunlaşan çalışm alarm bir il­
14 Bu çalışmalarda çok sayıda gösterge ortaya atılmıştır. Birleşmiş Milletler bünyesinde ilk kez
2006'da yapılıp, 2008'de tekrarlanan bir çalışmaya göre ülkeleri iktisadi, siyasi, toplumsal veya
çevresel ölçütlere göre değerlendiren ya da sıralayan ülke endekslerinin sayısı 2006'de 135 iken
2008'de 178'e yükselmişti, Bandura (2005 ve 2008). Büyük bir olasılıkla, daha sonraki yıllarda bu
sayı daha artmıştır. Bu endeks bolluğu bu konudaki ilginin yoğunluğu kadar ulaşılan göstergelerin
yeterince tatmin edici bulunm adığının bir göstergesi olarak da düşünülebilir
145
Kavramların Yönlendirme Etkisi: "Ulusal Gelir" Örneği / Hasan ERSEL
ginç yansım ası da siyasetçilerin d e bu konuyla ilgilerinin artm asına yol açm a­
sıdır. Bunun en som ut ve sonuçları itibariyle en etkili örneği, ilk bakışta akla
gelm eyecek bir ism in, F ransa'nın eski C um hurbaşkanı N icholas Sarkozy'nin,
2008 yılı başında, konuyu ele alıp öneriler geliştirm ek için bir uluslararası ko­
m isyon kurm asıdır. Tam adı İktisadi Başarımın ve Toplumsal Gelişmenin Ölçülmesi
Komisyonu olan b u çalışm a g ru b u n u n çalışm asının eşg ü d ü m so ru m lu lu ğ u n u ise
üç önem li iktisatçı, Joseph E. Stiglitz [d. 1943], A m artya Sen [d. 1933] ve JeanPaul Fitussi [d. 1942], paylaşıyordu. 23 üyeli b u kom isyon çalışm asını 2010 yılı
başında tam am ladı ve rap o ru n u kam uoyuna açıkladı, Stiglitz-Sen-Fitussi (2010).
Bu çalışm a bir yandan bulgularıyla konuya olan ilginin artm asına yol açarken,
öte yan d an pek çok yeni çalışm anın yapılm asını d a özendirdi. Bu çalışm alardan
birisi d e kom isyonun iki üyesinin, M arc Fleurbaey ve D idier B lanchet'in b u soru­
nu derinlem esine ele aldıkları kitaplarıdır. Yazarlar bu konudaki gelişm eleri dört
ana başlık altında toplam akta ve değerlendirm ektedirler, Fleurbaey ve Blanchet
(2013). Bu ayrım şöyle özetlenebilir:
İ)
İktisadi ve toplum sal başarım ın farklı boyutlarını gösteren göstergele­
re dayanılarak bileşik endeksler türetilm esi (örneğin Birleşmiş M illetler
tarafm dan geliştirilen Beşeri Gelişm e Endeksi)
İİ)
GSYH'nin içeriğinde değişiklikler yaparak yeni parasal ölçütler türetil­
m esi (Ö rneğin N o rd h au s ve Tobin tarafm dan geliştirilen İktisadi Gö­
nenç Endeksi)
İİİ) Ö znel gönencin (subjective w ell-being) d o ğ ru d a n tahm ini (m utluluk
endeksleri)
İV) İktisadi ve toplum sal başarım ın kapsam lı b ir biçim de ve çok boyutlu
olarak değerlendirilm esi (Yetkinlik [Capability] yaklaşım ı)
Bu göstergelerden bazıları bir kuram sal tem ele sağlam bir biçim de d ayan­
m aya b üyük ağırlık verm em işlerdir. Bunun tem el nedeni karşılaşılan sorunlara
hızlı ve kolay çözüm bulm a gereğidir. Özellikle zam an baskısı altında karar al­
m ak zo ru n d a olan k u rum larm bu tü r çözüm ler üretm ekten başka çareleri pek
yoktur. B urada önem li olan önerilen yaklaşım a ve kullanılan göstergelerin n a­
sıl türetildiğine ilişkin bilgilerin, ham verilerle birlikte, açıklanm ış olm asıdır. Bu
saydam lık sağlandığı sürece yaklaşım v e /v e y a kullanılan göstergeler yenilene­
bilir, hatta belli bir kuram sal çerçeveye oturtulabilir.
Yeni yaklaşım larda ele alm an sorunların çok boyutlu old u ğ u n a d ah a fazla
dikkat edilm ektedir. A ncak çok boyutta hem çözüm lem e yapm ak, hem de ula­
şılan sonuçları başkalarına aktarabilm ek zorlaşm aktadır. U lusal gelir kavram ı,
aslında b u n u belli bir biçim de y apan bir bütüncülleştirm e (aggregation) işlem i
146
Prof. Dr. Tu n a r Bulutay'a Armağan
sonunda üretilm iştir. K avram ın m akro iktisatta tem eli olm ası, tahm in yöntem ­
lerinin gelişm iş olm ası ve herkesin bir şeyler anlayabileceği biçim de karm aşık
bir olguyu tek boyuta indirgem esi onu çekici, hatta vazgeçilm ez kılm aktadır.
A ncak bütüncülleştirm e işlem i aynı zam anda bazı haberlerin (inform ation) aktarılam am asına da yol açar. B ütüncülleştirilen değişkenlerin tek başlarına önem li
oldukları d u ru m lard a b u yola gitm ek gerekli olandan daha az haber kullanılm a­
sı soncunu d oğurur. Ö rneğin m akro dü zey d e toplam istem i ele alan bir m odel­
de tüketim harcam aları biçim inde bir bütüncülleştirm e anlam taşırken, tüketici
davranışlarını incelerken farklı m al (ya da mal grupları) itibariyle farklılaştırm a
yapm ak gereklidir. Dolayısıyla bu gibi d u ru m lard a bütüncülleştirm e yapm am ak
gerekir. Ö te yan d an hangi değişkenler arasında nasıl bütüncülleştirm e yapılaca­
ğı da keyfi olarak k arar verilebilecek bir konu değildir. Bu noktada araştırm acı
hem hangi değişkenleri neden bütüncülleştirildiğini, hem d e diğer değişkenleri
niçin dışarıda bıraktığını sağlam gerekçelere dayandırm ak zorundadır.
Bir örnek olarak Birleşmiş M illetler Tarafında geliştirilen Beşeri G elişm e En­
deksini (H um an D evelopm ent Index, HDI) ele alalım . Bu endeks 1990ların b a­
şında M ahbub ul H aq [d. 1934-Ö. 1998] önderliğinde yapılan çalışm alarda geliş­
tirilm işti. S en'in çalışm alarından b ü y ü k ölçüde etkilenen15 b u yaklaşım ın amacı
gelişm e olgusunu sadece gelir boyutuyla açıklam anın sınırlarını aşm aktı. Bunun
için üç değişkenden oluşan bir bileşik endeks geliştirilm işti. Bu değişkenler bek­
lenen yaşam süresi, eğitim süresi ve gelirdi. Bu endekste, başta b u üç değişken
eşit ağırlıklarla yer alıyordu.16 Kolaylıkla tahm in edilebileceği üzere HDI iki açı­
dan eleştirilm işti. B unlardan ilki niçin sadece b u üç b o y u tu n ele alındığı, İkincisi
ise endekse alm an değişkenlerin ağırlıklarının nasıl belirleneceğiydi. Endeksi h a­
zırlayanların b u eleştirilere y an ıtlan şöyle özetlenebilir: Endekse alm an değişken
sayısını belirlem e stratejisi, olabildiğince fazla ülke için bu endeksi tahm in etm e­
ye dayam yordu. Bu nedenle, istatistik verilerin izin verdiği değişkenler seçilm iş­
ti. H D I'da yer alan değişkenlere eşit ağırlık verilm esine day an an yaklaşım bir
süre sonra değiştirildi. Ancak, yapılan değişiklik b u konudaki eleştirileri ortadan
kaldırm adı. Bu endeksin de benzerleri gibi bir çözüm lem esel tem elden yoksun
olduğu eleştirisi g ücünü k orudu, Fleubaey (2013, s. 11-16).
H D I'nin sağlam bir kuram sal tem ele dayanm am ası yaygm kullanılm asını
ve dikkate alınm asını engellem em iştir. K alkınm a yazınında üzerinde çok d u ru ­
lan am a gelir ölçütü ile kapsanam ayan sağlık ve eğitim gibi tem el konuları el
alm asının yanı sıra basitliği b u endeksi çekici kılm ıştır. Ö te yan d an b u endekse
15 HDI yaklaşımı her ne kadar Amartya Sen'in kuram sal katkılarından esinlenmişse de, bu görüşleri
sınayacak bir yöntem olma iddiasında değildi.
16 Bu ağırlıklandırma daha sonra değiştirilmiştir. HDI'deki bu değişiklik ve eleştirisi için bkz.
Fleurbey ve Blanchet (2013, s. 8-13)
147
Kavramların Yönlendirme Etkisi: "ölıısal Gelir" Örneği / Haşan ERSEL
dayanılarak yapılan ülkelerin gelişm işlik sıralam asının gelir ölçütünden farklı
sonuç verm esi d e ona olan ilgiyi artırm ıştır.
Y etkinlik Yaklaşımı
Bu yazının sorunsalı açısından bakıldığında ulusal gelir kavram ının koy­
d u ğ u çerçevenin sınırlarını aşm aya yönelik gelişm elere ilişkin olarak Fleurbaey
ve B lanchet'de (2013) verilen sm ıflandırm ada d ö rd ü n cü sırada yer alan Sen'in
yetkinlik (capability) yaklaşım ı farklı nitelikte görünm ektedir.17 Ç ünkü yetkin­
lik yaklaşım ında tem el konu ele alınan sorunlara başka bir açıdan bakm aktır.
Bu nedenle de bu yaklaşım çerçevesinde yeni kavram lar türetilm esine öncelik
verilm iştir. Yetkinlik yaklaşım ı, bu bağlam da, belli b ir kavram küm esinin oluş­
tu rd u ğ u düşünce alışkanlıklarını aşm ak konusunda önem li bir örnek olarak
dü şünülebilir.18
Yetkinlik yaklaşım ı konusunda öncü olan Sen bu konudaki görüşlerini ilk
kez 22 M ayıs 1979'da Stanford Ü niversitesinde "T anner Lecture on H um an Va­
lues" çerçevesinde yaptığı Equality of What? başlıklı konuşm asında ortaya koy­
m u ştu, Sen (1982). O tarihten sonra da çeşitli kitap ve m akalelerinde b u k o n u ­
yu geliştirm eye devam etti.19 Ancak Sen, b ü y ü k bir iktisat kuram cısı olm asına
rağm en bu yaklaşım dan bir k uram çıkartm aya çalışm am ıştır. Sen'in bu, bazen
eleştirilm esine yol açan, sakıngan tutum u, yetkinlik yaklaşım ından h areket eden
d iğer bazı araştırm acıların kuram lar geliştirm elerini engellem em iştir. Ö rneğin,
yetkinlik yaklaşım ı bağlam ında adı çok geçen, ABD'li felsefeci M artha N ussbaum [d. 1947], bu yaklaşım a dayalı çok boyutlu bir adalet kuram ı geliştirm iştir.20
Dolayısıyla, Sen'in yetkinlik yaklaşım ının ele alm an sorunlara ilişkin yeni k u ­
ram lar geliştirebilecek bir çerçeve (ve dil) oluşturm ayı am açladığını d ü şünm ek
d aha doğru olur.
Sen, hem faydacı (utilitarian) hem de olanakçı (resourcist) görüşe yönelttiği
eleştirileriyle dikkati çekm iş bir d ü şü n ü rd ü r. Sen, yetkinlik yaklaşım ım önere­
17 Yetkinlik yaklaşımının iktisat ve diğer toplumsal bilimlerde giderek artan bir ilgi topladığı
söylenebilir. Bu konu hakkında özlü ve kapsayıcı bilgi için bkz. Basu ve Löpez-Calva (2011) ile
Fleurbaey ve Blanchet (2013, s. 204-236)
18 Bu açıdan yetkinlik yaklaşımı verilebilecek tek örnek değildir. Örneğin Marx'gil iktisat da neoklasik
iktisattan farklı bir kavram sal çerçeve geliştirmiştir.
19 Sen'in bu konudaki katkılarını için bkz. Sen [1985,1989,1992,1999,2009]
20 N ussbaum yetkinlik yaklaşımından kuramsal çerçeve türetm e konusunda yalnız değildir. John
Alexander, Sabina Alkire ve Elizabeth Anderson gibi araştırmacılar da farklı konularda yetkinlik
yaklaşımına dayalı kuram lar oluşturm uşlardır. N ussbaum 'un çalışmaları için bkz. N ussbaum
[(2000), (2003), (2011)].
148
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
rek, bu eleştirilerinde vurguladığı sorunları çözm eye yardım edecek bir seçenek
de sunm uş, böylece araştırm acılara yeni ufuklar açmıştır. Bu yazının ana tem ası
olan ulusal geliri tem el alan yaklaşım lar, olanakçı görüş içinde düşünülebilir.
Bu nedenle, Sen'in, kendi başına b üyük önem taşım asına rağm en faydacı görüşe
yönelttiği eleştirilerini ve b u n lar ışığında geliştirdiği önerilerini bir tarafa b ıraka­
rak, konuyu olanakçı görüş çerçevesinde ele alalım.
Olanakçı gö rü şü yansıttıkları söylenebilecek felsefecilerin başında John
Ravvls [d. 1921-Ö. 2002] ve Ronald Dvvorkin [d. 1931- ö. 2013] sayılabilir. H er
iki felsefeci de toplum sal adaletin sağlanabilm esi için bir tü rlü olanak eşitliğini
ön plana çıkarm ışlardır. U lusal gelir, bu felsefecilerin kullandıkları kavram la­
ra oranla daha d ar kapsam lı olm asına rağm en sonuçta bir ülkenin olanaklarını
ifade eden bir göstergedir. Çok basite indirgersek, gelir artışının insanların ya­
rarlanabilecekleri olanakların artm asını (gelişme ve gönenç artışı) ve gelir eşitli­
ğinin de olanak eşitliğini (iktisadi adalet) sağlayacağı, bazı koşullar altında, ileri
sürülebilir. Sen olanakçı görüşü tüm üyle reddetm em ektedir. A m a olanaklardaki
değişm enin gönenç artışı ve iktisadi adalet sağlam adığı d u ru m ların ihm al edil­
m eyecek kad ar önem li olabileceğini vurguluyor. O na göre olanakların varlığı ile
o nlardan yararlanabilm e arasında ayrım yapm ak gerekir. Kişi, fiziksel (örneğin
felçli olm ak) ya da siyasal (sansür olması) nedenlerle olanaklarının tam am ını
kullanam ayabilir. Zengin bir kişi felçli ise bazı faaliyetlere kanlam ayabilir, ülke­
de san sü r varsa bir filmin tam am ını görem eyebilir. Bu nedenle Sen, dolaylı bir
yol izlenerek olanaklara dayanm ak yerine d o ğ ru d an kişilerin gerçekten yararla­
nabilecekleri seçeneklere bakılm asını savunm akta ve gelişm e ile gönencin bunlar
cinsinden tanım lanm asını önerm ektedir. Sen'in bu bakış açısı Yetkinlik Yaklaşımı
olarak adlandırılm aktadır.
S en'in yetkinlik yaklaşım ı iki tem el kavram a dayanm aktadır. B unlardan ilki
başaranlardır (functionings). Bu kavram bir insanın olmaya (being) ya da yapmaya
(doing) değer verdiği ya da değer verm esinin bir m antığı olduğu şeyleri ifade
eder. Sen b u kavram ı çoğul kullanm akta, dolayısıyla çok boyutta tanım lanm ış,
farklı nitelikte oluş ve yapışlar o ld u ğ u n u n altını çizm ektedir. İkinci kavram ise
yetkinlikdir (capability). Bu ise bir insanın gerçekleştirebileceği başarım bileşim ­
leri küm esidir. Sen, bir insanın d u ru m u n u n ancak gerçekleştirebileceklerine ba­
kılarak değerlendirilm esini savunm aktadır. Bu nedenle, Sen'e göre toplum sal
düzenlem eler insanların değer verdikleri başarım ları geliştirm ek ya da ulaşm ak
için sahip oldukları özgürlüklerin genişliğine göre değerlendirilm elidir.
Sen'in ortaya koyduğu çerçevenin çok boyutlu olm ası, insan yaşam ının fark­
lı boyutları arasında ilişkiler kuran karm aşık bir yapıya sahip olm ası, am acının
açık ve saydam olm asını engellem em iştir. "Sen, gönenç iktisadı ve toplumsal seçme
kuramı geleneği içinde... farklı bireyler ve toplumsal grupların her varsıllık düzeyinde
149
Kavramların Yönlendirme Etkisi■
. "Ulusal Gelir" Örneği / Hasan ERSEL
karşılaştırılabilnıesini ve dolayısıyla toplumların ve iktisat siyasalarının değerlendirilebilmesini sağlamayı amaçlamaktadır.'' Fleurbaey ve Blanchet (2013, s. 207). Sen'in
vurguladığı nokta, bu am açla yapılacak karşılaştırm aların insanların gerçekte ne
oldukları ve ne yaptıklarına (yani yetkinliklerine) dayandırılm ası gerektiğidir.
Bazı Sonuçlar
Ulusal gelir kavram ının gönenç karşılaştırm aları yapm ak am acıyla kul­
lanılm asına iki farklı açıdan bakılabilir. B unlardan ilki b u am açla ulusal gelir
kavram ının kullanılm asında karşılaşılan güçlükler ve b u nedenle nelere dikkat
edilm esi gerektiği üzerinde durm aktır. Bir çok araştırm acı gibi Sen de bu konu
üzerinde d u rm u ş ve gönenci tem sil eden bir değişken sıfatıyla ulusal gelir kav­
ram ının sorunlarını incelemişti, Sen (1976). Bu bağlam da üzerinde d u ru lan sorun
ulusal gelir kavram ının kendi tanım landığı alam n dışına taşırılm ış olm asıydı.
Ç ünkü b u rad a izlenen yol ulusal gelirin toplum sal gönenci etkileyebilm esini aşı­
yor, onu temsil edebilecek bir değişken olabileceğini ileri sü rü y o rd u . Pek çok ik­
tisatçı gibi Sen d e b u n u n kolayca aşılam ayacak sorunları beraberinde getirdiğini
ileri sürüyordu.
İkinci yaklaşım ise toplum sal gönenç karşılaştırm aları yapabilm ek için farklı
ve ulusal gelir kavram ının kritik bir değişken olm adığı bir felsefi görüşten h a ­
reket etm ektir. Sen, yetkinlik yaklaşım ı bağlam ında böyle daha köklü bir çizgi
geliştirm iştir. A ncak Sen b u n u , ulusal gelir kavram ının sorunlarına dayanarak
değil, söz konusu alanlarda tam tersine görece başarılı olduğu bir özelliğine d a ­
y anarak yapm ıştır. Sen çalışm alarında, ulusal gelir top lu m u n olanaklarındaki
a rtışın oldukça iyi bir göstergesi olduğu kabul edilse bile, felsefi açıdan olanakçı bakış açısının toplum sal gönenç so ru n u n u ele alm ak için yeterli bir çerçeve
o luşturam ayacağını ileri sürm ektedir. Yetkinlik yaklaşım ı S en'in b u eleştirileri
ışığında su n d u ğ u yeni bir seçenek olarak ortaya çıkm ıştır.
B ütün b u çabalar, iktisadın geliştirdiği en önem li kavram lardan birisi olan
ulusal gelirin etkin kullanm a alanını zayıf gerekçelerle genişleten girişim lere set
çektikleri ve yeni kavram ların türetilm esine yol açtıkları için önem li katkılar ola­
rak değerlendirilebilir.
KAYNAKLAR
Acemoğlu, D. (2009): Introduction to Modern Economic Growth, Princeton and Oxford:
Princeton University Press.
B andura, R. (2005): Measuring Country Performance and State Behavior: A Survey of Composite
Indices, A UNDP/ODS Background Paper, Office of Development Studies United
Nations Development Programme, New York, June.
150
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
Bandura, R (2008): A Survey o f Composite Indices Measuring Country Performance: 2008
Update, A UNDP/O D S Working Paper, Office of Development Studies, United
Nations Development Programme, New York, February.
Basu, K. ve L. F. Lopez- Calva (2011): "Functionings and Capabilities", Arrow, K.J., A.
Sen ve K. Suzum ura (Der.): Social Choice and Welfare, Vol 2, Amsterdam: Elsevier, s.
153-187.
Benassy-Quere, A., B. Cceure, P. Jacquet ve J. Pisani-Ferry (2010): Economic Policy - Theory
and Practice, Oxford: Oxford University Press.
Bos, F. (2008): Uses o f National Accounts-History, International Standardization and Applications
in the Netherlands, M PR A Paper 9387, June, http://mpra.ub.uni-muenchen.de/9387
Chipman, J.S. ve J. C. Moore (1978): "The new welfare economics 1939-1974", International
Economic Review, 19 (3), s. 547-584.
Chipman, J.S. ve J. C. Moore (1980): "Real national income with homothetic preferences
and a fixed distribution of income", Econometrica, 48 (2), s. 401-422.
Fleurbaey, M. ve D. Blanchet (2013): Beyond GDP, Cambridge: Cambridge University
Press.
Hakimian, H. (2008): Institutional Change, Policy Challenges and Macroeconomic Performance:
Case Study of Iran (1979-2004), Commission on Growth and Development Working
Paper No.26, W ashington D.C.: IBRD.
Higgins, B. (1959): Economic Development-Principles, Problems and Policies, New York:
WW. Norton. [Gözden geçirilmiş baskısı aynı yayınevince 1968'de yayımlanmıştır.)
Mishan, E. (1967): The Costs o f Economic Growth, H arm ondsworth, Middlessex: Penguin
Books.
Mishan, E. (1980): "The new welfare economics-An Alternative View", International
Economic Review, 19 (3), s. 691-705.
Mitra-Kahn, B. (2011): Redefining the Economy- How the 'economy' was Invented in 1620, and
has been Redefined Ever Since, Basılmamış Doktora Tezi, City University of London,
http://openaccess.citv.ac.uk/1276/I/M itra-K ahn. Benjamin.pdf.
Nussbaum , M. (2000): Women and Human Development, Cambridge: Cambridge University
Press.
Nussbaum, M. (2003): "Capabilities as Fundamental Entitlements: Sen and Social Justice",
Feminist Economics, 9 (2), s.33-59.
Nussbaum , M. (2011): Creating Capabilities: The Human Development Approach, Cambridge,
Massachusetts: Harvard University' Press.
Pigou, A.C. (1932): The Economics o f Welfare, Fourth Edition, London: Macmillan and Co.
Sen, A. (1976): "Real national income", Review o f Economic Studies, 47, s. 19-39.
Sen, A. (1982): "Equality of What?", A. Sen: Choice Welfare and Measurement, Cambridge
Massachusetts: H arvard University Press, s. 353-369. [Yazı ilk kez The Tanner Lectures
on Human Values, Vol. I, University of Utah Press and Cambridge University Press,
1980, s. 197-220 içinde basılmıştır.]
151
Kavramların Yönlendirme Etkisi: "Ulusal Gelir" Örneği / Hasa« ERSEL
Sen, A. (1985): Commodities and Capabilities, Amsterdam: North-Holland.
Sen, A. (1989): "Development as Capability Expansion", journal o f Development Planning,
19, s. 41-58.
Sen, A. (1992): Inequality Reexamined, Cambridge Massachusetts: H arvard University
Press.
Sen, A. (1999): Development as Freedom, New York: Alfred A. Knopf.
Sen, A. (2009): The Idea o f justice, London: Allen Lane.
Tily, G. (2009): "John M aynard Keynes and the developm ent of national accounts in
Britain, 1895-1941, Review o f Income and Wealth, 55 (2), s. 331-359.
Yeldan, E. (2010): İktisadi Büyüme ve Bölüşüm Teorileri, Ankara: Efil Yayınevi.
152
HÜKÜMLÜ NAKLİNDE CEZANIN
DÖNÜŞTÜRÜLMESİ
Yüksel ERSOY
Ö zet: Bu çalışmada, Avrupa Konseyi'tün kabul ettiği Hükümlülerin Nakline Dair
Avrupa Sözleşmesi'nin hükümleri ve ülkemizde buna dayanılarak çıkarılan 3002 sayı­
lı Kanunun öngördüğü sistem incelenerek, özellikle yabancı Hüküm Devletinde verilen
ceza veya güvenlik önleminin Türkiye'ye nakil kararı oluşturulurken usul ve esasa ilişin
hangi yerel kurallar çerçevesinde dönüştürüldüğü ve bu konuda ortaya çıkan bazı sorun­
ların doktrinde ve içtihatta nasıl çözülmeye çalışıldığı değerlendirilmektedir
A n a h ta r K elim eler: Avrupa Konseyi, hürriyeti bağlayıcı ceza veya güvenlik önle­
mi, hükümlülerin nakli, nakle rıza, yerine getirme (dönüştürme) kararı, ne bis in idem,
dostane çöziim.
A b stra ct: In this study, the provisions contained in the Convention on the Transfer
of Sentenced Persons adopted by the Council of Europe and the system created based on it
by the A ct n. 3002 issued in our country are being examined especially ivith regard to the
procedural and substantial rules applying to the conversion of the foreign sentence pur­
suant to applicable local provisions of the punishment or measure involving deprivation
of liberty inflicted in the Sentencing State, taking into consideration certain problems as
solved in the teaching and court precedents.
Keywords: Council o f Europe, punishment or measure involving deprivation o f li­
berty, transfer o f sentenced persons, consent to transfer, continued enforcement, conver­
sion o f sentence, ne bis in idem, friendly settlement.
I- SUÇLULUKLA MÜCADELEDE ULUSLARARASI
İŞBİRLİĞİ
E sk id en b eri d e v le tle rin , d iğ e r d e v le t m a h k e m e le rin d e h a tta sad e ce ceza
m a h k e m e le rin d e d eğ il h u k u k m a h k e m e le rin d e v erilm iş k a ra rla rın ta n ın m ası ve
tenfizi k o n u la rın d a istek sizlikleri bilin en b ir gerçektir.
Bu k o n u d a k a b u l e d ile n çok taraflı u lu sla ra ra sı sö zleşm elere k arşın , h u k u k
y a rg ıla m a la rın d a bile ta n ım a ve tenfiz k a ra rı g enellikle ikili b ir a n la şm a n ın v arlı­
ğı v ey a fiilen u y g u la m a k o şu lların a b a ğ la n m a k ta v e sınırlı k a lm a k ta d ır. G erçek­
153
Hükümlü N aklinde Cezanın Dönüştürülmesi / Yüksel ERSOY
ten T ürkiye'de verilen m ahkem e kararlarının yabancı ülkeden tanınm a ve yerine
getirilm esine olanak sağlayan ikili anlaşm a sayısı sadece 18'dir.1
H atta b u y üzden, ülkem izde verilen kararların uluslararası geçerliliğini sağ­
lam ak bakım ından, taraflara, niteliği dolayısıyla u y gun olan özel h u k u k u yuş­
m azlıklarında, tahkim yoluna başvurulm ası tavsiye edilm ektedir. Zira, halen 153
ülkenin taraf o lduğu H akem kararlarının T anınm a ve Tenfizi ile ilgili N ew York
Sözleşmesi, hakem kararlarının uluslararası alanda yerine getirilm esinde önem li
bir olanak sağlam aktadır.2
Suç ve ceza konularındaki yetkinin devlet egem enliğinin en önem li g ö rü n ­
tülerinden biri olduğu konusundaki geleneksel ve yaygın d ü şüncenin varlığı,
başlangıçta b u alandaki uluslararası gelişm eleri sınırlam ış; ancak 2. D ünya Sa­
vaşından sonra uluslararası ilişkilerin daha barışçıl bir o rtam da cereyan etm esi
düşüncesinin yaygınlık kazanm ası ve özellikle de her alanda önem li ve etkin
uluslararası örgütlerin ve ilişkilerin kurulm ası suç ve ceza alanlarında önem li
çözüm lerin ortaya çıkm asına yol açm ıştır.3
Bu gelişm eler sonucu, ceza m ahkem elerinden verilen kararlar bakım ından,
b u nların uluslararası değeri ile tanınm a ve tenfizi k o n u su d ah a d a olum lu d e­
ğerlendirilm eye başlanm ış; ceza yargılam alarıyla ilgili olarak aktedilen karşılıklı
adli yardım anlaşm aları yanında uluslararası sözleşm eler ve ikili anlaşm alar d ü ­
zeyinde d ah a som ut adım lar atılm ıştır.
Ceza yargılam asında yabancı ülkelerde verilen kararlarla ilgili olarak ceza
m ahkem esi kararlarına uluslararası değer tanım a çabası yanında, b u kararların
h ü k ü m lü n ü n kendi ülkesinde infazına olanak sağlayan uluslararası ve ulusal
h u k u k düzenlem eleri yapılm aya çalışılmıştır.
Türkiye ceza kararlarının değerlerinm karşılıklı tanınm ası ko n u su n d a yaptı­
ğı anlaşm alar yanında, aşağıda açıklanacağı üzere A vrupa K onseyinin h ü k ü m lü ­
lerin cezalarını kendi ülkelerinde çekm eleri am acıyla nakli ko n u su n d a hazırladı­
ğı sözleşm eye d e taraf olm uş; b u sözleşm enin uygulanm asını sağlam ak için özel
kanun çıkarm ış; sözleşm e tarafı olan veya olm ayan bazı ülkelerle b u k onuda da
ikili anlaşm alar yapm ıştır.
1 A rnavutluk, Avusturya, Azerbaycan, Çin, Gürcistan, Hırvatistan, Irak, İtalya, Kazakistan,
Kuveyt, Kuzey Kıbrıs, Makedonya, Mısır, Moldova, Polonya, Romanya, Tacikistan. Tunus.
2 Convention on the Recognition and Enforcement of Foreign Arbitral A wards (New York,
1958) -20.11.2014: website:
NYConvention_status.html
h ttp ://w w w .u n citral.o rg /u n citral/en /u n citral_ tex ts/arb itratio n /
3 Suç ve ceza konularında uluslararası işbirliği ile ilgili gelişmeler konusunda ayrıntılı bilgi için bkz:
Ulutaş- Atabey Kovuşturmaların Aktarılması, TBB Dergisi 2013 (104) s.118-121.
154
Prof. Dr. Tm c e r Bulutay’a Armağan
Bu am açla, h ü k üm lülerin yabancı ülkede çekm ekte oldukları m ahkum iyet
kararlarını kendi ülkelerinde çekebilm elerini sağlam ak için belli birtakım şartlar
gerekli görülm üş ve b u n u n değerlendirilip gerçekleştirilm esi için uygulam a sis­
tem leri o luşturulm uştur.
II- AVRUPA NAKİL SÖZLEŞMESİ VE 3002 SAYILI KANUN
1. Uluslararası düzenlemeler
Suç ve Ceza konularında uluslararası işbirliği vc yardım kapsamında özellikle 2.
Dünya Savaşı sonrasında yapılan çalışmalar sonucu özellikle Avrupa Konseyi bünye­
sinde, Suçluların Geri Verilmesi, Kovuşturmaların Aktarılması konularında kabul edilen
Sözleşmelerden sonra, Lahey’de 28.5.1970 tarihinde Ceza Yargılarının Milletlerarası De­
ğeri Konusunda Avrupa Sözleşmesi kabul edilmiş ve bu Sözleşme ülkemizde Bakanlar
Kurulunca 19.9.1977 tarihinde onanmıştır.4
Bu sözleşmenin yarattığı olumlu ortamda Avrupa Konseyine üye ülkeler arasında
kendi vatandaşları olup da diğer ülkelerden birinde mahkumiyetini çekmekte olan kişile­
rin infaz için karşılıklı nakilleri konusunda “Hükümlülerin Nakline Dair Avrupa Sözleş­
mesi” (Nakil Sözleşmesi) 21.3.1983 tarihinde Strasbourg’da kabul edilmiştir.5
2. 3002 sayılı Kanun
Ü lkem iz nakille ilgili kanuni düzenlem eyi N akil Sözleşm esi ülkem izde onay­
lanıp y ü rü rlü ğ e girm eden önce, 8.5.1984 tarihinde kabul edilen 3002 sayılı "T ürk
V atandaşları H akkında Yabancı Ülke M ahkem elerinden ve Yabancılar H akkında
Türk M ahkem elerinden Verilen Ceza M ahkum iyetlerinm İnfazına D air K anun"
(3002 sayılı K anun) ile yapm ıştır ve b u kanun Resmi G azetede yayınlandığı 15
M ayıs 1984 tarihinde y ü rü rlü ğ e girm iştir.
Nakil Sözleşm esinin onayı ise 26.3.1987 tarih ve 3339 Sayılı K anun ile ya­
pılm ış ve 1988 yılında y ü rü rlü ğ e girm iştir. O nayı d ah a sonra da olsa, 21.3.1983
tarihinde kabul edilen N akil Sözleşm esi 3002 sayılı K anuna kaynaklık etm iştir.
Başka b ir deyişle 3002 sayılı K anun tam am en Sözleşm e h üküm lerinden yararla­
nılarak oluşturulm uştur. Dolayısıyla, konuları ele alırken bu paralelliği d e gözön ü n d e bulunduracağız.
Ülkem iz tarafm dan Sözleşm eye üç çekince bildirilm iştir. Sözkonusu çekin­
celer; tüm yazışm aların diplom atik kanaldan yapılm ası, nakle esas tü m yazışm a
evrakının Türkçe tercüm eleri ile birlikte iletilm esi ve nakil m asraflarının m evzu­
4 Resmi Gazete: 14.12.1977-16139.
5 Sözleşmenin uygulanm asındaki bazı güçlükler için bkz: Ekkehart M uller-Rappard, Transfer of
Sentenced Persons, s. 164.
155
Hükümlü Naklinde Cezanın Dönüştürülmesi /Y ü ksel ERSOY
atım ıza u ygun olarak İnfaz Devleti (A dm inistering State) veya h er iki tarafın an ­
laşm ası halinde H ü k ü m D evleti (Sentencing State) tarafından ödenebilm esidir.6
H üküm lü nakli, h ü k ü m lü n ü n , H üküm D evletinde çekm ekte olduğu h ü rri­
yeti bağlayıcı cezasının tam am ının veya kalan kısm ının, İnfaz D evletinde çekti­
rilmesi için h er iki devletin anlaşm ası ve h ü k ü m lü n ü n rızası çerçevesinde o d ev ­
lete gönderilm esidir.7
Bu yazıda, T ürk vatandaşları hakkm da yabancı ülke m ahkem elerinden ve­
rilen ceza m ahkum iyetlerinin ülkem izde infazı için m ahkum iyet h ü k m ü n ü n d ö ­
n üştürülm esi işlemi yapılırken uyulm ası gereken kurallar ve bunlarla ilgili u y ­
g ulam ada karşılaşılan sorunlar incelenecektir.
N akille ilgili olarak, vatan d aş hakkında verilen yabancı m ahkem e h ü k m ü ­
n ü n dönüştürülm esini yapan m ahkem elerin verdikleri kararları ve bu kararlar
nedeniyle başvurulan veya dolaylı olarak konuyu ele alan Yargıtay Ceza D aire­
lerinin b ir kısm ı birbirine benzeyen kararlarm ı d a değerlendirm eye çalışacağız.8
III- TÜRKİYE'YE HÜKÜMLÜ NAKLİ ŞARTLARI
1. Ceza ve tedbir yaptırımlarında nakil
Bu kısım daki açıklam alara başlarken, ceza kelim esini hem ceza hem de g ü ­
venlik önlem i (em niyet tedbiri) anlam ında kullandığım ızın belirtilm esinde yarar
vardır. Ç ünkü gerek N akil Sözleşm esinde gerek 3002 sayılı K anunda gerek h ü r­
riyeti bağlayıcı ceza gerekse hürriyeti bağlayıcı tedbir bakım ından nakil olanağı
kabul edilm iştir.9 U ygulam ada genellikle hürriyeti bağlayıcı cezalar nedeniyle
naklin söz konusu olm ası ve güvenlik önlem lerinin genellikle hürriyeti bağlayıcı
6 Nakil Sözleşmesinin Türkçe çevirisinde İngilizcelerine karşılık H üküm Devleti ve Yerine Getiren
Devlet terimleri kullanılmış olmakla beraber, kısalığı bakunından "Sentencing State" karşılığı
Sözleşmeye Türkiye'nin koyduğu çekincelerinde kullandığı "İnfaz Devleti" terimini kullanmayı
tercih ediyoruz. Nakil Sözleşmesi metninden yapılan alıntılarda orada kullanılan terimlere yer
verilmiştir.
7 Adalet Bakanlığı Uluslararası H ukuk ve Dış İlişkiler Genel M üdürlüğü'nün websitesinde nakil
esasları özet olarak açıklanmıştır: http://w w w .uhdigm .adalet.gov.tr/adli_yardim lasm a/adli_
isbirligi_ceza/hnakli.html
8 Bu incelemede, konuyu ele alan başlıca yayın olarak Ulutaş-Atabey tarafından yazılan Nakil
H ukuku ve Uygulaması başlıklı kitaptan ve H ukuk program larında bulam ayıp orada bulduğum uz
Yargıtay kararlarından yararlandığımızı belirtmek isteriz.
9 Nakil Sözleşmesi m. 1 a) "M ahkûmiyet" bir suç dolayısıyla mahkeme tarafından verilip sınırlı veya
sınırsız bir süre için hürriyeti bağlayıcı herhangi bir cezalandırma veya tedbir anlam ındadır." 3002
sayılı Kanun m. 2(1) Türk vatandaşları hakkında yabancı ülkelerde verilen hürriyeti bağlayıcı ceza ve
emniyet tedbirlerinin Türkiye'de yerine getirilmesinin amaçlandığını belirtmektedir.
156
Prof. Dr. T uncer Bıılutay'a Armağan
olm am ası nedeniyle terim i h er ikisini d e kapsayacak şekilde "ceza" olarak kul­
lanm ak tekrarları önlem ek bakım ından daha u ygun olacaktır.
B urada öncelikle, bir h ü k ü m lü n ü n infaz için yabancı ülkeden T ürkiye'ye ge­
tirilm esi söz konusu o ld u ğ u n d a uygulanacak hüküm lerle ilgili özet bilgi su n m a­
ya çalışacağız. D aha sonraki bölüm lerde b u naklin kararlaştırılm ası ve gerçekleş­
tirilm esi işlem leri kapsam ında yurtdışında çekilm ekte olan cezanın T ürkiye'de
çekilecek cezaya d ö n ü ştü rü lm esi aşam ası ele alınıp değerlendirilm eye çalışıla­
caktır.
2. İ l g i l i d e v l e t l e r i n i s t e m i v e h ü k ü m lü n ü n r ı z a s ı
İşlediği suçtan ö türü yabancı ülkede h ü k ü m giyip cezasını çekm ekte olan bir
vatandaşın cezasının yerine getirilm esi am acıyla T ürkiye'ye naklinin söz konusu
olm ası için, H ü k ü m D evletinin10 veya İnfaz Devleti olarak T ürkiye'nin talepte
bu lu n m ası11, devletlerin anlaşm ası12 ve hük ü m lü vatandaşın onayının alınm ası13
gerekm ektedir.
Özellikle h ü k ü m lü n ü n nakle rıza gösterdiğine d air hakim h u z u ru n d a veya
irade beyanını tespite yetkili T ürk konsolosluk görevlisi tarafından alınm ış yazılı
beyanının aranm ası, kendisinin rızasının serbest iradesiyle alındığı konusunda
güvence oluşturm ak bakım ından önem lidir. Şayet h ü k ü m lü n ü n rızası nakille
ilgili usuli işlem lerin devam etm ekte olduğu sırada alınm ış ise, konu ile ilgili
tüm ayrıntıların belli olduğu ve özellikle ceza h ü k ü m lü lü ğ ü n ü n d ö n ü şü m kararı
verildiği aşam ada, hüküm lüye bu onayı isterse geri alm a olanağı tanınm alıdır.
Zira, verilen kararın h ü k ü m lü y ü tatm in etm em iş olm ası ve itiraza rağm en sonuç­
ta kararlaştırılan yeni infaz kararının herhangi bir nedenle hüküm lüye haksız ve
kendisi bakım ından aleyhte veya sakıncalı görünm esi m ü m kündür. Bu d u ru m ­
da, şayet u y g ulam ada rastlandığı gibi, h ü k ü m lü n ü n onayı tüm nakil koşulları­
nın belli olm adığı aşam ada alınm ış ise, b u n u n hük ü m lü bakım ından bağlayıcı
olduğu ileri siirülem em elidir.
10 3002 sayılı Kanun m adde 3(1) Yabancı ülke yetkili makamınca talepte bulunulması olanağını
öngörmektedir.
11 3002 sayılı Kanun m adde 3 son fıkra: Türk vatandaşları hakkında yabancı ülke mahkemelerinden
verilip kesinleşen mahkum iyetlerin Türkiye'de yerine getirilmesi için gerekli şartların bulunm ası
halinde Adalet Bakanlığının da talepte bulunabileceğini belirtmektedir.
12 Nakil Sözleşmesi, 3-l(f): "H üküm Devleti ile yerine getiren Devlet nakilin yapılmasında
anlaşmışlar ise" naklin yapılabileceğini ifade ediyor. Bunun yanında elbette hüküm lünün onayı da
gerekmektedir.
13 3002 sayılı Kanun 3-1 (b): H üküm lünün nakle rıza gösterdiğine dair hakim huzurunda veya
irade beyanını tespite yetkili Türk konsolosluk görevlisi tarafından alınmış yazılı beyanın alınması
koşulunu öngörmektedir.
157
Hükümlü Naklinde Cezanın Dönüştürülmesi / Yüksel ERSOY
3. 3002 saı/ılt Kanunda nakil koşulları
3002 sayılı K anunun 3(1) m addesi hü k m ü n e göre T ürk vatandaşları hakkında
yabancı ülke m ahkem elerinden verilip kesinleşen m ahkûm iyetlerin T ürkiye'de
yerine getirilebilm esi için:
Yabancı m ahkem e kararında kabul edilen su b u t sebeplerine bağlı kalın­
m ak kaydıyla, suç kon usu fiilin, T ürk m evzuatına göre hürriyeti bağla­
yıcı ceza ve em niyet tedbirlerini gerektiren bir suç teşkil etm esi,
İlgili taraflar arasında ayrıca kararlaştırılm adıkça, talep tarihinde, h ü ­
küm lü n ü n yerine getirilm esi gereken bakiye en az b ir yıl hürriyeti bağ­
layıcı cezasının bulunm ası,
Yabancı m ahkem e hük m ü n d ek i su b u t sebeplerine göre T ürkiye'de tayin
olunacak ceza m üeyyidesinin zam anaşım ına uğram am ış bulunm ası,
H üküm lü hakkında m ahkûm iyetine esas olan fiil sebebiyle, T ürkiye'de
ayrıca so ru ştu rm a veya kovuşturm a yapılm am ış olm ası,
M ahkûm iyete esas olan fiilin siyasî, askerî veya bunlara m urtabit cü­
rüm lerden bulunm am ası,
Yerine getirm e talebinin T ürk h u k u k dü zen in e aykırı düşm em esi gerek­
m ektedir.
IV- NAKLE KONU OLABİLECEK HÜKÜMLÜLER VE
HÜKÜMLÜLÜKLER
1. Suçlunun vatandaş olması
N akil Sözleşm esinin 3-l(a) m addesinde, suç işleyen kişinin naklinden söz
edildikten sonra bu kişinin vatan d aş (national) olm ası gerektiği belirtilm ektedir.
B urada am aç, söz konusu hük ü m lü kişinin nakil sonrasında hürriyeti bağlayıcı
cezasını dilini bildiği kendi ülkesinde ve ailesiyle tem as olanağına sahip olarak
d aha insani koşullarda çekm esidir.
Bu bakım dan, vatandaş kavram ının d ah a geniş anlam da alınm ası y ö nünde
y o rum lar yapılm aktadır. H ü k ü m lü n ü n nakledileceği ülkeden farklı bir ülkede
yerleşm iş olması, ailesinin farklı bir y erde b ulunm ası gibi kişisel sorunlar yanın­
da, cezanın kalan kısm ının çekileceği yerdeki infaz koşullarının insan haklarına
uygun olm ayan bir o rtam da çekilmesi olasılığını gü n d em e getirdiği hallerde, d e­
ğerlendirm elerin b u özel d u ru m lara göre yapılm ası önerilm ektedir. B unun için,
u luslararası alanda bazı m etinlerde vatan d aş tanım ının d ah a geniş anlaşılm ası
158
Pro/. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
için farklı terim ler kullanılm akta ve bazı hallerde devletlerin bir tanım a bağlı
olm aksızın değerlendirm e yapm a olanağı sağlanm aktadır.14
2. Suçun işlendiği yer
3002 sayılı K anunun 1 ve 2. m addelerinde öngörülen düzenlem eler, yaban­
cı devlet m ahkem esinde m ahkum olan T ürk v atandaşlarının cezalarının çek­
tirilm esi için T ürkiye'ye ve T ürkiye'de yargılanıp h ü k ü m giyen yabancıların
cezalarının yerine getirilm esi için u y ru ğ u oldukları devlete nakli olanaklarını
içerm ektedir.15
B urada v atandaşlar bakım ından asıl am acın "yabancı ülkede" işledikleri su­
çun cezasını o ülkede değil T ürkiye'de çekmesi old u ğ u ileri sürülebilir. A ncak
3002 sayılı K anunun 2. m ad d esin d e sadece "T ürk vatandaşları hakkında yaban­
cı devlet m ahkem elerinden verilen ceza m ahkum iyetlerinin T ürkiye'de yerine
getirilm esi"nden söz edilm ekte olm ası ve bu tanım da suç işlem e yerinden hiç
söz edilm em iş olm ası sonucu, her nerede olursa olsun suç işlem iş bir vatandaşın
yabancı bir ülkede m ahkum edilip cezasını çekm ekte bulunm ası halinde b u Ka­
n u n u n uygulam a alanına gireceği kabul edilm elidir.
3. Türkiye'de işlenen suçtan yabancı ülkede m ahkum iyet
Suçun işlendiği yerin Türkiye veya herhangi bir yabancı ülke olm ası arasın­
da bir ayrım yapılm am ası, sadece yabancı ülkede işlenip yabancı ülkede cezalan­
dırılan suçlarda değil, T ürkiye'de işlenip yabancı ülkede m ahkum iyetle sonuç­
lanm ış fiillerde de naklin m üm k ü n o lduğunu gösterm ektedir.
14 Bu konuda daha esnek anlayış için bkz: H andbook, s. 7: "Depending on the instrum ent, the term
"national" may refer to persons with nationality, residence rights or close ties w ith a particular State.
Other instrum ents allow State parties to define the term themselves.12 States may do this by w ay of a
single declaration or a joint agreement.13 These provisions and declarations enable States to exercise
control over the persons to w hom such transfers may be available. The definitions adopted will be
discussed further in chapter V, in which the requirem ents for transfer are outlined."
15 3002 sayılı Kanun M adde 1 - Bu Kanunda, Türk vatandaşları hakkında yabancı devlet
mahkemelerinden verilen ceza mahkûmiyetlerinin Türkiye'de; yabancılar hakkında Türk
mahkemelerinden verilen ceza mahkûmiyetlerinin de hüküm lünün uyruğu bulunduğu devlette
yerine getirilmesine dair usul ve esaslar düzenlenmiştir.
M adde 2 - Mütekabiliyet esasları ve andlaşmalarda öngörülen hüküm ler mahfuz kalmak kaydıyla;
1. Türk vatandaşları hakkında yabancı ülkelerde verilen hürriyeti bağlayıcı ceza ve emniyet
tedbirlerinin Türkiye'de yerine getirilmesine,
2. Yabancılar hakkmda Türk mahkemelerince hükm olunan hürriyeti bağlayıcı ceza ve emniyet
tedbirlerinin yerine getirilmesinin, yabancının uyruğu olduğu devlete bırakılmasına,
Bu Kanundaki esaslar dairesinde karar verilebilir.
159
Hükümlü Naklinde Cezanın Dönüştürülmesi /Y ü ksel ERSOY
H er ne k ad ar konu ile ilgili bazı incelem elerde, nakli söz konusu olacak ki­
şinin suçu H ü k ü m D evletinde işlem iş olm ası gerekliym iş gibi değerlendirm eler
yapılıyor olsa d a 16, ne N akil Sözleşm esinde ne de 3002 sayılı K anunda b u sınırla­
m ayı gösteren herhangi bir düzenlem e bulunm am aktadır. D olayısıyla T ürkiye'ye
cezası yerine getirilm ek üzere nakledilecek kişinin suçu m utlaka yabancı H ü k ü m
D evletinde işlem iş olm ası gerekm em ektedir. Suç, H ü k ü m D evletinden başka bir
yabancı ülkede veya T ürkiye'de işlenm iş olabilecektir. T ürk vatandaşının yaban­
cı ülkede işlediği suç sınırlam ası olm adığı için, önem li olan yabancı ülkede h ü ­
küm verilip cezanın çekiliyor olm asıdır. Suçun yargılam ayı y apan veya başka bir
yabancı ülkede işlenm iş olm ası da m ü m kündür.
Aynı değerlendirm e, h er nerede olursa olsun bir suç işleyip, o suçtan ö tü ­
rü T ürkiye'de m ahkum edilen ve cezası T ürkiye'de yerine getirilm ekte olan bir
yabancının cezasını çekm ek üzere T ürkiye'den vatandaşı olduğu ülkeye n ak ­
ledilm esi halinde de söz konusu olabilecektir. Dolayısıyla bu halde de suçun
T ürkiye'de veya başka ülkede işlenm iş olm ası k an u n u n uygulanm ası bakım ın­
d an bir fark yaratm ayacaktır.
V atandaşın T ürkiye'de işlediği suçun yabancı ülkede yargılanıp m ahkum i­
yetle sonuçlanm ış olm ası halinde de nakil söz konusu olabilm elidir. A ncak bu
değerlendirm ede, şayet suçun T ürkiye'de işlenm iş olm ası ve yabancı ülkede de
cezalandırılabilir bir fiil olm ası nedeniyle yabancı devlet m ahkem esinde m ahkum
olm uş bir T ürk vatandaşı söz konusu ise, d u ru m u n TC K 'nın yer bakım ından
uygulanm ası ile ilgili hüküm leri çerçevesinde değerlendirilm esi ve kendisine y a­
bancı m ahkem ede verilen cezanın T ürkiye'de dö n ü ştü rü lerek yerine getirilm esi
için naklinin mi yapılacağını, yoksa, vatandaşın işlediği suçun niteliği dolayısıy­
la, T ürkiye'ye gelirse A dalet Bakanının talebi ile yeniden yargılanm asının mı söz
konusu olacağını belirlem ek gerekecektir.17
16 Aşağıdaki açıklamada "cezanın suçun işlendiği ülkede çek ilm esinden söz edilmekledir; oysa
konu suçlunun cezayı vatandaşı olduğu ülkede çekmesidir: h ttp ://w w w .u n o d c.o rg /d o cu m en ts/
justice-and-prison-reform /ll-88322_ebook.pdf, s. 15: "For example, a prisoner could be transferred
because the authorities in the sentencing State believe that it w ould im prove public protection or
lower im prisonment costs in their State. However, the transfer may not be in the best interests of the
individual, whose chances of rehabilitation or hum anitarian needs may be better met by staying in
the country where the offence was committed."
17 Bilindiği üzere, ceza hukukunda temel ilke, suçların işlendikleri ülkede o ülkenin hukukuna göre
yargılanıp cezalandırılmalarıdır. TCK'nın "Yer Bakımından Uygulama" başlıklı 8. m addesinde bu
ilke "T ürkiye'de işlenen suçlar hakkında T ürk K anunları uygulanır" diye ifade edilmiş; m addede devamla,
fiilin kısmen veya tamamen Türkiye'de işlenmesi veya neticenin Türkiye'de gerçekleşmesi halinde
suçun, Türkiye'de işlenmiş sayılacağı belirtilmiştir.
160
Prof. Dr. Tuncer Bıdutaıj'a Armağan
TC K 'nın yer bakım ından uygulam a alanı ile ilgili hükü m lerin d en 9. m ad d e­
de, "Türkiye’de işlediği suçtan dolayı yabancı ülkede hakkında hüküm verilmiş olan kim­
se, Türkiye'de yeniden yargılanır" genel kuralı ile ilke olarak vatandaşın T ürkiye'de
işlediği suçtan dolayı yabancı ülkede hakkında hü k ü m verilm iş olsa bile,
T ürkiye'de yeniden yargılanm ası olanağını öngörülm ektedir. Ancak, T C K 'nun
11. m addesi, 13. m ad d e dışında kalan suçlarda, şayet yabancı ülkede hakkında
hü k ü m verilm em iş ise faili T ürk kanunlarına göre cezalandırm ayı; verilm iş ise ne
bis in idem kuralı uyarınca yeniden yargılanm am asını öngörm ektedir. K anunun
13. m ad d esin d e öngörülen suçlardan (1) ve (2) num aralı fıkralarda yer alanların
bazılarında yabancı ülkede m ahkum iyet veya beraat kararı verilm işse ne bis in
idem kuralına göre failin yeniden yargılanm am ası; diğerlerinde ise, m ahkum iyet
veya beraat kararı verilm iş olsa bile A dalet Bakanının talebi üzerine T ürkiye'de
yargılam a yapılabilm esi kabul edilm ektedir.
Yargıtay 6. Ceza Dairesi bir kararında, "TBM M 'nce 1.3.1977 gün 2080, aynı
g ü n 2081 sayılı Yasalarla onaylanıp iç h u k u k h ü k m ü niteliği" kazandığm ı kabul
ettiği Ceza K ovuşturm alarının A ktarılm ası K onusunda A vrupa Sözleşmesi ve
Ceza Y argılarının U luslararası Değeri kon u su n d a A vrupa Sözleşm esi uyarınca
cezanın çekilm iş olm ası halinde aynı suçtan iki kez yargılanm am a (ne bis in idem18)
ilkesine göre de yeniden yargılam a yapılam ayacağı" sonucuna varm ıştır.19
Bu değerlendirm ede g ö zü n ü n d e tutulm ası gereken bir düzenlem e 3002
sayılı K anunun 3(5) m ad d esin d e yer alm aktadır. Bu m ad d ed e "H ü k ü m lü hak­
kında m ahkûm iyetine esas olan fiil sebebiyle, T ürkiye'de ayrıca soruşturm a
veya kovuşturm a yapılm am ış olm ası" naklin koşullarından biri olarak ifade
edilm iştir.20
18 Latince “ne bis in idem " veya "non bis in idem ", "aynı fiilden iki kez yargılama olmamalıdır"
anlamına gelmektedir. Kuralla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: Özen, Non Bis in idem, s. 389 vd.
19 Yargıtay 6. Ceza Dairesi E. 1999/3019 K. 1999/4175 T. 23.6.1999: "Yağma eyleminin TCK.nun
4. m addesinde belirtilen suçların dışında ve anılan Yasanın 5. m addesi kapsam ında bulunmasına,
yabancı ülkede TCK.nun 4. m addesinde yazılı suçlar dışında bir suç işlemiş ve hakkında o ülkede
hüküm verilmiş Türk vatandaşının, Türkiye'de yeniden yargılanmasına anılan Yasanın 5. maddesi
olanak tanımadığı gibi TBMM'nce 1.3.1977 gün 2080, aynı gün 2081 sayılı Yasalarla onaylanıp iç
hukuk hükm ü niteliğini kazanan Ceza Kovuşturmalarının Aktarılması Konusunda A vrupa
Sözleşmesi ve Ceza Yargılarının Uluslararası değeri konusunda A vrupa Sözleşmesi ile aynı suçtan
iki kez yargılanmama (ne bis in idem) ilkesinin kabul edilmiş olmasına göre; sanık hakkında ikinci
kez açılmış davanın CMUK.nun 253/son maddesi gereğince reddine karar verilmesi ve Amsterdam
Bölge M ahkemesi'nin kesinleşmiş hükm ünün 3002 sayılı Yasa ile ikili sözleşme uyarınca Türkiye'de
yerine getirilmesi konusunda Cum huriyet Savcılığınca gereğinin yapılması zorunlu iken yazılı
biçimde hüküm kurulması, bozmayı gerektirmiş"tir. Ayrıca bkz: Yargıtay Ceza Genel Kurulu E.
1999/1-62 K. 1999/130 T. 25.5.1999.
20 Bkz: Başar, Yabancı Ülkede Suç, s. 345. Yargıtay 1. Ceza Dairesinin E. 1979/4997 K. 1980/319 T.
30.1.1980 kararı ile ilgili değerlendirmesi.
161
Hükümlü N aklinde Cezanın Dönüştürülmesi / Yüksel ERSOY
V- HÜKÜMLÜ NAKLİNDE CEZA İNFAZ SEÇENEKLERİ
1. Nakilde cezanın infazına devam veya dönüştürme
H üküm lülerin naklinde, nakil için gerekli şartların b u lu n u p b u lunm adığı­
nın saptanm ası yanında uygulam a bakım ından önem li değerlendirm elerden bi­
rini, suç karşılığı H ü k ü m D evletinde verilen cezanın İnfaz D evletinde ne şekilde
yerine getirileceği konusu oluşturm aktadır.
Ancak, yukarıda bu konu ile ilgili olarak belirttiğim iz m etinlere karşın, A v­
ru p a Birliği üyesi olm ayan ülkem iz bakım ından h ü k üm lülerin karşılıklı nakli
usullerinin uygulanm asında ve nakledilen h ü küm lülerin nakilden sonra çektiri­
lecek cezalarının tayininde ve b u cezaların infazında ciddi sorunlar yaşanm akta­
dır. Ayrıca, ülkem izdeki uygulam ada, b u k onuda m ahkem eden k arar alınm ası
aşam asında ve daha sonra alınan kararlara karşı k an u n yollarına gidildiğinde
bazı sorunlar yaşanm aktadır.
N akille ilgili A vrupa Sözleşm esinde, bir bakım a yabancı m ahkem e kararınm
tanm m a ve tenfizi anlam ına d a gelecek şekilde yabancı m ahkum iyet h ü k m ü n ü n
infazına devam edilm esi yöntem i veya yabancı m ahkum iyet h ü k m ü n ü n yerel
yetkili m ahkem ece yerel m ahkum iyet hü k m ü n e çevrilm esi anlam ına gelecek şe­
kilde "d ö n ü ştü rm e" h ü k m ü n ü n verilm esi yöntem i öngörülm üş bulunm aktadır.
2. Avrupa Sözleşmesinde
N akille ilgili A vrupa Sözleşm esinde "N aklin, Yerine G etiren D evlet İçin Et­
kileri" başlıklı 9. m addesinde İnfaz Devleti yetkili m ercilerinin:
a) 10 uncu m ad d ed e öngörülen şartlar içinde, derhal veya bir m ahkem e ka­
rarı veya idari kararla m ahkûm iyetin infazına devam etm eleri; vey
b) A dlî veya idari b ir kararla, H üküm D evletinde verilen m üeyyideyi 11
inci m addede öngörülen şartlar çerçevesinde aynı suç dolayısıyla İnfaz Devleti
k an unlarında öngörülen bir m üeyyide ile ikam e etm ek suretiyle, m ahkûm iyet
kararını o Devletin kararına dönüştürm eleri olanaklarını sunm aktadır.
Nakil Sözleşm esinin 9. m addesinde m ahkum iyetin İnfaz D evletinde çekti­
rilm esi ile ilgili "mahkumiyetin infazına devam'' (continue the enforcem ent of the
sentence) veya "nakledilen Devletin kararma dönüştürme" (conversion of the sentence) şeklindeki iki seçenekten birincisinde h ü k m ü n "derhal" veya bir "m ahke­
m e veya idari kararla" infazına devam edileceğini ifade ettiğinden, b u yolu seçen
devletin ya herhangi bir k arar alm adan fülen infazı başlatm ası veya b u n u n için
önce bir adli veya idari k arar o luşturm ası olanakları öngörülm üştür.21
21 İnfaza devam ve dönüştürm e sistemlerinin karşılaştırması için bkz: Ddamulira Mujuzi, Transferring
sentenced persons.
162
Prof. Dr. T üncer Bulutay'a Armağan
M addede ayrıca, talep edilm esi halinde, İnfaz D evletinin, h ü k ü m lü n ü n n ak ­
ledilm esinden önce b u usullerden hangisini takip edeceğini H ü k ü m Devletine
bildireceği kuralı öngörülm üştür.
Bu h ü k ü m d en de anlaşüacağı üzere, üye devletlerin sistem lerinde h er iki
seçeneğe yer verm elerine ve her talebin veya d iğer devlet düzenlem elerinin özel­
liklerine göre birini veya diğerini seçm esine engel bulunm am aktadır.
Sonuç olarak bu rad a, (a) ve (b) bentlerinde yabancı m ahkum iyet kararının
infazına devam veya H üküm D evletinde verilen yaptırım ı aynı suç dolayısıy­
la İnfaz Devleti kan u n ların d a öngörülen bir yaptırım ile değiştirm ek suretiyle,
m ahkûm iyet kararını o D evletin kararına d ö n ü ştü rm ek seçenekleri söz konusu­
dur.
3. 3002 sayılı Kanunda adli yoldan dönüştürme sisteminin
kabulü
Ü lkem izde N akil Sözleşm esi ve ikili anlaşm alarla birlikte 3002 sayılı K anun­
la kurulan sistem de, nakil yapıldığında H ü k ü m D evletinde verilen cezanın infaz
D evletinde nasıl yerine getirileceğinin d e kararlaştırılm ası yoluna gidilm iştir.
3002 sayılı K anunda b u saptam anın görevli ve yetkili m ahkem ede yapılm ası ön­
görülm üştür. G örevli ve yetkili m ahkem elerin b u değerlendirm eyi yapm asına
ilişkin kuralların d o ğ ru b ir şekilde uygulam ası, b u sistem in sağlıklı b ir şekilde
işlem esi ve b u konuda ülkeler arası güvenin sağlanm ası bakım ından önem taşı­
m aktadır.
C ezanın infazına nasıl devam edileceği k o n u su n d a A vrupa Sözleşm esinde
iki ayrı yöntem önerilm iş ve yerine göre bu iki sistem in birini veya diğerini ku l­
lanm a olanağı varken, 3002 sayılı K anunda b u n lard a n sadece birisi seçilmiştir.
A şağıda ayrıntılı olarak açıklanacağı üzere, yabancı ülkede h ü k ü m giym iş bir
vatandaşın ülkem ize nakli söz konusu old u ğ u n d a, kendisi hakkında kesinleşm iş
cezanın infazına devam edilm eyecek, yabancı ülkede alm ış old u ğ u cezanın yerel
m ahkem ece ve yerel m evzuat uyarınca dönüştürülm esiyle elde edilen yaptırı­
m ın uygulanm ası söz konusu olacaktır.22
D önüşüm sistem ini seçen ülkelerin, yabancı ülkeden nakli yapılacak h ü k ü m ­
lüye kendi ülkelerinde H üküm D evletindeki cezaya eşit veya benzer ağırlıkta
olacak bir yaptırım ın çektirilm esi için yeni b ir m ahkem e kararı aldırm aları gerek­
tiği belirtildikten sonra, bu n u n la ilgili iki güçlükten söz edilm ektedir. B unlardan
birincisi, h ü k ü m lü n ü n , vatandaşı old u ğ u ülkeye gelinceye k ad a r o rada çekeceği
cezanın ne olacağını bilem em esi ve b u n d an dolayı d a nakle rızasını oluşturm ak­
ta zorluk çekmesi olasılığıdır. Diğeri ise, h ü k ü m lü n ü n yabancı ülkede çekmiş
22 Ulutaş-Atabey, Nakil H ukuku, s. 46,66.
163
Hukiimlü N aklinde Cezanın Dönüştürülmesi /Y ü ksel ERSOY
o lduğu ceza süresinin vatandaşı olduğu ülkede verilecek cezaya eş veya ondan
d aha u zu n olm ası ihtim alidir. Böyle b ir d u ru m , h ü k ü m lü n ü n hem en veya kısa
sü rede serbest kalm asına yol açabileceği için olum lu; ancak nakil y apan ülkenin
güvensizliğine yol açm ası olasılığı bakım ından olum suz etki yapabilecektir.23
N akil Sözleşmesi, ikinci seçenek olan yabancı hü k m ü yerel karara d ö n ü ş­
türm e için ise adli veya idari b ir k arar alınm ası yollarını kabul etm iş olm akla
beraber, bu yolu seçen 3002 sayılı K anunda d ö n ü ştü rm e için idari değil adli karar
alınm ası uygun görülm üştür.
N akil Sözleşm esinin 9(2) m ad d esin d e öngörülen İnfaz D evletinin, talep edil­
m esi halinde, h ü k ü m lü n ü n nakledilm esinden önce b u u sullerden hangisini takip
edeceğini hüküm Devletine bildireceği yönündeki hükm ü uyarınca, bir nakil ta­
lebi halinde nakil uygulam asını yapan m akam ın bu seçim le ilgili olarak H üküm
Devletine bilgi verm esi gerekm ektedir.
3002 sayılı K anun, Sözleşm enin bu hüküm lerine paralel olarak nakil halinde
ceza uygulam asının ne şekilde olm ası konusunu baştan düzenlem iş; ancak bu
düzenlem eyi yaparken N akil Sözleşm esinin ö ngördüğü iki seçeneği birden ka­
n u n a geçirm eyerek çözüm ü seçeneklerden biriyle, yani d ö n ü ştü rm e seçeneğiyle
sınırlandırm ıştır.
Gerçekten, nakille ilgili 3002 sayılı K anunun "Yerine G etirm e K ararı" baş­
lıklı 6. m addesinde "h ü k m ü n çektirilm esine devam " (continue the enforcem ent
of the sentence) ve "h ü k m ü n dön ü ştü rü lm esi" (conversion of the sentence) ni­
teliğindeki iki seçeneğinden sadece İkincisi kabul edilm iş, sistem im izde birinci
seçeneğe yer verilm em iştir.
3002 sayılı K anunun 6(1) m addesine göre, aşağıda açıklanacağı üzere, ''m a h ­
kemece yabancı ülkede verilen m ah kû m iyet k a r a rı,... yabancı m ahkem e kararında su b u tu
kabul edilen suça, T ü rk kanunlarına göre verilm esi gereken ceza m ü eyyid esi veya bu suça
en yakın ceza m üeyyidesi tayin o lıın '' m ak suretiyle belirlenir.24
23 Bileş, Transfer of Prisoners.
24 G örüldüğü üzere Adalet Bakanlığı'nın Uluslararası H ukuk ve Dış İlişkiler Genel M iidürlüğü'nün
H üküm lü Nakli ile ilgili açıklamasında, A vrupa Nakil Sözleşmesi m. 9-l(b) bendinde yer alan
"m ahkûmiyet kararını o Devletin kararına dönüştürecektir" ibaresinden esinlenerek bu işleme
"dönüştürm e" demiştir. Sözleşme'nin 9.1 (b) m addesinde kullanılan terim "convert the sentence"
şeklindedir. Bu işleme "uyarlam a" dem ek düşünülebilirse de, bu terimin lehdeki yeni kanuna göre
cezanın yeniden hesaplanması anlam ında kullanılmasını da göz önünde tutarak Adalet Bakanlığının
kullandığı "dönüştürm e" kelimesini kullanmayı tercih ediyoruz..
164
Prof. Dr. Tuncer Bulu tay'a Armağan
VI- DÖNÜŞÜM KARARININ ALINMASINDA YARGILAMA
USULÜ
1. Nakil işlemlerinin uygulanmasına ilişkin yapı
N akil Sözleşm esine ve b u n a ilişkin m etinlere taraf olan ülkem iz bu konuda
3002 sayılı K anunu kabul ettikten başka, genellikle A vrupa Birliği üyesi olm ayan
birtakım ülkelerle d e aynı konuda ikili anlaşm alar yapm ıştır.
3002 sayılı K anunun 2.1.2003 tarih ve 4780 sayılı kanunla değişik ve "Talebin
İncelenm esi" başlıklı 4. m addesine göre, yabancı ülkede verilen m ahkum iyet ka­
rarlarının T ürkiye'de yerine getirilm esine A dalet Bakanı tarafından karar verile­
bilir. M addenin eski şeklinde karar A dalet Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar
K urulu tarafından verilebiliyordu. M addedeki değişiklik işlem lerin kolaylaştırıl­
m asını sağlam ası bakım ından yerinde olm uştur.
B urada belirtilm esinde yarar olan konu, yetkili m ahkem enin, nakil isteyen
vatandaşın T ürkiye'de çekeceği cezayı belirlerken verdiği kararın naklin kabulü
kararı olm adığıdır. M ahkem e kararının, varsa itirazın d a sonuçlandırılm asıyla
kesinleşm esi, sadece nakil halinde T ürkiye'de çekilecek cezayı belirler. Diğer
şartlarla birlikte cezayı belirleyen bu kararın da ışığında, h ü k ü m lü n ü n naklinin
kabulü kararı idari bir karar olarak iki ülkenin yetkili m akam ları tarafından ve­
rilecektir. Y ukarıda da belirtildiği üzere, Türkiye bakım ından nakil konusunda
karar m akam ı A dalet B akanlığı'dır.
Ülkem izde, A vrupa N akil Sözleşmesi, 3002 sayılı K anun ve ikili nakil anlaş­
m aları uyarınca ülkem ize veya ülkem izden hüküm lü naklinin talep edildiği ve
u y gun g ö rü ld ü ğ ü hallerde, ceza ve ceza usul h u k u k u kurallarım ız çerçevesinde
değerlendirm eler yapılm akta ve kararlar alınarak T ürk h ü k ü m lü n ü n yabancı ül­
keden ülkem ize ve yabancı h ü k ü m lü n ü n ülkem izden kendi ülkesine infaz için
nakli gerçekleştirilm ektedir.
Nakil işlem lerinin yapılm asında ülkem izde A dalet B akanlığı'nın U luslara­
rası H u k u k ve Dış İlişkiler Genel M üd ü rlü ğ ü bünyesinde k urulm uş olan "Suçlu
İade ve H ü k ü m lü N akli B iirosu"nun bir birim i olarak "H ü k ü m lü N akli M asası",
nakil bakım ından Sözleşm e ve K anunda öngörülen şartların b u lu n u p b u lunm a­
dığı da dahil ve b unlarla sınırlı olm am ak üzere nakille ilgili idari işlem leri hazır­
lam akta ve gerekli kararların verilm esini sağlam aktadır.
Bakanlığın vvebsitesinde, H üküm lülerin N akli M asasının görevleri konu­
sunda "Yabancı bir devlette suç işleyip d e hürriyeti bağlayıcı bir cezaya m ahkûm
edilen T ürk vatandaşlarının bakiye cezalarının ülkem izde ve aynı şekilde
T ürkiye'de suç işleyip d e hürriyeti bağlayıcı cezaya m ahkûm edilen yabancıların
165
Hükümlü Naklinde Cezanın Dönüştürülmesi / Yüksel ERSOY
bakiye cezalarının vatandaşı o ld u ğ u ülkede infazı için gerekli işlem ler ilgili söz­
leşm eler hüküm leri gereğince Genel M üdürlüğüm üzce yerine getirilm ektedir"
bilgisi verilm ektedir.25
2. Yetkili M ahkeme
3002 sayılı K anunun "G örev ve Yetki" başlıklı 5. m addesine göre, "yabancı
mahkeme ceza ilamına Türkiye'de uygulanacak müeyyidenin tayin edilmesi konusunda
karar vermeye, yabancı mahkûmiyet ilamına esas teşkil eden suçun niteliği veya cezanın
miktar ve mahiyetine göre görev yönünde tekabül eden Ankara mahkemesi" yetkilidir.
Dolayısıyla, h ü k ü m lü n ü n m ahkum iyetine neden olan suçun niteliğine ve
cezanın m iktarına göre hangi m ahkem enin görevli olduğu sap tandıktan sonra
yer bakım ından A nkara'daki görevli m ahkem e konuyu inceleyerek karara bağ­
layacaktır.
3. Dönüşüm karan yargılamasının olağan kovuşturma
yargılaması olmaması
3002 sayılı K anunun 6. m addesinde, "Yabancı mahkeme kararında sübutu kabul
edilen suça, Türk kanunlarına göre verilmesi gereken ceza müeyyidesi veya bu suça en
yakın ceza müeyyidesi tayin olunur. Bu suretle tayin edilen ceza miktarı yabancı mah­
keme kararında tayin edilmiş ceza süresini geçemez. Fiil Türk hukukuna göre daha hafif
cezayı gerektirdiği takdirde müeyyide buna göre tayin olunur" hükm ü öngörülm ek­
tedir.
Bu hü k ü m uyarınca, yabancı m ahkem enin ceza h ü k m ü n d en hareketle ülke­
m izde uygulanacak yaptırım ı belirlem ek için d ö n ü şü m işlem ini yapacak yetkili
m ahkem e, yabancı m ahkem e k ararında "sü b u tu kabul edilen suç" ile ve "so­
nuçta verilen ceza m iktarı"yla bağlı olacaktır. Dolayısıyla, yabancı m ahkem ece
uygulanm ış yaptırım ı d a gözönünde b u lu n d u rarak , b u suça T ürk kanunlarına
göre verilm esi gereken yaptırım ı belirleyecektir.
Yargıtay 10. Ceza Dairesi b u m ad d e h ü k m im den hareketle, "ortada bir kovuş­
turma yargılaması bulunmadığını, herhangi bir araştırma ve inceleme yapılması, kanıt
toplanması ya da takdir hakkının kullanılması söz konusu olmadığını, sadece yabancı
mahkemenin sabit kabul ettiği suçun Türk kanunlarındaki yaptırımının belirleneceğini
ve bunun sonucu olarak da verilen dönüşüm kararlarının, olağan kovuşturma yargılama­
sı sonucu verilen mahkûmiyet hükümlerinden farklı nitelikte olup, infaz aşamasında ve­
rilen ve infaz hukukuna ilişkin bir karar niteliğinde olduğu" sonucuna varm aktadır.26
25
Bkz:
http://w w w .uhdigm .adalet.gov.tr/genel_m udurluk/burolar/suclu_iade_ve_hukum lu_
nakli.html
26 Yargıtay 10. Ceza Dairesi E. 2007/24007 K. 2008/2808 T. 21.2.2008.
166
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
4. Dönüşüm karan ile nakil kararının birbirinden fa rklı olması
N aklin şartlarının b u lu n u p bulunm adığının değerlendirilm esi İdarenin yet­
kisindedir. Bu alanda bazı konularda değerlendirm enin m ahkem e tarafından mı;
yoksa İdare tarafından m ı yapılacağı ko n u su n d a d urakasam alarm olm ası kaçı­
nılm azdır.
Y aptırım ın d ö nüştürülm esi aşam asında suç ve infaz edilecek cezayla ilgili
koşullar elbette m ahkem e tarafından göz ö n ü n d e b u lu n d u ru lacak ve d eğerlendi­
rilecektir. Bu bakım dan, d ö n ü şü m kararı verilirken m ahkem enin sadece cezanın
d ö n üştürülm esi ile ilgili ve d o ğ ru d a n bağlantılı değerlendirm eleri yapm ası söz
konusu olm alıdır.
Ancak, nakil şartlarının önem li bir kısm ı d o ğ ru d an doğruya suç ve cezanın
nitelikleriyle ilgili olam ayan şartları da içerm ektedir. Bu şartlarm varlığı konu­
sunda gözden kaçan b ir d u ru m olup da bu konu m ahkem enin dikkatini çekecek
olursa, araştırm a ve değerlendirm eyi m ahkem enin yapm am ası ve bu konudaki
araştırm anın yapılm ası için İdarenin dikkatine sunm ası doğru olacaktır. Zira d ö ­
n ü şü m kon u su n d ak i kararı yetkili m ahkem e verm ekle beraber, diğer nakil şart­
larının değerlendirerek nihai nitelikteki nakil kararını verecek olan m ahkem e
değil, A dalet Bakanlığıdır.
5. Dönüşümün ve uyarlamanın kural olarak duruşmasız
yapılm ası
Sözleşm enin 11. m addesinin l(a) ben d in d e ülkem izdeki yetkili m ahkem e­
nin, yabancı h ü k m ü n d ö n ü şü m ü n ü yaparken, "H iikü m D evletinde verilen yargıda
açıkça veya zım n e n yer aldığı takdirde olaylarla ilgili tesbit (sııbut) lerle bağlı olacağı"
kuralı getirilm iştir.27
Y argıtay içtihadına göre, incelem e ve araştırm ayı gerektirm eyen kararlarda
d u ru şm a yapılm ası gerekm ediğinden ve d ö n ü ştü rm e k on u su n d a değerlendirm e
yapacak m ahkem e yabancı m ahkem e kararm daki vakıalar ve su b u t delilleriyle
bağlı kalarak k arar vereceğinden kural olarak d u ru şm a yapılm asına gerek ola­
m ayacaktır. A ncak herhangi bir nedenle incelem e ve araştırm ayı gerektiren bir
d u ru m olursa, d u ru şm a yapılm ası zo ru n lu olabilecektir.28
27 C ünha, Current Issues, s.276.
28 Bkz: aynı karar. Yargıtay 10. Ceza Dairesi E. 2007/24007 K. 2008/2808 T. 21.2.2008: "Dönüştürme
hükm ü" olağan kovuşturma yargılaması sonucu verilen mahkum iyet hüküm lerinden farklı nitelikte
olup, infaz aşam asında verilen ve infaz hukukuna ilişkin karar niteliğindedir. "Bu nedenle, ortada
bir kovuşturm a yargılaması bulunm adığından, herhangi bir araştırma ve inceleme yapılması, kanıt
toplanması ya da takdir hakkının kullanılması söz konusu olmayıp, sadece yabancı mahkemenin
sabit kabul ettiği suçun Türk kanunlarındaki müeyyidesi belirlenecektir. Dolayısıyla, anılan kanun
uyarınca verilen yerine getirme kararlan, olağan kovuşturm a yargılaması sonucu verilen mahkûmiyet
hüküm lerinden farklı nitelikte olup, infaz aşam asında verilen ve infaz hukukuna ilişkin bir karar
niteliğindedir." açıklamasına yer verilmekte ve devamla sonradan kabul edilen "lehe hüküm"
incelemesi talebi konusunda verilecek kararın da aynı nitelikte yani infaz hukukuna ilişkin olduğu
ve dolasıyla duruşm a açılmasının olanaklı bulunm adığı sonucuna varılmaktadır.
167
Hükümlü Naklinde Cezanın Dönüştürülmesi /Y ü ksel ERSOY
G erek T ürkiye'de verilm iş ceza kararları gerek d ö n ü ştü rm e sonucu verilen
k arar sonrasında, m evzuatta yeni ve lehte ceza kuralı kabul edilm esi üzerine il­
gililerce "uyarlam a kararı" istendiğinde de, bu k arar kovuşturm a yargılam ası ni­
teliğinde bir incelem e sonucu verilen kararlardan olm ayıp, infazla ilgili kararlar
niteliğini taşıyacağı için, kural olarak değerlendirm enin d u ruşm asız yapılm ası
ve ancak araştırm a ve incelem e gereği o ld u ğ u n d a d u ru şm a yapılarak karar ve­
rilm esi gerektiği kabul edilm ektedir.
Yargıtay Ceza Genel K urulunun uyarlam a ile ilgili bir kararında, lehe ya­
sanın saptanıp uygulanm ası, herhangi bir incelem e ve araştırm a yapılm asını,
kanıt toplanm asını, takdir hakkının kullanılm asını gerektiriyorsa ya da cezanın
kişiselleştirilm esine ilişkin bir h ü k m ü n uygulanm ası olanağı sonraki yasa ile
doğm uşsa, h ü k ü m d e değişiklik yargılam asının d u ru şm alı yapılm asının zorunlu
old uğu gözetilm eden evrak üzerinde k arar verilm esinin hatalı olduğu sonucuna
varılm ıştır.29
6. Dönüşümün ve infazın Türk usul kurallarına göre yapılması
Nakil Sözleşm esinin 11(1) m addesinde ''M a h k û m iye tin değiştirilm esi İmlinde,
yerine getiren D evlet K a n ununda öngörülen usuller u ygulanacaktır" denm ek suretiy­
le d ö n ü ştü rm e işlem ini yapacak m ahkem enin d ö n üşüm kararını verm esinden
sonra infazın T ürk usul kuralları uyarınca yapılacağı belirtilm ektedir. Buna ek
olarak, Sözleşm enin 9(3) m addesine göre, ''M a h k û m iy e tin infazı, yerine getiren
D evlet K a n u n u n a göre yapılacak ve yalnızca bu D evlet tü m gerekli kararların alınm a­
sında yetk ili olacaktır".
Ülkem izin cezanın dönüştürülm esi sistem ini seçm iş olm asınm sonucu, 3002
sayılı K anunda yer verilm em iş olsa da, d ö n ü şü m ü yaparken N akil Sözleşm enin
11. m addesindeki şartlara uygun hareket etm ek zorunludur.
3002 sayılı K anun da 8. m ad d ed e "K esinleşen yerin e g etirm e kararları geııel
h ü kü m le r dairesinde infaz o lu n u r ve adli sicile kaydedilir" h ü k m ü n ü öngörm üştür.
Burada, "kesinleşen yerine getirm e kararı" denen karar d ö n ü ştü rm e kararıdır ve
bu karardan sonra A dalet Bakanlığınca ve diğer ülke yetkili m ercilerinde nakil
kararı da verilip, nakil işlem i gerçekleştirildiğinde, hüküm adli sicile kaydedile­
cek ve ceza çektirm e süreci yerel infaz kurallarına göre olacaktır.
29 Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2005/3-162-173 sayılı ve 27.12.2005 tarihli kararı.
168
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
7. Dönüşüm kararının verileceği zaman
3002 sayılı K anunun 6. m addesinin 1. fıkrasına göre, yetkili m ahkem enin,
nakil halinde, yabancı ülkede verilen m ahkûm iyet kararının yerine T ürkiye'de
çektirilecek cezayı dö n ü ştü rm e yoluyla kararlaştırm ası gerektiği belirtilm ekle
beraber, d ö n üşüm kararının, nakil işlem lerinin hangi aşam asında başlatılıp so­
nuçlandırılacağı ne N akil Sözleşm esinde; ne de 3002 sayılı K anunda belirtilm iş­
tir.
Bu karar ve içeriği, gerek nakli söz konusu olan h ü k ü m lü n ü n gerek H ü ­
küm D evletinin gerekse İnfaz D evletinin nakil ko n u su n d a m utabakat ve m uvafakatlarının oluşm ası bakım m dan önem taşım aktadır. Y ukarıda belirtildiği ü ze­
re, genellikle duruşm asız yapılacak d ö n üşüm işlem inin u zu n bir süre alm am ası
gerekir. Ancak, verilecek karara karşı h ü k ü m lü n ü n veya C. Savcılığının itirazı
halinde ve itirazın kabulü veya red d in e bağlı olarak bu süre az veya çok uzayabilecektir.
Bu d u ru m d a, T ürkiye'de d ö n ü ştü rm e sonucu cezanın niteliği ve koşullu sa­
lıverm eden yararlanm a gibi konular h ü k ü m lü n ü n m uvafakatini belirleyici old u ­
ğu için, nakil işlem lerinin süresi u zuyor olsa dahi, dö n ü ştü rm e kararı kesinleşip
"M üddetnam e" denilen belgenin C. Savcılığı tarafından düzenlenm esi ve, varsa,
buna itirazm d a sonuçlanm asına kadar nakil işlem inin tam am lanm am ası uygun
olacaktır.
VII- CEZANIN DÖNÜŞTÜRÜLMESİNE UYGULANAN
İLKELER
1. Çifte suçluluk: Fiilin iki ülkede de suç olması ve istisnaları
D önüştürm e sırasında yetkili m ahkem enin araştıracağı koşullardan biri ya­
bancı ülkede hü k ü m konusu olan fiilin naklin yapılacağı ülkede d e suç teşkil
etm esidir (dual crim inality). Anlaşılacağı üzere, b u n u n am acı, bir devletin kendi
ülkesinde suç olm ayan bir fiilden dolayı verilm iş cezayı infaz etm ek konusunda
isteksiz olm asıdır. Bu koşul, önceden beri suçluların geri verilm esi ve karşılıklı
adli y ardım konularında da aynen u ygulanm aktadır. Bu koşulun varlığı için fiilin
her iki ülkede d e cezalandırılabilir olm ası gerekm ekte, ancak aynı tanım la aynı
kategoride yer alm ası gerekm em ektedir. Ö nem li olan yapılacak esnek bir değ er­
lendirm ede suçun kurucu unsurlarının birbirine benzer nitelikte olm asıdır.
Çifte suçluğun varlığı bakım ından önem li bir m etin A vrupa K onseyinin
27.11.2008 tarihli 2008/909/JH A sayılı Çerçeve K ararının 7. m ad d esin d e yer al­
m aktadır. Bu m ad d ed e listelenm iş ve eskiden beri tüm ülkelerin ceza kanunla­
rında suç sayıldıkları için ceza doktrininde "tabii (doğal) suçlar" diye isim len­
169
Hükümlü N aklinde Cezanın Dönüştürülmesi / Yüksel ERSOY
dirilen fiiller bakım ından b u değerlendirm enin yapılm ası gerekm em ekte çifte
suçluluğun b u lu n d u ğ u varsayılm aktadır.30
2. Cezanın nitelik itibariyle Hüküm Devletindeki cezaya uygun
ve benzer ağırlıkta olması
Sözleşm enin 10. m addesinde m ahkem e kararıyla yapılacak d ö n ü ştü rm e­
de m üeyyideyi aynı nitelikteki bir suç için kendi k anunu tarafından öngörülen
bir ceza veya önlem e dönüştürebilm e olanağını öngörm üş; ancak, cezalandır­
m a veya önlem in, m ü m k ü n old uğu kad ar niteliği itibariyle yerine getirilecek
m ahkûm iyete u ygun olm ası gerektiğini belirtm iştir.
Sözleşm e l l - l ( d ) m addesinde ise, İnfaz Devletinin, h ü k ü m lü n ü n cezalandı­
rılm a d u ru m u n u ağırlaştırm ayacak ve kendi ülkesinin m evzuatının işlenen suç
veya suçlar için öngörebileceği herhangi bir asgarî m iktarla bağlı olm ayacağı d ü ­
zenlem esini öngörm ektedir.
Bu konularda 3002 sayılı K anunda açıklık olm am akla beraber, kanun g ü ­
cünde olan Sözleşm e h ü k üm lerinin d e b u değerlendirm elerde göz ö n ü n d e b u ­
lu n durulm ası zorunludur.
3. Yabancı mahkeme kararındaki ceza süresini aşan ceza
verilememesi
3002 sayılı K anun m. 6(1) hü k m ü n e göre ayrıca, dö n ü ştü rm e yoluyla tayin
edilen ceza m iktarı yabancı m ahkem e kararm da tayin edilm iş ceza süresini ge­
çemez.
Suç için H ü k ü m D evletinde ve İnfaz D evletinde öngörülen cezaların aynı
tü rd en olm ası halinde kolaylıkla uygulanabilecek bu kural, farklı tü rd en cezala­
rın söz konusu olm ası halinde uygulam ada sorun yaratabilecektir.
A ynı m addede, kararda belirlenen ceza veya tedbirin, niteliği ve süresi iti­
bariyle, H üküm D evletinde verilen y ap tırım d an ağır olm am ası ve İnfaz Devleti
K anununda öngörülen azam î m iktarı d a aşm am asını öngörülm üştür.
Dolayısıyla, sistem im izde yabancı m ahkem e kararm m saptadığı cezanın
yetkili m ahkem e tarafından d ö n ü ştü rü lm esin d e b u cezaya niteliği ve süresi iti­
bariyle benzer ağırlıkta olm asına ve ayrıca d ö n ü şü m ü y apan ülkenin kanundaki
azam i m iktarı aşm am asına dikkat edilm esi gerekecektir.
Bu konuda k arar verilirken ilginç bir d u ru m h ü k ü m lü hakkında birden çok
cezanın verilm iş olm ası ve H ü k ü m D evletindeki ceza çektirm e sistem inin nite­
liğinin cezanın benzer ağırlıkta olm ası ile ilgili değerlendirm ede etkili olabilm e­
30 Bkz: H andbook, s. 26.
170
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
si olasılığıdır. Böyle bir d u ru m d a, sadece cezaların süresini göz ö n ü n d e tutm ak
yetm eyecek, H ü k ü m D evletinde infaz sistem ine göre en uzu n cezanın m ı toplam
cezanın m ı yoksa içtim a nedeniyle toplam da indirim li cezanın m ı verildiğini be­
lirleyip ona göre dö n ü ştü rm e yapm ak gerekebilecektir.
Birden çok suçtan ayrı ayrı cezalar verilm işse cezalandırm a ve çektirm e ba­
kım ından (i) Birden çok cezanın birlikte çektirilm esi; (ii) B irden çok cezanın bir­
biri arkasında çektirilm esi; (iii) B irden çok cezanm içtim a sınırım aşm am ak üzere
çektirilm esi olasılıkları söz konusu olabilecektir.
Yargıtay bir kararında H ü k ü m D evletinde cezalarm , "aynı zam anda başla­
yarak birlikte çektirilm esi" söz konusu o lduğunda, T ürk içtim a sistem inin o ta­
rihteki lim itli toplam a sistem inin uygulanm ayıp, oradaki en u zu n ceza süresini
esas alm ak gerektiğini kararlaştırm ıştır.31
Bilindiği üzere, sistem im izde, b ird en fazla süreli hapis cezasına çarptırılan
hü k üm lülerin ceza süresi tüm cezalarm toplam ıdır.32 Eski TC K 'm n 71. m ad d e­
sinde de toplam a esası varken, 77. m ad d ed e toplam sürelerin belli sınırları aş­
m am ası y ö nünde düzenlem e yapılm ıştı. Yeni Ceza K anunu eski K anunun 71.
m ad d ed e o ld u ğ u gibi "cezalarm toplam ı uygulanır" şeklinde bir düzenlem eyi
5275 sayılı K anunun 99. m addesinde açık bir şekilde tekrarlam ıştır.33 Dolayısıy­
la, yürürlükteki ceza sistem im izde, cezalarm aynı zam anda ayrı ayrı infazı söz
konusu olm adığı için, cezalardan en u zu n u n u n çektirilm esi d u ru m u n d a, birlikte
infazına başlandığı kabul edilen d ah a kısa diğer cezalarm da çektirilm iş sayılm a­
sı gibi b ir yaklaşım söz konusu değildir. Bu d u ru m d a, Yargıtay, cezalarm birlik­
te infazı sistem inin geçerli olduğu ülkeden nakledilen hük ü m lü y e cezalarm en
u zu n u ile sınırlı infaz yapılabildiğinden, ülkem izde cezalarm toplam ı daha u zu n
olsa da d ö n ü ştü rm en in b u süre ü zerinden hesaplanm ası gerektiğini kararlaştır­
31 Yargıtay 1. Ceza Dairesi E. 1993/1317 K. 1993/1482 T. 14.7.1993: Kıbrıs'ta suç işleyip m ahkum edilen
bir hüküm lünün üç ayrı suçtan almış olduğu 18,8 ve 2 yıllık mahkum iyetlerinin dönüştürülm esinde
Eski Ceza K anunun 71 ve 77. M addelerinin toplam ceza ve hapis cezalarının toplam ında 25 yıl sının
göz önünde tutularak dönüşüm sonucu Kıbns'taki infazın birlikte başlayıp çektirilmesi sistemi
gözönüne alınıp onun lehde sonucu değerlendirilm eden Türkiye'deki içtima hüküm lerine göre
verilen 25 yıl ceza hükm ünün hatalı olduğu sonucuna varılmış ve Kıbns'taki infazın en uzun ceza
çekilmekle sona ereceği için 18 yıl olarak belirlenmesi kararlaştırılmıştır.
32 Karakaş -D oğan, Cezaların İçtimai, s. 87: "765 Sayılı Türk Ceza K anununda olduğu gibi, 5237
sayılı Türk Ceza K anununda da suçların içtimama ilişkin düzenlemeye yer verilmiş olmakla birlikte
uygulam a alanı daraltılmıştır."
33 Birden fazla hüküm deki cezaların toplanması M adde 99.- (1) Bir kişi hakkında hiikmolunan herbir
ceza diğerinden bağımsızdır, varlıklarını ayrı ayrı korurlar. Ancak, bir kişi hakkında başka başka
kesinleşmiş hüküm ler bulunur ise, 107 nci m addenin uygulanabilmesi yönünden mahkem eden bir
toplama kararı istenir.
171
Hükümlü Naklinde Cezanın Dönüştürülmesi / Yüksel ERSOY
mıştır. Ü lkem izde toplam a sistem inin am acı, 99. m ad d ed e belirtildiği üzere, b e­
lirlenen toplam süre üzerinden koşullu salıverilm e hesabının yapılm asına olanak
sağlam aktır.34G erçekten, 5275 sayılı K anunda "K oşullu Salıverilm e" başlığı altın­
da 107 (2). m ad d ed e yer alan "süreli hapis cezalarına m ahkûm edilm iş olanlar ce­
zalarının üçte ikisini infaz kuru m ların d a çektikleri taktirde, koşullu salıverilm e­
den yararlanabilirler" h ü k m ü toplam ceza süresi üzerinden hesaplanacaktır.35
Nakil Sözleşm esinin, ceza yaptırım ının azam i süresinin aşılm am ası ilkesine
yer veren 10. m addesinin yanında, l l - l ( d ) bendinde, yetkili m erciin, h ü k ü m lü ­
nü n cezalandırılm a d u ru m u n u ağırlaştırm ayacağı gibi, d ö n ü ştü rm e işlemi ile
ilgili ve İnfaz Devleti K anu n u n u n işlenen suç veya suçlar için öngörebileceği
herhangi bir asgarî m iktarla bağlı olm ayacağı da öngörülm üştür. Bu şekilde, şa­
yet H üküm Devletinin ceza sistem inde yer alan asgari m iktar veya süre Türk
sistem inde yapılan değerlendirm ede aşırı bir nitelik gösteriyorsa yetkili merci
b u n unla sınırlı olm ayacak ve cezayı asgari h ad d in altında tayin edebilecektir.
Bu konuda belirtilm esi gereken bir husus, H ü k ü m D evletinde suça uygulan­
m ış yaptırım ın İnfaz Devleti sistem inde kabul edilm eyen veya b u sistem e aykırı
bir yaptırım olm ası halinde, b u n u n ancak yerel sistem e u ygun yaptırım a d ö n ü ş­
türülm esinin m üm k ü n olm ası ve H üküm Devleti b u d ö n ü şü m ü kabul etm ediği
taktirde naklin yapılam am ası sonucunun doğm ası olasılığıdır.36
4. Türk hukukunda daha hafif olan cezanın uygulanabilmesi
3002 sayılı K anunun cezanın d ö n ü şü m ü ile ilgili 6(1) m addesinde ayrıca,
suç teşkil eden fiil T ürk h u k u k u n a göre daha hafif cezayı gerektirdiği takdirde
yaptırım ın buna göre belirlenm esi kabul edilm ektedir.
Bu hüküm , yetkili T ürk m ahkem esi bakım ından bir esneklik yaratm akla
birlikte, özellikle nakil konusunda cezanın dönüştürülm esi sistem ini değil, "ce­
zanın çektirilm esine devam " sistem ini kabul etm iş ülkelerden nakil konusunda
sıkıntı yaratabilecek niteliktedir.
34 Toroslu, Ceza H ukuku, s. 429 vd.
35 Eski TCK'da 77. m addede birden fazla özgürlüğü bağlayıcı ceza mahkumiyeti halinde toplam
ceza süresini 25 yılla sınırlayan hükm üne yer verilmemiş olmakla birlikte 5275 sayılı Kanunun 107
maddesinin 3(e) bendinde koşullu salıverme için infaz kurum unda geçirilmesi gereken süreyi "birden
fazla süreli hapis cezasına m ahkûm iyet hâlinde en fazla yirmisekiz yıl" olarak belirlenmesiyle toplam
cezanın çektirilmesinde dolaylı da olsa bir sınır getirilmiş olmaktadır. Ancak, koşullu salıverilmenin
iyi hal koşulunun gerçekleşmemiş olması halinde toplam ceza süresinin tamamının çektirilmesi
olanağı da gündem e gelebilmektedir. Bu bakım dan yaklaşıldığında cezaların toplanma sisteminin,
sadece şartla salıverme amaçlı olmadığı; aynı zam anda iyi hal durum u gerçekleşmediğinde çekilecek
tüm ceza süresini de belirlediği söylenebilir.
36 Ulutaş-Atabey, Nakil H ukuku, s. 7.
172
Prof. Dr. TuncerBulutay'a Armağan
TC K 'nın 11. m addesi, T ürk vatandaşı suçu yabancı ülkede işlediği ve ken­
disi T ürkiye'de b u lu n d u ğ u taktirde Türk kanunlarına göre cezalandırılacağını
öngörm ektedir. B unun istisnası ise, vatandaş tarafından yabancı ülkede işlenm iş
suçla ilgili yabancı ülkede h ü k ü m verilm iş olm ası halidir. Y urtdışında suç işleyip
de orada yargılanm adan T ürkiye'de bu lu n an vatandaş, şartları varsa, TCK'nın
bu h ü k m ü n e göre yargılanıp c e zalan d ırab ile cek tir.
5. Hürriyeti bağlayıcı cezanın para cezasına çevrilememesi
Yetkili m ahkem ece d ö n üşüm işlemi gerek Sözleşm ede gerek 3002 sayılı Ka­
n u n d a ve diğer m etinlerde yer alan kuralların göz ö n ü n d e b ulundurulm asını ge­
rektirm ektedir. N akil Sözleşm esinin 9-1 (b) b en d in d e öngörülen cezayı d ö n ü ştü r­
m e seçeneğinin gönderm ede b u lu n d u ğ u 11. m addesinin l(b) bendinde, yetkili
m erciin h ü k m ü d ö n ü ştü rü rk en uym ası gerektiğini belirttiği ilkelerden birisidir.
B ununla yetkili m ahkem enin m ahiyeti itibariyle hük ü m lü lehine olacak bir ceza
d ö n ü şü m ü n ü n yapılm am ası gereği ifade edilm iştir.
6. Hükümlüye uygulanmış hürriyeti bağlayıcı cezanın
dönüştürülen cezadan indirilmesi
N akil Sözleşm esinin 11. m addesinin l(c) bendinde hüküm lü tarafından çe­
kilen hürriyeti bağlayıcı sürenin tam am ının m ah su p edilm esi esası kabul edil­
miştir. H üküm konusu suçla ilgili olarak nakledilen kişinin tedbir veya ceza ola­
rak hürriyeti bağlayıcı bir işlem e m aruz kalm ası halinde, bu sürenin cezadan
indirileceği açıktır.
3002 sayılı K anunun 6. m addesinin son fıkrasında " Y erine g etirm e kararının
verilm esi sırasında cezadan m ahsup işlem i yapılm am ış veya m ahsup şartları daha sonra
ortaya çıkm ışsa bu hallerde de m ahkemece gerekli karar verilir " h ü k m ü getirilerek d ö ­
n ü şü m işlemi sırasında yapılm ayan m ahsup işlem lerinin sonradan d a yapılm ası
olanağı sağlanm ıştır.
Ancak, yabancı ülkede aynı kişiye başka bir suçtan dolayı alm ış olduğu
cezanın çektirilm esinde hata sonucu daha uzun süre hürriyetinin bağlanm ası
d u ru m u olm uş ve b u n u ispat edebiliyorsa, m ahsubun b u rad a da geçerli olup
olm ayacağı tartışm a konusu olabilir. Ceza h u k u k u n d a eğilim , başka suçtan da
olsa haksız yere çekilm iş bir hürriyeti bağlayıcı d u ru m u n her şekilde telafisini
sağlam ak yönündedir. Bunun sonucu olarak da belli bir suçtan dolayı verilen
hürriyeti bağlayıcı cezanın d ö n üştürülm esi sırasında, başka bir suçtan dahi olsa
fazladan çekilm iş cezanın m ah su b u n u n uygun olacağı söylenebilir.37
37 Fazladan çekilen cezanın m ahsubu konusunda bkz: Yargıtay 10. Ceza Dairesi E. 2008/9433 K.
2010/18844 T. 20.09.2010.
173
Hükümlü Naklinde Cezanın Dönüştürülmesi / Yüksel ERSOY
7. Belli süreden az ceza kalm am ış olması
D önüşüm le ilgili koşullardan biri de 3002 sayılı K anunun 3. m addesinin 3.
bendindeki talep zam anında çekilm ekte olan cezanın kalan süresinin en az bir
yıl olm asıdır. Bu sü re N akil Sözleşm esinin 3-1 (c) m ad d esin d e altı ay olarak belir­
lenm iştir. Sözleşm enin aynı h ükm ünde, bazı h u k u k sistem lerinde o ld u ğ u üzere,
cezanın süresiz olm ası halinde de nakil yapılabileceği ifade edilm iştir. 3002 sayılı
K anun 3-l(c) m addesi, nakil talebinde b u lu n an yabancı ülke yetkili m eciinin, in­
fazı gereken bakiye cezayı gösteren belgeyi de gönderm esi gereğini öngörm ek­
tedir.
Sözleşm e 3. m ad d en in 2. ben d in d e istisnai hallerde, Â kit Devletlerin, h ü ­
k ü m lü n ü n infaz edilecek m ahkûm iyet süresinin 1 (c) fıkrasm da belirtilen altı ay
sü reden daha az olm ası halinde dahi, nakil k onusunda anlaşabilecekleri h ü k m ü ­
ne yer verm iştir. 3002 sayılı K anunun en az bir yıllık infazı gereken ceza koşulu­
na karşın, taraf devletlerin m utabakatıyla b ir yıldan ve hatta altı aydan d ah a az
ceza süresi kalm ış hallerde taraf devletlerin anlaşm ası ve h ü k ü m lü n ü n rızasıyla
b u u ygulam a yapılabilm elidir.
8. İnfazdan kaçan vatandaşın cezasının nakil hükümlerine göre
dönüştürülmesi
Yabancı ülkede suç işleyip m ahkum iyet h ü k m ü n ü orada çekm ekte olan
T ürk vatandaşının kaçarak T ürkiye'ye gelm esi halinde, yu rtd ışın d a yargılanm ış
olm ası nedeniyle TCK'nın 11 ve 13. m addelerinde öngörülen "aynı fiilden iki kez
yargılam a olm am alıdır" (non bis in idem veya ne bis in idem) kuralı uyarınca yeni­
d en yargılanam ayan vatandaşla ilgili olarak Yargıtay tarafından, nakil kuralları
uyarınca cezasının d ö n ü ştü rü lerek T ürkiye'de çektirilm esm e karar verilm esinin
ne ölçüde Nakil Sözleşm esi ve 3002 sayılı K anun hüküm lerine u y g u n o ld u ğ u n u
değerlendirm ek gerekm ektedir.
Zira, Yargıtay 6. Ceza D airesinin kararında, Yabancı ülkede m ad d i zor ve
tehdit kullanm ak suretiyle işlediği yağm a suçu nedeniyle yargılanıp kendisine
verilen 6 yıl hapis cezası yerine getirilm ekteyken cezaevinden kaçıp T ürkiye'ye
gelen h ü k ü m lü n ü n eylem inin:
eski TCK'nın 4. m addesinde belirtilen suçların dışında ve anılan Yasa­
nın 5. m addesi kapsam ında b ulunduğu;
yabancı ülkede TCK.nun 4. m addesinde yazılı suçlar dışında b ir suç
işlem iş ve hakkında o ülkede h ü k ü m verilm iş T ürk vatandaşının,
T ürkiye'de yeniden yargılanm asına anılan Yasanın 5. m addesinin ola­
nak tanım adığı;
174
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
TBM M 'nce 1.3.1977 g ü n 2080, aynı g ü n 2081 sayılı Yasalarla onaylanıp
iç h u k u k hü k m ü niteliğini kazanan N akil Sözleşm esi ve Ceza Yargıları­
nın U luslararası D eğeri k onusunda A v ru p a Sözleşm esi ile aynı suçtan
iki kez yargılanm am a (ne bis in idem) ilkesinin kabul edilm iş olduğu;
sanık hakkında ikinci kez açılm ış d avanın C M U K 'un beraat kararı veri­
lebilecek hallerde d u rm a veya düşm e kararı verilem eyeceğini öngören
253. m addesinin son fıkrası gereğince reddi gerektiği;
yabancı m ahkem enin kesinleşm iş h ü k m ü n ü n 3002 sayılı Yasa ile ikili
sözleşm e uyarınca T ürkiye'de yerine getirilm esi kon u su n d a C um huri­
yet Savcılığınca gereğinin yapılm ası gerektiği38
sonucuna varılm ıştır.
3002 sayılı K anunun 1. m addesinde, k an u n u n am açlarından birinin Türk
v atandaşları hakkında yabancı devlet m ahkem elerinden verilen ceza m ah k u ­
m iyetlerinin T ürkiye'de yerine getirilm esi için nakline olanak sağlam ak oldu­
ğu belirtilm ektedir. Y ukarıda da belirtildiği üzere, T ürk vatandaşının cezanın
çektirilm esi için yabancı ülkeden nakli u su lü n ü n uygulanm asında suçun nerede
işlendiği önem taşım ıyorsa da, gerek N akil Sözleşm esi gerek 3002 sayılı K anun
nakil için başka birtakım şartların varlığını ve b u arada H ü k ü m D evletinin bu
konudaki onayını gerekli görm ektedir.
Y argıtaym ilgili Dairesi, verdiği kararda, öncelikle TC K 'nun 18. m addesi
h ü k m ü n e göre T ürk vatandaşı h ü k ü m lü n ü n geri verilm esine olanak b u lu n m a­
dığını ve ne bis in idem kuralı gereği T ürkiye'de yeniden yargılanam adığını sap ­
tam ıştır. Bu d u ru m u n sonucu olarak, yargılanam ayan ve kısm en çekilm iş ceza­
sının başka tü rlü yerine getirilm esine olanak bulunm ayan hük ü m lü vatandaşın
yu rtd ışın d a kısm en çekm iş old u ğ u cezanın kalan kısm ının yerine getirilm esini
sağlam ak bakım ından C. Savcılığının B akanlıktan nakil m ekanizm asını işletm e­
sini istem esi çözüm olarak önerilm iş görünm ektedir.
Bakanlığın nakille ilgili girişim inin yabancı H ü k ü m Devleti bakım m dan
olum lu karşılanm ası halinde devletler arası m utabakat sağlanm ış olacaktır. An­
cak yabancı devletin nakil işlem inde olum suz davranm ası veya h ü k ü m lü n ü n
T ürkiye'ye nakli kabul etm em esi d u ru m u n d a d ö n ü şü m işlemi yapılam ayabile­
cek ve bu d u ru m d a kaçak h ü k ü m lü T ürkiye'de cezalandırılam adığı gibi, h ü k ­
m edilen cezayı çekmesi d e m üm k ü n olm ayacaktır. Bir görüş belki, hüküm lü
v atan d aşm T ürkiye'ye kaçm ış ve dolayısıyla gönüllü olarak gelm iş olm ası d o ­
layısıyla cezanın çektirilm esi için nakline baştan onay verdiğinin kabul edilm esi
olabilecektir.
