Read full report - International Crisis Group

Transkript

Read full report - International Crisis Group
TÜRKİYE’NİN İSRAİL VE İRAN KRİZLERİ
Avrupa Raporu N°208 – 8 Eylül 2010
İÇİNDEKİLER
YÖNETİCİ ÖZETİ................................................................................................................... i
I. GİRİŞ .................................................................................................................................. 1 II. TÜRKİYE VE İSRAİL: AÇIK DENİZDE KAYBOLDU ............................................ 2 A. İSRAIL VE AKP ............................................................................................................................2 B. MAVİ MARMARA MESELESİ ........................................................................................................4 1. İHH 4 ...........................................................................................................................................4 2. Hatalar Trajedisi...........................................................................................................................6 C. ACİ SONUÇ ..................................................................................................................................8 III. TÜRKİYE VE İRAN: ASIRLIK RAKİPLER ............................................................ 11 A. İTTİFAK YOK .............................................................................................................................11 B. İRAN’İN NÜKLEER PROGRAMİ VE TÜRKİYE ................................................................................12 IV. TARTİȘMANIN YATİȘMASİ ....................................................................................... 16 A. TÜRKİYE-İSRAİL BAĞLARİNİN YENİDEN İNŞASİ ........................................................................17 B. GERÇEK TÜRKİYE’YE ODAKLANMAK ........................................................................................19 C. AKP LİBERAL DESTEĞİ KAYBEDİYOR .......................................................................................23 V. SONUÇ ............................................................................................................................. 25 EKLER
A.
B.
C.
D.
ORTA DOĞU HARİTASI ....................................................................................................................27
ULUSLARARASI KRİZ GRUBU HAKKINDA ........................................................................................28
2007’DEN BU YANA ULUSLARARASI KRİZ GRUBU’NUN AVRUPA RAPOR VE BRİFİNGLERİ ...............29
ULUSLARARASI KRİZ GRUBU MÜTEVELLİ HEYETİ ..........................................................................30
Avrupa Raporu N°208
8 Eylül 2010
TÜRKİYE’NİN İSRAİL VE İRAN KRİZLERİ
YÖNETİCİ ÖZETİ
Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin zedelenmiş olması ve
İran’la olan ilişkilerinin Batı’daki başkentlerde kuşku ile
karşılanması, Ankara’nın “sıfır sorun” dış politikasına
zarar veriyor. Aynı zamanda amacı bölgede istikrar ve
barışı sağlamak olan Türkiye’nin Orta Doğu’daki
faaliyetleri konusunda pek çok yanlış fikir de ortaya çıktı.
Türkiye’nin bakış açısına göre İsrail ve İran meseleleri
birbirinden ayrı dinamiklere sahip ve Batılı müttefikleri
ile genellikle kabul gördüğünden daha fazla işbirliğine ve
ortak hedeflere dayanıyor. Batılı dostları ve İsrail ile
arasının bozulmasında Türkiye’nin payı abartıldı, ancak
hükümetin dış politika oluşturmasında ve takdiminde
sorunlar olduğu da bir gerçek. Bu sorunlar arasında ileriyi
görememe ve hararetli söylemler ile Kıbrıs sorununun
çözümü, Ermenistan ile ilişkilerin normalleşmesi, Kürt
meselesinde yeni ortaya çıkan gerilimlerin yatışması ve
AB’ye uyum sürecine bağlılık gibi, Türkiye’nin yakın
çevresindeki esas sorunların çözümünden sapması
bulunuyor.
Ankara’nın, yola çıkmasını desteklememekle birlikte,
sonunda Gazze ablukasını delmeye çalışmaktan
vazgeçiremediğini söylediği bir filoyu durduran İsrail
komandolarının 31 Mayıs’ta sekiz Türk ve bir Türk
kökenli Amerikan vatandaşını öldürmesiyle Türkiyeİsrail ilişkileri en düşük seviyesine geriledi. ABD ve
AB’ye üye ülkeler, bu trajik olayı incelemek üzere BM
Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un dört kişiden oluşan ve
BM’nin öncülük ettiği panelini desteklemeliler. İsrail,
ilişkileri normalleştirmeye çabalamalı ve eğer askerlerinin
ölçüsüz güç kullandığı veya suç işlediği ortaya çıkarsa,
sanıkları yargılamalı ve Türkiye’yi tatmin edecek adımlar
atmanın yollarını bulmalı. Türkiye ise soruşturmayı, İsrail
ile uluslararası kamuoyuna gemideki gönüllülerin
niyetleri konusunda tatmin edici bir bilgilendirme yapmak
için kullanmalı, ağır talepler ve katı söylemlerden
uzaklaşarak ilişkilerin iyileştirilmesi için kendi üzerine
düşeni yerine getirmeli. Geçmişteki iyi ilişkileri Türkiye’ye,
Arap-İsrail barış görüşmelerindeki kolaylaştırıcılık rolü
de dahil olmak üzere Orta Doğu’da potansiyel olarak
etkin ve eşsiz bir aracı rolü biçiyordu, ancak bu
potansiyeli gerçekleştirmek için İsrail ve ABD ile
yıpranan ilişkilerini düzeltmesi gerekiyor.
Türkiye, ayrıca 9 Haziran’da BM Güvenlik Konseyi’nde
ek yaptırımlar aleyhinde oy kullanmasının ardından
İran’ın nükleer programıyla ilgili yaptığı arabuluculuk
girişimlerinden dolayı eleştiriler alıyor. Ne var ki
Türkiye’nin “hayır” dediği, İran’ın nükleer askeri
hedeflerinin frenlenmesi değildi. Ankara, 17 Mayıs tarihli
Tahran Anlaşması’nda öngörüldüğü üzere İran’ın önemli
miktardaki düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyum
stoğunu takas müzakereleri için kendisinin (ve
Brezilya’nın) ABD’nin teşvikine sahip olduğuna
inandığını iddia ediyor. Güvenlik Konseyi’nde bu yönde
oy kullanmasının nedeninin müzakere gücünü muhafaza
etmek ve Tahran Anlaşmasını ilerisi için muhtemel bir
yol olarak elinde tutmak olduğunu ifade ediyor.
ABD ve AB ülkeleri, Türkiye’nin “yüzünü Doğu’ya
döndüğü”, “İslamcı bloğa dahil olduğu” ya da “Batı’ya
sırtını döndüğü” gibi basit klişeleri bir kenara bırakmalı.
Türkiye’nin yeni dış politika girişimleri, büyük ölçüde
ekonomik oldu ve Avrasya, Balkanlar, Afrika ve
Orta Doğu’daki Hristiyan ve Müslüman ülkeleri kapsadı.
Ticaret ve yatırımlarının büyük bölümünün yanı sıra,
toplumsal, popüler ve eğitimsel düzeydeki bağları ile
düşünsel ve ekonomik yeniliklerininin kaynağı da
ayrılmaz biçimde AB ülkelerine ve ABD’ye bağlıdır.
Ayrıca Türkiye, İran da dahil olmak üzere Orta Doğu’da
nükleer silahların yayılmaması, İsrail-Filistin sorununa iki
tarafın da tüm haklarının tanınacağı adil bir çözüm ve El
Kaide’nin tasfiyesi gibi, Batılı müttefiklerinin çoğu ile
Orta Doğu’da aynı hedefleri paylaşıyor. Bu ortak
amaçları dile getirmek için daha fazla fırsat yaratmalı.
Aynı şekilde Batılı müttefikleri de coğrafya ve tarih
sayesinde Türkiye’nin onları kendi taktikleri ve
yöntemiyle makul şekilde takip edeceğini anlamalı.
Ankara, kendi başına ilerlemektense AB ve ABD ile iyi
ilişkiler sürdürerek daha fazla yol kat edebilir. Hükümet
ve kamuoyu, zaman zaman bu tür varsayımlara meyilli
olsa da ABD’nin İsrail’den çok Türkiye’ye ihtiyaç
duyduğu ve Başkan Obama ile kişisel ilişkilerin
politikaların özünün yerini alacağı fikirlerinden kaçınmalı.
Türkiye belirgin biçimde daha güçlü, uluslararası bir
oyuncu haline geliyor olsa da Vaşington ile işbirliği ve
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
AB ile uyum, ülkenin bölgedeki öneminin anahtarını
teşkil ediyor ve ekonomik gelişimine, komşularıyla
ticaretindeki patlamaya, insan haklarına daha fazla saygı
gösterilmesine ve İstanbul’un göz kamaştırıcı bir bölgesel
merkez olma yolunda ilerlemesine katkıda bulunuyor.
Türk liderler ayrıca müttefiklerin güvenini zedeleyen
popülist ya da ayrımcı söylemlerin dozajını azaltmalı ve
benzersiz bir nitelik olan bölgedeki tüm taraflarla güvenle
görüşebilme özelliğini yeniden kazanabilmek için İsrail
ile sükunetli diyaloğuna kaldığı yerden devam etmeli.
Türkiye son yirmi yılda çok değişti; daha zengin, kendine
daha çok güvenen bir ülke oldu ve artık sadece Vaşington
ve Brüksel’e bağımlı değil. Ankara kendi önemini veya
kapasitesini abartmaktan kaçınırken Batılı müttefikleri de
onun bölge ve ötesindeki gerçek önemini kavramalı,
onunla daha sakin, yapıcı ve üst düzeyde diyalog için
daha fazla zaman ayırmalı. Bu amaçla özellikle
Vaşington ve Ankara, Orta Doğu da dahil olmak üzere
ortak dış politika çıkarlarının tümüne ilişkin düzenli
diyalog ve daha iyi koordinasyon için yeni mekanizmalar
tesis etmekte yarar görebilirler. Dahası herkesin Orta
Doğu’daki ortak hedeflerinden azami avantaj elde etmesi
isteniyorsa Türkiye, AB yolundaki taahhütlerine bağlı
kalırken Fransa ve Almanya da onun üyelik perspektifini
inandırıcı kılmalı. Bu ortak yönler, bölgede istikrarı
arttırmak ve çatışmaları azaltmak için işbirliğinin sağlam
temelini teşkil etmektedir.
İstanbul/Brüksel, 8 Eylül 2010
Sayfa ii
Avrupa Raporu N°208
8 Eylül 2010
TÜRKİYE’NİN İSRAİL VE İRAN KRİZLERİ
I. GİRİŞ
Balkanlardan İran Körfezine uzanan bölgede eski bir güç
olan Osmanlı İmparatorluğu’nun merkez vilayetlerinde
1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin Orta Doğu
ile olan ilişkisi, hiçbir dönemde olmadığı kadar yoğun
durumda. Kriz Grubu’nun önceki bir raporunda yazdığı
üzere1, gerek bölgedeki devletler gerekse daha uzaktaki
güçler, Türkiye’nin bu açılımını çoğunlukla olumlu
değerlendirdiler. Avrupa Birliği’nin 2009 İlerleme Raporu,
Türkiye’nin son dönemdeki Orta Doğu aktivizmini
“yapıcı” olarak nitelendirdi. Başkan Obama, ziyaret
edeceği ilk Müslüman ülke olarak Türkiye’yi seçti ve
Nisan 2009’da Orta Doğu’da ortak hedeflerden söz etti ve
iki ülkenin “model ortaklık”2 içinde olduğunu belirtti.
Türkiye’nin yükselen profili, bu yöndeki bilinçli
politikasının olduğu kadar 73 milyon nüfuslu bu ülkenin
son on yılda toplumsal, siyasi ve ekonomik alanlardaki
ilerlemelerin de doğal bir sonucu. 1999’da Avrupa Birliği
üyeliğine aday olarak kabul edilen Türkiye, katılım
müzakerelerine 2005’te başladı. Bu, koalisyon
hükümetinin (1999-2002), AB kriterlerine uymak amacıyla
yaptığı ve 1980’lerden bu yana ilk istikrarlı, çoğunluk
hükümeti olan ve 2002’de seçimle göreve gelen AKP
döneminde (Adalet ve Kalkınma Partisi) perçinlenen bir
dizi reformun ardından gerçekleşti. Türkiye’nin AB
yolunda ilerlemesine Fransa ve Almanya’nın şüpheci
yaklaşımları kadar Kıbrıs sorununun çözümlenmemesi de
engel oldu. Ne var ki Ankara, üyelik koşullarını yerine
getirmeye kararlı görünüyor ve genel itibariyle AB üyesi
devletlerin dış politika tutumlarına yakın duruyor.
Türkiye ekonomisi, 2002-2007 arasında ortalama yüzde
7’lik büyüme kaydetti; 1990’larda üç haneli rakamlardan
oluşan enflasyon oranı, 2009’da yüzde 9.5’e düştü,
yabancı yatırımın artışı yılda onbeş kattan fazla
büyüyerek 20 milyar dolara ulaştı ve ihracat dört kat
artarak 132 milyar doları buldu. 2008/2009’da küresel
ölçekte yaşanan daralmadan payına düşeni alsa da
ekonomisi oldukça iyiye gidiyor. 3
Bununla eş zamanlı olarak birbiri ardına göreve gelen
hükümetler, komşularına diplomatik alanda yakınlaşma
stratejisi geliştirdiler. AKP, bunu “sıfır problem” dış
politikası olarak adlandırdı ve Kıbrıs’ta onyıllardır devam
eden katı yaklaşıma son verdi ve sonucu talihsiz olan
Annan Planı’nı destekledi; Ermenistan ile ilişkileri
normalleştirmeye gayret etti; İsrail ile Suriye arasında
barış görüşmelerinde arabuluculuk yaptı ve Türkiye’nin
kuzey Irak Kürtleri ile olan ilişkilerini düzeltti. Türkiye
açısından bu dış politikanın en dikkat çekici unsuru Orta
Doğu oldu; ancak bu, Rusya, Balkanlar ve Afrika’ya
önemli ölçüde uzanma da dahil olmak üzere değişmekte
olan pek çok ilişkiden sadece birini oluşturuyor.
Orta Doğu’da ise dikkatler, Türkiye’de müteakip
hükümetlerin başardığı refah, meşruiyet ve Batı
tarafından kabul görme; İsrail hükümetinin Filistinlilere
uyguladığı düşünülen zulmü Türkiye’nin son zamanlarda
ve açıkça eleştirmesi (ki bu, bölgedeki ülkelerin çoğunun
kamuoyunda oldukça ilgi topladı) ve AB’nin ilk
dönemlerindeki çatışmaları çözümleyici felsefesini taklit
ederek daha serbest ticaret ve seyahat, ekonomilerin ve
altyapıların entegrasyonu ve bakanlar düzeyinde düzenli
toplantılar da dahil olmak üzere Türkiye’nin yürüttüğü
bölgesel sosyo-ekonomik entegrasyon politikasının takdir
toplaması gibi farklı konulara yoğunlaştı. Ürdün’de bir
yorumcu şunları söylüyor:
Herkes Türkiye’yi beğeniyor gibi görünüyor … İran
modelinin aksine “yumuşak güce” dayanan Türk
modeli, uluslararası kredibiliteye ve saygıya sahip ….
Türkiye, kaderci sessizlik ve ABD ve İsrail diktalarına
teslim olmak ile geniş kapsamlı savaşlara ve
hesaplanmayan maceralara atılmak arasında çok fazla
1
Bakınız Kriz Grubu’nun Avrupa Raporu Nº203, Türkiye ve
Orta Doğu: Yüksek Hedefler ve Kısıtlayıcı Unsurlar, 7 Nisan
2010.
2
“Türkiye ve ABD, ağırlıklı olarak Hristiyan bir ulus ile
ağırlıklı olarak Müslüman bir ulusun – Batılı bir ulus ve iki
kıtaya uzanan bir ulus—saygılı, güvenli ve müreffeh modern
bir uluslararası toplum yaratabilecekleri model bir ortaklık
kurabilirler”. Barack Obama, basın toplantısı, Ankara, 6 Nisan
2009. Bakınız www.cnn.com/2009/POLITICS/04/06/obama.
turkey/index.html.
3
2009’da Türk hükümetinin istatistiklerine göre ekonomi yüzde
5.6 daraldı, ihracat üçte bir oranında azalarak 102 milyar dolara
geriledi ve yatırım yarıya inerek 7.7 milyar dolara düştü.
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
seçeneğin mevcut olduğunu kanıtlamış oldu ….
Bünyesinde barındırdığı “sivil ve demokratik İslam”
dersinden feyz almalıyız. Direniş söylemimize
Türkiye’nin
“rasyonalizmi,
pragmatizmi
ve
4
modernitesi” nden bir nebze eklemeliyiz.
Ne var ki Nisan 2010’dan bu yana gelişen olaylar,
özellikle İsrail ve İran politikalarında yaşanan krizler,
gerek Orta Doğu gerekse Avrupa başkentlerinde
Türkiye’nin kesin olarak Doğu’ya dönüp dönmediği veya
dış politikasını “İslamcı” ideolojiye dayandırıp
dayandırmadığı yönünde tartışmaları açığa çıkardı. Bu
rapor, AKP döneminde Türk dış politikasının söz konusu
krizler sırasında bile Türkiye’yi gitgide daha çok kendine
güvenli, etkili ve çok yönlü bir bölgesel oyuncu haline
getirmeye eğildiği savını inceliyor. Bu politika, bazıları
tarafından memnuniyetle karşılansa da bazı çevrelerde
ihtiyat uyandırıyor, ancak genel hatlarıyla Batılı ortaklarının
olumlu bulduğu değer ve hedefler barındırıyor.5
Sayfa 2
II. TÜRKİYE VE İSRAİL:
AÇIK DENİZDE KAYBOLDU
1990’larda iş, turizm ve askeri konularda devam eden
hevesli ortaklığın ardından Türkiye ve İsrail, henüz
keşfedilmemiş ve zorlu yeni bir alana girdiler.6 Mavi
Marmara filosunun Gazze ablukasını delmek istemesi ve
İsrail’in ana gemiye 31 Mayıs 2010’da yaptığı baskın,
2009’un başından bu yana zaten kötüleşmekte olan
ilişkilerinin yaşadığı iki felaket şok oldu. Türkler, sorunu
İsrail hükümetinin topraklardan vazgeçmek ve Filistinlilerle
barış inşa etmek istememesi olarak görürken İsrailliler
açısından sorun, AKP hükümetinin diplomatik ve
ideolojik açıdan düşmanlarının tarafında yer alma
eğiliminin gitgide artması. Arka planda ise Orta
Doğu’nun geleceğine dair ve burada hangi ülkenin
etkisini en çok hissettireceğine dair birbirinden çok farklı
değerlendirmeler yatıyor.
A. İSRAIL VE AKP
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da dahil pek çok AKP
lideri, İsrail’e karşı derin husumetlerini dile getiren
İslamcı siyasetçiler arasında rüştlerini ispatladılar. Ancak
Erdoğan ve takipçileri, hâlâ etkisini sürdüren Saadet
Partisi etrafında şimdilerde toplanmış olan bu oldukça
muhafazakâr grupla yollarını ayırarak 2001’de kendi
partilerini kurdular. AKP, dini kimliğe vurgu yapmaktan
ziyade yönetimi iyileştirme ve yolsuzlukla mücadele sözü
vererek 2002’deki genel seçimleri kazandı. Son
seçimlerde İsrail ile ilişkiler gündeme gelmedi. AKP’nin
2007’deki yüzde 47’lik seçim zaferinin nedenleri, refah
getiren ve nispeten iyi işleyen yönetim, AB odaklı
demokrasi için iç siyasette verilen mücadele ve Türk
siyaseti üzerinde ordu hakimiyetinin reddedilmesi oldu.
Elbette
ki
seçmenler,
Erdoğan’ın
İsrail’e
öfkelenebileceğini ve onu şiddetle eleştirebileceğini ve ani
çıkışlarının iç siyasette veya diğer siyasi amaçlarla
kullanıldığını biliyorlardı.7 Hangi hükümet işbaşında
6
4
Urayb al-Rintawi, “Many Lessons” [Dersler], al-Dustour
(Ürdün), 10 Haziran 2010.
5
”Türk hükümeti, [uzun zamandır süregelen] zorluklara verdiği
yanıtlarda daha geniş manevra alanı yarattı, yani neredeyse
içgüdüsel olarak Batılı çizgiyi izlemedi, bunun yerine temel
olarak gelişmelere gerçek Türk bakış açısıyla bakarak ulusal
çıkarlarını maksimuma çıkarmaya gayret etti”. Heinz Kramer,
“AKP’s ‘new’ foreign policy between vision and pragmatism”
[AKP’nin vizyon ile pragmatizm arasında ‘yeni’ dış politikası]
, Stiftung Wissenschaft und Politik, Haziran 2010, s. 34.
Türkiye, 1949’da İsral’i ilk tanıyan devletler arasında yer
alırken İsrail de uzun süre birlikte iş yapabileceği, Arap
olmayan Orta Doğu devleti olarak Türkiye’ye yakın olmaya
gayret etti. Türkiye ilk diplomatlarını İsrail’e 1952’de gönderse
de büyükelçisini ilk olarak 1992’de, Madrid ve Oslo’da Arapİsrail görüşmelerinin başlamasının ardından görevlendirdi. İkili
ilişkilerin altın çağı, barışa dair iyimserliğin sürdüğü 1990’larda
yaşandı. Diğer taraftan Haziran 1967’deki Altı Gün Savaşı’nın,
İsrail’in Kudüs’ü bölünmemiş olarak başkenti ilan etmesinin ve
Batı Şeria’yı 2002’de yeniden ve tamamen işgal etmesinin
ardından ciddi krizler patlak verdi. Bakınız Kriz Grubu Raporu,
Türkiye ve Orta Doğu, a.g.e.
7
En azından bir defa “Erdoğan’ın suçlamalarının sert tonu,
bilhassa Türkiye’de iç siyasete yönelik olarak kullanıldı”.
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
olursa olsun Ankara’nın İsrail ile ilişkileri, Türk halkının
İsrail’in Filistinlilere yaptığı muameleyi nasıl algıladığına
bağlı olarak değişkenlik göstermektedir.8 Aynı zamanda
ilk görev döneminde Erdoğan ve diğer liderler İsrail’i
ziyaret ettiler;9 AKP’ye yakın şirketler burada iyi iş
ilişkileri yürüttüler ve önceki Türk hükümetlerine göre
daha fazla sayıda resmi anlaşmaya imza atıldı.10 AKP
döneminde Türk diplomatlar, İsrail ile Suriye arasında
barışı desteklemek amacıyla gizli temaslarla girişimde
bulundular ve 2008’de beş dolaylı görüşme yürütüldü. En
dikkat çekici gelişme ise Erdoğan’ın Başbakan Ehud
Olmert’i Ankara’da beş saat süren bir akşam yemeğinde
ağırlaması oldu.11
İsrail, uzun zamandır AKP’nin Hamas ile temaslarını
eleştiregeldi, ancak Türk yetkililer, Filistinliler tarafından
2006’da meşru biçimde seçilen bir grupla arabuluculuk
yapmayı amaçladıklarında ve grubun hedefi ve
yöntemleriyle bağdaşmadıklarında ısrar ediyorlar.12
Hamas lideri Halid Meşal, Türkiye’ye 2006’da bir kez
ziyaret etmişken Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas,
2005’te başkan olarak seçilmesinden bu yana ülkeye yedi
ziyaret gerçekleştirdi. Bir Arap diplomat şunları söylüyor:
AKP liderleri kişisel olarak “Hamas’ı seviyorlar. Mevcut
Alexander Murinson, Turkey’s Entente with Israel and
Azerbaijan: State Identity and Security in the Middle East and
Caucasus [Türkiye’nin İsrail ve Azerbaycan ile İtilafı: Orta
Doğu ve Kafkaslarda Devlet Kimliği ve Güvenlik] (Abingdon,
2010), s. 137.
8
”Türkiye’nin Arap ülkeleriyle çıkarları, Filistinlilerle ise
duygusal bağlılıkları var. Türkler, Filistinlilerin ülküsüne belki
de Filistinlilerin kendisinden daha fazla duygusal bağlılık
hisediyorlar. Mavi Marmara’nın İstanbul’dan yola çıkmasını
izleyen binlerce kişiden biriydim ve pek çoğu gözyaşı
döküyordu. Bu, yürekten gelen bir his”. Kriz Grubu’na verilen
mülakat, Arap büyükelçi, Ankara, Temmuz 2010.
9
2005’teki ziyareti sırasında Erdoğan, Kudüs’teki Yad Vashem
Holokost Müzesini ziyaret etti ancak başını örtmeyi reddettiği
için bazı İsraillileri kızdırdı.
10
Kriz Grubu’na verilen mülakat, bölgede görevli Türk yetkili,
Haziran 2010.
11
Bakınız Kriz Grubu Orta Doğu Raporları Nº92, Reshuffling
the Cards (I): Syria’s Evolving Strategy, 14 Aralık 2009; ve
Nº93, Reshuffling the Cards (II): Syria’s New Hand, 16 Aralık
2009.
12
”Hamas üzerinde sahip olduğumuz etkiyi olumlu yönde
kullanıyoruz. Halid Meşal Ankara’ya geldiğinde ona şöyle
dedik, ‘şimdi seçimleri kazandınız, bundan en iyi şekilde
faydalanın, birleşin; artık bir direniş örgütünden ibaret
değilsiniz; sistemin içinde çalışın’. Hamas buna hazırdı ancak
[Batının Hamas’a karşı] tecrit politikaları başgösterdi ve herşey
allak bullak oldu …. El Fetih ile olan farklılıklarını görmelerini
ve milli birliği sağlamalarını teşvik ediyoruz. Aslına bakarsanız
Başkan Abbas bu konuda yardımımızı ve müdahil olmamızı
talep etti ve biz de olumlu yanıt verdik”. Kriz Grubu’na
telefonda verilen mülakat, AKP’li üst düzey yetkili, Temmuz
2010.
