Read full report - International Crisis Group
Transkript
Read full report - International Crisis Group
TÜRKİYE’NİN İSRAİL VE İRAN KRİZLERİ Avrupa Raporu N°208 – 8 Eylül 2010 İÇİNDEKİLER YÖNETİCİ ÖZETİ................................................................................................................... i I. GİRİŞ .................................................................................................................................. 1 II. TÜRKİYE VE İSRAİL: AÇIK DENİZDE KAYBOLDU ............................................ 2 A. İSRAIL VE AKP ............................................................................................................................2 B. MAVİ MARMARA MESELESİ ........................................................................................................4 1. İHH 4 ...........................................................................................................................................4 2. Hatalar Trajedisi...........................................................................................................................6 C. ACİ SONUÇ ..................................................................................................................................8 III. TÜRKİYE VE İRAN: ASIRLIK RAKİPLER ............................................................ 11 A. İTTİFAK YOK .............................................................................................................................11 B. İRAN’İN NÜKLEER PROGRAMİ VE TÜRKİYE ................................................................................12 IV. TARTİȘMANIN YATİȘMASİ ....................................................................................... 16 A. TÜRKİYE-İSRAİL BAĞLARİNİN YENİDEN İNŞASİ ........................................................................17 B. GERÇEK TÜRKİYE’YE ODAKLANMAK ........................................................................................19 C. AKP LİBERAL DESTEĞİ KAYBEDİYOR .......................................................................................23 V. SONUÇ ............................................................................................................................. 25 EKLER A. B. C. D. ORTA DOĞU HARİTASI ....................................................................................................................27 ULUSLARARASI KRİZ GRUBU HAKKINDA ........................................................................................28 2007’DEN BU YANA ULUSLARARASI KRİZ GRUBU’NUN AVRUPA RAPOR VE BRİFİNGLERİ ...............29 ULUSLARARASI KRİZ GRUBU MÜTEVELLİ HEYETİ ..........................................................................30 Avrupa Raporu N°208 8 Eylül 2010 TÜRKİYE’NİN İSRAİL VE İRAN KRİZLERİ YÖNETİCİ ÖZETİ Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin zedelenmiş olması ve İran’la olan ilişkilerinin Batı’daki başkentlerde kuşku ile karşılanması, Ankara’nın “sıfır sorun” dış politikasına zarar veriyor. Aynı zamanda amacı bölgede istikrar ve barışı sağlamak olan Türkiye’nin Orta Doğu’daki faaliyetleri konusunda pek çok yanlış fikir de ortaya çıktı. Türkiye’nin bakış açısına göre İsrail ve İran meseleleri birbirinden ayrı dinamiklere sahip ve Batılı müttefikleri ile genellikle kabul gördüğünden daha fazla işbirliğine ve ortak hedeflere dayanıyor. Batılı dostları ve İsrail ile arasının bozulmasında Türkiye’nin payı abartıldı, ancak hükümetin dış politika oluşturmasında ve takdiminde sorunlar olduğu da bir gerçek. Bu sorunlar arasında ileriyi görememe ve hararetli söylemler ile Kıbrıs sorununun çözümü, Ermenistan ile ilişkilerin normalleşmesi, Kürt meselesinde yeni ortaya çıkan gerilimlerin yatışması ve AB’ye uyum sürecine bağlılık gibi, Türkiye’nin yakın çevresindeki esas sorunların çözümünden sapması bulunuyor. Ankara’nın, yola çıkmasını desteklememekle birlikte, sonunda Gazze ablukasını delmeye çalışmaktan vazgeçiremediğini söylediği bir filoyu durduran İsrail komandolarının 31 Mayıs’ta sekiz Türk ve bir Türk kökenli Amerikan vatandaşını öldürmesiyle Türkiyeİsrail ilişkileri en düşük seviyesine geriledi. ABD ve AB’ye üye ülkeler, bu trajik olayı incelemek üzere BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un dört kişiden oluşan ve BM’nin öncülük ettiği panelini desteklemeliler. İsrail, ilişkileri normalleştirmeye çabalamalı ve eğer askerlerinin ölçüsüz güç kullandığı veya suç işlediği ortaya çıkarsa, sanıkları yargılamalı ve Türkiye’yi tatmin edecek adımlar atmanın yollarını bulmalı. Türkiye ise soruşturmayı, İsrail ile uluslararası kamuoyuna gemideki gönüllülerin niyetleri konusunda tatmin edici bir bilgilendirme yapmak için kullanmalı, ağır talepler ve katı söylemlerden uzaklaşarak ilişkilerin iyileştirilmesi için kendi üzerine düşeni yerine getirmeli. Geçmişteki iyi ilişkileri Türkiye’ye, Arap-İsrail barış görüşmelerindeki kolaylaştırıcılık rolü de dahil olmak üzere Orta Doğu’da potansiyel olarak etkin ve eşsiz bir aracı rolü biçiyordu, ancak bu potansiyeli gerçekleştirmek için İsrail ve ABD ile yıpranan ilişkilerini düzeltmesi gerekiyor. Türkiye, ayrıca 9 Haziran’da BM Güvenlik Konseyi’nde ek yaptırımlar aleyhinde oy kullanmasının ardından İran’ın nükleer programıyla ilgili yaptığı arabuluculuk girişimlerinden dolayı eleştiriler alıyor. Ne var ki Türkiye’nin “hayır” dediği, İran’ın nükleer askeri hedeflerinin frenlenmesi değildi. Ankara, 17 Mayıs tarihli Tahran Anlaşması’nda öngörüldüğü üzere İran’ın önemli miktardaki düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyum stoğunu takas müzakereleri için kendisinin (ve Brezilya’nın) ABD’nin teşvikine sahip olduğuna inandığını iddia ediyor. Güvenlik Konseyi’nde bu yönde oy kullanmasının nedeninin müzakere gücünü muhafaza etmek ve Tahran Anlaşmasını ilerisi için muhtemel bir yol olarak elinde tutmak olduğunu ifade ediyor. ABD ve AB ülkeleri, Türkiye’nin “yüzünü Doğu’ya döndüğü”, “İslamcı bloğa dahil olduğu” ya da “Batı’ya sırtını döndüğü” gibi basit klişeleri bir kenara bırakmalı. Türkiye’nin yeni dış politika girişimleri, büyük ölçüde ekonomik oldu ve Avrasya, Balkanlar, Afrika ve Orta Doğu’daki Hristiyan ve Müslüman ülkeleri kapsadı. Ticaret ve yatırımlarının büyük bölümünün yanı sıra, toplumsal, popüler ve eğitimsel düzeydeki bağları ile düşünsel ve ekonomik yeniliklerininin kaynağı da ayrılmaz biçimde AB ülkelerine ve ABD’ye bağlıdır. Ayrıca Türkiye, İran da dahil olmak üzere Orta Doğu’da nükleer silahların yayılmaması, İsrail-Filistin sorununa iki tarafın da tüm haklarının tanınacağı adil bir çözüm ve El Kaide’nin tasfiyesi gibi, Batılı müttefiklerinin çoğu ile Orta Doğu’da aynı hedefleri paylaşıyor. Bu ortak amaçları dile getirmek için daha fazla fırsat yaratmalı. Aynı şekilde Batılı müttefikleri de coğrafya ve tarih sayesinde Türkiye’nin onları kendi taktikleri ve yöntemiyle makul şekilde takip edeceğini anlamalı. Ankara, kendi başına ilerlemektense AB ve ABD ile iyi ilişkiler sürdürerek daha fazla yol kat edebilir. Hükümet ve kamuoyu, zaman zaman bu tür varsayımlara meyilli olsa da ABD’nin İsrail’den çok Türkiye’ye ihtiyaç duyduğu ve Başkan Obama ile kişisel ilişkilerin politikaların özünün yerini alacağı fikirlerinden kaçınmalı. Türkiye belirgin biçimde daha güçlü, uluslararası bir oyuncu haline geliyor olsa da Vaşington ile işbirliği ve Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 AB ile uyum, ülkenin bölgedeki öneminin anahtarını teşkil ediyor ve ekonomik gelişimine, komşularıyla ticaretindeki patlamaya, insan haklarına daha fazla saygı gösterilmesine ve İstanbul’un göz kamaştırıcı bir bölgesel merkez olma yolunda ilerlemesine katkıda bulunuyor. Türk liderler ayrıca müttefiklerin güvenini zedeleyen popülist ya da ayrımcı söylemlerin dozajını azaltmalı ve benzersiz bir nitelik olan bölgedeki tüm taraflarla güvenle görüşebilme özelliğini yeniden kazanabilmek için İsrail ile sükunetli diyaloğuna kaldığı yerden devam etmeli. Türkiye son yirmi yılda çok değişti; daha zengin, kendine daha çok güvenen bir ülke oldu ve artık sadece Vaşington ve Brüksel’e bağımlı değil. Ankara kendi önemini veya kapasitesini abartmaktan kaçınırken Batılı müttefikleri de onun bölge ve ötesindeki gerçek önemini kavramalı, onunla daha sakin, yapıcı ve üst düzeyde diyalog için daha fazla zaman ayırmalı. Bu amaçla özellikle Vaşington ve Ankara, Orta Doğu da dahil olmak üzere ortak dış politika çıkarlarının tümüne ilişkin düzenli diyalog ve daha iyi koordinasyon için yeni mekanizmalar tesis etmekte yarar görebilirler. Dahası herkesin Orta Doğu’daki ortak hedeflerinden azami avantaj elde etmesi isteniyorsa Türkiye, AB yolundaki taahhütlerine bağlı kalırken Fransa ve Almanya da onun üyelik perspektifini inandırıcı kılmalı. Bu ortak yönler, bölgede istikrarı arttırmak ve çatışmaları azaltmak için işbirliğinin sağlam temelini teşkil etmektedir. İstanbul/Brüksel, 8 Eylül 2010 Sayfa ii Avrupa Raporu N°208 8 Eylül 2010 TÜRKİYE’NİN İSRAİL VE İRAN KRİZLERİ I. GİRİŞ Balkanlardan İran Körfezine uzanan bölgede eski bir güç olan Osmanlı İmparatorluğu’nun merkez vilayetlerinde 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin Orta Doğu ile olan ilişkisi, hiçbir dönemde olmadığı kadar yoğun durumda. Kriz Grubu’nun önceki bir raporunda yazdığı üzere1, gerek bölgedeki devletler gerekse daha uzaktaki güçler, Türkiye’nin bu açılımını çoğunlukla olumlu değerlendirdiler. Avrupa Birliği’nin 2009 İlerleme Raporu, Türkiye’nin son dönemdeki Orta Doğu aktivizmini “yapıcı” olarak nitelendirdi. Başkan Obama, ziyaret edeceği ilk Müslüman ülke olarak Türkiye’yi seçti ve Nisan 2009’da Orta Doğu’da ortak hedeflerden söz etti ve iki ülkenin “model ortaklık”2 içinde olduğunu belirtti. Türkiye’nin yükselen profili, bu yöndeki bilinçli politikasının olduğu kadar 73 milyon nüfuslu bu ülkenin son on yılda toplumsal, siyasi ve ekonomik alanlardaki ilerlemelerin de doğal bir sonucu. 1999’da Avrupa Birliği üyeliğine aday olarak kabul edilen Türkiye, katılım müzakerelerine 2005’te başladı. Bu, koalisyon hükümetinin (1999-2002), AB kriterlerine uymak amacıyla yaptığı ve 1980’lerden bu yana ilk istikrarlı, çoğunluk hükümeti olan ve 2002’de seçimle göreve gelen AKP döneminde (Adalet ve Kalkınma Partisi) perçinlenen bir dizi reformun ardından gerçekleşti. Türkiye’nin AB yolunda ilerlemesine Fransa ve Almanya’nın şüpheci yaklaşımları kadar Kıbrıs sorununun çözümlenmemesi de engel oldu. Ne var ki Ankara, üyelik koşullarını yerine getirmeye kararlı görünüyor ve genel itibariyle AB üyesi devletlerin dış politika tutumlarına yakın duruyor. Türkiye ekonomisi, 2002-2007 arasında ortalama yüzde 7’lik büyüme kaydetti; 1990’larda üç haneli rakamlardan oluşan enflasyon oranı, 2009’da yüzde 9.5’e düştü, yabancı yatırımın artışı yılda onbeş kattan fazla büyüyerek 20 milyar dolara ulaştı ve ihracat dört kat artarak 132 milyar doları buldu. 2008/2009’da küresel ölçekte yaşanan daralmadan payına düşeni alsa da ekonomisi oldukça iyiye gidiyor. 3 Bununla eş zamanlı olarak birbiri ardına göreve gelen hükümetler, komşularına diplomatik alanda yakınlaşma stratejisi geliştirdiler. AKP, bunu “sıfır problem” dış politikası olarak adlandırdı ve Kıbrıs’ta onyıllardır devam eden katı yaklaşıma son verdi ve sonucu talihsiz olan Annan Planı’nı destekledi; Ermenistan ile ilişkileri normalleştirmeye gayret etti; İsrail ile Suriye arasında barış görüşmelerinde arabuluculuk yaptı ve Türkiye’nin kuzey Irak Kürtleri ile olan ilişkilerini düzeltti. Türkiye açısından bu dış politikanın en dikkat çekici unsuru Orta Doğu oldu; ancak bu, Rusya, Balkanlar ve Afrika’ya önemli ölçüde uzanma da dahil olmak üzere değişmekte olan pek çok ilişkiden sadece birini oluşturuyor. Orta Doğu’da ise dikkatler, Türkiye’de müteakip hükümetlerin başardığı refah, meşruiyet ve Batı tarafından kabul görme; İsrail hükümetinin Filistinlilere uyguladığı düşünülen zulmü Türkiye’nin son zamanlarda ve açıkça eleştirmesi (ki bu, bölgedeki ülkelerin çoğunun kamuoyunda oldukça ilgi topladı) ve AB’nin ilk dönemlerindeki çatışmaları çözümleyici felsefesini taklit ederek daha serbest ticaret ve seyahat, ekonomilerin ve altyapıların entegrasyonu ve bakanlar düzeyinde düzenli toplantılar da dahil olmak üzere Türkiye’nin yürüttüğü bölgesel sosyo-ekonomik entegrasyon politikasının takdir toplaması gibi farklı konulara yoğunlaştı. Ürdün’de bir yorumcu şunları söylüyor: Herkes Türkiye’yi beğeniyor gibi görünüyor … İran modelinin aksine “yumuşak güce” dayanan Türk modeli, uluslararası kredibiliteye ve saygıya sahip …. Türkiye, kaderci sessizlik ve ABD ve İsrail diktalarına teslim olmak ile geniş kapsamlı savaşlara ve hesaplanmayan maceralara atılmak arasında çok fazla 1 Bakınız Kriz Grubu’nun Avrupa Raporu Nº203, Türkiye ve Orta Doğu: Yüksek Hedefler ve Kısıtlayıcı Unsurlar, 7 Nisan 2010. 2 “Türkiye ve ABD, ağırlıklı olarak Hristiyan bir ulus ile ağırlıklı olarak Müslüman bir ulusun – Batılı bir ulus ve iki kıtaya uzanan bir ulus—saygılı, güvenli ve müreffeh modern bir uluslararası toplum yaratabilecekleri model bir ortaklık kurabilirler”. Barack Obama, basın toplantısı, Ankara, 6 Nisan 2009. Bakınız www.cnn.com/2009/POLITICS/04/06/obama. turkey/index.html. 3 2009’da Türk hükümetinin istatistiklerine göre ekonomi yüzde 5.6 daraldı, ihracat üçte bir oranında azalarak 102 milyar dolara geriledi ve yatırım yarıya inerek 7.7 milyar dolara düştü. Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 seçeneğin mevcut olduğunu kanıtlamış oldu …. Bünyesinde barındırdığı “sivil ve demokratik İslam” dersinden feyz almalıyız. Direniş söylemimize Türkiye’nin “rasyonalizmi, pragmatizmi ve 4 modernitesi” nden bir nebze eklemeliyiz. Ne var ki Nisan 2010’dan bu yana gelişen olaylar, özellikle İsrail ve İran politikalarında yaşanan krizler, gerek Orta Doğu gerekse Avrupa başkentlerinde Türkiye’nin kesin olarak Doğu’ya dönüp dönmediği veya dış politikasını “İslamcı” ideolojiye dayandırıp dayandırmadığı yönünde tartışmaları açığa çıkardı. Bu rapor, AKP döneminde Türk dış politikasının söz konusu krizler sırasında bile Türkiye’yi gitgide daha çok kendine güvenli, etkili ve çok yönlü bir bölgesel oyuncu haline getirmeye eğildiği savını inceliyor. Bu politika, bazıları tarafından memnuniyetle karşılansa da bazı çevrelerde ihtiyat uyandırıyor, ancak genel hatlarıyla Batılı ortaklarının olumlu bulduğu değer ve hedefler barındırıyor.5 Sayfa 2 II. TÜRKİYE VE İSRAİL: AÇIK DENİZDE KAYBOLDU 1990’larda iş, turizm ve askeri konularda devam eden hevesli ortaklığın ardından Türkiye ve İsrail, henüz keşfedilmemiş ve zorlu yeni bir alana girdiler.6 Mavi Marmara filosunun Gazze ablukasını delmek istemesi ve İsrail’in ana gemiye 31 Mayıs 2010’da yaptığı baskın, 2009’un başından bu yana zaten kötüleşmekte olan ilişkilerinin yaşadığı iki felaket şok oldu. Türkler, sorunu İsrail hükümetinin topraklardan vazgeçmek ve Filistinlilerle barış inşa etmek istememesi olarak görürken İsrailliler açısından sorun, AKP hükümetinin diplomatik ve ideolojik açıdan düşmanlarının tarafında yer alma eğiliminin gitgide artması. Arka planda ise Orta Doğu’nun geleceğine dair ve burada hangi ülkenin etkisini en çok hissettireceğine dair birbirinden çok farklı değerlendirmeler yatıyor. A. İSRAIL VE AKP Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da dahil pek çok AKP lideri, İsrail’e karşı derin husumetlerini dile getiren İslamcı siyasetçiler arasında rüştlerini ispatladılar. Ancak Erdoğan ve takipçileri, hâlâ etkisini sürdüren Saadet Partisi etrafında şimdilerde toplanmış olan bu oldukça muhafazakâr grupla yollarını ayırarak 2001’de kendi partilerini kurdular. AKP, dini kimliğe vurgu yapmaktan ziyade yönetimi iyileştirme ve yolsuzlukla mücadele sözü vererek 2002’deki genel seçimleri kazandı. Son seçimlerde İsrail ile ilişkiler gündeme gelmedi. AKP’nin 2007’deki yüzde 47’lik seçim zaferinin nedenleri, refah getiren ve nispeten iyi işleyen yönetim, AB odaklı demokrasi için iç siyasette verilen mücadele ve Türk siyaseti üzerinde ordu hakimiyetinin reddedilmesi oldu. Elbette ki seçmenler, Erdoğan’ın İsrail’e öfkelenebileceğini ve onu şiddetle eleştirebileceğini ve ani çıkışlarının iç siyasette veya diğer siyasi amaçlarla kullanıldığını biliyorlardı.7 Hangi hükümet işbaşında 6 4 Urayb al-Rintawi, “Many Lessons” [Dersler], al-Dustour (Ürdün), 10 Haziran 2010. 5 ”Türk hükümeti, [uzun zamandır süregelen] zorluklara verdiği yanıtlarda daha geniş manevra alanı yarattı, yani neredeyse içgüdüsel olarak Batılı çizgiyi izlemedi, bunun yerine temel olarak gelişmelere gerçek Türk bakış açısıyla bakarak ulusal çıkarlarını maksimuma çıkarmaya gayret etti”. Heinz Kramer, “AKP’s ‘new’ foreign policy between vision and pragmatism” [AKP’nin vizyon ile pragmatizm arasında ‘yeni’ dış politikası] , Stiftung Wissenschaft und Politik, Haziran 2010, s. 34. Türkiye, 1949’da İsral’i ilk tanıyan devletler arasında yer alırken İsrail de uzun süre birlikte iş yapabileceği, Arap olmayan Orta Doğu devleti olarak Türkiye’ye yakın olmaya gayret etti. Türkiye ilk diplomatlarını İsrail’e 1952’de gönderse de büyükelçisini ilk olarak 1992’de, Madrid ve Oslo’da Arapİsrail görüşmelerinin başlamasının ardından görevlendirdi. İkili ilişkilerin altın çağı, barışa dair iyimserliğin sürdüğü 1990’larda yaşandı. Diğer taraftan Haziran 1967’deki Altı Gün Savaşı’nın, İsrail’in Kudüs’ü bölünmemiş olarak başkenti ilan etmesinin ve Batı Şeria’yı 2002’de yeniden ve tamamen işgal etmesinin ardından ciddi krizler patlak verdi. Bakınız Kriz Grubu Raporu, Türkiye ve Orta Doğu, a.g.e. 7 En azından bir defa “Erdoğan’ın suçlamalarının sert tonu, bilhassa Türkiye’de iç siyasete yönelik olarak kullanıldı”. Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 olursa olsun Ankara’nın İsrail ile ilişkileri, Türk halkının İsrail’in Filistinlilere yaptığı muameleyi nasıl algıladığına bağlı olarak değişkenlik göstermektedir.8 Aynı zamanda ilk görev döneminde Erdoğan ve diğer liderler İsrail’i ziyaret ettiler;9 AKP’ye yakın şirketler burada iyi iş ilişkileri yürüttüler ve önceki Türk hükümetlerine göre daha fazla sayıda resmi anlaşmaya imza atıldı.10 AKP döneminde Türk diplomatlar, İsrail ile Suriye arasında barışı desteklemek amacıyla gizli temaslarla girişimde bulundular ve 2008’de beş dolaylı görüşme yürütüldü. En dikkat çekici gelişme ise Erdoğan’ın Başbakan Ehud Olmert’i Ankara’da beş saat süren bir akşam yemeğinde ağırlaması oldu.11 İsrail, uzun zamandır AKP’nin Hamas ile temaslarını eleştiregeldi, ancak Türk yetkililer, Filistinliler tarafından 2006’da meşru biçimde seçilen bir grupla arabuluculuk yapmayı amaçladıklarında ve grubun hedefi ve yöntemleriyle bağdaşmadıklarında ısrar ediyorlar.12 Hamas lideri Halid Meşal, Türkiye’ye 2006’da bir kez ziyaret etmişken Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas, 2005’te başkan olarak seçilmesinden bu yana ülkeye yedi ziyaret gerçekleştirdi. Bir Arap diplomat şunları söylüyor: AKP liderleri kişisel olarak “Hamas’ı seviyorlar. Mevcut Alexander Murinson, Turkey’s Entente with Israel and Azerbaijan: State Identity and Security in the Middle East and Caucasus [Türkiye’nin İsrail ve Azerbaycan ile İtilafı: Orta Doğu ve Kafkaslarda Devlet Kimliği ve Güvenlik] (Abingdon, 2010), s. 137. 8 ”Türkiye’nin Arap ülkeleriyle çıkarları, Filistinlilerle ise duygusal bağlılıkları var. Türkler, Filistinlilerin ülküsüne belki de Filistinlilerin kendisinden daha fazla duygusal bağlılık hisediyorlar. Mavi Marmara’nın İstanbul’dan yola çıkmasını izleyen binlerce kişiden biriydim ve pek çoğu gözyaşı döküyordu. Bu, yürekten gelen bir his”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Arap büyükelçi, Ankara, Temmuz 2010. 9 2005’teki ziyareti sırasında Erdoğan, Kudüs’teki Yad Vashem Holokost Müzesini ziyaret etti ancak başını örtmeyi reddettiği için bazı İsraillileri kızdırdı. 10 Kriz Grubu’na verilen mülakat, bölgede görevli Türk yetkili, Haziran 2010. 11 Bakınız Kriz Grubu Orta Doğu Raporları Nº92, Reshuffling the Cards (I): Syria’s Evolving Strategy, 14 Aralık 2009; ve Nº93, Reshuffling the Cards (II): Syria’s New Hand, 16 Aralık 2009. 12 ”Hamas üzerinde sahip olduğumuz etkiyi olumlu yönde kullanıyoruz. Halid Meşal Ankara’ya geldiğinde ona şöyle dedik, ‘şimdi seçimleri kazandınız, bundan en iyi şekilde faydalanın, birleşin; artık bir direniş örgütünden ibaret değilsiniz; sistemin içinde çalışın’. Hamas buna hazırdı ancak [Batının Hamas’a karşı] tecrit politikaları başgösterdi ve herşey allak bullak oldu …. El Fetih ile olan farklılıklarını görmelerini ve milli birliği sağlamalarını teşvik ediyoruz. Aslına bakarsanız Başkan Abbas bu konuda yardımımızı ve müdahil olmamızı talep etti ve biz de olumlu yanıt verdik”. Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakat, AKP’li üst düzey yetkili, Temmuz 2010. Sayfa 3 durumun nedenlerinden biri de Hamas’a karşı duyulan bu yakınlık hissi. Ama Hamas’ın iyi çocuk olmasını, uluslararası toplumun taleplerine cevap vermesini istiyorlar”.13 Avrupalı bir diplomat, Erdoğan’ın bu harekete verdiği desteği şu şekilde değerlendiriyor: Bunu İslam’a bir bağlılık ya da mazluma bağlılık olarak görebilirsiniz. Nihayetinde Erdoğan Filistinlilerin ülküsüne duygusal olarak bağlı ve Hamas’ın muhatap edilmesi gerektiğine gerçekten inanıyor. Orta Doğu’da barış üzerine çalışan kimsenin Hamas olmaksızın [barışın] mümkün olduğunu düşündüğünü zannetmiyorum.14 Aslında İsrail-Türkiye ilişkileri, Hamas’ın Filistin’de 2006’daki seçimleri kazanmasından sadece iki yıl sonra bozulmaya başladı. İsrail’in Aralık-Ocak 2009’da Hamas kontrolündeki Gazze’de yıkıcı “Dökme Kurşun” saldırısını Türklerin ifadesine göre bu konunun hiç açılmadığı Erdoğan-Olmert buluşmasından birkaç gün sonra başlatması, AKP’nin ihanete uğramış hissetmesine yol açtı. İsraillilerin çoğuna ve bazı ABD’li yetkililere göre büyük değişim, üç hafta sonra yani Erdoğan’ın Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres’i sert biçimde eleştirmesinin ardından açığa çıktı. İlişkiler hızla düşüşe geçti. Bir Türk dizisinde İsrailli askerlerin yaptığı iddia edilen gaddarlıklar sahnelendi ve İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon, protesto amacıyla Türkiye büyükelçisini çağırdı ve onu kendi koltuğundan daha alçak bir koltuğa oturttu. Kasıtlı olarak yaptığı bu hakarete, İsrailli bir televizyon ekibinin dikkatini çekti. İsrail özür diledi ancak Türk kamuoyunun İsrail karşıtı önyargısı arttı. Bazı İsrailliler, İran, Suriye, Sudan, Lübnan’daki Hizbullah ve Hamas gibi düşman olarak algıladıkları ülkelerin hükümetleri veya hareketlerle AKP’nin geniş anlamdaki Orta Doğu politikası bağlamında yakın ilişki kurmasını da tehdit olarak hissediyorlar.15 Türk yetkililer bu yakın ilişkilerin, onlarca yıl süregelen bölünme, savaşlar ve darbelerle sarsılmış bir bölgede istikrara, bütünleşmeye ve gelecekteki refaha hizmet ettiğini iddia ediyorlar. Ne var ki İsrailliler, Türkiye’nin kendi içindeki 13 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ankara, Temmuz 2010. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Avrupalı diplomat, Ankara, Temmuz 2010. 15 ”‘Sıfır problem’ dış politikası olumlu yönde ilerliyordu; İsrail devletinin güvenliğine katkıda bulunan pek çok şey mevcuttu; [Suriye ile] arabuluculuk yapıcıydı … ancak Türk dış politikasında İslamcılık unsuru gitgide artıyor”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, İsrail’in bölgedeki politikaları hakkında bilgili diplomat, Temmuz 2010. “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan idaresindeki Ankara, Müslüman dünyasındaki birçok radikal unsurla güçlerini birleştirdi”. Boaz Bismuth, “Turkey’s Revenge”, Israel Hayom, 10 Haziran 2010. 14 Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 Sayfa 4 yasal, Kürt milliyetçisi partiyle görüşmeyi reddederken İsrail’i Hamas ile diyalog kurmaya teşvik etmesi arasındaki uyumsuzluğa dikkat çekiyorlar. İsrailli bir araştırmacı, insan haklarını İsrail/Filistin’de savunurken İran ve Sudan’da görmezden gelinmesindeki çelişkiyi şu şekilde ifade ediyor: hakkında peşin hükümde bulunmadan bazı olaylara ve onların arka planına dair Türklerin görüşünü tanımlayarak Ankara’daki hükümetin bu krizle olan meşguliyetinin ve ona verdiği tepkinin yoğunluğunu açıklamak mümkün. Türkiye, amacı ülkeyi bölgesel çapta bir hegemon aktör ve uluslararası düzeyde önemli bir oyuncu haline getirmek isteyen emperyal mantık ile ahlak ve adalete dayalı evrensel mantık arasında gidip geliyor … “Sıfır problemin” imkansız matematiksel denklemi bu bağlamda anlaşılabilir; ancak daha ziyade naifliği ve tecrübe eksikliğini yansıtıyor … İdeallere, etiğe ve ahlaka dayalı bir dış politikanın sahici olması için tutarlı olması gerekir.16 Önceleri fazla tanınmayan ancak Mavi Marmara’nın sahibi ve nispeten varlıklı bir STK olan İnsan Hak, Hürriyetler ve İnsani Yardım Vakfı (İHH), Özgür Gazze Hareketi (Free Gaza Movement) de dahil olmak üzere altı uluslararası STK ve İsveç ve Yunanistan’dan gelen gruplarla birlikte bu filoyu organize etti. Birbiriyle çatışan bu görüşlere zayıf iletişimin de eklenmesiyle patlayıcı nitelikte bir karışım meydana geldi. “Dökme Kurşun”dan bir yıl sonra İsrail devletini ziyaret eden tek Türk milletvekili, Suat Kınıklıoğlu (AKP) oldu.17 Hararetli, İslamcı bir Türk sivil toplum kuruluşunun (STK) Gazze ablukasını delmek için yapılan gayriresmi uluslararası çabalara esaslı bir katkı sağlamaya karar vermesiyle büyük bir krize zemin hazırlanmış oldu. 1. İHH Ölümle sonuçlanan saldırının hemen ardından İsrail, İHH’yi El Kaide ile bağlantısı olan bir terör örgütü olmakla suçladı.19 En sık zikredilen kaynak, Danimarka’da 2006’da yayınlanan rapor oldu.20 Ancak ABD, El Kaide ile bağlantısı olduğuna dair hiçbir kanıtın bulunmadığını belirtiyor.21 Bir Türk yetkili şunları söylüyordu: “İHH ile terörist gruplar arasında hiçbir bağlantı yoktur. Aralarında sempati vardır. Hepsi bu”.22 İsrail, İHH’yi teröristler listesine ancak Haziran 2010’da ekledi.23 Hemen sonrasında Almanya, ülkedeki Türk toplumu içinde faaliyet gösteren ve İHH’nin kısaltmasını kullanan bir insani yardım grubunu, Hamas’a para B. MAVİ MARMARA MESELESİ Mavi Marmara, Gazze’deki 1.5 milyon Filistinliye doğrudan yardım ulaştırabilmek için ve kasten dikkatleri üzerine çekecek bir şekilde Mayıs 2010’da yola çıkan, altı gemiden oluşan uluslararası yardım filosunun en büyük gemisiydi. Gemilerin sayısı ve içinde 600’den fazla kişi barındıran ana geminin büyüklüğüyle bu girişim, İsrail’in Gazze’ye Haziran 2007’de uygulamaya başladığı ablukayı kırmayı amaçlayan önceki girişimlerden farklıydı.18 31 Mayıs günü İsrail güçleri, uluslararası sularda geminin yolunu kesti, tüm gemileri zorla alıkoydu ve Mavi Marmara’da bulunan sekiz Türk vatandaşını ve Türk kökenli bir ABD vatandaşını öldürdü. Türk ve İsrail hükümetlerinin yanı sıra iki ülkenin dostları, filoyu organize edenlerin planlarına dair algılar ve şiddetin aniden tırmanmasının nedenleri çerçevesinde iki ülke arasındaki önemli ilişkilerin geleceğini değerlendiriyorlar. Kapsamlı bir anlatıma girmeden ve aynı zamanda resmi soruşturmanın bulguları 16 Anat Lapidot-Firilla, “Turkey: from state to faith-based NGO”, In Depth, Temmuz 2010. 17 ”Mevcut İsrail hükümetinin anlayamadığı, siyasi görüşleri ne olursa olsun Türklerin İsrail’e dair algısında bu operasyonun kritik önemde bir eşiği aşmış olduğudur”. Suat Kınıklıoğlu, “This Israeli government has gone too far”, International Herald Tribune, 2 Haziran 2010. 18 Yolcular arasında 400 Türk ve 30 farklı uyruklu 200 kişi bulunuyordu. 19 Örneğin “İsrail’in Danimarka Büyükelçisi Arthur Avnon, pazartesi günü ülkesinin Gazze’ye yardım taşıyan filoya ancak El Kaide ile bağlantılı olduğuna dair raporlar aldıkları gün saldırdığını söyledi. ‘Gemideki insanlar o kadar da masum değillerdi … ve ben, diğer ülkelerin başka türlü tepki vereceklerini düşünemiyorum’ diye sözlerine devam etti”. Agence France-Presse, 31 Mayıs 2010. 20 Raporun iddiası, Fransız terörle mücadele yargıcının İHH ile El Kaide’nin İtalya’daki bir hücresi arasında 1990’larda yapıldığını öne sürdüğü telefon görüşmelerine dayanıyor. Bakınız Evan F. Kohlmann, “The Role of Islamic Charities in International Recruitment and Financing” [Uluslararası İnsan Gücü ve Finansman Kaynaklarında İslamcı Hayır Kurumlarının Rolü], Danish Institute of International Studies, 2006. Bu konuya ve Fransız terörle mücadele yargıcının 2000’de Los Angeles havaalanında yaşanan bombalama girişimiyle İHH’nin ilişkisi bulunduğuna dair iddiası da dahil olmak üzere İHH’yi İslamcı terörle bağlantılandıran diğer iddialara kuşkuyla yaklaşan bir tartışma için bakınız Martha B. Cohen, “‘Terror smear’ against IHH springs from a familiar source” [İHH’ye karşı ‘terör karalaması’ bilindik bir kaynaktan geliyor] , Mondoweiss, 4 Haziran 2010. 21 ”Son üç yılda İHH temsilcilerinin Türkiye, Suriye ve Gazze’de üst düzey Hamas yetkilileriyle bir araya geldiklerini biliyoruz. Bu tabi ki bizi son derece endişelendiriyor. Bununla beraber İHH … ABD tarafından Yabancı Terör Örgütü olarak tanımlanmadı. [El Kaide ile bağlantıya konusunu ise] onaylayabilmiş değiliz”. Philip J. Crowley, Dışişleri Bakanlığı basın brifingi, Vaşington, 2 Haziran 2010. 22 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ankara, Temmuz 2010. 23 Haaretz, 17 Haziran 2010. Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 gönderdiği ve “İsrail’in var olma hakkına karşı mücadele ettiği”24 gerekçeleriyle kapattı. İHH Türkiye ise bu iki grup arasında kurumsal bir bağ bulunmadığını ifade ediyor. 120 ülkede çalışmış, yasal ve kamuya hizmet veren bir Türk kuruluş olan İHH, 1992’de yaşanan Balkan krizlerine tepki olarak kuruldu ve kurumsal kimliğine 1995’te kavuştu. İstanbul’un nezih bir semtindeki modern merkezinde dünyanın dört bir yanından aldığı övgüleri ve 2007’de aldığı TBMM üstün hizmet ödülünü sergiliyor. Sloganı, “İyilik Her Kapıyı Açar” ve misyonu, evrensel nitelik taşıyor.25 Türkiye’nin Müslüman dindar-muhafazakar kesiminden beslenen İHH’nin Filistinlilere desteği, Hamas yanlısı bir önyargıya26 ve Filistin sorununa dair radikal bir anlatıya27 sahip. İHH başkanı Bülent Yıldırım, Ocak 2009’da Gazze’de yaptığı öfkeli konuşmasında İslamcı sloganlar kullandı, Hamas’ı övdü ve İsrailli değil “Yahudiler” kelimesini kullandı.28 Sayfa 5 İHH, 2009’da toplam 50 milyon dolar olan yardımın 20 milyon dolarını Filistinlilere verdi29, bunun yarısını Gazze’ye gönderdi30 ve Türklerin İslam dayanışması gereği Filistinlileri desteklemesi gerektiğini söylüyor.31 Afrika’da cami ve dini eğilimli okullar bağışlamak, Moğolistan’da kurban bayramında kurbanlık hayvan bağışlamak ve genelde Ramazan’da yoksullara gıda dağıtmak da dahil olmak üzere tüm faaliyetlerinde Müslümanlığa yaptığı vurgu söz konusu. Ne var ki din değiştirmeye teşvik etmek, dile getirdiği amaçları arasında bulunmuyor. İHH, Türkiye’deki siyasi partilerden bağımsız olduğunu söylese de32 söylemi ve ilişki ağları Saadet Partisi’na yakın olduğunu gösteriyor.33 Dahası AKP liderliğinin mesajlarını Hamas’a ilettiğini açıkça ifade etti.34 Başbakan Erdoğan, uzun sure İHH’nin temel amacı olan Gazze ablukasını kaldırmayı destekledi. Bazı AKP milletvekillleri, 2009’da Gazze’ye Mısır üzerinden yardım götürmeyi amaçlayan kara konvoyuna katıldı35, 24 ”Germany bans IHH for Hamas links” [Almanya, Hamas bağlantısı nedeniyle İHH’yi yasakladı], Jerusalem Post, 12 Temmuz 2010. 25 ”İHH İnsani Yardım Vakfı; bölge, din, dil, ırk ve mezhep ayrımı yapmaksızın dünyanın herhangi bir yerinde sıkıntıya düşmüş, felakete uğramış, zulüm görmüş, aç ve açıkta kalmış; savaş, tabii afet gibi sebeplerle mağdur olmuş, yaralanmış, sakat kalmış; evsiz, yurtsuz, tüm insanlara insani yardım ulaştırmak ve bu insanların temel hak ve hürriyetlerinin ihlal edilmesini önlemek üzere 1992 yılından bu yana çalışmaktadır”. Tanıtım broşürü, İnsani Yardım Vakfı (İHH), İstanbul, 2010. Ayrıca bakınız www.ihh.org.tr. 26 İHH temsilcileri, Hamas yetkilileriyle düzenli olarak bir araya geliyorlar. Filistin başlıklı ve Filistin sorununu anlattığı ve Mavi Marmara’nın öncülüğündeki filoya bağış toplamayı amaçlayan broşürde İHH, yalnızca Hamas’tan bahsediyor ve Filistin Kurtuluş Örgütü, El Fetih ve Filistin Yönetimini göz ardı ediyordu. 27 ”Filistin’deki katliamlarda ve diğer hak ihlallerinde temel sorun Siyonizm’dir … Siyonizm, Yahudi ırkını üstün gören ve diğer ırkları insan olarak görmeyen ırkçı br harekettir. Siyonizm … Nil’den Fırat’a uzanan tüm toprakları fethetmek istemektedir … Bu, hayatta kalmak için savaşmak zorunda olan bir devlettir … bu nedenle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki İsrail işgal devleti, devlet haline gelmiş bir terror örgütüdür … bir İsrailli için öldürmek zevktir [bu yorumun ardından İHH, İsrailli kuvvetlerin çok sayıda Filistinliyi, Suriyeli, Lübnanlıyı ve diğerlerini öldürdüğü, herkes tarafından bilinen 22 “katliamı” sıralıyordu]”. “Filistin”, İnsani Yardım Vakfı (İHH), İstanbul, 2010. 28 ”Elimizden gelse sizi burdan alır İstanbul’a götürürüz. İstanbul’u buraya getirir bu bombaların altına kendimiz gireriz. Bütün Türkiye halkı, bütün İslam dünyası hatta insanlık şunu söyledi: düşmanım bana ne yapabilir ki? Ben cenneti yüreğimde taşıyorum. Öldürülmem şahadettir. Allahü ekber!” www.youtube.com/watch?v=tLNWwSDjFzs.34 29 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ahmet Emin Dağ, İHH Orta Doğu koordinatörü, 14 Haziran 2010. 30 İHH’nin Filistin’e verdiği yardımın geri kalanı Batı Şeria’ya ve Filistinli mülteciler ile onların Lübnan ve Suriye’deki akrabalarının barınmaları için yapılan kamplara yönelik yardım programlarına harcandı. İHH ayrıca Afganistan, Pakistan, Filipinler, Bangladeş ve Sudan’daki kamplardaki mültecilere yardım ediyor. 31 ”Filistin meselesi, yalnızca Filistinlilerin değildir, İslam dünyası için özel ve öncelikli bir yere sahiptir … Filistin meselesini inanç kardeşliği bilinciyle desteklemek gerekir. Filistin hepimizindir, hepimiz Filstinliyiz … Filistin halkı sadece Siyonist bir işgalle savaşmakla kalmıyor aynı zamanda modern emparyalizmle de savaşıyor. Bunu göz ardı etmek demek, tüm Müslüman halkların geleceğini göz ardı etmek demektir”. “Filistin”, a.g.e. 32 ”[Türkiye’deki] hiçbir siyasi partiyle bağımız yok. her partinin kendi yardım grubu vardır; ancak biz, hiçbir partiyle bağlantılı olmamamız açısından benzersisiz. Elbette ki muhafazakar bir tabanımız var. Saadet üyeleri Filistin’e oldukça sempati besliyorlar. Ama bu, komuta kontrol ilişkisi değildir. Biz aynı zamanda MHP’ye [Milliyetçi Hareket Parti] ve AKP’ye de yakınız”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ahmet Emin Dağ, İHH’nin Orta Doğu koordinatörü, İstanbul, 14 Haziran 2010. 33 Yavuz Baydar, “Diversions, splits, disagreements”, Today’s Zaman, 7 Haziran 2010. Kriz Grubu’na verilen mülakatlar, bir Türk yetkili ve bir AKP milletvekili, Ankara, Temmuz 2010. 34 www.youtube.com/watch?v=tLNWwSDjFzs. AKP’nin İHH ile olan bağlantısının ayrıntılı bir incelemesi için bakınız Michael Weiss, “Ankara’s Proxy”, Standpoint, Temmuz/ Ağustos 2010. 35 Bu girişim, Mısır ile ağır bir güven krizine, Mısır-Gazze sınırındaki geçiş noktasında Mısırlı bir askerin öldürülmesiyle sonuçlanan öfkeli sahnelerin yaşanmasına yol açtı. Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 Sayfa 6 partinin birkaç yetkilisi kuruluşun yönetim kurulunda bulunuyor veya bir şekilde ona yakın duruyorlar.36 yönünü gözler önüne sermek. İlki işe yaramadı. Ama diğer amaçlar başarılı oldu”.40 İsrail, İHH’nin Mavi Marmara’ya en azından 40 aktivistini yerleştirdiğini,37 bunun da on Türk yolcudan birine denk geldiğini iddia ediyor. İHH’den bir yetkili, kuruluşun Türk yolcuları Türkiye’nin 81 ilindeki STK’ların gönüllüleri arasında yapılan çekilişle belirlediğini ifade etti ve şunları ekledi: “Eğer [İsrailliler] terörist olduğumuzu biliyorsalardı neden Türk hükümetinden bizi tutuklamasını istemediler?”38 Aslında İsrail en an iki kez olası bir çatışmaya dair endişelerini iletmiş; ancak hükümet geminin yola çıkmasını engellememişti (bakınız aşağıdaki bölüm).39 Türk hükümeti, Mavi Marmara’nın güvenlik ekipmanlarının Türk bayrağı taşıyacak gemilere dair yönetmeliğe uygun olmadığının anlaşılması üzerine denizcilik makamlarının geminin denize açılmasına engel olmaya çalıştığını, ancak İHH’nin gemiyi41 Hint Okyanusu’nda Komor Adaları bayrağıyla tescil etmesi üzerine bunu başaramadığını söylüyor.42 Önceleri istekli olan bazı milletvekili ve yetkililerin43 gemiye binmemelerini sağladı.44 Üst düzey hükümet yetkilileri, Mavi Marmara limandan ayrılmadan önce İHH ile sıkı iletişim içinde olduklarını ifade etti.45 Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İHH lideri Bülent Yıldırım’ı arayarak doğrudan Gazze’ye gitmemesi için ikna etmeye çalıştı.46 İHH, Türkiye’nin İran’a uygulanacak yaptırımlara olan muhalefeti47 nedeniyle bir başka kriz kapıda olduğu için hükümetin ona yola çıkmamasını söylediğini ve denize açıldığı gün Türk makamlarına bir çatışma olması durumunda rotasını Mısır’ın El Ariş limanına çevireceğine dair söz verdiğini belirtiyordu.48 Türk yetkililer, bakanlık düzeyinde de olmak üzere kendilerine İsrailli muhataplarının böyle bir durumda konvoya zarar verilmeyeceği garantisini verdiklerini söylediler.49 Olaylar aksi şekilde geliştiğindeyse müzakerelere katılan Türk yetkililerin kişisel olarak İsrailliler tarafından ihanete uğramış 2. Hatalar Trajedisi Filonun ve de İsrail’in filoyu durdurmasının uluslararası bir skandala dönüşmesinin ardından dikkatler, kimin suçlanacağı konusuna yoğunlaştı: İsrail’in ablukayı sürdüreceğine dair taahhüdünün bilinmesine karşın Mavi Marmara’nın yola çıkmasını engellemeyen Türk hükümeti mi; ablukada açıkça veya dolaylı olarak işbirliği yapan İsrail hükümeti, Mısır ve Batılı ortakları mı; insani yardım ile fiziki direnişi birbirine karıştırmak konusunda hazır bekleyen İHH mi yoksa planlaması yeterli gözükmeyen ve komandoları çabucak ölümcül kuvvete başvuran İsrail ordusu mu? Ankara, İHH’yi Gazze’ye gitmemeye teşvik ettiğini kabul etse de Türkiye açısından hiç şüphe yok ki suç, İsrail tarafına ait. İHH, İsrail’in daha önce bazı uluslararası yardım gemilerinin Gazze’ye girmesine izin verirken bazılarının da şiddet olmaksızın Aşdod’a götürüldüğüne dikkat çekiyor. Bu kuruluşun niyetleri açıktı; bir yetkilisi şunları söylüyordu: “üç amacımız vardı: yardımı [doğrudan] Gazze’ye ulaştırmak; muhtemelen Kıbrıs veya Türkiye’den olmak üzere her ay bir gemilik yardım koridoru oluşturmak; İsrail ablukasının gayriinsani 36 Dan Bilefsky ve Sebnem Arzu, “Sponsor of flotilla tied to elite of Turkey”, The New York Times, 16 Temmuz 2010. 37 www.idf.org.il. Bir başka açıklamada ise bir İsrailli yetkili bu rakamın 65 olduğunu iddia etti. The New York Times, 13 Temmuz 2010. 38 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ahmet Emin Dağ, İHH’nin Orta Doğu koordinatörü, İstanbul, 14 Haziran 2010. 39 ”[İsrail], endişeli olduğuna, provokasyon olduğuna dair Türk hükümetini uyardı. Türk Dışişleri Bakanlığı, yola çıkmamaları için ikna etmeye çalıştı ancak başaramadı. Yola çıkmalarını mutlaka engellemelilerdi”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, İsrail’in bölgedeki politikaları hakkında bilgili diplomat, Temmuz 2010. 40 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ahmet Emin Dağ, İHH’nin Orta Doğu koordinatörü, İstanbul, 14 Haziran 2010. 41 Kriz Grubu’na gönderilen e-posta, Türk yetkili, Eylül 2010. 42 Today’s Zaman, 6 Haziran 2010. 43 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Murat Mercan, TBMM Dışişleri Komisyonu başkanı, 19 Şubat 2009. 44 ”Hükümetle doğrudan bir bağımız yok. [Filoyu organize etmek için] bize siyasi destek vermedi. Bu nedenle hiçbir parti, üyelerini göndermedi”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ahmet Emin Dağ, İHH’nin Orta Doğu koordinatörü, İstanbul, 14 Haziran 2010. 45 Kriz Grubu’na verilen mülakatlar, Türk yetkili ve Batılı diplomat, Türkiye, Temmuz 2010. Söz konusu yetkiliye göre Nisan ayı sonunda İsrail, malzemelerin Aşdod’dan girmesini teklif etti; Türk hükümeti bu çözümü destekledi, bunu İHH’ye iletti ve İHH, konvoyun bu öneriyi reddettiğini söyledi. Bunun üzerine Türk yetkililer, “ısrar ettiler ve son güne dek onları ikna etmeye çalıştılar”, ancak sonuç çıkmadı. 46 ”Davutoğlu dedi ki ‘Bunu yapmayın. Tehlike söz konusu. [Yıldırım] ise şöyle dedi: ‘Biz barışçı bir grubuz, sivil toplum kuruluşuyuz, bize birşey olmaz’”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara, Temmuz 2010. 47 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ahmet Emin Dağ, İHH’nin Orta Doğu koordinatörü, İstanbul, 14 Haziran 2010. 48 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara, Temmuz 2010. 49 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara, Temmuz 2010. Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 hissettiklerini iddia ettiler.50 Türk hükümeti, Türkiye’den yola çıkan gemilerde neler yaşandığını incelediğini51 ve varış limanı apaçık yanlış olsa da52 gemi yükünün standart denetim prosedürleri gereği kontrol edildiğini söyledi.53 Tüm yolcular hatta Kıbrıs’tan katılanlar bile54 sıkı şekilde arandı.55 Hepsi şiddete başvurmayacaklarına dair belge imzaladılar ve radikal görüşlere sahip kişilerin56 alınmaması için girişimler yapıldı, ancak bazılarının yine de gemiye bindiği anlaşıldı.57 Bunun ardından olanların genel çerçevesi hakkında anlașmazlık yok. 31 Mayıs günü erken saatlerde beş küçük kargo gemisi ve tekneyle birlikte Mavi Marmara İsrail kıyısının yaklaşık 130 kilometre uzağındayken İsrail donanması tüm gemilerin rotasını İsrail’in bir 50 ”Bize bilgi vermediler. Sürekli yanlış sinyal verdiler. Bizi kasten yanlış yönlendirdiler. [Dürüst olsalardı] bu olay asla yaşanmazdı”. Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakat, Türk yetkili, 2 Haziran 2010. 