38 Yargıtay 6. Ceza Dairesi E. 1999/3019 K. 1999/4175 T. 23.6.1999.
175
Hükümlü N aklinde Cezanın Dönüştürülmesi /Y üksel ERSOY
VIII- DÖNÜŞEN CEZADA UYARLAMA
1. Genel değerlendirme
Ü lkem izde cezalarını çekm ekte olan diğer hük ü m lü ler gibi, yabancı ülkede
haklarında m ahkum iyet kararı verildikten sonra nakil yolu ile gelip cezalarını
T ürkiye'de çekm ekte olan hüküm lülerin de ceza kanunlarında yapılan değişik­
likler ve özellikle 2004 yılında kabul edilip 2005 yılında yü rü rlü ğ e giren yeni
TCK'nın lehlerinde uygulam aya olanak verecek h ü k ü m ler içerdiği gerekçesiyle
yaptıkları "uyarlam a" taleplerinin değerlendirilm esinde yargılam a usulü bakı­
m ından bazı sorunlar ortaya çıkmıştır.
Bilindiği üzere, 5275 sayılı Ceza ve G üvenlik Tedbirlerinin İnfazı H ak­
kında K anunun (5275 sayılı K anun) 98. m addesinin 1. fıkrası h ü k m ü n e göre,
m ahkûm iyet h ü k m ü n ü n y o ru m u n d a veya çektirilecek cezanın hesabında d u ra k ­
sam a olursa hükm ü veren m ahkem eden k arar istenir. Bu d u ru m d a uyarlam ayı
yapacak merci belirlenm iş dem ektir.39
Buna karşılık, bu konudaki uygulam ada, h ü k m ü veren m ahkem enin verdiği
uyarlam a kararının kanun y olunun tem yiz yolu m u; yoksa itiraz yolu m u olduğu
k o n usunda uyuşm azlık çıkm ıştır. Birçok Daire kararında m uhtem elen uyarlam a
kararlarının infazla ilgili k arar olup gerekm edikçe d u ruşm asız yapılm asından
etkilenilerek bu kararlara karşı tem yiz yoluna değil, itiraz yoluna gidilm esi yö­
n ü n d e değerlendirm eler yapılm ıştır.’10
Bir özel D airenin itiraz kanun yolu y ö n ünde verdiği kararı üzerine, Yargıtay
C. Başsavcılığının tem yiz incelemesi gerektiği gerekçesiyle konuyu Ceza Genel
K uruluna götürm esi üzerine her iki çözüm le ilgili değerlendirm e yapılarak so­
nuca varılm ıştır. K onuyu inceleyen Y argıtay Ceza Genel K urulu önce 5252 sayılı
Türk Ceza K anunun Y ürürlük ve U ygulam a Şekli H akkında K anunun (5252 sa­
yılı K anun) 9. m addesinde uyarlam a yapılm ası suretiyle verilen h üküm lere karşı
başvurulabilecek yasa y olunun belirtilm em iş old u ğ u n u saptam ış; eski ve yeni
usul kanunlarındaki düzenlem elerden hareket ederek, uyarlam a kararlarının
kanun yolunun itiraz değil tem yiz yolu o lduğuna karar verm iştir. K ararın gerek­
çesi önem li bir değerlendirm e içerm ektedir: "5252 Sayılı Kanunda, ayarlama yargı­
laması sonunda verilen hükümlere karşı başvurulacak kanun yolu belirtilmemiştir. Kural
39 "M ahkûm iyet hü k m ünün yorum unda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksam a" başlıklı
TCK M adde 98.- (1) M ahkûmiyet hükm ünün yorum unda veya çektirilecek cezanın hesabında
duraksam a olursa, cezanın kısmen veya tam amen yerine getirilip getirilemeyeceği ileri sürülür ya
da sonradan yürürlüğe giren kanun, hüküm lünün lehinde olursa, duraksam anın giderilmesi veya
yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükm ü veren mahkem eden karar istenir."
40 Uyarlama kararlarına karşı itiraz yoluna gidilmesi gerektiği konusundaki karar için bkz: Yargıtay
10. Ceza Dairesi Esas No: 2006/9579- H üküm lü Karar No: 2007/5503 9.5.2007 (Ulutaş-Atabey, Nakil
H ukuku s. 86).
176
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
olarak bütiin hakim lik kararlarına karşı itiraz ka n u n yo lu açıktır. M ahkem e kararlarına
itiraz ise ancak yasanın açıkça gösterdiği hallerde m ü m kü n d ü r. A n ıla n ka n unda, itiraz
ka n u n yoluna başvurm ayı m ü m k ü n kılan bir h ü k ü m olm adığından uyarlam a yargıla­
ması ister dosya üzerinden, isterse d u ru şm a lı olarak ya p ılsın , anılan yargılam a sonunda
verilen h ü kü m le r yasal istisnalar dışında te m y iz ka n u n yo lu n a tabidir . " 41
2. Dönüşüm kararının uyarlanması
Yabancı m ahkem e h ü k m ü n d en d ö n ü ştü rü lm ü ş de olsa, artık yerel h ü k ü m
niteliğini kazanm ış bir m ahkum iyet kararı bakım ından yapılacak değerlendir­
m ede de konu n u n aynı m antıkla çözülm esi gerekm ektedir. U yarlam a mercii
olarak d ö n ü ştü rm e kararını veren m ahkem eye başvurulm ası gerekeceği açıktır.
Ç ünkü, asıl h ü k ü m yabancı m ahkem ece verilen h ü k ü m olsa da, dö n ü ştü rm e ka­
rarıyla T ürkiye'de çektirilecek cezayı belirleyen m ahkem e artık "h ü k m ü veren
m ahkem e" sıfatını kazanm ıştır.
B unun sonucu olarak da uyarlam a istem i üzerine, d ö n ü şü m kararım veren
m ahkem e, artık b u sıfatla değil, "h ü k m ü veren m ahkem e" sıfatıyla uyarlam a is­
tem inin kabulü veya reddi y ö nünde k arar verdiğinden, bu karara karşı kanun
yolunun, d ö n üşüm kararm daki itiraz değil, yukarıda belirtilen Yargıtay Ceza
Genel K urulunun saptadığı üzere tem yiz yolu olm ası gerekecektir.
D önüşüm işlem i önceden bitm iş olup, uyarlam a talebini hü k m ü veren m ah­
kem e olarak karara bağlayan bu m ahkem enin hala d ö n ü şü m m ahkem esi sıfatıy­
la hareket ediyorm uş gibi değerlendirilip, verdiği kararın 3002 sayılı K anunun
7. m addesinde öngörülen "M ahkem ece verilen karara karşı C u m h u riyet savcısı, h ü ­
k ü m lü veya vekili tarafından acele itiraz yo lu n a başvurulabilir" hü k m ü n e dayanılarak
itiraz kanun yoluna konu edilm esi h u kuken d oğru kabul edilem ez.
Ceza G enel K urulu kararırım uyarlam a kararm a karşı kanun y olunun tem ­
yiz olduğu yönündeki 2006 tarihli içtihadına karşm , daha sonra yabancı h ü k ü m ­
den d ö n ü ştü rü lm ü ş m ahkum iyetin lehte kanuna göre uyarlanm ası talebinin
reddi kararına karşı tem yiz yoluna b aşvuru üzerine, m uhtem elen yine dönüşüm
sistem indeki kanun y olunun etkisinde kalınarak, itiraz yoluna başvurulm ası
gerektiği y ö nünde k arar veren D aireler olm uştur.42 A ncak doğrusu, sözü geçen
Ceza Genel K urulu kararındaki tem yizi kanun yolu olarak gösteren değerlendir­
m edir.
41 Yargıtay Ceza Genel Kurulu E:2006/6-139 K:2006/136 T: 9.5.2006.
42 Yargıtay 10. Ceza Dairesi E. 2006/9579- H üküm lü K. 2007/5503 T. 09.05.2007: Yargıtay Ceza Genel
K urulunun önceki dipnotta gönderm e yapılan kararına karşın, bu kararda yanlış bir değerlendirme
ile, yabancı hüküm için nakil Ankara mahkemesince cezanın dönüşüm ünün yapıldığı, Yeni TCK'nın
kabulü üzerine lehde hüküm uyarlam a değerlendirmesi istendiği, Ankara Mahkemesinin lehde
hüküm olm adığından talebin reddi karan verdiği, Müdafiin buna karşı temyiz kanun yoluna
başvurduğu, 3002 sayılı Kanuna göre verilen kararın Temyize tabi olmadığı, Ankara Mahkemesi
kararının itiraz merciinde incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
177
Hükümlü Naklinde Cezanın Dönüştürülmesi /Y ü ksel ERSOY
IX- DÖNÜŞÜM KARARININ MAHİYETİ
1. İnfaza ilişkin karar niteliği
Bir kim seye suç isnat edildiğinde kendisi saruk olarak olağan yargılam ada
y argılanır ve hakkında m ahkum iyet kararı verildiği taktirde, tabi o ld u ğ u kanım
yolu veya yollarından geçerek kesinleşir. K arar kesinleştiğinde saruk sıfatı sona
erer ve kesinleşm iş yaptırım ın m uhatabı hüküm lü statü sü n e girer.
Bilindiği üzere kesin hüküm , yukarıda açıklanan "ne bis in idem " kuralı
uyarınca, olağanüstü bir neden olm adıkça aym ko n u d a yeniden yargılam a y a­
pılm asına engeldir. K esinleşm iş hü k m ü n C M K 'nın 311. m ad d esin d e öngörülen
o lağanüstü nedenlerden birinin b u lu n d u ğ u iddiasıyla yeniden yargılam a konu­
su yapılm asının istenm esi halinde 318. m ad d e uyarınca hü k m ü veren m ahkem e­
ye b aşvurulur.
Bu olağanüstü kanun yolu dışında, h ü k m ü n infazı sırasında ceza yaptırım ı­
nın çeşitli yönleriyle ilgili talepler söz konusu o ld u ğ u n d a verilm esi istenen k a­
rarlar, olağan yargılam ada verilen k ararlar olarak kabul edilm eyip, infazla ilgili
kararlar olarak kabul edilm ektedir.
Yargıtay 10. Ceza Dairesi, önce d ö n ü ştü rm en in ve sonrasında uyarlam a tale­
binin söz konusu o ld u ğ u bir değerlendirm esinde, d u ru şm a yapılıp yapılm am ası
k o n u su n u ele alm ış ve h er iki h alde de incelem e ve araştırm ayı gerektiren bir
özellik b ulu n m ad ığ ın d an kural olarak d u ru şm a yapm aya gerek olm adığm a, d o ­
layısıyla incelem enin d u ruşm asız yapılm ası gerektiği sonucuna varmıştır."'3
K ararın gerekçesinde, b u k onu 3002 sayılı K anunun 6. m addesi h ü k m ü uya­
rınca dö n ü ştü rm e kararı b akım ından aşağıdaki şekilde değerlendirilm iştir:
"Yabancı m ahkem e ceza ilam ına T ürkiye'de uygulanacak yaptırım ın belir­
lenm esi kon u su n d a karar verm eye yetkili m ahkem e, yabancı m ahkem e k ararın­
da 'sü b u tu kabul edilen suçla' ve verilen sonuç ceza m iktarıyla bağlı olup; sadece
b u suça T ürk kanunlarm a göre verilm esi gereken yaptırım ı belirleyecektir. Bu n e­
denle, ortada bir kovuşturm a yargılam ası bulun m ad ığ ın d an , herhangi bir araş­
43 Yargıtay 10. Ceza Dairesi E. 2007/24007 K. 2008/2808 T. 21.2.2008: Yargıtay 10. Ceza Dairesi E.
2007/24007 K. 2008/2808 T. 21.2.2008: "D önüştürm e hükm ü" olağan kovuşturm a yargılaması sonucu
verilen mahkum iyet hüküm lerinden farklı nitelikte olup, infaz aşam asında verilen ve infaz hukukuna
ilişkin karar niteliğindedir. "Bu nedenle, ortada bir kovuşturm a yargılaması bulunm adığından,
herhangi bir araştırma ve inceleme yapılması, kanıt toplanması ya da takdir hakkının kullanılması
söz konusu olmayıp, sadece yabancı mahkemenin sabit kabul ettiği suçun Türk kanunlarındaki
müeyyidesi belirlenecektir. Dolayısıyla, anılan kanım uyarınca verilen yerine getirme kararları,
olağan kovuşturma yargılaması sonucu verilen mahkûm iyet hüküm lerinden farklı nitelikte olup,
infaz aşamasında verilen ve infaz hukukuna ilişkin bir karar niteliğindedir."
178
Prof. Dr. TuncerBulutay'a Armağan
tırm a ve incelem e yapılm ası, kanıt toplanm ası ya d a takdir hakkının kullanılm ası
söz konusu olm ayıp, sadece yabancı m ahkem enin sabit kabul ettiği suçun Türk
kanunlarındaki m üeyyidesi belirlenecektir. Dolayısıyla, anılan kanun uyarınca
verilen yerine getirm e kararları, olağan kovuşturm a yargılam ası sonucu verilen
m ahkûm iyet hükü m lerin d en farklı nitelikte olup, infaz aşam asında verilen ve
infaz h u k u k u n a ilişkin b ir k arar niteliğindedir."
2. Aleyhe etki yapmama kuralının uygulanamaması
O lağan kovuşturm a yargılam asında h en ü z kesinleşm em iş kararlara karşı
kanun yoluna b aşv u ru ld u ğ u n d a, belli hallerde "aleyhe bozm a yasağı"ndan söz
edilm ektedir. CM K'run 307. m addesinin 4. fıkrasm da b u kural, " H ü k ü m y a ln ız
sanık tarafından veya o n u n lehine C u m h u riyet savcısı veya 262 nci maddede gösterilen
kimselerce te m y iz edilm işse, yeniden verilen h ü kü m , önceki h ü kü m le belirlenm iş olan
cezadan daha ağır olam az " şeklinde ifade edilm iştir.44 Eski C M U K 'un 326. m ad d e­
sinin son fıkrasındaki h ü k m ü n aynen tekrarı niteliğinde olan bu düzenlem enin
olağan kovuşturm a yargılam asında h en ü z kesinleşm em iş k ararlar bakım ından
geçerli o ld u ğ u kabul edilm ektedir.45
Buna karşılık, kesinleşm iş m ahkum iyetin çektirilm esi niteliğinde "infaz ka­
rarı" sayılan kararlarda ve bu kapsam da yabancı ceza h ü k m ü n ü n d ö n ü ştü rü l­
m esi sonucu olu ştu ru lan karara itiraz edilm esi halinde, şayet hatalı b ir değerlen­
dirm e söz konusu olm uşsa, değişiklik lehe de aleyhe de olabilecektir.
D önüştürm e h ü k m ü "olağan kovuşturm a yargdam ası sonucu verilen
m ahkum iyet hük ü m lerin d en farklı nitelikte olup, infaz aşam asm da verilen ve
infaz h u k u k u n a ilişkin k arar niteliğindedir." Ceza Genel K u ru lu n u n yerleş­
miş uygulam alarında, h ü k ü m lerd e yer alan infaza yönelik uygulam alar ya da
infaz aşam asm da bu k onuda verilen kararlar, kazanılm ış hak ilkesinin dışında
tutulm uştur.46
Yargıtay Ceza Genel K urulu, 2006 yılında verdiği bir kararında C M K 'nın 307.
m addesinin 4. fıkrasında öngörülen aleyhe bozm a yasağı ko n u su n u C M U K 'un
326. m addesinin son fıkrası h ü k m ü n ü n uygulanm asıyla ilgili olarak aşağıdaki
şekilde değerlendirm iştir:
"H üküm yalnız sanık tarafm dan veya onun lehine C um huriyet savcısı veya
291. m ad d ed e gösterilen kim seler tarafm dan tem yiz edilm işse yeniden verilen
hüküm , evvelki hüküm le tâyin edilm iş olan cezadan daha ağır olam az hükm ü44 Ayrıca Bkz: CMK m. 265.
45 Toroslu, Ceza Muhakemesi H ukuku, s. 372.
46 Yargıtay Ceza Genel Kurulu E. 2003/10-160 K. 2003/216 T. 23.9.2003
179
Hükümlü N aklinde Cezanın Dönüştürülmesi /Y ü ksel ERSOY
ne yer verilm iştir. Görüleceği üzere, bu ilke sanıklar y ö n ü n d en kabul edilm iş­
tir. Sanık, hakkında henüz kesinleşm iş bir h ü k ü m b u lu n m ay an kişidir. H albuki
uyarlam a yargılam ası, hakkında kesinleşm iş ve infaz yeteneği b u lu n an bir m ah­
kum iyet h ü k m ü verilm iş kişilerle, başka deyişle hüküm lülerle ilgilidir. Yasadaki
m evcut düzenlem e karşısında, bu prensibin yorum ve kıyas yöntem iyle genişle­
tilm esi m üm k ü n değildir ve h ü k ü m lü ler bakım ından uygulanam az".
"Bu atıfet Yasa K oyucu tarafından, sadece sanık sıfatı h en ü z sona erm eyen­
lere tanınan bir sınırlı haktır. Bu niteliği nedeniyle d e genişletilm eye elverişli ol­
m ayan istisnai haklar ciim lesindendir."
"Bu nedenle Yasa K oyucu'nun iradesi dışında bir genişletm eye konu edil­
m esi, 'ceza yargılam ası h u k u k u n d a kıyasın geçerliliği ilkesi'ne dayanılarak h ü ­
küm lülere de teşm il olunm ası ve böylece su çu n u n siibutu kesinleşen ve hakkındaki m ahkum iyet kararı kam u n u n takibine tevdi edilenlerin de, sadece lehteki
yasa kapsam ından değil ve fakat yeni hatalı u y g u lam alard an da yararlanabilir
d u ru m a kavuşturulm ası hak ve adalet ölçüleriyle bağdaşm ayacak, ceza h u k u k u ­
n un toplum yararı ve düzenini sağlam a hedefiyle de çelişecektir."
"A çıklanan nedenlerle, 'h ü k ü m lü y ü ' 'sanığa' kıyaslam anın d o ğ ru ve ola­
naklı bulunm adığını ve sonradan y ü rü rlü ğ e giren lehteki yasa nedeniyle yapı­
lan uyarlam a yargılam asında, aleyhe bozm a yasağından yararlanm asının, Yasa
K oyucu'nun am acıyla ve bu am aç d o ğ ru ltu su n d a oluşan Yargıtay içtihatlarıyla
bağdaşm ayacağm ı kabullenm ek icap e d e r." 47
Y ukarıdaki değerlendirm elerin, "uyarlam a kararı " gibi infaz kararı niteli­
ğinde olan "d ö n ü şü m kararı" bakım ından d a geçerli o ld u ğ u n u kabul etm ek ge­
rekir. Yabancı ülkede cezasını çekm ekte iken T ürkiye'ye nakli söz konusu olan
h ü küm lüye T ürk kanunlarına göre T ürkiye'de çektirilecek cezanın hesabı infazla
ilgili k arar niteliğindedir. Bu hesapta yapılabilecek m uhtem el bir hatanın "kaza­
nılmış hak uygulam asına konu olam ayacağı" görüşü doğru bir değerlendirm e­
d ir ve itiraz halinde, itirazı yapan kim olursa olsun, lehe veya aleyhe yapılm ış
olsun, hatanın giderilm esi yolunun açık tu tu ld u ğ u kabul edilm elidir.
X- KARARA KARŞI KANUN YOLU
3002 sayılı K anunim 7. m ad d esin d e " M ahkem ece verilen karara karşı C u m h u ­
riyet savcısı, h ü k ü m lü veya vekili tarafından acele itiraz y o l u m başvurulabilir" h ü k m ü
öngörülm üştür. H M K 'da acele itiraza yer verilm em iş ikinci derece kanım yolu
olarak tek tip itiraz kabul edilm iştir.48
47 Yargıtay Ceza Genel Kurulu E. 2006/10-124 K. 2006/165 T. 20.6.2006
48 Toroslu, Ceza Muhakemesi H ukuku, s. 329.
180
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
Böyle bir başvuru, "kesinleşm em iş bir hâkim veya m ahkem e kararının m ü ­
racaat üzerine bu kararı verenden başka bir hâkim veya m ahkem ede incelenm e­
sini sağlayan 'k a n u n yolu' kavram ına girm ektedir."'49
M addede itiraz m erciinin tayininde "C M U K 'un 299 uncu m addesi hükm ü
uygulanır" hük m ü n d ek i gönderm e, kanım değişikliğinden sonra, C M K 'nın 268.
m addesine yapılm ış olm aktadır.
3002 sayılı K anunun 7. m addesinde itiraz yoluna başvurabilecekler C. Sav­
cısı, h ü k ü m lü veya vekili olarak sayılm a yoluna gidilm iştir. Bu sınırlı sayım so­
nucu, H M K 'nın 260 ve sonraki m addelerinde k an u n yollarına başvurabilecekler
arasında sayılan yasal temsilci veya eşin b u hakkı kullanıp kullanam ayacakları
tartışm a konusu olabilecektir.
İtiraz b a şv u ru su n u n yapılm ası için süre, H M K 'nın 268.m addesinin 1. fıkrası
hükm im e göre "ilgililerin kararı öğrendiği g ü n d en itibaren" yedi g ü ndür. Baş­
vuru, kararı veren m ercie verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilm ek koşulu
ile zabıt katibine beyanda bulu n m ak yoluyla yapılır.
İtiraz yapılırken gerekçe gösterilm esi gerekip gerekm ediği k onusunda ka­
nu n d a bir açıklık yoktur. A ncak gerekçe gösterilm esinin yararlı olacağı ifade
edilm ektedir.50 İtiraz b aşv u ru su yapıldığında, gerekçe gösterilm em iş olsa bile,
yetkili m erci kararı ve kararın dayandığı belgeleri incelem ek zorundadır. Bu in­
celem ede saptanacak bazı değerlendirm elerin yanlış olm ası halinde itirazın ka­
bulü; böyle bir d u ru m yoksa d a reddi gerekecektir. İtiraz edenin birtakım gerek­
çeler gösterm iş olm ası halinde de, m erciin incelem esini bunlarla sınırlı tutm ak
zo ru n lu lu ğ u bulunm am akta; itirazın kabulüne yol açabilecek başka aykırılıklar
bulm ası halinde b u n lara dayanm ası da olası görünm ektedir.51
Bir karara itiraz edilm esi kural olarak o kararın yerine getirilm esini engel­
lemez. A ncak kararına itiraz edilen m akam veya bu itirazı inceleyecek merci,
kararın yerine getirilm esinin geri bırakılm asına k arar verebilir.52 Yabancı h ü k ­
m ü n d ö n ü şü m ü kararı, m ahkem ece bu kararın verilm esiyle sonuçlanm am akta
ve A dalet Bakanlığının, bu karar d a dahil tüm koşulların oluşm ası sonucu nakil
kararı verm esiyle tam am lanm akta olm ası nedeniyle, itiraz aşam ası bitm eden
yerine getirilebilecek bir k arar değildir. Başka bir deyişle, Bakanlık nakil konu­
su n d a karar verm eden önce d ö n ü şü m kararm a itirazm sonuçlandırılm asını bek­
leyecektir.
49 Aydın, İtiraz, s. 62.
50 Aydın, İtiraz, s. 67.
51 Toroslu, Ceza Muhakemesi H ukuku, s. 334.
52 Toroslu, aynı eser, s. 332.
181
Hükümlü N aklinde Cezanın Dönüştürülmesi /Y ü ksel ERSOY
İtiraz üzerine, incelem e mercii, infazla ilgili b u k arar kon u su n d a CMK h ü ­
küm leri uyarınca d u ru şm a yapm aksızın yani belgeler üzerinde k arar verir. A n­
cak, m ahkem e, gerek görürse, C. Savcısını ve h ü k ü m lü vekilini dinleyebilir.
Merci itirazı haklı görürse, itiraz edilen k a ra n kaldırm akla yetinm eyip, kara­
rın konusu hakkında kararını d a verir. Bu k arar kesin o ld u ğ u gibi, m erciin, itirazı
haklı görm eyip reddetm esi h alinde d e itiraz edilen karar kesinleşir.53 Kesinleşm e
üzerine d ö n ü şü m kararı infaz edilebilir hale gelir. Ancak, 3002 sayılı K anunun
"Yerine G etirm e" başlığını taşıyan ve " K esinleşen yerin e g etirm e kararları genel h ü ­
kü m ler dairesinde infaz o lu n u r ve adli sicile kaydedilir " şeklindeki 8. m addesi uyarın­
ca adli sicile kayıt ile infaza başlanabilm esi için önce nakil kararının verilm esi ve
h ü k ü m lü n ü n naklinin de fiilen gerçekleşm esi gerekecektir.
XI- TEBLİĞ İNFAZ VE MÜDDETNAME
A dalet B akanlığı'm n nakil konusu ile ilgili açıklam alarında b u n d an sonraki
aşam alar aşağıdaki şekilde özetlenm iştir:
"Tevdi ve Tebliğ: Tercüm esi yapılan d ö n ü şü m kararı, m üddetnam e, kanun
m addeleri ve kim lik bilgileri asılları ve tercüm eleri ile birlikte diplom atik kanalla
h ü küm lüye ve h ü k ü m devletine bildirilir. H ü k ü m lü n ü n karara itiraz etm em esi
ve hü k ü m devletinin nakle onay verm esi üzerine A dalet Bakanlığınca işlem ler
tam am lanır."
Bu açıklam adan, yabancı ülkedeki hüküm lüye gerek d ö n ü şü m kararınm ,
gerekse bu k arar içeriğine göre hazırlanm ış olm ası gereken m üddetnam enin
birlikte tebliğ edildiği anlaşılm aktadır. C ezaevi jargonım da "yatarı" olarak da
anılan b u Süre Belgesi, norm al koşullarda, yani T ürkiye'de yargılanıp hakkındaki hü k m ü kesinleşen ve cezasının infazına başlanan kişiye cezaevine girdiğinde
verilen bir belgedir.54 Özellikle, ceza süresinin, koşullu salıverilm e zam anının,
bihakkın tahliye zam anm m belirtilm esi gerekm ektedir.
53 Toroslu, aynı eser, s. 335.
54 Atalay - Özgelen, İnfaz H ukuku, s. 15: "H üküm lünün ceza infaz kurum una tesliminde kendisine
ilamı infaz eden Cum huriyet Başsavcılığı tarafından infaz defteri num arası, ceza infaz kurum una
alındığı ve salıverileceği tarihi, ceza süresinin ve cezanın hangi mahkeme ve hükm e ilişkin olduğunu
ihtiva eden belge verilir. H üküm lünün ceza infaz kurum una kabulünde de belgenin bir örneği
kurum idaresine gönderilir (5275 sayılı CGTİHK mad. 20/4). Bu belgeye uygulam adaki yaygın ismi
ile M üddetnam e (Süre Belgesi)... denilmektedir. M üddetnam ede hüküm lünün ceza süresi, ceza infaz
kurum una alındığı tarih, şartla (koşullu) salıverileceği tarih ile bihakkın tahliye tarihleri mutlaka
gösterilir. Müddetnameyi, hazırlayan kâtip veya yazı işleri m üdürü ile İnfaz Cum huriyet Savcısı
imzalar. En az 2 suret düzenlenir. M üddetnam enin bir sureti imza karşılığı hüküm lüye verilir. Bir
sureti de infaz dosyasında kalır."
182
Prof. Dr. TuncerBulutay'a Armağan
Ceza ve infazı da kapsayan u su l kanunlarında zam an içerisinde yapılan leh­
te veya aleyhte yapılan değişiklikler nedeniyle söz kon u su hesapların yapılm ası
kolay değildir ve uzm anlık gerektirm ektedir. İnfazla ilgili bir k arar niteliğinde
olduğu için h ü k ü m lü lehine de olsa sürelerde yapılan yanlışlıklar m üktesep hak
oluşturm am akta, h er zam an düzeltm e olanağı b ulunm aktadır.
Yabancı ülkeden gelecek hük ü m lü için, bu tebliğ aşam asında, d ö n üşüm ka­
rarının zaten kesinleşm iş olm ası gerekm ektedir. Z ira k arar verildiğinde derhal
tebliğ edilip itiraz hakkının kullanılm asına olanak sağlanm aktadır. H ükü m lü n ü n
rızasının verilm esini etkileyecek olan d ö n ü şü m kararının, yedi gün içerisinde ya­
pılacak itirazın değerlendirilm esi yoluyla kesinleşm iş olm ası gerekm ektedir.
M üddetnam eııin tebliğinin de, h ü k ü m lü yabancı ülkede iken yapılm ası uy­
g u n b ir yöntem dir. Söz konusu h ü k ü m lü n ü n d ö n ü şü m kararına olduğu gibi,
m ü d detnam eye de itiraz etm e hakkı b u lu n d u ğ u kabul edilm ektedir. Böyle bir
itiraz söz konusu old u ğ u n d a, b u n u n sonucu d a h ü k ü m lü n ü n nakli kabul veya
reddi k o n u su n d a etkili olabilecektir.55
İnfaz edilecek yerel m ahkem e h ü k m ü olarak, çekilm iş özgürlüğü bağlayıcı
ceza veya önlem lerin çekilecek cezaya m ah su b u n u d a yapm ış olm ası gereken
d ö n ü şü m kararı, ve cezanın infaz süre ve koşullarım belirleyecek olan m ü d d etnam enin özenle verilip hazırlanm ası, nakledilecek h ü k ü m lü ler bakım ından h a­
yati önem de olduğu açıktır. B unun için, gerekli h er türlü özen gösterilerek, her­
hangi bir değerlendirm e veya hesap hatası sonucu haksızlığa uğram am alarını
sağlam ak gerekm ektedir.
A dalet Bakanlığı, "İnfazın Sona Erm esi" aşam asıyla ilgili olarak d a dönüiü m kararı ve m iid d etn am ed en hareketle aşağıdaki açıklam ayı yapm aktadır:
"İnfaz; d ö n ü şü m kararm a göre düzenlenen m ü ddetnam edeki sürelerin ta­
m am lanm ası ile tam am lanacaktır. Ayrıca, h ü k ü m devleti tarafından Sözleşm enin
14.m addesi uyarınca; 12 inci ve 13 üncü m addelerde düzenlenen af ve yargıla­
m anın yenilenm esi sonucu infazın sona erdirilm esi gerektiğine d air b ir bildirim
aldığı takdirde infazı sonlandıracaktır. Sözleşm enin 15. m addesi uyarınca, İnfaz
D evleti infazın sona erdiğini h ü k ü m devletine bildirecektir."56
55 Atalay - Özgelen, İnfaz Hukuku, s. 15: "M üddetnam eye itiraz m üm kündür. H üküm lünün kendisi
veya kanuni temsilcisi m üddetnam eye itiraz edebilir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu nun 11/12/1967
tarih ve 2 /6 sayılı içtihadı birleştirme kararında belirtildiği üzere itiraz merci ceza kararını veren
mahkeme ya da hüküm lünün infazının yapıldığı yerdeki eşdeğer mahkemedir. İnfaz Hakimliğine
m üddetnam e itirazı yapılamaz, yapılırsa görevsizlik kararı ile yukarıda belirtilen mahkemelere
gönderilir."
56 Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü: Adli Yardımlaşma - Hükümlü
Nakli http://w ww .uhdigm .adalet.gov.tr/adli_yardim lasm a/adli.isbirligi_ceza/hnakli.htm l.
183
Hükümlü Naklinde Cezanın Dönüştürülmesi / Yüksel ERSOY
XII- SONUÇ
E sas itib ariy le y ab an cı h ü k ü m lü le rin cezaların ı k e n d i ü lk e le rin d e çek m ele­
rin i a m a ç la y an h ü k ü m lü le rin n ak li siste m in in , ceza ve ceza u su l h u k u k u a la n ­
la rın d a u lu sla ra ra sı işbirliği k o n u s u n d a ileri atılm ış b ir a d ım o ld u ğ u n d a k u şk u
y o k tu r. H e r a la n d a o ld u ğ u gibi, y en ilik lerin u y g u la n m a sın d a so ru n la rın çıkm ası
v e b u n la rın g id e rilm e si için ö zellikle u lu sla ra ra sı a la n d a karşılıklı g a y re t sarfed ilm esi g erek tiğ i d e b ilin m e k te d ir.
N ak il k o n u s u n u n iki y ö n lü o ld u ğ u açıktır. Bir ü lk e için, y ab an cı ü lk e d e h ü ­
k ü m g iy m iş v a ta n d a ş ın ın in faz için ülk ey e g etirilm esi k o n u s u n u n y a n ın d a , ü lk e ­
sin d e cezasm ı ç ek m ek te o lan b ir y ab an cı h ü k ü m lü n ü n k e n d i ü lk e sin e g ö n d e ril­
m e sin in sa ğ la n m a sı k o n u s u n u d a b aşa rı ile y ü rü te b ilm e si g ere k m ek te d ir.
Bu a la n la rd a u y g u la m a la rın g erek tiğ i şek ild e y ü rü tü le b ilm e si için h e r şey ­
d e n önce ü lk e le r a ra s ın d a b irb irle rin in a d a le t sistem in e g ü v e n in sa ğ lan m a sı g e ­
re k m e k te d ir. B u g ü n e k a d a r y a p ıla n u y g u la m a la rd a , z a m a n z a m a n s o ru n la r y a ­
şan sa d a , özellikle A v ru p a K onseyi ü y esi ü lk ele r a ra sın d a d e n e y im le re d a y a n a n
göreceli o la ra k d e n g e li n a k ille r sa ğ la n m a sı am acın a u laşılm ış b u lu n m a k ta d ır.
A v ru p a Birliği ü y e si ü lk e le r a ra sın d a k i d a h a fazla b ü tü n le şm e d e n k a y n a k la n a n
ko lay lık lar d a k e n d isin i g ö ste rm e k te d ir. Ü lk em izin ise, A v ru p a Birliği üyesi ol­
m asa d a , K onsey ü y esi o la ra k S özleşm en in tarafı o lm ası b irlik te ü lk e m izle özel
ilişkileri b u lu n a n ü lk elerle y a p ılm ış ikili a n la şm a la rın u y g u la n m a sı d a başarılı
n a k il u y g u la m a la rın a yol açabilecek n ite lik te d ir.
N akil S ö zleşm esin in ö n g ö rd ü ğ ü iki sistem o lan in faza d e v a m v e d ö n ü ş tü r ­
m e s iste m le rin d e n birin cisi k e n d i ü lk e sin d e v e rile n k a ra ra g ö re in faza d e v a m
ed ileceğ in i b ilen H ü k ü m D evleti için d a h a k o lay k ab u l e d ileb ilir b ir sistem i ifade
etm e k te d ir. Z ira b u ra d a , o d e v le tin y a rg ı o rg a n la rın ın v e rm iş o ld u ğ u k a ra rd a k i
y a p tırım ın , d e ğ iştirilm e si sö z k o n u su o lm a d a n , in fazın a d e v a m y o lu n a gitm ek
sö z k o n u s u d u r.
B una k arşılık, ü lk e m iz in k a b u l etm iş o ld u ğ u d ö n ü ş ü m sistem in d e , H ü k ü m
D ev letin d e v e rilm iş k a ra rın infazı o ra d a d e v a m e tm e k te iken, n ak il söz k o n u su
o ld u ğ u n d a , T ü rk m a h k e m e sin in , "y ab an cı m a h k e m e k a ra rm d a k ab u l ed ile n sub u t se b e p le rin e b ağ lı k a lın m a k k a y d ıy la " yab an cı m a h k e m e k ara rın ı T ü rk m ahk e m sin in k a ra rın a d ö n ü ş tü rm e s i söz k o n u s u o lm a k ta d ır.
N ak il S ö z le şm e sin d e ö n g ö rü lm ü ş o lm a sın a k arşın , siste m im iz d e b u d ö n ü ­
ş ü m ü n id ari m a k a m la ra b ıra k ılm a m a sı ve k a ra rın g ö rev li v e y etk ili m a h k e m e
ta ra fın d a n v e rilm e sin in ö n g ö rü lm ü ş olm ası isab etlid ir. Bu u y g u la m a d a verilen
k a ra rın h e m y ab an cı m a h k e m e k a ra rın a u y g u n b ir k a ra r o lm ası hem d e h ü k ü m ­
lü n ü n leh in e v ey a ale y h in e b ir so n u ç v e rm e m esi g ere k m ek ted ir.
184
Pro/. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
Yazı m etninde belirtm eye çalıştığım ız gibi, m ahkem enin kararı tek başına
nakil kararı değil, o nun bir parçasıdır. Asıl karar, m ahkem e kararını da gözönünde tutarak, A dalet Bakanlığı tarafından verilm ektedir. M ahkem e kararm a itiraz
edilebilm ekte; A dalet B akanlığının kararı, diğer devletin onayına ve h ü k ü m lü ­
n ü n rızasına bağlı bulunm aktadır.
Sistem den beklenen sonucun elde edilebilm esi, diğer h u su slar arasında, d ö ­
n ü ştü rm e işlem inin iyi anlaşılm asına ve uygulanm asına bağlıdır. Bu amaçla, u n ­
surlarının, tartışılabilecek konularının, yorum a gereksinim du y u lan yönlerinin,
m ahkem elerden ve Y argıtay'dan verilen kararların incelenm esi suretiyle d ö n ü ş­
türm e sistem ine dayalı h ü k ü m lü nakli uygulam asının daha ayrıntılı incelenm e­
sine gereksinim vardır.
BİBLİYOGRAFYA
Adalet Bakanlığı Uluslararası H ukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü: Adli Yardımlaşma
-H üküm lü
Nakli
h ttp ://w w w .uhdigm .adaIet.gov.tr/adli_yardim lasm a/adli_
isbirligi_ceza/hnakli.html
Osman Atalay - Mustafa Safa Özgelen, İnfaz H ukuku Ders Kitabı, Adalet Akademisi
Yayın No. 25 - Kasım 2013 (infaz Hukuku)
Devrim AYDIN, Ceza M uhakemesi Kanunda İtiraz, TBBD, sayı: 65, 2006 (İtiraz)
N ur BAŞAR, Yabancı Ülkede Suç İşleyen Türkün Türkiye'de Yeniden Yargılanması,
(Yabancı Ülkede Suç)
h ttp ://w eb b .d eu .ed u .tr/h u k u k /d erg iler/ilk /y ilb irsay ib ir/b asarl8 .p d f
David BILES, The International Transfer of Prisoners (Transfer of Prisoners) http://w w w .
aic.gov.au/m edia_library /publications/tandi/ti38.pdf
Candido CÜNHA, Current Issues In Correctional Treatment And Effective
Countermeasures: Transfer Of Sentenced Persons (Current Issues) h ttp ://w w w .
unafei.or.jp/english/pdf/RS_No57/No57_25VE_Cunlna.pdf
Jamil DD AMU LIRA MUJUZI, Transferring sentenced persons (offenders) to the
UK : Highlighting some of the hum an rights issues courts have had to deal with
(Transferring sentenced persons)
h t t p : / / r e p o s i t o r y . u w c .a c .z a / x m l u i / b i t s t r e a m / h a n d l e / 1 0 5 6 6 / 1 1 4 9 /
MujuziHumanRightsIssue s_2014.pdf?sequence=3
Fatma KARAKAŞ - DOĞAN, Türk Ceza H ukukunda Cezaların İçtimai Kurum unun
Düzenlenmesi Gerektiği Üzerine, Ankara Barosu Dergisi, sayı: 3 2011 (Cezaların
İçtimai)
Ekkehart MULLER-RAPPARD ,The Transfer of Sentenced Persons - Comments on the
Relevant Council of Europe Legal Instruments, Pace International Law Review, cilt:
3 sayı: 1 Eylül 1991 (Transfer of Sentenced Persons)
185
Hükümlü N aklinde Cezanın Dönüştürülmesi /Y ü ksel ERSOY
Mustafa ÖZEN, Non Bis In Idem (Ayni Fiilden Dolayı İki Kez Yargılama Olmaz)
İlkesi, G azi Ü niversitesi H u ku k F akültesi D ergisi C. X IV , Y. 2010, Sayı: 1 (Non Bis
in Idem)
Nevzat TOROSLU, Ceza Hukuku Genel Kısım, Savaş Yaymevi, Ankara, Nisan 2014 (Ceza
Hukuku)
N evzat TOROSLU, Ceza M uhakemesi H ukuku, Savaş Yaymevi, Ankara Eylül 2014 (Ceza
M uhakemesi Hukuku)
Ahmet ULUTAŞ - Ömer Serdar ATABEY, A vrupa Ceza H ukukunda Kovuşturmaların
Aktarılması, TBB Dergisi 2013 (104), (Kovuşturmaların Aktarılması)
http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2013-104-1244
Ahmet ULUTAŞ-Ömer Serdar ATABEY, Nakil H ukuku ve Uygulaması, Adalet Yaymevi,
Ankara, 2011 (Nakil Hukuku)
UNDC, Handbook on the International Transfer of Sentenced Persons (Handbook)
http: / / w w w .unodc.org / d o cum ents/justice-and-prison-reform /11-88322 ebook.
pdf.
186
NANOTEKNOLOJİLERİN TOPLUM VE EKONOMİ
YAPILARINA ETKİLERİ
Prof. Dr. O rhan GÜVENEN1
Bilimde Ö nem li Bir Devrim: N anobilim ve N anoteknolojiler
İnsanlık tarihi ölçeğinde kısa sayılabilecek bir süre olan son birkaç yüzyıl
içerisinde bilim de gelişm eler ve teknolojide ilerlem elerin insan yaşam ına yoğun
bir etkisi oldu. 1800'lerde b u h ar g ü cü n ü n yaygın şekilde kullanılm aya başlanm a­
sı, insanlık tarihinde görülen ilk b ü y ü k sosyoekonom ik kırılm aya (m atem atiksel
kaos) sebebiyet verdi. B uhar gücü, insanlığa b ü y ü k ağırlıklıları uzak m esafelere
götürm e olanağı sundu. Buharlı gem iler ve trenler yardım ı ile d ü n y a çapında,
binlerce ton yükün, yüksek hızlarda, b ü y ü k m esafelere taşındığı b ir ulaşım ola­
nağı gelişti. Bu ulaşım yapısı yoluyla dü n y an ın değişik coğrafyalarından b ü yük
m iktarlarda m aden, em tia ve köle taşm dı. Batının zenginliğinin ve sanayi devrim inin kökenlerinin b üyük ölçüde bu ilk kırılm aya dayandığı söylenebilir.
İkinci b ü y ü k sosyoekonom ik kırılm a ise 1980'lerin son yarısından itibaren
bilişim sistem lerinin teknolojilerinin yaygın şekilde kullanılm aya başlam ası ile
oldu. Geleneksel yöntem lerle sonuçlandırılm ası yüzlerce yıl sürebilecek bilim de
hesaplam a ve çalışm anın yapılm ası, bilişim sistem leri ve teknolojilerinin etkin
kullanım ı ile kısa sürede m üm k ü n oldu. İnternet ile b ü tü n d ünyayı birbirine bağ­
layan bir bilgi ve iletişim ağı kurulm ası d a yine bilişim teknolojilerinin yarattığı
kırılm a (m atem atiksel kaos) sayesinde gerçekleşti. Bilişim teknolojilerinin yarat­
tığı kırılm anın sosyal etkileri kadar, çok önem li ekonom ik etkileri de oldu. A m e­
rika Birleşik D evletleri'nde bilişim sistem leri endüstrisi yıllık 650 m ilyar dolarlık
b ir b ü yüklüğe ulaşm ıştır, diğer bir deyişle ülkenin gayrisafi m illi hasılasının %
4.3'ünü oluşturm aktadır. Buna bilişim teknolojileriyle etkileşim de olan diğer en­
dü striler ve sektörler de eklenirse, b u ekonom ik b ü y ü k lü k 1 trilyon doları, yani
ABD gayrisafi m illi hasılasının % 7.1'ine ulaşıyor2. D ünya genelinde de d u ru m
1 Bilkent Üniversitesi Dünya Sistemleri, Ekonomileri ve Stratejik Araştırm alar Enstitüsü Direktörü
(DSEE),Muhasebe Bilgi Sistemleri Bölüm Başkam, UNAM - Ulusal Nanoteknoloji Merkezi Yönetim
Kurulu Üyesi ve Strateji, Ekonomi ve Sanayi Danışma Kurulu Başkanı, Paris Üniversitesi Davetli
Profesörü, W orld Academy of A rt and Science Üyesi (WAAS)/'Applied Econometrics Association"
Başkanı
2 Atkinson, R., & Stewart, L. (2013, May 14). The Economic Benefits of Information and Communication
Technologies. ITIF
187
Nanoteknolojilerin Toplum ve Ekonomi Yapılarına Etkileri / Prof. Dr. Orhan GÜVENEN
benzerlik göstererek, 2010 yılı itibarı ile bilişim sistem leri endüstrisi 2.8 trilyon
dolarlık bir b üyüklüğe erişti. Bu da yaklaşık olarak küresel gayrisafi m illi hasıla­
nın % 6'sına eşittir1.
Şekil 1: İnsanlık Tarihinde Önemli Kırılma Noktaları4
Bu iki b ü y ü k bilim sel ve teknolojik kırılm anın sosyoekonom ik etkileri Şekil
1 incelenerek daha kolay anlaşılabilir. G ü n ü m ü zd e sosyoekonom ik yapıda, bu
h er iki teknolojik gelişm eden daha b üyük bir kırılm a (m atem atiksel kaos) ya­
şatacak bir teknolojik gelişm enin, nanobilim ve nanoteknolojinin ilk on yıllarını
yaşıyoruz. N anoteknoloji, m ilim etrenin m ilyonda biri boyutlarında 3-4 atom u
nanom ikroskopla gözlem lem e, farklı bileşim lerle yeni, m evcut olm ayan m ole­
küller sağlam a olanağı verebilm ektedir . Kimya, biyoloji, fizik, m alzem e bilimi
ve m ühendislik gibi çok farklı disiplinlerle etkileşim içerisinde nanobilim evrim i­
ni sürdürm ektedir. Bilimde, bilim lerarası nitelikte ve birinci sanayi devrim inden
çok d aha önem li bir bilim devrim i yaşam aktadır insanlık. N anoteknoloji uy g u la­
m aları sonucunda geliştirilen teknik ve teknolojiler g ü n ü m ü zd e tıp, bilişim , m ü ­
hendislik, m alzem e bilimi, iletişim, biyoloji, kim ya gibi bir çok alanda kullanıl­
m aktadır. D oğasından gelen "bilim lerarası" nitelikte oluşu bu bilim in devrim ci
b o y u tu n u d ah a da yoğunlaştırm aktadır.
3 National Science Board, Science and Engineering Indicators 2012,( January 2012), 6-15, h ttp ://
w w w .nsf.gov/statistics/seindlO /pdf/c06.pdf
4 Güvenen, O. (2009). "Nanoteknolojilerin Toplum ve Ekonomi Dinamiklerine Etkisi", 26. Fizik
Kongresi, Türk Fizik Demeği, 24-27 Eylül 2009, Bodrum.
188
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
N anobilim ve N anoteknolojilerin Evrimi ve Uygulam alar
N anobilim ilk so luğunu üç çalışm a ile aldı:
1-) Feynm an, R. P. (1960). T here's plenty of room at the bottom . Engirıeering
and science, 23 (5), 22-36.
2-) Taniguchi, N. (1974, February). O n the basic concept of nanotechnology.
In Proc. Intl. Conf. Prod. Eng. Tokyo, Part II, Japan Society of Precision Engineering
(pp. 18-23).
3-) Binnig, G., Rohrer, H., G erber, C., & VVeibel, E. (1982). Surface studies by
scanning tunneling m icroscopy. Physical revieıv letters, 49 (1), 57.
Yukarıda belirtildiği gibi nanoteknolojinin birçok alanda zam an, m ekan
d inam iğinde artan boy u tlard a kullanıldığı gözlem lenm ektedir. Nanoteknoloji
kullanıldığı alanlarda d ah a önce tasarlanm ası dahi zor birçok olgu ve çözüm ü
olanaklı kılıyor. S om ut bir örnek kapsam ında, kanser tedavisi belirtilebilir. G ü­
n ü m ü zd e kullanılan kim yasal tedavi ve ışın tedavisi gibi m o d em kanser teda­
vi teknikleri göreceli olarak geçm iş yıllara göre çok daha yüksek bir iyileşm e
olanağı sağlasa da, çok ciddi yan etkileri d e beraberinde getiriyor. Bu teknikler
kanserli hücrelerin yanı sıra, kanser hastalığı taşım ayan sağlıklı hücrelerin de
yok edilm esini beraberinde getiriyor. K anser tedavisinde, nanoteknolojinin su n ­
d u ğ u olanaklardan yararlanılm ası ise, bu tip tedavi yöntem lerinin ötesinde çok
dah a etkili çözüm ler geliştirilm esini sağlıyor. N anoteknoloji sayesinde kanserli
hücreleri daha oluşum aşam asındayken, çok hızlı ve isabetli bir şekilde tespit
etm ek m üm k ü n olabiliyor5 . K anser ile m ücadele sırasında erken teşhis hayati
önem taşıdığı için, bu tip b ir ön teşhisin tedavinin başarılı olm asında önem i son
derece fazla.
Aynı zam anda geleneksel kanser tedavi yöntem leri sağlıklı dokuya da zarar
verirken, nanoteknoloji sayesinde d o ğ ru d a n kanserli hücreleri h edef alan ve sağ­
lıklı dokulara zarar verm eyen bir tedavi uygulanabiliyor. "N anoshell" olarak a d ­
landırılan teknoloji b u n u n bir örneği. N anoshell'ler silika ve m etalden oluşm uş
bir dış yüzeye sahip, nanoteknoloji ile üretilm iş çok ufak nano-partiküller. Bu
partikiiller sağlıklı hücrelere herhangi b ir zarar verm eden, kanserli hücreleri yok
edebiliyorlar. B unun sonucu geleneksel yöntem lere göre başarı yüzdesi çok daha
yüksek ve yan etkileri önem li dü zey d e azaltılm ış bir kanser tedavisi uygulam ak
m ü m k ü n olabiliyor6.
5 Nanotechnology Animations: Nanoshells. (2013, January 1). Retrieved November 19, 2014, fronı
h ttp ://n a n o .ca n c e r.g o v /lea rn /understanding/nanotech_nanoshells.asp
6 NCI Alliance for Nanotechnology in Cancer. (2014). Retrieved November 14, 2014, from lıttp ://
nano.cancer.gov/
189
Nanoteknolojilerin Toplum ve Ekonomi Yapılarına Etkileri / Prof. Dr. O rhan GÜVENEN
M odern tıbbın p ek çok alanında kullanılan nanoteknoloji, geleneksel yön­
tem lerle uygulanm ası m üm k ü n olm ayan bazı tedavi yöntem lerini gerçekleştirm e
olanağı veriyor. İnsan v ü cu d u n u n onarım ı b u kapsam da belirtilebilir. Bilindiği
gibi insan v ü cu d u bir ölçüye k ad ar kendisini yenilem e ve onarm a yeteneğine sa­
hiptir; yaralan iyileştirebilir ve kırık kem iklerin tekrar kaynam asını sağlayabilir.
Buna karşm v ü c u d u n onarım ı kon u su n d a yetersiz kaldığı noktalar d a vardır.
Sinir sistem i onarım ı ve bazı hassas dokuların yenilenm esi bunların arasında sa­
yılabilir. Biom ateryaller adı verilen özel b ir teknoloji sayesinde yakında bunların
tedavisi de m üm k ü n olabilecek. N anoteknolojinin sağladığı m ateryal - hücre et­
kileşimi olanağı kullanılarak geliştirilen biyom ateryallerin kullanılm ası ile sinir
sistem i ve beyin öncelikli olm ak üzere, g ü n ü m ü zd e tedavi edilem eyen bir çok
hastalığın ve tıbbi so ru n u n yakın gelecekte tedavi edilebilir hale geleceği bekle­
niyor7.
Ç evre ile ilgili alanlar da nanoteknoloji uygulam alarının d o ğ ru d a n etkisinin
g ö rü ld ü ğ ü konular kapsam m d adır. Enerji verim liliği çevre ile ilgili önem li ko­
n ulard an biri, g ü n ü m ü zd e yoğun bilim sel çalışm a yapılan bir alan. Fosil yakıtla­
rın çevreyi kirletiyor olm ası ve sınırlı m iktarda kaynağa sahip olunm ası nedeniy­
le yenilenebilir enerji k onusunda önem li araştırm alar yapılıyor. Bu k a p sa m d a
g üneş panellerinin en önem li sorunlarından biri verim liliklerinin fosil yakıtlara
kıyasla yeterince yüksek olm am ası, 1 KW saat elektrik enerjisi m aliyetüıin 30 cent
düzeylerinde yüksek bir fiyatta olm asıdır. N anoteknoloji çalışm aları sonucu bu
d u ru m d a değişm ekte ve çok d ah a yüksek verim liliğe sahip güneş panelleri üre­
tilebiliyor. Bu k onuda yapılan b u lu şlard an en önem lilerinden birisi de, 2009 yı­
lında ülkem izde U N A M 'da (Ulusal N anoteknoloji A raştırm a M erkezi) yapıldı8.
Dr. A ykutlu Dana ve ekibi tarafından yapılan buluşla şu an d a kullanılm akta olan
g üneş pillerinin yansı k ad ar güneş enerjisi kullanılarak, aym m iktarda elektrik
elde edilebiliyor. Bu d u ru m verim liliğin iki katm a çıktığı anlam ına geliyor ve bu
g ü n ü m ü z teknolojisi ile optik kurallarının izin verdiği en ü st lim ite çok yakın.
D ünyadaki benzer çalışm alara göre d ah a iyi sonuç veren bu yöntem , elektrik
üretim m aliyetlerini de önem li d üzeyde d üşürüyor.
Doğal su kaynakların tem izlenm esi ko n u su n d a d a nanoteknolojinin sağla­
dığı önem li yenilikler m evcut. Tatlı su kaynaklarınm gittikçe azaldığı ve küresel
su pazarının 300 m ilyar dolar düzeyine ulaştığı g ü n ü m ü zd e, su yun arıtılm ası
b ü y ü k önem kazanıyor. "N anofiltrasyon" ism i verilen özel bir teknik kapsam ın­
da, kim yasal m adde kullanm adan ve daha az enerji kullanarak çok daha tem iz
7 Orive, G., Anitua, E., Pedraz, J. L., & Emerich, D. F. (2009). Biomaterials for prom oting brain
protection, repair and regeneration. Natııre Revicıus Neııroscieııce, 10(9), 682-692.
8 Saka, O. (2009, July 7). Güneşin verimini artıracaklar. Retrieved November 29, 2014, from h tt p :/ /
vvww.radikal.com.tr/turkiye/gunesin_verimiııi_artiracaklar-943132
190
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
içme su y u elde etm ek m ü m k ü n olabiliyor. Bu teknik ayrıca sudaki ağır m etalleri,
organik kim yasalları, n itrat - sülfatı ve diğer insan sağlığı için tehdit oluşturabi­
lecek m ateryalleri süzerek, tem iz bir içme suyu o lu ştu ru y o r ve geleneksel su filtrelem e yöntem lerine göre çok d ah a az su kaynağının israf olm asına yol açıyor9.
N anoteknolojinin etkileşim içerisinde old u ğ u çok önem li bir alan: m alze­
m e bilimi. H er iki disiplinin etkileşim i sonucunda, doğada bulunm ayan ve g ü n ­
delik hayatta önem li kolaylık sağlayan m alzem eler üretm ek m üm k ü n olabildi.
Bunun sonucu olarak dayanıklılığı ve ısı direnci arttırılm ış seram ik, çizilmeye
dayanıklı cam, leke tutm ayan kum aşlar ve giyen kişiyi elektrostatik etkilerden
tam am en koruyan kıyafetler gibi ürünleri gü n lü k y aşam da kullanm ak m üm kün
oldu. Özellikle Cornell Ü niversitesi'nde b u lu n an "Textiles N anotechnology La­
boratory" giyilebilir nanoteknoloji ü rü n leri ile ilgili önem li araştırm alar yapm ak­
tadırlar10.
Makale Sayısı
§
i
«s,
e
. ı l
■■ m i l l i l i
. /
Şekil 2: 2004 - 2013 arasında yayınlanan nanoteknoloji makalelerinin alt kümelere göre
dağılımı11
N anoteknolojinin kapsam ın içerisinde değerlendirilebilecek araştırm a alan­
ları oldukça fazladır; birçok bilim sel disiplin ve araştırm a alanının nanotekno9 Nanofiltration Membranes. (2009). Retrieved November 9, 2014, from h ttp ://w w w .ep a.g o v /
radiation/ docs /cleanup /nanotechnology / chap ter-2-membranes .pdf
10 Textiles Nanotechnology Laboratory at Cornell University. (2014). Retrieved November 5,2014.
11 Statnano (2014)
191
hlanoteknolojilerin Toplum ve Ekonomi Yapılarına Etkileri / Prof. Dr. Orhan GÜVENEN
lojinin alt küm eleri halinde var o ld u ğ u n u söylem ek m ü m k ü n d ü r. Şekil 2 'de
2003 - 2014 arası nanoteknoloji alanında yayınlanan bilim sel m akalelerin, bu alt
küm eler kapsam ında dağılım ı incelebilir. Şekil 3 'd e nanoteknoloji araştırm aları
sonucu ortaya çıkan patentlerin çeşitli alanlara göre dağılım ı belirtilm ektedir.
Nanomanyetik
38%
Şekil 3: Nanoteknoloji Patentlerinin Alanlara Göre Dağılımı12
Palm berg, C., H. D em is and C. M iguet (2009), "N anotechnology: An O vervi­
ew Based on Indicators and Statistics", OECD Science, Technology an d Industry
W orking Papers, 2009/7, p. 56, OECD Publishing, doi: 10.1787/223147043844
Ö rneklerden d e görülebileceği gibi, N anoteknolojinin toplum yapışm a, insan
h ayatına ve ekonom iye önem li düzeyde, üstel bir fonksiyonla artm a eğilim inde­
dir.. Bu örneklerin nanoteknolojinin küm e yapısı içerisinde sınırlı alt küm eleri
kapsadığı da dikkate alınırsa, nanoteknolojinin önem i d ah a belirgin olm aktadır.
N anoteknoloji hayatın, toplum un, ekonom inin, v.b. yapılarında önem li ve köklü
değişiklikler getiren ve yeni boyutlar sağlayan bir bilim . Bu etki zam an dinam i­
ğinde daha da artacaktır.
12 Palmberg, C., H. Demis and C. Miguet (2009), "Nanotechnology: An Overview Based on Indicators
and Statistics", OECD Science, Technology and Industry Working Papers, 2009/7, p. 56, OECD
Publishing, doi: 10.1787/223147043844
192
Pro/. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
N anoteknolojiler ve Toplum , Ekonomi Etkileşimi, Çok
Faktörlü, Çok Sektörlü V erim lilik
H er köklü değişim in olduğu gibi nanoteknoloji devrim inin de, toplum , eko­
nom i, v.b. alanlarda etkisi yoğun olacaktır. B uhar enerjisinin kullanım ı, bilişim
teknolojileri kapsam ında yaşanan yoğun etkilerin, m atem atiksel ve üstel fonksi­
yonda örneklerini nanobiyoteknoloji, genom projeleri kapsam ında gözlem leye­
bileceğimiz! belirtm ek m üm kün.
Bir ton en iyi kalite kiraz ihracat bedeli yaklaşık 1500 dolar civarındır. Buna
karşılık H avelsan'ın 2007'de ihraç ettiği 'uçak sim ü latö rü ' ihracat değeri 15 m il­
yon dolar, ağırlığı ise 7 tondur. Bu d a uçak sim ü latö rü n ü n 1 to n u n u n ihracat
değerinin 2.1 m ilyon d olar olduğu anlam ına gelir. Buna karşılık M assachusetts
Institute of T echnology'nin nanoteknolojik m alzem eden ürettiği kalp stentinin 1
to n u n u n ihracat değeri 10 m ilyar dolardır. Bu d u ru m , nanoteknolojinin ekono­
m iye sağladığı yüksek katm a değeri gösterm esi açısından önem li b ir ö rnektir13.
N anoteknolojinin yıllara göre gelişm esi ve kat edeceği süreci belirten Şekil 4,
bu önem li değişim leri açıklıyor. 1970'lerde tem el araştırm a seviyesinde başla­
yan nanoteknoloji çalışm alarının, 2010 sonrası hızlı bir gelişm e sürecine geçtiğini
görüyoruz. Ayrıca 2020 sonrası nanoteknoloji ürü n lerin in uluslararası piyasalar­
da tüketilecek ü rü n ler olacağı öngörülüyor. N anoteknoloji ürü n lerin in b u denli
yaygınlık kazanacak olm ası, onların toplum ve ekonom i yapılarında gerçekleşti­
receği önem li değişikliklere yönelik gösterge olarak değerlendirilebillir.
Şekil 4: Nanoteknolojinin yıllara göre gelişmesi1'*
13 Güvenen, O., (2013), "Bilim, Bilimlerarası Metodoloji, Kompleks Sistemler, Nanoteknoloji ve
Küresel Dinamikler", Gedik Üniversitesi, "2013 akadem ik yılı açılış dersi," 30 Eylül 2013, İstanbul.
14 Nanotechnology, (n.d.). Retrieved November 29, 2014, from h ttp ://w w w .futuretim eline.net/
subject/nanotechnology.htm
193
Nanoteknolojilerin Toplum ve Ekonomi Yapılarına Etkileri / Prof. Dr. Orfıan GÜVENEN
Profesör E dw ar C upoli, nanoteknoloji ve ekonom i ilişkisini incelediği "N a­
notechnology and Econom ics - The R elationship Between N anotechnology and
Econom ics" m akalesinde nanoteknoloji ve ekonom i arasm daki etkileşim i yo­
ru m ladıktan sonra, nanoteknoloji gelişim i açısından önem li o ld u ğ u n u d ü ş ü n d ü ­
ğü bir kavram a dikkat çekiyor: "insan serm ayesi". N anoteknolojik gelişim in en
önem li etkeninin bilim sel, teknik gelişm eleri takip ederek, uy u m sağlayabilecek
ve hızlanan teknolojinin sürekli gelişim ine katm a değer sağlayacak d ü zey d e eği­
tim alm ış ve deney sağlam ış yetişm iş insan gücü o ld u ğ u n u vurguluyor.
Bu nitelikte yetişm iş insan g ü cü n ü n küresel stratejiler oluşturacak, akade­
m ik, kam usal ve özel işbirlikleri sağlayacağını vurgulayan C upoli, b u yetkin ki­
şilerin seçkin üniversiteler, çok uluslu şirketler, ülkelerin toplum yapısı, ekonom i
ve politikalarında belirleyici rol oynayacağı b elirtiyor15.
Bu yetişm iş işgücünü sağlam a noktasında en önem li görev üniversiteler ve
nanoteknoloji kon u su n d a uzm anlaşm ış özel m erkezlere düşüyor. N anoteknoloji
bilim lerarası, sektörler arası, küresel b oyutta çalışm a gerektiren, araştırm a m a­
liyetleri yüksek b ir alan olm asından dolayı, bu kuru m ların önem li araştırm a ge­
liştirm e bütçelerine sahip olm aları b ü y ü k önem taşıyor. Bu bütçelerin sağlana­
bileceği en önem li kaynak olarak d a kam u fonlarını ve b u kapsam da özel sektör
strateji ve yatırım larını belirtm ek m üm kün.
A raştırm a M erkezleri, Ulusal Araştırm a M erkezlerinin Önem i
ve Türkiye'de "Ulusal N anoteknoloji Araştırm a M erkezi UN AM"
Gelişm iş ülkelerde önem li nitelik ve sayıda "N anoteknoloji A raştırm a M er­
kezleri" ve "U lusal N anoteknoloji A raştırm a M erkezleri" ülke bilim ine ve eko­
nom isine önem li katm a değer sağlayabüm ektedir.
U lusal araştırm a m erkezlerinin özelliği yalnız b u lu n d u ğ u üniversite ve ken­
di kapsam ında değil, tüm ülke kam u ve özel araştırm acılarının ve ku ram ların ın
kullanım ına açık m erkezler olm alarıdır. Bu nedenle "ulusal" olarak nitelendi­
rilm ektedirler. Bu kapsam da T ürkiye'de çoğalm alarm ı dilediğim iz b u araştır­
m a m erkezlerinin ilk ve tek örneği "U lusal N anoteknoloji A raştırm a M erkezi
- U N A M " 2006'da k u ru lm u ş ve ü lkem izde en başarılı nanoteknoloji, nanobiyoteknoloji ve genetik projeleri kapsam ında araştırm alarını yayınlam akta ve
nanoteknoloji ü rü n lerin i sanayi ve iş dü n y ası ile gerçekleştiren uygulam alar
yapm aktadır.
15 Cupoli. (2013). The Relationship Between Nanotechnology and Economics. (2010, March 23).
AzNano. Retrieved November 21,2014
194
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
Şirket ve Araştırma Merkezi Sayıları
1200
1000
800
600
ğ
1
400
200
0
i i 1.1 fciJ kU W U , U.I d é aÜ Mà M td.^J ma « -U
£ v_ M
—
<
on 1/1>
ns ro ro O)
«/»>•>•
it) r^o
<£tj ir
£ ts
g3 —
ft> T3
•-
£
>•
fO *TC> =O
:3
h-
2
i/i
fO
D
■
ü Şirket
M Araştırma Merkezi
Şekil 5: Nanoteknoloji Şirketlerinin ve Araştırma Merkezlerinin
Ülkelere Göre Dağılımı16
Şekil 5'te nanoteknoloji şirketlerinin ve araştırm a m erkezlerinin ülkelere
göre dağılım ı görülebilir. Tablodaki veriler ışığında ekonom ik ve teknolojik alan­
d a gelişm iş ülkelerin,, nanoteknoloji araştırm aları k o n u su n d a kaynak sağlanm a­
sı k o n u su n d a ön sıralarda o ld u ğ u n u belirtm ek m ü m k ü n A raştırm a m erkezlerine
verilen önem ve ayrılan kaynak, bilim sel araştırm aların verim liliğini d o ğ ru d an
etkilem ektedir. Şekil 6 'd a bu d u ru m u n bir örneğini gözlem lem ek m üm kün.
A m erika Birleşik D ev letlerin in nanoteknolojiye yaptığı önem li yatırım ve açılan
araştırm a m erkezleri sonucu, A.B.D'nin üretilen bilim sel nanoteknoloji m akale­
leri k onusunda 2000 yılında %50 olan payı, 2012 yılında % 66'ya ulaşm ıştır. N a­
noteknoloji devrim inde A.B.D'nin ilk sırada yer alm ak için ne kad ar kararlı ol­
d u ğ u n u yukarıdaki örneklerden anlam ak m ü m k ü n d ü r. B unun yanı sıra A vrupa
Birliği ülkeleri, Japonya ve Ç in'de nanoteknoloji ko n u su n d a çok ciddi çalışm alar
yap m ak tad ırlar17.
16 Ulusal Nanoteknolojş Ar-Ge ve Yenilik Strareji Belgesi ve Eylem Planı 2015-2019. (2014, January 1).
Retrieved November 29,2014, from http://81.215.13.10/dokuman_haber_8038357499707999165.doc
17 Güvenen, O., (2013), "Nanotechnology G raduate Lecture Notes", Bilkent University 08 May 2013,
Ankara
195
Nanoteknolojilerin Toplum ve Ekonomi Yapılarına Etkileri / Prof. Dr. Orhan GÜVENEN
Şekil 6: Nanoteknoloji konusunda en çok bilimsel makale üretilen beş ülkenin 1991 2012 arasında sergilediği bilimsel nanoteknoloji yayın perform ansı18
Gelişm iş ülkelerde birçok örneğini görebileceğim iz bu nitelikte yetkin araş­
tırm a m erkezlerinin ülkem izde bulunan en başarılı örneğinin U N A M olduğunu
belirtebiliriz. U NA M Prof. Dr. Salim Ç ıracı'nın başkanlığı ve öncülüğünde, çok
üst d üzey bilim birikim i ve m üstesna çabalarıyla k u ru ld u . Tüm em eği geçenlerle
beraber, çok değerli bir bilim insanının olağanüstü azim ve kişiliğinin ü rü n ü d ü r
ve T ürkiye'ye arm ağanıdır UNAM.
Tübitak kapsam ında 2004 yılında, Prof. Salim Çıracı koordinatörlüğünde,
"N anobilim ve N anoteknoloji Stratejileri - Vizyon 2023 Projeleri", nanobilim ve
nanoteknoloji kapsam ında Türkiye için önem li bir b elgedir19. Sonraki yıllarda,
T ürkiye genelinde, uygulam alar bu niteliği gerçekleştirm ede küresel düzeyde
sınırlı kaldı.
U nam uluslararası düzeyde araştırm alar yapm akta ve uygulam alar geliştir­
m ektedir. U N A M 'da araştırm a yapan bilim insanları, son 5 yılda, 450'den fazla
SCI indeksli hakem li yayın yapm ışlardır20. U N A M 'da akadem isyen, araştırm acı,
doktora ve lisansüstü öğrencilerinin laboratuvar ve cihaz olanaklarının sürekli
geliştirilm esi, arttırılm ası gerekli bir koşuldur. D ünyanın yaşadığı en önem li tek­
nolojik, toplum sal ve ekonom ik kırılm alardan birinde, T ürkiye'm izin de ulusla­
rarası dü zey d e etkin ve saygın bir d ü zey d e olm ası hasretim izdir.21
18 Rocco, M. (2013). From Discovery to Nanotechnology Innovation. Retrieved November 20, 2014,
from http://w w w .euronanoforum 2013.eu/w p-content/uploads/2013/07/M ihail-R oco-O peningPlenary.pdf
19 Nanobilim ve Nanoteknoloji Stratejileri. (2004). In Ç Salim (Ed.), Vizyon 2023 Projeleri. Ankara:
Tübitak.
20 UNAM 2013 Faaliyet Raporu - Sayılarla UNAM. (2014). Retrieved November 15,2014, from h ttp :/ /
unam .bilkent.edu.tr/w ordpress/w p-content/uploads/2014/04/U N A M _2013_Faaliyet_Raporu.pdf
21 Güvenen, O. (2013), "Nanotechnology and World Dynamics Interactions", 9th Nanoscience and
Nanotechnology Conference (NanoTR-9), A tatürk University, 24-28 June 2013, Erzurum, Turkey.
196
Prof. Dr. T ııncer Bıılutay'a Armağan
Ü lkem izin nanoteknoloji çalışm aları ko n u su n d a önem li bir noktaya gelm e­
sini gerektiren onlarca n eden v ar ve b u n lard a n birini, U NA M direk tö rü Prof.
Dr. M ehm et Bayındır, şu şekilde açıklıyor: "M ikron b o y utlarında insan sağlığı­
na herhangi b ir etkisi olm ayan m alzem eler, nan o b o y u tlard a genetik kodları bile
etkileyebilir hale geliyor. B unun için nanoteknolojiye sahip olm alısınız ki, ülke­
nizi, insanınızı geleceğinizi koruyabilesiniz. Aksi tak d ird e m illet olarak telafisi
m ü m k ü n olm ayan d u ru m larla karşılaşabiliriz."22
A raştırm a ve ü st düzey teknoloji ü rü n ü n d e, "Türkiye O ptim ali"ne önem ­
li katm a değer sağlayabilm ek kapsam ında belirtilen olgular, gerekli koşuldur.
Bu nitelikte uluslararası araştırm a laboratuvarlarının gerçekleştirm esi ve aynı
zam anda, yazılım , m ikro elektronik, vb., alanlarda yaygınlaştırılm ası 21. Yüzyıl
Türkiye Stratejilerinde en ü st dü zey d e olm ası, uygulanm ası, çok faktörlü, çok
sektörlü verim lilik sağlam ası, kurum laşm ası ve sürekliliğin sağlanm ası b u ül­
kenin h er insanının ve k arar sistem inin vicdan borcu ve görevidir. "Türkiye Optim ali" ve "İnsanlık O ptim ali" kapsam ında gelişm eyi, ü st düzey bilim , ülke ve
küresel düzeyde bilgili, bilinçli karar sistem i, yapıcı, sorum lu ve azim li insanlar
gerçekleştirir.23
Referanslar
Atkinson, R., & Stewart, L. (2013, May 14). The Economic Benefits of Information and
Communication Technologies. ITIF.
Cupoli. (2013). The Relationship Between Nanotechnology and Economics. (2010, March
23). AzNano. Retrieved November 21, 2014.
Güvenen, O. (2007). "Dünya Dinamikleri ve Türkiye Stratejileri Kapsamında Nanobilim
ve Nanoteknolojilerin Türkiye'ye Sağlayabilieceği Katma Değerler", NANOTR III,
Nanobilim ve Nanoteknoloji Konferansı, "Savunma, Sağlık ve Tekstil Panelleri"
Açılış Konuşması, Bilkent Üniversitesi, Ankara.
Güvenen, O. (2009). "Nanoteknolojilerin Toplum ve Ekonomi Dinamiklerine Etkisi", 26.
Fizik Kongresi, Türk Fizik Derneği, 24-27 Eylül 2009, Bodrum.
Güvenen, O., (2013), "Nanotechnology Graduate Lecture Notes", Bilkent University 08
May 2013, Ankara.
Güvenen, O. (2013), "Nanotechnology and World Dynamics Interactions", 9th Nanoscience
and Nanotechnology Conference (NanoTR-9), Atatürk University, 24-28 June 2013,
Erzurum, Turkey.
22 Selim, A. (2013, February 1). Türkiye Nanoteknoloji Yarışından Kopacak Mı? Bağlantı Noktası, 23-23.
23 Güvenen, O. (2007). "Dünya Dinamikleri ve Türkiye Stratejileri Kapsamında Nanobilim ve
Nanoteknolojilerin Türkiye'ye Sağlayabilieceği Katma Değerler", NANOTR III, Nanobilim ve
Nanoteknoloji Konferansı, "Savunma, Sağlık ve Tekstil Panelleri" Açılış Konuşması, Bilkent
Üniversitesi, Ankara.
197
Nanoteknolojilerin Toplum ve Ekonomi Yapılarına Etkileri / Prof. Dr. Orhan GÜVENEN
Güvenen, O., (2013), "Bilim, Bilimlerarası Metodoloji, Kompleks Sistemler, Nanoteknoloji
ve Küresel Dinamikler", Gedik Üniversitesi, 2013 Akademik Yılı Açılış Dersi, 30
Eylül 2013, İstanbul.
Nanobilim ve Nanoteknoloji Stratejileri. (2004). In Ç Salim (Ed.), Vizyon 2023 Projeleri.
Ankara: Tübitak.
Nanofiltration Membranes. (2009). Retrieved November 9, 2014, from h ttp ://w w w .e p a .
gov/radiation/docs/cleanup/nanotechnology/chapter-2-m em branes.pdf
Nanotechnology, (n.d.). Retrieved November 29, 2014, from http://w w w .futuretim eline.
net/subject/nanotechnology.htm
National Science Board, Science and Engineering Indicators 2012,( January 2012), 15,
h ttp ://w w w .n sf.g o v /statistics/sein d l0 /p d f/c0 6 .p d f
Nanotechnology Animations: Nanoshells. (2013, January 1). Retrieved November 19,2014,
from http://nano.cancer.gov/leam /understanding/nanotech_nanoshells.asp
NCI Alliance for Nanotechnology in Cancer. (2014). Retrieved November 14, 2014, from
h ttp://n an o .can cer.g o v /
Orive, G., Anitua, E., Pedraz, J. L., & Emerich, D. F. (2009). Biomaterials for promoting
brain protection, repair and regeneration. Nature Reviews Neuroscience, 10(9), 682692.
Palmberg, C., H. Demis and C. Miguet (2009), "Nanotechnology: An Overview Based on
Indicators and Statistics", OECD Science, Technology and Industry W orking Papers,
2009/7, p. 56, OECD Publishing, doi: 10.1787/223147043844
Rocco, M. (2013). From Discovery to Nanotechnology Innovation. Retrieved November
20.2014, from http: / / w w w .euronanoforum 2013.eu/w p-content/uploads/2013/07/
Mihail-Roco-Opening-Plenary.pdf
Saka, O. (2009, July 7). Cüneşin verimini artıracaklar. Retrieved Novemhpr 29, 2014, from
http: / / w w w .radikal.com .tr/turkive / güneşin verimini artiracaklar-943132
Selim, A. (2013, Şubat 1). Türkiye Nanoteknoloji Yanşından Kopacak Mı? Bağlantı Noktası,
23-23.
Statsnano. (2014). h ttp :/ / www.statsnano.com
Textiles Nanotechnology Laboratory at Cornell University. (2014). Retrieved November
5.2014.
Ulusal Nanoteknolojş Ar-Ge ve Yenilik Strareji Belgesi ve Eylem Planı 2015-2019. (2014,
January 1). Retrieved November 29, 2014, from http://81.215.13.10/dokum an
haber 8038357499707999165.doc
UNAM 2013 Faaliyet Raporu - Sayılarla UNAM. (2014). Retrieved November 15, 2014,
from
h ttp ://u n am .b ilk en t.ed u .tr/w ordpress/w p-content/uploads/2014/04/
UNAM_2013_Faaliyet_Raporu.pdf
198
TÜRKİYE EMEK PİYASASINDA EĞİTİM-İŞ
UYUŞMAZLIĞI
Alpay FİLİZTEKİN1
1
Giriş
G erek kuram sal gerek uygulam alı çalışm alar, yüksek d ü zey d e ve sü rd ü rü ­
lebilir büyüm e için insan serm ayesinin ne k ad a r gerekli o ld u ğ u n u gösterm ek­
tedir (Lucas, 1988; Barro, 1991; Marıkivv, 1992). Bu nedenle, birçok uluslar arası
k u ru m ve kuru lu ş gelişm ekte olan ülkelerde eğitim in önem ine v u rg u yaparak,
bu alanda yatırım ların hızlanm asını salık verm ektedir. N itekim , son 25 yılda
d ü n y a genelinde okur-yazarlık oranlarında b ü y ü k ilerlem eler kaydedildi. Birçok
gelişm ekte olan ülke, kısıtlı bütçelerinden önem li o ra n la n eğitim i desteklem ek
üzere harcadılar.
B ununla birlikte, D uncan ve H offm an'ın (1981) çalışm ası ile başlayan bazı
araştırm alar, aşırı eğitim , yani bireylerin çalıştıkları işlerin gerektirdiğinden daha
yüksek dü zey d e eğitim alm aları, olgusuna dikkat çekm ektedirler. G root ve van
den Brink (2000) var olan çalışm alar üzerin d en gerçekleştirdikleri m eta analizi
sonucu, aşırı eğitim in kullanılan ölçüte göre değişm ekte o ld u ğ u n u gösterm ek­
le birlikte, gelişm iş ülkelerde 'gerçek' aşırı eğitim seviyesinin %23 o ld u ğ u n u ve
1980'ler ile 1990'lar arasında bu dü zey d e anlam lı bir değişm e olm adığını ifade
etm ektedirler. B unun ötesinde, aşırı eğitim lilerin kendileri aynı dü zey d e eğitim
alm ış, ancak b u eğitim e u ygun işlerde çalışanlardan d ah a d ü şü k ücret alarak, bir
anlam da cezalandırıldıkları sonucuna ulaşm aktadırlar. Eğer aşırı eğitim olgusu
gelişm ekte olan ülkelerde d e v ar olan bir olgu ise, bu ülkelerin eğitim i destek­
lem ek üzere kullandıkları kaynakların ne kadar verim li o ld u ğ u bir soru olarak
karşım ıza çıkm aktadır. Bu da, eğer kısıtlı ve değerli kaynakları başka am açlarla,
örneğin iş ile eğitim arasındaki uyum , harcanm ası d u ru m u n d a ortaya çıkacak
olan verim lilik artışı ve büyü m enin, v ar olan d u ru m d a n d aha yüksek olabileceği
anlam ına gelm ektedir.
Çok az istisna Q uinn ve R ubb'ın (2006) M eksika çalışm ası dışında, b u konuda
yapılan çalışm alar gelişm iş ülke örnekleri üzerinedir. M eksika'da ise, erkeklerin
önem li bir kısm ının aşırı eğitim aldıkları ve aşın eğitim alanların sayısının eksik
eğitim , işin gerektirdiğinden daha d ü şü k dü zey d e eğitim , alanlarm sayısından
1 Sabancı Üniversitesi
199
Türkiye Emek Piyasasında Eğitim-İş Uyuşmazlığı / Alpay FİLİZTEKİN
d ah a yüksek olduğu b u lgusuna ulaşılm aktadır. Q uinn ve Rubb, yine aşırı eğiti­
m in M eksika'da zam an içinde artm a eğilim inde o ld u ğ u n u da gösterm ektedirler.
Yaptıkları ücret tahm inlerinde ise, h er bir yıllık aşırı eğitim in getirisinin, gerekli
eğitim in, işin gerektirdiği eğitim düzeyi, getirisinin yarısı kad ar olduğu sonu­
cu nu elde etm işlerdir. Bu sonuçlar gelişm iş ülkelerdekine benzem ekle birlikte,
M eksika'nın gelişm ekte olan ve kısıtlı kaynağı olan bir ülke o lduğu düşünülürse,
fırsat m aliyetinin daha yüksek olduğu iddia edilebilir.
Bu çalışm a, benzer biçim de aşırı eğitim olgusunu ve b u n u n verim lilik üze­
rine etkisini T ürkiye'de incelem ektedir2. 1990 ile 2010 yılları arasında T ürkiye'de
de nü fu su n genel eğitim düzeyinin arttırılm ası için b ü y ü k çabalar gösterilm iştir.
1990 yılında %82 düzeyinde olan okur-yazarlık oranı, 2010 yılında %96'ya kadar
yükselm iştir. Aynı dönem de, ortalam a okulluluk yılı 1990'daki 5,3 yıldan, önce
2000 yılında 6,4 yıla, d ah a sonra, 1997 yılında sekiz yıllık zorunlu eğitim e geçiş
ile birlikte 2010 yılında 7,5 yıla kad ar yükselm iştir. Daha önce Türkiye üzerine
yapılan çalışm alar, her bir seviye ek eğitim in, özellikle de üniversite eğitim inin,
oldukça yüksek kişisel getirisi o ld u ğ u n u gösterm ektedir (Tunalı, 2003; D uygan
ve G üner, 2006; Tansel ve Bircan, 2010). Bu nedenle her sene üniversite suıavlarına giren öğrenci sayısı artm aktadır3. Kısıtlı sayıda üniversite kontenjanına gire­
bilm ek için öğrencilerin b üyük m iktarda p ara ve zam an harcadığı bilinm ektedir.
Ö te yandan, devlet tarafından, üniversite kurum larının sayısının arttırılm ası için
b ü y ü k çabalar gösterilm ektedir. Eğitim e harcanan m ad d i kaynak ve çabaların,
özellikle de yüksek eğitim e yapılan yatırım ların azım sanam ayacak ölçüde old u ­
ğu söylenebilir.
Bu çalışm ada, 1994 ve 2002 yıllarına ait H anehalkı Bütçe ve Gelir A raştırm a
verileri kullanılarak, T ürkiye'de iş ve eğitim arasındaki uyuşm azlık ve aşırı eği­
tim in getirisi araştırılm aktadır. Bir yandan daha önce M eksika üzerine yapılm ış
çalışm a ile karşılaştırm a olanağı sağlam ak, öte yandan, son yıllarda T ürkiye'de
eğitim e ayrılan kaynağı da düşünerek, eğitim ile verim lilik arasındaki ilişkinin
daha iyi anlaşılm asına çalışılm aktadır.
2 Kuramsal Çerçeve
Aşırı eğitim olgusunun varlığını çok değişik nedenlerle açıklam ak m ü m ­
k ü n d ü r ve başka çalışm alarda (örneğin, M cG uinness, 2006) bu konuda ayrıntılı
2 Galası (2008) Avrupa genelinde aşırı eğitim konusunu irdelerken Türkiye'den de gözlemler
kullanmaktadır, ancak Türkiye özelinde yorum yapmam aktadır.
3 2014 yılı itibarı ile Yüksek Öğrenime Geçiş sınavına başvuran aday sayısı iki milyon civarındadır.
Üniversitelerdeki kontenjan, lisans düzeyinde 450 binin, önlisans düzeyinde ise 350 binin biraz
üzerindedir.
200
Prof. Dr. Tuncer B ulutaija Armağan
bilgiler verilm ektedir. B urada, b u olgunun gelişm ekte olan ülkeler bağlam ında
kısa bir özeti verilm ektedir.
Becker'in (1964) çalışm asına dayanan neoklasik öğreti, çalışanların sahip
oldukları insan serm ayesine bağlı olarak m arjinal verim liliklerine denk ücret al­
dıkları varsayım ım yapm aktadır. Bu önerm eden yola çıkarak M incer'in (1974)
geliştirdiği uygulam alı çalışm alar, ücretleri bireylerin sahip oldukları formel
eğitim in bir fonksiyonu olarak m odellem eye dayanır.N eoklasik m odelde piya­
sa m ekanizm ası işleyerek, firm alar, becerili işgücü arzındaki dönüşüm lere u y ­
g u n olarak üretim süreçlerini düzenleyerek, tüm çalışanların becerilerinden en
iyi şekilde yararlanırlar. Bu nedenle de b u tü r m odellerde iş ve eğitim arasında
bir u y u m suzluk olm az. Eğer bir kişi, eğitim seviyesine denk ücretten daha azı­
nı kazanıyorsa, bu ya o kişinin aldığı eğitim in becerilerine karşılık gelm em esi,
yani bir ölçüm so ru n u olm ası, ya da Sicherm an ve G alor'un (1990) belirttiği gibi,
b u n u n bireyin kariyerinde yükselm e olasılığı daha fazla old u ğ u için başta d ü ­
şük ücretli b ir işi kabul etm esi nedeniyle geçici bir olgu olm asm dandır. Etkin bir
denge m ekanizm ası içinde uy u m su zlu ğ u n varlığının üçüncü bir açıklam ası ise,
sektörler arası üretim süreçlerinde gereken beceri açısından farklılıklar olm ası ve
işçilerin işler hakkm da değişik tercihleri olm asındandır (Gottschalk ve H ansen,
2003). Sektörler arası göreli fiyatlardaki değişim sonucu, kim i yüksek eğitimliler,
özellikle de yüksek eğitim liler ücret dağılım ının alt tarafında yer alanlar, daha
az eğitim gerektiren işlerde çalışm ayı tercih edebilm ektedirler. Böylelikle, aşırı
eğitim kaynakların yanlış tahsisinden söz etm ek m üm kün olm ayabilir.
Aşırı eğitim olgu su n u n diğer açıklam aları, em ek piyasasındaki aksaklıklar
üzerine k u ru lu d u r. B unlardan biri, T h u ro w 'u n (1975) iş için rekabet m odelidir.
Bu m odelde işçiler, istihdam edilm ek için birbirleri ile yarışm aktadırlar. Şirketler
ise istihdam kararlarını, işe aldıkları kişilerin yeniden eğitim i için gerekli m aliye­
te göre verm ektedirler. D aha yüksek eğitim li olanların yeniden eğitim inin daha
az m asraflı olm ası, b u kişilerin tercih edilm esine ve daha b üyük olasılıkla teklif
alm alarm a yol açar. İş bulabilm ek için birbirleri ile yarışan işçiler ise çoğu zam an,
aldıkları eğitim den daha az eğitim gerektiren işlerde çalışm ayı kabul ederler..
Bu m odel, ücretlerin bireylerin özelliklerinden d ah a çok, işlerin kendine özgün
doğası tarafından belirlendiği sonucuna varır. Bu m odel, bir biçim de Spence'in
(1973) kalbur (screening) m odeline benzer. Bu m odelde, işçiler kendi becerilerini
işverene gösterebilm ek için, gereken d ah a fazla eğitim alm ayı tercih etm ektedir­
ler.
Bir başka açıklam a ise, iş aram a m aliyetine dayalı olarak işler ile gereken eği­
tim arasm da uyuşm azlık olm asıdır (Jovanovic, 1979). İşler ile çalışanlar arasında
bilgi eksiklikleri m evcuttur ve iş aram anın belirli bir m aliyeti vardır. Türkiye
gibi bir çok gelişm ekte olan ülkede, bu m aliyetleri azaltacak iş bulm a kurum ları201
Türkiye Emek Piyasasında Eğitim-İş Uyuşmazlığı / Alpay FİLİZTEKİN
run sayısı ve b o y u tu oldukça d ü şü k tü r. G erek şirketler çalışna seçerken, gerekse
d e işçiler iş ararken gayri resm i kanalları, dost ve akrabaları kullanm aktadırlar.
Eğer b u m ekanizm alar etkin değilse, bir çok iş, kişinin becerisinden bağım sız
olarak, kim in kim i ne k ad ar tanıdığına bağlı olarak dağılır (M ortensen ve Vishvvanat, 1994). D üşük becerili b ir çok kişi, d ah a yüksek eğitim isteyen işlerde istih­
d am edilir ve dışarıda kalan bir çok yüksek becerili kişi ise, eğitim lerine u y gun
işlerden daha d ü şü k eğitim gerektiren işleri kabul etm ek d u ru m u n d a kalırlar.
Bu açıklam a, yalnızca aşırı eğitim olgusunu değil, aynı zam anda eksik eğitim
o lgusunu da açıklar.
Son olarak, atam a (assignm ent) m odelleri, farklı özelliklere sahip bireyler
ile, değişik beceri gerektiren işlerin eşleşm elerinin etkin olm am asının aşırı eğitim
so ru n u yaratacağım vurgu lam ak tad ırlar (Sattinger, 1993). Bu m odeller, her m es­
leğin bir verim lilik ü st sınırı o ld u ğ u n u varsayar, ve bireylerin tüm yeteneklerinin
en iyi biçim de kullanılam ayacağını öngörür. Özellikle, gelişm ekte olan ülkeler­
deki işlerin, gelişm iş ülkelerdekine oranla d ah a az beceri gerektireceği varsayılırsa ve b u ülkelerde üretim yapısının yeterince esnek olm am ası n edeni ile beceri
arzına göre uyarlam a yapılam ayacağı d ü şü n ü lü rse, gelişm ekte olan ülkelerde
aşırı eğitim ve d ü şü k ücret olgu su n u n daha yaygın olm ası beklenir.
3 V eriler ve Yöntem
Bu çalışm ada kullanılan veriler Türkiye İstatistik K urum u tarafından ger­
çekleştirilen 1994 ve 2002 H anehalkı Bütçe ve H arcam a A nketlerinden alınm ış­
tır4. Türkiye genelini temsil etm e yeteneğine sahip olan anketlerde, 1994 yılında
26.236, 2002 yılında ise 9.555 hanehalkının bilgisi m evcuttur. Ç alışm ada, tarım
dışı, tam zam anlı ve sürekli işlerde istihdam edilm iş 20-64 yaşları arasındaki kişi­
ler ele alınm ıştır. 1997 yılında geçen zorunlu eğitim yasasındaki değişiklik, 2002
yılında 20 yaşından genç olanların, yasa gereği daha fazla eğitim alm ış olm aları­
nı gerektirm ektedir. Bu kişiler dışarıda bırakılarak, yasanın getirdiği sapm anın
bertaraf edilm esi d ü şü n ü lm ü ştü r.
Bu kısıtlar so n u n d a örneklem , 1994 yılı için 11.408, 2002 yılı için 4.967 kişi­
den oluşm aktadır. A nketlerde son elde edilen diplom a bilgisi vardır. T ahm inleri
yapabilm ek için bu dereceler okul yıllarına d ö n ü ştü rü lm ü ştü r. O kum a yazm a
bilm eyenler için sıfır, okum a yazm a bilip derecesi olm ayanlar için bir, ilkokul
m ezunları için beş, ortaokul m ezunları için sekiz, lise m ezunları için on bir ve
ü niversite m ezunları için on beş yıl eğitim varsayılm ıştır.
4 Diğer anketlerde mesleklere yönelik ayrıntılı kodlama yapılm adığından, çalışmayı diğer yıllara
yaymak m üm kün olamamıştır.
202
Prof. Dr. Tuncer Bıılutaıja Armağan
A nketlerde m eslek sınıflam ası farklı düzeneklere göre yapılm ıştır. İlk ankette
beyan edilen m eslekler 1968 yılı bazlı U luslararası S tandart M eslek Sınıflam ası'na
(ISCO68) göre yapılm ış iken, diğer ankette 1988 yıllı sınıflam a tem el alınm ıştır.
H er m eslek g ru b u n d a yeterli sayıda gözlem olm asına olanak sağlayacak biçim ­
de, 1994 yılında iki haneli 70 m eslek grubu, 2002 yılında ise üç haneli 75 m eslek
grubu oluşturulm uştur. 1968 bazlı sınıflam a düzeneği istihdam d u ru m u ve en­
d ü stri üzerine dayalı iken, 1988 sınıflam a düzeneği d ah a çok beceri yönelim li
o ld u ğ u n d an , b u iki düzenek arasında bir eşlem e gerektiği gibi olm ayacağından,
gereksiz b ir sapm a y aratm am ak için böyle b ir girişim de bulunulm am ıştır.
A şırı eğitim in ölçüm ü ile ilgili olarak öznel ve nesnel olarak tanım lanabile­
cek birkaç değişik yöntem bulunm aktadır. Ö znel tanım lam a iki farklı biçim de
yapılabilir: Ya bir g ru p u zm an tarafından işlerin gerektirdiği eğitim seviyesine
göre sınıflanm ası; ya da çalışanlara yaptıkları işlerin kendi eğitim lerine u y g u n
olup olm adığı sorularak sınıflanm ası biçim inde aşırı ve eksik eğitim ölçülebilir.
Nesnel olarak adlandırılabilecek yöntem ler ise eldeki veriler üzerinden sı­
nıflam a yapılm asına dayalıdır. G enellikle iki yöntem kullanılır: Bir m eslek grubu
içindeki ortalam a eğitim seviyesinden bir stan d art sapm a yukarıda ya d a aşağı­
d a eğitim seviyesindekiler, aşırı ve eksik eğitim li olarak gruplandırılabilir (Verdugo ve V erdugo, 1989). D iğer yaklaşım ise benzer biçim de ancak bu kez aynı
sektörde en çok rastlanan eğitim seviyesi (m ode) tem el alınır (Kiker vd., 1997).
G root ve van d en B rink'in (2000) m eta analiz çalışm ası, kullanılan yöntem e göre
farklı sonuçlar bulunabildiğine işaret etm ektedir. Elim izde, u zm an g ö rü şü ya da
bireylerin algıları olm adığından, b u çalışm ada nesnel yöntem leri kullanm ak d u ­
rum undayız. V erilerde eğitim d u ru m u son alınan diplom a o ld u ğ u için ise nesnel
yöntem lerden sadece m od kullanılarak ulaşılan sonuçları rap o r ediyoruz5.
Bu konudaki yazm ı takip ederek, aşırı ve eksik eğitim in nedenlerim n tah­
m inleri için çoklu lojistik m odelleri (m ultinom ial logit) kullanılm ış ve açıklayıcı
değişkenler verilerin elverdiği küm eden seçilm iştir. Açıklayıcı değişkenler esas
olarak em ek piyasaları yazınında M incergil ücret denklem i tahm ininde kullanı­
lan değişkenlerdir. Bunlar arasm da, cinsiyet, evlilik d u ru m u ve hanehalkı reisi
olm ak ve bunların bileşkeleri, aşırı eğitim li olm a açısından, em ek piyasasında
cinsiyet tem elli b ir ayrıştırm a olup olm adığının sm anm asına im kân tanım akta­
dır. Frank (1978), kadınların, genel olarak tem el ev-geçindiricisi olm am aları ve
eşlerinin iş yerine ve d u ru m u n a göre kendi işlerini seçm eleri nedeni ile çoğu
zam an aşırı eğitim li olm alarının m ü m k ü n o ld u ğ u n u iddia etm ektedir.
5 O rtalam adan sapm a ile belirlenen aşırı eğitim sonuçlan da m evcuttur, istenildiğinde sunulabilir.
O ranlar hesaplanırken iki yöntem arasm da fark olmakla birlikte, nedensel model tahminlerinde
sonuçlar nitelik olarak çok benzerdir.
203
Türkiye Emek Piyasasında Eğitim-İş Uyuşmazlığı / Alpay FİLİZTEKİN
Elim izdeki veriler, aynı zam anda, bireylerin em ek piyasasındaki deneyim ­
leri üzerine d e bilgiler içerm ektedir. K am u sektöründe işe alım ların siyasi g ü ­
dülerle olabileceği varsayım ından yola çıkarak, b u sektörde eksik eğitim in daha
yaygın olm ası beklenebilir. Ö te yan d an sendika üyesi olm anın getirdiği iş g ü ­
vencesi, bir çok kişinin aldığı eğitim den d ah a az eğitim gerektiren işleri tercih
etm e sebebi olabilir.
Analiz, özellikle anketlerin yapıldığı yıllarda Türkiye em ek piyasasm da
görece yaygın olarak görülen, kayıtdışılığı da dikkate alm aktadır. Asgari ücret
uygulam ası ve em ek üzerindeki vergiler gibi nedenlerle birçok kişi kayıtdışı ça­
lışm aktadır. A nketlerde yer alan so ru lard an biri de sosyal güvencenin varlığı
üzerinedir. Böyle b ir güvencesi olm ayanların kayıtdışı çalıştıkları varsayılm ıştır.
K ayıtdışı sektörde iş-eğitim uyuşm azlığı ile ilgili bir beklenti oluşturm ak zordur.
Bir yandan, eğitim düzeyi yüksek olan kişilerin, hiçbir güvence olm adan çalışm a­
m ası beklenirken, güvencesiz bir işte çalışm ayı kabul edenlerin, kendi eğitim leri
ile işin gerektirdiği eğitim arasındaki farkı önem sem edikleri d e düşünülebilir.
Veri seti kişilerin iş deneyim ini içeren b ir değişken b u lu ndurm am aktadır.
Ancak, kişinin yaşı ile aldığı eğitim yılı ve altı yıl okul öncesi dönem çıkarılarak
olası deneyim değişkeni d e hesaplanm ıştır. Bireylerin zam an içinde kendilerine
d ah a uygun işler bulm a olasılıları dikkate alındığında, deneyim ile birlikte iş ile
eğitim arasında uyum su zlu ğ u n azalm ası gerekir. B unlar dışında, çalışılan en­
düstri, firm anın b ü y ü k lü ğ ü ve çalışanın yaşadığı bölgeler d e tahm inlerde kont­
rol değişkenleri olarak yer alm aktadır.
Aşırı eğitim olgusu ile ilişkili bir diğer soru da, bu d u ru m u n ücretler üzerine
bir etkisi olup olm adığıdır. O lgu analizini takip eden kısım da D uncan ve Hoff­
m an (1981) tarafından geliştirilen eklem lenm iş M incergil denklem de tahm in
edilm iştir. M incergil ücret denklem i, ücretleri, i kişisinin bir çok özelliğinin, X(,
yanı sıra aldığı eğitim inin Sta bir fonksiyonu olarak m odeller:
İn w ( = ya S f + X'iß + f [■
(1 )
Ya katsayısı, bir yıllık eğitim in getirisini ölçm ektedir. D uncan ve H offm an'ın
eklem lenm iş denklem i, alınan eğitim i üç kısm a ayırır: gerekli eğitim , S [, aşırı
eğitim S ° = max (0,S f —5 / ) ve eksik eğitim 5 “ = max (0 ,S [ — S “):
in w, = YrS [ + Y0S,° + YuS" + X'tß + £,•
(2 )
Eğitim değişkenlerinin önündeki katsayıların işaretleri ve büyüklükleri, em ek
piyasasında iş ve eğitim arasında bir uy u m su zlu k olup olm adığını gösterecek­
tir. Alışılagelm iş M incergil yapıda, bir işin gerektirdiği eğitim seviyesinin ücreti
belirlem em esi gerekm ektedir. Bu d u ru m d a ikinci denklem deki katsayılar için
204
Prof. Dr. Tu«cer Bulutay'a Armağan
y r = y0 = |yu | koşulunun sağlanm ası gerekir.Ö te yandan, T h u ro w 'u n iş için
rekabet m odelinde, ücretler, kişilerin, eğitim lerini d e içeren, özellikleri tarafın­
d an değil, her iş için sabit olan m arjinal verim lilik tarafından belirlenm elidir. O
zam an, sağlanm ası gereken koşul Yo = Yu — 0 olm alıdır.
A şağıda tahm in edilen m odelde kullanılan değişkenler yukarıda anlatıldığı
gibi ölçülm üştür. Eğitim in gerekli, aşırı ya da eksik olduğu ise bu olgunun ta­
nım lanm asından elde edilen değerlerdir. Ücret olarak aylık istihdam gelirinin
4,33 ile çalışan haftalık düzenli saatin çarpım ına bölünm esi ile elde edilm iştir.
4 Uygulama Sonuçlan
4.1 Aşırı ve Eksik Eğitim
Tablo l'd e T ürkiye'de 1994 ve 2002 yılları için tahm in edilen aşırı ve eksik
eğitim değerleri verilm ektedir. 1994 yılında toplam nü fu su n %20'si, 2002 yılında
ise %25'i aşırı eğitim alm ış gözükm ektedir. B ununla beraber, zam an içerisinde
aşırı eğitim de bir artış, eksik eğitim de ise bir azalm a görülm ektedir.
Türkiye hakkında bu k onuda tek bildiğim iz bilgiler A vrupa Sosyal Anketi
2004-2006'ya dayalı G alasi'nin (2008) çalışm asm dan gelm ektedir. G alasi'nin ça­
lışması Türkiye üzerine odaklanm adığından çok az sayıda gözlem (tam olarak
252) üzerinden bu lg u sunm aktadır. Kişilerin kendi değerlendirm elerine dayalı
bu çalışm aya göre, T ürkiye'de çalışanların sadece %1,4'ü gerekli eğitim e sahip
olduklarını beyan etm ektedirler. Bu oran A v ru p a 'd a %4 ile %18 arasında değiş­
m ektedir ve ortalam ası % 8'dir. A ynı çalışm ada Türkiye öm eklem inde kendini
aşırı eğitim li bulanların oranı %27,4, A vrupa ortalam ası ise %33'tür.
Tablo 1: Aşırı ve Eksik Eğitim Olgusu
1994
7007
Aşırı Eğitimli
Gerekli Eğitimli
Eksik Eğitimli
20,3
63,2
16,5
24,6
60,7
14,7
Erkekler
Aşırı Eğitimli
Gerekli Eğitimli
Eksik Eğitimli
21,0
61,9
17,1
25,3
59,3
15,4
K adınlar
A şın Eğitimli
Gerekli Eğitimli
Eksik Eğitimli
17,0
68,9
14,1
21,4
66,8
11,9
Tüm N üfus
205
Türkiye Emek Piyasasında Eğitim-İş Uyuşmazlığı / A lpay FİLİZTEKİN
Tablo l'd e cinsiyet ayrım ına göre de aşırı ve eksik eğitim değerleri verilm iş­
tir. Z am an içindeki değişim h er iki g ru p için benzer olm akla birlikte, aşırı eği­
tim olgusu kadınlarda erkeklere oranla daha az gözlem lenm ektedir. K adınların
beklenenden d ah a az aşırı eğitim li çıkm aları ve eksik eğitim lilerin oranlarının
azalm ası, b ü yük ihtim alle kadınların ortalam a eğitim düzeylerinin, her ne kadar
son yıllarda daha hızlı artıyor olsa da, d ü şü k olm ası ve kadınların kendi eğitim
seviyelerinden d ah a d ü şü k bir eğitim gerektiren işlerde çalışm aktansa, işgücü­
n ü n dışında kalm alarından kaynaklanıyor olabilir. N itekim , Başlevent ve Tunalı
(2002) çalışm alarında, evli kadınların işgücüne katılm a oranlarının evli olm ayan­
lara göre çok d ah a d ü şü k o ld u ğ u n u gösterm ektedir.
Diğer ülkeler ile karşılaştırm a yapabilm ek, m eslek sınıflam ası farklı o ld u ­
ğ u n d an çok gerçekçi olm ayabilir. Ancak fikir verm ek açısından, bir iki ülke ile
karşılaştırm a d a yapılm ıştır. Q uinn ve Rubb (2006) M eksika üzerine olan çalış­
m alarında sadece erkek nüfusu kullanm ışlardır. Bu nedenle karşılaştırm a sadece
b u g ru p için yapılabilm ektedir. T ürkiye'de aşırı eğitim oranı, M eksika'ya göre
d aha azdır. Aynı m akalede H ong Kong (Ng, 2001) ve Portekiz (Kiker vd., 1997)
ile ilgili bilgiler de yer alm aktadır. T ürkiye'de aşırı eğitim oranı, H ong K ong'dan
da düşük, Portekiz ile benzer düzeydedir. T ürkiye'de eksik eğitim d e M eksika ve
H ong K ong'daki dü zey d en daha düşük, ancak P ortekiz'den d ah a yüksektir.
A şırı ve eksik eğitim in nedenlerini belirlem ek üzere tahm in edilen çoklu lo­
jistik m odelin sonuçları Tablo 2'de verilm ektedir. T ahm inlerde en ilginç sonuç,
1994 yılında uyuşm azlığı belirleyen bir çok faktörün, 2002 yılı tahm inlerinde
istatistik! olarak anlam sız olm asıdır. Son yılda, iş-eğitim uyuşm azlığını belirle­
yen tek değişken eğitim in bizzat k endisidir ve beklendiği gibi eğitim arttıkça aşı­
rı eğitim olasılığı artm aktadır. Buna karşılık 1994 yılı sonuçlarına göre kadınların
aşırı eğitim li olm a olasılıkları anlam lı olarak daha d ü şü k tü r. K adın aynı zam an­
da hanehalkı reisi ise, bu kez eksik eğitim li olm a olasılığı da azalm aktadır. Bu
sonuç, daha önce iddia edilen, T ürkiye'de kadınların ancak u y g u n işi buldukları
zam an em ek piyasasında yer aldıklarını savını desteklem ektedir. K adınların hanehalkı reisi olm a d u ru m ları ise daha çok tek kişilik hanelerde görüld ü ğ ü n d en ,
eksik eğitim li olm a olasılığının d ü şü k çıkm ası anlaşılabilir bir d u ru m d u r.
206
Prof. Dr. Tuncer Bıılutay'a Armağan
Tablo 2: Aşırı ve Eksik Eğitim in Belirleyicileri
2002
1994
Eğitim (Yıl)
Kadın
Hane reisi
Kadm ve Hane Reisi
Evli
Kadm ve Evli
Deneyim
Deneyim kare
Sendikalı
Kayıtdışı
Kamu Çalışanı
Gözlem Sayısı
Eksik Eğitim
Aşırı Eğitim
Eksik Eğitim
Aşırı Eğitim
-0.2825**
0.3247**
-0.4310**
0.5524**
(0.017)
(0.016)
(0.043)
(0.030)
0.3158
-0.6023**
0.6088
-0.8225**
(0.274)
(0.207)
(0.362)
(0.276)
0.3399
-0.4278**
0.5337
-0.0367
(0.191)
(0.148)
(0.312)
(0.274)
-1.0313**
-0.4591
-0.3863
0.3013
(0.368)
(0.451)
(0.816)
(0.530)
-0.4888*
0.4463*
0.0286
-0.1077
(0.221)
(0.182)
(0.344)
(0.289)
0.0728
-0.1408
-0.3571
0.3732
(0.326)
(0.260)
(0.507)
(0.395)
-0.0509**
-0.0536**
-0.0744
-0.0359
(0.019)
(0.020)
(0.041)
(0.032)
0.1451**
0.0661
0.1284
-0.0037
(0.032)
(0.045)
(0.070)
(0.084)
-0.5257**
0.7003**
0.5980*
0.3498
(0.113)
(0.108)
(0.271)
(0.193)
-0.2034
0.3850**
-0.2512
0.9053**
(0.143)
(0.143)
(0.200)
(0.195)
0.5239**
0.0063
-0.1335
-0.1785
(0.149)
(0.130)
(0.408)
(0.262)
11,408
11,408
4,967
4,967
Tüm tahminler, endüstri, firma büyüklüğü ve oniki bölge kukla değişkeni içermektedir.
