Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 4-5 - Edebiyat Fakültesi

Transkript

Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 4-5 - Edebiyat Fakültesi
TARİH
ENSTİTÜSÜ
DERGİSİ
(Kuruluş Tarihi: 1970)
ENSTİTÜ MÜDÜRÜ
Prof. Dr. M. Münir Aktepe
Yayın Kurulu
Prof. Dr. Afif Erzen — Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu
Prof. Dr. Münir Aktepe
A dres: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırmaları Enstitüsü.
TARİH EN STİTÜSÜ DERGİSİ
IV-V
Ağustos 1973-1.974
S a y ı: 4 - 5
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ
TARİH ENSTİTÜSÜ
DERGİSİ
EDEBİYAT FAKÜLTESİ MATBAASI
İSTANBUL — 1974
İÇİNDEKİLER
Hakkı Dursun Yıldız
Abbasiler Devrinde Türk Kumandan­
ları. El-Afşm Haydar b. Kâvûs ............
1
Fars M eliki Selçuk-şah’m hayatı ve
paraları
...................................................
23
S. Soucek
inebahtı Savaşı ..................... .................
35
Özcan M ert
Şerifinin «Fetihnâme-i Kıbrıs»/
........
49
Tayyib Gökbilgin
Söğüt Ertuğrul Gazi Türbesi .................
79
M . Münir Aktepe
Osmanlı Devri İzmir Câmi ve Mescidleri Hakkmda Ön-bilgi. II ....................
91
İstanbul'da ihtisab Mevzuatı ve 16821684 senelerinde İhtisab Mukataası ile
ilgili bir Belge ......................................
195
X V II. yüz yılın sonuna kadar M ake­
donya'nın Osmanlı Hakimiyeti Devrin­
de idâri taksimatı ..................................
213
Hititlerin Kült Törenlerinde Kadınların
yeri ve Görevleri ..................................
231
Türk Amirali Emir Mustafa ibn Behram Bey’in Hindistan Seferi (1531)
247
Eski Bir Rûznâme'ye Göre İstanbul ve
Rumeli Medreseleri .............................
263
Tarihi Mezarlardan notlar
..................
291
Tanzimat Devri, Osmanlı-ingiliz Güm­
rük Târifeleri ..........................................
335
Peçenek Hâzinesi ve Türk Sanatının
Çeşitli Kıtalarda Gelişen Ortak Nite­
likleri .......................................................
395
Erdoğan Merçil
Eşref Eşrefoğlu
Aleksandar Stoyanovski
Muhibbe Darga
M. Yakub Mughul
M . Kemal Özergin
Semavi Eyice
Muhabat S. Kütükoğlu
Nejat Diyarbekirli
Salih Özbaran
V . J . Parry (1915-1974)
429
KİTABİYÂT
Mücteba İlgürel
F. Çetin Derin
Mahmud H. Şakiroğlu
Sevim ilgürel
Halil İnalcık, The Ottoman Empire,
The Classical Age 1300-1600, Weidenfeld and Nicolson Yayınevi'nin Mede­
niyet Tarihi Serisinden Londra 1973
433
Malazgirt Armağanı Ankara 1972.
Türk Tarih Kurumu Basımevi ............
437
Antoine Galland, İstanbul’a  it Gün­
lük Anılar (1672-1673), II. cilt (1 6 7 3 ),
çeviren Nahid Sırrı Örik, Ankara 1973
439
Mucib Kemalyeri, Çanakkale Ruhu
Nasıl Doğdu ve Azarbaycan savaşı
(1917-1918), İstanbul 1972 ................
442
Abbasîler
Devrinde
EL - A F Ş İ N
Türk
Kumandanları
H A Y D A R b. K Â V Û S
Hakkı Dursun Yıldız
İslâm tarihinin en mütebariz sîmâlarından birisi olan ve Uşrusana1
hükümdar ailesine mensup bulunan Haydar b. Kâvûs, kaynaklarda, bu
bölgenin hükümdarlarına verilen el-Afşın ünvanı ile geçmektedir.
EI-Afşın-m ailesinin Uşrusana'da hükümdarlığı ne zaman eleğegirdiğini tesbit etmek mümkün olmamaktadır. Bu ailededen tesbit ede­
bildiğimiz ilk şahıs, 118 (73 6 ) yılında, Horasan valisi Esed b. Abdullah
el-Kasrî ile Türgiş Kağanı Su-lu arasında yapılan savaşlarda Su-lu Ka^
ğan'ın safında yer alan Kara Buğra idi2. Ancak bu tarihten önce ve son­
ra Kara Buğra'nın faaliyetleri hakkında kaynaklarda her hangi bir bil­
giye tesadüf edemedik. Uşrusana bölgesinin de dahil bulunduğu Batı
Türkistan'da V II. yüzyılın ortalarından itibaren Göktürk Kağanlığı'nın
siyasî nüfuzunun zayıflaması üzerine Fergana, Taşkent, Semerkand
Buhara ve Uşrusana'da müstakil küçük devletler ortaya çıkmıştır3. Muh­
temelen Kara Buğra ailesi de, Uşrusana'ya bu tarihten sonra hâkim ol­
muştur. Fakat biraz Önce de belirttiğimiz gibi, bu hususta hiç bir bil­
giye sahip değiliz.
Kara Buğra'nın oğlu ve el-Afşın'ın dedesi olan, ismi kaynaklarda
muhtelif şekillerde verilen4
lJ - jU.
Hân Hara (Kara)'nın, 178 (794-
1 Semerkand, Fergana ve Taşkent’in arasında bulunan ve İslam kaynaklarında Uşru­
sana veya Usruşana şeklinde geçen bir bölge; bu hususta bkz. W. Barthold, Turkestan down
to the Mongol İnvasion, London 1958, 116 vd. d.
2 Taberî, Tarih el-Rusul ve’l-Mulûk, ed. M J . de Goeje, Leîden 1879-1898, III, 1613
ve İbn el-Esîr, el-Kâmil fi’l-Tarih, ed. C.J. Tomberg, Beyrut 1965, V, 205 te
S
şeklinde geçen bu ismin,
<3' •
değişmesi göz önüne alınacak olunursa Kara Buğra
olacağı ortaya çıkmış olur.
3 R. Grousset, L ’Empire des Steppes, Paris 1969, 165 vd.
4 Taberî, m , 1613 de
S a i t l i - , .m , 631 ve 1066 da
205 te
> VI, 383 te 2
ve VI, 383 not 1 de
â
i İbn el-Esîr, V,
jli.
seklinde geçmekte­
dir. El-Mukaddesî (Ahsen eî-Takasim fi M a’rifet el-Akalim, ed.M.J.
de Goeje, Leiden
1906, 274)’de ismi
şeklinde geçen ve Yegânkent’te türbesive rıbatı bulunan şah­
sın da el-Afşm’ın dedesi olma ihtimali vardır.
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 1
HAKKI DURSUN YILDIZ
2
795) yılında Horasan valisi el-Fazi b. Yahya el-Bermekî ile mücadele
ettiğini görmekteyiz5. Ancak Kara Buğra'da olduğu gibi bu zât hak­
kında da kaynaklar fazla bilgi vermemektedirler.
Kara Buğra ailesinin tekrar tarih sahnesine çıkması Halife elMe'mûn devrine (813-833) rastlamaktadır. Hârûn el-Reşîd'in ölümü
(809) üzerine oğulları el-Emîn ile el-Me'mûn arasındaki hilafet mü­
cadeleleri sırasında Maveraünnehr'de bazı isyanların patlak verdiği gö­
rülmektedir6. Bu isyanlar el-Emîn'in katli ve el-Me'mûn halifeliğine ka­
dar devam etmiştir. Halife el-Me'mûn, tek başına iktidara geçer geç­
mez Fergana ile Uşrusana üzerine kuvvetler gönderdi. Bu sırada Uşrusana'da el-Afşın'ın babası Kâvûs hüküm sürmekte idi. Halifenin gön­
derdiği kuvvetlerle başa çıkamıyacağım anlıyan Kâvûs, el-Me'mûn'un
veziri FazI b. Sehl'e bir mektup yazarak, Uşrusana'ya karşı gönderilen
kuvvetlerin geri çekilmesini, buna mukabil kendisinin de muayyen mik­
tarda vergi vereceğini, bu şartlar dahilinde sulh yapmak istediğini bil­
dirdi. FazI b. Sehl, Kâvûs'un teklifini kabul ederek onunla sulh yaptı.
Fakat bu sulh devresi uzun müddet devam etmedi. Halife el-Me'mûn'un
Bağdad'a dönmesi (819) üzerine Kâvûs Abbasî devletine ödemekte
olduğu vergiyi kesti7.
Kâvûs ile Halife el-Me'mûn arasındaki siyasî münasebetlerin kö­
tüleştiği sırada, Kâvûs'un ailesi arasında çıkan bir anlaşmazlık el-Afşın'ın tarih sahnesine çıkmasına sebep olmuştur. Kâvûs'un sarayında
vazife gören yüksek bir memurla el-Afşın'ın arası açıldı. Bu zâtın kızı
Kâvûs'un diğer oğlu FazI ile evlenmişti. Aralarındaki anlaşmazlığın git­
tikçe şiddetlenmesi üzerine el-Afşın, bu şahsı öldürdü ve babasından
çekinerek Huttel'e kaçtı. Huttel hâkiminin aracılığı ile babasından af
dileme yollarını araştırmağa başladığı sıralarda Uşrusana'da meydana
gelen bazı gelişmeler sebebiyle el-Afşın bu teşebbüsünden vazgeçerek
Bağdad'a geldi ve İslâm dinini kabul etti8.
El-Afşın'ın Bağdad'a gelerek müslüman olması, Uşrusana'yı fet­
hetmek emelinde olan Halife ei-Me'mûn'a iyi bir fırsat vermiş oluyor­
du. Ailesi arasında çıkan anlaşmazlık sebebiyle memleketini terke mec­
bur olması sebebiyle babası ve kardeşine kırgın olan el-Afşın, halifeye,
Uşrusana'nın fethi hususunda yardım edeceğini bildirdi. Bunun üzerine
5
6
7
8
Taberî, III, 631.
Barthold, Turkestan, 210.
Belâzurî, Futûh el-Buldân, ed. M.J. de Goeje, Leiden 1866, 430.
Belâzurî, 430.
ABBASÎLER DEVRİNDE TÜRK KUMANDANLARI
3
el-Me'mûn, Ahmed b. Ebî Hâlid kumandasındaki bir orduyu el-Afşın'ın
rehberliğinde Uşrusana üzerinde gönderdi. Abbasî kuvvetlerinin, hiç
ummadığı bir anda ülkesine girdiğini haber alan Kâvûs, oğlu Fazl'ı
Türkler'den (Dokuz Oğuz) yardım teminine gönderdi. Fakat daha yar­
dımcı kuvvetler yetişmeden Kâvûs'un Ahmed b. Ebî Hâlid'e teslim ol­
ması, oğlu Fazl’ı da Türkler'den ayrılarak babasının yanına gelmeğe
mecbur etti. Baba oğul Bağdad'a getirildiler. Her ikisinin de müslümanlığı kabul etmesi üzerine el-Me'mûn, Kâvûs'u tekrar Uşrusana'ya
afşın tayin etti. Onun ölümünden sonra yerine oğlu Haydar geçti9.
Belâzurî tarafından verilen bu malûmat kısmen Taberî ve Ya'kûbî
tarafından da teyid edilmektedir. Taberî, 207 (822-823) yılında. Halife
el-Me'mûn'un Ahmed b. Ebî Hâlid'i Uşrusana'nın fethine memur et­
tiğini ve Ahmed'in de Kâvûs ve oğlu Fazl'ı esir ederek adı geçen böl­
geyi fethettiğini bildirmektedir10. Ya'kûbî ise, Belâzurî gibi yıl bildirme­
den Ahmed b. Ebî Hâlid'in Uşrusana seferinde el-Afşın'ın da hazır bu­
lunduğunu kaydetmektedir11.
El-Afşın'ın, Abbasî devleti hizmetine girdiği tarihi kaynaklar kesin
olarak bildirmemektedirler. Ancak Taberî'nin Uşrusana'nın fetih tarihini
kaydetmesi bu hususta bize bir ipucu vermektedir. Kâvûs'un halifeye
karşı isyanının el-Me'mûn'un Bağdad'a dönmesinden, yani 15 Safer
204 (11 Ağustos 819) tarihinden sonra meydana geldiğini ve Uşrusana'nın fethinin de 207 (822-823) yılında olduğunu göz önüne alacak
olursak, el-Afşın'ın bu yıllar arasında, büyük bir ihtimalle 206 (821822) yılında Bağdad'a gelerek Halife el-Me'mûn'un hizmetine girdiğini
kabul edebiliriz.
El-Afşın'ın Halife el-Me'mûn ve el-Mu'tasım devirlerindeki siyasî
ve askerî faaliyetlerine geçmeden önce onun milliyeti üzerinde durmak
icap etmektedir. Bu mesele hakkında şimdiye kadar kesin bir görüş
mevcut olmamakla beraber, onun Türk veya Fars olabileceği ihtimal­
leri üzerinde durulmuştur12. El-Afşın'ın milliyeti konusundaki bu fikir
9 Belâzurî, 430; ayrıca bkz. Barthold, Turkestan, 210 vd; G. Hossein Sadighi, Les
Mouvements Religieux Iraniens, Paris 1938, 287 vd.
10 Taberî, III, 1065 vd.; İbn Miskeveyh, Tecârib el-Ümem..., ed. M.J. de Goeje,
Leiden 1871, 454; Kitâb el-Uyûn el-Hadaik fi Ahbâr el-Haka’ik, ed. M J. de Goeje, Leiden
1869, 365; İbn el-Esîr, VI, 383.
11 Ya’kûbî, Tarih, ed. M. Th. Houtsma, Leiden 1883, II, 557.
12 Müller (Der Islam in Morgen und Abendiand, Berlin 1885-1887, I, 507, 520),
el-Af§ın’ın Türk olduğunu söyledikten sonra aynı eserin II. cildinde (s. 21 not 2) bu iddiasını
4
HAKKI DURSUN YILDIZ
ayrılıkları kaynakların bu hususta açık bir bilgi vermemelerinden ileri
gelmektedir. Açık olmamakla beraber kaynakların verdikleri bazı ipuç­
ları, el-Afşın'ın milliyetini tesbit hususunda bir hükme varmamızda bize
yardımcı olmaktadır.
Arab olmadığı muhakkak olan el-Afşın'ın Fars olduğuna dair tek
ve zayıf delil baba adının Kâvûs olmasıdır. Ancak onun babasının. Iran
hükümdar ailelerinde sık rastlanan böyle bir ismi taşıması. Iran kültü­
rünün tesiri altında bulunan bir bölgede tabiî karşılanmalıdır. İleride
mahkeme safahatında da görüleceği gibi, el-Afşın ve babası müslüman
olmadan önce zerdüştî idiler. Bu devirde Türkler'in dahil oldukları ce­
miyetin tesiri altında kalarak türkçe adlar yerine farsça ve arabca isim­
ler kullandıkları sık görülmektedir. Bu sebeple babasının Kâvûs adını
taşıması onun Fars olduğuna delil sayılmamalıdır. Üstelik el-Afşın, ba­
basının farsça isim taşımasına rağmen, kendisi de arabca Haydar adını
almıştır. Kanaatimize göre Haydar adını müslüman olduktan sonra al­
mış olmalıdır.
El-Afşın'ın türklüğü hakkında daha kuvvetli delillere sahibiz. Bilin­
diği gibi Maveraünnehr ve Batı Türkistan V II. asrın sonlarından itibaren
Türklerin elinde bulunmakta idi. Daha önceki devirlerde de İran'ın batı
hududu Seyhun'u öteye pek geçmemişti. Çeşitli sebeplerle İran tesiri­
nin görüldüğü Seyhun'un doğusundaki bölgelerin aslî unsuru Türkler'dan meydana gelmekte idi. Göktürk hükümdarı Kapağan Kağan za­
manında (691-717) bütün Batı Türkistan Göktürk devletinin hâkimi­
yeti altında idi. Ayrıca Taşkent, Fergana, Semerkand, Buhara ve Uşrusana bölgelerinde, Göktürkler'in yüksek hâkimiyetini tanımakla bera­
ber yarı müstakil beylikler bulunuyordu. Umumiyetle bu beyliklerin ba­
şında Türk hanedanları vardı13. Bu durumda Uşrusana'ya hâkim olan
hanedanın da Türk olması kuvvetle muhtemeldir. Nitekim hanedanırt
tesbit edebildiğimiz ilk iki mensubunun adları bunu göstermektedir.
Bunlardan birincisi kaynaklarda, şüpheye mahal bırakrhıyacak açıklık­
la belirtilmiş olan Kara Buğra'dır. İkincisine, yani el-Afşın'ın dedesine
gelince, onun isminin İslâm kaynaklarında verilen şekliyle pek açık ol­
mamakla beraber, farsça olmadığı ve iki kelimeden meydana geldiği
görülmektedir. Taberî ve İbn el-Esîr'de muhtelif şekillerde geçen bu isyalanlamıştır. Bu hususta ayrıca bkz. Ahmed Ferîd Rufai, A s t el-Me’mûn, Kahire 1927, I,
286; İslam Ansiklopedisi, Afşin md.
13 Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağlan, İstanbul 1971, I, 66 vd.
ABBASÎLER DEVRİNDE TÜRK KUMANDANLARI
5
min14 ilk kelimesinin «Hân» olduğu açıkça görülmektedir, ikinci keli­
me ise tam olarak okunmamakla beraber, ibn el-Esir'de verilen «Hara»
(Kara) şekli kanaatimizce gerçeğe en yakın olanıdır. İslâm kaynakla­
rında, umumiyetle yabancı isimlerin tahrif edilerek verildiğini, ayıiı du­
rumun farsça isimlerde olmadığını dikkate almak icap etmektedir.
Neş'et ettiği bölgenin etnik durumu ve ecdadının kullandığı türkçe
isimler, el-Afşın'ın Türk olma ihtimalini çok kuvvetlendirmektedir.
El-Afşin'm türklüğünü teyid eder bir habere de Ya'kûbî'de rastla­
maktayız16 : Bâbek isyanının bastırılmasından sonra Samerra'ya dönen
el-Afşın, uhdesinde bulunan Azerbaycan'ın idaresini dayısı oğlu Mengüçur'a16 bırakmıştı. Diğer kaynaklar sihriyet derecesini bildirmemekle
beraber Mengü-çur'un el-Afşın'ın akrabası öldüğünü kaydetmektedir­
ler17. Mengü-çur adının ise sık rastlanan türkçe isimlerden olduğu dik­
kate alınırsa el-Afşın'ın ana tarafından da Türk olduğu hükmüne varıla­
bilir.
Bu delillerin yanında, el-Afşın'ın, Abbasî devletinde Türk birlikle­
rinin nüfuz sahibi oldukları bir devirde temayüz etmesi, iştirak ettiği
mühim vukuatta Türkler ile beraber bulunması ve Semerra'da Türkler'e
tahsis edilen mahallelerin birisinin kendisine verilmesi bir tesadüf de­
ğildir. Ayrıca ordu kumanda heyetinin hemen tamamının Türkler'den
meydana geldiği el-Mu'tasım devrinde bir nevi başkumandan durumun­
da olan el-Afşın'ın da Türk olması akla gelen en yakın ihtimaldir.
El-Afşın'ın Abbasî devletinin hizmetine girmesinden itibaren on
yıl kadar hiçbir askerî ve siyasî harekete iştirak etmediği görülmekte­
dir. Ancak kaynakların bu hususta malumat vermemeleri, onun bir kö­
şede unutulmuş olduğu manasına alınmamalıdır. Biraz ileride göreceği­
miz gibi el-Afşın'ın, 215 (830) yılında Mısır isyanlarının bastırılmasına
memur edilmesi, onun halife tarafından denenmiş ve güvenilir bir şahsiyet
olduğunu göstermektedir. Bu durumda el-Afşın'ın bu on senelik zaman
14 Yukarıda s. 2, not 4.
15 Ya’kûbî, Tarih, II, 583.
16 Kaynaklarda
seklinde yazılan bu ismin, Türkler’de sık rastlanan «Mengü»
ismi ile «Çur» Unvanından meydana geldiği anlaşılmaktadır. Bu bususta bkz. Kaşgarlı
Mahmud, Divanü Lugat-it-Türk, hazırlıyan Besim Atalay, Ankara 1943, IV, 411; Hüseyin
Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, İstanbul 1941, IV, 67, 155.
17 Taberî, III, 1301; İbn el-Esîr, VI, 505. Süryanî Mihaü (Chronique, ed. J.B. Chabot,
Paris 1890-1910, III, 101) Mengü-çûr’un el-Afşın’ın kız kardeşinin Oğlu olduğunu belirt­
mektedir.
6
HAKKI DURSUN YILDIZ
zarfında halifenin itimadını kazanacak faaliyetlerde bulunduğu ortaya
çıkmaktadır.
Halife el-Me'mûn, Bağdad'a dönmesinden sonra yeni bir siyaset
takibine başlıyarak hilafet ordusu saflarına külliyetli miktarda Türkler'
den asker almağa başladı18. Türkler'den meydana getirilen birliklerin ka­
tıldıkları ilk askerî harekat, gerek müstakbel halife el-Mu'tasım'ın ve
gerekse el-Afşın'ın kumandasında Mısır isyanlarının bastırılmasıdır. Bu
durumda el-Afşın'ın, Abbasî devleti hizmetine girmesinden Mısır isyan­
larını bastırmağa memur edilmesine kadar geçen zamanda el-Mu'tasım'ın maiyetinde, ordu saflarına alınan Türk birliklerini tanzim ve tertib ettiği ihtimali kuvvet kazanmaktadır. Halife el-Mu'tasım devrinde
iştirak ettiği önemli askerî harekatta yanında mühim miktarda Türk
birliklerinin bulunması bu görüşü teyid eder mahiyettedir.
El-Afşın'ın kumandan olarak katıldığı ilk askerî faaliyet. Halife elMe'mûn'un son yıllarında Mısır'da çıkan isyanları bastırmağa memur
edilmesidir. Hârûn el-Reşîd'in oğulları el-Emîn ve el-Me'mûn arasında­
ki hilafet mücadelesi bu bölgeye de sirayet etmiş, uzun bir maziye sa­
hip olan Kaysîler (Mudar)-Yem ânîler ihtilafı bu seferde siyasî sebep­
lerle yeniden alevlenmiş ve Kaysîler el-Emîn, Yemânîler ise el-Me'mûn
tarafını tutarak mücadeleye girişmişlerdi. El-Me'mûn'un halife olmasiyle
sükûnet avdet eder gibi olmuşsa da bu sefer de Endelüs'ten sürülen
15 bin kişinin Mısır’a gelmesi tekrar karışıklıkların başlamasına sebep
olmuştur. Bunun üzerine Mısır valiliğine 210 (825-826) yılında tayin
edilen Abdullah b. Tahir bu isyanları bastırmağa muvaffak olmuştur.
Kısa bir müddet sonra Abdullah'ın Azerbaycan valiliğine tayin edil­
mesi üzerine karışıklıklar tekrar başlamış ve el-Me'mûn, kardeşi Ebû
ishak'ı Mısır valiliğine getirerek onu isyanların bastırılmasına memur
etmişti. 214 (829-830) yılında Mısır'a giden Ebû ishak, karışıklıkları
kısmen teskin edebilmiştir19.
Halife el-Me'mûn 215 (830) yılında Bizans'a karşı yaptığı birinci
seferden Dımaşk'a döndüğü sırada Mısır'da karışıklıkların yeniden pat­
lak verdiği haberini aldı. Bunun üzerine halife, Mısır valisi olan karde­
şine el-Afşın'ı isyanlarını bastırılmasına memur etmesini emretti, isyan­
18 Ya’kûbî, Kitâb el-Buldân, ed. M J. de Goeje, Leiden 1892, 255 vd.; İbn Hurdadbıh,
el-Mesölik ve’l-Memâlik, ed. M J. de Goeje, Leiden 1889, 39; İbn Kuteybe, el-Ma’arif, nşr.
Servet Ukkaşa, Mısır 1969, 391.
19 Fikret Işıltan, Me’mûn md., İ.A.
ABBASÎLER DEVRİNDE TÜRK KUMANDANLARI
7
lar daha ziyade Aşağı Mısır'da Berka, el-Beşarûd, el-Biyâme ve el-Huf
şehirlerinde tehlikeli bir hal almıştı. 215 yılı ortalarında (830) sonları)
harekete geçen el-Afşın, Berka'ya gelerek şehri âsilerden kurtardı, is­
yancıların eie-başısı olan Müslim b. Nasr esir edildi. Bundan sonra,
Kıptîler'in de katılmasıyle sayıları oldukça çoğalmış olan el-Beşarûd ve
el-Huf âsileri üzerine yürüdü. Aynı yılın sonlarına doğru adı geçen böl­
gelerde de sükûneti temin eden el-Afşın Kahire'ye döndü. 216 yılını
(831) da âsilerle mücadele ederek geçiren el-Afşın, Muharrem 217
(Şubat - Mart 832) tarihinde Mısır'a gelen Halife el-Me'mûn'un öncü
kuvvetler kumandanı olarak Mısır isyanlarının bastırılmasında önemli
roller oynamıştır20.
El-Afşın'ın, Mısır isyanlarının bastırılmasında gösterdiği başarı,
onun devlet erkânı arasında itibarının yükselmesine yardım etmiştir.
Mısır isyanlarının bastırılmasıyle meşgul olması sebebiyle el-Me'mûn'un, Bizans'a yaptığı seferlerden ilk üçüne katılamıyan el-Afşın'ın,
218 (833) yılındaki sonuncu sefere iştirak ettiği ve el-Me'mûn'un elBedendûn (Pozantı)'da ölümü üzerine, el-Mu'tasım'ın halife olması hu­
susunda diğer Türk kumandanlarıyle birlikte önemli rol oynadığı muh­
temeldir.
El-Mu'tasım'ın halife olmasıyle el-Afşın'ın ikbal devri başlamış
oluyordu. Abbasî imparatorluğunda el-Mu'tasım ile birlikte yeni bir de­
vir başlamış ve ordudaki Türk birlikleri halifeler üzerinde büyük bir nüfûz tesis etmişlerdi. Abbasî imparatorluğunda Türkler'in iktidara gel­
mesinde baş rolü oynıyanlardan birisi de, el-Mu'tasım devrinde halife
ordularının başkumandanı durumunda olan el-Afşın olmalıdır.
El-Mu'tasım halife olduğu zaman (833) Bâbek isyanı çok tehli­
keli bir hal almıştı. El-Emîn ile el-Me'mûn arasındaki iktidar kavgasının
sebep olduğu karışıklıklardan istifade ederek Azerbaycan'da el-Bazz21
şehrini kendisine merkez yaparak 201 (816-817) yılında isyan etmiş
olan Bâbek, el-Me'mûn'un gönderdiği kuvvetleri mağlup etmek sure­
tiyle nüfûz sahasını oldukça genişletmişti. Hattâ el-M e’mûn'un son yıl­
larında, devrin en büyük kumandanlarından birisi olan Abdullah b. Ta20 Ya’kûbî, Tarih, II, 568 vd.; el-Kindî, Kitâb el-Vulât ve Kitâb el-Kudât, ed. Rhuvon
Guest, Leiden 1912, 189 vd. d.; Taberî, III, 1105; İbn Tagribirdi, el-Nucûm el-Zahire jî
M ülûk Mısır ve’l-Kahire, Kahire 1348-1374, II, 212 vd. d.
21 Azerbaycan ile Errân bölgeleri arasında ve Aras nehri üzerinde bulunduğu anla­
şılan el-Bazz’m yerini kesin olarak tesbit edemedik. Bu hususta bkz. İbn Hurdadbih, elMesâlik..., 121; Yâkût el-Hamavî, M u’cem el-Buldân, Beyrut 1955-1957, I, 361, III, 44.
8
HAKKI DÜRSÜN YILDIZ
hir'in Bâbek ile mücadeleye memür edilmesine rağmen harekete geç­
mekten kaçınması Bâbek'in kudretini göstermektedir22.
Halife al-Mu'tasım, yirmi seneden beri devam etmekte olan ve ar­
tık devleti tehdit etmeğe başlıyan Bâbek isyanını bastırmak için, ken­
disinin Mısır valiliği sırasında yanında bulundurduğu, askerî bilgi ve
kudretine şahit olduğu el-Afşın'ı 2 Cumada II 220 (3 Haziran 835) ta­
rihinde el-Cibâl ve Azerbaycan bölgelerine vali tayin ve isyanı bastır­
mağa memur etti. El-Afşın mücâdeleye girişmeden önce karargâhını
kurduğu Berzand İle Bağdad arasındaki kalelere askeri birlikler yerleş­
tirmek suretiyle hem merkez ile olan irtibatını ve hem de erzak ve za­
hire yollarını emniyet altına almış oldu. Aynı zamanda bölgedeki posta
teşkilâtını da yeniden tanzim ederek Bağdad ile olan muhaberatı dört
gün gibi kısa bir müddette yapabilmeyi mümkün kıldı. Kurduğu casus­
luk şebekesi ile Bâbek hakkında az da olsa bilgi edinebiliyordu. Bunda
daha ziyâde bol para verilmek suretiyle esirlerden faydalanıyordu22.
Taberi'ye göre24 al-Mu'tasım, devamlı savaşların bunalttığı ordu­
nun iaşe ve teçhizat bakımından sıkıntı çekmemesi ve maneviyatının
sarsılmaması gayesiyle yine Türk kumandanlarından Boga el-Kebîr ida­
resinde el-Afşın'a para ve zahire gönderdi. Bâbek, casusları vasıtasiyle
Boğa'nın zahire ile birlikte geldiğini öğrenince baskın yapmağa hazır­
landı. Fakat onun böyle kıymetli bir yağma fırsatını kaçırmıyacağını bi­
len el-Afşın, aldığı tedbirlerle hem Boğa'nın getirdiği zahire ve parayı
kurtarmış hem de beklemediği bir anda Bâbek'e taarruz ve onu njağlup
ederek al-Bazz'a çekilmeğe mecbur etmiştir. El-Afşın'ın bütün bu ted­
birlerine rağmen zahire kolları ara sıra baskınlara maruz kalıyor ve bu
durumlarda sıkıntıya düşen ordunun zahire ihtiyacı civar bölgelerden
temin ediliyordu.
220 (835) kışını Berzend'de geçiren el-Afşın ilk baharda Bâbek'e
karşı harekete geçti. Boga idaresindeki birlikleri Heştadsar25 üzerine
gönderirken kendisi de el-Bazz'a doğru ilerliyerek buranın 6 mil yakı22 Burada yalnız el-Afşın’ın Bâbek ile yaptığı mücadeleler üzerinde durulacağı için
Bâbek’in zuhuru, takip ettiği siyaset ve el-Me’mûn devrindeki faaliyetleri hakkında bilgi
verilmemiştir. Bu meseleler hakkında bkz. G. Hossein Sadighi, Les Mouvements..., 229-280;
Fikret Işıltan, M e’mûn md. İ.A.; Osman Turan, Bâbek md. İ.A.
23 Belâzurî, 329; Taberî, m , 1170 vd. d.; İbn el-Esîr, VI, 447 vd.
24 Taberî, III, 1175; Chronique de Tabari A bu A li Mohammad Bal’ami, îransızca trc.
Herman Zotenberg, Paris 1958, IV, 525 vd., İbn el-Hsir, VI, 449 vd. d.
25 Bu yer hakkında coğrafî eserlerde bile bilgi bulunmamıştır. Berzend yakınında
bulunma ihtimali kuvvetlidir.
ABBASÎLER DEVRİNDE TÜRK KUMANDANLARI
9
nında bulunan Dervez'de karargâh kurdu. Fakat bu sırada el-Afşın'ın
haberi olmadan Boga, el-Bazz'a doğru yürüyüşe geçti ve şehre olduk­
ça yaklaştı. Boğa'nın ilerlediğini öğrenen Bâbek âni bir taarruzla onun
birliklerine ağır zayiat verdirdi. Boga canını zor kurtarabildi ve eîAfşın'dan yardım istedi. El-Afşın kardeşi FazI ile Boğa'ya takviye kuv­
vetleri gönderdi26.
Boğa'nın mağlubiyetinden sonra Bâbek'e karşı 221 (836) yazın­
da umumî bir hücumun yapıldığı görülmektedir. El-Afşın, kuvvetlerini
iki kışıma ayırarak bir kısmını Boğa'nın idaresine verdi; diğer kısmının
başında da kendisi olduğu halde iki koldan el-Bazz'a doğru harekete
geçti. Şiddetli bir fırtınanın başlaması üzerine Boga, el-Afşın'dan ha­
bersiz karargâhına döndü. Ertesi gün el-Afşın Bâbek'in karargâhına hücûm etti ve bol miktarda esir ve ganimet ele geçirdi. Esirler arasında
Bâbek'in karısı da bulunuyordu. El-Afşın bu muzafferiyetten sonra Dervez'deki karargâhına döndü. El-Afşın'ın döndüğünden haberi olmıyan
Boga, havanın düzelmesi üzerine tekrar el-Bazz istikametinde yürüyüşe
geçti. El-Bazz’a yarım millik bir mesafeye gelince el-Afşın'ın döndü­
ğünü öğrendi. Hücumdan vaz geçerek ric'ate karar verdi. Bâbek'in
kuvvetleri Boğa'yı yalnız yakalayınca onu takibe koyuldular. Boga,
arazinin müsait olmaması sebebiyle gündüzleri yürüyüşüne devam edi­
yor ve geceleri emin bir yerde konaklıyordu. Yine böyle konakladığı
bir sırada hücuma uğrıyan Boga ağır kayıplar vererek Heştadsar'a çe­
kildi ve bir müddet orada kaldıktan sonra Afşin'in emri üzerine kışı ge­
çirmek için Meraga'ya döndü. El-Afşın da kış mevsiminin gelmesi se­
bebiyle birliklerini kışlaklara dağıttı27.
221 (835-836) kışını Berzend'de geçiren el-Afşın'a, ilkbaharda
aİ-Mu'tasim tarafından iriak ve Cafer b. Dinâr nezaretinde gönderilen
takviye kuvvetleri, zahire ve para geldi28. Bunu haber alan ve duru­
munun gittikçe kötüleştiğini farkeden Bâbek'in, Bizans imparatoru
Theophilos'a mektup yazdığına ve onu Abbasî imparatorluğu'na karşı
sefer yapmağa teşvik ettiğine dair kaynaklarda bazı rivayetler mevcut­
26 Taberî, III, 1188 vd.; İbn el-Esîr, VI, 456 vd.
27 Taberî, m, 1188 vd. d.; Taberî-Bel’amî, IV, 529 vd. d.; İbn el-Esîr, VI, 457 vd!
Taberî-Bel’amî (IV, 531)’de el-Afşın’ın kışı geçirmek için Erdebil’e çekildiği kaydedilmek­
tedir. Halbuki el-Afşın'ın, karargahım Berzend’de kurduğu yukarıda zikredilmişti. Bu
durumda onun Erdebil’e çekilmesi Bâbek’e daha geniş hareket imkâm tammış olacaktı. ElAfşın gibi b ir:kumandanın böyle bir hataya diişmiyeceği açıktır.
ı
28 Taberî, III, 119S; Taberî-Bel’amî, IV, 531; İbn el-Esîr, VI, 461.
10
HAKKI DURSUN YILDIZ
tur29. Halifeden aldığı kuvvetlerle ordusunu takviye eden el-Afşın,
Berzend'den ayrılarak el-Bazz yakınlarında bulunan Kelân-rûz'da 30 ka­
rargâh kurdu. Bâbek de mukabil harekete geçerek Azîn adlı kuman­
danını el-Afşın'a karşı gönderdi. El-Afşın bir gece baskınında Azîn'in
kuvvetlerini hezimete uğrattı31.
iki yıldan beri Bâbek ile savaşan el-Afşın, harekâtının son safha­
sına gelmişti. Arazinin müsait olmaması kısa zamanda kat'i neticenin
alınmasını geciktiriyordu. Bu sebeple hedefe doğru kısa fasılalarla ilerliyen el-Afşın, 222 yılı başında (837 başları) kış olmasına rağmen elBazz önünde ordugâhını kurdu ve şehri muhasaraya başladı. Ordusunu
muhtelif kısımlara ayırarak her kısmın başına güvendiği kumandan­
ları geçirdi. Bunlar arasında Buharalı birliklerin kumandanı olan Buharhudat da bulunuyordu32.
El-Bazz'ın muhasara edilmesine rağmen, el-Afşın emniyet mülaha­
zasıyla bir türlü umumî hücuma geçmeğe cesaret edemiyordu. İki ordu
arasında bir vadinin bulunması, etrafın sık ormanlarla kaplı olması Bâbek'e çok iyi savunma yapma imkânı veriyordu. Bu durumda hücum
eden taraf için büyük tehlike mevcuttu. Vadide ormanlar içinde pusu­
da bekliyen Bâbek'in kuvvetleri el-Afşın için tehlike kaynağı idi. Fakat
muhasaranın uzaması el-Afşın'ın sabrını taşırdığı gibi Bâbek'in savun­
ma tedbirlerinin ortaya çıkmasına da yardım ediyordu. El-Afşın niha­
yet ordusunun umumî arzusuna boyun eğerek toplu hücuma geçilece­
ğini bildirdi33.
El-Afşın, kumandanlarına şehrin etrafında muhtelif kesimler tayin
ederek taarruza geçti. Beşîr el-Türkî emrindeki bir birliği şehrin kar­
şı tarafında mevzi almış olan Azîn'in üzerine gönderildi. Beşîr âni bir
saldırı ile Azîn'i mağlup ederek el-Bazz'ı arkadan sıkıştırmağa başladı.
Artık sonunun yaklaştığını anlıyan Bâbek, el-Afşın'dan âmân istedi­
ğinde bulunur. El-Afşın tarafından teklifinin kabul edilmesine rağmen,
o, zaman kazanmak gayesiyle âmân fermanının bizzat halife tarafından
29 Taberî, III, 1234; Taberî-Bel’amî, IV, 531; İbn el-Esîr, VI, 479.
30 Bu isim farsca olup «büyük nehir» manasına gelmektedir. Taberî, (III, 1195),
Kelân-rûz’un Berzend’e üç mil mesafede, Yâkût (IV, 475) ise el-Bazz .yakınında olduğunu
kaydetmektedir. El-Bazz’ın Aras kıyısında bulunduğu dikkate alınınca Kelân-rûz’un da
Aras olma ihtimali kuvvetlenmektedir.
31 Taberî, M , 1195 vd.; Kitâb el-Uyûn, 390; İbn el-Esîr, VI, 461.
32 Taberî, III, 1201; Taberî-Bel’amî, IV, 535; İbn el-Esîr, VI, 462 vd.
33 Taberî, HI, 1205 vd. d.; Taberî-Bel’amî, IV, 536 vd. d.; İbn el-Esîr, VI, 464 vd. d.
ABBASÎLER DEVRİNDE TÜRK KUMANDANLARI
11
imza edilmesi şartını ileri sürdü. Bu teklifi kabul eden el-Afşın'ın ku­
mandanlarına harbi durdurmaları için emir gönderdiği sırada Beşîr elTürkî idaresindeki Ferganalılar'ın şehre girdiği haberini aldı. Bunun üze­
rine bütün ordu hücuma geçerek el-Bazz'a girmeğe muvaffak oldu. Şe­
hir içinde şiddetli sokak çarpışmaları başladı. Neftle Bâbek'in saray­
ları yakıldı. Bu karışıklıklardan istifâde etmesini bilen Bâbek kaçmağa
muvaffak oldu. El-Bazz üç gün müddetle yağma ve tahrib edildi34.
El-Bazz'ın fetih tarihini kaynaklar aynı ayda gün farkları ile ver­
mektedirler. Taberî35 20 Ramazan 222 (26 Ağustos 837) tarihini kay­
detmektedir. Ya'kûbî36 umumî hücumun 9 Ramazan (15 Ağustos) da
başladığını yazmaktadır. Mes'ûdî37 ise gün tasrih etmeden el-Bazz'ın
Ramazan (Ağustos - Eylül) ayında fethedildiğini belirtmektedir. Görü­
lüyor ki, el-Bazz'ın fethi hakkında verilen tarihler arasında fazla bir fark
yoktur. Bu bakımdan Taberi'nin günüyle beraber verdiği tarihi kabul
etmek daha doğru olur.
Bâbek'in firar ettiği anlaşılınca el-Afşın, onu takibe beş yüz kişi­
lik bir birlik gönderdiği gibi geçmesi muhtemel görülen Erminiye bey­
lerine (ermenice İşhan veya Naharar, arabca Bıtrik) mektuplar yazarak
Bâbek'i yakalıyanlara büyük mükâfatlar vereceğini bildirdi. Gerçekten
Bâbek, daha önce temasa geçtiği tahmin edilen Bizans imparatoruna
sığınmak istiyordu. Takibe memur edilen birlikler onu bir yerde kıstır­
dılar ise de yine ellerinden kaçırdılar. Nihayet Erminiye'nin doğusunda
Sahi b. Sunbat adlı bir Ermeni beyinin şatosuna sığınan Bâbek, el-Afşın'a gönderilen haber neticesinde bir av partisi esnasında yakalandı.
El-Afşın Berzend'e döndüğü sırada Bâbek de oraya getirildi38.
Bâbek'in esir edildiği haberi Halife al-Mu'tasım'a bildirildi ve onun
emri üzerine Samerra'ya hareket edildi. Zafer haberinin Samerra'ya gel­
mesi üzerine al-Mu'tasım el-Afşın'a uzun bir mektup yazarak onu teb­
rik etti39. Ordu merkeze yaklaşınca başta halifenin oğlu al-Vâsık ol34 Ya’kûbî, Tarih, II, 579; Taberî, III, 1216 vd. d.; Taberî-Bel’amî, IV, 538 vd. d.;
Mes’ûdî, Murûc el-Zeheb, nşr. ve fransızca trc. Barbier de Meynard ve Pavet de Courteille,
Paris 1861-1877, VII, 123 vd.
35 Taberî, III, 1197; İbn el-Esîr, VI, 462.
36 Ya’kûbî, Tarih, II, 578.
37 Mes’ûdî, Kitâb el-Tenbıh ve'l-İşrâf, ed. M.J. de Goeje, Leiden 1894, 353.
38 Taberî, III, 1219 vd. d.; Mes’ûdî, Murûc el-Zeheb, VII, 124 vd.; İbn el-Esîr, VI,
472.
39 Bu mektubun metni için bkz. Kalkaşendi, Kitâb Subh el-A’şâ, Kahire 1922, VI,
400 vd. d.
12
HAKKI DURSUN YILDIZ
duğu halde bütün devlet ricâli tarafından istikbal edilen el-Afşın, 2
Safer. 223 (3 Ocak 838) tarihinde büyük bir merasimle Samerra'ya gir­
di. Bâbek ertesi gün halifenin huzurunda ve halkın önünde önce kol ve
bacakları kesilmek suretiyle idâm edildi40.
Bâbek'in yakalanması ve idâmı İslâm âleminde umumî sevince ve­
sile olmuştur. Devrin meşhur şâirleri el-Afşın'ı metheden kasideler yaz­
mışlardır41. Halife al-Mu'tasım da, bu başarılarından dolayı Afşm'a mu­
rassa tac, hil'at ve bol miktarda para verdi, aynı zamanda Sind valili­
ğine tayin etti42. 2 0 seneden beri devletin başına büyük gâileler açan
Bâbek'in yakalanmasında el-Afşın'ın gösterdiği askerî başarı, halife nezdinde ona büyük bir itibar sağlamış ve kumandanlar arasında birinci
sırayı işgâl etmesine yardım etmiştir.
El-Afşın, Bâbek ile savaşırken Türk birlikleri ile Bağdad halkı ara­
sında gittikçe şiddetlenen geçimsizlik sebebiyle Halife el-Mu'tasım hila­
fet merkezini Bağdad'dan Samerra'ya nakletti43. Yeni kurulan bu şehir­
de Türk kumandanlarına araziler tahsis edilerek maiyetleri ile birlikte
yerlbşmeleri temin edildi. Samerra'nın kurulduğu sırada el-Afşın'ın ha­
zır bulunmamasına rağmen şehrin doğusunda ve Matîra diye adlandı­
rılan mahalle el-Afşın ve birliklerine verildi. Matîra'da el-Afşın için sa­
ray, birliklerine kışlalar, zarurî ihtiyaçları karşılamak gayesiyle çarşılar
ve sosyal tesisler inşa edildi44.
El-Afşın'ın katıldığı ikinci büyük askerî harekat Amorion (Ammurîye) seferidir. Abbasî kuvvetlerinin Bâbek gailesiyle meşgul bulunma­
sından istifade etmek istiyen Bizans imparatoru Theophilos, İslâm kay­
naklarının verdikleri malûmata göre ise kötü durumda kalan Bâbek'in
imparatora yazdığı mektupta, halifenin, bütün kuvvetlerini kendi üze­
rine gönderdiğini, bu sebeple İslâm ülkesine karşı taarruza geçmenin
uygun olacağını belirtmesi sebebiyle45, giriştiği Zibatra (bugünkü Do40 Ya’kûbî, Tarih, II, 579; Taberî, III, 1229; Mes’ûdî, Murûc el-Zeheb, VII, 125 vd.
41 Teberi, HI, 1233; aynca bkz. Abdul Hag, Historical poems in thé Divan o f A bu
Tammam, islamic Culture, XIV, 20 vd.
42 Taberî, III, 1233.
43 Samerra’nın kuruluşu, gelişmesi ve burada cereyan eden tarihi hadiseler için bkz.
E. Herzfeld, Geshicte der Stadt Samarra, Hamburg 1948; Osman S.A. İsmail, The Foun­
ding of a New Capital : Sammarra, Bulletin of the School of Oriental and African Studies,
XXXI, part 1, 1966, 1-13; Guy Le Strange, The Lands of the Eastern Caliphates, Camb­
ridge 1930, 53 vd.
44 Ya’kûbî, Kitâb el-Buldûn, 259.
45 Taberî, HI, 1234; Kitâb el-Uyûn, 389 vd.; İbn el-Esîr, V I 479.
ABBASÎLER DEVRİNDE TÜRK KUMANDANLARI
13
ğanşehir) katliâmının 46 öcünü almak için Halife el-Mu'tasım 223 (838)
ilk baharında büyük bir ordu ile Amorion üzerine sefere çıktı47.
Abbasî devleti kuvvetlerinin büyük bir kısmı Halife el-Mu'tasım'm
emrinde Tarsus ve Gülek Boğazı yoluyla Ankara istikametinde ilerler-;
ken, el-Afşın kumandasındaki ikinci kismı ise Serüc (Suruç) ve M a­
latya üzerinden Anadolu içlerine girmekte idi. Hazırlanan plâna, göre
iki ordu Ankara'da birleşecekler ve buradan beraberce. Amorion üzeri­
ne yürüyeceklerdi48.
El-Afşın'ın maiyetindeki birliklerin sayısı hakkında İslâm kaynak­
larında en ufak bir bilgiye rastlanmamıştır. Buna mukabil Süryanî Mihail,
el-Afşın'ın birliklerinin 30 bin kadar olduğunu49, Bizans kaynakları ise
bu kuvvetlerin Arab, Ermeni ve 10 bin kadar Türk'ten meydana gel­
diğini belirtmektedirler50. Bu durumda, kesin olmamakla beraber Sür­
yanî Mihail'in verdiği rakamın gerçeğe yakın olduğunu kaydetmekle
yetineceğiz. El-Afşın'ın Anadolu'da Turhal yakınına gelinceye kadar
hangi yolu takip ettiği ve yolculuk sırasında Bizans kuvvetleriyle bir
mücadeleye girişip girişmediği hakkında da bir bilgiye sahip değiliz.
Abbasî kuvvetlerinin taarruza geçtiğini haber alan Bizans impara­
toru Theophilos 838 Mayıs'ı başlarında İstanbul'dan hareketle Eskişe­
hir'e geldi. Buradan başta Amorion olmak üzere diğer önemli şehirlere
savunma kuvvetleri gönderdi61. Kısa bir müddet Eskişehir'de kalan
Theophilos, İslâm kuvvetlerini iç Anadolu'da karşılamak gayesiyle Kı­
zılırmak sahiline gelerek karargah kurdu. Burada Halife el-Mu'tasım'ı
beklerken Abbasî kuvvetlerinin diğer kısmının Armeniakon teması ta­
rafından ilerlemekte olduğunu öğrendi. Bunun üzerine, el-Mu'tasım ile
karşılaşmadan önce doğudan ilerlemekte olan kuvvetleri imha etmek
gayesiyle ordusunu iki kısma ayırarak bir gurubunu Kızılırmak sahilin­
deki karargahında bıraktı ve diğer gurubu ile el-Afşın üzerine hareket
etti?2. Bu sırada el-Afşın, Bizans kaynaklarının Anzen diye bahsettik46 Bizans imparatoru Theophilos’un Zibatra seferi hakkında bkz. A.A. Vasiliev,
Byzance et les Arabes, I, La Dynastie d ’Amorium, Brıı.velles, 1935, 137 vd. d.
47 Ya’kûbî, Tarih, II, 581 vd.; M esûdî, Murûc el-Zeheb, VII, 135; Taberî, III, 1235
vd. d.; İbn el-Esîr, V I 480.
. 48 Taberî, II, 1236; Mes’ûdî, Murûc el-Zeheb, VH, 135; İbn el-Esîr, VI, 481 vd.
49 Süryani Mihail, IH, 95.
50 Genesios, ed. Carol Bachmann^- Bonn 1834, 67; Theophanes Continuatus, ed. İmmanuel Bekker, Bonn 1838, I, 126 vd.
51 A.A. Vasiliev, Byzance et les Arabes I, 146 vd.
52 Taberî, III, 1239 vd.; İbn Miskeveyh, 486; İbn el-Esîr, VI, 483.
14
HAKKI DURSUN YILDIZ
leri dağın eteğinde bulunan Dazimon'a 53 gelmişti. Theophilos, el-Afşın'ın bulunduğu mahallin yakınına gelerek karargah kurdu. Öncü kol­
ları vasıtasiyle el-Afşın'ın kuwetleri hakkında bilgi toplıyan imparator,
ileri gelen kumandanları ile durumu müzakere etti ve müzakereler ne­
ticesinde fazla vakit kaybetmeksizin hücuma geçilmesine karar ve­
rildi64.
Harp, ertesi gün, Taberî'nin bildirdiğine göre ise 25 Şaban 223 (22
Temmuz 838) tarihinde başladı66. Ancak savaşın tafsilatına geçmeden
önce Taberî'nin vermiş olduğu bu tarih üzerinde durmak icap etmek­
tedir. Bilindiği gibi Amorion muhasarası 1 Ağustos 838 tarihinde baş­
lamıştır66. Bu durumda Dazimon savaşının 22 Temmuz'da olması şüp­
heyi çekmektedir. Çünkü 22 Temmuz'da Turhal yakınında büyük bir
savaş yapmış olan el-Afşın'ın 10 gün içinde ordusuyla Amorion önüne
gelmesi imkânsızdır. Kaldı ki, yine Taberî’nin bildirdiğine göre el-Afşın
Ankara'da halife ile bir kaç gün kalmış ve Ankara'dan Amorion'a 7
günde gelmiştir57. Ankara ile Amorion arası 200 km. kadardır. Bu me­
safe için verilen 7 günlük yürüyüş normaldir. Turhal ile Ankara arası­
nın ise 380 (kuş uçumu) km. lik bir yol olduğu göz önüne alınırsa Ta­
berî'nin Dazimon savaşı hakkında verdiği tarihin doğru olamıyacağı
kesinlikle ortaya çıkmış olur. Bu durumda Dazimon savaşının cereyan
ettiği tarihi Temmuz başlarına almamız gerekmektedir.
Bizans kuvvetlerinin taarruzu ile başlıyan savaş, ilk anlarda.el-Afşın’ın aleyhine gelişiyordu. Öncü kuvvetlerini meydana getiren Arab ve
Ermeni birlikleri yavaş yavaş gerilemeğe, hattâ saflarını terkederek
kaçmağa başladılar. Fakat öğleye doğru ordunun süvari gurubunu mey­
dana getiren Türkler, Bizans kuvvetleri üzerine hücuma geçerek devam­
lı ok atışlariyle ilerlemekte olan düşmanı durdurmağa muvaffak oldu­
lar. Artık savaşın kaderi değişmişti. Türkler'in bu âni ve şiddetli taarru­
zu neticesinde Bizans safları dağılmağa başladı. İmparator Theophilos'un yanında az bir kuvvet kalmıştı. El-Afşın'ın kuvvetleri tarafından
muhasara edilen Theophilos'u bu kötü durumdan karanlığın basması ve
53 Turhal yalçınındaki Dazmana olma ihtimali kuvvetlidir. Bkz. E. Honigmann, Bi­
zans Devletinin Doğu Sının, türkçe trc. Fikret Işıltan, İstanbul 1970, 58 not 3.
54 Genesios, 68, Theophanes Continuatus, I, 127.
55 Taberî, III, 1256; İbn el-Esîr, VI, 484.
56 A.A. Vasiliev, Byzance et les Arabes, I, 161.
57 Taberî, III, 1244; İbn Miskeveyh, 489; İbn el-Esîr, VI, 484.
ABBASÎLER DEVRİNDE TÜRK KUMANDANLARI
15
yağan yağmur sebebiyle Türklerin kullandıkları yayların kirişlerinin gev­
şemesi kurtardı53.
El-Afşın, bu zaferi müteakip Ankara'ya gelerek el-Mu'tasım ile bir­
leşti. Bir kaç gün Ankara'da istirahat eden İslâm ordusu yeniden tan­
zim edilerek sağ kanat kuvvetleri el-Afşın'ın, sol kanat kuvvetleri Aşnas el-Türkî'nin ve merkez kuvvetleri de el-Mu'tasım'ın kumandasına
verildi. Ankara'dan hareket eden ve Theophilos'un Dazimon'da yenil­
mesi sebebiyle mukavemet edebilecek hiç bir kuvvetle karşılaşmıyan
Abbasî ordusu 7 günlük bir yürüyüşten sonra Amorion önlerine gele­
rek şehri muhasara altına aldı59.
6 Ramazan 223 (1 Ağustos 838) tarihinde başlıyan60 Amorion
muhasarası esnasında el-Afşın'ın kahramanlıkları kaynaklarda geniş bir
şekilde anlatılmaktadır61. 1 2 gün devam eden muhasara sonunda şeh­
rin zaptı ve tahribi sırasında el-Afşın'ın rolü büyük olmuştur. Sefer dö­
nüşü esnasında ortaya çıkarılan el-Abbas b. el-Me'mûn'un suikast te­
şebbüsünün de bertaraf edilmesinde el-Afşın'ın yine ön şafta olduğu
dikkati çekmektedir. Nitekim el-Abbas, cezalandırılması için el-Afşın'a
teslim edilmişti62.
Halife el-M e’mûn devrinde başlıyan ve el-Mu'tasım devrinde de­
vam eden el-Afşın’ın askerî başarıları sebebiyle halife nezdinde ve dev­
let erkânı arasında haklı olarak kazandığı nüfuz ve itibar, devlet ricâli,
özellikle Arab ilerigelenleri arasında kendisine karşı kıskançlık ve kin
doğurmuştur. El-Afşın'ın rakipleri, onun halife ve ordu nezdindeki iti­
barını sarsmak için en küçük fırsatları bile kaçırmıyorlardı.
El-Afşın'ın durumunun sarsılmasında rol oynıyanların başında Ho­
rasan valisi Abdullah b. Tahir gelmektedir. El-Me'mûn hilâfetinde, ba­
bası Tahir'in nüfuzundan istifade cihetine gidip ve bazı başarılarla da
vaziyetini kuvvetlendiren Abdullah'ın, el-Afşın'ın kazandığı başarılar ve
Horasan'ı ele geçirmek için gizliden gizliye girişmiş olduğu faaliyetler
sebebiyle ona karşı cephe almış olması kuvvetle muhtemeldir. Kaynak­
58 Genesios, 67; Theophanes Continuatus, I, 127 vd.; krş. A.A. Vasiliev, Byzance el
les Arabes, I, 156 vd. d.; J.B. Bury, A History o f the Eastem Roman Empire (802-863),
London 1912, 265.
59 Taberî, III, 1244 vd. d.; İbn Miskeveyh, 489; Kitâb el-Uy&n, 392; İbn el-Esîr,
VI, 484 vd.
60 Taberî, III, 1256; aynca bkz. Vasiliev, Byzanceet les Arabes, I, 161.
61 Taberî, III, 1250 vd.; İbn Miskeveyh, 492 Kitâb el-Uyûn, 394.
62 Taberî, III, 1264 vd.; İbn el-Esîr, VI, 490.
16
HAKKI DURSUN YILDIZ
ların belirttiğine göre63 bu iki şahsiyet arasındaki rekabet, el-Afşın'ın Bâbek isyanını bastırmakla meşgul bulunduğu zaman patlak vermiştir: ElAfşın, Bâbek ile savaşırken civar beylerden gelen hediyelerle ele geçir­
diği ganimetleri halifeye değil Uşrusana'ya gönderiyordu. El-Afşın'ın pa­
ralarını Uşrusana'ya götürenler Abdullah'ın vilâyeti olan Horasan'dan
geçmek zorunda idiler. Bu durumun tekerrür etmesi üzerine, fırsatı kaçır­
mak istemiyen Abdullah, vaziyeti el-Mu'tasım'a bildirdi. Halife, Abdul­
lah b. Tahir'den gönderilen paraların miktarının kendisine bildirilmesini
istedi. Böylece halifenin de desteğini kazanan Abdullah, el-Afşın'ın
adamlarından götürmekte oldukları paraları alarak Samerra'ya gönder­
di. Bu hâdise, el-Afşm ile Abdullah'ın arasında içten içe devam etmekte
olan rekabet ve kinin ortaya çıkmasına ve bu iki kumandan arasında
amansız bir mücadelenin başlamasına sebep oldu.
Bâbek isyanının bastırılmasından sortra imparatorluk dahilinde şöh­
ret ve itibarını kuvvetlendiren el-Afşın'ın, bu nüfuzundan istifade ede­
rek o zaman Abbasî imparatorluğunun gerek mâlî ve gerekse siyasî kud­
ret bakımından en önemli vilâyetleri arasında yer alan Horasan'ı ele ge­
çirmek için çalıştığı, bunu anlıyan Abdullah'ın da mukabil harekete ge­
çerek halife nezdinde el-Afşın'ın itibarını sarsmak ve böylece en büyük
rakîbini bertaraf etmek için küçük fırsatlardan bile istifade ettiği, bu
cümleden olarak Mâzyâr b. Karin'in isyanında el-Afşın'ın rolü olduğuna
dair halifeye verdiği malûmatın da bu meşhur kumandanın sukutunda
mühim rol oynadığı kaynaklarda belirtilmektedir64.
*
Abdullah b. Tahir'in bu faaliyetleri yanında merkezde de buna mu­
vazi olarak el-Afşın'ın aleyhinde bazı hâdiselerin cereyan ettiği dikkati
çekmektedir. Merkezdeki el-Afşm aleyhtarı gurubun başında. Halife elMu'tasım üzerinde oldukça nüfuzlu olduğu anlaşılan baş kadı Ahmed
b. Ebî Du'âd bulunuyordu. Kaynakların verdiği bilgilerde65 el-Afşın ile
Ahmed b. Ebî Du'âd mücadelesi, iki kişinin şahsî menfaat ve siyasî çe­
kişmenin neticesinde değil, el-Me'mûn zamanında başlıyan ve el-M u’tasım'ın halife
olmasıyie kendini hissettirmeğe başlıyan devletidaresinde
63 Taberî,
III, 1304 vd.; İbn Miskeveyh, 517 vd.; İbn el-Esîr, V I
511.
64 Taberî,
IH, 1269; İbn Miskeveyh, 502; İbn el-Esîr, VI, 510 vd.
65 Dineverî, Âhbâr el-Tivâl, ed. V. Guirgass, Leiden 1888,' 401; Ebu’l-Ferec el-İsfahanî, Kitâb el-Agarii, Bulak 1285, VII, 154; Tenûhî, Kitâb el-Ferec ba’d el-Şidde, Kahire
1938, n , 68 vd.; Sıbt İbn el-Cevzî, Mirât el-Zamân, Toprakı Sarayı III. Ahmet Ktb. No.
2907, IX, 112“ vd., 129b vd.; ibn Hallikân,. Vejeyât el-Â’yân, nşr. Muhammed Muhyiddin,
Kahire 1948, I, 64.
ABBASÎLER DEVRİNDE TÜRK KUMANDANLARI
17
Türk nüfûzunu kırmak için Arab partisinin giriştiği mukabil hareketten
ileri geldiği açıkça görülmektedir. Bu husus ileride bahsedeceğimiz
mahkeme safahatında da görülecektir.
El-Afşın'ın sukutunu hazırlıyan sebeplerin birisi de, Bâbek gailesi­
nin ortadan kaldırılmasından sonra Samerra'ya dönen el-Afşın'ın Azer­
baycan'da vekil olarak bıraktığı akrabası Mengü-çur'un isyan etmesi ve
rakiplerinin bunu halife nezdinde istismar cihetine gitmeleridir66.
Bütün bunlara rağmen el-Afşın'ın bertaraf edilmesi ordu içindeki
kumanda heyetini elde etmekle mümkün olabilirdi. Adeta başkuman­
danlık mevkiinde bulunan el-Afşın'ın her hangi bir şekilde ortadan kal­
dırılması ordu içinde karışıklığa sebebiyet verebilirdi. Bu bakımdan Aşnas, Boga el-Kebîr ve İnak gibi Türk asıllı kumandanları, el-Afşın'ın
kendilerinki ile mukayese kabul etmiyecek kadar büyük itibarını kıskan­
dırmak suretiyle, onları, Abdullah b. Tahir'in şikâyet ve iftiralarını desteklettirmek suretiyle ordudan erilin olduktan sonra el-Afşın'a kar­
şı harekete geçildiği anlaşılıyor.
Kaynaklar el-Afşın'ın tevkif sebebini bir süikast teşebbüsü olarak
göstermektedirler67. Taberî ve ondan naklettikleri anlaşılan diğer me­
hazlar bu hususta şu bilgiyi veriyorlar: Son zamanlarda el-Mu'tasım'ın
kendisine karşı tutumunun değiştiğini ve aleyhinde, bazı dolapların dön­
düğünü farkeden el-Afşın, halife ve ordu kumandanlarının meşgul bu­
lunduğu bir sırada Musul'a ve oradan da hâlâ valisi bulunduğu Ermeniyye ve Azerbaycan yoluyla Hazarlar ülkesine kaçmayı tasarladı ise
de bunu kendi emniyeti bakımından tehlikeli bulduğu için tatbik mev­
kiine koymaktan çekindi. Bu plânını gerçekleştirme imkânını bulama­
yınca halife ve diğer devlet erkânına sarayında bir ziyafet vermeği ve
gelenleri zehirlemeyi, halife gelmediği takdirde aynı işi kumandanlara
yapmayı tasarlamıştı. Bu plân başarı ile tatbik edildiği takdirde kendi­
sini, takip edecek kuvvet kalmıyacağı için rahatça memleketi Uşrusana'ya kaçabilecekti. Fakat bu plânını da bir türlü tatbik mevkiine koya­
mıyordu. Nihayet adamlarından birisi, el-Afşm'dan korktuğu için du­
rumdan Halife el-Mu'tasım'ı haberdar etti. Bunun üzerine el-Afşın ha­
life sarayına davet edilerek hapse atıldı.
El-Afşın'ın, tevkif sebebi olarak gösterilen halife ve diğer erkânı ze66 Ya’kûbî, Tarih, II, 583 vd.; Taberî, m, 1301; İbn el-Esîr, VI, 505 vd.
67 Taberî, III, 1305 vd.; İbn Miskeveyh, 518; Kitâb el-Vyûn, 404; İbn e!-Esîr, VI,
512.
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 2
18
HAKKI DURSUN YILDIZ
hirleme teşebbüsünden, biraz ileride göreceğimiz mahkeme safahatında
hiç bahsedilmemesi dikkat çekmektedir. Eğer böyle bir husus varit olsa
idi, hiç şüphesiz bu husus ele alınarak el-Afşın hakkında daha kolay
karara varılır ve derhal idam edilirdi. Mâzyâr b. Karin'i teşvik etme ba­
bında da el-Afşın'ın rolü olduğu, mahkeme esnasında verilen cevaplar­
dan anlaşılacağı gibi, pek zayıf bir ihtimaldir. Mengü-çur'un isyanı mah­
kemede mevzubahs edilmemiştir. Eğer başta Taberî olmak üzere di­
ğer kaynakların bahsetmiş oldukları suikast teşebbüsü, Mâzyâr ve
Mengüçur'un el-Afşın tarafından isyana teşvik edilmeleri mevcut olsa
idi, bunlardan birisinin bile isbatı halinde onun idamına karar verilme­
si elbette muhakkak olurdu. Bunun için bahsi geçen sebeplerin el-Afşın'ı zayıflatmak için halifeye bildirilen bir nevi şantaj olduğu akla gel­
mektedir.
El-Afşın'ı mahkeme etmek için kurulan heyette Vezir Mahammed
b. Abdülmelik el-Zeyyât, Baş kadı Ahmed b. Ebî Du'âd ve Abdullah b.
Tahir'in akrabası olan Bağdad valisi İshak b. İbrahim b. Mus'ab bulu­
nuyordu88. Burada dikati çeken husus, mahkeme heyetini teşkil eden
şahısların el-Afşın'ın amansız rakipleri olmalarıdır. Bu heyetin âdil bir
karara varması pek düşünülmez.
Mahkemede hazır bulunduğunu bildiren Hârûn b. İsa b. Mansur
adındaki birisinin Taberî'de kayıtlı bulunan rivâyetine göre89, mahkeme­
de hâkimler heyeti diyebileceğimiz yukarıda adı geçen şahıslardan ve
bir kaç şahitten başka kimse bulunmuyordu. Bu şahitler, Mâzyâr b.
Karin, el-Mûbez, Soğd meliklerinden el-Merzûbân b. Türkeş ve Soğdlu
iki kişiden ibaretti. EI-Mu'tasım'ın mahkemede hazır bulunup bulunma­
dığına dair kaynaklarda bir kayıt yoktur.
Mahkemede ilk şahitliği Soğdlu iki kişi yaparak, el-Afşın'ı, bir puthâneyi câmi yaptıkları için kendilerini dövmekle itham ettiler. El-Afşın,
bu iki şahsın iddialarının doğru olduğunu kabul ve Soğd melikleri ile
yaptığı anlaşma hilâfına hareket ettikleri için bu cezayı verdiğini açık­
ça beyan etmiştir. Bundan sonra Muhammed b. Abdülmelik el-Zeyyât,
el-Afşın'a yanında bulunan süslü ve kâfirlerin dinlerinden bahseden ki­
tabın ne olduğunu sordu. El-Afşın bahsedilen kitabın atalarından miras
kaldığını, içinde İran edebiyatı ve Mecûsî dinine âit bilgiler bulundu­
68 Taberî, III, 1309; İbn Miskeveyh, 520; İbn el-Esîr, VI, 513.
69 Taberî, III, 1308.
ABBASÎLER DEVRİNDE TÜRK KUMANDANLARI
19
ğunu, kendisinin yalnız edebî kısmını okuduğunu bildirdi ve böyle bir
kitabın yanında buiunmasıyie dinden çıkmış olamıyacağını ilâve etti70.
Soğlu iki kişinin şahitliğinden sonra el-Mûbez söz alarak, el-Afşın'ın boğulmuş hayvan eti yediğini, kendisini de. bu şekilde hareket
etmeğe teşvik ettiğini, Arablar'ın arasına girip bazı adetleri benimseme­
sine rağmen hâlâ eski dinine sadık kaldığını ve sünnet olmadığını söy­
ledi. El-Mûbez'in bu iddialarına karşılık el-Afşın mahkeme heyetine elMûbez'in güvenilir bir adam olup olmadığını sordu. Hâkimler heyeti
«hayın> cevabını verince el-Afşın «o halde güvenmediğiniz bir adamın
şahitliğini nasıl kabul ediyorsunuz?» karşılığını verdi. Bundan sonra ,elMûbez'e dönerek onu itham edince o da mahkemeden çıktı71.
El-Mûbez'den sonra el-Merzûbân b. Türkeş, hâkimlerin huzuruna
gelerek el-Afşın'a «memleketin halkı sana yazdıkları mektuplarda nasıl
hitap ediyorlar?» diye sordu. El-Afşın «babama ve dedeme yazdıkları
gibi» cevabını verdi. Bunun üzerine el-Merzûbân b. Türkeş «kulu filân
oğlu filândan ilâhların ilâhına» şeklinde yazmazlar mı?» diye sordu. ElAfşın «evet» cevabını verince, Muhammed b. Abdülmelik el-Zeyyât
müdahale ederek «müslümanlar kendilerine bu şekilde bir hitaba tahamr
mül edemezler» dedi. Buna mukabil el-Afşın «onlar babama, dedeme
ve müslüman olmamdan önce bana bu şekilde hitap ederlerdi. Aynı
ananeyi devam ettirmediğim takdirde bana itaat etmiyeceklerinden
korktuğum için bu şekilde yazmalarına ses çıkarmadım» tarzında cevap
verdi72.
El-Merzûbân b. Türkeş'ten sonra Mâzyar b. Kârin sorguya çekil­
di. El-Afşın'a Mâzyâr ile mektuplaşıp mektuplaşmadığı sorulunca, elAfşm böyle bir şeyin olmadığını beyan etti. Aynı soru Mâzyâr'a sorul­
duğu zaman, el-Afşın'ın kardeşinin kendi kardeşine mektup yazdığını
ve mektuplarında «dinimizi benden, senden ve Bâbek'ten başka kimse
kurtaramaz. Bâbek akılsızlığının cezasını çekti. Onu kurtarmak için uğ-:
raştımsada beceriksizliğinden kötü akibete sürüklendi. Eğer sen hali­
feye karşı isyan edersen benden başka yardımına kimse gelemez. Ha­
lifenin gönderdiği kuvvetleri kolaylıkla bertaraf edebiliriz ve böylelikle
dinimiz kurtulmuş olur» diye yazıyordu. Bunun üzerine el-Afşın, «bu
adam kardeşi ile kardeşim arasındaki bir meseleden bahsediyor. Bu
70
71
72
Taberî, III, 1309; Kitâb el-Uyûn, 405 vd.; İbn el-Esîr, VI, 513.
Taberî, UI, 1309; Kitâb el-Uyûn, 406; İbn el-Esîr, VI, 514.
Taberî, IU, 1310; İbn el-Esîr, VI, 514 vd.
20
HAKKI DURSUN YILDIZ
husus beni ilgilendirmez. Eğer bu mektubu ben yazmış olsaydım önce
onu kendi tarafıma kazanırdım» cevabını verdi. Bunu müteakip Ahmed
b. Ebî Du'âd, el-Afşın'a bazı sualler sordu ve hepsi de el-Afşın tarafın­
dan cevaplandırıldı73.
Mâzyâr'ın da dinlenmesinden sonra mahkeme heyeti vaziyetin ay­
dınlandığına kanaat getirerek el-Afşın'ın tekrar hapsedilmesine karar
verdi ve el-Afşın da kendisi için yapılmış hususî hapishaneye atılaı.
Mahkeme safahatında görüldüğü gibi, el-Afşın'a yöneltilen itham­
lar onun müslüman olmadığına dâirdi. Yukarıda belirttiğimiz gibi, el-Afşın. Halife el-Me'mûn zamanında müslüman olarak bazı isyanların bas­
tırılmasında ve Amorion seferinde büyük başarılar göstermiştir. Bil­
hassa Bâbek gailesinin ortadan kaldırılmasında gösterdiği azim ve gay­
ret, onun, Mâzyâr'ın ileri sürdüğü gibi Bâbek ile aynı fikirde olmadığı­
nı açıkça göstermektedir. Eğer el-Afşın, kaynakların kaydettikleri gibi
müslüman olmasa idi, Bâbek isyanını bastırmağa memur edildiği za­
man onunla anlaşır ve pek âlâ halifeye karşı gelebilirdi. Bu sebeple elAfşın'ın müslümanlığı gerçekten kabul etmediği ihtimali oldukça zayıf­
tır. Ancak müslüman olduktan sonra eski alışkanlıklarının bir kısımını
terkedemediği iddiası doğru olabilir. Nitekim el-Afşın bu hususları hâ­
kimler huzurunda çekinmeden itiraf etmiştir.
Kaynakların, el-Afşın'ın el-Mu'tasım nezdindeki itibarının sarsılma­
sı, tevkif sebebi ve mahkeme hakkında verdikleri bilgilere tarafsız bir
gözle bakıldığı takdirde bahsi geçen ithamların rakipleri tarafından elAfşın'a karşı yöneltilen komplonun son merhalesini teşkil ettiği görülür.
Zamanındaki dinî taassubu göz önüne alacak olursak el-Afşın'ın itiba­
rını sarsmak ve onu bertaraf etmek için bundan daha iyi bir çarenin
olamıyacağınını görürüz.
El-Afşın'ın uzun bir müddet hapishânede kaldığı anlaşılmaktadır
Kitâb el-Uyûn'da onun bir yıla yakın hapishânede kaldığı kaydedilmek­
tedir74. Taberî'nin, müddet bildirmemekle beraber, verdiği bilgiden aynı
neticeyi çıkarmak mümkündür73. Taberî, el-Afşın'ın mahkemesini 225
yılı sonlarında (840 sonları) vermektedir. Aynı müverrihin verdiği mü­
teakip bilgilerde ise yeni meyveler olduğu zaman el-Mu'tasım'ın el73 Taberî, m , 1311; İbn el-Esîr, VI, 515.
74 Kitâb el-Uyûn, 406.
75 Taberî, IH, 1314. Ya’kûbî (Tarih, H, 584), el-Afşın'ın 226 (840-841) yılında hap­
sedildiğini kaydetmekte ise de, kanaatimizce bu müverrih el-Afşın’ın hapsedilme tarihi ile
ölüm tarihini karıştırmıştır.
ABBASÎLER DEVRİNDE TÜRK KUMANDANLARI
21
Afşın'a meyve gönderdiği haberi bulunmaktadır. Bu da 841 yılı ortala­
rına tesadüf etmektedir. Binaenaleyh el-Afşın bir yıla yakın hapishânede kalmıştır.
El-Afşın'ın suçlu görülüp hapsedilmesine rağmen el-Mu'tasım'ın
ona karşı hâlâ bir nevi sevgi ile bağlı kalmakta devam ettiği görülmek­
tedir. Nitekim, biraz öncede belirtildiği gibi, halife, hapishânede bulu­
nan bu eski kıymetli kumandanına oğlu el-Vâsık ile mevsim meyveleri
göndermiştir. Aynı rivayet, el-Afşın'ın bu gönderilen meyvelerden ye­
mediğini ve halifenin kendisine meyve yerine söyliyeceklerini ona nak­
ledecek mutemet birisini göndermesini, el-Mu'tasım'ın da onun bu di­
leğini kabul ettiğini, hapishâneye Hamdûn b. İsmail'i gönderdiğini ve
el-Afşın'ın da halifeye arzedilmek üzere şu sözleri söylediği belirtilmek­
tedir76. «Ey efendim! Bana iyilik ettin ve şerefimi yükselttin. Adamla­
rından beni üstün tuttun. Sonra doğruluğunu iyice tahkik etmeden hakkımdaki ithamları kabul ettin. Fakat bunların nasıl olabileceğini, benim
bunları nasıl yapabileceğimi düşünmedin. Mengü-çur'u isyana benim
teşvik ettiğime ve ona karşı gönderilen kumandana harbetmemesi hu­
susunda telkinde bulunduğuma inandın. Sen harbi bilen, harp yapmış
olan ve ordulara kumanda etmiş birisisin. Hiç bir ordu kumandanının
ordusuna düşmanla karşılaştığı zaman harp yapmayınız demesi müm­
kün müdür? Bunu hiç kimse yapmaz. Sen benim en yakınımsın. Ben
senin kullarından biriyim ve senin sayende bu hale geldim...»
EI-Afşın'a, uzun müddet kaldığı hapishânede ekmek ve sudan başka
yiyecek verilmiyordu. Bu vaziyetin devamı el-Afşın'ı maddeten ve ma­
nen yıprattığı muhakkaktır. Nihayet Şaban 226 (Mayıs-Haziran 841)
tarihinde hapishânede öldü. Ölümünden sonra evi arandığı zaman put­
lar ve mecûsî dinine âit kitapların bulunduğu, bundan dolayı müslüman
olmadığına kanaat getirilerek cesedinin Bâb el-Amme'de çarmıha gerildiği, daha sonra yakılarak küllerinin Dicle'ye atıldığı rivayet edilmek­
tedir77.
El-Afşın'ın hapishâne hayatı, ölmesi, cesedinin çarmıha gerilmesi,
yakılması, küllerinin Dicle'ye atılması ve evinin ancak ölümünden son­
ra aranılarak kendisini irtidatla itham ettirecek delillerin bulunmuş ol­
ması hakkındaki bütün bu rivayetlerin şüpheyi davet ettiklerini belirt­
meliyim.. Mahkeme safahatının, ileri sürülen ithamların hiç birisini is76 Taberî, III, 1314 vd. d.; îbn Miskeveyh, 524 vd.; İbn el-Esîr, VI, 517.
77 Taberî, III, 1318; Kitâb el-Uyûn, 407.
HAKKI DURSUN YILDIZ
22
bata yaramadığı belli olduğuna göre el-Afşın neden tahliye edilmemiş­
tir? Hapishanede bir rivayete göre yalnız ekmek ve su ile yaşamak zo­
runda bırakılmış olmasına rağmen halifenin, meyve göndermek sure­
tiyle sevgi izharı neyi ifade etmektedir? Bahsedilen devrin zihniyet ve
adetlerine göre halife el-Afşın'ı istediği zaman kimseye danışmadan
serbest bırakma veya idam ettirme hakkına sahip olduğu halde neden
bu yolların birisini seçmemiştir?. Evinde daha ilk tevkifi sırasında araş­
tırma yapılmamış olması ve bu işin ölümünden sonraya taliki izah edile­
memektedir. Bütün bu hususlar, el-Afşın'ın ortadan kaldırılmasına bir
esrar perdesi çekmektedir.
Ancak Halife el-Me'mûn ve bilhassa el-Mu'tasım'ın, sistemli bir
şekilde Türkler'den askerî birlikler meydana getirmeleri neticesinde za­
manla bu birliklerin ordunun en sağlam unsurunu teşkil ederek siyasî
meselelerde bile söz sahibi olmağa başlamaları, Abbasîler'in iktidara
gelmelerinden beri devlet idaresindeki eski kudret ve mevkilerini kay­
betmiş olan Arablar'ın, bir kaç defa teşebbüs ettikleri halde elde ede­
medikleri iktidar koltuğuna sahip olmak için yeniden harekete geçerek
kendilerine hedef olarak başkumandan durumunda olan el-Afşın'ı seç­
tikleri ve kuvvetle neticeye varamıyacaklarını aniıyarâk çeşitli ithamlarla
önün, gerek halife ve gerekse efkâr-ı umumiye nezdinde itibarını zayıf­
latmak suretiyle bertaraf ettikleri ihtimali üzerinde durmak icap eder.
Nitekim Halife el-Mütevekkil'den itibaren Türkler ile halifeler arasında
açık ve kanlı bir şekilde mücadelelerin başlaması bu görüşümüzü teyid
eder mahiyettedir.
El-Afşın'ın bu şekilde ortadan kaldırılması Arab unsurunun bir ba­
şarısı ve tekrar iktidarı ele geçirmek için kazandıkları bir muvaffakiyet
olarak görünmesine rağmen, ordu kumandan heyetini ellerinde bulun­
duran Türkler'in halifeyi tamamen tesirleri altına aldıkları da gözden
kaçmamaktadır. El-Afşın'ın ölümünden sonra yine Türk kumandanla­
rından Aşnas'ın onun yerine geçtiği, 226 (841) yılında hacca giderken
uğradığı her yerde büyük bir hürmetle karşılandığı ve hutbelerde ona
dualar okunduğu78 değişen bir şeyin olmadığını göstermektedir. Artık
Abbasî imparatorluğunda siyasî nüfûz Türkler'in eline geçmişti. ElAfşıri'ın ölümü bu manada bir şeyi değiştirmiyordu.
78 Taberî, m , 1318.
FARS MELİKİ SELÇUK - ŞAFTIN HAYATI VE
PARALARI
Erdoğan MerçH
Büyük Selçuklu sultanı Muhammed Tapar 24 Zilhicce 511 de (m.
18 Nisan 1118) öldüğü zaman1, geride beş oğlu kalmıştı. Bunlardan
Mahmûd II. (1118-1131), Mes'ûd (1134-1152), Tuğrul (1132-1134)
ve Süleyman (1160-1161) Irak Selçuklu Devleti sultanlığı yapmışlar,
sadece Selçuk-şâh bu şerefe erişememişti2. Sultan Muhammed Tapar'ın oğulları hernekadar uzun yıl.lar Irak Selçuklu Devleti'nin kaderine
hâkim olmuşlarsa da, birbirleri ve amcaları Sultan Sencer. (öl. 1157)
ile yaptıkları taht mücadeleleri Selçuklu devletinin zayıflamasında rol
oynayan başlıca sebeblerden biridir.
Selçuk-şâh'ı tarih sahnesinde ilk olarak Fars'a tayin edilişi mü­
nasebeti ile görmekteyiz. Sultan Muhammed Tapar'ın ölümden sonra
henüz 13 yaşındaki oğlu Mahmûd II. devlet erkânı tarafından Selçuklu
tahtına çıkarılmıştı3. Sultan Mahmûd II., kardeşi Selçuk-şâh'ı, yanına
atabeg olarak Karaca Sâkî'yi vererek, Fars melikliğine tayin etti. Sel­
çuk-şâh ve Atabeg Karaca Sâkî, Fars bölgesine hareket etmeden önce,
Sencer de Horasan'da kendisini sultan ilân etmişti (14 Haziran 1118)4.
Bu durumda Selçuk-şâh'ın Fars'a hareketi geri kalmış oldu. Sencer tek
başına sultan olabilmek için yeğeni Mahmûd'a karşı harekete geçti, iki
,1 bk. M. Th. Houtsma, Muhammed (b. Melikşah) mad. İA.
'
2 El-Feth b. ‘Alî b. Muhammed el-Bundârî el-İsfahânî, Zübdet ün-Nusra ve Nuhbet
el-Usra (nşr. M. Th. Houtsma, Recueil de Textes Relatifs a L’Histoire des Seljoucides
serisi: Histoire des Seldjoucides de L’Iraq, II.) Leiden 1889, s. 119. Türkçe tercüme : K.
Burslan, Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi, İstanbul 1943, s. 116.; Sadr ed-dîn Ebu’l Ha­
şan ‘Alî b. Ebi’l-Fevâris Nâsir b. ‘Alî el-Hüseynî, Ahbâr üd-Devlet is-Selçukiye (nşr. Mu­
hammed İkbâl) Lahor 1933, s. 82. Türkçe tercüme, Necati Lugal, T.T.K.Y. Ankara 1943,
s. 57.; Sıbt b. el-Cevzî Şems ed-dîn Ebu’l-Muzaffer Yûsuf b. Kızoğlu, M irât üz-Zemân fi
Târihi'l-A’yân, I, Haydarâbâd 1951, s. 69.
3 bk. M. Th. Houtsma, Mahmûd (Selçuklu) mad. İA.
4 bk. M.A. Köymen, Sencer mad. İA.
24
ERDOĞAN MERÇİL
taraf ordusu Sâve'de karşılaştı ve Sencer yeğeni Mahmûd'u buradaki
savaşta yendi (2 Cumada I. 5 1 3 = m . Ağustos 1119).
Bu savaşta Atabeg Karaca Sâkî, Sultan Mahmûd II. nin yanında
yer almıştı. Henüz küçük yaşta olan Selçuk-şâh'ın bu savaşa iştirak
ettiğini sanmıyoruz. Sencer Büyük Selçuklu Devleti sultanı olduktan
sonra yeğeni Mahmûd ile anlaştı ve onu Irak Selçukluları Devleti'nin
başına geçirdi. Melik Selçuk-şâh ve Atabeg Karaca'ya da Fars eyâle­
tini, Isfahan ve Huzistan'ın yarısını ikta etti5. Böylece Sultan Sencer,
yeğeni Mahmûd'un daha önce onlar için vermiş olduğu kararı da uy­
gulamış oluyordu.
Selçuk-şâh'a vezir olarak tuğrâî vazifesinden azledilen Hatir elMülk Ebû Mansûr Muhammed b. Hüseyin tayin edildi. Bu tayinde Sul­
tan Mahmûd ll.'yi tahakkümleri altını almış olan vezir Ebu'l-Kasım Dergüzînî (öl. 1133) ve Hâcib 'Alî Bâr'ın (öl. 1119) büyük rolü olmuştu.
Onlar, Hatir el-Mülk'ün Sultan Mahmûd'un dîvânında bulunmasını is­
temiyorlardı6.
Selçuk-şâh ve Atabeg Karaca Sâkî 11 yıl kadar Fars'ı idare etme­
lerine rağmen onların buradaki faaliyetleri hakkında fazla bir bilgiye
sahip değiliz. Onların Fars'a gidişlerinden bir müddet sonra Selçukşâh’ın veziri Hatir el-Mülk öldü (h. 5 1 5 = m . 1121 -11 2 2 )7.
Atabeg Karaca Sâkî ise halka karşı iyi davrandı. Şiraz'da kendi
adıyla anılan bir medrese yaptırdı ve oraya arazi vakf etti8. Ayrıca Şiraz'ın 1.5 km. kadar kuzeyinde Taht-ı Karaca adıyla anılan bir Jjahçe
ve köşk ile, Kâzerûn şehrindeki Kanât-ı Karaca da onun yaptırdığı eser­
lerdendir9.
Selçuk-şâh ve Atabeg Karaca Sâkî için Fars'daki sakin hayat İrak
5 Ziibdet, s. 134-135 (Trk. trc., s. 128); Ahbar, s. 89-90 (İrk . trc. s. 62-63). ‘İzz
ed-dîn Ebi’l-Hüseyn ‘Alî b. Ebi’l-Kerem Muhammed b. ‘Abdülkerim b. ‘Abdülvâhid eşŞeybânî el-ma’ruf İbn el-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh (nşr. C.J. Tomberg) X, Leiden 1863-1864,
s. 387, v.dd.; Ayrıca krş. M.A. Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi (İkinci İm ­
paratorluk Devri) II, Ankara 1954, s. 14 ve ayn. mlf. Sencer, mad. İA.
6 Ziibdet, s. 123 (Trk. trc., s. 120) ve krş. Abbas İkbal, Vezâret der ahd-t Selâtin-i
Büzürg-i Selçuki, Tahran hş. 1338, s. 152-153 ve 266.
7 İbn el-Esîr, X, s. 419.
8 Ebü’l ‘Abbas Ahmed b. Ebi’l-Hayr Zerkûb-ı Şîrâzî, Şirâz-nâme (nşr. Behmen
Kerimî) Tahran hş. 1305-1310, s. 43-44.
9 Hacı Mirza Haşan Fesâî, Fars-nûme-i Nâsırî, Tahran hş. 1313 I, s. 28; G. Le
Strange, The Lands oj the Eastern Caliphate, Cambridge 1930, s. 251 not. 1, ve Rahmetullâh
Mihrâz, Büzürgûn-ı Şirâz, Tahran hş. 1348, s. 380, not. 1.
FARS MELİKÎ SELÇU K-ŞAH ’IN HAYATI VE PARALARI
25
Selçuklu sultanı Mahmûd II. nin ölümüne kadar devam etti (11 Eylül
1131). Onun ölümünden sonra yerine geçmek için başlayan şehzade Dâvûd b. Mahmûd ve amcası Melik Mes'ûd arasındaki taht mücadelesine
Atabeg Karaca'nın teşviki ile Selçuk-şâh da katıldı. Mes’ûd Halife Müsterşid'e (1118-1135) hutbenin kendi namına okunması için müracaat­
ta bulunmuş, fakat Halife Bağdad'da hutbenin okunması için karar
vermek yetkisinin Sultan Sencer'e ait olduğu cevabını vermişti. M u­
sul ve Haleb emiri Imâd ed-din Zengi b. Kasim ed-devle Aksungur'dan
yardım vaadi alan Mes'ud yanında 10.000 asker olduğu halde Bağdad
üzerine yürüdü. Bu sırada Selçuk-şâh da Atabeg Karaca Sâkî ile Bağdad'a girdi10. Selçuk-şâh ve Karaca'nın etrafında çok sayıda asker top­
landı ve aralarında Yusuf Çavuş'un da bulunduğu emirlerden bir gurub
da onların yanma geldiler. Halife Müsterşid Selçuk-şâh'ı iyi karşıladı
ve ona hürmet gösterdi. Selçuk-şâh dâr üs-sultan'a indi11.
Zengi b. Aksungur da Mes'ûd'la birleşmek için Tekrit'e gelmişti.
Atabeg Karaca Sâkî onun Tekrit'e geldiğini haber aldığı zaman Selçukşâh'ı az bir kuvvetle Bağdad'ı müdafaa etmesi için şehirde bıraktı. Ken­
disi de ordusunun büyük kısmı île harekete geçti, gece ve gündüz cebri
yürüyüş sonunda Tekrit'te bulunan Zengi üzerine bir baskın yaparak
onu mağlup etti12. Zengi'nin adamlarından bir gurubu esir alarak Bağdad'a döndü, Zengi ise bu mağlubiyetten sonra Musul'a çekildi (h.
526=: m. 1131-1132)13.
Atabeg Karaca'nın bulunmadığı sırada, Mes'ûd ile Selçuk-şâh ara­
sında iki gün ufak öncü savaşları olmuş ve müşkül durumda kalan Sel­
çuk-şâh acele geri dönmesi için Karaca'ya haber göndermişti14.
10 İbn el-Cevzi, Ebu’l Ferec ‘Abd el-rahmân b. ‘Alî b. Muhammed b. ‘Alî, el-Muntazam jî târih el-mulûk ve’l-iimem, X , Haydarâbâd, s. 25.; İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s. 474.;
ayn. mlf. Et-Tarih el-Bâlıir fi Devlet el-Atabekiyye (nşr. Abdülkâdir Ahmed Tılîmat),
Kahire 1382 (m. 1963)., s. 43. ayrıca krş. Köymen, İkinci İmparatorluk Devri, s. 178-180.;
F. Sümer, Mes’ûd mad. İA.
11 İbn el-Esîr, Tarih el-Atabekiyye, s. 43.
12 İbn el-Cevzi, X, s. 25; İbn el-Esîr, Tarihel-Atabekiyye, s. 43.Ayrıca krş. Köy­
men, Aynı eser, s. 181. İbn el-Esîr, el-Kâmil (X, s. 475)’de bu savaşın el-Ma‘şuk’da oldu­
ğunu ve Zengi’nin Tekrit’e çekildiğini kaydediyor. M.A. Köymen de savaşın yerini İbn elEsîr’in bu rivayetine göre vermiştir, bk. Aynı eser, s. 181 not. 1. Biz o sırada hayatta olan
İbn el-Cevzi ve yine İbn el-Esîr’in Tarih el-Atabekiyye'de bildirdiği Tekrit’i savaş yeri ola­
rak daha uygun bulduk.
13 İbn el-Esîr, Tarih el-Atabekiyye, s. 43.
14 İbn el-Esîr, X, s. 475. Ayrıca krş. Köymen. İkinciİmparatorluk Devri,s. 181.
26
ERDOĞAN MERÇİL
Irak Selçuklu Devleti'ndeki karışıklığa son vermek için Sultan
Sencer'in batıya doğru hareket ettiğinin ve Rey'e geldiğinin (h. Rebi. I.
5 2 6 = m . O cak-Ş u b at 1132) Bağdad'da duyulması; Zengi gibi kuvvetli
bir müttefikinden mahrum kalan Mes'ûd'un Halife Müsterşid, Selçukşâh ve Karacâ'ya ittifak teklif etmesine yol açmıştı. Arada elçiler gidip
geldiler ve nihayet taraflar aralarında anlaştılar. Bu anlaşmaya göre;
Mes'ûd sultan, Selçuk-şâh da veliaht olacaktı. Halife de Irak'ı vekili
vâsıtası ile idare edecekti15. Halife hepsinden anlaşmaya itaat edecek­
lerine dair yeminler aldı16. Bu anlaşmadan sonra Selçuk-şâh Dâr üşşahnegiye indi. Mes'ud da onun yerine geçti17. Karaca ise, Selçuk-şâh'dan sonra Me'sûd'u da tahakkümü altına almıştı18. Nihayet Karaca'nın
idaresindeki müttefik kuvvetler Cumada II. ayı başında (= M a r t 1132)
Bağdad'dan hareketle Sultan Sencer'e karşı yürüdüler.
Sultan Sencer ise Irak Selçuklu tahtına yeğeni Tuğrul'u çıkarmağa
karar vermiş ve Hemedan'a gelmişti. Hemedan'da olduğu sırada
Mes'ûd, Selçuk-şâh ve Atabeg Karaca'nın müşterek ordularının Bağ­
dad'dan çıktığını haber almıştı. O da harekete geçti. İki taraf orduları
Dinever yakınlarında karşılaştı. Buradaki savaşta Karaca Sakî'nin kah­
ramanca mücadelesine rağmen Sultan Sencer savaşı kazandı 8 Receb
526 ( = 26 Mayıs 1132). Melik Mes'ûd kaçtı, esir düşen Atabeg Ka­
raca Sâkî Sultan Sencer tarafından öldürüldü19.
Selçuk-şâh'ın bu savaşta mühim bir rol oynamadığı anlaşılıyor.
Kaynaklar onun hakkında herhangi birşey kaydetmiyorlar. Muhtemelen
ö merkeze kumanda etmekte idi20. Daha sonra nereye gittiği meçhulümüzdür. Fars bölgesine ise Emîr Mengübars hakim olmuştu. Aşağıda
vereceğimiz bilgilerden Selçuk-şâhın daha ziyade Mes'ûd idaresindeki
sahalarda dolaştığını tahmin etmek mümkündür.
Selçuk-şâh'ı bir müddet sonra. Sultan Tuğrul II. ile Mes'ûd mü­
cadelesi sırasında tekrar Bağdad'da görüyoruz. Mes'ûd, Kazvin civa­
15 İbn el-Esîr, Aynı yer.; ayrıca krş. Köymen, Aynı eser, s. 1985 ve F. Sümer, Mes’ûd
mad. ÎA.
16 İbn el-Cevzi, X, s. 25.
17 İbn el-Esîr, X, s. 475.
18 İbn el-Cevzi, X, s. 25, ve Krş. Köymen, Aynı eser, s. 185.
19 İbn el-Cevzi, X, s. 26; İbn el-Esîr, X, s. 476-477. Yukarıda zikrettiğimiz olaylar,
Dinever savaşı ve neticeleri hakkında daha fazla bilgi için bk.Köymen,
İkinci İmpara­
torluk Devri, s. 174-197.
20 Köymen, İkinci İmparatorluk Devri, s. 194.
FARS MELİKİ SELÇUK - ŞAH’IN HAYATI VE PARALARI
27
rında Sultan Tuğrul'a mağlup olarak kaçtı (528 yılı Ramazan sonları =
m. 1134 Haziran sonları) ve Halife Müsterşid Billâh'a haber göndere­
rek Bağdad'a gelmek için izin istedi. Halife onun istediği izni verdi.
Mes'ûd'un İsfahan'daki naibi Alpkuş es-Sîlâhî (öl. h. 532 = m. 11371138) idi ve Selçuk-şâh da onun yanında bulunuyordu. Alpkuş,
Mes'ûd'un mağlup olduğunu duyunca Selçuk-şâh'la beraber Bağdad'a
geldiler. Selçuk-şâh Dâr üs-Sultan'da kaldı. Halife ona hürmet etti, ve
10.000 dirhem gönderdi21 (1134).
Muhtemelen Huzistan'a hâkim olan Selçuk-şâh müteakib yıllarda
Irak'ı ele geçirmek sevdasına düşmüştü. Bu maksatla da kalabalık bir
ordu ile Vâsıt'a ilerledi ve bu şehre girdi (Cumadâ I. 5 3 0 = m . Şubat Mart 1135). Burada Bağdad şahnesi Bey-aba'yı tevkif etti ve mallarını
yağmaladı. Atabeg Zengi de onu bu bölgeden uzaklaştırmak için Vâsıt'a
geldi22. Zengi'nin geldiği sırada Selçuk-şâh ile Atabeği Alpkuş arasında
anlaşmazlık çıktı. Zengi bu fırsattan yararlanarak Alpkuş'u kendi tara­
fına çekmek istedi ve bunda da muvaffak oldu. Bu maksadla da onu
Selçuk-şâh'dn korkutacak şekilde hareket etti. Alpkuş, Zengi tarafına
meyi etti ve yanında kumandanlardan bir gurup olduğu halde Selçukşâh'ı terkederek Zengi'nin ordugâhına gitti. Daha sonra Zengi, Alpkuş
ve kumandanlar Bağdad'a döndüler23.
Selçuk-şâh Vâsıt'da olduğu sırada Melik Dâvûd Huzistan'a gitti.
Onun etrafında Türkmenlerden ve diğer kabilelerden sayısı onbini bu­
lan asker toplanmıştı. Dâvûd bu kuvvetle Tuster'i muhasara etti. Sel­
çuk-şâh bu durumu haber aldığı zaman kardeşi Sultan Mes'ûd'a haber
göndererek yardım istedi. Mes'ûd bu isteği kabul ederek ona yardımcı
kuvvet yolladı. Selçuk-şâh da Tuster'i muhasara eden Dâvûd üzerine
yürüdü. İki taraf arasındaki savaşı kaybeden Selçuk-şâh olmuştu (h.
5 3 0 = m. 1135)24.
; . Ertesi yıl Selçuk-şâh yine Vâsıt ve Hille taraflarına geldi. Fakat bu
sefer. Sultan Mes'ûd'un Irak'daki naibi, kendisinin eski Atabeği, Alp­
kuş es-Silâhî ile Emir el-Hac Nazar el-Hâdim ona karşı çıktılar. Selçukşâh kuvvetli bir durumda olmadığından oradan uzaklaştırıldı, (h. 531 =
21
İbn el-Esîr, XI, s. 6. Ayrıca krş. Köyraen, Aynı eser, s. 241-242.
22
İbn el-Esîr, XI, s. 23.
23
İbn el-Esîr, Tarih el-Atabekiyye, s. 52. Ayrıca krş. Köymen, İkinciİmparatorluk
Devri, s. 293.
24 İbn el-Esîr, XI, s. 30.
28
ERDOĞAN MERÇİL
m. 1136-1137 )26.
Selguk-şâh bu durumda çaresiz kalarak ağabeyi Sultan Mes'ûd'un
yanına geldi. Sultan Mes'ûd ona karşı iyi davrandı ve Ahlat, Malazgirt
ve Erzen bölgesini ikta etti. Tebriz hâkimi Emir (Guz oğlu) Oğuzoğlu
es-Silâhi'yi de ona atabeg yaptı (h. 5 3 2 = m . 1137-11 3 8 )2e. Selguk-şâh
bu bölgeyi tahrib ettiği gibi, halkına karşı da kötü davranmıştı27.
Sultan Mes'ûd veziri imâd el-dîn Ebu'l-Berekât el-Dergüzînî'yi azl
ederek bu görevi Kemâl el-din Muhammed b. Ali el-Hâzin'e vermişti
(h. 5 3 3 = m . 1138-1139). Vezir Kemâl ed-din devlet işlerini düzeltmek
için yerinde tedbirler aldı. Aynı zamanda Sultan Mes'ûd'u Azerbaycan
emiri Kara Sungur (öl. h. 535=1140-1141) ve diğer emirlerin tahakkü­
münden kurtarmaya çalıştı. Bu maksatla da Sultan Mes'ûd'la anlaşa­
rak Fars hâkimi Boz-aba (öl. 1 1 4 7 )'yi yardıma çağırmaya karar verdi­
ler. Emir Kara Sungur, bu hazırlıkları haber aldığı, zaman Azerbaycan'da
idi. O, Melik Selçuk-şâh'dan Ahlat bölgesini bırakmasını istemiş ve Bozaba'yı Fars'dan çıkartarak bu bölgeyi tekrar ona vereceğini vaad etmiş
ve yanına çağırmıştı. Selçuk-şâh ağabeyi Mes'ûd'un kendisine daha
önce yaptığı iyiliği unutarak Kara Sungur'la birleşti. Onlara Melik Dâvûd da iltihak etti. Emir Kara Sungur yanında Selçuk-şâh, Dâvûd ve onbin kişilik ordusu ile Hemedan'a geldiği zaman Sultan Mes'ûd'a haber
göndererek Vezir'in kendisine teslimini istemiş, aksi taktirde başka bir
sultana hizmet edebileceğini bildirmişti. Ayrıca bu haberin kendisi ka­
dar, Melik Selçuk-şâh, Dâvûd ve diğer ümerâ nâmına olduğunu da
belirtmişti. Sultan Mes'ûd emirlerden çoğunun kendisi ile beraber ol­
madığını anlayarak bu baskıya boyun eğmek zorunda kalmış ve veziri
Kemâl ed-dîn'i öldürtmüştü. (Şevvâl 5 3 3 = m . Haziran 1139)28.
Daha sonra Emir Kara Sungur, evvelce oğlunu öldürmüş olan
Boz-aba'dan intikam almak için, Fars'a doğru hareket etti. O, belki
25 İbn el-Cevzi, X, s. 67.; İbn el-Esîr, XI, s. 40. Bu son kaynakta Selçuk-şâh’ın
Vâsıt yerine Bağdad’ı ele geçirmek istediği ve yıl olarak da h. 532 (m. 1137-1138) kaydedil­
miştir. Biz o devrede yaşamış olan İbn el-Cevzi rivâyetini tercih ettik.
26 Zübdet, s. 185 (Trk. trc., s. 170-171). Aynca krş. F. Sümer, Mes'ûd mad. İA. ve
C.E. Bosworth, The Political and Dynastic History o) the Iranian World (A.D. 1000-1217),
The Cambridge History of Iran, V, The Saljuq and Mongol Periods, Cambridge, 1968, s. 129.
27 Zübdet, aynı yer.
28 Zübdet, s. 185-187 (Trk. trc., s. 171-173); Ahbar, s. 111 (Trk. trc., s. 77-78); İbn
el-Esîr, XI, s. 42 ve 46. Ayrıca krş. F. Sümer, Mes'ûd mad. İA.; Köymen, İkinci İmpara­
torluk Devri, s. 384-385.; A.K.S. Lambton, The internal Structure o f the Saljuk Empire,
The Cambridge History of Iran, V, s. 256.
FARS MELİKİ SELÇUK - ŞAH’IN HAYATI VE PARALARI
29
kendi hayatı için de Boz-aba'yı tehlikeli görüyordu. Bu arada Selçukşâh'a verdiği sözü de yerine getirmek istemekteydi. Kara Sungur
Fars'a doğru ilerlediği zaman yanında Selçuk-şâh ve Dâvûd da bulun­
makta idi. Boz-aba onların geldiğini haber aldığı zaman mukavemet
edemeyeceğini anladı, daha kuzeye Kal'et el-Beyzâ'ya 20 çekildi. Emir
Kara Sungur ve Selçuk-şâh Şiraz'a girdiler. Selçuk-şâh bu suretle ikin­
ci defa Fars bölgesine hakim oldu. Emir Kara Sungur, Boz-aba'nın tek­
rar gelebileceğini düşünerek Selçuk-şâh'ın yanında daha fazla asker bı­
rakmak istediysede, Atabeg Oğuzoğlu es-silâhi kendisine fazla güve­
nerek bu teklifi kabul etmedi. Bunun üzerine Emir Kara Sungur Fars'dan ayrıldı.
Melik Selçuk-şâh ve Oğuzoğlu, Boz-aba'nın kendilerine karşı çı­
kamayacağı düşüncesinde idiler. Ayrıca Atabeg Oğuzoğlu vaktini eğ­
lence ile geçirmekteydi. Halbuki, Boz-aba, Emir Kara Sungur'un Fars'dan ayrıldığını öğrendikten hemen sonra Selçuk-şâh'ın kuvvetleri üze­
rine hücum etti, onu ve Atabeği Oğuzoğlu'nu yendi30. Haşt’a olan Sel­
çuk-şâh bir mahaffe içinde kaçmakta idi. Boz-aba Selçuk-şâh'a yetişti
ve ona «Ben fermâna uyan bir köleyim, senin olan vilâyetinden nereye
gidiyorsun ve niçin gidiyorsun? Eğer ben köleliğe lâyık değilsem, işte
ser ve kılıç» dedi31, yalvardı ve onu tekrar Şiraz'a getirdi. Sonra da
Selçuk-şâh'ı Kal'et el-Beyzâ'da hapsetti (h. 5 3 4 = m . 1139-1140). M e­
lik Selçuk-şâh orada öldü32, fakat onun ne zaman öldüğü hususunda
bir kayda raslamak mümkün olmadı.
29 Kal’et el-Beyzâ veya Kal’e-i Sefîd, Fars eyâletinde Bihbehân’dan Şiraz’a giden ve
Huzistan’ı Fars’a bağlayan dağ yolu üzerindedir, bk. Kale-i Sefîd mad. İA.
30 Ziibdet, s. 188-189 (Trk. trc., s. 173-174). Muhammed b. ‘Alî b. Süleyman erRâvendi, Râhat iis-Sudûr ve  yet üs-Siirûr (nşr. Muhammed İkbâl), G.M.S. London 1921,
s. 231 (Trk. trc, Ahmed Ateş) I-n T.T.K.Y. Ankara 1957-1960, s. 222. Ahbar, s. 112 (Trk.
trc., s. 78) ve İbn el-Esîr, XI, s. 46.
31 Rahat iis-sudür, s. 231 (Trk. trc., s. 222); Reşîd el-din Fazlallah, Câmi iit-Tevârîh
(nşr. A. Ateş), II. cild 5. cüz, Selçuklular Tarihi, Ankara 1960, s. 117; Hâce İmâm Zahir
ed-dîn Nîşâbûrî, Selçuk-nâme (nşr. Muhammed Ramazânı) Tahran hş. 1332, s. 57. Ancak
bu eserlerde Boz-aba'nın Mengübars ile karıştırıldığı görülmektedir.
32 Zübdet, s. 190 (Trk. trc., s. 174); Ahbar, s. 112 (Trk. trc., s. 78); Rahat üs-sudûr,
s. 231 (Trk. trc., s. 222). Ayrıca krş., F. Sümer, Mes'ûd mad. İA. Hamdullah b. Ebû Bekr
b. Ahmed b. Nasr Müstevfî Kazvînî’nin Târîh-i Giizîde (nşr. ‘Abd el-Hüseyin Nevâî,
Tahran hş. 1336-1339)’sinde (s. 456) Selçuk-şâh’ın Fars’dan kaçarak Irak’a geldiği kayıtlı­
dır ki, diğer kaynakların hepsinin Selçuk-şâh’ın hapiste olduğu hususunda aynı bilgiyi ver­
mesi ve onun bir daha tarih sahnesinde görünmemesi karşısında Hamdullah Müstevfi’nin
bu rivayeti yanlıştır.
ERDOĞAN MERÇİL
30
aba'nın Selçuk-şâh'ın kalması için ısrar etmesinin başlıca seB ° z'
m elen ona atabeg olmak istemesiydi. Onun umumiyetle
. _t
■___• •
•
u u M . ı ___ ; t___
ı _ t î i ___ _j _
i _______ ı:
l^ebi m
hzade ve atabeglerinin tayin edildikleri bu bölgede, kendi
SelÇu k*U f 6- atabeglik kisvesi altında meşrû bir şekil vermek ve bu
. jjj,. basamak olarak kullanmak istediği anlaşılıyor. Ancak
ıT>üeSseS^ l* û d 'u n Boz-aba üzerine otoritesini kuvvetli bir şekilde his5 u lta n ^
• neticesinde, o daha sonra buna da lüzum görmedi ve
se ttirerrl® , hapisolunduğu kalede kaderi ile başbaşa bıraktı.
SelÇuk' şa
s e lçuk-şâh'ın paralan:
uk-şâh'ın ük Fars Melikliği sırasında bastırdığı 5 altın parası
A n c a k onun paralar üzerindeki ismi okunamamış ve bu pam evcUttUnr_ ait olduğu şimdiye kadar meçhul kalmıştır33. Biz şimdi
¡■alarm 0 ?aseurrı;da bulunan bu paraların ona ait olduğunu ispata çalıpritish
Dara|arın basılış tarihlerinin en eskisi h. 517 ( = m . 1123) en
~ .-W, Bu pdia— - ^ j a / \ \
ı.
ro /?
r
*
o n \ . . . ı ı ____ j . _
n ____
9ahm^ 2 4 ( m. 1130) veya h. 526 (m. 1131-1132) yıllarıdır. Paraa
a
a a
geç ,Serjnc|eki basılış tarihleri, Selçuk-şâh'ın orada h. 513-526 yılları
|ar ^ z 8
meliklik devresi içine girmekte ve kronoloji bakımından bu
. — ç ın d a k i n
grasına ^
ait 0 |duğu açıkça görülmektedir.
P ^ o Ü ^ l a r üzerindeki isme gelince Lane Poole'un (
) olarak
ve Lovvick'in34 Sharju (? ) şeklinde okuduğu bu isim *SelIc a y d ^ '^ g ş k a birşey değildir. Kûfi harflerle basılmış isim tespit edeçuk'dan Radarı ile
j^ L .
şeklindedir ve açıkça Selçuk olarak okubildiği1™^
ian e Poole bu ismi dört harfli olarak kaydetmiştir.
nabi!
de ismi dört harfli okumuştur. Bu tespitlerden de anlaşıldığı
Lovviuk
^
<sjn. jjj. para|arda üçüncü harf olarak (c)
gibi
varlığı açıkça okunuyor ve Lowick j( c ) harfi ile bunu ifade
£■ Sondaki harf
j
vav değil ka f(k ) olacaktır. İsmin okunmaetnr,''§t|^rec|düt uyandıran ikinci harf J veya j dir. Bu ikinci harf pas,rlC^a ..
ralar u
indeki diğer harflerin yazılış karakteri itibarı ile 'r'(rı) yi an._
Lane Poole ve Lowick'i yanıltan budur. Kanaatimizce
dırnfia k ta d ır
33
ete-
Lane Poole, The Coins o) the Turkuman Houses of Seljook, Urtuk, Zengee
S British Museum, UT, Bologna 1967.2, s. 241-243.
i^te v» Lowick, Seljuq Coins, The Numismatic Chronicle, Seventh Series Volume
x . * «
FARS MELİKİ SELÇUK - ŞAH’IN HAYATI VE PARALARI
31
bu harf 'lam' ( J ) dır. Bu şekilde paralardaki ismin
(Selçuk)
olduğu meydana çıkmaktadır.
Paralar üzerindeki yazılışı
şeklinde kabul etsek dahi bu
ismi yine Selçuk olarak okuyabiliriz. Selçuk isminin bu şekilde yazılı­
şına ibn Hassul'un Türkler hakkmdaki bir risalesinde Taslamaktayız. İbn
Hassul, Selçuklular'ın ceddi Selçuk'un ismini (
) Sercük şek­
linde «I» yerine «r» ile kaydetmiştir35. Ayrıca türkçede bazı kelimeler­
de bir l > r değişmesine raslamak mümkündür. Söz gelişi; - l - > - r - : arnı
<alnı; harburckalbur ve - l > - r : keşgür <keşgül gibi36. Sercük < S e Içük ismi de aynı şekilde bir değişmeye uğramış olabilir.
Yukarıdaki her iki izah şeklinden paralar üzerindeki şahsın, hayat
hikâyesini verirken faydalandığımız kaynaklar tarafından da Selçuk ola­
rak kayd edilen şahısdan başka birisi olmadığı açıkça anlaşılıyor. Selçuk-şâh'ın isminin sonunu teşkil eden (
) şâh kelimesinin de
paralar üzerinde rahatlıkla okunabilmesi, yukarıda belirttiğimiz husus­
larla beraber bu paraların Selçuk-şâh'a âit olduğu şeklindeki görüşü­
müzü desteklemektedir.
Bu paralardan en iyi şekilde bulunan iki tanesi şu şekilde okun­
muştur :
ön yüz
Şiraz yıl (5 )1 9
ol
Arka yüz
^ıl
...
V\ <11 V
v.
n*ı
o-ı=-j Cıl
4!
M
j
¿f-
k
Se.
T'
CLul..111
\
jJlâcYI
jUaL-Jl
jlU J l
[ l-M-* ]
litirl
35 Kitab tafzil el-etrâk ‘alâ sâ’iri’l-ecnâd, (nşr. AbbasAzzavîve Türkçe
tercüme
Şerefeddin Yaltkaya) Belleten, IV, sayı 14-15,Ankara 1940.Esasmetin, s.
49 ve tercüme
s. 265. Ayrıca krş. Z.V. Togan. Umumî Türk Tarihine giriş, İstanbul 19702, s. 183.
36 bk. A. Caferoğlu, Anadolu Ağızlan Konson Değişmeleri, Türk Dili Araştırmaları
Yıllığı Belleten, Ankara 1963, s. 30.
37 bk. Lane Poole, III, s. 241.
ERDOĞAN MERÇİL
32
||3 8
Ön yüz
Şiraz yıl (5 )1 7
V I\)l V
Arka yüz
•üjlJ
•_j
>ç-
Selçuk-şâh'ın altın sikkelerinin ön yüzünde Halife el-Müsterşid'in
arka yüzlerinde de hükümdar olarak Sultan Sencer'le ona tâbi Irak Sel­
çuklu sultanı Mahmûd'un isim ve iakabları kayd edilmiştir. Ayrıca pa­
ralar üzerinde görülen «Melik ül-ümerâ» ve «atabeg» unvanları da ismi
zikredilmediği halde Atabeg Karaca Sâkî'ye ait olmalıdır. Paralar’ın ba­
sıldığı yer ise Fars'ın merkezi Şiraz'dır.
38 bk. Aynı eser, s. 242.
MERÇİL - Levha I
33
AJ -J ?
C iTÂ LO G Ü E.
SLoJUtev*.
â l S Z i,
¿ ıs
Selçuk-şâh’ın paralarından b ir i: Ön yüz: (Fotoğrafta paranın katalog numarası 679
olarak görünmekte ise de, bu çekim sırasında yapılan bir yanlışlıktır, Lane Poole
(III. s. 242)’un eserine göre numarası 677 olacaktır).
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 3
1
34
M E R Ç İL - Levha II
TALOGUE.
a
«Hm
Iiİ
Selçuk-şâh’m paralanndan biri Arka yiiz.
İNEBAHTT SAVAŞI (1571) HAKKINDA BAZI
MÜLÂHAZALAR
S. Soucek
Preveze (1538) ile İnebahtı (1571) deniz savaşları, Akdeniz tari­
hinin iki büyük hâdisesidir. Preveze, hıristiyan âleminde Türklerin de­
nizde yenilemezliğimn şöhretini kurdu; İnebahtı, bu şöhreti kırdı. Bütün
büyük olaylar gibi, bu iki muharebenin cereyanı ve neticesi, tarihî ge­
lişmenin sebeplerinden ziyade işaretleridir. 1571 senesinde, Osmanlı
devletinin bünyesi 1538'e nazaran daha gelişmişti. II. Selim'in büyük
ecdadından farklı olduğu açık bir şeydir. Yeni sultanın şahsiyeti, devle­
tin bünyesi içinde vuku bulan değişmelerin neticelerinden biriydi; gene
bu şahsiyet, bu değişmeleri derinleştiren amillerden biriydi, inebahtı
deniz savaşiyle ilgili birkaç tafsilat üzerinde durarak, bu amillerin, sa­
vaşın cereyan tarzına ve neticesine nasıl tesir ettiğini göstermeğe ça­
lışacağız.
Donanma-i Hümayun, kaptan-ı derya Müezzin-zade Ali Paşa'nın
kumandası altında idi1. Bu zat, II. Selim tahta çıktıktan sonra kaptan-ı
derya tayin edildi. Selefi Piyale Paşa'nın aksine, deniz işlerinde tecrü­
besi yoktu (kaptan-ı derya vazifesine Sigetvar'da Yeniçeri ağalığından
getirildi2). Donanmanın askeri ise, ikinci vezir serdar Pertev Paşa'nın
emrj altında idi; bunun da, Ali Paşa gibi denizle çok az ilgisi olmuştu3.
Donanma-i Hümayun, İstanbul'dan 1571 senesinin ilkbaharının başın­
1 Kâtip Çelebi, Tuhfelû'l-kibar fi esfari’l-bihar, İstanbul, 1329, s. 91.
2 Aynı eser, s. 140.
3 Aslen Arnavut olup, enderundan yetişti; Yeniçeri ağalığından Rumeli beylerbeyiliğine, nihayet kubbe vezirliğine yükseldi. Şehzade Mustafa'nın dul karısı ile evli bulunan
bu zatın, Şehzade Bayezit’in bertaraf edilmesinde mühim bir vazifesi oldu; bk. Şerafeddin
Turan, «Pertev Paşa*, İslam Ansiklopedisi; aynı yazar, Kanunî’nin oğlu Şehzade Bayezid
Vakası, Ankara, 1961, s. 154-157. — Pertev Paşa’ya verilen terakkiler ve terfiler kısmen
Bayezit Vak’asmda Selim’e gösterdiği hizmetler için mükâfaten yapılmış olmalıdır.
36
S. SOUCEK
da açıldı (Kâtip Çelebi'ye göre, zilkade ortasında = 10 Nisanın dolay­
larında4; Âli'ye göre, nevruzun cuma günü = 23 M art5). Donanmanın
bu hareketi, Kıbrıs fethinin son safhasına bir hıristiyan donanmasının
müdahalesini önlemek için mutattan erken yapılmıştı. Acele hareket
neticesi olarak, donanmanın hem kürekçi, hem de cenkçi efradın kad­
rosunda noksanlar bulunuyordu0. Kıbrıs'a gerekli top ve mühimmatı nakl
ettikten sonra, Türk donanması Rodos ile Anadolu sahilleri arasındaki
sulara yöneldi, ve düşman karşısına çıkmağa hazır bir durumda bir za­
man orada kaldı7. Düşman donanmasından hiç bir alamet görünmedi­
ğinden, Osmanlı donanması Girit sularına geçti. Venediklilere ait olan
bu adanın sahillerine baskın yaparken, Cezayir beylerbeyi Uluç Ali Paşa
yirmi gemi ile Donanma-i Hümayun'a katıldı. Türk donanması Yunan
denizine ve Adriatik denizine geçti; orada, Venedik'e ait bazı yerlere
baskın yaptı ve üç tanesini ele geçirdi8. O zaman Hıristiyanların Türkler aleyhinde ittifak akd ederek bir donanma teşkil ettiklerine dair bir
haber gelmişti9. Fakat müttefik filosundan hiç bir eser yok iken, ve kış
mevsimi yaklaşırken, Türk donanması, Korfu adasının bazı kısımlarını
garet ettikten sonra, İnebahtı körfezine geçti. Donanmanın o üsse çe­
kilmesi, tayfalar ve cenkçiler arasında seferin bittiği kanaatini uyandır­
dı. Birçoğu donanmayı terkederek memleketlerine dönmek üzere dağıl­
dı. Bu anda düşmanın açıklarda bulunduğu ve Türkler ile çatışma niye­
tinde olduğu hakkında haber gelmişti10.
Uzun süren bir seferin sonunda, Türk gemileri Inebahtı'ya gelmişti
4 Tuhfet, s. 90.
5 Künh al-ahbar, D.-T.-C. Fakültesi, Kütüph., I. Saib Sencer yazm., nu. 1/1783, yp.
457“ (Cavid Baysun’un *Lepanto* makalesinde, İslam Ansiklopedisi, c. 7, s. 40’te zikredilen
kaynak). — Öbür taraftan, Müezzin-zade Ali Paşa’mn daha önce denize açıldığı, Pertev
Paşa’nın onu takiben (9 zilhicce = 4 Mayıs) donanmanın geri kalanı ile hareket etmesi de
mümkündür. Bk. Miihimme defteri, XII, hüküm b. 474 (Şerafeddin Turan’ın «Pertev Pasa*
makalesinde zikredilen kaynak).
6 Tuhfet, s. 90.
7 Aynı eser, aym yer.
8 Aynı eser, s. 91. Türkler tarafından ele geçirilen Sopot, Ülkün ve Bar bugünkü
Arnavutluk ve Yugoslavya sahillerindedir; Sopoto, Dulcigno ve Antivar gibi isimleri altında
tanınmaktadırlar.
9 Ragusa’da bazı meselelerin istihbaratında bulunur iken, Uluç Ali Paşa Hıristiyan
donanmasının tedarikini öğrenmişti. Bk. Jurien de la Graviere, La Guerre de Chypre et la
Bataille de Lepante; c. 2 : La Bataille de Lepante, Paris, 1888, s. 18.
10 Tuhfet, s. 92.
İNEBAHTI SAVAŞI (1571) HAKKINDA BAZI MÜLÂHAZALAR
37
(Eylülün sonu). Denizde uzun bir süre seyredilmiş olması donanma ef­
radı üzerinde moral ve sıhhî bakımdan kaçınılmaz menfî tesirler yap­
mıştı. Kâtip Çelebi’den başka, diğer kaynaklar da bu noktada donan­
manın zayıf durumuna işaret etmektedir11. Bu şartlar altında, inebahtı,
donanmanın işine gelen en müsait bir yer idi. Doğu-batı hattında Korint
körfezini Patras körfezinden, güney-kuzey hattında Mora yarımadasını
asıl Yunanistan'dan ayıran Rion boğazından 9 kilometre poyraz tarafın­
da bulunan İnebahtı limanı küçük ve sığ olduğundan, büyük bir donan­
mayı barındıramazdı; bununla beraber, önündeki deniz donanmaya mü­
sait idi12. Bundan başka, iki yüz kadar gemi için yeter derecede civarın­
da tatlı su bol bulunuyordu13 Aynı zamanda bir hisar limana hakim
olup, kuvveti şehrin birinci Türk muhasarasında belli olmuştu (8 8 2 /
1477 senesinde)14. Hisarın tahkimatı 1499'da, Türk fethinden sonra,
tamir edildi; ve İnebahtı, daimî bir garnizon ile, Cezayir-i Bahr-i Sefid
eyâletinin sancaklarından biri oldu15-. Öbür taraftan, İnebahtı kalesi, Rion
boğazının teşkil ettiği hem tabiî hem askerî siper tarafından/korunuyor­
du. Rion boğazı birbirine 3 kilometre yakın, güneyde Rion burnu, ku­
zeyde Antirion burnu olmak üzere, iki alçak burun etrafında teşekkül
etmişti. Bu iki burun daha önce Venedik tarafından tahkim edildiği hal­
de16, asıl kaleleri Türkler 1499'da yapmışlardır: her iki tarafta birer kale
bina edilmiş ve toplar ile teçhiz edilmişti; bu topların menzili boğazın
öbür tarafına geçiyordu17 ve «bir yabancı kuş oradan uçamazdı»18. 9 4 3 /
1537 senesinde, bu kaleler Kanunî Sultan Süleyman tarafından daha
genişletildiği gibi, uzun menzilli balyemez toplar ile teçhiz edildi19. Ko­
l i Âli, Kiinh al-ahbar, yukarıda zikredilen elyazması, yp. 457b; Selânikî, Tarih, İstan­
bul, 1281, s. 105. — Hıristiyan donanması Korfu adasının karşısındaki Igumenitsa limanın­
da yatarken, Gil de Andrade altındaki bir keşif filosu Don Juan’a aynı şekilde bir rapor
vermiştir (bk. W. Stirling-Maxwell, Don John of Austria, London, 1883, c. 1, s. 393).
12 Piri Reis, Kitab-ı Bahriye, tıpkı basım, İstanbul, 1935, s. 313.
13 Aynı eser, göst. yer.
14 J. von Hammer-Purgstall, Geschichte des Osmanischen Reiches, Pest, 1828, c. H,
s. 150.
15 Tııhfet, s. 146.
16 Venedik burada 1407 ile 1499 arasında hakim idi; bk. H. Kretschamyr, Geschichte
von Venedig, Gotha, 1920, c. II, s. 273.
17 Piri Reis, Kitab-ı Bahriye, s. 313.
18 Aynı eser, birinci (yayınlanmamış) versiyon, Dresden, Sachsische Bibliothek, elyazm.
Eb 389, yp. 89b. — Evliya Çelebi (Seyahatname, c. 8, s. 617), bu boğazı- hemen hemen
aynı kelimelerle tavsif ediyor.
19 Evliya Çelebi, aynı eser, göst. yer.
38
S. SOUCEK
rint körfezinin batı kısmında poyraz rüzgârı hemen hemen daimî suret­
te esiyor ve rüzgâr boğaza yaklaştıkça şiddetleniyor20; meddücezir ce­
reyanı, körfezden çıkarken, bazen 5 V 2 deniz mili süratına yükseliyor21
ve motorsuz vasıtaların boğazdan körfezin içerisine geçişi zor oluyor22.
Bütün bunlardan dolayı, bir düşman donanmasının Patras körfezinden
Korint (yani İnebahtı) körfezine giden deniz yolunu zorlaması, tehli­
keli bir teşebbüs olabilirdi: kalelerden açılan top ateşiyle zayiat ver­
dikten sonra, kürekçilerin bitkin hale gediği anda, Türk donanmasiyle
karşılaşacaktı.
Donanma-i Hümayun stratejik bakımdan fevkalâde iyi bir yerde
yatarken, kaptan-ı derya diğer kumandanları çağırarak istişari bir so­
ruş meclisi topladı. Cezayir beylerbeyi Uluç Ali- Paşa şu şekilde konuş­
tu: Denizde altı aydan beri gezen gemiler tamire muhtaç durumdadır;
hem tayfalardan hem cenkçilerden birçoğu, seferin tamam olduğunu
zannederek, «icazetli ve icazetsiz» donanmayı terkettiler. Boğazdaki
kaleler yüzünden, düşman körfez içine giremezdi. Netice olarak, bütün
bu sebeplerden dolayı, bulunan mevkiin terkedilmesi felâkete yol aça­
bilecektir. Uluç Ali Paşa konuştuktan sonra, münakaşa oldu; Kâtip
Çelebi'ye göre, serdar Pertev Paşa dahil bazılar Uluç'un re'yine tema­
yül ettiler; bazılar aleyhine çıktılar. Karşı çıkanlar arasmda Kaptan-ı
derya olduğundan, dengeyi Uluç'un fikri aleyhine bozdu. Çünkü, «Müezzin-zade Ali Paşa gerçi cesur bir adam idi, amma, deniz harplerinde
tecrübesi olmadığı gibi, korsanlığı da öğrenmemiş idi». Bundan .baş­
ka, kendi re'yi Divan-ı Hümayundan gelen bir emirle tekit edildi: düş­
man donanmasını, hangi yerde olursa olsun, bulmalı ve ona hücum
etmeli idi; verilen talimatın dışında hareket etmemesi tenbih edilmişti23.
20 United States Hydrographic Office, Sailiııg Directions Jor the Mediterranean,
c. 3, madde 7D-5.
21 Aynı eser, madde 7D-6.
22 H.M. Denham, The Easlern Mediterranean, London, 1964, s. 34.
23 Tııhfet, s. 93; Jurien de la Graviere (La Bataille de Lepante, s. 108) meşveretin
bu şeklini şüpheli sanıyor ve daha çok Venedikli Gerolamo Diedo’nun Lettera ove
si descrisse la Battagiia navale seguita l’anno 1571 (Venedik, 1588) eserinde kaydettiği ra­
pora inanıyor. Diedo, Uluç’un meşverette Müezzin-zade ile aym fikirde olduğunu yazıyor.
Bundan dolayı, Fransız amirali Tuhfet'de kaydedilen muhavereyi Uluç tarafından mu­
harebeden sonra uydurduğunu sanıyor. Halbuki, Uluç eski bir korsan idi; uzun yıllar süren
denizciliğinde, Hayreddin Barbaros’un yanında yetişmişti, deniz savaşlarının hususî bir
harp türü olduğunu yılların kazandırdığı bir tecrübe ile öğrenmiş idi: gemilerin ahvali, düş-
İNEBAHTI SAVAŞI (1571) HAKKINDA BAZI MÜLÂHAZALAR
39
iyi bir halde bulunan bir donanma bile, düşmanı Rion boğazı ve
İnebahtı kalesi arasında stratejik bakımdan iyi bir mevkide beklemeğe
tercih edebilirdi: düşman muharebeyi istiyor; o halde tahkim edilmiş
boğazın tuzağına düşsün. Bir nesil evvel, iki Mukaddes İttifak'ın birin­
cisinin donanması karşısında, Hayreddin Barbaros taze ve iyi müceh­
hez bir Donanma-i Hümayuna kumanda ediyordu; böyle olmakla be­
raber, düşmanı Arta körfezine giriş yeri olan boğazda, kuzey taraftaki
Preveze istihkamlarından istifade ederek, müttefikleri bekliyordu; Hıris­
tiyan donanmasının kudretini tahkik ve kendi savaş plânını tespit et­
tikten sonra, boğazdan çıktı24. Müezzin-zade; Barbaros olmadığı gibi,
aynı zamanda Barbaros kadar tecrübesi olan bir adama kulak da as­
madı. Donanmasını stratejik bakımdan üstün mevkiden çıkartarak, o
mevkie 55 kilometre daha batıda bulunan stratejik faydası olmayan bir
yere nakletti. Patras körfezi ile Yunan denizi sularının kesiştiği bir yer­
de, yeni ve iyi teçhiz edilmiş bir. Hıristiyan filosu, Türk donanmasını
tamamen bozguna uğrattı25.
inebahtı savaşının, Rion boğazının ağzında veya İnebahtı körfezi
içinde ne gibi neticeler verebileceğini tahmin etmek faydasızdır; bunun­
la beraber, kaptan-ı deryanın fırsatı kaçırdığı — diğer bir deyimle kade­
rin kendisine bahşettiği bir kozu elinden kaçırdığı— muhakkaktır26. As­
manın kuvveti, manovralann ehemmiyetini bilmek, bir korsan için her an hayat ya ölüm
meseleleri idi.
24 «Doria, Hıristiyan donanmasiyle Korfu limanından Preveze’ye doğru ileniyordu.
Barbaros’un [Arta] körfezinde müsait mevkiim kolay terketmeyeceğini, ve ona açık denizde
bir muharebeyi kabul ettiremiyeceğmi o anda anladı». (R.B. Merriman, The Rise o f the
Spanish Empire, New York, 1962, c. 3, s. 325). Kâtip Çelebi (Tuhfet, s. 54) Türk donan­
masının düşmanı Arta körfezine giren boğazının arkasından beklediğini de yazıyor.
25 Uluç Ali Paşa’nın birinci teklifini reddettikten sonra, Tuhfet’e. göre, Müezzin-zade
onun yaptığı ikinci teklifini de kabul etmedi; Uluç, muharebenin açık denizde yapılmasını
öne sürerek, aksi takdirde, tayfaların ağır yaralanarak karaya yakın gemilerden çıkmağa
çalışacaklarını, ve bunun diğerlerin moralim bozacağım beyan etmişti. Muharebenin cere­
yanı Uluç’a hak vermişti; aym zamanda, donanmanın açık denizde olan sol koluna ku­
manda eden Uluç, mahir manovralar ile Gian-Andrea Doria idaresi altındaki filoya galebe
ederek, hem gemilerini, hem de Osmanlı bahriyesinin şerefini kısmen kurtardı.
26 Müttefikler tam bundan — yani Türklerin boğazın içeri tarafında beklemelerin­
den — endişeleniyorlardı; bk. Jurien de la Graviere, La Bataille de Lepante, s. 86: «...De­
mek ki düşman [=Türkler] Arta körfezini geçmiştir; onu şimdi nerede aramalı? İnebahtı
körfezine sığınmışsa, sefer bitmiştir, bütün teçhizatın masrafları boşuna gitmiştir: çünkü
kadırgalar ile Rion boğazımn korkunç geçişim zorlamak imkân yoktur. Hıristiyan donan­
ması iki kalenin top ateşi tarafından mahvolacaktır...»
40
S. SOUCEK
lında tek sorumlu o değildi. Onun inatçılığa yakın cesareti, hüküme­
tinden gelen yersiz emirler ile adeta teşvik edildi27.
Gerçi «Muhteşem Süleyman devri» hâlâ sadrazam Sokollu Meh­
met Paşa'nın şahsiyetinde yaşıyordu; II. Selim, denizdeki durumu dü­
zeltmek için birinci vezirini vazifelendirdi. Uluç Ali Paşa kaptan-paşalığa tayin edildi (Uluç ismi bu münasebetle Kılıç'a değiştirildi); yeni
bir donanma harika bir şekilde süratle inşâ edildi; Venedik'e boyun eğ­
dirmek için bu yeni donanmanın gelecek mevsimde faaliyeti o derece­
de başarılı oldu ki 1573 senesinde yapılan sulh muahedesi, «Inebahtı
savaşı, Türkler tarafından kazanılmış gibi netice doğurdu» ; 28 ve niha­
yet Goletta ile Tunus 1574'te Donanma-i hümayun tarafından kat'î şe­
kilde feth olundu. Bütün bu hâdiseleri tarihçiler takdirle karşılayıp, ba­
zıları da İnebahtı savaşının neticesi olmayan bir deniz savaşı olduğu
kanaatındadırlar. Bu hususun münakaşası bizim makalemizin gayesi
dışındadır. Yalnız şunu demek istiyoruz ki, Türk bozgunu kısmen de
imparatorluğun merkezinde bulunan hataların neticesiydi; yani ehliyet­
siz bir zatın donanmanın başına getirilmesi ile, ona yersiz emirlerin
gönderilmesi. Bu hatalar belki tam bir tesadüf değildi padişah, hiç bir
savaş görmediği gibi, amiralinin, deniz savaşlarım görmemiş bir adam
olmasını da mahzurlu bulmamıştı.
Gerçi Fransız amirali bir notta ilâve ediyor: «[Müttefikler] öyle düşünüyorlardı amma,
nekadar çok [bunun gibi] geçişler, feth edilemiyeceği şöhretlerinden istifade ederek kur­
tulmuştur! 12 temmuz 1828’de, kaptan Bûchet de Châteauville, L ’Echo isimli küçült bir
korvete kumanda ederken, o iki korkunç kalenin — Mora kasteli ile Rumeli kasteli —
ateşleri altında Inebahtı körfezine giriyor, Korint önlerine geçerek orada demirleyip üç yüz
Yunan esirinin Mora’dan Rumeli’ye Arnavut Türkler ile teşekkül ettiği bir müfreze tara­
fından sürülmesine mâni oluyor, sonra 25 temmuzda körfezden, girdiği gibi yine topların
ateşlerine rağmen çıkıyor... ‘Küçük Dardanel’in’ [yani Rion boğazının] toplarının Mukaddes
Liga’nın donanmasını durdurabildiğine hiç ihtimal yoktur...» Yazarın iddiası karşısında,
şu mülahazalar öne sürülebilir: ağır kadırgalardan mürekkep büyük bir donanmanın o
boğazdan geçmesi, süratli ve tek bir korvetin geçmesinden bambaşka bir şeydi; Fransız
korveti ânî sürprizden istifade edebilirdi; ve Fransız amirali, ‘Küçük Dardanel’ hakkında
bu satırları yazarken, ‘Büyük Dardanel’de [yani Çanakkale’de] vuku bulacak olaylar henüz
geleceğin sırlan altında örtülü idi.
27 E. Charrière, Négociations de la France dans le Levant, Paris, 1848, c. III,
s 361, not.
28 Şehzadeliği zamanında, Selim, Ankara ile Konya arasında 1559’da vuku bulan
muharebeyi seyr etti. O vakada, kardeşi Bayezit yenildi ve İran’a firar etmeye mecbur
oldu. Halbuki, Selim’in ordusu başında Lala Mustafa Paşa bulunuyordu (bk. Şerafeddin
Turan, Kanuni’nin oğlu Şehzade Bayezid Vak’ası, s. 114-115).
İNEBAHTI SAVAŞI (1571) HAKKINDA BAZI MÜLÂHAZALAR
41
EKLER
Makalemizde kullandığımız Osmanlı müelliflerinin yazıları, şu dört
kişiye aittir: Piri Reis'e, Evliya Çelebi'ye, Selânikî'ye ve Kâtip Çelebi'ye.
Eserlerinde İnebahtı sahası veya savaş cereyanı hakkında söyledikle­
rini, mahalemize eklemek faydalı olabileceğini sanıyoruz.