51 ”Eğer İsrailliler isteselerdi, gemilerin yüklenmesi sırasında orada olabilirlerdi. Ama hiçbir şey istemediler. Çünkü sanırım bu durumda gemilerin denize açılmasına izin vermiş gibi olacaklardı”. Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakat, Türk yetkili, 2 Haziran 2010. 52 Mavi Marmara yolcu gemisi dışında İstanbul’dan bir gemi büyük jeneratör setleri taşıyordu ve bunların beşi içme suyu pompaları, tıbbi teçhizat ve gıdalar için gereken enerjiyi sağlayacaktı. İskenderun limanından bir gemi ise 2.000 ton demir ve 5.000 ton çimento taşıyordu. Toplamda Türkiye’den 10.000 tonu aşkın malzeme gönderiliyordu. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ahmet Emin Dağ, İHH’nin Orta Doğu koordinatörü, İstanbul, 14 Haziran 2010. 53 Kağıt üstünde geminin varış limanı olarak başka bir Akdeniz limanı belirtiliyordu. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara, Temmuz 2010. 54 ”Herkesin çantasını dedektörlerle aradık. Mavi Marmara’ya binmek, havaalanında uçağa binmek gibi oldu. Hiçbir eleştiri almak istemedik. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ahmet Emin Dağ, İHH’nin Orta Doğu koordinatörü, İstanbul, 14 Haziran 2010. 55 Kanadalı yolcu Kevin Neish, Kıbrıs’tan gemiye binerken gemidekilerin çantalarını aramasının ardından küçük cep bıçağını denize attırdı. Counterpunch ile yapılan mülakat, 16 Haziran 2010. 56 Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakat, Iara Lee, film yapımcısı, aktivist ve Kriz Grubu Yönetim Kurulu üyesi, 16 Temmuz 2010. Bakınız Tobias Buck, “Israeli soldiers accused of aid flotilla theft” [İsrail askerleri yardım gemisi hırsızlığıyla suçlanıyor], Financial Times, 19 Ağustos 2010; ve ayrıca Richard Lightbown, “İsrail’in Özgürlük Filosu Baskını, 31 Mayıs 2010: Medya kaynakları taraması”, www.tadamon.ca. 57 ”5.000 ile 6.000 kişi filo için başvuru yaptı ve radikal aşırılılıkçılar kabul edilmedi. Ne var ki gemide radikal unsurlar mevcuttu. Bir grup militan, [7. yüzyılda Medine’de] Peygamberin ordusunun Yahudilere karşı kazandığı zafere atıfla şu intifada marşını söylerken El Cezire tarafından görüntülendi: ‘Hayber’i hatırla, Ey Yahudi! Muhammed’in ordusu yeniden geliyor’”. Lightbown, “İsrail’in Baskını”, a.g.e. Sayfa 7 limanı olan Aşdod’a çevirmesini istedi. Konvoy bunu reddetti ve gemilerin çoğu Gazze’ye gittiklerini beyan etti. Sabah saat 4:30’da filonun çevresi, avcı botları ve helikopterler tarafından sarıldı. İsrail, ağırlıkla mürettebat taşıyan beş küçük geminin kontrolünü hızla ele geçirdi; aktivistler, Mavi Marmara’ya çıkmalarına fiziksel olarak karşı koydu; ancak bu sırada İsrail’in açtığı ateş sonucu dokuz kişi öldü ve 50 kişi yaralandı.58 Yedi İsrail komandosu, dövülmek, bıçaklanmak ve bir tanesi kurşunla yaralanmak suretiyle yara aldı.59 İsrail, İHH’nin şiddeti planladığını söyledi.60 Emekli Tümgeneral Giora Eiland’ın ordunun yaptıklarına ilişkin raporu, herhangi bir çatışmanın yoğunluğunu hafife almanın bir istihbarat hatası olduğu sonucuna vardı.61 Savunma kadrolarına yakın bir düşünce kuruluşu olan İsrailli İstihbarat ve Terörizm Bilgi Merkezi (The Intelligence and Terrorism Information Center (ITIC)), İHH yetkililerinin aktivistlerden gemiye girenleri sandalye ve sopalarla püskürtmelerini istediğini öne sürdü, ancak bunun İsrail’in gece saldırısının yakın olduğunun anlaşılmasından sonra olduğu apaçık.62 Başbakan Netanyahu, Gazze ablukasının ve İsrail’in filoyu ele geçirmesinin meşruiyetini incelemek üzere İsrail tarafından kurulan Turkel Komisyonu’na şunları söyledi: “Askerlerimiz, sopalar, metal çubuklar, bıçaklar ve ... ateşli silahlarla yapılan vahşi saldırılar nedeniyle gerçek bir hayati tehlikeyle karşı karşıya kalmışlardır. 58 Türkiye’deki otopsilerde ölenlerin vücudundan 30 mermi çıkarıldığı ve “çoğuna yakın mesafeden ve birçok kez ateş edildiği” yazıyordu. “Blatant violation of international law by Israel: the attack on the freedom flotilla facts” [İsrail’in uluslararası hukuku ağır ihlali: özgürlük filosuna saldırıya dair gerçekler], Türkiye Dışişleri Bakanlığı, Haziran 2010. 59 IDF’nin internet sitesinde Eiland araştırma raporuna dair yazı, http://idfspokesperson.com, 12 Temmuz 2010. 60 İsrail Dışişleri Bakanlığı, İHH Başkanı Bülent Yıldırım’ın saldırıdan saatler önce kalabalık bir gruba şunları söylediği videoyu yayınladı: “biz şehitlerin izini takip ediyoruz .... eğer sen [İsrail] komandolarını gönderirsen … biz de onları denize dökeceğiz”. Jerusalem Post, 18 Haziran 2010. 61 ”Mümkün olan tüm istihbarat toplama yöntemleri kullanılmadı … kuvvetlere karşı kullanılabilecek şiddet hafife alındı”. http://idfspokesperson.com, 12 Temmuz 2010. Pasifik bölgesinde görevli bir diplomat şunları söylüyordu: “Gemide terörist olduğunu bilmemelerinin nedeni, gemide terörist olmamasıydı .… Bunlar kuşkusuz Türk eşkiyalardı. Ama İsrailli komandolarla şanslarını denemelerinin de anlayabiliyorum”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ankara, Temmuz 2010. 62 İsrailli İstihbarat ve Terörizm Bilgi Merkezi’ne göre İHH’nin ön hazırlıkları içinde temel olarak 100 adet kurşun geçirmez yelek ve 200 adet gaz maskesi bulunuyordu. Mutfak bıçağı, yangın baltası ve demir çubuk gibi silahlar, daha sonra spontan toplanmışa benziyordu. Bunun tek istisnası, “çok sayıda mancınık” veya bir tanesinin üzerinde “Hizbullah” yazan elde taşınır fırlatma rampaları gibi görünüyordu. İstihbarat ve Terörizm Bilgi Merkezi (ITIC), 22 Haziran 2010. Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 IDF askerleri, nefsi müdafaa için hareket etmişlerdir”. Genelkurmay Başkanı Korgeneral Gabi Ashkenazi, komisyona halatla Mavi Marmara’nın güvertesine inen ikinci askerin derhal vurulduğunu, “askerlerin meşru sınırlar içinde ateş açtığını, vurmaları gereken kişileri hedef aldıklarını ve gerekmeyenleri hedef almadıklarını” söyledi.63 Aktivistler, şiddete başvurmama sözlerini tutmasalar da Mavi Marmara’da bulunan İHH’li bir yetkili, tıbbi hazırlığın bulunmamasının kan dökülmesinin planlanmadığını gösterdiğini ve el silahlarının kullanılmasının İsrail avcı botlarının yaklaşık bir saat boyunca sürdürdüğü korkutmaya, alçaktan uçan helikopterlerin gürültüsüne ve gece duyulan silah ve patlama seslerine karşı bir tepki olduğunu belirtti.64 İHH, gemiye çıkılması engellemek amacıyla çoğu turuncu renkte, büyük can kurtaran yelekleri giyen bir ekibi üst güverteye gönderdi. Savunma amaçlı bu içgüdüye dair bir Türk yorumcu şunları söylüyordu: “Çılgın Türkler bunlar. Yaptıkları bu”.65 Gemidekileri yakından tanıyan bir başkası şu iddiada bulundu: “Gemideki zihniyet, insanların eşleri ve çocuklarını dışarıdan gelecek bir saldırıya karşı koruma zihniyetiydi.”66 Bundan sonra yapılacak araştırmalarda kritik önemdeki nokta, ateşli silah konusu olacaktır. İsrail, ilk ateş açanın Mavi Marmara’dan biri olduğunu söyledi. Tümgeneral Eiland’a göre bu atış, ilk helikopterden inen halattaki ikinci İsrail askerini karnından vuran mermiydi.67 İHH ve Türk yetkililer, gemide ateşli silah olmadığını ve komandolardan ele geçirilen silahların denize fırlatıldığını söylüyorlar.68 63 ”Ashkenazi: IDF actions in flotilla raid were proportional” [Aşkenazi: İDF’nin filo baskınında yaptıkları orantılıydı], Jerusalem Post, 11 Ağustos 2010. 64 ”Elimizde sadece ağrı kesiciler ve deniz tutması için ilaçlar vardı. Operasyonla ilgili birşey yoktu. Doktorlar kavga ediyor ve yardım edemedikleri ağır yaralıları kendi hallerine bırakıyorlardı. Böyle birşey olacağını bilseydik bir harekat odamız olurdu”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ahmet Emin Dağ, İHH’nin Orta Doğu koordinatörü, İstanbul, 14 Haziran 2010. 65 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ankara, Temmuz 2010. 66 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Haziran 2010. 67 Bakınız http://idfspokesperson.com, 12 Temmuz 2010. 68 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara, Temmuz 2010. İHH’ye göre İsrail, şişme avcı botlarının saldırdığı andan itibaren “gemiye ateş etmeye de başladı. En yüksek frekanstaki ses, en sık tekrarlananıydı. İkinci en sık duyulanı ise bir gaz bombasını andıran büyük bir gürültüydü. Üçüncü ses ise hiç kesilmeyen otomatik tüfek sesiydi … [helikopterlerden] güverteye inmeden önce askerler hem plastik hem gerçek mermiler attılar”. Rotamız Filistin, Yükümüz İnsani Yardım, filo kampanyası özet raporu”, www.freegaza.org. Sayfa 8 C. ACİ SONUÇ Türk hükümeti, herhangi bir şiddeti öngörememiş ve İsrail hükümeti de şiddet kullanmanın sonuçlarını öngörememiş gibi görünüyor. Türk tarafında başbakan, dışişleri bakanı ve genelkurmay başkanı yurt dışındaydı.69 Dahası Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun aynı gün Kanada’da ABD dışişleri bakanının da katılımıyla İsrail Dışişleri Bakanı Netanyahu ile görüşmesi bekleniyordu. Olayların sonrasında kabaran hisleri yatıştırma konusuyla yakından ilgilenen bir Batılı diplomat, şunları kaydediyordu: “hiç kimse, hiçbir konuya kafa yormamıştı”.70 Türkiye’nin tepkisi, öfke oldu.71 Öfkeli kalabalıklar şehirlerde toplanarak İslamcı sloganlar attılar.72 Kamuoyu, ölenlerin sayısının fazla olmasından dolayı İsrail hükümetini suçladı. Gemideki yolcuların Türkiye’ye dönmeden önce İsraillilerin tacizine, dayağına ve aşağılayıcı muamelelerine maruz kaldıklarına dair iddialar, halkın öfkesinin73 artmasına neden oldu. Aktivistler ayrıca İsraillileri şahsi eşyalarını, fotoğraf makinesi ve bilgisayarlarını tahrip etmekle, nakit 69 ”İki taraf da şok içindeydi. Türkiye hükümetinin bunların hiçbirinin olmasını istediğini sanmıyorum. Cephe almaya hazır olmak veya Gazze politikasını değiştirmek istemiş olabilirler. Kapalı kapılar ardında çok mücadele ediyorlardı. Yapıcı eleştirici ruhuyla hareket ediyorlardı”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Batılı diplomat, Ankara, Temmuz 2010. 70 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türkiye, Temmuz 2010. 71 ”Bu, haydutluk ve korsanlıkla eşdeğerdir. Devlet eliyle yürütülen bir cinayettir. Hiçbir şekilde mazeret veya savunma söz konusu olamaz ... İsrail’in eline kan bulaştı ... Bu, teröristlerle devletlerin arasındaki mesafenin muğlaklaştığı, insanlık tarihinde kara bir gündür”. Ahmet Davutoğlu, BM Güvenlik Konseyi’nde yapığı açıklama, 31 Mayıs 2010. “Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk olarak Türk siviller yabancı bir ordu tarafından öldürüldüler. Bu kadarı da fazla”. Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakat, Türk diplomat, 15 Haziran 2010. 72 Yine de gösteriler, İsrail’in 2009’un ilk aylarında Gazze’ye yaptığı ‘Dökme Kurşun’ saldırısı sırasında yapılanlara göre daha kısıtlıydı. Bunun nedeni hiç kuşkusuz ki Türkiye’deki dindar oyların farklı kesimlerini hedef alan Saadet Partisi ile AKP arasında İHH’nin Saadet Partisi’ne daha yakın olması. 73 Önceleri yapılmış bir kamuoyu araştırmasına göre Türklerin yüzde 60.7’si Erdoğan’ın İsrail’e karşı yeterince sert olmadığını düşünüyordu. Pek çok Türk’ün kendilerini referans alan dünya görüşüne örnek oluşturacak şekilde araştırmaya katılanların yüzde 45.2’si, İsrail’in saldırıdaki amacının “Erdoğan’ın iç ve dış politikasına zarar vermek” olduğunu, sadece yüzde 33.3’ü Gazze ablukasını sürdürmek olduğunu düşünüyordu. Metropoll’ün 1.000 Türk ile 3 Haziran 2010’da yaptığı araştırma. Bakınız www.metropoll.com.tr. Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 Sayfa 9 paralarını almakla ve el koydukları cep telefonları ve kredi kartlarını kullanmakla suçladılar.74 turizm sektörüne darbe vurdu.81 Ne var ki iş dünyasındaki bağlantılar daha az etkilendi. Gösteriler nedeniyle İsrail büyükelçisi yaklaşık bir hafta boyunca Ankara’daki residansından çıkamadı. Türkiye, İsrail büyükelçisini geri çağırdı, İsrail ile olan ortak askeri tatbikatlarını iptal etti75, önceleri geniş olan istihbarat işbirliğinin düzeyini azalttı76 ve İsrail ordusuna ait uçakların kendi hava sahasında uçmasını yasakladı. Dünya çapında yaşan şok ve kınamayı yansıtan bir tartışmanın ardından82 Güvenlik Konseyi, can kaybına yol açan “bu eylemleri kınayan” Başkanlık Açıklamasını kabul etti.83 İyi niyet misyonunun gereği olarak Genel Sekreter Ban Ki-moon, kendi idaresi altında beş kişiden oluşan, uluslararası bir araştırma komisyonunun oluşturulmasını teklif etti; başlangıçta İsrail tarafından reddedildi. BM İnsan Hakları Konseyi, üç kişiden oluşan ve raporunu Eylül ayında sunacak olan bir bilirkişi heyeti atadı.84 İsrail, Avrupa’daki parlamentolar, siyasetçiler ve sivil toplum kuruluşlarından daha önce görülmedik ölçüde eleştiriler aldı.85 ABD, herhangi bir sonuca varmadan önce İsrail’in yürüttüğü de dahil olmak üzere çeşitli araştırmaların gidişatını ve sonucunu izleyeceğini belirtti.86 AB’nin Dış İlişkiler Konseyinin yanı sıra BM’de Bağlantısızlar Hareketine dahil olan 118 ülke ve ABD Başkanı Obama’nın kişisel girişimiyle İsrail’in hapsettiği tüm yolcuların serbest bırakılmalarının ardından77 Türkiye, anlaşmazlığın çözümü için taleplerini sıraladı: İsrail’in özür dilemesi, kurbanların tazmin edilmesi, gemilerin dönmesi ve uluslararası ölçekte soruşturma yapılması. İsrail, olanlardan açıkça İHH’yi sorumlu tuttu78 ve Türkiye’nin daha fazla öfkelenmesine yol açtı;79 özel toplantılarda İsrailli yetkililer ayrıca Türk hükümetini de suçladı.80 İsrail, başlangıçta vatandaşlarını Türkiye seyahay etmemeleri yönünde uyardı ve ülkenin 81 74 Richard Lightbown, “The Israeli Raid”, a.g.e. İsrail ordusu, bir yüzbaşıyı en azından dört bilgisayarı çalmak ve satmak nedeniyle cezaya çarptırdı. Jerusalem Post, 3 Eylül 2010. “Dizüstü bilgisayarlarımı aldılar ve çantalarımı iade ettiler. Fotoğraf makinelerimi aldılar ve kabloları geri gönderdiler”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Iara Lee, film yapımcısı, aktivist ve Kriz Grubu Yönetim Kurulu üyesi, 16 Temmuz 2010. 75 Tamamı İsrail’de olmak üzere en azından üç askeri tatbikat iptal edildi: İsrail, Ürdün ve Türkiye arasında Haziran ayı sonunda yapılacak “Barış Güvercini” adlı kara tatbikatı; İsrail, ABD ve Türkiye arasında Ağustos’ta yapılacak “Güvenilir Denizkızı” adlı deniz ve deniz kurtarma tatbikatı; ve İsrail, Türkiye ve Ürdün’ün özel kuvvetleri arasında Haziran/ Temmuzda yapılması planlanan “Doğal Afet Hazırlık Operasyonu”. 76 Kriz Grubu’na verilen mülakat, bölgede görevli Türk diplomat, 15 Haziran 2010. 77 Kriz Grubu’na verilan mülakat, Batılı diplomat, Türkiye, Temmuz 2010. 78 İsrail, Gazze’de insani bir kriz olmadığını, Gazze’nin ihtiyaç duyduğu tüm gıdaların İsrail’in kontrolündeki kontrol noktalarından taşınabildiğini, Mavi Marmara yardım filosunun malzemeleri Gazze’ye İsrail’in Aşdod limanından taşınması tekliflerini reddettiğini söylüyor. Şunları ekliyor: İHH, “barış aktivisti değildir; iyi niyet elçisi değildir. İnsani yardım kisvesini kullanarak nefret mesajı gönderiyor ve şiddet uyguluyorlar”. Daniel Carmon, BM İsrail büyükelçisi, Güvenlik Konseyi’nde yaptığı açıklama, 31 Mayıs 2010. 79 ”Bir Devletin illegal eylemlerini meşru kılacak bahaneler yaratmak için bu kadar alçaldığını görmek bana üzüntü veriyor”. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün BM Güvenlik Konseyi’nde yaptığı açıklama, 31 Mayıs 2010. 80 ”İsrailliler, direniş olmayacağına dair Türklerle anlaşmaya vardıklarını düşündüler”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Batılı diplomat, Ankara, Temmuz 2010. Türkiye’nin turizm bakanlığının verilerine göre Türkiye’yi Haziran 2009’da 27.289 İsrail vatandaşı ziyaret ederken Haziran 2010’da bu rakam yalnızca 2.608 oldu. Hürriyet Daily News, 6 Ağustos 2010. 82 ”İsrael’in ölümle sonuçlanan baskını ... küresel ölçekte kınamaya yol açtı ... İsrail, sınırları dışında çok az sempati ile karşılanıyor”. Voice of America, 2 Haziran 2010. “İsrail’in yaptıkları neredeyse tüm dünya tarafından kınandı.Nikaragua, İsrail ile ilişkilerini kesti, Ekvator ve Güney Afrika büyükelçilerini geri çağırdı ve pek çok hükümet, protesto amacıyla İsrail’in büyükelçilerini çağırdı”. Carol Migdalovitz, “Israel’s Blockade of Gaza, the Mavi Marmara Incident, and Its Aftermath” [İsrail’in Gazze Ablukası, Mavi Marmara Olayı ve Sonrası], Kongre Araştırma Hizmetleri, Vaşington, 23 Haziran 2010. 83 www.un.org/News/Press/docs/2010/sc9940.doc.htm. Açıklama, saatler süren görüşmelerin ardından yapıldı ve şiddetin sorumlusunu belirlemekten uzaktı. 84 BM İnsan Hakları Konseyi, “insani yardım taşıyan gemi filosuna İsrail tarafından gerçekleştirilen saldırıları sonucunda uluslararası insani hukuk ve insan hakları hukuku da dahil olmak üzere uluslararası hukukun ihlalleri”ne dair inceleme yapmak ve Eylül ayında rapor sunmak üzere yargıç Karl T. Hudson-Phillips’i (Trinidad ve Tobago), Sir Desmond de Silva’yı (Birleşik Krallık) ve Mary Shanthi Dairiam’ı (Malezya) atadı. Bakınız www2.ohchr.org, 23 Temmuz 2010. 85 17 Haziranda AB Parlamentosu “bu saldırının incelenmesi için acilen uluslararası ve tarafsız bir araştırma ...” talep etti, AB Parlamentosu kararı Pz-TA-Prov (2010) 0235. “İsrail’in eylemleri, stratejiden uzak, taktik icabı kopardığı yaygara, öncesine göre çok daha izole olmasına yol açtı. Hatırlayabildiğim tüm dönemlere nazaran dünyanın her tarafında İsrail’e karşı daha fazla hasmane sözler işitiyorum”. Roger Cohen, The New York Times, 9 Temmuz 2010. 86 ”Sürece veya sonucuna dair öndeğerlendirme yapmayacağız ve yeni sonuçlara varmadan önce incelemenin gidişatını ve bulgularını bekleyeceğiz”. Robert Gibbs, Beyaz Saray sözcüsü, 13 Haziran 2010. Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 İslam Konferansı Örgütü’nün 57 üyesi, 14 Haziranda “kapsamlı ve tarafsız bir araştırma” çağrısı yaptı. İsrail içinde de çok sayıda tartışma yaşandı ve üç soruşturma yapıldı: Tümgeneral Eiland’ın denetiminde bir askeri soruşturma; İsrail’in açık denizdeki eylemlerinin meşruiyetini araştırmak üzere (oy hakkı bulunmayan, iki uluslararası gözlemcinin de yer aldığı) Yüksek Mahkeme Yargıcı Jakob Turkel’in idaresinde yapılan bir sivil soruşturma;87 ve ombudsmanın yaptığı bir soruşturma. Ordunun yayımladığı bir özete göre Eiland raporu, hatanın bulunduğunu ancak başarısızlığın olmadığını belirtti ve deniz komandolarının performansını övdü.88 Türk hükümeti, İHH ve Türk kamuoyu, başlangıçta İsrail’in kendisinin yürüteceği araştırmaların uygunluğunu reddetti.89 Ne var ki İsrail, Ban Ki-Moon’un gözden geçirerek yeniden sunduğu, Yeni Zelanda eski başbakanı Geoffrey Palmer başkanlığında yürütülecek, Türk ve İsrailli temsilcileri de içeren ve dört kişiden oluşan uluslararası araştırma paneli önerisini 2 Ağustosta kabul etti.90 New York’taki BM genel merkezinde bulunan bu panelin ilk raporunu 15 Eylülde vermesi bekleniyor. Yetkileri kısıtlı ve bireysel veya cezai sorumlulukla hakkında karara vermek yerine ana olarak ülkelerin raporlarını gözden geçirip açıklığa kavuşturmakla yetiniyor.91 İsrail, panelin Sayfa 10 kendi ordusu ve yasal soruşturmaları sonucunda elde ettiği bilgilere erişimine izin vereceğini ancak ordu personeliyle mülakat yapılmasına izin vermeyeceğini ifade ediyor. Türk hükümeti, kapsamlı işbirliği sözü verdi; ancak uluslararası bir soruşturmadan bağımsız olarak İsrail resmi düzeyde özür dilemediği sürece ikili ilişkilerin önceki durumuna dönemeyeceğinde ısrar ediyor.92 Başbakanlık, birkaç bakanlıktan üyelerin de bulunduğu Ulusal Araştırma ve İnceleme Komisyonu kurdu ve söz konusu komisyon, Türkiye’nin olaylara ilişkin resmi ifadesini BM komisyonuna 1 Eylülde iletti.93 Bir savcı Türk vatandaşlarının ölümüne dair inceleme yürütüyor ve İsrail’den işbirliği talebinde bulunması beklenebilir. AKP, muhalefetin iki kez verdiği meclis araştırma önergesini reddetti.94 87 Komisyonda ayrıca eski bir üniversite rektörü olan Amos Horev ve eskiden uluslararası hukuk profesörü olan Shabtai Rosen de bulunuyor. İki yabancı gözlemci ise eski Kuzey İrlanda siyasetçisi David Trimble ve Kanada’nın eski askeri yargıçlarından Ken Watkin idi. 88 Bakınız https://idfspokesperson.com, 12 Temmuz 2010. “IDF Probe of Gaza flotilla carefully avoiding placing real blame” [IDF’nin Gazze filosu araştırması, gerçek suçluyu saptamaktan dikkatle kaçınıyor], Haaretz, 13 Temmuz 2010; ve “To Eiland, mistakes are not necessarily failures” [Eiland’a göre hatalar mutlaka başarısızlık anlamına gelmiyor], Jerusalem Post, 13 Temmuz 2010. 89 ”İsrail, uluslararası sularda işlenen bir suçu incelemek üzere ulusal bir komisyon kurma hususunda yetkiye sahip değildir. Böylesi bir komisyon tarafından yapılacak araştırma, tarafsız, adil, şeffaf ve inanılır olamaz”. Türkiye Dışişleri Bakanlığı açıklaması, 14 Haziran 2010. İHH, Eiland raporunu “İsrailli komandoların katliamını ört bas etmeye çalıştığı” iddiasıyla reddetti. www.ihh.org.tr. “Turkel Komisyonu hata yapmayan İsrail ordusunun haklılığını kanıtlamak üzere sahnelenen bir mizanseni andırıyor, ancak israil yönetiminin içindeki çelişkileri de gözler önüne seriyor”. Kerim Balcı, Today’s Zaman, 12 Ağustos 2010. 