PDF İndir

Transkript

PDF İndir
Mimar ve Mühendis Kasım - Aralık 2013 Sayı: 74
Sayı: 74 Kasım - Aralık 2013
74
TÜRKİYE’DE AR-GE VE İNOVASYON YÖNETİMİ
Türkiye’de AR-GE VE
İNOVASYON YÖNETİMİ
İNSANIN YAŞADIĞI ŞEHRİ
SEVMESİ BİR ŞUUR HÂLİDİR
GÖKDELENLER VE GETTOLAR
İNANCIMIZIN NERESİNDE?
İRAN’IN ÇATISI: DEMAVEND II
EDitörden…
Yayın Kurulu
Mahmut Çelik, Osman Şahbaz,
Ali Reyhan Esen, Ali Osman Öncel, Yavuz Sarı,
Mehmet Kürşat Çapar, Atilla Yeğin
Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar
Mesut Uğur, Avni Çebi,
Ahmet Erkoç
Yayın Danışma Kurulu
Avni Çebi, Prof. Dr. Nazif Gürdoğan, Prof. Dr. İlhan Kocaarslan
Prof. Dr. Nizamettin Aydın, Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu,
Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür, Mehmet Osmanlıoğlu
Yrd. Doç. Dr. Yalçın Boztoprak, Fatih Dönmez,
Yrd. Doc. Dr. İbrahim Güneş, Yakup Güler
İletİşİm Adresİ
Kuştepe Biracılar Sok. No: 7 Mecidiyeköy/İstanbul
Tel: 212 217 51 00
Fax: 212 217 22 63
Web: www.mmg.org.tr
E-posta: [email protected]
ABEMEDYA
Yayın Koordİnatörü
İsmail Şaşmaz
[email protected]
Edİtör
Fatih Göksu
Görsel Yönetmen
Ersan Topuz
Renk Ayrımı
Muhammet Dilsiz
Reklam
Gizem Tokgöz
[email protected]
Eski Osmanlı Sok. Cansun Apt. 5/7
Mecidiyeköy/İstanbul
Tel: 212 273 27 50
Fax: 212 273 27 51
Web: www.abemedya.com
Basım
Bilnet Matbaacılık
444 44 03
Yayın Türü
İki ayda bir yayınlanır.
Yerel Süreli Yayın
Ücretsizdir
Yazı ve reklamların içerik sorumluluğu sahiplerine aittir.
Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
Dergimiz içerisinde yer
alan dosya bölümümüz
için bu sayıda “Ar-Ge ve
İnovasyon” konusunda
karar kıldığımızda yayın
kurulunda bulunan
herkesin aklına şu soru
geldi; “acaba bu kadar geniş
ve gerekli bir konuya nasıl
başlanır, bu konu nasıl
anlatılır ne nasıl bitirilir”.
Araştırma geliştirme ve
inovasyon yatırımları
bir ülkenin gelişmişlik
düzeyini önemli
ölçüde etkilediği gibi,
işletmelerinde büyümesini
ve gelişmesini etkiler,
rekabet düzeyini arttırır.
Rekabet üstünlüğüne
sahip dünya işletmelerine
baktığımızda, bunun
temel nedeninin Ar-Ge
yatırımlarına ayırdıkları
yüksek paylar olduğunu
Gerçekten de Ar-Ge ve
inovasyon konusunun
önemi özellikle mimar
ve mühendis odaklı bir
dergi çıkardığımız için
çok fazladır. Araştırma ve
deneysel geliştirme (Ar-Ge),
insan, kültür ve toplumun
bilgisinden oluşan bilgi
dağarcığının artırılması
ve bu dağarcığın yeni
uygulamalar tasarlamak
üzere kullanılması için
sistematik bir temelde
yürütülen yaratıcı
çalışmalardır. Tanımdan
da anlaşılacağı üzere Ar-Ge
ve inovasyon konusunda
ana kelime ‘bilgi’dir. Bilgi
çağı olarak adlandırılan
son yıllarda, üretimin
belirleyicisi emek ya
da sermaye değil bilgi
olmuştur. Günümüz bilgi
toplumunda da bilgi
üretmenin temelinde
araştırma geliştirme
görebiliriz. Biz de buradan
yola çıkarak bu konuyla
ilgili olarak ülkemizin önde
gelen iş adamlarından,
yöneticilerinden,
üniversitedeki
hocalarımızdan maksimum
düzeyde faydalanarak kimi
zaman onlardan yazılar
aldık kimi zamansa onlarla
söyleşiler yapma şansı
yakaladık.
Tabi ki dergimizde her
sayımızda olduğu gibi
kültür sanat bölümümüzü
oluşturan sinema, kitaplık
ve gezi sayfalarıyla
eğlenceli hale getirirken
şehirlerimiz üzerine değerli
yazılar koymayı da ihmal
etmedik.
Hayırlı bir yıl geçirmeniz
dileğiyle…
Ar-Ge’nin “araştırma”sı, bilinmeyeni
bilmeye, öğrenmeye yönelik yapılan
bilimsel, teknolojik faaliyetlerken,
”geliştirme” ise, mevcut bilgiyi ya da
teknolojiyi yeni düzenlemelerle daha
iyiye doğru götürme faaliyetidir.
Mimar ve Mühendis Kasım - Aralık 2013 Sayı: 74
Sorumlu Yazı İşlerİ Müdürü
Yunus Emre Tozal
[email protected]
faaliyetleri yer almaktadır.
Ar-Ge’nin “araştırma”sı,
bilinmeyeni bilmeye,
öğrenmeye yönelik
yapılan bilimsel, teknolojik
faaliyetlerken, ”geliştirme”
ise, mevcut bilgiyi ya
da teknolojiyi yeni
düzenlemelerle daha iyiye
doğru götürme faaliyetidir.
Sayı: 74 Kasım - Aralık 2013
74
Türkiye’de Ar-Ge Ve
iNOVASyON yÖNeTiMi
TÜRKİYE’DE AR-GE VE İNOVASYON YÖNETİMİ
İmtiyaz Sahibi
Mimar ve Mühendisler Grubu adına Genel Başkan
Murat Özdemir
Ar-Ge ve İnovasyon başlığı
altında hazırladığımız ve
2013 yılının son sayısı olan
Mimar ve Mühendis Dergisi
ile sizlerle tekrar birlikteyiz.
Kasım ve Aralık aylarını
kapsayan bu sayımızda
da beklentileri karşılayan
bir içerik ile sizleri
buluşturuyoruz.
"Dergimizin 75. Ocak-Şubat ayları sayısı,
dosya konusu "Enerjisini Arayan Türkiye"
olarak hazırlanmaya başlanmıştır.
Dergimize yazı yazarak, konu başlığı veya
yazar önererek, reklam bularak veya vererek
katkı sağlamak isteyen okurlarımız dernek
sekreteryası ile irtibata geçebilirler.
2014 yılı itibariyle dergimizi e-dergi
şeklinde de yayınlamayı planlamaktayız.
iNSANIN yAŞAdIĞI ŞeHri
SeVMeSi Bir ŞUUr HÂLidir
GÖkdeLeNLer Ve GeTTOLAr
iNANCIMIZIN NereSiNde?
irAN’IN ÇATISI: deMAVeNd II
Yeni yılda ayrıca dergimizin bayi satışı
ile daha geniş kitlelere ulaşmasını da
hedeflemekteyiz. Yaklaşık 3.000 adet
basarak dağtımını ücretsiz yaptığımız
dergimiz, 75. sayımız ile birlikte aidatını
düzenli ödeyen üyelerimiz, ilgili kamu,
özel ve sivil toplum kuruluşları, üniversite
ve basından oluşan bir dağıtım listesine
gönderilecektir."
Mimar ve
Mühendis
22
KAPAK
ARGE VE İNOVASYON Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler, uluslararası
düzeyde rekabet edebilmek için, araştırma temelinin güçlendirilmesi ve
yapılandırılması yolunda yeni mekanizmalar geliştirirken, oluşturulacak bir bilim
ve teknoloji politikası çerçevesinde teknoloji üretme olanaklarını geliştirmelidir.
Her şeyden önce gsyih’den ar-ge’ye ayrılan pay çıkartılmalı ve ayrılan bütçenin
katma değeri yüksek, dünya ölçeğinde rekabet edebilir ürün ve teknolojilerin
geliştirilmesi gibi doğru kaynaklara aktarılması sağlanmalıdır.
74
ETKİNLİKLER
12 OSMAN ŞAHBAZ, ATV AVRUPA'YA
KONUK OLDU
5 KITADAN UZMANLAR,
'YAŞANABİLİR ŞEHİRLER'İ ANLATTI
MMG’DEN ASKON ‘A ZİYARET
Diyarbakır Şubesi’nden
Saadet Partisi’ne Ziyaret
MAKALE
82 Araştirma Üniversitelerinin
16
78
MİMARLIK
SÖYLEŞİ
Gökdelenler ve Gettolar İnancımızın Neresinde?
İnsanın Yaşadığı Şehri Sevmesi Bir Şuur Halidir
Temel Özellikleri
Abdullah Atalar
MAKALE
87 Hayal Et, Yenilik Bul
MAHMUT ÇELİK
88
KİTAPLIK
ÇİZGİ YORUM
DEMAVEND II
"İki günü bir olan ziyandadır"
M
imar ve Mühendis dergimizin 74. sayısında ülkemiz için çok önemli olan bir konuyu dosya
konusu olarak işliyoruz. “AR-GE ve İNOVASYON”.
Ar-Ge kavramı, Araştırma ve Geliştirme olan açılımı ile meramını, hepimizin
anlayabileceği şekilde, anlatabilirken yaygın olarak kullanılan “inovasyon” kelimesi için
aynı şeyi söylemek pek mümkün olmamaktadır. Oysa inovasyon kelimesinin karşılığı
olarak dilimizde var olan “yenilik” veya Türk Dil Kurumu’nun, “innovation”ın kök anlamını direkt olarak
daha iyi yansıttığını düşünerek önerdiği, “yenileşim” kelimesini de pekala kullanabiliriz. Gerçi bizde de
gerek dosya konusu başlığında gerekse makalelerde alışıla geldiği gibi inovasyon kelimesi kullanıldı ise de,
belki bu konuya da “inovatif” bir yaklaşım getirerek artık bundan sonra bizden olan bir kelimeyi “yeniliği”
kullanmak daha doğru olacaktır.
Evet, ülkemiz bugün içinde
bulunduğu gelişmişlik
seviyesini hak etmemektedir.
Ülkemizi gelişmekte olan
ülkeler statüsünden gelişmiş
ülkeler statüsüne sokmak
için, geçmiş zamanları
telafi etmek adına, bir nevi
seferberlik havası içinde
çalışmalı ve üretmeliyiz.
Evet, ülkemiz bugün içinde bulunduğu gelişmişlik seviyesini hak etmemektedir. Ülkemizi gelişmekte olan
ülkeler statüsünden gelişmiş ülkeler statüsüne sokmak için, geçmiş zamanları telafi etmek adına, bir nevi
seferberlik havası içinde çalışmalı ve üretmeliyiz. Ülkemiz adına gerçek bir gelişmeden bahsedebilmek
için bilim, sanayi, teknolojideki yerimizden ve bu alanlarda ürettiklerimizden bahsetmemiz gerekmektedir.
Özellikle de katma değeri yüksek, insanların hayatlarını kolaylaştıran üretimlerimizden. Bugün artık
üretimin kıymeti eskilerin deyimiyle “yükte hafif pahada ağır” olmasıyla değerlendirilmektedir. Bugün
birçok imalatın içerisinde bulunan, bir yapı malzemesi olarak da kullanılan çeliğin kilosu 1,5 TL’dir. 1
kg paslanmaz çelik 8,5 TL, 1kg beton 4 kuruş iken, 1.800TL olan 112 gr ağırlığındaki bir akıllı telefonun
kilosu ise 20.000.-TL’ye gelmektedir. İleri teknolojiler ürettikleri yüksek katma değerler ile toplumlarının
kalkınmışlıklarına büyük katkı sağlamaktadır.
Bu teknolojiye ulaşmak elbette ki kısa vadede ve kolaylıkla olacak bir şey değildir. Ancak gerek kamu
olarak gerekse özel sektör olarak hedefimizi her alanda bu yöne çevirmeli ve yenilikçi üretimlere öncelik
vermeliyiz. Yenilikçi ürünleri bulmak ve geliştirmek için de bu konuda arayış içinde olmak ve araştırma
geliştirme faaliyetlerine önem vermek gerekmektedir. Burada da öncelikle üretim ve çalışma algımızı
mevcut kabullerimizi de gözden geçirmemiz gerekecektir.
Bizim yetiştirilme tarzımızda, son zamanlarda değişiklik göstermekle birlikte, yenilikçi fikirler ve bu
yönde araştırma yapılması maalesef pek teşvik edilmediği gibi bir miktar önü alınmaya da çalışılmıştır.
Mesela “eski köye yeni adet getirmek” hoş karşılanmamış ve yeni bir fikir veya uygulamayla gelenler “icat
çıkarmakla” suçlanmıştır! Oysa Ar-Ge ve yenilikçilik (inovasyon) de işte tam böyle bir şeydir. Eski köye
yeni adet getirmek ve icat çıkarmak amacıyla araştırma ve geliştirme yapmak.
Yeni bir ürün geliştirmek, mevcut ürünün kalite ve standardını yükseltmek, maliyetini düşürmek ve
verimliliği arttıracak yeni üretim teknolojileri geliştirmek için yapılan araştırma geliştirme faaliyetlerinin
sonucu orta ve uzun vadede ortaya çıkmaktadır. Ancak, artık bilgi çağını yaşadığımız bu zaman diliminde
uluslararası alanda rekabet edebilmek için öncelikle bilgiye, yani araştırma geliştirme faaliyetlerine
yatırım yapmak gerekmektedir. Bu noktada akıllara yumurta mı tavuktan çıkar yoksa tavuk mu
yumurtadan çıkar sorusu gibi Ar-Ge yapan şirketler mi büyür, yoksa büyük şirketler mi Ar-Ge yapar
sorusu akla gelebilir. Ar-Ge harcamaları ile ülkelerin gelişmeleri arasında görülen doğrusal ilişki, Ar-Ge
harcamalarının ekonomik büyüme ve kalkınmanın itici gücü olduğunu göstermektedir. İsrail ve İrlanda
gibi ülkelerin Ar-Ge sayesinde refah seviyelerini 3-4 kat arttırdıkları bilinmektedir.
Ar-Ge çalışmaları, başlangıçta neyin nasıl yapılacağının bilinmemesinden ve bu alanda yapılan
harcamaların kısa vadede ve her zaman da kar olarak geri dönemeyebileceğinden, bir risk olarak
görülebilir ancak Beyazıd-ı Bistami hazretlerinin dediği gibi aramakla bulunmaz ama bulanlar
arayanlardı.
Yenilikçilik (inovasyon) de sadece yeni bir ürün tasarlanması olarak değerlendirilmemelidir. Öyle
ki, yenilikçi, insanların hayatlarını kolaylaştıracak ve katma değer üretecek yaklaşımlara eğitimden
yönetime, pazarlamadan müşteri ilişkilerine, ticaretten hizmet sektörüne kadar hayatın her alanında
ihtiyaç duyulmaktadır. Onun için yenilikçi yaklaşımlar sadece şirketlerin ticari rekabet gücünü
arttırma aracı değil, bir yaşam şekli olarak görülmeli ve bu sayede toplumsal faydanın sürdürülebilirliği
sağlanmalıdır. Bunu sağlayacak olan da şüphesiz insan kaynağımız olacaktır. Dolayısıyla, mevcut
kalıpların dışında sorgulayıcı ve üretken, yeniliklere ve dünya ile rekabete açık, hayal gücü gözlem
yeteneği ile beslenen araştırmacı bireyler yetiştirmeli ve bu özellikteki girişimciler desteklemelidir.
Gelişme yolunda ivme kazanan ülkemizin hız kesmeden yoluna devam edebilmesi için tüm faaliyetlerinin
temelinde araştırma, geliştirme, yenilikçilik ve katma değer bulunmalıdır. Ama bütün bunlar netice
itibariyle insanların hayatının kolaylaşmasına, onları daha fazla maddiyat ve tüketim bağımlısı
yapmadan insani ilişkilerini geliştirmelerine ve toplumsal huzura hizmet etmelidir.
“İki günü bir olan ziyandadır” anlayışıyla her yeni günümüzü bir öncekinden daha verimli ve üretken
geçirmenin yollarını ararken bu dünyada bulunmamızın esas gayesini hiçbir zaman hatırımızdan
çıkarmamız duasıyla…
Murat ÖZDEMİR
MMG Genel Başkanı
ETKİNLİK
MMG KAHVALTILI ÇALIŞMA TOPLANTISI
Üsküdar Beld. Başkanı Mustafa Kara:
"Şehirlerimizi merhametli şehirlere dönüştürmek zorundayız"
Üsküdar Belediye Başkanı Mustafa Kara, Mimar ve Mühendisler Grubu’nun düzenlediği kahvaltılı çalışma
toplantısında işadamları, akademisyen ve siyasetçilerle bir araya geldi. “Yerel Yönetimlerde Tecrübe
Paylaşımı ve Tavsiyeler” başlıklı bir sunum yapan Mustafa Kara, Kültürel ve medeniyet formlarımızı geleceğe
taşıyabilmemiz için, sürdürülebilir şehirler inşa etmemiz gerektiğini, yerel yönetimleri güçlendirerek oligarşik
bürokrasiden kurtarmamız gerektiğini söyledi. Toplantıya Maltepe Belediyesi AK Parti Başkan Aday Adayı
Kadem Ekşi, Kartal Belediyesi AK Parti Aday Adayı Mehmet Osmanlıoğlu, Eyüp Belediyesi AK Parti Başkan
Adayı Abdullah Çelik ve yine Maltepe Belediyesi AK Parti Başkan Aday Adayı Atilla Üstündağ da katıldı.
MMG Başkanı
Murat Özdemir:
"Mimar Sinan mevcut dokuya ve
kendine olan saygısından dolayı
Bursa’da eser inşa etmedi."
Mimar ve Mühendisler Grubu’nun düzenlediği, sponsorluğunu Filizler Köftecisi’nin
yaptığı Kahvaltılı Çalışma Toplantısı,
Barcelo Eresin Topkapı Hotel’de yapıldı.
Açılışını Mimar ve Mühendisler Grubu Genel Başkan Yard. Mahmut Çelik’in yaptığı
6
Mimar ve Mühendis
toplantıda konuşan MMG Başkanı Murat
Özdemir, MMG’nin kanun koyucu ve uygulayıcılara yol gösterme sorumluluğunu
yerine getirdiğini belirtti. 2013-2014 Dönemiyle birlikte MMG’de aylık düzenlenen
panelleri sempozyuma dönüştürdüklerini
ifade eden Murat Özdemir, MMG’nin aylık
dergi dosyalarını ve sempozyum konularına değinerek MMG’nin yeni döneminde
yapacağı çalışmaları anlattı.
Mustafa Kara’nın isminin altındaki beledi-
ye başkanlığı ünvanından değil, ünvanının üstündeki isminden ötürü MMG için
önemli olduğuna ve bir vefa gereği olarak
kendisine teşekkür etmek istediklerini
belirten Murat Özdemir, 2 sene önce
Üsküdar Belediyesi ile birlikte düzenledikleri "Şehirlerimizin Geleceği Tehditler
Fırsatlar" Sempozyumda şehirciliğin ana
hatlarını ortaya koyduklarını belirtti. Şehirlerimizin nereye doğru gittiği konusu,
herkesin gündeminde olması gerektiğini
söyleyen Murat Özdemir Murat Özdemir,
"Yerel yönetimlerin görevi sadece çöp toplamak ve teknik belediyecilik hizmetlerini
vermenin çok ötesinde şehir yapılanmasını ve kültürünü oluşturması açısından
büyük önem taşımaktadır" diyerek yerel
yönetimlerin önemini anlattı.
Gündemde çok tartışılan Çamlıca Camii
tartışmalarına da değinen Murat Özdemir,
şehirciliğin bir uzmanlık işi olduğunu belirterek, MMG’nin Çamlıca Camii’ne karşı
olmadığını ama usul, tartışma ve süreçle
ilgili ciddi sıkıntılar olduğu için açıklama
yapmak zorunda kaldığını belirtti. Çokluklarla övünen bir millet olmadığımızın
altını çizen Murat Özdemir, bir STK olarak
Mimar ve Mühendisler Grubu’nun üzerine
düşen kanun koyucu ve uygulayıcılara
karşı ortada olan yanlışların düzeltilmesi amacıyla uyarmak zorunda olduğunu
belirtti. Mimar Sinan'ın mevcut dokuya ve
kendine olan saygısından dolayı Bursa’da
eser inşa etmediğini, Mimar Sinan’ın
Üsküdar Beld. Başkan Yardımcısı Hilmi Türkmen: “İstanbul’u bir finans
merkezi yapalım ama bu kadar yabancı yatırımcı alarak uluslararası
şirketlerle ne kadar doğru projeler yapıyoruz bunu ciddi bir şekilde
tartışmalıyız.” “Bu gidişatın direksiyonu bizde ama gazı freni kimde
bilinmiyor.” Kültürel ve medeniyet formlarımızı geleceğe taşıyabilmemiz
için, sürdürülebilir şehirler inşa etmemiz gerekiyor. Yerel yönetimlerin
güçlenerek oligarşik bürokrasiden kurtulmamız lazım.
inanç ve geleneğinden beslenen bizim
arkadaş, abi ve büyüklerimizin döneminde, Ulu Caminin arkasına hoyratça
gökdelenlerin dikildiğini söyleyen Murat
Özdemir, zamanı geldiğinde bu ve benzer
binaları yıkmanın, bir övünç kaynağı ve
hizmet olacağını ifade etti. Oda seçimlerinin yaklaştığını belirten MMG Başkanı
Murat Özdemir, tüm mimar ve mühendislerin oda seçimlerini ciddiye almalarını,
belediyelere mühendis alımı yapılırken
oda seçimi kaydının aslında bir zorunluluk
olması gerektiğini söyledi.
Üsküdar Belediye Başkan
Yardımcısı Hilmi Türkmen:
“Üsküdar’a Hizmet Edeceğiz.”
Selamlama konuşması yapan Üsküdar
Beld. Başkan Aday Adayı Hilmi Türkmen, Üsküdar Belediye Başkanı Mustafa
Kara’nın geldiğinde ezberleri bozduğu gibi,
aday olmama kararıyla da ezberleri bozduğunu söyledi. Üsküdar Belediye Başkanı
Mustafa Kara’nın yaptığı ve şu an devam
eden projeleri ve hizmetleri devam ettirerek, daha güçlü, STK’larla birlikte daha
organize ve bizzat uygulama aşamasında
Kasım - Aralık 2013
7
ETKİNLİK
da uygulayarak güzel faaliyetler yapacaklarını ifade etti.
Üsküdar Belediye
Başkanı Mustafa Kara:
"Bürokrasinin kendisi de
bürokrasiden şikayetçi…"
Konuşmasına Üsküdar’ın zenginliklerini
anlatarak başlayan Mustafa Kara, 1352’den
itibaren İslam’la şereflenen, 101 yıldır
fethi gören bir ilçe olduğunu ifade etti.
Üsküdar’dan ilham alan birçok sanatçının
olduğunu söyleyen Mustafa Kara, Üsküdar’ın
ancak “İslam Şehri” kavramıyla anlaşılabileceğini, aynı zamanda Anadolu’nun bittiği son
sancak noktası olduğunu belirtti. Üsküdar’ın
tarihinin Battal Gazi efsanesiyle başladığını,
1352 yılında Kız Kulesi dahil fethedildiği
günden bu yana önemli bir konumda olduğunu söyledi.
“İstanbul’u bir finans merkezi yapalım ama
bu kadar yabancı yatırımcı alarak uluslararası şirketlerle ne kadar doğru projeler
yapıyoruz bunu ciddi bir şekilde tartışmalıyız.” Diyen Mustafa Kara, “Bu gidişatın
direksiyonu bizde ama gazı freni kimde
bilinmiyor.” Diyerek, gelecek planlarımızı
hakikaten gözden geçirmemiz gerektiğini
söyledi. İktidarın işinin çok zor olduğunu, bir
yandan bağımsızlık mücadelesi verdiğimizi,
diğer yandan yabancı sermayeye kapı açarak
ekonomik olarak dik durmaya çalışmanın
ciddi bir zorluk yarattığını söyleyen Mustafa
Kara, ileride şehirlerimizi terk etmemek için,
çok katlı yapılarda hayatı kendimize zehir
etmememiz için bugünden geleceğimizi inşa
8
Mimar ve Mühendis
etmenin önemini anlattı.
Kültürel ve medeniyet formlarımızı geleceğe
taşıyabilmemiz için, sürdürülebilir şehirler inşa etmemiz gerektiğinin altını çizen
Mustafa Kara, yerel yönetimlerin güçlenerek oligarşik bürokrasiden kurtulmamız
gerektiğini söyledi. Bürokrasinin kendisi de
bürorasiden şikayetçi olduğunu söyleyen
Mustafa Kara, “Bürokrasiyi ne kadar aşıyorsanız o kadar başarılı oluyorsunuz” dedi. Şu
anda 657 nolu devlet kanununun da revize
edilmesi gerektiğini belirten Mustafa Kara,
siyasetin çıkmazlarına bakıp da taşın altına
elimizi koymaktan çekinmememizi, dışarıdan
gazel okumakla siyasetin yapılmayacağını,
bu yüzden aday adayı olmanın ciddi bir adım
olduğunu ifade etti.
“Eskinin Dergahları ve tekkeleri,
bugünlerin Vakıf ve STK’ları olmalıdır.”
Sistemi ve devleti daha iyi tanıyabilmek ve
daha iyi hizmet edebilmek için siyasetin
çok önemli olduğunu ama siyasetin içinde
de kaybolmamamız gerektiğini söyleyen
Mustafa Kara, “çocuklarımız üzerinde çalışmalarımızı arttırmalıyız” dedi. Bu yüzden
İstanbul Medeniyet Üniversitesi ile işbirliği yaparak Üsküdar Çocuk Üniversitesi’nin
kurduklarını söyledi. Gençlerin eğitiminin,
şehirlerimize verdiğimiz önem kadar Dergahların ve tekkelerin bugünlerin STK’ları
olduğunu söyleyen Mustafa Kara, o günün
şartlarında sanatın, tarihin ve bilimin
merkezleri olan bu yerlerin boşluklarını,
bugünlerde STK’ların doldurması gerektiğini söyledi. MMG’nin bu anlamda eğitimin
gelişimiyle birlikte ciddi projeler üretmesi
gerektiğini söyleyen Mustafa Kara, yeni
dönemde ülke olarak eğitimi uluslararası
standartlara taşımak zorunda olduğumuzun altını çizdi.
Kasım - Aralık 2013
9
ETKİNLİK
TÜRKİYE KONUT SEKTÖRÜNÜN GELECEĞİ KONUT
KONFERANSI’NDA MASAYA YATIRILDI
Konut Konferansı 2013”te ödüllü ve konusunun uzmanı uluslararası konuşmacılar “konut”u, sektörün
günümüzde yaşadığı değişimler ile birlikte mercek altına aldı. “Yeni Yollar” temasıyla düzenlenen konferansta,
değişen kentlerin farklılaşan barınma ihtiyaçları çerçevesinde, ülke ekonomisi ve Türk yapı sektörünün
lokomotifi olan “konut” sektörünün önümüzdeki dönemde yaşayacağı dönüşüm ele alındı.
Y
apı sektörünün bilgi merkezi YapıEndüstri Merkezi tarafından bu yıl
dördüncü kez düzenlenen Konut Konferansı,
sektör profesyonelleri ile birlikte dünyaca
ünlü uzmanları ağırladı. Çuhadaroğlu, Kale
Kilit Dış Ticaret, Optimum Proje & Danışmanlık ve Siemens Ev Aletleri ana sponsorluğunda; Vorne sponsorluğunda ve Ulus Yapı
alt sponsorluğunda düzenlenen konferansa,
YEM Etkinlik Salonu ev sahipliği yaptı.
“Konut Konferansı 2013”ün temasını, değişen
kentlerin farklılaşan barınma ihtiyaçları
çerçevesinde “Yeni Yollar” oluşturdu.
Konferansın moderatörü olan, Cushman
& Wakefield’in Yönetim Kurulu Başkanı,
Emlak Konut GYO Yönetim Kurulu Üyesi
ve ULI Türkiye Başkanı Haluk Sur, konferansta yaptığı konuşmada, 7 milyarlık
dünya nüfusunun yüzde 50’si yani 3.5
milyarı kentlerde yaşarken, 3.5 milyar
insanın da kırsalda yaşadığını hatırlattı
ve şunları söyledi: “Kentlerdeki 1,2 milyar
insan gecekondularda, son derece sağlıksız
koşullarda, teneke evlerde yaşıyor, 100
milyon kişi ise evsiz. Nüfus artışına paralel
olarak tabii kaynaklara, enerjiye olan talep
giderek artıyor. Yapılan araştırmalar, 2050
senesine geldiğimizde 2,8 tane gezegene
ihtiyacımız olacağını gösteriyor. Dolayısıyla süratle bir şeyleri değiştirmemiz,
dönüştürmemiz, sürdürülebilir yaşam
alanlarının oluşturmamız gerekiyor. BM
Habitat’ın raporuna göre 2050’ye kadar
600 milyon konutun yapımı öngörülüyor.
Bunun yalnızca 200 milyonu Çin’de. Enerji
tüketiminin ve çevre kirliliğinin önemli
bir kısmının konuttan kaynaklandığını göz
önüne alırsak konut meselesine ‘Yeni Yollar’ başlığı altında farklı bir perspektiften
bakmamız gerekiyor” dedi.
“Türkiye’de Konut Sektörünün Geleceği ve
Yeni Yollar” panelinde Haluk Sur’a eşlik
eden, DKY İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı
ve KONUTDER Başkan Yardımcısı Ali
Dumankaya da, konut sektöründe aşılması
gereken ana meseleler, nerede sıkıntı
yaşandığı ve sektörün gelecek açısından
sunduğu fırsatlar üzerine şöyle konuştu:
10 Mimar ve Mühendis
“1999 depremi konut sektörü için bir
milat oldu. 17 Ağustos’tan sonra uyandık, kentsel dönüşümle başlayan süreç
devam ediyor. Biz firmalar olarak kentsel
dönüşüme odaklanmak zorundayız. Bu
lokomotifin doğru yöne gitmesi adına öncü
olmak zorundayız. 2012’de bakanlıklar
kuruldu, enerji verimliliği, yeşil binalar
gibi farklı şeyler konuşmaya başladık.
Mütekabiliyet yasası çıktı, tüketici kanunu
yenilendi, KDV yasası değişti, kentsel
dönüşümle ilgili 6306 sayılı afetle ilgili bir
yasa çıktı, yönetmelikler değişti. Bu yeni
yasalarla birlikte artık hiçbir şey eskisi gibi
olmayacak. Bir yol ayrımındayız. Geçmişte
yaptığımız gibi iş yapamayacağımızı artık
hepimiz öngörebiliyoruz. 300 bin farklı kişi
ve kuruluşun iş yaptığı, istihdama yüzde
6 civarında katkı yapan bir sektörden
bahsediyoruz. İnşaat sektörünün yüzde
75’ini de konut oluşturuyor. Sektör yavaşladığı zaman ülke ekonomisinin de frene
bastığını ve bir küçülme gerçekleştiğini
görüyoruz” dedi.
“Türkiye’de Konut Sektörünün Geleceği ve
Yeni Yollar” panelinde konuşan bir diğer
isim olan Ege Yapı Group Yönetim Kurulu
Başkanı ve İSGİD Yönetim Kurulu Başkanı
İnanç Kabadayı ise, gayrimenkul sektörünün son 10 yılda çok büyük gelişme kat
ettiğini belirtti ve kentsel dönüşümle beraber önümüzdeki 20 yıl içerisinde daha da
ileriye gideceğini, sadece Türkiye sınırları
içinde kalmayacağını, bölge ülkelerde de
etkin olacağını öngördüğünü dile getirdi.
Kabadayı şunları söyledi: “Yaklaşık bir
yıldır Türkiye’de konut alanında çok farkı
imkânlar doğmaya başladı; imar kanunu,
2B kanunu, kentsel dönüşüm, mütekabiliyet kanunu gibi kanunlarla oyun değişik
bir alana giriyor. Çarpık yapı stoğunun bir
an önce dönüştürülmesi lazım. Ekonomimiz büyüyor; bu büyüyen ekonomiye yakışır, bu ekonomiye uygun altyapının da çok
hızlı bir şekilde dönüşmesi ve geliştirilmesi lazım. Konut sektörünü etkileyen önemli
dinamiklerden biri de genç nüfusumuz;
şehirleşme oranımız giderek artıyor. Bu
nedenle temel barınma ihtiyacı olan konutun bir an önce iyileştirilmesi ve geliştirilmesi lazım. Bunların nasıl yapılacağını
tartışmak, arz talep dengesini bozmamak,
bir ev alamayınca uzağa taşınmak zorunda
kalıyor. Konut krizinin temelinde de insanların kentlerden uzaklaşması var. Konut
alanında orta gelirlilere ulaşmak, onları ev
sahibi yapmak lazım. “
finansal çözümler üretmek lazım. Bu yeni
modele sektördeki herkesin kendini hazırlaması, ayak uydurması gerekiyor.
Orta Direği Ev Sahibi
Yapmak Mümkün mü?
Konut Konferansı 2013, dünyaca ünlü mimarlık ve geliştirme ofislerinden uzmanlar ağırladı. Orta ve düşük gelir grubuna
kaliteli sosyal konut geliştiricisi Pocket’ın
CEO’su Marc Vlessing, İngiltere’de devlet
desteğiyle ilk kez konut sahibi olacaklar için gerçekleştirilen yeni bir konut
programını masaya yatırdı. Vlessing bu
programla, büyüyen genç neslin konut
gereksinimlerinin karşılanması için kamu
ve özel sektörlerin birlikte nasıl çalışması
gerektiğine dikkat çekerek talep edilen
ekonomik, yenilikçi ve sürdürülebilir
tasarımlarla genç profesyonellere yönelik
kozmopolit konutları tanımladı.
Vlessing konuşmasında, doğru konut
tasarımının, dünyanın nasıl değiştiğini
anlamakla mümkün olabileceğini vurgularken konut yapımında sürdürülebilirliğin de
önemine dikkat çekti. İngiltere deneyimi
ışığında Türkiye’deki durumu değerlendiren Vlessing, şu konulara değindi: “Dünya
değişirken konut politikaları değişmiyor.
Oysa artık daha az mekana, ısınmaya ve
otoparka ihtiyaç var. Bu nedenle derli
toplu, tek odalı evler daha çevreci bir
kimlik kazanıyor. İngiltere’de ve Türkiye’de
problem, artık en küçük daireyi bile alamamanız. Bu durum, konut politikasının
çöktüğü anlamına gelir. İnsanlar tek odalı
Mutluluğu Yeniden Düşünmek
Tasarım araştırma atölyesi Cibic
Workshop’ta sürdürülebilirlik, sosyal konut,
ekoloji, şehircilik ve malzeme üzerine
deneysel çalışmalar yürüten Aldo Cibic,
Konut Konferansı 2013’ün bir diğer anahtar konuşmacısıydı. Aldo Cibic, konuşmasında 12. Venedik Mimarlık Bienali’nde
okuyucuyla buluşan “Mutluluğu Yeniden
Düşünmek” adlı kitabından hareketle,
konut olgusunu yeni olası topluluklar ve
tasarım yöntemleri üzerinden yorumladı.
"İstanbul'daki dönüşümü nasıl değerlendiriyorsunuz" sorusu üzerine Cibic şunları
söyledi: "Sonuçta ben bir yabancıyım ve
İstanbul’a dışarıdan bir gözle bakıyorum.
Ama bazen kendimi bir gecekonduda daha
iyi hissettiğimi söyleyebilirim. Bombay ve
Şangay gibi metropoller de aynı sorunla
karşı karşıya. Orada da yerinden edilen gecekondulular var. Sonuçta insan her koşulda mekânı insanileştirme yeteneğine sahip.
Eğer her şeyi en baştan düşünürseniz
mekân kalitesi de artar. Yaratıcılık binadan
çok, süreçten geçiyor. İstanbul’a gelen
turistlerin kentle ilgili algısı hep aynıdır.
Biz İtalya’da bu değerlerin bir kısmını yok
ettik. Sizin de geçmişi yok etmenizden korkuyorum. Umarım siz de değerlerinizi aptal
ticari alanlar yaratmak için yok etmezsiniz.
Çünkü bu kentin kimliği o değil."
Son derece keyifli ve faydalı geçen konferans verilen ödüllerin ardından son buldu.
Kasım - Aralık 2013 11
KISA... KISA...
OSMAN ŞAHBAZ, ATV
AVRUPA'YA KONUK OLDU
T
ürk-Macar dostluğunun önemli isimlerinden, Macaristan'ın Kayseri ili Fahri
Başkonsolosu ve aynı zamanda Mimar ve
Mühendisler Grubu Yönetim Kurulu Başkan
Yardımcısı Osman ŞAHBAZ, ATV Avrupa kanalında yayınlanan Türk Şövalyeleri programına
konuk oldu. Genel olarak Türkiye-Macaristan
ilişkilerinden bahseden Osman Şahbaz, şu
ana kadar yapılmış güzel şeylerin bulunduğunu ama yeterli olmadığını dile getirirken
Macaristan’ın Türkiye’nin diğer şehirlerini de
tanımasının önemine vurgu yaptı. Programın
ilerleyen dakikalarında kendi hayat hikayesinden de bahseden Sayın Şahbaz Macaristan
macerasının nasıl başladığına dair keyifli
anılar anlattı.
MMG’DEN
ASKON ‘A ZİYARET
M
imar ve Mühendisler Grubu yeni
Yönetim Kurulu tarafından Kurum ve
Kuruluşlara yönelik gerçekleştirilen ziyaretler
kapsamında Yönetim Kurulu Başkanı Murat
Özdemir öncülüğünde ASKON ziyareti gerçekleştirildi. Ziyaretten duyduğu memnuniyeti
dile getiren ASKON Genel Başkanı Mustafa
Koca MMG’nin bir meslek STK’sı olarak önemli
bir vizyonu olduğunu ve bu vizyonu en iyi
şekilde taşıdığını dile getirerek kurumsal
milliyetçilik yapan bir yapıyı tasvip etmediklerini ama ümmetçilik yolunda olan her
türlü yapıya destek vermeye hazır olduklarını
belirtti. Karşılıklı sinerjilerle millet için MMG
ile en iyi hizmeti verebileceklerine inandığını
ifade eden Mehmet Koca, ülkemiz için önemli
değere sahip mimar ve mühendis öğrencilerin
yetiştirilmesi aşamasında üzerimize düşen ne
varsa yapmaya hazırız dedi.
12 Mimar ve Mühendis
5 KITADAN UZMANLAR,
'YAŞANABİLİR ŞEHİRLER'İ ANLATTI
5 farklı kıtadan, 15 uzman konuşmacının katıldığı, toplu taşıma
odaklı gelişim, yol güvenliği, kamusal alan kullanımı, kamu sağlığı
ve güvenliği konularını kapsayan Yaşanabilir Şehirler Sempozyumu,
The Marmara Otel’de gerçekleşti.
S
empozyuma kalkınma ajansları
uzmanları, yerel yönetimler ve
kamu kuruluşlarından temsilciler, sivil
toplum kuruluşları temsilcileri ve çok
sayıda kalkınma konusunda uzman
isimler katıldı.
Sempozyumun ‘Yaşanabilir Şehirler Yönetimi’ oturumunda söz alan
Başakşehir Belediye Başkanı Mevlüt
Uysal, ilçede yapılan kentsel değişim
uygulamaları ve projelerini anlattı.
Uysal, "İstanbul’un en yeşil ilçelerinden
biri olan Başakşehir’de göreve talip olduğumuz ilk günlerden bu yana gayret
ve samimiyeti rehber alarak, temel
belediyecilik hizmetlerinin ötesine
geçerek Başakşehir’e birçok alanda
ilkler ve enleri kazandırmaya çalıştık."
dedi. Yaşanabilir şehirler oluşturmak amacıyla ilçede hayata geçirilen
Akıllı Çöp Toplama Sistemi’yle de ilgili
bilgiler aktaran Uysal, "Türkiye’de bir
ilki gerçekleştirerek Başakşehir’i Akıllı
Çöp Toplama Sistemi’yle tanıştırdık.
Başakşehir Belediyesi mühendisleri
tarafından tasarlanan ve yoğun bir ArGe çalışmasının ürünü olan yeni yer altı
çöp toplama sistemi, mevcut konteynerlerden kaynaklanan tüm olumsuz
şartları ortadan kaldırdı." diye konuştu.
Diyarbakır Şubesi’nden Saadet Partisi’ne Ziyaret
M
imar ve Mühendisler Grubu Diyarbakır Şube Başkanı Mesut Işık
ve yönetim kurulu üyeleri, Saadet Partisi
(SP) Diyarbakır İl Başkanı Fesih Bozan’ı
ziyaret etti. Ziyaret esnasında Mesut Işık,
Mimarlar ve Mühendisler Grubu’nun
faaliyetleri hakkında Bozan’a bilgi verdi.
Bozan ise, ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirerek, “Seçim sürecinde
parti çalışmalarımız hızla devam ediyor.
Milli görüşün farkını ve Diyarbakır’da
belediyenin elimizde olduğu 1994-1999
dönemindeki yaptığımız çalışmalar
herkes tarafından biliniyor. Belediyelerin
yapılanmada sağlıklı planlar yapması için
mimar ve mühendislerden danışmanlık
hizmetini alması gerekir” dedi.
MMG YÖNETİMİNDEN
İETT ZİYARETİ
M
imar ve Mühendisler Grubu Yönetim
Kurulu, İETT Genel Müdürü Hayri
Baraçlı’yı makamında ziyaret etti. İETT Genel
Müdürü Hayri Baraçlı ziyaretten duyduğu
memnuniyeti dile getirerek MMG üyesi olarak
yapılan etkinlikleri ve faaliyetleri yakından
takip ettiğini, bir STK olarak mesleki alanda
yaptığı açıklamaları takdirle karşıladığını söyledi. İstanbul’un göç alan çok büyük bir kent
olduğunu belirten Hayri Baraçlı, her geçen gün
büyüyen İstanbul’un sorunlarının da büyüdüğünü ve bu sorunların başında da ulaşımın yer
aldığını ifade etti. Ulaşım sorununu çözmek
için çaba sarf ettiklerini ancak her geçen gün
nüfusu artan ve boyuna genişleyen İstanbul’da
ulaşım sorununu bitirmenin mümkün olamayacağını söyleyen Hayri Baraçlı, ulaşım
sorunun çözümü için yerin altına yapılan
Metro hatlarının yanı sıra, Havaray hatlarının
da hayata geçirileceğini belirterek İstanbul'un
büyümeye devam ettiği sürece ulaşım sorununu bitirmenin imkansız olduğunu ifade etti.
MMG'den Sakarya
Atatürk Stadı'na Şehir Parkı Teklifi
M
imar ve Mühendisler Grubu Sakarya Şube Başkanı Erol Demiralay, TOKİ’ye devredilen Sakarya Atatürk
Stadı arazisine AVM yerine ‘Şehirpark’
yapılması önerisinde bulundu. Sakarya
Atatürk Stadyumu’nun bulunduğu arazinin TOKİ’ye devredildiğini ve TOKİ’nin
alana, yüksek katlı binalar ve AVM
yapacağı söylentilerinin ayyuka çıktığını
kaydeden Demiralay şunları söyledi:
“Stadyumun yıkılarak yerine yapılması düşünülen şehrimizin yapılanma
ruhuna aykırı bina, bünyesinde iskan
edeceği yüzlerce kişiye, alışveriş için
gelecek binlerce kişi ilave edildiğinde,
oluşacak yoğunluk ve trafik çilesini
düşünmek dahi istemiyoruz. Bir sokakta
bir araçtan, her evde bir araç sürecine
geçildi, şimdi neredeyse ehliyeti olan
herkesin aracı olduğu döneme gelindi.
Ancak yolların genişleme şansı yok.
Şehrimize ve gelecek nesillerimize bu
kötülük yapılmasın” dedi. Demiralay,
sözlerini “İnsanlar kentleri oluşturur,
kentler insanları dönüştürür” sözüyle
tamamladı.
MMG HEYETİ’NDEN GİRİŞİMCİ
İŞ ADAMLARINA ZİYARET
M
imar ve Mühendisler Grubu tarafından gerçekleştirilen ziyaretler GİV (Girişimci İş Adamları Vakfı) ile
devam etti. MMG Genel Başkanı Murat Özdemir, Başkan
Yardımcısı Osman Şahbaz, Yönetim Kurulu Üyesi ve Genç
MMG Başkanı Yavuz Sarı, Komisyon Başkanları Mehmet
Kürşat Çapar, Harun Urul ve Genel Sekreter Murat Alpay’ın
katılımı ile gerçekleştirilen ziyarette GİV Başkanı Mehmet
Koç hazır bulundu. GİV’in Bahariye Mevlevihanesi’ndeki
merkezinde gerçekleştirilen ziyarette konuşan MMG Genel
Başkanı Murat Özdemir, geleceğe güvenle bakabilmek
için mekanizmaları doğru çalıştırmamız gerekir, gençlerimizi iyi yetiştirerek geleceğimizi hazırlamamız lazım
dedi. STK’ların bir arada, ahlaki değerlere sahip çıkarak
ortak paydada hareket etmesi gerektiğini söyleyen Murat
Özdemir, oda seçimlerinin önemine değinerek GİV’inde
çalışmalarda yer almasını istedi.