Piri Reis (doğ. aşağı yukarı 1470, ölm. 1554)1 meşhur Türk kor­
sanı ve padişahın hizmetinde sık sık bulunan kaptan idi. Bugünkü şöh­
reti başlıca Kitab-ı bahriye isimli büyük portulanına borçludur. Bu kitap
bütün Akdenizi tavsif ettiği gibi, her fasıl bir harita ile izah olunuyor.
Piri Reis Akdeniz'in bazı kısımlarını başkalarından daha iyi tanıyordu;
Mora yarımadasının, Patras ve Korint körfezlerinin. Yunan denizinin
kıyılarını, adalarını ve sularını kendisi iştirak ettiği sefer-i hümayunla­
rından dolayı iyi biliyordu. 1499 senesindeki İnebahtı fethinde, meşhur
amcası Kemal Reis'in yanında bulunmuştu. İşte Patras ile Korint kör­
fezlerinin tavsifi kıymetli tarihî vesikadır. Kitab-ı bahriye iki versiyon hahalinde mevcuttur: birincisi 1521 yılında bitirildiği gibi, ikncisi 1526
yılında bitirilmişti. Birinci versiyon tamam olarak yayınlanmamıştır; İkin­
cisi ise, tıpkı basım olarak Türk Tarih Kurumu tarafından çıkarılmıştır2.
Bazen ikinci versiyonda bulunmayan tafsilat birincisinde bulunduğun­
dan, bu versiyon da mühimdir. Bizim bu versiyondan seçtiğimiz kısmı
en eski tanınmış mevcut nüshadan alınmıştır: Dresden'deki Sächsische
Bibliothek'te bulunan Eb 389 numaralı nüsha; istinsah tarihi Evasıt-ı
Rebiulahir 961 = Ağustos 1554'tur.
Birinci versiyon (var. 89b, satır 2-10) :
«İnebahtı deniz kenarında kıbleye karşı bir büyük hisardır; ol hisa­
rın içinde bina ile olmuş bir küçük limancığı vardır. Mezkûr limana
1 Eserlerinin ehemmiyetine rağmen (Kitab-ı bakriye'den başka, iki Yeni Dünya
haritaları ile bilhassa Avrupa ve Amerika’da meşhurdur), Piri Reis’in hayatı hakkındaki
bilgilerimiz azdır. Doğum tarihi gibi, ölüm tarihi de yakın zamana kadar şüpheli sanılıyor­
du; yeni bir tetkik ölümünü 961 senesi evasitinde = Mayıs / Haziran 1554 yılında vuku
bulduğunu ispat etmiştir; bk. Cengiz Orhonlu, Hint kaptanlığı ve Piri Reis, Belleten,
XXXIV sayı 134, (1970), s. 246.
2 Piri Reis, Kitab-ı Bahriye, İstanbul 1935.
42
S. SOUCEK
/gripler3 ve ufak gemiler girer; büyük barçalar* ol limana karşı denizde
yatırlar, zira yattıkları yer her rüzgâra kabil limandır. Ol limanın kena­
rında bir hup su vardır akar, yerli kayalar içinden çıkar, ol kayalar da
deniz kenarındadır. Mezkûr limandan Inebahtı [ve] Modon fethinde kış­
ladığımız Aspiri İspiti limanı5 seksen mil körfez içindedir. Ol tarihte as­
ker gemileri mezbur limanda huzur ile kışlamak maslahat için zikr olan
¡nebahtı’den beş mil miktarı lodos tarafında, yani körfez ağzında, iki
canibe iki kale emr olunmuştu: bir kaleyi Rum İli ve bir kaleyi Ana­
dolu askeri burç barusu ve hisarpeçe ile on sekiz günde tamam eyledi­
ler. Şimdiki halde oradan yad kuş uçmaz, azim toplar komuşlardır, olboğazı beklerler...»
İkinci versiyon (s. 313) :
«Mezkûr Inebahtı bir büyük kaledir; ve ol kalenin bir miktar yeri
alçaktır, deniz kenarındadır; bakisi bayıra karşıdır, ve ahmedeği6 de bir
yüce yerdedir. Ve mezkûr kalenin önünde bina ile vaki olmuş bir kü­
çük limancığı vardır; mezkûr limanı ol kalenin içine almışlardır, küçük
gemiler girer, büyük parçalar ol limana karşı denizde yatırlar, cümle
yufka sulu hup demir yerleridir. Ol kalenin poyraz7 tarafında Deli Sua
derler deniz kenarında yerli taşın içinden çıkıp akar sudur. Mezkûr su­
dan bir — iki yüz pare gemi bir kezden vüs'etle sulanır, tatlı ve soğuk
3 Osmanlı denizciliğin yüksek devirlerinde — yani XV inci asırdan XVII inciye ka­
dar — kullanılan gemi tipleri ve bunların isimleri makalemizin dışına giden karışık ve
zor bir mevzudur; bunu başka bir tetkikte incelemek niyetindeyiz. Şimdilik bu sabada
esaslı bir esere işaret ediyoruz: H. ve R. Kahane — A. Tietze, The Lingua Franca in the
Levant; Turkish Naulical Terms o f Italian and Greek origin (Urbana, 111., 1958). — Iğribar, iğrip madde 757 olarak sahife 501-502 dedir.
4 Lingua Franca, madde 80 (s. 98-99).
5 Aspra Spitia limanı bugün de liman olarak kullanılıyor; Andikiron körfezinin ba­
şında, Akra Pangalos ile Akra Velanidhia burunlarının arasındadır (bk. United States
Hydrographic Office, Sailing Directions for the Mediterranean, c. 3, madde &D-22).
6 Ahmadak, ahmedek kelimesini Kitab-ı bahriye’den başka hiç bir metinde bula­
madık; manası «bir şehrin içinde müstahkem bir kısmı» olsa gerektir.
7 Her iki versiyonda poryaz (birinci versiyonda bazen joryaz); poryazdan poyraza
değişmesi (metatez) XVI ıncı asrın ikinci yansının başlangıçlannda olsa gerekti (bk. Lingua
Franca, madde 750, s. 494-496).
8 Belki Momos Potamos; bu ırmağm ağzı İnebahtı’dan şolok tarafında 2 km mesa­
fesinde bulunmaktadır.
İNEBAHTI SAVAŞI (1571) HAKKINDA BAZI MÜLÂHAZALAR
43
sudur. Ve badehu .Mezkûr Inebahtı kalesinin beş mil miktar lodos tara­
fında, yani körfez ağzında, merhum sultan Bayezid Han iki kale bina
ettirmiştir; Rum ilinde olan kaleyi Anadolu askeri yaptı, ve Mora tara­
fında olan kaleyi Rum İli askeri yaptı, bu cümleyi on sekiz günde tamam
eylediler, burç barulu kalelerdir. Ve ol kalelerin orta yerinde birer kule­
leri de vardır, dizdar olmağiçin vafir toplar kurdular, şimdiki halde ol
körfeze yad gemi koymazlar. Inebahtı mezkûr kalelerden içeri kalmış­
tır. Ve mezkûr kalelerin de bir birinden mabeyni iki milden eksiktir, bir
birinin topları öteden beri kenara, beri kenardan öte kenara geçer.»
Evliya Çelebi (1611-1682) İnebahtı ve Rion boğazı sahasını 1077/
1667-8 senesinde gezmiştir. Tavsifi 1896-1938 yılları arasında İstan­
bul'da yayınlanmış olan Seyahatname'nin sekizinci bölümündedir:
S. 613 : « ..V e [Inebahtı] limanı hisar içinde bina ile yapılmış ame­
li bir küçük limandır kim iğrip kayıkları ve fırkataları9 bunda yatırlar;
kadırgalar taşra büyük liman içinde lenker bırakıp yatırlar; amma bü­
yük parça kalyonları10 limana karşı körfez denizinde yatırlar; (S. 614)
ve limanın kenarında bir yerli kaya içinde bir âb-i hayat' su akar...»
(S . 6 17) : «Evsaf-ı Kastel-i Rum İli. Bu dahi Inebahtı'nın Rum İli tara­
fında leb-i deryada vaki bir boğaz ağzında şekl-i murabba' bir küçük
kaleciktir; bu diyarda böyle küçük kalelere kastet derler; sene-i 905
tarihinde, sultan Bayezit Veli, Modon kalesi muhasarasında iken, do­
nanma-/ hümayun bu Inebahtı körfezinde kışlamak maslahatiçin, Baye­
zit Veli Han bu kale-i Inebahtı körfezi ağzında Inebahtı'den beş mil lo­
dos tarafına ba'id bu kaleyi bina ettirip, ve bir kale dahi bunun karşı­
sında Mora ceziresinde bina ettirip, karşı karşıya iki kale olup tamam
oldukta, körfez emin olup donanma-ı hümayun bi-bâk u bi-pervâ kışlamıştır. Amma himmet-i Bayezit Han ile bu kastel kalesini Rum İli as­
keri üşüntüsü ile burç u barusu ve hisarpeçeleriyle on sekiz günde ta­
mam olduğuna alamet bu kale on sekiz adet ebraçlardır; ve azim top­
9 Lingua Franca, madde 308 (s. 230-233).
10 Evliya Çelebi burada barça kelimesini sıfat olarak kalyon kelimesini ise isim ola­
rak kullanmaktadır. Barça veya parça (Lingua Franca, madde 80, s. 98-99) ve kalyon
(aynı eser, madde 318, s. 238-241) iki ayn çeşit gemi olduğundan, yazann maksadının
tam belli olmadığı düşünülebilir. İzahı bizce başka tarafta aranm alı: Barça, sözlüklerin
(meselâ Redhouse, A Turkish and English Lexicon, s. 319 ve ondan Lingua Franca) öne
sürmelerine rağmen, bir kadırga tipi gemi değil, bir büyük yelken ve küreksiz gemisi mana­
sına geldiği gibi, o zaman her çeşit büyük yelken gemisi için kullanılabilirdi; bizim meti­
nimizde «kalyonlar ki büyük yelken gemileridr» manasına gelebliyor.
44
S. SOUCEK
lar konulmuştur. Badehu sene-i 943 tarihinde sultan Süleyman, Körfez
gazası asrında bu kaleyi dahi tevsi ettirip ziyade kul ve balyemez top­
lar11 koyup, ol dahi donanmayı bunda kışlatır. Hâlâ bu boğaz ağzından
bu iki adet kastel kalelerinin mabeyninden ve bu kalenin mabeyinlerin­
den kâfir gemisi değil, kuş bile uçup içeri Inebahtı ve Kördes [= K o rint] kalesine varamaz.»
Mustafa Selânikî (ölm. 1600?) o hâdiselerin muasırı olduğu gibi,
Osmanlı idaresinde oldukça mühim bir şahsiyet idi. Tarihinin ancak
üçte birinin yayınlanmış olmasına rağmen, II. Selim'in devri bu çıkarıl­
mış kısımdadır (İstanbul, 1281).
(S. 104) : «Amadan-i haber-i düşman-ı din, ve mülakat-i donanma-ı hümayun, ve vuku-i inhizam bi emr-i Allâh teâlâ (sene-i 9 79).
Rebiyülulâ gurresinde1- deryadan bazı ümera mektupları ile haber­
ler gelip tahkik ettiler ki, 'Venedik dujeleri Ispanya-ı la'in ile dostluk
edip ittifak u ittihat ile külli mal harç edip (S . 105) donanma tedariki­
ne azim cenkçi cem' etmekle bu defa deryaya çıkan ehl-i İslam donanmasiyle buluşmağa ayin-i batileleri üzere iman edip, ahd u misak
eylemişlerdir. Cezire-i Kıbrıs intikamın alırız dediler deyip yine tekrar
diller gönderip tenbih ile 'gaflet caiz değildir' demişler. Bu ecilden Pa­
dişah-/ alem-penah (haledet hilafetuhu) Hazretleri Serdar Hazretlerine
ve Kapudan Paşa tarafına hatt-ı hümayun ile tezkere-i şerif gönderip,
«Elbette Zakilsa ve Çuha adaların13 vurup asker-i Islama ganimet etti­
resin, ve küffar-ı haksarın donanma-ı menhusu haberin alıp üzerine va­
rasın» diye tenbih ve te'kit buyurduklarından, bi hikmet-i Huda zikrolunan cezirelere uğrayıp elverdiğince vurulup, badehu Venedik mukabe­
lesine varılıp, karada olan serdar Ahmet Paşa ile haberleşip mülâkat
olundukta, ekser cenkçi ve sipahi kendi serdarlarına pişkeşçik çekip,
«sılaya yakın geldim» diye icazet ile karaya çıkıp, ol vakitte henüz tez­
kere-i padişahî gelmiş olmayıp, donanmâ buluşmak ihtimali ba'sid idi;
amma sonra «küffar-ı haksarın donanma-i menhusu dahi deryada donanma-i hümayuna müterakkip olduğu mukarrerdir» diye haber-i sahih
alınıp, cenk muhakkak olıcak, bizzaruri bazı kilâ'dan hâh u nâhâh cenkçi
11 Uzun menzilli, bilhassa deniz savaşlarında kullanılan toplar. Bunlar gemilerde
bulunan mürettebatı değil, gemileri tahrip etmeğe çalışıyordu. Bu, XVI. ıncı asırda deniz
savaşlarında bir büyük inkılabı oldu (bk. Lingııa Franca, madde 56, s. 83-84).
12 24 Temmuz.
13 Venedik’e ait Yunan denizinde bulunan Sakinthos nam adanın, ve Mora yarım­
adasının şolok burnu ile Girit adası arasında bulunan Kythera nam adanın adlan.
İNEBAHTI SAVAŞI (1571) HAKKINDA BAZI MÜLÂHAZALAR
45
hisar erleri ve azaplar alınıp gemilere ancak bir kat adam tedarik olu­
nup, sene-i 979 cemaiyelulasının on sekizinci ahad günü1* cezireler
önünde kara görünür mahalde15 serdar Pertev Paşa ve kapudan Ali
Paşa ve merhum Hayreddin Paşa-zade Haşan Paşa ve Cezayir-i Garp
beylerbeyisi Uluç A li Paşa, bir yere gelip tedbir u meşveret eyledikle­
rinde, Uluç Ali Paşa «Gelin, deryaya çıkalım, zira kara görünür adalar
arasında cenk müşkildir» demiş; amma kapudan paşa düşmanı hor gö­
rüp, «Kâfir (S . 106) ne kelptir» deyip, ve «gemilerde cenkçi yoktur»
dedikleri sözü dinlemeyip, hemen kendisi mukaddem çektirip, pür ya­
rak bir kâfir mavnası üstüne çatıp16, cenk-i azim arasında dane-i tüfenk
birle şehit olup, ve asker-i İslam dahi her biri bir kâfir gemisine çatıp
cenge şuru' ettiklerine, ekser gemiler cenkten eba göstermekle kara
canibin gözetip gemileri karaya oturup içinde olan leşker suya dökü­
lüp, Pertev Paşa dahi bu esnada bir firkateye girip kenara çıkıp, ve
Uluç A li Paşa dahi yirmi iki pare Cezayir gemileri ile derya tarafından
çattığı gemiler alıp mensur ve muzaffer olup, ve beri canipte gemileri
karaya oturup içinde asker kaçıp saht-i Allaha müptelâ olan guruh-i
mekruh hezar mihnet u meşakkate giriftar olup yabanda bulunup, ha­
las olan bir kaç pare gemiler ile Pertev Paşa mahzul u munhazim ge­
misin aldırmış, dahi erbab-ı mesaibin bed-duasını alarak İstanbul'da
evine geldi...»
Kâtip Çelebi (1609-1658)'nin Tuhfetul kibar fi esfaril bihar adlı
eseri iki defa yayınlanmıştır: 1141/1730 (İbrahim Müteferrika tarafın­
dan) ve yine 1329/1911 senelerinde. Bizim ilgilendiğimiz olaylar ikinci
kaskının 90-95 sahifelerinde bulunmaktadır:
(S. 90 ) : « ...O l kış17 Mustafa Paşa Kıbrıs ceziresinde kışlayıp,
fasl-i baharda Der-i Devlet'ten vezir-i sani Pertev Paşa donanma-i hü­
14 Selânikî’nin, veya müstensihin, veya dizicinin yanlışı; hem meşveret hem de sa­
vaş, pazar günü 17 cemaziyelevvelde vuku bulmuştu (= 7 ekim).
15 Savaşın coğrafî sahası hem Selânikî’nin, hem de Kâtip Çelebi’nin eserinde (bk.
aşağı) biraz karışıktır. Meşveret hangi adaların önünde olabilmişti? İnebahtı’mn yakınla­
rında hiç ada bulunmuyor. Meşveret İnebahtı önündeki yatağında (yani demir yerinde)
vuku bulduğu gibi, savaş Patras körfezinin batı nihayetindeki Curzolan (İtalyan isimi);
Echinades (Yunanca ismi) adaların civarında vukubulmuştu.
16 Mavna, o zamanın türkçesinde büyük bir kadırga manasına geliyordu (bilhassa
büyük Venedik kadırgaları — hem nakliye hem de muharebe için kullanıyordu). Burada
Selânikî Don Juan’in realesi (yani kumandanın kadırgası) ne işaret ediyor.
17 Yani 1570-1571 kışı.
S. SOUCEK
46
mayun serdarı olup, dokuz yüz yetmiş sekiz zilkadesi evasitindeıs iki
yüz elli pare kadırga ve mavna ile çıkıp gittiler. Asker Magosa üzerin­
de olmağla, küffar donanması mukaddem varmasın diye donanma mu­
tattan mukaddem hareket etmekle, kürekçi ve cenkçi hususunda nice
noksan var idi; ve bilcümle levent gemileri ile üç yüz kadar oldular.
Evail-i zilhiccede13 Magosa kurbuna erişip vaz'-i lenker ettiler, toplar
ve mühimmat taşra dökülüp serdara teslim olunduktan sonra, dönüp
Rodos boğazında sedd-rah-i keştiyan-i a'da olmağa muntazır durdu­
lar...» (S . 9 1 ) : Sefer-i Sıngın Donanma. Mukaddema Serdar Pertev
Paşa ile kapudan Ali Paşa Kıbrıs'tan Rodos'a gelip, bir kaç eyyam ol
etrafta aramdan sonra kâfir donanmasından eser ve haber belirmeyip,
Girit adasına saldılar; (S . 9 2 ) sevahilini garet edip gezerken, Cezayir
beylerbeyisi Uluç Ali Paşa dahi yirmi pare gemi ile gelip mülhak oldu.
İttifakla varıp Kefalonya ceziresini garetten sonra. Körfez ceziresine çı­
kıp navahisin yağma ve tahrip, badehu Rum İli kenarında Venedik
kilâ'ından Sopot ve Ülkün ve Bar nam hisarları alıp nice zaman der­
yada gezip, kâfir donanmasından eser ve haber belirmedi. Çünkü hengâm-i şita karip olmuş idi, levent gemileri, derya beyleri gemilerinde
erbab-ı timar az kalıp, birer bahane ile gitmişler idi; cenkçi ve kürekçi
kısmının dahi bir azı dağılıp, bakiye-i asker donanma gemileriyle Inebahtı limanına gelip vaz'-i lenker eylediler. Ol mahalde haber alındı ki
küffar-i haksar gemileri be her hale gelip donanma-i hümayun ile mu­
kabele ve mukatele eylemek mukarrerdir... (S . 9 3 ) Mesveret-i Asker-i
İslam. Serdar Pertev Paşa ve kapudan A li Paşa ve Cezayir beylerbeyisi
Uluç Ali Paşa ve Ta ra buluş beylerbeyisi Cafer Paşa ve Hayreddin Paşa
oğlu Haşan Paşa ve on beş sancak beyi ve sair âyan-i askeri bir yere
gelip müşavere eylediler. Uluç Ali Paşa cenge rıza vermeyip, «Donan­
mamız nakıstır, ve altı aydır deryada gezmekle gemiler bozgundur; sa­
bıka Körfezden Inebahtı'ye dönüldükte, dönüştür» diye sipah ve yeni­
çeri icazetli icazetsiz dağılmışlardır. Boğaz hisarlarından küffar donan­
ması içeri giremez, çıkılmak mahall-i haterdir» dedikte. Pertev Paşa
ana tabi' olup, kapudan paşa «Gayret-i İslam ve ırz-ı Padişah yok
mudur? Her sefineden beşer onar adam nakıs olmağla ne lâzım gelir?»
diye sairi dahi yer yer itirazlar edip, cenge ikdam gösterdikte, Ali Paşa,
«Çünkü düşman üzerine azimeti mukarrer ettiniz, bari derya tarafına
18 Aşağı yukarı 10 nisan 1571.
19 Aşağı yukarı 1 mayıs 1571.
İNEBAHTI SAVAŞI (1571) HAKKINDA BAZI MÜLÂHAZALAR
47
gidelim» deyip, kapudan paşa «Kenarı tutmak evlâdır» dedi. Bu bapta
çok niza' olup, Uluç Ali Paşa «Hani Hayreddin Paşa ile düşman ve
Turgutça ile cenk görenler, niçin söylemezler? Bir gemiye top dokun­
duğu gibi, gark olmak ihtimalinden karaya meyi etse gerek, sairlere
bais-i inhizam olur» diye, gördü, müfit olmadı; «Bari gemilerden fanus­
ları ve büyük bayrak ve filandraları giderin» diye nasihat eyledi. Kapu­
dan istihza semtini tutucak, ol dahi fariğ oldu. Mezbur kapudan nef­
sine yarar ve mukaddem idi, lâkin derya cenkleri görmeyip korsanlık
fennini bilmez mutehavvir ve şedid kimesne idi; ve kendiye gelen evamir da «Elbette küffarin donanması her kanda ise üzerine varıp muka­
bil olasız, ve illâ muatab olursuz» diye firman olunmağla, cümle askeri
kendi re'yine tabi' kılıp cengi mukarrer ettiler. Huruc-i sefain-i İslam
ve inhizam. Kapudan-ı mezbur kemal tehevvür ve gurur ile 979 cemazieylulasının on yedinci pazar günü*° kalkıp, Inebahtı boğazından çık­
tılar. Pertev Paşa sol kola ve Ali Paşa sağ kola*1, kendi ortaya girip,
cümle yüz sekiz pare gemi ile alay bağladılar. Mora’dan Hulumiç ke­
narında mezbur boğaza karip bir burun var idi, ol zamandan beri Kanlı
Burun derler**. Kuffar donanması ol burun ardında yatardı. 01 mahalde
Ali Paşa, kapudana haber gönderip «Kuffarın barça ve mavnası kale
ve metrisler önünden savulup dönüp ya ardından ya böğürden girelim»*3
20 Pazar günü 7 ekim 1571.
21 Bu yanlıştır — Uluç Ali Paşa sol kolun kumandanı idi. Bildiğimiz kadar, bu
yalnız batı kaynaklarla edilebildiği gibi, savaş sahasının coğrafî durumu bunu te’yit ediyor.
Bk. aşağı.
22 Belki Kitab-ı bahriye’deki Kulumuç burnu (bk. s. 312, harita). Kulumuç burnu
(Körfez adasımn karşısında bulunan Hulumiç limaniyle karıştırılmamalı), Mora yarımada­
sının karayel uçlarından biridir: Zanta (Sakinthos) adasına karşı olan bu burun bugün
Akra Killinis adım taşıyor. Mamafih, h akikî Kanlı Burun asıl Yunanistan kıtasının lodos
uçundaki Akra Skrofa adlı burundan başka şey değildir. Bu burun alçak ve yumru olduğundân, yalanda bulunan yüksek Oxia adası kadar denizcüer için miihim bir işaret değildi.
Kâtip Çelebi’nin yanlışı belki şu sebeple izah edilebilir: Kanaatına göre, Mora yarımadası
kenanna yakın sularında vuku bulan savaşta, Uluç Ali Reis açık deniz tarafındaki kola
kumanda ediyordu. O sularda açık deniz tarafı, sağ tarafı olacaktı.
23 «Atik korsan> burada kapudan-ı derya’nın anlıyabildiği tarzda konuşuyor: düş­
manın büyük gemilerini kalelere ve metrislere benzetiyor. Müttefiklerin ön cephesinde bu­
lunan dört kıt’a galeazza türk donanmasında bulunmayan gemi tipi idiler: hem kadırga,
hem de büyük yelken gemisi unsurlarını ihtiva eden bir gemi. Osmanhca’da bu gemi tipi
için bir kelime yoktu; olsa olsa 1499-1500 Venedik’e karşı harpte kullanılan iki kıt’a
köke, zaten galeazze idiler. Kâtip Çelebi’ye göre, bu gemi tipi o savaştan başka hiç bir
harpte Türkler tarafından kullanılmamıştı (Bk. Tuhjet, s. 152).
48
S. SOUCEK
dedikte, kapudan paşa «Ben Padişahın donanmasına 'kaçtı' namın komazam» diye yürüyüp karşı vardı. Derhal kâfirin (S. 9 4 ) elli pare gemisi
seçilip Kanlı Burundan taşra gelip baki gemileri burun ardında saklanıp
görünmezdi. Ehl-i İslam gemileri ol elli gemiye çatıp tamam ellisi dahi
söndürmek ile mukayyed iken, sair gemileri burun ardından çıkıp do­
nanmayı ihata eyleyip, topa tuttular. Beri taraftan dahi mukteza-i hal
bir yerde durup toplaşır iken, kapudan paşa baştardaSi ile alaydan se­
çilip evvelâ bir gemiye çatıp söndürmek mukayyit iken, küffar fener­
lerinden bilip üşüntü ettiler, ¡ki barça baştardayı araya alıp kapudanı
şehit ettiler. İki oğlu ve içinde olanlar esir olup. Pertev Paşa gemisini
dahi top ile vurup batırdılar; bir oğlan ile kendi deryaya düşüp yüzer­
ken, Haşan Paşa oğlu Mahmut Bey rast gelip kanca ile gemisine aldı;
ve bir hizmetkâr sevabı giydirip, «Baş gidicek ayak pâydâr olmaz»
[;fehvasınca] sair asker külli inhizam vaki' olup, herkes başı kaygısına
düştü. Uluç Ali Paşa atik korsan idi, gemisinde alamet komayıp derya
tarafına açılmış idi; kapudan gemisi girdâba düştüğünü gördükte, çek­
tirirken Malta kapudanı üzerine gelip çatıp aldı; ve kapudan-ı mestu­
run başını kendi eliyle kesip bir kaç kâfir gemisini dahi söndürdükten
sonra, küffar galebe etmekle Cezayir gemileri biri birine kafadar olup
cenk ederek Modon canibine doğru çektirip gittiler. Askerin ekserisi
küffar ile cenkte şehit olup, mahall-i cenk Anatoluku Zumura25 kenarı­
na karip topuklu sığ yer olmağla, on beş pare gemi oturup halkı suya
döküldüler; bunların birazı karaya çıkıp halas olup, bakisi kimi alınıp
kimi gark u helâk oldu...».
24 «Osmanlı donanması amirali tarafından binilen büyük bir kadırga tipi» (GibbBowen, Islamic Society and the West, c. I, s. 103; bundan başka bk. Lingua Franca, madde
83, s. 100-102). — (Kâtip Çelebi baştardayı hususî karakterlere sahip olan büyük bir ka­
dırga olarak tavsif ediyorsa da (Tuhjet, s. 152), bize göre, ismi daha çok vazifesinden ge­
liyordu: Osmanlı filosunda tek bir baştarda bulunduğu gibi, Hıristiyan filosunda tek bir
reale var idi — ikisi de büyük kadırga idi.
25 Bu ismi tam olarak anlayamadık. Şu muhakkaktır ki, savaş Kardı burun = Akra
Skrofa kurbunda, Anaitoluka denilen (bugünkü Yunan Aitoliko), Missolonghi körfezinin
başındaki lagün tipi bir şehrin civannda vüku bulmuştu. T u h jet teki ismin ikinci yansım,
Anatoluku — Zumura kısmım izah edemezsek de, bütün ismi belki başka bir surette oku­
mak mümkündür: Anatolu [ku zu?] M ora kenanna karip. O halde bu cümle yazarın
daha önce söylediği kanaatma uygun oluyor: yani savaş, Mora yanmadasınm civnnda
vuku bulmuştur.
ŞERÎFÎ’NİN «FETİII-NÂME-İ KIBRIS»!
Özcan M ert
Fetih-nâme-i Kıbrıs Türk tarihçiliğinin pek az bilinen ve tanınan bir
eseridir. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar bölümün­
de 3851 numarada kayıtlı bulunan bu eserin öteki kütüphanelerde bir
başka nüshası yoktur. 28 yapraktan ibaret olan sözkonusu Fetih-nâme
daha önce Agâh Sırrı Levend1 ve tarafımızdan 2 tanıtılmıştır.
Pek az bilinen ve tanınan, Şerîfi'nin yazmış olduğu Fetih-nâme-i
Kıbrıs'ın bütünüyle yayınlanması Türk ve Kıbrıs tarihine faydalı bir hiz­
met olacaktır. Fetih-nâme-i Kıbrıs hakkındaki bu çalışma, Bekir Kütükoğlu ile Tahsin Yazıcı'nın, Pîrî'nin yazmış olduğu Fethiyye-i Cezire-i Kıb­
rıs3 adlı yazma halindeki eserinin çeviri yazısını (transcription) hazır­
lamış ve bazı imkânsızlıklar sebebiyle yayınlıyamamış oldukları çalışma­
larının bir devamı kabul edilebilir. Bunlar yanında bu tür çalışmalar ara­
sında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğrencile­
rinden Münevver Durmuşoğlu 4 ve Y. Eribe İlgaz5 Zîrekî yahut Zeyrekî'nin Tarih-i Kıbrıs yahut Fetih-nâme-i Kıbrıs8 adıyla bilinen yazma ha1 Agâh S im Levend, Gazavât-nâmeler, Ankara 1956, s. 83-84.
2 Özcan Mert, (Kıbrıs Türk Tarihçiliği, Tiirk Kültürü), VIII, nr. 92,Ankara 1970, s. 5.
3 Agâh S im Levend, Aynı eser, s. 174; Fehmi Edhem Karatay, Topkapı Sarayı Müzesi
Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Katalogu, I, İstanbul 1961, s. 229; Özcan Mert Aynı eser,
s. 2-3.
4 Münevver Durmuşoğlu, Zîrekî, Tarih-i Feth-i K ıbns, L Kısım, İstanbul 1965,
s. VI+104, Tez nr. 803.
5 Y. Eribe İlgaz, Zîrekî, Tarih-i Feth-i Kıbrıs, II. Kısım, İstanbul 1961, s. V+55,
Tez nr. 616.
6 Güstav Flügel, Die arabischen, persischen und türkischen Handschriften der
Kaiserlich - Königlichen Hofbibliothek zu Wien, II, Wien 1865, s. 236, nr. 1015, yp. 63;
Franz Babinger, Die Geschichtsschreiber Der Osmanen und ihre Werke, Leipzig 1927, s.
113-114; Edgard Blochet, Bibliothèque Nationale Catalogue des manusctritsturcs, II, Paris
1933, s. 98-99, suppl. nr. 926, yp. 51; Özcan Mert, Aynı eser, s. 3-4.
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 4
50
ÖZCAN MERT
Ündeki eserinin tenkidli metnini (édition critique) yaparak tarih araş­
tırmalarına faydalı bir duruma getirmiş oldukları mezuniyet tezlerini
hatırlatmak gerekir.
Söz konusu olan eser Fetih-nâme-i Kıbrıs adını taşıdığı halde Ak­
deniz'in doğu kısıntında bulunan ve stratejik bakımdan önemi büyük
olan adanın fethini sonuna kadar tam olarak kapsamamaktadır. Anla­
şıldığına göre Fetih-nâme, Kıbrıs adasının merkezi olan Lefkoşa'nın
zabtından (9 Eylül 1570) sonra yazılmıştır. Eserin yazarı olan Şerîfî
Fetih-nâmeyi Lefkoşa'nın Osmanlı Türkleri tarafından elegeçirilmesiyle
bitirmiştir. Fetih-nâme'de bir yıla yakın uzun ve kanlı çarpışmalar so­
nucu Kıbrıs'ın fethini kesinlikle sona erdiren Magosa'nın zabtı (1. Ağus­
tos. 1571) ile ilgili hiçbir bilgi yoktur.
Yayınladığımız eserin istinsah tarihinin bulunmaması ve yukarıda
belirtilen durum Fetih-nâme-i Kıbrıs'ın 1570 yılı sonları ile 1571 yılı
başlarında yazılmış olması ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Şimdiye ka­
dar Kıbrıs fetih-nâmelerinin en eski tarihlisi olarak 1571 yılı Ağustos
ayında yazılmış olan Pîrî'nin Fethiyye-i Cezîre-i Kıbrıs adlı eseri bilin­
mekteydi7. Bu durumda, yazılmış olan ilk ve en eski tarihli Kıbrıs Fetih­
namesi Şerîfî'ye ait olan yayınladığımız Fetih-nâme-i Kıbrıs adlı eser
olmalıdır.
Fetih-nâme-i Kıbrıs’ın yazarı olan Şerîfî bu . eserinde kendi hayatı
hakkında kısa bir bilgi vermektedir. Verdiği bilgiye göre Şerîfî, Kanunî
Sultan Süleyman'ın damadı olan sadrazam Rüstem Paşa'nın (öl. 1J561)
imamı olan Seyyid Mehmed'in oğludur8. Şerîfî bir medresede müder­
rislik ve yedi kazada kadılık yapmıştır9. Yazar, Fetih-nâme-i Kıbrıs'ı yaz­
dığı sırada Mısır'daki Menzeie kazası kadılığından yüz otuz akça gün­
delik ile ma'zul bulunmaktaydı10.
Fetih-nâme-i Kıbrıs metninin tesbitinde İslâm Ansiklopedisi'ndeki
çeviri yazı (transcription) sisteminden faydalanılmıştır.
7 Özcan Mert, Aynı eser, s. 2.
8 «... merhum ve mağ/urünleh Sultân Süleymûn aleyhVr-ralşmeti ve’l-ğufrân dâmâdı
ve esdâk-ı ibâdı merhum Rüstem Pâşâ yesserallahi fi-l-cenneli mâyeçâ bendenüziin imâmı
merhum Seyyid Meffemmed du’â gûyUhuziın oğlu bendenüzün...* (bk. metin, yp. 27 a s t
7-27b s t 3).
9 «...bir medrese ve yedi İfazâda müderris ve kâd'ı olup...* (bk. metin yp. 27b st. 7-8).
10 t...hâlâ yevmi yüzotuz akça ile Menzeie jfazâsından ma’zül ve evlâd-ı rcsûl
dâ'ıniz...* (bk. metin, yp. 27 a st. 5-7).
ŞERÎFÎ’N İN «FETİH-NÂME-İ KIBRIS»!
51
BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM
Şerâîf-i letâîf-i şükr-i bî had vezâîf-i nezâîf-i hamd-i lâ-yu'ad ol hallâk-ı halâîk ve ahlâk ve mu'tî ve münfik ve kâsımü’l-erzâk içün olsun
ki şücâ'-ı [ 2 a] müslimîn ve ğuzât-ı dînin ve kâne hakkan aleynâ nasrun
mine'l-mü'minîn11 sadâsı bedel cuhûd cihâdına selsebîl ve kezâlike
neczl'l-muhsinm12 edâsı selâtîn zü'l-ictihâdına delîl olup merâtib-i
seniyye-i dîniyye menâkıb-ı ğuzât-ı seniyye ile nümâyân vüfûr-ı beyza-i
islâmla neş'et-i îmân rahşân oldu ve letâîf-i salavât [2 b] cevâhir-i meknûn ol mazhar-ı nidâ-i elâ-inne hizbellahi hümü'l-ğâlibûn 13 üzerine ol­
sun ki lekad'radyallahü ani'¡-mü'minin 14 ile ümmetine bâiş-i inâyet-i
sübhân oldu. Salavâtullahi aleyhi salâten dâimen ve alâ alihi ve eshâbihi fi's-subhi ve'l-mesâ15 ve vezâîf-i da'vât-ı zâkiyât-ı ervâh-ı selâtîn-i
mâzîye-i Oşmâniyân ref'e Allahü derecâtihim [3 a] fî ale'l-cenân içün
olsun ki müzâhir-i feth-i fettâh ve nizâm-ı âlem ve sebeb-i ıslâh, olmuş­
lardır. B eyit:
Şağ iken sâlikler olmuşdur tarîk-ı vâzıha
Hey müslimânlar okun Oşmâniyâna fâtiha.
Hususâ . pâdişâh-ı âlempenâh halîfetullah zıll-i ilâh hazret-i sultân
selâtîn-i zemîn kutb-ı âlem-i temkîn ve müdebbir-i telvîn-i evâlim-i dîn-i
metîn a'nî Sultân Selîm Hân bin Sultân Süleymân bin [3 b] Sultân
Selîm edâm-Allahü teâlâ eyyâme devletihi bi-lütfihi’l-amim ilâ (yev­
min lâ-yenfeu' mâlün ve/â benûn illâ men etâllahe bi-kalbin selim) lâzâletin nusretü an-tirâzi livâyihi ve'l-aczi min levâzimi a'dâihi meddellahu
zılâla celâlihi ilâ yevmi’s-sâ'ati ve sa'ati'l-kıyâmı lâ-zâle min en yekûne
kâ'betenli'l-ikbâli ve'l-i’zâmi1B. M eşnevî:
11 Rûm sûresi (XXX), âyet 47. Metindeki «min» kelimesi fazlalıktır.
Ayetlerin tesbitinde Muhammed Fuad Abdü’l-bâkFmn Kahire’de 1364 yılında basılmış
olan E ’l-mu'cemü’l - mufehres li-elfûzi’l-Kurâni’l-kerîm adlı eserinden faydalamlmıştır. Bu
eserden faydalanmamı sağhyan sayın Dr. Yusuf Ziya Kavakpı’ya teşekkür ederim.
12 Yûsuf sûresi (XII), âyet 22.
13 Mâide sûresi (V), âyet 56. Metindeki «elâ» kelimesi yazara aittir.
14 Fetih sûresi (IIL), âyet 18.
15 Hazreti Muhammed’e salât ü selâmdır.
16 Sultan Selim II. (1566-1574) için du’âdır. Parantez içindeki kısım Şüa’râ sûresinin
(XXVI) 89. âyetidir.
ÖZCAN MERT
52
[4 a]
Şâh-i şer'-i nebevî hâfız-ı dîn
Zıll-i hak pâdişeh-i rûy-ı zemîn
Bâsıt-ı emn-i aman şâh-i cihân
Mâzhar-ı sırrı-ı Süleymân-ı zamân
Cebhesi nûr-ı hilâfetle münîr
Sâhibü'r-rey şecâa't-te'şîr
Feth içün eyliyeli feth-i kelâm
Oldu küffâr ilinin işi tamâm
ider ol şer'-i Şerîfî ta'zîm
Ömrünü çoğ ide fettâh-ı alîm.
E'l-hamdü'l-illahi'l-meliki'l-allâm sadrü'l-vüzerâi'l-izâm ve bedrü'lküberâi'l-fihâm [4 b] âkid-i me'âkidü'd-devleti'z-zâhiret-i kâ'id-i mekâ'idi'l-i'zzeti'l-bâhireti mazhar-ı fazlullahi yü'tîhi men yeşâ bedr-i sadr-ı
vezâret. Mehemmed Pâşâ yesserallahi mâ-yürîd ü mâ-yeşâ 17 hazretleri
gibi vezîr-i sâ'îb-i't-tedbîrin zamân-ı vezâretinde ve avân-ı sadâretinde
berâyâ âsûde hâl ve re'âyâ müreffehü'l-ahvâldir. Husûsâ ol cenâb-ı
merhamet-meâb ve şefkat-ayâb eshâb-ı ensâba zahîr [5 a] ve erbâb-ı
ahsâba destgîr muhibb-i meşâyih-i izâm ve muhikk-i sülehâ-i kirâno ve
âlim-i müttakî müstehakk-i'l-â'zâm der e'l-hak Hazret-i Sultân Süleymân merhum ve mağfurun diyâr-ı ahirete mü'eddi olan sefer-i nusret
zaferinde eylediği tedbîr umûr-ı asker zafer fercâm ve siyânet ve himâvet-i beyza-i İslâm ilâ yevminâ hâzâ vüzerâ-i kirâmın hiç birinden sâdır
ve nev-i [5 b] beşer böyle ferâset ve şecâ'atte kâdir olmamışdır. Ve'lhâsıl zebân-ı hâme-i beyân keıinâl-i ferâseti takririnde kâsır ve beyân-ı
hâme-i zebân ahvâl-i şecâ'ati tahrîrinde mütekâsırdır. M eşnevî:
Lem'a-i şem'î anın şer'-i Muhammed nurdur
Dâver-i dü zamânın bende-i manzûrdur
Re'yi bin re'ye bedel zât-ı şecî'i kahramân
Erliği tedbîr olmuşdur pesend nüktedân
17 Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa (1505-1579) için du’âdır.
ŞERÎFÎ’NİN «FETİH-NÂME-İ KIBRIS»!
53
Fî [6 a] sebîlillâh ğazâya dâîm eyler himmeti
Şükr eder insâfına dâîm Muhammed ümmeti
Dâimâ olur du'â-i hayr-ı sultâna sebeb
Böyle adliyle vezâret oldu halka fazl-ı rab
Pâdişâh-ı ma'delet-âşârımız leyi ü nehâr
Dâîmâ olsun serîr-i saltanatda pâyidâr
Südreden âmîn desün bu virdi Cibrîl-i emîn
Müstehâb eyle du'âmı yâ ilâhe'l-âlemîn.
Çün ol Hazret-i [ 6 b] Cenâb-ı âlî câmî-i cemî'ü'l-mekârim ve'l-meâlî
me'mûr innallahe ye'müru bi'l-a’dli ve'l-ihsân18 umûr-ı münkirâtdan Kıbrûs'da bağıy ve tuğyân m üşâhedeve meyân-ı ehl-i islâmdan definde
küllî mücâhede mülâhaza idüp izâlesi kıble-i kabîle-i erbâb-ı hâcât ve
Kâ'be-i tâîfe-i eshab-ı murâdâtdır deyü ol menzil-i sıdk ve ma'deletde
vâriş-i ömrîn merhum Sultân Süleymân zamânında [7 a] menzûr ve
deyn edinmişdi. E'l-hamdü'lillâh uhde-i vefaya azîmet ve küffâra cefâya
niyyet eyledi. B ey it:
Et murâdâtını Yâ-Rabb husule mevsûl
Feleki'l-fazl ve lütf ü kemâl ve kabul.
Bu rûşendir ki ilâ yevminâ hâzâ ğazâ mu'cizât-ı seyyide'l-enâm ve
âdât-ı âbâ-i kirâm ve mukteziyât-ı ecdâd-ı izâmlarıdır ve lihâzâ temhîd-i
mebâdî-i metâlib-i râyika ve teşyîd-i [7 b] mebânî-i meârib-i Iâyika bâbında bezl-i mechûd ve mücâhed-i me'mûl ve ma'hûd zuhuruna mazhar olmağa âmme-i müslimîne zarar olan cezîre-i mezkûre-i küffâr-ı
hâkisârın birkaç hisâr felek üstüvârın feth içün e/â inne hizbe'ş-Şeytâni
hümü’l-hâsirûn19 deyü feccârîd girdârîn pâymâl ve mükedderü'l-ahvâl
etmeğe iki vezîr-i sâ'îbü't-tedbîr [8 a] âsaf-ı râ ve zât-ı âlî simât ile âlemârâların birisini sefâîn-i zafer-meâşire server ve birisini hayyâl-i asâkir-i
şecâ'at-te'şîre ser-asker eyledi. Zîrâ ol iki şîr-i ner ve sâhib-i nazarla­
rın birisi Cerbe nâm hisar önünde cür'etler ile ârâste ve biri Konya nâm
18 Nahl sûresi (XVI), âyet 90.
19 Mücâdele sûresi (LI1X), âyet 19.
54
ÖZCAN MERT
hisâr önünde şecâ'atler ile pîrâste iki merd-i merdân-ı şecâ'at [ 8 b] ve
savletde kahraman ve nerîmândır ve lihâzâ ol iki dilâver ile cünd-i zafer
rehberi bu'den ve yakînen innâ fetehnâ leke fethan müblnâ20 deyü irsâl
bu sa'âdet-i ukbâya i'zâm ve iclâl olundukda innelillahi meliken yesûku'l-ehle ile'l-ehil11 muktezâsınca irâdât-ı rabbânî ve meşiyyet-i sübhânî ile Kapûdân Alî Paşa-yı âdil ve makbûl [9 a] ü'I-hasâ'll enzâr-i inâyet-i pâdişâhı ile manzûr ve Hazret-i Mustafâ Pâşâ ile me'mûr olmuşdu. E'r-refik şümme’t-tarik 22 muktezâsınca mürâfakat ve muvâfakat ile
cânibeynden bâb-ı istihâre ve üslûb-ı istişâre meftûh olup leyse'l-vâcidü
ke'l-fâkidi ve'l-mütea'ddldi ke'l-vâhid2Z deyü mâbeynlerinde olan ihlâs
ve ihtisâs makbûl-ı âm ve hâs ve delîl-i hayr-t halâs [9 b] olmuşdur.
M eşnevî:
Revân oldu dilîrân bezm-i rezme
Tahassür çekdi dânâlar bu azme
Diyâr-ı azme varup şîr-i ner-vâr
Biri kat kat şecâ'at etdi izhâr
Adûya tîğın etdikçe havâle
Lebâleb semle sundu Piyâle
Şikâr ardınca pervâza açup per
Eğer keştî-i sâle mânend-ı şehber
Uzatmaz keştî-i a'dâyı berrân
Kuş olsa [10 a] olamaz önünde perrân
20 Fetih sûresi (IIL), âyet 1.
21 Sahih hadîs değildir. Çünkü sahih hadîslerin toplandığı Buhârî, Müslim, Ebû
Davûd, Tırmızî, Nasâ’î, İbn Mâce, Dânmî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel’in eserlerinin fihris­
tinde bulunamamıştır. Adı geçen kimselerin eserlerinin fihristi A.J. Wensinck ve J.P. Mensing tarafından E ’l-mu’cemü’l-mufehres li-elfûzi’l-hadîsi’n-nebevî adı ile. 7 cilt halinde 19361969 yıllan arasında Leiden’de b asılmıştır. 21-24, 28, 31, 32, 34, 36, 40, 42, ve 43. dipnot­
larındaki meselelerin açıklanmasında yardımlanm esirgemeyen Sayın Prof. Tayyib Okiç’e
teşekkür etmeyi bir borç bilirim.
22 Senetleri zayıf bir hadîstir. Çeşitli varyantlan vardır (İsmail ibn Muhammed e’lAclûnî, Keşjü’l-hafa ve muzilul ilbâs amma ammeştehere mine’lehadisi alâ el sinetitı-nas, I,
Mısır 1351, s. 179, nu. 531).
23 Kelâm-ı kibâr olması ihtimal dahilindedir..
ŞERÎFÎ’NİN «FETİH-NÂME-İ KIBRIS»!
55
Süleymân-ı zamân devrinde, sâbık
Dilâverlikleriyle oldu faik
Biri bâğîlerin çenginde zahir
Hünerler etmede olmuşdu mâhir
Refiki Mustafâ'nın mu'cizâtı
Adüv andan nice bulsun necatı
Şecâ'at babını başladı şerha
Ten-i a'dâyı kıldı şerha şerha
Gören ol merdi eğdi [10 b] kahramanı
Adûya vermedi kahrı amanı
Şeh-i sâhib-kırâna bundan akdem
Ubûdiyyetde kim vardır mukaddem
Verilmiş Hakdan ana hüsn-i tedbîr
Vücûdına müsahhar tîr ü şimşir
iki hoş re'y kıldı hak murâfık
Şecâ'atde sehâvetde muvafık
Bir olmuş sanki iki şîr-i nerdir
iki kâmil iki âlî-nazardır.
Çünki muktezâ-yı meşiyyet-i [11 a] sübhânî ve iktizâ-yı imtişâl-i
evâmir-i hâkânî birle her keştî-i zafer rehber sayd ü şikâr ardınca süzülüh Şehber gibi bâl ü per açup gündüz yanlarınca güneş zer hümâ-yı sürh ve ala per gibi pûyân ve felek-i sim hilâle şeb-i siyâh atlas
bâd-bân ba'de'l-leyâlî ve'l-eyyâm donânma-yı hümâyûn-ı pâdişâh-ı
Islâm [11 b] mahall-i maksûda vusûl ve azimleri husule mevsûl olup
enfâs-ı subh-i gâh-ı zemin ve zamânı mu'attar ve âşâr-ı pertev-i ilâh
kevn ü mekânı münevver kıldıkda sadâ-yı top ve tüfenginden deryâ-yı
bî-girân güm güm gümleyüp ve ğavğayı aşup çenginden zemin ü za­
mân inleyüp ed'iyye-i cünd-i du'â ile elviye-i cünd-i veğâ ser efrâz per­
vâz açup [ 1 2 a] işbu şemâniye ve seb'în ve tis'a mi'e yılında mübârek
ÖZCAN MERT
56
sefer-i muzafferin evvelinde asker-i zafer rehber deryâ-yı bî-gîrân gibi
revân oldukda düşmen-i hây berri bahri aldı. Cümlemiz emvâc-ı bahr-i
süyûf ile gark oldu deyu niçesi can acısıyla hisara ve niçesi başın alup
kûhsâra kaçdı. M eşnevî:
[12 b]
Zahir olup muktezâ-yı emr hayy-ı zü'l-celâl
Asker-i nusret zafer cûş eyledi deryâ-mişâl
Bahri zeyn etdi sefâîn giydi ak her bâd-bân
Gösterir gülgûn kürekler hûn-ı a'dâdan nişan
Zer hümâya sürh-ı vâlâ eyleyüp gün perr ü bâl
Fülk-i sîme bâd-bân etdi siyâh atlas hilâl
Cünd-i islâmı görüp küffâra kâr oldu firâr
Bahri san akıtdı berre pâdişâh-ı kâmkâr.
Çün ğurre-i ğarrâ-yı [13 a] sabâh turre-i mutarrâ-yı revâhdan hüveydâ ve envâr-ı aşâr pertev ala arz-ı semevât ve arza münteşir ¿¡yâ
olup ğuzât-ı dîne nesîm-i tenessüm-i seher ve bu feth-i mübîne cemâl-i
âlem tebessüm edüp tabi ve kös ü sultânî gûş-ı zemîni pür tanîn etdi.
Avâz-ı sûrnâ ve ceng ü harb niçe fersah yere yetdi. Bu feth-i bî-nazîrin
binde biri yazılmaz cem' olursa bin debîri. [13 b] Ve'I-hâsıl ser-asker-i
âlî himmet ve nerîmân-heybet ve kahramân-ı savlet e'l-kassâb lâyiibâll
bi-keşret-i'l-ğanem ve inkeşr-e'l-hatab min-e'd-darar2i deyü mânend-i
şîr-i her askere rehber olup Lefkoşe25 nâm hisâr ya'nî hasm-ı miyânında almağı ihtiyâr etdikde ol hısna havâle olan müdâfi' ve feyz-i feyyâz-i
vâsi' ile ğuzât-ı sa'âdet [14 a] makrûn ve inne cünnedenâ lehümulğâlibûn26 sadâsını gerdûne peyveste ve veylün li-l-kâfirme min âzâbm
şedid27 küffâr dil hasta edüp dûd-ı siyâh-ı uşşâk gibi havâî topları âsümâne ağdırdılar savâi'k aşubla başlarına dolular yağdırdılar. Ya'nî ol
kal'a-i Hayber misâlin Ali var kapusun koparmağa ve tarrâka-i top-ı
mıncılığ ile zelzele-i kıyâmeti [14 b] üstlerine koparmağa âkibet Mus­
tafâ Pâşâ-yı merd-i merdân te'şîr şecâ'at-i Sultan Selîm Hân istimâlet
24
25
26
27
Atalar sözü olması ihtimal dahilindedir.
Kıbrıs adasının merkezi olan bugünkü Lefkoşa.
Saffât sûresi (XXXVII), âyet 173.
İbrahim sûresi (XTV), âyet 2.
ŞERÎFÎ’NİN «FETİH-NÂME-İ KIBRIS»!
57
ve ricâl-i müctehidîn-i sjdre mekâna aleyh-i avnü'l-melik-i'l-mennân23
cevheri hidâyet gösterüp nasrun minallahi ve fethün karıb20 beşâret büşrâyı dil-firîb olup bi-avnillah-meliki'l-ahad ve beşşir-i'l-mü'minıne yâ
Muhammed30 nidâsiyla gûş-ı hûş-ı müslimîne [15 a] safâ ekâlîm-i
islâma bûy-ı vefâ yetişdi. Te'acceze an-tahriri vasfihi ve beyân-i'l-efhâmi velev enne mâ-fi-l-arzı min şeceretin li-l-aklârhi31. M eşnevî:
Mu'cizât-ı Mustafâ edüp güneş gibi zuhur
Hâsıl oldu ehl-i islâma niçe dürlü sürür
Serteser edüp meşâm-ı âleme bûy-ı vefâ
Gûş-ı hûş-ı müslimîne bu nidâ verdi safâ
[15 b]
Yazılup nasrun minallah hoş nâme yine
Hamd-i lillâh nusret oldu ehl-i islâma yine.
Çünki ol nâkil küntü nebiyyen ve âdem beyne'l-mâ-i ye't-tîn ve
kâîl-i katret-i katra-i fî femî allemet bihâ, ilm-el-evvelın ve'l-ahirln32
müstecmi' fazâîl vemâ erselnâke illâ rahmeten li-l-âlemîn33 lem'a-i rahşân-ı nûr pâk mazhar-ı levlâke levlâk lemâ halektü'l-eflâke 34 hâdî-ü'şşibl-i ve sultânü'r-rüsül hazretlerinin meğârib [16 a] ve meşârikda evâmir-i şerîfesini icrâ ve şerâyi'-i latîfesini hüveydâ ve leyâlî vü eyyâmını
mihr ü mâh tîğ ve tîriyle rûşen ve ziyâ eden selâtîn-i azîmet-ü'ş-şân ve
esâtîn-i âl-i Oşmân fütûhâtın tecdîd ve ihya etmeğe sadâkat-ı atikiyye
ve adâlet-i Ömeriyye zâhir ve nezâhet-i Oşmâniyye ve vilâyet-i ulviyyeyi bâhir edüp hazret-i pâdişâh-ı âlî-makâm ve hümâm bin hümâm
[16 b] asâkir-i İslâm irsâl e[t]dikde bu fethe ser-askeri hazret-i pâşâ
ve zalike fazlullahi yü’tlhi men yeşâ35 ve ğuzât-ı müslimîn-i ehl-i sünne
28 Du’âdır.
29 Sâff sûresi (LXI), âyet 13.
30 Aym sûre, aynı âyetin devamıdır.
31 Övgüdür.
32 Âyet, du’â,- hadis ve kelâm-ı kibâr değüdir.
33 Enbiyâ sûresi (XXI), âyet 107.
34 Söz bakımından uydurma ve anlam bakımından sahih bir hadistir. 33 numaradaki
âyet, bu uydurma hadîsin anlamım kuvvetleştirmektedir.
35 Mâide sûresi (V), âyet 54. Metindeki «ve» kelimesi âyetin ashnda olmayıp yazarın
bir ilâvesidir.
58
ÖZCAN MERT
e's-süyûfu mefâtih-ü'l-cenne 36 deyüp iki sâhib-kırân dilîr ve merd-i
meydân-ı saîbi't-tedbîr re'yiyie bu ğazâ-yı ekberde rüû's-ı küffâra taş­
lar yağdırılup kulûb-ı bed-girdâra dağlar basıldı ya'ni ol dilâverlerin [17 a]
kılıçlan arşa asıldı. Birisi mâ-tekaddemden berde mefhar-ı Oşmâniyânin bende-i makbûli ve birisi bahrde kılıcın salar kulu olduğuna şecâ'at
ve istikâmetleri iki şâhid-i âdil ma'nâda hezâr şühûd adûle me'âdil
oldukda nişân-ı tevkî-i dîn-i sa'âdet makrûn e/â irine evliya allahi lâhavfun aleyhim ve lâ-hüm yahzenûn37 ve imtinân [17 b] terkî'-i be-ayin-i
inâyet meşhûn ve/â tahsebenn'ellezine kutilû fi sebil-i'llahi emvâten
bel ahyâün inde rabbihim yürzekûhSB olup azîmkâr ü zâr-ı a'dânın kâri
zâr oldukda mücâhidin menâzil-i refî'alarımıza evzah-ı nüsûs innellahe
yühibbü'l-lezine yukâtilûne fi sebilihi saffen keennehüm bünyânün
mersûsün39 dir deyü cüyûş-ı cevşen-pûş hücum [18 a] ve hurûş ve
telatum-ı bahr gibi cûş edüp ya'nî ğuzât-ı dîn-i vâcibi'l-ikbâl himmet
i'r-ricâl takla'u'l-cibâli0 deyü yer yer taş ve toprakdan nice fülk-i cebel
misâl yığup ol mu'azzama-i kılâ'-ı rub'-ı meskûn ve u'cûbe-i çarh-ı
bukalemun fethinde serdâr-ı bahâdırân-ı sipâh ve me'n-nasru illâ min
indallah4' deyü küffârı zîr ü zeber ve hisarı hâke berâber etdirmeğe
[18 b] himem-i pâdişâh-ı İslâm ve ihtimâm-ı asker-i zafâr fercâm ile arz
ve vakâr-ı din evc-i şüreyyâya karin olmak mukarrer oldu. Meşnevî:
Himmetden oldu şâhım bâd-ı zafer ve zîde
Devlet dirahtı üzre feth oldu bir resîde
Eşcâr-ı şevket üzre ber döndü âftâba
Leylî zaferde birki fer verd[i] mâh-ı tâba
Şâhân-ı âlem ey şeh reşk etdi bu ğazâya
Rûhânîyân erişdi bu fethile safâya.
36 Şüpheli bir hadîstir. Muteber hadîs kitaplarında yoktur. Bu hadîs sadece İbn
Asakir’in hadîs mecmuasında geçmektedir (Abdü’r-ra’u f e’l-Munavî, Künuzü'd-dekâik fi
hadis-i hayrü’l-halâîk, İstanbul 1285, s. 80).
37 Yûnus sûresi (X), âyet 62.
38 Âl-i imrân sûresi (III), âyet 169.
39 Sâff sûresi (LXI), âyet 4.
40 Hadîs değildir. Ancak bazı kimseler Şeyh Ahmed e’l-Gazalî’den nakletmişlerdir
(İsmail ibn Muhammed e’l-Aclûnî, Aynı eser, n, Mısır 1352, s. 333-334, nr. 2888.
41 Enfâl sûresi (VIII), âyet 10.
ŞERÎFÎ’NİN «FETİH-NÂME-1 KIBRIS»!
59
[19 a] Nâ-gâh bir gün âft âb-ı âlem-tâb keştî-i islâm-ı zafer-meâb gibi
subh-ı sâdıkı mânend-i bâd-ban ve her târ şu'âı'nı çarmıhlardan nişân
gösterüp yed-i kudretle mühre-i mâh-ı cilâ' safha-i subhgâh olup güneş
hayt-ı zerrinle mastar çarh etrafına bir kâllah zer çeküp tevekkül-ü
Rabbü'l-âlemin tastîr ve tevessül-ü şefî'a'l-müznibîn [19 b] tahrir buyu­
rulup feth zafer ricasında inneke kâdirün alâ zalik*2 tehlîl ve tevhîd eda­
sında leyse fi-l-mülki ğayreke mâlikün*3 deyü zilli ilâh müste'ân ya'nî
pâdişâhtı ma'delet-ünvân vezîr-i şalisine istimâlet ve cezîre-i mezkû­
run etrafını siyânet birle sefâîn-i islâma müdâvere ve a'dâyı adem kıran
muhasara buyurup küffârın asker götürmesi [ 2 0 a] ihbarı inne hazâ
illâ Ifkun mübin 44 hidâyeti ile mekzûb ve inâyet innallahe lâ-yehdî keydi
e'l-hâi'nln*s ile a’dâ-yı dîn mağlûbdur deyü buyuruldukda e'l-hamdü'lillah niyyet-i azm küffâr-ı lâ'în mâ-kişine fihâ ebedâ48 fehvâsınca mesdûd ve ğuzât mâ beyninde seyeca'lü lehümü'r-rahmanü vudden47 muktezâsınca meveddet memdûd olup a'dâya ülâike hümul-hâslrûn 48
ma'nâsmca hüsrân ve hayret vemâ lehüm minailahi min veliyyin velâ
nasır*9 müstedâ'sınca [ 2 0 b] kürbet-i firkat takdîr-i kâdir ile mukadder
ve bi'l-cümle küffârın halleri mükedder oldu. B eyit:
Mihr-i mâhîyile verdi safha-i çarha cilâ
Mihr çekdi hayt-ı zerrînile mistar gûyâ
Nâme-i çarhın idüp sernâmesini zer nişân
Pâdişâh-ı hef kişver nâmına çekdi nişân.
Mefhar-i Osmâniyân ya'nî Selîm Hân-ı zamân
Nûr-ı adli perteviyle rûşen olmağa cihân.
[21 a]
Kilke nûr-ı adlile ol hükme ünvân eyledi.
Kıbrıs'ın etrâfının geştine fermân eyledi.
42 Âyet, du’â, hadîs ve kelâm-ı kibâr değildir.
43 Allah-ı övgüdür.
44 Furkân sûresi (XX), âyet 4. Metindeki «inne» kelimesi aslında «in» olmalıdır ve
«mübin» kelimesi fazladır.
45 Yûsuf sûresi (XII), âyet 52.
46 Kehf sûresi (XHX), âyet 3.
47 Meryem sûresi (XIX), âyet 96.
48 Bakara sûresi (II), âyet 27.
49 Aynı sûre, âyet 120.
ÖZCAN MERT
60
Emr-i hünkârı vezîr-i şâlişi gûş eyleyip
Cân ve baş üzre deyü deryâ gibi cûş eyleyip
Çevresin aldı sefâîn nitekim bahr-i amîk
Her birisi eyledi nasrun minallahi refik.
E'l-hamdülillâh mübârek Rebiü'l-âhirin sekizinci günü yevmü'ssebtdir50. Devlet-i pâdişâh-ı İslâm nümâyân Lefkosa [21 b] nâm hisârı
hâk ile yeksân olup ğuzât-ı hûn-efşân elinde her tîğ-ı sürh ve karabaşlu
mel'ûnlar sürh ser toprâk başlarına zîr ü zeber oldular. M esnevi;
Bu ğazânı mübarek eyliye Hak
Şâhlar reşk ider buna el-hak
Avn-i Hakla bu feth-i zîbâya
Oldu tîğ ü teberle pîrâye
[22 a]
Kıbrıs'a azm ¡dince zıll-i ilâh
Oldu avn-i hüdâ bi-fazlillâh.
Çünki bi-failillâh Rabb-i'l-âlemîn zıll-ı ilân pâdişâh-ı dîn sultân-ı
selâtîn-i rûy-ı zemin hazretlerinin bu ğazâyı serfirâzları ya'nî bu cihâd-ı
mümtâzları ile ervâh-ı eslâfa enva'-i safâ ve esnâf-ı rûhâniyâna bûy-ı
vefâ yetişti. M esnevi:
[22 b]
Tuğlar Keyvân'a51 eflâke yetişti her âlem
Hâk-râh itdi Zühal a'dâ demini dem-be-dem
Hamdü lillâh devletinde ey şeh-i sâhib-kırân
Mazhar-ı feth-i İlâhî oldu asker nâ-gehân.
Bu rûşendir ki sa'âdetlü pâdişâhımızın zât-ı şecî'leri cami'-i erbâb-ı
avârif ve lâmi'-i âftâb-ı ma'ârifdir ki hem-dem-i hâsları celâl eserden
mü’eşşire-i istidlal gibi olup ol âb-ı rûy-ı beşere-i ehl-i yakîn ma'ârif ve
kemâlât-ı hem-nişîn ile [23 a] ahâli-i âleme hüner güyâ mü'eşşirden eşer
göstermişdir. E'l-hak ol elf-i istikâmetle lâyık-ı iclâl olan mîr-celâl hoş
hisâlin reşehât-ı katarât-ı ğamâm-ı aklâm dürer-i bârı ve nefehât-ı esrâr
kelâm pür intizâm anber-nişârî ile gülşen-i avârif-i inşâ mahzar ve müzehher ve fenn-i ma'ârif-i dil-küşâ münevver ve mu'attardır. M esnevi:
50 Milâdî tarih karşılığı 9 Eylül 1570’tir.
51, Keyvân, Zühal yıldızı yahut Satürn gezegeninin bir başka adıdır.
52 Bedehşân, Afganistan’ın bir vilâyetidir, kıymetli madenleri hususiyle lâliyle meş­
hurdur.
ŞERÎFÎ'NİN «FETİH-NÂME-Î KIBRIS»!
61
Destine alsa kalem lâ'l-i Bedehşân52 yağdurur
Dürr içün deryâlara bârân-ı nîsân yağdurur
[23 b]
Bir ser-âmed servdir irfânı mânend-i alem
N'ola edinse musâhib sâhib-i seyf ü kalem
Hazret-i Sultân Selîm'in mazhar-ı irfanıdır
Pâdişâh-ı ma'delet-rûşen ma'ârif kânıdır.
Lâ-siyemmâ ol âlim-i âlem-i irfân [ve] Rabb[ük]e'l-ekremss ve envâ'
hüdâ-i beyân allemel-insâne mâlem ya'lem 64 a'ni emir-i ilm-i tasavvuf
mîr-i alem gül-zâr-ı gülistân-ı reyâhîn bâ'is ve ezhâr bâğ-bân-ı besâtîn-i
fesâhat olduğuna [24 a] delil ol cevâhir-i zevâhir ve rengin beyânı
keennehünne'l - yâkûtü ve'l-mercân5S ve vasf-ı şân-ı sâ'âdet nişânı lem
yatmişühünne insün kablehum ve/â cân 56 olan hâmîü'l-haremeyni'şşerîfeyn ve nûr-i ayn-ı inşân ve insân-ı ayn ve hâfız-ı bilâd-ı ■rûy-ı zemin
ve pâdişâh-ı kâmrân-ı dîn hazretlerinin ilmü irfân ve takvâsîna âyine ve
celâl ve cemâl [24b ] ve ihsân-ı bî-hemtâsına gencine olmuştur. Beyit:
Doğrular saffında ünvân eyleyüp nâmın kalem
Dergeh-i şehde ser-efrâz oldu mânend-i alem.
Ve sa'âdetlü pâdişâhımızın mehasin-i zât-ı âlî ve ahâsin-i sıfât-ı
müte'âlîleri ünvânmda ve işbıi feth-i bî-nazîrin târihi beyânında bir ka­
side ile ihtitâm-ı kelâm ve du'â-i hayr-ı pâdişâh-ı İslâm edâ olundu.
B e y it:
[25 a]
Kaside:
Medh-i o güften ne şân-ı herkes est
Nâm-ı o güften hemîn medheş bes est.
Ey ferîdûn-satvet ü izzet makarr-ı rüstem-veğâ
V'ey hümâyûn-himmet ve safvet-i nazar-ı Hâtem-sahâ67
53 Alak sûresi (XCVI), âyet 3.
54 Aynı sûre, âyet 5.
55 Rahman sûresi (LV), âyet 58.
56 Aym sûre, âyet 74.
57 Hâtem, Arab kabileleri arasında tanınmış cTayyi» kabilesine mensup ve cö­
mertliğiyle meşhur olan «İbn Abd-illah Bin Sa’d’in lâkabıdır.
ÖZCAN MERT
62
Kulların bağladı kollar Kıbrıs'ı etdi hisar
Re'yle feth oldu sûr oldu serve pîşvâ
Ref' olup âfâkın afâni cihan asudedir
Cevr-i devrî ref' edilen zâtın ey zıll-i hüdâ
[25 b]
Bu ğazâna reşk eder cümle selâtîn-i cihân
Rehberin nasrun minallah ola Hâtem dâîmâ
Yüz ağardub kullarun küffâra oldu kara gün
Girdi gül-gûn câmeye tîğin yüzü suyuna mâ
Bu rezimde nefyin işbât etdi tîğ illâ ki tîr
Kollayup kullarını atıldı düşmenden yanâ
Ben tahayyül eyler neği gökte uçsa düşmenin
Tîrin anı gökten uçurdur kaçan bulur rehâ
Tîğ ve tûğun mihrü meh gibi cihâna fer verir
Biri yalın yüzlü dilber birisi bir mehlikâ
[26 a]
Nehr-i sâ'il yok deridim nehr-i sâ'il olmasa
Dergehinde lûtfunun emvâc-ı hâtem câ-be-câ
Müste'âr-ı hâlis oldu su zülâl-i lûtfuna
Dermiyân-ı dâmen-i peykdir hidmete bâb-ı sabâ
Ab-ı rûşen-i âleme ey mefhar-i Oşmâniyân
Bir halefsin kim selef rûhını kıldın pür safâ
Gün gibi rif'atdesin lâkin ziyâde pertevin
Aftâb-ı devletin rûşen şehâ subh u mesâ
ŞERÎFÎ’NİN «FETİH-NÂME-İ KIBRIS»!
[26 b]
63
isterim zât-ı şerifinle adûna ola bâr
Sana b! hadd kadr ü izzet düşmene derd ü belâ
Oldu bu feth-i mübârekde fütûhât-ı keşîr
Pâdişâhım fazl-ı blllâh oldu târih-i ğazâ58
Hâmî-i şer'-i şerif-i fahr-ı âlemsin bugün
Berk-ı tîğın dâim etsün şark u garbı pür ziyâ
Bende-i ahkar kuzâtından Şerifi rûz ü şeb
Cân ü dille izdiyâd-ı ömrüne eyler du'â
Nâr-ı kahrın şem'-veş bağrın eritsin düşmenin
Tâ dem-i mahşer ola kandîl-i kadrin rûşenâ.
[27 a] Ol hazret-i zıll-ı ilâh ve halifetullah ve âlempenâh hazretle­
rinin ilm-i şerîf-i âlem-ârâ cihân peymâlarına arz-ı hâl bende-i dâî'-i efgende oldur ki hâlâ yevmî yüzotuz akça ile Menzele ( 4^* ) 59 kazâsından ma'zûl ve evlâd-ı resul dâî'niz merhûm ve mağfûrünleh Sultân
Süleymân aleyhi’r-rahmeti ve'l-ğufrân dâmâdı ve esdâk-ı ibâdı merhûm
[27 b] Rüstem Pâşâ yesserallahi fi-l-cenneti mâyeşâ bendenüzün imâmı
merhûm Seyyid Mehemmed du'â-gûyunuzun oğlu bendenüzün sâbıkâ
şeref-i selâtîn-i izâm ve hâliyâ peder-i pâdişâh-ı İslâm olan hazret âlîrütbetin evâmiri celîletü'l-iktidâr ve ahkâm-ı cemîletü'l-âşârları ile bir
medrese ve yedi kazâda müderris ve kâdî olup hazret-i pâdişâh-ı İslâm
ebbedallahi ahkâmehu [28 a] ilâ yevmü'l-kıyâm hazretlerinin sadaka-i
aliyye ve inâyet-i celiyyeleri ile Menzele kazâsına bir müddet kâdi ve
münfasıl olup devletlü ve sa'âdetlü pâdişâh hazretlerinin izdiyâd-ı ömür­
leri du'âsına evkât-ı hamsede iştiğâl ve ülü'l-emr-i minküm emrine imtişâl üzereyüz.
58 Yazar, Bu rmsrada «... jazl-ı billâh ...* kelimeleri ile tarih düşürmüştür. Bu keli­
melerin ebced hesabı ile gösterdiği tarih Lefkoşa’m n fetih yılı olan hîcrî 978. yılını ver­
mektedir. Bu yılın milâdî karşılığı 1570 yılıdır.
59 Menzele Aşağı Mısır’da Menzele gölünün güneybatı kıyısında bulunan bir kasaba­
dır. Bu kasabanın adı Menzala ve Manzala olarak da bilinmektedir.
64
ÖZCAN MERT
Mehhedallahu te'âlâ kavâide izzihi ve ikbâlihi ve ammere makâide
mecdihi ve iclâlihi [28 b] fî devletin lâ-tüdâm ve izzetin lâ-türâm.
Budur dâim du'âmız pâdihâhın60
Ziyâde eyiesün ömrünü Allah
Alınca Kıbrıs'ı evvel ğazâda
Dedim târihî fethe fazl-ı billâh.
9 7 8 61
60 Bu nusradaki t... pâdihâhın* kelimesi hatalı olup doğrusunun «padişahm> kelimesi
olması gerekir.
61 <978* rakamı üst mısradaki «... fazl-ı billâh* kelimelerinin ebced hesabındaki kar­
şılığıdır ve Lefkosa’mn fetih yılım gösterir.
N o t: Bu inceleme, Türkiye’de Amerikan Araştırmaları Enstitüsü’nün yardımları ile
gerçekleştirilmiştir. Teşekkürlerimi bildiririm.
MERT - Levha I
'
t # f
s*
7 " '" ■■
i V 1C -
p
"Tjl^ssJuÜsJ_} tSJİj\®ö\»İav
T , .
■
V ,:
-xijjKîC"^?^Vi ¡J-^y jJ liJ y
1
* U \İ*^ £ }^ İL İİ£ ’;' ^ C İî v
MERT - Levha II
66
İÜ -
'
M E R T - Levha III
67
I
|^ E ! E : E E : . V İ ''V . ' ^ . V '' - ’'•■i- :•:•&>•
M
■j
U
; U U ^ — î
:î
y
*V
S
A
|
i » - W
®.
1
\ <?■
{
l
n
-
ğ*^E
1
—
E " ' ’:"'
, ' 'r
' ^ J ç l * c ^ i Ş i ş ^ L
"• •¥• :
( t '
1
* ;
r
'
' 7 . J’
; : ' E . , ;: , . ' > * E " ^ '
-I:,/.
|| V r " c '»lalk—
İH V <
1-
*
* '; * " '
^
.*
i. .
•
" Î- *
&-
E
E A
\
* ‘\ î *
i
'
E
1
'
.
: ; r X ' \
.
[
îr
E
E
E
E
•
-4-j
£ » L ğ V ___ ^_j!'
'
' * !? ' * V ,
>•
*,
' * " ’»•I. •V 'ı i J .* * " ' :
"
'<
f e - '- l
'
”.:i-i
|i> '. : E
' ' E r "
J
!j
V
j
i
:'E
»: E ,E
r V
'
'
.
|
** ^
C
İ
X
j l > #i
f jL « > k a J .U iı ^
.
¿ .i
|
■
’v
ü
^
'^
â
^
s ^
^
a »
t
»
ı^. i ı
[ E
E
d
- : !
S E M
,U
|
.
1
î
:i
••
-A
*>
•'
V 'T^.- -
,
'
i ■
v
j
ö
-\
* »
l
:••'•• .': İvEr'EE'.,,.
«ÛjuJJ <
*
;l
*.•
;E 'E;. ' /S "E \
• »„pı ---- - ."-;E-E ;;.:"İE E *:'p
*•
•
£
¿TAÎ
«* m
»U= î JlV
** (|
\ ■* ■.* t
m
W»
, - ^ > V \*
£ jX '
< 7 ı ^ U u> |
’ 4 ,!:
,JwO>5 j
#
• • Viı
■•-•■■■■'-'■ ;,-.
>Jj*AyLr
E
■■■•.■';'■:■
jjjj.-':
İ>J-
\
.
i-
A*_— *
.
■0 - W c i U * J - cVyÎÂ-^
' .*•'•,•
:,E '
v- E.'.-- *':'E*E-:'--':
k ^:-
'\ ***.. . ?\ ■* .;
* A
«■ j d v > j i ' i l l
j J j I j ;■
l 'E
.w
1
:
(Lfyo UL-yUaU- 0 > ı >
4 ^ E > e? E ' A ^ t S |
■A Ş'S ;:
i
i;j^^ j!\üp'ü lı^ - —
r"-;.'- •.J::; :; ' T■
-—
Vf
1
I
: E -İÜ' .
&
,
- "-E
- V -
i;
I
|.V
E] ..
:
i :;: 'E ;'Eİ'E::- ..• ■
I Î J J j 5^ j - f j J ^ o > j j>—
i
i o l
f
,
•• - . v â v ^' • V ; ’ -i--- V
.
1
■:İ;.:%”H{.•■: i V ; : < U t - :
^ &*~~İ ^
V“
:E ' :':E-: • :' x v
l& h 'j* } *
E
i
t- /
t
©
fj
i
j^ » l»
*>'
I
a
& y j* I
s )5
j
İ
’/
d jijİU is s a j
J£\L»İL^»j >¿İl
«Ü^JU ^ V ^ j c i û f f j
-.
^ L U o Ij1
'
-^ /T Î' o 'j Uj
^-Asr^'j ı
»* Jt£V^W»'4,vi.’
.* .
»• ¿ *¿ T
k , &
U İjj'İA İl- jliı
A*-^cU—¿>JoJX^
* ir Jİ İ j b ÎAlij»^uy
; *x :\> j ö ici.— i» ¿ >\iaL ^jv
MERT - Levha II
66
İÜ -
'
M E R T - Levha III
67
I
|^ E ! E : E E : . V İ ''V . ' ^ . V '' - ’'•■i- :•:•&>•
M
■j
U
; U U ^ — î
:î
y
*V
S
A
|
i » - W
®.
1
\ <?■
{
l
n
-
ğ*^E
1
—
E " ' ’:"'
, ' 'r
' ^ J ç l * c ^ i Ş i ş ^ L
"• •¥• :
( t '
1
* ;
r
'
' 7 . J’
; : ' E . , ;: , . ' > * E " ^ '
-I:,/.
|| V r " c '»lalk—
İH V <
1-
*
* '; * " '
^
.*
i. .
•
" Î- *
&-
E
E A
\
* ‘\ î *
i
'
E
1
'
.
: ; r X ' \
.
[
îr
E
E
E
E
•
-4-j
£ » L ğ V ___ ^_j!'
'
' * !? ' * V ,
>•
*,
' * " ’»•I. •V 'ı i J .* * " ' :
"
'<
f e - '- l
'
”.:i-i
|i> '. : E
' ' E r "
J
!j
V
j
i
:'E
»: E ,E
r V
'
'
.
|
** ^
C
İ
X
j l > #i
f jL « > k a J .U iı ^
.
¿ .i
|
■
’v
ü
^
'^
â
^
s ^
^
a »
t
»
ı^. i ı
[ E
E
d
- : !
S E M
,U
|
.
1
î
:i
••
-A
*>
•'
V 'T^.- -
,
'
i ■
v
j
ö
-\
* »
l
:••'•• .': İvEr'EE'.,,.
«ÛjuJJ <
*
;l
*.•
;E 'E;. ' /S "E \
• »„pı ---- - ."-;E-E ;;.:"İE E *:'p
*•
•
£
¿TAÎ
«* m
»U= î JlV
** (|
\ ■* ■.* t
m
W»
, - ^ > V \*
£ jX '
< 7 ı ^ U u> |
’ 4 ,!:
,JwO>5 j
#
• • Viı
■•-•■■■■'-'■ ;,-.
>Jj*AyLr
E
■■■•.■';'■:■
jjjj.-':
İ>J-
\
.
i-
A*_— *
.
■0 - W c i U * J - cVyÎÂ-^
' .*•'•,•
:,E '
v- E.'.-- *':'E*E-:'--':
k ^:-
'\ ***.. . ?\ ■* .;
* A
«■ j d v > j i ' i l l
j J j I j ;■
l 'E
.w
1
:
(Lfyo UL-yUaU- 0 > ı >
4 ^ E > e? E ' A ^ t S |
■A Ş'S ;:
i
i;j^^ j!\üp'ü lı^ - —
r"-;.'- •.J::; :; ' T■
-—
Vf
1
I
: E -İÜ' .
&
,
- "-E
- V -
i;
I
|.V
E] ..
:
i :;: 'E ;'Eİ'E::- ..• ■
I Î J J j 5^ j - f j J ^ o > j j>—
i
i o l
f
,
•• - . v â v ^' • V ; ’ -i--- V
.
1
■:İ;.:%”H{.•■: i V ; : < U t - :
^ &*~~İ ^
V“
:E ' :':E-: • :' x v
l& h 'j* } *
E
i
t- /
t
©
fj
i
j^ » l»
*>'
I
a
& y j* I
s )5
j
İ
’/
d jijİU is s a j
J£\L»İL^»j >¿İl
«Ü^JU ^ V ^ j c i û f f j
-.
^ L U o Ij1
'
-^ /T Î' o 'j Uj
^-Asr^'j ı
»* Jt£V^W»'4,vi.’
.* .
»• ¿ *¿ T
k , &
U İjj'İA İl- jliı
A*-^cU—¿>JoJX^
* ir Jİ İ j b ÎAlij»^uy
; *x :\> j ö ici.— i» ¿ >\iaL ^jv
MERT - Levha IV
68
•*J
£•£%:-->*<v»:Î:5İ>:;:-s-:':-'':; ::;
MERT - Levha V
9 ö \r £aSj\/*
-4)w ¿/¿.i a j »İİ
' •£ .
|C’ -.;; li | • .;rjt-
L-‘
. j1
^-y'Sİ ■> »¿A—«’■¿'¿¿j.» ¿Wy!
•;.;:!«;:'p.;:'•i*:;'V.i1
':■ i:
r
r
::
69
\
“
' */ i
»■ ■* ■' ■':V:'*
ÂiW< jX j'^ â s k
;
' ■A
^ j||
¿v;:'i:-. '/*
^ & )jj= s z % Z ’*/rl*,csC’W;. ; . .4 İ : ;-(:
>,'■
w !
jIa£==> l)^ \jk (s j^ Ö ^ 3 b J ? ^
"l i
,
■V:İ.
;.
K
*
!
İ l'- i;i
—^ S Î j . i : - !
< - ? < ) & / A ^-l> l< v\M /r
| :
i
.' f
*_>A£ ,
«
İÜ
*
\; I kSi^ çV
*Ş'J
^!*î k i & ç
c* S**rJ»ts A
* vr t
3
^
'
:# *
t
• -Ae*/2,
„ - 3 \j* ^ \ jj^ = ı » j J UV
~
| e - f^
8 :'■'■'•'■'..1*..... .. '.ı...^:. v..^.^-....>.**. İ
3 ^^K is= U ! I-
■
tesaArwiıijuıırıj’f^teWcy..
Ş<Î'
¿ W r|
¿ u^|
s-
*T’X İ i^ jiJ ‘3j^==‘ i3c^->_^f . i
\ ^ j l L i 3 *^A->4/ İ_İ> ;
i|iiils 4 ı® ^ te S ^ A İî|
ty^aâ' : - ■ ■;^ '. ;:.;■-':£/iTlvH'î■■:£-i-■-:\^ 4
': ._ S'.'/'...' i-.:..•jb: ■■,., £, \ '{_
X •‘»V*«.-. .^S^. <-:
_■■
•
■ ■:';•••
■•..'!
1; ^ - 3 3
13^Lr-iŞ
;j
-mjh jS y * ^ £ & X j& i)^ J 3 j
V
c .j
^
j > |
■
!
AaÖr^UiİA
' ••«¿V
® İfe
;
A ^*
i:.;.
;■' rS
:
\
t: —-*»■: •— w||
• ’‘ ■
*\
'•'■•"■ l* *
."lif
I
>««*
j f f j j - ' . v i i V jj> y
<4<3^ *Ü ^ f
lyjSSa»»)'»-..- ^r» .j‘»!!.';'"iln..ı.ı.'A'.»..j.'j.'.'.wIL
MERT - Levha IV
68
•*J
£•£%:-->*<v»:Î:5İ>:;:-s-:':-'':; ::;
MERT - Levha V
9 ö \r £aSj\/*
-4)w ¿/¿.i a j »İİ
' •£ .
|C’ -.;; li | • .;rjt-
L-‘
. j1
^-y'Sİ ■> »¿A—«’■¿'¿¿j.» ¿Wy!
•;.;:!«;:'p.;:'•i*:;'V.i1
':■ i:
r
r
::
69
\
“
' */ i
»■ ■* ■' ■':V:'*
ÂiW< jX j'^ â s k
;
' ■A
^ j||
¿v;:'i:-. '/*
^ & )jj= s z % Z ’*/rl*,csC’W;. ; . .4 İ : ;-(:
>,'■
w !
jIa£==> l)^ \jk (s j^ Ö ^ 3 b J ? ^
"l i
,
■V:İ.
;.
K
*
!
İ l'- i;i
—^ S Î j . i : - !
< - ? < ) & / A ^-l> l< v\M /r
| :
i
.' f
*_>A£ ,
«
İÜ
*
\; I kSi^ çV
*Ş'J
^!*î k i & ç
c* S**rJ»ts A
* vr t
3
^
'
:# *
t
• -Ae*/2,
„ - 3 \j* ^ \ jj^ = ı » j J UV
~
| e - f^
8 :'■'■'•'■'..1*..... .. '.ı...^:. v..^.^-....>.**. İ
3 ^^K is= U ! I-
■
tesaArwiıijuıırıj’f^teWcy..
Ş<Î'
¿ W r|
¿ u^|
s-
*T’X İ i^ jiJ ‘3j^==‘ i3c^->_^f . i
\ ^ j l L i 3 *^A->4/ İ_İ> ;
i|iiils 4 ı® ^ te S ^ A İî|
ty^aâ' : - ■ ■;^ '. ;:.;■-':£/iTlvH'î■■:£-i-■-:\^ 4
': ._ S'.'/'...' i-.:..•jb: ■■,., £, \ '{_
X •‘»V*«.-. .^S^. <-:
_■■
•
■ ■:';•••
■•..'!
1; ^ - 3 3
13^Lr-iŞ
;j
-mjh jS y * ^ £ & X j& i)^ J 3 j
V
c .j
^
j > |
■
!
AaÖr^UiİA
' ••«¿V
® İfe
;
A ^*
i:.;.
;■' rS
:
\
t: —-*»■: •— w||
• ’‘ ■
*\
'•'■•"■ l* *
."lif
I
>««*
j f f j j - ' . v i i V jj> y
<4<3^ *Ü ^ f
lyjSSa»»)'»-..- ^r» .j‘»!!.';'"iln..ı.ı.'A'.»..j.'j.'.'.wIL
MERT
r Levha VI
MERT - Levha VII
MERT
r Levha VI
MERT - Levha VII
MERT - Levha. V III
*
-
^ A
.M
£ } j? j
1
?
b
x t£
? - > l>
73
MERT - Levha IX
^ s y x £ j-> :? *»j <• t O j r j n
-J T
...
* ¿Ça^jîVMj^
*:.
,;.;:.ii:
: |^ |p |p İ l l l ^ ; Î :
cLv^b-İy
J j ı # *—
U t) «Oulc- ¡¿U^»
*
+
m
K l£ İ H i V j j
A ;U
> iXfl ^Ö S İ^J^J j \ r j s
d ^¿hr*?
<»f-s>
:> \ ) j ^
,;4 jU»u 0 i>W- &i.»bb\3<-SjK
I
jr v id -
ş ; V ; v ::<:y:.>ş>:v#*.;v\-\:r->:^e?./: >:|;.. :; ::...} :;;;••:-•-•:-:'-:.>.X.i:ş:*:';
X
p
İ j f L ^ ^ -5 ' y ) *-*? j
««b— - 5 b A f y U > '
¿ ğ & k ı0 i
!i::;pV;;i;£ ' £ : ' . •'Y;
'~r*>r ^jjvU»\>
i:iÎ^Ö ^î-i p
İ^L$ j \a * îİ t,^3. k!
m
«h a
u>
v m
;U» t
.
[ji
■■
.
(¿3
kUİjAİ» v»^-
•
u »
&
^
üjİ>
l'J£ ¿ « 9
\wiV>^9j iv.*»->^ j
“"İ\i> *lîX P -S_J-^İ j UA £*—'*•
J i l i ** * *
_
-*
î r » ^ ‘ -
\ a*j >
iA * J »
J
i
;)|
|
•
~~UU\^ ->4 ?
wj u ü
ı
.
s*
MERT - Levha. V III
*
-
^ A
.M
£ } j? j
1
?
b
x t£
? - > l>
73
MERT - Levha IX
^ s y x £ j-> :? *»j <• t O j r j n
-J T
...
* ¿Ça^jîVMj^
*:.
,;.;:.ii:
: |^ |p |p İ l l l ^ ; Î :
cLv^b-İy
J j ı # *—
U t) «Oulc- ¡¿U^»
*
+
m
K l£ İ H i V j j
A ;U
> iXfl ^Ö S İ^J^J j \ r j s
d ^¿hr*?
<»f-s>
:> \ ) j ^
,;4 jU»u 0 i>W- &i.»bb\3<-SjK
I
jr v id -
ş ; V ; v ::<:y:.>ş>:v#*.;v\-\:r->:^e?./: >:|;.. :; ::...} :;;;••:-•-•:-:'-:.>.X.i:ş:*:';
X
p
İ j f L ^ ^ -5 ' y ) *-*? j
««b— - 5 b A f y U > '
¿ ğ & k ı0 i
!i::;pV;;i;£ ' £ : ' . •'Y;
'~r*>r ^jjvU»\>
i:iÎ^Ö ^î-i p
İ^L$ j \a * îİ t,^3. k!
m
«h a
u>
v m
;U» t
.
[ji
■■
.
(¿3
kUİjAİ» v»^-
•
u »
&
^
üjİ>
l'J£ ¿ « 9
\wiV>^9j iv.*»->^ j
“"İ\i> *lîX P -S_J-^İ j UA £*—'*•
J i l i ** * *
_
-*
î r » ^ ‘ -
\ a*j >
iA * J »
J
i
;)|
|
•
~~UU\^ ->4 ?
wj u ü
ı
.
s*
MERT - Levha
X
t
MERT - Levha
XI
MERT - Levha
X
t
MERT - Levha
XI
MERT - Levha XII
76
1
77
MERT -Levha XIII
’ ?
t â jîş A j»
|
i" :
-î
**'■ '
^
?.■:-J-£ V O 1
Nî ;
;§ s î l ü x >
Kr®*«
* \ij w
*y W
io
^APÛ 1L - i ' j
u , U a -«
Îş U ^ jf
j> J
8
\jT*X
*^ jjy
*
iç y i)
&i*J
j.
o 'if 'jjp
- 'İ \ / »'•
V
|:/j
.
•'i-:
<jf J ü ! r
'•';*^ı: ' .'
:>-'■'
**>jj>y<*
^ ,.
] 3 l o — 3 ’^ ’ J < o 3 A İ - - ı 5 j i > J i
»i»-W> ¿>\<U—j ü\ —
jı
P ^ j
¿¡& J’ d İ^jL- \ i ,
* Xj J a
i
,i£ ,
i
.
..
,
.
.
,
j>
*
,,.
.
ti»51 ^v
\» ' 'r^'-i •
w’.
'
•
^
j *
kJi»i_>-’-C>\j8î3
•’
~
*; ■' •—"
* |
j;
Lİ* j
>\j^/r^J-^,''>"S *
i;
oLy^ı^Mjv
V ıo
>—’■3. ri
i ''tAİ/'J ¿Jo
l^
S
* '”’■
| r'c>>-1,'i'j
I»L>ji>'£>'« Jj
.
;!i.
.
^
■
***
\j'^ w
£ ^ = » j ^ 3 j ^ i X . JiUj
< i
::l:
1
As.
,5
il
j
i i l i A jrj V^f-Jj>î J ^ ’i C j j
;
,|
^
* C?^ ~i» „
<»W "^ ^
I
«i
-. f
:|
* û a i 3- 1^3
jU.»
•y
.=*=.•
.
j
« - S J '- A j ' ■•? 1 e Ş ^ - * * * 1 f i
t*
MERT - Levha XII
76
1
77
MERT -Levha XIII
’ ?
t â jîş A j»
|
i" :
-î
**'■ '
^
?.■:-J-£ V O 1
Nî ;
;§ s î l ü x >
Kr®*«
* \ij w
*y W
io
^APÛ 1L - i ' j
u , U a -«
Îş U ^ jf
j> J
8
\jT*X
*^ jjy
*
iç y i)
&i*J
j.
o 'if 'jjp
- 'İ \ / »'•
V
|:/j
.
•'i-:
<jf J ü ! r
'•';*^ı: ' .'
:>-'■'
**>jj>y<*
^ ,.
] 3 l o — 3 ’^ ’ J < o 3 A İ - - ı 5 j i > J i
»i»-W> ¿>\<U—j ü\ —
jı
P ^ j
¿¡& J’ d İ^jL- \ i ,
* Xj J a
i
,i£ ,
i
.
..
,
.
.
,
j>
*
,,.
.
ti»51 ^v
\» ' 'r^'-i •
w’.
'
•
^
j *
kJi»i_>-’-C>\j8î3
•’
~
*; ■' •—"
* |
j;
Lİ* j
>\j^/r^J-^,''>"S *
i;
oLy^ı^Mjv
V ıo
>—’■3. ri
i ''tAİ/'J ¿Jo
l^
S
* '”’■
| r'c>>-1,'i'j
I»L>ji>'£>'« Jj
.
;!i.
.
^
■
***
\j'^ w
£ ^ = » j ^ 3 j ^ i X . JiUj
< i
::l:
1
As.
,5
il
j
i i l i A jrj V^f-Jj>î J ^ ’i C j j
;
,|
^
* C?^ ~i» „
<»W "^ ^
I
«i
-. f
:|
* û a i 3- 1^3
jU.»
•y
.=*=.•
.
j
« - S J '- A j ' ■•? 1 e Ş ^ - * * * 1 f i
t*
78
MERT - Levha X IV
m m m m
SÖĞÜT ERTUĞRUL GAZİ TÜRBESİ*
Tayyib Gökbilgin
15 asırlık Türk yurdu Anadolu'nun bü küdsî. köşesine ecdad ha­
tırasını tes'id için gelmiş bulunuyoruz. Burçlarından şanlı tarihine, şehamet dolu mazisine karşı aşk ve muhabbet kaynayan bu muazzam
vatandaş kütlesi Ertuğrul Gazi’nin, bu büyük Türk evlâdının Söğüt ova­
sına kurduğu ve mübarek na'şı ile tezyin ettiği muhteşem iaht'ın yeni
bir yıldönümünü tebcil etmekte, ölüm yıl dönümünü hürmet ve huşu'ile
anmaktadır. İstanbul Üniversitesi ilim ve Kültür Teşekkülleri de bu ih­
tifale. iştirak etmekle mübahidir ve bundan haz ve gurur duymaktadır/
Bu ezelî gaza ve cihad ülkesine, Anadoluda Türklük ve İslâmlığı
tesis ve tezyin eden, dünya tarihine yeni istikametler, verip,; mükemmel
medeniyet eserleri vücuda getiren, beşeriyete büyük insanlık örnekleri
veren asîl Türk ulusu ve onun muhtelif boy ve oymakları mâverâ-yi şar­
kın nihayetsiz ufuklarından kopup, Altayların, Karakurumların keskin
yamaçlarından aşarak, taşarak çarpışa çarpışa bu günkü Türk yurdunu
vücuda getirmiştir. Bu asîl kan uzun asırlar boyunca, harikalar ve mu­
cizeler yaratmış, bütün engellere karşı koymuş, varlığını korumuş, saf­
lığını muhafaza etmiş ve bazen bütün bir husumet dünyası karşısında
kudretini, şevketini ve dehasını ispat etmiş* dostlarına hürmet ve gü­
ven telkîn etmiş, düşmanlarına da her zaman dehşet saçmıştır, işte Ertuğrıil Gazi, damarlarında böyle kudretli bir kan cevelan edén bir mille­
tin sembolü, bu yurdun ilk fâtihi ve büyük Türk evlâdıdır.
Ertuğrulun adı da hayatı da ölümü de menkabeler ve destanlara
mevzu olmuş, şahsiyeti efsaneleşmiştir. .
. * Bu yazr Profesör Tayyib Gökbilgin tarafından, Söğüt Ertuğrul Gazi günü için 1956
yılında mahallinde tertiplenen törende bir konferans olarak okunmuştur.
;
80
TAYYİB GÖKBİLGİN
Muhtelif tarih kitapları, türlü devirlerin tarihçileri Ertuğrul Gazi,
reisi bulunduğu kabilesi, onların etnik (kavmî) menşe'i, bu bölgeye ge­
lip yerleşmeleri hakkında türlü rivâyetler nakl ederler muasır tarihçiler
de bu kayıtlara istinaden muhtelif mütalaalarda bulunurlar.
Filhakika, daha yakm zamanlara kadar, OsmanlIların etnik menşe'i
mevzuu üzerinde en selâhiyetli Türk ve Garb tarihçileri muhtelif noktai
nazarları müdafaa etmişlerdir ve bu konu bundan sonra da, muhakkak
ki, yeni vesikaların ışığı altında yeniden incelenecek, bu hususta ya
teyid edici veya aykırı fikirler ileriye sürülecekdir.
Fakat bu mes'elenin hali ve istikbali ne olursa olsun Ertuğrul Gazi
şahsiyeti ve tarihî rolü ile daima Anadolu Türklüğü'nün bir sembolü,
vatan kurucularının başı, büyük bir gazi ve mücahit Türk olarak kala­
cak, her devirde her Türk nesli tarafından ihtiram ve ta'zim hisleri ile
anılacaktır. Bilhassa aziz merkadini sinesinde taşıyan Söğüt kırk sene
evvelki Ertuğrul sancağı için, maddî hatıralariyle, manevî ve ruhanî
mevcudiyeti ile mukaddes bir varlık olarak kalacakdır. Ertuğrul Gazi'nin tarihî şahsiyeti, hayat ve icraatı hakkında şimdiye kadar bilinenleri
ve söylenenleri hulâsa etmeden önce, ilk def'a açıldığı, Türk ve İslâm
hüviyet ve karakteri aldığı esnadaki Anadolu'nun ve umumiyetle Yakın
Şark'ın bu günkü tabirle Orta Doğu'nun etnik, politik ve sosyolojik çeh­
resine bir göz gezdirelim:
Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun kuruluşundan evvel Emevî,
Abbasî ordularında ve bu ordularla birlikte kısmen olduğu gibi, bilhas­
sa. Selçukîler imparatorluğu'nun kuruluşundan sonra Oğuz Türklerinin
ve bunlara mensub zümrelerin, büyük ve oldukça kuvvetli kitleler ha­
linde, Ön Asya'ya, Suriye'ye ve baştan başa Anadolu'ya, gelmeleri, bu
kıt'anın türkleşmesi ile alâkalı bir çok askerî ve siyasî hareketlere iş­
tirak etmeleri, küçük parçalar halinde Anadolu'nun muhtelif sahala­
rına yerleştikleri hadisesi kat'î olarak bilinen hadise-i tarihiyedendir.
Osmanlı Devleti’nin ilk etnik nüvesini, çekirdeğini teşkil ettiği he­
men umumiyetle kabul olunan Kayıların, Oğuz boyuna mensub Kayı
kabilesi, XI. asr-ı milâdîden itiraben Seyhun civarlarından Maverâünnehr'de, Horasan'da İslâm medeniyeti ile çok sıkı temas halinde yaşa­
yan büyük oğuz camiasına mensub olduğu da malumdur.
Seyhun nehri kıyılarında ve Aral gölü şimalindeki bozkırlarda ya­
şayan kudretli Oğuz kabilesinin X I. asırda Meverâünnehr ve Horasan'a
SÖĞÜT ERTUĞRUL GAZİ TÜRBESİ
81
inerek Saman oğullan ve Karahanlılar ve Gaznelilerle münasebetlerde
bulunmaları ve nihayet birdenbire Büyük Selçuklu imparatorluğu'nun
kurulması üzerine bütün yakın şark İslâm dünyasının Türk hegemon­
yası altında geçmesi yalnız siyasî bakımdan değil etnik bakımdan da
çok büyük ve devamlı neticeler doğurmuştur.
işte, Anadolu'nun türkleşmesinde büyük rolü olan Oğuz şubelerin­
den biri de Ertuğrul'un reisi bulunduğu Kayı kabilesidir. Ve Rum Selçukî
Devleti'nin inhitat devirlerini yaşadığı ve Yakın Doğu'nun yalnız siyasî
ve askerî bakımdan değil etnik ve kavmî bakımdan da bir here ü merc
içinde bulunduğu XIII. milâd asrında bu Türk zümresi Analolu'nun bir
bölgesinde yeni kudsî bir vazife alıyor, Bizans Devleti'ne karşı buranın
bir Türk-islâm ülkesi olması misyonunu yükleniyordu.
Osmanlı hânedanının kurucusu olan Osman Gazi'nin babası Ertuğrul Gazi hakkında, elimizde, sarih ve vazıh malûmat şimdilik kâfi dere­
cede bol değildir. XIV. asra âit vekayinâmelerin bulunmayışı veya ele
geçmeyişi, X V . asır kronikçilerininde bazen birbirine mütebayin ve zıt
malûmat vermeleri, Ertuğrul Gazi'nin tarihî şahsiyeti üzerinde olduğu
kadar Osmanlı Devletinin kuruluş devirleri, etnik vaziyetleri sosyal po­
litik durumları hakkında da uzun münakaşaların doğmasına sebep oldu.
Muasır Bizans, Arap ve Acem tarihî kaynaklarında Ertuğruldan ya hiç
veya yalnış malûmat verilmektedir. Yalnız Bursa'ya gelerek Yıldırım
Bayezid'in gazalarına iştirak eden bir Arap âlimi olan Şemseddin Muhammed el-Cezerî'nin Ertuğrul Gaziden bahs etmesi ve onun yaşadığı
devirden, bir asır sonra olmakla beraber ve tamamen tatminkâr bu­
lunamamakla beraber Ertuğrul'un şahsiyeti ve ismi hakkında çok ehem­
miyetli bir membadır. Zaten, diğer bazı Arap, Acem, Bizans ve Gürcü,
kaynaklarını istisna edersek — ki bunlar hem zaman itibariyle hem de
coğrafî saha bakımından uzak düşmektedirler— . Türk membaları, ge­
rek Ösmanlıların ecdadını birer birer gösteren klâsik nesep olsun, ge­
rekse Tevkiî Mehmet Paşa, Enverî ve diğer bazı XV. asır vekayinameleri gibi an'anevî rivâyetten gayri şekilde malûmat veren tarihçiler Os­
man Gazi'nin babasının adını Ertuğrul olarak bildirmekde müttefiktir­
ler. Ancak bunlar arasında ihtilâf, Ertuğrul Gazi'nin babası üzerinde
mevcuttur ki, bunlar klâsik şecerenin kabûl ettiği Süleyman Şah yeri­
ne Gündüz Alp, Hürmüz Ebu Bekir v.s. gibi bazı isimler vermektedirler.
Bundan başka, Hazret-i Nuh'a kadar uzatılan ensab cetvelinin
uzunluğu veya kısalığı, Ertuğrul'un dedesi isimlerinin şu veya bu oluTarih Enstitüsü Dergisi - Forma 6
82
TAYYİB GÖKBİLGİN
şunda da muhtelif kayıtlar vardır. Bunlar, Osmanlı Hükümdarlarına
önem vermek isteyen muahhar tarihçilerin gayret ve temayülleri neti­
cesi olduğu için birer tarihî hakikat olarak mütalaa edilgelen Ertuğrul
Gazi için bu türlü malûmatın mevcudiyeti tabiî gömekten uzakdırlar.
Esasen hayatı ve şahsiyeti efsaneleşmiş bir hale gelen Ertuğrul Gazi
için bu türlü malûmatın mevcudiyeti tabiî görülmek icâb eder.
Ertuğrul Gazi'nin, nereden ne zaman ve ne suretle buraya geldiği
mes'elesinde de tarihî kaynaklar türlü rivâyetler nakl ederler ve bu ka­
yıtlara dayanan tarihçiler de muhtelif mütalaalar ileri sürerek bu konu­
da münakaşalarda bulunurlar.
Bu hususda, belli başlı iki rivayeti, iki" nazariyeyi zikr edebiliriz:
Birisi Murad II. devri kaynaklarından birinin müellifi olan Şükrüllah'ın
verdiği malûmatdır ki, daha sonra bir çok tarihçiler de bunu bir az tadîl
ederek nakl etmişlerdir. Buna göre, Moğolların hücumuna dayanamıyarak İrandan Anadolu'ya kaçıp bu ülkeye yerleşen Selçukîleri takiben
gelen Ertuğrul'un kabilesi, evvelâ, Karacadağ'da (Ankara'da) yurt tut­
muş, daha sonra, Konya Sultanı Alaeddin'in maiyetine girerek onunla
birlikte kâfirler üzerine sefer yapmış ve gösterdiği yararlıklara mükâfaten Söğüt kendisine ıkta' edilmiştir.
Bu malûmatı daha evvelce daha esaslı olarak, Ahmedî adındaki
şair Tevarih-i Mülûk-ı Al-i Osman'da yazmıştır. Yazıcı-zâde A li,. Al-i
Selçuk tarihinde tekrarlamıştır. Bunlar da, Ertuğrul Bey'i Rum serhaddindeki Selçuklu ümerâsından göstermekte, I. Alaeddin Keykubad’ın
bu ucu Kayı Boy'unda reis olan Ertuğrul'a verdiğini, Ertuğrul Gazi'nin
gene kendisi gibi hudud arazisinde olan Gündüz Alp ve Gök Alp ve
diğer Oğuz beyleriyle bu bölge de bir çok gazâ ve cihadlarda buluna­
rak şöhret kazandığını ve hizmetine mükâfaten Sultan-Öyüğü denilen
bu bölgeyi Sultan'dan ıkta' olarak aldığını bildirirler. Fatih devri şairle­
rinden olup Sadrazam Mahmud Paşa adına ithaf ettiği Düsturname adlı
eserinde Enverî, Ertuğrul Bey'in ecdadı hakkında evvelkilere uymayan
bazı malûmat verir ki, Osmanlı hanedam'nın ana cihetinden Selçuklu
soyuna mensûb olduğunu bildirirken, bunların Urfa'ya yerleştiklerini,
Bolkar dağında büyük ve korkunç bir ejderi öldürdükten sonra da Sel­
çuklu Sultanlarının hizmetinde çok mühim yararlıklar gösterdiklerini,
buna mükâfaten de Sultanın ona Sultan-Öyüğü'nü verdiğini anlatır.
Enverî'nin, bir çok noktaları tarihî hakikatlere pek uymayan ve için­
SÖĞÜT ERTUĞRUL GAZİ TÜRBESİ
83
de efsanevî kahramanlıklara çok yer verilen hikâyesinin enteresan ve
şayân-ı kayd bir tarafı vardır: 0 da, Ertuğrul Beyin beyliğe geçtiği va­
kit 14 yaşında misli bulunmaz bir yiğit olduğunu, Hızır Aleyhisselâm'ın
ona kılıç kuşatarak, soyunun bütün Rumeliyi açacağını tebşîr ettiği
mes'elesidir. istanbulun zapt edilerek Osmanlı Türklerinin bütün Bal­
kanları feth ettiği devirde yazılan bu manzum Tevarih-i Al-i Osman'ın,
Düsturname'nin, Ertuğrul'un ahfadına bu türlü büyük gazâ ve fütühatın mukadder ve taraf-ı İlâhiden mev'ud olduğunu bildirmesi bu kayıt­
lardaki epik, ve dâstânî unsurları gösterir.
Bütün bu zikr edilen tarihçilerin, Ertuğrul ve kabilesinin SöğütEskişehir-Bilecik bölgesine gelişini X III. asrın birinci yarısında ve Moğol
istilâsıyla Horasan'da Mahan şehrinden hicret etmek suretiyle, alâka­
dar olarak kabûl ettikleri anlaşılmaktadır. Buna mukabil ikinci rivayet,
— ki Vezir-i Azam Karamanı Mehmed Paşa olmak üzere Neşri, ldris-i
Bitlisi tarafından nakl edilmektedir— tarihî hakikatlere daha uygun düş­
mekte ve umumiyetle bu günkü tarih telâkkileri bunu kabule temayül
etmektedirler: buna göre. Oğuzlardan bir kısmı Anadolunun Türkler ta­
rafından fethi sırasında Ahlat civarına yerleşmiştir. Sonra Moğol istilâsı
zamanında bunlar yurtlarından hicret, ederek evvelâ cenubî sonra Orta
Anadolu'ya gelmişler, Ankara civarında Karacadağda mesken tutmuş­
lar ve nihayet Rum serhaddinde Söğüt'de Ertuğrul'un reisliğinde yer­
leşmişlerdi. ilk defa Karamanî Mehmed Paşa'nın koyduğu bu tez ve
rivayet Neşri ve idris-i Bitlisi tarafından daha etraflı ve mufassal bir
tarzda nakl olunmuşdur.
Bu kabile Kayı kabilesidir. Anadolunun fethi sıralarından başlıyarak X I. asrın ikinci yarısından itibaren, Oğuz boyları ile Ahlat bölgesine
gelmişler ve burada 170 sene kadar kalarak evvelâ Sukman Kutlu ha­
nedanının daha sonra da Eyyubîlerin idaresinde kalmışlar, bilahare ken­
dileri gibi Oğuzlara mensûb olan Artukoğulları devletinin kuruluşunda
mühim bir rol oynamışlardır.
Aşık Paşa-zâdenin ve diğer tarihçilerin Ertuğrul'un babası olarak
kabûl ettiği Süleyman Şah'ın kabilesiyle cenuba doğru giderken Fırat'da
boğulması ve Câber kalesinde gömülmesi hususunda verdikleri malû­
mat her halde Anadolu Selçuklu Sultanlığının kurucusu Süleyman Şah
ve Kutulmuş'un oğlu olan ve tıpkı babası gibi asıl adı Süleyman bulu­
nan I. Sultan Kılıç Aslan'ın Hâbûrda boğulması vak'asının Türkmenler
arasında kalmış bir takatbaran tekrarlanmasından neş'et etmiş olsa ge­
84
TAYYİB GÖKBİLGİN
rektir. Mamafih XIII. asır başlarında, Ahlat bölgesinin istilâsı üzerine
Ertuğrul Bey'in babası nın ister Süleyman Şah ister Gündüz Alp veya
başkası olsun maiyetindeki boy ile cenuba indiği ve kendileri gibi Kayı
soyundan olup Artukoğullarının yâni Mardin hükümdarının maiyetine
girdiği esnada ve herhangi bir sebeple, belki kışlamak üzere Câber'e
giderken Fırat'da boğulmuş olması da mümkündür.
Hülâgû ordularının Mardin havalisini garetleri, şehri muhasaraları
ve Mayyafarikîn'i tahribleri yüzünden, Diyarbekir ve Urfa bölgelerinde
pek kesîf bir mikdarda bulunan Türkmenler öteye beriye dağılmışlar­
dır. Malatyanın şarkında Fırat kenarında bulunan Germiyanlılar bu es­
nada Anadolunun garbına hicret ederek, Kütahya bölgesine yerleşip
burada Bizans hududunu tuttukları gibi, Ertuğrul bey de maiyetindeki
boy ve oymağı ile Orta Anadolu'ya hicret etmişti.
Ananevi rivâyete göre, Süleyman Şah'ın ölümünden sonra dört
oğlu (Sungur veyâ Sungur-Tekin, Gün-Doğdu, Ertuğrul, Dündar) kala­
balık olan Kayı kabilesini sevk ve idarede ihtilâfa düştüler ve ayrılmaya
mecbur oldular. Ertuğrul ile kardeşi Dündar bir müddet Pasin Ovası ve
Sürmeli-Çukur havalisinde oturdular, sonra Moğol istilâsının yaklaş­
ması üzerine garba doğru geldiler. Kayseri'ye doğru gelmekte iken Er­
tuğrul Bey oğlu (Sarı-Batı veya Sarı-Yatı) yı Sultan Alâeddin'e gön­
dererek, Selçuklu memleketinde aşiretine münâsib bir mahal tayin ve
tahsis etmesini rica etmiş, ve ricaları kabul edilerek Ankara yakının­
daki Karaca-Dağ kendilerine yaylak ve kışlak olarak tahsis olunmuş­
tur. Ertuğrul Gazi Karaca dağ'a giderken, evvelâ Neşrî'nin zikr ettiği
meşhur bir hâdise cereyan etmiştir. Neşri bu hikâyeyi Mevlânâ iyas'dan, o da ihtiyarlığında yetiştiği Orhan Gazi'nin rikâbdârından ve o da
Orhan Gazi'dep rivayet etmiştir. Sonradan idris-i Bitlisi tarafından süs­
lü bir şekilde anlatılan bu rivâyete göre, Ertuğrul kabilesiyle yolda harb
etmekte olan iki orduya rast gelmiş, maiyeti ile müşavere neticesinde
galip görünen Moğol tarafına iltihak reyi verilmesine rağmen kendisi
sâika-i hamiyyet ve merdlik ile mağlup görünen Selçukîler cihetine imdad edip galebeyi o tarafa temin etmiş ve bu hareketi ve ibraz ettiği
ulüvv-i cenâb ile Selçukî Sultanlığının takdir ve mükâfatına nâil olmuş­
tur. ibn-i Kemal uzun uzadıya bunu nakl eder. Bu meşhur hâdise hak­
kında rivayetler m uhteliftir: Bir rivayete g ö re:
SÖĞÜT ERTUĞRUL GAZİ TÜRBESİ
85
I — Sultan Alâeddin Keykubad evvelâ Ertuğrul'a bu hizmetine
mükâfat olarak Söğüt mevkiini kışlak, Domaniç ve Ermeni dağlarını
yaylak tahsis etmiştir.
II — ikinci rivayete göre, bu harbden sonra Ertuğrul ileri giderek
oğlunu Konya'ya göndermiş (az evvel zikr ettiğimiz gibi) ve bunun
üzerine Karaca Dağ yaylak ve kışlak verilmiştir.
III — Üçüncü bir rivâyete göre de Sarı-Batı'nın izâmı üzerine Selçukî Sultanı, Moğollarla vukubulacak harbde muavenet şartiyle Söğüt
ve sâireyi Ertuğrul Gazi'ye temlik etmiş ve bu da oraya giderken bu
harbe iştirak ve muavenet etmiştir. Harb edilen yerin adını yalnız Câm-ı
Cem Ayin müellifi Haşan bin Mahmud Beyati Hafik kalesi etrafı olarak
zikr ediyor. Osmanlı hânedam arasında bir anane hâline gelen bu harb
hikâyesi, daha evvel Bayezid tarafından Timurleng'e yazılan mektubların birisinde iftihar için zikr edilmiştir (Feridun Bey, I, s. 127).
Tarihlerimizde Ertuğrul'un riyaset ettiği Kayı kabilesinin meşâhir-i
ricâli olarak Akca-Koca, Konur-Alp, Turgut-Alp, Hasan-Alp, Saltuk-Alp,
Abdurrahman Gazi, Samsa Çavuş, kardeşi Söylemiş Çavuş Aykut-Alp,
Akbaş, Mahmud-Âlp, Kara Oğlan, Kara Resul, Bağuşlu Karateke, Şeyh
Mahmud, Targal, Mihmad, Kara Tekin gibi kimseler zikr olunmaktadır.
Ertuğrul'un maiyyetinde Anadolu'nun Türk-Bizans uçlarında yarı
göçebe bir halde yaşayan küçük kayı oymağı, birkaç sene Karaca Dağ
mıntıkasında kaldı ve rumlar üzerine akınlar icrâ ederek gazâ ve cihadda
bulundu.
Bu devirde Karahisar-ı Sâhib ve Kütahya gibi büyük, Karacahisar
(Eskişehir'in civarında dört saat mesafede harabesi halâ mevcut) ve
Bilecik gibi küçük müstahkem mevkiler İznik imparatorluğu elinde bu­
lunan şimalden cenuba doğru Selçukîlere karşı müteselsil bir müdafaa
hattı teşkil ediyordu. Selçuk Devleti'nin garb hududlarında bulunan
Oğuz aşiretleri hemen daimî bir surette rumlarla mücadelede bulunu­
yor ve adım adım o müstahkem mevkilere doğru sokuluyordu. İstan­
bul'un latinler tarafından zabtı üzerine İznik İmparatorluğunu kurmuş
olan Laskaris hânedânı Şark imparatorluğunun Anadolu'da yeniden ih­
yasına gayret göstermişti. İşte bu münasebetle İznik ve Selçuk devlet­
lerinin hududlarında başlayan müsademeler ve muhasemat uzun müd­
det devam etti. Hattâ Selçukî Devleti arazisine bile tecavüz edildi. Bu
86
TAYYİB GÖKBİLGİN
tecavüzlerin en mühimi ise Karaca-Hisar tekfuru tarafından icra olun­
makta idi.
I.
Sultan Alâeddin Keykubad günden güne ehemmiyetini artırmak­
ta olan bu tecavüzlere bir netice vermek üzere ordusunun başında
(1231) de Konya'dan hareketle Sultan Öyüğü civarına (Eskişehir) gel­
di. Ertuğrul Gazi de sultanın maiyyetine iltihak için oraya gitti ve Kayı
kabilesinin cengâver yiğitleriyle orduya girdi. Bu münasebetle Sultan
kendisini huzuruna kabul ile iltifat etti.
Alâeddin Keykubad, Ertuğrul'u akıncı askerinin serdarlığına ve or­
dunun pişdarlığına tayin ve maiyyetine kâfi kuvvet tertib etti. Böylece
taarruz tertibatı alındıktan sonra ordu İznik İmparatorluğu arazisine
doğru harekete başladı.
Ertuğrul öncü kuvvetleriyle ilerliyerek düşman arazisine dahil ve
Ermeni derbendine vâsıl oldu. Düşmana burada tesadüf etti. Sultan
Alâeddin'in hazırlığını haber alan İznik İmparatoru Rumeli'nde bulunan
Aktav tatarlarını da ittifaka alarak onları da davet etmiş ve Yenişehir
ovasında birleşmek istemişti. Heşt Behişt verdiği malûmata göre mu­
harebe Ermeni derbendinde Ertuğrul'un hücuma geçmesi ile başlar ve
üç gün üç gece devam eder. Bu kanlı savaş Ertuğrul Gazi'nin göster­
diği şecaat sayesinde kazanılmaya yüz tutmuş iken Çanakkale Boğazı'ndan geçerek muharebe sahasına acele gelen Aktav tatarlarının rumlara
muaveneti ile harb ateşi tekrar alevlenir. Düşman ordusunun kjsm-ı
azami evvelce münhezimen dağılmış olduğundan ortada imparator ve
maiyyeti ile yeni gelen Aktav tatarları kalmıştı. Bu suretle tazelenen
harb bir gün bir gece daha devam ederek yine hasmın mağlubiyeti ile
neticelendi. İmparator ve tatarlar birbirinden ayrılarak birer tarafa kaç­
tılar. Tatarlar Rumeli'ye geçmek için geldikleri yolu tuttular. Ertuğrul
bunları İnegöl'e kadar kovaladı. Ertuğrul'un maiyyeti ve sultanın as­
keri gerek bu harbden, gerekse geçtikleri yerden pek çok ganimet ve
esir aldılar. Galib olarak avdetlerinde Selçukî hükümdarına (Boz Öyük)
de mülâki olarak ordusuna iltihak eylediler. Sultan Alâeddin bu parlak
muzafferiyetten fevkalâde mahzuz olmuş ve Ertuğrul Gazi'yi taltif etmiş­
ti. Zafer haberini aldığı mahalli de teyemmünen (Sultan Önü) tesmiye
eylemişti. (Yine Heşt Behişt'e göre) I. Sultan Alâeddin Keykubad düş­
manı iyice yıpratmak maksadiyle Karaca-Hisar'ı muhasaraya gider. Bu
sırada Ertuğrül Gazi kaleyi cenub cihetinden tazyika memur edilmiştir.
Ertuğrul Gazi'nin savletinden zebun kalan Karaca Hisarlılar aman di­
SÖĞÜT ERTUĞRUL GAZİ TÜRBESİ
87
lemeye mecbur kalırlarsa da. Sultan, kalenin cebren zabtını emrede­
rek arzularını is'af eder.
İşte bu sırada moğolların Selçuk memleketlerine girdikleri haberi
ordugâha dahil olmuştur ve ona karşı gitmek lâzımdır. Sultan Alâeddin
bu durum karşısında Ertuğrul Gazi'yi huzuruna celb ile kendisine hilat
giydirmiş ve muhasaranın devamını ona havele ederek şark diyarına
doğru yola çıkmıştır.
Ertuğrul Gazi, uzun müddet bu kaleyi muhasara ederek nihayet
zabtına muvaffak olur, kale etrafındaki rumlara âit yerleri de yağma ve
garet ettirdiği gibi Söğüt üzerine yürür ve burayı da rumlardan alarak
muvaffakiyetini itmam eder. Bu hâdisenin diğer bir varyantını, diğer
bir rivayet şeklini, manzum Hacı Bektaş-ı Veli Velâyetnâme'sinde gö­
rüyoruz. II. Bayezid saltanatının ilk zamanlarında yazılan bu hikâye
şöyledir: Selçuk sultanı rumlara karşı gazâ etmek için. Sultan Önü'ne
gelmiş fakat tatarların ahidlerini bozmaları üzerine geri dönmeğe mec­
bur olmuştur. Bu sırada Rum hududunu tutmak üzere, vezirlerinin tav­
siyesi ile Aydoğmuş Alp, Ertuğrul Alp (Ertuğrul Gazi) ve Gündüz Alp
adlı üç kardeşi vezifelendirmiştir. Aydoğmuş'un ölümünden sonra, kar­
deşi Ertuğrul sancak beyliğine talib olarak Konya'ya gitmiş, fakat yol­
da Karayük'de bulunan Hacı Bektaş-ı Veli'yi ziyaret ederek ondan himmek istemiştir. Hacı Bektaş kendisine, Al-i Selçuktan saltanat nez' edil­
miştir. «Ben saltanatı senin evlâdına verdim, şimdi sultanının yanına
git, kardeşin vazifesini sana verecektir» dedikten sonra beline kılıç ku­
şatıp dua etmiştir. Bunun üzerine Ertuğrul Konya'ya varıp padişah ile
görüşmüş ve sancak beyliğine tayin edilerek Sultan Önü'ne gelip ga­
zaya devam eylemiştir.
Görülüyor ki, Velâyetnâme nâzımı bu Osmanlı hükümdarının ho­
şuna gitmek için bu hâdiseyi bir takım menkabevî motiflerle süslemek
istemiştir. Fakat daha ciddî ve güvenilir menbaların bildirdiğine göre,
Ertuğrul, ganimet mallarının humsunu ve esir ettiği Karaca Hisar tekfuru
ile diğer tutsakları kardeşi Dündar Bey'e terfikan sultanın nezdine,
Konya'ya göndermiştir.
Bu zaferler Selçuk Devleti'nin hududunu Bilecik'e kadar genişlet­
miş ve Bilecik tekfuru da Selçuk sultanının haracgüzarlığını kabule mec­
bur olmuştu. Bu hizmetlerine mükâfat olarak Sultan Alâeddin Keykubad,
Ertuğrul Gazi'yi bendegânının mümtaz şahsiyetleri arasına almış, feth
88
TAYYİB GÖKBİLGİN
edilen bu yerlerden Söğüd'ü kışlak, Domaniç ve Ermeni dağlarını yay­
lak olarak işte bu sırada vermiştir. Oğullarına da oralarda ayrıca yay­
lak ve kışlaklar verilmiştir.
Bazı tarihî kaynaklar, Ertuğrul Bey'e ve aşiretine Söğüt mıntıkası
verilince'ye kadar, bir müddet Sivri-Hisar ve Eskişehir taraflarındaki
Emir Caca-oğlu'nun maiyyetinde bulunduğunu kayd ederler.
Söğüt ve havalisi, İznik İmparatorluğu'nun elinde bulunan Kütah­
ya bölgesinin cüzî bir kısmı olup asıl mühim kısımların feth ve istilâsı
vazifesi kısmen Ertuğrul Gazi ve oğullarına verilmiş ve burada bir uç
ihdas edilmiştir. Kütahya havalisine karşı teşkil edilen uç da diğer tarafdan Germiyanlılar bulunuyordu ki, Ertuğrul Gazi'nin aşireti ile Germiyanlı aşireti arasında bu sıralarda mevcud münaferet, belki de Rum
şehir ve kasabalarına karşı akınlarda ve gazâlarda bulunmak mes'elesinden ileri geliyordu.
Selçuknâme bu zamana kadar, müstakil bir vali ile idare edilen
Sivri-Hisar'dan ötesini uç olarak tavsif etmekte iken bu harbden sonra
Sultan-Önü, İnönü de Selçukî memâliki meyanına ithal edilmiş ve uç
daha ilerilere gitmişti. Ertuğrul Gazi Uç beyi olduktan sonra gerek ken­
disi gerek oğulları etraf ve civarda bulunan Rum köy ve kasabalarına
devamlı akınlarda bulundular, esir ve ganimet aldılar. Bu hâl Alâeddin
Keykubad'ın vefatına kadar (1236) devam etmiştir. Şan ve şeref elde
etmek isteyen bir çok yiğitler her taraftan gelerek Ertuğrul Gazi'nin
başbuğluğu altında toplandıklarından günden güne maiyyeti artmakta,
kuvvet ve kudreti çoğalmakta idi. Sultan Alâeddin Keykubad'a halef
olan II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Selçuk Devleti'nde inhitat
eserleri görünmeğe başladı. Bunu önceden his etmiş olacak ki, Ertuğrul
Gazi, bu devirde işe karışmayıp ihtiyatkârlık gösterdi. Zaten II. Gıyaseddin Keyhüsrev'den sonra Selçuk Devleti fiilen ve sonra hukuken
moğolların eline geçmiş ve ortada selçukîlerin kuru bir adı kalmıştı.
Moğollar yani İlhanlılar Devleti, bidayette otorite ve nüfuzlarını garbdaki uç memleketlerine kadar götüremediklerinden Oğuz beyleri olan
uç beyleri kendi başlarına serbest kalmışlardı. Bunların bir kısmı hemhudûd bulundukları rumları dâima huzursuz bırakdıkları halde bir kısmı
ile de iyi komşuluk münâsebetinde bulunuyorlardı. Neşrî'ye göre, Er­
tuğrul bu ikinci siyâseti kabul edenlerden idi. Böyle bir zamanda kom-
SÖĞÜT ERTUĞRUL GAZİ TÜRBESİ
89
şulariyle iyi geçinen müsiüman ve hristiyan ahâli nezdinde muhterem
ve muazzez bir mevki sahibi olmuştu.
Bizans İmparatoru ile akdettiği bir muahede mucibince uç beyleri­
nin tecavüzlerini men' etmek maksadiyle garb hudûdlarını teftişe çıkan
Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev-i sâlis Sultanönü ve Söğüt civarına gel­
diği vakit (1277), Ertuğrul Gazi onu karşılamış, hediyeler ile beraber
oğullarından birisini de sultanın hizmetine takdim etmişti. Yazıcı-zâde
bir nevi rehine mahiyetinde verilen bu kimsenin, Osman Bey'in bir oğ­
lu, yani Ertuğrul Gazi'nin torunu olduğunu söylese de târihlerde Osman
Bey'in bir oğlu olamayacağı aşikardır.
Bu mes'eleden bahseden Ruhî ise Ertuğrul'un oğlu olduğunu tas­
rih etmiş, Yazıcı-zâde'nin Kahta civarında Pağnik Eli denilen nahiye­
nin ıkta' edildiğini bildirmesini teyid ile, bu zatın neslinden Bayat, Halil,
Ahmed beylerin bilâhire Yıldırım Bayezid zamanında Malatya'da Dergâh-ı Hümâyûn'a geldiklerini ilâve eylemiştir. İşte, Selçukî sultanlarına
karşı olduğu gibi, komşulariyle de iyi münasebete geçen Ertuğrul Gazi,
bundan sonra yaşı ilerlediğinden dolayı uç beyliğine ve kabile reisliğine
âit işleri oğullarına ve bir rivayete göre en büyük ve en liyakatli oğlu
Osman Bey'e bıraktı. 680 (M ilâdî 1281) senesinde 92 veya 93 yaşın­
da olduğu halde vefat etti ve Buraya defn olundu. Onun 52 yaşında öl­
düğünü bildirir tarihler de vardır. Ertuğrul Gazi hakkında müverrihlerin
müttefikan şehadeti «gayet dindar ve şecaat ile ma'ruf kimse, zühd ü
takvâ ve selâhda ol zamanın meşahirinden...» bulunduğu merkezinde­
dir.
Bir gece misafir kaldığı bir evde Kur'an'a hürmet ve ta'zim gös­
termek maksadiyle sabaha kadar el pençe ayakta durduğu hakkındaki
rivayet bir çok tarihlerde yer almış ve bu hâdise bazılarında Osman
Gaz-i’ye nisbet olunmuştur.
Kezâ, rüya mes'elesi de (Ocağından bir pınar çıkıyor git gide bir
deryâ oluyor yahut da gövdesinden bir ağaç çıkıyor ve dallanıp budak­
lanıyor ve saire) bir kısım müverrihlerce Ertuğrul Gaziye atf ve izafe
olunmaktadır.
Diğer taraftan, X V . asır Bizans müverrihlerinden birisinin (Halkokondil) Ertuğrul Bey'in mühim mikdarda gemiler yaptırarak Rumeli'ye
ve Ege adalarına ve hattâ Yunanistan'a akınlar yaptığını söylememe­
90
TAYYİB GÖKBİLGİN
sini de, o devrin şart ve imkânları düşünülecek olursa, aslı olmayan ri­
vayetler cümlesinden saymak icab etmektedir.
işte bu günkü vatanperverine tezâhürata ve törene mevzu’ teşkil
eden, taziz ve takdislerimize hedef olan Ertuğrul Gazi'nin hayatı ve ic­
raatı, dastanî ve efsanevî şahsiyeti kısaca böyle hülâsa olunabilir. Baş­
lıca tarihî vak'aları ve mefahirlerimizi bu günkü gibi tebcil etmek vatan­
perverliğin en esaslı bir vecibesi, en metin bir numunesidir. Yedi asır­
lık millî mefahir ise her türlü şekil ve tezahürlerini, ma'na ve mahiyetini
Ertuğrul Gazi'nin bu mütevazi türbesinden almakta, bütün Türk mille­
tine, türklüğe bir sembol olmaktadır.
Onun kurduğu ve bütün Anadolu türklüğüne hediye ettiği saltanat,
yalnız kahramanlık temelleri üzerine istinad etmiyor, bununla birlikte
şefkat, adalet ve ümran esasları üzerine kurulmuş bulunuyordu. Onun
ahlâfı ve ahfadı her zaman, açtığı ve feth ettiği toprakların sağlam bir
bekçisi, âdil bir kurucu ve koruyucusu olmuş, akıncı ruhunun türklüğe
has yüksek vasıfların, medenî eserlerinin nigehbânı kalmış, yar ve ağ­
yara hürmet muhabbet, emniyet ve itimad telkin etmişti. Bu gün, ölü­
münün yeni bir yıl dönümünde, Ertuğrul Gazi'nin mukaddes huzurun­
da milletçe onun torunları olarak, bunları düşünüyor, bize bir vatan he­
diye eden Türk büyüklerinden birisi olması hasebiyle, ona ve eserleri­
nin ruhuna bağlılığımızı hatırlıyoruz. Yine hatırlıyoruz ki, O her Türk
nesline bu vatanı i'Iâ etmek, bu milleti daha yüksek şan ve şereflere
ulaştırmak vazife ve mesuliyetini terk ve tevdi etmiş kimsedir. Türk
nesilleri onun mütevâzı türleri başında, nasıl ki, her devirde Türk va­
tanına Türk birliğine, Türk mukaddesatına karşı kem gözle bakanlara
lâyık oldukları cevabı şiddetle fakat asil bir vekarla vermesini bilmiş,
ve ebediyete kadar bunu bir şuur ve imân halinde muhafaza mecburi­
yetinde ise, bundan sonra da onun eserini «müreffeh bir vatan zinde ve
kemalli ve lâyemut bir millet» parolasiyle en yüksek mertebe ve dere­
cesine ulaştırmayı gaye bilecektir.
Biz, Ertuğrul Gazi'yi, ölüm yıldönümünde böyle bir ruh ve zihniye­
tin hararet ve heyecanı içinde anıyor, hâtırlarını, eserlerini takdis ve
tebcil ediyor, ona lâyık evlâdlar olacağımıza milletçe and içiyoruz.
Ertuğrul Gazi'nin, bu büyük Türk evlâdının ruhu şâd olsun.
OSMANLI
DEVRİ
İ Z M İ R C Â M İ ve M E S C İ D L E R İ H A K K I N D A
ÖN B İ L G İ
M . M ünir Aktepe
n
İzmir şehri içinde bulunan Osmanlı devri eserlerinden hanlar ile
çarşıları. Tarih Dergisi'nin yirmi beşinci sayısında, medreseleri yine Ta­
rih DergisVnin yirmi altıncı sayısında yayınlamış; İzmir camilerinin bi­
rinci kısmını ise, Tarih Enstitüsü Dergisi'nin, üçüncü sayısında, bol mikdarda fotoğrafla birlikte neşr etmiştik.
Bu d efa, İzmir câmi'leri hakkında topladığımız malzemenin geri
kalan kısmını burada yayınlıyoruz. Bu itibarla, bahis konusu makalenin
birinci kısmındaki şekle sâdık kalarak ve yine alfabetik esaslara uya­
rak, İzmir'in 68 aded câmi'ini, ele almış bulunuyoruz.
Hiç şübhesiz bu iki makale, birbirini tamamladığı için bir arada
mütâlâa olunduğu takdirde, İzmir câmi'leri hakkında tam bir fikir hasıl
olacaktır. Ancak tek olarak ele aldığımız İzmir'in meşhur Hisar Câmi’i
ise, bu hususta üçüncü makalemizi teşkil etmiştir. V e bu makale de.
Tarih Dergisi'nin yirmi yedinci sayısında yayımlanmış bulunmaktadır.
Böylece İzmir'e âit, Osmanlı devri âbidelerinin büyük bir kısmını tanıt­
mış oluyoruz. Çeşmeler ve sular kısmı ise, belki ayrı bir yazımızı teşkil
edecektir.
1. Abdullah - Efendi Câmi’i : İzmir'de, Basma-hâne semtinde bu­
lunan Altınpark'a yakındır ve 1277. sokak üzerinde olup, kapı numa­
rası ikidir. Bu câmi'in ne zaman ve kimin tarafından yaptırılmış oldu-
92
M. M ÜNİR AKTEPE
ğunu tesbit edemedik. Ancak hicri 1308 (1 8 9 0 /9 1 ) ve milâdi 1951 yıl­
larında tâm ir gördüğü mâlûmumuzdur. ilk tâmirini Abdullah Efendi
adında bir hayır sahibi; ikinci tâmirini de mahâlle sakinleri yaptırmış­
tır. Avlu kapısı üzerinde bulunan kitâbede ( J U ¿ıLL : 1308) yazılı­
dır. Bu tâmirler dolayısile, binâ esaslı şekilde değişikliğe uğradığı içün
eski yapıya ancak minârenin alt kısmında tesâdüf edilmektedir. Tek
minâreli, üzeri ahşab çatılı ve kiremit örtülü, moloz taşdan yapılmış bir
eserdir. Bak, resim nr. 1
Bu câmi'in adına, Mustafa kızı Fatma Hanım'ın, imamına yapmış
olduğu vakıf dolayısile, vakfiye defterlerinde tesadüf ediyoruz1. Bunun
dışında her hangi bir kayıd göremedik.
1 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defterleri, nr. 208, c. IV, 8/572.
2.
Ahmed Ağa Câmi’i : İzmir'de, Ikiçeşmelik'den Eşref Paşa'ya
giden cadde üzerinde ve eski İkiçeşmelik karakolu binâsının arka ta­
rafında bulunan 760. sokak, nr. 1 dedir. Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde bulduğumuz, bu câmi'e âit bâzı hitâbet tevcihi kayıdlarına
nazaran, Ahmed Ağa Câmi'i adı ile anılan bu eserin, 6 Cemâziyü'l-âhir
1258 (15 Temmuz 1842) ve 8 Cemâziyü'l-evvel 1261 (15 Mayıs 1845)
tarihlerinde, cemaata açık durumda olduğunu görüyoruz1.
İzmir, Vakıflar Müdürlüğü'nde mevcût Hicri 1254 (1838) tarihli
diğer bir kayıddan dahi, bu câmi'in, İzmir'in eski Kefeli mahâllesinde.
Şeyh Ahmed Efendi tarafından yaptırılmış bulunduğunu öğreniyoruz2.
Bu itibarla diyebiliriz ki, bahis konusu Ahmed Ağa Câmi'i, en geç XIX.
yüz yılın ilk yarısında ve belki de çok daha önce yapılmış bir Türk
eseridir. Ancak, İzmir Müzesinde bulunan eski eser fişlerinde ve An­
kara Vakıflar Genel Müdürlüğündeki bâzı kayıdlarda bu câmi'in adı, her
ne sebebe mebni ise, Halil Efendi câmi’i olarak gösterilmiştir. Biz, Ha­
lil Efendinin kimliği ile alâkalı her hangi bir kayda tesadüf edemedik.