90 Komisyonun başkanı Palmer ve Kolombiya eski devlet başkanı Alvaro Uribe de başkan yardımcısı olacak. İsrail ve Türkiye’nin temsilcilerini ise sırasıyla emekli dışişleri bakanları Joseph Ciechanover ve Özdem Sanberk oluşturuyor. 91 BM paneli, “olaya dair ulusal inceleme raporlarını edinecek ve gözden geçirecek ve gerektiğinde ulusal makamlardan açıklama ve bilgi talep edecek” ve “Güvenlik Konseyi başkanlık açıklaması ışığında” yetkisini lağvedecektir. Ne var ki panelin amacı “bireylerin cezai sorumluluklarına karar vermek değil, olaya dair gerçekleri, koşulları ve bağlamı incelemek ve saptamanın yanı sıra gelecekte bu tür olayların yaşanmasını önlemek için önerilerde bulunmaktır”. BM basın açıklaması, 10 Ağustos 2010. 92 Kriz Grubu’na verilen mülakat, dışişleri bakanlığından üst düzey yetkili, Ankara, Temmuz 2010. 93 BM’ye gönderilen dosyalar arasında tanıklar ve yetkililerle yapılan görüşmelerin yanı sıra Mavi Marmara ve Türk limanlarından kalkan, filodaki iki başka gemiye dair bir araştırma raporu da bulunuyor. Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakat, Türk yetkili, Eylül 2010. 94 ”Bu hususta karanlık noktalar mevcut”, Kemal Kılıçdaroğlu, CHP başkanı (Cumhuriyet Halk Partisi), Habertürk, 4 Temmuz 2010. Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 III. TÜRKİYE VE İRAN: ASIRLIK RAKİPLER Türkiye’nin İslam Cumhuriyeti ile olan ilişkileri, Batılı ortakları ile olan ilişkileriyle hep paralel gelişti.95 Ne var ki geçen yıl AKP liderlerinin Cumhurbaşkanı Ahmedinecat’ı Haziran 2009’da tartışmalı şekilde yeniden seçilmesinin ardından hemen kutlamaları; Türkiye’nin Brezilya ile birlikte Mayıs 2010’da İran’la tıbbi amaçlarla araştırma reaktörü yakıt çubuğu karşılığında elindeki düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyumu tahliye edeceğine dair anlaşma imzalaması; ve son olarak 9 Haziran 2010 tarihinde toplanan Güvenlik Konseyi’nde İran’a karşı ek yaptırımlar aleyhinde oy kullanması, eleştirilerin yeni bir boyut kazanmasına yol açtı. Sayfa 11 liderlerinin İran ile dostluğa dair açıklamaları veya nükleer hedeflerinin diplomatik yollardan çözümüne verdikleri destek, İran ile ittifak kurma niyetlerini gösterir nitelikte değil. İran da ittifak yönünde ilgi göstermiyor;99 ancak İranlı yetkililer, AKP’nin rolünün Tahran’ın nükleer programının “barışçıl amaçlarının” altını çizdiğini vurguluyorlar.100 Böylesi bir ittifak, Türkiye ile İran arasında yüzyıllardır süregelen diplomatik geleneği ve bölgesel rekabeti çürütür nitelikte olurdu. İronik olan nokta şu ki iki tarafın da Filistin meselesine sarılmasının nedenlerinden biri de söz konusu rekabet.101 Lübnanlı bir araştırmacı, Ankara ile Tahran arasındaki rekabetin biçimi ve içeriğine dair kapsamlı analizinde şunları söylüyordu: Türkiye’nin “ofansif tavrı” şu ana kadar daha iyi sonuçlar verdi. Bugünlerde Türk liderlerinin söyleminde kendini belli eden hararetli tona rağmen bu “ofansif tavır”, diplomasiye, uluslararası ilişkilere, ekonomik rollere, siyasi ve dini arabuluculuğa, duyguların denetimine, insan haklarına dair Avrupanın sloganlarına göz kırpmaya dayanıyor ... İranlılar bunu şiddet yanlısı cepheleri destekleyerek başarmaya çalışıyorlar ... Halihazırda rekabetin kızıştığı alan Gazze. Tahran, cihadcı hareketlere füze, finansman ve eğitim sağlıyor. Az etkisi olmasına rağmen askeri çatışmaların sürmesini teşvik ediyor. Ankara ise yardım gönderiyor ve siyasi destek sağlıyor. Ablukayı kaldırmaya ve Hamas’ı siyasi arenaya taşımaya çalışıyor.102 Bu eleştiriler, Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin düşüşe geçtiği ve Batı’da Türkiye’nin geleneksel müttefiklerine ve ortaklarına sırtını dönebildiği hissinin yoğunlaştığı döneme denk geldi. Eleştirenlerin bir kısmı, Türkiye’nin İran ve İsrail politikalarının Başbakan Erdoğan’ın son iki yılda ortaya çıktığı iddia edilen radikalleşme süreciyle ilintili olduğuna inanıyorlar.96 Bazılarıysa bu iki ülke ile olan ilişkilerin birbirinden bağımsız olduğuna inanıyorlar. A. İTTİFAK YOK Eleştirel yaklaşanlar, Türkiye’nin İran ile ittifak kurduğundan, yahut en azından bu ülkeyle İslami blok içinde birleştiğinden endişe ediyorlar (bakınız aşağıdaki bölüm).97 Ne var ki tarih, Türkiye ile İran arasında siyasi ittifakların son derece nadir olduğunu gösteriyor.98 AKP 95 Kriz Grubu raporu, Türkiye ve Orta Doğu, a.g.e., s. 16-18. Türkiye, “filodan sadece birkaç gün önce İran ile özdeşleşmesini ve işbirliğini pekiştirdi”. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Turkel Komisyonuna verdiği ifade, 9 Ağustos 2010. 97 En uç noktadakiler, Türkiye’yi bölgede İslamcı ve ABD düşmanı bir ülke olmaya yatkın görüyorlar: “Meseleler hem Türkiye’de hem de İran’da bu şekilde sürerse olası sonuçlardan biri, Türkiye ile İran’ın nihayetinde yer değiştirmeleri olabilir. İslamcı deneyiminin ardından İran uluslar topluluğuna yeniden katılabilir ve bu arada Türkiye, İslamcılığa dönebilir ve İslam dünyasında Batı karşıtı bir güç haline gelebilir”. Harold Rhode, “Between Atatürk’s Secularism and Fundamentalist Islam” [Atatürk’ün Laikliği ile Köktenci İslam arasında], Jerusalem Issue Briefs, 9 Mayıs 2010. 98 Bunun tek gerçek örneği, Türkiye’nin 1950’lerde İran’ı ve diğer Orta Doğu ülkelerini Sovyet karşıtı Bağdat Paktı çatısı altına biraraya getirmek için yaptığı kısa ve başarısız girişimi oldu. Bu çabası Batı tarafından destekleniyordu. Bakınız Hugh Pope, “Iran and Turan: the Age-Old Antagonists of Eurasia”, in Sons of the Conquerors:The Rise of the Turkic World (New York, 2005), s. 188-194. 96 99 ”Biz [de] Orta Doğu’da büyük bir güç olarak kalmaya gayret ediyoruz. Rekabet etmiyoruz, işbirliği yapıyoruz. [Hamas ve Hizbullah ile ilişkiler söz konusu olduğunda] onlara ne yapmaları veya ne yapmamaları gerektiğini söylemiyoruz, onlara diyoruz ki siz kendi bildiklerinizi yapın, biz de kendi bildiklerimizi”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, İranlı yetkili, Ankara, Temmuz 2010. İran’ın Ruhani Lideri Ali Hamaney’in gazeteci olan torunu Farid al-Din Hadad Adel, Şubat 2010’da Batının İran’a vuracağı herhangi bir darbede Türkiye’nin İran’a karşı savaşacağını söylüyordu: “Batının arzularının gerçekleşmesi için tek seçenek Türkiye’dir”. Aktaran Meir Javedanfar, “Iran’s Next Rival: Turkey” [İran’ın Sonraki Rakibi: Türkiye], The Diplomat, 18 Haziran 2010. 100 ”AKP liderleri, İran’ın nükleer programlarının barışçıl amaç taşıdığını biliyor ve bu nedenle bu meseleyle ilgileniyorlar. İran hükümeti de bu konudaki rollerini olumlu karşıladı”. Kriz Grubu’na gönderilen e-posta, İranlı yetkili, Ağustos 2010. 101 ”Türkiye ve İran ... unutulmuş Arap meselesini [Filistin] destekleyerek ve İsrail’in canavarlığına ve küstahlığına karşı koyarak meşruiyetlerini pekiştirmek ve bölgesel ve uluslararası nüfuzlarını arttırmak konusunda birbirleri ila rekabet halindeler”. Abdulbari Atwan, El Kuds El Arabi, (İngiltere’de yayımlanan pan-Arap gazetesi), 9 Haziran 2010. 102 Hassan Haydar, El Hayat, (İngiltere’de yayımlanan PanArap gazetesi, Londra, 10 Haziran 2010. Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 Siyasetlerinin çakıştığı alanlar da var elbette. Türkiye’nin İran’la olan ticari ve siyasi çıkarları, ABD’nin veya Avrupalı güçlerinkinden çok daha kapsamlı. Türk ve İran toplumları oldukça farklı, ancak pek çok ortak noktaları da mevcut ve liderleri zaman zaman birbirlerini etkilediler.103 Kısa ömürlü olan ve şu anda AKP’nin üst kademelerindeki pek çok kişinin de o zamanlarda içinde bulunduğu Refah Partisi hükümeti iktidarında (19961997) Türkiye, şimdilerde gaz ihtiyacının beşte birini sağlayan gaz boru hattının çalışmalarını başlattı.104 Ancak Türkiye ve İran didişmekten de geri kalmıyorlar. Türkiye, İran’ın geçmişteki İslamcı devrim girişimlerini ve iş anlaşmalarını iptal etmesini can sıkıcı buluyor.105 Şimdilerde hükümetler, açıkça Türk-Kürt PKK direnişçilerine karşı işbirliği yapıyorlar,106 ancak geçmişte PKK’nın İran’ın desteğine sahip olduğu düşünülüyordu. İki ülke, Irak konusunda da ihtiyatlı rakipler durumunda.107 Bunun bir nedeni, Türkiye’nin ağırlıklı olarak Sünni Müslüman, İran’ın işe Şii olması,108 bir diğer nedeniyse Türkiye’nin bu önemli komşu coğrafyada İran’ın nüfuzunun artmasını engellemek istemesi.109 103 Türkiye cumhuriyetinin kurucusu Kemal Atatürk’ün İran’daki Rıza Şah üzerindeki laikleştirici etkisine dair ayrıntılı bir inceleme için bakınız Stephen Kinzer, Reset: Iran, Turkey, and America’s Future (New York, 2010). 1979’daki İslam Devrimi, günümüz AKP’sinin öncülleri de dahil olmak üzere Türkiye’deki İslami kesim üzerinde canlandırıcı bir etki yaptı. 104 AKP’nin 2001’de Refah Partisi’yle ayrılmasının nedenlerinden birinin Başbakan Erbakan’ın Orta Doğu politikalarının altında yatan, Müslüman dayanışmasına dair bazı basit varsayımlar olduğu iddia edilebilir. Bir keresinde Libya lideri Muammer Kaddafi, kendisini ziyaret eden Erbakan’a çöldeki çadırında canlı televizyon yayınında Kürtlerin hakları konusunda ders verdi ve bir Türk lideri için küçük düşürücü bir durum yarattı. 105 İran’ın 1980’lerde ve 1990’larda Türkiye’deki faaliyetlerine dair Türklerin yorumları ve kısmen Türkiye’nin İsrail ile olan bağlantıları nedeniyleTürk havaalanlarının idaresi ve cep telefonu kontratlarının 2004-2005’te iptal edilmesine dair ayrıntılar için bakınız Kriz Grubu raporu, Türkiye ve Orta Doğu, a.g.e. 106 Türk-Kürt direniş grubu Kürdistan İşçi Partisi’ne bağlı ve İran’ın Kürt toplumu içinde etkin olan Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK) adlı bir grup bulunuyor. İki ülke, Şubat 2008’de güvenlik işbirliğine dair bir memorandum imzaladı. Son yıllarda Türkiye’nin PKK’nın ve de PJAK’ın kuzey Irak’taki üslerine karşı yaptığı hava saldırılarının yanında İran da zaman zaman bombardıman yaptı. 107 ”Irak’ta birbirlerinden nefret ediyorlar”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Batılı diplomat, Türkiye, Temmuz 2010. 108 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara, Temmuz 2010. 109 ”Sünni Türkler ile Şii İranlılar arasında popüler kültür alanında pek sevgi bulunmuyor. Aynı şey siyaset için de geçerli. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), derinlerde, bir Şii hilali ortaya çıkmasına dair diğer Sünnilerin Orta Doğudaki endişelerini paylaşan bir Sünni parti”. Ömer Taşpınar, “The Sayfa 12 B. İRAN’İN NÜKLEER PROGRAMİ VE TÜRKİYE Türkiye, ABD’li ve Avrupalı ortaklarının İran’ın nükleer silahlar elde etmemesi hedefini paylaşıyor.110 Bu konuda Ankara’daki Batılı diplomatlar ülkenin samimiyetinden kuşku duymuyorlar. Özel toplantılarda Türk yetkililer, İran’ın atom bombasına sahip olmayı arzuladığından şüpheleniyorlar111; ancak bunu iki yıldan önce yapamayacağını düşünüyorlar.112 Ne var ki Ankara, farklı taktiklerin uygulanması gerektiğini iddia ediyor.113 Üst düzey bir AKP’li yetkili, bunu şu şekilde ifade ediyor: Temel fark şu ki, Amerikalılar İran’ın davranışlarını baskı ile değiştireceğini düşünüyor. Biz bunun ikna yoluyla yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Eğer bomba üreterek çok büyük birşeyi yitireceklerini düşünürlerse bundan vazgeçeceklerdir.114 Ankara, yaptırımların iş dünyası için kötü olacağına, aynı zamanda İran’ın katı rejimini daha da anatomy of Turkey’s Iran policy” [Türkiye’nin İran politikasının anatomisi], Today’s Zaman, 2 Ağustos 2010. 110 ”Aynı hedefe sahibiz. Aynı amaçlara sahibiz. Yalnızca yaklaşımımız farklı. Eğer Amerikalılar Tahran Anlaşması için bir ay daha çabalamak için süre tanısalardı ve işe yaramasaydı yaptırımlar konusunda onlarla aynı oyu verirdik”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, AKP’li yetkili, Türkiye, Temmuz 2010. “Nükleer bir İran, bölgeyi istikrarsızlığa sürükleyecek bir İran veya istikrarsız bir İran istemiyoruz”. Kriz Grubu’na verilen mülakatlar, Türk yetkililer, Ankara, Temmuz 2010. Türkiye’nin politikası ayrıca nükleerden arınmış bir Orta Doğu yönünde. 111 Forbes dergisinin 26 Mart 2010 tarihli sayısında “Gül, İran’ın nükleer bomba istediğinden kuşku duymadığını söylüyor: ‘Bu, İran’ın önceki rejimden yani Şah döneminden bu yana beslediği bir arzu’. İran’ın mevcut rejimi içinse Gül, bir ‘ulusal gurur’ meselesi olarak ‘sonunda nükleer silah elde etmenin nihai hedefleri olduğunu biliyorum’ diye ekliyor. Türkiye’nin İran bombasına karşı olduğunu belirtiyor. Bunun Orta Doğu’da nükleer silah yarışını tetikleyeceğine inanıyor: ‘Bölgede büyük bir rekabet başlayacaktır’”. 27 Mart 2010’da Gül, bu ABD dergisine hiç röportaj vermediği açıklamasını yaptı ve böylelikle konuşmanın yayım amacıyla yapılmadığını gösterdi. 112 Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakat, üst düzey AKP’li yetkili, Temmuz 2010. 113 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara, Temmuz 2010. 114 Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakat, Temmuz 2010. “Türkiye amaçlarımızı paylaşıyor mu? Evet. Yalnızca [farklı] taktiklerden bahsediyoruz. Ancak bazen [Türkiye’nin pozisyonu] sadece taktikle alakalı gibi görünüyor. Elbette ki bölgede olanlar onları bizi etkilediğinden daha fazla etkiliyor, ama sahip oldukları yalnızca yatıştırma stratejisi, kısa vadeli ulusal çıkar. Bu yalnızca İran’la ilgili değil, tamamıyla farklı bir jeopolitik çevreyle alakalı. Türkiye uzun soluklu oyunu oynamalı”. Kriz Grubuna verilen mülakat, Avrupalı diplomat, Ankara, Temmuz 2010. Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 sağlamlaştıracağına; İran’ın nükleer tesislerine yapılacak herhangi bir saldırının en iyi ihtimalle ancak silahların edinilmesini geciktireceğine; daha sert yaptırım veya askeri harekat tehdidinin sadece rejimin azmini arttırmakla kalacağına inanıyor. Dahası İran’ın halihazırda bariz bir nükleer tehdit oluşturmaması durumunda Türkiye, Orta Doğu’nun daha fazla istikrarsızlaşmasının bölgede daha önce yaşanan krizlerde olduğu gibi ekonomisi açısından önemli maliyetler getireceğinden endişe duyuyor. Son olarak Türklerin bir kısmı, Brezilya ile birlikte aktif, diplomatik yaklaşımlarıyla gurur duyuyorlar ve bunun yükselen güçlerin nükleer meselelerin küresel ölçekte ele alınmasına etkide bulunabileceklerini gösterdiğini düşünüyorlar.115 Sayfa 13 ümit vaat eden ve Viyana Grubu (ABD, Rusya, Fransa ve UAEA) tarafından yürütülen müzakereler, takasın zamanlaması, senkronizasyonu ve yeri konusunda tökezledi.119 ABD Başkanı Obama, Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva ve Türkiye Başbakanı Erdoğan arasındaki üçlü toplantıya katılan bazı çevrelere göre120 Türkiye ve Brezilya’nın bu inisiyatifi canlandırması gerektiği fikri, ilk olarak Nisan 2010’da New York’ta yapılan Nükleer Güvenlik Zirvesi’nde ciddi olarak tartışıldı.121 Sonrasında Obama, Türk ve Brezilyalı muhatabına benzer mektuplar gönderdi ve kabul edilebilir olarak düşündüklerinin çerçevesini çizdi. 20 Nisanda Türkiye’ye gönderdiği mektupta İranlıların 1.200 kiloyu Türkiye gibi bir üçüncü ülkeye bir seferde göndermesi gerektiğinin ve bunu yakıt çubuklarına dönüştürmenin veya bunlarla takas etmenin on aydan fazla süreceğinin altı çiziliyordu. Mektupta ayrıca İran’ın UAEA ile işbirliği yapmasının ve nükleer programı konusunda daha açık sözlü olmasının gerekliliğinden bahsediliyordu. Türkler, ABD’den gelen daha az istekli bazı mesajlara rağmen bu mektubu takas önerisi için bir yeşil ışık olarak gördüler.122 İran ile yakın ilişki kurma politikası116 kapsamında Tahran ile Vaşington arasında çoğunluğu gözlem ve tavsiye olmak üzere mesajlar iletiliyor. Bunun önemi büyük, zira Türk liderler şimdiye dek her iki tarafta da en üst düzeydeki yetkililere ulaşma gibi nadir bir avantaja sahip olmuştu. Türk yetkililer, İranlılarla özel görüşmelerinde dobra dobra konuştuklarını ifade ediyorlar ve bazı ABD’li meslektaşları bundan şüphe duymuyorlar.117 Önemli bir nokta da Türklerin ve İranlıların birbirlerinin ülkelerini ziyaret ederken vizeye ihtiyaç duymamalarından dolayı işadamlarının, aydınlarının ve elitlerin de birbirlerini iyi tanımaları. Ankara’nın ifadesine göre Türkiye, 2009’da İran’ın düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyumumun bir kısmını Tahran Araştırma Reaktöründe tıbbi amaçlarla kullanmak üzere dışarıda işlenmiş yakıt çubukları ile takas etmeye ikna etmek için Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) tarafından bir plan yürütülebilmesi için gönüllü oldu. Kasım 2009’da dönemin UAEA Genel Sekreteri Muhammed El Baradey ile Ankara, uranyumun Türkiye’de muhafaza edilebileceğinde uzlaştı ve İran bu seçenekle ilgilenebileceğinin sinyalini verdi.118 Başlangıçta Tahran Anlaşmasının 17 Mayıs 2010’da duyurulmasından önce İranlılarla on yedi-on sekiz saat kadar süren stresli bir müzakere yürütüldü. Brezilya’nın Dışişleri Bakanı, İran’ın bazı koşulları yerine getirmemesi durumunda hayal kırıklığı içinde ayrılacağı tehdidinde bulundu ve Türkiye’nin başbakanı, bu gruba katılarak İranlıların katı takvimleri onayladığından emin olmak için Tahran’a gidişini erteledi.123 Anlaşmada İran, Viyana Grubu’nun araştırma reaktörü için yakıt çubuklarını bir yıl içinde göndermesi durumunda 1.200 kiloluk düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyumu Türkiye’ye bir seferde göndereceğine söz verdi. Türkler, Viyana Grubu’nun 2009’da yapmaya çalıştığı ancak başaramadığını yapabildiklerinden emindi. 115 119 ”Türkiye’nin İsrail’in nükleerden arınmış bir Orta Doğu’ya katılması yönündeki talepleri, mevcut nükleer anlaşmaların silahsızlanmayı sağlamayı veya nükleer silahların yayılmasını önlemeyi başaramadığı iddialarına yaptığı üstü kapalı saldırılar ve Brezilya gibi yükselen bir güçle yaptığı işbirliği gibi tüm bu unsurlar siyasetin formüle edilmesinde asli bir değişikliğe gidildiğini gösteriyor”. İlter Turan, “Turkey’s Iran policy: moving away from tradition?” [Türkiye’nin İran politikası: gelenekten ayrılış mı?], German Marshall Fund of the United States, 25 Haziran 2010. 116 Ayrıntılar için bakınız Kriz Grubu raporu, Türkiye ve Orta Doğu, a.g.e., s. 16-18. 117 ABD [aldığı istihbarattan] biliyor ki İranlılar Türklere karşı son derece öfkeli olabiliyorlar”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Batılı diplomat, Türkiye, Temmuz 2010. 118 ”Iran signals will accept Turkish role for uranium” [İran Türkiye’nin uranyumdaki rolünü kabul edeceğinin işaretini veriyor], Hurriyet Daily News, 10 Kasım 2009. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara, Temmuz 2010. Önceki anlaşma, İran’ın P5+1’in (ABD, Rusya, Çin, Britanya ve Fransa artı Almanya) zenginleştirilmiş uranyumu ülke dışına bir seferde çıkarma teklifini reddetmesi üzerine suya düştü. 120 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, New York, Haziran 2010. 121 Kriz Grubu’na verilen mülakatlar, Türk ve Batılı yetkililer, Ankara, Temmuz 2010. 122 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Batılı diplomat, Ankara, Temmuz 2010. ABD’li yetkililer, mektubun ardından yapılan birçok telefon görüşmesinde nihayetinde Tahran anlaşmasında vücut bulan böylesi bir önerinin kabul edilebilir olmadığının açıkça ifade edildiğini belirtiyorlar. Kriz Grubu’na verilen mülakatlar, ABD’li yetkililer, Vaşington, Haziran ve Temmuz 2010. 123 Kriz Grubu’na verilen mülakatlar, Türk yetkililer, Haziran ve Temmuz 2010. Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 İlk defa olarak İran, [nükleerden uzaklaşma konusunda bir uzlaşmaya] yazılı bir taahhüt verdi. İlk defa olarak bizim ve Batılı dostlarımızın endişelerinin yüzde 80’ini karşılar şekilde işleyebilir bir sonuç elde edildi. Bu, güven arttırıcı bir önlem. Diğer meseleler zamanı geldikçe ele alınacaktır. Güvenin inşa edilmesi gerekiyor.124 Ancak Vaşington haberi aldığında ABD yönetimi bundan hoşnut olmadı. “İki tarafta da seçici dinleme olmuştu”, diye açıklıyordu bir Batılı diplomat. “Türkler, [zenginleştirilmiş uranyum takası önerilerinin] kilit önemde olduğunu düşünüyorlardı …. Ve gerçek bir sorun da Davutoğlu’nun İranlılara ‘bu anlaşma, yaptırımlara gerek kalmayacağı anlamına geliyor’ demesiydi. Bu, Obama’nın mektubunda geçmiyordu”.125 Muhtemelen İranlıların da bildiği üzere Çin ve Rusya, Güvenlik Konseyi’nde Tahran’a karşı genişletilmiş yaptırımları desteklemeleri için yeni ikna edilmişlerdi.126 Türkiye’nin (ve Brezilya’nın) başarısı, en azından kısa vadede gerek kendisi gerekse de ABD’li ve Avrupalı Güvenlik Konseyi ortakları için bir yükümlülüğe dönüşmüştü. Ankara’nın budala ve güvenilmez olarak algılanmaksızın Tahran Anlaşmasını terk etmesi mümkün değildi; ancak Konseydeki Batılı müttefikleri onun yaptırımlar paketini desteklemesini istiyorlardı.127 İran’ın daha azının teklif edilmesi durumunda Tahran Anlaşması’nın daha fazla görüşülmesinin söz konusu olmayacağını açıkça belirtmesi üzerine Türkiye, Brezilya ile birlikte Güvenlik Konseyi kararında “ret” oyu verdi.128 Sonrasında ABD ve AB tarafından tek taraflı olarak kabul edilen ek yaptırımlar değil, ancak BM’nin yaptırımlarını uygulamayı taahhüt etti. 9 Haziran tarihli Güvenlik Konseyi’nde Türkiye’nin ve ABD’nin birbirinden farklı yaklaşımları gözler önüne 124 Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey AKP’li yetkili, İstanbul, Haziran 2010. 