Kasım - Aralık 2013 13
KISA... KISA...
MİMAR SİNAN
GÜZEL SANATLAR
ÜNİVERSİTESİ’NE
ZİYARET
GERÇEKLEŞTİRİLDİ
M
imar ve Mühendisler Grubu tarafından gerçekleştirilen üniversite
ziyaretleri kapsamında Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi’ne gidildi. MSGSÜ
Rektörü Prof. Yalçın Karayağız ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirerek
MMG’nin toplumsal hayatta önemli bir yere
sahip olduğunu ve kendisinin de yapılan
çalışmaları takdirle karşıladığını söyledi.
Üniversite olarak MMG ile daha öncede
ortak ve faydalı çalışmalar yaptıklarını
hatırlatan Prof. Yalçın Karayağız, özellikle
mimarlık bölümü öğrencilerinin iş hayatına
atılmaları aşamalarında MMG’nin büyük
yararlılık gösterdiğini ifade etti.
MMG 9. GENEL İDARE KURULU
TOPLANTISI İZMİR’DE YAPILDI
M
imar ve Mühendisler Grubu’nun
9. Genel İdare Kurulu toplantısı
İzmir Orman Bölge Müdürlüğü Sosyal
Tesislerinde gerçekleştirildi. Oldukça
verimli geçen toplantıda MMG'nin yeni
dönemde yapacağı faaliyet ve etkinlikler
değerlendirildi. Toplantıda söz alan MMG
Genel Başkanı Murat Özdemir MMG’nin
kurumsallaşması yönünde çalışmaların
devam ettiği, etkinliğinin ve bilinirliğinin arttırılması için faaliyetlere önem
verdiklerini söyleyerek, özellikle önceki
dönemlerde yönetim organlarında görev
almış bulunan üyeler ile irtibatın arttırılması ve kendilerinin MMG etkinliklerine katılımlarının sağlanması yönünde
çalışmalara ağırlık verdiklerini belirtti.
Üye kayıtlarının güncellenmesi amacı
ile üyelerle görüşmelere önem verdiklerini ifade eden Başkan Murat Özdemir,
üyeler arası iletişim ve ilişkinin arttırılmasının faydalarını belirtti. Toplantıda
bir de sunum gerçekleştiren Başkan,
MMG’ye gelir getirici faaliyetlerin neler
olabileceği hususunda çalışmalar yaptıklarını ifade etti.
MMG’ YÖNETİM KURULU'NDAN
MÜSİAD ZİYARETİ
M
imar ve Mühendisler Grubu Yönetim Kurulu yeni dönem ziyaretlerine MÜSİAD ile başladı. Samimi bir
havada gerçekleşen ziyaretten duyduğu
memnuniyeti dile getiren MÜSİAD Genel
Başkanı Nail Olpak eski MMG yöneticisi
olarak yapılan çalışmaları yakından takip
ettiğini ve takdirle karşıladığını söyledi.
MMG Genel Başkanı Murat Özdemir’de
MÜSİAD’ın Türkiye’nin en önemli
STK’larının başında geldiğini ve birlikte
14 Mimar ve Mühendis
önemli çalışmalar yapmak istediklerini
ifade etti. MMG’nin gerçekleştireceği
Panel ve Seminerlerde MÜSİAD’ında
katılımcı olarak yer almasını talep eden
Özdemir, gerçekleştirmeyi düşündükleri Konferansta MÜSİAD’ında katılımcı
olarak bulunmasını istedi. Gelecek sene
gerçekleştirilecek Oda Seçimlerinde MÜSİAD’ında oluşturulacak oda komisyonlarında yer almasını ve destekte bulunmalarını arzu ettiklerini belirtti.
MMG’DEN
İTÜ ZİYARETİ
M
MMG’DEN TÜMSİAD’A ZİYARET
M
imar ve Mühendisler Grubu
ziyaretleri çerçevesinde TÜMSİAD İstanbul Şubesine ziyarette bulunan
Yönetim Kurulu Başkanı Murat Özdemir’e
Yönetim Kurulu Üyesi ve Genç MMG
Başkanı Yavuz Sarı, Komisyon Başkanları
Mehmet Kürşat Çapar, Mustafa Yalçınkaya
ile Genel Sekreter Murat Alpay eşlik etti.
TÜMSİAD İstanbul Şube Başkanı Eyüp
Topal ziyaretten duyduğu memnuniyeti
dile getirerek MMG’nin topluma yön veren
bir STK olduğunu belirterek yaptığınız
çalışmaları ilgi ve takdirle izliyoruz dedi.
TÜMSİAD olarak yurtiçi ve yurtdışındaki 40 şube ile ülke problemlerine çare
aradıklarını söyleyen Topal, STK’lar olarak
ortak akılın oluşturduğu bir çalışma grubu
kurarak ülkeye faydalı olacak çalışmalar
yapmak istediklerini söyledi. MMG’nin
desteği ile verimli çalışmalara imza atabileceklerine inandıklarını söyleyen Eyüp
Topal, ülkenin çevre ve enerji verimliliği
konusunda çok büyük bir açık bulunduğunu söyleyerek STK’ların dinamik yapılar
oluşturarak geleceğimizin gençlerini
yetiştirmesi gerektiğini ifade etti.
imar ve Mühendisler grubu tarafından üniversitelere gerçekleştirilen
ziyaretler çerçevesinde MMG Genel Başkanı
Murat Özdemir önderliğinde bir heyet İTÜ
Rektörü Prof Dr. Mehmet Karaca’yı makamında ziyaret etti. Murat Özdemir İTÜ’de
gerçekleştirilen olumlu değişimleri dile getirerek dünya üniversiteleri arasında önemli
bir yere sahip olan İstanbul Teknik Üniversitesi ile MMG olarak ortak projelere imza
atmak istediklerini söyledi. MMG olarak
üniversite bünyesinde öğrenci kulübü açmak
istediklerini dile getiren Murat Özdemir,
çıkarmayı düşündükleri hakemli dergi için
üniversite öğretim üyelerinin desteği aşamasında yardım talebinde bulundu. İTÜ Rektörü Prof Dr. Mehmet Karaca dile getirilen
taleplerin kendileri içinde uygun olduğunu
ve MMG ile yapılacak her etkinliğe destek
olmaya hazır olduklarını dile getirerek,
öğrencilerin gelişimleri konusunda birlikte
çalışmalar yapmak istediklerini ve yakın
zamanda açılışını yapacakları Teknopark ile
Ar-Ge ve inovasyon konusunda MMG’nin de
katkıları ile etkin çalışmalar yapabileceklerini ifade etti.
Kasım - Aralık 2013 15
MİMARLIK
GÖKDELENLER VE
GETTOLAR İNANCIMIZIN
NERESİNDE?
Siz her yüksek yere koca bir bina kurup, boş şeyle mi
uğraşırsınız? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı
edinirsiniz? (Şuarâ ,128-129)
Binâlarınızı yükseltmeyiniz. Zirâ günlerinizin en kötüsü
binâlarınızı yükselttiğiniz gündür. Hz.Ömer (r.a.)
>
YAZI: MEHMET OSMANLIOĞLU / MİMAR
GÖKDELENLER ÇAĞIN
UTANÇ DUVARLARI MI?
Günümüzdeki şehirlerde insanlar aralarındaki
ilişkilerin azalarak hızla zayıfladığı, sanallaştığı,
olanca kalabalıklığına rağmen giderek yalnızlaştığı ve yekdiğerinden kopmakta olduğu bir
dünyada yaşamaktadırlar.
İnsan fert olarak hem kendine ve hem de çevresindekilere yabancılaşırken modern hayat
tarzının dayattığı kurallar insanın yalnızlığını
ve yabancılaşmasını her geçen gün arttırmaktadır. Yükseklik yarışına giren gökdelenlerin,
“utanç duvarları” gibi birbirlerinden kopardığı
mahalleler ve fertler birbirlerine yabancılaşmakta, böylesi bir hayat tarzında akrabalık,
dostluk, arkadaşlık ve komşuluk ilişkileri de
giderek anlamını yitirmektedir.
Oysa İslam öğretileri ana-baba ve akrabadan sonra yetim, yoksul ve komşu haklarını
gözetmeyi emretmekte olduğu sayısız ayet ve
16 Mimar ve Mühendis
hadislerde görülmektedir.
Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerîmde “Yalnızca Allah’a
kulluk edin ve ondan başka hiçbir şeye ilahlık
yakıştırmayın. Ana babaya yakın akrabaya,
yetimlere, yoksullara, yakın komşulara, uzak
komşulara, yanınızdaki arkadaşa, yolda
Pekalmışa ve elinizin altındaki (hizmetçi ve
işçi)lere iyilik yapınız ve iyi davranınız.” (Nisa
4/36) buyurmaktadır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)“Allah’a ve
âhiret gününe iman eden kimse komşusunu
rahatsız etmesin. Allah’a ve âhiret gününe
iman eden kimse misafirine ikram etsin.
Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse
ya hayır söylesin veya sussun!”
Hâfız, el-Fetih’te, bir Sahabînin ,”Ey Allah’ın
Rasûlü! Komşunun komşu üzerindeki hakkı nedir?” sualine Allah Rasûlü (sa.v.)’nin: “Evi hava
alamayacak şekilde bitişiğinde ondan izin
almadan evinden yüksek bina yapamazsın.”
buyurduğunu belirtmektedir.
Yine bir başka hadis-i şerifte Peygamber
Efendimiz;" Kıyamet alametlerinden biri
de, yalın ayak, çıplak, yoksul koyun-keçi
çobanlarının binaları yükseltmekte birbirleriyle yarış ettiklerini ve böbürlendiklerini
görmendir.” buyurmaktadır.
Kurtubi der ki: “Bundan maksat, çölde yaşayan göçebelerin ortalığı istila etmeleri ve
zorla ülkeye sahip olmaları sonucu durumun
değişeceğine dair haber vermektir. Böylelikle bunların malları çoğalacak ve bunların
bütün gayretleri yüksek binalar yapmaya ve
bunlarla övünmeye doğru yönelecektir. Biz
bu dönemlerde bunlara tanık olduk.”
Ancak, yeri gelmişken; son zamanlarda gündeme gelen ‘şehir siluetini bozacak derecede
yükseltilen’ çok katlı binaların/gökdelenlerin,
hangi yönden olursa olsun, nice kırklarca
binada yaşayan “komşuların” görüş alanını
kapattığı ve onların manzarasını bozduğu da
bir hakikattir. Hele söz konusu çok katlı binalar,
halkın ortak mekânlarını, tarihi ve kutsal
yapılarını perdeliyorsa, Peygamberimizin (s.a.v)
“on(lar)dan izin almadan ev(ler)inden yüksek
bina yapmazsın!” ihtarı üzerinde bir kez daha
düşünmek gerekmektedir.
GÖKDELENLER YANLIŞ ŞEHİRLEŞME
MODELİNİN SONUCU OLABİLİR Mİ?
Kimileri gökdelenlerin şehirler için gerekli ve
faydalı olduğunu belirtmekte, İstanbul gibi büyük şehirlerde ise neredeyse zorunlu olduğunu
savunmaktadırlar. Gerçekten bu yapılar çağın
kaçınılmaz ihtiyacı mı? İnsanların bu denli
yoğunlaşan şehirlere mahkum olması kaçınılmaz bir kader mi?Yoğun nüfusun yaşadığı
bölgelerin tek çözümü bunlar olabilir mi?
Kimilerince de ömür törpüsü heyulalar bu
gökdelenler. Ülkemizde kapitalizmin iktisa-
di enstrümanlarını kullanarak sürüklediği
rant kaynaklı şehirleşme modelinde yüksek
yapılara(gökdelenlere) rağbetin ekonomik
sistem gereği oluşturulduğu görülmektedir.
Çünkü sistemin işleyişi bu tür yapılaşmayı
öngörmekte, önermektedir.
Yüksek katlı yapıların yapımına ilişkin rağbete
karşı oluşan reaksiyonların bir kısmı kişilerin ya
da grupların değer sistemlerine göre değişen
"sübjektif sakıncalar", bir kısmı da bilimsel ve
teknik gereklere dayanan "objektif sakıncalar"
olarak tebarüz etmektedir.
Sübjektif sakıncalar; şehirlerin tarihi karakteri ve siluetin bozulduğu, gökdelenlerin
insanlar üzerinde psikolojik baskı yarattığı
ve hatta davranış bozukluklarını ortaya
çıkardığı gibi eleştirilerden oluşmaktadır. Bu
eleştiriler taraflar arasında tartışma konusu
olsa da genel anlamda bir mutabakata varılması kolay değildir.
Objektif sakıncalar ise; genellikle ulaşım
sorunları, mevcut altyapıyı zorlamaları, yakın
çevresindeki binaların güneş ve manzaradan
yararlanmasının ve hava sirkülasyonunun engellenmesi, rüzgârın rahatsız edici hatta zarar
verici etkilerinin oluşması, yangın ve deprem
gibi olaylarla çevre için daha büyük risklerin
doğması olarak özetlenebilir.
Yüksek katlı konut literatürde olmayan bir kavram olup, belki az gelişmiş ülkelerde insanları
istiflercesine yerleştirildiği mahrumiyet bölgesi
yapıları olarak karşımıza çıkmaktadır. Konut
dışı olmak kaydıyla istisnai durumlarda bu tür
yapıların yapılması zaruri ise yerel yöneticilerin,
yatırımcıların ve mimarların yüksek yapıların
yer seçimi konusunda şehrin siluet ve tarihi
dokusunun korunması gibi kriterleri dikkate
almaları gerekir. Yüksek yapıların olduğu
bölgelerde nüfus yoğunluğu artmakta bu
yüzden de, ulaşım, enerji, içme suyu ve atık su
Kasım - Aralık 2013 17
MİMARLIK
sistemlerinin kapasiteleri zorlanmakta veya
yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle yer seçimi
yapılırken mevcut yerleşimlerin dışında ve
uzağında yerleri düşünülmelidir. Gökdelenler
şehrin tarihi kimliğine, ruhuna zarar vermekte
bu tür yapılar çoğaldıkça şehrin bu değerleri
yok olmaktadır.
Bu tür yapılar aynı zamanda şehrin topoğrafyasını örseleyerek, tabiatın siluetini bozmakta
ve birbirine ne kadar uzak olursa olsun şehrin
insicamını alt üst etmektedir.
Şehirde tebarüz etmiş eski nirengi noktalarını,
imaj oluşturan yapıları yüksek yapıların inşaasıyla kaybolup gitmekte, şehrin tarihî mekanların özelliği yitirilmekte, mahalleler, meydanlar
sokaklar, eski ağaçlar yok edilerek hatıralar
kaybedilmekte, kısaca yaşayanların şehre ait
değerleri ve aidiyeti yok edilmektedir..
Aynı zamanda bu yapılar yapılırken evlerin
yakınındaki özel yeşil alanlar, bahçeler yok
edilerek Türk şehirciliğinin tabiat ile bütünleşen tabii çevre ilkeleri yok edilmekte, eski
evlerin iç mekan-dış mekan bütünleşmesi
yitirilirken, manzaraya yönelme ve komşu
yapılara olan saygıdan bahsetmek imkansız
hale gelmektedir.
YÜKSEK KATLI BİNALARIN
SOSYOLOJİK YAPIYA VE
İNSAN SAĞLIĞINA ETKİLERİ
Yüksek katlı binaların sosyolojik açıdan oluşturduğu sakıncalara gelince, insanlar kendine özel
18 Mimar ve Mühendis
özgürlük alanlarını kaybederek aşırı ölçüde
birbirine yaklaştırıldığından aralarındaki ilişkiler
zedelenmekte ve kavgalara dönüşmektedir.
1992 de şehir ve kasabalarda yurt çapında
yapılan bir ankete göre insanların %92 si
1-2-3 katlı evlerde oturmak istiyor. Buna
benzer İstanbul ölçeğinde 2012’de yapılan bir
ankette de yine aynı nispette insanın az katlı
konutlarda oturmak istediği teyid edilmektedir.
Bu durumda toplumun yüksek katlı bina talebi
olmadığına göre halen yapılmakta olanlar
toplumun taleplerine ters düşmektedir.
Bu karşı duruşun ortaya koyduğu veriler ve
farklı taleplere rağmen yüksek katlı konutlar
yapılmasından elde edilenin ne olduğunu irdelemek gerekir. Yaygın olan görüşe göre düşük
maliyetlerle elde edilen arsalardan yüksek rant
sağladığından yatırımcılar ve onların idareye
tesir eden çevreleri öncelikle bu suni talebi
oluşturmakta, ardından oluşturulan taleple yatırımcı bir yandan arsa üzerinden kazanırken,
öte yandan yüksek katlı bina yaparak binadan
da büyük kârlar elde edebilmekte olduğu
belirtilmektedir. Yüksek katlı bina yapımı yaygınlaştıkça bu tür yapıları yapabilecek büyük
ölçekli şirketlerin işleri artarken, küçük ve orta
ölçekli inşaat firmaları giderek azalmaktadır.
Bu tür uygulamalar sermayeyi bir kesimde
yoğunlaştırarak toplumdaki orta gelir grubunu
ortadan kaldırmakta, toplumda birbirinden
kalın çizgilerle ayrılmış yüksek gelir düzeyli elit
kesim ile düşük gelir grubundan oluşan kaotik
bir sosyal doku teşekkül ettirmektedir.
Firmalara sağladığı prestijin yanında, çalışanlara sağladıkları konfor, kaynakların ekonomik
kullanımı ve daha fazla insanı bir arada çalıştırma imkânı gibi nedenlerden dolayı tercih
edilen yüksek katlı binalarla ilgili görüşlerini
belirten nöroloji uzmanı Doç. Dr. Serdar Dağ,
suni iklimlendirmeden kaynaklanan enfeksiyonları ve üst solunum yolu sorunlarının
yanında bu tür binalarda çalışanların en çok
yakındıkları sağlık sorunlarının başında gerilim
tipi baş ağrıları ve migren gelmekte olduğu
belirtilmektedir.
ŞEHİRCİLİK VE İMAR
AÇISINDAN DEĞERLENDİRME
Hayatın gerçeğinden uzak masa başında
hazırlanan imar planlarıyla, kanun ve yönetmeliklerin getirmiş olduğu anlamsız kural ve
sınırlamalara göre uygulama yapıldığından
olumsuz sonuçları kaçınılmaz olmaktadır. Yüksek yapılarda alttaki katlar üsttekileri taşımak
zorunda kaldığından abartılı temeller, ileri
teknoloji maliyeti, asansörler, yüksek deprem
riski ve yangın güvenliği açısından gelen ilave
maliyetler, arsadan elde edilen tasarrufu(!)
gidermekte, daha yüksek maliyetli binalar
haline gelmektedir.
Gökdelenlerin şehre önemli olumsuz etkilerinden biri de şehir içindeki hava sirkülasyonun
azaltması ve azalan sirkülasyon dolayısıyla
şehir içindeki havanın sıcaklık ve kirliliğin doğal
Modern ideolojiler ve
özellikle liberalizm /
kapitalizmin bağlılarının, yani
gettolaştırmanın fikir ve eylem
ortaklarının bu kıyameti yaratmış
olmaktan dolayı bir sıkıntı içinde
olması beklenmez. Ancak tevhid
dini olan İslam’ın bağlılarının,
özellikle Türkiye’de bu kıyamet
ideolojisine olan katkıları
düşünülünce, kıyameti çok daha
soğuk bir yüzle karşımızda
görüyoruz.
klima sistemi bozulduğundan dışarıya tahliye
edilmemesine sebep olmaktadır. Buna karşılık
Belgrad Ormanı istikametinden esen sert
rüzgârlar gökdelenler arasındaki boşluklardan çıkarken hava şartlarında ani değişimler
teşekkül etmektedir.
Arsanın çok kıymetli olduğundan bahsederek
yüksek katlı bina yapmanın zaruri olduğunu
bahsedenlere verilecek cevap şöyle özetlenebilir :1,50 emsalli bir yerde emsali değiştirmeden 0,25 taban alanını 0,50 ‘ye çıkarırsanız
aynı imarla altı katlı bina yapmak yerine üçer
katlı sıra evler yapılabilmekte ve aynı yerde,
aynı imar yoğunluğu ile daha insanî, tabiatla
barışık çözümler elde edilebilmektedir. Bu
binalarda insanların kendine ait küçük birer
bahçe ayırılarak toprakla temas sürdürülebilmekte, yaşlı, çocuk ve engellilerin ve herkesin
toprağa, yere daha yakın olmakla daha mutlu
oldukları görülmektedir. Bu tür çözümler
üretilebilecek iken yukarıda belirtilen rant
kaynaklı sebepler ve çözüm üretimindeki akıl
tutulmasından(akıl kıtlığı da denilebilir) dolayı
bu tür çözümlemeler üzerinde pek durulmamaktadır. İnsanlar ortak ama kendisine ait
olamayan geniş pasif yeşil alanlardan çok,
küçük ama kendine ait aktif kullanacağı bahçeleri talep etmektedir. Bu tür az katlı yapılar,
yüksek katlı binadan gelecek büyük temel
masrafları, asansör, kule vinç, büyük deprem
ve yangın riski maliyetlerine katlanmayı gerektirmemekte, büyük inşaat şirketlerine ihtiyaç
duymaksızın hemen yakınındaki küçük ya da
orta ölçekli firma ya da kalfayla binalarını
yapabilmektedir. Böylece aracılık ve tanıtımreklâm hizmeti vererek konut maliyetine suni
olarak artıran parametrelerden kaçınılarak
daha ucuza ev sahibi olunulacaktır. Ayrıca
bu tür az katlı yapıların betonarme yapım
zorunluluğu bulunmamakta ahşap, çelik, kâgir
ve hatta kerpiçten dahi yapılabilmektedir.
GETTOLAŞMA KIYAMET
HABERCİSİ(Mİ?)..
Bir şehrin herhangi bir azınlıkça yerleşilen
bölümüne genel olarak “ Getto ya da geto”
denilmektedir. İbranice kökenli bu sözcük
20.yüzyıl ortalarında Almanya ve Doğu Avrupa
şehirlerinde eskiden Yahudilere ayrılan sonra
da Yahudi semtlerine verilen bir ad olup
,genelde kötü hayat şartlarının hakim olduğu
yerleşim bölgeleri için kullanılmaktaydı. Günümüzde ise belli gelir ya da düşünce paralelliği
taşıyan grupların, kendilerini toplumun diğer
kesimlerinden ayrıştırarak, hisarlar ve tel
örgüler arasına alarak daha güvenli ve steril
bir ortamda yaşamayı oluşturan, genellikle
yüksek katlı lüks konutlardan oluşan siteler
anlaşılmaktadır.
Bu tür yapılaşmaların kapitalist ekonomik
sistemin uzantısı ve sonucu olduğunu belirten
Enver Gülşen, “Bir Kıyamet Habercisi Olarak
Gettolaşma” adlı makalesinde; “Modernite
ve onun ekonomik hayatla toplumsal hayat
arasındaki ilişkileri düzenleyen “araçlarından”
en güçlüsü olan kapitalizmin sürdürülebilir
olması toplumsal alanın gettolaş(tırıl)masıyla
yakından ilintilidir. Gettolaşma, bir yandan
çeşitli toplumsal kesimlerden gelen insanlar
arasındaki bağları koparırken, öte yandan insanı salt bir dünya yaratığı hâline döndürecek
bütün yolları sonuna kadar açar.”
Modern toplumlardaki gettolaşma, üç aşamada gerçekleşir. İlki, mezarlıkların gettolaştırılmasıdır. Mezarlıklar şehrin en uzak köşelerine,
“faal insanın” göremeyeceği kadar uzağa atılır
ki, günlük hayatta “yükümlülüklerini” yerine
getiren insan, ölümle hiçbir şekilde karşı karşıya kalmasın. Zira ölümle yüzleşmek, insanın,
hayatın hakîkî anlamı üzerine her an tefekkür
içinde olması demektir. (…)
Özellikle kapitalizmin yoğun bir toplumsal
travma yarattığı ve insanların hayat standartları arasında derin uçurumlar oluşturduğu
yerlerde gettolaşmanın ikinci adımı gerçekleşir. Üretim ve tüketim döngüsünün içindeki
herhangi bir konumda yer alamayan toplumun
yoksul kesimleri mezarlıklara yapılan türden
bir gettolaştırma işlemine maruz kalırlar. (…)
Ve gettolaştırmayı bütün unsurlarıyla gerçekleştirenler, bu şiddetin farkındadır. Bu yüzden
üçüncü tipten gettolaştırma başlar. Ancak bu
defaki gettolaşma, ilk ikisinden nicelik ve nitelik olarak temel bazı farklar barındırır. Bir kere
bu son gettolaşma, bir şekliyle toplumun ve
devletin yönetici elitinin, kendilerini “sıradan”
halktan izole ederek korunaklı kılmasıdır. Askerler, milletvekilleri, hâkim savcılar, bürokratlar vs. topluca yaşadıkları yerlerde, kendi korunaklı duvarları ardında ilk iki gettolaşmanın
sonucu gerçekleşebilecek potansiyel şiddetten
uzaklaştırırlar kendilerini. Bu korunaklı yerler,
adeta mini devletçik gibidirler. İçerdekilerin
dışarının dertlerinden haberi yoktur. Ki zaten
haberleri olmasın diye inşa edilmiş olan bu
Kasım - Aralık 2013 19
MİMARLIK
ahlak ve dindarlıklarını, nesillerin eğitimini
olumsuz etkileyecekse İslam toplumunda
onların aykırı fiilleri için özel mekanlar ihdas
edilmek gibi tedbirlere başvurulur.”
Müslümanlar dâhil insanlığın kahir ekseriyetinin güç, iktidar, para,
mal mülk, kariyer putlarına tapar hâle gelmesi “sizin taptıklarınız
benim ayağımın altındadır” diyen İbn Arabî’yi yeniden aklımıza
getirmeli. Ayaklar altına almamız gereken her şeyi, sırça köşklerimizde
baştacımız yaptık. “Bir lokma, bir hırka” boğaz manzaralı ultra-lüks
rezidanslarımızın şark köşesine astığımız altın çerçeveli tabloda yazılı
bir hatıra olarak kaldı.
fildişi kulelerde yaşarlar.
Modern ideolojiler ve özellikle liberalizm /
kapitalizmin bağlılarının, yani gettolaştırmanın fikir ve eylem ortaklarının bu kıyameti
yaratmış olmaktan dolayı bir sıkıntı içinde
olması beklenmez. Ancak tevhid dini olan
İslam’ın bağlılarının, özellikle Türkiye’de bu
kıyamet ideolojisine olan katkıları düşünülünce,
kıyameti çok daha soğuk bir yüzle karşımızda
görüyoruz.
Bugün Müslüman elitlerin, gettolaştırmanın
bu üç türlüsüne, ama özellikle zengin rezidansların hayatımızın içine bir çirkin kale olarak
girmesine olan “katkıları” yadsınamaz.. “Allah’ın
karşısında kral da, dilenci de aynıdır; onları
ayıran sadece takvalarıdır” inancına sahip olanların, kendi “ayrıcalıklarını” Babil kuleleri içinde
sergilemek için birbirleriyle yarışmaları oldukça
manidar. Modern korkuların Müslümanların
önce hayatlarını, sonra da imanlarını dönüştürdüğünün en büyük kanıtı bunlar.
Tanrıyı mı attık hayatımızdan; soytarı tanrıcıklar bütün görüş alanımızı işgal eder ve bizi
köleleri hâline dönüştürürler. Müslümanlar
dâhil insanlığın kahir ekseriyetinin güç, iktidar, para, mal mülk, kariyer putlarına tapar
20 Mimar ve Mühendis
hâle gelmesi “sizin taptıklarınız benim ayağımın altındadır” diyen İbn Arabî’yi yeniden
aklımıza getirmeli. Ayaklar altına almamız
gereken her şeyi, sırça köşklerimizde baştacımız yaptık. “Bir lokma, bir hırka” boğaz
manzaralı ultra-lüks rezidanslarımızın şark
köşesine astığımız altın çerçeveli tabloda
yazılı bir hatıra olarak kaldı.
Babil kulesi neden tamamlanamamıştı ve neden Allah, Babil kulesini yapanların dillerini değiştirmişti de birbirlerini anlamaz olmuşlardı?
Allah’a şirk koşmanın bir şekli olan salt dünya
varlığı hâline gelmiş olmamız olmasın bunun
sebebi? Babil kulesini yapanların başına gelen
şey, tekrar tekrar başımıza gelmiyor mu?
Dillerimiz, artık birbirimizi anlayamayacak
kadar karışmadı mı, aynı “dili” konuşsak bile?
Parçalana parçalana nereye kadar? Kıyametin
hemen eşiğinde duruyoruz. Korunaklı, konforlu
ve güvenli duvarlarımız bir gece ansızın tepemize büyük bir gürültüyle çöktüğünde her şey
için çok geç olabilir. Gidilen yol yol değildir.”
Konuya başka açıdan bakan Hayrettin Karaman ise şöyle diyor: “İslam'a inanmayanlar
kendi inançlarını serbestçe uygulayabilirler
ama bu uygulama Müslümanların hayat,
NETİCE
Kentsel dönüşüm' sağanağı altında projelendirilen çok katlı, çok yoğun siteler, toplumu
merkezi ve mahalli bir otorite tarafından dayatılan bir ayrışmaya sürüklemektedir. İnsanların
nerede, hangi büyüklükte bir evde oturacağına,
komşularının kimler olacağı ve kimlerle temas
edeceğine, sakinlerin dışında bir üst irade
karar vermektedir.
Dünyada toplumdaki bu ayrışmanın önüne
geçecek bazı tedbirler alınmakta, çözüm
yolları aranmaktadır. Buna örnek olarak;
Kanada`da bazı eyaletler toplu konutların
site girişlerini güvenlikler ve kilitli kapılarla
kentin yol bağlantılarına kapatmasını yasaklamaktadırlar. Amerika`daki bazı eyaletlerde,
Avrupa’da Amsterdam gibi şehirlerde yeni
geliştirilen toplu konut projelerinde alt ve
orta gelir grubuna yönelik belli bir konut
stokunun da üretim, emlak geliştiricilere şart
koşularak farklı gelir gruplarının bir arada
yaşaması hedeflenmekte ve gettolaşmanın
önüne geçilmeye çalışılmaktadır.
Mekanları tasarlayan, inşaa eden, karar
verenler, ona kendi inanç ve kültürel kodlarını
yansıtmakta ve bu mekânlar derin manalar
yüklü ve veluddur. İnşaa edilen mekanlarda
insan ve cemiyetin kültürel kodlarının ete
kemiğe bürünmüş hali gizlenmiş gibidir.
Dışa kapalı, özel, güvenlikli, muhafazalı alanlar
ister istemez bir ayrışmayı tevlid edecektir.
Siteleşme ile ayrışma birbirlerini takip eden
tabii silsile gibidirler..Bu fiziki ayrışma zihinsel
ayrışmaya dönüşürse insanları ötekileştirdiklerinden dolayı aklen ve kalben ayrı yaşamaya
ve düşünmeye götürme tehlikesini mündemiçtir. Bu ise cemiyet hayatının tamamını tehdit
edecek içtimai bir mesele haline dönüştürebilir. Kaldı ki bu minvaldeki mevcut sitelerde yaşayanların pervasızlıkları, gösteriş ve tüketim
hastalıkları, yaşamakta oldukları hayatın lüksü
onları yekdiğerini düşünmeyen ve giderek dünyevileşen nesne haline getirmektedir. Mutlak
huzur ve mutluluk bu dünyada mümkün mü?
Ebu Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resülullah(s.a.v.) şöyle
buyurdu:"Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete
giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman
etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi
seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda
selamı yayınız!"
Kasım - Aralık 2013 21
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON GİRİŞ • MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
TÜRKİYE'DE AR-GE VE
İNOVASYON YÖNETİMİ
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler, uluslararası
düzeyde rekabet edebilmek için, araştırma temelinin
güçlendirilmesi ve yapılandırılması yolunda yeni
mekanizmalar geliştirirken, oluşturulacak bir
bilim ve teknoloji politikası çerçevesinde teknoloji
üretme olanaklarını geliştirmelidir. Her şeyden
önce gsyih’den Ar-Ge’ye ayrılan pay çıkartılmalı
ve ayrılan bütçenin katma değeri yüksek, dünya
ölçeğinde rekabet edebilir ürün ve teknolojilerin
geliştirilmesi gibi doğru kaynaklara aktarılması
sağlanmalıdır.
22 Mimar ve Mühendis
Kasım - Aralık 2013 23
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON GİRİŞ • MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
AR-GE VE
İNOVASYON’UN
NERESİNDEYİZ?
Günümüzde kuruluşların rekabet
gücünü belirleyen en önemli unsur
Ar-Ge ve inovasyon yetenekleridir.
Bazı inovasyonlar her hangi bir Ar-Ge
faaliyetine gerek olmaksızın, bazıları
ise teknolojik Ar-Ge faaliyetlerinin
sonucunu kullanarak yapılmaktadır. Peki,
ülkemizde Ar-Ge inovasyon konusunda
durum nedir, neler yapılmakta ve neler
yapılmalıdır, açıklamaya çalışalım.
İnovasyon ve Ar-Ge konusunun firmalar, hatta ülkeler için
rekabette farklılaştırıcı unsur olduğunun bilinmesine rağmen,
Türkiye’de aslında tam anlamıyla inovasyon ve Ar-Ge uygulamalarının nasıl olacağı herkes tarafından net bir şekilde bilinmemektedir. Kimileri konuya sadece finansal olarak bakmakta ve TÜBİTAK veya KOSGEB’in verdiği Ar-Ge teşviklerinden yararlanmayı
inovasyon ve Ar-Ge yapmak olarak görmektedir. Kimileri, firma
içinde fikir geliştirme veya motivasyon çalışmaları yapınca inovasyon yaptıklarını düşünmektedir. Kimileri piyasaya yeni bir ürün
çıkartınca kendini “inovatif” bir firma olarak tanımlamaktadır.
Bu ve bunun gibi sayılacak birçok şey inovasyon ve Ar-Ge’nin bir
parçası olabilecekken gerçekte önemli olan, yapılan çalışmaların
nasıl yapıldığı, firmanın satışlarını ne kadar arttırdığı ve elbette
işin sonunda rekabet gücünün ne kadar yükseldiğidir. Türkiye’de
yapılan çalışmalara bu gözle bakıldığında ve dünyadaki uygulamalar ile karşılaştırıldığında gerçek anlamda inovasyon ve Ar-Ge
metodolojilerinin çok fazla bilinmediği ortaya çıkmaktadır.
Ülkemizde Ar-Ge ve inovasyon eksikliğinin nedenleri arasında,
alınan eğitimin yetersizliği, yeni konularda derslerin açılamaması;
akademisyenlerin araştırma yapamamaları, maddi sorunlar, altyapı yetersizliği (araştırma laboratuvarı ve enstitüsü), araştırma
heyecanı, sevgisi, metodolojisinin verilememesi, birlikte çalışılamaması, araştırmalarda çalışan doktoralı eleman eksikliği, proje
başvurularının kişisel ya da tek kurumlu olması, ulusal konsorsiyumun kurulamaması, uluslararası organizasyonlara katılım eksikliği
ve doktora sürelerinin çok uzun olması gibi unsurları sayabiliriz.
24 Mimar ve Mühendis
Bu koşullarda yeni teknolojiyi üretmenin hatta takip etmenin
imkansız hale gelmesi kaçınılmazdır. Tabii sanayinin ilgisizliğini
de saymadan geçemeyiz.
Yukarıdaki eksiklikleri de göz önünde bulundurarak, Türkiye’de
Ar-Ge ve inovasyon kapasitesini artırmak için yapılması gereken
çok sayıda iş bulunduğunu söyleyebiliriz. Rekabetçi güç odaklı,
Ar-Ge ve inovasyon temelli yeni bir stratejik dönüşüm şart gibi
görünmektedir. Türkiye'nin inovasyon kapasitesini arttırmadan
ve bu kapasiteyi üretime dönüştürmeden istenilen düzeyde bir
refaha ulaşmamızın imkânı bulunmuyor.
Türkiye Küresel Rekabetçilik Endeksi'nde 59, İnovasyon
Kapasitesi'nde 69, İş Yapma Kolaylığı Endeksi'nde 71, Metametik
ve Fen Bilimleri Endeksi'nde 103 ve Dünya Refah Ligi'nde 75'inci
sırada bulunuyor. Bir yandan araştırmacı sayısı ve bilimsel makale üretimi artarken, aynı gelişmeler patent sayılarına ve üretime
yansımıyor. Öte yandan ihracatımız, düşük ve orta teknolojilere
dayalı bir sanayi yapısına sahip. İhracatımızın sadece % 2’si yüksek teknolojili mallardan oluşuyor. Oysaki küresel endekslerde üst
sıralarda yer alan ve dünyanın önde gelen ekonomilerinde bu oran
% 20-50 arasında değişiyor.
Araştırma geliştirme faaliyetleri ve inovasyonlar tüm dünyada,
büyümenin, verimliliğin ve rekabet avantajının önemli bir dinamosu olarak hız kazanmaktadır. Ar-Ge’nin hedeflerine ulaşabilmesi
için, kamu-özel sektör arasında sorumlulukların paylaşılması,
bilişim teknolojileri ve insan kaynakları ile ilişkilerinin irdelenmesi,
teşvik ve finansman boyutlarının dikkate alınması ve harcamaların doğru ve dönüşü olan alanlara kanalize edilmesi gerekmektedir. Ar-Ge’nin salt ‘ürün geliştirmeye yönelik harcama’ olarak
görülmemesi ve ekonomik büyümeye olan etkisini gerçekleştirilmesi için teknolojik gelişme ve iktisadi büyüme arasındaki iletim
mekanizmasının doğru anlaşılması ve teknolojiye ‘hazır olma’ ve
teknolojik ‘kullanımın’ artırılmasına yönelik bir planlama çerçevesinde yol alınması gerekmektedir.
Not: Bu yazıda MÜSİAD’ın Ar-Ge ve İnovasyon raporlarından
faydalanılmıştır.
Kasım - Aralık 2013 25
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Mesut UĞUR
MMG Yönetim Kurulu Üyesi
AR-GE NEDİR İNOVASYON NEDİR?
K
MMG Dergisinin bu sayısının teması AraştırmaGeliştirme kısaca AR-GE ve İnovasyon. Bu
sayıda konu uzmanları tarafından detaylı
şekilde anlatılacak. AR-GE ve İnovasyon
gerekliliği, tecrübeler, uygulamalar, metotları,
ticarileşmesi, desteklenmesi konusunda
bilgilerimizi artıracağız. Mühendis ve mimarlar
olarak zaten sürekli duyduğumuz, kısmen veya
tamamen içinde olduğumuz bu konuyu daha da
içselleştirmiş olacağız.
işisel gözlemlerimi paylaşmak isterim. 1985 de mühendis
diplomamı alınca Ar-Ge mühendisi olarak tekstil makinesi
üreten bir şirkette iş hayatına atıldım. 3 yıl dokumaya hazırlık
makineleri kontrol sistemleri geliştirdim. İkinci şirketimdeki
görevde sentetik iplik makineleri proses kontrol sistemleri
geliştirdim. Böylelikle İsviçre’de 9 yıl Ar-Ge çalışma tecrübem
oldu. Yaklaşık 18 senedir Türkiye’de bu konuda faaliyette
bulundum, Ar-Ge yapan, teknoloji üreten kişilerle, kurumlarla
temasım devam etmektedir. Tüm bu 27 yıllık deneyimi mukayeseli olarak sizlerle paylaşmak istiyorum.
İsviçre’de çalıştığım şirketlerde Ar-Ge yapmanın iki önemli
motivasyonu vardı.
1) Müşteri, mevcut makine ve sisteme ek fonksiyonlar, özellikler talep ediyordu. Bu taleplerin en iyi şekilde, müşterinin
istediğinden daha fazlasıyla yerine getirilmesi için yapılan
Ar-Ge çalışmaları.
2) Pazarda kalmayı sürdürebilmek için, rekabetçi olmak için
ve rakip firmaların yaptığından daha işlevsel, daha verimli,
üretken sitemler için Ar-Ge çalışması yapmak. Bu yaklaşıma
Ar-Ge ve inovasyonun motoru diyebiliriz. Bu bir dürtü kültürü,
yarış hatta varoluş kültürü. Bir şirket kurulup bir ürünle başladığı zaman adeta sonsuz bir yarışa çıkmıştır. Bu yarışta önde
olmak en büyük motivasyondur. Beraber yarışa katılanların
aynı motivasyonu olduğunu unutmamak gerekir.
Bu iki sebepten görüleceği üzere şirketler gelirlerinin bir kısmını Ar-Ge’ye ayırmak zorundadır. Cirodan Ar-Ge’ye ayrılan kaynaklar sektörden sektöre değişmektedir. Gelişmiş ülkelerde
GSMH %3 kadar kaynak Ar-Ge’ye ayrılmaktadır. Bu kaynağın
%1 kamu kaynaklarından, %2 si ise özel sektör kaynaklarından olması idealdir. Ülkemizin 2023 hedefleri bu şekildedir.
TUİK ve TÜBİTAK verilerine göre 2000 li yılların başında
GSMH’dan Ar-Ge için % 0,45 kaynak kullanılırken bu rakam
günümüzde %1’e yaklaşmıştır. Bu kaynağın hemen hemen
hepsi kamu tarafından sağlanmaktadır. Milletimizi görgüsü,
kültürü hep devletten bir şey beklemektir. İşadamı dernekleri
adeta devlet teşvikleri peşinde koşmaktadır. Devletin Ar-Ge
teşvikleri adı altında fon ayırması işadamlarının iştahını çok
kabartmaktadır. Yukarıda İsviçre’de çalıştığım şirketlerin 2
önemli Ar-Ge motivasyonunu yazdım. Çalıştığım 9 yıllık Ar-Ge
mühendisi süresince İsviçre Devletinin Ar-Ge teşvik fonu olduğunu duymadım, hiç projede yazmadık. Çalıştığımız konularda
gerçekten ileri teknoloji olan konulardı. Devletin şirketimize
verdiği destek sanırım geliştirdiğimiz sistem ve makinelerin
dünya pazarlarına satılabilmesi için ihracat riziko garantisiydi.
26 Mimar ve Mühendis
Türkiye’de sanayicinin ve iş adamlarının hem yatırım için hem Ar-Ge
için devlet desteği istemesi bu nedenle çok garibime gitmektedir. Bu
sanırım hem devlet hem özel sektör tarafından bilinen, bir suistimal
meselesi. Bakan danışmanlığına başladıktan sonra bazı şikâyetlerle
karşılaşıyorum. KOSGEB, TÜBİTAK “şu firmaya destek vermiş, üretim için yeni makine almışlar, bize niye vermiyorlar veya bize de
verseler ne olur, bize niye haksızlık yapılıyor” denilmektedir. Bunları
yadsıyorum. Bir kurum, kişi kendi tasarrufunu müteşebbis olarak kullanmadan nasıl devlet kaynağı ile müteşebbis olur anlamıyorum. Bu
sürdürülebilir bir durum değildir. Verimli olmamaktadır. Aynı zamanda adaletsiz bir durumdur. Çünkü devletin sınırsız gelir kaynakları
yoktur, sınırsız dağıtacağı kaynakları yoktur.
Türkiye gibi gelişmekte olan ve ciddi büyük pazar boyutu olan ülkelerde çeşitli sebeplere dayandırılan geri kalmışlığı aşabilmek için,
kendi ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek için kamu destekli Ar-Ge’ye ihtiyaç vardır. Fakat bu desteklerin titizlikle, mantıklı şekilde yapılması
gerekir. Ülkenin sürekli ihtiyacı olan malların yurtdışından ithali ciddi
cari açıklara neden olmaktadır. İthal ikamesi için geliştirilecek ürünlere ve sistemlere kamu destek vermelidir. Bazı konularda tersine
mühendisliği teşvik edip desteklemelidir. Örneğin son 10 yılda ülkeye
ciddi şekilde ulaşım altyapısı gerçekleşti. Bu altyapı projelerinde
kullanılan makine parkının çoğunluğu ithal edildi. Yapılan altyapıların
bakımlarının yapılabilmesi için ve ayakta tutulabilmesi için ciddi
makine parkına ihtiyaç vardır. Tam anlaşılması için örnek verecek
olursak: Duble yolların asfaltlarının kazınarak tekrar asfaltlanması
için kazıma makineleri, serme makineleri ve sıkıştırma makinelerine
ihtiyaç vardır. Bu makinelerde tamamen dışa bağımlıyız. İç tüketimimiz o kadar büyük ki bu tür makineleri tersine mühendislikle kendimiz geliştirmeliyiz, geliştirebiliriz. Yaşam beklentisi kavramı tüm
Türkiye gibi gelişmekte olan ve ciddi büyük
pazar boyutu olan ülkelerde çeşitli sebeplerden
dayandırılan geri kalmışlığı aşabilmek için,
kendi ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek için kamu
destekli Ar-Ge’ye ihtiyaç vardır.
sistemler için çok önemlidir. Her ürünün, sistemin yaşam beklentisi
vardır, belirli süre kullanılır, eskir ve yenisiyle değiştirilmesi gerekir.