İleride yapılacak araştırmalar, belki yeni bilgilere sâhib olmamızı sağlıyacaktır. Hâlen mevcut câmi, moloz taş ile yapılmış, üzeri düz me­
yilli çatı ve kiremit örtülü, içerisi ahşab ve tek minâreli bir eserdir. Bağçesindeki hazirede bir kaç mezar mevcût ise de, bunların taşları kırık
olduğundan, kimlere âit bulunduğu ve devirleri tâyin edilememiştir.
1 Esas Defterleri, nr. 209-8/1, 147 nr.lu kayıd.
2 1. Vakfiye Defteri, s. 71.
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
03
3. Akarcalı Câmi’i : İzmir'in, Değirmen - Dağı semtinde ve eski
Hamidiye mahallesinde Halid Bey ilk okulu civarında bulunmaktadır.
Oldukça yeni bir eserdir. İlk def'a 1309 (1 8 9 1 /9 2 ) yılında, İzmir'in
meşhur zenginlerinden Akarcalı-zâde Hacı Mehmed Efendi tarafından
inşâ olundu. Fakat on yedi sene sonra, 13 Rebi'ül-âhir 1326 (15 Mayıs
1908) tarihinde vefat eden zevcesi Ayşe Hanım'ın vasiyeti üzerine, bu
câmi' tevsi'an yeniden yapıldı. Câmi'in dış duvarına konan kitâbesi ay­
nen şöyledir:
«Bâni Akarcalı-zâde Hacı Mehmed Efendi'nin halilesi olup fi. 13
Rebi’ül-âhir sene 1326 târihinde irtihâl eden Hâce Ayşe Hanım’ın vasiyyetine mebrii tevsi'an inşâ olunmuştur».
Ayşe Hanım bu câmi'e bâzı dükkânlar dahi vakf etmek suretile,
vakfının gelirini artırmışdı1. Akarcalı câmi'inin küçük bir avlusu vardır
ve bu avludan bir kaç basamak merdiven ile son cemâat mahâlline çı­
kılır. Bu mahâllin ön tarafı câmekândır. Esas binâ kesme taşdan ya­
pılmıştır. Üzeri meyilli ahşap çatı ve kiremit örtülüdür. Dört köşeli bir
kaide üzerine oturan tek minâresi alçaktır. Câmi'in içi, ilâve dolayısile
iki kısımdır ve bunların tavanları ahşabdır. Birinci ve ikinci mekânda
ayrı ayrı kadınlar mahfili vardır2. Bak, resim nr. 2, 3, 4, 5.
1 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defterleri, nr. 208, c. II, 8/218.
2 Işık Ungan, İzmir Câmi’leri (San’at Tarihi Tezi), s. 64.
4. Alaca Mescid: İzmir'de, Mahâlle-i cedîd'de bulunuyordu. Bânisi ye inşâ târihi hakkında her hangi bir kayda tesadüf edemedik. An­
cak, İzmir sâkinlerinden Balcı Hacı Mehmed Efendi bn. Ahmed Efendi,
20 Zilka'de 1314 (22. V . 1897) tarihli vakfiye ile, bu mescide vakf edil­
miş bulunan emlâkin gelirini tescil ettirmiş bulunmaktadır1. Bundan
anlaşılıyor ki, bahis konusu mescid en geç XIX . yüz yıl sonlarında
cemaata açık bir mahâlle mescidiydi. Hâlen, hakkında bundan başka
bir bilgiye sahib değiliz.
1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 168.
5. Ali - Ağa Câmi’i : İzmir'de, Uzunyol'dan Damlacık'a giden cad­
denin sonunda ve Odun-kapı Câmi'inin kuzeyinde, İzmir Memleket has-
M. M ÜNİR AKTEPE
94
tahânesinin de güney tarafında, mahâlle arasında bulunmaktadır. Bu
semte, câmi'in banisine nisbetle ayni zamanda Ali-ağa Mahallesi adı
verilmektedir.
Ali-Ağa Câmi'i, son cema'at mahallinde ve câmi'in cümle kapısı
sağında bulunan inşâ kitâbesine nazaran, H. 1083 (M . 1 6 7 2 /7 3 ) yılın­
da binâ olunmuştu. Diğer tarafdan, yine bu kitâbeye göre, Ali Ağa'nın
burada bir medresesi ile çeşmesi dahi vardı. Bahis konusu kitâbe, man­
zum olarak aynen şöyledir:
1)
2)
3)
4)
5)
6)
7)
8)
9)
10)
11)
12)
Hamdü-li'llâh ma'bed-i hûb oldu bu beyt-i Hudâ.
Mecma'-ı ehl-i ma'ârif secde-gâh-ı etkıyâ.
Ol kadar matbû'u şîrîn ü münâsib düşdü kim.
Yapmadı bennây-ı âlem böyle bir mevzun binâ.
Bâ-husus ol medrese leyl-i sa'âdet subhudur.
Keşf olur her hücresinde tâlibe nûr-ı Hudâ.
Hem letâfetde harem sahnında ayn-ı sâf-dil.
Sâkî-i kevser gibi atşâna eyler bezl-i mâ.
Mahz-ı lûtfundan Hudâ-yi zü'l-kerem tevfîk edüp.
Sâhibü'l-hayr oldu hem-nâm-ı Ali'yyü'l-Murtezâ.
Hâtif-i Kudsî okur tahsînle bu tarihi.
Pâk ü rûşen câmi'-i zîbâ makâm-ı asfiyâ.
Tarih. Sene 1083 (M . 167 2 /7 3 ).
Kitâbede adı geçen Ali Ağa'nın, Gedus (G ediz)'li olduğunu, ak­
rabası bulunan Gedizli-zâde Süleyman kızı Rukiyye Hanım'ın 24 M art
1813 (21 Rebi'ül-evvel 1228) tarihli vakfiyesinden öğreniyoruz1. Ru­
kiyye Hanım bu vakfiyyesile, İzmir'de bulunan hanından, yahudi-hânesinden ve dükkânlarından aldığı kirâların bir kısmını, ozaman içün İz­
mir'in Câmi'-i atik mahâllesinde olan ceddi merhum Ali-Ağa Câmi'ine
vakfetmiş ve bâzı şartlar da koymuştu.
Hâlen cema'ata açık olan bu câmi'in, tek şerefeli bir minâresi var­
dır. Son cema'at mahâlli ise, kuzeyde ve batıda olmak üzre, iki kısma
ayrılıyor; ayni zanda bu mahâllin önü her hangi bir şekilde kapatılma­
mıştır. Zemin kısmı taştır. Üzeri ahşab çatı olup, sekiz köşeli ahşab
sütunlar bu çatıyı taşımaktadır. Geniş ve yüksek bir kasnak üzerine
1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 107 ve Hakkı Gültekin, İzmir
Tarihi, İzmir 1952, s. 55.
OSMANLI DEVRİ İZM İR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
95
oturan tek kubbesi ise, ana mekânın üzerini örtmektedir. Ana mekâna
giriş kapısı üzerinde bulunan bir âyetin altında «inşâ tarihi 1 0 8 3 -tâ m ir
tarihi 1314 ve 1958» diye kayıdlar vardır. Câmi'in mihrabı bir niş hâiindedir. Minberi oyma taşdan olup, korkuluk kısımları mermer taklidi
boyanmıştır. Kadınlar mahfili cümle kapısı üzerindedir ve boydan boya
önü kafes ile kapalıdır. Sütün başları altın yaldız süslemelidir. Kubbede
bir kısım kalem işile süslemeler vardır2. Bak resim nr. 6, 7, 8, 9.
Câmi'in batı tarafında ve câmi' avlusu ile irtibâtı bulunan oldukça
büyük ve eski bir hazirede, 1169 (1 7 5 5 /5 6 ) senesinde vefat eden Alaybeyi Ahmed Ağa, Zilhicce 1223 (O c a k -Ş u b a t 1809)'da vefat eden
Gedûsî-zâde Süleyman Ağa'nın zevcesi Sâliha Hanım ve gurre-i Zilhicce
1230 (4 Kasım 1815) tarihinde ölen, Cabbar zâdeler'den Mehmed Sâ­
dık Efendi gibi daha pekçok kimselerin mezarları bulunmaktadır. Fakat
bu hazîre gayet bakımsız ve mezar taşlarının çoğu, yarıya kadar top­
rağa gömülmüş olduğundan, daha eskisi bulunabileğini tahmin ettiği­
miz birçok mezar kitabelerini de okumak mümkün olamamıştır.
Bütün bu husûslar bize gösteriyor ki, Ali-Ağa Câmi'i bugün İz­
mir'in ayakda duran, oldukça eski câmi'lerinden biridir.
2
Işık Ungan, İzmir Cûmi’leri (San’at Tarihi Tezi), İstanbul 1968, s. 27/28.
6.
Alh-parmak Câmi’i: İzmir'de, Haşan Hoca mahâllesinde otu­
ran, Altı-parmak nâmile ma'rûf Hacı ilyas bn. Hemdem Çelebi tarafın­
dan inşâ olunmuştur. Cemâziyü'l-âhir 1059 (Haziran 1649) tarihli vak­
fiyesine nazaran, evvelâ mescid olarak yapıldı; bilâhire câmi' hâline ge­
tirildi.
Bu câmi' İzmir'de, Kasab Hızır veya Güngörmez mahâllesindeki
Hacı ilyas Efendi'nin Altı-parmak Hanı civarında bulunuyordu1.
1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, I. Vakfiye Defteri, s. 182/83; II. Vakfiye Defteri, s. 89/
90 ve 152. Aynca bak, Münir Aktepe, fzrnîr Hanları ve Çarşıları (Tarih Dergisi), Sayı 25
İstanbul 1971 ve Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defteri, nr. 208, c. I, 8/485.
7. Arap - Deresi Câmi’i :
İzmir'in güney-batı cihetinde ve Ma'mûretü'l-Hamid mahâllesinin, Arap-Deresi denilen mevki'inde bulunuyor­
du. 6 Rebi'ül-evvel 1319 (23.VI.1901) tarihli vakfiyesine nazaran, bu
M. MÜNİR AKTEPE
96
mahâllenin sakinlerinden ve hayır sâhiblerinden Giridli-oğlu adı ile
meşhur Halil Ağa bn. Hacı Mustafa bn. Ahmed yaptırmıştı. Bu itibarla,
XX. yüz yıl başlarında inşâ edildiği anlaşılan mezkûr câmi’e, Giridlioğlu Câmi'i adı dahi veriliyordu1.
1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 66 ve Ankara, Vakıflar Genel
Müdürlüğü, Fihrist Defterleri, nr. 208, c. V, 8/786.
8.
Aşmalı Mescid : İzmir'de, Mezarlık-başı'ndan İki-çeşmelik Câ-
mi'ine giden cadde üzerinde ve 827. sokaktadır. İzmir Müzesi'nde bu­
lunan câmi'lere âit eski eser fişlerinde, inşâ tarihi 1310 (1 8 9 2 /9 3 ) se­
nesi olarak gösterilmiş ise de, bu tarih yanlıştır. Çünki, İzmir'in Hâtûniye mahâllesi sâkinlerinden Debbağ es-Seyyid el-Hac İsmail Ağa bn.
es-Seyyid İbrahim bn. Mehmed'in 2 Kasım 1825 (20 Rebi'ül-evvel 1241)
tarihli vakfiyesinde «...M edîne-i mezbûrede Aşmalı Mescid-i şerifi kar­
şısında, köşede vâki...» ifâdesi bulunmaktadır1. Buna nazaran diyebili­
riz ki. Aşmalı Mescid mezkûr tarihde yâni 1825'de vardı ve pek tabi'i
olarak, bundan önce de yapılmıştı. 18 Temmuz 1835 (23 Rebi'ül-evvel
1252) tarihli diğer bir vakfiyede dahi. Aşmalı Mescid isminin geçme­
sine binâen, bu eserin, bahis konusu tarihde de faâl olduğunu söyle­
mek mümkündür2. Ancak, Aşmalı Mescid'in daha sonraki bir tarihde
yandığını, Kasab-başı-zâde Şerif Ahmed Efendi'nin vâlidesi Mustafa
kızı Fatma Hanım’ın 16 Ekim 1889 (20 Safer 1307) tarihli vakfiyesin­
den öğreniyoruz. Bu vakfiyede ise şöyle denilmektedir:
« ...v e medîne-i mezbûrede Kefeli mahâllesinde vâki' muhterik olan
Aşmalı mescid-i şerifi, ben hayatda iken inşâ edilmiş olursa sülüs-i
mezkûrdan yüz aded Osmanlı lirası ile bir akar iştirâ olunup, gailesi
mescid-i şerîf-i mezkûrun tâmirine sarf oluna ve eğer inşâ olunmamış
olur ise, meblâğ-ı mezkûr ile arsa üzerine mescid inşâ oluna...»3.
Bu kayıd bize câmi'in yandığını ve bilâhire tâmir dolayışile yeni­
den inşâsı içün teşebbüse geçildiğini göstermektedir. Müze fişlerinde
gördüğümüz 1310 tarihi, kanaatımızca bu tâmir veya ikinci inşâ tari­
hine âit olmalıdır. Kapı üzerinde mevcut
( N'n •
j'ü'
)
şeklindeki kitâbe, zannederim bu ikinci inşâ tarihini göstermektedir.
1
2
3
İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 100.
İzmir,Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 235.
İzmir,Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 83.
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
97
Aşmalı Mescid'in tuğladan bir minâresi vardır. Çatısı ahşab ve
üzeri kiremit örtülüdür. Tavanı düzdür ve bugün cema'ata açık durumdedir. Bak, resim nr. 10.
9. Ayazmalı Câmi’i : İzmir'de, Tireli Kethüda zâde Seyyid Hacı
Mustafa Ağa'nın evi civarında bulunuyordu. Mustafa Ağa 26 Safer
1211 (31 Ağustos 1796) tarihli vakfiyesile bu câmi'e dahi, her sene
içün bir mikdar balmumu vakfetmiş idi. Buna nazaran bahis konusu
câmi, en geç X V III. yüz yıl sonlarında yapılmıştı diyebiliriz1.
Bu gün içün hakkında fazla bilgiye sahib değiliz.
1
İzmir, VakıflarMüdürlüğü, II.
Vakfiye Defteri, s. 16/18.
10. Balcı Mescidi: İzmir'in ' Kefeli mahâllesinde bulunuyordu.
Mütevellîyesi Rukîye Hanım'a âit 6 Receb 1247 (11. XII. 1831) tarihli
bir vesikadan. Balcı Hacı Mehmed bn. Ali bn. Abdullah Efendi tarafın­
dan yaptırılmış olduğunu öğreniyoruz1.
Hakkında şimdilik başka bilgiye sâhib değiliz.
1 Başbakanlık Arşivi, Cevdet Evkaf tasnifi, nr. 1149.
11. Çiçek Mescidi: İzmir'in Temaşalık ve Fâik Paşa semtleri ara­
sında bulunan Çiçek mahâllesinde idi. Kimin tarafından ve ne zaman
yapıldığını bilemiyoruz. Yalnız, Hacı Mehmed Efendi bn. Hacı Ahmed
Efendi'nin 5 Rebi'ül-evvel 1313 (26 Ağustos 1895) tarihli vakfiyesinde
adı geçmektedir1. Diğer tarafdan, 3 Zilhicce 1318 (24 Mart 1901) ta­
rihli bir başka vakfiyede de, câmi'in gelirlerinden bahsolunmaktadır2.
Bu itibarla, XX. yüz yıl başlarında, cema'ata açık küçük bir ma­
halle mescidiydi diyebiliriz.
1
2
İzmir, VakıflarMüdürlüğü, //.
İzmir, VakıflarMüdürlüğü, II.
Vakfiye Defteri, s. 110.
Vakfiye Defteri, s. 240.
12. Çorak Kapısı Câmi’i : İzmir'de, Basma-hâne'nin karşısında ve
Gaziler caddesi ile Anafartalar caddesinin birleştiği noktada olup, hâlen
fa'âl durumdadır. Kimin tarafından ve kaç tarihinde yapıldığına dâir
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 7
98
M. M ÜNİR AKTEPE
üzerinde her hangi bir kitabe yoktur. Ancak, Halil Gürkaya, bu câmi'in
Hicri 1159 (= 1 7 4 6 /4 7 ) yılında yapılmış olduğunu, kaydediyor1. ; Bizim
bu câmi ile alâkalı olarak tesbit edebildiğimiz en eski tarih ise, 1 Ağus­
tos 1823 ( = 2 3 Zilka'de 1238) yılına aittir. Bu tarihde, İzmir'in Hâtûniye
mahallesinde oturan Hacı Abdurrahman Efendi zâde Mehmed Efendi'nin kızı Nefise Hanım, adına düzenlediği bir vakfiyede, mallarının geli­
rinden bir kısmını Çorak Kapısı Câmi'-i şerifi imamına tahsis etmiş
bulunuyordu2. Buna nazaran, en geç olarak 1823 senesinde, Çorak Ka­
pısı câmi'i faâl durumdaydı diyebiliriz. Diğer taraftan İzmir Vakıflar
Müdürlüğü'nde mevcûd bir başka vakfiye kaydında ise «Medîne-i İz­
mir'de Çorak Kapısı nâm mahâlde vâki' Bostanî Mahmud Efendi câmi'i
şerifi evkafının mütevellisi Hâfız Efendi'nin vefâtı ile yeri hâli ve hıdmet-i lâzimesi muattala kalup...»3 ifâdesi bulunmaktadır.
Gurre-i Muharrem 1311 (15 Temmuz 1893) tarihli olan bu ifâdeye
nazaran da, Çorak Kapusu câmi'inin Bostânî Mahmud Efendi tarafın­
dan yaptırılmış olması îcab ediyor. Bundan maada, yine İzmir'de Hâtûniye mahâllesinde oturan Debbağ Seyyid Hacı İsmail Ağa bn. Seyyid
İbrahim Ağa bn. Mehmed Efendi'nin dahi, 2 Kasım 1825 (20 Rebi'ülevvel 1241) senesinde tanzim ettirmiş olduğu bir vakfiyede, malları­
nın gelirinden bir kısmını Bostânî zâde Mehmed Efendi câmi'-i şerifi
imamına bırakmış olduğunu görüyoruz4. Bostânî-zâdeler'e âit bu kayıdlardan birincisini görmüş olması muhtemel bulunan, İzmir Tarihi
yazarı Bay Hakkı Gültekin de. Çorak Kapısı Câmi'i'nin 1309 (1 8 9 1 /9 2 )
yılında Bostan-zâde Mahmud Efendi tarafından Gaziler caddesinde yap­
tırıldığını söylemektedir5.
Fakat elimizde mevcut yukarıdaki kayıdlara dikkat edilecek olur­
sa, bu câmi'in 1309 yılından çok daha evvel yapılmış olduğu kolayca
anlaşılır. Nitekim bu hususu, câmi avlusunda bulunan mezarlara âit kitâbeler dahi isbata kâfi birer delildir diyebiliriz. Hâlen, bu câmi'in haziresinde sekiz-on kadar kabir bulunmaktadır. Her nekadar bunlardan
1 İzmir Câmi’leri (Yeniasır Gazetesi), İzmir 1965.
2 İzmir Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 31; Alay beyi İbrahim Bey dahi,
15 Şevval 1295 (12 Ekim 1878) tarihli vakfiyesinde «Çorak Kapı Câmi’i şerifine tahsis ey­
lediği yirmi beş aded liranın rıbhı...» ile bu Câmi’e lâzım olan şeylerin alınmasını şart
koymuşlardı. Bak, İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 3.
3 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 184.
4 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 100.
5 Adı geçen eser, s. 58.
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
99
bir kısmının kitâbeli taşları toprağa gömüldüğü igün okunamıyor ise
de, diğer bir kısmı okunur vaziyettedir. Bunların içinden en eskisi H.
1118 (1 7 0 6 /7 ) tarihlidir.
Kitabesi:
Tarih dedi
Hâtif-i gaybî eyleyüb
Nidâ - Ayşe - ruhu şâd
Ola - eyle gel duâ8
El-fâtiha
1118 (1 7 0 6 /7 )
Şeklinde olan bir mezar, bize bu câmi'in inşâ tarihi hakkında olmasa
dahi, mezkûr mahâllin eskiliği hakkında bir fikir verebilir kanaatindeyiz.
Diğer bir mezar taşında ise şu kitâbe mevcûttur.
1.
2.
3.
4.
Diriğ vâh Osman Beyefendiy-i hüner perver
Kazây-i belde-i İzmir'e olmuşiken henüz nâil
Edüb nâ-gâh rihlet gülistân-ı cennet-i adne
Tamam oldu sinîn-i ömrü olmadan mansıb-i kâmil
Cihânın böyledir encâm-ı kâr-ı nâ-behengâmı
Meded bu çend rûz-ı devlete dil verme ey âkil
İki dest-i duâyı re f edüb yaz hüzn ile tarih
Cemâl-i bâ-kemâl-i hakka Osman Bey Ola vâsıl
Fi. 8 Muharrem 1196 (24 Aralık 1781)
(
■Jj'
4£>-
Jlç- )
Nihâyet bir başka taşda da şunlar yazılıdır:
Hâlâ medîne-i İzmir'de nâib-i
Şeri'at-ı garra iken intikâl-i
Dâr-ı beka eden müderrisîn-i kirâm-ı
6 Nidâ’dân sonraki kelimelerin harfleri, ebced usûlü ile hesab olunduğunda «1128»
tarihli çıkıyor. Ancak, mezar kitabesinde «1118» tarihli açık şekilde görülmektedir.
M. M ÜNİR AKTEPE
100
Zevi'l-ihtiramdan merhûm ve mağfur
El-muhtaç ilâ-rahmeti rabbihi'l-gafûr
Kesriyeli zâde es-Seyyid
Ebûbekir Şefik Beyefendi
Rûhu için el-fâtiha. Sene 1236 (1 8 2 0 /2 1 ).
Bizim görüp okuyabildiğimiz mezar taşlarının bir kısmı, İlmîye ricâline, İzmir kadı ve nâiblerine âit olmakla beraber, bunların arasında
Bostan zâde Mehmed Efendi veya Mahmud Efendi adında her hangi
bir kimseye tesadüf edemedik. Diğer tarafdan bizzat cami binasında
dahi bu husûs ile alâkalı her hangi bir kitâbe yoktur. Ancak câmi'in
kıble duvarının dış kısmında ve sonradan bu duvara rabt olunduğu
belli olan bir diğer kitâbede şu ifâde vardır :
a)
ı>uVI jc_j!I J j LJI <il J j—j
t> il ,ji-l ¿kil <ul VI -d! V
b)
İzmir Kadısı merhûm es-Seyyid Osman Beyefendi
rûhu için el-fâtiha. Sene 1196 (1782).
Bu kitâbenin dahi, yukarıda bir başka ölüm kitâbesini gördüğü­
müz İzmir kadısı Osman Beyefendi'ye âit bulunduğu aşikârdır. Fakat
ne münâsebetle yazılup buraya koyulduğunu anlayamadık. Bunu.n dı­
şında, câmi'in bânisi olarak gösterilen Bostânî Mahmud Efendi veya
Bostan-zâde Mehmed Efendi hakkında her hangi bir kitâbe yoktur.
Vakıf kayıdlarında bahis konusu edilen Bostan-zâdeler'in de devri ve
kimlikleri hakkında fazla bir şey bulamadık. Ancak, burada şu husûsu
kaydetmek yerinde olur.
X V I. yüz yıl ile X IX . yüz yıl arasında yaşamış ve Osmanlı Devleti'ne bir çok kadı, kazasker ve bir de şeyhü'l-islâm yetiştirmiş bulu­
nan meşhur Bostan-zâdeler âilesinin menşe'i İzmir'in Tire kazasından
gelmektedir. Şayet, İzmir vakıf kayıdlarında adı geçen Bostânîler’den
Mehmed ve Mahmud Efendiler bu âileye mensub iseler, Çorak-kapı
Câmi'inin tarihçesi biraz daha aydınlanmış ve eski tarihlere doğru git­
miş olacaktır.
7 Meliha Aktay, Bostan-zâdeler (Tarih Mezûniyet Tezi) İstanbul Edebiyat Fakültesi,
1950.
.............................
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
101
Hâlen, kesin olarak inşâ tarihini tesbit edemediğimiz bu eser, önde
küçük bir avluyu ve batı ile güneyde ise, gayr-i muntazam bir hazireyi
ihtiva eder. Kurşunla örtülü beş kubbe altındaki son cema'at mahâllinin etrafı câmekân ile çevrilmiştir. Ana mekânı örten tek büyük kubbe,
sekiz köşeli bir kasnak üzerine oturur ve her kenarda yuvarlak kemerli
bir pencere vardır. Bu büyük kubbenin iki yanında üçer kubbeli yan
mekânlar mevcûttur. Külâhı ve gövdesi kesme taşdan olan bir minâresi vardır. Kadınlar manfili, yan mekânların üst kısmında bulunur ve
buraya ahşab oymalı bir merdiven ile çıkılır. Ana mekânın büyük kub­
besini, kemerlerle birleşmiş sütunlar taşır. Mihrab bir niş halindedir.
Minberi mermerdir. Kubbe hendesi motiflerle süslüdür8. Bak, resim nr.
11,12,13,14,15,16.
8 Işık Ungan, İzmir Câmîleri (San’at Tarihi Tezi), Edebiyat Fakültesi, İstanbul 1968.
13. Damlacık Câmi’i: Kılcı Mescidi adını dahi alan bu eser, İz­
mir'de, memleket hastahânesinin güneyinde ve Damlacık mahâllesinde bulunmaktadır. Bugünkî sokak numarası ise 426'dır. Damlacık câmi'inin üzeri, meyilli ahşab çatı ve kiremit örtülüdür. Kesme taşdan binâ
edilmiş bir de minâresi vardır. Bak, resim nr. 17. Doğrudan doğruya
câmi'e âit olmamakla beraber, câmi'in avlu duvarı üzerinde hicri 1210
(1 7 9 5 /9 6 ) tarihli bir çeşme kitâbesi mevcuttur ve bu kitâbede şunlar
yazılıdır:
«Sâhibü'l-hayrat ve'l-hasenat Mustafa
oğlu Mustafa'nın hayrıdır. Sene 1210.
Damlacık Câmi'i, mevki'i itibârile yokuş başında ve köşede olduğu
içün; 448. sokaktan câmi'in altına gelen ve hâlen müezzin ikâmetgâhı
olarak kullanılan 7 nr.lu evin kapısı üstünde de ayrıca şu kitâbe var­
dır.
Ettî delâlet bende-i âl-i Osman
Çün sa’î ile şeref buldu câmi'-i zîşân
Hamdü-lillâh hitâm buldu inşâsı dedi Fahrî
Bu da bir hezâ min fazl-ı Rabbî
M. M ÜNİR AKTEPE
102
( ıJj J-^û*
J
)
Zilhiccetü'ş-şerife sene-i hicriye 1330 (Kasım 1912).
Bu câmi'in hazîresinde gömülü bulunan şahıslara âit mezar kita­
belerinin en eski tarihlisi de, câmi'in banisi olduğu rivâyet edilen Ha­
şan isimli bir zâtın H. 1113 (1 7 0 1 /2 ) tarihli mezar taşıdır.
Burada, câmi'in kimin tarafından ve nezaman yapıldığına dâir bir
kitabe mevcûd olmamakla beraber, bu eserin yukarıda verilen tarihler­
den daha önce binâ edildiğini söylemek her hâlde hatalı olmıyacaktır. Diğer tarafdan, İzmir Müzesi'nde mevcut, İzmir câmi'lerine âit eski
eser fişlerinde de. Damlacık Câmi'i, Kılcı Mescidi olarak gösterilmiştir
ve müezzin evinin kapısı üzerindeki kitâbeye bakarak, bu câmi'in H.
1330 senesinde yapıldığı kayd olunmuştur. Fakat yerilen bu inşâ tari­
hinin doğru olmadığı kanaatindeyiz. Çünki, İzmir Vakıflar Müdürlüğü'nde bulunan H. Vakfiye D efterinde mevcût 20 Cemâziyü'l-evvel
1307 (12 Ocak 1890) tarihli bir kayıd suretinde «Medîne-i İzmir'de,
Damlacık mahâllesinde vâki' Kılcı Mescidi demekle ma'rûf mescidin
kıbel-i şer'den mansub mütevellisi, mahâlle-i mezbûre ahâlisinden Kestâne-pazarlı Hacı Osman Efendi bn. Hacı Mehmed Efendi» ifâdesi geç­
mektedir1. Bu ifâdeye dikkat edilecek olursa, Damlacık Câmi'i ile Kılcı
Mescidi'nin aynı eser olduğu ve Kılcı Mescidi (= D am lacık Câmi'i)'nin,
20 Cemaziyü'l-evvel 1307 tarihinde cema'ata açık bulunduğu sarih şe­
kilde meydana çıkar.
Yaptığımız araştırmalar neticesi, yine İzmir Vakıflar Müdürlüğü'nde mevcûd II. Vakfiye Defterinde bulduğumuz 21 Şevvâl 1242 (18
Mayıs 1827) tarihli ve Çankırılı-oğlu sebili ile alâkalı diğer bir vakfiye
örneği de2, bize bu İzmirli Kılcı-zâde âilesinin XIX . yüz yıl başlarında
yaşadığını göstermiştir. Bu vakfiyede bulunan «Medîne-i İzmir'de,
Câmi'-i atik mahâllesinde sâkin iken, bundan akdem vefat eden Kılcızâde el-Hac Mehmed Efendi bn. Abdullah'ın zevce-i metrûkesi işbu
bâisü'l-vesîka Ümmü-gülsüm bnt. el-Hac İsmail nâm hâtûn tarafın­
dan...» ifâdesine nazaran, Kılcı-zâdelerin, X V III. yüz yıl sonlarile, XIX.
yüz yıl başlarında, İzmir'de oturdukları söylenebilir. Bu itibarla, bahis
konusu Damlacık Câmi'inin Kılcı-zâdeler ile bir alâkası bulunduğu tak­
1 Bak, s. 143.
2 Bak, s. 184.
OSMANLI DEVRİ İZM İR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
103
dirde, bu câmi'in inşâ senesini, biraz daha erken tarihe almak mümkün
olabilecektir.
Burada, câmi'in avlu duvarı üzerinde bulunan 1210 (1 7 9 5 /9 6 ) ta­
rihli çeşme kitabesi dahi dikkati câlibtir. Nihayet câmi' haziresinde
mevcut 1113 (1 7 0 1 /2 ) tarihli mezar kitâbesi, bu câmi'in en geç XVIII.
yüz yılın başında inşâ edilmiş olması lâzım geldiği düşüncesini bizde
uyandırmaktadır. Nitekim, Başbakanlık Arşivi (İstanbul), Mühimme
Defterlerinde gördüğümüz ve suretini aynen aşağıya dere ettiğimiz
evâil-i Şevvâl 1132 (Ağustos 1720 ortaları) tarihli vesika örneği de, bu
husustaki düşüncelerimizi takviye eder mâhiyetde olmalıdır :
«İzmir kadısına hüküm ki.
Medîne-i İzmir civarında, şabunhânelere karib mahâlde vâki' Dam­
lacık nâm pınar kimesnenin mülki olmayup, bilâ sâhib olmağla, ashâb-ı
hayratdan bir kimesne ol pınarın bir mikdar suyunu iki çeşmeye3 icrâ
edüp, ma'adası yabana ceryan etmekle intifa'dan âtıl olduğu i’lâm olun­
mağın zikr olunan pınar suyundan sâlifü'z-zikr iki çeşmeye icrâ olu­
nandan ziyâdesi dahi ibâdullahın intifâ'ı içün destûr-ı ekrem müşîr-i
efham nizâmü'l-âlem nâzım-ı menâzimü'l-ümem vezîr-i a'zam sitûde
şiyem ve dâmad-ı muhteremim İbrahim Paşa edâm Allahü-ta'alâ
iclâlehû... tarafından hasbeten lillâhi ta'alâ binâ ve ihyâ eyledikleri
mescid-i şerif ve sabun-hânelerine icrâsına mümana'at olunmaya deyü
yazılmıştın)4.
Burada görülüyor ki, Nevşehirli sadrıâzam Dâmad İbrahim Paşa,
Damlacık civarında ve yine bu havâlide olan sabun-hânelerine yakın
bir mahâlde, bir mescid bîriâ ve ihyâ etmiştir. Ancak Damlacık havâli­
sinde İbrahim Paşa adına bir başka mescid görülemediğinden, mezkûr
Damlacık mescidinin, İbrahim Paşa'ya âit olması da bir ihtimâl dahilin­
dedir. Kılcı-zâdeler ise, bu eseri ta'm ir ettirmiş olabilir. Henüz, bu husûsu kat'i şekilde hâlledecek bir vesîka veya kitâbeye sâhib değiliz.
3 Bu *iki çeşme* nin, İki-çeşmelik semti ile ne dereceye kadar bir münâsebeti var­
dır bilemiyoruz. Ancak, hâlen şehrin merkezinde kalan ve en eski müslüman mahâllelerinden biri olan İkiçeşmelik semti, Damlacığ’a çok yakın bir mahâlde bulunmaktadır. Bu­
rada bir de câmi’ olup altında şadırvanı vardır. Bak, İkiçeşmelik Câmi’ine.
4 Mühimme Defteri, nr. 129, s. 318.
14. Esnaf Şeyh Câmi’i : İzmir'de, Câmi'-i atik mahâllesinde, bu­
gün 442. sokak 56 nr. da bulunmaktadır. Çivici Hamamı'ndan Arab-
104
M. MÜNİR AKTEPE
fırmı'na giden yol üzerinde ve mahâlle arasındadır. Fakat, çok önemli
olduğunu tahmin ettiğimiz bu câmi'in, maateessüf tarihi hakkında bu­
gün hiç bir şey bilemiyoruz. Baktığımız vakıf defterleri içinde de bu
câmi' ile alâkalı her hangi bir kayda tesadüf edemedik. Ancak cami'
haziresinde bulunan 15 kadar mezardan, okuyabildiğimiz iki taşın ki­
tabesi, Hicri 1149 (1736) ve 1222 (1807) tarihlidir. Bunlardan 1222
tarihli olanı, İzmir vâlilerinden Hacı İsmail Paşa'ya aittir. Diğer taşlar
ise, toprağa çok gömülmüş olduğundan okumak imkânı hasıl olamadı.
Maamafih hazirede mevcut taşların eskiliği ve burada yatan şahısların
önemi hususuna dikkat edilirse, câmi'in dahi eskiliği ve ehemmiyeti
hakkında bir fikir edinmek mümkündür diyebiliriz. İleride, İzmir'in Şer’i
Sicil Ahkâm Defterleri üzerinde yapacağımız çalışmalar, bu câmi'i ol­
duğu kadar, İzmir'in diğer eserlerinde dahi gizli kalmış tarafları açık­
lığa kavuşturacaktır zannederiz.
Hâlen mevcût Esnaf Şeyh Câmi'i küçük bir avluyu ve hazireyi ih­
tiva eder. Son cemaat mahâllinin önü câmekân olup, üzeri kiremit ör­
tülüdür. Minâresi beş köşeli bir kaide üzerine oturur ve 1957 sene­
sinde tamamen yeni olarak yapılmıştır. Ana mekân tromplu bir kubbe
ile örtülüdür. Pençereler iki kademedir. Mihrabı niş hâlinde, minberi
ise ahşabtır. içinde süsleme yoktur1. Bak, resim nr. 18, 19.
1 Işık Ungan, İzmir Câmi'leri, s. 66.
15. Eşref Paşa Câmi’i : İzmir'in güneyinde, Beş-tepeler ile Nüzhetgâh mahâllesine yakın bir yerde olup, bilâhire bu mevki'e, câmi'in
bânisi olan Hacı Eşref Paşa'ya nisbetle, Eşref-Paşa adı verildiği içün,
câmi'de hâlen Eşref-Paşa semtinde ve Eşref-Paşa caddesi üzerinde bu­
lunmaktadır.
Hacı Eşref Paşa, Suriye vilâyeti vâli muâvinliğinde çalıştıkdan son­
ra1, İzmir'e geldi ve İl idâre meclisi üyesi oldu. İzmir Belediye reîsi Evliya-zâde Hacı Mehmed Efendi'nin görevinden isti'fâsı üzerine, 12 Ekim
1311 tarihinde, vekâleten İzmir Belediye başkanlığına getirildi. Daha
sonra Belediye seçimlerini kazanarak, asâleten bu makamı işgal etti.
1314 yılında, Rumeli Beylerbeyliği rütbesile ve III. Osmânî, IV. Mecîdi
nişanlarını hâiz bulunduğu hâlde, yine bu görevde kaldı. İzmir Belediye
1 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Esas Defterler, c. II, nr. 8/675.
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
105
başkanlığı esnasında, bilhassa şehrin yollarını genişletmek ve yeni cad­
deler açmak sûretile şöhret yaptı2. Bugün şehri, güney kesiminde, do­
ğudan batıya kat'eden ve Eşref-Paşa caddesi adını alan yol onun ese­
ridir. Bu cadde üzerinde bulunan câmi dahi, Eşref Paşa tarafından yap­
tırılmıştı. Câmi'in vakfiyesi ise aynen şöyledir.
«Medîne-i İzmir'de Câmi'-i atik mahallesinde Natır-zâde Medresesi
civarında sâkin medîne-i mezbûre Belediye reîsi saadetli Hacı Eşref
Paşa hazretleri bn. Süleyman Efendi, meclis-i şer'-i şerîf-i enverde zlkr-i
âti vakfına ... mütevelli nasb ve tâyin eylediği Nuri Efendi bn. Mustafa
mahzerinde ... ikrar-ı tam ve takrîr-i kelâm edüp, vâkf-ı âtiyü'z-zikrin
sudûruna değin silk-i mülkümde münselik olan emlâkimden medîne-i
mezbûrede, Nüzhetgâh mahâllesinde kâin tarafeyni Yenişehirli Ahmed
ve İsmail Beylerin bağları ve bir tarafı bânisi bulunduğum câmi'-i şerif
avlusu ve taraf-ı râbi'i tarîk-ı âm ile mahdûd biri-birine muttasıl biri bü­
yük ve ikisi küçük üç bâb menzilden her birini vakf-ı sâhih-i şer'î ve
habs-i sarîh-i mer'î ile vakf ve habsedüp şöyle şart ve tâyin eyledim
ki ... masârif-i zarûriyyeleri ba'de't-tenzil bâkisinden câmi'-i şerîf-i mez­
kûr imam ve hatîbi bulunan efendilere şehri üçerden altı ve müezzini­
ne iki ve...» verile.
24 Cemâziyü'l-evvel 1315 (21 Ekim 1897)3,
Bu vakfiyeye nazaran, 21 Ekim 1897 tarihinde. Eşref Paşa Câmi'inin yapılmış veya yapılmakta olduğu söylenebilir. İzmir Müzesi eski
eser fişlerinde ise, bu câmi'in 1319 tarihinde inşâ olunduğu kaydolun­
maktadır. Câmi'in iç kapısı üzerinde bulunan iki mısra'lık kitâbede ay­
nen şu ifâde mevcuttur.
Eşref Paşa hazretlerile halîleri
Hâce Fatma Hanım'ın eser hayriyeleridir
1320 (1 9 0 2 /3 )
Görülüyor ki, câmi'in tamamlanması biraz gecikmiştir. Ve son­
radan Hâce Fatma Hanımda bu eserin itmamına iştirâk etmiştir. Hacı
2 İbrahim Cavid, H. 1314 senesi Aydın Vilâyeti Sâlnâmesi, s. 67 ve 90 ile Râif Nezih,
İzmir Tarihi, I. Kitap, 17. forma, s. 11.
3 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 182.
M. M ÜNİR AKTEPE
106
Eşref Paşa'nın 21 Ramazan 1323 119 Ka<;ım
...
vakfiye ile bu câmrine daha bâz, yer|er vakf ettiğini g ö l e k l e ^ ' ^
Eşref Paşa Cam. i, bir bodrum kat. üzerine fevkani olarak yapıl
m ıştır Ç a m , ahşab meyılI, vs kiremit örtülüdür. Son cema'at mahâl
doğusunda otan tek mmâresl kesme taşdandır ve mlnâre s e te kö
şeli bir kaide üzer,ne oturmaktadır. Mlnâre külah, taşdandır Cârnk d
m ir parmaklıkla çevrili bir avlu İçinde bulunmaktadır, ön oebhe y a ™
duvar payeler,la bölünmüştür ve burada geniş bir alınlık bulunur A İn
|.k üstündeki madalyonun içinde ise 1 3 1 9 n q m / o \ ♦ -uDiğer yanlarda İki kademe hâlinde pencereler varS r
? * ' ■
M i l oldukça küçüktür Ana mekâna ahşab bir kap,'üe g »
Bu k Z
ve pencere kemerler, bırı-bırine benzeyen özel hir
+
*
P
nın üzeri, sekiz köşel, blr kubbe ila a S l d S
ne oturmuş vazıyettedir. Sâde ve derin bir nis h â lin i
-u upâyelen'
Ahşab minberi mermer taklidi boyalıdır-. Bak. resim nr. 2o! 21^ 2 3
4 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, 11, Vakfiye Defteri s. 182
5 I5ık Ungan, İzmir Câmi'leri (San’at Tarihi Tezi) Is'tanbnl pa u„
c ao/AT
istantml Edebiyat Fakültesi,
16. Giridli-oğlu Câmi’i : Bak, Arap - Deresi Câmi'i.
17. Güzel-yalı Câmi’i :
Bak, Ma'mûretü'l - Hamîdiye Câmi'i. *
18. Hacı Ali Ağa Câmi’i :
Bak, Horasanlı Mescid.
19. Hacı Bey Câmi’i: İzmir'de, Top-altı semtinde, Memduhiye
mahâllesinin 746. sokağındadır. Bu itibarla, bâzen Top-altı câmi'i adı
ile de tanınmaktadır. İzmir şehrinin Mahâlle-i cedîd ehâlisinden olan
Morali Baladur Hacı Bey nâmile meşhur. Yunus oğlu Mehmed Ağa ta­
rafından 1307 (1 8 8 9 /9 0 ) tarihinde yaptırılmıştır. Minâre kaidesinde ve
İyon tarzı bir sütün başlığı üzerinde bulunan kitâbesi ise şöyle yazıl­
mıştır :
a.
Baladur Hâcı Mehemmed Bey ki sâhib-i hayırdır
Hayr içün yapdı esâsından bu câmi'i binâ
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
b.
107
Pek büyük âlî-cenâblıktır bu hizmet dîn içün
Dîn ü dünyâ dâim oldukça bula nâmı beka
c. Sa'yi makbul ola indallâh dahi ecri azîm
Hâsılı ... murad ede Cenâb-ı kibriyâ
d.
Çün cema'at toplanup evkât-ı hamse kılalar
Lâyık odur edeler bânisine hayr-ı duâ
e. Söyledim tarihini gördükde Hilmî elif ile
Hacı Bey tevfîk-ı Hakla kıldı bir câmi binâ
Sene: 1307
Baladur Hacı Bey, 11 Rebi'ül-âhir 1307 (5 Aralık 1889) tarihli
vakfiyesile, bu câmi'in imamına, hatibine, mütevellisine ve tefrişine, ba­
kımına harcanmak üzere bir çok emlâkini vakf etmiş ve ne şekilde kul­
lanılacağı hakkında, şartlar koymuşdu1. 18 Rebi'ül-ahir 1313 (8 Ekim
1895) tarihli ikinci vakfiyesinde ise, vakfına bir kısım daha mallar ilâve
etmekde, mütevellisini ve vakıf şartlarını değiştirmektedir2. Nihayet
kendisi 10 Şevval 1315 (4 Mart 1898) tarihinde ölmüş ve câmi'i avlu­
suna defnedilmiştir. Mezar taşında dahi manzum bir kitâbe vardır.
Hüve'l-bâkî
Morali nâmı Mehemmed bu Baladur Hacı Bey
Irci'î emrile etti dehr-i fânîden güzâr
Mazhar-ı cûd-ı sehâ olmuş-idi ol rütbe kim
Eyledi sarf birr u hayrâta nüküdun bî-şumâr
...cümle cıvâr-ı beldede bu câmi'in
Etti inşâatına bezl-i vücûd leyi ü nehâr
Pâydâr oldukça hayrâtı ve meberrâtı ânın
Meskenin dârü's-selâm etsün cenâb-ı kird-gâr
1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 122.
2 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 121.
108
m
. m ü n ir â k t e p e
Çıktı bir hâtif dedi târih-i cevherdârını
Hacı Bey Bağ-ı na'îme azm edüb kıldı karar
Ruhuna fatiha. Fi. 10. Şevval 1315
Hacı Bey'in yanında bulunan karısının mezar kitâbesinde dahi şun­
lar yazılıdır:
Ah mine'l-mevt
Beni kıl mağfiret yâ Rabb-i yezdân
Bî-hakk-ı Arş-ı a'zam nûr-ı Kur'an
Gelüp kabrim ziyâret eden ihvan
Edeler ruhûma fatiha ihsan
Baladur Hacı Bey
Zevcesi merhume Hatice
Rûhuna fâtiha : Sene 1322.
Hacı Bey câmi'inin küçük bir avlusu vardır. Son cema'at mahal­
line bir merdiven ile çıkılır ve burası câmekân ile örtülüdür. Kubbesi se­
kiz köşeli bir tanbur üzerine oturur. Bu kubbenin üstü kurşun kapla­
madır. Minârenin kaidesi köşeli olup, kesme taşdandır. Minare gövdesi
sıvalı ve külahı ise kurşundur. Ana mekânı tromplu bir kubbe örter. Bu
câmi'de kadınlar mahfili yoktur. Mihrab bir niş hâlindedir. Minberi ahşabtır. içinde altın yaldızlı süslemeler vardır3. Bak, resim nr. 24, 25, 26,
27, 28, 29. Câmi'in önünde bulunan çeşmenin kitâbesi de aynen şöyled ir:
Sâhibü'l-hayrât ve'l-hasenât
Baladur Hacı Bey Mehemmed Ağa
Sene : 1305
3 Işık Ungan, İzmir Câmi’leri (San’at Tarihi Tezi), İstanbul 1968, s. 137-142; Hakkı
Gültekin, İzmir Tarihi, İzmir 1952, s. 57; Vedat Sivri, İzmir Câmi’leri (Ege Ekspres Ga­
zetesi), sene 1960.
20. Hacı Haşan Câmi’i :
İzmir'de, Pazar-yeri (Agora) mahâllesin-
OSMANLI DEVRİ İZM İR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
109
de, Papuccu sokağında bulunuyordu1. Devri ve banisi hakkında şimdi­
lik bir bilgiye sahib olamadık.
1 Ankara, Vakıflar Genel Mdr. Fihrist Defterleri, nr. 208, c. I, 8/1319.
21. Hacı Mahmud Câmi’i: İzmir'de, Kemeraltı caddesine açılan
II. Beyler-sokağı nihâyetindedir ve hâlen faal durumda olup Vakıflar Ge­
nel Müdürlüğü'ne bağlıdır. Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi'nde bulduğumuz bir kayda nazaran, bu câmi'in banisi Hacı Mustafa Efen­
di olduğu hâlde, eser daha ziyâde Mahmud Hoca Câmi'i adı ile şöh­
ret bulmuştu1. 30 Mayıs 1885 (1 5 Şaban 1302) tarihli diğer bir vakıf
kaydında dahi bu câmi'in ismi «Evkâf-ı hümâyûna mülhak evkafdan
Hacı Mahmud Câmi-i şerifi denilmekle müştehir Hoca Mahmud Câmi-i
şerifi» olarak geçmektedir2.
Bu ifâdeden açık şekilde anlaşılacağı üzre, mezkûr câmi'e sonra­
dan, burada Hocalık yapan Hacı Mahmud Efendi adında'birinin ismi
alem olmuş ve bu sebeple de câmi'e, bâzen Hacı, bâzen Hoca Mahmud
Efendi câmi'i adı verilmiştir diyebiliriz. Nitekim bu câmi'in avlusunda
bulunan hazire içindeki bir çok mezarlardan bir tanesinin de Seyyid
Hacı Mahmud Efendi isimli bir zâta âit olduğunu görmekteyiz. Bahis
konusu mezarın kitâbesinde ise aynen şunlar yazılıdır.
Hüve'l-hayyü'l-bâkî
Bu merkade her kim ederse duâ
Ede mahşerde şefa'at Müctebâ
Merhûm ve mağfur Hâfız-zâde
Esseyyid el-Hac Mahmud Efendi
Rûhu içün el-fâtiha.
Sene: 1193 (1779).
Fakat bu Hacı Mahmud Efendi'nin vakfiyelerde adı geçen. Hacı
Mahmud Efendi olup olmadığını bilemiyoruz. Ancak Gâmi'in ismini ve
bu hazirede medfûn Hacı Mahmud Efendi'yi göz önünde tutan bâzı ya­
zarlarımız ise, câmi'i 1193 (1779)'da vefat eden Hacı Mahmud Efendi'ye mâl ederek, bahis konusu câmi'in dahi bu ölüm tarihinden evvel
1 Bak, Fihrist Defterleri, nr. 208,. c. II, 8/1748. !
2 İzmir Vakıflar Müdürlüğü, I. Vakfiye. Defteri, s. 164.
M. MÜNİR AKTEPE
110
yapılmış olması îcab ettiğini söylemişlerdir. Meselâ, İzmir Tarihi..yazarı
Hakkı Gültekin'in verdiği bilgiye dayanarak3. Bayan Işık Ungan, İzmir
câmi'leri adlı tezinde, bu hususda hatalı olarak şunları yazm aktadır:
«Hacı Mahmud C âm i'i: ikinci Beyler sokağındadır. Yaptıran Hacı
Mahmud Paşa'dır. 1679'da öldüğüne göre bu câmi daha önceki bir
tarihde yapılmış olmalıdır. Hacı Mahmud Paşa, câmi'inin batısındaki
küçük hazirede yatar. Mezarın başlık taşında ölüm tarihi olan hicri 1193
(M . 1679) yazılıdır...»4. Işık Ungan'ın burada bahis konusu ettiği Hacı
Mahmud, paşa değil efendidir ve hicri 1193 senesi, milâdi 1679 yılına
değil, 1779 tarihine tekabül eder. Maamafih, Hacı Mahmud Câmi'i adı
ile meşhur olan bu eser, hakîkaten 1779 yılından daha önce yapılmıştır
diyebiliriz. Çünki 28 M art 1753 tarihli bir vakfiyenin sahibi olan. Odum
kapılı zâde Hacı Mehmed Ağa, 11 Haziran 1765 tarihinde, yâni Seyyid
Hacı Mahmud Efendi'nin ölümünden 14 sene evvel, mezkûr vakfiyesine
bir şerh vermiş ve evlâdları inkıraz bulduğu takdirde; vakfına. Hacı Mah­
mud Câmi'i evkafına her kim mütevelli olur ise, vakf-ı mezkûra da o
mütevelli olsun diye bir şart koymuştu, işte bu ifâde bize gösteriyor
ki. Hacı Mahmud Câmi'i 11 Haziran 1765 tarihinden önce de mevcuttu.
Nitekim bahis konusu câmi'in avlusunda bulunan H. 9 Receb 1170 (30
Mart 1757), 1171 (1 75 8), ve 1181 (1767) tarihli mezar kitâbeleri dahi
bu husûsu isbatlayacak birer delildir zannederiz5. Diğer tarafdan mezkûr
3 Bak, İzmir Tarihi, İzmir 1952, s. 55.
.
4 İzmir Câmi’leri (Edb. Fak. San’at Tarihi Tezi), s. 31; Bu malûmatı, Seyyid Hacı
Mahmud Efendi’ye âit mezar kitâbesile karşılaştır.
5 Bu kitabeler aynen verilmiştir:
a)
Ah mine’l-mevt
Merhûme ve mağfûre Havva
Kadın bnt. Hacı Ömer Ağa
Rûhuna el-fâtiha
9 Receb sene 1170
b)
Merhûme ve Mağfûre
Hâfız-zâde İbrahim
Efendi’nin kerîmesi
Fatma rûhuna
el-fâtiha sene: 1171
c)
Hüve’I- haUâku’l- bâkî
Ziyâretden murad heman duadır
Bu gün bana ise yarın sanadır
Merhûme ve mağfûre Ulacaklı-zâde
•
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
111
câmi'in adına Gedûsî (Gedizli) zâde el-Hac Abdullah Ağa bn. Hüseyin
Ağa bn. Haşan Ağa'nın gurre-i Safer 1129 (15 Ocak 1717) tarihli vak­
fiyesinde de tesadüf ediyoruz. Hacı Abdullah Ağa, Hacı Mahmud Câmi'inde, yaz aylarından haziran, temmuz ve ağustos aylarında, namaz­
lardan sonra, soğuk su yapmak içün immına her gün bir denk kar alın­
mak üzere günde elli akça verilmesini şart koşuyordu8.
Gedizli-zâde'nin vakfiyesinde bulunan bu cümle de, bize Hacı Mah­
mud Câmi'inin en geç 15 Ocak 1717 tarihinde cema'ata açık bulundu­
ğunu göstermektedir.
Lâkin, mezkûr câmi'in, kat'i şekilde, hangi tarihde yapılmış oldu­
ğuna dâir elimizde bir kayıd yoktur. Câmi'in bânisi olarak gösterilen
Hacı Mustafa Efendi'nin kimliği ve devri hakkında da bir bilgi bulama­
dık. Bu itibarla, şimdilik bildiğimiz husûs, sâdece bu câmi'in XV III. yüz
yıl başlarında mevcut ve faal bir eser olduğu yolundadır.
Hacı Mahmud Câmi'inin, son cema'at mahâlli câmekân ile çevrili­
dir. Ana mekânı örten kubbe, sekiz köşeli bir kasnak üzerine oturur
ve üstü kiremit örtülüdür. Bir tek minaresi vardır ve tuğladan olup,
üzeri sıvalıdır. Mihrab bir niş hâlindedir. Minberi ahşabtır. İki ahşab
sütuna istinad eden kadınlar mahfili ise kafesle örtülüdür7. Bak, resim
nr. 30, 31, 32, 33.
Kerimesi Emine Kadın rııhûnâ
El-fâtiha. S.ene: 1181
d)
Merhûm Hâfız-zâde Seyyid
Ahmed Efendi rûhuna el-fâtiha
Sene: 1193
e)
Hâfız-zâde Mahmud Efendi
Zevcesi merhûme Şerife
Hadice Kadın rûhuna
Fâtiha. Sene: 1220
f)
Hüve’l-hay
Hacı Mahmud Câmisi
Müezzini merhum kasab
Hüseyin Efendi rûhuna
Fâtiha. Sene: 1277
6 İzmir Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 22/23.
7 Işık Ungan, İzmir Câmi’leri, (Edb. Fak. Sân’at Tarihi Tezi), İstanbul 1968, s. 31/32.
M. M ÜNİR AKTEPE
112
22. Hacı Mehmed Câmi’i : İzmir'de, İkiçeşmelik Câmi'inden Dam­
lacık semtine giden Uzunyol üzerinde ve 841. sokak nr. 1 dedir. Dış
kapısı üzerindeki kitabede şunlar yazılıdır:
Câmi'-i Hacı Mehemmed Ağa gerçi yandı.
Avn-i bârî ile yapıldı yine a'Iâ ra'nâ.
Der târihini ............................. cema'at Fikri (?)
Ettiler himmetle câmi'in ez nev inşâ1.
1280
Burada her nekadar Hacı Mehmed Ağa'nın kimliği hakkında bir
bilgi yok ise de, İzmir Müzesi'nde bulunan, İzmir câmi'lerine âit eski
eser fişlerinde, bu Hacı Mehmed Ağa'nın Ödemiş'in Balyanbolu nâhiyesinden olduğu kayıdlıdır. Nitekim, Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde bulunan, vakıf kayıdlarından birinde dahi, İzmir'de, Câmi'-i
atik mahâllesinde, Ödemiş'in Balyanbolu nâhiyesinden Hacı Mehmed
Efendi'ye âit bir câmi olduğu bahis konusu edilmektedir2.
Diğer tarafdan bu câmi 1280 (1 8 6 3 /6 4 ) yılında yanıp, yeniden
yapıldığına nazaran, ilk def'a, her hâlde X IX . yüz yılın başlarında veya
X V III. yüz yılda yapılmış bulunuyordu diyebiliriz. Ancak câmi'in tâmirinden önceki devirlerine âit, şimdilik daha fazla bir bilgiye sâhib de­
ğiliz. Daha sonraları ise, Kasab-başı zâde Şerif Ahmed Efendi’nin an­
nesi, Mustafa kızı Fatma Hanım, 20 Safer 1307 (16 Ekim 1889) tarihli
vakfiyesile, bu câmi'in tâmiri içün kendi vakfının gelirinden bir mikdar
para ayırmış bulunmaktadır3. Ayni zamanda Sa’lebci-zâde Hacı Ahmed
Efendi bn. Hacı Mehmed Ağa dahi, 18 Rebi'ül-evvel 1311 (29 Eylül
1893) tarihli vakfiyesinde. Hacı Mehmed Câmi'i imamına, kendi vak­
fının gelirinden bir kısmını vazife olarak tâyin etmiştir4.
Hâlen cema'ata açık bulunan Hacı Mehmed Câmi'inin önünde kü­
çük bir avlusu vardır. Yeri yüksek olduğu içün, kuzey istikametinde,
İzmir şehrine hâkim bir manzaraya sahibtir. Son cema'at yeri câmekân
1
2
3
4
Bu kitâbenin üçüncü mısrâı tam okunamadı.
Bak, Fihrist Defterleri, nr. 208, c. I, 8/1319.
İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye. Defteri, s. 83.
İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 68/70.
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
113
ile kapalı olup, iki kısımdan müteşekkildir. Câmi'in üzeri ahşab meyilli
ve adi kiremit örtülüdür. Bir minâresi olup üzeri sıvalıdır. Dahilde ana
mekân bir süs kubbesile örtülüdür. Minberi ahşab ve mihrabı bir niş
halindedir. Mihrabın üstünde ve pencerelerin kenarında san'at değeri
bulunmayan bir takım süslemeler vardır5. Bak, resim nr. 34, 35.
5 Işık Ungan, İzmir Câmi’leri, s. 29/30.
23. Hacı Velî Câmi’i : (M um -yakm az) İzmir'de, Hâtuniye meyda­
nından Çorak-Kapı ve Basma-hâne'ye giden Anafartalar caddesi üze­
rinde olup, sağ taraftadır. Bu câmi'i, 26 Haziran 1730 (10 Zilhicce 1142)
tarihli vakfiyesine nazaran, İzmir'de Hâtuniye mahâllesinde oturan
Alâiye (Alanya)lı Hacı Velî bn. Yusuf bn. Velî Ağa adında bir kimse
müceddeden yaptırmıştı1. Bu itibarla «Hacı Velî Câmi'i», X V III. yüz yıl
başlarına âit bir eserdi. Câmi'in bânisi, Câmi'-i atik mahâlfesinde bu­
lunan Abdi Ağa Hamamı'ndaki üç rubu'hissesini; Hacı Hüseyin (Başdurak) Câmi'i önündeki dükkânlarını; Kestâne-Pazarı'nda vâki' Ahmed
Ağa Câmi'i vakıf dükkânları yanında olan dükkânı ile Nifli-zâde (Şa­
dırvan) Câmi'i civârındaki bir dükkânını ve İzmir içinde daha bâzı mahâllerde mevcûd dükkânlarının gelirini, yaptırdığı bu câmi ile altında
bulunan sebilinin masraflarını karşılamak üzere vakf etmiş bulunu­
yordu.
İzmir'in, yine Hâtuniye mahâllesinde oturan Debbağ Seyyid Hacı
İsmail Ağa bn. Seyyid İbrahim Efendi de, 2 Kasım 1825 (20 Rebi'ülevvel 1241) tarihli vakfiyesine, bu Hacı Velî Câmi'i imamı içün bâzı
şartlar koymuştu2. Buna nazaran, Câmi' mezkûr tarihde, yâni inşâsın­
dan takriben bir asır sonra da cema'ata açık durumdaydı. Ancak za­
manını tesbit edemediğimiz bir tarihde kapanmış ve bir müddet depo
olarak kullanılmıştı. 1958 yılında ise, yeniden büyük bir ta'mir görmüş
ve cema'ata tekrar, muntazam bir şekilde açılmıştı. Hâlen içinde na­
maz kılınmaktadır. Son cema'at mahâlli kapalı olup cadde üzerine gel­
mektedir. Tek minâresi vardır. Câmi'in üzeri kiremit örtülüdür.
1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 86/88.
2 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 100.
24. Halil Efendi Câmi’i : Bak, Ahmed Ağa Câmi'i.
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 8
M. M ÜNİR AKTEPE
114
25.
Hamidiye Câmi’i: (Karantina veya Küçük-yalı). İzmir'de, Konak-Güzel-yalı sâhil caddesi üzerinde ve Karantina (hâlen Küçük-yalı)
mevki'inde olup, sâhilde inşâ edilmiştir. Mahâlli bir rivâyete nazaran,
bu esere evvelâ Belkıs Hanım zevci Osman Paşa başlamıştı. Fakat Os­
man Paşa'nın ölümü üzerine, inşaat yarım kaldığı rçün, Belkıs Hanım
durumu bilâhire Saray'da bulunan kızkardeşine bildirmiş, o da meseleyi
II. Abdülhamid'e intikal ettirdiğinden, bu cami sonunda, U. Abdülhamid tarafından tamamlattırılmıştı.
Aydın Vilâyetine mahsus, hicri 1308 - Mâlî 1307 tarihli Sâl-nâme'de
ise, İzmir vâlisi Halil R ifât Paşa'nın 28 Ramazan 1306 ( = M . 28 Mayıs
1 8 8 9 ) tarihindeki1 ikinci İzmir vâliliğinden soıira «...Karantina'da, inşâ­
sına başlandığı hâlde çend senedir nâ-temam kalmış olan câmi'-i şeri­
fin itmâmı emrinde âtıfet-i seniyye-i hazret-i hilâfet-penâhiye delâlet»
buyurduğu kayıdlıdır2. Nihâyet, Ankara’da, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde, İzmir'in Karantina semtinde müceddeden binâ olunan bu câmi'in. Sultan II. Abdülhamid'in adı ile isimlendirilmesi hakkında, sadrıâzam tarafından yazılmış 24 Kânun-evvel 1307 tarihli ve 430 sayılı
bir tezkirenin mevcûd olması3, bize gösteriyor ki, bu eser 1307 (1890)
senesi sonunda, devrin pâdişâhı tarafından itmam edilmiştir.
Diğer tarafdan, İzmir Tarihi yazarı Râif Nezih Bey'in verdiği bilgiye
dayanarak diyebiliriz ki. Karantina (Hamidiye) Câmi’inin inşâatına, İz­
mir'in meşhur zenginlerinden ve hayır severlerinden Sâlebci-zâde Hacı
Ahmed Efendi de nazâret ve muâvenet etmiştir4.
Ana mekâna giriş kapısı üzerinde bulunan kitâbesi ise aynen
şöyledir:
a)
b)
c)
d)
e)
f)
Şehriyâr-ı hazret-i Abdülhamid Hân sânînin.
Ömr-i iclâlini efzûn ede Rabbü'l-âlemîn.
Hâmî-i şer'-i adâlet pâdişâh takvâ güzîn
Şevketi hem satveti dâim ola fi küll-i hin.
Himmet-i şâhânesile buldu hitâm mescid-i feyz-karîn.
Nâm-ı nâmîle müsemmâ câmi'-i nûr-ı mübîn.
1 Aydın (İzmir) vilâyetine tâyin tMİhi; hakkmda bak, îbnül Emin, Mahmud Kemal
İnal, Osmanlı Devrinde Son Sadrâzamlar, s. 1539:
.
•
2 Bak, A dı geçen eser, c. I, s. 88/89 Ve 552/53.
3 Fihrist Defterleri, nr. 208, c. II, s. 8/667.
4 İzmir Tarihi, İzmir 1927, I. Kitab, 18. forma, s. 12.
OSMANLI DEVRİ İZ M İR . CÂMİ’LER İ HAKKINDA ÖN BİLGİ
g)
h)
115
Yazdı i'câmile târih-i hitâmın Şeyh IMecîb.
Kıldı inşâsın mücerreb fahr-ı cümle mü'minîn.
B(
ili-
¿ j—'l—' l c S -ıl* )
Hamidiye (Karantina) câmi'inin, hâlen etrafında küçük bir avlusu
vardır. Son cema'at mahâlli 1957 senesinde yapılan ta'mir esnasında
câmekân ile çevrilmiştir. Eserin üzeri üç kademe hâlinde kapanmıştır.
Birinci kısım kubbe, diğer iki kısım da düz çatı ile örtülü olup, kurşun
döşelidir. Mihrab cebhesinde iki, diğer duvarlarda da üçer pencere bu­
lunuyor. Kubbeye geçişi sağlayan tromplar arasındaki boşluklarda dahi
birer pencere vardır. Ayrıca kubbenin oturduğu sekiz köşeli kasnağın
dahi her kenarında vitraylı birer pencere bulunuyor. Minâresi, sekiz kö­
şeli bir kaide üzerine oturur ye Minâre gövdesi, oymalı kesme taşdan
olup, külâhı kurşun örtülüdür8. Bak, resim nr. 36, 37, 38, 39, 40, 41.
5 Bu kitabeyi, Işık Ungan tamamen yanlış okumuştur. Bak, İzmir CâmVleri, s. 56
ve mezkûr câmi’in ismini de, hiç alâkası olmadığı hâlde (Midhat Paşa) câmi olarak adlan­
dırmıştır.
6 Bu câmi’in iç kısımları ve süslemeleri hakkında bak, Işık Ungan, İzmir Câmileri,
s. 57/58.
26. Haşan Ağa Câmi’i: İzmir'in Teşvikiye mahâllesinde bulunu­
yordu. Kasab-başı zâde Şerif Ahmed Efendi'nin annesi Fatma Hanım'a
âit, 20 Safer 1307 (16 Ekim 1889) tarihli bir vakfiyeden ismini ve mev­
cudiyetini öğrenmekteyiz1. Fatma Hanım, bu câmi' içün bir mikdar tâmir parası vakf etmiş olduğuna nazaran. Haşan Ağa Câmi'i 1889 yılın­
dan önce de vardı diyebiliriz.
Bu câmi'e dâir, bundan başka bir bilgiye sâhib olamadık.
1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 83.
27. Hlkmetiye Câmi’i :
İzmir'de, Abbas Ağa mahâllesindedir. XX.
yüz yılın başlarında, İsmail Efendi tarafından yaptırılmıştır. Moloz taş
inşaat bir binadır.
28. Hoca Mahmud Câmi’i :
Bak, Hacı Mahmud Câmi'i.
116
M. MÜNİR AKTEPE
29. Horasanlı Mescidi: İzmir'de, 565. sokakta, yâni şehrin güney
tarafına düşen Beş-tepeler semtinde ve evvelce muhacirler içün kurul­
muş olan Nüzhetgâh mahâllesinde bulunmaktadır1. Bânisi, İzmir'de
Câmi'-i atik mahâllesinde oturan Süleyman oğlu Horasancı Hacı Ali
Efendi olduğundan, bu câmi'e Horasanlı Mescidi adı verilmiştir.
Maamafih bâzı kayıdlarda, bânisinin adına nisbetle «Hacı Ali Ağa
Câmi'i» denildiği dahi görülmektedir. İzmir Müzesi'nde bulunan eski
eser fişlerinde, ayrıca «Tevhidiye Mescidi» adını aldığı da yazılıdır.
Câmi'in inşâ tarihini tam olarak bilemiyoruz. Her nekadar, İzmir
Müzesi'nde mevcûd ve bu câmie mahsus eski eser fişinde, inşâ tarihi
1312 (1 8 9 4 /9 5 ) senesi olarak gösterilmiş ise de, bu tarihin hatâlı ol­
duğu kanaatindeyiz. Çünki câmi'in bânisi Süleyman oğlu Horasancı
Hacı Ali Efendi'nin, 9 Şevvâl 1305 (19 Haziran 1888) tarihli vakfiye­
sinde2, bu eseri müceddeden binâ ve inşâ ettirdiğinden bahs etmiş ol­
ması hususuna dikkat edilirse, câmi'in bu tarihden önce yapıldığını söy­
lemek, kanaatımızca daha doğru olur.
Böylece, bahis konusu mescid içün, XIX . yüz yılın ikinci yarısına
âit, tek minâreli, üzeri düz çatılı ve kiremit örtülü küçük bir eserdir
diyebiliriz. Bak, resim nr. 42.
1 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defteri, nr. 208, c. II, 8/67.
2 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 177. Burada olan vakfiye met­
ninde şunlar yazılıdır:
.
«Medîne-i İzmir’de, Câmi’-i atik mahâllesinde sakin sâhibü’l-hayrat ve râgıbü’l-hasenat
Horasancı Hacı Ali Efendi bn. Süleyman medîne-i mezbûre mahkemesinde ... mütevelli nasb
ve ta’yin eylediği büyük oğlu Hâfız Süleyman Efendi mahzerinde ikrâr-ı sahih-i şer’î ve
i’tirâf-ı sarîh-i mer’î edüb vakf-ı âtiyü’l-beyânın sudûruna değin silk-i mülk-i sahihimde
münselik olan, İzmir’de, Kestelli mahâllesinde, Baş-oturak caddesinde vâki’ yirmi beş numa­
rada mukayyeti arsamı ve bir bâb funınumu ... bi’l-cümle ... hukuku ile vakf ve habs edüb
şöyle şart ve tâyin eyledim ki, ... fazlasından İzmir’de, Beş-tepeler nâm mahâlde mücedde­
den binâ ve inşâ eylediğim câmi’-i şerif dahi ba’de’t-tâmir ve’t-termîm kırk kuruş câmi’-i
mezkûrda îkad olunacak kanâdil yağına ve ... olanlara verile.
9 Şevval sene 1305 = 19 Haziran 1888».
30. Irgad - Pazan Câmi’i : İzmir'in Câmi'i atik mahâllesinde bulu­
nan Irgad-Pazarı semtinde, yâni Mezarlık-başından iki-çeşmeliğe giden
cadde üzerinde, inşâ edildiği içün bu ismi almıştı. Ne zaman yapıldı­
ğını bilemiyoruz; ancak evâil-i Cemâziyü'l-âhir 1188 (Ağustos 1774 )
tarihli vakfiyeden, bânisinin Hacı Mustafa Efendi olduğunu öğrenmek­
OSMANLI DEVRİ İZM İR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
117
teyiz1. Evliya Çelebi'nin bahs ettiği, İsâ Hoca oğlu Hacı Mustafa Câmi'i2,
şâyed bu câmi' ise, o takdirde 1670 senesinden önce inşâ olunmuş de­
mektir.
Irgad-Pazarı Câmi'i 1186 (1772) senesinde, yanında bulunan va­
kıf yedi dükkânı ve bir yağhânesile beraber, tamâmen yanmıştı. 1188
(1774) senesinde ise, bu câmi'in mütevellisi Hâfız Hacı Sârim İsmail
Efendi bn. Ahmed, yanan câmi ile beraber dükkânları ve yağhâneyi ye­
niden yaptırmış ve birde dershâne ilâve eylemişti. Sârim Efendi daha
sonra. Kefeli mahallesinde. Saçmacı Hamamı civarında olan iki odasını
ve yahudi hânesinin icârını dahi bu câmi'e vakf etmiş, aynı zamanda,
câmi'in altına birde sebil yaptırmıştı. Hâlen bu câmi'in mevcûdiyeti, ye­
rinde veya literatürde tesbit edilememiştir. Bir tahmine göre yıkıkminâre denilen mahâl olabilir.
1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, I. Vakfiye Defteri, s. 185/86.
2 Seyahat-nâme, İstanbul 1971, c. XIII, s. 84.
31. İki-çeşmelik Câmi’i : İzmir'de, Mezarlık başı semtinden, EşrefPaşa'ya giden İki-çeşmelik caddesi1 üzerinde ve Şerif Ali sokağı ile
Tuzcu yokuşu arasındadır. İlk def'a hangi tarihde yapıldığı henüz ma­
lûmumuz değildir. Ancak banisinin Kurd Mehmed Paşa olduğu bilini­
yor. Her nekadar İzmir Vakıflar Müdürlüğü'nde mevcût, I. Vakfiye Defteri'nin 89. sahifesinde, Kurd Mehmed Paşa adına düzenlenmiş bir vak­
fiye var ise de, bu çok silik bulunduğundan, okumak imkânı hâsıl ola­
madı. Maamafih bahis konusu Kurd Mehmed Paşa'nın, X V III. yüz yılda
1 Baş-bakanlık Arşivi, Mühimme Defteri, nr. 129, s. 318’de bulunan bir vesikanın,
İki-çeşmelik ile alâkalı olduğunu tahmin ederek, sürelini buraya kaydetmeyi fâideli' bulduk.
«İzmir kadısına hüküm ki,
Medîne-i İzmir civarında, sabunhanelere karib mahâlde vâki Damlacık nâm pınar
kimesnenin mülkü olmayup, bilâ sâhib olmağla, ashab-ı hayratdan bir kimesne, ol pınarın
bir mikdar suyunu iki çeşmeye icra edüp, maadası yaban^ cereyan etmekle intifâ’mdan
âtıl olduğu i’lâm olunmağın, zikrolunan pınar suyundan sâlifü’üz-zikr iki çeşmeye icra olu­
nandan ziyâdesi dahi ibâdullahın intifa’ı içün destûr-ı ekrem, müşîr-i efhanı nizâmü’l-âlem
nâzım-ı menâzimü’l-ümem vezîr-i a’zam sütûde şiyem ve Damad-ı muhteremim İbrahim
Paşa... taraflndan hasbeten billâhi-te’âlâ binâ ve ihyâ eyledikleri Mescid-i şerif ve sabunhânelerine icrasına mümâna’at olunmaya deyü yazılmıştır.
Fi. evâil-i Şevval sene 1132-.
Bu hususta, ayrıca Damlacık Câmi’i kısmına bakınız.
118
M. MÜNİR AKTEPE
yaşamış olması kuvvetli bir ihtimâl dahilindedir. Çünki Sicil-i Osman'ı
müellifi Mehmed Süreyya Bey, aslen Arnavud olup, Almanya muhare­
belerinde bulunmuş; bilâhire mîr-mirân olarak, 1115 (1 7 0 3 /4 )'de M a­
nisa, 1123 (1711 )'de Akşehir sancaklarına tâyin edilmiş; 1127 (1715)
de Koron muhâfızlığı, Şaban 1128 (Temmuz 1716) de ilbasan ve 1130
(1718) yılında da İşkodra ile Ülkün mutasarrıflığı yapmış; Baş-buğ
olarak Venedik ve Iran savaşlarına katılmış; 1137 (1 7 2 4 /2 5 ) de Dukakin mutasarrıfı olmuş, nihayet 1140 (1 7 2 7 /2 8 ) yılında ölmüş bir Kurd
Mehmed Paşa'dan bahsetmektedir. Bu paşa ile ayni tarihlerde yaşa­
mış ve Trablus-garb, Tımışvar, 1128 (1716) yılında Adana beylerbeyisi
olmuş, diğer bir Kurd Mehmed Paşa daha vardır2. Ancak, her ikisi de
X V III. yüz yılın ilk yarısında yaşamış olduklarına nazaran, iki-çeşmelik
cami'i şâyed bunlardan birine âit bulunuyorsa, X V III. yüz yıl başlarında
inşâ edilmiş bir Türk eseridir diyebiliriz.
İki-çeşmelik Câmi'ini esaslı şekilde tâmir ettiren ve bâzı yeni kı­
sımlar ilâve eylediğinden dolayı da, ikinci bânisi diye şöhret bulan zât
ise. Hacı Fehmi Paşa'nın babası, İzmir'in pirinç tüccarlarından Hacı Hâfız Süleyman Efendi'dir. Buna âit bir vakfiye de, İzmir Vakıflar Müdür­
lüğü, //. Vakfiye Defteri, sahife 129'da bulunmaktadır ve bu vakfiyede
şu kayıdlar m evcûttur:
« ... Medîne-i İzmir'de, Kefeli mahâllesinde, İki-çeşmelik nâm ma­
halde sâkin eşrâf-ı belde ve tüccar-ı mu'teberândan Hacı Hâfız Süley­
man Efendi bn. Hâfız Osman Efendi meclis-i şer'-i serîf-i enverde*zikr-i
âtî vakfına li-ecli't-tescil mütevelli nasb ve tâyin eylediği mahâlle-i mezbûre ahâlisinden Muhzir-başı Mustafa Efendi bn. Şerif Mehmed mahzerinde, be-tav'an ikrar-ı tam ve takrîr-i kelâm edüp atyab malımdan
yüz elli aded yirmilik sîm mecidiye ifrâz edüp hasbeten billâh... vakf-ı
sahîh-i şer'î ve habs-i sarîh-i mer'î ile vakf ve habs edüp, şöyle şart ve
tâyin eyledim ki, meblâğ-ı mezkûr yed-i mütevelli ile bâ-devr-i şer'î istirbah olunup, hâsıl olan murabahasından beher şehr bir mecidiyesi
mahâll-i mezkûrda vâki' iki-çeşmelik Câmi'-i şerifi demekle ma'rûf Kurd
Mehmed Paşa Câmi'-i şerifinde hatib olan zâta verile ve bâkisi câmi'-i
şerif-i mezkûrun tahtında müceddeden inşâ ve ilâve eylediğim, dört
2 Bak, Sicill-i Osmânî, İstanbul, c. IV, s. 64; Baş-bakanlık Arşivi; Mühimine Defterleri,
nr. 132, s. 99.
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
119
odayı hâvi ibtidâiye mektebinin3 muallim ve hademesine sarf oluna ve
vâkf-ı mezkûruma hayatda oldukça kendim mütevelli olup...»
Gurre-i Receb sene 1313 (18 Aralık 1895).
Mezkûr vakfiyede mevcût malûmatı, bu câmi'in son cema'at ma­
halline giriş kapısı üzerinde bulunan aşağıdaki kitâbe dahi te'yid eder
mahiyettedir. Bu kitâbenin ifâdesi de aynen şöyledir:
«İş bu çâmi'-i lâmi'-i nûrın bâniy-i evveli Kurd Mehmed Paşa.
Tecdîden ye tevsi'an bâniy-i sânisi İzmir eşrâfından PirinçcUzâde
Hâfız Süleyman Efendi'dir.
Sene : 1311
Ayrıca, minâresinin gövdesinde dahi bir kitâbe bulunmaktadır. Fa­
kat, çok yüksekde olduğu ve üzeri boyalı bulunduğu içün, bu kitâbe
tarafımızdan okunamadı. Ancak, Işık Ungan'a nazaran buradaki kitâbede şu hususlar yazılı bulunuyor4 :.
1318 Sene-i hicriyesinde şevketlu kudretlû pâdişâhımız.
Gâziy-i bi-meydahî Abdülhamid-i sânî efendimiz hazretlerinin.
Sâye-i şâhânelerinde vâliy-i pür ma'âli, übbehetlü devletlûKâmil Paşa hazretlerinin tensîb-i seniyyeleri veçhile işbu.
Minâre dahi câmi'-i şerifin bâniy-i sânisi merhûm Pirinçci-zâde.
Hacı Hâfız Süleyman Efendi'nin evlâdları tarafından.
Hasbeten lillâhi ta'alâ inşâ edilmiştir.
Sene: 1318 (1900).
Burada bahis konusu olan şahıs, Fehmi Paşa olmalıdır. Çünki Hacı
Hâfız Süleyman Efendi’ye âit bulunan vakfiye şûretinin altında mevcût
diğer bir kayıdda, Süleyman Efendi'nin vefâtından sonra, bu vakfı oğlu
Fehmi Paşa'nın idâre etmiş olduğu yazılıdır5. Bu sebeple İki-çeşmelik
cânoi'ine âit bugünki minârenin, Fehmi Paşa tarafından inşâ ettirilmiş
olduğunu söyleyebiliriz.
Beş köşeli bir kaide üzerine oturtulmuş bulunan minâre, oldukça
3 Bu okul, 1924 yılında, ilk tahsile başladığım sene «Şemsü’l-maarif» ilk ve ana
okulu olarak öğretim yapıyordu. Ben de İlk öğrenime bu okulda başladım. Ancak bir iki
sene sonra Maarif okulları, şehrin her tarafında öğretime açıldığı içün bu' özel okullaı
kapatıldı.
4 İzmir Câmi’leri, İstanbul 1968 (San’at Tarihi Tezi), s. 158-165.
5 İzmir Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 129,
120
M. MÜNİR AKTEPE
yüksek ve kırmızı renkte, kesme taşdan yapılmıştır. Minarenin külâh
kısmı dahi taşdan olup, işlemeli bir kısım motifleri ihtiva etmektedir.
Esas cami' mekânı fevkanidir. Altında, hâlen kahve olarak işleti­
len iki büyük hacım ile 1922-25 yılları arasında «Şemsü'l-maarif» ilk
okulu adı ile meşhur, dört büyük odalı bir ilk okul vardı. Bu okulu dahi,
câmi'i esaslı şekilde tâmir ettiren, İzmir eşrafından ve hicri 1314 (1 8 9 6 /
97) yılında, İzmir Belediye dâiresi âzâsı olan Hacı Hâfız Süleyman
Efendi yaptırmıştı6. Câmi'in doğu tarafında bulunan ve okula âit bahçe
kapısının üzerinde yer alan kitâbe de ise şunlar yazılıyor:
Süleyman Efendi Mektebi
iş bu mekteb-i feyz mekseb
İzmir eşrâfından Pirinçci
Hacı Hâfız Süleyman
Efendi'nin eser-i hayrıdır.
Rumî sene: 1311 — Hicri sene: 1313
Bu özel okul. Cumhuriyet devrinde kapatıldı ve mezkûr bina, bir
müddet Çocuk Esirgeme Kurumu veya Kızıl-ay Şübesi olarak kullanıl­
dı. Hâlen harab durumdadır.
Esas câmi'e gelince, ana mekân ve son cema'at mahâlli olmak
üzere iki kısımdan müteşekkildir. Son cema'at mahâlli, ana mekânın
kuzey ve batı kısmını ihâta eder ve oldukça büyüktür. Son cema'at mahâiline biri kuzey, diğeri batıdan olmak üzere, iki büyük kapıdan girilir
ve bu mahâllere merdivenle çıkılır. Ana mekân ile son cema'at mahâlli
arasında, üç kapı vardır. Bunlardan ortadaki, devamlı şekilde açık olup,
diğer ikisi ise, daha ziyâde bayramlarda kullanılır. Ana mekânın üzeri
bir süs kubbesile örtülüdür. Süs kubbesinin ortasında, sekiz köşeli bir
aydınlık feneri bulunmaktadır. Süs kubbesi, iki pâye ve dört sütun üze­
rine istinad eder. Mihrab bir niş hâlindedir. Minberi ahşabtır. Kubbe
kalem işlerile süslenmiştir. Son cema'at mahâllinden, dört sütun üze­
rine oturtulmuş kadınlar mahfiline çıkılır. Câmi'in üzeri, meyilli ahşab
çatı olup, kiremit örtülüdür. Câmi'in güney, batı ve kuzey kısımları
caddeye açıktır. Doğu tarafında küçük bir avlusu vardır. Güney-batı
kısmında ve câmi'e giriş merdivenleri altında bir sebili bulunmaktadır.
Bu sebilin arka tarafına düşen ve câmi'in altında olan türbede ise, biri
6 İbrahim Câvid, Hicri 1314 yılına mahsûs Aydın Vilâyeti Sâl-nâmesi, s. 67.
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
121
büyük, diğeri küçük olmak üzere iki sanduka mevcuttur. Üzerlerinde
her hangi bir kitabe olmadığı içün, bu sandukaların kimlere âit bulun­
duğunu, şimdilik tesbit edemedik. Fakat câmi'in banisi veya sonra­
dan tâmir ettirmiş olanlarla alâkalı bulunduğunu söylemek her hâlde
hatalı olmıyacaktır. Bak, resim nr. 43, 44, 45, 46, 47, 48.
32. Kahraman Mescidi: İzmir'in Turna mahâllesindedir. Üzeri düz
ahşab çatılı, kiremid örtülü ve Moloz taştan yapılmış olan bu eser hak­
kında, fazla bilgiye sâhib değiliz.
Ancak, 15 Şevval 1295 (12 Ekim 1878) tarihli vakfiyede adı ge­
çen bu mescide, vazifesi icâbı Midilli'de oturan Ak-Deniz adaları vilâ­
yeti Alaybeyi İbrahim Bey bn. Osman Efendi, kendi emlâkinin gelirin­
den bir mikdar para vakf etmiş ve mefrûşâtınm tamamlanmasını şart
koymuştu1. Bu sebeple en geç olarak X IX . yüz yılın ikinci yarısında
inşâ edilmiş bir Türk eseridir diyebiliriz.
1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 3.
33. Kameriye Câmi’i : İzmir'in Karataş semtinde, eski Hamidiye
mahâllesi, bugünki Halil Rif'at Paşa caddesi üzerindedir. Hicri 1309
(1 8 9 1 /9 2 ) yılında, Affan Bey’in zevcesi Nûr-Kamer Hanım tarafından
inşâ ettirildiği içün bu ismi almıştır. Eser, tek minâreli ve altında dük­
kânları bulunan fevkani bir câmi'dir1.
1 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defterleri, nr. 208, c. II, 8/1624 ve
8/1867 ile Hakkı Gültekin, İzmir Tarihi, s. 57.
34. Kapıcı-zâde Câmi’i : İzmir'de, Câmi'-i atik mahâllesinde otu­
ran Kapıcı-zâde Hacı Ahmed Efendi tarafından yaptırılmıştı1.
Mevkı'i ve inşâ tarihi hakkında, şimdilik her hangi bir bilgiye sâhib
değiliz.
1 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defterleri, nr. 208, c. III, 8/860.
35. Kaplan Paşa Câmi’i:
İzmir'in Taze-meyve Gümrüğü yakının­
122
M. M ÜNİR AKTEPE
da bulunuyordu. Hangi tarihde yapıldığını bilemiyoruz. Ancak, bânisi
Kapdan-ı derya Kaplan Mustafa Paşa, hicri 21 Ramazan 1076 (27 Mart
1666) tarihinde, Merfizonlu Kara Mustafa Paşa yerine kapdan-ı derya
olmuş, Akdeniz'de Venedikliler ile savaşmış, Girid seferinde büyük gay­
retler göstermiş, zilhicce 1082 (Nisan 1672) tarihinde bu görevden
ayrılarak Haleb valiliği yapmış, 12 Rebi'ül-evvel 1090 (23 Nisan 1679)'
da ikinci defa kapdan-ı derya olmuş ve bir donanma ile Akdenize se­
fere giderken, İzmir'de ölmüştü1. Bu itibarla, câmi'inin X V II. yüz yılın
ikinci yarısına âit bulunduğunu söylemek, her hâlde yanlış olmaz. Di­
ğer tarafdan. Evliya Çelebi, İzmir'de, Kaplan Mustafa Paşa'nın bir çar­
şısı bulunduğundan2 bahsetmektedir ki, bu husûs dahi bize, Mustafa
Paşa'nın İzmir'de başka eserleri dahi bulunan varlıklı bir insan oldu­
ğunu göstermektedir. Vakıflarına âit diğer bir kısım kayıdlar da, Ankara,
Vakıflar Genel Müdürlüğünde bulunmaktadır3.
Kaplan Paşa Câmi'inin, XIX. yüz yıl başlarında cema'ata açık ve
faâl durumda bulunduğunu, Dergâh-ı âlî Kapıcı-başılarından Giridli zâde
Hacı Süleyman Ağa bn. Ahmed Ağa'nın 16 Receb 1221 (29 Eylül
1806) tarihli vakfiyesinden öğreniyoruz4. Hacı Süleyman Ağa, bu câmi'e
âit kandillerin yakılması içün bir miktar para vakfetmişti. Fakat bun­
dan sonraki durumu ma'lûmumuz değildir. Hâlen, temâmen ortadan
kalkmış oluduğu kanısındayız.
1 Mehmed İzzet, Harita-i kapdanan-ı derya. İstanbul 1249, s. 69.
2 Seyahat-nâme, İstanbul 1935, c. IX, s. 98.
3 Fihrist Defterleri, nr. 208, c. II. Grid Defteri, s. 14.
4 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 46/47.
"
36. Karaman Mescidi: İzmir'de, iki-çeşmelik'den Uzunyola giden
caddenin sağ tarafındaki Turna yokuşu'nun nihâyetinde bulunmaktadır,
inşâ tarihi ve bânisi hakkında her hangi bir kayıd bulamadık. Ancak,
bu havâlide olması lâzım gelen. Karamanlı Mustafa Efendi Câmi'ine,
Fatma Hanım adında bir hayır sahibinin bâzı vakıfları vardır1. Şâyet bun­
lar ayni eser ise, mezkûr mescid Karamanlı Mustafa Efendi tarafindan
yaptırılmıştır diyebiliriz.
Karaman Mescidi'nin, beş sütûnlu bir son cema'at mahâlli ile ha­
1 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defterleri, nr. 208, c. I, 8/2073.
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
123
rem kapısı yanında, açık demir parmaklıklı birde ezan okuma yeri var­
dır. Avlusunda bulunan mezarlar kaldırılmış; kitabesi de son tâmir es­
nasında sökülerek maateessüf gaybolmuştur.
37. Karantina Câmi’i :
Bak, Hamidiye Câmi'i.
38.
Karataş Câmi’i : İzmir şehrinin batı tarafında ve Karataş mevkı'inde, muhâcirlerin yerleştirilmiş bulunduğu bir mahâlde idi. Evvelâ
halkın yardımı ile inşâsına başlanmış, fakat bilâhire III. Mustafa'nın
evkafı gelirinden tamamlanmıştı. Bu câmi'in mütevelliliğine tâyin olunan
postacı Mustafa Efendi'ye âit 3 Muharren 1317 tarihli ilâma nazaran,
câmi'in bir yanında Karataş jandarma Karakolu, diğer yanında da yahudi maşatlığı vardı. Ayni zamanda Tramvay caddesi üzerinde bulunu­
yordu1.
1 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defterleri, nr. 208, c. n , 8/200.
39. Kestelli-zâde Mescidi:
İzmir'de, Başdurak'dan iki-çeşmelik'e
giden Kestelli caddesi üzerinde, 89 nr. dadır. Kestelli-zâde Mescidi nâmile ma'rûf olmakla beraber, bu âileden kimin tarafından ve kaç tari­
hinde yaptırıldığını bilemiyoruz. Ancak, Muharrem 1306 (Eylül 1888)
tarihli kitâbesine ve 18 Safer 1306 (24 Ekim 1888) tarihli vakfiyesine
nazaran1. İzmir’in Kestelli-zâde mahâllesi sâkinlerinden. Nâkîbü'l-eşrâf
Çandarlı-zâde Seyyid Hacı Mustafa Efendi bn. Abdülkadir bn. Abdürrahim Efendi tarafından yeniden yaptırılmış olduğu malûmumuzdur.
Bahis konusu mescid, XIX . yüz yıl sonlarında, çok harab ve ba­
kımsız bir hâlde bulunduğu içün Seyyid Hacı Mustafa Efendi, bu eseri
kendi parası ile fevkani olarak binâ ve inşâ ettirmiş, altına da dört dük­
kân yaptırmıştı. Ayrıca, Sandıkçılar çarşısında olan bir dükkânını dahi
bu câmi'e vakf etmişti2.
Câmi'in kitâbesinden okuya-bildiğimiz kısımlar :
1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 51/52.
2 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defteri, nr. 208, c. II, s. 8/613.
M. M ÜNİR AKTEPE
124
a)
b)
c)
Kadd benâ hezâ mescidü'ş-şerîf inşâ(?)
Nakîbü'l-eşraf Çandarlı...
Es-Seyyid el-Hac Mustafa bn. es-Seyyid el-Hac
Abdülkadir Efendi el-Hüseyni gafirullah.
V e’l-müslimîn-i ecmaîn. Fi. Muharremü'l-harem,
Sene sitte ve selâse mi'e, ba'de'l-elf.
(1306)
Hâlen cema'ata açık durumdadır.
40. Kılcı Mescidi:
Bak, Damlacık Câmi'i.
41. Kudsiye Molla Mescidi: İzmir'in Kefeli mahallesinde bulunu­
yordu. Mehmed Şemseddin bn. Yusuf Efendi'nin kızı Kudsîye Molla
tarafından yaptırılmıştı. Aynı hanımın, 15 Cemâziyü'l-âhir 1198 (6 M a­
yıs 1784) tarihli vakfiyesinde1, bu câmi'in su yolları içün bâzı tahsisler
yapıldığına nazaran, mezkûr tarihden önce inşâ edilmişti diyebiliriz
Ancak, hakkında, bunlar dışında her hangi bir bilgiye sâhib değiliz.
1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 147.
42. Kulluk Câmi’i : İzmir'in Câmi'-i atik mahâllesinde bulunu­
yordu. Ancak, Kasab-başı zâde Şerif Ahmed Efendi'nin annesi Mustafa
kızı Fatma Hanım'ın 20 Safer 1307 (16 Ekim 1889) tarihli vakfiyesin­
den adını öğreniyoruz1. Fatma Hanım, bahis konusu vakfiyesinde, bu
câmi'in tâmirine bir mikdar para ayırmış olduğuna nazaran mezkûr eser,
1889 senesinden önce inşâ edilmiş câmi'dir diyebiliriz. Şimdilik, hak­
kında başka bir bilgiye sâhib değiliz.
1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 83.
43. Kurd Mehmed Paşa Câmi’i: Bak, iki-çeşmelik Câm i'i.-
44. Kiiçiik-yalı Câmi’i : Bak, Hamidiye Câmi'i.
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
125
45.
Mağribli Câmi’i: İzmir'de, Tireli Kethüda-zâde Seyyid Hacı
Mustafa Ağa bn. Hacı İbrahim bn. Hacı Osman Ağa’nın evi karşısında
bulunuyordu ve bahis konusu Hacı Mustafa Ağa, 26 Safer 1211 (31
Ağustos 1796) tarihli vakfiyesile bu cami'e, her sene içün iki okka
bal-mumu vakf etmiş olduğuna nazaran, mezkûr târihde faal durumda
idi1. Bu nedenle 1796 senesinden önce inşâ olunmuştu diyebiliriz.
Mağribli câmi'ini kimin ve nezaman yaptırdığını kat'i şekilde bile­
miyoruz. Ancak, İzmir'de Haşan Hoca mahâllesinde oturan Mustafa
Ağa bn. Mağribli Hacı Mehmed bn. Mehmed'in, bu câmi’e berber dük­
kânı, kahvehâne ve bir han vakf etmiş olması husûsuna dikkat edilir­
se, mezkûr câmi'in, Mustafa Ağa'nın babası Mağribli Hacı Mehmed
Ağa tarafından yaptırıldığını söylemek mümkündür2. Diğer tarafdan,
Odun-kapı Câmi'i haziresinde, 3 Ramazan 1287 (4 M art 1862) tarihin­
de ölen Mağribli Hacı Mustafa Efendi adında bir şahsın medfûn bu­
lunduğu da ma'lûmumuzdur3. Kanaatimizce bu zât, Mağribli Câmi'i
bânisi olduğunu tahmin ettiğimiz Hacı Mehmed Efendi'niri oğlu olma­
lıdır.
Bahis konusu câmi'in hâl-i hâzır durumunu ise tesbit edemedik.
1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 16/18.
2 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defteri, nr. 208, c. IV, 8/865.
3 Bak, Odun Kapılı Câmi’i kısmına.
46. Ma’mûretii’I - Hamîdiye Câmi’i:
İzmir'de Güzel (veya Kokaryalı) denilen mevki'dedir. Ancak sâhile yakın olmayup, iç tarafda, bağ
ve bağçeler arasında yapılmıştı. Halk arasında daha ziyâde Güzel-yalı
Câmi'i adile meşhurdur. Hangi târihde inşâ edildiğini kat'i şekilde bile­
miyoruz. İzmir Müzesinde bulunan eski eser fişlerinde, isminin «Ma'mûretü'l-Hamîdiye» şeklinde kayıdlı olması husûsuna dikkat edilirse, bu
câmi’in II. Abdülhamid devrinde yaptırılmış bulunduğunu söylemek
doğru olur. Nitekim son cema'at mahâllinden ana mekâna giriş kapısı
üzerinde mevcût bir âyetin altında dahi, sene 1 3 1 0 -sene 1311 (1 8 9 2 1893) kaydı vardır. Mezkûr câmi'de, bundan başka her hangi bir kitâbe
veya tarihe tesadüf edemedik. Ancak, İzmir Vakıflar Müdürlüğü'nde
bulunan, vakıf kayıdlarını hâvi defterlerden birinde şu ifâde mevcuttur:
«Aydın vilâyeti merkezi olan medîne-i İzmir hâricinde Ma'mûretü'lHamid mahâllesi civarında, Arab-deresi nâm mahâlde sâkin... Giridli
126
M. MÜNİR AKTEPE
oğlu Halil Ağa bn. Hacı Mustafa bn. Ahm ed... âtîde tâyin edeceğim
mezkûr Ma'mûretü'l-Hamid Câmi'i şerifi ile...». 6 Rebi'ül-evvel 1319
(= 2 5 .V I.1 9 0 1 )1. Buna nazaran, 1319 yılında bu câmi'in «Ma'mûretü'lHamid» adı ile anıldığı açıktır. Yalnız, Ankara, Vakıflar Genel Müdürlük
ğü'nde olan defterlerden birinde de «İzmir'de, Kokar-yalı'da ve bağçeler arasında kâin Reşadiye Câmi'i2 kaydını bulduk ki, bu da bize, bahis
konusu câmi'e, ayni zamanda Reşâdiye Câmi'i dahi denildiğini öğret­
mektedir. Bak, resim nr. 49.
Eserin, Sultan Reşad ile de bir münâsebeti varımdır? yokmudur?
niçün Reşâdiye Câmi'i dahi denilmiştir bilemiyoruz, İzmir'in eski ve
meşhur âilelerinden olup, II. Abdülhamid ve Mehmed Reşad devirlerini
yaşamış bulunan, Dellâl-başı zâde Mehmed Ali Bey'in notlarına müs­
teniden, bu husûsda bilgi veren İzmir Tarihi yazarı Râif Nezih Bey ise,
bu câmi'in «Kokaryalı'da, merhûm hâkimü'ş-şer' Gürcü Emin Efendi3
delâletile, yüksecek bir tepe üzerinde inşâ ve mevki'-i ferah-fezâsı ile
kulûb-ı muvahhidîne neşât-bahş-ı sürür olan Kokaryalı'da dil-rûba bir
tarz-ı cedîdde inşâ edilmiş» olduğunu yazıyor4.
Karantina veya iki-çeşmelik câmi'i minâresine benzeyen, kesme
taşdan yapılmış, tek şerefeli bir minâresi vardır. Câmi'in etrafında bir
avlusu dahi mevcuttur. Son cema'at mahâlline merdiven ile çıkılmak­
tadır.
1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 66.
2 Bak, Fihrist Defterleri, c. V, nr. 208, 8/779.
3 İzmir Müzesindeki fişlere nazaran, bu Emin Efendi, İzmir Kadısı idi. Ayrıca bak,
Râif Nezih, Aynı eser, 18. Forma, s. 11.
4 İzmir Tarihi, İzmir 1927, I. Kitap, 18. Forma, s. 12.
47. Mehmed Efendi Câmi’i : İzmir'de Tabak-hâneler civarında bu­
lunuyordu ve Emîr zâde Seyyid Mehmed Efendi tarafından yaptırıl­
mıştı1. Hâl-i hazır durumu hakkında da bilgi edinemedik.
1 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defteri, nr. 208, c. II, 8/1990.
48. Mısırlı-zâde Mescidi:
İzmir'in Câmi'-i atik mahâllesinde bu­
lunuyordu. Bugünkü durumunu bilemiyoruz. Ancak, Dergâh-ı âlî Kapıcı-
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
127
başılarından ve İzmir'in taze meyve gümrükçüsü olan Giridli zâde Hacı
Süleyman Ağa bn. Ahmed Ağa'nın, 16 Receb 1221 (29 Eylül 1806)
tarihli vakfiyesinden, bu eserin varlığını öğrendiğimize göre, 1806 sene­
sinde faal durumdaydı diyebiliriz. Zirâ, Hacı Süleyman Ağa, Mısırlı-zâde
İbrahim Efendi tarafından yaptırılmış olan bu mescide, her sene içün
üç okka bal-mumu vakf etmiş bulunuyordu1.
Mezkûr mescid hakkında, bunlar dışında şimdilik başka bilgiye
sâhib değiliz.
1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 46/47 ve Ankara, Vakıflar Ge­
nel Müdürlüğü, Fihrist Defterleri, nr. 208, c. n , 8/1761. Mısırh-oğlu Ham için bak, Münir
Aktepe, İzmir Hanları ve Çarşıları (Tarih Dergisi), Sayı 26, İst. 1971.
49. Mum-yakmaz Câmi’i :
Bak, Hacı Velî Câmi'i.
50. Naür-zâde Câmi’i : Hâlen Natır-zâde Câmi'i adı ile meşhur
olan bu eser, İzmir'in İki-çeşmelik semtinde. Müftü sokağı yâni 838.
sokak üzerinde bulunmaktadır ve bu sokağa açılan avlu kapısının, dışdan, üst tarafında ise şu kitâbe vard ır:
I.
a)
b)
Ey zümre-i ehl-i salâh ey cümle-i erbâb-ı dîn.
Gösterdi vechin şâhid-i tevfîk-i Rabbü'I-âlemîn
c)
d)
Sakf ü cidârı şakk olub etmişdi meyl-i inhidâm.
Natur-zâde câmi'i mânend-i kalb-i âşıkîn.
e)
f)
Tecdîde Hâcı Mustafâ Efendi kıldı ihtimâm.
Yıkdı esasından olub eltâf-ı hakdan müste'în.
g)
h)
Râh-ı rizâda eyledi bezl-i nüküd-ı bi-şümâr.
Bu nev ibâdet-hâneyi yaptırdı bir tarz-ı behîn.
II.
.
III.
IV.
V.
i)
j)
Amâl-i mâfi'l-bâline mevlâ muvaffak eyleyüb.
Dünya ve ukbâda hemân lûtfiyle etsün kâm-bîn.
M. M ÜNİR AKTEPE
128
vı.
k)
I)
Nûrî dedi târih-i tam inşâsı buldukda hitâm.
Bu secde-gâh-ı müslimîn itmam olundu pek rasîn
S en e: 1291
Bu kitâbeye nazaran, Natır-zâde Câmi'inin çatı ve saçakları ile
duvarları çok harab bir vaziyete geldiğinden, Hacı Mustafa Efendi adın­
daki bir hayır sahibi onu esaslı şekilde tâmir ettirerek, hicri 1291 (1874)
târihinde ibâdete açmıştı. Bu itibarla Naztr-zâde Câmi'inin sarih olarak
1291 yılından önce yapılmış olması lâzım gelirken, İzmir Tarihi yazarı
Bay Hakkı Gültekin, bu eserin 1291 tarihinde, Natır-zâde tarafından,
iki-çeşmelik. Müftü sokağında yaptırıldığını kayd etmektedir1.
Diğer tarafdan. Aydın vilâyetine mahsûs 1298 tarihli Sâl-nâme'de,
Natır-zâde'nin 1248 yılında vefat ettiğinin kayıdlı bulunması husûsuna
da dikkat edilecek olursa, Natır-zâde'nin yaşadığı devir dahi açıkça or­
taya çıkmış olur2. Bundan maada, İzmir Vakıflar müdürlüğünde mevcûd vakfiye kayıd suretlerini ihtivâ eden defterlerden II. sinde ve Tireli
Kethüda-zâde Seyyid Hacı Mustafa Ağa bfı. Hacı İbrahim bn. Hacı Os­
man Ağa'ya âit 26 Safer 1211 ( = 3 1 Ağustos 1796) tarihli bir vakfiye
suretinde şu ifâde mevcuttur, « ...ve iki vakyesi dahi Natır-zâde Sey­
yid Ahmed Efendi'nin müderris olduğu Hacı Yusuf Câmi'ine verile
ve ...» 3. Bundan maada, yine Seyyid Hacı Mustafa Ağa'ya mahsus,
1216 (1 8 0 1 /2 ) tarihli diğer bir vakfiye sûretinde de, Natır-zâde Seyyid
Ahmed Efendi'nin ismi (Nâzır-zâde) şeklinde, vakfiyenin sonunda bu­
lunan Çömez-zâde Hâfız el-Hac Osman Efendi, Sultan-zâde Damadı
Kazaz Hacı Ahmed Efendi ve Moravî-zâde Damadı es-Seyyid el-Hac
Mehmed Efendi gibi daha bâzı şâhidler arasında geçmektedir4.
Bu kayıdlar dahi bize, Natır-zâde'nin ismini ve görevini bildirdiği
gibi, onun zamanını da daha açık bir şekilde ortayakoymaktadır. An­
cak bu d efa Natır veya Nâzır-zâde
olduğu hususunda birşüphenin
uyanmasına sebep olmuştur. Ayrıca, Seyyid Ahmed Efendi'nin her ne1
2
3
4
İzmir Tarihi, s. 56.
Bak, s. 26 ve Sâl-nâme-i Vilâyet-i Aydın 1927, s. 25/28.
İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, 11. Vakfiye Defteri, s. 16.
İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, 11. Vakfiye Defteri, s. 18, 83.
OSMANLI DEVRİ İZM İR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
129
kadar nâmına atf edilen bir Natır-zâde Gâmi'i mevcût ise de, bu zâtın
bir câmi' inşâ ettirdiğine dâir, her hangi bir vakıf kaydına veya vakfiye
sûretine tesadüf edilememiştir. Bu bakımdan, hâlen Natır-zâde adı ve­
rilen câmi'in tam olarak, ne zaman ve kimin tarafından, ne şekilde ya­
pıldığını bilemiyoruz. Bununla beraber, X V III. yüz yılın ikinci yarısı ile
X IX . yüz yılın başlarına âit bir eser olduğunu, 1291 (1874) tarihinde
de esaslı bir tâmir gördüğünü söylemek mümkündür3.
Câmi'in dışda küçük bir avlusu vardır ve bu avludan birkaç basa­
maklı merdiven ile câmie çıkılır. Câmi'in altında, bir koridor üzerine, üç
oda bir tarafda ve üç oda bunların karşısında olmak sûretile altı oda
bulunduğundan, fevkanidir. Bu câmi'in bir minâresi vardır ve külâhi
kurşun örtülüdür. Ahşab meyilli çatısı ise kiremid döşelidir. Mihrabı
bir niş hâlindedir. Minberi ahşabtır. Avlusuna ilâve binâlar yapılmış ve
civardan tecâvüzler vâki' olmuştur. Bakımsız ve oldukça harab bir hâl­
de görülmüştür. Bak, resim nr. 5 0 /5 1 , 52.
5 Natır-zâde Seyyid Ahmed Efendi’nin müderrislik yaptığı Hacı Yusuf Câmi’i hak­
kında bak, Münir Aktepe, Osmanlı Devri İzmir Câmi’leri hakkında ön bilgi Tarih Enstitüsü
Dergisi), c. IH, İstanbul 1973, s. 194/95.
Hacı Yusuf Câmi’inin, tamirden sonra, Natır-zâde’nin burada müderrislik yapmış
olması hasebile, Natır-zâde Câmi’i adı ile şöhret bulması da bir ihtimâl dâhilindedir.
51.
Odnn-kapı Câmi’i : Odun-kapı Câmi'i, İzmir'in iki-çeşrrielik
semtinde ve Uzun-yol'dan Damlacık'a giden caddenin, 420. sokağın sağ
tarafında bulunmaktadır. Aynı zamanda. Memleket hastahânesi'nin dahi
güney doğu kısmına isâbet eden yüksek bir mevki'dedir. Aşağıda gö­
receğimiz vakıf kayıdlarına nazaran, esas adının Odun-kapılı-zâde Câmi’i
olması daha doğrudur. Bu câmi' son defa 1 9 6 7 -1 9 6 8 yıllarında, bir
dernek tarafından esaslı şekilde tâmir ettirilmiştir.
Mezkûr câmi'in arkasında bulunan hazirede ise iki mezar mevcûttur. Bunlardan biri, bahis konusu câmi’in bânisi, Baş-ağa el-Hac Mehmed Ağa'nın karısı Hatice Hanım'a aittir. Diğerinin kitâbesi olmadığı
içün, kime âit bulunduğu belli değildir. Buna mukabil, câmi'in bu hazireye bakan duvarının dış kısmına « ¿1
JS
¿ î-jl ¿1
ı ¿1 ^
«
\
tv
a
j L i * j
r
j
ıJi-A *
• ••
A »m V • • •
|
ifâdeleri görülen bir kitâbe rabt olunmuştur. 4 Mart 1862 tarihli olan
bu kitâbenin, buraya ne münâsebetle konulduğunu henüz anlayamadık.
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma S
M. M ÜNİR AKTEPE
130
Odun-kapı Câmi’i hakkında, İzmir, Vakıflar Müdürlüğümde bulu­
nan bir nr.Iu Vakfiye Defteri'nin 164. sahifesinde ise şu kaydı görmek­
teyiz :
«Odun-kapılı M escidi:
Aydın vilâyeti merkezi olan medîne-i İzmir'de, Câmi'-i atik ma­
hallesinde vâki' evkâf-ı mülhakadan, Odun-kapılı-zâde demekle ma'ruf
el-Hac Mehmed Ağa bn. Ahmed nâm sâhibü'l-hayrın binâ ve inşâsına
muvaffak olduğu meşhur Odun-kapılı mescid-i şerifi evkafının, bin yüz
altmış altı, senesi Cemâziyül-evveli'nin yirmi üçüncü günü [28 Mart
1753] tarihi ile müverrah ve ol tarihde medîne-î mezbûre kadısı ... Yu­
suf Efendi'nin imzâ ve hatemini hâvi bir kıt'a vakfiye ... ve bin yüz yet­
miş sekiz senesi Zilhicce-i şerîfesinin yirmi birinci günü [11 Haziran
1765] tarihli ve ol tarihde medîne-i mezbûre kadısı es-Seyyid Mehmed
Derviş Efendi'nin imzâ ve hatemini hâvi vakfiye-i mezbûrenin hâmişinde vâkıf-ı mümâileyh el-Hac. Mehmed Ağa vakf-ı mevcudunun tevliyeti
ba'de'l-inkırâzü’l-evlâd, mahâlle-i mezbûrede vâki' nezâret-i evkâf-ı hü­
mâyuna mülhak evkâfdan. Hacı Mahmud Câmi'-i şerifi denilmekle m üştehir Hoca Mahmud Câmi'-i şerifi evkafına her kim mütevelli olur ise,
vakf-ı mezkûra da mütevelli olmak şart ve tâyin etmiş olduğuna
binâen...».
.
,
._
30 Mayıs 1885 (15 Şaban 1302) tarihli olan bu vakıf kaydına na­
zaran, Odun-kapılı-zâde Hacı Ahmed oğlu Hacı Mehmed Ağa, Câmi'i
içün 28 Mart 1753 tarihinde bir vakfiye hazırlatmış bulunuyordu. 11
Haziran 1765 tarihinde de, bu vakfın kimler tarafından, ne şekilde idare
edileceğine dâir, eski vakfiyesine yeni bir ilâve yapmıştı.
Hacı Mehmed Ağa'nın, ayni defterin, 105. sahifesinde olan 28 Mart
1753 (23 Cemâziyü'l-evvel 1166) tarihli diğer bir vakfiyesi sûretinde
ise şunlar yazılıdır:
« ...A rsa la r üzerine bundan akdem kendi malım ile müceddeden
binâ ve ihyâ ve medrese-i mezkûreye zamm ve ilhak ve tedrisini dahi
kendi nefsime şart ve tâyin eylediğim dört bab kârgir hücerâtımı ânen
tevâbi ve kâffe-i lâhikasile ... ifraz ve vakf-ı sahîh-i şer'î ve habs-i sarîhü'l-mer'î ile vakf ve habsedüp ... evlâdlarının zükûr ve inâsından ekber ve erşedi batnen ba'de batnin mütevelli ve mutasarrıf olalar ve
ba'de'l-inkıraz câmi'-i mezkûrun mütevellisi bulunan kimesne, vakf-ı
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
131
mezkûra mütevelli ola ve dahi şöyle şart eyledim ki, akarât-ı mezkûreye
mütevelli ve ecr-i misillerile ... icar olunup, hâsıl olan îcarattan akarât-ı
- mezkûrenin ve Damlacık nâm mahâlde ve hâric-i şehirde Çukur-çeşme
nâm mahâlde binâ ve icrâ eylediğim çeşmelerin iktizâ eyledikçe ta'mîr
ve termîm ve masârif-i sâire-i lâzimeleri alâ vechi'l-itmam ve'I-ihtimam
tekmîlen gönderildikten sonra bâkî îcârâtdan sâlifü'I-beyan hüceratdan
her birinde sâkin talihlere beher şehr otuzar para vazife verile...».
Burada açık olarak görülüyor ki, Odun-kapılı zâde Hacı Ahmed
Ağa'nın oğlu Hacı Mehmed Ağa, İzmir'de, bir câmi' bir medrese ve
buna ilâve olarak dört medrese odası ile Damlacık'da ve Çukur-çeşme
denilen mahâlde iki de çeşme yaptırmıştır. Ancak bu câmi'in tamam­
lanmasının biraz geç kaldığı anlaşılıyor. Çünki yine, İzmir Vakıflar Müdürlüğü'nde bulunan, birinci vakfiye defterinin 106. sahifesinde gör­
düğümüz 6 Eylül 1757 (21 Zilhicce 1170) tarihli bir başka vakıf kay­
dında da şöyle denilmektedir.
«işbu vakfiye-i ma'mûl bahânın derûnunda ismi mestur olan vâkıf-ı mezbûr Odun-kapılı zâde Hacı Mehmed Ağa bn. el-Hac Ahmed
meclis-i şer'-i şerîf-i lâzimü't-tebcîlde ... işbu vakfiyede mestur ve mukayyed mescid-i şerifin binâsı hayâtımda bana müyesser olmaz ise ve­
fatımdan sonra mümâileyh Abdurrahman Ağa ... sülüs malımdan mes­
cid-i mezkûru müceddeden binâ ve ihyâ eylesin deyü hatm-i kelâm ettikde gabbe't-tasdîkü'ş-şer'î derûn-ı vakfiye-i sâbıkda ale't-tafsîl kayd
ve beyan olunan muhâkeme bunda dahi icrâ olunup...».
Nihayet, yine bu câmi' ile alâkalı 22 Eylül 1847 (11 Şevval 1263)
tarihli bir vakfiyede de «Hacı Mehmed bn. Ahmed bn. Hacı Mehmed»
Ağa'nın, Câmi'-i atik mahâllesi sâkinlerinden ve Baş-ağa olduğu yazılı
bulunmaktadır1. Netice olarak diyebiliriz ki, hâlen faâl durumda bulu­
nan bu câmi', evvelâ X V III. yüz yılın ortalarında, Odun-kapılı zâde, Başağalardan Hacı Mehmed Ağa tarafından inşâ ettirilmiş bulunuyordu ve
yanında dört hücreyi ihtivâ eden birde medresesi vardı. Câmi'in haziresinde medfûn Hatice Hanım, bunun zevcesi olduğuna nazaran Hatice
Hanım'ın yanındaki mezar yeri de, muhakkak Mehmed Ağa'ya âit ol­
malıdır.
Odun-kapı Câmi'i, gayet dik olan Damlacık yokuşu'nun başında1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, I. Vakfiye Defteri, s. 140. Bu hususda ayrıca bak, An­
kara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Esas Defterleri, nr. 208, c. I, 8/927.
M. MÜNİR AKTEPE
132
dır ve 420. sokakdan, mermer, yuvarlak kemerli bir kapı ile câmi'in son
cema'at mahalline girilir. Burada, minâre kaidesinin kısmen altına yer­
leştirilmiş bir çeşme vardır. Mezkûr çeşme evvelce, ayni sokak üzerin­
de, bir başka evin altında bulunuyorken, sonradan, buradan sökülerek,
câmi'in son cema'at mahalline, giriş kapısı yanına getirilip kurulmuş­
tur. Bu itibarla, bahis konusu çeşmenin inşâ kitâbesi, câmi'in tarihine
nazaran daha eski bulunmaktadır.
Bu çeşmenin 1151 (1 7 3 8 /3 9 ) tarihli olan kitâbesinde şunlar yazılı
bulunuyor.
a)
b)
c)
d)
e)
f)
g)
Ve sakâhüm rabbühûm şarâben tahûrâ.
Mühürdar Ahmed Ağa kim bu fânîden giderken âh.
Vasiyyet eyledi lillâh ola bir yerde ma' icrâ.
Gedik el-Hâc Mustafâ edüb tâ bezl-i makdûrun.
Yapûb bu çeşme-i bi'llâh ki şud sad mürdeler ihyâ.
Görenler leb küşâd edüb Halîmî dediler tarih.
Muhal yerine yapılmış hele bu çeşme-i zîbâ.
4. .*■>■y
^iJLlı 41.j
S e n e : 1151
Cümle kapısının karşısında, kadınlar mahfiline çıkış merdiveni bu­
lunmaktadır. Ana mekânın üzeri ahşap çatı ve kiremid örtülüdür.* Yan
duvarlara ikişer pencere açılmıştır. Mihrab, hafif bir niş hâlindedir. Minâresi, dik dörtgen ve yüksek bir kaide üzerine oturur. Bu kaide be­
tondan olup, kesme taş tarzında süslenmiştir. Minâresi yivlidir ve külâhı kurşun kaplamadır2. Bak, resim nr. 53, 54.
2
Işık Ungan, İzmir Câmi’leri (San’at Tarihi Tezi), İstanbul 1968, s. 40/41.
52. Piyâle-oğlu Câmi’i : İzmir'de, Dibek-başı denilen semtde1, ve
803. sokak, nr. 84'dedir. İzmir Müzesinde bulunan İzmir câmi'lerine âit
eski eser fişlerinde, bu câmi'in inşâ tarihi, dış avlu kapısı üzerindeki
tâmir kitâbesine bakılarak, hicri 1300 (1 8 8 2 /8 3 ) yılı şeklinde gösteril­
miştir. Işık Ungan dahi, mezkûr kitâbeyi esas aldığı içün, Piyâle-oğlu
Câmi'i, hicri 1300 (milâdi 1883) senesinde yapılmıştır diye, İzmir Câ1 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defteri, c. I, nr. 208, 8/1640.
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
133
mi'leri adlı tezine kayd etmiştir2. Bahis konusu kitabe ise aynen şöyle d ir:
a)
ibâdullahdan ashâb-ı hayr u menba'-ı cevdet.
Hadîs-i nutk-ı pâk-i menberiâ'ya oldular münkâd.
b)
Harâb olmuş-iken bu câmi'in her çâr u erkânı.
Esâsından imâretle ânı3 a'lâ ettiler bünyâd.
c)
Hudâ makbûl-i dergâhı kılub ashâb-ı hayrâtı
Yarın rûz-ı cezâ firdevs-i Adnînde kıla dil-şâd.
d)
Na'îmi binde bir düşse nola bu mısra-ı târih.
Bu ma'bed-i câh-ı vâlâyı kıldı mü'minin âbâd?
S e n e : 1300
Burada açık olarak görülüyor ki, câmi'in bânisi hakkında her han­
gi bir mâlûmat mevcut değildir ve harab olan câmi'i, bir çok hayır sâhibi müslüman H. 1300 yılında, esaslı şekilde onarmışlardır. Piyâle-oğlu
Câmi'inin esas inşâ edildiği tarih ise, bundan çok daha eskidir. Ankara,
Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde gördüğümüz «Piyâle-zâde Hacı
Mehmed Ağa'nın İzmir'de, Hoca Haşan mahâllesinde ve Mahâlle-i cedîd'de binâ etmiş olduğu mescid-i şerife ve mektebi vakfı...»4 ifâdesine
dikkat edilecek olursa, mezkûr câmi'i, Piyâle-zâde Hacı Mehmed Ağa'nın yaptırdığını, esas bânisinin Mehmed Ağa olduğunu söylemek, her
hâlde hatalı olmaz. Diğer tarafdan, İzmir Vakıflar Müdürlüğü arşivinde
bulduğumuz, Piyâle-zâde el-Hac Mehmed Ağa’ya mahsûs 15 Şevval
1142 (3 Mayıs 1730) tarihli bir vakfiye dahi bu câmi'in bânisinin kimli­
ğini ve devrini tesbit eder mâhiyettedir. Bahis konusu vakfiyede şunlar
yazılıdır:
«Medîne-i İzmir'de, Câmi'-i atik mahâllesinde vâki' el-Hac Piyâle
zâde el-Hac Mehmed Ağa yanıma varup ... ikrâr-ı tam ve takrir-i kelâm
edüp, tarih-i kitaptan yirmi yedi sene mukadden ... Haşan Hoca ma­
hâllesinde kendi binâ eylediğim mescid-i şerifin imam ve müezzinine
ve yağ ve kandil ve hasır tamirine ve tahtında olan mektebin muallimine
2 Bak, s. 52.
3 Vezin icâbı «imaretl’anı» şeklinde yazmak daha doğru ise de, anlaşılması bakımın­
dan bu şekil tercih olunmuştur.
4 Fihrist Defteri, c. V, nr. 8/743.
M. M ÜNİR AKTEPE
134
ve babam mezbûr el-Hac Piyâle-zâde mahâlle-i cedidinde binâ eyledi­
ğim mescid-i şerifin imam ve müezzinine...»5, şart eyledim.
Bu kayıdlar bize gösteriyor ki, Piyâle-zâde el-Hac Mehmed Ağa,
İzmir'de, biri Haşan Hoca mahâllesinde, diğeri de Mahâlle-i cedid deni­
len Dibek-başı semtinde iki mescid yaptırmıştır ve burada, bizim bahis
konusu ettiğimiz de Dibek-başı'ndaki, Mahâlle-i cedid'deki Piyâle-oğlu
Mehmed Ağa Câmi'idir. Diğer taraftan, bu câmi'in bakımına mahsus
ilk vakıf şartları dahi, bu vakfiyeden 27 sene önce düzenlenmiştir. Bu
itibarla, her iki mescidin hicri 1115 (1703) yıllarında, yâni X V III. yüz
yılın başlarında yapılmış olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim, Serden-geçdi
ağalarından Genç Osman Ağa'nın 5 Şa'ban 1138 (8 Nisan 1726) tarihli
vakfiyesinde, bir mahâl ta'rifi dolayısile «Hacı Piyâle-zâde Hacı Meh­
med Mescidi» adının geçtiğini görmekteyiz ki, bu husus da bize, mescidlerin 3 Mayıs 1730 tarihinden evvel yapılmış olduklarını gösteren bir
delildir.
Câmi'in önünde dar ve uzun bir avlu vardır. Kısa bir merdiven ile
son cema'at mahâlline çıkılır. Bu mahâllin önü câmekân ile üzeri de
kurşun örtü ile kapalıdır. Ana mekânın üzeri ise, kurşun örtülü tek bir
kubbedir. Gövdesi harab, köşeli bir kaideye oturan tek minâresi, ma­
halle evleri arasında kalmıştır. Ahşabdan sâde bir minberi vardır. Süs­
leme yoktur. Bak, resim nr. 55, 56, 57.
5 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 204/5.
53. Reşâdiye Câmi’i :
Bak, Ma'mûretü'l - Hamîdiye.
54. Salâhettin-oğlu Câmi’i : İzmir'de, Fâik-Paşa mahâllesinin gü­
neyinde ve Tamaşalık ( = Temâşâlık) mevki'indedir. Yeni verilen so­
kak numaralarına nazaran, 1030 cı sokakta bulunuyor. Câmi'in önünde
bulunan taraşa merdiveni altında, Salâhettin Dede'ye âit olduğu halk
tarafından rivâyet edilen bir sanduka mevcûttur ve bu mahâllin kapısı
üzerinde «Maşaallah 1333» ibâresi yazılı bir kitâbe vardır. Bu itibarla,
burada medfûn şahıs hakkında şimdilik kat’i bir şey söylemek güçtür.
İzmir Müzesi'nde bulunan eski eser fişlerinde, bu câmi'in 1311
(1893-94) yılında Bezzaz Ali Efendi tarafından yaptırıldığı yazılı ise de,
biz bu husûsa dâir her hangi bir vesikaya tesadüf edemedik. Ancak İz­
mir'e âit Tapu-tahrir Defterleri'nde gördüğümüz bâzı kayıdlar, dikkata
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
135
şayandır. Meselâ Hicrî evâil-i Cümâde'l-ûlâ 935 (Ocak 1529) tarihli bir
defterde, Fâik Paşa mahâllesi civârında, 38 haneli mahâlle-i mescid-i
Selâtin-zâde (yâni sultanın çoğulu olan Selâtin-zâde) mescidi mahâllesinin bulunduğu yazılıdır1. Bundan maada, Rebi'ül-âhir 937 (Kasım
1530) tarihli diğer bir defterde dahi, yine İzmir'in içinde ve Fâik Paşa
mahâllesi esâmisinden sonra «Mahâlle-i mescid-i Selâtin-zâde, Hâne:
38, mücerred: 18, Hâne gayr-ı avârız: 5, Tuzcu: 8» kaydı mevcuttur2.
Nihayet, Receb 983 (Ekim 1575) tarihli Suğla livası mufassalında da,
bu mahâllenin ismine tesadüf edilmektedir3. Bu kayıdlarm dışında. Ser­
den geçdi ağalarından Genç Osman Ağa'nın 5 Şaban 1138 (8 Nisan
1726) tarihli vakfiyesinde ve Mehmed Şemseddin Efendi kızı Kudsîye
Mölla'nın 1198 (1784) tarihli vakfiyesinde dahi «Selâtin-oğlu Mescidi»
nin adı geçmektedir4.
Bütün bu kayıdlar bize gösteriyor ki, X V I, X V II, ve X V III. yüz yıl­
larda, İzmir'de, Fâik Paşa mahâllesi yakınında, bir Selâtin-zâde (= S e lâ tin-oğlu) mescidi mahâllesi vardır5 ve kanaatımızca, sultanların çocuk­
ları manasına gelen bu Selâtin-zâde Mescidi mahâllesi sonradan Salâhüd-dîn oğlu mescidi mahâllesi şeklini almıştır.
Hâlen mevcûd olan
mescide de Salâhü'd-dîn oğlu mescidi adı verilmiştir. Bu itibarla, bahis
konusu câmi, X IX . yüz yılın ikinci yarısına veya X X . yüz yılın ilk yarı­
sına âit olmayup, kuruluşu bakımından, X V I. yüz yıl başlarına ve belki
de daha önceki devirlere âit bir Türk eseridir diyebiliriz. Ancak bir çok
defalar tamir görmüş olması dolayısile, bugünkü hâlini almıştır. Hâlen
tavanı ve minberi ahşabtır. Divarları taş ve moloz harç karışımıdır. M inâresi 1 Ocak 1954'de, İzmir'in kuruyemiş tüccarlarından Manisalı
Ömer Lûtfi oğlu Bay Sabri Gül tarafından, tuğla olarak yaptırılmıştır.
Mimarı Abdüsselim Yapar'dır ve hâlen cema'ata açık durumdadır.
1 Başbakanlık Arşivi, Tapu-tahrır Defteri, nr. 148, s. 8.
2 Başbakanlık Arşivi, Tapu Defteri, nr. 166, s. 392.
3 Başbakanlık Arşivi, Tapu Defteri, nr. 537, s. 8.
4 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, I. Vakfiye Defteri, s. 74 ve 11. Vakfiye Defteri, s. 147,
204, 255.
5 Ayrıca bak, İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 110 da, 5 Rebi’ülevvel 1313 (26 Ağustos 1895) tarihli vakfiyeye.
55. Sa’Iebçi-oğlu Çâmi’i : İzmir’in X X . yüz yıl başlarında inşâ olu­
nan büyük câmi'lerinden biridir. Kemeraltı caddesi ve Birinci Beyler-
136
M. M ÜNİR AKTEPE
sokağı ile Kestelli caddesi arasında kalan semtdedir. Eski Büyük ve Kü­
çük Sa'lebci-oğlu hanlarından, Büyük Sa'lebci-oğlu Ham’nın arkasına te­
sadüf eden sahada inşâ edilmiştir. Banisi Sa'lebci zade Hacı Ahmed
Efendi'ye âit 16 Rebi'ül-evvel 1311 (27 Eylül 1893) tarihli vakfiyede
bu husûsla alâkalı olarak şunlar kayıdlıdır.
«İzmir eşrâf ve mu'teberân-ı mütehayyızanından saadetlû Sa'lebci
zâde Hacı Ahmed Efendi bn. Hacı Mehmed Ağa bn. Haşan meclis-i
şer'-i şerîf-i enverde zikr-i âtî vakfına li-ecli't-tescîl mütevelli tâyin bu­
yurduğu ketebeden Mehmed Ali Efendi bn. Halil mahzerinde be-tav'an
ikrar-ı sahîh-i şer'î ... edüp ... etyab-ı emvâl ve enfes-i emlâkimden
olup, Kemer-altı caddesinde. Hacı Mahmud sokağının köşesinde bir
tarafı ... vakf ve habs edüp ... gerek gaile ve gerek rıbhından terâküm
eden mebâliğ ile Hân-ı kebîr-i mezkûr1 derûnuna ber-vech-i muharrer
bir câmi ve bir mekteb ve yedi bâb oda ve bir ders-hâneyi ve helâ ve
lâvazım-ı sâireyi müştemil bir medrese inşâ ettirilüp, hitam bulduktan
sonra gallât-ı mezkûreden hâkim ve müftü efendiler ile mütevelli ma'rifetlerile câmi'-i mezkûrun imam-ı evveline on beş ve ... cem'an şehriye
yüz beş aded sîm mecidiye verile ... ve yine gallât-ı mezkûreden, Kemer-altı'nda vâki' câmi'-i şerifin imamına ... ve Hacı Mahmud câmi'-i
şerifinin imamına ... ve Arnavud mescid-i şerifinin imamına ... ve OdunKapılı mescid-i şerifinin imamına ... ve ... ve Kemer-altı câmi'-i şerifin­
de vâki’ kütüb-hâne'nin hâfız-ı kütübüne verile...»2. 16 Rebi'ül-evvel
1311 ( = 2 7 Eylül 1893).
Bu ifâdeden anlaşıldığına nazaran. Hacı Ahmed Efendi, sâdece* bir
câmi değil, bir külliyenin inşâ edilmesini arzu etmiştir ve bu sebeple de,
mezkûr Sâ'lebci oğlu câmi'i fevkani olarak. Büyük Sa'lebci oğlu Hanı'nın avlusu nihâyetinde yapılmış, altına mekteb, medrese, ders-hâne ve
şâir odalar binâ olunmuştur. Râgıb Paşa zâde Mehmed Ali Bey'in, İz­
mir tarihi hakkındaki notlarından istifâde eden Râif Nezih Bey ise, Sa'­
lebci Câmi'i hakkında şunları yazmaktadır.
« ... Ba - husûs yirmi beş, otuz sene evvel, Sa'lebci-zâde merhum
Hacı Ahmed Efendi'nin vücûh-ı birre sarfile vakf etmiş olduğu akârât
vâridâtından, şehrin hâkimü'ş-şer'î Anadolu Kazaskeri Hoca Gürcü
Emin Efendi merhûm, Büyük Han'ı derûnunda inşâ ve ikmâl edilen fev1 Büyük. Sa’lebci oğlu Hanı kasdedümektedir. 1970/71 yıllarında bu han yıkılarak,
yerine Vakıflar Genel Müdürlüğü, yeni bir iş hanı inşaatına başlamıştı.
2 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 68/70.
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
137
kânî ve kısm-ı küllisi mermerden masnû câmi'-i şerif ile tahtındaki
medrese ve mekteb v e ...3.
Ayni müellif, eserinin bir başka yerinde de şöyle diyor. «15 Teşrin-i evvel 1311 de Sa'lebci zâde Hacı Mehmed Efendi merhûmun vücûh-ı birre tahsis eylediği sülüs malından. Büyük Han'da inşâsını vasiyyet ettiği câmi'-i şerif ile mekteb ve medresenin inşâatında Allâme
Hoca nâmı ile şöhret şiâr Hacı Ahmed Efendi müdîr-i umûr tâyin edil­
m iştir... Fakat uzun bir zaman geçmeksizin minaresinin yıkılıverdiği
Sa'lebci Câmi'inin inşâatında iyi bir mürâkabe yapamamış olduğu an­
laşılıyor...»4.
Bu eserden istifâde ettiğini tahmin ettiğimiz Bay Hakkı Gültekin
dahi, Sa'lebci-oğlu Câmi'inin, Hacı Mehmed Efendi tarafından ve hicri
1322 yılında yaptırıldığını eserine kayd etmiştir5. Lâkin, yukarıda kısmen
örneğini verdiğimiz vakfiyede ve Râgıb Paşa zâde Mehmed Ali Bey'in
notlarında görüldüğü veçhile, bu külliye, Sa'lebci zâde Hacı Mehmed
Eferidi'nin oğlu Hacı Ahmed Efendi tarafından 16Rebi'ül-evvel 1311
ta­
rihinden sonra, Gürcü Emin Efendi nezâretinde inşâ ettirilmiştir, ilk minâresi bilâhire yıkıldığı içün, 1927 yılında, İzmir valisi Kâzım Dirik za­
manında, bugünki minâresi yaptırılmıştır. Esas mekân yeşil porfir ve
beyaz mermerden inşâ edilmiştir. Üzeri, kurşun kaplı bir kubbe ile ör­
tülüdür. Son cema'at mahâllinin dahi üzeri üç kubbe tarafından örtül­
müştür. Câmi'in önünde, ayrıca iki mermer çeşme mevcuttur. İzmir câmi'leri üzerinde çalışan Işık Ungan, bu câmi'den hiç bahsetmez.
3 İzmir Tarihi, İzmir 1927, I. Kitab, 18. Forma, s. 11.
4 İzmir Tarihi, İzmir 1927, I. Kitab, 17. Forma, s. 11.
5 İzmir Tarihi, İzmir 1952, s. 55.
56. Selimiye Câmi’i : İzmir Müzesinde bulunan eski eser fişlerine
nazaran, inşâ tarihi ve bânisi hakkında her hangi bir kayıd yoktur. İz­
mir'in, Değirmen Dağı semtinde, 402. sokakta olan bu câmi'e dâir, biz­
de bir bilgi bulamadık.
Hâlen mevcut, üzeri düz ahşap çatılı, kiremit örtülü ve tek minâreli bir eserdir.
57. Servili Mescid: İzmir’in Basmahâne civarında bulunan Karakapı caddesi üzerinde, 98 nr. dadır. Bu mescidin nezaman inşâ edilmiş
138
M. M ÜNİR AKTEPE
olduğuna dâir her hangi bir kayda tesadüf edemedik. Ancak mezkûr
mescidin avlusunda, üzerinde «Allah bakî. Servili Mescid câmi'i banisi
Hacı Osman Efendi'nin ruhuna fatiha» yazılı tarihsiz bir mezar kitabesi
vardır. Bu kitabeye nazaran, bahis konusu Servili Mescidi, Hacı Osman
Efendi adında bir şahsın yaptırdığını söylemek mümkün ise de, bir diğer
kayıd, yeni olan bu mezar taşının hatalı bulunduğunu bize göstermek­
tedir. Çünki Ankara Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi'nde mevcûd «İz­
mir'de M îr Ali mahâllesinde Servili mescid-i şerifi vakfı ile mescid-i şerif-i mezkûra minber vaz’ etmiş olan Osman Efendi vakfı»1 kaydı, bahis
konusu Osman Efendi'nin bu câmi'e bir minber vaz'ettirmiş olduğunu
açıkça ifâde ediyor.
Bu avluda ayrıca bir de Sabuncu-zâdeler'e âit 1180 (1766-67) ta­
rihli mezar taşının olması dikkati câlibtir. Diğer taraftan. Bîrûn-âbad'lı
(Bornavalı) Abdullah kızı Şerife Hanıma âit 15 Şaban 1311 (21 Şubat
1894) tarihli vakfiyede «İzmir'de Servili Mescid Mahâllesi»2 adının geç­
mesi, bu mescidin oldukça eski bir inşâ tarihine sâhib bulunması lâzım
geldiğini bize göstermektedir.
Servili Mescid'e, Mîr-âlem'Ii tarlasında, Çoban-çeşmesi'nde, Arabkuyusu'nda, Kanlı-Dere'de Ayvalık karşısında, Taş-tarla'da ve İzmir'in
daha bâzı semtlerinde, cem'an 238 ağaç zeytin dahi vakf edilmiş bulu­
nuyordu3. Lâkin bu vakıf kayıdlarının da tarihi yoktur. Hülâsa, henüz
hakkında fazla bir bilgiye sâhib olamadığımız Servili Mescid, üzeri düz
çatı ve kiremid örtülüdür. Son cema'at mahâlli açık olup ahşab sütun­
lara istinat etmektedir. Kürsi, minber ve sermahfil kısmı dahi ahşabtır.