Parantez içindeki sayılar, değişen varyansa gore düzeltilmiş standart hatalardır. ** p-değeri<0.01,
* p-değeri<0.05.
207
Türkiye Emek Piyasasında Eğitim-\§ Uyuşmazlığı / Alpay FİLİZTEKİN
Beklendiği gibi deneyim h er iki tü r uyum suzlukla da ters ilişkilidir; ancak
deneyim in eksik eğitim üzerine etkisi azalarak devam etm ektedir. Sendika üye­
liğinin de eksik eğitim olasılığını azaltan, aşırı eğitim olasılığını arttıran bir etkisi
vardır. Sendikaların sağladığı güvencelerin, eğitim ile iş arasında uyuşm azlık
yarattığı anlaşılm aktadır. B ununla birlikte, 2002 yılı için yapılan tahm inlerde
istatistik! olarak anlam lı çıkan ender d u ru m lard a n biri sendikalı olm anın eksik
eğitim li olm anın olasılığı arttırıyor oluşudur. Geçen süre içinde T ürkiye'de sen­
dikalı çalışan sayısı önem li ölçüde azalm ıştır. Bu d u ru m u n sendika üyeliğine
nasıl bir etki yaptığını bu çalışm ada kestirebilm ek m üm k ü n olm am akla birlikte,
çıkan sonucun 1994 yılına ve beklentilere göre ters olm asının ü zerinde durulm ası
ve ayrıca araştırılm ası gerekir.
Kamu sektöründe çalışm a da, yine daha önce bahsedildiği gibi eksik eği­
tim olasılığını arttırm aktadır. Aşırı eğitim üzerine anlam lı bir etkisi olm am ası ile
birlikte, bu sonuçları, kam u sektöründe uygulanan istihdam politikalarının eko­
nom ik kaygılar dışında gerçekleştiği iddia edilebilir. Kayıtdışı çalışanların aşırı
eğitim li olm a olasılıklarının d ah a yüksek olduğu görülm ektedir. Bu bir anlam da,
bu kişilerin iş bulm ak için sadece güvenceden değil, aynı zam anda aldıkları eği­
tim den de vazgeçtikleri anlam ına gelebilir.
4.2 Ücretler Üzerine Etki
A şırı ve ek sik e ğ itim in ü c re tle r ü z e rin e etkisini a n la m a k ü zere, en k ü ç ü k
k areler y ö n te m i ile h e m M incergil m o d el h e m d e D u n ca n ve H o ffm a n 'ın ek le m ­
len m iş m o d e lin in ta h m in le ri y a p ılm ış v e so n u ç la r T ablo 3 'te s u n u lm u ş tu r. T ab­
lo n u n b irin ci v e ü ç ü n c ü sü tu n la rın d a alışılag elm iş M incergil ü c ret d e n k le m in in
1994 vc 2002 yılına a it ta h m in s o n u ç la n y e r a lm a k ta d ır. T ah m in ed ile n k a tsa y ılar
b e k le n e n işa re t ve a n la m lılık la ra sa h ip tir v e b u a la n d a d a h a önce T ü rk iy e için
y a p ılm ış ç a lışm alara k o şu ttu r. İki yıl a ra sın d a k i fa rk sad e ce k a tsa y ıla rm b ü y ü k ­
lü k le rin d e g ö rü lm e k te d ir.
Bu sonuçlara göre, 1994 yılında T ürkiye'de k adınlar erkeklere oranla %15
d aha d ü şü k ücret alm aktadırlar. Bu katsayı 2002 yılında da eksi işaretli ancak
istatistik! olarak anlam lı çıkm am aktadır. D eneyim in ücretler üzerine etkisi bek­
lendiği gibi azalarak artan bir eğri izlem ektedir. Sendikalı ve sigortalı olm ak ve
kam u sektöründe istihdam ediliyor olm ak ücretleri arttırıcı bir etki yapm aktadır.
Bu sonuçlar, Türkiye em ek piyasasında kurum sal yapıların ne kad ar önem li ol­
d u ğ u n a işaret etm ektedir.
Tabloda ikinic ve d ö rd ü n cü sü tu n lard a ise D uncan ve H offm an'ın eklem ­
lenm iş M incergil ücret denklem inin tahm inleri yer alm aktadır. Bu m odelde, eği­
tim, aşırı, gerekli ve eksik eğitim olarak üçe ayrıştırılm ış olarak denklem de yer
alm aktadır. M odel alışılagelm iş m odeli d e içerm ekte ve artık eğitim in gerekli
208
Prof. Dr. Tıw cer Bululay'a Armağan
eğitim den farldı olup olm adığım test etm e im kânı sağlam aktadır. Eğitim katsa­
yılarının eşitliğinin, Yr = Yo = İKul >sınam a sonucuna göre bu kısıtm istatistikî
olarak geçersiz old u ğ u görülm ektedir. Bir başka deyişle, eksik ve aşırı eğitim
ücretler üzerinde önem li rol oynam aktadır.
Benzer biçim de, m odel Thurovv'un iş için rekabet m odelinin geçerliliğini
sınam aya da im kân verm ektedir. Bu m odelin öng ö rd ü ğ ü kısıt, Yo = Yu =
da
T ürkiye'de h er iki yıl için de istatistikî olarak reddedilm ektedir. Eğer, Duncan
ve H offm an m odeli M incer m odeli ile kıyaslanırsa, gerekli eğitim in, gerçekleşen
eğitim den %1,5 d ah a yüksek bir getirisi o ld u ğ u görülm ektedir.
Tablo 3: Aşırı ve Eksik Eğitimin Ücretler Üzerine Etkisi
2002
1994
Mincergil
Eğitim (Yıl)
D&H
Mincergil
0,0934”
0,0768**
(0,003)
(0,005)
Gerekli Eğitim
Aşırı Eğitim
Eksik Eğitim
D&H
0,1017”
0,0893**
(0,003)
(0,005)
0,0732”
0,0549**
(0,006)
(0,006)
-0,0959”
-0,0666**
(0,005)
(0,007)
-0,1496”
-0,1590”
-0,0198
-0,0551
(0,041)
(0,041)
(0,056)
(0,057)
0,0619
0,0686*
0,1541”
0,1421”
(0,034)
(0,034)
(0,044)
(0,044)
0,0126
0,0137
-0,0923
-0,0710
(0,050)
(0,050)
(0,064)
(0,064)
0,0448”
0,0427”
0,0347**
0,0334**
(0,004)
(0,004)
(0,005)
(0,005)
-0,0632”
-0,0600**
-0,0482**
-0,0468**
(0,007)
(0,007)
(0,010)
(0,010)
0,3501”
0,3672**
0,2334**
0,2423**
(0,022)
(0,022)
(0,030)
(0,030)
Kayıtdışı
-0,1136”
-0,1039”
-0,3037**
-0,2926**
(0,033)
(0,033)
(0,038)
(0,038)
Kamu Çalışanı
0,2334”
0,2287**
0,3491”
0,3333**
Kadın
Evli
Kadın ve Evli
Deneyim
Deneyim kare
Sendikalı
209
Türkiye Emek Piyasasında Eğitim-\§ Uyuşmazlığı / Alpay FİLİZTEKİN
(0,026)
(0,026)
(0,045)
(0,045)
Gözlem Sayısı
11.408
11.408
4.964
4.964
R-kare
F-sınaması
0,4582
0,4632
0,5060
0,5161
. ,
Y r = Y o = İKul
p-değeri
F-sınaması
y0 = Yu = 0
p-değeri
13,14
23,80
0,000
0,000
296,14
74,90
0,000
0,000
Tüm tahminler, endüstri, firma büyüklüğü ve oniki bölge kukla değişkeni
içermektedir.
Parantez içindeki sayılar, değişen varyansa gore düzeltilmiş standart hatalardır. **
p-değeri<0.01, * p-değeri<0.05.
Aşırı ve eksik eğitim in katsayıları h er iki yıl için d e beklenen işarete sahiptir
ve istatistikî olarak anlam lıdır. Aşırı eğitim in h er b ir yıl için getirisi 1994 yılında
%7,3,2002 yılında ise %5,5 düzeyindedir. Bu katsayılar, gerekli eğitim den anlam ­
lı olarak d ah a d ü şüktür. Buna karşılık, eksik eğitim in katsayısı h er iki yıl için de
eksi ve gerekli eğitim den anlam lı olarak farklıdır. Bu sonuçlar, aşırı eğitim lilerin,
kendilerinden d ah a az eğitim li olanlara göre d ah a yüksek ücret aldıkları; nacak,
çalıştıkları işin gerektirdiği eğitim e sahip olanlara göre ücretlerinin d ah a d ü şü k
o ld u ğ u n u gösterm ektedir. Aşırı eğitim li olm am n getirdiği 'ceza' 1994 yılında
% 2,9,2002 yılında ise %3,4'tür.
5 Sonuç
Son yıllarda em ek piyasasm da ortaya çıkan aksaklıkları araştıran çok sayıda
çalışm a b ulunm aktadır. B unlardan bazıları, iş ile eğitim arasındaki u y um suzluk
üzerinde durm aktadır. P iyasalarda v ar olan bazı aksaklıklar nedeni ile, kişinin
aldığı eğitim ile çalıştığı iş arasm da yanlış eşleşm eler ortaya çıkm akta, birçok
kişi aldığı eğitim in altında gerekli bilgi gerektiren işlerde çalışm akta ve b u n u n
so n ucunda d a eğitim lerine karşılık gelenden d ah a d ü şü k ücret alm aktadırlar.
Gelişm iş ülkelerde d ah a çok incelen b u konu üzerine gelişm ekte olan ülkelerde
çok az sayıda araştırm a bulunm aktadır.
Bu çalışm ada, b u konu Türkiye özelinde ele alm m ış ve aşın ve eksik eğiti­
m in azım sanm ayacak oranlarda o ld u ğ u bu lu n m u ştu r. H er ne kadar, b u oranlar
T ürkiye'ye benzer b ir ülkede, M eksika'da rastlanan oranlara göre d ah a d ü şü k ­
se de, T ürkiye'de d e ciddi b ir eşleşm e so ru n u old u ğ u n a işaret etm ektedir. Aşırı
eğitim li kişilerin, kendilerinden d ah a az eğitim e sahip olanlardan d ah a yüksek
ücret alm akla birlikte, çalıştıklan işin gerektirdiği eğitim e sahip olanlara göre
daha d ü şü k ücretlere çalıştıkları d a görülm ektedir.
210
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
H er ne k adar bu tü r uyuşm azlıklar tüm ülkelerde görülse de, kaynakları
kısıtlı olan, özellikle de insan serm ayesi açısından kıtlık yaşayan, gelişm ekte olan
ülkeler için d ah a b ü y ü k önem taşım aktadır. Bu ülkelerim , gelişm iş ülkeleri ya­
kalayabilm eleri için, bu kaynakları nasıl tahsis edeceklerine d ah a fazla dikkat
etm eleri gerekm ektedir.
B urada b u lu n an sonuçlar iki k o n u n u n önem ine v u rg u yapm aktadır. B unlar­
d an ilki, eğitim e olan talebin başka eksiklikleri telafi etm eye dayalı olm asıdır. Bu
k o n u n u n eğitim uzm anları tarafm dan ayrıntılı bir biçim de değerlendirilm esini
ve eğitim in içeriği ve yöntem lerinin piyasadaki em ek talebine u ygun biçim de
tasarlanm asını gerektirm ektedir. İkinci konu ise, kayıtdışılık ve kam u sektörü
istihdam ının etkileri göz önüne alınınca, kurum sal yapıların ne kadar önem li ol­
d u ğ u ortaya çıkm aktadır.
Bu çalışm ada iş aram a sürecinde karşılaşılan zorluklar incelenm em iştir. İş
bulm a k uram larının, b u rad a tartışılan u y um suzluk so ru n u n a çare olabilecekleri
göz ardı edilm em elidir. Son yıllarda T ürkiye'de yapılan hanehalkı işgücü anket­
leri, son üç yıl içinde iş bulanlarm yaklaşık üçte ikisinin işleri kendi çabaları ile
üçte birinin ise tanıdık ve akrabaları aracılığıyla bulduklarına gösterm ektedir. İş
ile işçi arasında u y u m u sağlam aya yönelik özel ve kam u kuram ların ı kullanan­
ların sayısı yok denecek kad ar azdır.
Referanslar
Barro, R., (1991), "Economic growth in a cross-section of countries". Quarterly Journal of
Economics, 106(2), 407-443.
Becker, G. (1964), Human Capital: A Theoretical and Empirical Analysis ivith Special Reference
to Education, Columbia University Press, New York.
Duncan, G., and Hoffman, S. (1981), "The incidence and wage effects of overeducation".
Economics of Education Review, 1(1), 75-86.
Duygan. B., and Güner, N. (2006), "Income and consumption inequality in Turkey: What
role does education play?" Altug, S. and A. Filiztekin (eds.), The Turkish Economy: The
real economy, corporate governance and reform içinde, Routledge, London.
Frank, R.H. (1978), "W hy women earn less: the theory and estimation of differential
overqualification". American Economic Review, 68(3), pp. 360-373.
Galasi, P. (2008), "The effect of educational mismatch on wages for 25 countries". Budapest
Working Papers on Labor Market, BWP 2008/8.
Gottschalk P., and Hansen, M. (2003), "Is the proportion of college workers in noncollege
jobs increasing", journal o f Labor Economics, 21(2), 449-471.
Groot, W. and van den Brink, H. (2000), "Overeducation in the labor market: A meta
analysis". Economics o f Education Review, 19(2), 149-158.
211
Türkiye Emek Piyasasında Eğitim-İş Uyuşmazlığı / Alpay FİLİZTEKİN
Jovanovic, B. (1979), "Job matching and the theory of turnover", journal o f Political Economy,
87(5), 972-990.
Kicker, B.F., Santos, M.C., and De Oliveira, M.M. (1997), "Overeducation and
undereducation: Evidence for Portugal". Economics o f Education Revieu’, 16(2), 111125.
Lucas, R. (1988), "On the mechanises of economic development", journal o f Monetary
Economics, 22, 3-42.
Mankiw, N.G., Romer, D., and Weil, D. (1992), "A contribution to the empirics of economic
growth". Quartery journal o f Economics, 107(2), 407-437.
Mincer, J. (1974), Schooling, Experience and Earnings, Columbia University Press, New
York.
Mortensen, D.T., and Vishwanath, T. (1994), "Personal contacts and earnings: It is who
you know!" Labour Economics, 1(2), 187-201.
Ng, Y.C. (2001), "Overeducation and undereducation and their effect on earnings: Evidence
from Hong Kong", 1986-1996. Pacific Economic Review, 6(3), 401-418.
Quinn, M.A. and Rubb, S. (2006), "Mexico's labor market: The importance of éducationoccupation matching on wages and productivity in developing countries". Economics
of Education Review, 25,147-156.
Sattinger, M. (1993), "Assignment models of the distribution of wages", journal of Economic
Literature, 31(2), 831-880.
Sicherman, N. and Galor, O. (1990), "A theory of career mobility", journal o f Political
Economy, 98(1), 169-192.
Spence, M. (1973), "Job m arket signalling". Quarterly journal o f Economics, 8 7 , 355-374.
Tansel, A. and Bircan F. (2010), "Wage inequality and returns to education in Turkey: A
quantile regression analysis". Koc University-TUSIAD ERF ivorking paper.
Thurow, L.C. (1975), Generating Inequality. Basic Books, New York.
Tunali, I. (2003), "Comparison of Wage Equation Estimates: 1988 HLFS, 1994 IDS, 2002
HBS." Mimeo. Koç University, Istanbul, Turkey.
Tunali. I., and Baslevent, C. (2006), "Female labor supply in Turkey". Altug, S. and A.
Filiztekin (ed.), The Turkish Economy: The real economy, corporate governance and reform
içinde, Routledge, London.
Verdugo, R.R. and Verdugo, N.T. (1989), "The impact of surplus schooling on wages".
journal of Human Resources, 24(4), 629-643.
212
KAMU YARARI KAYGILARININ IŞIĞINDA
KENTLEŞME VE KONUT SORUNLARIMIZ
Prof. Dr. Ruşen KELEŞ
(Trabzon Lisesi'nde ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Ru­
şen Ağası (Abisi) olmaktan her zaman övünç duyduğum sevgili kardeşim Tuncer'e,
Mülkiye'deki 60 yıllık dostluğumuzun anısına ve içten sevgilerimle...)
Tuncer Bulutay'a Armağan
Ankara, Eylül 2014
Kamu Yararı K aygılarının Işığında Kentleşme ve Konut
Sorunlarım ız
Kavramsal Giriş: Kamu Yararı
İkinci D ünya Savaşının sona erm esinden sonra T ürkiye'nin hızla kentleşen
bir ülke olm ası, kentlerim izde yaşanan kam u hizm eti üretm e ve sunm a so ru n ­
larını da artırm ıştır. Başta konut olm ak üzere, ulaşım , im ar, her tü rlü teknik ve
toplum sal altyapı, kam usal alanlardan yararlanm a, kentsel toprakların ussal
kullanım ı, doğal çevrenin ve kültürel değerlerin korunm ası, bu konulardaki is­
tem artışına koşut olarak karşılaşılan başlıca sorunlar arasındadır. Bu sorunların
hepsi g ü n ü m ü zd e de varlığını korum aktadır. H em de boyutları büyüm üş ola­
rak. Kentleşm e so ru n u olarak adlandırılan so ru n lard an hem en hem en hepsinin
"kam u hizm eti" niteliği taşım akta olm ası, ilke olarak kam u yararı gözetilerek
ele alınm alarını ve kenttaşa kam u hizm eti anlayışı çerçevesinde sunulm alarm ı
zorunlu kılm aktadır.
20. yüzyılın son çeyreğinde tüm dünyayı etkisi altına alan küreselleşm e so­
nucunda, kentsel kam u hizm etlerin üretim ve su n u m u n d a d a liberal anlayışlar
ön plana geçti. Dolayısıyla, kam u hizm etlerinin kam u kuruluşlarm ca, kam u h u ­
kuku kuralları çerçevesinde ve kam u yararı gözetilerek sunulm ası gerektiğine
ilişkin geleneksel yönetim kuralları değişikliğe uğradı. K am u hizm etlerinden
pek çoğu, artık özel kesim deki firm alar tarafından d a ve özel h u k u k kurallarına
u ygun olarak üretilm ekte ve sunulm aktadır. Yeni K am u Yönetimi, daha d o ğ ru ­
su, Yeni K am u İşletm eciliği (New Public M anagem ent) adı altında, kam u hiz­
213
Kamu Yaran Kaygılarının İşığında Kentleşme ve Konut Sorunlarımız / Prof. Dr. Ruşen KELEŞ
m etlerinden yararlanm ası söz konusu olanlar sıradan "m üşteri" gibi görülm eye
başlandı.
D ikkat çeken nokta, b u değişikliklere karşın, b u g ü n bile, kam u hizm etleri
su n u lu rk en bağlı kalınm ası gereken tem el am acm "kam u yararı" olm ası gerçe­
ğidir. D urum böyle olunca, yazım ızın başlığında yer alan kam u yararı kavram ı,
her k onuda o ld u ğ u gibi, kentleşm e, kam usal kent hizm etleri, kent planlam ası,
im ar, konut ve kentsel d ö n ü şü m gibi konularda da, önem ini koruyan, yol göste­
rici bir kavram olarak karşım ıza çıkm aktadır.
K am u yararının tanım lanm ası kolay olm ayan bir kavram o ld u ğ u n u biliyo­
ruz. Bu kavram ın tartışm alı d u ru m a gelm iş olm ası, bireylerin çıkarlarından farklı
ve onların toplam ından daha yüksek değerleri tem sil eden "g ru p ", "top lu lu k " ve
"to plum " gibi m etafizik nesnelerin çıkarlarıyla özdeş sayılm asından kaynaklan­
m aktadır. K uşkusuz, bireycilik bireylerin toplum içindeki konum larının bir öl­
çüde sarsılm asına yol açan böyle b ir basitleştirm eye seyirci kalam azdı. N itekim
kimi d ü şü n ü rler, 20. Yüzyıl boyunca kimi toptancı örgütlenm elerin bireyleri ve
azınlıkları baskı altına aldıklarını öne sürm üşlerdir. Buna karşılık, kam u yararı
kavram ını savunanlar da, b u kavram ın, bir to p lu lu ğ u n "ortaklaşa" paylaşılan
çıkarlarım tem sil etm ekte olduğunu; b u çıkarların gözetilm esinin, ayni zam anda
to p lu m u o lu ştu ran bireylerin çıkarlarının da gözetilm esi anlam ına geleceği gö­
rü şü n ü sav u n m u şlard ır1.
K am u Yönetim i S özlü ğ ü 'n ü n ü n tanım ına göre, "K am u y aran , kam u yöne­
tim lerinin b ü tü n eylem ve işlem lerinde yöneldiği ve to p lu m u n belli bir kesim i­
nin ya d a tü m ü n ü n yararm ı kollam aya d ö n ü k genel ve tem el b ir hedeftir". K am u
yönetim leri, kam u yararı için vardır. K am u yönetim leri, halkın gereksinm elerini
karşılam ak am acıyla b ü tü n toplum a ya da halkın belli bir kesim ini oluşturan
bireylere kam u hizm eti sunarlar. Bu hizm etleri su narken asıl am aç tek tek birey­
ler değil, o n lardan oluşan top lu m u n tü m ü d ü r. Bireylerin çıkarlarıyla top lu m u n
genel çıkarları arasm da çelişkiler ve uyu şm azlık lan n ortaya çıktığı d u ru m lard a,
k am u yönetim leri, to p lu m u n çıkarlarının korunm asına öncelik verm ek z o ru n d a­
dırlar. Bu k u şk u su z top lu m u oluşturan bireylere "insanca bir yaşam " sü rd ü rm e
olanağı sağlam a am acının terk edilm esi anlam ına gelm ez.
K am u yararm ı geçerli kılm ak am acıyla kendilerine tanınm ış olan yetkilerin,
k am u yönetim lerince b u am aca ters düşecek bir biçim de kullanılm aları olasılı­
ğı d a yok değildir. Bu tü rlü olasılıklan önleyebilm ek için, kam u yönetim lerinin
nesnellik ve yansızlıktan uzaklaşm am aları ve h u k u k u n ü stü n lü ğ ü ilkesine bağ­
lılıktan sapm am aları şarttır. Yargı denetim i, bireyleri ve top lu m u devletin eylem
ve işlem lerine karşı korum akta etkili b ir araçtır. H u k u k kurallarının toplum sal
1 Norman P. Barry, An Introduction to Modem Political Theory, Macmillan, London, 2000 (4th
ed.).
214
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
gelişm enin gerisinde kaldığı d u ru m lard a yapılm ası gereken b u kuralların çiğ­
nenm esi değil, değiştirilm esidir2.TMMOB H arita ve K adastro M ühendisleri
O d ası'n ın A razi Terim leri S özlüğü'ndeyse, kam u yararından, "Y apılan ve ya­
pılacak işlem lerde kam usal y ararın ön planda tutulm ası" biçim inde, araçsal bir
yaklaşım la söz edilm ektedir3.
H er ülkede, m erkezi ve yerel yönetim lerin tem silcileri ve sivil toplum ör­
gütleri kam u yararı kavram ının y o ru m u n u kendilerinin yapm a yetkisine sahip
olduklarını öne sürerler. Buna karşın, kavram ın içeriğinin, kapsam ının ve sınır­
larının ülkeden ülkeye ve zam an içinde değiştiği görülm ektedir. K avram ın nasıl
tanım lanacağı ve yorum lanacağı h er ülkenin anayasalarında ya d a yasalarında
gösterilir. Ç ağdaş toplum larda doğal kaynakların, tarihsel, kültürel ve çevre d e­
ğerlerinin korunm ası am acıyla, kam u kuruluşlarıyla özel kesim arasında yapıl­
m ası öngörülen b ir işbirliği çerçevesinde, kam u yararını devletin tek yanlı olarak
belirlem e tekeline karşı çıkılm aktadır. İş yaşam ının ve sivil örgütlerin tem silci­
lerinin de kam u yararını tanım lam a sürecinde rol alm alarına doğal gözüyle b a­
kanlar v ard ır4.
Özel kesim deki kuruluşların tem el am acının karlılık düzeyini yükseltm ek
olduğu dikkate alınırsa, kam u yararını belirlem e sürecinde ilgili tarafların (sta­
keholders) yanı sıra, p ay belgiti (hisse senedi) sahiplerine (stockholders) de söz
hakkı tanınm asının asıl am aca ters düşen sonuçlar yaratabileceği açıkça görü­
lür5.
K avram ın içeriğine d ah a yakından bakıldığında, görüş ayrılıklarının çeşitli­
liğine belki d e hak verm ek gerekir, a) K am u yararı kavram ının bireyci ya da y a­
rarcı tanım ı, o n u n bireylerin yararlarınm aritm etik toplam ına eşit olduğu varsa­
yım ına dayanır. Bu anlam da, bireylerin yararlarını en çoğa çıkaran karar, eylem
ve işlem ler, bir b ü tü n olarak to p lu m u n d a yararım en çoğa çıkaran karar, eylem
ve işlem sayılır, b) Ö te yandan, ikinci bir yaklaşım a göre, bireylerin çıkarlarının
toplam ından farklı ve o n d an d ah a ü stü n olan kam usal ve genel b ir yarar kavra­
mı vardır. Genellikle Jean Jacques R ousseau (Intérêt général) ve W illiam Pareto
gibi adlar b u yaklaşım la bir arada sözü edilen isim lerdir, c) Kamu yararını tanım lam anm üçüncü bir biçim iyse, onu birtakım siyasal tercihler ya d a ahlaki değer­
2 TODAİE, Kamu Yönetimi Sözlüğü,Ankara, 2008, s.132-133.
3 Hüseyin Erkan, Gökşin Seylam ve Ahmet Yaşayan, Arazi Terimleri Sözlüğü, Ankara, 2010, s.28
4 Leonie Breunung and Joachim Nocke, "Environmental Officer: A Viable Concept for Ecological
Movement? İn G unther Teubner, Lindsay Farmer and Declan M urphy (eds.), Environm ental Law
and Ecological Responsibility, John Wiley,New York, 1994, p.270.
5 Ruşen Keleş, "H ow to Reconcile Private Interests with the Public Interest in the Light of Court
Decisions regarding Orderly Urbanization and Environment in Turkey", European Faculty of Land
Use and Development, 38th Symposium, Stockholm, 2009..
215
Kamu Yararı Kaygılarının Işığında Kentleşme ve Konut Sorunlarımız / Prof. Dr. Ruşen KELEŞ
lerle ilgili öznel değer yargılarıyla bir arada tutm aktır. Platon, A ristoteles, Hegel
ve Karl M arx adları bu yaklaşım la özdeşleştirilm iş ün lü d ü şünürlerdir. Ö rneğin,
M arx, kam u yararının çalışan sınıfların, em ekçilerin, bir başka deyişle, proletar­
yanın diktatö rlü ğ ü n ü kurm akla en iyi biçim de sağlanabileceğini öne sürm üş;
Hegel ise, kam u yararı kavram ını devletin yararlarıyla özdeşleştirerek basite in­
dirgem iştir. d) Kam u yararı kavram ının son b ir tanım ı da, kavram ın ekonom ik
ve toplum sal yaşam da kam u kesim inin rolünü en aza indirm eyi am açlayan tekçi
b ir versiyonuna dayanm aktadır. Bu am aca ulaşabilm ek için başlıca araçlar, kü­
reselleşm e, liberalleşm e, serbest rekabet, sürekli teknolojik yenilik, kuralsızlaş­
tırm a ve özelleştirm edir. Bu yeni anlayışa göre, kam u yararınm geçerli kılınm ası
ve kentsel ve çevresel sürdürülebilirliğin sağlanm ası en iyi biçim de her şeyin
tüm üyle piyasa güçlerinin etkileşim ine bırakılm asıyla olur6.
Kentleşm eyle birlikte hızlanan im ar, yapı ve kentsel planlam a eylem ve
etkinlikleri sonucunda; çoğu kez; kent toprakları ü zerinden bir değer dalgası
geçm ekte, taşınm az mal sahipleri, kendi em eklerinin karşılığı olm ayan, tersine,
kam u yönetim lerinin eylem ve işlem leri sonucunda oluşan b ü y ü k değerlere el
koym aktadırlar. Gelir dağılım ını bozan, toplum sal adalet duygularını rahatsız
eden, doğal ve kültürel değerlerin yok olup gitm esine yol açan bu artı değere
genellikle "rant" denilm ektedir. Emek karşılığı olm ayan rantın tüm üyle ya da
çoğunlukla toplum a m al edilm esi gerekirken, partizanca ilişkiler sonucunda bi­
reylere aktarılm ası, kam u ve top lum yararı kavram larm a tüm üyle ters düşen bir
d u ru m yaratm aktadır7. T ürlü rant yaratm a biçim lerinin 1980'li yıllarda, biçim
ya da kapsam değiştirerek toplum yaşam ında b ü y ü k haksızlıklara yol açtığı bi­
linm ektedir. Boratav da, 1981-1994 dönem i iktisat tarihi üzerine yaptığı değer­
lendirm ede, "İm ar planlarıyla ilgili n orm lar gevşetilm iş, im ar izinleri ve aflarla
yaratılan kentsel rantlar astronom ik boyutlara ulaşm ış; bunların yerel siyasetçi­
lerle h ü k ü m et katındaki kadrolar arasındaki paylaşım ı önem li bir çekişm e konu­
su olm uştur" dem ektedir8. Yazar, bu dönem in özelliklerini sıralarken de, liberal
d önem in yeni bazı rant (avanta) biçim leri o luşturm uş olduğuna; ihaleler, kentsel
arsa rantları ve hayali ihracat gibi alanlarda eskiden geçerli olan biçim lerin "öne­
m inin ve b o y u tu n u n " arttığı gözlem ini y apm aktadır9.
6 Ruşen Keleş, "The Concept of Public Interest as a Guiding Principle for Coastal Zone Management
in Turkey: Stockholders or Stakeholders?", Conference on Coastal Zone M anagement in the
M editerranean Region, İzmir, April 26- May 1,2001.
7 Ruşen Keleş, CevatGeray, Ayşegül Mengi ve Cahit Emre,Toprak R antının Kamuya Kazandırılm ası,
Türkkent, Ankara, 1998.
8 Korkut Boratav, "İktisat Tarihi: 1981-1994", Sina Akşin (Yay.Yön.), T ürkiye Tarihi: Cilt:V, Bugünkü
Türkiye: 1980-1995, Cem Yay., İstanbul, 1995, s.171
9 Korkut Boratav, ayni kaynak, s. 172
216
Prof. Dr. Tuncer Bulutay’a Armağan
D evlet eliyle bireyi zengin etm e uygulam aları g ü n ü m ü zd e d e varlığını sü r­
dürm ektedir. Z am an zam an, devletle ulusu karşı karşıya koyarak, "önceliğin
devlette değil, ulusta o lduğu" savını ısrarla vurgulayanların devlet-ulus ilişkile­
rinde gözden kaçırdıkları nokta, önceliğin u lu su n tü m ü n d e mi, serm ayeyi temsil
eden kesim lerinde mi, yoksa ezilen toplum sal sınıflarda mı olacağı k onusunu göz
ardı etm eleridir. İktidar partisi yanlılarının bu bağlam da, insan hak ve özgürlük­
leri şem siyesi altm a sığınarak, sık sık yollam a yaptıkları,Şeyh E debali'nin,"İnsanı
yaşat ki, devlet yaşasın" savsözü, kentsel topraklar, doğal kaynaklar ve çevre d e­
ğerleri söz konusu old u ğ u n d a, bu değerlerin devletçe, gelecek kuşaklar, henüz
dünyaya gelm iş olm ayanlar, yani insanlar için k o ru n d u ğ u , korunm ası gerektiği
gerçeği anım sanırsa, belki d e tersinden okunm ak zorundadır: "D evleti yaşat ki,
doğal kaynaklar, kentsel ve çevresel değerler, tarih ve m im arlık varlıkları yaşa­
yabilsin". K uşku yok ki, sorun, devlet-ulus karşılaştırm asının bir karşıtlık önyar­
gısıyla ve tek yanlı olarak yapılm asında ve kam u yararının bireysel yararların
gerisine atılm asındadır. 1982 A n a y asasın d ak i düzenleniş biçim iyle bile, örneğin,
"kıyıların korunm ası" (m.43), "toprağın korunm ası" (m.44) ve "kam ulaştırm a"
(m.46) ile ilgili kurallar dikkate alındığında, özellikle son on yıl içinde y ürürlüğe
sokulan birçok yasanın kam u yararına ters d ü ştü ğ ü rahatlıkla söylenebilir.
K entleşm e ve K entleşm e Politikaları
Ç oğu kez kentli n ü fu su n oranındaki yükselm eyi, kent sayısının artm asını,
kentlerin nüfus ve alan olarak büyüm esini anlatan b ir süreç olarak algılansa da,
kentleşm enin gözardı edilem eyecek toplum sal, ekonom ik ve davram şsal bo y u t­
ları d a b u lu n an çok daha geniş bir kavram old u ğ u açıktır. Yine bilinen bir ger­
çektir ki, kentleşm enin dem ografik, ekonom ik, toplum sal ve davranışsal boyut­
larında yer alan değişiklikler ayni hızda ve birbirlerine koşut süreçler değildir.
Yarım yüzyıldır süregelen hızlı kentleşm e sonucunda, Türkiye n ü fu su n u n b u ­
gün % 85'den çoğu kentlerde yaşam aktadır. 2012 yılında y ü rü rlü ğ e sokulan bir
yasayla, anakent belediyelerinin sayısının bir çırpıda 16'dan 30'a yükseltilm esi,
b u kentlerde il özel yönetim lerinin kaldırılm ası ve köy tüzel kişiliklerinin varlı­
ğına son verilm esi, kentli nü fus oranını %85'in de üzerine çıkarm ıştır. N e var ki,
asıl önem li olan, kentleşm enin niceliksel değil, niteliksel boyutlarıdır. Ülkem izin
kentleşm esi yalnız hızlı değil, ayni zam anda çarpık ve dengesizdir. Dengesizlik
hem coğrafi bölgeler arasındaki gelişm e farklılıklarında, hem de özellikle ana­
kentlerin kendi iç yapılarındaki çelişkilerde kendini gösterm ektedir.
D em ografik anlam daki hızlı kentleşm enin, ekonom inin yapısında hızlı sa­
nayileşm eye dayanan bir süreç olm adığı çok açıktır. Yeni kentlilerin tavır ve d av ­
ranışlarında da, çağdaş bir toplum a özgü, gelenek bekçiliğine özenen yığm larınkinden farklı değişikliklere tanık olunam ıyor. Bu değerlendirm eyi hem günlük
yaşam a egem en olan eğilim , tavır ve yaklaşım lar, hem de siyasal davranışlar yel­
pazesinde açıkça görebiliyoruz. "Yeterince kentlileşm eden kentleşm ekte olm ak"
217
Kamu Yaran Kaygılarının Işığında Kentleşme ve Konut Sorunlarımız / Prof. Dr. Ruşen KELEŞ
iki önem li alanda geri kalm ışlıkla açıklanabilecek bir d u ru m d u r: Bilime öncelik
veren çağdaş bir eğitim ve sanayileşm eye day an an b ir ekonom ik kalkınm a.
Kentleşm eye ilişkin resm i bakış açıları, yaklaşım lar, politikalar ve uygula­
m alar, belli başlı kentleşm e sorunlarım ızın çoğunun kam u yararı gözetm e kay­
gılarından çok, ran t yaratm a ve adaletsiz ran t p aylaştırm a çabalarm dan kaynak­
landığım gösterm ektedir. Bu konu y u birkaç seçm e örnekle aydınlatm akta yarar
vardır.
Bir kez, son yıllarda, dış ve iç etm enlerle, plansızlık kent yaşam ına planlı bir
biçim de egem en kılınm ıştır. Birbirleriyle bağlantısı k urulm uş olm ayan; birbirin­
d en kopuk projelerle, kentsel gelişem eye yön ve biçim verilm ek istenm ektedir.
D ünya B ankası'nın, özellikle 1980'li yıllardan b u yana h er türlü planlam aya karşı
bir tavır alm ası ve gelişm ekte olan ülkelere b u d o ğ ru ltu d a telkinlerde b u lu n ­
m ası sonu cu n d ad ır ki, ülkem izde de plana ve plancılığa neredeyse tarihe m al
olm uş bir yöntem gözüyle bakanlar çoğalm ıştır10. Geçm iş yüzyıllar içinde A dam
Sm ith'in sö zünü ettiği "gizli el", artık bir gizli el olm aktan çıkmış, uluslararası
finans k uruluşlarının resmi ideolojisi d u ru m u n a gelm iştir. O kad ar ki, 1960'da
ku rulan D evlet Planlam a Teşkilatı 41 yıl sonra, 2011 yılında kaldırılm ış; yeni ku­
ru lan bir bakanlık, K alkınm a Bakanlığı içinde eritilm iştir. Genel anlam da plan­
lam a karşıtı b u tü r tavırlar, bölgeler ve kentler düzeyindeki planlı çalışm aları da
kapsam aktadır.
A dında "konut" bulunm asına karşın, plan yerine proje anlayışını yerleştir­
m e işinin öncülük görevini, "dikey gecekondulaşm a" yoluyla TOKÎ y apm akta­
dır. Gerçekten, plansızlık planlı bir biçim de planın yerine k o n d u ğ u gibi; daha
önce y ü rü rlü ğ e sokulm uş olan planlar aracılığıyla da, kam u yararına ters düşen
uygulam alar gerçekleştirilm ektedir. Bu konu, plam n "am açsal" niteliğiyle ya­
lan d an ilgili bir konu d u r. Bu konuya açıklık kazandırm ak için, A tatürk O rm an
Ç iftliği'nin yapılaşm aya açılarak talan edilm esinde kullanılan aracın, "korum a
planı", yani bir kentsel plan tü rü olduğım u anım sam ak yeterlidir11. Bu örnek,
son yıllarda sık sık kullanılan "En kötü plan plansızlıktan iyidir" değerlendir­
m esinin geçersizliğini de açıkça gösterm ektedir. Bu örnekte de g ö rü ld ü ğ ü gibi,
kent planının, "araçsal" niteliğinden d ah a önem li olan, onunla varılm ak istenen
am acın doğrulluğu (m eşruluğu) dur. Kısaca, plan, doğal ve kentsel değerlerin
yok edilm esi için bir araç olarak kullanılm am alıdır.
Tarım ve doğa birlikteliğini sağlayan ve çiftçiye örnek olm ak am acıyla
A n kara'da kurulan A tatürk O rm an Ç iftliği'nin, bir kentsel tarım (urban agricul10 Dünya Bankası'nın 1997 yılı Gelişme Raporunun resmi başlığı From Plan to M arket (Planı Bırak,
Piyasaya Bak) adını taşımaktadır.
11 Ruşen Keleş, "Atatürk, Çağdaş Ankara ve Kentbilim", Ruşen Keleş, Kent ve Siyaset üzerine
Yazılar (1975-1992), IULA-EMME, İstanbul 1993.
218
Prof. Dr. Tm c e r Bulutay'a Armağan
ture) projesi olarak değeri b ü yüktür. Ulu Ö nder A tatürk, yakın çalışm a arkadaş­
larının, Y urttaşlar Y asasındaki % 25'lik "m ahfuz hisse" kuralına bakarak çiftlik­
lerinin tü m ü n ü bağışlayam ayacağına ilişkin uyarılarına karşın, özel iyeliğindeki
çiftliklerin " tü m ü n ü " u lu su n a bağışlam a kararı verm iş ve bu engeli özel bir y a­
sayla aşm ayı başarm ıştır. N e yazık ki, A O Ç 'nin arazi varlığı, 1940-2010 ararsındaki 70 yıl içinde üçte birine inm iştir. 2006 yılında çıkarılan 5524 sayılı yasa b ar­
dağın taşıran dam la olm uştur. 2011'de y ü rü rlü ğ e giren K orum a (?) Am açlı İm ar
Planıyla, AOÇ arazisi, yapılaşm aya açılarak, özgün k u ru lu ş am acından tüm üyle
uzaklaştırılm ıştır. B ugün, A tatü rk O rm an Çiftliği, eski d u ru m u n u bilen herkes
için tanınm az d u ru m a getirilm iştir. Bu olum suz değişm ede, Çiftliğin, 1. Derece
Doğal ve Tarihsel Sit statü sü n d en çıkarılarak, 3. Derece Doğal ve Tarihsel Sit
yapılm ası belirleyici olm uştur. İlgili K orum a K u ru lu 'n u n yapılaşm aya yeşil ışık
yakan, d ah a d o ğ ru su onun gerekçesini oluşturan, "Çiftliğin yeşilliğinin doğal
değil, yapay bir yeşillik" old u ğ u n a ilişkin kararının gerekçesi, kentleşm e poli­
tikalarım ız açısm dan unutulam ayacak b ir yanlış yorum örneğidir. Son olarak,
N isan 2012'de 5393 sayılı Belediye Y asasının 73. m addesinin verdiği yetkiyle,
A O Ç 'nin, Bakanlar K urulu'nca Kentsel D önüşüm ve Gelişim Proje Alanı olarak
ilan edilm iş olm ası, A tatü rk 'ü n yeşil, tarih ve doğa sevgisiyle tü m d en çelişen
yapılaşm aların hızlanm asının d a yasal çerçevesini oluşturm uştur. Bu sistem ­
li gelişm elerin, Büyük A tatü rk 'e ve devrim lerine bir kısım çevrelerde du y u lan
"ö rtü lü h usum etle" örtüşm ekte o lduğuna ilişkin yorum lara hak verm em ek elde
d eğ ild ir12.
Özellikle p lan değişikliklerinin esas olarak toprakta ra n t yaratm ayı ve belli
çevrelere öncelikle aktarm ayı am açlayan işlem ler niteliğinde o ld u ğ u görülm ek­
tedir. İstanbul'da, h er yıl belediye m eclisinden geçirilen im ar planı değişiklikle­
rinin sayısı 1000' e yakındır. A nkara için de b u sayıya yakındır. Siyasal niteliği
ağır basan b u tü r kararlarla, İstanbul'da, K uzey d o ğ ru ltu su n d a geleneksel olarak
gelişm eye ve yapılaşm aya olanak tanım ayan im ar planlarında b üyük gedikler
açılm ıştır. O rm anlar, su havzaları, göller ve göletler gibi tüm ekolojik değerler
b u n lard a n payına düşeni alm ıştır. İstan b u l'd a yapım ına başlanm ış olan 3. H ava
Limanı, 3. Boğaz K öprüsü ve sık sık gündem e getirilen "çılgın" projeler b u bağ­
lam da akla gelen ilk örneklerdir. İstan b u l'd a b u günlerde yaşanan su sıkıntısının
nedenleri arasında, genel iklim değişm elerinin yam sıra, b u doğa karşıtı yanlış
kentleşm e politikalarının d a önem li rol oynadığı g ü n gibi açıktır.
G örülm ektedir ki, ülke çapında ekolojik kaygıların planlam aya gereği gibi
yansıtılm akta o ld u ğ u n u söylem eye olanak yoktur. Bir yabancı gözlem ci, bu ör­
n eklerden yola çıkarak, "İstan b u l'u n kentleşm esi siyasi arenada yaşanan gidişa­
tın bir yansım asıdır. Belediye him ayesinde ku ru lan "tek vücut" hayali d o ğ ru ltu ­
12 Ruşen Keleş, Cum huriyet Dönemi Mimarlığı ve Doğal Değerlere Saygı", TMMOB Mimarlar Odası
Konya Şubesi, Cumhuriyet Dönemi Mimarlığı Çalıştayı, Konya, 2-3 Kasım 2013.
219
Kamu Yararı Kaygılarının İşığında Kentleşme ve Konut Sorunlarımız / Prof. Dr. Ruj«« KELEŞ
sundaki "organik şehir" m odelinin ötesinde, kam u düzenlem esi ve m üdahalesi
g ü nden güne giderek daha kısıtlı hale gelen, çok aktörlü, parçacıklardan oluşan,
bireyselleştirilm iş ve sınıf bazında farklılaştırılm ış bir şehir oluşm aktadır gün be
g ü n" değerlendirm esini y a p m a k ta d ır13. Bu bağlam da, T oprak K orum a ve Arazi
Kullanım ı adını taşıyan 5403 sayılı yasa, esas olarak tarım topraklarının yasa dışı
işgaller sonucunda tarım dışı kullanım lara ayrılm asına olanak tanım aktadır. Bu­
n u n anlam ı, yasaya aykırı dav ran an lar için, bu yasaya "otom atik im ar affı" k u ­
rallarının sokulm uş olm asıdır. Bu yetm ezm iş gibi, söz konusu yasada daha sonra
yapılan bir değişiklikle, Cargill adlı firm aya, Bursa O vasında, gelecek kuşakların
çevre hakları ü zerinden yeni olanaklar da sağlanm ıştır.
Gerçekte, küreselleşm e, kent, kültür, doğa, tarih, m im arlık ve çevre değer­
lerine d u y u lan saygıda d a b üyük bir aşınm aya yol açm ıştır. Bu değişiklikten
kentleşm e de payına d üşen zararı görm ektedir. A nayasanın öngö rd ü ğ ü (m.56)
ve taraf old u ğ u m u z uluslararası sözleşm elerle d e güvence altına alınm ış olan
çevre hakkı fiili olarak kullanılam az d u ru m a gelm ektedir. M edyanın kullandığı
reklam lar arasında "kısa yoldan zengin olm ayı" özendiren, aşağıdakilere benzer
savsözlerin çoğalm ası bile kent ve çevre değerlerinin göreceli d u ru m u n a ilişkin
olarak bir fikir verm eye yeter: "....Factoring; p aralar trink"; "Bize kulak verin:
Satın, alın, verin, bize kulak verin; ekonom iye can verin".
Bu genel çerçeve içinde, ekonom iyle kent ve çevre değerlerinin korunm ası
arasındaki dengeyi kurm akta yararlanılabilecek "sürekli ve dengeli" (sü rd ü rü le­
bilir) gelişm e savsözünü yöneticiler dillerinden düşürm edikleri halde, gereğini
yaptıkları söylenem ez. K entleşm e politikaları açısından b u konu n u n aydınlatıl­
m ası için verilebilecek en güzel örnek, kuşkusuz, turizm in gelişm esi ve ekono­
m ik gelişm eye katkısıyla orm an varlığının korunm ası arasındaki ilişkidir. T uriz­
m in özendirilm esine İlişkin 2634 sayılı yasada (8. m addenin A, B, ve C fıkraları)
2000'li yılların ortalarında yapılan bir değişiklikle, orm anların k ültür ve turizm
am açlarına ayrılm ası için kolaylıklar sağlanm ak istenm işse de, yürü tm en in o r­
m anlar için gösterm ediği duyarlılığı A nayasa M ahkem esi göstererek, söz konu­
su değişikliği, A nayasa'nın orm anlarla ilgili 169. m addesine aykırı bulm uş ve
iptal etm iştir.
A nayasa M ahkem esi'nin bu kararı, hem "ü stü n kam u yararı" kavram ını
açıklığa kavuşturm akta, hem de çevre değerlerinin kalkınm ayı hızlandırm ak
am acıyla turizm yatırım ları için kullanılm asını kolaylaştırm a uygulam asına son
verm ektedir1'1. K ararda, iptal edilen yasa m addesinde, hangi taşınm azların ve or­
13 Jean François Perouse, "İstanbul Çeperlerinde Yeni Bir Kentsel Kimlik Yaratma Çabası: Yerel Adil
Düzenden Globalleşen Piyasa Arayışlarına Başakşehir Hikayesi: 1995-2007", Hülya Turgut Yıldız
ve Aymet Eyüce (Der.), Kent, K ültür ve Konut, IAPS-ÇBSE N etwork Kitap Serisi, İstanbul, 2010,
s.24-28.
14 Ruşen Keleş ve Ayşegül Mengi, İm ar H ukukuna G iriş, İmge, Ankara, 2014 (2.bası).
220
Prof. Dr. Tm c e r Bulutay'a Armağan
m an arazilerinin turizm yatırım larına tahsis edileceğinin hangi d u ru m lard a kaçı­
nılm az ya da zorunlu sayılabileceğine ilişkin bir ölçüte yer verilm ediğine dikkat
çekilm iştir. Turizm in özendirilm esinde kam u yararı b u lu n d u ğ u ve zorunlu o ld u ­
ğu ölçüde orm an alanlarının turizm e tahsisinin gerekli o ld u ğ u yadsınam azsa da,
A nayasa'nın orm anlarla ilgili 169. m addesi karşısında, orm anlarm korunm asına
devletçe verilen özel önem ve " u zu n dönem deki yaşam sal kam u yararı" kar­
şısında, tahsislerin hangi d u ru m lard a zorunlu sayılacağının açıkça belirtilm esi,
K ararda, A nayasanın yasa koyucuya yüklediği b ir görev olarak yorum lanm ıştır.
( RG. 24 Kasım 2007, No: 26710; Esas: 2006/169, Karar: 2007/55).
Daha önce de, Danıştay, bu konuya ilişkin bir yo ru m u n d a, "H er ne kadar
orm an arazilerinin turizm yatırım larına tahsisinde "kam u yararı" olduğu d ü şü ­
nülebilirse de, orm anların orm an olarak korunm asındaki kam u yararının "ü stü n
nitelikte" o ld u ğ u n u vurgulam ıştır. Yinelem ek gerekirse, orm an alanlarıyla H a­
zine arazilerinin, siyasal iktidarların takdirlerine bağlı olarak turizm ve benzeri
am açlarla yapılaşm aya açılm aları, doğal kaynakların "sürekli ve dengeli" (sür­
dürülebilir) gelişm e kon u su n d a verm iş olduğu sözlerle b ağ daşm am aktadır15.
Ne yazık ki, ülkem izde, orm anların yapılaşm aya açılm ası konusunda d ev ­
letin kam u yararına ters uygulam aları süregelm ektedir. O rm anların k o n u lm a­
sıyla görevli O rm an Bakanı bile, sanki orm anları korum ak değil de elden çıkar­
m akla görevliym işçesine, 2007 yılı bütçe sunuş konuşm asında, Plan ve Bütçe
K om isyonu'na şu açıklam ada bulu n m u ştu r: "O rm ancılık politikam ızın hedefi,
orm anlarım ızı im ar ve ıslah etm ektir. Devlet orm ancılığından m illet orm ancılı­
ğına geçm ekte kararlıyız". B urada yadırganm ası gereken söz, orm anların ıslahı,
yani iyileştirilm esi değil, "im ar"ım n am açlanm akta olm asıdır. Ç ünkü, orm anı
im ar etm ek dem ek, onu yapılaşm aya açm ak; son çözüm lem ede, yok etm ek d e­
m ektir. Böyle bir am acın orm ancılık politikasının hedefi olarak sunulm ası, kendi
içinde çelişkili olm anın ötesinde, bilinçsizliğin de açık bir anlatım ıdır.
A yni anlayışla, orm an niteliğini yitirm iş, b ir başka deyişle, fiilen yapılaşm a­
ya açılm ış orm an alanlarının satışına 2B Yasası (No:6292) 2011 yılında tüzel bir
değer kazandırm ıştır.
Kentleşm e, im ar ve planlam a konularında, ülkem izde m erkezi yönetim le
yerel yönetim ler arasında tam bir dikey birliktelik vardır. N orm al koşullarda,
yerel dem okrasinin, yeryiizündeki gelişm elerin ve ülke koşullarının bir gereği
olarak planların yerel yönetim lerce hazırlanıp uygulanm ası gerekirken, özellikle
2000'li yılların ortalarından itibaren, yoğun bir m erkezileştirm e olgusuyla karşı
karşıya bulunm aktayız. Bu d u ru m a yalnızca 3194 sayılı İm ar Yasasının 9. m ad­
desi değil, ard arda y ü rü rlü ğ e sokulan bir dizi yasal düzenlem eler d e olanak
15 Ruşen Keleş, "Planlama ve Siyaset ilişkileri Üzerine", İTÜ, İstanbul Buluşmaları: İstanbul: Planlama
ve Siyaset, İTÜ Taşkışla Kampüsü, 11-12 Ekim 2011.
221
Kamu Yararı Kaygılarının ¡şığında Kentleşme ve Konut Sorunlarımız / Prof. Dr. Ruşen KELEŞ
verm ektedir. Ç evre ve Şehircilik, K ültür ve Turizm , O rm an ve Su İşleri gibi b a­
kanlıkların yanı sıra, G üneydoğu A nadolu Projesi (GAP), Ö zelleştirm e Yönetimi
Başkanlığı, TOKİ, D evlet D em iryolları Genel M üd ü rlü ğ ü gibi m erkezi k uruluşlar
bu m erkezileşm e eğilim inin baş aktörleridir. 2011 yılında y ü rü rlü ğ e giren 644,
645 ve 648 sayılı Yasa G ücünde K ararnam elerle, Ç evre ve Şehircilik Bakanlığı'na,
"H er tü r ve ölçekteki nazım ve u ygulam a planlarıyla parselasyon planlarının ya­
pılm ası" yetkisinin tam ndığı görülm ektedir. K uşku yok ki, sağlıklı ve düzenli
bir kentleşm enin gerçekleştirilm esinde, m erkezi yönetim in sürece karışm asının
hizm etin niteliği ve etkinliği y ö n ünden sağlayabileceği yararlar olabilir. Ancak,
b u g ü n olduğu gibi, bu k onuda ölçünün kaçırılm ası, kam u yönetim inin gereksin­
m esi olan eşg ü d ü m ve denetim ilkelerinin kağıt üzerinde kalm asına yol açabil­
m ektedir. Öte yandan, m erkezi kuruluşlara tanınan planlam a yetkilerinin çoğu
kez yürürlükteki kent planlarıyla bütünleşm eyen b ü y ü k çaplı yatırım projeleri­
ni gerçekleştirm e am acında olm aları, düzenli kentleşm e beklentilerini geçersiz
kılm aktadır. A vrupa Yerel Yönetim ler Ö zerklik Şartı'na taraf olm uş olan ülke­
m izde, devlet ve siyaset adam larının tüm söylem lerine karşın, m erkezileşm enin
süregelm esi, uluslararası h u k u k alanındaki bir y ü k ü m lü lü ğ ü m ü zü n de dikkate
alınm adığı anlam ına gelm ektedir.
Fiilen, kentleşm eyi, kentsel gelişm eyi, kentlerin biçim ini ve kim liğini açıkça
etkileyen kararlar, m erkezde bir ya d a birkaç kişi tarafından verilebilm ekte; im ar
planı değişiklikleri ark ad an gelm ektedir. Çam lıca Tepesine İstan b u l'u n h er ya­
nın d an görülebilecek bir cam inin yapılm ası, Taksim Kışlası, B oğaz'da bir üçüncü
köprü, Terkos Gölü kıyılarına üçüncü bir havalim anı yapılm ası ve "çılgın proje"
olarak adlandırılan girişim ler ve benzeri örneklerle ilgili kararlar önce siyasal
önderlerce verilm ekte; daha sonra da bunlarla ilgili olan değişiklikler, seçimle
göreve gelm iş olan asıl yetkililerin onayına sunulm aktadır.
2011'de gerçekleştirilen son yasal düzenlem elerle, 2863 sayılı yasa uyarınca
o luşturulan K ültür ve Tabiat V arlıklarım K orum a K urullarının yapısında kök­
tenci b ir değişiklik yapılarak, d ah a önce bir b ü tü n olan K ültür Varlıklarım Ko­
rum a K urullarıyla Tabiat V arlıklarını K orum a K urulları birbirinden ayrılm ıştır.
K orum a K urulu üyelerinin belirlenm esi yetkisi ilgili Bakanlıklara bırakılm ıştır.
Doğal ve kültürel değerlerin b ü tü n lü ğ ü ve birbirlerinden ayrılm alarının olanak­
sızlığı dikkate alınırsa, bu düzenlem e sonucunda, korum ada etkinliğin azalaca­
ğını beklem ek yanlış olm az. Kentleri, kentleşm eyi, doğal ve kültürel değerleri
olum suz yönde etkileyen gelişm eler üzerinde, küreselleşm enin, yerli ve yabancı
serm aye çevrelerinin sistem li baskılarının payı vardır. Bu baskılardan, korum akullanm a dengesi olarak da adlandırılan "sürdürülebilirlik" alabildiğine zarar
görm ektedir. Şöyle ki, korum a-kullanm a dengesi, korum a değil de, kullanm a
lehine bozulm aktadır. Ayrıca, her tü rlü doğal kaynağa ve b u arada kentsel top­
raklara, alınıp satıldıkça, el değiştirdikçe, "ekonom iye kazandırıldıkça" değeri
artan, sıradan birer ü rü n gözüyle bakılır olm uştur.
222
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
Ü lkem izde kentleşm enin "k ü ltü r" ayağının bir anlam da topal o ld u ğ u n u söy­
lem ek abartm a sayılm am alıdır. Bu yüzden, k ültür varlıklarının toplum yararm a
korunm ası kaygısı genellikle arka plana itilebilm ektedir. Ö rneğin, T rabzon'da
yıllardır m üze olarak kullanılan Ayasofya Kilisesi'nin, kullanım biçimi değiştiri­
lerek cami yapılm ası, yerel seçim ler öncesinde kam uoyuna övünçle d u y u ru ld u ­
ğu gibi, İstanbul'da S ultanahm et'teki Ayasofya Kilisesi için de, benzer hazırlıkla­
rın yapıldığından söz edilm ektedir.
T rabzon'daki kilisenin cam iye d ö n ü ştürülm esinde fresklerin örtülebilm esi
için, yasada öngörülen, "inşai m üdahalede bu lu n m a yasağına" karşın, yapının
birçok yerlerine çivi çakılabilm iştir. Bu tavırlar, k ü ltü r değerlerine saygıyla ol­
d u ğ u kadar, h u k u k u n ü stü n lü ğ ü ilkesiyle de bağdaştırılam az. Geçm iş yıllarda
da, A nkara'daki kim i heykeller konusunda kim i yerel yöneticilerin "aşağılayıcı"
tavırlar takınm ış oldukları, başka yerlerde de, heykellerin "ucube" denilerek sa­
natın küçtim sendiği bilinm ektedir. K ent ve k ü ltü r ilişkilerinin biçim lenm esinde,
kentleri yönetenlerin kendi k ü ltü r düzeylerinin, k ü ltü r anlayışlarının, kentlileşm iş olup olm adıklarının belirleyici bir rol oynadığı yadsınam az. Bu bağlam da
asıl d ü şü n d ü rü c ü olan, k ü ltü r ve sanat ürünlerini, yüzlerine "tü k ü rerek " aşağı­
layan kim i yöneticilere seçm enin yıllarca sahip çıkacak d o ğ ru ltu d a oy verebil­
m esidir.
Y ukarıda kısaca değinilen bir yasal düzenlem eyle (6830 sayılı yasa), 30 M art
2014 yerel seçim lerinin hem en öncesinde, 30 İl Özel Yönetim inin, 1500 kad ar be­
lediyenin ve 16 bin k ü su r köy yönetim inin tüzel kişiliği kaldırılm ış, yani v ar­
lıklarına son verilm iştir. A nakent belediyelerinin sayısını 30'a yükselten ve bu
yerlerle anakent belediyesi şuurlarıyla il özel yönetim i sınırlarını üst üste geti­
ren b u yasal düzenlem enin, ne ölçüde kam u hizm etinin gerekleri ve dolayısıy­
la kam u yararı gözetilerek yapılm ış old u ğ u kon u su n d a b ü y ü k k uşkular vardır.
Ölçeğin büyütülm esinin sağlayacağı ekonom ik üstünlükler, kısaca karlılık göz
ö n ü n d e b u lu n d u ru lara k gerçekleştirilen bu düzenlem ede, "ölçek ekonom isi"
(scale econom ies) adı verilen kazançların, belli büyüm e sınırları aşıldıktan sonra
ters sonuçlar doğurabileceği gerçeği bu düzenlem elerde gözden uzak tu tu ld u ğ u
gibi; 30 anakent belediyesinin h er b irinin kendi sınırları içinde yapılan bölm e ve
birleştirm elerde, kam u hizm etiyle ilgili kaygılardan çok, oy hesaplarının dikkate
alınm ış o ld u ğ u n u gösteren örnekler vardır. M uğla, M ersin, A ntalya, Urfa, Konya
gibi anakentlerle İstanbul, Kocaeli, T ekirdağ, O rdu, Trabzon gibi anakent beledi­
yelerinin olanak ve gereksinm elerini yeknesak bir düzenlem eye konu yapm anın
sakıncaları çoktur.
Ç ok kısa b ir süreye sıkıştırılarak yapılan yeni düzenlem enin, A vrupa Yerel
Yönetim ler Ö zerklik Ş artı'nın aradığı katılım cı m ekanizm alar harekete geçirilm e­
den gerçekleştirilm esi, m eslek odalarının ve sivil toplum örgütlerinin görüşlerin­
den yararlanılm am ış olm ası da, toplum y ararın d an uzaklaşm am n belirtileridir.
223
Kamu Yararı Kaygılarının Işığında Kentleşme ve Konut Sorunlarımız / Prof. Dr. Ruşen KELEŞ
D üzenlem enin en az b u n lar kadar önem li olan kam u yararına ters bir özelliği
de, 30 anakent belediyesinde, "köy" adı verilen toplum sal ve tüzel bir gerçek­
liğin yaşam ına, doğuracağı sonuçlar dikkate alınm aksızın son verilm iş olm ası
ve hepsinin statü sü n ü n m ahalleye d ö n ü ştü rü lm ü ş olm asıdır. Böylesine bir d ü ­
zenlem enin, kam u yönetim i ve kam u hizm etleri açısm dan değil, ayni zam anda
m akro ekonom i ve tarım ekonom isi açısından da, toplum yararına ters sonuçlar
doğurm ası kaçınılm azdır.
Kentsel Topraklar, Konut Politikaları ve Kentsel D önüşüm
Barınma Verileri
Kent toprağının, konut ve inşaat sek tö rü n ü n ekonom inin b ü tü n ü içinde
yadsınam ayacak b ir önem e sahip öğeler o ld u ğ u n u biliyoruz. Arsa, toplam ko­
n u t m aliyeti içinde d e önem li öğelerden biridir. N e var ki, yeniden üretilem eyen,
dolayısıyla m iktarı çoğaltılam ayan bir doğal kaynak olm ası, arsaya tekel niteli­
ğinde bir değer d e kazandırm aktadır. Bu nedenle de, "tekel rantı", "m evki ran ­
tı", "m utlak rant" gibi ekonom i yazınına özgü kavram lar, toprakta artan değerin
oluşum u ve paylaşım ı açısından önem taşıyan terim lerdir16. K entleşm e ve konut
politikaları belirlenirken, bu değerlerin gerçek niteliğinin göz ö n ü n d e b u lu n d u ­
rulm ası, kam u yararının güvence altına alınm ası açısından yaşam sal önem taşır.
Türkiye İstatistik K u ru m u 'n u n h er yıl yayım ladığı N üfus ve K onut
A ra ştırm a sın ın 2013 yılı verilerine göre, ülkem izde 20.727.101 ko n u t vardır.
K onut gereksinm esininse, 2014-2018 yılları arasında, yılda 290 bin ile 320 bin
ararsında değişeceği tahm in edilm ektedir. O rtalam a hanehalkı b ü y ü k lü ğ ü 3.8
kişidir. Ülkedeki hanehalklarının %67.3'ü ev sahibi, %23.3'ü ise kiracı d u ru m u n ­
dadır. En çok kiracı oranı %31.5 pay ile İstanbul'dadır. K am u kesim inde konut
yatırım larının sabit serm aye yatırım ları içindeki payı % 11.2 dolaylarındadır.
Ayni oranın, özel kesim de %14.3 olduğu, am a her iki kesim de de b ir azalm a eği­
limi b u lu n d u ğ u d ikkat çekm ektedir. 2013 yılı k o n u t fiyatlarında önem li artışların
o lduğu bir yıldır. A rtış oranının, İstanbul'da % 18, İzm ir'de %11, A nkara'da ise
%10 olduğu belirtilm ektedir. 2013 yılı ko n u t satışları yönü n d en bir patlam a yılı
olm uş, bir m ilyonun ü zerinde konut satılm ıştır. Yıl içinde satılan konut sayısı,
İstanbul'da 233.153, A n k ara'd a 137.057, İzm ir'de ise 72.035'tir. N e v ar ki, konut
satın alm ada azalm a eğilim inin başlam ası üzerine, taşınm az m al satışlarını artır­
m ak am acıyla, karşılıklılık ilkesine bağlılık aranm aksızın yabancı u yruklu gerçek
ve tüzel kişilerin konut edinm esi yolu açılmıştır. Yapı izin belgeleri ve yapı kul­
lanm a izin belgeleri sayısındaki gelişm eler de k onutun ülke ekonom isi içindeki
önem ini açıkça gösterm ektedir. Bir b ü tü n olarak inşaat kesim inin GSM H içinde­
16 Menaf Turan, T ürkiye'de Kentsal Rant: D evlet M ülkiyetinden Özel M ülkiyete, Tan Yay.,
Ankara, 2009. Ruşen Keleş, Cevat Geray, Ayşegül Mengi ve Cahit Emre, T oprak R antının Kamuya
K azandırılm ası, Türkkent Ankara, 1998.
224
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
ki payı % 4'ün biraz üzerindedir. K onut ve inşaat, ayrıca, istihdam açısından da
önem i yadsınam ayacak kesim lerdir17.
Siyasal İktidarın Baş Önceliği: Taşınm az M ala Yatırım ve Rant
G erçekten, özellikleri dikkate alınarak, 2000'li yılların başlarından b u yana,
ülkem izde politika, ağırlıklı olarak, inşaat ve ko n u t kesim lerinin ekonom inin iti­
ci gücü olduğu anlayışı üzerine oturtulm uştur. K onut ve inşaat kesim lerinde­
ki yatırım ların ekonom inin itici gücü (m otoru) olduğu anlayışı elbette yabana
ahlam az. Bu kesim lere şim di bir d e TOKİ B iiltenleri'nde yer alan adıyla, bir de
"yıkım " kesimi, yani nü fu su doğal afetlerden korum ak am acıyla girişilen b ü ­
yük çaptaki kentsel d ö n ü şü m etkinliklerinin o lu ştu rd u ğ u kesim eklenm iştir. Bu
kesim in boyutları o ölçüde genişletilm iştir ki, konut denildiğinde akla ilk gelen
kavram neredeyse "kentsel d ö n ü şü m " olm uştur artık.
Taşınm az m alı ve özellikle toprağı hızla el değiştirm esi gereken bir ü rü n
(meta) olarak gören, öyle olduğu ölçüde ekonom iye bu yoldan katkı sağlanabi­
leceği, daha do ğ ru su ekonom inin b u sayede ayakta tutulabileceği anlayışı, taşın­
m az m alı b ir ulusal servet ve doğal kaynak olarak değil, fakat ondan rant elde
etm e aracı olarak görm enin sonucudur. Y ukarıda d a değinildiği gibi, rant,"em ek
ü rü n ü olm ayan", "kazanılm am ış" bir gelir anlam ına gelm ektedir. Toplum sal
adalet ve kam u yararı açısından ranta çoğu kez sorun gözüyle bakılır. A nkara'da
tarihsel Kızılay binasını 1970'li yıllarda yıkm a kararı alındıktan sonra, yerine ya­
pılacak yapının şantiyesine "Kızılay R ant Tesisleri" başlığını taşıyan bir tabela
konm uştu. B ununla, Kızılay'ın, tarihsel binayı yıktırarak yerine yapılacak alış­
veriş m erkezine bir kazanç kapısı gözüyle bakm akta olduğu anlam ı çıkıyordu.
Oysa, K entbilim 'de rant ve rantçılık, övünülecek değil, sıkılm a duyguları yaratan
sözcükler olarak bilinir. Ü lkem izde özellikle son 10 yılda tanığı old u ğ u m u z ge­
lişm eler bu d u ru m u n tersine d önm üş o ld u ğ u n u gösterm ektedir. Kentsel toprak
kullanım değeri için değil, fakat daha çok değişim değeri nedeniyle aranan ve
sürekli olarak el değiştirm esi önerilen bir araç d u ru m u n a gelm iş bulunm aktadır.
Bunun ise, Kentbilimci D avid H arvey'in deyişiyle, insan o n u ru n a ve doğal d e ­
ğerlere saygılı kentler yaratm ak, insanlara "kent hakkı" sağlam ak yerine; kapita­
list d ü zenin varlığını sürdürebilm esi, ayakta kalabilm esi için kullanılan bir araç
olarak algılanm akta olduğu kuşku götürm ez bir gerçektir18. Kızılay'ın tarihsel
yapısının ve benzeri kültür, m im arlık ve sanat varlıklarının ran t u ğruna yok edil­
m esinin ardındaki yaklaşım b u d u r. Ayni değerlendirm e A tatürk O rm an Çiftliği
için d e rahatlıkla yapılabilir. A n k ara'd a Saraçoğlu M ahallesini bekleyen tehlike,
ayni senaryonun devam ıdır.
17 Bülent Danişoğlu ve Cihan Altınöz, "Konut Sektörünin G örünüm ü", 2013'de Konut, Kentleşme
ve Proje: Prof.Dr.Cevat Geray'a Armağan, Ankara Enstitüsü Vakfı, 9 Mayıs 2014.
18 David Harvey, Le Capitalisme contre le Droit a la Ville, Editions Amsterdam, Paris, 2011, s.9-11.
225
Kanı» Yararı Kaygılarının Işığında Kentleşme ve Konut Sorunlarımız / Prof. Dr. Ruşen KELEŞ
Y ukarıda d a belirtildiği gibi, taşınm az mal piyasasının hareketliliğinin a r­
tırılm ası, ülkem izde resm i politika olarak benim senm iştir. B unda, ekonom iyi
ayakta tutm ak ve büyütm ek gibi bir am acın yanında, rant yaratıp, toplum sal
adalet kaygısı gütm eksizin, siyasal iktidarın tercihleri d o ğ ru ltu su n d a dağıtarak
ik tidarm sürekliliğine katkıda bulu n m ak am acının d a saklı old u ğ u yadsınam az.
Bir başka deyişle, b ir taşla birkaç kuş vu rm an ın anlatım ıdır bu gidiş. H üküm ette
birkaç yıl bakanlık görevi üstlenm iş bir kişinin, toprak alım satım ı k onusunda
bir dergiye birkaç yıl önce yazm ış old u ğ u yazıda şu görüşler yer alm ıştır: "Ü l­
kem izde, devlet en b ü y ü k toprak ağasıdır. Ağalık, toplum sal, ekonom ik ve sos­
yal (sosyal de toplum salın yabancı dillerdeki karşılığıdır) ve siyasal gelişm elerin
ö n ü n d e ciddi bir engeldir. Devlet, özellikle b ü y ü k şehirlerin civarında bulunan
arazilerine sahip çıkm am akla ülkem izdeki çarpık kentleşm enin ve H azine ara­
zilerinin yağm alanm ası sonucu yüksek arazi rantlarının doğm asının tem el so­
ru m lu su d u r. Bu d u ru m , yurttaşlarım ızı çarpık ran t ekonom isi d ü zen in d e suçlu
konum a sürüklem ektedir. Ekonom ik kaynakların rasyonel kullanım ım engelle­
yerek ekonom ik gelişm enin ö n ü n ü tıkam aktadır"19. O halde, kam u taşınm azları
satılm alı, elden çıkarılm alı, ekonom iye kazandırılm alıdır ki, ekonom i canlansın.
K am unun iyeliğindeki ya d a kullanım ındaki taşınm az m alların elden çı­
karılıp özelleştirilm esinde, ne yazık ki, bir kam u k u ru lu şu olan TOKİ, tıpkı bir
Ö zelleştirm e Yönetim i gibi d avranm aktadır. Ö te yandan, gerçek işlevi, verim siz
ve karsız çalışm akta olan kam u kuruluşlarının elden çıkarılm ası olm ası gereken
Ö zelleştirm e Yönetimi, b u am acından uzaklaşarak, önceliği kam u n u n taşınm az
m allarının özelleştirilm esine tanım ıştır. Ö zelleştirm e Y önetim i'nin 2001-2013 yıl­
lan arasında, "tesis ve varlık satışı veya devri" adı altında yapm ış olduğu 2441
işlem den 2261'i (% 93'ü), taşm m az, arsa, arazi, lojm an, daire, dükkan, restoran,
bina, sosyal tesis gibi varlıkların satışıyla ilgilidir20. A yni Yönetim, 2001-2010 yıl­
la n arasında, toplam olarak 2397 taşınm az m alı elinden çıkarm ış bu lu n m ak ta­
d ır21.
Ö zelleştirm e Yüksek K urulu, özel yasasısın verdiği yetkiyle, 2009-2013 yılla­
rı arasındaki dönem de, 131 yerbölüm (parsel) için plan değişikliği kararı alm ış­
tır. B unların çoğu, yerbölüm düzey in d e ran t am acıyla yapılan değişikliklerdir.
Bakanlar K urulu da, 9 Kasım 2013 tarihinde aldığı b ir kararla, A nkara'da, arala­
rın d a Saraçoğlu M ahallesi'nin de b u lu n d u ğ u 150 alaru ve İstan b u l'd a d a 42 alanı
19 Zafer Çağlayan, "Kamuya Ait Malların Ekonomiye Kazandırılması", G örüş, Asomedya, Ağustos,
2003, s.39-40. Bu satırların yazıldığı tarihte, yazar bakan değildi.
20 Erol Köktürk, "Kamu Mallarının Talanına Direnmek Gerekir",Cum huriyet, 6 Aralık 2013.
21 M ithat Arman Karasu, "Özelleştirme İdaresi'nin Planlama Yetkileri", Çağdaş Yerel Yönetimler,
C.20, Sayı:2, Nisan 2011,8.27-51.
226
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
"riskli alan" olarak" belirlem iştir22. B ütün b u karar ve uygulam aların, taşınm az
m al kesim inin ekonom ideki rolüne ilişkin siyasal tercihle y akından ilgili o ld u ğ u ­
na kuşku yoktur.
Böyle bir yaklaşım kam usal toprakların ve bir kam u hizm eti anlayışıyla y u rt­
taşa sunulm ası gereken konutun, dolayısıyla konut hakkının, bir am aç olm aktan
çıkarılm ış ve bir araç düzeyine indirilm iş o ld u ğ u n u gösterir. 2000'li yıllara d am ­
gasını vu ran b u anlayış siyasal iktidarı ellerinde b u lu n d u ran ların konuşm ala­
rında sık sık dile getirilm ektedir. 7-8 O cak 2000'de, G ayrim enkul Yatırım O rtak­
lıkları D erneği'nin (GYO Der) B ursa'da düzenlediği Gelişen K entler Zirvesi adlı
toplantıda, d ah a sonra Ç evre ve Şehircilik Bakam olan o g ü n ü n TOKİ Başkanı,
"G elişm enin, zengin olm anın en tem el öğelerinden biri gayrim enkuldür" değer­
lendirm esini, yapm ış; Ç evre ve Şehircilik Bakanı da, "Ülke ekonom isi kentsel
d ö n ü şü m projeleriyle şahlanacak" dem iştir.
Aynı D em eğin Başkam, bir başka vesileyle de, Afet Yasasım bir yatırım fır­
satı olarak değerlendirdiklerini bildirm iştir. Bu Yasa kapsam ında değiştirilecek
yaklaşık 5.3 m ilyon k o n u tu n "d ö rt yüz m ilyar dolarlık bir finansal hareketlilik
yaratacağını sözlerine eklem iştir23. Em ine Uşaklıgil, İstan b u l'u n bir anlam da
"yağm alanm ası" süreçlerini çözüm leyen kitabında, ran t olgusunun, siyasal ik­
tidarın kim liğinin tem el öğelerinin başında yer alan dinsel felsefe açısm dan bir
değerlendirm esini yapm akta ve faizi "haram " olarak niteleyenlerin, "arsa rantı­
nı", ekonom inin itici gücü d u ru m u n a getirm ekten sakm m am alarm daki çelişkiye
haklı olarak dikkat çekm ektedir24.
TO K İ'nin K im lik D eğiştiren İşlevi
G ecekondu bölgelerinde ve kentlerin başka alanlarında kam u n u n harcam a­
larıyla olu ştu ru lm u ş ran tın paylaştırılm asına öncülük ve aracılık etm ek, n ere­
deyse TO K İ'nin başlıca işlevidir. Kentsel d ö n ü şü m etkinliklerinin tem el yasal
dayanakları, Y ıpranan Tarihi ve K ültürel Taşınm az V arlıkların Yenilenerek Ko­
runm ası ve Yaşatılarak K ullanılm asına ilişnin 5366 sayılı yasa (2005), 5104 sa­
yılı K uzey A nkara Girişi Kentsel D önüşüm Yasası, 5393 sayılı Belediye Yasasım n (2005) kentsel d önüşüm le ilgili m addesi ve 6306 sayılı Afet Riskli A lanlarda
Kentsel D önüşüm Yasasıdır (2012).
22 Erol Köktürk, ayni yazı.
23 Emine Uşaklıgil, Bir Şehri Yok Etmek: İstanbul'da Kazanmak ya da Kaybetmek, Can Yay.,
İstanbul, 2014, s.42-43.
24 Emine Uşaklıgil, Bir Şehri Yok Etmek: İstanbul'da Kazanmak ya da Kaybetmek, Can Yay.,
İstanbul, 2014, s.158.
227
Kamu Yararı Kaygılarının Işığında Kentleşme ve Konut Sorunlarımız / Prof. Dr. Ruşen KELEŞ
TOKÎ'nin, bu yasaların tanıdığı yetkilerle, ilgili belediyelerle işbirliği yaparak
ya da yapm aksızın, uyguladığı kentsel d ö n ü şü m projeleri, yöntem olarak, 1990'lı
yıllarda, A nkara Belediyesi'nce D ikm en Vadisi ve Portakal Çiçeği Vadisi proje­
lerinde uygulanan yöntem den çok farklı değildir. Üstelik, TOKİ, uygulam alarını
proje tem elinde gerçekleştirm ekte, kent planlarının b ü tü n lü ğ ü n ü bozm aktadır.
K onut edindirm ede önceliğin d ar gelirli ve yoksul sınıflarda olm ası gerekirken,
"hasılat paylaşım ı" adı altında hem varlıklı sınıflara ran t sağlam akta, hem de
toplum sal adalet ilkesini çiğnem ektedir. Ülkenin konut gereksinm esini karşıla­
m ak am acıyla k urulm uş bulunan TOKİ, daha da ileri giderek, sınır karakolları
yapm ak, okul, cami ve hastane inşa etm ek ya da onarm ak, yabancı ülkelerde
bile konut projeleri gerçekleştirm ek gibi işler y ürütm ektedir. H azine arazilerinin
sistem li olarak elden çıkarılm ası görevini üstlenm iş gibi görünen TO K Î'den, kimi
yazarlarım ız "İkinci Bir Ö zelleştirm e İdaresi" olarak söz etm ektedirler25.
Bütün bu etkinlikler, TOKÎ'nin elindeki kullanılabilir kaynağın alternatif
m aliyetini alabildiğine yükseltm ektedir. Ö te yandan, Sulukule ve benzeri yerler­
de olduğu gibi, yoksullar d a yerinden y u rd u n d a n edilebilm ektedir. TOKİ proje­
lerindeki yapıların genellikle gereksiz ölçüde yüksek olduğu ve çevreye uyum
sağlam adığı da dikkat çekm ektedir. Ekonom ik ve toplum sal yaşam la bütünleş­
m iş olm ayan k o n u t toplulukları, kuşku yok ki, gerçek anlam da b ir kentsel d ö n ü ­
şü m ü n ü rü n ü sayılam azlar.
TOK Î'nin gerçekleştirdiği kentsel d ö n üşüm projelerinin, ayni zam anda rant
yaratm a ve paylaştırm a aracı o lduğuna ilişkin eleştirilere TOK Î'nin yayınlarında
verilen yanıtlar da dikkat çekicidir. Ö rneğin, Kentsel D önüşüm de M odel A ra­
yışları başlıklı bir TOKİ yayınında şu görüşlere yer verilm iştir "R ant kentsel d ö ­
n ü şüm için şart değildir. G erektiğinde, kentsel d ö n ü şü m kam u kaynağı ile de
gerçekleşebilir. A ncak bu d u ru m kam u ekonom isi açısından iyi b ir şey değildir.
Kam u yönetim leri bu işleri, kendiliğinden ran t üretecek projelere kıyasla daha
zor gerçekleştirirler. Tem el anlayış, kam u kaynaklarının tüketilm em esi olm alı­
dır. Rantı olm ayan projeler kam u kaynaklarından finanse edilm ek d u ru m u n d a
kalır. R ant sağlam ayan kentsel d ö n üşüm projeleri k am unun zaten kıt olan finansal kaynaklarını b ü y ü k ölçüde eritebilir. Böyle bir yöntem le, kentlerim izin
iyileştirilebilm esi tekrar edilebilen bir işlem olam az. Rantsız kentsel d ö n üşüm
gibi bir hedef kabul edilem ez"26. N e var ki, yazıda, bu yaklaşım ın ölçüsünün ve
sınırlarının ne olm ası gerektiğine ilişkin bir açıklık yer alm am aktadır.
TOKÎ'nin sözü edilen yayınında, rantın yararlarına odaklanan yazıda ayrıca
şu görülere de yer verilm ektedir: "Kentsel d ö n üşüm projelerinin hareket nok­
tası rant oluşturm a isteği değildir ve olm am alıdır. Bu projeler kaliteli bir çevre
25 Mustafa Sönmez, Kent, K apital ve Gezi D irenişi, Nota Bene, Ankara, 2013, s.141-143
26 TOKİ, K entsel D önüşüm de M odel Arayışları, TOKİ Araştırma Dizisi, 2013, s.41-47.
228
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
d o k u su n u n oluşturulm asına katkıda b u lu n d u ğ u için, artan istem sayesinde rant
ortaya çıkm aktadır. Bu d a işin d o ğ ru bir biçim de yapıldığının, kentli tarafından
takdir edildiğinin bir anlatım ıdır. Ekonom ide takdir edilm ekten kasıt taleptir.
Talep ise alım gücüyle desteklenen takdir etm e (appreciation) yetisidir. Proje ile
ilgisi olm ayan kesim lerin (yazarlar, bilim insanları ve sıradan kim seler kastedi­
liyor olsa gerek) takdir edip etm em esi ise, som ut ölçütlere dayanm ayan, projeyi
doğrulam a k onusunda dayanak oluşturm ayan görüşlerdir"27.
Buna karşın, TOKİ'nin, fiilen yüksek gelir küm elerine konut ve AVM y ap ­
m akta uzm anlaşm ış seçilmiş firm alara rant dağıtan bir devlet kuru lu şu olduğu
g ö rü şü n d e haklılık payı yüksektir. TOKİ ile en çok iş yapan firm aların listesi
gözden geçirildiğinde bu gerçek b ü tü n çıplaklığıyla görülm ektedir. TOKİ'nin ça­
lışm alarında en az bu gözlem k adar önem li olan bir nokta da, K am u Mali Yöne­
timi ve Kontrol Yasasının kapsam ının ve Sayıştay denetim inin dışında tu tu lm u ş
olm ası sonucunda, eylem ve işlem lerinde "keyfilik" ve "öznellik" olasılığının
artm asıdır. Oysa, gerek adı geçen yasa, gerekse Kam u İhale Yasası, devletçe ya­
pılacak ihale ve benzeri işlem lerde yönetim in keyfi ve yanlı d av ran m a olasılığını
azaltm ak, denetim i etkili kılm ak am acıyla çıkarılm ışlardır28.
Kentsel D önüşüm de Kamu Yararı Arayışı
Türkiye Bilimler A kadem isi'nin Türkçe Bilim Terim leri S özlüğü'nde (Sosyal
Bilimler) "kentsel d ö n ü şü m ", Belediyelerce, kentin yıpranan ve özelliğini yitir­
m eye yüz tutm uş, K ültür ve Tabiat Varlıklarını K orum a K urullarınca sit alanı
olarak tescil ve ilan edilen kent bölgeleri ile b u bölgelere ait alanların, kentin ge­
lişim ine u y gun olarak yeniden yapım ı ya d a özüne u ygun biçim de yenilenerek,
bu bölgelerde konut, ticaret, kültür, turizm ve toplum sal donatı alanları oluştu­
rulm ası, doğal afet risklerine karşı önlem ler alınm ası, kentin tarihsel, kültürel
d o k u su n u n yenilenerek korunm ası ve yaşatılarak kullanılm ası am acıyla gerçek­
leştirilen eylem lerin tü m ü " olarak tanım lanm aktadır. Bir başka anlatım la, kent­
sel yenilem e (urban renew al) ve kentsel d ö n üşüm ile gü d ü len başlıca am açların
şunlar old u ğ u görülm ektedir: a) Yoksulluk yuvalarını (slum ) ya da gecekondu
tü rü yapıları ve oluşturdukları yerleşim yerlerini tem izlem ek (slum clearance),
b) Kent m erkezlerinin kentlerin öteki kesim leriyle ve banliyölerle aralarındaki
ekonom ik gelişm e düzeyi farklılıklarını ortad an kaldırm ak; çöküntü bölgelerine
yitirm iş oldukları ekonom ik canlılığı yeniden kazandırm ak (urban rehabilitati­
on, urban redevelopm ent, urban regeneration, urban renaissance), c) Kentlerin
sahip olduğu tarih, k ü ltü r ve m im arlık değerlerinin d ah a iyi korunabilm esi için
bunların bulu n d u k ları sem tleri, bu sem tlerde b u lu n an yapılarla birlikte korum a
altına alm ak (conservation), d) Doğal ya d a insan elinden çıkm ış afetler sonu27 TOKİ, Kentsel Dönüşümde Model Arayışları, Ankara, 2013.
28 Mustafa Sönmez, Kent, Kapital ve Gezi Direnişi, Nota Bene, Ankara, 2013, s. 144-150.
229
Kamıı Yararı Kaygılarının Işığında Kentleşme ve Konut Sorunlarımız / Prof. Dr. Ru^m KELEŞ
cunda yaşanabilirlik niteliklerini kısm en ya d a tüm üyle yitirm iş olan yerleşim
yerlerini tem izleyerek bu alanları yapılaşm aya elverişli d u ru m a getirm ek, e) Sa­
yılan b u etkinliklerden h er b irinde söz konusu olabilen bir yan am aç da, kentsel
d ö n ü şü m yoluyla inşaat kesim ine, kısaca, ekonom iye canlılık kazandırm ak; g ü ­
n ü m ü zü n gerçekçi değerlendirm esiyle, yerli ve yabancı serm ayeye yeni kazanç
kapılan açm anın ortam ını hazırlam ak.
G örü ld ü ğ ü gibi, çoğu kez sanıldığının tersine, kentsel d ö n ü şü m salt gece­
k ondu bölgelerindeki derm e çatm a yapıların yıkılarak yerlerine yeni, sağlam ,
sağlıklı ve çağdaş gö rü n ü m lü yapıların konulm asından ibaret değildir. Buna ek
olarak, iyileştirm e, korum a, canlandırm a, yeni işlevler kazandırm a, yeniden im ar
etm e, sağlıklı d u ru m a getirm e; hem yapıları, hem de b u lu n d u k ları kent kesim le­
rini, yitirm iş oldukları ekonom ik ve toplum sal değerlere ve fiziksel ölçünlere ye­
n id en kavuşturm a gibi hedefler d e kentsel d ö n ü şü m d en beklenenler arasındadır.
G ereksinm enin niteliğine, d önüşüm le g ü d ü len am açlara ve kent yönetim leriyle
hüküm etlerin siyasal ve ideolojik konum larına bağlı olarak, yukarıda özetlenen
am açlardan bir ya da birden çoğu öncelik alabilm ektedir.
Kaçak yapılardan oluşan, plansız ve düzensiz, sağlıksız ve altyapısı yetersiz,
çevre ölçünleri çağdaş bir kentsel yaşam düzeym i yansıtm aktan çok uzak olan
çirkin kent dokularını, doğal ya da beşeri afet riskiyle karşı karşıya b u lu n an yapı­
ların çoğunlukta olduğu yerleşim yerlerini sağlık, esenlik ve güvenlik yönlerin­
den çağdaş bir düzeye yükseltebilm ek elbette gereklidir. Bu am aca ulaşabilm ek
için, T ürkiye'de, düzenli, sistem li ve planlı olm asa da, yarım yüzyıldır harcanan
çabalar var. Bu uygulam alara gecekondu bölgelerinde başlanm ış, düzinelerle
yasalar çıkarılm ış, d ö n ü şü m ü n sorum luluğu önce belediyelerin, sonra m erke­
zi yönetim in om uzlarına yüklenm iş, d ah a sonra d a h er ikisinin işbirliğine terk
edilm iştir.
2012'de y ü rü rlü ğ e sokulan Afet Riski A ltındaki A lanların D önüştürülm esi­
ne İlişkin 6306 sayılı yasayla yeni bir adım atılm ış ve uygulam ası da 4 yıla yakın
bir süreden b u yana devam etm ektedir. Bu yasayla, kentsel d ö n üşüm de, doğal
afetler y ö n ü n d en risk taşıyan alanların b u tü rlü risklere karşı korunm ası amacı,
kentsel d ö n ü şü m ü n daha önce özetlem iş old u ğ u m tanım larda belirttiğim b ü tü n
öteki am açlarının yerini alm ış bulunm aktadır. Yasa d ö n ü şü m ü d a r anlam da al­
m akta, daha farklı am açlarla yapılabilecek d ö n ü şü m uygulam alarını ilgi alanını
d ışında bırakm aktadır. Bir başka deyişle, b u yasayla, bir yan d an kentsel d ö n ü ­
şü m kavram ının anlam ı alabildiğine daraltılm ış, yıkım riski olan alanlarla sınır­
landırılm ış; öte yandan, uygulam anın kapsayacağı coğrafi alan genişletilm iştir.
K avram ın algılanm asındaki b u daralm aya bakarak, kentlerindeki gecekondu ve
kaçak yapı oram çok yüksek olan ülkem izde, farklı am açlarla yapılacak d ö n ü ­
şüm uygulam alarına gereksinm e olm adığı sonucuna varılm am alıdır.
230
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
Yasanın am acı, daha ilk m addesinde, "afet riski altındaki alanlar ile bu alan­
lar dışındaki riskli yapıların b u lu n d u ğ u arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve
standartlarına u y g u n " 19, sağlıklı ve güvenli yaşam a çevrelerini teşkil etm ek ü ze­
re, iyileştirm e, ıslah, tasfiye ve yenilem elere d air usul ve esasları belirlem ek" ola­
rak özetlenm iştir. Bu geniş kapsam lı düzenlem e, inşaat etkinliklerini, taşınm az
m al alım şahm ını, yapı gereçleri ticaretini, rant yaratm a ve paylaştırm a işlerini
ekonom inin canlılığı ve büyüm esi için öncelikli araçlar olarak gören siyasal iktid arm siyasal ideolojisi ve dünya görüşüyle ilk bakışta tutarlı görünm ektedir.
Kentsel dönüşüm le ilgili yetkilerin hangi yönetim lerce kullanılacağına iliş­
kin k urallar gözden geçirildiğinde, asıl yetkilerin Ç evre ve Şehircilik Bakanlığı ile
TOKİ elinde toplandığı görülür. Bu d u ru m d a, kentsel dönüşüm uygulam aların­
da birincil so ru m lu lu ğ u n Bakanlık ile TOKİ'de, ikincil sorum luluğunsa belediye­
lerde olduğu anlaşılm aktadır. H er ne kadar d ö n ü şü m projeleriyle ilgili planların
belediyelerce hazırlanacağından söz edilm ekteyse de, planları onaylam a yetkisi­
nin Bakanlığa verilm iş olm ası, görevin 3194 sayılı İm ar Y asasındaki düzenlem eye
aykırı olarak "m erkezileştirilm ekte" o ld u ğ u n u gösterm ektedir. Yasa, Bakanlığa,
her tü r ve ölçekte etüt, harita, plan, yerbölüm lem e (parselizasyon) planı yapm a
yetkileri gibi çok geniş yetkilerin tanınm ış olm ası m erkezileşm e eğilim inin başka
örnekleridir. Böylesine önem li konularda belediyelerin m erkezi yönetim in y ar­
dım ve işbirliğinden yararlanm aları doğal olm akla birlikte, yerel nitelikte olan
bir kam u hizm etinin görülm esine, onay vererek ya da d o ğ ru d a n doğruya m erke­
zi kuruluşlarca ortak olunm ası, ülkem izin taraf olduğu A vrupa Yerel Yönetim ler
Ö zerklik Ş artı'nın kurallarıyla bağdaştırılam az.
Yasada "yedek alan", "riskli alan" ve "riskli yapı" olarak üç önem li kavram
yer alm aktadır. Yedek (rezerv) alanlar yeni yerleşim alanlarıdır. Bunları belir­
lem e yetkisi Ç evre ve Şehircilik B akanlığı'nındır. Riskli alanlar ise, can ve mal
kaybına yol açm a riski taşıyan yerlerdir. B unların yerini ise, A FAD'ın (Afet ve
Acil D urum Başkanlığı) ve Ç evre ve Şehircilik Bakanlığı'nın görüşlerini alarak
B akanlar K urulu belirler. Riskli yapı ise, yasada, riskli alanların içinde ya da dı­
şında olup "ekonom ik ö m rü n ü tam am lam ış olan" ya d a yıkılm a ve ağır hasar
görm e riski bulunan yapı olarak tanım lanm ıştır. Yasa, riskli yapıların, "ilm i ve
teknik" verilere dayanılarak saptanacağm ı belirtm ektedir.
Yasa, Bakanlığa kentsel d ö n üşüm etkinliklerine hem yapılar düzeyinde,
hem de alan olarak karışabilm e yetkisini tanım ıştır. Bakanlığın riskli alan ve
riskli yapı kavram larıyla ilgili yetkileri b u n u açıkça gösterm ektedir. Yedek yapı
alanı kavram ıyla ilgili düzenlem enin ayrm tıları gösterm ektedir ki, yurttaşla yö­
netim arasında yapı, alan ve arsa m ülkiyeti kon u su n d a bir uyuşm azlık ortaya
29 Norm ve standart eş anlam taşıyan sözcüklerdir. Tıpkı, saygı ve hürm et, yönetim ve idare, denetim
ve kontrol sözcüklerin durum unda olduğu gibi. Dolayısıyla, bunlardan biri kullanıldığında diğerini
kullanmaya gerek yoktur.
231
Kamu Yaran Kaygılarının Işığında Kentleşme ve Konut Sorunlarımız / Prof. Dr. Ruşen KELEŞ
çıkarsa, bu türlü yerler, Bakanlığın denetim ine geçebilecektir. Yasanın 9. m ad d e­
sinde yer alan yedek (rezerv) yapı alanı kavram ı, "uygulam anın zo ru n lu kılması
d u ru m u n d a " genişletilm eye son derecede açık ve o ölçüde de, doğal varlık ve
değerler açısından tehlikeli sonuçlar doğurabilecek niteliktedir. Böylece, o rm an ­
lar, m er'alar, zeytinlikler ve kıyılar, afet riskiyle karşı karşıya olan yedek alan
d u ru m u n a getirilerek yapılaşm aya açılabilecektir. Bu d u ru m d a, kuşku yok ki,
h ü k ü m et program larında ve kalkınm a planlarında sık sık söz edilen "sü rd ü rü le­
bilirlik" ilkesi kağıt üzerinde kalm aktan öte bir değer taşım ayacaktır. A nkara'da
tarihsel Saraçoğlu M ahallesindeki yapıların yıkılarak yerlerine AVM ve benzeri
yapılar yapm a girişim inin yasal dayanağını da bu yasadaki kurallar olu ştu rm ak ­
tadır.
24 m ad deden oluşan Afet Riskli A lanlarda Kentsel D önüşüm Yasasının ilk
8 m ad deden sonra gelen m addeleri, bu yasanın uygulanm ası açısından "engel"
ya d a "ayakbağı" oluşturabileceği d ü şü n ü len ve d ö n ü şü m süreci içinde "u y g u ­
lanm ayacak" m addelerden ve başka yasaların değiştirilen kurallarıyla ilgilidir.
Bunlar 14 m ad deden oluşm aktadır. Bunlar arasında yer alan, yani uy g u lan ­
m ayacak yasalar şunlardır: İm ar (3194), Ç evre (2872-5401), O rm an (6831), Kıyı
(3621), Askeri Yasak Bölgeler ve G üvenlik Bölgeleri (2565), Zeytinciliğin Islahı
ve Yabanilerinin A şılattırılm ası (3573), Turizm in Ö zendirilm esi (2634), M er'alar
(4842), K ültür ve Tabiat V arlıklarının K orunm ası (2863), T oprak K orum a ve A ra­
zi Kullanım ı (5403), Boğaziçi Yasası (2960).
D ikkat edilirse, b u yasalardan hem en hem en hepsinde, doğal ve kültürel
değerlerin ve özellikle toprağın, orm anların, yeşil ve açık alanların ve kıyıların
korunm asıyla ilgili kurallar yer alm aktadır. H em kentsel, hem d e kırsal alanları
d ö n üşüm süreci boyunca uygulam a alanının sınırları içine alm ayı öngören bu
yasayla, öyle anlaşılm aktadır ki, h ü k ü m et tüm doğal varlıkların rant yaratm ak
ve paylaştırm ak am acıyla "kullanılabilir" d u ru m a getirilm esi yolunu açm ak is­
tem iştir. Böyle olunca, yasanın asıl am acının kentsel d ö n ü şü m d en başka yönlere
çevrildiğini ve kam u yararından hızla uzaklaştığını söyleyenlere hak verm ek ge­
rekecektir30.
Bu yasal düzenlem enin, h u k u k düzenim izin yerleşik kuralları, A nayasam ı­
zın tem el ilkeleri, bağlı old u ğ u m u z uluslararası h u k u k belgeleri ve insan h ak ­
ları açısından da önem li sorunları olduğu dikkat çekm ektedir, a) Bir kez, başta
İm ar Yasası olduğu halde, kentsel dönüşüm uygulam alarının birçok tem el yasa
kuralının dışında tutulm ak istenm esi, im arda ve planlam ada "özel yasa" u y g u ­
lam asını genelleştirm ek anlam ına gelm ektedir. Y asanın 6. m addesiyle Bakanlığa
tanınan her türlü harita, plan, proje, arazi ve arsa düzenlem e işlem lerini yapm a
ve arazi toplulaştırm a yetkilerinin tanınm ış olm ası, h u k u k düzenim izin yerleşik
30 Ruşen Keleş, "Türkiye'de Yerel Yönetimlerde Kentsel Dönüşüm Yönetim Süreci", TODAİE,
T ürkiye'de Yerel Y önetim lerde Kentsel Dönüşüm Süreci Ç alıştay ı, 10-11 Aralık 2012, Ankara.
232
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
kuralları açısından kolay savunulam az, b) İkinci olarak da, kentsel d ö n ü şü m ü n
İm ar Yasası dışında farklı bir düzenlem eye konu yapılm ası, im ar ve planlam a
düzenim izde "ikili b ir yapı" oluşturulm ası anlam ına gelm ektedir. Planlam anın
ve planın tekliği ve bütünselliği ilkesi böyle bir düzenlem eden zarar görür. Bir
başka deyişle, d ö n ü şü m uygulam alarıyla ilgili im ar planlarını, bütüncül değil,
fakat parçacıl bir yaklaşım la ele alınca, yeni yerleşim alanlarının kentlerin b ü ­
tü n ü içindeki yerini ve bağlantılarını belirlem ekte güçlükler yaşanm aktadır, c)
Kentsel d ö n üşüm süreçlerine yurttaşın ve kenttaşm katılm asına olanak verecek
bir katılım m ekanizm asının kurulm am ış olm ası yasanın önem li eksiklerinden bi­
ridir. Denilebilir ki, b u g ü n k ü biçim iyle, halk, yalnızca afet riski taşıyan yapısının
yıkılm ası sürecinde yapm ası gereken işlem ler gerekli kıldığı takdirde çevrim e
girm ektedir, d) Son olarak, b u yasaya göre yapılacak yönetsel işlem lere karşı yö­
netsel yargıya karşı iptal istem iyle başvurm a yolu kapatılm ış olm adığı halde,
m ahkem elerin bu başvuruları değerlendirm e sürecinde yürütm eyi, d u rd u rm a
k arar verem eyeceği kurala bağlanm ıştır (m.6). A nayasanın hak aram a özgürlüğü
ile ilgili 36. ve yönetim in her türlü eylem ve işlem inin yargı denetim ine bağ­
lı olduğuna ilişkin 125. m addesine açık bir aykırılık anlam ına gelen bu d ü zen ­
lem enin yer aldığı kural A nayasa M ahkem esi'nce 2014 yılında iptal edilm iştir.
Özel olarak kam u yönetim inde, am a genel olarak yönetim de, kısa sürede sonuç
alm anın önem ini kim se yadsıyam az. Am a, her türlü kam u hizm etinin h u k ukun
ü stü n lü ğ ü ilkesinden ayrılm aksızın yapılm ası çağdaş dem okrasilerde çok daha
önem li bir kuraldır.
Ü lkem izde uygulanan kentsel d ö n üşüm projelerinde, kent toprağının ar­
tan değerinin (rant) paylaşım yöntem inden halk ve geleceğin kuşakları sürekli
olarak zarar görm üş ve b u g ü n de görm ektedirler. K am unun (halkın) toprağını,
ahlak kurallarının yanı sıra, im ar ve yapı yasalarını hiçe sayarak işgal edenlerin,
zam anla ve yine kam u n u n harcam aları sonucunda artan toprak değerine ortak
edilm esi toplum sal adalet düşünceleriyle bağdaştırılam az. A rtan değerin ya tü­
m üyle ya da önem li bir b ö lü m ü n ü n belediyenin ya da devletin kasasm a d ö n ­
m esinin sağlanm ası adalet ve kam u yararı ilkelerinin gereğidir. Bu değerlerin,
"im ar hakkının toplulaştırılm ası" ya da "im ar hakkı aktarım ı" gibi adlar altında
ve yapılacak sıradan ekonom ik, siyasal pazarlıklar d o ğ ru ltu su n d a paylaştırılm asından toplum un tüm ü gibi geleceğin kuşakları da zararlı çıkar. Ç ünkü, böylece,
gerçekte "hak olm ayan bir hak" dağıtım konusu yapılm ış olur.
Tüm kam usal hizm etler gibi, kentsel dönüşüm de, "kam u yararı" gözetile­
rek yapılm ası gereken bir hizm ettir, a) Birden çok am acın gerçekleşm esine ya­
ram ası söz konusu ise de, sonul am acın insanlarm esenlik ve m u tlu lu ğ u olduğu
kuşku götürm ez. S ulukule'de ve benzeri uygulam alarda old u ğ u gibi, ailelerin,
yöntem olarak, kam u gücü n d en yararlanarak yaşam ortam larının dışına itilm e­
leri (eviction), İnsan H ak lan Evrensel B ildirisi'nin ve onunla ilgili İkiz Sözleşm e­
lerin kurallarm a tüm üyle aykırıdır, b) Bunun yanı sıra, d ö n ü şü m ü n , ülkem izde,
233
Kanın Yararı Kaygılarının Işığında Kentleşme ve Konut Sorunlarımız / Prof. Dr. Ruşen KELEŞ
söz konusu alanların ve bu yerlerdeki yapıların "fiziksel anlam da" değiştirilm esi
olarak, yani eksik bir biçim de algılanm akta o ld u ğ u görülm ektedir. Fiziksel an ­
lam ında bile, çevre değerlerinin, peyzaj kaygılarının ve ekolojik ilkelerin dikka­
te alınm ası k onusunda yönetim lerin kaygı duy d u k ların a tanık olam ıyoruz, c)
Oysa, çağdaş planlı d ö n ü şü m uygulam alarında, yerinden edilm esi söz konusu
olan ailelerin /'istih d a m " başta olm ak üzere, sosyo-ekonom ik gereksinm elerine
çözüm b ulunm ası da projelerin ayrılm az parçasıdır.
Y oksulluğu ve toplum sal sınıfların göreceli d u ru m u n u hesaba katm ayan bir
dö nüşüm , özle değil, biçim le ilgili bir etkinlik olm aktan öteye geçem ez. Böylece,
M anuel C astells'in de haklı olarak belirttiği gibi, "Y oksulluğun kent içinde bir
yerden alınıp bir başka yere taşınm asından başka bir sonuç elde edilm iş olm az".
Olsa olsa, varsılla yoksul kent içinde yer değiştirm iş olurlar. D avid H arvey de,
Türkiye bağlam ında b u gerçeğe p arm ak basarak, T ürkiye'deki d ö n üşüm proje­
lerinde31, "Varlıklı sınıfların kent m erkezine dönm e isteğinin" itici güç olduğuna
dikkat çekmiştir.
Yine D avid H arvey'in belirttiği gibi, ekonom ik bunalım , konut bunalım ı, ta­
şınm az m al bunalım ı birbirlerinden ayrılm aları olanaksız olgulardır. Taşınm az
m ala yatırım ın ülke ekonom isindeki rolü kesinlikle yadsınam az. B ununla birlik­
te, b u n u n bir sınırı o ld u ğ u n u da kabul etm ek gerekir. G örüyoruz ki, ülkem izde
kentleşm enin ve ran t potansiyeli yüksek alanlardaki taşınm az m al hareketliliği­
n in körüklenm esi yoluyla ülke ekonom isinin canlılığının artırılm asına çalışılıyor.
Oysa, yakın geçm işte, d ü n y an ın birçok ülkelerinde yaşanan ekonom ik bunalım a
bir çözüm olarak su n u lan taşınm az m al yatırım ları, söz kon u su ekonom ilerde
kısa sürede çöküntülere yol açmıştır. Sanayi ü rü n leri üretim ini ön plan d a tutan,
girdileri açısından dışa bağım lı olm ayan bir ciddi sanayileşm e ham lesi olm aksı­
zın, salt taşınm az yatırım larıyla ne b ü y ü m en in sürekliliği, ııe de hakça bir b ö lü ­
şü m sağlanabilir. Bu koşullarda, kam u y aran n m ön planda tutulm ası bir hayal
olm aktan öteye geçem ez.