Bu döngüyü çok iyi kavrayıp hangi sistemlerin ne sıklıkta değiştirileceğini, bunların yeniden yapılmasının ekonomik boyutlarının ne
olduğunu ve bu işler yapılırken ne kadar ek istihdam oluşacağını çok
iyi şekilde hesaplayıp planlamamız gerekmektedir. Hep eğitimli genç
nüfusumuzla övünmekteyiz. Bu geçlerimize yeni istihdam olanakları
yaratılmadığı zaman ülke birçok sosyal sorunlarla karşılaşacaktır.
Tersine mühendislikle geliştirilecek ürün ve sistemler hem Ar-Ge
personeli istihdamı sağlayacak hem de üretimde çalışacaklara
istihdam sağlayacaktır. Türkiye için tersine mühendislikle Ar-Ge
yapılacak başlıca konuları; tıbbi cihazlar, ulaşım araçları, iş makineleri, takım tezgahları, elektronik ve haberleşme sistemleri, enerji
üretiminde kullanılan teçhizat ve sistemler, yenilenebilir enerji üretim
sistemleri, ileri üretim –otomasyon teknolojileri, enerji tasarrufuna
yönelik başta cam olmak üzere inşaat ve yalıtım malzemeleri olarak
sıralayabiliriz.
Ar-Ge çok boyutlu multidispliner bir çalışma gerektirir. Çünkü günümüz sistemleri karmaşıktır. Bazı araştırma merkezleri, üniversiteler
sadece temel dallarda araştırma yapsalar dahi tüm branşların
desteğine ihtiyaçları vardır. Ürüne yönelik Ar-Ge ise tamamen çok
disiplinin beraber çalışması anlamına gelir. Bir tıbbi cihazı ele aldığımızda anatomi ve fizyoloji bilgisi, fizik, kimya ve biyoloji bilgisi,
Kasım - Aralık 2013 27
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Pazarı iyi takip
eden ülkeler
global şirketler
Ar-Ge çekmek
için politikalar
geliştirmektedirler. Bu politikalarda global şirketlerin getireceği yöneticilerin,
Ar-Ge personelinin güven içinde
yüksek hayat
standardında
yaşamalarının
sağlanmasıdır.
malzeme bilgisi, mekanik tasarım bilgisi, elektronik
tasarım bilgisi ve yazılım bilgisi gerektirmektedir.
Tüm bu yeteneklerin tek bir firmada oluşması
çoğu zaman imkansızdır. Sistem yapacak firmanın
bu yeteneklerden bazılarına sahip olması yanında
diğer tedarikçilerin bilinmesini gerektirir.
Yeni yapılan teknoparklara
global şirketler davet edilmektedir. Teknoparklar yerli
ve yabancı Ar-Ge personeli
için cazibe merkezi olmaya
çalışmaktadırlar.
İnkremental Ar-Ge
Hiçbir kurum bir şeyi son noktaya kadar geliştirip bitiremez. Geliştirme sürekli devam eden bir süreçtir. Bu süreç adım adım olur. Buna
inkremental Ar-Ge diyebiliriz. Her sistemin tekamül etmeye ihtiyacı
vardır. Elimize aldığınız cep telefonunuza bakınız 15 yılda nereden
nereye geldi. İlk başta sadece konuşma yaparken günümüzde adeta
mobil ofis gibi kullanıyoruz, özel yaşamımızda yaptığımız kitap okumayı, eğlenmeyi, televizyon seyretmeyi dahi günümüz mobil cihazlarıyla yapabiliyoruz. Bu durumu yaşantımıza giren taşıtlarda, üretim
hatlarında da gözlemleyebiliriz.
Global Şirketlerin Ar-Ge Merkezi
Açmalarının Teşvik Edilmesi
Günümüzde global şirketlerin girmediği ülke kalmamıştır. Her ülke
bunlara pazar olmaktadır. Bazıları ise üretim lokasyonu olmaktadır.
Bu şirketlerin ciddi Ar-Ge harcamaları olmaktadır. Şirketlerin asıl
doğduğu ve büyüdüğü ülkelerde insan kaynakları yetersizliği vardır.
Bu yetersizliğin başlıca nedeni yaşlanan nüfus, doğum oranlarının
düşmesiyle azalan nüfus, dışarıdan getirilen göçmenlere karşı olan
kitleler, iş ikliminin verimli olması nedeniyle çok sayıda şirketin ben28 Mimar ve Mühendis
zer İK ihtiyacıdır. Pazarı iyi takip eden ülkeler,
global şirketler Ar-Ge çekmek için politikalar
geliştirmektedirler. Bu politikalarda global şirketlerin getireceği yöneticilerin, Ar-Ge personelinin güven içinde yüksek hayat standardında
yaşamalarının sağlanmasıdır. Geçen yıl yaptığım
Singapur ziyaretinde bunu gözlemledim. BIOPOLIS Biyoteknoloji tekno parkına dünyadaki global
ilaç ve biyoteknoloji şirketlerini çekmişler. Burada hem Singapur’lu
hem yabancı Ar-Ge personeli istihdam ediliyor. Şimdiye kadar
Singapur’da global şirketlerin sadece ilaç paketle fabrikaları varken
gelecekte Singapur’da geliştirilmiş, katma değeri çok daha yüksek
ilaç molekülleri üretilecek. Geçenlerde ülkemizde global şirketlerin
kurduğu Yabancı Sermaye Yatırımcıları Derneği YASED’in Ar-Ge
çalıştayına katılmıştım. Dernek üyesi global şirketlerin dünya genelindeki Ar-Ge bütçeleri 200 milyar ABD doları imiş. Dernek yönetim
kuruluna göre iyi bir strateji ile çok kısa sürede 10 milyar ABD dolar
payı Türkiye’ye getirilebilirmiş. Böyle bir payın gelmesi demek on
binlerce nitelikli insanımızın istihdamı demek. Ülkemiz bu konuda
yeni yeni bilinçlenmeye başlamıştır. Yeni yapılan teknoparklara
global şirketler davet edilmektedir. Teknoparklar yerli ve yabancı
Ar-Ge personeli için cazibe merkezi olmaya çalışmaktadırlar. Bir
global şirketin veya yabancı Ar-Ge personelinin bir cazibe merkezine
çekilmesi için yapılacaklar dahi başlı başına bir Ar-Ge’dir. Singapur,
Honkong, Birleşik Arap Emirlikleri, bazı Avrupa ülkeleri bu işi en etkin
şekilde yapan ülkelerdir. Sadece teknoparklar değil üniversitelerde
Ar-Ge personeli için cazibe merkezi olmalıdır.
Ülkemizde bulunan 170 üniversiteden çoğunluğu eğitim amaçlı faaliyet göstermektedir. Oysa
üniversitelerin temel gayelerinin en önemli kısmı
bilimsel araştırma yapmaktır. Ülkemizde yüksek
öğretime yön veren YÖK daha çok öğrenci kontenjanlarıyla ilgilenmektedir. Hâlbuki ülkenin kalkınması, rekabetçi olması ve refah için araştırma
üniversitelerine ihtiyaç vardır.
AR-GE için Üniversitelerin Rolü
Ülkemizde bulunan 170 üniversiteden çoğunluğu eğitim amaçlı
faaliyet göstermektedir. Oysa üniversitelerin temel gayelerinin en
önemli kısmı bilimsel araştırma yapmaktır. Ülkemizde yüksek öğretime yön veren YÖK daha çok öğrenci kontenjanlarıyla ilgilenmektedir.
Hâlbuki ülkenin kalkınması, rekabetçi olması ve refah için araştırma
üniversitelerine ihtiyaç vardır. Üniversitelerin her konuda araştırma
yapması imkansızdır. Bu nedenle bazı üniversitelerimiz tematik
araştırma konularına yönelmelidirler. Mesela, nükleer enerji, nano
teknoloji, biyoteknoloji, kompozit malzemeler, ileri üretim teknolojileri, tıbbi cihazlar ve malzemeler, ulaşım teknolojileri vs. Tematik
araştırma üniversitesi olarak ayrılan üniversiteler kendi konularında
gıptayla bakılacak mükemmeliyet merkezleri olmalıdır.
İnovasyon –Yenilikçilik
İnovasyon günümüzün en moda kelimelerinden biridir. Bu konuda
konferanslar düzenlenmektedir. Politikacılar, akademisyenler, bürokratlar ülkeyi refaha inovasyonun götüreceğini söylemektedirler. Çoğu
zaman bunu söylerken daha önce hiç olmayan ürünleri, sistemleri
(buluşları) kastetmektedirler. Benim anladığım inovasyon üründe,
serviste, süreçte, teknolojide, metotta veya fikirde fayda sağlayan,
üretkenlik artışı sağlayan pazar ve toplum tarafından kabul gören
bir olgudur. İş yapmadan, iş üzerinden olmadan inovasyon yapamayız. İnovasyon ilerlemeden ayrıdır. İlerleme bir şeyi daha iyi yapma
durumuyken inovasyon bir şeyi farklı şekilde daha fazla fayda
sağlayarak yapmadır. İnsan her çalıştığı konuda ürünlerini, sistemlerini daha verimli, daha faydalı duruma getirirse ve yaptığı
ticari karşılık bulursa ve toplum tarafından kabul görürse inovasyon yapmış olur. İnovasyon dinamik bir süreçtir. Bu süreçte fayda
sağlayan fikirlerin ortaya çıkması ve bu fikirlerin emek ve yatırımla
ticarileşmesi safhaları vardır.
İnovasyon yapılacak ürün ve hizmet ortamları uygun ÖKO sistem
gerektirir. Bu politikalar ülkeler için hükümetlerce, şirketler için
yönetim kurullarınca belirlenir ve sağlanır. Bu durumda inovasyon
sisteminden ve ikliminden bahsedebiliriz. Ülkemizde böyle bir iklim
oluşması için başta ekonomi bakanlığımız olmak üzere farklı bakanlıklarımız, ticaret ve sanayi odalarımız, ihracat birliklerimiz etkinlikler
düzenlemekte, inovasyon kavramını anlatmaya ve öğretmeye çalışmaktadırlar. 28-29-30 Kasım 2013 de Türkiye İnovasyon Haftası
konferansı düzenlenmektedir. Yapılan etkinliklere baktığımızda İnovasyon öğrenilebilir ve dolayısıyla öğretilebilir bir kavramdır.
İnovasyon ölçümleri ve sıralamaları yapılabilmektedir. Bu sıramalar
farklılıklar gösterse de ülkeler sıralamasında başı çeken 3 ülke İsviçre-İsveç ve Singapur olmaktadır. İsviçre ve İsveç’te bu kültür çok
eskiye dayanmaktadır. Bu kültürde insanlar öncelikle kendileri ve
halkları için faydalı ürünler ve hizmetler üretirler ve sürekli mükemmeliyete yönelmişlerdir. Bu bir birikim sürecidir. Singapur model ise
bize bu işin sonradan da planla, istekle yapılabileceğini göstermiştir.
Singapur 1965 de bağımsız olmuş, 434 km2 yüz ölçümü olan bir
ülkeydi. Singapur’u bağımsızlığına kavuşturan liderler sistemi öyle
bir kurguladılar ki Singapur’u 50 yılda dünyanın en müreffeh ülkelerinden biri yaptılar. Ülke olarak kurdukları mükemmeliyet merkezleri
gelecekte tüm insanlığa fayda sağlayacak en yenilikçi sistemleri
içermektedir. Ülkeler yenilikçilik sıralamasında üst sıralarında
olanlar yenilikçiliğin gelişmesini sağlayacak iklimi oluşturan ülkeler olduğu görülecektir. Bu konuyla ilgilenenler Global Innovatin
Index, Innovations Indikator, Innovation Union Scoreboard, EIU
Innovation Ranking, BCG International Innovation Index, Global
Competitiveness Report, World Competitiveness Scoreboard, ITIF
Index gibi sıralamalara bakabilirler.
Hiçbir yenilik, Ar-Ge neticesi tesadüfü değildir. Arkasında çok çalışma, düşünce, alın teri vardır. Kızılderili atasözü “Tesadüfler hazırlıklı
olana gelir” dermiş. Biz Ar-Ge ve inovasyon iklimini oluşturursak,
istersek bu işler olur. Çalışmazsak, düşünmezsek ancak başkalarının
yaptıklarını konuşuruz, daha öteye geçemeyiz.
işler olur. Çalışmazsak, düşünmezsek ancak başkalarının yaptıklarını
konuşuruz, daha öteye geçemeyiz.
Kasım - Aralık 2013 29
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Avni ÇEBİ
Elektrik-Elektronik Mühendisi
EZBER BOZAN İNOVASYON İKLİMİ
Y
Gelin ezberlerimizi bozalım, gelin yeni bir
algı ve anlayışla hepimize yetecek yeni bir
dünyayı birlikte evlerimizde, işyerlerimizde
ve şehirlerimizde kuralım. Korkmadan anlayarak, susturmadan konuşarak, ayrılmadan
buluşarak… göreceğiz ve anlayacağız ki eksik
olan bizmişiz, aradığımız sizde imiş. O zaman
daha diri, daha büyük, daha anlamlı, daha
yeni olanı birlikte bulacağız bu kaybetmeler,
bu kopmalar niye? Niye bu kadar geniş olan
âlemde sıkılıyoruz, daralıyoruz? Dar olan
içimiz mi yoksa yeryüzü mü? Gelin yeni bir
inovasyon yapalım, bir birimizi fark edelim ve
değerli bulalım.
eni bir düşünce, yeni bir işlem, yeni bir süreç, yeni bir organizasyon şekli, yeni bir tasarım veya yeni bir üretim şekli her ne
olursa olsun alışılmış kalıpları, algıları ve iş yapma modellerini
ürün veya hizmet işlerinde değiştirmek, "inovasyon" olarak
görülür. İnovasyon biz ve çevremizdeki olaylar ve olgular arasında sürekli açık bir algı ve sürekli iyileştirmeyi kendisine
rehber edinen kişi ve organizasyonların bir yaşam felsefesi, bir
yaşam şeklidir. Alışılmış paradigmaların değiştirilmesi, dönüştürülmesi ve hatta bazen yıkılması inanç, bilgi, cesaret, sabır
ve gayret gerektirir.
Yaratılıştan gelen, tabiatımızda olan çevremizi algılama ve
anlamlandırma çabası zaman zaman uyumlu, zaman zaman
çatışarak hayatı ger gün yeniden inşa etme isteği; içimizdeki
hayret, merak duygularının sürekli canlı ve üretken olarak kalması, toplumsal kültür ve kurum kültürünün bunu besleyecek
bir ortama ve iklime sahip olmasına bağlıdır. Değişimi ve
dönüşümü sürekli tetikleyen ve öncü olanlar; kendisi olan, söyleyecek sözü, yapacak işi ve mücadele edecek fikri olanlardır.
Bu kişiler ve mücadeleleri hayatı sürekli daha iyiye, daha güzele, daha insani olana doğru dönüştürürler. Ezber bozucu olanlar, yarının dünyasının sorunlarına cevap üretenler olacaktır.
Bireyin geliştiği ve kendini ifade edebildiği, demokratik, katılımcı ve çoğulcu ortamlar inovasyon için sağlıklı ve sürdürülebilir bir kültür ortamı oluşturur. Bunu başaran kurumlar,
firmalar, üniversiteler ve STK lar insanlığın güncel sorunlarına
cevap üretirken, yaşamın bütünlüğü içerisinde varlık düzeni
içerisindeki diğerlerinin hakkını da gözetirler. İnovasyon bizi
bizle buluşturur, bizimle diğerleri arasında üretken, proaktif bir
iletişim ve yönetişim alanı oluşturur. İnovasyon ortamı durağan sonunu bekleyen organizmalar olmaktan bizi çıkararak daha canlı ve üretken yapılara bizleri dönüştürür. İnovasyon
ortamı ve kültürü bizleri sürekli kendini yenileyen, hayatla barışık ve etkileşimli birey ve organizasyonlara evirir. Heyecanımız
ve umutlarımızla beraber bizleri korur ve geliştirir.
Cansuyu ve hayat iksiri
İnovasyon bir kültür olarak, çocuk eğitiminden erişkin eğitimine,
iş hayatından sosyal kurumlara, sanayiden çeşitli organizasyonlara kadar bir birini besleyen ve destekleyen sosyal, kültürel ve
siyasal bir iklimin var olduğu mekânlar ve ülkelerde “insanın yapıcı ve inşa edici damarını” besler. Kurumlar ve ülkeler bu anlayıştan kendilerini geleceğe taşıyacak “hayat iksirini” alırlar. Sürekli
kendini yenileyerek olayların ve zamanın yıkıcı tesirinden kendini
koruyacak ve geliştirecek zamanın ruhu ile barışık bir eylemsellik
gücüne sahip olur. Bu ortamda “yeni ve inşa edici idrak” serpilerek ve gelişerek yaşamı sürekli canlı tutacak “cansuyu ve hayat
suyu” olur. Oluşan bu ekosistem içersinde inançlar, fikirler, birey
ve organizasyonlar kendilerine yer bularak yaşamda tek ve özne
olmanın verdiği özgüven ile birbirlerini besleyerek var olurlar.
30 Mimar ve Mühendis
İki günü eşit olan ziyandadır
İnovasyonun yapıcı, onarıcı, geliştirici ve dönüştürücü ikliminde
yeni fikirler, eylemler ve organizasyonlar hayatı sürekli yeni kılar.
Hz. Peygamber (s.a.v.) “İki günü eşit olan ziyandadır” hadisinde
sürekli iyileşme ve iyi olma haline bizleri çağırır. Yunus Emre’nin
“her dem yeniden diriliriz, bizden kimler usana” deyişinde kendine
hayat bulur. Mevlana’nın “Dün dün ile birlikte geçti cancağızım,
bugün yeni şeyler söylemek lazım” söyleminde başka bir şekilde
yer alır. Bütün bu bilgelerin sözlerinde kendini ifade eden her gün
yeniden var olma, taze olma, dirilme idrak ve arayışına bugün
dünden daha fazla ihtiyacımız var.
Korkmadan, çekinmeden, yargılamadan, susturmadan içimizde
bizi biz yapan yaratılıştan gelen hayat iksirini işlerimize ve organizasyonlarımıza akıtmalıyız. Bu inovasyon, yenilenme, keşfetme,
inşa etme algısını, kültürünü ve iş yapma biçim ve organizasyonlarını hayatın her alanına uygulamamız gerekir. Her yeni
doğan gün, her yeni doğan çocuk, her yeni tanıdığımız kişi, her
yeni kurulan organizasyon yeni bir dirilişin ve var oluşun, yeni bir
umudun dili olmalıdır.
Mekânlar bizi sınırlıyor, mekânlar bizi
donduruyor, mekânlar
bizi ayırıyor, makamlar da, mevkiler de.
Bizi yaklaştıracak olan
yolculuk ve yoldur.
Bu ilim, irfan, hakikat, bilgi, anlama ve
tanıma yolculuğudur.
Hem kendimizi hem de
diğerimizi, hem çevremizi hem de âlemi
anlamak için içimizde
ve dışımızda yolculuğa
devam etmeliyiz, durmadan, duraksamadan,
usanmadan, yılmadan,
yıpranmadan…
Seferde olmak
Çıkmamış candan ümit kesilmez diyerek yaşayan, soluyan diri olan
her kese ümit ile bakmalıyız. Var olmanın ve var etmenin yolunu ve
yöntemini aramalıyız. Bu bizi anlama, sevme, katılma ve mücadele
etme keyfine ulaştırarak, her dem canlı ve sevecen olmanın yollarını gösterecek ve bulduracaktır.
İbn-i Arabi’nin dediği gibi “arayanlar bulamadılar ama bulanlar arayanlardı” ifadesinde kendini bulan sürekli umutla, sevgiyle, bilgiyle
aramaya çağıracak ben varsam ve diğerleri de varsa bu kavga ve
kargaşa niye? Sen ben demeden biz olmamak niye? Büyük farkındalığına bizleri yükseltecek olan bu arayış yolculuğu ne güzel. Her
birimiz kendi içimizde ve dışımızda bir seferdeyiz bitmek tükenmek
bilmeyen bir yolculuk, yolcu olmak ne iyi, her gün bir yerde, her gün
bir iş de, her gün buluşmada, her gün bir birimizden öğrenmekteyiz.
Voltran'ı oluşturmak
Mekânlar bizi sınırlıyor, mekânlar bizi donduruyor, mekânlar bizi ayırıyor, makamlar da, mevkiler de. Bizi yaklaştıracak olan yolculuk ve
yoldur. Bu ilim, irfan, hakikat, bilgi, anlama ve tanıma yolculuğudur.
Hem kendimizi hem de değerimizi, hem çevremizi hem de âlemi
anlamak için içimizde ve dışımızda yolculuğa devam etmeliyiz,
durmadan, duraksamadan, usanmada, yılmadan, yıpranmadan…
Yol bizi buldurur ve buluşturur bir ve beraber olmanın diriliğine ve
dirliğine ulaştırır, usanmadan var olmanın heyecanıyla her gün taze
bir başlangıç yapmanın güzelliğine ereriz. Her geçtiğimiz mekânda,
her tanıştığımız insanda kaybettiğimiz yitiğimizi buluruz, adeta her
birimiz buluşarak ve tanışarak eksiğimizi tamamlar “voltran” oluruz.
Artık sayıların dili farklılaşır bir artı bir 2 etmez 11 olur, ihlas ve
samimiyet ile kemiyete yeni keyfiyetler katarız.
Olduğundan daha büyük,
göründüğünden daha anlamlı
Böylece yeni ve yapıcı bir kültür ortamında her şey yeniden adeta var
olur. Her şey yeniden anlamlanır, sayıların dilinde keyfiyetlerin diline
ulaşırız. Yeni iş yapma modelleri organizasyonların her türlüsüne yayılır, cemaatlerden şirketlere, bireyden toplumlara, ticaretten sanayiye
kadar inovasyon kültürü yayılır. Artık yalnız ürün üreten bir organizasyon olmaktan çıkar değer üreten bir organizmaya dönüşürüz. Daha
canlı, daha interaktif bir yapıya organizasyonlarımız dönüşür. Bu kültür
ikliminde bireysel katılımlarla her kes yeni bir âlem olduğunu keşfeder.
Her kesin kendisini fark ettiği ve katıldığı bu evren yeni galaksiler gibi
varlık düzeninde yer bulur. Olduğundan daha büyük, göründüğünden
daha anlamlı olmanın erdemliliğine ve bilgeliğine ulaşılır. Kimse diğerinin rakibi değil tamamlayıcısıdır. “Sen bensin ben senim bu ikilik niye”
söyleminde kendini bulan bütünlüğe ve tevhide erişiriz.
Sanatın, kültürün, bilimin ve teknolojinin her aşamasında; laboratuardan keşfe, tasarımdan ürüne, üretimden dağıtıma, sunumdan
pazarlamaya kadar her alanda daha diri ve canlı bir sosyal, kültürel ve
endüstriyel iklimi her yerde ve zamanda sağlayarak, geleceğe daha
umutla bakan bireylerin yaşadığı bir ülke inşa etmiş olabiliriz. Gelin
ezberlerimizi bozalım, gelin yeni bir algı ve anlayışla hepimize yetecek
yeni bir dünyayı birlikte evlerimizde, işyerlerimizde ve şehirlerimizde
kuralım. Korkmadan anlayarak, susturmadan konuşarak, ayrılmadan
buluşarak… Göreceğiz ve anlayacağız ki eksik olan bizmişiz, aradığımız sizde imiş. O zaman daha diri, daha büyük, daha anlamlı, daha
yeni olanı birlikte bulacağız bu kaybetmeler, bu kopmalar niye? Niye
bu kadar geniş olan âlemde sıkılıyoruz, daralıyoruz? Dar olan içimiz mi
yoksa yeryüzü mü? Gelin yeni bir inovasyon yapalım, bir birimizi fark
edelim ve değerli bulalım.
Kasım - Aralık 2013 31
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Osman ŞAHBAZ
Macaristan Kayseri Fahri Konsolosu
DEİK - DTİK Avrupa Başkan Yardımcısı
GELİŞEN DÜNYADA AR - GE VE
İNOVASYONUN BİZE DAYATTIĞI
Hiç bir araştırma, geliştirme, yenilik ve
çalışma laboratuarda, steril ortamda
durması için denenmez ve geliştirilmez.
Hayatımızın içindeki en kıymetli ve değerli
Ç
alışmalarda başarı yakalandığında, yatırımcı ile karşı karşıya kalacaktır yenilikçi düşünce. Bu da doğal bir sonuçtur.
Resmi Gazetede yayınlanan, “2023 Türkiye İhracat Stratejisi ve Eylem Planı” ülkeyi geliştirmek için hazırlanmıştır.
Bu konuya bir çok defa dikkat çeken Başbakanımız Recep
Tayyip Erdoğan Türkiye İhracatçılar Meclisini ( TİM ) ziyaretinde; ekonomik ve ticari boyutu ile 2023 hedefinin içeriği ve kalkınma planları ile gerçekleştirilebileceğine vurgu
yaparken, Ar-Ge ve inovasyona destek verilmesi, stratejik
ofis ve proje ekiplerinin kurulmasına değinmiştir.
Ekonomik ve ticari boyutu ile konuya yaklaştığımızda;
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılı olan 2023'te
ihracatını 500 milyar dolar hedef olarak koymuş durumda.
Dünya ekonomilerinin ilk 10'un içerisinde olması takdir edilecektir tabii. Bu hedef analitik olarak değerlendirildiğinde,
yakalanamaz bir hedef hiç değil. Plan, program, disiplin ve
diyalog içerisindeki kurumlar bu hedefe koşacaktırlar. Ancak;
Türkiye'nin global markalarına baktığımızda çok sığ bir
konumdayız. Klasik ürettiğimiz ürünlerimizle birlikte marka,
teknoloji ve katma değeri yüksek yelpazemizi çeşitlilik
32 Mimar ve Mühendis
yerde kendisine yer bulmak, insanın hayatını kolaylaştırmak ve daha fazla kazanmak düşüncesi içindir hep bu gayretlerin
neticeleri.
Hiç değişmeyecek şey de değişimin kendisidir.
Yeniliğe, fırsatlara, kontrollü değişime hazırlıklı
olmalıyız. Hz. Mevlânâ Celâleddîn-î Belhî Rûmî
13. yy. da bizlere ışık tutacak, inovatif bakış
açısı ve Ar-Ge'nin ne kadar gerekliliğini hissettiren, önem veren sözü söylemiş; '' Dün dün ile
geçti gitti cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım.''
varlığı ile harmanlayarak, girişimci sayımızı artırarak 2023
yılındaki hedefimize ulaşabiliriz. İşte bu noktada bir kaç
yoldan ilki yurt dışındaki yürütülemeyen, sürdürülemeyen
markaları satın almak. Henüz bu konuya devletin desteği
yok. Devlet desteğinin olması gereken konulardan birisidir.
Diğer yandan ise; Türkiye'de oluşturulacak global markaların
arkasında güçlü bir Ar- Ge ve inovasyon görmeliyiz.
Hiç değişmeyecek şey de değişimin kendisidir. Yeniliğe, fırsatlara, kontrollü değişime hazırlıklı olmalıyız. Hz. Mevlânâ
Celâleddîn-î Belhî Rûmî 13. yy. da bizlere ışık tutacak,
Endüstriyel gelişmemiz
ile ilgili, 1901'de Radyo'yu
Guglielmo Marconi,
1932'de C vitaminini
Albert Szent Györgyi,
1928'de helikopter'i
Oszkar Asboth, 1947'de
Hologramı Denes Gabor,
1950'de kalp pilini John
Hopps, 1964'de bilgisayar
faresini Dr. Douglas C.
Engelbart, 1976'da Rubik
Küpü'nü Ernö Rubik,
BMW'nin disel motorunu
Ferenc Anısıts 1983 yılında icat etmiştir. O günden
bu yana hayatımızdaki
değişimi bir göz önünden
film gibi geçirsek, hele
1980'li yıllardan sonraki
değişimi artık takip dahi
etmekte zorlandığımız bir
süreç yaşıyoruz. Gelişim,
dönüşüm ve yeniliğe açık
olacağız.
inovatif bakış açısı ve Ar-Ge'nin ne kadar gerekliliğini hissettiren,
önem veren sözü söylemiş; '' Dün dün ile geçti gitti cancağızım,
bugün yeni şeyler söylemek lazım.''
''Yeşilliklerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe geçici, fakat
akıldan meydana gelen gül bahçesi hep yeşil ve güzeldir.'' Ülkemizin iktisadi olarak gelişmesi, refah seviyesinin gelişerek yükselmesi yolunda yeniliklerin öncüsü olmakla ilerleyecektir.
Kök hücrenin, insan organının üretildiği bir dünyada artık geri
dönüş mümkün değil. Ancak klasik yöntemlerle birlikte modern
yaşamı da bir arada hayatımıza adapte etmek durumundayız.
Bugünü anlamanın yolu değişimi kabul etmekten geçecektir.
Değişimi inkar etmek mümkün değildir. Değişimi kabul ederek
geleceğimizi inşa etmek durumundayız. Ne iyi ki Kasım ayında
Türkiye'de inovasyon haftası kutlanılıyor.
Endüstriyel gelişmemiz ile ilgili, 1901'de Radyo'yu Guglielmo
Marconi, 1932'de C vitaminini Albert Szent Györgyi, 1928'de
helikopter'i Oszkar Asboth, 1947'de Hologramı Denes Gabor,
1950'de kalp pilini John Hopps, 1964'de bilgisayar faresini
Dr. Douglas C. Engelbart, 1976'da Rubik Küpü'nü Ernö Rubik,
BMW'nin disel motorunu Ferenc Anısıts 1983 yılında icat etmiştir. O günden bu yana hayatımızdaki değişimi bir göz önünden
Bugünü anlamanın yolu değişimi kabul etmekten
geçecektir. Değişimi inkar etmek mümkün değildir.
Değişimi kabul ederek geleceğimizi inşa etmek durumundayız
film gibi geçirsek, hele 1980'li yıllardan sonraki değişimi artık
takip dahi etmekte zorlandığımız bir süreç yaşıyoruz. Gelişim,
dönüşüm ve yeniliğe açık olacağız. Yoksa üçüncü dünya ülkeleri
arasında kalacağız. Tabii bu gelişmeleri bizden önce yola çıkarak,
zirveye ulaşmış dünya ülkeleri var. Bizim bu yarışta olmamız ve
hatta ileri teknolojide öne çıkmamız için; elimizdeki ana temel
değerlerimizi de ön plana çıkarmamız gerekmektedir. Bu kadim
değerlerimiz; hak, hukuk, vicdan, adalet, merhamet, huzur, sevgi,
aşk, şefkat, fedakarlık, hoşgörü, sabır ve cömertlikle öne çıkacağımızı da aklımızdan çıkartmamalıyız. AR-Ge ve inovasyon
çalışmalarımızı hayata geçirirken işin odağına en mükemmel
yaratılan '' insanı '' koymalıyız.
Resûl-i Ekrem Efendimizin insanlığın gönlüne nakşettiği merhameti, şefkati, inceliği ve nezaketi biz hakkıyla taşırsak Ar-Ge ve
inovasyonu da yukarılara taşımış olacağız.
Kasım - Aralık 2013 33
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Ahmet ERKOÇ
Elektrik Yüksek Mühendisi
AR-GE, İNOVASYON VE SONUÇLARI
İ
Bilindiği üzere araştırma ve geliştirme kavramlarının kısaltılmışı olan Ar-Ge ve diğer
bir kavram inovasyon gün geçtikçe daha çok
dillendirilen, önemi konusunda neredeyse
herkesin fikir birliğinde olduğu bir gerçek
olarak karşımıza çıkmaktadır.
novasyon’un en kabul gören tanımlarından biri: İnovasyon
yeni veya önemli ölçüde değiştirilmiş ürün (mal ya da
hizmet), veya sürecin; yeni bir pazarlama yönteminin; ya
da iş uygulamalarında, işyeri organizasyonunda veya dış
ilişkilerde yeni bir organizasyonel yöntemin uygulanmasıdır” şeklindedir. Tarım toplumundan sanayi toplumuna
geçilmesi sanayi devrimi ile kıta Avrupa’sında başlamıştır.
Sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş ise 1980’lerde
başlayarak küreselleşme kavramıyla paralel olarak yayılmıştır. Toplumları bilgi çağına ulaştırmıştır. Küreselleşme
ile birlikte değişen iş yapış biçimi uluslararası ticarette
bilgiyi ve inovasyonu en değerli meta haline getirmiştir.
mektir. Kim üretir sorusunun cevabı; ilk aşamada elbette
bu işi ilk başaran firma veya onun dünyadaki birkaç araştırma ve / veya üretim merkezinin olduğu yerler olacaktır.
Sonrasında ise en etkin ve verimli şekilde üretebilecek
ülkelerdeki fabrikalar olacaktır.
Kime satarın cevabı; elbette ihtiyacı olan, parasını
ödeyen diye verilebilir. Ancak bu da yetmez alıcının yasaklı
olmaması lazımdır. Özellikle ileri teknoloji de içeren savunma sanayi, uzay, ileri teknoloji gibi konularda ise.
Şimdi biraz daha somuta indirgeyelim; en kıymetli meta
olan bilgi, Google, IBM, Microsoft, Intel gibi bilgi teknolojisi üreten daha doğrusu tasarlayan şirketlerin ürünleridir,
hizmetleridir. Bu şirketlerin ciroları dünyanın en önde
gelen otomotiv üreticilerinde General Motors (GM)’in cirosunu ve karını geçmiştir.
Kim üretir? Microsoft’un ürünleri ABD, İngiltere ve Çin’de
bulunan üç araştırma merkezinde geliştirilir ve üretilir. Asıl
konu geliştirilmesidir. Bir Microsoft yazılımı aldığınızda
artık CD ile bir ürün genellikle gelmiyor. Aldığınız kutuda
Nedir bu en kıymetli meta olan bilgi?
Kim üretir?
Kime satar?
Ne işe yarar?
En kıymetli meta olan bilgi; yeni ve kolayca taklit edilemeyen ürün, hizmet ve iş süreçlerinin nasıl yapılacağını bil-
34 Mimar ve Mühendis
Türkiye’nin 2012
yılı ihracatının
ortalama olarak
bir kilogramlık bir
ürün 1,5 ABD dolarıdır. Almanya’nın
ihracatında bu
değer 4,5 ABD
dolarıdır. Almanya
bizden 3 kat daha
fazla değerli mallar
üretmektedir.
internet üzerinden indirdiğiniz yazılımın sadece şifresi olan uzun
bir kod çıkıyor.
Kime satar? Ürün çok yüksek bir teknoloji içermiyorsa parasını
veren alır. Yüksek teknolojili bir savunma sistemi alıyorsanız
aldığınız o ürünü üreten ülkenin devletinden ayrıca izin alınması
gerekir.
Ne işe yarar? Bilgisayar ve iletişim sistemleri olmadan günümüzde neredeyse hiçbir şey yapmak, yaptırmak mümkün değil.
Bankaya gidiyorsunuz, bilgi sistemi ya da ana bilgisayarlarla
iletişim sisteminde arıza varsa hiçbir işlem yapılamıyor. Hastaneye gitmek istiyorsunuz, randevu kayıt sistemi çalışmıyorsa
gidemezsiniz. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Kısaca bilgisayar
ya da iletişim (ağ) sisteminin çalışmadığı bir ortam hiçbir
fonksiyonun sağlıklı işlemediği bir ortam demek. İşte bütün bu
işleri başaran insanlar, şirketler, ülkeler araştırma geliştirme
yapanlar, inovasyon yapanlar. Üstelik araştırma geliştirme ve
inovasyonu sürekli yapanlar.
İnovasyon ve girişimcilik konusundaki ölçeklerden biri de dünyanın en büyük borsalarından biri olan ABD Nasdaq borsasında
ülke olarak işlem gören kaç adet şirketiniz olduğu. Nasdaq’ta
2009 yılı itibariyle işlem gören, ABD’li olmayan en çok şirket 63
şirket ile İsrail teknoloji şirketleridir. Bu sayı Japon, İrlanda, Britanya, Singapur, Hindistan, Kore, Fransa ve Alman şirketlerinin
toplamının iki katından daha fazladır. İsrail’in teknolojik başarısı
önemli ölçüde küçük start-up şirketlerinin inovasyonlarıyla gerçekleşmiştir.
Günümüzde inovasyon birbirinden tümüyle farklı disiplinlerin
işbirliği ile sağlanmaktadır. Bunun en çarpıcı örneklerinden
biri kapsül endeskopi (pillcam) adı verilen cihazdır. Son nesil
kapsüller saatler boyunca saniyede onsekiz fotoğraf aktarabilmektedir. Bu fotoğraflar o mekandaki veya network üzerinden
bağlanılarak dünyanın uzak bir bölgesindeki doktorlar tarafından
izlenebilmektedir. Konu bir insanın yutabileceği büyüklükteki bir
hapa kamera, telsiz görüntü aktarıcı, ışık ve enerji kaynağının
(pil) yerleştirilebilmesidir.
Yurdumuzda sektörel bazda bakıldığında otomotiv, tekstil,
gemicilik, inşaat, müteahhitlik, iletişim, finans gibi sektörlerin
başı çektiğini görüyoruz. Bu sektörlerdeki faaliyetlere bakarsak
üretim, montaj, bakım, servis, pazarlama gibi konular en yaygın
olarak gerçekleştirilen faaliyetler.
Araştırma geliştirme ve inovasyon en az ihtiyaç duyulan konular.
Araştırma , geliştirme , inovasyon işin en zor , en zahmetli, en
uzun sürede sonuç alınabilecek bölümü. Diğer bir bakış açısı ile
işin en stratejik, en çok değer üreten, en değerli kısmı. Dünyada
herhangi bir ülkenin (özellikle Çin ve diğer Uzakdoğu ülkelerinin)
yaptığı işi yaparak, malı, hizmeti üreterek para kazanmak kolay
değil. Hatta mümkün değil. Yurdumuzdaki girdi (ücret, hammadde, enerji, altyapı, vergi vs.) maliyetleri ile Uzakdoğu ülkeleri ile rekabet edebilmek pek mümkün görülmüyor? Rekabet
üstünlüğünün üretim girdilerinde olması sürdürebilir bir üstünlük
değildir.
Daha yüksek bir milli gelir nasıl sağlanabilir?
Birincisi sektörlerdeki değerli işleri
yapmalıyız, yapabilecek duruma gelmeliyiz.
İkincisi doğru sektörlerde çalışmalıyız.
Sektördeki değerli işler araştırma, geliştirme , inovasyon sonucu
Kasım - Aralık 2013 35
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Dünyada ileri teknoloji,
inovasyon konusundaki
iki başarılı örnek İsrail
ve İrlanda’nın uyguladığı
destek modelinin başarısı
kanıtlanmıştır.
çalışmanın ürüne, hizmete dönüştürülerek uluslararası değerde bir
marka haline getirilmesidir. Yani araştırma geliştirme ve inovasyon
ile kolay taklit edilemeyen, müşteriye değer üreten ürün ve hizmetleri yapma bilgisine ulaşmaktır. Bunu başarabilen şirketler ne
üretirlerse üretsinler çok yüksek düzeyde katma değer sağlayabiliyorlar. Üretimin yapıldığı yerin pek bir önemi kalmıyor.
İkinci önemli konu olan doğru olan sektörlerde çalışmalıyız
cümlesini nasıl anlamalıyız? Aslında doğru sektör demek yapılan
işteki bütün faaliyetlerin değerli olduğu çalışma konuları, alanları demek. Yüksek teknoloji gerektiren alanlar demek.
Örneğin havacılık, savunma sanayi, haberleşme ve bilişim teknolojileri, ilaç, biyo teknoloji gibi alanlar bir çırpıda sayılabilen
alanlar. Bu alanlardaki üretimlerin katma değeri yüksektir.
Türkiye’nin 2012 yılı ihracatının ortalama olarak bir kilogramlık
bir ürün 1,5 ABD dolarıdır. Almanya’nın ihracatında bu değer 4,5
ABD dolarıdır. Almanya bizden 3 kat daha fazla değerli mallar
üretmektedir. Bu rakamların ihracat rakamları olmadığını hemen
belirtmek gerekir. Toplam ihracat rakamı karşılaştırmasında ise
Türkiye’nin ihracatı 152 milyar ABD dolarıyken; Almanya’nın ki
yaklaşık olarak bizim 10 katımız olmuştur (1,496 trilyon dolar).
Arada uçurum vardır.
Eğer siz havacılık sektöründe üretici iseniz araştırma, geliştirmeden, üretime, bakımdan pazarlamaya iş kolundaki bütün
etkinlikler değerlidir. Yüksek seviyede bir katma değer üretir.
Dolayısıyla bu konudaki çalışmaları (örneğin üretimi) iş gücünün
ucuz olduğu ülkelere kaydırmak gibi bir ihtiyaç olmayacaktır.
Yüksek katma değerli mal ve hizmet üretenlerin bu üretimden
pay alacakları tabidir. Her işletme ekonomik davranmak zorundadır. Daha ucuza yapılabilecek bir işin daha fazla bir maliyetle
yapılması o şirketin rekabet gücünü kötü yönde etkileyecektir.
Bu da nihayetinde işin sürdürülememesi ile sonuçlanır.
Haberleşme alanındaki kuzey Avrupa ülkelerinden çıkan NOKIA
36 Mimar ve Mühendis
kendi ülkesi içinde en yüksek GSMH ‘yı (Gayrisfi Milli Hasıla)
oluşturan şirketlerdendir. NOKIA şirketinin 2008 net satışı 70
milyar Amerikan dolarıdır. 2012 yılı itibariyle Nokia’nın satışları
40 milyar Amerikan dolara düşmüştür. Son dört yılda oluşan bu
düşüşte özellikle cep telefonundaki pazar payını kaybetmesiyle
oluşmuştur. Nihayetinde bu süreç Nokia’nın 7,2 milyar dolara
Microsoft’a satılmasıyla sonuçlanmıştır. Birkaç yıl öncenin
yıldız şirketi Nokia akıllı telefon pazarında rakipleriyle yarışamayınca; yenilik inovasyon yapamayınca ticari olarak sonunu
hazırlamıştır.
Ar-Ge ve inovasyon yapabilecek kapasiteye ulaşmak işin başlangıcıdır. Fakat yetmez, ticari başarıya çevrilmelidir. Bu konuda
yurdumuzda TÜBİTAK, KOSGEB, SANTEZ destekleri mevcut
ancak yetersizdir. Dünyada ileri teknoloji, inovasyon konusundaki iki başarılı örnek İsrail ve İrlanda’nın uyguladığı destek modelinin başarısı kanıtlanmıştır. İsrail’de 1980 sonrasında başlatılan
‘’Yozma’’ adı verilen programla önemli bir başarı elde edilmiştir.
Devlet; İsrailli risk yatırımcısı, yabancı risk yatırımcısı ve İsrailli
bankadan oluşan üçlü yapının yaptığı 1,5 birimlik sermayeye
1 birimlik destek vermektedir. Bu proje ile devlet bir katalizör
olarak kullanılarak yabancı ve yerli yatırımcıyı çekmiş, inovasyon
kabiliyeti olan yeni (start-up) teknoloji şirketlerini desteklemiştir.
İsrail’in Nasdaq’ta işlem gören 63 teknoloji şirketinin arkasında
böyle bir yapı mevcuttur. Ama şunu asla unutmamak lazımdır ki,
inovasyon, Ar-Ge yapma potansiyeliniz varsa devlet destekleri
ve katalizörlüğü ile geliştirilebilir. Aksi takdirde verilen destekler
israf edilmiş kamu ve özel sektör kaynaklarına dönüşür.
Sonuç: Araştırma geliştirme, inovasyon günümüz dünyasında
başarılı bir ekonomi olmanın anahtarıdır. Yenilik ve inovasyonun
sürekli olması başarı için zorunludur. Bunu sağlamak için çok iyi
yetişmiş insan gücü, devlet politikaları ve inovasyonu , araştırma
geliştirmeyi destekleyen bir yapı gereklidir.
Kasım - Aralık 2013 37
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
YTÜ REKTÖRÜ PROF. DR. İsmail Yüksek:
YTÜ Teknoparkımız üniversite-sanayi
işbirliğinde önemli bir köprü ve cazibe
merkezi olmaya devam ediyor.
Türkiye’nin alanında en köklü eğitim kurumlarından olan Yıldız Teknik Üniversitesi,
teknik yapısına uygun olarak hem araştırma çalışmalarına yoğunlaşıyor, hem
de Türkiye’nin akademisyen ihtiyacına çözüm bulmak adına lisansüstü ve doktora
öğrencilerine ağırlık vermeye hazırlanıyor. Bünyesinde barındırdığı Teknoloji
Transfer Ofisi, Teknoparkı, 3 bini aşkın akademisyeni ve 32 bini bulan öğrenci
sayısı ile Türkiye’nin en çok tercih edilen eğitim kurumlarından olan Yıldız Teknik
Üniversitesi’ni (YTÜ) Rektör Prof.Dr. İsmail Yüksek ile Ar-Ge ve İnovasyonun geleceğini
ve YTÜ Teknoparkta yapılan projeleri konuştuk.
T
arihi 1950'lere dayanan 'Teknopark'lar
önceleri kuzeyde (İskandinavya
ve Amerika) uygulanmaya başlamıştır.
1960'lardan itibaren teknoloji ve bilim
parkları konusunda yenilikçi yönetim sistemleri geliştirmeye başlayan İskandinav
ülkeleri bu alanda öncü olarak değerlendirilebilir. Ancak yeni fikir üretmenin ötesinde bu fikirleri işleyen sistemler olarak
uygulamaya geçirmek başarının gerçek
anahtarıdır. İlk örneklerinden bugüne, kronolojik açıdan doğrusal bir çizgi üzerinde
ilerlemeyen Teknoparkların gelişme yaklaşımları ve işlev dağılımları 57 farklı çeşit
ama genel olarak 3 temel yaklaşım/model
üzerinden değerlendirilmektedir.