Mihrabı alçı olup, sütun başlıkları süslemelidir ve hâlen cema'ata açık­
tır. Bak, resim nr. 60.
1
2
3
Fihrist Defteri, nr. 208, c. II,
8/2009. Siyah-ı Sânî Muhasebe75.
İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II.
Vakfiye Defteri, s. 223.
İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, I. Vakfiye Defteri, s. 58.
58. Soğuk-kuyu Câmi’i : İzmir'in, Karşıyaka kazasında ve Soğukkuyu semtindedir. Bu itibarla, Soğuk-kuyu Câmi'i nâmile meşhur ol­
muştur. Hâlen 1871. sokak 121 nr. dadır. Son cema'at mahâllinin giriş
kapısı üzerindeki yeni yazılı kitâbede «Çömez-zâde Hacı Mehmed 1291»
yazılı olduğu içün, bânisinin Çömez-zâde Hacı Mehmed Efendi olduğu
söyleniyor1.
1 Işık Ungan, İzmir CâmVleri, San’at Tarihi Tezi, s. 49.
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
139
İzmir Müzesinde bulunan, İzmir câmi'lerine âit fişlerde ise, Sofuzâde Mehmed Efendi tarafından yaptırıldığı kayd edilmektedir. İzmir
Tarihi yazarı Bay Hakkı Gültekin, her iki şahsın da ayni Mehmed Efendi
olduğunu yazmaktadır2. Ancak biz, İzmir Vakıflar Müdürlüğünde bul­
duğumuz kayıdlar arasında, yâni Tireli Kethüda-zâde Seyyid Hacı Mus­
tafa Ağa bn. Hacı İbrahim Ağa'nın 1216 (1 8 01/80 2) tarihli vakfiyesi
sonunda bulunan şâhidler arasında Çömez-zâde Hâfız el-Hac Osman
Efendi ismine tesadüf ettik3. Bu itibarla diyebiliriz ki, 1801 yıllarında,
İzmir'de Çömez-zâde lâkabı ile meşhur ve muteber bir âile yaşayordu
ve bu âileden olması kuvvetle muhtemel bulunan Hacı Mehmed Efendi
de 1291 (1874) yılında, İzmir'in Karşıyaka'sında bir câmi yaptırmıştı.
Bahis konusu câmi'in, önünde küçük bir avlusu vardır. Son cema'at
mahâlli bilâhire kapatılmıştır. Esas bina taş ve hare ile inşâ olunmuştur.
Çatısı ahşab meyilli ve kiremid döşelidir. Beş köşeli bir kaide üzerine
oturan, kesme taşdan yapılmış ve külah kısmı dahi taş olan bir minâresi
mevcuttur. Mihrabı bir niş hâlinde olup, minberi ahşabtır4.. Bak, resim
nr. 58, 59.
2 Adı geçen eser, s. 55.
3 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 18.
4 Işık Ungan, Aynı eser, s. 49.
59. Şadırvan Câmi’i : İzmir'de, Eski-mahkeme-önü, Arasta ve Şe­
kerciler çarşısından gelip, Odun-Pazarı'na ve Yağcılar içine doğru giden
yolların birleştiği noktada bulunmaktadır ve hâlen bu semte, câmi'in
yanında olan meşhur şadırvana izâfetle, Şadırvan-altı denilmektedir,
Câmi' dahi, bilâhire önündeki şadırvandan isim alarak «Şadırvan Câmi'i»
adı ile şöhret yapmıştır.
Şadırvan Câmi'i'nin bânisi henüz kat'î olarak malûmumuz değildir.
Ancak bu eserden bahseden, bizim görebildiğimiz en eski kayıd, Kâtib
Çelebi'nin Cihân-nümâ'sında mevcûttur. Kâtib Çelebi bu kitabında İz­
mir câmileri hakkında bilgi verirken şöyle d iy o r:
« ... Ulu Câmi' Niflî-zâde câmi'idir. Derya tarafında, limana karib
fevkani, kârgir, kurşun örtülü kubbedir. Biri dahi Hacı Hüseyin Câmi'i,
kezâlik yalı kenarında dahi, şâiri şehirde hurda câmi'lerdir...»1. Kâtib
1 Burada ilk bahsedilen Niflî-zâde Câmi’i, Şadırvan; Hacı Hüseyin Câmi’i de BaşDurak Câmi’i’dir. Bk. İstanbul 1145, s. 669.
140
M. MÜNİR AKTEPE
Çelebi, Cihân-nümâ'sını X V II. yüzyılın ortalarında kaleme aldığına naza­
ran2, bu câmi' dahi en geç olarak X V II. yüzyılın ilk yarısında İzmir'de
bulunuyordu diyebiliriz.
Kâtib Çelebi'den sonra, 1670/72 yıllarında İzmir'e gelen. Evliya
Çelebi de Seyahatname'sinde, bu câmi' hakkında şunları yazm aktadır:
« ... Cümleden cemaat-i kesîreye mâlik çarşu içinde ve Kurşunlu
Han önünde Bıyıklı-oğlu Câmi'i, güyâ İstanbul'da Rüstem Paşa Câmi'i
gibi şebb-rûz cema’atden hâli değildir ve onbir kademe taş nerdiban
ile urûç olunur, fevkani câmidir ve altı serâpâ dükkânlardır ve kıble kapusu üzerinde tarihi budur.
Sa'y-i Mahmud oldu hakka bu makâm-ı asfiyâ.
Buldu bin kırk altıda hem itmamı essalâ.
Güyâ beyaz incüye benzer bir câmi'-i münevver ve musanna' müferrih
kurşun ile mestûr bir câmi'-i pür-nûrdur. Amma tenk mahâlde vâki' olmağile haremi yoktur ve çarşu içinde abdest havuzu vardır...»3.
Burada derhâl şunu kayd edelim ki, Evliyâ Çelebi'nin bahsettiği
1046 (1 6 3 6 /3 7 ) tarihli kitâbe, bu gün yerinde yoktur. Diğer taraftan
bu câmi'in bânisi olarak gösterilen Bıyıklı-oğlu da mübhem bir şahıs­
tır. Her ne kadar, Gedûsî-zâde Abdullah Ağa'nın, İzmir'deki vakıflariyle
alâkalı, gurre-i Safer 1129 (15 Ocak 1717) tarihli bir vakfiyesinde «bir
taraftan Bıyıklı Mustafa Paşa vakfı»4 ibâresi bulunuyor ise de, bu ifâ­
denin, Evliya Çelebi'nin zikrettiği Bıyıklı-oğlu ile ne derecede bir mü­
nâsebeti vardır bilemiyoruz. Buna mukabil, Alâiye ahâlisinden olup, İz­
mir'de oturan Hacı Velî bn. Yusuf bn. Velî Efendi'ye âit, 10 Zilhicce
1142 (26 Haziran 1730) tarihli bir başka vakfiyede bu câmi'in ismi Kâ­
tib Çelebi'nin Cihân-nüma sında olduğu üzere «Niflî-zâde Câmi'i»5
diye, açık şekilde geçmekte ve İzmir'in Câmi'-i atik Mahâllesi'nde bu­
lunduğu kayd olunmaktadır.
Bu hususla alâkalı ve çok dikkat çekici bir kayıd örneği de, An­
2 Hamid Sa’di Selen, Cihân-nümâ (Kâtib
3 Seyahat-nâme, İstanbul 1935, c. IX, s.
c. XIII, s. 83.
4 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye
5 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye
Çelebi), Ankara 1957, s. 121.
93, Zuhuri Danışman neşri, İstanbul 1971,
Defteri, s. 22-23 ve 154.
Defteri, s. 86-88.
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
141
kara, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, Fihrist defteri nr. 208, c. I,
8 /2 08 0 de mevcuttur. Bu defterde bulunan «İzmir'de Câmi'-i kebîr,
Niflî-zâde denmekle şehir, merhum ve mağfur Sultan Süleyman Hân
vakfı (İzmir'de Şadırvan Câmi'-i şerifi için Atike Hâtûn bir bâb dük­
kânı imâm-ı câmie meşruta olmak üzere vakf etm iştir)» ifâdesi. Şadır­
van Câmi'ine, Niflî-zâde câmi'i dahi denildiğini ve bunun Kanunî Sul­
tan Süleyman vakfı olduğunu sarih olarak, ortaya çıkarmaktadır.
Bu kayıdlar dışında İzmir sâkinlerinden ve ashâb-ı hayrattan Ödemişli el-Hac Mehmed bn. Ebûbekir bn. Mehmed Efendi'nin evâsıt-ı
Rebi'ülevvel 1107 (Ekim 1695) tarihli vakfiyesinde6. Müderris el-Hac
Ahmed Said Efendi'nin 7 Şaban 1170 (27 Nisan 1757) tarihli vakfiye­
sinde7 ve Çömez-zâde. Hâfız el-Hac Osman Efendi bn. Hacı Mehmed bn.
Abdullah Efendi'nin 13 Şevval 1239 (11 Haziran 1824) tarihli vakfiye­
sinde8, nihayet Alay-Beyi İbrahim Bey’in 15 Şevval 1295 (12 Ekim 1878)
tarihli vakfiyesinde9, bu câmi'in adı, sâdece Şadırvan Câmi'i olarak geç­
mektedir.
Maamafi, İzmir Vakıflar Müdürlüğü'nde mevcûd I numaralı Vakfiye
Defteri'nde gördüğümüz 1254 (1 8 3 8 /3 9 ) senesine âit bir kayıdtan
dahi, İzmir'de, Câmi'-i atik Mahâllesi'nde oturan Bıyıklı el-Hac Mustafa
adındaki10 bir şahsın bâzı vakıflara sâhib bulunduğunu öğreniyoruz. An­
cak bu Bıyıklı Mustafa'lar ile Şadırvan Câmi'i bânisi arasında Evliya
Çelebi'nin yazdığı üzere bir münâsebet kurmak şimdilik mümkün ola­
mamıştır. Bilâkis X IX. yüzyılın sonlarında yaşayan ve İzmir'in şehir ta­
rihi ile meşgul olan yazarlarımızdan bazıları ve bilhassa Mehmed Ali
Bey Şadırvan Câmi'inin, Kanunî Sultan Süleyman tarafından yaptırıl­
mış olduğu rivayet edilir diyor11. Bu meyanda, bâzı yazarlarımızda mes'eleyi tahkik etmeden, «Şadırvan Câmi'i, Bıyıklı Sultan Süleyman tara­
fından bina ettirilmiştir»12 veya «Şadırvan Câmi'inin bânisi Bıyıklı-oğlu
Mahmud»13 dur gibi sonuçlara varmışlardır. Pek tabi'idir ki, yukarıdan
beri, vakıf kayıdlarına müsteniden verdiğimiz izahat. Şadırvan Câmi'inin
6 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü II. Vakfiye Defteri, s. 38-39.
7
»
»
>
II. Vakfiye Defteri, s. 71
8
»
»
»
II. Vakfiye Defteri, s. 245
9
>
»
>
II. Vakfiye Defteri, s. 3
10Bk. s. 3.
11 Râif Nezih, İzmir Tarihi, Tzmir 1927, I. kitab, 18. forma, s. 10/11.
12 Râif Nezih, Aynı eser, 12. forma, s. 11.
13 Hakkı Gültekin, İzmir Tarihi, İzmir 1952, s. 56.
M. MÜNİR AKTEPE
142
tarihçesini kısmî şekilde meydana koymuştur; yâni elimizde henüz kat'î
bir inşâ kitâbesi olmadığından, onun yapıldığı tarihi tam olarak söyle­
mek şimdilik mümkün değildir. Kanaatimizce Kanunî devrinde binâ edil­
miş bir Türk eseri olmalıdır. Câmi'in hâlen üzerinde bulunan kitâbelerden birincisi ise, kuzey-doğu kapısı, yâni arasta tarafından çıkan mer­
divenlerin üst kısmında ve ana mekâna girişin sol tarafına düşen bir
pencerenin üzerindedir. Câmi'in tâ'mir tarihile alâkalı olan bu kitâbede
aynen şunlar yazılıdır:
Jlî
jJL-J 4*6 4Uİ
O - i- l
¡j
t* .
4
<Uİ
İ J la o
<11i
g
Ta'alâllah zehî matbû' u dilkeş cây-i ta'atki.
Nola olsa nazîre beyt-i ma'mûre olur bercâ.
Miyân-ı şehrimizde nûrdan şâd u revân iken.
Harîk erkân-ı hüsnün eyleyüp defa'ât ile imhâ.
Muhassıl kalb-i âşık-veş yanup vîrân iken şimdi.
Yapıldı ehl-i hayrın himmetiyle böy|e müstesnâ.
Bu hayrât-ı cemîle himmet erbâbı ola nâil.
Hadîs-i «menbenâ» ya imtisâlen ecr-i bî-hemtâ.
Yazılsun bâb-ı Arş üzre bu güne Nüzhetâ târih.
Ta'alâllah zehî matbu' u dilkeş câmi'-i bâlâ.
Sene 1230
Bu kitâbe. Şadırvan Câmi'inin birkaç def'a yangın dolayısiyle harab
olduğunu ve nihâyet Hicrî 1230 (1815) yılında, hayır sahihlerinin himmetile onarıldığını bize göstermektedir.
Büyük şadırvanın önünden çıkan yâni kuzey-batı kapısı merdiveni­
nin sol tarafına isâbet eden kütübhâne odasının üzerinde bulunan 1250
(1 8 3 4 /3 5 ) tarihli kitâbe de aynen şöyledir:
*
Şeref buldu bi-lûtfillâh bu cây-i dil-küşâ şimdi.
Zehî vâlâ eserdir mevkı'inde böyle bî-hemtâ.
OSMANLI DEVRİ İZM İR CÂMİ’LER İ HAKKINDA ÖN BİLGİ
143
Kapânî-zâde merhum sıdk ile hâl-i hayâtında.
Li-vechi'I-lâh kodı hayrat içün vakf akçe-i ...?
Vücûh-ı birr ta'm ir ettiği-çün vakf-ı mezbûru.
Bu dâr-ı kütbü etti zevcesiie kızları inşâ.
Ulûm erbâbı gelsün hâll-i müşkil eylesün bunda.
Temessükle kitâbullaha bulsun feyz-i lâ-yuhsâ.
Muvakkit-hâne mülsak oldu dârü'l-kütbe himmetle.
Binâsı kâim olsun görmesün cevr-i felek aslâ.
Delâletle olur bu ecre nâil himmet erbâbı.
Husûsa bâniler cennât-ı adn içre bulur me'vâ.
Tekellüfsüz dedi tarihini Hâlid bu suretle.
Yapıldı bin ikiyüz ellide matbu' müstesnâ.
Sene 1250
Bu kitâbeye nazaran, İzmir'in tanınmış âilelerinden birine mensub
bulunan Kapanî-zâde, hâl-i hayatında Şadırvan Câmi'i için bir mikdar
vakıf para bırakmış; karısı ile kızları da sonradan, bu câmi'in batı ta­
rafındaki şadırvanı üzerine bir kütübhâne yaptırmışlardır; ayni zaman­
da kütübhâne binâsına bitişik olarak bir de muvakkithâne vardır.
İzmir Müzesi'nde bulunan ve İzmir'deki eski eserlere âit olan fiş­
lerde ise, bu kitâbeler yanlış okunduğu için. Şadırvan Câmi'ine dâir şun­
lar yazılıdır: « ...iç kapu üzerinde câmi’in yanmış olduğu ve 1230
(1815) de Tabaî zâde Sıddık, tarafından, yeniden inşâ edildiği hakkın­
da, türkçe sülüs bir kitâbe vardır...». Hâlbuki, yukarıda da gördüğümüz
üzere, bu câmi'in içinde, iki kitâbe mevcûdtur ve bunlardan 1230
(1815) tarihli olanı umumî mâhiyette bir tâ'mir kitâbesidir. Birçok
yangınlar sonunda, hayır sahihleri tarafından câmi'in onarıldığını bize
göstermektedir, ikinci kitâbe ise, Kapânî-zâdeierden bahsetmektedir.
Ve burada Kapânî kelimesi Tabaî; sıdk ile kelimesi de sıddık şeklinde
okunmuş olduğundan mânâ çok değişmiştir. Işık Ungan dahi, İzmir
Câmi'leri adlı tezinde, bu kitâbeleri okurken veya okuturken, yazılar çok
girift ve temiz olmadığından, oldukça fâhiş yanlışlar yapmıştır14.
14 Bak, s. 12 ve 13.
144
M. MÜNİR AKTEPE
Şadırvan Câmi'i, İzmir'de sahile yakın ve şehrin en hareketli bir
ticâret mahâllinde yapılmıştı. Bu sebeble arsası geniş olmadığından et­
rafında avlusu dahi yoktu. Câmi' fevkani olarak inşâ edildiği için, altın­
da, câmi'in temelini teşkil eden kemerler arasında bir çok dükkân ve
mahzenler vardı. Bunlar bilâhire şahıslara satılmış olduğundan. Hâlen
câmi'in temeli, bu dükkânlara sâhib bulunan tüccar ve esnafın elinde­
dir ve câmi'e, evkafa temin ettiği vâridât ortadan kalkmıştır15.
Şadırvan Câmi'i'nin biri, Bit-pazarı tarafındaki şadırvanın önüne
inen kuzey kapısı, diğeri de şekerciler çarşısı tarafındaki esas büyük
şadırvan önüne açılan batı kapısı olmak üzere iki kapısı vardı. Sonra­
dan kuzey kapısının merdivenleri çok harab ve bakımsız kaldığı için
burası kapatıldı ve yerine bâzı dükkânlar inşâ olundu. Bu gün câmi'e
batı tarafındaki, 29 basamaklı bir merdiven ile girilmektedir ve girişte
bulunan son cema'at mahâlli bilâhire câmekân ile çevrilmiştir. Üçüncü
kademe yan mekânları teşkil ediyor ki, bunların da üzeri kubbeli ve
kurşun örtülüdür. Esas mekânın üzerine gelen büyük kubbe ile buna
âit tromp çıkıntıları dahi kurşun kaplıdır. Câmi' ile güney tarafında bu­
lunan bir şerefeli, tek minaresi kesme taştan yapılmıştır. Vakıflar Umûm
Müdürlüğü 1941 yılında bu minareyi ta ’mir ettirmişti.
Ana mekâna kuzey ve batı tarafından iki giriş vardır; ayni zaman­
da içinde 8 adedi taşıyıcı olmak üzere, 10 sütun mevcuttur. Ana me­
kânın üzerini örten tromplu kubbe kasnağında sekiz pencere vardır.
Ayrıca tromplarda üçer ve tromplar arasındaki boşluklarda da ikişer
pencere görülmektedir. Mihrab, geniş ve yuvarlak bir kemer içinde açıl­
mıştır. Yanlarında iki süs sütunu mevcudtur. Minberi mermerdendir.
Kubbe kalem işlerile süslü olup, ortasında bir âyet yazılı bulunmakta­
dır.
Câmi'in batı tarafında bulunan ve sekiz sütun üzerine oturtulan
kütübhânenin dahi, câmi' ile içten irtibâtı vardır. Bu kütübhânenin al­
tındaki şadırvanın tavanı ise kubbeli olup, su hazînesi ortada ve etrafı
demir parmaklıkla çevrili bulunmaktadır. Şadırvanın suyu, eski Agora
(=N am azgâh) mevki'inde bulunan kabristan içindeki bir menbadan
gelmekte idi16. Bu şadırvanın kubbesinin iç tarafında bir de manzum
kitâbe vardır. Ancak bu kitâbe bir bez veya muşamba üzerine yazıla­
15 Râif Nezih, Aynı eser, I. kitab, 18. forma, s. 11.
16 Vedat Sivri, İzmir Câmileri, (Ege Ekspres Gazetesi), İzmir 26, II, 1960 ve Râif
Nezih, Aynı eser, forma 18, s. 11.
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
145
rak, kubbenin ig kasnağı etrafına yerleştirildiği için, sonradan hava ve
yağmurların tesiriyle olacak, bir çok yerlerinde bozulmalar olmuştur.
Bu itibarla, kitâbe metnini tam olarak okumak müşkilât arzetmektedir.
Bu kitabeden okuyabildiğimiz kısımlar ise, aynen aşağıya yazılmıştır.
Şadırvan-ı kadîme ehl-i hayrın ayn-ı lûtfundan.
Akardı ma'-i sâf himmeti âb-ı zülâl-âsâ.
Muahhar menba'-ı feyz-i İlâhîden zuhûr eden.
Sular iş-bu şadırvana olundu sonradan icrâ.
Neşat-efzâ olup enhur iş-bu şadırvanda.
Hususa mü'minîn eyler salâvât şartını îfâ.
[Gelüp] sâlih olan müslimler âb-dest alup çıksın. .
Kelâm olunsun muradı üzre işte câmi'ül ...( ? )
mâ musaffa bâ-husûs bunda.
Nice hayvân-ı nâtık gayr-i nâtık olmada ihyâ.
Çün bir ni'met-i tahârettir ki hem ayn-ı inâyettir.
Kılındı .............
. ...... bî-bedel i'tâ
Gerektir şükr-i ni'met âkil-i dânâya her demde.
Şeb u rûz şükr-i yezdânile arar ni'met-i uzmâ.
Bu rütbe ............ eltâf-ı hakk su gibi câridir.
Bu lûtfu ancak âdem acz ile şükrün eder îfâ.
Sezâdır sâhibü'l-hayrata .......................... şâyeste.
Duâ gevherlerin akdıkca âb-ı dest eyler ihdâ.
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 10
146
M. M Ü N İR AKTEPE
Gelüp Hâlid dedi bin ikiyüz ellide târihin.
Şadırvan dâr-ı kütbün sâyesinde oldu pek ra'nâ.
MenlehüT-fakir
Mehmed Râsim
Görülüyor ki, kütübhâne sâyesinde, şadırvan da onarılmış ve ba­
kımlı bir hâle gelmiştir. Bu gün, gerek bu şadırvan, gerekse Bit-Pazarı
tarafındaki diğer küçük şadırvan faal durumdadır ve bu şadırvanlardan
dolayı, «Şadırvan Câmi'i» adını alan, İzmir'in sayılı eseri dahi hâlen cema'ate açık ve faal durumda bulunmaktadır. Bak, resim rir. 61, 62, 63,
64, 65, 66, 67, 68.
60. Şerefiye Câmi’i : İzmir'in güney batı tarafında, Bozyaka deni­
len semtde bulunuyordu ve Esnef Şeyhi Câmi'i (Bak buna) civarında
oturan. Adanalı Hâfiz Nuri Efendi bn. Abdülfettah bn. Abdullah Efendi
tarafından yaptırılmıştı1. Hakkındaki bilgimiz şimdilik bundan ibarettir.
1 Ankara, Vakıf.ar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defterleri, nr. 208, c. II, 8/1775.
61. Şeyh Câmi’i : İzmir'in Basma-hâne semtinde, eski Yazıcı mahâllesindedir. Bugün ise, 961. sokak, 29 nr. da bulunuyor. Civarında
Fâik Paşa Câmi’i ve yanında dahi Hâlid Bey ilk okulu vardır.
Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde bulunan evâsıt-ı Safer 1055
(Nisan 1645) tarihli vakfiyeye nazaran1, Üsküdarlı Aziz Mahmud Hüdâi Efendi hazretlerinin halifelerinden Şeyh Mustafa Efendi tarafından
yaptırılmıştır. Aziz Mahmud Efendi fukarasına meşruta olan bir câmi'
ile tekkeden müteşekkil bulunuyordu. 1671 tarihlerinde İzmir'e gelen
Evliya Çelebi dahi bu eserden sadece «Şeyh Mustafa Efendi Câmi'i»
diye bahs etmektedir2. Bu itibarla, sarih ofarak görülüyor ki. Şeyh
Câmi'i, esas inşâsı X V II. yüz yılın ilk yarısına âit olan bir Türk eseridir.
1 Bak, Esas Defterleri, nr. 20 9 -8 /1 , 516. kayıd.
2 Evliya Çelebi, Seyahat-nâme, İstanbul 1971, c. XIII, s. 84.
...................
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
147
Hicri 1224 (1809) yılında büyük bir tamir gördüğünü, ana me­
kâna giriş kapısı üzerinde bulunan manzum kitabeden öğreniyoruz. Bu
kitabe ise aynen şöyledir:
Ne âlî mescid-i ra'nâ binâ olmuş li-vechillâh.
Cenâb-ı Şeyh'in âsârı cemîl oldu bi-avnillâh.
Zehî ferhûnde âlî-baht mübârek buk'adır bu kim
Ki evkât-ı hamse i'Iân olur tevhîd-i dârullah.
Sezâ ger şems[ü] mâh tâk-ı muâllâsında âvîzan.
Olub mihrâbına rû-mâl ile nâil rızâullah.
Mübâhat eylese ger ehl-i semâvâta lâyıktır.
Bu câmi'de namaz kılub du'â eden ibâdullah.
İkitekbîr ile çıktı Reşîdâ târih-i tâ'mir.
Kamu revnak-efzâ3 ma'mûr olup câmi' bi-hamdillâh.
«
V_)_JİJİ
Ijil (jSjj
»
Sene: 1224 (= 1 8 0 9 )
Bu kitâbeye rağmen, İzmir Tarihi yazarı Bay Hakkı Gultekin, bahis
konusu câmi'in, Hicri 1258 yılında Fâik Paşa tarafından yaptırıldığını
söylemek suretile büyük bir hataya düşmüştür4.
Şeyh Câmi'inin, etrafı yüksek duvarlarla çevrili bulunan küçük bir
avlusuvardır ve burada Şeyh Mustafa Efendi'nin mezarını dahi ihtiva
eden bir hazîre mevcuttur. Esas mekâna nazaran, saçağıyarım
metre
kadar aşağıda bulunan son cema'at mahâlli câmekân ile kapatılmıştır.
Üzeri kiremid döşelidir. Ana mekânın üzeri dahi, dışdan meyilli ahşab
çatı ve kiremid örtülüdür. Tuğladan yapılmış ve üzeri sıvanmış tek
minâresinin külâhı kurşundur. Câmi'in tavanı, içden düz ve ahşabtır.
3 Buradaki
« Ijjl» kelimesinin elif harfi, tamirler esnasında silindiği içün
«Ijj»
Seklinde kalmıştır. F ak at• manzûm olan tarih beyti, ebced hisabile hesablamrken, burada
elife tekabül eden bir rakamı noksan çıktığından, efzâda ki elifin düştüğü anlaşılmış ve bu
sebeple, metne bir elif ilâvesile kelime efza şeklinde yazılmıştır.
4 Bak, Adı geçen eser, s. 58.
M. M ÜNİR AKTEPE
148
Ancak bu tavan bir kısım motif ve yazılarla süslenmiştir. Pencere ke­
narları dahi süslemelidir. Mihrabı bir niş hâlindedir ve kadınlar mahfili
dahi mevcuttur3. Bak, resim nr. 69, 70, 71, 72, 73, ve 75.
5 Işık Ungan, İzmir Câmi'leri, San’at Tarihi Tezi, s. 42-43. Işık Üngan’m kitabeyi
hatalı okuduğu görülüyor.
62. Tahtalı Mescid:
İzmir'de musevilerle meskûn bir mahâlde,
yâni Mezarlık-başı ve Havra sokağı havâlisinde bulunuyordu. Ne za­
man ve kimin tarafından yaptırıldığını bilemiyoruz. Ancak, 23 Rebi'ülevvel 1252 (8. V II. 1836) tarihli bir vakfiyede adı geçtiğine nazaran, en
geç. X IX. yüz yıl başlarında yapıldığını söyleyebiliriz1.
Şimdilik hakkında daha fazla bilgiye sahib değiliz.
1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 235.
63. Tepecik Câmi’i : İzmir'de, Tepecik semtinde. Gaziler caddesi
ile Kemer istasyonu civarindadır. Bu câmi'in, ne zaman ve kimin tara­
fından yaptırıldığına dâir bir kayda tesadüf edemedik. Ancak, İzmir
Müzesinde bulunan fişlerde, vakıflar idâresine ait olduğu, taşdan ya­
pıldığı, X IX . yüz yıl Rum evlerine benzediği, orta kısmının üç, yan kı­
sımlarının da iki katlı olduğu ve minâresinin çinko kaplı bulunduğu
yazılıdır.
64. Tevhidiye Mescidi:
65. Top-alh Câmi’i :
Bak, Horasanlı Mescid.
Bak, Hacı Bey Câmi'i.
66. Yapıcı-oğla Câmi’i:
İzmir'in Yapıcı-oğlu semtinde ve EşrefPaşa'dan Kadife-Kale'ye giden caddenin üzerindedir. İzmir Müzesi eski
eser fişlerinde, 1312 (1894-95) yılında inşâ edildiği kayd olunmuş ise
de, bunun bir tâ'mir tarihi olmasi muhtemeldir. Çünki mezkûr câmi'in
kapısı önündeki çeşme kitâbesi (Yapıcı-oğlü çeşmesi. Tâ'miri 1312)
şeklindedir. Câmi'in ilk def'a ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı
hakkında bir kayıd bulamadık. Ancak, İzmir Vakıflar Müdürlüğünde
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
149
gördüğümüz bir vakfiye sureti, bizi bu hususta, kısmen olsun aydınla­
tacak durumdadır. Bu vakfiyede şunlar yazılıdır:
« ...İş bu vakfiyenin tahrîr ve imlâsına sebep ve badi oldur ki,
Medîne-i İzmir mahâllatından Kasab Hızır mahallesinde sâkin yapıcı
Mehmed Ağa bn. Abdullah bn. Ömer bn. Abdülvahab nâm kimesrie,
meclis-i şer'-i şerîf-i enverde vakf-ı âtiyü'z-zikre ... mütevelli nasb ey­
lediği kahveci Osman Ağa bn. Ömer mahzerinde ikrâr-ı sahihü'ş-şer'î
ve î'tiraf-ı sarih-i mer'î edüp, mahâlle-i mezbûrede kâin bir tarafdan Hacı
Çakır ve bir tarafdan ... menzilleri ve bir tarafdan Terzi-zâde Abdullah ...
menzilleri ile çevrili arsa-i mezkûreyi vakf-ı sahîh-i müebbed ile vakf-ı
habs eyleyüp şöyle şart ve tâyin eyledim ki, ... vefatımda, câmi'-i şe­
rîf-i mezkûra her kim mütevelli olur ise, vakf-ı mezkûruma mütevelli
olup, arsa-i mezkûreyi ecr-i mislile âhire icar edüp, hâsıl olan gelirin­
den câmi'-i şerif-i mezkûrun tâmirine sarföla;..»1. 17 Safer 1282 ( = 1 2
Temmuz 1865).
Bu vakfiyeye nazaran, yapıcı Mehmed Ağa adında bir kimse, 1282
(1865) senesinden önce İzmir'de bir câmi' yaptırmış ve bilâhire onarımı ile diğer masrafları içün ona bâzı vakıflar bırakmış demektir. An­
cak bu câmi'in, İzmir'in hangi mahâllesinde yapılmış olduğu pek belli
değildir. Diğer tarafdan 5 Şâban 1138 (8 Nisan 1726) tarihli bir başka
vakfiyeden2, Serden-geçdi ağalarından Hacı Osman Ağa bn. Ahmed
Beşe bn. Osman Ağa'nın zevcesi Ayşe Hanım'ın, yapıcı-zâde merhum
Mustafa Efendi'nin kızı olduğunu öğreniyoruz.
Bu kayıdlar bize gösteriyor ki, İzmir'de X V III. yüz yıl başlarından
itibâren yaşaya gelen bir Yapıcı-zâde (veya oğlu) âilesi mevcûttur ve
bunlara mensub bir şahısda, mezkûr câm u yaptırmıştır. Bu itibarla,
muhtemeldir ki, İzmir'deki Yapıcı-oğlu semti bu âileden veyâ bu âileye
mensub bir kimsenin orada yaptırdığı câmi'den dolayı bu ismi almış
olsun. Meselâ Haşan Hoca Mescidi'nin olduğu yere Haşan Hoca mahâllesi; Hatunîye Câmi'inin olduğu semte Hatunîye mahâllesi; EşrefPaşa ve Fâik-Paşa câmi'lerinin olduğu yerlere de Eşref-Paşa ve FâikPaşa denildiği mâlûmdur. Şâyet bu düşüncelerimiz, ileride bulacağımız
yeni vesikalarla kat'iyet kesbederse, Yapıcı-oğlu Câmi'ininde XIX. yüz
1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, 7. Vakfiye Defteri, s. 146.
2 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 205; Aynca bak, Münir Aktepe,
İzmir Hanları ve Çarşıları hakkında ön bilgi (Tarih Dergisi), İstanbul 1971, sayı 25, s. 147.
150
M. M ÜNİR AKTEPE
yılın ilk yarısında veya X V III. asır sonlarında inşâ edilmiş olduğunu
söylemek mümkün olacaktır3. Bak, resim nr. 74.
Yapıçı-oğlu Câmi'i, moloz taş ve harç karışımı yapılmış üzeri sıvalı,
fevkani bir eserdir. Çatısı düz meyilli ve kiremit örtülüdür. Minâresi altı
köşeli bir kaide üzerine oturmaktadır; külahı kurşun kaplıdır.
3 Bu husûsta ayrıca bak, Münir Aktepe, İzmir Hanları ve Çarşıları (Tarih Dergisi),
Sayı 25, s. 147/48.
67. Yeni Câmi’ : İzmir'de, Karataş semtinin güneyinde bulunu­
yordu. 28 Cemâziyü'I-evvel 1319 (12. Ağustos 1901) tarihli vakfiyeye
nazaran, İzmir'in Pazar-yeri mahallesinde oturan Saraç Hacı İbrahim
Edhem Efendi bn. Delilbaşı Mustafa Ağa bn. Abdullah tarafından yap­
tırılmıştı. Bu itibarla «Saraç Edhem» câmi'i dahi deniliyordu. Bu câmi'in
avlusu içinde bulunan ve iki tarafı yol ile çevrili olan, iki fevkani, iki
tahtânî dört oda ile bir matbah ve suyu hâvi iki kapılı ev de, bânisi ta­
rafından bu câmi'e vakf edilmişti1.
Vakfiyede mevcut bu bilgiye rağmen, İzmir Müzesi eski eser fiş­
lerinde, mezkûr yeni Câmi'in, Arasta kethüdası Mehmed Şerif Efendi
kızı Râbia Hanım tarafından, 1326 (1908) senesinde müceddeden ya­
pıldığı kayıdlıdır2.
Taş ve tuğla ile yapılmış, tek kubbeli ve kubbesinin üzeri kjremid
ile örtülüdür. Bir minâresi vardır.
1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 242; Ankara Vakıflar Genel
Müdürlüğü, Fihrist Defteri, nr. 208, c. II, 8/1858.
2 Bak, 65 nr. lu fişe.
68. Yukarı Kal’a Câmi’i :
İzmir'de, biri deniz kenarında ve bugünki Hisar Câmi'i civarında olması lâzım gelen aşağı kal'a; diğeri de
şehrin güneyinde bulunan Kadife-Kal'a dağı üzerindeki yukarı kal'a
olmak üzere, iki kal'a vardır. Bu kafaların devirleri ve özellikleri hakkın­
da, Bay Nazmi Sevgen, Anadolu Kal'aları adlı kitabında bilgi vermek­
tedir1. Bahis konusu yukarı kal'a câmi'i ise, Kadife-kal'a Dağı üzerinde
1 Ankara 1959, c. I, s. 166-75; A şağı-K al’a hakkında ayrıca bak, Münir Aktepe,
İzmir Hisar Câmi’i (Tarih Dergisi), Sayı 27.
OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ
151
bulunan ve hâlen mevcûd olan yukarı-kal'a'nın dahiline inşâ edilmişti.
Mezkûr câmi hakkında gördüğümüz en eski kayıd ise, Rebi'ül-âhir 937
(Kasım 1530) tarihli olup. Başbakanlık Arşivi, Tapu-tahrîr Defterlerin­
de, aşağıdaki şekilde yazılı bulunmaktadır.
« ...V akf-ı câmi' der kal'a-i fevkani İzmir Kadı bina etmiş. Mukata'a; Bağha ve eşcâr ve incir ve badem. Hâsıl 8 1 9 ...»2.
X V II. yüz yıl müelliflerinden Kâtib Çelebi dahi mezkûr câmi'in, aynı
kal'a içinde olduğundan, meşhur Cihan nümâ'sında bahsetmektedir3.
1670 yıllarında İzmir'e gelen Evliya Çelebi ise, bu câmi'i bizzat görmüş
ve «Kal'a - Kapısından içerde ma'mûr bir câmi'» olduğunu belirttikden
sonra, bu câmi'e âit olmak üzere şu kitâbeyi vermiştir. «...Ahm ed oğlu
ilyas ... İzmir kal'ası kadısı ... sene semâne seb'a mie»4.
Evliya Çelebi'nin kayd ettiği bu kitâbe ve tarihi doğru, olduğu tak­
dirde, bahis konusu câmi, Osmanlılar'dan önce, Aydın Oğulları'nın ilk
devirlerinde, Hicri 708 (M . 1 3 0 8 /9 ) yılında, bahis konusu kafanın içine
binâ edilmiş demektir5. Maamafih, Evliyâ Çelebi'nin, bu câmi'in bânisi
hakkında verdiği bilgi, kısmen de olsa. Arşiv vesikalarındaki kayda uy­
maktadır. 1530 tarihli Tapu De/fer/'nde yalnızca «Kadı binâ. etmiş»
ifâdesine mukabil, Evliyâ Çelebi, bu kadının adım vermekte ve nerede
görevli bulunduğunu dahi söylemektedir. Bu itibarla Evliyâ Çelebi'nin
verdiği kitâbe ile Tapu Defteri'ndeki kayıd birleştirilecek olur ise, yukarı-kal'a câmi'inin, X IV . yüz yıl başlarında kal'a kadısı Ahmed oğlu
İlyas tarafından yaptırılmış bulunduğunu söylemek mümkündür.
Bu eser, X V III. yüz yılın ikinci yarısında dahi ayakta duruyordu.
Câmi'in vakıflarına mütevelli olan Hacı Haşan Efendi, câmi'in hatibi
Mustafa Efendi'nin ölümü üzerine, yerine Alemdârı Şeyh Mehmed Efendi'nin tâyin edilerek, eline «berât-ı şerîf-i âlîşan ihsan buyrulmasını
pâye-i serîr-i a'lâya arz etmiş ve 17 Zilhicce 1179 (29 Mayıs 1766) ta­
rihinde de bu istek, usûlüne muvâfık görüldüğü içün kabûl olunarak,
kendisine uygun cevabı gönderilmişti6. Bundan maada, İzmir, Meyve
2 Bak, Defter nr. 166, s. 397.
3 İstanbul 1145, s. 669.
4 Evliya Çelebi Seyahat-nâmesi, c. IX, İstanbul 1971, c. XIII, s. 83.
5 Bu devre, Aydın oğlu Mehmed Bey’in, Sasa Bey’i mağ’ûb ederek Aydın iline hâ­
kim olduğu zamana tesadüf etmektedir. Bu hususta tafsilât içün bak, Himmet Akın, Aydın
Oğullan Tarihi hakkında bir araştırma, Ankara 1968, s. 18-30; İ. Hakkı Uzunçarşılı,
Anadolu Beylikleri, Ankara 1969, s. 104.
6 Başbakanlık Arşivi, Cevdet Evkaf Tasnifi, nr. 122.
152
M. MÜNİR AKTEPE
Gümrüğü kâtibi Nüzhet Osman Efendi'ye âit, Gurre-i Receb 1217 (28
Ekim 1802) tarihli vakfiyede dahi bu kal'a câmi'inin adı geçiyordu7.
Ancak, Kostantin iconomos, 1817 yılında, Rumca olarak intişar eden
ve 1868'de F. Slars tarafından fransızcaya, daha sonra da Arap zâde
Cevdet Bey tarafından Türkçeye tercüme edilmiş bulunan, İzmir Hak­
kında Tedkikat isimli eserinde «bu kal'anın içinde ve Akropol'ün or­
tasında, mukaddes havariyun kilisesi olduğu iddia edilen bir ma'bed
bulunmaktadır ki, el'an metrûk ve cema'atsız bir câmi'dir. Bu ma'bedin
biraz ötesinde, yer altında bir sarnıç vardır...» diyor8. Kanaatimizce
İconomos'un bahs ettiği bu cami' Evliya Çelebi'nin, İzmir kal'ası kadısı
Ahmed oğlu ilyas tarafından yaptırıldığını söylediği Kal'a-câmi'i olma­
lıdır. Bahis konusu cami' XIX . yüz yılın başına kadar, cema'ata açık bir
ibâdet mahâlli iken, X IX . yüz yıl içinde bakımsız kalmış, sonradan da
tamâmen harab olarak ortadan kalkmıştır. Bugün yerinde bâzı kalıntı­
ların olduğu görülüyor. Arkeolok ve san'at tarihçilerinin yerinde yapa­
cakları araştırmalar, her hâlde fâideli neticeler verecektir kanısındayız.
7 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defleri, s. 117/18.
8 İzmir ve Havalisi Asâr-ı atika Muhibleri Cemiyeti neşriyatı, İzmir 1932, sayı 6,
s. 33 ye 268.
AKTEPE - Levha I
153
154
AKTEPE - Levha II
Nr. 3 : Akarcalı Câmi’i Minaresi.
155
AKTEPE - Levha III
Nr. 4 : Akarcali Cámi’i í f Gorünüs.
Nr. 5 : Akarcali Cámi’i Son Gemaat MahállL
156
AKTEPE - Levha IV
Nr. 6 : Ali Ağa Câmi’i Kitabesi.
Nr, 7 : Ali. Ağa Câmi’i ..Son Cemaat Mahâlli.:
AKTEPE - Levha V
157
Nr. 9 : AK Ağa Câmi’i Kubbesi.
159
AKTEPE - Levha VII
Nr. 12: Çorakkapı Câmi’i îç Görünüş.
160
AKTEPE - Levha VIII
Nr. 14: Çorakkapı Câmi’i Kubbe süslemeleri.
AKTEPE - Levha IX
161
Nr. 16: Çorakkapı Câmi’inde, Kadı Osman Beyefendi’ye âit Mezâr kitabesi
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 11
162
AKTEPE - Levha X
Nr. 17: Damlacık Câmi’i veya Kılcı Mescidi.
AKTEPE - Levha XI
163
Nr. 18 : Esnaf Şeyhi Câmi’i Minâresi.
Nr. 19: Esnaf Şeyhi Câmi’i Son Cemaat Mahalli.
AKTEPE - Levha XII
164
Nr. 20: Eşref Paşa Câmi’i.
AKTEPE - Levha XIII
Nr. 22 : Eşref Paşa Câmi’i İç Görünüş.
165
AKTEPE - Levha X IV
166
Nr.. 23 : Eşref Paşa Câmi’i Kubbe Süslemesi;
Nr. 24: Hacı Bey (Topaltı) Câmi’i
AKTEPE - Levha X V
167
Nr. 25 : Hacı Bey Câmi’L
168
AKTEPE - Levha X V I
Nr. 27: Hacı Bey Câmi’i Dış Görünüş.
AKT EPE - Levha X VII
169
Nr. 29 : Hacı Bey Câmi’i Minberi.
AKTEPE - Levha X V III
Nr. 30: Hacı Mahmud Câmi’i Minaresi.
Nr. 31 : Hacı M ahmııd Câmi’i Dış Görünüş.
AKTEPE - Levha X IX
Nr. 33; Hacı Mahmud Câmi’i Son cemaat Mahalli.
171
172
AKTEPE - Levha X X
Nr. 34 : Hacı Mehmed Câmi’i Dış Görünüş.
Nr. 35 : Hacı Mehme.d Câmi’i İç Görünüş.
(Küçük
yalı) Câmi’i
Kubbe Süslemeleri.
Nr. 37: Karantina
(Küçük
Dış görünüş.
Nr. 36: Karantina
yalı) Câmi’i
AKTEPE - Levha XXI
173
174
AKTEPE - Levha XXII
Nr. 38 : Karantina (Küçük yalı) Câmi’i Minaresi.
Nr. 39: Karantina (Küçük yalı) Câmi’i İç Görünüş Kubbe.
AKTEPE - Levha X X III
Nr. 40: Karantina (Küçük yalı) Câmi’i, Mihrab ve Minber.
Nr. 41 : Karantina (Küçük yalı) Câmi’i, Kadınlar Mahfili ve Merdiven.
175
AKTEPE- Levha X X V
177
. Nr. 4 3 : İkiçeşmelik Câmi’i Dış Görünüş.
Nr. 44: İkiçeşmelik Câmi’i Minaresi.
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 12
AKTEPE - Levha X X V I
AKTEPE - Levha X X V II
Nr. 47 : İkiçeşmelik Câmi’i, Kadınlar Mahfili.
Nr. 48 : İkiçeşmelik Câmi’i Kubbe Süslemesi.
f
179
Nr. 50 : Natır-zâde Câmi’i.
Nr. 49 : Ma’mûretü’l-Hamidiyye (Güzel yalı) Câmi’i.
180
AKTEPE - Levha X X V III
AKTEPE - Levha X X IX
181
Nr. 52 : Natır-zâde Câmi’i Çatısı.
Nr. 56 : Piyâleoğlu Câmi’i Mihrabı.
Nr. 55 : Piyâleoğlu Câmi’i.
184
AKTEPE - Levha X X X II
Nr. 57: Pıyâle-oğlu Câmi’i Avlu kapısı ve Kitâbe.
Nr. 58 : Soğuk kuyu Cânıi’i Kadınlar M ahfili.
J
Nr. 60: Servili Mescid.
Nr. 59: Soğuk
kuyu
Câmi’i.
Nr. 62 : Şadırvan
Câmi’i Resmi.
Nr. 64 : Şadırvan Câmi’i Minaresi.
Nr. 63 : Şadırvan Câmi’i (Dis görünüş).
Nr. 66: Şadırvan
Cami*! Mihrabı.
Nr. 65:
Şadırvan
Câmi’i Minberi.
188
AKTEPE - Levha X X X V I
AKTEPE- Levha X X X V II
Nr. 6 7 : Şadırvan Câmi’i, Iç görünüş.
Nr. 68 : Şadırvan Câini’i Son Cema’at mahâlü.
189
AKT EPE - Levha X X X V III
190
AKTEPE - Levha X X X IX
Nr. 72 : Şeyh Câmi’i Ek İnşaat.
191
AKTEPE - Levha X X X X
192
AKTEPE - Levha X X X X I
Nr. 75 : Şeyh Câmi’i Tavan
Süslemesi.
193
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 13
İSTANBUL’DA İHTİSÂB MEVZUÂT1 VE 1682-1684
SENELERİNDE İHTİSÂB MUKATAASI İLE
İLGİLİ BİR BELGE
Eşref Eşrefoğlu
Toplumlârtn şehirlerde gün geçtikçe yoğunlaştığı modern çağı­
mızda belediye işlerinin yürütülmesinin, daha da önem kazandığı mu­
hakkaktır. Osmanlı imparatorluğu döneminde yaşanılan şehir hayatın­
da, belediye mevzuâtının devrin şartlarına ve imkânlarına göre günü­
müzdeki önem ve canlılığı taşıdığı anlaşılmaktadır. Osmanlı cemiyet ha­
yatında şehir yaşayışını sağlam temellere oturtmak ve kurulu İçtimaî
düzeni korumak mes'elelerinin yanında, zarurî günlük ihtiyaç maddele­
rinin, halkın eline en uygun şekilde geçmesini sağlamanın ve bu ko­
nularda esnaf veya diğer ticaret erbabını denetim altında bulundurma­
nın ehemmiyet arzettiği anlaşılmaktadır. İstanbul'un fethinden sonra,
şehrin, imparatorluğun merkezi durumuna getirilmesi idari ve askerî yö­
netim bakımından olduğu kadar buna paralel olarak aynı zamanda be­
ledî mevzuâtın da gelişerek ön plâna çıktığı bir gerçektir. Fetihten son­
ra türkleşmeye başlıyan İstanbul şehrinde geniş bir imar faaliyeti göze
çarpmaktadır. Surların onarılmasından şehre gelen göçmenlerin yerleş­
tirilmesi konusuna kadar çeşitli meselelerin ortaya çıktığı görülmekte­
dir. Böyle bir yoğun ortamda günlük hayatını sürdüren İstanbul'un, biri
şehri kuşatan sur dahilinde olmak üzere dört kadılığa ayrıldığı bilin­
mektedir. 1 - Sur içindeki İstanbul, 2 - Eyüb (Haslar), 3 - Galata, 4 Üsküdar kadılıkları1.
Nüfusu itibariyle X V I. yüzyılda İstanbul'un dünyanın en kalabalık
şehirlerinden biri olduğu kesinlikle bilinmektedir. Kanunî Sultan Süley­
1 Bundan başka Eyüb, Galata ve Üsküdar Kadılıklarına Bilâd-ı Selâse Kadılığı da
denirdi, (İsmail Hakkı Uzıinçarşılı, İstanbul ve Bilâd-ı selâse denilen Eyüb, Galata ve Üs­
küdar Kadılıkları, İstanbul Enstitüsü Dergisi, c. III. İstanbul 1957, s. 25).
196
EŞREF EŞREFOĞLU
man devrinde Sinan Paşa'nın konağında özel doktorluk görevinde bu­
lunmuş olan Magister Cristobal de Vlllalon'un Sinan Paşa'nın yanında
görmüş olduğu kayıt defterinden anlaşıldığına göre, İstanbul'un banliyö­
leri dışında 550.000 gibi, o zaman için muazzam bir nüfus yoğunluğuna
ulaştığı anlaşılmaktadır. Şehrin yakın çevresi de gözönüne alındığı tak­
dirde İstanbul'daki beledî işlerin son derece yoğun bir duruma geldi­
ğine inanabiliriz2. Bu şartlar altında, İstanbul gibi büyük bir şehirde be­
lediye işlerinin her bakımdan aksamadan yürütülebilmesi, ancak güçlü
bir belediye teşkilâtının varlığı ile mümkün olmuştur. İstanbul'un idari
bölünüşünde mevcut olan dört kadının emrinde, onların ihtisâb konu­
sundaki yürütme organı olarak çalışan ihtisâb Ağası, geniş yetkilerle
donatılmış bir belediye görevlisidir3.
Islâmiyetin en eski dönemine kadar inen köklü bir mâziye daya­
nan ihtisâb görevinin, Osmanlı Devleti'nin geniş idâri teşkilâtı içinde ne
zaman yer aldığı kesinlikle bilinmemektedir, ihtisâb işinin, İslâmî gele­
nek ve görenekler açısından köklü dinî kurallara bağlı olması ve ihtisâb
görevinin doğrudan doğruya devletin en büyük şahsiyetlerini ilgilendir­
mesi, beledî işlerin önemini arttıran hususlardan biridir. Bu konuda Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi'nde, Fâtih Sultan Mehmed'in ünlü veziri
âzami Mahmud Paşa'nın İstanbul'da esnafı denetlediğine ait kayıtlar
mevcuttur4. İstanbul'un fethinden sonra şehirdeki ticarî, İktisadî ve buna
paralel olarak İçtimaî ortamı tanzim etmek, bunun yanında subaşı ile
birlikte şehre gireni çıkanı kontrol etmek, aynı zamanda İstanbul'da iş­
siz güçsüz kimselerin toplanmasına engel olmak da önemli ihtisâb gö­
revleri arasında yer alıyordu. Özellikle İstanbul şehrinin âsâyişi bakı­
mından İhtisâb Ağası'nın yaptığı denetlemeler, şehrin İçtimaî yaşayışı­
nın düzenli olmasını ve bozulmamasını sağlıyordu. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi'nde işaret edildiği üzere İstanbul şehrinin hizmetlerini gör­
mek için atanmış olan hâkimlerden sekizincisi de ihtisâb ağasıdır5.
2 Alfons M ana Schneider, X V . yüzyılda İstanbul’un nüfusu, Belleten, sayı 61, Ankara
1952, s. 45.
3 Ömer Lütfü Barkan, X V . asnn sonunda bâzı büyük şehirlerde eşya ve yiyecek
jiatlanmn tesbit ve teftişi hususlarının tanzimi, Tarih Vesikaları Mecmuası, sayı: 5, İstan­
bul 1942, s. 327.
4 Evliyâ Çelebi, Seyahatname, İstanbul 1314, c. 1, s. 120.
5 «Sekizinci hâkim ihtisâb ağandır M cemV ehl-i sanâyie hükmedip, tâzir ve siyâsete
ve bey’ ü şirâsında hilâf edenin tekdir ve tevbihine me’mûr bir hâkim-i ....................... » (Ev­
liyâ Çelebi, Aynı eser, c. I, s. 120-121).
İSTANBUL’DA İHTİSÂB MEVZUATI
197
X V I.
ve X V II. yüzyıllarda İstanbul şehrindeki belediye işlerinin ça­
ğının şartlarına göre disiplinli, teşkilât bakımından da tesirli ve işler du­
rumda olduğu anlaşılmaktadır. Beledî işlerin yanında İstanbul'un baş­
şehir olması dolayısıyla âsâyiş konusuna gerekli önemin gösterilmesini
zorunlu kılmıştır, ihtisâb Ağası usulen her ne kadar kadı'nın emrinde
görünüyorsa da kadı'nın yoğun adlî meseleler yüzünden bu gibi husus­
larla ilgilenememesi dolayısıyle ihtisâb Ağa'sının ön plâna çıktığı görül­
mektedir6. İhtisâb mevzuatının önem ve esâsı Kur'an-ı Kerim'de mevcut
olan «Emr-i bi'l-mârûf neh-yi ani'l-münker» âyet-i kerîmesi ile ilgilidir.
Bu âyet-i kerime, genel olarak, şeriatin emirlerini ve yasaklarını bildir­
me anlamına gelmektedir. Dinî nitelik taşıyan ve müslümanlar için em­
redilmiş olan ihtisâb görevini yerine getirmek, İslâm âleminde birinci
derecede devletin baş sorumlusu olan kimselere düşen son derece
önemli bir görev durumundadır. İhtisâb Ağası görevini uygularken aynı
zamanda bir bakıma Pâdişâhın da vekilliğini yapmakta ve onun adına
faaliyet göstermektedir7. Eski ihtisâb kanunnâmelerine nazaran devlet
vekili olanların narh işiyle bizzat meşgul olup işi, kadı ve muhtesibe
havale etmekle geciktirmemeleri gerekiyordu. Narh işi «Umûr-ı külliyeden» ve «Istirahât-i âlemin bir maddesi dahi narh icrâ olunup ehl-i sûk
ve pazarın umuru muntazam olmakla kaimdi»8. OsmanlIlarda ihtisâb gö­
revi ile ilgili aşağıdaki bilgi X V III. yüzyıl Osmanlı coğrafyacılarından
Bartınlı İbrahim Hamdi'den alınmıştır: «Ağa-yı ihtisâb sâbıkda hasbeten bir kimesneyi muhtesib ederlermiş. El-yevm mansıb ve mâlikâne
olup eli altında 92 kul oğlanı nâmıyle Çardak'dan yeniçeri hizmetinde
olup altı bölük başı ve amel-i mande 12 neferi olup bunlar için her dük­
kândan akçe alınır ve şehr-i İstanbul'da olan dekâkin ve kârgir hanâtın
hadd ü ta'dâdı olmayıp iki bezâzistan etrafında Parmakkapılar dâhilin­
de yalnız 12.000 dükkân olduğunu yakinen görmüşler...»9.
Jslâmiyetin erken çağlarından itibaren var olduğu bilinen ve icrâât
bakımından Osmanlı Devleti'ne geiene kadar muhtesib ünvânıyle bütün
İslâm devletlerinin idâri bünyelerinde ağırlığını hissettiren bu görev, Os-
6 Ahmet Refik, Eski İstanbul, İst. 1931, s. 67.
7 Eşref Eşrefoğlu, Islâmiyetde Ihtisâbın Prensipleri, Tarih Dergisi, sayı: 25, İstan­
bul 1971, s. 100.
8 Ömer Lütfü Barkan, Aynı eser, s. 326.
9 Cengiz Orhonlu, XVIII. y.y. da OsmanlIlarda Coğrafya ve Bartınlı İbrahim Hamdi’nin Atlası, Tarih Dergisi, sayı: 19, İstanbul 1964, s. 132, Not: 60.
EŞREF EŞREFOĞLU
198
bürokrasisi
içinde de gerekli yerini almıştır.
Hasbet-en-lillâh
1113
h rızâsı için— yapılan bir iş olmaktan çıkarak, resmî bir hüviyete
" d devlet memuriyetleri arasına girmiştir. Osmanlı devlet teşkilâ*-)U^a uygulanan iltizâm usûlü ile aranılan vasıflara uygun görülen kimtm
İhtisâb Ağalığı görevine tâyin edilirlerdi, ihtisâb Ağalığı görevine
selerjIen şahıslardan peşin olarak «Bedel-i mukataa» adı altında belirli
^ ücret alınır ve bu devlet hâzinesine gelir olarak kayıt edilirdi. Göreve
*-”r
^ olan ihtisâb ağasının eline, yetkili olduğunu belirten «Berât-ı
*->a^ j: « w verilirdi. Aşağıda bu konu ile ilgili bir ihtisâb tâyini bıiyurul-
d u ^ m is â l ° Iarak almmıştır:
İstanbul ihtisâbı
sipâhi oğlanlarından
M ır
Pirî'ye buyruldu.» 3
Rebi'ülâhir 963 (1 5 6 6 )“ .
Şehrin beledî mevzuatını uygulayan bir görevli olarak ihtisâb ağaemrinde
mrinde çalıştığı kadıya göre
göre geniş
geniş hareket
hareket serbestîsine
serbestîsine sahip
sahip ololS in in
© m
.
,
^ „ _____ .
:■ __I _____________ ı _____ ı „
„ ¡ u : ,
j„ i: i
aniaşılm aktadır. Görevi ile ilgili konularda şâhit, isbât, delil araduğu
jojgf-j ve mülkî makamdan emir almadan ilerden beri
013 i r, nelenek, görenek, ve uygulama esaslarına dayanarak gereğinvar olan y
_ _ __
t
t ____ . M_
kanunnâmelerin dışına çıkmak sureti ile ihtisâb işini fiilen yürütürÖzellikle
ellikle halkın zarurî günlük ihtiyaç maddelerini temîn ettiği esI Ü.
. . . . ı _ : _ ı . : ı _ ı _4. ı_ ı: D . . . _______l - * ___ . J . ü .
^
son derece titiz bir şekilde denetlerdi. Bunun yanında taşıdığı geH f*1 S<tkileri kötüye kullanan ihtisâb ağasına derhal işten elçektirilmek
nl^
le ihtisâb görevinin önem ve değeri korunurdu11. Sorumlusu olSU“ belediye işlerini yürütmek ve yönetmekten başka İstanbul şeh^ j U kanunen tesbit edilmiş olan ihtisâb rüsumunun, emrindeki kol
ridenilen görevliler aracılığı ile toplattırılması işi de ihtisâb ağası°ğlan^erine ^ ş e n önemli bir görevdi. Bu konuda X V II. y.y. sonlarına
nin- yZ yâni 1682-1684 (hicri 1093-1096) yılları arasındaki ihtisâb mudoğrU/ ^gggiesjnj canlı bir şekilde ortaya koyan arşiv belgesi son dekat®a3gj çekicidir.
Başbakanlık Arşivi,
Kâmil Kepeci tasnifinde genel
re°jR ve özel 39 numara ile kayıtlı bulunan Başmukataa defterinde ön
kola ayrıldığını gördüğümüz İstanbul'un tesbit edilen vergi bölgeHen ihtisâb mukataalarının ne şekilde toplandığı açık olarak anlaktadır. Günümüzdeki vergi uygulama ve anlayışına nazaran deği^■'^karakter gösteren bu işleyiş yöntemi, devrin vergi siyâseti bakınmn^
¡ncelenmeye değer bir unsurdur. Günü gününe düzenli bir şekilde
10 B a şb a k a n lık Arşivi, M.D. 5, s. 21, Hüküm: 149.
U Osman Nuri Ergin, Mecelle-i Umûr-ı Belediye, İstanbul, 1922, C I, s. 427
İSTANBUL’DA İHTİSÂB MEyZUÂTI
199
toplanan ihtisâb mukataası, bize, aksamadan işliyen mükemmel bir teş­
kilâtın varlığını isbatlamaktadır. Adı geçen defterin ilgi çekici diğer bir
yanı da kol olarak isimlendirilen vergi bölgelerinin ö zamanki mahalle,
cami, hamam, sur kapısı, han ve türbe gibi mahallî isimlerle sınırlandı­
rılmış olmasıdır. Tanıtmağa çalıştiğımiz 1682-1684 yılları arasındaki İs­
tanbul İhtisâb Mukataasına dair olan bu belgeyi önce Robert Mantran,;
1957 yılında «X V II. y.y Sonlarında İstanbul İhtisâbına A it Bir Belge»
adı altında yayınlanmıştır12.
Mantran Kısa bir önsözü takiben eski Türkçe metni ve Fransızca
tercümesini hiçbir açıklama yapmadan olduğu gibi takdim etmiştir.
Tercüme ettiği metinde İstanbul topoğrâfyası ve ihtisâbıjle ilgili bazı
okunuş hatalari da görülmektedir. İstanbul belediye tarihi terimleriyle,
ihtisâbını ilgilendiren bu önemli belgeyi aynen yayınlıyoruz :
Sûret-i defter-i mukâtaât ihtisâb-ı İstanbul ve tevâbiihâ tahrîr-i
cedîd ibrâhim Efendi kadı-i İstanbul'dèr sene 1093 berâ-yi vâcib sene
1096
/
Kol-ı Tahte'l-kal'a
Mahmiye-i İstanbul ihtisâbı tarafından mîrî kolluk çem'olunan
dekâkin on beş kol îtibar olunup evvelkisi Tahte'l-kal'a koludur kİ Süleymaniye hamamı kurbünden Haydarali sarayına andan Tahte'l-kal'a
kurbünden Odunkapısı dâhiline andan Haffaflar içinden Tahte'l-kal'a'dan
Zindankapısı dâhiline andan Kebeciler'den Rüstem Paşa Câmİ’ine andan
Tahte'l-kal'a içinden Dörtyol ağzına andan Katırhanı kurbünde nihâyet
bulur.
Mahsûl-i rüsum an koİ-ı mezbûr fi yevm : 326
Berâ-yi mesârif-î şâire
.........................
Berâ-yı mîrî .......................
: 270
56
Zikrolunan Tahte'l-kal'a kolunda olan battal dükkânlardan mâdâ
olan dekâkinden beher yevm cem' ve tahsîl olunan üç yüz yirmi altı
akçe rüsumun iki yüz yetmiş akçesi mîrî mâdâ elli altı akçesi kol oğ­
lanlarının mâişetleri ve şâir mesârifi içindir.
12 Robert Mantran, •Un Document sur ¡‘ihtisâb de Stamboul à .la fin du X V ÏI. Siècle»,
Mélanges Louis Massignon, Damas, 1957, s. 127-149.
200
EŞR E F EŞKEFOĞLU
Kol-ı Eksik
Zikroiunan 15 kolun İkincisi Eksik koludur ki A
ricinde olan A yazm a kurbünden ibtidâ olunup a n r f 2™3 ^ P u s u « to­
kundan Odunkapusu hâricine andan Zindankap,Sl u ? . Kerested le r J
lebi M ah kem esi'n e14 andan İhtisâb Ç a rd a ğ a k^rb rıcinden Ahi r “
ne andan Balıkpazarı hâricinden Gümrük kurbüne
Has'r ¡skel
Bahçekapusu hâricinde nihâyet bulur.
ar>dan Eminönü'
■
ftCTSp
El-mahsûl an kol-ı mezbûr fi yevm
B erâ-yi m esârif-i şâire ........
.......... 583
B erâ-yi m îrî .........................................
..................................... 480
M e z k û r kolda
battallardan mâdâ
103
dekâkind
olunan beş y ü z seksen üç akçenin dört yüz sekse
yevr" tah *ı
üç akçesi koloğanlarının mâişetleri ve mesârifi i ç i n d i r ^ ' ' m,Vi
yüz
Kol-ı Taraklı
ü üncüsü Taraklı16 koludur kî Dâye Hâtûn MaMezkûr 15
* andan Hocapaşa'ya17 andan Meydancık'dan
hailesinden ibtıda o»
^ Hamamı-na andan Parmakkapu'dan AlaLhçekusu dâh'l,nd®â|ide Sultan Çarşısı kurbüne andan Tahmîs’e andan
Vâlîde
Camu
ca H a mam'a and
n şerjfi kurbünde Balıkpazarı dâhilinde nihâyet bulur
S u lta n
denilmektedir (Reşat
Ha«Ç b o y u n d a ^ -I Fener
lsm barasındadır.
„l 1961, c. Bugün
III, s. Ayakapı
1378-1379).
trncu İstanbul Ansım y
^ Çeîebi Mahkemesinin Zindankapı ile Yemiş isEkrem
çlkartaB?
an ¿¿â Çelebi Mescidi' Mahallesi
olması muh,
erİn dMantran’ın
ak i sur dianda
bulun^
I95g> & ndâhilinde
)
„
keleş»
jfakkı Ayverdı,
tet0eî* t'Em inönü He
İskelesi denü
1965'J ' çakmakçılarda Tar ^
arasında Yemiş iskelesi yamndadır. Günümüzde Çardak
XVI. - XVII. y.y.’¡arda İstanbul’da İhtisâb. İstanbul,
Sokağından Kapalıçarşı'ya inen alanda Dâye Hâtûn
zamanda Tarakçılar Câmii Mahallesi de denilmektedir
{&
T i Sirkeci
semtiA ynı ^ Junm aktadır. Bu mahalleye Üçüncü Murad'm Basdefterdan
MahaII?
l Ayverdi,
l7üveys Pasa adım vermıst.r
HoC* c- Ht*
m s. 586).
1950,
.
fl Hâmi Danismend, Osmanh Tarihi Kronolojisi, İstanbul
İSTANBUL'DA İHTİSÂB MEVZUÂTI
El-mahsûl an kol-ı mezbör fi yevm
Berâ-yı mesârif-î şâire .......................
Berâ-yı mîrî .........................................
201
272
82
190
Mezkûr kolda battallardan mâdâ dekâkinderi beher yevm cem' ve
tahsîl olunan iki yüz yetmiş iki akçe rüsumun yüz doksan akçesi mîrî
ve seksen iki akçesi kologlanlarımn maaşı ve sair mesârif içindir.
Ko!-ı Ayasofya
Zîkrolunan 15 kolun dördüncüsü Ayasofya koludur ki Atmeydanı
kurbünden ibtidâ olunup andan Peykhâne yokuşuna andan Kadırga limanı'na andan Taraklı Hamamı’ndan Çatladıkapu'su hâricine andan
Nahilbend sukuna18 andan Kemeraltı'ndan19 Arabacılar Kârhânesi'ne20
andan Vâlide imâretinden Ahırkapısı hâricine andan Bayrampaşa Sarayı'ndan21 Kabasakal Mahallesi'ne22 andan Aslanhâneden Saray-ı Hümâyun kurbüne andan Cebehâne'den Ayasofya sukuna andan Perviz Ağa
Câmii'nden Divanyolu'na andan Acıhamam kurbünden Cağaloğlu Sarayı'na andan Alayköşkü kurbünde nihayet bulur.
El-mahsûl an kol-ı mezbûr fi yevm
Berâ-yı mesârif-i şâire .......................
Berâ-yı mîrî .........................................
496
106
390
Mezkûr Ayasofya kolunda battal dükkânlardan mâdâ dekâkinden
beher yevm cem' ve tahsîl olunan 496 akçenin 390 akçesi mîrî ve 106
akçesi kologlanlarımn mâişet ve masârifi içindür.
38 Eski İstanbul mahalleleri arasında bulunan Nahilbend Mescidi Mahallesi, Sultanahmed Câmiinin güney-batı kesiminde yer alır (E. Hakkı Ayverdi, Aynı eser, s. 41).
19 BizanslIlar döneminden kalma bir *tak»dır. Ayasofya meydanından «Tori Forumu»
na giden yolun başında idi (A. Sâim Ülgen, Fâtih Devrinde İstanbul, Ankara, 1939, s. 23).
20 Topkapı Sarayı ile Ahırkapı bölgesi içinde top arabacısı kışlalarının bulunduğu
alandadır. Kârhânenin yanında mescidi de mevcuttur (Hüseyin Ayvansarayî, Hadıkatüicevâmi, İstanbul, 1281, c. I, s. 154).
21 Yeri kesin olarak tayin edilememiştir. Ayasofya ile Cankurtaran arasındaki Otlukkapısı civarında olduğu tahmin edilmektedir (R. Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi, c. V,
s. 2309).
22 Bugün Sultanahmet semtinde Küçük Ayasofya Mahalleri içinde bulunmaktadır
(İstanbul Şehir Rehberi, İstanbul, 1934, Pafta: 1/2).
202:
EŞREF EŞREFOĞLU
;
Kol-ı Tavukpazarı
Mezkûr 15 kolun beşincisi Tavukpazarı koludur ki Parmakkapı'dan
ibtidâ olunup Mahmud Paşa Hamamı'na andan Kürkçüler içinde Hocahanı kurbüne andan Mahmud Paşa Şâmiişerifi hariminden Boyacılar'a
andan Tavukpazarına andan Vezirhanı kurbünden Dikilitaş'a23 andan,
Paykhâne yokuşuna andan Divanyolu'ndan Sırmakeşhâne'ye andan
Kalafatçılardan Yolgeçen Odaları kurbüne andan Tarakçılar'dan Vâlide
Han kurbünden Mercan Çarşısı'nda nihâyet bulur.
El-mahsûl an kol-ı mezbûr fi yevm-i rüsûm : 540
: 150
Berâ-yı mesârif-i şâire
: 390
Berâ-yı mîrî ..............
Mezkûr Tavukpazarı kolunda olan battal dükkânlardan mâdâ dekâkinden beher yevm cem' ve tahsil olunan 540 akçenin 390 akçesi
mîrî ve 150 akçesi koloğlanlarının mâişet ve masârıfı içindir.
Kol-ı Kadıasker
Mezkûr 15 kolun altıncısı Kadıasker koludur ki Seyrek başından24
ibtidâ olunup Çinilihamam kurbünden Kemeraltı'na andan Kırkçeşme'den25 Ekmekçioğlu Medresesi'ne26 andan Vefâ Meydam'ndan Süleymaniye kurbüne andan Kemeraltı'ndan Vezneciler'e andan Muratpaşa tür­
besi27 kurbünden Acemoğlanı meydanına andan Eskiodalar başından
Çukurçeşme'den; Kadıasker Hamamı'na andan meyyit kapusundan Şehzâdebaşı'na andan İbrahim Paşa Hamamı kurbünden Saraçhânebaşı'nda
nihayet bulur.
23 Çemberlitaşıh diğer ismidir. Ayrıca buraya Tavukpazarı da denir (A. Sâim Ülgen,
Aynı eser, s. 23).
' •
24 Bıigün Zeyrek diye âmimaktadir. Metinde (iljy -0 (Seyrek) olarak geçmektedir.
Fâtih Hüsambey Mahallesi içinde kalmaktadır (İstanbul' Şehir Rehberi, Pafta: 4/6)..
25 Eski İstanbul mahallelerinden biridir. Bozdoğan. kemeri ile Ünkapanı arasındaki
saha içinde kahr (E. Hakkı Ayverdi; Aynı eser, s. 32). .
. ..
26 Haseki Hastahânesinin batısmdadır. Nevbahâr Mescidi Mahallesi içinde bulunmak- ,
tadır (E. Hakkı Ayverdi, Aynı eser, s. 41).
.
27 Aksaray’da Vatan ve Millet caddelerinin kesiştiği noktadadır. Ayrıca bu bölgede
Muradpaşa Cârnn Mahallesi vardır (E. Hakkı Ayverdi, Aynı eser, s. 40).
İSTANBUL'DA İHTİSÂB MEVZUATI
203
El-mahSûl an kol-ı mezbûr fî yevm-i rüsûm : 406.
Berâ-yı mesârif-i saire ........................
:106
Berâ-yı mîrî ..................................
:300
Mezkûr KadıaSker kolunda olan battakaî dükkânlardan mâdâ der
kâkinden beher yevm cem' ve tahsil olunan 406 akçenin 300 akçesi
mîrî 106 akçesi koloğlanlarımn mâişet ve mesârifi içindür. .
Köl-ı Langa
Zikrolunan 15 kolun yedincisi Langa koludur ki Uzunçarşı'dan ibtidâ olunup Eskisaray Kapusu önünden Sultan Beyazıd harimine andan
Okçularbaşı'ndan Darphane'ye andan Kuşbazlar'dan Parmakkapı'ya an­
dan Bitpazarı'ndân28 Gedikpaşa'ya andan Soğukçeşme'den Bâlipaşa'ya
andan Payzenhanı kurbünden Kumkapı hâricine andan Gelincik Çarşısı'ndan Nişancı'ya Çavuşbaşı'ndan Musallı kurbüne andan Soğükçeşme'de
nihayet bulur.
El-mahsûl an kol-ı mezbûr fî yevm-i rüsûm : 697
Berâ-yı mesârif-i şâire ..................................: 217
Berâ-yı mîrî ............................
..................: 480
Mezkûr Langa kolunda olan battal dükkânlardan mâdâ dekâkinden
beher yevm cem1 ve tahsîl olunan 697 akçenin 480 akçesi mîrî ve 217
akçesi koloğlanlarımn cihet-i mâişet ve masârifi içündür.
Kol-ı Yedikule
Zikrolunan 15 kolun sekizincisi Yedikule koludur ki Davudpaşa
sukundan ibtidâ olunup andan Kolluk kurbünden Yenimahalle'ye ân.28 Kapalıçarşı’mn Yağlıkçılar kısmını işgal eder. Hicrî 953 tarihli: İstanbul Vakıfları
Tahrir Defterinde «Mahalle-i Mescid-i Çakırağa bin Abdullah der kurb-i pazâr-ı. kehle» .
olarak geçmektedir (Ö. Lütfü Barkan, — JE. Hakkı. Ayverdi, İstanbul Vakıfları Tahrir
Defteri, İstanbul, 1790, s. 322).
204
E$REF EŞREFOĞLU
dan Bostancılar'dan Altımermer'e29 andan Yolgeçen Câmii'nden30 Silivri
Kapusu'na andan Kocadibek'den Ağaçayırı'ndan Kocamustafapaşa'ya
andan İmaret kurbünden İsâkapusu'ndan Sulumanastır'a andan Varilciler'den Mîrâhura31 andan Irgatpazarı'ndan Yedikule hâricine andan Çukurçeşme'den Hacıkadın Mahallesi'nden32 Narlıkapı'ya andan Samatya
Kapusu'ndan Ağa Hamamı'na andan Çınar kurbünden Davudpaşa kurbünde nihâyet bulur.
El-mahsûl an kol-ı mezbûr fî yevm-i rüsum : 814
Berâ-yı mesârif-i şâire
: 114
Berâ-yı mîrî .....................................................: 700
Mezkûr Yedikule kolunda olan battal dükkânlardan mâdâ dekâkinden beher yevm cem' ve tahsîl olunan 814 akçenin 700 akçesi mîrî ve
114 akçesi koloğlanlarının vech-i maaş ve masârifi içündür.
Kol-ı Karaman
Zikrolunan 15 kolun dokuzuncusu Karaman koludur ki Saraçhânebaşı'ndan ibtidâ olundu. Andan Yeniodalarbaşı'ndan Sarıgöze
(
) 33 Malta'dan Alipaşa Câmii'ne andan Büyükkaraman'a
andan Arastabaşı'ndan Küçükkaraman'a34 andan Atpazarı'ndan Şermet
29 Çapa semtindeki Çukurbostanı civarındadır (E. Hakkı Ayverdi, Aynı eser, s. 12).
30 Banisi Defteremini Ömer Efendi’dir. 1559 yılında inşa edilmiştir. Çapa semtinde
Altımermer’de bulunmaktadır (Hüseyin Ayvansarayî, Aynı eser, s. 220).
31 Yedikule Imrahor caddesindedir. St. Jean de Stoudion Manastın II. Beyazıd’ın
tmrahoru İlyas Bey tarafından câmi’e çevrilmiştir. Tahsin Öz, İstanbul Câmileri, s. 105.
32 Aslı Hızırbey Mescidi Mahallesidir. Unkapanı’nda Atlamataşı ve Hacıkadın semt­
leri arasında yer alır (E. Hakkı Ayverdi, Aynı eser, s. 24).
33 San Gürz, San Kerez, San Göze şeklinde geçer. Halk dilinde Sangüzel şekline
girmiştir (Semavi Eyice, İstanbul Mahalle ve Semtleri Hakkında Bir Deneme, Türkiyat
Mecmuası, İstanbul 1964, c. XIV, s. 202).
34 Fâtih Câmii’nin kuzey-batısına düşmektedir. Alfons Maria Schneider, Belleten
Sayı: 61, Levha: IX, Şekil: 1.
İSTANBUL’DA İHTÎSÂB MEVZUÂTI
205
Han'ı35 kurbünde Seyrek Çarşusu'na36 andan Kepekçiler'den37 İfraziye'ye
andan Otlukçuyokuşu kurbünden Kadıçeşmesi kurbünde nihayet bulur.
El-mahsûl an kol-ı mezbûr fî yevm rüsum : 406
Berâ-yı mesârif-i şâire ................................... : 66
Berâ-yı mîrî .....................................................: 340
Mezkûr Karaman kolunda olan battal dükkânlardan mâdâ dekâkinden beher yevm cem' ve tahsîl olunan 406 akçenin 340 akçesi mîrîye
ve 66 akçesi koloğlanlarının cihet-i maişet ve masârifi içindir.
Kol-ı Bâb-ı Edirne
Zikrolunan 15 kolun onuncusu Edirnekapısı koludur ki Otlukçuyo­
kuşu başından ibtidâ olunup andan Kanlı kurbünden Sultan Selim Hamamı'na andan Çarşamba pazarlarından Ahmet Ağa'ya andan Draman'dan38 Sultan Hamamı'na andan Salma Tomruk'tan Edirnekapusu'na an­
dan Acıçeşme'den39 Şarmaşık'dan Perşembe Pazarı'na andan Yenibahçe'den Ali Paşaya andan Altıay Çeşmesi'nden40 Karagümrük'e andan
Zincirlikuyu'dan Keseken Dede'den41 Sultan Selim Câmi-i şerifi kurbün­
de nihâyet bulur.
El-mahsûl an kol-ı mezbûr fî yevm rüsûm : 634
Berâ-yı mesârif-i şâire .................
: 154
Berâ-yı mîrî .....................................................: 480
35 R. Mantran’m Şurup Ham olarak okuduğu isim aslında Şermet Ham’dır.
36 Zamanla Seyrek ( i L
) ismi halk dilinde Zeyrek şekline dönüşmüştür (Semavi
Eyice, Aynı eser, s. 202).
37 Fâtih Câmii civarında Kepekçizâde Mehmed Efendi’nin bugün eseri kalmamış bir
mescidi bulunuyordu (Tahsin Öz, Aynı eser, s. 88).
38 R. Mantran’ın Bâb-ı Edirne kolunda okuyamıyarak boş bıraktığı kelime Draman
nlacakdır.
39 Günümüzde Çukurbostan denilen BizanslIlardan kalma Aspar açık sarnıcının Salmatomruk caddesi' başındaki mevkiinde bulunmaktadır (A. Sâim Ülğen, Aynı eser, s. 29).
40 Günümüzde Altay denilmektedir. Kâragümrük’te Muhtesip İskender Pâşâ Mahallesi
içindedir. R E. Koçu, Aynı eser, s. 730.
41 Fâtih Nişancı Paşa C âmii karşısında Keseken Dede’nin kabri mevcuttur (H. Ayvansarayî, Aynı eser, c. I, s. 185).
EŞREF EŞREFOĞLU
206
Zikrolunan Edirnekapısı kolunda olan battal dükkânlardan mâdâ
dekâkinden beher yevm cem' ve tahsil olunan 634 akçenin 480 akçesi
mîrîye 154 akçesi koloğlanların vech-i maaş ve masarifi içindir.
Kol-ı Balat
Zikrolunan 15 kolun 11'incisi Balat koludur ki Yenikapu hâricinden
ibtidâ olunup andan Fenerkapusu hâricine andan Ebâ Eyyüb eLEnsân
radiyallâhü anhe'l-ibâdî kapusından Çingene Mahallesi'ne andan Balat
sukuna andan Nârin kurbünden Eğrikapı'ya42 andan ivaz Câmii43 kurbünden Lonca yerinden Kesmekaya'ya ondan Tahtaminâre kurbünden
Fenerkapusu dâhilinde nihayet bulur.
El-mahsûl an kol-ı mezbûr fî yevm rüsum : 737
Berâ-yı mesârif-i şâire
: 207
Berâ-yı mîrî
:530
Zikrolunan Balat kolunda olan battal dükkânlardan mâdâ dekâkin­
den beher yevm cem' ve tahsîl olunan 737 akçenin 530 akçesi mîrî ve
207 akçesi koloğlanlarının vech-i maaş ve masârifi içindir.
Kol-ı Un Kapanı
Zikrolunan 15 kolun 12'ncisi Kapan-ı dakik44 koludur ki eski imâret Mahallesi'nden45 ibtidâ olunup Kadıçeşmesi'ne andan Müfti Hamamı'ndan Mustafa Paşa sukuna andan Havuzlu Hamam'dan Üsküplü sü­
kuna andan Unkapam'na andan Sağrıcılar'dan46 Kuyumcular'dan Azep- 42 Edirnekapısı surları dâhilinde Tekfursarayı civarındadır (A. Sâim Ülgen, Aynı eser,
s. 36).
43 Banisi, Kazasker İvaz Efendi’dir. Câmii Eğrikapı dışında Anamas Zindan .yanın­
dadır (H. Ayvansarayî, Aynı eser, c. I, s. 147).
44 Belgede dakik
olarak geçmektedir. Burada un anlamına gelir (Ş. Sâmi,
Kâmûs-ı Türkî, İstanbul, 1316).
45 Fâtih, Haydar Caddesi ile Kâdıçesmesi arasında kalan alanı isgâl eder. Bugün adıgeçen mahallenin yerinde Sinanağa Mahallesi vardır (E.H. Ayverdi, Aynı eser, s. 20).
. . 46 Sağncılar Câmii Mahallesi olarak geçmektedir. Unkapanı’ndan Kerestecilere kadaı
olan sahayı içine alır (E.H. Ayverdi, Aynı eser, s. 52).
İSTANBUL’DA İHTİSÂB" MEVZUÂTI
207
ler'ie andan Haydarpaşa Hamamı, kurbüne andan Arabacılar'dan47 Seyrekaltı'na andan Hacıkadın Hamamı'ndan Küçükpazar'a andan Akarçeşme'den Ayazma dâhilinden Kantarcılar'dan nihayet bulur.
El-mahsûl an kol-ı mezbûr fî yevm rüsum 561
Berâ-yı mesârif-i şâire .................................. 171
Berâ-yı mîrî ................................................... 390
Tetimme-i mahsûl kol-ı Kapan-ı Dakîk
Zikrolunan Kapan-ı Dakîk kolunda vâkî battal dükkânlardan gayri
dekâkinden beher yevm cem' ve tahsil olunan 561 akçenin 390 akçesi
mîrîye ve 171 akçesi koloğlanlarınm cihet-i maaş ve masârifi içindür.
Kol-ı Râh-ı Cedid
Zikrolunan 15 kolun 13 üncüsü Râh-ı Cedîd koludur ki Ördekkasap mahallesinden ibtidâ olundu.. Andan Lütfü Paşa'ya andan Şâhuban sarayı48 kurbünden Kaliçeci'ler köşküne andan Meydânkapısı'ndan
Dörtyol ağzına andan Çavuş Mescidi49 kurbünden Molla Gürani'ye an­
dan Kadıasker Câmii'ne50 Çapa Dilsiz'den Macuncu'ya andan Odabaşı'ndan Küçük Hamam'dan Altımermer'e andan Yenikapı'dan Topkapısı'na andan Arpa Hamamı kurbünden Şehremini'ne andan Fenâyi
Tekkesi'nden51 Seydihalife Mahallesi'nden Davutpaşa'ya andan Haseki52
47 Zeyrek Yokuşu başında Fâtih devri ricalinden Şücâaddin İbrahim Efendi’nin camii
civarındadır (T. Öz, Aynı eser, s. 151).
48 Fâtih Zeyrek’te Şâhuban Odaları Mescidi görülmektedir (H. Ayvansarayî, Aynı
eser, c. I, s. 129).
49 Adı geçen Râh-ı Cedîd Kolu ile ilgili olabilecek iki Çavuş mescidi vardır: 1 - Şücâ
Çavuş Mescidi, Hekimoğlu Ali Paşa Caddesinde; 2 -İbrahim Çavuş Mescidi, Mevlânâkapı,
Yayla Caddesi civarındadır (Tahsin Öz, Aynı eser, s. 41).
50 Molla Güranî yakınındadır. B ânisi; Amasyali Kızıl Abdurrahman Efendi’dir (H.
Ayvansarayî, A y m 'eser, c. I, sr 167).
51 Taşkasap Mahallesinde Molla Güranî ile Bekir Paşa semtleri arasındadır (E:H,
Ayverdi, Aynı eser, s. 20).
52 Bânisi Kanûnî Sultan Süleyman’ın zevcesi Haseki Hurrem Sultan’d ır (H. Ayvan­
sarayî, Aynı eser, c. I, s. 101). .
208
EŞREF EŞREFOĞLU
Câmii'nden Avratpazarı'ndan03 Bayram Paşa Türbesi'ne54 andan Hüsrev Paşa Türbesi'nde55 nihayet bulur.
El-mahsûl an kol-ı mezbûr fî yevm rüsûm : 727
Berâ-yi mesârif-i saire ..................................: 207
Berâ-yı mîrî ................................................... : 520
Zikrolunan Râh-ı Cedîd kolunda battal dükkânlardan gayrı dekâkinden beher yevm cem' ve tahsîl olunan 727 akçenin 520 akçesi mîrî
ve 207 akçesi koloğlanlarının cihet-i maaş ve mesârifi içindir.
Kol-ı Aksaray
Zikrolunan 15 kolun 14 üncüsü Aksaray koludur ki Horhor Çeşmesi'nden ibtidâ olundu. Andan Aksaray'a andan Kızılmaslak’tan Lâleli
Çeşme'ye andan Koska kurbünden Darbhane'ye andan Langa'dan Deryâbeyi Kapusı'ndan hâricine andan Cellâd Çeşmesi'nden58 Davudpaşa
iskelesinden Davudpaşa kapusı hâricinde nihayet bulur.
El-mahsûl an kol-ı mezbûr fî yevm rüsûm : 551
Berâ-yi mesârif-i şâire
.......................... : 171
Berâ-yı mîrî ....... ...........................................: 380
Zikrolunan Aksaray kolunda bulunan battal dükkânlardan gayrı
olan dekâkinden beher yevm cem' ve tahsil olunan 551 akçenin 380
akçesi mîrî ve 171 akçesi koloğlanlarının cihet-i maaş ve masârifi için­
dir.
Kol-ı Cebe Ali
Zikrolunan 15 kolun on beşincisi Cebe Ali koludur ki. Defter-i A fik’53 Günümüzde Langa ile Cerrahpaşa mahalleleri arasında kalmaktadır. Alıcı ve satı­
cıları kadınlardan meydana gelen orijinal bir pazar yeridir (S.E yiçe, Aynı eser, s. 210).
54 Haseki Sultan Camii civarında medrese, sebil, çeşme ve rtürbeden meydana gelmiş
bir külliyedir (H. Ayvansarayî, A yn i eser, c. I, s. 58).
55 Kanunî devri vezirlerinden olan Hüsrev Paşa’nm türbesi Bâli ,Câmii civarındadır
(H. Ayvansarayî, Aynı eser, c. I, s. 72).
56 Aksaray’da İnebey Mahallesi içindedir (E. Hakkı Ayverdi, A ym eser, s. 33).
İSTANBUL’DA İHTİSÂB MEVZUÂTI
209
te Salhane57 kolu deyü mukayyeddir ve mesturden Ayakapusı58 hâricin­
den ibtidâ olunup Cebe Ali iskelesine andan Tüfenkhâne'den Unkapanı
hâricine andan Zeytinci'lerden Ayazma Kapısı hâricinde olan Ayazma
kurbünde nihâyet bulur.
El-mahsûl an kol-ı mezbûr fî yevm rüsum : 357
: 167
Berâ-yı mesârif-i şâire ..........
Berâ-yı mîrî .....................................................: 190
Zikrolünan Cebe Ali kolunda olan battal dükkânlardan mâdâ olan
dekâkinden beher yevm cem' ve tahsil olunan 357 akçenin 190 akçesi
mîrîye ve 167 akçesi koloğlanlarının cihet-i maaş ve mesârifi içindür.
Cem'an
Tahsil an dekâkin-i kolha-i mezkûre
rüsûm fî yevm akçe ...........................: 8087•
Berâ-yı masârif-i şâire an vech-i maaş gulâmân-ı kol ve gayrihi fî yevm a k ç e : 2057
Berâ-yı mîrî ve Hazine-i âmire fî
yevm akçe .........................
:
6030
Zikrolünan kollardan beher yevm cem' ve tahsil olunan sekiz bin
seksen yedi akçe rüsumun altı bin otuz akçesi mîrî içün kaydolunup ve
iki bin elli yedi akçesi koloğlanlarının maaş ve masârifi içündür.
Defter-i Cedîd mucibince tahrîr olunan 3170 aded dekâkinden battaliyeden gayriden koloğlanlarının beher yevm cem' ve tahsil eyledik­
leri 8087 akçenin 6030 akçesi mîrî için İhtisâb Sandığı'na teslim olunup
mâdâ 2057 akçesi kırk nefer oğlanlarının vech-i maaşlarına ve on nefer
mütekaidierinin beher yevm onar akçe mütekaid vazifelerine ve Çardak
hüddâmının taâmiyelerine ve çardak kirâsına ve İstanbul efendileriyle
kol gezen hüddâma harç ve sarf oluna. Ve mütekaidlerden biri fevt oldukda vazifesi mîrîye mânde olup min ba'd ihtisâb malından koloğlanlarına tekaüd vazifesi verilmeye ve koloğlanları beher yevm cem' ve
tahsîl eyledikleri akçeyi Sandık eminine teslim eyledikleri râyic fî vakt
57 Balat semti dışında Molla Âşıkî Mahallesi dahilindedir (E.H. Ayverdi, Aynı eser,
s. 21).
58 Haliç sahilinde Cibali ile fener arasındadır (R.E. Koçu, Aynı eser, c. IH, s. 1378).
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 14
210
EŞREF EŞREFOĞLU
parası oldukda cefâ olunmaya ve bir kaç yüz râyic hurda akçesi olur­
sa da alına. Ve mîrî akçenin tahsili koloğlanlarının uhdelerindedir. Mîrî­
ye noksan gelirse noksanı cümlesinden mütâlibdir. Ve defterden ziyâde
koloğlanları dekâkinden bir akçe ve bir habbe ziyâde almayalar, aldırıl
maya. Eğer içlerinden biri tecâvüz ederse muhkem cezâsı verildikten
sonra yeri âhere tevcih oluna ve koloğlanları arasında defterden ziyâde
tecâvüz edene sükût edib hâkimü’l-vakte îlâm etmezler ise cümlesine
cezâ tertib olunub hizmetlere âhere tevcih oluna.»
Vesikanın bütününde ve özellikle son bölümdeki ihtisâb mukataasının ne şartlar altında toplanacağını açıklıyan nizâmnâmede bu işin cid­
diyeti ortaya konulmaktadır. Disiplinli ve merkezî idare kontrolü altın­
da İstanbul'un günlük hayat düzeni içinde ihtisâb mevzuâtının önemi
belirlenmektedir. Bu açıdan bakıldığında X V II. yüzyıl sonlarında İstan­
bul İhtisâb Müessesesinin kuruluş ve işleyiş bakımından aynı mükem­
meliyeti gösterdiğine şâhit olmaktayız. Bu arada neşredilen belgede za­
manımızın modern belediyecilik hizmet ve anlayışına ışık tutacak yarar­
lı noktaların bulunduğu kanaatindeyiz.
EŞREFOĞLU - Levha I
211
XVII. YÜZYILIN SONUNA KADAR MAKEDONYA’NIN
OSMANLI HAKİMİYETİ DEVRİNDE İDARİ TAKSİMATI
Aleksandar Stoyanovski
Osmanlı Imparatorluğu'nda idare cihazının başarılı ve etkili bir şe­
kilde icraatta bulunabilmesi için, ezcümle, memleketin İdarî taksimatı­
nın uygulanması ve aralıksız olarak geliştirilmesi gerekiyordu. Bu tak­
simatı büyük ölçüde etkileyen âmillerden biri, Osmanlı cemiypti düzeni­
nin timar sistemi üzerine kurulmuş olmasıydı. Bundan başka, özellikle
Osmanlı egemenliğinin ilk devirlerinde, bu nevi taksimata. Balkanlar­
daki Türkler'den önceki durumun da tesirde bulunduğu bilinmektedir.
OsmanlIların, ilk devirlerde Balkan memleketlerinde tatbik etmiş olduk­
ları idâri taksimatın incelenmesi neticesinde. Ortaçağ Balkan devletle­
rinin idâri taksimatı hakkında da az çok bir bilgiye sâhib olabilmekte­
yiz.
Bugünkü Yugoslavya ülkelerinde OsmanlIların tatbik etmiş olduk­
ları idari sistem ve mülkî taksimat ile Yugoslav tarihçileri arasında en
çok ilgilenenlerden biri olan Hazım Şabanoviç, bu konu hakkında bir­
çok incelemeler yayınlamıştır. Bu eserlerinde kendisi, Yugoslav ülke­
lerinin idari taksimatına âit birçok meseleleri başarı ile halletmiş; ge­
rek bu taksimatın örgütünü, gerekse gelişme yollarını safha safha be­
lirtmiştir1. Bununla birlikte H. Şabanoviç, bugünkü Makedonya'nın
idari taksimatı ile ilgili olarak ne teferruatlı, ne de dâima sıhhatli bilgi­
1 Bu konu baklanda H. Şabanoviç’in yayınlamış olduğu önemli eserleri şunlardır:
Upravna podjela jugoslovenskih zemalja pod turskom vladavinom do Karlovaikog mira
1699 godine [1699 Karlofça sulhuna kadar Türk hâkimiyeti altında Yugoslav ülkelerinin
İdarî taksimatı], Godisnjak Istoriskog drustva Bosne i Hercegovine, Yıl IV, Sarajevo, 1952,
s. 171-204; Dali fe postojao Beogradski pasaluk? [Belgrad Paşalığı mevcut muydu]?,
Istoriski glasnik, Sayı 1-2, Belgrad 1954, s. 193-207; Bosanski paîaluk [Bosna Paşalığı],
NauCno drustvo N R Bosne i Hercegovine, Djela, knj. XIV, Odjeljenje istorisko-filoloskih
nauka, knj. 10, Sarajevo, 1959. 271 S., v.s.
214
ALEKSANDAR STOYANOVSKİ
ler verebilmiştir. Bundan başka kendisi, Makedonya'nın tarihî ve etnik
sınırları içinde bulunan bölgeleri ise nazar-ı itibâra almamıştır.
Tabiatiyle Osmanlı hâkimiyetinin ilk devirlerinde Makedonya'nın
idârî taksimatı meselesine karşı, gerek Yugoslav, gerekse yabancı ta­
rihçiler ilgi göstermişlerse de, bu konuya ancak kısmen Ve gelişi güzel
bir şekilde temas etmişlerdir2. Bu sebepten, günümüze kadar bu mesele,
kat'î ve tatmin edici bir şekilde halledilmemiştir.
Balkanlarda Türklerin ilk hücumlarına maruz kalan memleketler
arasında Makedonya da bulunmaktaydı. 26 Eylül 1371 tarihinde vuku
bulan Sırp Sındığı savaşı, Makedonya'nın kaderini tâyin etmişti. Bu
savaşta. Çar Duşan'ın ölümünden sonra Makedonya'da en güçlü olan
Despot Ugleşa ve Kıral Vukaşin, hem canlarını hem de ordularını kay­
betmişlerdi. Bu suretle Makedonya, siyasî bakımdan parçalanmış ve
savunması zayıflamış olan dahilî kısımların Osmanlılar tarafından
fetholunması için yollar açılmış bulunuyordu. Sırp Sındığı savaşından
yirmibeş yıl kadar sonra. Sultanın vasalleri olan Kıral Marko ve Konstantin Deyanoviç'in Rovin savaşında vuku bulan ölümlerinden kısa bir
süre sonra hemen hemen bütün Makedonya Osmanlı hâkimiyetine
kat'î surette dâhil olmuştu. 1371 Sırp Sındığı savaşından sonra, en geç
ise 1385 yılında, Osmanlı imparatorluğunun Avrupa cihetinde ilk bü­
yük idarî ve siyasî bir ünitesi olarak, Rumeli Beylerbeyliği veya Eyâleti
(daha sonraları Vilâyeti) kurulmuştu3. Bu Eyalete, zaptolunan bütün
Makedonya bölgeleri de tedricen ilhak edilmişti. Beylerbeyi tarafından
idare olunan Rumeli Eyaleti'nin merkezi, ilk devirlerde Edirne'de, 1453
2 Bk.: Dusanka Sopova, Koga Skopje bilo centar na sandzak vo periodot od
padjanjeto pod turska vlast do krajot na X V I vek [Üsküb’ün Türk hâkimiyeti altrna geç­
mesinden başlayarak XVI. yüzyılın sonuna kadar geçen devre içinde ne vakit sancak mer­
kezi olmuştu ?], Glasnik na Institutot za nacionalna istorija, Yıl I, Sayı 1, Üşküp, 1957,
s. 89-98; Dr. Aleksandar Stojanovski, Dali postoel Bitolskiot sandzak ve prvite vekovi od
tuTskala vlast vo Makedonija [Makedonya’da Türk hâkimiyetinin ilk yüzyıllarında Manas­
tır sancağı mevcut muydu ?], Glasnik na Institutot za nacionalna istorija, Yıl IX, Sayı 2,
Üsküp, 1965, s. 119-122; istorija na makedonskiot narod, Kniga pri’a [Makedon milleti
tarihi, 1. ktb], Üsküp, 1969, s. 233-235; M. Tayyib Gökbilgin, Kanunî Sultan Süleyman
devri baslarında Rumeli eyâleti, livâlan, şehir ve kasabaları, Belleten, Cilt XX, Sayı 78,
Ankara, 1956, s. 247-294. [Bu yazının Hazım Şabanoviç tarafından Sırpça-hırvâtçaya ya­
pılan tercümesi için bk.: Afalet Rumelifa (Popis sandzaka i gradova na pocetku vladavine
Sülejmana Velicnstvenog), Prilozi za orijentalnu filologiju, XVI-XVII/1966-67, Sarajevo,
1970, s. 307-342].
3 Hazim Sabanovic, Bosanski pasaluk, s. 24. .
MAKEDONYA’NIN İDARÎ TAKSİMATI
215
yılında vuku bulan İstanbul'un fethinden sonra Filibe'de, nihayet XVI.
yüzyıldan başlıyarak son zamanlara kadar ise Sofya'da bulunuyordu.
Rumeli Eyaleti ise, mirliva veya sancakbeyleri tarafından yönetilen
ve daha küçük mülkî, siyâsî ve askerî bir ünite olan sancak veya liva­
lardan müteşekkildi. Balkanlarda, zaptolunan toprakların çoğalmasına
muvazi olarak sancakların da sayısı artmıştı. Rumeli Eyaleti'nin sınır­
ları zamanla hayli genişlemiş olduğundan, birçok sancağın bir merkez­
den idare edilmesi de güçleşmiş ve bu sebepten yeni eyaletler kurul­
muştu4. Bununla birlikte, Makedonya'da bu hususta herhangi bir deği­
şiklik meydana gelmemiş ve bütün bölgeler daima Rumeli Eyaleti'nin
sınırları dahilinde kalmıştı. Ancak, Makedonya'da kurulan sancakların
sayı ve sınırlarında zaman zaman değişiklikler olmuştur.
Sancaklar ise en küçük İdarî ve mülkî bir ünite olan vilâyet ve
nâhiyelerden müteşekkildi. Vilâyet sistemi, yeni zaptolunan bölgelerde
muvakkaten tatbik olunmaktaydı.- Fakat durumun normâlleşmesinden
sonra, vilâyet yerine nâhiye kurulurdu5. Nâhiye, Osmanlı idaresi öncesi
Balkanlar'da tatbik edilmiş olan «jupa» sistemine tekabül ediyordu.
Ancak, değişen şartların neticesinde her bir jupa idari bakımdan na­
hiyeye tahvil edilmemişti. Meselâ, ortaçağda birer jupa, Osmanlr fet­
hinden sonra ise birer nâhiye olan Gornyi ve Donyi Polog, daha son­
raki bir devirde idari bir ünite olarak Kalkandelen (Tetovo)6 nahiyesi­
ne ilhak edilmişti. Buna benzer bir çok misâl zikretmek mümkündür.
Bu nevi idari ve mülkî taksimata muvazi olarak bütün bölgeler,
kadılıklara da bölünmüştü. Kadılık, Osmanlı adâletinin mümessili olan
bir kadının yetkisinin şâmil olduğu bölgeyi teşkil ediyordu. Esasta ise
kadılık, adlî bir ünite olduğu hâlde kadılar, geniş ve çok defa idari yet­
kilere de sâhip idiler. Bu sebepten kadılıklar, müslümanların ikamet
ettikleri bütün bölgelerde normal birer idari ünite olarak kurulmuştu.
Bir kadılığın büyüklüğü, muayyen "bir bölgedeki müslüman ahalinin
4 A.e., s. 24; A.m., Upravna podjela jugoslovenskih zemalja..., s. 173.
5 H. Sabanovic, O organizaciji turske uprave u Srbiji u X V i X V I veku [XV. ve
XVI. yüzyıllarda Sırbistan’da Türk idaresinin organizasyonu hakkında], Istoriski glasnik,
Sayı 3-4, 1955, s. 60.
6 A. Stojanovski, Nekolku novi podatoci m gradot Tetovo od X V i X V I yek [XV.
ve XVI. yüzyıllarda Kalkandelen şehrine âit bâzı yeni bilgiler], Istorija, Spisanie na Sojuzot
na istorişkite drustva na SR Makedonija, Yıl III, Sayı 2, Üsküp, 1967, s. 93; Bu konu
hakkında daha fazla bügi için bk.: Dr. H . Sabanovic, Bosanski pasaluk, ş. 110.
216
ALEKSANDAR STOYANOVSKİ
sayısı ile orantılıydı7. Makedonya'daki durum nazar-ı itibara alınacak
olursa, burada kurulan kadılıklar zamanla epeyi önemli birer İdarî ve
adlî ünite olmuştu. Başlangıçta müslüman ahâlinin sayısı Makedonya'­
da az olduğundan dolayı bir kadılığın yetkileri birkaç nahiyeye, daha
sonraki devirlerde ise yalnız bir nahiyeye şâmil olmuştu. Hattâ ilk de­
virlerde, müstakil nahiyelerin bulunmadığı bölgelerde yeni kadılıkların
kurulduğu vakidir. Bu suretle, Makedonya'da zamanla birçok kadılık
kurulmuştu. Her şeyden önce, bu prosesin esasını, Türk unsurunun
Anadolu'dan bu bölgelere iskân edilmesinin artması ve yerli halkın ih­
tida etmesi teşkil ediyordu. Müslüman ahalisinin bazı bölgelerde te­
merküz etmesi sonucu, ortaçağdaki küçük jupaların yüzölçümüne epe­
yi tekâbül eden ve meskûn yerlerin sayısı otuzdan fazla olmayan kadı­
lıkların kurulmuş olması ancak bu suretle izah edilebilir. Bundan baş­
ka, bazı nahiyelerin zamanla kadılıklara tahvil edildikleri de görülmek­
tedir. Bu suretle, idari ve mülkî taksimatta kabul edilen ortaçağ gele­
neğinden tedricen vaz geçilmişti. Yeni şehirlerin kurulması veya eski­
lerin gelişmesi neticesinde yeni nahiyeler kurulmuş ve âdet gereğince
bu yeni ünitelere şehir veya kasaba adları verilmişti. İdarî ve adlî ünite­
lerinin taksimat sisteminde vuku bulan bütün değişikler, bu taksima­
tın her bir gelişmesini ayrıntılı olarak tâkip etmeyi güçleştirmekte hattâ
çok defa mümkün kılmamaktadır. Makedonya'da, normâl ve genellikle
devamlı olan idari taksimattan önce, sınır bölgelerinde fetholunan yer­
lerde bariz bir şekilde askerî ve muvakkat karakter taşıyan uçbeyllkleri kurulup, uçbeyleri veya uç voyvodaları tarafından yönetilirdi. Bal­
kanlarda ilk uçbeyliği, Selânik civarında bulunan ve güney Makedon­
ya’nın büyük bir kısmını içine alan bölgede kurulmuş ve meşhur Os­
manlI kumandanı Evrenos Bey tarafından idare olunmuştu8. Bir süre
sonra, Üsküb'ün zaptedilmesiyle (6 Ocak 1392 tarihinde veya biraz
daha önceleri)9 bu şehirde yeni bfr uçbeyliğin merkezi kurulmuştu. Bu
bölgenin ilk uçbeyi, Üsküp Fâtihi Paşayiğit Bey (1414 yılına kadar)
7 Dr. Hazim Sabanovic, Turski izvori za istoriju Seograda, knj. I, sv. 1.
Kaiastarski
popisi Beograda i okoline, 1476-1566 [Belgrad tarihine ait Türk kaynaklan, I. Ktb., 1. C.
Belgrad ve civarına ait tahrir defterleri, 1476-1566], Belgrad 1964. 618 S.
8 Istorija na makedonskiot narod, Kniga prva, s. 233; Glisa Elezovic, Turski spomertici, knj. I, sv. 1 [Türk belgeleri, I. Ktb., 1. C] Belgrad, 1940, s. 7-13.
9 Dr. Dusanka Bojanic — Lukaî, Kako Turcite go prezele Skopje 1391
[1391 yılın­
da Türkler Üsküb’ü ne şekilde zaptettiler], Muzej na grad Skopye, Zboraik, I I - I I I , Üs­
küp, 1965/6, s. 15-18.
MAKEDONYA’NIN İDARÎ TAKSİMATI
217
olmuştu. İlk iki halefi ise ishak Bey (1414-1439) ve oğlu İsa Bey
(1439-1463) idiler10.
Türk hâkimiyetinin başlangıcından X V II. yüzyılın sonuna kadar
Makedonya'daki normal İdarî taksimat sistemine gelince, bu bölge ilk
zamanlarda Paşa (veya Edirne), Köstendil ve Ohri sancaklarına tâbiydi11. Kısa bir süre sonra Selânik ve Üsküp sancakları da kurulmuş­
tu. Makedonya'nın güneyinde bulunan küçük bir bölge ise Yanya san­
cağına dahildi. Kısa bir süre için Florina (Lerin) sancağı da kurulmuş­
tu. Adı geçen sancaklar arasında yalnız Selânik ve Florina sancakları­
nın kapsadıkları bölgelerin tümü, Makedonya topraklarında bulunuyor­
du. Diğer sancaklar ise civar bölgelerin bir kısmını sınırları içine almak­
taydı12.
10 H. Sabanovic, Bosanski pasaluk, s. 25; Istorija na makedonskiot narod, Kniga
prva, s. 233.
11 Bu inceleme için birinci plânda XV. ve XVI. yüzyıllarına âit tahrir defterlerin­
den faydalandık. XVII. yüzyıla âit olan bâzı tahrir defterleri de gözden geçirilmiştir. Bu
defterleri metinde ikide birde zikretmek yerine burada haklarında gereken bilginin veril­
mesini daha uygun bulduk:
I. İSTANBUL BAŞBAKANLIK A RŞİV İ: Mâliyeden Müdevver, 508 (1466/67), Tapu
Defteri, 4 (1470 yılı civan), Tapu Defteri, 7 (1478/79), Tapu Defteri, 3 (Fâtih Sultan
Mehmed zamanına âit, 1451-1481), Tapu Defteri, 170 (1519), Mâliyeden Müdevver, 48
(1519), Tapu Defteri, 141 (1526/27), Tapu Defteri, 403 (1430/31), Tapu Defteri, 167
(1530/31), Tapu Defteri, 424 (1530/31), Mâliyeden Müdevver, 4855 (1683).
II.
İSTANBUL TOPKAPI SARAYI MÜZESİ A R ŞİV İ: Tapu Defteri, 544 (1532-34).
III. İSTANBUL BELEDİYE KÜTÜPHANESİ, M. CEVDET YAZMALARI: B. 21
(1651/52).
IV. ANKARA TAPU VE KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ: Tapu Defteri, 190
(1567/68), Tapu Defteri, 194 (1569/70), Tapu Defteri, 85 (1570/71), Tapu Defteri, 90
(1570/71), Tapu Defteri, 25 (1582), Tapu Defteri, 358 (1666/67) ve diğerleri.
V. SOFYA, NARODNA BİBLİOTEKA, ORİENTALSKİ OTDEL: Serez, Okr. upr.
b.d., I Naselenie (XVI. yüzyılın başlangıcı); Carigrad, Vel. Vezir (1591); M k 25/11 (XVI.
yüzyılın sonu); OAK 93/30, Inv. No. 3 / 1962 (1645/46); OAK 214/6 (1654); CG 32/25
(1661/62); Bl. 2/1 (6068) (1664/65) ve diğerleri.
12 Bu suretle, Yugoslav fopraklannda kurulan sancaklann «sımrlanmn başka bir
komşu memleketin topraklarına geçmediğini» iddia eden Adem Handzic’in haksız olduğu
anlaşılmaktadır (Zvornik u drugoj polovirıi X V i u X V I vijeku, Godistva Dnıstva istoricara
Bih, Yıl XVIII, Sarajevo, 1970, s. 145).
218
ALEKSANDAR STOYANOVSKİ
PAŞA
SANCAĞI
Edirne sancağı veya Paşa livası, Balkanlar'da Osmanlı fütuhatının
daha ilk devirlerinde kurulan en eski Rumeli sancaklarından biriydi.
Daima paşa rütbesine sahip olan Rumeli beylerbeyi tarafından idâre
olunduğundan dolayı bu sancağın diğer bir adı. Paşa veya nadiren Ru­
meli Mirmiranı Livası (Sancağı) idi13. Zamanla gelişen bu sancak, Ru­
meli Beylerbeyliğinde en büyük sancak haline gelmişti. Bundan dolayı
bu sancak, daha X V I. yüzyılın başlangıcında Sağ-Kol ve Sol-Köl olmak
üzere bir taksime tâbi tutulmuştur1*.
Makedonya'nın en büyük kısmı. Paşa sancağının sınırları içinde
bulunmaktaydı. Kanunî Sultan Süleyman (1520-1566)'ın hüküm sür­
düğü ilk devirde yapılan tahrirlere göre Paşa sancağina, aynı adı taşı­
yan kadılık ve nâhiyelerin merkezleri bulunan şu şehirler tab iyd i:
Drama, Zihna, Nevrokop (Kato Nevrokopion, bugün Goce Delçev), De­
mir Hisar (Timurhisar, Sidhirokastron), Avret Hisar (Ginekokastron),
Serez (Siros, Sırpça: Ser, bugünkü adı: Serrai), Selanik, Yenice-i Vardar (Yenica, Jianitsa), Siderekapsi (Siderokapsa), Karaferye (Kara
feriye, Veriya, Ber, bugün: Beroia), Serfice (Srbica, bugün: Serbia),
Hrupişte, Kesriye (Kastoria, Sırpça: Koştur), Bihlişte (Biglişta, Bilisht),
Üsküp (Skopje), Kalkandelen (Tetovo), Kırçova (Kiçevo), Köprülü
(Titov Veles), Pirlepe (Prilep), ve Manastır (Bitola). Bununla birlikte,
bu nevi taksimatın. Kanuninin saltanat sürmüş olduğu devirden önce
de yürürlükte bulunduğu muhakkaktır. Bu durumun daha sonraki de­
virlerde de muhafaza olunmasıyla beraber, bâzı değişiklikler de arasıra
vuku bulmuştur.
Adı geçen idari ve adlî ünitelerin dâhilinde, vilâyet veya nâhiye
adını taşıyan küçük bölgeler de mevcuttu. Genel olarak bu bölgeler,
özellikle Türk hâkimiyetinin ilk devirlerinde, idari bakımdan nâhiye ol­
mayıp şehir merkezlerinden de yoksundu. Aslında bu bölgeleri, orta­
çağdan kalan jupalar teşkil ediyordu. Bâzen bu nevi nâhiyelerin bölge­
leri, komşu olan iki veya daha fazla idari ve adlî ünitelere dahildi.
13 İstanbul, Tapu Defteri, 167, 181; Sofya, OAK> 214/5, 58; D. Sopova, Koga
Skopje bilo centar na sandzakot..., s. 95-96.
14 Tapu Defteri, 167, 1; Ksş.: H. Sabanovic, Bosanski pasaluk, s. 24. Bu eserde, bu
nevi taksimatın XVII. yüzyılda yapıldığı zühulen yazılmaktadır.
MAKEDONYA’NIN İDARÎ TAKSİMATI
219
Drama, Zihna ve Akdeniz sahili bölgelerinde Pravişta ve Keşişlik10
nahiyeleri mevcuttu. X V III. yüzyılın ortasında ise Pravişta kasabası,
aynı adı taşıyan kadılığın merkezi olmuştu16. Kanunî Sultan Süleyman
devrinde Drama kadılığına tâbi olan Kavala'nın daha 1573 yılında müs­
takil bir kadılık olarak kaydi tarihî belgelerde geçmektedir17, ilk devir­
lerde Kavala kadılığına tâbi olan ve Kavala şehrinin kuzey batısında
Bereketlü Gölü'nün kıyısında bulunan Bereketlii adındaki meskûn bir
yer de, büyük bir ihtimâle göre, daha X V I. yüzyılın sonlarına doğru
müstakil bir kadılığın merkezi olmuştu18. Nevrokop'un doğusunda ise
yeni devirde Çeçka adını taşıyan Stanopolye nâhiyesi bulunmaktaydı.
1530 yılı civarında M elnik nâhiyesi, Köstendil sancağındaki Demir
Hisar kadılığına muvakkaten tâbiydi. X V II. yüzyılın ortalarında ise Mel­
nik, Köstendil sancağında müstakil bir kadılığın merkezi olmuştu. Daha
önceleri Köstendil sancağında bulunan Razlog kadılığı da en geç aynı
devirde Paşa sancağına ilhak edilmiş ve bu livaya X V II. yüzyılın sonuna
kadar tâbi olmuştu. Tarihî kaynaklarda, Serez veya Aşağı (Zîr-i) Cuma
bölgesinde Ostrova nâhiyesinin adı geçmektedir. Serez kadılığına tâbi
olan ve Serez şehrinin güneyindeki bölgeyi kapsayan Yejevo kadılığı
bulunmaktaydı. Bu nâhiye adım, ortaçağda meşhur bir yer olan Yejevo'dan almıştı19. Fakat Osmanlı devrinde Yejevo, eski önemini kaybet­
15 Keşişlik nâhiyesi, Zihna kadılığına tâbiydi (Mâliyeden Müdevver, 7, 36). Hacı
Kalfa, bu nâhiyeyi zikretmemiş tir. Ancak, bu nâhiyede bulunan Orfano (Orfan)’nun mer­
kez olduğunu kaydetmiştir (St. Novakovic. Hadii-Kalja ili Catib-Celebija, Tıırski geograj
X V II veka o Balkanskom Poluostrvu, SKA, Spomenik, XVIII, Belgrad 1892, s. 33.
16 H. Sabanovic, ledan popis kadiluka u EvropskojTurskoj od Mostarca Abdullah
Hurremovica [Avrupa Türkiye’sinde bulunan kadılıkların Mostarh Abdullah Hurremoviç
tarafından yapılan tahriri], Glasnik Hrvatskih zemaljskih muzeja u Sarajevu, Yıl LIV,
1942, Sarajevo 1943, s. 307-356; S t Novakovic, Hadii-Kalja, s. 33-34.
17 Vsevolod Nikolaev, Haraktent na minnite predprijatiya i rezimıt na rudarskija
trud v nasite zemi prez XVI, XVH i XVIII v. [XVI, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda bölge­
lerimizde maden işletmeciliğinin karakteri ve madencilik emeği ile ilgili rejim], Sofya
1954, s. 85.
18 Aleksandar Matkovski i Poliksena Angelakova, Opis na patuvanjeto na venecijanskiot pratenik Lorenco Bernardo niz Makedonija vo 1591 [Venedik Elçisi Lorenco
Bemardo’nun 1591 yılında vaki Makedonya seyahati tavsifi], Glasnik na INI, Yıl XV, Sayı
1, Üsküp, 1971, s. 221; S t Novakovic, Hadii-Kalja, s. 33.
19 Georgije Ostrogorski, Serska oblast posle Dusanove smrti [Duşan’ın ölümünden
sonra Serez bölgesi], Belgrad 1965, s. 52. Franz Babinger ise bu yerin, yanlışlıkla Selânik
şehrinin güney doğusunda bulunduğunu belirtmiştir (Mehmed Osvajac i njegovo doba,
Novi Sad, 1968, s. 61).
220
ALEKSANDAR STOYANOVSKİ
mişti. X V II. yüzyılın ortalarına doğru Serez'ln batısında bulunan Kruşa
Dağı ve Galik suyunun membaı bölgelerinde, Karadağ adında bir nâhiye­
nin de kurulduğu bilinmektedir20.
Selânik bölgesinde, Vardar, Bogdanos, Hortaç, Kalamariya ve
Langaza adındaki küçük nahiyeler kurulmuştu. Vardar nahiyesinin, Var­
dar nehrinin güney kısmında bulunduğundan dolayı bu adla isimlendi­
rildiğini kuvvetle tahmin ediyoruz. Bogdanos nâhiyesinin adına gelince,
bugün dahi şahsiyeti hakkında tarih ilminde ihtilâf hüküm süren orta­
çağ derebeyi Bogdan'dan aldığını zannediyoruz. Bununla birlikte ken­
disinin, Serez ve Selânik arasında bulunan bölgeye hâkim olduğuna
büyük bir ihtimâl verebiliriz. Çünkü bu bölge, tamamen Bogdanos nâhiyesine tekabül etmekteydi21. Selânik'in kuzey doğusunda bulunan
Langaza (Lagadina) adındaki meskûn yer ve gölden adını alan Langaza
nâhiyesi de, Bogdanos nâhiyesinin teşkil ettiği geniş bir bölge bütün­
lüğüne dâhildi. Langaza'nın güneyinde, Hortaç adını taşıyan nâhiye, dağ
ve meskûn bir yer bulunmaktaydı. Bu nâhiyenin güneyinde, Selânik
körfezi etrafında, Bogdanos nâhiyesi gibi kısmen Selânik kısmen ise
Sidrekapsi kadılıklarına tâbi olan Kalamariya nâhiyesi mevcuttu22.
Vodene (Voden) nâhiyesi, Yenice-i Vardar kadılığına tâbiydi. Daha
sonraki bir devirde ise Vodene, müstakil bir kadılığın merkezi olmuş­
tu. Vodene'nin kuzey doğusunda Meglen (Yunanca Enotiya) vadisin­
de, keza Yenice-i Vardar kadılığına tâbi olan Oliver nâhiyesi mevcuttu.
Daha sonraki bir devirde, büyük bir ihtimâle göre ise X V II. yüzyılda,
bu nâhiyenin adı ortadan kalkmıştı. Kanaatimize göre bu nâhiyenin de
adı. Çar Duşan'ın devletinde epeyi tanınmış bir derebeyi olan Yovan
Oliver'le ilgisi vardır.
Karaferiye (Ber) kadılığına ise, Kitros'da merkezi bulunan ve tuz­
laları ile meşhur olan Kitros (Çitros) nâhiyesi tâbiydi.
Lerin ve Vodene bölgelerinde Molska ve Gugova nâhiyeleri bulu­
nup, idari ve adlî bakımdan Lerin'e tâbi idiler. Molska nâhiyesi, şüphe­
siz, Moliskos adını taşıyan tema (Bizans devrinde askerî-idarî bir böl­
geye verilen ad) ve piskoposluğa tekâbül ediyordu. Bu sebepten, bu
20 Krş.: Vasil Kıncov, Orohidrogmfija na Makedorıija, Plovdiv, 1911, s. 121.
21 Pıtuvan’e po dolinile na Struma, Mesta i Bregalnica, Sbomik na narodni umotvorenija, nauka i kniznina, kn. X, Sofya 1894, s. 433.
22 Halkidikya Yarımadasının doğu sahillerinde bulunan Sidrekapsi, bu devirde önem­
li bir maden merkeziydi (Vsevolod Nikolaev, a.e., s. 5, 13; G. Ostrogorski, a.e., s. 47,
69-75, 77-79).
MAKEDONYA’NIN İDARÎ TAKSİMATI
221
iki nâhiyenin kapsadıkları bölgeleri kat'î olarak tespit etmek mümkün­
dür23. Molska nâhiyesi, Ostrova Gölünün batısında ve Rudnik Gölünün
etrafında bulunmaktaydı. Daha sonraki bir devirde ise, Rudnik adında
bir nâhiye kurulmuştu. Molska'dan daha büyük bir nâhiye olan Gugova'nın büyük bir kısmı, Ostrova Gölü'nün karşı yakasını, yani doğu
cihetini kapsamaktaydı. Bu nâhiye adını, Ostrova Gölü'nün kuzey doğu
kıyısının yakınlarında bulunan Gugova ismindeki meskûn bir yerden
almıştı. Fakat, civarda bulunan Ostrova, zamanla önem kazanmış ve
X V I. yüzyılın sonlarına doğru kasaba haline gelerek Ostrova nâhiye ve
kadılığın merkezi olmuş24, ayrıca, Molska ve Gugova nâhiyelerinin bü­
yük bir kısmını da sınırları içine almıştı. X V I. yüzyılda Florina (Lerin)
kadılığına tâbi olan Şişan nâhiyesi, Kaylar'ın güney batısında bulunan
ve adını, eski bir yer ve piskoposluk merkezi olan Sisanion'dan almış­
tı25. Ostrova Gölü'nün güneyinde bulunan geniş bir bölgede, daha X V II.
yüzyılın ilk yarısında Sarı Göl26, Nâseliç (Naselica, Lapsista, Lapçişta),
Cuma Pazarı27, ve Eğri Bucak24 adında yeni kadılıklar kurgİmuştu. Bu
23 Bu nâhiyenin adı ve mevkii, bir ortaçağ kasabası olduğu tahmin edilen Molska’nın yerini tespit etmek için fevkalâde bir önemi hâiz olabilir (Ivan Snegarov, Istorija na
ohridskata arhiepiskopija-patriarsija ot padaneto ı pod turcite do nejnoto unistozenie (13941767 g.), Sofya, 1932, s. 181; Istorija na makedonskiot narod, Kniga prva, s. 200). Snegarov,
Molska’mn Katraniça köyü üe aynı olduğunu tahmin etmektedir. Ancak, elimizde mevcut
olan belgelere göre Katraniça köyü, komşu olan Gugova nâhiyesine bağlıydı. Büyük bir
ihtimâle göre, Molska nâhiyesine tâbi olan Emboriya (Embore) köyünün, Molska kasa­
bası ile bir ilgisi olabilir (T. Tomoski, Apelativi na nasite srednovekovni gradovi, Istorija,
Yıl I, Sayı 2, s. 55).
24 A. Matkovski i P. Angelakova, a.e., s. 216.
25 Krş.: S. I. Verkovic, Topograjicesko-etnograficeskij ocerk Makedonii [Makedonya'­
nın topografik ve etnografik etüdü], S. — Peterburg, 1889, s. 169-170; I. Snegarov, a.e.,
s. 179-180; Jordan Zaimov, Zaselvane na bılgarskite slavjani na Balkanskija Polııostrov.
Proucvane na zitelskite imena v bılgarskata toponimija [Bulgar Islavlann Balkan Yarımada­
sına yerleşmeleri. Halk adlarının Bulgar toponymie’sinde incelenmesi], Sofya, 1967, s. 169,
184.
26 A. Matkovski i P. Angelakova, a.e., s. 216; Turski dokumenti za istorijata na
makedonskiot narod, Serija prva. I. [Makedon milletinin tarihine âit Türk belgeleri.
Birinci seri. I. c.]. Üsküp, 1963, s. 31; S. I. Verkovic, a.e., s. 37; S t Novakovic, HadziKalfa, s. 48.
27 Turski dokumenti za istorijata na makedonskiot narod, Serija prva, I, s. 31; S. I.
Verkovic, a.e. s. 162.
28 Turski dokumenti za istorijata na makedonskiot narod, Serija prva, I., s. 31; S. I.
Verkovic, a.e., s. 156. Serfiçe’nin kuzey doğusunda Velvedo adındaki palanka bulunmak-
222
ALEKSANDAR STOYANOVSKİ
kadılıkların civarında bulunan Hurpişte kasabası, aynı adı taşıyan nâhiye ve kadılığın merkeziydi. X V I. yüzyıla ait tarihî belgelerde, bu nahi­
yenin veya bir kısmının adı Aştin vilâyeti veya nâhiyesi olarak geçmek­
tedir. Bu nâhiye adını, daha önceleri bu bölgede hüküm süren büyük
Arnavut derebeyi Aştin'den aldığı açıkça anlaşılmaktadır29. Bihlişte
(Biglişta) kadılığının diğer bir adı da V (o )lka şin idi. Bir ihtimâle göre
bu nâhiyenin adı ile Makedonya'nın tanınmış hükümadrı Volkaşin ara­
sında bir ilgi mevcuttur. Nihayet, Prespa nâhiyesi, Florina'nın (Lerin)
kuzeyinde ve Prespa Gölü bölgesinde kurulmuştu. Bu nâhiye, X V I. yüz­
yılın ilk ve X V II. yüzyılın ikinci yarısına ait bâzı belgelerde Paşa sanca­
ğına tâbi olarak kaydedilmiştir. Fakat genellikle bu nâhiye, Ohri san­
cağının sınırları içinde bulunmaktaydı30. X V II. yüzyılın ikinci yarısında
ise Prespa, tarihî belgelerde kadılık olarak kaydedilmiştir.
Manastır (Bitola) kadılığı, aynı adı taşıyan nâhiyeden başka, Ka­
rasu (Crna reka) kaynakları civarında bulunan Demir Hisar nâhiyesiyle
Morihova nâhiyesinin bir kısmından müteşekkildi. Morihova nahiyesi­
nin büyük bir kısmı ise, komşu Pirlepe kadılığının sınırları içinde bulun­
maktaydı.
Paşa sancağinın kuzeyinde bulunan Kalkandelen (Tetovo) ve Üsküp (Skopye) kadılıklarına bâzı küçük nâhiyeler tâbiydi. Ortaçağda
Kalkandelen bölgesi, Gornyi i Donyi Polog adını taşıyan jupalardan mü­
teşekkildi. Osmanlı belgelerinde de bu iki bölge, Kalkandelen kadılığı
ve nâhiyesinde ayrı birer İdarî ünite yani nâhiye olarak zikrolunmaktadır31. Üsküp şehri ise, Üsküp nâhiyesinden başka güney sınırları M a­
kedonya topraklarında bulunan Kaçanik nâhiyesinin de idari ve adlî
merkeziydi. Birçok nâhiyeler gibi Kaçanik nâhiyesi de zamanla müsta­
kil bir kadılık olmuştur32.
tadır. Verkovic’in eserinde bu palanka, Çarşamba veya Velvendo kadılığının merkezi ola­
rak belirtilmiştir. Bu kadılığın ise en yeni bir devirde kurulduğu muhakkaktır (a.e., s. 188-189).
29 Halil İnalcık, Fatih devri üzerinde tetkikler ve vesikalar, I. Ankara, 1954, s. 148;
Rrş.: M. Tayyib Gökbilgin, a.e., s. 262, d: notu 41.
30 Bu devirde Resne havalisinde ve Prespa Gölün’nün kuzey sahillerindeki bölgede Yu­
karı (Gomya) Prespa ve aynı Gölün güney sahilindeki bölgede Aşağı (Donya) Prespa adında
iki nahiyenin mevcut olduğunu da nazanitibara almak gerekir (B k.: Turski dokumenti za
istörijata na makedonskiot ııarod, Serija Prva, III, Üsküp, 1969, s. 52.
31 Aleksandar Stojanovski, Nekolku novi podatoci za gradot Tetovo..., s. 93.
32 St. Novakovic, Hadzi-Kalja, s. 46; Evlija Ğelebi, Putopis, Odiomci o jugoslovenskim zeml jama. Preveo, uvod i komentar napisao Hazim Sabanovic [Evliya Çelebi, Seyanaı-
MAKEDONYA’N IN İDARÎ TAKSİMATI
223
Paşa sancağı hakkında şimdiye kadar vermiş olduğumuz izahattan
anlaşıldığına göre bu livaya, Makedonya'nın hemen hemen bütün gü­
neyi ve kuzeyde bulunan büyük bir kısmı tabiydi. Fakat daha X V I. yüz­
yılda Makedonya'nın İdarî ve mülkî taksimatında meydana gelen önemli
değişiklikler sonucunda Paşa sancağının sınırları oldukça daralmıştı.
Selânik ve Üsküp sancaklarının kurulabilmesi için. Paşa sancağından
birçok İdarî ve mülkî üniteler ifraz edilmiştir.
KÖSTENDİL
SANCAĞI
Paşa livasından sonra Köstendil sancağı, Makedonya'nın büyük bir
kısmını kapsamaktaydı. Bu sancağın kuruluş tarihi bugün dahi kat'î
olarak bilinmemekle beraber, Konstantin Deyanoviç'in 1395 yılında vuku
bulan savaşta maktul düşmesinden kısa bir süre sonra meydana gel­
diği tahmin edilmektedir33. Bilindiği üzere bu büyük derebeyi, merkezi
Velbuj'da bulunan bölgeye hâkimdi. Bu bölgede Konstantin, Sultanın
vasali sıfatiyle bir süre daha hüküm sürmüşse de, I. Bayezit (1389 1402)'İn ordusu ile beraber Eflâk Voyvodası Yovan Mirçe'ye karşı
sürdürülen savaşta maktul düşmüştü. Köstendil sancağı, daha önce
Konstantin'in hüküm sürdüğü bölgede ve aynı merkezde kurulmuştu.
Hattâ Velbujd adını taşıyan bu merkez, Konstantin'e izafeten Köstendil'e tahvil olunmuştur34. Bu sebepten Köstendil sancağı. Balkanların
bu kısmında Osmanlı hâkimiyetinin doğrudan doğruya kurulduğu bir
zamanda veya kisa bir süre sonra teşekkül etmiştir.
Köstendil sancağının sınırları içinde kuzey doğu Makedonya, Bul­
garistan ve Sırbistan'ın komşu bölgeleri bulunmaktaydı. XV I. yüzyılın
nâme.. Yugoslav ülkelerine ait bölümler. Çeviren, girişi yazan ve şerheden: Hazım Şabano
viç]. Sarajevo, 1967, s. 278. Bir meskûn yer olarak Kaçanik daha 1455 • yılında yapılmış
olan tahrirde zikrolunmaktadır. B k j Hazım Sabanovic, Krajiste Isa-bega İshakovica.. Zbirni katastarski popis iz 1455. godine [Hicrî 859 tarihli suret-i. defter-i mücmel-i vüâyet-i
Yeleç ve İzveçan ve Hodidide ve Seniça ve Ras ve Üsküp ve Kalkandelen ma’a tevabi’iha]
.Sarjevo 1964, s. 19. Bu sebepten, Kaçanik’in kurucusu olarak Koca Sinan Paşa’yı kabul
etmek mümkün değüdir (Haşan Kalesi i Mehmed Mehmedovski, Tri vakufnami na Kacanikli Mehmed-pasa, Üsküp, 1958, s. 8).
.
33 Konstantin Jirecek, Istorija Srba, Prva knjiga do 1537 godine (pöliticka istorija).
Belgrad, 1952, s. 332; H. Sabanovic, Vpravna podjela Jugoslovensldh zemalfa..., s. 175-176.
34 J. Ivanov, Severna Makedonija [Kuzey Mekedonya], Sofya, 1906, s. 143; K. Jirecek
a. e. ,s. 316.
224
ALEKSANDAR STOYANOVSKİ
ilk yarısında Makedonya topraklarında bulunan Kratova, Iştip (Ş tip)
ve Ustrumca (Strumica) kadılıkları. Köstendi! sancağına tâbiydiler.
Bundan başka. Eğri Palanka (Bayram Paşa Palankası, Eğri Dere, Kriva
Palanka) civarında bulunan küçük bir bölge ve Piyaneç nâhiyesi. Ilıca
(Köstendil) kadılığına dahildi35. İştip kadılığının sınırları içinde ise, aynı
adı taşıyan nahiyeden başka. Koçana (Koçani), Nogoriç (Nagoriçane)
ve Slavişta nâhiyeleri bulunmaktaydı. Ustrumca kadılığı ise, Ustrumca,
Petriç, Doyran (veya Doyran G ölü), Tikveş36, Boy m i ya37, Maleşeva,
Konça38 ve Menlik (M elnik) nâhiyelerinden müteşekkildi. Fakat, Kös­
tendil sancağının Makedonya kısmında bulunan kadılıkların sayısı za­
manla artmıştı. Genellikle bu proses, eski nâhiyelerin kadılıklara tahvil
edilmesiyle vuku bulmuştu. Bu suretle, X V II. yüzyılda, adı geçen kadı­
lıklardan başka, Tikveş, Boymiya yerine Valandova39, Doyran, Petriç,
Menlik, Nogoriç yerine Kumanova*°, Razlog, Radovişte ve Eğri Dere
35 Ilıca yani Bana’mn adı için bk.: J.I. Vanov, Severna Makedonija, s. 143-144; K.
Jirecek, a.e., s. 316.
36 Hazım Şabanoviç’in iddia ettiğine göre Tikveş ve Kavadar (bugünkü Kavadarçi)
aynı yer değildir (Evlija Ğelebi, Putopis, s. 570, t. notu 30). Daha XVI. yüzyılın ilk ya­
rısında, Tikveş nahiyesinin merkezi olan Tikveş köyünden başka, Kavadarçi köyü de mev­
cuttu. Bu devirde yapılan bir tahrirde, Kavadarçi köyünün diğer bir adı da Vataş idi.
Bununla birlikte, aynı tahrirde Vataş köyü de mustakilen kaydedilmiştir (Tapu defteri, 141,
224-225). Çünkü Kavadarçi o devirde Vataş köyünün bir mahallesiydi. Bugün dahi bu iki
köy pek yakın bir mesafede bulunmaktadır. Mamaafîh, Tikveş Türklerden önce dâhi bir
kasaba ve aynı adı taşıyan Jupanın merkezi olarak zikrolunmaktadır. XVII. yüzyılın son­
larına doğru ise Tikveş dağılmıştır (Vojislav S. Radovanovic, Tikveş i Rafec, Naselja i poreklo stanovnistva, knj. 17, Belgrad, 1924, s. 160, 172, 187, 202, 433-434).
37 Daha sonraki bir devirde Valandova kadılığı olan Boymiye nahiyesi, 1570/71 tarihin­
de yapılan bir tahrire göre, Demir Kapı’nm güneyindeki Vardar bölgesinde bulunan 25
köyden müteşekküdi (Tapu defteri, 90, 101-117). Gerek Boymiya gerekse Valandova Osmanlı
öncesi devreye ait belgelerde dahi zikrolunmaktadır (Stojan Novakovic, Zakonski spomenicj
srpskih drzava srendnjega veka, SKA, knj. V, Belgrad, 1912, s. 507 ve 512).
38 1664/65 tarihine ait bir cizye defterine göre, Konça nâhiyesinin diğer bir adı da
•Şevketin» idi (Sofya, Orientalski otdel, Bl. 2/1 (6068).
39 Valandova kadılığı 40 köyden müteşekküdi Halbuki daha önceleri bu bölgede
kurulmuş olan Boymiya nahiyesine 25 köy tâbiydi. Evliya Çelebi’nin belirttiğine göre bu
kadılık, bâzen Tikveş kadılığına ilhak olunmaktaydı (Evlija Ğelebi, Putopis, s. 572).