125 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Batılı diplomat, Ankara, Temmuz 2010. 126 Türkiye’de bazıları, Çin ve Rusya’nın yanı sıra ABD’nin Türkiye ve Brezilya gibi Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olmayan ülkelerin diplomatik inisiyatifi büyük devletlerin elinden alıyormuş gibi görünmemesini sağlayacak şekilde hareket etmiş olmalarının mümkün olduğunu öne sürüyorlar. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara, Temmuz 2010. 127 En azından oylamanın son gününe kadar ABD’li diplomatların talimatı, çekince değil yalnızca lehinde oy verilmesi için bastırmak yönündeydi. Kriz Grubu’na verilen mülakatlar, Batılı diplomatlar, Ankara, Temmuz 2010. 128 ”Başka türlüsü kendimizle çelişmemiz anlaıma gelirdi”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara, Temmuz 2010. Sayfa 14 serildi.129 Türkiye, oyunun diplomasiden yana, yaptırımlara karşı ve İran’a karşı tepkileri hafifletmeyi amaçlayan bir oy olduğunu söyledi.130 ABD’li yetkililer Tahran Anlaşmasını resmen eleştirdi ve İran’ın elinde tutacağı uranyum miktarının 2009’daki müzakerelerin başarıya ulaşması durumunda elinde tutacağından çok daha fazla olduğunu ve bu nedenle anlaşmanın güven arttırıcı etkisini azalttığını ve İran’ın uranyum zenginleştirmeye son vermekte hâlâ isteksiz olduğunu ifade etti. Türkler ihanete uğramış hissettiler: “Biz takımın parçasıydık, ancak bize karşı oynamaya başladılar; adil değildi ... Fransa veya İspanya bunu yapsaydı kimse onları İslamcı bir politikaya sahip olmakla suçlamazdı”.131 Güvenlik Konseyi’nin daimi olmayan üyeleri Türkiye ve Brezilya, Mart 2010 civarında başlayan ek yaptırımlara dair karar tasarısının müzakerelerinin genel olarak ABD, Rusya ve Çin tarafından yürütülmesini hayal kırıklığı ile karşıladılar.132 Güvenlik Konseyi diplomatları arasında Türkiye’nin ABD’nin yaptırımlar lehine oy kullanması için yaptığı baskılara direnmesi, dokuz kişiyi öldürmesinden dolayı İsrail’i doğrudan kınamayan ve ABD’nin zayıf olmasında ısrar ettiği Güvenlik Konseyi’nin Gazze filosu olaylarına cevabına tepki olarak görülüyor.133 Önceleri yaşanan karşılıklı şokların ardından gerilimler azalmış gibi görünüyor.134 Tahran Anlaşmasında kazanan 129 ”Kesintisiz istişare” olduğunu ifade eden ve Türkiye’nin olaylara dair resmi pozisyonunu özetleyen bir rapor için bakınız “Iran’s nuclear programme: the Turkish perspective”, Dışişleri bakanlığı, Haziran 2010. 130 Bu oy, “İran’ın nükleer programına koşulsuz destek anlamına gelmemektedir. Diplomasiye şans tanımak anlamına gelmektedir. İran’ın nükleer silah geliştirmesini arzu etmediğimize dair İranlılara tavsiyede bulunuldu …. Irak’taki deneyimimiz, yaptırım aracına aşırı güvenme konusunda ihtiyatlı davranmamız gerektiğini bize gösterdi”. Kriz Grubu’na gönderilen e-posta, Türk yetkili, Ağustos 2010. 131 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara, Temmuz 2010. 132 ”Bize [istediğimiz ölçüde] danışılmadı”.Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara, Temmuz 2010. 133 Kriz Grubu’na verilen mülakatlar, BM Güvenlik Konseyi diplomatları, New York, Haziran 2010. 134 ABD açısından “İran konusundaki farklılıklar, Türkiye-İsrail meselesindeki sorunlara göre daha az uzun vadeli”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Batılı diplomat, Ankara, Temmuz 2010. “[Türkiye’nin ‘hayır’ oyunu] tamamen anlayabiliriz. Diplomatik çabalarını desteklemek zorundalardı”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Avrupalı diplomat, Temmuz 2010. Bununla birlikte Vaşington’daki öfke henüz tamamen dinmedi. Bir yetkili şunları söylüyordu: “Bilhassa Başkan’ın dış politikasının önceliklerinden biri olan ve Türkiye’nin çekimser oy kullanması için şahsen çok çaba harcadığı İran oylaması nedeniyle öfke mevcut. Bu nedenle onları daha verimli bir yöne sevk etmek için yakın çalışmayı sürdürmemiz mi gerektiği yoksa memnuniyetsizliğimize dair açık bir mesaj göndererek Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 tarafın olup olmadığı meçhul. İran, nükleer programına kısıtlamalar getirmek isteyenlerin kafasında karışıklığa neden olmuş olabilir135, ancak taviz vermesine rağmen ek yaptırımlara da maruz kaldı. Türkler, müzakere etmekte oldukları anlaşmanın nihayetinde ulaşılacak kapsamlı anlaşmanın yerine geçmeyeceğinin başından bu yana farkında olduklarını söylüyorlar ve başarılarından dolayı duydukları gururu dile getiriyorlardı. Bir yetkili şunları söylüyor: “Amerikalılar bunu yapabileceğimize inanmıyorlardı”.136 Ne var ki bunu, müttefiki ABD’yi önemli ölçüde kızdırarak yaptı. Türkiye’nin gerçek bir arabuluculuk rolüne dair AB’de kuşkular mevcut,137 ancak Britanya Başbakanı David Cameron, Türkiye’nin Avrupa’da “İran’ı ikna etmek için en yüksek şansa sahip” ülke olduğunu söylüyordu.138 ABD’li diplomatlar, Tahran Anlaşması’nın görüşmeleri başlatmak için kullanılabileceği görüşündeler.139 Bazı unsurlarını ve Türkiye’nin rolünü yeniden canlandırmak mümkün. İmzalanmasının ardından İran, metni bir hafta içinde Viyana Grubu’na gönderdi. Grup, BM’nin yaptırımlara ilişkin oylamasından hemen önce cevabını bildirdi ve beklentileri karşılayamadığı dokuz alanı belirledi.140 İranlı yetkililer, görüşmeler için kapıyı aralık bıraktılar, ancak Türkiye ve Brezilya’nın da sürecin içinde olmalarını arzuladıklarını belirttiler.141 25 sert mi olmamız gerektiği konusunda yönetimde tartışma yaşandı”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Vaşington, Haziran 2010. 135 ”Zamanlamalarıyla İranlılar herkesi parmağında oynattı”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Avrupalı diplomat, Temmuz 2010. 136 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ankara, Temmuz 2010. Batılı bir diplomat, özel bir toplantıda buna katılıyordu: “İranlılarla bir anlaşmaya varabileceklerini hiç düşünmemiştik”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türkiye, Temmuz 2010. 137 ”Tahran Anlaşmasının tamamında Türkiye’nin parmak izlerini gördüğümüzde, yani Türkiye bunu yapmış, buna karar vermiş, insanlar Türkiye’den uzaklaşmaya başladılar. Bu kadarı fazlaydı”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Avrupalı diplomat, Türkiye, Temmuz 2010. 138 ”Hangi ülke İran’ı nükleer politikasını değiştirmek konusunda ikna etmek için en büyük şansa sahip olabilirdi? ... Türkiye”, David Cameron’ın Ankara’da yaptığı konuşma, 26 Temmuz 2010. 139 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ankara, Temmuz 2010. 140 İtirazlar arasında İran’ın üst düzeyde uranium zenginleştirmeye devam etmesi; İran’ın P5+1 (Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi ve Almanya) ile görüşmeler için biraraya gelmeyi reddetmesi; yakıtın İran’ı ne zaman terk edeceğine dair kesin bir tarihin olmaması; İran’ın Türkiye’deki zenginleştirilmiş yakıtı üzerinde fiilen kontrolünün olması ve İran’ın 2009 yılına göre daha fazla zenginleştirilmiş yakıta sahip olması nedeniyle 1.200 kilonun takas edilmesinin altında yatan jestin değerinin kalmaması bulunuyordu. 141 ”Vienna Group agrees to inclusion of Turkey, Brazil in nuclear talks” [Viyana Grubu, nükleer görüşmelerine Türkiye Sayfa 15 Temmuzda İstanbul’da İran, Türkiye ve Brezilya dışişleri bakanları arasında yapılan toplantıdan bir gün sonra Viyana Grubu’na gönderilen mektupta en azından bu ülkeler için görüşmelerin güven arttırıcı önlemler açısından temel teşkil ettiğini yazdılar.142 Türkiye, söz konusu iki ana hat için (Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi artı Almanya, yani P5+1 ve Viyana Grubu) yalnızca kolaylaştırıcı rol üstleneceğini vurguladı. 25 Temmuz tarihli toplantının ardından İran dışişleri bakanının yaptığı açıklamada eylül ayının sonunda, belki de İstanbul’da, AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton ile biraraya gelebileceğini ve Tahran Anlaşmasındaki takasta ilerleme sağlanırsa İran’ın uranyum zenginleştirmeye ihtiyacı kalmayacağını söylediğine işaret etti.143 Bazılarıysa bir fırsatın kaçırıldığını düşünüyorlar: Olan oldu. Yakınlarda önemli bir meselenin çıkması beklenmiyor. Önümüzdeki birkaç ay boyunca İran’ın nükleer dosyasında sıradan geçecek. Bizim oyumuza rağmen ve ABD ve Avrupalıların ikircikli pozisyonuna rağmen İranlıları müzakere masasında tutmamız isteniyor. Bu da demektir ki hâlâ Tahran deklarasyonunu işler kılmaya çalışıyoruz. Sanki Amerikalılar şöyle söylüyorlar,”güzel, ama yeterli değil”.144 ve Brezilya’yı dahil etmeyi kabul etti] , Tehran Times, 13 Temmuz 2010. 142 ”We would only be glad to be the address for any diplomatic solution” [“Diplomatik çözümün adresi olmaktan ancak memnun oluruz”]. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Today’s Zaman, 26 Temmuz 2010. 143 Kriz Grubu’na gönderilen e-posta, Türk yetkili, Ağustos 2010. 144 Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakat, AKP’li üst düzey yetkili, Temmuz 2010. Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 IV. TARTİȘMANIN YATİȘMASİ Türkiye, İsrail ve İran’a dair politikalarını Batılı hedefler çerçevesinde çizse de Orta Doğu’daki sorunlara dahil oluşuyla ilgili olarak geleneksel müttefikleriyle yaşadığı iletişim eksikliği, ülkenin Batıya sırtını döndüğü algısının oluşmasına katkıda bulundu. İsrail konusunda Türkiye’nin dahil olması, onun çatışmanın bir tarafı haline getirme riskini taşıyor. Ne var ki eğer Ankara, bölgesel barışa ve güvenliğe katkıda bulunan bir arabulucu olmak istiyorsa tüm taraflarla görüşebilme yeteneği elzem olacaktır. Bazı açılardan Türkiye, kapasitesini zorladı.145 Türkiye’nin çatışma çözümlemeye dönük enerjisininin büyük bölümünü, ana oyuncu olduğu anlaşmazlıklarda kullanması uygun olacaktır. Uluslararası arenadaki kredibilitesi, son zamanlarda böylesi eskiye dayanan anlaşmazlıklara kararlılıkla son vermeye çabalaması sayesinde arttı. Ne var ki 2004’ten bu yana Kıbrıs sorununu çözme girişimleri bocalamaya ve Türkiye’nin AB ile uyumuna ciddi şekilde zarar vermeye başladı. Bu da geçtiğimiz on yıldaki başarısının altında yatan demokratikleşmeyi ve refahı besleyen kritik önemdeki bir dinamiğin zarar görmesine neden oluyor.146 Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirmek için yürüttüğü ümit vaat eden girişimlerinin hızı kesildi. Türkiye’de etnik Kürtlerin PKK direnişine verdiği desteği azaltabilmek amacını taşıyan “Demokratik Açılım” da çıkmazda ve bu da PKK’nın uzak dağlarda ana üslerinin bulunduğu kuzey Irak’ta yaşayan Kürtlerle ilişkilerin iyileştirilmesi olarak tanımlanabilecek AKP’nin bir başka başarı hikayesinde yeni sıkıntılara yol açabilir. Türkiye’nin “sıfır problem” vizyonu zorluklarla karşılaşmışsa bunun nedenlerinden biri de “sıfır problem” olmasına gayret ettiği komşularının yaklaşımlarını 145 ”Diplomatlarımız nefes alacak zamanı bile bulamıyorlar. Zaman zaman çelişkili ve zor süreçler yaratan bu durumlar aslında bu aşırı aktiviteden kaynaklanıyor”, Akşam, 15 Temmuz 2010. 146 ”Gözlerini ihtişam arzularının bürümesi yerine Türkiye, bölgesindeki katma değerinin, büyük oranda hazihazırda süregiden iç değişim sürecinden kaynaklandığının, bunun da AB’ye katılım sürecine yakından bağlı olduğunun farkına varmalı”. Ahmet Evin, Kemal Kirişçi, Ronald Linden, Thomas Straubhaar, Nathalie Tocci, Juliette Tolay, Joshua Walker, “Getting to zero: Turkey, its neighbours, and the West” [Sıfıra Varmak: Türkiye, Komşuları ve Batı], Transatlantic Academy, Haziran 2010. “Türkiye’nin AB üyeliğinin bizim üzerimizde bilhassa olumlu bir etkisi olacaktır. Türkiye’nin yakın çevresiyle olan ilişkileri, AB ile olan ilişkisinin bir alternatifi değil, destekleyicisidir”. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la yapılan mülakat, Today’s Zaman, 17 Temmuz 2010. Sayfa 16 değiştirmemiş olmalarıdır.147 Aynı zamanda AB ve ABD’nin “Türk kamuoyunun yanı sıra yeni siyasi elitini kendilerinden uzaklaştırma konusunda oldukça fazla şey yapma”148 suçunu paylaştıkları da bir gerçek. Ancak şu açık ki Ankara’nın, bilhassa İsrail nezdinde, eski kredibilitesini yeniden elde etmek için elinden geleni yapması gerekiyor. Mavi Marmara olayının acı sonuçlarıyla birlikte Ankara’nın burada sahip olduğu ve 2008’de Suriye ile yapılan dolaylı görüşmelerdeki arabuluculuk rolünde büyük önem taşıyan olumlu imajı da kayboldu. Vaşington’ın çoğunlukla Ankara’nın niyetleri ve hedeflerine dair yanlış algılara dayanan. politikalarına yönelttiği eleştirileri etkisiz hale getirmek için Türkiye’nin daha fazlasını yapması gerekiyor. ABD ile işbirliği, özellikle Orta Doğu’da Türkiye için hâlâ hayati öneme sahip. Bu durum, gerek PKK ile mücadelede istihbarat paylaşımında, Irak ve Afganistan’daki ABD askerlerinin sorunsuzca çekilmesinin sağlamasında, gerekse El Kaide içindeki gruplara, örneğin İstanbul’daki 2003 bombalamasını gerçekleştirenlere, karşı işbirliği ve hatta Arap-İsrail çatışmasında gerçek bir çözüme ulaşılmasında da geçerli. Bununla birlikte Türkiye’nin temel çıkarı, hâlâ AB ülkeleri ile sağlam ilişkilerde yatıyor.149 Dış politikadaki başarıları ve angajmanları, AB içindeki nihai yerine dair kuşkuları bertaraf etme konusunda daha fazla işe yarayabilir.150 AB ülkeleri, birliğe katılmak üzere resmi müzakerelere başlayan hiçbir ülkenin şimdiye dek süreci tamamlayamadığının görülmemesine büyük ölçüde 147 ”Eskiden hep ‘Türkiye talep ediyor’ denirdi. Şimdiyse ‘Türkiye bir anlaşma yapmak istiyor’ deniliyor. Ama sorun şu ki komşu ülkeler değişmedi; hâlâ ‘talep’ ekolünde olanlar tarafından çevrelenmişler: Yunanlılar, Kıbrıslı Rumlar, Ermeniler, Azeriler, [mitleri, şişkin egoları] veya Vaşington’da güçlü lobileri olan ülkeler. Oturdukları yerden diyorlar ki ‘siz Türkler kötü Müslüman, insan müsveddesisiniz’”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Batılı diplomat, Türkiye, Temmuz 2010. 148 Heinz Kramer, “AKP’s ‘new’ foreign policy between vision and pragmatism” [Vizyon ve pragmatizm arasında AKP’nin ‘yen’ dış politikası], Stiftung Wissenschaft und Politik, Haziran 2010, s. 33. 149 Bakınız Kriz Grubu Avrupa Raporları Nº184, Türkiye ve Avrupa: Geleceğe Doğru, 17 Ağustos 2007; and Nº197, Türkiye ve Avrupa: Belirleyici Yıla Girerken, 15 Aralık 2008. 150 ”Türkiye, yeniden bir ilgi odağı ve daha saygıdeğer bir merak konusu haline geldi …. Türkiye artık Fransa’daki kamuoyu önderleri nezdinde entelektüel sempatinin ciddi bir birikimine mazhar oldu. Fransız kamuoyu liderleri ve tartışmalar artık daha ziyade öze odaklanıyor”. Dorothée Schmid, “Les elites Françaises et la Turquie: une relation dans l’attente” [Fransız elitleri ve Türkiye: askıda bir ilişki], Centre for Economic and Foreign Policy Studies (EDAM), Haziran 2010. Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 dayanarak Türkiye’de yakın dönemdeki dış yatırım artışının dörtte üçünü sağladı ve ihracatının yarısından fazlasını çekti. Avrupa’da yaklaşık 2.7 milyon Türk yaşıyor151 ve Türkiye’ye gelen turistlerin yüzde 56’sını Avrupalılar oluşturuyor.152 Orta Doğu ise ticari genişleme açısından iyi olanaklar sunuyor ve bu bölgede istikrarın sağlanması bir bütün olarak Türkiye’ye gerçek yararlar getirecektir. Ne var ki halihazırda ülkenin ihracatının dörtte birden azını çekiyor, turizminin yalnızca yüzde onundan sorumlu ve yalnızca 110.000 Türke ev sahipliği yapıyor.153 Bölgesel ticaretin genişlemesi, alt yapıların entegrasyonu ve siyasi bağlantılar,154 Türkiye’nin otuz yıl önce uluslararası ticarete açılmasının yanı sıra onu komşularının çoğundan koparan Soğuk Savaş’ın sona ermesinin de doğal bir sonucu. Bu politika, AKP ile başlamadı ve “İslamcı” olarak da tanımlanamaz, zira bundan yarar sağlayanlar arasında Rusya, Yunanistan, Gürcistan ve Sırbistan da bulunuyor.155 A. TÜRKİYE-İSRAİL BAĞLARİNİN YENİDEN İNŞASİ Mavi Marmara felaketinden bir ay sonra Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Brüksel’de İsrail’in sanayi, ticaret ve çalışma bakanı Binyamin Ben Eliezer ile görüştü.156 Türk yetkililer, 30 Haziranda gerçekleşen görüşmenin buzları eriteceğini umuyorlardı; ancak İsrail’in yine de “dost bir ülkenin” yapacağını yapması gerektiğini, yani özür dilemesi ve kurbanları tazmin etmesi gerektiğini söylüyorlardı: Bu olmaksızın ilişkilerin normalleşemeyeceğini, 151 2008’e ait bu rakam, yurtdışında yaşayan veya çalışan Türklerin yüzde 80.9’unu temsil ediyor. Bakınız “Getting to zero”, a.g.e., s. 10. 152 2009 için geçici rakamlar. Türkiye kültür ve turizm bakanlığı. 153 2008’e ait bu rakam, yurtdışında yaşayan veya çalışan Türklerin yüzde 3.2’sini temsil ediyor ve Orta Doğu’nun 1985’te sahip olduğu yüzde 8.5’lik oran ile büyük bir tezat oluşturuyor. Bakınız a.g.e. 154 Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün, son iki yılda serbest ticaret ve vizesiz seyahat konularında yapılmış ikili anlaşmaları uygulamak ve “uzun vadeli ortaklık geliştirmek” amacıyla ortak bir İşbirliği Konseyi’ne dair bir anlaşma imzaladı. Dört taraflı bu mekanizma, bölgedeki diğer ülkelere de açık olacak. Ajans France-Presse, 11 Haziran 2010. 155 Bakınız Kriz Grubu raporu, Türkiye ve Orta Doğu, a.g.e. 156 İsrail’den sızan bilgilere göre İsrail dışişleri bakanının bilgisi yoktu ve bu da girişime zarar veriyordu. Kriz Grubu’na verilen mülakat, İsrail’in bölgedeki politikaları hakkında bilgili diplomat, Temmuz 2010. Sayfa 17 diplomatik bağların azalacağını ve işbirliği ortamının geçmişte kalacağını belirttiler.157 Bir ara Davutoğlu, ilişkileri tamamen kesmekle tehdit eder göründü; ancak yetkililer bunun doğru olmadığını söylediler.158 Türkiye, BM Genel Sekreteri’nin denetiminde bir araştırma komisyonu oluşturulmasını İsrail’e kabul ettirmeyi başardı, fakat BM sürecinin statükoyu ancak dondurabileceğini de iddia etti. Türkiye’ye yakın diplomatlar bile AKP liderlerinin İsrail’in kabul etmesinin mümkün olmadığı taleplerde bulunarak hata yaptıklarını söylüyorlar. İsrail, şuna inanıyor: “Türkler o kadar uçtular ki [İsrail’in] ayaklarını yere basmaları için yardım etmesi mümkün değil. Hiçbir İsrail hükümetinin onların taleplerini yerine getirmesi söz konusu olamaz”.159 Türk yorumcular, Türkiye’nin kendini köşeye sıkıştırdığı hissine yer verdiler.160 İkili ilişkiler, pek çok yönden ağır yara almaktan kurtuldu. İsrail’den Türkiye’ye yapılan charter uçuşları önceleri kesildi, ancak Türk Havayollarının İstanbul-Tel Aviv arasında gerçekleştirdiği haftada 25 uçuş için rezervasyonlarda yalnızda yüzde 10 düşüş yaşandı.161 İki ülkedeki iş adamları mevcut kontratları sürdürmeye çalıştılar162 ve Mavi Marmara baskınını takip eden bir ayda ticaret artmaya devam etti.163 Türkiye, ortak askeri tatbikatları iptal etti, ancak İsrail’den insansız izleme ve saldırı uçaklarını almaya devam etti. PKK’lı direnişçilere 157 Eğer İsrail “uluslararası bir komisyon istemiyorsa, o halde bu suçu kabul etmeli, özür dilemeli ve tazminat ödemeli ... Biz bir cevap alana dek Türkiye-İsrail ilişkileri asla normal gidişatına girmeyecektir”. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile yapılan mülakat, Newsweek, 9 Temmuz 2010. “Bu, Türkiye ile İsrail arasında bir tercih değildir. Doğru ile yanlış, legal ile illegal arasında bir tercihtir”. Suat Kınıklıoğlu, AKP’li milletvekili, International Herald Tribune, 2 Haziran 2010. 158 Bir Türk yetkili, Hurriyet Daily News’te (4 Temmuz 2010) ve diğer gazetelerde ilişkileri kesmekle ilgili olarak çıkan alıntıların, Türkiye-İsrail ilişkilerinin “geri dönülmez şekilde zarar göreceği” ifadesinin yanlış yorumlanması olduğunu belirtti. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ankara, Temmuz 2010. 159 Kriz Grubu’na verilen mülakat, İsrail’in bölgedeki politikaları hakkında bilgili diplomat, Temmuz 2010. 160 ”Ankara ne yapıyor? Haklı olarak İsrail’e bir bedel ödetmek istiyor. Ancak, bu bedeli öylesine yüksek tutuyor ki, uluslararası diplomasi dilinde buna “Seninle anlaşmak istemiyorum mesajı” denir”. Mehmet Ali Birand, Posta, 8 Temmuz 2010. 161 Financial Times, 28 Haziran 2010. 162 Örneğin İsrailli bir süpermarketler birliği, Türk ürünlerini boykot etme girişimini reddetti. Ayrıca bakınız, “Turks in Tel Aviv show business binds Israel, Turkey”, Bloomberg/Today’s Zaman, 15 Temmuz 2010. 163 Türkiye’nin İsrail’e olan ihracatı, 2010’un ilk yarısında yüzde 42 oranında arttı. Kriz Grubu’na verilen mülakat, İsrail’in bölgedeki politikaları hakkında bilgili diplomat, Temmuz 2010. Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 karşı yapılan operasyonlarda insansız uçakların uçurulması konusunda Türkiye’ye destek veren İsrailli teknisyenler güvenlik gerekçesiyle kısa süreliğine ayrıldı, fakat Temmuz ayının başında güneydoğuya döndüler.164 İsrail, tüm diplomatlarını Ankara’da tuttu ve vatandaşlarına bu ülkeye gitmemeleri yönündeki uyarısını temmuz ayının ortasında kaldırdı.165 Türkiye’den bir romorkörün Mavi Marmara gemisini Aşdod limanından 5 Ağustosta çekmesine izin verildi. Türkiye’nin Mavi Marmara krizini yönetimi, uluslararası bir konsensüs içerisinde kaldığı sürece daha başarılı oldu: ABD’nin İsrail’in alıkoyduğu yolcuların serbest bırakılması için yaptığı baskı, Gazze ablukasının hafifletilmesi için yinelenen uluslararası baskı ve BM Genel Sekreterinin araştırma komisyonu ile sonuçlanan baskı birikimi. Türkiye, elindeki kozları abartmaktan, örneğin Vaşington ve Brüksel’den Türkiye ile İsrail arasında bir seçim yapmalarını istemekten kaçınmalı. Zira ABD’nin İsrail’den çok Türkiye’ye ihtiyacının olduğu veya Türkiye’nin AB’ye ihtiyaç duymasından ziyade AB’nin ona ihtiyacı olduğunu söyleyerek risk almış görünüyor.166 Türkiye’deki bir Batılı diplomat şunları söylüyor: Erdoğan’ın çocukları sürekli ABD’de. Ama kendisi, bir sokak savaşçısı tavrına sahip [ve] ABD’nin yaptığı herşeyin kötü olduğunu varsayan İslamcı bir geçmişe sahip. Gitgide umursamamaya başlıyor. Türkiye’nin ABD’ye olan ihtiyacından çok ABD’nin Türkiye’ye ihtiyacı olduğunu düşünüyor. Nedense Türkler Obama’nın Afrika kökenleri ve göbek adının Hussein olması nedeniyle aslında kendileri gibi düşündüğüne ve kendi taraflarında olduğuna inanıyorlar, oysa bu konuda hiçbir şey söylenmedi.167 AKP’li yetkililerin Başkan Obama’nın Türkiye yanlısı eğilimine inancı,168 Obama’nın Mavi Marmara baskını 164 Kriz Grubu’na verilen mülakat, İsrail’in bölgedeki politikaları hakkında bilgili diplomat, Temmuz 2010. 165 Bir İsrail gazetesi, ilk uyarının istihbarattan ziyade korkuya dayandığına ve Türkiye’de İsrail karşıtı tehditkar gösteriler dizisinin yaşanmadığına işaret ediyordu. Yedioth Ahranoth, 21 Temmuz 2010. 166 ”[Başkentimizdeki] herkes Davutoğlu’nun yaptığı konuşmadan sonra çok mutluydu. Bir nevi heyecan vardı; salonun tamamını büyüledi; tepki son derece olumluydu. ama Mavi Marmara olayından sonra siyasi direktörlerimizden bunun Türkiye’nin iddia ettiği tarafsız yaklaşım olmadığını belirten mesajlar aldım. Büyük oranda İsrail suçlu olsa da ... Türkiye’nin buna bağlı kalması gerekirdi. Şimdi karşımızdaki resim, İsrail ile çatışmaya kararlı bir AKP hükümetidir”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Avrupalı diplomat, Ankara, Temmuz 2010. 167 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Temmuz 2010. 168 Kriz Grubu’na verilen mülakatlar, İstanbul, Haziran 2010. Sayfa 18 ardından yaşananları çözmedeki kritik rolü nedeniyle pekişti.169 Erdoğan şunları iddia ediyordu: “Obama, haklı olduğumuz ve bizimle aynı fikirde olduğu anlamına gelen ... açıklamalar yaptı”.170 Ancak AKP liderleri, Vaşington’daki siyasi dengeler hakkında bazı şüpheler besliyorlarsa onlara Kongre üyelerinin yaklaşık dörtte üçünün İHH’yi şiddetle eleştiren ve İsrail’in yaptıklarını kayıtsız şartsız destekleyen mektupları 21 ve 29 Haziranda imzaladıklarını hatırlatmak yararlı olacaktır.171 87 senatör, İHH’nin incelenerek ABD’nin teröristler listesine eklenmesinin gerekip gerekmediğine karar verilmesini tavsiye etti. Uluslararası inceleme, Türkiye-İsrail bağlarının yeniden inşa edilmesi için biraz zaman kazandırdı, ABD’nin yardım etmek için güçlü arzusu ise sürüyor.172 İsrail’in açıklama yapması ve aşırı güç kullandığına karar verilmesi durumunda telafi etmesi gerekecek; Türkiye’nin ise Batılı diplomatların da ifade ettiği gibi incelemeler sonucunda AKP liderleri, İHH ve Hamas üçgeninde uygunsuzluklar bulunursa eleştirilerden payına düşeni alması gerekecektir.173 İlerleme sağlayabilmek için tüm taraflar, dış dünyayla olan ilişkilerini normalleştirerek Gazze’deki durumu 169 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Batılı diplomat, Türkiye, Temmuz 2010. 170 Haziran ayı sonlarında Obama ile Toronto’da buluşmasının ardından Sırbistan’da yaptığı basın açıklaması, Today’s Zaman, 13 Temmuz 2010. 171 www.aipac.org. Mektuplar, tüm Yahudi-Amerikalı gruplar tarfından desteklenmedi. “İsrail yanlısı, barış yanlısı bir lobi olan J Street, Gazze filosuyla ilgili olarak bugünlerde Temsilciler Meclisinde dolaşan ve Başkan’a sunulan imzalı mektupları desteklememektedir. hemen hemen her zaman olduğu gibi bu mektuplar, ABD’nin Orta Doğu’daki barış ve güvenliğe ilişkin çıkarlarını korumak yerine esas olarak iç siyasette kullanılmak üzere kaleme alınmıştır”. J Street’in mektubunda Türkiye’den bahsedilmiyor, daha ziyade Gazze’deki insani sorunlara dikkat çekmeye çalışılıyordu. J Street’in Başkanı Jeremy Ben-Ami tarafından Kongre üyelerine dağıtılan mektup, 15 Haziran 2010. 172 ”Türkler, İsraillilerin gözünün içine bakamıyor. Aynı hisler söz konusu değil. Bunlar, [Amerika’nın] Orta Doğu’daki en yakın iki müttefiki ve ABD temelden bir kopuşu önlemek için sorumluluk hissediyor”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Batılı diplomat, Ankara, Temmuz 2010. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip Gordon’a göre “diplomasi, turizm ve ekonomi alanlarında gerçek anlamda gelişmiş olan ilişkilerde bir adım geri gitmek, bir terslik ve talihsizlik örneğidir”. Today’s Zaman, 1 Temmuz 2010. 173 Batılı diplomatlar, AKP liderleri ile İHH arasındaki bağlara ilişkin birçok bilgiden haberdar olduklarını, ancak Ankara’yı zor durumda bırakmamak amacıyla bu konuyu kamuoyuna açık şekilde tartışmadıklarını söylüyorlar. Kriz Grubu’na verilen mülakatlar, Ankara, Temmuz 2010. Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 iyileştirmeyi kararlaştırabilirler.174 İsrail, 20 Haziranda bir adım atarak daha kısıtlayıcı olan, sadece izin verilen ürünlerin yazıldığı “olumlu liste”nin yerine yasaklı ürünlerin yazıldığı “olumsuz liste”yi sundu ve girmesine izin verilen kamyonların sayısını arttırdı. Ancak Gazze’den ihracatın yapılmasına, insanların dolaşımına ve yeniden yapılanma için gereken ürünlere daha fazla erişimin sağlanmasına izin verilmesi başta olmak üzere daha fazlası gerekiyor. Batı başkentlerindeki yeni tartışmalar ve İsrail’in Gazze’deki kısıtlamaları nispeten hafifletmesi, Türkiye’nin hedefi olduğunu söylediği üzere Mavi Marmara’nın ablukadaki değişimi hızlandırdığını gösterir nitelikte.175 Ne var ki Türk siyasetçilerin bundan kişisel kredi dışında birşey ummaları ters etki yaratacaktır. Sayfa 19 bunu reddediyor179 ve yukarıda da belirtildiği gibi İsrail, Türkiye’nin direnişçilere karşı yürüttüğü operasyonlarda son derece önemli olan insansız uçakları tedarik ediyor. AKP, oy kazanmak amacıyla böylesi bir bağlantı yapıyor olabilir, ancak bu, sorgulanabilir bir strateji.180 B. GERÇEK TÜRKİYE’YE ODAKLANMAK Geçtiğimiz on sekiz aydır yorumcular, Türkiye’yi köklü bir yön değişikliği yaparak Batı’dan uzaklaşmak ve İslamcılığa yönelmekle gitgide artan şekilde suçlamaktalar.181 Eleştirilerin bazıları, örneğin Başkan George W. Bush döneminde Savunma Bakanlığı’nda görevli birinin söyledikleri son derece çarpıcı: Bu İslamcı Türklerin canlandırmaya çalıştıkları Osmanlı İslamı değil. Bunların İslamı, daha çok Suudi Vahabi İslamının fanatik biçimde Batı karşıtı ilkeleri ile uyuşuyor .… İktidardaki Türk hükümeti, yönetimin tüm kanatları, iş kolları, okullar ve gazeteler dahil olmak üzere toplumun tüm veçhelerini düzenli biçimde ele geçiriyor. … 1968’den bu yana Türkiye’yi düzenli olarak ziyaret ediyorum. İnsanlar politika hakkında konuşmaya her zaman hazırlardı, ama artık değiller. Şimdilerde Türkler bariz biçimde birşeyden korkuyorlar.182 Olumsuz söylemin şiddeti azaltılmalıdır. İsraillilerin AKP liderlerini “İslamcı” olarak nitelendirmeleri hem kendilerinin durumu anlamalarını güçleştiriyor176 hem de Türkiye’nin güvenini sarsıyor. Türk liderler, İsrail karşıtı popülist söylemlerin Batı başkentlerinde Ankara’ya olan güvenin sarsılmasına neden olduğunun farkına varmalılar.177 Erdoğan’ın ve AKP’nin önde gelen bazı isimlerinin İsrail’in yakın zamanda Türk askerlerini hedef alan PKK saldırıları ile bağlantılı olduğu yolundaki komplocu imaları bu durumu bilhassa zora soktu.178 PKK 174 ”Türkiye’nin temelde yatan hedefi, Gazze. Bu, başarı ilan etmelerinin bir yolu olabilir”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Batılı diplomat, Ankara, Temmuz 2010. 175 ABD’li eski bir yetkili, şunları kaydediyordu: “Bir anlamda Türkiye’ye bir şükran borcumuz var. Obama yönetimi, ablukanın Müslümanların nezdindeki saygınlığına zarar verdiğini biliyordu; ancak bu konuda bir şey yapmıyor veya yapamıyordu. Filo olayı, ABD’nin bölgedeki çıkarlarına uygun olan ve çoktandır atılmış olması gereken adımları tetiklemiş oldu”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Vaşington, Temmuz 2010. 176 ”[Dışişleri Bakanı] Davutoğlu’nun düşüncesine yön veren Kuran değil, Soğuk Savaşın sona ermesiyle oluşan yapısal değişimler, Avrupa’nın sürekli Türkiye’yi geri çevirmesi ve ülkenin güneyi, doğusu ve kuzeyindeki ekonomik fırsatlar oldu.”. Steven A. Cook, “How do you say ‘frenemy’ in Turkish?”, Foreign Policy, 1 Haziran 2010. 177 ”Türkler çok ileri gidiyorlar. Batı ittifakına üzerinde çalışmak için ihtiyacı olanı vermiyorlar. Türkiye, İsrail’i köşeye sıkıştırmamalı ve pire için yorgan yakmamalı”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Avrupalı diplomat, Ankara, Temmuz 2010. 178 Başbakan Erdoğan, “benim halkım PKK’nın hangi güçler için taşeronluk yaptığını çok iyi bilmektedir” diyordu. Posta, 20 Haziran 2010; Dışişleri Bakanı Davutoğlu, PKK-İsrail bağlantısı iddialarına ilişkin bir soruya doğrudan cevap vermeyi reddetti ancak şunları söyledi: “Şimdiye kadar PKK Ortadoğu’da kullanılmış olabilir, Ortadoğu’da barışın ihdas edilmesini uygun görmeyenler PKK’yı yeniden kullanmak isteyebilir.” Star, 21 Haziran 2010. İsrail ve İran olayları yaşandıktan sonra suçlamalar genel basına yansıdı. İngiltere’nin muhafazakar gazetesi Daily Telegraph’ın bir yorumcusu, coşkulu bir edayla şunları yazıyordu: “bir zamanlar Avrupa’nın hasta adamı olan bu ülke, şimdi Doğu’nun öfkeli adamı oldu. Şimdiki korku, ikinci bir Pakistan’a dönüşmesi ve milyonlarca öfkeli, laik Müslümanın öfkesinin onları İslami radikalleşme yoluna sürüklemesi”.183 Kanadalı Globe and Mail 179 Murat Yetkin, “PKK: İskenderun’[daki bir deniz üssüne PKK saldırıları] ile İsrail’in ilgisi yok”, Radikal, 15 Haziran 2010. 180 Erdoğan’ın İsrail’in “Dökme Kurşun” adını verdiği Gazze saldırısı sırasındaki söylemi Türkiye’de ve Orta Doğu’da kalabalıkları memnun etti, ancak bunun amacı Mart 2009’daki yerel seçimlerde partisinin oy oranını arttırmak idiyse bunu başaramadı: iki yıl önceki genel seçimlerde yüzde 47 olan AKP’nin oyu bu seçimlerde yüzde 39’a düştü. 181 ”Gittikçe İslamileşen bu devlet NATO’nun ortağı olmaya devam etse bile öyle gözüküyor ki en iyi ihtimalle Türkiye, güvenilmez bir ortak olacak. 1930’lardan bu yana ülke, Orta Doğu için modernleşme ve ılımlılaşma modeli oluşturdu. ancak bu eğilimden belirgin bir dönüş olmazsa Batı, Türkiye’yi kaybedecek gibi görünüyor”. David Schenker, “A NATO without Turkey” [Türkiye’siz bir NATO], Wall Street Journal, 5 Kasım 2009. 182 Rhode, a.g.e. 183 Con Coughlin, “Turkey’s role in the Gaza flotilla affair should worry us all in the West” [Türkiye’nin Gazze filosu Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 Sayfa 20 gazetesinin bir yazarı, Türkiye’nin sırtını Batıya döndüğünü gözlemliyor184, Forward’dan bir başkası, doğulu katı tutum yanlılarının bir yoldaşının doğuşunu anlatıyordu.185 The New York Times’ın bir manşeti yeni bir ton benimsiyordu: “Türkiye, uysal bir müttefikken ABD için bir dikene dönüştü”.186 Sözkonusu gazetedeki saygın köşe yazarlarından biri, Türkiye’nin İsrail karşıtı radikal bir cepheye katıldığına dair telaşlı bir fikir öne sürüyordu.187 Hatta The Washington Times’ta yayımlanan bir makale, Türkiye’nin– siyasi açıdan 1963’ten bu yana askeri açıdansa 1974’ten bu yana bölünmüş olan— Kıbrıs’taki eylemlerini İsrail’in Gazze’de yaptıklarından daha kötü olarak nitelendiriyordu.188 güvendiği değerlendirmesi yapılırken190 karizmatik bir akdemisyen olan Davutoğlu, pek çok Batılı diplomatın gözünde uzun süredir olumlu bir portre çiziyordu ve Türkiye’nin öteden beri benimsediği mağduriyet tavrını çatışmaların çözümüne dönük ilişkiler kurma tavrıyla değiştiren kişi olarak anılıyordu.191 Diplomatlar, Davutoğlu’nun Erdoğan’ın daha tartışmalı hareketlerinin sorumluluğundan kendini usulca uzaklaştırdığını kaydediyorlar.192 Ne var ki tıpkı Erdoğan’ın popülist söyleminin Batılı ortaklarıyla gerilim yaratması gibi Davutoğlu’nun dünya görüşünde Osmanlı tarihinin ihtişamının edindiği yer konusunda da bir rahatsızlık söz konusu.193 Eleştiriler Başbakan Erdoğan’dan sonra Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na da yayıldı.189 Erdoğan’ın kendine aşırı Bu, Vaşington ile ilişkileri de etkiliyor. Haziran 2010’da Davutoğlu ile Dışişleri Bakanı Hillary Clinton arasında yapılan görüşmenin kötü gittiği ve bakanın İsrail’e aşırı derecede saldırması olarak nitelendirilen tavrı nedeniyle ABD’li yetkililerin son derece sinirlendiği söyleniyordu.194 Batılı bir yetkili, birliklerin Irak ve Afganistan’dan çekilmesinin sonrasında Türkiye’nin bir geçiş ülkesi olarak yararının azalacağını not ediyordu.195 ABD’nin olayındaki rolü Batıda hepimizi endişelendirmeli], Daily Telegraph, 4 Haziran 2010. 184 ”Gazze çevresinde gelişen son olaylar, Türkiye’nin Batıya gitgide yabancılaşmasını gözler önüne serdi. son zamanlara dek Türkiye, İsrail’in ve aynı zamanda Batının tek sağlam Müslüman müttefikiydi. Şimdiyse İslamcılığın daha radikal bir versiyonuna doğru ilerliyor”. Lysiane Gagnon, “Turkey looks East of the Mediterranean” [Türkiye, Akdeniz’in doğusuna bakıyor], Globe and Mail, 11 Haziran 2010. 185 ”Hiç şüphe yok ki Mavi Marmara’ya yapılan beceriksiz baskın, İsrail açısından diplomatik bir felakettir … [ancak Türkiye de] genel söyleminin gitgide en katı Arap devletlerininkine benzemeye başladığı bir rejim”. Michael Rubin, “Erdoğan’s Turkey is not a friend” [Erdoğan’ın Türkiyesi dost değil], Forward, 11 Haziran 2010. 186 8 Haziran 2010 tarihli makalede Dış İlişkiler Konseyi uzmanlarından Steven A. Cook’un Türkiye’nin “bölgede koşturarak bölgedeki büyük güçlerin istekleriyle çatışan şeyler yapan” bir ülke olarak algılandığını söylediği belirtiliyordu. “Şu soru soruluyor: ‘Türkleri nasıl hizada tutacağız?’”. 187 ”Türkiye’nin İslamcı hükümetinin Avrupa Birliği’ne değil, Arap Ligi’ne, hayır bu da değil, İsrail’e karşı Hamas-Hizbullahİran direniş cephesine katılmaya odaklanmış gibi göründüğünü düşünüyorum .… Abartıyorum, ancak o kadar da değil”. Thomas Friedman, “Letter from Istanbul” [İstanbul’dan Mektup], The New York Times, 15 Haziran 2010. 188 Daniel Pipes’a göre Türk ordusunun işgali altındaki kuzey Kıbrıs, “Suriye ile ortak özelliklere sahip ve ‘bir açık hava hapishanesine’ Gazze’den daha çok benziyor”. “Turkey in Cyprus vs. Israel in Gaza” [Kıbrıs’taki Türkiye’ye karşı Gazze’deki İsrail], The Washington Times, 19 Temmuz 2010. Yunanistan yanlısı ABD’li bir siyasetçi, Türkiye’nin NATO “değerlerini” paylaşmadığını, ancak askerlerini Kıbrıs’tan çekerse herşeyin yoluna gireceğini söylüyordu. Temsilciler Meclisi üyesi John Sarbanes, “Can America rely on Turkey?” [Amerika Türkiye’ye güvenebilir mi?], Huffington Post.com, 20 Temmuz 2010. 189 ”Amerika’nın dış politika söyleminin çok büyük bölümünü şekillendiren muhafazakar düşünce kuruluşları, Erdoğan’ın İslamcı olduğuna karar verdiler, ki bu tamamiyle küçümseyici bir deyim. Kendisi elbette ki öyle değil. [ABD’deki] Cumhuriyetçi Parti üyelerinin pek çoğu gibi o da dindar bir milliyetçi. Michael Goldfarb, Global Post, 1 Haziran 2010. 190 ”Erdoğan, Türkiye’yi hakim bir bölgesel oyuncu ve küresel bir aktör haline getirme arzusunu güçlükle gizleyebiliyor”. Morton Abramowitz ve Henri J. Barkey, “The TurkishAmerican split” [Türkiye-Amerika kopuşu], The National Interest, 17 Haziran 2010. ABD’nin Türkiye eski büyükelçilerinden Abramowitz, Kriz Grubu’nun mütevelli heyeti üyelerinden. 191 ”O, iyi biri, güçlü bir ahlaka sahip ... Türk Dışişleri Bakanlığı’nı dinamikleştirdi; daha az bürokratik bir yer haline geldi. en azından on sekiz farklı proje üzerinde çalışıyorlar. Tarih yazıyorlar ve işler başarıyorlar. Türkiye’nin kendine ve dünyadaki rolüne bakışı değişiyor. Bozgun değilse de pek çok başarısızlık [olsa da] güçlü hissediyor ve yıldızlarının yükseldiğinden emin görünüyorlar”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Batılı diplomat, Ankara, Temmuz 2010. 192 Kriz Grubu’na verilen mülakatlar, Avrupalı diplomatlar, İstanbul, Temmuz 2010. 193 ”İşler son zamanlarda yolunda gitmiyor. Bu Osmanlıcılığın politikanın temeli değil, rahatlama alanlarının temeli olduğunu söylüyorlar. Davutoğlu, bundan bir nüfuz alanı olarak bahsediyor. farklı topluluklara farklı biçimlerde konuşuyor”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Batılı diplomat, Türkiye, Temmuz 2010. 194 Kriz Grubu’na verilen mülakat, ABD’li yetkili, Vaşington, Haziran 2010. Bir Türk yetkili şunları söylüyordu: “biz, buluşmaya dair farklı bir görüşe sahibiz. Kimseye ders vermedik. Söylenenlere ilişkin bir rahatsızlık vardıysa neden toplantıda gündeme getrilmedi?” Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakat, Eylül 2010. 195 Türkiye’nin Gazze’ye ilişkin söyleminin herhangi bir Arap ülkesinden çok daha ileri gittiğini belirten bir Batılı diplomat şunları kaydediyordu: “bu şekilde devam ederse [ABD’nin] bunu yeniden değerlendirmesi gerekebilir. Söylem [çok ileri] gidiyor. Türkiye İslam Cumhuriyeti’ne dönüşecekse [ABD’nin] Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 Avrupa işlerinden sorumlu en yüksek diplomatı, Dışişleri Bakan Yardımcısı ve aynı zamanda ABD ile Türkiye’nin ortak çıkarlarını ortaya koyan, ancak “solan ortaklık”tan da kaygı duyan bir kitabın196 yazarlarından olan Philip Gordon, Türkiye’nin temel yönelimini sorgulayarak nadir bir sitemi dile getiriyordu.197 ABD’li bir Türkiye uzmanı, ABD ve Türkiye’nin Orta Doğu’da “stratejik ittifakın” parçası olmadıklarının, “hızla rakip haline geldiklerinin” kabul edilme vaktinin geldiğini söylüyordu.198 ABD’nin Türkiye eski büyükelçilerinden biri, ittifakı sağlam olarak nitelendiriyor, ancak Vaşington’ın Türkiye’nin yeni iddialı tavrına uyum sağlaması gerektiği uyarısında bulunuyordu.199 Başka yorumcular ise Ankara’nın Rusya ile olan ortaklığının, AB ile gevşeyen bağların ve güçlü ekonomik büyümenin “Amerika’nın Türkiye için önemi ne olursa olsun geçmişteki bağımlılığın artık kalmadığı” anlamına geldiğini, “tek tek eylemlere dayalı”200 veya “alakart”201 olarak yürütülen buna ihtiyacı yok. Türkiye yararlı, havadan transit hakları veriyor, vesaire ama İran sayesinde [ABD’nin] Orta Doğu’nun her tarafında üsleri var. Ve 2011’de [ABD] Irak ve Afganistan’dan büyük ölçüde çıkmış olabilir. Türkiye’nin vazgeçilmez bir yanı yok”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Batılı diplomat, Türkiye, Temmuz 2010. 196 Philip H. Gordon ve Ömer Taşpınar, Winning Turkey: How America, Europe and Turkey can Revive a Fading Partnership [Türkiye’yi Kazanmak: Amerika, Avrupa ve Türkiye, Solan bir Ortaklığı Nasıl Yeniden Canlandırabilir], (Vaşington, 2008). 197 ”Türkiye’nin NATO’ya, Avrupa’ya ve ABD’ye bağlılığının sürdüğünü düşünüyoruz, ancak bunun kanıtlanması gerekiyor. Bu konuda yeni biçimlerde sorular soran insanlara rastlıyoruz ve bu, Türkiye’nin bizim desteklememizi istediği konularda onu desteklememizi zorlaştıracak, başlı başına kötü bir durum”. Associated Press, 26 Haziran 2010. 198 ”Özünde Vaşington ve Ankara aynı hedefleri paylaşıyorlar: İsrail ile Filistinliler arasında barış; istikrarlı ve birleşik bir Irak; nükleer silahlara sahip olmayan bir İran; Afganistan’da istikrar ve Batıya yönelmiş bir Suriye. Ne var ki detaylara indiğinizde Vaşington ve Ankara, bu konuların hemen hepsinde zıt taraflardalar …” Cook, “How do you say ‘frenemy’ in Turkish?”, a.g.e. 199 ”Daha coşkulu, dinamik ve kendine güvenli Türkiye ile hayat değişti. Bir müttefik olmayı sürdürüyor, ancak ilişkilerimiz çok daha dallanmış, daha karmaşık ve yakın zamanda daha zor bir hal aldı.” Morton Abramowitz ve Henri Barkey, “Turkey’s other war [Türkiye’nin diğer savaşı]”, Real Clear World, 15 Temmuz 2010. 