"Teknokent", "teknopark", "bilim parkı",
"araştırma parkı" da denilen bilim üretme mekanlarının hepsinin amacı ortak.
Yasalara baktığımızda, “Teknoloji Geliştirme Bölgesi” olarak geçiyor. Teknokent;
teknoloji alanında rekabeti dengeleyen,
araştırma-geliştirme faaliyetlerini destekleyen ve artıran, bilginin ve teknolojinin
üniversite-şirketler-pazar arasında dolaşımını kolaylaştıran, teknolojiye yönelmek
isteyen şirketlerin kurulmasını ve desteklenmesini sağlayan bir organizasyon…
Dünyaya baktığımızda teknokentlerin
atası sayılan ABD kökenli Silikon Vadisi,
birçok global büyük şirketin çıkış yeri
38 Mimar ve Mühendis
ya da merkezi olmuş, en başarılı model
olarak öne çıkmış. ABD, İngiltere, Fransa, Japonya, Çin, Kore, Hindistan, İsrail,
Finlandiya gibi birçok ülkede üretim ve
hizmet sektörleri ürettikleri katma değerin
önemli bölümü teknoparklar bünyesinde
yürütülen ar-ge çalışmalarına borçlu.
Teknokentler, firma için arazi sağlamanın
yanında ona her türlü olanağı (kesintisiz elektrik, telekomünikasyon santralleri,
resepsiyon ve güvenlik hizmetleri, idare
ofisleri, lokantalar, banka şubeleri, toplantı
merkezi, otopark, toplu ulaşım araçları,
eğlence ve spor tesisleri) sağlıyor. Hizmet
masrafları paylaşılacağından, teknokentler kiralık mekanlardan daha avantajlı
oluyor.
YTÜ Rektörü Prof. Dr. İsmail Yüksek
ile YTÜ Teknopark'ını ve bilime kattıkları değerleri konuştuk...
Türkiye’de teknopark çalışmalarının
1980’li yıllarda ve Ar-Ge desteklerinin
yasal olarak 2000 yılından sonra başladı. YTÜ Teknopark'ın açılış sürecini
anlatır mısınız...
Sanayi ile işbirliği içinde ülkenin Ar-Ge
faaliyetlerine katkıda bulunan 21. yüzyılın
girişimci üniversite modeli doğrultusunda
Teknopark kurulması çalışmalarına baş-
lamış ve 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme
Bölgeleri Kanunu'nun 4. maddesine göre
Başkanlar Kurulu’nun 22/3/2003 tarih ve
5390 sayılı kararı ile Yıldız Teknik Üniversitesi Teknoloji Geliştirme Bölgesi kurulmuştur. Yıldız Teknik Üniversitesi Teknopark Projesi, toplam alan 1.300.000 m²
olan Davutpaşa Yerleşkesi içinde YTÜTP
için ayrılan yaklaşık 104.000 m² alan
üzerinde tesis edilmektedir. 2008 yılına kadar önemli bir çalışma yapılmayan
Teknoparkımız o günlerde sadece boş
bir araziyken günümüzde, 60.000m²’lik 8
binada, 162 Ar-Ge şirketi ve 2.937 Ar-Ge
elemanı çalıştıran büyük bir ar-ge kampüsü olmuştur.
Yüksek teknolojik Ar-Ge çalışmalarının
yürütülebileceği özel laboratuvarlar, prototip proje uygulama atölyeleri, yüksek
teknolojik donanımlı konferans ve toplantı
salonları, kapalı ve açık spor tesisleri,
teknoloji transfer merkezi, eğitim merkezi, tiyatro, konferans, konser alanları
ve çağdaş mimari ile bütünleşik rekreasyon alanları ile Teknoparkımız üniversitesanayi işbirliğinde önemli bir köprü ve
cazibe merkezi olmaya devam etmektedir.
Ülkemizin en hızlı büyüyen ve yüksek
gelişim kapasitesiyle ön plana çıkan Teknoparkımız büyük sanayi şirketlerinin ilgi
odağı olmaktadır.
Teknokent bünyesinde şuan kaç firma
bulunuyor ve hangi alanlarda neler
üretiliyor?
YTÜ Teknopark bünyesinde 168 firma
Ar-Ge faaliyetlerini sürdürmektedir.
Genelde yazılım alanında faaliyet gösteren firmalara ek olarak ilaç, finans,
havacılık, iletişim, kimya, otomotiv, maki
ne, sağlık ve telekomunikasyon alanlarında proje çalışmaları yapan firmalar
da bulunmaktadır. Teknopark bünyesinde
yazılım sistemleri, araç takip ve kontrol
sistemleri, güvenli ve akıllı kimlik sistemi,
Fatih projesi, mobil uygulamalar, bankacılık ve finans sistemleri, su altında
yüzen boru sistemleri, hukuk takip sistemi,
ilaç firmaları için elektronik ağ yönetimi,
mekatronik teknolojileri, ilaç, biyoteknolojik ilaç geliştirme, nükleer tıpta görüntüleme amaçlı kullanılan radyofarmasötik
ilaçların geliştirilmesi ve üretimi, insansız
hava aracı gibi ciddi projeler üzerinde
Ar-Ge çalışmaları yapılmaktadır.
Ülkemizin bilgiyi değere dönüştürme
sürecindeki en temel problemi nedir?
Bilimsel araştırmaların toplumsal faydaya
dönüştürülmesi için bilginin ürüne dönüştürme süreçlerinin yeniden yapılandırılması
gerekmektedir. Buna ilaveten, üniversitelerdeki Ar-Ge süreçlerinin değer oluşturmaya
dönüştürülmesi ve sanayi ve üniversitenin
birlikte çalışma gerekliliğini teşvik eden platformların oluşturulması sağlanmalıdır. Devletimiz özel sektör, kamu ve üniversitelerin
ortak Ar-Ge faaaliyetleri yürütebilmeleri ve
ürettikleri teknolojileri değere dönüştürebilmeleri için çok önemli bütçeler ayırarak
teşvikler vermektedir. Bu teşvik ve desteklerin doğru alanlara yönlendirilmesi ve kontrol
mekanizmalarının oluşturulması değer oluşturma sürecine katkıda bulunacaktır. Ülke
olarak temel problemimiz üretilen değerleri
ulusal ya da uluslararası markalaştırma
sürecindeki eksikliklerimizdir.
İnovasyon aktörleri kimlerdir ve bu
aktörlerin bir araya getirilmesinde
kamunun rolü nedir?
Teknolojik ve ekonomik bir rekabet gücü
elde etme yolculuğunda üniversiteler, kamu
araştırma kurumları ve özel sektör en
önemli ve vazgeçilmez inovasyon aktörleridir. Kamu ürettiği stratejilerle bu aktörleri biraraya getirmeye çalışan lokomotif
aktördür. Kamu; Bilim, Sanayi ve Teknoloji
Bakanlığı ve Tübitak aracılığıyla sağladığı
Ar-Ge ve proje destek ve teşvikleriyle, Ar-Ge
merkezleri, teknoparklar ve teknoloji transfer merkezleriyle özel sektör, üniversite ve
sanayi işbirliğine katkıda bulunmaya ve
doğru paydaşları doğru projelerde buluşturmaya çalışmaktadır.
Ulusal ölçekte başarılı bir inovasyon
stratejisi belirlemek için nasıl hareket
etmek gerekir?
Değişim ve yeniliklere hızla uyum sağlamanın artık bir zorunluluk olduğu bilgi çağında
ülkelerin kalkınmalarını sürdürebilmeleri için
inovasyon yönetimi uygulamalarına ihtiyaçları vardır. İnovasyon kurum, sektör ve
ülkeler için çıkış yolu olarak görülmekte ve
uzun dönemli verimlilik, kalite ve esnekliğin ön koşulu olarak değerlendirilmektedir.
Bu tanımlar göz önünde bulundurularak
inovasyon en genel haliyle bilginin ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürülmesi olarak tanımlanabilmektedir. Ulusların kendi geleceklerine ilişkin öngörüleri;
sosyoekonomik hedefleri vardır. Öngörülen
hedeflere ulaşabilmek için kullanılan en
etkin araç, ulusun bilim, teknoloji ve inovasyondaki yetkinliğidir. Ulusal bilim, teknoloji ve inovasyon stratejileri/politikaları bu
yetkinliği kazanmanın ve sürdürebilmenin
yol ve yordamını gösterir. Günümüz rekabet ortamında yirmi birinci yüzyılın iktisadi
dinamiklerine baktığımızda inovasyonun
herkes için bir zorunluluk olduğu görülmektedir. Kuşkusuz ki, ekonomik büyümeye
ivme kazandıran bu zorunluluk karşısında
hükümetler de kayıtsız kalmamaktadır. Bu
bağlamda hükümetlerce ulusal düzeyde
inovasyon sistemleri geliştirilmektedir. Ulusal inovasyon sistemleri ile yeni bilim ve
teknolojilerin geliştirilmesi, ulusal inovasyon
politikalarının belirlenmesi, korunması ve
finanse edilmesi amaçlanmaktadır. Ayrıca
inovasyon performansını etkileyen firmalar,
kamu ve özel sektör kurumları, üniversiteler
gibi aktörlerin ilişkilerinin de hükümetlerce
düzlenmesi sağlanmaktadır. Bu çerçevede
ülkelerin pek çok alanda gelişmesinde stratejik önem taşıyan inovasyon performansları incelendiğinde ise hükümetlerin bütçelerinden inovasyon için ayırmış oldukları
payların önemi anlaşılmaktadır. Bu nedenle
hükümetler istenilen refah düzeyine, kalite
ve verimliliğe ulaşmak için ulusal inovasyon
politikalarına önem vermelidir.
Siz aynı zamanda TÜBİTAK Bilim Kurulu ve TÜBİTAK MAM Yönetim Kurulu üyesisiniz. Bundan sonraki süreçte
TÜBİTAK’ın Ar-Ge destekleri ve çağrıları neler olacaktır bunula ilgili de bize
bilgi verir misiniz.
Tübitak desteklerini beş ana çerçeveye
oturtmaktadır. Bu beş ana çerçeve sanayi
Ar-Ge proje destekleri, akademik ar-ge
destekleri, bilim ve toplum proje destekleri,
AB çerçeve programları destekleri ve ikili ve
çoklu destekler başlıklarından oluşmaktadır.
Kasım - Aralık 2013 39
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Yrd.Doç.Dr. Bahar AKSEL ENŞİCİ
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Araştırma ve Uygulama Merkezleri Birimi
Müdür Yardımcısı
Yaşam ve Üretim Mekanı Olarak
Teknopark İstanbul
Bu yıl 20. kuruluş yıldönümünü kutlayan Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin 28-30
Kasım tarihleri arasında İstanbul Kongre
Merkezi’nde düzenlediği Türkiye İnovasyon
Haftası etkinlikleri kapsamında katılımcılar
inovasyonun bilgi dolu dünyasını keşfe çıktı.
Giriş
Sanayi toplumundan Bilgi toplumuna geçiş üretim süreçlerinde, iş yaşamında, sosyal ilişkiler ve mekansal kullanımlar üzerinde önemli değişikliklere neden olmuştur.
Hammadde, ulaşım, lojistik, coğrafi konum gibi faktörlerin
şekillendirdiği bir üretim sürecinden eğitim, iletişim ve
ağlar (networks) üzerinde odaklanan bir sürece geçilmiştir.
Bu noktada değişen sadece üretim süreci değil, bağlantılı olarak onun mekanları, çalışan profili ve çalışanların
ihtiyaçlarıdır. Eskinin sanayi üretimi coğrafi bölgeler ya
da ülkeler ile özdeşleşmişken bilgi ve hizmet üreten
merkezler olarak kentler ön plana çıkmıştır. Artık küresel
dünya kentler tarafından örülmüş bir ağ haline gelmiştir.
Kentlerin kendi içindeki mekansal kullanımlar, işlevsel
dağılım ve bağlantılar da yeni ihtiyaçlara göre dönüşüm
geçirmektedir. Kent merkezinde kalan eski sanayi alanları kimi zaman yıkılarak yeni ihtiyaçlara yer açılmakta
kimi zaman da kültür mirası olarak değerlendirilerek yeni
işlevler ile (kültür, ticaret, turizm gibi) yaşamına devam
etmektedir. Diğer yandan kent merkezinde yer alan ofis
blokları fikirsel üretimlere ve servis sektörüne ev sahipliği
yapmakta, uzmanlaşan sanayi kolları merkez çeperinde
yer alan sanayi sitelerinde küçük/orta ölçekli üretimlere
devam etmektedir. Bu yeni dönemin en önemli üretim
merkezlerinden biri de Teknoloji ve Bilim Parkları, kısaca
Teknoparklardır. Üretim, Savunma ve Hizmet sektörlerinde
kullanılacak yeni teknolojileri geliştirmek üzere kurulan bu
merkezler Ar-Ge faaliyetlerinin yoğunlaştığı, uygulamaya
dönük yeni fikirlerin üretilmesinin ve pazarlanmasının
desteklendiği alanlardır.
Tarihi 1950'lere dayanan Teknopark'lar önceleri kuzeyde (İskandinavya ve Amerika) uygulanmaya başlamıştır.
1960'lardan itibaren teknoloji ve bilim parkları konusunda
yenilikçi yönetim sistemleri geliştirmeye başlayan İskandinav ülkeleri bu alanda öncü olarak değerlendirilebilir.
Ancak yeni fikir üretmenin ötesinde bu fikirleri işleyen
sistemler olarak uygulamaya geçirmek başarının gerçek
anahtarıdır. İlk örneklerinden bugüne, kronolojik açıdan
40 Mimar ve Mühendis
doğrusal bir çizgi üzerinde ilerlemeyen Teknoparkların gelişme
yaklaşımları ve işlev dağılımları 57 farklı çeşit ama genel olarak 3 temel yaklaşım/model üzerinden değerlendirilmektedir
(Annerstedt, 2011):
1.Jeneraston teknoparklar, Üniversite ya da diğer Ar-Ge kuruluşlarının sanayinin ihtiyaçlarına cevap verecek iş fikirlerine
duydukları ilgi ile yeniden organize olduğu, bu iş geliştirme
ortamında güçlenebilmek için üniversitelerin yüksek teknoloji
üretimine destek vermesi ile Akademisyenlerin girişimci rolü
üstlendiği, akademik araştırmaların sonuçlarının hızla iş dünyası
ve üretim sistemi içinde ürünleştirildiği bir modeldir.
2.Jenerasyon teknoparklar, Üniversite, araştırma kuruluşu ve iş
çevreleri arasında genişleyen iş birliklerinin arttığı, araştırmacılar ve diğer uzmanların endüstri içinde kendilerine daha fazla
yer bulduğu, Pazarın ihtiyaçlarının takip edilerek araştırma ve
deneyim geliştirmelerin boşluk alanlara odaklandığı modeldir.
3.Jenerasyon teknoparklar, dinamik kentsel alanlar ile daha
yoğun ilişkilerin kurulduğu, yapılı çevre içinde 'mekan' kavramının öneminin tanındığı, kalite yaratma nosyonun her ölçekte
tartışıldığı, yenilikçi aktiviteler ile daha gelişmiş düzeyde hizmetlerin sağlandığı bir modeldir. İnsan odaklı bir model olduğundan yaratıcılığın desteklendiği mekansal, yönetsel ve sosyal
süreçlerin tümünü içerir.
Farklı kentler kültürel yapıları ve güçlü oldukları alanları göz
önüne alarak kendi yaratıcı ortamlarını yaratmak üzere tasarım ve yönetim yaklaşımları geliştirmektedirler. Üretilen her
türlü teknoloji ve ürünün dünyaya hızla yayıldığı günümüzde
fark yaratabilmek yenilikçi yaklaşımlarla katma değeri yüksek
ürünler/teknolojiler/hizmetler geliştirebilmek ile olabilmektedir.
İnsan odaklı bu yeni üretim süreci sayılabilen, rakamlar üzerinden değerlendirilebilen başarı kriterlerinin büyük oranda terk
edilmesi ile kişisel değerler, süreç ve yaratıcılık gibi daha soyut
Günümüzde yeni fikirlerin üretilmesi temel konu olarak
benimsenmekte; 'yaratıcılık' ve 'yetenek' kavramları
ile birlikte ele alınmaktadır. Yaratıcı çözümler,
uygulamalar ve yeni fikirlerin geliştirilmesi ülkeleri /
kentleri / firmaları güçlü hale getiren ve farklılaştıran
en önemli etmen haline gelmiştir. Bu nedenle 'yetenek'
sahibi kişilerin eğitimi, 'yetenek'in geliştirilmesi ve
'yaratıcılık' ile sonuçlanması için desteklenmesi birincil
mesele olarak ele alınmaktadır.
kavramlara odaklanmaktadır. Yaratıcı ve verimli çalışma ortamlarının sınırları da iyi tasarlanmış ofis mekanları, iyi derecede
lojistik hizmetler ve güçlü bağlantıların ötesine geçerek kent ile
kurulan ilişki, açık kamusal alanların kalitesi, kimlikli açık/kapalı
mekanlar, sunulan iş dışı imkanlar / hizmetler ve teknopark
alanlarının yönetim politikalarına kadar genişlemiştir. Öğrenme ve yaratma süreci sadece ofis saatleri ve ortamı ile sınırlı
değildir. Yaratıcılık gündelik hayatın bir parçasıdır, dolayısı ile
yaratıcılık beklentisi olan çalışma alanlarının bir 'çalışma' ortamı
olarak değil kaliteli bir yaşam alanı olarak tasarlanması önem
kazanmıştır.
Üretim'in Mekansal Politikaları
Günümüzde yeni fikirlerin üretilmesi temel konu olarak benimsenmekte; 'yaratıcılık' ve 'yetenek' kavramları ile birlikte ele
alınmaktadır. Yaratıcı çözümler, uygulamalar ve yeni fikirlerin
geliştirilmesi ülkeleri / kentleri / firmaları güçlü hale getiren
ve farklılaştıran en önemli etmen haline gelmiştir. Bu nedenle
'yetenek' sahibi kişilerin eğitimi, 'yetenek'in geliştirilmesi ve
'yaratıcılık' ile sonuçlanması için desteklenmesi birincil mesele
olarak ele alınmaktadır.
Teknoparklarda temel amaç artı değer üretecek fikirleri ortaya
Kasım - Aralık 2013 41
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
İnsan'ı merkeze koyan, İnsan
odaklı 3.Jenerasyon Teknopark
yaklaşımları 'yaratıcılık'ın
desteklenmesi ve yaratıcı sınıfın
zihinsel ve fiziksel ihtiyaçlarını
karşılayacak mekanlar
tasarlanmasını üretimin
artması için bir ön koşul olarak
değerlendirmektedir.
çıkarmaktır. Bu katma değeri yaratacak kişi ve kurumların bu
ortamlarda bir araya gelerek, birliktelikten ortaya çıkan sinerji
ile verimli üretim süreçleri yürütmesi hedeflenmektedir. Kendi
varlığı, tasarımı, mimari dili ve yönetim yaklaşımları açısından
kendi varoluşundan artı değer üretmeyen ya da bu iddiayı taşımayan parkların bu alanda gelişmeye yol açması oldukça zor
olarak değerlendirilmekte, teknoloji temalı gayri menkul yatırımları olarak nitelenmektedirler.
İnsan'ı merkeze koyan, İnsan odaklı 3.Jenerasyon Teknopark
yaklaşımları 'yaratıcılık'ın desteklenmesi ve yaratıcı sınıfın zihinsel ve fiziksel ihtiyaçlarını karşılayacak mekanlar tasarlanmasını
üretimin artması için bir ön koşul olarak değerlendirmektedir.
'Yaratıcı Süreçler' her aşamada bir alt metin olarak varlığını sürdürür. Bunun sonucu olarak da yönetim ve mekan kurgusu politikalarında bu kavramları destekleyecek çözümler üretmektedir.
Kakko ve Inkinen (2009) Yaratıcılığın artması için iletişimin
önemini vurgulamakta ve artan bağlantıların hem sosyal hem de
iş ortaklıkları anlamında verimi arttırdığını belirtmektedirler. Birbirleri ile sosyal açıdan ilişki içinde olan çalışanlar birbirlerinin
çalışma alanları hakkında fikir sahibi olacağı için ihtiyaç duydukları ya da çözüm üretmeleri gerektiği durumlarda ilgili kaynaklara daha kolay ulaşır, rahat iletişim kurar, ihtiyacı olan bilgiye
daha kolay ulaşır; en önemlisi sosyal karşılaşmalar rastlantısal
fikir üretimlerinin doğması için verimli ortamlar oluşturur.
İnovasyon ve üretim alanında planlanmamış, tesadüfi karşılaşmaların verimli ve olumlu sonuçlar doğurduğu, yaratıcı fikirlerin
ortaya çıkışını desteklediği gözlemlenmiştir, bu noktada anahtar kavram olarak 'rastlantısallık' (serendipity) öne çıkmaktadır
(Roberts, 1989 ve Eyre, 1999). Bu kavramın bir yaklaşıma
dönüşmüş hali literatürde 'Rastlantısallık Yönetimi' (Serendipity Management) olarak tanımlanmaktadır. Bilim ve teknoloji
tarihine bakıldığında fark yaratan ve insanlık için bir sıçrama
noktası olan pek çok gelişmenin bambaşka konular için yapılan
araştırma ve çalışmalar sırasında keşfedildiği görülmektedir:
Arşimed kanunu, Kolomb'un Amerika'yı keşfi, Newton'un yer
çekimini bulması, atom çekirdeğinin parçalanması, sentetik kau42 Mimar ve Mühendis
çuk, röntgen ışını, yapay şeker, Teflon, Aspirin, Kinin, Naylon vb.
Kolaylaştırıcı ve güvene dayalı ortamlar yaratarak beklenmedik,
bilinmeyen, yenilikçi fikirleri ortaya çıkarabilecek meraklı yeteneklerin başta teknoparklar olmak üzere fikirsel üretim yapan
alanlara çekilmesi gelişme için başlıca adım olarak görülmektedir.
Inovasyon ve teknoloji geliştirme açısından başı çeken Teknoparkların yeni yönetim ve tasarım politikaları ile şekillenerek
yaratıcı süreçleri tetiklemesi, farklı fikirler geliştirme potansiyeline sahip kişileri kendine çekmesi esas sorun haline gelmiştir.
Rastlantsal gelişmelerin olabilmesi, kullanıcıların çağrışımlardan
yararlanabilmesi ve kendilerini rahat hissederek kendi konularına odaklanabilmesi için bu durumları destekleyen mekansal
düzenlemeler yapılmalıdır. Bu noktada iç ve dış ortak alanlar,
kamusal alanlar ve toplanma alanları ile sunulan sosyal hizmetler önem kazanmaktadır.
Yukarından aşağıya tanımlanan bir iş süreci, katı ve rolleri
tanımlı bir yönetim hiyerarşisi, kesin şekilde belirlenmiş iş
tanımlarının yenilikçi fikir üretme süreçlerini kötü etkilediği
bilinmektedir. Yeni dönemde bireylerin yaratıcılıklarının desteklenmesi ve esnek süreçler toplam fayda için başlıca değerler
olarak tanımlanmaktadır. Diğer yandan, yeni fikir üretme süreci
yoğun problem çözme aşamalarından geçmekte, dolayısı ile
derecesi sektörlere göre farklılaşmakla birlikte stres düzeyi yükselmektedir. Bu tip durumlar için çalışma ortamlarının bu stresi
uzaklaştırmaya dönük hizmetler içermesi uzun soluklu çalışmaların devamlılığı için kritik önem taşımaktadır.
İş yönetiminin yanı sıra, yenilikçi fikir üretme süreçlerinde kullanılan kimi kavramların fiziksel mekanların tasarlanmasında
da kullanılması, mekanın şekillenmesinde yaratıcı bir ortamın
oluşturulmasına dikkat edilmesi gerekmektedir.
Mekansal Öneriler
Teknopark İstanbul gerek kuruluş amaçları ve yönetim yapısı
gerekse yer seçimi kararları açısından önemli potansiyellere
sahip bir projedir. Potansiyellerinin farkında olan bir proje konu-
sunda iddiasını da ortaya koymaktadır. Günümüzde yeni kurulan
teknoparkla rekabette fark yaratabilmek amacıyla çoğunlukla
3.Jenerasyon modelini benimsemektedir. İstanbul gibi bölgesi
içinde uluslararası bir merkez konumunda olan bir kentin fark
yaratacak atılımları desteklemesi ve rekabet kapasitesini arttırması önemlidir. Teknopark İstanbul'un hedefleri içinde tanımlandığı gibi teknoloji ve bilgi üretimi konusunda sahip olunan kültür,
altyapı, birikim ve mekansal potansiyeller doğru yönetildiğinde
başarılı sonuçlara ulaşılacağı açıktır.
Çağdaşı teknoparklar arasında Teknopark İstanbul'un yaratıcılık ve
üretim kapasitesi ile farklılaşarak öne çıkması İstanbul'un potansiyelleri de göz önüne alındığında hiç zor değildir. Devlet politikaları
ile desteklenen bir yapılanma olmasının yanı sıra kuruluş amaçları
ve Temel genel yapılanma kriterleri içinde yer alan kavramlar yeniliklere açık bir yapı anımsatmaktadır.
Teknopark İstanbul'un yapılanma hedefleri içinde tanımlanan
'Temel Genel Yapılanma Kriterleri' 3.jenerasyon teknopark gelişim
modeli yaklaşımları ile paralellikler göstermekte, aynı zamanda
mekansal kurgu açısından da ipuçları vermektedir (url-1). Kriterler
arasında yer alan Kurumsal tutuculuktan uzak durulması ve Girişimciliğin, yenilikçiliğin, yenileşimin desteklenmesi maddeleri yönetim modelinde 'yaratıcılık' konusuna verilen önemi; Çevre ve yeşil
bilinci ve Çok yüksek standartlarda iş ve çalışma ortamı maddeleri
ise mekansal kalite konusundaki özeni göstermektedir.
Tasarlanan Teknopark alanının iç ve dış mekanlarının tümü ile,
her ölçekte yaratıcılık ve yeni fikirlerin oluşmasını destekleyecek
nitelikte olması gerekmektedir. İç mekanların konfor koşullarının
sağlanmasının yanında ortak mekanlar olan açık kamusal alanlar
ve geçiş mekanlarının da rastlantısal buluşmalara ortam sağlaması, esnek kullanımlara izin vermesi, kullanıcılar arasında etkileşim/
iletişimin gelişmesini desteklemesi, iletişim ve sosyal bağlantıları
arttıracak nitelikte olmasına önem verilmelidir.
Teknoloji yoğun yapılaşmış çevrenin alternatifi olarak doğal alanların güçlü doğal kimlikler ile tasarlanması, sadece görsel bir peyzaj
ögesi, manzara olmaktan öte içinde dolaşılan, vakit geçirilen, dinlenilen ve hatta istenildiğinde çalışılabilen alanlar olarak ele alınması
alternatif kullanımların desteklenmesi adına bir gerekliliktir. Doğal
alanlar 'topraklanmak' için benzersiz ortamlardır.
Çalışma ve dinlenme alanları arasında sınırlayıcı olmayan davetkar
geçişler tasarlanması çalışanların açık alanları daha fazla kullanmasını sağlayacaktır. Aktif olarak kullanılan açık kamusal alanlar
farklı konularda çalışan kişileri bir araya getirerek birbirlerinden
beslenmelerini sağlar, yeni girişimlerin oluşmasına olanak tanır.
Yönetim yaklaşımında kullanılan iletişim kavramı, mekansal ölçekte
bağlantılar olarak karşılık bulmaktadır. Bölgeler arası sirkülasyonun
desteklenmesi, ana yaya akslarının yanı sıra bu aksları birbirine ve
yeşil alanlara bağlayan yolların oluşturulması teknopark birimleri
arasındaki bağlantıyı güçlendireceği gibi firmalar, kişiler arası hareketliliği geliştirecek, açık / kapalı alanların kullanımı arttıracaktır.
Dolayısı ile iletişimin gerçekleşebileceği alanlar ortaya çıkaracak,
farklı kullanıcıları bu iletişim ortamlarına yönlendirecektir. Farklı
ölçeklerde, kimlikli ana buluşma meydanı ve alt toplanma alanlarının tanımlanarak bir açık alan kullanım sisteminin yaratılması, bu
açık alanların peyzaj ve gölet gibi doğal alanlar ile bağlandırılması
açık alanların kullanımını özendirebilir. Yüksek düzeyde dolaşım olanakları ve farklı tipte açık alan eylemleri kullanıcıları dış mekanlara
çekmekte önemli rol oynar. Etkinlik çeşitliliği yüksek, kullanıcının
farklı isteklerine yanıt verebilecek esnek mekanlar olarak tasarlanan açık alanlar farklı kullanıcıları çekerek etkileşim ortamı yaratır.
Doğal kimlikli ve sert zeminli, fiziksel olarak tanımlı açık kamusal
alanlar arasında kalan serbest geçişler, kullanılan malzemeler ve
tasarım dili açısından da sınırlayıcı değil birleştirici nitelikte, şeffaf
ve geçirgenliği yüksek şekilde tasarlanmalıdır. Böylece, canlılığı
tüm alana yayılan ve aktif kullanılan açık alanlar ortaya çıkacaktır.
Kasım - Aralık 2013 43
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Doç. Dr. Cevahir UZKURT
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı
Bilim ve Teknoloji Genel Müdürü
TEKNOLOJİ GELİŞTİRME BÖLGELERİ
(TEKNOPARKLAR)
VE YENİLİĞE (İNOVASYONA) KATKILARI
Sanayileşmiş ülkelerde bilginin süratle
ticarileştirilmesinde kullanılan en önemli
mekanizmalardan birisi teknopark veya
bilim teknoloji parkları olarak adlandırılan
yapılardır. Bu yapılar kamu-üniversitesanayi işbirliğinin gerçek anlamda
sağlandığı en önemli arayüzler olarak
bilinmektedir.
1. Dünya'da Teknoparklar
Bilgiden ürüne giden süreçlerin ve inovasyon faaliyetlerinin
başarı ile gerçekleştirildiği teknoparkların önemi anlaşıldıkça
bütün dünyada yaygınlaşmaya başlamış, sanayileşmiş ve
sanayileşmekte olan ülkelerde geniş bir uygulama alanı bulmuştur. Hatta son zamanlarda teknopolis veya technocity gibi
adlarla çok daha geniş alanlarda, Ar-Ge ve yeniliğin yanında
küresel bilgi ekonomisinin tüm fonksiyonlarının bulunduğu ve
işlediği çok daha kapsamlı düzenlemelere gidilmektedir.
Dünyada teknopark faaliyetleri 1951 yılında Silikon VadisiStanford Araştırma Parkı ile başlamıştır. Silikon Vadisinin
başarısı ve yükselişi, Amerika ve Avrupa’da 1970’li yıllarda
teknopark faaliyetlerinin yayılmasına ve artmasına yol açmış,
70’lerin sonuna doğru bu hareketlilik Japonya’ya ulaşmıştır.
Bugün dünyada 900’e yakın teknopark bulunmaktadır. Bu sayı
inkübasyon merkezleriyle birlikte 4000’e ulaşmaktadır.
Teknoparklar, üniversiteler, araştırma kurumları ve sanayi
kuruluşlarının aynı ortam içerisinde araştırma, geliştirme ve
inovasyon çalışmalarını sürdürdükleri; birbirleri arasında bilgi
ve teknoloji transferi gerçekleştirdikleri; akademik, ekonomik
ve sosyal yapının bütünleştiği organize araştırma ve iş merkezleridir. Teknoparkların temel hedefleri arasında; üniversite ve
araştırma merkezlerindeki akademik bilgi ve araştırma potansiyelinin teknolojik ürünlere dönüştürülüp ticarileştirilmesi ve
teknoloji transferi için uygun ortam yaratmak, küresel rekabet
için gerekli, teknoloji odaklı firmaların oluşmasını ve gelişme-
sini teşvik etmek, firmalar ve kurumlar arası sinerji ve işbirliği
fırsatlarını arttırmak, nitelikli kişilere iş ve girişimcilik imkanları
yaratarak beyin göçünü önlemek sayılabilir.
44 Mimar ve Mühendis
2. Türkiye’de Teknoparklar ve Yenilikçilik
Gelişmiş ülkelerde uzun yıllardan beri önemli bir kalkınma aracı
olarak kullanılan teknoparklar ülkemizde 90’lı yılların ortalarında gündeme gelmiştir. Teknoparklar konusundaki yasal
düzenleme 06.07.2001 tarihinde yürürlüğe giren 4691 sayılı
“Teknoloji Geliştirme Bölgeleri (TGB) Yasası” ve 19.06.2002
tarihinde yürürlüğe giren “Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Uygulama Yönetmeliği” ile sağlanmış ve bu bölgelere yönelik teşvikler verilmeye başlanmıştır. Bu yasalar, TGB’leri yöneten şirkete
ve çalışanlarına, bölgede Ar-Ge faaliyeti yapanlara, Ar-Ge şirketlerine, akademisyenlere önemli destekler getirmiştir. Bunun
yanında ülkemizdeki yenilik ve yenilikçilik faaliyetlerine, Ar-Ge
kapasitesine, proje yapma eğilimine ve nitelikli istihdama
önemli etkileri ve katkıları olmuştur.
Yenilik, fikri uygulamaya dönüştürmek, yenilikçilik ise bilgi
ve fikirleri faydalı sonuçlar ve ticari uygulamalar yaratacak şekilde kullanmaktır. Yenilik, ekonomileri için rekabet
üstünlüğü elde etmenin temel kaynağını oluşturmaktadır.
Küresel ekonominin kuralları, bir işletmenin rekabetçi pazar
koşullarında ayakta kalabilmesi için ya yenilikleri yakından
takip ederek yararlanması ya da yeniliklerin bizzat kendileri
tarafından geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda,
bir işletmenin yenilik odaklı stratejilere sahip olması, hem rekabet
gücünü artırmasında hem de varlığını koruma ve sürdürülebilirliğini
sağlaması bakımından önemlidir.
Yenilikçiliğin en önemli aracı ise Ar-Ge çalışmalarıdır. Yenilik faaliyetleri gerek ülkeler arası, gerekse işletmeler arası rekabette bir
ürünü müşteri isteklerine göre üretme ve sunma, bu üretimi ve
sunuşu ekonomik bir şekilde gerçekleştirmektir. Günümüzde rekabetçi üstünlük elde edebilmek için işletmelerin kendilerini tamamen
farklı bir biçimde yeniden tanımlaması, temel stratejilerini yeniden
belirlemesi, içinde bulunduğu sektörü yeniden keşfetmesi yani
rakiplerinden farklı olabilmesi, ürün ve hizmetlerinde fark oluşturabilme yeteneğine sahip olması gerekir.
İşletmeler açısından yenilik faaliyetleri, verimliliği ve kârlılığı artırdığı, yeni pazarlar ile mevcut pazarların genişlemesini sağladığı
ve rekabet için önemli avantajlar getirdiği için çok gereklidir. Bu
manada, faaliyetlerine yenilikçiliği ekleyen, bunu önemseyen,
işletmelerinde buna yönelik birimler kuran ve araştırmacı personel
çalıştıran girişimciler yenilikçi girişimcilerdir.
3. Türkiye’nin Temel Ar-Ge Göstergeleri
Ar-Ge Göstergeleri
2001
Ar-Ge harcamalarının GSYİH içindeki payı (%) 0,54
GSYİ Ar-Ge Harcaması (Milyon TL)
1.281
Yükseköğretim Payı (%)
58,9
Özel Sektör Payı (%)
33,7
Kamu Payı (%)
7,4
TZE Cinsinden Toplam Ar-Ge Personeli Sayısı
27.697
Yükseköğretim Payı (%)
60,7
Özel Sektör Payı (%)
20,2
Kamu Payı (%)
19,1
TZE Cinsinden 10 Bin Kişiye Düşen Ar-Ge Personeli
12,9
2007
0,72
6.091
48,2
41,3
10,6
63.377
46,6
38,3
15,1
30,6
YILLAR
20082009
0,73
0,85
6.893
8.087
43,8
47,4
44,2
40,0
11,9
12,6
67.244
73.521
44,5
42,2
40,8
42,8
14,7
15,0
31,7
34,6
20102011
0,84
0,86
9.268
11.154
46,0
45,5
42,5
43,2
11,4
11,3
81.792
92.801
40,2
38,4
45,9
48,9
13,9
12,7
36,2
38,5
Türkiye’deki temel Ar-Ge verileri incelendiğinde, son yıllarda hemen tüm verilerde olumlu yönde gelişmelerin
olduğu görülmektedir. Ancak başta OECD üyesi ülkeler olmak üzere dünya ile mukayese ettiğimizde henüz
olmamız gereken yerden oldukça uzakta olduğumuz ve bu alanda daha çok gayret göstermemiz gerektiği
anlaşılmaktadır.
Bu sebeple son yıllarda ülkemizde Ar-Ge altyapısını, kamu-üniversite-sanayi-işbirliğini, yenilikçi girişimciliği geliştirmek amacıyla son
derece önemli çalışmalar yürütülmektedir. Yenilikçi girişimciliğe
yönelik olarak Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı (BSTB), Kalkınma Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, KOSGEB, TÜBİTAK ve Kalkınma
Ajansları gibi kurumlar tarafından çeşitli destekler verilmektedir.
Teknoloji Geliştirme Bölgelerinin kurulmasıyla bu faaliyetler daha
da artarak gelişmiş ve kurumsal bir yapıya da kavuşmuştur. Yenilik
ve yenilikçilik ekosisteminin bütün bileşenleriyle kurulmasına çalışılmaktadır.
YILLAR
200620072008 20092010 2011 20122013
TGB Sayısı 22
28
31
37
39
43
45
52
Toplam İşletme Sayısı
604
802
1.154
1.254
1.515
1.800
2.174
2.247
Yabancı İşletme Sayısı
25
25
32
53
64
66
71
71
Yürütülen Ar-Ge Projesi Sayısı
1.939
2.513
3.069
3.403
4.102
4.979
5.703
5.768
Biten Ar-Ge Proje Sayısı
-
-
4.221
5.874
7.179
8.052
10.661
10.835
Ar-Ge Çalışanı Sayısı
8.843
9.770
11.093
11.021
13.397
15.822
19.498
19.786
Alınan patent sayısı
322
İhracat (Milyon $)
897
TGB’lerle ilgili
bilgiler(birikimli)
Tabloda da görüldüğü gibi, sanayileşmiş ülkelere göre çok kısa bir
geçmişi olan TGB uygulamamız oldukça başarılı olmuştur. Özellikle
nitelikli personel istihdamı (19.786 adet), yürütülen Ar-Ge proje
sayısı (5.768 adet), biten Ar-Ge proje sayısı (10.835 adet), teknoloji
tabanlı işletme sayısı (2.247 adet) bakımından önemli sayılacak
gelişmeler kaydedilmiştir. Bu verilerdeki düzenli artış, ülkemizde
son yıllarda TGB’lerden kaynaklanan yenilik ve yenilikçi girişimciliğin giderek gelişmekte olduğunu göstermektedir. 2013 yılındaki
gerek patent sayıları, gerekse ihracattaki gelişmeler uygulamanın
başarıyla sürdüğünün işaretleridir.
Ülkemizde son yıllarda yaşanan gelişmeler üretim gücümüzü ve
ekonomimizi daha rekabetçi bir yapıya kavuşturabilmek için bilgiyi,
yeniliği ve girişimciliği harekete geçirmekte olduğumuzu göstermektedir. Bu konuda Bakanlığımız bağlı ve ilgili kuruluşlarıyla
birlikte gerekli yapısal ve mevzuata yönelik düzenlemeler yanında
operasyonel destek programlarını da hayata geçirmektedir. Bu
gayretlerin hedefi 2023 yılı olarak belirlenmiş olsa da, çok daha
uzak hedefler için çalışmalar yürütmemiz gerekmektedir.
Kasım - Aralık 2013 45
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Dr. Suat GENÇ
Başkan, Ar-Ge Mühendisleri ve Yöneticileri Derneği
KÜRESEL REKABET İÇİN
TEKNOLOJİ TRANSFERİ
T
Ülkemizi 2023 hedeflerine taşımada önemli
hamlelerden biri olarak görülen bilgi ekonomisine
geçişi hızlandırıp destekleyecek üniversite
tabanlı teknoloji transferi konusu, gerek akademi
çevresinde gerekse endüstri çevresinde öncelikli
gündemlerden biri olmaya devam etmektedir.
eknoloji Transferi” akademik ortamlar ile Ar-Ge merkezlerinde
geliştirilen ve ticari değeri olan “teknoloji”nin veya daha geniş
tarifi ile “bilgi”nin satışı veya lisanslanması yöntemi ile müşteri tarafa devredilmesi ile gerçekleşir. Müşteri taraf ise bu
bilgi veya teknolojiyi gerçekleştireceği ek geliştirme veya ticarileştirme çalışmaları ile nihai ürün veya hizmet olarak pazara
sunar. Teknolojiyi transfer eden taraf, söz konusu teknolojiyi
yeni ve bu amaç için özgülediği girişimci bir şirket kurarak
değere dönüştürebileceği gibi mevcut şirketi bünyesindeki
altyapı ve faaliyetler vasıtası ile de değerlendirebilir.
Teknoloji transferi, bu anlamda, Ar-Ge merkezinin “yenilik
yapma” kabiliyet ve kapasitesi ile endüstrinin “üretim yapma”
kabiliyet ve kapasitesini birleştirerek fikirden-pazara olan
süreci daha verimli ve etkin hale getirmiş olmaktadır.
Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, endüstride rol alan şirketlerin “yenilik yapma” amacına ve inovasyon odaklı yeni
şirket politikalarına yönelik Ar-Ge birimi oluşturmaları ve
bu kapsamda proje çalışmaları hayata geçirmeleri oldukça
sınırlı olarak gerçekleşebilmektedir. Buna kalifiye personelin
tedarikinde yaşanan sıkıntılar, istihdam politikalarının cazip
olamayışı, altyapı sıkıntıları, kurumsallaşmamış şirket modelleri sebep olabilmektedir. Bu anlamda, ülkemizdeki şirketlerin
üniversitelerimizde veya Ar-Ge merkezlerimizde hâlihazırda
geliştirilmiş teknolojileri transfer ederek ticarileşme çalışması
yapmaları avantajlı bir iş modeli olarak görünmektedir. Böylece hem geliştirilen teknoloji Ar-Ge birimlerinin raflarında
“teorik bilgi” olarak kalmamış olacak, hem de şirketlerimiz
yurtdışına bağımlılıktan kurtularak milli merkezleri çözüm
paydaşı olarak görecektir.
Transfer sürecinin etkin bir şekilde yürütülebilmesi için endüstriyel şirketlerin üniversite veya Ar-Ge merkezleri kaynaklarına
yöneltilmesi ve ihtiyaçlarına cevap verecek çözümlerin orada
üretilmesi gerekmektedir. Bu, şirketlerin pazara sunduğu
ürünlerde ve hizmetlerde kullanabileceği rekabetçi ve olgun
teknolojilerin araştırmacılar tarafından geliştirilmesi anlamına gelmektedir. Bununla birlikte transfer sürecinin başarı
ile tamamlanması için, geliştirilen ve ticari potansiyeli olan
teknolojilerin doğru zamanda, doğru müşteriye, doğru bir yöntemle sunulması gerekmektedir. Ticari bilginin/teknolojinin
tespiti ile başlayan ve teknolojinin bir müşteriye devredilmesi
ile biten bu süreçteki tüm çalışmaların üniversitelerde veya
Ar-Ge merkezlerinde veya onların adına kurulmuş Teknoloji
Transfer Ofisleri (TTO) vasıtası ile yürütülmesi gerektiği
değerlendirilmekte ve bu kapsamda ülke çapında konu ile ilgili
kültür, bilgi, beceri ve yetkinlik artırmaya yönelik faaliyetler
tüm hızı ile devam etmektedir. Bu çalışmalara ivme kazandırmak amacına yönelik olarak TÜBİTAK, Teknoloji Transfer
Ofisleri Destekleme Programı (1513) çağrıları kapsamında
üniversitelerin Teknoloji Transfer Ofisi (TTO) kurmalarını teşvik edici bir destek programı başlatmış ve söz konusu programa başvuran 10 üniversiteyi çağrı kapsamında hâlihazırda
destekleme kararı almıştır.
Ülkemizde kurulmuş veya kurulacak TTO’lar, verimli ve etkin
çalışmalar vasıtası ile beklentileri karşılayabilmek için kendilerine uygun “TTO Yönetim Modeli” arayışını oldukça yoğun
bir şekilde devam ettirmektedir. Bu anlamda, hem yabancı
uzmanlar ülkemize davet edilmekte hem de çalışmaları
yerinde görmek üzere TTO yetkilileri ve çalışanları başarı
46 Mimar ve Mühendis
hikâyesi olan TTO’ları yerinde ziyaret etmektedir. Ancak süregelen
bu bilgi ve deneyim paylaşım faaliyetleri göstermektedir ki, başka
bir ülke veya bölgede başarı ile çalışan TTO modelleri bizim ülkemiz
veya üniversitelerimiz için verimli olmayabilecektir. Bunun başlıca
sebepleri arasında; konu hakkında yeterli farkındalık sağlanılamamış
olması, bilgi, deneyim ve beceri eksikliği, mevcut kurum kültürlerinin
elverişli olmayışı, kurumlar arası işbirliği platformu eksikliği, destek
mekanizmalarının etkin kullanılamayışı ile teşvik edici ve uygun yasal
mevzuatın henüz uygulamaya konulmamış olması gösterilebilir.