40 Ortaçağda meşhur olan Nagoriçani’den adım alan Nagoriç nâhiyesi XVI. yüzyılın
ilk yansından itibaren Kumanova nâhiyesi olarak zikredilmektedir. Bu değişiklik, Kumanova’nın kasaba statüsüne yükselmesiyle birlikte bu bölgenin önce iktisadı ve idari daha
sonralan ise adlî merkez olması sonucu meydana gelmiştir. (A. Stojanovski, Kumanovo naselba so dalecno minato, Istorija, Yıl IV, Sayı 1, Üsküp, 1968, s. 101-103). Türklerin,
MAKEDONYA’NIN İDARÎ TAKSİMATI
225
(Kriva Reka, Kriva Palanka) kadılıkları da kurulmuştu. Bu kadılıklar­
dan herbirinin kuruluş tarihlerini kat'iyetle tespit etmek şimdilik müm­
kün değildir. Fakat, istikrarın bâzı kadılıklarda kısa bir süre içinde ku­
rulamadığından dolayı bunların komşu kadılıklara muvakkaten ilhak
edildikleri bilinmektedir.
Köstendil sancağında da önemli olmayan bâzı değişiklikler vuku
bulmuştu. 1530 yılında yapılan tahrire göre Menlik nâhiyesi bu tarihte
Paşa sancağında bulunan Demir Hisar kadılığına tâbiydi. Büyük bir ih­
timâle göre bu durum uzun süre devam etmemişti. Çünkü 1526 ve 15321533 tarihlerinde yapılan tahrirlerde. Menlik nâhiyesinin, Köstendil san­
cağındaki Ustrumca kadılığının sınırları dahilinde bulunduğunu görmek­
teyiz. Bununla birlikte, X V II. yüzyılın ortalarında Menlik, müstakil bir
kadılık olarak Paşa sancağına tâbiydi. Fakat aynı yüzyılın sonlarında
Menlik kadılığı, Köstendil sancağına ilhak edilmişti. En geç X V II. yüz­
yılın ortasında Razlog kadılığı da Paşa sancağının sınırları içine alın­
mıştı. Evliya Çelebi'nin kaydettiğine göre Kumanova 1660 yılında Kös­
tendil sancağında değil, Üsküp sancağının sınırları içinde bulunmak­
taydı41. Köstendil sancağına tâbi olan bâzı İdarî ve adlî üniteler, başka
sancaklara ilhak edildikleri gibi komşu sancaklardan bâzı ünitelerin za­
man zaman bu sancağın kapsamına girmişti. Üsküp sancağı bölümün­
de de görüleceği üzere Köprülü kadılığı X V II. yüzyılın ortasında Üsküb'e muvakkaten tâbiydi42. 1683 yılına ait bir tahrire göre Maleşeva
nâhiyesi Radovişte kadılığına. Evliya Çelebiye göre Koçana kasabası
(ve nâhiyesi) Kratova kadılığına tâbiydiler43. Şimdiye kadar yapmış ol­
duğumuz incelemelere göre Köstendil sancağının kapsamına giren M a­
kedonya topraklarında başka önemli değişiklikler vuku bulmamıştır.
Kumanova’yı Jegligova adı ile de isimlendirdiklerine dair ortaya atılan iddianın
mesi için tarihî kaynaklarda mesned yoktur (J. Ivanov, Severna Makedonija, s.
Osmanlı kaynaklarında, Jegligova adındaki ortaçağ jupası h akkında bir kayıt
değildir.
41 Evlija Ğelebi, Putopis, s. 292.
42 SL Novakovic, Kadzi-Kalfa, s. 43; Evlija Ğelebi, Putopis, s. 301.
43 Evlija Ğelebi, Putopis, s. 345.
Tarih Enstitüsü Dergisi
kabul edil­
111). Hattâ
da mevcut
- Forma 15
226
ALEKSANDAR STOYANOVSKİ
OHRÎ
SANCAĞI
Rumeli eyâletinde en eski livalardan biri olan Ohri sancağının, bü­
yük bir ihtimâle göre, Kırâl Marko'nun 1395 yılında vuku bulan ölümün­
den sonra kurulmuştur44. Ayni tarihte Köstendil sancağının da kurul­
duğunu daha önce belirtmiştik. Ancak, Köstendil sancağının merkezi
Makedonya dışında olduğu halde, sınırları dahilinde bulunan bölgelerin
büyük kısmını ise Makedonya teşkil etmekteydi. Ohri sancağının mer­
kezi bulunan Ohri şehri, Makedonya topraklarında bulunmasına rağmen
bu sancağa, Arnavutluk'un büyük bir kısmı tâbiydi. Makedonya'nın yal­
nız batısında bulunan bâzı bölgeler, Ohri sancağının kapsamına girmek­
teydi. 1582 yılında yapılan bir tahrire göre Ohri sancağının sınırları için­
de Ohri, Debre (Debar) ve fstarova (Starova) kadılıkları bulunmak­
taydı45. Ohri kadılığı, Ohri, Prespa ve Debarçe nâhiyelerinden müteşek­
kildi. Ustruga (Struga) kasabası ve civarı da Ohri nâhiyesinin kapsa­
mına girmekteydi. Küçük birer nâhiye olan Prespa ve Debarçe'de ka­
saba merkezleri mevcut değildi46. Aynı tarihlerde Debre kadılığına tâbi
olan altı nâhiyeden dördü (Debre-i Zir*7, Reka, Jupa ve kısmen Dolgo
-Golo- Brdo) Makedonya topraklarında bulunmaktaydılar. Diğer taraf­
tan, Reka nâhiyesi. Küçük (M ala) ve Büyük (Velika) Reka nâhiyelerin­
den müteşekkildi. Istarova kadılığına ise yalnız Mokra ve Gora nâhiyeleri tâbiydiler. Ancak, Ohri Gölü kıyısının güney batısında Makedonya'­
ya ait olan küçük bir bölge, bu kadılığın kapsamına girmekteydi. *
Tabiatiyle bu nevi taksimat, 1582 yılında yapılan tahrirden önce de
mevcuttu. Büyük bir ihtimâle göre, yukarıda belirtilen idari ve adlı tak­
simat, 1460 yılı civarında, yani İskender Bey'in yenilgiye uğraması neti­
cesinde, Debre bölgesinin Türkler tarafından tekrar ve kat'î olarak ele
geçirilmesinden sonra kurulmuştur. Yeniden zaptolunan Debre bölge­
44 K. Jirecek, Istorija Srba, s. 332; H. Sabanovic, Upravna podjela jugoslovenskih
zemalja..., s. 175.
45 Daha fazla bilgi için bk.: M. Sokoloski, Dervendiistvoto vo Ohridskiot sandiak
vo vtorata polovina od X V I vek [XVI. yüzyılın ikinci yansında Ohri sancağında derbendcilik], Godisen zbomik na Filozofskiot fakultet, kn. 19, Üsküp, 1967, s. 169-170.
46 Evlija Ğelebi, ancak XVII. yüzyılda bir kasaba olarak gelişen Resne’nin Prespa
kadılığı dışında bulunduğunu yanlışıkla kaydetmektedir (Evlija Ğelebi, Putopis, s. 564).
47 Bu nâhiye ve aym zamanda Debre kadılığında bulunan Rahovnik, XVII. yüzyılın
başlangıcında Debre adı Ue bir kasaba olmuştu (H. Kalesi i M. Mehmedovski, a.e., s. 72-73,
75, 77, 82).
MAKEDONYA’NIN İDARÎ TAKSİMATI
227
sinde Osmanlı idaresi tarafından yapılan bir tahrirde, Debre kadılığın­
da adı geçen nâhiyeler birer vilâyet olarak kaydedilmiştir. Ancak bu
devirde, az meskûn olduğundan dolayı Jupa, Debre-i Zîr vilâyetine ilhak
edilmişti. 1430 yılı civarında Debre vilâyetinin Yuvan İli sınırlarının da­
hilinde bulunduğunu belirtmek gerekir. Bu vilâyetin adı, meşhur İsken­
der Bey'in derebeyi olan babası Yuvan Kastrioti'ye izafe edilmektedir48.
Yuvan'ın gütmüş olduğu becerikli siyâset ve genellikle sultanın yüksek
hâkimiyetini tanımakla hayatının sonuna kadar bu bölgede hüküm sür­
meyi başarabilmişti. Ölümünden kısa bir süre sonra Debre vilâyetinde,
Türk ordusu ve İskender Bey'e tâbi olan âsiler arasında vuku bulan çar­
pışmalardan dolayı 1460 yılına kadar normal bir idare sistemi kurula­
mamıştır.
Ohri sancağının idari ve adlî teşkilâtında daha bâzı büyük değişik­
likler olmuşsa da, Makedonya topraklarında bulunan nâhiye ve kadılık
strüktüründe önemli bir olay meydana gelmemiştir. Ancak. XVI. yüz­
yılın ilk yarısı ve X V II. yüzyıla ait bâzı belgelerde, Prespa nâhiyesinin
Paşa sancağındaki Göriçe (Korça) kadılığına tâbi olarak kaydedildiğini
belirtmek gerekir. Evliya Çelebi'ye göre X V II. yüzyılda kadılık olan bu
nâhiyede: «Kasaba olmayıp, ancak birer kasabaya benzeyen kırk ka­
dar kalabalık ve mamur köy vardın)49.
Manastır şehrinin ise X V II. yüzyılın sonuna kadar Ohri sancağına
tâbi olmadığı gibi müstakil bir sancağın merkezi de değildi50. Daha ön­
celeri verilen izahattan anlaşıldığına göre Manastır şehri, bu devre için­
de, Paşa sancağına bağlı olan yalnız Manastır nâhiye’ ve kadılığın mer­
kezdi idi.
SELANİK
SANCAĞI
Selânik şehri ancak 1430 yılında kat'î olarak Türkler tarafından
zaptedilmiştir. Yalnız, elde mevcut olan belgelere göre, Osmanlı İm­
paratorluğunda büyüklük bakımından ikinci olan bu şehrin yeni bir
48 Daha fazla bilgi için bk.: Dr. Galaba Palikruseva i Dr. Aleksandar Stojanovski,
Debarska oblast u sesdesetim godinama X V veka [1460 yılı civannda Debre bölgesi],
«Simpozium o Skenderbegu», 9-12 maj 1968, Priştine, 1969, s. 181-194.
49 Evlija Ğelebi, Pulopis, s. 567.
50 Daha fazla bilgi için, bk.: A. Stojanovski, Dali postoel Bitolskiot sandzak...,
s. 119-122.
228
ALEKSANDAR STOYANOVSKİ
sancağın merkezi olması için aradan bir yüzyıldan fazla bir zamanın
geçmesi gerekmiştir. Selanik sancağının kapsamına, Selânik şehri ve
civarından başka, daha önce Paşa sancağına bağlı olan güney Make­
donya'nın geniş bir bölgesi girmiştir. Bu sancağın kuruluş tarihini ka­
tiyetle tespit etmek şimdilik mümkün değildir. 1530 yılında yapılmış
bir tahrirde, ilerde kurulacak olan Selânik sancağına tâbi bölgelerin.
Paşa sancağının sınırları içinde kaydedilmiş olduklarını görmekteyiz51.
Bu sebepten, Selânik sancağının X V I. yüzyılın ortasında kurulmuş ol­
duğu muhakkaktır.
Selânik sancağına, Selânik, Karaferye (Karaveriye, Veriya, Ber,
bugünkü adı: Beroia), Avret Hisar (Ginekokastron) ve Yenice-i Vardar
(Yenice, Jianitsa) kadılıkları tâbiydiler. Daha sonraları bu sancağa, es­
kiden Yenice-i Vardar kadılığında bir nâhiye olan Vodene (Voden, bu­
gün: Edesse) kadılığı da ilhak edilmiştir. Hacı Kalfaya göre, Selânik
sancağına, Sidrekapsi (Siderokapsi), Neguş (Ağustos, Naıista), Kara­
dağ ve Demir Hisar kadılıkları da bağlı idiler. Ancak, güvenilir kaynak­
lardan anlaşıldığına göre, Karadağ ve Demir Hisar kadılıkları X V II. yüz­
yılda dahi Paşa sancağının sınırları içinde bulunmaktaydılar52.
Selânik sancağındaki kadılıklara tâbi olan nâhiyeler hakkında bil­
gi, Paşa sancağı bölümünde teferruatiyle verilmiştir. Karaferye kadılı­
ğının bâzı güney kısımları hariç, Selânik sancağına tâbi olan kadılıkla­
rın tümü, Makedonya topraklarında bulunmaktaydı.
51 Tapu defteri, 167; M.T. Gökbilgin, a.e., s. 265, t. notu 48. Aynı zamanda hatta
aynı tahrirde Selânik sancağı mirlivası (sancakbeyi) olarak Ahmed Bey bin Sinan Paşa’mn
zikrolunması vakıası, büyük tereddütlere yol açmaktadır (Tapu defteri, 167, 391). Hatta
daha önceleri yapılan bir tahrirde (1526-1528 yıllan civannda), Selânik sancağı da kayde­
dilmiştir (MT. Gökbilgin, a.e., s. 253). Bununla birlikte, aynı devirde fakat başka bir
tahrirde Selânik şehrinin, Paşa sancağına tâbi olduğu görülmektedir (a.e., s. 254). Bun­
dan başka, tanınmış tarihçi Sadeddin, 1470 yılı civannda Selânik sancağının mevcudiyetin­
den bahsetmektedir (D-r Jovan Radonic, Djuradj Kastriot Skenderbeg i Albanija u X V veku,
SKA, Spomenik XCV, Drugi razred, 74, Beograd, 1942, s. 211; Franc Babinger, a.e., s. 311).
Nihayet, Franc Babinger de, Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) devrinde kurulmuş olan
sancaklar arasında Selânik livasını da zikretmektedir. Ancak, XVII. yüzyılın sonunda ilk
defa kurulduğunu bildiğimiz Karaferye sancağının da zikri geçmesi, F. Babinger’in fayda­
lanmış olduğu kaynağın tamamen sıhhatli olmadığı anlaşılmaktadır (Franc Babinger, a.e.,
s. 384). Bütün bu hususlar nazarı itibara alınacak olursa, Selânik şehrinin 1430-1580 yıl­
ları arasında da Selânik sancağının ara sıra merkezi olduğuna ihtimâl verebiliriz.
52 St. Novakovic, Hadzi-Kalfa, s. 35-42; Krş.: H. Sabanovic, Jedan popis kadiluka...,
s. 343 ve 350; M. Cevdet yazmaları, B. 21.
MAKEDONYA’NIN İDARÎ TAKSİMATI
ÜSKÜP
229
SANCAĞI
Üsküp sancağının da hemen hemen bütünü, Makedonya sınırları
dahilinde bulunmaktaydı. Bu sancağın X V I. yüzyılın ortasında en geç
ise 1553 yılında kurulduğu katiyetle tespit olunmuştur. Elde mevcut
olan tarihî belgelerde, bu tarihte merkezi Üsküp şehrinde bulunan Üs­
küp sancağı ve sancakbeyi ilk defa olarak zikredilmektedir53. Eskiden
Paşa sancağına bağlı olan Üsküp (Skopye), Kalkandelen (Tetovo),
Pirlepe (Prilep) ve Kırçova (Kiçevo) kadılıkları, Üsküp sancağına ilhak
edilmişlerdir. Kurulduğu tarihten başlayarak X V II. yüzyılın sonuna ka­
dar Üsküp sancağında önemli değişiklikler vuku bulmamıştır. Yalnız,
X V II. yüzyılın ortasında Köprülü (Veles) kadılığının da bu sancağa
bağlı olduğunu daha önce belirtmiştik. Ancak, kısa bir süre sonra bu
kadılığın yine Köstendi! sancağı dahilinde bulunması, bu değişikliğin
muvakkat olduğu anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi, Kumanova kadılığının
da Üsküp sancağına bağlı olduğunu kaydetmektedir.
Eskiden Paşa sancağına tâbi olan kadılıklardan meydana gelen
Üsküp sancağı nâhiyeleri hakkında gereken bilgi daha önceleri veril‘ miştir. Ancak, Üsküp kadılığına, Kaçanik nâhiyesi de bağlıydı. Bu na­
hiye, X V II. yüzyılın sonlarına doğru müstakil bir kadılık olmuştur54.
Morihova nâhiyesinin büyük bir kısmı, Pirlepe kadılığının sınırları için­
de bulunmaktaydı. Kalkandelen (Tetovo) kadılığı ise, Gornyi ve Donyi
Polog nahiyelerinden müteşekkildi.
MAKEDONYA TOPRAKLARINDA KURULAN DlĞER
SANCAKLAR
Makedonya'nın hemen hemen bütün bölgeleri, adı geçen beş san­
cağın sınırları içinde bulunmaktaydı. Yalnız, Makedonya'nın güney ba­
tısında kurulmuş olan Grevena (Grebena) kadılığı, Yanya sancağına
bağlıydı55. X V II. yüzyılın ilk yarısında bu bölgede kurulan Vençe56 ka­
dılığı, Grevena'nın güney doğusunda bulunmaktaydı.
53 D. Sopova, Koga Skopje bilo centar na sandiak..., s. 96.
54 H. âabanovic, Jedatı popis kadıluka..., s. 350.
55 Yanya sancağının merkezi ve Epir bölgesinin baş şehri olan Yanya (Iöannina),
1431 yılında Türkler tarafından zaptolunmuştur (Vojna Enciklopedija, 4, Belgrad, 1961,
s. 125; Franc Babinger, a.e., s. 11-12).
56 Turski dokumenti za istorijata na makedonskiot narod. Serija prva, III, Skopje
230
ALEKSANDAR STÛYANÛVSKİ
OsmanlIların hüküm sürmüş oldukları ilk üç asır içinde Makedon­
ya topraklarında kurulmuş olan sancak sayısının bu suretle tamamlan­
madığını belirtmek gerekir: 1519 ve 1526-1528 tarihlerinde yapılmış
olan tahrirlerden anlaşıldığına göre müstakil Florina sancağı da kurul­
muştu57. Tamamen Makedonya sınırları içinde bulunan bu en küçük
ve en kısa süreli sancak, Florina (Lerin), Gugova, Molska ve Şişan
nâhiyelerinden müteşekkildi. Bu sancağın lâğvedilmesinin sebepleri ve
kat'î tarihi hakkında şimdilik bir bilgiye sahip değiliz. Ancak 1530 yılın­
da yapılan bir tahrirde Florina sancağına dair: «Sancaklıktan ref' olunup
Paşa sancağına ilâve olunmuştur» şeklinde bir kayıt mevcuttur58. Bü­
yük bir ihtimâle göre Florina sancağının mevcudiyet ve gelişmesi için
gereken müsait şartların olmadığını gören merkez idare, lâğvını ve ön­
ceki kadılık statüsüne irca etmeyi uygun bulmuştur.
Çeviren: İsmail Eren
1969, s. 104 ve 114. Belgeleri çevirenler, söz konusu kadılığı, tespit etmeyi başaramadıkla­
rından bâzen Donçe ? bâzen ise Bonçe ? şeklinde belirtmişlerdir.
57 Mâliyeden müdevver, 48, 1-3; M.T. Gökbilgin, a.e.,. s. 259.
58 Tapu defteri, 167, 1; M.T. Gökbilgin, a.e., s. 279, t. notu 147.
HİTİTLERİN KÜLT TÖRENLERİNDE KADINLARIN
YERİ VE GÖREVLERİ
Muhibbe Darga
Hattuşa kral arşivlerinde bulunan çok zengin dinî belgelerin1 var­
lığı ile Hitit dini ve kült törenlerinin çeşitli yönleri hakkında bir hayli ge­
niş bilgi sahibi olmaktayız.
Hitit Tanrılarının yeryüzündeki konutları, Hititlerin deyimi ile
E.DING IR^ «Tanrının evi», tapınaklardır. Kalabalık bir personelin barın­
dığı tapınak ve etrafındaki yapıların sadece dinî anlamı olmadığı, bun­
ların tümünün geniş bir sosyo-ekonömik örgüt olduğu artık’ bugün an­
laşılmıştır2. Örnek olarak Hattuşa tapınakları arasında özellikle «Büyük
tapınağı» sayabiliriz. Hititlerin Kült dilinde tapınak personeline «Hilamatta»2a adını verdikleri anlaşılmıştır. Bunların içinde bir kısım (KadınErkek), doğrudan doğruya hizmetkâr, işçi, küçük meslek adamı, bir
kısmı ile kültün spiritüel yönü ile meşgul olan yüksek rahip ve rahibe­
leri3 meydana getirmekteydi. Görevlerini belirgin şekilde tayin edeme­
diğimiz birçok rahip ve rahibe adı metinlerde zikredilmektedir. Hitit me­
tinlerinde LÛSANGA ideogramı (Hititçesi LÛgankunnis) «Rahip» anla­
mında kullanılmıştır.
Hitit rahibelerinin meydana getirdiği piramidin en üst basamağım,
krala paralel olarak kraliçe işgal etmektedir. Büyük ve devletin resmî
bayramlarının çeşitli törenlerini kraliçenin, baş rahibe mevkiinde yönet­
tiği görülüyor4. İyi dokümante olduğumuz nuntariyashas - hız, surat bay­
ramı4“ ve AN.TAtJ.SUM bitkisi bayramı gereğince yapılan kült gezilerin­
1 Laroche, CTH 390-500 = C hapitre VII.
2 Krş. Bittel, MDOG 101 (1969), s. 11 v.d.
2“ Bk. Darga, T arih E n stitü sü D ergisi I (1970), s. 121-130.
3 Lû )lazzivitassi için bk. Darga, ay.y., s. 128-130.
4 Goetze, Kİ2., s. 94 ve n. 4.
4“ Goetze, Kİ2., s. 163 bk. KBo m 25; KUB n 9; IBoT n 8.
Goetze, Rene. Assy. Int. 1955 (Paris) tebliğleri; CTH 628 ve bibi.
232
MUHİBBE DARGA
de kraliçe ve veliaht da yeralıp dinî törenleri — kralın başka işlerde uğ­
raştığı zaman— müstakilen yönettiği görülüyor5: 38 gün süren A N .TA H
SUM bitkisi bayramının sekizinci günü «Arinna şehrine gelinir, kral bu
şehirde geceyi geçirirken. Kraliçe yoluna devam eder, başkent Hattuşa'ya döner ve kendi sarayına (É.SAL.LUGAL)6 gider. Dokuzuncu gün
kraliçe, Hattuşa'da kendi sarayında A N .TA H .SU M bitkisini alır ve kendi
sarayında büyük toplantı - salli asessar'ı düzenler». Bu bayramın 16.,
17., 22., 23., 24., 29., 30., 34., 35. günlerindeki törenlerde ise kraliçe
hep kralın yanında bulunarak baş rahip çifti olarak âyinleri yönetirler.
18. günde7 kült töreni farklıdır: «Kral, Fırtına tanrısı pifrasassis i saf ta­
pınakta (É parkuwajas) tesit eder; kraliçe ise müstakilen Arinna şeh­
rinin Güneş tanrıçasını balentu - evinde tesit etmektedir». Bu bayramın
kült programında kraliçeden başka, kadın olan kült görevlisi görülmü­
yor; beşinci günün törenlerinde zikredilen D U M U .S A L -k ız çocuk ifa­
desinin kimi belirttiği ve ne münasebetle geçtiği yazıtın bu kısmı kırık
olduğu için anlaşılamamaktadır (Kol. I 28-30).
KBo X IX 128'de yayınlanan ve H. Otten tarafından işlenen «Bay­
ram ritualinde» kraliçe, krala paralel olarak, tören boyunca kült ayin­
lerinde yer almaktadır (IV 14-21, 34, 41, 47, V 5, 9, 16, 21, 26, V I 30).
Büyük tapınağın güney magazinlerinde bulunan bu metin grubunun
muhtevası hangi bayramın akışını tasvir ettiğini saptamağa imkân ver­
miyor (Otten, STBoT 13 (1971), s. 51 ).
Hitit rahibelerinin en yüksek sınıfını salaM A .D IN G 1R lw î (Hititçesi: Siwanzannis)- «Tanrının anası»8 ünvanını taşıyan kadınlar mey­
dana getiriyordu. Bunların daha çok tanrıçaların kültünde yer aldığını
ve âyinlerde LÛSANGA-rahip’ten sonra zikredildikierini izliyoruz. «Tan­
rının Anası» ünvanlı rahibeler, günlük kültün icaplarını yerine getiriyor
ve önemli bayramların kutlama törenlerinde baş icracı (officiante) ola­
rak rol alıyorlardı. SALAM A.D IN G IR ^ i niteliğini taşıyan kadınların öne­
mini gösteren bir hususta bu ünvanla adlandırılmış bir bayramın varlığı­
dır. Hitit başkenti Hattuşa'da tesbit edilen 18 bayramdan birinin adı
5 Güterbock, JNES, XIX (1960), s. 81, 85; Güterbock, H is­
toria, Einzelschriften 7, s. 63-64.
6 Güterbock, ay.y., s. 81, 85; Güterbock, ay.y., s. 64.
7 Güterbock, ay.y., s. 83, 86; Güterbock, ay.y., s. 65.
8 Goetze, Kİ2., s. 169 ve n. 3; O tten apud Schmökel, K ulturgesehichte, s. 427.
HİTİT'LERİN KÜLT TÖRENLERİNDE KADINLARIN YERİ
«EZEN M eS
S A L .M £ 5
A M A .D IN G IR i H Î »
Tanrı
analarının
233
bayramları­
dır9.
s a la m a . DİNGİ RLiM veya sal.meSAMA.DIN GI RLiM Boğazköy me­
tinleri dışındaki çivi yazılı belgelerde görülmüyor. Bu ünvandan türetil­
miş mevki adı bir abstraktumu, salam A.D1NG IR l î - UT-TI kelimesini
KBo IV 8 (CTH 71) de kopyesi verilen hukukî nitelikteki vesikadan
öğreniyoruz. Söz konusu yazıtta bu yüksek rahibelik mevkîi adına bir­
kaç defa rastlanmaktadır (ö.y. II 5, 15, III 5, 8, 13). Bu güne dek çeviri
yazısı ve çevirisi yapılmamış olan bu belgenin incelenmesi sonucu çok
ilginç bilgilere sahip oluyoruz: Kısmen harab olmuş tablette hitit kralı
mMurâili'nin adı geçmektedir. Kraliçenin — adı zikredilmiyor— hastalı­
ğına sebeb olduğu iddia edilerek, bir yüksek rahibe «Tanrı analığı»
mevkiinden, bizzat kral tarafından azlediliyor. Fakat kendisine kötülük
yapılmıyor, ölüme mahkûm edilmiyor, yaşaması için gereken herşey
(ev, yiyecek g ib i...) ona kral tarafından veriliyor. Metinde olayı anla­
tan bizzat kraldır ve 1. şahıs tekil ile ifade vermektedir. Bu sözlerin tan­
rılara yöneltildiği ve bu mevkii tenzili hakkında onlara hesap verildiği
belirgindir. Büyük bir ihtimalle söz konusu kraliçe, hastalığını başka
birkaç belgeden bildiğimiz, büyük kral Mursili'nin karısı, kraliçe fGaâsulavi(ya)'dır. Kralın önemli bir kararını bildiren, hukukî anlam taşıyan
bu belge ile yine aynı kral'a ait «Tavananna meselesi» (CTH 70) adlı
vesika arasında bir yakınlık, ilişki olduğu kanısındayız. Bu konudaki
belgelerin sınırlı olması, bugün için kesin sonuçlara yönelmemize engel
oluyor.
Metinde mevkiinden azledilen rahibenin hayatta olduğuna dair de­
liller : «O sağdır. Semanın Güneş tanrısını gözleri ile görüyor, hayatının
ekmeğini viyor...» cümleleri ile ifade edilmiştir. KUB X X 1 7 - X I 32
(CTH 7 3 8 )'de verilen tanrı Tetesbabi bayramlarını tasvir eden metinde,
âyinlerde görevi olan SALAMA.DINGIR^Af'm yanında bir s a l n in . d INGIR-as ve bir de D U M U .S A LA M A .D IN G IR ^™ (ll 25) «tanrı anası kızı»
unvanlı rahibenin hizmet ettiği bildiriliyor. Bu unvanla acaba ne ifade
edilmek istenmiştir? Metnin üst tarafı kırık olduğundan birbirine çok
yakın olan SALAM A.D İN GIRiW Î ile DUM U.SAL.AM A.DINGIRi/Ai ara­
sındaki farkı tesbit edemiyoruz. «Tanrı anası» unvanlı rahibelerde SAL
ile DUM U.SAL arasında bir fark bulunmaması çok muhtemeldir10.
9
10
Güterbock, A ctes... 1969, s. 177: KUB X m 4 I 43.
Bossert, KS, s. 82-83.
234
MUHİBBE DARGA
Nerik fırtına tanrısı kültü ve bayram törenlerinde kadın kült per­
sonelinin başında birinci ve en üstün yerde SALME^AMA.DINGIRLiM-h.
sivanzannis «Tanrının anası» isimli rahibeler yeralmaktadır. Kült perso­
nelinin sayılması esnasında da ya LÛSANGA-rahip ya da l^ G U D Ü
«Merhemli rahip» (Gesalbter)'den sonra zikredilmektedirler. Bu rahibe­
ler, Nerik şehrindeki bayram töreninde kült yemeğine de iştirak etmek­
tedirler11.
A N .TA H .SU M bitkisi bayramının 16. günü tesit edilen törenlerde
de LÛSANGA ve s a l a m A .D 1NGIRİÎM programdaki görevlerini yerine
getirirler (KBo IV 9 V 2 6 : ... s a l a M A .D IN G IR ^ m Djjal-ki-as pi-ra-an
fcu-va-i).
Parnassa şehrinin «Siyah Tanrıça»sına ilişkin kült törenlerinde
(KBo II 8 = CTH 519), birinci gün yapılan âyinlerde, din adamları
(clerge) dizisinde ilk yeri LÛSANGA işgal etmekte, onu takip eden
s a l a m A .D IN G IR İÎA Î ve sonra da sırada SALpalvatalla - yeralmaktadır.
Siyah tanrıçasının kült törenlerinde, s a l a M A .D IN G IR İÎM ve s a l .m e S
frazzivi — kadınları, bu tanrıça şerefine kutlanan ¿arpa-bayramında kur­
ban merasimini yönetirler (KBo II 8 ö.y. I 17-19). Aynı metinde kült
töreninin diğer safhasında LÛSANGA-rahip, S A L A M A .D IN G IR ^ M - T a n rının anası, sALpalvatalla12 - ilâhici kadın arka arkaya zikredilmekte olup
tapınağa girmeden evvel dinî yıkanma eylemini yerine getirirler (ö.y. I
20-21). Aynı tanrıçaya 12. ayda tesit edilen EZEN SEe ¿arp/YyaJ-a y r ın ­
tılarını bilemediğimiz tahıl ekimine ilişkin bayramda, s a l a m a .*DING IR M K f-T a n rın ın anası yine kültün icracısı (officiante) görevindedir
(ö.y. I 31-33). Bel-Mâdgalti talimatnamelerinde (kol. II A 26-28 ) de,
üç büyük din adamı arasında, tek büyük rahibe olarak «Tanrının Anası»
unvanlı kadınlar zikredilmektedir: l ü .m e § s ü .GI l û .m e § s a N G A l û .m e s
GÜDÜ S A L .M E â A M A .D IN G lR tT A r. Rahibeler hiyerarşisinde baş mevkii iş­
gal eden bu yüksek sınıfın görevleri, «Tapınak memurları» talimatna­
mesinde (KUB XII 4 = CTH 264 ve bibi.) ayrıntıları ile izlenemiyor.
SALpgivatalla-, yukarıda adı geçen «Siyah Tanrıça»nın kült tören­
lerinde «Tanrının Anası» Unvanlı rahibe ile beraber ve yanında görül­
düğü gibi, ritual ve bayram tariflerini veren metinlerde de belgelenmek­
tedir. Anlamı kesinlikle saptanmamış, fakat bir çeşit söz söylemeyi ifa­
de eden palvai- «İlâhi okumak?» fiilini yerine getirmek, bu kadınların
11
12
Haas, D er K ult von N erik, s. 35.
Alp, BN, s. 77-83.
HİTİTLERİN KÜLT TÖRENLERİNDE KADINLARIN YERİ
235
isimlerinden de anlaşıldığı gibi, başlıca görevleridir. SALpalvatalla'mn
esas fonksiyonu, bayram törenlerinde «Bayram Ziyafeti»nden sonra
başlamaktadır. Çeşitli kurban törenleri esnasında, bu kadınlar bazen
yalnız, çoğu zaman diğer «ilâhici rahipler» ve «şarkıcı!ar»la bir dua veya
İlâhi türünden bir metni okurlar. SALpa/vata//a-'nın müzik aletlerinden
herhangi birini çalıp çalmadığını saptayamıyoruz124. «Siyah Tanrıça»nın
kült ayinlerinde ise SAL-ME§£azi73ra/-'lerie beraber zikrediliyorlar (bk.
s. 237). Bildiğimiz belgelere göre kült törenlerinde ikinci basamağı mey­
dana getirenler arasında yer aldıkları ortaya çıkmaktadır.
Diğer önemli bir rahibe sıfatı da s a ln in .d in G IR ideogramı altında
zikredilendir. Goetze'ye uyarak bunları «tanrının kızkardeşi» olarak ter­
cüme etmek acaba doğru mudur? Bu adı taşıyan rahibeler «hız, sü­
rat» bayramından bahseden dinî metinlerde başrahip görevindeki kral,
kraliçe ve veliahtın yanında yer almaktadır. Son incelemelere göre,
SAL|\|IN.DINGIR-e/7tıv13 «Büyük Rahibe» anlamındadır. Protohatti kay­
naklı Djeteëbabi bayramlarında (CTH 738) «Zintuhh kadınlariyle «Kut­
lama» töreninde görevli oldukları anlaşılıyor.
Bazı hititologların «Tanrının Hanımı-Gottesherrin» olarak tercüme
ettikleri bu yüksek rahibe sınıfının zintufyif ya )-kad\n\an ile zikredilme­
lerine rağmen kült âyinlerinde hattice (battili) dinî tekerlemeler söyle­
dikleri tesbit edilememiştir. İlgi çekici adı ile diğer bir kadın kült gö­
revlisi s a l erıtanni- (H W 2. Erg. s. 36 «Priesterin») hurrice-hititçe rituallerde geçmektedir. Bu rahibe adını, Hurrilerin akatça enti/m-«Hanım:
Yüksek rahibe» (sümerce N IN.DING IR) kelimesinden kendi dillerine
aktardıkları ve hurrice -nni soneki ile kullanılmış oldukları anlaşılıyor.
Böylece bu rahibe adı da hitit rituallerindeki «Yüksek Rahibe-Tanrının
Hanımı» SALNUM.DINGIR'ın karşılığı olmaktadır14.
Dinî âyinlerde yukarıda adı geçen diğer bir rahibe sınıfı, SALzintubiveya sALMBèzjntufïes ismi ile ayrılmaktadır. Bu ismin veya ünvanın an­
lamı «Tanrıça Zintuhi'nin kadınları» demektir. Laroche, zintuhi- kelime­
sinin (proto-) hattice «kız torunu» ifade ettiğini tesbit etmiştir. Tanrıça
12a Ay.es., s. 79.
13 Krş. CAD, «E», s. 173; CTH 738 «les Fêtes du Tetesbabi».
Bk. KUB X 48 H 5, XX 90; XXXTV 93 a.y. 6; KBo X 27 pass. KBo
X I 44, 47, 48; KBo XIX 128, 161, 163, KBo XX 32, 35. CTH 649;
bu bayram larda s a l n in .DINGIR’İii adı geçmektedir.
14 Bk. Kammenhuber, A rier..., s. 126, 224.
236
MUHİBBE DARGA
Zintuhi, Wuruâemu-Taru baş tanrı çiftinin kızı, tanrıça Mezulla'nın ço­
cuğudur. Böylece «zintuhi»nin, adı geçen büyük tanrı çiftinin «kız to­
runu» olduğu da anlaşılmış oluyor16. Adını taşıdıkları tanrıçaya hizmet
eden zintuhi (y a )- kadınlarının üst kademesini GAL SAL.MEĞ zlntufıiyas «zintuhi kadınlarının büyüğü/başı» (KUB X I 32 III 19) Unvanlı
rahibe işgal ediyordu. SALzin tu h i(ya)-kadınlarının. Büyük Hitit İmpara­
torluğu çağının sonuna tarihlenen belgelerden, bir listede (KBo X 10
III — CTH 2 3 5 /1 ), hattice şahıs adları ile değil, luvice (luvili) kadın ad­
ları ile isimlendirildikleri görülüyor. Bu devrin karakteristiği olan «Luvizm»in kült çevresindeki bir görünümünü hatti kaynaklı bu rahibe sını­
fının luvi özel adları da belirgin bir şekilde ortaya koymaktadırlar16.
Yine bir tanrıça adı taşıyan kadınlar, s a l huvassanalla/i-17 ismi ile
belirtilmiştir. Kesin olarak görevlerini bilmiyoruz. Luvi kaynaklı Hupiâna
şehrinin baştanrıçası DHuvassanna kültüne bağlı başka kadın personeli
de tanıyoruz: SALalfyuitra-, s a ltarpasgana-, SAJ-manabuerata-, gibi Luv
diline has kompozita'ları173 gösteren isimler ile bildirilen bu rahibelerin
de özel kült fonksiyonlarını bugün anlamaktan henüz uzağız.
s a l tapriyas veya SALfapr/tass/-18 isimli kadın personelin görevleri
ve yaptıkları işlerin daha çok dinî törenin hazırlık safhasında merasim
yerinin ve gerekli kült eşyasının tanzim edilmesi olduğunu anlıyoruz.
Taşıdıkları adın etimolojik anlamı bugüne kadar kesinlikle saptanama­
mış olan s a l fyazgara-19 kadınlarının isimlerinin yazılışı çeşitlidir. Bildiği­
miz metin yerlerinde daha çok çoğul SALM^fyazgarai- adı altında ge­
çen bu kadınlar topluluğu, bayram törenlerinin hizmetkârı olarak belir­
mektedir. SALME^^azgara(i)- kült törenlerinin hazırlığını yapmaktadır:
sunakları gerekli yerlere yerleştirirler, çeşitli kurbanları (ekmek, içki,
meyve) getirir, taşırlar. Kült prosesyonlarında tanrıların tasvirlerini
(efijilerini) taşıma görevleri de vardır. Kült envanterlerindeki pasajlara
15 Friedrich, HW, s. 262; Laroche, Recherches s. 40. Bk. KUB
XXV 11, 1-12; CTH 650.
16 Bk. Kammenhuber, Alt. K lein..., s. 435.
17 Bk. HW 79; Alp, JK F I, s. 132-133;
Laroche, DLL, s.176.
17“ Laroche, DLL, s. 176-177.
18 Friedrich, HW, 1. E rg. s. 20, 2. E rg. s. 24; Darga, ay.y., s.
129 n. 25; bk. CTH, s. 167.
19 Friedrich, HW, s. 68 «Frau im Tempeldienst». Bk. CTH 651.
Archi, Studi Micenei ed Egeo-Anatolici, XIV (1971) , s. 222.
HİTİTLERİN KÜLT TÖRENLERİNDE KADINLARIN YERİ
237
(KBo II 13 a.y. 3-4; KUB X V II 35 II 27-28) göre, kültte yüksek bir ra­
hibe mevkiini işgal etmeyip daha ziyade aktif rolleri ile kült hizmetçileri
sınıfına girdikleri belli olmaktadır. KBo II 13 ö.y. I 10, 11-20'deki pasaj,
bu personelin tüm görevlerini bildiriyor: *SAL.ME§^azgara/- kadınları
kurbanlık ekmekleri ve DUG&ars/'yi10il yukarıya, dağa taşırlar, tanrı hey­
kellerini baytülosların önüne yerleştirirler. Sunakları meyve ile donatır­
lar, ekmekleri ve erzak kabını (DUG#ars/'yi) yerlerine koyarlar. Kült tö­
reni bittikten sonra tanrılara, törene katılan insanlara çelenkler takılır
ve tanrıların eğlendirilmesi faslı da yerine getirilir. Gün bitip gece olun­
ca, frazgarai- kadınları Tanrıları geri (tapınaklarına) getirirler, sunakları
tanzim ederler, kurban ekmeklerini bölerler, kapları (kurban içkisi ile)
doldururlar» (benzer pasaj için bk. aynı metin a.y. 2-9 ). KUB X V II 35
III 32, 33 IV 24'de ekmek kurbanını ve WGfyarsi-y\ yukarı getirirler.
SAL.MEä£aZgara/- ile beraber geçen kült personelinden biri de lû .m e §
U R .M A H «Kurt adamlar»dır. KBo II 8 a.y. III 11, 12, 23, 26'da kurban
töreni için meyveleri getirirler. SALME&fyazgarai-, s a l.m e ŞpalvatalleS(llâhici kadınlar) ile aynı metinde geçer (KBo II 8 İli 23, 24, 2 9 ). Diğer
bir kült envanteri metninde de fyazgara-kadınları tek başlarına şarkı söy­
lerler (KUB X X V 25 ö.y. 7-8, 15 SALMESfazgarai S\RRU). Böylece ¿ıazgara- kadınlarının ayrıca Tanrıların eğlendirilmesi (dusk-, duskaratt-J
törenlerinde, yani divertimento faslında da görevleri olduğu anlaşılmış
oluyor (bk. KBo II 7 a.y. 23; KUB X V II 35 I 12; II 24-26; III 8; IV 13).
İkinci sınıf bir kült hizmetkârı olan SAL.ME§fcatra'lar19b DGE6 = Si­
yah Tanrıçanın kültünde196, EN SİSKUR.SISKUR- «Kurban sahibi» ve
LÛSANGA- rahibin yanında geçmektedir, katra- kadınları tapınağın
içinde yapılan kurban merasiminden sonra adı geçen din adamları ile
«Tanrıçayı överler» (piyannai- KUB X X IX 4 III 10; dördüncü günün bi­
timinde yapılan tören). Bu kadınların «şarkıcı» veya «müzisyen» ol­
dukları kesinlikle saptanamıyor.
Hitit dinî törenlerinin ilgi çekici bir faslını kral ailesinin mensupları
ölünce yapılan «Ö/ü Kültü»20 âyinleri teşkil etmektedir. Kral ve kraliçe-
19a Krş. Friedrich, HW, s. 60.
19b Friedrich, HW, s. 106, 1. E rg., s. 10, 2. E rg., s. 15; Kronasser, EH S 2, s. 187; krş. Otten, StBoT 15 (1971), s. 11 «Musikantinnen», s. 15 «K atra Sängerin».
19° K ronasser, U m siedlung..., s. 22-23.
20 Otten, Tot. ve CTH 450, 451 ve bibl.
238
MUHİBBE DARGA
lerin cesetlerinin yakıldığını bu konu hakkında bilgi veren rituallerden
öğreniyoruz. «Ölü Yakma» ve onu takip eden «Ölü Kültü» âyinlerinde
kadınlar büyük rol oynamaktadır. Kısaca bu âyin faslını21 inceliyelim :
Kral ailesinden ölen kişinin, kral ve kraliçenin cesedi yakıldıktan
sonra ikinci gün kemik kalıntılarının «Ukturi»den toplanması ve korun­
ması işlerini kadınlar yapar. Bundan sonra bu kadınlara yiyecek ve içe­
cek verilir. Bunu takip eden âyinlerde baş rolü SALğU.Gl- «İhtiyar ka­
dın, Büyücü kadın» oyn ar: İki sal §U.GI- «Büyücü kadın» karşı kar­
şıyadır. Birinin elinde terazi bulunur, bir kefesini altın, gümüş, kıymetli
taşlarla doldurur, diğerine ise toprak koyar. Sonra karşısındaki SAL
SU.GI'ye sorar: «Ölünün ruhunu kim öteki dünyaya götürecek?» Buna
benzer türlü konuşmalardan sonra terazi Güneş Tanrısına karşı kırılır
ve şarkılarla birlikte ağlayıp çağırma, dövünme âyini başlar22. Aynı gruba
giren bir metinden SALSU.GI «Büyücü Kadın»ın kurban olarak yakılan
bir sapanın küllerini topladığını ve kurban olarak sığır ve at kafalarının
yakıldığını öğreniyoruz23. Böylece Hititlerin «Ölü Kültü» törenlerinde
«ağlayan kadınların» varlığı ve rolleri de anlaşılıyor. Bunların törende,
«İhtiyar-büyücü kadın»dan daha az önemli, ikinci derecede biryerleri
vardır. Söz konusu belgelerde, ağlayankadınlar SAL-tapt/dara- adını
taşırlar24. Ölü kült töreninin yedinci gününden itibaren programda gö­
rülürler. Kurban ve Iibasyon merasiminden sonra şarkılar faslı gelir. En
son âyin SALtapt/dara- «ağlayan kadınlar»ın göz yaşı dökmeleri, inle­
meleri ve dövünmeleridir (hitt. veskuvan dai-, allalamnai-)15. Bu ‘mera­
simin hepsi 15 gün sürmekteydi.
Hititlerin de kehânete, falcılığa, sihir ve büyüye diğer Önasya kavimleri gibi, çok önem verdikleri orakel metinlerinden anlaşılıyor. En
ufak, basit vesilelerle fala müracaat ediliyordu. Örneğin; yolculuk, mal
sahibi olmak gibi. Dine bağlı büyücülükte (M agie) diğerinden farklı bir
21 Otten, ay.es., s. 12, 13, 43.
22 Otten, ay.es., s. 68, 69.
23 Otten, ay.es., s. 78, 79.
24 F riedrich’in hititçe lügatinde (HW) SAHaptara,yı bulamıyo­
ruz. Kelime yapısı için bk. Kronasser, EH S 2, s. 187. Krş. Otten,
ay.es., s. 149.
25 Otten, ay.es., s. 24, 25, 27, 29, 33, 35, 37, 43, 47, 61; s a l.m e §
taptaras’m başlıca görevleri : veskuvan dai- «sich bekleiden», alla­
lamnai- «jammern».
HİTİTLERİN KÜLT TÖRENLERİNDE KADINLARIN YERİ
239
kadın tipi olarak yine SALĞU.GI (büyücü kadın26) önemli bir yer almak­
tadır. Büyücü kadınlar, sihir, fal, kehânet ve yeminle takdis (conjuration) metinlerindeki törenlerin yapıcıları, bu âyini dikte ettiren ve başta
gelen yöneticileridir. «Büyücüler», kuşların uçuşuna, ciğerlere ve hay­
vanın iç organlarına (kalp, barsak v.s.) bakarak kehânette bulunurlar­
dı. Gerektiğinde kral ve kraliçe de bu büyücü kadınlara müracaat ede­
rek geleceğe ait bilgi ediniyorlardı. Bütün «dinî bakımdan temizlenme»
(Purification), «kötülükleri defeden» uzaklaştırma âyinlerinin yapıcısı
sal §U.GI «Büyücü kadınlan) olduğunu birçok vesika da belgelemekte­
dir. Söz konusu âyinlerde başlıca yeri bu kadınlar işgal etmekteydi.
sal §U.GI «Büyücü kad/nlanı'a hattice metinlerde tesadüf edilmiyor; tek
istisna 9 5 0/c IV 7 v.d. (= C T H 734)'deki ritualde görülüyor. SALSU.GI
«Büyücü kadınlar»ın daha çok dinî tekerlemeleri luvi dilinde ve özlü
sözleri Iitani tarzında okudukları belgelenmektedir27.
Hitit tabletleri arasında kitaplık kataloğu türünde bir metinde28
Hurri memleketinden bir kadın hekimin adını (fA-az-zarri s a l a .ZU
bur-Ia-aâ) ve dikte ettirdiği büyü töreninin özetini buluyoruz: «ince
yağ (işleminin) 1. tableti, Hurrili hekim kadın Azzari tarafından (dikte
ettirilmiş). - Bir insan düşman bir şehire karşı orduları bir yere sefere
götürdüğü zaman, ordunun önünden kaçan/koşan komutan (için); ince
yağ ile nasıl takdis edilir; komutan nasıl yağ ile ovulur; atları, bütün
teçhizatı ile harp arabası (nasıl ovulur). - Son/Bitti».
Böylece bu belge ile Mezopotamya toplumlarında olduğu gibi, Hitit
toplumunda da bazı kadınların hekim sıfatını taşıdığı29, kötü bir durumu
iyiye döndürmek amacı ile yapılan büyü âyininde başlıca yeri almış ol­
duğu görülüyor.
Yine dinî metinlerde rastlanan ve yüksek bir kadını belirten
SALSUHUR.LAL ünvanı ve sıfatını taşıyan kadınlar hakkında neler bili­
yoruz? Genellikle bu hanımlara «Saraylı Hierodul» anlamı verilmekte­
dir30. Bunların Hitit kültünde hakikaten «kutsal fahişe» olup olmadık­
26 Krş. Friedrich, HW, s. 62, 295.
27 Kammenhuber, ay.es., s. 435.
28 Bk. CTH 276, s. 162.
29 Bottero apud Grimal, H istoire Mondial, s. 170-171.
30 SAL.SUHUR.LAL : HW, s. 291 «Hierodul». bk. Sommer,
HAB 194 No. 2; Friedrich, V ert. H 155, 170 v.d.
240
MUHİBBE DARGA
larını kesinlikle tayin edemiyoruz. Bir ritual metne31 göre «ihtiyar/bü­
yücü kadın»ın yardımcısıdır. Bunlar yüksek rahibe sınıfına dahil olup,
kehânet, ayrıca yeminle tasdik merasimlerinde de başrolü oynarlar.
Bu kadınların kültteki fonksiyonlarını tayin etmek ayrı bir incele­
menin konusu olacaktır. salsuH U R .LA L, büyü, sihir metinlerini de tıpkı
ihtiyar büyücü kadın gibi dikte ettirmektedir. Acaba bu kadın bir küle
hizmetkârı mı, yoksa hakikaten yüksek bir rahibe midir? Şimdilik
«hierodul» anlamıyla ifade etmeğe devam edeceğiz. Bu ünvanı taşıyan
en meşhur salsuH U R .LA L, milâttan önce 15. yüzyılda yaşamış SAL
Kuvatalla isimli kadındır. Kral Arnuvanda ve kraliçe Aşmunikal'in bü­
yük Iütfuna mazhar olmuş bu hanıma, evlâtlarına geçecek olan muaz­
zam bir toprak parçası vakfedilmiştir32. Bu vakfı bildiren belge üzerinde
kral ve kraliçenin ortak mührü de yer almaktadır (krş. SBo I 60).
Son yılların araştırmaları sonucu, tapınaklarda çalışan bir çeşit ka­
dınlar loncası diyebileceğimiz öıgüt meydana çıkarılmıştır. Bunu Otten
ve Soucek'in ortak araştırmalarına borçluyuz33. Hitit dilinde udati ismini
taşıyan kadınlar bu örgütü meydana getiriyorlardı. Bu kadınların çocuk­
larıyla birlikte Tanrıça Lelvani tapınağında görevlendirildiklerini kraliçe
Puduhepa'ya ait belgelerden biliyoruz33“.
Kült personeli arasında erkek ve kadın şarkıcılar da34 önemli bir
yer alırlar. Bunların mensup oldukları Kült'ün etnik kaynağına uygun
olarak çeşitli dillerde «Hattili, Luviii, Hurrili, Babilli» şarkı söyledikleri
bildirilmektedir. Dinî törenlerin akışı süresince kadın cinsinin vasıf ve
kabiliyetleri öngörülmüş, özellikle müzik ve şarkının yer aldığı tören­
lerde şarkıcı, iiâhici ve litani söyliyen kadınlara kült programında geniş
yer verilmiştir. Ayrıca bu şarkıcıların yanında müzik âletlerini çalan ka­
dınlar da belirtilmiştir35.
s a l.m e § s 1 R «Şarkıcı kadınlar», hitit yazılı belgelerinde daima
SİR ideogramı ile belirtilmektedir. Rituallerde ve personel listelerinde
31 Bk. CTH 409 = KUB VH 53 + X II 58 I I 37 v.d.
32 Riemschneider (K.), LSU, s. 338 v.d. = CTH 223.
33 Otten-Soucek, Pud., s. 42, 49.
33“ Ay.y., s. 41-42. Darga, «Puduhepa : A n A natolian Queen of
th e th irteen th centüry B.C.», M ansel’e A rm ağan n , s. 937-961.
34 Friedrich, HW, s. 287 : KBo H 1 I 25 v.d. LÛNAR; HW,
s. 292 SALSİR «Şarkıcı kadın».
35 Krş. Darga, ay.y., s. 127 n. 17 : SAL.ME§arkammiyales.
HİTİTLERİN KÜLT TÖRENLERİNDE KADINLARIN YERİ
241
bu kadınlar, menşelerini bildiren şehirlerin adları ile birlikte zikredilir­
ler. CTH 744'de toplanan, bayram tasvirlerini veren metinlerde, hqjti
dilinde şarkı ve dinî tekerleme söyledikleri zikredilmektedir36. CTH
235/1, 2 A-B'de verilen listelerde çeşitli şehirlere mensup «şarkıcı ka­
dınlan) sıralanmaktadır. Bunİarın arasında bazılarının esir (GEME) ol­
duğu ayrıca belirtilmiştir. Şarkıcı kadınlar sınıfının en meşhurları Kaneş'li olanlardır37.
Ankara Müzesinde teşhir edilmekte olan henüz neşredilmemiş
inandık menşeli büyük kült amforasının üzerinde hitit müzik âletlerini
çalmakta olan bir kadınlar alayı tasvirini görüyoruz.
Dinî âyinlerde şarkının yanında dansın da varolduğunu biliyoruz.
Erkek dansörler Lû tarvesgala- ve dansetmek fiili (tarvesk-) bayram tö­
renlerinin programında yer almaktadır. Rakkase ve dansözlerin söz ko­
nusu törenlerdeki varlığı, tıpkı Mezopotamya'da olduğu gibi, pek tabiî
düşünülebilir, genellikle «NAR» ideogramı «şarkı (c ı), dans (ör) ü» de
belirtmektedir38. Anadolu yazılı belgelerinde danseden ve bu işi mes­
lek edinen kadınların hangi ideogram ile ifade edildiğini ve hitit dilinde
nasıl isimlendirildiklerini henüz saptamış değiliz.
ikinci sınıftan kült hizmetkârlarına mensup bir grup kadınlar da
SALdammara-, SALME&dammaras, SALÎA^dammaranza adı ile belirtil­
mişlerdir39. Sonuncu yazılış, bu adın luvi diline uydurulmuş şeklini gös­
termektedir. dammara-, dammaranza- kelimesinin etimolojisi genellikle
dam (m )ai- «ikinci (ikinci sınıf)», «öteki» anlamına gelen belirsiz za­
mirden türetilmiş olarak kabul edilmektedir40.
Böylece isimleri ile bu kadınlar, ikinci sınıf hizmetkârlara dahil ol­
duklarını belli ediyorlar, ikinci sınıf kadın kült hizmetçilerinin pek çoğu­
nun sadece adlarını metinlerde görüyor, görevlerini ise bugün için tayin
36 Kammenhuber, ay.es., s. 435.
37 K aneş’li şarkıcı kadınlar için bk. Bossert, KS, s. 15 v.d.
Goetze, Kİ2., s. 134; O tten apud Schmökel, Kulturgeschichte, s.
430; B aydur (N.), Kültepe (Kaneş) ve K ayseri ta rih i üzerine a ra ş­
tırm alar, İstanbul 1970, s. 62. K aneş’li erkek ve kadm şarkıcıların
ağ ıt söyledikleri tan rılar, H int-A vrupalı adlar taşıyan, H ititlerin
millî tanrılarıdır.
38 Labat, Manuel, s. 165. Krş. Bottero, ay.es., s. 208.
39 SALdammara- için bk. Friedrich, HW, s. 207.
40 Laroche, DLL, s. 89; K ronasser, EHS, 2, s. 186.
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 16
242
MUHİBBE DARGA
edemiyoruz. Örnek olarak vereceğimiz üç isim, kelime yapısı olarak
biçer nom.ac. göstermektedir: SALİjasnu palla KBo X V II 61 ö.y. 10; s a l
frassanup[alla] 72 2; s a l¡¡¡tabatalH KBo X V II 102 a.y. 17; 103 a.y. 17;
SAL.ME%a£/ja//a//es KBo X X 68 ö.y. I 7.
Burada Hititoloji literatürü çerçevesi içinde hemen hiç değinilme­
miş bir konuyu ana hatları ile ilgilenenlere sunuyoruz. Bundan sonraki
çalışmalarımız da yine aynı yönde olacak, Hitit rahibelerinin ve kadın
kült hizmetkârlarının fonksiyonlarını tek tek araştırarak saptamağı amaç
edinecektir. Hitit'lerin din tarihinin bir bölümünü açıklayacak her araş­
tırma, dünya din tarihinin bugüne kadar üzerinde durulan ve dikkati
çeken bir faslı, Ege ve Batı Helen dünyasının dinî görüşleri, tanrılar kül­
tü, rahip ve rahibeler hierarşisinin aydınlatılmasına da ışık tutacaktır.
Binlerce ritual metin müzelerimizde incelenmek için uzmanları bek­
lemektedir. Kanımızca en önemli olan husus, insanlığın fikrî ve sosyal
gelişmesi yer yer izlenirken, Anadolu insanının kültür ve din tarihi kad­
rosu içinde yıllarca anlaşılmamış, gereğince değerlendirilmemiş olan
etken rolünün ve katkısının belirgin olarak meydana çıkarılmasıdır.
KISALTMALAR VE BİBLİOGRAFYA
ABoT
K. Balkan, Ankara Arkeoloji Müzesinde bu­
lunan Boğazköy Tabletleri. İstanbul 1948.
Alp, BN
S. Alp, Untersuchungen zu den Beamten­
namen in hethitischen
Festzeremoniell.
Leipzig 1940.
Bossert, KS
H. Th. Bossert, Ein hethitisches Königssie­
gel. Berlin 1944 (Istanbuler Forschungen,
Band 18).
CAD
The Assyrian Dictionary of the Oriental
Institute of the University of Chicago. Chicago-Glückstadt 1956 v.d.
Friedrich, HW
J. Friedrich, Hethitisches Wörterbuch, Kurz­
gefasste kritische Sammlung der Deutungen
hethitischer W örter. Heidelberg 1952.
Friedrich, H W 1. Erg.
J.
Friedrich, 1. Ergänzungsheft
Heidelberg 1957.
zu
HW ,
Friedrich, H W 2. Erg.
J.
Friedrich, 2. Ergänzungsheft
Heidelberg 1961.
zu
HW ,
Friedrich, H W 3. Erg.
J.
Friedrich, 3. Ergänzungsheft
Heidelberg 1966.
zu
HW ,
Friedrich, HG2
J. Friedrich, Die Hethitischen Gesetze. Nach­
druck mit einer Vormerkung von A. Kammenhuber Leiden 1971.
Friedrich, Vert.
J. Friedrich, Staatsverträge des Hatti-Reiches in hethitischer Sprache I, II. Leipzig
1926. (M V A G 31/1, 3 4 /1 ).
Grimai, Histoire
Mondiale
P. Grimai ve bşk.. Histoire Mondiale de la
Femme. Préhistoire et Antiquité Paris 1965.
MUHİBBE DARGA
244
Goetze, KI2
Güterbock, A ctes
A. Goetze, Kleinasien. 2. Auflage. München
1957
(Handbuch der Altertumswissen­
schaft).
H.G. Güterbock, «Some aspects of Hithite
Festivals». Actes de la X V IIe Rencontre Assyriologique Internationale, Bruxelles, Hamsur Heure 1970, s. 173-180.
V . Haas, Der Kult von Nerik. Rom 1970.
Haas, K N
IB oT
İstanbul Arkeoloji Müzelerinde bulunan Bo­
ğazköy Tabletlerinden seçme metinler l-lll.
İstanbul 1944-1954.
JK F
Jahrbuch für Kleinasiatische
Heidelberg 1950 v.d.
Forschung.
Journal of Near Eastern Studies. Chicago.
JN E S
Kammenhuber, Arier.
A. Kammenhuber, Die Arier im Vorderen
Orient Heidelberg 1968.
Klein.
A. Kammenhuber ve bşk.. Altkleinasiatische
Sprachen. Leiden 1969 (Handbuch der
Orientalistik, 1. Abteilung, II. Band, 1t und
2. Abschnitt, lieferung 2 ).
KBo
Keilschrifttexte aus Boğazköi. Leipzig-Ber­
lin 1916-1971 (C. I-X X ).
Kronasser, EHS
H. Kronasser, Etymologie der Hethitischen
Sprache. Wiesbaden 1962 v.d.
Kronasser, Umsiedlung
H. Kronasser, Die Umsiedlung der Schwar­
zen Gottheit. W ien 1963.
Kammenhuber, A lt.
KUB
Labat, Manuel
Keilschrifturkunden aus Boghazköi. Berlin
1926-1971 (C.
R. Labat, Manuel d'Epigraphie Akkadienne.
(Signes, Syllabaire, Idéogramme). Paris
1959.
HİTİT'LERİN KÜLT TÖRELERİNDE KADINLARIN YERİ
245
Laroche, CTH
E. Laroche,
Paris 1971.
Laroche, DLL
E. Laroche, Dictionnaire de la langue Louvite. Bibliothèque Archéologique et Historique
de L'Institut Français-Paris 1959.
Laroche, Recherches
E. Laroche, Recherches sur les noms des
dieux hittites. Paris 1947.
MDOG
Mitteilungen der Deutschen Orient-Gesell­
schaft. Berlin 1898 v.d.
Otten, Tot.
H. Otten,
1958.
Otten-Soucek, Pud.
H. Otten-Vl. Soucek, Das Gelübde der Kö­
nigin Puduhepa an die Göttin Lelwani,
StBoT 1 (1965).
Otten, Fischer
Weltgeschichte
H. Otten, Hethiter, Hurriter und Mitanni
(Fischer Weltgeschichte III, Die Altorien­
talischen Reiche II). Frankfurt/Main 1966.
RHA
Revue Hittite et Asianique. Paris 1930 v.d.
Riemschneider, LSU
K. Riemschneider, «Die hethitischen Landschenkunsturkunden», M IO 6 (1958), s.
321-381.
Schmökel, Kultur­
geschichte
H. Schmökel, Kulturgeschichte des alten
Orient. Stuttgart 1961.
SMEA
Studi Micenei ed Egeo-Anatolici. Roma 1967
v.d.
Sommer, HAB
F. Sommer — A. Falkenstein, Die hethitischakkadische Bilingue des Hattusili I (Labarna II). München 1938.
StBoT
Studien zu den Bogaztöy-Texten. Wiesba­
den 1965 v.d.
Catalogue des textes hittites.
Hethitische Totenrituale.
Berlin
TÜRK AMİRALİ EMİR MUSTAFA İBN BEHRAM BEY’İN
HİNDİSTAN SEFERİ (1531)
Dr. M . Yakub Mughul
Selmân Reîs'in ölümünden sonra yeğeni Emir Mustafa İbn Behram
Bey, Yemen hakimi oldu. İleriyi gören ve tecrübeli bir kimse idi. Bir
çok defalar şu veya bu sebepten ötürü, emir ve naiblerin, leventler tara­
fından öldürüldüğünü görmüştü. Bu yüzden Yemen'de kalmayı reddetti
ve Kameran'a doğru ilerlemeye karar verdi1.
Uluğ-Hânî'ye2 göre, Mustafa Bey, bu sırada İstanbul'da bulunan
Behram Bey'den görevinden uzaklaştırıldığına ve Yemen Naibliği'ne baş­
ka birinin tayin edildiğine dair haber almıştı. Bu sebepten dolayı babası
ona, yeni Yemen naibi gelmeden Hindistan'a hareket etmesini tavsiye
etmekteydi. Bununla beraber, bu görüşler başka bir çağdaş kaynak ta­
rafından benimsenmemektedir.
Söylendiğine göre bu sırada, Emir Mustafa, güney Kızıl Deniz (Ye­
men Denizi)'in herhangi bir Portekiz hücumuna karşı müdafaa edilebil­
mesi için, Kameran'da bir kale yapmak arzusunda olduğunu açıkla­
mıştı3.
Muhtemelen, 1528 Ocak ayı sonunda Kameran'da bulunan Türk
kadırgalarını yakmak amacıyla Kızıl Deniz'e doğru yelken açmış bulu­
nan Portekiz donanması hakkında bilgi almıştı. Bununla beraber, Por­
1 Kutbeddin Mekkî, Berku’l-Yemanı fi Fethi’l-Osmani, Ahbaru’l-Yemani ismile Âlı
adında bir yazarın yapmış olduğu ilâveli tercüme, Hamidiye Ktb. no. 886, yp. 27b. - 28a.
2 Uluğ Hânı, Hacı ed-Dabir Abdullah Muhammad, Zafer ul JValih bı Muzaffer wa
âlihl, A n Arabic History o f Gujarat, Edited by E.D. Ross, London 1910, cilt 1, s. 220.
English Translation by M.F. Lokhandvvala, Oriental İnstitute, Baroda, 1965.
3 Berku’l-Yemanî, yp. 29b; Müneccim Başı, Derviş Abmet Dede, Sahâhi fül-ahbâr fi
vekâi ül-âsâr (Arapça Cami’üd-Düvel), T.S.A.S. Renan Ktb. no. H. 1345, Nuruosmaniye
Ktb. no. 3171-3172; Bak, Sahai fül-ahbâr, Matbaa-ı Amire, İstanbul, 1285 H, cilt III, s. 220.
248
M. YAKUB MUGHUL
tekizliler aksi istikâmette esen rüzgârlardan dolayı Kameran'a varmaya
muvaffak olamamışlardı4.
Emir Mustafa, hareket etmeden önce, Seyid Ali al-Rûmî'yi Yemen'dek vekilliğine, Selmân Reîs'in kölelerinden olan Ahmed Bey'i de al-Rûmî'nin idârî işlerde danışmanlığına tayin etti. Kameran'a varınca, bu­
rada bir kale inşa etmeye başladı ve gelecek deniz mevsimine kadar
orada kaldı5. Buna rağmen, Mustafa'nın Kameran'daki ikâmeti hakkın­
da diğer çağdaş kaynaklar bir bilgi vermemektedirler.
Tanınmış bir çağdaş kaynağa göre, Türkler, 937/1530-1531 Ağus­
tosta muhasara edip, limanı bloka ettiler. Ama, Eitor de Silveira kuman­
dasındaki on teknelik bir Portekiz filosunun gelmekte olduğunu işitince
Emir Mustafa, 1530 Şubatında Aden limanındaki muhasarayı kaldırdı
ve başka ufuklara doğru yelken açtı6. Bu durum Portekizlilere kaleyi
muhasara etmek fırsatını verdi.
OsmanlIlardan son derece korkan Aden hükümdarı, Portekizlilerle
bir dostluk anlaşması yaparak, onlara yılda 10.000 eşrefi altın vergi
ödemeyi kabul etmeyi ehveni şer buldu. Portekiz kumandanı Silveira,
burada ayrıca Antonio Betelho kumandasında bir brigantin ile otuz
Portekizli bıraktı7.
Muvaffakiyetsizlikle neticelenen Aden muhasarasından sonra. Emir
Mustafa'nın Şhr'e gittiği kabul edilmektedir. Ertesi yılın başlangıcında
(4 Muharrem 93 7 /2 8 Ağustos 1530) Emir Mustafa, Hoca sefer ve öte­
kilerle birlikte, Şihr'den ayrıldı. Fakat ters esen muson rüzgârları yü­
zünden tekrar Şihr'e dönmek zorunda kaldılar. Mustafa Şihr'deki ikâ­
meti sırasında, Sultan'a yukarı Vadi Hadramut'daki savaşlarında hizmet
etmek üzere yüz asker bıraktı8.
Bu bilgileri aldığımız kaynak9, yazının devamında. Emir Mustafa'­
nın Hoca Sefer ve ötekileri Sultan Badr'ın otağında bırakarak, Porte­
kizlilerin geleceği korkusu ile 13 Rebiülahir 9 3 7 /4 Aralık 1530 da Şihr'4 F.C. Danvers; The Portuguese in India, vol. I, London, 1894, s. 385.
5 An-Nur as-safir, yp. 71b, (British Musuem Add. 16648, 1):
6 F.C. Danvers; Aynı eser, 1, s. 398-399; R.S. Whiteway, The Rise o f Portuguese
Power in India 1497-1550, London, 1899, s. 227, Longworth Dames, The Portuguese and
Turks in the Indian Ocean in the Sixteenth Century, J.R.A.S. part I, January 1921, s. 14.
7 F.C. Danvers, Aynı eser, I, s. 398-400; C.F. Beckingham (R.B. Serjeant, The Por­
tuguese o ft the South Arabian Coast, Oxford, 1963, s. 172’de).
8 Tarih-i Şihfî (yp. 68b) R.B. Serjeant, Aynı eser, s. 56-57’de.
9 Aynı eser, (68b) R.B. Serjeant, Aynı eser, s. 57-58’de.
HİNDİSTAN SEFERİ (1531)
249
den Hindistan'a hareket ettiğini söylemektedir. Ertesi ay (15 Cemaziyel-ewel / 3 Şubat 1531) bir Portekiz gemisi Şihr limanına girdi; fa­
kat Hoca Sefer tarafından mağlup edilip uzaklaştırıldı. Bundan sonra,
15 Recep / 4 M art 1531'de Sefer, Şihr'den ayrılarak Hindistan'a hare­
ket etti. Başka kaynakların10 ışığında. Emir Mustafa ile Hoca Sefer'in
Hindistan'a gitmek üzere Şihr'den birlikte ayrıldıkları anlaşılmaktadır.
Mısır ve Arabistan'ın siyasi yapısındaki bu ehemmiyetli değişiklik­
ler esnasında. Batı Hindistan'da bir krallık olan Gücerat, Sultan Baha­
dır Şah (1526-1537 M .S .) tarafından idare edilmekteydi. Kendisi bazı
Hint limanlarını ellerinde bulunduran Portekizlilerle iyi geçinmekteydi.
Portekizlilerin, 1529 Ekiminde Goa'ya gelmiş olan enerjik bir valileri
vardı. Bu vali, Nuno da Cünha idi. 1530 yılı başında, yeni vali11. Porte­
kizlilerin Batı Hindistan'daki topraklarının merkezini, Koçin (Cochin)
den Goa'ya nakletti. Goa, bu tarihten itibaren, Hindistan'daki Portekiz
topraklarının merkezi oldu. Cünha, bir liman şehri olan Diu'yu da ele
geçirerek Portekiz Hindistan'ına dahil etmek arzusundaydı.- Portekizli­
lerin noktai nazarından bu kendilerinin bu bölgedeki topraklarının emni­
yeti bakımından gerekli idi, zira Diu Portekizlerin Hindistan'daki müs­
temlekeleri aleyhindeki faaliyetlerin merkezi ve Türkler için de bir sığı­
nak12 teşkil etmekteydi.
Portekizli vali, Diu'ya yapılacak hücum için bütün hazırlıkları yap­
tı. İdarî teşkilât, askeri teçhizat depoları ve tezgâhlar (doklar) bütün
randımanlariyle çalıştılar ve neticede Diu'yu işgâl etmek için, 190 sa­
vaş gemisini ihtiva eden, 400 teknelik bir filo hazırlandı. Portekiz kuv­
vetleri, 3600 Portekizli asker, 2000 kadar Malabarlı, 8000 köle ve 5000
yerli denizcinin dahil olduğu 6460 denizciden müteşekkildi13.
Nuno da Cünha, 6 Ocak 1531'de14 böyle heybetli bir filo ile Goa'dan Diu'ya hareket etti.
Portekiz filosu, nihayet, 7 Şubat 1531'de Bete15 adaşına vardı.
10 Berku’l-Yemânî, yp. 29b; Uluğ Hânî, Aynı eser, I, s. 220.
11 Tarih-i Şihfl, (68b) R.B. Serjeant, Aynı eser, s. 57-58’de.
12 Uluğ Hânî, Aynı eser, I, 220; Berkûl-Yemârii, yp. 224 a-b.
13 R.S. Whiteway, Aynı eser, s. 225; C.F. Beckingham (R.B. Serjeant, dip not s. 59’da);
F.C. Danvers, I, s. 400; Tarih-i Şihrî’de (Serjeant s. 59). 300 tekne; John Briggs, History
o) the Rise of the Mohemedan Power in India IV. dip not s. 132’de Portekiz kuvvetlerinin
sayısı 15,600 olarak verilmektedir.
14 Aynı eser, s. 225.
15 Burada üç küçük ada vardır. Şıal Bet, Savai Bet ve Bens’la Rock adalar Diu’nun 26
250
M. YAKUB MUGHUL
Bu kayalık ada tabiat şartları yüzünden kuvvetliydi ve 1000 rençberin
yanı sıra 800 askerlik küçük bir kuvvet tarafından muhafaza edilmek­
teydi. Muhasara edilenler, şerefli şartlarla teslim olmaya razıydılar fa­
kat Portekizli vali onları esir etmekte İsrar etti. Bütün yaşama ümitle­
rini kaybeden ada ve garnizon halkı karılarını ve çocuklarını öldürerek
büyük bir gayretle son ferdine kadar savaştılar16.
EMİR M USTAFA K U M A N D A SIN D A K İ TÜRK D O N A N M A S IN IN
1531 ŞUBATINDA H İN D İSTA N 'A V A R IŞ I:
Bete adası, Portekizlilerin tecâvüzüne uğradığı sırada. Emir Mus­
tafa ve Hoca Sefer kumandasındaki bir Türk donanması, Portekizliler
tarafından hiç bir güçlükle karşılaşmadan Diu'ya vardı. Emir Mustafa'­
nın kuvvetlerinin 600 Türk ve 1300 Arap'dan17 müteşekkil olduğu söy­
lenir. Çağdaş bir kaynağa göre18 Türk macera peresti beraberinde 7 top,
ve hatırı sayılır bir topçu kuvveti de getirmişti. Muhakkak ki, kendi
kendilerini müdafaa etmek zorunda bulunanların böyle bir yardıma bil­
hassa ihtiyaçları olduğu kritik bir anda. Emir Mustafa'nın Diu limanına
gelişi, hadiselerin görünüşünü tamamiyle değiştirmişti.
O devirde, Diu adası. Melik Togan ibn Melik Ayâ'z tarafından
idare edilmekteydi. Kendisi Gücerat kralı Bahadır Şah'ın temsilcisi idi19.
veya 28 mü kadar doğusunda bulunmaktadır. Sözü geçen adayı ayırtetmek mümkün değfldir. Bununla berabar, bu trajik hâdise, bu üç adadan birinde vuku bulmuştur.
16 F.C. Danvers, Aynı eser, I, s. 401 de, aralarında E to r da SUveria’nin da bulun­
duğu sadece dokuz Portekizlinin öldürüldüğü R.S. Whiteway, A ynı eser, s. 226-227 de
150 Portekizlinin telef olduğu, Tarih-i Şihrî (R.B. Serjeant, Aynı eser, s. 59) da ise 200 kişilik
garnizonun toptan öldürüldüğü ve PortekizUlerin 500 ölü verdiği söylenmektedir.
17 R.S. Whiteway, Aynı eser, s. 227, R.B. Serjeant, Aynı eser, s. 18; F.C. Danvers,
Aynı eser, I, s. 402.
18 Zeynüd-Din al-Ma’bari, Tuhfetül-Mucâhidûn, (Hakim S. Şemsuüah Kadri tara­
fından yayınlanmış), s. 36.
19 A n Arabic History oj Gujarat, I, s. 220.
HİNDİSTAN SEFERİ (1531)
251
Uluğ Hânî'ye göre, Türk amirali Melik Togan tarafından samimiyetle
karşılanmış, büyük saygı ve hürmet görmüştü.
Emir Mustafa, Dlu adasına varır varmaz, adanın müdafaa mesuliye­
tini üstüne aldı. Üstün Türk topçu birliği adaya yerleştirildiği gibi şeh­
rin etrafına tahkimat çukurları kazıldı ve diğer mümkün olan bütün ted­
birler alındı. Emir Mustafa, bu tedbirlerle şehrin müdafaa imkânlarını
büyük ölçüde kuvvetlendirmiş oluyordu.
Portekiz filosu. Bete adasını tahrip ettikten sonra, Diu önünde de­
mirledi ve limanın önündeki denizi kapladı20, ve sonra tekrar tekrar
şehre hücum etti fakat Emir Mustafa onlara topçularının kuvvetinin
tadını öyle bir tatırdı ki, Nuno da Cunha'nın gemisi manevra yapıp ye­
rini değiştirmek mecburiyetinde kaldı. Ertesi gün, şehir, on iki librelik
mermi atan 40 topla, 50 kademelik bir mesafeden, aralıksız olarak, şid­
detle topa tutulmasına rağmen, Portekiz gemileri, ağır kayıplar vererek,
Diu'dan ayrıldılar.
Düşman ümitsizlik içinde, muhasarayı kaldırdı ve 31 Şubat 1531
gününün akşamında, arkasında, muazzam bir top bırakarak geri çekil­
di. Portekizliler, mağlubiyetlerinden dolayı o kadar ümitsizliğe kapılmış­
lardı ki, Müslümanlar, zaferlerinin şerefine top atınca, tayfalar sakat­
lanmış gemilerini terkettiler ve geri dönmeye güçlükle ikna edilebildiler21.
Kayıplara gelince, bu konuda Portekiz kaynakları rakkam verme­
mektedir. Buna rağmen, çağdaş bir tarihçi olan Uluğ Hânî22, bu deniz
savaşı hakkında şu bilgiyi vermektedir: Mustafa, Portekizlilerin gemi­
lerinden bir çoğunu batırdı ve bunu, Diu kıyılarında eşi görülmemiş bir
muharebe takip etti. Portekizliler kendilerini bozguna uğratan bu gemi­
lerin Diu'ya mı yoksa başka bir memlekete mi ait olduğunu anlayama­
dan, Diu Pattan'a kaçtılar. İçlerinden biri karaya çıkıp, bu gemilerin
kimç ait olduğunu sordu. Bu gemilerin Emir Sultan’ın kız kardeşinin
oğluna ait olduğunu öğrenen Portekizliler «Ona mukavemet edemeyiz»
diyerek Goa'ya döndüler.
Zayiat hakkında Tarih-i Şihrî23 aşağıdaki malûmatı vermektedir:
20 R.S. Whiteway, Aynı eser, s. 227; F.C. Danvers, Aynı eser, I, s. 401.
21 R.S. Whiteway, Aynı eser, s. 227-228; John Briggs, Aynı eser, dip not, 132; ZeynüdDin, Rowlandson’un tercümesi, s. 36, Watson, Hist, o f Gujarat, s. 41; Elphinstone, The
History o f India, s. 745.
22 A n Arabic History o f Gujarat, I, s. 220; bak. E.D. Ross, Aynı eser, s. 11.
23 R.B. Serjeant, Aynı eser, s. 59.
252
M. YAKUB MUGHUL
«Tanrı, Müslümanları onlara muzaffer kıldı ve dönme Hıristiyanlarla taraftarları ve Malabarlılar sayılmıyacak olursa, içlerinden 1500 ta­
nesi öldürüldü, kırk kadar yelkenli gemi batırılıp, yirmi tanesi de ele
geçirilerek bir çok esir alındı. Öyle ki, Frenkler bozguna uğrayarak geri
çekildiler.
Heybetli bir Portekiz filosunun Diu'dan geri püskürtülmesi muhak­
kak ki Osmanlı Sultanı'nın nüfuzunu arttırmış ve kat'i olarak devrin en
kudretli Müslüman hükümdarı olarak kabul edilmişti.
Bahadır Şah Çitor (Chitor) kalesini muhasara ettiği sırada, Porte­
kiz filosu Diu'ya varmıştı.
Bu haberi alınca. Bahadır Şah, derhal Çitor muhasarasını kaldırdı
ve Çampanir'e geldi. Bu arada, Portekiz hücumu püskürtülmüş ve düş­
man geri çekilmişti.
Türk amirali Emir Mustafa'nın cesaret ve kahramanlığı Diu’yu kur­
tarmıştı. Mustafa, Sultan tarafından Çampanir'e çağırıldı ve burada
Bahadır Şah tarafından büyük bir saygıyla karşılandı. Sultan Türk kah­
ramanının yiğitliği karşısında çok memnun olmuştu ve Sultanın nedim­
leri mevkiden indirilirken o yüksek bir mevkiye getirildi24. Sultan, Emir
Mustafa'ya Rûmî Nâsır Han ve Hoca Sefer Selmani'ye Hudavend Han
payelerini verdi25. Bahadır Şah, bununla da kalmayarak Türk kahramanı­
nın hizmetini, ona Raner, Surat ve Muhaim'e kadar bütün bitişik sa­
hilleri vererek mükâfatlandırdı. Bunlara daha sonra Diu'da ilâve edildi.
Bu Diu'nun eski valisi Melik Togan'ı son derece gücendirmişti. «Bunun
neticesinde Melik Togan ile Emir Mustafa arasında evvelâ Melik Togan'ın Diu zeametinden uzaklaştırılması sonra da Emir Mustafa'nın şi­
kâyeti üzerine hapsedilmesi ile sonuçlanan entrikaların başlamasına
sebep oldu. Daha sonra Sultan Çitor üzerine ikinci bir sefere çıkmaya
karar verince, Rûmî Han'ın teveccühünü kazanmak için. Melik Togan
öldürüldü26.
Gücerat Hükümdarı Bahadır Şah (1527-1537), tahta çıktıktan bir­
kaç yıl sonra devrinin en büyük Müslüman hükümdarlarından biri ola­
rak kabul edilmeye başlamıştı. Birçok Hint Prensleri, düşmanlarına
karşı onun yardımını istemekteydiler. Bu kadarla da kalmıyordu. Gü-
24 Uluğ Hânî, Aynı eser, I, s. 220.
25 İbid, Aynı eser, s. 220; Tarih-i Şihrî (yp. 68b) R.B. Serjeant, Aynı eser, s. 60 da;
Ahbarul-Yemânî yp. 28b.
26 Uluğ Hânî, Aynı eser, s. 220.
HİNDİSTAN SEFERİ (1531)
253
cerat, Gücerat kralının himâyesine sığınan herkesin barınağı olmuştu.
Bununla beraber. Bahadır Şah, saltanatının en parlak yıllarında ileride
Portekizlileri Batı Hindistan'daki nüfuzlarını kuvvetlendirmek fırsatı ve­
recek olan bir siyasî hata yaptı.
Muhammed Zaman Mirza adındaki bir âsi, Delhi'den kaçarak Gücerat'a geldi ve Bahadır Şah tarafından himaye edildi. İmparator Hümâ­
yûn, bir elçiyle mektuplar göndererek âsî Muhammed Zaman Mirza'nın
iâde edilmesini istedi. Bahadır Şah, meseleyi diplomatik yollarla hallede­
ceğine müztehzi bir cevap gönderdi. Bu hakaretimiz cevap, Hümâyûn'un canını sıktı ve derhal, Bahadır Şah'ı cezalandırmak üzere üze­
rine yürümeye karar verdi27.
Bahadır Şah, Çitor Muhasarasiyle meşgulken. Hümâyûn büyük
bir orduyla Gvalyor'a vardı. Bahadır Şah, Çitor’u muhasara ederken Hü­
mâyûn Gvalyor'da onun gazasını bitirmesini bekledi. Bahadır Şah Çitor
muhasarasına devam etti ve nihayet hücum ederek burayı ele geçirip,
muazzam ganimetler elde etti. Bundan sonra Bahadır Şah, Mandasor
kalesine doğru ilerledi ve Emir Mustafa Rûmî Han'ın kumandasındaki
üstün bir topçu birliği ile birlikte ordusuna karargâh kurdu. İki ay iki
İslâm hükümdarının orduları karşı karşıya kaldılar, fakat askerler top
ve silâhların menziline girmekten kaçınıyorlardı. Hümâyûn Şah Bahadır'ın karargâhına gelen erzakları bloke etmek için kesin tedbirler almış
ve bu, Bahadır'm kampında kıtlık başlamasıyla sonuçlanmıştır. Bahadır,
Şah, esir edilebileceğini anlayarak cesaretini kaybedip kaçmıştır. Onun
kaçışından sonra da Gücerat birlikleri dağılmıştır28.
Burada, 1531 yılında Portekizlilerin Diu'yu muhasara edişi sırasın­
da ehemmiyetli bir rol oynamış olan Türk kahramanı Emir Mustafa
27 Mirat-l Ahmedi, Bölüm I (Farsça metin, Syed Nawab Ali tarafından yayınlan­
mış), Oriental Institute, Baroda, 1928, s. 73-74; Seyyid Muhammed İbn Munavver ül-Mülk,
Tarih-i Selâtm-i Gücerat, Bodleian Lib. Oxford Ms. No. Caps. Or. c. 10, yp. 13b-14a;
Elliot, The History o f India, V, s. 190. Portekizli bir çağdaş tarihçi olan FariaY Souza Hin­
distan'ın iç meselelerinden habersiz olarak yanlış bilgi vermektedir. Bak, Briggs’in Firişte
IV’ü, s. 133-134. Biker’in Portekiz (Hint) Antlaşmaları (1505-1542) Cilt I, s. 97 de, Hümâyûn’un saldırışının sebebi, hatalı olarak, Bahadır Şah’ın silâhlı bir tecavüze geçmiş bulun­
duğu Çitor kraliçesinin isteği olarak gösterilmektedir. Hümâyûn Şah Bahadır Şah’a Çitor’a
saldırmaması için haber göndermiş ve bu istek Bahadır Şah tarafından tabiatiyla reddedil­
miştir. Hemen o anda, Hümâyûn Şah Çitor krallığını, Mandu’yu ve Gücerat’m büyük kıs­
mım ele geçirmeye karar vermiştir.
28 Elliot, Aynı eser, V, 191, 192; Uluğ Hânî, Aynı eser, I, s. 232. J.W. Watson, His­
tory of Gujarat, Bombay, 1886, s. 42.
254
M. YAKUB MUGHUL
Rûmî Han'ın Bahadır Şah'ı Mandasor'da terk edip, kendisini samimiyet­
le karşılıyan Hümâyûn'a gittiğini işaret etmek de alâka çekici olacak­
tır. Bu terkediş, bazı Müslüman kaynaklar tarafından tenkit edilmekte,
bazıları ise Bahadır Şah'ın vaatlerini tutmamış olması dolayısiyle onu
haklı görmekte ve neticede Mustafa Rûmî Han'ın kırık bir kalple ondan
ayrıldığını söylemektedirler29.
Bahadır Şah, Mandasor'dan kaçtıktan sonra evvelâ Mandu'ya gel­
di ve oradan da Çampanir'e kaçtı. Bu sırada Hümâyûn Mandu'yu ele
geçirdi. Mandu'nun düşüşünden sonra Hümâyûn Gücerat Kralının pe­
şinden Çampanir'e gitti. Bahadır, Hümâyûn'un gelişini haber alınca,
Kambey'ye gitmek üzere, acele buradan ayrıldı. Kambey'de, Portekiz­
lileri Hindistan'dan atmak için hazırlanmış olan 100 gemi ile başkaca
harp malzemesinin bulunduğu söylenir. Hümâyûn'un peşinden gelmek­
te olduğu, böyle ehemmiyetli bir anda Bahadır Şah, Hümâyûn'un eline
geçmesini önlemek için herşeyin ateşe verilmesini emretti. Bundan
sonra da acele Diu limanına gitti30.
BAHADIR ŞAH VE PORTEKİZLİLER:
1531'de Portekiz filosunun Diu'dan geri püskürtülmesinden son­
ra, Nuno da Cünha harpte kaybettiklerini anlamıştı. Şimdi kaybedilen
nüfuzlarını yeniden kazanmanın bir tek yolu v a rd ı: Siyaset yoluyla
Diu'yu ele geçirmeye muvaffak olabilirdi.
Portekizlilerin ertesi yıl. Batı Hindistan'daki bir çok sahil şehirle­
rini tahrip ettikleri, bir çok kişiyi öldürüp, dört bin kadar esir aldıkları
söylenmektedir. Ayrıca, Bassein şehrinden31 400 top ile fazla miktarda
mühimmat elde ettiklerine de inanılmaktadır.
Buna rağmen, 1533 yılında. Bahadır Şah ile Nuno da Cünha ara­
29 Tarih-i Selâtin-i Güjarat, yp. 13a; Mirat-i Ahmedi, s. 74; Tarih-i Sihri, R.B. Serjeant, Aynı eser, s. 60 da, A n Arabic Bistory o f Gujarat, I, s. 243-256.
30 Uluğ Hâni, Aynı eser, I, s. 243; Elliot, Aynı eser, V, s. 193; Tarih-i Şikrî, R.B.
Serjeant, Aynı eser, s. 6 da.
31 F.C. Danvers, Aynı eser, I, s. 404; Briggs’in Firiste, IV ’ü, s. 133.
HİNDİSTAN SEFERİ (1531)
255
sında bir görüşme tertiplenmiş, taraflar antlaşmanın hükümleri üzerin­
de anlaşamadıkları için, bu görüşme olmamıştır32.
Ertesi yıl (1534) Martin Alfonso kumandasındaki Portekiz filosu
Daman'ı muhasara etti ve müdafilerden çoğunu öldürerek Daman kale­
sini yerle bir etti33.
Görünüşe göre, Bahadır, Çitor seferine çıkmadan önce, Portekiz­
lilerin dostluğunu kazanmak için Bassein adasını onlara vermeyi teklif
etmiştir. Muhtemelen, sefer esnasında, onların tehdidinden kurtulmak
istemişti.
Bahadır Şah, Türk - Moğol ordusuna karşı mükerrer mağlûbiyetlere
uğradıktan sonra, Surath hariç, hemen hemen topraklarının bütününü
kaybetmişti. Büyük bir ümitsizliğe kapılarak Sultanlığı yeniden elde
etmesine yardım edebilecek her kaynaktan yardım sağlamaya çalışıyor­
du. Bu arada Mekke'ye kaçmak için de plânlar yaptı. Fakat sonra bun­
dan vazgeçti.
Diu şehrine iltica ettikten sonra, buradaki ikâmeti esnasında hü­
kümdarlığını yeniden elde etme yolunda yardımlarını sağlamak için Por­
tekizlilerle görüşmelere başladı. Nihayet elçiler gönderildi ve antlaş­
manın şartları ve hükümleri müzakere edildi. Sonunda, Portekizli vali,
30 yelkenli gemi ile Diu'ya geldi ve burada Sultan'la buluştu. Bunun
üzerine, 25 Ekim 1535'de Gücerat hükümdarı ile Nuno da Cünha ara­
sında bir antlaşma yapıldı34. Bu muahede, bilhassa Portekizlilerin men­
faatleri üzerinde durmakta ve Bahadır Şah'ın meselelerine ikinci derece­
de ehemmiyet atfetmektedir. Muahedenin35 belli başlı hususiyetleri şu
şekilde sıralanabilir:
1. Bahadır Şah toprak üzerinde hak iddia etmek ve vergi top­
lamak şartiyle Portekizlilere Diu’da, bir kale yapabilmeleri için, istedik­
leri bir yeri bahşetmekten bahtiyarlık duymaktaydı.
2. Muahedede, Bassein’in teslim oluşu. Bahadır tarafından teyit
edilmekteydi.
32 Biker’in Portekiz antlaşmaları (1507-1542), Cilt I, Orijinal antlaşmaların tercüme­
leri. I.O. Lib. Ms. No. 125 (Tombo da Estada da India 01, 180 V), s. 96.
33 F.C. Danvers, Aynı eser, s. 405.
34 Biker’in Portekiz antlaşmaları (1507-1542), Aynı eser, s. 98-101; R.S. Whiteway,
Aynı eser, s. 239-240; F.C. Danvers, Aynı eser, I, s. 416-417.
35 Biker’in Portekiz antlaşmaları, Aynı eser, s. 102-105.
256
M. YAKUB MUGHUL
3. Bahadır Şah ile Portekizlilerin, karşılıklı olarak dostlarının dost,
düşmanlarının düşman sayılması hususunda anlaşmaya varılmıştı. Vali,
Portekiz kralı adına. Bahadır Şah'a karada ve denizde yardımcı ola­
cak, Gücerat hükümdarı da, ihtiyaç olduğu zaman adamları ve donan­
ması ile onu destekleyecekti.
4. İki taraf da, ihtidalara (din değiştirme) mâni olmak için ted­
birler almak, uygun vasıtalara baş vurmakta anlaşmışlardı.
5. Muahedede, Gücerat hükümdarının, Portekizlilere, Diu'dan baş­
ka, Bassein ve Reyz Betes bölgeleri arasında iki kaleyi daha, bütün hak­
ları ile beraber ve devamlı mülk olarak, vereceğine de işaret edilmek­
teydi.
Çağdaş Şark kaynaklarından çoğunun bu muahede hakkında hiç
bir şey söylememeleri hayret vericidir. Bu yüzden, görüşleri zaman za­
man tarafgirine olan Portekizlilere bağlı kalmak zorundayız. Bununla
beraber Uİuğ Hâni33, meşhur eserinde, muahedeyi şöyle anlatmaktadır:
«Bahadır, 500 Frenk askerînin emrinde olması şartı ile adayı (Frenklere) verdi. Bahadır'ın fikri Hümâyûn tarafından anlaşılınca bu anlaş­
maya yeri halkın muvafakatim önlemek istediği için Bahadır Cagat va­
lisine hücum etti. Bahadır, Frenklerin mezkûr şarta göre, kendisinin ya­
nında savaşa katılmadıklarını gördü. Sonra Cagat valisi itaat etti. Ba­
hadır da Diu'ya döndü ve Frenklerin ahşap binayı hemen kaldırdıklarını
ve yerine taştan daha geniş bir kale yaptıklarım gördü. Bahadır, kendi
kendine bunların bir fenalık düşündüklerini hissetti, fakat onlara söyle­
medi. Frenklerin ne yapacaklarım Diu (şehir) den takip etti».
Modern tarihçilerden birçoğuna hâkim olan kanaate37 göre. Bahadır
Şah, Portekizlilerin yalnız bir ticârethâne kurmalarına müsâade etmişti.
Onlar ise bunu sonradan heybetli bir tahkimat haline getirmişlerdi.
Muahedenin esaslı bir şekilde incelenmesi, antlaşmanın imzalan­
masından önceki temas ve görüşmelerde Bahadır Şah'ın gerektiği gibi
36 A n Arabic History o f Gujarat, I, s. 258.
37 Briggs, A ynı eser, s. 134; Elphistone, A ynı eser, s. 745; Watson, A ynı eser, s. 42.
Mirat-i Ahmedi'nin yazan, Bahadır Şah’ın AvrupalIların entrikalanndan tedirgin ol­
duğunu ve Diu adasında inşa ettikleri kale hakkında kendileri ile münakaşa, ederek devamlı
olarak onlan uzaklaştırmak yollannı aradığım söylemektedir, s. 250. Farsça, metin. Kısım. I,
s. 75.
HİNDİSTAN SEFERİ (1531)
257
temsil edilmemiş olduğu hakikatini de ortaya çıkarabilir. Kendisinin,
muahedenin muhtevasından bihaber olması ihtimali de varittir.
Portekizlilerin hakikatte kale için bir yer elde etmekle alâkadar ol­
dukları, krallığını geri aldıktan sonra kendilerini Diu'dan uzaklaştırmaya
çalışması mümkün olan Bahadır'a yardım etmek isteğinde ise samimi
olmadıkları söylenir38.
Muahedenin imzalanmasından sonra, Portekiz valisi, derhal Diu'daki kalenin inşaatına başladı. Deniz kıyısından dağa kadar olan du­
var, 17 ayak kalınlığında ve yirmi ayak yüksekliğinde yapıldı ve beş ay
sonra, 1536 Martında inşaat işleri tamamlandı. Vali, 900 kişilik bir kuv­
vet ile 60 top bir çok fitilli tüfek ve diğer teçhizatı, Diu kalesinde. M a­
nuel de Souza'nın kumandasında bıraktı39.
Bahadır Şah, Portekizlilerin gerçek amaçlarını anlayarak Güceratlıları Portekizlilerden ayıracak bir sür yapılmasını emretti. Buna rağmen,
zayıf vaziyette olduğu için sur inşaatının tamamlanmasından vazgeçti40.
Bu arada, Şir Şah Surî'nin Hümâyûn idaresinde baş kaldırması ile,
Kuzey Hindistan'ın vaziyetinde dramatik değişiklikler olmuştu. Hümâ­
yûn, Şir Şah Sûrî'nin isyan ettiğini öğrenir öğrenmez, Gücerat'ın idare­
sini kardeşi Mirza Askari'ye bırakarak buradan ayrılıp Şir Şah'a karşı
yeni bir sefer tertiplediği Agra'ya gitmişti. Hümâyûn'un çekilişi, Bahadır'a bir fırsat sağlamış oldu ve Bahadır asilerin yardımı ile kısa bir
zaman içinde krallığını geri almaya muvaffak oldu.
Burada, Bahadır Şah'ın, Moğol ordusu karşısında uğradığı mü­
kerrer mağlubiyetlerden sonra, Mekke'ye gitmeyi tasarladığı fakat son­
radan fikrini değiştirdiğini belirtmek yerinde olur. O, haremini ve hâ­
zinesini veziri Asaf Han'a teslim etmiş ve ona Mekke'ye doğru yola
çıkması emrini vermişti. Muhtemelen, bu tedbirleri emniyet için almış
olsa gerektir. Asaf Han'ın, Sultan Süleyman Han'a yazdığı, 17 Zilhacce /
7 Haziran 1536 tarihli mektuptan. Bahadır Şah'ın kendisine 13 Mart
1536 tarihinde bir mektup gönderdiğini, bu mektupta Gücerat krallığı­
nın yeniden kurulduğunu bildirerek, vezire, münasebetlerini kuvvetlen­
dirmek için Sultan Süleyman Han'a bir elçi göndermesini emrettiğini
öğreniyoruz.
38 R.S. Whiteway, Aynı eser, s. 242.
39 P. Baldaeus, A . Description o f............... Caromandal in Churchill’s Collections oj
Voyages, London, 1704, 111, s. 592.
40 Briggs, Aynı eser, IV, s. 134; P. Baldaeus, Aynı eser, 111, s. 592.
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 17
- M. YAICUB MUÖHUL
258
Bahadır Şah'ın> emrinde kuvvetli bir donanma bulunan Osmanlı
Sultanı ile, Portekizlileri Hindistan'dan atabilmek için sıkı münasebetler
tesis etmek istemiş olması da mümkündür.
O, Portekizlilerden şikâyetçiydi, zira, barış ve dostluk muahedesin­
den sonra onlar Gücerat krallığını kurtarmak için kendisine yardım et­
mek yolundaki vaatlerini tutmamışlardı. Buna ek olarak, Diu'da nüfuz
sahibi olduktan sonra, Bahadır'ın kendi gemilerinin bile Diu limanın­
dan ayrılmalarına müsaade etmeyen Portekizlilerin hakaretamiz tavır­
larından da tedirgin olmaktaydı41.
Beri yandan, Portekizliler de, zaaf gösterdikleri ve bu fırsatı değer­
lendirmeyi bilmedikleri takdirde. Batı Hindistan'da asla kuvvete sahip
olamayacaklarının farkındaydılar. Bahadır'ın Osmanlı Sultanı ile mek­
tuplaştığından haberdar olmuş olmaları da muhtemeldir. Bıı sebepten,
Osmanlı Sultanı ile Bahadır Şah'ın kendilerine karşı müşterek bir ha­
rekâta girişmeleri ihtimalini ortadan kaldırmak için, Gücerat Sultanını
hapsetmeye (nezaret altına almaya) karar verdiler.
Bahadır Şah, tahtını tekrar ele geçirdikten sonra, kendisini, Porte­
kizlilere Diu'dan çekilmelerini ihtar edebilecek kadar kuvvetli hisset­
mekteydi. Bu sebepten dolayı, 1536 yılı sonunda, Portekizliler ile Diu'nun istikbâli hakkında görüşmelerde bulunmak üzere, Çampanir'den
Diu'ya geldi. Görünüşe göre. Bahadır Şah, kendisinden fazla emin ol­
duğu için, meseleyi dostane yollardan halledebileceğine inanmaktaydı.
Bu yüzden, 13 Kasım 1536 da, muhtemelen Portekizlilere emniyet tel­
kin etmek için, kalelerini ziyaret etti.
Portekiz valisi, askeri bakımdan Diu kalesini ellerinde tutabilecek
kadar kuvvetli olmadıklarını çoktanberi farketmiş bulunuyordu. Baha­
dır Şah'ın kaleyi ziyaret ettiğini ve kılına bile dokunulmadan çıkıp git­
tiğini işitince çok sinirlendi ve avlarını kaçırdığı için, Diu kumandanına
sert bir tekdir gönderdi.
Bundan sonra, Portekizli vali, meselenin halledilebilmesi için. Ba­
hadır Şah tarafından Diu'ya davet edildi. Bunun üzerine, Nonu da Cün­
ha, 9 Ocak 1537 günü 300 yelkenliden ibaret bir filo ile Goa'dan hare­
ket etti. Bassein'den kayınbiraderi Antonio da Silveria’yı aldıktan son­
ra Diu'ya vardı. Bu esnada Bahadır Şah avlanmakla meşguldü.
Portekizlilerin verdikleri bilgiye göre, Nonu da Cünha hükümda­
rın, kendisine vermeye niyetlendiği bir ziyafette onun esir edeceği ve
41
R.S. Whiteway, Aynı eser, s. 243-244.
.
HİNDİSTAN SEFERİ (1531)
259
bir kafes içinde Büyük Türk'e göndereceği hakkında dedikodular işitmişti. Bu yüzden, şehirde buluşmayı reddedebilmek için hastalık baha­
nesini ileri sürdü ve Manuel de Souza'yı kendi adına özür dilemek üze­
re Bahadır'a gönderdi. Bahadır Şah, aklına hiç bir kötülük gelmeden
Portekizli valinin sıhhatini sormak gayesiyle yanına kendi adamların­
dan birkaç kişi alarak birlikte onu ziyaret etmeye karar verdi*2.
Bahadır Şah'ın ziyâreti tamamiyle beklenmedik bir hâdise idi. Sul­
tanın geldiğini işiten vali derhal gerekli vaziyeti aldı ve Bahadır Şah'ı
kabinesinin kapısında karşıladı43.
Hükümdar, Nuno'nun kabinesinde bulunduğu sırada, valinin adam­
larından biri içeri girdi ve valinin kulağına bir şeyler fısıldadı. Muhteme­
len bazı emirler hakkında soru sormaktaydı. Bu vaziyet Bahadır'ın şüp­
hesini celbetti. Hükümdar, tehlikeyi farkederek, derhal valinin yanın­
dan ayrıldı ve kayığına dönerek adamlarına acele sahile doğru kürek
çekmelerini emretti.
Neden sonra Nuno da Cunha'nın aklı başına gelmişti.- Derhal M a­
nuel de Souza'ya, başka bir kayıkla hükümdarın peşinden gitmesini ve
valinin Portekiz kralının bir haberini vermeyi unutmuş olduğunu söyle­
mesini emretti. De Souza aynı zamanda, onu, yeni tahkimatı ziyaret
etmeye davet etmek ve burada valinin gelmesini beklemesini rica et­
mek emrini de almıştı. Bütün öteki subaylar da Manuel de Souza’yı
takip etmek emrini almışlardı.
Bahadır Şah Manuel'in kendisini takip ettiğini görünce hızını kes­
ti. Manuel, saltanat kayığının yanına gelince, mesajı verdi. Hükümdarla
beraber kayıkta bulunan Hoca Sefer, gitmesini tavsiye etti, zira onu
alakoyacaklarından şüphelenmişti. Buna rağmen. Sultan, Souza'yı ka­
yığına davet etti ve Souza dikkatsizce atlarken denize düştü ve hüküm­
darın kayıkçıları tarafından kurtarıldı. Bu hadise Portekizliler arasında
heyecanın doğmasına yol açtı. Bu sırada, mavnaları ile iyice yaklaşmış
olan Portekizliler, ellerindeki silâhlarla Sultanın kayığına doldular. Ciddî
bir muharebe başladı. Bir düzineden fazla olmayan Bahadır'ın adamları,
kendilerini müdafaa etmek için o kadar şiddetle savaştılar ki Portekiz­
42 «The Porteguese Asia» da (Briggs, A ynı eser, s. 137 de A tıf yapıyor) 1 ? 'İrişi, Abu
Tiırab (Tarih-i Gujarat), s. 32 da 19 kişi. Mirat-Sikenderi’de 5 veya 6 kişi denildiği halde,
Mirat-i Ahmedi ve Abul Fazl’m Akbarnâme’sm ât nedimlerin sayısında bahs edilmemektedir.
Bak. R.S. Whiteway, Aynı eser, s. 246-247; M.S. Commissariat, Aynı eser, I, s. 376-377.
43 R.S. Whiteway, Aynı eser, s. 247.
260
M. YAKUB MUGHUL
liler, avlarını kaçırabileceklerini bile bir ara düşündüler. Bu sırada, bir
çok Portekizli ile beraber, Souza'nın da telef olduğu söylenir. Buna rağ­
men, çok geçmeden, hükümdarın kayığındaki Hristiyanların sayısı,
Müslümanların sayısını aştı. Sultan yaralanmıştı. Bunun üzerine hüküm­
darın kayığı kaçmaya teşebbüs ettiyse de kayıktaki denizcilerden üçü
top atışı ile öldürüldü, ve bu kaçmayı imkânsız hale getirdi. O zaman.
Bahadır, kıyıya kadar yüzmek ümidi ile kendini denize attı fakat bo­
ğulmak tehlikesine maruz kalarak Portekiz teknelerinden birine yakla­
şıp bir küreğe asıldı. Bu esnada bir kaç tayfa kargı ile onu öldürene
kadar yüzüne vurdular. Vücudu bir süre su üstünde kaldıktan sonra
battı. Ne Sultan'ın ne de Souza'nın cesedi bulunabildi14.
Bahadır Şah'ın harnâne bir şekilde öldürülüşü Diu halkı arasında
korku ve dehşet yarattı ve bir çoğu şehri terketmeye başladı. Bahadır'ın
sarayının aradığı ve sarayda büyük miktarda harp malzemesi içinde çok
sayıda tunç ve demir ve şahmaran adı verilen üç büyük topun da bulun­
duğu söylenir.
Portekizliler, Bahadır Şah'ın evrakı arasında, yenildiği takdirde ko­
laylıkla Hindistan'dan Mekke'ye kaçabilmesini hazırlamak maksadıyle
haremi ve hâzinesi ile birlikte Mekke'ye gönderilen Asaf Han'ın mek­
tuplarını buldular.
Hoca Sefer Selmani, muharebede yaralanmış olmasına rağmen,
daha önce iyilik etmiş olduğu bir Portekizli tarafından kurtarılmıştı. Şeh­
rin işgal edilmesinden sonra, Portekizliler belki de şehir halkını" mem­
nun etmek için. Hoca Sefer'i Diu'nun idaresine memur ettiler. Bunun
yanı sıra, valinin kayınbiraderi olan Antonie de Silveria da Diu kalesine
kumandan tayin edildi15.
Bahadır Şah'ın katledilmesinden sonra, onun daha önce himaye
etmiş olduğu Mirza Muhammed Zaman, memleketteki iç karışıklıklar­
dan faydalanarak kendini Gücerat Sultanı ilân etti. Nuno da Cünha, Gücerat toprakları üstündeki hakimiyetini kuvvetlendirmek ve Gücerat
tahtı üzerinde hak iddia eden bu şahıstan geniş topraklar elde etmek
maksadı ile Mirza Muhammed Zaman'ı destekledi. Onun, Bahadır’ın
44 The Portuguese Asia, Briggs tarafından atıf yapılıyor, Aynı eser, IV, s. 137-138;
Bldaeus, Aynı eser, III, s. 593-594; Erskine, Aynı eser, n , s. 93; M.S. Commissariat,
Aynı eser, s. 378.
45 R.S. Whiteway, Aynı eser, s. 250, C.F. Danvers, Aynı eser, I, s. 240; Erskine,
Aynı eser, n , s. 93.
HİNDİSTAN SEFERİ (1531)
261
dul kalan karısının mülkiyetindeki hükümdar hâzinesinden 700 sandık
altın gaspettiği ve on iki bin kişilik bir kuvvet toplandığı söylenir48.
Muhammed Zaman, Gücerat tahtına çıktıktan sonra Nevanagar (Delwad a )47'ya 9itti ve burada 27 M art 1537'de, Nuno da Cunha'nın yardı­
mını temin etmek için onunla bir antlaşma yaptı48. Bu antlaşma, Porte­
kizlilerin Hindistan üzerindeki gerçek emellerine ışık tutmaktadır. Bu
barış muahedesine göre, Portekizliler Mirza Muhammed Zaman'a mâ­
nevi bakımdan destek olmayı kabul etmekle kalmayıp, Diu - Gücerat
adına para basma isteğini izhar etmekteydiler. Muhammed Zaman, Gücerat'ın meşru hükümdarı olarak kabul ve Diu'daki Sefa camiinde adına
hutbe okunmasına müsaade ediliyordu. Portekizlilerin desteğine karşı­
lık, Mirza M . Zaman, onlara Manglore şehrinin limanını. Bete Çalagan
(Chalagan) adasını, Hindistan'ın batı kıyısındaki bütün liman ve diğer
bölgeleri, bütün kira hakları ve selâhiyetleri ile denizden içeri doğru iki
büçük kos (beş km) genişliğinde' bir şerit halinde bağışlıyordu. On­
lara Bassein'e kadar olan Daman topraklarını da veriyordu.. Muahedede
bunlardan başka Bahadır Şah'a ait olan bütün savaş ve ticâret gemi­
lerinin Diu'da Portekizlilere teslim edileceği ve Mirza M . Zaman'ın ileri­
de savaş gemisi yapmasının yasaklandığı da belirtilmekte idi.
Bunlara karşılık olarak, herhangi bir iç ayaklanma zuhurunda, tam
bir destek ve yardım göreceği hususunda teminat verilmekteydi.
Bu muahede, Portekizlilerin Hindistan'ın batı kıyısındaki vaziyetle­
rini kuvvetlendirmek arzusunda olduklarını açıkça göstermektedir. Ba­
hadır Şah, müstemlekelerini genişletmelerine büyük bir engel teşkil et­
tiği için, önce onu katletmiş, sonra da kendilerine geniş topraklar ve­
ren Mirza M . Zaman’ı desteklemişlerdi. Bu toprakları başka türlü elde
etmelerine de imkân yoktu.
Bu arada, Gücerat'ın aslileri, toplanarak, Imad-ul Mülk kuman­
dasında büyük bir orduyu Mirza M . Zaman'ın üstüne göndermeye ka­
rar verdiler. Diu'dan üç kos mesafede bulunan Unah yakınlarındaki bir
savaşta. Mirza kesin olarak mağlup edildi, ordusu dağıldı ve kendisi de
Sind'e kaçmaya mecbur oldu.
46 Firişte, Briggs’in tercümesi, s. 142; C.F. Danvers, Aynı eser, I, s. 420-421 de 2
milyon altın.
47 Mirat-i Sikenderi’ye göre (Barley’in tercümesi, s. 337 Kathiawar’ın güneyindeki
Unah yakınındaki Delwada da Navanagar adı altında elden gitmiştir.
48 Ione de Tombo c. Clause, Bölüm I, Mucs, vesika 73, Biker'in tercümesi, CUt I,
India Office Library. Ms. No: 124, s. 108-114.
262
M. YAKUB MUGHUL
Gücerat'ın asilleri Bahadır'ın kız kardeşinin oğullarından olan
Handeşli Miran Muhammed Şah'ı davet etmişlerdi. Fakat o, her na­
sılsa, bir kaç hafta içinde öldü. Bunun üzerine Güceratlı asiller, Bahadır'ın başka bir yeğeni olan Mahmud Han'ı tahta çıkarmaya karar
verdiler. Kendisi tahtın tek meşru varisi idi ve bu sırada Burhanpur'da
hapiste bulunuyordu.
10 Zilkâde 944 / 5 Nisan 1538 tarihinde Mahmud Burhanpur'dan
getirtildi ve Ahmed-âbad'da resmen kendisine taç giydirildi. Prens Mah­
mud tahta çıktığı zaman on bir yaşında idi. Kendisine III. Sultan Mah­
mud ünvânı verildi49. Süleyman Paşa, çocuk Sultan'ın saltanatının baş­
langıcında, Portekizlileri Hindistan'dan atmak üzere buraya gelmiş bu­
lunuyordu.
49 Firigte, Briggs’in tercümesi, IV, s. 142-144; Mirat-i Şikenden, Bariey'in tercümesi,
s. 399, 402-408; Abu Turab Vali Shah, A History of Gujarat, London, 1909, s. 38-40.
Eski bir Rûznâme’ye göre
İSTANBUL VE RUMELİ MEDRESELERİ
M . Kemal Özergin
I. G İ R İ Ş
OSMANLI MEDRESELERİ
'
- Türk medeniyeti tarihinde mühim yeri bulunan medreseler, kültürün
iemel müesseselerinden biri olmasma rağmen, henüz yeterli ölçüde ele alın­
madığından, hakkmdaki bilgilerimiz çok sınırlı kalmıştır. Medrese tarihinin
dokuz yüzyılı aşkın süresi içinde büyük bir yeri de, Batı Türkleri’nin med­
reseleri tutmaktadır. Osmanlı Devleti’nin. kuruluşuyla birlikte, öğretim ve
eğitim işleri de ele alınarak, önceki Selçuklu örneğine uygun yeni medre­
seler açılmaya başlanmış ve ilki olan Orhaniye (İznik 1331)’den sonra Bur­
sa, Edime, Gelibolu, İstanbul, Dimetoka vb gibi şehirlerde pek çok med­
reseler faaliyete geçmişti. Batı Türkleri’nin medeniyet tarihinde dikkate de­
ğer yeri bulunan bu kuruluş, altı yüzyıllık tarihi boyunca, yüzlerce yapısıyla
başta öğretim vazifesi olmak üzere, bilim çalışmaları, din işleri ve çeşitti
teşkilâtlara (başta Adâlet ve Mülkiye) eleman yetiştirme yolunda büyük hiz­
met görmüştür. Bu altı yüzyıllık süre, bilinen gelişmeler dikkate alınarak,
başlıca beş devreye, ayrılabilir. İlki olan Kuruluş devresi, Fâtih çağı’na ka­
dar getir. Yeni bir gelişim devresi, Sultân Fâtih Mehemmed Han’m koca
külliyesindeki Sahn ve Tetimmeler (1471) ile başlar. Üçüncü yükselme dev­
resini Sultân Kanûnî Süleymân Han’m İstanbul’daki medreseleri (1550 1557) teşkil ediyor. Arkasındaki uzun devrede (XVII. - XIX. yy.) ise, med­
reselerdeki çalışmaların gittikçe sınırlı bir alana çekildiği, seviyesinin düş­
tüğü, teşkilât ve düzenin bozulduğu, bu yüzden de bitim ve öğretimin son
derecede gerilediği, görülüyor. Beşinci devre, bu eski .müesseseyi ıslâh et­
264
M. KEMAL ÖZERGİN
mek için girişilen çabaları ve bunların sonuçsuz kalarak kapatılışını içine
almaktadır (XX. yy. başlan).
Öğretim, Adâlet ve Yüksek bilginler (İdâreciler) gibi üç tabakadan
meydana gelen İlmiye teşkilâtı’nda ilk ikisinin idaresi, Kadıaskerlik ma­
kamına verilmiş idi. Öğretim ve Adâlet tabakalarındaki yüzlerce müderris­
lik ile kadılığa bakan bu makam ise, Osmanlı ülkesinin çok yayılmış bulun­
masından, eski Türk teşkilât geleneğine uyularak, 1480 siralarmdan beri,
biri Rumeli, diğeri Anadolu diye ayrılan «iki başlı idâre» ile temsil edil­
mekte idi. Böylece, devlet merkezi (İstanbul) ile onun batısında uzanan
(Rumeli, Ege denizi adaları ve Karadeniz’in batı yalıları) kesimdekiler
«Rumeli kadıaskerliği»ne ve devlet merkezinin doğusunda bulunan (Ana­
dolu, Mısır vb) kesimdekiler ise, «Anadolu kadıaskerliği»ne bağlı idiler1.
Devletin ilmiye teşkilâtı içinde yer alan medreseler, aslında devlet te­
şebbüsünün dışmda bir içtimâi yardım ve hayır işi olarak, başta hükümdâr,
hükümdâr soyu ve devlet adamları olmak üzere, zengin kişilerce bir vakıf
hâlinde kurulurdu. Medrese meydana çıkıp, bir vakıf-nâme ile geliri gös­
terildikten sonra, artık İlmiye teşkilâtına bağlanır, kurulan vakıf idâresi
mâlî işler dışındakilere karışamazdı. Medresenin yapısı (tek başma, manzûmede, külliyede), Dershâne (müderrisin ders okuttuğu büyük oda), Hücre­
ler (öğrencilerin barındığı küçük odalar) ve Temizlik yerleri (ayakyolu, ha­
mam vb) gibi üç mimarlık unsurundan kuruluydu. Kuruluşun teşkilâtı da
küçük idi. Her medresede, bir müderris’den başka bir mu’îd, bazen bir muzaf ve diğer hizmetliler (kapıcı, ferrâş=süpürücü vb) bulunurdu. Medrese­
nin vakfiyesinde tek-tek gösterilmiş vakıflardan câbî veya mütevelli eliyle
toplanan getiri sırayla, müderris maaşına (vazife), öğrenci tahsisâtma, hiz­
metti giderme ve yapmm bakım ına sarfedilirdi. Öğrenci (talebe, sûhte=
softa, dânişmend), müderris tarafından derse kabul edildikten sonra, med­
resenin hücrelerinden birinde, bir kaçı bir arada olmak üzere kalır ve ken­
disine vakfiye ile tahsis edilmiş parayı veya aynî yardımı alarak geçinirdi.
Böylece bütün öğrenciler, öğrenim için para ödemedikleri gibi, üstelik ge­
çimleri de temin edilmiş oluyordu.
Her medresede, Tefsîr, Hadîs, Kelâm, Fıkıh, Mantık, Dilbilim, Edebiyât (Me’ânî, Belâgat vb), Yabancıdil, Matematik, Tıb, Hey’et ... diye anahatlarıyla sıralanabilecek derslerden, sadece onun dâhil bulunduğu dereceye
âit bölümler okutulurdu. Bir medreseye devam süresi, sonunda başarı gös1 Bununla birlikte, doğu kesimdeki Gebze, Rumeli’ye dâhil sayılıyordu.
İSTANBUL V E RUMELİ MEDRESELERİ
265
terip temessük almak şartıyla bir kaç ay ile üç yıl arasmda değişmekte idi.
Dersler, basitten ağıra doğru yürütüldüğünden, öğrenci bir üst medreseye
geçtikçe, daha yüksek öğrenime başlamış oluyordu. Bu balomdan medrese­
ler, okutulan derslere göre derecelendirilmişti. Bunlar ise, derecesine göre
(Hâriç, Dâhil, Mûsıla, 'Sahn, Altmışlı, Süleymâniye vb) veya okutulan derse
göre (Hâşiye-i Tecrîd, Miftâh, Telvîh, Mevâkıf, Hidâye, Keşşâf vb) yahut
müderisinin tahsisatına göre (Yirmi akçalı, Yirmibeş akçalı, Otuz akçalı
vb), üç açıdan adlandırılırdı. Bir medresede verilecek ders, diğer deyimle
onun derecesi, kurucunun vakfiyye'de müderrise ayırdığı vazife (günlük akça)’ye göre tesbit edilirdi. Bununla, birlikte, kurucunun mâlî gücü ne olursa
olsun, Altmışlı medrese kurma hakkı sadece hükümdâra bırakılmıştı.
Medrese öğrenimini tamamlayıp icâzet alan, müderris olmak isterse,
mülâzım adıyla Kadıaskerlik Divânı’na kaydolur nevbet (tayin sırası) bek­
ler ve medrese ruûsu’nun ilk derecesindeki hocalıkla işe başlardı. Müder­
risler, «devr-i medâris»e uyulup, rütbe ve maaşta terfi etmek üzere, kendi
kesimindeki başka bir şehrin üst dereceli bir medresesine nakledilir ve böylece her medresede bir ile üç yıl arasmda vazife görerek yükselirdi2.
RUMELİ
KESİMİNDEKİ MEDRESELER
Osmanlı ülkesinin, Balkan yarımadası ile onun kuzeyindeki topraklar­
da uzanan Rumeli kesiminde kurulmuş pek çok medrese, Rumeli kadıaskerliği’nin idâresi altında, bu geniş coğrafî alanda yaşayan Türkler ile çeşitli
yerli kavimlere, yüzyıllar boyunca öğretim kazandırma ve bilim yayma yo­
lunda hizmet etmeğe çalışmıştır. XVII. yüzyılın ortalarına âit bir Rumeli
kadıaskerliği Rûznâmesi icmâli, bize kendi devri ve kesimindeki bu med­
reseler hakkında mühim ve değerli bilgiler vermektedir. Medreselerin adla­
rım ve müderrisinin tahsisâtmı coğrafî bir sıralama içinde kaydetmiş olan
bu Rûznâme’den anlaşıldığına göre, Rumeli kadıaskerliği'ne bağlı müder­
rislikler, başlıca dokuz derecede kümelendirilmiş bulunuyordu. Ancak bun­
lardan ilk üçünün, daha önceki bir düzenin son kalıntıları olduğunu, diğer
altısının asıl dereceleri teşkil ettiğini sanıyorum. Bu dereceler, müderrisin
günde alacağı akçayı belirten şuayla, Onlu, Onbeşli, Onsekizli, Yirmili,
2 Osmanlı medreseleri için bk. İ. H. Uzunçarşılı: Osmanlı devletinin İlmiye teşkilâtı.
Ankara 1965. «T IK yay. VIII. seri-S a 17»; Cumhuriyetin 50. yılında İstanbul Üniversitesi,
1973 (İstanbul 1973)’de Prof. Dr. Şehabettin Tekindağ’ın yazdığı «Medrese dönemi» (3-54, s.)
bölümünde zengin bibliyografya verilmiştir.
M. KEMAL .ÖZERGİN-
266
Yirmibeşli, Otuzlu, Kırklır Ellili ve Altmışlı’dır. -Gösterilen derecelere giren
medreselerin hangi şehir ve kasabalarda dağılmış bulunduğu aşağıdaki cedvelde görülmektedir3.
Onlu medreseler (2 tane)
İstanbul (1) : A/nr. 74
Kefe (1) : C/nr. 114
Onbeşli medreseler (4 tane)
Çatalca (1) : C/nr. 40
Kavala (1) : C/nr. 86
Mangûb (1) : C/nr. 123
Rados (1) : C/nr. 54
Onsekizli medreseler (2 tane)
Narda (2) : C/nr. 129, 130
Yirmili medreseler (44 tane)
İstanbul (3) : A/nr. 31, 120, 121
Akça-kızanluk (1) : C/nr. 13
Baba-eskisi (1) : C/nr. 25
Badracuk (1) : C/nr. 35
Balyabadra (1) : C/nr. 32
Durama (1) : C/nr. 52
Filorina (1) : C/nr. 81
Foça (1) : C/nr. 78
Gelibolı (3) : C/nr. 100, 102, 103
Hezârgırâd (1) : C/nr. 135
İştib (1) : C/nr. 4
İzdin (1) : C/nr. 11
Kalkan-delen (1) : C/nr. 92
Karitene (1) : C/nr. 83
Kefe (2) : C/nr. 110, 113
Kıratova (1) : C/nr. 85
Kırk-kavak (1) : C/nr. 94
Kili (1) : C/nr. 105
Köstendil (2) : C/nr. 117, 118
Kurşunlu (1) : C/nr. 93
Moton (1) : C/nr. 127
Niş (1) : C/nr. 131
Pilevne (1) : C/nr. 34
Saray-bosna (2) : C/nr. 61,* 63
Selanik (1) : C/nr. 67
Semeudire (1) : C/nr. 68
Sofya (1) : C/nr. 70
Turhala (1) : C/nr. 38
Tımovi (1) : C/nr. 75
Timür-hisârı (1) : C/nr. 36
Varna (1) : C/nr. 133
Yenice-i Vardar (1) : C/nr. 141
Yeni-şehir (1) : C/nr. 139
Zagra-i ‘atik (1) : C/nr. 59
Zihne (1) : C/nr. 57
- - - (2) : C/nr. 2, 3
3 Elimizdeki metinde, dört medresenin adı ve birinin (C/nr. 128) müderris tahsisatı,
yazılmadığından, burada be§ tanesi eksiktir. Cedvelde, yeradının yanındaki parantez içinde
medrese sayısı, ondan sonra da bunların Rûznâme metnindeki yeri verilmiştir,
İSTANBUL VE . RUMELİ MEDRESELERİ
267
Yirmibeşli medreseler (107 tane)
İstanbul (39) : A/nr. 13, 15, 16,
19-23, 25, 29, 34, 37, 40, 4449, 54-56, 58.-64, 66, 75, 79-86
Alasonya (1) : C/nr. 15
Amavud Belgıradı (1) : C/nr. 12
Belgırad (1) : C/nr. 29
Beşiktaşı (1) : C/nr. 22
Budin (1) : C/nr. 31
Dimotoka (4) : C/nr. 45, '46, 50,
51
Edime (12) : B/nr. 3-5, 10-14,
16, 18, 20, 21
Egriboz (1) : C/nr. 18
Fener (1) : C/nr. 80
Filibe (1) : C/nr. 77
Foça (1) : C/nr. 79
Geğbüze (1) : C/nr. 107
Gümülcine (1) : C/nr. 115
Hâs-köy (1) : C/nr. 43
Hayra-bolı (1) : C/nr. 44
İnebahtı (1) : C/nr. 14
İpek (1) : C/nr. 19
İpsala (1) : C/nr. 6
İskenderiyye-i Amavud (1) : C/nr.
17
İştib (1) : C/nr. 5
İzdin (1) : C/nr. 10
Kasımpaşa (4) : C/nr. 88-91
Kefe (4) : C/nr. 108, 109, 111,
112
Kili (1) : C/nr. 104:
Malgara (2) : C/nr. 120, 121
Manastır (3) : C/nr. 124-126
Mostar (1) : C/nr. 122
Ohri (1) : C/nr. 16
Pilevne (1) : C/nr. 33
Piriştine (1) : C/nr. 27
Rados (1) : C/nr. 55
Rudnik (1) : C/nr. 56Selanik (1) : C/nr. 66
Siroz (2) : C/nr. 64, 65
Tatar-bâzârı (1) : C/nr. 37
Tırhala (1) : C/nr. 39
Tımovi (2) : C/nr. 71, 73
Ürküb (1) : C/nr. 20 .
Yanbolı (1) : C/nr. 143
Yeni-bâzâr (1) : C/nr. 144
Yeni-şehir (2) : C/nr. 136, 138
Zihne (1) : C/nr. 58
Otuzla medreseler (29 tane)
İstanbul (9) : A /nr. 9, 14, 18, 28,
32, 33, 35, 73, 78
Baba-eskisi (1) : C/nr. 26
Beşiktaşı (1) : C/nr. 23
Dimotoka (3) : C/nr. 47-49
Edime (6) : B/nr. 6-8, 17, 19, 22
Gelibolı (2) : C/nr. 98, 99
Kara-bınar (1) : C/nr. 84
Kara-ferye (1) : C/nr. 82
Radosçuk (1) : C/nr. 53
Tımovi (1) : C/nr. 72
Üskiib (1) : C/nr. 9
Vize (1) : C/nr. 132
Yeni-şehir (1) : C/nr. 137
268
M. KEMAL ÖZERGİN
K ırklı medreseler (34 tane)
İstanbul (23) : A /nr. 5, 6, 12, 17,
24, 26, 27, 30, 39, 41, 43, 50,
51, 57, 68, 70, 72, 76, 77, 87,
118, 119, 122
Ak-kermân (1) : C/nr. 1
Beşiktaşı (1) : C/nr. 24
Çorlı (1) : C/nr. 42
¡Edime (2) : B/nr. 9, 15
Filibe (1) : C/nr. 76
Hezârgırâd (1) : C/nr. 134
Küçiik-çekmece (1) : C/nr. 116
Silivri (1) : C/nr. 60
Sofya (1) : C/nr. 69
Yenice-i Vardar (1) : C/nr. 142
Ellili medreseler (54 tane)
İstanbul (38) : A /nr. 1-4, 7, 8,
10, 11, 36, 38, 42, 52, 53, 65,
67, 69, 71, 88-96, 106-117
Belgırâd (1) : C/nr. 28
Beşiktaşı (1) : C/nr. 21
Budin (1) : C/nr. 30
Çorlı (1) : C/nr. 41
Geğbüze (1) : C/nr. 106
Gelibolı (4) : C/nr. 95-97, 101
Kasımpaşa (1) : C/nr. 87
Malgara (1) : C/nr. 119
Saray-bosna (1) : C/nr. 62
Tımovi (1) : C/nr. 74
Üsküb (2) : C/nr. 7, 8
Yenice-i Vardar (1) : C/nr. 140
Altmışlı medreseler (11 tane)
İstanbul (9) : A/nr. 97-105
Edime (2) : B/nr. 1, 2
Yukarıdaki cedvel incelendiğinde, Rumeli kesimindeki 292 müderris­
liğin (4 -ünün adı ve 1 -inin tahsisatı verilmemiştir) coğrafya bakımından
78 şehir ve kasabaya yayılmış bulunduğu anlaşılıyor. Bunlar arasında, dev­
let merkezi İstanbul 131 medrese ile başta gelmekte, onu 22 medrese üe
Edime, 9 medrese ile Gelibolu, 7 -şer medrese ile Dimetoka ve Kefe takip
etmektedir. Rumeli’deki medreseler derecelerin şehir ve kasabalara dağılışı
bakımından gözden geçirildiğinde:
Yirmili medreseler, 36 şehir ve kasabada 44 tanedir. Bunların en çok üçü
bir yerde bulunuyor.
Yirmibeşli medreseler, 39 şehir ve kasabada 107 tane olup, bunlardan 4 -ü
İstanbul’da, 12 -si Edirne’de, 4 -eri Dimetoka ve Kefe’dedir. Ka­
lanlar, 35 yere dağılmıştır.
İSTANBUL VE RUMELİ MEDRESELERİ
269
Otuzlu medreseler, 12 şehir ve kasabada 29 tanedir. Medreselerin 9 -u İs­
tanbul’da, 6 -sı Edirne’de ve kalanı 10 ayrı yerdedir.
Kırklı medreseler, 10 şehir ve kasabada 34 tane olup, çoğunu teşkil eden
24 -ü İstanbul’da, diğerleri tek-tek ayrı şehirlerde kurulmuştur.
Ellili medreseler, 11 şehir ve kasabada 54 tanedir. Bunlardan 40 -ı İstan­
bul’da, 4 -ü Gelibolu’da ve 10 -u diğer yerlerde bulunmaktadır.
Altmışlı medreseler, iki büyük şehirde 11 tane olup, 9 -u İstanbul’da ve
2 -si Edirne’de toplanmıştır.
Rûznâme’de kayıtlı 292 medresenin Rumeli’deki dağılımı, bize ayrıca
çağının bazı gerçeklerini de açıklıyor. Bunları anahatlan ile şöylece sırala­
yabiliriz :
1. Bütün Osmanlı ülkesinde pek yaygın olduğu bilinen içtimâi yar­
dım ve hayır işleri arasında, medrese kurmanın da ön plânda tu­
tulduğu görülüyor.
2. Kurulan medreselerin ilk derecelerini teşkil edenler (Yirmili ve
Yirmibeşliler), adı geçen kesimde pek çok şehir ve kasabaya ya­
yılmış bulunmakla, öğretimin ilk basamaklarında fırsat eşitliği sağ­
lanmış olmaktadır.
3. Öğretimin ileri dereceleri (Otuzlu - Altmışlılar) ise, büyük şehir­
lerde yürütülmekte olup, bunların başmda devlet merkezi İstanbul
gelmektedir.
4. Daha kuruluşta vakıf-nâmeyle tahsis edilen yardım ile öğrencilerin
geçimi temin edildiğine göre, öğrenimi yüksek derecelere çıkar­
mak isteyenler, büyük şehirlere giderek, tahsile devam edebilir­
lerdi.
5. «Devr-i medâris»e uyularak nakledilen müderrisler, Rumeli’nin
pek çok yerinde dağılmış bulunan medreselerde vazife görerek,
öğretim, bilim ve kültürü ülkenin uzak köşelerine kadar götür­
mekteydiler.
6. Rumeli kesimindeki medreselerde, 292 müderrisin ve her birinde en
az 25 öğrenci hesabıyla, 7300 civarında öğrencinin bulunduğu tah­
min edilebilir.
270
M. KEMAL ÖZERGİN
BİR RUMELİ RÛZNÂMESİ
Tarîk’e girerek İlmiye teşkilâtı’nda yer alanlarm her türlü idare işlem­
lerini, Kadıaskerlik Divâm’ndaki bir kaç kalem görürdü. Bunlardan biri,
Kadıaskerliğe bağlı müderrislik ve kadılıkların kadro işlerine bakan «Rûznâmçe kalemi»dir. Burada, kendi kesimlerinin kadro durumu ile onların
bulunduğu yerler, tarîk dereceleri, maaşlarının kayıtlan tutulur, mansıbların tâyin ve cihet tevcihi işlemleri yürütülür, azil ve tâyinlerdeki kadro de­
ğişmeleri tesbit edilerek, her mansıbın kimde bulunduğu kayıtlar ile bili­
nirdi. Kalemde, bu işler için tutulan defterlerden biri de, Kadıaskerliğe
bağlı mansıbları gösteren «Rûznâme defteri» dir. Şimdi bu müesseseyi deği­
şik konular açısından inceleyenler için, Kadıaskerlik kalemlerinde tutulmuş
defterlerden günümüze kalanların, âit olduğu çağdaki durum üzerinde geniş
ve doğru bilgi almak için kullanılacak kaynakların başmda geldiğinde şüp­
he yoktur. İşte bu bakımdan, XVII. yüzyılın ortalarında kendi bölgesinin
mansıblarını bir tablo hâlinde bize gösteren, yukarıda andığım Rumeli
kadıaskerliği Rûznâmesi’ni değerli bir kaynak olarak, tam metin hâlinde
ilgili araştırıcıların istifâdesine sunmak yerinde olacakta4.
Rûznâme, elyazması bir mecmu’anın dört yaprağında tesbit edilmiş
olup, «Rûznâme-i Menâsıb-ı Kazâ’-i Rûm-eli» başlığını taşımaktadır. Bu
defterin, başlıca iki bölümden meydana geldiği görülüyor. Metinde, önce
Rumeli’deki kadılıklara âit elif-bâ dizisinde 477 mansıbın (üç buçuk sayfa)
ve arkasında yine aynı bölgedeki müderrisliklerin birer cedveli tesbit edil­
miştir. Bu yazıda sadece, konumuz bakmamdan burada bizi ilgilendiren,
ikinci bölümün metni verilecektir5. Medreseler bölümünde, metin tasnifi
tamamen coğrafya esasmda olmak üzere, ana kesimleri işâret eden beş baş­
lık bulunuyor. İstanbul şehrine âit (A) olan ilk üçü altında, önce «Aşağı
medreseler», sonra «Sultân medreseleri» ve üçüncüsünde «Havâss-ı Kostantiniyye»den olan «Eyyûb medreseleri», belli bir sıra gözetilmeden dizil­
miştir. Dördüncü başlık «Edime medreseleri»nindir (B). Beşinci ve sonuncu
başlık altında ise, «Rumeli medreseleri» (Q derlenmiştir. Bu kısım kendi
4 Bu Rumeli Rûznâmesi’ni, elyazması mecmuaları düzenli taramalarım sırasında tes­
bit edip üzerinde çalışmaya başladıktan sonra, iki araştırmada ondan kısaca bahsedildiğim
gördüm (A. S. Ü nver: Fatih külliyesi ve zamanı ilim hayatı. İstanbul 1946. 124. sa.; X. H.
U zunçarşıh: aym eser. 17. sa). H er.ikisi de, metnin mahiyetini tesbit edemedikleri gibi,
değerlendirmeden bir kaç satırlık bilgi ile geçmişlerdir.
5 Rûznâme’nin ilk bölümünü teşkil eden kadılıklar cedveli, konunun diğer kaynakları
ile birlikte yayıma hazırlanmış olarak, basım fırsatı beklemektedir.