Sonuç ve Kısa Değerlendirm e
Kentleşm e, genel olarak h er yerde, yerel kam u hizm etlerini, doğal kaynakla­
rı, tarih, k ültür ve m im arlık değerlerini çok yakınan etkileyen süreçlerin başında
gelir. Gelişm ekte olan ülkelerde ve b u arada T ürkiye'de, b u etkilem e, tü rlü ne­
denlerle çok daha önem li boyutlardadır. İkinci D ünya Savaşını izleyen 70 yıllık
sürede, hızında dönem dönem küçük değişm eler görülse de, Türkiye çok hızlı,
düzensiz, sağlıksız ve plansız bir kentleşm enin sonuçlarıyla karşı karşıya kaldı.
H em , kam u hizm etlerinin üretilip sunulm asında, hem de tarih, k ü ltü r ve doğa
varlıklarının korunm asında, kam u yararı ölçü tü n ü n ü stü n tutulm ası gereği ne
31 David Harvey, "Kapitalizmin Krizi ve Kentsel Mücadele", Mimarlık, Eylül-Ekim 2012, Yıl: 49,
Sayı:367, s.20-26
234
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
yazık ki yerine getirilem edi. Özellikle, liberal politikaların toplum yaşam ına ege­
m en kılındığı 1980'lerden sonra, küreselleşm enin etkilerine tüm üyle açılan ülke­
m izde, toplum sal sınıf ayrım ları, bölgesel gelişm e farklılıkları, kentlerin iç yapı­
larındaki ekonom ik ve toplum sal çelişkiler gözardı edilerek, to p lu m u n kısa ve
u zu n erim deki çıkarlarını bireyin çıkarlarının gerisinde bırakan değer yozlaşm a­
larına tanık olduk. Bu nedenle, orm anlık alanların, verim li tarım topraklarının,
kıyılarm , k ü ltü r ve tarih değeri olan yapılarm b u lu n d u ğ u alanların, yapılaşm a­
ya açılm asında m erkezi ve yerel yönetim ler duraksam a gösterm ediler. Bu süreç
2000'li yıllardan bu yana h ızlanarak sürm ektedir. Y önetenlerin anlayışına göre,
ekonom ik gelişm enin hızlandırılm ası, kişi başına d üşen ulusal gelirin artırılm ası,
ancak ekolojik değerlerin yok edilm esi bahasına gerçekleştirilebilirdi. Oysa, her
iki am aç arasm da bir dengenin kurulm ası hem olanaklı, hem d e zo ru n lu d u r. Sü­
rekli ve dengeli (sürdürülebilir) gelişm e kavram ının anlam ı da b u d u r.
D aha önce de belirtildiği gibi, son on yıllık dönem de, ekonom inin itici gücü­
n ü n inşaat ve ko n u t kesim lerindeki yatırım lar olm asm a özen gösteriliyor. H âzi­
nenin sahip b u lu n d u ğ u taşınm az m alların bile özelleştirilerek bu kesim lere kay­
nak aktarılm asında kullanılm ası, geçici süreler için ekonom ide b ir b ü tü n olarak
canlılık yaratm aya yarayabilir. Bu bir gerçek olm akla birlikte, asıl hedefi hızlı bir
sanayileşm e olm ayan, kullanm akta olduğu girdileri dışalım yoluyla sağlayan,
dolayıyla cari açığı sürekli olarak b ü y ü y en b ir ekonom iyi böyle bir yöntem le sü­
resiz ayakta tutm anın olanaksız o ld u ğ u bilinm elidir. Kişi başına düşen ulusal
gelirleri T ürkiye'den çok d ah a yüksek olan batı ülkeleri bile, 2000'li yılların orta­
larından sonra, "inşaat b alo n u n u n " patlam asından doğan çetin sorunlarla karşı­
laştılar. T ürkiye'nin, b u ülkelerin deneyim lerinden ders alm ası gerekir.
Son dönem in kentleşm e uygulam alarının belli başlı özelliği, ekonom ik ge­
lişm enin ve zenginleşm enin ekolojiye ve çevre değerlerine, kısa erim li çıkarla­
rın uzun erim li am açlara, bireysel çıkarların kam u ve toplum yararı kavram la­
rına yeğlenm ekte o ld u ğ u n u gösteren örneklerle d o lu d u r. Bu tü r tercihlerin bir
am aç olarak tartışılabilir bir nitelik taşıdığı yadsınam az. Ancak, b u n d a n daha da
önem li olan, kentleşm eyle ilgili kim i adım ların atılm asında, C um huriyetin temel
ilkeleri arasında b u lu n an ve çağdaş h u k u k devletinin de gereklerinden olan h u ­
kukun ü stü n lü ğ ü ilkesinin, zam an zam an göz ardı edilebilm esidir. K uşkusuz, bu
anayasal tem eller arasm da yer alan laik devlet ve toplum sal devlet ilkelerinin de
sıklıkla ve açıkça çiğnendiğini yurttaşlarım ız ve kenttaşlarım ız artık görebilm eli
ve tavırlarını bu n a u ygun olarak belirleyebilm elidirler. Bu d ö n ü şü m ü n sağlan­
m asında, akıl dışı dogm aların öncülüğünü esas alan din kurallarının değil, çağ­
daş bilim in ışığında etkin kılınacak b ir eğitim dizgesinin çağdaşlaşm a d o ğ ru ltu ­
su n d a b ü y ü k y ararlar sağlayacağı unutulm am alıdır.
235
Kamu Yararı Kaygılarının İşığında Kentleşme ve Konut Sorunlarımız / Prof. Dr. Ruşen KELEŞ
Kaynakça
Aslan, M ahmut, "Saraçoğlu Mahallesine Dokunma", Cumhuriyet, 14 Ağustos 2014.
Bakioğlu, Mehmet, "Kanal İstanbul'un Ekosisteme Etkisi", Cumhuriyet, 19 Mart 2014.
Bal, Eylem, "İdari Yargının Üç Temel Bileşeni Olarak Kamu Yararı, Planlama Esasları ve
Şehircilik İlkeleri", Planlama, 2006, Sayı:3, s.27-33.
Barry, Norman, P., An Introduction to M odem Political Theory, Macmillan, London, 2000,
(4th ed.).
Başgelen, Nezih, "3. Havaalanı ile 3. Köprü ve Bağlantı Yolları Dolayısıyla Korunamayan
Değerler", Cum huriyet Bilim Teknik, Mayıs 2014.
Bengin, Tunca, "2B Arazilerinde Rant Paslaşmaları",Milliyet, 29 Nisan 2013.
Boratav, Korkut, "İktisat Tarihi:1981-1994", Sina Akşin (Yay.Yön.), Türkiye Tarihi, C.5,
Bugünkü Türkiye : 1980-1995, Cem Yay., İstanbul, 1995.
Breunung, Leonie and Nocke, Joachim, "Environmental Officer: A Viable Concept for
Ecological Movement?", in Guenther Teubner, Lindsay Farmer and Declan M urphy
(eds.), Environmental Law and Ecological Responsibility, John Wiley, New York,
1994.
Çağlayan, Zafer, "Kamuya Ait Malların Ekonomiye Kazandırılması", Görüş, Asomedya,
Ağustos, 2003, sw.39-40.
Çubuk, Mehmet, "N eden Çamlıca'ya Dev Cami?", Cumhuriyet, 20 Şubat 2013.
Danişoğlu, Bülent ve Altınöz, Cihan, "Konut Sektörünün G örünüm ü", 2013'te Konut,
Kentleşme ve Proje, Prof.Dr.Cevat Geray'a Armağan, Ankara Enstitüsü Vakfı,
Ankara, 9 Mayıs 2014.
Engin, Aydın, "Kentlilik Bilinci Betona Çarpınca", Cum huriyet, 6 Haziran 2006.
Erkan, Hüseyin, Şayiam, Gökşin, ve Yaşayan, Ahmet, Arazi Terimleri Sözlüğü, Harita ve
Kadastro M ühendisleri Odası, Ankara, 2010.
Harvey, David, Le Capitalisme contre le Droit a la Ville, Ed. Amsterdam, Paris, 2011.
H a rv e y , D av id , " K a p ita liz m in K rizi ve K en tsel M ü c a d e le ", M im arlık , E y lü l-E k im 2012,
Yıl:49, Sayı: 367, s.20-26.
Hasol, Doğan, "Kente Sahip Çıkma Bilinci", Cum huriyet,25 H aziran 2013.
Hasol, Doğan, "U yuyan Güzel İstanbul", Cumhuriyet, 4 Temmuz 2014.
Hasol, Doğan, "İstanbul Gibi İstanbul İçin Hedefler-İlkeler", Cumhuriyet, 26 Temmuz
2014.
Hasol, Doğan, "Demokrasi, Kentler ve Yerel Yönetimler", Cumhuriyet, 16 Şubat 2014.
Hasol, Doğan, "Taksim'e Yazık Oluyor", Cumhuriyet, 31 Aralık 2012.
Hasol, Doğan, "Taksim'e Kışla", Cum huriyet, 10 Mart 2013.
Hasol, Doğan, "İstanbul'un Mega Projeleri", Cumhuriyet, 21 Mayıs 2014.
Hasol, Doğan, "Bir Delinin Akıl Defterinden", Cumhuriyet, 19 Mart 2014.
Hess, Gérald, Ethiques de la Nature, Presses Universitaires de Franca, Paris, 2013.
Karasu, M ithat Arman, "Özelleştirme İdaresinin Planlama Yetkileri", Çağdaş yerel
Yönetimler, C.20, Sayı: 2, Nisan 2011, s.27-51.
Kaya, Cemil, Kamu Yararı Kavramına Danıştaym Bakışı,XII Levha Yayıncılık, İstanbul,
2011.
236
Prof. Dr. Tuncer Btılutay'a Armağan
Keleş, Ruşen, "Kent ve Çevre Değerleri Bağlamında Kamu Yararı Kavramı", Melih Ersoy
ve Çağatay Keskinok (Der.)., Mekan Planlama ve Yargı Denetimi, Yargı Yayınları,
Ankara, 2000., s.1-14.
Keleş, Ruşen, "Planlama ve Siyaset İlişkileri Üzerine", İTÜ İstanbul Buluşmaları: İstanbul,
Planlama ve Siyaset, İTÜ, Taşkışla Kamptisü, 11-12 Ekim 2011.
Keleş, Ruşen, "A tatürk, Çağdaş Ankara ve Kentbilim", Ruşen Keleş, Kent ve Siyaset
Üzerine Yazılar: 1975-1992, IULA-EMME, İstanbul, 1993.
Keleş, Ruşen, "H ukuk ve Ahlak Kuralları Açısından Atatürk Orman Çiftliği", TMMOB
Mimarlar Odası Ankara Şubesi, A tatürk Orman Çiftliği ve A nkara'nın Geleceği
Sempozyumu, Çağdaş Sanatlar Merkezi, Ankara, 8 Ekim 2012.
Keleş, Ruşen, "C um huriyet Dönemi Mimarlığı ve Doğal Değerlere Saygı", TMMOB
Mimarlar Odası Konya Şubesi, Cum huriyet Dönemi Mimarlığı Çalıştayı, 2-3 Kasım
2013.
Keleş, Ruşen, "Türkiye'de Yerel Yönetimlerde Kentsel Dönüşüm Yönetim Süreci",
TODAİE, Türkiye'de Yerel Yönetimlerde Kentsel Dönüşüm Süreci Çalıştayı, 10-11
Aralık 2012, Ankara.
Keleş, Ruşen, "How to Reconcile Private Interests with the Public Interest in the Light
of Court Décisions, regarding Orderly Urbanization and Environment in Turkey",
European Faculty of Land use and Development, 38th Symposium, Stockholm 2009.
Keleş, Ruşen, "The Concept of Public Interest as a Guiding Principle for Coastal Zone
M anagement in Turkey: Stockholders or Stakeholders?", Conference on Coastal
Zone M anagement in the M editerranean Région, İzmir, April 26, May 1, 2001.
Keleş,
Ruşen, 100 Soruda Türkiye'de Kentleşme, Konut ve Gecekondu, Cem Yay., İstanbul,
2014.
Keleş, Ruşen, 100 Soruda Çevre, Çevre Sorunları ve Çevre Politikası, Yakın Kitapevi,
İzmir, 2015.(2.bası)
Keleş, Ruşen, ve Mengi Ayşegül, İmar H ukukuna Giriş, İmge Yay., Ankara, 2014,
(2.bası).
Keleş, Ruşen, Hamamcı, Can ve Çoban, Aykut, Çevre Politikası, İmge, Ankara, 2012 (8.
Bası).
Keleş, Ruşen, Geray, Cevat, Mengi, Ayşegül ve Emre, Cahit, Toprak Rantının Kamuya
Kazandırılması, Türkkent, Ankara, 1998.
Kempf, Hervé, Cornent les Riches détruisent la Planète?, Seuil, Paris, 2007.
Kempf, Hervé, Pour Sauver la Planète, Sortez du Capitalisme, Seuil, Paris 2009.
Kızık, Serdar, "Gecekondu Mafyasında İmece", Cumhuriyet, 12 Ağustos 1996.
Kiper, Perihan, Küreselleşme Sürecinde Kentlerin Tarihsel-Kiiltürel Değerlerinin
Korunması (Türkiye-Bodrum Örneği), Sosyal Araştırmalar Vakfı, Ankara, 2006.
Köktürk, Erol, "Kamu Mallarının Talanına Direnmek Gerekir", Cum huriyet,6 Aralık
2013.
Köktürk, Erol, "Kentlerin ve Kentleşmenin Yüzyılı", Cumhuriyet, 26 Şubat 2014.
Kulaksızoğlu, Erol, "Devlet Her Yeri Pazarlayamaz", Cumhuriyet, 15 Nisan 2013.
Mengi, Ayşegül, "Kamu Yaran ve Üstün Kamu Yararı", Melif Ersoy (ed.), Kentsel
237
Kamu Yaran Kaygılarının ¡şığında Kentleşme ve Konut Sorunlarım ıı / Prof. Dr. Ruşen KELEŞ
Planlama: Ansiklopedik Sözlük, Ninova Yayıncılık, İstanbul, 2012, s.173-174.
M uratoğlu, Murat, "Yatırım İçin Konut Almak Mantıklı mı?, Sözcü, 30 Haziran 2014.
Orhon, Derin ve Sözen, Seval, "3. Havaalanı İstanbul'u Çöle Çevirecek", Cumhuriyet, 30
H aziran 2014.
Özkaya, Orhan, "Köylünün Elinden Meralar ve Tarım Alanları da Almıyor", Cumhuriyet,
3 Eylül 2011.
Pamukoğlu, Mustafa, "Sağlıksız Kentleşme ve Yaratılan Rant", Cumhuriyet, 19 Kasım
2013.
Perouse, Jean-François, "İstanbul Çeperlerinde Yeni Bir Kentsel Kimlik Yaratma Çabası:
Yerel Adil Düzenden Globalleşen Piyasa Arayışlarına Başakşehir Hikayesi: 19952007", Hülya Turgut Yıldız ve Ahmet Eyüce (Der.), APS-ÇBSE Network Kitap Serisi,
İstanbul, 2010.
Saner, Ali İhsan, Devletin Rantı Deniz, İletişim Yay., İstanbul, 2000.
Sönmez, Mustafa, Kent, Kapital ve Gezi Direnişi, Nota Bene, Ankara, 2013.
Sönmez, Mustafa, "Sanayi Tükendi, Rant verelim", Cumhuriyet, 12 Eylül 2011.
Sönmez, Mustafa, "İstanbul Balonları", Cumhuriyet, 25 Ekim 2010.
Sönmez, Mustafa, "Tayyipland, Skyland, Skandal...", Sözcü, 12 Temmuz 2014.
Sönmez, Mustafa, "İnşaat Balonu Ne Zaman Patlar?", Cumhuriyet, 14 Kasım 2012.
Sönmez, Mustafa, "İkinci Özelleştirme İdaresi: TOKİ",Cumhuriyet, 19 Eylül 2011
Sönmez, Mustafa, "Bütün İktidar Rant Bakanlığına", Cumhuriyet, 10 Eylül 2011.
Sönmez, Mustafa, "RTE Despotluğuna İstanbul Rantı", Sözcü, 13 Temmuz 2014.
Sönmez, Mustafa, "Barbarların Hedefi Zeytinlikler", Sözcü, 7 Temmuz 2014.
Sönmez, Mustafa, "90 Milyar Dolarlık İmtiyaz Projeleri", Sözcü, 15 Temmuz 2014.
Sönmez, Mustafa, "İnşaat ya Tayyibullah", Sözcü, 4 Haziran 2014.
Sönmez, Mustafa, "Konut Üstünden Yanlış Tartışmalar", Sözcü, 16 Haziran 2014.
Sönmez, Mustafa, "Konut Balonu Her An Patlayabilir", Sözcü, 24 Mayıs 2014.
Sönmez, Mustafa, "Kenti Yık, Konut Yap, Biriktir, Biriktir", Cumhuriyet, 24 Ekim 2012.
Sönmez, Mustafa, "Deprem, İnşaat ve Krize Merhem", Cumhuriyet, 2 Şubat 2012.
Tezcan, Ayhan Melih ve Poyraz, Ufuk, "Kamu Yararı Kavramının ve Türkiye'deki Yasal
Dayanaklarının Kentsel Politikalar Açısından Değerlendirilmesi", Çağdaş Yerel
Yönetimler, C.22, Sayı: 1, Ocak 2013, s.1-21.
TODAİE, Kamu Yönetimi Sözlüğü, Ankara, 2008.
Toker, Çiğdem, "Bayraktar ve Kente Karşı İşlenen Suçlar", Cumhuriyet, 19 Mart 2014.
TOKİ, Kentsel D önüşüm de Model Arayışları, TOKİ Araştırma Dizisi, Ankara, 2011.
Turan, Menaf, Türkiye'de Kentsel Rant: Devlet M ülkiyetinden Özel Mülkiyete, Tan Yay.,
Ankara, 2009.
Uras, Güngör, "Yabancılara Konut Satınca Ne Olacak?", Milliyet, 15 Mart 2013.
Uras, Güngör, "Gayrimenkulleri Yabancılara satmca ne Kazanacağız?", Milliyet, 6 Mart
2013.
Uşaklıgil, Emine, Bir Şehri Yoketmek: İstanbul'da Kazanmak ya da Kaybetmek, Can.Yay.,
238
CUMHURİYET VE TOPRAK
Bilsay KURUÇ’
- Cumhuriyet ve toprak üzerine en değerli çalışmaları yapan
Prof. Dr. Suat Aksoy'u burada saygıyla anıyorum. -
Tııncer BULUT AY'la m eslektaşlığım ız ve do stlu ğ u m u z elli yılı geçer. 1963'te,
Siyasal Bilgiler F akültesi'nin İktisat Politikası k ü rsü sü n d e asistanlığa başladım .
K ürsü başkanı S adun AREN'di. Tuncer'i k ü rsü d e kıdem li ve doktor asistan
olarak tanıdım . O zam andanberi birlikteyiz. Z am an ilerledikçe ve hızlandıkça
m eslektaş ve dost sohbetlerim iz koyulaştı. Tuncer, kaybolm ayan bir titizlikle
dostlarını akadem ik buluşm alarda toplar. Bunu d ü zg ü n aralıklarla, sabırla y ü ­
rü tü r. B uluşm alar sadece eski günleri, eski M ülkiyeliler'i anm ak için değil, daha
çok günceli ve gelişm eleri kavrayabilm ek için, âdeta akadem ik kişiliği hak ed e­
bilm ek, tazeleyebilm ek ve kabilse geliştirebilm ek için yapılır. O buna çok özen
gösterir. Sanki şunu hissettirir: Yaş ilerledikçe önem verm em iz gereken beden
sağlığı gibi, bir de 'akadem ik sağlığım ız' v ard ır ve b u n u iyi korum ak 'm ecburi
hizm etlerim iz'in başm da gelir!
İki yıl önce, 2012'nin Kasım ayında, Ercan UYGUR'un yönetim indeki T ür­
kiye Ekonom i K urum u, Ç eşm e'de bir kongre düzenlem işti. O rada Tuncer, Kor­
k u t ve ben, bir Türkiye ekonom isi panelinde konuşm acı idik. Ben, C um huriyetin
toprak so ru n u üzerinde konuşm uştum . O, bu yazının çekirdeği idi, diyebilirim .
Tuncer, birkaç kez o konuşm ayı yazıya dökm em i söyledi. Y akınlarda, geçtiğim iz
Eylül ayında (2014), yine Türkiye Ekonom i K urum u, yine T uncer'in önerisiyle
A nkara'da bir g ü n lü k bir toplantı düzenledi. O rada da aynı konuyu biraz geniş­
leterek işleyince, sözden yazıya geçirm ek kaçınılm az oldu; hele bir d e T uncer'e
A rm ağan sözkonusu olunca. A dına bir A rm ağan yapılm asını kabul ettirm ek
-d u y d u ğ u m a göre- M ülkiyeliler Birliği'nin onbeş yılını alm ış. Yazı için, Tuncer'e
A rm ağ an 'd an başka bir yer olam azdı. Hele, aram ızda bulunsaydı, sevgili Emine
BULUTAY'ın d a ilgi d u y arak okuyacağını d ü şü n ü n ce...
* Küçük bir kitap boyutuna erişen bu yazının klavyeye aktarılması, düzenlenmesi, düşüncelerin
sözcükler teker teker tartılarak doğru ifadesi gibi ağır işlerini, yani, yazının yazı olabilmesi için ne
gerekiyorsa onları yapan yine dostum İlter ERTUĞRUL'dur. Nitelikleri ile özverisini kardeşçe ve
ustalıkla yarıştıran İlter'e dostluk ve meslektaşlık teşekkürlerimi tazeliyorum.
239
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
Önce, yazının ağırlık m erkezini belirlem ek için b ir özet yazalım: C u m h u ri­
yet rejimi, 1923'te, b ir köylüler ülkesinde kurulm uştur. H enüz bir çiftçiler ülkesi
değildir. Köylü yoksunluk ve b üyük ölçüde yoksulluk içindeki yaşam ını basit
tarım la sü rd ü rü r. Basitte kalm ası kader gibidir. Bu nedenle onun tarım ı ya ve­
rim sizdir ya da çok d ü şü k bir verim düzeyinin üzerine çıkam az. K abuğunu kı­
ram ayan bu çabası, başka bir şeye benzem ediği için istatistiklerde 'tarım ' olarak
kayda geçse bile, ekonom ik ve toplum sal sonuçlarıyla kısır ve anlam sızdır.
K öylünün b üyük bölüm ü, işlediği toprağın sahibi değildir. Başkasının top­
rağında ortakçı, yarıcı ve işçi olarak çalışır. Yaşadığı köyü yönetecek bir güce
sahip değildir. T oprağın sahibi, o toprakta çalıştırdığı insandan daha ü stü n bir
tarım bilgisi ile donanm am ıştır. A m a toprağın ve gerçekte köyün sahibidir. Kö­
yün ve köylünün yönetim inde, yaşam ında onun sözü geçer. M ülkiyete dayanan
ve örfe dönüşen bir güç ondadır.
M ustafa K em al'in, C um huriyete d o ğ ru y ü rü rk en söylediği "üreten köylü
m illetin efendisidir" özdeyişi, köylüyü çiftçi yapm a ve kendi kaderine egem en
olm a hedefini gösteriyor. İddialı hedeftir. Böyle bir ülkede toprak sorunu diye
bir temel sorun o ld u ğ u n u kavram ak (doğru kavram ak) için dikkati öncelikle iki
no ktadan ayırm am ak gerekir. Birincisi şudur: K öy-toprak-tarım yapısal özellik­
leri, kurum sal tablosu, politikaları ve bunların sonuçlarıyla b ir b ü tü n d ü r. Başka
deyişle, bir bütünlük, bir m odel oluşturur. M odel geçm işten gelm iş ve zam an
içinde pekişm iştir. M odelin sahipleri (yani, ön planda b ü y ü k toprak sahipleri)
kendi gerekçeleriyle (siyasal yapı ne olursa olsun) m odelin b ü tü n lü ğ ü n ü k o ru r­
lar. Güçlerini bu bozulm ayan m odelden alırlar.
Bu nokta işin özüdür: Toprak m ülkiyetinden ve bu m ülkiyet yapısı ile orta­
ya çıkan üretim ilişkilerinden soyutlanabilecek, bununla bağdaşm ayacak b ir ta­
rım politikasm a yönelm ek ya da yine bu n u n la bağdaşm ayacak bir köy toplum u
ve o nun içinde çok farklı bir köylü (çiftçi ?) tipi tasarlam ak gerçek dışıdır. Köy,
toprak ve tarım bir gerçek tablonun iç içe geçm iş üç b o yutudur.
İkinci nokta şudur: C um huriyetin başlangıcında, söz konusu m odelin sahibi
ya da sahipleri kim dir, kim lerdir? C um huriyetin kurucuları ile geçm işin birikim ­
leriyle oluşm uş m odelin sahiplerinin bu b akım dan aynı düzlem de, benzer am aç­
larda buluşm aları m üm k ü n m ü d ü r? Bu soru, 1920'lerin ortalarından 1940'ların
ortalarına gelirken, önce aradaki farklılaşm ayı, sonra çekişm eyi ve d ah a sonra
çatışm a derecesine varan uzlaşm azlıkları ortaya koyacak sorudur. Z am an ilerle­
dikçe ayrılıklar berraklaşacak ve böylece ülkenin 1940'lardan sonra y a n m yüzyılı
aşan ve bugünlere v aran dönem inde ortaya çıkan gelişm elerin kökenini kavraya­
bilm ek kolaylaşacaktır.
240
Prof. Dr. Tuncer Bulu tay'a Armağan
M odüs V ivendi
Önce, başlangıcı yeniden düşünelim . H erşeyin ve çiçeği b u rn u n d a C u m h u ­
riyetin yolunu siyaset çizecektir:
"Mantığın em rettiği şudur efendiler: Ordu vazifesini yapmış ve ta­
mamlamıştır. Bundan sonra temini lâzım gelen bütün neticeler siyasetle
hallolunacaktır." Mustafa Kemal bunu 10 Teşrinievvel (Ekim) 1922'de
Tiirkiı/e Büyük M illet Meclisi (TBMM) g izli oturumunda söylüyor.
Lozan'daki devlet kurma ve bunu dünyaya kabııl ettirme mücadelesi içteki
siyasal iktidar meselesinden ayrılamaz. Yeni rejimin siyasal düzeni için,
öncelikle bunun ana birimi olan ('Fırka'yı) 'parti'yi vücuda getirebilmek
gerekir. Siyasal iktidar ve siyaset bekleyemez.
"Memleketimizde 'her züm reyi toplayan bir halk' vardır ve bu halk bağım­
sızlığın, hâkimiyetinin muhafazasını (egemenliğinin korunmasını) istiyor.
İşte, milletin bu esas menfaatlerinin temini için 'bir fırka' lazımdır ve böyle
bir fırkanın bütün milleti kapsayabileceği ve bütün millete dayanabilece­
ğin i tahmin ediyorum. Siyasi fırka mutlaka bir mücadele fikri ihtiva eder
(içerir). Benim tasavvurumda (tasarladığım) milletin şu veya bu sınıfın
menfaatlerini temin değildir."
M ustafa Kemal, aynı tarihlerde, siyasetin zem inindeki sınıflar meselesini,
ekonom ik olarak geri bir köylüler ülkesindeki çelişkiler üzerinden değil, geri
kalm ışlığı (tüm sınıfların) elbirliğiyle aşm a davası olarak ortaya koyuyor. Tarih
1922/23'tür. Yani, başlangıçtayız.
Geri kalm ışlıktan çıkm a davasını öne, sınıfsal çelişkileri arkaya alan bu si­
yaset çizgisiyle 'sıfırd an ' oluşturulacak fırka (parti) sınıfsal ittifaklarla değil, bir
'm o d ü s v iv e n d i' (ortak bir çizgi için karşılıklı anlayış) üzerinde yürüm eyi be­
cerm elidir. C um huriyetin zem ininin sağlam lığı, bu 'm o d ü s vivendi'nin, çağdaş
yapıların m şası için özenle gözetilip geliştirilm esine bağlı olacaktır. Fırka, 'sıfır­
dan oluşturulacaktır', çünkü, M ustafa Kemal, tasarladığı H alk Fırkası'nın ancak
A nadolu ve Rum eli M üdafaa-i H u k u k G ru b u 'n d an hareketle ve onun siyasal­
laşm asıyla oluşabileceğini görm üştür. Siyasal olarak sıfırdan, yani, Milli M üca­
dele zem ininden. A na çizgi geri kalm ışlıktan çıkm a davası ise, başka bir zem in
yoktur. Ve sınıfsal ittifaklarla değildir, çünkü, açıkça söylenm ese de bu m üm kün
görünm em ektedir.
Milli M ücadele, başta köylüler ve işçiler olm ak üzere em eğin seferberliğiy­
le gerçekleşm iştir. T oprak sahipleri, eşraf, tüccar ve (varsa) küçük sanayici de,
bu seferberliğe destek olm uşlardır. Tüm ü, 1922/23'te her şeyin nasıl ve nereden
başlayacağını ve kendilerinin n erede yer alacağını m erak etm ektedirler. M ustafa
Kemal onların önüne 1923'te geri kalm ışlıktan çıkm a davasını koyarak ve bu
çizgiye bağlanm alarım önererek, hepsini siyaset alanına davet ediyor.
241
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
K öylüler ülkesinin Milli M ücadelede seferber olan b ü y ü k kitlesi (köylüler)
ekonom ik olarak gü çsü zd ü r ve siyaset zem inine erişebilm e kapasitesinden yok­
su n d u r. T oprak sahipleri, eşraf, tüccar ve (varsa) küçük sanayi erbabı ise, ekono­
m ik gücün sahipleridir ve siyasete 'sıfırdan' değil, fiilen bir adım önde başlam a
avantajına sahiptir. 'G eri kalm ışlığı aşm a'yı kendi anlayışlarına aykırı olm am ak
üzere kabul edeceklerdir. O nların, M ustafa K em al'in önerdiği fırka ve siyaset
kuralı olarak 'm o d ü s vivendi'ye bakışları ve kabullerinin böyle bir çizgisi var­
dır. B unun farklılığım , b ir 'blok' halinde ve zam an ilerledikçe hissettireceklerdir.
Kısacası, to p lu m u n güç d o k u su n u fiilen elinde b u lu n d u ra n 'blok'a gerçekçi bir
siyaset çizgisi önerilm iştir. Bu onların anlayabileceği bir şeydir ve ortada başka
seçenek d e yoktur. C um huriyet yönetim i ise, hem m im arlığını yapacağı bu ger­
çekçi çizgiyi sürdürebilm eyi, hem de yeni rejim için (bu 'b lo k 'u n kabul ed eceğ i/
etm eyeceği) köklü değişim leri yapabilm eyi am açlam aktadır.
M üdafaa-i H u k u k 'u n H alk Fırkası'na dönüşm esi, 1920'lerin başlangıç ko­
şullarında böyle özel bir çerçeveye yerleşir. Bu bir yönüyle yükselen sınıflar
'b lo k 'u n u n (toprak sahipleri ve diğerleri) C um huriyetin zem ininde yer bulm ak
ve hareket alanlarını genişletm e girişim lerinin ilk perdesidir. Fırka'nın h en ü z
çizgileri çekilm iş bir gelişm e stratejisi ve program ı çıkaram adığı b u ilk dönem de,
bir yanda C um huriyet yönetim inin geri kalm ışlığın kabu ğ u n u kırm a ve çağdaş
altyapıları inşa etm e çabaları, bir yanda d a yükselen sınıflar b lokunun artan, kar­
şılanan, teşvik gören talepleri vardır. Bu iki yönlü çaba arasında bağdaşm alar
da, bağdaşm azlıklar d a ortaya çıkar. Böyle olm ası doğaldır. Genç H alk Fırka­
sı bağdaşm alar-bağdaşm azlıklar alanının ortasm dadır. M üdafaa-i H u k u k 'u n
1920'lerde 'fırkalaşm a'sınm özellikleri b u o rtam da oluşacaktır. Yükselen sınıflar
bloku d a kendi tem silcilerini 'F ırka'nın içinde konum landıracak ve C um huriye­
tin zem inine alışırken kendi özel ('kırm ızı') sınıfsal çizgilerini oluşturm ayı öğre­
necektir.
C um huriyetin yönetim kadrosu rejim in om urgasını 1920'lerde yerleştirdik­
ten sonra, 'fırkalaşm a'nın ilk hedeflerine 1930'ların başında erişecektir. Belgesi,
1931 Kongresi ile ortaya çıkan ilk C um huriyet H alk Fırkası (CHF) program ı ve
'altı ok'tur. Bu noktadan sonra 'm o d ü s viv en d i'n in bir sonraki (ileri) aşam asına,
yani, devletçilik çizgisinin ve yeni sanayi hareketinin yükselen sınıflar bloku ta­
rafından d a kabulünü am açlayan aşam aya geçilecektir. Bu 1930'lardır. O radaki,
karşılıklı m ücadele ve uy u m süreci yıllarıdır. D aha ileriye, yani, yeni bir toprak
rejim ine ve yeni köy, çiftçi ve tarım rejim ine geçişin gövdesini oluşturacağı daha
ileri aşam anın 1930'larda başlayıp 1940'larda keskinleşen m ücadelesi ise, yazım ı­
zın konusu oluyor.
242
Prof. Dr. Tuncer Bıtlutay'a Armağan
Başlarken
1923'ün köylüler ülkesinde yükselen sınıflar b lokunun m erkezinde toprak
sahipleri ile m üttefiki ticaret çevreleri vardır. O nlar 'köy-toprak-tarım 'm , b u ül­
kede nasıl bir b ü tü n lü k taşıdığını ve b u b ü tü n lü ğ ü n kendilerini nasıl bir güç (çok
yönlü güç!) sahibi kıldığını bilm ektedirler. Tartışm aya bile değm ez. Başlarken
onlar için h az ır b ir m odel v ard ır ve b u böyle sürm elidir. C um huriyet, onlar için
m evcut m odele ufak tefek rötuşlarla uy u m gösterm elidir. Politika, m evcut top­
rak m ülkiyeti ve üretim ilişkileri içinde tarım ın teşviki olm alıdır. C um huriyet
yönetim inin ise, aynı b ü tü n lü ğ ü görd ü ğ ü n ü , fakat bu m odelin sürdürülm esini
benim sem ediğini saptam alıyız. Kısaca, başlangıçta farklılıklarını açıkça ortaya
koym ayı tercih etm eyen iki taraf vardır. Ö zdeki farklılık başlangıçta belli değil­
dir; zam anla, C um huriyetin takvim i ilerledikçe artacak, keskinleşecektir. C um ­
h uriyet yönetim inin köy, toprak ve tarım m odeli bir denem e, yanılm a, öğrenm e,
inanm a süreci içinde oluşacaktır. 1940'ların ilk yarısında berraklaşacaktır. O yir­
m i yıllık süreç (1924-1945), önem li bilgiler ve dersler taşıyor.
Bu yazıda köy yönetim i ve tarım politikası boyutları üzerinde ayrıntılı bil­
gilere başvurm uyoruz. Bu iki bo y u tu n toprak so ru n u ele alınırken göz ardı edi­
lem eyeceği apaçıktır. Ancak, yazının vurgulayacağı hususlar, özellikle toprak
boyutu üzerinde d u rarak aydm lanabilecektir.
C um huriyetin ana kadrosu, 1920'lerde, "bir ziraat m em leketi" olarak tanım ­
ladığı T ürkiye'de işe 1924'ün Köy K anunu ile başlar. K anun, köyü çağdaş bir
düzenin ana birim i olarak tanım lar. K öyün kendine yeterli bir birim olm asını ve
m erkezle bir am aç ve dil birliği içine girebilm esini, konuşabilm esini ister. Ancak,
bu soyut bir köydür. O na biçim veren sınıf ve güç ilişkilerinden ve üretim koşul­
larından an n d ırılarak tanım lanm ıştır. Bu ilişkiler ve koşullar köyün yekpare bir
birim olarak m erkezle (C um huriyetle) konuşabilm esine, kendini anlatabilm esine
elverişli değildir. K öyün Köy K anunundaki tanım ında, onda gücün sahibi olan,
TBM M 'de güç gösterisi yapabilen b ü y ü k toprak sahibi ve zengin çiftçi görülm ez.
K üçük üreticinin (orta ve yoksul köylünün), ortakçı, yarıcı, m araba ve toprak
işçisinin derdini niçin anlatam adığı, üretim deki ve söz söylem ekteki güçsüzlüğü
kanundaki tan ım d an okunam az. Sesinin çıkm ayacağı anlaşılam az. K öyün d u y u ­
lan sesi, b ü y ü k toprak sahibinin ve zengin çiftçinindir. M eclis'te onlar konuşur.
K öyün b u sessiz, değişm ez dü n y asın d a konuşulm ayan ve duyulm ayan
şeylerin başında toprak m ülkiyeti gelir. O rta, yoksul köylü, ortakçı ve diğerle­
ri, toprağın kendilerini yaşatan yegâne varlık o ld u ğ u n u bilir, am a ona sahip ol­
243
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
m ayı, onu istem eyi bilm ez. T oprak verilirse onu nasıl işleyip geliştireceğini de
tasarlayam az.1
1920'lerin sonlarına d o ğ ru C um huriyet yönetim i bir değerlendirm e y ap ­
m aya ve işin candam arını yakalam aya başlam ıştır. T oprak davasının çözüm ü
için hareket, ilginç bir no k tad a adım atarak gelişecektir: 19 H aziran 1927 tarih­
li, 1097 sayılı yasa. Başlığı "Bazı Eşhasın Şark M enatıkından G arp Vilayetlerine
N akillerine (Bazı Kişilerin Doğu Bölgelerinden Batı İllerine G önderilm elerine)
Dair K anun". Yasanın 1. M addesi "idari, askeri ve içtimai (toplum sal) nedenlerle
D oğu'daki sıkıyönetim bölgesinden 1400 kişinin ve seksen isyancının aileleriyle
birlikte Batı illerine gönderileceğini", öteki m addeleri de işlem in kısa sürede ger­
çekleştirileceğini ve b u n d an böyle söz konusu kişilerin B atı'da yerleşeceklerini
belirtir. G önderilenlerin çoğunluğu b ü y ü k toprak sahipleridir. O nüç m addelik
yasanın k onum uz bakım ından önem li iki m addesi vardır: 9. ve 11. m addeler.
9. m ad d e söz konusu kişilere ait toprakların H azine'ye geçeceğini ve bunların
değerinin yerinde oluşturulacak bir kurulca saptanacağım ; 11. m ad d e ise, Batı'da
kendilerine bu k u ru lu n değer takdiri ölçüsünde toprak verileceğini, eğer b u n u n
değeri d ah a d ü şü k olursa, farkın yine H azine'ce kendilerine Batı'da toprak veri­
lerek tam am lanacağını belirliyor. Bir m ülkiyet kaybı olm ayacaktır.2
Birkaç ay sonra (K asım 'da) yasada değişiklik yapılır ve Batı'ya gönderilen­
lerden bazılarının eski yerlerine dönm eleri u ygun görülür. Ancak, H a ziran 'd a n
başlayarak H azine'ye geçen arazi D oğu'daki to p rak sız k ö y lü lere d ağ ıtılm ıştır.
Geri dönen b ü y ü k toprak sahipleri, dağıtılm ış topraklara el koyarlar ve köylü
yine topraksız kalır. Yönetim b u fiili d u ru m u zorla değil, yeni bir yasayla d ü ze n ­
lem ek ister.
2 H aziran 1929 tarihli, 1505 sayılı yasa b u n u n için hazırlanm ıştır. Ancak,
dikkate değer ve geniş bir çözüm e yönelik adım dır. C um huriyet yönetim inin
toprak so ru n u n u nasıl bir boyuta yerleştirm e niyeti taşıdığını ve harekete geçti­
ğini gösterir. Bir d ö n ü m noktasıdır.
1 "İlk M eclis'te köy kanunu m üzakere edilirken bendeniz dışarıya çıkm ıştım . Dışarıda -Allah rahmet eylesiııBeypazarlı Ç ayırhoğlu H ilm i Bey vardı. İçeride ne konuşuyorsunuz diye sordu. Köy ka n u n u n u konuşuyoruz
dedim. M aksat nedir, dedi. Latife olsun diye, maksat senin gibi m ütegallibenin elinden köylüyü kurtarm aktır,
dedim. Bana cevap verdi, dedi ki; kurtaram azsınız. Değil m i ki, köylü çuvalını alıp benim ambara geliyor, değil
m i ki bana akıl danışıyor, kurtaram azsınız. K öylü çuvalını alıp ambarıma gelmezse, bana akıl danışmazsa,
o zam an mütegallibenin elinden k u rtu lu r." Sırrı İÇÖZ (Yozgat Mebusu), TBMM T utanak Dergisi, 5
Haziran 1942, s. 75.
2 Bilsay Kuruç, Belgelerle T ürkiye İktisat Politikası, 2. C ilt (1933-1935), Ankara Üniversitesi, Siyasal
Bilgiler Fakültesi Yayınları, No: 580, Ankara, 1993, s. 497-98.
244
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
Yasanın başlığı "Şark M enatıkı D ahilinde M uhtaç Z ürraa Tevzi Edilecek
(Doğu Bölgelerinde M uhtaç Çiftçiye Dağıtılacak) A raziye Dair K anun"dur. Dört
m addeden ibarettir. Ne istediğini bilen bir kalem den çıktığı bellidir. Ö zlü ve adı
konulm am ış bir toprak reform u yasası gibidir.3
S ahiplerinden alınarak yapılacak bir toprak dağıtım ının ilkelerini ilk kez ve
kolay kolay değiştirilm eyecek biçim de ortaya koyar. Bu ilkeler 1940'ların ortala­
rına kad ar korunacak, bazı rötuş ve eklem elerle beslenecektir.
Y asanın gerekçesinde, 1097'nin 9. m addesiyle H azine'ye geçen arazinin top­
raksız köylüye, aşiretlerdeki köylülere ve göçerlere dağıtıldığı, onların b u toprağı
işledikleri, ancak bunların B atı'dan d önen eski sahiplerince ellerinden alındığı ve
b unun uygunsuz olduğu vurgulanır. 1. m ad d e dağıtılm ış toprağın kim lere (köy­
lü, aşiret efradı vb) dağıtılm ışsa onlarda kalacağım düzenler. 2. m adde, 1097'de
belirtilen D oğu bölgesindeki topraklarda hüküm etin topraksızlara gerekli gör­
düğü kadar toprak dağıtacağını, b ü y ü k arazi sahiplerine d e 500'den 2000 d ö n ü ­
me kadar toprak bırakabileceğini belirtir. 3. m adde, dağıtm ak üzere H azine'ye
geçecek arazi için değer saptama esasları getirir: 1915 yılının vergi bazm ı, bu
yoksa tapu değerini esas alır. En önem lisi de, bu yasanın hem D oğu'da, hem de
h ü k ü m et gerekli g ö rd ü ğ ü takdirde ülkenin her yerinde uygulanacağını kayde­
den 4. m addesidir.
Bu özlü toprak reform u m odelinde taşların yerli yerine o tu rd u ğ u n u gözden
kaçırm am ak gerekir. Birincisi ve en önem lisi, topraksızlara 'gerekli görüldüğü
k ad ar' toprak dağıtılacağı ve dağıtım ın 'arazi sahiplerinden' (büyük toprak sa­
hiplerinden) alınacak topraklarla yapılacağıdır. Başka deyişle, burada bir toprak
reform u an lay ışı vardır. Şudur: T oprak reform unda yüküm lülük büyük toprak
sahibinin üzerindedir. Dağıtım ihtiyaç olarak saptanıyorsa, toprağı verecektir.
Ve kendisine 2000 d ö n ü m d en fazla arazi bırakılam az. Toprak sahibine 'd ö n ü m
sınırı' koym ak, özellikle D oğu bölgelerindeki geleneksel yapı d üşünülürse, onun
"köyler"e sahip olm asını frenleyici bir nitelik de taşıyabilir.
İkinci nokta, sahibinden alınacak toprağa H azine'ce ödenecek bedelin öl­
çüsüdür. Rayiç bedel söz konusu olam az. Takdir, 1915 yılı, yani, Birinci D ünya
S avaşı'nm tırm anan (ve arazi fiyatını da tırm anarak yükselten) b ü y ü k enflasyon
öncesindeki vergi tabanına göre (bunun 8-10 katı ile sınırlanarak) yapılm aktadır.
Arazi sahibi kam ulaştırm a bedeli üzerinden enflasyonu aşan bir ran t elde ede­
m eyecektir. Vergi yoksa, tap u d ak i değer üzerinden aynı hesap yapılacaktır.
3 İbid. s. 499.
245
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
B unlar bir toprak reform u için asgari tem el ilkelerdir. Tarih 1929'dur. Ya­
sayı hazırlayan Ş ükrü KAYA'nın Dahiliye Vekâleti (İçişleri B akanlığı)'dir. Şunu
görüyoruz: C um huriyet yönetim inin toprak dü zen in e ilişkin ilk hamle dönem i
Şükrü KAYA'nın alanm a ve girişim ine verilm iştir. Bu dönem i 1927-1937 yılları
olarak saptayabiliriz. O yıllarda, KAYA'nın m eseleyi ortaya koym a tarzı, çerçe­
vesi ve sınırları içindeyiz. Sadeleştirirsek, sahnede toprak sahipleri ile 'm uhtaç
z ü rra ' vardır. T oprak ilkinden alınarak İkincisine verilecektir. Bedelini H azine
ödeyecektir. A nahtar sözcük, 'ihtiyaç' ('m uhtaç')tır.4
Eldeki belgeler 1505'in, hem D oğu'daki b ü y ü k topraklarda, hem de M uğ­
la ve K onya'nın bazı b ü y ü k çiftliklerinde kam ulaştırm a y apıp köylülere toprak
dağıtarak uygulandığını gösteriyor. Şu görülebiliyor: Reform, D o ğ u 'd an Batı'ya
d o ğru ilerlem ektedir. Ancak, B atı'daki b ü y ü k toprak sahipleri b u n d an hiç hoş­
lanm azlar. Şura-yı D evlet (D anıştay)'e giderler. 1505'in D oğu ile sınırlı olduğu
y olunda görüş alırlar. Direnirler.
Yönetim de direnir. 1933 yılı sonlarında (ilk sanayi program ı hüküm etçe im ­
zalanırken) 1505'in 4. m addesine M eclis'in açıklık getirm esi için bir Başvekâlet
Tezkeresi hazırlanır. Kalem sahibinin Şükrü KAYA o ld u ğ u n u görm ek zor değil­
dir. G erekçesinde şöyle yazıyor:
"Şark'ta (doğuda) geniş çiftlikler ve bu çiftliklerde serf gibi yaşayan
topraksız, fakat toprağa bağlı birçok insan vardır. Ancak, aynı vaziyette
çiftliklere ve insanlara Anadolu'nun diğer birçok yerinde de tesadüf olun­
maktadır. Şarkta bu insanları bu bağdan kurtarıp toprağa sahip kılmak
ne kadar lazımsa, garpte (batıda) da aynı vasıftaki insanları aynı surette
kurtarmak aynı derecede ve belki daha şiddetle lâzım ve zaruridir (gerekli
ve zorunludur).''5
Bu niyet toprak sahiplerince hoş karşılanm az. Tavır alacaklardır. A rtık fark­
lılık başlam ıştır. D önem ve yaşanan koşullar ne kad ar sıkıntılı olursa olsun, top­
rak sahipleri de, kendileri ya da sözcüleriyle kırm ızı çizgilerini ortaya koyarlar:
"Eğer maksat, aslında topraksız lıalka toprak vermekse tımıımi (ge­
nel) ve mühim (önemli) bir siyaset takip etmek (izlemek) lâzım gelir. Bence
Şark mıntıkası dahilinde muhtaç zürraa tevzi edilecek (dağıtılacak) arazi
hakkmdaki kanunun 4. maddesindeki ibareyi esas ittihaz ederek (alarak)
umumi bir surette memleketin muhtelif (çeşitli) yerlerinde dahi 1097 nu­
maralı kanunun tatbikinden doğan zaruretler (zorunluluklar) varmış gibi,
4 Şükrü KAYA'nın ATATÜRK'ün siyaset anlayışı ile uyum lu ve onun güvenine sahip olduğunu
unutm am ak gerekir. ATATÜRK'ün ölüm üne kadar Dahiliye Vekili (İçişleri Bakanı)'dir. 1924'ün Köy
Kanunu da aynı bakanlık tarafından hazırlanmıştır.
5 Bilsay Kuruç, İbid. s. 497. (a.b.ç.)
246
Prof. Dr. Tııncer Bulutaıj'a Armağan
memleketin vasatında (ortasında), garbında, şimalinde (kuzeyinde) ve ce­
nubunda (güneyinde) aynı kanunu tatbik etmeye ( uygulamaya) kanunun
ruhu müsait değildir." Refik Şevket Bey (İNCE). Manisa Mebusu.6
"Büyük arazilerin taksimi (paylaştım) meselesini anlayamadım. Bü­
yük arazinin taksimi için yeni bir karar mı veriliyor, yeni bir kanun mu
yapılıyor? Fırkanın (Partinin) prensibinde ve Büyük M illet Meclisi pren­
siplerinde böyle bir esas yoktur. Toprak sahibi olmak bu memlekette ayıp­
mış gibi bir manzara hasıl oluyor. Yavaş yavaş büyük emval (mülk) sahibi
olmak, çok para sahibi olmak fena telakki edilmeye (görülmeye) başlanırsa
bunun sonu nereye varır?'' Em in Bey (SAZAK), Eskişehir m ebusu.7
B urada bir tartışm a değil, bir tavır alm a ve toprak m eselesini aşan örtülü
bir "jurnallem e" var. Belki, peşin yargıya dayanan bir hazır üslup var. Bu ü s­
lup, d ah a sonra sadece toprak so ru n u n u n çözüm üne direnm ek üzere değil, ileri
ad ım lan frenlem ek ve d u rd u rab ilm ek için kullanılacaktır. Ancak, b u ifadelere en
çok toprak so ru n u tartışm alan n d a rastlanacaktır. Başı, toprak sahibi ve zengin
çiftçi çeker.
1934'ün H aziran ayında yapılan b u görüşm elerde Ş ükrü KAYA'nm yanıtı
ise berraktır. T oprak m eselesinin dışına çıkm ıyor. Yönetim in geri çekilm eyeceği­
ni gösteriyor. T oprak davası gündem e yerleşm iştir:
"Köylü kendi toprağını çok sever. Bu köylünün asıl vasfı mümeyyi­
zidir (belirgin niteliğidir). Sevmediği, sevemeyeceği bir toprak varsa, o da
kendisinin esir gibi kullanıldığı ve kullandığı başkasının toprağıdır. Bunu
hakikaten sevemez ve sevmemekte haklıdır. Onun içindir ki, bizinı arzu­
muz herşeydeıı evvel çiftçiye toprak vermektir ve bunun da kanunu gel­
miştir. Arazisini ve tarlasını kendisi işletmeyerek oralarda kurun-u vustada (Ortaçağ'da) olduğu gibi, yani, esir gibi çalışan Türk köylülerini ev ve
arazi sahibi yapmaktır, maksadımız ."s
1930'lu yıllarda başlayan farklılaşm aya dikkat edersek, 1940'h yılların ge­
lişm eleri içinde yaşanan tartışm aları kavram ak kolaylaşacaktır. C H F 'nin 1931
program ını izleyen birkaç yıl içinde C um huriyet yönetim i ile b ü y ü k toprak sa­
hibi, eşraf, tüccar ve (varsa) sanayici ittifa k ı arasında farklılaşm a göze çarpacak
noktaya gelir. Bunu yaratan itici güç, C um huriyet yönetim inin kendine çizdi­
ği yol p rogram ında attığı devletçilik adım ı ile birlikte doğan sınıfsal tepkiler­
dir. 1920'lerin 'm utedil devletçilik' yıllarında başlayan ve kısmî kalan tepkiler,
1930'larla başlayan devletçilik dönem inde b ü y ü k to p rak sahipleri ve tüccar
6 İbid., s. 216.
7 İbid., s. 217.
8 İbid., s. 216-217. (a.b.ç.)
247
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsaıj KURUÇ
başta olm ak üzere bir sert zem ine oturacak ve özellikle orada odaklanacaktır.9
1940'larda karşılaşılacak tablonun çekirdeği oradadır. Siyasette 1930'da tek parti
dönem inin açılm ası ve siyasetin tek çatı altında toplanm ası, ilginç biçim de, o çatı
altında ekonom i ve toplum boyutundaki tavırların ve düşüncelerin birbirinden
ayrılm ası ve farklılaşm asıyla iç içe yaşanm aktadır. Geri kalm ışlıktan çıkm a d av a­
sını önde tutarak C um huriyet yönetim inin sü rd ü rm ey i başardığı 'm o d ü s vivend i' henüz yürüm ektedir, fakat, çelişkiler su y ü zü n e çıkm aya başlam ıştır.
Bu bakım dan, 1505'in bir daha görüşülm esi sırasında 1934'te TBM M 'de ya­
şanan yukarıdaki tablonun ön cü lü n ü n iki yıl önce, 1932'de nasıl yaşandığını da
hatırlam alıyız. Yönetim devletçiliğin ilk adım larını 1931-32'de kararlılıkla atar­
ken, özel kesim in çeşitli çevrelerinde tedirginlik başgösterir. Bu çevrelerin sesi
TBM M 'de yüksek p erd ed en duyulur. 1931 ve özellikle 1932, ekonom ik koşulla­
rın zorlaştığı yıllardır. Yönetim için döviz tasarrufu ve tahsisi önem kazanır. Dış
ticaretin denetim i zorunlu olur. Bu denetim tüccarın serbestliğini sınırlar. "Çay,
Şeker ve K ahve İthalâtının Bir Elden İdaresi H akkında K an u n "u n görüşm ele­
rinde b ü y ü k toprak sahiplerinden İzm ir m ebusu, İttihat ve Terakki dönem inin
Meclis-i M ebusan Reisi H alil Bey (MENTEŞE),, tüccarın ve sanayicinin çıkarlarını
öncelikle korum ak gerektiğini öne sürer. Geniş bir cephe adına konuşur gibidir.
G ö rüşünü yönetim e tavır alm anın ötesine vardırır:
"Fikrimi açık söylemek lâzım gelirse, (sîzlerin) Halk Fırkası'mn
programındaki esasatı (esasları) depoze ettiğini (kaldırıp attığını) yani,
onu tecavüz ettiğini (aştığını) görüyorum. İktisadi sahada ben etatist'im
(devletçiyim). Fakat görülüyor ki sizler prensibinizin hududunu tecavüz
ederek iktisadi zaruret (zorunluluk) olmaksızın müdahaleye giriyorsunuz.
Bendeniz bunda tehlike görüyorum. Entervansiyonizm (müdahalecilik),
sosyalizm deta (devlet sosyalizmi) denilen bir sistem. Bunun kendine mah­
sus kadri (kadroları) vardır.
Şimdi bu kadri geçelim de, istihsale (üretime) servet tevezzüüne (da­
ğılımına) devletin müdahalesi kısmına gelelim. Oraya gelince, iş kollektivizasyona kadar gider."10
K olektivizasyon çağrışım ı, Sovyetler'i ve özellikle orada 1930 yılı ile başla­
yan tarım da kolektifleştirm e hareketini -kuşkusuz T ürkiye'ye ilham verebilece­
ğini de akla getirerek- endişeyle izleyen b üyük toprak sahiplerinin ve onlarla
ittifakı sıkılaştıran çevrelerin sabitleşen çizgisidir. A rgüm anların ekonom ik d ü ­
9 1920'lerin 'm utedil devletçilik' yılları olduğu, İller ERTUĞRUL'un tezidir. ERTUGRUL bu tezini,
1920'lere ilişkin kaynaklarla ortaya koymakta ve İsmet Paşa'nın geçmiş yıllarla hesaplaşma özelliği
taşıyan 30 Ağustos 1930'daki Sivas demiryolu konuşm asında, bunu, belgeleyen bir üslupla dile
getirdiğini de vurgulam aktadır.
10 Bilsay KURUÇ, Belgelerle T ürkiye İktisat Politikası, 1. Cilt, (1929-1932), Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, No: 569, Ankara, 1988, s. 278. (a.b.ç.).
248
Prof. Dr. Tuncer Bıılutay'a Armağan
zeyde yetersiz kaldığı noktada, yönetim in 'sovyetleşm eye' yöneldiği yolunda
im alar ö rtülü bir siyasal söylem olarak kullanılır. Bu çağrışım ve b u n u kışkırtıcı
bir söylem le C um huriyet yönetim inin yeni adım larına karşı kullanm a örnekleri,
1940'lı yıllarda d ah a da artacaktır."
Yeni Hamle
C um huriyetin onuncu yılında rejim oturm uştur. B uhran yılları henüz sona
erm em iştir. Ancak, yönetim yeni yeni deneylere girip çıkarak som ut şeyler öğ­
renm iştir. Devletçilik yolunda tercihlerini yaptıktan sonra kendine güven çizgi­
lerine kavuşm uştur. Sanayi program ı başlarken bir b ü y ü k çalışm a çerçevesi ve
disiplininin esaslarını getirm iştir. Bütün bunlar, C um huriyetin ana kadrosunu
tarım , toprak ve köy üçlüsünü bir stratejik bakışla ele alm aya yönlendirecektir.
G ündem yeniden ve bu bakışla düzenlenecektir.
1930 ile başlayan b u h ra n öğreticidir. Köydeki yoksullaşm a keskinleşm iştir.
O radaki sorun k ö y ü n k en te göre y o k su llaşm ası değil, k ö y lü n ü n m u tla k y o k ­
su llaşm asıd ır. O radaki yoksulluk benzersizdir. Benzersizliği, köylünün b u h ­
ran d a sığınacağı en son varlığın, ekebileceği toprağın yokluğu ile kavranabilen
bir şeydir. K öylünün gerileyip gerileyip d u v ara yapışm asıdır. Yapışma noktası,
toprağın köylü için 'y o k ' o ld u ğ u noktadır. Bu noktada m u tla k y o k su llu k so­
m utlaşır. C um huriyetin ana kad ro su n u n bakışını berraklaştıran şeylerden biri,
sanayi program ının yapıcı katkısını görm esi ve buna inanm ası ise; öteki de, b unu
görerek kırsaldaki yoksullaşm a dram ını ciddi biçim de hissetm esidir. Buradaki
sorunlar bir tarım politikasının boyunu aşar.
Ö nem li yıl 1936'dır. 1936 sonlarına d o ğ ru toprak dağıtım ı ve yeni bir köy
düzeni ile eşleşecek tarım m odelinin yapı taşları oluşturuluyor. İşaretler bunu
gösteriyor. ATATÜRK, b u n u TBM M 'nin yıllık açış konuşm asında ayrıntılara gir­
m eden, yeni bir program ın önem ini vurg u lu y o rm u ş gibi yapm ayan bir üslupla
özetler:
"Ziraatte kalkınmayı kolay ve çabuk yapmak için şartlar çok ilerlemiş
ve hazırlanmıştır. Yeni usuller ve yeni makineler kullanmakla, iyi teşkilat­
la yapılacak yardımların süratle semere vereceğini görüyoruz."12
11 Şunu hatırlamak yararlıdır: Halil Bey'in konuşması, 1932 Temm uzunda, devletçiliğin CHF
program ından hareketle somutlaştırılması demek olan sanayi hareketi son şeklini aldığı ve Meclis'e
sunulduğu sırada, o ortam da yapılmaktadır. Yeni bir sermaye birikimi başlatılacaktır. Ve bunun
ağırlık merkezi devletçilikle oluşacaktır. İttifak halindeki çevrelerin tedirginliğini ve dayanışmalarını
anlamak zor değildir. 1934 yılının H aziran ayında toprak sorunu görüşülürken, yeni sermaye
biriküninin ilk atılımı olan ilk yatırımlar yapılmaya başlanmıştır. Bu Cum huriyet yönetimi için çok
önemlidir. Yatırım yapmayı öğrenemeden tarihe karışan Osmanlı devletinden sonra, yeni rejim
sanayi temelini kurarak muhtaç olduğu güvenceyi ve özgüveni elde etmektedir.
12 Bilsay KURUÇ, Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi, Büyük Devletler ve Türkiye, İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları, 362, İstanbul, Eylül 2011, s. 465. (a.b.ç.).
249
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
Yeni yaklaşım ın ayrıntısını, tarım ve toprak için tasarlananları İN Ö N Ü açık­
layacaktır. Önce tarım ı öne alıyor, d u ru m saptam ası yapıyor. İki nokta dikkat
çekicidir: Birincisi, o güne k ad a r tarım için yapılanların artık daha fazla sonuç
verm eyeceğidir. Tarım , m evcut yapısı ile b ir 'ü retim sın ın 'n a dayanm ış g ö rü n ­
m ektedir. Özelliği, d ü şü k verim ve durağanlaşm adır. İkincisi, yönetim tarım a
şim di sanayi bakışıyla yaklaşıyor: Yeni talep yaratabilm ek için teknik ve sınai
desteği radikal biçim de büy ü tm ek şarttır. Yeni bir m akinalaşm a, cihazlanm a ve
örgütlenm e ham lesi gereklidir. Devletçiliğin sanayi ile özdeşleşerek yarattığı
başarı tarım da d a yaratılabilirse, işte yeni tarım politikasınm tem eli atılacaktır.
1935-36'dan başlayarak dünya tarım ve ham m ad d e fiyatlarında artış yaşanm ası,
yönetim in d ü şü n m e kapasitesini b ü y ü tm ü ş ve iyim serliğini de desteklem iştir.
İNÖ N Ü , 1936'nın son günlerinde, 29 İlkkânun (A ralık)'da C H P toplantısında bu
yeni yaklaşım la yasa tasarıları hazırladıklarını anlatır. O rada, yeni bir tarım poli­
tikası için ne dü şü n d ü k leri görülüyor:13
"Bu kanunlar ve bunları takip edecek (izleyecek) diğer kanun, plan
ve kredilerle yeni bir iktisadi ve zirai kalkınma devresine gireceğiz. Birkaç
senelik tecrübe ve bizzat vaki olan görgü ve tetkiklerimiz (doğruca kendi
gözlemlerimiz) göstermiştir ki, sanayide hem istihsalat (üretim) hem gelir
arttığı halde ziraatte istihsalat artmamıştır. Yalnız fiyat yüksekliğinden do­
ğan bir gelir artması vardır. Halbuki, memleket için ziraatin daha da artma
devresine girmesi, sanayin ilerlemesi ve müdafaa (savunma) kuvvetlerinin
artması için de en sağlam yol ve başlıca şarttır. Bizim 70 kilo aldığımız bir
topraktan DanimarkalI, HollandalI, 250'ye yakın almaktadır.
Şimdiye kadar şimendifer ve sanayi işlerinde olduğu gibi, 1937'den
itibaren ziraatimizi, çiftçilerimizi kalkındırmak için mühim (önemli) para­
lar tahsis edeceğiz (ayıracağız).
Nasıl kredi ve istihlak (tüketim) kooperatifleri kurulmuş ise, istihsalin
tanzim ve teşkili (üretimin düzene sokulması) için de planlı ve iştirakti (or­
takça) bir çalışma devresine girmek lazımdır. Yeni aletlerle harman maki­
neleri, sürme ve sulama tertipleriyle planlı olarak 'zirai kombineler’ vücude
getirmek istiyoru z... Bu kombineler(in) (...) her biri bir cüz-ü tam (entegre
kuruluş) şeklinde olacaktır ve (...) münferit ve müşterek (tek tek ve ortakla­
şa kullanılacak) alet ve makinelerle mücehhez (donanmış) bulunacaktır. Bu
kombinelere Orta Anadolu ve Şark'ta daha çok ihtiyaç vardır.
D üşündüğümüz ilk plan 'bin kombine' üzerine tesis olunacak (kuru­
lacak) ve dört senelik bir tecrübenin verdiği neticeye göre temin ve teksir
olunacaktır (dört yıllık bir deneyimin sonuçlarına göre geliştirilecektir ve
genişletilecektir). Bu sistemin 'remzi (simgesi) yeni usul ve yeni alet' ola­
caktır. "
13 İbid., s. 466
250
Prof. Dr. Tuncer Bulu tay'a Armağan
Şu görülüyor: C um huriyetin kurucu k adrosu 'köy lü y ü çiftçi yapacak' yeni
politikaların arayışm dadır. M ülkiyet kon u su n d a tabuları, önyargıları yoktur.
1920'lerin politikaları ile istediklerine erişem em işlerdir. Zenginleşen, fakat tarı­
m ın gelişm esi için atılım yapm ayan toprak sahiplerinin, zenginleşen, fakat sa­
nayide b ü y ü k düşünebilm e kapasitesine erişem eyen serm aye sahiplerinden pek
farkı olm adığı anlaşılm ıştır. Ancak, toprak sahipleri, hali vakti yerinde olan çift­
çiler (ve temsilcileri) C H P 'nin saflarında ve TBM M 'dedirler. K ararları tartışırlar,
kim i zam an paylaşırlar, kim i yerde karşı çıkarlar. A ralarm da toprak sahipliği
ile m odernizasyona açık kapitalist çiftçiliği bağdaştıranlar ya pek azdır ya da
yoktur. Tarım da, en k ü çü ğünden en b ü y ü ğ ü n e kad ar tüm yatırım ları devlet
y ap m ak tad ır. D evlet köylü kitlesini çiftçi yapm ak kadar, belki de daha çok, zen­
gin çiftçiye destek olm uştur. Fakat, zengin çiftçi ve b ü y ü k toprak sahibi, resm en
'b ir ziraat m em leketi' olarak kabul edilen T ürkiye'de tarım sal g elişm en in ajanı
olm am ış ya da olam am ıştır. Tarım da yatırım cılığa özenm ez, m odernizasyonu
öğrenm ez. T üm çabasını ü stü n d e o tu rd u ğ u m ülkiyeti korum aya ve büyütm eye
odaklam ıştır. Büyük toprak sahiplerinin tu tk u su m ülkiyetidir ve b u rad an kay­
naklanan g ücüdür. K ırsaldaki düzeni, saflarında siyaset yaptığı C um huriyet reji­
mi ile paylaşm ak istem ez. C um huriyetin yeni arayışları onda tedirginlik yaratır.
İN Ö N Ü , 1936 konuşm ası ile saptam alar yapıyor ve yeni hareket noktaları
benim sediklerini gösteriyor. Birincisi, "bizim 70 kilo aldığım ız bir topraktan D ani­
markalI ve H ollandalInın 250'ye yakın alm ası" dır. Tarım da verim d ü şü k kalıyor. Ge­
rilik işaretidir. G elişm enin ajam yoktur. İkincisi, tarım a önem li kaynak ayrılacak
ve yeni bir d ü zen kurulacaktır: "Planlı ve iştirakti". Ü çiincüsü, donanım m erkez­
leri kurulacaktır: İlk ham lede b in k o m b in a. Ve b u n lar entegre k u ru lu şlar olacak­
tır. Ö ncelik O rta A nadolu ve D oğu'dadır.
Ancak, bir çelişki ortaya çıkm ıştır. Bir yanda, yıllar geçm esine karşın topra­
ğa kavuşam adıkları için çiftçiliğe adım atam ayan köylü kitleleri, öte yanda, nasıl
bir çiftçi istediğini artık sanayi bilgisiyle takviye eden, am a h en ü z gerekli toprağı
verem em iş olan kadrolar. İNÖ N Ü , bir adım d ah a atm ak üzere olduklarını göste­
riyor. 'Bin kom bina' konuşm asm da m ü lk iy e t so ru n u n u m asaya yatırıyor:14
"Bir toprak en çok mahsulünü 'yalnız' bir vaziyette' verir: 'O top­
rağın işleyenin malı olması'. Yurdumuzda topraksız çiftçinin sayısı her
tasavvurun (düşünülebilenin) üstündedir. 'Hiçbir' vakit, hiçbir adamın
malını cebren zapt etmek (zorla ele geçirmek) fikrinde değiliz. Fakat, 'hiç­
bir' surette köylüyü ilelebet (sonsuza dek) topraksız kalmaya mahkûm eden
'dar çerçevede' bırakmaya razı olmayız."
14 İbid., s. 466.
251
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
Tarım ı geliştirm ek istiyorsanız, önce tem el koşulu uygulayacaksınız. Bunu
söylüyor: Toprak işleyenin! Tablo siyah-beyazdır: Bir yanda b ü y ü k toprakla­
rın d an parça alınm asına karşı du ran lar, öte y an d a düşünülebilen bir sayının ü s­
tündeki topraksızlar. Bu, habire toprak sahiplerinin çıkarına işleyen bir aşırılık
tablosudur. T arım ın b ir d ar çerçeve içine kilitlenm esidir. Büyük çiftçiler zengin­
leştikçe topraksızlar artm akta, fakat tarım da verim artm am aktadır.
B urada dikkat çekici bir nokta var: C um huriyetin ana kadrosu b ü y ü k to p ­
raklının ve zengin çiftçinin üzerine yürüm ek, zor kullanm ak istem iyor. G elinen
tabloyu tarım ın d u ru m u ile yüzleşerek ortaya koyuyor. Genç devletin henüz
hassas olan dengelerini korum ak için, tarım da söz sahibi olanları d ar çerçeveden
çıkıp reform cu bir çizgide uzlaşm aya davet ediyor. İstediği, sınıfsal güçlerin ileri
ve gelişm eye açık bir üretim düzeni için anlayış gösterm esidir (Daha kapsam lı
bir 'm o d ü s vivendi' ile d ah a sağlıklı bir toplum yapısına erişebilm e önerisi yapı­
yor, denilebilir.).
Bu düşünce ve k arar birliği birkaç kadem ede ve açık seçik dile getirilm iş­
tir: ATATÜRK'ün desteğine sahip o ld u ğ u bilinen Şükrü KAYA zam an zam an
b u sözcülüğü yapm ıştır. Sözlerinin arasında b ü y ü k çiftçileri okşasa da, m ülki­
yet so ru n u n u ve toprak dağıtım ının zo ru n lu lu ğ u n u açıkça ve ödünsüzce ortaya
koyar:15
"Biz büyük çiftçi taraftarıyız da. Çiftlikleri işletenler sonuna kadar
işletsinler ve müsterih olsunlar (içleri rahat olsun). Biz onların en büyük
yardımcısı olacağız. Maksadımız işlemeyen toprakları, işleyen kollara ver­
mek ve bu suretle işlemeyen toprakları mamur (işleyip geliştirilmiş) bir
hale koymaktır.
Şark halkını topraklandırmak esasını düşünürken, garp halkım top­
raklandırmamak hatıra gelmezdi. Çünkü, (o takdirde B.K.) memleketi garp
ve şark diye ikiye ayırmak lazımdı. Tabiidir ki hükümet ve Meclis, bu tefri­
kayı (ayırımı) yapamazdı.
Bugün memleketin 5 milyon nüfusu başkalarının toprağında çalış­
maktadır. Bu suretle toprakla uğraşanlar, ancak kara ekmek yiyebilecek
haldedirler. Türk köylüsü Türkün efendisidir demek, âdeta bir süsten ibaret
kalıyor. Bazı vilayetlerin yarısından fazlasında köylü, başkalarının elinde
olan topraklarda çalışmaktadır. Bu toprağı nasıl ve ne surette ele geçirmiş­
ler, şim di tetkik edecek (ele alacak) değiliz. Şimdi demek ki ellerinde tapula­
rı vardır, ona riayet ediyoruz (uyuyoruz). Memleketin içinde başkalarının
toprağında çalışan binlerce halk vardır. Bunları topraklandırmak, Türkü
bu toprağın efendisi yapmak, bizim en birinci borcumuzdur...
15 İbid., 474-75. (a.b.ç.).
252
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
Eğer bu köylüı/ii toprak sahibi yapmayacak olursak, bu sanayi fabri­
kalarını kim için, hangi pazarlar için kuruyorsunuz? Bizim yaşamamız 13
milyondan ibaret olan köylü tabakasını zengin etmekle ve behemehal (ne
olursa olsun) kuvvetli yapmakla kabildir ..."
1936'da açıklam alar birbirini tam am lar. İşin ciddiyeti ve tarım ile toprak
arasında bağlantının önem i siyasetin en yüksek katından, İkinci Teşrin (Kasım)
ayında Meclis açış konuşm asında ATATÜRK tarafından d a açıklanm ıştır:16
"Toprak kanununun bir neticeye varmasını kamutayın yüksek him­
metinden beklerim. Her Türk çiftçi ailesinin geçinebileceği ve çalışabileceği
toprağa malik olması lazımdır. Vatanın sağlam temeli ve imarı bu esas­
tadır. Bundan fazla olarak, büyük araziyi modern vasıtalarla işletip va­
tana fazla istihsal temin edilmesini isteriz... Memleketi ziraat bölgelerine
ayırmak icap eder. Her birinde köylülerin gözleriyle görebilecekleri, örnek
tutacakları, verimli, modern, pratik ziraat merkezleri kurulmalıdır."
1936'da, m eselenin sadece devletin üst katında 'b ir yeni politika' başlatm ak
üzere ele alındığını sanm ak çok basit dü şü n m ek olur. 1920'lerde başlayan ve
'denem e-yanılm a'lardan d a geçen politikalar 1930'larda bir kalkınma anlayı­
şına erişm iştir. Bir 'köylüler ülkesi'nde k u ru lm u ş olan C um huriyet'in aradığı,
'to p y ek û n kalkınm a'dır; yani, 'herkese kaynak v ar' yaklaşım ıdır. Kalkınm ayı,
'herkese kaynak v ar' anlayışı ile gerçekçi kılabilm ek, böylece bir üst gelişm e dü­
zeyin e geçebilm enin anahtarı, köy-toprak-tarım üçlüsünde yatıyor. Bu üçlü'yü
ihm al ederek, orad a y atan çok yönlü sorunları çözüm süz bırakarak ilerleye­
bilm ek m üm kün değildir. Ç özüm ün ne dem ek o ld u ğ u n u belki de en iyi anla­
tan, C um huriyetin ana kadro suna en yakın kalem lerden Falih Rıfkı ATAY'dır.
1937'nin ilk günlerinde m eseleyi can d am arın d an yakalar:17
"Başbakan îsmet İnönü'nün 29 İlkkânun (Aralık) parti toplantısında­
ki program nutku, hiç şüphesiz Cumhuriyet tarihine fasılbaşlarından biri
olarak geçecektir.
Dava ne kadar büyükse düsturları o kadar basittir:
1 - Halkı topraklandırmak,
2 - Toprağın verimini arttırmak,
3 - Su ve orman meselesini halletmek.
16 Ibid., 475.
17 ibid., s. 475-76. (a.b.ç.).
253
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsaıj KURUÇ
Türkiye'de köylüyü topraklandırmak demek, eğer bir aileyi 6 nüfus
üzerinden hesap edersek, iki buçuk milyona yakın mülkiyet kurmak demek­
tir. Geçen seneler, doğu vilayetlerinin bazı bölgelerinde topraksız köylü
nispetinin yüzde 77'yi bulduğu yerlere tesadüf edilmiştir.
İlk programda 1000 kombina tesis ederek, yeni usul ve yeni aletler­
le, köyler arasında planlı ve iştirakli bir çalışma yoluna girmek, nutkun
en cazibeli noktalarından birini teşkil eder. Mesele, hem memleketin ihti­
yaçlarına, hem bu asrın toprak istihsal davasına uygun, ikisini birbiri ile
anlaştıran ameli ve ilmi tarzı bulmakta idi. Köy tarlası, sadece köylüyü
geçindirir, basit bir maişet vasıtası olmaktan çıkıp, milli kudreti ve geliri
artıran bir istihsal unsuru olmak lazımdı. Köy ne sadece pazar olmakla, ne
de hammaddecilikle ileri bir cemiyetin nüvesi olabilir. Çünkü, bu iki şart
sömürge köylerinde de vardır. İptidai köylerin pazarlığı lıaraçgüzârlıktan,
hammaddeciliği toprak esirliğinden ileri gidem em iştir... Kalkınma planı,
yeni kanunlar tatbik olunup, bütün köyleri, yani, nüfusun yüzde 78'ini
kapladığı zaman bu rejim hiçbir memlekette hiçbir dinin kazanmadığı bir
itibara erecektir."
Şunu saptayabiliriz: 1929 yılının 1505. sayılı yasasından başlayan b ir süreç
sadece siyasal-sınıfsal bakış farklılaşm asını ortaya koym uş değildir. B undan iba­
ret değildir. Daha d erin b ir şeyi, farklılaşm anın, 'nasıl bir C um huriyet' düşüncesi
ü zerinde o ld u ğ u n u d a aydınlatm ıştır. Ok, 1505 ile yayından çıkm ıştır. 1936'da
h ızlanarak 1937 Şubatında ilk hedefine varacaktır: A nayasada yapılacak değişik­
likle 1924 A nayasası ile güvenceye alınm ış bu lu n an toprak m ülkiyeti üzerinde,
şim di köylüye toprak verebilm ek için değişiklik yapm ak şart olm uştur. 1937 Şu­
bat ayında, İN Ö N Ü , M alatya m ebusu sıfatıyla ve 153 m ebusla birlikte 'Teşkilati
Esasiye K a n u n u 'n u n (anayasanın) bazı m addelerinin değiştirilm esi için yasa tek­
lifi ile gelir. Ö nem li değişiklik 74. m ad d ed e d ir.18
"Değiştirilmesi istenen 74. madde şahısların menkul ve gayrimenkul
mallarının masuniyetini (taşınır ve taşınmaz mallarının dokunulmazlığı­
nı) gösteren esaslı bir kaidenin (kuralın), ne gibi hallerde sahiplerinin rıza­
sı aranmayarak alınabileceğini tespit etmektedir.... Teklif edilen 2. fıkrada
çiftçiyi toprak sahibi yapmak ve eşhasın (kişilerin) tasarrufu altında olup
devlet tarafından idare olunmak için alınacak arazi ve ormanlar hakkında
'hususi istimlâk kanunları (özel kamulaştırma yasaları) yapılabileceği ya­
zılmıştır.
Yurttaşların mülkiyet haklarını masun bulundurmak (dokunulmaz
tutmak) ve bütün kanunların bu hakkı korumasını sağlamlaştırmak, Tür­
kiye Devletinin önemle takip ettiği bir husus olmakla beraber, özel bir
menfaatin korunması düşüncesiyle halkımızın çoğunluğunu teşkil eden
ve genlikleri ulusun ilerlemesi bakımından en lüzumlu olan çiftçilerimi­
18 îbid., s. 476. (a.b.ç.). 1937 Şubat ayında yapılan anayasa değişiklikleri içinde vurgulanması
gerekenlerin başında 'alta ok'un anayasa ilkeleri olarak benimsenmesi vardır.
254
Prof. Dr. 7 u>tcer Bulutay'a Armağan
zin geçmiş devirlerde olduğu gibi hizmetkâr durumunda kalması inkılâpçı
Türkiye'nin ana siyasasına uymayacağından, bu büyük menfaatin elde
edilmesi emrinde hususi istimlâk kanunları yapılmasının ana kanunumuz­
da yer tutması lüzumlu olduğu düşünülmüştür."
Toprak rejim inde köylü lehine değişiklik yapm ak, böylece, 1937 yılında
C um huriyetin ilkelerinden birisi olm uştur. 'T oprak işleyenin', artık anayasal
kabuldür. D eğişikliğin sözcülüğünü yine Şükrü KAYA yapar. Açık ve kararlı
konuşur:19
“18 milyon Türkün 15 milyonu çiftçidir. Bu 15 milyonun birçoğu
kendi toprağında çalışmaz. Çiftçiyi toprak sahibi yapmak demek, Türk çift­
çisini, yani, Türk ekseriyetini (çoğunluğunu) kendi ekonomik mukaddera­
tına (geleceğine) sahip kılarak bu memleket için hayırlı ve aktif bir eleman
yapmak demektir. Bu büyük kitleden eğer büyük bir menfaat bekliyorsak,
ötekinin berikinin toprağında çalışmaktan kurtarmalı, kendisini kendinin
olacak topraklara hâkim kılmalıyız. Asırlardan ve asırlardan beri canları
ile, kanları ile müdafaa ettikleri topraklardan elinde kalan kısmından olsun,
kendisine, hür ve efendice yaşayabileceği kadar bir parça vermek hiç kimse­
ye çok görülmez zannederim.
Eğer çiftçinin yüksek istihsal kabiliyetinden istifade ederek onu aynı
zamanda müstehlik (tüketici) bir vaziyete koymazsak, ekonomide yaptığı­
mız işler, dahili (iç) pazarda müşterisiz kalır. Bizde köylünün ocağı tüt­
mezse, fabrikanın bacası söner.
Bu memleketin agrerlerinin ıstırabı, büyük ve milli bir ıstıraptır. Eğer
bunu halletmeyeceksek, memleketimizde topraksız çiftçiyi cumhuriyetin
ve inkılâbın büyük nimetlerinden mahrum bırakmış olacağız. Eğer millet
kendi topraklarında ekmeğine hâkim olamazsa ve bunu temin edemezsek,
yapılan şeylerin manası kalmaz. Vatandaşım aç ve topraksız bırakıp şu
veya bu muhayyel (hayal ürünü) idealler peşinde koşmak kendini aldatmak
değil midir? 'Toprak, çiftçiye toprak. Bu, bir defalık değildir. Topraksızlık
hissedildikçe verilecektir. ”
1930'larm köy-toprak-tarım stratejisinde köylülerin topraklandırılm ası artık
tartışm a g ötürm ez hareket noktası olm uştur. 1936-37'de kesinleşm iştir. İşin, "şar­
kı, garbı" kalm am ıştır. İşin öteki yanı da kesindir: Büyük toprakların ve zengin
çiftçilerin tavrında ve direncinde bir değişiklik yoktur. O nların bakışı tem elden
farklıdır. Büyük çiftçi olan H alil MENTEŞE b u kesim in yetkili sözcüsü gibidir.
MENTEŞE, çiftçinin farklı ve bireyci bir d ünyası o lduğunu, o d ünyaya başka tü r­
lü yaklaşm ak gerektiğini söyler:20
19 İbid., s. 477-78
20 İbid., s. 478.
255
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
"Çiftçi, çift ile meşgul olan halka derler. Çift sürer, kendi arazisi yok­
tur, başkasının arazisinde ortak olarak çalışır ve yaşar. Yahut da az arazisi
vardır. Zannetmiyorum ki, bunlardan başka kimseleri de ve çiftçi amele­
sini toprak sahibi yapmak meselesi mevzubahis (söz konusu) olsun. Böyle
olursa, o zaman hayvanını, alatı edevatını (araçgerecini), evini, tohumunu
ve miitedavil (iş çevirecek) sermayesini de vermek lazım gelecektir. Buna
hiçbir devletin hâzinesi tahammül edemez (dayanamaz) ve bu dünyanın
hiçbir yerinde böyle halledilmiş (çözülmüş) değildir. Fabrikaya amele lazım
olduğu gibi, toprağı işlemeye de amele lazımdır. Bilhassa, ameleyi toprağa
çivilemek ve onu toprakta tutmak çok zor bir meseledir."
Büyük çiftçi gözüyle bu 'özel' d ü n y ad a btiyük-küçük, topraklı-topraksız ara­
sında fark yoktur. T oprak işçisi, yani, 'am ele' ise, o d ü n y an ın dışındadır. 'A m ele'
o d ünyayı d ö n d ü rm ek için gereklidir, fakat 'çift ile m eşgul' sayılam az. O niteliğe
sahip ve tarım a ait değildir. O d ü n y ad an alacağı bir hak söz konusu olam az. Ka­
pitalist bir sanayi işletm esinin 'am ele'sini, d ış a n lık lı görür. Bu nedenle, kırsalda
yapılabilecek bir toprak dağıtım ında 'am ele'nin p ay sahibi (m ülk sahibi) olması
m üm k ü n değildir! Çiftçi d ünyasının tablosu böyle olunca, toprak dağıtım ı radi­
kal bir çözüm gibi algılanam az. MENTEŞE, işi büyütm enin sakıncalı olacağını,
m ülk güvenliğini sarsacak şüpheler yaratacağını vurgular. 1932'deki çizgisinde,
1937'de de değişen b ir şey yoktur:21
"Ben zannetmiyorum ki, Dahiliye Vekilinin dediği gibi bizde muaz­
zam bir question agraire (toprak davası) olsun, yani, çiftçinin yüzde 80'i
başkasının hesabına çalışmış bulunsun. Bu vaziyet çok izam edilmiştir
(büyütülmüştür). Kendi arazimden 4000 dönümünü, yani yarısını, bugün
kendi ortakçılarıma devretmiş bulunuyorum. Binaenaleyh (bundan ötürü),
toprak kanununu herkesten evvel tatbik etmiş (uygulamış) bulunuyorum.
Bizde, diğer memleketlerde olduğu gibi, hukuku medeniye (medeni hukuk)
haricinde (dışında) insanlar yoktur ve öteden beri yoktur. Müslümanlık,
mülkiyeti bir akide-i diniye (dinsel kural) olarak kabul ettiği için, bizde
ve bütün Müslüman memleketlerinde herkes mülk sahibi olabilir ve alıp
satabilir.
Zannediyorum ki, aradan seneler geçince gene bu topraklar başka el­
lere devrolunacaktır... Bu mesele, Cumhuriyet Hükümetinin zannederim
İzmir'in istirdatmdan (geri almışından) sonra oralarda kalan metruk (bı­
rakılmış) araziyi muhtaçlara dağıtmasından başlar...
Tasarruf emniyetinin (güvenliğinin) inkişaf etmesi (gelişmesi) çok
lazım olan bu memlekette emniyetsizlik ve istikrarsızlık tevlit edecek (do­
ğuracak) vaziyetleri düşünmek ve mezurayı (ölçüyü) da elden bırakmamak
lazımdır."
21 İbid., s. 479.
256
Prof. Dr. T uncer Bulutay'a Armağan
Büyük toprak sahiplerinin değişm ez sözcülerinden Em in SAZAK da,
1937'nin anayasa görüşm elerinde aynı şeyleri yalın biçim de söylem iştir:22
"Büyük çiftçi, küçük çiftçi diye bir ikilik getirmeye lüzum yoktur.
Toprak kanunu yapıyoruz. Lüzum hasıl olursa çiftçiye toprak vereceğiz,
vesaire. Memlekette büyük çiftçi, küçük çiftçi yoktur. Küçük çiftçilerin tam
kredisi biter, sonra öküzü ölür, karısı ölür, yahut tohumunu güzün ekmiş­
tir, don vurur. Bu vaziyette koşacağı yer komşularıdır, büyük çiftçilerdir.
Onlar küçük çiftçilere ambarını açar, para verir. Ne faiz, ne bir şey düşü­
nür."
1930'lu yılların sonlarında köy-toprak-tarım davasında C um huriyetin tek
parti içindeki görüş ayrılıkları berraklaşıyor. Büyük topraklılar ve zengin çiftçi­
ler, C um huriyet k ad ro su n u n en ü st düzeyinde oluşan siyasal-toplum sal tercihler
karşısında bile tavırlarında en ufak b ir oynam a gösterm ezler. Z am an değişse de
onların tu tu m u değişm em iştir. 1937'de, Meclis açış konuşm ası ile tartışm alara
son noktayı koym uş kabul edilm esi gereken ATATÜRK'ün çizgisi de onların
yaklaşım ını etkilem ez:23
"Bir defa, memlekette 'topraksız çiftçi bırakılmamalı'dır. Bundan
daha önemli olanı ise, bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın 'hiçbir se­
bep ve suretle bölünemez' bir mahiyet almasıdır. 'Büyük çiftçi ve çiftlik
sahipleri'nin işletebilecekleri arazi genişliği, arazinin bulunduğu memleket
bölgelerinin nüfus kesafetine (yoğunluğuna) ve toprak verim derecesine
göre 'sınırlanmak' lâzımdır.
Küçük, büyük bütün çiftçilerin iş vasıtalarını artırmak, yenileştirmek
ve korumak tedbirleri vakit geçirmeksizin alınmalıdır. Herhalde, en küçük
22 İbid., s. 479. (a.b.ç.).
23 İbid., s. 485. Burada gözden kaçmayacak bir gelişme vardır. ATATÜRK'ün konuşması, başlamak
üzere olan yeni politikanın kanaviçesi sayılabilir. Ve yeni politikanın önünde engel olarak duranlara
"Gelin, burayı gelişmiş bir ülke yapalım!" çağrısı yapmaktadır. Engel, çözümsüzlüğü yerleştiriyor.
Dram, rejimin engeli aşamayışıdır. Bir yıl sonra, 1938'in başbakanı Celâl BAYAR hasta olan
Cumhurbaşkanı adına (kendi hazırladığı) Mcclis açış konuşmasını yapar. Dikkatli bir göz orada
toprak davasındaki dram ın siyasal boyutunu yakalayabilir. O metinde, tarım bölüm ü son birkaç
yılda ATATÜRK'ün yaptığı konuşm alardan kopm uştur. BAYAR, Cum hurbaşkanının ağzından
"Geçen seneki nutkum uzda, milli ekonominin temeli ziraattir (...) bir ziraat rejimi kurm ak lazımdır,
tavsiyelerinde bulunm uştuk" der, ATATÜRK'ün ayrıntı ile üzerinde durduğu toprak rejimine
geçmez ve bölüm ü orada keser. Sonrasında, değil çiftçinin topraklandırılması, toprak sözcüğüne bile
rastlanmaz. Tarım işleri, bu konuşm ada toprak davasından ayrılmış ve toprak davası gündem den
kaldırılmıştır. Konuşmanın o bölüm ü, sanki büyük toprak sahiplerince hazırlanmıştır ve sanki o
güne kadar toprak kanununun bazı sözcüleri o H üküm ette ve Meclis'te değildir. Ve sanki BAYAR,
bir yıl önce 8 İkinci Teşrin (Kasım) 1937'de, Meclis'ten güvenoyu isteyen hüküm et programında,
Cumhurbaşkanının "Bir defa memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır" diye başlayan uzun
paragrafım kelime kelime kendi program m a "Şef'in direktifleri" diyerek aktarmamıştır! BAYAR'ın,
ATATÜRK'ün toprak davasını 'makaslam ış' olması, ekonomi ve siyaset boyutuyla artık keskinleştiği
berrakça görülen uzlaşmazlığın süreceğini sergilemekte ve 1940'lı yılların ipucunu vermektedir.
257
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
bir çiftçi ailesi bir çift hayvan sahibi kılınmalıdır... Traktörler büyük çift­
çilere tavsiye olunabilir. Köyde ve yakın köylerde 'müşterek harman makinaları kullandırmak, köylülerin ayrılamayacağı' bir âdet (alışkanlık, esas)
haline getirilmelidir.
Memleketi iklim, su ve toprak verimi bakımından ziraat bölgelerine
ayırmak icab eder (gerekir). Bu bölgelerin her birinde köylülerin gözleriyle
görebilecekleri, çalışmaları için örnek tutacakları verimli, modern, pratik
'ziraat merkezleri' kurulmak gerektir."
Kılavuz
Şim di, işin yeni b ir bo y u tu n a geliyoruz. 1927'den başlayan ham lelerde re­
ferans noktası 'm u h taç z ü rra ' idi. "Ç ift ile uğraşan, uğraşm ası gereken ve b u ­
n u n için toprağa m uhtaç olanlara toprak verm eyelim m i?" sorusu tartışm anın
ve politikanın m erkezi idi. 1936'da, İN Ö N Ü 'nün konuşm asm da önem li bir sap ­
tam a yapılm ıştır: 'Z iraat m em leketi' sayılagelen T ürkiye'de zengin çiftçi (ve b ü ­
yü k toprak sahibi) tarım da gelişm eye ajanlık yapm am ış, yapam am ıştır. Yeni bir
politika ve yeni politika için de yeni ajan gerekecektir. Ajan, topraklandırılarak
eşitlenecek köylü kitlesidir. Eşitsizliği (ve tarım da verim düşü k lü ğ ü n ü ) yaratan
m ülkiyetsizlik o rtad an kaldırılacaktır. O n o k tad an itibaren 'm u h taç zü rra ' söyle­
m ine gerek yoktur. Artık, çiftçi'den söz etm ek ve köy-toprak-tarım stratejisinde
b u n a göre ileri d o ğ ru b ü y ü k bir adım atm ak zo ru n lu d u r.
Bu adım , geleceğin (yeni politikanın) 'çiftçi'sinin yaşam alanına girilm esi­
ni ve 'C u m h u riy et k ö y ü 'n ü n kurulm asını, 1924 Köy K anununun istenileni ver­
m ekte yetersiz kalm ası üzerine yeniden gündem e getiriyor. Köy K a n u n u 'n u n
yetersiz kaldığını bilm em iz gerekir. İş çok y ö n lü d ü r ve ciddiyeti artm ıştır. Köye
g irm ek gerekiyor. Nasıl? Yine Falih Rıfkı ATAY söyleyecek:24
''Köyde, parti veya devlet emrinde, nasıl isterseniz öyle alınız, kılavuz
eksiktir. İçine girilmeyen köy yerinden oynamaz. Bütün değişiklikleri, yeni
şartları kerpicinin içinden yıllar yılı seyreder, durur. Köyün katı görenek
ve güvensizlik kabuğunu kırarak, onun harimi (kutsal ocağı) içinde yer
almamız lâzımdır.
Halkçı cumhuriyetin dörtte üç vatandaşı köyde oturmaktadır. Onlar
yaşayışları, teknikleri ve ahlâkları ile garplılaşmadıkça (batılılaşmadıkça),
hayalimizin Tiirkiyesi vücut bulamaz. Maddi, manevi nerede bir kalkınma
davası varsa, terbiyeci veya kılavuz veya müdahaleci muallim (öğretmen),
çiftçi, hekim ve belediyeci olarak devlet orada bulunacaktır. Ankara etra­
fındaki köyleri dolaşınız: Büyük merkez hiçbirine örnek olmamıştır ve ola­
maz. Köy mekanizmasının her vidasını oynatmak için bir bilen lazımdır.
Ekspreste uyandıktan sonra Sincan köyüne bakınız: Şu veya bu meselesini
nerede halledersek edelim, ideal Türkiye'nin asıl meselesi oradadır."
24 Bkz. KURUÇ (2011), s. 472-73. (a.b.ç.).
258
Prof. Dr. Tuncer Bulu tay'a Armağan
K öylüler ülkesinin ana hücresi olan eski (ya da 1924'te ve hâlâ 1936'da m ev­
cut olan) köy, sadece yeni b ir tarım politikası yürütm ekle, hatta topraksıza top­
rak dağıtm akla, C um huriyetin hayalindeki b ir 'çiftçiler ülkesi'nin yeni köyüne
p ü rü z sü z b ir şekilde, kolayca dönüşebilir mi? C um huriyetin özlem d u y d u ğ u
çağdaşlaştırm a bo y u tu ile u y u m lu olabilir mi? T asarlanan kalkınm aya kaynak
olabilir mi? "Ekspreste u y andıktan sonra değişik b ir Sincan kö y ü "n ü iktisat p o ­
litikasının birkaç değişkeni üzerinde oynayarak görebilir m iyiz? O k u r yazarlığı
'sıfır'a yakın olan bir toplum hücresinden C u m h u riy et'in 'çiftçi'si doğabilir mi?
Toplum un sorunları orada yatmaktadır, sadece tarımda değil.
B ütün bunlar, 1930'larda C um huriyetin ana kadrosu içinde herhalde en çok
konuşulan şeylerdir. V arılan bir sonuç şu olm alıdır: Rejimin ekonom isi ve yöne­
timi, köye yeni örgütlenm e ve eğitim götürerek girebilir. Yeni köydeki insanı­
nı, o n u n çocuklarını aydınlatarak. İşi b u d o ğ ru ltu d a tasarlam ak gerekir. Yoksa,
köyün to p rak ve tarım d üzeni ilk gündenberi nasılsa, öyle işleyip gider. Yeni
örgütlenm e ve eğitim bir anda gerçekleşm elidir. 1930'larda, köy-toprak-tarım
üçlüsü için arayış hızlanırken yeni boyut önem kazanıyor: M illi eğitim . Şük­
rü KAYA'nın yönetsel yaklaşım la başlattığı toprak dağıtım ı, işin ilk boyutu idi.
1930'lar ikinci boyutu getiriyor.
H angi köye? Eğitim nasıl götürülecek? K ent okullarındaki eğitim mi? Bir
yöntem aranıyor. H edef köyde öncelikle b u g ü n ü n değil, yarının kuşağıdır. D ü­
şünceler, 1932'den, o g ü n ü n M aarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Esat B ey'den
başlayarak ve y o ğunluk kazanarak 1937'ye gelir, olgunlaşır. Köy ve toprak işle­
rinin uzm anı olan K ütahya m ebusu N aşit H akkı ULUĞ berraklaşan düşünceyi
1937'de sergilem iştir:25
"40 bin köyümüzün ancak 5051'nde okul olduğunu biliyorsunuz...
Geriye 35 bin köy kalıyor. Bu okulların çoğu büyük ve toplu köylerdedir.
Şimdiye kadar tutulan tempo ile, malum mevzuatla muallim mekteplerin­
den öğretmen yetiştirmek, hususi (özel) idarelerin, bugünkü muallim ve
mektep kadrolarını bile güçlükle besleyen bütçelerinden yeniden mektepler,
muallim evleri yaptırabilmek suretiyle bu büyük açığı kapatmak yolu, yıl­
lar ve hatta asır ister...
Buna tedbir aranan günlerde, bir gün Sayın Arıkan'ın ağzından dış
görünüşüne ilk bakışta basit bir buluş, fakat hakikatte çok özlü ve isabet­
li bir tedbir olarak 'köy eğitmeni' tipinin kültür hizmetimize verileceğini
duymuştuk.
'Köy eğitmeni' tipinin m illi terbiye elemanlarımızın arasına konma­
sını tıpkı K ristof Kolomb'un yumurtasına benzetmek kabildir. Eğitmenin
eline 7 yaş ile 12 yaş arasındaki henüz dimağı form olmaktan uzak yavru­
caklar verilmiyor. Bu yaştaki köy çocuklarına öğretilen şeyin buz üzerine
25 İbid., 481. (a.b.ç.).
259
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
ı/azı yazmak kabilinden olduğu görüldü. Eğitmene verilen çocuklar 9-13
arasındadır. Bunlar artık tarlanın tam unsurlarıdır. Kültür Bakanlığı,
Türk köyünün büyük kalkınmasının temelini atmak için Ziraat Bakanlığı
ile el ele verm iştir."
U LU Ğ 'un 'tarlanın tam u n su rları' dediği kuşak hem üretim , hem eğitim
işinde h am u r olacak, C um huriyete işe tem elden başlam a olanağı k azandıra­
caktır. K onuşulan b u d u r. İş ve eğitim birlikte olursa ve ancak b u sayede köye
yeni bir tem el gelebilir. Y önetim in aklı Milli Eğitim de, Milli Eğitim in aklı orada
toplanm aya başlıyor. 1937'in M aarif Vekili Saffet ARIKAN böyle bir çözüm için
başlangıç noktasını saptar:26
"Esas iş, köyü okutmak işidir. Nüfusumuzun 3.799 bini kasaba ve şehirlerimizdedir. Nüfusları 800'deıı fazla olan köylerde 2.388 bin, 400-800
arasında bulunan köylerde 3.173 bin vatandaş oturduğu halde, nüfusla­
rı 400'den aşağı olan 32 bin köyde, 6.836 bin vatandaşımız bulunmakta­
dır. Bizim, nüfusu 800'den fazla olan köylerde beş sınıflı mektep yapmak
gayemizdir. Nüfusu 400-800 arasında bulunan köylerde, her iki veya üç
köye isabet etmek üzere beş sınıflı mektep yapmak imkanını araştıracağız.
Nüfusu 400'den aşağı olanlara gelince, memleketin her tarafına yayılmış
bulunan bu köyleri tabiat ve arazi itibariyle toplamaya -bilhassa yakın se­
nelerde- imkân yoktur. Buralarda eğitmen usulünün tatbiki çok faydalı­
dır... Bu köylere biz sekiz-on sene zarfında eğitmen yetiştirmek fırsatını
elde edebileceğiz."
1937'nin 'K öy E ğitm enleri' yasası, köye girm ek için atılacak ilk b ü y ü k adım
öncesinde, bir pilot projenin ilk adım ıdır. Yolu köy eğitm enleri açıyor.27 Büyük
adım ise, 1940'ın 17 N isanında 'm üstaceliyetle (ivedilikle)' görüşülerek kabul
26 İbid., 481. (a.b.ç.).
271937 Haziran ayı başında hazırlanmış olan Köy Eğitmenleri hakkmdaki yasa tasarısının gerekçesinde,
1940'lı yılların başlangıcındaki Köy Enstitüleri hareketine de kaynak olacak düşünceler yer alır. Ana
düşünce, "askerliğini bitirmiş, okuma yazma bilen ve köyüne bağlı köylüler arasından" seçilenlerin
özel kurslardan geçerek nüfusu 400'den aşağı olan 32.000 köyde öğretmen yapılmasıdır. Bunun pilot
projesi Eskişehir Çifteler çiftliğinde yapılan kursu bitirerek Ankara köylerine verilen öğretmenlerle
uygulanıyor. Sonuç "çok üm it verici" görülüyor. Ve "yurdun bilgi seviyesinin yükselmesine, köylünün
kalkınmasına, istihsalin (üretimin) fazlalaşmasına hizmet edeceği anlaşılan bu usulün tevsiinin
(genişletilmesinin) memleket için çok faydalı olacağı" saptanıyor. Gerekçede, 800 kişiyi aşan köy
nüfusunun 2.388.354,400-800 kişi arasındakilerin 3.175.759 ve 400 kişiden az köy nüfusunun 6.836.839
olduğu ve 'eğitmen' hareketinin hedefinin öncelikle bu köyler olacağı vurgulanır. Köy eğitimi meselesi,
köyün "kendi real şartlarıyla birlikte düşünülmeli" ve "bu tip köylerde herşeyden önce köylünün
istihsalini fazlalaştırma, sıhhati tehdit eden âmilleri (etkenleri) giderme, (...) daha yüksek bir hayat
seviyesine çıkarma gibi çetin ve hayati işler köy eğitimi probleminde ön planda" olmalı denilir.
Eğitimdeki klasik bilgilerin rolü bu çerçevede tasarlanacaktır: "Okuma, yazma, hesap, yurt ve yaşama
bilgisi gibi klasik bilgilerin bu hayatî kıymet taşıyan gayeleri (amaçlan) tahakkuk (gerçekleştirme) için
birer vasıta (amaç) olmaları iktiza eder (gerekir). Bu ülküleri güden bir eğitim siyaseti takibedilmeden
(izlenmeden) (...) okul, köyün ananeleşmiş (gelenekselleşmiş), statik hayatına hâkim olamamaktadır.
(...) Müstakbel (gelecekteki) köy öğretmeninin eğitim, öğretim ve tarım işlerini başarabilecek kudrette
bir Eğitmen olması icap eder (gerekir)" (a.b.ç.).
260
Prof. Dr. Tuncer Bulu tay'a Armağan
edilecek olan 'K öy Enstitüleri Teşkili (K urulm ası)' hakkm daki yasadır. Bu yasa
ile, C um huriyetin aradığı 'k ılav u z' sahneye çıkıyor: Köy en stitü sü öğretm eni.
Bu yepyeni birisi olacaktır. Çiçeği b u rn u n d a M aarif Vekili, köy enstitülerinin k u ­
rucusu H aşan Âli YÜCEL'in 17 N isandaki görüşm elerde açık seçik vurguladığı
gibi, köy enstitüsü öğretm eni 1937'in köy eğitm eni d eğ ild ir:“
"Eğitmenlerimiz(den) memnunuz. Bu teşkilâtı idame etmek (sürdür­
mek) faydalıdır. Ve bir müddet için zarurî (zorunlu) olacaktır. Bunu şimdi
getirdiğim iz kanunla karıştırmamak lâzımdır. Çünkü, eğitmenler askerlik
vazifesini yapmış ve bir senelik kurstan geçmişlerdir. Onlara bugün de
fiili olarak beş senelik tahsil verdiremiyoruz. Çünkü, bilgileri ve melekeleri
bunu yapmaya kâfi (yeterli) değildir. (...) Eğitmenlerimiz de hizmete de­
vam edeceklerdir (...) Çalışacaklar ve çalışmalarına devam edeceklerdir."
'Köy Enstitüleri K a n u n u 'n u n birinci m addesi 'k ılav u z'u gösterir: "Köy öğ­
retm eni ve köye yarayan diğer m eslek erbabını yetiştirm ek üzere ziraat işlerine
elverişli arazisi b u lu n an yerlerde, M aarif Vekilliğince köy enstitüleri açılır." Bu­
rada önem li ve ileride ağırlık m erkezi oluşturacak nokta, tarım alan la rın d a 'kıla­
v u z' ro lü n ü n M aarif Vekilliğince saptanm aya başlam asıdır. Ve 'k ılav u z' köyden
seçilecektir:
"Madde 3 - Enstitülere tam devreli köy ilkokullarını bitirmiş sıhhatli
ve müstaid köylü çocuklar seçilerek alınırlar. Enstitülerin tahsil müddeti
en az beş yıldır ."
Bu m adde, 1937'in 'k ılav u z'u 'eğitm en'e göre b üyük bir adım atıldığını gös­
teriyor: Sağlıklı ve istidatlı (gelecek için ışık veren) ve ilkokulu bitirm iş köy ço­
cukları.
H aşan Âli YÜCEL'in deyişiyle bu girişim "m uhterem selefim (bir önceki
M aarif Vekili) ARIKAN tarafından nüvesi (çekirdeği) k urulm uş bir şeyin teka­
m ü lü d ü r (evrim idir). Bugün İzm ir'de, E skişehir'de, K astam onu'da ve T rakya'da
işlem ekte bu lu n an ve (...) üç seneden beri köy öğretm en okulu şeklinde işleyen
bu m üesseseler" hareketin öncüleridir".29
17 N isan 1940'ta atılan adım köye y eni b ir öğrenm e süreci getirecektir. Bu,
klasik bir öğrenm e tarzı değildir. Buna, k en d i p o tan siy elin i k eşfed erek , kendini
farklı b ir yapıya dö n ü ştü rm e iradesi kazanm a süreci dem ek doğru olur. Köye
'y u k a rıd an ' bir şey b u y u rm ak veya onu 'p iy asa'n ın keskin dişleri arasm da çeke­
ceği sancılarla 'birşeyler öğrenm ek' zo ru n d a bırakm ak değil, ona kendi içinden
'k ılav u z' yetiştirerek, C um huriyetin ekonom ik ve toplum sal zem inine sağlam lık
kazandırm ak ve onu besleyebilm ek am açlanıyor. B unun için örgütlenm e iyi ta­
sarlanm ış, boşluk bırakılm am ıştır. Birkaç m ad d en in bir arada görülm esiyle an ­
laşılabilir: 30
28 Haşan Âli YÜCEL, TBMM T utanak Dergisi, 17.4.1940, s. 80.
29 H aşan Âli YÜCEL, İbid., s. 86.
30 İbid,. s. 8 8 ,8a9,90. (a.b.ç.).
261
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
Köy Enstitüleri Kanunu'nun Bazı Maddeleri
"Madde 6 —
Köy enstitülerinden mezun öğretmeliler, tayin edildikleri
köylerin her türlü öğretim ve eğitim işlerini görürler.