Buradan hareketle, yurtdışındaki mevcut modellerin doğrudan
uygulanması yerine, ülkemiz koşulları dikkate alınarak oluşturulmuş
ulusal modellerin daha faydalı olabileceği görüşü her geçen gün
daha fazla ağırlık kazanmaktadır. Bu ihtiyaç esas alınarak ülkemiz
koşullarına uygun olduğu düşünülen ve “iFour” adı ile anılan bir TTO
Yönetim Modeli geliştirilmiştir
Model, TTO’nun “mucit”-“yatırımcı” arasında kalan alışılmış fonksiyonunu genişleterek resmin bütününe hitap etmekte, kritik ve
klasik modellerde eksik kalmış iki yeni paydaşı daha TTO yönetimi
altına almaktadır. Teknoloji transferinin önündeki en belirgin bariyerlerden birisi mucidin kendi tercihi veya eksik becerisi yüzünden
girişimci olma yönünden isteksiz olmasıdır. Buna karşılık yatırımcılar, yatırım yapmak istemelerine rağmen yatırım yapmaya değer
güvenilir ve becerikli girişimci (yönetici) ile karşılaşamadıklarından
söz etmektedirler. Böylece var olan “fikir” ile var olan “yatırım” bir
araya getirilemediğinden, atıl bir şekilde beklemek durumunda
kalmaktadır. “iFour” modelinin TTO yönetimi kapsamına aldığı ilk
paydaş, fikri ticarileştirecek olan ve (bu çalışma vasıtası ile) teknoloji transferi terminolojisine “Industrializer” terimi ile kazandırılmış
olan “endüstrileştirici”dir. Yapacağı işbirliği veya eşleştirme çalışmaları ile TTO yönetimi kapsamında olması önerilen diğer paydaş
Teknoloji transferinin önündeki en belirgin bariyerlerden birisi mucidin kendi tercihi veya eksik
becerisi yüzünden girişimci olma yönünden isteksiz olmasıdır. Buna karşılık yatırımcılar, yatırım
yapmak istemelerine rağmen yatırım yapmaya
değer güvenilir ve becerikli girişimci (yönetici) ile
karşılaşamadıklarından söz etmektedirler.
ise, endüstrileşmeye ortam ve altyapı sağlayan “kuluçka” merkezi
veya “incubator”dür.
Burada TTO yönetimi kapsamına alınan ve “inventor”, “investor”,
“industrializer” ve “incubator” olarak adlandırılan dört (Four) paydaşın her birinin “i” harfi ile başlaması modelin, “iFour Modeli” olarak
adlandırılmasına dayanak oluşturmuştur.
TTO camiasına “İyileştirilmiş ve Hızlandırılmış TTO Yönetim
Modeli” olarak sunulan “iFour” modelinde; endüstrileştiricinin TTO
tarafından tedarik edilmesi süreci “iyileştirme - enhanced”, gerekli
tüm paydaşların TTO tarafından yönetiliyor ve koordine ediliyor
olması da süreci “hızlandırma - accelerated” anlamına gelmektedir.
Bu çalışmalar kapsamında, iFour modelinin uygulanma performansını takip etmek amacı ile ayrıca “iFour Watch” performans takip
sistemi geliştirilmiş ve kullanıma hazır durumdadır. Bu takip sistemi ile TTO’lar her bir kategoride yürütmüş oldukları işlerin hem
“kalite” seviyesini hem de “kapasite” seviyesini görerek iyileşme
hız ve yönlerini izleme ve bu doğrultuda TTO’ları yönetme imkânı
bulabilecektir.
Bu modelin geliştirilip ilgili taraflar ile öneri niteliğinde paylaşılmasının, üniversitelerimize uygun TTO yönetim modelini geliştirme
kültürünü başlatma boyutu ile ülkemizdeki teknoloji transfer çalışmalarına ayrı bir değer kattığı düşünülmektedir.
Kasım - Aralık 2013 47
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
TÜRKİYE’DE Ar-Ge ve
YENİLEŞİMİN YOLCULUĞU
Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı
L
1980’lerden sonra küreselleşmenin etkisiyle
Ar-Ge ve yenileşim kavramları daha
önce hiç olmadığı kadar önem kazandı.
Günümüzde ulusların zenginliğinin kaynağı
olarak bilgi, Ar-Ge ve yenilik yapabilme
kabiliyeti ön plana çıkmakta. Elbette etkin
bilgi üretiminin bazı olmazsa olmazları ve
ön koşulları var.
iteratürde Ulusal Yenileşim Sistemi ismi ile açıklanan yakla-
Deri ve Kundura Fabrikası'dır. 1927 yılında gerçekleştirilen bir
şıma göre; ülkelerin eğitim seviyeleri, öğrenme kabiliyetleri,
envanter çalışmasına göre, Türkiye’de 322 adet sanayi firma-
kurumsal yapıları, üniversite-sanayi işbirliğini gerçekleştirme
sı bulunmaktadır. Bunların sadece % 30’u 30 ve daha fazla
düzeyleri gibi birçok etken ve bunların arasındaki etkileşim ve
çalışana sahip işletmelerden oluşmakta ve çoğu azınlıkların
eşgüdüm, ulusal yenileşim sistemlerinin verimli çalışıp çalış-
işletmeleridir. Firmalar daha çok tekstil ve giyim sanayinde
mayacağını etkilemekte. Bu yaklaşıma paralel olarak ülkelerin
yer almaktadır. 322 firmanın toplam çalışan sayısı 17 bin
geçmişleri ve tarihleri de mevcut kabiliyetlerinin belirlenme-
civarındadır. (Yücel, 1997) Ülkede okuma-yazma oranı yakla-
sinde merkezi bir rol oynuyor. Türkiye’de Ar-Ge ve yenileşim
şık % 2’dir. Endüstriden ziyade insanlar esnaflık ve zanaatkar-
kavramlarının 90’lı yıllarda gündeme geldiği düşünüldüğünde,
lık ile uğraşmaktadırlar.
bu kavramlar hakkında geçmişi araştırmanın aslında ülkenin
1923’te kurulan Cumhuriyet’in özünü ise uluslaşma oluştur-
sanayileşme ve ekonomik tarihi ile koşut olduğu sonucuna
maktadır. Aydınlanma, akılcılık vb. gibi kavramların yanında,
ulaşabiliriz. Türkiye’nin Ar-Ge ve yenileşim yolculuğunu araş-
Avrupa örneklerinin de gösterdiği gibi uluslaşmanın özü
tırmak aslen ülkenin endüstrileşme tarihçesine bir göz atmayı
endüstrileşmedir. Cumhuriyet’in ilk dönemi aslında bir sanayi
gerektiriyor.
altyapısı kurmak ile geçmiştir. 1930’a kadar uygulanma-
Osmanlı İmparatorluğu zamanında özellikle Ortaçağ ve deva-
ya çalışılan liberal dönemden, sermaye, girişim ve insan
mında daha endüstrileşme gibi bir kavramdan söz edilemiyor-
gücü yoksunluğu nedeniyle istediği büyüme rakamlarını elde
ken kurduğu sistemle büyük bir imparatorluk haline gelmiş, bu
edemeyen genç Cumhuriyet, 1930’larda planlı bir iktisadi
durum aydınlanma, reform ve endüstri devrimi gibi kavramlar
kalkınma politikası izlemiş ve devlet yatırımlarına ve iştirak-
ortaya çıkıncaya kadar devam etmiştir. Arrighi’nin “Uzun 20.
lerine ağırlık vermiştir. 1933 senesinde kurulan Sümerbank
Yüzyıl” adlı eserinde belirttiği gibi, bu dönemde ülkeler için
Türkiye’de imalat sektörünün doğuşu olarak sayılabilir. Özel-
hegamonya kavramı toprak sahibi olmak yerine artık ser-
likle tekstil, demir-çelik, çimento ve seramik gibi endüstriler
maye ve sanayi sahibi olmaya doğru kaymıştır. Osmanlı’nın
ülkemizde Sümerbank ile başlamıştır. Sümerbank fabrikaların-
endüstrileşmek için yaptığı yatırımların en önemlisi bir orga-
da dönemin en ileri teknolojiye sahip makinelerini kullanmış,
nize sanayi bölgesi mantığı ile 1810 yılında kurulan Beykoz
Türkiye’de teknoloji transferi uygulamalarının ilk örneklerini
48 Mimar ve Mühendis
“Türkiye’de ilk sanayileşme tekstille başlamıştır.
İnsanları dışarı gönderip eğitince piyasaya
çıkan yeni işverenler de
Sümerbank’tan çalışan
alıyordu. Müdürler hep
oralara geçmekteydiler...”
vermiştir. Ayrıca, finansal olarak da ilginç bir modeldir. Halktan
topladığı birikimleri yine halk için yatırım yaparak kullanmakta ve
bu yatırımlar sayesinde hem dışa bağımlılığı azaltmakta, hem de
halkımızın daha uygun fiyata daha kaliteli ürünlere erişimini sağlamaktadır. Tekstil Sanayi’nin duayen isimlerinden ve TTGV Yönetim
Kurulu Üyesi Sn. Mehmet Şuhubi’nin bir ropörtajında bu konuda
söyledikleri ilginçtir:
“Türkiye’de ilk sanayileşme tekstille başlamıştır. İnsanları dışarı
gönderip eğitince piyasaya çıkan yeni işverenler de Sümerbank’tan
çalışan alıyordu. Müdürler hep oralara geçmekteydiler...”
Sümerbank ileriki yılların hem bilgi birikiminin hem de girişimcilik
ekosisteminin temellerini atmıştır. Etibank, Paşabahçe vb. gibi birçok
kamu iktisadi teşekkülü Türkiye’de özel sektör için gerekli ekosistemi
kurmaya yardımcı olmuşlar, o dönem için ekonominin dışa bağımlılığını azaltmışlar.
II. Dünya Savaşı’nın etkileri bu gelişme hızını yavaşlatsa da, 1950'li
yıllarda özel sektörün önü açılmaya başlanmış. Tarım artık daha
endüstriyel metodlarla yapılmaya başlanmış, hem de tarımsal sermaye yavaş yavaş endüstriye kaymıştır. 1950’li yıllar Türkiye’de özel
sektörün gelişmeye başladığı yıllar olarak anılabilir. Devlet ise bu yıllardan itibaren yatırımlarını yavaş yavaş altyapıya doğru kaydırmaya
başlamıştır. Bu dönemde henüz Ar-Ge’den söz edemesek de gelecek
yıllarda yapılacak çalışmaların temelleri bu dönemdeki politika
uygulamaları ile başlatılmıştır. Türkiye, 1960 yılından sonra dünya
konjonktürünün de etkisiyle planlı kalkınma stratejisini benimsemiş-
tir. Bu strateji çerçevesinde Devlet Planlama Teşkilatı’nın kurulması
önemli bir dönüm noktasıdır. Hazırlanan Beş Yıllık Kalkınma Planları
ile ülkenin ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınma politikaları belirlenmiştir. İlgili planların odak noktası ülkede pazar ekonomisini kurarken dışa bağımlılığı azaltmak ve sanayileşmeyi artırmak olmuştur.
Dönemin ruhuna uygun olarak ithal ikameci politikalar da ağırlık
kazanmıştır.
1963 senesinde TÜBİTAK’ın kuruluşu, teknolojinin ulusal kalkınmadaki rolünün anlaşılması bakımından ilk örnektir. TÜBİTAK 1990’lara
kadar daha çok temel araştırmaları desteklemiştir. Bu dönemde
henüz sanayi Ar-Ge’si ve yenileşim gibi kavramlar gündemde değildir. İthal ikameci politkaların da etkisiyle daha çok teknoloji transferine gidilmiş, gelişmekte olan özel sektör iç pazar odaklı olarak çalışmıştır. İlk Ar-Ge laboratuarı ise, yine devlet önderliğinde kurulmuş
ve devlet geliştirdiği modellerle sanayinin örnek alacağı prototipler
geliştirmeye devam etmiştir. Bu kapsamda, Elektronik Sanayi’nin
duayen ismi ve TTGV'nin de kuruluşundan 2012 yılına kadar Yönetim
Kurulu Başkanlığını yürütümüş olan Dr. T. Fikret YÜCEL’in önderliğinde 1965 yılında kurulan PTT ARLA (PTT Araştırma Laboratuarı)
ilk örnektir. Tekstil sanayi gelişirken özellikle Marmara Bölgesi’nde
TOFAŞ ve Renault’nun kurulması otomotiv sanayinin gelişmesini
ve yan sanayinin oluşumunu da beraberinde getirmiştir. Yan sanayi
90’lı yıllara kadar fason imalatla yabancı ortaklı otomotiv firmalarımızı parça üretimi ile desteklemiştir. Kıbrıs Barış Harekatı sırasında
uygulanan ambargolar ise Türkiye’de savunma sanayinin gelişiminin
Cumhuriyet’in ilk dönemi aslında bir sanayi altyapısı kurmak ile geçmiştir. 1930’a kadar uygulanmaya çalışılan liberal dönemden, sermaye, girişim ve insan gücü yoksunluğu nedeniyle istediği büyüme rakamlarını elde
edemeyen genç Cumhuriyet, 1930’larda planlı bir iktisadi kalkınma politikası izlemiş ve devlet yatırımlarına
ve iştiraklerine ağırlık vermiştir.
Kasım - Aralık 2013 49
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
TTGV ve KOSGEB'in
kurulması ile ülkemizde ilk defa özel
sektörün Ar-Ge
projelerine finansal
destek sağlanmaya
başlanmıştır. İleride
ulusal yenileşim sisteminde sunulacak
destekler ve gündeme gelecek konularla
ilgili olarak öncü
modeller üretilmiştir.
ilk tohumlarını atmıştır. Dönemin ruhunu ithal ikameci politikalar,
teknoloji transferi ve lisans altında üretim belirlemiştir. İmalat altyapısının bu dönemde dışarıdan alınan hazır makinelerle geliştiği
söylenebilir. İthal ikameci politikalar küresel rekabetten uzak olmanın
verdiği dezavantajla firmaların yenilik yapma kabiliyetlerini geliştiremese de, verdiği güvence ile imalat altyapısının gelişmesini sağlamıştır. Ar-Ge kavramı ilk defa gündeme gelmiş; DPT ve TÜBİTAK’ın
kurulması ile Ulusal Yenileşim Sistemi’nin temeli atılmıştır.
1978’de gelişmiş ülkeler tarafından sağlanan Washington Uzlaşması, gelişmekte olan bilgi ve iletişim teknolojileri, ulaşım imkanlarının
kolaylaşması gibi nedenlerden beslenen küreselleşme kavramının
ortaya çıkması ile birlikte 1980’li yıllarda dünyada ciddi bir dönüşüm
yaşanmaya başlamıştır. Türkiye ise, bu değişime adapte olmaya
çalışmıştır. Kamu İktisadi Teşekkülleri özelleştirilerek daha verimli
çalışmaları yönünde bir adım atılmıştır. Türkiye ilk bilim ve teknoloji
politikasını 1983 yılında yapmış; yine aynı sene Bilim ve Teknoloji
Yüksek Kurulu kurulmuştur. Türkiye’de o dönemde GSMH içindeki
Ar-Ge payı oranı % 0,37 gibi çok düşük bir düzeydedir. BTYK ise, 6
ayda bir toplanması planlanmasına rağmen, bu dönem içinde sadece dört kere toplanabilmiştir. Dönemin en büyük özelliği ise, artık
yurt sathında değil tüm dünyada ürün satmaya çalışan özel sektörün
daha fazla rekabetçilik için yeni kavramlarla tanışma çabalarıdır.
Kalite kavramı rekabetin çok güçlü olduğu küresel piyasalarda bir ön
koşul olarak ortaya çıkarken, firmaların sadece mevcut teknolojiyi
teknoloji transferi ile edinmesi değil; bu teknolojileri geliştirerek ve
ürünlerini farklılaştırarak küresel piyasalarda yer alması gerekmektedir. Bunun farkındalığına varan özel sektörde Ar-Ge ve yenileşim
çabaları kendini göstermiş, Ar-Ge birimleri kurulmaya başlanmış;
verimlilik ve süreç geliştirme ön plana çıkmıştır. Elbette, sermaye
birikimi görece az olan ülkemizde bu süreçlerin finansmanı da
50 Mimar ve Mühendis
önem kazanmıştır. Bu kapsamda gerçekleştirilen ilk çaba ise, 1990
yılında Türkiye'deki küçük ve orta ölçekli işletmelerin ekonomideki
rolünü ve etkinliğini artırmak, rekabet güçlerini artırmak ve sanayide
entegrasyonu ekonomik gelişmelere uygun biçimde gerçekleştirmek
amacıyla KOSGEB'in kuruluşu ve ardından 1991 yılında T.C Hükümeti ile Dünya Bankası arasında imzalanan anlaşma gereğince Hazine
Müsteşarlığı aracılığıyla gerçekleştirilen bir Dünya Bankası projesi
olan Teknoloji Geliştirme Projesinin uygulanmasıdır. Bu aşamada
Hazine Müsteşarlığı ve TÜBİTAK öncülüğünde kamu ve özel sektör
işbirliği ile TTGV kurulmuştur.
TTGV ve KOSGEB'in kurulması ile ülkemizde ilk defa özel sektörün
Ar-Ge projelerine finansal destek sağlanmaya başlanmıştır. İleride
ulusal yenileşim sisteminde sunulacak destekler ve gündeme gelecek konularla ilgili olarak öncü modeller üretilmiştir. 1993 yılında
Türkiye Bilim ve Teknoloji Politikası yenilenmiştir. 1995 yılında
TÜBİTAK TİDEB’i (bugünkü adıyla TEYDEB) kurarak proje bazında
sağlanan destek uygulamasına hibe destekli ek bir model geliştirmiştir. 1980-1993 arasında ekonomi politikaları ithal ikamecilikten
ihracat odaklılığa doğru dönüşmüştür. İhracat yapabilmenin ise
olmazsa olmazı Ar-Ge ve yenileşim olarak ön plana çıkmış, 1995
yılında İhracatın Teşviki Kanununa dayalı olarak çıkarılan İhracata
Yönelik Devlet Yardımları Kararı çerçevesinde, ürün geliştirme projelerine sermaye desteği TÜBİTAK ve TTGV aracılığıyla sağlanmaya
başlanmıştır. Türkiye yavaş yavaş teknoloji transferi ile üretim geleneğinden “Kendi teknolojimi nasıl geliştirebilirim?” sorusunu sorar
hale gelmeye başlamıştır.
Özellikle 2000’li yılların başına kadar geçen dönem Türk özel sektöründe kalite ve verimlilik kavramlarının içselleştirilmesi, Ar-Ge ve
proje kültürüne adapte olunması süreçlerini kapsamıştır. Devletin
sağladığı kaynaklarla desteklenen özel sektörün proje sayısı gitgide
2002’den sonra
düşen enflasyon ve
sağlanan makroekonomik stabilite
ile teknolojiye ve
sanayiye daha çok
yatırım yapılmasını
sağlamıştır. İstikrar
özel sektörün ihracat
performansına da
olumlu yansımıştır.
artarken firmalarda Ar-Ge ve yenileşim kültürü oluşmaya başlamıştır. Firmalar artık “Neden Ar-Ge ve yenileşime yatırım yapmalıyım?”
sorusuna cevap verebilir hale gelmiş; verilen teşviklerle de bu
teşebbüslerini fonlama imkanı bulmaya başlamışlardır. Vizyon 2023
ve bilim stratejisi dökümanları ile Türkiye’nin en kapsamlı bilim ve
teknoloji politikaları yapılmıştır.
2000’li yılların başından itibaren hem destek sağlayan kuruluşlar artmaya başlamış hem de gitgide daha çok kaynak TÜBİTAK, KOSGEB
ve TTGV gibi kuruluşlar aracılığı ile uygulanmıştır. Sonraki yıllarda da
uluslararası rekabetçilik konusunda Dış Ticaret Müsteşarlığı ve sonrasında Ekonomi Bakanlığı; Ar-Ge, teknoloji ve girişimcilik konusunda
ise Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı çatısı altında farklı model ve
programlarla özel sektöre ve girişimcilere yönelik destekler sağlanır
olmuştur. Bu çabalar ve oluşumlar sonucunda; 1991 senesinde özel
sektörün Ar-Ge harcaması içindeki payı yüzde 19’lar seviyesindeyken günümüzde bu rakam yüzde 44’e kadar yükselmiştir. Ayrıca
uygulanan vergi teşvikleri, çıkarılan teknoparklar yasası ve kurulan
teknoparklar, üniversite sayılarının artması gibi birçok gelişme Ulusal
Yenileşim Sistemi’nin kurulumunun tamamlanmasını sağlamıştır.
Kurumlar arası eşgüdüm tüm sistemlerde olduğu gibi sorgulanabilir
fakat kurumsal sisteme bakıldığında Türkiye’de Ulusal Yenileşim
Sistemi’nin olması gereken elemanlarının varolduğu söylenebilir.
2002’den sonra düşen enflasyon ve sağlanan makro-ekonomik
stabilite ile teknolojiye ve sanayiye daha çok yatırım yapılmasını
sağlamıştır. İstikrar özel sektörün ihracat performansına da olumlu
yansımıştır. Tekstil ve otomotiv gibi sektörlerde Türkiye, verimli ve
kaliteli üretim yapan önemli bir merkez haline gelmiştir. Sanayimiz
gitgide dışarıyla olan etkileşimini ve işbirliklerini artırmıştır. Türkiye
Dünya Bankası’nın rekabetçilik endeksinde 60’lı sıralarda yer alsa da
Türkiye’nin Ar-Ge ve yenileşim konusunda başladığı noktaya göre
ciddi mesafe kaydettiği söylenebilir.
Sonuç olarak, yenilik sistemimizin Türkiye’yi, Cumhuriyetin 100'üncü
yılına taşıyacak şekilde geliştirilmesi sürecinde mevcut mevzuat sistemimiz içerisinde birtakım yeniliklere ihtiyaç var. Bu anlamda yapılabilir
olanın değil, uluslararası şartların gerektirdiğinin gerekirse mevzuat
düzenlemesi ile yapılması temel hedefimiz olmalıdır. Bugün farklı
kamu kurumlarında Ar-Ge ve yenileşim politika tasarım ve yönetim
yetkinliği hızla gelişmektedir. Bu sayede, sektör ve bölgelere yönelik
somut hedeflerin tanımlandığı ve bileşenlerinin farklı kurumlar tarafından koordinasyon içerisinde uygulanabileceği karmaşık program
tasarımları öngören politika ve programlar gündeme gelmektedir.
Bu süreçte kamu desteğinin yaygın etkisi kadar, sağlanan desteğin
azami katma değer oluşturacak şekilde etkin işletilmesi de gündeme
gelecektir. Yeni nesil politikalar, yenileşim sisteminde tüm sektörlerdeki paydaşların daha etkin ve koordineli faaliyetlerini gerektirecektir.
Bununla birlikte tüm gelişmeleri analiz edecek olursak; yakın geçmişte yaşanan kriz, yeni verimlilik sınırlarını zorlamaya ve somut katma
değer yaratamaya odaklı bir dönemin habercisi. Son 50 yıllık dönemi
bilişim girişimi dönemi, gelecek 20 yıl ise somutluklar dönemi olacak.
Bu dönemde bütün bu 50 yıllık bilişim girişimi birikiminin gerçek
hayat alanlarına taşınmasını yaşayacağız, yenileşim ve teknoloji
gerçek yaşamın içine gömülecek, yeni verimlilik ve kolaylık katmanları oluşturulacak. Bu dönemde gerçek hayatın içindeki alanlarda
bilişimi, dijital ve mobil teknolojileri, biraraya getiren uygulamalarla
dijital sınırlar zorlanacak, bu katmanlar kişiselleştirme tabanının
üzerine oturacak. Eskiden sistemlerin arz tarafı olduğu dönemlerde
neredeyse boşlukta mucize yaratmaya çalışılıyordu, bu dönemde
ise ülkelerin uluslararası rekabet gücünü, çoklu alan takım oyunu,
bilimsel ve yenileşimci işbirliği, yaratıcı yüksek katma değeri talebin
merkezine gömme becerileri belirleyecek.
Kasım - Aralık 2013 51
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Tülay ALPAY
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Türk Dili Okutmanı
KÜLTÜREL İNOVASYONUN
ÖNÜNDEKİ ENGELLER
İ
Her insan grubunun kendine özgü bir
kültürü vardır. Bunlardan bir bölümü kendi
kültürümüzden çok farklıdır ve bizim
alışkın olduğumuz kavramsal çerçeveye
başvurularak anlaşılmaları olanak dışıdır.
Buradan çıkarılacak sonuç, başka kültürleri
kendi ölçütlerimize göre yargılamamak
gerektiğidir. Kültürel görecelik adı verilen
ilkeyi sürekli olarak aklımızda tutmak
zorundayız. Bu ilkeye göre herhangi bir
kültürdeki insan davranışı yalnızca o
kültürün temel sayıltıları ve değerler
dizgesi çerçevesinden anlaşılabilir ya da
tartışılabilir.
nsanlar belirli düşünme, duyma ve muamele etme modelleri
nedeniyle bir "zihni programa" sahiptir. Zihni programın kaynakları, bireyin yetiştiği toplumsal çevre ve elde edilen yaşam deneyimlerinden oluşmaktadır. Kültür, bir grubun ya da insan kategorisinin üyelerini birbirinden ayıran kolektif zihni bir yazılımdır ve
insanların dünyayı nasıl algılayacaklarını, nasıl davranacaklarını
gösteren "seçici bir perde" gibi çalışır.
Her kültürün, üyelerinden beklediği davranış kalıpları vardır.
Ancak, bu bireylerden beklenen davranış kalıpları kültürden
kültüre değişmektedir. Örneğin Türk kültürü gibi kollektif bir
kültürde anne ve babanın çocuğundan beklediği "evlat" rolüne
ilişkin davranışlarla, Amerikan kültürü gibi bireyci bir kültürde aynı
rolden beklenilen davranışlar aynı değildir. Kültürlerarası iletişimi
etkileyen faktörlerden biri olarak etnomerkezcilik, bireyin kendi
kültürünü dünyanın merkezine yerleştirerek, diğerlerinin hareket
ve davranışlarını kendi kültürel değerlerine ve normlarına göre
değerlendirmesi anlamına gelir. Bu bağlamda bireyin kendi kültüründe yaptığı her şey doğru, diğerlerinin yaptığı her şey yanlış
olarak kabul edilir.
Hiçbir iletişim sürecinin, tarafların birbirleri hakkında önbilgiye,
izlenime ya da düşünceye sahip olmadan, sıfır noktasından başlaması ve devam etmesi mümkün değildir. Yani iletişim sürecine
katılan taraflar, birbirleri hakkında rastlantısal ya da deneyime
dayalı olarak elde ettikleri bilgilerin ve izlenimlerin etkisi altında
etkileşime girer. Bu izlenimler, karşı tarafa nasıl yaklaşılacağını,
davranışların yönünü ve beklentilerini etkileyerek iletişim sürecini
olumlu ya da olumsuz şekilde etkilemektedir. Kalıp düşünceler ve
önyargılar, grupların etkileşime girmek istemedikleri durumlarda
birbirleri hakkındaki bilgi boşluğunu doldururken, grup üyelerinin
bireysel farklılıklarının göz ardı edilmesine ve iletişim sürecinde
çeşitli problemler yaşanmasına neden olur.
Önyargı çoğunlukla din, cinsiyet, milliyet gibi sosyal gruplara
yönelik olarak geliştirilen tutumdur. Önyargılı düşüncenin sonuçları, günlük hayatta kişilerarası çatışmalardan, cinsiyet ve etnik
ayrımcılığa ve hatta katliamlara kadar uzanabilir. Önyargılar
zamanla insanın gündelik yaşamının bir parçası haline gelir. Çok
masum bir şekilde sarf edilen cümleler, zihinlere yerleşen önyargılı düşüncenin uzantısı olabilir. Örneğin bazı atasözleri önyargılı
düşünceyi yansıtır. Bunlar küçük yaşta ailede, sonra okulda ve
hayat boyu çeşitli kitle iletişim araçlarıyla pekiştirilir, zihinlere
yerleşir ve doğal bir hale gelir. Belli bir etnik gruba yönelik önyargı
da benzer şekilde zihinlere yerleşir.
İnsanlar sosyal dünyayı algılarken birtakım kategoriler oluşturur.
Genellikle de “biz” ve “onlar” şeklinde bir ayrıma giderek sosyal
kategorizasyonda bulunurlar. Sosyal kategorizasyon çok boyutludur ve önyargılı düşüncenin ilk basamağını oluşturur.Kategorizasyon yoluyla zihinde birtakım şemalar belirginleşir ve şemalardan
yola çıkarak yargılara varılır ki buna kalıpyargı (stereotype) denir.
Kalıpyargıya da dayanarak önyargılı düşünce oluşur.
Kültür, bir toplumun değerlerini, inançlarını, normlarını rol ve
tutumlarını biçimlendirirken, o toplumun üyelerinin neyi, nasıl
algılayacağını belirleyerek kendi dünyalarını biçimlendirmelerini
de sağlar. Her kültür birbirinden farklı özelliklere sahip olduğu için
bireyin sosyalleşme sürecinde öğrendiği kategoriler de birbirinden farklıdır. Aynı kültürün içinde yetişen bireylerin kategorileri
benzer olacağı için, bir davranış ya da olaya verecekleri anlam
ve beklentileri benzer olurken; farklı kültürde yetişen bireylerin
anlamlandırmaları ve beklentileri de farklı olacaktır.
52 Mimar ve Mühendis
Her bireyin sosyo – ekonomik, kültürel özellikleri, deneyimleri farklı olduğundan zihinsel şemaları da biribirinden ayrıdır. Eğer bireylerin zihninde
göstergeleri içine yerleştirecek bir şema yoksa, o işaret algılanmaz ya
da anlaşılmaz. Bireyin kendi deneyimlerini ve çevreden aldığı bilgileri
sınıflandırması sonucunda oluşturduğu şemalar, kişilere, durumlara ve
olaylara karşı beklentiler oluşturur. İnsanlar, genellikle şemalarını değiştirmek yerine, yeni enformasyonu şemalarına uydurma yolunu tercih
eder. Böylece yaşayacakları çelişkiyi ve çelişkiden doğacak gerilimi
azaltmaya çalışırlar. Dolayısıyla iletişim sürecine katılan tarafların zihninde varolan farklı şemalar; farklı algılamayı, anlamayı ve yorumlamayı
da beraberinde getirir ve tarafların iletişim sürecinden beklentilerini,
buna bağlı olarak da karşı tarafa nasıl davranacaklarını belirler.
Kalıp düşünce ya da stereotip, sosyal bilimlerde, "bir toplumsal gruba
ilişkin inançlar; insanları birtakım türlere, tiplere bölmeyi ifade eden
zihinsel yapılar; çevreyi anlama sürecinde karar vermeyi kolaylaştırma işlevine sahip merkezi, kemikleşmiş, şematik, büyük ölçüde yanlış
bilişsel formlar" olarak tarif edilir. "Kafamızın içindeki resimler" olarak
tarif edilen kalıp düşüncelerin temeli gerçek dünyadan alınan bilgilerle
oluşmaz. Çünkü, gerçek dünya çok büyük ve çok karmaşıktır. Bu nedenle
insanlar, kendileri ve kültürleri tarafından biçimlendirilmiş resimler yapar
ve bu resimler aracılığıyla hareket eder. Dünyayı temsil etmenin kısmi ve
yetersiz bir yolu olan stereotipler, bireyin kendi konumunu meşrulaştıran
savunmalar olmalarının yanısıra, objektif ve dengeli muhakemeyi engelleyen kör noktalar olarak da kabul edilir .
Kalıp düşünceler, özellikle bilgileri ve yeni durumları hızla sınıflandırmaya yarayan basitleştirme ve genellemeler olduğu için; bir konu, durum,
olay ya da kişi hakkında yanlış sonuçlara varmaya neden olabilir. Kalıp
düşünceler peşin hükümlerdir ve bu hükümler tecrübe ve bilgilerden
ilham almaksızın, belli kişi veya eşyaya karşı takınılan olumlu ya da
olumsuz tutumlardır.
Sosyal psikolojin en eski konularından biri olan kalıp düşünceler, özellikle
toplumsal barış ve çatışma ile yakından ilişkili olduğu için önemli bir
inceleme alanı olmuş ve çeşitli araştırmalar yapılmıştır. İlk defa ABD’de
başlayan bu çalışmaların yapılmasının nedeni, ABD’nin farklı kültürlerin birarada bulunduğu ve kaynaştığı bir alan olarak görülmesidir. Bu
araştırmalarda, farklı grupların birbirlerine ilişkin görüşleri belirlenerek
olumsuz görüşlerin değiştirilmesi hedeflenmiştir.
Günlük yaşantımızda sıkça kullandığımız önyargı terimi, bir gruba karşı
yöneltilen negatif duygu ve tutumlardır. Herhangi bir gruptan bir kişiye,
sadece o gruba ait olması nedeniyle gösterilen muhalif ya da düşmanca
tutumlar olarak tanımlanan önyargılar, kategorik düşünmenin ve stereotiplerin yani, aşırı genellemelerin sonucudur. Önyargılar, yan tutma ve
acelecilikten kaynaklanır; içinde peşin hükümler barındırır. Önyargı (veya
hoşgörüsüzlük), hissedilebilir ve açığa vurulabilir bir şeydir. Bir grubun
tamamına veya bir şahsın doğrudan kendisine yöneltilebilir. Çünkü o
şahıs, artık bir grubun üyesi olarak algılanmaktadır.Önyargıda diğer
insanları grup aidiyetlerine göre değerlendirici bir tutum söz konusudur.
Belirli bir dış grup hakkındaki olumsuz dogmatik kanaatleri içerdikleri
için, önyargılarda muhakeme etmeden bir konum alış söz konusudur.
Eğer önyargılar davranışa dönüşür ise artık bunun adı dışlama (discrimination)dır. Önyargı bir tutum, dışlama ise bir davranıştır.
Önyargı akıl öncesi, rasyonel bir teste tabi tutmadan yaptığımız bir
tercih olduğundan, sezgiler ve içgüdüler ile belirlenir. Aslında kişinin
Kalıp düşünce ya da stereotip, sosyal bilimlerde, "bir
toplumsal gruba ilişkin inançlar; insanları bir takım
türlere, tiplere bölmeyi ifade eden zihinsel yapılar;
çevreyi anlama sürecinde karar vermeyi kolaylaştırma işlevine sahip merkezi, kemikleşmiş, şematik,
büyük ölçüde yanlış bilişsel formlar " olarak tarif
edilir. "Kafamızın içindeki resimler" olarak tarif
edilen kalıp düşüncelerin temeli gerçek dünyadan
alınan bilgilerle oluşmaz.
önyargılı tutumu, kendinin de farkında olmadığı bir gereksinmeyi karşılamaktadır. Bu gereksinme, yıpranmış olan egosunutamir etmek ve
yükseltmektir. Önyargılı kişiler, diğer insanlara hazır klişeler,katı ve kapalı
kanaatlerle bakar.
Bir değerlendirme olarak yargılar ve önyargılar birbirinden farklıdır.
Yargı gerçeğe dayanır. Oysa önyargı, gerçek belli olmadan ortaya çıkar.
Önyargılar sempati ve antipati olarak ortaya çıkan tutumlardır. Bu
yüzden bazı toplumbilimciler stereotipi, "tutum ile önyargının birleşimi"
olarak görmektedir. Örneğin, tüm kapitalistler sömürücüdür stereotipinde bir sınıfa karşı antipatinin neden olduğu tutum, yine aynı sınıfa karşı
olan önyargı ile birleşmektedir.
İsmi önyargı ile birlikte anılan bir başka kavram da diskiriminasyon
(discrimination: dışlama, ayrı muamele etme) terimidir. Diskriminasyon ise önyargının davranışta ifade edilmesi olarak tanımlanan önemli
bir kavramdır Bir grubun üyelerine karşı, başka bir grubun üyelerine
kıyasla daha farklı davranmayı içeren özel bir davranıştır. Sırf belli bir
gruba üyeliklerinden dolayı diğer insanları kabul ediş veya reddediş
anlamına gelen bir davranıştır. Yalnızca diğer insanların grup üyeliği
hakkında temellenen haksız yargılardan ibaret olan diskriminasyon,
genellikle önyargı (ırk, soy veya diğer gruplarla ilgili) ile ilişkilidir.
Önyargı bir tutum (belirli bir grup karşısında lehte veya aleyhte davranma eğilimi); diskriminasyon (ayrı muamele etme/ayrımcılık) ise
bir davranıştır. Diskriminasyon, bir dışgrubun içguruba yaklaşmasını
Kasım - Aralık 2013 53
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Kalıp düşünce ve önyargılar, kategorik düşüncenin ve şemaların sonucu olarak ortaya çıktığı için
tamamen ortadan kalkması mümkün değildir. Bu
nedenle mantık, önyargıları azaltmada başarısız
olur. Ancak etkisini en aza indirmek toplumsal gerginliği azaltır, insanların etkin bir iletişim sürecine
girmesini, birbirlerini tanımasını ve toplumsal hoşgörüyü sağlayabilir.
imkansız kılacak şekilde mesafeli tutulması ve bunun az çok formel
olarak kurumsallaştırılmasıdır. Bir grubun üyeleri farklı grupları, farklı
sosyal mesafelere yerleştirebilir. Bazı gruplar "evlilikle yakın akrabalığa" kabul edilir. Bazıları ise "yakın arkadaşlar" ya da "komşular"
olarak dahi kabul edilmez ve "ülkemde çalışma"nın içerdiği mesafede
tutulur. Bazıları ise daha da uzak görülür ülkeye dahi kabul edilmez.
Bunun en önemli örneklerinden biri, ABD'de 1930'larda zencilerin ve
Çinlilerin lokantalara alınmayışıdır. Bu farklı muamelerin nedeni Uzak
Doğululara karşı ırkçı ve ayırımcı önyargıdır. Bu örnek bir yana, 1990'lı
yılların başında bütün insanlık, Bosna'da ayrımcılık ve önyargının nasıl
bir soykırıma dönüştüğünü izlemiştir. Bu nedenle önyargı ve diskriminasyon insan hakları ihlalleri ve soykırıma varabilecek tehlikeli bir
süreci içermektedir.
Ortaya koydukları program ve telkin ettikleri öğretiyle bazı kitle hareketleri, aşırılığı, gayreti, parlak umutları ve hoşgörüsüzlüğü körükleyebilmektedir. Nitekim bugün dünyanın büyük bir bölümünde gruplararası çatışma ve düşmanlık vardır. Mesela; Amerika Birleşik Devletleri’nde
siyah-beyaz, Irak’ta ve diğer Arap ülkelerinde Sünnî ve Şiî Müslümanların çatışmaları bunun örnekleridir. Bütün bu çatışmaların oluşmasında
tarihi, sosyo-ekonomik, kültürel, siyasî duruma ait etmenler, psikolojik
faktörler ve insan zihninin şematik yapısı rol oynamaktadır.
Kalıp düşünce ve önyargılar, kategorik düşüncenin ve şemaların
sonucu olarak ortaya çıktığı için tamamen ortadan kalkması mümkün
değildir. Bu nedenle mantık, önyargıları azaltmada başarısız olur.
Ancak etkisini en aza indirmek toplumsal gerginliği azaltır, insanların
etkin bir iletişim sürecine girmesini, birbirlerini tanımasını ve toplumsal
hoşgörüyü sağlayabilir.
Kalıp düşüncelerin değişmesini sağlayacak üç model vardır. Bunlardan
54 Mimar ve Mühendis
biri ‘defter tutma’ modelidir. Bu modele göre kalıp düşünceyle çelişen
bilgiler birikerek, kalıp düşünceyi yavaş yavaş değiştirir. İkinci model,
kalıp düşünceyle çelişen önemli ve çarpıcı bir örneğin, kalıp düşünceyi
değiştireceğinin ifade edildiği ‘değişme modeli’dir. ‘Alt kategori oluşturma modeli’, kalıp düşüncelerin nasıl değişeceğini açıklayan üçüncü
modeldir ve kalıp düşünceyle çelişen bilgilerin alt kategoriler oluşturacağını ve kalıp düşüncenin değişebileceğini ifade eder. Kalıp düşünceyle çelişen bir bilgi, bireyin düşünceleri hakkında şüpheye düşmesine
neden olur. Böylece tutum ve düşünceleri hakkında şüpheye düşen
birey, yeni bilgileri değerlendirmeye alarak tutumlarını değiştirebilir.
Kalıp düşüncelerin değişmesinde etkili olacak faktörlerden biri de
gruplararası temastır. Temas hipotezi, hasım grupların birbirleri hakkında gerçekçi olmayan şekilde olumsuz beklentiler oluşturdukları ve
birbirleriyle temastan kaçındıkları; eğer birbirleriyle temas kurarlarsa,
aralarındaki ilişkinin iyileşeceği şeklindeki hipoteze dayanır. Ancak
temasın olumlu etki yapması için bazı şartlar gerekmektedir. Temas,
etkileşimden ziyade işbirliği gerektiren birliktelikleri ve gündelik etkinlikleri içermelidir. Bütünleşme, resmi ve kurumsal destek çerçevesi
içinde olmalıdır. Temasta bulunan kişiler, gruplar eşit statüde olmalıdır. Eşit olmayan statülerin stereotipleri doğrulaması ve önyargıları
güçlendirmesi söz konusudur. Gruplararasındaki sürtüşmenin ve kalıp
düşüncelerin etkilerinin azaltılmasında gruplararası temas etkilidir
ancak; bu temasın tek başına çatışmayı azaltıcı etkisi olmadığıda
tespit edilmiştir. Sürtüşme içindeki gruplar, bir grubun tek başına
ulaşamayacağı üst amaçları içeren koşullarda temasa geçerlerse, bu
amaç için işbirliği yapacakları ve bu durumun gerginliği azaltacağı
hipotezi de test edilmiştir.
Kalıp düşünceleri ve önyargıları değiştirmenin etkili yollarından biri de
hakkında olumsuz düşünce ve duygu geliştirilen kişilerin bulunduğu
ortamlarda belirli bir zaman geçirerek, onları ve bulundukları ortamı
tanımaktır. Gruplar arasındaki düşmanca duygular, bir çıkar çatışmasından çok, kişi ve grupların birbirleri hakkındaki yanlış inançlarına
bağlıdır ve bu inançların nedeni birbirlerini yeterince tanımamalarıdır.
Bu nedenle, yanlış bilgilenmeye ve boş inançlara dayanan önyargılı
tutumlar geliştirmiş bulunan kişi, grup ve ulusların, açık bir diyalog
ortamında, karşılıklı konuşarak anlaşmazlıkları gidermeleri ve birbirlerini tanımaları, olumlu düşüncelerin gelişmesini sağlayabilir.
KAYNAKlar
Allport, Gordon Willard(1954). The Nature of Prejudice, New York: Addison Wesley.
Wells, Calvin (1984). İnsan ve Dünyası, çev. Bozkurt Güvenç, İstanbul: Remzi Kitabevi.
Kartarı, Asker (2001). Farklılıklarla Yaşamak, Ankara: Ürün Yayınları.
Harlak, Hacer (2000). Önyargılar, Ankara: Sistem Yayıncılık.
Hinton Perry (2000). Stereotypes, Cognition and Culture, Piledephia: Pshology Pres.
Hortaçsu, Nuran (1998). Grup İçi ve Gruplararası Süreçler, Ankara: İmge Kitabevi.
Bilgin, Nuri ( 1996). İnsan İlişkileri ve Kimlik, Sistem Yay., İstanbul.
Gürses, İbrahim ( 2005). Önyargının Nedenleri, U. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. 14,
sy., 1.Coşgun, Şengül (2004 ). Kültürlerarası İletişim Sürecinde Kalıp Düşüncelerin ve
Önyargıların Rolü: "Antalya'da Yaşayan Güneydoğulular ile Antalya Yerlileri Arasındaki
Kalıp Düşünceler ve Önyargılar", Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo
Televizyon Sinema Anabilim Dalı, Ankara.
Gürel, NilKişilik Psikolojisi(2011).Önyargının Psikolojisive Kamuoyu: Gordon Allportve
WalterLippmann'ınGörüşleri Çeçevesinde Bir Değerlendirme,Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, Ankara.
Kasım - Aralık 2013 55
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Dilşad ERKEK
Güney Ege Kalkınma Ajansı
TÜRKİYE’DE AR-GE ve İNOVASYON
2
Türkiye; modern sanayi, ticaret ve
geleneksel tarım sektörlerinin karışımından
oluşan dinamik bir ekonomiye sahiptir. En
büyük endüstriyel sektör tekstil ve giyimdir.
Bu sektörler endüstriyel istihdamın üçte
birini kapsamaktadır.
006 yılında Türkiye gayri safi millî harcamalarının yüzde
0.76’sını Ar-Ge üzerine yapmıştır. 2006 yılında hükümetin
Ar-Ge harcamalarının yüzde 37 artış göstermesine rağmen
şirketlerin Ar-Ge çalışmaları GSMH’nin sadece yüzde 0.28’ini
oluşturmaktadır. Türkiye’nin ilk ve orta öğretim performansı
diğer ülkelerle karşılaştırıldığında ortalamanın altında kalmasına rağmen bilim ve mühendislik eğitimine sahip küçük fakat
yüksek kaliteli bir nüfus bulunmaktadır. Bu küçük grup genellikle yüksek eğitim sektöründe çalışmaktadır. 1999 yılında 58
bin olan araştırmacı sayısı 2006 yılında 90 bine kadar yükselmiştir. Fakat halen AB ortalamasının altında kalmaktadır.