İSTANBUL VE RUMELİ MEDRESELERİ
271
arasında ayrıca, medresenin bulunduğu şehir ve kasaba adına göre, elif-bâ
dizisine konmuştur. Sayılan başlıklar altındaki medreseler, ayrı maddeler
hâlinde, 3-4 kısa satırlık kayıtlarla düşülmüş ve bu maddeler de, sağdan
sola doğru yan-yana dizilmiştir. Toplam olarak 290 -ı geçen maddelerde,
medresenin adı ile müderrisinin günlük tahsisatı kayıt edilmiştir. Böylece,
Osmanlı ülkesinin doğuda İstanbul’dan batıda Budin’e kadar uzanan geniş
bir kesiminde, XVII. yüzyılın ortalarında faaliyet gösteren müderrislikler
bir cedvel hâlinde göz önüne serilmiş bulunmaktadır. Metin türkçe olup,
içinde hiç bir kısaltma veya özel işâret kullanılmamıştır. Elimizdeki nüsha
aynı kalemden çıkmıştır. Bu metnin tablo biçimindeki kısa ve özlü mâhiye­
tine bakılırsa, bunün Rûznâme’nin kendisi değil, bir i c m â 1 olduğu ko­
laylıkla düşünülebilecektir. Rûznâme’nin medreseler bölümü, kendi sınıfla­
ması içinde, şöyle bir tablo şeklinde özetlenebilir :
(A) İstanbul içindekiler (nr. 1-122)
Aşağı medreseler (nr. 1-87)
Sultân medreseleri (nr. 88-115)
Eyyûb medreseleri (nr. 116-122)
•
(B) Edirne medreseleri (nr. 1-22)
(C) Rumeli medreseleri (nr. 1-144)
Ak-kermân 1
---2
İştib 2
İpsala 1
Üsküb 3
İzdin 2
Arnavud Belgıradı 1
Akça-kızanluk 1
İnebahtı 1
Alasonya 1
Öhri 1
İskenderiyye-i
Arnavud 1
Egriboz 1
.
İpek 1
Ürküb 1
Beşiktaşı 4 (İstanbul)
Baba-eskisi 2
Piriştine 1
Belgırad 2
Budin 2
Balyabadra 1
Püevne 2
Badracuk 1
Timür-hisârı 1
Tatar-bâzârı 1
Tırhala 2
Çatalca 1
Çorlı 2
Hâs-köy 1
Hayra-bolı 1
Havâss-ı ... Galata
(İstanbul)
Dimotoka 7
Dırama 1
Radosçuk 1
Rados 2
Rudnik 1
Zihne 2
Zagra-i ‘atik 1
Silivri 1
Saray-bosna 3
Siroz 2
Selânik 2
Semendire 1
Sofya 2
Tımovi 5
Filibe 2
272
Foça 2
Fener 1
Filorina 1
Kara-ferye 1
Karitene 1
Kara-bmar 1
Kıratova 1
Kavala 1
Kasımpaşa 5 (İstanbul)
Kalkan-delen 1
Kurşunlu 1
M. KEMAL ÖZERGİN
Kırk-kavak 1
Gelibolı 9
Kili 2
Geğbüze 2
Kefe 7
Gümülcine 1
Küçük-çekmece 1
Köstendil 2
Malgara 3
Mostar 1
Mangûb 1
Manastır 3
Moton 1
Nigbolı 1
Narda 2
Niş 1
Vize 1
Varna 1
Hezârgurâd 2
Yeni-şehir 4
Yenice-i Vardar 3
Yanbolı 1
Yeni-bâzâr 1
Resmî kayıtlardan çıkması dikkate alınınca, bir Rûznâme veya icmâlinin ne derecede mühim bir belge olacağı ortadadır. Bununla birlikte, eli­
mizdeki icmâlin eksik bulunduğu anlaşılıyor. İlk başlığın sonundaki top­
lam sayısında «88» yazıldığı hâlde, o kısımda 87 medrese bulunmaktadır.
Rumeli’nin (C) «Bâbü’l-Hâ’» kısmında «Havâss-ı Kostantiniyye, der Ga­
lata» başlığı araya yanlamasına sıkıştırılmış, fakat hiç bir medrese adı ve­
rilmemiştir. En sonda da, Rumeli’de «292» medrese bulunduğu belirtilmiş
ise de, metinde dört eksikle 288 -inin adı kaydedilmiştir. Nitekim, diğer
kaynaklardan8 edinilen bilgiler de bu hususu ortaya koymaktadır. Bunun
sebebini tesbit edebilmek, metnin aslı elimizde bulunmadığından, şimdilik
mümkün değildir. Ancak bıı icmâli, elimizdeki şekliyle de olsa, kendi
mecmuasına alan zât, değerli bir tarih kaynağını günümüze ulaştırmış ol­
maktadır. Kadıaskerliğin resmî kayıtlarından çıkan ve aslı elimizde bulun­
mayan bu icmâl bize, ilmiye teşkilâtı’nm Rumeli kesimindeki İstanbul ve
bilhâssa Rumeli medreseleri üzerinde, şimdilik tek kalacak olan değerli
bilgiler sağlamıştır.
Rûznâme’yi, belki mesleği ile ilgili olduğu için eli altında bulundur­
mak niyetiyle kendi el mecmuasma kaydeden kişinin kimliği belli değildir.
Mecmuanın hiç bir yerinde bu hususta bir kayıt bulunmuyor. Ancak met­
nin, elyazması bir mecmuada, İlmiye-Rumeli ve Mülkiye teşkilâtlan ka­
yıtlan ile bazı edebî eserler ile birlikte bulunuşuna bakılarak, onun yine
6 Diğer kaynaklarda, sözgelişi Evliya Çelebi’nin Seyâhat-nâmesi'nâe Rumeli şehir ve
kasabaları anlatılırken adı geçen medreselerin çoğu Rûznâme’mizde yoktur. Bunları ayrı bir
araştırmamda ele alacağım. İstanbul medreseleri için, basım imkânı bekleyen şu araştır­
mamda bilgi bulunm aktadır: İstanbul medreseleri hakkında ban kaynaklar.
İSTANBUL VE RUMELİ MEDRESELERİ
273
İlmiye’nin belki Rumeli kesiminden, edebiyata; da meraklı bir kadı veya
müderris olduğu düşünülebilir. Mecmuadaki diğer istinsah tarihleri ile me­
tindeki medreseler de, bu derlemenin, 1660 sıralarında yapılmış olduğunu
ortaya koyuyor.
ELYAZMA VE YAYIM ŞEKLİ
Bildiğime göre, tek nüsha olan Rumeli Rûznâmesi, elyazma bir mec­
muanın (İstanbul, Süleymaniye Umumî Ktp., Esadefendi nr. 3384) çeşitli
kayıtlan arasındadır. Belli bir ad taşımayan mecmuada, Veysî’nin «Vak’anâme»si, Mustafâ ‘Âlî’nin «Kavâ’idü’l-Mecâlis»i ile «Mir9âtü’l-‘AvâIim»i,
Ganî-zâde Nâdirî’nin şiirleri, Osmanlı mülkiye teşkilâtına âit bilgüer vb gibi
değişik metinler ve kayıtlar derlenmiştir. Elyazma, koyukahve rengi me­
şinden, miklâbsız, bezemesiz, basit bir cilt içinde, 190X 275 mm ölçüsün­
de, toplam 139 yapraktır. Kâğıdı karışık ve bazılan renklidir. Değişik; yazdarın çoğu nesihtir. Ciltleme sırasında, bazı yapraklan da, yanlış yerlere
dikilmiştir. Metinlerde, bezeme vb yoktur. Mecmuanın derlendiği yeri ve
ydı aynca gösteren bir kayıt bulunmuyorsa da, bir kaç risâlenin sonundaki
tarihlerden (1036, 1044 / 1624-1635), Rûznâme metnindeki bazı medre­
selerin yapdış yıllarından, 1660 -dan az sonra, belki İstanbul’da tertîb edil­
diği anlaşüıyor. Şimdi bazı yapraklan mürekkepten yanarak çürümüş bu­
lunduğu gibi, şirâzesi de oldukça bozulmuştur.
«Rûznâme-i Menâsıb-ı Kazâ-i Rûm-eli» başlıklı metnimiz, andan mec­
muanın dört yaprağmdadır. Ancak ilk yaprağı, cdtlemede yanlış yere ko­
nulmuş olarak 97. sırada, diğerleri 70-72. sıralardadır (97 a-b + 70 a - 72
b yp). Açık samansarısı renkli, az aharlı, filigransız, orta kalınlıktaki kâğıt­
lar üzerine, başlıklar ve metin hep kara mürekkeple yazdıdır. Rumeli medreleri bölümü, Rûznâme’de, 70 b-72 b arasında, dört sayfa tutar. Coğrafî
başlıklar altında, bir kaç satırlık küçük kayıtlardan oluşan metin, bu mad­
delerin sağdan sola yan-yana dizilmesiyle sayfayı tam dolduracak ve ilk
bakışta faydalandacak bir tablo biçiminde düzenlenmiştir. Sayfadaki satır
ve madde sayısı değişiktir. Her kayıt, bir-iki kısa satırda medresenin adı ve
en altta sadece rakamla müderris tahsisatı olmak üzere, düşülmüştür. Ya­
zısı, okunaklı ve irice nesihle olup, hareke kullandmadığı gibi, bir hayli
kelime de noktasız bırakdmıştır. Ancak bunlar okumada güçlük çıkarmı­
yor (bk. C/ra. 84 ve 93). Metne cedvel çekdmemiştir. Türkçe metin doğru
imlâ ile yazdmış ise de, belirtilebilecek iki husus bulunuyor. Biri, medrese’nin bir hayli yerde «medrîse <—ıj-u » okunacak şeküde (A/nr. 13,
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 18
M. KEMAL ÖZERGİN
274
19, 22, 23, 24 vb; B/nr. 11, 12, 13 vb; C/m. 6, 13, 15, 17, 19 vb), İkin­
cisi de «Beg» yerine, pek çok kere eski «Big» (C/m. 6, 7, 8, 12, 18, .19,
29 vb) şeklinin sürdürülmesidir. îlkinin, ya s için bir dişin fazla çizilme­
siyle, veya halk ağzı alışkanlığından ileri geldiği düşünülebilir. Bunlar dı­
şında, metinde altı yerde yanlış görülüyor : medrese yerine «medrâse» (A/nr.
96), Mehemmed Paşa yerine «Ahmed Paşa» (A/nr. 112), Bâyezîd yerine
«Pâyezîd» (B/nr. 2), medâris yerine «Medrâs» (C başlığı), C/nr. 54 -ün
yeri (sonra kendi düzeltmiş) ve Nûn yerine «Nûr» (N başlığında). Ancak
bunların hepsi, dikkatsizlikten doğma şeylerdir. Elyazmasında üç yerde me­
tin eksik bırakılmıştır. Rumeli kısmında (C) «Bâbü’l-Hâ’»da Havâss-ı Kostantiniyye der Galata’nm medreseleri ile A /nr. 115 ve C/nr. 128’deki med­
reselerin müderris tahsisatları yazılmamıştır. Metin yazımızda, hiç bir yer­
de düzeltme veya ekleme görülmüyor,
Rûznâme’nin ikinci bölümünü teşkil eden müderris mansıbları kısmı,
bu yazı için elimizdeki tek nüshaya dayanılarak yayıma hazırlanırken, bi­
çimde ve metinde esaslı bir değişiklik yapılmadı. Sadece, elyazmasmda yanyana bulunan maddeler, alt-alta olmak üzere sıralandı. İnceleme ve atıf ko­
laylığı için başlıkların üçü, asıl coğrafya bölümlerini işaret etmek üzere
A, B, C harfleriyle ayrıldı ve maddelerin başına da birer sıra sayısı verildi.
Metnin imlâsına, «medrîse»nin doğru şeklini alma dışında, dokunulmadı.
Elyazmasmda. yanlama yazılmış, boş bırakılmış yerler, belli işâretlerle gös­
terildi ve eklenenler de köşeli parantez içinde verildi; Rûznâme’de geçen
şehir ve kasabaların nerede bulunduğu ve bugünkü adları, metnin arkasın­
daki Dizin’de gösterilmiştir.
Yayımda kullanılmış işâretler ve onların anlamı şöyledir :
/
/ Elyazmasmda, metne yanlama yazılmış kelimeler.
Elyazmasmda, yazılmamış yerler.
[
] Metinde bulunmayıp, katılması uygun kelime veya sayılar.
İSTANBUL VE RUMELİ MEDRESELERİ
n.
RÜZNÂME-İ
METİN
MENÂŞIB-I
RÜM-ELİ
[Medreseler
K A Z Â ’- İ
bölümü]
[A] NEFS-İ İSTÂNBÜL’DA VÂKİ’ AŞAKA MEDÂRİS
BEYANINDADUR
[ 1.]
[ 2.]
[ 3.]
[ 4.]
[ 5.]
[ 6.]
[ 7.]
[ 8. ]
[ 9.]
[10.]
[11.]
[12.]
[13.]
[14.]
[15.]
[16.]
[17.]
[18.]
[19.]
[20.]
[21.]
[22.]
[23.]
[24.]
[25.]
[26.]
[27.]
[28.]
[29.]
Medrese-i Nişancı Mehemmed Pâşâ. 50.
Medrese-i Cerrah Mehemmed Pâşâ. 50.
Medrese-i Siyâğüş Pâşâ. 50.
Medrese-i Hafız Ahmed Pâşâ. 50.
Medrese-i İbrahim Pâşây-ı ‘Atık. 40.
Medrese-i İbrahim Pâşây-ı cedîd. 40.
Medrese-i Piri Pâşâ. 50.
Medrese-i Mehemmed Pâşâ. 50.
Medrese-i Sinan Pâşâ, Mîr-mirân-ı Basra. 30.
Medrese-i Sinân Pâşâ el-Vezir, der çeşme-i Tevekkül. 50.
Medrese-i Gazanfer, Ağa-i Bâb-ı Se'âdet. 50.
Medrese-i Pervız Efendi. 40.
Medrese-i Kadı Hüseyin. 25.
Medrese-i Muştafâ Ağa. 30.
Medrese-i Hammâmiyye. 25.
Medrese-i Şayyâd-başı. 25.
Medrese-i Mi’mâr-başı. 40.
Medrese-i Tüti Latif. 30.
Medrese-i Ahı-zâde. 25.
Medrese-i Halvâcı-başı. 25.
Medrese-i İsfinâhçı-başı. 25.
Medrese-i Muhyeddîn Çelebi. 25.
Medrese-i Kümbaracı-başı. 25.
Medrese-i Çavuş-başı. 40.
Medrese-i el-Hâc Hurrem. 25.
Medrese-i Efdal-zâde. 40.
Medrese-i ‘Ali Çelebi, eş-şehir bi-Merdümı. 40.
Medrese-i Başçı İbrâhîm. 30.
Medrese-i Cânbâziyye. 25.
275
276
M. KEMAL ÖZERGİN
Medrese-i Mevlânâ Ca’fer et-Tevki’i. 40.
Medrese-i Pâpâsoğlı. 20.
Medrese-i Hacı Hatun. 30.
Medrese-i Hacı Hasan-zâde. 30.
Medrese-i Cenâbi Efendi. 25.
Medrese-i İbrahim Kethüda. 30.
Medrese-i Ca’fer Ağa. 50.
Medrese-i Hekîm-zâde. 25.
Medrese-i Kepenekçi Hoca Sinan. 50.
Medrese-i Höca Hayreddîn. 40.
Medrese-i Saka Mahmüd. .25.
Medrese-i Nişancı Mehemmed Pâşâ. 40.
Medrese-i Dâvud Pâşâ. 50.
Medrese-i Ferruh Kethudâ, der Balât. 40.
Dârülhadîş-i Şerif-zâde. 25.
Medrese-i ‘Abdülhakim el-Kâdî. 25.
Medrese-i Mîrâhür. 25.
Dârülhadîş-i Firüz Ağa. 25.
Medrese-i Fâtıma Sultân. 25.
Medrese-i Haşan Pâşâ ibn-i Hayreddîn Pâşâ. 25.
Medrese-i Sittî Hatun. 40.
Medrese-i ‘Abdüllatîf el-Kâdı. 40.
Medrese-i Şâhıhübân H atun- 50.
•
Medrese-i Kâdî Husâm. 50.
:r
Medrese-i Mevlânâ Mahmüd, eş-şehîr bi-Manav Kâdî. 25
Medrese-i Emin Mustafâ Çelebi. 25.
Medrese-i Mevlânâ Şeref. 25.
Medrese-i Murâd Pâşâ. 40.
Dârülhadîş-i Hâşköyi. 25.
Medrese-i Behrâm Beg. 25.
Medrese-i ‘Abdül‘azîz, eş-şehir bi-Ümmiveled-zâde. 25.
Medrese-i Mevlânâ Gürânî. 25.
Medrese-i H ahl Beg. 25.
Medrese-i Kürekçi-başı. 25. .
Medrese-i Kirmâsti. 25.
Medreseli Ha<3îce Sultân. 50:
Medrese-i Emre Höca. 25.
.
Medrese-i Mahmüd Pâşâ. 50.
İSTANBUL VE RUMELİ MEDRESELERİ
[68.]
[69;]
[70.]
[71.]
[72.]
[73.]
[74.]
[75.]
[76.]
[77.]
[78.]
[79.]
[80.]
[81.]
[82.]
[83.]
[84.]
[85.]
[86.]
[87.]
277
Medrese-i Rüstem Pâşâ. 40.
Medrese-i Ya’küb Ağa. 50.
Medrese-i A’mâ Haşan el-Kâdî. 40.
Medrese-i Mehemmed Ağa. 50.
Medrese-i Zekeriyâ Efendi. 40.
Medrese-i Şâhkülı. 30.
Dârülhadiş-i Bakkal Piri. 10.
Medrese-i Şeyhülharem Seyyid Mehemmed ve Seyyid Ahmed. 25.
Medrese-i Şâh Sulfân. 40.
Medrese-i Habbâziyye. 40.
Medrese-i Ahmed Pâşâ, Mir-mîrân-ı Cezayir. 30.
Medrese-i Hoca Ebübekir.-25.
Medrese-i Hoca Ahmed. 25.
Medrese-i Kâtib Mehemmed. 25.
Medrese-i Monlâ Kirimi. 25.
Medrese-i Ha[Ib Mehemmed. 25.
Medrese-i Süleyman Subaşı. 25.
Medrese-i Kâdî ‘İyâz. 25.
Medrese-i Kâtib Mahmüd. 25.
Medrese-i Kestel. 40.
/ Y e k ü n - i
medâris ğayr ez selâtin
8 .8 / • ■
Medâris-i
Selâtin
[88- 95.] Medâris-i Sultân Mehemmed-i ‘atik, ‘aded 8, fi [yevm] 50.
[96.] Medrese-ib Sultân Bâyezîd Han. 50.
[97.] Medrese-i Sultân Selım-i ‘atik. 60.
[98-101.] Medâris-i Sultân Süleyman Han, ‘aded 4, fi [yevm] 60.
[102.] Medrese-i Şâhzâde Sultân Mehemmed.-60.
[103.] Medrese-i Sultân Murâd. 60.
[104.] Medrese-i Sultân Mehemmed ibn-i Murâd. 60.
[105.] Medrese-i Valide Sultân-ı Mehemmed Han- 60.
a Bu toplamada, 88 medrese olduğu kaydedilmiş ise de, metinde 87 -sinin adı ve­
rilmiştir.
.
.
.
b
medrese; metinde «medrâse» şeklinde yanlış.
M. KEMAL ÖZERGİN
278
[106.] Medrese-i
[107.] Medrese-i
[108.] Medrese-i
[109.] Medrese-i
[110.] Medrese-i
[111.] Medrese-i
[112.] Medrese-i
[113.] Medrese-i
[114.] Medrese-i
[115.] Medrese-i
Âyâşöfya. 50.
Mehemmed Pâşâ el-Vezır, der limân-ı Kadırga. 50.
‘Alı Pâşây-ı ‘atik. 50.
‘Alı Pâşây-ı cedîd. 50.
Hayder Pâ§â. 50.
Ahmed Pâşâ, der Bâb-ı Top. 50.
Mehemmed11 Pâşâ, der Bâb-ıEdrene. 50.
Kahriyye, nâm-ı dıger Hânkâh, derBâb-ı Top. 50.
‘Oşmân Pâşâ. 50.
Miskete ( cJCL. ) der kurb-i Nevrûziyye. [50?]
‘a d e d
28
E y y ü b, Havâşş-ı Kostanbniyye
[116.] Medrese-i Hazret-i Eyyûb-i Enşâri, ‘aleyhi’r-rahmeti’l-Bârî. 50.
[117.] Medrese-i Mehemmed Pâşâ. 50.
[118.] Medrese-i Zâl Pâşâ. 40.
[119.] Medrese-i Kâsım Pâşâ. 40.
[120.] Medrese-i Defterdar Mahmüd Çelebi. 20.
[121.] Medrese-i Taşköpri-oğlı. 20.
[122.] Medrese-i Behrâm Kethudâ. 40. mevcüdü’l-ism, ma'dümü’J-cism.
‘a d e d
7
[B] e l - V â k i ’ f i
[ 1. ]
[ 2.]
[ 3.]
[ 4.]
[ 5.]
[ 6.]
[ 7.]
Medrese-i
Medrese-i
Medrese-i
Medrese-i
Medrese-i
Medrese-i
Medrese-i
E D R E N E ( <;>>l )
Sultân Selim Han. 60.
Sultân Bâyezîdb Han. 60.
İlyâs Beg. 25.
İlyâs Beg. 25.
Emir Kâdı. 25.
Mütereddidin. 30.
Şeyh Mahmüd el-Kâdî. 30.
a Mehemmed: metinde «Ahmed» şeklinde yanlış,
b Bâyezîd: metinde «Pâyezîd» şeklinde yanlış.
İSTANBUL VE RUMELİ MEDRESELERİ
[8.]
[ 9.]
[10.]
[11.]
[12.]
[13.]
[14.]
[15.]
[16.]
[17.]
[18.]
[19.]
[20.]
[21.]
Medrese-i
Medrese-i
Medrese-i
Medrese-i
Medrese-i
Medrese-i
Medrese-i
Medrese-i
Medrese-i
Medrese-i
Medrese-i
Medrese-i
Medrese-i
Medrese-i
Emıniyye. 30.
‘Alı Beg, Taşlık. 40.
Şâh-melek. 25.
Sirâciyye. 25.
Beglerbegi. 25.
Fahreddîn, nâm-ı diğer Şeceriyye. 25.
Yâküt Pâşâ. 25.
Sultân Murâd Han. 40.
Ahmed Beg. 25.
Camcı Hacı. 30.
İbrahim Pâşâ. 25.
el-Hâc ‘Alemüddîn. 30.
es-Seyyid Mustafâ el-Kâdı. 25.
Emir ‘Alı. 25.
- •
‘a d e d
22
[22.] Medrese-i Fenârî-zâde, der Kalata ( <U5 ). 30.
[C] M E D A R İ S - İ a
RÜM-ELİ
B â b ü ’l - E l i f
[Kaşaba-i] Ak-kermân (jl.
[ 1.] Medrese-i el-Hâc İbrahim. 40.
Kaşaba-i
------
[ 2.] Medrese-i Harâccı Mehemmed Beg. 20.
[ 3v] Medrese-i Murâd Subaşı. 20.
Kaşaba-i İştib ( >__Lil )
[ 4.] Medrese-i İştlb-zâde. 20.
[ 5.] Medrese-i Pîrî Çeri-başı. 25.
Kaşaba-i İpsâla ( «JLj I )
[ 6.] Medrese-i Kasım Beg. 25.
[ 7.] Medrese-i ‘İsâ Beg. 50.
a
M edâris: metinde «Medras» şeklinde yanlıg.
279
280
M. KEMAL ÖZERGİN
Kaşaba-i Üsküb (
)
[ 8.] Medrese-i İshâk Beg. 50.
[ 9.] Medrese-i el-Hâc Hüseyin. 30.
Kaşaba-i İzdîn (
)
[ 10.] Medrese-i Hüseyin Pâşâ. 25.
[ 11.] Medrese-i Çelebi. 20.
Kaşaba-i Amâvud Belğırâd[ı] ( j I ¿j\>'jl )
[ 12.] Medrese-i Ahmed Beg. 25.
Kaşaba-i Akça-kızanluk ( jLdjîü-l )
[ 13.] Medrese-i el-IJâc Sinan. 20.
Kaşaba-i İnebahtı ( ¿£ o l )
[ 14.] Medrese-i Sultân Bâyezld Çan. 25.
Kaşaba-i Alâşönya (
)
[ 15.] Medrese-i Ahmed Çavuş. 25.
Kaşaba-i Ohri ( _/-j\ )
[ 16.] Medrese-i Hamza Beg. 25.
Kaşaba-i İskenderiyye-i Amâvud (
[ 17.] Medrese-i Ulama Pâşâ. 25.
jl î»
]
Kaşaba-i Egriboz ( j.yıS./’"')
[ 18.] Medrese-i Hayreddîn Beg. 25.
Kaşaba-i İpek ( ¿Ul)
[ 19.] Medrese-i Mehemmed Beg. 25.
Kaşaba-i Ürküb (
)
[ 20.] Medrese-i Hâcî ‘Ali. 25.
B â b ü ’ 1 - B â’
Kaşaba-i Beşiktaşı (
)
[21.] Medrese-i Sinân Pâşâ. 50.
[ 22.] Medrese-i Yahyâ Efendi. 25.
[ 23.] Medrese-i Emin Muştafâ Çelebi. 30.
[ 24.] Medrese-i Hayreddîn Pâşâ. 40.
Kaşaba-i Bâbâ[-eskisi] ( M» )
i
İSTANBUL VE RUMELİ MEDRESELERİ
[ 25.] Medrese-i Müşfika Hatun. 20.
[ 26.] Medrese-i Sultân Bâyezid. 30.
Kaşaba-i Pirîştine (
)
[ 27.] Medrese-i Beşaret Beg. 25.
Kaşaba-i Belğırâd ( •>!>!; )
[ 28.] Medrese-i ‘İmaret. 50.
[ 29.] Medrese-i Bayram Beg. 25.
Kaşaba-i Büdın (
)
[ 30.] Medrese-i Muştafâ Pâşâ. 50.
[ 31.] Medrese-i ‘Oşmân Beg. 25.
Kaşaba-i Bâlyabâdra ( ojjI;
)
[ 32.] Medrese-i Bâlyabâdra. 20.
Kaşaba-i Pilevne (
)
[ 33.] Medrese-i ĞâzPAli Beg. 25.
[ 34.] Medrese-i diğer ‘Ali Beg. 20.
Kaşaba-i Bâdracuk ( j»-«j-ib )
[ 35.] Medrese-i Muştafâ Pâşâ. 20.
B â b ü ’t-Tâ’
Kaşaba-i Timür-hişârı ( ¿ijL». j ¿f )
[ 36.] Medrese-i Şît Çelebi. 20.
Kaşaba-i Tatar-bâzârı (
jl>V )
[ 37.] Medrese-i ‘Abdurrahman Çelebi. 25.
Kaşaba-i Tnrhâla ( 4u.J )
[ 38.] Medrese-i ‘Ömer Beg. 20.
[ 39.] Medrese-i Balı Çavuş. 25.
B â b ü ’l- C i m
Kaşaba-i Çatalca ( <İ-ITU )
[ 40.] Medrese-i Nâzır Şehsüvâr Beg. 15.
Kaşaba-i Çorlı (
)
[ 41.] Medrese-i Ahmed Pâşâ. 50.
[ 42.] Medrese-i Sinân Beg. 40.
282
M. KEMAL ÖZERGİN
B ä b Ü ’ 1 - H ä’
Kaşaba-i Hâş-köy ( ıSjflrk* )
[ 43.] Medrese-i Mahmüd Pâşâ. 25.
Kaşaba-i Hayra-bolı ( dyojv- )
[ 44.] Medrese-i Rüstem Pâşâ. 25.
Şavâşş-ı Kos{antiniyye, der Galata (
)
B ä b ü ’d - D ä l
der Kaşaba-i Dimotoka (
)
[ 45.] Medrese-i Büyük-dere Cerrâh-başı. 25.
[ 46.] Medrese-i Umur Beg. 25.
[ 47.] Medrese-i Pervîz Efendi. 30.
[ 48.] Medrese-i ‘Abdülvâsi’ Efendi. 30.
[ 49.] Medrese-i Oruç Pâşâ. 30.
[ 50.] Medrese-i Karagöz Beg. 25.
[51.] Medrese-i ‘Abdurrahman el-Kuşçı el-Kâdî, der karye-i Halvâcı, tâbi’-i
Dimotoka. 25.
Kaşaba-i Dîrâma (
)
[ 52.] Medrese-i Şafiyye Çatun. 20.
B ä b ü ’r - R ä ’
Kaşaba-i Radosçuk (
)
[ 53.] Medrese-i Rüstem Pâşâ. 30.
Cezîre-i Radös ( u-j-U )
[ 54.] Medrese-i Dârüşşerîfe. 15. / der cezîre-iRados / a
[ 55.] Medrese-i Kurd Çelebi. 25
/ sabıkanzaviye iken, kadısı ‘arz
etmeğin medrese oldı /
Kaşaba-i Rüdnîk ( dL'jjj )
[ 56.] Medrese-i Dümdâr Mustafâ Beg. 25.
a. Bu medrese Radosçuk baslığı altına yazılmış, sonra yanındaki açıklamayla, aslında
Rados’a âit bulunduğu belirtilmiştir. Burada doğrusu verildi.
İSTANBUL V E RUMELİ MEDRESELERİ
B â b ü ’z - Z â ’
Kaşaba-i Zihne (
)
[ 57.] Medrese-i Ahmed Beg. 20.
_
[ 58.] Medrese-i ‘Alî Beg. 25. / der karye-i Zalhak, tâbi’Kaşaba-i Zağra-i ‘atik ( jçe. 0l/>j )
[ 59.] Medrese-i Hoca Sinan. 20.
B â b ü ’s-Sin
Kaşaba-i Silivri (
)
[ 60.] Medrese-i Pir Mehemmed Pâşâ. 40.
Kaşaba-i Sarây-bösna (
)
[ 61.] Medrese-i Kemâl Beg. 20.
[ 62.] Medrese-i Husrev Beg. 50.
[ 63.] Medrese-i Fîröz Beg. 20.
Kaşaba-i Sîröz ( j j j y )
[ 64.] Medrese-i ‘Atâ Çelebi. 25.
[ 65.] Medrese-i Sultân Selçuk. 25.
Kaşaba-i Selânik ( ¿U'M- )
[ 66.] Medrese-i Hızır Beg. 25.
[ 67.] Medrese-i Muşfafâ Beg. 20.
Kaşaba-i Semendire ( a
)
[ 68.] Medrese-i ‘Alî Pâşâ. 20.
B â b ü ’ş-Şâd
Kaşaba-i Şöfya (
)
[ 69.] Medrese-i Mehemmed Pâşâ. 40.
[ 70.] Medrese-i Benlü Kadı. 20.
B â b ü ’ t - T â’
Kaşaba-i Tımovi
[71.] Medrese-i
[ 72.] Medrese-i
[ 73.] Medrese-i
[ 74.] Medrese-i
[ 75.] Medrese-i
(
)
Kavâf-bâbâ. 25.
Yıldırım Çan. 30.
Seyyid Çelil. 25.
‘Alî Pâşâ, der Top-hâne. 50.
İlyâs Kethüda. 20.
M. KEMAL ÖZERGİN
284
B â b ü ’ 1 - F â’
Kaşaba-i Filibe ( <*li )
[ 76.] Medrese-i Şıhâbeddln Pâşâ. 40.
[ 77.] Medrese-i Seyyid ‘Alı Faklh. 25.
Kaşaba-i Föça (
[ 78.] Medrese-i Ca’fer Beg. 20.
[ 79.] Medrese-i Mehemmed Beğ. 25.
.
Kaşaba-i Fener ( jls )
[ 80.] Medrese-i ‘Aîâ’ullâh, der karye-i Cum‘a-bâzârı. 25.
Kaşaba-i Filörîna (
)
[8 1. ] Medrese-i ‘Abdülkerîm. 20.
B â b ü ’l - K â f
Kaşaba-i Kara-ferye ( * J )
[ 82.] Medrese-i Mehemmed Beg. 30.
Kaşaba-i Kâritene ( «e.'j'J )
[ 83.] Medrese-i Seyyid Mahmüd. 20.
Kaşaba-i Kara-bınar ( j l
[ 84.] Medrese-i Nuhbe (
)
) Kadı. 30.
Kaşaba-i Kırâtova (
j )
[ 85.] Medrese-i Ahmed Çelebi. 20.
Kaşaba-i Kavala ( «!ly )
[ 86.] Medrese-i IJalîl Beg. 15.
Kaşaba-i Kasımpaşa, ( lal ¿.—d ) der Hâşş-ı İştanbûl
[ 87.]
[ 88.]
[ 89.]
[ 90.]
[9 1.]
Medrese-i
Medrese-i
Medrese-i
Medrese-i
Medrese-i
Eyyühüm. 50.
Seyyid ‘Abdülkâdir. 25.
Yegân-zâde. 25.
Ahmed Çavuş. 25.
diğer Ahmed Çavuş. 25.
Kaşaba-i Kalkan-delen (
jUl» )
[ 92.] Medrese-i Oruç Paşa. 20.
İSTANBUL VE RUMELİ MEDRESELERİ
Kaşaba-i Kurşunlu (
) ;
[ 93.] Medrese-i Emin-i Sunkur (
285
. ), 20.
Kaşaba-i Kırk-kavak ( Jİ y J J )
[ 94.] Medrese-i Turhan Beg. 20.
B â b ü ’l - K â f
der Kaşaba-i Gelîbölî ( J
^
.
[ 95.] Medrese-i Şanca Pâşâ. 50.
[ 96.] Medrese-i Mesih Pâşâ. 50.
[ 97.] Medrese-i Mehemmed Pâşâ. 50.
[ 98.] Medrese-i Balaban Pâşâ. 30.
[ 99.] Medrese-i Halil Beg. 30.
[100.] Medrese-i İmâmiyyc. 20.
[101.] Medrese-i Mehemmed Dâ‘î. 50.
,'
[102.]Medrese-i Ahmed Beg. 20. / zâviyedenmedrese olmuşdur /
[103.] Medrese-i Derviş Çelebi. 20. / mevcüdüT-ism,ma’dümü’l-cism
kabllindendür /
;
;
Kaşaba-i Kili ( JS' )
[104.] Medrese-i Ahmed Ağa. 25.
[105.] Medrese-i Haşan Çelebi. 20.
,
Kaşaba-i Gegbüze ( «j¡ Ş if )
[106.] Medrese-i Mustafâ Pâşâ. 50.
[107.] Medrese-i Koçı Çavuş. 25.
.. . " . . .
Kaşaba-i Kefe (
[108.] Medrese-i
[109.] Medrese-i
[110.] Medrese-i
[111.] Medrese-i
[112.] Medrese-i
[113.] Medrese-i
[114.] Medrese-i
)
Kemâliye. 25.
Hâcı Ferhâd. 25.
Hatuniyye. 20.
Câmi’. 25.
Mercân Ağa. 25.
Kâsım Pâşâ. 20.
Haşan Çelebi. 10.-
Kaşaba-i Gümülcine (
)
[115.] Medrese-i Mustafâ Beg. 25.
•.
'
1 s
'
286
M. KEMAL ÖZERGİN
Kaşaba-i Küçük-çekmece (
[116.] Medrese-i ‘Abdüsselâm. 40.
)
Kaşaba-i Köstendıl (
)
[117.] Medrese-i Murâd Beg. 20.
[118.] Medrese-i Haraççı Mehemmed Beg. 20.
B â b ü ’l - M ı m
Kaşaba-i Malğara (
)
[119.] Medrese-i Sinan Pâşâ. 50.
[120.] Medrese-i Turhan Beg. 25.
[121.] Medrese-i Kaşşâb-zâde. 25.
Kaşaba-i Möstâr (
)
[122.] Medrese-i el-Hâc Mehemmed Beg ez-Za’ım.
Kaşaba-i Mângûb (
)
[123.] Medrese-i Mustafâ Çelebi. 15.
Kaşaba-i Manâstır ( jt-lu )
[124.] Medrese-i Hâcî Beg. 25.
[125.] Medrese-i Kâdî Yahyâ. 25.
[126.] Medrese-i Dülbend-zâde Kadı İshak. 25.
Kaşaba-i Motön (
)
[127.] Medrese-i Mustafâ Beg. 20.
B â b ü ’n - N ü n a
Kaşaba-i Nigbölî (
)
[128.] Medrese-i Kadı ‘İvaz. - Kaşaba-i Nârda ( «jjl’ )
[129.] Medrese-i Süleymân Ağa. 18.
[130.] Medrese-i Fâyık Pâşâ. 18.
Kaşaba-i Nîş (
)
[131.] Medrese-i Mustafâ Beg ez-Za’ım. 20.
a N ü n : metinde «nür» seklinde yanlış.
İSTANBUL VE RUMELİ MEDRESELERİ
B â b [ü ’ 1- V â v]b
Kaşaba-i Vize ( «jrj )
[132.] Medrese-i Sultaniye. 30.
Kaşaba-i Vâma ( Vjlj )
[133.] Medrese-i Hâcî Sinan. 20.
B â b ü ’l - H â ’
Kaşaba-i Hezârğırâd (
j 'j * )
[134.] Medrese-i İbrahim Pâşâ. 40.
[135.] Medrese-i Yahya Pâşâ. 20.
B â b ü ’l - Y â ’
Kaşaba-i Yeni,-şehir (
^ )
[136.] Medrese-i İbrahim Beg. 25.
[137.] Medrese-i Taş-zâde. 30.
[138.] Medrese-i Turhan Beg. 25.
[139.] Medrese-i Emir-Şâh Çelebi. 20.
Kaşaba-i Yenice-i Vârdâr ( j b j l j
)
[140.] Medrese-i Ğâzi Evranos Beg. 50.
[141.] Medrese-i Müsâ Beg. 20.
[142.] Medrese-i Ahmed Beg. 40.
Kaşaba-i Yânbölî (
)
[143.] Medrese-i Kara ‘Ali Beg. 25.
Kaşaba-i Yeni;-bâzâr ( jljV £ )
[144.] Medrese-i Sinan Beg. 25.
Y e
k
ü
n - i
medâris der Rûm-ili
292
b
Bu «bâb>, solda tam yanlamasına yazılıdır.
287
288
M. KEMAL ÖZERGİN
in. D İ Z İ N V E A Ç I K L A M A L A R
Akça-kızanluk (C/nr. 13) Bulgaristan
Ak-kermân (C/nr. 1) Sovyetler Biri
Alasonya (C/nr. 15) Yunanistan
Amavud Belgırâdı (C/nr. 12) Amavudluk
42
46
39
40
28
12
10
59
D,
D,
D,
D,
Kazanluk.
Byelgörod
Elassona.
Berat.
Baba-eskisi (C/nr. 25, 26) Türkiye
Badracuk (C/nr. 35) Yunanistan
Balyabadra (C/nr. 32) Yunanistan
Belgırad (C/nr. 28, 29) Yugoslavya
Beşiktaşı (C/nr. 21-24) Türkiye
Budin (C/nr. 30, 31) Macaristan
41 26 K — 27 7
38 55 K — 22 06
38 14 K — 21 45
44 50 X — 20 31
İstanbul, Boğaziçi.
47 29 K — 19 5
D,
D,
D,
D,
Babaeski.
Neopatras.
Patrai.
Beograd.
Çatalca (C/nr. 40) Yunanistan
Çorlı (C/nr. 41, 42) Türkiye
39 18 K — 22 25 D, Pharsale.
41 10 K — 27 48 D, Çorlu.
Dırama (C/nr. 52) Yunanistan
Dimotoka (C/nr. 45-51) Yunanistan
41 10 K — 24 11 D, Drama.
41 20 K — 26 34 D, Didymotikhon.
Edrene (B/nr. 1-22) Türkiye
Egriboz (C/nr. 18) Yunanistan
Eyyûb (A/nr. 116-122) Türkiye
41 41 K — 26 33 D, Edime.
38 26 K — 23 40 D, Khalkis.
İstanbul.
Fener (C/nr. 80) Yunanistan
Filibe (C/nr. 76, 77) Bulgaristan
Filorina (C/nr. 81) Yunanistan
Foça (C/nr. 78, 79) Yugoslavya
37, 20 K — 21
42' 8 K — 24
40 47 K — 21
43- 33 K — 18
Galata (C/ - - ) Türkiye
Geğbüze (C/nr. 106, 107) Türkiye
Gelibolı (C/nr. 95-103) Türkiye
Gümülcine (C/nr. 115) Yunanistan
İstanbul
40 48 K — 29 26 D, Gebze.
40 25 K — 26 35 D, Gelibolu.
41 7 K — 25 27 D, Komotini.
Hâs-köy (C/nr. 43) Bulgaristan
Hayra-bolı (C/nr. 44) Türkiye
Hezârgırâd (C/nr. 134, 135) Bulgaristan
41 55 K — 25 34 D, Haskovo.
41 13 K — 27 7 D, Hayrabolu.
43 30 K — 26 32 D, Razgrad.
39
12
54
44
K — 25
K — 30
K — 22
K — 19
50
45
27
48
D, Budapest.
D,
D,
D,
D,
Phanari.
Plovdiv.
PMorina.
Foça.
İSTANBUL VE RUMELİ MEDRESELERİ
289
İnebahtı (C/nr. 14) Yunanistan
İpek (C/nr. 19) Yugoslavya
İpsala (C/nr. 6) Türkiye
İskenderiyye-i Amavud (C/nr. 17)
Arnavutluk
İstanbul (A/nr. 1-115) Türkiye
İştib (C/nr. 4, 5) Yugoslavya
İzdin (C/nr. 10, 11) Yunanistan
38 21 K — 21 50 D, Naupaktos.
42 39 K — 20 17 D, Peö.
40 57 K — 26 27 D, İpsala.
Kalkan-delen (C/nr. 92) Yugoslavya
Kara-bınar (C/nr. 84)
Kara,-ferye (C/nr. 82) Yunanistan
Karitene (C/nr. 83) Yunanistan
Kasımpaşa (C/nr. 87-91) Türkiye
Kavala (C/nr. 86) Yunanistan
Kefe (C/nr. 108-114) Sovyetler Biri
Kıratova (C/nr. 85) Yugoslavya
Kırk-kavak (C/nr. 94) Türkiye
42
40 33 K — 22
37 29 K — 22
İstanbul.
40 58 K — 24
45 2 K — 35
42 4 K — 22
(41 15 Kı— 26
Kili (C/nr. 104, 105) Sovyetler Biri
Köstendil (C/nr. 117, 118) Bulgaristan
Kurşunlu (C/nr. 93) Yugoslavya
Küçük-çekmece (C/nr. 116) Türkiye
45 28 K — 29 19
42 15 K-— 22 41
43 8 K — 21 18
41 0 K — 28 59
Malgara (C/nr. 119-121) Türkiye
Manastır (C/nr. 124-126) Yugoslavya
Mângûb (C/nr. 123) Sovyetler Biri
Mostar (C/nr. 122) Yugoslavya
Moton (C/nr. 127) Yunanistan
40
41
44
43
36
Narda (C/nr. 129, 130) Yunanistan
Nigbolı (C/nr. 128) Bulgaristan
Niş (C/nr. 131) Yugoslavya
39 8 K — 21 0 D, Arta.
43 40 K — 24 47 D, Nikopol.
43 19 K — 21 53 D, Nis.
Ohri (C/nr. 16) Yugoslavya
41
Pilevne (C/nr. 33, 34) Bulgaristan
Piriştine (C/nr. 27) Yugoslavya
43 25 K — 24 35 D, Pleven.
42 40 K — 21 11 D, Pristina.
Rados (C/nr. 54, 55) Yunanistan
36 25 K — 28 17 D, Rhodes.
42 5 K — 19 30 D, Skodra.
41 1 K —-28 58 D, İstanbul.
41 40 K — 22 8 D, Stib.
38 55 K — 22 29 D, Lamia.
1 K — 21
52
2
35
21
50
K—
K—
K—
K—
K—
26
21
33
17
21
1 D, Tetovo.
17 D, Verroia.
02 D, Karitaena.
27
14
13
47
56
20
35
50
43
D, Kavalla.
.D, Feodosiya.
D, Kratovo.
D), Uzunköprü
yakınında köy
D, Kiliya.
D, Kyustendil.
D, Kursumlija.
D, Küçükçekmece
D,
D,
D,
D,
D,
Malkara.
Bitola.
Mangub.
Mostar.
Metbone.
7 K — 20 49 D, Ohrid.
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 19
290
M. KEMAL ÖZERGİN
Radosçuk (C/nr. 53) Türkiye
Rudnik (C/nr. 56) Yugoslavya
Rumeli (C/nr. 1-144)
40 59 İC­ 27 30 D, Tekirdağ.
44 05 l i — 20 30 D, Rudnik.
Saray-bosna (C/nr. 61-63) Yugoslavya
Selanik (C/nr. 66, 67) Yunanistan
Semendire (C/nr. 68) Yugoslavya
Silivri (C/nr. 60) Türkiye
Siroz (C/nr. 64, 65) Yunanistan
Sofya (C/nr. 69, 70) Bulgaristan
43
40
44
41
41
42
26
58
52
15
36
20
D,
D,
D,
D,
D,
D,
Sarajevo.
Thessalonike.
Smederovo.
Silivri.
Serrai.
Sofia.
Tatar-bâzârı (C/nr. 37) Bulgaristan
Tırhala (C/nr. 38, 39) Yunanistan
Tımovi (C/nr. 71-75) Bulgaristan
Timür-hisârı (C/nr. 36) Yunanistan
42 14 I C - 24 18
39 34 IC— 21 46
43 1 K — 25 41
41 13 K — 23 28
D,
D,
D,
D,
Pazardjik.
Trikkala.
Tımovo.
Siderokastron.
Ürküb (C/nr. 20) Yugoslavya
Üsküb (C/nr. 7-9) Yugoslavya
43 16 I C - 21 34 D, Prokoplje.
42 0 IC— 21 30 D, Skoplje.
Varna (C/nr. 133) Bulgaristan
Vize (C/nr. 132) Türkiye
43 12 I C - 27 57 D, Varna.
41 36 IC— 27 47 D, Vize.
Yanbolı (C/nr. 143) Bulgaristan
Yeni-bâzâr (C/nr. 144) Yugoslavya
Yenice-i Vardar (C/nr. 140-142)
Yunanistan
Yeni-şehir (C/nr. 136-139) Yunanistan
42 27 I C - 26 33 D, Yambol.
43 09 IC— 20 29 D, Novi Bazar.
Zagra-i ‘atık (C/nr. 59) Bulgaristan
Zihne (C/nr. 57, 58) Yunanistan
42 23 I C - 25 40 D, Stara Zagora.
41 00 IC— 23 40 D, Zikhna.
54
38
39
2
4
41
I C - 18
IC— 22
I C - 20
IC— 28
I C - 23
IC— 23
40 46 I C - 22 24 D, Yiannitsa.
39 39 IC— 22 28 D, Larisa.
TARİHÎ
MEZARLARDAN
NOTLAR
I
Elmalı yolanda Mîrmîran İbrahim Paşa’nm mezarı —
Doğa Bayazıd’da Mahnıud Paşa’nm mezarı — Serez’li
Yusuf Muhlis Paşa hakkında bir not — Sadrıâzam Keçecizâde Fuad Paşa’nm mezarı — Karacehennem İbra­
him Paşa’nm mezarı
Semavi Eyice
Türk sanat ve tarih anıtları arasında en büyük ölçüde tahribe uğ­
rayanlar hiç şüphe yok ki eski mezarlıklar ve mezarlardır. Osmanlı İm­
paratorluğunun 19. yüzyıl ortalarından itibaren topraklarını kaybetmesi,
pek çok mezarın gurbette kalmasına yol açmış ve tarihimizde iz bırak­
mış bir takım şahısların son hatıraları da böylece unutularak yok ol­
muştur1. Bugünkü millî sınırlarımız içinde kalan mezar ve mezarlıkların
1 Hemen hemen bütün şehir ve kasabalarda eski mezarlıklar, içlerindeki taşların sa­
nat ve tarih bakımından değerleri dikkate alınmaksızın kaldırılmış ve kaldırılmaktadır. Ba­
zen pek az sayıda mezartaşı bu sırada mahalli bir müzeye götürülmektedir. Bu hususda
acıklı bir misal Tekirdağı’nda dikkatimizi çekmişti Buradaki büyük mezarlıklar arsaya çev­
rildiğinde, bir kaç tarihî mezartaşı ileride bir müzeye konulmak üzere bir depoya atılmış,
sonra bu depo lâzım olunca da denize dökülmüştü. Biz gördüğümüzde bu taşlar deniz kı­
yısında, kısmen su içinde idi (1962). Burada yakın yıllarda müze kurulduğunda bu taşlar­
dan ne kadarının çıkarıldığını bilmiyoruz. Gurbette kalan mezarlardan ilk hatıra gelen,
tarihçi, Nâima’nın Yunanistan’da Patras’daki mezarıdır. Bulgaristan’da Şumnu’da gömülü
olan Kaptanıderya Cezayirli Haşan Paşa’nın mezarının da durup durmadığını bilmiyoruz.
Fakat 1966’da Şumnu’dan geçtiğimizde, harap ve kapalı bir mescidin haziresindeki taşlar
arasında Sadrâzam Şerif Haşan Paşa’nın mezannı görmüştük. UNESCO’nun Müzelere dair
dergisinin bir sayısında da Girit’teki Herakleion müzesi fotoğrafında Vezirlere mahsus kalIavili bir mezartaşı görülmektedir, bkz. Herakleion Muséums - Musées d’Hêrakleion, «Muséum Unesco», VI (1953), s. 195 alttaki resim. Herakleion (=İrakIion) yâni Kandiye müzesindeki
bu mezartaşımn okunaklı bir fotoğrafım adı geçen müze müdürlüğüne yolladığımız 20 mart
1974 tarihli bir mektubumuzla rica etmiştik. Müze müdürü Dr. S. Alexiou, isteğimizi büyük
bir nezaketle karşılayarak 20 nisan 1974 tarihli bir yazısı ile beraber bu taşın mükemmel
bir fotoğrafım bize göndermiş bulunuyor. H. 1213 (=1798/99)’de ölen Kandiye muhafızı
Ferhad Paşa’ya ait olan bu taşdan ayrı bir yazımızda bahsedeceğiz.
SEMAVİ EYİCE
292
ise encamının daha iyi olduğu iddia edilemez. Tarihî mezarlıklar garip
gerekçelerle, fakat aslında en «kolay arsaya çevrilebilir» yer oldukların­
dan ortadan kaldırılmış ve binlerce sanat ve tarihî değere sahip mezartaşı yok olup gitmiştir2. Biz sanat tarihi araştırmalarımız sırasında kar­
şılaştığımız birkaç tarihî mezartaşı veya mezar hakkında topladığımız
notları burada birer tarih vesikası oldukları için tanıtmağa çalışacğız.
I
Elmalı yolunda Mîrmîran İbrahim Paşa’nm mezartaşı
(Resim: 1)
Öğrencilerimiz ile 1964 yılı temmuz ayında Güney Anadolu kıyıla­
rında yaptığımız bir inceleme gezisi sırasında Antalya'dan Finike'ye git­
mek üzere 5 temmuz günü yola çıkmıştık. Korkudeli — Elmalı yolun­
da, içinde bulunduğumuz minibüs, ormanlık bir bölgede Yenicekahvesi
denilen yerde bir kırkahvesi önünde mola verdiğinde, yolun solundaki
kahvenin az arkasında ağaçların arasında tek başına duran bir mezartaşı ile karşılaşmıştım. Çevresinde hiçbir yapı, hattâ yerleşme olmayan
ve bir mezarlık da bulunmayan bu taş hâlâ dikili duruyordu. Böylece
ilk yerinde olduğuna ve buraya başka bir yerden getirilmediğine ihtimal
verilebilir.
Üzerinde büyük bir kavuk bulunan ve kavuğun ön yüzünde vezir­
lere mahsus meyilli şerid görülen bu mezartaşının altında bir lâhid yok­
tur. Taşın ön yüzünde sekiz satır halinde kabartma harflerle işlenmiş şu
kitâbe okunmaktadır:
12345678-
Mesâkinim dağlarbaşı sahraya hâcet kalmadı
içtim ecel şerbetini Lokmân'a hâcet kalmadı
Hep onuldu yaralarım cerrâha hâcet kalmadı
M îr - mîran - i kirâm-i zevi'l-ihtirâmdan
Sâbıkâ Menteşe sancağı mutasarrıfı
Merhum Ibrâhîm Paşa'nın
ruhu için el-fâtiha,
sene 1234
2 Mezarlıkların yok edilmesi hakkında bkz. Semavi Eyiee, Mezarlıklarımız, «Türk
Yurdu» sayı 242 (mart 1955) s. 685 - 694.
TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR
293
Böylece bu ıssız yerde gömülü olan şahsın Menteşe sancağı mu­
tasarrıfı Mîrmîran İbrahim Paşa olduğu ve kendisinin H. 1234 (= 1 8 1 8 /
19) tarihinde öldüğü öğrenilmektedir. Mezartaşındaki kitâbenin ilk üç
satırında, başka mezarlarda da raslanan bir formül görülmektedir ki, bu
romantik ifadeli satırlar, mezar sahibinin ölümündeki şartları biraz -dile
getirir gibidir. İlk satırda, «mesâkinim (evim ) dağlarbaşr, sahraya hacet
kalmadı» denilirken, İbrahim Paşa'nın ıssız bir yerde gömülü 6fması
g e r e k t i ğ i belirtilmektedir. Kitâbenin ikinci ve üçüncü satırlarında
mezar sahibinin hekim yardımına lüzum kalmadan burada, belki bazı
yaraların tesiriyle öldüğü söylenmek istenmektedir. Genellikle bu çeşit
ıssız yerlerdeki vezir mezarları, idam edilenlere ait olmaktadır. Nitekim
yakın tarihlere gelinceye kadar Gelibolu'da boş bir arazi ortasında Sadr­
âzam Mehmed Paşa'nın Ramazan H. 1208 (= 1 7 9 4 ) tarihli mermer
sandukalı mezarı görülüyordu3. Fakat İbrahim Paşa'nın mezar kitâbesinde idam edildiğine dâir bir işaret mevcut değildir.
Menteşe sancağı mutasarrıfı Mîrmîran İbrahim Paşa'nın. tarihî şah­
siyeti hakkında geniş bilgi edinmek mümkün olmamıştır. Süleyman
Fikri Erten'in Antalya hakkındaki eserlerinden birinde H. 1213 ( = 1 7 9 8 /
9 9 ) 'de bir Aksekili İbrahim Paşa'nın bahsi geçmektedir4. Ancak bunun
Elmalı yolundaki mezarın sahibi İbrahim Paşa ile aynı kimse olabilece­
ğini kesinlikle iddia etmek için elimizde delil yoktur. Diğer taraftan Baş­
bakanlık Arşivindeki bir vesikadan (Başbakanlık Arşivi, Cevdet-Dahiliye
tasnifi, no. 13087) öğrenildiğine göre, II. Mahmud devrinde evvelce
Bolu sancağı mutasarrıfı olan, Rumeli Beylerbeyi payesine sahip bir İb­
rahim Paşa Menteşe sancağına gönderilmiştir.
Başbakanlık Arşivindeki bu kaydı ilk defa olarak ortaya koyan Kürşad Ekrem Uykucu, bu atanmanın 1813 yılında olduğunu ve İbrahim
Paşa'nın, Menteşe sancağının ilk mutasarrıfı olması gerektiğini yaz-
3 Resmi için bkz. Fevzi Kurdoğlu, Gelibolu ve yöresi tarihi, İstanbul 1938, s. 80-81
arasındaki levha.
4 Süleyman Fikri Erten, Antalya vilâyeti tarihi, İstanbul 1940, s. 109, burada İbrahim
Paşa hakkında verilen bilgi şundan ibarettir: *Akseki kasabasında bir saat mesafede bulu­
nan Çimi köyündendir. 1213 yılında hayatta olduğu elde edilen bir senetten anlaşılmıştır.
İbrahim Paşanın Alâiye mutasarrıfı olduğu gene bu senetten anlaşılıyor. Harp halinde öl­
düğü rivayet ediliyorsa da nerede öldüğü malum değildir». Aynı yazar, Antalya tarihi —
Üçüncü kısım, Antalya 1948, s. 90’da kendisine H. 1223 zilkaddesinde (=1808) Vezirlik ile
birlikte Alâiye livası ve Bozkır madeni de tevcih edilen Kayseri sancak Beyi bir Çelik Paşazâde İbrahim Paşa’dan da bahseder.
SEMAVİ EYİCE
294
U J l.
s
*£&tjfsA &&&&■
V n
'
maktadır5. Elmalı yolundaki mezartaşında Mîrmîran İbrahim Paşanın
sabıka Menteşe mutasarrıfı olduğu yazıldığına göre, bu mezar. Başba­
kanlık arşivindeki vesikada adı geçen Paşaya ait olmalıdır. Mîrmîran İb­
rahim Paşa 1818/19 da öldüğüne göre, 1813'den bu tarihe kadar geçen
sürenin tamamında veya bir kısmında Menteşe sancağını idare etmiş
olmaktadır. Bu sırada Menteşe kıyılarına Rumların bazı saldırılar yap­
tıkları bilinmektedir. Şimdiki halde, herhalde Güney Anadolu tarihinde
bir iz bırakmış olan Mîrmîran ve Menteşe mutasarrıfı İbrahim Paşa hak­
kında bildiklerimiz bundan ibarettir. Arşivlerde, bilhassa İzmir'deki
Muğla Kadı Sicil defterleri'nde bu şahıs hakkında daha fazla bilgi bulu­
nabileceğini sanıyoruz. Biz burada kimsenin aramak aklına gelmeyeceği
bir yerde tesadüfen gördüğümüz bir tarih vesikasına, mezartaşına dik­
kati çekmeği yeter buluyoruz. İleride daha etraflı bir araştırma yapıl­
dığında herhalde İbrahim Paşanın faaliyeti hakkında daha iyi bilgi- edini­
lecek, belki de ölüm sebebi ile böyle ıssız bir yerde gömülü oluşunun
sebebleri de aydınlanacaktır.
5 Başbakanlık Arşivi, Cevdet tasnifi, Dahiliye no: 13087: Vüzerây-ı izâın ve Mîrmirân-ı
kirâm hazerâtımn tevcihat defteridir. Bu defterde 69 vezirin tayinleri bildirilmektedir. İbra­
him Paşalar arasında Menteşe mutasarrıfı olanın adına raslanır: <Liva-i Menteşe, Rumeli
Beylerbeyliği payesi olan sabıka Bolu sancağına mutasarrıf İbrahim Paşaya şurutiyle tevcih,
8 Zilhicce 1227» (=13 ocak 1812). Kurşad Ekrem Uykucu, İlçeleriyle birlikte Muğla
Tarihi-Coğrafyası ve Sosyal yapısı, İstanbul 1968, s. 102-103. Ayrıca, Mehmed Süreyya,
Sicill-i Osmanı, II, s. 391; Asaf Gökbel - Hikmet Şölen, Aydın ili tarihi, İstanbul 1936,
s! 193’de, H. 1231 (=1815/16)’da Reşid Mehmed Paşa, Menteşe sancağı mutasarrıfı olarak
gösterilmektedir. K. E. Uykucu, adı geçen eserinde bundan bahsetmez. Eğer' bu kayıt doğ­
ruysa, Mîrmîran İbrahim Paşa’mn Menteşe mutasarrıflığında ancak bir kaç yıl kalmış ol­
ması gerekir. Aksekili İbrahim ve Çelik Paşazade İbrahim Paşalarla bu Mîrmîran İbrahim
Paşa arasında bir bağlantı olup olmadığı ise ancak başka vesikaların bulunmasıyla ortaya
çıkabilir. Mîrmîran (Mîr-i Mîran) rütbesinin Beylerbeydik payesi karşılığı olduğu hususun­
da bkz. Mehmed Zeki Pakalm, Osmaıılı tarih deyimleri ve terimleri sözlüğü, İstanbul 1946
vd., s. 545.
TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR
295
U
Doğu Bayazıd’da Mahmud Paşa’mn mezartaşı
( Resim: 2 - 6 )
Doğu Bayazıd'da güzel bir sanateseri olarak ihtişamla
yükselen
ishak Paşa sarayının avlusunda6 kısmenyazılarıkazınmış
bir mezartaşı
bulunmaktadır. Mahallî bir taş üzerine, sarayın kendisi gibi değişik bir
üslûbda işlenen ve kenarlarında kabartma süsleme şeridleri bulunan bu
mezartaşının kitâbesi kartuşlar içinde sekiz satır halindedir. Kitabenin
okunabilen kadarını şöylece yazmak mümkündür:
12345678-
Huv a'l - Hallâk al-Bâkî
.......................... ......... (kazınmış)
. .. ... ... al-merhum al-m ağfur
Cennet - mekân firdevs - âşiyân
Mahmud Paşa ibn ishak Paşa
Gaffar a'llâh ta'âlâ lehu
Allah rizasıiçün al- fatiha
sene ............ (kazınmış)
Doğu Bayazıd'da İshak Paşa sarayı hakkında güzel rölöveler ile
-birlikte mükemmel fotoğraflar da katarak etraflı bir monografya mey­
dana getiren Mahmud Akok, makalesinin başlangıcında şu satırları ya­
z a r : 7 «Dairemiz mütehassıslarından Kemal Turfanın mahallindeki tet­
kiklerinden ve bilhassa mezar taşı kayıtlarından anlaşıldığına göre. II.
İshak Paşa'nın soyunda Mahmud Paşa ünvanlı bir zatın bulunduğu an-
6 Bu saray hakkında bkz. Celâl Esad Arseven, V a rt Turc, İstanbul 1939, res. 273,
276-278, aynı yazar, Türk Sanatı tarihi, İstanbul tz., I, s. 641-644, ve res. 1322-1330;
genel bir özet olarak, Semavi Eyice, İshak Paşa sarayı, maddesi Türk Ansiklopedisi, XX
(1972), s. 234-235; Zeki Sönmez ve Gültekin Çizgen’in fotolan ile, Ağrı Dağı - Doğu Beyazıt İshak Paşa sarayı, 'İlgi — (Shell Dergisi)», yıl 8, sayı 17 (1973), s. 22-26. Mahmud Paşa’mn
mezartaşımn fotoğrafı, yedek subay olarak Doğu . Bayazıd’da bulunan Avukat Erol Bey
tarafından çekilmiş ve E. Gl. Cevdet Çulpan tarafından bize verilmiştir. Kendilerine bu­
rada teşekkürlerimi ifade etmek isterim.
7 Mahmud Akok, Ağn-Doğu Bayazıd’da İshak Paşa sarayı rölöve ve mimarisi, «Türk
Arkeoloji Dergisi» X, sayı 2 (1960, baskı 1961), s. 30-48, lev. 30-48.
296
SEMAVİ EYİCE
Iaşılmaktadır. Yine mezar taşları arasında Mahmud Paşa'nın kızı Necibe
hanım da görülmektedir. Bu mezar, taşlarının tarih kısımları kastı mah­
susla tahrip edildiğinden Mahmud Paşa'nın hangi tarihlerde yaşadığı
bilinmemektedir». Gerçekten bu mezar taşının üst satırları ile en alttaki
tarih kısmı anlaşılmaz bir sebepten okunmaz bir hale getirilmek isten­
miş ve bunun için kabartma harf ve rakkamlar tamamen kazınmıştır.
Bazen büyük ve zengin ailelerde böyle mezar kitabeleri aile için­
deki miras hakları çatışmaları yüzünden tahrip edilmiş olmaktadır.
Çıldır hanedanından ishak Paşa'dan başlayan bu aile 18. yüzyıl
başlarından itibaren tarihde belirmiş, ishak Paşa oğlu Hacı Ahmed
Paşa, .onun oğlu Haşan Paşa, onun oğlu ikinci ishak Paşa birbirlerini
takip etmişlerdir8. Mezar taşında adı geçen Mahmud Paşa, bu ikinci
ishak Paşa'nın oğludur. Onun şahsiyetini, ölüm tarihini ve sebebini de
bir yabancı kaynaktan öğrenmek mümkün olmaktadır.
O sırada başında Napolyon'un bulunduğu Fransız hükümeti 1805
yılı 7 martında Paris'den İran'a bir gizli ajan göndermişti. Pierre-Amédée
Emilien-Probe JAUBERT (3. V I. 1779-27 .-I. 1847) adındaki ve henüz
26 yaşında olan bu şahıs Paris'dè Doğu Dilleri Mektebi'nde Türk, Arap
ve Fars dillerini öğrenmiş, 1798'de Mısır'da Fransız ordusunda tercü­
man olarak görev görmüş, Akkâ'da Cezzar Ahmed Paşa ile görüşmeler
yapmış, nihayet 1804'de İstanbul'a III. Selim'in cülusunu tebrike gön­
derilmişti9. Jaubert kuvvetli ve ciddî bir orientalist değildi. Napoleon'un
güvendiği adamlardan olması onun birdenbire sivrilmesine sebep ol­
muştu. İran tahtında 1797'denberi Kaçarlardan Feth Ali Şah bulunuyor­
du. Onun yazdığı, dolambaçlı yollardan Paris'e ulaşabilbn bir mektupda, İran'ın Fransa ile dostça münasebetler kurmak isteğinde olduğu bil­
dirilmişti. Tüccar olduğunu söyleyen bir Ermeninin İstanbul'a getirerek,
burada Fransa elçiliğine teslim ettiği bu mektubun doğruluğundan emin
olunmadıktan başka, Fransız hâriciyesi henüz Feth Ali Şah'ın İran'ın
sahibi olup olmadığından da şüphe ediyordu. Jaubert gerek bu durumu
öğrenmek, gerek Osmanlı devletine karşı bir anlaşma yapmak üzere
8 I. İshak Paşa hakkında bkz. Mehmed Süreyya, SfciM-i Osmarii, I, s. 326-327; Hacı
Ahmed Paşa hakkında, Sicili, I, s. 256; Haşan Pasa hakkında bkz. Sicili, II, s. .155; II. İs­
hak Paşa hakkında bkz; Sicili, I, s. 328. .
9 Jaubert’in etraflı bir biyografyası Türkiye ve İran seyahatnamesinin ikinci baskısı­
nın bağında bulunmaktadır, bkz. (J. J. E.) Sédillot, Notice sur P. A m . Jaubert, §u eserde :
P. Arm Jaubert, Voyage en Arménie, et en Perse (Bibliothèque classique des célébrités con­
temporains), Paris tz. s. 1-XXVII.
TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR
297
gönderilmişti10. Fakat bu ajanın, kendisini ingilizlerden ve Rusiardan
gizlemesini bilmesi de şart görülüyordu. Ayni gaye ile Fransa devleti
güney yolundan da İran'a General Romieux adında ikinci bir ajan gön­
dermiş ve çok güçlüklerle Tahran'a varan bu ajan esrarlı bir şekilde
birdenbire ölmüştür11. 5 mayıs 1805'de İstanbul'dan ayrılan Jaubert
Karadeniz'den Trabzon'a gitmiş, orada valinin kendisinden şüphelendi­
ğini görmüş olmasına rağmen bunu önemsememiş, 11 haziran'da Trab­
zon'dan ayrılmış 19-20 haziran gecesi Erzurum'dan çıkmış, nihayet Bayazıd'a girmeksizin birtakım patikalardan İran sınırına gizlice ulaşmağa
çalışırken tam İran sınırına yaklaştığı bir sırada Arzab adında büyük
bir Ermeni köyünde Bayazıd Beyi Mahmud Paşa tarafından yakalatıla­
rak Bayazıd'a getirilmiştir. Jaubert'in gördüğü Bayazıd, çıplak dağların
teşkil ettiği dar bir vadinin içinde kurulmuş bir şehirdir. Evleri boğazın
iki yanında sıralanan kayaların arasında dağınık vaziyettedir. Solda he­
men hemen tırmamlması imkânsız bir dik kayanın tepesinde eski bir
kale görülür. Sağda ve başka bir yüksekliğin zirvesinde işe Paşa'nın
içinde yaşadığı güzel bir bina yükseliyordu. Jaubert, Mahmud Paşa'nın
birkaç satır içinde portresini şöylece çizer : «Bayazıd Paşa'sı Mahmud,
otuz-otuz iki yaşlarında kadardı. Yüz çizgileri asil ve muntazam, bakış­
ları, sert, ifadesi soğukdu. Gösterişli bir dış görünüş içinde alçak ve
ahlâksız bir yürek gizliyordu. Bütün eyalet içinde alçakça hareketleri
ve inanılmaz vahşeti ile tanınmıştı. Bir çok defa, düşman aşiretlerin
beylerini bir takım vâadlerle yanına çektikten sonra merhametsizce öl­
dürttüğü görülmüştü. Bayazıd'a geldiğim sıralarda, bir eğlence esna­
sında tek suçu halk tarafından sevilmekten ibaret genç bir cenkci olan
bir amca oğlunun hayatına henüz son vermişti. Nihayet o sıralarda ken­
di öz kardeşi İbrahim Paşa ile de harp halinde bulunuyordu...». Paşa,
transız ajanını ancak öğle üzeri sarayının avlusunda huzuruna getirtir.
Ona kendisinden şüphelendiğini söyledikten sonra da yanındaki adam­
larını hapsettirir. Ertesi gün, Jaubert, sarayda yeniden Mahmud Paşa­
nın önüne çıkar. Çok uzun bir salonda kabul edilir. Burada Paşa ondan
10 Jaubert’in seyahati hakkında, P. A. Jaubert, Voyage en Arménie et en Perse lait
dans les années 1805 et 1806, Paris 1821. Aynı kitabın yukarıda not 9’daki ikinci baskı­
sında ilk baskıdaki resimler yoktur. Bu resimlerden, s. 28-29 arasında olanı Doğu Bayazıd’ı
uzaktan tasvir eden bir litografya gravürdür.
11 Jaubert’in seyahatnamesini evvelce özet olarak yayınlamıştık bkz. Semavi Eyice,
Bir Fransız gizli ajanı : Amédée Jaubert, *Türk Yurdu* sayı 255 (1955), s. 742-749 ve
sayı 256, s. 831-834.
298
SEMAVİ EYİCE
İran'a gidişinin gerçek sebebini sorar, Jaubert sert cevaplar verir, ajan
İstanbul'a geri dönmeğe hazır olduğunu söyleyince de bu defa Mahmud Paşa, kendisinin sadece görünüşte Bâbıâli'ye bağlı olduğunu fa­
kat aslında İran Şahının bir metbuu olduğunu bildirir ve «...Şah'a gide­
cek bir Avrupalıyı hiç önlermiyim, seni rüzgârdan korunması istenen
nâdir bir çiçek gibi ellerimle ona teslim etmek isterime der. Jaubert,
Mahmud Paşa'nın yanına kattığı bir muhafız kuvveti ile yola çıkar, Bayazıd'dan dört fersah uzakta, Ağrı dağı eteğinde sınırı teşkil eden bir
ırmağı geçtikten sonra, 5 temmuz günü bu adamlar onu yakalarlar ve
gece gizlice tekrar Bayazıd'a getirirler. Böylece Jaubert resmen İran
topraklarında kaybolmuş olmaktadır. Ve gece yarısı fransız ajanı adam­
ları ile beraber, kaleye çıkarılır, burada bir odanın döşemesindeki bir
delikten bir zindana indirilirler. Kaya içine oyulmuş, 16 ayak uzunluk
(5m 20) ve 5 ayak genişliğindeki (1m 62) bu mahzene ancak tepedeki
delikten bir iple inilmektedir. Jaubert burada 3 adamı ile sadece ekmek
ve yoğurttan ibaret bir gıda ile dört-beş ay yaşamıştır. Bu hikâyenin
ne kadarı doğrudur bilmiyoruz. Fakat çok iyi bir insan olan kale diz­
darı Mahmud Ağa ve onun bir yakını olan Saliha adındaki bir kadın,
Jaubert'in mâneviyatını desteklerler. Temmuz'dan kasım ayına kadar
dört-dört buçuk ay burada kalan Jaubert, hayatını bu cesur ve iyi in­
san Mahmud Ağaya borçlu olduğunu yazar12. Nihayet Doğu Bayazıd'da
seksen yıldır ilk olarak korkunç bir veba salgını patlak verir. Az sonra
Mahmud Paşa'nın hareminde iki câriyenin hastalanıp birinin öldüğü, ar­
kasından da gözdelerden Züleyhâ'nm da hastalığa yakalandığı haberi
gelir. Nihayet Mahmud Paşanın da hastalandığı öğrenilir. Ölüm halin­
de olmasına rağmen Jaubert ve adamlarını idam ettirmek isterse de,
dizdar Mahmud Ağa bu emri yerine getirmez ve az sonra da Mahmud
Paşa'nın ölüm haberi gelir. Bu hatırata göre. Doğu Bayazıd beyi, Mah­
mud Paşa 1805 yılının kasım ayında vebadan ölmüştür. Şu halde İshak
Paşa sarayının avlusundaki mezartaşsndaki kazınmış tarihi H. 1220 ola­
rak tamamlamanın mümkün olacağı kanaatindeyiz. Mahmud Paşa'nın
ölümü ile, kardeşi İbrahim Paşa ve kendi oğlu Ahmed Bey arasında mü­
cadele başlamış ve Ahmed Bey Bayazıd'a sahip olmuştur. Bu çocuk
12 Doğu Bayazıd kalesi dizdarı Mahmud Ağa’dan gördüğü yardim ve yakınlığın te­
şekkürü olarak Jaubert onlara lâtince ve türkçe olarak yazılmış 1805-1220 H. tarihli bir
vesika verdiğini bildirerek, bunun fransızca tercümesini kitabında tekrarlar, kşl. s. 74, ikinci,
baskıda, s. 65.
TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR
299
da bazı tesirler altında kalarak Jaubert'i öldürtmek istemiş ise de o da
az sonra annesi ile vebadan ölmüştür. Bayazıd Beyi olan İbrahim Paşa
kardeşi Mahmud Paşa'nın karıları ile çocuklarına bu muhteşem sarayı
bırakmağı uygun bulduğundan, kalede oturmağı tercih etmişti. Nihayet
bir tesadüfle İbrahim Paşa, Jaubert ve adamlarının kapatılmış olduk­
larını öğrenerek, onları serbest bırakmış, İstanbul'dan gelen emir üze­
rine de bütün eşyalarını geri vererek 19 şubat 1806 da, Yusuf Paşa'nın yanına gitmek üzere yola çıkmasına izin vermiştir13.
III
Serez’li Yusuf Muhlis Paşa
( Resim: 7 - 7 a )
Tarih Enstitüsü Dergisi'nin önceki sayısında basılan bir yazımız­
da, elimize geçen iki eski gravürden bahsederken, bunların birinin Var­
na'nın 1828'de Rus ordusuna teslim edilişini ve Kaptan-ı Deryâ Da­
rende'n Mehmed İzzet Paşa'nın buradan çıkışını tasvir ettiğini belirt­
miştik14. Bu arada Varna'nın Rus çarına teslim edilmesinde büyük ölçü­
de Varna muhafızı Serez'li Yusuf Paşa'nın payı olduğunu da, o çağın
resmî vakanüvisi Lütfi Efendi'nin Tarihimden aynen almak suretiyle ha­
tırlatmıştık. Bu hususda şu tamamlayıcı bilgileri de burada bir araya
getirmeği yerinde buluyoruz.
Evrenos-zâde'lerden olan Serez'li Yusuf Paşa'nın bu ihaneti Lütfi
Efendi'nin Tarih'inde aynen tekrarlanan Kaptan Paşa izzet Paşa'nın
resmî bir ruznâmesinden açık surette görüldüğü gibi, bu şehrin tesli­
mine yol açmış ve Yusuf Paşa, şahsî bir kızgınlığı yüzünden görevini
kötüye kullanarak bir memleket parçasının düşman eline düşmesinde
13 Jaubert’in anlattığı zindan hikâyesinin doğruluk derecesi yerinde İncelenmeğe de­
ğer. Kalede böyle bir mahzenin bulunup bulunmadığı belki hâlâ tesbit olunabilir. Jaubert’in
bu zindanın kalenin mimarisindeki yeri hakkında verdiği bilgilerde biribirini tutmayan hu­
suslar olduğu da dikkati çeker. Bu Fransız ajanı, Bayazıd’dan ayrıldıktan sonra Osmanh
topraklarından ayrılıncaya kadar ortalığı karıştıran davranışlarım sürdürmüş, hattâ Van’­
daki bir kanlı olayda parmağı da olmuştur, bu hususda bkz. yukarıda not 12’deki yazımız,
s. 831-832.
14 Semavi Eyice, Tarihi iki olayla ilgili iki gravür, *Tarih Enstitüsü Dergisb III (1973),
s. 311-318 ve iki levha.
300
SEMAVİ EYİCE
hiçbir kaygu duymaksızın yardımcı olmuştur. Bunun böyle olduğunu
Lütfî Efendi yazdığı gibi yerli ve yabancı tarihçiler de yazmışlardır15. İs­
mail Hami Danışmend : «...kalenin hâin muhafızı Serezli Yusuf Paşa
düşmanla gizlice temas edip Varna'yı Çara satmış ve maiyyetindeki
Rumeli askeriyle beraber Rusya'ya iltica edip bir müddet orada para
yem iştir...»16, A. de La Jonquière : «...OsmanlIların en büyük talih­
sizliği Yusuf Paşa'nın şehri satmış olmasıdır. Hain kumandanlarının pe­
şinden giden kale muhafızları tarafından boşaltılan içkaleye yanındaki
300 kahraman ile kapanan Kaptan Paşa hep beraber burayı havaya
uçurmak tehdidinde bulundu. Çar, bu bir avuç bahadıra serbest çıkış
hakkını tanıdı ve onların bu şecaatlerine lâyik saygıyı gösterdi. Ölüme
mahkûm edilen Yusuf ise, alçaklığının karşılığı olan altınları yemek
üzere Rusya'ya sığındı...»17, Carl, Ritter von Sax: «...Silâh kuvvetin­
den ziyade, bir hakarete uğramış olan derebeyi Yusuf Paşanın ihaneti
sayesinde Varna düştü»18.
Serezli Yusuf Paşa veya tam adı ile Yusuf Muhlis Paşa (17831843) hakkında Y.G. Çark'ın kitabında kısa bir not bulmamız üzerine19,
bu konu üzerinde ufak bir araştırma yaparak Çark'ın eserinde bahsi ge­
ts Esad Efendi bu Varna olayında Yusuf Muhlis Paşa kadar Darendeli İzzet Paşayı
da kabahatli bulmaktadır. İbnülemin M. Kemal, aşağıda not 24’deki yerde, s. 970’de Esad
Efendi’nin «Hulâsa adem-i vukuf ve hamakal-i İzzet Paşa ve hıyaneti Yusuf Paşa ile kale
gitti» dediğini yazmaktadır. 1828-1829 Türk-Rus savaşı hakkında yazılmış en iyi kitap ol­
duğu kabul edilen, H.von Moltke, Campagnes des Russes dans la Turquie d’Europe en 1828
et 1829 (fransızcaya çeviren A. Demmler) Paris 1854, de bu olaydan da bahsedilir. Ki:
tabın ilk cildinin büyük kısmı (s. 115 vd. ile s. 145-216), yetmiş gün süren Varna çarpış­
malarına ayrılmıştır. Moltke, *...Tiirk askerinin kamı toktu ve cephanesi tanıdı, açılan
gedikler üzerinde karısını, çocuklarını ve memleketiyle dininin şereflerini korumaya azin.
liydi.* (s. 170) dedikten sonra, Türk kumanda heyetinin işin önemini kavrayamamış olduk­
larım da belirtir (s. 207). Bir türlü anlaşılamayan bir sebebten Yusuf Paşa’mn 10 Ekim
öğleden sonra birdenbire Ruslara teslim oluşu ve beraberinde yedi bin kişilik bir kuvveti
karşı tarafa geçirmesi büyük bir ihanetti (s. 212). Kaptan-ı Derya İzzet Paşanın kendisine
bağlı üç yüz kahramanla sonuna kadar dayanmasını ise takdirle karşılar.. Gene Moltke’ye
göre eğer Varna’da Yusuf Paşa’mn ihaneti olmasa, Türk ordusunun durum u. başka türlü
olacaktı. Bu değerli eser dilimize de çevrilmiştir bkz. 1828 seferi-Bulgarya ve Rumelide
Ruslar (çeviren: Ahmet Rasim ve Muammer), İstanbul 1934.
16 İsmail Hami Damşmend, Osmanlı tarihi kronolojisi, İstanbul 1955, IV, s. 113.
17 A.de La Jonquière, Histoire de l’Empire 'Ottoman, Paris 1881, s. 464-465.
18 Carl, Ritter von Sax, Geschichte des Machtverfalls der Türkei bis Ende des 19.
Jahrhunderts..., Wien 1908, s. 229.
19 Y. G. Çark, Türk tarihinde Ermeniler 1453-1953, İstanbul 1953, s. 41-42.
TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR
301
çen ermenice makalenin özet halinde bir tercümesini elde ettik“ :
«.Ailesi mensuplarından öğrenildiğine göre İzmir'de 1822-1823 yılların­
da, yâni Yunan ayaklanması başladığı sıralarda Sarkis Garabedyan adın­
da bir tabip bulunmaktadır. O sırada, Osmanlı hükümeti tarafından Girit
ve Mora'ya kumandan olarak gönderilen Serez'li Evrenoszade Yusuf
Paşa'nm ordusunun hekime ihtiyacı olması sebebiyle, İzmir'den Avru­
palI Dr. Korporal'ı kendine hekim olarak seçmiş olup, bu sonuncu da
Sarkis'i yardımcı olarak yanına almıştır. Bir iki yıl sonra, Sarkis başka
bir göreve tayin olunan Dr. Korporal'ın yerine Giritteki Osmanlı ordusu
başhekimliğine tayin olunmuş, hazakat ve liyakatiyle meşhur olarak,
Yusuf Paşafnın çok yakın dostluğunu kazanmıştır. Böylece Sarkis Yu­
nan istiklâl savaşının bütün olaylarına şahit olmuştur. Navarin baskını
henüz son bulmuşken, ayni yılın aralık ayında Türk-Rus savaşı çıkmış,
bu sebeple de Yusuf Paşa ordusu ile Rumeli'ye geçip Varna'nın savun­
ması ile görevlendirilmiştir. Dr. Sarkis de, Osmanlı kuvvetinin başhe­
kimi sıfatiyle, maalesef Yusuf Paşa’nm alnını parlak zaferlerle ağartma­
yacak olan bu savaşa katılmak üzere yola çıkmıştı. Kanlı çarpışmalar­
dan sonra Rus ordusu Varna'yı kuşatmış, bunun çok sıkı oluşu ve uzun
sürmesi neticesi açlıkla karşılaşan şehir düşmana teslim olmaya mec­
bur kalmıştı. Ruslar kumandan Yusuf Paşa'yı, Dr. Sarkis'i ve diğer ku­
mandanlarla çok sayıda askeri esir almış (1828 ekiminde) ve Odesa'ya
götürerek sulhün imzalanmasına kadar (1 8 3 3 ) orada tutmuşlardır. Dr.
Sârkis'in ailesi tarafından anlatıldığına göre, Ruslar esirlerine gayet iyi
muamele etmiş, onları güzel bir saraya yerleştirerek izaz ve ikramda
bulunmuşlardı. Sulh yapıldığı sıralarda Sarkis Garabedyan Osmanlı ta­
biiyetini bırakıp, Rus tabiiyetine geçmiş ve az sonra da Rus pasaportu
ile ve Dr. Serço Garabedof adıyla İstanbul'a dönmüştür... Fakat Sarkis'in Rus tabiiyetine geçmesi ve isim değiştirmesi sebepsiz değildi. Yu­
suf Paşa hakkında en ağırından iftiralar yayılmıştı. Söylendiğine göre,
o hiyanette bulunarak aldığı rüşvete karşılık Varna'yı Rusa teslim et­
mişti. Böylece vatan haini sayılan Yusuf Paşa suçlu ve sanık durumuna
düşmüştü. Sarkis Garabedyan onu bu kirli söylentiden temizlemek,
üzerine yüklenen suçlardan temize çıkarıp kurtarmak için Serço Gara­
bedof olarak İstanbul'a geliyordu. Sârkis'in yanında değerli hediyeler
20 Vahram Torkomyan, Dr. Sarkis Garabedyan, *Bandes Amsorya-Revue des Etudes
Arméniennes> (1904), s. 48-53. Bu ermenice makalenin türkçe bir özetini temin eden Kevork
Pamukcuyan Bey’e teşekkür ederim.
SEMAVİ EYİCE
302
de bulunuyordu. Efendisinin kurtarılması için bunları gerekli yerlere su­
nup, onun suçsuzluğunu ( i ) is bat ederek affını temin etmiştir. Sarkis Odesa'ya dönerek Yusuf Paşayı alıp İstanbul’a getirmiş ve o da
yüksek mevkilere yeniden nail olmuştur. Sarkis, az bir süre Yusuf Paşa
ile kalmış, sonra Manisa'ya gitmiş, oradan da İzmir'e geçmiştir. Ödemiş'de bulunduğu sıralarda ise, 1843 de Yusuf Paşa'nın oğlu Mazhar
Paşa tarafından, civarındaki bir birliğe tabib nasbedilmişti».
Özetini verdiğimiz bu makaleden açıkça anlaşıldığı gibi Serez'li
Evrenoszade Yusuf Muhlis Paşa, Varna kuşatmasında, her ne sebep­
ten ve hangi tesir altında olursa olsun bir ihanette bulunmuş ve bu
yüzden de Odesa'da kendisine tahsis olunan bir sarayda bir kaç yıl
yaşamak imkânını elde etmiştir. Bu ihanet üzerine Yusuf Paşanın Os­
manlI topraklarında kalan mallarına ve servetine Devletçe el konulmuş,
arazilerinin idaresine Yenişehir Defterdarı İbrahim Efendi memur edil­
miştir. Fakat pek az sonra Yusuf Paşa yurduna dönmenin çarelerini
aramağa başlamış ve Rusya'ya elçi olarak gönderilen Halil Rifat Paşa,
Hoca Bey'e vardığında onu ziyaret ederek Varna'da bir suçu olmadı­
ğını ve beraberindeki bazı adamları ile Hacca gitmek için izin verilmesi
ricasında bulunmuştur. Seraskerin izin vermesi üzerine İstanbul'a ge­
len Yusuf Paşa, Vezneciler semtinde Kandiye muhafızı konağına yer­
leşmiştir. Elde edilen bazı aracıların yardımıyla Sultan II. Mahmud’dan af
fermanı da alındıktan sonra21 durumu yeniden sağlamlaşan Yusuf Paşa,
1835'de Belgrad muhafızlığına tayin edilmiş fakat az sonra hastalık ba­
hanesi ile İstanbula dönmüş, Tanzimat sırasında yeniden düzenlenen
idari sistemde Saruhan (Aydın) müşiri olmuş, nihayet 1841'de Rumeli
valiliğine tayin olunmuştur. Fakat Varna olayındanberi arası açık olan
İzzet Paşa Sadrâzam olunca, Yusuf Paşa'nın yaşlılık ve sıhhatsizliği sebeb gösterilerek H. 1258 ( = 1 8 4 2 ) 'de azl edildiği ve Serez'deki çiftli­
ğinde yaşamağa mecbur edildiği bilinir. Osmanlı İmparatorluğunun yı­
kılmasında bilerek veya hasis maddî hesaplarla, bilmeyerek yardımcı
olan bazı Devlet ileri gelenlerinin arasında gayet tipik bir misâl teşkil
eden Yusuf Paşa Serez'de H. 1259 (= 1 8 4 3 )'d a ölmüştür. Serez'deki
gayet büyük ve muhteşem konağının selârhlık kısmının 120, harem kıs­
mının ise 80 odadan ibaret olduğu ve burada onun göz kamaştırıcı bir
debdebe içinde yaşadığı. Bayramlarda Padişah sarayı törenlerini taklit
ettiği ve bu konak-sarayını, çok meraklı olduğu eski ve değerli eşya ile
21
Bu buruk ifadeli af yazısı hakkında bkz. aşağıda not 24 deki yerde s. 970.
TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR
303
döşettiği rivâyet edilir22. Kadına çok düşkün olan Yusuf Paşa'nın pek
çok câriyesi vardı ve özel adamları ona yenilerini temin ediyorlardı23.
Ayrıca onun biraz şairliği de olduğu söylenir21. Serez'de olması gere­
ken mezarı ve mezartaşı hakkında bir bilgi edinemedik. Serez'de Yusuf
Muhlis Paşa'nın yaptırttığı bir camii olduğu ve mezarının bu camiin
hazicesinde bulunduğu söylenmekte ise de bu hususun kontrolü müm­
kün olmamıştır. Fakat Serez'de cami ve hazireden artık bir şey kalmış
olabileceğini sanmıyoruz. Diğer taraftan Yusuf Muhlis Paşa'nın Batılı
ressamlar tarafından yapılmış bazı portreleri de vardır. Bunlar sayesin­
de fizik görünüşünü tanımak mümkün olmaktadır25.
22 İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Yusuf Muhlis Paşa hakkmdaki bu çeşit bilgileri,
aym aileden İzmir’de Vakıflar müdürü olan Esad Serezli’den elde etmiştir.
23 Aym kaynakdan öğrenildiğine göre, Yusuf Muhlis Paşa cariye seçiminde rehber,
olarak Vasıjnâme adında manzum bir kitap yazdıktan başka, 60 yıllık ömrü boyunca
elinden geçtiğini iddia ettiği yediyüz câriyenin adlarım bildiren bir de defter bırakmıştır!
K ırk kadar çocuğu olmuş, bunlardan yedisi kız yedisi erkek olmak üzere ondördü yaşa­
mıştır.
24 Şemseddin Sami, Kâmûsü’l-Âlâm, Yusuf Muhlis Pasa maddesi, VI, s. 4237; İbnüle­
min Mahmud Kemal İnal, Son asır Türk sairleri, İstanbul tz. s. 969-973,1 resmi ile. Aym
yerde, vezir olduğunda mührüne şu dörtlüğü kazdırdığı bildirilmektedir :
Bu âciz bendene Yâ Rab vezaret
Değü iken seza kıldın inayet
Bana her demde tevfikini refik et
Bi hakkı hatemi mühr-i nübüvvet
Abdü’hu Yusuf Muhlis
25 Yusuf Paşamn kısa biyografyası ile, İbnülemin M. Kemal’in kitabından alınmış
bir resmi, İbrahim Alaeddin Gövsa, Türk meshıirlan Ansiklopedisi, İstanbul tz. s. 258’de
bulunmaktadır. Sayın E. Gl. Cevdet Çulpan’dan sağlanan bir notta, Yusuf Muhlis Paşa’mn
resmi hakkında şunlar haber verilmektedir : «Atina resim müzesinde yağlı boya bir resmi
bulunduğunu, ressam Riza Bey tarafından bunun bir kopyasının yapılmış olduğunu, Muhlis
Paşanın akrabasından bir bayanın, İstanbul Ü. Tıp Tarihi Enstitüsünde verdiği bilgiden, 4
Mart 1964’de öğrendim.» Atina’da bu çeşit tablolar genellikle Benaki müzesinde ise de,
eski kataloglarda bu hususda bir ipucu elde edilememiştir, kşl. ' Guide du Musée Bénaki,
Atina 1936. Bu müze müdürlüğüne yazdığımız bir mektuba aldığımız 11 şubat 1974 tarih
ve A. Delivorrias imzalı cevapda şöyle bir açıklama yapılmaktadır : Benaki müzesinde res­
sam Boggi’nin. eseri olarak vs d’après nature çizilmiş, ikisi renkli biri ise sépia Yusuf Paşa’mn üç resmi bulunmaktadır. Mektupda bildirildiğine göre, bu resimler, bir kopyasını yol­
lamış olduğumuz, İbnülemin M. Kemal’in kitabındaki resmin aym değildir. Desenci ve
gravürcü olarak tanınan ressam Giovanni Boggi, 1790 yılma doğru İtalya’da Cremona’da
doğmuş, 1832’de gene orada ölmüştür. Yabancı ressamlardan yaptığı portre kopyalan ve
Leonardo de Vinci’nin Trattato della Pittura adlı kitabının o sırada yapılan bir yeni bas-
304
SEMAVİ EYİCE
IV
Keçecizâde Fuad Paşa’mn mezarı
(Resim: 8 - 1 4 )
Son devir Osmanlı-Türk tarihinin büyük iz bırakmış şahıslarından
olan Sadrâzam Keçecizâde Fuad Paşa (1814-1869)'nın, İstanbul'da Sultanahmette bugün bir türbesi vardır. Çeşitli yayınlarda Fuad Paşa'nın
1 8 6 9 'da ölümü üzerine cenazesi İstanbul'a getirildiğinde, büyük bir tö­
renle Sultanahmetteki türbesine gömüldüğü bildirilmektedir26. Halbuki
gerçekte böyle olmamış ve Fuad Paşa, Sultanahmet semtinde, eski adı
ile Fazlı Paşa sarayı mahallesinde, Uzun Şüca camii yakınında boş bir
arsaya gömülmüş ve ancak sonraları mezarının üstüne bugün görülen
türbe yapılmıştır. Bu hususu ispatlayan dayanakların neler oldukları
aşağıda görülecektir.
1972 yılı yazının sonlarında İstanbul'da Sahaflar çarşısında bir me­
zattan gelen eski kitaplar arasında, bir deste dağınık kitap forması ve
desen taslakları bulmuş ve satın almıştık. Biribirleri ile hiçbir ilgisi ol­
mayan bu parçalanmış kitap sahifeleri ile kurşun kalem veya mürek­
keple çeşitli renklerde kâğıtlara çizilmiş desen denemeleri arasında bir
tanesi bilhassa dikkati çekiyordu. Bu 27x17,5 cm ölçülerinde koyu gri
bir kâğıt tabakası üzerine kurşun kalemle yapılmış bir resim olup, sağ
alt köşesinde etrafı tahta perde çevrili bir mezarın altında bu yazı gö­
rülmektedir: Tombe de Fuad-Pacha-Constantinople, 1869, ( İs t a n b u l'­
da Fuad Paşa'nın mezarı, 1869).
Bu resmi kimin yaptığını bildirecek bir işaret yoktur. Fakat kur­
şun kalemi çok ustalıkla kullanan bir ressamın işlek eliyle çizildiği der-
kısını resimlendirmekle tanınmıştır, bkz. Thieme - Becker, Künstlerlexikon, IV (1910) s. 217.
E. Bénézit, Dictionnaire des sculpteurs, dessinateurs et graveurs [yeni baskı] Paris 1948, I,
s. 729. Benaki müzesi müdürlüğünden, öğrencilerimizden Dimitri Rayçanovski’nin aracılığı
ile Muhlis Paşa’mn İtalyan ressamı Boggi tarafından yapılan resimlerinden birinin bir kop­
yası elde edilebilmiştir. Bu araştırmamızda yardımcı olan adı geçen Müze müdürlüğüne ve
eski öğrencime teşekkür ederim.
26 İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Osmanlı devrinde son Sadrâzamlar, I, s. 178, t Ce­
nazesi cemmi gafir ile kaldırılarak Fazlı Paşa civarındaki türbe-i mahsusaya defnedildi»;
Orhan Köprülü, Fuad Paşa 1815-1869, İslâm Ansiklopedisi, IV (1948), s. 672-681, «...sağ­
lığında hazırlattığı Peykhane caddesindeki türbesine defnedilmiştir».
,
TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR
305
hal görülmektedir. Ayrıca resmi, yerinde yâni d'après nature bir kroki
halinde meydana getirdiği, çalışma tarzından anlaşılmaktadır. Bahis ko­
nusu resimde ön plânda boş bir arsa ortasında etrafı tahta perde ile
çevrili mezar yeri gösterilmiş ve bunun Fuad Paşa'nın kabri olduğu ay­
rıca fransızca yazı ile de belirtilmiştir. Mezarın etrafında yaşmaklı ve
feraceli üç kadın görülmektedir. Bunlardan sağdaki tek, soldakiler çift
olup, bir tanesi kolunda bir çocuk taşımaktadır. Arsanın arkası resmin
bütün eni boyunca harap bir duvar ile iki sıra pencereli daha yüksek
bir bina harabesi tarafından kaplanmıştır. Fuad Paşa'nın mezarının bu­
lunduğu arsayı sınırlayan bu yıkıntıların arkasında yaprakları dökük iki
ağaç farkedilir. iki ağacın arasında küçük bir minare yükselmekte, res­
min sol tarafında ise arka plânda bir cami kubbesinin yarısı ile bir mi­
narenin ucu ve ikisi arasında Çemberlitaşın en üst dört boğumu işaret­
lenmiş bulunmaktadır. Bütün bu işaretleri İstanbul'un bu bölgesinin
topoğrafyasına yerleştirecek olursak, şu hususlar meydana .çıkmakta­
dır : Ön plândaki tahta perdeli mezaryeri, bugün Fuad Paşa türbesinin
bulunduğu noktadır. Arkada görülen çift sıra pencereli harap büyük
bina, yerinde bugün Fuad Paşa camiinin yükseldiği Uzun Şüca camimin
ilk yapısının kalıntısıdır27, iki ağacın arasında gösterilen minare ancak
Divanyolu caddesi kenarında olduğu bilinen şimdi hiçbir izi kalmayan
Hacı Ferhad camiine âit olabilir. Bu minarenin az ilerideki Köprülü ca­
miinin olamayacağı kesindir. Çünkü bu cami aslında bir medrese dersanesi olduğuna göre taştan bir minaresi yoktur, bugün de ahşap ba­
sit bir cumba ezan yerine sahiptir. Sol kenardaki uzun külâhlı minare
ise, Nuruosmanî camiinin iki minaresinden birinin ucudur. Eski fotoğ­
raflardan 19. yüzyıl sonlarına kadar bu camiin minarelerinde, kurşun
kaplı ahşap uzun külâhlar bulunduğu bilinmektedir28. Resmin en kena­
rında yarısı gösterilmiş kubbenin hangi binaya ait olduğunu söylemek
ise daha zordur. Bu, Köprülü kütüphanesinin. Köprülü camiinin veya
Atik Ali Paşa camiinin hattâ Nuruosmanî camiinin kubbesi olabilir.
27 Burada Uzun Şüca ve Fazlı Paşa sarayı mescidleri adında iki ayrı ibadet yeri bu­
lunuyordu, kşl. Hadikatii’l-cevâmi, I, s. 50 (Uzun Şüca), s. 157 (Fazlı Paşa sarayı m.),
Fakat verilen bilgiler aynı binada birleşmektedir. Ayrıca bkz. Reşad Ekrem Koçu, Fazlı
Pasa Sarayı mescidi maddesi, İstanbul Ansiklopedisi, X (1971), s. 5596. İstanbul Camileri
haritası (H. 1254 =1838)’nda Uzun Şüca ve Fazlı Paşa sarayı mescidlerinin işaretlenmeyişi
gariptir.
28 Semavi Eyice, İstanbul minareleri, Güzel Sanatlar Akademisi — Türk Sanatı Tarihi
Araştırmaları ve İncelemeleri, I (1963), s. 64-65, bilhassa not 149.
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 20
306
SEMAVİ EYİCE
Fransa'nın tanınmış dergilerinden Illustration 1869 yılına ait bir
sayısında Xavier Eyma imzasıyla Fuad Paşa’nın Nice'de, 10 şubat 1869
çarşamba günü. Promenade des Anglais caddesi üzerinde Villa Avigor'daki ölümü hakkında bilgi verilmektedir. Fuad Paşa burada, gazeteleri
okurken birdenbire gelen bir krizle vefat etmiş, ye cenaze töreni Floransa'da Türk temsilcisi olan ve son günlerinde Fuad Paşa'nın yanında
bulunan dostu Rüstern Bey tarafından idare edilmiştir29. Cenaze 19 şu­
bat cuma günü kaldırılarak bir piyade taburunun ve şehrin ileri gelenle­
rinin katılmasıyla çok muhteşem bir tören yapılmıştır. Cenaze Paris'teki
Türk elçiliği mensupları tarafından yıkanıp kefenlenerek tahnit edilmiş
ve bir çifte tabuta konulmuştur. Cenaze alayı çok büyük bir kalabalık
beraberliğinde (escorté par une foule énorme) Saint-François de Paule
sokağı ve Panchettes yolu ile limana getirilmiştir. Rüzgârın çok sert,
denizin dalgalı oluşu yüzünden cenazeyi götürecek Le Renard gemisi
limana giremeyip, Villefranche'da demirlediğinden liman ile burası ara­
sındaki 5 km. lik yol yaya olarak geçilmiştir. Cenaze askeri törenle ge­
miye bindirilerek yola çıkarılmıştır. Bonnefoy tarafından çizilen bir kro­
kiden, P. Blanchard eliyle yapılan bir gravür Illustration'un bu haberi
veren sayısında, cenazenin gemiye götürülüşünü tasvir etmektedir30.
Villefranche rıhtımlarında büyük bir kalabalık görülür. Liman istihkâ­
mındaki fransız bayrağı yarıya indirilmiş ve donanma işkampavya'larının kürekleri selâm vaziyeti olarak dik tutulmuştur. Üç direkli bir aviso
olan buharlı Renard gemisinin orta direğinde büyük bir Türk bayrağı
dalgalanmaktadır. Fuad Paşa'nın cenazesi bir işkampavya:ya yerleştiril­
miştir. Yalnız bir dümencinin bulunduğu bu teknede cenazenin yanında
bir imam ayakta durmakta ve tekne yedekte çekilerek Renard'a götü­
rülmektedir31.
İstanbul'da çıkan Ruznâme-i Ceride-i Havadis gazetesinde de Fuad
29 Rüstem Bey, geçen yüzyılda Osmanlı Devleti hizmetine giren ve bir Türk gibi görev
alan bir yabancıdır.
30 X. Eyma Les obsèques de Fuad — Pacha à Nice, 20 février 1869, *L’Illustration —
Journal Universel», 27. yıl, LIII, sayı 1357, ilk sahifede gravür, makale ise s. 130’da.
31 Cenaze o sırada Fransa’daki Türk elçiliği imamı olan Hoca Tahsin Efendi (18121880) tarafından yıkanmış ve Hoca, cenaze ile İstanbul’a kadar gelmiştir. Gravürde kayıkda tabutu bekleyen imam herhalde o olmalıdır. Gemide de Fuad Paşa’nın tabutu, bir
türbe gibi döşenmiş olan bir yerde durmuştur. Bu vesile ile ilim tarihimizde önemli bir yeri
olan Hoca Tahsin Efendi’nin bugünkü Arnavud Devleti tarafından, Amavud milliyetçili­
ğini hazırlayanlardan biri olarak kabul edildiğini ve Tirana’nın bir caddesine onun adının
verildiğini hatırlatabiliriz.
TARİHİ MEZARLARDAN NOTLAR
307
Paşa'nın ölümü ve cenazesinin getirilmesi ve gömülmesi ile ilgili uzun
yazılar yer almaktadır32. Gazetenin verdiği bir habere göre Fuad Paşa'nın önce Sultan Bayezid meydanında yaptırdığı ve tamamlanmak üzere
olan konağının bitişiğinde bir yere gömüleceği yolunda bir rivayet çık­
mış ise de33, sağlığında imar ve ihya etmeği tasarladığı Fazlı Paşa sem­
tindeki Boyacılar camii yakınında bir arsanın düzeltilmesiyle oraya gö­
mülmesi uygun görülmüştür. (Na'şı Sultan Bayezid meydanında ta­
mamlanmak üzere bulunan konak ittisalinde bir mahallin tesviyesiyle
defnedileceği şayi’ ise de alınan malumata nazaran muşarileyh hal-i
hayatında imar ve ihyasını emel eylediği Fazlı Paşa civarında Boyacılar
camii ittisalinde bir mahallin tesviye ve ihzarı ile orada defin-l hâk-i
gufran olacağı anlaşılmıştır) . Cenazeyi getiren Renard gemisi 15 şubat
günü Çanakkale boğazından geçerken Prince Bonaparte adında bir
transız posta gemisine çarparak batırmış ve 13 kişinin boğulmasına
sebep olmuştur. Nihayet cenaze 16 şubat pazar günü İstanbul’a gelmiş
ve Tophane önünde demirlemiştir. Burada Bahriye nazırı Mahmud Ne­
dim ile Ticaret nazırı Kabûli Paşalar ve Kâmil Bey ile Saip Efendi tara­
fından karşılanarak Bahçekapı'da karaya çıkarılan cenaze Yenicami'de
namazı kılındıktan sonra büyük törenle Sultanahmet'deki mezarına gö­
türülmüştür. Yenicami'de tezkiyesi Yenikapı Mevlevihanesi Şeyhi Os­
man Efendi tarafından yapılmış, camiden mezara kadar yol boyunca iki
sıra asker dizilmiş bütün daireler tatil edilmiş halk sokaklara dökülmüş
ve dükkânlar dahi kapanmıştır (Zikrolunan pazar günü yollar insan ile
öyle dolmuş idi ki bayağı hareket nâkabil ve cemaatin adedi hilâfsız iki
yüz bine baliğ id i). Hayli uzun olan ve içinde ilgi çekici detaylar bu­
lunan bu havadiste cenazenin Fazlıpaşa semtinde yeniden yaptırmağı
düşündüğü camiin yanında gömüldüğü de bildirilmektedir (...merhum
32 Ruznâme-i Ceride-i Havadis, sayı 1093, 5 zilkade 1285 (Rumî 5 şubat) s. 4369;
sayı 1094, 6 zilkade 1285, s. 4373 (Rumî 6 şubat); sayı 1100, 15 zilkade 1285 (Rumî 15
şubat) s.. 4397; sayı 1101, 17 zilkade 1285 (Rumî 17 şubat) s. 4401; sayı 1103, 19 zilkade
1285 (Rumî 19 şubat) s. 4410) İstanbul’da yapılan cenaze töreni burada etraflı surette anla­
tılmıştır), aym sayıda s. 4409-441 l ’de Fuad Paşa’mn etraflı bir biyografyası da yer almak­
tadır. Yaptığı faydalı işler arasında bir tanesi şehircilik tarihi bakımından önemlidir: Dersaadefde yolların tesviyesi ve kârgir haneler inşası usuliinun tesisi. Biyografya şu bilgi ile
sona ermektedir: N is’de hasta, hattâ ihtizar halinde yatarken Yunan ile münasebetlerin ke­
sildiğini duyunca hamiyet ve gayret-i zatiyesi ile dert ve elemini unudup beş saat çalışarak
Paris sejaret-i seniyesine hitaben bir talimat kaleme almış ve bu mesai hastalığının artma­
sına mucip olmuştur».
33 Ruznâme-i Ceride-i Havadis, sayı 1093, s. 4369.
308
SEMAVİ EYİCE
müşarileyhin na'şı şerifleri Fazlıpaşa civarında vasiyet ve orada ihya­
sına niyet buyurmuş oldukları camii şerif nezdinde vaki mahalle defin
olunmuştur)34.
Fransız basınında «...memleketinin siyasetinde geçişinin çok de­
rin bir iz bırakacağı mümtaz adam ( L homme éminent qui laissera une
trace si profonde de son passage dans la politique de son pays...)
cümlesi ile tarif edilen Fuad Paşa'nın İstanbul'daki cenaze töreni de G.
Brun imzasıyla Illustration'da yayınlanmıştır35. Bunda cenazenin yeni
bir tabuta konulduğu ve şehrin doğuya bakan bir yamacında Marmara
denizi ile adaları gören bir yerde gömüldüğünü bildirir. Fakat en ilgi
çekici olan husus şudur ki, bu havadis ile birlikte cenazenin gömülü­
şünü gösteren bir de gravür yayınlanmıştır. Ve bu gravür ile sahibi ol­
duğumuz orijinal resmin arasında pek büyük bir benzerlik vardır. Gravü­
rün altında bunun Hayette adında bir ressam eliyle çizilen krokiden ya­
pıldığı belirtilmiştir. Krokiyi gravür haline getiren ustanın imzası res­
min sol alt köşesinde varsa da bunu okuyamadık. Resmin aslını çizen
François Claude Hayette, 16.VI.1838’de Lyon'da doğmuştur. 1852-1858
yılları arasında Lyon'da Güzel Sanatlar Okulu'nda sonra Paris'de Gü­
zel Sanatlar Okulu'nda J. C. Bonnefond, L. Cogniet ve J. Pils yanında
yetişmiştir. 1860'lardan itibaren İstanbul'da Galatasaray Sultani'sinde
öğretmen olarak görev almış ve İstanbul'da yaptığı portreler, manzara­
lar ve krokileri 1865 ile 1866'da Paris'de 1866-1886 yılları arasında ise
Lyon'da sergilemiştir36. İstanbul'da ne kadar kaldığını, nerede hangi ta­
rihte öldüğünü tesbit edemediğimiz F. C. Hayette'nin resimlerinden eli­
mizde hiçbir örnek olmadığından Fuad Paşa mezarını gösteren üslubu
ile onları karşılaştıramıyoruz. Fakat Illustration’daki gravürü ile bu de­
sen arasındaki benzerlik o kadar açıktır ki elimizdeki desenin Hayette'­
nin kaleminden çıkmış bir taslak olduğunu hemen hemen kesinlikle
söyleyebiliriz. Illustration’daki gravür esasında bizdeki desene tama­
men uymakta yalnız bir farkla ki bunda tabut mezar çukurunun başına
getirilmekte ve etrafda büyük bir kalabalık yer almaktadır. Hayette eli­
mizdeki resim taslağının bir benzerini Paris'e yollamış ve bu orada İs34 Ruznâme-i Ceride-i Havadis, sayı 1103, s. 4410.
35 L ’Illustration, Tl. yıl, LIII, sayı 1360 (20 mart 1869), s. 180 de resim, cenaze
törenine dair G. Brun imzalı makale ise s. 183-184’dedir.
36 E. Bénézit, Dictionnaire des peintres, sculpteurs, dessinateurs et graveurs, Paris IV
(1951) ilk baskı 1913, yeni baskı, s. 621; Thieme-Becker, Allgemeines Lexikon der bildenden
Künstler, XVI (1923), s. 176, buradaki bilgiler Bénézit ansiklopedisindekilerin tekrarıdır.
TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR
309
tanbul'u hiç görmemiş bir gravürcü tarafından biraz nisbetleri bozula­
rak yeniden işlenmiş olmalıdır. Hayette aynı resmin bir taslağını, bu
defa cenaze gömülmüş mezarın etrafı tahta perde çevrilmiş ve etra­
fında sadece birkaç kadın olarak da çizmiştir. Bizim 1972 de elimize
geçen işte bu desendir. Ressamın bu krokiyi yüksek bir yerden, arka­
daki bir binanın üst kat pencerelerinden bakarak çizdiği de anlaşılmak­
tadır. Nitekim eski bir konağın arsasında yapılan Kız Öğrenci Yurdu
binası damından çekilen bir fotoğraf, şehrin siluetini çok değiştiren
yüksek beton binaların belirmiş olmasına rağmen aynı nirengi nokta­
larını vermektedir37.
Fuad Paşa'nın türbesinin niçin burada yapıldığı ve Uzun Şüca ca­
miini niçin ihya ettirmek istediği de bilinmez. Fuad Paşa'nın ilk otur­
duğu konak. Vezneciler - Şehzadebaşı semtinde idi. Bu bina, 12 recep
1281 (= 1 1 aralık 1 8 6 4 )'de yanmış ve Sirkeci civarında Demirkapı'da
Yusuf Kâmil Paşaya ait başka bir konağa geçmek zorunda kalmıştır38.
37 Fuad Paşa türbesinin bugünkü durumunun fotoğrafları öğrencim Engin Uludağ
Alpat tarafından çekilmiştir. Kız öğrenci yurdunun damından resim çekmemize izin veren
Yurd müdiresi Bayan Nurten Özacün’a teşekkürü bir borç bilirim.
38 İbnülemin M. Kemal, Son Sadrâzamlar, s. 172 ve not. Yaşadığı sürece pek çok
düşmanı olan Fuad Paşa’nın, Şahzadebaşındaki konağı yandığında bunlardan b iri:
Tııtuşub yandı bu şeb hane-i berbad-ı Fuad
demek suretiyle tarih düşürmüştür. Şahzadebaşındaki konak hakkında ayrıca bkz. İstanbul
Ansiklopedisi, X I (1971), s. 5847. Londra’da Victoria and Albert Museum’da, Müzenin
Batı holünde (West Hall) H. 1143 (=1730/31) tarihli tamamen çiniden yapılmış muhteşem
bir ocak bulunmaktadır. İnvanter sayısı 703 olan ve müzeye kataloglarda yanlış olarak
1881’de girdiği yazılan, ancak Sümer Atasoy tarafından yerinde yapılan incelemede 1891’de
satın alınma suretiyle müzeye girdiği öğrenüen bu ocağın çinilerinin renklerindeki kalite üs­
tünlüğü üzerinde evvelce durulmuştu, bkz. R. L. Hobson, A guide to the Islamic pottery of
the Near East, London 1932, s. 90. Bu çinili ocak pek çok yavma girmiştir, kşl. A. Lane,
A guide to the Collection o f tiles-Victoria and Albert Museum, Department o f Ceramics,
London 1939, s. 19; Halûk Şehsuvaroğlu, Asırlar boyunca İstanbul, İstanbul tz. s. 73
(Avrupa müzelerindeki Türk çinileri); bir resmi için bkz. E. Diez ve Oktay Aslanapa,
Türk sanatı, İstanbul 1955, s. 222, res. 402. Tekfur Sarayı çini atölyesinin eseri olduğu tah­
min edilen bu nadir ve güzel ocağın, 1857’de yanmış olan Fuad Paşa sarayından veya
konağından çıkarıldığı bu sonuncu yayında büdirilmektedir. Bu ocağın, Fuad Paşa’nın
Şahzadebaşındaki konağından mı çıkarıldığım bilemiyoruz. Yusuf Kâmil Paşa’nın Demirkapı’daki konağı ise önce Meclis-i Vâlâ azası Edhem Bey’e aitti. İbnülemin M. Kemal,
Son Sadrâzamlar, s. 202, not 2’deki biraz çapraşık ifadeli bilgiye göre, Vezneciler’de şimdi
Edebiyat — Fen Fakültelerinin yerindeki Nakibü’l-eşraf Tahsin Bey konağı, Fuad Paşa’ya
geçtiğine göre, Şahzadebaşındaki konak bu olmalıdır. Herhalde H.. 1281’de yanan da bu
310
SEMAVİ EYİCE
Sonraları bu konak da yanmış ve Fuad Paşa Bayazıd'da bir vakitler
Maliye Nezareti, sonraları Askerî Tıp Yurdu, son zamanda da Eczacılık
Fakültesi olan binayı konak olarak yaptırtmış ise de bunun da içerisine
girmesi kısmet olmamıştır. Hattâ bu konağın mülkiyetine el konulma­
sına kırılarak Fuad Paşa'nın küskün Avrupa'ya gittiği ve orada öldüğü
rivayeti vardır39. Sultanahmet semtinde Fazlıpaşa sarayı mahallesinde
şimdi Çemberlitaş Kız Öğrenci Yurdu binasının bulunduğu yerde bir
konak yaptırmağı tasarlamış, fakat bu proje de gerçekleşmemiştir40.
Fuad Paşa'nın ayrıca, Boğaziçi'nin Anadolu yakasında, Kanlıca'da bi­
nası, döşenişi ve bahçesi bakımlarından pek muhteşem bir de yalısı
vardı ki, sonra Küçük Said Paşa'ya geçen bu yalı 16 kasım 1890'da yan­
mıştır41. Fuad Paşa, Uzun Şüca camiini ihya ettirmeği tasarladığına ve
konaktır. Arsa, Yusuf K âmil Paşa’ya geçmiş ve o da ileride zevcesi Zeynep H am m in adı
ile tanınacak olan ve 1943’e kadar Fen — Edebiyat Fakülteleri olarak kullanılan konağı
doksan bin altına yaptırtmıştır. Leskofçalı Galib Bey tarafından yazılan manzum tarihi
H. 1281 (=1864/65)’dir. Yukarıda bahsi geçen çinili ocağın, Fuad Paşanın Vezneciler —
Şahzadebaşındaki mi, yoksa Demirkapıdaki mi, yoksa Sultanahmet civarındaki mi konağın­
dan çıkarıldığı tesbit edilmeğe muhtaçtır. 1730/31 tarihli ocağın Fuad Paşa konağında
ikinci defa kullanılmış olabileceği de düşünülebilir. Lâle devrinde yapılan bir konağın İs­
tanbul’un yangınlarını atlatarak 1864/65 e kadar kalabildiğine inanmak, imkânsız olma­
makla beraber zordur.
39 Abdurrahman Şeref, Fuad Fasa konağı nasıl Maliye dairesi oldu, «Tarihi Osman'ı
Encümeni Mecmuası» I, sayı 3 (1328=1910), s. 129-136; İbnülemin M. Kemal, Son Sadrâ­
zamlar, s. 172, 177; Hüsnü Kınayh, Fuad Pasa konağı maddesi, Istanbul Ansiklopedisi, XI
(1971), s. 5852-5853. Bu kârgir büyük konak bilindiğine göre, Fransız mimar, Auguste
Bourgeois (1821-1884) tarafından yapılmıştır. Aym mimarın İstanbul’daki başka bir eseri
de, Eski Saray (Saray-ı Atik) arsasında Seraskerlik olarak yapılan ve bugün İstanbul Üni­
versitesi merkez binası olan yapıdır. Bourgeois’mn Fransa’da 1858’da Anet şatosunun res­
torasyonunda çalışdığı bilinir. Fuad Paşa konağı Üniversiteye geçtikten sonra büyük ölçüde
değiştirilmiş, mimari karakteri çok bozulmuş ve bilhassa en üzücü husus, cephelerinin dış
yüzleri orijinal karakterini kaybetmiştir. Buna karşılık, cadde üzerindeki alt kat kemer
aralan açılarak burası tonozlu bir geçit haline getirilmiştir. Konağın eski bir resmi için bkz.
İstanbul Belediyesi, Güzelleşen İstanbul 1944, Müzeler bölümündeki resim. Geçen yüzyılın
Türk tarihinin büyük adlanndan Âli Paşa (1815-1871)’nın, Seraskerliğin Haliç tarafında,
Mercan yokuşu başında yaptırttığı, kârgir ve dış mimarisi bakımından çok gösterişli bir
yapı olan tüyük konağı da sonra Erkân-ı Harbiye (=Genel Kurmay) olmuş ve 1911’de
Mercan yangınında yanmıştır. Katlan yenilenerek ihyası ve kullanılması mümkün olan bu
muhteşem bina da ne yazık ki 1950 lerde yıktınlmıştır.
40 İbnülemin M. Kemal, Son Sadrâzamlar, s. 172, not.
41 Bu yalıyı 1858’de İstanbul’daki Fransız elçisinin bir yakım olan genç bir kadın
görmüş ve hatıralannda. yalıdan, bahçesinden ve Fuad Paşa ailesinden bahsetmiştir, kşl.
Baronne Durand de Fontmagne (kızlık adı : Drummond de Melfort), Un séjour à l’Ambas-
TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR
311
hemen onun yanına gömüldüğüne göre, bu semtteki bir kira konağında
oturmuş olmalıdır. Burada Bizans çağından kalma pek büyük bir takım
mahzenlerin ve tonozlu kalıntıların42 üstünde ve Uzun Şüca camimin
deniz tarafında tam karşısında yakın tarihlere gelinceye kadar bir konak
bulunuyordu ki, bir süre Mehmed Tevfik Paşa'ya ait olan bu bina da
Öğrenci Yurdu iken yanmış ve arsasına bugün görülen Çemberlitaş Kız
Öğrenci Yurdu yapılmıştır43. Ancak, bu konak geçen yüzyılın son yıl­
larında yaptırıldığına göre, Fuad Paşa'nın oturduğu konak olamaz. Yal­
nız, aynı arsada evvelce mevcut daha eski bir konağın Fuad Paşa tara­
fından kiralanarak kullanıldığına ihtimal verilebilir. Fuad Paşa'nın, evinin
karşısındaki harap bir camii ihya ettirmeği düşünmesi normaldir. Nite­
mde de France sous te Second Empire, Paris 1902, s .'297-301 (burada Fuad Paşa’mn ha­
nımı ve güzelliği ile meşhur gelini Gülbiz hanımı da tanımıştır ki, bu hanım dul kaldıktan
Gonra katolik olarak, Belçika elçisi Van den Bosch ile evlenmiştir). Aynca kşl. Halûk
Şehsuvaroğlu, Boğaziçi yalıları 7 : Kanhcada Keçecizâde Fuad Paça yalısı, <Hayat* dergisi
sayı 7 (7 şubat 1963), s. 14-15; aynı yazar, Fuad Paça yalısı maddesi, İstanbul Ansiklopedisi,
XI (1971), s. 5853-5854; Yahmn resmi için bkz. s. 5761. Fuad Paşa yalısının, bu çevrenin
en güzel binası olduğu belirtilmiştir, bkz. D.E.C., Aıısjlug yon Galata nach Be'ikos, *Mitteilungen des Deııtschen — Excursions — Clubs in Constantinopeh, I. seri, sayı 2 (1889), s. 22.
42 A. Mordtmann, Justinian und der Nika — Aufstand, 10-19 Januar 532-,. *Mitteilungen des Deııtschen - Excursions-Clubs* 2. seri IV (1898), s. 15. Bu muazzam kalıntıların
Praetorium’a ait olduğu görüşündedir. Aynı mahalledeki bazı buluntulara dair olarak aynca
bkz. A. Paspates, Bizanslılann eski Praetorionu yanında bulunan bodrum ve sarnıca dair,
<Hellenikos Philologikos Syllogos Dergisi* XIII, Parartema (1880), s. 33-34. Bu arsada
1961’de Kız Öğrenci Yurdu yapılırken, dört sütunlu küçük bir Bizans sarnıcı meydana çık­
mış ve incelendikten sonra ortadan kaldırılmıştır, bkz. Ergon Ataçeri, İstanbul’da bilinme­
yen bir Bizans sarnıcı, Ayasofya Müzesi Yıllığı, IV (1962), s. 29-32, levhalarda resimleri ve
plânı ile. Açağıda not 43'de de buradaki eski kalıntılardan bahsedilmektedir.
43 Bu arsada yakın tarihlere gelinceye kadar duran Mehmed Tevfik Paşa konağı hak­
kında, Tevfik Paşa’mn torunu, hocam Ord. Prof. Dr. Arif Müfid Mansel bazı bilgiler
lütfetmiştir. İstanbul tarihinin kaybolan bir hatırasına dair olan bu bilgileri bir vesika ol­
duğu için aynen buraya geçirmeği faydalı b ulduk:
«Biiyük babam Mehmed Tevfik Paça (1830-1917)’nın (biyografisi için: İ .A . Gövsa,
Türk Meçhurları Ansiklopedisi, s. 381; Meydan Larousse, X II, s. 111) konağı Fuad Paça tür­
besi karçısında bugünkü Peykhane sokağında idi. Paçanın sadaret müsteçarlığı zamanında 1896,
ya da bundan bir veya iki sene sonra yaptınlmıçtır. Bina taç bir zemin katı üzerinde ahçap
iki esas kat ve bir de çatı katından ibaretti ve aşağı yukarı 40 oda ihtiva ediyordu. Zemin
katı personele ayrılmıştı. Esas birinci katın yarısı antresi, sera’sı, oturma odaları, salonu ve
yemek odası ile selâmlık, diğer yansı ise aşağı yukan aynı plânda olan harem idi. İkinci
katta yatak odaları vardı. Bunlar bir yatak odası, bir ya da iki oturma odası ve bazılannda
bir de küçiik hamam bulunan dairelere aynlmıçtı. Bir kubbeli hamam ve çamaşırlık, bina­
nın dışında, harem bahçesinin bir tarafında idi. Ve oralara uzun bir koridordan gidilirdi.
312
SEMAVİ EYİCE
kim Âli Paşa'da Mercan'da büyük kârgir konağının komşusu olan Ağa
camiini kendi adına ihya ettirmiştir. Pek çok hallerde Devlet ileri gelen­
lerinin mezarlarını veya türbelerini ev veya konaklarının yakınına yap­
tırdıkları da bilinir. Bu konağın belki bir eski resminin de bulunabileceği
ihtimali üzerinde de durulmalıdır.
Uzun Şüca camiinin yerine Fuad Paşa adına inşa ettirildiği anla­
şılan tek kubbeli ve minareli cami gibi, yanındaki türbe de bu araştır­
mamızdan açıkça anlaşıldığı üzere, Fuad Paşa'nın ölümünden yani 1869
dan sonra, herhalde aile mensupları tarafından yaptırılmıştır44. Osmanlı
devri Türk sanatının son yıllarında ortaya çıkan karma ( eklektik) bir
üsluba işaret eden bu yapıların hangi mimar veya kalfanın eseri oldukKoııağın bahçesine sağında ve solunda biter kapıcı odası bulunan geniş bir kapıdan girilirdi.
Sağ kösede mutfak, onun biraz ilerisinde, alçak bir set üzerinde selsebil seklinde giizel bir
çeçme vardı. Peykhane sokağından Dizdariye çeşme sokağına kadar kademe kademe alçalı­
yordu. Dizdariye sokağında ahır ve arabalık- vardı. Konak 1914’de, 1. Cihan Harbinden
az önce büyük babam tarafından eşyasının bir kısmı ile, sadrâzam konağı olarak kullanıl­
mak üzere, Mâliyeye satılmıştır. Prens Sait Halim Pasa bir müddet orada oturmuştur. Talât
Paşa'nın Ayasofya karsısındaki evinde oturmağı tercih ettiğini zannediyorum. Enver Pasa’nın firarından sonra karısı Naciye Sultan konakta bir müddet kalmıştır. Ondan sonra ko­
nak Maarife veya Sıhhiye vekâletine devredilmiş ve *Tıb talebe yurdu» olmuştur. Bu vesile
ile esaslı tamir görmiis ve dışı tümüyle yeni bastan boyanmıştır. Yurd olarak uzun müddet
kullanıldıktan sonra bundan takriben 20 yıl önce bir yaz ayında, binada birkaç hademeden
başka kimse bulunmadığı birgiin, çatı katında çalışan hallaçların pamuklan tutusturmalan
yüzünden, tamamiyle yanmıştır. Yerine bugünkü bina yapılmıştır. Büyük babama geçmeden
önce emsalsiz bir manzaraya sahip olan bu arsanın ve onun üzerinde bulunması gereken
bina Fuad Pasa’ya ait olması muhtemeldir.» (Ord. Prof. Dr. Arif Müfid Mansel). Bu kona­
ğın bahçesindeki selsebil — çeşmenin korunması Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yük­
sek Kurulunca karar altına (Karar No. 1262, 1292) alınmıştır. Ancak 26.1.1974 günü yap­
tığımız araştırmada, bu çeşmenin o vakit numaralanarak söküldüğünü fakat bir daha ya­
pılmadığım öğrendik. Taşların bir kısmı avluda durmaktadır.
Tevfik Paşa konağı 9 Eylül 1953 günü öğleden sonra yanmıştır. Saat 14.50 de haber
verilen yangın ancak saat 20 de söndürülmüş ve kagir zemin kat üzerinde üç ahşap katı
olan konak tamamen yanmıştır. Yangın, üçüncü katta, hallaçların attıkları bir sigaradan çık­
mıştır; bkz. T ank Özavcı, Cumhuriyet devrinde itfaiye, İstanbul 1973, s. 74; aynı yazar,
Yangın sebepleri ve söndürme tekniği, İstanbul 1973, s. 169; «Cumhuriyet» gazetesi, sayı
10456, 10 Eylül 1953 (2 resim ile); *Aksam* gazetesi, sayı 12547, 10 Eylül 1953 (1 resim);
«Milliyet» gazetesi, sayı 1198, 10 Eylül 1953 (1 resim); «Vatan* gazetesi, sayı 4425, 10
Eylül 1953 (1 resim). Bu konağın yanması ile ilgili araştırmamızda, İstanbul İtfaiyesi Gu­
ruplar Başamiri Zeki Koca ve muavin Zekeriya Kutlu Beylerin büyük yardımları olmuştur.
Kendilerine burada teşekkür ederim.
44 Tahsin Öz, İstanbul camileri, Ankara 1962, I, s. 61-62’de Fuad Paşa camiinin 1848
senelerinden evvel yapıldığım yazar ki yanlıştır. Hâlid Eraktan, Fuad Paça camii ve türbesi
TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR
313
larını tesbit edemedik. Bilhassa sekiz köşeli ve kubbeli türbe, dış yüz­
lerini süsleyen kabartma motifler, pencere kemerleri ve bunların içlerin­
deki şebekeler bakımından Türk sanatına uzak olduğu kadar başka sa­
natlarla da bağlantılı değildir.
V
Karacehennem İbrahim Ağa (sonra Paşa) ve mezarı
(Resim: 1 5 - 2 0 )
Topçu Karacehennem İbrahim Ağa'nın Yeniçeri ocağının ortadan
kaldırılmasındaki rolü bilinir. Etmeydanındaki Yeni Odalar denilen Yeni­
çeri kışlasını topa tutarak tahribi bu teşkilâtın imha edilmesinde önemli
bir faktör olmuştur45. İbrahim Ağa'ya Karacehennem lâkabının bu olay­
dan sonra verildiği kolaylıkla tahmin edilebilir. Karacehennem İbrahim
sonraları devlet hizmetinde ilerleyerek Paşa ünvanını almıştır. Osmanlı
devri Türk tarihinin en önemli olaylarından biri olan Yeniçeriliğin kaldı­
rılmasının hatırası olan Yeni Odalar kışlasının esas kapısı çok yakın ta­
rihlere gelinceye kadar duruyordu. İçeriye doğru darlaşan geniş bir ke­
mer halindeki bu girişin yanında yalaklar sıralanıyordu. Kemer 1935-40
yılları arasında yıkılmış, kapının son izleri de Vatan caddesi yapılırken
1956-1957 de ortadan kaldırılmıştır46.
maddesi, İstanbul Ansiklopedisi, XI (1971), s. 5851-5852 de bu camiin Fazlı Paşa sarayı
mescidi yerinde olduğunu yazmaktadır. İbnülemin M. Kemal, Son Sadrâzamlar, s. 179-180’de
Fuad Paşa’nm ölümünde, türbesine konulmak üzere Sami Paşa tarafından yazılan iki man­
zumeyi vermektedir.
45 Miralay Ahmed Cevad, Tarilı-i Asker-i Osmanî, İstanbul 1297, s. 31-33; İsmail
Hakkı 'Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti teşkilâtından Kapukulu Ocakları I, Acemi Ocağı ve
Yeniçeri Ocağı, Ankara 1943', s. 548 vd.
46 Yeniçeri kışlalarından Yeni Odalar hakkında bkz. A. Cevad, adı geç. esr. »...Yeni
Odalar mevkiini bugün söyle bulabiliriz ki, Aksaray’da Murad Pasa camiinin üst tarafın­
daki caddeden Sofular hamamına gidilir iken tesadüf olunan bostanın karsısında Etmeydanı'na giden caddenin basında, yani tam o bostan karsısında bir mükellef kapı olup, bu
kapı Yeni Odalar denilen kışlaların en büyük kapısı idi. II. Mahmııd zamanı Yeniçerilerin
ilgası günü, ilkin nasihatte bulunmak ve kabul etmezler ise ates ederek ocaklarını söndür­
mek üzere izam olunan Topçubayı meşhur Karacehennem’in nasihatlerini dinletmekten aciz
kaldıktan sonra gülle ile döğdiiğü kapı bu kapı olup, yağlı paçavralar ile tutuşturduğu kıçla
dahi bu kapının üzerinde bulunan daire idi.» Bu kışla hakkında bir araştırma olarak ayrıca
314
SEMAVİ EYİCE
Yeniçeriliğin kaldırılmasında büyük hizmeti olan Karacehennem
İbrahim Ağa adındaki topçu subayı hakkında gözden kaçan ve başka
yerlerde raslanmayan bir bilgiyi, tanınmış Alman kumandanı Feldmare­
şal H. von Moltke (1800-1891) henüz kurmay yüzbaşısı olduğu sırada
Türk hizmetinde bulunurken 1838 yılında iç Anadolu'daki bir yolculu­
ğunda Nevşehir'de bu İbrahim Paşa ile tanıştığını Malatya'dan yollanan
3 kasım 1838 tarihli mektubunda yazmaktadır. Lâkabını Kara-Djehennah
şeklinde bildirdiği bu şahsın esas adını kimsenin bilmediğini, Yusuf
olabileceğini sandığını(\) da sözlerine ekler. Fakat Yeniçeriliğin kaldırıl­
masında o derecede kanlı bir rolü olmuş ve gerek o sırada gerek son­
raları o kadar sert, vahşi, cesur ve asabice hareketlerde bulunmuştur ki,
herkes onun yolundan uzak durmakta ve adı bile belirli bir saygı ile ve
usulca anılmaktadır. Nevşehir müselliminin huzuruna Moltke büyük
güçlükle çıkabildiğini bildirir. Müsellim ona kendisini tanıyıp tanımadı­
ğını sorması üzerine. Alman subayı «sen/ evvelce görmedim fakat sen­
den bahsedildiğini duydum» der. Müsellimin, «ne duydun» diye sorması
üzerine de «çok iyi bir topçu olduğunu ve sana Karacehennem denildi­
ğini». Moltke, Karacehennem'in «çelik grisi sakallı güzel bir yüzü oldu­
ğunu da bildirir»47.
Sicili'in verdiği bilgiye göre Karacehennem topçu neferlerindendir.
H. 1241 ( = 1 8 2 6 /2 7 ) de topçu yüzbaşısı iken Yeniçeri âsilerinin kışla­
larını topla hak ile yeksan etti. Bu hizmetine mukabil nâil-i rütbe olarak
miralay ve mirliva ve Boğaz muhafızı olmuştur. Sonra bu rütbe, M irmiran-ı Biga mutasarrıfı olup H. 1265 (= 1 8 4 8 /4 9 )'d e mütekait oldu. H.
1269 (= 1 8 5 3 ) senesi Rebi’ül-âhir'inin 29 uncu günü ( = 2 9 şubat 1853)
irtihal etmiştir. Seci ve sadık ve esmer, hamiyetli bir zat idi»İS. Sicili'de
onun Nevşehir müsellimliğinden bahsedilmez. İhtifalci lâkabı ile tanınan
Mehmed Ziya Bey bir notunda Karacehennem İbrahim Paşa hakkında.
Sicili'den aldığı biyografyasından sonra şu cümleleri yazm ıştır: «Takbkz. A. Süheyl Ünver, Şehrimize ait vesikalardan Yeniçeri■kışlaları, ^İstanbul Şehremaneti
Mecmuası» sayı 60 (1929), s. 418-422. Bu kapının bir fotoğrafı şu kitapda vardır, Türk
Tarihi Tetkik Cemiyeti, Tarih III, Yeni ve Yakın zamanlar, İstanbul 1933, levhalar kısmı,
s. 96, res. 155. Biz gördüğümüzde (1940-1950 yıllan), kapmın iki yan payesi duruyordu.
47 H.von Moltke, Briefe über Zustaende und Begebenheiten in der Tiirkei aus den
Jahren 1835 bis 1839, Berlin 1876 (2. baskı), s. 314-316; Berlin 1891 (5. baskı), s. 314-316;
türkçesi; Tiirkiyedeki durum ve olaylar üzerine mektuplar (1835-1839) [çev. Hayrullah Örs],
Ankara 1960, s. 247-249; Yeni baskısı, İstanbul 1969, s. 219-220.
48 Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmarii, I, s. 161.
TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR
315
sim'de Ayazpaşa kabristanında Jandarma karakolunun hemen ittisalinda medfundur. Yakın zamana kadar mezarı, taşı dururmuş. Bezmiâlem
İnas Lisesi tarih muallimi, Manastırlı Tevfik Bey bu taşı görmüştür»*9.
Böylece H. von Moltke'nin verdiği kısa bilgi Karacehennem'in biyografyasında, onun bilinmeyen bir görevini de ortaya koymuş olmaktadır.
Bir vakitler bugünkü Taksim meydanını tamamen kaplayarak kar­
şıdaki Kültür Sarayı (Opera) binasının yerinden, aşağıya Alman konso­
losluğuna (eskiden elçilik) doğru inen ve iki tarafdaki apartmanların
yerinde bulunan Ayazpaşa mezarlığından bugün hiçbir iz kalmamıştır50.
Alman elçiliği binası yapılırken raslanan birkaç mezar taşı Almanlar ta­
rafından korunarak, elçiliğin Park Oteli tarafındaki Ağaçırağı sokağına
komşu küçük bir bahçede ufak bir hazire halinde durmaktadır. Bu me­
zarlığa ait bazı eski mezar taşları parçaları Taksim ile Park Oteli ara­
sındaki sağdaki hâlâ Vakıflara ait boş arsada elan görülebilir. On yıl
kadar önceleri de Gümüşsü hastanesinin az yukarısında yeni bir apart­
man yapılırken temel kazısında kırık pek çok mezar taşı çıkmıştır. He­
men hemen Taksim'deki su haznesi ve mahzeninin önünden bütün Tak­
sim meydanı, gezisi ve Kültür sarayı ile apartmanların yerlerini kapla­
yarak Gümüşsü caddesinden aşağıya Dolmabahçeye kadar inen büyük
Ayazpaşa mezarlığından bugün bilinen işte bundan ibarettir. Halbuki
Osmanlı devri Türk tarihinin muhakkak ki pek çok kimsesi burada gö­
mülü idi51. Bu arada Karacehennem İbrahim Paşa'nın mezarının da ne
olduğu bilinmemektedir.