Ziraat işlerinin fen n î bir şekilde yapılması için bizzat meyda­
na getirecekleri örnek tarla, bağ ve bahçe, atelye gibi tesislerle
köylülere rehberlik eder ve köylülerin bunlardan istifade
etmelerini temin ederler. Bu öğretmenlerin disiplin işlerinin
ne suretle görüleceği bir nizamname ile tayin edilir.
M adde 11 —
M adde 12 —
Köy enstitülerinden mezun öğretmenlere istih sale ya ra yı­
cı aletler, ıslah edilm iş tohum, çift ve irad hayvanları,
cins fidan gibi istih sal vasıtaları, köy öğretmenlerinin ta­
yin edildikleri okulların demirbaşına geçirilmek suretile D ev­
letçe p arasız olarak verilir.
Köy öğretmenlerinin tayin edildikleri okullara, köy hududu
içindeki ziraat işlerine elverişli araziden Köy Kanununa göre
satın alınarak öğretmenin ve ailesinin geçimine, okul talebe­
sinin ders tatbikatına yetecek mikdarda arazi tahsis edilir.
Köyde Devlete aid arazi bulunduğu takdirde okula tahsis edi­
lecek arazi tercihan bunlardan ayrılır.
M adde 13 —
Köy öğretmenlerinin okul namına m eydana g e tird ik le ri
her tiirlii işletm elerdeki mahsul, hayvan ve binalar kurak­
lık, sel, yangın, çok hasar yapan nebat ve hayvan hastalıkları
ve bilumum cevvî hadiseler gibi sebeblerle ziyana uğradıkları
takdirde işletmeyi yeniden tesis maksadile ve M aarif Vekilliği
bütçesinden zamanında okul namına zarar ve ziyanı karşıla­
yacak bir yardım yapılır.
M a d d e 16 —
Köy öğretmenlerinin tayin edilecekleri oku lların binaları
v e öğretm en e vleri M aarif Vekilliğince verilecek plânlara
göre Köy Kanunum tevfikan, bölge ilk tedrisat müfettişi ile
gezici başöğretmenin nezaretinde köy ihtiyar heyetleri tara­
fından y a p tır ılır ve Öğretmen tayin edilecek köylere keyfiyet
üç yıl önce bildirilir. Köy bütçesinde de ona göre tedbirler alı­
nır, Öğretmen işe başlamadan evvel okul binası ile Öğretmen
evi tamamen bitirilir.
Köy okulları binalarının tamiri ve okulun daimî masrafları
köy ihtiyar heyetlerince temin edilir.
M adde 17 —
Köy enstitülerine aşağıda adları yazılı müesseselerden mezun
olanlar öğretmen tayin edilirler.
262
Prof. Dr. T u n a r Bulutay'a Armağan
1) Yüksekokullar ve üniversite fakülteleri mezunları,
2) Gazi Terbiye Enstitüsü mezunları.
3) Öğretmen okulları mezunları,
4) Ticaret liseleri ve orta ziraat okulları mezunları,
5) Erkek sanat okulları ve kız enstitüleri mezunları,
6) Köy enstitüleri mezunları,
7) İnşaat usta okulları mezunları,
8) Bunlardan başka her türlü teknik ve meslekî okullar me­
zunları.
Bu enstitülerde m ütehassıs işçiler yevm iye veya aylık ücretle
usta öğreticiolarak çalıştırılabilir. Köy enstitülerinde çalıştırı­
lacakların ne suretle tayin edilecekleri, terfi şekilleri ve bu ens­
titülerin İdarî işlerinin nasıl yürütüleceği bir nizamname ile
tesbit olunur"
M addeler bir şeyler anlatıyor: K öyün değişm esini istiyoruz. M addelerin içe­
riğinde b u güçlü arzu yatıyor. Köy, öğretm enin çok yönlü çalışm alar yapm asına
zem in olm alı, bunlara u y u m sağlayabilm elidir. Böylece, kendi yapısını yeni bir
ü retim yapısına hazırlayabilm elidir. İş u zu n dönem lidir: Ö ğretm en, "M aarif Ve­
killiğinin göstereceği yerlerde yirm i sene çalışm aya m ecbur"dur.31 'K ılavuz'a
verilen bu u z u n dönem , köyün yeni köye dönüşm esi için ciddi bir tasarım ın ya­
pıldığına işarettir. G üçlü a rzu n u n arkasında bir irade vardır.
H aşan Âli YÜCEL, 'yeni köy' ve o n u n köylüsü için nasıl bir hedefle d ü şü ­
n ü ld ü ğ ü n ü vurgular. Köylü kendi kendini geliştirm eyi köyde keşfedecektir. Bir­
çok şeyi bu keşif süreci içinde öğrenm iş olacaktır:
"Bizim arzum uz (...) köyün içerisinde bilgili, sıhhatli, memleketine
bağlı ve müstahsil (üretici) vatandaşlar yetiştirmektir. Yoksa köylüyü bu
arzettiğim bilgi ve melekelerle teçhiz edip (donatıp) onları şehre akın eder
vaziyete getirmek değildir. Onları müstahsil, kendi tarlasında ve muhitin­
de (çevresinde) kuvvetli yapmak ve istihsal kabiliyetini arttırıp memleketin
sosyal seviyesi kadar ekonomik seviyesini de yükseltmektir." 32
YÜCEL'in v urguladığı 'köylüyü köyde' tutan bir gelişm e çizgisi oluşturabil­
m e tezi o günlerde bazı çevrelerde eleştirilm işti. D aha sonraları, özellikle iktisat
ve sosyoloji lite ratü rü n ü n 1950'lerden başlayarak çeşitlenen görüşleri içinde, bu
çizginin top lu m u n gelişm e dinam iğini d u rd u ra n , durağanlığa yönlendiren bir
düşüncenin ü rü n ü o ld u ğ u iddiasına sıkça rastlanır. Y azım ızın devam ında bu
noktaya değinm e fırsatı bulacağız.
31 İbid,, s, 87. Yasanın beşinci maddesindeki bu hizm et mecburiyeti, Maarif Vekâletince önce 30 yıl
olarak önerilmiş, ilgili encümende (komisyonda) yapılan görüşmelerde 20 yıla indirilmiştir.
32 İbid., s. 79. (a.b.ç.).
263
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsatj KURUÇ
Köy Enstitüsü yasası ile başlatılan hareket, bir süre sonra anlaşılacaktır ki,
1924 Köy K anunu ile gelişm e şansı bulam am ış köy tablosunun değerlendirilm esi
yapılarak kurgulanm ıştır. Bu değerlendirm ede, 1924'ten önce birike birike gel­
m iş sorunlarla ortaya çıkan köy yapısının kökten değiştirilm esi düşüncesi vardır.
D eğerlendirm e ve d üşüncenin ü rü n ü , E nstitü yasasında iki yıl sonra atılan adım ­
dır. 1942 yılının H aziranında 'Köy O kullarının ve Köy E nstitülerinin T eşkilatlan­
d ırm a' yasası geliyor. Bu, köye atılan en radikal adım dır.
1942'nin yasasında özellikle iki nokta dikkat çekicidir: Birincisi, k ö y ü n il­
k ö ğ retim davası üzerindeki güçlü v u rg u d u r. C um huriyet öğretm en ve öğrenci
yetiştirm e ham lesini ilk k ez başarıyor ve bu, geleceği inşa edebilm e yolunda cesa­
ret ve güç veriyor. C esaret gerçeğe dayanıyor ve güç b u ra d an kaynaklanıyor.33
İkinci nokta şudur: Başarının atılım ü ssü köydür. Başarı, köyün ve köylü­
n ü n (yani, köylüler ülkesinin insanının) gelişm esine 'indeks'lenm iştir. Kim senin
karşı çıkam ayacağı ilköğretim davasının tem eli köy olacaksa, köyün ve köylünün
gelişm esi (yani, değişm esi) b u dav ad an soyutlanam az. 1942'nin ince bir zekâ ve
güçlü bir irade ü rü n ü olan ham lesi, b u ra d an girerek köyün üretim , yönetim ve
değerler düzen in d e ciddi değişiklik yapm aya yöneliyor. 'K ılavuz'a, eski köyü
'yeni köy'e dö n ü ştü rm e görevi b u ra d a açık seçik verilecektir. Eski köyü 'yeni
köy'e d ö nüştürm e amacı, 1924'ün Köy K an u n u 'n d an başlayarak vardır. C u m h u ­
riyetin olanakları ve deneyim i arttıkça ve hele köy eğitim inin farklı yöntem leri
olacağı düşüncesi som utluk kazandıkça, 'yeni köy' so ru n u d a yerine oturm aya
başlayacaktır. Ç özüm için tasarlanan 'm o d el'in ilk ayağı 1936-37'de gündem e
getirilen 'tarım d a yeni a ja n ' gereği, ikinci ayağı ise, 1940'ın Köy E nstitüsü ile
başlayan 'k ıla v u z ' için 1942 yasası ile ciddi b ir nitelik sıçram ası yapm a olana­
ğının yaratılm asıdır. Bu iki ayakla birleşecek ve ülkenin geleceğinde yepyeni
sayfa açabilecektir; bir sonraki nitelik sıçram ası ise, sahneye toprak m ülkiyetine
ve tüm güvencelere sahip 'çiftçi'nin çıkabilm esidir. 1940'ın ön adım ı, yani, Köy
E nstitüleri yasası ilköğretim davasına id d ia ile, köyün ve köylünün gelişm e so­
runlarına ise arzu ile, fak at ih tiy a tla yaklaşıyordu. 'K öyün sahipleri'nin özellikle
1930'lu yıllarda toprak sorununa karşı sergilem iş oldukları direnç ve b u direncin
C u m huriyet yönetim ini 1937'de toprak so ru n u n u çözebilm ek için zorunlulukla
bir anayasa değişikliğine g ötürm üş olm ası gerçeği dikkate alm ıyordu.
33 Haşan Âli YÜCEL: "C um huriyetin ilk senelerinde, ikinci C um huriyet M aarif Vekili (...) merhum V asıf Çınar
(İzmir'de) diyor ki: ‘Ben M aarif vekili sıfatıyla tamamen kaniim (inanıyorum ) ki, Türkiye'de ilk tedrisat (öğretim)
yoktur. B ütün mekteplerimiz (okullarım ız), 3200'diir. M evcut iptidai muallimler (bugünkü ilkokul öğretmenleri)
5600'diir. Salâhiyetle (yetkiyle) söylüyorum ki, Türkiye C um huriyetinde tedrisatı iptidaiye (ilköğretim) yoktur.
Kemali hicapla (utanarak) söylüyorum ki, T ürkiye C um huriyetinin bazı köylerinde bir tek mektep bile yoktur.
Halta bu sözüm ü 3-4 vilayete bile tatbik edebilirsiniz. Buralarda daha 30 seııe mektep açılması ve yapılması
imkânı (olanağı) yoktur.' Aradan geçen ve millet hayatında kısa sayılacak senelerden sonra M aarif Vekil(i) (...)
bu naçiz arkadaşınız size diyor ki, Türkiye'de ilköğretim vardır. Bugünkü ilköğretim öğretmenlerine ilâ v e te n (ek
olarak) 50 b in öğ retm en 10 sene içerisinde y e tiş tir ile c e k tir . T ürk milletinin tahsil çağında bulunan çocukları
yin e bu seneler içerisinde % 100 okutulacaktır." (a.b.ç.). TBMM T utanak Dergisi, 19.6.1942, s. 252.
264
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
1942'ye gelince önem li m esafe alınm ıştır. M aarif V ekâletinin açtığı 'E nstitü
yolu' ile kazam lan m esafe ilk bakışta herkesin fark etm ediği bir güç yaratm ıştır
ve gücü b ü y ütm enin zam anı gelm iştir. 'K ılavuz'un esas görevinin 'y e n i köy ve
köylü' old u ğ u görünm eye başlam ıştır. Bu, C um huriyetin köyü z a p tın d a n b ir
önceki adım gibidir.
1942'nin yasası ile, okul k ö y ü n m erkezi oluyor. O kula ilişkin kararlar köyün
öncelikleridir. Ö ğretm en ('kılavuz') giderek köyün so ru m lu lu ğ u n u taşıdığına
inanacak görevler üstleniyor. M aarif Vekâleti, kendisine (yeni oluşturulan 'teftiş
bölgesi' ile) bir koza örüyor. Bu b ir güvence ve denetim sistem idir. Üstleneceği
görevler ve güvence + denetim sistem i onu köyün işlerini program lam aya, köy­
lülerle daim a iç içe çalışm aya ve yaşam aya yönlendirecek, böylece, 'k ılav u z'u n
köyün k arar d ü zen in d e gitgide belirleyici ağırlığı olacaktır.34
Yasa (10. m adde) 'k ılav u z'a köy halkını yetiştirm e görev ve y etk isi verm iş­
tir. U nutm ayalım , 'k ö y ü n sahipleri'nin, yani, b ü y ü k toprak sahibi ve zengin çift­
çilerin 'yetki'si ise fiilidir. Belki de yüzyıllardan gelerek birikm iş ve kabuk tu t­
m uş yetkidir. Köylü h e r şeyini ona dam şm aya, aklı ve birçok şeyi ondan alm aya
m ecburdur.35 Şimdi, C um huriyet yönetim i sahneye başka bir yetkili çıkarıyor.
O y u n u 'kılavuz'a göre yeniden kurgulam aya başlıyor. Ve köylüleri bu kurguya
uyum sağlam ak için zorluyor (11. m adde). Köylüleri, kendi çocuklarının oku­
lu n u inşa etm ek üzere, kadm ve erkek b irlik te çalıştırarak, yeni k u rg u n u n ilk
ham lesini yapıyor. O kul için yapılacak kam ulaştırm a kararı için yeni bir kurul
kuruyor. Bu kurulda, köyün yönetim inde eskidenberi 'n o ter' ro lü n ü yürüten
m u h tar ve ihtiyar heyeti azınlığa düşm üştür: Ç oğunluk öğretm enlerdedir (28.
m adde). Köy düzeyindeki b u yenilik, köyleri bölgesel olarak köy en stitü sü lerin in yönetim alan ı gibi tasarlam aya elverişli bir yaklaşım la birleştiriyor (38, 39,
40,42. m addeler).
Adı konulm am ış, belki d e bir ad verilm esi gerekli olm ayan b u yeni yak­
laşım ın, ekonom i düzeyinde d e söyleyecek sözü vardır: Yine köy enstitüsü ya
da o k ulunun öncülük edeceği tüketim ve üretim kooperatifi ve b unun, M aarif
Vekâleti denetim inde oluşacak kooperatifler b irliğ i (62. m adde)36
34 1942 yasasının radikal adım ını yansıtan maddeleri ilişikte veriyoruz.
35 Sırrı İÇÖZ konuşmasını (Bkz. Yukarıda 1. dip not) şöyle sü rd ü rü y o r:"Bu kanun köylüyü kurtaracaktır.
N e çuvalını alıp m ütegallibenin ambarına gidecek, ne de onlardan akıl danışacaktır. Bu eğitm en ve öğretmenler
köylüleri irşat edecektir (aydınlatacaktır), onları kalkındıracaktır." İbid., s. 75
36 İlginç bir noktada bir ipucu bulabiliriz: Hüküm etin teklifinde m addenin son cümlesi (yani, "bu
kooperatifler ve birlikleri, köy içinde tedariki m üm kün olm am ak ve köy okullarıyla enstitülerin
kanunlarla tayin edilm iş m aksatlarını gerçekleştirm eye yaram ak şartiyle köy halkının muhtaç
olduğu eşyayı de satabilirler", ibaresi) yoktur. M uvakkat encümenin (geçici komisyon) bu ibareyi
eklemesi ile, 'köyün sahipleri'nin doğal müttefiki olan tüccann iş alanı korumaya almıyor. Ekleme,
'kılavuz' önderliğinde kurulacak kooperatifi durduruyor. Küçük köy tüccarının veya onunla kasabaya
uzanan ticaret zincirinin korunması, şüphesiz her yorum a açıktır. Siyaset, böyle bir 'korum a' ile,
tüccarı 'köyün sahipleri' yerine kendi yanına çekmeyi de amaçlıyor olabilir.
265
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
Yasanın getirdiği önem li bir başka yenilik, yeni bir 'd eğ er ö lçü sü 'n ü yerleş­
tirm e am acıdır. D eğer ölçüsü ödül anlayışına yansıyor. A ncak ödül anlayışı ter­
sine çevriliyor. 'Yeni k ö y 'ü n 'yeni'liğini anlatabilm enin sade, am a farklı b ir aracı
ödüllendirm edir. Ö dül kavram ı köylü için yepyeni b ir şeydir. D ünyasında böyle
bir şey yoktur (C ezalandırm a zaten h ep vardır!). 'Yeni k ö y 'ü n ana ekseni iş, ortak
çalışm a ve dayanışm aya göre ortaya çıkacaksa, böyle bir d o k u n u n yaratacağı
cevher d e yeni bir şeydir: Saygınlık. Saygınlığı esas kabul eden b ir ödül anlayışı
benim senm elidir. Ö düller okul m erkezlidir, fakat tü m köyler içindir. Köyün ve
Cumhuriyetin hükm î şahsiyetlerini kaynaştırarak, som utlaşm ıştır. Yeni ortak
değerler inşa edebilm e girişim idir (49. ve 68. m addeler). H edef, hem köy, hem
de insandır.37
1942'de şu n u görebiliriz: K öy-toprak-tarım üçlüsü için arayış ve çözüm tar­
zı, 1920'lerde Şükrü KAYA'run Dahiliye V ekâleti (İçişleri Bakanlığı) zem inindeki
sınırlara 1930'larda varm ış ve 1937'deki A nayasa değişikliği ile noktalanm ıştır.
1937'ye gelirken, yeni b o y u t (köy boyutu) filizlenm eye başlıyor. İlk deneyim
1937'nin Köy Eğitm eni'dir. Bu deneyim le, ince ve u z u n b ir yol açılıyor. Yol artık
M aarif V ekâletinindir. Ancak, b u yolun genişlem esi ve hedefe erişm esi H aşan
Ali YÜCEL'in M aarif Vekilliği dönem indedir. 1940-42'deki ham le yepyenidir ve
bu n u n la 1930'lardaki tasarım ın çok ilerisine erişilm iş oluyor. Bir nitelik sıçram a­
sıdır. Bu sayede, toprak-tarım b o y u tu n d a bir k u rg u hazırlanabilecek ve M aarif'in
köy ham lesi ile buluşabilm e noktasına gelecektir.
Bütün bu n lar 'k ö y ü n fiili sahipleri'nin dikkatini ve tepkisini çekm iyor m u?
1930'larda, to p rak dağıtım ının ö n ü n d e hiç ö d ü n verm eksizin, katı b ir davranış
sergileyerek d u ra n b ü y ü k toprak sahibi ve çiftçi, sahibi o ld u ğ u köyü kolayca tes­
lim edecek m idir? M aarif'in 'k ılav u z'u n u köyde ağırlayacak, barındıracak m ıdır?
Köyün kendi ayaklarının altından çekilm esine, k ö ylünün 'y u rtta ş' olm asına izin
verecek m idir?
K öy-toprak-tarım üçlüsü ü zerinde yönetim in atm aya giriştiği adım lara kar­
şı d u ran lar köyde bir şeyler yapılacağını hissetm işlerdir. Bu çizgiyi paylaşam ayan toprak sahibi ve zengin çiftçiler için en akıllı tutum , çizgiyi yum uşatm ak,
radikallikten uzaklaştırm ak, kabilse yönlendirebilm ektir. Yönetim in köy ve
toprak davasında kararlılığı sürdükçe, b u tu tu m d a gelişm iştir. Ancak, 'kö y ü n
sahipleri'nin b u tu tu m u n u n da sınırları vardır: 1937'nin 'eğitm en' atılım ına ve
köy çocuklarının o çerçevede eğitilm esine itirazları yoktur. 1940'm köy enstitü­
37 Encümen (komisyon) hüküm etin, (buna Maarif Vekâletinin de diyebiliriz) önerdiği terimlerde,
bunları yum uşatm a izlenimi veren değişiklikler yapmıştır. Böylece, 'köye hizm et anıtı' yerine 'köye
hizmet edenler anıtı', 'iş kahram anı' yerine 'ülkü eri' benimsenmiştir.
266
Prof. Dr. Tııncer Bulutaıj'a Armağan
sü n ü d e 1937'nin devam ı olarak algılam ışlar ve hatta alkışlam ışlardır.38 1940'ın
yepyeni bir ham le o ld u ğ u n u fark ettikleri zam an tarih 1942'dir. Yasanm 10. m ad-
38 EMİN SAZAK (Eskişehir) — "Bu mesele hakikaten bu gün bayram yapacak kadar memleketimizde çabuk
meyvesini veren bir hâdise olmuştur. Eskişelıirde şahidi olduğum için hakikaten minnet ve şükranla söylerim. Galiba
adına eğitmen diyorlar, bunların bulunmadığı köy bizim tarafta ancak 1 0 -1 5 tane kalmıştır. Benim merak ettiğim bir
yer var. Her şeyden evvel bu işin miiessisi olan Saffet Ankana şahsen minnet ve şükranımı arzederim. Zannederim
benim gibi bütün Türk milletinin de bütün bu küçük köyleri okutmak hususundaki hisleri bu merkezdedir. Eğitmenleri
o kadar enerjik buldum ki muallimlerde bunu görmedim. Geçen sene kendi kazamda kaplıcaya gitmiştim. Eğitmen
orada muhtarı almış, köylüyü toplamış, mektebin taşım kerestesini getiriyorlar, valiye, kaymakama bâr olmaksızın
kendi mekteblerini kendileri yapıyorlar.
Ahalinin ruhuna bu kadar nüfuz etmiş, mektebini kendi yaptırıyor. Onların yetiştirdiği çocuklara baktım, hakikaten
onlarda da benim aradığım hayat enerjisini ve faydalı bilgi itibarile büyük bir terakkiye namzed olduklarını gördiim.
Acaba bunları biraz daha Hurlaştırmak m üm kün değil mi; mevcud enerjiyi kaybettirmemek için. Askerlik etmiş
çocukları toplamışlar, okutuyorlar, altı, sekiz ay tahsil gösteriyorlar. Burada zikre şayan bu teşkilâtın en kuvvetli tarafı
beş köy ve beş mektebde bulunan eğitmenlerin terbiye, tahsil ve talim kabiliyetlerini yükseltecek bir seyyar ımırakıb ve
müfettiş bulundurulmasıdır.
Bunlar her gün için onların talim ve terbiye kabiliyetini yükseltiyor ve bilmediklerini öğretiyor. Onları görünce çok
memnun oldum ve bahtiyarlık hissettim. Çünkü bu işi öledenberi kafamda gezdirir dururdum. Bu millet ne vakit
çocuklarını okutabilecek diye.
50 - 60 lira maaş vererek ve terfi zamları vaat ederek bu işin yapılmasına aklım ermezdi. Çünkü bu milletin kesesi
buna elvermezdi. Binaenaleyh bu işi nasıl başarmalı?. Bu gün başarıldığını şükranla görüyorum. Bu buluş mucize
gibi bir şeydir. M alûmu âliniz her şey bulunduktan sonra basittir. Benim bildiğim bunun rnucidi Saffet Ankandır.
Binaenaleyh bu teşkilât onun ismini taşımalıdır. Eğer başka iş ortağı varsa onun da ismi girmelidir.
Bu arada korktuğum bir nokta vardır, onu da arzedeyim. Beş sene tahsil ve terbiye alan küçük köylerin terbiyesini
müsavi hale getireceğiz. Acaba burada bir tezad var mı? Bunun yanında büyük köyleri de nazarı itibara almak lâzımdır.
60 - 80 haııeyi geçince oraya tayin edilecek eğitmen veya öğretmene dahafazla maaş vermek suretile daha bilgili kimseler
gönderilmesi zaruret icabı olmaz mı?. Çünkü 300 haneli köy çocuklarının, küçük köy çocuklarına nazaran, daha fazla
bilgiye ihtiyaçları olamaz mı?.
Şimdi 15 haneli bir köyle 300 haneli bir köy aynı seviyede yetişecektir. Zihnime takılan mesele bıtdıtr. Kanunu da
henüz okumadım. Salâh Yargı arkadaşımız, vebal vermek istemem amma, geldi müstacel dedi, memleketin en büyük
ve mühim bir kanununu, aklımız ermeden çıkarmağa vesile oldu. Aklım ız ererek çıksaydı elbette daha iyi olurdu.
Bendeniz bu hususta M aarif vekili arkadaşımızın bizi tenvir etmesini rica ediyorum. Hakikaten eğitmenlerin çok
faydaları görülmüştür. Üçüncü sınıfta olması lâzımgelen bir çocuk bu gün ikinci sınıfta aynı seviyeyi kazanıyor. Buna
muvaffak olmuşlardır, hakikaten şayanı takdirdirler.
Şimdi bu tahsili beş sene yükseltince acaba bunlar eski eğitmenler gibi köylünün içine nüfuz edebilecekler midir?.
Burada bana bir tereddiid hâsıl oldu, tenvir etmelerini rica ederim." TBMM, Tutanak Dergisi, 17.4.1940, s. 71-72
Işık KANSU'nun Talip APAYDIN ile yaptığı bir söyleşi ise, SAZAK'ın köy çocuklarının okuması
konusundaki farklı bakışını veriyor:
“Talip daha okula başlamamıştı. 6 yaşındaydı galiba. Babası Emin SA Z A K 'ın çiftliğinde ortakçıydı. Çiftliğe -o zaman
taksi derlerdi- özel arabayla konuklar gelmiş, kuzu çevriliyor, rakı içiliyordu. Babam elimden tutmuş, Emin S A Z A K ’ın
önüne kadar götürmüştü. ‘Emin Bey, 14 yıl askerlik yaptım. B ir ka rış toprağım yo ktu r. Senin ç iftlik te o rta kçıyım .
Bu çocuğun anası yoktur. Yelim mektebine sokuver de okusun.'
Emin SA Z A K , 'kaç yaşındasın’ diye sordu babaya. '45'. Aşağıdan yukarıya süzdü Emin Bey, 'yaşlanmışsın' dedi,
'götiir bu çocuğu çalıştır. Okursa, yarın sana baba demez. D inini de unutur.
Babası, ‘ben bundan bir şey beklemiyorum zaten, kendini kurtarsın, ne olur' diyecek oldu; Emin S A Z A K ağa ya,
söylediği sözden dönmez!...
Babası nasıl ilenmişti o gün. Hızlı hızlı yürürken, ‘Ulan, madem okuyan babasına baba demiyor, dinden çıkıyor,
seninkileri niye okutuyorsun' diye bağırıyordu da, Talip yetişemiyordu peşinden." (Işık KANSU, Çocukluğa
Yolculuk, Öyküsel Röportajlar, Bilgi Yayınevi, 2002, s. 47-48-19.)
Talip APAYDIN 1926 doğumlu olduğuna göre, çiftlikte ortakçı olan babası ile SAZAK arasındaki
konuşmanın tarihi 1932-33 olmalıdır.
267
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsaıj KURUÇ
desi (köy eğitm en ve öğretm enlerinin vazife ve salâhiyetleri) görüşm eye açılınca
sözü Em in SAZAK alır:
EMİN SA Z A K (Eskişehir) — "Bu madde muallimlere o kadar salâhiyet
veriyor ki, hekim, hâkim, ne bileyim mürşit, Peygamber, hepsi. Yani bun­
lar köyün ziraatini temin edecek, askerî işlerde akıl verecek, hulâsa her şey
yapacak. Ben, hakikaten bu yeni köy muallimlerinin yetişme tarzı itibariyle
çok emniyet duydum. Bu çocuklar bu sahada çok iyi çalışacaklardır. Hoşu­
ma giden cihet, bu çocukların her şeyi öğrenerek köye gitmeleridir. Çocuk
bu suretle yetişirse hakikaten bir inkılâp olacak diye bir fahir ve sevinç
duydum. Fakat bunu böyle yaptığım ız vakit köye gidecek bir muallim, ben
köyde muhtarım diyecek, o zaman da köy kalkınması yerine herkes dağa ka­
çacak. Mazhar Miifid Beyin bir hikâyesi vardı, onun dediği gibi, halkı köy­
den dışarıya çıkaracağız. Kanun çok güzeldir, fakat bu maddesi tamamen
yanlıştır. Böyle yaparsak yarın bütün emeklerimiz boşa gidecektir. Sonra
öğretmen hangi bir işi yapacak? İçtimai işe bakacak, su işine bakacak, şu işe
bakacak, bu işe bakacak... Fakat mektepte ne vakit çalışacak? Onun için ben
rica ederim bu maddeyi baştan aşağı lâğvedelim. Bilmiyorum, bu kanunun
diğer maddelerinde de böyle birer hayale kapılarak ileri gidilmiş kısımları
var mıdır? Ben bu madde ile bu güzel eseri çok geri bırakacağımızdan kor­
karım. Hakikaten Türk köylüsü şehirde yetişm iş muallimden istifade ede­
miyordu. Bu çok fantazi olmuş, bunu kaldıralım ve çok güzel olan bu eseri
bozmıyalım. Bunu rica ediyorum. Eğer kanunun diğer yerlerinde, madde­
lerinde de böyle şeyler varsa, hattâ bendeniz rica edeceğim, biraz dursun
da düşünelim diyeceğim. Bu madde çok hatalıdır, çocuğa ders imkânını
vermez. Oğlum, senin vazifen bunlardır, yardım et, amma müdahale de­
ğil, diyebiliriz. Fakat, muallim köylülere, gelin bakalım, konferans verece­
ğim, sizi adam edeceğim, has dur, selâm dur derse, o muallime ısınmanın
imkânı yoktur, köylüyü mektebe ısındırmağa imkân yoktur. Bendeniz bu
itibarla böyle bir salâhiyetin verilmesine taraftar değilim. Bir taraftan hani
köylüyü büsbütün herşeyden uzak tutuyoruz, Ziraat enstitüsünden daha
dün çıkmış bir genç bütün nazari şeyleri alıyor, köye vardığı zaman tatbi­
katta büsbütün cahil oluyor. Sen iki gün okut, gönder köye. Köylüyü onun
emrine ver, bir de genç bir kaymakam geldi mi hapı yuttu. Şunu şöyle ya­
pacaksınız, bunu böyle yapacaksınız. Bana böyle geliyor, iyi bir yeri varsa
arkadaşlardan tenevvür edelim. Bunu böyle çok fantaziye boğarak öldiirmiyelim. Eser büyüktür. Bu eserin selâmeti namına bunu yapmıyalıtn."39
39 TBMM, Tutanak Dergisi, 3.6.1942 s. 62-63.
268
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
Emin SAZAK yalnız değildir. Yasa m addelerinin görüşülm esinde, birçok
noktada ısrarlı m uhalefet vardır. 1942 bir d ö n ü m noktası oluyor: K öylüyü "ker­
picinin içinden" çıkaracak okul ve enstitü hareketi hız kazanırken,40 toprak sahibi
ve zengin çiftçinin direnişi ve kendine b ir cephe oluşturm aya başlayışı görülü­
yor. Enstitüleri hedef alan karalam a ve yıpratm a girişim leri de 1942'den sonra
çoğalacak, 1945'ten sonra tırm anacaktır.
Bağımsız Çiftçi
1942'de hızlanan gelişm eler içinde gözden kaçırılm ayacak bir konuşm a v ar­
dır. Kasım ayında M eclis'i açarken ÎN Ö N Ü 'nün sözleri çarpıcıdır. Tarihidir. Aca­
ba yaklaşan b ü y ü k b ir fırtınanın işareti m idir?
"Bizim gördüğümüz en tehlikeli hostaltk, iki senedenberi cemiyeti­
miz (toplumumuz) içinde Cumhuriyet hükümetlerini muvaffak etmemek
için estirilmiş olan zehirli havadır. Acı ile hatırlamalıyız ki, milletin iaşe
işlerini tanzim etmek (düzenleme) yolunda Cumhuriyet hükümetlerinin
sarfettikleri gayretlere (çabalara), iki seneden beri cemiyetimiz (toplumu­
muz) tarafından hiç yardım edilmemiştir... Bulanık zamanı bir daha ele
geçmez fırsat sayan eski batakçı çiftlik ağası ve elinden gelse teneffüs ettiği­
m iz (soluduğumuz) havayı ticaret metası yapmaya yeltenen gözü doymaz
vurguncu tüccar ve bütün bu sıkıntıları politika ihtirasları için büyük fır­
sat sanan ve hangi yabancı millete çalıştığı belli olmayan birkaç politika­
cı, büyük bir milletin bütün hayatına küstah bir surette kundak koymaya
çalışmaktadırlar. "4i
Burada, yazının başında işaret ettiğim iz bir tabloya yeniden bakalım : T op­
lum un güç d o k u su n u fiilen (ekonom ik ve toplum sal ilişkilerle) elinde b u lu n d u ­
ran toprak sahipleri, eşraf, tüccar ve (varsa) sanayi erbabı bloku, temsilcileriyle
C H P 'nin içindedir. Ancak, yönetim in dönem i ve politikaları bu 'b lo k 'u n elinde
değildir. Yönetim in, C u m h u riy et'in (ve C um huriyet H alk Fırkası'nın) k u ru lu ­
şu n d an itibaren öncelikli çizgisi olan geri kalm ışlığı aşm a davasını (uygulam ada
40 Enstitülerin köydeki görevlerinin çoğalması yolunda düşünceler ve çalışmalar 1945-46'ya kadar
hız kesmeksizin sürecektir. 1943'ün Temmuz ayında getirilen 'Köy ebeleri ve köy sağlık teşkilatı'
yasası örneklerden biridir. M uvakkat encümen (geçici komisyon) adına konuşan Konya mebusu
Dr. Sadi Irmak şöyle söylüyor: "A çılm ış olan köy enstitülerinin yalnızca öğretmen değil, köyler için her
türlü ihtiyaca cevap verecek elemanları yetiştireceği m uhakkaktır (kesindir). Köy enstitülerine ikinci bir
vazife daha veriyoruz. O da köye sağlık bekçileri yetiştirm ektir. Şıı halde ilk prensip bu unsurları yetiştirm ek
hususunda köy çocuğunu alm ak ve köy enstitülerine hâkim olaıı bir zihniyetle yetiştirm ektir, ikinci prensip bu
adamların m em ur karakterinde olmamasını tem in etm ek (sağlamak), yani, barem m evzuatı, harcırah m evzuatı
bakımından, terfi (yükselm e) şartları bakımından diğer memurlardan beklediğimiz karakterden gayrı yen i tip
bir adam yetiştirm ektir." TBMM T utanak Dergisi, 5.7.1943, s. 41.
41 TBMM T utanak Dergisi, 1.11.1942, s. 3-4. (a.b.ç.).
269
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
ne anlam a geldiği kestirilem em iş olsalar da) 'b lo k 'u n unsurları kabullenm işler­
dir. Bu kabulle, yönetim 'blok' ile arasında bir 'm o d ü s viv en d i' oluşturm uştur.
Rejimin om urgası 1920'lerde b u kabulle yerine oturm uştur. 1930'larda, devlet­
çiliğin y orum u ve toprak so ru n u üzerindeki görüşlerle ilk farklılaşm alar ortaya
çıkmış, ancak, özellikle devletçi sanayi hareketinin başarılı o rtam ında farklılaş­
m alar çelişkiye varm am ıştır.
1940'lara gelince, tablo başkadır. Sahne değişiyor. D ünya savaşırım yarattı­
ğı, her çeşit spekülasyona açık belirsizlikler, savaş koşullarından kaynaklanan,
d ah a önce yaşanm am ış ekonom ik kıtlıklar bam başka b ir ortam getirm iştir. Savaş
koşullarının birkaç yıl içinde yarattığı ve tırm andırdığı k ıtlık ve enflasyon, yö­
netim i (savaşm getirdiği yalnızlık ortam m da) kaynaksız ve güçsüz bırakırken,
özellikle 'b lo k 'u n önem li unsurları olan toprak sahibi ve b ü y ü k çiftçi ile doğal
m üttefiki tüccarı karaborsanın b ü yük katkısıyla zenginleştirm iş, ekonom ik ola­
rak güçlendirm iştir. Savaş, ekonom ide yepyeni bir kaynak dağılım ı yaratm ıştır.
1920'lerin 'm o d ü s vivendi'si, 1940'la başlayan yıllarda 'blok' hesabına böylece
giderek anlam sızlaşıyor. 'Blok', 'piyasa'run 'görünm ez eli'nin desteğiyle, artık
eskisinden d ah a güçlü o ld u ğ u n u hissetm ektedir. C um huriyet yönetim i de bu
yeni tabloyu görüyor. A ralarında, geri kalm ışlıktan çıkm a davasına d ay an a­
rak 1923'te başlayan kabullerin geçersiz kaldığı gergin bir ortam oluşm aktadır.
İNÖ NÜ, d ah a önce dile getirm ediği ve bir d ah a dile getirm eyeceği sözlerle ve
'b lo k 'u n aktörlerini işaret ederek d u ru m u sergiliyor. B ütün b u n lar göz ö nünde
tutulm alıdır. K öy-toprak-tarım davasının 1940'lı yıllarda geldiği aşam ayı ve özel
gelişm e noktalarını incelerken, yeni ortam ı hesaba katm ak ve d aha sonraki adım ­
lan, tepki ve dirençleri ve m ücadeleyi b u n a göre değerlendirm ek gerekecektir.
Tabloyu, köy-toprak-tarım d avasının peşini bırakm ayan yönetim yönünden
d ü şününce, 1942'nin, M aarif Vekâleti ile erişilen noktasm da, köyün zem ini bir
ileri atılım için hazırlanm ıştır. M aa rifin dinam izm i köy bo y u tu n d a çözüm ü h a­
zırlar; fakat, toprak ve tarım boyutlarında C um huriyetin aradığı rejim başka bir
bilgi ve uzm anlık alanının görevidir: Tarım . 1943-44 yıllarına gelindiği zam an
sanki bir 'k e rp e te n h a re k â tı'n m tasarlandığını hissederiz. 'K erpeten'in bir ko­
lu nda köy enstitülerinin b ü y ü y en gücü oluşm uştur. Güç köyde ortaya çıkıyor.
Öteki kol, 1945 yılının hem en başm da sahm ede görünecektir: Ç iftçiye T o p rak
D ağıtılm ası ve Ç iftçi O cakları K urulm ası hakkında kanun tasarısı. Tasarı ve
gerekçesi 17 Ocak 1945 tarihini taşıyor.
B uradaki tarihi önem sem ek gerekir: 1939'un Eylül ayında başlam ış olan
d ü n y a savaşı A vrupa cephesinde sona yaklaşıyor. K ızılordu, A lm an orduları­
nı bozguna uğrata uğrata Polonya'yı geçmiş, A lm anya'ya girm iştir. A vru p a'n ın
270
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
batısında İngiliz ve A m erikan (ve Fransız) kuvvetleri 1944 H aziranm daki Norm andiya çıkarm ası ile başlayan ilerlem eyi sürdürerek, A lm anya'ya batıdan gir­
m işlerdir. Savaşın sonucu artık bellidir.
Savaşa girm ediği halde beş yıl boyunca b ü y ü k bir o rd u y u (köydeki üreticiyi
o rd u d a tüketiciye dönüştürerek) silâh altında tutm ak z o ru n d a kalan T ürkiye'de
'terh is' zam anı yaklaşm ıştır. 'T erhis', yani, o rd u d a n köye, tarlaya d ö nüş 'eski
d ü ze n 'e dö n ü ş m ü olacaktır? Yoksa, o köylü şim di toprağa sahip olup, yepyeni
bir kim liğe, 'çiftçi' kim liğine mi kavuşacaktır? Yaklaşan 'terh is' ile toprak ve çifti
so ru n u n u çözm e ham lesi aynı zam an dilim inde eşleşiyor. Ve yine aynı zam anda
köy enstitüsü ham lesi büyüyerek hedefine, 'yeni köy'e d o ğ ru ilerlerken âdeta
'çiftçi ve to p rak ' adım ının zem inini hazırlıyor. Yazının başına dönerek yorum ­
lam ak gerekirse, bu, "ü reten köylü (çiftçi)" ve böylece "m illetin efendisi" olm a
şansının zem inidir.
Yasa tasarısı, herşeyden önce şu n u gösteriyor: 1927'nin 'm u h taç zü rra'sın d an
hareket ederek toprakta yeni bir kim liğe, 'bağım sız çiftçi'ye gelinm iştir. C iddi yol
alınm ıştır. Bunu görm ek zor değildir. 1945 tasarısı ile 'bağım sız çiftçi', statü sü b u
çiftçiye sağlanacak toprak m ülkiyeti ve b u m ülkiyet ü zerinde çiftçinin yapacağı
tarım kayıtsız şartsız korunm uştur. Daha önceki girişim ler, m evcut d ü zen içinde
topraksıza toprak verm e çizgisi ü zerinde oluşuyordu. O raya k adar geliyordu.
1945 tasarısı, hakkıyla tarım y apm ak üzere toprakta yeni bir m ülkiyet d üzeni ge­
tiriyor ve b u n u n m erkezine d e 'bağım sız çiftçi'yi yerleştiriyor. İşin esası b udur.
Tasarı, toprakta (tarım arazisinde) d ö rt boy m ülkiyet olacağm ı saptıyor: 1.
K üçük arazi: En çok 30 dönü m e kadar. 2. Çiftçi ocağı arazisi: 30'dan 500 dönüm e
kadar. 3. O rta arazi (ya d a özel m ülklere ait arazi): 500'den 5000 dönüm e kadar.
4. Büyük arazi: 5000 d ö n ü m d en yukarı olan ve sadece devlete ve iktisadi devlet
teşekküllerine (İDT) ait arazi.
Yeni m ülkiyet sınıflam ası ile C um huriyet yönetim i tarım da gelişm eyi, esas
olarak, 30 ilâ 500 d ö n ü m arasındaki araziler üzerinde kurulacak yeni bir m odele,
'çiftçi ocağı'na em anet ediyor. T arım da beklenen gelişm eyi sağlayacak olan, top­
raklanarak m ülkiyete kavuşacak olan 'bağım sız çiftçi'dir. O, tarım ın ajanı oluyor.
O n u n çiftçi ocağı hep desteklenecektir. 'O cak'lar ya d a 'köylü m ülkleri' tem eldir
ve yaygınlaşacaktır. Amaç, kısaca budur.42
42 Tasarının gerekçesi için bkz. Çiftçiyi Toprak Dağıtılması ve Çiftçi Ocakları Kurulması Hakkında
Kanun Tasansı ve Geçici Komisyon Raporu (1/386), S. Sayısı: 97,1945.
271
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
Yasa Tasarısı Gerekçesinden:
"Herşeyden evvel, arazinin işletilmesi rejimi ziraat tekniği üzerinde
kendini gösterir.
Arazinin doğrudan doğruya sahibi tarafından işletilmesini esas alan
bir işletme rejiminde ziraat tekniği daha çabuk inkişaf eder. Halbuki ortak­
çılık sisteminin hüküm sürdüğü yerlerde topraktan iyice faydalanılamaz.
(...)
Hele bir memlekette türlü işletme şekilleri karmakarışık ve hukukî
temellere istinadettirilmeksizin hüküm sürerse ziraatın teknik bakımdan
ilerlemesi büsbütün zorlaşır. İktisat bakımından her şeyden önce arazinin
işletilmesi şarttır. Şüphesiz arazinin doğrudan doğruya sahibi tarafından
işletilmesi en yüksek iktisadi menfaat yaratır. Buna karşılık ortakçılıkla iş­
letme şeklinin bariz iktisadi zararları vardır. Bazı şartlar altında arazinin
icarla işletilmesi faydalı ise de bundan doğan hukukî münasebetlerin dü­
zenlenmesi hallerinde bu biçim işletme de zararlı neticeler verir.
Arazinin işletilmesi rejiminin içtimai tesirleri de gözden ırak tutulınıyacak kadar büyüktür. Arazinin sahipleri tarafından işletilmesini ana
prensip sayan bir işletme rejimi toprağına bağlı, köklü, kendi mülküne
dayanır müstakil bir çiftçi kalabalığı yaratır. Bu çiftçi kalabalığı her çeşit
içtimai sapkınlıklara karşı durur. Buna karşılık ortakçılıkla arazi işletil­
mesine büyük ölçüde yer veren bir işletme rejimi ise cemiyet içinde miilksüz, köksüz bir kalabalık doğurur. Sonra başkalarının mülklerini işleyen
bu çiftçi kalabalığı, içtimai bakımdan mülk sahiplerine bağlı da olurlar.
Hele ortakçılıkla arazi işletilmesinden doğan münasebetler hukukî temel­
lere dayanmaz da, itiyatlara, göreneklere istinadederse, daha elîın içtimai
akıbetler belirir.
Elverişsiz işletme rejimlerinin meydana getirdikleri iktisadi ve içtimai
bağlılıklar siyasi vasilikleı■bile doğurur. Bu çeşit bağlılıklar mahallî nüfuz­
ların, mahallî tahakkümlerin desteğini verir. (...)
Türkiye'nin bugünkü arazisi; genişliği, çeşitliliği ve yarayışlılığı ba­
kımlarından bütün bir millet iktisadtna, kalabalık bir cemiyete temel olabi­
lecek bir varlıktır. (...)
Bizim yurdum uz yapılış bakımından da çeşit çeşit araziyi içinde top­
lamış bulunmaktadır. Memleketimiz toptan gözöniine getirilirse hemen
hemen her çeşit arazinin bulunduğu anlaşılır. (...)
272
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
Tahminlere göre memleketimizde tarla, ve bahçe kültürlerine yarayışlı
arazinin genişliği (15 929 095) hektar tutmaktadır. Bunun bütün memle­
ket genişliğine nispeti % 24.3 tür. (...)
Halihazırda Türkiye'deki işlenen arazinin (13 465 000) hektarı tarla
arazisi, (1 225 315) hektarı bağ bahçe arazisidir (...)
Memleketimiz arazisinin genişlik, çeşitlilik ve yarayışlıltk bakımla­
rından ifade ettikleri imkânların henüz gerçekleştirilmemiş olmasının ve
ziraatımızın özlediğimiz kıratta gelişememesinitı başlıca sebeplerini önce
bizdeki arazi mülkiyeti şartlarında ve bugünkü mülkiyet bünyesinin elve­
rişsizliğinde görmek lâzımdır. (...)
Cumhuriyet devrinde, Türkiye'de arazi mülkiyeti rejiminin, karakter
itibariyle yeni bir safhaya girdiği malûmdur. Bu safha medeni kanunun ka­
bul ve tatbik edilmesiyle başlar. Medeni kanunun getirdiği arazi mülkiyeti
rejiminde hususi mülkiyet asildir.
Bugünkü Türk cemiyeti hususi mülkiyet prensipleri üzerine kurul­
muştur. Fakat bugün Türkiye'de var olan arazi mülkiyeti bünyesi, reji­
mimizin ruhuna, M illetimizin zaruretlerine uymadığı gibi, gelişmesini de
hızlandıracak bir durumda değildir.
Gerçekten memleketimizde şimdi var olan arazi mülkiyeti bünyesinde
bazı büyük arazi mülklerinin bulunduğu göze çarpar.
Büyük arazi mülkleri başta Devlete, sonra bazı hiikmî şahıslara, niha­
yet kişilere ait bulunmaktadır. Öteyandan geçimini toprağa bağlamış olan
büyük bir kalabalık da topraksız veya geçinmeye yeter ölçüde topraktan
mahrumdur. Büyük arazi mülkiyetini elinde bulunduranların çoğu ya­
şayışlarını toprağa bağlamadıkları halde, geçinmelerini toprağa bağlamış
olanların hepsinin de elinde toprak bulunmamakta veya arazi mülkleri kâfi
gelmemektedir. (...)
Halbuki Türkiye ziraatının hızla geliştirilmesi memleket toprakları­
nın gerçekten benimsenip imar edilmesine bağlanır. Bu sebepten toprağı
işleyenlerin ona sahip olması, toprağa sahip olanların, topraklarını işlemesi
prensibi üzerinden Türkiye yürümek zorundadır.
Bundan başka, milletimizin üremesi, kendi arazi mülküne dayanan
müstakil ailelerin çoğalmasını şart koşuyor. Bu da yetecek arazi mülkleri
üzerinde yeni yeni aile varlıklarının çoğaltnasiyle kabildir.
273
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
Nihayet, rejimimizin karakterlerinden biri de halkçılık prensiplerinden
gelmektedir. Ziraat alanında halkçılık prensibi, Türkiye'nin arazi mülkiye­
ti bünyesinde köylü mülklerinin geniş temeli teşkil etmesini gerektirir.
İşte bu sebeplerden bugünkü varolan arazi mülkiyeti bünyemizin,
milletimizin zaruretlerine, gelişme şartlarına ve rejimimizin ruhuna yara­
şır bir şekilde değiştirilmesi lâzımdır. (...)
Gerçekten Türkiye'nin Osmanlı imparatorluğundan devraldığı ortak­
çılıkla arazi işletme şekli bugün de sürüp gitmektedir. Ortakçılıkla arazi
işletme şekli kısmen tımar ve zeamet sistemlerinden azma bir sistemdir.
Bunun yurdum uzda türlü tipleri vardır. Bu şekil işletmeye en ziyade bü­
yük arazi mülklerinde rastlanmaktadır. Haddizatında ortakçılıkla işletme
şekli iptidai bir işletme şeklidir. Bu şekil işletmede arazi onu benimseyenler
tarafından işletilmez, başkaları tarafından işlenir. Diğer bir ifade ile ara­
zi işleyenler, işledikleri araziye temellük etmezler. İşte ortakçılıkla işletme
şeklinin bu mahiyeti arazinin cidden benimsenip imar edilmesine büyük
bir engeldir. Halbuki, arazinin lıakkiyle işlenip mamur bir hale gelebilmesi
için, ona onu işleyenlerin temellük etmeleri gerektir. Türkiye'de geniş top­
rakların bakımsız olmalarının, iyice istismar edilememelerinin sırlarından
biri de işte bu ortakçılık sisteminde gizlidir. Memleketimizde ortakçılıkla
işletme sistem i hukuki esaslara dayanmadığından bu işletme şeklinden do­
ğan iktisadi ve içtimai münasebetler de teamüllere göre yürütülmektedir.
Bu yüzden de sayısız ilıtilâtlar meydana gelmektedir. Ortakçılıkla işletme­
nin halihazırdaki şekli hem mülk sahiplen, hem ortakçılar, hem de millet
iktisadı menfaatleri bakımından zararlıdır. Bu sistem kendi içinde, Türkiye
ziraatinin teknik, iktisadi ilerlemesini köstekleyen bütün engel kuvvetleri
toplamaktadır.
Türkiye çiftçiliğini kalkındırabilmek için, .herşeyden önce yurt toprak­
larının işlenip mamurlaştırılmasını gözetmek şarttır. Bunun için de gittik­
çe doğrudan doğruya arazi sahiplerinin arazilerini işletmesi prensiplerine
yönelmek gerektir. Topraklarımıza emek, bilgi, zekâ ve sermaye ancak bu
prensip üzerinden yürüdüğüm üz takdirde akacaktır. (...)
Ziraatımızda göze çarpan vakıalar sadece bunlardan ibaret değil­
dir. Bunlardan başka, memleketimizde arazi mülklerinin tapulaştırılması, arazi mülklerinin sınırlandırılması, arazi mülklerinin tescili işlerinin
yeni baştan diizenlendirilmesi, arazinin teknik bakımdan ıslâhı yollarının
açılması gibi her biri kendine göre ehemmiyetli diğer meseleler de vardır.
274
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
Fakat hepsi birden zirai reformun küllünü teşkil eden bu meselelerin sıra
ile çözülmeleri daha doğru görülmüştür. Zaten bu dâvalardan birinin ger­
çekleştirilmesi, diğerlerinin başarılması şartlarını ve imkânlarını doğura­
caktır. Bundan ötürü; önce çiftçilere toprak dağıtılması ve müstakil çiftçi
ocaklarının kurulması dâvası öz olarak ele alınmıştır. (...)
Kanun topraksız olanlara veya toprağı yetmiyenlere yetecek ölçüde
toprak verilmesini amaçlıyor. Bununla geçimini çiftçiliğe bağlayanların
veya bağlıyacakların toprak sahibi olmalarını, sonra da bu toprakları üze­
rinde işletme kurarak kökleşmelerini, yurdda müstakil çiftçi ailelerinin
çoğalmasını gözetmektedir. Bunun yanında arazi mülklerinin mahdut el­
lerde toplanacak surette aşırı derecede büyümelerini veya yetersiz hadde
küçülmemelerini de hedef olarak almıştır. Gene umumî hükümler arasında
çiftçilik ve çiftçi tarifinde bulunmaktadır. (...)
M ülk olarak arazi boylara ayrılmıştır. Bu madde ile memleketimizin
arazi mülkiyeti bünyesinde dört boyda mülkiyet bulunabileceği esası kon­
maktadır. Bunlardan küçük arazi mülkiyeti çiftçilik için aslî bir mülkiyet
büyüklüğü değildir. Bu biçim mülkler maişetlerini başka mesleklerden
kazananların edineceği mülklerdir. Bununla işçilerin, esnafın ve serbest
sanat erbabının ve diğer mesleklerde çalışanların toprakla alâkası sağlan­
mak istenmiştir. Bundan başka büyük arazi mülklerinin de Devlet elinde
bulunacağı tasrih edilmiştir. Böylece memleketimizde hususi ellerde büyük
mülklerin iktisadi, içtimai eziciliği önlenmiş olacaktır. Buna karşılık da
teknik ve iktisadi faydaları sağlanmış olacaktır. Buna göre memleketimizde
köylü mülkleri asıl olacak, orta mülkler de mahdut kalacaktır. Bu biçim
bir mülkiyet bünyesinin milletimizin üremesini, cemiyetin temelleşmesini
ve yu rt topraklarının daha ziyade mamurlaşması emniyet altına alacaktır.
(...)
Topraksızlara ve toprağı yetmeyenlere dağıtılacak araziyi tedarik işin­
de ölçü birinci plânda işletme ölçüsü olmuştur.. Bundan sonra mülklerin
genişliği gözönünde tutulmuştur. Bunlardan hareket edilerek Devlete ait
kullanılmayan arazi, hususi idare, belediyelere ve köylere ait olup ta kıymetlendirilemeyen arazi dağıtılacak arazi arasına alınmıştır. Şahıslara
ait arazide işletilmiyen ve orta mülk büyüklüğünden yukarı kısımlardan
da dağıtılacak arazi tedarikinde faydalanılması gözönünde tutulmuştur.
Bununla yu rt topraklarının onu işleyecek, mamurlaştıracak ellere geçme­
si, hususi arazi mülklerinin haddinden aşırı büyümemeleri sağlanmıştır.
(...)
275
Cumhuriyet ve Toprak t Bi/say KURUÇ
Bu kanundaki arazi kamulaştırılmasına ait hükümlerin ana dayanağı
Anayasamızın 74 üncü maddesinin ikincifıkrasıdır. Kamulaştırma prensipi de gene toprağın işlenmesi ve arazi mülklerinin büyüklüğü noktalarına
dayanmaktadır. Kamulaştırma işlerinin çok çabuk, bitirilmesi gerekli gö­
rüldüğünden buna ait hükümler de konmuştur. (...)
Bulunduğu yerde ötedenberi çiftçiliği zanaat edinen topraksızların ve
toprağı yetmiyenlerin önce ele alınması doğru görülmüştür. Bunun arka­
sından gerçekten çiftçiliği yapabilecek ve ona mal olacak kişiler düşünül­
müştür.
Verilecek arazi miktar ve çeşitleri kesin olarak tâyin edilmemiştir.
Çünkü bu, işletme çeşitlerine, istihsâl yönlerine, iklim ve toprak şartla­
rına göre değişecek bir şeydir. Yalnız verilecek arazi genişliği için bir had
konmuştur. Bu da «Çiftçi ocağı» haddidir. Bununla memleketin mülkiyet
bünyesinde köylü mülklerinin geniş bir temel teşkil etmesi gözetildiğindendir. (...)
Bu kanunun amaçladığı toprak dağıtımı memleket ölçüsünde çok sa­
yıda vatandaşı ilgilendiren bir iş olması dolayısiyle bedelsiz toprak ver­
me yoluna gidilememiştir. Ancak bedellerin uzun zaman içinde taksitlerle
ödenmesi yolu tutulm uştur. (...)
Topraksızlara ve toprağı yetmeyenlere yalnız toprak verilmekle kalı­
nırsa, onların bu toprakları işleyememek tehlikesi vardır. Bu halde de veri­
len toprakların ellerinden çıkması bir netice hafinde belirir.
Çift ocağı memleketimiz için yeni bir tesistir. Bununla mülkünde
köklü, emeği ve mülkü ile rahat geçinebilen müstakil çiftçi ailelerinin ya­
ratılması, çoğaltılması hedefine ulaşmak gözetilmektedir. Çiftçi ocağının
bölünmezliği ile de, ziraatta müstakil ailelerin, iktisadi bir varlık olarak
sürüp gitm esi sağlanmak istenmiştir. Bunun için de çiftçi ocağının ancak
toptan intikal etmesi prensibinin konması yoluna gidilmiştir. Çünkü çiftçi
ocağının şu veya bu yoldan parçalanabilmesine imkân vermek, memlekette
kökleştirilmek istenen topraksız veya toprağı yetmeyen çiftçi ailelerinin bir
müddet sonra yeniden meydana gelmesini kabul etmek demek olurdu."
276
Prof. Dr. Tııncer Bulutay'a Armağan
17 Ocak 1945 tarihli H ü k ü m et tasarısı anayasa, adalet, bütçe, ekonom i, içiş­
leri, m aliye, tarım ve ticaret kom isyonlarından seçilen d ö rd e r üye ile ku ru lan bir
Geçici ('K arm a') K om isyonda görüşülerek TBMM Genel K uruluna gidecektir.
K om isyon 5 Şubat (Pazartesi) g ü n ü toplanır. Başkan eski İktisat Vekili Rahm i
KÖKER, sözcü A dnan MENDERES ve kâtip (sekreter) Salâhâttin BATU'dur.
T asarının Şubatta başlayan birinci görüşm eleri ('ilk tur') 28 birleşim ile (her
birleşim bir ya da birkaç o tu ru m oluyor) yapılm ış ve 27 M art'ta sona erm iştir.
İkinci görüşm eler ('ikinci tur') 11 N isan 'd a başlam ış, sonuncusu 19 N isan'da
(Perşem be) tam am lanan beş birleşim , toplam 45 toplantı yapılm ıştır. Bunlar
C um huriyet tarihini aydınlatan en öğretici belgelerdendir. Başlıbaşına araştır­
m aya değer kapsam dadır. D önem e, kişilere, toplum sal yapıya ışık tu ttu ğ u gibi,
siyasal zem inin özellikleri, sağ lam /za y ıf n o k talan hakkında ipuçları taşır nite­
liktedir. Kısır bir tarım rejim inin üzerinde otu ran toprak m ülkiyeti sahiplerinin
herhangi bir gelişm eye şans tanım ayan direniş çizgisi, özellikle iktisatçılar tara­
fından iyi incelenm elidir ki, tarım a ilişkin ekonom ik analizlerin içi dolu olsun ve
gerçekleri kavram aya yardım cı b ir bo y u t getirsin. Yine aynı çizgi, siyaset bilim ­
ciler ve sosyologlarca m erakla incelenm elidir ki, o güne ve sonrasına d önük yo­
ru m lar 'bilinen' ve bilindiği için genellikle gereğince irdelenm eden benim senen
'm alû m at'ın ötesine geçebilsin, yaratıcı olsun, yeni bakışların yolunu açsın. De­
ğerlendirm enin tam olabilm esi için, 1945 yılı başında C um huriyet yönetim inin
geldiği noktanın hakkını verm ek ve b u n u n , to p lu m u n potansiyelini baskılayan
güçlere karşı, C u m h u riy etin en ileri h arek âtı o ld u ğ u n u görebilm ek gerekiyor.
H ü k ü m et tasarısının ve kom isyon görüşm elerinin ayrıntıları bunları sergileyen
bilgiler taşıyor.
Tasarının tü m ü n ü n ve yapılan görüşm elerin ayrıntılarına inm ek bu yazı­
nın boyutlarını aşar. B urada sadece tasarının önem li yeniliği olan ve tasarının ve
ülke toprak-köy-tarım rejim inin 'm ak u s talihi'ni belirleyecek hücum ların m er­
kezi haline gelen nokta ü zerinde duracağız: Bu, Türkiye tarım ında ilk kez 'b a­
ğım sız çiftçi'nin en öne geçirilm e atılım ıdır. Y ukarıda değindiğim iz gibi, o güne
k adar tarım da böyle bir 'a k tö r' yoktur. Ü lkenin tarım arazisinde toprağı işleyen­
ler, esas olarak, ortakçı, yarıcı, m araba ve tarım işçileridir ve b u n lar topraksızdır.
Toprak sahipleri ise, toprağı gereğince işlem e m isyonunu üstlenm iş değillerdir.
Tasarı bu gözlem den h areket ederek, toprağı işleyenlere m ülkiyet verm eyi am aç­
lam aktadır. H angi to p rak ta çalışıyorlarsa, toprak oradan alınarak verilecektir.
Böylece, ana çizgi, işlenm eyen toprak bırakılm am ası ve toprağın, işleyenin m ül­
kü olm asıdır. Yani, 1936'da söylendiği gibi, "toprak işleyenin!". 1945'te de aynı
iddia ile gelm iştir.
Tasarıyı kom isyona sunarken, Tarım Bakanı Şevket R aşit HATİPOĞLU b u n ­
ları vurguluyor:
277
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsaıj KURUÇ
"(...) Zirai reform yapmak için uzun zamana ihtiyaç vardır. (...)
Türkiye'de zirai reform hareketinin ilk büyük adımım teşkil eden bu kanun
o kadar ehemmiyetli (önemli)dir ki, bunun tatbiki (uygulanması) için hu­
susi bir teşkilat (özel bir örgüt) kurmak (...) şarttır. (...) Ayrı bir teşkilat
kurulacaktır. (...) Ziraat işlerine bağlı reform işleri için ayrı bir teşkilat
meydana getirilecektir. Bu teşkilat yalnız arazi istimlak edip (kamulaştırıp)
geçecek değildir. Sonuna kadar devam edecektir.(...)
M illetin tarihi, haldeki (bugünkü), istikbaldeki (gelecekteki) şartlarına
uygun, muvazeneli (dengeli) bir mülkiyet bünyesi meydana gelmesi bütün
teferruatıyla (ayrıntılarıyla), anahatlnrıyla canlandırılmıştır. Bu kanun­
la bizim düşündüğümüz, Türkiye'de 5000 dönümden yukarı arazi için
devlet mülkiyeti tanımak istiyoruz. Ve bu da (...) halk ziraatının, âmme
(kamu) ziraatinin kalkınmasında kullanılmak üzere diye şarta bağlı(dır).
(...) 5000 dönümden yukarı (toprakların) hususi şahıslar elinde bulunma­
sını memleketin inkişafı (gelişmesi), nüfusun üremesi bakımından faydalı
bulmuyor(uz). (...) Kanunun hedefi budur ve gayet sahihtir (çok açıktır).
5000'e kadar olan kısım için hususi teşebbüslerin (o mahallin -yerin- arazi
ihtiyacı bulunmadığı müddetçe) işletmelerine açık bulunduruyoruz. De­
mek ki, orta mülkiyet ziraatte kullanılmak üzere ikinci kategoridir.) (...)
Ondan sonra, aile geçimini ve iş kuvvetlerini kuvvetlendirecek şekilde,
bunu emniyet altına alarak bir mülk tanıyoruz. (...) (Bunun) asgari ve
azami haddi (endüşiik ve enyüksek sınırı) tayin edilmiştir (belirlenmiştir).
[30 ve 500 dönümü kastediyor.] Türkiye'nin türlü iklim şartlarına göre
her yerde ayrı miktar olacaktır. (...) Bunun dışında içtimai inkişaf (sosyal
gelişme) ve muvazenemizde (dengemizde) ve milletimizin toprakla ilgisini
daima muhafaza zaviyesinden (koruma açısından) (...) ve toprağın insanı
forme etmesi (şekillendirmesi) bakımından (...) aşağı bir mülkiyet katego­
risi tanıdık. Yani, 30 dönümden aşağı (...) dedik.
Yalçın hakikat şudur: Çiftçi dediğimiz kimseler topraksızdır. Top­
rakları kendisine yetmemektedir. (...) Cumhuriyetin yapısının sağlamlığı
bakımından, böyle kendi kendine yetmeyen mülkler yanında sızlanan in­
sanların yaşamasını mı istiyorsunuz, yoksa kendi hususi mülkü üzerinde
çalışmasını kıymetlendiren aileler mi istiyorsunuz? (...) Memleketin zi­
rai işlerinin büyük bir kısmı yeter miktarda toprağı olanlarla hiç toprağı
olmayanlar elindedir. Topraksız olanların elindedir diyebiliriz. Bizim bü­
yük işletmelerimiz memleketin hacmiyle mütenasip (orantılı) bir istihsal
(üretim) verecek vaziyete varmamıştır (duruma gelmemiştir). Bu vaziyette
(...) topraksız olanlarla sanata gönül vermiş olan insanların topraksız ola­
rak dolaşması mı daha iyidir?''43
43 TBMM, M uhtelit Encümen Toplantısı, 6.2.1945, s. 28 vd. (a.b.ç.).
278
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
'İd d ia 'n ın can alıcı noktası 'bağım sız çiftçi'nin sahneye çıkm asıdır. Sahne 30
d ö n ü m d en yukarı, üst sın ın 500 d ö n ü m olan arazidir. Bu arazi üzerinde zaten
çiftçilik yapm akta olanların to p rak la n kendilerinde kalacak, çiftçilik yapm ayan
(ve toprağı üç yıl ü st üste ekm eden b ıra k a n la rın arazisi k a m u laştırtara k 'çiftçi
ocağı'nın toprağı olacaktır. 'Çiftçi ocağı'nın kurulm ası, tasarının arkasındaki b ü ­
yük arzu d u r. Ç ünkü, bu, işin tem elin in atılab ilm esi dem ektir:
"30 dönümden yukarı, başka meslek erbabını biz sıkboğaz etmiyoruz
ve mutlaka senin mülkünde köylüyü çalıştıracağız, demiyoruz. Bir tek mü­
eyyide (yaptırım) koyuyoruz ve bir tek şey istiyoruz. O da, diyoruz ki, çift­
çi olacak mısın? Hayır, olmayacağım, dedi mi, üst tarafını satın alacağız
diyoruz. (...)
Çiftçi ocağı (...) büyük haddi 500 dönüm olarak konmuştur. (...) Bi­
zim teknisyenler, böyle bir çiftçi ocağı olursa memleketin umumi (genel)
şartları içerisinde sizin istediğiniz şekilde hayatını toprakta çalışarak ka­
zanma şart ve imkânına ancak bu şekilde malik olur, diyorlar. (...) Derlerse
ki, hayır 500 dönüm yetm ez, 600 dönüm olsun, üzerinde konuşuruz. Böyle
bir had kabulü, esas itibariyle istimlak hududunu (kamulaştırma sınırını)
çizmek için de zaruridir (zorunludur). Çünkü, çiftçi ocağı haddi dahilinde
(sınırları içinde) bulunanları istimlak mevzuu (konusu) yapmıyoruz. D i­
yoruz ki, çalışsın, topraklarını işlesinler. (...)
Ancak devletin arazi verdiği, teçhiz ettiği (donattığı) yahut kısmen
arazi teçhiz ederek verdiği kimseler çiftçi ocağı kurmaya mecburdurlar.
Onun için mecburiyet vardır.
(...) Çiftçinin toprağa ihtiyacı varsa, yukarısı istimlâk edilir. Anaya­
samızın ruhu böyle değil midir, çiftçiye toprak dağıtmak için...
(...) Beşbiıı dönümden yukarı toprağı olanlar için istimlâk miieyyidemizdir (yaptırımımızdır). Bu da Teşkilatı Esasiye kanunumuzun (anayasa­
mızın) ruhuna uygun olan bir şekildir. Topraksız vatandaşlara ilk emirde
toprak vermek için beşbin dönümden yukarı araziyi istimlâk etsin. Bu azamî
miktar olarak konmuştur.
(...) Bu davayı halledelim, arkadaşlar. Bu yu rt içinde toprağı yetme­
yen çiftçi ve topraksız çiftçi bulundukça her şey zarar görür. Bunu kal­
dırmak vazifemizdir. Kundaklanmış kanun, eli kolu bağlı kanun işe ya­
ramaz. Takdir hakları vardır. Onu sizin ölçülerinize göre tayin edeceğiz
(belirleyeceğiz). "u
44 İbid, Tarım Bakam Şevket Raşit HATİBOĞLU, 10.2.1945, s. 558 vd. (a.b.ç.).
279
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
Tasarının altıncı ve yedinci bölüm leri Çiftçi O cağı'na ayrılm ıştır. Bu m a d ­
delerle (31.-40. m addeler). Ocak, sağlam lığı güvenceye alınarak kuruluyor. Bir
tarım işletm esi olarak gerek m ülkiyeti, gerek teknik donanım ı tüm risklere karşı
korunuyor, 25 yıl garantili kredi desteği, h er türlü üretim aracı tem ini, hacizden,
rehinden m uafiyet getiriliyor. 'B ölünem ez ve satılam az' hüküm leriyle sü re k lilik
ana koşul yapılıyor. Bütün bunlarla m u tla k k o ru m a altına alm an 'O cak' ve onun
üzerinde ülke tarım ında çığır açm ak üzere kendisine yeni bir yaşam sunulan
'bğım sız çiftçi' ile, yukarıda d a değinildiği gibi "m illetin efendisi"ni ilk kez so­
m u t olarak tanıyabilm e şansı doğm aktadır. Bu 'bağım sız çiftçi' o g ü n e k a d a r or­
takçı, yarıcı, m araba, az topraklı ve topraksız köylü ve tarım işçisi olan insandır.
Şimdi ona yeni m ülkiyetle yeni bir kim lik verilecektir.45
45 Bkz. İbid, Yasa Tasarısı'nın özellikle 31., 32., 33., 34., 35., 36., 37., 38., 39. ve 40. Maddeleri
Altıncı bölüm
Kuruluş ve donatım
MADDE 31. — Çiftçi ocağı kuracaklara işletme yapılarını ve arazi ıslahatını ve diğer tesisleri ve onarmayı
meydana getirmek üzere Ziraat Bankasınca yirmi beş yıla kadar vadeli yetecek ölçüde kuruluş kredisi
açılır.
MADDE 32. — Çiftçi ocağı kuracaklara yetecek ölçüde canlı ve cansız demirbaş ve istihsal malzemesi
Türkiye Zirai Donatım Kurumu tarafından tedarik edilerek taksitle ödenmek üzere verilir.
MADDE 33. — Ziraat Bakanlığının ıslah istasyonlarında, fidanlıklarında ve hayvan yetiştirme
müesseselerinde yetiştirilen iyi cins tohumluk, fidan ve damızlık hayvanlardan dağıtılacaklar tercihan
çiftçi ocağı sahiplerine verilir.
Yedinci bölüm
Çiftçi ocakları
MADDE 34. — Çiftçi ocağı arazisi, bölgelere göre bir çiftçi ailesinin geçinmesine ve aile fertlerinin iş
kuvvetlerini değerlendirmeğe yetecek genişlik, kuvvet ve çeşitte arazidir.
MADDE 35. — Çiftçi ocakları bütün zirai istihsal bölümlerini içinde toplayan mürekkep işletmeler
biçiminde kurulabilecekleri gibi istihsallerini bağcılık, meyvacılık, bahçecilik, fidancılık, tarla ziraati veya
hayvancılık gibi zirai istihsal bölümlerinden birinde toplayan basit işletmeler halinde de kurulabilir.
MADDE 36. — Çiftçi ocağı; arazisiyle bu arazinin işletilmesine ayrılan her türlü yapı ve tesislerden
kurulmuş bir bütündür. Çiftçi ocaklarının veraset suretiyle geçiş hükümleri mahfuz kalmak üzere tek
sahip adına tapuya yazdırılması gerektir.
Bir aile her nerede olursa olsun birden fazla çiftçi ocağına sahip olamaz.
Tapuya yazdırma ile çiftçi ocağının kurulması tamamlanır.
MADDE 37. — Çiftçi ocağı hiç bir suretle bölünemez; veraset yoliyle geçme hükümleri mahfuz kalmak
şartiyle müşterek veya iştirak halinde mülkiyete mevzu olamaz.
Yalnız bu kanunun kabul ettiği hallerde ve ancak toplu olarak satılır.
Ocak sahibi çiftçi ocağı üzerinde karşılıklı, karşılıksız, sağlıkta yürür veya ölüme bağlı hiçbir temliki
tasarrufta bulunamaz, ocağı kiraya veremez, başkası lehine herhangi bir aynı hakla takyit edemez.
Çiftçi ocağı askerlik ve belgelendirilen uzun hastalığın süresi boyunca kira ile işletilebilir.
MADDE 38. — Çiftçi ocakları mülkedinme bedeline ve ocak sahiplerine verilecek her türlü kredilere
karşılık olarak borçlar ödeninceye kadar Ziraat Bankasına kanunen ipotek edilmiş sayılır.
Ocaklar üzerine bundan başka gayrimenkul rehini tesis edilemez. Tüzel ve gerçek kişiler alacakları için
haczolunamaz ve satılamaz.
MADDE 39. — Ocak sahibinin ölümü halinde mirasçı birden fazla ise ocağı idare etmek üzere sulh
yargıçlığmca mirasçılar arasından reşit ve ehliyetlisi ocak reisi seçilir.
Seçilecek reisin sıhhatli, ahlâklı, muhitin emniyetini kazanmış olması ve çiftçiliğe ait işlerin ehli bulunması
şarttır.
280
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
Ancak, b u tablo yerleşik köy-toprak-tarım rejim inin fiili sahipleri için tehli­
kelidir. 1920'lerin son u n d a görünen, 1930'larda toprak so ru n u b o y u tu n d a b ü y ü ­
yen, sonra d u rak lar gibi olan 'tehlike', 1940'tan itibaren köyde beliren 'kılavuz'la
yeniden ortaya çıkmış, 1942'den itibaren köyün ve köylünün eğitim i boyutuyla
d ah a ürk ü tü cü bir hal alm ış, 1945'te 'çiftçi ve to p ra k ' boyutuyla âdeta 'ö ldürücü
ham le' niteliği kazanm ıştır. 'T ehlike'ye karşı kesin, ısrarlı ve ölçüsüz bir savaş
h attı kurulacaktır. Karşı d u rm an ın hiç eskim eyen yöntem i, b u tasarının 'k o ­
m ünizm getirm ekte o ld u ğ u 'd u r. En etkili, daha doğrusu, en kullanışlı yöntem
b u d u r. K om isyon görüşm elerinde rejim in fiili sahiplerinin tarım sal, ekonom ik,
teknik ya d a toplum sal boy u tlard a inandırıcı tezleri yoktur. Ancak, çoğunluğu
sağlayacak taktikleri ve 'k o m ü n izm geliyor' yöntem i vardır. Ö rnekler öğretici­
dir. Tasarıyı sunan Tarım Bakanının hem en arkasından, ilk o tu ru m d a Em in SA­
ZAK ile başlar:
"Bu kanun memleketi bilerek, memlekete faydalı olarak yazılmış bir
kanun değildir. Sizin o kadar ürktüğünüz şeyleri ortakçılar yapar. (...)
Bu kanundan da o kadar usandık ki, toprak sahipleri de bıktı, nasıl olursa
olsun, bir an evvel çıksın diyorlar. Memleketin sıtmasını yok etmemişsin,
bataklıkları kurutmamışsın, suyu getirmemişsin, bunu kuvvetlendirecek
bir vaziyete malik değilsin."46
" Düşündüm, sabaha kadar uykum kaçtı. Dedim ki, acaba bu memle­
kette toprak sahibi olmak o kadar zor mu ki, devlet buna müdahale etsin.
Hakikaten iyi ameleden on sene içinde çiftlik sahibi olanlar vardır. O çift­
likte amele diye, yarıcı diye başlamış, çiftlik sahibinin beceriksizliği ve baş­
ka sebeplerle (...) çiftlik sahibi olm uştur... Böyle işe sardıran, canını veren
adamların (...) çiftlik sahibi, mal sahibi olmamasına imkân yoktur. Şimdi
biz bir (...) ocak yapacağız. Buraya da bu memlekette toprak alamamış, süzüntüsünün siizüntüsünü vereceğiz. Bu yapılmasın, bu kanun çıkmasın
(...) demiyorum. Bihakkın muhtaç olanlara yüzde 10-20 de olsa devletçe
yardım edilmesi lâzımdır. Çünkü, işe yarayan adamlar zaten iş bulmuştur
ve bu devleti de tutan onlardır."47
Mirasçılar arasında ehliyetli reşit yoksa ve reşit olmayan mirasçı birden çok ve vasiler de müteaddit
olursa ocağı işletmek üzere vasilerden en ehliyetlisi sulh yargıçlığına ocak reisi seçilir.
Sulh yargıçlığı ehliyetin belli edilmesinde ziraat teşkilâtının mütalâasını alır.
MADDE 40. — Ocaktan ayrılmak isteyen mirasçıların payları ocağı tevarüs eden mirasçılar tarafından en
fazla beş yılda ve eşit taksitlerle ödenir. Süresi içinde borç ödenmezse ocak toplu olarak Sulh yargılığınca
satılarak bedeli ocağın borçlan ödendikten sonra kalanı mirasçılar arasında paylan ölçüsünle üleştirilir.
Ocakla ilgisini kesmemiş olan küçükler işletmede çalışmak zorundadırlar.
Aksi halde reis tarafından yukandaki hükümler içinde paylan ödenerek ocakla ilgileri kesilebilir.
Ocak reisi; reşit olan mirasçıların paylannı ödeyerek ocakla alâkalarını kesebilir.
46 İbid. 6.2.1945. s.3 6 v d .
47 İbid. 9.2.1945. s. 409 vd. (a.b.ç.).
281
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
"Hükümetin çiftçiyi muhakkak ocaklandırmak istediği görülüyor.
Yardımı hep ona teksif etmek (onda yoğunlaştırmak), onun haricinde (dı­
şında) sana, bana, şuna da veriyorum amma, başıboş bırakılması üç seneyi
geçmiyecek dersek, bütün topraklar yarın bırakılacak hâle gelir. Belli olmaz,
kısır bir seneye giriyorum ve tarlayı ekemiyorum. Rusya'da da aynen böyle
olmuştur. Kollektif şirket diye başlamıştır, halk da bunun içine girmeye
mecbur olmuştur. Allah göstermesin, fakat aynen tatbikatı budur ve bizim
şu başlamak istediğimiz gibi başlamıştır ve onun dışında kalan çiftçiler
yaşayamanııştır, barınamamıştır. Oraya dahil olmuştur. "4S
Recai GÜRELİ (GÜMÜŞHANE):
“Kanun tasarısının dışarıdaki akisleri bambaşkadır. Bilhassa ocak meselesi
üzerinde çok duruluyor. Bazı kimseler diyorlar ki, acaba hükümet sola mı
kayıyor? Ben bunu böyle duydum. (...) Tüccarlar da acaba bizim elimizde­
ki mülkleri de taksim edecekler mi diye soruyor. Yani, hariçte pek fena tesir
yapıyor. Bilhassa ocak üzerinde duruyorlar. Belki bu yarın köylere sirayet
ettiği (geçtiği) zaman ocaksız filân (...) zarar verebilir bizlere."49
Feridun Fikri DÜŞÜNSEL (Bingöl):
"Anayasada (...) üç hüküm vardır. Birisi, Türklerin kamu hakları tneyanında mal mülk edinmeleri hürriyeti, İkincisi, 74. madde ki bu da mül­
kiyetin kamu hududu içerisinde kullanılabilmesi keyfiyeti, üçüncüsü
de vatandaşlardan istimlâk, yani vatandaşın elinden mal almanın şekli.
(...) Bir kere ana hüküm nedir? Tiirkler, mal, mülk sahibi olmakta hu­
dutlu değillerdir. İstediği kadar mal sahibi olur. Türkiye hürriyet esasını
kabul eden, sosyalist olmayan bir rejim sahibidir. Türkiye'nin devletçili
ğ i milletin teşebbüsü şahsisi yetmiyecek işleri yapmak maksadına m atuf
(amacına yönelik) bir devletçiliktir. (...) Memlekette mal hiiriyetinin takyit
edilmesi (sınırlandırılması) lâzımdır, devletin bunları takyit etmesi gerekir
diye, bizde böyle bir sistem yoktur. (...) Anayasanın hükmü açıktır. Yani,
Tiirkler, Türk cemiyeti mülkiyetçi ve hürriyetçi bir cemiyettir. Zaten bir
cemiyetin sosyalistlik esasından ayrılmasını ilmen (bilimsel olarak) tarif
ederken iki nokta gözöniine getirilir. Bunlardan birisi mülkiyet, İkincisi de
hürriyettir. Bir vatandaş dilediği kadar mülk sahibi olabilir, servet sahibi
olabilir. Bunun hududu yoktur. Yalnız bunun kullanılma şekilleri vardır.
(...) Bugün memlekette hakikaten umumi bir düşünce peyda olmuştur (be­
lirmiştir): Nereye gidiliyor? Buradaki maksat nedir? (...) Yalnız bu toprak
mülkiyetine değil, umumi mülkiyet prensibine taallûk eden (ait olan) bir
48 İbid., 6.2.1945, s. 143-44. (a.b.ç.).
49 İbid., 9.2.1945, s. 414-15. (a.b.ç.).
282
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
hüviyette (nitelikte) olduğunu tebarüz ettirmek (vurgulamak) bir memle­
ket, bir vatan borcudur."50
A dnan MENDERES (Aydın):
"Çiftçiliği mesleki mahsus (özel bir meslek) addetmekteki (saymaktaki)
maksat nedir? Böyle bir şeye ihtiyaç var mıdır? Encümeni âliniz (yüksek
komisyonunuz) böyle bir tarif yapılmasına lüzum olmadığını (3. maddeyi
tay etmekle -kaldırmakla-) ifade etmiş bulunmaktadır. Bu prensibe bağlı
kalmak, bu işin tekrar müzakere edilmemesi (görüşülmemesi) lazımdır.”51
“A rtık kiralamamak, toprakta bu suretle iştirak kabul etmemek şeklinde zi­
raat amelesini tamamen ortadan kaldırmak, toprağı bizzat işletmek esasla­
rı, toprağı kökünden kamulaştırmak gibi Sovyet toprak rejimini vasıflandı­
ran farikalardır (belirgin özelliklerdir). Bu tamamen oradan alınmıştır." 52
A tıf BAYINDIR (İstanbul):
"Bıı madde [yasa tasarısının arazileri dönümlere ayıran sınıflaması] arazi
tasarrufunun (kullanımını), tasarruf (kullanım) hürriyetini evvelâ tahdit
etmektedir (sınırlamaktadır). Ondan sonra da tasnif etmektedir. Bu de­
mektir ki, Türkiye'de bir sınıf vardır. Bu sınıf tekrar sınıflara ayrılmıştır
ve her sınıfa kendine mahsus (özgü) imtiyazlar (ayrıcalıklar) verilmiştir.
(...) Bizim bir siyasi hüviyetim iz (kimliğimiz) vardır. Bunun adına de­
mokrasi denir. Demokrasi yalnız bir memleketin siyasi hüviyeti değildir.
Tasarruf hürriyetini de kabul etmiş olan bir sisteme istinat eder (dayanır).
(...) Bu sistemin hürmet ettiği (saygı gösterdiği) esaslardan birisi tasar­
ruf hürriyetidir. Bu sınıftansan sana ancak 30 dönüm verebilirim, sen bu
nevidensen (tiirdensen) sana 500 dönüm veririm, orta mülk sahibisin 500
dönümden fazlastnı vermem demek (...) doğru değildir. (...) Siz herhangi
bir servetin herhangi bir tecellisinden (şekilde gerçekleşmesinden) dolayı
tahdit (sınırlama) kabul ediyorsunuz da, neden diğerlerini kabul etmiyor­
sunuz? Bunda çiftçi ve toprak mevzubahistir (sözkonusudur). Diğerleri
esnaftır, tüccardır. (...) Biz tasarrufta tahdidi (kullanımda sınırı) kabul
edecek olursak, bu tahdidi bütün servet tecellilerinde (servetin her yerinde
ve kullanım yerinde) de kabul etmek lazımdır. O zaman bunun ismine de­
mokrasi demezler. Siz bilirsiniz başka bir şey derler. Siz bilirsiniz, onu da
siz söyleyin."53
50 İbid, 16.2.1945, s. 418, (a.b.ç.).
51 İbid., 16.2.1945, s. 1185. (a.b.ç.). Ayrıca, yine A dnan Menderes, Tasarınm komisyonda İkinci
G örüşm esi, 11.4.1945, s. 22. "Çiftçi tabirinin bu kanunda mutlaka yapılmış olmasını zaruri (zorunlu)
görm üyorum "
52 İbid. (a.b.ç.)
53 İbid. 9.2.1945, s. 388 vd. (a.b.ç.).
283
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
Feridun Fikri DÜŞÜNSEL (Bingöl):
"Evvela hukuki cepheden, çiftçi diye bir sınıf vücuda getiriyoruz. Böyle bir
sın ıf vücuda getirilmesi bizim hukuki bünyemize uygun mudur? Derhal
cevap vereyim ki, uygun değildir. Bunun memleketin müstakbel idaresinde
(gelecekteki yönetiminde) zararları olabilir mi? Derhal cevap vereyim ki,
olabilir. Çünkü, memlekette bir sınıf şuurunun teessüsü (bilincinin oluş­
ması) memleketin muhtaç olduğu umumi muvazeneyi (dengeyi), yani si­
yasi muvazeneyi yarın ihlal edebilir. ',54
Emin SAZAK (Eskişehir):
"Hükümetin teklifi ile bu kanunu olduğu gibi kabul etsek ne olur? Herhalde
alacağımız toprakları parası bol olan adamlara verecek değiliz. Vereceğimiz
adamlar teçhiz edilmeye (donatılmaya) muhtaç adamlardır. Bendeniz diyo­
rum ki, eğer benim devletimin kudreti mâliyesi (mali gücü) varsa kurul­
muş ocaklar vardır, onlara yardım etsin. Onlar öyle ocaklardır ki, bugüne
kadar hükümet ne yardım etti diye düşünüyorum (...) Kurulmuş ocaklara
bir yardım yapılmazken, damızlık verilmezken, şu kadar yeri bataklıktan
kurtardım, elektriklendirdim, gelin sürün diyemezken, selini önleyemez­
ken, bir iki çift araba veremezken, pulluk veremezken ve onu çekecek hay­
vanı veremezken... Ordunun hayvanı bile verilem iyor... Hiçbir yerinde
haktır diyem edim ... Acaba bu adamları ortadan kaldırmak memleketin in­
kişafı için faydalı mıdır, dedim, o da değil... O adamlardır ki, milli müca­
delenin ilk günlerinden beri Garp Cephesi Kumandam 100 vagon buğday
verin der, yetiştirir; Etem gelir, 200 vagon ister, onu da yetiştirir. Hani,
muhterem bakanımızın tasfiyeye layıktır dediği o ağalar yok mu, işte onu
bunlar yaptı. Oğlunu askere gönderdi, binlerce vagon zahireyi, yiizbinlerce lirayı, Hükümet yok iken Garp Cephesi kumandanının emrine gönderdi.
Ta İzmir'de yeni tutan cepheye yetiştirdi. (...) Şahsi teşebbüs diye bir şey
vardır. Hiçbir diktatör Türkiye ziraatini istediği gibi ipini çekerek sağa yat,
sola g it diye bir şeye cesaret edemez ve edememiştir. Kanunu böyle bir hale
koyunca içinde de hiç adam bırakmayacaksın demektir. Bu kanun zihniyeti
onu öyle bir hâle koyacaktır ki, yarın eline bir çenek alacak, Kızılay'dan
çorba istemeye gelecektir."55
Şefik TUGAY (İçel):
"Bir hekimin sanatını icra edebilmesi (gerçekleştirebilmesi) için hususi
(özel) bilgiye ihtiyaç vardır. Bu bilgisini ispat etmedikçe icrayı sanat ede54 İbid., 16.2.1945, s.1207 vd. (a.b.ç.).
55 İbid., 16.2.1945, s.1213 vd. (a.b.ç.).
284
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
nıcz. M uayyen tahsili (belirli öğrenimi) olmayan hekimlik edemez. Bu gibi
meslek takyidatı (sınırlaması) cemiyet menfaatim (toplum yararına) yakın
alâkası (ilgisi) dolayısiyledir. (...) Acaba çiftçilik hususi bir meslek ve sa­
nat halinde mütalaa edilir (düşünülür) ve diğer vatandaşlar bu meslekin
icabını (gereklerini) icradan (yerinegetirmekten) (...) menedilirlerse, bun­
dan cemiyet (toplum) için ne fayda vardır? Burada menfaat (yarar) değil,
zarardan başka bir şey görmeye imkân yoktur. Eğer çiftçiliği bir sanat ve
meslek addedersek (...) bunu icra edenlerin bizzat bu sanat ve mesleği tah­
sil etmeleri lâzımdır."56
K om isyon görüşm eleri, kendilerini rejim in fiili sahibi olarak hisseden, hatta
b u n u milli m ücadeleye hesap sorm a noktasm a k adar götüren toprak sahipleri57
ve m üttefikleri ile özellikle 'm ülkiyet' konusu üzerinde çekingenlikten kaynak­
lanan bir 'tarafsız tu tu m ' gösterenlerin çoğunluk kazandığı bir seyir izlem iş­
tir. Böylece, önce 'çiftçi'nin tasarı m etninden 'y u v arlan arak ' dışlanm ası, sonra
da 'çiftçi ocağı arazisi'nin (7. m adde) yok edilm esi ile sıra 'çiftçi ocağı'na iliş­
kin tüm m addelerin, yani, 'çiftçi ocağı'nın tüm üyle tasarı dışında bırakılm asına
gelm iştir.58 T oprak sahipleri, zengin çiftçiler ve m üttefikleri izledikleri yöntem
ve taktiklerle geleceğin tarım ı hakkında konuşm ayı önlem işler, birçok ayrıntıya
inen konuşm aların o g ü n ü n düzenini koruyabilm e çerçevesinde kalm asını sağ­
lam ışlar, herhangi bir şekilde köylü ülkesinin ve tarım ının geri kalm ışlığından
ö tü rü kendilerine p ay çıkarm am ışlardır. Tarım Bakanı, tasarıyı destekleyen fakat
azınlıkta kalan m ebuslarla birlikte 'v u ru şa rak gerilem iş'tir.59 Sonuçta, Kom isyon
56 İbid., 16.2.1945, s.1218 vd. (a.b.ç.).
57 Yukarıda, 55. dipnotta belirtilen konuşm asında görüldüğü gibi, Emin SAZAK, milli mücadele
içindeki kuvvetlere gönderm iş olduğu buğdayların parasal olarak hesabını tuttuğunu, fakat bu
parayı milli mücadele kom utanlarından ve özellikle en önemli savaşları yürütm üş, yönetmiş olan
G arp Cephesi kom utanından istememiş olduğunu vurguluyor. Hesabı, zamanı geldiğini düşünerek,
masanın üzerine koymuş oluyor. Bu, toprak sahiplerinin, diğer herşeyi bir yana bırakabilen bir 'm ülk
mücadelesi' tutum larını yansıtan örneklerin en çarpıcılanndandır.
58 Tarım Bakanı HATİBOĞLU, tasarının ikinci görüşmesinin başlangıcında (11.4.1945), "son oturum da
(birinci görüşme) evvelce teklif edilen çiftçi ocakları kurm aktan üç esas m uhafaza edilm ek şartiyle
sarfı nazar edilebileceği (vazgeçilebileceği) h akkındaki m uvafakatim i bildirmişti(m). Verilen
arazinin elden çıkarılmaması, kurulan işletmenin dağıtılmaması, üçüncüsü de, köylünün kendisine
yetmiyecek kadar arazinin miras ve sair suretlerle parçalanmasına mani (engel) olmak şartiyle"
diyerek 'çiftçi ocağı'nın tasarıdan nasıl çıkarıldığını dile getiriyor.
59 Komisyon görüşmelerine tasarıyı destekleyenlerin en berrak örneklerinden biri için bk.
Hıfzırrahm an Raşit ÖYMEN (Bolu): "Bizim sanayi hareketlerimiz meydana çıktığı zam an dahi,
toprak bütünlüğü başta düşünülm üştür. D evletin toprağa dayandığı idare sistem i içinde toprak
bütünlüğü daim a başta düşünülm üştür. (...) Bu topraksızlar, ilk konuştuğum uz günlerde üç milyon
285
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
çoğunluğu tasarının özünü yok etm iş, köy-toprak-tarım davasının hedefe eri­
şebilm esinde en yaşam sal ileri adım ahlam am ış, 'bağım sız çiftçi' doğam adan
ölm üştür. Kom isyon, tasarının başlığını da, b u ölüm haberinin ilam gibi değiş­
tirm iş, 'Çiftçiye T oprak Dağıtılm ası ve Çiftçi O cakları K urulm ası' yerine 'Çiftçiyi
T opraklandırm a' k an u n u başlığını yerleştirm iştir. 97 sıra sayılı 'Çiftçiye toprak
dağıtılm ası ve çiftçi ocakları kurulm ası hakkında k anun tasarısı ve Geçici Kom is­
yon ra p o ru (l/3 8 6 )'n u n 21. sayfası'ndan başlayan 'H ü k ü m etin Teklifi' ile 'Geçici
K om isyonun D eğiştirişi' başlıklı yan yana iki sütun, iki ayrı d ü n y an ın ürünleri
gibi görünür.
Tasarının kom isyonda ikinci görüşm esi 11 N isan 'd a başlar. Yine başkan
Rahm i KÖKER, Kâtip (sekreter) Selâhattin BATU ve M azbata m uharriri A dnan
MENDERES'tir. İlk üç birleşim de, tasarının kom isyon elinde aldığı yeni biçim
biraz d ah a pekiştirilm iştir. D ördüncü birleşim 18 N isan'dadır. Başbakan Şükrü
SARAÇOĞLU sü rp riz olarak kom isyona gelir. T asarının (kom isyon m etnindeki)
17. M addesini k u rtarm a k için gelm iştir. T opraksız, az topraklıların ortakçı, kiracı
olarak işledikleri ve tarım işçilerinin yerleştikleri arazinin kendilerine dağıtılabilm esini güvenceye alm ak için. H üküm etin tasarısından öz olarak geriye sadece bu
parça kalm ıştır ve b u da kom isyonun elindedir. SARAÇOĞLU şunları söyler:
"Ben yüzbinlerce, milyonlarca dönüm yer istemiyorum. Yalnız çıplak aya­
ğında çarığı dahi bulunmayan köylülere toprak vermek için geldim. Bunun
için ortaya binbir müşküller (zorluklar) sokarsak, bilmem işin içinden çıkılabilir mi? (...) Topraksız veya az topraklı köylüyü toprak sahibi yap­
mak istiyorsak, bunun tek çaresi ve kabili tatbik (uygulanabilir) olan kısmı
elyevııı (doğruca) üstünde çalıştıkları toprakları bu adamlara vermektir.
Böyle yapmayacaksak, biz burada namütenahi (sonsuz) masraflar yaparak
insan gösterdiler, bunlar bizi tamamen müteessir eder (üzer). Edebiyat olsun diye değil amma, bu
... vatan çocukları ... Şarktan kalkıp Trakya'ya gidiyor, orayı m üdafaa ediyor (savunuyor), ölüyor,
toprak kabul ediyor ve toprak oluyor. Olmıyan eli böğründe dönüyor. Bir yerde şüm endüfer
(demiryolu) yapılıyor. Oraya gidiyor, çalışıyor, yollan yapıyor, yine eli böğründe dönüyor. Yani
her yerden eli boş olarak dönüyor. (...) Bu arazinin usulünün bir tarihi de var arkadaşlar. Bunları
araştırmaya mecbur etmiyelim. Gasplarla, eşkıyalıklarla, zorbalıkla ve her şekilde haksız edinilmiş
mal mülk de vardır. Bunların içinde hepsi vardır." (a.b.ç.), 9.2.1945, s. 458 vd.
"Yüksek encümeninizin kararı ile elimize dağıtılmış ve verilmiş bir şey var: Toprak kanununun
niçinleri. Parti Grubu Toprak Komisyonu kararı. Şimdi bundan birkaç satır okuyacağım. Topraklarda
istikrar var mı anlaşılsın diye. (...) Bu rapor 37'de (1937) mi ne yazılmıştır. Hatırlayan arkadaşlar
söylerler. O kuyorum [Okunan metin tutanakta boş bırakılmıştır] Bu raporu H üküm et mi yazmış,
bilmiyorum. İçinde benim bilmediğim misaller (örnekler) vardır. Fakat H üküm etin tahkikat
(soruşturma) yapıp misal vererek, bir tapu ile 400, 500 ve hatta 1000 arazi alındığı yazılıdır. (...)
H ükümetm , kanundaki esbabı mucibeyi (gerekçeyi) okuduğum uz zam an herkesi toprağa bağlamak
endişesini kemaliyle (tümüyle) görüyoruz (...) İnsanın toprağa bağımlılığı ancak toprağa yayılmakla,
onu bizzat işlemekle olur." 19.2.1945, s.1332 vd.
286
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
vereceksek, Muşovası bomboş duruyor, kaldıralım, toprağa muhtaç olan­
ları oraya götürelim. Buna ne kudretimiz vardır, ne de bu adamlar oraya
giderler. Bu adamlara üç bin, beş bin döniim toprak verelim demiyorum.
Onlara üstünde çalıştığı topraktan mahdut (sınırlı) bir miktar verelim.
Bunu yapamayacaksak, o adam nasıl toprak bulur ve nasıl başka yere gi­
der? (...) Teklifim şudur: Toprak bulunan her yerde, topraksız veya az top­
raklı çiftçilere mutlaka toprak verilecektir. Bu topraklar Devlete, vakıflara,
belediyeler, hususi (özel) idarelere, hususi şahıslara ait topraklardır. (...)
Benim bildiğim tedavi edilmesi gerekli büyük yara, kendisi çalıştığı halde,
semeresi başkası tarafından toplanan yerden çalışanı çıkarmamalı, çalıştığı
yerde çalışsın. Kendi namı hesabına (adına/kendisi için) çalışmağa başlar­
sa, ortakçı, yarıcı, gündelikçi, amele diye çalışmazsa, öyle zannediyorum ki,
bu memleketin fukara köy halkı refaha doğru adım atmağa başlar. Ondan
sonraki safhalar (aşamalar) yıllar meselesidir. (...) Biz burada bu topraklar
üstünde çalışan vatandaşa bu topraklar üzerinde hak tanımayacak olur­
sak, o yine çiftlik sahibinin emri altında çalışır. (...) Bir topraktan çiftçi­
ye toprak verilmesi için, o çiftçinin o toprak içinde veya civarında sakin
(oturuyor) olması veya öteden beri o çiftlikte çalışır olması şarttır. (...)
Kimleri toprak alması lazımdır? Çiftçiliğin içinde bulunan, civarında olan
ve ötedenberi orada çalışan adamlardır. Bu şarttır. (...) İstimlâk edilecek
toprakların bedeli 1944 senesi vergi matrahı üzerinden Hazine bonosu ola­
rak ödenir. "60
SARACOĞLU'nu, kom isyonu yönlendiren toprak sahibi ve zengin çiftçiler­
d en (ve m üttefiklerinden) ayıran çizgi b u konuşm ada berraklaşıyor: "Bu toprak­
lar ü stü n d e çalışan vatandaşa b u topraklar üzerinde hak tanım ayacak olursak, o
yine çiftlik sahibinin em ri altm da çalışır!" Bu yeterlidir. K om isyonu yönlendiren­
ler, Şubat aym dan beri çalıştıklarını ve işi sonuçlandırdıklarını, şim di H üküm etin
h er şeyi 'sıfırlayarak' yeniden başlam ak istediğini öne sürerek klasikleşen yön­
tem lerine ("kom ünizm geliyor") başvururlar. G örüşm eler b u 'ikilik' içinde ve
sonuçlanm ış sayılarak 19 N isan 'd a biter ve TBMM Genel K uruluna gidilir.61
60 TBMM, T oprak K anunu, M uhtelit Encümen (Geçici Komisyon) Toplantısı, 18.4.1945, s. 548 vd.
(a.b.ç.).
61 SARAÇOĞLU şunu saptıyor: "Bitti, hitam buldu (sona erdi) dediğiniz kanun şöyle bitmiştir: Hükümet
birçok maddelerde bir taraftadır, encümen de bir taraftadır. Bence, bir fırka (parti) ile idare edilen bir
memlekette buna bitti denemez." İbid. 18.4.1945, s. 509. (a.b.ç.).
Karşı çıkanlarda bir değişiklik yoktur: Özetle, birkaç alıntı yapabiliriz.
Şefik TUGAY (İçel): " (T)opraksız köylünün toprak sahibi olmasına çalışırken elinden toprağını alacağımız
vatandaşı bu cemiyet (toplum) içerisinde her türlü haklardan mahrum etmiş, onu müşkül (zor) bir duruma
düşürmüş olmayalım. (...) Başbakanımızdan (...) bu bedel (kamulaştırma bedeli) üzerinde (...) düşünce(lerini)
öğrenmek istiyorum. (...) Bir vergi kıymeti üzerinden ve bonolarla tediye edilecekse (ödeme yapılacaksa)
bunu (...) kabul etmek fevkalâde güçtür, kabul edilemez." (a.b.ç.) İbid. 18.4.1945, s. 495-496.
Sabit SAGIROGLU (Erzincan): "Böyle bizi iki aydan beri uzun uzadıya meşgul etmektense, bakıyorum başka
yerler (...) meselâ Romanya'da filan Mareşal Antonesku'nun arazisini bir kararname ile almış ve dağıtmıştır.
287
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
Genel K urulda 14 M ayısta başlayan görüşm eler, yıllık bütçe görüşm elerinin
araya girm esi nedeniyle 21 M ayısta kesilir, sonra 1 H aziran 'd a yeniden başlaya­
rak 11 H a ziran 'd a yasanın kabulü ile sona erer.62 A laettin TİRİTOĞLU (Kütahya)
ve Saffet ARIKAN (Konya) ile 319 m illetvekilinin verdiği önerge ile kom isyon­
d an gelen 17. M adde m etni daha önce yeniden değiştirilm iş, H ü k ü m et çizgisine
d ö n m ü ştü r.63 Yasanın kabulü ile T o p ra k bayram ı' ilân edilir. Birçok yerde tören­
ler düzenlenir. Ancak, d ah a sonraki yıllar ve özellikle 1950'deki iktidar değişikli­
ğini izleyen ortam , k ö y lü le r ü lk e sin in en önem li m ü cad e lesin d en C u m h u riy et
y ö n etim in in y en ik çıkm ış o ld u ğ u n u gösterecektir. K öy-toprak-tarım rejim inde
m evcut yapıların sahipleri b u lu n d u k ları m evzileri bırakm ayacaklar ve yeni siya­
set ortam ında d ah a da güçleneceklerdir. Yeni siyaset ortam ı ise, toprak yasasm m
TBM M 'den çıkışının ertesi g ü n ü b aşlayacaktır: 12 H aziran 1945'te d ö rt m illetve­
kili; Celal BAYAR, Refik KORALTAN, Fuat KÖPRÜLÜ ve A dnan MENDERES
C H P Meclis G ru b u 'n a 'D örtlü T akrir' olarak bilinen önergelerini vereceklerdir!
Niçin bizim Hükümet bizi işgal ediyor. 20-40 gün uğraşıyoruz. Münakaşalar (tartışmalar) yaptık. Öyle ise
bir kararname ile meseleyi halletsin ve mesuliyeti (sorumluluğu) bizim üzerinden alsın, kendisi dağıtsın."
(a.b.ç.) İbid., 18.4.1945, s. 484-85.
Adnan MENDERES (Aydın): "Komisyon teşkil edileli üç ay oldu. Bu üç aydanberi fasılasız (aralıksız)
çalışmalara devam ettik. (...) Çalıştık ve bu vesikayı (belgeyi) vücude getirdik. Şimdi bütün bunlar bittikten
sonra Başbakanımız birtakım tekliflerle (önerilerle) encümen karşısına geliyor. Bu teklifler yepyeni bir kanun
mevzuudur (konusudur)." (a.b.ç.) İbid., s. 500 vd.
Emin SAZAK (Eskişehir): " (...) (O)rtakçılara, yancılara işledikleri toprakları verebiliriz. (...) Şimdi ameleye
gelince (...) o zaman fabrikada çalışan ameleye de fabrikayı vermek lâzımdır. Zaten korktuğumuz (işin) buraya
kadar uzamasıdır. (...) Hükümetle arada bir ihtilaf (uzlaşmazlık) var şekilde gözükmeyi katiyen (kesinlikle)
isteniyoruz. Bunu bir memleket için muzır (kötü) görüyorum. Bu şekli ile bile dışarıda Bolşevikliğe
gidiyoruz, mülk emniyeti kalkıyor şeklinde şu ve bu sözler var. Meselâ Halil Bey İzmir'den geldi., bir ineğe
elli lira vergi konacak denmiş, diğer bir arkadaş Balıkesir'den geldi, bilmem ne..." (a.b.ç.) İbid. s. 503 vd.
62 Usule göre, 11 Haziran'da ikinci görüşme, sonra da oylama yapılmıştır. Oylamada 345 kabul ve 6 boş oy
çıkarken, 104 milletvekili oylamaya katılmamıştır. Katılmayanlar arasmda karşı çıkanlar hemen göze çarptığı
gibi, çeşitli mazeretlerle orada bulunmayanlar da vardır.
63 Başlığı komisyondan gelen biçimiyle 'Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun yasalaşan 17. Maddesi
şöyledir:
"MADDE 17 - Topraksız veya az topraklı olan ortakçılar, kiracılar veya tarım işçileri tarafından işlenmekte
bulunan arazi, o bölgede (39) uncu madde gereğince dağıtmaya esas tutulan miktarın kendi seçtiği yerde üç
katı sahibine bırakılmak şarhyle yukarıda yazılı çiftçi ve işçilere dağıtılmak üzere kamulaştınlabilir. Sahibine
bırakılacak olan arazi elli dönümden aşağı olamaz. Bu madde hükmünün uygulanmasında 15 ve 16 ncı
maddelerin hükümleri işlemez. Geçici mevsim işçileri hakkında bu hüküm uygulanmaz. İşçinin geçici mevsim
işçisi olup olmadığmı Tarım Bakanlığı belli eder."
"Dağıtmaya esas tutulan arazi" ile ilgili 39. Madde 17. Maddeye biraz daha açıklık getirir:
"Madde 39 - Hiç arazisi olmayanlara, bölgelere ve tarım çeşitlerine göre bir çiftçi ailesinin geçinmesine ve aile
fertlerinin iş kuvvetlerinin değerlendirilmesine yetecek genişlik, kuvvet ve çeşitte olmak üzere küçük arazi
haddi içinde arazi verilir.
Toprağı yetmiyenlerin arazileri yukarıki fıkra hükümleri dairesinde yeter miktara çıkarılır.
Verilecek arazinin imkan nispetinde bir yerde ve toplu olması gözetilir."