Türk hükümetinin “9. Kalkınma Plan”ı Ar-Ge ve inovasyon
harcamalarını; araştırma için sanayi ve bilim işbirliğinin
geliştirilmesini; Ar-Ge ve inovasyon odaklı kümelenmelerin
oluşturulmasını desteklemektedir. ‘Ulusal Bilim, Teknoloji ve
İnovasyon Stratejisi 2013’ için iki ana hedef belirlenmiştir:
Araştırma yoğunluğunu yüzde 2’ye çıkarmak ve araştırmacı
sayısını 150 bine yükseltmek. ‘Bilim ve Teknoloji Stratejisi
Eylem Planı (2005-10)’ ulusal bilim, teknoloji ve inovasyon
sisteminin asıl hedef ve planlarını hayata geçirmeyi başarmıştır. ‘KOBİ Strateji ve Eylem Planı (2007-09)’ KOBİ’lerin
bilgi ve bilime küresel kaynaklardan erişim kapasitesi ve
bu bilgileri Türk üniversiteleri ile işbirliği içinde gerçekleştirmesini izlemek için belirlenen performans ölçütlerini
içermektedir.
Şekil 13’te görüldüğü üzere Türkiye OECD ülkelerinin ortalamalarına göre bilim ve teknoloji göstergeleri açısından
geri kalmıştır. Özellikle Ar-Ge harcamaları, bilimsel makale
sayısı, araştırmacı sayısı, üçlü patent sayısı gibi göstergeler
Türkiye’nin bilim ve teknoloji açığının kanıtıdır. Bunun yanı
sıra Türkiye fen ve mühendislik alanlarındaki mezun sayısı
ile özel sektörün Ar-Ge yatırımları ile göz doldurmaktadır.
Türkiye
Ortalama
Toplam istihdamda
üniversite mezunu
Ar-Ge harcamaların GSY
Harcamaları içindeki payı
Şirketlerin Ar-Ge harcamalarının
GSYH içindeki sayı (%)
Tüm yeni mezunlar içinde Fen ve
Mühendislik mezunları yüzdesi
Sanayi finanseli GSY harcamalarının
GSYH içindeki payı (%)
Toplam istihdamda her bin kişi
başına düşen araştırmacı sayısı
Her 1 milyon nüfus başına
düşen üçlü patent sayısı
Yurk dışında sağlanan GSY
harcamaları (%)
Her 1 milyon nüfus başına düşen
bilimsel makale sayısı
Yabancı ortakla alınan patent sayısı
Patentlerin Ortalama Yıllık
Büyüme Oranı (1995-2005)
Özel sektörün üniversite ve hükümet
ortaklığında Ar-Ge yatırımları
Şekil 13. Türkiye'nin 2008 yılına ait bilim ve teknoloji profili, OECD, (11)
56 Mimar ve Mühendis
Türkiye’de Ar-Ge’nin büyük bir kısmının üniversiteler tarafından
gerçekleştirildiği görülmektedir. Bu oran diğer ülkelerle karşılaştırıldığında da yüksek kalmaktadır. Diğer ülkelerde özel teşebbüslerin Ar-Ge çalışmaları başı çekmektedir. Bunun dışında kâr amacı
%
Özel Teşebbüs
Yüksek Öğrenim
Kar Amacı Gütmeyen
Hükümet
gütmeyen kurumların Ar-Ge çalışmaları da büyük katkı yaratırken
Türkiye’de kâr amacı gütmeyen kuruluşların herhangi bir Ar-Ge
çalışması olmadığı görülmektedir.
Yunanistan’daki firmaların %20’si yeni ürün inovasyonu yapmaktadır. Türkiye’de ise firmaların yaklaşık % 18’i yeni ürün inovasyonu ile pazardaki rekabetçiliğini sürdürmeye çalışmaktadır.
100
90
80
70
60
50
%
25
40
30
20
20
10
15
0
Turkey
EU27
OECD
StatLink http://dx.doi.org/10.1787/454085566486
Şekil 14. Sektör performanslarına
göre Ar-Ge, 2006, (11)
10
5
Gr
ee
Ire ce
Ge land
rm
an
Tu y
N
r
Cz eth key
ec erl
M
h a
ex Re nd
ico pu s
(2 bli
00 c
6Po 07)
rtu
ga
l
Ita
ly
0
Şekil 15. Yeni ürün inovasyonu yapan
şirketlerin ülkelerdeki yüzdesi,
2004-06, OECD, (11)
2009 yılında TÜİK tarafından yayınlanan Ar-Ge Faaliyetleri
Araştırması’na göre kamu kuruluşları, vakıf üniversiteleri ve ticari
sektördeki anket sonuçları ile devlet üniversitelerinin bütçe ve
personel dökümlerine dayalı olarak Türkiye’de gayri safi millî
Ar-Ge Harcaması 2009 yılında bir önceki yıla göre yüzde 17,3
artarak 8,087 milyon TL olarak hesaplanmıştır. Türkiye’de Gayri
Safi Millî Ar-Ge harcamasının GSYH içindeki payı yüzde 8,5’tir. Bu
oran 2008 yılında yüzde 7,3’tür.
Ar-Ge harcamaları, finanse eden kesimler itibarıyla incelendiğinde; harcamaların yüzde 41,0’ı ticari kesim, yüzde 34,0’ı kamu
kesimi, yüzde 20,3’ü yükseköğretim kesimi, yüzde 3,7’si millî
diğer kaynaklar ve yüzde 1,1’i yurtdışı kaynaklar tarafından karşılanmıştır. 2009 yılında Tam Zaman Eşdeğeri (TZE) cinsinden toplam 73 bin 521 kişi Ar-Ge personeli olarak çalışmıştır. Bir önceki yıla
göre TZE cinsinden Ar-Ge personel sayısındaki artış yüzde 9,3’tür.
Sektörler itibarı ile dağılıma bakıldığında, TZE cinsinden toplam
Ar-Ge personelinin 2009 yılında yüzde 42,8’i ticari kesimde, yüzde
42,2’si yükseköğretim kesiminde ve yüzde 15,0’ı kamu kesiminde
bulunmaktadır (16). Şekil 16’da görüldüğü üzere 2009 yılında
gerçekleşen Ar-Ge harcamalarının yaklaşık yüzde 45,4’ü yükseköğrenim kurumları tarafından gerçekleştirilmiştir. En az kamu
kurumlarının Ar-Ge harcaması yaptığı görülmektedir.
Kasım - Aralık 2013 57
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
2009 verilerine göre yapılan Ar- Ge harcamalarının en büyük payı
personel istihdamı için harcanmaktadır. Bunu diğer cari harcamalar
izlerken payı bulunan diğer iki kalem ise makine teçhizat ile sabit
tesistir.
% 40.0
% 47.4
% 12.6
% 11,4
Ticari
Personel
% 3,9
Diğer cari
Makine teçhizat
Yüksek öğretim
Kamu
% 49,5
Şekil 16. Sektörlere göre GSY Ar-Ge
harcama dağılımı, 2009, TÜİK, (16)
Sabit tesis
% 49,5
Şekil 17. Harcama gruplarına göre GSY
Ar-Ge harcama dağılımı, 2009,TÜİK, (16)
1995-1997
Teknolojik
yenilik yapan işyerleri
Şirket Büyüklüğü
(İşçi Sayısı)
Toplam
10-19 20-49 50-99 100-249 250-499 500-999 1000+ 100,0
100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 24,6
17,2 21,0 29,0 32,9 39,3 39,9 59,6 1998-2000
Teknolojik yenilik
yapmayan
işyerleri
75,4
82,8
79,0 71,0 67,1 60,7 60,1 40,4 Teknolojik
yenilik yapan işyerleri
29,4
21,5 28,4 34,0 34,5 40,0 38,2 58,7 Teknolojik
yenilik
yapmayan
işyerleri
70,6
78,5
71,6
66,0
65,5
60,0
61,8
41,3
Tablo 1. 1995-1997 ve 1998-2000 yılları arasında şirket büyüklüğüne göre teknolojik yenilik
yapan ve yapmayan şirketlerin oranı (%), TÜİK
Tablo 1’e göre 1995 ve 2000 yılları arasında teknolojik yenilik yapan
şirketlerin sayısında artış olduğu gözlenmektedir. 1998-2000 yılları
arasında Türkiye’de ve dünyada yaşanan ekonomik ve siyasi krizlere
58 Mimar ve Mühendis
rağmen inovasyonun artan bir ivme çizmesi dikkat çekmektedir. Bu
tabloda dikkat çeken ikinci bir husus ise şirket büyüklüğü arttıkça
firmaların inovasyon yapma oranının artmasıdır.
Sektör
2002-2004 Teknolojik yenilik
yapan
Madencilik ve Taş 34,58
Ocakçılığı
İmalat Sanayi
34,80 Elektrik Gaz ve Su 24,53
2004-2006 2006-2008
Teknolojik yenilik
yapmayan
Teknolojik yenilik
yapan
Teknolojik yenilik
yapmayan
Teknolojik yenilik
yapan
Teknolojik
yenilik
yapmayan
65,42
25,1
74,9
22,7
77,3
65,20
35,7
64,3
34,7
65,3
75,47
27,5
72,5
17,8
82,2
Tablo 2. 2002-2004, 2004-2006 ve 2006-2008 yılları arasında sanayi dallarına göre teknolojik
yenilik yapan ve yapmayan şirketlerin oranı (%), TÜİK
Türkiye Ar-Ge çalışmalarında birçok dünya ülkesini geriden takip etmektedir. Fakat son yıllarda gerçekleştirilen vergi indirimleri, teşvikler, 9. Kalkınma Planı doğrultusunda gerçekleştirilen eylemlerle küresel gidişatı
yakalamaya ve rekabet edebilirliğini korumaya çalışmaktadır. Buna bağlı olarak üniversite ve sanayi işbirlikleri geliştirilmektedir.
2000 yılından sonra ise sanayi dallarında inovasyonun sürekli bir
düşüş gösterdiği gözlenmektedir. İmalat sanayinde inovasyondaki
azalış çok fark edilmese de Türkiye’de inovasyonun durumunu gözler
önüne sermektedir.
Türkiye Ar-Ge çalışmalarında birçok dünya ülkesini geriden takip
etmektedir. Fakat son yıllarda gerçekleştirilen vergi indirimleri,
teşvikler, 9. Kalkınma Planı doğrultusunda gerçekleştirilen eylemlerle küresel gidişatı yakalamaya ve rekabet edebilirliğini korumaya
çalışmaktadır. Buna bağlı olarak üniversite ve sanayi işbirlikleri
geliştirilmektedir.
GENEL DEĞERLENDİRME ve ÖNERİLER
1) Ülke ekonomilerinde yapısal değişiklikler üretimin ve bilgi kullanımının her geçen gün daha da artan önemini ön plana çıkarmaktadır.
2) Ülkeler de bilgi üretmek, diğer ülkelerden üretilen bilgileri nakletmek için artan bir ivmeyle daha fazla kaynak kullanmış ve kullanmaktadır.
3) Hükümetleri gayri safi millî harcamalarından en büyük payı Ar-Ge
ve inovasyona ayıran ülkeler günümüzde bilim ve teknolojide büyük
fark yaratan ve rekabette önde olan ülkelerdir.
4) Hükümet yatırımları, kamu kuruluşlarının çalışmaları olmasına
karşın Ar-Ge ve inovasyonda en büyük yatırımlar özel teşebbüslerindir. Bu yatırımlar sivil halkın ihtiyaçlarına göre yönlendirilmektedir.
5) Bilgi ve bilimin büyüyen rolü network ve işbirliğinin gelişmesini
sağlamıştır. Kurumlar arası, ülkeler arası işbirlikleri ve networkler bilginin üretilmesi, paylaşılması ve geliştirilmesi açısından büyük önem
taşımaktadır. Bununla beraber yabancı ortaklıklar, yabancı yatırımlar
ile birlikte üniversite-sanayi işbirlikleri ülkelerin bilim teknoloji alanında gelişmesini sağlamıştır.
6) Hükümetlerin özel teşebbüsleri Ar-Ge ve inovasyon konusunda
cesaretlendirme çabası politikalara yansımış ve uzun dönemli tedbirler ve kararlar almaya itmiştir. Bununla beraber özel teşvikler
oluşturulmuş, Ar-Ge ve inovasyon alanında yapılacak yatırımlar için
kolaylıklar sağlanmıştır.
7) Yapılan bu yatırımlar makine, teçhizat ve sistemden ibaret olmadığı gibi bu yatırımların en pahalı ve en önemli kısmını yeni fikirleri
üretebilecek beyinler olan insan kaynakları oluşturmaktadır. Ülkeler
bilimsel makale sayılarının artırılması, bin kişiye düşen araştırmacı
sayısı ile bilim ve mühendislik mezunu gençlerin sayısının artırılması konusunda önemli çalışmalar yapmışlar ve politikalarına bunu
yansıtmışlardır.
8) Ar-Ge ve inovasyon alanında başarılı olan ABD, Kanada, Japonya,
Almanya, Kore vb. ülkeler küresel piyasada farklı konuma gelmiş ve
rekabette öne çıkmış ülkeler olmuşlardır.
9) Türkiye bu yarışta geride kalan ülkeler arasında yer almakta,
yapılan yatırımlar ve teşvikler yetersiz kalmaktadır. Üniversite ve
sanayiyi bir araya getiren platformların etkin hale getirilmesi ve
yaygınlaşması gerekmektedir.
10) Özel teşebbüslerde Ar-Ge ve inovasyon hakkında farkındalık
oluşturulması özellikle KOBİler arasında bilgilendirmelerin gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
11) Ülkedeki Ar-Ge ve inovasyonun ivme kazanması isteniyorsa
öncelikle gençlerin bilim ve teknolojiye yönlendirilmesi gerekmektedir. Daha sonra bu gençlerin uygulama yapabilecekleri alanların
oluşturulması gelmektedir.
12) Türkiye’de Ar-Ge ve inovasyonun geri kalmasının bir nedeni
de kısa vadeli beklentilerin yüksek olması ve özellikle KOBİ’ler
tarafından yüksek bütçeli yatırımların gereksiz görülmesidir. Fakat
unutulmamalıdır ki; Ar-Ge ve inovasyon orta ve uzun vadede, kriz
dönemlerinde dâhi getirisi azalmayan bir faaliyet alanıdır.
13) KOBİ’lerin daha fazla katılımını teşvik için, hükümetler giriş
bariyerlerinin aşağı çekilmesi yolunda bazı adımlar atabilir
(Örneğin, sanayi derneklerinin katılımına izin vermek gibi). Ayrıca
KOBİ’lerin önemli rol oynadığı alanlarda ortaklıklar oluşturulmasını da teşvik edebilirler. Beceri ve teknikler açısından önemli
birer kaynak olabilecekleri halde birçok ülkede sayısız kısıtlamalar
ile karşılaşan yabancı firmaların katılımı üzerinde de politikanın
etkisi olabilir.
Kasım - Aralık 2013 59
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON HABER • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Ar-Ge Kanunu & Teşvikler
Türkiye’de araştırma ve geliştirme (ArGe) faaliyetleriyle bu faaliyetlere yönelik
teşvikler, 5746 sayılı Araştırma ve
Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi
Hakkında Kanun ve bu kanuna dayanılarak
A
yayımlanan Araştırma ve Geliştirme
Faaliyetlerinin Desteklenmesine İlişkin
Uygulama ve Denetim Yönetmeliğinde
düzenlenmiştir. Bu yazımda konu ile ilgili
detaylı bilgi vermeyi amaçlamaktayım.
Söz konusu kanun ve yönetmelikteki
bazı önemli tanımlar aşağıda sunulmuştur:
raştırma ve Geliştirme Faaliyeti: Araştırma ve geliştirme;
kültür, insan ve toplumun bilgisinden oluşan bilgi dağarcığının
artırılması ve bunun yeni süreç, sistem ve uygulamalar tasarlamak üzere kullanılması için sistematik bir temelde yürütülen
özgün çalışmaları, çevre uyumlu ürün tasarımı veya yazılım
faaliyetleri ile alanında bilimsel ve teknolojik gelişme sağlayan, bilimsel ve teknolojik bir belirsizliğe odaklanan, çıktıları
özgün, deneysel, bilimsel ve teknik içerik taşıyan faaliyetleri
ifade etmektedir.
Yenilik: Sosyal ve ekonomik ihtiyaçlara cevap verebilen,
mevcut pazarlara başarıyla sunulabilecek ya da yeni pazarlar
oluşturabilecek; yeni bir ürün, hizmet, uygulama, yöntem veya
iş modeli fikri ile oluşturulan süreçleri ve süreçlerin neticelerini
ifade etmektedir.
Ar-Ge Merkezi: Dar mükellef kurumların (Merkezi Türkiye’de
olmayan ve Türkiye’de sadece burada elde ettikleri kazançlar
vergilendirilen kurumlar) Türkiye’deki işyerleri dâhil, kanuni
veya iş merkezi Türkiye’de bulunan sermaye şirketlerinin;
organizasyon yapısı içinde ayrı bir birim şeklinde örgütlenmiş,
tamamen yurtiçinde araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde
bulunan ve en az elli tam zaman eşdeğer Ar-Ge personeli
çalıştıran, yeterli Ar-Ge birikimi ve yeteneği olan birimlerini
ifade etmektedir.
60 Mimar ve Mühendis
Ar-Ge Projesi: Amacı, kapsamı, genel ve teknik tanımı,
süresi, bütçesi, özel şartları, diğer kurum, kuruluş, gerçek ve
tüzel kişilerce sağlanacak aynî ve/veya nakdî destek tutarları,
sonuçta doğacak fikri mülkiyet haklarının paylaşım esasları
tespit edilmiş ve Ar-Ge faaliyetlerinin her safhasını belirleyecek mahiyette ve bilimsel esaslar çerçevesinde hazırlanan
projedir.
Rekabet öncesi işbirliği projeleri: Birden fazla kuruluşun; ölçek ekonomisinden yararlanmak suretiyle yeni süreç,
sistem ve uygulamalar tasarlayarak verimliliği artırmak ve
mevcut duruma göre daha yüksek katma değer sağlamak
üzere, rekabet öncesinde ortak parça veya sistem geliştirmek
ya da platform kurabilmek amacıyla yürütecekleri, Ar-Ge
faaliyetlerine yönelik olarak yapılan ve fizibiliteye dayanan
işbirliği anlaşması kapsamında, bilimsel ve teknolojik niteliği
olan projelerdir.
Ar-Ge Personeli: Ar-Ge faaliyetlerinde doğrudan görevli
araştırmacı ve teknisyenleri kapsamaktadır.
Bu kapsamda sağlanan AR-GE destek ve teşvikleri aşağıda
açıklanacaktır. Ancak burada bir hususun vurgulanmasında
yarar vardır. Kanun ve Yönetmeliğe göre Ar-Ge desteklerinden yararlanmak iki farklı şekilde olmaktadır. Bunlardan
ilki Ar-Ge merkezleri yoluyla desteklerden yararlanmaktır.
Ar-Ge ve yenilik
faaliyetlerine ilişkin
olarak kamu kurum ve
kuruluşları, kanunla
kurulan vakıflar ile
uluslararası fonlardan
alınan destekler özel bir
fon hesabında tutulur.
Ancak yukarıdaki tanımdan da görüleceği gibi, herhangi bir işletme
biriminin Ar-Ge merkezi sayılabilmesi için en az elli tam zamanlı
Ar-Ge personelini istihdam etmesi gerekmektedir. Bu kapsamda
birçok KOBİ, bünyesinde bu miktarda personeli istihdam eden Ar-Ge
merkezi kuramayabilir. Kanun Ar-Ge merkezlerine yönelik destekler
yanında, kamu kurum ve kuruluşlarınca, kanunla kurulan vakıflarca
veya uluslararası fonlarca desteklenen Ar-Ge ve yenilik projelerinin
ve yukarıda tanımlanan rekabet öncesi işbirliği projelerinin de desteklenmesini öngörmektedir. Bünyesinde Ar-Ge merkezi oluşturamayan KOBİ’ler bu yola giderek proje bazında Ar-Ge desteklerinden
yararlanabilir. Ancak bunun için projenin ulusal veya uluslararası bir
fon tarafından desteklenmesi veya birden fazla KOBİ’nin bir araya
gelerek rekabet öncesi işbirliği projesi hazırlaması gerekmektedir. Bu
kapsamdaki destek ve teşvikler aşağıda sıralanmıştır:
Ar-Ge indirimi: Ar-Ge ve yenilik harcamalarının tamamı vergi matrahının tespitinde kurum kazancından indirilebilir. Ancak, yapılan bir
harcamanın Ar-Ge indirimine konu edilebilmesi için bu harcamanın
Ar-Ge ve yenilik faaliyeti kapsamında yapılmış olması gerekir. İlgili
dönemde kazancın yetersizliği nedeniyle indirim konusu yapılamayan Ar-Ge indirimi tutarı sonraki hesap dönemlerine devredilir.
Gelir vergisi stopajı teşviki: Kamu personeli hariç olmak üzere
Ar-Ge ve yenilik projeleri ile rekabet öncesi işbirliği projelerinde
çalışan Ar-Ge ve destek personelinin; bu çalışmaları karşılığında elde
ettikleri ücretlerinin doktoralı olanlar için yüzde 90'ı, diğerleri için
yüzde 80'i gelir vergisinden müstesnadır.
Sigorta primi desteği: Kamu personeli hariç olmak üzere Ar-Ge
ve yenilik projeleri ile rekabet öncesi işbirliği projelerinde çalışan
Ar-Ge ve destek personelinin bu çalışmaları karşılığında elde ettikleri
ücretleri üzerinden hesaplanan sigorta primi işveren payının yarısı,
her bir çalışan için beş yıl süreyle Maliye Bakanlığı bütçesine konulacak ödenekten karşılanır.
Damga vergisi istisnası: Kanun kapsamındaki her türlü Ar-Ge
ve yenilik faaliyetleri ile ilgili olarak düzenlenen kâğıtlardan damga
vergisi alınmaz.
Ar-Ge ve yenilik faaliyetlerine ilişkin olarak kamu kurum ve kuruluşları, kanunla kurulan vakıflar ile uluslararası fonlardan alınan
destekler özel bir fon hesabında tutulur. Bu fonda yer alan tutarlar,
Gelir Vergisi Kanunu ve Kurumlar Vergisi Kanununa göre vergiye tabi
kazancın tespitinde gelir, Ar-Ge indirimi tutarının tespitinde Ar-Ge
harcaması olarak dikkate alınmaz. Bu şekilde sağlanan karşılıksız
fonlardan yapılan harcamalar, yapıldığı yere göre doğrudan gider ya
da amortismana tabi maddi duran varlık olarak muhasebeleştirilir.
Proje esaslı Ar-Ge indiriminden yararlanacak olanlardan teknik kuruluşlarca düzenlenmiş olan "Ar-Ge ve Yenilik Projesi Değerlendirme
Raporu" veya "Rekabet Öncesi İşbirliği Projesi Değerlendirme ve
Denetim Komisyonu Kararı" veya proje sözleşmesi istenir.
Teknogirişim sermayesi: Örgün öğrenim veren üniversitelerin
herhangi bir lisans programından bir yıl içinde mezun olabilecek
durumdaki öğrenci, yüksek lisans veya doktora öğrencisi ya da
lisans, yüksek lisans veya doktora derecelerinden birini ön başvuru
tarihinden en çok 5 yıl önce almış kişilerin, teknoloji ve yenilik odaklı
iş fikirlerini, desteği veren merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri tarafından desteklenmesi uygun bulunan bir iş planı çerçevesinde, katma değer ve nitelikli istihdam yaratma potansiyeli yüksek
teşebbüslere dönüştürebilmelerini teşvik etmek için yapılan sermaye
desteğini ifade etmektedir. Bu sermaye desteği bir defaya mahsus
olmak üzere teminat alınmaksızın 100 bin TL'ye kadar olup hibe şek-
Proje esaslı Ar-Ge indiriminden yararlanacak
olanlardan teknik kuruluşlarca düzenlenmiş
olan "Ar-Ge ve Yenilik Projesi Değerlendirme
Raporu" veya "Rekabet Öncesi İşbirliği Projesi
Değerlendirme ve Denetim Komisyonu Kararı" veya
proje sözleşmesi istenir.
Kasım - Aralık 2013 61
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON
HABER • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
linde verilir. Teknogirişim sermaye desteklerinden yararlanan işletmeler de yukarıda sıralanan diğer teşviklerden yararlanabilir. Ancak
bu teşviklerden yararlanabilmek için teknogirişim sermayesinden
yararlanan işletmelerin desteği veren merkezî yönetim kapsamındaki kamu idaresince onaylanmış bulunan proje sözleşmesi ve eki iş
planını ibraz etmeleri gerekir. TUBİTAK da teknogirişim sermayesi
veren kurumlardandır. TUBİTAK, girişimcilerin firmalarını kurmalarının ardından, personel, malzeme, alet/teçhizat/yazılım, seyahat,
danışmanlık, hizmet alımı, ofis kira gideri ve ofise ait su, elektrik,
ısıtma ve iletişim giderlerini yüzde 75 oranında, en fazla 100 bin TL
ve bir yıl süre ile desteklemektedir.
Ar-Ge ve yenilik projeleri, Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme
ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB) Destekleri Yönetmeliği
hükümleri çerçevesinde inceleme ve değerlendirmeye tabi tutularak desteklenmesi uygun bulunan işletmeler de yukarıda sıralanan
destek ve teşvik uygulamalarından, Ar-Ge ve yenilik projesinin
onaylandığı tarihten itibaren ve proje süresince yararlanır. Bunun
için işletmelerin projeleri ile beraber KOSGEB Teknoloji Merkezlerine başvurması gerekir. KOSGEB teknoloji merkezi işletmelerinde
yürütülen projelerin herhangi bir sebeple sona ermesi veya projeye
verilen desteğin son bulması hâllerinde, Ar-Ge ve yenilik faaliyeti
bitmiş sayılır ve bu tarihten itibaren kanunla sağlanan destek ve
teşvik unsurlarından yararlanılamaz.
KOSGEB'İN / Ar-Ge Destekleri
KOSGEB KOBİ'lerin, rekabet güçlerini ve teknolojik düzeylerini yükseltmek, ekonomiye katkılarını ve etkinliklerini artırmak, bilgiye erişim imkanları sağlamak, finansman güçlüklerine çözümler getirmek,
yeni müteşebbisleri desteklemek amacıyla kurulmuştur. KOSGEB
kredilerinden ''sanayi işletmelerinin'' yararlanacağına ilişkin ifade
''işletmeler'' şeklinde değiştirilerek kapsamı genişletildi.
62 Mimar ve Mühendis
Ülkemiz ekonomisinin yaklaşık %99 oluşturan
Kobilerin en büyük sorunu finansman sıkıntısı!
KOSGEB, yeni dönemde hazırladığı desteklerle
Kobilere yaklaşık 300 MİLYON TL dağıtarak bu
soruna çözüm sunuyor.
Ülkemiz ekonomisinin yaklaşık yüzde 99 oluşturan KOBİ'lerin en
büyük sorunu finansman sıkıntısı! KOSGEB, yeni dönemde hazırladığı
desteklerle KOBİ'lere yaklaşık 300 milyon TL dağıtarak bu soruna
çözüm sunuyor. Bu desteklerden yararlanmak için hızlı davranın ve
payınızı tükenmeden alın! Bu kapsamda tüm dosya hazırlığı, raporlama ve sunum faaliyetleri ile başvuru yürütme işlemleri Senteztek
tarafından verilmektedir.
KOSGEB'in yeni dönem destekleri aşağıdaki programlardan oluşmaktadır;
1.Kobi Proje Destek Programı
150.000 TL geri ödemesiz
2.Tematik Proje Destek Programı
Meslek Kuruluşu Proje Destek Programı için 150.000 TL geri ödemesiz
3.İşbirliği - Güçbirliği Destek Programı
250.000 TL geri ödemesiz, 500.000 TL geri ödemeli
4.Ar-Ge, İnovasyon Ve Endüstriyel Uygulama Destek Programı
Ar-Ge ve İnovasyon için 312.000 TL geri ödemesiz, 200.000 TL
geri ödemeli
Endüstriyel Uygulama için 268.000 TL geri ödemesiz, 200.000 TL
geri ödemeli
5.Girişimcilik Destek Programı
27.000 TL geri ödemesiz, 70.000 TL geri ödemeli
6.Genel Destek Programı
210.000 TL geri ödemesiz
ANKET • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Kasım - Aralık 2013 63
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON
HABER • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
TÜBİTAK PROJE ve KOSGEB DESTEKLERİ
Ulusal fon mekanizmalarının ana
kaynağı TÜBİTAK destekleridir. TÜBİTAK
destekleri hemen hemen her kesimden
sektöre ve kurumlara hitap eden
desteklerdir. Bu destekleri 4 ana grupta
özetleyebilmekteyiz.
(1) Sanayi Ar-Ge Proje Destekleri
(2) Akademik Ar-Ge Destekleri
(3) Kamu Kurumları Araştırma ve Geliştirme Projelerini Destekleri
(4) Bilim ve Toplum Proje Destekleri.
1509- Uluslar arası Sanayi Ar-Ge Projeleri
Destekleme Programı
Bir özel sektör kuruluşu, TÜBİTAK’tan Ar-Ge projeleri için
finansal destek alabilir; enstitülerimizle işbirliği içinde
tüm test, analiz, sistem kurma ve geliştirme çalışmalarını
yürütebilir; danışmanlık ve eğitim hizmetleri alabilir; uluslararası işbirlikleri geliştirebilir; bilim ve teknoloji dünyasıyla
ilgili veri tabanlarından yararlanabilir.
Ayrıca,
1001 - Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Projelerini
Destekleme Programı
1007 - Kamu Kurumları Araştırma ve Geliştirme
Projeleri Destekleme Programı
Araştırma Destek Programları Başkanlığı (ARDEB) tarafından yürütülen ve üniversiteler ve kamu kurumlarının
yanında sanayi kuruluşlarını da araştırma projesi yapmaya
yönelten programlardır.
(1) Sanayi Ar-Ge Proje Destekleri
Sanayi Ar-Ge Proje Destekleri Programları kapsamında TÜBİTAK, ülkemiz sanayi kuruluşlarının Ar-Ge’ye daha fazla kaynak
ayırmasını özendirmek, sanayi kuruluşlarının kendi aralarında
ve üniversitelerle daha yakın işbirlikleri ve ortaklıklar sağlamasını teşvik etmek amacıyla Teknoloji ve Yenilik Destek Programları Başkanlığı (TEYDEB) tarafından destek programları
yürütmektedir.
TEYDEB, teknolojinin toplumsal faydaya dönüşme sürecini
hızlandırmak amacıyla, ülkemiz sanayi kuruluşlarının araştırma-teknoloji geliştirme ve yenilik faaliyetlerini desteklemek
amacıyla kurulmuştur. Böylelikle, ülkemiz kuruluşlarının araştırma-teknoloji geliştirme yeteneğinin, yenilikçilik kültürünün
ve rekabet gücünün arttırılması hedeflenmektedir. TEYDEB,
bahsedilen hedefler doğrultusunda, destek programları tasarlamakta ve yürütmektedir.
TEYDEB Bünyesindeki Sanayiye Yönelik Destek Programları
1501 - Sanayi Ar-Ge Projeleri Destekleme Programı
Elektronik Başvuru (YENİ)
1503- Proje Pazarları Destekleme Programı
1507 - KOBİ Ar-Ge Başlangıç Destek Programı
1508- Teknoloji ve Yenilik Odaklı Girişimleri Destekleme Programı (TEKNOGİRİŞİM)
64 Mimar ve Mühendis
ENSTİTÜ HİZMETLERİ
Ülkemizin çeşitli şehirlerindeki TÜBİTAK’a bağlı enstitülerimizin temel görevi, kamu ve özel sektör kuruluşları için
pozitif bilimler alanında, temel ve uygulamalı araştırma,
test ve analizler yapmak, yeni sistemler ve projeler geliştirmektir. Özellikle; Kocaeli- Gebze’de bulunan Marmara
Araştırma Merkezi'ndeki (MAM) enstitülerimiz Türk sanayine üstün kaliteli hizmet vererek sanayimizin önünü açmaktadır. Aynı yerleşkede bulunan TEKSEB ve TEKNOPARK
Ar-Ge çalışmaları yapan özel sektör firmalarına ortam ve
olanak sağlamaktadır.
1501-SANAYİ AR-GE PROJELERİ
DESTEKLEME PROGRAMI
Programın amacı nedir? Programın amacı, sanayi kuruluşlarının
Ar-Ge projelerine yüzde 60’a varan oranlarda hibe (geri ödemesiz)
şeklinde destek sağlamaktır. Sanayi Ar-Ge Projeleri Destekleme
Programı, 1995 yılından beri TÜBİTAK ile Dış Ticaret Müsteşarlığı
(DTM) işbirliği içinde yürütülmektedir. Programı, firma düzeyinde
katma değer yaratan kuruluşların Ar-Ge çalışmalarını teşvik etmek
ve bu yolla Türk sanayisinin Ar-Ge yeteneğinin yükseltilmesine katkıda bulunmak üzere oluşturulmuştur.
Desteğin türü ve miktarı: Bu programda proje sahiplerinin Ar-Ge
niteliği taşıyan projeleri desteklenmektedir. Bu kapsamda hazırlanan
projeler, proje bütçesinde herhangi bir sınır olmaksızın en az yüzde
50, en fazla yüzde 60 oranında hibe şeklinde desteklenir.
Kimler başvurabilir? Ar-Ge desteğine, sektör ve büyüklüğüne bakılmaksızın kuruluş düzeyinde katma değer yaratan, Türkiye’de yerleşik
bütün işletmeler.
Desteklenen Ar-Ge aşamaları:
a) Kavram geliştirme,
b) Teknolojik/teknik ve ekonomik yapılabilirlik etüdü,
c) Geliştirilen kavramdan tasarıma geçiş sürecinde yer alan laboratuar ve benzeri çalışmalar,
ç) Tasarım, tasarım uygulama ve tasarım doğrulama çalışmaları,
d) Prototip üretimi,
e) Pilot tesisin kurulması,
f) Deneme üretimi ve tip testlerinin yapılması,
g) Satış sonrasında ürün tasarımından kaynaklanan sorunların çözümü faaliyetleri tüm firmalar başvurabilir.
Desteklenen kalemler
a) Personel giderleri,
b) Proje personeline ait seyahat giderleri (şehirlerarası ve uluslararası uçak, tren, otobüs, gemi ile yapılan ulaşım, konaklama giderleri),
c) Alet, teçhizat, yazılım ve yayın alım giderleri,
d)Malzeme ve sarf giderleri,
ç) Yurt içi ve yurt dışı danışmanlık hizmeti ve diğer hizmet alım
giderleri,
d) Türkiye’deki üniversiteler, TÜBİTAK’a bağlı Ar-Ge birimleri, özel
sektör Ar-Ge kuruluşları ve benzeri Ar-Ge kurum ve kuruluşlarına
yaptırılan Ar-Ge hizmet giderleri,
e) Türk Patent Enstitüsü’nden alınacak ulusal patent tescili, faydalı
model tescili ve endüstriyel tasarım tescili ile ilgili giderler.
1507-TÜBİTAK KOBİAR-GE BAŞLANGIÇ DESTEK PROGRAMI
TÜBİTAK, KOBİ’leri Araştırma-Teknoloji Geliştirme ve yenilik odaklı
proje yapmaya özendirmek amacıyla “KOBİ’ler için Ar-Ge Başlangıç
Destek Programı” adı altında, yeni bir destek programı başlatmıştır.
KOBİ’ler için Ar-Ge Başlangıç Destek Programı, TÜBİTAK Sanayi
Ar-Ge desteklerinden daha önce hiç faydalanmamış ya da en fazla
bir projesi desteklenmiş KOBİ’leri hedefleyen bir destek programıdır.
Projelere, program kapsamında sağlanacak desteklerle KOBİ'lerin,
Bir özel sektör kuruluşu, TÜBİTAK’tan
Ar-Ge projeleri için finansal destek alabilir;
enstitülerimizle işbirliği içinde tüm test, analiz,
sistem kurma ve geliştirme çalışmalarını
yürütebilir; danışmanlık ve eğitim hizmetleri
alabilir; uluslararası işbirlikleri geliştirebilir; bilim
ve teknoloji dünyasıyla ilgili veri tabanlarından
yararlanabilir.
teknoloji ve yenilik kapasitelerinin geliştirilerek daha rekabetçi
olmaları, sistematik proje yapabilmeleri, katma değeri yüksek ürün
geliştirebilmeleri, kurumsal araştırma teknoloji geliştirme kültürüne
sahip olmaları, ulusal ve uluslararası destek programlarında daha
etkin yer almaları amaçlanmaktadır.
Destekler:
Desteklenmesine karar verilen Ar-Ge projeleri giderlerine uygulanan destek oranı yüzde 75 hibe şeklindedir
Projelerin bütçesi en fazla 400.000 TL olabilir.
Destek Süresi: Destekleme süresi proje bazında en çok 18 aydır.
Kimler Yararlanabilir?: Programa başvuran firmalar 18.11.2005
Tarih ve 25997 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Küçük ve Orta
Büyüklükteki İşletmelerin Tanımı, Nitelikleri ve Sınıflandırılması Hakkında Yönetmelik” teki KOBİ şartlarını taşıması gerekmektedir.
Ayrıca firmanın daha önceden TÜBİTAK Sanayi Ar-Ge desteklerinden hiç faydalanmamış ya da en fazla bir projesinin destek almış
olması gerekmektedir. Firmanın bu programa başvurmadan önce
TÜBİTAK tarafından bir projesi desteklenmiş ise, bu programda en
fazla bir projesi desteklenebilmektedir.
Nasıl Başvurulur?: www.tubitak.gov.tr adresinden temin edilebilecek “KOBİ Ar-Ge Başlangıç Destek Programı Proje Öneri Bilgileri
Hazırlama Kılavuzu” doğrultusunda “KOBİ Ar-Ge Başlangıç Destek
Kasım - Aralık 2013 65
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON HABER • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Projelere, program kapsamında
sağlanacak desteklerle KOBİ'lerin,
teknoloji ve yenilik kapasitelerinin
geliştirilerek daha rekabetçi olmaları,
sistematik proje yapabilmeleri, katma
değeri yüksek ürün geliştirebilmeleri,
kurumsal araştırma teknoloji
geliştirme kültürüne sahip olmaları,
ulusal ve uluslararası destek
programlarında daha etkin yer almaları
amaçlanmaktadır.
Programı Proje Öneri Bilgileri Formu” doldurularak, TÜBİTAK’a
başvurulması gerekmektedir.
Programa ne zaman başvurulabilir?: Programa başvuru
zamanı için bir sınırlama yoktur. Fiilen başlatılmış bir proje için de
başvuru yapılabilir.
(1508) TÜBİTAK - TEKNOLOJİVE YENİLİK
ODAKLI GİRİŞİMLERİ
DESTEKLEME PROGRAMI (TEKNOGİRİŞİM)
TÜBİTAK, lisans, yüksek lisans veya doktora düzeyinde eğitimli
girişimcilerin, teknoloji ve yenilik odaklı iş fikirlerini, katma değer
ve nitelikli istihdam oluşturma potansiyeli yüksek teşebbüslere
dönüştürebilmeleri için çekirdek sermaye sağlayarak desteklemeyi öngören “Teknoloji ve Yenilik Odaklı Girişimleri Destekleme
Programı (TEKNOGİRİŞİM)”adı altında yeni bir destek programı
başlatmıştır.
Destek Miktarı ve Koşulları: Program kapsamında, girişimcilerin firmalarını kurmalarının ardından, personel, malzeme, alet/
teçhizat/yazılım, seyahat, danışmanlık, hizmet alımı, ofis kira gideri ve ofise ait su, elektrik, ısıtma ve iletişim giderlerinin TÜBİTAK
tarafından yüzde75 oranında, en fazla 100.000 TL ve bir yıl süre
ile desteklenmesi öngörülmektedir.
Destek Süresi: Destekleme süresi 12 ay olup, desteklenmesine karar
verilen iş fikirlerinin giderlerine uygulanan destek oranı yüzde 75’dir.
Kimler Yararlanabilir?: Programa üniversitelerin örgün öğrenim
veren, herhangi bir lisans programından bir yıl içinde mezun olabilecek durumdaki öğrenci, yüksek lisans veya doktora öğrencisi
ya da lisans, yüksek lisans veya doktora derecelerinden birini ön
başvuru tarihinden en çok 5 yıl önce almış gerçek kişiler başvurabilmektedir.
Nasıl Başvurulur?: www.tubitak.gov.tr adresinden temin edilebilecek “Girişim önerisi ve girişim planı hazırlama kılavuzu” doğrultusunda doldurulacak “Girişim Önerisi Formu” ve “Girişim Planı
Formu” ile TÜBİTAK’a başvurulması gerekmektedir.
Programa ne zaman başvurulabilir?: Programa başvuru
zamanı için bir sınırlama yoktur.
66 Mimar ve Mühendis
(1509) TÜBİTAK ULUSLARARASI SANAYİ AR-GE PROJELERİ
DESTEKLEME PROGRAMI
TÜBİTAK, Türkiye’nin katıldığı EUREKA, EUROSTARS ve Avrupa Birliği
Çerçeve Programları ve benzeri uluslararası programlara sunulan,
uluslararası ortaklı araştırma geliştirme projelerinin desteklenmesi için
“Uluslararası Sanayi Ar-Ge Projeleri Destekleme Programı” adı altında
yeni bir destek programı başlatmıştır.
Uygulanacak destek programı ile,
Ülkemizdeki teknik yeterliliğin ve bilgi birikiminin artırılması,
Kuruluşların uluslararası teknoloji birikimine erişiminin ve teknoloji
transferinin sağlanması
Edinilen teknolojik bilgi ve deneyimin kuruluş bünyesinde içselleştirilerek, özgün teknolojilerin geliştirilmesinde ivme kazandırıcı ve yönlendirici bir etken olması
Kuruluşların uluslararası pazarlarda yer almasına katkı sağlanması
amaçlanmaktadır.
Destekler:
Destek almaya hak kazanan büyük ölçekli firmaların Ar-Ge projelerinin, uygun bulunan proje harcamalarına en fazla yüzde 60 oranında,
Destek almaya hak kazanan KOBİ projelerinin, uygun bulunan proje harcamalarına yüzde 75 oranında hibe destek sağlanması öngörülmektedir.
Destek Süresi ve Bütçesi: Programa başvuruda bulunacak projelerin destek süresinde ve proje bütçelerinde herhangi bir kısıtlama
bulunmamaktadır.
Kimler Yararlanabilir?: Türkiye’nin katıldığı EUREKA, EUROSTARS
ve Avrupa Birliği Çerçeve Programları ve benzeri uluslararası programlara katılan, Türkiye’de yerleşik, firma düzeyinde katma değer oluşturan
tüm kuruluşlar bu programdan yararlanabilmektedir.
Nasıl Başvurulur? Bu program kapsamında desteklenecek uluslararası programlara sunulan projeler için “Türkiye Bilimsel ve Teknolojik
Araştırma Kurumu Teknoloji ve Yenilik Destek Programlarına İlişkin
Yönetmelik" ve “Uluslararası Sanayi Ar-Ge Projeleri Destekleme Programı Uygulama Esasları” geçerli olacaktır. Programa ne zaman başvurulabilir? Programa başvuru zamanı için bir sınırlama yoktur.
Destekle ilgili detaylı bilgi ve doküman için: http://www.tubitak.
gov.tr/home.do?ot=1&sid=487&pid=478 adresi ziyaret edilebilir.
KOSGEB DESTEKLERİ
AR-GE, İnovasyon ve Endüstriyel Uygulama Destek Programı
PROGRAMIN AMACI VE GEREKÇESİ
Bilim ve teknolojiye dayalı yeni fikir ve buluşlara sahip KOBİ
ve girişimcilerin geliştirilmesi,
Teknolojik fikirlere sahip tekno-girişimcilerin desteklenmesi,
KOBİ’lerde Ar-Ge bilincinin yaygınlaştırılması ve Ar-Ge kapasitesinin artırılması,
Mevcut Ar-Ge desteklerinin geliştirilmesi,
İnovatif faaliyetlerin desteklenmesi,
Ar-Ge ve İnovasyon proje sonuçlarının ticarileştirilmesi ve
endüstriyel uygulamasına yönelik destek mekanizmalarına
ihtiyaç duyulması.
PROJE SÜRESİ
Ar-Ge ve İnovasyon Programı için en az 12 (on iki), en çok
24 (yirmi dört) ay,
Endüstriyel Uygulama Programı için en çok 18 (on sekiz) ay,
Her iki program için de Kurul kararı ile 12 (on iki) aya kadar
ek süre verilebilir.