Sayfa 3
durumun nedenlerinden biri de Hamas’a karşı duyulan bu
yakınlık hissi. Ama Hamas’ın iyi çocuk olmasını,
uluslararası toplumun taleplerine cevap vermesini
istiyorlar”.13 Avrupalı bir diplomat, Erdoğan’ın bu
harekete verdiği desteği şu şekilde değerlendiriyor:
Bunu İslam’a bir bağlılık ya da mazluma bağlılık
olarak görebilirsiniz. Nihayetinde Erdoğan Filistinlilerin
ülküsüne duygusal olarak bağlı ve Hamas’ın muhatap
edilmesi gerektiğine gerçekten inanıyor. Orta Doğu’da
barış üzerine çalışan kimsenin Hamas olmaksızın [barışın]
mümkün olduğunu düşündüğünü zannetmiyorum.14
Aslında İsrail-Türkiye ilişkileri, Hamas’ın Filistin’de
2006’daki seçimleri kazanmasından sadece iki yıl sonra
bozulmaya başladı. İsrail’in Aralık-Ocak 2009’da Hamas
kontrolündeki Gazze’de yıkıcı “Dökme Kurşun”
saldırısını Türklerin ifadesine göre bu konunun hiç
açılmadığı Erdoğan-Olmert buluşmasından birkaç gün
sonra başlatması, AKP’nin ihanete uğramış hissetmesine
yol açtı. İsraillilerin çoğuna ve bazı ABD’li yetkililere
göre büyük değişim, üç hafta sonra yani Erdoğan’ın
Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda İsrail Devlet
Başkanı Şimon Peres’i sert biçimde eleştirmesinin
ardından açığa çıktı.
İlişkiler hızla düşüşe geçti. Bir Türk dizisinde İsrailli
askerlerin yaptığı iddia edilen gaddarlıklar sahnelendi ve
İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon, protesto
amacıyla Türkiye büyükelçisini çağırdı ve onu kendi
koltuğundan daha alçak bir koltuğa oturttu. Kasıtlı olarak
yaptığı bu hakarete, İsrailli bir televizyon ekibinin
dikkatini çekti. İsrail özür diledi ancak Türk kamuoyunun
İsrail karşıtı önyargısı arttı.
Bazı İsrailliler, İran, Suriye, Sudan, Lübnan’daki
Hizbullah ve Hamas gibi düşman olarak algıladıkları
ülkelerin hükümetleri veya hareketlerle AKP’nin geniş
anlamdaki Orta Doğu politikası bağlamında yakın ilişki
kurmasını da tehdit olarak hissediyorlar.15 Türk yetkililer
bu yakın ilişkilerin, onlarca yıl süregelen bölünme,
savaşlar ve darbelerle sarsılmış bir bölgede istikrara,
bütünleşmeye ve gelecekteki refaha hizmet ettiğini iddia
ediyorlar. Ne var ki İsrailliler, Türkiye’nin kendi içindeki
13
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ankara, Temmuz 2010.
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Avrupalı diplomat, Ankara,
Temmuz 2010.
15
”‘Sıfır problem’ dış politikası olumlu yönde ilerliyordu; İsrail
devletinin güvenliğine katkıda bulunan pek çok şey mevcuttu;
[Suriye ile] arabuluculuk yapıcıydı … ancak Türk dış
politikasında İslamcılık unsuru gitgide artıyor”. Kriz Grubu’na
verilen mülakat, İsrail’in bölgedeki politikaları hakkında bilgili
diplomat, Temmuz 2010. “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
idaresindeki Ankara, Müslüman dünyasındaki birçok radikal
unsurla güçlerini birleştirdi”. Boaz Bismuth, “Turkey’s
Revenge”, Israel Hayom, 10 Haziran 2010.
14
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
Sayfa 4
yasal, Kürt milliyetçisi partiyle görüşmeyi reddederken
İsrail’i Hamas ile diyalog kurmaya teşvik etmesi
arasındaki uyumsuzluğa dikkat çekiyorlar. İsrailli bir
araştırmacı, insan haklarını İsrail/Filistin’de savunurken
İran ve Sudan’da görmezden gelinmesindeki çelişkiyi şu
şekilde ifade ediyor:
hakkında peşin hükümde bulunmadan bazı olaylara ve
onların arka planına dair Türklerin görüşünü tanımlayarak
Ankara’daki hükümetin bu krizle olan meşguliyetinin ve
ona verdiği tepkinin yoğunluğunu açıklamak mümkün.
Türkiye, amacı ülkeyi bölgesel çapta bir hegemon
aktör ve uluslararası düzeyde önemli bir oyuncu
haline getirmek isteyen emperyal mantık ile ahlak ve
adalete dayalı evrensel mantık arasında gidip geliyor
… “Sıfır problemin” imkansız matematiksel denklemi
bu bağlamda anlaşılabilir; ancak daha ziyade naifliği
ve tecrübe eksikliğini yansıtıyor … İdeallere, etiğe ve
ahlaka dayalı bir dış politikanın sahici olması için
tutarlı olması gerekir.16
Önceleri fazla tanınmayan ancak Mavi Marmara’nın
sahibi ve nispeten varlıklı bir STK olan İnsan Hak,
Hürriyetler ve İnsani Yardım Vakfı (İHH), Özgür Gazze
Hareketi (Free Gaza Movement) de dahil olmak üzere altı
uluslararası STK ve İsveç ve Yunanistan’dan gelen
gruplarla birlikte bu filoyu organize etti.
Birbiriyle çatışan bu görüşlere zayıf iletişimin de
eklenmesiyle patlayıcı nitelikte bir karışım meydana
geldi. “Dökme Kurşun”dan bir yıl sonra İsrail devletini
ziyaret eden tek Türk milletvekili, Suat Kınıklıoğlu
(AKP) oldu.17 Hararetli, İslamcı bir Türk sivil toplum
kuruluşunun (STK) Gazze ablukasını delmek için yapılan
gayriresmi uluslararası çabalara esaslı bir katkı sağlamaya
karar vermesiyle büyük bir krize zemin hazırlanmış oldu.
1. İHH
Ölümle sonuçlanan saldırının hemen ardından İsrail,
İHH’yi El Kaide ile bağlantısı olan bir terör örgütü
olmakla suçladı.19 En sık zikredilen kaynak,
Danimarka’da 2006’da yayınlanan rapor oldu.20 Ancak
ABD, El Kaide ile bağlantısı olduğuna dair hiçbir kanıtın
bulunmadığını belirtiyor.21 Bir Türk yetkili şunları
söylüyordu: “İHH ile terörist gruplar arasında hiçbir
bağlantı yoktur. Aralarında sempati vardır. Hepsi bu”.22
İsrail, İHH’yi teröristler listesine ancak Haziran 2010’da
ekledi.23 Hemen sonrasında Almanya, ülkedeki Türk
toplumu içinde faaliyet gösteren ve İHH’nin kısaltmasını
kullanan bir insani yardım grubunu, Hamas’a para
B. MAVİ MARMARA MESELESİ
Mavi Marmara, Gazze’deki 1.5 milyon Filistinliye
doğrudan yardım ulaştırabilmek için ve kasten dikkatleri
üzerine çekecek bir şekilde Mayıs 2010’da yola çıkan,
altı gemiden oluşan uluslararası yardım filosunun en
büyük gemisiydi. Gemilerin sayısı ve içinde 600’den
fazla kişi barındıran ana geminin büyüklüğüyle bu
girişim, İsrail’in Gazze’ye Haziran 2007’de uygulamaya
başladığı ablukayı kırmayı amaçlayan önceki
girişimlerden farklıydı.18 31 Mayıs günü İsrail güçleri,
uluslararası sularda geminin yolunu kesti, tüm gemileri
zorla alıkoydu ve Mavi Marmara’da bulunan sekiz Türk
vatandaşını ve Türk kökenli bir ABD vatandaşını
öldürdü. Türk ve İsrail hükümetlerinin yanı sıra iki
ülkenin dostları, filoyu organize edenlerin planlarına dair
algılar ve şiddetin aniden tırmanmasının nedenleri
çerçevesinde iki ülke arasındaki önemli ilişkilerin
geleceğini değerlendiriyorlar. Kapsamlı bir anlatıma
girmeden ve aynı zamanda resmi soruşturmanın bulguları
16
Anat Lapidot-Firilla, “Turkey: from state to faith-based
NGO”, In Depth, Temmuz 2010.
17
”Mevcut İsrail hükümetinin anlayamadığı, siyasi görüşleri ne
olursa olsun Türklerin İsrail’e dair algısında bu operasyonun
kritik önemde bir eşiği aşmış olduğudur”. Suat Kınıklıoğlu,
“This Israeli government has gone too far”, International
Herald Tribune, 2 Haziran 2010.
18
Yolcular arasında 400 Türk ve 30 farklı uyruklu 200 kişi
bulunuyordu.
19
Örneğin “İsrail’in Danimarka Büyükelçisi Arthur Avnon,
pazartesi günü ülkesinin Gazze’ye yardım taşıyan filoya ancak
El Kaide ile bağlantılı olduğuna dair raporlar aldıkları gün
saldırdığını söyledi. ‘Gemideki insanlar o kadar da masum
değillerdi … ve ben, diğer ülkelerin başka türlü tepki
vereceklerini düşünemiyorum’ diye sözlerine devam etti”.
Agence France-Presse, 31 Mayıs 2010.
20
Raporun iddiası, Fransız terörle mücadele yargıcının İHH ile
El Kaide’nin İtalya’daki bir hücresi arasında 1990’larda
yapıldığını öne sürdüğü telefon görüşmelerine dayanıyor.
Bakınız Evan F. Kohlmann, “The Role of Islamic Charities in
International Recruitment and Financing” [Uluslararası İnsan
Gücü ve Finansman Kaynaklarında İslamcı Hayır Kurumlarının
Rolü], Danish Institute of International Studies, 2006. Bu
konuya ve Fransız terörle mücadele yargıcının 2000’de Los
Angeles havaalanında yaşanan bombalama girişimiyle İHH’nin
ilişkisi bulunduğuna dair iddiası da dahil olmak üzere İHH’yi
İslamcı terörle bağlantılandıran diğer iddialara kuşkuyla
yaklaşan bir tartışma için bakınız Martha B. Cohen, “‘Terror
smear’ against IHH springs from a familiar source” [İHH’ye
karşı ‘terör karalaması’ bilindik bir kaynaktan geliyor] ,
Mondoweiss, 4 Haziran 2010.
21
”Son üç yılda İHH temsilcilerinin Türkiye, Suriye ve
Gazze’de üst düzey Hamas yetkilileriyle bir araya geldiklerini
biliyoruz. Bu tabi ki bizi son derece endişelendiriyor. Bununla
beraber İHH … ABD tarafından Yabancı Terör Örgütü olarak
tanımlanmadı. [El Kaide ile bağlantıya konusunu ise]
onaylayabilmiş değiliz”. Philip J. Crowley, Dışişleri Bakanlığı
basın brifingi, Vaşington, 2 Haziran 2010.
22
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ankara, Temmuz 2010.
23
Haaretz, 17 Haziran 2010.
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
gönderdiği ve “İsrail’in var olma hakkına karşı mücadele
ettiği”24 gerekçeleriyle kapattı. İHH Türkiye ise bu iki
grup arasında kurumsal bir bağ bulunmadığını ifade
ediyor.
120 ülkede çalışmış, yasal ve kamuya hizmet veren bir
Türk kuruluş olan İHH, 1992’de yaşanan Balkan
krizlerine tepki olarak kuruldu ve kurumsal kimliğine
1995’te kavuştu. İstanbul’un nezih bir semtindeki modern
merkezinde dünyanın dört bir yanından aldığı övgüleri ve
2007’de aldığı TBMM üstün hizmet ödülünü sergiliyor.
Sloganı, “İyilik Her Kapıyı Açar” ve misyonu, evrensel
nitelik taşıyor.25
Türkiye’nin Müslüman dindar-muhafazakar kesiminden
beslenen İHH’nin Filistinlilere desteği, Hamas yanlısı bir
önyargıya26 ve Filistin sorununa dair radikal bir anlatıya27
sahip. İHH başkanı Bülent Yıldırım, Ocak 2009’da
Gazze’de yaptığı öfkeli konuşmasında İslamcı sloganlar
kullandı, Hamas’ı övdü ve İsrailli değil “Yahudiler”
kelimesini kullandı.28
Sayfa 5
İHH, 2009’da toplam 50 milyon dolar olan yardımın 20
milyon dolarını Filistinlilere verdi29, bunun yarısını
Gazze’ye gönderdi30 ve Türklerin İslam dayanışması
gereği Filistinlileri desteklemesi gerektiğini söylüyor.31
Afrika’da cami ve dini eğilimli okullar bağışlamak,
Moğolistan’da kurban bayramında kurbanlık hayvan
bağışlamak ve genelde Ramazan’da yoksullara gıda
dağıtmak da dahil olmak üzere tüm faaliyetlerinde
Müslümanlığa yaptığı vurgu söz konusu. Ne var ki din
değiştirmeye teşvik etmek, dile getirdiği amaçları
arasında bulunmuyor.
İHH, Türkiye’deki siyasi partilerden bağımsız olduğunu
söylese de32 söylemi ve ilişki ağları Saadet Partisi’na
yakın olduğunu gösteriyor.33 Dahası AKP liderliğinin
mesajlarını Hamas’a ilettiğini açıkça ifade etti.34
Başbakan Erdoğan, uzun sure İHH’nin temel amacı olan
Gazze ablukasını kaldırmayı destekledi. Bazı AKP
milletvekillleri, 2009’da Gazze’ye Mısır üzerinden
yardım götürmeyi amaçlayan kara konvoyuna katıldı35,
24
”Germany bans IHH for Hamas links” [Almanya, Hamas
bağlantısı nedeniyle İHH’yi yasakladı], Jerusalem Post, 12
Temmuz 2010.
25
”İHH İnsani Yardım Vakfı; bölge, din, dil, ırk ve mezhep
ayrımı yapmaksızın dünyanın herhangi bir yerinde sıkıntıya
düşmüş, felakete uğramış, zulüm görmüş, aç ve açıkta kalmış;
savaş, tabii afet gibi sebeplerle mağdur olmuş, yaralanmış,
sakat kalmış; evsiz, yurtsuz, tüm insanlara insani yardım
ulaştırmak ve bu insanların temel hak ve hürriyetlerinin ihlal
edilmesini önlemek üzere 1992 yılından bu yana çalışmaktadır”.
Tanıtım broşürü, İnsani Yardım Vakfı (İHH), İstanbul, 2010.
Ayrıca bakınız www.ihh.org.tr.
26
İHH temsilcileri, Hamas yetkilileriyle düzenli olarak bir
araya geliyorlar. Filistin başlıklı ve Filistin sorununu anlattığı
ve Mavi Marmara’nın öncülüğündeki filoya bağış toplamayı
amaçlayan broşürde İHH, yalnızca Hamas’tan bahsediyor ve
Filistin Kurtuluş Örgütü, El Fetih ve Filistin Yönetimini göz
ardı ediyordu.
27
”Filistin’deki katliamlarda ve diğer hak ihlallerinde temel
sorun Siyonizm’dir … Siyonizm, Yahudi ırkını üstün gören ve
diğer ırkları insan olarak görmeyen ırkçı br harekettir.
Siyonizm … Nil’den Fırat’a uzanan tüm toprakları fethetmek
istemektedir … Bu, hayatta kalmak için savaşmak zorunda olan
bir devlettir … bu nedenle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki
İsrail işgal devleti, devlet haline gelmiş bir terror örgütüdür …
bir İsrailli için öldürmek zevktir [bu yorumun ardından İHH,
İsrailli kuvvetlerin çok sayıda Filistinliyi, Suriyeli, Lübnanlıyı
ve diğerlerini öldürdüğü, herkes tarafından bilinen 22
“katliamı” sıralıyordu]”. “Filistin”, İnsani Yardım Vakfı (İHH),
İstanbul, 2010.
28
”Elimizden gelse sizi burdan alır İstanbul’a götürürüz.
İstanbul’u buraya getirir bu bombaların altına kendimiz gireriz.
Bütün Türkiye halkı, bütün İslam dünyası hatta insanlık şunu
söyledi: düşmanım bana ne yapabilir ki? Ben cenneti
yüreğimde taşıyorum. Öldürülmem şahadettir. Allahü ekber!”
www.youtube.com/watch?v=tLNWwSDjFzs.34
29
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ahmet Emin Dağ, İHH Orta
Doğu koordinatörü, 14 Haziran 2010.
30
İHH’nin Filistin’e verdiği yardımın geri kalanı Batı Şeria’ya
ve Filistinli mülteciler ile onların Lübnan ve Suriye’deki
akrabalarının barınmaları için yapılan kamplara yönelik yardım
programlarına harcandı. İHH ayrıca Afganistan, Pakistan,
Filipinler, Bangladeş ve Sudan’daki kamplardaki mültecilere
yardım ediyor.
31
”Filistin meselesi, yalnızca Filistinlilerin değildir, İslam
dünyası için özel ve öncelikli bir yere sahiptir … Filistin
meselesini inanç kardeşliği bilinciyle desteklemek gerekir.
Filistin hepimizindir, hepimiz Filstinliyiz … Filistin halkı
sadece Siyonist bir işgalle savaşmakla kalmıyor aynı zamanda
modern emparyalizmle de savaşıyor. Bunu göz ardı etmek
demek, tüm Müslüman halkların geleceğini göz ardı etmek
demektir”. “Filistin”, a.g.e.
32
”[Türkiye’deki] hiçbir siyasi partiyle bağımız yok. her
partinin kendi yardım grubu vardır; ancak biz, hiçbir partiyle
bağlantılı olmamamız açısından benzersisiz. Elbette ki
muhafazakar bir tabanımız var. Saadet üyeleri Filistin’e
oldukça sempati besliyorlar. Ama bu, komuta kontrol ilişkisi
değildir. Biz aynı zamanda MHP’ye [Milliyetçi Hareket Parti]
ve AKP’ye de yakınız”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ahmet
Emin Dağ, İHH’nin Orta Doğu koordinatörü, İstanbul, 14
Haziran 2010.
33
Yavuz Baydar, “Diversions, splits, disagreements”, Today’s
Zaman, 7 Haziran 2010. Kriz Grubu’na verilen mülakatlar, bir
Türk yetkili ve bir AKP milletvekili, Ankara, Temmuz 2010.
34
www.youtube.com/watch?v=tLNWwSDjFzs. AKP’nin İHH
ile olan bağlantısının ayrıntılı bir incelemesi için bakınız
Michael Weiss, “Ankara’s Proxy”, Standpoint, Temmuz/
Ağustos 2010.
35
Bu girişim, Mısır ile ağır bir güven krizine, Mısır-Gazze
sınırındaki geçiş noktasında Mısırlı bir askerin öldürülmesiyle
sonuçlanan öfkeli sahnelerin yaşanmasına yol açtı.
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
Sayfa 6
partinin birkaç yetkilisi kuruluşun yönetim kurulunda
bulunuyor veya bir şekilde ona yakın duruyorlar.36
yönünü gözler önüne sermek. İlki işe yaramadı. Ama
diğer amaçlar başarılı oldu”.40
İsrail, İHH’nin Mavi Marmara’ya en azından 40
aktivistini yerleştirdiğini,37 bunun da on Türk yolcudan
birine denk geldiğini iddia ediyor. İHH’den bir yetkili,
kuruluşun Türk yolcuları Türkiye’nin 81 ilindeki STK’ların
gönüllüleri arasında yapılan çekilişle belirlediğini ifade
etti ve şunları ekledi: “Eğer [İsrailliler] terörist
olduğumuzu biliyorsalardı neden Türk hükümetinden bizi
tutuklamasını istemediler?”38 Aslında İsrail en an iki kez
olası bir çatışmaya dair endişelerini iletmiş; ancak
hükümet geminin yola çıkmasını engellememişti (bakınız
aşağıdaki bölüm).39
Türk
hükümeti,
Mavi
Marmara’nın
güvenlik
ekipmanlarının Türk bayrağı taşıyacak gemilere dair
yönetmeliğe uygun olmadığının anlaşılması üzerine
denizcilik makamlarının geminin denize açılmasına engel
olmaya çalıştığını, ancak İHH’nin gemiyi41 Hint
Okyanusu’nda Komor Adaları bayrağıyla tescil etmesi
üzerine bunu başaramadığını söylüyor.42 Önceleri istekli
olan bazı milletvekili ve yetkililerin43 gemiye
binmemelerini sağladı.44 Üst düzey hükümet yetkilileri,
Mavi Marmara limandan ayrılmadan önce İHH ile sıkı
iletişim içinde olduklarını ifade etti.45 Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu, İHH lideri Bülent Yıldırım’ı arayarak
doğrudan Gazze’ye gitmemesi için ikna etmeye çalıştı.46
İHH, Türkiye’nin İran’a uygulanacak yaptırımlara olan
muhalefeti47 nedeniyle bir başka kriz kapıda olduğu için
hükümetin ona yola çıkmamasını söylediğini ve denize
açıldığı gün Türk makamlarına bir çatışma olması
durumunda rotasını Mısır’ın El Ariş limanına çevireceğine
dair söz verdiğini belirtiyordu.48 Türk yetkililer, bakanlık
düzeyinde de olmak üzere kendilerine İsrailli muhataplarının
böyle bir durumda konvoya zarar verilmeyeceği
garantisini verdiklerini söylediler.49 Olaylar aksi şekilde
geliştiğindeyse müzakerelere katılan Türk yetkililerin
kişisel olarak İsrailliler tarafından ihanete uğramış
2. Hatalar Trajedisi
Filonun ve de İsrail’in filoyu durdurmasının uluslararası
bir skandala dönüşmesinin ardından dikkatler, kimin
suçlanacağı konusuna yoğunlaştı: İsrail’in ablukayı
sürdüreceğine dair taahhüdünün bilinmesine karşın Mavi
Marmara’nın yola çıkmasını engellemeyen Türk
hükümeti mi; ablukada açıkça veya dolaylı olarak
işbirliği yapan İsrail hükümeti, Mısır ve Batılı ortakları
mı; insani yardım ile fiziki direnişi birbirine karıştırmak
konusunda hazır bekleyen İHH mi yoksa planlaması
yeterli gözükmeyen ve komandoları çabucak ölümcül
kuvvete başvuran İsrail ordusu mu? Ankara, İHH’yi
Gazze’ye gitmemeye teşvik ettiğini kabul etse de Türkiye
açısından hiç şüphe yok ki suç, İsrail tarafına ait.
İHH, İsrail’in daha önce bazı uluslararası yardım
gemilerinin Gazze’ye girmesine izin verirken bazılarının
da şiddet olmaksızın Aşdod’a götürüldüğüne dikkat
çekiyor. Bu kuruluşun niyetleri açıktı; bir yetkilisi şunları
söylüyordu: “üç amacımız vardı: yardımı [doğrudan]
Gazze’ye ulaştırmak; muhtemelen Kıbrıs veya
Türkiye’den olmak üzere her ay bir gemilik yardım
koridoru oluşturmak; İsrail ablukasının gayriinsani
36
Dan Bilefsky ve Sebnem Arzu, “Sponsor of flotilla tied to
elite of Turkey”, The New York Times, 16 Temmuz 2010.
37
www.idf.org.il. Bir başka açıklamada ise bir İsrailli yetkili bu
rakamın 65 olduğunu iddia etti. The New York Times, 13
Temmuz 2010.
38
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ahmet Emin Dağ, İHH’nin
Orta Doğu koordinatörü, İstanbul, 14 Haziran 2010.
39
”[İsrail], endişeli olduğuna, provokasyon olduğuna dair Türk
hükümetini uyardı. Türk Dışişleri Bakanlığı, yola çıkmamaları
için ikna etmeye çalıştı ancak başaramadı. Yola çıkmalarını
mutlaka engellemelilerdi”. Kriz Grubu’na verilen mülakat,
İsrail’in bölgedeki politikaları hakkında bilgili diplomat,
Temmuz 2010.
40
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ahmet Emin Dağ, İHH’nin
Orta Doğu koordinatörü, İstanbul, 14 Haziran 2010.
41
Kriz Grubu’na gönderilen e-posta, Türk yetkili, Eylül 2010.
42
Today’s Zaman, 6 Haziran 2010.
43
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Murat Mercan, TBMM
Dışişleri Komisyonu başkanı, 19 Şubat 2009.
44
”Hükümetle doğrudan bir bağımız yok. [Filoyu organize
etmek için] bize siyasi destek vermedi. Bu nedenle hiçbir parti,
üyelerini göndermedi”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ahmet
Emin Dağ, İHH’nin Orta Doğu koordinatörü, İstanbul, 14
Haziran 2010.
45
Kriz Grubu’na verilen mülakatlar, Türk yetkili ve Batılı
diplomat, Türkiye, Temmuz 2010. Söz konusu yetkiliye göre
Nisan ayı sonunda İsrail, malzemelerin Aşdod’dan girmesini
teklif etti; Türk hükümeti bu çözümü destekledi, bunu İHH’ye
iletti ve İHH, konvoyun bu öneriyi reddettiğini söyledi. Bunun
üzerine Türk yetkililer, “ısrar ettiler ve son güne dek onları ikna
etmeye çalıştılar”, ancak sonuç çıkmadı.
46
”Davutoğlu dedi ki ‘Bunu yapmayın. Tehlike söz konusu.
[Yıldırım] ise şöyle dedi: ‘Biz barışçı bir grubuz, sivil toplum
kuruluşuyuz, bize birşey olmaz’”. Kriz Grubu’na verilen
mülakat, Türk yetkili, Ankara, Temmuz 2010.
47
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ahmet Emin Dağ, İHH’nin
Orta Doğu koordinatörü, İstanbul, 14 Haziran 2010.
48
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara,
Temmuz 2010.
49
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara,
Temmuz 2010.
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
hissettiklerini iddia ettiler.50 Türk hükümeti, Türkiye’den
yola çıkan gemilerde neler yaşandığını incelediğini51 ve
varış limanı apaçık yanlış olsa da52 gemi yükünün
standart denetim prosedürleri gereği kontrol edildiğini
söyledi.53 Tüm yolcular hatta Kıbrıs’tan katılanlar bile54
sıkı şekilde arandı.55 Hepsi şiddete başvurmayacaklarına
dair belge imzaladılar ve radikal görüşlere sahip
kişilerin56 alınmaması için girişimler yapıldı, ancak
bazılarının yine de gemiye bindiği anlaşıldı.57
Bunun ardından olanların genel çerçevesi hakkında
anlașmazlık yok. 31 Mayıs günü erken saatlerde beş
küçük kargo gemisi ve tekneyle birlikte Mavi Marmara
İsrail kıyısının yaklaşık 130 kilometre uzağındayken
İsrail donanması tüm gemilerin rotasını İsrail’in bir
50
”Bize bilgi vermediler. Sürekli yanlış sinyal verdiler. Bizi
kasten yanlış yönlendirdiler. [Dürüst olsalardı] bu olay asla
yaşanmazdı”. Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakat, Türk
yetkili, 2 Haziran 2010.
51
”Eğer İsrailliler isteselerdi, gemilerin yüklenmesi sırasında
orada olabilirlerdi. Ama hiçbir şey istemediler. Çünkü sanırım
bu durumda gemilerin denize açılmasına izin vermiş gibi
olacaklardı”. Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakat, Türk
yetkili, 2 Haziran 2010.