288
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
Son Sözler
C um huriyet yönetim inin 1924'ün Köy K anunu ile başlayıp, 1927'in 1097
ve 1929'un 1505 sayılı yasaları ile 'to p ra k ' zem inine o tu ran ve 1936'ın tarım da
d u ru m saptam ası (İnönü, 1936 Aralık) ile 1937 Ş ubatında anayasa değişikliğine
erişen u z u n y ü rü y ü şü , 1940 ve 1942'nin Köy E nstitüsü yasalarıyla köye ulaşm ış,
1945'in 'Çiftçiye T oprak Dağıtılm ası ve Çiftçi O cakları K urulm ası' tasarısı ile en
ileri m en zilin e, 'bağım sız çiftçi'ye erişm e noktasına varm ıştır. Bu m ücadele o
n o k ta d a n geri d ö n m ü ş, 'bağım sız çiftçi', yani tarım ın doğum u beklenen ajanı
yaşam a kavuşam am ış ve 'yeni k ö y 'ü y aratm ak için çalışan 'kılavuz'la, yani, köy
öğretm eni ile buluşam am ıştır.
Köy öğretm eni 1945'ten sonra yalnızdır. 'Bağım sız çiftçi'yi yaşam a geçire­
m eyen siyasal gücün güçsüzleştiği ortaya çıkm ıştır. Bu güçsüzleşm e ile C u m h u ­
riyetin g ü cü n ü n köy öğretm enini de koruyam ayacağını, yeni siyaset için sahne­
ye çıkanlar çok iyi görm üşlerdir. 1942'den itibaren Köy E nstitülerini yıpratm aya
başlayan çevreler, 1945'teki 'to p rak savaşı'nın seyrini ve sonucunu izleyerek
siyaset zem ininde Enstitülere ve köy öğretm enine saldırılarını artırırlar. Batı
dü n y asın d a 1946'dan başlayan 'd e m ir p erd e' söylem i ve 'kom ünizm korkusunu
yaym a' politikaları, yeni siyasetin kısa sürede güç kazanm ası için do p m g etkisi
yapar. 1946'dan itibaren C um huriyet yönetim i gerileyecektir. K öy-toprak-tarım
davasında, söylem ini sü rd ü rm ey e çalışm asına karşın, 'id d ia'y ı sü rd ü rm e olana­
ğı zayıflam ış, hatta tükenm iştir. 1945'in 'to p rak savaşı'nda m ayalanan m uhale­
fet, yeni siyaset ortam ı sayesinde partileşecek, ittifaklarm ı kısa sürede kuracak,
köy-toprak-tarım d avasında 1924'ten başlayan 'id d ia'y ı söndürm ek, bir ilk ve
stratejik h edef olacaktır. Bu ilk hedef bir m isyona dönüşerek yeni siyaset akım ı­
nı ateşleyecek, akım sınıfsal ve pratik yollarla kolayca yatağını bulacak ve tari­
hin bir başka dönem ece geldiği 1945 ile d ü n y ad a ve ülkede filizlenen, serpilen
yen id ö n em d e gücüne güç katarak o dönem i araştıranları şaşırtacak kad ar kısa
bir sürede yeni zem ine oturacaktır.64 Bu, Türkiye C um huriyeti gibi k u ru lu şu n u n
64 İlhan TEKELİ ve Selim İLKİN, İkinci D ünya Savaşı Türkiyesi (İletişim, 2014)'nin üçüncü cildinde,
"Van'da 258 köyün m ülk sahibi" ve daha sonra kendisini milletvekili olarak tanıdığımız Kinyas
KARTAL (1965-1980 arası dört dönem AP milletvekilliği, 1977 seçimlerinden sonra uzun bir süre
başkan seçilemediği için de en yaşlı üye sıfatıyla 5 ay Meclis Başkanlığı yapmıştır. Oğlu N adir Kartal
da 1991'de DYP'den milletvekili oldu)'m bir ifadesini (Bekir SEMERCİ, Mustafa COŞTUROĞLU
ve Mehmet EMİRALİOCLU'nun kaynaklarına dayanarak) aktarıyorlar. Yeterince berraktır. Kinyas
KARTAL şöyle diyor:
"Köy enstitüleri kom ünist yuvası değildir. Bizim devlet ve yönetim üzerindeki güdüm üm üzü
ortadan kaldırm aya yönelik çok akıllı b ir uygulam aydı. Biz buna katlanamadık, içimize
sindiremedik. En aydınları olan ben bile katlanamadım, onlar hiç katlanamazdı. Bunun için DP
289
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
dengelerini ihtiyatla koru y u p geliştirm eyi (İkinci D ünya Savaşı gibi b ir kıyam et­
te bile) ana politika olarak sü rd ü rm ü ş bir ülke için b ü y ü k bir 'tü rb ü lan s'tır.
Yeni dönem sadece m uhalefet için yepyeni koşullar ve kolay m ücadele
yolları aram a bulm a dönem i değildir. C H P köy-toprak-tarım d avasında eriş­
tiği en ileri m enzildeki yenilgiden sonra, 'id d ia'sın d a suskunluğa girecek, geri
çekilm eyi sessiz şekilde kabullenecektir. 1945'ten itibaren Köy Enstitülerine
karşı siyasette artık yaygınlaşan hücum lar, C H P 'nin köy cephesinde d e m üca­
deleyi bırakm asıyla arttıkça artacaktır. 1920'lerde başlayan "u zu n y ürüyüş",
1940'ların ikinci yarısında son b ulurken 'id d ia 'd a n sessizce vazgeçilm iştir. Köytop rak-tanm , m evcut do k u su içinde b ü tü n lü ğ ü n ü koruyarak, 'id d ia 'n ın bıra­
kılm asından sonra daha d a güçlenen fiili sah ip leriy le yeni siyaset için (isteye­
rek /istem eyerek) kullanm akla tüketem eyeceği b ü y ü k bir kaynak olacaktır.65
(Demokrat Parti) ile pazarlığa giriştik. Kaldırılmasını koşul olarak öne sürdük. (...) Benim iki
köyümden iki çocuğumuzu alarak M alatya'daki Akçadağ Köy Enstitüsüne gönderdiler. Çocuklar
giderken doğru dürüst Türkçe bilmiyorlardı. Köy halkı da bilmez, kendi anadilini konuşurdu. Bu
çocuklar (orada) eğitildiler, yetiştirildiler. Bana da baskıyla bu iki köye okul yaptırdılar. Çocuklar
o okullara geldiler. Öğretmenlik yaptılar. Ne oldu? İki yıl sonra köyde herkes Türkçe konuşmaya
başladı. O güne kadar köylülerin devlet kapısındaki işlerini benim adamlarım yapardı. Mektuplarına
kadar onlar yazarlardı. Bütün bunlar ortadan kalkmaya yüz tuttu. K öylüler benim gücüm den farklı
güçler b u lu n d u ğ u n u öğrendiler. Bana bağlılıktan, benim sözlerim i dinlem ekten uzaklaşır oldular.
İşte buna izin verem ezdik." (a.b.ç.). Bk. TEKELİ ve İLKİN, s. 97-98.
65 Köy cephesinde ilk önemli gedik, Enstitü hareketinin ve 'kılavuz'un siyasette bayraktarlığını
1940'tan itibaren yürüten Haşan Âli YÜCEL'in Milli Eğitim Bakanlığından 1946 Ağustosunda istifa
etmesidir. Bunu, Köy Enstitüsü, daha doğrusu, 'yeni köy' hareketinin ve coşkusunun yaratıcısı ve
yürütücüsü İsmail Hakkı TONGUÇ'un, YÜCEL'in yerine, yeni H üküm ette Milli Eğitim Bakanlığına
atanan Reşat Şemsettin SİRER tarafından 1946'nm Eylülünde İlköğretim Genel M üdürlüğünden
(yani, hareketin genelkurmaylığından) alınması izler. SİRER, Milli Eğitimde YÜCEL'in yerleştirdiği,
geliştirdiği atılım lan söndürm eye girişmesi yanında, en etkili operasyonu 'yeni köy' hareketini
durdurm akla yaptığının bilincindedir:
"Köy Enstitülerinin öğretmen okulu haline getirileceği haberinde bir yanlışlık var. Çünkü, bu
enstitüler dört yıldan beri birer öğretm en o kulundan başka b ir şey değiller. K uruluşlarının ilk
yıllarında enstitülerin öğretm enden başka köye lüzum lu diğer elem anları da onun şahsında veya
ondan ayrı olarak yetiştirilm eleri düşünülm üştü. Fakat daha ilk tecrübelerle bunun m ahzurları
(sakıncaları) anlaşılm ış ve bu sistem 1946-1947 ders yılı başından itibaren terk olunm uştur." (a.b.ç.)
Reşat Şemsettin SİRER'in, 7 Mart 1951 tarihinde ULUS gazetesinde yayım lanan "Köy Enstitülerine
Dair" başlıklı yazısı için bk. Metin ÇINAR, A nadoluculuk ve Tek Parti C H P'de Sağ Kanat, İletişim,
İstanbul, 2013, s. 266.
SİRER, Bakan oluşuyla birlikte ilk, fakat sürekli eyleminin, 'kılavuz'un, 'eski köy'ü, Kinyas KARTAL'ın
berraklıkla anlattığı 'yeni köy'e dönüştürm e m isyonuna son vermek olduğunu iftiharla anlatıyor.
Bunu, 1945-46'dan başlamış yeni siyaseti paylaşmak isteyen güçlü bir arzu gibi de okuyabiliriz.
Aynı SİRER'in Haşan Âli YÜCEL bakanken ve kendisi İlköğretim Genel M üdürü iken nasıl Bakardık
içinde bir m uhalif gibi yüksek öğretimdeki atamalara engel olmaya çalıştığını (s. 144-147), Yüksek
290
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
Bu gözlem ler bizi 1920'lerde başlayan 'id d ia 'n m büyük sorusu üzerinde
yeniden düşünm eye ve bir değerlendirm e yapm aya götürm ektedir: Köylü çift­
çi olabilecek mi? 1940'm ve 1942'nin Köy E nstitüsü hareketi de, 1945'in 'Çiftçi
O cakları' yasası d a köylüyü çiftçi yapm a a rzu su n u n d eğişik yollardan gelen ve
ister istem ez bir yerde b uluşm aya d o ğ ru seyreden girişim leriydi. K öylüyü, şü p ­
hesiz köyde kalarak çiftçiye d ö nüştürm eyi am açlayan g irişim ler... B unların birbiriyle buluşm ası belki önceden düşünülm em işti, belki d e stratejik bir k urgu idi.
İN Ö N Ü 'niin kurgulam ış olabileceği bir savaş planım n 'k erp eten ' harekâtı gibi.
Birinci kolu, bağım sızlaşacak ("m ütegallibeden" ve "batakçı çiftlik ağasından"
kurtulacak) köylü, ikinci kolu, tarım a yeni ajanı olacak 'bağım sız çiftçi' ile kapa­
nan bir 'k erp eten ' tasarım ı. B urada, köylüyü bağım sızlaştırm ak için köye girecek
'k ılav u z'u n varlığı köylünün çiftçi olabilm esi için gerekli koşuldur.
Yeterli m idir? Bu soru, ancak 'bağım sız çiftçi' d ünyaya gözlerini açtıktan
sonra yam tlanabilir(di)!66
Böyle bir tasarım ın 'olm azsa olm az'ı köylünün köyde kalmasıdır. Bu köy­
lüler ülkesinde, köy-toprak-tarım davasının çözüm e erişebilm esi için tem el koşul
oluyor. Köylü çiftçi olabilm e m ücadelesine bağım sızlaşarak katıldığı ölçüde
çözüm e erişebilir. Bu m ücadelenin yeri (askeri b ir deyişle, cephesi) köydür.
K öylünün köyü terk ettiği (m ücadeleye katılm ad ığ ı/k aü lam ad ığ ı) bir senar­
Öğretim Genel Müdürü iken de (1941) köy enstitülerine (z'leri s gibi söyleyerek) "sis, köy analarının
oğlanlarla bir arada okumasını doğru bulur musunus" diye nasıl karşı çıktığını, kısaca "Bakanlığın
bir genel müdürü olduğu halde bu enstitüleri düşmanlarının başında gelen biri olduğunu" (s.252254) BERKES anılarında aktarır.
66 Bk. Haşan Âli YÜCEL, "Bizim arzumuz (...) köyün içerisinde bilgili, sıhhatli, memleketine bağlı
ve müstahsil vatandaş yetiştirmektir. Yoksa köylüyü, bu arzettiğim bilgi ve melekelerle teçhiz
edip şehre akın eder vaziyete getirmek değildir. Onları müstahsil, kendi tarlasında ve muhitinde
kuvvetli yapmak ve istihsal kabiliyetini artırıp, memleketin sosyal seviyesi kadar ekonomik
seviyesini de yükseltmektir." TBMM, Tutanak Dergisi, 17.4.1940, s. 79. (a.b.ç.).
"(...) (K)öydeki öğretmen, Cumhuriyetin ve inkılâbın yayıcısı, bekçisi ve öğreticisidir. Kutsal
bildiğim iz ve bu memleketin, milletin hayatı için canımızı vermeye hazır bulunduğumuz ana
kıymetleri bu unsurlar vasıtasıyla halkımıza, merkezden uzak köylere götürmek imkânı hasıl
olacaktır. Köylünün maddi hayatında rehber olacak ve köylünün çocuğunu bizim düşündüğümüz
ve istediğimiz gibi yetiştirmeğe çalışacaktır. Öğretmenin umumi olarak düşündüğümüz vasıflan
bunlardır.
(...) Köylü çocuklarının, köyler içinde kalması ve birçok memleketlerde gördüğümüz sosyal bir
dâva olarak ele alınmış olan, köyden şehre akımın bizde başlamamasına çalışılması esastır. (...)
Esas, köydeki çocuk köyde kalmalıdır. Fakat bunlar içinde bir büyük müzik yaratıcısı çıkacaksa,
bir büyük matematik bilgini çıkacaksa, bir büyük mimar çıkacaksa, bunlara manî olma değil,
bunlan teşvik etmek tabiidir." TBMM, Tutanak Dergisi, 3.6.1942, s. 56-57 (a.b.ç.).
Müstahsil (üretici), kendi tarlasında ve muhitinde (çevresinde) kuvvetli köylü, çiftçinin bağımsız
bir tanımı sayılır. Milli Eğitimin yaklaşımında bu bir ideal çiftçi fotoğrafıdır. Ancak, bu çiftçinin
güvencelere sahip olarak sistemde yerini alabilmesi ve tanmın böyle bir yoldan ilerleyerek, yeni
yasalarla kurumsallaşması öncelikle Tarım Bakanlığının işi ve sorumluluğudur.
291
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
yoda çiftçiyi nereden bulacaksınız? 1940'larda fark lı d ü n y a görüşlerine sahip
kadrolarla çalışan M illi Eğitim ile Tarım bakanlıklarının ortak çizgileri budur.
Bu ortak çizginin ayrılm az parçası ise, köylünün köyde kalarak yapacağı m ü ­
cadelenin oradaki d ü zen in fiili sahibi olan m ü teg allib ey i tasfiye etm eyi am açlam asıdır. Biri 'so l' (Milli Eğitim), öteki 'sa ğ ' (Tarım) olarak nitelenen iki fark­
lı kadronun, köyün m evcut yapısını b u tasfiyeyi ön k o şu l k a b u l ed erek köye
yönelm esi, herhalde siyaset bilim ciler ve siyaset sosyolojisi araştırm acıları için
önem li soruların kaynağı olm alıdır. T oprak ve çiftçi projesini 1945'te 'k u vveden
fiile' çıkarm aya çalışan Tarım ın 'A n ad o lu cu ' kadrolarının (henüz 'o rtan ın solu'
noktasına erişebilm ekten yirm i yıl uzakta bulunan) C H P'yi, 1945'in toprak (ve
çiftçi) reform u yenilgisinden sonra siyasette giderek sağa kaydıran çaba içinde
olduğu gözönünde b u lu n d u ru lu rsa, bunların p arti çizgisi üzerinde b ir ağırlık
m erkezine sahiboldukları, fakat 1945 öncesi ve sonrasında farklı siyaset yollarm a
yöneldikleri görülebilir. Ancak, ilginç nokta, C H P içindeki b u sağ (A nadolucu)
akım ın 1945'te köy-toprak-tarım rejim ini köyde m ücadele ile ve 'm ütegallibe'yi
tasfiye ederek değiştirm eyi am açlam ış olm ası, b ü y ü k toprak sahibi ve zengin
çiftçinin m erkezde o ld u ğ u b ir ittifaka (henüz ?) katılm am asıdır.
Y ukarıda da belirttik, daha sonraları, özellikle iktisat ve sosyoloji literatürü­
n ü n 1950'lerden itibaren çeşitlenen ve ülkem izde de rağbet gören yaklaşım ları
içinde, köylünün köyden kente akışının (iç göçün) toplum a dinam izm getirece­
ği, aksinin ise gelişm e dinam iğini durduracağı, b u n u n durağanlığı benim seyen
dü şüncenin ü rü n ü olduğu yolunda çalışm alar popülerlik kazanm ıştır. Ancak,
b u yaklaşım ı benim seyenlerin bir köylüler ülkesinde 'kö y lü n ü n çiftçi olabilm esi'
için nasıl bir çözüm dü şü n d ü k leri (ya da d ü şü n ü p düşünm edikleri) belirsizdir.
Oysa, herşeyden önce bu çözüm konuşulm alıdır. Köyde pre-kapitalist yapılar­
d an kapitalist tarım a gitm eyi m i 'tek yol' olarak benim sem işlerdir? Yoksa, köy­
lü nün 1945'in m evcut d o k u su içinde ortakçı, yarıcı vs. statüsündeki 'yarı-çiftçi'
k o n u m u n u n bir tü r 'doğal seleksiyon' y aratarak devam ını mı? 1945'ten itibaren
önerilm iş b ir tarım (toprak ve köy) m odeli v ar m ıdır? Ve b u g ü n de "şöyle olm a­
lıydı!" diyen bir m odel v ar mı?
Bir köylüler ülkesinde yol nedir? Biraz eskiye dönelim ve T ürkiye'den n ü ­
fusça bir hayli b ü y ü k olan bir köylüler ülkesine gidelim . V.l. LENİN, R u sy a'd a
A grer D u ru m (1908) başlığını taşıyan çalışm asm da, yeni (20.) y üzyılda R usya'nın
ö n ünde iki alternatif gelişm e yolu b u lu n d u ğ u n u söylem iştir (Burada 'agrer'i,
köy-toprak-tarım b ü tü n lü ğ ü olarak d ü şünm ek d oğru olur).67 Özetle, bu iki yolu
67 LENİN, Selected Works, Vol. 1, p. 181, 210-211'den aktarılan görüş için bk. Maurice DOBB, Soviet
Economic Development Since 1917, London, Routledge & Kegan Paul, Fifth ed. 1960, p. 65-66.
"Amerika(mn) büyük sanayi ülkesi olması yolunda (...) dönüm noktası, Amerikan özgür çiftçi tipini,
tarımda mülkiyetin dokusuna yerleştiren, yaygınlaştıran 1862 tarihli Homestead Yasası idi: Çiftçilik
yapmak isteyenlere kamu arazisinden 160 acre (yaklaşık 65 dönüm) toprak, bedava gibi b ir bedelle
dağıtıldı. Güney'de kölelik sona ererken, Vahşi Batı topraklan özgür çiftçi mülkiyetine açıldı. Amerika'ya
'isteyerek' gelenler çığ gibi arttı. Bu insanlar için bu göç 'Amerikan rüyası' idi: 1866'dan 1915'e kadar
292
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
A m erikan ve P rusya yollan olarak gösterir. P rusya yolu toprak m ülkiyetinde or­
taçağ (pre-kapitalist) ilişkilerini s ü rd ü rü r ve zam anla kapitalizm e uy u m sağlar.
Bu nedenle, kapitalizm , u zu n süre y a n feodal özellikleri değiştirm eksizin b ü n ­
yesinde barındırır. P ru sy a'n ın toprak ağalığı, orada J u n k e r ekonom isinin temeli
olm uştur: Tem elde k ap italisttir, fakat kırsal nü fu su belirli bir b ağ ım lılık içinde
tutar. Bu bağım lılık içinde, A lm an tarım ının üretici güçleri A m erikan tarım ına
göre çok yavaş gelişm iştir. A m erika'da ise, toprak rejimi hiçbir ortaçağ (prekapitalist) özelliği taşım am ıştır. Toprak, doğruca 'bağım sız çiftçi'ye verilm iştir.
T oprak m ülkiyetine sahip bağım sız çiftçi ekonom isi esastır. "K arşım ızdaki soru"
diyor LENİN, "hangi gelişm e yolu ? sorusudur: Eski toprak sahibinin yolu m u,
bağım sız çiftçininki mi? Ş üphe yok ki, R usya'da A m erikan yolunu izlem ek esas
olm alıdır", LEN İN 'in yanıtıdır.
Soruyu 1940'ların Tiirkiyesi'ne taşır ve 1945'ten sonraki gelişm e tablosuna
bakarsak, en çarpıcı so m şu olm alıdır: B ağım sız çiftçi olam ayan köylü n e olur?
Şüphesiz, köy-toprak-tarım ın 1945'ten sonra değişm eden devam edecek olan d o ­
k usu içinde o köylü yine ortakçı, yancı, m araba ve tarım işçisidir. Ve tarım da
gelişm enin m isyonuna ve sorum luluğuna sahip çıkm ası m üm k ü n değildir. Peki,
bu köylünün ekonom ideki yeri nedir?
S orunun yanıtını 1940'ların sonlarından başlayıp gitgide ülkeye dam gasını
v u ran gelişm e tarzında bulacağız. 1950'lerin iktisat literatüründe b u gelişm e tar­
zını dillendiren çok yazı ve kitap vardır. B unlardan belki de ilk ve en çok bilineni
'bağım sız çiftçi olam ayan köylü ne o lu r'u n gerçekçi yanıtını verecektir: Kente
göçer. K entte ucuz veya b ed av a işçi olur. K ent e k o n o m isin in çalışm a o lan a­
ğı açtığı ölçüde geçim ini sağlar. O ekonom inin işbölüm üne göre herhangi bir
niteliğe sahip olm adığı için, verim i, m o d em ekonom ilerin standartlarına göre
d ü şü k tü r, üretim i verim inden d e d ü şü k tü r. Ç ünkü, em eği u cuz ya d a bedavadır.
G eride bıraktığı köy ekonom isinde, ayrılm asından ötü rü bir kayıp olm az. Ç ün­
kü, oradaki 'ortaçağ ilişkileri'nin egem en olduğu ya da barındığı tarım da toplam
(ve ortalam a) verim zaten d ü şüktür. Ayrılıp kente göçen köylünün tarım daki
verim i ise, hem en hem en 'sıfır' sayılır.68
B uradan, 'bağım sız çiftçi'yi yaratam ayan ülkelerde köylülerin n e işe yara­
yacağını yerli yerine o tu rtan politika çizgisi (ve b u n u n siyasal kadroları) d o ğ u ­
yor. 'Bağım sız çiftçi' ("A m erikan") y olunun 20. Yüzyılın ikinci yarısında alter­
natifi olarak yerleşen çizgi. Bu, 1950'lerden başlayarak bir 'gelişm e' reçetesi gibi
su n u lm u ş ve T ürkiye ve benzeri ülkelerde benim senm iştir. A kadem ik alanda da
yirmibeş milyon kişi geldi. Bir bölümü çiftçiliğe yöneldi ve ekilen arazi otuz yılda iki katına, çiftlik
sayısı üç katına çıktı. 1915'te, buralarda çalışan ve yaşayanlar elli milyonu aşmıştı." Bilsay KURUÇ,
Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi, Büyük Devletler ve Türkiye, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayını,
2011, s. 24-5.
68 W. Arthur LEWIS, "Economic Development with Unlimited Supplies of Labour", The Manchester
School, 1954, pp. 139-91.
293
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
"ekonom iye dinam izm getirdiği" kanıtlanm aya girişilm iştir. B urada 'd in am izm 'i
başlatan 'sihirli kaynak', LEVVIS'in yazı başlığında d a belirtilen biçim iyle, s ın ır­
sız işçi arzıdır. Kilit sözcük 'sınırsız'dır. Ü lkenin köy-toprak-tanm do k u su b u ­
n u n d ep o su d u r ve sınırsız işçi arzı kentteki serm aye birikim inin ve b u n u n özü
olan yüksek kâr oranlarının tem el güvencesidir. Ç ünkü, çiftçi olam ayan köylü
çaresiz, kentte iş aram aya ak m ak tad ır. Kısacası, "çiftçi olm ayan köylü ne olur?"
so ru su n u n yanıtı kesintisiz bir akışla kente göçer ve orad a "ucuz ya d a bedava
işçi o lu r"d u r.69
K öy-toprak-tanm davasına köklü çözüm getirem eyen ülkeler için tarım d an
sanayiye k ay n a k ak tararak kısa yoldan sanayileşm e şansı gibi d e sunulan bu
form ül, zam an gösterm iştir ki, b u ülkelerde başlangıç noktasına göre başa çı­
kılması daha zor ve girift ekonom ik, toplum sal ve siyasal sorunlar yaratm ıştır
(2000'li yılların T ürkiye tablosu b u n u n çarpıcı bir örneği oluyor.). Sanayide yete­
rince gelişm eyen, gelişem eyen ve b u n d a n ö tü rü kırsaldan akan işgücüne yeterli
ve nitelikli çalışm a alanları açm a kapasitesine d e sahip b u lu n m ay an (Türkiye
gibi) ülkelerde tarım daki verim d ü şü k lü ğ ü n ü n yanı sıra, sanayi de yetersizlikler
tablosu ile ülkenin kaderini değiştirem iyor. Türkiye kapitalizm i, elinin altında
kırsaldan gelen ucuz ve bedava işçiyi bulm uş, fakat bir b ü y ü k sanayi hareketi­
nin 'm isy o n 'u n u üstlenem em iştir. K ırsaldan gelişen kapitalizm , bir yan d an prekapitalist yapıları özenle korum uş ve sü rd ü rm ü ş, kente 'fazla işg ü cü 'n ü tüken­
m eyen bir akım la gönderm iş, ancak, kapitalizm in kent bacağı sanayide tüm teş­
viklere karşın, ülkeyi b ir yarı-sanayileşm işlik tablosunun ötesine götürem em iştir. Bu başka bir konu d u r. Ancak, altm ış yılı aşkın bir sü red ir kırsaldan kentlere
(ve T uncer BULUTAY'ın ısrarla üzerinde d u rd u ğ u gibi, kentlerin çevresinden
m erkezine) 'sınırsız' olarak akan insan dram ını da içeren bir konudur.
U luslararası alanda yaygınlaşan literatür, T ürkiye ve benzeri ülkelere "sizin
için b u yol iyidir, şaşm ayın. T oplum sal yapınızı değiştirecek düşüncelerden de
uzak d urun!" aklım verirken, T ürkiye'nin özellikle 1950'lerden itibaren filizlenen
siyaset d ü n y asın d a da tüm üyle benim senen birincil kaynak olm uştur. Şunu gör­
69 Şunu not etmek uygun olur: Türkiye tanırımda ticaret hadleri 1940'lı yıllarda esas olarak tarımın lehine,
yani, köyün fiili sahipleri lehine seyretmiştir. 1945'ten sonra da, bir yandan ekilen toprakların yeniden
(1920'lerin ve 1930'lann ikinci yanlarında olduğu gibi) genişlemesi, toprağa (zengin çiftçi üzerinden)
ilk kez büyük sayılacak ölçüde (1945'in 1000 traktörlük Türkiye'sinden 1954'ün 40.000 traktörlük
Türkiye'sine) makine girmesi ve dünyada 1940'ların sonlarından başlayan yüksek ve yükselen fiyatlı
tanm ürünleri (Kore Savaşı) konjonktürü, tarım sektörünün büyüme hızını olağanüstü yükseltmiş (yılda
ortalama yüzde 10'un üzerinde), bütün bunlar (köy-toprak-tanm rejiminin bir tembel Prusya modelini
sürdürmesine karşın) tarımı ekonominin lokomotifi olarak hızlandırmıştır. Ancak, 1950'lerin ortalarına
doğru, yukandaki etkenlerin geçersizleşmesi ve tersine etkiler yapmasıyla, tarımın yıllık ortalama
büyüme hızı yüzde 3'e düşmüştür. 1954'ten günümüze kadar tarımın tarihsel büyüme hızı ortalama
olarak yüzde 3'ün altındadır. 1954'ten sonra, siyaset dünyasının bir daha dokunamadığı köy-topraktanm dokusu ile Türkiye kırsalı köylüyü sürekli olarak ucuz veya bedava işçiye dönüştüren işlevini
sürdürüyor. Son yılların maden facialan, bu tablonun sistemin nasıl bir parçası olduğunu sergiliyor.
294
Prof. Dr. Tancer Bulu ta ıf a Armağan
m em ek olanaksızdır: 1945 yasasının kaderi D em okrat Parti ve o n u n çizgisi ü ze­
rinde b ü yüyen siyasallaşm aya kapıyı açm ış ve b u n u beslem iştir. 'K ılavuz'dan ve
'bağım sız çiftçi'den hareketle inşa edilebilecek bir köy-toprak-tarım yapısında,
Türkiye siyasetinde D em okrat Parti çizginde büyüyebilen b ir siyasal hareketin
şansı olur m uydu? A radan geçen ve altm ış y ılı aşan zam an en azından şunu
gösteriyor: Büyük toprak sahibi, zengin çiftçi, tüccar ve b u çizginin kentteki m ü t­
tefikleri 1940'lann sonlarından ve özellikle 1950'den başlayan ekonom i ve to p ­
lum m odelinin de sahibi olm uşlardır. Bu m odeli, o n u n siyasallaşm a m antığını ve
d o k u su n u içselleştirm işler, T ürkiye'nin düzeni olarak savunm uşlardır. Siyaset
onların tarzlarm dan, korkularından, ufuklarının sınırından m ayalanarak şekil­
lenm iş, ortaya çıkan ve sık sık restorasyon arayan bir m odel gelişm iştir. Siya­
set ve ekonom i literatürü, T ürkiye'de, b u m odelin m alzem esi üzerinde (sınırları
içinde kalarak) ortaya çıkm ıştır.70
Ü zerinde du ru lm ası gereken son nokta, 1945 yasasının akadem ik alan d a­
ki bazı araştırm alarda değerlendirilm e biçim ine ilişkindir. Bu sadece o dönem in
değil, C um huriyetin k u ru lu ş dönem inin de içinde yer alacağı bir gelişm e biçim i­
n in araştırm acı tarafından n e şe k ild e k a b u l g ö rd ü ğ ü n e de ışık tutuyor. Bir kısım
araştırm acılar, 1940'ların ilk yarısını, h em en h er şeyin tepeden inm e buyruklarla
yapıldığı bir rejim olarak kabul edip, tüm gelişm eleri b ir tek 'b u y ru k kalıbı' içi­
ne yerleştiren bir yaklaşım benim sem iş görünüyorlar. Bu çizgideki araştırm alar,
her alanda ve h er yeni gelişm enin ayrıntılarında bir 'b u y ru k izi' aram a-bulm a
çalışm asına d ö nm üş oluyor. Bilimsel açıklam a kapasitesi azalıyor ya da kaybo­
luyor. G örm ek gerekir ki, alana yeni giren genç araştırm acılardan bazısı için bu
popüler, çekici ve kolay yöntem dir. Kalıp hazırsa, yeni sorgulam alar gerekm ez.
Kalıbı ek m alzem e ile d o ld u rm ak 'yeni bir araştırm a' sayılabilir. 1940'lar üzerine
yapılan araştırm alarda bu örnekler az değildir. Ve örnekler birbirini beslediği
taktirde bilim sel gerçeklerin ö n ü n d e kalınlaşan b ir p erd e oluştururlar.
Ele aldığım ız köy-toprak-tarım soru n u n d a, okuru, yanıltıcı bir düşünce kul­
varına yönlendiren çarpıcı bir örneği vardır. Yazıyı sonlandırırken b u n u n ü ze­
rinde durm ayı gerekli görüyorum . D önem i ve 1945'in gelişm elerini ele alan bir­
çok çalışm ada (ki, bunları ad vererek belirtm eyi gerekli görm üyorum ) şöyle bir
yakıştırm aya rastlanıyor: 1945 yasası, N azi A lm anyası'nın Erbhoff yasasından
alınm ıştır! Bu görüşün kaynağı N iyazi BERKES'tir. BERKES, 1940'lı yıllara ait
70 Karl MARX, 19. yüzyıl ortalarında henüz bir köylüler ülkesi olan Fransa'da köylülük ve bıınun
siyasal davranışı üzerine (hemen herkesin iyi bildiği) bir yorum yapmıştır: "Köylülük, kendi suııf
yararım kendi adına yürütebilm e kapasitesinden -bir parlâm ento ya da bir konvansiyon yoluyla
da olsa- yoksundur. Onlar kendi kendilerini temsil edemezler; tem sil edilm elidirler. Temsilcileri
aynı zam anda onların üzerinde bir otorite olması nedeniyle, efendileri olm alıdır..." (a.b.ç.) The
Eighteenth Brumaire of Luois Bonaparte, Werke, VIII, p. 198-99'dan aktaran Eric HOBSBAVVM, The
Age of Capital, 1848-1875, Abacus, 1997, p. 126.
295
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
anılarını ve görüşlerini kalem e aldığı U n u tu lan Y ıllar başlığını taşıyan kitabında
(İletişim, 1997) şöyle dem ektedir:
"(...) (S)orunun ne olduğunun Prof. Ömer Celal SARÇ, bir incelemesinde
(? B.K.) etraflıca anlatmıştır. Onun g ö ste rd iğ i g ib i, bu kanun, a slın ­
da b ir N a z i kanunundan a lın m ıştı. Kanunun bizdeki yaratıcısı Tarım
Bakanı Şevket Raşit Hatiboğlu. Tasarının bütün ruhu Türkiye'nin tarım
ekonomisini 'köylii ocağı' ekonomisi yapmaktı. Bu 'köylü ocağı' denen şey,
Hitler zamanında 'Erblıoff denen şeyin ta kendisi. (...) Prof. Ö m er C elâl
Sarç, Hatiboğlu'nıın hazırladığı kamın tasarısının, bu E rblıoff kanunun­
dan alın m a olduğunu g ö sterir. Türkçe tasarıda buna 'köylii aile ocağı'
deniyor. (...) Hitler'in yeni düzeninde bunlarla Amerikalıların çiftçilik
ekonomisine karşı koyacak bir tarım ekonomisi kurulacaktt. "7I
Değeri T ürk sosyal bilim ler alanında bilinen ve takdir edilen BERKES, b u ra­
da 'k ö y lü ' ile 'çiftçi' arasındaki farklılık ü zerinde durm ayı gerekli görm ediği gibi
(herhalde T ürkiye'deki kaynaklara yeniden bakm a şansı bulam adığı için) yanlış
bilgi veriyor. Bu bilginin yanlışlığını, aynı dönem i geçtiğim iz yıllarda geniş bir
biçim de ve derinliğine tarayan ve değerlendiren bir araştırm acıdan öğrenebili­
yoruz. M etin ÇINAR, A n a d o lu c u lu k ve T ek Parti C H P 'de Sağ K anat (İletişim,
2013), başlıklı çalışm asında d oğru bilgiyi veriyor: BERKES'in, Prof. SARÇ'a gön­
d erm ede bulu n arak N azi k an u n u yakıştırm asını belirttikten sonra ÇINAR, Prof.
SARÇ'm (BERKES'in adını verm ediği, belki de tam hatırlam adığı) kitabım (Sov­
yet R usya ve A lm an y a'd a T o p rak İn k ılâp ları, Kenan M atbaası, İstanbul. 1943),
'Çiftçiye T oprak D ağıtılm ası ve Çiftçi O cakları K urulm ası' tasarısından önce yaz­
m ış o ld u ğ u n u vurgulayarak şunları söylüyor:
"O ysa, Ömer Celâl Sarç, yukarıdaki (Alman toprak rejimini anlatan
B.K.) satırları Çiftçiyi Topraklandırma Kaııunu'ndan önce, 1943 y ılın d a
y a zm ış tır . Ayrıca, Sarç, aynı yapıtında şunları söylemiştir: 'NasyonalSosyalizmin gayelerini gerçekleştirmek için başvurduğu tedbirlere gelince,
bu tedbirlerin başlıcasıolan E rblıoffrejim idah iih tiyaçlan m ızau ygu n ve
m em lek etim izd e ta tb ik e (uygulamaya) e lv e rişli g ö zü km em ektedir.
Ömer Liitfi Barkan ise, müessesenin (Çiftçi öcağı'nın, B.K.) Nasyonal
Sosyalist Alman ideolojisinin bir mahsulü (ürünü) olduğunu zannetmek
ve onu bu itibarla (nedenle) reddetmenin' yanlış olduğunu belirterek (...)
görüşünü bildirmiştir. (Barkan, 1946, 75-76)" 72
71 s. 246-47. (a.b.ç.).
72 Metin ÇINAR, Anadoluculuk ve Tek Parti CHP'de Sağ Kanat, İletişim, 2013, İstanbul, (a.b.ç.)
Prof. Ömer Lütfi BARKAN'ın eseri: "Çiftçiyi Topraklandırm a Kanunu" ve Türkiye'de Zirai Bir
Reformun Ana Meseleleri, İstanbul, 1946.
296
Prof. Dr. Tuncer Bululay'a Armağan
Tablo açıktır: BERKES, yanlış bilgi verm iştir. Prof. SARÇ, bu bilginin kay­
nağı olm adığı gibi, ayrıca böyle bir bilginin d oğru olm ayacağını da söylem iş­
tir. Gerçek bilgi şudur: 'E rbhoff' yakıştırm asının sahibi A dnan MENDERES'tir.
Bunu, sözcüsü olduğu kom isyonda değil, d ah a sonra Meclis Genel K u ru lu 'n d a
yaptığı konuşm ada söylem iştir.73 Ancak, N iyazi BERKES, b u yasa görüşm ele­
rinde MENDERES'in öne çıktığını kitabında yazm asına karşın, Erbhoff yakıştır­
m asını asıl sahibi olan MENDERES'le ilişkilendirm eksizin, yakıştırm ayı yersiz
bulan ve kitabını b u tasarıdan ve görüşm elerden en az ik i yıl önce yazm ış b u lu ­
nan bilim adam ı Prof. SARÇ'a m al etm ektedir. Bu, BERKES gibi değerli bir bilim
adam ı için ciddi bir hata olm uştur.74 A ncak hatanm daha büyüğü, yakıştırm ayı
sadece BERKES'in satırlarına dayanarak sü rd ü re n ve işin aslını araştırm a zah­
m etine katlanm ayan araştırm acıların oluyor. D oğruyu M etin ÇINAR sayesinde
buluyoruz.
1945 yasası görüşm eleri, MENDERES'in siyasal yaşam ının gerçek başlangıcı
olm uştur. K om isyondan başlayarak TBMM Genel K urulundaki u zanan tartış­
m alar ve MENDERES'in oynadığı rol, kendisinin daha sonra yatağını bulacak
olan siyasal kim liğini değerlendirm ek için öğretici bir belge niteliğindedir.75 Ve
73 TBMM T utanak Dergisi, 16.5.1945, s. 116.
74 Ortada bir "hata" olduğu açıktır ama, hatanın kime ait olduğu belirsizdir. Bilindiği gibi BERKES'in
40'lı yıllardan itibaren tutmaya başladığı ve gelişen olaylar çerçevesinde sonraki yıllarda yaşananları ve
yayınlananları da eklediği anılan, ölümünden sonra oğlu Fikret BERKES tarafından karışık bir biçimde
kendisine teslim edilen öğrencilerinden Ruşen SEZER tarafından yayma hazırlamıştır. BERKES'in daha
önce yazdıklanna 70'lerdeki, 80'lerdeki gelişmeler çerçevesinde ekler yaptığı bilinmektedir. SEZER,
bunları da yeri geldiğinde ilgili yere eklemiştir. Ayrıca, bir kitabın yayınlanmasına kadar geçtiği aşamaları
ve buradaki 'katkı' ya da 'dikkatsizlikleri' bilenler, bu hatanın birçok kişiden kaynaklandığını da hesaba
katabilirler. Bunların hiçbirini dikkate almadan "BERKES böyle diyor" diyenler de bu aşamalardakiler
kadar, bu hatadan sorumludurlar.
75 Tasannın TBMM Genel Kurulundaki görüşmeleri, Komisyondaki uzun tartışmalarla örülen gelişmelerin
son aşaması gibidir. Komisyonu izlemiş, fakat oradaki tartışmalara katılmamış olan milletvekillerinin
gözlemlerini de içermesi ve yakın geleceğin işaretlerini de vermesi bakımından önemli bir belgedir.
Tasarının kaderine ilişkin vurgulanyla Alaettin TİRİDOĞLU (Kütahya) ve Mümtaz ÖKMEN (Ankara)'in
konuşmaları ilginç noktalar taşıyor:
"Tasannın Komisyonda her maddesi komisyonu teşkil eden bir kısım arkadaşlar tarafından topraksız
çiftçiye toprak verme imkânını ortadan kaldırır bir şekilde baltalanırken, Hatipoğlu ile beraber komisyonun
buna taraftar olan üyeleri buna itiraz ediyor ve Komisyon kararlarına bazen bir rey fazla ile muanz (karşı
görüşte) kalıyorlardı. (...) Aylardanberi bu kanunun pek haklı olarak Komisyondaki oluş ve yürüyüş
tarzını bilmek imkânına malik olmıyan Türk basını, arasıra söylenen veya sızan birkaç söze mâna (anlam)
verecek muhtelif istikametlerde (çeşitli yönlerde) yazılar yazdılar. Bu kanun Türk efkân umumiyesinde
(kamu oyunda) yanlış akisler yaptı. Şurasını bütün milletin huzurunda açıkça söylemek isterim ki, bu tasan
Komisyona geldiği gündenberi, Komisyonu teşkil eden (oluşturan) bazı arkadaşlar tarafından gayet
dikkatle ve ince bir takiple baltalandı. (...) Bu sözlerimle kasdettiğim arkadaş Sayın Aydın Milletvekili
Adnan Menderes arkadaşımdır. Adnan Menderes arkadaşım, hepiniz biliyorsunuz ki, bu kanun tasarısının
Komisyonda ve bir gün de Meclis'e intikalinden (gelişinden) sonra resmi sözcüsü idi. Bu sayın arkadaş,
üç ay Komisyonda kanunu işlemez bir hale getirmek için ince ve zarif zekâsını kullandıktan sonra
Başbakanın 17 nci madde hakkındaki müdahalesi üzerine bir usul meselesi ele alarak muhalefete geçti.
297
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
u n utm ayalım ki, MENDERES'in 1945 yılı ile şekillenen siyasi kim liği, D em ok­
rat P arti'n in b u başlangıç ile oluşan kodları üzerinde yaygınlaşarak gün ü m ü ze
k ad ar birçok y eni siyasetçi için ana m odel olm uştur. İlgilenen araştırm acılara
önerelim .
Bu yazının bir A rm ağan için çok u zu n o ld u ğ u n u biliyorum . Ancak, Bu­
n u n iki nedeni var. Birincisi, b ir d ah a b u alana girm e niyeti taşım ayışım . İkin­
cisi de, bunları yazm am ı T uncer BULUTAY'm istem iş olması. G ünahın yansı
T uncer'indir.
Dikkat buyurun arkadaşlar, Adnan Menderes, ortaya bir prensip veya fikir müdafaa ederek (savunarak)
çıkmıyor. (...) Tasarının yüksek huzurunuza geldiğinden bir gün sonra (...) Adnan Menderes'in uzun bir
politika nutku okuduktan sonra tantanalı bir şekilde sözcülükten istifa ettiğini görüyoruz. Parlamento
tarihlerinin nâdir kaydettiği bu hareket şeklinin takdirini Türk umumi efkârına (kamu oyuna) bırakıyorum.
(...) Ben Adnan Menderes'in neyi müdafaa ettiğini ve hangi fikir ve prensibin taraftan olduğunu
anlayamadım. (...) Verdiğimiz takririn (17. Maddenin son şekli için 321 milletvekilinin verdiği önerge)
aleyhinde ençok konuşanlardan iki arkadaş Emin Sazak ve Cavit Oral arkadaşlarımızdır. İkisi de birer fikir
ve noktai nazar (görüş) müdafaa ettiler. Meselâ Emin Sazak arkadaşım bizim topraklanmıza dokunmayın,
diyor. (...) Sazak arkadaşım fikrini ve müdafaa ettiği prensibi açıkça söylüyor. Demek istiyor ki, çok şükür
rahatımız iyidir. Siz bir iyilik yapmak istiyorsanız biz çiftlik sahiplerine yapın. Öte tarafını düşünmeyin.
Memleketi zenginleştirmek istemiyorsunuz. Ben çiftliğimi iyi işletirsem benim ortakçılar da iyi olurlar.
Siz hükümet ve devlet olarak bu işleri yapamazsınız diyor. (...) Cavit Oral arkadaşım orta ve büyük
çiftliğin memleket için hayırlı bir ziraat olduğunu iddia ediyor. Cidden bu meslek bir asırdan beri âlimler
arasmda henüz tez, antitez olarak münakaşa edilmektedir (tartışılmaktadır). Kati (kesin) olarak sentezinin
yapıldığını bugüne kadar işitmedim. Ama bir fikirdir, bir tezdir. (...) Adnan Menderes arkadaşımıza
gelince, bütün zabıtlardaki (tutanaklardaki) sözlerini tekrar dikkatle okudum. Maatteessüf (ne yazık ki)
müdafaa edilen (savunulan) sarih (açık seçik) bir fikre (düşünceye) tesadüf etmedim (rastlamadım). Nutku
tamamiyle politik bir demeç olmakla beraber bu bakımdan dahi tezatlar (çelişkiler) içindedir." (a.b.ç.)
Alaettin TİRİDOĞLU (Kütahya), TBMM Tutanak Dergisi, 4.6.1945, s. 64-66.
"Cumhuriyetimizin hiçbir inkılâp hareketi yoktur ki, toprak davası kadar gecikmiş olsun. Toprak davası
kadarmukavemetlere mâruz (direnişler karşısmda) kalsın. Toprak davası kadarmillete lâakal (en azından)
15 senedir vâdedildiği halde tahakkuk ettirilmemiş olsun. (...) Kurultayların ilki olan 1927 Kurultayını
burada yaptığımız zaman milletin milli bir feryat halinde bir sesi ile karşılaştık. Bu ses topraksızlann
sesi idi. Bu ses bir kısım vatandaşların bazı yerlerde loprak sahiplerinin tahakkümü (zorbalığı) altında
mustarip (acı çeken) olduğunun sesi idi. (...) Yazık ki, tasarı bu hâle geldi, bu hâle getirildi. Neden bu hâle
geldi? Bu açıklığıyla bunun sebebini de arz edeyim: Teşkil ettiğimiz geçici komisyon bize iyi bir tasan
veremedi. Burada ilmi (bilimsel) ve mesleki kudretini hakikaten takdir ettiğim Tanm bakanının siyasi
hayatının körpeliğinin de tesiri vardır. Fakat (...) Komisyonun mesuliyet (sorumluluk) hissesi daha
büyüktür. Çünkü, (...) Komisyon bu işte müşterek bir gayretle (ortak bir çabayla) yaratıcı, inamcı, yapıcı
bir zihniyetle çalışıp iyi bir eser meydana getiremedi. Meydana çıkan eserin (...) bizzat Komisyon(un) bazı
üyeleri tarafından ne hâle getirildiği malûmdur. Kırk tane muhalefet damgası, kırk tane muhalefet yaması
vurulmuştur." (a.b.ç.) Mümtaz ÖKMEN (Ankara), TBMM Tutanak Dergisi, 4.6.1945, s. 69.
298
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
KÖY OKULLARI VE ENSTİTÜLERİ TEŞKİLAT
KANUNU'NUN ÖNEMLİ MADDELERİ
No: 4274, Kabul tarihi: 19. VI. 1942, Resmî Gazete: 25. VI. 1942 - Sayı:
5141
Birinci bölüm
Teşkilât
A) Okullar ve idareleri
BİRİNCİ MADDE — K öylerde resm î, m ecburi ve parasız ilk öğre­
nim okulları ve kursları şu n lard ır :
1. Eğitm enli köy okulları;
2. Ö ğretm enli köy okulları;
3. Ö ğretm enli ve eğitm enli köy okulları;
4. Pansiyonlu veya pansiyonsuz bölge köy okulları (Bu okulların,
d u ru m u ve arazisi m aksada elverişli old u ğ u takdirde, nahiye m er­
kezlerinde açılm aları tercih olunur);
5. A kşam okulları;
6. Köy ve bölge m eslek kursları.
Bu okullar ve kurslar idare, öğretim , eğitim , ziraat, sanat, sağlık ko­
runm ası, çocuk bakım ı ve köy halkını yetiştirm e y ö n ü n d en sırasiyle
aşağıda yazılı m ercilere bağlıdırlar:
a) Bölge gezici öğretm enliklerine ve gezici başöğretm enliklerine;
b) Bölge ilk öğretim m üfettişliklerine;
c) Bölge köy enstitüsü m üdürlüklerine;
d) Kaza M aarif m em urluklarına;
e) V ilâyet M aarif m üdürlüklerine.
ÜÇÜNCÜ MADDE — İkinci m ad d e hüküm lerine göre teşkil edi­
lecek gezici Ö ğretm enlik veya gezici başöğretm enlik bölgelerinden
lü zu m u kadarı birleştirilerek bir teftiş bölgesi kurulur. Bu bölgeye
giren okul, eğitm en, Ö ğretm en, gezici öğretm en ve gezici başöğret­
m enlerin her tü rlü işleri bir ilk öğretim m üfettişi tarafından teftiş,
m urakabe ve idare edilir.
M üfettişlik m erkezi, teftiş bölgesi içindeki kaza veya nahiyelerden
birinin m erkezidir.
Bölge ilk öğretim m üfettişleri, bölgelerindeki okulları ilgilendiren
idare işleri bakım ından m aarif m üdürlüklerine bağlıdırlar. Bölge­
299
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
lerinde çalışan eğitm en, öğretm en, gezici öğretm en ve gezici başöğ­
retm enlerin, köy enstitülerini ilgilendiren işleri y ö n ü n d en o kesim ­
deki köy enstitüsü m üdürlükleriyle işbirliği yaparlar.
Köy eğitmen ve öğretmenlerinin vazife ve salâhiyetleri
O N U N C U MADDE — Köy eğitm en ve öğretm enlerinin vazife ve
salâhiyetleri ikiye b ö lü n ü r :
A) O kul ve kurslarla ilgili işler;
B) Köy halkım yetiştirm ekle ilgili işler;
A) Köy eğitm en ve öğretm enlerinin okul ve kurslarla ilgili vazife ve
salâhiyetleri ş u n la rd ır:
1. Köy okulu binasının, işliğinin yapılışında ve bahçesinin k u ru lu ­
şu n d a çalışm ak; 3803 sayılı k an u n u n on birinci, 3238 sayılı k an u n u n
beşinci m addelerine göre bu okullara verilen eşyayı iyi bir şekilde
m uhafaza etm ek; hayvanlara bakm ak ve onları üretm ek;
2. O kula m ahsus araziyi örnek olabilecek şekilde işlem ek, boş bı­
rakm am ak;
3. Köy okulu işliğini,köylülere d e faydalı olabilecek şekilde işlemek;
4.Köyde okul talebesinin eğitim ve öğretim iyle ilgili her türlü ted­
birleri alm ak ve aldırtm ak;
5. Talebenin sağlık d u ru m ların ı teh d it edici vakaları önlem eğe ve
giderm eğe çalışm ak ve b u n u n icabettirdiği tedbirleri alm ak ve al­
dırtm ak;
6. Teftiş bölgesine giren köylerin okul binalarını yapm ak, fidanlık­
larını kurm ak gibi elbirliği isteyen işlerde birlikte çalışm ak ve yar­
dım laşm ak.
B) Köy eğitm en ve öğretm enlerinin köy halkını yetiştirm ekle ilgili
vazife ve salâhiyetleri şu n lard ır :
1. Köy halkının m illî k ü ltü rü n ü yükseltm ek, onları sosyal hayat
bakım ından asrm şartlarına ve icaplarına göre yetiştirm ek, köy
k ü ltü rü n ü n m üsbet kıym etlerini yaym ak ve kuvvetlendirm ek için
gereken tedbirleri alm ak; m illî bayram günlerinde, okulların açılış­
larında, m ahallî ve m illî âdetlere göre kutlanan iş günlerinde tören­
ler yapm ak ve bunları, halk türküleri, oyunları, m arşları ve m üzik
aletleri esas tu tu lm ak suretiyle tertip, tanzim ve idare etm ek; köy
halkm ı rad y o d an âzam i derecede faydalandırm ak;
2. K öyün ekonom ik hayatını geliştirm ek için ziraat, sanat, teknik
alanlarında köylülere örnek olabilecek işler yapm ak; okullarda ser­
300
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
giler açm ak ve diğer m ünasip yerlerde panayırlar açılm asına yardım
etm ek; istihsalin arttırılm ası ve ü rü n lerin kıym etlendirilm esi, köy iş
hayatının canlandırılm asiyle ilgili tedbirlerin alınm asında köylülere
gereken yardım larda bulunm ak; gidip gelinm esi m ü m k ü n yerlerde­
ki pazar, sergi, panayır, fuar, m üze gibi ekonom ik hayatın gelişm e­
siyle ilgili k uruluşlarla halkı ve talebeyi ilgilendirm ek, onların b u ­
raları ziyaret etm elerine kılavuzluk etm ek; orm ancılığa ait bilgilerin
arttırılm asına çalışm ak ve orm anların faydalarm ı ve korunm alarını
anlatm ak; k u ru lm u ş köy orm anlarının hakim iyle korunm asında ve
yeniden kurulacakların kurulm asında yardım etm ek;
3. Köyde ve yakın m uhitlerde bu lu n an tarih eserleriyle m em leket
güzelliklerini teşkil eden tabii ve teknik kıym eti haiz eser ve anıt­
ların onarılm ası; neslinin tükenm em esi ve körelm em esi lâzım gelen
hayvan ve bitki cinslerinin tesbiti ve korunm asiyle ilgili işlerde
m uhtarla, köylülerle ve ilgili diğer teşkillerle beraber çalışmak;
4. Köy halkının saadet ve felâketiyle ilgili b ü tü n işlerde elden gelen
her türlü yardım ı yapm ak, gerekli koruyucu tedbirleri alm ak ve bu
gibi hallerde H ü k ü m et teşkilâtını ilgilendiren işleri zam anında ilgi­
lilere yazı ile bildirm ek veya gidip haber verm ek;
5. Devletin ve köy halkının u m u m î m enfaatleri ve m ukadderatiyle
ilgili Millî M üdafaa, imece, asker ailelerine yardım , orm an ve köy
yangınlarını söndürm e, ortaklam a ziraat ve nakil vasıtaları edinm e,
her tü rlü kooperatifleri kurm a ve işletm e gibi hususlarda köylülerle
işbirliği yapm ak ve b u işlerin icaplarına göre çalışmak;
6. M uhite ve tem in edilecek vasıtalara göre köy gençlerinin yüzücü,
kayakçı, güreşçi, binici, atıcı, avcı, bisiklet, m otosiklet ve traktör kul­
lanıcı gibi hareketli ve canlı vasıflarda yetiştirilm eleri için gereken
her türlü teşebbüslerde bulunm ak, m üm k ü n olan tedbirleri alm ak
ve b u hususların gerçekleşm esi için çalışmak.
Z iraat işleri için m üm k ü n olan yerlerde vekâlet ziraat m ütehassıslariyle valilik ziraat m ü d ü r ve m uallim lerinin m ütalâaları alınır.
O N BİRİNCİ MADDE — O nuncu m ad d ed e yazılı işlerin gerçekleş­
tirilm esi için ilgili köylüler bu k anunda yazılı esaslara göre ve diğer
k an unlarda tesbit edilen hüküm lere u y gun olm ak şartiyle eğitm en
ve öğretm enlere yardım etm ek ve onlarla işbirliği yapm ak vazife­
siyle m ükelleftirler.
Bu m ükellefiyetlerden kaçınanlarla işleri aksatanlar ve b u işlere fe­
sat karıştıranlar hakkında eğitm en ve öğretm enlerin ihbarı üzerine
ilk öğretim m üfettişi tarafından yapılacak tetkik üzerine verilecek
rapora n azaran takibe lüzum g ö rü ld ü ğ ü takdirde köyün bağlılığına
301
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
göre kaym akam veya valinin yazacağı bir m üzekkere ile C u m h u ­
riyet m üddeium um iliğine gönderilir. M üddeium um ilik b u evrakı
sulh m ahkem esine tevdi eder ve m ahkem ece d e b u hareketleri sabit
görülenler üç g ü n d en on beş güne k adar hafif hapis veya beş lira­
d an yirm i beş liraya k adar hafif p ara cezasiyle cezalandırılır.
YİRMİ BEŞİNCİ MADDE — Köy halk ın d an olan veya en az altı
aydanberi köyde yerleşm iş b u lu n an lard an 18 yaşını bitiren ve 50
yaşını geçm iyen h er v atandaş, köy ve bölge okulları binalarının ku­
rulm asına, bu binalara su tem in edilm esine, okul yollariyle bahçele­
rinin yapılm asına ve bunların onarılm asına m ü n h asır işler tam am ­
lanıncaya k ad a r yılda en çok yirm i g ü n çalışm ıya m ecbur tutulur.
Bu işlerde çalışm a m ükellefiyetine tabi tutulacak köylülerin defteri
eğitm en ve öğretm en veya gezici öğretm en ve gezici başöğretm en­
lerin de iştirakiyle ihtiyar meclisleri tarafm dan tanzim olunur.
Bu defter tanzim edilirken m ükelleflerin bedeni kudretleri ve b u iş­
lerde çalışm ıya m âni halleri gözönünde tutulur.
T anzim edilen defter köyde m ahallî âdete göre ilân olunur. İlândan
10 gün sonra b u defter köy bütçelerini tasdik edecek m akam a gön­
derilir. Bu m akam , 10 gün içinde defterin b u kanım hüküm lerine
uygun bir surette tanzim edilip edilm ediğine bakar ve alâkalılar
tarafından itiraz vâki olm uş ise b u itirazları tetkik ve icabına göre
tadil veya tasdik eder.
Çalışm ıya m ecbur olanlar yerlerine başkalarını çalıştırabilecekleri
gibi çalışacakları günler için m ahallî rayice göre, am ele ücretini ver­
m ek suretiyle de b u m ükellefiyeti ifa edebilirler.
İşin nev'ine göre hayvanlı arabasiyle veya saban ve pulluk gibi ziraat
aletleriyle birlikte çalışanların bir günlük hizm etleri üç gün sayılır.
Bu işler eğitm en, öğretm en, veya gezici öğretm en ve gezici başöğ­
retm enlerin teknik köy m uhtar ve ihtiyar meclisinin İdarî nezaretleri
altında m ahallî iklim ve halkın iş m evsim i göz ö nünde b u lu n d u ru la­
rak yukarıda yazılı m ükellefiyet defterine göre bir çalışma plânı d a ­
hilinde yapılır. M ükelleflerin bu m addeye göre iş gördükleri erim le­
rin m ahsuplarını gösteren defter de bunlar tarafından tutulur.
K öylerde arazi veya bahçeleri olanlar ve b u n lard a n yarıcılık veya
işçi çalıştırm ak şeklinde faydalanm akla beraber köy dışında otu ­
ranlar bu m ad d ed e yazılı yirm i günlük m ükellefiyeti m ahallî rayice
göre işçi ücretini köy sandığına yatırm ak suretiyle ifa ederler. Şu
kadarki, bu ücretin tutarı köydeki arazi veya bahçelerinin bir yıllık
arazi vergisinden fazla olam az.
302
Prof. Dr. T ünce r Bulu tay'a Armağan
Köy okullarına mahsus arazi
YİRMİ SEKİZİNCİ MADDE — Köy o k u lu n u n b u lu n d u ğ u köy sını­
rı içindeki ziraat işlerine elverişli araziden öğretm enin ve ailesinin
geçim ine, okul talebesinin ders tatbikatm a yetecek m iktardaki ara­
zinin okula tahsisi, satın alınm ası ve istim lâki aşağıda yazılı esaslara
göre yapılır:
A) Bu arazinin yeri, m iktarı, bölge ilk öğretim m üfettişinin - b u lu n ­
m adığı takdirde gezici başöğretm en veya öğretm enin - başkanlığın­
da beş üyeli bir k u ru l tarafından tesbit ve m azbatası tanzim olunur.
Bu kurul: 1. Bölge ilk öğretim m üfettişi, 2. Köy m uhtarı, 3. Köy ihti­
yar meclisi üyelerinin aralarından seçecekleri bir üye, 4. Gezici b a­
şöğretm en veya gezici öğretm enin seçeceği b ir öğretm en veya eğit­
m en, 5. Gezici başöğretm en veya gezici öğretm enden teşkil edilir.
1. Bu kurulca tanzim edilecek m azbatada gösterilen yer D evlet m alı
olduğu takdirde 3803 sayılı k an u n u n 12 nci m addesinin son fıkra­
sı gözönünde tutularak m azbata valilik yoluyla M aliye vekilliğine
gönderilir ve M aliye vekilliğinin tasvibiyle o yer parasız olarak köy
okulu adına tahsis olunur.
2. M azbatadaki yer h ususi eşhasa ait ise m utasarrıfı veya zilyeti (A)
fıkrasında yazılı k u ru l tarafından takdir edilecek bedeli kabul ettiği
veya satm aya razı o ld u ğ u takdirde bu bedel köy sandığm ca ödene­
rek arazi köy okulu adına alınır.
3. M azbatada gösterilen ve eşhasa ait o ld u ğ u anlaşılan yer yukarıki
fıkraya göre sahibi veya zilyeti tarafından rızasiyle köy okulu adına
devir ve ferağ olunm adığı takdirde o yer istim lâk yoluyla alınır.
4. Köy okulları için lü zu m u olan yerin istim lâkine vali karar verir.
Bu k arar üzerine (A) fıkrasında yazdı k u ru l tarafından istim lâk
edilecek yer için takdir edilen kıym et m ahallî âdetlere göre ilân yo­
luyla m al sahiplerine veya zilyetlerine bildirilir, ilândan itibaren 15
g ü n içinde, alâkalılar rızalariyle takdir edilen bedeli kabul ile devir
ve ferağ etm edikleri veya b u bedele karşı m ahkem eye m üracaat­
la itirazda b u lu n d u k ları takdirde istim lâk bedeli Z iraat bankasına
ve bulunm ıyan yerlerde kaza m al sandıklarına yatırılır ve istim lâk
olunacak yere okul adına elkonur.
5. T akdir edilen istim lâk bedelini kabul etm iyen alâkalılar yukarıki
fıkrada yazılı ilândan itibaren 15 g ün içinde m ahkem eye m üracaatla
b u bedel hakkında itirazda bulunabilirler.
D ördüncü fıkrada yazılı ilânın yapıldığı yerde bulunm ıyan alâkalılar
için itiraz m ü d d eti ilânm icrasından itibaren üç aydır.
303
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
Köy eğitmen, öğretmen, gezici başöğretmen ve gezici
öğretmenlerinin m iikâfatlandînlm ası ve cezalandırılması
OTUZ BİRİNCİ MADDE — Eğitm en, öğretm en, gezici başöğretm en
ve gezici öğretm enler 3238 sayılı k an u n u n birinci, 3803 sayılı kan u ­
n u n altıncı m addelerinde ve b u kan u n d a yazılı işleri yaparlarken
vazifelerinde gösterdikleri başarıların derecesine göre aşağıda yazı­
lı şekillerde m ükâfatlandırılırlar:
1 . Ü stün başarılı sayılm ak;
2. Köye hizm et edenler anıtına adı yazılm ak;
3. Köydeki bir tesise adı verilm ek;
4. Ü lkü eri sayılm ak.
1 . Ü stün başarılı sayılmak:
Vazifelerini olağan ü stü bir başariyle y apanlar için bölge ilk öğre­
tim m üfettişinin teklifiyle h er yıl m art ayı içinde köy enstitüleri m ü ­
dürlüklerince b ir başarı listesi hazırlanarak m ütalâalarıyle birlikte
ilgili valiliklerin m aarif m üdürlüklerine verilir. M aarif m üdürleri
kanaatlerini yazarak listeyi valilik yoluyla M aarif vekilliğine gön­
derirler. Listeye girenlerin adları o yıl 17 nisanda gazete ve radyo
vasıtasiyle ilân edilir.
2. Köye hizm et edenler anıtına adı yazılm ak:
K ültür bakım ından kuvvetlendirilm esi lâzım gelen, tehlikeli ve b u ­
laşıcı hastalıklar hü k ü m süren, y u rt sınırlarına yakın bu lu n an , ana
m ünakale yollarından uzak olan köylerde vazife gören, m ahallin
güç şartlarım yenerek öğrenim i geniş bir alana yayan ve işlerini ardı
ardına beş yıl o lağanüstü bir başariyle yapan, b u lu n d u ğ u k öyün y e ­
tişkin halkının b u m ü d d et için d e en az onda birini o k u r yazar hale
getirenlerin adları, m ezun oldukları enstitülerde hazırlanan (Köye
hizm et edenler anıtı) na yazılır.
Bu m ad d ed e yazılı vasıfları haiz köylerin hangi köyler o lduğu bilen
ilk öğretim m üfettişinin teklifi üzerine 8 nci m ad d ed e adı geçen (Va­
lilik, köy öğretm en ve eğitm enleri disiplin kurulu) tarafından tesbit
edilerek her ders yılı başında ilgililere bildirilir.
3. Köydeki bir tesise adı verilm ek :
Köye daim î şekilde faydalı olabilecek vasıflarda ve olağanüstü bir
çalışm a ile m eydana gelebilecek işleri yapanların b u köylerde ye­
niden yapılan yol, çeşme, kanal, ham am , çam aşırlık, bahçe, koru,
kavaklık, çayırlık, değirm en, elektrik santralı, köprü, kooperatif gibi
yeni bir tesise adları verilir. Bu gibilerin adları eserin u y g u n düşen
bir yerine daim î olarak kalacak şekilde yazılır.
304
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
4. Ü lkü eri sayılm ak :
Bu m ad d en in birinci ye ikinci fıkrasında yazılı esaslara göre hareket
ederek köyün öğretim , eğitim , ziraat, sanat işlerinde birbiri ardm ca
on yıl hizm et edenler ve b u işlerde olağanüstü başarı gösterenler
(Ülkü eri) sayılırlar ve M aarif vekilliğince tesbit edilip verilecek ay
yıldızı havi b ir işareti taşırlar.
Köy enstitüleri ve bu enstitülerin köy okullariyle ilgili
işleri
OTUZ SEKİZİNCİ MADDE — Köy enstitüleri m üdürleri, b u ka­
n u n d a yazılı işlerin d ü z g ü n bir şekilde yapılm ası için, kesim lerine
giren köylerde çalışan eğitm en, öğretm en, gezici öğretm en, gezici
baş öğretm en ve bölge ilk öğretim m üfettişlerine ellerindeki b ü tü n
vasıtalarla gereken yardım ları zam anm da y aparlar ve onların işle­
rini takip ederler.
OTUZ DOKUZUNCU MADDE — Köy enstitüsü idareleri, enstitü­
n ü n kesim ine giren b ü tü n köyleri tesbit ve tetkik ederek bu köylerin
h er biri hakkında gereken bilgileri toplarlar. Köylerin d u ru m ları­
na ve ihtiyaçlarına göre enstitüden m ezun olacak eğitm en ve öğ­
retm enlerin gönderilecekleri köylerle bu köylerden ikinci m addeye
göre teşkil edilecek bölgeler hakkındaki tekliflerini M aarif m ü d ü r­
lüklerine bildirirler. Bu teklifler valiliğin m ütalâası ile beraber tas­
dik edilm ek üzere M aarif vekilliğine gönderilir.
E nstitü idareleri, enstitüde çalışan öğretm enler vasıtasiyle bu köy­
lerde m ezunlarının yapacakları işleri plânlaştırarak eğitm en ve öğ­
retm enlere enstitüden m ezu n olm azdan evvel bildirirler. 3803 sayılı
k an u n u n on birinci m addesine göre m ezunlara alet, tohum gibi şey­
leri ve hayvanları verirler.
KIRKINCI MADDE — Köy enstitülerinde bu lu n an Ö ğretm enlerle
talebe ve eğitm en nam zetlerinin her türlü köy işlerinde çalışm aları­
nı tem in m aksadiyle h er enstitüye dolayında b u lu n an lü zu m u ka­
d ar köy ok u lu n d an bir tatbikat bölgesi ayrılır.
Bu bölgeye girecek köylerin birinci m ad d ed e yazılı köy okul tipleri­
nin tam am m ı içine alm ası ve en az üç gezici öğretm enlik veya gezici
başöğretm enlik bölgesi genişliğinde olm ası şarttır.
KIRK İKİNCİ MADDE — V aliliklerin koy enstitülerine bağlı köy­
lerinde yapılm ası gerekli işlerin eğitm en ve öğretm enler tarafın­
d an vaktinde yapılam ıyacağı anlaşılırsa gezici öğretm en ve gezici
başöğretm en veya bölge ilk öğretim m üfettişlerinin teklifi üzerine
köy enstitüleri idareleri, b u köylerde yapılacak işleri bitirm ek üzere
öğretm enlerin başkanlığında enstitü talebesinden g ru p lar gönderir­
ler.
305
Cumhuriyet ve Toprak / Bilsay KURUÇ
Bu talebe ve öğretm enlerin zaruri yol m asrafları ile köylerde kala­
cakları zam ana ait yiyecek m asrafları enstitü tahsisatından ödenir.
KIRK YEDİNCİ MADDE — Köy enstitülerinde vazife gören Ö ğret­
m en, m em ur usta öğretici ve m üstahdem lerin o turdukları evlerin
dolayında her ev için yarım hektarı geçm em ek üzere arazi ayrılır.
Bunlar, o araziyi örnek olabilecek şekilde aileleriyle birlikte işlerler;
aile ihtiyacm ı karşılıyacak sayıda hayvan besleyebilirler.
Elde edilen ü rü n lerd en kendileri faydalanırlar. B unun için hiçbir
para alınm az.
KIRK DOKUZUNCU MADDE — Köy enstitülerinde vazife gören
öğretm enler, m em urlar, m üstahdem ler ve usta öğreticiler, başarıla­
rının derecesine göre aşağıda yazılı şekilde m ükâfatlandırılırlar:
1 . İşinde başarılı sayılm ak;
2. Köye hizm et edenler anıtına adı yazılm ak;
3. K öylerde yeni bir tesise adı verilm ek;
4. Ü lkü eri sayılm ak.
1 .İşinde başarılı sayılm ak:
Vazifelerini olağanüstü bir başarı ile yaptıkları sabit olanlar için
vekillik m üfettişlerinin veya enstitü m ü d ü rlerin in teklifiyle her yıl
m art ayı içinde M aarif vekilliğince bir başarı listesi hazırlanır. Bu
listeye girenlerin adları o yıl 17 nisanda gazete ve radyo vasıtasiyle
ilân edilir.
2.K öye h iz m e t e d e n le r a n ıtın a a d ı y a z ılm a k :
Talebesinin çoğu k ü ltü r bakım ından kuvvetlendirilm esi lâzım gelen
kesim lerden alm an, kesim lerinde tehlikeli ve bulaşıcı hastalıklar h ü ­
küm süren, y u rt sınırlarına yakın ve u m u m î m ünakale yollarından
uzak yerlerde açılan köy enstitülerinde vazife gören ve ardı ardm ca
beş yıl olağanüstü başarı gösterenlerin adları, çalıştıkları enstitüler­
deki «Köye hizm et edenler anıtı» na yazılır. Bu vasıflardaki enstitü­
lerin hangileri o ld u ğ u M aarif vekilliğince tesbit edilir.
3. K öyde yeni bir tesise adı verilm ek :
O lağanüstü bir çalışm a ile enstitüye veya en stitü n ü n tatbikat bölge­
sindeki köylerden birine daim î surette faydası dokunacak iş gören­
lerin adları kendi çalışm alariyle m eydana getirilen yeni tesislerden
birine verilir.
306
Prof. Dr. Turner Bulutay'a Armağan
4. Ü lkü eri sayılm ak :
E nstitünün öğretim , eğitim , ziraat, sanat işlerinde aralıksız on yıl
çalışan ve olağanüstü bir başarı gösterenler, «Ülkü eri» sayılırlar ve
M aarif vekilliğince b u unvanı belirtecek ve ay yıldızı ihtiva edecek
şekilde tesbit olunan bir işareti taşırlar.
ALTMIŞ İKİNCİ M ADDE — Köy enstitülerinde ve okullarındaki
öğretm en eğitm en, talebenin ve köy halkının ihtiyaçları gözönünde
tutularak, ana statüsü M aarif vekilliğince hazırlanan ve bu vekilliğin
m urakabesi altında işletilen birer (Köy enstitüsü veya okulu istihlâk
veya istihsal kooperatifi) kurulabilir.
O rtaklarına kazanç dağıtm ıyacak olan enstitü ve okul istihlâk veya
istihsal kooperatiflerinden hiç b ir vergi, resim ve harç alınm az.
Bu kooperatifler kendi aralarında ana statü sü M aarif vekilliğince
kabul ve tasdik edilen ve b u vekilliğin m urakabesi altında işletilen
«Kooperatifler b irliğ i» kurabilirler.
Bu kooperatifler ve birlikleri; köy içinde tedariki m üm k ü n olm am ak
ve köy okullariyle enstitülerinin k anunlarla tâyin edilm iş m aksatla­
rını gerçekleştirm eye yaram ak şartiyle köy halkının m uhtaç olduğu
eşyayı d a satabilirler,
ALTMIŞ YEDİNCİ MADDE — Bu k an u n u n birinci m addesinde
yazılı okul ve kurslarla ilgili işlerin görülm esinde eğitm en, öğret­
m en, gezici öğretm en ve gezici başöğretm enlere yardım etm ek ve
vazifeleri iki yıl sürm ek üzere h er okul için üçer üyeli birer «Köy
okulu vardım kurulu» teşkil edilebilir. Bu üyeler gezici öğretm en
veya gezici başöğretm en ve bölge ilk öğretim m üfettişi tarafından
köy halkının yirm i ile elli yaş arasında b u lu nanlarından seçilir.
ALTMIŞ SEKİZİNCİ MADDE — Bu kan u n d a yazılı vazifeleri gö­
renlerle işbirliği yapan, köy m uhtarlarından, ihtiyar meclisi azalarından, bölge köy okulu kurullariyle köy okulu yardım kurulları
üyelerinden ve gönüllü olarak bu işbirliğine katılan köylülerden,
katıldıkları işlerde d ö rt yıl ü stü n başarı ile çalıştıkları bölge gezici
öğretm en veya gezici başöğretm en ve ilk öğretim m üfettişleri tara­
fından tesbit edilenler (Valilik, köy öğretm en ve eğitm enleri disiplin
kurulu) karariyle «Yardım eri» sayılırlar.
Bu gibilerin ad la n M aarif vekilliğince radyo ve diğer yayınlarla her
yıl on yedi nisanda ilân olunur.
Y ardım erlerinin şahsi em ek ve gayretleriyle köyde yeniden m ey­
dan a getirdikleri, bölge ilk öğretim m üfettişinin raporiyle sabit olan
bir tesise (Valilik, köy öğretm en ve eğitm enleri disiplin kurulu) ka­
rariyle b unların a d la n verilir.
307
MISSING PAGES OF THE SECOND SMALL
SHAHNAMA
Farhad MEHRAN12
16 September 2014
A bstract: The Second Small Shahnama is an incom plete, dispersed m anuscript
of F irdausi's Shahnama. It is considered to be am ong the earliest illustrated m a­
nuscripts of the Shahnama in existence today. In a com panion paper, p rep ared in
Farsi, the structure of the m anuscript has been reconstructed in its original form
has been reconstructed based on 279 available pages of w hich 50 illustrated, one
w ith tw o illustrations. The results show ed that there are a total of approxim ately
323 m issing pages of w hich 49 w ith illustrations. In the present paper, an attem pt
is m ade to identify the verse p atterns of the m issing pages an d the possible scenes
of the m issing im ages. Five p articular segm ents are exam ined in detail: R ustam 's
seven feats; A rdashir an d the H aftvad w orm ; Kasra N ushirvan an d M azadak;
M ihran Sitad an d K haqan-e C hin's daughter; and the end of the Shahnama.
Key w ords: Second Small Shahnama; m anuscript reconstruction; verse p a t­
terns of m issing pages; illustrated scenes of m issing images.
1. Introduction
The Shahnama or "The Book of Kings" is the national epic of Iran, an im ­
m ensely p o p u lar poem of about 50'000 couplets com posed by the great Iranian
poet Firdausi at the tu rn of the m illennium (ca 1000). It recounts the m ythical
an d to som e extent the historical p ast of Iran from the creation of the w orld until
1 A Farsi translation of this article prepared with the help of Hojat Tavassoli is planned
for almost sim ultaneous publication in the inaugural issue of Codicological Studies (Tehran,
Iran, forthcoming), h ttp ://www.islamiccodicology.com
2 The author w ould like to express his gratitude to Marianna Shreve Simpson for her
continued support and making available copies of most pages of the Second Small Shahnama
referred to in this paper including the two newly discovered folios placed on in the market
at Sotheby's, London, on 3 October 2012 (Lot 66) and on 9 October 2013 (Lot 81). The
author would also like to thank his good friend, Kamran Koussar, for editing the final text
of the paper and completely rewriting the story of Ardashir and the Haftvad worm.
309
Missing Pages o f the Second Sm all Shahnam a / Farhad MEHRAN
the Islam ic conquest in the 7th century. The scenes of the Shahnama have been
repeatedly illustrated in virtually all periods, and on alm ost every conceivable
m edium including carpets, textiles, tiles, potteries, m etal vessels, ivory objects,
lacquer-w orks, m ural sculptures, oil canvasses an d above all on book leaves for
m anuscript illustration.
In the early 90's, d u rin g a trip to L ondon I got interested in the recurrent
n ature of illustrated scenes in Shahnama m anuscripts an d talked about it w ith
Professor Bulutay w hen I next m et him in A nkara. I h ad the privilege of w orking
w ith Professor Tuncer Bulutay in different statistical projects from 1987 to 2002.
O ne w as a project on labour force surveys financed by the U nited N ations Deve­
lopm ent Program m e (UNDP), another on establishm ent surveys for m easuring
em ploym ent and earnings, financed by the W orld Bank, and still an o th er on sta­
tistics of registered jobseekers at the N ational Em ploym ent Offices (IIBK).
D uring this period, our w ork relationship extended to friendship and m entorstu d en t relationship. I w as invited a nu m b er of tim es at Professor B ulutay's hom e
w here I could enjoy the com pany an d the delicious dishes of Em ine H anim , the
late wife of Professor B ulutay w ho passed aw ay in 2013. O u r off-w ork relati­
onship included long w alks in A nkara, a fantastic three-day tour of the Black
Sea area, and a nu m b er of trips abroad, in G eneva, Sw itzerland an d R otterdam ,
The N etherlands. W hat a pleasure an d so m uch enrichm ent to listen to Professor
Bulutay on philosophy of life, the history of T urkish society, the realities of con­
tem porary Turkish institutions and the m erit of the Trabzon football team over
the rival Giresun.
On m y enthusiasm over the Shahnama, he used to say th at w h en you talk
about it y o u r eyes brighten an d your voice heightens. H e w as a constant encou­
ragem ent to m e and the last tim e w e m et in A nkara in D ecem ber 2011 after diner
w hen w e w ere saying goodbye Professor Bulutay ad dressed m e w ith an advice:
"spend m ore tim e on the Shahnama an d less on statistics". I am follow ing his ad ­
vice by dedicating this w ork an d no t a statistics p ap e r to m y m ost esteem hocam .
Professor Tuncer Bulutay.
**
*
The Second Small Shahnama is an incom plete, dispersed m anuscript of
F irdausi's Shahnama considered to be am ong the earliest illustrated m anuscripts
of the Shahnama in existence today. Its available pages along w ith those of other
310
Pro/. Dr. Tuncer Bulutay'a Armagan
sim ilar m anuscripts have been m eticulously studied in Sim pson (1979).3 Because
of their small size, these m anuscripts are called Small Shahnama. The four identifi­
ed m anuscripts are:
1.
First Small Shahnama (D ispersed, m ostly at C hester Beatty Library, D ub­
lin, ms. 104.1-80)
2.
Second Small Shahnama (D ispersed, no particular concentration)
3.
Freer Small Shahnama (D ispersed, the bulk at the Freer A rt Gallery, W as­
hington, D.C.)
4.
M et Small Shahnama (M etropolitan M useum of Art, N ew York, 1974.290.1-
42).4
The first tw o m anuscripts have pages of alm ost identical dim ensions, sim ilar
layouts, an d styles of w riting an d painting. In fact, the pages w ere considered
as belonging to a single m anuscript, u ntil duplicate pages of the sam e text and
illustrations of the sam e episode w ere noted, proving th at they belonged, in fact,
to tw o distinct m anuscripts.5 One was nam ed the First Small Shahnama and the
other Second Small Shahnama. The size of their images average 5 cm by 12 cm, and
of their pages approximately 16 cm in height and 12 cm in width. The sequence in
their nam es [First and Second ), how ever, does no t reflect any chronological order
of their production.
Sim pson (1979) attributed the first three Small Shaltnamas to the early 14,h
century an d to B aghdad, based on the ap p a ren t sim ilarity of som e of the pictorial
traits w ith those of a dated copy of the Marzubannama, conserved at the A rchaeo­
logy M useum Library in Istanbul (ms. 216). The Marzubannama has a contem po­
rary colophon w ith indications that it w as com pleted in B aghdad on 10 R am adan
698 Hijri (19 M ay 1299). It contains three illustrations, tw o depicting outdoor
enthronem ent scenes and the other a m osque scene. Sim pson (1979 p. 280) argues
that there are sufficient sim ilarities in the com position and especially in costum es
and vegetation features of the tw o sets of im ages to justify the assum ption that
3 Simpson, Marianna Shreve, The illustration of an epic. The earliest Shahnama manuscripts, New
York & London, 1979.
4 Swietochowski, Marie Lukens, "The M etropolitan M useum of A rt's Small Shahnama," in Illustrated
Poetry and Epic Images. Persian Painting of the 1330s and 1340s, The M etropolitan M useum of Art,
New York, 1994, pp. 67-127.
5 Grube, Ernst J. Persian Painting in the Fourteenth Century. A Research Report, Istituto Orientale Di
Napoli, Supplemento n. 17 agli Annali - vol. 38 (1978), fasc. 4, pp. 16-18.
311
Missing Pages o f the Second Sm all Sfiafm am a / Farhad MEHRAN
the three Small Shahnamas and the m anuscript have the sam e provenance and is
p ro duced around the sam e time, in B aghdad, in early 14lh century.
O ther attributions of date and provenance of the Small Shahnamas have been
proposed based on different analysis of the pictorial traits of the m anuscripts. A
brief review is given in G rube (1978) in w hich the im portance of the m anuscripts
in term s of providing a link to the Seljuq tradition of p ainting is recognized. Ba­
sed on landscape an d floral elem ents of the illustrations, they have been dated
betw een 1330 and 1340.
A m ore recent discussion (Canby, 1998) provides a possible attribution to
H erat u n d er the K art dynasty d u rin g the reign of M alik Fakhr al-Din. The sug­
gested attribution is based on sim ilarities of the im ages w ith 12th century H erat
m etalw ork and by successive elim ination of B aghdad, M aragha, Tabriz, Shiraz
and Isfahan, as possible locations.6 Indeed, from 1295 to 1307 H erat w as a flo­
urishing city u n d er the rule of Fakhr al-Din. H e is know n to have engaged in
his court Farsi-speaking poets and artists, an d com m issioned the p roduction of
books an d chronicles.7 As p a rt of his efforts to m ark his independence from the
M ongols an d assertion of his Iranian origin, Fakr el-din could well have prom o­
ted F irdausi's verses an d the production of Shahnama m anuscripts.
At the tim e of the p reparation of the m aterial for the p resen t article, rep ro ­
ductions of 279 pages attrib u ted to the m anuscript w ere available for exam inati­
on: 183 text pages reported to be conserved at the O m ar Benjelloun Foundation
in M arrakech, Morocco; 50 illustrated pages in various other private and public
collections; and 45 back pages or additional pages associated w ith the illustrated
pages. A m ong the 50 available illustrated pages, one has tw o illustrations, tota­
ling 51 illustrations.
In a com panion p ap e r p repared in Farsi and presented at the occasion of
the Shahnama M illennium C onference in T ehran in 2011, a general m ethodology
based on 9 steps for reconstructing dism antled an d incom plete m anuscripts has
been developed and applied to the case of the Second Small Shahnama.8
The pu rp o se of the present p ap e r is to com plete the reconstruction of the
6 Canby, Sheila R., Princes, Poets & Paladins, Islamic nd Indian paintings from the collection of
Prince and Princess Sadruddin Aga Khan, British M useum Press, London, 1998, pp. 21-23.
7 "Tarikhnama Heart"
1385 i
~ .* 1383 ..
.» . ^
— ,o*.> j. — t_r
- *- * j , ^
___ j «.•_>*. >
8 "The Reconstruction of the Second Small Shahnameh" (in Farsi), Farhad Mehran and I-Iojat Tavassoli,
The International Conference of the Millennial Anniversary of the creation of Ferdowsi's Shahnameh,
A Selection of Articles, First Volume, Islamic Azad University, November 2011, pp. 385-420.
312
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armagan
m anuscript by attem pting to identify the possible scenes of the m issing im ages
and identifying the verse p atterns of the m issing pages. Section 2 describes the
m ethodology as applied to the m issing pages of the Second Small Shahnama. The
rem ainder of the p ap e r exam ines in m ore detail five p articular m issing segm ents
dealing respectively w ith R ustam 's seven feats (Section 3), A rdashir and the Haftvad w orm (Section 4), Kasra N ushirvan and M azdak (Section 5), M ihran Sitad
an d K haqan-e C hin's d au g h ter (Section 6), an d the last pages of the m anuscript
(Section 7). The M ihran Sitad segm ent provides a test for evaluating the accuracy
of the m ethodology as it includes a new ly discovered folio (Sotheby's, London, 3
O ctober 2012, Lot 66), no t used in the reconstruction process.9
2. M issing pages
The central elem ent of the reconstruction of a dism antled, dispersed m a­
nuscript is a gap. A gap is an accounted space betw een tw o existing segm ents of
the m anuscript. O n the basis of the location and other characteristics of the gaps,
the m issing pages an d their contents are estim ated.
The identification of gaps involves four basic steps: assem bling the available
folios an d pieces; m apping an d sorting them according to the o rder of a reference
edition of the Shahnama; an d constructing blocks of consecutive folios. The gaps
are the spaces betw een the constructed blocks. In general, there are as m any gaps
as there are blocks. In certain situations, dep en d in g on the beginning or end of
the m anuscript, the num ber of gaps m ay be one m ore or one less than the n u m ­
ber of blocks.
Once the gaps are identified, the reconstruction of the m anuscript involves
four m ore steps: estim ating the nu m b er of pages associated w ith each gap; acco­
unting for the contents of the m issing pages in term s of nu m b er of m issing ver­
ses an d space for possible headings an d im ages; assigning recto-verso and folio
num bering of the reconstructed m anuscript; an d finally, identifying the possible
illustrated scenes of the m issing im ages.
In practice, com plications m ay arise in the im plem entation of each of these
steps, particularly w ith regard to fractional pages and situations w here the o rder
of the verses of the m anuscript differ from that of the reference edition. Also, in
the case of large gaps, the estim ation of the nu m b er of m issing pages an d the­
ir contents m ay require m ore com plex analysis than direct accounting. In such
9 Since the time of the submission of this paper for publication, another newly discovered illustrated
folio of the Second Small Shahnama, also not used in the reconstruction of the manuscript, was
placed on the market at Sotheby's, London, 9 October 2013 (Lot 81). It corresponds the missing page
identified as Siyavush and Afrasiyab in Annex 1 of the present paper (No. 28).
313
Missing Pages o f the Second Sm all Shahnam a / Farhad MEHRAN
cases, inform ation on the blocks needs to be used as a m irror for reflecting the
m issing data on the gaps. In principle, the accuracy of reconstruction has a higher
m argin of error on large gaps than on sm all gaps.
The application of this nine-step process to the reconstruction of the Second
Small Shahnama gave 85 blocks of consecutive available pages an d 85 gaps of
m issing pages. A typical gap covered som e 178 verses in term s of the KhaleghiM otlagh reference edition. The sm allest gap concerned 36 verses, an d the largest
5006 verses. A fter accounting for heading boxes an d the rates of ad d e d an d om it­
ted verses of the m anuscript in relation to the reference edition, the results show
th at the m anuscript in its original form w as com posed of about 49'800 verses in
602 non-blank pages, equivalent to 302 or 303 folios, spread in tw o volum es, the
first w ith 280 pages a n d the second w ith 322 pages.
In term s of ad d e d an d om itted verses, the m anuscript is akin to the Shahnama
m anuscript at the N ational Library of Florence dated 1214 (A.D.) an d to that of
the British Library in L ondon d ated 1275 (A.D.). The results indicate that the m a­
n uscript contained an estim ated 49 illustrations in addition to the existing fiftyone. The total is in line w ith the nu m b er of illustrations of other 6-colum n Shahna­
ma m anuscripts of the period. The follow ing table sum m arizes the results:
1. R econstructed Second S m all S hahnam a
N um ber of
pages
N um ber of
verses
N um ber of
im ages
C ount on extant pages (blocks)
279
22'992
51
Estim ate on m issing pages (gaps)
323
26'836
49
Total
602
49'828
100
A ccording to these results, o u t of the estim ated 100 im ages th at the m anusc­
rip t originally possessed, 51 exist at present, indicating a survival rate of
Survival rate of images = -11 _ 51%
100
By contrast, the existing pages of the m anuscript contain 22'992 verses out
of an estim ated total of 49'828. The survival rate of the text of the m anuscript is
thus
Survival rate of verses = 22'992 _
49'828
five percentage points low er than the survival rate of images.
314
Prof. Dr. lu n cer Bulutay'a Armagan
The existing and m issing im ages are m ore or less evenly d istributed over the
602 pages that the m anuscript is assum ed to have had in its original form, i.e.,
roughly one illustration for every six pages or equivalent to one illustration for
every 500 verses. A nnex 1 below lists the illustrated scenes of the existing and
m issing im ages. In o rd er to m ark that the m issing illustrations are hypothetical
and derived from a reconstructive process of the m anuscript, the list show s them
in grey.
In m o st cases, th e scene titles of th e m issin g im ag es are in fe rre d fro m the
d a ta b a se o f th e C a m b rid g e Shahnama P roject.10 They corresp o n d to the m ost po­
p u lar illu strated scene th a t fits th e presu m ed location of the im age am ong the early
fo u rteen th cen tu ry m an u scrip ts found in th e database. An exam ple describing the
p ro ced u re is given in connection w ith th e M ihran Sitad folio in Section 6 below.
W hen several illu strated scenes of th e d a tab ase in the given seg m en t are eq u ­
ally popular, th e first en co u n tered scene is selected by default for a ttrib u tio n to the
S econd S m a ll S h a h n a m a . W hen no illustrated scene corresp o n d in g to the presum ed
location of th e m issing im age can be found in the d atab ase o r w hen the n um ber
of m issing im ages in a p articu lar segm ent of the S eco n d S m a ll S h a h n a m a are m ore
th an th e early fo u rteen th cen tu ry im ages in the database, th e d ate-span of the m a­
n u scrip ts is exten d ed an d th e search is w idened to cover m id- and late-fourteenth
cen tu ry m an u scrip ts until a m atch can be found.
3. Rustam 's seven feats
A m ong the available folios of the Second Small Shahnama, five deal w ith the
story of R ustam 's seven feats: a text folio covering the beginning of the story;
tw o tam pered folios w ith illustrations of the first and second feats; a one-page
illustrated folio of the third feat; an d an integral folio w ith illustration of the se­
ven th feat. These folios contain a total of 395 verses related to the story and 134
unrelated verses on the tam pered folios. The relevant verses form three blocks of
consecutive verses w ith tw o gaps in betw een.
The three consecutive blocks cover Khaleghi verse no. 126-288, 334-402, and
518-668 of the reign of Kay Kavus. There are also 16 ad d ed verses and 6 om issi­
ons, corresponding to an addition rate of 4% an d an om ission rate of 2% in term s
of the reference edition. The pages also include 2 heading boxes taking the space
of the equivalent of 4 verses.
10 Cambridge Shahnama Project, h ttp ://shahnam a.caret.cam .ac.uk/.
315
Missing Pages o f the Second Sm all Sftaftnama / Farhad MEHRAN
The first gap covers about 45 m issing verses (Khaleghi verse no, 289- 333) re­
lating the initial text folio to the Sotheby's page w ith the illustration of R ustam 's
third feat. It is surm ised that the gap originally form ed the back page of the
Sotheby's page, at p resen t probably w ith o u t a back page. The verses in the gap
m u st have been accom panied w ith the tw o illustrations of R ustam 's first and
second feats presently pasted over irrelevant pages. A possible structure of the
reconstructed page is show n in the right bottom panel of figure 2a below.
The second gap covers verses 403 to 517 in term s of the Khaleghi-M otlagh
reference edition. The gap is longer than a full-page b u t shorter than a full-folio.
It is thus likely that the verses w ere accom panied w ith one or m ore illustration
of the outstanding feats of R ustam 's seven feats. A possible reconstruction of the
m issing folio w ith three illustrations, R ustam 's fourth, fifth an d sixth feats, is
show n in the top panel of figure 2b below. In line w ith the existing illustrations
of R ustam 's seven feats, it is assum ed that the m issing im ages have the sam e size
(taking the equivalent space of 18 verses) and shape (rectangle over the m iddle
four colum ns). The m issing im ages are placed close to their respective break-line
verse.
A ccording to this reconstruction, there w ere originally tw o folios w ith il­
lustrations on both sides (the tam pered folio w ith Sotheby's page on one side
and the m issing folio betw een the Sotheby's page and the C incinnati folio). At
som e point, som eone attem pted to detach the im ages from their original places,
presum ably to benefit from separate sales. The operation succeeded in the case of
the im ages of R ustam 's first and second feats, b u t failed in the case of R ustam 's
fourth, fifth and sixth feats.
If this reconstruction w ould prove correct, the Second Small Shahnama w ould
be am ong the very rare m anuscripts containing illustrations of all seven feats of
the R ustam story. R esearching am ong the illustrated m anuscripts catalogued in
the C am bridge S hahnam a project, only one could be found w ith seven im ages on
R ustam 's seven feats (Cairo, D ar el Ketab, Ms. T a'rikh Farsi no. 59, H erat, dated
1441).
316
Pro/. Dr. Tuncer Bulutay'a Armagan
2a. R econstruction of Second S m all Shahnam a folios - R u stam 's seven feats
(A)
Omar Benjelloun Foundation, Marrakesh, Microfilm
frame 39a, KM Vol. 2, Kay Kavus, Mazandaran, pp.
10-22 (verses 126-288).
___________
Omar Benjelloun Foundation, Marrakesh,
Microfilm frame 39a, KM Vol. 2, Kay Kavus,
M azandaran, pp. 10-22 (verses 126-288).
317
Missing Pages o f the Second Sm all Shahnam a / Farhad MEHRAN
291 291
293 293
295 295
299
300
308
302
303
304
305
308
310
312
315
318
319
320
321
322
323
324
325
326
327
330
333
290
290
297
297
289
292
294
296
308
310
312
315
318
307
307
314
317
314
317
306
309
311
313
316
330
333
329
332
329
332
328
331
289
292
294
296
298
299
300
301
302
303
304
305
306
309
311
313
316
319
320
321
322
323
324
325
326
327
328
331
Reconstructed back page w ith images presently
pasted over Minneapolis Institute of Art
Rustam's third feat. He kills a dragon. Sotheby's 51.37.10 (Rustam's first feat: Rakhsh kills a lion)
London, 7"' July 1975, Lot xxxxx. KM Vol. 2, Kay and ex -Bekain Collection xxx (Rustam's second
feat: He washes Rakhsh in a spring).
Kavus, Ma/.andaran, pp. 25-30 (verses 334-402).
318
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a A m ag an
2b. R econstruction of Second Sm all S h ah n am a folios - R u stam 's seven
feats (B)
467
468
469
470
Rustam’s fifth feat: He lassoes
471
Aulad (Missing)
4“.t
"473“
474
474
475
“ 475“
476
476
478" 478
477
477
480
479
481
480
479
481
484
481
482
482
484
481
485
486
486
487 " 4S7
485
489
488
490
489
488
m ~
491
491
493
493
492
492
494
'"494
495
495"
497
496
496
497
■
I9N
498
500
500
499 I 499
■"5DT
501
502
>03
~503~
504
504
Rustam’s
sixth
feat:
He
kills
505
505
Arzhang (Missing)
506
506
507
507
508
508
509
509
5T1
5 In
512
512
511
5T0
514
513
515
515 - 5T4~
5B
Reconstructed missing folio with, in verso,
images of Rustam's fifth and sixth feats. KM Vol.
2, Kay Kavus, Mazandaran, pp. 30-38 (verses
467-415)
467
468
469
470
471
472
403
404
403
405
405“
404
406
406
' 403
408
405
408
409
409
410
410
411
411
412
412
413
414
414
413
415
415'
+
+
416
416
417
417
4 18
418
419
419
420
420
421
421
Rustam’s
fourth
feat:
He
kills
the
422
422
witch
(Missing)
423
423
424
424
425
T T5426
426
427
429
428
428
427
429
430
430
431
432
432
431
434
434
433
433
435
435
436
436
438
437
437
438
440
439
439
44T
441
440
442
444
443
443
442
444
445
447
446
446
445
447
448
448
450
450
450
450
451
451
452
452
453 ' 433
454
454
455
456
456
455
458
457
457
459
458
459
460
460
461
461
462
462
4iv;
463"
-T4.< ' 4(o
464
464
466
466
Reconstructed missing folio with, in recto, image
of Rustam’s fourth feat. KM Vol. 2, Kay Kavus,
Mazandaran, pp. 30-38 (verses 403-466)
icio.:»
/jWtiií>wi'
Hvt>;
TZjJ&ír
$*€£>
^UOUvj/i
K&aUX
&&&*
l g£fc«ew
H*Wírir»t
iíiJüiiú
fc£sv<¿y
¡ ^¿'U«2S
£wí$*íi
*r>wuol
I■
4*MteV«W]
E ííy
j
r
sp $
. "feíA*-^
pváQ&C
é»>«Wf
Rustam’s seventh teat. Cincinnati Art Museum
1947.497v. KM Vol. 2 Kay Kavus, Mazandaran,
pp. 38-49 (verses 5 16-668).
•Vi-y. •"•>v' S'V-
Rustam’s seventh feat. Cincinnati Art Museum
I947.497r. KM Vol. 2 Kay Kavus, Mazandaran,
pp. 38-49 (verses 516-668).
319
Missing Pages of the Second Small Shahnama / Farhad M EHRAN
It is difficult to envisage a different reconstruction unless there are reasons
to believe that any of the existing pages do no t in fact belong to the Second Small
Shahnama. The pages have, how ever, the characteristics of the Second Small Shah­
nama: the dim ensions of the im ages an d the text areas as well as the rulings of
the fram e of the folios all m atch those of the Second Small Shahnama. A nother
indication of the authenticity of the pages is the w riting style of the m iddle letter
». As show n in table 3 below , am ong 120 w o rd s w ith m iddle letter », only seven
are w ritten in the form of the m edial Heh. All others are w ritten in the form of
H eh do cheshm e (H eh w ith tw o eyes), a characteristic of the style of w riting of
the Second Small Shahnama.
3. W ords w ith m id d le . on five p ag es of R u stam 's se v en fe a ts (fig. 2)
(Se co n d Sm all S h a h n a m a )
V erse no.
Khaleghi-M otlagh edition, Vol. 2, Kay Kavus (M aia n d aran ) p p . 10-49
w o rd
126 127 132 133 140 141 150 171 196 197 198 223 238 239 251 258
266 340 363 373 383 383 532 569 582 585 606 623 6 4 8 661
149 151 177 179 246 352 360 398 535 619 631 636 631 652 667
.+ • K -r - H r
127 153 154 155 197 221 267 344 522 584 602 647
167 168 173 175 176 521 524 6 0 7 609
A rr^
rh -
131 146 171 181 183 594
360 579 579 6 0 3 626
176 180 182 207 606
.* .<f
164 275 357 377 597
161 363 5 3 0 647
335 3 4 5 521
153 205 263
■S. j
267 402 562
.
2 1 9 571
365 622
(.
wV
129 352
-f"
174 280
5 86 642
179 205
r +
A *
131 569
132 619
178 344
2 2 0 373
320
J
' .- r - r ~ + v J
Prof. Dr. T m a r Bulutay'a A rmagan
4. A rdashir and the H aftvad worm
The illustrated page show n below is conserved at the Reza Abassi M useum
in T ehran (Accession No. 2531). It provides an instructive case on the recons­
truction of the tam pered page of the Second Small Shahnama. The label given to
the im age by the M useum is "Letter of Sam to M anuchihr, early Shiraz School
of painting. The size of the text area is recorded as (160x123 m m ) and that of the
im age as (120x52 m m )".11
4. Tam pered folio, Reza Abassi M useum , Tehran
The above page is reproduced in the C am bridge Shahnam a Project
w ebsite u n d e r "M ihrak son of N u sh zad p lu n d ers A rdashir's palace," Shahnama
11 harifzadeh, S.A. Namvar nameh, Ministry of Culture and Higher Education. Tehran. Iran, 1370
(Shamsi calendar), pp. 273.
321
Missing Pages o f the Second Sm all Shahnam a / Farhad MEHRAN
(Second Small).12. The description notes th at the "painting has been joined w ith
another page, the bottom of w hich, as proclaim ed by the rubric, concerns the
story of Sam." The w ebsite further states that it "does no t seem to fit w ell even
w ith the text in w hich it is im m ediately em bedded." The p ainting is n o t recorded
in the list com piled by Sim pson (1979, A ppendix 4).
The story of A rdashir and the H aftvad w orm m ay sum m arized as follows:
H aftvad, a poor m an w ith seven sons and a d au g h ter lived in the city of Kajaran.
H e had a preference for his sons over his d au g h ter w ho w orked as a spinner. O ne
day, w hen breaking for lunch on the m ountainside w here she w orked w ith other
girls, she spotted an apple and having bit into it she found a w orm . She kept the
w orm in her spinning case an d from then on she spinned increasingly greater
am ounts of wool. W hen h er p aren ts asked her about this prolific accom plish­
m ent she recounted the story of the w orm . H aftvad convinced that the w orm w as
special, tended to it, feeding it regularly. As the w orm grew to becom e the size of
an elephant, so did his w ealth and prosperity to the extent that he ruled the city,
b u ilt a fort on the m ountainside a n d b ro u g h t together a great arm y, w hich even
A rdashir's arm y w as incapable of defeating.
M eanw hile, in his absence at w ar w ith H aftvad, a little-know n local chieftain
called M ihrak, son of N u sh zad , taking advantage of A rdashir's w eakness, attac­
ked his palace an d looted its treasures. A rdeshir organized a feast an d asked for
w ine an d entertainm ent (635)13 in o rd er to confer w ith his com m anders on how
to get ou t of this desperate situation. S uddenly, an arrow from the far-aw ay fort
lan ded on the roasted lam b before him (637-640). To it w as attached an inscrip­
tion in Pahlavi (642) w arning the King that he w ould be crushed an d should not
entertain an y hope of victory over the all-m ighty w orm (645). A rdeshir, crest­
fallen an d defeated by H aftv ad 's arm y a n d on the retreat, m et tw o young m en
w ho asked him (not know ing w ho their interlocutor w as) w hy they are fleeing.
They reassured him that H aftvad like Z ahak (666), Afrasiab (667) and Iskandar
(668) w ould be eventually defeated (674). A rdeshir then revealed his identity and
asked them how he should go about it. They told him that the only w ay w as to
kill the w orm .
Em boldened by this know ledge he proceeded to defeat M ihrak (691-699).
H e then gathered an arm y to fight against H aftvad, an d w ith a few com panions
disguised as traders penetrated the fort. There they faced sixty m en g u ard in g the
12 Cambridge
Shahnama
Project,
http://shahnama.caret.cam.ac.uk/new/jnama/card/
13 This number and others in this section refer to the verse numbers in the Kaleghi-Motlagh
reference edition of the Shahnama, Vol. 6, pp. 178-186.
322
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armagan
w orm (720). H aving learnt the eating habits of the w orm (725) they inebriated
the gu ard s telling them "you d rin k w ine and m ake m erry w hile w e go and feed
the w orm w ith rice an d m ilk" (737). U nseen b y the d ru n k en g uards (743) they
po u red m olten lead d o w n the throat of the w orm (745) and killed it (748).
The im age depicted in the Reza Abassi folio is the scene w hen A rdashir conf­
ronts the arrow an d learns about its m essage. The scene closely corresponds to
the break-line verse (642), indicating a possible error in the title. The dim ensions
of the im age and the text area, the rulings of the fram e and the heading box all
m atch those of the Second Small Shahnam a. If one looks m ore closely, how ever,
one notices a difference in the w riting style of the m iddle »in certain w ords. The
tabulation below show s the different occurrences, the right colum ns correspon­
ding to the top p a rt of the page including tw o lines below the im age and the
left colum n to the bottom p a rt of the page. The results show th at in the u p p er
text there are 14 occurrences of m id d le ». W ith one exception all are of the fo rm »
frequently used in the First Small Shahnam a. By contrast, the 13 m iddle » in the
bottom text are all, except in one (m arked in red), in the form of • the tradem ark
of the Second Small Shahnam a.
5. Words with m iddle♦on tampered folio, Reza Abassi Museum, Tehran
KM verse no
Vol. 1 Manuchihr
pp. 231-232
KM verse no
Vol. 6 Ashkanian
pp. 178-179
Word
Word
981,1000,1004,1005
632,633,645,645+
A/*4
988,999,999
629,631,633
«-Of
989,1003
636,636
Xfi\+,
982
629
986
634
988
642
999
633
ri~
This analysis suggests that the u p p er p a rt of the Reza A bassi page is in fact
from the First Small Shahnama pasted over a folio from the Second Small Shahna­
ma. F urther evidence is pro v id ed by the fact that the u p p e r p a rt fits exactly the
m issing p a rt of a tam pered illustrated folio of a subsequent scene at the C hester
Beatty Library (ms 104.52) belonging to the First Small Shahnama. The sim ilarity
of garm ents an d neck h air of the protagonists in the tw o im ages is still further
evidence that the pages from the sam e m anuscript.