AR-GE, İNOVASYON VE ENDÜSTRİYEL
UYGULAMA DESTEK PROGRAMI
Destek Üst
Limiti(TL)
DESTEK
ORANI (%)
Ar-Ge ve İnovasyon Programı
İşlik Desteği
Kira Desteği
Makine-Teçhizat, Donanım, Hammadde, Yazılım ve Hizmet Alımı Giderleri Desteği
Makine-Teçhizat, Donanım, Hammadde, Yazılım ve Hizmet Alımı Giderleri Desteği (Geri Ödemeli)
Personel Gideri Desteği
Başlangıç Sermayesi Desteği
Proje Danışmanlık Desteği
Eğitim Desteği
Proje
Sınai ve Fikri Mülkiyet Hakları Desteği
Geliştirme
Proje Tanıtım Desteği
Desteği
Yurtdışı Kongre/Konferans/Fuar Ziyareti/Teknolojik İşbirliği Ziyareti Desteği
Test, Analiz, Belgelendirme Desteği
Endüstriyel Uygulama Programı
Kira Desteği
Personel Gideri Desteği
Makine-Teçhizat, Donanım, Sarf Malzemesi, Yazılım ve Tasarım Gid. Desteği
Makine-Teçhizat, Donanım, Sarf Malzemesi, Yazılım ve Tasarım Giderleri Desteği (Geri Ödemeli)
İşliklerden bedel alınmaz
12.000
75
100.000
75
200.000
75
100.000
75
20.000
100
25.000
5.000
25.000
75
5.000
15.000
25.000
18.000
75
100.000
75
150.000
75
200.000
75
Kasım - Aralık 2013 67
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON HABER • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
BAKANLIKLARIN AR-GE DESTEKLERİ
5488 sayılı Tarım Kanunu'na bağlı olarak
çıkartılan Araştırma ve Geliştirme Projelerinin
Desteklenmesinde Uygulanacak Usul ve
Esaslara İlişkin Tebliğ kapsamında, tarım sek-
törünün ihtiyacı olan konularda üniversiteler,
sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları, çiftçi
örgütleri ve özel sektör tarafından yürütülen
Ar-Ge projeleri desteklenmektedir.
GIDA TARIM VE HAYVANCILIK BAKANLIĞI
Tarımsal Ar-Ge Proje Destekleri
Bakanlık, tarım sektörünün ihtiyaç duyduğu öncelikli konularda bilgi ve teknolojilerin geliştirilmesi, çiftçiler, tarımsal
sanayiciler ile ihracatçılara aktarılması ve tarım sektöründeki
örgütlerin Ar-Ge kapasitelerinin geliştirilmesi amacıyla Ar-Ge
projelerine geri ödemesiz doğrudan destekleme ödemesi
vermektedir.
5488 sayılı tarım kanuna bağlı olarak çıkartılan Araştırma
ve Geliştirme Projelerinin Desteklenmesinde Uygulanacak
Usul ve Esaslara İlişkin Tebliğ kapsamında, tarım sektörünün
ihtiyacı olan konularda üniversiteler, sivil toplum örgütleri,
meslek kuruluşları, çiftçi örgütleri ve özel sektör tarafından
yürütülen Ar-Ge projeleri desteklenmektedir.
Bakanlık Ar-Ge proje desteklerine 2007 yılından itibaren
başlanmış olup, proje başvurusu, projelerin değerlendirilmesi
ve kabul edilen projelerin izlenmesi ile ilgili olarak sekretarya
görevi Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü
(TAGEM) tarafından yürütülmektedir.
Her yıl Bakanlığımız ve TAGEM web sayfasında ilana çıkılmaktadır. Ar-Ge desteğinden yararlanmak isteyen kurum ve
kuruluşlar belirtilen süre içerisinde proje tekliflerini sunmaktadır. Tebliğ kapsamında oluşturulan sekretarya ve değerlendirme kurulu tarafından uygun görülenler proje sahipleri ile
sözleşme imzalanarak projeler yürürlüğe girmektedir.
önemini kavramış kendi teknolojisini üreten ve satan, rekabet
gücü ve refah seviyesi yüksek bir Türkiye" vizyonuna önemli
bir katkı sağlamaktır.
BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ
BAKANLIĞI DESTEKLERİ
1) Sanayi Tezleri Programı (SAN-TEZ)
Programın Amacı: Sanayicilerimizin Ar-Ge’ye dayalı ihtiyaçlarının, üniversite-sanayi işbirliği ile üniversite bilimselliği
kapsamında çözüme kavuşturulması, "İnovasyon ve Ar-Ge’nin
68 Mimar ve Mühendis
San-Tez Programının Hedefleri Nelerdir?
· Üniversite-Sanayi-Kamu işbirliğini kurumsallaştırmak,
· Katma değeri yüksek, teknoloji tabanlı ürün ve üretim yöntemleri geliştirilmesi desteklenerek ülkemizin dünya pazarında
rekabet gücünün yükseltilmesine yardımcı olmak,
· KOBİ’lerin teknoloji ve Ar-Ge kültürü edinmelerini sağlamak,
· Özellikle, sanayimizin yüzde 98’ini oluşturan ve halen geleneksel üretim yöntemi ile çalışmaya devam eden KOBİ’lerimizi
teknolojik ürün ve üretim yöntemlerini kullanmaya cesaretlendirmek,
· Bu işletmelerin kendi öz varlıklarıyla gerçekleştiremeyecekleri Ar-Ge, teknoloji ve innovasyona yönelik çalışmaların
hem üniversite hem de devlet desteği ile gerçekleştirilmesini
sağlamak,
· Üniversitede yapılan akademik bilginin ticarileşmesini sağlamak,
· Akademisyenler ve üniversite mezunu gençler arasında
şirketleşme kültürünü yaygınlaştırarak yenilikçi yeni şirketler
doğmasını sağlamak,
· Üniversitelerde doktora veya yüksek lisans programlarında
öğrenim gören öğrencilerin tez konularının KOBİ’ler tarafından
talep edilen, imalat sanayine yönelik yeni teknolojilere dayalı
ürün, üretim yöntemi ve Ar-Ge tabanlı ihtiyaçlara yönelik olarak belirlenmesini sağlamak,
· Bu projelerde daha fazla sayıda yüksek lisans ve doktora
öğrencisinin desteklenmesini sağlayarak nitelikli eleman sayısının artırılmasına yardımcı olmak,
Bu projelerde çalışan tez öğrencilerinin ileride bu firmalarda
Ar-Ge personeli olarak istihdam edilmesinin önünü açmaktır.
Bakanlıkların Ar-Ge teşviklerine göre Türkiye dağılımı
Projelere Sağlanacak Destek Oranı Nedir?
Desteklenmesine karar verilen San-Tez projelerine Bakanlık tarafından uygulanan en yüksek destek oranı yüzde75 olup toplam
proje bedelinin yüzde 25’inin kuruluş tarafından nakdi olarak karşılanması gerekmektedir.
San-Tez Programından Kimler Yararlanabilir?
Sektör ve büyüklüğüne bakılmaksızın firma düzeyinde katma değer
oluşturan, ülkemizde yerleşik işletmeler ve üniversitelerin işbirliği ile
hazırlanacak projeler bu programdan yaralanabilir.
2) Teknogirişim Sermayesi Desteği
Programın Amacı: 5746 Sayılı Kanun kapsamında sağlanan Teknogirişim Sermaye Desteği ile yeni ve yenilikçi iş fikirleri olan genç
girişimcilerin, bu iş fikirlerini katma değer ve nitelikli istihdam
oluşturma potansiyeli yüksek teşebbüslere dönüştürebilmeleri için
çekirdek sermaye sağlanarak desteklenmesi amaçlanmaktadır.
Destek başvuru koşulları ve yararlanacaklar
Programa üniversitelerin örgün öğrenim veren, herhangi bir lisans
programından bir yıl içinde mezun olabilecek durumdaki öğrenci,
yüksek lisans veya doktora öğrencisi ya da lisans, yüksek lisans
veya doktora derecelerinden birini ön başvuru tarihinden en çok 5
yıl önce almış gerçek kişiler başvurabilmektedir.
"Bir yıl içinde mezun olabilme" şartı, ilgili üniversitenin yetkili
birimlerince Teknogirişim sermayesi desteği için talepte bulunulan
merkezî yönetim kapsamındaki kamu idaresi adına düzenlenen bir
yazıyla, "ön başvuru tarihinden en çok beş yıl önce alma" şartı ise
ilgili üniversitelerce verilen çıkış belgesiyle veya diplomayla tevsik
edilecektir.
Destekten, merkezî yönetim kapsamındaki kamu idaresi tarafından
kabul edilmiş iş planına uygun biçimde ve destek başvurusundan
sonra ihdas edilmiş ve girişimcinin tek başına temsil ve ilzama
yetkili olduğu işletme yararlanabilecektir.
Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı
ELEKTRONİK HABERLEŞMEYLE İLGİLİ KONULAR
a) Genel konular
1. Sayısal yayın şebeke ve terminal alıcı veya verici sistemlerinin
geliştirilmesi,
2. Bulut bilişime yönelik yazılım, donanım ve sistem geliştirme,
3. Afet ve acil durumlar başta olmak üzere ulaştırma sistemlerinde
iletişim, simülasyon vb. yazılım, donanım ve sistem geliştirme,
4. Elektronik imza uygulamalarına ilişkin yazılım, donanım ve sistem geliştirme,
5. IP tabanlı haberleşmeye yönelik yazılım ve donanım geliştirme,
6. Video konferans, etkileşimli video ve televizyon uygulamaları,
internet üzerinde oyunlar, dosya paylaşım uygulamaları, ağ tabanlı
yedekleme vb. konularda yazılım ve donanım geliştirme,
7. Uzaktan kontrol sistemlerine ilişkin yazılım, donanım veya sistem
geliştirme,
8. E-devlet uygulamalarına ilişkin sistem geliştirme,
b) Mobil haberleşme
1. Yeni nesil mobil şebekeler dahil mobil haberleşme şebekelerinde
kullanılan verici, alıcı, anten ve benzeri donanım ile bunlara ilişkin
yazılımlar,
2. Sağlık, enerji, ulaşım gibi alanlarda M2M (makineden makineye
iletişim) konusunda yazılım, donanım veya sistem geliştirme,
3. Radyolink (R/L) sistemlerine ilişkin alıcı, verici ve anten tasarımı
ve geliştirilmesi,
4. Tablet bilgisayar, akıllı telefon ve benzeri mobil terminal cihazlarına ilişkin dananım, yazılım veya sistem geliştirme,
Kasım - Aralık 2013 69
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON
HABER • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
c) Siber güvenlik
1. Siber güvenlikle ilgili yazılım, donanım veya sistem geliştirme,
2. Kamu kurum ve kuruluşlarının verilerinin şifreli kaydedilmesine
ve veritabanlarının siber saldırılara karşı korunmasına ilişkin yazılım, donanım ve sistem geliştirme,
3. Su, elektrik, gaz, telekomünikasyon, finans vb. kritik altyapılarının
siber saldırılara karşı korunmasına yönelik yazılım, donanım ve
sistem geliştirme,
ç) Genişbant internet
1. Daha hızlı ve kaliteli veri transferi veya sağlayan yazılım, donanım ve sistem geliştirme,
2. Optik haberleşmeye ilişkin yazılım, donanım veya sitem
geliştirme,
3. İletim sistemlerinde veri sıkıştırma sistemleri,
d) Uydu haberleşmesi
1. Uydu haberleşmesi terminal cihazlarına ilişkin donanım, yazılım
veya sistem geliştirme,
2. Konum belirleme ve izlemeye ilişkin sistemler, Avrupa Birliği
tarafından Ar-Ge'ye 86 milyar Avro bütçe tahsis ediliyor.
Ülkemizin de üye olduğu "Araştırma için Yedinci Çerçeve
Programı"nın devamı niteliğinde olan ve 2014 - 2020 döneminde
uygulanacak "Horizon 2020" Programına ait karar taslağı, Avrupa
Birliği tarafından yayınlanmış bulunmaktadır. Daha önce duyurulmuş olduğu üzere, Ocak 2014'te yürürlüğe girecek yeni nesil AB
araştırma ve yenilik fonlama programlarının ismi "Horizon 2020"
olarak belirlenmişti.
Taslak Programın:
1. "Excellent science";
2. "Industrial leadership";
3. "Societal challenges";
4. "Non-nuclear direct actions of the Joint Research Centre (JRC)".
alt programlarından oluşması ve toplamda 86 milyar Avro bütçe ile
uygulanması planlanmaktadır. 2007-2013 yılları arasında gerçekleşmekte olan 7. Çerçeve Programı'nın bütçesine göre (yaklaşık 54
milyar Avro), Ar-Ge ve yeniliğe ayrılan kaynakta yüzde 60 civarında
bir artış olduğu gözlenmektedir.
70 Mimar ve Mühendis
MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI
ULUSLARARASI AR-GE FAALİYETLERİ
NATO RTO Panel Faaliyetlerine Nasıl Katılım Sağlanır?
Katılım için NATO ve Millî Savunma Bakanlığından herhangi bir
maddi destek sağlanmamaktadır. Katılım masrafları ilgili personelin mensubu bulunduğu kurum/kuruluş ve/veya bizzat kendisi
tarafından karşılanır.
Katılım sağlanacak RTG ve ET faaliyetleri sürelidir. Faaliyet devam
ettiği sürece düzenlenecek toplantılara (yılda en az iki toplantı)
iştirak etme zorunluluğu bulunmaktadır. Söz konusu çalışmalara
katılacak personelin belirlenmesinde devamı sağlayabilecek ve
değişiklik ihtiyacı hasıl olmayacak (işten ayrılma halleri gibi zaruri
haller hariç) personel isimlerinin bildirilmesi önemlidir.
Yukarıda belirtilen hususlar çerçevesinde anılan faaliyetlere katılım
planlanması durumunda;
-RTG ve ET faaliyetlerine katılmak için; http://www.tekbim.msb.
gov.tr/rto adresinde yayımlanan Personel Bilgi Formu ile Personel
Görevlendirme ve Taahhüt Formu, Yetkili amire/birime onaylatılmasını müteakip Öz Geçmiş (CV) belgeleri ile birlikte Ar-Ge ve Teknoloji Dairesi Başkanlığı'na gönderilir. Ayrıca söz konusu formlar
ile Öz Geçmiş Belgesinin bir kopyası elektronik ortamda elektronik
posta adresine iletilir.
- RSM, RSY, RLS, RWS ve RTC faaliyetlerine katılmak isteyen
kurum/kuruluş temsilcilerinin ise İnternet ortamında http://www.
rta.nato.int adresindeki "Enrol For" ve "Call for Papers" bölümlerinde
yer alan duyuruları takip ederek duyurunun yayımlanmasını müteakip, elektronik ortamda kayıt yaptırmaları gerekmektedir.
- RTG/ET ve/veya gizlilik derecesi ihtiva eden faaliyetlere katılım
planlanması durumunda; NATO Güvenlik Kleransı zorunlu olduğundan, kleransı bulunmayan kişiler, NATO Güvenlik Kleransı almak
için Dışişleri Bakanlığı NATO Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı
Merkez Kurulu Başkanlığına (Tel.Nu.:0 312 2921683 veya 0 312
2921684) müracaat ederler. Alınan "NATO GİZLİ (NATO SECRET)"
gizlilik derecesine haiz klerans (verilme süreci yaklaşık 5 ay sürmektedir) uygun vasıta ile RTA'ya bildirilir.
- RTG/ET faaliyetlerine atanan personelin faaliyetlere katılımında
SK birimleri, savunma sanayi kuruluşları veya araştırma kurum ve
kuruluşları tarafından destek projesi hazırlanır. RTO Millî Delegeliği
(Ar-Ge ve Teknj.D.Bşk.lığı)'ne gönderilerek onay alınır.
Projeye destek vermesi beklenen ülkenin ilgili panel üyesi ile
desteklenecek ülke panel üyesi tarafından koordine kurulur. Panel
üyeleri arasında gerçekleştirilecek koordinasyon, panel toplantısında ikili görüşme şeklinde yapılabileceği gibi herhangi bir iletişim
(telefon, e-posta vb.) aracı ile de yapılabilir.
Her iki ülke tarafından uygun bulunan proje öneri formu, projeyi
teklif eden kurum tarafından destekleyen ülke ile beraber tanzim
edilerek bir kopyası panel yöneticisine verilmek üzere ülke panel
üyesine iletilir. Formda proje yöneticisi mutlaka belirtilmelidir. İki
ülkenin ortak imzası ile tanzim edilen proje teklif formu desteklenen ülke panel temsilcisi tarafından panele sunulur. Panel tarafından uygun bulunduğu takdirde proje önerisi Araştırma ve Teknoloji
Ajansına ilgili panel tarafından gönderilir.
RTA tarafından, taraf ülkelerin yazılı onayı alınarak, öneri sahibi
ülkenin destek fonundaki katkı payının müsait olması durumunda
proje başlatılır.
Proje kapsamında yurt dışına geçici olarak göreve giden kişi görev
dönüşü RTO Karargâhına ve RTO Millî delegeliği'ne rapor gönderir.
Her bir destek projesindeki faaliyetlerin takibinden sorumlu olacak
ilgili bir Panel Üyesi tefrik edilir. Projenin, Panel toplantılarındaki
takdimi bu panel üyesi tarafından yapılır.
Proje için verilecek destek süresi 2 yıldır. Millî Delegeliğin uygun
bulması durumunda bu süre 1 yıl uzatılabilir. Projelerin dönem
raporları ve nihaî raporlar Panel tarafından onaylanır.
MALİYE BAKANLIĞI
AR-GE İNDİRİMİ TEŞVİKİ
Başvuru nereye yapılır?
193, 5520 ve 5746 sayılı kanunlarla sağlanan Ar-Ge indiriminden
yararlanmak için Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığına başvuru yapılır. TÜBİTAK’a başvuru yapılmaz. Maliye Bakanlığı Gelir
İdaresi Başkanlığı, mükellef tarafından başvurusu yapılmış Ar-Ge
İndirimine konu projenin, Ar-Ge faaliyeti olup olmadığına ilişkin
değerlendirmesini yapmak üzere TÜBİTAK’a gönderir.
Ar-Ge indirimine konu proje, TÜBİTAK tarafından desteklenmiş
bir proje ise TÜBİTAK tarafından desteklenmiş projeler hakkında
Ar-Ge projesi olup olmadığına ilişkin ayrıca bir inceleme yapılması
için Gelir İdaresi Başkanlığına müracaat edilmez.
TÜBİTAK tarafından desteklenmiş projelere ilişkin, Ar-Ge indiriminden yararlanabilmek için, TÜBİTAK’tan alınan destek karar
yazısının bir örneğinin YMM tasdik raporuna eklenerek ilgili vergi
dairesine müracaat edilmesi yeterli olacaktır (Mevzuat: 5520
sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu Kapsamında 1 Seri No.lu Tebliğ
(10. Diğer İndirimler).
Ar-Ge indirimine konu proje, TÜBİTAK’ ın desteklediği bir proje
değilse Ar-Ge indiriminin uygulanmaya başlanacağı döneme ait
geçici vergi beyannamesinin verileceği tarihe kadar Ar-Ge faaliyetiyle ilgili olarak, 1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliğinde yer
alan formata uygun olarak hazırlanan “Ar-Ge Projesi Raporu” Gelir
İdaresi Başkanlığı'na gönderilir. Gelir İdaresi Başkanlığı istenen
formata uygun olarak hazırlanan raporun genel değerlendirmesini
yaptıktan sonra, projenin bilimsel olarak incelenerek “münhasıran
yeni bilgi ve teknoloji arayışına yönelik olup olmadığının” tespit
edilmesi amacıyla, ilgili proje başvurusunu Türkiye Bilimsel ve
Teknolojik Araştırma Kurumuna (TÜBİTAK) gönderir. Eş zamanlı
olarak Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından, TÜBİTAK’ a 15.000 TL’yi
aşmamak üzere proje bütçesinin yüzde 0,3’ü oranında bir tutarı
ödemesi konusunda mükellefe bildirimde bulunulur.
Mükellefin, söz konusu tutarı TÜBİTAK’a ödemesi ve ilgili banka
dekontunu TÜBİTAK’a göndermesi sonrasında başvurunun değerlendirme süreci başlar. TÜBİTAK ilgili proje başvurusunu değerlendirmesini yapmak üzere hakemlere gönderir. Hakemler Kuruluşu
yerinde yapacakları ziyaretleri sonrasında Değerlendirme Raporlarını TÜBİTAK’a gönderir. TÜBİTAK ilgili projenin, Ar-Ge nitelikli olup
olmadığına ilişkin kararını, hakemler tarafından düzenlenen Değerlendirme Raporları ile birlikte Gelir İdaresi Başkanlığı'na gönderir.
Gelir İdaresi Başkanlığı değerlendirme sonucunu mükellefe bildirir.
Ekonomi Bakanlığı
Ekonomi Bakanlığı Teşvikleri
Ekonomi Bakanlığı tarafından verilen Yatırım Teşvik Belgesi,
tasarrufları yatırıma yönlendirmek amacıyla katma değeri yüksek,
ileri ve uygun teknolojileri kullanarak bölgeler arası dengesizlikleri
Kasım - Aralık 2013 71
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON
HABER • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
gidermek, istihdam yaratmak ve uluslararası rekabet gücü sağlamak için yatırımların devlet tarafından desteklenmesi adına verilen
bir belgedir. Bu kapsamda yatırımcı direk nakit destek yerine gümrük vergisi muafiyeti, katma değer vergisi istisnası, faiz desteği,
sigorta primi işveren hissesi desteği, vergi indirimi ve yatırım yeri
tahsisi gibi teşvik araçlarıyla desteklenir.
Bölge illerimiz olan Balıkesir ve Çanakkale illeri, Düzey 2 Bölgeler
sınıflandırmasına göre, 2. Bölge sınıfına dâhil edilmekte ve TR 22
bölgesi olarak adlandırılmaktadır. Bununla beraber Çanakkale'ye
bağlı Bozcaada ve Gökçeada ilçelerimiz TR 22 bölgesi olarak adlandırılmakla beraber 4. Bölge sınıfına dahildirler.
Teşvik Belgesi’ne Müracaat Edebilecekler
1. Gerçek kişiler
2. Adi ortaklıklar
3. Sermaye Şirketleri, kooperatifler ve iş ortaklıkları
4. Dernekler ve vakıflar
5. Kamu kurum ve kuruluşları
6. Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları
7. Yurtdışındaki yabancı şirketlerin Türkiye’deki şubeleri
8. Türk Ticaret Kanunu’na göre kurulmuş yabancı sermayeli şirketler
Teşvik Belgesi’ne Müracaat Dokümanları
1. Müracaat Dilekçesi
2. Noter Tasdikli imza Sirküleri
3. Tebliğ ekindeki örneğe uygun Yatırım Bilgi Formu
4. 400TL müracaat bedelinin ödendiğine dair makbuzun ikinci nüshası ( bu bedel hiçbir şekilde iade edilmez)
5. Firmanın son durumunu gösterir Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi aslı
veya onaylı sureti
6. SSK’dan alınacak, prim borcu olmadığına dair “temiz kağıdı”
7. ÇED Yönetmeliği eki yatırımlar için “ÇED Olumlu Kararı” veya “ÇED
Gerekli Değildir Kararı”
8. Yatırımın karakteristiğine bağlı olarak istenebilecek diğer belgeler
(EPDK Lisans tarihi ve numarası, Maden İşletme Ruhsatı ve İşletme
İzni, Turizm Yatırımı, Turizm İşletmesi ve/veya Kısmi Turizm İşletme
Belgesi, Lojistik yatırımları için L2 belgesi gibi)
72 Mimar ve Mühendis
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı
Enerji Konulu Ar-Ge Proje Bütçesinin yüzde 80'i Bakanlık Tarafından Karşılanacak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, enerji konulu Ar-Ge projelerini desteklemek amacıyla vereceği hibe oranlarını
belirledi. Buna göre Bakanlık, desteklenmesine karar verilen proje
bütçelerinin yüzde 80'ini karşılayacak. Destekleme süresi ise 2 yıl
olarak uygulanacak.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın Enerji Sektörü AraştırmaGeliştirme Projeleri Destekleme Programına (Enar) Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmelik'i Resmi Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe girdi. Yönetmelikle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından enerji politikalarına, arz güvenliğine,
yerli enerji teknolojileri ve endüstrisine hizmet edecek şekilde
oluşturulacak bilimsel ve teknolojik bilgiyi ürüne, sürece, yönteme,
uygulamaya veya sisteme dönüştürmesi amacıyla teknoloji geliştirme ve yenilik odaklı araştırma, geliştirme, iyileştirme içeren
proje çalışmalarının desteklenerek izlenmesi, sonuçlandırılması ve
sonuçların değerlendirilmesine ilişkin usul ve esasları düzenlendi.
ENAR proje bütçesinin yüzde 20'si firma tarafından karşılanacak
Bir önceki yönetmelikte projelere bakanlık tarafından nakdi destek
sağlanacağı ifade edilirken, herhangi bir destekleme oranı verilmemişti. Yeni Yönetmelikle desteklenmesine karar verilen ENAR proje
bütçesinin azami yüzde 80'inin Bakanlıkça, en az yüzde 20'sinin ise
firma tarafından nakdi olarak karşılanacağı belirtildi.
Projede özel şirketlerden, dernek ve sivil toplum kuruluşlarından,
Avrupa Birliği çerçeve programları ve benzeri uluslararası kaynaklardan sağlanan geri ödemesiz destekler ve destek başvuruları proje
başvurularında belirtilecek. Bu şekilde sağlanan hibe ve destekler
desteğin alındığı gidere yönelik olan harcamalardan düşülerek
desteklenmeye esas olan harcama tutarı belirlenecek. Belirlenen bu
tutar üzerinden söz konusu oranlar dahilinde destekleme yapılabilecek. Proje için ön görülen bütçenin yetersiz kalması halinde enerji
konulu Ar-Ge projeleri (ENAR) yönlendirme heyeti tarafından uygun
görülmesi şartı ile Bakanlık tarafından projeye en fazla proje toplam
bütçesinin yüzde 10'u kadar ek bütçe verilebilecek.
Destekleme süresi 3 yıldan 2 yıla indirildi
ENAR projeleri destekleme süresi ise 3 yıldan 2 yıla indirildi. Ancak
projenin süresinde sona ermemesi halinde ve gereksinimlere uygun
olarak Genel Müdürlükçe uygun görülmesi şartı ile en fazla 6'şar aylık
iki dönem ek süre verilebilecek.
ENAR programı kapsamında desteklenmesi uygun bulunan projeler,
proje ortağı firmanın birinci dönem katkı payını yatırması ve alımların
başlaması ile proje sözleşmesinde belirtilen tarih itibari ile başlamış
sayılacak. Projelerin ön değerlendirilmesi, ENAR projeleri yönlendirme heyeti tarafından yapılacak ve ENAR projeleri yönlendirme heyeti
tarafından değerlendirilmeye uygun görülen projeler proje değerlendirme heyeti üyelerine en geç 28 Şubata kadar gönderilecek. Kamu
menşeili başka bir kaynak tarafından desteklenerek devam eden
veya sonuçlandırılmış projelere destek sağlanmayacak. Yatırıma
ve temel araştırmaya yönelik projeler ile eksik belge içeren projeler
değerlendirmeye alınmayacak.
Kasım - Aralık 2013 73
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON HABER • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
"Türkiye İnovasyon Haftası"
Etkinlikleri Yapıldı
T
Bu yıl 20'nci kuruluş yıldönümünü kutlayan Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin 28-30
Kasım tarihleri arasında İstanbul Kongre
Merkezi’nde düzenlediği Türkiye İnovasyon
Haftası etkinlikleri kapsamında katılımcılar
inovasyonun bilgi dolu dünyasını keşfe çıktı.
İM Başkanı Mehmet Büyükekşi, Türkiye İnovasyon Haftası ile kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının
inovasyona dayalı aktivitelerini destekleyerek Türkiye’ye
moral, motivasyon ve özgüven aşıladıklarını belirtirken,
Türkiye’nin gücüne ve bu ülkenin gençlerine yürekten inandıklarının altını çizdi.
Stratejik sponsorluğunu Arçelik, Brisa, Türk Ekonomi
Bankası (TEB) ve Türk Hava Yolları’nın üstlendiği organizasyon, yurtiçi ve yurt dışından ilham verici fikirleriyle
büyük ses getiren konuşmacıları ağırladı. Dünyanın ve
ihracatın geleceğinin inovasyona dayalı kalkınmaya bağlı
olduğu öngörüsünden hareketle ilki 2011 yılında düzenlenen Türkiye İnovasyon Haftası bilim, teknoloji, pazarlama,
tasarım, kent, iş ve sanayi dünyası, pazarlama, enerji
ve tıp alanlarında inovasyonun geliştirici gücünü gözler
önüne serdi.
273 Ar-Ge projesi ve 243 tasarım projesi ile farklı bakış
açıları başarılı tasarımcılarla, sanayicileri buluşturarak
sektörü kaliteli tasarımlarla beslemek hedefinden hare-
ketle, İhracatçı Birlikleri tarafından 2013 yılında düzenlenen 8 farklı Ar-Ge Proje Pazarı ve 17 farklı tasarım
yarışmasından seçilen ödüllü 273 Ar-Ge projesi ve 243
tasarım projesi katılımcıların beğenisine sunuldu. 168
üniversiteden seçilen projeler ise karma bir sergi olarak
etkinlikte yer aldı. 53 Ar-Ge Merkezi, 16 Teknopark, 8
Bilim Merkezi ile 53 üniversite stand açarak, katılımcılara
inovasyona dayalı zengin bakış açısı kazandırdı.
74 Mimar ve Mühendis
“Biz Türkiye’nin inovasyon
potansiyeline inanıyoruz”
Bilim, teknoloji, nanoteknoloji, marka yönetimi, dijital
pazarlama, tasarım, enerji, kent, iş ve sanayi dünyası alanlarında inovasyonun geliştirici gücüne dikkat çeken böyle
önemli bir organizasyonu düzenledikleri için oldukça memnun olduklarını ifade eden TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi,
“57 bin ihracatçının temsilcisi Türkiye İhracatçılar Meclisi
(TİM) olarak, 2023 yılında ulaşmayı hedeflediğimiz 500
milyar dolarlık ihracata, Türkiye’ye inovasyon kültürünü,
iklimini ve eko sistemini daha fazla yerleştirerek ulaşabileceğini
düşünüyoruz. Büyük bir inançla gerçekleştirdiğimiz Türkiye İnovasyon Haftası ile yeni teknoloji ve üretim süreçlerinin daha kapsamlı tanıtımını yapıyoruz, akademi ve sanayiyi daha sıkı kenetliyoruz. Kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının inovasyona
dayalı aktivitelerini destekleyerek Türkiye’ye moral, motivasyon
ve özgüven aşılıyoruz. Biz Türkiye’nin inovasyon potansiyeline
inanıyoruz, bu ülkenin gençlerine inanıyoruz. Dinamik gençlerimiz
Türkiye’nin geleceğine yön verecek. O yüzden gençlerimize daha
fazla imkân verelim, onların önünü açalım” dedi.
Dünyanın ilk 10 ekonomisi arasında olabilmek ve dünya mal
ihracatından daha fazla pay alabilmek için odak noktasının,
her zamankinden daha fazla katma değer oluşturmaya yönelik
inovasyon olduğunu belirten Büyükekşi, Türkiye’nin geleceğine
yapılacak en büyük yatırımın, girişimciyi ve girişimciliği ön
plana çıkararak geleceğin inovatif liderlerini yetiştirmek olduğunun altını çizdi.
20 kişiye CERN seyahati
Bu yıl Türkiye İnovasyon Haftası’nda bir ilke daha imza attıklarını belirten Büyükekşi, “Türkiye İnovasyon Haftası etkinlikleri
sırasında, sosyal medya takipçilerimiz, üniversite öğrencilerimiz
ve basın mensuplarımız arasından belirlediğimiz 20 kişilik bir
ekibi, Avrupa’da inovasyonun kalbi olan CERN’e götüreceğiz.
Aynı zamanda 20'nci kuruluş yıldönümümüzü kutladığımız bu
yılki etkinlikler kapsamında, Türkiye’nin inovasyon potansiyelini
açığa çıkararak 500 milyar dolarlık ihracat hedefine giden yolda
ivme kazandığımızı düşünüyorum. Bu ivmenin artarak devam
etmesi en büyük isteğimiz” dedi.
Türkiye İnovasyon Haftası’nda yurtiçi ve yurtdışından ses getiren önemli konuşmacılar deneyimlerini ve ilham veren görüşlerini paylaştı.
2014'te Silikon Vadisi'ne
Ziyaret ve Google'da Staj İmkanı!
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın teşrifleri ve Ekonomi
Bakanlığı’nın destekleriyle gerçekleşen Türkiye İnovasyon Haftası, dünyada ve Türkiye’de fark oluşturan uluslararası profesyonel, sanayici, akademisyen ve üniversite öğrencilerini İstanbul’da
buluştururken, inovasyon ve Ar-Ge’nin Türkiye ekonomisi ve
ihracatında taşıdığı önemi bir kez daha Türkiye gündemine taşıdı. Türkiye İnovasyon Haftası Komite Başkanı Tahsin Öztiryaki
Türkiye İnovasyon Haftası’nın gerçekleşmesinde emeği geçen
herkese teşekkür ederek gençlere bu sene hediye ettikleri CERN
seyahatini, gelecek sene Silikon Vadisi’ne ziyaret ve Google’da
staj fırsatı olarak geliştireceklerini müjdeledi. Türkiye İnovasyon Haftası’nın ikinci gününde açılış konuşması yapan Avrupa
Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, inovasyonun
ve eğitimin önemine değindi. THY, Invest on Board projesiyle
ilgili bilgiler verdi. LRN Kurucu Başkanı ve CEO’su Şirketlerin işe
alımlarında önemli olan davranış şekillerinin neler olduğuyla ilgili bilgi veren Dov Seidman, liderliğin ilk sırada olduğunu belirtti.
Kasım - Aralık 2013 75
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Şirketlerin ‘daha özel başka ne yapabiliriz’ sorusuna yanıt aradığını ve insana daha fazla odaklandıklarını belirten Seidman,
pazarlama departmanlarının hedef kitleleriyle iyi ilişkiler içinde
olmamaları gerektiğini söyledi.
"Bilim merkezleri 5 yılda 81 ilde yaygınlaşacak"
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Kongre Merkezi'nde
gerçekleştirilen Türkiye İnovasyon Haftası Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, Türkiye'de, hem kamuda hem de özel sektörde
inovasyona büyük önem verdiklerini, bu yöndeki çalışmaları tüm
imkanlarla desteklediklerini anlattı.
Teknoparkları yaygınlaştırarak, üniversite-sanayi işbirliğini destekleyerek, Ar-Ge çalışmalarını, bilimsel faaliyetleri, genç girişimcileri teşvik ederek, bu çerçevede önemli mesafe kat edildiğini anlatan Erdoğan, "Geçtiğimiz 11 yılda, sadece TÜBİTAK
aracılığıyla 8 bin projeye 2,5 milyar lira Ar-Ge desteği sağladık.
Bu sayede kendi uydularımızı geliştirdik ve ürettik. Savunma
sanayi alanında pek çok projeyi hayata geçirdik. Akıllı kimlik
kartları, üstün özellikli x-ray sistemleri gibi pek çok projeyi de bu
kapsamda destekledik ve sonuçlanmasını sağladık" dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, çocukları ve gençleri inovasyona yönlendirmek için 81 ilde bilim merkezleri kurma çalışma76 Mimar ve Mühendis
sını başlattıklarını belirterek, bugüne kadar 7 büyükşehirde bilim
merkezlerinin faaliyete geçtiğini, önümüzdeki 2 ay içinde de 2
büyükşehirde daha faaliyete geçeceğini kaydetti.
Büyükşehirlerden başlayarak, önümüzdeki 5 yıl içinde bilim
merkezlerini 81 ile yaygınlaştırmayı amaçladıklarını vurgulayan
Erdoğan, marka ve patent başvurusu konusunda da çok önemli
gelişmeler yaşandığını, geçen yıl Türkiye'nin, Avrupa'da en çok
marka başvurusu yapılan ülke olduğunu söyledi.
KOBİ'lere verilen destek
Başbakan Erdoğan, "Hükümet olarak, geçtiğimiz 11 yılda
KOBİ'lere 2,2 milyar lira destek sağlayarak, bu muazzam potansiyeli destekledik, güçlendirdik, geliştirdik. Ayrıca, KOBİ'lerin
kredi imkanlarını genişleterek bugüne kadar 212 bin işletmemizin 12 milyar lira kredi kullanmasını sağladık. Kredi faizi desteğimiz kapsamında, KOBİ'lerimizin kullandıkları kredilerin faizinin
1 milyarlık bölümünü hükümet olarak karşıladık" diye konuştu.
İnovasyon Haftası’na gelemeyenler, bulundukları yerden izledi!
Üniversiteler, liseler, Ar-Ge merkezleri, Teknoparklar başta
olmak üzere inovasyonla ilgili tüm paydaşların yer aldığı haftada, www.turkiyeinovasyonhaftasi.com üzerinden akreditasyon
yapan herkes etkinliğe ücretsiz olarak katılma imkânı buldu.
Yedigöller'de Sonbahar BOLU / TÜRKİYE FOTOĞRAF
OBJEKTİFİN GÖZÜNDEN MÜHENDİSİN GÖRDÜĞÜ
FOTOĞRAF: OSMAN ARI
Kasım - Aralık 2013 77
SÖYLEŞİ
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ
ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA KARA
İNSANIN YAŞADIĞI ŞEHRİ
SEVMESİ BİR ŞUUR HÂLİDİR.
PROF. DR. MUSTAFA KARA'YI TASAVVUF ÜZERİNE YAPTIĞI CİDDİ VE ETKİLİ ÇALIŞMALARDAN
TANIYORUZ. BİZ DE BUNUN ÜZERİNE KENDİSİYLE TASAVVUF, ŞEHİR, ŞEHRİ OLUŞTURAN UNSURLAR VE
BURSA ÜZERİNE KONUŞTUK. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ TASAVVUF TARİHİ ANABİLİM
DALI ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA KARA, YAKIN ZAMANDA ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH
YÜKSEK KURUMU TARAFINDAN ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZI BİLİM KURULU ASIL ÜYELİĞİNE SEÇİLDİ.
>
Beş Şehir’in Yeşil’i size ne anlatıyor?
Öncelikle bu tür tasnifler, kişilerin iç
dünyalarına göre yapılır diyelim. Ahmet
Hamdi Tanpınar da Beş Şehir’i enteresan detayları da alarak ve ciddi okumalar
yaparak kaleme almış. Lakin ‘Yeşil Bursa’
Tanpınar’ın baktığı yerden bakmadan da
yazılabilir. Son yaptığım çalışmalardan
olan Bursa’da Kırklar Meclisi’nde bunu
denemek istedim. Beş Şehir’in Yeşil’i
bana Bursa’yı yeniden yeni malzeme ve
yorumlarla yazılmasını hatırlattı. Ama
esas soru şu: Bursa’nın yeşili kaldı mı?
Cevap: Evet kaldı Bursaspor’un formasında…
Merhum Kazım Baykal gibi siz de
Bursa’nın hafızasını diri tutuyorsunuz bir bakıma...
1946’da Eski Eserleri Sevenler Kurumu’nu
kurmak ateş ve barutla oynamak gibi bir
şeydi. Dolayısıyla Baykal ve arkadaşları,
dönemin şartlarına rağmen çok mühim
işler yaptılar. Eski eserleri ihya ettiler,
korudular ve tanıttı. Yapılan hizmetler,
Bursa için fevkalade önemlidir. Bendeniz
daha çok tasavvuf tarihine bakıyorum.
Ama 35 senedir Bursa’dayız. Haliyle
bu şehrin kültürü, tarihi, bugünü bizi
ilgilendiriyor. Bazen eskilerin kitaplarını
78 Mimar ve Mühendis
SÖYLEŞİ: Samet Altıntaş
yeni yazıya çevirerek bazen de kendimiz
karalamalar yaparak bu hafızayı canlı
tutmaya ve yarına taşımaya çalışıyoruz.
Bursa’nın tasavvuf hayatına
katkısı nelerdir?
Bursa, 6 asırlık Osmanlı Devleti’nin kurulduğu şehir… Tasavvuf da Osmanlı kültür
yapısının ana damarlarından biri olması
hasebiyle bu kültürün tohumları bu şehirde
atılmıştır. Yine bu kültürün büyük şahsiyetleri Bursa’da yetişti. Bu kültür, daha sonra
onların yetiştirdiği kişilerin eliyle koca bir
çınar haline gelip gölgesi devletin diğer
şehirlerine ulaştı. Bursa, büyük bir ana
kucağıdır. Hem Afrika’nın hem Asya’nın
hem Avrupa’nın buluştuğu yerdir. Hem de
bu bölgeden oralara gönül adamlarının sevk
edildiği şehirdir. Bu açıdan çok mühim bir
merkezdir, kalptir Bursa.
Peki Hocam, sizi Bursa’ya gelen ya da
buradan giden mutasavvıflardan en
çok etkileyen şahsiyetler kimlerdir?
Bu konuda birçok isim zikredilebilir. Ama
şehre dışarıdan gelen en ünlü mutasavvıf Emir Sultan’dır. Seyyid’dir, adeta
Medine’nin Bursa temsilcisidir. İstanbul’a
gidenlerin en meşhuru ise Şeyh Vefa
ile Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri’dir.
Burada tasavvufi eğitimlerini almışlar ve İstanbul’da dergâhlarını kurarak hizmet vermişlerdir. 15'inci yüzyılın
İstanbul’unda tüm entelektüeller, Şeyh
Vefa’nın dergâhında buluşmuştur. Bu
isimler dışında Davud-ı Kayseri beni çok
etkiler. Osmanlı medresesinin ilk kurucu
şahsiyetidir. Medresenin kurucu rektörü,
müderrisi olmasının dışında önemli bir
özelliği de Muhyiddin ibni Arabî’nin Fusus
ül-Hikem’ine yaptığı Arapça şerhtir. Ki bu
şerh, bugün İran’da Kum medreselerinde okutulmaktadır. Molla Fenarî’nin eseri
de böyledir. Keza İsmail Hakkı Bursevî
de etkilendiğim diğer bir şahsiyettir.
Bursevî’nin en mühim özelliği ise en çok
eser veren mutasavvıf olmasıdır. Velud
şahsiyetlerdendir. Bursalı mutasavvıflardan Bursa ile ilgili en çok eser veren
ise Şemseddin Mısrî Efendi’dir. Malatyalı
Niyazi-î Mısrî’nin Divan’ı ise tarikat ilmihalidir. Bütün tarikatların ortak Divan’ıdır,
ortak dilidir. Hangi meşrepte olursa olsun
herkes Niyazi-î Mısrî okur, dinler şiirlerinin
bir kısmı bestelenmiştir.
“Bursa, büyük bir ana kucağıdır”
İsmail Hakkı’ların Niyazi-î Mısrîlerin
Bursa’sından günümüze ne kaldı peki?
Başta eserleri kaldı ki bu çok mühim. Divan-
ları, menkıbeleri hâlâ okunuyor. Bursevî’nin
tefsiri bütün İslam dünyasında tanınıyor.
Bugün de Mısrî okuyarak yolunu aydınlatanlar var. Bu şahsiyetlerin büyük olmasının
nedenlerinden biri de bu. Bursevî’nin kabri
burada. Maalesef Mısrî’nin kabri Limni’de,
dergâhından eser yok ama gönül adamlarının yeri gönüllerde…
Bursa’yı Osmanlı coğrafyasında
önemli kılan sebepler nelerdi?
Kurucu başkent olması sebebiyle payitaht özelliğini her dönem korudu Bursa.
İlk olmanın getirdiği güzellikleri ihtiva etti,
ediyor. Az önce de belirtmiştik; ilk ilim
hareketlerinin burada başlamış olması, ilk
altı Osmanlı Sultanının bu şehirde medfun
olması Bursa’ya farklı bir atmosfer katmıştır, çınarın kökleri burada. Yıllar önce İsmail
Hakkı Bursevi Sempozyumu düzenlemiştik.
Endülüs’ten başlayarak İbn Arabî’nin yaşadığı bütün şehirleri gezen Müslüman bir
Fransız ilim adamı şöyle demişti: “Evet,
bu şehir Muhyiddin Arabî’nin vefatından
sonra fethedildi. Ama ben bütün kalbimle
inanıyorum ki onun ruhu bu sokaklarda
dolaşıyor.” Şehirlere bu gözle bakabilmek
ne güzel. Ecdat ile birlikte yaşamak ne hoş…
Bu güzel duygunun ipuçları Yahya Kemal’in
şiirlerinde var.
Sezai Karakoç, “Bursa, benim gözümde
manevi başkenttir” diyor. Bu hâl devam
ediyor mu?
Bursa manevi başkenttir derken İstanbul
değildir anlamı çıkmamalı öncelikle. Büyük
bir devletin başkenti Bursa olduğu, ilk fikir,
ilim ve sanat hareketleri bu şehirde başladığı ve bunlar da medeniyetin sacayağı
olduğu için o cümleyi hak ediyor. Osmanlı
kültür ve medeniyetine bakan herkes ister
istemez Bursa’ya inmek durumundadır.
Bursa, manevi dokuyu öne çıkaran bir şehir.
Söylenen sözün gözüyle bakarsanız şehre,
şüphesiz bugüne bakan bir yönü de var.
Ama bir başka kişi de çıkıp bu durumun tam
aksini ifade edip, ‘Bursa, manevi zenginliğini kaybetti’ diyebilir, bardağın boş tarafına
bakarak. Lakin biz bardağın dolu tarafına bakmayı yeğleyenlerdeniz. Ama zaman
zaman şehrin mimari dokusuna zarar veren
acı veren olaylarla da karşılaşıyoruz ne
yazık ki...