49 Mehmed Ziya (Ihtifalci), İstanbul ve Boğaziçi, İstanbul 1928, H, s. 20 not 4. Bu
kitabın yeni harflerle formalar halinde çok kötü bir şekilde yapılan ve tamamlanmadan
kalan baskısında bkz. İstanbul ve Boğaziçi, İstanbul 1937, s. 33. Bu mezarı gördüğünü Ziya
Bey’e söyleyen Manastırlı Mehmed Tevfik Bey, *Atatürk'ün hocası» olarak tamnan ve
Manastır Vilâyeti Tarihçesi (Manastır, 1327) adıyla küçük fakat çok faydalı bir de kitap
yazmış olan asker tarihçidir.
50 Osmanlı devrinin pek çok tanınmış adının mezartaşlanmn bulunduğu bu çok bü­
yük mezarlık servi ormanı halinde eski resimlerde, fotoğraflarda görüldüğü gibi, kapladığı
saha da eski plân ve haritalarda da gösterilmiştir. Bkz. C. Stolpe, Plan von Constantinopel
mit den Vorstaedten, dem Hafen und einem Theile des Bosporus, Berlin 1866, Topçu kış­
lasının yanında Böjiik Mesaristan adı ile gösterilmiştir. İstanbul Şehremaneti, İstanbul reh­
beri, İkinci P afta: Beyoğlu ciheti, İstanbul 1918, Necib Bey tarafından düzenlenen bu ha­
ritalarda (1:5000 lik) Büyük Mezaristan denüen Ayas Paşa mezarlığının o sırada henüz du­
ran kısmı işaretlenmiştir.
51 Bu mezarhkda yattığı bilinenlerden, şair ve yazar Şinasi (1824-1871)’nin taşı da
kaybolmuş, tarihçi Fındıklılı Silâhtar Mehmed Ağa (1658-1723)’mn taşı ise nasılsa kurtarıl-
316
SEMAVİ EYİCE
Karacehennem İbrahim Paşa’nın mezarı ile Ayaz Paşa (veya Tak­
sim) mezarlığının bu parçasının garip bir durumu olduğunu Ruznâme-l
Ceride-i Havadis'deki iki haberden öğrenmekteyiz52. Bu iki haber, me­
zarlığın nasıl parça parça yok edildiğine de ışık tutan iyi birer vesika­
dır : Haberlerin birincisinde İstanbul'da çıkan Levant Times gazetesinin
bir havadisini tekrârlayan Ceride-i Havadis, Taksim'de topçu kışlasının
karşısında, yeni bulvarların başında, Osmanlı bankası Genel müdürü
Mr. Forster'in bir ev yaptırtmak üzere bir arsa satın aldığını, ancak bu
arsanın bir kısmının Evkafın mülkü olduğu iddiası ile. Evkaf (Vakıflar)
Nezaretinin buradaki yapıyı durdurduğu ve bu durumu Forster'in protes­
to ettiği bildirilmektedir. Forster bu arsanın mezarlıktan ifraz edilerek,
kendisine geçtiğini söylemiş ve Evkaf Nezarının tutumunu garip olarak
karşıladığını da açıklamıştır. Ceride-i Havadis, bu haberin ne dereceye
kadar doğru olduğunu araştıracağını da yazının sonuna eklemiştir53.
L e v a n t T i m e s ' i n yazdığına göre bundan akdem Taksim'de
topçu kışlasının karşısında ve yeni bulvarların başında hane inşası için
Bank Osmarii Başdirektörü M r. Forster bir kıta arsa mübayaa etmiş iken
bu defa işbu arsanın bir miktar mahalli Evkaf-ı Hümayun'un güya mül­
kü olması mülâbesesiyle başlamış olduğu binasının Evkaf Nezareti ta­
rafından men olunmuş ve M r. Forster'in protesto eylemesi lâzım gel­
miştir. Halbuki bu mahal kabristandan müfrez olup bâ sened-i şer'iye
elyevm mutasarrıfları olduğu ve Evkaf-ı Hümayun tarafından bu ana
kadar zikrolunan emlâkin icaresi alındığı bedidardır. Nezaret-i müşarileyha tarafından bu emlâk hakkında bu suretle hareket olunması umurrugaribedendir. (M ü ta lâ a : Bu maddenin bizce sıhhat ve adem-i sıhhati
meçhul olduğundan sıhhat-i hale malumat alur isek L e v a n t T i m e s '
in cevabını vermekte kusur etmeyeceğiz).
İkinci yazıda ise bu hususda daha geniş bilgi verilmiştir. Gazete,
bu meselenin aslını araştırdığını, ve arsanın gerçekten Forster'in mülkü
olduğu ve Vakıflar tarafından satış işlemi yapıldığının öğrenildiğini ha­
ber verir. Fakat sonra, buradan bir yol açılması düşünülmüş ve 300 ar­
şın kadar bir arsa parçası. Altıncı Belediye Dairesi tarafından istimlâk
mış ve bir müzeye girmiştir. Fındıklılı Mehmed Ağa’nın Ayaspaşa mezarlığındaki taşının
hikâyesi' hakkında bkz. İbrahim Arttık, Silâhdar Fındıklılı Mehmed Ağa, *Tarih Dergisi>
sayı 27 (1973), s. 130-131.
52 Gazetede bu hususda havadis bulunabileceğini hocamız Ord. Prof. Cavid Baysun
(1899-1968) bir sohbet sırasında bildirmişti. Hatırasını bu vesile ile rahmetle anarız.
53 Ruznâme-i Ceride-i Havadis, sayı 2291, 21 şaban 1290 (=1873).
TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR
317
edilmiş ise de parası ödenmediğinden, yol tesviyesi yüzünden mezbele­
lik haline gelmiş olan mezarlık, boş ve sahipsiz arsa sanılarak Mr.
Forster'e satılmıştır. Burasının aslında mezarlık olduğu öğrenilince Ev­
kaf, arsanın banka müdürüne intikali işlemini yapmamış, o da bunu
protesto etmiştir. İş bu şekle girdiğinde arsa tetkik edilmiş ve o vakit
buranın Karacehennem İbrahim Paşa'nın mezarı olduğu anlaşılarak. Va­
kıflar bunun etrafını bir duvarla çevirmiş ve Mr. Forster'e, el konulan bu
küçük parçanın parasının geri verileceği bildirilmiştir. Böylece gazete.
Evkaf Nezaretine teşekkür etmek gerektiğini de haberin sonuna ekle­
miştir54.
Geçen Pazartesi günkü nüshamızda L e v a n t T i m e s gazetesi
Taksim'de topçu kışlasının karşısında ve yeni yolların başındaki arsaya
Bank Osmarii başdirektörü M r. Forster bir hane inşa ederken Evkaf-ı
Hümayun nezareti tarafından kabristan olduğundan bahisle men olun­
duğu ve mumauleyhin protesto eylediği yazmış olduğundan ilerde tah­
kik ile cevabı verileceği va'dolunmuştu. Bu kerre emin bir. mahalden
olunan tahkikatımıza göre sahihan burası M r. Forster'in malı olup Evkaf-ı hümayun tarafından bilâ mümanaat ferağ ve intikali icra edilmiştir.
Ancak muahharan yolun tesviyesi esnasında buradan bir tarik açılma­
sına lüzum görünüp mumaileyhten 300 arşun kadar mahalli altıncı daire
tarafından mübayaa olunmuş ise de bir müddet akçası ¡'ta olunamadığından yol tesviyesi münasebetiyle mezbelelik haline girmiş olan bir
mezarlık hali arsa zannolunarak direktör mumaileyhe ¡'ta olunmuş ve
burası mezarlık olduğu cihetle dairenin bu sehvi Evkaf-ı hümayun ne­
zaretine bildirildikte Nezaret-i müşarileyha ferağ ve intikalini icra etme­
miştir. Direktör dahi Evkaf Nezaretini protesto eylemiştir. Nezaret bu
protesto ile vuku-i hali daire-i mumaileyhaya beyan eyledikte daire-i
meskûre nezarete i'tizar arz ile beraber işi tahkika giriştikte burası Kırk-
54 Ruznâme-i Ceride-i Havadis, sayı 2295, 25 şaban 1290 (=1873). Osmanlı Bankası
müdürü olan Forster hakkında bir bilgi edinemedik. Ancak Osmanlı Bankasının bir başka
müdürü olan Hansom adındaki bir şahsın, Boğaziçinde yanm kalmış ve harabe halinde du­
ran Mehmed Ali Paşa sarayının üst tarafında bir villası olduğu ve bunun bahçesinde, Os­
manlI İmparatorluğunun çeşitli yerlerinden derlenmiş pek çok antikanın bulunduğu bir
seyahatnamede bildirilmektedir,' bkz. W. Brennecke, Die Laender an der Donatı und Konstantinopel, Reise - Erinnerungen aus dem Herbst 1868, Hannover 1870, s. 140-141. Bu kitap
Posener Zeitung adlı gazetede çıkan yazıların toplanması suretiyle meydana getirilmiştir.
Bu Hansom, 1853’de Osmanlı Bankasının kurucularından Charles Hansom olmalıdır; bkz.
Y. Çark, Türk devri hizmetinde Ermeniler 1453-1953, İstanbul 1953, s. 242.
318
SEMAVİ EYİCE
bir vakasında hıdemat-ı meşkûresi görülmüş olan Ferikaan-ı Kiramdan
Karacehennem İbrahim Paşa'nın medfun olduğu mahal olduğu tebeyyün eylemekle derhal daire tarafından etrafına duvar çekilerek kabir
tecdid olunmuş ve direktöre dahi dairenin aldığı mahallin akçası eda
olunacağı vaad kılınmıştır. İşte kaziye bu merkezde olmakla bunda ne­
zaret-/’ müşarileyha vazife-i mukaddesesini ifa ettiğinden dolayı protesto
yerine teşekkür edilmek ve daire dahi bilmeyerek bir sehivde bulun­
masından ve şimdi merkadi tamir ile direktöre akçasını vermesinden
naşi ma'zur tutulmak lâzımdır.
Ceride-i Havadis’dekı bu yazılardan, Karacehennem İbrahim Paşa'nın mezarının, Taksim'de Osmanlı Bankası müdürüne mahsus evin
(doğrusu konağın) yerinde veya yakınında olduğu anlaşılıyor55. Osman­
lI Bankası müdürlerine lojman olarak tahsis edilen bu muhteşem bina
yakın tarihlere kadar duruyordu. Son yıllarda İstanbul Kulubü olan bu
güzel yapının cephesi, mimar A. Vallaury tarafından değişikliğe uğra­
tılmış ve bir şahnişin eklenmişti. Yerine bir otel yapılmak üzere Anıtlar
Yüksek Kurulu'nun 15-17. XII. 1967 tarihli 169. toplantısında alınan 3807
sayılı kararla yıkılması uygun görülmüş ve az sonra da yıktırılıp orta­
dan kaldırılmıştır56. Ancak buraya kadar verilen bilgi, Mehmed Ziya'nın
notu ile tamamen uyuşmuyor. Çünkü onun, Manastır'lı Tevfik Beyden
öğrenerek bildirdiğine göre Karacehennem İbrahim Paşa'nın mezarı
Jandarma karakolu yanında idi57. Halbuki çok iyi bildiğimiz gibi, bahis
55 Osmanlı devrinin son safhasında Beyoğlu binalarını ve insanlarım çok iyi tanıyan
ve bu bilgisini değerli küçük iki kitabı ile yeni nesillere aktaran Said Naum-Duhanî,
Vieilles gens, vieilles demeures, Topographie sociale de Beyoğlu au X IX ème siècle, Istanbul
1947, s. 139’da, o sıralarda İstanbul Klubü olarak kullanılan bu ihtişamlı binanın aslında
Osmanlı Bankası müdürlerinin lojmanı olduğunu ve bunlardan Sir Edgar Vincent’m isteği
üzerine, mimar A. Vallaury’nin Taksim meydanının bu güzel binasının içi ve dışında bazı
değişiklikler yaptığım, cephedeki geniş şahnişini eklediğini bildirir. Gene Said Duhanî’nin
yazdığına göre, Sir Vincent, İstanbul’da bir antikacıda bulduğu Bizans devrinden kalma bir
çift kapı tokmağım konağın kapı kanatlarına taktırtmıştı.
56 Bu binanın Taksim meydanına nazaran durumu, İstanbul Belediyesi, Güzelleşen
İstanbul, İstanbul 1944, İnönü gezgisi başlıklı bölümdeki resimlerde görülebilir (bilhassa
renkli resmin karşısındaki sahifedekilerde) Anıtlar Yüksek Kurulu, ortadan kaldırılmadan
bu konağın bir rölövesinin çizilmesini istemişti. Bu isteğin ne dereceye kadar yerine getiril­
diğini bilmiyoruz.
57 Bu eski Jandarma karakolunun bir resmi, İstanbul Belediyesi, Cumhuriyet devrinde
İstanbul, İstanbul 1949, Meydanlar bölümünde, Taksim Cumhuriyet Abidesi ile Taksim mey­
danından bir görünüş altlıklı klişede vardır.
TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR
319
konusu olan karakol yakın zaman öncesine kadar Kültür sarayı-Opera
binası yerinde yükseliyordu.
Herhalde Evkaf Nezareti bir defa Mr. Forster'e satılmış olan me­
zarlık sahasındaki mezarı, ö devirdeki kapitülâsyonlar yüzünden, kurta­
ramadığından, mezarı karşıdaki Jandarma karakolu yanına taşıtmış,
sonra buradan da kaybolup gitmiş olmalıdır58. Eğer bir müze deposunda
veya toprağın derinliklerinde değilse, Osmanlı devri Türk tarihinde ta­
nınmış bir şahsa ait olan bu tarihi hatırayı da artık kaybolmuş olarak
kabul etmek lâzım gelir59.
58 Karacehennem İbrahim Paşa’mn soyundan olan Yıldız’da Harp tarihi öğretmem,
Topçu Emekli Tümgenerali Salâhaddin Karatamu’dan, E. Gl. Cevdet Çulpan aracılığı ile
yaptığımız soruşturmada, dedesi hakkında kendilerinde hiç bir bilgi bulunmadığım öğrendik.
59 İstanbul Belediye idarecileri gibi, İstanbul halkının da tarih hatıralarından ne ka­
dar habersiz olduklarının çok açık ve aym zamanda acı bir misâli de, Sultanahmet semtin­
deki Karacehennem İbrahim sokağı adının (bkz. İstanbul Belediyesi, İstanbul şehir rehberi,
İstanbul 1934, s. 72, harita 2) mahallenin isteği ve Belediye şehir meclisinin karan ile son
yıllarda Kutluğun olarak değiştirilmiş olmasıdır.
n
EYİC E- Levha I
321
Resim 1. Mîrmıran İbrahim Paşa’mn Elmalı yolundaki mezar taşı (Foto: Dr. Yıldız
Demiriz, 1964).
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 21
EY İC E - Levha II
R e sim 2.
Doğu Bayazıd İshak Paşa sarayından kalenin görünüşü (Foto: Doç. Dr. Salih
Tuğ, 1971).
Resim 3. Jaubert’in seyahatnamesinde Doğu Bayazıd’m genel görünüşü.
EYİCE - Levha III
323
Resim 5. Doğu Bayazıd İshak Paşa sarayı genel görünüşü (Foto: Doç. Dr. Salih Tuğ, 1971).
324
Resim 6.
E Y lC E - Levha IV
Doğu Bayazıd İshak Pasa sarayı avlusunda Mahmud Paşa'nın mezan.
BYİCE - Levha V
325
JV*&US
Resim 7. Yusuf Muhlis Paşa’mn Atina’da Benaki müzesinde ressam Giovanni Boggi
tarafmdan yapılan resmi.
326
EYİC E- Levha VI
Res. 7a. Yusuf Muh­
lis Paşa’mn başka bir
resmi (Son Asır Türk
Sairleri'nden).
ı
Res. 8. Fuad Paşa’mn cenazesinin Villefranche’da gemiye
götürülmesi (Illustration’dari).
EY İC E - Levha Vlİ
Resim 9. Fuad Paşa türbesi (Foto: Engin Uludağ, 1974).
327
33Ô
ËYÎCE - Levha X
EYİCE - Levha XI
331
Resim 15, Karacehennem İbrahim Ağa’mn topa tutarak yaktığı Yeni Odalar yeniçeri
kışlasının kapısı (Arkadaki bina Fenarî İsa camiidir).
EYÍCE - Levha
EYİCE - Levha XIII
333
Resim 17. Ayazpaşa mezarlığının uzaktan görünüşü.
Resim 18. Ayazpaşa mezarlığının I. Dünya harbi sırasında balondan çekilmiş resmi.
F
Resim 20. Ayazpaşa mezarlığının kenarındaki eski jandarma karakolunun uzaktan görünü­
şü. Karakol, önünde otobüs olan binadır. Sağdaki gahniginli bina da Osmanlı Bankası mü­
dürlerinin konağıdır.)
Tanzimat
Devri
OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ
M ubahat S. Kütükoğlu
Kuruluş devrinden itibaren Osmanlı Devleti'nce yahancı devlet­
lere verilen ve ticârî hayatı tanzim eden ahidnâmelerde idhal ve ihraç
mallarından alınacak gümrük resmi oranı tesbit edilmişti. Bu oran, baş­
langıçta % 5 iken, X V I. asrın sonu - X V II. asrın başından itibâren % 3'e
indirilmeğe başlanmıştı, ilk olarak İngilizler için kabul edilen bu oran,
daha sonra birer birer diğer devletlere de tanınmış, 1740 Fransız ahidnâmesinden sonra ise bütün yabancı devlet tüccarları, Osmanlı ülkele­
rindeki ticâretlerinde sadece % 3 gümrük resmi öder olmuşlardı1.
Ancak, X V III. asrın sonlarına kadar târife defterleri tanzimi yoluna
gidilmediğinden, ahidnâmelerde tesbit edilmiş olan bu % 3 resmin her
mal için ne kadar tutacağı bir takım güçlüklere yol açmaktaydı.
X V III. asrın sonlarından itibâren, tatbikattaki kolaylığı da göz önün­
de tutularak, gümrüklere âid târife defterleri tanzim edilmeğe başlandı.
Bu suretle her malın, târifenin tanzim edildiği sırada râyic fiatı ve bu
fiat üzerinden alınacak gümrük resmi tesbit edildi.
Gümrük târifelerinin müddeti, başlangıçta 14 yıl olarak kabûl olun­
muştu. Yani normal şartlar altında 14 yıl ara ile yenilenmeleri gereki­
yordu. Ancak, bazan mal fiatlarındaki değişiklikler müddet dolmadan
yapılmasını gerektirebildiği gibi, bazan da yenilenmesi karşı tarafın işi­
ne gelmediği için kasden geciktiriliyor, yahüd târife tanzim edildiği hal­
1 M. Kütükoğlu, Osmanlı-İngiliz İktisâdı Münâsebetleri, I (1580-1838), Ankara 1974,
s. 24, 43.
336
MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU
de diğer devletlerin de ayni statüye tâbi tutulabilmeleri için tatbikatta
gecikme oluyordu2.
Tanzimat'ın arefesinde yapılan Balta Limanı muahedeleriyle güm­
rük tarifelerinin yenilenme müddeti yarı yarıya kısaltılarak yedi seneye
indirildi3.
Tesbit edebildiğimiz ilk İngiliz gümrük târifesi 1209 (1794-95) ta­
rihini taşımaktadır. Bundan sonra 18014 ve 1820'de târifeler yenilen­
miştir. Ancak, 1801 târifesi, Fransız târifesinin yapılmasını beklemek
üzere 1806'ya kadar tatbik edilememiş; Fransız târifesinin tanziminden
sonra ise İngiliz elçisi Arbuthnot, Ingiliz târifesindeki bâzı maddelere
âid fiatların, diğer milletler târifelerinden yüksek tesbit edilmiş olduğu
gerekçesiyle yeniden gözden geçirilmesini istediğinden târifede bâzı
değişiklikler yapılarak 12 Ocak 1806'da son şeklini almıştır5.
I
1839 TÂRİFESİ
1820 târifesinin müddeti 1834'de dolduğu ve yenilenmesi için
Osmanlı Hükümeti tarafından zamanında müracaat yapıldığı halde, İn­
giliz hâriciyesi, târife tanzimi hususunda kasden yavaş hareket etmiş­
tir. Bilhassa 1815'den sonra Avrupa pazarları kendisine kapanmış olan
İngiltere, gerek ham madde temin, gerekse mâmul maddelerini 'sata­
cak pazarlar arasında mühim yer işgal edeceğinden emin olduğu Os-
2 İngiltere, Avusturya ve Rusya ile tanzim edilen ve Ekim 1801’den itibaren yürür­
lüğe giren târifeye göre yapılan ödemeler, Haziran 1802’de Fransa ile akd edilen anlaş­
manın 7. maddesi gereğince, bu devletle de yeni bir târife defteri yapılması kararlaştırıldı­
ğından, Fransız târifesinin tanzimine kadar durdurulmuş (Gümrük Emini Ağa’ya 26 Rebiülâhır 1217 tarihli emir: Başbakanlık Arşivi, Hatt-ı Humâyun Tasnifi, Nr. 45948-Ç) ve
biriken fazlalık, Fransız târifesinin tanziminden sonra istenmişti (Kezâ, 45948-E).
3 Oya Köymen, “The Advent and conséquences o f free Trade in the Ottoman Empire 19th century> (Etudes Balkaniques 2, Sofya 1971, s. 49) adlı makalesinde Tanzimat
devri tarifelerinin müddetini de 14 yıl gibi gösteriyorsa da doğru değildir.
4 V J. Puryear, International Economies and Diplomacy in the Near East, California
1935, s. 118’de İngiliz gümrük târifeleri için 1805’den önceye âid tarih vermemektedir.
1805 tarihi de doğru olmamak gerekir. Zirâ, —2 nr.h notta işâret edildiği gibi— târife
1801’de yapılmış, fakat tatbiki 1806’da başlamıştır.
5 Bşb. Arşivi, Cevdet tasnifi -Hariciye, Nr. 930.
OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TARİFELERİ
337
manii ülkelerindeki ticâretini âzamî fayda sağlayacak hale getirmeğe
çalışmıştır. Osmanlı ülkelerindeki ticarî tahdidler konusunda Bâbıâlî'nin
mukavemetinin ancak Osmanlı hâzinesinin gümrük vâridatının azaltıl­
masıyla kırılacağını bildiğinden, «mütekabil menfaat» fikrini ortaya
atmıştır.
İngiliz Hâriciyesi, tarife yenilenmesi ve Osmanlı gümrüklerinde
alınmakta olan resmin bir mıkdar arttırılması karşılığında, bâzı mahsul­
ler üzerine konmuş olan yed-i vâhid (tek-el) sisteminin kaldırılmasını
şart koşmuştur. Nitekim, 1836 yılı sonbaharında İstanbul'da başlatılan
müzâkereler, İngiliz murahhasları tarafından bir muâhede müzâkeresi
şekline sokulmuş ve aralıklarla iki sene devam eden görüşmeler sonun­
da târifeden önce muâhede akd edilmiştir (16 Ağustos 1838)6.
Balta Limanı muâhedesine göre târifenin esasları:
Târihimizde «Balta Limanı Ticâret Muâhedesi» olarak adlandırılan
bu anlaşmanın 7. maddesinde târifenin hangi esaslar dairesinde tanzim
edileceği kararlaştırılmıştır.
Buna göre, gümrük resmi nisbetlerinde bir mikdar artış mevcuddur. Ancak, Avrupa devletlerinin gümrüklerde himâye sistemleri uygu­
lamaya başladıkları bir devirde, Osmanlı gümrüklerinde ihraç mallarına
âid resimlerdeki artışın idhal mallarına nazaran daha fazla oluşu dikkati
çekmektedir. Gerçekten, ihraç mallarında % 9 âmediyye ve % 3 reftiyye olmak üzere toplam % 1 2 gümrük resmi ödenmesine karşılık, id­
hal mallarında % 3 + % 2 = % 5 ile yetinilmiştir. Fakat ihraç malla­
rında % 9, idhal mallarında ise % 2, birincide satıcı, İkincide alıcı Os­
manlI tebaası olduğu takdirde, başka bir deyimle İngiliz tüccarı malı
iskelede satın aldığı veya sattığında, yine Osmanlı tüccarı tarafından
ödendiğinden yabancı tüccar sadece % 3 ödemiş olacaktı ki bu tak­
dirde durum eskisinden farklı olmayacaktı.
Muâhedenin târifeyle ilgili 7. maddesi, gümrük nisbetlerini tayin
ettikten sonra, bu nisbetler dahilinde, bütün ihraç ve idhal malları için,
her birinin râyic fiatı üzerinden alınacak gümrük resimleriyle, belli-başlı
ihraç maliarının hangi limanlardan sevk edileceğinin tesbitini, iki devlet
murahhasları arasındaki müzâkerelerin sonuna bırakıyordu.
6 Muâhede ve muâhedenin imzalanmasından evvelki târife müzâkereleri için bk. M.
Kütükoğlu, Aynı eser, II. ve III. kısımlar.
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 22
338
MÜBAHAT S. KÜTÜKOĞLU
Balta Limanı muahedesinden sonra tarife müzâkereleri:
iki devlet murahhasları arasındaki müzâkereler 1838 Kasımında
başladı. Ancak ihraç mallarına âid gümrük resimlerinin tesbitinde bâzı
meseleler ortaya çıktı. Gümrük resmine esas alınacak fiatın neye göre
tesbit edileceği mühim bir mesele teşkil ediyordu. Zirâ, 1838 senesi
f¡atları geçmiş senelere göre yüksek olduğu gibi, istihsal bölgesindeki
fiatla iskele îiatı arasında da farklar mevcuddu.
Birinci mahzuru bertaraf etmek için son 3-4 senelik f¡atların orta­
lamasının alınması en Uygun çare olarak göründü.
İkincisine gelince: Daha muâhedenin akdinden çok önce birçok
kereler Osmanlı elçisi Nuri Efendi tarafından İngiltere Hariciye Nazırı
Palmerston'a ifade edildiği gibi, Bâbıâlî'nin târifeye esas olmak üzere
kabul edeceği fiat, İstanbul çarşı ve pazarındaki, fiat placaktı7. ingilizlere göre ise başka münâsib bir şekil bulunamadığı takdirde râyic fiat,
müstahsilin malını getirdiği iskeledeki fiatı olabilirdi3.
Âmediyye resmi râyic fiat üzerinden alındığı takdirde reftiyyenin
üç misline geleceği, bunun ise âdilâne bir vergileme şekli olmayacağı
görüşünden hareket eden ingilizler, râyic fiattan % 1 0 indirim yapıldık­
tan sonra âmediyyenin tesbiti tezini savundular9.
Fakat Osmanlı Hükümeti, âmediyye resminin tesbitinde ne % 10
indirimi, ne de malın iskele fiatının esas alınması teklifini kabul etti.
Sadece 1833-38 fiatları ortalaması üzerinden resimlerin tesbiti uygun
bulunarak târife buna göre hazırlanıp 23 Nisan 1839'da taraflar murah­
haslarınca imzalandı. Fakat ihraç limanlarının tayini dolayısiyie yeni­
den bir anlaşmazlık ortaya çıktığından10 târife nüshalarının teâtîsi 9
Temmuz'u buldu11.
7 Hatt-ı Humâyun tas. Nr. 33015 ve 33015-1.
8 İngiliz Hariciye nazın Palmerston’dan İstanbul başkonsolosu Cdrtwriğht’a 26 Mart
1839 tarihli talimat: Public Record- Office (İngiliz Devlet Arşivi), F.O. (Foreign Office)
78/362.
9 Başkonsolos :Cartwright’tan İn giliz murahhaslarına, 18 M art 1839 tarihli talimat:
F.O. 78/355. .
. . .
'
10 Muahedede muayyen malların tesbit edilecek iskelelerden ihraç olunabileceği tasrih
edilmiş bulunduğu halde, İngilizler, biınu kendilerince tevil ederek her istedikleri mali-, iste­
dikleri iskeleden ihracda serbest olduklan iddiasıyla red ve neticede' Osmanlı Hükümetinin
ilk kararlaştırdığı 17 liman yerine 54 limanı kabul ettirmeğe muvaffak oldular (Murahhas­
lardan Cartıvright’a 28 Haziran 1 8 3 9 'tarihli ra p o r: . F.O. 78/362). 11 Elçi Ponsonby’den Palmerston’a; Nr. 120, F.O. 78/356. '
• •. :
OSM ANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ
339
Târifenin tahlili:
1839 târifesi12 226 ihraç, 602 idhal malı olmak üzere 828 madde
ihtiva etmektedir. Ihrac mallarından 17'sinin fiat ve gümrük resmi tesbit edilmeyerek râyice bırakılmıştır. Ayrıca bu kısmın sonunda «EflâkBoğdan ve Memâlik-i Mahrûsa-i Şâhâne mahsûlü» adı altında yer alan
15 madde içinde yağlar (sade, çerviş ve don, zeytin), kereste, bakır ve
hububat mevcuddur.
İdhalât listesinde ise râyice bırakılan malların sayısı 71'i bulmak­
tadır.
İdhal malları listesinde dikkati çeken bir husus, İngiliz emtiasından
gayrı Fransa, Avusturya, Rusya ve Belçika mallarının da yer almasıdır.
Bunun da sebebi, — Fransa hariç— diğerleriyle henüz ayni statüye tâbi
birer anlaşma yapılmamış olması, bundan dolayı Avusturya,, Rusya ve
Belçika tüccarları eski târifeleri üzerinden ödemeğe devam ettiklerin­
den İngiliz tüccarının onlara nazaran daha yüksek resim ödemek mec­
buriyetinde bulunmasıdır. Nitekim, her maddenin altında o madde için
kabul edilen birime göre alınacak resim, biri «kadîm», diğeri «bu def'a
zam» diye tasrih olunan iki rakamın toplamı olarak gösterilmiştir:
Badem içi
kıyye
1
Harir kalîçe
deste
1
06 kadîm
16 bu def'a zam
190 kadîm
410 bu def'a zam
22
600
12 1839 târifesinin tam metni için bk.
İngilterelü İzn-i Sefine Defteri, Nr. 3 7 /3 ...
Bşb. Arşivi, Düvel-i
Ecnebiye
Defterleri;
MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU
340
Rus emtiası için ise takib edilen usul biraz daha farklıdır. Diğer­
lerinde resim iki rakamın toplamından ibâret olduğu halde, burada üçe
çıkmaktadır: Kadîm, def'a zam (veya 'mukaddem'), bu def'a zam.
Enli alaca-i Rusya
Siyah sincab-ı ham
top
aded
1
1000
zira
900 kadîm
600 mukaddem
—
1500
4125 bu def'a zam
35
.
40 kadîm
80 mukaddem
•
120
370 bu def'a zam
5625
490
n
1850 TÂRİFESİ
1839 târifesiyle tesbit edilen fiat-gümriik resmi nisbetlerindeld
dengenin bozulması:
1838 Balta Limanı muahedesine bağlı olarak yapılan 1839 tarife­
sinin müddeti Mart 1846'da dolacağından, taraflardan biri yenilenme­
sini istediği takdirde altı ay içinde mürâcaatta bulunması gerekiyordu.
1834'dekinin aksine olarak bu defa teklif İngilizlerden geldi. Zîra
bir taraftan İngiliz tüccarının, 1839 târifesinde fiatları tesbit edilenden
daha düşük kaliteli mal sürmesi13, diğer taraftan Türk parasının kıyme­
tinde % 2 0 nisbetinde yükselme kayd edilmesi14 karşısında fiatlar güm­
rük nisbetlerine göre hayli düşük kalmağa başlamıştı.
13 Papers, respecting the tariff o f 1839 with the Porte, London 1847, s. 13 ve 69.
14 Önce kâğit parada başlayan ıslahat (1840-42), daha sonra madenî parada da
tatbik edilmiştir (M. Belin, Türkiye İktisâdi Târihi Hakkında Tetkikler, M' Ziya tere., İs­
tanbul 1931, s. 284-85; Tarih-i Lütfi, İstanbul 1328, VIII, 10).
OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ
341
idhal mallarında % 5 yerine % 7-10, ihraç mallarında ise % 12
yerine % 2 0 , hattâ bazan daha üstünde gümrük ödendiği İngiliz tüc­
carları tarafından iddia edilmekte olduğundan İngiliz Hükümeti tarife
yenilenmesi için harekete geçerek Bâbıâlî'ye gerekli mürâcaatı yaptı.
Yeni yapılacak tarifenin esasları:
Ancak, târifenin hangi esaslara göre yapılmasının daha uygun ola­
cağı hakkında İngiliz Hükümeti içinde görüş ayrılığı ortaya çıktı. Board
of Trade (Ticâret Nezâreti) iki ayrr gümrük resmi (âmediyye ve reftiyye) yerine bir tek resim konulmasına taraftar olduğu halde. Hâriciye
Nezâreti, % 9 âmediyyenin «bütün dâhili resimlerin yerine» geçmek
üzere konduğunu, iki resim birleştirilip yüzde oranı düşürülürse Os­
manlI Hükümetine yeniden bir takim resimler ihdâsı için imkân veril­
miş olacağını, ayrıca böyle bir değişikliğin muhakkak muahedede yer
alması icab edeceğini ileri sürerek reddetti15.
Târife müzâkereleri:
İngiliz elçisi Sir S. Canning'in 17 Haziran 1846'da, târifenin yeni­
lenmesi için Bâbıâlî'ye verdiği takrir kabul edildi ve 1 Ocak 1847'den
îtibâren gümrük resimlerinin yapılacak yeni târife üzerinden alınmak
üzere gümrüklerde yeni defterler açılması emr olundu.
Diğer taraftan, İngiltere'yi takiben öbür Avrupa devletleri de târifelerini yenilemek ihtiyâcı duyacaklarından bütün devletler mümessilleri­
nin birlikte çalışması uygun görüldü. Müşterek toplantıda ilk olarak
vardıkları prensip kararı ise Osmanlı hâzinesi aleyhine olacak mahiyet­
15 Bâbıâlî, Balta Limanı muahedesinin tatbikine geçilmesini müteâkıb aceleye getirilen
veya gözden kaçan bâzı ibâreler dolayısiyle ortaya çıkan aksaklıkların giderilmesi için muahe­
dede bir tadilât yapılmasını İngiliz Hükümetinden istemiş bulunuyordu. Fakat İngilizler,
elde ettikleri menfaatlardan vaz geçmek niyetinde olmadıklarından 1846’da Osmanlı-Rus
ticâret muâhedesinin yapılmasına kadar, Rusların ayrı statüye tâbi olduğu bahanesiyle
Bâbıâlî’yi oyalamışlardı. Şimdi ise müddeti dolan târifenin yenilenmesi isteğiyle ortaya çıkı­
yorlardı. Onun için muâhedede yer alması gereken bir hususa temas etmeleri Osmanlı Hü­
kümetini hak iddiasına sürükler endişesiyle İngiliz hâriciyesi böyle bir teşebbüsde bulunmayı
düşünemezdi.
MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU.
342
teydi. Zira idhal mallarında, gümrük resmine esas tutulacak fiatın, ma­
lın satış fiatı olmayıp gümrüğe girdiği andaki fiatı olduğunu, yeni târifenin bu esas üzerinden tanzim edilmesi gerekli bulunduğunu iddia ve
bu hususda fikir birliğine vardılar18.
Osmanlı Hükümetinin ise bu karara kolayca rıza göstermesi im­
kânsızdı. Bu sebebledir ki müzâkereler uzadı. Ancak 1 Ocak 1847'den
îtibâren gümrük resimlerinin borç kayd edilmekte olması Osmanlı hâ­
zinesini güç duruma sokmaktaydı, ingilizler, mâlî bakımdan müşkil du­
rumda kalacak olan Osmanlı Hükümetinin, neticede tekliflerine boyun
eğmeğe mecbur olacağından emindiler. Bunun için Bâbıâlî'nin geçici
indirim teklifini kabûle yanaşmadılar.
Müzâkereler neticesinde sadece indirim oranını bir mikdar azalt­
mak kabil oldu. İngilizler, idhâl mallan için % 5 gümrük, % 20 masraf­
tan, ihraç malları için ise % 1 2 gümrük, % 6 masraftan indirim isteğin­
de bulunmuşlardı. Gümrüklerde istenilen indirim aynen kabul edildiği
halde, masrafta idhalâtta % 15, ihracatta ise % 4'e indirilmesi sağla­
nabildi.
Bu suretle idhalâtta % 20, ihracatta % 16 indirim yapıldıktan
sonra gümrük resimlerinin tesbit edildiği târife Mayıs 1850'de tanzim
edildi.
Tarifenin tahlili:
Mayıs 1850'de tanzim edilmiş olan bu târife17. M art 1846'da müd­
deti dolan 1839 târifesinin yerine geçmekte ve 1 Ocak 1847'den 1 Mart
1855'e kadar yürürlükte kalacağı kabul edilmektedir.
Tanziminde, muâhede ile kararlaştırılan esaslara sâdık kalınmadı­
ğından, ne şekilde tatbik edileceğinde tereddüde düşülmesini önlemek
gayesiyle 1850 târifesine, bir önsöz ile bir sonsöz ilâve edilmiştir. Târifenin tatbik şekli hakkındaki açıklama sonsözde yer almış bulunmak­
tadır.
Târifede mevcud ihraç malları sayısı 210, idhal malları ise 249 dur.
Bunlar içinden de idhalâtta 31, ihracatta ise 32'si râyice bırakılmıştır.
16 İngiliz murahhaslarından elçi Lord Cowley’e 8 Haziran 1847 tarihli rapor: F.O.
78/684.
17 1850 târifesinin metni için bk. Düvel-i Ecnebiye Defterleri, İngilterelü İzn-i Sefine
Defteri, Nr. 37/3.
OSM ANLI-İNGİLİZ GÜM RÜK TÂRİFELERİ
343
ilk defa bu tarifede yer aldığı kayd edilen malların, sayısı ise, 17 ihraç,
70 idhal mallarında olmak üzere 87'yi bulmaktadır.
Târifede, her mal için birim kabul edilen mıkdarının fiatı kayd edil­
dikten sonra, önce bu fiat üzerinden % 9 âmediyye hesablanmakta,
sonra bundan % 16 indirim yapılarak fîlen ödenecek âmediyye bulun­
makta; daha sonra ise % 3 reftiyye ile toplanarak o malın, gümrükten
çıkarken ödenmiş olması gereken resim mıkdarı tesbit edilmektedir
İhraç mallarına misâl:
Alacehrî-i İskilib
ve Kayseriyye
kıyye
1
guruş
18
gümrük
194
31
bâ-irâde-i Seniyye-i Şâhâne
—
-yüzde onaltı hesabıyla tebdili
54,5 yüzde üç resm-i gümrük-i reftiyyesi
163
yüzde dokuz resm-i gümrük-i âmediyyesi
217,5
İdhal. mallarında ise, yine tayin edilen birim üzerinden fiatı ve biı
fiat üzerinden eski târifeye göre alınması gereken, bu defa sadece i:/o 3
gümrük resmi tesbit edildikten sonra bundan % 2 0 indirim ile fîlen
alınacak olan resim tesbit edilmektedir.
MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU
344
İdhal mallarına misâl:
iğne-i Avrupa
posta
1
aded
50 000
guruş
240
gümrük
864
173
bâ-irâde-i Seniyye-i Şâhâne yüzde yirmi
hesabıyla tenzili îcab eden
691
yüzde üç resm-i gümrük-i âmediyyesi olarak
III
1862 TÂRİFESİ
1850'de tanzim edilmiş olan tarifenin müddeti 1 Mart 1855'de
dolacağından târife yenilenmesi konusu 1854'de ortaya atıldıysa da Kı­
rım harbi dolayısiyle müzâkerelerin açılması harbin bitimine bırakıldı.
Paris muahedesinin imzalanmasından sonra târife işinin ele alın­
ması uygun görülmüş olacak ki 1857 yılı başlarında Bâbıâlî târife müzâ­
kereleri için üç murahhasını vazifelendirdi. Ancak tarafların masa ba­
şına oturmaları Kasım ayını buldu18, ilk olarak ihraç malları târifesi ele
alındı ve Aralık 1857'de başlayan çalışmalar neticesinde, hububat hariç
olmak üzere, diğer malların fiatları tesbit edildi19, idhal malları târifesi
ise, İngiliz elçisi Sir H.L. Bulvver'ın ifâdesiyle «Türk parasının istikrar­
sız durumu dolayısiyle tehir edilmişti»20.
18 F.O. 78/1478 — 13 Mayıs 1859.
19 İngiliz murahhaslarından elçi Bulwer’a 23 Mayıs 1859 tarihli rapor: F.O. 78/1431.
20 Bulwer’dan Malmesbury’ye 16 Mayıs 1859 tarihiyle gönderilen bu telgrafın metni
şöyledir: «The tariff on exports has been finished. That on imports was deferred owing to
the uncertain state of the currency» (F.O. 78/1431).
OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERÎ
345
Gümrüklerde himâye fikrinin belirmesi:
Yeni tarifenin hazırlanması safhasında Osmanlı imparatorluğu'nda
ilk defa olarak gümrüklerde himâye diyebileceğimiz bir sisteme tema­
yül edildiğini söyleyebiliriz. Londra sefiri Kostaki Bey'in 29 Temmuz
1858 tarihiyle Londra'dan gönderdiği tahriratında21 idhalât gümrükleri­
nin yükseltilip ihracat gümrüklerinin ise düşürülmesi üzerinde durduğu,
idhalâtın ihracattan fazla olmasını ihraç mallarından alınmakta olan %
1 2 resme bağladığı görülmektedir.
Sefir, İngiliz vükelâsıyla temas ve onları ikna' ettiğini, Palmerston'un idhalât resminin % 10'a çıkarılmasını mâkul karşıladığını, John
Russel'ın da ihracat resminin indirilmesine mukabil idhalât resminin
yükseltilmesine itiraz olunamayacağını ifade ettiğini bildirmektedir.
Lord Malmesbury ve Sir H; Bulvver da fikri benimsemiş olarak göste­
rilmektedir.
Kostaki Bey, idhalâtın % 12-13'e çıkarılmasına karşılık, ihracat res­
minin 1 0 - 1 2 sene içinde ve dört defada tamamen kaldırılmasının uygun
olacağı kanaatindedir. Bu duruma göre idhalât rüsûmuna 3 senede bir
% 2 zamma karşılık, ihracattan % 3 indirim yapılmasını muvafık gör­
mektedir22.
İstanbul'daki İngiliz elçisi Bulvver ise, 14 Mart 1860 tarihiyle İn­
giliz Hariciye Nâzırı John Russell'a gönderdiği raporunda23, ihracat res­
minin kaldırılmasına mukabil idhalât resminin biraz arttırılmasının bu
imparatorluk için büyük bir nimet olacağını, bu suretle Türk mahsul­
lerinde artış olduğu kadar Türkiye ile ticâret yapan milletlerin ticâretle­
rinin de gelişeceğini, yani değişikliğin tarafların hepsinin lehine olaca­
ğını belirtmektedir.
Görülüyor ki gümrük resimleri msbetlerindeki değişikliği taraflar
benijmsemiş gibidirler. Ancak bu nisbet ne olacaktır? Şüphe yok ki
Fransız Hükümetinin düşündüğü % 6 24 çok düşüktü. Zira ihracatta % 6
nisbetinde azalma olacağı halde, idhalâtta sadece % 1 artış kayd edile­
cek, bu da diğerini karşılamayacaktı.
Ingilizler bu nöbeti biraz daha yüksek tutmuşlardır. Elçi Bulvver,
21
22
23
24
Hariciye Arşivi, S/1433 (bk. Ekler: I).
Ayni vesika.
Nr. 144: F.O. 78/1505.
Bulvver’dan Russell’a Nr. 164, 27 Mart 1860: F.O. 78/1505.
346
MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU
Ekim 1860'da Osmanlı Hariciye Nezaretine gönderdiği takririnde, ge­
rek ihracat gerekse idhalât için % 8 teklif etmektedir. Ancak ihracattaki
% 8 yalnız ilk sene içindir, ikinci seneden itibaren her sene % 1 indi­
rim yapılacaktır25. Bu nisbet de Kostaki Bey'in düşündüğüne nazaran
düşük olmakla beraber Osmanlı Hükümeti tarafından kabul ve 29 Nisan
1861'de imzalanan Kanlıca Ticâret Muahedesinde yer almıştır. Ancak
İngiliz teklifinde ihraç resmi sekiz sene sonra tamamen kalktığı halde,
Bâbıâlî, ihraç gümrüğünün tamamen lağvını uygun görmemiştir. Şöyle
ki % 8 ihracat resmi % V e düşünceye kadar her yıl % 1 msbetinde
azaltılacak ve % V e indikten sonra «Gümrük idare ve Nezâretinin masarıf-ı umûmiyesini tesviye etmek üzere» 25 sadece % 1 olarak alın­
makta devam edecektir.
8
Gümrük resimlerine esas olacak fiatlarda indirim oranının
düşürülmesi:
Bâbıâlî, yeni târifede, 1850 târifesiyle tatbikine başlanan indirim
usûlünün kaldırılmasını istiyordu. Yâni gümrük resimlerine esas olacak
fiat, Osmanlı çarşı ve pazarındaki râyic fiat olmalıydı27.
İngiliz hâriciyesi, Bâbıâlî'nin teklifine uygun cevabı vermek için târife komisyonu üyelerinin durumu incelemelerini gerekli gördü. Murah­
hasların, müzâkereleri beraber yürüttükleri Fransız meslekdaşlarıyla bir­
likte vardıkları netice ise gerek idhalât, gerekse ihracat resimlerine esas
olacak f¡atların çarşı fiatından % 1 0 indirimden sonra tesbit edilecek
rakam olması şeklindeydi25. 1850 târifesinde idhalâtta % 5 gümrük,
% 15 komisyon, hammaliye, depolama vs. toplam olarak % 20 tenzilât
yapılırken şimdi % 4,5 gümrük, % 5,5 da diğerleri için indirim kâfi gö­
rülüyordu. İhracatta ise 1850'de % 12 gümrük, % 4 komisyon ve de­
25 Hariciye Arşivi, Tercüme Odası, Kutu 727.
26 1861 Osmanlı-İngiliz ticâret muahedesi, madde: 4 (Mecmua-i Muâhedat, İstanbul
1294, I, 283). Bu muahedenin orijinali Bşb. Arşivi, Yabancı devletlerle yapılan muâh'edeler,
Nr. 110/b’de olup Düvel-i Ecnebiye Defterleri, İngilterelii Nişan Def., Nr. 39/5’de kopyası
mevcuddur.
27 F.O.’dan Board of Trade’e 12 Aralık 1859’da gönderilen yazıda Osmanlı Hükü­
metinin bu teklifi hakkında Board of Trade’in görüşü sorulmaktadır (F.O. 78/1481).
28 Târife komisyonu üyelerinden elçi Bulwar’a 5 Kasım 1860 tarihli rapor (Bulwer’dan
Russell’a 725 Nr.h rapor eki): F.O. 78/1513. .
OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ
347
polamadan indirim yapıldığı halde şimdi bu oran gümrükde % 8 Vıo»
diğerlerinde ise % 1 V ıo 'a düşürülüyordu29.
Tesbit edilen % 10 oranındaki indirim, Osmanlı Hükümetinin tek­
lifine uygun olmamakla beraber, 1850 tarifesindeki indirim nisbetlerine
nazaran yine de bir kazanç olarak görülerek sonunda Bâbıâlî tarafın­
dan da benimsenmiştir.
Târife müzâkereleri sırasında Bâbıâlî'nin üzerinde ısrarla durduğu
bir mesele de gümrük resimlerinin kaime (kâğıt para) değil altın meci­
diye olarak ödenmesi hususu olmuştur30. Eylül 1861'de târifedeki mad­
delerin kıymetleri tesbit edilmiş olduğu halde ödemenin altın veya
kaime olarak yapılacağı hususunda taraflar arasında ihtilâf vardır. Ko­
misyon, kaimenin râyicine göre her iki çeşit ödemenin de yapılabilme­
sini teklif ettiği halde Bâbıâlî altın olarak ödenmesi hususunda hayli
direnmişse de31 sonunda, kaime ile de ödeme yapılabileceğini kabul
etmiştir.
Târifenin tahlili:
1861 Kanlıca Ticâret Muâhedesine bağlı olarak tanzim edilen yeni
târifenin32, 13 Mart 1862 — 13 M art 1869 tarihleri arasında yürürlükte
kalması kararlaştırılmıştır. Bir muâhedeye bağlı olarak yapıldığı için
«mukaddime» ve «hatime»ye ihtiyaç görülmeyen 1839 târifesinin ak­
sine olarak, 1862 târifesinde her ikisi de mevcuddur. Zira 1861 muâhedesiyle gümrük resmi nisbetleri tesbit edildiği halde, % 1 0 olarak ka­
rarlaştırılan indirimden bahis yoktur, işte târifenin sonunda bunların ay­
rıca tasrihine lüzum görülmüştür. Tarifede, alınacak gümrük resimleri
tesbit edilmeyip râyice bırakılan mallar hakkında da açıklama yapılmak­
ta ve ihraç mallarında râyic f¡attan % 1 0 düştükten sonra diğer emtia­
dan o sene yüzde kaç gümrük alınıyorsa o nisbette resim alınacağı
kayd edilmektedir.
Ayrıca ödemelerin ne cins para ile yapılacağı da uzun uzun îzah
29 Ayni vesika.
30 Bulwer’dan Russell’a Nr. 653, 23 Eylül 1861: F.O. 78/1576.
31 Bulwer’dan Russell’a Nr. 673, 1 Ekim 1861: F.O. 78/1576.
32 1862 târifesinin metni için bk. Bşb. Arşivi; Düvel-i Ecnebiye Defterleri, İngilterelü
Nisan Dejteri, Nr. 39/5. Bu târife İngilizce olarak 1862’de İstanbul’da «Tariff concluded
between Great Britain and Turkey» adı altında basılmıştır.
348
MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU
edilmiştir. Şöyle k i : Yüzlük mecidiye altını 100 kuruş hesabıyla ve
bunun akşamı olan altın ve gümüş paralar ona göre ve 5 gümüş meci­
diye bir altın mecidiyeye eşit olmak üzere ve ecnebî paralar «bu nisbet
üzere olan» darbhane fiatı veçhile peşin alınacaktır.
İstanbul'da mecidiye altını yine 1 0 0 kuruştan hesab edilmek üzere,
mecidiye yerine borsadaki en yüksek fiatı üzerinden kaime ile ödeme
yapılabilecektir. Ancak bu takdirde bir gün evvel borsada bir mecidiye
altını kaime olarak kaç kuruştan muâmele görmüşse gümrüğe bildirile­
rek en yüksek fiattan hesab yapılacaktır. Şimdiki halde kaimenin kabûlü yalnız İstanbul'a münhasır olduğu halde ilerde taşrada da kaime
tedâvüJe başladığı takdirde oralarda da kaime kabul olunabilecektir.
Fakat şimdiden ilerdeki ödemelerin ne şekilde yapılacağı kararlaştırılamayıp bu gibi durum ortaya çıktığında Bâbıâlî ile ilgili devletler elçilik­
leri arasında bir anlaşmaya varılması kararlaştırılmıştır.
«Hâtime»nin son kısmında târifenin yenilenmesi istendiği takdirde
taraflardan birinin yedi senelik müddetin bitiminden altı ay önce müra­
caatta bulunması gerektiği, bu müddet zarfında müracaat edilmediği
takdirde târifenin yedi sene daha yürürlükte kalacağı da belirtilmiştir.
Târifede yer alan mallara gelince: 1839'da 226, 1850'de 210 ola­
rak tesbit ettiğimiz ihraç malları 1862 tarifesinde iki mislinden fazla ar­
tış göstererek 460'ı bulmaktadır. Bunlardan 77'si ise ihraç malları lis­
tesinin sonuna konmuş olan «Asitâne mahsulâtı» dır. 4'ü Asitâne mah­
sulâtından olmak üzere 62 madde ise râyice bırakılmıştır.
Târifede bu defa yer alan mallardan büyük kısmını çeşitli hayvan
kürkleri ile mâmul maddeler teşkil etmektedir. «Asitâne mahsulâtı» lis­
tesinde bulunanlardan hiçbiri bundan evvelki târifede mevcud değildir.
Şâl-ı Asitâne, bindallı, pirinç ve tunç terazi dirhemleri, sırma ve sim tel
vs. bu cümledendir.
Idhal malları sayısında ise 1850 târifesine nazaran — az da olsa—
azalma görülmektedir. 249'dan 228'e düşmüştür. Bunlardan 46'sı ise
râyice bırakılmıştır.
1839 ve 1850 târifelerinde mal fiatları kuruş, gümrük resmi ise
akça olarak gösterilmiş olduğu halde, burada her ikisi için de kuruş
ve santim birim olarak alınmıştır.
OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ
349
rv
1839, 1850 ve 1862 TÂRİFELERİNİN MUKAYESESİ
Eklerdeki tablolar üç tarifedeki fiatlar ve gümrük resimlerindeki
artış ve azalışları ve bunların birbirine olan oranlarını göstermek üzere
düzenlenmiştir. Bunun için tarifelerden en az ikisinde mevcud olan
mallar alınmış, önce fiatlar, sonra da gümrük resimlerinin 1839-50,
1850-62 ve 1839-62 târifelerindeki artış veya azalış oranları hesablanmıştır.
Tablolar dikkatle incelenirse görülür ki, 1850 târifesinde, gerek
idhalât, gerekse ihracat mallarına âid gümrük resimlerinde, birkaç mal
müstesna, azalma vardır. 1839 ve 1850 târifelerinde müşterek olan 53
idhal malının 44'üne âid gümrük resimleri % 3,7 (demir levha) - % 89
(jacconet adı verilen mermer dülbend) nisbetlerinde azalmışlardır.
Gümrük resimleri artan malların sayısı 9 olup bunlarda da % 1 (zence­
fil) - % 93,3 (rom-ı İngiliz) nisbetlerinde artış vardır. Düşüş ortala­
ması ise % 36,3'dür.
Fiatlarda 53 malın 30'unda düşme, 19'unda yükselme görülmekte,
4'ününkü ise sabit kalmaktadır.
1850-62 târifelerinde müşterek olan 163 idhal malının 124'ünün fiatında artış olmasına karşılık 38'inde düşüş kayd edilmiş, sâdece birinin
(nışadır) fiatı ayni kalmıştır. Gümrük resimleri ise hepsinde büyük
mikyasda yükselmiştir. En az artış nisbeti % 62 (karanfil), en çok %
1797 (bira)dır.
1862 târifesindeki gümrük resimlerinde bu derece yüksek artışlar
kayd edilmesinin sebebi ise 1839 ve 1850 târifelerinde idhalât resmi
% 3 üzerinden hesab edilmiş olduğu halde bu defa nisbetin % 8 'e çıka­
rılmasıdır.
1839-62 idhal malları târifelerinde müşterek olan malların sayısı 45
olup bunların 17'sinin fiatlarında artış, 22'sininse düşüş vardır. Biri
(maden kömürü) sabit kalmıştır. En fazla artış % 152,3 (rom-ı İngiliz),
en az artış ise °/o 1 (bakkam-ı al ve Portugal)'dir. En çok düşüş % 60,3
(karanfil), en az % 3,4 (ispermeçet mumu)'dür.
Gümrük resimlerinde, yukarda da işaret olunduğu gibi, 1862 târifesiyle tesbit edilmiş olan gümrük resmi nisbetinin yüksek oluşu dolayısiyle 1850-62 tarifeleri arasındaki oran kadar olmamakla beraber, bü­
350
MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU
tün mallara âid resimlerde artış kayd edilmektedir. En fazla % 345,8
(bira), en az % 6 (anber kabuğu) nisbetlerindedir.
ihraç, mallarına gelince: 1839-50 tarifelerinde müşterek 125 malın
89'unun hatlarında düşme, buna mukabil 22'sinin hatlarında artma var­
dır. 14 tanesi ise sabit kalmıştır. En az düşüş % 2,1 (bakır evâni), en
çok düşüş % 64 (bogasi-i Denizli)33 dür. Fiat artışında en yüksek oran
% 50 (gülyağı), en düşük ise % 1,8 (buğday)dir.
Gümrük resimlerinde 117 malda % 66,6 (alaca-i Tire ve Bor ile
astar-ı Taşköprü) — % 1,9 (keten tohumu) arasında düşüş kayd edi­
lirken 8 malın gümrük resmi nisbetinde artış olduğu görülmektedir.
Artma nisbeti ise anason-ı Kayseriyye (% 51,1) istisna edilirse % 26,5'u
geçmemektedir. Gümrük nisbetinde değişiklik kayd edilmeyen yegâne
mal olan sülüğün yanında, iltizam müddeti bitinceye kadar eskisi gibi
alınacağı kaydı vardır.
1850-62 tarifelerinde müşterek olan 142 ihraç malının 80'inin hat­
larında artış, 59'ununkinde düşüş görülmektedir. En a z a r t ı ş % 0 , 4
(kirpas-ı Gedüz), en fazla ise % 750,4 (sülük)tür. 3 malın fiatında
değişme olmamıştır.
Fiatlarda 80 malda artış olduğu halde gümrük resimlerinde bu,
46'ya düşmüştür. Bunun da sebebi, gümrük resminin hattan % 16 in­
dirim yapıldıktan sonra tesbit edilmiş olmasıdır. En az artış oranı %
1,9 (saleb-i Anadolu), en çok ise % 551 (sülük)dir. 96 malın gümrük
resmi ise % 0,4 (ham Rumeli pamuğu) — % 77,9 (alacehrî-i Rumeli)
arasında değişmektedir.
ihraç malları bakımından 1839-62 târifelerinin mukayesesi yapıla­
cak olursa 105 maldan 40'ının fiatında artış, 62'sininkinde ise azalış
göze çarpar. 3 malın fiatı aynidir. Bunlardan en çok artış nisbeti % 155
(ceviz), en az % 2,8 (Hama sofra ve peşkirindir. Düşme oranları da
% 0,5 (balmumu) ile % 93,8 arasında değişmektedir.
Halbuki gümrük resimlerinde sadece 16 malda artış görülmekte
olup, bunlarda da — % 557 ile sülük istisna edilirse— en yüksek oran
% 81,1 (ceviz) ve en düşük % 0,2 (Karaburun üzümü)dir. Azalma
nisbeti de maldan mala değişmekte ve % 0,5 (saleb) ile % 90,1 (alâcehrî-i İskilip ve Kayseriyye) arasında Seyr etmektedir.
33 Bu madde 1850 târifesinde «bogasi-i Hamid»le birleştirilmiş ve kıyyesine 18 kuruş
fiat konmuştur. Halbuki 1839 tarifesinde «Hamid» 35, «Denizli» 50 kuruştur. Bunun için
1850 fiatı, iki rakamla ayrı ayrı mukayese edilmiştir. Eklerde ihraç mallarına âid listelere bfc.
O SM ANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ
351
Ancak 1862 tarifesinde hatırdan çıkarılmaması gereken bir husus
vardır, ihraç malları için tesbit edilmiş olan gümrük resimleri sadece
1862 senesine âiddir. Sekiz sene sonra, verilen rakamların 1/8'ine dü­
şeceklerdir. Meselâ afyonun bir kıyyesine ödenecek gümrük resmi
1862'de 1920 akça olduğu halde, 1869'da 240'a inecektir. Yine bunun
gibi 1862'de kantar başına 432 akça ödenen siyah üzüm için, 1869'dan
itibaren 54; kantarı başına 1344 akça resim verilen zeytinyağı için 168
akça ödenecektir.
Sonuç olarak denebilir ki gümrük resimlerinden elde edilen hazine
geliri bakımından 1839 tarifesi bir ferahlık, 1850 târifesi ise darlık mey­
dana getirmiştjr. 1850'yi takib eden birkaç yılın idhalât ve ihracâtının,
kıymetler toplamı bakımından büyük bir değişiklik göstermemesi hâ­
zinenin kayba uğradığına delil teşkil etmektedir, ihracat ve idhalâtta
ancak Kırım harbinden sonra artış kayd edilmeğe başlamış, 1862'den
itibâren ise bu artış süratlenmiştir. Gerçekten 1861'de Oşmanlı top­
raklarından İngiltere'ye yapılan ihracat £ 13 000 000 iken 1865'de
£ 28 000 000'e çıkmıştır. Fakat, müteâkıb yıllarda artış hızını kayb et­
miş ve 1867'de £ 20 000 000'e kadar düşmüştür ki bundan, ticâret
hacminin seyrinde gümrük resmi nisbetlerinin tek faktör olmadığı so­
nucuna varabiliriz. Nitekim, 1862'den sonra Osmanlı idhal gümrüğü
nisbetlerindeki artışa rağmen İngiltere'den yapılan idhalât azalmamış,
bilâkis hemen hemen ihracattaki seyre paralel olarak artmıştır.
Burada, sadece gümrük resimlerindeki değişikliğin Osmanlı hâzi­
nesine ne ölçüde tesir ettiği bahis konusu olduğundan, uzun vâdede
mütâlaa edildiği takdirde, nisbetlerdeki düşmeye rağmen, ihracat ve
idhalâttaki artış sebebiyle hazine kaybının telâfi edildiği söylenebilir.
352
ij
MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU
TABLO I. İhraç
Kv a l l a
A ^ /â //n c /n s /
Aflkdar
/ÖSS
(■krş)
A fyon
K/yye
A la ca .i Haleb
Top
A laca, i M anisa
fien k /
(lop 100).
Top
Alaca. / Sam ve
çHar/*ve keleni
Alaca, i Tire ve â o r
Top
60
30
38.50
.5 0
1800
300
385.70
.5 0
HO
60
70.70
-4 5 .4
20
ö
5.20
.6 0
10
2.90
18
4
.3 5 .7
.77,7
.8 5 .7
1.30
.( 8 4
.7 (4
.7 6 .3
//
5 ,5
Anason, i Kayseriyye
//
(.5
Anason./ fiu /n e li
//
K ile /
(kme 14)
Top
1862
(krş)
200
101
Okka
n
1350
>
7 ~ /a lla rd a k / a rl/p ve
i
azal/ş niskellerif% olarak)
1833.
1833.
s
1850.
1862 ■.f
1862
1850
i keş)
140
A la c e h rî.i İskilip
(ednâ)
Alacelrrl.i /ski/ip ve
Tayserr/yye (âlâ)
AlacehriJ Rumeli
A rpa, i / slanbul
r
28
4 .5
. 2
2.60
—
2
2.30
6.25
6
5 .4 0
i
38.6
42.8
28,3
.5 7 4
(7.9
.3 5
38
.35.8
.7 8 .5
.3 5 .7
-7 4
.7 1
33.3
—
44
\
j
t;
t
73.3
30
i
?
Ş
i
.( 0
.(3 .6
J
15
—
20
m
rayiç
.5 0
-
—
f.
ûenk /
(iop 60)
Top
1080
550
450
.4 9 '
.(8 4
.58.3
f
t
.6 0
.3 5
ö a k /r (e v a n î )
K /yye
23
2 2 .5
2 6 .5 0 ' - 2 4
3 a k /r (kû /ç e)
//
10
12.5
raylc
S a k /r (kol/ne)
✓/
S
3
9.30
B â l 1/7.1 B /lecik (sât/e) Ç /fi
50
36
38.50
B alm um u (külçe)
K/yye
i 8 .5
13
18.40
B e le d i, i
Ç ift
25
İ7
12.60
.3 2
15.3
.21.6
i
i
titi
'*!
1;
30
23
26,10
-23.3
13.5
.13
jr
35
50
J} f8
14.20
-48.5 j - 2 ( 4
.6 4
A s ta r./ Geyve
A s ta r. / Kastamonu
A star, t
Taşköprü
B u rs a
B eled i, i M erzifon
B o y a s i.i K a m /d ve
Denizli veelvan re a/acasi
//
K /yye
15
6
3.90
25
(7 .7
—
15.2
-
-
0
3,3
3.3
.2 8
69
2.7
-3 4
.2 3
- 0 .5
t
-59.4
-7 (6
i
OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ
353
ıallan tarifeleri
û ¿i sn r a A:
183 9
Ga/nrâÂ: res/yn/er/aclel/
a r/jf ye azaZ/f sr/jA el/ea1%)
1833.
1850.
1839.
1850
1862
1862
r e 's / '/ n / e r l
1850
1862
Calçe)
1090+ 363= 1453
fa fç e )
1270+423=1893
(atçe)
1920
648+216 = 864
272 + 90 = 362
370
.58.1
3702
-4 7 9
.65,9
.8 2.3
5 4 4 + 181= 7 2 5
678
-5 4 .2
- 6,4
.5 7 .1
7 2 + 2 4 = 96
49
.66.6
-48.9
-4 8 .2
91+30=121
27,66
—
.7 7 .7
—
39,60
-46.1
.8 2 .
.9 0.1
.3 0 .7
.7 7 ,9
-84 .6
19440+6480 = 2 0 9 2 0
8165+2721.5=10866,5
1188+396 = 1 5 8 4 ~
2 16 + 72 = 2 8 8
303+100=403
1 6 3 + 5 4 ,5 = 2 1 7 5
59+19 = 78
4 1 + 1 3 ,5 = 5 4 ,5
12
16+5=21
2 5 +8 = 3 3
24
~
—
67+23=30
216 + 7 2 = 2 8 8
•
11664 +3888= 155 52 1 6 2 + 5 4 = 216
51.1
20+6=26
21,60
5 6 .5 + 1 9 = 7 5 ,5
51,60
.16.6
9 1 + 3 0 = 121
%8
.5 2
4990+1663=6653
•
1 6 .5
5 4 + 18 = 7 2
—
13.4
8.2
.27,2
32,1
.5 7,1
14.8
.1 5
—
.3 0
-42.7
—
.57,2
.3 5
-72.2
37,20
.66.6
-48.6
-64,1
254
.1 7,3
.6 .6
-2 2 ,7
4320
2 4 8 + 8 1 = 329
204+66 =272
108+36=144
113.5+38= 151.5
%8
81+27= 108
88.8
.16.2
-17,5
3 26.5+ 109= 435.5 -
3 70
.3 9 .5
.1 5
■ -48.6
200+67=267
173+57=230
176
.1 3 .8
.2 3 ,4
-3 4
2 70+ 90 = 360
1 54 ,5+ 51.5= 206
187
-4 8 .7
-9 .2
-330 +108=438
. 2 08 .5 + 6 9 .5 = 2 7 8
250
.3 6 .5
.1 0
-41.5
I 163 + 5 4 = 2 1 7
134
I -38.2
.7 3.7
.8 1 3
97+32 = 1 2 9
540+180=720
.
> 1
-378+ 126 = 5 0 4 540+180 = 720
-
4 .8
—
.38.9
: .4 8
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 23
MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU
354
f,Yat/ardaki art/ş ve
aza//ş nisbet/erify. o/arak)
7660_ 7636.
tâ62 18331862
■7850 7662
77,2
İ5.30 7,8
3.2
f / a 7 7 a f~
A-Aat/r? c/nsi
A7/kdar
Buğday
İst.kilesi 73.75
t/Uy/eao)
f/yye
60
Ceviz
C/r/f ( ¿//camie)
7/
Çit.i Kastamonu ve , Denk
yorgan yâzû
Ç/tyorganydzti.i 7ökad Top
vee/vah ve bogasi
K/yye
Çöğen
Deri (toyt/û yekeçi)
Âded
Deri (/tuzu ve küçük
keçi)
Der./' tavşan(Anadolu)
//
/1
Der,S, tavşanffume/v)
7833
3.5
7850
İ4
57,5
5
800
763
-4.7
42,8
566,50
733.4 . 755
-
-
—
-23.4
—
.70
—
7
6,30
-
7.5
3
İ.30
33.3
4. s
2
6.30
.555 275
İS
3.70
-40
İ60
too
İ53,30
.37,5 52.3
//
85
60
¿4,4°
-23,4 57,3
Döşek veşdie.iA'/br/s
✓/
38
76
73,30
-42.8
.76,9
.52.5
£t>ucebi karpuzu
K/yye
A2
İO
—
.76,6
—
—
/e s ./ Tunus kek/r /Cağ/d 200
(â/â ve ednâ)
._
fes.i Tunus (Mecidiye
4
tabir o/unur)
300
fes.i Tunus, sag/r
Deste
(â/â, evset, ednS)
70
Kantar
f/nd/k
İTO
773
.75
.33.3
-7.3
İ00
66,70
—
.33,3
—
İ70
773,30
.75
.33,3
55
65,70
-21,4
73,4
-2,4
.72,8
.73,5
—
.5
706.6
26,6
40
24
-4,3
77
_7
fu ia .i Sursa
Çift
40
37
32,20
-7,5
Geyik boynuzu
K/yye
5
-20
3
4
2
-
//
2
0
0
Gu/yağ/
Af/skat
İO
İ5
77,80
50
-21,3
78
Günlük
Kantar
180
İ65
rayiç
-8.3
—
Hal/, i Uşak
K/yye
-
İ6
25,20
-
57,5
Güibahar
0
—
OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ
G3/I7/-Ö2res/zulm/ıele/r
û u /n rû /: re a //T ile r /
183 9
16 S 0
150+48= m
127+42 = 163
648+216=864
522+174 = 636
37+12=40
45.5+15= 60.5
355
1662
146
1565
—
arfyf ve mzaZ/f
1'A)
1839.
1639.
1650.
1650
1662
1862
.13.6
.26.3
-14.6
. -184
22,4
124.8
—
81.1
—
7257+2413=9676
5438
63.5+21=84,5
60
1 6+ 5= 21
18.5+6 = 2 4 .5
18
16.6
.2 6 .5
'-14.2
48+16=64
25+8=33
60
-48.4
81.8
-6.2
.5 0
—
-
—
-4 3 7
—
—
.28.5
—
2 7 + 3 = 36
1 3,5 + 4.5 = 1 8
23
1728+576=2304
3 07 + 3 02 =1208
1510
-4 7 .5
24.8
.3 4
318+306= 1224
544+181,5=725.5
906
- 40.7
24.9
.25,9
3 02 + 1 00 = 4 02
145+48.5=193.5
127
.51.9
-3 4 .İ
- 68.4
123+42=171
3 1 + 3 0 = 121
2160+720=2880
1542+514=2056
307+302=1209
—
—
.2 9 .6
.19.1
—
1087
.28 .6
-47.1
679
—
-4 3 .8
—
.27,3
—
2160+720=2880
1542+514=2056
1087
-28.6
-4 7 1
.27,3
756+ 252=1008
483+166 = 6 6 5
630
.3 4
-5 ,2
.37,5
4 32 + 1 44 = 5 76
336+112 = 4 4 8
308
.22.2
.31.2
.23.1
45+15=60
38
—
-36.6
—
18+6 = 24
13
.20.8
.31.2
136+45=181
113
-37.5
.21.5
1344+648=2592
1437+433=1396
7.8
.22.3
—
145+ 48 = 193
241
—
—
2 1+ 7
=
28
108+36=144
-14.8.
86,5
—
24.8
—
—
MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU
356
T /a Z /a r d a k i arZ /g re
k / a / / a r
3 İ //7
C //7S/
Z839
İbrahim ¡yye ia b ir
olunur kı/maş
Z yn e./ M a/Zarm /
ih ra m ./ R u m e li
(e/van ve beyaz)
/p ek ( Ay dm, s uy/a,
ZZen/eçe)
///e k , Z/a/n (Barsa,
ZZ/hg/Zç, k/r/nasZ/,
öand/r/na, Ayanc/k,
krd ek, kap/day)
ip e k (SZ/rne, k//neZoka,
T/r//ova, f/Zibe, Pazar,
e/k, Z a y ra -i aZ/k ye
ced/d)
/p e k (Z Z /h r/s )
/p e k (¿am, ZZaZeh,
Sayda ve Z/avaZ/ZerZ)
Zpek(Zanjg, T/rJıaJa,Z/enişe.
h/r; i/enişehr. i Solos, Sela­
nik, karaferya, Çarşamba
ve öaZra)
(ja ş y a
k e ç e ./ k a r a b is a r
(beyaz ye e/van)
kenevir /ohumu
ZS33-
Z833.
Z850.
Z862
Z862
/ÖSO
Z862
Top
55
5 7 ,3 0
5 ,2
k /y y e
Z2
6 ,5 0
-4 6 8
30
37
2 2 .5 0
.33,7
-Z 6 .6
-2 5
n
Z50
33
108.50
.38,6
17,6
-276
//
200
Z55
.2 2 ,5 .
//
200
Z2£
.3 3
//
ZPO
70
Z08,5O
-4 İ6
55
- 3 .5
a
ZP0
22
Z085O
.2 3 .3
P00
ZZ3
-43.5
12
ZS
.3 7 ,5
20
20
O
15
ZO
Z3
14
0,80
Z5
3Z,50
2/
Z8
k a h v e .i yemen
keçe. /
azaZ/f n/sZe/ZerZ/% o/ara/)
Af/Adar
A ded
ZslanZ/uZ
¿//es/
Z2/30
kelen ZpJiyi (bam/ama
Zab/r oJı/nar)
k/yye
AZeZen tohum u
Zsianbı/l
k//es/
k/ZZm.Z Turkm en
Aded
75
Z28,60
k /'/n y o n
k/y y e
2
2
k/'rpas./ AlS/ye(enh)
Top
3
5 ,80
Z8
Z8S0
Z7.3
.33,3
23
7,6
.9 4 ,2
ZZO
Z6.6
-Z4.2
7 /4
0
.3 5 .5
.3 5
.1 8
.3 3 ,8
OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ
û û /n r a / r
163$
r e a /z n /e r /
18 6 0
1662
357
06/nrû7 resJ/7?1rr1rrcfc4/
a rl/f ve aza/v /ı/J İe lle /1 1%)
1839L
185018397850
1862
1862
556
—
-1 6 .5
_,
1 03+36 = 1 4 5
62
—
.5 7 ,2
_.
3 2 4 + <08=4.32.
2 4 5 + 815 = 32 6 ,6
216
-2 4 .5
.3 3 ,7
-52,3
1 6 2 0+ 5 4 0= 2 16 0
8 3 5 + 2 78 =1113
104 c
-4 8 ,4
-6 3
-5 1 ,7
—
499 + 166 = 6 6 6
—
£150+720=2880
1406 + 4 6 8 =1874
—
-34 ,3
—
—
2160+720=2880
1107+363=1476
—
-4 8 J
-
—
2 3 .1
-3 9 ,7
1236+432=1722
6 3 5 + 2 1 1 ,5 = 8 4 6 ,5
7042
-8 3
123 6+ 4 3 2= 1728
8 3 5 + 2 7 8 =1113
1042
-3 5 .5
2160+720=2880
123+43 =172
1025+342 = 1367
—
-4 0
68+22 = 30
__
-4 7 ,6
.6 ,3
.3 9 .7
-
—
270 + 30 = 360
182+60 = 2 42
—
-3 2 ,7
—
—
762 + 5 -4 = 2 1 6
3 1 + 3 0 = 121
118
.3 2 ,7
-3 ,4
-1 5 ,3
127+43=163
78
-9 ,6
-53.8
-4 8 .1
136+45=181
302
—
66.8
—
-31,8
-3 3 ,2
140+47=187
—
734 + 6 5 = 2 5 3
1 3 0 ,5 + 6 3 ,5 = 2 5 4
173
-1 ,9
—
680+227=307
7234
—
21+7=28
2 0 + 6 .5 = 2 6 .5
13
-5 ,3
—
81+27=108
55
-
36
- 28.3
-4 9
—
- 32.1
—
MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU
358
y ' / a / / a /A A a //n c /n s /
A f//d a r
f63S 1 /S 5 0 1 /6 6 2
y /a //a r d a /i a rl/s ve
3 z a //f ris ¿ e //e ri(fi e/ara/)
7833.
7633.
7850.
7862
7862
1850
A /rpas./ Atâ/ye(ensiz)
//
_
7
4 .7 0
—
.3 2.8
A /rp a s . /
//
25
f4
—
-4 4
—
—
A /rp a s ./ A ram a
A /y y e
30
/s
—
.3 6 .6
i-
—
A /rp a s ./ G edı/z(er//)
fe r //
lop 50
//
6 25
-3 4 .4
411.80
■)
\0 ,4
480
1
[4 1 0
)
A/yye
25
f4
72,80
-4 4
-8 .5
-4 8 8
Tc/>
25
2 2 ,5
—
./o
—
—
/A
1.3
7/
S .20
.75,3
.76.3
. 29;2
fa y y *
f /0
70
64.30
.3 6 ,3
-2 1
-4 İ 5
4A
/t
¿ )a y
» (ers/z)
A/rpas./ Â e/er
(AradoA ) '
A /rp a s./ A f a/a (y a
A /rpas./ A f e reme/?
A /rp a s ./
V /zea
—
-34.1
-14.2
.11.2
A /fre\ ¿beyaz
(/f/e rm /f, â/â )
A //re (evsat)
//
22
(3
23
.7 3 .6
22,2
//
—
/O
3 ./0
—
.3
—
A //r e
//
—
3 .5
6.50
—
8 5,7
—
/sfdfiói//
fti/esJ
Aaaiar
?
7
_
_
.2 ,7
2,8
.7 0
72,5
3 .4
(e d ra )
Ao fo ro z ve Çavdar3
Ao///oya. i A rado/ı/
m
f7 5
e) 7 .20
.6)6,30
1.37
-
-
Ad/Soya. / A /âr/s ve
ö e r/y e /d f. şa/n ve
Trai/c/s
//
(0 0
3 7 .5
/.33,30
- 2 .5
3 6 .7
33.3
A of i e r
//
/oo
/OO
1,60,70
0
60.7
60.7
Aósele.i A ydın
Aded
30
30
25,7 0
0
- ASse/eJ Gerede
//
45
30
32,20
.3 3 ,3
//
200
f /5
48,20
-4 2 ,5
//
5~0
45
—
.7 0
35
28.30
-
Aósele.i M an d a ve
A a ra s /ÿ /r (p/şm /f)
Aose/e./ ya/ova
A ı/fa / Ope///, f/r¿a¿)
//
-
-74.3
7,3
.5 8
-14A
-2 8 ,4
.7 5 ,3
-----
—
-17 ,4
’
—
*
O SM AN LI-İN G İLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ
G. u m r û 4
7 8 .3 9
r e s /m /e r /
76 5 0
63,5+27=84.5
___
270+30=360
7 27 + 42 =769
3 2 4 *7 0 8 = 4 3 2
772,5+57.5=230.
1862
G5/nrû1r resJ/7?1er/hc1e/7
a rl/f ye azal/f r/s is l/e n 7%)
1833.
7850.
1839.
1850
1862
1862
—
44
—
—
6750+2250=3000
359
-4 7 .9
.5 3
—
—
-4 6 .7
—
—
.5 6
-4 4 J )
| 3720 + 7240=4360
3953 |
^ 20.3
. 28,8
5784 + 7728=6972
-3 2 9
270+30=360
7 2 7 + 4 2 =769
270+90=360
£04+68=272
740+46=786
700+33=733
88
-2 8 .4
-3 3 ,8 '
.5 2 ,6
6 3 5 +277= 8 4 6
617
-4 6 .5
.2 7
.6 1
7 7 3 + 5 7 .5 = 2 3 0 ,5
2 21
-27 .2
-3 .9
-3 0
-28 .9
■ 7788+336=7584
237+73=376
122
—
.5 3
.2 7 ,8
. 2 4 .4
—
87+30=72/
86
—
—
32+70.5=42.5
62
—
—
4 5 .8
.66,1
—
—
—
-18.3
-1 9
.2 8 .9
-7 0 .6
-3 1 ,6
.4 0
- 18.3
1279
-1 8
8.3
- 11,1
8 0 7 + 3 0 2 = 720 9
1542
.1 6
2 7 ,5
7
• 3 2 4 + 7 08 = 4 32
2 7 2 ,5 + 9 0 ,5 = 3 6 3
246
.1 5 .9
.3 2 ,2
.4 3
486+762=648
2 7 2 ,5 + 9 0 ,5 = 3 6 3
308
-4 3 ,9
-75.1
.5 2 ,6
2760+720=2880
7 0 4 3 + 3 48 = 7 39 7
462
.5 1 ,7
.6 6 ,7
.8 3 ,9
4 0 8 + 736=544
—
-2 4 A
318+706=424
277
75+25=700
6 3 .5 + 2 1 = 8 4 .5
3) 68,4
7588+528=2777
i ) 60
1891
7080+360=7440
8 8 5 + 2 9 5 = 1780
7080+360=7440
7344+648=2532
5 4 0 +780 = 7 2 0
—
-
—
' '
—
-3 4 .6
—
—
MÜBAHAT S. KÜTÜKOĞLU
360
p y a / / a y~
/-V â /y n c /n s y
M /Adar
(6 3 3
7650
7663
\
7~>a77ar daAi ar/yş re
aza/yş- r?/sbe//eri(X o/areA)
78337633.
7650.
7660
7662
7862
77
70.50
_
.3 8 ,2
_
—
50
77.30
—
5 4 ,4
—
Pyyye
—
300
£ 63 .80
-
37,4
—
A ded
—
40
46,70
- ■
76.7
—
Top
70
5 7 ,5
8 3,3 0
.3 .5
23,2
78.8
yy
80
45
53.30
-4 3 .7
/ Z4-
.3 3 ,3
P a /n İ. / /Varna (sâde)
C/Ti
60
45
46.70
.3 5
3 .7
.23,7
Pu7nî.i H am a (7e//i)
yy
750
so
728.60
.4 0
42.3
.2 0 ,9
P a /n /.i Ş am
Top
_
6 5 ,5
66.70
_
7.8
Z d a b /e b
Pyyye
5'
5
—
0
—
M anda boy n a z a
C /M
M a z ı (â /â ve ednâ)
P aniar
Paşa A, A b ra c a /a r
(beyaz re e/rar?)
PeyşaA, ö a m r i
Pyyye
A de d
Pi/şaA.y T ra b /a s
OfieA)
PeyşaA- / T an a s
/Tu/y7 /1 / B a rs a
A ,a/n / . /
/ / a /e i
N /ş a d ır.y M ıs y r
Pa/am ud (by/ccim/e)
yy
—
yy
7.7 ..
.79.7
300
2 36
75.3
- i?
73.8
3 ,5
.3,20
5 15
5 .3 0
7 .5
5 .3 0
1
M ü r r .i sàfy
A ded
.2 0
-3 .6
-
—
-2 ,6
Vari l 7
Ayyye 70
Pyyye
3000
3000
3500.
O
75
75
4 .5
4
4 .7 0
.8 ,3
77,5
4 ,4
yy
M. S
77
—
.7 2
—
_
P an /ar
66,5
5 3 ,5
-
.2
—
5 7,4.0*
45*
PamırA. / Ânado/a
(bam )
Pamu/c.ı A’ume/i(bam)
*Cï
Meşin, i Anado/u
( Arrmrzy)
M us/aA y
360
—
263,60
360
*
M eşin.i Anado/u re
Auyne/y
Meşin.} Teme/i(byr/nyz/)
. 325
_
.74,2
yy
336,5
3 3 6 ,5
270
0
74,7
74.7
yy
—
305
252,30
-
23,7
—
OSMANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ
û
û m rû Â :
tâ 3 9
—
—
—
■
r es /m /e r /
Z8SO
Z862
361
62/77/-Ü2 re s tm /e r/rt/e /f
er/Jf ye azaAf /? /s 6 e //e // /% )
/ 850.
Z839.
Z839/8 5 0
Î8 6 2
Z862
-5 0 .7
/ 5 4 1 5 /,5 = 2 0 5 ,5
/O /
—
4 5 4 1 /5 / = 6 0 5
740
—
2 2 .3
—
2544
—
5 .2
—
/ 8/4 1 6 0 5 = 2 4 /9
—
3 6 3 1 /2 /= 4 8 4
448
—
7 5 6 ı2 5 2 = /O 0 8
6 1 2 1 2 0 4 = 8 /6
798
_ /9
-8 .8
_
8 6 4 + £ 8 8 = /f 5 2
4 0 8 1 /3 6 = 5 4 4
/> //
.5 2 .7
-6 .İ
.5 5 .6
6 4 .8 1 -2 /6 = 8 6 4
4 0 8 1 /3 6 = 5 4 4
448
.3 7
-Z 7 .6
-4 8 .3
1834
-4 3 .6
7 3 .4
—
/6 2 0 + S 4 0 = 2 /6 0
8 /6 .5 1 2 7 2 = /0 8 8 .5
5 9 0 1 /9 6 = 7 8 6
—
640
—
Z 4
-/8 .6
—
•
20.8
-1 2 .9
—
5 4 1 /8 = 7 2
4 5 .5 1 /5 = 6 0 .5
3 2 4 0 1 /0 8 0 = 4 3 2 0
2 3 5 9 1 7 8 6 = 3 /4 5
2522
.2 7 .2
./9 8
-£ 7 t £
27221907=3629
2842
.2 9 .9
-2 /7
-4 -5 ,1
3 8 8 8 1 /2 9 6 = 5 /8 4
—
- /5 .9
—
3 2 1 /0 .5 = 4 2 .5
30
—
-8 9 .4
—
5 0 1 /6 .5 = 6 6 .5
50
—
-2 4 .8
—
6812 2 .5 =
50
—
—
_
—
3 8 .9
_
.2 5
-8 .3
- 3 /,2
.2 6 ./
-4 4 .8
—
■
2 /6 0 0
481 / 6 = 6 4
3 0 .5
/8 / 4 4 1 6 0 4 8 = 2 4 /9 2
3 6 i/ 2 = 4 8
/3 5 ı 4 5 = / 8 0
/0 0 ı3 3 = /3 3
7201240=960
4 7 6 1 /5 9 = 6 3 5
33600
44
—
493
—
432
2554*
—
8 5 /= 3 4 0 5
—
-2 2 .4
—
—
—
-4 8 ,6
.3 /9
2 /4 5 1 7 /5 = 2 8 6 0
2532
—
Z860 1 6 2 0 = 2 4 8 0
2468
—
4 .5
-
0.4
—
MUBAHAT S. KÜTÜK.OĞLU
362
K / a / i a r
AS/kdar
A y/ a i / / ı c /n s/
m s
P am u k /¡o//jy/_/'iz /n /r
(ö eyaz ve e/van)
P eş/p m a i. / P a rs a
K /y y e
P e ş /e m a /./ 3 a rs a
(A k A a ş )
P eş/em a/. / S e /â n /k
//
X /A
i3
/4
16.70
-4 4
13,2
-13.3
-40,9
.3 3 ,2
/A, S
/A S
3 ,8 0
0
-2 1 .6
-81.6
//
30
£0
/5 3 0
-3 3 ,3
.1 8 ,5
-4 5 6
K /y y e
A4
3
S ,8 Û
-1 1 .7
3 3 ,3
7 0 ,5
//
34
30
A5 ,3 O
.1 1 ,7
. 13,6
-A 3 .2
//
5
5
3 ,7 0
0
M
94
C /T /
-
P ak/
İ8 6 A
iâS O
A ~ /a //a rd a k i e r i/s ve
a za i/ş n /s ie /ie r io ie r a k )
1833.
1833.
1850.
1862
1862
İÖdO
/ Sk 7‘t
A
AS
8.3
P /ş te .î A n k a ra
(â /ic d m /e )
P /ş ip .i arg aç
( = a ik / ip //y /)
P /ş /p . i 3 e y p a z a r/
//
-
/A, S
id, AO
—
2 3 ,6
P /ş /e ./ P a r a c a /a r
//
20
İ7
i.9 ,4 0
.1 5
1 4 .1
P iş ie .i K as/am onu
ve Geyve ve A /â/ye
P /ş /e ./ K e16 ve
S ürm ene
P /ş /e . / K e /e n ./
A n ad o lu
P /ş / e ./ P /a rk o /a
//
/A, S
İO
3 ,7 0
.2 0
-3
//
/S
/3 ,S
id, A O
- /O
20
8
//
8
■7,5
/3
-6 . A
7 3 ,3
40
//
/A, S
8
3 ,4 0
.3 6
P /ş /e ./ T u ra
//
A2, S
AO
id, AO
-1 1 ,/
S aban
K a n /a r
İ7 0
İ7 6
İ3 6 .5
Sahityan. / T r e y i/ ve
B ak/kesir (k /rm /z /)
S ahliyan ./ isiim iye ve
Çerban/' ve K ar/ova
V.S. (s iy a h )
Adeti /
AS-
İ8
i A, 5
S a k //y a n ./ P ay seriye
ve Ayin
S a A iiy a n ./ ¿ /şak
Ye Tosya (k /rn ? /z/)
S ahi/yan. / R um eli
(k tr m /z /) ,
Sahtiyan. / isp a ria .
/z m /t, Konya, St/mnu
ve Uşak (siyah )
Aded 5
İOO
Aded 6
120*1
io o /
//
_
Aded /
A ded
__
5
—
3
.2 2 ,4
.3 2 ,8
-1 9
-2 3 ,1
.2 2 ,4
.1 9 ,7
.2 8
.3 2 ,2
-5 0
6 ,9 0
_
.1 8 ,8
65
8 6 ,5 0
-3 5
75
83,10
¿3,5
İ3 ,9 0
11,3
iA
i/,1 0
-7 ,5
8 ,5
■
3 ,5
.3 7 ,5 }
.2 5 )
33
10.6
.1 3 .5
.3 0 ,7
-16 .9
OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ
G ¿t / r r r û / :
r e s /m /e r /
16 6 0
10 3 3
162+54=216
2 3 7 + 7 9 - 3 /6
270+30 =360
}
109+36 =745
1 2 7 + 4 2 = 763
135 + 4 3 = 780
1 1 3 .5 + 3 8 = 1 5 1 .5
1862
363
OüsnrûTr res//7?/er//7cle2r
a rl/f ye a za //f /7/sAel/ey/ 7%)
1 8 39 .
1839.
1850.
1850
1862
1862
M
160
.3 2 ,8
.5 7 .2
.5 3 ,1
34
-1 5 .8
. 3
M
7
. 42.1
-6 0 .4
.5 5 .5
- 4 7 .7
7
324 +102=432
187+60 =2 4 1
156
-4 4 .2
.3 5 ,3
.6 3 .8
3 7 ,3 + 1 2 .5 = 5 0
34 + 11=45
5 5 ,2 0
.1 0
2 2 ,4
10,4
2 7 2 ,5 + 9 0 = 3 6 2 ,5
248
.2 5 ,9
-3 1 .4
.4 9
54+18 = 72
4 5 + 1 5 =6 0
92
.1 6 ,7
5 3 ,3
2 7 ,7
—
7 1 3 .5 + 3 8 = 7 5 1 ,5
755
216+72 -2 8 8
1 5 5 + 5 1 = -2 0 6
726
.2 5 ,6
-9 7
135 + 43 - 730
31+30=72/
92
.3 2 ,8
.2 4
-4 8 .8
7 6 2 + 5 4 = 2 /6
7 2 2 ,5 + 4 1 ^ 7 6 3 ,5
755
.2 4 .5
- 5 .2
.2 3 ,6
6 8 + 2 2 ,5 = 9 0 ,5
725
.2 1 .1
3 7 .7
2 ,6
73+24 = 97
80
-4 6 .1
-1 7 .5
.5 5 .5
367+122=433
86+28=114
135+43=180
—
2 .3
•
—
- 3 2 ,6
243 +81=324
181+60=241
155
-8 .5 .6
.3 5 .7
.5 2 ,1
1836+612= 2 4 4 8
1596 + 5 3 2 = 2128
1310
.1 3 .1
.3 8 ,4
-4 8 .4
120
.3 9 .7
- 4 4 ,7
.¿ 6 ,6
.3 5 ,3
—
1080 +36 0 = 1 4 4 0
1296+432=1728
.1 0 8 0 + 3 6 0 = 1 4 4 0
—
|
77+26=103
66
5 -9 0 + 1 9 6 = 7 8 6
830
-4 5 4
680+227= 907
797
-4 1 5
.3 7
1 1 3 .5 + 3 8 = 1 5 1 ,5
133
108+ 36 = 144
106
—
5 ,6
-12.1
-4 0 3
.1 1 ,9
—
.2 6 ,3
—
0 \< * >
'
1
—
1 6 3 + 5 4 =217
1
270+90=360
MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU
364
s ,•a 7 /
/-J a /z n c /n s /
r
AY/kt/ar
7833
AâSO
/66A
7 ~/a7/ardaki ark/s ve
a z a //f n/skef/er/ f% o7arak)
7833783378507862
7860
786A
SaJeb.i AnaüoJu
T /y y e
f3
f5
İ9 .3 0
Si/ece k (k /k r /s )
A deü
—
/O
7.3,30
S inam eki
AC/yye
S
5
râyic
S /y /r boynuzu
Ç ift
-
t30
A 30
S o f (e n /i ve ensiz)
ve ş a /.ı A nkara
Sofra ma peşkir: i
/kama (sat/e ve fe ///)
Susam fokumu
Top
500
350
424
Aeteü
250
fSO
A8
3A
Sû/ük
X //e f
ktyye 20
A'/yye
AO
A3
795.60
S a f./ fC araca/ar
A ded
75
V
73
.6 ,6
Ş a i./ Tunus (beyaz)
//
AA
tâ
A6 70
-78,7
Saf-1 Tunus (e/on/ak)
//
/A 5
60
5A,AO
-5 2
.7 3
.5 8 ,2
$ a l.ı Tunus (e/van)
//
60
50
3 A, 60
-76 ,6
-74.8
-4 5 6
Ş a l./ Tunus ( k/7a/7)
//
60
50
37.80
-76,6
35,6
63
İ3
İ5
ÎA .60
75.3
.7 6
.3
A efed
/4 0
SO
-
T /f f/k ve /T if /k - /
A n k a ra (b/fcûm/e)
T ü tü n (erm/ye koyfa )
/(/y y e
fA
U
A0,50
76,6
//
6. Vs
6 .5
—
6.2
T ü tü n (çökek, Aoyça)
//
825
AO
T ü tü n (kenevir ¿oyça)
//
6 Vs
8
—
U s fu r.ı A n a ü o /u
//
U zum , b ey/erce
/•
U zu m . / Aarâât/rof/r
//
75
İ5
t0 .5 0
40
3 7 .5
70.70
-6 ,2
88,5
t50
f3 0
£37,40
-73,3
78
Ş im ş ir (bilcü m le)
Tak /m . /
AT/br/s
//
A57, AO
75.3
—
-4 4 .4
—
A 8,6
4 6 .4
33
—
—
—
76.9
—
-3 0
27.7
-A 8
47,9
-75, A
2.8
72,5
-
75
- 42,8
£7, A
30,7
0
7 50 .4
-7,7
45
•
-
4 6 .4
878
.73,3
78,6
—
7 0 ,8
—
-
—
—
—
.3 0
.3 0
7 6,7
5 4 ,2
OSM ANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TARİFELERİ
û
¿ r/7 7 /-û £
1833
140 + 4 6
=786
r e s //7 ? /e r /
78 5 0
02/j7/-âJr res;/7?/f/-/'/?t7e//
a r//f ve a za //f /? /j6eS /er/7%)
1839_
1850.
1839.
1850
1862
1862
185
- 8 ,4
19
3 7 + 3 0 = 787
132
—
5 8 ,6
45+75=60
%3
.5 3 ,4
7780 + 3 9 3 = 7 5 7 3
2808
5 4 0 0 +1800=7200
3775+7058=4233
4070
-4 1 3
8700+300=3600
7633+544=2777
2468
.3 3 .5
3 0 8 1 -7 0 0 = 4 0 2
2 3 0 + 3 6 .5 = 3 8 6 ,5
-
2 İ6 + 7 2 = 2 8 8
8 7 6 + 7 2 = 2 8 8 f0
1877
154
=216
7 2 7 + 4 2 = 763
125
237+73=376
763 + 5 4 = 2 7 7
7 3 5 0 + 4 5 0 = 7800
544+787=725
—
9 7 +3 2
=
fS 9
—
İ6 8
648+276=864
648+276=
864
7 3 6 + 4 5 ,5 = 7 8 7 ,5
1862
365
4 5 4 +151=605
—
-
3,8
0
—
—
4 -0 ,3
—
.3 , 8
13,3
—
-4 3 .4
-3 1 ,4
—
551
.2 1 ,7
.2 6
-4-8.1
250
.3 1 ,3
1 5 ,2
.2 0 ,8
500
.5 9 ,7
.3 1
.7 2 ,2
312
.2 9 .9
-4 8 .4
.6 3 .8
53
926
-2 9 ,9
7 4 0 + 4 7 = 787
1 3 0 + 4 5 = 175
120
.3 .2
7572 + 5 0 4 = 2 0 7 6
726+242 =368
730 + 4 3 = 7 7 3
1 2 3 + 4 3 = 172
—
137
6 6 + 2 8 = 86
5 3 + 1 9 ,5 = 7 8 .5
—
3 0 + 3 0 = 720
34+31= 125
—
72 +24 =3 6
—
55İ
454 +151=605
66+22=88
- 0 .5
—
.5 1 ,9
-3 3 .7
—
7
.3 5 ,8
—
3 8 ,6
- 0 ,5
1 4 .5
.1 0 ,5
—
—
—
—
—
—
83
1 3 6 ,5 + 4 5 = 1 8 1 .5
101
.1 5 .9
- 4 4 .S
.5 3 .3
432+744 =576
2 3 0 + 113 = 4 5 3
678
.8 1 ,3
4 8 .6
1 7 ,7
7 6 2 0 + 5 4 0 =2 7 6 0
1 179+ 333 = 1 5 7 2
2166
.2 7 ,2
3 7 ,7
0,8
762 + 5 4 = 276
366
MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU
K r a 7 / a r
A-Aa/vr? c /n s /
M rkdar
K /a /Z a rd a k i a rf/ş ve
a za/ıs n/sZ>e//er/f/{ u/arak)
7839.
7839.
7850.
7850
7862
7862
7839
/SSO
7662
n
/Sû
/ÛO
m . 40
.76.6
86,4
53,6
//
/.'(.O
1/7,5
186.40
.7 6
58,6
33,1
/✓
/5 0
//S. 5
760,70
-2 5
4ö,8
7J
//
__
4 3 .5
728,50
—
202
—
//
30
80
793
_ 77.7
7 4(2
1 /4,4
//
70
70
760,70
0
729.5
729.5
Uzum (siyah)
//
34
34
45
0
32,3
32,3
Uzum (A/anda/ya d
ve S/sam )
y ap ay ı (Anado/u,
kum e // ve /s/anbu/)
yapayı (öeriyye/ü şşam, Trab/usjrarb ve
k a v a //s /)
//
32
32
54,30
0
700.9
700,9
//
SOS
32,4
61,3
31,2
60
.6 ,3
18
ve çekirdeksiz
Üzüm CÇeşme mabsu/ö. veyer/i çekirdeksiz)
Üzüm (Ör/e çekin/eksizi)
//
(Jzüm (kuş¿//cümle)
•>
i
CJzüm (/s /a n koy
ra z a k ıs ı)
Üzüm (Karaburun
ra z a k ıs ı)
Üzüm ( ör/a ve Çeşme
ve Aydın ve Men/eşe
mabsu/ü) ve razakı
e* //
s
/d s r
ı
//
_
102,5
f
i
792U
_,/3
3 34 t,
734.50
t + » 93
764
.2 9 .2
____
A ded
23
10
70
.56,5"
sofra (Kıbrıs)
Zamk.ı A ra b î
Kıyye
7 ,5
5 ,5
5, 4 i-
.73,3
.7 6 ,7
.27,8
Z eylinyayı
Âanlar
770
/80
740
KJ
.22,2
.7 7 ,6
Z im ik
Kıyye
3 ,5
3,20
—
.8 ,5
—
¿oryan y ü zü ve
(1)
(2)
(3)
-
0
1839 tarifesinde «çitari» ayrıdır.
1839 tarifesinde «Rize»dir.
1839 ve 1850 tarifelerinde bir arada zikr edildiği halde 1862 târifesinde ayrı ayrı
yer almışlardır: (a) kokoroz, (b) çavdan göstermektedir.
(4) Ayvacık, Ezine, Midilli, Keme,Çanakkale.
(5) İzmir iskelesine indirilen Aydın, Uşak, Gördes, vs.
(6) Beyaz.
(7) Elvan.
.5 6 ,5
OSM ANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TARİFELERİ
& 2 /n r¿ 2 res//7?7fr//?t/e4/
G. ú/nrt/Á r e s / m / e y /
/ 85 O
78 3 3
367
7062
a r//f re a za //f /?/s¿ e l/e ri 7%)
1 8 39 .
1833.
1850.
7850
1862
1862
1 2 9 6 + 4 3 2 -1 7 2 8
2 0 2 +303 = /2 { 0
7789
-2 9 ,9
/5 {2 + 5 0 4 - 2 Ó 1 6
7066+355= 7 4 2 /
7789
.2 2 ,5
2 5 ,8
.1 1 ,2
34 O = 7 3 6 /
7542
.3 6 ,9
1 3 ,2
.2 8 ,1
7620+540
--
2760
—
7 0 2 /+
3 8 6+ 7 2 8 ,5 = 57 4 ,5
3 ,5
4Z8
7 234
~
7 3 9 ,8
—
2 7 2 + 3 2 4 -/2 9 6
726+242=263
7853
.2 5 .3
2 7 .4
4 2 ,9
* 7 5 6 + 2 5 2 - /0 0 3
6 3 5 + 272 = 8 4 7
7542
.1 5 ,9
82
5 2 ,9
3 6 7 + 1 22--433
308+703=411
432
.1 5 ,9
5 ,1
3 4 5 + f /5 - 4 6 0
2 9 0 + 3 7 *3 8 7
617
.15,8
9-9,4
7 3 7 5 + 4 3 6 ,5 = 7 7 5 3 ,5 f
1846
-3.2.3
i
2246
1291
1574
—
5.1
28
4,1
26,9
3 7 + 3 0 = 721
96
-6 3 ,4
.2 0 ,6
.7 0 ,9
'5 9 + 7 9 ,5 = 7 8 ,5
49
.27,3
.3 7 .5
-5 4 .6
7344
.1 1
.38,2
-4 5
30
-
.7,6
-
2 2 {4 + 7 3 8 =295 2
____
930 + 310-7240
248+83 =3 3 i
8 /+ 2 7 = İ0 8
{3 3 6 + 6 1 2 = 2 4 4 6
—
c
[
—
7633 + 5 4 4
=
2777
3 2 + 1 0 ,5 -4 ^ ,5
_
(8) Uşak.
(9) Tosya.
(10)' 1850 tarifesinde sülük resmi için söyle bir kayıd vardır: «Müddet-i iltizam münkazıye oluncaya kadar işbu sülük gümrüğü vech-i me§rûh üzere alına>.
(11) 1862 tarifesinde Urla çekirdeksizi ile bir arada gösterilmiştir.
(12) Yıkanmamış.'
(13) Yıkanmış.
■
.71.6
3 4 .1
.3 7 ,8
.2 3 ,3
_
—
MUBAHÁT S. KÜTÜKOĞLU
368
TABLO I. ithal
P
A S a t/n
tS 3ğ
A b a .i In g iliz (paylut
ka/muk iabir olum/r)
Abanoz ağacı
/ a
t&62
P /a t
a z a t/f
78337850
18.70
—
.33,3
f
A 4 /kd ar
c //? s /
ve
Jlarda
f6 5 0
—•
750
too
100.30
K /yye
—
14.10
13.40
Anber kabuğu (kaşkaraiye/
cascarilla tabir olunur)
Ase lbend
u
2 7 .5
S
//
72,75
20
23.25
Bakkam. / Santa H a r t ha
Kantar
to s
35
730.45
/t
4(6.6
445
4 2 (9 0
7/
27.7
37,5
34,80
ray/ç
17.5
/<?80
—
—
55
5 4 .6 0
—
A m erika bezi
.B akkam .t a i ve Portugal
(ternamAuço J
B a k k a m ./ kamboço(lojnood)
B a k /r (ievha ve ç /yi)
B a t/k d iç i
K uruóat/k (r/nya ta i/r oitmer)
 'u ru b a t/k ( cod//sA )
K antar
K /y ye
//
Var/tce
Soo-fOOOeA/
K an tar
B a z e, e/van (en ■■£‘4 -44 meh)
Toy t
yarda 24-28
B aze, beyaz (en: 40-48 incA)
7öy t
yanta 24
B a ze . / Ae/77 (en: 40-42 inch)
n
—
.67.2
//
56,8
.3 .5
6.8
35,3
-
765
753,80
—
—
75
80.7 0
—
-
41
4 5 ,8 0
—
—
40
41,30
—
—
25
2 3 ,4 0
— ■
285
-
B e z iry a y /
K an tar
—
735
B /ó e r
K /y y e
—
4
25
5 ,6 5
—
2 7 ,3 0
—
B /r a (küçük p/şe)
A ded 12
B /r a (¿(¡yü k f/Ş e )
//
40
40
43
0
t) este t
adet t2
—
37
37,30
—
n
--
60
63.80 2
B o yca, yamak/u fa rta et
(- iappet), Aeyez ve eivsn
(en: 4 8 - S£ in e k)
B o yça, y a m u k /u çark a d
(=. ta y y e t) e/van re 6eyaz
(e n : 63 -6 ğ (net?)
—
-----
OSMANLI- İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ
369
mallan tarifeleri
Isr¿3*/ arf/ş re
n/sief/er/ /•/• ofara*)
1839/850.
1862
1862
6.8
___
0,2
.32.6
9.2
6 tjmrü/r resimler/
7633
1862
50
172
S88
—
___
258
968
-46.5
236
74,a
41
148
—
260
—
m
26
106
307
6
_
S40
—
.60
22.2
1350
ûtim/ük res//7t/er//7£fe2/
arl/ş re araf/ş /xiàellerif*/i obra/)
1833.
1850.
1839.
1850
1862
1862
.74
—
46.2
m .8
56
57
281
1,7
392
4H 7
37.3
24.2
378
274
1252
.27,5
356
725.3
.3 ,/
1
1600
1282
4050
-14.5
215
770
-7.2
25,6
700
108
334
8
209
' 224
—
%3
50,5
180
—
256
—
—
158
523
—
\1
1
74
231
—
■
—
—
475
1534
—
222
—
—
216
774
—
258
—
14,1
—
—
1/8
443
—
280
—
4,7
—
—
¡15
402
—
249
—
—
72
282
—
291
—
532
2736
—
.3,1
7,6
'
¡7,6
—
34
—
4 İ2
—
10
—
7' 5
2,4
6,3
■
—
>
7,5
—
—
744
—
— ■
—
—
11.5
54
72
413 *
115-
2182 1
414
—
—
—
369
—
—
473
—
.20,1
1797
106,5
364
-
241
173
612
-
253
„
73^5,8
—
—
■
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 24
MUBAHAT İS. KÜTÜKOĞLU
370
y
A y a ///?
c //7 S /
AS
46,85
—
20
3 3 ,6 5
—
50
45,4 0
—
30
3 9 ,3 0
0
¿5oya, kandara ('¿ûyük şişe)
//
—
Çinko (= fu iy a )
H /y ye
//
n
T /a f
a z a //s
48394850
4862
—
In g iliz
/
4850
n
Ç ay. ı
a
Z639.
3 oya, kundana (kâçâk ?/?e)
Ceviz. / Hindistan
/'
A d/k d e r
—
30
-
3
3 ,7 5
—
ro p /
yarda 24
—
70
77,60
—
Top f
Ç it. i In g iliz , esvab/ık ve
döşeme/Zk, 1-2 renk, bas ve yarda 24
kaZ/p (en = 3 0 -4 5 incb)
/
Ç it. i In g ///z , 3 renkten
Top f
6 renge k ad ar bas ve ka//p yarda 26
//
Ç/f. i Z n g //izl 1 ve 2 renk,
bas ve kaZ/p
Çivı'd- i H indi (p a r/a k a l fa­ AC/yye
k ir o/anar, sandıklage/en)
Ç lv/d.i H in d i(M a d ras fa­
//
kı/- o/anar, sandıklage/en)
b es/e /
Çorak -1 İn g iliz (/p e k )
ç i/i İ2
yarda
Çuka.keba (ça ka .i asker
Za6/r o /anar)
b a rç ın .l kayağı (cassio/ignta) K ıy y e
—
*7
54,80
—
7 7 ,5
4i
43
-4 7
32,4
30
33,40
-6 .5
—
6 7 ,5
403,45
-
—
40
4 9 ,4 0
—
8 7 ,5
ZOO
ra y iç -
4 4 ,2
—
Z2
44,80
—
U
43
4 2 ,4 5
48,4
//
2 7 ,5
46
4 5 ,5 0
-4 4 ,8
ACan/ar
—
60
74,30
—
50
50,80
-
Ç it. i In g iliz , esvabhk ve
döşeme/ikj 3-6- renk, bas ve
kak/p (en , 30-45 /neb)
û a r ç /n . t S e y iâ n î
D e /n /r
çem ber
b em ir çabuk (ya va r/a k
ve dorfkoşe)
b e m /r dem e/
//
—
//
65
50
54,80
b e m /r b a rd a
n
—
25
26
—
D e m /r k ü re k
bes/e f
aded/2
Han/er
—
420
44t
—
88,8
435
433,75
52
n
75
20
86,30
20
be/n/r fenger
bem/r /evba
-23
O SM ANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ
6
û m re /fr r e s /m /e r /
f8 3 3
1850
f8 6 2
43
161
i
1
'
U r / a t / a r f/ş ve
n is ie lle r/ f°/» ofa r a f:)
18331862
1 2 ,3
-
—
6 8 ,2
—
—
58
—
—
144
432
33
İ0 8
86
383
.9 ,8
33
26
—
10,8
—
¡ 6 ,5
—
4 ,8
- 4 3 ,6
H, 3
4
6 1,7
2 3 ,2
—
-
-
-
2 3 ,2
-
- 4 .2
-
- 3 ,i
- 4 .3
—
274
—
—
456
—
—
200
—
.2 0 .3
36
202
744
—
137
506
—
285
718
413
.5 8 .5
86.5
312
.5 0 ,8
-
1 9 4 ,5
1048
—
—
115
474
—
316
288
%3
—
İ7 6
-
G ü m rûf: re s /m /e r/r/ite f /
arl/ş ve aeal/ş ///siefler/f°/> eJaraf)
18391850.
1839.
1862
1850
1862
3 .5
—
■
323
-
371
345
150
—
—
268
-
- 8 ,5
2 5 4 ,6
269
250
260
■
—
.
—
4 4 ,9
7 7 .2
438
—
312
—
—
— .
-
3 4 .5
142
—
311
40
3 7 ,5
119
-6 ,2
217
100
46
149
-5 4
223
49
173
684
_■
295
_
—
■
1 9 8 ,5
—
—
1,6
-
—
14 4
487
—
238
--
3 .6
-2 0 .3
234
144
497
.3 8 ,4
245
112,3
-
—
72
250
—
247
—
-
-
346
1 35 4
—
291
—
2 1 ,5
230
3 0 1 ,2
218
2 0 7 .9
i 8 ,8
4
i 7 ,5
-0 ,9
5 0 ,6
320
383
1284
-4.İ
f5
270
260
828
.3,7
MUBAHAT S. KÜTÜKÖĞLU
372
r
A ^/a/zr? c / n s /
/
a
/
A /zk d a r
4839
1
1
/ 650-
486 2
8 £ ,5
30)80
r /a 4
a za/Z f
4633_
4850
D es/e 4
aded 42
Á an4ar
220
4.40 '
—
-3 6 ,3
//
£50
250
—
0
//
■ 444
440
433,75
-0 ,9
Dok, sade keZenj ¿eyaz ze el­
3/arda
vanj çiçek// re düz (en:2S-a7¡nc/¡)
ùomt/z y a y /
/4 /y ye
40
7,5
44,80
.2 5
-
42,5
42,25
-
Domuz p asf/rm as/
-
42,5
47,90
—
400
4 2 .5
53.90
.5 7 ,5
—
30
29.90
—
—
27.5
26,4.0
—
ù e m /r 4ara
ùem /r 4e/J Jny/Z/z (ka//n)
/
ùem /r ie U /nyi/iz (/Wee)
D em ir zenc/r. i sefine
Dü/óend ¿asma (Was ve ka/tp)
ùû/èend, "'ât/re/c "/a¿ ir o/unt/z- (e//: 40-42 //7CZ?)
Ûû/ôend, "çapa// " /aó/r o/unur (e/?: 30- 4.2 inch)
Dü/ien4, "Zappe/ " fa¿/r o/unur, óeyaz, /-2 renk//
fe/?.- 4 0 - 42 /he//)
DÛ/èend, "me/n/er=yacconei’
(e/f: 36-44 Jnc/?)
3ü/¿end, "mu//" /a¿/r o/unur,
S -6 n/~. ( p/7 : 32-44 /he/?)
Dü/óend, "/anp/á. surâA " /a.
J /r o/unur (en 3 / /he/?'e ka­
darj 4endaze, 2 ruhu')
Ù ü/Wend, "/anjr/ó " /a¿/r o/unur
sevaspur(en.- 32-43 inch)
D/k&end, "4any/¿" /a ó ir o/uaur
sevaspur(en: 4 s- S O /he//)
Æÿe (kuyumcu)
Stye ( sam an/z)
r /u /? /
fi/d /ş z k u rd a s /
Göm/ek. i Á /ada (¿eyaz ve
e/van pamuk/an)
Gön (kuru re /uy/û kam
köse/e)
//
ro p /
y ar4a24-25
Top 4
yarda (0
r 0p 4
yarda ¿4
Top 4
yarda /O
ro p 4
yarda £0
zz
48
-4 0
2 8 ,5
2 6 ,9 5
- 33.7
4 2 ,5
42
-35 .6
46,5
45
2 7 ,5
*7 ,5
£ 2,8 0
.36,3
-
—
£7
£ 8,5 0
—
-
45
2 4 ,4 0
-
5 .5
7,70
-
-
70
34,70
-
—
30
34
—
-
70
85,50
-
—
3
44,20
—
43
3 (5 1
66 S
Des/e
Des/e /
aded 4-46
S /y y e
/z
D es/e 4
aded 42
//{y y e
—
46,5
2 7,7
Top 4
yarda 47
Top 4
yarda 20
z/
'
.
***'
—
.
O SM ANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ
/a r fa tr a r l /f ve
n /s ie l/e rj {•/• o /a ra /t)
183918501862
1862.
10
G û m rû 2
1839
_
—
-
—
—
_
r e s /m le r !
1850
186 2
238
871
373
û 6m r 22 re s /m /e r/'/rO e l/
s rl/f ve eeahf uvıâellerif*A a fy r* 2 )
1839.
1850.
1839.
185 0
1862
1862
_
265
792
418
—
-4 7 .2
—
—
SOO
720
—
.2 0
—
—
0 1 ,4
2 0 ,4
400
317
1284
.2 0 .7
305
221
57,3
18
36
22
113
.3 8 ,8
413
2 1 3 ,9
-
—
36
118
4 3 ,2
-
—
36
172
2 6 ,8
-4 3 ,9
360
122
517
-2
227
—
377
—
.
66,1
323
—
—
4 3 ,6
—
8 6 ,5
287
—
231
—
-4
-
-
79
253
—
220
—
9
.3 5
4 7 ,5
173
.5 2 ,5
264
73
- 5 ,4
.3 7 ,3
155
82
257
.8 9
2 1 4 .6
65,8
-1 .7
30.1
.3 6 ,5
150 )
250 J
2 2 9 .7
168.6
3
3 0 ,2
—
-17
—
100
1 2 2 ,5
. 36
403
1
_
100
t
-
144
50
2 18
—
300
.5 0
336
5 ,5
-
—
78
274
—
4&,6
-
—
43
205
-
b
j
-
-
16
73
31
—
—
202
880
İ3 ,3
—
—
86
202
2 0 ,7
^ 4 ,4
-
-
—
26
1,1 V
-0 ,3 .
61,2
118
251
—
376
—
356
—
—
335
—
326
—
279
—
811
—
301
_
-
311
-
107
-
■
MUBAHAT s . k ü t ü k ö ğ l ü
374
TA S a / / / 7 C//7S/
/ a
f
AH/Adar
7839
GumaJ Goya/a ( copa/)
//
GumaJ GoHa
//
-
4862
7650
20
29.70
50
5 0,3 5
P /a f
a z a // f
7833_
4850
-
Gü/ıerçi/e ( daZ/o/unmu?)
f
G ün/¿fi. i /n jy ///z
AYan/ar
—
200
268,45
—
n
—
f /5
760,60
—
Ha/t (S/3) ö ru s s e /
Arp/n
—
/.9
78,20
-
S ,5
S, 40
—
240
2 5 2 ,3 0
*4 .9
38,80
—
t
Ha/t. i Jng/A/z (et/n i)
/
/ğneJ Avrupa (&Mff tfaes/)
'
/
/y n e .i /n y///z (7op7u (fne)
//
Posta /
a/tdso.ooo
AY/yye
US 5
—
£2
/p//k ( //re, kasar// ve k a .
' şars jz) . / /n y ///z
/sp/e/ac
//
_
/.7
AYan/ar
/yo
/6 0
753,50
AYad/Ye, pamuk (en.- 24-/6 /ne/ı)
H ard a
-
3 .5
3,35
AYad/Pe-, ¿asma pa/nuk
Yen.- ¿ 4 - 26 /nc/ı)
Had/Ye, pamuk (em 4 5 -4 7 inc/ı)
//
4 ,5
5 ,4 0
■
49,20
6,6
/A
-
3
3,50
AY/yye
30
48
2 6 ,8 5
.4 0
AY/yye/OO
4027.7
7 00
2 4 7 ,3 5
.3 4 ,8
//
-
500
AYakc//e
AY/yye
—
65
/C.a/tçe. / A nj'/A /z (/p e k )
A)es/e d
AYâYur
~AYa/ve. 1 Yemen
(Prenyr/s/an' dan jre/en)
/Ya/>ye. / P re n y /
AYa/iko, ker c/ns ve ende
■(¿eher desteden io //yye
dara ç/Jtar/lacaf)
AYamr/ (en.- 34-45 /heA)
AYamr/' çuhu//u ve arpa/t
¿eyaz (en, 38-44 /he/)
Pamr/¿eyaz(en-58-63 /hch)
AYamr/ mend/7. //re kenar//
/d 6,6
C/Y/ /d
AY/yye
-
766
-
5 8 ,9 0
—
200
20
46
46,85
Top /
yar/ta 42
//
25.5
27
—.
23
22.50
_
Top t
yarda ¿4
¿¡este 4
45
4350
_
/6
48
30
-46.6
OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TARİFELERİ
/s 'rtiJ tf s rf/ş ve
rt/s ie l/e r/ f°/° olsr^Jr)
183918501862
1862
1850
186 2
4 8 ,5
—
—
58
284
1.9
-
-
14 4
-
344
I
39.6
- 1 .9
—
-4 ,2
-
5 .1
7 3 .4
73.6
—
G ü m rü k re s /m /er/r?6e1r/
a rf/f ve aea/rf n/s6e//eriİV* a/br& k)
1839.
1850.
1839.
1850
1862
1862
6 û m r ü k r e s r /n /e r !
1833
'
■
—
389
488
-
211
—
576
2576
-
347
—
-
331
1541
-
365
—
—
56
174
-
210
—
2 7 .5
86
—
21 2
—
691
2422
3 0 .3
250
357
65
366
—
463
—
49
184
—
275
461
1474
-1 4 .6
219
—
530
—
12,9
540
.
-4
2 ,3
12.8
—
—
10
37
—
0
—
—
13
52
16,6
—
—
8 .5
34
£
375
.
’
—
1 7 2 ,9
270
—
—
300
—
-
223
—
4 9 ,1
-1 0 ,6
108
52
257
-5 1 .8
394
137.9
3 5 ,3
- 7 ,8
3700
2016
3094
-4 5
351
1 4 5 ,7
5 3 ,2
-
-
1440
7354
-
410
-
- 9 ,3
-
-
187
565
-
202
—
—
w
600
—
-4
-
-
5 .3
-
-
46
161
-
250
-
5 .2
m
7 3 .5
259
-2 /
—
-
66
216
-3.3
—
—
130
418
108
46
173
576
t
1 2 .5
.4 0
_
252
—
-
37,4
—
__
227
—
221
—
276
6 ,4
MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU
376
y
A S a ///7
C l'n .S l
/
a
7
/-d ı/d a r783 9
Î8 5 0
7862
T /a /
a z a /ış
7833_
7850
6eyaz (e z : a s -32 ızcb )
K a ra /? ///
aded /2
/d /y y e
/S
72
5 .8 5
A a z b o za / </â' Sud
/d a z /a r
—
75
5 8 ,3 0
 a tra n . /
V a ril i
/az/ar2-2,5
// y y e
70
6 5 ,8 0
—
6
74.80
—
-
40
42.20
-
/z y ı/iz .
/debebe (P iz d b ib e ri)
/de be. ı /zy/Z/z (beyaz ya/?)
ra y iç
A de d
/d /y y e
(0
7 7 .5
59 4 5
A de d /0 0
-
/3 0
7 5 2 ,20
/d ıız y o z
/d y y e
-
/. S
2 ,9 5
/d /z/) as. ı /z y i/ız , d ö ş e ////
e z // (ez; 3S.-S2 ızeb)
/d ırp a s .ı /z y ı/ız , d ö ş e ////
ersiz /en: a r -32 ize A)
///r/p a s . ı 7 7 a//e (paızu/r)
b/arda
3 .5
3,80
2 .2 5
2 .5 5
4 .5
4 .6 5
/d /r m ız
/S ı/id heybe (b a/ır, p /r/z ç j
/durşuz (/e ıb a ıe /ö z /)
ıı
//a z a 7
arşız 3
/d a z /a r
.20
—
-2 2 ,5
—
-
_
3,3
745
768. 4 5
750
730
7 5 6 ,7 5
.7 3 .3
7 3 5 .5 5
-
/ /
2Z4
/d ı/r şuA ( saçma )
z
/durşuz d /u /ç e ) ■
n
-
// S
/ d ıyye
-
£
2 .9 5
-
20
24
_
/duş uzciızö. /
¿ a z /a
A4adanpo( beyaz/d ez/ ba­
şına /O //yye dara çı/an/aca/)
M adazpo/, e/uaz (ez.- 30 izcA)
Tdadazpo/, e /ra z
(ez. 32-33 izc b )
/dadazpoi, /u su rsu z (d e z /
baş/za /o //yye dara çı/aca/)
Adadez /ö ız û rd
11
Top 7
yar/a 38-/0
Top 7
yarda 24-25
/d ıy y e
4 7 .5
5 2 ,5 0
2 7 .5
30
78
73,20
7
8,80
-2 0 ,4
3 .4 2
-
/d a z /a r
8.8
//a /a r z a . i /4 a //a
/d ıy y e
—
3
/d a //a /a ş / (3 - /2 p a rz ıa /)
Âded /00
-
85
726.80
—
a
-
735
756.30
—
M i /f a /a f / (
14-/S p arm a/)
O SM ANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ
farla*/ srf/f ve
n/siel/en {'/• e/sra/r)
1650.
1862
1839.
1862
-5 0 ,4 -
-6
146,6
55
•
1833
1850
1862
54
3 4 ,5
56
—
—-
216
-
%3
—
-
_
32,4-
60,3
6 üm râl resimler/
377
G6/7/722 rts1/7/1er/'/7/1e7/
arl/f veeee9f msâtll/r/t obrsJr)
1839 _
1 850
1850.
1839.
1862
1862
.3 6 ,1
62.3
953
—
3.4 I
202
631
—
21 2
—
—
17
142
—'
735
-
-
116
404
—
251
—
223
570
.3 6
3 7 4 ,5
1460
—
283
360
5 .7
—
.2 3 ,2
-
17
-
-
18
-
-
7
24
—
242
-
-
10
36
-
260
—
13.3
-
-
7
24
-
242
—
3 .3
-
—
13
44
-
238
—
16.1
-
410
4/c>
1616
19
286
2 9 3 .4
20.1
-
540
375
1489
-4 4
299
175.9
17.8
-
-
331
1301
-
293
—
4 7 .5
-
-
7
28
-
300
—
20
—
-
59
230
—
¿ 83
-
10.6
-
-
137
504
—
267
—
3
-
-
73
288
-
264
—
6.6
-
-
52
184
-
253
—
O
32
20
86
.3 7 ,5
320
1 6 2 .5
14
-
-
8 .5
32
-
276
—
461
-
-
U5
1217
—
396
—
15.7
—
-
389
1500
-
285
' '—
8 .5
3 5 .7
■
5 8 ,3
155
—
;
-
MUBAHAT S. KÜTÜKOGLU
378
y
A S a ///7 c //? s /
r
a
t
M /Z e /a zA939
(8 5 0
(8 6 2
T /a t
a z a t/f
(8 3 9 .
(8 5 0
.............................
M a tta (a f/, Zf/f/7/n/f ve / f .
/erm em /f ht/yi/Zfa-aiparm it)
A / 30/7 ayaee
//
225
270. 5 0
R a /i/a r
ra y /c
12 5
12 6 .7 5
M en t//, pami/Z Z/rm /z/
(e/y.- z a -£4 //ich)
Me/td/Z, pame/Z Zac/'/erd
(e//.- £¿-¿3 mch)
Mead/V, pam a/tari Z /rm /z/ ve
Zt/re//7ct/ Zöfc/Z(e/7. £0-25 ///eh)
Me/?et//. / H//7et/s(a/7
(Ao/ieus ta i/r o ta w r)
M /s *
/te ste /
acteet 72
//
_
20
2 fJ 0
/5
ti.2 0
3
((,5 0
/teste t
aded (0
/y /s Z a t
13 5
t3 t
r a y /c
30
6 2 ,5 0
M /s m a r. /
K a a /a r
—
M /s £73r. / //?y/7/Z
//
M um (/s p e rm e (e t)
M c/fam m a ( oda döfernes/
/f//7 ha///?)
M urdeseaZ
//
—
_
—
3 0 .5
f2 8 ,3 0
—
(6 0
/5 0
t.4 .5 .4 0
-6 ,2
ZZ/yye
35
2 7 .5
33.80
-2 (4
Z /a re
yarda /
ZZa/itar
_
20
t.9,(0
—
_
(4 0
(4 7 ,6 0
—
N /fa e t/r
ZZ/yye.
8.3
5 .5
m5 .5 0
-33.7
O /ta
Aded
iooo
—
to
f5
Rur? d u ra
R'amt//: /pt/y/. / //?y/Z/z
(Zasar/e ve Zasars/z)
RamuZ /p t/jr/-/ Zr/y/Z/z
(e/va/t)
/
Ramuh /p Z /y /-/ /r/y/Z/z
(Z /rm /z /)
T eyyam h er ayac/
ZZa/t/a/-
R /Z e. ¿asma (e/>:£7-28 //ich)
3/arda
R aven d u Z
R e f/r/e y a y /
R om . /
Z /iy /t/z
/
S a h t///. / //?y/Z/z
//.5
16 .2 0
_
t8
2 2 ,2 0
.2 8
25
30
-
65
5 2 ,7 5
-
7
/ / tyye
//
25
//
Top (
yarda 36
ZZ/yye
/)/r/? e m
1070
T /y y e
-
too
—
4R
-
8
—
-
38, 5 5 3
zo
t/4 0
to
tO. 6 0 *
5
4 ,7 0
-
(38
—
OSM ANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ
f a r /a /'/ a rfy f ire
n /sie/Z err fVö o /a ra t)
!
1
'
G û m r û /r r e s /m /e r /
2 4 .6
18397862
—
7839
379
Güm rct/: resr/rr /e r / '/rtfe /- /
a r//f ve aea/rş a/s6e//erif /‘ ‘ efo ra/:)
1839.
1850.
1839.
1850
1862
1862
7850
7 86 2
—
64.8
2537
___
366
—
%3
360
1217
—
238
—
1.4
-
55
-
—
58
202
—
248
—
-
—
4 4 .5
755
-
248
—
2 7 ,7
■ —
-
26
110
—
323
—
4 .8
—
—
3 60
7258
-
248
—
708,3
—
%3
86
600
—
597
—
4 2 .4
—
—
259
7237
—
377
—
8
.3
-3 .7
576
432
7396
.2 5
223
1 4 2 .3
2 2 ,9
-3 ,4
726
79
324
-5 9 ,4
310
157,1
-
-
58
782
—
213
—
—
-
403
7416
—
251
—
-3 3 .6
30
16
53
-
—
29
144
-4 .6
5:4
Ö
50
.8 7 .5
76.6
231
—
395.5
.
—
40.8
-
—
33
756
-
372
2 3 .3
.77.5
90
52
212
-4 2 ,2
307
20
—
—
72
288
—
300
—
- 3 ,4
-
-
787
506
—
170
—
-
-
20
77
-
285
—
- 4 ,4
-
—
288
346
—
228
—
44
—
—
29
109
—
275
—
75
29
107
-
44
44
U .2
6
.6
752,3
-
93.3
-
—
7 3 5 .5
248
573.3
2 /4
—
380
MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU
y
AS
3 ///7
c //7 s /
/
a
f
/• / ¿ ( e / a r
/839
S a kan kur, "coni " i3bir
olunur, kaba (en: 38 -3 9 Incb)
S akan ku r dû/bend, /nce
(en.- 4 i - 4 4 /hcb)
S a n d a /y a ../ M a lla ( k a l a
Sama/? J/e m a m t/l)
S a p a r n a fİşle n /n /f)
T op /
yarda 10
//
d e s/e f
a d e d /£
/f/y y e
S a p a r n a (/f /e n /n e n ? /ş )
//
S o f , A'-aram a n d o /a ve / e .
r a c e l/k le n ¿ a ş k a , e n s /z
fen.- £ 5 -3 / /n ck )
1350
/3 6 2
P /a f
a z a //ş
78391850
-
10
3,60
-
-
¿3
24
-
-
4Z5
60
—
-
25
58.75
-
fS
3 (8 0
—
Top f
yarda £8-30
—
£00
2 f0
—
-
S o l ./ InjrJI/z, ferace! / i
(en - 4 8 -4 9 Znck)
S ü /ü y e n
//
-
185
186.40
/C a n la r
428
/3 S
f69
5 )4
S ü /û /n e n
fC /y y e
-
65
53,50
-
-
85
90
-
!0S
85
84.20
f/7.5
f76.30
-
/5 7
155,90
-
-
f48
752
-
—
H2
708
—
-
70
76.40
-
S a l./ /n y/Z /z, e n s / z ¿ a sm a
Top f
yarda£8-30
ç/çek!/, (en.- /S - ¿ e ZncA)
Ş a i / /n y i // z , elvan, e n s /z
//
dü z (en.- £ 3 -¿ S /ncü.)
Şa!./ Z n y///z, e/van dokuma,
//
ç/çek // ve çubuk/d ve f / s fan!/k
ve satranç/ ve ¿ar/sl/re sade
(en: 30- 45 !nck)
S a l / /n y/Z /z, ¿asm a ç/fek!/
//
(en: 3 Z - 3 5 /neA)
S a l- / /n y /ü z , elva n , daz
//
(en.- 42 - 45 ZncA)
//
S a l . / / n y / / / z , e/van . d u z
(e n : 3 £ - 3 5 /ncü)
/C a n /a r
Ş a p ./ p r e n y /
Şarap,
M a r s a /a
Ş a r a p , P o r f ( f / f e //e )
Şarap, 4 4 a d e/ra
Ş ek er. / h a /n ve s /y a h ve
s a r / ve A du sk o va d a '
Ş e k e r flo z , doy/ne. e s m e r )
—
-1 9
100
fC /y y e
/.¿ T
2,50
Ş / ’s e
12
12
—
//
s.f
fo
-
/f a n f a r
170
f6 0
765,80
-5 .8
//
¿30
2 f5
219, 70
- 6,5
-
0
3,8
O SM ANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ
(a r /a t t a r fış ne
n fs ie f/e r/ f°/° ofa r a f:)
(8 3 9 (8 5 0 (862.
(8 6 2
-4
-
4 .8
—
4U
-
'
(3 5
6
(8 3 3
u m re } 2 r e s /m /e r /
(8 5 0
(8 6 2
29
91
—
66
230
-
122
576
—
72
381
G Ömrü A re s /m /e r,'/76e / /
o b ra 2 )
arf/ş ve ara!'ş a/s âe//eri
(8 5 0 .
(6 3 9 .
(8 3 9 (862
(8 5 0
(8 6 2
2 (3
-
248
—
—
372
—
564
—
683
—
43
305
—
609
—
—
((£
—
—
.5
-
-
576
2016
-
.
533
1789
__
383
(6 2 2
- ( 5 ,4
316
0 ,7
250
—
_
235
32
460
-8 ,4
-
—
(8 7
571
—
205
—
5 )8
-
-
245
864
-
252
—
378
245
8 08
-3 5 J
229
(4
-
230
-■
¿ 5 ,1
-0 .3
-19.8
2 5 2 .3
- i
-■
-
338
1116
- 0 ,7
__
_
453
(43.6
___
230
_
2 .7
-
-
426
(4 5 3
—
242
-
-3 ,5
-
-
324
(0 3 7
-
220
—
-
—
20(
733
—
264
—
7
—
—
4 .- r
—
-
43
3 4 ,5
—
—
33
29
—
■
5 5 .5
—
-1 9 .7
—
-1 2 ,1
—
'
—
—
- —
3 .5
- 2 ,4
6 (2
461
(5 9 1
-2 4 4
245
/S S J
8 ,1
- 4 .4
828
60
2 (0 8
.2 5 .2
240
f4 -2 ,5
MUBAHAT S. KÛTÜKOĞLU
382
r
-
A S a / //7 C //7 S /'
$ eirer {/¿ //e )
//
Ş e y /a n b e zl ( ÁreAe //,
rop /
6¿/Á/7/nd t/ez)
y a r ¿a 7
S e y /a /)¿ e z / (d ü z ye çe/üı/A- y a re /a
//), e/7; 2 4 - 2 5 MCb)
Adet/ (ooo
S /f e /¿aş, 300 d/rbem /fA )
Târfcr Áre/)7/ Ccrea/n o f
T a r /a r ) ,
'
Te/?eÂe./ /n y ///z (b e y a z)
t
7 1 /z -/ /n y /b z /e c za /ç/a)
TüL i /n y /b z (b eyaz,
pa/nt/Ala/), e/?: 35-40 /heb)
T ü / ( pa/7/c/Á fa n , ç/'çeA//
e/?.- 40-42 b /rb )
T ü / ( pa/nuA/an, e /i/a a
e /): J 5 -4 0 b)Cb)
T a y // boya
ye/?/ b a b a r
JLerebaas/
YóAsóA ( m adenî )
Z a c ./ T /b r /s
Z e n c e f// (beyaz ye siy ab)
Z ift
(1)
(2)
(3)
(4)
/ a
/
AT/Âe/a/-
///y y e
5an d /A 2
aded 4 5 0
T /y y e
7633
7650
300
260
286, 5 5
-
£5
27
-
-
-
//
-
//
V a ri/c e
A/yye t-io
77/yye
T a ///a r
y ra s a 1
bes/e i 2
aded /4 i
T a /) /a r
//
V a r il 1
Aanfar2-2,5
675
773. 5 0
-
7 .5
7 6 ,6 0
-
400
3 6 6 ,3 0
7 .5
2 ,5 5
-
y a rd a
-
7 ,3 5
'
350
. 13,3
7,2
-
'
(5 6 2
y . ’a /
a z a //f
7633_
1850
3
’
3 .2 0
-
7 4 .8
\
• -
-
7
7 ,6 0
3 .5
3 .6 0
—
3 7 ,5
3 6 .6 5
-
4J
6
5 ,6 5
4 4 .3
—
30
4-7
-
—
/6
/s .4 0
-
-
35
£00
Á50
r a y /c
35
Târifede sehven bu iki rakamın yerleri değişik yazılmıştır.
Eni 64-73 inch.
Yarda 36-40.
1080 dirhem.
—
33.30
-
-
27.2
-2 5
— -
O SM ANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ
Jsr/a/r/ s rftf ve
n/siet/erz ('/• o/srat)
18391850.
1862
1862
i 0,2
8
-4 .4 *
6 ûm rûlr res/m /er /
383
Gümfût res/fn/er,•/?2e1 /
erfyf ve eee/V zwsâe//eriır"Aeter*2 )
1850.
1839.