323
Missing Pages o f the Second Sm all Shahnam a / Farhad MEHRAN
6. R econstructed folio: Top part o f recto, Reza A bassi M useum , Tehran
2531 and bottom part o f verso, C hester Beatty Library, Dublin, 104.52
684
68 7
690
693
696
699
702
705
708
711
714
717
720
723
726
729
732
735
738
684
687
690
693
696
699
702
705
708
711
714
717
720
723
726
729
732
735
738
683
686
689
692
695
698
701
704
707
710
713
716
719
722
725
728
731
734
737
683
686
689
692
695
698
701
704
707
710
713
716
719
722
725
728
731
734
737
682
685
688
691
694
697
700
703
706
709
712
715
718
721
724
727
730
733
736
682
685
688
691
694
697
700
703
706
709
712
715
718
721
724
727
730
733
736
vU-/
lA '¿¿o'r>/
;v v J i,
SStL
' X -V ;
M i
•J» r
^
*
xJkShé . ' i s ;
First Small Shahnama
Dublin. Chester Hcattv I.ibrarv 104.52
651
654
657
660
663
666
669
672
675
678
681
“ft
.I-Aaİ li
651
654
657
660
663
666
669
672
675
678
681
650
653
656
659
662
665
668
671
674
677
680
650
653
656
659
662
665
668
671
674
677
680
649
652
655
658
661
664
667
670
673
676
679
t>W
652
655
658
661
664
667
670
673
676
679
F irst S m a ll S h a h n a m a (rc-a(tributcd)
_Tehran. RczaAbassLMuseum.-253J__
Kasra N ushirvan and M azdak
Below are tw o alm ost identical pages, one from the First Small Shahnama and
the other from the Second Small Shahnama. Both pages are illustrations of the sam e
scene: N ushirvan executes M azdak and five of his followers. D uring the reign
of Q ubad, the father of N ushirvan, the pro p h et M azdak asked the Shah, w hat
w ould you say if a m an w ere stung by a serpent and another w ere w ithholding
opium from the dying m an. The Shah said this is equivalent to m urder. Later
M azdak saw a horde of revolting h u n g ry people. H e arranged for the grain silo
to be opened so th at all could get access to food they need. A spy reported the
event to the Shah w ho sum m oned M azdak. M azdak rem inded him about the
serpent and the opium , an d the analogy w ith the h u n g ry people. The Shah saw
the logic an d accepted his religion. The S hah's son, Kasra N ushrivan, how ever,
d id not accept the new religion, and asked for five m onths of deliberation. The
324
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armagan
m obeds (priests) said th at M azdak is preaching equality am ong all m en. But,
then how can one distinguish father from son? If all are m asters w ho w ill be the
w orkers? H earing this the Shah renounced the faith an d h an d ed M azdak over to
Kasra w ho ordered holes to be d u g and planted the head of M azdak's followers
in the ground, their feet in the air as a h u m an garden. M azdak w as m ade to w it­
ness the scene before his ow n body w as show ered w ith arrow s.
7. N ushirvan executes M azdak and five followers
:V > V ^
t
•^>!
\
.*»
S&utjah*f
W&Jm.
Lijj,
Is
¿Ufa»,.
-J.yvjJ'
■?***? w w j f c w
-kau#
4 &
¿■¿‘irir-.-'i
c £ u i . f f r y . 'z’-'-'f
*~^ik 'to*4*V
^ X ^ I|
1£
.n'W»'.r'Tg»«WM
»n”
^4*#
|$ 3 p
:5^
■ -'^cLL-^j •
-;i
ilvyHW
• tr r^ i
dvt/1SrA+‘
■$
‘tfj&i1^4&feWi
H I
First Small Shahnama
Dublin, Chester Beatty Library 104.64
IMillit<iflli.ifflWHBa**
:
W»j&
—z~~j
-feAfJ-i-iy
*tfM' *jt
|
1
—¿¿Mr
"4S5S&J 55*53
!4&k&> 'viiipJMm
■
Second Small Shahnama
Minneapolis Institute of Arts 51.37.17
Both m anuscripts illustrate the execution of M azdak w ith alm ost identical
scenes: Kasra shooting his third arrow into the bare-chested M azdak, tied to a
tree as he bears w itness to the fate of his followers. Both scenes follow closely the
text of the Shahnam a. Both illustrations show precisely five follow ers planted
into the ground. This could be a reference to the five elem ents that tu rn wise m en
from the truth, preached by M azdak: envy, anger, hatred, need an d greed (verses
287-8 K haleghi-M otlagh Vol. 7, p. 75).14
14 Firdausi, Abu'l-Qasim, Shahnama, ed. Djalal Khaleghi-Motlagh, 8 vols. (New York, 1988-2088;
reprinted Tehran, 1386/2007).
325
Missing Pages o f the Second Sm all S hahnam a / Farhad MEHRAN
Sim ilar vegetation, curvy trees w ith plum -like leaves, and outfits of Kasra,
the m ongol crow n and poufy robe w ith a w ide belt and tight black boots, are seen
in both. The figure of M azdak is also sim ilarly depicted in the tw o illustrations:
long beard, bare chest and feet, w hite ankle-length pan ts and tw o cross w raps
behind his head tied to the tree.
To find differences, one m ust look at m ore detailed features. For exam ple,
the layout of the First Small Shahnam a scene is in opposite form as a m irror
im age of the scene in the Second Small Shahnam a. The disposition an d the m o­
v em ent of the figures are from left to right in the First Small S hahnam a scene, and
from right to left in the Second Small S hahnam a scene. The top-dow n planted
followers are arranged along a single horizontal line in the first m anuscript, bu t
along tw o lines in the second m anuscript.
There are, how ever, m ore significant differences in the text su rro u n d in g the
images. A lthough both im ages have the sam e rectangular shape spreading all the
six colum ns of the page and placed alm ost exactly at the sam e level of the page,
their positions w ithin the Shahnam a are slightly different. The last verse above
the im age, the break-line verse,15 in the first m anuscript is
V'_w'v4
>^
/ | ^, —
W S ^IJ
J'
> " ^' W
'v t
*
>V
referring exactly to the m om ent Kasra aim s the fatal arrow at M azdak. On
the other hand, the break-line verse in the second im age is
>• j4 >*L* w'
* > *v
••
yO - L— • ^I L/* j*
^> JwiU-'
referring to a slightly earlier m om ent w hen Kasra leads M azdak into the
garden for him "to see the result of the seeds he planted". If the placem ent of
the break-line verse is given any significance, the First Small S hahnam a page
seem s m ore precisely constructed than the Second Small Shahnam a page.
Both m anuscripts contain a sm all rectangular heading box or cartouche at
the centre of the page below the im age, b u t w ith different contents. The First
Small Shahnam a cartouche announces the reign of Kasra N ushirvan (forty years
of reign although m ost other m anuscripts reports forty-eight years). In contrast,
the Second Small S hahnam a cartouche proclaim s the agreem ent reached betw e­
en Q ubad and his son Kasra N ushirvan, an event just before the d eath of Q ubad
an d the transition of p ow er to the new Shah.
15
Mehran, Farhad, "The Break-line Verse: The Link between Text and Image in the 'First Small'
Shahnama," Shahnama Studies I, ed. Charles Melville, Pembroke Papers, The Centre of Middle
Eastern and Islamic Studies, University of Cambridge, 2006, pp. 151-169.
326
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armagan
The heading box of the First Small S hahnam a page is separated from the
text area by a blue line, w ith a p air of thin red lines, b u t in the Second Small
S hahnam a page, the borderlines are m ore elaborate, w ith a series of pronounced
colored lines (m ore than 5 or 6). Similarly, the m arginal rulings of the text area
in the First Small Shahnam a page are m arked w ith a p air of red lines only, while
in the Second Small S hahnam a page additional borderlines are draw n. Sim pson
(1969, p. 94) h ad identified these features as characteristics distinguishing the
tw o m anuscripts from each other.
A nother distinctive feature of the m anuscripts is the page layout. In the First
Small Shahnam a, each page of text is m ade of 29 row s th ro u g h o u t the m anusc­
ript. The Second Small S hahnam a has also 29 row s p er page in the first p art of
the m anuscript, b u t 30 row s p er page in the second p a rt as can be verified in the
Kasra an d M azdak page sh ow n above. The text takes the space of 18 row s and
the im age the equivalent space of 12 row s, one m ore than the size of the im age in
the First Small S hahnam a page.
Still another distinctive feature is the style of w riting of the letter ° in the
m iddle of certain w ords. In the Second Small Shahnam a, they are alm ost invari­
ably of the form of
-
i l — 0J
as show n respectively in the m iddle verse in the third line above the im age
and the verse in the eighth line below the im age. In the First Small Shahnam a the
style of w riting • in the m iddle of those w o rd s varies bu t they are relatively m ore
frequently in the form of
as seen respectively in the right verse in the fourth line above the im age
in the First Small S hahnam a page and the left verse in the sixth line below the
image.
There are also differences in the presence an d absence of verses. In both
m anuscripts, the illustrated Kasra and N ushirvan page contains exactly 52 ver­
ses, b u t not all are identical and in the sam e order. O ver a com parable passage,
one finds a verse on the First Small S hahnam a page that cannot be found in the
Second Small S hahnam a page,
J j 111________________ illij
Lofi)
327
Missing Pages o f the Second Sm all Shahnam a / Farhad MEHRAN
The above verse is ju st over the break-line verse in the First Small Shahnama.
In principle, it should have been u n d e r the im age just after the break-line of the
Second Small Shahnama. M oreover, the follow ing verse in the first m anuscript,
w here the age of Q ubad is stated as 80 years
:>______11.'ii Qo)
J 3 .P -----------J iS i I______ iiS _>oj lo&
com es three verses earlier in the second m anuscript w here the age of Q ubad is
stated as 70 years.
These differences and m any others found in com parable text folios suggest
th at the tw o m anuscripts are not identical, although possibly from a com m on
p aren t m anuscript. An analysis of tw enty illustrated pages of the sam e scene
w ith som e 653 com m on verses show ed that the First Small S hahnam a h as 52 ver­
ses not found in the Second Small Shahnam a pages. Similarly, the Second Small
Shahnam a contains 36 verses not found in the First Small Shahnam a pages.
Relative to the Khaleghi-M otlagh (KM) reference edition, the Kasra and
M azdak page of the Second Small S hahnam a has tw o ad d ed verses
__________ iLoli3»+328
¿—k S ljj __1
____________501
jJ Ij —i
________ uji+365
a n d fo u r o m itte d v erses,
______ .;i<vn>Xi1j I-^LguQb Ij j j 1_______ $ j 3 j
■iia—li
I__ j346
J J 1------ ---ol£Ui!k5^uii3>>349
CO___ — k sj3 7 4
The num bers refer to the verse num bers according to the KM reference edi­
tion. The sym bol + after a verse nu m b er m eans th at the verse is an ad d e d verse
follow ing the given verse nu m b er in the KM edition. The sam e pattern of ad ded
and om itted verses occur in the First Small S hahnam a except that the ad d ed ver­
se is
328
Pro/. Dr. Tuncer Bulutay'a A rmagan
»'--- J —ilC5L\jl_______________________ o j u
3 jLoji_____ ¿jjl(»_X5o377+
and there are only three om itted verses 346, 373 an d 374.
The follow ing table com pares the p atterns of ad d ed and om itted verses of
the First an d Second Small S hahnam as w ith those of the earliest com plete m a­
nuscript of the Shahnam a (London, British Library, A dd. 21.103) and tw o early
fourteenth century m anuscripts w ith illustrated scenes of the sam e topic (Istan­
bul, Topkapi, H azine 1470 an d St. Petersburg, D orn 329).
8. Comparison of added and om itted verses in five early Shahnama manuscripts
Manuscript
London, British Library, Add. 21.103
Year
A.D.
1276
First Sm all Shahnama
Second Sm all Shahnama
Istanbul, Topkapi, Hazine 1479
S t Petersburg, Dorn 329
1330
1333
Verse number
Khaleghi-Motlagh ed„ Vol. 7, Reign of Qubad, pp. 78-83
377+
365+
373
374
328+
346
349
+
+
+
+
?
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
In the above table, the sign "+ " indicates an addition an d
an om ission.
The sign "?" indicates that the presence or absence of the verse is unknow n as the
text falls on the back of the illustrated page. The table show s that the resulting
patterns of ad d ed an d om itted verses of the First an d Second Small Shahnam a
are in betw een the pattern of the L ondon m anuscript and that of the Istanbul
an d St. Petersburg m anuscripts, suggesting that the d ates of the First and Second
Small S hahnam a m anuscripts range betw een 1276 an d 1330, in line w ith the date
attributed by Sim pson (1979) on the basis of the pictorial elem ents of the m anusc­
ript.
The back page of the Second Small S hahnam a illustration is not available,
b u t inform ation on its contents can be derived from the text page reported to be
at the O m ar Benjelloun F oundation in M arrakech, Morocco. The starting verse in
the text page follows exactly 85 Khaleghi-M otlagh verses after the last verse of
the N ushirvan an d M azdak page. A llow ing for a heading box and three added
verses, these com pletely fill the gap betw een the N ushirvan an d M azdak page
and the text page, as show n in the reconstructed back page of the N ushirvan and
M azdak folio in the right panel below.
329
Missing Pages of the Second Sm all Shahnam a / Farhad MEHRAN
9. Reconstruction of back page of N ushirvan executes
M azdak
IiS^Çi^xXi\,
'■£*¿*1/'JWf/Un!
|*AxHiV
l'k'ï’à't*'1
>0 ^«*.-
-R”**'
•hÿÜfc/,
Iibi'cUi^>
\&^4#S*r\ &*rtf'6r'¿rfW-'
lU«*fU]
!;^¿A v
!
■**»&&&
p^UuiJe^i
;:^xnÇr
***.'»(—
P
iji '
^ i,'*cL^
‘■UWM>
lîîulVS*! tw w !
Wwi#] i
-toA«“ !
.J W * | ^vC*t; r;v— -
•■■ •-
1 7 7 177“ 175" 175“
i s o - 380“ 179“ "379" 178" 178“
■tiav..«r .¿ ¿ w
•¿W*2W
Mp>(Uk>! Jyp-v/
yi&iAjrt ¿Vr-’Vi*
¿ipsWiM
-sVfWW' •/it*.' fsa-£w.
- - .*»*><&
10“ to 12
13" 13“ 12
IF" i r
15“ 15“
19“ 19“ 18” 18“
12“ 22 I T “2T
15“ 15“ 13“ 11"
1 8 “ “28“ 1 7 1 7
I T ”3T 10 1 0
“
“
“
13“
"37“
io~
13“
15“
19"
"52"
"55“
“58“
~6T"
“52“
“65“
“58“
“7T
“
13“
17
10
13"
“
15"
~W
"52“
"55“
“58“
“5T
"52“
“55“
"
“
13”
15“
19“
12
15“
18“
"5T
“53“
”57“
“50“
13“
“36“
19"
12
64
“
“68“ “5 7
~7T “70“
”
IT
18“
IT
13”
17"
IT
13”
17“
10“ 1 0
“
12“
“
13“
15“
19“
15“
18"
IT
13"
17“
“23“
16“
“29“
12
15“
18“
IT
14
51
50“
~5T 13“
“57“
“50“
17"
“50
“53“
"56“
19“
“56“
19“
64
“53“
“57“
“70”
+
66
"59“
+
63
“55“
“69“
I T 12
“75“ 15“ “75“ 15“
”80“ 10“ “79“ “79“ "78“ "78“
"73”
“77“
Text folio reported at the Om ar Benjelloun
Foundation in Marrakech, Morocco (Microfilm
frame 215b) Khaleghi-Motlagh verse numbers
81-174, Vol. 7, Reign of Nushirvan, pp. 93-100.
"73“
"77
73
13
Reconstructed back page of N ushir­
van executes M azdak, Second Sm all Sliahnama Minneapolis Institute of Arts 51.37.17
Khaleghi-Motlagh verse numbers, Vol. 7, Re­
igns of Qubad and Nushirvan, pp. 83-93.
The heading box, the content of w hich probably announces the reign of N u s­
hirvan, is placed in the m iddle colum ns just after the end of the reign of Q ubad
and at the beginning of the verses of the reign of N ushirvan. In line w ith the First
Small Shahnama, one of the ad d ed verses is verse 377+ in the reign of Q ubad cited
earlier. The other tw o ad d ed verses are probably tw o of the three ad d e d verses
follow ing verse 61 in the reign of N ushirvan. These are the only ad d ed verses
reported in the footnotes of the Khaleghi-M otlagh edition on this passage. The
degree of accuracy of this reconstruction m ay be evaluated w hen the back page
of the N ushirvan an d M azdak page becom es available from the M inneapolis Ins­
titu te of Arts.
330
Prof. Dr. Tm c er Bulutay'a Armağan
6. M ihran Sitad and Khaqan-e C hin's daughter
O n 3 O ctober 2012, a previously un k n o w n folio of the Second Small Shahnam a has been offered for sale at the Sotheby's, London art m arket as Lot 66
(L12223) w ith the estim ated price 15,000 - 20,000 GBP, sold 32,450 GBP. The sale
catalogue describes the folio as one from "a highly im portant group of early m a­
nuscripts of the Shahnam eh know n as the Small Shahnam ehs. They date from
around 1300, and are the earliest surviving illustrated copies of F irdausi's epic,
being of enorm ous art historical significance".
The folio is reproduced below. The recto page contains an illustration sho­
w ing a Shahnam a scene w here M ihran Sitad, an envoy of Kasra N ushirvan, is at
the court of the K haqan-e Chin, to select the m ost distinguished and royal of the
C hinese em peror's d au g h ters and bring h er back as a bride to the Iranian Shah.
The painting is rectangular, 4.3 by 11.8 cm, w ithin a text area of about 16 by 12
cm, arranged in six colum ns w ith a heading box announcing the story. The verso
is a full-text page w ith no heading box, arranged in six colum ns an d thirty lines,
containing a total of 90 verses.
10. M ihran Sitad at the court of Khaqan-e Chin
Sotheby’s, London, 3 October 2012, L12223
¿¿»a H frftofer-c.'v
•.'; 1
;
I:
t'A
!
rjrwfewj.ÎÎ&V*/]
ij;
A
...
- ■.
x
’ .TT*.,.
'■'
The folio contains 151 verses (61 on the illustrated recto an d 90 on the fulltext verso), covering verse num bers 2132 to 2190 of K haleghi-M otlagh reference
edition, Vol. 7, N ushirvan, pp. 263-268. In relation to the reference edition, there
are four ad d ed verses (2183+, 2185+, 2201+, 2201++) and no om issions.
331
Missing Pages of the Second Sm all Shaim am a / Farhad MEHRAN
The size of the text area an d the n u m b er of lines p er page m atch the charac­
teristics of the Second Small Shahnama folios. So are the rulings of the text areas
an d the heading box. The style of w riting of the letter » in m iddle w ords is also
consistent w ith know n folios of the m anuscript. The follow ing table gives the
occurrences of the w o rd s a n d their frequencies. A m ong the 48 occurrences of
w o rds w ith m id d le »th at could be sp o tted on the p age all except three are w ritten
in the form of • (the verse nu m b er m arked in red in the table).
11. Words with middle • in Sotheby's London, 3 October 2012, L12223 (verso)
KM
verse no
2271
2257
2214
22S4
w o rd
tstfii;
V*
w*
sH
KM verse
no
w o rd
2226,2236
2203,2242,2247,2247,22S0.22S6,2271
2211,2215
2200,2201+,2213, 2223,2241,2251
2192,2202,2221,2255,2262
2200,2255
2211,2225,2236,2236
2205
2219
2275
2232
•¿Ifj
jin -
2229,2239
2199
2220
Khaleghi-Motlagh
verse no
'A**
w o rd
jlxlf*- ol+*-
dlujlj +A
2254,2256,2256
2217,2265,2268
«Le^î
2221,2244
♦l«w| •“
Khaleghi-M otlagh edition Vol 7, Nushirvan, pp. 269-275, verses 2191-2278. Certain w ords are n o t p a rt of th e rep o rted
KM verse, but p art of a variation.
The M ihran Sitad scene w as a p o p u lar scene of Shahnama illustrations in
early fourteenth century. It can be found in the M et Small Shahnama,16 the Inju m a­
nuscript Topkapi H. 1479,17the Great Mongol Shahnama,18and the Cama Shahnama.19
Simpson (1979) identifies a possible illustration around this passage in the Freer
Small Shahnama as well.20 The First Small Shahnama has also a gap of about 1018
verses or 12 pages around this passage.21 A n illustration of the M ihran Sitad scene
could therefore be also envisaged in that m anuscript.
16 Swietochowski (1994), op. cit. p. 122.
17 Shahnama project website, Cambridge University, h ttp ://shahnam a.caret.cam .ac.uk/new /
jnama /card /ceillu,stration:1010685099
18 Grabar, Oleg, and Blair, Sheila. Epic images and contem porary history. The illustrations of the
Great Mongol Shahnama, The University of Chicago Press, Chicago and London, 1980, p. 173.
19 Shahnama project website, Cambridge University http: / /shahnama.caret.cam.ac.uk / n ew /
jnama /card /ceillustration:-814899175
20 Simpson (1979), op. cit., p. 365, Gap37.
21 Simpson (1979), op. cit., p. 375, Gap between "Two men poisoned by drink m eant for Nushirvan"
and "Buzurjmihr plays chess with the Raja's envoy before Nushirvan".
332
Pro/. Dr. Tuncer Bulutay'a Armagan
The break-line verse, o r the last verse before the page, on the M ihran Sitad
page of the Second Small Shahnama, is
J
y
LS-*
° W l8 S
It refers to the m om ent w hen M ihran Sitad m eets the five daughters of the
Khaqan and recognizes the one w ith royal allure although dressed w ith no crow n
or fine adornm ents. M ihran Sitad is standing on the right w ith tw o of the four
courtiers assigned by the K haqan to accom pany him in the d au g h ters' quarters.
The roll-up curtains sym bolize the w om en quarters or shabestan. The eventual
choice of M ihran Sitad will d isap p o in t the K haqan as he h ad purposely dressed
dow n h er favorite d au g h ter born from a princess so that she will not be chosen
as bride by N u sh irv an 's envoy.
The break-line verses on the corresponding illustrated pages of the other
m anuscripts are close to each other. In the T opkapi H.1479, it is
2190
and in the G reat M ongol page
J ij
3
ü 'j "
gjj
oil
<_$jj
2^2187
The M ihran Sitad im age in the M et Small Shahnama is p asted over an irrele­
van t page so the break-line verse is n o t visible. The break-line verse on the C am a
page refers to a later m om ent w hen M ihran Sitad brings back the K haqan's d a ­
ug h ter to N ushirvan,
aLo
j!
j Lu
oL í a j j S
-j
j ! j t j ^ 3 JU,,2 2 8 0
C orrespondingly, the C am a im age show s N ushirvan next to his new bride
adm iring h er looks as four atten d an ts look on, one of them probably being M ih­
ran Sitad.
The text of the Second Small S hahnam a folio falls w ithin the gap betw een
tw o folios from the O m ar Benjelloun F oundation, 256a an d 272b. It is the w idest
gap in the second p art of the m anuscript covering 1830 Khaleghi verses from ver­
333
Missing Pages of the Second Sm all Shahn am a / Farhad MEHRAN
se num ber 1952 after the last verse of page 256a a n d 3781 to the first verse of page
272b. A ccording to the reconstruction presented in A nnex 1, this gap contained
11 folios w ith three presum ed illustrations identified as
- M ihran Sitad asks the K haqan to give his d au g h ter as wife to N ushirvan
- Buzurjm ihr arranges chess pieces before N ushirvan or B uzurjm ihr show s
the Indian how to play backgam m on
- Gav looks at T alhand's body in the battlefield
The new ly found m issing M ihran Sitad illustrated folio fits the first predic­
ted im age in the list of contents of the gap and thus provides an indication of the
degree of accuracy of the reconstructed Second Small Shahnam a.
7. Last pages of the m anuscript
The Second Small Shahnam a in its original w as m ost likely a com plete edi­
tion of F irdausi's Shahnam a. As noted by Sim pson (1979, p. 92), the last existing
folio of the m anuscript preserved at the S ad d ru d d in A gha K han Collection (m o­
u n ted as an additional page after IRM001 A), contains verses on the m u rd er of the
last Sassanian king, Y azdgird, just less than 200 verses from the end of the epic.
The recto page of the last existing folio, m ounted next to the illustrated page,
IRM001A, is show n below . It is reported (Simpson, 1979, p. 89) that H. Khan
Monif, the dealer to w hom m any of leaves of the Second Small Shahnam a can be
traced, h ad the habit of m ounting an illustrated page next to a text p age in order
to p roduce the effect of an open book. H ere the illustrated page show s a scene in
S h apur Z ul'A ktaf's cycle, i.e., the story of the M alika falling in love w ith S hapur
as he besieges T air's fortress in Yemen. The story is far rem oved from the text
page next to it, on the killing of Y azdgird at the end of the Shahnam a, clearly
show ing the m anipulation of the dealer.
334
Prof. Dr. Tuncer Bulutai/a hrm agan
12. Sadruddin Agha Khan Collection IRM001A
Additional folio (recto) m ounted together
Khaleghi-Motl3gh edition Vo). 8, Yazdgird,
pp. 463-471, verses 627-715
Shapur beseiges th e fortress of Ta'ir in
Yemen, Khaleghi-Motlagh edition. Vol. 6,
Shapur, pp. 292-295, verses 14-65
There are at least six other such m ounted pages am ong the extant folios of
the Second Small Shahnam a: S ad ru d d in A gha K han Collection IRM001, Bro­
oklyn M useum L.63.9.76 and L.63.9.77, P ortland M useum of A rt 70.27.2, Boston
M useum of Fine A rts 41.31a, an d Freer G allery of A rt 45.21. Except in one case
(FGA 45.21), the verses on these conjoined folios are not sequential.
T hat the m ounted page is from the sam e Small Second Shahnam a m anusc­
rip t as the adjacent illustrated folio m ay be verified using various indices. The
size of the fram ed area is virtually identical (16.7 cm x 13.1 cm). They both have
the characteristics rulings of the text fram e an d heading box. The m ounted text
page has 30 lines and the w riting style of w ords w ith m iddle » is invariably of the
form show n in the follow ing table except for one case.
335
Missing Pages of the Second Sm all Shahnam a / Farhad MEHRAN
13. W ords w ith m iddle »in IRM001A A dditional folio (recto)
KM
verse no
KM
verse no
w o rd
Khaleghi-Motlagh
verse no
w o rd
w o rd
631, 639, 643, 648, 665, 707
668
A r'
699
674
An
675
695,700
706
679
656, 668, 669, 680, 713
709
695
678, 680, 690, 700
715
691
665, 707
663
673
V c *1
A*
A<
639
» lio fi
A '
tS A rf^
Crt+i
¿If*
K haleghi-M otlagh e d itio n Vol. 8, Yazdgird, p p . 4 6 3 -4 7 1 , v e rs e s 6 1 7 -7 1 5
The m ounted text page contains a heading box an d 88 verses closely follo­
w ing the K haleghi-M otlagh reference edition (Vol. 8, Y azdgird, pp. 463-471, ver­
ses 627-715). The heading box announces the killing of Y azdgird an d is placed at
about the sam e location of the corresponding heading in the reference edition.
Eighty-seven of the 88 verses are com m on w ith the reference edition. There
is one ad d ed verse after verse 705,
-^
Aiu ¿yt
Lj+705
and tw o om issions
J jjuu
ojU LI
j Aliaj (_£_jA>Loi_Sj j 3^677
The om itted verse (677) is also an om ission in three of the six m ain reference
m anuscripts used by K haleghi-M otlagh (Istanbul Topkapi H. 1479, K arachi N.M.
1957-913/3, Istanbul Topkapi H. 1510) and m arked in brackets indicating doubt
from the p a rt of the editor. The other om ission (649) is om itted only in one of the
m ain reference m anuscripts (H. 1510). The a d d e d verse (705+) is not included
in the footnotes of the Khaleghi-M otlagh edition an d appears to be unique. The
present au th o r could not find it in any o ther of the m ain reference editions of the
S hahnam a (Bertels, M ohl, an d D abir Siaghi).
This inform ation is used for the reconstruction of the last pages of the Se­
cond Small Shahnam a. From the last verse of the m ounted text page to the end
of the Shahnam a, there are 179 Khaleghi verses from w hich a presum ed num ber
of om issions should be d educted an d an un k n o w n n u m b er of additions should
be added. In the reconstruction show n below five om itted verses are presum ed
336
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armagan
(825, 826, 864, 865 and 867) corresponding to the verses m arked in brackets in
the K haleghi-M otlagh edition. The reconstruction how ever does n o t include any
ad d ed verse, as the inform ation on additions from the m ounted text page is too
slim for objective judgm ent.
14. Reconstructed back page of IRM001A additional folio and
missing penultimate page of the Second Small Shahnama
804
807
804
807
8T()
810
813
<nT3
816
819
822
827
830
833
816
819
822
827
830
833
836
836
837
839
842
845
847
842
845
847
849
849
803
803
806
809
806
i:uu
812
815
818
8 12 "
815
818
821
824
829
832
835
838
841
844
821 824
802
805
802
—80S811
808
814
sr.
820
823
829
828
832 '
835
838
S3]
834
83 7
841
840
844
841
846
848
805
SI I
814
817
820
823
828
831
834
—8 T T 840
841
846
848
718
721
724
727
730
733
"7T7
720
723
7T7
720
721
726
729
732
126
736
735
739
742
738
742
744
744
746
746'
718
721
724
727 “
730'
733
736
"7W ~
858
861
866
870
873
—H75878
880
852
855
858
861
866
870
873
876
878
SSI)
851
851
850
850
854
—854
857
857
860
863
—S53855
—859
862
853
856
85V
862
868
860
863
869
872
8-
869 '
872
875
868
871
874
877
' m ~
871
874
~”877
879
735
738
741
716
719
722
725
728
722
725
728
731
734
737
740
743
745
731
734
737
740
743
745
cS
749"
75 2
852
855
729
732
716
7f9
748
748
751
754
747
750
"753"
755
755
751
_v>;
758
761
764
767
770
773
_ 758
757
757
~ T 5 iT ~
:>>i
760
760
763
7S5
762
776
779
782
785' "
788
791
75T"
~ w r ‘ -,6 V
766
~ w r
' VTi
773
776
' -y'*
782
785
7BS
i ‘
793
793
7W ~
m ~
769
772
.‘ o
778
781
7X4
765
765
768
771
' 758
771
774
774
111
777
769
772
775
778
781
784
780
783
780
783
786
7555
789
792
794
789
792
794
~7$T~ ^ 7 s ^
/'HI
75»
747
750
753
756
759
762
790
(_S j A U i
o
s.s.-;
ssi
881
882
882
883
884
884
885
886
886
885
887
887”
88'»
889 ' SnFT" 888
NWi
892
890 “ S90891
892
Reconstructed missing penultimate page (recto)
of the Second Sm all Shahnam a , KhaleghiMotlagh edition, Vol. 8, Yazdgird, pp. 479-487,
verses 807-897
798
70s
801
| 801
796
796
797 | 797
| 800 | 800 | 799 | 799
Reconstructed back page (verso) oflRMOOlA
additional folio. Khaleghi-Motlagh edition, Vol. 8,
Ynzdpird. nn. 471-478. verses 716-801
894
894
893
893
Reconstructed missing ultimate page (recto) of
the Second Sm all Shahnam a , Khaleghi-Motlagh
edition, Vol. 8, Yazdgird, pp. 487-489, verses
893-894
337
Missing Pages o f the Second Sm all Shahnam a / Farhad MEHRAN
The above reconstruction places four heading boxes, tw o in each page, at
about the sam e location of the corresponding headings in the Khaleghi-M otlagh
edition. Pages w ith tw o heading boxes are not uncom m on in the Second Small
Shahnam a. A m ong the available pages, 32 are w ith tw o heading boxes (five
w ith 3 heading boxes and 2 w ith four heading boxes).
The back page of the reconstructed last folio of the m anuscript contains the
few rem aining verses of the Shahnam a an d possibly a colophon giving inform a­
tion on the date and place of the preparation of the m anuscript, and perhaps the
nam e of the calligrapher as well as the nam e and position of the p atro n for w hom
the m anuscript w as prepared.
N o illustration is assum ed in the reconstruction of these last pages. The first
reconstructed page cannot have an illustration, as it is the back page of an exis­
ting text folio. The second reconstructed page could how ever have had an image,
for exam ple, an illustrated scene of the execution of M ahuy by Bizhan sim ilar
to the fourteenth century S hahnam a m anuscript, St. P etersburgh D orn 329. An
illustrated scene does no t ap p ear at this stage of the Shahnam a in the available
pages of the other Small S hahnam a m anuscripts. But the possibility cannot be ru ­
led out, as also acknow ledged cautiously in the reconstruction of the Freer Small
Shahnam a (Sim pson, 1979, p. 368).
Annex 1. List of illustrations of the Second Small Shahnama: Extant and Missing
Breakline verse1
n
Illustrated scene
[Presumed missing illustrations marked in grey)
Collection1
H ushang kills the Black D iv
1
Faridun given to the cow herd by his m other
British M useum , 1948-12-11-020
3
Faridun defeats Z ahhak
®<3XD
4
The m urder o f Iraj
OXM XIXM )
5
M anuchihr kills T u r in battle
®<g>®
Portland A rt M useum , 70.27.2
2
(1-063-0129)
6
(1-170-0120)
Sam recognizes h is son Zal in the Sim urgh’s nest
7
(1-191-0401)
Zal visited by R udaba’s m aids
Reza A bassi M useum , 601
Rudaba a n d Zal together
0>9
Sindukht lcam s about Z al and Rudaba
<Z>
Sadruddin A ga K han Collection,
IR M 54/A
,
8
9
10
(1-239-1103)
Sindukht b rings presents to Sam
Sam visits Z al and Rustam
11
(1-335-0104)
Rustam catches Rakhsh
13
(1-348-0042)
Rustam lifts A frasiyab by belt from saddle
14
(2-005-0029)
K ay K avus listens to the D iv o f M azandaran
15
(2-022-0294)
R ustam ’s first labour: Rakhsh kills a lion
16
(2-025-0330)
Rustam ’s second la b o u r He w ashes R akhsh in the spring
17
(2-078-0374)
R ustam ’s third lab o u r H e kills the dragon
12
M ontreal M cGill University Library,
1977.3
Sadruddin A ga Khan Collection,
IR .M . 1 / H r
So th eb y ’s L ondon 7 July 1975, lot 21
M inneapolis Institute of Art,
£1 .3 7 .1 0
C openhagen, David C ollection.
19/2006
Sotheby’s, London, 7 July 1975
18
Rustam ’s fourth la b o u r H e kills the witch
®<SxS>
19
R ustam 's fifth la b o u r H e lassoes Aulad
G>
Rustam ’s sixth la b o u r H e k ills A rzhang
<5>
20
21
22
338
(2-042-0570)
Rustam ’s seventh labour: H e slays the W hite Div
Cincinnati Art M useum , 1947.497
T h e K ing o f M azandaran change h im se lf into a rock
(5X2X0
Pro/. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
il
(2-123-0073)
Tahınina com cs to R u stam ’s cham bcr
K cir C ollection, III.2
24
(2-163-0560)
Suhrab view the Iranian cam p from above
Freer G allery o f A rt, 45.24v
25_
(2-185-0847)
Rustam kills Suhrab
Honolulu A cadem y o f Arts, 4099.1
26
Siyavush and Sudaba
CD®
27
Fire ordeal o f Siyavush
_28_
Siyavush and A frasiyab
29
(2-295-1418)
Siyavush cleaves an onager in tw o w hile hunting with A frasiyab
Freer G allery o f A rt, 45.25r
30
(2-374-2495)
Piran and Kay K husrau before A frasiyab
Freer G allery o f A rt, 40.14
R ustam com es to K av K avus
_31_
Kay K husrau receives R ustam a n d Zal
İl
İl
ü
İl
il
il
il
Tazhav m ortally w ounds B ahm an
(3XD#
R uhham overcom es B azur the T uranian w izard
R ustam kills A shkabus and his h orse
ÖX3XSXD
R ustam captures and kills K am us
R ustam pulls the K haqan C hin from h is elephant b y lasso
Rustam fights K afur the cannibal
39
(3-292-0064)
Div A kvan flings Rustam into the sea
40
(3-297-0146)
Kay K husrau receives Rustam after R ustam killed the A kvan Div
41
(3-312-0115)
Bizhan hunts w ild boar
Freer G allery o f A rt, 45.23r
M inneapolis Institute o f Art,
5127.1,l r ___________________
Fogg A rt M useum , T L 17443.8r
İl
İl
(3-329-0327)
Piran discovers B izhan’s fate from G arsivaz at foot o f the gibbet
Freer G allery o f A rt, 45.26v
R ustam rem oves the stone from the m outh o f B izhan’s pit
B izhan kills H um an
44
il
(4-130-2018)
Piran slain by Gudarv.
46
G ustaham kills Lahhak
47
K ah K husrau kills Shida
48
British M useum , 1948.12.11.021
Kay K husrau besieges G ang D izh
K ay K avus passes ju d g em en t on T uranian prisoners
K ay K avus fetes his grandson K ay K husrau returning from
F re e r G a lle ry o f A rt, 4 0 .1 5
S o th e b y ’s, L o n d o n 4 A p ril 1078,
il
(4-285-1799)
50
(4-310-2191)
Zî
il
(4-321-2344)
A frasiyab rises from lake as G arsiv az is tortured
C o ln a g h i, 19 7 6 , lo t #8
(4-343-2708)
Zal rebukes K ay Khusrau
53
(5-021-0261)
G ushtasp at C a e sa r’s court, ch o sen by Katayun
K c ir C o lle c tio n , I ll .l ( a ) v
C in c in n a ti A rt M u seu m ,
~54
(5-030-0401)
G ushtasp slays the karg
J e ru s a le m In stitu te fo r Isla m ic A rt
55
(5-043-0559)
G ushtasp slays the dragon
A lbnght-K nox Art Gallery, MS
74
_Iumn-------------------------------------------
JQL26___________________
1947.492i-
56
(5-181-1100)
A rjasp ’s horsem en kill Luhrasp
B ro o k ly n M u s e u m , L. 6 3 .9 .7 7
57
(5-212-1466)
Isfandiyar lassoes G urgsar
58
(5-238-0222)
Isfan d iy ar’s fourth trial: H e slays the sorceress
B ritish M u s e u m , 1 9 4 8 -1 2 -1 1 -0 2 2
R h o d e Isla n d S c h o o l o f l)e s ig n ,
İ9_
(5-242-0267)
Isfan d iy ar’s fifth trial: He slay s the Sim urgh
_60
44 .% Q 2v _________________________
F reer G allery o f A rt, 45.22r
Isfa n d iy a r’s sixth labour: h e escap es from a snow storm
Isfan d iy ar’s seventh labour: G urgsar leads him acro ss R uyin
61
_Dizh-------------------------------------------------Rustam a nd Isfandiyar parley
ÏÏ
63
(5-388-1145)
W ounded battling Isfandiyar. R ustam and Rakhsh see shelter
Cincinnati A rt M useum , I947.498v
_64
(5-412-1382)
Rustam shoots Isfandiyar in the eyes with double-pointed arrow
S otheby’s London. 23 N ov 1976
65
(5-452-0165)
Rustam kills Shaghad
L ouvre, M A O 344v
66
Iskandar attends the d y ing Dara
67
K ayd, the K ing o f H ind, tells his d ream s to vivier, M ihran
Iskandar in the land o f H abash
il
(3X1X2)
69
(6-172-0550)
H aftvad’s daughter finds the worm
M inneapolis Institute o f Art. 5 l.3 7 .9 r
70
(6-179-0642)
A rdashir reads the inscription on the arrow about the w orm ’
Reza Abassi M useum 2531
71
(6-186-0748)
A rdashir pours m olten lead dow n w o rm ’s throat
Cincinnati Art M useum , 1947.496v
M ih rak ’s daughter converses w ith Shapur
il
73
JM
il
76
(6-296-0062)
M alika falls in love w ith S hapur as he besieges T air’s castle
Sadruddin A ga K han Collection,
IR M l/A______________________
B ahram G iu r’s m ount tram ples A zada
A sea m onster kills Yazdigird
B ahram G u r enthroned
339
Missing Pages o f the Second Sm all Shahnam a / Farhad MEHRAN
Annex 1. List of illustrations of the Second Small Shahnama: Extant and Missing
(Continued)
N
Breakline verse1
Illustrated scene
(Presumed missing illustrations marked in grev|
Collection2
77
78
(6-434-0226)
Bahram Gur at home of Baharam the Jew
Brooklyn Museum, L. 63.9.76
(6-474-0749)
Bahram Gur at the peasant's house
79
(6-492-1003)
Bahram Gur listens to Arzu's harp playing
81
(7-080-0348)
Anushirvan executes Mazdak and five of his followers
Brooklyn Museum. 36.238
Sadruddin A ga Khan Collection,
IR M l
0®
Minneapolis Institute of Art,
82
(7-144-0733)
Bahram Gur wrestles before Shangul
80
Anushirvan receives Mihras, envoy of Caesar
Fogg Art Museum, 1960.96.b
83
Anushirvan finds a young man in his harem
(5X5)
84
Anushirvan and Buzurjmihr/Anushirvan and Zarvan
85
M ihran Sitad asks Khaqan to his daughter as wife to Anushirvan
G XM XS)
dXSXZXD
86
87
GavandTalhand
Buzurjmihr and chess or backgammon
88
(7-473-0101)
Zardusht brings food to Izad Gashasp in prison
Bahram Chubina and Hutmuzd Shah
89
90
(7-582-1401)
Bahram Chubina wears w om en's clothes
Bahram Chubina's night attack on the camp of Khusrau Parviz
91
92
(8-085-1102)
Hermit warns Khusrau Parviz about Gustaham
93
(8-144-1893)
Angel Sarush rescues Khusrau Parviz
94
(8-193-2394)
Bahram Chubina kills the lion-ape
The captive Qulun mortally w ounds Bahram Chubina
95
96
(8-238-3122)
The mounted cat presented to Kusrau by Gurdya
<3X5>
GX3XD
Sotheby s London, 7 July 1975,
’
X
Montreal M c G ill University Library,
L '- i :
<3X3X$>
Freer Gallery1o f Art, 45.21 v
Cleveland Museum o f Art. 44.480r
Montreal Museum o f Fine A n s.
- • L L J la i
(5>
97
Khusrau Parviz and Shirin
X
98
Musician Barbad plays for Khusrau Parviz
(IX IX M )
M ih r Hurmuzd murders Khsrau Parviz
<3XM>
99
100
(8-369-0561)
Shirin before Shiruye
......
Geneva Musée d ’Art et Histoire,
Montreal Museum o f Fine Arts,
38.Ea.3
. .
Notes:
(1) Break-line verse (last v erse before th e im age). N u m b e rs are according to the K aleghi-M otlagh reference
ed ition of F ird au si's Shahnam a. First n u m b e r refers to v o lu m e n u m b e r, second to p a g e n u m b e r a n d th ird to v erse
num ber.
(2) C ircled n u m b e rs refer to early fo u rteen th c en tu ry S hahnam a m a n u sc rip ts used as the b asis for a ssigning
the title of the m issing illu stratio n s (see e n d of Section 2 for explanation):
(F) First Sm all Shahnam a
©
Second Small Shahnam a
(5 ) Freer Sm all S hahnam a
(5 ) M et Sm all S h ah n am a (G utm an)
( 0 Inju S h ah n am a, T o p k ap i H1479
( 0 Inju S h ah n am a, St Petersb u rg , D orn 329
©
The G reat M ongol S h ah n am a
( 0 C am a Shahnam a, M um bai, T he C am a O riental Institute
( 0 Q av am al-D in S h ah n am a, 1341
© Inju S h ah n am a, 1352
A n X indicates th at n o specific scene title could be identified.
A n X in d icates th a t n o specific scene title could be identified
(3) Initially identified as b elo n g in g to th e Second Sm all S hahnam a, b u t fu rth e r analysis ind icated that the folio
m o st likely b elongs in fact to the First Sm all S h ahnam a (see Section 4 for explanation
340
TÜRKİYE'DE BÖLGESEL EŞİTSİZLİKLERİN 200
YILLIK TARİHİ
Şevket PAMUK
İktisadi gelişm e ile birlikte bölgesel eşitsizlikler önceleri artsa bile, ilerleyen
dönem lerde em ek ve serm aye hareketleriyle ve iktisadi ve sosyal politikalarla
bu eşitsizliklerin azalm ası beklenir. Ancak Türkiye örneğinde bölgesel eşitsiz­
liklerin kolay kolay azalm adığı, zam an zam an d a arttığı anlaşılıyor. Son yarım
yüzyılda iktisadi büyüm e ve gelişm e hızlanırken Türkiye d ü n y ad a bölgesel eşit­
sizliklerin en yüksek olduğ u ülkeler arasında yer aldı. Bölgesel eşitsizliklerin
özellikle de doğu-batı eşitsizliklerinin siyasal gü n d em d e de önem li bir yeri oldu.
Elim izde bölgesel eşitsizliklerin son 30 ya d a son 50 yılı üzerine çeşitli zam anlar­
da yapılm ış çalışm alar da var. Tuncer Bulutay hocam ızın ilgi d u y d u ğ u ve yayın
yaptığı alanlardan biri de gelirin hem haneler arasında hem de iller ve bölgeler
arasındaki b ölüşüm ü o lm u ştu r.1 V arolan çalışm alar bölgesel eşitsizliklerin bo­
yutları hakkında yararlı bilgiler ve tahliller sunm akta. Bu sayede 20. yüzyılın
ikinci yarısında iktisadi büyüm e ve gelişm e ilerledikçe bölgesel eşitsizliklerin,
özellikle de doğu-batı eşitsizliklerin yüksek kaldıklarını, kolay kolay azalm adık­
larını biliyoruz. Ancak bölgesel eşitsizlikleri ölçerken p ek çok gösterge kullanıla­
bildiği için, kullanılan göstergelere göre ortaya farklı sonuçlar çıkabiliyor. Ayrıca
bölgesel eşitsizlik denilince sadece batı-doğu eşitsizliklerinin mi yoksa ülkenin
7 bölgesi ya d a 81 ili arasındaki eşitsizliklerin m i hesaplandığına bağlı olarak
da ortaya çıkan sonuçlar farklı olabiliyor. Yine de basitçe ifade edecek olursak,
b u g ü n T ürkiye'de ülkenin kuzeybatısı ile g ü n eydoğusu arasındaki kişi başına
gelir farklılıklarının, nasıl hesaplandıklarına da bağlı olarak, 2 : 1 d en daha fazla
olduğu, 3 : 1 düzeyine yakın o ld u ğ u tahm in ediliyor. Benzer şekilde, ülkenin
batısı ile doğ u su arasında eğitim ve sağlık açısından d a önem li farklılıklar var.
Ö rneğin b u g ü n ülkenin kuzeybatısındaki do ğ u m d a yaşam beklentisi ile güney­
doğusundaki d oğum da yaşam beklentisi arasında 10 yıldan fazla fark var. Bir
başka deyişle, b u g ü n kuzeybatıda doğan bir kişinin güney d o ğ u d a doğan bir ki­
şiye kıyasla 10 yıl d ah a fazla yaşam ası beklenm ekte (UNDP, 2001).
1 Örneğin bkz. Bulutay ve Ersel (1970) ve Bulutay, Ersel ve Tim ur (1971).
341
Türkiye'de Bölgesel Eşitsizliklerin 200 Yıllık Tarihi / Şevket PAMUK
T ürkiye'de son 50 yıldaki bölgesel eşitsizliklerin daha ayrıntılı olarak ince­
lenm esi gerekiyor. Ayrıca T ürkiye'de bölgesel eşitsizliklerin tarihi, özellikle de
1960 öncesi hakkında bildiklerim iz d ah a da sınırlıdır. Tarihi verilerin sınırlı ol­
ması, bölgesel eşitsizliklerin nasıl geliştiği k onusunda çok iddialı genellem elere
izin verm iyor. Bu yazıda varolan bilgilerin ışığında bölgesel eşitsizliklerin tari­
hi üzerine bir araştırm a gündem i ve yeni savlar oluşturm aya çalışacağım . Son
zam anlarda yayınlanan kitabım da o ld u ğ u gibi, b u yazıda da son 200 yılı dört
dönem de ele alacağım . H er dönem de ülke ölçeğindeki genel eğilim ler ve iktisat
politikalarını dikkate alarak bölgesel eşitsizliklerin, özelllikle de doğu-batı eşit­
sizliklerinin nasıl değiştiğim izlem eye ve her dönem de bölgesel eşitsizliklerin ne
yönde geliştikleri k onusunda basit tezler geliştirm eye çalışacağım. Sadece kişi
başına gelir farklılıklarına değil, sağlık ve eğitim gibi insani gelişm e göstergeleri­
ne de bakm ak gerektiğini vurgulayacağım .
Yazının tem el tezlerine özetleyecek olursak, eldeki veriler bir m iktar bölge­
sel eşitsizliğin 19. yüzyıl başlarında varo ld u ğ u n a ve bölgesel eşitsizliklerin 19.
yüzyıl boyunca bir m iktar arttığm a işaret ediyor. Birinci D ünya Savaşı öncesinde
b u g ü n k ü Türkiye sınırları içinde kalan alanda batı ile doğu arasında kentleşm e
oranı ve kişi başına gelir gibi tem el göstergeler açısından farklar vardı. A ncak bu
farkların daha ayrıntılı olarak hesaplanm ası gerekiyor. 20. yüzyılın ilk yarısm daki
d ü nya savaşları, Erm eni tehciri, K ürt ayaklanm aları gibi önem li olaylar, doğu ile
batı arasındaki eşitsizliklerin artm aya devam ettiğini d ü şü n d ü rü y o r. Ancak yeni
devletin İç A nad o lu 'y u m erkez aldığını ve dem iryollarının D oğu A nadolu'ya ilk
kez 1930'lu yıllarda ulaştığını da un u tm am ak gerekir. İkinci D ünya Savaşından
so m a tarım daki hareketlilik ülke ölçeğine yansım ış olsa da, ithal ikam esi sanayi­
leşm enin eşitsiz yayılm asının bölgesel eşitsizlikleri artırm ış olm ası beklenir. 1980
sonrasında ise sanayileşm e sınırlı olarak d a olsa yeni bölgelere yayılırken, ülke­
nin ek yoksul bölgesi olan güneydoğudaki çatışm alar b u bölge ile ülkenin geri
kalan alanları arasındaki eşitsizliklerin sürm esine ve hatta artm asına yol açtı. 20.
yüzyılın ikinci yarısında güçlenen kırlardan kentlere ve geliri d ü şü k bölgeler­
d en geliri yüksek bölge ve kentlere göçler, bölgeler arası eşitsizliklerin d ah a da
artm asını engelledi. Ö nüm üzdeki dönem de bu tezlerin, özellikle 1960 öncesi d ö ­
nem için ayrıntılı verilerle sınanm ası gerekiyor.
Tartma dayalı açık ekonomi, 1820-1913:
19. yüzyıl, O sm anlı to p lu m u ve ekonom isi için öncekilerden çok farklı bir
dönem oluşturur. 1820'lerden Birinci D ünya Savaşı'na kad ar geçen yaklaşık yüz
yıllık sürede, O sm anlı Devleti B atı'nın askeri, siyasal ve iktisadi gücüyle karşı
karşıya geldi. O sm anlı yönetim i b ir dizi reform u uygulam aya koyarak m erkezi
devletin g ücünü ve etkinliğini artırm aya çalışıyordu. Ekonom i ise Batı A vrupa
kaynaklı yeni bir düzene, kapitalizm e açılm aya başladı. 19. yüzyılın başlarından
itibaren bir yan d an reform süreci, öte yan d an da ekonom inin dışa açılışıyla bir­
342
Prof. Dr. TuncerBulutay'a Armağan
likte, hem geleneksel O sm anlı d ü zeninin tem el taşlarını o lu ştu ran pek çok k u ­
rum hem d e O sm anlı ekonom isi önem li d ö nüşüm ler geçirdi.
19. yüzyılın T ürkiye'deki iktisadi yapılar açısından en önem li özellikleri,
Batı A v ru p a 'd a sanayileşm e gelişirken T ürkiye'de sanayileşm enin gecikm esi,
gü m rü k duvarlarının d ü şü k tu tu ld u ğ u serbest ticaret ortam ında geleneksel zanaatlerin gerilem esi ve ekonom inin tarım da d ah a fazla uzm anlaşm aya yönelm e­
sidir. Yüzyıl boyunca O sm anlı ekonom isi tarım da daha da uzm anlaştı. Tarım sal
üretim geçim lik ü rü n lerd en d ö n ü m başına getirisi d ah a yüksek olan pam uk,
tütün, üzüm , incir, fındık gibi, hem em ek girdisi hem de üretim değeri daha
yüksek ürünlere kaydı. Ayrıca dem iryollarının katkısıyla A n ad o lu 'n u n iç böl­
gelerinde daha önce ekilm eyen toprakların üretim e açılm ası, bu topraklarda iç
ve dış pazarlar için üretim yapılm ası m üm k ü n oldu. Birinci D ünya Savaşına ka­
d ar n ü fu su n yüzde 80'e yakın bir bölüm ü kırsal alanlarda yaşam aya ve tarım la
uğraşm aya devam etti. Ö te yan d an m am ul m allar üretim inin ekonom i içindeki
payı ithal m alların baskısı altında azaldı, en azından bu pay artm adı. Sanayi Dev­
rim i sonrasında ve 19. yüzyılın son çeyreğine kad ar dü n y a piyasalarında m am ul
m alların göreli fiyatlarının gerilem e eğilim i içinde olm ası, ülke içi fiyatların da
tarım lehine seyretm esine yol açtı. 1910'lara gelindiğinde ortaya yeni üretim ya­
pıları çıkmış, özellikle kıyı bölgelerinde ve İç A n ad o lu 'd a iç ve dış pazarlar için
tarım sal üretim yaygınlaşm ıştı.
Eldeki veriler 19. yüzyıl boyunca O sm anlı ekonom isi dışa açılırken, b u g ü n ­
kü Türkiye sınırları içinde kalan alanda, kişi başına gelirin 1820-1913 dönem inde
yılda ortalam a y ü zd e 0,5'lik bir hızla ve toplam olarak y ü zd e 60 kad ar arttığına
işaret ediyor. (Eldem, 1970; Pam uk, 2014) Oysa daha önceki yüzyıllarda belirgin
bir büyüm e ya da kişi başına gelir artışına rastlanm ıyordu. Tarım sal üretim de
b ü yük teknolojik d ö nüşüm ler gerçekleşm ediği, öküz ve karasabana dayalı ü re­
tim yapısında önem li değişiklikler olm adığı için, kişi başına gelirdeki sınırlı a r­
tışların kaynaklarını da belirlem ek gerekiyor. 19. yüzyıl boyunca kişi başına ge­
lirlerde sağlanan artışlar, tarım ın giderek iç pazarlara ve ihracata yönelm esinden
ve b u m odelin sınırlı m iktarlarda d a olsa dem iryolları, lim anlar ve diğer alanlar­
daki dolaysız yabancı serm aye yatırım larıyla desteklenm esinden kaynaklandı.
Kırsal alanlarda üretim e açılabilecek boş topraklar vardı. U laştırm a olanakla­
rının iyileşmesi ve tarım ın pazar için üretim e yönelm esiyle birlikte, kişi başına
ekilen toprakların m iktarı biraz arttı. Ege, Ç ukurova, İç A nadolu gibi, iç ve dış
p azarlar için üretim e yönelen bölgelerde, daha verim li toprakların üretim e açıl­
m ası ve üreticilerin geçim lik ürünlerden, daha fazla em ek gerektiren ancak daha
fazla gelir sağlayan ürü n lere geçm eleri de kişi başına gelirleri artırdı. Kır-kent
farklılıklarının fazla artm am ası, kentleşm enin de yavaş gelişm esine yol açtı. 19.
yüzyılda T ürkiye'de en hızlı gelişen kentler sanayi kentleri değil, İzm ir, Sam sun
gibi Batı A vrupa ile ticaretin yapıldığı lim an kentleri oldu.
343
Türkiye'de Bölgesel Eşitsizliklerin 200 Yıllık Tarifli / Şevket PAMUK
Z anaatler gerilerken, tarım da uzm anlaşm a özellikle Batı A n ad o lu 'd a ve kıyı
bölgelerinde güçlendi. Buna karşılık, p azar için fazla üretim yapam ayan iç bölge­
lerde köylüler tarım lehine oluşan koşullardan ve hareketlilikten p ay alam adılar.
Pazar için üretim in daha sınırlı kaldığı D oğu A n ad o lu 'd a d a tarım ve tarım sal
gelirlerdeki artış sınırlı oldu. Bir başka deyişle, 19. yüzyıl başlarında pazarlara
daha açık İstanbul ve kıyı bölgeleriyle iç bölgeler arasında kişi başına gelir bakı­
m ından bir m iktar fark vardı. Yüzyıl boyunca Batı A vrupa ile ticaretin ve p azar
için üretim in gelişm esine paralel olarak, Batı ve kıyılarla D oğu A nadolu arasın­
daki gelir farklılıkları biraz d ah a arttı. 19. yüzyılda inşa edilen dem iryollarının
ülke ölçeğinde dengeli olarak dağılm am ış olm ası, dem iryollarının b ü y ü k bir bö­
lü m ü n ü n önce Trakya d a dahil olm ak üzere batıda, d ah a sonra da İç A n adolu'da
inşa edilm iş olm ası da bize b ü y ü m e ve gelir artışları sürecinin de dengeli olarak
gelişm ediğini hatırlatıyor. Öte yan d an lim an kentlerinden uzak olm aları sayesin­
de D oğu ve G üneydoğu A n adolu'daki im alat faaliyetlerinin, özellikle d e tekstil
üretim in d aha fazla direnebildiğini, hatta Suriye ve hatta M ısır pazarı için üretim
yapabildiğini biliyoruz. H em bu nedenle, d ah a da önem lisi Batı ve kıyı bölgele­
rindeki tarım a ve ticarete dayalı b üyüm e eğilimi sınırlı kaldığı için, ülkenin batısı
ve kıyı bölgeleriyle d o ğ u su arasındaki eşitsizliklerdeki artışların çok keskin ol­
m adığını tahm in ediyoruz. 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde, b u g ü n k ü T ürkiye
sınırları içinde kalan alanda ortalam a gelirin en yüksek o lduğu yerler İstanbul ve
batı A nadolu'ydu. Buna karşılık ülke içinde ortalam a gelirlerin en d ü şü k olduğu
alanlar D oğu ve G üneydoğu A nadolu gibi p azara d ah a az yönelm iş bölgelerdi.
En yoksul kesim ler ise bu bölgelerdeki az m iktarda toprağı olan ya da hiç toprağı
olm ayan köylülerdi. Batı ile d o ğ u A nadolu arasındaki kişi başm a gelir farklılıkla­
rı 2 :1 nin altında kalıyordu. (Eldem , 1970, s. 305)
İnsani gelişm enin gelir dışındaki diğer iki u n su ru olarak kabul edilen sağlık
ve eğitim konularında çok fazla nicel veri bulunm uyor. A ncak bir yan d an veba
gibi salgın hastalıkların azalm ası, öte yan d an sınırlı da olsa gelir artışları ve bi­
raz olsun daha iyi beslenm e sayesinde, b u g ü n k ü T ürkiye şuurları içinde kalan
alanda doğum da yaşam beklentisinin sınırlı bir artışla 19. yüzyılın başlarında
yaklaşık 26-28 yıldan, Birinci D ünya Savaşı öncesinde 32-33 yıla çıktığını tahm in
ediyoruz. D oğum da yaşam beklentisinin b u kad ar d ü şü k kalm asm m en önem li
nedeni, n ü fu su n yaklaşık dörtte ü çü n ü n yaşadığı kırsal alanlarda bebek ve çocuk
ölüm lerinin y ü zd e 30 ve d ah a yüksek düzeylerde seyretm esiydi. 19. yüzyılda
O sm anlı Devleti tarafm dan başlatılan eğitim çabalarm a karşın, okullaşm a b ü yük
ölçüde kentlerle sınırlı kaldı. Birinci D ünya Savaşı öncesinde okuryazarlık oranı­
nın M üslüm an n üfus arasında yüzde 10'un altında, gayrim üslim nüfus arasında
ise yüzde 10'un üzerinde o ld u ğ u n u tahm in ediyoruz. Bu k o n u d a fazla veri ol­
m am akla beraber, okuryazarlık oranlarının kentlerde ve erkekler arasında daha
yüksek o ld u ğ u n u da ekleyebiliriz. 19. yüzyıl boyunca kişi başm a gelirler de ol­
d u ğ u gibi sağlık ve eğitim alanlarında gerçekleşen sınırlı iyileşm elerin daha çok
344
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
batıda ve kıyı bölgelerinde ortaya çıktığını, b u nedenle d e sınırlı iktisadi büyüm e
ile birlikte hem bölgeler arası gelir eşitsizliklerin hem d e insani gelişm e ile ilgili
eşitsizliklerin b ir m iktar arttığını tahm in ediyoruz. Sağlık ve eğitim alanlarındaki
iyileşm elerde ve bunların bölgeler arasında dağılım ında devlet politikalarının da
bir m iktar rolü olm uştur. A ncak 19. yüzyılda O sm anlı devleti zaten sınırlı olan
bütçesinin çok d ü şü k bir b ö lü m ü n ü sosyal harcam alara ayırm aktaydı. Bu neden­
le devlet politikalarının etkilerinin de sınırlı kaldığım düşünebiliriz.
Osmanlı'dan Cumhuriyet'e, 1914-1950:
1914-1950 yılları d ü n y a ekonom isi ve Türkiye için güçlükler ve sorunlarla
dolu bir dönem oldu. İki d ü n y a savaşı ve 1930'lardaki u zu n süreli d ü n y a b u n a­
lımı, 19. yüzyılın serbest ticarete ve Türkiye için tarım da uzm anlaşm aya dayalı
iktisadi m odelini tersine çevirdi. İm paratorluktan ulus-devlete geçiş sürecinin
sadece siyasi yapılar ü zerinde değil, iktisadi yapılar üzerinde de önem li etkileri
oldu. 19. yüzyıl boyunca sü rd ü rü len , uluslararası ticaret ve serm aye akım larına
açık m odel, iki d ü n y a savaşı ve b ir d ü n y a iktisadi bunalım ının yarattığı ağır so­
runlara dayanam ayarak dağıldı. Böylece, 19. yüzyılın dışa açık, piyasa ağırlıklı,
uluslararası uzm anlaşm ayı öne çıkaran ekonom i m odelinin yerini m üdahaleci­
liğin, korum acılığın öne çıktığı, ulusal ekonom ileri tem el birim ler olarak kabul
eden yaklaşım aldı. Bu dönem hem ortalam a gelir düzey in d e hem de gelirin bölü şü m ü n d e önem li dalgalanm alar, inişler ve çıkışlar içerm ekte. S orunların ağır­
lığına karşın, 1914 ile 1950 arasında kişi başına gelirde artış oldu, ancak yıllık
ortalam a artış hızı ortalam a olarak y ü zd e l 'i n altm da kaldı. Bulutay, Tezel ve
Y ıldırım (1974) ve P am uk (2014).
Eldeki veriler çok kapsam lı olm asa da d ü n y a savaşı dönem lerinin tem el
özelliklerini biliyoruz. H er iki savaş dönem inde de kişi başına gelir yüzde 30
veya d ah a fazla oranda düşerken, ülke ölçeğinde gelirin b ölüşüm ü de çok daha
eşitsiz hale geldi. Savaş dönem lerinde en fazla kayba uğrayan, açlık ve ölüm le
karşı karşıya kalanlar, gıda m allarına ulaşm akta en b ü y ü k sıkıntıyı çeken kent­
lerdeki yoksullar ve genel olarak d ü şü k gelirliler oldu. Buna karşılık, her iki sa­
vaşta d a göreli fiyatlarm gıda m alları lehine hareket etm esi nedeniyle, tarım sal
artığım p az ard a satabilen kesim ler d urum larını m utlak olarak iyileştirem eseler
bile, ortalam a gelirlerdeki d ü şü şten daha az etkilendiler. Özellikle gıda mallarm da kıtlıklar nedeniyle, kentlerde ellerindeki gıda m allarını pazarlayabilen tüc­
carların h er iki savaşta d a b ü y ü k kârlar sağladıkları biliniyor. (Toprak, 1982) A n­
cak Birinci D ünya Savaşı sırasındaki tehcir uygulam ası sırasında, özellikle Doğu
A n ad o lu 'd a yaşayan Erm eni n ü fu su n b ir b ö lü m ü n ü n öldürülm esinin veya has­
talıktan ölm esinin, kalanının da A nadolu dışına kaçm alarının b u bölgenin gelir
düzeyini o lum suz olarak etkilediği ve u zu n v adede bölgelerarası eşitsizlikleri de
artırdığı kesindir.
345
Türkiye'de Bölgesel Eşitsizliklerin 200 Yıllık Tarifli / Şevket PAMUK
C um h u riy et'in ilk yılları Türkiye ekonom isi için 10 yıl boyunca neredeyse
aralıksız süren savaşlardan sonra açık ekonom i koşullarında hızlı bir toparlan­
m a dönem i oldu. O rtalam a gelirlerle birlikte, hem tarım sal gelirlerdeki hem de
ücretlerdeki artışlar ekonom ideki toparlanm anın kırlar ve kentlerdeki farklı ke­
sim lere dengeli biçim de yansıdığına işaret ediyor. İki dü n y a savaşı arasındaki
dö nem de gelir b ölüşüm ü açısından en önem li gelişm e D ünya B unalım ı'dır. 1929
yılından itibaren tüm d ü n y ad a ve T ürkiye'de göreli fiyatların keskin bir şekilde
tarım aleyhine dönm esi, h ü küm etin korum acılık eğilim ini güçlendirdi, sanayi­
leşm e çabalarını hızlandırdı ve devletçilik stratejisini gündem e getirdi. (Tekeli
ve İlkin, 1977 ve 1982) Bu gelişm eler tarım ile tarım -dışı kesim ler arasındaki eşit­
sizlikleri de artırdı.
Tarım sal üreticilerden alınan aşar vergisinin 1924 yılında, C um huriyetle bir­
likte kaldırılm asının bu dönem deki tarım aleyhine gelişm eleri bir m iktar tö rp ü ­
lediği düşünülebilir. Yine de tarım ile tarım -dışı kesim ler arasm da artan eşitsiz­
liklere bakarak, 1914 ile 1950 arasm da kişi başına gelirde ortaya çıkan y ü zd e 2530 dolaylarındaki artışın b ü y ü k bir b ö lüm ünün kent ekonom isinde gerçekleştiği
sonucuna varabiliriz. Buna karşılık, tarım kesim inin 1950 yılında m utlak olm asa
da kent ekonom isine kıyasla d ah a d ü şü k bir gelir düzey in d e o ld u ğ u n u söyleye­
biliriz. Bu eğilim ler b ü y ü k olasılıkla hem Batı A nadolu hem d e D oğu A nadolu
için geçerlidir. A ncak O sm anlı dön em in d en farklı olarak, C um huriyetin erken
dönem inde inşa edilen dem iryolları D oğu ve G üneydoğu A n a d o lu 'n u n ulaştır­
m a altyapısını ve d iğer bölgelerle bağlarını güçlendirdi. Ayrıca devletçilik strate­
jisi çerçevesinde 1930'lu yıllarda inşa edilen fabrikalarm bir bölüm ü İç ve D oğu
A nadolu'daydı. A ncak Erm eni tehciri ve K ürt ayaklanm alarım d a b u tabloya
eklersek, nü fu su n b ü y ü k ço ğ u n luğunun geçim ini sağladığı tarım kesim inde kişi
başına gelirlerin 1950 yılında 1914 yılındaki düzeylerinden d ah a y ukarıda olm ası
pek m üm k ü n gözükm üyor. Sanayi üretim inin ve kent ekonom isindeki hareket­
lenm enin batı bölgelerinde daha güçlü olm asının da etkisiyle, kır ve kent birlikte
ele alındığında, kişi başına gelirler açısm dan d a d o ğ u ile batı arasındaki ortalam a
gelir farklılıkların 1914 den 1950'ye k ad ar artm ış olm ası beklenebilir. A ncak bu
tezleri ayrıntılı veriler kullanan çalışm alarla desteklem ek gerekiyor.
1930'ların sonlarına gelindiğinde, n ü fu su n b ü y ü k çoğunluğu kırsal alanlar­
da yaşam aya ve geçim ini d ü şü k verim li tarım sal faaliyetlerden sağlam aya d e­
vam ediyordu. İki d ü n y a savaşı ve D ünya Bunalım ı tarım a ağır darbeler v u r­
m uştu. Bu darbelerin pazara daha fazla açılm ış olan batıda daha güçlü olarak
hissedildiğini söyleyebiliriz. A ncak Erm enilerin tehciri ve K ürt ayaklanm aları da
doğu A n ad o lu 'd a etkili oldu. Bu nedenle ülkenin d o ğ u su ile batısı arasındaki ge­
lir farkları bu dönem de artm ış olabilir. Ö te yan d an C um huriyetin erken dönem ­
lerinde İç A nadolu bölgesinin ekonom inin m erkezinde yer alm ası, en azından
ülke içi ulaşım ağlarının m erkezinde olm ası hedeflendi. Bu nedenle İç anadolu
ile batı arasındaki farklar bir m iktar kapanm ış olabilir.
346
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
İnsani gelişm eye gelince, C u m h u riy et'in erken yıllarında eğitim ve sağlık
konularına b ü yük önem verildi, bir m odel ve bu m odel çerçevesinde bir altyapı
oluşturulm aya çalışıldı. A ncak devletin m ali g ü cü n ü n yetm em esi nedeniyle, sağ­
lık ve eğitim e ayrılan kaynaklar sınırlı kaldı ve d ah a çok kentlerde harcandı. Bu
çabalar, n ü fu su n yüzde 80'den fazlasının kırlarda yaşadığı bir ülkede, eğitim ve
sağlık alanlarındaki ortalam aları fazla yukarıya çekem edi. K adınların okuryazar­
lık oranı 1913 yılında yü zd e 5'in altında iken 1950 yılında yü zd e 19'a, erkeklerin
okuryazarlık oranı ise yaklaşık yüzde 15'ten y ü zd e 46'ya yükseldi. Bu artışların
b ü y ü k bölüm ü kentlerde gerçekleşti. 1950 yılm a gelindiğinde, yetişkin nüfusun
okula gitm e süresi ortalam a 2 yılın altındaydı. 20 m ilyonun üzerinde nü fu su olan
ülkede lise sayısı h en ü z 90'ı aşm ıyordu. C um huriyet'in erken yıllarında özellikle
kentlerde su n u lan tem el sağlık hizm etlerinde iyileşm eler sağlandı, salgın h asta­
lıklarla m ücadelede bir hayli yol alındı. Ancak yüzyılın ortasına gelindiğinde,
ülke ölçeğinde bebek ölüm oranları d örtte b ir düzeyindeydi. Kimi bölgelerin kır­
sal alanlarında h er üç bebekten biri bir yaşına ulaşam ıyordu. B ugünkü Türkiye
sınırları içinde kalan alanda do ğ u m d a yaşam beklentisi, tarihte ilk kez 1930'lu
yıllarda 35 yılın üzerine çıktı, ancak bebek ölüm oranlarının yüksek seyretm esi
nedeniyle, 1913'te 32-33 yıl iken 1950'de 44 yıla kad ar yükselebildi. 1950 öncesin­
de sağlık ve eğitim de gerçekleşen ham lenin d ah a çok kentlerde yoğunlaşm ası,
sağlanan iyileşm elerin de d ah a çok batıda yoğunlaştığını d ü şü n d ü rü y o r. 1914 ile
1950 arasındaki bölgesel eşitsizliklerin izini sürereken sadece eğitim ve beceriler
açısından daha iyi d u ru m d a olan gayrı M üslim n ü fu su n toplam içindeki payının
yüzde 15'in üzerin d en y ü zd e 3 e d ü ştü ğ ü n ü de dikkate alm ak gerekir. Ermenilerin tehciri daha çok d o ğuyu etkilerken R um ların m übadelesi ise daha çok batıyı
etkiledi.
İkinci Dünya Savaşı Sonrası, 1950-1980
İkinci D ünya Savaşı sonrasm da ABD önderliğinde, uluslararası ticareti des­
tekleyen ancak istikrar am acıyla uluslararası serm aye hareketlerini denetim al­
tında tutacak, ulusal ekonom ilere kendi politikalarını izleyebilm eleri için m anev­
ra alanı sağlayacak bir d ü zen k u ru ld u . 1930'larda yaşanan bunalım dan çıkarılan
dersler sayesinde hem ABD hem de Batı A vrupa ülkelerinde devlet m üdahale­
ciliği benim sendi, iktisadi istikrar ve istihdam yaratm ak için para ve özellikle
d e m aliye politikalarının aktif olarak devreye sokulm asını öngören Keynes'ci
politikalar uygulandı. Refah devleti uygulam aları yaygınlaştı, sosyal alanlarda
devlet harcam aları arttı. Bu kurum sal değişikliklerin d e katkısıyla, İkinci D ünya
Savaşı'run sona erm esinden 1973 yılındaki petrol krizine k adar geçen çeyrek y ü z­
yılda d ü n y a ekonom isi tarihindeki en güçlü büyüm e ve gelir artışı dalgasını ya­
kaladı. Gelişen ülkelerde ise yine devlet m üdahaleciliğine day an an ve Keynes'ci
politikalarla çelişm eyen ithal ikam esi yoluyla sanayileşm e stratejileri yaygınlık
kazandı. Sanayileşm enin başlam ası ya da ivm e kazanm asıyla birlikte, gelişen
347
Türkiye'de Bölgesel Eşitsizliklerin 200 Yıllık Tarifli / Şevket PAMUK
ekonom ilerin b ü y ü k bir bölüm ü tarihlerinde hiç yaşam adıkları kad ar hızlı bir
tem poyla büyüm eye başladılar.
T ürkiye'de D em okrat P arti'nin iktidarda old u ğ u 1950'li yıllarda tarım a d a ­
yalı b ir büyüm e stratejisi uyguladıktan sonra, 1960'lardan itibaren iktisat politi­
kasına önce D evlet Planlam a Teşkilatı ve d ah a sonra da giderek özel sektörün
d enetim inde ithal ikam esi yoluyla sanayileşm e stratejisi egem en oldu. İkinci
D ünya Savaşı sonrasındaki onyıllar gelişen ekonom ilerin pek çoğu gibi T ür­
kiye için de hızlı bir büyüm e dönem i oldu. 1950'lerin o rtalarında ve özellikle
de 1970'lerin ikinci yarısındaki krizlere karşın, Türkiye ekonom isi tarihinin en
yüksek bü y ü m e hızlarına 1950-1980 dönem inde ulaşıldı. 1950'lerde gelirlerdeki
artışm ana kaynağı tarım kesim i olurken, d ah a sonraki yıllarda kent ekonom isi
ve im alat sanayii büy ü m en in m otor gücü oldu. Ülke ölçeğinde ortalam a gelirler
1950'den 1980'ye kad ar yüzde 150'den daha fazla arttı. (Pam uk, 2014)
Göreli olarak yüksek bü y ü m e hızlarının yaşandığı b u dönem de bölgeler
arası eşitsizliklere ne o ld u ğ u n u anlam aya çalışırken eldeki dizilerle başlayabili­
riz. İkinci D ünya Savaşı sonrasındaki onyıllarda göreli fiyatlar bir önceki döne­
m e kıyasla d ah a fazla tarım lehine seyretti. Bu eğilim sadece d ü n y a ölçeğindeki
gelişm elerin bir sonucu değildi. Ülke içindeki göreli fiyat hareketleri, çok partili
siyasi rejim e geçildikten sonra tarım sal üreticilerin oylarının ağırlığını d a yansıtı­
yor. Özellikle D em okrat Parti ve o nun m irasçısı A dalet Partisi hüküm etleri, k ap ­
sam ları zam an içinde genişleyen destek program larıyla ü rü n ve girdi fiyatlarını
tarım lehine yönlendirm eye çalıştılar. Göreli fiyatların tarım lehine seyretm esi,
en çok orta ve b ü y ü k ölçekli üreticilerin işine yaradı, özellikle erken dönem lerde
tarım kesim i içinde pazara yönelik üretim yapanlarla yapam ayanlar arasında­
ki eşitsizlikleri artırdı. A ncak göreli fiyatlardaki tarım lehine eğilim daha küçük
üreticileri de piyasa ilişkileri içine çekti. D evletin tarım fiyatlarını yüksek tutm a
çabalarından D oğu ve G üneydoğu A n ad o lu 'n u n d a bir m iktar pay aldığını d ü ­
şünebiliriz. Bir başka deyişle, tarım ın piyasaya açılış sürecinde batının çok daha
önde gitm esine karşm , devletin fiyatlara m üdahalesinin ve devlet alım larının
bölgeler arasında d ah a dengeli dağıldığı tahm in edilebilir.
Bir önceki dönem in en önem li özelliklerinden biri, D ünya B unalım ı'nın et­
kisiyle tarım aleyhine değişen fiyatlar ve kırlar ile kentler arasında oluşan b üyük
gelir farklarıydı. İkinci D ünya Savaşı sonrasında ekilen alanların hızla artm ası
ve fiyatların tarım lehine dönm esi sayesinde, tarım sal gelirler hızla artm aya baş­
ladı, kırlarla kentler arasındaki eşitsizlikler d e azaldı. K ırlardan kentlere göçler
de kır-kent eşitsizliklerini törpüleyici rol oynadı. Bir başka deyişle, İkinci D ünya
Savaşı sonrasm daki onyıllarda sanayileşm enin ivm e kazanm ası sayesinde, kent
ekonom isinde önem li verim lilik artışları gerçekleşti. Ancak, tarım kesim indeki
verim lilik artışları kent ekonom isinin gerisinde kalm adı. Tam tersine, önem li
348
Prof. Dr. Tuncer Bulutaıy'a Armağan
m iktarlarda em eğin tarım dışına kaym asıyla birlikte, tarım da em ek verim liliği
ve ortalam a gelirler kent ekonom isinden daha hızlı arttı.
Buna karşılık, ilerleyen yıllarda giderek artan bir biçim de piyasa süreçle­
ri ve özel sektör tarafından yönlendirilen sanayileşm e sürecinin bölgesel olarak
çok daha eşitsiz dağıldığım ve özel sanayi işletm elerinin ülkenin batısında, hatta
kuzey batısında yoğunlaştığını biliyoruz. Kısacası, İkinci D ünya savaşı sonrasın­
daki 30 yılda bölgelerarası eşitsizliklerin hangi yönde geliştiğini belirlem ek kolay
değildir. Tarım lehine gelişen fiyatlar ve daha genel olarak tarım ile tarım -dışı
kesim ler arasındaki eşitsizliklerin azalm a eğilim i içinde olması, tarım kesim inin
ağırlığının daha fazla olduğu Doğu ve G üneydoğu bölgelerinin batı bölgeleri ile
aralarındaki farkın artm am ış olabileceğini d ü şü n d ü rü y o r. Buna karşılık, sanayi­
leşm enin ülkenin batısında yoğunlaşm ası ve D oğu ve G üneydoğu bölgelerinin
sanayileşm eden hem en hiç p ay alam am aları nedeniyle bölgelerarası eşitsizlikle­
rin artm ış olabilir. İlerleyen yıllarda ikinci etkinin birinciye göre ağır basm ış ola­
bilir ve ülkenin do ğ u su ile batısı arasındaki eşitsizlikler, bir önceki dönem de ol­
d u ğ u gibi, bu dönem de b ir m iktar d ah a artm ış olabilir. A ncak kırlardan kentlere
ve bölgeler arası göçler, tüm ülke ölçeğinde ve kırsal alanlarda o lduğu gibi, Doğu
ve G üneydoğu bölgelerinde d e ortalam a gelirlerin daha da geride kalm am asını
sağlayan önem li b ir etken oldu. Bir önceki dönem için diziler d ah a sınırlı olsa da
b u dönem için de varolan veri ve dizileri kullanarak ve m ü m k ü n olan yerlerde
yeni diziler üreterek bölgesel eşitsizlikleri d ah a ayrıntılı olarak incelem ek m üm ­
k ü n gözüküyor. (Ö zötün 1980 ve 1988)
İkinci D ünya Savaşı sonrasm da sağlık ve eğitim alanlarında önem li iyileş­
m eler oldu. Tüm ülke için d o ğ u m d a yaşam beklentisi 1950 yılında 44 yıldan (ka­
dınlar için 45, erkekler için 43 yıl) 1980 yılında ortalam a 59 yıla (kadınlar için 61,
erkekler için 57 yıl), okuryazarlık oram ise 1950 yılında yüzde 33'ten (kadınlar
için y ü zd e 19 ve erkekler için y ü zd e 46) 1980 yılında yüzde 68'e (kadm lar için
yüzde 55 ve erkekler için yüzde 80) yükseldi. D oğum da yaşam beklentisinin
yükselm esinin önem li b ir nedeni, 1930'lardan itibaren tıpta d ü n y a ölçeğinde sağlananan önem li ilerlem elerdir. Buna ek olarak, iktisadi büyüm e sayesinde kam u
gelirlerinin ve harcam alarının artm ası ve kır-kent bağlarının güçlenm esiyle bir­
likte, sağlık ve eğitim hizm etleri ülke ölçeğine d ah a kolay yayılm aya başladı.
A ncak gelir düzeyi yakın diğer ülkelerle karşılaştırıldığında, T ürkiye'nin eğitim
ve sağlık alanlarında başarılı bir perform ans gösterem ediği görülüyor. Ö rneğin
Birleşmiş M illetler'in hazırladığı 1980 yılı insani gelişm e endeksi verilerine göre,
T ürkiye'nin sağlık ve eğitim de uluslararası sıralam alardaki yeri, kişi başına gelir
sıralam asındaki yerinden çok daha geride kalm aktaydı. Kırsal alanlarda bebek
ölüm lerinin aynı gelir düzeyindeki ülkelere kıyasla çok yüksek seyretm esi, do­
ğum da yaşam beklentisindeki artışların da sınırlı kalm asına yol açtı.
349
Türkiye'de Bölgesel Eşitsizliklerin 200 Yıllık Tarifli / Şevket PAMUK
Sağlık ve eğitim alanlarındaki varlıklı-yoksul, kır-kent ve kadm -erkek eşit­
sizliklerinin yanısıra bölgesel eşitsizlikler de b u dönem de d evam etti. Ayrıca böl­
gesel eşitsizlikler, özellikle de D oğu ve G üneydoğu A nadolu ile ülkenin iktisadi
gelişm eden d ah a fazla pay alan diğer bölgeleri arasında azalm ayan ve belki de
artan eşitsizlikler, sağlık ve eğitim alanlarında ülke ortalam alarını da aşağıya
çekti. 1950 den itibaren sağlık ve eğitim de sağlanan iyileşm elerin nasıl dağıldığı
konusundaki bilgilerim iz sınırlı. A ncak do ğ u m d a yaşam beklentisi yükselirken
özellikle erken yıllarda en hızlı artışların sağlık hizm etlerinin d ah a yaygın olarak
sağlandığı kentler ile batı ve kıyı bölgelerinde gerçekleştiği söylenebilir. O kur­
yazarlık ve okullaşm a oranları da önceleri b aü ve kıyı bölgelerinde, kentlerde
ve erkekler arasında daha hızlı yükseldi. N ü fu su n önem li bir bölüm ü için sa­
dece daha fazla yüksek gelire değil, d ah a iyi sağlık ve eğitim hizm etlerine ulaş­
m anın yolu, kırlardan kentlere ve bölgeler arası göçten geçiyordu. Ö te yandan,
C u m h u riy et'in erken yıllarından itibaren kam u kesim inin eğitim harcam alarının
artm ası, toplum sal hareketliliği artıran önem li bir etken oldu. K am u kurum larında sağlanan eğitim , özellikle kentlerdeki orta gelirli kesim ler arasm da toplum sal
hareketliliği artırıcı yönde etki yaptı. K am unun sağlık ve eğitim harcam alarının
bu dönem de bölgeler arasında nasü dağıldığı da daha yakından incelenm esi ge­
reken konular arasında yer alıyor.
Neoliberal P olitikalar ve Küreselleşme, 1980-2010
1970'li yıllardan itibaren d ü n y a ekonom isi 19. yüzyıldan sonraki ikinci küre­
selleşm e sürecine açıldı. H üküm etler piyasa m ekanizm alarına daha fazla ağırlık
verirlerken, neoliberal iktisat politikalarım n uluslararası alandaki yansım aları
ticaret üzerindeki engellerin hafifletilm esi ve serm aye hareketleri üzerindeki
denetim lerin azaltılm ası y ö nünde oldu. Buna karşılık, em eğin ülkeler arası h a­
reketi b üyük ölçüde engellenm eye devam etti. Böylece küreselleşm enin y arar­
larının paylaşım ı eşitsiz olarak gelişti. K üreselleşm eden en fazla yararlanan ke­
sim uluslararası ölçekte hareket edebilen serm aye oldu, ihracatta başarı gösteren
ülkelerde em ek b üyüm eden pay alabilirken, gelişm iş ülkelerde ithal m allarının
rekabetiyle karşı karşıya kalan kesim lerde em ek gelirleri geriledi, gelir dağılım ı
giderek daha eşitsizleşti.
Başka ülkelerin yanısıra Türkiye için de b u dönem ithal ikam esi politikaları­
nın terk edilm esi ve hem dış ticarette hem de uluslararası serm aye hareketlerin­
de serbestleşm eye gidilm esi anlam ına geldi. T ürkiye'nin neoliberal politikaları
benim sem esi ve küreselleşm eye açılışı, 1970'lerin ikinci yarısm da derinleşen bir
siyasi ve iktisadi bunalım koşullarında başladı ve inişli çıkışlı ilerledi. D algalan­
m aların en önem li nedeni, dünya ekonom isinin değil, ülke içi siyasetin değişen
koşullarıydı. îç siyasette istikrarın d ah a fazla olduğu dönem lerde kişi başına
gelirin artış hızı d ah a yüksek oldu. Buna karşılık siyasi istikrarsızlığın arttığı
350
Prof. Dr. Tuncer Bulut ay'a Armağan
1990'larda kişi başına gelirlerin artış hızı T ürkiye'nin u zu n dönem li ortalam ala­
rının altına düştü. (Pam uk, 2014)
T ürkiye'de 1980 sonrasındaki bölgelerarası eşitsizlikleri kentleşm e, tarım ın
ülke ölçeğinde azalan ağırlığı ve sanayileşm e gibi u zu n dönem li süreçlerle ve bu
süreçlerin ülke ölçeğinde eşitsiz dağılım yla birlikte dü şü n m ek gerekir. 1950'lerde
başlayan kentleşm e süreci her geçen onyılda tarım kesim inin toplam ekonom i
ve işgücü içindeki payım geriletiyordu. 20. yüzyılın sonlarına gelindiğinde, ülke
ölçeğindeki gelir bölüşüm ü tablosu içinde tarım kesim inin kendi içindeki eşitsiz­
liklerin ağırlığı b ir hayli azalm ış, kırlarla kentler arasındaki ve kent ekonom isi
içindeki eşitsizlikler öne çıkmıştı. Kırlarla kentler arasındaki eşitsizlikler 1980
sonrasında dalgalı bir seyir izledi. Tarım kesim ine sağlanan destek program ları­
nın askeri yönetim tarafm dan kaldırılm asıyla birlikte tarım ile ile kent ekonom isi
arasm da artan eşitsizlikler, 1980'lerin sonlarında siyasette yasakların kaldırılm a­
sın d an sonra bir m iktar azaldı. 1990'lann ortalarından itibaren kırlardan kentlere
göçün hızlanm ası ve d ah a sonra d a göreli fiyatların tarım lehine dönm eye başla­
m ası, tarım ile kent ekonom isi arasındaki ortalam a gelir farklarının azalm asında
önem li rol oynadı.
N eoliberal iktisat politikaları ve küreselleşm e dönem i, tüm dü n y ad a olduğu
gibi T ürkiye'de de kent ekonom isi içindeki eşitsizliklerin arttığı bir dönem oldu.
A ncak kent ekonom isi içinde em eğin paym da ortaya çıkan gerilem e kesintisiz
bir d ü z çizgi halinde gerçekleşm edi. Askeri rejim sırasında daha önceki döne­
m e göre çok d ah a d ü şü k seyreden reel ücretler, 1980'lerin sonlarında siyasetin
d ah a fazla rekabete açılm ası ve yükselen işçi direnişleri ve taleplerinin etkisiyle
hızla yükseldi. A ncak ilerleyen yıllarda ücretlerin kent ekonom isindeki ortalam a
gelire oranı tekrar inişe geçti. 1990'lı yıllarda artan bütçe açıkları ile yükselen
enflasyon ve onlardan da hızlı artan faizler ve sık sık tekrarlanan iktisadi krizler,
kent ekonom isindeki gelir eşitsizliklerinin artm asında önem li rol oynadı. Ancak
kentleşm e oranı açısından d a bölgeler arasm da önem li farklılıklar vardı. Ö rne­
ğin D oğu ve G üneydoğu bölgelerinde kentleşm e oranı batıya göre daha d ü şük
seyretm eye devam etti.
1980 sonrasında ekonom i dışa açılırken ihracat da önem li artışlar gösterdi.
D aha önce ihracatta en b ü y ü k p ay tarım sal m allardaydı, 1980 sonrasındaki m a­
m ul m alların toplam ihracat içindeki payı 1980 yılında yüzde 35'ten 2010 yılında
y ü zd e 95'in üzerine çıktı. İhracata yönelik sanayileşm enin ilerlem esiyle birlikte,
ülkenin çeşitli bölgelerinde yeni sanayi m erkezleri ortaya çıktı. 1980 sonrasında
Denizli, K onya, Kayseri, G aziantep, K ahram anm araş ve M alatya gibi yeni sanayi
m erkezlerinde hem katm a değer hem istihdam hem d e em ek verim liliği İstan­
bul, Bursa, Kocaeli, İzm ir ve A dana gibi ithal ikam esi dönem inde önem kazanan
sanayi m erkezlerinden d ah a hızlı arttığına işaret ediyor. A yrıca 1980 sonrasında
Tekirdağ, Kırklareli, Sakarya, Balıkesir, Eskişehir, M anisa ve İçel gibi illerde de
351
Türkiye'de Bölgesel Eşitsizliklerin 200 Yıllık Tarifli / Şevket PAMUK
sanayileşm e, ithal ikam esi dönem inin m erkezlerine yakınlıkları nedeniyle hız
kazandı. Sanayileşm enin b u yeni m erkezlere yayılm ası sürecinde yeni m erkez­
lerde ücretlerin ve d ah a genel olarak üretim m aliyetinin d ü şü k olm ası önem li
rol oynadı. A ncak aradan 30 yıl geçtikten sonra yeni sanayi m erkezlerinin sayı­
larının sınırlı kaldığını, toplam sanayi üretim i, sanayi istihdam ı ve ihracat için­
de paylarının da İstanbul ve M arm ara Bölgesi'yle karşılaştırıldığında çok d ü şü k
düzeyde seyrettiği de görülüyor. D olayısıyla "A nadolu kaplanları" deyim i bu
yeni m erkezlerin önem ini ve sanayileşm e deneyim lerini abartıyor. Ayrıca 1980
yılından b u yana T ürkiye'deki sanayileşm e süreci, "kaplan" deyim ini hak ed e­
cek kad ar güçlü olm adı. Yine de sanayileşm e sürecinin yeni m erkezlere doğru
yayılm asının bölgesel eşitsizlikler üzerinde de etkileri oldu.
1980 sonrasında bölgeler arası kişi başına gelir eşitsizlikleri yukarıda değin­
diğim iz farklı yönlerdeki eğilim lerin etkisi altındaydı. TÜİK'in il ve bölgeler b a­
zındaki ortalam a gelir dizileri üzerinde yapılan hesaplam alar bölgeler arası ya
da Doğu A nadolu ile ülkenin batısı arasındaki gelir eşitsizliklerinin d e 1980'lerde
ülke ölçeğindeki iktisat politikalarının, 1990'larda ise G üneydoğu'daki savaşın
etkisiyle arttıktan sonra, son yıllarda azalm a eğilim i içine girdiğine işaret ediyor
Karaca (2004). Ülke ölçeğindeki gelir eşitsizlikleri tablosuna bakıldığında ise, son
d ö nem de kent ekonom isi içindeki eşitsizliklerin hızla arttığı, bölge için dağılım ı
yansıtan Gini katsayısının en fazla kentleşm iş ve ortalam a geliri en yüksek olan
İstanbul'da en yüksek, en az kentleşm iş ve ortalam a geliri en d ü şü n olan güney­
doğu A n adolu'da ise en d ü şü k olduğu görülüyor. 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın ilk
yarısm da olduğu gibi, son dönem de d e ülke içinde en yüksek gelirli kesim lerin
İstanbul'da ve en yoksul kesim lerin de d o ğ u A n ad o lu 'd a kırsal alanlarda yaşadı­
ğı anlaşılıyor. Filiztekin ve Çelik (2010).
İnsani gelişm e göstergeleri sağlık ve eğitim alanlarındaki iyileşm elerin
1980 sonrasında da sü rd ü ğ ü n ü gösteriyor. U luslararası karşılaştırm alarda tem el
sağlık göstergesi olarak kullanılan doğum da yaşam beklentisi, 1980'de 59 yıl­
d an (kadınlar için 61 ve erkekler için 57 yıl) 2010'da 72 yıla (kadınlar için 74 ve
erkekler için 70 yıl) çıktı. Bu gelişm ede kırsal alanlardaki bebek ölüm oranla­
rının, özellikle de G üneydoğu A nadolu B ölgesi'ndeki bebek ölüm oranlarının
düşm esi önem li rol oynadı. Ülke ölçeğindeki bebek ölüm oranları 1980 yılında
binde 125'ten 2010 yılında binde 18'e k ad a r geriledi. Temel eğitim göstergeleri
de yükselm eye devam etti. Resmi verilere göre, okuryazarlık oranı kadınlarda
yüzde 89, erkeklerde y ü zd e 98'e ulaştı, yetişkin n ü fu su n ortalam a okul süresi de
1980'de 3 yıldan 2010'de 6 yılın üzerine çıktı.
Sağlık ve eğitim de T ürkiye'nin ülkeler arası sıralam alardaki yerini Birleş­
m iş M illetler'in İnsani Gelişm e E ndeksi (İGE) hesaplam alarından izleyebilm ek
m üm kün. Bu hesaplam alar d a T ürkiye'nin eğitim ve sağlık alanlarında iyileş­
m e sağladığım , ancak kendisine yakm gelir düzeyindeki ülkelerin gerisinde kal­
352
Prof. Dr. Tııncer Bulutay'a Armağan
m aya devam ettiğini gösteriyor. T ürkiye'nin kişi başına gelir düzeyine göre bir
hayli yüksek olan bebek ölüm lerinin düşm esinin d e katkısıyla, d oğum da yaşam
beklentisinde ortaya çıkan hızlı sayılabilecek iyileşm eler sayesinde, İGE endek­
si sıralam asındaki yeri 1980'den 2010 yılm a kad ar bir m iktar yükselm iş. Ancak
eğitim sıralam asındaki yerinde önem li bir iyileşm e görülm üyor. U luslararası sı­
ralam alarda kullanılan eğitim göstergelerinde, hem yetişkin nü fu su n ortalam a
okul yılında hem de yeni doğan bebeklerin eğitim yılı beklentisinde T ürkiye'nin
kendisine yakın gelir düzeyindeki ülkelerin bir hayli gerisinde kalm aya devam
ediyor.
T ürkiye'nin sağlık ve eğitim alanlarm da, kişi başına geliri kendisine yakm
ülkelerden geride kalm asının bir önem li nedeni bölgesel eşitsizlikler, özellikle de
çoğunlukla K ürt n ü fu su n yaşadığı G üneydoğu Bölgesi'yle ülkenin diğer bölge­
leri arasında sadece kişi başına gelir açısından değil, insani gelişm enin diğer b o ­
yutlarında d a görülen eşitsizlikler. Sağlık ve eğitim alanlarındaki d ü şü k göster­
gelerin bir diğer nedeni d e kadın-erkek eşitsizlikleri. K adının toplum sal-iktisadi
gelişm işlik düzeyini ölçen başka Birleşmiş M illetler endekslerinde Türkiye bir
hayli gerilerde kalıyor. K adınların erkeklere göre d ah a az eğitim alm aları, bebek
ölüm lerini d e etkiliyor ve son yıllara kad ar ülke ölçeğinde doğum daki yaşam
beklentisinin d ü şü k kalm asına yol açıyor.
Sonuç
Son yarım yüzyılda T ürkiye'de bölgesel eşitsizliklerin, özellikle doğu-batı
eşitsizliklerinin çok yüksek o ld u ğ u n u ve b u eşitsizliklerin kolay kolay da azal­
m adığını biliyoruz. A ncak T ürkiye'de bölgesel eşitsizliklerin tarihi hakkında bil­
diklerim iz oldukça sınırlıdır. Bu kısa yazıda veriler ve diziler kullanm ak yerine
T ürkiye'de bölgesel eşitsizliklerin son 200 yılda ne yönde geliştikleri konusunda
basit tezler geliştirm eye çalışük. Eldeki veriler bir m iktar bölgesel eşitsizliğin 19.
yüzyıl başlarında v arolduğuna ve bölgesel eşitsizliklerin 19. yüzyıl boyunca bir
m iktar arttığına işaret ediyor. 20. yüzyılın ilk yarısındaki d ü n y a savaşları, Er­
m eni tehciri, K ürt ayaklanm aları gibi önem li olaylar, doğu ile batı arasındaki
eşitsizliklerin artm aya devam ettiğini d ü şü n d ü rü y o r. İkinci D ünya Savaşından
sonra tarım daki hareketlilik ülke ölçeğine yansım ış olsa da, ithal ikam esi sana­
yileşm enin eşitsiz yayılm asının bölgesel eşitsizlikleri artırm ış olm ası beklenir.
1980 sonrasında ise sanayileşm e sınırlı olarak da olsa yeni bölgelere yayılırken,
ülkenin ek yoksul bölgesi olan güneydoğudaki çatışm alar b u bölge ile ülkenin
geri kalan alanları arasındaki eşitsizliklerin sürm esine yol açtı. 20. yüzyılın ikinci
yarısında güçlenen kırlardan kentlere ve geliri d ü şü k bölgelerden geliri yüksek
bölge ve kentlere göçler, bölgeler arası eşitsizliklerin daha da artm asını engelledi.
Kısacası eldeki bilgiler T ürkiye'de bölgesel eşitsizliklerin genel eğilim ler olarak
19. yüzyıldan 20. yüzyılın ortalarm a, hatta ikinci yarısına kad ar artm aya devam
353
Türkiye'de Bölgesel Eşitsizliklerin 200 Yıllık Tarifti / Şevket PAMUK
ettiğini d ü şü n d ü rü y o r. Ö nüm üzdeki dönem de son yarım yüzyılda bölgesel eşit­
sizliklerin nerelerde ve hangi göstergelerde azaldığım verilerle daha ayrıntılı
olarak incelem ek gerekiyor. D aha da genel olarak sadece kişi başına gelir değil,
m ü m kün olan yerlerde insani gelişm eye ilişkin nicel göstergeler de kullanarak
sadece son dönem için değil, son 200 yıl için b u rad a önerilen tezlerin ne ölçüde
d o ğ ru o ld u ğ u n u sınam ak gerekiyor.
Kaynakça
Bulutay, Tuncer (1995), Türkiye'de İstihdam, İşssizlik ve Ücretler, International Labour
Office, Ankara.
Bulutay, Tuncer, Tezel, Yahya S. ve Yıldırım,Nuri (1974), Türkiye Milli Geliri, 1923-1948,
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara.
Tuncer Bulutay ve H aşan Ersel (1970), "Türkiye Milli Gelirinin İller, İmalat Sanayii Gelirinin
Ücret ve Kar Arasında Bölünüşü Üzerinde Bir Deneme", Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt 24, No. 4.
Bulutay, Tuncer, Haşan Ersel ve Serim Timur (1971), Türkiye'de Gelir Dağılımı 1968,
Sevinç Yayınları, Ankara.
Doğruel, Fatma ve Suut A. Doğruel, "Türkiye'de Bölgesel Gelir Faklılıkları ve Büyüme",
Ahmet H. Köse, Fikret Şenses ve Erinç Yeldan (deri.), İktisat üzerine Yazılar 1: Küresel
Düzen, Birikim, Devlet ve Sınıflar, Korkut Boratav'a Armağan, İletişim Yayınları,
İstanbul, s. 287-318.
Eldem, Vedat (1970), Osmanlı İm paratorluğu'nun İktisadi Şartları Hakkında bir Tetkik, İş
Bankası Yayınları, İstanbul.
Filiztekin, Alpay ve M urat Alp Çelik (2010), "Türkiye'de Bölgesel Gelir Eşitsizliği",
Megaron, cilt 5, Sayı 3, s. 116-27.
Karaca, Orhan (2004), "Türkiye'de Bölgesel Gelir Farklılıkları: Yakınsama Var mı?",
T ü rk iy e E k o n o m i K u ru m u T artışm a M etn i, 2 0 0 4 /7 , w w w .te k .o rg .tr.
Ö zötün, Erdoğan (1980), "İller itibariyle Türkiye gayrı safi yurtiçi hasılası, kaynak ve
yöntem ler, 1975-1978", Yayın No. 907, Devlet İstatistik Enstitüsü, Ankara.
Ö zötün, Erdoğan (1988), "Türkiye gayrı safi yurtiçi hasılasının iller itibariyle dağılımı,
1979-1986", Yayın No. 1988/8, İstanbul Ticaret Odası, A raştırm a Bölümü.
Pam uk, Şevket (1994), O sm anlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme, 1820-1913, 2.
Baskı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.
Pam uk, Şevket (2014), Türkiye'nin 200 yıllık İkdisadi Tarihi, Büyüme, K urum lar ve
Bölüşüm, İş Bankası K ültür Yayınları, İstanbul.
Türkiye İstatistik Kurumu, İstatistik Göstergeler, 1923-2011, Ankara, 2012.
Tekeli, İlhan and Selim ilkin (1977), 1929 Dünya Buhranında T ürkiye'nin İktisadi
Politika A rayışları, O rta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara.
Tekeli, İlhan and Selim İlkin (1982), U ygulam aya Geçerken T ürkiye'de Devletçiliğin
O luşum u, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara.
Toprak, Zafer (1982), Türkiye'de Milli İktisat (1908-1918), Yurt Yayınları, Ankara.
United Nations Development Programme (2001), H um an Development Report, Turkey
2001, Ankara.
354
TÜRKİYE İNŞAAT SEKTÖRÜNÜN BÜYÜME VE
İSTİHDAMA KATKISI:
2000'Lİ YILLAR İÇİN BİR SORGULAMA
Üm it ŞENESEN, Gülay G ünlük ŞENESEN
"Bu soru ve sorunların bol, geçerli yanıtların kıt,
varılan sonuçların nadiren doyurucu olduğu dünyamızda,
insana en yakışan davranış biçimi, ulaşamayacağını bile bile
sonuçlar peşinde koşmaktan yılmama cesaretini gösterebilmektir."
(Bulutay, 2005:36)
"Çok nadiren bir olay tek bir nedenle açıklanabilir.
Örneğin, iktisadi büyüme yatırım oranıyla ya da
diğer bir değişkenle açıklanamaz.
Bir değişkenin önemi zamanla değişir."
(Bulutay, 2005:10 )
Í. Giriş
Büyük ölçekli inşaat faaliyetlerinin özellikle 2000'li yıllarda ülke çapında
g ö rü n ü rlü ğ ü arttı. Bu olg u n u n inşaat sektörünün, genel büyüm enin m otoru ol­
d u ğ u yargılarına dayanak olarak gösterildiğine sıklıkla rastlıyoruz. Bu yazının
am acı inşaat sek törünün üretim y ö n ünden büyüm eye ve istihdam a katkısının
sorgulanm asıdır.
İnşaat sektörünün g ü n d em d e olm ası Başbakanlığa bağlı T oplu K onut İda­
resi (TOKİ)'nin 2003'ten b u yana ivm e kazanan arsa üretim i ile bakım -onarım ı
da kapsayan b ü y ü k ölçekli faaliyetlerinden kaynaklanm aktadır. TOKİ, % 85 ka­
darı sosyal konut tipinde olm ak üzere 600.000'den fazla k o n u t inşa etm iş ya da
ettirm iştir.1Ö nüm üzdeki onyılda TOKİ, çoğu b ü y ü k şirketlerce üretilecek ikinci
parti 500.000 ko n u t üretim ine de girişecektir. TOKİ'nin yetki alanında kentsel
y en ilem e/d ö n ü şü m ve soylulaştırm a projeleri, b ü y ü k o naranlar, kam u binaları,
1 TOKİ çok çeşitli kamusal alanda faaliyet göstermektedir: Arsa üretimi, kitaplık, okul, hastane, sağlık
ocağı, yurt, pansiyon, spor salonu, sevgi evi, engelsiz yaşam merkezi, huzur evi, eczane, askeri tesis
ve karakol, halk eğitimimerkezi, kültür merkezi, toplum merkezi, sanayi siteleri, uygulam a oteli,
alışveriş merkezi, ticari merkez, stadyum , cami, kamu kurum u binalan. TOKİ'nin web sayfasında
"doğrudan ve dolaylı olmak üzere 900 bin kişilik istihdam sağlanmıştır" denm ektedir (bkz. www.
toki.gov.tr.. son erişim: 07.08.2014). Daha ayrıntılı (yıl, bölge, finansman gibi) bilgi talebimize TOKİ
gizlilik gerekçesiyle olum suz yanıt vermiştir.
355
Türkiye İnşaat Sektörünün Büyüme ve İstihdama Katkısı / Ümit ŞENESEN, Gülay Günlük ŞENESEN
konutlar, deprem ya d a sel baskım bölgelerindeki yapılar, şehirlerarası karayollarıyla dem iryollarında kapasite arttırm a çalışm aları, İstanbul U luslararası Finans
M erkezi için ticari binaların yanı sıra kent ulaşım ını da içeren altyapı yatırım ları,
İstanbul'da üçüncü k öprü ve yeni havaalanı, Çam lıca Cam ii, K anal İstanbul gibi
projeler kapsanm aktadır.
Bu olum lu inşaat ortam ının ekonom i üzerindeki başlıca sonuçları katm a
değeri ile d o ğ ru d a n işgücü ve aragirdi talebi üzerinden incelenebilir. Ö te yan­
dan, nihai talebin yatırım bileşeni olan inşaat faaliyetleri h er sektör gibi ara girdi
talebiyle y u rt içinde m al ve hizm etlerin üretim ini harekete geçirm ekte, dolaylı
işgücü ve dışalım talebi de uyarm aktadır.2
Bu çalışm anın 2. bölü m ü n d e yöntem ve verileri tanıtıyor, 3. ve 4. b ölüm lerde
inşaat sek tö rü n ü n yakın dönem deki b ü y ü m e ve istihdam başarım ını irdeliyor, 5.
b ölüm de üretim yapısı içindeki dolaylı etkilerini tartışıyoruz. Son bölüm de toplu
değerlendirm e ve öneriler yer alıyor.
2. Yöntem: Büyüm enin Yüzde Bileşenleri Yaklaşımı
Ekonom inin t dönem indeki büyüm esine ilişkin değerlendirm elerde b ü y ü ­
m enin bileşenleri yaygınlıkla şu katkı p u an ı tanım ına day an m ak tad ır3:
% -% -!