52
Mavi Marmara yolcu gemisi dışında İstanbul’dan bir gemi
büyük jeneratör setleri taşıyordu ve bunların beşi içme suyu
pompaları, tıbbi teçhizat ve gıdalar için gereken enerjiyi
sağlayacaktı. İskenderun limanından bir gemi ise 2.000 ton
demir ve 5.000 ton çimento taşıyordu. Toplamda Türkiye’den
10.000 tonu aşkın malzeme gönderiliyordu. Kriz Grubu’na
verilen mülakat, Ahmet Emin Dağ, İHH’nin Orta Doğu
koordinatörü, İstanbul, 14 Haziran 2010.
53
Kağıt üstünde geminin varış limanı olarak başka bir Akdeniz
limanı belirtiliyordu. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk
yetkili, Ankara, Temmuz 2010.
54
”Herkesin çantasını dedektörlerle aradık. Mavi Marmara’ya
binmek, havaalanında uçağa binmek gibi oldu. Hiçbir eleştiri
almak istemedik. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ahmet Emin
Dağ, İHH’nin Orta Doğu koordinatörü, İstanbul, 14 Haziran
2010.
55
Kanadalı yolcu Kevin Neish, Kıbrıs’tan gemiye binerken
gemidekilerin çantalarını aramasının ardından küçük cep
bıçağını denize attırdı. Counterpunch ile yapılan mülakat, 16
Haziran 2010.
56
Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakat, Iara Lee, film
yapımcısı, aktivist ve Kriz Grubu Yönetim Kurulu üyesi, 16
Temmuz 2010. Bakınız Tobias Buck, “Israeli soldiers accused
of aid flotilla theft” [İsrail askerleri yardım gemisi hırsızlığıyla
suçlanıyor], Financial Times, 19 Ağustos 2010; ve ayrıca
Richard Lightbown, “İsrail’in Özgürlük Filosu Baskını, 31
Mayıs 2010: Medya kaynakları taraması”, www.tadamon.ca.
57
”5.000 ile 6.000 kişi filo için başvuru yaptı ve radikal
aşırılılıkçılar kabul edilmedi. Ne var ki gemide radikal unsurlar
mevcuttu. Bir grup militan, [7. yüzyılda Medine’de]
Peygamberin ordusunun Yahudilere karşı kazandığı zafere
atıfla şu intifada marşını söylerken El Cezire tarafından
görüntülendi: ‘Hayber’i hatırla, Ey Yahudi! Muhammed’in
ordusu yeniden geliyor’”. Lightbown, “İsrail’in Baskını”, a.g.e.
Sayfa 7
limanı olan Aşdod’a çevirmesini istedi. Konvoy bunu
reddetti ve gemilerin çoğu Gazze’ye gittiklerini beyan
etti. Sabah saat 4:30’da filonun çevresi, avcı botları ve
helikopterler tarafından sarıldı. İsrail, ağırlıkla mürettebat
taşıyan beş küçük geminin kontrolünü hızla ele geçirdi;
aktivistler, Mavi Marmara’ya çıkmalarına fiziksel olarak
karşı koydu; ancak bu sırada İsrail’in açtığı ateş sonucu
dokuz kişi öldü ve 50 kişi yaralandı.58 Yedi İsrail
komandosu, dövülmek, bıçaklanmak ve bir tanesi
kurşunla yaralanmak suretiyle yara aldı.59
İsrail, İHH’nin şiddeti planladığını söyledi.60 Emekli
Tümgeneral Giora Eiland’ın ordunun yaptıklarına ilişkin
raporu, herhangi bir çatışmanın yoğunluğunu hafife
almanın bir istihbarat hatası olduğu sonucuna vardı.61
Savunma kadrolarına yakın bir düşünce kuruluşu olan
İsrailli İstihbarat ve Terörizm Bilgi Merkezi (The
Intelligence and Terrorism Information Center (ITIC)),
İHH yetkililerinin aktivistlerden gemiye girenleri
sandalye ve sopalarla püskürtmelerini istediğini öne
sürdü, ancak bunun İsrail’in gece saldırısının yakın
olduğunun anlaşılmasından sonra olduğu apaçık.62
Başbakan Netanyahu, Gazze ablukasının ve İsrail’in
filoyu ele geçirmesinin meşruiyetini incelemek üzere
İsrail tarafından kurulan Turkel Komisyonu’na şunları
söyledi: “Askerlerimiz, sopalar, metal çubuklar, bıçaklar
ve ... ateşli silahlarla yapılan vahşi saldırılar nedeniyle
gerçek bir hayati tehlikeyle karşı karşıya kalmışlardır.
58
Türkiye’deki otopsilerde ölenlerin vücudundan 30 mermi
çıkarıldığı ve “çoğuna yakın mesafeden ve birçok kez ateş
edildiği” yazıyordu. “Blatant violation of international law by
Israel: the attack on the freedom flotilla facts” [İsrail’in
uluslararası hukuku ağır ihlali: özgürlük filosuna saldırıya dair
gerçekler], Türkiye Dışişleri Bakanlığı, Haziran 2010.
59
IDF’nin internet sitesinde Eiland araştırma raporuna dair
yazı, http://idfspokesperson.com, 12 Temmuz 2010.
60
İsrail Dışişleri Bakanlığı, İHH Başkanı Bülent Yıldırım’ın
saldırıdan saatler önce kalabalık bir gruba şunları söylediği
videoyu yayınladı: “biz şehitlerin izini takip ediyoruz .... eğer
sen [İsrail] komandolarını gönderirsen … biz de onları denize
dökeceğiz”. Jerusalem Post, 18 Haziran 2010.
61
”Mümkün olan tüm istihbarat toplama yöntemleri
kullanılmadı … kuvvetlere karşı kullanılabilecek şiddet hafife
alındı”. http://idfspokesperson.com, 12 Temmuz 2010. Pasifik
bölgesinde görevli bir diplomat şunları söylüyordu: “Gemide
terörist olduğunu bilmemelerinin nedeni, gemide terörist
olmamasıydı .… Bunlar kuşkusuz Türk eşkiyalardı. Ama İsrailli
komandolarla şanslarını denemelerinin de anlayabiliyorum”.
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ankara, Temmuz 2010.
62
İsrailli İstihbarat ve Terörizm Bilgi Merkezi’ne göre İHH’nin
ön hazırlıkları içinde temel olarak 100 adet kurşun geçirmez
yelek ve 200 adet gaz maskesi bulunuyordu. Mutfak bıçağı,
yangın baltası ve demir çubuk gibi silahlar, daha sonra spontan
toplanmışa benziyordu. Bunun tek istisnası, “çok sayıda
mancınık” veya bir tanesinin üzerinde “Hizbullah” yazan elde
taşınır fırlatma rampaları gibi görünüyordu. İstihbarat ve
Terörizm Bilgi Merkezi (ITIC), 22 Haziran 2010.
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
IDF askerleri, nefsi müdafaa için hareket etmişlerdir”.
Genelkurmay Başkanı Korgeneral Gabi Ashkenazi,
komisyona halatla Mavi Marmara’nın güvertesine inen
ikinci askerin derhal vurulduğunu, “askerlerin meşru
sınırlar içinde ateş açtığını, vurmaları gereken kişileri
hedef aldıklarını ve gerekmeyenleri hedef almadıklarını”
söyledi.63
Aktivistler, şiddete başvurmama sözlerini tutmasalar da
Mavi Marmara’da bulunan İHH’li bir yetkili, tıbbi
hazırlığın
bulunmamasının
kan
dökülmesinin
planlanmadığını gösterdiğini ve el silahlarının
kullanılmasının İsrail avcı botlarının yaklaşık bir saat
boyunca sürdürdüğü korkutmaya, alçaktan uçan
helikopterlerin gürültüsüne ve gece duyulan silah ve
patlama seslerine karşı bir tepki olduğunu belirtti.64 İHH,
gemiye çıkılması engellemek amacıyla çoğu turuncu
renkte, büyük can kurtaran yelekleri giyen bir ekibi üst
güverteye gönderdi. Savunma amaçlı bu içgüdüye dair bir
Türk yorumcu şunları söylüyordu: “Çılgın Türkler bunlar.
Yaptıkları bu”.65 Gemidekileri yakından tanıyan bir
başkası şu iddiada bulundu: “Gemideki zihniyet,
insanların eşleri ve çocuklarını dışarıdan gelecek bir
saldırıya karşı koruma zihniyetiydi.”66
Bundan sonra yapılacak araştırmalarda kritik önemdeki
nokta, ateşli silah konusu olacaktır. İsrail, ilk ateş açanın
Mavi Marmara’dan biri olduğunu söyledi. Tümgeneral
Eiland’a göre bu atış, ilk helikopterden inen halattaki
ikinci İsrail askerini karnından vuran mermiydi.67 İHH ve
Türk yetkililer, gemide ateşli silah olmadığını ve
komandolardan ele geçirilen silahların denize fırlatıldığını
söylüyorlar.68
63
”Ashkenazi: IDF actions in flotilla raid were proportional”
[Aşkenazi: İDF’nin filo baskınında yaptıkları orantılıydı],
Jerusalem Post, 11 Ağustos 2010.
64
”Elimizde sadece ağrı kesiciler ve deniz tutması için ilaçlar
vardı. Operasyonla ilgili birşey yoktu. Doktorlar kavga ediyor
ve yardım edemedikleri ağır yaralıları kendi hallerine
bırakıyorlardı. Böyle birşey olacağını bilseydik bir harekat
odamız olurdu”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ahmet Emin
Dağ, İHH’nin Orta Doğu koordinatörü, İstanbul, 14 Haziran
2010.
65
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ankara, Temmuz 2010.
66
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Haziran 2010.
67
Bakınız http://idfspokesperson.com, 12 Temmuz 2010.
68
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara,
Temmuz 2010. İHH’ye göre İsrail, şişme avcı botlarının
saldırdığı andan itibaren “gemiye ateş etmeye de başladı. En
yüksek frekanstaki ses, en sık tekrarlananıydı. İkinci en sık
duyulanı ise bir gaz bombasını andıran büyük bir gürültüydü.
Üçüncü ses ise hiç kesilmeyen otomatik tüfek sesiydi …
[helikopterlerden] güverteye inmeden önce askerler hem plastik
hem gerçek mermiler attılar”. Rotamız Filistin, Yükümüz
İnsani Yardım, filo kampanyası özet raporu”, www.freegaza.org.
Sayfa 8
C. ACİ SONUÇ
Türk hükümeti, herhangi bir şiddeti öngörememiş ve
İsrail hükümeti de şiddet kullanmanın sonuçlarını
öngörememiş gibi görünüyor. Türk tarafında başbakan,
dışişleri bakanı ve genelkurmay başkanı yurt dışındaydı.69
Dahası Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun aynı gün
Kanada’da ABD dışişleri bakanının da katılımıyla İsrail
Dışişleri Bakanı Netanyahu ile görüşmesi bekleniyordu.
Olayların sonrasında kabaran hisleri yatıştırma konusuyla
yakından ilgilenen bir Batılı diplomat, şunları kaydediyordu:
“hiç kimse, hiçbir konuya kafa yormamıştı”.70
Türkiye’nin tepkisi, öfke oldu.71 Öfkeli kalabalıklar
şehirlerde toplanarak İslamcı sloganlar attılar.72
Kamuoyu, ölenlerin sayısının fazla olmasından dolayı
İsrail hükümetini suçladı. Gemideki yolcuların Türkiye’ye
dönmeden önce İsraillilerin tacizine, dayağına ve
aşağılayıcı muamelelerine maruz kaldıklarına dair
iddialar, halkın öfkesinin73 artmasına neden oldu.
Aktivistler ayrıca İsraillileri şahsi eşyalarını, fotoğraf
makinesi ve bilgisayarlarını tahrip etmekle, nakit
69
”İki taraf da şok içindeydi. Türkiye hükümetinin bunların
hiçbirinin olmasını istediğini sanmıyorum. Cephe almaya hazır
olmak veya Gazze politikasını değiştirmek istemiş olabilirler.
Kapalı kapılar ardında çok mücadele ediyorlardı. Yapıcı
eleştirici ruhuyla hareket ediyorlardı”. Kriz Grubu’na verilen
mülakat, Batılı diplomat, Ankara, Temmuz 2010.
70
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türkiye, Temmuz 2010.
71
”Bu, haydutluk ve korsanlıkla eşdeğerdir. Devlet eliyle
yürütülen bir cinayettir. Hiçbir şekilde mazeret veya savunma
söz konusu olamaz ... İsrail’in eline kan bulaştı ... Bu,
teröristlerle devletlerin arasındaki mesafenin muğlaklaştığı,
insanlık tarihinde kara bir gündür”. Ahmet Davutoğlu, BM
Güvenlik Konseyi’nde yapığı açıklama, 31 Mayıs 2010.
“Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk olarak Türk siviller yabancı
bir ordu tarafından öldürüldüler. Bu kadarı da fazla”. Kriz
Grubu’na telefonda verilen mülakat, Türk diplomat, 15 Haziran
2010.
72
Yine de gösteriler, İsrail’in 2009’un ilk aylarında Gazze’ye
yaptığı ‘Dökme Kurşun’ saldırısı sırasında yapılanlara göre
daha kısıtlıydı. Bunun nedeni hiç kuşkusuz ki Türkiye’deki
dindar oyların farklı kesimlerini hedef alan Saadet Partisi ile
AKP arasında İHH’nin Saadet Partisi’ne daha yakın olması.
73
Önceleri yapılmış bir kamuoyu araştırmasına göre Türklerin
yüzde 60.7’si Erdoğan’ın İsrail’e karşı yeterince sert olmadığını
düşünüyordu. Pek çok Türk’ün kendilerini referans alan dünya
görüşüne örnek oluşturacak şekilde araştırmaya katılanların
yüzde 45.2’si, İsrail’in saldırıdaki amacının “Erdoğan’ın iç ve
dış politikasına zarar vermek” olduğunu, sadece yüzde 33.3’ü
Gazze ablukasını sürdürmek olduğunu düşünüyordu. Metropoll’ün
1.000 Türk ile 3 Haziran 2010’da yaptığı araştırma. Bakınız
www.metropoll.com.tr.
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
Sayfa 9
paralarını almakla ve el koydukları cep telefonları ve
kredi kartlarını kullanmakla suçladılar.74
turizm sektörüne darbe vurdu.81 Ne var ki iş dünyasındaki
bağlantılar daha az etkilendi.
Gösteriler nedeniyle İsrail büyükelçisi yaklaşık bir hafta
boyunca Ankara’daki residansından çıkamadı. Türkiye,
İsrail büyükelçisini geri çağırdı, İsrail ile olan ortak askeri
tatbikatlarını iptal etti75, önceleri geniş olan istihbarat
işbirliğinin düzeyini azalttı76 ve İsrail ordusuna ait
uçakların kendi hava sahasında uçmasını yasakladı.
Dünya çapında yaşan şok ve kınamayı yansıtan bir
tartışmanın ardından82 Güvenlik Konseyi, can kaybına yol
açan “bu eylemleri kınayan” Başkanlık Açıklamasını
kabul etti.83 İyi niyet misyonunun gereği olarak Genel
Sekreter Ban Ki-moon, kendi idaresi altında beş kişiden
oluşan, uluslararası bir araştırma komisyonunun
oluşturulmasını teklif etti; başlangıçta İsrail tarafından
reddedildi. BM İnsan Hakları Konseyi, üç kişiden oluşan
ve raporunu Eylül ayında sunacak olan bir bilirkişi heyeti
atadı.84 İsrail, Avrupa’daki parlamentolar, siyasetçiler ve
sivil toplum kuruluşlarından daha önce görülmedik
ölçüde eleştiriler aldı.85 ABD, herhangi bir sonuca
varmadan önce İsrail’in yürüttüğü de dahil olmak üzere
çeşitli araştırmaların gidişatını ve sonucunu izleyeceğini
belirtti.86 AB’nin Dış İlişkiler Konseyinin yanı sıra
BM’de Bağlantısızlar Hareketine dahil olan 118 ülke ve
ABD Başkanı Obama’nın kişisel girişimiyle İsrail’in
hapsettiği tüm yolcuların serbest bırakılmalarının
ardından77 Türkiye, anlaşmazlığın çözümü için taleplerini
sıraladı: İsrail’in özür dilemesi, kurbanların tazmin
edilmesi, gemilerin dönmesi ve uluslararası ölçekte
soruşturma yapılması. İsrail, olanlardan açıkça İHH’yi
sorumlu tuttu78 ve Türkiye’nin daha fazla öfkelenmesine
yol açtı;79 özel toplantılarda İsrailli yetkililer ayrıca Türk
hükümetini de suçladı.80 İsrail, başlangıçta vatandaşlarını
Türkiye seyahay etmemeleri yönünde uyardı ve ülkenin
81
74
Richard Lightbown, “The Israeli Raid”, a.g.e. İsrail ordusu,
bir yüzbaşıyı en azından dört bilgisayarı çalmak ve satmak
nedeniyle cezaya çarptırdı. Jerusalem Post, 3 Eylül 2010.
“Dizüstü bilgisayarlarımı aldılar ve çantalarımı iade ettiler.
Fotoğraf makinelerimi aldılar ve kabloları geri gönderdiler”.
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Iara Lee, film yapımcısı,
aktivist ve Kriz Grubu Yönetim Kurulu üyesi, 16 Temmuz
2010.
75
Tamamı İsrail’de olmak üzere en azından üç askeri tatbikat
iptal edildi: İsrail, Ürdün ve Türkiye arasında Haziran ayı
sonunda yapılacak “Barış Güvercini” adlı kara tatbikatı; İsrail,
ABD ve Türkiye arasında Ağustos’ta yapılacak “Güvenilir
Denizkızı” adlı deniz ve deniz kurtarma tatbikatı; ve İsrail,
Türkiye ve Ürdün’ün özel kuvvetleri arasında Haziran/
Temmuzda yapılması planlanan “Doğal Afet Hazırlık
Operasyonu”.
76
Kriz Grubu’na verilen mülakat, bölgede görevli Türk
diplomat, 15 Haziran 2010.
77
Kriz Grubu’na verilan mülakat, Batılı diplomat, Türkiye,
Temmuz 2010.
78
İsrail, Gazze’de insani bir kriz olmadığını, Gazze’nin ihtiyaç
duyduğu tüm gıdaların İsrail’in kontrolündeki kontrol
noktalarından taşınabildiğini, Mavi Marmara yardım filosunun
malzemeleri Gazze’ye İsrail’in Aşdod limanından taşınması
tekliflerini reddettiğini söylüyor. Şunları ekliyor: İHH, “barış
aktivisti değildir; iyi niyet elçisi değildir. İnsani yardım
kisvesini kullanarak nefret mesajı gönderiyor ve şiddet
uyguluyorlar”. Daniel Carmon, BM İsrail büyükelçisi,
Güvenlik Konseyi’nde yaptığı açıklama, 31 Mayıs 2010.
79
”Bir Devletin illegal eylemlerini meşru kılacak bahaneler
yaratmak için bu kadar alçaldığını görmek bana üzüntü
veriyor”. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün BM Güvenlik
Konseyi’nde yaptığı açıklama, 31 Mayıs 2010.
80
”İsrailliler, direniş olmayacağına dair Türklerle anlaşmaya
vardıklarını düşündüler”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Batılı
diplomat, Ankara, Temmuz 2010.
Türkiye’nin turizm bakanlığının verilerine göre Türkiye’yi
Haziran 2009’da 27.289 İsrail vatandaşı ziyaret ederken
Haziran 2010’da bu rakam yalnızca 2.608 oldu. Hürriyet Daily
News, 6 Ağustos 2010.
82
”İsrael’in ölümle sonuçlanan baskını ... küresel ölçekte
kınamaya yol açtı ... İsrail, sınırları dışında çok az sempati ile
karşılanıyor”. Voice of America, 2 Haziran 2010. “İsrail’in
yaptıkları neredeyse tüm dünya tarafından kınandı.Nikaragua,
İsrail ile ilişkilerini kesti, Ekvator ve Güney Afrika
büyükelçilerini geri çağırdı ve pek çok hükümet, protesto
amacıyla İsrail’in büyükelçilerini çağırdı”. Carol Migdalovitz,
“Israel’s Blockade of Gaza, the Mavi Marmara Incident, and
Its Aftermath” [İsrail’in Gazze Ablukası, Mavi Marmara Olayı
ve Sonrası], Kongre Araştırma Hizmetleri, Vaşington, 23
Haziran 2010.
83
www.un.org/News/Press/docs/2010/sc9940.doc.htm.
Açıklama, saatler süren görüşmelerin ardından yapıldı ve
şiddetin sorumlusunu belirlemekten uzaktı.
84
BM İnsan Hakları Konseyi, “insani yardım taşıyan gemi
filosuna İsrail tarafından gerçekleştirilen saldırıları sonucunda
uluslararası insani hukuk ve insan hakları hukuku da dahil
olmak üzere uluslararası hukukun ihlalleri”ne dair inceleme
yapmak ve Eylül ayında rapor sunmak üzere yargıç Karl T.
Hudson-Phillips’i (Trinidad ve Tobago), Sir Desmond de
Silva’yı (Birleşik Krallık) ve Mary Shanthi Dairiam’ı
(Malezya) atadı. Bakınız www2.ohchr.org, 23 Temmuz 2010.
85
17 Haziranda AB Parlamentosu “bu saldırının incelenmesi
için acilen uluslararası ve tarafsız bir araştırma ...” talep etti,
AB Parlamentosu kararı Pz-TA-Prov (2010) 0235. “İsrail’in
eylemleri, stratejiden uzak, taktik icabı kopardığı yaygara,
öncesine göre çok daha izole olmasına yol açtı.
Hatırlayabildiğim tüm dönemlere nazaran dünyanın her
tarafında İsrail’e karşı daha fazla hasmane sözler işitiyorum”.
Roger Cohen, The New York Times, 9 Temmuz 2010.
86
”Sürece veya sonucuna dair öndeğerlendirme yapmayacağız
ve yeni sonuçlara varmadan önce incelemenin gidişatını ve
bulgularını bekleyeceğiz”. Robert Gibbs, Beyaz Saray sözcüsü,
13 Haziran 2010.
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
İslam Konferansı Örgütü’nün 57 üyesi, 14 Haziranda
“kapsamlı ve tarafsız bir araştırma” çağrısı yaptı.
İsrail içinde de çok sayıda tartışma yaşandı ve üç
soruşturma yapıldı: Tümgeneral Eiland’ın denetiminde
bir askeri soruşturma; İsrail’in açık denizdeki
eylemlerinin meşruiyetini araştırmak üzere (oy hakkı
bulunmayan, iki uluslararası gözlemcinin de yer aldığı)
Yüksek Mahkeme Yargıcı Jakob Turkel’in idaresinde
yapılan bir sivil soruşturma;87 ve ombudsmanın yaptığı
bir soruşturma. Ordunun yayımladığı bir özete göre
Eiland raporu, hatanın bulunduğunu ancak başarısızlığın
olmadığını belirtti ve deniz komandolarının
performansını övdü.88 Türk hükümeti, İHH ve Türk
kamuoyu, başlangıçta İsrail’in kendisinin yürüteceği
araştırmaların uygunluğunu reddetti.89
Ne var ki İsrail, Ban Ki-Moon’un gözden geçirerek
yeniden sunduğu, Yeni Zelanda eski başbakanı Geoffrey
Palmer başkanlığında yürütülecek, Türk ve İsrailli
temsilcileri de içeren ve dört kişiden oluşan uluslararası
araştırma paneli önerisini 2 Ağustosta kabul etti.90 New
York’taki BM genel merkezinde bulunan bu panelin ilk
raporunu 15 Eylülde vermesi bekleniyor. Yetkileri kısıtlı
ve bireysel veya cezai sorumlulukla hakkında karara
vermek yerine ana olarak ülkelerin raporlarını gözden
geçirip açıklığa kavuşturmakla yetiniyor.91 İsrail, panelin
Sayfa 10
kendi ordusu ve yasal soruşturmaları sonucunda elde
ettiği bilgilere erişimine izin vereceğini ancak ordu
personeliyle mülakat yapılmasına izin vermeyeceğini
ifade ediyor.
Türk hükümeti, kapsamlı işbirliği sözü verdi; ancak
uluslararası bir soruşturmadan bağımsız olarak İsrail
resmi düzeyde özür dilemediği sürece ikili ilişkilerin
önceki durumuna dönemeyeceğinde ısrar ediyor.92
Başbakanlık, birkaç bakanlıktan üyelerin de bulunduğu
Ulusal Araştırma ve İnceleme Komisyonu kurdu ve söz
konusu komisyon, Türkiye’nin olaylara ilişkin resmi
ifadesini BM komisyonuna 1 Eylülde iletti.93 Bir savcı
Türk vatandaşlarının ölümüne dair inceleme yürütüyor ve
İsrail’den işbirliği talebinde bulunması beklenebilir.
AKP, muhalefetin iki kez verdiği meclis araştırma
önergesini reddetti.94
87
Komisyonda ayrıca eski bir üniversite rektörü olan Amos
Horev ve eskiden uluslararası hukuk profesörü olan Shabtai
Rosen de bulunuyor. İki yabancı gözlemci ise eski Kuzey
İrlanda siyasetçisi David Trimble ve Kanada’nın eski askeri
yargıçlarından Ken Watkin idi.
88
Bakınız https://idfspokesperson.com, 12 Temmuz 2010. “IDF
Probe of Gaza flotilla carefully avoiding placing real blame”
[IDF’nin Gazze filosu araştırması, gerçek suçluyu saptamaktan
dikkatle kaçınıyor], Haaretz, 13 Temmuz 2010; ve “To Eiland,
mistakes are not necessarily failures” [Eiland’a göre hatalar
mutlaka başarısızlık anlamına gelmiyor], Jerusalem Post, 13
Temmuz 2010.
89
”İsrail, uluslararası sularda işlenen bir suçu incelemek üzere
ulusal bir komisyon kurma hususunda yetkiye sahip değildir.
Böylesi bir komisyon tarafından yapılacak araştırma, tarafsız,
adil, şeffaf ve inanılır olamaz”. Türkiye Dışişleri Bakanlığı
açıklaması, 14 Haziran 2010. İHH, Eiland raporunu “İsrailli
komandoların katliamını ört bas etmeye çalıştığı” iddiasıyla
reddetti. www.ihh.org.tr. “Turkel Komisyonu hata yapmayan
İsrail ordusunun haklılığını kanıtlamak üzere sahnelenen bir
mizanseni andırıyor, ancak israil yönetiminin içindeki
çelişkileri de gözler önüne seriyor”. Kerim Balcı, Today’s
Zaman, 12 Ağustos 2010.