18391862
1862
1850
183S
1850
1862
1080
74-9
2750
-30,6
267
754.6
-
-
72
259
—
259
—
13,5
—
—
3
12
—
300
—
14-,s
—
-
1944
7426
—
281
—
12/, 3
—
-
21,5
158
—
634
—
-8 ,5
206
107.1
•
5,2 -
1260
7152
3535
70
—
—
4
24
—
500
—
6,6
-
-
8.5
30
—
252
—
8.5
-
—
20
72
—
260
—
2,8
-
-
10
34
-
240
—
_ 2,2
-
—
108
3 52
—
225
—
- 6.2
—
15
17
54
13,3
200
260
56,6
—
—
86
431
—
424
—
21,2
-
4.6
186
—
304
—
—
-
100
101
—
i
—
—
—
—
720
432
-
-4 0
—
—
%3
101
273
—
-7 ,9
U .z
' — ■
377
—
384
MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU
EKLER
I
Makam-ı Nezâret-i Celîle-i Hâriciye’ye 29 temmuz 58 taribiyle
müverrehan Londra sefiri KostaM Bey tarafından gelen bir lat’a
tahrîratın tercümesidir:
Pek çok vakitden berü Devlet-i Aliyye'nin başlıca esbâb-ı ser­
veti olan zirâat ü hırâsetin Memâlik-i Mahrusa-i Şâhâne'de lâyıkıyle
ilerülemediğinin esbâbını taharri etmekte idim. Şöyle ki, Devlet-i Aliyye
zirâatının ilerülemesine hâil olan kâffe-i mevâni'den tahlîs ile berâber
bir takım ıslâhat-ı teşvîkıye ve hakîmâne icrâ buyurarak Memâlik-i Mahrûsa-i Şâhâne'nin her tarafından yed-i vâhid ve inhisar usûllerini ref' u
ilga ve mahsûlâtı dâhiliyyenin ihrâcını her türlü memnû'iyyetten muâf
buyurmuş ve ilerülemeği müstelzem olan işbu tedâbîrin netâyic-i seri'a
ve küiliyyesi zuhûra gelmiş ise de yine işbu ıslâhât-ı hayriyyeden me'mûl ü muntazar olan netâyic-i kâmile hâsıl olamamışdır. Ve şimdiki
mahsûlât-ı arzıyyemiz düvel-i sâire-i Avrupa memâlikinin mahsûlât-ı
arzıyyesine nisbetle Memâlik-i Mahrûsa-i Şâhâne'nin şimdiki ahâlî-i
mevcûdesiyie hâsıl edebileceği mıkdârın öşrü bulunduğu muhakkakdır.
Bu hususda gerü kalınmış olmasının sebebi evvelâ memâlik-i ecnebiyyeye gönderilecek mahsûlâtın yüzde oniki reftiyye rüsûmatı te­
diyesine mecbur- olmasından ve sâniyen mahsûlât-ı mezkûrenin nakli
için berren turûk-i lâzımenin adem-i vücûdundan neş'et edüp turuk
bahsinden sarf-ı nazarla esbâb-ı mezkûrenin birincisinin bahs u tezkâriyle iktifâ ederim.
Avrupa devletlerinin kâffesinde yerlü mahsûlât-ı arzıyye ve sınâ'iyyesi her dürlü rüsûmatdan muâf oldukları halde ihraç olunmaktadır.
Bu hususda düvel-i müşârünileyhümânın gümrük usûlleri mahsûlât-ı
milliyyeyi rekabet-i ecnebiyyeden vikaye ve himâye için idhâlâtdan derece-i gayede küiliyyetlü rüsûmât almakdan yani ihrâcatı teshîl ve idhalât üzerine vergi vaz'ından ibâretdir. Halbuki Devlet-i Aliyye'de güm­
rük usûlü külliyyen bunun mugayiridir. Elyevm Devlet-i Aliyye'nin kavânîn-i esâsîsinden olan serbestî-i kâmile-i ticâret usûlü iktizâsınca idhal olunan emtia-i ecnebiyye her dürlü inhisar ve rüsûmat-ı fevkalâde
[den] muâfdır. Ve serbestiyyet-i kâmile usûlü zâten fâideden hâlî ol-
OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ
385
mayup bilcümle düvel-i saire taraflarından dahi umûmen ittihaz olun­
muş olsa daha fâideli olacağı ve bir de bizim ticâret-i milliyyemiz mahsûlât-ı gayr-i ma'mûleden ibâret olduğundan ale'l-umum emtia-i ma'mûleden ibâret olan mahsûlât-ı ecnebiyye idhâlâtının sekte îrâsı havfından dahi vâreste olacağı cihetle şu usûl-i serbestî-i ticâret hakkın­
da bir diyeceğim yokdur. Ancak şimdiki usûlümüzün noksanı ticâret-i
milliyyemizi teshil ve mahsulâtımızın ihrâcını teşvik edecek yerde ti­
câret-i mezkûreye külliyyetlü resm ve vergi vaz' olunmasını ve diğer
tarafdan dahi mahsûlât-ı ecnebiyye idhalâtı rüsumatı hadden ziyâde
tahfif kılınması kaziyyeleri olup işte tasarrufat-ı düveliyye kaide-i sahîhasına mugayir ve zirâatimizin ve her dürlü yerlü ticâretimizin ilerülemesine mâni' olan şu usûlün ahâli ve tebaanın tezâyüd-ı refah u saâdetlerine ve devletin dahi terakkî-i kuvvet u kudretine derkâr olan mevâni’-i
muzırrasından başka Hazîne-i Celîleyi servet-i milliyyemizin terakkisin­
den hâsıl olacak vâridât-ı cesîmeden dahi mahrum eylediği umûr-ı
bedîhiyyedendir.
İşbu mütâlaâtın vükelây-ı fihâm hazaratının mütebâdir-i hâtır-ı hikmet-müzâhirleri olacağında şübhem olmadığı misillü bu babda olan
niyyât-ı aliyyelerinin icrâsına dahi uhûd-ı mevcûde ahkâmının mâni'
olduğu ma'lûm u meczûm-ı âcizânemdir. Binâenaleyh İngiltere vükelâ
vesâir zevât-ı mu'teberesinin bu babda efkâr u niyyâtlarını tecessüs
ederek elyevm ihrâcatın Memâlik-i Mahrûsa-i Şâhâne'de vermekde ol­
duğu kâffe-i rüsûmâtı ale't-tedrîc ve fakat kâmilen lâğv ile bundan hâ­
sıl olacak noksanı idhalât rüsûmâtının tezyîd-i tedricîsiyle ikmal etmek­
ten ibâret bir yeni gümrük usûlünün ittihâzından gerek Devlet-i Aliyye'nin ve gerek İngiltere tüccârının istifâde edeceğini vükelâ ve zevât-ı
mûmâileyhime tefhim ü işrâba muvaffak olabilür isem Saltanat-ı Seniyye'nin menâfi'ine hizmet etmiş olurum zann eyledim.
Binâenaleyh, zevât-ı mûmâileyhime evvelâ İngiltere'nin Memâlik-i
Mahrûsa-i Şâhâne'de olan ticâreti, mübâdele ticâretinden ibâret oldu­
ğundan reftiyye rüsûmâtının lâğvından İngiliz tüccârının istifâde ede­
ceği, ya'ni tüccâr-ı merküme, Memâlik-i Mahrûsa mahsulâtını şimdiki
bahâsından yüzde oniki aşağı fiatla iştirâ edebileceği, ve sâniyen ref­
tiyye rüsûmâtının lâğvıyla beraber berren turûk-ı lâzıme inşâ olunduğu
takdirde mahsûlât-ı arzıyyemiz dört ve belki on kat olacağından ve bu
cihetle bahâları dahi tezâyüd mıkdarına göre tenezzül edeceğinden ol
hâlde İngiliz tüccarının İngiliz emtiası mukabilinde şimdi İngiltere'ye
gönderdiği mıkdardan ziyâde Memâlik-i Mahrûsa mahsûlâtı gönderebileTarih Enstitüsü Dergisi - Forma 25
386
MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU
ceği ve Memâlik-i Mahrûsa mahsulâtı ihracâtının terakkisi İngiltere
emtiası idhalâtının dahi o derece terakkisini mûcib olarak Memâlik-i
Mahrûsa'da İngiltere tüccârının gün-be-gün tevessü’ünü müstelzim ola­
cağı şöyle dursun İngiliz tüccârının İngiltere'nin muhtaç olduğu hıntayı
reftiyye rüsûmatının lâğvından dolayı Karadeniz iskelelerinden ziyâde
buğday bulunacak Akdeniz iskelelerinden iştirâ ederek sefâyinin Kara­
deniz'e gitmekden vâreste ve zakt ve navulca dahi idâre ve fâide ola­
cağı mutâlaâtını derpiş ederek bu kadar fevâid-i külliyye mukabilinde
İngiltere Devleti'nin dahi idhâlât rusûmâtmın münâsib veçhile tezyidi
husûsuna bilâ-tereddüd muvâfakat eylemesi muvâfık-ı hakkaniyet ola­
cağını ve fevâid-i mezkûreye nisbetle işbu zamm-ı rusûmat cüz'î bir şey
demek olacağını ve yüzde beşden ibâret olan şimdiki âmediyye rüsûmâtı masârıf-ı tahsîliyyesini bile ibka edemeyeceği cihetle zamm-ı mez­
kûrun Hazîne-i Celîie'ce elzem olduğunu tefhim ü beyan ve işbu mütâlaâtımın karîn-i takdir ve hüsn-i kabul olduğunu kemâl-i memnuni­
yetle müşâhede eyledim. Lord Palmerston böyle bir usûlün ittihâzını
tasvîb ile beraber reftiyye rusûmâtmın lâğvıyla âmediyye resminin yüz­
de ona iblâğı cümlenin memnûniyetini mûcib olacak tebeddülâtdan
ma'dûd olacağını söyledi. Lord John Russell'ın efkârı dahi muvâfık ola­
rak İngiltere kolonilerine gönderilen İngiltere emtiası bile yüzde onüç
resm-i gümrük te'diye etmekde iken reftiyye rüsûmâtının lâğvından
sonra âmediyye rüsûmâtının münâsib veçhile tezyidinden kimsenin şi­
kâyete hakkı olamayacağı vâdisinde bir ifâdesi vâki' oldu. Yeni fcabinetonun teşkilinden berü bu husûsa dâir Lord Malmesbury ile dahi musâhabet eyledim. Lord-ı müşârünileyh dahi öbürlerin efkârında olup
fakat böyle bir teklifin taraf-ı Devlet-i Aliyye'den icrâ buyurulması lâ­
zım geleceğini ihtâr eyledi. Şu efkârı Sir Henry Bulvver cenâblarına
dahi açup müşârünileyh tarafından dahi böyle bir tasavvurun icrâsından
hem İngiltere tüccârının ve hem de Saltanat-ı Seniyye'nin istihsâl ede­
ceği fevâidi tasdik eylemiş olduğundan ve kendüsinin İngiltere Devle­
tiyle mün'akid olan ticâret muâhedemizin müzâkeresine dahi dâhil ol­
muş olması ve elhâletühâzihî Dersaâdet'de sefir bulunması mülâbeseleriyle İngiltere'nin Memâlik-i Mahrûsa-i Şâhâne'de olan ticâretinin ıslâhıyle memleketine bir hizmet-i cedide ibrâz etmek arzûsunda olaca­
ğından İngiltere vükelâsından başlıcalarının temâyülâtına kesb-i ıttıla'
ederek bu misillü bir ıslâhın icrâsını tensîb buyurduğu halde fi'le ihrâcına mübâşeret buyurmasıyçün bu babda vâki' olan teşebbüsâtın şu
aralık arz u iş'ârını lâzımeden addeyledim. Ve böyle bir ıslâhın ingil­
O SM ANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ
387
tere Devletiyle yeniden bir ticâret muahedesi akdi ile te'sîs olunduğu
halde Devlet-i müşârünileyhâ ile en sonraki ticâret muâhedemiz hak­
kında vuku’ bulduğu misillü düvel-i sâirenin dahi bu babda İngiltere
Devleti'ni taklîd edeceklerinde şübhe yokdur.
Amediyye rüsûmâtının nihâyetü'l-emr yüzde oniki onüç raddele­
rine varması ve bir tebdîl-i serî'in âsâr-ı muzırrasını men' içün şu zam­
mın icrâsına ale't-tedrîc on-oniki sene zarfında bil-cümle rüsûmâtını
ref' u ilga edecek sûretde mübâşeret olunması münâsib olur efkârındayım. Ve zann-ı âcizâneme göre dört def'ada ihrâcat rüsûmâtı kâmilen
lâğv olunarak idhâlât rüsûmâtı yüzde oniki onüçe iblâğ olunmak üzere
beher üç senede bir kerre idhâlât rüsûmâtına yüzde iki zam ve ihrâcat
rusûmâtından yüzde üç tenzil olunmak lâzım gelür. Ve Devlet-i Aliyye
içün böyle bir fâidelü ıslâhın icrâsını teshil içün bu babda izhâr-ı fütüvvetle yüzde onikiye bile muvâfakat olunabilür. Ve şu efkârıma delil
olmak üzere Yunan Devleti'nin maldâr bir devlet olmadığı ve vâridât-ı
mîrîyesinin tezyidine düvel-i sâireden ziyâde muhtâc olduğu hâlde ihrâcât ile ticâret-i dâhiliyyenin rüsumat gümrüğü bir kaç seneden berü
mülga ve ma'mâfih yüzde on âmediyye resmi mevcud olduğunu beyân
edebilirim.
Zirâatimizle ticâret-i dâhiliyye ve hâriciyyemizin tevessü' ü te­
rakkisini müstelzim olacak olan işbu ıslâhın Memâlik-i Mahrûsa'nın
terakkî-i servetini ve vâridat-ı Devlet-i Aliyye'nin tezâyüdünü müntic
olacağını uzun uzadı târîfe muhtâc değilim. Fakat ıslâh-ı mezkûrun âsârına muhtâc olmaksızın bu günkü günde ya'ni idhâlâtın ihrâcatdan zi­
yâde olduğu esnâda ihrâcat rüsûmâtının lâğvından ticâret-i dâhiliyye
ve hâriciyyemizin kesb edeceği terakkî-i külli eseri olarak yalnız yüzde
oniki idhâlât rüsûmâtı Hazîne-i Celîle'ye kadîm idhâlât ve ihrâcat rüsûmâtının yekûnuna muâdil bir vâridat hâsıl edebileceğini ve ihrâcat rüsûmâtımn lağvı Hazîne-i mezkûreyi bir takım masârif-i tahsîliyyeden
tahlîs eyleyeceğini îrâd ile iktifâ edebilirim. Eğerçi Devlet-i Aliyye şu
tasavvurun fi'le ihrâcını murâd buyurduğu hâlde bu babda İngiltere
sefiri nezdinde icrâ buyurulacak teşebbüsâtın husûl-i netîce-i matlûbesine muâvenet edebilmekliğim içün iktizâ eden tâlîmât-ı aliyye-yi cenâb-ı nezâret-panâhîlerinin ısdâr u irsâlini recâ ederim34.
34 Hariciye Arşivi, Siyâsî, Nr. 1433.
KÜTÜKOĞLU - Levha I
389
*X î <S>Js ¿C*'j ¿ ¿ s ,
*>A>' '¿¿¡şCrj ¿J>j J>,
i> '.
2JJj ûK ’tjlf '* ' <üj '¿Â'.SU& 's •'■' ■>*&> ' 'j& x d
*vî
^
'
4 1»s
¿
X
■.;
'¿^ Q)i¿ ji - z / s ^ s ¿ i ‘o J 'J l c & j j ■
^
1d L»-h > v s ~»i>^0>
> ¿ 5"'< ^ V - r <2V-»f °'A*'5j'dL
!r~ Â>V>'m , o ^ '.d r'y tŞ s 'J jj , ^ }
Jjb /> ^ iSg^>y,
Ufj*11-»1
ijip^j*,
■*——i ö - 'i elJiçfi¿¿bo',*
'^ T ~
v — ^
e if f £ * '* 'j
rr^ E .
S:
.*"
■*
L5% s
LÛ—
N
O
V <.
c H v r^ 1
a
£)
V N i.^
—
.__ £>*»
\ j r t
ı f ’-V î _
'« A S
< ^ T '
ve.
_ . .
,v ^'«.
^ ' C J* \ _
-1 »
•A
A .
fcVg ^
«Za TTv v. 6l
XT<
- - ^ r '
- i~ : „
MÖ-
w £ .* ‘
L
-^—
<■ 0
- i
1850 târifesinin ilk sahifesi
KÜTÜKOĞLU - Levha U
390
¡¿ItJ
k*¿v •X*’
'J ,
'*> 1
—
***A
WA
'
Iv st >ı
’- * / V •
O
^ V-'
4r c -v
* /h b .
n « ı-
T T “
NJA*
V
P
\ i V
^ ^ V y /L y Û ^
—_
x ->
V
— »
‘
- _
+ 'f *
/5^'v £■.** i (¿“'iv ¿ j-
39İ
KÜTÜKOĞLU - Levha Ul
W
»
V
\
-
yo>t>¿-s ¿ ¡ 2 S & (¿jJ- ¿5,
<¡]J¿ e^J> ) ¿ £ r / A t ^
f y y * A *<A * ’ ¿ ¿ J ,ó fiJ rjÙ
'£ * ’
c" C -^ U
. . ^ .,
~ » W
Ğ* ' / ~ y s H * * /
. . -j, »
'* .m
¿- a
i *Xl . ^<¿ ',V ' / : *
AfJ3
,.c
•
a /ir
*—^ o y t» t"Y ,',^
ö £ if;
.
¿ Ífv
-^ -® -
ö A '¿rs
*•
•'.
' J r -¿A'- A
f"
#
'? £ >
’
» ./<^ V~ .
c- M
*,
» „
?« í / . ¿ ÏJ jf t M 'f 'è * '* & ■
J & 1*CY V ^
.
. /i-’cy[
è ^ _ C * ^ '~ )s tV
'L c ^
&
•*
t  s l^ 'M j^ J jy * ,¿
,$ íó t
¿ s c X s e&
i
1850 tarifesinin. »hâtitne»si
,a -v
,
_•*
393
KÜTÜKOĞLU - Levha V
KÜTÜKOĞLU - Levha IV
392
«•LVjı^/iyi'^^ ı£ j* jf 6*J&> &f\* /& -iS 2* i»^, ¿>^1
îuUjcj^ İ
İU>Û e*\s
î»j‘j Î
i J '^ . 4? * i -.i jÜ u * <^*-»*^ £ A ft
/ vr'^w'^u /ı>-. A>'
¿•^ aÂ>A.Js,\İ i'sA A "
¿A» • C» ı •
ArS*. £.»•>* «^> '*■»■£* aC~\
* - ^ ıA Î - ı ( ^ ^ ^ iw i>
tjfiv»
*•
*
*
ı*»
a J -* f » jil± i
> Ja* ¿ » » a -»-V
A-\—* İrtr^-rV «î>*‘<'-*J? dl«r
■■
’
“ •* • *
¿•Ja * ,lf \ î
aj J
CAi^y
!& *> '**£ QXi» y /t-<-v/ı A o ^ ^ « w > •<»>(
< fj& J
/
ı > 1
<sJ&AiS,
■• *
•*
*4
6^ >T ”'* ¿¡“s.âA lhi* A
j
l »» *
'J
*^
^ f Î '*
•* *
*
a ^ S L *
ı »„iiA {¿A»> ÛJU»*! O jU
G»J? / l i J 3 f t
Σ*fit?> C-A?A\*âs?£Sj>>
S * > * > /,,s „*»->
*
<■*-'.*/. ı «‘. e^T ¿»iiiA»» i l * * s î ^ A f
lû! ı <^
i i \ i i-;» .
*<9 CJlıa , ? y l A G jX tr Z / * ? i'’r*-J~y ° ^ ' —» y i A.»» v jf . 1 L<a'.P' - • * * î i }.» 'ıif^ * .> ı
' '¡>,j 1
- -Âf^AS kiPtA i . y ^ İ / u rf-Jyı
,
A*a'i5>»w »>>w» ¿Ç*'
<2A»/-«i
1
* * * t £ j £ d A> a İ L * ıS j 6j> Z - i T i
^ > îj» «
Q X *s s * \
¿Vf»C*
a h ^ İ i i û v îî
â^»* —Jf
*1Â> ( fiy i
e î . ¿ \ 1 jÇ .m jA a
v -> .f >
\)A{T a *-\iA llt
a f J 'J '- /Ulâû>'
•¿r^ /a»*’ ı v y y
l J i ûa*V» otu » ssJ-1* ¿ A 1
*İ-W- ^>,.L*
4 t '/ u ‘C
t J S 2 j ma ^ '~ - t £ 'J - '. j i» Ç Z l- ', > '* y jk & tJ İ£ ± .c b -s J l,\ ^¿»ı j j J j j
»a-Zi— û x > j£
e > 'i— îA a L ç j j * d U İ T ^ / v i ’.
‘ Kj^*-* 4V ,ile ı
-J İ^ İU
/-!<
tJ^ \
ı>i*«îy
b & 2 j>
'd *,
<■-<*/
üb
j-.y V ’,! i û J.U>u*
1 aH ^jy t i ? £ .A a û i> ı VJ'ÎÛ O I 4 ^ * » i* d u A
^
***“^ *>>>*>'
^
1
"
“
‘L ^ûLÎ a K-J^\fi> Sjl^ün"Li*ia->l-L1*Â&S-*
-
■*?\
¿1») ‘,\e/>J -*m h a ,*t\
AiU^Ji »wA*J
\ * i\ i C hjL >t m A l j » * * lO-rs*** L \ J / . *ti* - L - iJ * L * \ ¿ ifiJ 'j-U
J j j j < <£â*> -a a l »-»,*>
J^/iûV»
• *
‘ ¿
» 'S
t t j f i
Ç
i f t t i , ^
f iÇ . S
üLy's* ^ } \ &
î
^
v
Ü
û A / ”çC/> j<Ûj
<a ^ ıA İ Â 'j
a^ ' j
*
*
, '
•
■'->>C
4l>-Ue' ■s-<jy-V ’*->.» —^
*
v jJ i
.
■
/ 3-^J^£ aV-> i- y Vi* <aJu
. . •
■ > ••
-\i
i^ ->
¿İui
i^ , u î ' 4j>U / j * » ' ,
î j Vi J CJI
/
»
¿>>'
*
,
j
a**^ ~
^x
a A v\> ss 3^ ÖAIl/ ö j / y ¿ ' ¿ - - t e l
!
j
j«Jl<* ûVı
•
'
*
•
^ >y>
✓
.
•
4. J ~ *L j^ * * j
fc H ^ ıt-C - ->*'« CA*-İ»LİC'
^ •
^ s 0,*J
• • . .
V»
4 ■
•*
A l • V J 1 ÛAı^U -Âj'y>ll
CAj j_ j*^U
.
J i > J ' cj-1' -J ‘ . 1.3 j-1 . £Z-aJ a ^ y >
ı jCUyla
■
ı f ^ i l l f ^ ı ^rf> ‘- ; , Û Î ¿ S İ ? AUı aU J
^
~ -)£ j C - ¿ ü
jl» < ^ ı i «
> --a j
¿ ’ U / T oı»' ’ •—^
ı ö ^ İa u
S
^ u f* - '^ i> y ı i ^ j j ı
y » ı 4İ-W*
j
J l/O*»' / /
If 33
»T ■’
a f f 'L ,
^
t
J a ¿ C /i U^—1 ^ i- * 3J-Â
i j j i /jyİA-.J**-'
(jC*- 'y
j a ^ y ü j i /jjO - ^ > y .'C A Îy v j Ü ^ y » 1V * f j ' J j * ' ' & "•*> '•*&
rJ*** «-'"k*1
'ciL' ¿»^a A-«/»'
*
j £ £& ) * f eti,b îJ li /
^ / [ < 2 A ’ı - u
^
3
4/1»
Ji-*' ıJjvd
^
CA'-'jLı'' c/Uİ-'j^_»i
c £ j> i a -.'—» v S ’/ J y ¿ jj< ; ^ û A j ; y , ¿Auahr.» ¿»f.ı a * & ( * i ı l > j \
•■ ■
, A " ' & * A (< / T jli £ '<
+ I ^ j4 İ £yf
U İ , a>ueİA ^ . '- « > J .A j j f c j v u > ı
/«i>u» ¿\»jC> y - Ç ^ j j ı a ,^>1
Cc ¿¿S - <-*J‘
*
v3 v ii>J, a r^-^> ' &?*>? 'w «i*
f-**1'* * * '* . U_»l/ »¿'¿'i UİM aû»ı au.il ;^/û A JU
df*A>
j ^J j
Î* „» ı c J ) ^ l - J S a r ^ ş ll\A lfil „ u l b » *S 'Z £ j g \, Ç i j
l i f fll o
ts-ls-l^Ji-
s tjL fJ e lt-y ^ C * S .\4 ,
4P,
|Ç.l_t
1
1862 tarifesinin hânmesi
PEÇENEK HÂZİNESİ YE TÜRK SANATININ ÇEŞİTLİ
KITALARDA GELİŞEN ORTAK NİTELİKLERİ
Nejat Diyarbekirli
Tarihî araştırmalar, iç Asya'da gelişen «Bozkır Kültürü»nün baş
temsilcileri olan Türkler'in, zamanla Asya'dan, Avrupa ve Afrika'nın de­
ğişik bölgelerine yayıldıklarını ortaya koymaktadır. Türkler'in gittikleri
bu ülkelerde ne durumda oldukları hakkında tarihi araştırmalardan ya­
rarlanamıyoruz. Artan nüfus ve başka bâzı sebepler, onları durmaksı­
zın yeni ülkeler aramaya şevketmiş, bu yüzden de belli bir yerde otu­
rup, bir toprağa bağlanmamışlardır. Üstelik her gittikleri ülkeyi hâki­
miyetleri altına aldıkları hâlde, zamanla bu bölgelerin şartlarına uymak
zorunda kalmışlar, bu da onların erimelerine yol açmıştır. Günümüzde,
Orta-çağ'ın başından beri Avrupa'nın bir çok bölgelerine yerleşmiş Türk
boylarının izlerine raslayamayışımızın sebebi, bu eriyip kaybolmadır.
Avrupa'yı uzun zaman titretmiş Hun, Avar, Peçenek ve Kumaniar'a âit
izlere, bu gün herhangi bir bölgede rastlayamıyoruz. Öyle ki, çeşitli ta­
rih olayları yüzünden Türk boylarının büyük çoğunluğu hâkim oldukları
bu yabancı ülkelerde eriyip tarihten silinirken, bıraktıkları san'at eser­
leri yabancı san'at tarihçileri tarafından âdeta yağmaya uğramıştır. Bü­
tün bunlara ilâveten, kıt'alar arası geniş sahalara akınlar yaparak yer­
leşen Türk boylarının, san'atlarının yeter derecede tanınmamasının se­
bebi, bugün gün ışığına kavuşturulmuş bulguların çeşitli rejimler ve
zümrelerce ve bâzı maksatlarla değiştirilerek istimar edildikleri de bu
tesbitimizi güçleştirmektedir.
İç Asya'nın geleneksel Bozkır Kültürü'nden hız alan değişik kıt'alara
kadar yayılan resim, heykel ve süsleme sanatlarımızın bir yığın para­
leller vereceği, çeşitli ortak yönleri olacağı şüphesizdir. Çeşitli kıt'alara
yayılan Türk sanatının figür kalıpları, bize ortadan kalkan, veya türlü
âmillerin etkisi ile dünya siyâset alanından çekilen büyük Türk kütle­
lerini acı ile hatırlatır. Balkan yarımadasının kuzeyinde yerleşen, daha
sonra hıristiyanlığın koyu taassubu içinde kaybolan Peçenek (Beçene)
Sanatı ve kültürü bize bu incelemelerimizde faydalı olacak figür kalıp­
larını verecektir. Peçenekler'e ait san'at mahsûllerinin en önemlilerin­
396
NEJAT DİYARBEKİRLİ
den; «Nagyszentmiklos» hazînesine1 ve onun altın kaplarını süsleyen
tasvirlerinin konularına dikkatimizi yöneltelim. Bunların, iç Asya'dan
kopmuş bozkır kültürüne ait figür geleneklerini uzak ülkelere kadar gö­
türen, karşilaştığı yeni şartlar ve kültürlere göre figür kalıplarını tazele­
yen bir bozkır san'atçısının eserleri olduğu zahmetsizce anlaşılır. Hâlen
Viyana'da «Kunst - historisches Museum» da sergilenen «Nagyszentmik­
los» hâzinesi 23 parça sürahi, çanak maşrapa ve taslardan ibaretdir.
(Res. 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 11, 12) Hazine, bulunduğu ve bilim dün­
yasına duyurulduğu tarihin üzerinden yüzyetmişbeş yıl geçmesine rağ­
men hâlâ san'at tarihçilerinin büyük ilgisini çekmeye devam ediyor.
Bu bulguların tanıtmaları ilk def'a J. Arneth (D ie antiken gold und
Silber Monumente des k.k. Münz - und Antiken Cabinets, Wien, 1850)
daha sonra; Böhm (Geschichte des Temescher Banats, 1861, Vol. II,
s. 2 9 4 ), Römer Floris (Archeologiai Közlemenyek, 1865, Vol. V, s. 31),
Sacken — Kenner ( Sammlungen des k.k. M ünz - und Antiken — Ca­
binets, W ien 1866), Henszlmann (Compte rendu etc. Budapest, 1876
Vol. I, s. 506), Bruno Keil (Rep. f. Kunst Wissenschaft 1887, XI. s. 2582 6 1 ), Kondakow (Gesch und Denkmäler des Byzantinschen Emails,
.1892, p. 36 -4 0), Thomsen (Sami. Afh. Vol. III, s. 327-353) ve yine bu
arada Ferencz Pulszky, Karoly Pulszky, Jenö Radisics v.s. gibi bazı
Macar Arkeolog ve Sanat Tarihçileri de bu hazine üzerindeki araştır­
malarını yürütmüşlerdir. Arkadan J. Hampel (Alterthümer des frühen
Mittelalters in Ungarn, Braunschweig, 1905) adlı incelemesini bastır­
mış ise de ilk defa M. Zimmermann bütün hâzinenin fotoğraflarını ya­
yınlamıştır. Riegel - Zimmermann (Die spätrömische Kunst - Industrie
in Österreich Ungarn, II, W ien, 1923) ve (Kunstgewerbe des frühen
Mittelalters, W ien, 1923). Bütün bu araştırıcıların listeyi tamamlama­
dıkları ve arkadan: Geza Feher, (A Bolgâr -Török Müveltseg Emlekei,
Les Monuments de la Culture Protobulgare et leurs relations Hong1 Hazine, 1799 yılında Macaristanın Torantal vilâyetinde, Maros ırmağının bir kaç
kim güneyi ile Tisza ırmağının doğusuna tesadüf eden Nagyszentmiklos köyünde bulunmuş­
tur. Hâzineyi bulan Nera Vuin adında bir köylüdür. Bahçe duvarını inşa etmek üzere top­
rağı kazarken, 30 cm derinlikte yirmiüç adet altın vazo, tas ve kaplara raslamıştır. Buluntu­
lar oradan geçen iki rum tüccara satılmış. Tüccarlar 18-24 ayar altından yapılmış sanat
değeri çok yüksek eserleri Peşte’ye getirmişler. Haber çabuk yayılmış Viyana’da İmparator
François bir emirle bütün hâzineyi «Cabinet imperial des Medailles»’a taşıtmıştır. Bugün
bir kısmı Peçeneklere âit olan bu değerli eserler Viyana’da «Kunst-Historischen Museum»
da sergüenmektedir.
PEÇENEK HÂZİNESİ VE TÜRK SANATI
397
roisés), Budapest 1931 ve Gyula Németh, (A Nagyszentmiklösi kincs
feUratai, Budapest, 1932). Ve memleketimizde Hüseyin Namık Orkun'un
(Eski T ürk Yazıtları cilt İl, İstanbul 1939) adlı değerli kitabının sayfa
185 ilâ 207 de, bulguların üzerinde görülen yazıtları incelemiştir. Ve ni­
hayet, N. Mavrodinov (A Nagyszentmiklösi Ösbolgar Kings, Magyar
Tôrténeti Muzeum, Budapest 1943) adlı eseri ile hâzineyi en ince ay­
rıntısına kadar tanıtacak malzeme ile karşımıza çıkar. Bu bulgular ara­
sında ki Grekçe metni Bruno Keil, Grek harfli Türkçe bir cümleyi W .
Thomsen2 çözmeği başarmışlardır. Bu okuyuşlardan yararlanan Né­
meth3 eserlerin üzerindeki rünik yazıları çözmeği başarmış ve yazdığı
makalelerle okuyuşlarını bilim âlemine duyurmuştur. Bu yazılarında
Németh bulguların Peçenek Türklerine aidiyetini sağlam verilerle ispat­
larken bu hâzinenin sahibini ve imâl ediliş tarihini de Bizans İmparatoru
Konstantinos Porphyrogennetos'un. De administrando imperio adlı dış
işleri ile ilgili siyaset kitabına dayanarak tespit etmeğe çalışmaktadır.
Ona göre: 889 yılında Peçeneklerin başına geçen Bata ve bilhassa oğlu
Bota - ul (900 ilâ 920 sıralarında yaşamıştır) zamanında, bu eserler
meydana getirilmişti.
Németh'den sonra bir çok Arkeolog, Sanat ve Kültür tarihçisi de
bu konu ile ilgili çalışmalarını sürdürmeğe devam etmektedirler4. Ülke­
mizde bu konu üzerine çok az inceleme yapılmış5, yapılan yayınlar ise
yeterli olmamıştır. Tarihi yönden Peçenekler'e âit «Nagyszentmiklos»
hâzinesine gösterdiğimiz derin ilginin nedeni, Bozkır kültürünün belirli
niteliğini taşıyan ve göç ile inkiraza sürüklenmiş bu Türk boyunu ha­
2 W. Thomsen, Une Inscription de la Trouvaille d’Or de Nagy - Szent - Miklâs, Det
Kgl. Danske Videnskabemes Selskab, H ist-filol. Meddelelser, I, 1, Kobenhavn, 1917.
3 J. Németh, Die Inschriften des Schatzes von Nagy - Szent - Miklâs, Orientalis Hungarica II, Budapest, 1932.
4 Son yıllar içinde Macar ve Polonyah ilim adamları da Peçenekler ve onların hâ­
zinesi Nagyszentmiklös üzerine birçok makaleler ve yazılar yayınlamışlardır. Bunlardan
önemlileri: (Bk. Gyula Lâszlo, Contribution à l’Archaeologica Academia Scientiarum Hungaricae, Budapest, 1957; (Gyula Lâszlö, L'A rt des Nomades, Editions Corvina, Budapest
1972; (Edward Tryjarski, A note on the relations beWeen the Pechenegs and Poland, Studia
Turcica, Budapest 1971, pp. 461-468.
5 Hüseyin Namık Orhun, Türk Medeniyet tarihine âit mühim bir kesif, ülkü, cilt V,
Sayı: 25, (Mart 1935), s. 24; Ayni yazar, Eski Türk Yazıtları, Türk DU Kurumu, İstanbul,
1938, Cüt H, Ayni yazar, Une oeuvre d’art Turque en Europe centrale, La Turquie Kemaliste,
Avril 1941 No: 42, s. 18; Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, Başlangıcından günümüze kadar,
İstanbul 1955, s. 21-22.
398
NEJAT DİYARBEKİRLİ
tırlatmakla beraber, hâzineyi teşkil eden parçaların üzerlerindeki artis­
tik davranışlarla, Türk san'atının kaynaklarının Bozkırda devam edegelen, figür kalıplarının ve geleneklerinin kalıplaşmış temalarını taşıma­
sından ötürüdür.
Nagyszentmiklos hâzinesini incelemeden önce Peçeneklerin menşei
ve bulundukları coğrafî mahali Sır-i derya havalisi hakkında şu tarihi
bilgileri tekrarlamamız gerekmektedir.
Iskitler, doğu kaynaklarında Sır-i derya, batı kaynaklarında Jahartes şeklinde geçen nehrin aşağı bölgesine Silis adını vermekte idiler.
Bilindiği gibi bu nehir yukarı, orta ve aşağı olmak üzere üç böl­
geye ayrılmaktadır, iskitlerce aşağı bölgeye Silis (Silim ) adının veril­
mesi yanında bu bölgeye Cuci oğulları devresinde Sır (S irj adının ve­
rildiği bilinmektedir. Halbuki nehrin yukarı ve orta kısımları Yaksart
şeklinde adlandırılmıştır.
Yaksart (Jahartes) kelimesi J. Marquait tarafından, kelimenin Or­
hun abideleri ve Orhun abideleri ile muasır Çin kaynaklarına dayanarak
şu şekilde açıklanmıştır. Bilindiği üzere en eski Çin kaynaklarında bu
nehrin adı Yo-şa ve Yok - sart şeklinde transkripsiyonlanmıştır. Ayni
nehir Orhun abidelerinde Yinçü Ögüz (inci nehri) şeklinde geçer. Or­
hun abideleri ile çağdaş Çin kaynaklarında ise, nehrin adı olarak Çen - çu
(hakiki inci ırmak) şeklinin geçtiği görülür. Marquait, nehrin Yaksart
(Jahartes) adının eski irancadaki Yahşa - arta (parlak inci)'den gelişe­
rek Yaksart (Jahartes) olduğunu Orhun abidelerindeki Yinçü Ögüz
şekline dayanarak ispat etmiştir.
X. yüzyıl tarihçisi El - Mesûdî'de kelimeyi Yahşart, Tahşart, X X I. yüzyıl tarihçisi El - Bîrûnî'de ise bunu Haşart şeklinde görmektey\z. Açıkça görülmektedir ki Mesûdî'deki ve El - Bîrûnî'deki şekiller
Yaksart (Jahartes) adının tahrif edilmiş şeklidir.
islâmın coğrafya anlayışında, bir ırmağın kıyısındaki şehirlere göre
adlandırıldığı bilinir. Bundan dolayıdır ki İbn Hordadbih'deki nehr-i Ken­
ger (Kangar nehri) Firdevsi'nin Şehnâme'sindeki Şaş (Taşkent) nehri,
Hocent (Fergana) nehri. Kenger nehri gibi şekiller bu nehrin Yaksart
adı ile bilinen orta ve yukarı kısmına verilen değişik adlar olmuştur.
X III. yüzyıldan itibaren Cuci oğullarının nehrin aşağı kısmına Sır
PEÇENEK HÂZİNESİ VE TÜRK. SANATI
399
(S ir) adını verdiğini yukarıda zikretmiştik. Nitekim nehrin aşağı kısmına
hakim Türk topluluklarının tarihi ve coğrafi yayılmalarıyla ve nehrin
orta ve yukarı kısımlarını istilâları neticesinde orta ve yukarı kısımda
oturan İran asıllı yerleşik halk gittikçe Türkleşmiş ve böylece Yaksart
(Jahartes) adı yerine nehrin aşağı kısmının adı olan Sır (S ir) nehrinin
orta ve yukarı kısımları içinde umumileşerek nehrin tamamının adı doğu
kaynaklarında S ır-d e rya ( S ir -d e ry a) şeklini almıştır6.
VIII. yüzyılda orta kısmına nehr-i Kangar adı verilen bu nehrin Or-'
hun abidelerinde Yinçü Ögüz şeklinde geçtiğini söylemiştik7. Kangar
kelimesi, yine Orhun abidelerinde geçen Kengeres (Kenger'Ier) kelime­
sinin kökü olduğuna göre, demekki Sır-i derya'nın orta kısmında Peçeneklerin başlıca boyunun adı olan Kenger halkı (Kengeres) yaşamakta
idi. Bunun yanında M.S. II. yüzyılda Ural nehrinin, Türkçe Yayık adını ta­
şımakta olması Ural nehri civarındaki kavmin Türk asıllı olduğunu bize
ifade etmektedir. Çünkü Ural nehri bir çok kollara ayrılan bir nehirdir.
Ve bu hususiyeti ancak orada yerleşik bir halk tarafından bilinebilinir.
Yayık kelimesi Türkçe yayılmış manâsına geldiğine göre demekki Ural
nehri kıyısında oturanlar Türk idiler. Chavannes8, W ei - Lio'ya göre
Ptolemaios zamanında Kırgız ülkesinin Yayık ırmağının doğusunda ve
nehr-i Kenger'in kuzeyinde olduğunu zikreder.
Kenger kelimesi Orhun abidelerinde Kengeres (Kengerler) şeklin­
de geçmektedir. Bu kelimedeki -es ekinin bugünkü -1er, -lar çokluk eki
olduğu9 - a r - , -er- ekinin ise «numerus collectivus» eki olduğu Türkologlar tarafından iddia edilmektedir10. Kelimenin Kenger kısmının Çince'de
K'ang - kü ( < K h a n -K ia t) şeklinde telâffuz edildiği bilinmektedir. Do­
layısıyla Bilge Kağan abidesi doğu cephesi 18 nci satırda geçen Kengü
Tarban11 şehir adı. Kengerlerin (Kengeres) şehir adının Çince söyleni6. S. G. Kljastornıj. — Yaksart — Sır-derya, Türk Dili Cilt IV No. 37 Anlc. 1954,
s. 70-72 ve C.A.J., V I/1, 1961, s. 24-26.
7 S. G. Kljastomıj., Orhon Abidelerinde Kengü’nün Kavmî yer adı (Etno - Toponimiği)
/. Kengü-Tarban. Belleten, Cilt XVIII, Ocak 1954 Sayı 69. Sayfa 89-104.
8 Chavannes, Les pays d’Occident d’après le Heou Han chou, T oung Pao, 1907, s. 559.
9 K. H. Menges, Altaic elements, s. 101-104.
Paul Pelliot., Quelques noms turcs d'hommes et de peuples finissant en *ar*. Paris
1949, s. 174-233.
10 S. G. Kljastonuj., Drevnetyurkskie Runiçeskie Pamyatniki K ak îstoçnik Po îstorii
Sredney Azii, Moskova 1964, s. 163-167.
11 S. G. Kljastomij., I. *Kengü - Tarban* Belleten, Cilt XVIII, Ocak 1954, Sayı 69,
s. 93-94.
400
NEJAT DİYARBEKİRLİ
şinden başka bir şey olmaması gerekir. Bunun yanında bu Çince K’ang kü telâffuzunun (Constantinos Porphyrogennetos'daki
Xáyyocp
şek­
linin12 ibn Hordadbih'deki yukarıda zikrettiğimiz Kenger şekli ile birleş­
tiğini de söyleyebiliriz.
Kenger'lerin, Peçeneklerin başlıca üç boyunun adı olduğu bilin­
mektedir1211. Bütün bu malûmatı topladığımızda, milâdın ilk yüzyılların­
da Sır-derya'nın kıyısındaki Çince K'ang-kü de Türkçe dili konuşan ve
Peçeneklerin ataları olan boyların yaşamakta oldukları neticesine var­
mış oluruz.
Peçenekler IX. yüzyılda Sır-derya kıyılarında yaşamakta idiler.
Konstantinos Porphyrogennetos'un (950 yıllarına doğru) «at kültü»
ile ilgili bu devrelerde tesadüfen tespit etmiş olduğu sekiz Peçenek ka­
bile adını G. Németh şöyle nakleder: «1. Yavvdı Erdim = Parlak Erdem
Parlak atları olan Erdem kabilesi. 2. Kürekçi Çur = Mavi Çur Mavi at­
ları olan Çur'un kabilesi. 3. K'abukşin Yula = Ağaç kabuğu renginde
atları olan Yula'nın [bir rütbe] kabilesi. 4. Suru Kül bey = Boz atları
olan Kül-bey'in kabilesi. 5. Kara bey = Kara atları olan Bay'ın kabilesi.
6. Boru Tolmaç = Koyu renkli atları olan Dilmaç'ın kabilesi. 7. Yazı
K'apan = Kaban kabilesi (? ). 8. Bula Çoban = Alaca atları olan Çoban'ın kabilesi»12b.
Bizans imparatoru bu eserinde, hudutlarını sık sık taciz eden kom­
şuları Peçeneklerden uzun uzadıya bahsetmekle ve onların kültür ve
yaşayışları hakkında geniş bilgi vermektedir. Bu Türk boyunun 150 yıl
kadar İtil (Volga) ile Tuna (Danüb) nehirleri arasındaki geniş sahada
tam bir kabile düzeni halinde yaşamış olduğunu ve maalesef bir devlet
mekanizması kurmağa muaffak olamadıklarını görüyoruz.
Bu tarihlerden itibaren Balkan yarımadasına akınlar yapmışlar bir
çok toplulukları hakimiyetleri altına almışlar ve bu arada çok önemli
siyasî durumların da ortaya çıkmasını sağlamışlardır. Bunlardan biri hiç
şüphesiz büyük Slâv topluluklarının Karadeniz'in kuzeyindeki bozkır­
lara inmesine mâni olmaları, ayni zamanda bugünkü Macaristan'ın bir
12 Konstantinos Porphyrogennetos., De Administrando Imperio, S. G. Kljastornij-,
Drevnetyurkskie Runiçeskie Pamyatniki K ak İstoçnik Po İstorii Sredney Azii, Moskova
1964, s. 163-164.
12a Akdes Nimet Kurat, IV -X V III. yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara 1972, s. 324.
12b A. Caferoğlu, *Türk onomastiğinde A t kültü», Türkiyat Mecmuası, cilt X , İstan­
bul 1951-53, s. 205.
PEÇENEK HÂZİNESİ VE TÜRK SANATI
401
kısmını teşkil eden Tuna - Tisa sahasında bu ülkenin kurulmasında bü­
yük rol oynamış olmalarıdır. Memleketimizde Peçenekler'in tarihi yö­
nünü inceleyen iki önemli araştırma yapılmış olup, birincisi Akdes Ni­
met Kurat tarafından yayınlanan zengin malzemeyi hâvi Peçenek Tarihi13
diğeri ise Peçenekler üzerine yeni görüşler getiren Faruk Sümer'in bir
inceleme yazısı olan «Bayındır, Peçenek ve Y üregirler» adlı makaleler­
dir14. Ortaçağ'ın başından itibaren ayni göç yollarını ihtiyar edinmiş olan
Hunlar'ın, Avarlar'ın, Uzlar'ın, Kumanlar’ın yaşayışlarım ve kültürlerini
de incelememiz yanında Peçenekler'in maddi ve mânevi kültürü üzerin­
deki eksik bilgimizi bu değerli eserler üzerinde durarak tamamlamaya
çalışacağız. Hunlar, Avarlar, Kumanlar ve Uzlar .tıpkı Peçenekler gibi
ana yurttan koparak batıya doğru kaymışlar, Karadeniz'in kuzey istikâ­
metinde ilerlemişler ve bu bölgeyi bir müddet hâkimiyetleri altında bu­
lundurmuşlardır.
Bu Türk toplulukları, ana yurttan koptuktan ve katettikleri uzuri
göç yollarından sonra, benimsedikleri topraklar üzerine devlet teşkilât­
larını kurmağa zaman ve imkân bulamadan, Orta Asya yönünden gelen
ikinci bir dalganın ağır baskısı ile yerlerini başka bir Türk topluluğuna
bırakmak mecburiyetinde kalmışlardır. Bir istisna olarak, Avrupa'nın
merkezine kadar sarkan ve bilâhare bu bölgeye yerleşen Bati Hunları'hın ayni bölgede geniş bir devlet teşkilâtı kurduklarına şâhid oluyoruz.
Ne var ki, işgal ettikleri topraklar çok geniş bir zemini kapladığından
ve bu uçsuz bucaksız topraklar üzerinde Hun Türkleri'nin ekseriyeti teş­
kil etmemelerinden, ayrıca iç Asya'dan kopup gelen yeni Türk dalgala­
rının da bu azınlığı takviye etmemelerinden ötürü, kudretli hükümdar
Atillâ'nın ölümü üzerine Batı Hunları'nın kurduğu devlet derhâl yıkıl­
mıştı.
Ayni durumun tekrarını biz bir başka Türk uruğu .olan Avarlar'da
da izliyoruz. Avrupa sınırlarına kadar ulaşmış bu topluluğun, ilk zaman­
lar münferit kabileler hâlinde bir konfederasyon şeklinde yaşadıklarını
izliyoruz. Bugünkü Macaristan'ın doğu yörelerine yerleştiklerinde ise,
bir devlet teşkilâtı kurmağa muvaffak olurlarken, bir çök yabancı unsurlarıda hâkimiyetleri altına almışlardı.' Batı Hünları'nda olduğu gibi,
Avarları'n da İç Asya'dan göç edecek yeni yeni Türk toplulukları ile tak- .13 Akdes Nimet .Kurat, Peçenek Tarifti,. İstanbul 1937.
14 Faruk Sümer:, Bayındır, Peçenek ve Yüregirler, Ank. Üni. Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi Dergisi, CXL sayı 2, 3, 4 (Haziran, Eylül, Aralık 1953), s. 317-344.
. .. I
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 26
402
NEJAT DİYARBEKİRLİ
viye alma imkânları yoktu. Onlarda Ortaçağ Avrupası'na göç etmiş çe­
şitli Türk topluluklarında olduğu gibi, takviye almamaktan ötürü yavaş
yavaş hıristiyanlığın muhafazakâr câmiası içinde eriyip yok olacaklardı.
Nitekim de, yabancı kavimler birer birer Avarlar'ın hâkimiyetinden
kurtulduktan sonra, bu Türk uruğu gittikçe azalmış ve V III. yüzyılın
sonlarına doğru âni bir Frank hücumu karşısında yok olmuşlardır.
Avarlar'dan sonra Peçeneklerin, Uzlar'ın da başına ayni şeyler
gelmiş, Iç Asya'dan kopup gelen ve Hazer'in kuzeyinden geçerek ilk
önce Karadeniz'in kuzey yörelerini istilâ eden bu Türk urukları için göç
adeta bir ölüm değirmeni gibi işlemiş ve onların zamanla eriyip yok
olmalarının şartlarını hazırlamıştı14“.
Avrupa'nın merkezine kadar sarkan bu Türk topluluklarının geride
bıraktıkları kültür ve san'at mirasına bugün bir çok milletler sâhib çık­
maktadır. Peçenekler'in namlı Nagyszentmiklos hâzinesine sahib çıkma
yolunda Macarlar ve Bulgarlar arasında büyük münâkaşalara yol açıl­
mıştır.
Yirmiüç parçalık altından mamul, ünlü Nagyszentmiklos hâzinesi­
nin en ilgi çekici parçası muhakkak ki :22 cm boyunda 18 kıratlık altın­
dan yapılmış, iki nr.lu sürâhidir (Res. 9, 10, 11, 1 2 ). Sürâhinin san'atçısı, eserin şişkin karın kısmına birbirlerine değen dört madalyon içine
değişik konuları yerleştirmiştir. (Res. 9, 10, 11, 1 2 ). Konular, bir Peçenek Başbuğu, Beğ veya Kumandanının isteği üzerine iç Asya'nın
geleneksel figür kalıplarına uygun olarak yapılmıştır.
Sürâhinin (Res. 9 ) de görülen madalyonunda; bir griffon'un diz
çökmüş dişi bir geyik üzerine saldırışı canlandırılmışım
iç Asya'nın mücâdele eden hayvan figürleri ile ilgili kalıplarını in­
celerken, Hun San'atı ürünleri arasında16 bu sahneye çok rastlanmıştır.
14» Peçenekler hakkında bk. Ahmed Caferoğlu, Türk Dili Tarihi I, İstanbul 1970,
s. 82/3.
15 Nejat Diyarbekirli., Türk Sana’tının Kaynaklarına Doğru, Türk Sanat Tarihi Araş­
tırma ve İncelemeleri II, 1969, s. 111-204; Aynı yazar, B u n Sanatı, İstanbul 1972.
S. I. Rundenko., Vtoroj pazyryksij kurgan, Leningrad 1948; Aynı yazar, Der zweite
Kurgan von Pazyryk, Berlin, 1952; Aynı yazar, Gomoaltajskie nachodki i ski/i Moskova,
Leningrad 1952; Aynı yazar, K uttura naselenija Gomogo Altaja v skijskoe vremja, Mos­
kova 1953; Aynı yazar, K uttura naselenija centratnogo Altaja v skijskoe vremja, MoskovaLeningrad 1960;
M. P. Griaznov., Drevnie K uttury Altaja Novosibirsk, 1930; Aynı yazar, Pazyrykskoe'
knjazeskoe pogrebenie na Altae, Moskova; Aynı yazar, Le kourgane de Pasirik, MoscouLeningrad 1931; Aynı yazar, Pazyrykskij kurgan, Moskova-Leningrad 1937.
PEÇENEK HÂZİNESİ VE TÜRK SANATI
403
(Res. 13, 14 ). Burada Peçenekli san’atçı Hunlar'dan bu yana yüzyıllar
boyunca ustadan çırağa geçerek kalıplaşmış «hayvan üslûbu» gelene­
ğine uymakdadır. Şüphesiz bu hayvan mücadelelerinde öyle sembolik
bir anlatım saklıdır ki, anahtarı yüzyılların akışı içinde yavaş yavaş kay­
bolmaktadır16.
Ayni hayvan üslûbunun iç Asya'nın bir çok Türk toplulukları ara­
sında yaygın olduğu bilinmektedir. Uçsuz bucaksız bozkırlarda bulunan
sayısız kurganların bazılarından, gün ışığına kavuşturulmuş bir çok bul­
gular üzerinde de ayni üslûp özellikleri rahatlıkla müşahede edilmek­
tedir. Meselâ, Kisselev'in Hakas vilâyetinde eski Kırgız mezarlarında
(V II ilâ IX. yüzyıllar arası) yapmış olduğu kazılardan sonra bulduğu
bulgulardan bir gurubunun (Res. 22, 23) Nagyszentmiklös'daki 19
nolu çanak ile (Res. 7 ) gerek üslûp, gerek tarz, gerek motiflerin
işlenişi ve gerekse sözünü ettiğimiz hayvan tasvirlerinin birbirine son
derece benzemekte olduğunu müşahede etmekteyiz. Her ikf Türk top­
luluğuna âit bulgulardaki bu benzerlik (arada yaklaşık olarak üçyüzyıl
kadar bir zaman farkı olmasına rağmen), tarz, üslûp ve motif kaynağı­
nın «Bozkır Kültürünü» meydana getiren bir ana unsurda, daha açıkçası
Türk Sanatının Orta Asya'daki kaynağında birleştiğini bize açıkça gös­
termektedir.
Sürâhinin (Res. 12) de görülen madalyonunda «hayvan üslûbu ile
ilgisi olmayan değişik bir konu ile karşılaşırız. Burada, yüzü ve gövdesi
seyirciye doğru dönük, başına ucu sivri bir tolga (miğfer) giymiş, dol­
gun oval bir yüz, hafif çekik badem gözler, düz ve basıkça burun, bı­
yıklı ve sivri sakallı bir atlı figürü yer almıştır. Üzerine zırh giymiş bu
atlının, başındaki tolganın ucunda iki kurdelanın uçuşduğu görülür.
Atının düğümlü kuyruğu ve koşum takımı'nm süsleriyle beraber, diğer
aksesuar bize Bozkır kültürüne mensup bir Türk atlısının karşısında ol­
duğumuz intibaını verir.
Vücudunu saran ağır zırh, saçlarından tutarak sürüklediği esir ve
semerinden sarkan kesik baş ile atlının cenkden muzaffer olarak dön­
düğü belirtilmek istenmiştir. Cenge giderken, başa giyilen kurdeleli sivri
16 Hun sanatında ve tüm bozkır sanatında, bıkmadan tekrarlanan: Aslan ile geyik,
pars ile geyik ya da aslan ile boğa mücadele sahnelerinin, İç Asya sembolizmini, aksettir­
diği şüphesizdir. Yırtıcı hayvanlar (Arslan, pars v.s. gibi) gündüzü, çift tırnaklılar (geyik,
dağ keçisi, boğa gibi...) geceyi temsil ederler. Yırtıcı b ir hayvan’ın, çift tırnaklı bir hayvana
saldırışı ve pençesini geçirişi figüratif anlamda bir zaferi ifade etmektedir.
404
NEJAT DİYARBEKİRLÎ
tepeli tolganın, Hunlar'dan Osmanlılar'a kadar devam edegelen, giysi
geleneğinden olduğu ve sırasiyle Göktürkler, Uygurlar, Kırgızlar, Gazneliler, Selçuklular ve Osmanlılar tarafından kullanıldığı bilinmektedir.
Nagyszentmiklös atlısının sağ elinde tuttuğu flâmalı mızrak ise İç
Asya Türkleri'nin çok kullandıkları en popüler silâhlardan biridir. Mız­
rağın ucuna takılı flama, atalarımızın en erken dönemlerden beri bağlı
bulundukları âile, boy ya da başkanlarının damgalarını veya özel işaret­
lerini taşırdı. Bu dönemin Türk boylarında, başda bulunan yabgularının
ya da hakanlarının egemenliğini gösterecek kendilerine ait armaları veya
tuğları bulunurdu. İlk göçebe Türklerin kurt veya geyik Uygurların ej­
der figürlü bayrakları olduğu bilinir.
1072-73 yıllarında Kaşgarlı Mahmud'un Araplara Türk dilini öğret­
mek için yazdığı Divanü Lugat-it-Türk'den ucuna ipek parçası takılan
mızrağa «batrak» denildiğini öğreniyoruz17.
Daha erken dönemlerde
«batrak» «badırak» kelimesinin kullanıldığını dilciler bildirirler. Kelimenin
batmak, veya batırmak kökünden geldiği ve zamanla «d» harfinin
«y» harfine çevrilmesiyle bayrak kelimesinin ortaya çıkmasına yol açtığı
kanısındayız. Sancak kelimesinde Sanç-mak yâni süngülemek, mızraklamak fiilinden (batırmaktan batırak > batrak > bayrak örneği gibi)
Bayrak - mızrak türediği bilinmektedir.
«Batrak» yâni bugünkü deyimle, Türk ordularının cenk geleneğin­
de uzun zaman devam etmiş, hattâ İstiklâl savaşında süvarilerirpiz ta­
rafından vurucu cenk aracı olarak kullanılmıştır. Yaklaşık olarak 1946
yılına kadar süvari birliklerinde kullanılan bu cenk aracı bilâhare terk
edilmiştir. Bugün ancak merasimlerde, uçlarında kırmızı, beyaz flâmalı
(pinel) -mızraklarla geçen süvari birliklerimiz, eski dönemlerimizin akın­
cılarını hatırlatan birer canlı örnektirler.
Kırgız Türkleri'nin Peçenekler'den çok önce (yaklaşık olarak iki
ilâ üç yüzyıl), ülkelerinde kayalar üzerine ve kullandıkları gündelik eş­
yalara; atlı figürleri ve av temaları (Res. 15, 16, 17, 18) ve hayvan mü­
câdele sahnelerini geleneksel sembolizmin çerçevesi içinde çizdikleri
gözden kaçmaz18. Kırgızistan'da, Hakast vilâyetinde Sulek dağında ka­
17 B atrak: Ucuna bir ipek parçası takılan mızraktır. Savaş günü yiğit kendini bu­
nunla tanıtır (Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lûgat-it-Türk, çeviren Besim Atalay, T ü rk . Dil
Kurumu, Cilt I, s. 465).
18 Yevtyuhova, L. A., En eski kültürün izinden, Volga’dan Pasifik Okyanusu’na kadar,
Moskova 1954 (Güney Sibirya'nın en eski dönemi bölümünde...), s. 218, 219, 220, 221.
PEÇENEK HÂZİNESİ VE TÜRK SANATI
405
yalar üzerine çizilmiş bu resimler arasında devamlılığını izlediğimiz figür
kalıplarına rastlamaktayız. Kırgız sanatının basit tarzda düzenlemiş ol­
duğu bu çizgisel ve yalnız konturları belirtilmiş resimler arasında av,
hayvan mücâdelesi ve cenk konuları özellikle aksettirilmiştir. Bunlar
arasında, ilgi duyduğumuz üç kırğız atlısı üzerinde duralım (Res. 15, 16,
18) Atlıların sivri başlıklarının ucunda uçuşan kurdeleleri, ellerinde tut­
tukları mızrakları ve süslü at koşumlariyle Avrupa'ya ve Orta Doğuya
yayılmış bu figür kalıplarının ilk öncüleri sayabiliriz.
Bir çok yabancı san'at tarihçisi, Nagyszentmiklös hâzinesi, 2 Nolu
sürâhisinde görülen muzaffer süvariyi (Res. 12), Roma, Bizans ve Sasani san'atına19 mal etmek için lüzumsuz bir gayretkeşlik göstermekte­
dirler. Bâzıları ise, bu eserlerin turam kaşesini kabûl etmekle beraber,
sözü geçen medeniyetlerin etkisinde kaldığını iddia etmekden kendile­
rini alamazlar. Oysa, böyle bir konu düzenine ne Roma, ne Bizans, ne
Sasanî san'atının paraleller verdiğini hatırlarız. A t sırtında bu giysilerle
bir imparator, veya kumandan figürüne ne Roma, ne de Bizans'da te­
sadüf ederiz. Roma ve Bizans'da genellikle asiller gösterişli giysilerle
bir mekân içinde hareketsiz ve donuk bir durumda aksettirilmişlerdir.
Sasanîler'de ise bu tarz cenk giysisine, ne kurdeleli sivri börk'e, ne elde
tutulan batrak'a, ne de esirin saçlarından sürükleme temasına rastlan­
madığı gibi temsil edilen konularda, at'ın eyerine iliştirilmiş kesik baş
ise hiç görülmez. Ayrıca Araplar'ın VII. yüzyılın ilk yarısında, Sasanî
imparatorluğu'nu ortadan kaldırmakla İran yaylasının nasıl san'attan
yoksun kaldığı ve kısırlaştığı20 san'at tarihinde tartışmasız benimsenen
bir gerçektir. Dolayısıyla X. uncu yüzyılın eserleri sayılan, «Nagy­
szentmiklös» hâzinesini, tarih sayfalarından üç yüz yıl evvel silinen bir
soyun (Sasanî'ler) yarı canlı bir şekilde yaşayan san'atına bağlamak
fazla gayretkeşlik değilmidir?. Kaldı ki aşağıda belirteceğimiz figür kalıplap ile hazineninkiler arasında ortak yönler o kadar derindir ki, bir
kısım yazıtlar, türkçe olmasa dahi bu figür kalıplarından ötürü, yapıta
kolaylıkla «Türk Eseri» damgası vurulabilir. Ayrıca Grek harfleriyle
Türkçe yazılmış yazıtlarda Buila ve Butaul adlarına rastlanır21. İlk ola­
rak Thömsen'in yayınladığı bu yazıtları, Hüseyin Namık Orhun da neş­
rettin iştir.
19 Roman Ghirshman., İran Parthes et Sassanides, Gallimard 1962, s. 328.
20 André Godard, L ’art de Vİran, Arthaud, Paris 1962, s. 283.
21 Peçenek Hükümdarı Bata’mn oğlu Butaul, 900 ilâ 920 . yıllarında yaşamıştır.
406
MEJAT DİYARBEKİRLİ
Nagyszentmiklös hazînesinde ki bir müştereklik bulguların üzerin­
deki rünik Türk harflerine benzeyen yazılardır. Bu yazılar çeşitli kişiler
tarafından okunmağa çalışılmış ise de, en son profesör Gyula Németh
tarafından «Boyla çoban» ve «Botaul Çoban» şeklinde okunmuştur.
Eğer bu okunuşlar doğru ise :
1 — «Boyla» kelimesinin Nagyszentmiklös bulgularının hâricinde
Bilge Kağan âbidesinin güney yüzeyinin 14. satırında Tonyukuk'un ünvanı olarak «Tonyukuk Boyla Bağa Tarkan...» şeklinde geçtiğini görü­
rüz. (Bk. Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, İst. 1970, s. 7 1 ). Ayni ünvanı Tonyukuk âbidesinin birinci taşında, batı yüzünün altıncı satırının
sonunda «Bilge Tonyukuk Boyla Bağa Tarkan birle İlteriş Kağan, olun­
ca» ibaresinde de görürüz. (Bk. Muharrem Ergin, Ayni eser, s. 7 6 ).
(«Moyla» kelimesi için bk. Drevne Tyurkskiy Slovar, Leningrad 1969,
s. 110). Burada «Boyla» kelimesi Tonyukuk'un ünvanı olarak verilir.
(Tonyukuk'un «Apa Tarkan» ve «Boyla Bağa» Tarkan ünvanları için bk.
Masao Mori, A -s h ih -tê Y ü a n -ch e n ve Tonyukuk, Islâm Tetkikleri
Enstitüsü Dergisi, Cilt V, 1-4, İstanbul 1973, s. 87-93). 755-759 yılları
arasında Türgeşlerin «Kara» kısmının hanları A - t o p e i - l o idi. Bk. A. N.
Kurat, Peçenek Tarihi, İst. 1937, s. 30; Edouard Chavannes, Documents
sur les T o u -k io u e adlı eserinde A - t o p e i - l o ismini «Boyla» olarak
okur.
Son olarak Sir Gérard Clauson, X III. yüzyıldan önceki Türkçe'nin
Etimolojik sözlüğü adlı eserinde «Boyla» kelimesinin Hunlâr'dan beri
Türkçede mevcut olan bir kelime olduğunu ve bu kelimenin IX. yüzyıl­
da Bulgar Türkçesinde Hakan'dan bir aşağı rütbede olan şahsın ünvânı
olduğunu söylemekte, ayrıca bu kelimenin Gök-Türk âbideleri (Ton­
yukuk) ile Uygur kaynaklarında (Suçi yazıtı) kullanıldığı yerleri belirt­
mektedir2111.
2 — Türk kavimlerinin birçoklarında, meselâ Kumanlar'da, Kırgızlar'da, Uygurlar'da, Göktürkler'de, Hunlarda ve Asya'nın Bozkır kül­
türüne mensup diğer Türk kavimlerinde müşterek bir âdet vardır. Bu
âdette bellerine yahut atlarının terkisine astıkları mâdeni tabak, kap>
çanak, maşrapa, sürâhi v.s. gibi günlük hayatı ilgilendiren eşyaların
üzerinde yazı olması meselesidir. Meselâ Kiselev tarafından Kuray
21a B k: Sir Gérard Clauson. A n Etymological Diçtionary o f Pre-Thirleenth Century Turkish Oxford, 1972, s. 385.
PEÇENEK HÂZİNESİ VE TÜRK SANATI
407
steplerinde ve Ursul nehri yatağı boyunca yapılan kazılar neticesinde
bulunan bulgulardaki yazıtların okunuşu ve tefsirleri için bk. Alexandre
Mongait, L'Archéologie en U.R.S.S., Moscou 1959, s. 302-305.
Çanak veya maşrapa üzerine yazı yazma geleneği, Türk topluluk­
ları arasında tarihin en sisli devirlerinden beri devam edegelen son de­
rece yaygın bir anlayışın ifadesidir. En eski örneğini hiç şüphesiz, Esik
kurganından gün ışığına kavuşturulan rünik yazılı çanakta gördüğümüz21b ve orta çağda İslâmî devirde, keramik çanaklar (evaniler) üze­
rinde izlediğimiz bu anlayış, çağımızda bile tahta kaşıklar üzerinde de­
vam etmektedir. Türk köylüsü, tarhana çorbası içeceği kaşığına nakış­
lar vurmadan, sapına beyitler yazmadan kullanmaz.
Bu iki nokta da bize kuvvetle göstermektedir ki, Nagyszentmiklös
hâzinesini yaratan eller, hiç şüphesiz Orta Asya'nın göçebe Bozkır kül­
türünde yoğrulmuş ve pişmiş bir milli sanat geleneğini Orta Asya'dan
almış ve Macaristan'a kadar getirmiş usta Türk asıllı sanatkârlarındır.
«Louvre» müzesinin, İslâm bölümünde sergilenmekte olan, Musul
işi «La Baptistère de Saint Louis» çanağının üzerindeki Türk boylarına
âit armalardan, bu eserin Memlûkler'e âit olduğu, evvelce Prof. Rice ta­
rafından açıklanmıştı22. Bu çanağın etrafında sıralanmış atlı figürleri ile
Nagyszentmiklös atlısı arasında önemli ortak yönlerde rahatlıkla mü­
şahede edilir. Memlûk kabının üzerinde savatlama tekniği ile işlenmiş
süvâri figürlerinin dolgun oval yüzleri, hafif çekik badem gözleri, düz
ve basıkça burunları, sivri sakalları ve bıyıkları ile başlarında kurdeleli
sivri tuğlan bulunmaktadır. Atların kuyruklarının düğümlenmesi ve ko­
şum süsleri ortak elemanlardan biridir. Bozkır san'atının ilk temsilcileri
olan Hunlar'dan, günümüze kadar at kuyruğu bağlanması ve at cesedlerinin kuyrukları, ya kesik, ya da düğümlü idi (Res. 20, 21). Ataları­
mız da, at kuyruğu kesmenin mâtem işâreti olduğu, etnograflar ve ta­
rihçiler tarafından defalarca işlenmiş bir konudur23.
Kırgızlar'ın kayalara çizilmiş (Res. 15, 16, 18) tasvirlerinde görü­
len at figürlerinde kuyrukların düğümlü oluşu aynı geleneğin devamı-
21b Bk. Nejat Diyarbekirli, Kazakistanda bulunan Esik Kurganı, Cumhuriyetin 50. yı­
lına Armağan, Edebiyat Fak. İ s t 1973.
22 D.S. Rice., Le Baptistère de Saint Louis, Les Editions du Chene, Paris MCMLI, s. 11.
23 Inan, Abdulkadir., Altay’da Pazink hafriyatında çıkarılan atların vaziyetini, Türk­
leşin defin merâsimi bakımından izah, İkinci Türk Tarih Kongresi, İstanbul, 20-25 Eylül,
1937, Türk Tarih Kurumu Yayınlarından, İstanbul 1943.
NEJAT DİYARBEKİRLİ
4oâ
dır. İslâm kaynaklarının verdiği bilgiye göre; Malazgirt savaşı başlama­
dan önce, Alp Arslan duasını yapmış, sonra kendi eliyle atının kuyru­
ğunu bağlamıştır. Askerlerinin de kendisi gibi yaptığını aynı kaynaklar­
dan öğreniyoruz24. Yazılı kaynaklardan başka Selçuklu dönemindeki
keramik ve minyatürlerde çok tesadüf edilen atlı figürlerde dahi bu or­
tak özellikler rahatlıkla tesbit edilebilir.
Anadolumuzda mâtem temasının, güneyde Toroslar'da yaşayan
Türkmen oymaklarının ağıtları arasında, bugün şu şekilde işlendiğine
şâhid olmaktayız:
Doru atın yemlenemeyo
Kesilmiş küyruğu yellenemeyo
Ali'nin ölümü yürek sızlatır.
Atınla anacığın söylenemeyo25
—
Korkut
Meselâ
öldüğü
Türk milletinin en büyük kültür varlıklarından biri olan Dede
hikâyelerinde bu mâtem geleneğinin bâriz hatları ile karşılaşırız.
M illi Destanımız'm : «İç Oğuz'a Dış Oğuz âsî olup Beyreğin
destanı beyân eder» bölümünde yiğit Beyrek ölürken26.
Yiğitlerim yerinizden kalkın
Ak boz atımın kuyruğunu kesin,
Arku Beli Ala Dağdan geceleyin aşın.
Akıntılı güzel suyu delip geçin.
Kazanın dîvânına koşup varın.
Ak çıkarıp, kara giyin.
Sen sağ ol Beyrek öldü diyin.
Yine destanın ayni bölümünün başka bir yerinde: «Beyreğin ba­
basına anasına haber oldu. Ak evinin eşiğinde feryat koptu. Kaza ben­
zer kızı gelini ak çıkardı, kara giydi. Ak boz atının kuyruğunu kestiler.
Kırk elli yiğit kara giyip, mavi sarındılar. Kazan Bey'e geldiler. Sarık­
larını yere vurdular, Beyrek diye çok ağladılar»27.
24
25
26
27
İbn-el-Esir, Kahire 1301, s. 27.
Ali Riza Yalgın,
Cenup’ta Türkmen Oymakları,Türk
Muharrem Ergin,
Dede Korkut Kitabı,İstanbul1969,
Muharrem Ergin,
A yni eser, s. 237.
Sözü Matbaası, Adana.
s.
236.
PEÇENEK HÂZİNESİ VE TÜRK SANATI
40Ö
Bütün bu halk ağıtlarını ve millî destanları izliyerek tarihin en sisli
dönemlerine kadar indiğimizde, özellikle Hun kültürü tabakalarına bir
göz attığımızda, kurganlardan gün ışığına kavuşturulan koşumları ve
bütün süslemeleri ile gömülmüş atların kuyruklarının, bâzılarının neden
kesik ve bâzılarının da neden düğümlenmiş olduğunun (Res. 20, 21)
manâsı büyük bir açıklık kazanır.
Nagyszentmiklös vazosunun oval yüzlü, badem gözlü, sivri tuğlu
atlısına (Res. 12) bu def'a Mısır'ın Memlûkler döneminde. Karagöz tip­
leri arasında tesadüf ediyoruz (Res. 2 4 ). Frankfurt'un bir banliyösü olan
Offenbach'ın namlı «Deri müzesinde» bulunan, en eski Türk gölge oyu­
nunun deriden, ajürlanarak yapılmış örnekleri arasında, mevcut bir.
atlı figür (Res. 2 4 ), Peçenek atlısında olduğu gibi dolgun oval yüzlü,
hafif çekik badem gözleri, düz ve basıkça burnu, bıyıkları ve sivri sa­
kalı ve üzerine giymiş olduğu zırhı ile dikkatimizi çeker. Başında Sivri
tuğ, tuğ'un arkasında uçuşan kurdelesi ve sağ elinde flamalı mızrağı ile
merkezî Avrupa'da desen kalıbından aynen kopya edilmiş hissini ver­
mektedir. Yine aynı döneme âit diğer bir Memlûk karagözünde (Res.
25) de görülen iki kadının çocuklarını saçlarından tutarak sürükleme­
leri bize Nagyszentmiklos'un diğer detaylarını yâni atlının esirini saçla­
rından tutarak sürükleme temasını hatırlatmaktadır.
Peçenek atlısının semerinde görülen kesik baş, bize orendism28 ile
ilgili bir davranışın izlenimini belirtir. Bilindiği gibi insan kafatası orandanın merkezdir. En ilkel topluluklarda, insan beyni yiyen ve kafatasın­
dan su, ya da içki içen daha büyük orenda kazanır. Öldürülen düşman
kumandanının, kuvvetli bir cengâverin kafatasından içki kabı yapmak
geleneğini, bu ilkel davranışın köklerinde aramak gerek, Herodot, İskitler'in, öldürdükleri düşman kafatasından içki kabı yaptıklarını uzun uzun
anlatır.
Düşmanının kafatasından içki kabı yapma geleneğinin, Hiung-nu'larda yaygın bulunduğunu M.Ö. 100 yılında yazılmış Şi-ki adlı bir Çin yaz­
masından öğreniyoruz. Hiung-nular kendilerine önem vermeyen «Yüeçiler'e karşı parlak bir zafer kazanınca Yüe-çi hükümdarının kafatası da
Hun Hükümdarı Mao-tun'un sofrasında içki kabı olmuştu. J. J. De Groot;
28 «Orendizm» deyimi, ilk olarak Pfister tarafından kullanılmıştır. Fr. Pfister, Der
Glaube an das ausserordentlich wirkungsvolle Orendismus, Blatter zur bayrischen Volkskun­
de, Heft 11, 1927, s. 27; K. Beth., Religion und Magic, Leipzig 1927, s. 206; H. Vambeiy.,
Die primitive Cultur des Turkco-tatarischen Volkes, Leipzig 1879.
410
NEJAT DİYARBEKİRLİ
Hunlar'ın M.Ö. dönemine âit, 1921'de Berlin'de yazmış olduğu eserin­
de, bu tarzda bir çok örnekler vermektedir. J. Deguignes: «Genel Hun
Tarihi» adlı eserinde, Avar Türkleri'nden, «Çö-nü»nün; düşmanları
«Kaotş»ların kralı Minyoto'nun kafasını keserek, kafatasının içini cilalat­
tığı ve içki kabı olarak kullandığından bahseder29.
Rus tarihçisi Nestor, 970 ilâ 972 yılları arasında yazdığı tarihde;
Peçenek prensi Kovra'nın baş düşmanı Svatoslav'ı öldürüp kafatasın­
dan içki bardağı yaptığını anlatır30. Bütün bunlardan anlaşıldığına göre
Nagyszentmiklös vazosunun tabiatçı üslûbunda, temsili bir anlatım sak­
lıdır. Peçenekli san'atkâr aldığı sipariş üzerine. Bozkırın gelenekçi sem­
bolizmini seyircisine aksettirme çabasındadır.
Başka bir yazımızda, aynı vazonun diğer madalyonlarında görülen
temaları (Res. 10, 11) ele alacak ve onları inceleyeceğiz. Bu arada bir
merkezden çıkıp çeşitli bölgelerde yerleşen kıt'alar arası mesâfelerde
yurt tutan Türk boylarının san'at eserlerinde ortak yönleri, paralelleri ve
üslûp bağlarını başka örneklerle zenginleştirme fırsatını bulacağız.
29 J. Deguignes., Histoire genimle des Huns, des Turcs ete., Paris 1756, II, s. 347.
30 Chron, Nestoris ed. Fr. Miklosich, s. 43.
DİYARBEKİRÜ - Levha I
411
Resim 1 — Macaristanda, Nagyszentmiklos köyünde bir tesadüf eseri olarak gün ışığına
kavuşturulan Peçenek hâzinesi, Viyana, Sanat Tarihi Müzesi.
412
DİYARBEKİRÜ - Levha II
Resim 2 — Nagyszentmiklos hâzinesinde, 8 no’lu meyvalığm yandan görünüşü. Kulpu­
nun hemen altına tesadüf eden bordürde rünik harfli yazılar görülmektedir. .
Resim 3 — Nagyszentmiklos hâzinesinin 10 no’lu altın çanağının yandan görünüşü.
Kıvrım dallarla süslü çanağı çevreleyen frizin altında rünik harfler görülmektedir.
DlYARBEKİRÜ - Levha İli
413
Resim 4 — Nagyszentmiklos hâzinesinin 10 no’lu altın çanağının alttan görünüşü.
414
DİYARBEKİRL] - Levha IV
Resim 5 — Başım geriye çevirmiş, hayalî bîr hayvan biçimindeki çanak. Hazînenin 13
no’lu altın eseri.
Resim 6 — Merasimlerde kullanılan kulplu kap Hazine envanterinde 15 no’lu eser.
DİYARBEKlRÜ - Levha V
415
Resim 8 — Nagyszentmiklos hâzinesinin, 20 no’lu altın çanağının y utandan görünüşü.
Resim 9 — NagyszentmiHos hâzinesinin 2 no’Iu altın sürahisinde, madalyon içinde
görülen sahnede, griffon’un dişi bir geyiğe saldırışı canlandırılmıştır.
DWARBEKIr U - Levha V II
-417
Resim 10 — Nagyszentmiklos hâzinesinin 2 no’lu altın sürahisinde görülen ikinci ma­
dalyonunda, insan başlı hayvan gövdeli hayalî bir yaratığa binmiş bir hükümdar avlanır­
ken görülmektedir.
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 27
♦
DlYARBEKlRÜ - Levha V III
418
R e s im
11
—
b ir
N a g y s z e n t m ik lo s
k a rta l
ta ra fın d a n
h â z in e s in in
k a ç ı r ı la n
2
n o ’Iu
k a d ın
a ltın
s ü r a h is in in
k o m p o z is y o n u .
ü ç ü n c ü
A n a h ita
m a d a ly o n u n d a ,
fig ü r ü .
SlYARBEKİRLl - Levha - IX
419
Resim 12 — Nagyszentmiklos hazînesinin, 2 no’lu altm sürahisinin dördüncü madalyo­
nunda, harptan muzaffer dönen hükümdar veya kumandan’ın tasviri görülmektedir.
420
DİYARBEKİRÜ - Levha X
Resim 13 — Altaylarda H un devrine ait Pazırık kurganlarından gün ışığına kavuşturulan
bir deri örtü üzerinde yine deri aplik ile yapılmış kaplan griffon’un sığma saldırma sah­
nesi. Altta detay M.Ö. III yüzyıl.
422
DİYARBEKlRLl - Levha XII
Resim 15 — Elinde flâmalı bir kargı tutan Kırgız süvarisi, Hakas bölgesi V II-IX
yüzyıl arası.
Resim 16 — Hakast vüâyeti, Sulek dağında kayalar
üzerine çizilmiş bir Türk
süvarisi. VII ilâ IX yy ara­
sı. Atın sağrısında kabile­
nin damgası görülmektedir.
Resim
17 — Güney Sibirya’da bulunmuş, hücuma geçen bir Türk
sUvarisi tasviri. VII yüzyıl ilâ IX yüzyıl arası.
DİYARBEKİRÜ
- Levha XIV.
Resim 18 — Hakast vilâyeti, Sulek dağında kayalar üzerinde rastlanan, çizgisel tasvirlerde flâmalı kargısı ile avlanan bir Tiirk süvarisi.
VII - IX yüzyıl arası.
j
,■
D İY A R B E K İR Ü Levha
XV
Resim 19 — Bir proto-Bulgar Türk süvarisinin elinde üçgen flâmalı mızrağı ile görünüşü. V III ilâ IX yüzyıl arası.
OV
DİYARBEKİRLİ - Levha X V I
426
Resim 20 — Altaylarda, Hunlara ait Pazınk kurganlannda görülen at koşum süs­
leri ve at kuyruğunun bir matem işareti
olarak düğümlenmesi. M.O. III yy.
i
Resim 21 — Altaylarda, H un aristokratlarına ait ikinci ve
üçüncü Pazırık kurganlarından çıkartılan, matem işareti olarak
kesilmiş at kuyrukları. M.Ö. III. yüzyıl.
DİYARBEKİRÜ - Levha X V II
427
Resim 22 — Gümüş bir tepsi içinde, Hakas’ın Kopeni bölgesinde 2 No’lu kurganda
bulunan dört altın kupa. VII ilâ V III yüzyıllar arası.
DİYARBEKİRÜ - Levha XV III
Resim 24 — Mısır Memlûklerine ait İşık gölge oyunundan
bir süvari figürü. Offenbach deri müzesinden.
Resim 25 — Memlûklere ait ışık-gölge oyunundan birkaç figür. Burada ço­
cuklarının saçlarım çekerek yürüten kadınlar görülmektedir. Kahire, Arap
Müzesi.
V .J. PARRY (1915-1974)
Salih Özbaran
13 Ocak 1974 günü Londra Üniversitesine bağlı School of Orien­
tal and African Studies, orada uzun yıllar Osmanlı Tarihi dersleri ver­
miş olan Vernon. J. Parry’yi kaybetti. Bu vakitsiz ölümü kendisini ya­
kından tanıyanları, sohbetlerinden istifade edenleri ve benim gibi be­
raberinde çalışmış öğrenci ve araştırıcıları adeta hayrette bıraktı. Ha­
zırlamakta olduğu ve hep ümitle beklediğimiz Osmanlı topçuluğu veya
harb sanatı ile ilgili eserini veremeden gitti.
Londra Üniversitesinde yıllarca Osmanlı İmparatorluğunun sesini
duyuran Parry, dinleyicisinin kulağında gerçekten imparatorluğun sadasını bırakmış, anlattığı tarihi sevdirmişti. Öğrenci, derslerinden her za­
man zevk almıştı. Konuşmalarındaki canlılık, çekicilik ve haşmet, ta­
rihi sanki yeniden yaşatmıştı. Ders dışındaki özel konuşmaları, öğrenci
ve araştırıcılara gösterdiği yakınlık ve yardım-severlik ismini Ingiltere
sınırları dışında da takdir ve sevgi ile andırmıştı. Bu takdir ve sevgi,
onu yakından tanımış olanların ilelebed hissedecekleri duygu olacak­
tır.
1915 Yılında İngiltere'nin Gal Eyâletinin güneyinde Caerphilly'de
doğmuş olan Parry üniversite öğrenimini Cardiff Üniversitesinde klâsik
ve modern diller ile tarih üzerine yapmıştır. 1939 dan sonra İngiliz or­
dusuyla beraber Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da bulunmuş, 1942-43 yıl­
larında İtalya'da harb esiri olarak kalmıştır. .1946 senesinde İngiltere'ye
dönünce Oxford Üniversitesinde tahsiline devam etmiş, 1948 de de bir
yıllık bursla Londra'daki School of Oriental and African Studies'e gel­
miş ve müteakip yıl da ayni okulda 'Lecturer' olmuştur. Orta ve Yakın
Doğu tarihi, özellikle Osmanlı Tarihi dersleri vererek ve OSmanlı harb
sanatı — bilhassa topçuluk— üzerine çeşitli makale ve yazılar hazırla­
yarak kariyerini devam ettiren Parry, 13 Ocak 1974 de 'Reader' iken
ölmüştür.
SALİH ÖZBARAN
430
Demiryolları tarihine özel ilgi duyan ve hatta Galler'de mahallî bir
demiryolu hakkında ilginç bir kitap hazırlayan V. J. Parry'nin Osmanlı
Tarihi ile ilgili yazıları şunlardır:
1)
:
Encyclopaedia of İslam (2nd Edition) için yazdığı maddeler:
Ayas Pasha (886-77-946/14827-1539
Balat
Balıkesri (Balıkesir)
Balta Limanı
Bandırma
Barud
Bayazid (Doğu Bayazıt)
Bayazıd II
Bayburd
Baylan (Belen)
Bergama
Beshparmak
Beyshehir
Bigha
Biledjik
Biredjik
Birge (Birgi)
Bodrum
Boghaz-ici (Boğaziçi)
Bozantı (Pozantı)
Burdur
Canak-kal'e Boghazı (Çanakkale Boğazı)
Sinan Pasha (1545-1605)
Cirmen
Dawud Pasha (Öl. 9 04/1498)
Derwish Pasha (Öl. 1012/1603)
Derwish Mehmed Pasha (15857-1655)
Dilawar Pasha (Öl. 1622)
Dja'far Beg (Cafer Bey, öl. 1520)
Djerid (C irit)
Eğri
Enderun
V .J. PARRY (1915-1974)
431
Ferhad Pasha (ö l. 1595)
Hafız Ahmed Pasha .(ö l. 1632)
Harb
Haşan Pasha (Damad, öl. 1713)
Hisar
Ibrahim Pasha (Damad, öl. 1601)
Isma'il (Ismail kale ve şehri)
2 ) The N ew Cambridge Modern History için hazırladığı makalele r :
a ) «The Ottoman Empire, 1520-66», vol. II (1 9 5 8 ), s. 510-533.
b) «The Ottoman Empire, 1566-1617», vol. Ill (1968), s. 347376.
c) «The Ottoman Empire, 1617-48», vol. IV (1970), s. 620643.
3 ) Bazı İlmî toplantılarda sunduğu tebliğler ve çeşitli makaleler:
a) «Renaissance Historical Literature in Relation to the Near
and Middle East (W ith Special Reference to Paolo Giovio)».
Bu tebliğ B. Lewis and P. M . Holt (ed .). Historians of the
Middle East (Londra 1962, s. 277-289) de neşredilmiştir.
b) «Materials of W a r in the Ottoman Empire». M. A. Cook
(e d .). Studies in the Economic History of the Middle East
Londra 1970), s. 219-229 da neşredilmiştir.
c) «Warfare». The Cambridge History of Islam (Londra 1970),
vol. II, s. 824-850 de neşredilmiştir.
d) «OsmanlIlarda Savaş Taktiği» konulu, 22-24 eylül 1970 de
«W ar, Technology and Society in the Middle East» ile ilgili
olarak Londra Üniversitesinde tertip edilen konferansa
sunduğu tebliğ. Söz konusu konferansta takdim edilen teb­
liğlerin yakında yayınlanacağı bilinmektedir.
t
KİTABİYÂT
Halil İnalcık, The Ottoman Empire, The
Classical Age 1300-1600, Weidenfeld and Nicolşon Yayınevi’nin Medeniyet Tarihi serisin­
den; İngilizce tercümesi: Norman Itzkowitz
ve Coh'n Imber, Londra 1973, 258 sahife, 2
harita, 57 adet gravür ve fotoğraftan ibaret.
Eser ba§lıca dört bölümden ibaret bulun­
maktadır. I. Bölüm, 1300-1600 yıllarında Os­
manlI tarihinin ana hatları; II. Bölüm, dev­
let; IH. Bölüm, İktisadî ve içtimai hayat; IV.
Bölüm Osmanlı İmparatorluğunda din ve kül­
tür. Bu bölümleri müteakip Osmanlı ailesinin
soy cedveli, kronoloji cedveli, deyimler söz­
lüğü, notlar, bibliyografya ve indeks yer al­
maktadır.
Prof. İnalcık, giriş bölümünde Osmanlı
Devleti’nin bir panoramasını kısa ve öz ola­
rak çizerek imparatorluktan cumhuriyete gi­
disi izah etmiştir. Yazar ayrıca, XVI. asrın
sonlarında devletin inkıraza uğramaya başla­
masından evvelki devreyi birinci devre ola­
rak nitelendirmiştir. Müteakiben Osmanlı Dev­
leti’nin küçük bir prenslikten nasıl büyük bir
devlet olduğunu izah etmeye çalışan müellif,
islâmiyeti kabul edip, Türklerle birleşen Mar­
mara bölgesi Bizans halkından müslüman bir
devlet doğduğu teorisinin yersiz' bir iddia ol­
duğunu bildirir. Nitekim doğu kaynaklarım
tanıyan âlimler, bu iddianın asılsız olduğunu
bildirmişlerdir. Osmanlı devleti’nin menşei için
XIII. ve XTV. asırlarda Anadolu’daki siyasî,
kültürel ve demografik gelişmeleri araştırmak
bize bu neticeyi verecektir. Moğol istilâsı ne­
ticesinde, göçebe Türk kabilelerinin Merkezî
Asya’dan kopup gelmeleri ile Bizans sınır böl­
geleri, bir yerleşme yeri oldu. Zamanla nüfu­
sun artışı, Bizans hududlanna Türkmen, alan­
larının da artışına sebebiyet verdi. Bu cengaver Türkmenler, Bizans’tan aldıkları toprak­
lar üzerinde müstakü beylikler kurdular. Bi­
zans ordusunun Koyunhisar (Babhaeonj’da
mağlubiyetinden sonra, merkezî Anadolu’dan
sınır bölgelerine doğru Türkmen alanları art­
tı. Bu savaş, Osmanlı Devleti’nin tesisinde ve
inkişafında önemli bir rol oynadı. Yine bu
vesile iledir ki, İslâm Anadolu ile Balkanlar
birleşti. İmparatorluk ayni zamanda milyonlar­
ca ortodoksun ve Ortodoks kilisesinin koruyu­
cusu oldu. Hıristiyan ve musevîlerin can ve
mal emniyetleri sağlanıp ibadet hürriyetini el­
de ettiler. Batı Anadolu prenslikleri, Selçuk
gelenek ve müesseselerini benimsediler. Selçuk
medeniyeti, bu suretle eski Bizans arazisine
taşınmış oldu.
Müteakip fasıl, sınır prensliğinden impa­
ratorluğa (1354-1402) diye ayrılmış ölüp, bu­
rada Türklerin Trakya’ya nasıl adım attıkları
ve takip edilen iskân siyaseti anlatılmaktadır.
Türklerin bundan sonra üç istikamette batı­
ya ilerlediklerini büdiren müellif bu üç yo­
lun da izahım yapmaktadır. Türkler, ilk ola­
rak tarihî Via Egnita’yı katederek 1385 de
Arnavutluk sahillerine ulaştılar. İkinci yol Selânik ve Teselya istikameti idi. Üçüncü isti­
kamet ise, İstanbul Belgrad idi. Böylece, baş­
lıca Balkan yollan, Türklerin eline geçmiş
oluyordu. Netice olarak, Balkan prenslikleri
Türklerin üstünlüğünü kabul etmeğe başlamış­
lardı. Bu üstünlüğün süratle yayılmasının baş­
lıca sebebini, Türklerin getirdiği adalet olarak
ifade eden yazar, Kanun-ı Osmanî ile Sırp
kralı Stephan Duşan’m kanununu mukayese
etmektedir. Zira, Osmanlı idaresi ile eski ida­
re arasındaki bariz farklar, halkı rahatlatmış
ve onlan mahallî beylerin istismanndan kur­
tarmıştı. Diğer taraftan, din. hürriyetinin de
Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 28
434
MÜCTEBA İLGÜREL
reti, I. Şah Abbas’m gayreti ile, deniz tarikiy­
verilmesi Türk idaresine karşı duyulan iyi his­
lerin baş âmillerinden biri olmuştu. Bu suret­ le yapılmağa başlandı.
Yedinci bölüm, Osmanlı âilesinin tema­
le, Türklerin takip ettikleri mutedil politika,
yüz edişine ayrılmıştır. Kısa fakat, özlü ma­
onların nüfûz sahalarının gelişmesine yol aç­
lûmat bulduğumuz bu bölümde, bilhassa İs­
tı. Prof. İnalcık, bunları belirtirken Balkantanbul’un fethinden şom a âüenin itibarının
lar’da ânî ve esastan değişme yerine tedricî
arttığı anlatılmaktadır. İstanbul’un fethinden
bir inkişafın yer aldığım ilâve etmektedir.
soma, Fatih Sultan Mehmed Ortodoks kilise­
Yeni bir bahiste de XVI. asırda Osmanlı
sine Gennadius’u tayin ederek (1454) hâkimi­
Devleti anlatılmaktadır. Bir dünya devleti ola­
yetini gösterdiği belirtilmektedir. Diğer taraf­
rak tarih sahnesine çıkan ve bir asır itibarım
tan, I. Selim’in Mısır’a girişi ile (1517), Os­
koruyabilen Osmanlı Devleti, artık Avrupa
manlI âilesi İslâm âleminin hâmisi olup onu
devletleri ile boy ölçüşebiliyordu.
korumuştu.
Altıncı bölüm imparatorluğun inkırazına
Sekizinci bölümde, Osmanlı' DeVleti’nde
ayrılmıştır. Bu kısım, Osmanlı Devleti’nin za­
tahta geçmenin ne gibi şartlar altında vukuyıflamaya yüz tutuşunun sebeblerini incele­
bulduğu ve bunun için yapılan mücadelelerin
mesi bakımından dikkate şâyândır. Müellifi­
şekilleri anlatılmaktadır. Bu mücadeleler, ba­
miz burada Osmanlı Devleti’nin ilerleyişinin
zen sultan hâlen hayatta iken vuku buluyor­
merkezî Avrupa’da durduruluşunu ve Avru­
du. Tabiatiyle bu hâller, bir iç savaşa sebe­
palIların Türkler aleyhine nasıl ittifak yaptık­
biyet veriyordu. Bu mücadelelerin önüne geç­
larım anlatarak, Kıbrıs'ın fethinin, OsmanlIla­
mek için HI. Mehmed (1595-1603), şehzâderın son büyük başarısı olarak nitelendirmek­
lerin vilâyetlere gönderilmesini yasak etti. Bun­
tedir. Aynca fethin AvrupalIlar nezdinde ne
dan soma şehzâdeler, Harem’de ikamet et­
kadar büyük bir kayıp olduğu da burada izah
meğe başladılar ki bu hal devletin geleceği
edilmektedir. Müteakiben, OsmanlIların 1578 için iyi olmadı. Gerçek bir Türk geleneği' ol­
1606 yıllarında doğuya yönelip İran ile mü­
mayan, şehzâdelerin kafes arkasında tutulma­
cadeleleri anlatılmaktadır. Diğer taraftan, Şah
larından daha soma vazgeçilmiştir. Bu-bölüm­
Abbas’ın OsmanlIlara karşı AvrupalIlarla as­
de saltanat değişikliklerinin sebep olduğu' hâ­
kerî ve ekonomik münasebetlere girişmesi zik­
diselere de yer verilmiş bulunmaktadır.
redilmektedir. Yazar ayni zamanda OsmanlI­
Müteakip bölümde, .Osmanlı devlet fikri
ların Akdeniz ticaretinin tedricen zayıfladığım
ve sınıf sistemi anlatılmaktadır, İmparator­
anlatarak, Kuzey Afrika’da Osmanlı nüfuzu­
luk gelişirken, Osmanlı devlet fikri buna mü­
nun sarsıldığım belirtmektedir. Türk denizci­
masil olarak değişti. İmparatorluğun esas- ve
liğinin Akdeniz’de tesirini kaybetmeğe başladeğişmez prensibi, sınır gazası fikri' idi. Bu
masiyle, Malta korsanlarına üâveten İngiliz ve
fikir, islâmiyetin yayılma ve müdafaası üze­
HollandalI gemiciler bu bölgeye akın etmeğe
rinde titizlikle durulması gereken mühim, gö­
başladılar. Böylece, Türkler uzak mesafelerde
rev, şeriatın emri idi. İmparatorluk, halen bir
söz sahipliğini yavaş yavaş kaybediyorlardı.
sınır prensliği iken İdarî ve kanunî işler, dinî
Eserde, ayrıca OsmanlIların Hindistan’ı ticarî
merkezlerden gelmiş olan ulema sınıfının elin­
gayeler için istilâya çalışan Portekizlilerle mü­
de idi. İlk Osmanlı vezirleri, ulema sınıfından
cadeleleri anlatılır. İlâve olarak 600 de «East
idiler. XTV. asrın ilk yansına âit doküman­
Indian Company»nin teşekkülü üe, OsmanlI­
lar, Osmanlı idaresinde mevcut yakm-doğu
ların baharat yolu ticaretini İngilizlere nasıl
devletlerinin bu devir geleneklerinin, asrın so­
kaptırdıkları belirtilmektedir. Neticede, ev­
nuna doğru nüfuzunu artırdığım, gösterir. Bu
velce Anadolu yolu ile yapılan İran ipek tica­
«
KİTABİYÂT
devirde, yeni ve sür’atle gelişen imparatorluk­
ta devlet idare ve mahareti fikirleri iyi geliş­
memiş, idareciler, Anadolu’da Selçuk merkez­
lerinden, İrandan ve Mısır’dan geliyordu. Bu
devlet fikri islâmiyetin ilk devirlerinde gelişip
Abbasi halifeliğine intikal etmişti. Diğer ta­
raftan XI. ve X3II. asırlar arasmda merkezî
Asya Türk-Moğol gelenekleri de gelişti. Os­
manlIlara intikal etti.
Arab tarihçisi Taberî’ye göre Sasani Kralı
Peroz (459-484) ağır vergilerle halkı sefalete
düşürmekle itham edildiği zaman o, «Taıın’dan sonra hükümdarın dayanağı zenginlik ve
ordudur, ona destektir» diye cevap verdi. Hal­
buki Chosroes I (531-579) farklı bir görüş­
tedir: «Adalet ve itidal ile halk daha fazla
istihsal edecek, vergi gelirleri artacak ve dev­
let zenginleşip kuvvetlenecek. Kuvvetli bir dev­
letin tesisi, adalet iledir» fikrini' savunuyordu.
Karahanlılar hükümdarına sunulmuş (1069)
Kutadgu Bilig adlı eser, ayni devlet fikrini
ifade eder. Bu fikir, politik teoride bütün İs­
lâmî eserlere istikamet tayin eder. Devlet
kontrolü büyük bir ordu ister. Siiâhlı kuvvet­
lere dayanmak için, zengin olmak lâzımdır.
Bu zenginliği elde etmek için halk refah için­
de olmalı. Halkın refah içinde olması için,
kanunlar âdil olmalı. Eğer bunlardan biri ih­
mal edilirse devlet çöker. Devletin bu nazariyesinde adalet, idareci sınıftan gelecek suiis­
timale ve bilhassa gayri kanunî vergilendirme­
ye karşı, halkın müdafaası demektir. Bunu
temin etmek, hükümdarın en mühim görevi
idi. Bu siyasetin başhca gayesi, devlet nüfuzu­
nun, bütün sosyal hayatın mihenk taşı ola­
rak nazar-ı itibara alınmasından beri, hüküm­
darın kuvvet ve kudretinin himaye ve korun­
ması idi.
Devlet gelirini ve kudretini artırma ihtiya­
cı, Sasani krallarının ve İslâm halifelerinin
bir çok tarzda tatbik ettikleri gibi adaletle
mümkündür. Hükümdar uygun zamanlarda
ileri gelenelerden müteşekkü imparatorluk mec­
lisini toplayabilir, halkın şikâyetlerini dinleyip
derhal âdil kararlar kabul edebilirdi. Eğer
435
hükümdar avda veya seferde ise halkın yazdı
şikâyetlerini alabilirdi. Veya gizli ajanlarını
huzursuzluğun sebeplerini araştırmak üzere
vilâyetlere gönderebilirdi. Sasani hükümdarla­
rı, yılda iki gün halktan kimseleri, dinî lider
(Great Magi) in huzuruna çıkarırlar şikâyet­
leri dinlerlerdi. Bin yd sonra Anadolu Selçuk­
lu sultanlarının ayni teşkilâtı kurduğunu gö­
rüyoruz. Ydda bir gün hükümdar şehrin mah­
kemesine giderdi. E ğer' sultandan herhangi
bir davacı varsa hesap vermek üzere kadının
huzuruna çıkardı. Bu suretle, Osmanlılar en
iyi işleyen adalet sisteminin mirasçısı ve tatbikcisi olmuştur. Müellif bunu çeşitli şekiller­
de isbat ederek bahse son vermektedir.
X. Bölüm, kanuna ve şeriate âittir. Bura­
da kanunnâmelerin yapılmasında ve kanunla­
rın tatbikinde sultanın yetkisi incelenmiştir.
Kanunlar üç katagoride İncelenmektedir: İlk
olarak, padişahın muayyen- durumlar için çı­
kardığı kanun hükmünde irâdeler; ikinci ola­
rak bir bölgeye veya sosyal guruba âit irâde­
ler; ve son olarak bütün bir imparatorluğa
âit umumî kanunnâmeler. Bu cümleden ola­
rak Kanun-i Osmanî’niri reâyâya tatbiki ve
gelişmesi anlatılmıştır.
:
Saraya ayrılmış bölümde, Topkapı Sara­
yı kısaca anlatılarak, esas idare merkezinin
burası olduğu belirtilmiştir. Devlet idaresinde
söz sahibi olan kimseler, padişahın kulu ad­
dediliyordu ki bunlar gerçek bir esir hüviye­
tini taşımıyorlardı. Bu saray mensuplan, eği­
timden geçmiş, devlet hizmetinde çalışan kim­
selerdi. Burada hemen şunu kaydetmeliyiz ki
Osmanlı bürokrasisi her ırk ve millete açık
bırakılmıştı. Kabiliyeti ve istidadı olan her­
kes, devlet idaresinde söz sahibi olabilirdi.
Tabiatiyle bu sistem gelişerek mükemmel şek­
lini bulmuştu. Prof. İnalcık, daha sonra saray
memurlarının görevlerinden ve yetişme tarzlanndan bahsetmektedir. Aynca bir tabloda En­
derun, Bîrun ve eyâlet hizmetlileri belirtil­
mektedir. Osmanlı bürokrasisinde, silsile-i meratibe demlen aşılması gereken hizmetler be­
lirtilmiştir. İkinci bir tablo, çeşitli görevlerde,
436
MÜCTEBA İLGÜREL
ratorlukta ticaret yollan gösterilmiştir. Daha
muhtelif tarihlerde kaç kişinin bulunduğunu
sonraki tarihte, Hind ticaret yolunun açılışı
bize göstermektedir.
ve Portekizlilerle yapılan mücadeleler ve ni­
XII. Bölüm, merkezî idareye tahsis edil­
hayet Avrupa ile ticarî münasebetler bu ba­
miştir. Burada, sadnazamm ve Dîvan-ı Hümahiste yer almaktadır.
yun’un devlet idaresindeki selâhiyetleri ve teş­
Bundan sonra, Osmanlı şehirleri ve bilhas­
kilâtın işleyiş tarzları çeşitli misâlleriyle anla­
sa İstanbul'un bir ticaret merkezi olarak ge­
tılmaktadır. Ayrıca, merkez teşkilâtına dahil
lişmesi, imaret sisteminin şehir için taşıdığı
bulunan diğer elemanların, devlet idaresinde­
önem anlatılmaktadır. Diğer bir bahiste de
ki yetkileri kısa ve öz bir şekilde belirtilmiş­
imparatorluğun yol şebekesi, kervansaraylar ve
tir.
imarethâneler yer almaktadır. Şehir nüfusu,
Müteakip bölüm, Osmanlı Devleti’nin vi­
loncalar ve ticaret hayatına âit bilgiler yine
lâyet teşkilâtına ve timar sistemine ayrılmış
burada bulunmaktadır.
olup, kitabın en mühim bir kısmım teşkü et­
Müteakip ve son bölümde Osmanlı İmmektedir. Bu kısımda, sınır prenslikleri an­
paratorluğu’nda din ve kültür bahislerine yer
latılmakta ve, yeni fetihlerle teşkilâtta olan
verilmiştir.
değişiklikler gösterilmektedir. Bu teşkilâtın bir
Bu tür bir eserin meydana getirilmesi,
parçası ve destekleyicisi olan timar sisteminin
Türk tarihi yönünden büyük bir kazanç ol­
imparatorluğun idaresinde ve malî, sosyal ve
muştur. Tarihimizi tetkik edeceklerin ilk mü­
kültürel politikasındaki rolü belirtilmektedir.
racaat edecekleri kitaplardan biridir. Bilhassa
Bütün bunlar tabiatiyle askerî kuvvetin geliş­
İçtimaî bakımdan derli-toplu malûmatın bu­
mesinde de başta geliyordu. Diğer taraftan,
lunuşu; belli-başh kaynak eserlerin gösterilişi
timar sisteminin tedricen tereddiye uğramaya
esere önem kazandıran hususlardandır. Zikre
başlamasına da yer verilmiştir.
XIV.
Bölüm, Osmanlı İmparatorluğu’nunşâyân diğer bir husus ise eserin tertibinin mü­
kemmel oluşudur. Türkçemizde böyle bir ça­
beynelmilel ticaretle olan ilişkisinin anlatıldığı
lışmanın yokluğu ise daima hissedilmektedir.
yerdir. Moğol istilâsından sonra Anadolu’nun
nasıl bir ticaret merkezi olduğu, bâzı mad­
Mücteba İlgürel
delerin —ipek gibi— nasıl ehemmiyet kazan­
dığı anlatılmaktadır. Bir harita ile de impa­
KİTABİYÂT.
Malazgirt Armağanı. Ankara 1972, Türk Ta­
rih Kurumu Basımevi, X + 316 s.. 313 resim,
harita, kroki ve desen. «Türk Tarih Kurumu
Yayınlarından XIX. Seri-Sa. 4» Fiatı 60 TL.
Türk Tarihinde eser ve hizmetleriyle ta­
nınmış, âlim, san’atkâr, devlet adamı, kuman­
dan gibi değerli kişilerle, tarihe yön vermiş
önemli olaylar için zaman zaman özel arma­
ğan kitapları yayınlanarak kişi ve olayları
anmak, o kişi ve olaylan en son araştırmala­
rın ışığında çeşitli yönleriyle tanıtmak hiç
şüphesiz, tarih ve kültürümüz için gerekli ve
değerli bir hizmetdir. Türk Tarih Kurumu,
Malazgirt meydan savaşının 900. yıl dönümü
dolayısiyle büyük komutan Alparslan’ın anısı
için «Malazgirt Armağanı» adım taşıyan bir
eser yayınlamış bulunmaktadır. Armağan ki­
tabı, Malazgirt Meydan Savaşı’mn 900. yıl­
dönümü dolayısiyla 12-14 ekim 1971 tarihleri
arasında Ankara’da Türk Tarih Kurumu’nun
düzenlediği seminere katılan Türk bilim adam­
larının, çoğu Selçuklular çağındaki Türk uy­
garlığını inceleyen 21 bildirisini ihtiva etmek­
tedir. Seminerde çok büyük bir ilgi ile karşı­
lanmış olan bu bildirilerin yayınlanması ile,
incelenen konulardan pek çok kişinin yarar­
lanması imkân dahiline girmiş bulunmaktadır.
Armağanda yer alan makaleler şunlardır:
Prof. Dr. Afet İn a n : Kayseri’de Gevher
Nesibe Şifaiyesi (H. 602-M . 1206), s. 1-8.
Yazıda eğitim kuruluşları ve öğretim usulleri
hakkında genel bir bilgi verildikten sonra
Türklerde tıp öğretiminin önemli belirtilerek
Orta çağda Türk hâkimiyeti altındaki ülkeler­
de, hastahane ve tıp kurumu olarak yapılan
binaların ve XI. yüz yıldan itibaren Türkiye
sınırlan içinde yapıhp ayakta kalabilenlerin
bir listesi, yapıhş sırasına göre verilmektedir.
Sonra, Türkiye’deki kurumlardan kadınlar ta­
rafından yaptınlan ve adlarım taşıyanlann en
eskiri olan ve Anadolu Selçuk Sultam I. Gıyaseddln Keyhusrev’in anne baba bir kardeş
olan Melike Gevher Nesibe Sultanın Şifâiyesi
t anıtılmaktadır.
437
Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver: Ana­
dolu Selçuklularında Sağlık Hizmetleri, s. 9-31.
Bildiri, Anadolu Selçuklulannda sağhk ve
sosyal yardım hizmetlerinin, ne şekilde ele
alındığını belirtmek üzere hekimler, sıhhi ku­
ruluşlar ve toplum sağlığı konulan, tıbbî
eserler, tıbbî ve mistik folklor konularında
teferruatlı bir şekilde ve aşağıda zikredilen
küçük başlıklar altında bilgi vermektedir. Ana­
dolu Selçuklulannda hekimler, Selçuk hekim
kütüphâneleri, Anadolu Selçuklulannda tıbbî
eserler, Selçuklularda Ordu hekimliği, Selçuk­
lularda tıb öğretimi durumu, 'Selçuk hastahânelerinin kronolojik sırası, Mardin Dârüşşifâsı,
Kayseri’de Gıyaseddîn ve Nesibe Sultan kar­
deşler tıp sitesi (602/1206), Sivas tıb sitesi
(1217), Konya hastahâneri (1219 -1236), Div­
riği hastahânesi (1228), Harput Dârüşşifâsı
(1229), Çankın Dârüşşifâsı (1235), Kastomonu
hastahânesi (1272), Tokat Dârüşşifâsı (676/
1277), Sivas Dâriirrâhası 1288), Konya Aksarayı Dârüşşifâsı (XIII. asır), Erzurum ve
Erzincan Dârüşşifâsı, Akşehir Dârüşşifâsı
(XIII. asır), Amasya Dârüşşifâsı (1308), Kay­
seri Leprozerisi (XIV. asır), Selçuk hastahânelerinde yılan alâmetleri, Selçuk hastahânelerinin ısınma problemi, ılıca ve kaplıcalar,
Selçuklu hamamlan, Selçuklular zamamnda
tıbbî folklor, Selçuklularda mistik folklor.
Ord. Prof. Dr. Kâzım İsmail G ürkan:
Selçuklu hâstahâneleri. s. 33-47.
Dr. Ing. Arrian Terzioğlu: Selçuklu hastahâneleri ve Avrupa kültürüne tesirleri, s. 4966. Konu, bildiride, giriş, Selçuklu hastahânelerinin ve tababetinin Avrupa'daki tıbbî Rö­
nesans'ın doğuşunda oynadığı rol, Selçuklu
ordusundaki seyyar hastahâneler, Selçuklular­
da ilk hastahâne tesisleri, Selçuklu hastahânelerinin mimarî bakımdan Avrupadaki hastahânelere tesirleri adlı bölümler halinde İnce­
lenmektedir.
Von Dr. İng. Arslan Terzioğlu: Vrsprug
des bautyps der Seid schukischen krankenhâ
user und der kreuzförmigen abendländischen
hospitäler, s. 67-74.
438
F. ÇETİN DERİN
Dr. Emel E sin: *MuyanIık» Uygur «Bu­
yanı» yapısından (Vıhâra) Hakanlı Muyanlığına (Rıbât) ve Selçuklu Han ile medresesine
geliçine, s. 75-102.' Bildiride, ordug (Kağan
veya beyin askeri ile bulunduğu başkent),
•Buyan» yapı (Budist rahiplere ikametgâh ve
yolculara barınak vazifesini gören külliye),
Ribat ve «Muyanhk», Çok kubbeli mescit,
tâklı raescid ve minare hakkında ilk devirler­
den itibaren meydana gelen gelişme incelen­
miştir.
Doğan K uban: Ortaçağ A nadolu-Türk
san’atı kavramı üzerine, s. 103-117.
Doç. Dr. Şerare Y etkin: Alara kalesinde­
ki Hamamlı kasr ve XIII. yüzyıl Anadolu
mimârisindeki yeri, s. 119-126. Antalya Alan­
ya-arasında sahilden takriben 10 km içeriye
kıvrılan yolun sonunda, Alara çayı ’kenarında
bulunan ve Sultan I. Alâeddin Keykubad ta­
rafından fethedilen Alara kalesi ve Hamamlı
kasır san’at tarihi yönünden İncelenmektedir.
' Suud Kemal Y etkin: Selçuklularda resim
san’atı, s. 127-129.
Semra Ö gel: Ortaçağ çerçevesinde Ana­
dolu Selçuklu san’atı, s. 131-138;
Gönül Ö ney: Anadolu Selçuk mimarisin­
de avcı kuşlar, tek ve çift başlı kartal, s. 139172. Anadolu Selçuklu mimarîsinde stilize edil­
miş, en bol taş malzeme ile dolgun kabart­
ma olarak işlenen kuş, avcı kuşlar, tek ve
çift başlı kartal figürlerinin özellikleri ile kul­
lanıldıkları yerler ve hâlen figürlerin bulundu­
ğu anıtlar hakkında ayrıntılı bilgi verilmekte­
dir. Y a z ın ın yan başlıkları şu surette tesbit
edilmiştir. I. Kuş, Avcı kuşlar ve kartal, II.
Çift başlı kartallar, III. Kartal hayvan mü­
câdele sahneleri, IV; Burç hayvanı olarak kuş
veya kartallar, V. Tek ve çift başlı kartalın,
avcı kuşların Selçuk ve genel İslâm san’atına
intikali, VI. Anadolu Selçuk kuş, avcı kuş,
kartal ve çift başlı kartallarının sembolik iza­
hı, VII. Sonuç.
Doç. Dr. M. Oluş A rık : Başlangıç devr.
Anadolu-Türk mimâri tezyinatının karakteri,
s. 172-177.
Prof. Dr. Abdullah K u ra n : Anadolu’da
ahşap sütunlu Selçuklu mimûrisi, s. 179-186.
Ömer B akırer: Anadolu Selçuklularında
tuğla işçiliği, ş. 187-201.
Mahmud A k o k : Anadolu Selçuklu m im i
risinde, geleceğin Türk san’atma kaynak olan
varlıklar, s. 203-218. Konu, Anadolu’nun iskân tarihi bakımından arkeolojik görünüşü,
Anadolu’da kurulmuş Selçuklu mimârîsine ba­
kış, Hanikah ve türbe binaları; Medreseler,
Dârüşşifâlar ve bimarhâneler; Kervansaraylar,
Hanlar, Menzilhâneler, n b a t ve köprü tesis
leri; Köprüler; Şehir surları, su tesisleri, li
man ve tersaneler; Saraylar, köşkler, ve özel
ikâmet binaları; Selçuklu yapı ve mimârîsine,
san’at ve yapı detayları yönünden bir bakış;
Selçuk mimarlığında ağaç işçilik, kaplamacı­
lık ve boya ile yapılan süsleme, detay san’atı
olarak görülen alçı işleri ve malakârî süsle­
me; Selçuk mimârîsinin ana kuruluşu bölüm­
lerinde İncelenmektedir.
Prof. Dr. Ali Sevim: Malazgirt Meydan
Savaşı ve Sonuçlan, s. 219-229.
Feridun Dirimtekin: Selçukluların Ana­
dolu’da yerleşmelerini sağlayan iki ¡jafer, s.
232-258. Yazıda, Malazgirt ve Düzbel-Myriocephalon (17 Eylül 1176) meydan muharebe­
leri, bununla ilgili ön harekât ve savaşların
neticeleri ele. alınmıştır.
Doç. Dr. Nejat K aym az: Malazgirt sava­
şı ile Anadolu’nun fethi ve türkleşmesine dair
s. 259-268.
İbrahim A rtu k ; II. Keyhusrev’in üç oğlu
adına kesilen sikkeler, s. 269-286.
Çevriye A rtu k : III. Keyhusrev ye şahtı
Selçuklu sultanı Cimri adına kesilen sikkeler,
s. 287-296.
Prof. Dr. Hasibe M azıoğlu: Selçuklular
devrinde Anadolu’da Türk edebiyatının baş­
laması ve Türkçe yazan şâirler, s. 297:316.
F. Çetin Derin
KİTABİYÂT
Antoine Galland, İstanbul’a âit günlük anı­
lar (1672-1673), şerhlerle yayınlıyan Charles
Schefer, II. Cilt (1673), çeviren Nahid S im
Örik. Ankara 1973, 178 Sayfa. Türk Tarih
Kurumu Yayınlarından II. Seri-Sa. 16 a.
Zamanımız doğubilim üstadlanmn atala­
rından olan A. Galland’m değerli Journarmm
çevirisinin ikinci cildine 1949 yılında çıkan
ilk cildinden sonra biraz geç de olsa sahip
olduk. Fransızca ash çok aranan ve birçok
esere ana kaynak olan bu kitabın birkaç sene
evvel anastatik yayım yapılmıştı. Bu eser,
Türk siyasal hayatı yamnda, uygarlık âlemin­
den bahseden bir yığın mühim bilgi vermesi
bakımından müstesna bir değer taşımaktadır.
Türk Tarih Kurumu’nun yüklü programından
dolayı ancak sırası geldiği anlaşılan bu ya­
yın, nefis bir kâğıt üzerine güzel bir baskı
düzeni ile yayınlanması ve aslında bulunma­
yan bir dizin ile beraber olması gecikmeyi
mazur görmemize yol açmıştır. H er ne ka­
dar Fransızca memleketimizde aydınların çoğu
tarafından bilinen bir dil ise de, bu çeviri
geniş bir topluluğu daha kolay yararlanır hale
getireceği gibi, üniversitelerimizin tarih züm­
resi öğrencileri tarafından dil güçlüğü olma­
dan ele alınmasını sağlayacaktır.
A. Galland yalnız bir sefaret kâtibi de­
ğil, aynı zamanda kuvvetli bir şark kültürü
ile yetiştiği' için, duyduklarını ve gördüklerini
süratle değerlendirme fırsatım bulabilmiştir.
Bu sayede memleketimizde bulunduğu sene­
lere ait bir çok konu hakkında fikir sahibi
oluyoruz. Türk-Fransız ilişkilerinde ayrı bir
yer tutan 1673 andlaşmasımn metnini, devrin
Padişahı Mehmed IV’in elinden alabilmek
için girişilen faaliyet bütün cildi yeteri kadar
dolduruyor. Dizine konulan Kapitülasyon ben­
dinden kolayca izlenebilir. O tarihlerde, gün­
lerinin büyük bir kısmım Edirne’de geçiren
Padişahı ziyaret bahanesi ile yapılan Fransız
elçilik erkânmca yapılan ziyaretleri ve İstan­
bul ile Edirne şehirleri arasındaki yerler hak­
kında verilen bilgiler dikkate değer. Birinci
439
ciltte olduğu gibi, bu ciltte de Galland eline
geçen doğu dillerinde yazılmış kitapları kay­
detmiş ve hangi konulara âit kitaplara sahip
olduğunu da bir bir haber vermiştir. Arasıra
ziyaret etmeği uygun gördüğü İstanbul Bedesten’i h akkında fikir vermesi yamsıra, Fran­
sız elçiliğinde verilen temsiller de (S. 4, 16, 22,
26) yabancı toplumlann davranışlarını akset­
tiriyor.
İstanbul’dan bahseden haberler, bu şeh­
rin tarihçileri tarafından ihmal edilmemekte­
dir. Bu asırda Boğaziçi bir sayfiye yeri ol­
maya başlamıştı. Gelen heyetlerin zaman za­
man her iki taraftaki sahillerde yaptıkları ge­
ziler ve kaleme aldıkları izlenimler, iki ya­
kayı dolduran binalar hakkında belli başlı
•kalmaklardandır. Galland, Tarabya ile Bey­
koz vesâir yerlere dâir kişisel- izlenimlerini
kaydetmiş ve bu arada Galata’daki Katolik
cemaâti ile Fransızların giriştiği sıkı işbirli­
ğini detaylı olarak anlatmıştır. Tarihî Türkİstanbul karşısında kozmopolit hüviyetini uzun
zaman korumağa gayret eden bu beldenin,
Katolik kiliselerinin davranışına âit değişik
bir evreyi kapsayan devir, gene Galland ta­
rafından canlandınlmıştır. 1673 kapitülâsyo­
nunun yenilenmesi sırasında Fransız tecimsel
çıkarlarını korumak yamnda, Şarktaki Kato­
lik mezhebine bağlı zümreleri kendi himaye­
lerine alma, bu arada Kudüs’deki Kutsal Yer­
lerim muhafazasının İtalyan misyonerlerden
alınıp Fransızların himâyesine verilmesine
dâir çabalan yoğunlaşıyor. Fermâna bu hu­
susun konulmasına büyük gayret sarf edil­
miştir. Bu konunun bu satırlarda daha fazla
uzatılmasına gerek yoktur.
Elimizdeki çevirinin değerli kısımlanndan
olan zeyillerinin beşincisi, Köprülüler ailesi­
nin mühim fertlerinden olan Merzifonlu Kara
Mustafa Paşa’ya ayrılmıştır. Padişahın sık sık
Edirne’de bulunmasından dolayı, Sadrâzam
Köpriilü-zâde Fazıl Ahmed Paşa’mn güvenini
kazandığından, Kaymakamlık gibi önemli bir
görevi yüklenen Kara Mustafa Paşamn siya­
sal hayatının ilk devrelerine dair bilgiler, mer­
440
MAHMUT A. ŞAKİROĞLU
hum hocam Cavid Baysun tarafından dersle­
rinde anlatılırdı, ve daima belli başlı bir kay­
nak olma hüviyetindedir.
Yayınlıyanın birçok notlarıyla değerlenen
bu kitapta, devrin fikir dünyasının önemli
şahıslarına da yer verilmiştir; Ricaut, Comelio
Magni gibi Osmanh Tarihine ait eserler ka­
leme almış yabancı şahıslar yanında, Yahudi
azınlığı arasında bir buhran yaratan Sabatay
Sevi, Osmanh dış siyasetinde önemli görevler
elde etme olanağı bulan Panaioti ve Maurocordato adh Fenerli Rumlar zümresine dahil zevat amlarda zikredilirler. Osmanlılan
bir hayli uğraştıran Lehistan savaşları ve Kamaniça kalesinin fethi için OsmanlIlar tara­
fından girişilen mücadelenin İstanbul’a gelen
haberleri ve etkisinin Türk toplumunda ya­
rattığı sevinç tezahürünün yanında, yabancı
topluluklarda meydana gelen şaşkınlığı akıcı
bir uslub ile yazılmış çeviride okuyoruz. O
sıralarda İstanbul’daki Lehistan elçisinin faali­
yeti canlı satırlarla anlatılıyor. Muhakkak
Venedik Cumhuriyetinin Balyos’u Quirini ve
tercümanı G. Tarsia ile Fransız elçisinin de­
vamlı dostluklarından dolayı meydana gelen
samimî hava Lehistan elçisi ile olan ilişkiler­
de yoktur. Trablusgarp’de büyük olaylara se­
bebiyet veren zevat kitabın aslında İtalyanca
olan rapor ile M. de Nointelle’e arz edilmiş ve
haberin yalnız çevirisi verilmiş. İngiliz mümes­
sillik erkânının faaliyeti de, Galland’ın kay­
dettikleri arasında bulunmaktadır.
Bu eserin değeri zaten bilindiği için, çe­
virinin de 17. asrı inceleyen her kitaba kay­
nak olacağı şüphesizdir. Bunun bir tamam­
layıcısı mahiyetinde olan A. Vandal’m, M ar­
quis de Nointelle’in faaliyetine dair yazdığı
mühim kitabın da bir çevirisinin basılmasını
istemek, bu devirle ilgilenenlerin bekliyeceği
bir olaydır. Kaldı ki çevirinin yapıldığı ve
Türk Tarih Kurumu kitaplığında bulunduğu,
1970 senesinde yayınlanan Tiirk Tarih Kurumu
adh broşürün 48. sayfasında yazılıdır. Bu
güzel kitabın da bir an evvel dilimize kazan­
dırılmasını bekliyoruz.
Tarih Enstitüsü Dergisi’nin bundan ö n -.
ceki iki sayısına verdiğim tanıtmalarda yap­
tığım daktilo hataları ile, tashih görmediğim
için gözümden kaçan bazı hususları açıkla­
mayı bu vesileyle gerekli gördüm : 1 -2 . Sa­
yının 345 vd. da tanıttığım San Francesco
manastırına âit kitabın başlığındaki 1697 ta­
rihi 1967 diye çıkmıştır. Kitabın basılış yılı
ile karıştığı için, bir hatanın doğmasına sebeb olmuştur. F akat 346. sayfanın birinci sü­
tunun son paragrafındaki 1967 tarihini gören­
ler için kusur sayılmıyacağı kanısındayım. Bu
arada 1697 senesinde adı geçen kilise «orta­
dan kaldırılmıştır» diye tanımlanmasıyla bir
konuyu eksik bıraktığımı fark ettim. Bu
cümle yerine «câmie çevrilmiştir» deseydim
daha doğru olacaktı. Padişah Mustafa IL’nın
vâldesi Gülnuş Emetullah tarafından kiliseden
çevrilen bu câmi’in ismi, Yeni Cami olmuş,
yakın bir zamanda yıktırılmıştır (S. Eyice, İA
c. V /2 s. 1214/153).
2 -3 . sayının 356-359. sayfalan arasında
kısaca tanıttığım altıncı deniz tarihi kollokyumu zabıtlan adh kitaba âit bâzı tertip hatalan olmuştur; 358. sayfanın ikinci sütûnunda R. Mantran’dan bahsederken, Prof. İnalcık’m tanıtmasının künyesinden sonraki pa­
rantezi erken kapattığım için, o paragraf so­
nundaki İnalcık tarafından kaleme alınmış
değerli makale, M antran’ınmış gibi bir yan­
lışlığa sebebiyet veriyor. «Capital Formation
in the Ottoman Empire» adh değerli makale­
nin sayın İnalcık’a âit olduğunu bir kere daha
tekrardan kaçınmıyorum.
3 - 359. sayfada kollokyumda okunan ve
tartışılan diğer tebliğlerin ismini vereceğim
büdirildikten sonra, nedense birdenbire bit­
mektedir. Herhâlde o yaprak matbaada kay­
bolduğu ve ben de tashih görmediğim için
böyle bir boşluk kalmıştır ki, burada tamam­
lamayı yararlı gördüm:
Enrico Cerulli, «La Via delle Indie nella
Storia e nel Diritto del Medioevo», S. 3-24
KİTABİYÂT
[Ortaçağ tarih ve hukukunda Hindistan yolu].
Italyan doğubilim üstatları arasında ayrı bir
yeri olan sayın müellif sintetik bir tarzda bu
konuyu işlemektedir. Yukarki sayfalarda her­
hangi bir dipnotu koymayan müellifin, bâzı
yazılarının derlendiği bir kitabında bu makalerini tekrar neşrederken notları ihmâl etme­
diği görülüyor: İslam di Ieri e di Oggi [Dün­
kü ve bugünkü İslâmiyet] Roma 1971, S. 21-37.
Michel Mollal, «De Lourenço Marques
a Venise: Résultats et perspectives», S. 25-38
Gian Fiero Bognetíi, «La Nave e la Navigazione nel Diritto Rubblico Mediterráneo
dell’Alto Medioevo», S. 41-55
Guido Astuti, «L’Organizzazione Giuridica
del Sistema Coloniale e délia Navigazione
Mercantile delle Città Italiane nel Medioevo»,
S. 57-89.
Virginia Rau, «Les Portugais et la Route
Terrestre des Indes a la Mediterranee aux
XVIe et XVIIe siècles», S. 91-98
Federigo Melis, «Il Fattore Economico
nello Sviiuppo délia Navigazione alla Fine
del Trecento», S. 99-105
Ruggiero Romano-Alberlo Tenenti-Ugo
Tuccii, Un Incontro: Trieste e l’Oceano In­
diano», S. 141-155
Marian Malowist, «Les Routes du Com­
merce et les Marchandises du Levant dans
la Vie de la Pologne au Bas Moyen Age et
au debut de l’epoque moderne», S. 157-175
Paul Gille, «Les Navires des deux Routes
des Indes (Venise et Portugal) : Evolution des
Types. Résultats Economiques», S. 193-201
Paul Adam, «A Propos des Origines de
la Voile Latine», S. 203-229
Jacques Faublée-Marcelle Urbain-Faublêe,
«L’Adoption de la Voile Latine a Madagas­
car», S. 231-241.
441
Jacques le Goff, «L’Occident Medieval et
l’Ocean Indien : Un Horizon Onirique», S.
243-263.
André Bourde, «Un Comorien Aventurieux
au XIX siecle. L’Extraordinaire Voyage du
Prince Aboudou», S. 265-290
Mirko Deanovic, «Lingüistica e Storia :
L’Atlante Lingüístico Mediterráneo», S. 311316
Henri Charles, «Les Population Maritimes
de la Côte Syro-Libanaise et leur Vocabulaire
Arabe Nuatique», S. 349-353
Charles Verlinden, «L’Héritage de Venise
en Occident», S. 357-374
Frank Spooner, «The Suez Canal and
the Growth of the International Economy
1869-1914», S. 393-418
Bu düzeltmeyi hazırladığım sırada tarama
fırsatım bulduğum Archivio- Storico Italiano
adh derginin CXXIX (1971) cildin [360 vd]
de yukarki kitabın 1970 yılında S.E.V.P.E.N
yayınlan arasında Gandossi-Cortelazzo tarafın­
dan tekrar yayınlandığını öğrendim. Başlıklar
aym olmakla beraber metinlerde bir değişik­
liğin yapıhp yapılmadığını, kitabı inceliyemediğim için bilmiyorum. Adı geçen dergiyi ta­
ramağa devam ederken, sekizinci deniz tarihi
kollokiyumunun zabıtlarının Pariste yayınlan­
dığına dâir haberi gördüm. Bu kitabı da şah­
sen göremediğim için şimdilik bibliografik
künyesini bu satır arasında kaydetmekle yeti:
niyorum: Sociétés et Compagnies de Com­
merce en Orient et dans l’Océan Indien. Ac­
tes du huitième colloque international d’his­
toire maritime (Beyrouth 5-10 settembre 1966)
preséntés par M. Mollat [Bibliothèque Géné­
ral de l’Ecole Pratique des Hautes Études]
Paris 1970, 732 Sayfa.
Mahmut H. Şakiroğlu
442
SEVİM İLGÜREL
Mucip Kemalyeri, Çanakkale ruhu nasıl
doğdu ve Azerbaycan savayı (1917-1918), İs­
tanbul 1972 Baha Matbaası, 178 s., Fiatı TL.
12
Mucip Kemalyeri, 8 resim 1 kroki ve 1
harita ihtiva eden bu eserim, iki defa Bele­
diye Reisliğim yaptığı Rizelilere armağan et­
miştir. Eser iki bölümden meydana gelmiştir.
I. Bölümü, 30 kısımlık Çanakkale harpleri ile
8 kısımlık Türk gücü hakkında söylenen bü­
yük sözler teşkü etmiştir. II Bölüm, 64 kı­
sımdan ibarettir. Bu bölümde yazar, eski İs­
tanbul hayatım, çocukluk hâtıratım, okulunu,
kıyafetleri, sık sık konuşan hatipleri ve I.
Cihan harbine giriş sebeblerimiz ile Kafkas
ve Azerbaycan muharebelerini anlatmıştır. Ki­
tap, müellifimizin, Rize Belediye reisi iken
yaptığı kıymetli çalışmaları ve Rizelilere ka­
zandırdığı tesisleri, müteakiben de 1954 se­
çimlerinde İstanbul Belediye meclis üyeliğini,
1957 yılında da İstanbul Millet vekilliğine ka­
derin yardımı ile seçildiğim zikreden mütevazı
anlatımı ile son bulmaktadır.
Müellifimiz askerdir. Kitabına konu ola­
rak aldığı Çanakkale ve Azerbaycan savaşla­
rına bizzat katılmış ve oralarda düşman as­
keri ile kahramanca savaşmıştır. Savaşlara ka­
tılmış bir kişi olarak müellifimizin okuyucu­
suna doğrudan doğruya verdiği gerçek ma­
lûmatın değeri bu bakımdan pek büyüktür.
Mucip Kemalyeri, bir edebiyatçı rahatbğı
içinde, yeri geldikçe kendi biyografisine âit
malûmatı gayet rahat nakletmiş ve derleme­
sine kendi araştırma gücünü de ekleyerek isti­
fâde ettiği kaynaklan açık bir şekilde belirt­
miştir. Bazı ufak tefek matbu hatalar hâriç,
iyi bir çalışma metodu ile meydana getiril­
miş eser, büyük bir emek mahsulüdür.
Yazar, «felâketlerin doğurduğu seviyesiz
siyasî ihtiraslardan samimiyetle uzaklaşan Türk
milletinin cibilli şecaati canlanıyor, tatlı biı
heyecanla müstakbel Çanakkale ruhu doğu­
yor» sözü ile kitabına bu ismi vermesinin ne­
denini açıklamış oluyor.
Müellifimiz asteğmen rütbesi ile Gelibo­
lu’da bulunan piyade 27. Alay ve 12. Bölük
takım subaylığına tâyin edilmiştir. Osmanlı
devleti o tarihlerde ölüm kalım kaygusu ve
mücâdelesi içine tamamen girmiş bulunuyor­
du. Millet ve hükümet gönülden el ele vere­
rek istiklâlini ve medenî haklarını koruya­
bilmek için maddî ve manevî son gayretlerini
sarf ediyordu. Türkiye Almanya'nın yanında
31 Ekim 1914’de harbe girdi. Müttefik dev­
letler İstanbul’u hedef tutmak üzere Gelibolu
yarım adaşım ele geçirmek istiyorlardı. Bu
sebeble, Gelibolu’ya çıkartma yaparak var güç­
leri ile buralara mevzilenen Türk ordusunu
püskürtmeğe çalışıyorlardı. Ahmet Mucip Bey
de 19. Tümen kumandam yarbay Mustafa
Kemal Bey’in kumandası altında Çanakkale
harplerinde kahramanca döğüşüyordu. Kemal­
yeri isimli mevzide ilk defa .Atatürk’ü gören
Mucip Bey, Atatürk’ün bastığı bu mukaddes
yerin ismini bilâhere kendisine soyadı almış­
tır. Mustafa Kemal’in savaşta göstermiş ol­
duğu maharetledir ki müttefik ordular perişan
olacak ve daha fazla dayanamayacaklardır.
Müttefikler 19-20 Aralık 1916 gecesi Anbumu
ve Anafartalar, 8-9 Ocak 1916 gecesi de Seddülbahir’den bütün kuvvetleri ile çekilip gider­
ken Çanakkale tarihinin kanlı sayfalan da
kapanmış bulunuyordu. Türk Milleti, ondan.
daha sonra, tehlikeli bir şeküde tekrar başla­
yan İstiklâl harbini de şerefle sona erdirdi.
8 Kısımlık Türk gücü hakkında söylenen
büyük sözleri müellifimiz Hikmet Aslanoğlu’nun 1950’de Ankara’da basılan kitabından ay­
nen almıştır. Bu fikirler, aşağıda isimleri ge­
çen şahıslara âittir: Liman von Sanders (Al­
man generali), Guron (Fransız generali),
Tavshend (İngiliz generali), Bir İngiliz Subayı,
F.W.von Herbert (İngiliz subayı) ve Foş
(Fransız mareşali). Bunlar, Türklerin harp
gücünü öven, Türkleri meth eden kişilerdir.
Mucip Kemalyeri’nin bulunduğu diğer bir
harp sahası da Kafkas cephesidir. Birinci
Cihan harbi sonlarına doğru Rusya’da patlak
veren Bolşevik isyanım fırsat telâkki eden
KİTABİYÂT
Âzeriler, Gürcüler, ve Ermeniler istiklâllerini
ilân ettiler. Ordumuz Bolşeviklere karşı Âzerileri korumak üzere Mayıs 1918 sonlarına
doğru 9. Kafkas alayım Azerbaycan’a gön­
derdi. Müellimiz bu alayda 25. Tabur I. Bö­
lüğe komuta ediyordu. Bir takım harekât ve
cesûrâne savaşlarımıza rağmen müttefikleri­
mizle birlikte mağlûbiyeti kabûl ettik. Mon­
dros’ta aktedilen mütareke gereğince Osmanlı
443
ordusu Kafkasları derhal boşaltacaktı. Bunun
üzerine alayımıza da geri dönmek kalıyordu.
Çanakkale ve Azerbaycan muharebeleri
ile, eski İstanbul hayatına âit kısımlarını bü­
yük bir zevkle okuduğumuz hatırat mahiye­
tindeki bu eserin, her Türk gencinin kütüp­
hanesinde yer almaşım temenni etmek en bü­
yük arzumuzdur.
Sevim İlgürel

Benzer belgeler