GSYHt-GSYH(-ı _ y
GSYHC-1
~
(1)
l't GSYHt
Burada GSYH: Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla, B: üretim , harcam a ya d a gelir yö­
n ü n d en GSYH bileşenidir. Ü retim yönünden bileşenler tarım , sanayi, inşaat vb.
sektörlerdir. Bu tanım da basit bir düzenlem e ile GSYH'nin büyüm esinin bile­
şenlerin büyüm esinin tartılı ortalam ası o ld u ğ u n u görürüz. T arhlar bileşenlerin
GSYH içindeki t-1 dönem i paylarıdır, toplam ı l 'e eşittir. Yani her bir bileşenin
genel büyüm eye katkı pu an ı tekil büyüm esine ve paym a bağlıdır.4
GSYHt-GSYH^ _ „
GSYHt- ı
% -% _ ! „
LiX GSYH¡t-!
„
B^-j
L i*
Bj.t-Bj.t-i » % - ı
Bj.t-i
GSYHt. t
GSYHt = Ej.tBj.tPi.t-ı
(3)
2 Türkiye inşaat sektörünün 1999-2012 dönemindeki gelişme eğilimleri ve Yapısal Yol Çözümlemesi
modelinin 2002 yılı girdi-çıktı verileri ile bulguları için bkz. Günlük-Şenesen vd. (2013)
3 Örneğin bkz. Betam Araştırma Notu 11/109 (31.03.2011) s.4 (h ttp ://b etam .b ah ceseh ir.ed u .tr/tr/
w p-co n ten t/u p lo ad s/2 0 1 1 /0 3 /A rastirm aNotul09.pdf, son erişim: 07.08.2014 ).
TÜİK uzmanı Dr. Hüsniye Aydın'a açıklamalan için teşekkür ederiz.
4 Bu yaklaşım önerisi ve kaynaklar için bkz. Günlük-Şenesen (2002)
356
Prof. Dr. TuncerBulutay'a Armağan
B urada GSYH genel büyüm eyi, B bileşendeki büyüm eyi, p ise bileşenin p a ­
yım gösterm ektedir. H er dönem deki genel büyüm e oranının farklılığı herhangi
bir bileşenin, örneğin inşaat sektörünün, genel büyüm eye katkı puanını karşılaş­
tırm ada ölçek so ru n u yaratır. Ekonom ideki olum lu ya da olum suz eğilim lerin
bileşenleri de etkileyeceği varsayım ıyla b u sorun şöyle aşılabilir:
100 = 100
(4)
Böylece herhangi bir bileşenin, örneğin inşaat sektörünün, genel büyüm eye
katkı yüzdesi zam an içinde aynı ölçekte karşılaştırılabilir. Bileşenin göreli b ü y ü ­
m e oranı l 'i aştığm da ekonom inin genline göre yüksek, tersi d u ru m d a d ü şük
katkısı v ar dem ektir. Ö te y an d an küçülm e d u ru m u n u da göz önüne alm am ız
gerekir, kim i bileşen b ü yürken kim isi küçülebilir. (4) no.lu tanım daki kesrin p ay ­
dasında m utlak değer kullanım ı, hem bileşen hem de ekonom i genelinde daral­
m a yani eksi b üyüm e o ld u ğ u n d a kesrin artı değer alm asını önler. Genel küçülm e
d u ru m u n d a bileşenlerin büyüm eye (küçülm eye) y ü zd e katkılarının toplam ı -100
olacaktır.
Bu yöntem i uygulayarak Türkiye inşaat sektörünün 1999-2013 dönem in­
de büyüm eye ve istihdam a katkılarını izleyen bölüm lerde değerlendiriyoruz.
Ü retim y ö n ü n d en büyüm e çözüm lem esi için TÜİK "Sabit Fiyatlarla G ayri Safi
Yurtiçi H asıla- (NACE Rev. 1.1) İktisadi Faaliyet Kollarına ve 1998 Tem el Fiyat­
larına G öre" başlıklı çizelgedeki yıllık verileri kullandık. Bu tabloda inşaat dâhil
17 sektörün katm a değerlerinin toplam ı temel fiyatlarla "Sektörler toplam ı" ola­
rak tanım lanm aktadır. Bu toplam a "Vergi - Sübvansiyon - Dolaylı Ö lçülen Mali
Aracılık H izm etleri" eklendiğinde alıcı fiyatlarıyla GSYH'ye ulaşılm aktadır. H e­
saplam alarım ızda (l)-(4) tanım larına GSYH değeri yerine "Sektörler toplam ı"
değerini koyarak ölçü birim i (temel fiyatlar) ve ölçek tutarlılığını k o ru d u k .5
İnşaat sek tö rü n ü n istihdam artışına katkı hesaplam alarım ızda TÜİK "İstih­
dam edilenlerin yıllara göre iktisadi faaliyet kolları ve dağılım ı, NACE Rev.2"
başlıklı çizelgedeki yıllık verileri kullandık. Bu veriler 4 sektör (tarım , sanayi,
inşaat, hizm etler) ayrıntısında ve 2005-2013 dönem i için verildiğinden değerlen­
dirm em iz d e bu kapsam ile sınırlıdır.
3. inşaat S ektörünün Büyümeye Katkısı: Büyüm enin
Bileşenleri A çısından Çözümleme
1998-2013 dönem inde inşaat sek tö rü n ü n toplam katm a değer ("Sektörler
toplam ı") içindeki payı y ü zd e 5,1 - 6,6 aralığında değişm iştir. Alt dönem ler açı­
sından bakarsak, 2001'e k ad a r b u p ay azalm ış, 2002-2007 dilim inde artm ış, 2008
5 Örneğin: 2013 yılında İnşaat sektörünün "alıcı fiyatlarıyla GSYH" içindeki payı yüzde 5,885,
"Sektörler toplamı" içindeki payı ise yüzde 5.862'dir. "alıcı fiyatlarıyla GSYH" yüzde 4.050, "Sektörler
toplamı" yüzde 4.735 büyüm üştür.
357
Türkiye İnşaat Sektörünün Büyüme ve İstihdama Katkısı / Ümit ŞENESEN, Gülay Günlük ŞENESEN
ve 2009 yıllarındaki düşm enin ard ın d a n 2010-2011 yıllarında yükselm iş, 2012 yı­
lında azalıp 2013 yüm da artm ıştır. Özetle, inşaat sek törünün payı düzenli artm a
eğilim inde olm am ıştır, dahası 2009-2013 alt dönem indeki payı 1998-2000 döne­
m indekinden de d ü şü k tü r. Bu yapı Ç izelg el'in l-2ve 5 no.lu sü tu n ların d an izle­
nebilir.
İnşaat sektörünün 1999-2013 dönem indeki bü y ü m e hızı yüzde-17,4 ile 18,5
arasındaki çok geniş bir aralıkta oynaklık gösterm ektedir (Çizelge 1: 1, 3. no.lu
sütunlar). Bu değişkenliğin aynı çizelgedeki ekonom inin büyüm e hızına (Sütun
5-6) göre çok yüksek olduğu açıktır. Çizim l 'd e inşaat sek törünün büyüm e ve
küçülm e dönem lerinde beklentiler izleğinde genele göre çok daha keskin tepki
verdiği görülm ektedir.
Çizelge 1. K atm a Değer: İnşaat ve Toplam, 1998 tem el fiya tla rı ile
İnşaat sektörünün katma değeri
Sektör
Sektörler toplamı
Büyümeye
Katma
Değer
Payı
Büyüme
katkı
TL
%
%
% puanı
TL
%
(1)
(2)
(3)
(4)
(5)
(6)
1998
4 085 861 042
6,009
-
-
67994 581 820
-
1999
3 957 358 485
5,998
-3,145
-6,361
65 974 363 496
-2,971
2000
4 150 231 078
5,904
4,874
4,466
70 292 828 609
6,546
2001
3 426 908 127
5,103
-17,428
-23,023
67 151 119 313
-4,469
2002
3 903 515 616
5,527
13,908
13,695
70 631 335 584
5,183
2003
4 207 040 410
5,702
7,776
9,627
73 784 048 554
4,464
2004
4 801 693 125
5,938
14,135
8,403
80 860 700 283
9,591
2005
5 250 284 280
5,984
9,342
6,527
87 733 053 068
8,499
2006
6 220 955 208
6,596
18,488
14,752
94 312 936 078
7,500
2007
6 573 647 371
6,649
5,669
7,748
98 864 796 445
4,826
2008
6 040 811447
6,034
-8,106
-42,760
100110 904 786
1,260
2009
5 067195 910
5,248
-16,117
-27,365
96 553 011 221
-3,554
2010
5 996 258 124
5,694
18,335
10,621
105 300 828 687
9,060
2011
6 688 256 631
5,832
11,541
7,369
114 691 307154
8,918
2012
6 726 223 560
5,733
0,568
1,447
117 315 222 988
2,288
2013
7 202 168 931
5,862
7,076
8,569
122 869 626 301
4,735
Yıl
358
Değeri Büyüme
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
Ç izim 1. Yıllık büyüme hızları (%): İnşaat ve Toplam ,1998 tem el fiya tla rıyla
20
10
0
-10
-20
1999
2001
2003
2005
2007
2009
2011
2013
Bu eğilim leri (4) no.lu tam m la bir araya getirdiğim izde inşaat faaliyetlerinin
Çizelge l'in 4 no.lu sü tu n u n d ak i büyüm eye yüzde katkı değerlerini elde ediyo­
ruz. Yüzde -42,8 ile +14,8 aralığındaki katkıların sistem atik bir artış eğilimini
desteklem ediği açıktır. Belirtilen katkı açısından inşaat sektörünün en yüksek
katkıları 2002 ve 2006 yıllarında y ü zd e 14-15 dolayında olm uştur. 2008 ve 2009
yıllarında genel büyüm e çok yüksek dü zey d e aşağıya çekilm iştir. Yakın dönem ­
deki yüzde katkılar ise yüksek değildir.
İnşaat faaliyetlerinin üretim yapısı içindeki göreli k onum u ise ekteki Çizelge
2 'd en izlenebilir. Çizelge 2'de 17 sektör için (4) no.lu tanım la bu lu n an toplam
katm a değer büyüm esinin y ü zd e bileşen değerleri verilm iştir. İnşaat sektörünün
diğer sektörlere göre 2008 yılındaki yüksek d ü şü ş dışında öne çıkan y ü zd e katkısm ın olduğu söylenem ez. Çizelge 2'deki dışadüşen değerleri en belirgin altı
sektörün (tarım , im alat, inşaat, ticaret, ulaştırm a, m ali kuruluşlar) büyüm eye
yü zd e katkıları Çizim 2'de özetlenm ektedir. Bu çizim 1999-2013 dönem indeki
sektörel ö rü n tü lerin tü rd eş olm adığını gösterm ektedir. D aha da önem lisi, inşaat
sektörünün konum u önde gelen diğer 5 sektöre göre d e zayıftır. Ö rneğin inşa­
at sek törünün 2001 yılındaki daralm aya yü zd e katkısı im alat sanayi ve ticaret
sektörlerinden, 2010 yılındaki toparlanm aya katkısı ise im alat sanayii, ticaret ve
ulaştırm a sektörlerinden bir hayli daha d ü şü k tü r. 2002-2007 dönem indeki artı
yönlü genel büyüm e ortam ında d a b u b üyüm eye yüzde katkısı yüksek değildir.
Bu alt dö n em d e im alat sanayi y ü zd e 25-40 arasında büyüm eye katkı yapm akta­
359
Türkiye inşaat Sektörünün Büyüme ve İstihdama Katkısı / Ümı'f ŞENESEN, Gülay Günlük ŞENESEN
dır. B üyüm eye yüzde katkı açısından inşaat sek tö rü n ü n 2010-2013 dönem inde
de göreli k onum u zayıftır. Asıl önem lisi 2008 yılında bunalım a girişte en b üyük
rolü oynayan kesim olm asıdır. Bu bulgular inşaat faaliyetlerinin "ekonom ik b ü ­
yüm enin" m otoru olduğu yönündeki değerlendirm elere tem kinli yaklaşm am ız
gerektiğini gösterir.
Çizim 2. Büyümenin Yüzde Bileşenleri: Önde gelen a ltı sektör
— — — T a rım
—
İm a la t
İn şa at
T ic a re t
U la ş tırm a
—
—
M a li k u r.
4. İnşaat Sektörünün İstihdam a Katkısı: Büyüm enin Bileşenleri
A çısından Çözümleme
İnşaat sektörü, üretim i zam anla d ah a çok teknolojiye dayansa da em ekyoğun olarak nitelendirilir. Ekteki Çizelge 3 'ü n 3. ve 5. sü tu n ların d an görüleceği
gibi 2005-2013 dönenim de toplam istihdam % 25 artm ışken, inşaat sektörü istih­
d am ında y ü zd e 61 düzeyinde çok yüksek bir artış olm uştur. Bu eğilim le inşaat
sektörü istihdam ının toplam istihdam içindeki payı y ü zd e 5,6-7,2 aralığında d e­
ğişm iş, 2011-2013 alt dönem inde yü zd e 7,2 oranında sabitlenm iştir (Çizelge 3: 8.
sütun). D ört sektör için istihdam daki yıllık değişm e verileri Çizelge 3 'ü n 11-14.
sü tu nlarında sunulm aktadır. İnşaat sektöründeki değişkenliğin yüksek olduğu
söylenebilir.
360
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
(4) no.lu tanım la hesapladığım ız istihdam artışının sektörel yüzde bileşen­
leri Çizelge 3'iin 16-19. sü tu n ların d a sunulm aktadır. 2009 kriz yılında tarım ve
hizm etler sektörlerinin istihdam artışına y ü zd e katkıları çok yüksek artı, sanayi
sek törünün ise çok d ü şü k eksi değer alm aktadır. İlginç b ir bulgu 2009 yılında
inşaat sek tö rü n ü n toplam istihdam a oldukça yüksek bir artı değerle katkı y ap ­
m asıdır. 2009 yılm a ilişkin aşırı değerleri dışarıda bıraktığım ızda Çizim 3'deki
sektörel karşılaştırm a 2006-2008 ve 2010-2013 alt dönem lerinde istihdam artışın­
da inşaatın hizm etler ve sanayi sektörlerinin gerisinde o ld u ğ u n u gösteriyor.
Ç izim 3. İstih d a m değişim in in y ü zd e bileşenleri (2009 y ılı hariç)
150
N
N
Hizmetler^ ^
\
100
\
\
50
/
Sanayi
^
in ş a a t* * * * * ^ ^ ^ ...-* '* ^
Hizmetler
/
*"*
^
s
Sanayi
Nı
/
İnşaat
/
Tarım
/
-50
________ /
/
t
Tarım
/
-100
t
/
-150
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
Buraya kadarki çözüm lem elerim iz inşaat faaliyetlerinin gerek büyüm e ve
gerekse istihdam üzerindeki d o ğ ru d an etkileri üzerinde yoğunlaştı. Oysa her
üretim faaliyeti gibi inşaat sektörü de aragirdi talebi yoluyla diğer sektörlerin
üretim i, katm a değeri, işgücü talebi üzerinde etki yaratm akta, bu sektörler de
aragirdi ilişkileri üzerin d en diğer sektörleri uyarm aktadırlar. İnşaat sektörünün
d o ğ ru d a n ve dolaylı istihdam etkilerini b ir arada kapsayan b u d ö n g ü n ü n sonuç­
la n girdi-çıktı m odeli ile ortaya çıkarılabilir.
361
Türkiye İnşaat Sektörünün Büyüme ve istihdama Katkısı / Ümit ŞENESEN, Gülay Günlük ŞENESEN
5. İnşaat sektörünün istihdam üzerindeki doğrudan ve dolaylı
etkileri
Bu bölüm de inşaat sektörünün istihdam üzerindeki d o ğ ru d an ve dolay­
lı etkilerini G ünlük-Şenesen vd. (2014) çalışm asının WIOD (D ünya Girdi-Çıktı
Çizelgeleri Veri Tabanı)6 verileriyle bulgularına dayanarak özetleyeceğiz. Bu
çalışm ada girdi-çıktı m odeline day an an yapısal yol çözüm lem esi kullanılarak
inşaatın 2002 ve 2009 yıllarındaki istihdam ile dışalım uyarm a kanalları karşılaş­
tırılm aktadır.
İnşaat sektörünün üretim yapısı içinde diğer sektörler ile yurtiçi aragirdi
ilişkileri yani geriye bağ (diğer sektörlerin üretim ini uyarm a) etkileri orta d ü ­
zeydedir. Bu nedenle inşaat sektörünün dolaylı istihdam etkileri de düşüktür.
E konom ide istihdam yaratm a etkisi canlanm a yılı 2002'ye göre kriz yılı 2009'da
yarıya inm iş, etki kanalları d a azalm ıştır. İnşaatın toplam istihdam etkisi b ü yük
ölçüde (yüzde 60-70 dolayında) kendi üzerindeki istihdam etkisinden kaynak­
lanm aktadır, Çok d ah a d ü şü k dü zey d e olm akla birlikte, diğer etki yollarının
başında inşaatın im alat sektörleri kanalıyla ticaret sektöründe ve ağaç-m obilya
sektörü kanalıyla tarım sektöründe istihdam uyarm ası gelm ektedir.
İnşaat sektörünün 2009'da istihdam yaratm a etkilerinin zayıflam asının hem
aragirdi dışalım ı geriye bağ etkisinin artm asıyla hem d e b u n u n kanallarının çe­
şitlenm esiyle örtüşm esi ilginçtir. İnşaatın ekonom ide uyardığı aragirdi dışalım ı
etkilerinin de y ü zd e 60 kadarı k endisinden kaynaklanm aktadır. İnşaat faaliyetle­
ri y u rtd ışın d an ağırlıklı olarak dem ir-çelik, enerji (petrol, elektrik) ve m etalik ol­
m ayan m ineral alim ini u yarm aktadır. Özellikle enerji dışalım ı, inşaatın üretim ini
uyardığı im alat sanayi sektörleri yoluyla da uyarılm aktadır. Ticaret faaliyetle­
rinin dışalım ı da kapsadığı d ü şü n ü lü rse inşaat sek törünün ticaret sektöründe
istihdam uyarm asının bir kısm ının da y u rtd ışın d an aragirdi alım ından kaynak­
landığı düşünülebilir (G ünlük-Şenesen vd., 2014)
G örülüyor ki inşaat sektörü 2002-2009 dönem inde T ürkiye'nin ü retim yapısı
içinde kilit bir sektör değildir. Bu nedenle d o ğ ru d an ve dolaylı istihdam etkisi de
6 WIOD World Input-O utput Database çok sayıda ülkenin uzun dönemli girdi-çıktı verilerinin
türetilmesi ve uyumlaştırılmasıyla oluşturulm uştur. Bu veriler cari ABD doları cinsindendir. (h ttp ://
wwvv.wiod.org/new site/database/niots.htm )
Türkiye girdi çıktı verilerinin en yenisi TÜİK'de 2002, W IOD'da 2011 yılına aittir. Günlük-Şenesen
vd. (2014) çalışmasında WIOD-Türkiye 2002 ve 2009 yurtiçi verileri kullanılmıştır.
362
Prof. Dr. T uncer Bulutay'a Armağan
d iğer sektörlerin ö n ü n d e değildir. Bu d u ru m u n 2009 sonrasında düzelm iş ola­
bileceği akla gelebilir. B unu çok güncel girdi-çıktı verisi olm adan sm ayam ayız,
am a 3. ve 4. bölüm lerdeki yakın dönem bulgularım ız b u beklentiyi desteklem e­
m ektedir.
6. Genel D eğerlendirm e
Türkiye'de yakın dönemdeki inşaat faaliyetleri hem büyük ölçekli hem de kamu po­
litikası aracı olması nedeniyle gündemdedir. Bu çalışmada bu inşaat atağının 2000'li
yıllarda büyüme ve istihdam üzerindeki sonuçları büyümenin bileşenleri yaklaşımıyla
irdelenmiş ve üretim yapısı içindeki konumu tartışılmıştır. Bulgularımıza göre bir yatı­
rım faaliyeti olarak beklentilere duyarlı olan bu sektörün genel büyümeye katkıları hem
çok değişkenlik göstermekte, hem de diğer sektörlerin önüne geçmemektedir. Benzer göreli
konum doğrudan istihdam için de geçerlidir. Üretim yapısı ile istihdam üzerindeki dolay­
lı etkiler de güçlü değildir. Kuşkusuz inşaatın (ya da başka bir sektörün) etkileri bunlarla
sınırlı değildir.
B ulutay (2013:53,91)'da d a vurgulandığı gibi, inşaat faaliyetleri b ü y ü k kent­
lerde ran t yaratım ı ile toprağın, servetin, gelirin yeniden bölüşüm iinü d ö n ü ş­
türm ektedir. Ülke çapında çevre do k u su n u , doğal kaynak (örneğin su, toprak)
ve enerji kullanım ını etkilem ektedir. B unların yanı sıra TO K İ'nin faaliyetlerinin
özellikle orta ve küçük bo y kentlerde yerel iktisadi, siyasi ve toplum sal yaşam
üzerindeki etkileri d e araştırılm ayı bekleyen konulardır.7
7 EKÜMENOPOLİS belgeseli (h ttp ://w w w .ekum enopolis.net/#/tr_T R ) Tuncer Bulutay'ın ısrarla
dikkatimizi çektiği iktisat, sosyoloji, hukuk, siyaset, sanat ve edebiyat ilişkisine,MÜLKSÜZLEŞTİRME
AĞLARI VERİ TABANI (http ://m u lk s uzlestirme.org) ise kam usal veri üretim ine bir örnektir.
363
Türkiye İnşaat Sektörünün Büyüme ve istihdama Katkısı / Ümit ŞENESEN, Gülay Günlük ŞENESEN
KAYNAKLAR
Bulutay, T. (2005) İktisattaki Yeni Gelişmelerin Işığında İktisat Eğitimi", Uygur, E. (der.)
İktisat Eğitimi, (Ankara: Türkiye Ekonomi Kurumu) içinde s.1-45.
Bulutay, T. (2013) "Eski ve Yeni Büyüme Etkenleri ve Türkiye'nin Büyümesi", Aşıcı, A.
A. vd. (der.) Ümit Şenesen'e Armağan Paylaşımlar: Sayılarla Türkiye Ekonomisi,
İstanbul: Literatür, s. 3-115.
Günlük-Şenesen, G. (2002) "Budgetary Trade-offs of Security Expenditures in Turkey",
Defence and Peace Economics, 13/5,385-403.
Günlük-Şenesen, G., T. Kaya, Ü. Şenesen (2013) "İnşaat Kesimi İstihdam mı Yaratıyor,
Dışalım mı Uyarıyor?", Ekonomi-tek, 2 /3 , s.23-46.
Günlük-Şenesen, G., T. Kaya, Ü. Şenesen (2014) "Structural Path Analysis of the Turkish
Construction Sector: Implications for Jobless Growth w ith Imports" (yayımlanmamış
çalışma)
364
Ç izelge 2. Büyüm enin Y ü zde Bileşenleri: Tüm S ektörler
D iğer
Yıl
Elektrik,
U la ş­
gaz,
tırm a,
Mali
G ayri­
K am u
Sağlık
to p lu m ­ p e r­
depo­
aracı
m enkul,
yönetim i,
işleri
sal ve
sosyal,
Tarım ,
M ad en ­
buhar
avcılık
cilik
ve
ve
O teller
la m a
k u ru lu ş­
ve
ve
sıcak su
p e ra ­
ve
ve
ların
o rm an ­ Balık­
Taşocak­
İm alat
üretim i,
kende
L okan­ h a b e r­
faaliyet­
sahip-
faali­
sosyal
cılık
çılık
çılığı
Sanayii
dağıtım ı
İnşaat
ticaret
talar
leri
liği
yetleri
güvenlik
Eğitim
T optan
leşm e
K onut
kiralam a
savunm a,
ve
kişisel
ve iş
zoru n lu
sosyal
hizm et
Eviçi
sonel
çalış
tiran
hiz­
faali­
h ane
S ektörler
m etler
yetleri
halkları
toplam ı
-100
1999 -24,2
-0,4
-2,3
1-42,5
] 10
-6,4
-45,0
] -15,6
13,6
1 53
7,1
-4,9
4,0
1,2
-0,2
0,8
-0,2
2000 13,8
-0,3
-0,2
25,6
13
43
15,6
5,4
20,8
5,7
4,1
0,9
1,4
-0 3
0,4
0,8
0,1
100
2001 -22,3
0,1
-1,4
1-41,4
] 1,5
-23,0
-49,2
|3 ,1
-1 0 3
30,0
4,6
1,7
5,3
2,2
1,1
1,0
0,1
-100
2002 21,2
-0,7
-0,4
13,1
U
2003 -5,9
0,3
-0,4
143,1
]2 ,1
13,7
16,0
0,8
29,8
-11,9
4,0
5,9
0,4
2,1
2,0
2,4
0,3
100
9,6
31,1
-3,6
27,1
-10,3
4,2
3,0
-0,7
0,1
0,2
-0,1
0,1
100
0,3
0,3
29,6
1,4
8,4
18,7
1,6
15,9
12,1
23
3,8
1,3
0,3
-0,1
0,8
0,2
100
1,0
0,8
23,3
3,1
6,5
15,1
0,1
19,7
13,8
23
3,4
-2,3
1,1
23
1,0
0,2
100
2006 1,8
0,2
0,5
27,1
2,3
14,8
11,4
0,7
13,4
16,8
1,9
4,9
0,1
1,4
0,7
1,9
0,2
100
2007 -14,4
0,0
13
28,4
2,8
7,7
16,0
0,9
213
19,4
2,2
8,7
0,8
2,0
0,4
1,8
0,4
100
2008 32,5
-1,4
3,4
-2,9
6,1
-42,8
-16,0
-3,1
17,2
172,0
18,9
17,4
0,9
1,9
3,1
2,2
0,7
100
2009 9,4
0,0
-1,5
1-49,2
1-2,0
-27,4
-38,6
2,0
-30,6
25,8
3,6
43
2,5
1,1
1,1
-0,5
0,1
-100
2010 2,6
0,1
0,4
35,1
1,7
10,6
18,5
0,1
16,9
9,1
1,1
3,2
0,2
0,1
0,2
0,2
0,1
100
2011
6,4
0,1
03
27,2
2,0
7,4
16,1
2,0
17,3
12,8
1,0
3,9
1,3
1,1
0,7
03
0,1
100
2012
12,0
0,6
0,2
18,0
3,2
1,4
0,0
23
20,0
16,5
3,4
10,7
4,5
3,5
2,7
0,4
0,4
100
0,2
-0,5
19,5
0,6
8,6
13,1
3,7
103
25,1
13
5,4
2,7
1,8
1,4
0,6
0,2
100
2013 5,9
N o t 1: G riye b o y an m ış satırlar b ü y ü m e n in eksi o ld u ğ u
N ot 2: B ileşenlerin -değerleri b ü y ü m e ya d a küçülm e içindeki ö n em lerine göre farklı pun to larla
y ılla n d ır.
gösterilm iştir.
365
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
2004 3,2
2005 8,3
Yıllar
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
20032015
Yıllar
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
(1)
Tarım
5 014
4 653
4 546
4 621
4 752
5 084
5412
5 301
5 204
(2)
Sanayi
4 241
4 362
4 403
4 537
4 179
4 615
4 842
4 903
5 101
Bin kişi
(3)
İnşaat
1 097
1 192
1 231
1 238
1 305
1 434
1 680
1 717
1 768
% 38
% 20
% 61
(11)
Tarım
_
-7.2
-2,3
1,6
2,8
7,0
6,5
-2,1
-1.8
(4)
(5)
Hizmetler TOPLAM
19 633
9 281
9 726
19 933
10 029
20 209
10 208
20 604
20 615
10 380
10 725
21 858
23 266
11 332
12 016
23 937
24 60
12 528
% 35
(6)
Tarım
25,5
23,3
22,5
22,4
23,1
23,3
23,3
22,1
21.2
istihdam içindeki paylan
(10)
(7)
(8)
O)
inşaat
Hizmetler TOPLAM
Sanayi
5,6
47,3
100,0
21,6
48,8
100,0
21,9
6,0
100,0
21,8
49,6
6,1
22,0
6,0
49,5
100,0
6.3
50,4
100,0
20,3
49,1
100,0
21,1
6.6
7,2
48,7
100,0
20,8
7,2
50,2
100,0
20,5
50,9
100,0
20,7
7.2
% 25
Değişme Yüzdesi (%)
(12)
(13)
(14)
(15)
inşaat Hizmetler TOPLAM |
Sanayi
_
_
_
_
8,7
4,8
1,5
2,9
3,2
1.4
0,9
3,1
0,6
2.0
3,0
1,8
1,7
0.1
-7,9
5,3
10,4
6,0
9,9
3,3
6.4İ
17,1
5,7
4,9
6,0
2,9
2.2
1.3
4,0
2.9
4.3
2.8
İstihdam değişiminin bileşenleri (%)
(18)
(19)
(16),
(17)
inşaat
Hizmetler TOPLAM
Tarım
Sanayi
-I
«I
31,9
100
-120.5
40,3
148,3
-38.7........ 14,9
13,9
109,9
100
45,3
100
18,8
34,0
1.9
618,0
1602.8
100
1221,8
-3342,6
10,4
26,7
35,1
27.8
100
43,1
100
23,3
16,1
17,5
5,6
101,9
100
-16,6
9,1
7.6
77.1
100
-14.6
29.9
Türkiye İnşaat Sektörünün Büyüme ve İstihdama Katkısı / Ümit ŞENESEN, Gülay Günlük ŞENESEN
366
Ç izelge 3. İn şa a t Sektöründe İstihdam : 2005-201
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞININ ÖNCESİ VE
SONRASINDA EKONOMİ
Erdinç TOKGÖZ
GİRİŞ
Türkiye, 2013 yılında T ürkiye C um h u riy eti'n in k u ru lu şu n a giden yolda aşıl­
m ış üç b ü y ü k olayın 90. yılım yaşadı: B unlar Türkiye İktisat Kongresi (17 Şubat
- 4 M art 1923), Lozan Barış A ntlaşm ası (24 T em m uz 1923) ve C um h u riy et'in İla­
m dır (29 Ekim 1923).
Bu yıl yani 2014 yılında ise; insanlık tarihinin ilk b ü y ü k kanlı savaşının
(1914-1918) yüzüncü yılını yaşıyoruz. Bu savaş esas olarak H ristiyan A vrupa'yı
oluşturan ülkeler arasında ceryan etti. A vrupa İtilaf Devletleri ve İttifak D evletle­
ri diye ikiye b ölündü. İtilaf D evletleri, B.Britanya İm paratorluğu, Fransa, Rusya,
Sırbistan, İtalya, R om anya, Japonya ve ABD (N isan 1918'de katıldı)'den oluş­
m uştu. İttifak D evletleri içinde A lm anya, A vusturya - M acaristan İm paratorlu­
ğu, O sm anlı İm paratorluğu ve B ulgaristan yer alm ıştır.
1914 yılının ortasm da patlak veren b u "D ünya Savaşı'nın bir g ö rü n ü r bir­
de görünm ez iki tem el nedeni vardı." G ö rü n ü r nedeni A vusturya-M acaristan
İm p arato rlu ğ u 'n u n b ir eyaleti olan B osna'nın başkenti S araybosna'da A rşidük
Franz F erdinand ve karısının bir Sırp milliyetçisi tarafından 28 H a ziran 'd a öl­
d ü rü lm ü ş olm asıydı. C inayette Sırp gizli servisinin parm ağı o ld u ğ u anlaşılınca
A vusturya-M acaristan Sırbistan'a 26 Tem m uz 1914'de savaş ilan etti. A rdından
A lm anya 1 A ğustos'ta Sırpların koruyucusu olan R usya'ya ve 3 A ğustos'ta da
F ransa'ya savaş ilan etti. Bir g ü n sonra Belçika ve L uxem burg'u işgal eden Al­
m anya ard ın d a n İngiltere'ye savaş ilan etti.
F ransa'nın m üttefiki olan İngiltere 4 A ğustos g ü n ü A lm anya'ya savaş ilan
etti. A ğustos ayı içinde b u karşılıklı m eydan okum alar devam ederken; u zu n
süren bir kararsızlık-tarafsızlık sürecini bozan Enver P aşa'nm O sm anlı Devleti,
1 Kasım 1914'de A lm anya'nın yanında savaşa girdi. Savaşm son yılında N isan
1918'de, ABD İtilaf D evletleri yanında A lm anya'ya savaş ilan etti.
1914-18 arasm da savaşan ülkelerin silah altına aldığı insan sayısı 65 m ilyon
kadardı. Yaklaşık 8 m ilyon askerin, 6,6 m ilyon sivilin öldüğü, 21 m ilyon askerin
yaralandığı-sakat kaldığı b u acım asız savaşın görünm eyen tem el nedeni "eko­
nom ik" idi.
367
Birinci Diinya Savaşının Öncesi ve Sonrasında Ekonomi / Erdinç TOKGÖZ
20. yüzyılın başında A vrupa ülkeleri dünyayı ve d ü n y a pazarlarını paylaşm a
kavgası içindeydi. Özellikle A lm anya söm ürgecilikte geç kalm ış olm anın, ham ­
m adde, ucuz iş gücü, güvenilir p az ar bulm anın, telaşı ve heyecam içindeydi.
Kısacası A vrupa D evletleri savaş öncesi yıllarda birbirlerine güveni olm a­
yan ü stü n lü k arayışı içinde, tam bir bloklaşm a halindeydiler. D ünya kam uoyu
A v ru p a 'd a bir çatışm a olacağını görüyordu. A ncak b u kad ar u zu n ve yıkıcı ola­
cağı akla gelm em işti. Savaş öncesinde İngiltere denizlerde, A lm anya ve Rusya
karada kuvvetliydi.
Savaş sonrasında yeni bir dev güç ABD ortaya çıkarken; d ö rt im paratorluk
Rus, A lm anya, A vusturya-M acaristan ve O sm anlı İm paratorluğu tarihe karıştı.
Tuncer BULUTAY'ın ifadesiyle, "Tarihin bir dönem inde çok başarılı olan to p ­
lum lar zam an içinde gerilere düşebilirler ve d üşm üşlerdir." (Bulutay,45)
Ç alışm am ızı üç ana bölüm de yürütm eye çalıştık. Birinci ana bölüm de "Bi­
rinci D ünya Savaşı öncesinde D ünya ve O sm anlı Ekonom isi" ikinci bölüm de
"Savaş Yıllarında D ünya ve O sm anlı Ekonom isi" ve üçüncü ana b ölüm de "Savaş
Sonrasında D ünya ve O sm anlı Ekonom isi".
I. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİNDE DÜNYA VE
OSMANLI EKONOMİSİ
Bu bölüm de önce Birinci D ünya Savaşı öncesinde genel olarak dü n y a eko­
nom isini özel olarak lider ülkelerin yer aldığı A vrupa kıtasının d ü n y a ekonom isi
içindeki yerini belirlem eye çalışacağız. Sonra coğrafi olarak A v ru p a'y a kom şu
olan fakat ekonom ik gelişm e düzeyi itibariyle A v ru p a 'd an çok uzak kalm ış olan
O sm anlı ekonom isini ele alacağız.
1. Dünya Ekonomisi ve İk tisa t
18. yüzyılın ikinci y an sın d a İngiltere'de başlayan "Sanayi D evrim i" 19. Yüz­
yıl boyunca A v ru p a 'd a ve K uzey A m erika'da devam etti. Sanayi devrim iyle kö­
m ü r enerjisi, dem ir-çelik, buharlı m akinalar, dem iryolları, gem icilik, dokum acı­
lık gibi alt sektörler öne çıktı.
Dışa açık serbest piyasa düzen in egem en o ld u ğ u A vrupa ülkelerinde sana­
yileşm eyle, yeni enerji kaynaklarına ve ham m addeye olan talep arttı. Sanayi
sek törünün ihtiyaçlarını karşılam ak için A vrupa ülkeleri d ü n y a topraklarım ara­
larında bölüştü. Serbest ithalat ve serbest ihracata dayalı bir bü y ü m e süreci yaşa­
yan A vrupa ülkeleri söm ürgecilik politikalarını 1914'e kad ar devam ettirdi.
Barış içinde hızla zenginleşen A v ru p a ülkeleri gizli fakat yoğun b ir p azar
paylaşım kavgası-rekabeti içindeydi. "A ncak A vrupa ticaret ve yatırım konula­
rında diğer bölgelerle öylesine iç içe bir bağlılık içindeydi ki, d önem in çok sayıda
368
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
etkin kişisi bir savaşın başlam ası d u ru m u n d a birkaç hafta içinde b u n u n sona ere­
ceğinden son derece em indirler." (Freidm an,17) Zira dü n y ay ı yöneten zenginler
ve zengin devletlerin finansal piyasaları savaşın uzam asm a izin verm eyecektir,
kanısı yaygm dı. Ç ünkü başta İngiltere olm ak üzere, b u ülkelerde kurulu devlet
d ü zen in d e "Liberalizm "in gereği olarak; b ü y ü k serm aye, b ü y ü k toprak sahipleri
ve güçlü aracıların egem enliği vardı. D evlet sadece "Jandarm alık" yapıyor, içte
ve dışta egem en güçleri koruyordu.
1870'lerden 1914'e kadar, İngiltere'nin öncülüğünde k urulm uş olan ve d ü n ­
y ada egem en olan para sistem i "alü n stan d ard ı" sistem iydi. Bu sistem in tem el
özelliği h er ülkenin ulusal parasının birim değerini belirli ağırlıkta "saf altın"
cinsinden tanım lanm asıdır. (Seyidoğlu,9) Bu sistem in işleyişinde tem el ilke, altın
ihracatı ve ithalatm ın serbest olm ası, yani devletin piyasaya m üdahalesinin ol­
m am asıdır. Sistem in işleyişinde altın sikkeler yanında altm a dönüşebilen bank­
notlar kullanılıyordu.
Sistem in belirleyici m erkezi Londra, egem en parası da "İngiliz Sterlini"ydi.
D ünyanm ilk m erkez bankası olan Bank of E ngland (1694) d ü n y ad a geçerli olan
faiz oranlarını dolayısı ile serm aye hareketlerini belirleyen bankaydı.
D ünyanm istikrar içinde büyüm esinde ve ticaretin gelişm esinde "altın para
sistem i" belirleyici olm uştu. 1870-1914 arasında kesintisiz egem en olan bu sis­
tem , savaş yıllarında askıya alınm ıştı. Savaş sonrasında altın külçe sistem e geri
dö n ü ld ü . A ncak uygulam a kısa sürdü. Önce "B üyük B uhran", sonra İkinci D ün­
ya Savaşı sistem kalm aya izin verm edi.
İngiliz donanm asının gücü serm ayenin dünyayı serbestçe dolaşabilm esini
sağlıyordu. Serm aye serbestçe dünyayı dolaştıkça yeni piyasalar oluşuyor, yeni
kazanç kapıları açılıyordu.(K uruç,5)
1914 öncesinde A vrupa ülkelerinin, ülkeleri dışm a ihraç ettikleri serm aye
m iktarı 9,4 m ilyar sterline ulaşm ıştı. Bu serm ayenin %43'ü İngiltere, %20'si Fran­
sa ve % 13'ü A lm anya kaynaklıydı. Bu serm ayenin bölgesel dağılım ı şöyleydi:
A vrupa kıtası %27, K uzey A m erika %24, Latin A m erika %9, Asya %16 ve %14
A frika-O kyanusya... Bu tasnifte Rusya ve O sm anlı İm paratorluğu A vrupa için­
de yer alm ıştı. (Sönm ez,54)
A lm anya 19. yüzyılın son u n d a ve 20. yüzyılın başm da donanm a kurm ayı ve
güçlü bankaları faaliyete geçirm eyi tam am layarak; İngiltere ile rekabete girişti.
Bu iki ülke ilk p az ar paylaşım ı yani söm ürgeleştirm e kavgasını, G üney A m erika,
B alkanlar ve O sm anlı toprakları üzerine yaptılar.
Savaş öncesinde Ç ar II. N icola'nm R usyası bir avuç varlıklı kesim ile yoksul
halk çoğunluğu arasında b ölünm üştü. Savaş öncesinde İngiltere ve Fransa ile
çıkar kavgası içinde olan Rusya, savaşta yanyana oldular.
369
Birinci Dünya Savaşının Öncesi ve Sonrasında Ekonomi / Erdinç TOKGÖZ
1914 öncesinde kabına sığm ayan, çığ gibi b ü yüyen ve yayılan Batı A vrupa
devletlerinde iki tem el gelişm işlik göstergesi ortaya çıkmıştı:
1. M akine teknolojisinin gü n lü k yaşam a girm esi,
2. Bilimin "yükselen değer" olarak toplum ca benim senm esi.
K onuya geniş b ir açıdan bakan T.B ulutay'a göre; "Son iki yüzyılda dü n y ad a
yaşanan büyüm e ve gelişm e fizik serm ayenin azalan getirisinin üstüne çıkan;
onu aşan serm aye birikim leriyle sağlanabilm iştir. Bu serm aye birikim lerinden
birisi beşeri serm ayede, diğeri bilgide gerçekleşm iştir." (Bulutay,70)
Bilim adam ları önce ekonom ide verim liliğin ve yeniliğin yaratılm asın­
da öncülük ederken; d ah a sonra savaş-silah sanayinin em rine girerek, "Batı
U ygarlığı"nın bir kan em en canavara dönüşm esinde aktif görev aldılar.
2. Osmanlı Devleti'nde Ekonomi
O sm anlı toplum u "Merkantilizm"i ve "Sanayi Devrimi"ni yaşam am ış,
20.yüzyılın başında "yan-sömürge", ilkel bir tarım toplum uydu. D evlet kapitü­
lasyonların getirdiği engeller nedeniyle dışa bağım lılıktan kurtulam am ış dış ve
iç borçla ayakta du rm ay a çalışmıştı.
Ü lkede egem en olan İktisadi düşünce, M ekteb-i M ülkiye'de ders veren ve
Sultan A bdülham it'in m ali işlerini y ü rü ten Portakal M ikail ile Sakızlı O hannes'in
sav u n d u ğ u 19.yüzyıl liberalizm iydi. O nlara göre O sm anlı top lu m u tarım ve ti­
carete öncelik verm eli, sanayileşm eye girişm ek israfa yol açar, ülkeyi yoksullaştırırdı.
20.yüzyılın başında, 1908 D evrim i sonrasında ku ru lan İttihat ve Terakki H ü ­
k ü m etinde dönem dönem , 4 kez M aliye Bakanlığı yapan C avit bey, (arkadaşları
Rıza Tevfik, A hm et Şuayip) dışa açık liberal düzeni gerekli g ö rüyor ve devletin
ekonom iye m üdahalesini gereksiz buluyorlardı.
Him ayeci politikalarla sanayileşm elerini tam am layan ülkelerde refah, zen­
ginlik artarken; tarım a dayalı ekonom ilerde -ülkelerde- yoksulluk devam edi­
yordu. M addison ve P am u k 'u n hesaplam alarına göre, 1913'de A BD'de kişi başı­
na gelir 5300 dolar, sanayileşen ülkelerde 3960 dolar iken: T ürkiye'de 1150 dolar
kadardı. (P am uk,148) İnanm ak zor!
O sm anlı İm p arato rlu ğ u 'n u n son barış yılı olan 1913'de toplam nü fu su 16
m ilyon, do ğ u m d a yaşam beklentisi 33 yıl, toplam işgücü içinde tarım sektörü­
n ü n payı %75-80, GSYH içindeki payı ise %50 civarındaydı (P am uk,157). O k u r­
yazarlık oranı ise %10 kadardı.
370
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
1908 D evrim iyle ülke yönetim ini ele alan İttihat ve Terakki H üküm eti yarısöm ürge d u ru m u n d a bir ekonom ik düzen devr almıştı. Ülkenin iç ve dış ticareti,
im alathanesi, dem iryolları, büyük bankaları, lim anlan, fenerleri, elektrik, su, tram ­
vay, havagazı, m adencilik gibi alanları yabancı im tiyazlı şirketlerin elindeydi.
Yabancı ülke ve serm aye sahiplerin denetim inde olan O sm anlı Bankası
D üyun-u U m um iye İdaresi ve Reji İdaresi gibi im tiyazlı kuruluşlar, ülke ekono­
m isini denetim altında tutm aktaydı.
Lövantenler, beratlı tüccarlar ve H ıristiyan O sm anlılar b ü y ü k p a ra la n A vru­
pa kentlerinde değerlendirm e yanında, İstanbul, İzmir, Trabzon gibi lim an kent­
lerinde gösterişli konaklar inşa etm ekteydiler.
Tarım:
1914 öncesinde O sm anlı Devleti, Ç arlık R usya'sının kışkırtm ası ve him ayesi
altında Balkan topraklarını kaybetm işti. Böylece ulusal d ü zey d e toplam tarım
üretim i ve tarım a dayalı vergi gelirleri önem li ölçüde azalm ıştı. Toplam ihracat
içinde tarım sal ürünlerin payı %90 düzeyinde olm ası sonucu ülkenin toplam ih­
racatı d a azalm ıştı.
20.yüzyılın başm da O sm anlı İm paratorluğu ile A lm anya arasında (İm para­
tor Il.VVilhelm'in girişim iyle) kurulan olum lu siyasal ve ekonom ik ilişkiler sonra­
sında "A n ad o lu b ö lg esi A lm anya için b ir tah ıl am barı o larak önem k azan d ı."
A nadolu D em iryolu Şirketinin faaliyete geçm esiyle A lm an şirketleri "yüksek
nitelikli tohum lar ve tarım sal araçlarm kullanılm asını sağlayarak ve sulam a p ro ­
jeleri başlatarak, üretim de verim artışı elde edildi. (Pam uk,35)
1914 öncesinde A n ad o lu 'd a tarım ın en fazla piyasaya d ö n ü k üretim yaptığı
(kapitalistleştiği) bölge A dana-Ç ukurova bölgesiydi. A nadolu topraklarının b ü ­
yük kesim inde "Feodal dü zen " egem endi. A şar vergisi ve m ültezim lik tarım da
m odernleşm eyi, pazara açılm ayı engellem işti. Ulaşım ve haberleşm e yetersizliği
çiftçilerin içe d ö nük üretim le yetinm esine yol açmıştı.
H em en h er bölgede tahıl ekim i bitkisel üretim de öne çıkar ken; ekilebilen
alanların bir kısm ı m era bir kısm ı d a bataklık halindeydi. Geniş m era hayvancılı­
ğı yapılırken doğal gübrenin b ir kısm ı yakıt olarak kullanılıyordu. (Tokgöz,5)
D erebeyler, ağalar, tefeciler... özellikle D oğu ve G üneydoğu A nad o lu 'd a
köylüyü toprağıyla birlikte egem enliği altına almıştı.
1908-1913 dönem inde, özellikle İstan b u l'u n ihtiyacı için h er yıl ortalam a 75
bin ton un, 65 bin ton pirinç ve 10 bin ton b u ğ d ay ithal edilm ekteydi. (Tokgöz,6)
Toplam tarım sek tö rü n ü n %20'si, D üyun-u U m um iye ve Reji İdaresi'nin deneti­
m inde ihraç ediliyordu.
371
Birinci Dünya Savaşının Öncesi ve Sonrasında Ekonomi / Erdinç TOKGÖZ
İttihat ve Terakki hüküm etleri tarım da üretim i artırm ak için çiftçiye yol
gösteren-kredi veren Z iraat B ankası'nın olanaklarını ve faaliyet alanlarını geniş­
lettiler. 1914 yılında y ü rü rlü ğ e konan Z iraat Bankası K anunu ile bankanın yeni­
d en yapılanm ası sağlandı. Ayrıca "m illi ik tisa t" görüşü d o ğ ru ltu su n d a M üslü­
m an n ü fu su n yerel dü zey d e banka kurm ası özendirildi. Bu çerçevede 1909'da
Konya Milli İktisat Bankası ve 1914'de Milli A ydın Bankası faaliyete geçti.
1908-1918 dönem inde kooperatifçilik yoluyla çiftçiyi satış ve kredi koope­
ratifleri yoluyla örgütlem ek ve aracılar karşısında güçlendirerek, çiftçilerin te­
feciye, tüccara ve sarrafa yüksek faizle borçlanm asının önüne geçilm ek istendi.
D önem in ünlü kooperatif d ü şü n ü rü Etem NEJAT, kooperatifler aracılığı ile ser­
m aye birikim i sağlanacaktır, diy ordu. (Toprak,214)
20.yüzyılın başında yarı-söm ürge bir tarım top lu m u olan ülkede toplam
ihracatın %90'nı tarım ürünlerinden; tütün, pam uk, afyon, fındık, teftik, kuru
üzüm -incir ve m eşe p alam u d u n d a n oluşm aktaydı.
Sanayi:
O sm anlı İm paratorluğu yönetim i 19.yüzyılın ilk yarısı içinde sarayın ve or­
d u n u n tem el ihtiyaçlarını karşılam ak için İstanbul'da kam u serm ayeli sınai tesis­
ler kurdu. 1810'da Beykoz deri eşya, 1835'de İstanbul Feshanesi, 1845'de H ereke
kum aş, 1850'de Bakırköy bez faaliyete geçmişti. (Tokgöz,b,369)
Geniş halk kitlelerinin özellikle İstanbul halkının ihtiyaç d u y d u ğ u tem el
sınai m allar ithal ediliyordu. 1914 öncesinde düzenli olarak ithal edilen sm ai
m allar şöyleydi: Un, şeker, kahve, çay, bez, kum aş, p am u k ipliği, köm ür, petrol,
m akineler, dem iryolu m alzem eleri gibi.
Dış ticaret b üyük ölçüde d eniz yoluyla yapılıyordu. İstanbul ithalatın, İzm ir
ise ihracatın lim anıydı. İç ticarette olduğu gibi him ayeci g ü m rü k tarifelerinin ol­
m adığı dış ticarette yabancı serm ayeli im tiyazlı şirketlerin ve kısm ende H ıristi­
yan O sm anlıların denetim indeydi.
Yüzyıl boyunca sanayileşm iş ülkelerin sınai m allarının açık pazarı olan ül­
kede, yerli sanayi girişim leri, dış rekabete dayanam am ış ve kapanm ıştır. K oru­
yucu g ü m rü k d uvarları olm ayan ülke pazarlarını, m akine teknolojisiyle üretilen
ucuz A vrupa m alları istila etm iş ve zanaatlere dayalı yerli üretim b ü y ü k çapta
azalm ış veya son b ulm uştur.
Balkan savaşları sonrasında H ü k ü m et dışa açık serbest piyasa düzeni yerine
konacak "m ü d ah aleci d ev let k a p ita liz m i" oluşturm aya girişti. Bu am açla belir­
lenen önlem ler şöyleydi. (Pam uk,144)
M iislüm an-Türk tüccarların örgütlenm esi,
G üm rük d u varlarının yükseltilm esi,
372
Prof. Dr. T ünce r Bulutay'a Armağan
Tarım da ve sanayide ithal ikam esine gidilm esi,
U lusal ve yerel b ankaların kurulm asının özendirilm esi.
H ü k ü m et b u d ö rt tem el hedefi kapsayacak şekilde hazırlanan Teşvik-i Sana­
yi K a n u n u 'n u n A ralık 1913'de yü rü rlü ğ e girm esini sağladı.
Ü lkede yetişm iş girişim ci, işgücü ve birikm iş serm aye olm adığından, ser­
best piyasa düzeni içinde teşvik y asasından beklenen sonuç alınam adı. Yaratılan
olum lu o rtam dan gayri m üslim ler ve lövantenler yararlandı.
1914 öncesinde ülkede k urulm uş b ü y ü k sınai işletm eler pam uklu, yünlü ve
ipekli tekstil dallarında iplik, bez ve kum aş üreten fabrikalardı. Toplam üretim in
yarısından fazlası Selanik ve çevresinde toplanm ıştı. Benzer işletm eler İstanbul,
A dana ve İzm ir'de de faaliyet gösteriyordu. (P am uk,142)
Tekstil dışında gıda m addeleri, yağ ve sabun, çim ento ve tuğla-inşaat m alze­
m eleri üreten im alathaneler vardı. T oplam sinai işletm elerin %55'i tekstil ve gıda
işletm elerinde oluşuyordu.
K adın işçilerin yaygın olarak çalıştığı alanlar dokum a, ham ipek ve tütün
işlem e gibi işyerleriydi. Özellikle yabancı serm ayenin egem en olduğu büyük
ölçekli işletm elerde grev eylem leri karşısında, 1909 yılında grevleri yasaklayıcı
Tatii-i Eşgal K anunu çıkarıldı.
1913
sanayi sayım ı T ürkiye'nin 1923 sınırları içinde h er biri 10 ya da daha
çok işçi çalıştıran 560 sinai tesis vardı. Bu k u ruluşlarda yaklaşık 35 bin kişi çalış­
m aktaydı. Y üzün ü stü n d e çalışanm olduğu işyeri sayısı 53 kadardı. (Tezel,93)
Teşviki Sanayi K anunu sonrasında sınai yatırım larda bir sıçram a olm adı.
Ancak sanayileşm e olgusu tüm boyutlarıyla ülke gündem ine girdi. Yaratılan
olum lu ortam sonrasında elde edilen kazanım ları şöyle sıralanabilir:
Sanayi istatistikleri üretildi,
A v ru p a 'd an sanayi uzm anları getirildi,
Sanayi m üfettişleri görevlendirildi,
M üttefik ülkelerin fabrikalarında çalışm ak üzere dışarıya işçi-öğrenci
gönderildi.
A lm anya'nın yanında savaşa girildikten sonra, savunm a sanayide ihtiyaç
d u y u lan elem anların yetişm esi için, 20 kişi A lm anya'ya staja gönderildi. Diğer
k am u k u ru m larıd a nitelikli elem an yetiştirm ek üzere benzer uygulam aya giriş­
tiler. (Toprak,201)
373
Birinci Dünya Savaşının Öncesi ve Sonrasında Ekonomi / Erdinç TOKGÖZ
Yabancı Sermaye:
1914
öncesi dönem de alınan dış borçlar dışında ülkeye 75 m ilyon İngiliz Li­
rası kadar yabancı serm aye geldi. Yabancı serm aye yatırım larının üçte ikisi k ad a­
rım dem iryolu şirketleri gerçekleştirdi.(Pam uk/104)
K apitülasyonların ve D üyun-u U m um iye İdaresinin yarattığı olanaklardan
y ararlanan yabancı girişimciler; bankacılık, ticaret, sigortacılık, lim an ve fener
inşaatı, su, gaz, elektrik, tünel-tram vay işletmeciliği gibi hizm et sektöründe, yük­
sek karlı alanlara girdiler.
Gelen toplam yabancı serm ayenin sadece % 10'u kadarı sanayi, m adencilik
ve tarım alanlarında üretim e öncülük eden d o ğ ru d an yatırım lardı.
A vrupalı serm ayedarlar O sm anlı H iik ü m eti'n d en veya valisinden izin al­
m aksızın ülkenin h er yerinde işletm e kurabiliyor, faaliyete geçebiliyordu. Bazen
A v ru p a 'd a işyeri olm ayan bir yabancı girişim ci, iş yeri açabiliyordu. Bu u y g u ­
lam a kapitülasyonları kaldıran 15 Ekim 1914 tarihli kanun yü rü rlü ğ e girinceye
dek devam etti.
Yabancı serm ayenin öne çıkan am acı, altyapı yatırım larıyla (dem iryolu, li­
m an) O sm anlı pazarlarına sınai m allarını ulaştırm ak, ucuz- kaliteli tarım sal ü rü n ­
leri toplayıp götürm ekti. Ayrıca dem iryolu inşaat firm aları, O sm anlı D evleti'nin
km garantisi uygulam asıyla yüksek karlar elde etm ekteydiler.
B ağdat dem iryolu inşaatıyla A nad o lu 'y u kucaklayan A lm an serm ayesi,
O rta ve G üneydoğu A n ad o lu 'd a yatırım lara girişti. Ö rneğin K onya-Ç um ra Sula­
m a Projesi'yle bölgeyi tahıl am barı olarak kullanm ayı öngörm üşlerdi.
Dış Borç:
I.
D ünya Savaşı öncesinde O sm anlı D evleti'nin birikm iş dış borç toplam ı 160
m ilyon İngiliz Lirası kadardı. (P am uk,123) Borçlanm a Paris, Londra, Frankfurt,
Viyana m enkul değerler borsasm da devlet tahvili satışlarıyla gerçekleşiyordu.
Genellikle "peşin ve yüksek faiz" uygulam asıyla ele geçen net borç sınırlı kalı­
yordu.
Dış borçların ülkelere göre dağılım ında %49 payla Fransa, %20 ile A lm anya
ikinci sırada yer alıyordu. (Özdemir,106)
B.
Ö zd em ir'in tespitine göre, savaş başladığında devlet bütçesi açıkla kapan­
m ıştı. Devletin O sm anlı lirası cinsinden 153,7 m ilyon dış borç ve 44.3 m ilyon iç
borç olm ak üzere toplam 198 m ilyon borcu vardı. Devlet borç bulm akta ve bütçe
açığım kapatm akta çaresizlik içindeydi. (Özdemir,106)
374
Prof. Dr. Tm c er Bulutay'a Armağan
II. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI YILLARINDA DÜNYA VE
OSMANLI EKONOMİSİ
26 Tem m uz 1914'de A vusturya-M acaristan'ın Sırbistan'a savaş ilanıyla baş­
layan ve tü m A v ru p a'y ı içine alan Birinci D ünya Savaşı A lm anya'nın Kasım
1918'de ard m d an diğerlerinin ateşkes antlaşm ası im zalam alarıyla, sona ermişti.
Bu bölüm de yaklaşık 4.5 yıl devam eden b u yıkıcı kanlı savaş yıllarında önce
dü n y a ekonom isinde sonra O sm anlı ekonom isinde m eydana gelen gelişm eleri
ele alacağız.
1. Savaş İçinde Dünya Ekonomisi
D ünya ekonom isi 1914 yılı öncesine dek A vrupa devletlerinin yönlendirdiği
serbest piyasa d üzeni içindeydi. Sistem in tem el dayanağı "altın stan d ard ı" para
sistem iydi.
Savaşta birlikte devletin ekonom ik m ali ve sosyal alanda zorunlu görevleri
ortaya çıktı. Özellikle savaşa giren h er ülkede topkeyün serbestlik ilan edilerek,
barış ekonom isinden savaş ekonom isi koşulları içine girildi. Ekonom ik kaynak­
ların kullanım ı ve dağılım ına kam u otoriteleri yön verm eye başlaym ca piyasa
d üzeni sona erdi.
Savaşa giren her ülke ne kad ar süreceği önceden kestirilem eyen "savaşın
finansmam"nın yollarım bulm aya öncelik verdi. Genel rağbet gören finansm an
yolları söyledi:
1. îç borçlanm a,
2. Kağıt p ara basm a,
3.01ağanüstü vergi yasaları,
4. H epsi b ir arada.
Savaş öncesinde A v ru p a 'd a özellikle İngiltere'de toplanan altınlar, savaşın
birinci yılından itibaren ABD'ye akm aya başladı. 1914'de d ü n y a altın rezerv­
lerinin %25'ine sahip olan ABD, savaş sonrasında 1919 sonuna doğru bu oran
%50'ye çıktı. (Kuruç,23)
Savaşın ikinci yılında İngiltere özellikle m üttefiklerine kaynak aktaram az
d u ru m a düşünce, A B D 'den borç alm aya başladı. Savaş uzadıkça İngiltere ve
Fransa, ABD'ye borçlanm ayı sü rd ü rd ü ler. Böylece d ü n y a finansal sistem inin
m erkezi olan İngiltere-L ondra'nın egem enliği ve belirleyiciliği sona ermişti.
İngiltere borçlarını altınla ödem eyi taah h ü t ederken, güçlü ülke anlayışı
içinde kağıt p ara basm aya gitm edi. Böylece savaş biter bitm ez altın sistem ine
dönüleceğini hesaplam ışlardı, olm adı. Evdeki hesap çarşıya uym adı.
375
Birinci Dünya Savaşının Öncesi ve Sonrasında Ekonomi / Erdinç TOKGÖZ
Fransa hızla artan kam u harcam alarm ı karşılam ak için yeni vergi koym a
veya vergileri arttırm a yoluna gitm edi. Para bastı, ard ın d a n kısa vadeli iç borç­
lanm aya gitti. Enflasyonla m ücadele başarısız oldu ve m ali kriz 1926'ya kadar
sü rd ü . A lm anya'da kolay yolu seçerek yeni vergiler koym ak yerine p ara basm a­
yı u ygun göm üştü.
Savaşın dışında kalan ve uzak olan ABD'nin b ü y ü k şirketleri ve bankaları,
m al ve silah satarak, borç vererek b ü y ü k karlar elde ettiler ve altın stoklarını
artırdılar. ABD ticaret gem ileri gece-gündüz A v ru p a'y a m al taşım ayı sü rd ü rd ü .
Ancak, Birinci D ünya savaşında askeri ve sivil hedefler arasında ayrım ortadan
kalkm ıştı. Önceki savaşlarda cephelerin uzağındaki yerleşim alanları vurulm azdı. Bu savaşta denizaltılar sivil-ticaret gem ilerini batırdılar, bom bardım an uçak­
ları sivil-sm ai bölgelerini bom baladılar.
A lm an denizaltılarının ticaret gem ilerini batırm ası, İngiltere'nin gıda m allan
ithalatını kısıtlam ası, iç üretim de düşüş, dağıtım kanalların da yaşanan tıkanm a­
lar, ülkede kıtlık ve açlıklara yol açtı. Bu darboğazı açm ak için İngiliz H üküm eti
T em m uz 1918'de et, sü t ve sü t ürünlerini karneye bağladı. Savaşan hem en her
ülkede derecesi değişsede, benzer sorunlar yaşanıyordu. A lm anya'da 1914-1919
arasm da yetersiz beslenm e ve açlıktan 700 bin kişi öldü.
A vrupa'ya m al taşıyan A m erikan ticaret gem ilerini üst üste A lm an denizaltıları batırınca, "zafersiz barış" peşinde olan Başkan VV.VVilson, zo ru n lu olarak
savaşa girerek "zaferli barış"a razı oldu. (Kuruç,23) ABD, R usya savaştan çeki­
lince İngiltere ve F ransa'nın yaranda yer alarak, 6 N isan 1917'de A lm anya'ya
savaş ilan etti. Bu k arar aynı zam anda A m erikan donanm asının ve uçaklarının
A m erikan ve İngiliz ticaret gem ilerinin güvenliğini sağlam asına olanak verm iş­
ti.
Savaşın birinci yılından itibaren savaşan ülkeler "savaş sanayi"nde b ü yük
yatırım lara giriştiler. İnsanlık tarihinin daha önce tanım adığı tahrip gücü yük­
sek silahlar ürettiler. Başlıcaları şöyleydi: A ğır bom bardım an uçakları, Tanklar,
(Somme Savaşı'nda İngiliz tanklarını gören Alman askerleri kaçtı) UB tipi d e­
nizaltılar, Zeplin benzeri SL hava araçları, Zehirli gaz ve M akineli tüfek (A lm an­
ların geliştirdi dakikada 60 m erm i a ta n / m aschinen geherg 08).
Savaş gereği olarak kam u harcam alarının hızla artm ası savaşan ülkelerde
fiyat istikrarını bozm uş ve enflasyon öne çıkmıştı. Enflasyon süreci ülkelere göre
farklılık gösterirken; bazı ülkeler enflasyonu dizginlem ek için "altın standardı"na
dönm eye çalıştı. A ncak savaşın uzam ası harcam aların kontrolden çıkm ası buna
olanak verm edi.
376
Prof. Dr. Tııncer Bulutay'a Armağan
Savaşan ülkelerin h er birinde halk işin başında savaşı ve hüküm etlerini des­
teklem işti. Savaş uzadıkça, savaşın yol açtığı felaketler karşısında halkta savaş­
tan b ıkh ve b ü y ü k acılarla karşılaştı.
Savaş o güne k ad ar görülm edik şekilde kadın nü fu su n istihdam ını gerekli
kıldı. 1914 yılında savaş sanayi alanında İngiltere'de 175 bin kadm çalışıyordu.
Bu sayı A ğustos 1917'de 750 bine çıktı (Westwell,112). Büyük ölçüde erkek çalı­
şanların yerine k adınlar alındı.
İngiltere ve F ransa'nın m üttefiki olarak savaşa giren Ç ar II.N ikola'nın Rusyası, savaş öncesinde bir avuç varlıklı ile b ü y ü k çoğunluğu tem sil eden yoksul
halk arasında bölünm üş bir ülkeydi. (Westwell,186)
Savaş öncesinde söm ürgeci İngiltere, Fransa ve R usya arasm da çıkar çatış­
m ası vardı. A ncak A lm anya'nın hızlı sanayileşm esi ve söm ürge aram aya baş­
lam ası karşısm da uzlaştılar ve birleştiler. İngiltere ve Fransa A lm anya'yı D oğu
C ephesinde zayıflatm ak R usya'ya ulaşan ikm al yollarm ı açm ak için Ç anakkale
ve İstanbul boğazlarını ele geçirip O sm anlı D evletini savaş dışı bırakm ak istedi­
ler. Bu am açla Şubat 1915 - H aziran 1916 arasm da önce denizden sonra karadan
İstanbul'a ulaşm aya çalıştılar.
Savaşın birinci yüm da 1.8 m ilyon asker kaybeden ve h er tü rlü ikm al m alze­
m eleri sıkıntısı içinde olan R usya'ya Ç anakkale'yi geçem edikleri için İngiltere ve
Fransa yadım ulaştıram adılar. A lm anya karşısm da başarılı olam ayan Ç ar asker­
leri K afkaslar üzerinden D oğu A nadolu'ya, Kars- E rzurum ü zerinden T rabzon'a
k ad ar geldiler.
Şubat ve Ekim devrim i sonrasında Bolşeviklerin iktidara gelm esi sonrasında
Lenin H üküm eti savaştan çekilm e kararını ilan etti. D oğu A n ad o lu 'd a ve Doğu
K aradeniz'de yayılm ış olan Rus askerlerini geri çağrıldı. D oğu cephesine barış
gelm esi sonrasında A nkara-M oskova arasm da em peryalizm e karşı m ücadele,
dayanışm a ve yardım laşm a dönem i başlam ıştı.
2. S a v a ş Y ı l l a r ı n d a O s m a n l ı E k o n o m is i
Birinci D ünya Savaşı yıllarında O sm anlı D evleti'nin siyasi lideri olan Talat
Paşa, anılarında savaşa niçin girdiklerini şöyle anlatıyor: "H ep im iz şu k an aatte
id ik k i m ev cudiyetini m uhafaza ed e b ilm esi için T ü rk iy e 'n in b öyle b ir A vrupa
d ev leti ile ittifa k etm esi e lze m d i... İlerlem iş b ir d ev letin yardım ı ile k en d i
m evcudiyeti ve te ra k k isin i tem in e d e b ilird i." (Ç avdar,329)
A ynı soruya İttihat ve Terakki yönetim inin üçüncü güçlü adam ı Cem al
P aşa'nın cevabı ise şöyle olm uştu: "H azin e tam tak ırd ı. Para b u la b ilm e k (ay­
lık verm ek) için ya b ir tarafa b o y u n eğm eli ya ö b ü r tarafla b irleşm eli id ik ."
(Atay,119)
377
Birinci Diinya Savaşının Öncesi ve Sonrasında Ekonomi / Erdinç TOKGÖZ
O sm anlı Devleti, savaş öncesinde ekonom isi çökm üş, cari giderlerini bile
karşılayam ayan, iç ve dış borçla ayakta d u ran , ulaştırm a altyapısı olm ayan ve ni­
hayet eğitim li savaşa hazır, çağdaş silahlarla donatılm ış bir o rd u su bulunm ayan
bir ülke d u ru m u n d ay d ı.
Savaş öncesinde m aliye bakanı C avit Bey ile Cem al Paşa Fransızlarla işbirli­
ğini önerirken, 33 yaşında G eneral ve H arbiye N azırı olan Enver Paşa ise A lm an­
larla yakınlaşm ıştı.
1913 yılından itibaren A lm anya'dan askeri eğitim için subay yardım ı baş­
ladı. Başta general Lim an Von Sanders olm ak üzere savaş yıllarında çok sayıda
A lm an subay O sm anlı silahlı kuvvetlerinde görev yaptı.
İttihat ve Terakki H üküm eti bir kararnam e ile 1 Ekim 1914'den itibaren mali,
iktisadi, idari ve adli alanlarında yabancılara verilm iş im tiyazları yani kapitülas­
yonları kaldırdı. A rdından ithalattan alınan g ü m rü k vergisi oranı %15'e çıkarıldı.
Bu oran ilerleyen yıllarda %30'a yükseltildi. G ü m rü k vergilerinde "ad valorem "
yöntem i terk edilirken, "sp esifik " vergilem eye geçildi. Savaşın yayılm ası sonra­
sında dış ticaret hacm i %80 azaldı. (P am uk,165)
23 M art 1916 çıkarılan bir yasa ile o güne k ad ar m ali işlem lerde Fransızca
kullanan yabancı şirketlerin işlem lerini, Türkçe yapm ası ve M üslüm an-T ürk m e­
m u r çalıştırm ası sağlandı. G enellikle yabancı serm aye şirketleri kendi ülkelerin­
d en elem an getiriyor ve yüksek ücretle çalıştırıyorlardı. (Toprak,79)
Savaşın ilk yılı içinde M aliye Bakanı C avit bey ayrılınca, İçişleri Bakam Talat
bey görevi vekaleten d ev r aldı. C avit bey'in tespitine göre T ürk-A lm an ittifakı­
nın yapıldığı tarihte devletin kasasında sadece 92 bin lira vardı. (Aydemir,197)
Kağıt Para:
H ü k ü m et D üyun-u U m um iye'ye yapılan tüm ödem eleri askıya aldı. A r­
dın d an 3 A ğustos 1914 tarihli b ir yasa ile O sm anlı B ankası'nın dolaşım da olan
banknotlarının altına bağlılığına son verilirken; zorunlu tedavüle geçildi. Bozuk
p ara ihtiyacı karşısında bankaya bir ve yarım liralık yeni banknotlar çıkarm a izni
verildi.
Kağıt p ara dolaşım ı karşısında altın ve g ü m ü ş p aralar piyasaya çıkm az oldu.
H ü küm et 5 Ekim 1919'dan itibaren altın ihracatını yasaklayan yasayı y ürürlüğe
koydu. (Toprak,237)
Kağıt para basım ında O sm anlı B ankası'nın Fransız ve İngiliz yöneticileri
zorluk çıkarınca, H üküm et, D üyun-u U m um iye İdaresi aracığıyla para basılm a­
sını sağladı
378
Prof. Dr. Tuncer Bulutay'a Armağan
1915
yılı içinde A lm anya ve A v u stu ry a'd an alınan borçlar İdareye aktarıla­
rak, kağıt p ara bastırıldı. İdarenin ilk kağıt paraları, "b irin ci tertip evrak-ı n a k ­
diye", Tem m uz 1915'de dolaşım a girm işti. Belirlenen koşullar içinde İdare 1915
yılı son u n d a ikinci tertip kağıt paraları piyasaya sü rd ü . Bozuk para sıkıntısını
aşm ak için bir ve beş liralık kağıt paraların ortad an ikiye bölünm esine 29 Aralık
1915'de izin verildi.
H ü k ü m et bütçe açıklarını azaltm ak ve piyasalara güven verm ek üzere dört
istikrar önlem ine baş vurm uştu:
- M em urlara yarım m aaş para, geri kalan hazine kağıdı,
- A skerlikten m u af olm ak isteyenlerden vergi alınm ası,
- D evletten alacaklı m ü teah h it ve tüccarlara ödem elerin ertelenm esi,
- Silahlı kuvvetlerin ihtiyacı olan erzak,araç ve gerece bedeli sonra ödenm ek
ü zere el konm ası...
H alkın katkısını sağlam aya yönelik bu önlem elere rağm en H üküm et m ali
krizi aşam aym ca; son çare olarak d ah a çok para basm a ve d aha çok dış borç alm a
zo ru n d a kaldı.
1914-18 arasında A lm anya'dan 235 m ilyon O sm anlı lirası kad ar borç alın­
m ıştı. Bu borcun 148.6 m ilyonu hazine bonosu; geri kalan ise altın, güm üş, Al­
m an m arkı ve O sm anlı lirası şeklindeydi. A lm anya ve A v u stu ry a 'd an alınan
borçlar karşılığında D üyun-u U m um iye İdaresi yedi tertip toplam 161 m ilyon
kağıt p ara basm ıştı. (Toprak,253)
H üküm et liranın dış derini korum ak için, kam biyo işlem lerini yürütm ek
üzere M erkez K om isyonu oluşturm uştu. Kom isyon spekülatif para oyunlarına
engel olm uş ve gü n lü k resm i döviz k u ru n u belirlem işti. M o ndros M üzakeresi
im zalan d ığ ın d a b ir altın lira 333 k u ru ş idi. (Tokgöz,23)
Savaş harcam alarının hızla artm ası, m al ve hizm et piyasalarının oluşm am a­
sı ve kıtlığı çekilen m allarda ithalat yapılam am ası fiyatların, enflasyonun yük­
selm esine yol açmıştı. Mal kıtlıklarının yol açtığı açlık karşısında bazı yörelerde
"sü p ü rg e to h u m u n d a n u n -ek m ek y ap ılm ıştı." (Doğruel,16)
Un, şeker, gaz gibi tem el m alların piyasasını karaborsacılar ele geçirm iş­
ti. İstanbul'da ekm eğin birim fiyatı 16 m isli artm ıştı. R usya ile savaş başlayın­
ca şekerin fiyatı 3.5 k uruştan 10 k uruşa çıkmıştı. R usya'dan ithal edilen petrol
ve gaz gelm eyince, yaşanan kıtlığı aşm ak için sınırlı m iktarda Bulgaristan ve
R om anya'da ithalat yapıldı. Ç aresiz kalan hüküm et, tem el m alların piyasasında
NA RH uygulam asına geçti.
379
Birinci Dünya Savaşının Öncesi ve Sonrasında Ekonomi / Erdinç TOKGÖZ
Savaş yıllarında İstanbul'da hav ad an p ara kazanan "savaş zenginleri" orta­
ya çıkmıştı. B unlar şehrin eğlence yerlerini d o ld u ru rk en , ilk kez b u d önem de içki
k u m ar ve kadm ticareti yaygınlaştı. O ysa ülkenin b u kesim inde halkın büyük
çoğunluğu açlık, yoksulluk ve hastalıklarla boğuşuyordu. (Toprak,351)
Bu acım asızlık karşısında "M illi İktisat", "M illi Sanayi" ve "İktisadi Uya­
n ış" görüşleri öne çıkınca, H ü k ü m et M üslüm an-T ürk iş adam larının piyasalara
girm esini özendiren kararlar aldı. 1918 yılı sonunda M üslüm an-T ürk iş adam la­
rının k u rd u ğ u anonim şirket sayısı 123'e ulaştı. 1916'da y ürürlüğe konan Zirai
M ükellefiyet-i M uvakkat K anunu ile b ü y ü k şirketler, belirlenen genişlikte topra­
ğı ekm ek, gerekli işgücünü ve m alzem eyi sağlam akla yük ü m lü tutuldular.
İaşe:
Savaş içinde askeri birliklere gıda, m al ve savaş m alzem esi ulaştırabilm ek
için her türlü taşıt araçlarının önem li kısm ına el kondu. D eniz yolları abluka al­
tında olduğu ve A nadolu dem iryollarından asker sevkiyatı yapıldığından; iç ve
dış piyasadan gıda m alı tem in etm ek zorlaşm ıştı. O rd u ithalatçıların, toptancı­
ların ve tüccarların ellerinde bu lu n an u n stoklarının önem li kısm ına el koym ak
zorunda kalmıştı.
Yaşanan kargaşaya ve düzensizliğe son verm ek için geniş yetkilerle do n a­
tılan A nadolu Milli M ahsulat O sm anlı A.Ş. faaliyete geçirildi. Şirketin yöneti­
m i d e P arti'nin en saygın tem silcilerinden Kemal beyin başında olduğu Heyet-i
M ahsusa-i Ticariyye verildi.
İç Borç:
O sm anlı M âliyesi, A lm anların tavsiyelerine u y arak iç borçlanm aya giderek
yerli banker ve zenginlerden kısa vadeli borç alm aya çalıştı. 3 N isan 1918 tarihli
bir kanun ile %5 faizli ve %1 am ortism anlı hazine senedi ihraç edildi. Borçlan­
m anın koşullan ve uygulam a ko n u su n d a D üyun-u U m um iye İdaresi, O sm anlı
Bankası ile ortak kararlar alınm ıştı. H ü k ü m et b u iç borçlanm ayla 18 m ilyon lira
toplam ış, bütçe açığını kapatm aya çalışmıştı. (Toprak,263)
Bankacılık:
Savaş başlayınca m ev d u at sahipleri ban k alard an paralarını çektiler. Tüccar,
esnaf, sanayici, çiftçi kredi alam az oldu. Ç ark dönm eyince b u kez ödem e güçlü­
ğ ü yaşam aya başladılar.
Bu darboğazı aşm ak için H ü k ü m et A ğustos 1914'de, y ü rü rlü ğ e girm esini
sağladığı "Borç Erteleme Yasası" ile hem bankaları hem de iş dünyasını kısm en
rahatlattı. 1914-18 dönem i içinde İstanbul'da 8, A n ad o lu 'd a (genellikle yerel) 8
olm ak üzere toplam 16 banka faaliyet gösteriyordu. (Doğruel,24)
380
Prof. Dr. Tuncer Bıılutay'a Armağan
Birinci D ünya Savaşı'na başlatan A vrupa ülkelerine göre O sm anlı İm para­
torluğu, savaş yorgunu, yoksul, eğitim siz, çağın sanayi ve silahlı teknolojisinden
uzak, ilkel bir tarım to p lu m u yapısı içindeydi. Başta M ustafa Kemal Paşa olm ak
üzere b u toplum sal gerçekten hareket edenler savaşa karşıydılar. Kısacası "O sm anlı D evleti h a rb in çu k u ru n a gözü k ap a lı s ü rü k le n d i ve o çu k u rd a b o ğ u la­
rak ö ld ü ." (A ydem ir,177)
O sm anlı İm paratorluğu yanında, A lm anya, Rusya ve A vusturya-M acaristan
İm paratorlukları da tarihe karıştı. D ünyada ilk kez kapitalizm e-em peryalizm e
karşı alternatif bir sistem -düzen R usya'da kurulan "B olşevik R ejim "le ortaya
çıktı. Savaştan ekonom ik ve askeri yönden güçlenerek çıkan ABD oldu. Özellikle
b ü y ü k ABD şirketleri öne çıktı.
Savaşın son yılında üm itlerin tükendiğini gören bazı devlet adam ları
R usya'nın savaştan çekilm iş olm asını d a örnek göstererek barış teklif edelim
önerisine karşı çıkan Enver Paşa; " ...b e n A llah tara fın d an b ü y ü k T ü rk H a k an ­
lığ ın ı k u rm ay a v ek ilim " şeklinde cevap veriyor. (Atay,36)
III. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA DÜNYA VE
OSMANLI EKONOMİSİ
Birinci D ünya Savaşı sonrasında 2 H aziran 1919'da P aris'te başlayan barış
görüşm eleri, 8 ay sonra 20 Ocak 1920'de sona erdi. Barış görüşm elerine galip
devletler, destekçileri ve özel çıkarları olan ülkeler katıldı. Savaşı kaybeden yani
İttifak D evletlerinden hiçbiri d av et edilm edi.
İtilaf Devletleri, İttifak devletlerinin h er biriyle ayrı ayrı çok ağır koşullar
taşıyan; M acaristan ile Trianon, A lm anya ile Versailles, A vusturya ile St. Germ ain ve O sm anlı İm paratorluğu ile d e Sevr A ntlaşm ası gibi antlaşm aları tek taraflı
olarak kabul ettirdi.
İtilaf devletleri ve destekçileri, savaşın tek sorum lusu olarak A lm anya'yı
suçluyordu. Versailles A ntlaşm ası ile A lm anya hem toprak kaybıyla hem de çok
ağır savaş tazm inatı ödem ekle karşı karşıya kalmıştı.
Önce barış antlaşm aları sonrasm da dünya dengeleri ve d ü n y a ekonom isin­
de m eydana gelen belirleyici gelişm eleri ve değişiklikleri ele aldıktan sonra; işga­
le uğrayan O sm anlı D evleti'nin hangi ekonom ik ve m ali koşullar içine girdiğini
göreceğiz.
1. Birinci Dünya Savaşı Sonrasında Dünya Ekonomisi
Savaş yıllarında "savaş ek o n o m isi" koşullan içinde devletin ekonom inin iş­
leyişini düzenlem e ve yönlendirm e görevi öne çıkmıştı. Bu uygulam anın gereği
olarak M erkez Bankasının önem i ve sorum lulukları artm ıştı.
381
Birinci Dünya Savaşının Öncesi ve Sonrasında Ekonomi / Erdinç TOKGÖZ
Paris barış görüşm elerine aktif olarak katılan KEYNES A lm anya'dan m a­
kul b ir tazm inatın istenm esini önerirken; "Avrupa'nın pivotu" olarak niteledi­
ği A lm anya cezalandırırken " ... hem Avrupa'nın değerlerinin hem de dünya
ekonom isi-ticaretinin işleyiş düzeni göz önünde tutulmalıydı." şeklinde u y a­
rıda b u lunm uştu. (Kuruç,34)
K eynes'in ikaz ve önerilerini ABD Başkam W ilson ile İngiltere Başkanı L.
G eorge dikkate alm adı. Ç ünkü onlar için önceliği yeni sınırların belirlenm esi alı­
yordu. Keynes d ah a 1920'lerin başm da kapitalizm in içinde taşıdığı çelişkilerle
boğuştuğu ve bir b ü y ü k krize sürüklendiğini görm üştü.
Savaş yıllarında ülkeler arasında yaşanan uy u m su zlu k ve anlaşm azlıklar
d ü n y a ticaretinin daralm asına yol açmıştı. Ancak savaş sonrasında da dünya ti­
caretini geliştirecek ortak ve kalıcı iktisadi ve m ali kararlar alam adılar. Bunda
ABD ve İngiltere'nin kendi çıkarlarını öne çıkaran katı tu tu m ve kararları belir­
leyici olm uştu.
A lm anya'nın elini kolunu bağlayan Versailles A ntlaşm ası ile A lm anya'nın
galip devletlere savaş tazm inatı olarak 56 m ilyar ABD doları veya 132 m ilyar
A lm an m arkı ödem esi kararlaştırılm ıştı. Ü lkenin alt yapısı ve sanayi çökm üş;
üretim ve ihracat gücü kalm am ıştı. Böyle bir borcu ödem esi m üm kün değildi.
(Armaoğlu,146) G alip D eletler A lm anya'ya baskıları devam ettirerek R uhr Böl­
gesini işgal etti.
Savaş sonrasında vergi toplayam ayan, döviz geliri olm ayan ve borç bula­
m ayan A lm an m âliyesi son çare olarak para basm a yoluna gidince ülke parası
"M ark " hızla değer kaybetm iş ve ülke giderek hızlanan bir hiperenflasyon sü ­
recine girm işti. Toplum sal yapıyı altüst eden bu "vahşi enflasyon" sürecinde
A lm anya'da 1910-1923 arasında ortalam a yıllık enflasyon artışı %1174 iken; 1923
yılında tek bir aydaki fiyat yükselişi 3,2 m ilyon olm uştu (Doğruel,13). Savaş son­
rasında bir trilyon A lm an M arkı, savaş öncesinin bir Altın M arkı'na eşit d ü ze­
yindeydi. Benzer yıkıcı enflasyon süreci A vusturya, M acaristan ve R usya'da da
yaşandı. Y oksulluk, açlık, çaresizlik b u toplum larda faşist ve kom ünist örgütleri
ve partileri öne çıkardı.
Savaş sonrasında yıkıcı enflasyondan kaçm aya çalışan galip devletler kağıt
p arad an çıkıp "sağ p ara" olarak nitelendirdikleri "altın para"ya dönm eye çalış­
tılar; A ncak altın p ara sistem ine dönebilm ek için ABD dışında h em en her ülkede
altın stokları yetersizdi. ABD'nm altın para stoku 1914'de 1,5 m ilyar dolar iken,
1919 yılında 2,9 m ilyara çıkmıştı. Bu m iktar ile ABD o tarihte d ü n y a altın para
stokunun %40'ını elinde tutm aktaydı. (Hiç,53)
A vrupa ülkeleri son çare olarak A B D 'den kredi alm aya k arar verdiler. Gö­
rüşm eler Nevvyork Federal Reserve Bank başkanı B .Strong'un başkanlığında y ü ­
382
Prof. Dr. Tuncer Bulu tay'a Armağan
rü tü ld ü . U luslararası p ara sistem inin ve finans sistem inin istikrara kavuşm ası
için, Banka, istikrar p rogram m a geçen A vrupa ülkelerine kredi açtı.
İngiltere:
İngiltere aldığı kredilerle iç ve dış dengeleri sağladıktan sonra, 1925 yüında
yeniden "A ltın Para S istem i"ne d öndü. Ancak b u yeni sistem de altın sikke yeri­
ne, altın külçe esas alındı. (Hiç,54)
İngiltere, ABD ile birlikte hareket ederek yeni altın p ara sistem ini, "ste rlin do lar" stan d ard ın a d ay andırarak ABD kaynaklı serm ayeyi A v ru p a'y a çekm ek
istedi. G irişim kısa sürede "altın -d o la r-sterlin " ü çlüsünün egem enliğine d ö n ü ş­
tü. (Kuruç,31) A ncak bu karm a sistem in işleyişi bunalım a gidişi önleyem edi. Bu
gelişm e karşısında İngiltere'ye yakın bazı ülkeler paralarm ı sabit kur üzerinden
İngiliz Sterlin'ine bağladılar. Böylece "S terlin S ahası" oluştu. A rdından bir kı­
sım ülkelerde paralarm ı ABD dolarm a bağlayınca "D o lar S ahası" m eydana gel­
di. (S eyidoğlu,ll)
D ünya ekonom i tarihinde sanayileşm ede, söm ürgecilikte, uluslararası tica­
rette, finansal sistem in olu şu m u n d a liderlik etm iş olan İngiltere, 1920'li yıllarda
artık h er alanda A B D 'nin arkasından gider olm uştu. 1921 yılında ihracata dayalı
bü y ü m e m odeli işlem eyince, depresyona giren ülkede işsiz sayısı 2 m ilyonu aş­
mıştı.
Fransa:
Savaş sonrası galip devletlerden Fransa ekonom isini ayağa kaldırm ak için
yanan-yıkılan alt yapışım inşa için 20 m ilyar Frank harcadı. Versailles A ntlaş­
m ası sonrasında Fransa ısrarla ülkesinin uğradığı zararları A lm anya'nın tazm in
etm esini istedi. Savaş yıllarında işbirliği içinde olan Fransa ve İngiltere ilişkile­
ri bozuldu. Savaş zam anınd a İngiltere dünya için, A vrupa için planladıklarını
ABD ile görüşüp kararlaştırm a yoluna gidince, iki ülke arasm da v ar olan bağlar
koptu.
Fransa başbakam P om care'nin girişim iyle 1926'da y ü rü rlü ğ e konan istikrar
program ı içinde yapılan devalüasyon sonrasında; artan ihracat ve turizm gelir­
leri yanm da y u rt dışına kaçm ış yerli serm ayenin geri dönm esi ile yeniden altın
p ara sistem ine dönülm üştü.
1928 yılm a gelindiğinde d o ğ ru d an ve dolaylı olarak tüm A vrupa ülkeleri
"altın sta n d a rd ı"n a dönm üştü.
ABD:
Savaş sonrasm da ABD tam anlam ıyla "d ü n y a d ev leti" d u ru m u n a geldi. Si­
yasi, askeri, m ali ve ekonom ik alanda dün y ay a yön veren, sözü dinlenen bir dev­
let ortaya çıktı. ABD savaş yıllarında yüksek kapasiteyle çalışan, üretim tekno­
383
Birinci Dünya Savaşının Öncesi ve Sonrasında Ekonomi / Erdinç TOKGÖZ
lojisini yenilem iş, m al ve serm aye ihracatında lider d u ru m u n a gelm işti. İç ve dış
talepte yaşanan b ü y ü k artışa bağlı olarak artan üretim ve dağıtım , fiyat istikran
içinde ülkeye refah artışı getirm işti. Özellikle inşaat ve otom otiv alt sektörlerinde
patlam a yaşanm ıştı.
20.
yüzyılın başm a k ad a r sanayileşen ülkelerde ulaştırm ada-taşım acılıkta
dem iryolu ve denizyolu taşım acılığı yaygm dı. Birinci D ünya Savaşı sonrasın­
da, 1920-38 arasında m otorlu araç üretim inde ve teknolojisinde m eydana gelen
o lum lu gelişm eler sonucu, kara yolu taşım acılığı belirleyici oldu. Savaş sonra­
sında sanayinin tem el girdisi olan k öm ürün yerini petrol ve elektrik alm ıştı. Pa­
m uklu dokum a sanayinde A sya ülkeleri öne çıkmıştı. ABD ve İngiltere çıkışlı si­
lah ve petrol şirketleri dünya ekonom isini yönlendirm e eğilim i içine girdi; halen
egem enlikleri sürüyor.
1920'lerde A BD'de 5 kişiye bir otom obil düşerken A v ru p a 'd a 80 kişi­
ye bir otom obil d ü şü y o rd u . ABD'de orta sınıf oto sahibi olabilir hale gelmişti.
(Kuruç,46) D ünya rezervlerinin üçte birine sahip olan ülke, 20 m ilyar dolar ala­
caklı d urum daydı.
1926 yılından itibaren ABD'de iç ve dış talepte daralm alar başlayınca ta­
rım sal ve sınai ü rü n ler piyasalarm da fiyatlar hızla düşm eye başlam ış; üreticiler
bankalara borçlarım ödeyem ez hale gelm işti. Bu süreçte yerel bankaların b üyük
çoğunluğu iflas etm işti. U zun yıllar sonra işsizlik artm aya başlam ıştı. 1929 yılın­
da işsiz sayısı d ö rt m ilyonu aşmıştı.
Özellikle b ü y ü k bankaların seçici kredi politikaları, faizlerin yükselm esi iç
ve dış piyasalarda ticaretin hızla daralm asm ı getirm işti. 1929 B uhranı'na giden
süreçte ABD ve İngiltere İkilisinin döviz piyasalarına getirdiği katı kurallar, kı­
sıtlayıcı kredi politikaları belirleyici olm uştu.
1919-1928 dönem inde " a ltm sta n d a rd ı"n a dönen girişim leri uluslararası
ticaretin ve p ara sitem inin istikrar kazanm asını sağlayam adı. Ü lkeler arasında­
ki ekonom ik çıkar çatışm aları ve uyum suzlukları sorunların derinleşm esine ve
dü nya ekonom isini 1929'da topyekün bir krize sürükledi. Böylece liberal kapita­
lizm in sonu geldi. M üdahaleci kapitalizm e geçildi. Ayrıca 1920'li yıllarda "Sov­
yet M odeli" kapitalizm e alternatif olabilecek "K o lek tiv ist M odel" dünyanın
gü ndem ine girdi.
2. Savaş Sonrası Osmanlı Ekonomisi
Birinci D ünya Savaşında A lm anya'nın yanm da yer alan O sm anlı İm para­
torluğu savaşı kaybetm işti. 30 Ekim 1918'de M ondros A teşkes A ntlaşm ası'm im ­
zalam ak zo ru n d a kalm ıştı. Savaş yılları boyunca İttihat ve Terakki H üküm eti 3
m ilyona yakın insanı silah altına alm ış, b u n u n yan sı şehit veya esir d ü şm ü ş ve
kaybolm uştu. Yetişmiş genç iş gücü savaşta eriyip gitm işti.
384
Prof. Dr. TuncerBulutay'a Armağan
Savaşın bitm iş olm asm a rağm en halkın çok b ü y ü k çoğunluğu, açlık, yok­
sulluk, işsizlik ve bulaşıcı hastalıklarla savaşm ak zo ru n d a kalm ıştı. Bu büyük
çoğunluk ö zü n d e kaderci o ld u ğ u n d an çaresizliği çare olarak görm e kabullenm e
anlayışı içindeydi. C ahit KAYRA'nm hesaplam ansa göre kişi başına gelir 100 lira
civarındaydı. U lusal gelir düzeyi savaş öncesine göre en az %40 oranında azal­
m ıştı. (Pamuk,167)
Savaş yülarırun yarattığı m al kıtlıklarım özellikle kentlerde çok iyi değerlen­
d iren karaborsacılar, istifçiler, tefeciler, bankerler, ithalatçılar ve m eslek oda yö­
neticileri (Partiye yakm olanlar) hızla zenginleştiler ve "savaş ze n g in le ri" adını
aldılar.
G alip devletler barış antlaşm asını beklem eden, M ondros M ütarekesi'nin
bazı m addelerinde tanındığını ileri sürdükleri yetkileri kullanarak; O sm anlı top­
raklarını işgale ve ülke yönetim ini denetim altına alm aya giriştiler.
O sm anlı o rd u su dağılm ış, toprakları işgale uğrarken " İs ta n b u l'd a y eten e k ­
siz b ir k u k la- H a life 'n in etra fın d a b u lu n a n eski O sm an lı v ez irlerin in o lu ştu r­
d u ğ u b ir H ü k ü m et, d ö k ü n tü h alin e gelm iş olan d ev leti yönetm eye çalışıyor­
d u ." (Kayra,28)
1908-1918 arasında O sm anlı Devletlerini yöneten Talat, Enver ve Cem al Pa­
şalar, K urtuluş Savaşı öncesinde ülkeden ayrılm ayı u y g u n görm üşlerdi.
Savaş yıllarında devlete ihanet eden Rum , Erm eni, A rap gibi azınlıklar, savaş
sonrasında ülke topraklarım n paylaşım ını öne çıkardılar. 15 M ayıs 1919'da galip
devletlerinin verdiği lojistik hizm etleri değerlendiren Y unan o rd u su İzm ir'e çı­
kartm a yaptı ve şehri işgal etti. Y unanlıların bu işgal hareketi ve İç A nadolu is­
tikam etinde ilerleyişi, Eylül 1922'de A n ad o lu 'y u ve İzm ir'i boşaltm aları ile son
bulm uştu.
İşgale uğrayan vatan topraklarım k u rtarm ak için örgütlenen E rzurum ve
Savaş K ongrelerini tam am layıp 27 A ralık 1919'da A nkara'ya gelen M ustafa Ke­
m al ve arkadaşları 23 N isan 1920'de Türkiye Büyük M illet M eclisi'ni topladılar.
Meclis reisi M ustafa Kemal Paşa başkanlığında bir "M illi H ü k ü m et" kuruldu.
A nadolu ayaklanm asının örgütlendiğini gören em peryalist devletler tek taraf­
lı olarak hazırladıkları ülkenin parçalanm asını ve paylaşılm asını öngören Sevr
Barış A ntlaşm ası'nı 10 A ğustos 1920, P aris'in Sevr bölgesinde ün lü porselen fab­
rikalarında D am at Ferit Paşa başkanlığındaki tem silcilerin antlaşm ayı im zala­
m alarını sağladılar.
453 m ad d ed en oluşan antlaşm a sonrasında O sm anlı İm paratorluğu tarihe
karışırken ortaya çıkan yeni dönem in tem el özellikleri şöyleydi:
385
Birinci Dünya Savaşının Öncesi ve Sonrasında Ekonomi / Erdinç TOKGÖZ
- O sm anlı Devleti yoktur, Türkiye D evleti vardır.
- Sultan-H alife T ürkiye'nin sultanıdır.
- Sultan İstanbul'da yaşayacak ve İngiltere'nin İslam dünyasını yönetm esine
yardım cı olacaktır.
- Başkentin adı İstanbul değil, C onstantinople'dir.
- D oğu A n ad o lu 'd a Erm eni ve K ürt devleti kurulacak.
- A rap yarım adası İngiltere ve Fransa arasm da paylaşılacak.
- O rd u dağıtılacak en fazla 50 bin asker tutulacak.
- İktisadi, m ali, adli ve idari kapitülasyonlar devam edecek.
- Boğazlar uluslararası bir "K om isyon"ca yönetilecek.
Asırlarca çok sayıda devlet k u rm u ş ve yönetm iş T ürk u lu su n u n yok edilm e­
sini öngören b u A ntlaşm ayı A nkara TBMM tanım adı ve im zalayan ve onaylayan
devlet adam larım d a çıkarılan b ir kanunla "v atan haini" ilan etti.
11
Ekim 1922 tarihinde im zalanan M udanya A teşkes A ntlaşm asıyla, A nkara
H ü küm eti "Sevr A ntlaşm ası"m n geçerliliğini kaybettiğini dünyaya d u y u rm u ş­
tur. Bu tarihten sonra A n ad o lu 'n u n sahipliği O sm anlı P ad işah ı'n d an A nadolu
halkına geçmişti.
A nadolu halkı adm a TBMM H üküm eti, 24 Tem m uz 1923'de im zalanan Lo­
zan Barış A ntlaşm ası ile A nadolu topraklarının "T ap u "su n u alm ıştır.
Savaşın bitim inden C u m h u riy et'in ilanına k adar geçen süre içinde O sm anlı
İm paratorluğu to p rak lan ü zerinde am açlan farklı üç ayrı yönetim ortaya çıkmışü. İşgal K uvvetleri, Türkiye Sultanı (Saray) ve A n k ara'd a TBMM H üküm eti.
A nakara H üküm eti başlatılan K urtuluş S avaşı'nın am acının, antiem peryalist ve antikapitalist bir savaş o ld u ğ u n u ön koşulsuz bağım sız ve egem en bir
u lus-devlet kurm ak o ld u ğ u n u açıklamıştı.
Savaş sonrasında işgal kuvvetlerinin denetim i altında yaşam ak z o ru n d a ka­
lan halk işgalci (m andacı), hilafetçi ve Kuvay-i M üliyeciler şeklinde bölünm üştü.
H alkın b ü y ü k çoğunluğu y a n aç, yoksul, sakat, hastalıklı ve savaş yorgunuydu.
Ü lkenin h er köşesinde eşkiyalar, çeteler, isyancılar, v u rg u n cu lar kol geziyordu.
Mal ve can güvenliği olm aym ca halk kim e inanacağm ı kim in peşinde gideceğini
bilm iyordu.
Mal kıtlıkları, hayat pahalığı (enflasyon) ve yoksulluk 1918 yılı son u n d a d a ­
yanılm az hal alm ıştı. O sm anlı tarihinin en yüksek enflasyonu 1918 yılında ya­
386
Prof. Dr. T uncer Bulutay'a Armağan
şandı. İstanbul tüketici fiyat endeksi tem el alındığında 1915'de 130 olan endeksin
1918'de 2205'e çıktığı görülm üştü. Bu vahşi enflasyonun tem el iki nedeni vardı:
Tem el gıda m allarının tem ininde-dağıtım ında darboğazların aşılam am ası ve
açık finansm an politikası gereği aşırı kağıt p ara basılm ası, (pam uk,173)
K urtuluş Savaşı yıllarında A nkara H üküm eti p ara basm a yoluna gitm em iş,
O sm anlı B ankası'nın paraları geçerliydi ve enflasyonla karşılaşm am ıştır. Yaşa­
n an m al kıtlıklarına rağm en harcam alar b ü y ü k çapta reel m al ve hizm etlerle kar­
şılanm ıştı.
A nkara H üküm eti dış borç-yardım ı altın veya kağıt p ara olarak değil d o ğ ru ­
d an mal, silah, m alzem e şeklinde önce M art 1921 tarihli M oskova A ntlaşm asıyla
Sovyet R usya'dan; sonra Ekim 1921 'd e A nkara A ntlaşm asıyla F ransa'dan sağla­
m a olanağını kullanm ıştı.
29 Ekim 1923 C um huriyet ilanına k ad a r yüzyıldır ülkede faaliyet gösteren
yabancı- im tiyazlı şirketler faaliyetlerine devam ettiler. 24 Tem m uz 1923'de im ­
zalanan Lozan A ntlaşm ası ile yabancı şirketlerin ve gerçek kişilerin im tiyazları
kalkm ıştı.
SONUÇ:
Büyük savaşı yenilgiyle, yıkım la ve parçalanm ayla bitiren ülkelerin, d ü n ­
ya coğrafyasındaki-ekonom isindeki yerlerini güçlendirm ek ve öne çıkm ak için;
otarjik, kom ünist, faşist ve m illiyetçi rejim lere kaydılar. A lm anya ve R usya ör­
neklerinde o ld u ğ u gibi silahla kaybettikleri savaşı ileri sanayi ülkesi olarak-savaş
sanayide atılım lar y ap arak kazanm ak yoluna girdiler.
Galip devletler A lm anya üzerinde kurd u k ları baskılarla ve abluka ile
A v ru p a 'd a yeni b ir savaşın çıkm ayacağı görüşündeydiler. 1929-30'da patlak ve­
ren Büyük D ünya B uhranı sonrasında, h er ülke kendi içine d ö n ü p işsizlik, yok­
sullukla m ücadele ederken siyasal ve ekonom ik d ü zey d e devlet m üdahaleciliği­
ni öne çıkardı. Büyük b u h ra n karşısında tü m A vrupa ülkeleri "altın stan d ard ı"n ı
terk etm ek z o ru n d a kalm ıştı.
K.Marx 19. Yüzyılın ortasında Keynes 1920'li yıllarda "L iberal K apitalizm "in
içinde taşıdığı çelişkiler nedeniyle çöküntüye uğradığım ve uğrayacağını söyle­
diler, yazdılar.
Gazi M ustafa Kemal Paşa 17 Ş ubat 1923'de Türkiye İktisat K ongresini açar­
ken yaptığı konuşm asında şu evrensel geçerliliği olan ilkeyi açıklamıştı:
"S iyasi ve askeri z a ferle r n e k a d a r b ü y ü k olursa olsun, e k o n o m ik zaferler­
le taçlan d ırılm azlarsa kazan ılacak b aşa rıla r yaşayam az, az zam an d a söner."
387
Birinci Dünya SavajiMm Öncesi ve Sonrasında Ekonomi / Erdinç TOKGÖZ
"Tarihimizi dolduran zaferler ve başarısızlıkların tümü ekonom ik duru­
m um uzla yakinen ilgilidir."
Büyük A tatü rk 'ü n ifadesiyle, "Eğer Vatan tehlikede d eğilse savaş bir cina­
yettir."
Yaklaşık 15 m ilyon insanın öldüğü Birinci D ünya Savaşı'm başlatan ve y ü ­
rü ten dönem in siyaset adam ları, işledikleri cinayetlerin hesabım tarih ö nünde
verdiler ve verm eye de devam edeceklerdir.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
ARMAOĞLU Fahir, "20. Yüzyıl Tarihi (1914-1980)" T.I.Ş. Bak. 1991
ATAY F. Rıfkı, "Zeyintağ", H ürriyet Yayınları 2012
ATAY F. Rıfkı, "Batış Yılları", H ürriyet Yayınları 2012
AYDEMİR Ş. Süreyya, "Tek Adam, 1881-1919", Remzi kit. 2011
BULUTAY Tuncer, "Geleneksel İktisat K uram ı...", İ.Turk'e Armağan, 2013
ÇAVDAR Tevfik, "Talat Paşa" Dost Yay. 1989
DOĞRU EL, Fatma-Suat, "Enflasyonun Tarihi" TARİH Vakfı 2005
FRIEDMAN George, "Gelecek 100 yıl", Pegasus, 2009 Hiç M ükerrem "Para Teorisi ve
Politikası", Filiz kt. 1994
KAYRA Cahit "Sevr Dosyası", Tarihçi,2011
KURUÇ Bilsay, "A tatürk Döneminde Dünya Ekonomisinde Gelişmeler" Bilgi Üniversitesi
Yayım 2013
ÖZDEMİR Biltekin, "Osmanlı Devleti Dış Borçları" Maliye Bak. 2010
PAMUK Şevket "Türkiye'nin 200 yıllık İktisadi Tarihi", İş Bank. 2014
SEYİDOĞLU Haki, "Uluslar arası Finans", İst. 2003
SÖNMEZ Sinan "Dünya Ekonomisinde Dönüşüm", İMGE 1998
TEZEL Yahya, "C um huriyet Dönemi İktisat Tarihi", Yurt Yayınlan
TOPRAK Zafer, "Türkiye'de Milli İktisat" Yurt Yayınları,1982
TOKGÖZ Erdinç "Türkiye'nin İktisadi Gelişme Tarihi" İmaj. 2011
TOKGÖZ Erdinç "Türkiye İktisat Tarihi Yazıları" İmaj, 2013
TURAN Şerafettin, "İsmet İnönü", Bilgi Yayın 2003
ÜLMAN Haluk, "Birinci Dünya Savaşma Giden Yol", S.B.F. 1972
WESTWELL lan, "I. Dünya Savaşı" İş Bank. Yayını
388
HANEHALKI İŞG Ü CÜ AN K ETİN D EN OLUŞTURULACAK
GEÇİŞ M ATRİSLERİ İÇ İN KAYIPRANM A, YENİLENME VE
RO TASYON KURGUSU DÜZELTMELERİ
İnsan TUNALP
Koç Üniversitesi
10 Şubat 2015
Özet
2000 yılından başlayarak toplanan "yeni" H anehalkı İşgücü A nketi'nin
(HİA) rotasyona dayalı örnek planına göre, örnekteki h er adrese önceden be­
lirlenm iş aralıklarla belli sayıda ziyaret yapılm aktadır. Bu hanedeki bireylerin
işgücü piyasasındaki konum larındaki değişikliklerin analizine im kan veren bir
k u rgudur. Ancak, TÜİK H İA 'nin panel b o y u tu n u kullanan istatistikler yayınlam am aktadır. B unun en tem el n edeni örnek çerçevesi içindeki adreste karşılaşılan
kim i hane ya d a bireylerin h er ziyarette bu adreste bulunam am asıdır. Som utlaş­
tıracak olursak, birbirini takip eden iki dönem ele alındığında, ilk dönem görü­
şülen birisi ikinci dönem de adreste bulurım ayabilm ekte (kayıpranm a olgusu), ya
da ilk dönem adreste olm ayan birisi ikinci dönem de anketörün karşısına çıkabil­
m ektedir (yenilenm e olgusu). Böyle olunca işgücü piyasası dinam ikleri yanlızca
1 "Bu araştırma TÜBİTAK-SOBAG-ARDEB 1001 programı çerçevesinde desteklenmiştir (proje no.
109K504). Proje TÜİK'in izni ile hanehalkı ve fert kodlarını havi 2000-2002 H anehalkı İşgücü Anketi
(HİA) mikroverileri ile yürütülm üştür. Çıktılar çeşitli konferanslarda, Bilkent, London School of
Economics ve Koç Üniversitelerindeki sürekli Ekonomi Bölümü seminerleri arasında tanıtılmış, geri
bildirimlerden beslenmiştir. TÜİK eski başkanı Prof. Dr. Öm er Demir ve başkan vekili Dr. Ömer
Toprak mikro ham verileri standart protokol dışmda kullanmama izin vermeselerdi bu çalışma
yapılamayacak, büyük maliyetlerle toplanan HİA verilerinin dinam ik analizlerde kullanımının
önü

Benzer belgeler