90
Komisyonun başkanı Palmer ve Kolombiya eski devlet
başkanı Alvaro Uribe de başkan yardımcısı olacak. İsrail ve
Türkiye’nin temsilcilerini ise sırasıyla emekli dışişleri bakanları
Joseph Ciechanover ve Özdem Sanberk oluşturuyor.
91
BM paneli, “olaya dair ulusal inceleme raporlarını edinecek
ve gözden geçirecek ve gerektiğinde ulusal makamlardan
açıklama ve bilgi talep edecek” ve “Güvenlik Konseyi
başkanlık açıklaması ışığında” yetkisini lağvedecektir. Ne var
ki panelin amacı “bireylerin cezai sorumluluklarına karar
vermek değil, olaya dair gerçekleri, koşulları ve bağlamı
incelemek ve saptamanın yanı sıra gelecekte bu tür olayların
yaşanmasını önlemek için önerilerde bulunmaktır”. BM basın
açıklaması, 10 Ağustos 2010.
92
Kriz Grubu’na verilen mülakat, dışişleri bakanlığından üst
düzey yetkili, Ankara, Temmuz 2010.
93
BM’ye gönderilen dosyalar arasında tanıklar ve yetkililerle
yapılan görüşmelerin yanı sıra Mavi Marmara ve Türk
limanlarından kalkan, filodaki iki başka gemiye dair bir
araştırma raporu da bulunuyor. Kriz Grubu’na telefonda verilen
mülakat, Türk yetkili, Eylül 2010.
94
”Bu hususta karanlık noktalar mevcut”, Kemal Kılıçdaroğlu,
CHP başkanı (Cumhuriyet Halk Partisi), Habertürk, 4 Temmuz
2010.
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
III. TÜRKİYE VE İRAN:
ASIRLIK RAKİPLER
Türkiye’nin İslam Cumhuriyeti ile olan ilişkileri, Batılı
ortakları ile olan ilişkileriyle hep paralel gelişti.95 Ne var ki
geçen
yıl
AKP
liderlerinin
Cumhurbaşkanı
Ahmedinecat’ı Haziran 2009’da tartışmalı şekilde
yeniden seçilmesinin ardından hemen kutlamaları;
Türkiye’nin Brezilya ile birlikte Mayıs 2010’da İran’la
tıbbi amaçlarla araştırma reaktörü yakıt çubuğu
karşılığında elindeki düşük düzeyde zenginleştirilmiş
uranyumu tahliye edeceğine dair anlaşma imzalaması; ve
son olarak 9 Haziran 2010 tarihinde toplanan Güvenlik
Konseyi’nde İran’a karşı ek yaptırımlar aleyhinde oy
kullanması, eleştirilerin yeni bir boyut kazanmasına yol
açtı.
Sayfa 11
liderlerinin İran ile dostluğa dair açıklamaları veya
nükleer hedeflerinin diplomatik yollardan çözümüne
verdikleri destek, İran ile ittifak kurma niyetlerini gösterir
nitelikte değil. İran da ittifak yönünde ilgi göstermiyor;99
ancak İranlı yetkililer, AKP’nin rolünün Tahran’ın
nükleer programının “barışçıl amaçlarının” altını
çizdiğini vurguluyorlar.100 Böylesi bir ittifak, Türkiye ile
İran arasında yüzyıllardır süregelen diplomatik geleneği
ve bölgesel rekabeti çürütür nitelikte olurdu. İronik olan
nokta şu ki iki tarafın da Filistin meselesine sarılmasının
nedenlerinden biri de söz konusu rekabet.101 Lübnanlı bir
araştırmacı, Ankara ile Tahran arasındaki rekabetin
biçimi ve içeriğine dair kapsamlı analizinde şunları
söylüyordu:
Türkiye’nin “ofansif tavrı” şu ana kadar daha iyi
sonuçlar verdi. Bugünlerde Türk liderlerinin söyleminde
kendini belli eden hararetli tona rağmen bu “ofansif
tavır”, diplomasiye, uluslararası ilişkilere, ekonomik
rollere, siyasi ve dini arabuluculuğa, duyguların
denetimine, insan haklarına dair Avrupanın sloganlarına
göz kırpmaya dayanıyor ... İranlılar bunu şiddet
yanlısı cepheleri destekleyerek başarmaya çalışıyorlar
... Halihazırda rekabetin kızıştığı alan Gazze. Tahran,
cihadcı hareketlere füze, finansman ve eğitim sağlıyor.
Az etkisi olmasına rağmen askeri çatışmaların
sürmesini teşvik ediyor. Ankara ise yardım gönderiyor
ve siyasi destek sağlıyor. Ablukayı kaldırmaya ve
Hamas’ı siyasi arenaya taşımaya çalışıyor.102
Bu eleştiriler, Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin düşüşe
geçtiği ve Batı’da Türkiye’nin geleneksel müttefiklerine
ve ortaklarına sırtını dönebildiği hissinin yoğunlaştığı
döneme denk geldi. Eleştirenlerin bir kısmı, Türkiye’nin
İran ve İsrail politikalarının Başbakan Erdoğan’ın son iki
yılda ortaya çıktığı iddia edilen radikalleşme süreciyle
ilintili olduğuna inanıyorlar.96 Bazılarıysa bu iki ülke ile
olan ilişkilerin birbirinden bağımsız olduğuna inanıyorlar.
A. İTTİFAK YOK
Eleştirel yaklaşanlar, Türkiye’nin İran ile ittifak
kurduğundan, yahut en azından bu ülkeyle İslami blok
içinde birleştiğinden endişe ediyorlar (bakınız aşağıdaki
bölüm).97 Ne var ki tarih, Türkiye ile İran arasında siyasi
ittifakların son derece nadir olduğunu gösteriyor.98 AKP
95
Kriz Grubu raporu, Türkiye ve Orta Doğu, a.g.e., s. 16-18.
Türkiye, “filodan sadece birkaç gün önce İran ile
özdeşleşmesini ve işbirliğini pekiştirdi”. İsrail Başbakanı
Benyamin Netanyahu, Turkel Komisyonuna verdiği ifade, 9
Ağustos 2010.
97
En uç noktadakiler, Türkiye’yi bölgede İslamcı ve ABD
düşmanı bir ülke olmaya yatkın görüyorlar: “Meseleler hem
Türkiye’de hem de İran’da bu şekilde sürerse olası sonuçlardan
biri, Türkiye ile İran’ın nihayetinde yer değiştirmeleri olabilir.
İslamcı deneyiminin ardından İran uluslar topluluğuna yeniden
katılabilir ve bu arada Türkiye, İslamcılığa dönebilir ve İslam
dünyasında Batı karşıtı bir güç haline gelebilir”. Harold Rhode,
“Between Atatürk’s Secularism and Fundamentalist Islam”
[Atatürk’ün Laikliği ile Köktenci İslam arasında], Jerusalem
Issue Briefs, 9 Mayıs 2010.
98
Bunun tek gerçek örneği, Türkiye’nin 1950’lerde İran’ı ve
diğer Orta Doğu ülkelerini Sovyet karşıtı Bağdat Paktı çatısı
altına biraraya getirmek için yaptığı kısa ve başarısız girişimi
oldu. Bu çabası Batı tarafından destekleniyordu. Bakınız Hugh
Pope, “Iran and Turan: the Age-Old Antagonists of Eurasia”, in
Sons of the Conquerors:The Rise of the Turkic World (New
York, 2005), s. 188-194.
96
99
”Biz [de] Orta Doğu’da büyük bir güç olarak kalmaya gayret
ediyoruz. Rekabet etmiyoruz, işbirliği yapıyoruz. [Hamas ve
Hizbullah ile ilişkiler söz konusu olduğunda] onlara ne
yapmaları veya ne yapmamaları gerektiğini söylemiyoruz,
onlara diyoruz ki siz kendi bildiklerinizi yapın, biz de kendi
bildiklerimizi”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, İranlı yetkili,
Ankara, Temmuz 2010. İran’ın Ruhani Lideri Ali Hamaney’in
gazeteci olan torunu Farid al-Din Hadad Adel, Şubat 2010’da
Batının İran’a vuracağı herhangi bir darbede Türkiye’nin İran’a
karşı savaşacağını söylüyordu: “Batının arzularının
gerçekleşmesi için tek seçenek Türkiye’dir”. Aktaran Meir
Javedanfar, “Iran’s Next Rival: Turkey” [İran’ın Sonraki
Rakibi: Türkiye], The Diplomat, 18 Haziran 2010.
100
”AKP liderleri, İran’ın nükleer programlarının barışçıl amaç
taşıdığını biliyor ve bu nedenle bu meseleyle ilgileniyorlar. İran
hükümeti de bu konudaki rollerini olumlu karşıladı”. Kriz
Grubu’na gönderilen e-posta, İranlı yetkili, Ağustos 2010.
101
”Türkiye ve İran ... unutulmuş Arap meselesini [Filistin]
destekleyerek ve İsrail’in canavarlığına ve küstahlığına karşı
koyarak meşruiyetlerini pekiştirmek ve bölgesel ve uluslararası
nüfuzlarını arttırmak konusunda birbirleri ila rekabet
halindeler”. Abdulbari Atwan, El Kuds El Arabi, (İngiltere’de
yayımlanan pan-Arap gazetesi), 9 Haziran 2010.
102
Hassan Haydar, El Hayat, (İngiltere’de yayımlanan PanArap gazetesi, Londra, 10 Haziran 2010.
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
Siyasetlerinin çakıştığı alanlar da var elbette. Türkiye’nin
İran’la olan ticari ve siyasi çıkarları, ABD’nin veya
Avrupalı güçlerinkinden çok daha kapsamlı. Türk ve İran
toplumları oldukça farklı, ancak pek çok ortak noktaları
da mevcut ve liderleri zaman zaman birbirlerini
etkilediler.103 Kısa ömürlü olan ve şu anda AKP’nin üst
kademelerindeki pek çok kişinin de o zamanlarda içinde
bulunduğu Refah Partisi hükümeti iktidarında (19961997) Türkiye, şimdilerde gaz ihtiyacının beşte birini
sağlayan gaz boru hattının çalışmalarını başlattı.104 Ancak
Türkiye ve İran didişmekten de geri kalmıyorlar. Türkiye,
İran’ın geçmişteki İslamcı devrim girişimlerini ve iş
anlaşmalarını iptal etmesini can sıkıcı buluyor.105
Şimdilerde hükümetler, açıkça Türk-Kürt PKK direnişçilerine
karşı işbirliği yapıyorlar,106 ancak geçmişte PKK’nın
İran’ın desteğine sahip olduğu düşünülüyordu. İki ülke,
Irak konusunda da ihtiyatlı rakipler durumunda.107 Bunun
bir nedeni, Türkiye’nin ağırlıklı olarak Sünni Müslüman,
İran’ın işe Şii olması,108 bir diğer nedeniyse Türkiye’nin
bu önemli komşu coğrafyada İran’ın nüfuzunun artmasını
engellemek istemesi.109
103
Türkiye cumhuriyetinin kurucusu Kemal Atatürk’ün
İran’daki Rıza Şah üzerindeki laikleştirici etkisine dair ayrıntılı
bir inceleme için bakınız Stephen Kinzer, Reset: Iran, Turkey,
and America’s Future (New York, 2010). 1979’daki İslam
Devrimi, günümüz AKP’sinin öncülleri de dahil olmak üzere
Türkiye’deki İslami kesim üzerinde canlandırıcı bir etki yaptı.
104
AKP’nin 2001’de Refah Partisi’yle ayrılmasının
nedenlerinden birinin Başbakan Erbakan’ın Orta Doğu
politikalarının altında yatan, Müslüman dayanışmasına dair
bazı basit varsayımlar olduğu iddia edilebilir. Bir keresinde
Libya lideri Muammer Kaddafi, kendisini ziyaret eden
Erbakan’a çöldeki çadırında canlı televizyon yayınında
Kürtlerin hakları konusunda ders verdi ve bir Türk lideri için
küçük düşürücü bir durum yarattı.
105
İran’ın 1980’lerde ve 1990’larda Türkiye’deki faaliyetlerine
dair Türklerin yorumları ve kısmen Türkiye’nin İsrail ile olan
bağlantıları nedeniyleTürk havaalanlarının idaresi ve cep
telefonu kontratlarının 2004-2005’te iptal edilmesine dair
ayrıntılar için bakınız Kriz Grubu raporu, Türkiye ve Orta
Doğu, a.g.e.
106
Türk-Kürt direniş grubu Kürdistan İşçi Partisi’ne bağlı ve
İran’ın Kürt toplumu içinde etkin olan Kürdistan Özgür Yaşam
Partisi (PJAK) adlı bir grup bulunuyor. İki ülke, Şubat 2008’de
güvenlik işbirliğine dair bir memorandum imzaladı. Son
yıllarda Türkiye’nin PKK’nın ve de PJAK’ın kuzey Irak’taki
üslerine karşı yaptığı hava saldırılarının yanında İran da zaman
zaman bombardıman yaptı.
107
”Irak’ta birbirlerinden nefret ediyorlar”. Kriz Grubu’na
verilen mülakat, Batılı diplomat, Türkiye, Temmuz 2010.
108
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara,
Temmuz 2010.
109
”Sünni Türkler ile Şii İranlılar arasında popüler kültür
alanında pek sevgi bulunmuyor. Aynı şey siyaset için de
geçerli. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), derinlerde, bir Şii
hilali ortaya çıkmasına dair diğer Sünnilerin Orta Doğudaki
endişelerini paylaşan bir Sünni parti”. Ömer Taşpınar, “The
Sayfa 12
B. İRAN’İN NÜKLEER PROGRAMİ VE TÜRKİYE
Türkiye, ABD’li ve Avrupalı ortaklarının İran’ın nükleer
silahlar elde etmemesi hedefini paylaşıyor.110 Bu konuda
Ankara’daki Batılı diplomatlar ülkenin samimiyetinden
kuşku duymuyorlar. Özel toplantılarda Türk yetkililer,
İran’ın atom bombasına sahip olmayı arzuladığından
şüpheleniyorlar111; ancak bunu iki yıldan önce
yapamayacağını düşünüyorlar.112 Ne var ki Ankara, farklı
taktiklerin uygulanması gerektiğini iddia ediyor.113 Üst
düzey bir AKP’li yetkili, bunu şu şekilde ifade ediyor:
Temel fark şu ki, Amerikalılar İran’ın davranışlarını
baskı ile değiştireceğini düşünüyor. Biz bunun ikna
yoluyla yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Eğer
bomba üreterek çok büyük birşeyi yitireceklerini
düşünürlerse bundan vazgeçeceklerdir.114
Ankara, yaptırımların iş dünyası için kötü olacağına, aynı
zamanda
İran’ın
katı
rejimini
daha
da
anatomy of Turkey’s Iran policy” [Türkiye’nin İran
politikasının anatomisi], Today’s Zaman, 2 Ağustos 2010.
110
”Aynı hedefe sahibiz. Aynı amaçlara sahibiz. Yalnızca
yaklaşımımız farklı. Eğer Amerikalılar Tahran Anlaşması için
bir ay daha çabalamak için süre tanısalardı ve işe yaramasaydı
yaptırımlar konusunda onlarla aynı oyu verirdik”. Kriz
Grubu’na verilen mülakat, AKP’li yetkili, Türkiye, Temmuz
2010. “Nükleer bir İran, bölgeyi istikrarsızlığa sürükleyecek bir
İran veya istikrarsız bir İran istemiyoruz”. Kriz Grubu’na
verilen mülakatlar, Türk yetkililer, Ankara, Temmuz 2010.
Türkiye’nin politikası ayrıca nükleerden arınmış bir Orta Doğu
yönünde.
111
Forbes dergisinin 26 Mart 2010 tarihli sayısında “Gül,
İran’ın nükleer bomba istediğinden kuşku duymadığını
söylüyor: ‘Bu, İran’ın önceki rejimden yani Şah döneminden
bu yana beslediği bir arzu’. İran’ın mevcut rejimi içinse Gül,
bir ‘ulusal gurur’ meselesi olarak ‘sonunda nükleer silah elde
etmenin nihai hedefleri olduğunu biliyorum’ diye ekliyor.
Türkiye’nin İran bombasına karşı olduğunu belirtiyor. Bunun
Orta Doğu’da nükleer silah yarışını tetikleyeceğine inanıyor:
‘Bölgede büyük bir rekabet başlayacaktır’”. 27 Mart 2010’da
Gül, bu ABD dergisine hiç röportaj vermediği açıklamasını
yaptı ve böylelikle konuşmanın yayım amacıyla yapılmadığını
gösterdi.
112
Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakat, üst düzey AKP’li
yetkili, Temmuz 2010.
113
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara,
Temmuz 2010.
114
Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakat, Temmuz 2010.
“Türkiye amaçlarımızı paylaşıyor mu? Evet. Yalnızca [farklı]
taktiklerden bahsediyoruz. Ancak bazen [Türkiye’nin
pozisyonu] sadece taktikle alakalı gibi görünüyor. Elbette ki
bölgede olanlar onları bizi etkilediğinden daha fazla etkiliyor,
ama sahip oldukları yalnızca yatıştırma stratejisi, kısa vadeli
ulusal çıkar. Bu yalnızca İran’la ilgili değil, tamamıyla farklı
bir jeopolitik çevreyle alakalı. Türkiye uzun soluklu oyunu
oynamalı”. Kriz Grubuna verilen mülakat, Avrupalı diplomat,
Ankara, Temmuz 2010.
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
sağlamlaştıracağına; İran’ın nükleer tesislerine yapılacak
herhangi bir saldırının en iyi ihtimalle ancak silahların
edinilmesini geciktireceğine; daha sert yaptırım veya
askeri harekat tehdidinin sadece rejimin azmini
arttırmakla kalacağına inanıyor. Dahası İran’ın
halihazırda bariz bir nükleer tehdit oluşturmaması
durumunda Türkiye, Orta Doğu’nun daha fazla
istikrarsızlaşmasının bölgede daha önce yaşanan krizlerde
olduğu gibi ekonomisi açısından önemli maliyetler
getireceğinden endişe duyuyor. Son olarak Türklerin bir
kısmı, Brezilya ile birlikte aktif, diplomatik
yaklaşımlarıyla gurur duyuyorlar ve bunun yükselen
güçlerin nükleer meselelerin küresel ölçekte ele
alınmasına etkide bulunabileceklerini gösterdiğini
düşünüyorlar.115
Sayfa 13
ümit vaat eden ve Viyana Grubu (ABD, Rusya, Fransa ve
UAEA) tarafından yürütülen müzakereler, takasın
zamanlaması, senkronizasyonu ve yeri konusunda
tökezledi.119 ABD Başkanı Obama, Brezilya Devlet
Başkanı Lula da Silva ve Türkiye Başbakanı Erdoğan
arasındaki üçlü toplantıya katılan bazı çevrelere göre120
Türkiye ve Brezilya’nın bu inisiyatifi canlandırması
gerektiği fikri, ilk olarak Nisan 2010’da New York’ta
yapılan Nükleer Güvenlik Zirvesi’nde ciddi olarak
tartışıldı.121
Sonrasında Obama, Türk ve Brezilyalı muhatabına
benzer mektuplar gönderdi ve kabul edilebilir olarak
düşündüklerinin çerçevesini çizdi. 20 Nisanda Türkiye’ye
gönderdiği mektupta İranlıların 1.200 kiloyu Türkiye gibi
bir üçüncü ülkeye bir seferde göndermesi gerektiğinin ve
bunu yakıt çubuklarına dönüştürmenin veya bunlarla
takas etmenin on aydan fazla süreceğinin altı çiziliyordu.
Mektupta ayrıca İran’ın UAEA ile işbirliği yapmasının ve
nükleer programı konusunda daha açık sözlü olmasının
gerekliliğinden bahsediliyordu. Türkler, ABD’den gelen
daha az istekli bazı mesajlara rağmen bu mektubu takas
önerisi için bir yeşil ışık olarak gördüler.122
İran ile yakın ilişki kurma politikası116 kapsamında
Tahran ile Vaşington arasında çoğunluğu gözlem ve
tavsiye olmak üzere mesajlar iletiliyor. Bunun önemi
büyük, zira Türk liderler şimdiye dek her iki tarafta da en
üst düzeydeki yetkililere ulaşma gibi nadir bir avantaja
sahip olmuştu. Türk yetkililer, İranlılarla özel görüşmelerinde
dobra dobra konuştuklarını ifade ediyorlar ve bazı
ABD’li meslektaşları bundan şüphe duymuyorlar.117
Önemli bir nokta da Türklerin ve İranlıların birbirlerinin
ülkelerini
ziyaret
ederken
vizeye
ihtiyaç
duymamalarından dolayı işadamlarının, aydınlarının ve
elitlerin de birbirlerini iyi tanımaları. Ankara’nın
ifadesine göre Türkiye, 2009’da İran’ın düşük düzeyde
zenginleştirilmiş uranyumumun bir kısmını Tahran
Araştırma Reaktöründe tıbbi amaçlarla kullanmak üzere
dışarıda işlenmiş yakıt çubukları ile takas etmeye ikna
etmek için Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA)
tarafından bir plan yürütülebilmesi için gönüllü oldu.
Kasım 2009’da dönemin UAEA Genel Sekreteri
Muhammed El Baradey ile Ankara, uranyumun
Türkiye’de muhafaza edilebileceğinde uzlaştı ve İran bu
seçenekle ilgilenebileceğinin sinyalini verdi.118 Başlangıçta
Tahran
Anlaşmasının
17
Mayıs
2010’da
duyurulmasından önce İranlılarla on yedi-on sekiz saat
kadar süren stresli bir müzakere yürütüldü. Brezilya’nın
Dışişleri Bakanı, İran’ın bazı koşulları yerine
getirmemesi durumunda hayal kırıklığı içinde ayrılacağı
tehdidinde bulundu ve Türkiye’nin başbakanı, bu gruba
katılarak İranlıların katı takvimleri onayladığından emin
olmak için Tahran’a gidişini erteledi.123 Anlaşmada İran,
Viyana Grubu’nun araştırma reaktörü için yakıt
çubuklarını bir yıl içinde göndermesi durumunda 1.200
kiloluk düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyumu
Türkiye’ye bir seferde göndereceğine söz verdi. Türkler,
Viyana Grubu’nun 2009’da yapmaya çalıştığı ancak
başaramadığını yapabildiklerinden emindi.
115
119
”Türkiye’nin İsrail’in nükleerden arınmış bir Orta Doğu’ya
katılması yönündeki talepleri, mevcut nükleer anlaşmaların
silahsızlanmayı sağlamayı veya nükleer silahların yayılmasını
önlemeyi başaramadığı iddialarına yaptığı üstü kapalı saldırılar
ve Brezilya gibi yükselen bir güçle yaptığı işbirliği gibi tüm bu
unsurlar siyasetin formüle edilmesinde asli bir değişikliğe
gidildiğini gösteriyor”. İlter Turan, “Turkey’s Iran policy:
moving away from tradition?” [Türkiye’nin İran politikası:
gelenekten ayrılış mı?], German Marshall Fund of the United
States, 25 Haziran 2010.
116
Ayrıntılar için bakınız Kriz Grubu raporu, Türkiye ve Orta
Doğu, a.g.e., s. 16-18.
117
ABD [aldığı istihbarattan] biliyor ki İranlılar Türklere karşı
son derece öfkeli olabiliyorlar”. Kriz Grubu’na verilen mülakat,
Batılı diplomat, Türkiye, Temmuz 2010.
118
”Iran signals will accept Turkish role for uranium” [İran
Türkiye’nin uranyumdaki rolünü kabul edeceğinin işaretini
veriyor], Hurriyet Daily News, 10 Kasım 2009.
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara,
Temmuz 2010. Önceki anlaşma, İran’ın P5+1’in (ABD, Rusya,
Çin, Britanya ve Fransa artı Almanya) zenginleştirilmiş
uranyumu ülke dışına bir seferde çıkarma teklifini reddetmesi
üzerine suya düştü.
120
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, New York,
Haziran 2010.
121
Kriz Grubu’na verilen mülakatlar, Türk ve Batılı yetkililer,
Ankara, Temmuz 2010.
122
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Batılı diplomat, Ankara,
Temmuz 2010. ABD’li yetkililer, mektubun ardından yapılan
birçok telefon görüşmesinde nihayetinde Tahran anlaşmasında
vücut bulan böylesi bir önerinin kabul edilebilir olmadığının
açıkça ifade edildiğini belirtiyorlar. Kriz Grubu’na verilen
mülakatlar, ABD’li yetkililer, Vaşington, Haziran ve Temmuz
2010.
123
Kriz Grubu’na verilen mülakatlar, Türk yetkililer, Haziran
ve Temmuz 2010.
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
İlk defa olarak İran, [nükleerden uzaklaşma konusunda
bir uzlaşmaya] yazılı bir taahhüt verdi. İlk defa olarak
bizim ve Batılı dostlarımızın endişelerinin yüzde
80’ini karşılar şekilde işleyebilir bir sonuç elde edildi.
Bu, güven arttırıcı bir önlem. Diğer meseleler zamanı
geldikçe ele alınacaktır. Güvenin inşa edilmesi
gerekiyor.124
Ancak Vaşington haberi aldığında ABD yönetimi bundan
hoşnut olmadı. “İki tarafta da seçici dinleme olmuştu”,
diye açıklıyordu bir Batılı diplomat. “Türkler,
[zenginleştirilmiş uranyum takası önerilerinin] kilit
önemde olduğunu düşünüyorlardı …. Ve gerçek bir sorun
da Davutoğlu’nun İranlılara ‘bu anlaşma, yaptırımlara
gerek kalmayacağı anlamına geliyor’ demesiydi. Bu,
Obama’nın mektubunda geçmiyordu”.125 Muhtemelen
İranlıların da bildiği üzere Çin ve Rusya, Güvenlik
Konseyi’nde Tahran’a karşı genişletilmiş yaptırımları
desteklemeleri için yeni ikna edilmişlerdi.126
Türkiye’nin (ve Brezilya’nın) başarısı, en azından kısa
vadede gerek kendisi gerekse de ABD’li ve Avrupalı
Güvenlik Konseyi ortakları için bir yükümlülüğe
dönüşmüştü. Ankara’nın budala ve güvenilmez olarak
algılanmaksızın Tahran Anlaşmasını terk etmesi mümkün
değildi; ancak Konseydeki Batılı müttefikleri onun
yaptırımlar paketini desteklemesini istiyorlardı.127 İran’ın
daha azının teklif edilmesi durumunda Tahran
Anlaşması’nın daha fazla görüşülmesinin söz konusu
olmayacağını açıkça belirtmesi üzerine Türkiye, Brezilya
ile birlikte Güvenlik Konseyi kararında “ret” oyu verdi.128
Sonrasında ABD ve AB tarafından tek taraflı olarak kabul
edilen ek yaptırımlar değil, ancak BM’nin yaptırımlarını
uygulamayı taahhüt etti.