200 ”Türkiye, büyüyen bir güç ve bizim sahip olmadığımız varlıklara sahip. Yardımlarını alabildiğimiz her yerde bunu sağlamalıyız. Farklı olduğumuz zaman çıkarlarını kabullenebiliriz. Ana konulardaki farklılıklara misillemeyle yanıt verilmemeli … Ancak hiçbir şekidle Ankara’nın kölesi de olmamalıyız veya zorunlu olmayan masraflar çıkarmamalıyız. Türkiye, davranışlarını eleştirdiğimizde kesinlikle şaşırmamalı”. Morton Abramowitz ve Henri J. Barkey, “The Turkish-American split”, a.g.e. Ayrıca bakınız Ömer Taşpınar, Today’s Zaman, 14 Haziran 2010. Sayfa 21 yeni bir mecraya girebileceğini ifade ediyorlar. Bir yazar, Batının Türk siyaset yapımındaki duygusal unsurları azımsadığına dikkat çekiyor.202 Birliğe katılmak isteyen Türkiye ile AB, dış politika tavırlarını uyumlulaştırmaya çalışırken203 ve Ankara “yeni-Bağlantısız”204 olarak yeniOsmanlı gibi davranmazken böylesi geçici bir siyaset çerçevesi, muhakkak ki işleri daha da zorlaştıracaktır. Türkiye’yi uzun süredir gözlemleyen bir kişi, ülkeyi değişime sürükleyen esas motivasyonlardan ikisinin İslam, İsrail veya İran ile ilgisinin olmadığını, ilkinin bölge ticaretinden daha fazla yararlanabilmek yönünde sağlıklı bir ticari itki, diğerininse “sağlıksız bir kibir göstergesi olarak ... dünya sahnesindeki öneminin çok büyük olduğu hissi”205 olduğu sonucuna varıyordu. Yeni sürtüşmelere rağmen Türkiye, ABD ve AB, Orta Doğu’da pek çok siyasi hedefi paylaşıyorlar. İstikrar ve refah inşa edebilmek için bilinçli şekilde çaba sarf eden Ankara, komşularını vizesiz seyahat, serbest ticaret, uyumlu altyapı ve bakanlar düzeyinde düzenli diyalog ortamında birleştirebilmek için elinden geleni yapıyor.206 Paylaşılan diğer hedefler arasında İsrail ile Filistinliler arasında barışın sağlanması; istikrarlı ve birleşik bir Irak; 201 ”Yeni Türkiye-Batı ilişkileri alakart olacak ve jeopolitiğe veya kimliğe dair biçimsiz kavramlar yerine aynı yöndeki ulusal çıkarların yönetiminde olacak. Yine de çetin bir süreç olabilir”. Ian O. Lesser, “Rethinking Turkish-Western relations: a journey without maps [Türkiye-Batı ilişkilerini yeniden düşünmek: haritasız bir yolculuk], German Marshall Fund of the United States, 30 Haziran 2010. 202 ”Batıda birçokları Türkiye’nin tutumunu, İslamcı, gizliköktencilerin kontrolünde olduğunun kanıtı olarak yorumladı. Bu, şüphesiz resmin bir kısmı; ancak bir yandan daha az göze çarpan bir yandan da bariz olan birşeyi [gözden kaçırıyor]: gösteriyi duygular yönetiyor”. Claire Belinski, “Smile and smile: Turkey’s feel-good foreign policy” [Gülümse ve gülümse: Türkiye’nin iyi hissettiren dış politikası], World Affairs, Temmuz/Ağustos 2010. 203 ”Dış ve uluslararası politika alanında AB, ‘yakınlaşmış bir birlik’ inşa etmeye çalışıyor …. [ki bu da] ilk bakışta Türkiye’nin yeni dış politikası ile hiç de uyumlu görünmüyor …. ne var ki makul biçimde şu iddia edilebilir ki mevcut şekliyle AB, bu hedefe asla ulaşamayacak [ve bu durumda Türkiye’nin dış politikası] AB’nin yaklaşımı ile uyumlu olabilmek için çok fazla zorluk yaşamayacaktır”. Heinz Kramer, “AKP’s ‘new’ foreign policy”, a.g.e. 204 ”Günümüz Türkiyesi çok daha geniş bir dış politika kapasitesi sunabiliyor, fakat İran ve Rusya da dahil olmak üzere ana konularda ortak stratejiler geliştirmek hususunda Avrupa’nın çıkarıyla kolayca uyuşmayabilir”. Ian O. Lesser, “Turkey, Brazil, and Iran: a glimpse of the future [Türkiye, Brezilya ve İran: geleceğe kısa bir bakış]”, German Marshall Fund of the United States, 20 Mayıs 2010. 205 Henri Barkey, “Don’t blame Europe for Turkey’s moves away from the West” [Türkiye’nin Batıdan uzaklaşması yüzünden Avrupa’yı suçlamayın], Los Angeles Times, 20 Temmuz 2010. 206 Bakınız Kriz Grubu raporu, Türkiye ve Orta Doğu, a.g.e. Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 nükleer silahlara sahip olmayan bir İran; Afganistan’da istikrar; El Kaide’nin çökertilmesi ve Batıya yönelmiş bir Suriye bulunuyor. Farklılıkların nasıl nitelendirileceğine dair anlaşmazlık mevcut. Bazıları Türkiye’nin söylemini, önceliklerini, taktiklerini ve hatta Batılı ortaklarla artan oranda verdiği güç mücadelesini rahatsız edici buluyor. Bazılarıysa barış görüşmelerine Hamas’ı dahil etmek, İran’a yaklaşmak veya İsrail’in Gazze ablukasını eleştirmek gibi bazı konular, iç siyasi nedenlerle Batı hükümetleri için bir tabuyken Türkiye’nin benimsediği farklı yaklaşımı takdirle karşılıyorlar.207 Vaşington ve Brüksel, Türkiye ve Batı arasındaki sürtüşmeden kimin sorumlu olduğu konusunda birbirlerini suçladılar. ABD Savunma Bakanı Robert Gates, bazı Avrupalı ülkeleri Türkiye’nin AB müzakerelerini baltalamakla suçlarken208 AB Komisyonu Başkanı Manuel Barroso, sorunların ABD’nin Irak’ı işgaliyle başladığına dikkat çekti.209 İkisinin de makul açıklamaları var. Ancak bunlar kadar önemli olan bir başka nokta da yükselen bir güç olan Türkiye’nin Orta Doğu’yu farklı bir gözle görmesi. Kendisi, İran’ın rakibi ve Batının hedeflerinin birçoğunu paylaşıyor. Ancak aynı zamanda bölgedeki çatışmaya etkisi bulunduğunu ve bölgede Türkiye’nin bedelini ödemek zorunda kaldığını düşündüğü AB’nin pasifliğini ve ABD’nin eylemlerini de eleştiriyor. Türkiye, ABD’nin birçok çıkarının sözkonusu olduğu bir bölgede daha aktif hale geldiğinden ve Irak ve Afganistan’daki savaşlar için ABD’nin mühimmatının yarısı ve çok sayıda birliği ülkeden veya hava sahasından transit geçtiğinden tüm yönetimlerin Ankara’nın politikasına eğilmek ve bilgilendirmek için elinden geleni yapması gerekiyor.210 Türk hükümetinin demokratik 207 ”Türkiye artık genellikle AB ve ABD’ninkilerle uyumlu olan, ancak bazen farklılık gösteren kendi ulusal çıkarları ve dış politika amaçları uyarınca hareket eden, özerk bir bölgesel güç durumunda …. Türkiye’nin Suriye ve Hamas ile olan bağları, ABD’nin Arap-İsrail çatışmasındaki arabuluculuk çabalarını tamamlayabilir .… Türkiye’nin İsrail’e karşı olan ‘zorlu aşkı’ eğer ölçülü olursa (yani aşırı olmazsa) ve tutarlı olursa (yani tüm taraflara karşı aynı kriterlere göre işlerse) ABD ve AB’nin Orta Doğu’daki politikalarına potansiyel olarak yapıcı bir karşıtlık teşkil edebilir”. “Getting to zero”, a.g.e. 208 ”Türkiye’nin doğuya kaydığı fikrine dair birşey söylenecekse bu, benim fikrime göre, bunun küçük oranda gerçekleşmediğidir, zira o bu yöne itildi, hatta Avrupa’da Türkiye’ye Batı ile aradığı organik bağı vermeyi reddedenler tarafından itildi”. Yaptığı açıklama, 9 Haziran 2010. 209 The New York Times gazetesine verdiği röportaj, 21 Haziran 2010. 210 ”Eğer belirli [bir] esneklik içinde Türkiye’yi dinlemeye ve ona yaklaşmaya istekliysek … sanırım yıllar boyunca beklenmedik yararlar sunabilecek bir ilişki kurma ihtimali yüksek. Ne var ki böylesi bir nüans tam olarak bizim en Sayfa 22 meşruiyeti, ABD’nin bölgedeki diğer ortaklarına göre bu ülkeyi daha güvenilir bir ortak yapıyor.211 Ancak yapılan bir araştırmada Türklerin yüzde 70’i, ABD’ye dair olumsuz fikre sahip olduğunu kabul etti.212 Başbakan Erdoğan, kendini destekleyenlerin ABD’nin Türkiye açısından öneminin, değerlerinin ortaklığının ve birlikte çalışarak bölgeyi daha fazla etkileyebileceklerinin farkına varmalarını sağlayarak liderlik özelliğini gösterebilir. Öte taraftan Vaşington, Orta Doğu da dahil olmak üzere tüm ortak dış politika çıkarları için Ankara ile sürekli üst düzeyde diyalog ve iyileştirilmiş koordinasyon temin edecek bir mekanizmayı uygulamaya koymayı düşünmeli. Aynı zamada AB, İstanbul’da Temmuz 2010’da Yüksek Temsilci Catherine Ashton ve Genişlemeden Sorumlu Komiser Stefan Fule ile Türk dışişleri bakanlığı arasında yapılan toplantının ruhunu yansıtacak biçimde Türkiye ile “Üst Düzey Siyasi Diyaloğu” şekillendirmek için yöntemler geliştirmeli.213 Nihayetinde Türkiye, haddini aşmış olarak görünmesine neden olmak için değil de şüpheci yaklaşan Avrupalıları ülkenin değerli bir ortak ve AB üyesi olacağına dair ikna etmek üzere, on yıl önce kuvvetli yönümüz olmadığından özellikle iyimser değilim”. Stephen Walt, Foreign Policy, 17 Mayıs 2010. 211 ”Ankara’nın yeni ortaya çıkan iddialı tavrını ve diplomatik girişimlerini, taktiğindeki farklılıklar nedeniyle şeytanlaştırmak yerine teşvik etmek, Türkiye’nin uzun vadede yapıcı bir atlantik-ötesi ortak ve ciddi bir ABD müttefiki olmasını sağlayacaktır”. Joshua Walker, “Turkey: still America’s best ally in the Middle East?” [Türkiye: hâlâ Amerika’nın Orta Doğu’daki en iyi müttefiki mi?], Foreign Policy, 25 Haziran 2010. “Pek çok Amerikalı ve bazı Avrupalılar için ... tahayyüllerindeki Türkiye, Batı masasında verilecek herhangi bir sandalye için sonsuza dek onlara borçlu ve minnettar olacak bir ülkeydi. İronik olan şu ki yeni, iddialı Türkiye, yumuşak başlı selefine kıyasla Batıya sunacak daha fazla şeye sahip”. Philip Stephens, “The West must offer Turkey a proper seat at the table” [Batı Türkiye’ye masada düzgün bir sandalye vermeli], Financial Times, 18 Haziran 2010. 212 BBC World Service’in yaptığı araştırma, Nisan 2010, www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2010/04/100419_us_views. shtml. 213 ”Türkiye’nin [komşu ülkelerle] aktif ilişkisinin Batının çıkarlarıyla çatışan hiçbir tarafı yok. Tam tersine. Fakat Batı (ve bilhassa Avrupa) eninde sonunda Türkiye’yi bir ortak olarak ciddiye almak ve Batı’nın kuklası olan bir devlet gibi görmekten vazgeçmek zorunda kalacak”. Almanya eski Dışişleri Bakanı Joschka Fischer, The Guardian, 1 Temmuz 2010. “Amerika Birleşik Devletlerinin dünyada daha büyük bir rol oynamalarını istediği ülkelerin artık bu rolü oynadığı, ama bunu Amerikan hedeflerini boşa çıkararak yaptığı gerçeğini nasıl değerlendirmeliyiz? … Küresel sorunlara ilişkin diplomasi, çok daha karmaşık hale gelecek. …. Belki de Brezilya’nın [veya Türkiye’nin] daha küresel bir yurttaş gibi davranmalarını sağlamanın tek yolu onlara öyleymiş gibi davranmaktır”. James Traub, Foreign Policy, 25 Mayıs 2010. Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 “sıfır problem” dış politikasına dönüşen bölgesel aktivizmi uygulamaya koydu.214 C. AKP LİBERAL DESTEĞİ KAYBEDİYOR Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun takip ettiği yön, ülke içinde de endişelere yol açıyor. Bunun en çarpıcı örneği, verdikleri destekle AKP politikasında önemli bir meşruiyet faktörü olan liberal aydınların ve medya yorumcularının konumunun değişmesidir. AKP’nin önde gelen milletvekili ve düşünce adamlarından birinin söylediği üzere “onları kaybettik”.215 Liberaller, Türkiye’deki tartışmanın yalnızca bir kanadını oluşturuyor. AKP’nin ideolojik muhalifleri, çoğunluğu laiklik yanlıları olmak üzere, partinin amacının Türkiye’yi soyut bir İslami ümmete (Müslümanların evrensel birliği) dahil etmek olduğuna, ABD’deki yenimuhafazakarlar ve sağ görüşlü İsrailliler kadar ikna olmuş durumdalar.216 Diğer taraftaysa İslamcı yorumcular, kendi değerlerinin galebe çalmasını hızlandıracağını düşündükleri herşeyi sevinçle karşılıyorlar.217 [Erdoğan] diplomat değil, siyasi bir lider, adalet, güven, dürüstlük ve samimiyet gibi değerlere canı gönülden inanıyor. Bu temel değerlerin hiçbirinin siyaset biliminin veya uluslararası ilişkilerin günümüzdeki terminolojisinde tam bir yeri yok. Bunlar, küresel siyasetin “öznel” ve duygusal unsurları. Erdoğan’ın siyasi liderliğinin bir kısmı, öznel eğilimler aracılığıyla incelenebilir.218 214 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türk yetkili, Ankara, Temmuz 2010. 215 Kriz Grubu’na verilen mülakat, İstanbul, Haziran 2010. 216 ”AKP’li Başbakan Erdoğan bunu reddetse de partinin Batıdan uzaklaşırken İslamcılar dünyasına katılmaya çalıştığını herkes biliyor … yaklaşan seçimlerde muhtemel bir yenilgiyi önlemenin tek yolu, hem yurt içinde hem de dışarıda İslamcılığa daha fazla yaklaşmaktır”. Cumhuriyet, 14 Haziran 2010. 217 ”Ankara’nın Washington’ın derin boyunduruğundan kurtulan... ABD’den bağımsızlaşan yeni bir gidişatı var. Türkiye’nin bağımsız stratejik kimliğini kazanmış olması, ekseninin “Doğu’ya kayması” değildir. Ya? Kendisi olmak, demektir.Türkiye’nin coğrafyası ile barışması, bölgesel güç haline gelmesi, milli menfaatleri doğrultusunda hareket eden bir devlet politikası oluşturması, ABD-İsrail tandemine set çekmesi... Batı’daki ve içimizdeki kovboyları rahatsız ediyor”. Taner Korkmaz, Yeni Şafak, 15 Haziran 2010. 218 İbrahim Kalın, “The complexities of the new Turkey” [Yeni Türkiye’nin karmaşıklıkları], Today’s Zaman, 29 Temmuz 2010. Sayfa 23 Ancak anaakım yorumcular da başbakanın Türkiye’yi güvenilmez olarak veya Batı karşıtı katı tutum yanlılarıyla aynı kampta gibi gösteren söylemine gitgide daha fazla muhalefet ediyorlar.219 İsrail’e çok ağır eleştiriler yöneltirken Sudan, Gazze veya İran’daki ihlallere sessiz kalan Erdoğan ve diğer AKP liderlerinin insan haklarına olan yaklaşımına ikiyüzlülük suçlamaları yapılıyor. Eleştiriler, hükümetin Hamas’a açıkça verdiği güçlü desteğini220 ve Darfur’da insanlığa karşı suçlarla itham edilen Sudan liderliğini, Müslümanların soykırım suçu işlemeyeceğini iddia ederek kısmen savunmasını;221 nükleer hırsının “dedikodudan ibaret”222 olduğunu söylediği İran cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ı “dost” olarak kucaklamasını; İsrail’i sürekli olarak “devlet terörizmiyle” suçlamasını veya “Siyon yıldızını gamalı haçla yan yana gösteren dünya algısı”223 hakkındaki konuşmalarını; ve ülkesindeki onbinlerce Ermeni işçiyi sınırdışı etmekle tehdit ettiği hazırlıksız konuşmasında224 olduğu gibi yaptığı patlamaları hedef alıyordu. Önde gelen liberal yorumcular, başbakanın Batı ile olan bağlara hasar vermektense225 Türkiye’nin tarafsızlığını korumasını226 ve onu Türkiye algısını düzeltmeye teşvik edenleri küçük görmemesini arzu ediyorlar.227 Özellikle 219 ”Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, dış politikayı sokakta yapmak gibi bir alışkanlığı olmasaydı bugün durum farklı olacaktı. Türkiye ile ilgili eksen tartışmaları ile akıllar karışmayacaktı”. Ferai Tınç, Hürriyet, 18 Haziran 2010. 220 ”Hamas’ın terör örgütü olup olmadığı tartışmasına girersek, aynı çapta destek bulamayız; Hamas, Arap dünyasında bile tartışmalı bir örgüttür”. Taha Akyol, Milliyet, 8 Haziran 2010. “İran’dan daha fazla Hamas’çı olmamız için hangi nedenimiz var? Acaba devlet adamlığı tecrübesi eksikliği mi...” Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 8 Haziran 2010. “Türkiye’nin kendisi terörden zarar gören bir ülkeyken ... [Hamas’ın tarafını tutmak] tehlikeli bir tutarsızlık”. Rıza Türmen, Milliyet, 11 Haziran 2010. 221 ”Bizim medeniyetimizin parçası olan birinin, kendini dinimiz İslama adamış olan birinin soykırım yapması kesinlikle mümkün değildir”. AKP’li yetkililere yaptığı konuşma, Radikal, 9 Kasım 2009. Ayrıca bakınız Kriz Grubu raporu, Türkiye ve Orta Doğu, a.g.e., s. 8. 222 Ajans France-Presse, 16 Mart 2010. 223 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Konya’da yaptığı konuşma, 4 Haziran 2010. 224 BBC’ye verdiği röportaj, 17 Mart 2010. 225 ”Türkiye’nin ekseni kaymış değildir ama dış politikamızda bir “balans” ayarına kesin ihtiyaç vardır: Türkiye Batı’dan kopmayacağının yeni işaretlerini vermeli, Avrupalı dar kafalılar da akıllarını başlarına almalıdır”. Taha Akyol, Milliyet, 11 Haziran 2010. 226 ”Türkiye açısından dış politikadaki kaymaya ilişkin tartışmalardan daha önemli olan şey, yakınlarımızda yaşanan çatışmalar ve krizlere bulaşmamaktır”. Sami Kohen, Milliyet, 18 Haziran 2010. 227 ”Eksen filan kaymadı” diye bunu söyleyenleri ajanlıkla suçlamak yerine “Biz ne yaptık da böyle bir algı doğdu” diye baksalar ve ekseni kaydırmak istemediklerini söylediklerine Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 bir yorumcu, İran’ın nükleer konusunda masum olduğuna dair Türkiye kamuoyunda açıkça kefil olarak aldığı büyük riskten duyduğu kaygıyı dile getiriyordu.228 Diğerleriyse Erdoğan’ın bu söylemi, Mayıs 2011’deki ulusal-muhafazakar oyları toplayabilmek için tırmandırdığına inanıyorlar.229 Bazılarıysa laiklik yanlıları kadar ileri giderek uzun vadedeki planının Türkiye’nin ulusal ideolojisini ulusalcı-dindar çerçevede yeniden çizeceği korkusunu dile getiriyor ve endişelerini sıralıyor: AKP dış politikası Türkiye’nin AB perspektifini geçersizleştirirken, ülkenin evrenselleşmiş Batılı demokratik değerleri referans alan siyasi kültürünü de İslami/muhafazakâr bir doğrultuda dönüştürüyor; Ortadoğululaştırıyor. Tersi de geçerli; AKP Türkiye’yi dönüştürmek istediği için İslamcı dış politikalar uyguluyor.230 AKP’ye yöneltilen yeni liberal eleştiriler arasında kendi dindar-muhafazakar oy tabanının ılımlı kesiminden gelen sitemler de bulunuyor. Türkiye’deki en etkin Müslüman hareketlerinden birinin lideri olan Fethullah Gülen, ABD’deki evinden bir uyarı yaparak Mavi Marmara gemisinin yardımı İsrail’le anlaşarak yerine ulaştıramamasının “otoriteye başkaldırı işareti olduğunu ve faydalı sonuçlar doğurmayacağını” söylüyordu.231 AKP’nin en etkili bakanlarından Bülent Arınç, Gülen destekçisi geniş bir dinleyici kitlesine yaptığı bir konuşmada bu duyguyu tekrarladı ve aldığı kuvvetli alkış, İHH’nin çarpışmacı, İslami yaklaşımından duyulan rahatsızlığı yansıttı.232 AKP’nin dış politikadaki çekiş gücünü kaybetmesi, birkaç gün boyunca süren ve dışişleri bakanlığına dair yeni bir yasanın mecliste görüşüldüğü sırada yaşanan tartışmalarda da gündeme getirildi.233 Dışişleri Bakanı göre bunun gereklerini yapsalar, daha doğru bir hareket olur”. Mehmet Yılmaz, Hürriyet, 16 Haziran 2010. 228 Rıza Türmen, Milliyet, 14 Haziran 2010. 229 ”Batıya karşı milliyetçi öfke besleyenler kervanına AKP de katılmaya karar verdi. Ne de olsa bu, Türkiye’deki en güçlü toplumsal dip akıntıdır ve ... Erdoğan’ın seçimleri kazanması gerekiyor”. Ömer Taşpınar, Today’s Zaman, 14 Haziran 2010. 230 Kadri Gürsel, Milliyet, 14 Haziran 2010. 231 Joe Lauria, “Reclusive Turkish Imam criticizes Gaza flotilla” [Münzevi Türk imam Gazze filosunu eleştirdi], The Wall Street Journal, 4 Haziran 2010. 232 Fethullah Gülen, 1999’dan bu yana Pennsylvania eyaletinin Pocono Dağlarında 25 dönümlük bir çiftlikte yaşıyor. Önceleri sağlık sebebiyle bu ülkede bulunurken sonraları bir İslam devleti kurma girişimi iddiasıyla Türkiye’de hüküm giydiği için geri dönmedi ve bu suç daha sonra düştü. Arınç, Türkiye’nin hiçbir zaman hasmane bir eylemde bulunduğunun görülmemesi gerektiğini söyledi: “Mazlum olabiliriz ancak hiçbir zaman zalim olmamalıyız”. Milliyet, 5 Haziran 2010. 233 Sol ve sağ kanattan eleştirenler arasında Türkiye’yi “boğazına kadar Orta Doğu’nun pisliğine batmış” olarak gören veya Kıbrıs’taki ihanete dayalı uzlaşmayı eleştiren ve “bizim Sayfa 24 Davutoğlu, konuşmalara müdahale etmek zorunda kaldı, “sıfır problemin” Türkiye’nin dışarıdaki tüm sorunlarının hemen çözüleceği beklentisini değil, kendi idealistik yaklaşımını yansıtan bir arzu olduğunu ve “birşeyi gerçekleştirebilmek için hayal etmek gerektiğini” söyledi. Muhalefet lideri buna daha sonra “stratejik derinlikte boğuldunuz. Artık dış politikasında soyutlanmış bir Türkiye imajımız var”234 diyerek yanıt verdi. AKP hükümeti 2008’de Suriye ile İsrail arasında dolaylı görüşmeleri organize ettiği için övgüler alırken pek çok yorumcu, Ankara’nın bu rolü artık oynayamayabileceğine dair kanıtları sunuyordu. Türkiye’nin Orta Doğu’da en yakın dostlarından biri olan Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, İsrail’le yaralı olan ilişkilerinin Ankara’nın arabuluculuğunu zorlaştırabileceğini ima etti; ancak daha sonra sözlerinin yanlış yorumlandığını söyledi.235 AKP politikalarının temel liberalizminin etkili savunucularından biri olan yorumcu Şahin Alpay, İsrail’le bağların kötüleşmesini, önemli başarısızlıklardan biri olarak görüyordu.236 Diplomasi muhabiri Semih İdiz şunları yazıyordu: Şayet Ankara genel olarak “Batı yönelimini” kaybeder ve özel olarak AB’yle olan bağlarını koparırsa Arap’ların [rejimlerinin ve aydınlarının] Türkiye’ye olan ilgisi azalacaktır .… Türkiye’nin sevilen yönü, yansıttığı ve Orta Doğu’da rastlanmayan Batılı imajı … İsrail’le ilişkileri koparan ve bu ülkeyi şeytani bir rakibe dönüştüren bir Türkiye, Ankara’nın gerek politikalarımız ABD’ninkiler ile uyumlu diyorsunuz- fakat ya ABD’nin İsrail politikası? Ya PKK? İran?”diyerek alay eden milletvekilleri bulunuyordu. 234 Milliyet, 7 Temmuz 2010. 235 ”Türkiye ile İsrail arasındaki ilişki yenilenmezse Türkiye’nin müzakerelerde bir rol oynaması güçleşecektir”. İspanya’da yaptığı basın açıklaması, 5 Temmuz 2010. Ancak özellikle “Türk basınının hatasını düzeltmek” üzere davet ettiği Türk gazetecilere yaptığı açıklamada Başkan Esad, “Suriye ve Türk hükümetleri arasındaki güvene” vurgu yapmaya çalıştı ve “bu açıklamada Suriye ile İsrail arasındaki arabuluculukta Türkiye’nin yerini alabilecek kimse olmadığını söylediğini” ekledi”. Ceyda Karan, “Türkiye’den daha iyi arabulucu bulamadık”, Radikal, 17 Temmuz 2010. 236 Kıbrıs, Ermenistan, Irak Kürdistan’ı ve diğer yerlerdeki iyileşmeleri sıralayan Şahin Alpay, “AKP liderliği, dindar Müslüman olabilir, fakat nesnel olarak değerlendirildiğinde izledikleri politikalar, İslamcı veya milliyetçi fikirlerden değil esas olarak liberal fikirlerden esinleniyor …. AKP hükümeti, politikalarında tamamen olmasa da çoğunlukla başarılı oldu. Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti, çok daha demokratik, müreffeh ve saygın bir ülkedir …. AKP hükümetinin dış politikadaki tek önemli başarısızlığı, hiç şüphesiz İsrail’in Gazze saldırısından bu yana İsrail’le olan ilişkilerde yaşanan kötüleşmedir”. Şahin Alpay, “Liberal principles inspire Turkish foreign policy” [Türk dış politikasına liberal ilkeler esin veriyor], Today’s Zaman, 21 Haziran 2010. Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 İsrail’le gerekse bölgedeki diğer ülkelerle iletişimi olan yeni oyunculara ihtiyacın duyulduğu Orta Doğu’daki rolünü zayıflatacaktır.237 Son zamanlara dek komşularının “sıfır problem” dış politikasına olan ilgisi Ankara’nın bölgesel cazibesini arttırırken AKP’nin İsrail ve İran’ın politikalarıyla olan mücadelesi, hiç kuşkusuz onun ABD, Avrupa ve İsrail nezdinde önemli derecede güven ve nüfuz kaybetmesine neden oldu. Ankara’nın İsrail’e karşı söylemi sert ve hırçın olmaya devam ederse özellikle Türkiye-ABD ilişkilerinin düzelmesi mümkün görünmüyor. Bu nedenle AKP’nin ilk iktidar dönemindeki başarısı kanıtlanmış formüle geri dönmesi yararlı olacaktır: AB reformlarının sürmesi, Ermenistan, Kıbrıs ve Türk dış politikasının diğer ana sorunlarıyla ilişkilerin normalleştirilmesi için sıkı çalışmanın devam etmesi; müttefiklerini İsrail ve İran’a dair görüşlerine ikna etmesi; fırsat yakaladıkça öngörülü çatışma arabuluculuğu çalışmalarına, ticaret artışına, bölgeyle entegrasyona ve çatışma halindeki tüm taraflarla sıkı ilişkilere devam etmesi. 237 Semih İdiz, “What drives Arab interest in Turkey?” [Arapların Türkiye’ye ilgisi neden kaynaklanıyor?], Hürriyet Daily News, 28 Haziran 2010. Sayfa 25 V. SONUÇ Mevcut kanıtlara göre Türkiye, “sıfır problem” dış politikasının hataları nedeniyle ancak kısmen suçlanabilir. Hatalar yaşandığında bunun nedenleri, çoğunlukla acelecilik, eksik iletişim, planlama eksikliği ve hararetli konuşmalar oldu. Türkiye, İran’ın nükleer silah edinmesini engellemenin yollarını bulmak ve Gazze’deki acıları dindirmek gibi, Batılı ortaklarıyla hâlâ pek çok ortak hedefler paylaşıyor. Ancak bu ortaklarına göre Orta Doğu’daki olaylara çok daha yakın, güvenlik ve ekonomi alanlarında bölgenin etkilerine çok daha fazla açık; bu nedenle İran ve Hamas’la ilişki kurma politikası gibi farklı taktiklere sahip. Kamuoyu ise daha duygusal ve bu da siyasi liderler üzerinde ek baskı uyguluyor. Bununla birlikte Mavi Marmara olayı, Türkiye’nin zarar gören taraf da olsa Orta Doğu anlaşmazlıklarında tarafsızlık sıfatını yitirdiğinde karşı karşıya kaldığı zorlukları gözler önüne serdi. İran’ın nükleer programına ilişkin müzakerelerde yaşadığı acı deneyim, Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinin hakim olduğu bir süreçte orta büyüklükte bir gücün karşılaşacağı sorunlara örnek teşkil etti. Yine de Ankara, İran konusunda yapmaya çalıştığı, İsrail-Suriye dolaylı görüşmelerinde yürüttüğü önemli çalışmada olduğu veya El Fetih ile Hamas arasında yapabileceği arabulucuk gibi diğer arabulucularla yakın işbirliği yürütme imkanı doğduğunda elinden geleni yapmalı ve bu yönde de teşvik edilmeli. Mümkün olduğu oranda kendisi bölgesel anlaşmazlıkların tarafı olmaktan kaçınmalı. Özellikle Türkiye ve İsrail, sorunsuz yürüyen ilişkilerine geri dönebilmenin yollarını bulmalılar. Bu, Ankara açısından gerek ABD ile ilişkilerini yumuşatmak gerekse önceki arabuluculuk rolünü yeniden canlandırmak için; İsrail açısından ise eskiden bölgedeki nadir ve önemli, Müslüman ortağını yeniden kazanmak için büyük önem taşıyor. İsrail’e karşı açık düşmanlık beslediğine dair uluslararası bir algı, Türkiye’nin bölgeye istikrar getirebilecek etkin bir oyuncu olarak zorlukla kazandığı imajını kaybetmesine yol açacaktır. Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 Aynı şekilde Batılı ortakları, Türkiye’ye yaklaşımlarında daha adil olmalılar, “Batılı” veya “Avrupalı” olup olmadığına karar vermek üzere İran veya İsrail politikalarının tek taraflı temsillerini kullanmamalılar. Türkiye’nin AB’ye uyumunu, İran’la köprü kurmak için sarf ettiği gerçek çabaları ve BM’nin Mavi Marmara olayını incelemesini desteklemeliler. AKP liderlerinin Almanya’nın 2005’ten, Fransa’nın ise 2007’den bu yana, AB devletlerinin Türkiye’nin nihai AB üyeliğine dair uzun süre önce verdikleri söze ihanet ettiklerinden şikayet etmekte haklılık payları var. Ancak çözüm, öfkeli söylem olmamalı. Bunun yerine hâlâ yararlar sunan bir ortaklığın kuşku götürmez faydaları konusunda hem Türk hem de Avrupa kamuoyunu ikna edebilmek için düzenli çalışmalarını sürdürmeliler. İstanbul/Brüksel, 8 Eylül 2010 Sayfa 26 Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 Sayfa 27 EK A ORTA DOĞU HARİTASI Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 Sayfa 28 EK B INTERNATIONAL CRISIS GROUP HAKKINDA The International Crisis Group (Crisis Group) is an independent, non-profit, non-governmental organisation, with some 130 staff members on five continents, working through field-based analysis and high-level advocacy to prevent and resolve deadly conflict. Crisis Group’s approach is grounded in field research. Teams of political analysts are located within or close by countries at risk of outbreak, escalation or recurrence of violent conflict. Based on information and assessments from the field, it produces analytical reports containing practical recommendations targeted at key international decision-takers. Crisis Group also publishes CrisisWatch, a twelve-page monthly bulletin, providing a succinct regular update on the state of play in all the most significant situations of conflict or potential conflict around the world. Crisis Group’s reports and briefing papers are distributed widely by email and made available simultaneously on the website, www.crisisgroup.org. Crisis Group works closely with governments and those who influence them, including the media, to highlight its crisis analyses and to generate support for its policy prescriptions. The Crisis Group Board – which includes prominent figures from the fields of politics, diplomacy, business and the media – is directly involved in helping to bring the reports and recommendations to the attention of senior policy-makers around the world. Crisis Group is co-chaired by the former European Commissioner for External Relations Christopher Patten and former U.S. Ambassador Thomas Pickering. Its President and Chief Executive since July 2009 has been Louise Arbour, former UN High Commissioner for Human Rights and Chief Prosecutor for the International Criminal Tribunals for the former Yugoslavia and for Rwanda. Crisis Group’s international headquarters are in Brussels, with major advocacy offices in Washington DC (where it is based as a legal entity) and New York, a smaller one in London and liaison presences in Moscow and Beijing. The organisation currently operates nine regional offices (in Bishkek, Bogotá, Dakar, Islamabad, Istanbul, Jakarta, Nairobi, Pristina and Tbilisi) and has local field representation in fourteen additional locations (Baku, Bangkok, Beirut, Bujumbura, Damascus, Dili, Jerusalem, Kabul, Kathmandu, Kinshasa, Port-au-Prince, Pretoria, Sarajevo and Seoul). Crisis Group currently covers some 60 areas of actual or potential conflict across four continents. In Africa, this includes Burundi, Cameroon, Central African Republic, Chad, Côte d’Ivoire, Democratic Republic of the Congo, Eritrea, Ethiopia, Guinea, Guinea-Bissau, Kenya, Liberia, Madagascar, Nigeria, Rwanda, Sierra Leone, Somalia, Sudan, Uganda and Zimbabwe; in Asia, Afghanistan, Bangladesh, Burma/Myanmar, Indonesia, Kashmir, Kazakhstan, Kyrgyzstan, Nepal, North Korea, Pakistan, Philippines, Sri Lanka, Taiwan Strait, Tajikistan, Thailand, Timor-Leste, Turkmenistan and Uzbekistan; in Europe, Armenia, Azerbaijan, Bosnia and Herzegovina, Cyprus, Georgia, Kosovo, Macedonia, Russia (North Caucasus), Serbia and Turkey; in the Middle East and North Africa, Algeria, Egypt, Gulf States, Iran, Iraq, Israel-Palestine, Lebanon, Morocco, Saudi Arabia, Syria and Yemen; and in Latin America and the Caribbean, Bolivia, Colombia, Ecuador, Guatemala, Haiti and Venezuela. Crisis Group receives financial support from a wide range of governments, institutional foundations, and private sources. The following governmental departments and agencies have provided funding in recent years: Australian Agency for International Development, Australian Department of Foreign Affairs and Trade, Austrian Development Agency, Belgian Ministry of Foreign Affairs, Canadian International Development Agency, Canadian International Development and Research Centre, Foreign Affairs and International Trade Canada, Czech Ministry of Foreign Affairs, Royal Danish Ministry of Foreign Affairs, Dutch Ministry of Foreign Affairs, European Commission, Finnish Ministry of Foreign Affairs, French Ministry of Foreign Affairs, German Federal Foreign Office, Irish Aid, Japan International Cooperation Agency, Principality of Liechtenstein, Luxembourg Ministry of Foreign Affairs, New Zealand Agency for International Development, Royal Norwegian Ministry of Foreign Affairs, Swedish International Development Agency, Swedish Ministry for Foreign Affairs, Swiss Federal Department of Foreign Affairs, Turkish Ministry of Foreign Affairs, United Arab Emirates Ministry of Foreign Affairs, United Kingdom Department for International Development, United Kingdom Economic and Social Research Council, U.S. Agency for International Development. The following institutional and private foundations have provided funding in recent years: Carnegie Corporation of New York, The Charitable Foundation, Clifford Chance Foundation, Connect U.S. Fund, The Elders Foundation, William & Flora Hewlett Foundation, Humanity United, Hunt Alternatives Fund, Jewish World Watch, Korea Foundation, John D. & Catherine T. MacArthur Foundation, Open Society Institute, Victor Pinchuk Foundation, Ploughshares Fund, Radcliffe Foundation, Sigrid Rausing Trust, Rockefeller Brothers Fund and VIVA Trust. September 2010 Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 Sayfa 29 EK C KRİZ GRUBU’NUN 2007’DEN BU YANA AVRUPA RAPORLARI VE BRİFİNGLERİ Islam and Identity in Germany, Europe Report N°181, 14 March 2007. Balkans Ensuring Bosnia’s Future: A New International Engagement Strategy, Europe Report N°180, 15 February 2007 (also available in Russian). Kosovo: No Good Alternatives to the Ahtisaari Plan, Europe Report N°182, 14 May 2007 (also available in Albanian, Russian and Serbian). Serbia’s New Government: Turning from Europe, Europe Briefing N°46, 31 May 2007. Breaking the Kosovo Stalemate: Europe’s Responsibility, Europe Report N°185, 21 August 2007 (also available in Albanian, Russian and Serbian). Serbia: Maintaining Peace in the Presevo Valley, Europe Report N°186, 16 October 2007 (also available in Russian). Kosovo Countdown: A Blueprint for Transition, Europe Report N°188, 6 December 2007 (also available in Russian). Kosovo’s First Month, Europe Briefing N°47, 18 March 2008 (also available in Russian). Will the Real Serbia Please Stand Up?, Europe Briefing N°49, 23 April 2008 (also available in Russian). Kosovo’s Fragile Transition, Europe Report N°196, 25 September 2008 (also available in Albanian and Serbian). Macedonia’s Name: Breaking the Deadlock, Europe Briefing N°52, 12 January 2009 (also available in Albanian and Macedonian). Bosnia’s Incomplete Transition: Between Dayton and Europe, Europe Report N°198, 9 March 2009 (also available in Serbian). Serb Integration in Kosovo: Taking the Plunge, Europe Report N°200, 12 May 2009. Bosnia: A Test of Political Maturity in Mostar, Europe Briefing N°54, 27 July 2009. Kosovo: Štrpce, a Model Serb Enclave?, Europe Briefing N°56, 15 October 2009 (also available in Albanian and Serbian). Bosnia’s Dual Crisis, Europe Briefing N°57, 12 November 2009. The Rule of Law in Independent Kosovo, Europe Report N°204, 19 May 2010. Kosovo and Serbia after the ICJ Opinion, Europe Report N°206, 26 August 2010. Caucasus Abkhazia: Ways Forward, Europe Report N°179, 18 January 2007 (also available in Russian). Georgia’s South Ossetia Conflict: Movement at Last?, Europe Report N°183, 7 June 2007 (also available in Russian). Nagorno-Karabakh: Risking War, Europe Report N°187, 14 November 2007 (also available in Russian). Georgia: Sliding towards Authoritarianism?, Europe Report N°189, 19 December 2007 (also available in Russian). Azerbaijan: Independent Islam and the State, Europe Report N°191, 25 March 2008 (also available in Azeri and Russian). Armenia: Picking up the Pieces, Europe Briefing N°48, 8 April 2008. Russia’s Dagestan: Conflict Causes, Europe Report N°192, 3 June 2008. Georgia and Russia: Clashing over Abkhazia, Europe Report N°193, 5 June 2008. Russia vs Georgia: The Fallout, Europe Report N°195, 22 August 2008 (also available in Russian). Azerbaijan: Defence Sector Management and Reform, Europe Briefing N°50, 29 October 2008 (also available in Russian). Georgia: The Risks of Winter, Europe Briefing N°51, 26 November 2008. Georgia-Russia: Still Insecure and Dangerous, Europe Briefing N°53, 22 June 2009 (also available in Russian). Nagorno-Karabakh: Getting to a Breakthrough, Europe Briefing N°55, 7 October 2009. Abkhazia: Deepening Dependence, Europe Report N°202, 26 February 2010 (also available in Russian). South Ossetia: The Burden of Recognition, Europe Report N°205, 7 June 2010 (also available in Russian). Azerbaijan: Vulnerable Stability, Europe Report N°207, 3 September 2010. Cyprus Cyprus: Reversing the Drift to Partition, Europe Report N°190, 10 January 2008 (also available in Greek and in Turkish). Reunifying Cyprus: The Best Chance Yet, Europe Report N°194, 23 June 2008 (also available in Greek and Turkish). Cyprus: Reunification or Partition?, Europe Report N°201, 30 September 2009 (also available in Greek and Turkish). Turkey Turkey and Europe: The Way Ahead, Europe Report N°184, 17 August 2007 (also available in Turkish). Turkey and Europe: The Decisive Year Ahead, Europe Report N°197, 15 December 2008 (also available in Turkish). Turkey and Armenia: Opening Minds, Openings Borders, Europe Report N°199, 14 April 2009 (also available in Turkish). Turkey and the Middle East: Ambitions and Constraints, Europe Report N°203, 7 April 2010 (also available in Turkish). Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 Sayfa 30 EK D INTERNATIONAL CRİSİS GROUP MÜTEVELLİ HEYETİ CO-CHAIRS OTHER BOARD MEMBERS Carla Hills Lord (Christopher) Patten Adnan Abu-Odeh Former European Commissioner for External Relations, Governor of Hong Kong and UK Cabinet Minister; Chancellor of Oxford University Former Political Adviser to King Abdullah II and to King Hussein, and Jordan Permanent Representative to the UN Former U.S. Secretary of Housing and U.S. Trade Representative Thomas R Pickering Kenneth Adelman Former U.S. Ambassador to the UN, Russia, India, Israel, Jordan, El Salvador and Nigeria; Vice Chairman of Hills & Company Former U.S. Ambassador and Director of the Arms Control and Disarmament Agency Kofi Annan PRESIDENT & CEO Former Secretary-General of the United Nations; Nobel Peace Prize (2001) Louise Arbour Nahum Barnea Former UN High Commissioner for Human Rights and Chief Prosecutor for the International Criminal Tribunals for the former Yugoslavia and Rwanda Samuel Berger EXECUTIVE COMMITTEE Morton Abramowitz Former U.S. Assistant Secretary of State and Ambassador to Turkey Cheryl Carolus Former South African High Commissioner to the UK and Secretary General of the ANC Maria Livanos Cattaui Chief Columnist for Yedioth Ahronoth, Israel Chair, Albright Stonebridge Group LLC; Former U.S. National Security Advisor Emma Bonino Vice President of the Senate; Former Minister of International Trade and European Affairs of Italy and European Commissioner for Humanitarian Aid Dean, Paris School of International Affairs, Sciences Po Stephen Solarz Former U.S. Congressman George Soros Chairman, Open Society Institute Pär Stenbäck Former Foreign Minister of Finland Mo Ibrahim Founder and Chair, Mo Ibrahim Foundation; Founder, Celtel International Igor Ivanov Former Foreign Affairs Minister of the Russian Federation Asma Jahangir UN Special Rapporteur on the Freedom of Religion or Belief; Chairperson, Human Rights Commission of Pakistan Wim Kok Ricardo Lagos Sheila Coronel Joanne Leedom-Ackerman Jan Egeland Ghassan Salamé Former U.S. Ambassador to Austria; Chair, Institute for Inclusive Security; President, Hunt Alternatives Fund Former Prime Minister of the Netherlands Yoichi Funabashi President & CEO, Fiore Capital Swanee Hunt Former NATO Supreme Allied Commander, Europe Toni Stabile, Professor of Practice in Investigative Journalism; Director, Toni Stabile Center for Investigative Journalism, Columbia University, U.S. Frank Giustra Former Deputy Prime Minister and Foreign Affairs Minister of Sweden Wesley Clark Member of the Board, Petroplus Holdings, Switzerland Editor in Chief, The Asahi Shimbun, Japan Lena Hjelm-Wallén Director, Norwegian Institute of International Affairs; Former UN Under-Secretary-General for Humanitarian Affairs and Emergency Relief Coordinator Former President of Chile Former International Secretary of International PEN; Novelist and journalist, U.S. Lord (Mark) Malloch-Brown Former Administrator of the United Nations Development Programme (UNDP) and UN Deputy Secretary-General Lalit Mansingh Mohamed ElBaradei Former Foreign Secretary of India, Ambassador to the U.S. and High Commissioner to the UK Director-General Emeritus, International Atomic Energy Agency (IAEA); Nobel Peace Prize (2005) Jessica Tuchman Mathews Uffe Ellemann-Jensen President, Carnegie Endowment for International Peace, U.S. Former Foreign Minister of Denmark Gareth Evans Benjamin Mkapa Former President of Tanzania President Emeritus of Crisis Group; Former Foreign Affairs Minister of Australia Moisés Naím Mark Eyskens Former Prime Minister of Belgium Senior Associate, International Economics Program, Carnegie Endowment for International Peace; former Editor in Chief, Foreign Policy Joschka Fischer Ayo Obe Former Foreign Minister of Germany Dewi Fortuna Anwar Director for Program and Research, The Habibie Center, Jakarta; Former Assistant Minister/State Secretary for Foreign Affairs, Indonesia Jean-Marie Guéhenno Arnold Saltzman Professor of Professional Practice in International and Public Affairs, Columbia University; Former UN UnderSecretary-General for Peacekeeping Operations Legal Practitioner, Lagos, Nigeria Güler Sabancı Chairperson, Sabancı Holding, Turkey Javier Solana Former EU High Representative for the Common Foreign and Security Policy, NATO SecretaryGeneral and Foreign Affairs Minister of Spain Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri Kriz Grubu Avrupa Raporu N°208, 8 Eylül 2010 Sayfa 31 PRESİDENT’S COUNCİL Crisis Group’s President’s Council is a distinguished group of major individual and corporate donors providing essential support, time and expertise to Crisis Group in delivering its core mission. Canaccord Adams Limited Neil & Sandy DeFeo Fares I. Fares Frank Holmes Steve Killelea George Landegger Statoil ASA Harry Pokrant Ian Telfer Mala Gaonkar Alan Griffiths Ford Nicholson Neil Woodyer INTERNATIONAL ADVISORY COUNCİL Crisis Group’s International Advisory Council comprises significant individual and corporate donors who contribute their advice and experience to Crisis Group on a regular basis. Rita E. Hauser Co-Chair Elliott Kulick Co-Chair Anglo American PLC APCO Worldwide Inc. Ed Bachrach Stanley Bergman & Edward Bergman Harry Bookey & Pamela Bass-Bookey Iara Lee & George Gund III Foundation Chevron John Ehara Equinox Partners Neemat Frem Seth Ginns Paul Hoag Joseph Hotung International Council of Swedish Industry H.J. Keilman Michael Riordan George Kellner Shell Amed Khan Belinda Stronach Zelmira Koch Liquidnet Talisman Energy Tilleke & Gibbins Jean Manas McKinsey & Company Kevin Torudag Harriet Mouchly-Weiss Yves OltramareAnna Luisa Ponti & Geoffrey Hoguet VIVATrust Yapı Merkezi Construction and Industry Inc. SENIOR ADVISERS Crisis Group’s Senior Advisers are former Board Members who maintain an association with Crisis Group, and whose advice and support are called on from time to time (to the extent consistent with any other office they may be holding at the time). Mong Joon Chung Pat Cox Gianfranco Dell’Alba Timothy Ong Olara Otunnu Shimon Peres Jacques Delors Victor Pinchuk Alain Destexhe Mou-Shih Ding Gernot Erler Surin Pitsuwan Cyril Ramaphosa Richard Armitage Ersin Arıoğlu Óscar Arias Marika Fahlén Stanley Fischer Malcolm Fraser George Robertson Michel Rocard Volker Rühe Diego Arria Zainab Bangura Christoph Bertram Alan Blinken I.K. Gujral Max Jakobson James V. Kimsey Aleksander Kwaśniewski Salim A. Salim Douglas Schoen Christian Schwarz-Schilling Lakhdar Brahimi Todung Mulya Lubis Allan J. MacEachen Martti Ahtisaari Chairman Emeritus George Mitchell Chairman Emeritus HRH Prince Turki al-Faisal Shlomo Ben-Ami Hushang Ansary Zbigniew Brzezinski Kim Campbell Graça Machel Fidel V. Ramos Mohamed Sahnoun Michael Sohlman Thorvald Stoltenberg William O. Taylor Jorge Castañeda Naresh Chandra Eugene Chien Joaquim Alberto Chissano Barbara McDougall Matthew McHugh Nobuo Matsunaga Miklós Németh Leo Tindemans Ed van Thijn Simone Veil Shirley Williams Victor Chu Christine Ockrent Grigory Yavlinski Uta Zapf Ernesto Zedillo