9 Haziran tarihli Güvenlik Konseyi’nde Türkiye’nin ve
ABD’nin birbirinden farklı yaklaşımları gözler önüne
124
Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey AKP’li yetkili,
İstanbul, Haziran 2010.
125
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Batılı diplomat, Ankara,
Temmuz 2010.
126
Türkiye’de bazıları, Çin ve Rusya’nın yanı sıra ABD’nin
Türkiye ve Brezilya gibi Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi
olmayan ülkelerin diplomatik inisiyatifi büyük devletlerin
elinden alıyormuş gibi görünmemesini sağlayacak şekilde
hareket etmiş olmalarının mümkün olduğunu öne sürüyorlar.
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara, Temmuz
2010.
127
En azından oylamanın son gününe kadar ABD’li
diplomatların talimatı, çekince değil yalnızca lehinde oy
verilmesi için bastırmak yönündeydi. Kriz Grubu’na verilen
mülakatlar, Batılı diplomatlar, Ankara, Temmuz 2010.
128
”Başka türlüsü kendimizle çelişmemiz anlaıma gelirdi”.
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara, Temmuz
2010.
Sayfa 14
serildi.129 Türkiye, oyunun diplomasiden yana, yaptırımlara
karşı ve İran’a karşı tepkileri hafifletmeyi amaçlayan bir
oy olduğunu söyledi.130 ABD’li yetkililer Tahran
Anlaşmasını resmen eleştirdi ve İran’ın elinde tutacağı
uranyum miktarının 2009’daki müzakerelerin başarıya
ulaşması durumunda elinde tutacağından çok daha fazla
olduğunu ve bu nedenle anlaşmanın güven arttırıcı
etkisini azalttığını ve İran’ın uranyum zenginleştirmeye
son vermekte hâlâ isteksiz olduğunu ifade etti. Türkler
ihanete uğramış hissettiler: “Biz takımın parçasıydık,
ancak bize karşı oynamaya başladılar; adil değildi ...
Fransa veya İspanya bunu yapsaydı kimse onları İslamcı
bir politikaya sahip olmakla suçlamazdı”.131
Güvenlik Konseyi’nin daimi olmayan üyeleri Türkiye ve
Brezilya, Mart 2010 civarında başlayan ek yaptırımlara
dair karar tasarısının müzakerelerinin genel olarak ABD,
Rusya ve Çin tarafından yürütülmesini hayal kırıklığı ile
karşıladılar.132 Güvenlik Konseyi diplomatları arasında
Türkiye’nin ABD’nin yaptırımlar lehine oy kullanması
için yaptığı baskılara direnmesi, dokuz kişiyi öldürmesinden
dolayı İsrail’i doğrudan kınamayan ve ABD’nin zayıf
olmasında ısrar ettiği Güvenlik Konseyi’nin Gazze filosu
olaylarına cevabına tepki olarak görülüyor.133
Önceleri yaşanan karşılıklı şokların ardından gerilimler
azalmış gibi görünüyor.134 Tahran Anlaşmasında kazanan
129
”Kesintisiz istişare” olduğunu ifade eden ve Türkiye’nin
olaylara dair resmi pozisyonunu özetleyen bir rapor için bakınız
“Iran’s nuclear programme: the Turkish perspective”, Dışişleri
bakanlığı, Haziran 2010.
130
Bu oy, “İran’ın nükleer programına koşulsuz destek
anlamına gelmemektedir. Diplomasiye şans tanımak anlamına
gelmektedir. İran’ın nükleer silah geliştirmesini arzu
etmediğimize dair İranlılara tavsiyede bulunuldu …. Irak’taki
deneyimimiz, yaptırım aracına aşırı güvenme konusunda
ihtiyatlı davranmamız gerektiğini bize gösterdi”. Kriz Grubu’na
gönderilen e-posta, Türk yetkili, Ağustos 2010.
131
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara,
Temmuz 2010.
132
”Bize [istediğimiz ölçüde] danışılmadı”.Kriz Grubu’na
verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara, Temmuz 2010.
133
Kriz Grubu’na verilen mülakatlar, BM Güvenlik Konseyi
diplomatları, New York, Haziran 2010.
134
ABD açısından “İran konusundaki farklılıklar, Türkiye-İsrail
meselesindeki sorunlara göre daha az uzun vadeli”. Kriz
Grubu’na verilen mülakat, Batılı diplomat, Ankara, Temmuz
2010. “[Türkiye’nin ‘hayır’ oyunu] tamamen anlayabiliriz.
Diplomatik çabalarını desteklemek zorundalardı”. Kriz
Grubu’na verilen mülakat, Avrupalı diplomat, Temmuz 2010.
Bununla birlikte Vaşington’daki öfke henüz tamamen dinmedi.
Bir yetkili şunları söylüyordu: “Bilhassa Başkan’ın dış
politikasının önceliklerinden biri olan ve Türkiye’nin çekimser
oy kullanması için şahsen çok çaba harcadığı İran oylaması
nedeniyle öfke mevcut. Bu nedenle onları daha verimli bir yöne
sevk etmek için yakın çalışmayı sürdürmemiz mi gerektiği
yoksa memnuniyetsizliğimize dair açık bir mesaj göndererek
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
tarafın olup olmadığı meçhul. İran, nükleer programına
kısıtlamalar getirmek isteyenlerin kafasında karışıklığa
neden olmuş olabilir135, ancak taviz vermesine rağmen ek
yaptırımlara da maruz kaldı. Türkler, müzakere etmekte
oldukları anlaşmanın nihayetinde ulaşılacak kapsamlı
anlaşmanın yerine geçmeyeceğinin başından bu yana
farkında olduklarını söylüyorlar ve başarılarından dolayı
duydukları gururu dile getiriyorlardı. Bir yetkili şunları
söylüyor: “Amerikalılar bunu yapabileceğimize
inanmıyorlardı”.136 Ne var ki bunu, müttefiki ABD’yi
önemli ölçüde kızdırarak yaptı.
Türkiye’nin gerçek bir arabuluculuk rolüne dair AB’de
kuşkular mevcut,137 ancak Britanya Başbakanı David
Cameron, Türkiye’nin Avrupa’da “İran’ı ikna etmek için
en yüksek şansa sahip” ülke olduğunu söylüyordu.138
ABD’li diplomatlar, Tahran Anlaşması’nın görüşmeleri
başlatmak için kullanılabileceği görüşündeler.139 Bazı
unsurlarını ve Türkiye’nin rolünü yeniden canlandırmak
mümkün. İmzalanmasının ardından İran, metni bir hafta
içinde Viyana Grubu’na gönderdi. Grup, BM’nin
yaptırımlara ilişkin oylamasından hemen önce cevabını
bildirdi ve beklentileri karşılayamadığı dokuz alanı
belirledi.140 İranlı yetkililer, görüşmeler için kapıyı aralık
bıraktılar, ancak Türkiye ve Brezilya’nın da sürecin
içinde olmalarını arzuladıklarını belirttiler.141 25
sert mi olmamız gerektiği konusunda yönetimde tartışma
yaşandı”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Vaşington, Haziran
2010.
135
”Zamanlamalarıyla İranlılar herkesi parmağında oynattı”.
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Avrupalı diplomat, Temmuz
2010.
136
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ankara, Temmuz 2010.
Batılı bir diplomat, özel bir toplantıda buna katılıyordu:
“İranlılarla bir anlaşmaya varabileceklerini hiç düşünmemiştik”.
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türkiye, Temmuz 2010.
137
”Tahran Anlaşmasının tamamında Türkiye’nin parmak
izlerini gördüğümüzde, yani Türkiye bunu yapmış, buna karar
vermiş, insanlar Türkiye’den uzaklaşmaya başladılar. Bu kadarı
fazlaydı”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Avrupalı diplomat,
Türkiye, Temmuz 2010.
138
”Hangi ülke İran’ı nükleer politikasını değiştirmek konusunda
ikna etmek için en büyük şansa sahip olabilirdi? ... Türkiye”,
David Cameron’ın Ankara’da yaptığı konuşma, 26 Temmuz
2010.
139
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ankara, Temmuz 2010.
140
İtirazlar arasında İran’ın üst düzeyde uranium
zenginleştirmeye devam etmesi; İran’ın P5+1 (Güvenlik
Konseyi’nin beş daimi üyesi ve Almanya) ile görüşmeler için
biraraya gelmeyi reddetmesi; yakıtın İran’ı ne zaman terk
edeceğine dair kesin bir tarihin olmaması; İran’ın Türkiye’deki
zenginleştirilmiş yakıtı üzerinde fiilen kontrolünün olması ve
İran’ın 2009 yılına göre daha fazla zenginleştirilmiş yakıta
sahip olması nedeniyle 1.200 kilonun takas edilmesinin altında
yatan jestin değerinin kalmaması bulunuyordu.
141
”Vienna Group agrees to inclusion of Turkey, Brazil in
nuclear talks” [Viyana Grubu, nükleer görüşmelerine Türkiye
Sayfa 15
Temmuzda İstanbul’da İran, Türkiye ve Brezilya dışişleri
bakanları arasında yapılan toplantıdan bir gün sonra
Viyana Grubu’na gönderilen mektupta en azından bu
ülkeler için görüşmelerin güven arttırıcı önlemler
açısından temel teşkil ettiğini yazdılar.142
Türkiye, söz konusu iki ana hat için (Güvenlik
Konseyi’nin beş daimi üyesi artı Almanya, yani P5+1 ve
Viyana Grubu) yalnızca kolaylaştırıcı rol üstleneceğini
vurguladı. 25 Temmuz tarihli toplantının ardından İran
dışişleri bakanının yaptığı açıklamada eylül ayının
sonunda, belki de İstanbul’da, AB Dışişleri Yüksek
Temsilcisi Catherine Ashton ile biraraya gelebileceğini ve
Tahran Anlaşmasındaki takasta ilerleme sağlanırsa
İran’ın uranyum zenginleştirmeye ihtiyacı kalmayacağını
söylediğine işaret etti.143 Bazılarıysa bir fırsatın
kaçırıldığını düşünüyorlar:
Olan oldu. Yakınlarda önemli bir meselenin çıkması
beklenmiyor. Önümüzdeki birkaç ay boyunca İran’ın
nükleer dosyasında sıradan geçecek. Bizim oyumuza
rağmen ve ABD ve Avrupalıların ikircikli pozisyonuna
rağmen İranlıları müzakere masasında tutmamız
isteniyor. Bu da demektir ki hâlâ Tahran deklarasyonunu
işler kılmaya çalışıyoruz. Sanki Amerikalılar şöyle
söylüyorlar,”güzel, ama yeterli değil”.144
ve Brezilya’yı dahil etmeyi kabul etti] , Tehran Times, 13
Temmuz 2010.
142
”We would only be glad to be the address for any diplomatic
solution” [“Diplomatik çözümün adresi olmaktan ancak
memnun oluruz”]. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Today’s
Zaman, 26 Temmuz 2010.
143
Kriz Grubu’na gönderilen e-posta, Türk yetkili, Ağustos
2010.
144
Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakat, AKP’li üst düzey
yetkili, Temmuz 2010.
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
IV. TARTİȘMANIN YATİȘMASİ
Türkiye, İsrail ve İran’a dair politikalarını Batılı hedefler
çerçevesinde çizse de Orta Doğu’daki sorunlara dahil
oluşuyla ilgili olarak geleneksel müttefikleriyle yaşadığı
iletişim eksikliği, ülkenin Batıya sırtını döndüğü algısının
oluşmasına katkıda bulundu. İsrail konusunda Türkiye’nin
dahil olması, onun çatışmanın bir tarafı haline getirme
riskini taşıyor. Ne var ki eğer Ankara, bölgesel barışa ve
güvenliğe katkıda bulunan bir arabulucu olmak istiyorsa
tüm taraflarla görüşebilme yeteneği elzem olacaktır. Bazı
açılardan Türkiye, kapasitesini zorladı.145
Türkiye’nin çatışma çözümlemeye dönük enerjisininin
büyük bölümünü, ana oyuncu olduğu anlaşmazlıklarda
kullanması uygun olacaktır. Uluslararası arenadaki
kredibilitesi, son zamanlarda böylesi eskiye dayanan
anlaşmazlıklara kararlılıkla son vermeye çabalaması
sayesinde arttı. Ne var ki 2004’ten bu yana Kıbrıs
sorununu çözme girişimleri bocalamaya ve Türkiye’nin
AB ile uyumuna ciddi şekilde zarar vermeye başladı. Bu
da geçtiğimiz on yıldaki başarısının altında yatan
demokratikleşmeyi ve refahı besleyen kritik önemdeki bir
dinamiğin zarar görmesine neden oluyor.146 Türkiye’nin
Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirmek için yürüttüğü
ümit vaat eden girişimlerinin hızı kesildi. Türkiye’de
etnik Kürtlerin PKK direnişine verdiği desteği
azaltabilmek amacını taşıyan “Demokratik Açılım” da
çıkmazda ve bu da PKK’nın uzak dağlarda ana üslerinin
bulunduğu kuzey Irak’ta yaşayan Kürtlerle ilişkilerin
iyileştirilmesi olarak tanımlanabilecek AKP’nin bir başka
başarı hikayesinde yeni sıkıntılara yol açabilir.
Türkiye’nin “sıfır problem” vizyonu zorluklarla
karşılaşmışsa bunun nedenlerinden biri de “sıfır problem”
olmasına gayret ettiği komşularının yaklaşımlarını
145
”Diplomatlarımız nefes alacak zamanı bile bulamıyorlar.
Zaman zaman çelişkili ve zor süreçler yaratan bu durumlar
aslında bu aşırı aktiviteden kaynaklanıyor”, Akşam, 15
Temmuz 2010.
146
”Gözlerini ihtişam arzularının bürümesi yerine Türkiye,
bölgesindeki katma değerinin, büyük oranda hazihazırda
süregiden iç değişim sürecinden kaynaklandığının, bunun da
AB’ye katılım sürecine yakından bağlı olduğunun farkına
varmalı”. Ahmet Evin, Kemal Kirişçi, Ronald Linden, Thomas
Straubhaar, Nathalie Tocci, Juliette Tolay, Joshua Walker,
“Getting to zero: Turkey, its neighbours, and the West” [Sıfıra
Varmak: Türkiye, Komşuları ve Batı], Transatlantic Academy,
Haziran 2010. “Türkiye’nin AB üyeliğinin bizim üzerimizde
bilhassa olumlu bir etkisi olacaktır. Türkiye’nin yakın
çevresiyle olan ilişkileri, AB ile olan ilişkisinin bir alternatifi
değil, destekleyicisidir”. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la
yapılan mülakat, Today’s Zaman, 17 Temmuz 2010.
Sayfa 16
değiştirmemiş olmalarıdır.147 Aynı zamanda AB ve
ABD’nin “Türk kamuoyunun yanı sıra yeni siyasi elitini
kendilerinden uzaklaştırma konusunda oldukça fazla şey
yapma”148 suçunu paylaştıkları da bir gerçek. Ancak şu
açık ki Ankara’nın, bilhassa İsrail nezdinde, eski
kredibilitesini yeniden elde etmek için elinden geleni
yapması gerekiyor. Mavi Marmara olayının acı
sonuçlarıyla birlikte Ankara’nın burada sahip olduğu ve
2008’de Suriye ile yapılan dolaylı görüşmelerdeki
arabuluculuk rolünde büyük önem taşıyan olumlu imajı
da kayboldu.
Vaşington’ın çoğunlukla Ankara’nın niyetleri ve
hedeflerine dair yanlış algılara dayanan. politikalarına
yönelttiği eleştirileri etkisiz hale getirmek için
Türkiye’nin daha fazlasını yapması gerekiyor. ABD ile
işbirliği, özellikle Orta Doğu’da Türkiye için hâlâ hayati
öneme sahip. Bu durum, gerek PKK ile mücadelede
istihbarat paylaşımında, Irak ve Afganistan’daki ABD
askerlerinin sorunsuzca çekilmesinin sağlamasında,
gerekse El Kaide içindeki gruplara, örneğin İstanbul’daki
2003 bombalamasını gerçekleştirenlere, karşı işbirliği ve
hatta Arap-İsrail çatışmasında gerçek bir çözüme
ulaşılmasında da geçerli.
Bununla birlikte Türkiye’nin temel çıkarı, hâlâ AB
ülkeleri ile sağlam ilişkilerde yatıyor.149 Dış politikadaki
başarıları ve angajmanları, AB içindeki nihai yerine dair
kuşkuları bertaraf etme konusunda daha fazla işe
yarayabilir.150 AB ülkeleri, birliğe katılmak üzere resmi
müzakerelere başlayan hiçbir ülkenin şimdiye dek süreci
tamamlayamadığının görülmemesine büyük ölçüde
147
”Eskiden hep ‘Türkiye talep ediyor’ denirdi. Şimdiyse
‘Türkiye bir anlaşma yapmak istiyor’ deniliyor. Ama sorun şu
ki komşu ülkeler değişmedi; hâlâ ‘talep’ ekolünde olanlar
tarafından çevrelenmişler: Yunanlılar, Kıbrıslı Rumlar,
Ermeniler, Azeriler, [mitleri, şişkin egoları] veya Vaşington’da
güçlü lobileri olan ülkeler. Oturdukları yerden diyorlar ki ‘siz
Türkler kötü Müslüman, insan müsveddesisiniz’”. Kriz
Grubu’na verilen mülakat, Batılı diplomat, Türkiye, Temmuz
2010.
148
Heinz Kramer, “AKP’s ‘new’ foreign policy between vision
and pragmatism” [Vizyon ve pragmatizm arasında AKP’nin
‘yen’ dış politikası], Stiftung Wissenschaft und Politik, Haziran
2010, s. 33.
149
Bakınız Kriz Grubu Avrupa Raporları Nº184, Türkiye ve
Avrupa: Geleceğe Doğru, 17 Ağustos 2007; and Nº197,
Türkiye ve Avrupa: Belirleyici Yıla Girerken, 15 Aralık 2008.
150
”Türkiye, yeniden bir ilgi odağı ve daha saygıdeğer bir
merak konusu haline geldi …. Türkiye artık Fransa’daki
kamuoyu önderleri nezdinde entelektüel sempatinin ciddi bir
birikimine mazhar oldu. Fransız kamuoyu liderleri ve
tartışmalar artık daha ziyade öze odaklanıyor”. Dorothée
Schmid, “Les elites Françaises et la Turquie: une relation dans
l’attente” [Fransız elitleri ve Türkiye: askıda bir ilişki], Centre
for Economic and Foreign Policy Studies (EDAM), Haziran
2010.
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
dayanarak Türkiye’de yakın dönemdeki dış yatırım
artışının dörtte üçünü sağladı ve ihracatının yarısından
fazlasını çekti. Avrupa’da yaklaşık 2.7 milyon Türk
yaşıyor151 ve Türkiye’ye gelen turistlerin yüzde 56’sını
Avrupalılar oluşturuyor.152
Orta Doğu ise ticari genişleme açısından iyi olanaklar
sunuyor ve bu bölgede istikrarın sağlanması bir bütün
olarak Türkiye’ye gerçek yararlar getirecektir. Ne var ki
halihazırda ülkenin ihracatının dörtte birden azını
çekiyor, turizminin yalnızca yüzde onundan sorumlu ve
yalnızca 110.000 Türke ev sahipliği yapıyor.153 Bölgesel
ticaretin genişlemesi, alt yapıların entegrasyonu ve siyasi
bağlantılar,154 Türkiye’nin otuz yıl önce uluslararası
ticarete açılmasının yanı sıra onu komşularının çoğundan
koparan Soğuk Savaş’ın sona ermesinin de doğal bir
sonucu. Bu politika, AKP ile başlamadı ve “İslamcı”
olarak da tanımlanamaz, zira bundan yarar sağlayanlar
arasında Rusya, Yunanistan, Gürcistan ve Sırbistan da
bulunuyor.155
A. TÜRKİYE-İSRAİL BAĞLARİNİN
YENİDEN İNŞASİ
Mavi Marmara felaketinden bir ay sonra Dışişleri Bakanı
Davutoğlu, Brüksel’de İsrail’in sanayi, ticaret ve çalışma
bakanı Binyamin Ben Eliezer ile görüştü.156 Türk
yetkililer, 30 Haziranda gerçekleşen görüşmenin buzları
eriteceğini umuyorlardı; ancak İsrail’in yine de “dost bir
ülkenin” yapacağını yapması gerektiğini, yani özür
dilemesi ve kurbanları tazmin etmesi gerektiğini
söylüyorlardı: Bu olmaksızın ilişkilerin normalleşemeyeceğini,
151
2008’e ait bu rakam, yurtdışında yaşayan veya çalışan
Türklerin yüzde 80.9’unu temsil ediyor. Bakınız “Getting to
zero”, a.g.e., s. 10.
152
2009 için geçici rakamlar. Türkiye kültür ve turizm
bakanlığı.
153
2008’e ait bu rakam, yurtdışında yaşayan veya çalışan
Türklerin yüzde 3.2’sini temsil ediyor ve Orta Doğu’nun
1985’te sahip olduğu yüzde 8.5’lik oran ile büyük bir tezat
oluşturuyor. Bakınız a.g.e.
154
Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün, son iki yılda serbest
ticaret ve vizesiz seyahat konularında yapılmış ikili anlaşmaları
uygulamak ve “uzun vadeli ortaklık geliştirmek” amacıyla
ortak bir İşbirliği Konseyi’ne dair bir anlaşma imzaladı. Dört
taraflı bu mekanizma, bölgedeki diğer ülkelere de açık olacak.
Ajans France-Presse, 11 Haziran 2010.
155
Bakınız Kriz Grubu raporu, Türkiye ve Orta Doğu, a.g.e.
156
İsrail’den sızan bilgilere göre İsrail dışişleri bakanının bilgisi
yoktu ve bu da girişime zarar veriyordu. Kriz Grubu’na verilen
mülakat, İsrail’in bölgedeki politikaları hakkında bilgili
diplomat, Temmuz 2010.
Sayfa 17
diplomatik bağların azalacağını ve işbirliği ortamının
geçmişte kalacağını belirttiler.157
Bir ara Davutoğlu, ilişkileri tamamen kesmekle tehdit
eder göründü; ancak yetkililer bunun doğru olmadığını
söylediler.158 Türkiye, BM Genel Sekreteri’nin
denetiminde bir araştırma komisyonu oluşturulmasını
İsrail’e kabul ettirmeyi başardı, fakat BM sürecinin
statükoyu ancak dondurabileceğini de iddia etti.
Türkiye’ye yakın diplomatlar bile AKP liderlerinin
İsrail’in kabul etmesinin mümkün olmadığı taleplerde
bulunarak hata yaptıklarını söylüyorlar. İsrail, şuna
inanıyor: “Türkler o kadar uçtular ki [İsrail’in] ayaklarını
yere basmaları için yardım etmesi mümkün değil. Hiçbir
İsrail hükümetinin onların taleplerini yerine getirmesi söz
konusu olamaz”.159 Türk yorumcular, Türkiye’nin kendini
köşeye sıkıştırdığı hissine yer verdiler.160
İkili ilişkiler, pek çok yönden ağır yara almaktan
kurtuldu. İsrail’den Türkiye’ye yapılan charter uçuşları
önceleri kesildi, ancak Türk Havayollarının İstanbul-Tel
Aviv arasında gerçekleştirdiği haftada 25 uçuş için
rezervasyonlarda yalnızda yüzde 10 düşüş yaşandı.161 İki
ülkedeki iş adamları mevcut kontratları sürdürmeye
çalıştılar162 ve Mavi Marmara baskınını takip eden bir
ayda ticaret artmaya devam etti.163 Türkiye, ortak askeri
tatbikatları iptal etti, ancak İsrail’den insansız izleme ve
saldırı uçaklarını almaya devam etti. PKK’lı direnişçilere
157
Eğer İsrail “uluslararası bir komisyon istemiyorsa, o halde
bu suçu kabul etmeli, özür dilemeli ve tazminat ödemeli ... Biz
bir cevap alana dek Türkiye-İsrail ilişkileri asla normal
gidişatına girmeyecektir”. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu
ile yapılan mülakat, Newsweek, 9 Temmuz 2010. “Bu, Türkiye
ile İsrail arasında bir tercih değildir. Doğru ile yanlış, legal ile
illegal arasında bir tercihtir”. Suat Kınıklıoğlu, AKP’li
milletvekili, International Herald Tribune, 2 Haziran 2010.
158
Bir Türk yetkili, Hurriyet Daily News’te (4 Temmuz 2010)
ve diğer gazetelerde ilişkileri kesmekle ilgili olarak çıkan
alıntıların, Türkiye-İsrail ilişkilerinin “geri dönülmez şekilde
zarar göreceği” ifadesinin yanlış yorumlanması olduğunu
belirtti. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ankara, Temmuz 2010.
159
Kriz Grubu’na verilen mülakat, İsrail’in bölgedeki
politikaları hakkında bilgili diplomat, Temmuz 2010.
160
”Ankara ne yapıyor? Haklı olarak İsrail’e bir bedel ödetmek
istiyor. Ancak, bu bedeli öylesine yüksek tutuyor ki,
uluslararası diplomasi dilinde buna “Seninle anlaşmak
istemiyorum mesajı” denir”. Mehmet Ali Birand, Posta, 8
Temmuz 2010.
161
Financial Times, 28 Haziran 2010.
162
Örneğin İsrailli bir süpermarketler birliği, Türk ürünlerini
boykot etme girişimini reddetti. Ayrıca bakınız, “Turks in Tel
Aviv show business binds Israel, Turkey”, Bloomberg/Today’s
Zaman, 15 Temmuz 2010.
163
Türkiye’nin İsrail’e olan ihracatı, 2010’un ilk yarısında
yüzde 42 oranında arttı. Kriz Grubu’na verilen mülakat,
İsrail’in bölgedeki politikaları hakkında bilgili diplomat,
Temmuz 2010.
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
karşı yapılan operasyonlarda insansız uçakların
uçurulması konusunda Türkiye’ye destek veren İsrailli
teknisyenler güvenlik gerekçesiyle kısa süreliğine ayrıldı,
fakat Temmuz ayının başında güneydoğuya döndüler.164
İsrail, tüm diplomatlarını Ankara’da tuttu ve
vatandaşlarına bu ülkeye gitmemeleri yönündeki uyarısını
temmuz ayının ortasında kaldırdı.165 Türkiye’den bir
romorkörün Mavi Marmara gemisini Aşdod limanından 5
Ağustosta çekmesine izin verildi.
Türkiye’nin Mavi Marmara krizini yönetimi, uluslararası
bir konsensüs içerisinde kaldığı sürece daha başarılı oldu:
ABD’nin İsrail’in alıkoyduğu yolcuların serbest
bırakılması için yaptığı baskı, Gazze ablukasının
hafifletilmesi için yinelenen uluslararası baskı ve BM
Genel Sekreterinin araştırma komisyonu ile sonuçlanan
baskı birikimi. Türkiye, elindeki kozları abartmaktan,
örneğin Vaşington ve Brüksel’den Türkiye ile İsrail
arasında bir seçim yapmalarını istemekten kaçınmalı. Zira
ABD’nin İsrail’den çok Türkiye’ye ihtiyacının olduğu
veya Türkiye’nin AB’ye ihtiyaç duymasından ziyade
AB’nin ona ihtiyacı olduğunu söyleyerek risk almış
görünüyor.166 Türkiye’deki bir Batılı diplomat şunları
söylüyor:
Erdoğan’ın çocukları sürekli ABD’de. Ama kendisi,
bir sokak savaşçısı tavrına sahip [ve] ABD’nin yaptığı
herşeyin kötü olduğunu varsayan İslamcı bir geçmişe
sahip. Gitgide umursamamaya başlıyor. Türkiye’nin
ABD’ye olan ihtiyacından çok ABD’nin Türkiye’ye
ihtiyacı olduğunu düşünüyor. Nedense Türkler
Obama’nın Afrika kökenleri ve göbek adının Hussein
olması nedeniyle aslında kendileri gibi düşündüğüne
ve kendi taraflarında olduğuna inanıyorlar, oysa bu
konuda hiçbir şey söylenmedi.167
AKP’li yetkililerin Başkan Obama’nın Türkiye yanlısı
eğilimine inancı,168 Obama’nın Mavi Marmara baskını
164
Kriz Grubu’na verilen mülakat, İsrail’in bölgedeki
politikaları hakkında bilgili diplomat, Temmuz 2010.
165
Bir İsrail gazetesi, ilk uyarının istihbarattan ziyade korkuya
dayandığına ve Türkiye’de İsrail karşıtı tehditkar gösteriler
dizisinin yaşanmadığına işaret ediyordu. Yedioth Ahranoth, 21
Temmuz 2010.
166
”[Başkentimizdeki] herkes Davutoğlu’nun yaptığı
konuşmadan sonra çok mutluydu. Bir nevi heyecan vardı;
salonun tamamını büyüledi; tepki son derece olumluydu. ama
Mavi Marmara olayından sonra siyasi direktörlerimizden bunun
Türkiye’nin iddia ettiği tarafsız yaklaşım olmadığını belirten
mesajlar aldım. Büyük oranda İsrail suçlu olsa da ...
Türkiye’nin buna bağlı kalması gerekirdi. Şimdi karşımızdaki
resim, İsrail ile çatışmaya kararlı bir AKP hükümetidir”. Kriz
Grubu’na verilen mülakat, Avrupalı diplomat, Ankara,
Temmuz 2010.
167
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Temmuz 2010.
168
Kriz Grubu’na verilen mülakatlar, İstanbul, Haziran 2010.
Sayfa 18
ardından yaşananları çözmedeki kritik rolü nedeniyle
pekişti.169 Erdoğan şunları iddia ediyordu: “Obama, haklı
olduğumuz ve bizimle aynı fikirde olduğu anlamına gelen
... açıklamalar yaptı”.170 Ancak AKP liderleri,
Vaşington’daki siyasi dengeler hakkında bazı şüpheler
besliyorlarsa onlara Kongre üyelerinin yaklaşık dörtte
üçünün İHH’yi şiddetle eleştiren ve İsrail’in yaptıklarını
kayıtsız şartsız destekleyen mektupları 21 ve 29
Haziranda imzaladıklarını hatırlatmak yararlı olacaktır.171
87 senatör, İHH’nin incelenerek ABD’nin teröristler
listesine eklenmesinin gerekip gerekmediğine karar
verilmesini tavsiye etti.
Uluslararası inceleme, Türkiye-İsrail bağlarının yeniden
inşa edilmesi için biraz zaman kazandırdı, ABD’nin
yardım etmek için güçlü arzusu ise sürüyor.172 İsrail’in
açıklama yapması ve aşırı güç kullandığına karar
verilmesi durumunda telafi etmesi gerekecek;
Türkiye’nin ise Batılı diplomatların da ifade ettiği gibi
incelemeler sonucunda AKP liderleri, İHH ve Hamas
üçgeninde uygunsuzluklar bulunursa eleştirilerden payına
düşeni alması gerekecektir.173
İlerleme sağlayabilmek için tüm taraflar, dış dünyayla
olan ilişkilerini normalleştirerek Gazze’deki durumu
169
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Batılı diplomat, Türkiye,
Temmuz 2010.
170
Haziran ayı sonlarında Obama ile Toronto’da buluşmasının
ardından Sırbistan’da yaptığı basın açıklaması, Today’s Zaman,
13 Temmuz 2010.
171
www.aipac.org. Mektuplar, tüm Yahudi-Amerikalı gruplar
tarfından desteklenmedi. “İsrail yanlısı, barış yanlısı bir lobi
olan J Street, Gazze filosuyla ilgili olarak bugünlerde
Temsilciler Meclisinde dolaşan ve Başkan’a sunulan imzalı
mektupları desteklememektedir. hemen hemen her zaman
olduğu gibi bu mektuplar, ABD’nin Orta Doğu’daki barış ve
güvenliğe ilişkin çıkarlarını korumak yerine esas olarak iç
siyasette kullanılmak üzere kaleme alınmıştır”. J Street’in
mektubunda Türkiye’den bahsedilmiyor, daha ziyade
Gazze’deki insani sorunlara dikkat çekmeye çalışılıyordu. J
Street’in Başkanı Jeremy Ben-Ami tarafından Kongre üyelerine
dağıtılan mektup, 15 Haziran 2010.
172
”Türkler, İsraillilerin gözünün içine bakamıyor. Aynı hisler
söz konusu değil. Bunlar, [Amerika’nın] Orta Doğu’daki en
yakın iki müttefiki ve ABD temelden bir kopuşu önlemek için
sorumluluk hissediyor”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Batılı
diplomat, Ankara, Temmuz 2010. ABD Dışişleri Bakan
Yardımcısı Philip Gordon’a göre “diplomasi, turizm ve
ekonomi alanlarında gerçek anlamda gelişmiş olan ilişkilerde
bir adım geri gitmek, bir terslik ve talihsizlik örneğidir”.
Today’s Zaman, 1 Temmuz 2010.
173
Batılı diplomatlar, AKP liderleri ile İHH arasındaki bağlara
ilişkin birçok bilgiden haberdar olduklarını, ancak Ankara’yı
zor durumda bırakmamak amacıyla bu konuyu kamuoyuna açık
şekilde tartışmadıklarını söylüyorlar. Kriz Grubu’na verilen
mülakatlar, Ankara, Temmuz 2010.
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
iyileştirmeyi kararlaştırabilirler.174 İsrail, 20 Haziranda bir
adım atarak daha kısıtlayıcı olan, sadece izin verilen
ürünlerin yazıldığı “olumlu liste”nin yerine yasaklı
ürünlerin yazıldığı “olumsuz liste”yi sundu ve girmesine
izin verilen kamyonların sayısını arttırdı. Ancak
Gazze’den ihracatın yapılmasına, insanların dolaşımına
ve yeniden yapılanma için gereken ürünlere daha fazla
erişimin sağlanmasına izin verilmesi başta olmak üzere
daha fazlası gerekiyor. Batı başkentlerindeki yeni
tartışmalar ve İsrail’in Gazze’deki kısıtlamaları nispeten
hafifletmesi, Türkiye’nin hedefi olduğunu söylediği üzere
Mavi Marmara’nın ablukadaki değişimi hızlandırdığını
gösterir nitelikte.175 Ne var ki Türk siyasetçilerin bundan
kişisel kredi dışında birşey ummaları ters etki
yaratacaktır.
Sayfa 19
bunu reddediyor179 ve yukarıda da belirtildiği gibi İsrail,
Türkiye’nin direnişçilere karşı yürüttüğü operasyonlarda
son derece önemli olan insansız uçakları tedarik ediyor.
AKP, oy kazanmak amacıyla böylesi bir bağlantı yapıyor
olabilir, ancak bu, sorgulanabilir bir strateji.180
B. GERÇEK TÜRKİYE’YE ODAKLANMAK
Geçtiğimiz on sekiz aydır yorumcular, Türkiye’yi köklü
bir yön değişikliği yaparak Batı’dan uzaklaşmak ve
İslamcılığa yönelmekle gitgide artan şekilde
suçlamaktalar.181 Eleştirilerin bazıları, örneğin Başkan
George W. Bush döneminde Savunma Bakanlığı’nda
görevli birinin söyledikleri son derece çarpıcı:
Bu İslamcı Türklerin canlandırmaya çalıştıkları
Osmanlı İslamı değil. Bunların İslamı, daha çok Suudi
Vahabi İslamının fanatik biçimde Batı karşıtı ilkeleri
ile uyuşuyor .… İktidardaki Türk hükümeti, yönetimin
tüm kanatları, iş kolları, okullar ve gazeteler dahil
olmak üzere toplumun tüm veçhelerini düzenli
biçimde ele geçiriyor. … 1968’den bu yana Türkiye’yi
düzenli olarak ziyaret ediyorum. İnsanlar politika
hakkında konuşmaya her zaman hazırlardı, ama artık
değiller. Şimdilerde Türkler bariz biçimde birşeyden
korkuyorlar.182
Olumsuz söylemin şiddeti azaltılmalıdır. İsraillilerin AKP
liderlerini “İslamcı” olarak nitelendirmeleri hem
kendilerinin durumu anlamalarını güçleştiriyor176 hem de
Türkiye’nin güvenini sarsıyor. Türk liderler, İsrail karşıtı
popülist söylemlerin Batı başkentlerinde Ankara’ya olan
güvenin sarsılmasına neden olduğunun farkına
varmalılar.177 Erdoğan’ın ve AKP’nin önde gelen bazı
isimlerinin İsrail’in yakın zamanda Türk askerlerini hedef
alan PKK saldırıları ile bağlantılı olduğu yolundaki
komplocu imaları bu durumu bilhassa zora soktu.178 PKK
174
”Türkiye’nin temelde yatan hedefi, Gazze. Bu, başarı ilan
etmelerinin bir yolu olabilir”. Kriz Grubu’na verilen mülakat,
Batılı diplomat, Ankara, Temmuz 2010.
175
ABD’li eski bir yetkili, şunları kaydediyordu: “Bir anlamda
Türkiye’ye bir şükran borcumuz var. Obama yönetimi,
ablukanın Müslümanların nezdindeki saygınlığına zarar
verdiğini biliyordu; ancak bu konuda bir şey yapmıyor veya
yapamıyordu. Filo olayı, ABD’nin bölgedeki çıkarlarına uygun
olan ve çoktandır atılmış olması gereken adımları tetiklemiş
oldu”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Vaşington, Temmuz
2010.
176
”[Dışişleri Bakanı] Davutoğlu’nun düşüncesine yön veren
Kuran değil, Soğuk Savaşın sona ermesiyle oluşan yapısal
değişimler, Avrupa’nın sürekli Türkiye’yi geri çevirmesi ve
ülkenin güneyi, doğusu ve kuzeyindeki ekonomik fırsatlar
oldu.”. Steven A. Cook, “How do you say ‘frenemy’ in
Turkish?”, Foreign Policy, 1 Haziran 2010.
177
”Türkler çok ileri gidiyorlar. Batı ittifakına üzerinde
çalışmak için ihtiyacı olanı vermiyorlar. Türkiye, İsrail’i
köşeye sıkıştırmamalı ve pire için yorgan yakmamalı”. Kriz
Grubu’na verilen mülakat, Avrupalı diplomat, Ankara,
Temmuz 2010.
178
Başbakan Erdoğan, “benim halkım PKK’nın hangi güçler
için taşeronluk yaptığını çok iyi bilmektedir” diyordu. Posta,
20 Haziran 2010; Dışişleri Bakanı Davutoğlu, PKK-İsrail
bağlantısı iddialarına ilişkin bir soruya doğrudan cevap vermeyi
reddetti ancak şunları söyledi: “Şimdiye kadar PKK
Ortadoğu’da kullanılmış olabilir, Ortadoğu’da barışın ihdas
edilmesini uygun görmeyenler PKK’yı yeniden kullanmak
isteyebilir.” Star, 21 Haziran 2010.
İsrail ve İran olayları yaşandıktan sonra suçlamalar genel
basına yansıdı. İngiltere’nin muhafazakar gazetesi Daily
Telegraph’ın bir yorumcusu, coşkulu bir edayla şunları
yazıyordu: “bir zamanlar Avrupa’nın hasta adamı olan bu
ülke, şimdi Doğu’nun öfkeli adamı oldu. Şimdiki korku,
ikinci bir Pakistan’a dönüşmesi ve milyonlarca öfkeli,
laik Müslümanın öfkesinin onları İslami radikalleşme
yoluna sürüklemesi”.183 Kanadalı Globe and Mail
179
Murat Yetkin, “PKK: İskenderun’[daki bir deniz üssüne
PKK saldırıları] ile İsrail’in ilgisi yok”, Radikal, 15 Haziran
2010.
180
Erdoğan’ın İsrail’in “Dökme Kurşun” adını verdiği Gazze
saldırısı sırasındaki söylemi Türkiye’de ve Orta Doğu’da
kalabalıkları memnun etti, ancak bunun amacı Mart 2009’daki
yerel seçimlerde partisinin oy oranını arttırmak idiyse bunu
başaramadı: iki yıl önceki genel seçimlerde yüzde 47 olan
AKP’nin oyu bu seçimlerde yüzde 39’a düştü.
181
”Gittikçe İslamileşen bu devlet NATO’nun ortağı olmaya
devam etse bile öyle gözüküyor ki en iyi ihtimalle Türkiye,
güvenilmez bir ortak olacak. 1930’lardan bu yana ülke, Orta
Doğu için modernleşme ve ılımlılaşma modeli oluşturdu. ancak
bu eğilimden belirgin bir dönüş olmazsa Batı, Türkiye’yi
kaybedecek gibi görünüyor”. David Schenker, “A NATO
without Turkey” [Türkiye’siz bir NATO], Wall Street
Journal, 5 Kasım 2009.
182
Rhode, a.g.e.
183
Con Coughlin, “Turkey’s role in the Gaza flotilla affair
should worry us all in the West” [Türkiye’nin Gazze filosu
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
Sayfa 20
gazetesinin bir yazarı, Türkiye’nin sırtını Batıya
döndüğünü gözlemliyor184, Forward’dan bir başkası,
doğulu katı tutum yanlılarının bir yoldaşının doğuşunu
anlatıyordu.185 The New York Times’ın bir manşeti yeni
bir ton benimsiyordu: “Türkiye, uysal bir müttefikken
ABD için bir dikene dönüştü”.186 Sözkonusu gazetedeki
saygın köşe yazarlarından biri, Türkiye’nin İsrail karşıtı
radikal bir cepheye katıldığına dair telaşlı bir fikir öne
sürüyordu.187 Hatta The Washington Times’ta yayımlanan
bir makale, Türkiye’nin– siyasi açıdan 1963’ten bu yana
askeri açıdansa 1974’ten bu yana bölünmüş olan—
Kıbrıs’taki eylemlerini İsrail’in Gazze’de yaptıklarından
daha kötü olarak nitelendiriyordu.188
güvendiği değerlendirmesi yapılırken190 karizmatik bir
akdemisyen olan Davutoğlu, pek çok Batılı diplomatın
gözünde uzun süredir olumlu bir portre çiziyordu ve
Türkiye’nin öteden beri benimsediği mağduriyet tavrını
çatışmaların çözümüne dönük ilişkiler kurma tavrıyla
değiştiren kişi olarak anılıyordu.191 Diplomatlar,
Davutoğlu’nun Erdoğan’ın daha tartışmalı hareketlerinin
sorumluluğundan kendini usulca uzaklaştırdığını
kaydediyorlar.192 Ne var ki tıpkı Erdoğan’ın popülist
söyleminin Batılı ortaklarıyla gerilim yaratması gibi
Davutoğlu’nun dünya görüşünde Osmanlı tarihinin
ihtişamının edindiği yer konusunda da bir rahatsızlık söz
konusu.193
Eleştiriler Başbakan Erdoğan’dan sonra Dışişleri Bakanı
Davutoğlu’na da yayıldı.189 Erdoğan’ın kendine aşırı
Bu, Vaşington ile ilişkileri de etkiliyor. Haziran 2010’da
Davutoğlu ile Dışişleri Bakanı Hillary Clinton arasında
yapılan görüşmenin kötü gittiği ve bakanın İsrail’e aşırı
derecede saldırması olarak nitelendirilen tavrı nedeniyle
ABD’li yetkililerin son derece sinirlendiği söyleniyordu.194
Batılı bir yetkili, birliklerin Irak ve Afganistan’dan
çekilmesinin sonrasında Türkiye’nin bir geçiş ülkesi
olarak yararının azalacağını not ediyordu.195 ABD’nin
olayındaki rolü Batıda hepimizi endişelendirmeli], Daily
Telegraph, 4 Haziran 2010.
184
”Gazze çevresinde gelişen son olaylar, Türkiye’nin Batıya
gitgide yabancılaşmasını gözler önüne serdi. son zamanlara dek
Türkiye, İsrail’in ve aynı zamanda Batının tek sağlam
Müslüman müttefikiydi. Şimdiyse İslamcılığın daha radikal bir
versiyonuna doğru ilerliyor”. Lysiane Gagnon, “Turkey looks
East of the Mediterranean” [Türkiye, Akdeniz’in doğusuna
bakıyor], Globe and Mail, 11 Haziran 2010.
185
”Hiç şüphe yok ki Mavi Marmara’ya yapılan beceriksiz
baskın, İsrail açısından diplomatik bir felakettir … [ancak
Türkiye de] genel söyleminin gitgide en katı Arap
devletlerininkine benzemeye başladığı bir rejim”. Michael
Rubin, “Erdoğan’s Turkey is not a friend” [Erdoğan’ın
Türkiyesi dost değil], Forward, 11 Haziran 2010.
186
8 Haziran 2010 tarihli makalede Dış İlişkiler Konseyi
uzmanlarından Steven A. Cook’un Türkiye’nin “bölgede
koşturarak bölgedeki büyük güçlerin istekleriyle çatışan şeyler
yapan” bir ülke olarak algılandığını söylediği belirtiliyordu.
“Şu soru soruluyor: ‘Türkleri nasıl hizada tutacağız?’”.
187
”Türkiye’nin İslamcı hükümetinin Avrupa Birliği’ne değil,
Arap Ligi’ne, hayır bu da değil, İsrail’e karşı Hamas-Hizbullahİran direniş cephesine katılmaya odaklanmış gibi göründüğünü
düşünüyorum .… Abartıyorum, ancak o kadar da değil”.
Thomas Friedman, “Letter from Istanbul” [İstanbul’dan
Mektup], The New York Times, 15 Haziran 2010.
188
Daniel Pipes’a göre Türk ordusunun işgali altındaki kuzey
Kıbrıs, “Suriye ile ortak özelliklere sahip ve ‘bir açık hava
hapishanesine’ Gazze’den daha çok benziyor”. “Turkey in
Cyprus vs. Israel in Gaza” [Kıbrıs’taki Türkiye’ye karşı
Gazze’deki İsrail], The Washington Times, 19 Temmuz 2010.
Yunanistan yanlısı ABD’li bir siyasetçi, Türkiye’nin NATO
“değerlerini” paylaşmadığını, ancak askerlerini Kıbrıs’tan
çekerse herşeyin yoluna gireceğini söylüyordu. Temsilciler
Meclisi üyesi John Sarbanes, “Can America rely on Turkey?”
[Amerika Türkiye’ye güvenebilir mi?], Huffington Post.com,
20 Temmuz 2010.
189
”Amerika’nın dış politika söyleminin çok büyük bölümünü
şekillendiren muhafazakar düşünce kuruluşları, Erdoğan’ın
İslamcı olduğuna karar verdiler, ki bu tamamiyle küçümseyici
bir deyim. Kendisi elbette ki öyle değil. [ABD’deki]
Cumhuriyetçi Parti üyelerinin pek çoğu gibi o da dindar bir
milliyetçi. Michael Goldfarb, Global Post, 1 Haziran 2010.
190
”Erdoğan, Türkiye’yi hakim bir bölgesel oyuncu ve küresel
bir aktör haline getirme arzusunu güçlükle gizleyebiliyor”.
Morton Abramowitz ve Henri J. Barkey, “The TurkishAmerican split” [Türkiye-Amerika kopuşu], The National
Interest, 17 Haziran 2010. ABD’nin Türkiye eski
büyükelçilerinden Abramowitz, Kriz Grubu’nun mütevelli
heyeti üyelerinden.
191
”O, iyi biri, güçlü bir ahlaka sahip ... Türk Dışişleri
Bakanlığı’nı dinamikleştirdi; daha az bürokratik bir yer haline
geldi. en azından on sekiz farklı proje üzerinde çalışıyorlar.
Tarih yazıyorlar ve işler başarıyorlar. Türkiye’nin kendine ve
dünyadaki rolüne bakışı değişiyor. Bozgun değilse de pek çok
başarısızlık [olsa da] güçlü hissediyor ve yıldızlarının
yükseldiğinden emin görünüyorlar”. Kriz Grubu’na verilen
mülakat, Batılı diplomat, Ankara, Temmuz 2010.
192
Kriz Grubu’na verilen mülakatlar, Avrupalı diplomatlar,
İstanbul, Temmuz 2010.
193
”İşler son zamanlarda yolunda gitmiyor. Bu Osmanlıcılığın
politikanın temeli değil, rahatlama alanlarının temeli olduğunu
söylüyorlar. Davutoğlu, bundan bir nüfuz alanı olarak
bahsediyor. farklı topluluklara farklı biçimlerde konuşuyor”.
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Batılı diplomat, Türkiye,
Temmuz 2010.
194
Kriz Grubu’na verilen mülakat, ABD’li yetkili, Vaşington,
Haziran 2010. Bir Türk yetkili şunları söylüyordu: “biz,
buluşmaya dair farklı bir görüşe sahibiz. Kimseye ders
vermedik. Söylenenlere ilişkin bir rahatsızlık vardıysa neden
toplantıda gündeme getrilmedi?” Kriz Grubu’na telefonda
verilen mülakat, Eylül 2010.
195
Türkiye’nin Gazze’ye ilişkin söyleminin herhangi bir Arap
ülkesinden çok daha ileri gittiğini belirten bir Batılı diplomat
şunları kaydediyordu: “bu şekilde devam ederse [ABD’nin]
bunu yeniden değerlendirmesi gerekebilir. Söylem [çok ileri]
gidiyor. Türkiye İslam Cumhuriyeti’ne dönüşecekse [ABD’nin]
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
Avrupa işlerinden sorumlu en yüksek diplomatı, Dışişleri
Bakan Yardımcısı ve aynı zamanda ABD ile Türkiye’nin
ortak çıkarlarını ortaya koyan, ancak “solan ortaklık”tan
da kaygı duyan bir kitabın196 yazarlarından olan Philip
Gordon, Türkiye’nin temel yönelimini sorgulayarak nadir
bir sitemi dile getiriyordu.197 ABD’li bir Türkiye uzmanı,
ABD ve Türkiye’nin Orta Doğu’da “stratejik ittifakın”
parçası olmadıklarının, “hızla rakip haline geldiklerinin”
kabul edilme vaktinin geldiğini söylüyordu.198
ABD’nin Türkiye eski büyükelçilerinden biri, ittifakı
sağlam olarak nitelendiriyor, ancak Vaşington’ın
Türkiye’nin yeni iddialı tavrına uyum sağlaması gerektiği
uyarısında bulunuyordu.199 Başka yorumcular ise
Ankara’nın Rusya ile olan ortaklığının, AB ile gevşeyen
bağların ve güçlü ekonomik büyümenin “Amerika’nın
Türkiye için önemi ne olursa olsun geçmişteki
bağımlılığın artık kalmadığı” anlamına geldiğini, “tek tek
eylemlere dayalı”200 veya “alakart”201 olarak yürütülen
buna ihtiyacı yok. Türkiye yararlı, havadan transit hakları
veriyor, vesaire ama İran sayesinde [ABD’nin] Orta Doğu’nun
her tarafında üsleri var. Ve 2011’de [ABD] Irak ve
Afganistan’dan büyük ölçüde çıkmış olabilir. Türkiye’nin
vazgeçilmez bir yanı yok”. Kriz Grubu’na verilen mülakat,
Batılı diplomat, Türkiye, Temmuz 2010.
196
Philip H. Gordon ve Ömer Taşpınar, Winning Turkey: How
America, Europe and Turkey can Revive a Fading Partnership
[Türkiye’yi Kazanmak: Amerika, Avrupa ve Türkiye, Solan bir
Ortaklığı Nasıl Yeniden Canlandırabilir], (Vaşington, 2008).
197
”Türkiye’nin NATO’ya, Avrupa’ya ve ABD’ye bağlılığının
sürdüğünü düşünüyoruz, ancak bunun kanıtlanması gerekiyor.
Bu konuda yeni biçimlerde sorular soran insanlara rastlıyoruz
ve bu, Türkiye’nin bizim desteklememizi istediği konularda
onu desteklememizi zorlaştıracak, başlı başına kötü bir durum”.
Associated Press, 26 Haziran 2010.
198
”Özünde Vaşington ve Ankara aynı hedefleri paylaşıyorlar:
İsrail ile Filistinliler arasında barış; istikrarlı ve birleşik bir
Irak; nükleer silahlara sahip olmayan bir İran; Afganistan’da
istikrar ve Batıya yönelmiş bir Suriye. Ne var ki detaylara
indiğinizde Vaşington ve Ankara, bu konuların hemen hepsinde
zıt taraflardalar …” Cook, “How do you say ‘frenemy’ in
Turkish?”, a.g.e.
199
”Daha coşkulu, dinamik ve kendine güvenli Türkiye ile
hayat değişti. Bir müttefik olmayı sürdürüyor, ancak
ilişkilerimiz çok daha dallanmış, daha karmaşık ve yakın
zamanda daha zor bir hal aldı.” Morton Abramowitz ve Henri
Barkey, “Turkey’s other war [Türkiye’nin diğer savaşı]”, Real
Clear World, 15 Temmuz 2010.
200
”Türkiye, büyüyen bir güç ve bizim sahip olmadığımız
varlıklara sahip. Yardımlarını alabildiğimiz her yerde bunu
sağlamalıyız. Farklı olduğumuz zaman çıkarlarını
kabullenebiliriz. Ana konulardaki farklılıklara misillemeyle
yanıt verilmemeli … Ancak hiçbir şekidle Ankara’nın kölesi de
olmamalıyız veya zorunlu olmayan masraflar çıkarmamalıyız.
Türkiye,
davranışlarını
eleştirdiğimizde
kesinlikle
şaşırmamalı”. Morton Abramowitz ve Henri J. Barkey, “The
Turkish-American split”, a.g.e. Ayrıca bakınız Ömer Taşpınar,
Today’s Zaman, 14 Haziran 2010.
Sayfa 21
yeni bir mecraya girebileceğini ifade ediyorlar. Bir yazar,
Batının Türk siyaset yapımındaki duygusal unsurları
azımsadığına dikkat çekiyor.202 Birliğe katılmak isteyen
Türkiye ile AB, dış politika tavırlarını uyumlulaştırmaya
çalışırken203 ve Ankara “yeni-Bağlantısız”204 olarak yeniOsmanlı gibi davranmazken böylesi geçici bir siyaset
çerçevesi, muhakkak ki işleri daha da zorlaştıracaktır.
Türkiye’yi uzun süredir gözlemleyen bir kişi, ülkeyi
değişime sürükleyen esas motivasyonlardan ikisinin
İslam, İsrail veya İran ile ilgisinin olmadığını, ilkinin
bölge ticaretinden daha fazla yararlanabilmek yönünde
sağlıklı bir ticari itki, diğerininse “sağlıksız bir kibir
göstergesi olarak ... dünya sahnesindeki öneminin çok
büyük olduğu hissi”205 olduğu sonucuna varıyordu.
Yeni sürtüşmelere rağmen Türkiye, ABD ve AB, Orta
Doğu’da pek çok siyasi hedefi paylaşıyorlar. İstikrar ve
refah inşa edebilmek için bilinçli şekilde çaba sarf eden
Ankara, komşularını vizesiz seyahat, serbest ticaret,
uyumlu altyapı ve bakanlar düzeyinde düzenli diyalog
ortamında birleştirebilmek için elinden geleni yapıyor.206
Paylaşılan diğer hedefler arasında İsrail ile Filistinliler
arasında barışın sağlanması; istikrarlı ve birleşik bir Irak;
201
”Yeni Türkiye-Batı ilişkileri alakart olacak ve jeopolitiğe
veya kimliğe dair biçimsiz kavramlar yerine aynı yöndeki
ulusal çıkarların yönetiminde olacak. Yine de çetin bir süreç
olabilir”. Ian O. Lesser, “Rethinking Turkish-Western relations:
a journey without maps [Türkiye-Batı ilişkilerini yeniden
düşünmek: haritasız bir yolculuk], German Marshall Fund of
the United States, 30 Haziran 2010.
202
”Batıda birçokları Türkiye’nin tutumunu, İslamcı, gizliköktencilerin kontrolünde olduğunun kanıtı olarak yorumladı.
Bu, şüphesiz resmin bir kısmı; ancak bir yandan daha az göze
çarpan bir yandan da bariz olan birşeyi [gözden kaçırıyor]:
gösteriyi duygular yönetiyor”. Claire Belinski, “Smile and
smile: Turkey’s feel-good foreign policy” [Gülümse ve
gülümse: Türkiye’nin iyi hissettiren dış politikası], World
Affairs, Temmuz/Ağustos 2010.
203
”Dış ve uluslararası politika alanında AB, ‘yakınlaşmış bir
birlik’ inşa etmeye çalışıyor …. [ki bu da] ilk bakışta
Türkiye’nin yeni dış politikası ile hiç de uyumlu görünmüyor
…. ne var ki makul biçimde şu iddia edilebilir ki mevcut
şekliyle AB, bu hedefe asla ulaşamayacak [ve bu durumda
Türkiye’nin dış politikası] AB’nin yaklaşımı ile uyumlu
olabilmek için çok fazla zorluk yaşamayacaktır”. Heinz
Kramer, “AKP’s ‘new’ foreign policy”, a.g.e.
204
”Günümüz Türkiyesi çok daha geniş bir dış politika
kapasitesi sunabiliyor, fakat İran ve Rusya da dahil olmak üzere
ana konularda ortak stratejiler geliştirmek hususunda
Avrupa’nın çıkarıyla kolayca uyuşmayabilir”. Ian O. Lesser,
“Turkey, Brazil, and Iran: a glimpse of the future [Türkiye,
Brezilya ve İran: geleceğe kısa bir bakış]”, German Marshall
Fund of the United States, 20 Mayıs 2010.
205
Henri Barkey, “Don’t blame Europe for Turkey’s moves
away from the West” [Türkiye’nin Batıdan uzaklaşması
yüzünden Avrupa’yı suçlamayın], Los Angeles Times, 20
Temmuz 2010.
206
Bakınız Kriz Grubu raporu, Türkiye ve Orta Doğu, a.g.e.
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
nükleer silahlara sahip olmayan bir İran; Afganistan’da
istikrar; El Kaide’nin çökertilmesi ve Batıya yönelmiş bir
Suriye bulunuyor. Farklılıkların nasıl nitelendirileceğine
dair anlaşmazlık mevcut. Bazıları Türkiye’nin söylemini,
önceliklerini, taktiklerini ve hatta Batılı ortaklarla artan
oranda verdiği güç mücadelesini rahatsız edici buluyor.
Bazılarıysa barış görüşmelerine Hamas’ı dahil etmek,
İran’a yaklaşmak veya İsrail’in Gazze ablukasını
eleştirmek gibi bazı konular, iç siyasi nedenlerle Batı
hükümetleri için bir tabuyken Türkiye’nin benimsediği
farklı yaklaşımı takdirle karşılıyorlar.207
Vaşington ve Brüksel, Türkiye ve Batı arasındaki
sürtüşmeden kimin sorumlu olduğu konusunda birbirlerini
suçladılar. ABD Savunma Bakanı Robert Gates, bazı
Avrupalı ülkeleri Türkiye’nin AB müzakerelerini
baltalamakla suçlarken208 AB Komisyonu Başkanı
Manuel Barroso, sorunların ABD’nin Irak’ı işgaliyle
başladığına dikkat çekti.209 İkisinin de makul açıklamaları
var. Ancak bunlar kadar önemli olan bir başka nokta da
yükselen bir güç olan Türkiye’nin Orta Doğu’yu farklı bir
gözle görmesi. Kendisi, İran’ın rakibi ve Batının
hedeflerinin birçoğunu paylaşıyor. Ancak aynı zamanda
bölgedeki çatışmaya etkisi bulunduğunu ve bölgede
Türkiye’nin bedelini ödemek zorunda kaldığını
düşündüğü AB’nin pasifliğini ve ABD’nin eylemlerini de
eleştiriyor.
Türkiye, ABD’nin birçok çıkarının sözkonusu olduğu bir
bölgede daha aktif hale geldiğinden ve Irak ve
Afganistan’daki savaşlar için ABD’nin mühimmatının
yarısı ve çok sayıda birliği ülkeden veya hava sahasından
transit geçtiğinden tüm yönetimlerin Ankara’nın
politikasına eğilmek ve bilgilendirmek için elinden geleni
yapması gerekiyor.210 Türk hükümetinin demokratik
207
”Türkiye artık genellikle AB ve ABD’ninkilerle uyumlu
olan, ancak bazen farklılık gösteren kendi ulusal çıkarları ve dış
politika amaçları uyarınca hareket eden, özerk bir bölgesel güç
durumunda …. Türkiye’nin Suriye ve Hamas ile olan bağları,
ABD’nin Arap-İsrail çatışmasındaki arabuluculuk çabalarını
tamamlayabilir .… Türkiye’nin İsrail’e karşı olan ‘zorlu aşkı’
eğer ölçülü olursa (yani aşırı olmazsa) ve tutarlı olursa (yani
tüm taraflara karşı aynı kriterlere göre işlerse) ABD ve AB’nin
Orta Doğu’daki politikalarına potansiyel olarak yapıcı bir
karşıtlık teşkil edebilir”. “Getting to zero”, a.g.e.
208
”Türkiye’nin doğuya kaydığı fikrine dair birşey
söylenecekse bu, benim fikrime göre, bunun küçük oranda
gerçekleşmediğidir, zira o bu yöne itildi, hatta Avrupa’da
Türkiye’ye Batı ile aradığı organik bağı vermeyi reddedenler
tarafından itildi”. Yaptığı açıklama, 9 Haziran 2010.
209
The New York Times gazetesine verdiği röportaj, 21 Haziran
2010.
210
”Eğer belirli [bir] esneklik içinde Türkiye’yi dinlemeye ve
ona yaklaşmaya istekliysek … sanırım yıllar boyunca
beklenmedik yararlar sunabilecek bir ilişki kurma ihtimali
yüksek. Ne var ki böylesi bir nüans tam olarak bizim en
Sayfa 22
meşruiyeti, ABD’nin bölgedeki diğer ortaklarına göre bu
ülkeyi daha güvenilir bir ortak yapıyor.211 Ancak yapılan
bir araştırmada Türklerin yüzde 70’i, ABD’ye dair
olumsuz fikre sahip olduğunu kabul etti.212 Başbakan
Erdoğan, kendini destekleyenlerin ABD’nin Türkiye
açısından öneminin, değerlerinin ortaklığının ve birlikte
çalışarak bölgeyi daha fazla etkileyebileceklerinin farkına
varmalarını sağlayarak liderlik özelliğini gösterebilir. Öte
taraftan Vaşington, Orta Doğu da dahil olmak üzere tüm
ortak dış politika çıkarları için Ankara ile sürekli üst
düzeyde diyalog ve iyileştirilmiş koordinasyon temin
edecek bir mekanizmayı uygulamaya koymayı düşünmeli.
Aynı zamada AB, İstanbul’da Temmuz 2010’da Yüksek
Temsilci Catherine Ashton ve Genişlemeden Sorumlu
Komiser Stefan Fule ile Türk dışişleri bakanlığı arasında
yapılan toplantının ruhunu yansıtacak biçimde Türkiye ile
“Üst Düzey Siyasi Diyaloğu” şekillendirmek için
yöntemler geliştirmeli.213 Nihayetinde Türkiye, haddini
aşmış olarak görünmesine neden olmak için değil de
şüpheci yaklaşan Avrupalıları ülkenin değerli bir ortak ve
AB üyesi olacağına dair ikna etmek üzere, on yıl önce
kuvvetli yönümüz olmadığından özellikle iyimser değilim”.
Stephen Walt, Foreign Policy, 17 Mayıs 2010.
211
”Ankara’nın yeni ortaya çıkan iddialı tavrını ve diplomatik
girişimlerini, taktiğindeki farklılıklar nedeniyle şeytanlaştırmak
yerine teşvik etmek, Türkiye’nin uzun vadede yapıcı bir
atlantik-ötesi ortak ve ciddi bir ABD müttefiki olmasını
sağlayacaktır”. Joshua Walker, “Turkey: still America’s best
ally in the Middle East?” [Türkiye: hâlâ Amerika’nın Orta
Doğu’daki en iyi müttefiki mi?], Foreign Policy, 25 Haziran
2010. “Pek çok Amerikalı ve bazı Avrupalılar için ...
tahayyüllerindeki Türkiye, Batı masasında verilecek herhangi
bir sandalye için sonsuza dek onlara borçlu ve minnettar olacak
bir ülkeydi. İronik olan şu ki yeni, iddialı Türkiye, yumuşak
başlı selefine kıyasla Batıya sunacak daha fazla şeye sahip”.
Philip Stephens, “The West must offer Turkey a proper seat at
the table” [Batı Türkiye’ye masada düzgün bir sandalye
vermeli], Financial Times, 18 Haziran 2010.
212
BBC World Service’in yaptığı araştırma, Nisan 2010,
www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2010/04/100419_us_views.
shtml.
213
”Türkiye’nin [komşu ülkelerle] aktif ilişkisinin Batının
çıkarlarıyla çatışan hiçbir tarafı yok. Tam tersine. Fakat Batı
(ve bilhassa Avrupa) eninde sonunda Türkiye’yi bir ortak
olarak ciddiye almak ve Batı’nın kuklası olan bir devlet gibi
görmekten vazgeçmek zorunda kalacak”. Almanya eski
Dışişleri Bakanı Joschka Fischer, The Guardian, 1 Temmuz
2010. “Amerika Birleşik Devletlerinin dünyada daha büyük bir
rol oynamalarını istediği ülkelerin artık bu rolü oynadığı, ama
bunu Amerikan hedeflerini boşa çıkararak yaptığı gerçeğini
nasıl değerlendirmeliyiz? … Küresel sorunlara ilişkin
diplomasi, çok daha karmaşık hale gelecek. …. Belki de
Brezilya’nın [veya Türkiye’nin] daha küresel bir yurttaş gibi
davranmalarını sağlamanın tek yolu onlara öyleymiş gibi
davranmaktır”. James Traub, Foreign Policy, 25 Mayıs 2010.
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
“sıfır problem” dış politikasına dönüşen bölgesel
aktivizmi uygulamaya koydu.214
C. AKP LİBERAL DESTEĞİ KAYBEDİYOR
Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun
takip ettiği yön, ülke içinde de endişelere yol açıyor.
Bunun en çarpıcı örneği, verdikleri destekle AKP
politikasında önemli bir meşruiyet faktörü olan liberal
aydınların ve medya yorumcularının konumunun
değişmesidir. AKP’nin önde gelen milletvekili ve
düşünce adamlarından birinin söylediği üzere “onları
kaybettik”.215
Liberaller, Türkiye’deki tartışmanın yalnızca bir kanadını
oluşturuyor. AKP’nin ideolojik muhalifleri, çoğunluğu
laiklik yanlıları olmak üzere, partinin amacının
Türkiye’yi soyut bir İslami ümmete (Müslümanların
evrensel birliği) dahil etmek olduğuna, ABD’deki yenimuhafazakarlar ve sağ görüşlü İsrailliler kadar ikna
olmuş durumdalar.216 Diğer taraftaysa İslamcı
yorumcular, kendi değerlerinin galebe çalmasını
hızlandıracağını
düşündükleri
herşeyi
sevinçle
karşılıyorlar.217
[Erdoğan] diplomat değil, siyasi bir lider, adalet,
güven, dürüstlük ve samimiyet gibi değerlere canı
gönülden inanıyor. Bu temel değerlerin hiçbirinin
siyaset biliminin veya uluslararası ilişkilerin
günümüzdeki terminolojisinde tam bir yeri yok.
Bunlar, küresel siyasetin “öznel” ve duygusal
unsurları. Erdoğan’ın siyasi liderliğinin bir kısmı,
öznel eğilimler aracılığıyla incelenebilir.218
214
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara,
Temmuz 2010.
215
Kriz Grubu’na verilen mülakat, İstanbul, Haziran 2010.
216
”AKP’li Başbakan Erdoğan bunu reddetse de partinin
Batıdan uzaklaşırken İslamcılar dünyasına katılmaya çalıştığını
herkes biliyor … yaklaşan seçimlerde muhtemel bir yenilgiyi
önlemenin tek yolu, hem yurt içinde hem de dışarıda
İslamcılığa daha fazla yaklaşmaktır”. Cumhuriyet, 14 Haziran
2010.
217
”Ankara’nın Washington’ın derin boyunduruğundan
kurtulan... ABD’den bağımsızlaşan yeni bir gidişatı var.
Türkiye’nin bağımsız stratejik kimliğini kazanmış olması,
ekseninin “Doğu’ya kayması” değildir. Ya? Kendisi olmak,
demektir.Türkiye’nin coğrafyası ile barışması, bölgesel güç
haline gelmesi, milli menfaatleri doğrultusunda hareket eden
bir devlet politikası oluşturması, ABD-İsrail tandemine set
çekmesi... Batı’daki ve içimizdeki kovboyları rahatsız ediyor”.
Taner Korkmaz, Yeni Şafak, 15 Haziran 2010.
218
İbrahim Kalın, “The complexities of the new Turkey” [Yeni
Türkiye’nin karmaşıklıkları], Today’s Zaman, 29 Temmuz
2010.
Sayfa 23
Ancak anaakım yorumcular da başbakanın Türkiye’yi
güvenilmez olarak veya Batı karşıtı katı tutum
yanlılarıyla aynı kampta gibi gösteren söylemine gitgide
daha fazla muhalefet ediyorlar.219 İsrail’e çok ağır
eleştiriler yöneltirken Sudan, Gazze veya İran’daki
ihlallere sessiz kalan Erdoğan ve diğer AKP liderlerinin
insan haklarına olan yaklaşımına ikiyüzlülük suçlamaları
yapılıyor. Eleştiriler, hükümetin Hamas’a açıkça verdiği
güçlü desteğini220 ve Darfur’da insanlığa karşı suçlarla
itham edilen Sudan liderliğini, Müslümanların soykırım
suçu işlemeyeceğini iddia ederek kısmen savunmasını;221
nükleer hırsının “dedikodudan ibaret”222 olduğunu
söylediği İran cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ı “dost”
olarak kucaklamasını; İsrail’i sürekli olarak “devlet
terörizmiyle” suçlamasını veya “Siyon yıldızını gamalı
haçla yan yana gösteren dünya algısı”223 hakkındaki
konuşmalarını; ve ülkesindeki onbinlerce Ermeni işçiyi
sınırdışı etmekle tehdit ettiği hazırlıksız konuşmasında224
olduğu gibi yaptığı patlamaları hedef alıyordu.
Önde gelen liberal yorumcular, başbakanın Batı ile olan
bağlara hasar vermektense225 Türkiye’nin tarafsızlığını
korumasını226 ve onu Türkiye algısını düzeltmeye teşvik
edenleri küçük görmemesini arzu ediyorlar.227 Özellikle
219
”Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, dış politikayı sokakta
yapmak gibi bir alışkanlığı olmasaydı bugün durum farklı
olacaktı. Türkiye ile ilgili eksen tartışmaları ile akıllar
karışmayacaktı”. Ferai Tınç, Hürriyet, 18 Haziran 2010.
220
”Hamas’ın terör örgütü olup olmadığı tartışmasına girersek,
aynı çapta destek bulamayız; Hamas, Arap dünyasında bile
tartışmalı bir örgüttür”. Taha Akyol, Milliyet, 8 Haziran 2010.
“İran’dan daha fazla Hamas’çı olmamız için hangi nedenimiz
var? Acaba devlet adamlığı tecrübesi eksikliği mi...” Ertuğrul
Özkök, Hürriyet, 8 Haziran 2010. “Türkiye’nin kendisi
terörden zarar gören bir ülkeyken ... [Hamas’ın tarafını tutmak]
tehlikeli bir tutarsızlık”. Rıza Türmen, Milliyet, 11 Haziran
2010.
221
”Bizim medeniyetimizin parçası olan birinin, kendini
dinimiz İslama adamış olan birinin soykırım yapması kesinlikle
mümkün değildir”. AKP’li yetkililere yaptığı konuşma,
Radikal, 9 Kasım 2009. Ayrıca bakınız Kriz Grubu raporu,
Türkiye ve Orta Doğu, a.g.e., s. 8.
222
Ajans France-Presse, 16 Mart 2010.
223
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Konya’da yaptığı
konuşma, 4 Haziran 2010.
224
BBC’ye verdiği röportaj, 17 Mart 2010.
225
”Türkiye’nin ekseni kaymış değildir ama dış politikamızda
bir “balans” ayarına kesin ihtiyaç vardır: Türkiye Batı’dan
kopmayacağının yeni işaretlerini vermeli, Avrupalı dar kafalılar
da akıllarını başlarına almalıdır”. Taha Akyol, Milliyet, 11
Haziran 2010.
226
”Türkiye açısından dış politikadaki kaymaya ilişkin
tartışmalardan daha önemli olan şey, yakınlarımızda yaşanan
çatışmalar ve krizlere bulaşmamaktır”. Sami Kohen, Milliyet,
18 Haziran 2010.
227
”Eksen filan kaymadı” diye bunu söyleyenleri ajanlıkla
suçlamak yerine “Biz ne yaptık da böyle bir algı doğdu” diye
baksalar ve ekseni kaydırmak istemediklerini söylediklerine
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
bir yorumcu, İran’ın nükleer konusunda masum olduğuna
dair Türkiye kamuoyunda açıkça kefil olarak aldığı
büyük riskten duyduğu kaygıyı dile getiriyordu.228
Diğerleriyse Erdoğan’ın bu söylemi, Mayıs 2011’deki
ulusal-muhafazakar
oyları
toplayabilmek
için
tırmandırdığına inanıyorlar.229 Bazılarıysa laiklik yanlıları
kadar ileri giderek uzun vadedeki planının Türkiye’nin
ulusal ideolojisini ulusalcı-dindar çerçevede yeniden
çizeceği korkusunu dile getiriyor ve endişelerini sıralıyor:
AKP dış politikası Türkiye’nin AB perspektifini
geçersizleştirirken, ülkenin evrenselleşmiş Batılı
demokratik değerleri referans alan siyasi kültürünü de
İslami/muhafazakâr bir doğrultuda dönüştürüyor;
Ortadoğululaştırıyor. Tersi de geçerli; AKP Türkiye’yi
dönüştürmek istediği için İslamcı dış politikalar
uyguluyor.230
AKP’ye yöneltilen yeni liberal eleştiriler arasında kendi
dindar-muhafazakar oy tabanının ılımlı kesiminden gelen
sitemler de bulunuyor. Türkiye’deki en etkin Müslüman
hareketlerinden birinin lideri olan Fethullah Gülen, ABD’deki
evinden bir uyarı yaparak Mavi Marmara gemisinin
yardımı İsrail’le anlaşarak yerine ulaştıramamasının
“otoriteye başkaldırı işareti olduğunu ve faydalı sonuçlar
doğurmayacağını” söylüyordu.231 AKP’nin en etkili
bakanlarından Bülent Arınç, Gülen destekçisi geniş bir
dinleyici kitlesine yaptığı bir konuşmada bu duyguyu
tekrarladı ve aldığı kuvvetli alkış, İHH’nin çarpışmacı,
İslami yaklaşımından duyulan rahatsızlığı yansıttı.232
AKP’nin dış politikadaki çekiş gücünü kaybetmesi,
birkaç gün boyunca süren ve dışişleri bakanlığına dair
yeni bir yasanın mecliste görüşüldüğü sırada yaşanan
tartışmalarda da gündeme getirildi.233 Dışişleri Bakanı
göre bunun gereklerini yapsalar, daha doğru bir hareket olur”.
Mehmet Yılmaz, Hürriyet, 16 Haziran 2010.
228
Rıza Türmen, Milliyet, 14 Haziran 2010.
229
”Batıya karşı milliyetçi öfke besleyenler kervanına AKP de
katılmaya karar verdi. Ne de olsa bu, Türkiye’deki en güçlü
toplumsal dip akıntıdır ve ... Erdoğan’ın seçimleri kazanması
gerekiyor”. Ömer Taşpınar, Today’s Zaman, 14 Haziran 2010.
230
Kadri Gürsel, Milliyet, 14 Haziran 2010.
231
Joe Lauria, “Reclusive Turkish Imam criticizes Gaza
flotilla” [Münzevi Türk imam Gazze filosunu eleştirdi], The
Wall Street Journal, 4 Haziran 2010.
232
Fethullah Gülen, 1999’dan bu yana Pennsylvania eyaletinin
Pocono Dağlarında 25 dönümlük bir çiftlikte yaşıyor. Önceleri
sağlık sebebiyle bu ülkede bulunurken sonraları bir İslam
devleti kurma girişimi iddiasıyla Türkiye’de hüküm giydiği için
geri dönmedi ve bu suç daha sonra düştü. Arınç, Türkiye’nin
hiçbir zaman hasmane bir eylemde bulunduğunun görülmemesi
gerektiğini söyledi: “Mazlum olabiliriz ancak hiçbir zaman
zalim olmamalıyız”. Milliyet, 5 Haziran 2010.
233
Sol ve sağ kanattan eleştirenler arasında Türkiye’yi
“boğazına kadar Orta Doğu’nun pisliğine batmış” olarak gören
veya Kıbrıs’taki ihanete dayalı uzlaşmayı eleştiren ve “bizim
Sayfa 24
Davutoğlu, konuşmalara müdahale etmek zorunda kaldı,
“sıfır problemin” Türkiye’nin dışarıdaki tüm sorunlarının
hemen çözüleceği beklentisini değil, kendi idealistik
yaklaşımını yansıtan bir arzu olduğunu ve “birşeyi
gerçekleştirebilmek için hayal etmek gerektiğini” söyledi.
Muhalefet lideri buna daha sonra “stratejik derinlikte
boğuldunuz. Artık dış politikasında soyutlanmış bir
Türkiye imajımız var”234 diyerek yanıt verdi.
AKP hükümeti 2008’de Suriye ile İsrail arasında dolaylı
görüşmeleri organize ettiği için övgüler alırken pek çok
yorumcu, Ankara’nın bu rolü artık oynayamayabileceğine
dair kanıtları sunuyordu. Türkiye’nin Orta Doğu’da en
yakın dostlarından biri olan Suriye Devlet Başkanı Beşar
Esad, İsrail’le yaralı olan ilişkilerinin Ankara’nın
arabuluculuğunu zorlaştırabileceğini ima etti; ancak daha
sonra sözlerinin yanlış yorumlandığını söyledi.235 AKP
politikalarının temel liberalizminin etkili savunucularından
biri olan yorumcu Şahin Alpay, İsrail’le bağların
kötüleşmesini, önemli başarısızlıklardan biri olarak
görüyordu.236 Diplomasi muhabiri Semih İdiz şunları
yazıyordu:
Şayet Ankara genel olarak “Batı yönelimini” kaybeder
ve özel olarak AB’yle olan bağlarını koparırsa
Arap’ların [rejimlerinin ve aydınlarının] Türkiye’ye
olan ilgisi azalacaktır .… Türkiye’nin sevilen yönü,
yansıttığı ve Orta Doğu’da rastlanmayan Batılı imajı
… İsrail’le ilişkileri koparan ve bu ülkeyi şeytani bir
rakibe dönüştüren bir Türkiye, Ankara’nın gerek
politikalarımız ABD’ninkiler ile uyumlu diyorsunuz- fakat ya
ABD’nin İsrail politikası? Ya PKK? İran?”diyerek alay eden
milletvekilleri bulunuyordu.
234
Milliyet, 7 Temmuz 2010.
235
”Türkiye ile İsrail arasındaki ilişki yenilenmezse Türkiye’nin
müzakerelerde bir rol oynaması güçleşecektir”. İspanya’da
yaptığı basın açıklaması, 5 Temmuz 2010. Ancak özellikle
“Türk basınının hatasını düzeltmek” üzere davet ettiği Türk
gazetecilere yaptığı açıklamada Başkan Esad, “Suriye ve Türk
hükümetleri arasındaki güvene” vurgu yapmaya çalıştı ve “bu
açıklamada Suriye ile İsrail arasındaki arabuluculukta
Türkiye’nin yerini alabilecek kimse olmadığını söylediğini”
ekledi”. Ceyda Karan, “Türkiye’den daha iyi arabulucu
bulamadık”, Radikal, 17 Temmuz 2010.
236
Kıbrıs, Ermenistan, Irak Kürdistan’ı ve diğer yerlerdeki
iyileşmeleri sıralayan Şahin Alpay, “AKP liderliği, dindar
Müslüman olabilir, fakat nesnel olarak değerlendirildiğinde
izledikleri politikalar, İslamcı veya milliyetçi fikirlerden değil
esas olarak liberal fikirlerden esinleniyor …. AKP hükümeti,
politikalarında tamamen olmasa da çoğunlukla başarılı oldu.
Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti, çok daha demokratik,
müreffeh ve saygın bir ülkedir …. AKP hükümetinin dış
politikadaki tek önemli başarısızlığı, hiç şüphesiz İsrail’in
Gazze saldırısından bu yana İsrail’le olan ilişkilerde yaşanan
kötüleşmedir”. Şahin Alpay, “Liberal principles inspire Turkish
foreign policy” [Türk dış politikasına liberal ilkeler esin
veriyor], Today’s Zaman, 21 Haziran 2010.
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
İsrail’le gerekse bölgedeki diğer ülkelerle iletişimi
olan yeni oyunculara ihtiyacın duyulduğu Orta
Doğu’daki rolünü zayıflatacaktır.237
Son zamanlara dek komşularının “sıfır problem” dış
politikasına olan ilgisi Ankara’nın bölgesel cazibesini
arttırırken AKP’nin İsrail ve İran’ın politikalarıyla olan
mücadelesi, hiç kuşkusuz onun ABD, Avrupa ve İsrail
nezdinde önemli derecede güven ve nüfuz kaybetmesine
neden oldu. Ankara’nın İsrail’e karşı söylemi sert ve
hırçın olmaya devam ederse özellikle Türkiye-ABD
ilişkilerinin düzelmesi mümkün görünmüyor. Bu nedenle
AKP’nin ilk iktidar dönemindeki başarısı kanıtlanmış
formüle geri dönmesi yararlı olacaktır: AB reformlarının
sürmesi, Ermenistan, Kıbrıs ve Türk dış politikasının
diğer ana sorunlarıyla ilişkilerin normalleştirilmesi için
sıkı çalışmanın devam etmesi; müttefiklerini İsrail ve
İran’a dair görüşlerine ikna etmesi; fırsat yakaladıkça
öngörülü çatışma arabuluculuğu çalışmalarına, ticaret
artışına, bölgeyle entegrasyona ve çatışma halindeki tüm
taraflarla sıkı ilişkilere devam etmesi.
237
Semih İdiz, “What drives Arab interest in Turkey?”
[Arapların Türkiye’ye ilgisi neden kaynaklanıyor?], Hürriyet
Daily News, 28 Haziran 2010.
Sayfa 25
V. SONUÇ
Mevcut kanıtlara göre Türkiye, “sıfır problem” dış
politikasının hataları nedeniyle ancak kısmen suçlanabilir.
Hatalar yaşandığında bunun nedenleri, çoğunlukla
acelecilik, eksik iletişim, planlama eksikliği ve hararetli
konuşmalar oldu. Türkiye, İran’ın nükleer silah
edinmesini engellemenin yollarını bulmak ve Gazze’deki
acıları dindirmek gibi, Batılı ortaklarıyla hâlâ pek çok
ortak hedefler paylaşıyor. Ancak bu ortaklarına göre Orta
Doğu’daki olaylara çok daha yakın, güvenlik ve ekonomi
alanlarında bölgenin etkilerine çok daha fazla açık; bu
nedenle İran ve Hamas’la ilişki kurma politikası gibi
farklı taktiklere sahip. Kamuoyu ise daha duygusal ve bu
da siyasi liderler üzerinde ek baskı uyguluyor.
Bununla birlikte Mavi Marmara olayı, Türkiye’nin zarar
gören taraf da olsa Orta Doğu anlaşmazlıklarında
tarafsızlık sıfatını yitirdiğinde karşı karşıya kaldığı
zorlukları gözler önüne serdi. İran’ın nükleer programına
ilişkin müzakerelerde yaşadığı acı deneyim, Güvenlik
Konseyi’nin daimi üyelerinin hakim olduğu bir süreçte
orta büyüklükte bir gücün karşılaşacağı sorunlara örnek
teşkil etti. Yine de Ankara, İran konusunda yapmaya
çalıştığı, İsrail-Suriye dolaylı görüşmelerinde yürüttüğü
önemli çalışmada olduğu veya El Fetih ile Hamas
arasında yapabileceği arabulucuk gibi diğer arabulucularla
yakın işbirliği yürütme imkanı doğduğunda elinden geleni
yapmalı ve bu yönde de teşvik edilmeli. Mümkün olduğu
oranda kendisi bölgesel anlaşmazlıkların tarafı olmaktan
kaçınmalı. Özellikle Türkiye ve İsrail, sorunsuz yürüyen
ilişkilerine geri dönebilmenin yollarını bulmalılar. Bu,
Ankara açısından gerek ABD ile ilişkilerini yumuşatmak
gerekse önceki arabuluculuk rolünü yeniden canlandırmak
için; İsrail açısından ise eskiden bölgedeki nadir ve
önemli, Müslüman ortağını yeniden kazanmak için büyük
önem taşıyor. İsrail’e karşı açık düşmanlık beslediğine
dair uluslararası bir algı, Türkiye’nin bölgeye istikrar
getirebilecek etkin bir oyuncu olarak zorlukla kazandığı
imajını kaybetmesine yol açacaktır.
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
Aynı şekilde Batılı ortakları, Türkiye’ye yaklaşımlarında
daha adil olmalılar, “Batılı” veya “Avrupalı” olup
olmadığına karar vermek üzere İran veya İsrail
politikalarının tek taraflı temsillerini kullanmamalılar.
Türkiye’nin AB’ye uyumunu, İran’la köprü kurmak için
sarf ettiği gerçek çabaları ve BM’nin Mavi Marmara
olayını incelemesini desteklemeliler. AKP liderlerinin
Almanya’nın 2005’ten, Fransa’nın ise 2007’den bu yana,
AB devletlerinin Türkiye’nin nihai AB üyeliğine dair
uzun süre önce verdikleri söze ihanet ettiklerinden şikayet
etmekte haklılık payları var. Ancak çözüm, öfkeli söylem
olmamalı. Bunun yerine hâlâ yararlar sunan bir ortaklığın
kuşku götürmez faydaları konusunda hem Türk hem de
Avrupa kamuoyunu ikna edebilmek için düzenli
çalışmalarını sürdürmeliler.
İstanbul/Brüksel, 8 Eylül 2010
Sayfa 26
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
Sayfa 27
EK A
ORTA DOĞU HARİTASI
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
Sayfa 28
EK B
INTERNATIONAL CRISIS GROUP HAKKINDA
The International Crisis Group (Crisis Group) is an independent, non-profit, non-governmental organisation, with some
130 staff members on five continents, working through
field-based analysis and high-level advocacy to prevent and
resolve deadly conflict.
Crisis Group’s approach is grounded in field research. Teams
of political analysts are located within or close by countries
at risk of outbreak, escalation or recurrence of violent conflict.
Based on information and assessments from the field, it produces analytical reports containing practical recommendations targeted at key international decision-takers. Crisis
Group also publishes CrisisWatch, a twelve-page monthly
bulletin, providing a succinct regular update on the state of
play in all the most significant situations of conflict or
potential conflict around the world.
Crisis Group’s reports and briefing papers are distributed
widely by email and made available simultaneously on the
website, www.crisisgroup.org. Crisis Group works closely
with governments and those who influence them, including
the media, to highlight its crisis analyses and to generate
support for its policy prescriptions.
The Crisis Group Board – which includes prominent figures
from the fields of politics, diplomacy, business and the
media – is directly involved in helping to bring the reports
and recommendations to the attention of senior policy-makers
around the world. Crisis Group is co-chaired by the former
European Commissioner for External Relations Christopher
Patten and former U.S. Ambassador Thomas Pickering. Its
President and Chief Executive since July 2009 has been
Louise Arbour, former UN High Commissioner for Human
Rights and Chief Prosecutor for the International Criminal
Tribunals for the former Yugoslavia and for Rwanda.
Crisis Group’s international headquarters are in Brussels,
with major advocacy offices in Washington DC (where it is
based as a legal entity) and New York, a smaller one in
London and liaison presences in Moscow and Beijing.
The organisation currently operates nine regional offices
(in Bishkek, Bogotá, Dakar, Islamabad, Istanbul, Jakarta,
Nairobi, Pristina and Tbilisi) and has local field representation in fourteen additional locations (Baku, Bangkok,
Beirut, Bujumbura, Damascus, Dili, Jerusalem, Kabul,
Kathmandu, Kinshasa, Port-au-Prince, Pretoria, Sarajevo
and Seoul). Crisis Group currently covers some 60 areas of
actual or potential conflict across four continents. In Africa,
this includes Burundi, Cameroon, Central African Republic,
Chad, Côte d’Ivoire, Democratic Republic of the Congo,
Eritrea, Ethiopia, Guinea, Guinea-Bissau, Kenya, Liberia,
Madagascar, Nigeria, Rwanda, Sierra Leone, Somalia, Sudan,
Uganda and Zimbabwe; in Asia, Afghanistan, Bangladesh,
Burma/Myanmar, Indonesia, Kashmir, Kazakhstan, Kyrgyzstan, Nepal, North Korea, Pakistan, Philippines, Sri Lanka,
Taiwan Strait, Tajikistan, Thailand, Timor-Leste, Turkmenistan and Uzbekistan; in Europe, Armenia, Azerbaijan, Bosnia
and Herzegovina, Cyprus, Georgia, Kosovo, Macedonia,
Russia (North Caucasus), Serbia and Turkey; in the Middle
East and North Africa, Algeria, Egypt, Gulf States, Iran,
Iraq, Israel-Palestine, Lebanon, Morocco, Saudi Arabia, Syria
and Yemen; and in Latin America and the Caribbean, Bolivia,
Colombia, Ecuador, Guatemala, Haiti and Venezuela.
Crisis Group receives financial support from a wide range of
governments, institutional foundations, and private sources.
The following governmental departments and agencies have
provided funding in recent years: Australian Agency for
International Development, Australian Department of Foreign
Affairs and Trade, Austrian Development Agency, Belgian
Ministry of Foreign Affairs, Canadian International Development Agency, Canadian International Development and
Research Centre, Foreign Affairs and International Trade
Canada, Czech Ministry of Foreign Affairs, Royal Danish
Ministry of Foreign Affairs, Dutch Ministry of Foreign
Affairs, European Commission, Finnish Ministry of Foreign
Affairs, French Ministry of Foreign Affairs, German Federal
Foreign Office, Irish Aid, Japan International Cooperation
Agency, Principality of Liechtenstein, Luxembourg Ministry
of Foreign Affairs, New Zealand Agency for International
Development, Royal Norwegian Ministry of Foreign Affairs,
Swedish International Development Agency, Swedish
Ministry for Foreign Affairs, Swiss Federal Department of
Foreign Affairs, Turkish Ministry of Foreign Affairs, United
Arab Emirates Ministry of Foreign Affairs, United Kingdom
Department for International Development, United Kingdom
Economic and Social Research Council, U.S. Agency for
International Development.
The following institutional and private foundations have provided funding in recent years: Carnegie Corporation of New
York, The Charitable Foundation, Clifford Chance Foundation, Connect U.S. Fund, The Elders Foundation, William &
Flora Hewlett Foundation, Humanity United, Hunt Alternatives Fund, Jewish World Watch, Korea Foundation, John
D. & Catherine T. MacArthur Foundation, Open Society
Institute, Victor Pinchuk Foundation, Ploughshares Fund,
Radcliffe Foundation, Sigrid Rausing Trust, Rockefeller
Brothers Fund and VIVA Trust.
September 2010
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
Sayfa 29
EK C
KRİZ GRUBU’NUN 2007’DEN BU YANA AVRUPA RAPORLARI VE BRİFİNGLERİ
Islam and Identity in Germany, Europe
Report N°181, 14 March 2007.
Balkans
Ensuring Bosnia’s Future: A New International Engagement Strategy, Europe
Report N°180, 15 February 2007 (also
available in Russian).
Kosovo: No Good Alternatives to the
Ahtisaari Plan, Europe Report N°182,
14 May 2007 (also available in
Albanian, Russian and Serbian).
Serbia’s New Government: Turning from
Europe, Europe Briefing N°46, 31 May
2007.
Breaking the Kosovo Stalemate: Europe’s
Responsibility, Europe Report N°185, 21
August 2007 (also available in Albanian,
Russian and Serbian).
Serbia: Maintaining Peace in the Presevo
Valley, Europe Report N°186, 16 October 2007 (also available in Russian).
Kosovo Countdown: A Blueprint for Transition, Europe Report N°188, 6 December 2007 (also available in Russian).
Kosovo’s First Month, Europe Briefing
N°47, 18 March 2008 (also available in
Russian).
Will the Real Serbia Please Stand Up?,
Europe Briefing N°49, 23 April 2008
(also available in Russian).
Kosovo’s Fragile Transition, Europe
Report N°196, 25 September 2008 (also
available in Albanian and Serbian).
Macedonia’s Name: Breaking the Deadlock, Europe Briefing N°52, 12 January
2009 (also available in Albanian and
Macedonian).
Bosnia’s Incomplete Transition: Between
Dayton and Europe, Europe Report
N°198, 9 March 2009 (also available in
Serbian).
Serb Integration in Kosovo: Taking the
Plunge, Europe Report N°200, 12 May
2009.
Bosnia: A Test of Political Maturity in
Mostar, Europe Briefing N°54, 27 July
2009.
Kosovo: Štrpce, a Model Serb Enclave?,
Europe Briefing N°56, 15 October 2009
(also available in Albanian and Serbian).
Bosnia’s Dual Crisis, Europe Briefing
N°57, 12 November 2009.
The Rule of Law in Independent Kosovo,
Europe Report N°204, 19 May 2010.
Kosovo and Serbia after the ICJ Opinion,
Europe Report N°206, 26 August 2010.
Caucasus
Abkhazia: Ways Forward, Europe Report
N°179, 18 January 2007 (also available
in Russian).
Georgia’s South Ossetia Conflict: Movement at Last?, Europe Report N°183,
7 June 2007 (also available in Russian).
Nagorno-Karabakh: Risking War, Europe
Report N°187, 14 November 2007 (also
available in Russian).
Georgia: Sliding towards Authoritarianism?, Europe Report N°189, 19
December 2007 (also available in
Russian).
Azerbaijan: Independent Islam and the
State, Europe Report N°191, 25 March
2008 (also available in Azeri and
Russian).
Armenia: Picking up the Pieces, Europe
Briefing N°48, 8 April 2008.
Russia’s Dagestan: Conflict Causes,
Europe Report N°192, 3 June 2008.
Georgia and Russia: Clashing over
Abkhazia, Europe Report N°193, 5 June
2008.
Russia vs Georgia: The Fallout, Europe
Report N°195, 22 August 2008 (also
available in Russian).
Azerbaijan: Defence Sector Management
and Reform, Europe Briefing N°50, 29
October 2008 (also available in Russian).
Georgia: The Risks of Winter, Europe
Briefing N°51, 26 November 2008.
Georgia-Russia: Still Insecure and Dangerous, Europe Briefing N°53, 22 June
2009 (also available in Russian).
Nagorno-Karabakh: Getting to a Breakthrough, Europe Briefing N°55, 7 October 2009.
Abkhazia: Deepening Dependence, Europe
Report N°202, 26 February 2010 (also
available in Russian).
South Ossetia: The Burden of Recognition,
Europe Report N°205, 7 June 2010 (also
available in Russian).
Azerbaijan: Vulnerable Stability, Europe
Report N°207, 3 September 2010.
Cyprus
Cyprus: Reversing the Drift to Partition,
Europe Report N°190, 10 January 2008
(also available in Greek and in Turkish).
Reunifying Cyprus: The Best Chance Yet,
Europe Report N°194, 23 June 2008
(also available in Greek and Turkish).
Cyprus: Reunification or Partition?,
Europe Report N°201, 30 September
2009 (also available in Greek and
Turkish).
Turkey
Turkey and Europe: The Way Ahead,
Europe Report N°184, 17 August 2007
(also available in Turkish).
Turkey and Europe: The Decisive Year
Ahead, Europe Report N°197, 15
December 2008 (also available in
Turkish).
Turkey and Armenia: Opening Minds,
Openings Borders, Europe Report N°199,
14 April 2009 (also available in Turkish).
Turkey and the Middle East: Ambitions and
Constraints, Europe Report N°203, 7
April 2010 (also available in Turkish).
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
Sayfa 30
EK D
INTERNATIONAL CRİSİS GROUP MÜTEVELLİ HEYETİ
CO-CHAIRS
OTHER BOARD MEMBERS
Carla Hills
Lord (Christopher) Patten
Adnan Abu-Odeh
Former European Commissioner for External
Relations, Governor of Hong Kong and UK
Cabinet Minister; Chancellor of Oxford University
Former Political Adviser to King Abdullah II
and to King Hussein, and Jordan Permanent
Representative to the UN
Former U.S. Secretary of Housing and U.S.
Trade Representative
Thomas R Pickering
Kenneth Adelman
Former U.S. Ambassador to the UN, Russia,
India, Israel, Jordan, El Salvador and Nigeria;
Vice Chairman of Hills & Company
Former U.S. Ambassador and Director of the
Arms Control and Disarmament Agency
Kofi Annan
PRESIDENT & CEO
Former Secretary-General of the United Nations;
Nobel Peace Prize (2001)
Louise Arbour
Nahum Barnea
Former UN High Commissioner for Human
Rights and Chief Prosecutor for the International
Criminal Tribunals for the former Yugoslavia
and Rwanda
Samuel Berger
EXECUTIVE COMMITTEE
Morton Abramowitz
Former U.S. Assistant Secretary of State and
Ambassador to Turkey
Cheryl Carolus
Former South African High Commissioner to
the UK and Secretary General of the ANC
Maria Livanos Cattaui
Chief Columnist for Yedioth Ahronoth, Israel
Chair, Albright Stonebridge Group LLC; Former
U.S. National Security Advisor
Emma Bonino
Vice President of the Senate; Former Minister
of International Trade and European Affairs
of Italy and European Commissioner for
Humanitarian Aid
Dean, Paris School of International Affairs,
Sciences Po
Stephen Solarz
Former U.S. Congressman
George Soros
Chairman, Open Society Institute
Pär Stenbäck
Former Foreign Minister of Finland
Mo Ibrahim
Founder and Chair, Mo Ibrahim Foundation;
Founder, Celtel International
Igor Ivanov
Former Foreign Affairs Minister of the Russian
Federation
Asma Jahangir
UN Special Rapporteur on the Freedom of
Religion or Belief; Chairperson, Human Rights
Commission of Pakistan
Wim Kok
Ricardo Lagos
Sheila Coronel
Joanne Leedom-Ackerman
Jan Egeland
Ghassan Salamé
Former U.S. Ambassador to Austria;
Chair, Institute for Inclusive Security; President,
Hunt Alternatives Fund
Former Prime Minister of the Netherlands
Yoichi Funabashi
President & CEO, Fiore Capital
Swanee Hunt
Former NATO Supreme Allied Commander,
Europe
Toni Stabile, Professor of Practice in Investigative
Journalism; Director, Toni Stabile Center for Investigative Journalism, Columbia University, U.S.
Frank Giustra
Former Deputy Prime Minister and Foreign
Affairs Minister of Sweden
Wesley Clark
Member of the Board, Petroplus Holdings,
Switzerland
Editor in Chief, The Asahi Shimbun, Japan
Lena Hjelm-Wallén
Director, Norwegian Institute of International
Affairs; Former UN Under-Secretary-General for
Humanitarian Affairs and Emergency Relief
Coordinator
Former President of Chile
Former International Secretary of International
PEN; Novelist and journalist, U.S.
Lord (Mark) Malloch-Brown
Former Administrator of the United Nations
Development Programme (UNDP) and UN
Deputy Secretary-General
Lalit Mansingh
Mohamed ElBaradei
Former Foreign Secretary of India, Ambassador
to the U.S. and High Commissioner to the UK
Director-General Emeritus, International Atomic
Energy Agency (IAEA); Nobel Peace Prize (2005)
Jessica Tuchman Mathews
Uffe Ellemann-Jensen
President, Carnegie Endowment for
International Peace, U.S.
Former Foreign Minister of Denmark
Gareth Evans
Benjamin Mkapa
Former President of Tanzania
President Emeritus of Crisis Group; Former
Foreign Affairs Minister of Australia
Moisés Naím
Mark Eyskens
Former Prime Minister of Belgium
Senior Associate, International Economics
Program, Carnegie Endowment for International
Peace; former Editor in Chief, Foreign Policy
Joschka Fischer
Ayo Obe
Former Foreign Minister of Germany
Dewi Fortuna Anwar
Director for Program and Research, The Habibie
Center, Jakarta; Former Assistant Minister/State
Secretary for Foreign Affairs, Indonesia
Jean-Marie Guéhenno
Arnold Saltzman Professor of Professional
Practice in International and Public Affairs,
Columbia University; Former UN UnderSecretary-General for Peacekeeping Operations
Legal Practitioner, Lagos, Nigeria
Güler Sabancı
Chairperson, Sabancı Holding, Turkey
Javier Solana
Former EU High Representative for the Common
Foreign and Security Policy, NATO SecretaryGeneral and Foreign Affairs Minister of Spain
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010
Sayfa 31
PRESİDENT’S COUNCİL
Crisis Group’s President’s Council is a distinguished group of major individual and corporate donors providing
essential support, time and expertise to Crisis Group in delivering its core mission.
Canaccord Adams Limited
Neil & Sandy DeFeo
Fares I. Fares
Frank Holmes
Steve Killelea
George Landegger
Statoil ASA
Harry Pokrant
Ian Telfer
Mala Gaonkar
Alan Griffiths
Ford Nicholson
Neil Woodyer
INTERNATIONAL ADVISORY COUNCİL
Crisis Group’s International Advisory Council comprises significant individual and corporate donors who contribute
their advice and experience to Crisis Group on a regular basis.
Rita E. Hauser
Co-Chair
Elliott Kulick
Co-Chair
Anglo American PLC
APCO Worldwide Inc.
Ed Bachrach
Stanley Bergman & Edward
Bergman
Harry Bookey & Pamela
Bass-Bookey
Iara Lee & George Gund III
Foundation
Chevron
John Ehara
Equinox Partners
Neemat Frem
Seth Ginns
Paul Hoag
Joseph Hotung
International Council of
Swedish Industry
H.J. Keilman
Michael Riordan
George Kellner
Shell
Amed Khan
Belinda Stronach
Zelmira Koch
Liquidnet
Talisman Energy
Tilleke & Gibbins
Jean Manas
McKinsey & Company
Kevin Torudag
Harriet Mouchly-Weiss
Yves OltramareAnna Luisa
Ponti & Geoffrey Hoguet
VIVATrust
Yapı Merkezi Construction
and Industry Inc.
SENIOR ADVISERS
Crisis Group’s Senior Advisers are former Board Members who maintain an association with Crisis Group, and whose advice
and support are called on from time to time (to the extent consistent with any other office they may be holding at the time).
Mong Joon Chung
Pat Cox
Gianfranco Dell’Alba
Timothy Ong
Olara Otunnu
Shimon Peres
Jacques Delors
Victor Pinchuk
Alain Destexhe
Mou-Shih Ding
Gernot Erler
Surin Pitsuwan
Cyril Ramaphosa
Richard Armitage
Ersin Arıoğlu
Óscar Arias
Marika Fahlén
Stanley Fischer
Malcolm Fraser
George Robertson
Michel Rocard
Volker Rühe
Diego Arria
Zainab Bangura
Christoph Bertram
Alan Blinken
I.K. Gujral
Max Jakobson
James V. Kimsey
Aleksander Kwaśniewski
Salim A. Salim
Douglas Schoen
Christian Schwarz-Schilling
Lakhdar Brahimi
Todung Mulya Lubis
Allan J. MacEachen
Martti Ahtisaari
Chairman Emeritus
George Mitchell
Chairman Emeritus
HRH Prince Turki al-Faisal
Shlomo Ben-Ami
Hushang Ansary
Zbigniew Brzezinski
Kim Campbell
Graça Machel
Fidel V. Ramos
Mohamed Sahnoun
Michael Sohlman
Thorvald Stoltenberg
William O. Taylor
Jorge Castañeda
Naresh Chandra
Eugene Chien
Joaquim Alberto Chissano
Barbara McDougall
Matthew McHugh
Nobuo Matsunaga
Miklós Németh
Leo Tindemans
Ed van Thijn
Simone Veil
Shirley Williams
Victor Chu
Christine Ockrent
Grigory Yavlinski
Uta Zapf
Ernesto Zedillo

Benzer belgeler