Tam yeri gelmişken sorayım o zaman. TOKİ’nin
şehrin ortasına dikerek Bursa siluetine
kast ettiği binaları
hakkında neler söylemek istersiniz? Oturup
ağlamak
lazım… Bardağın boş
tarafına
bakacaksak
ağlanacak halimiz var. Ama
biz oraya baksak bile iş işten
geçmiş durumda. Kentsel dönüşüm denen
tuhaf bir iş var bugünlerde. Bu toplu konut
işi şehrin dışında yapılabilirdi. Şehrin orta
yerine bunları dikmek izahı olmayan bir
durumdur. Ulu Cami gözükmüyormuş, Emir
Sultan kayboluyormuş, adamın böyle bir
derdi yok ki… Çünkü öyle bir dünyası yok.
Yani bugün bıraksanız Ulu Cami’nin dibinde
kırk katlı bina yapar insanlar. Kesinlikle
yaparlar, hem de AVM olarak, kırkıncı katında da mescid… Buna nerede ne zaman
inandım? Beytullah’ın karşısında yüz katlı o
rezilliği gördükten sonra. Şimdi bunu Müslüman bir zihin yapıyor. Ve Müslümanların
bir kısmı da oradan devre mülk satın alıyor.
Afetin büyüklüğü bu zihniyette.
Peki, Bursa bugün bize ne söyler?
Müspet açıdan bakarsak Ulu Cami’nin
minaresi veya şadırvanı bile çok şey söy-
ler, söylüyor. Dolayısıyla bir Ulu
Cami bize beş altı ay konuşabilir. Bırakın Ulu Cami’yi,
tekkeyi, medreseyi, bir
mezar taşı bile çok
şey ifade eder. Ama
TOKİ rezaleti de, köyden kente göç sonrası sanayi ile kirletilen,
mahvedilen Bursa ovası
da bu şehirde. Nilüfer
Deresi’nin Uludağ’dan çıktıktan sonraki rengine, bir de sanayi
bölgesini geçtikten sonraki rengine bakınız. Bu gözle izlerseniz kötü bir yerdeyiz ve kötü bir noktaya doğru gidiyoruz.
Sanayileşme doğayı ve insanı yok ediyor.
Tabiatı ve insanı kirletiyor. Bu, işin turası.
Yazısı da, bu tarihi dokuyu teneffüs etmek
isteyenler için birtakım menfezler hâlâ
mevcut.
Bursa’ya özel anlamlar
yükleyebilir miyiz sizce?
Yükleyebiliriz tabi. Bir şehri seven insan
ona birtakım roller verecektir, bu kaçınılmaz bir şey. İnsanın yaşadığı şehri sevmesi bir şuur halidir. Ama o hale yükselmesi
lazım. Bir kere o şehre kulak vereceksiniz,
onunla konuşacaksınız. O şehre âşık olacaksınız ki bu başka bir âlemdir. Şehre
âşık olduğunuzda onu korumaya, kollamaya çalışıyorsunuz. Biri kötü gözle bakıp
Osmanlı döneminde Bursa
Kasım - Aralık 2013 79
SÖYLEŞİ
Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı
çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tarihi şehirlerde yöneticilik yapmak zordur. Belediyeler de TOKİ gökdelenleri ile
gecekondu arasında savrulan insanlar
gibi aslında. Ama tüm olumsuzluklara
rağmen Osmangazi Belediyesi de dâhil
güzel işler, onarımlar yapıyor. Tipik bir
müteahhit kafasıyla yapılan çalışmalar
da var. Lakin bu binaların ayağa kalkması
müspet bir iştir. Ördekli Hamamı, Gökdere Medresesi, Seyyid Usul Dergâhı, Bali
Bey Hanı, Haraççıoğlu Medresesi gibi
yerlerin hayatın içine yeniden kazandırılması önemli işler. Ama çağın putu ‘rant’
hazretleri her şeyin belirleyicisi oluyor.
Bursa 2012
yanlış bir iş yaptı mı canınız yanıyor. Bu
hali müşahhaslaştırırsak Bursa’ya âşık bir
insan var: Safiyyüddin Erhan. O, bu şehre
yanlış bir çivi çakılmasından bile büyük
bir ıstırap duyuyor. Dikilen yanlış binalar
nedeniyle son derece üzgün ve kırgın. Ama
derviş edebi olduğu için fazla yüksek sesle
dile getirmiyor bu halini. Elinden geldiği
kadar kendi kozasını örüyor.
Şehrin içine bırakırsak kendimizi,
sizi en çok etkileyen yerler neresidir
Bursa’da?
Selâtin camilerinin hepsi… Hüdavendigar,
Muradiye, Ulu Cami, Yeşil, Yıldırım Cami…
15'inci yüzyılda yapılmış küçücük bir mescit de insanın içini ışıkla doldurabilir. Bilen
insanların rehberliğinde tarihi dokuyu görmek, duymak ve koklamak hayatımızın en
önemli işlerinden biri olabilir. Evet, tarihi
özelliği olan yerler beni daha çok etkiliyor,
dinlendiriyor. Camilerden sonra uğradığım
ikinci mekân ise Emir Han’dır. Ulu Cami
minarelerinin gölgesinde dostlarla oturmak huzur veriyor bendenize.
Şehir üzerine yaptığımız okumalar
bize ne kazandırır peki?
‘Şerefül mekân bil mekin’ diye bir Arapça
80 Mimar ve Mühendis
deyiş var. Yani bir mekânın şerefi orada
bulunanlardan kaynaklanır. Dolayısıyla bir
şehri güzel yapan o güzel insanları tanımak, o insanların yaptıkları güzel işlere,
yazdıkları güzel eserlere bakmak bizim içimize de ışık olarak aks edebilir. O şehirde
yaşayan insanların güzellikleriyle biz de
o şehri sevmeye başlarız. Bursa’nın bu
tarz bir özelliği var. Onların mezarlarını
ziyaret etmek, güzelliklerini tekrar gönlümüze taşır ve huzur duyarız.
Bursa yoğun göç alan bir şehir.
Bu durum gelecek zamanda şehre
bir artı değer kazandırır mı, yoksa
sorun mu olur?
Milyonlarla ifade edilen yoğun göç sorun
olur, oluyor da… Bu sadece Bursa’nın
değil, Türkiye’nin son 50 yılını kapsayan
büyük bir problem. Köyden kente göç
denen afet, şehirlerimizi ve insanlarımızı ‘duman’ ediyor. Anormal derecede
göç olunca gecekondu kentleri meydana
geliyor. Ve bu hal arasında sağa sola
savrulan bir toplum oluşuyor. Bu yükün
altından ne Bursa ne İstanbul ne İzmir
ne de Ankara kalkabilmiştir. Dolayısıyla
insanlar ev-iş arası mekik dokuyor. Diğer
bütün ciddi işler ikinci planda kalıyor.
İsmail Hami Danişmend, Bursalıların Bursacılığından bahseder. Bu hal,
bugün de var mı sizce?
Bursa için çırpınan gayret gösteren birçok insan var. Bu insanların birkısmı da
Bursa doğumlu değil bendeniz gibi. Ama
bu şehir için çalışan, çabalayan hafızayı
diri tutmak için mücadele veren insanlar
mevcut. Dolayısıyla ucuz bir Bursacılık
değil bu, yaptığımız çalışmalarla Bursa’yı
vurguluyor ve anlatıyoruz. Bursa kadar
Buhara ve Bosna’yı, Konya kadar Kaşgar ve Kazan’ı, Merv kadar Manisa ve
Marakeş’i de seviyoruz.
Bugün birçok Bursa söz konusu…
Hangi Bursa size daha yakın?
Şehrin fotoğrafına baktığımızda birçok
yer görürüz. Bendenizin Bursa’sı ruhumu dinlendiren gayet tabi tarihin yoğun
olarak hissedildiği mekânlardır ve piyade
olarak Uludağ gezileri, sonra bembeyaz
kar, sonrasında masmavi deniz…
Hocam son olarak şunu sorayım:
Bursa üzerine bir vasiyetiniz var mı?
Estağfurullah… O büyüklerin işidir. Biz
sadece bu şehrin değerlerini ortaya çıkarmaya, okumaya, anlamaya, anlatmaya
çalışıyoruz. Yaşı bendenizden küçük olanlara hatırlatmak istediğim konu şudur: Tarihî
mekânlar ve şehirleri ziyaret etmek, onlar
üzerinde araştırma yapmak, derin derin
düşünmek, ders ve ibret almak Kur’an-ı
Kerim’in tavsiyelerindendir.
Kasım - Aralık 2013 81
MAKALE
Abdullah Atalar
Abdullah Atalar Bilkent Üniversitesi Rektörü
Araştırma Üniversitelerinin
Temel Özellikleri
Bir araştırma üniversitesinde bulunması gereken özellikler ve üniversite yönetimi tarafından
uygulanması gereken politikalar tartışılmıştır. Bu politikalar arasında özellikle üniversitenin atama ve
yükseltme sisteminin önemi büyüktür. Bunun yanında üniversite içinde ve dışındaki rekabetin önemi,
hocaların araştırma performansının ölçülmesi, değerlendirılmesi ve ödüllendirilmesi konusundaki
yöntemler, hocaların ders yüklerinin araştırma performansına bağlı olarak ayarlanması, üniversite
dışı faaliyetlerin etkileri, dış veya iç destekli projelerin araştırmalara katkısı, yüksek lisans ve doktora
öğrencilerinin hocalara dağılımı, kütüphanenin araştırmalara katkısı gibi konular dünyanın ileri gelen
araştırma üniversitelerinin temel özellikleri arasındadır. Türkiye’deki üniversitelerdeki uygulamalarla
bir karşılaştırma yapılmıştır.
D
ünyada 125 tanesi Amerika
Birleşik Devletlerinde olmak
üzere yaklaşık 200 tane
araştırma üniversitesi olduğu
düşünülmektedir. Bibliyografik araştırmalara
(van Raan 2004) göre en etkin araştırmaların çoğu bu üniversitelerde yapılmakta, bu
üniversitelerden çıkan araştırma makaleleri
yüksek prestijli dergilerde yayınlanmakta,
bu makaleler en çok atıfları almakta ve
araştırma desteğinin en önemli kısmını bu
üniversiteler almaktadır. Yapılan araştırmalar sonucunda insanlığın hayat kalitesini yükselten birçok buluş yapılmakta, bu
buluşlar sonucunda da yeni şirketler ve
bazen yeni işkolları doğmaktadır. Araştırma
üniversitelerinin bulunduğu ülkeye ekonomik
anlamda büyük katkıları olmaktadır. Amerika
Birleşik Devletler'inde yüksek teknoloji
şirketlerinin yoğun olduğu bölgelerin en
üst düzeydeki araştırma üniversitelerinin
hemen yanında olması herhalde bir tesadüf
değildir. Bu üniversitelerin dışında kalan çok
sayıda üniversitede de araştırma yapılmakta
ise de araştırma performansları açısından
aralarında bir kuantum fark bulunmaktadır.
Araştırma üniversitesi sayısının 200 civarında bir sayı ile sınırlı olmasının sebeplerinden
biri olarak dünya üzerinde “ancak 200 kadar
araştırma üniversitesini besleyecek kadar
insan kaynağı bulunduğu” söylenmektedir
(van Raan 2010). En üstteki üniversitelerin
araştırma performansları sadece birkaç dar
82 Mimar ve Mühendis
alanda değil, birçok alanda yüksektir. Bunun
sebebi olarak da bu üniversitelerin prestijinin oluşturduğu çekim kuvvetinin bütün
diğer alanlardaki iyi araştırıcıları kendisine
toplamasından dolayı olduğu düşünülebilir.
2011 yılı itibarı ile Türkiye’deki üniversite sayısı 100'ün üstündeki rakamlarla ifade edilmektedir. Ancak bu üniversitelerin pek azına
araştırma üniversitesi denilebilir. Çeşitli
kurumlarca yapılan üniversite sıralamalarına
(Times Higher Education, 2010; Shanghai
Jiaotong University) Türkiye’den ancak
birkaç üniversite girebilmektedir. Bu bildiride
önce araştırma üniversitelerinin özelliklerinden bahsedilecek, araştırma üniversitesi
olabilmek için yapılması gerekenler üzerinde
durulacaktır. Dünyadaki araştırma üniversitelerinin çoğu Kuzey Amerika’da (Fulton,
1974) olduğundan bu bölgedeki üniversitelerin özellikleri ve politikaları anlatılacaktır.
Daha sonra, Türkiye üniversitelerindeki
politikalarla bir karşılaştırma yapılacaktır.
ARAŞTIRMA ÜNİVERSİTELERİN
ÖZELLİKLERİ
Bir araştırma üniversitesinin temel özellikleri
aşağıdaki gibi sıralanabilir:
• Seçkin öğretim üyeleri: Araştırma
üniversitelerinin en önemli özelliği çok
seçkin öğretim üyelerine sahip olmalarıdır. Bu üniversitelerdeki öğretim
üyelerinin büyük çoğunluğunun araştırma
yaptıkları, doktora tezleri yönettikleri,
araştırma sonuçlarını en saygın bilimsel
dergilerde bilim dünyasına duyurdukları görülür. Hocaların çoğu alanlarında
tanınmış ve saygın kişilerdir ve dünyanın
değişik ülkelerinin vatandaşlarıdır. Pasaportlarına bakılmaksızın en üst düzeyde
akademik ve idari görevler alabilirler.
Doktora derecelerini dünyanın önde
gelen ve değişik üniversitelerden almışlardır ve/veya o üniversiteye gelmeden
önce başka üniversite veya araştırma
kurumlarında üstün başarılarını dünyaya
kabul ettirmişlerdir. En önde gelen bazı
üniversitelerde Nobel almış hocaların
aynı zamanda çok iyi birer hoca oldukları
ve hatta birinci sınıflara giriş dersi verdiği bilinmektedir. Öte yandan, iyi birer
araştırıcı olan bu hocaların hepsinin iyi
bir öğretmen oldukları iddia edilemez.
Bazı hocalar tarafından derslere girmek,
araştırma zamanından çalınan bir zaman
olarak görüldüğünden derslere yeteri
kadar zaman ayırmadıkları bilinmektedir.
Çok önde gelen araştırma üniversitelerinde derslerin doktora öğrencileri tarafından verildiği de görülebilir.
• Yıldız araştırmacı öğretim üyeleri:
Önde gelen araştırma üniversitelerinde
hemen her bölümde bir veya birkaç
yıldız araştırmacı öğretim üyesi bulunur.
Bunların arasında Bilimsel Akademileri
üyeliklerine seçilmiş, Nobel veya benzeri
yüksek prestijli ödüller kazanmış olanları
vardır. Bu öğretim üyeleri bölümlerinin
araştırma çıktılarının önemli bir kısmını
kendileri yapar. Yayınlarını A tipi bilimsel
dergilerin en iyilerinde yaparlar1 ve
birçok yayınları yüksek sayıda atıf alır.
h-faktörleri2 (Hirsch, 2005) alanına bağlı
olmak kaydıyla 40-50 veya bunun epeyce
üstündedir. Çok sayıda (20-30) doktora
öğrencileri ve post-doc araştırıcıları bulunur. Milyon dolarlarla ölçülen dış destekli
(Serow, 2000) fonlara sahiptirler.
• Düşük ders yükleri: Araştırma üniversitelerinde hocalar zamanlarının çoğunu
kendi araştırmalarına ayırabilmek için
az sayıda ders verir. Çok önde gelen
üniversitelerde araştırma yapan hocalar
yılda 2 veya 3 ders verirler3. Araştırma
yapmayan hocalar ise daha çok sayıda
dersten sorumlu tutulur.
• Seçkin lisansüstü öğrenciler: Araştırma
üniversitelerinde doktora öğrencilerinin
çoğu kendi lisans programlarından
gelen öğrenciler değil, dünyanın dört bir
yanından seçilerek gelmiş öğrencilerden
oluşur. Bu öğrenciler çok rekabetçi bir
ortamda seçilir ve çoğuna üniversitenin
kendi kaynaklarıyla veya dış destekli
projelerden sağlanan kaynaklarla burslar
verilir. Kendi mezunlarından doktora
programına kabul edilenlerin en çok
yüzde10 civarında olduğu görülebilir.
• Yeterli parasal kaynak: Dünyanın
en önde gelen araştırma üniversitelerini incelediğimizde bunların milyar
dolarlarla ölçülen araştırma fonlarına
sahip olduklarını görürüz. Bu fonların
birkısmı üniversitelerin kurulduklarında
kendilerine kurucuları tarafından verilen
“vakfiye”4den gelse de bütçelerinin
önemli birkısmının araştırma desteği
olarak devletin araştırmalara fon sağlayan5 kuruluşlarından geldiğini görülür.
Üniversitenin kaynaklarından bir kısmı da
Üniversitenin ürettiği patentlerin lisans
ücretlerinden olabilir.
• Zengin kütüphane: Araştırma üniversitelerinin zengin bir kolleksiyona sahip
kütüphaneleri bulunur. Bu kütüphanelerdeki milyonlarca basılı veya sayısal
dökümana sadece o üniversitenin değil
başka kurumların araştırıcılarına da
kolayca erişim sağlanır.
• Geniş fiziksel olanaklar: Dünyadaki
önde gelen araştırma üniversitelerinin
çok güzel mimariye sahip binalarla donatılmış güzel kampuslara sahip oldukları
görülebilir. İyi öğrencileri kendilerine
Üniversitelerdeki öğretim üyelerinin büyük çoğunluğunun araştırma
yaptıkları, doktora tezleri yönettikleri, araştırma sonuçlarını en saygın
bilimsel dergilerde bilim dünyasına duyurdukları görülür. Hocaların çoğu
alanlarında tanınmış ve saygın kişilerdir ve dünyanın değişik ülkelerinin
vatandaşlarıdır.
çekebilmek için bu üniversitelerde en
son teknolojiye sahip binalar ve sınıflar,
öğrenciler için geniş spor olanakları, modern yurtlar ve zengin sosyal mekanlar
bulunmaktadır. Bazı araştırma üniversiteleri büyük şehirlerde veya büyük şehirlere
yakın yerlerde olsa da çoğu metropollerden uzak ve bazen tamamen izole6
yerlerde bulunabilmektedir.
ARAŞTIRMA ÜNİVERSİTELERİNDEKİ
POLİTİKALAR
Araştırma üniversitelerinin bulundukları yere
gelmelerini ve hatta daha da yükselmelerine
sebep olan üniversite politikaları aşağıda
tartışılmıştır. Bu politikalardan bazıları
üniversitenin can damarıdır ve idarecileri
tarafından titizlikle sürdürülür.
• Öğretim Üyelerini İşe Alma Yöntemi:
Araştırma üniversitelerinin en hassas
oldukları konulardan biri hangi öğretim
üyelerine iş teklif ettikleridir. Bir kadro
açıldığında konunun önde gelen dergilerinde iş ilanları verilir. Aile içi evlilik7
olmasın diye üniversitenin kendi doktora
mezunları çoğu zaman öğretim üyesi
adayı olarak kabul edilmez. Adayların o
ülkenin vatandaşı olup olmadığına hiç
bakılmaz. Adaylar detaylı özgeçmişlerinin
yanında, önemli yayınlarının kopyelerini
ve en az 5 tane referans mektubu sunar.
Üniversitenin ilgili komitesi, yapılan
onlarca ve bazan yüzlerce başvuru dosyalarını inceleyip referens mektuplarını
okur ve sonunda bir kısa liste yapar. Kısa
listeye giren adaylar üniversiteye davet
edilerek yaptığı araştırmalar üzerine bir
seminer vermesi istenir. Bu seminerlere
ilgili bölümün bütün öğretim üyeleri adayın konusuna çok yakın olmasalar bile
katılırlar. Bu seminere bölümün öğretim
üyelerinin yanında fakülte dekanı ve hatta bazen üniversitenin provostu8 da katılır. Adayın sunuşunun ardından kendisine
sorular yöneltilir ve bunun sonucunda
hem yaptığı araştırmalar hem de adayın
öğretme performansı konusunda bir
fikir sahibi olunur. Ayrıca, aday bölümün
kendi konularıyla ilgili 3-4 hocasıyla birer
saatlik mülakatlar yapar. Aynı hocalar tarafından bir yemeğe götürülerek adayın
değişik sosyal ortamlardaki davranışları
izlenir. Kısa listedeki bütün adaylar bu
şekildeki mülakatlarını tamamladıktan
sonra bölüm başkanı ve ilgili bölüm
komitesi adayları tercih sırasına göre
sıralayarak dekana ve/veya provosta
yollar. Adaylar Dekan tarafından uygun
bulunursa, adaylara listenin en üstünden
başlayarak belli bir süre için iş teklifinde bulunulur. İş tekliflerinde maaş9
miktarının yanında, adaya verilebilecek
Kasım - Aralık 2013 83
MAKALE
Abdullah Atalar
araştırma olanakları sıralanır. Vermesi
beklenen yıllık ders yükü belirtilir. Tenür10
alma yolunda kabul edilen bir asistan
profesöre kendisinden neler beklendiği
ve ne kadar zaman sonra bu değerlendirmenin yapılacağı bildirilir.
• Genç Öğretim üyelerini değerlendirme sistemi: Asistan profesörler
tenürlerini alabilmek için çok çalışmak
ve kendilerini araştırma alanında ispat
etmek zorundadı. İşe başladıktan 4 ila 6
yıl sonra sıkı bir değerlendirmeye tabi
tutulurlar. Bu değerlendirme fakültenin
veya üniversitenin terfi-tayin komitesi11
tarafından yapılır. Bu değerlendirme
sonucunda ya tenürlerine karar verilir ve
asosiye profesörlük kadrosuna yükseltilir, ya kontratları bir veya iki yıl
daha uzatılıp ikinci bir değerlendirmeye
bırakılır ya da kontratının uzatılmamasına karar verilir. En rekabetçi araştırma
üniversitelerinde kontratın uzatılmayıp
tenürün verilmemesi çok büyük oranlarda olabilir.
• Terfi Tayin Komitesi: Bu komite bir
araştırma üniversitesinin en kritik işi
olan tenür kararlarını veren komitedir.
Komite fakülte veya üniversitenin ileri
gelen tecrübeli öğretim üyelerinden oluşur. Komitenin önüne tenür kararı için
gelen bir aday çok detaylı bir değerlendirmeye tabi tutulur (Boardman, 2007).
Adayın detaylı bir özgeçmişinin yanında
seçilmiş makaleleri ve makalelerine
başkaları tarafından yapılan atıflar gibi
bibloyometrik bilgiler komite üyelerinin
bilgisine sunulur. Bölümler ve konular
arasında önemli istatistiki farklar oldu84 Mimar ve Mühendis
Asistan profesörler tenürlerini alabilmek için çok çalışmak ve kendilerini
araştırma alanında ispat etmek zorundadırlar. İşe başladıktan 4 ila
6 yıl sonra sıkı bir değerlendirmeye tabi tutulurlar. Bu değerlendirme
fakültenin veya üniversitenin terfi-tayin komitesi11 tarafından yapılır. Bu
değerlendirme sonucunda ya tenürlerine karar verilir ve asosiye profesörlük
kadrosuna yükseltilir
ğundan bibliyometrik bilgilerin karşılaştırmalı olarak verilmesi gerekmektedir.
Adayın bölümünün hocalarından oluşan
bir komite ile adayın bölüm başkanının
aday için yazdığı rapor12 da terfi-tayin
komitesine sunulur. Komitenin kararlarına en çok etki eden unsur ise aday için
başka üniversitelerden veya araştırma
kurumlarında adayın konusunda çalışan
saygın bilim adamlarının aday hakkında
yazdıkları gizli referans mektuplarıdır.
Bu mektupların sayısı 10’dan fazla
olabilir ve kimden referens isteneceği
adayın bölüm başkanı ve/veya dekanı
tarafından belirlenir. Bu mektuplarda
bazı spesifik sorular sorularak onlara
cevap verilmesi rica edilir. Örnek olarak
şu sorular sorulabilir:
Adayın bilime spesifik olarak katkısı
nedir?
Adayın konusunda çalışan ve adayla
benzer yaştakiler arasında dünyada
bir sıralama yapılsa adayın sıralaması
ne olur?
Bu aday sizin bölüme başvursaydı,
bölümünüze alır mıydınız?
Referans yazan kişilerin adayın kendi doktora hocası veya arkadaşları olmamasına
dikkat edilir. Referans mektubu için her ne
kadar adaya yakın olmayan kişiler seçilse
de adayın alanındaki kişiler seçildiğinden,
bu mektubu yazan kişiler mektupların gizli
tutulacağı belirtilse bile fikirlerini açıkca
yazmaktan çekinebilirler. Bu bakımdan, bu
referans mektuplarında ne yazıldığından
ziyade, ne yazılmadığına bakılır ve mektuplarda satırların araları okunur. Her ne
kadar referans mektubu “adayın yükseltilmesini destekliyorum” diye bitse de eğer
yukarda örnek olarak verilen sorulara hiç
cevap verilmediyse veya cevaplar kısaca
geçiştirildiyse, bu kişinin mektubu negatif
bir mektup olarak algılanmalıdır. Komite
adayın araştırma performansının yanında
ders verme performansına da bakar. Bu
değerlendirme için adayın dersini alan
öğrenciler arasında yapılan anketler ve
hocanın ürettiği ders materyali kullanılabilir. Uygulamalı alanlarda adayın dış destekli
proje almadaki başarısı da komite kararını
etkiler.
Bu komitenin karar verirken çok dikkatli
ve seçici olmasını gerektiren sebeplerden
biri de tenür sisteminin kendisidir. Komite
üyeleri karar verirken kendi kendilerine şu
soruyu sorar: “Bu kişiyle meslek hayatımın
sonuna kadar aynı üniversitede çalışmaya
razı mıyım?” En üstteki araştırma üniversitelerinde tenür sürecinin çok acımasız
olduğu bilinmektedir.
• Öğretim üyelerini değerlendirme
sistemi: Araştırma üniversitelerinde
öğretim üyelerinin tenür alana kadar
çok iyi çalıştıkları iyi bilinen bir gerçektir.
Öğretim üyelerinin tenür sonrasında
rehavete kapılmamaları için birçok
üniversitede hocalar tenür sonrasında
da bölümleri veya fakülteleri tarafından
değerlendirilmekte ve çeşitli merit ve
ödül sistemleri ile araştırma konusundaki
motivasyonlarını kaybetmemeleri sağlanmaktadır (Hardre, 2009). Bu değerlendirme sırasında hocaların araştırma
performanslarının yanında, ders verme
performansları, bölüm ve fakülte içindeki
komitelerdeki çalışmaları ve dış destekli
proje bulmaktaki başarıları değerlendirilir. Bu değerlendirme genellikle bölüm
başkanı veya fakülte dekanı tarafından
yıllık olarak yapılır. Yıllık maaş artışları bu
değerlendirme sonucunda belirlenebilir.
Bu değerlendirme sonucunda araştırma performansları yeterli görülmeyen
tenürlü hocalar önce uyarılır, daha sonra
da ders yükleri artırılarak bir denge
sağlanır. Üniversiteler arasındaki rekabet,
özellikle yıldız öğretim üyelerinin başka
üniversiteler tarafından sanki bir futbolcu
gibi transfer edilmesi olgusunu getirebilmektedir. Yıldız öğretim üyelerine sahip
üniversiteler ise bu hocalarını başka
üniversitelere kaptırmamak için gerekli
tedbirleri almak durumunda kalır. Bu
tedbirlerin en başında yıldız hocaların
maaşlarının diğerlerine göre önemli
derecede farklı olması gelebilir.13 Yıldız
öğretim üyelerinden bazıları, aldıkları
dış fonlarla “dersleri satın alarak” ders
vermezler ve zamanlarının hemen hepsini
araştırmaya ve yeni fonlar bulmaya harcar. Bazı yıldız hocaların yaptığı kaprisler
ve şımarıklıklar diğer hocalar arasında
huzursuzluğa ve kıskançlığa sebep olsa
da genelde üniversite yönetimleri bu
hocaların kaprislerini tolere eder.
• Dış destekli projelere özendirme: İleri
araştırma üniversitelerinde hocaların
araştırmaları için gerekli kaynakları
üniversitenin bol miktarda kendi kaynağı
olsa bile araştırma fonlarını dış kaynaklardan bulması özendirilir. Bu şekilde
yapıldığında hocalar dış kaynakları temin
edebilmek için diğer üniversitelerdeki
meslektaşları ile bir rekabet içine girer.
Kaynak alabilmek zorlu bir süreç olduğundan rekabet performansın artmasına sebep olur. Ek olarak da üniversite
Son yıllarda büyük bir ivme
kazanan Türkiye’deki Yüksek
Öğretim Kurumları araştırma
performanslarını artırmışlar,
endeksli dergilerde yayınlanan
makale sayısı bakımından dünyada
42. sıradan 17. sıraya kadar
yükselmişlerdir. Bu artışta, akademik
yükselmelerde uluslararası bilimsel
dergilerde yayın yapma şartı
aranması, TUBİTAK’ın araştırma
projeleri desteğini rekabetçi bir
ortamda yaparak yüksek oranda
artırması, Üniversiteler arasında
yayın konusunda bir rekabetin
ortaya çıkması, Üniversitelerin
ve TÜBİTAK’ın yayın yapan
araştırıcılara ödüllendirme sistemi
uygulaması gibi faktörlerin payı
bulunmaktadır.
yöneticileri de sürecin sonucunu izleyerek
kendi hocaları hakkında bir performans
ölçütü elde etmiş olurlar.
• Akademik yöneticilerin atama sistemi: Araştırma üniversitelerinde rektör
mütevelli heyet tarafından belirsiz bir
süre için üniversite içinden veya dışından
atanır. Bunun için mütevelli heyet üyeleri
ve bazı ileri gelen profesörlerden oluşan
bir arama komitesi kurulur. Arama sonucunda kısa listeye alınan rektör adayları
mütevelli heyete sunulur. Üniversite
öğretim üyelerinin oyları ile seçilmeyen
bu kişiler dekanları atayarak üniversitenin performansını ileri götürebilmek
için icabında hocalar arasında popüler
olmayan kararlar alabilir.
• Yayın dili İngilizce: Araştırma üniversitelerinin hemen hepsinde hangi ülkede
bulunurlarsa bulunsunlar yayın dili İngilizcedir. Özellikle internetin yaygınlaşması
ile birlikte İngilizce bilim dili (Ammon
2001) haline gelmiş bulunmaktadır.
Bugün yayınlanan bilimsel makalelerin
çok büyük bir çoğunluğu İngilizce dilindedir. Bu durum İngilizceyi aynı zamanda
dünyada en baskın dil haline getirmiştir
(Crystal
2003). 20'nci yüzyılın başlarında bilimin en
çok yapıldığı dil olan Almanca bu
özelliğini artık yitirmiş bulunmaktadır (Ammon 1998). Almanya’daki birçok
üniversite yüksek lisans ve doktora programlarını İngilizce olarak sürdürmektedir.
Anadili İngilizce olan ülkeler doğal olarak
avantajlı duruma geçmişlerdir. 2010 yılı
Times Higher Education tarafından yapılan
üniversiteler sıralamasında ilk 100
üniversitenin 80’i anadili İngilizce olan ülkelerdedir. Yüzyılın başında Almanca,
Fransızca ve İtalyanca dillerinde yayınlar
yapan “Naunyn-Schmiedebergs Archives für
Pharmacologie und Experimentelle Pathologie”, “Pflüger's Archiv für die gesamte Physiologie des Menschen und der Tiere”, “Archives Internationales de Pharmacodynamié et
de Thérapie” gibi bazı saygın bilim dergileri
1960’lı yılların başından itibaren sadece
İngilizce dilinde yayınlar kabul etmeye
başlamışlar ve hatta bir süre sonra dergiler
isimlerini de İngilizceye değiştirmişlerdir.
Adı halen Almanca olan “Zeitschrift für
Naturforschung” gibi bilimsel dergilerin bile
yayın dili artık tamamen İngilizce olmuştur.
Bibliometri konusunda araştırma yapanlar
tarafından ortaya çıkarıldığı gibi, İngilizce
dışında bir dilde yayın yapanların araştırmaları geniş bir okuyucu kitlesi bulamadığı
için hak ettiği sayıda atıf alamamakta ve
dezavantajlı duruma düşmektedir. İngilizce
dışındaki bir dilde, örneğin, Almanca yayınlanan benzer dergilerin etki faktörü yaklaşık
10 misli kadar daha düşük çıkabilmektedir
(Grupp, 2001).
• Patent politikası: Üniversite hocalarınca üretilen yeni fikirler üniversitenin ilgili
birimince değerlendirilerek patent alma
yoluna gidilebilir. Bu durumda üniversite
patent başvurusu için gerekli avukatlık
ücretlerini öder ve başvuru ücretlerini
karşılar. Patentler alındıktan sonra da bu
patentlerin endüstride tanıtımı ve pazarlamasını yaparak lisanlama işlemlerini
yürütür. Bir patent için lisans ücreti tahsil
edildiğinde elde edilen fonun 1/3'ü fikri
üreten araştırıcılara, 1/3'ü ilgili bölüme,
geri kalan 1/3'ü de yapılan masrafları
karşılayabilmek için üniversiteye kalır.
Bazı araştırma üniversitelerinde patent
lisanslarından elde edilen gelir, üniversite gelirlerinin kayda değer birkısmını
oluşturabilir.
TÜRK ÜNİVERSİTELERİ
İLE KARŞILAŞTIRMA
Son yıllarda büyük bir ivme kazanan Türkiye’deki yüksek öğretim kurumları araştırma
performanslarını artırmışlar, endeksli dergilerde yayınlanan makale sayısı bakımından
Kasım - Aralık 2013 85
MAKALE
Abdullah Atalar
dünyada 42'nci sıradan 17'nci sıraya kadar
yükselmişlerdir. Bu artışta, akademik yükselmelerde uluslararası bilimsel dergilerde
yayın yapma şartı aranması, TUBİTAK’ın
araştırma projeleri desteğini rekabetçi bir
ortamda yaparak yüksek oranda artırması,
üniversiteler arasında yayın konusunda bir
rekabetin ortaya çıkması, üniversitelerin
ve TÜBİTAK’ın yayın yapan araştırıcılara
ödüllendirme sistemi uygulaması gibi faktörlerin payı bulunmaktadır. Ancak, Türkiye
çıkışlı araştırmalar, makale başına atıf
sayısı bakımından son yıllarda bir ilerleme
içindeyse de hala dünya ortalamasının
yaklaşık yarısı kadardır (Adams, 2011).
Üniversitelerimizin çoğunda hoca değerlendirmelerinde sadece yayın sayısına bakılmakta ve sayının artması özendirilmekte,
bu da araştırıcıların yayınlarını fazla titiz
davranmayan ve hemen kabul edip basan
C tipi bilimsel dergilere yönlendirmektedir.
Bu dergilerde yayınlanan makaleler fazla
okunmamakta ve dolayısı ile fazla atıf da
almamaktadır. Fiziksel olanaklar açısından
karşılaştırıldığında birçok Türk üniversitesinin yeterli altyapıya sahip olduğu görülür.
Ancak, insan kaynakları açısından epey
sıkıntı bulunmaktadır.
Birçok Türk üniversitesindeki akademik
politikalar araştırma üniversitelerindeki
politikalarla karşılaştırıldığında aşağıdaki
konularda hatalı davranıldığı sonuçlarına
varabiliriz:
• Doçentliğe yükseltme sisteminde
üniversitelerarası kurulun belirlediği
minimum kriterlerle yetinmek ve fazla
seçici davranmamak.
• İdari mahkemelerin 5 kişilik jürilerin verdiği olumsuz kararları tek bir
bilirkişinin raporuna dayanarak tersine
çevirmesi.
• Doçentlik ürilerinde gizliliğin olmaması.Raporların kimin yazdığının gizlenememesi.
• Yükseltmelerde sadece yurtiçindeki
referans mektupları ile yetinmek. Zaten
kısıtlı sayıda olan araştırıcılar birbirlerini çok iyi tanımakta, ya çok iyi dost
olmakta ya da birbirlerine düşman
olmaktadır. Her iki durumda da, yazılan
referans mektuplarının pek bir değeri
olmamaktadır.
• Doçentliğe yükseltilmiş bir öğretim üyesinin zamanı dolduğunda neredeyse otomatik olarak profesörlüğe yükseltilmesi,
• Türk vatandaşı olmayan öğretim
üyelerinin “yabancı” addedilmesi ve
86 Mimar ve Mühendis
Türklerle eşit haklara sahip olmamaları,
• Serbest piyasa şartlarına bakmaksızın
hocalara bütün alanlarda eşit maaş
ödenmesi (Bu durumda endüstride
kolayca iş bulunan alanlarda hoca
bulması zorlaşmaktadır).
• Değişik araştırma performanslarına
sahip öğretim üyelerinin maaşlarında
veya ders yüklerinde bir farklılık
yaratılmaması.
• Araştırmaların İngilizce dışındaki bir
dilde yayınlanması.
• Rektörleri hocaların oyları ile seçilmesi (Doğramacı, 2000). Bu şekilde
seçilen rektörler, hocaları zorlayacak ve
hoş karşılanmayacak kararları almakta
zorlanmaktadır.
• Kendi doktora mezunlarını öğretim
üyesi olarak işe almak ve aile içi evlilik
problemine sebep olmak.
• Yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin
çoğunun kendi mezunlarından olması.
• Araştırma projelerini TÜBİTAK, Avrupa
Topluluğu FP7 gibi dış destekli projelereyönlendirmek yerine üniversitenin kendi
kaynaklarıyla desteklemek. Bu durum
rekabete engel olmakta, hocanın performansını bir dış grup değerlendirmediği
için bazan değersiz projelere yüksek
fonlar ayrılabilmektedir.
KAYNAKÇA
1. R.C. Serow, “Research and teaching at a research university” Higher Education, vol.
40, pp. 449-463 (2000)
2. P. Hardre, M. Cox, “Evaluating faculty work: expectations and standards of faculty performance in research universities” Research Papers in Education, vol. 24, pp. 383419 (2009)
3. P.C. Boardman, B.L. Ponomariov, “Reward systems and
NSF university research centers: The impact of tenure on
university scientists' valuation of applied and commercially
relevant research” J. of Higher Education, vol. 78, p. 51
(2007)
AÇIKLAMALAR
1
Temel bilimler ve yaşam bilimlerinde yayın yapan Nature
dergisi gibi.
2
Bir öğretim üyesinin h-faktörü N ise bu öğretim üyesinin
N yayınının N veya daha fazla atıf aldığı anlaşılır.
3
Bu durum, tipik olarak bir haftada 3 saat ders saatine
karşılık gelir.
4. O. Fulton, M. Trow, “Research activity in American Higher Education” Sociology of
Education, vol. 47, pp. 29-73 (1974)
5. A.F.J. van Raan “Measuring Science” Handbook of
Quantitative Science and Technology Research, Eds. H.F.
Moed, W. Glänzel, and U. Schmoch, pp. 19-50 (2004)
6. J.E. Hirsch, “An index to quantify an individual's scientific research output", Proc.
4
İngilizcesi: Endowment
National Academy of Sciences, vol. 102, pp. 16569–
5
ABD’de NSF, NIH, DARPA gibi kuruluşlar.
16572 (2005)
6
Örneğin, New York eyaletinın ufak bir yerleşim birimi
7. A.F.J. van Raan, URAP’10 Sempozyum, (2010)
olan 30,000 nüfuslu Ithaca’da bulunan Cornell
http://www.urapcenter.org/2010/presentation.php?q=5
Üniversitesinin 20,000 öğrencisi vardır ve en yakın şehre
8. Times Higher Education, World University Rankings
1.5 saat, New York şehrine de 5 saat uzaklıktadır.
(2010) http://www.timeshighereducation.co.uk/world-
7
Doktorasını alan kişilerin kendi üniversitelerinde kalması
university-rankings/
durumunda çoğu zaman kendi doktora hocası ile
9. Shanghai Jiaotong University, http://www.arwu.org/
çalışmaya devam etmekte, hocasının boyunduruğundan
ARWUMethodology2009.jsp
kurtulamamakta ve bölüm içerisinde “o hocanın adamları,
10. J. Adams, C. King, D. Pendlebury, D. Hook, J. Wilsdon,
bu hocanın adamları” gibi klikler oluşmaktadır. Aile içi evli-
“Global Research Report, Middle East, Arabian, Persian
lik diye adlandırılan bu durum, Türk
and Turkish Research”, February 2011, Thomson- Reuters
üniversitelerinde yaygın bir olgudur.
http://researchanalytics.thomsonreuters.com/m/pdfs/glo-
8
Akademik işlerden sorumlu ve en yetkili rektör yardımcısı
balresearchreport- aptme.pdf
9
Maaşlar serbest piyasa ekonomisinin belirlediği bir şekil-
11. Editor: U. Ammon “The dominance of English as Lan-
de konular arasında önemli farklılıklar gösterebilir.
guage of Science ” Mouton de
Örneğin, bir cerrah profesör, bir edebiyat profesörünün 4-5
Gruyter, 478 sayfa (2001)
misli maaş alabilir.
12. D. Crystal, “English as a Global Language” Cambridge
10
Öğretim üyelerin emekli olana kadar iş garantisi (yüz
University Press, (2003)
kızartıcı suçlar haricinde) verilmesi durumu
13. U. Ammon “Ist Deutsch noch internationale Wissens-
11
Appointment and promotion committee
chaftsprache? English auch für die Lehre an den deutsch-
12
Genellikle adaya yakın kişilerden gelen raporlarda adayla
sprachigen Hochschulen” Mouton de Gruyter, (1998)
arasında ya yakınlık ya da düşmanlık olacağından bu çeşit
14. H. Grupp, U. Schmoch, S. Hinze. “International align-
raporların dikkatle değerlendirilmesi gerekir.
ment and scientific regard as
13
ABD’deki özel üniversitelerin devlet üniversitelerine göre
macro-indicators for international comparisons of publica-
daha başarılı olmasının sebeplerinden biri de devletin mali
tions”. Scientometrics 51, pp. 359-380 (2001)
sınırlamalarına tabi olmadan yıldız öğretim üyelerine daha
15. İ. Doğramacı, “Günümüzce Rektör Seçimi ve Atama
çok maaş verebilmeleridir.
Krizi” (2000) http://www.dogramaci.org/kitap/r-main.html
MAHMUT ÇELİK Makina Yüksek Mühendisi / MMG Genel Başkan Yardımcısı
Hayal Et, Yenilik Bul
Hayal etmek ve hayal peşinde koşmak bir yaşam tarzıdır. Tüm gelişmeler icatlar, keşifler, yenilikler
ancak hayal eden, hayalle yaşayan kişi ve kurumlar tarafından gerçekleştirilir. İnsanları aynı kalıp
içerisinde yetiştirmek bir toplum için sonun başlangıcıdır. Sorgulayan, bilinmeyenin peşinde koşanlar
beyinlerinde sürekli yeni fikirlerin yeşermesine uygun ortamı oluşturur.
H
ayal kurmak gerçeklerden
uzaklaşmak değildir. Kişi ne
kadar farklı bakış açılarıyla
olayları ve sorunları yorumlayabilirse o seviyede farklı çözüm önerileri
meydana getirebilir. Bu şekilde de çözüme
ulaşma oranı daha yüksek olur. Öğrenilmiş
çaresizlik içerisine düşmediğimiz sürece her
sorunun birden farklı cevabı olduğunu daha
iyi anlayabiliriz. Ve bu farklılıklara ancak
farklı düşünen kişiler ulaşır. İnsanlara bazen
düşünceleri bazen de çevresi set vurur.
İdeolojilere tutsak edilmiş pek çok düşünür
dünyadaki gelişmeleri okumakta çok geç
kalmışlar ve değerlerini yaşayamadan hayata gözlerini kapamışlardır.
Pek çok orijinal fikirse bulan kişinin yaşadığı
toplum o düzeyde olmadığı için yaşanmadan
unutulmuş gitmiştir veya pek çok icat zamanın ruhuna uygun olmadığı için ticari başarıyı
yakalayamamıştır. Ancak bir sonraki icatlar
için bir basamak olmuşlardır. Hayal etmek
başlı başına bir yetenektir. Sadece sanatçılarda bulunan bir özellik değildir, pek çok iş
adamı bu sayede pek çok başarıya ulaşmıştır.
Orijinal fikirleri savunabilmek çoğu zaman
zordur, destek bulmaz ama unutmamak
lazım ki zaman; kararlı duruşun başarıya
giden yoldaki kılavuzudur. Eğitim hayatında var olan sınırlar, nesiller boyu sıkıntı
doğurmuştur. Ancak günümüzde sanal alem
sayesinde bilgiye ve tecrübeye hızlı yollarla
ulaşabilmek, toplumsal baskının azalması
Hayal gücü körlenmiş bir toplum zaman içerisinde özgüvenini kaybeder.
Karamsar bir hayata yelken açar ve çevresel etkenlerle gelişen toplumda
oluşan yeni durumlara adapte olmakta ve sorunlarını çözmekte çaresiz kalır.
hayal gücüne verilen değeri günümüzde
artırmıştır.
Hayal gücümüzü kaybettiğimizde kısır
döngüler içerisinde sıkışıp kalırız, büyük
başarılara ulaşmamız imkansız olur, gelecek
üzerinde düşünmek imkansız hale gelir tek
düze bir toplum oluşmaya başlar. Hayal
gücü körlenmiş bir toplum zaman içerisinde
özgüvenini kaybeder. Karamsar bir hayata
yelken açar ve çevresel etkenlerle gelişen
toplumda oluşan yeni durumlara adapte olmakta ve sorunlarını çözmekte çaresiz kalır.
Sürekli hayata ve olaylara gerçeklik penceresinden bakmak gelişimin önünde engel
ve toplumun yok olmasının başlangıcıdır.
İşte yeniliklerin önünün açılması toplumun
düşünen kişilerinin zihinsel özgürlüğü ile
hayat bulur ve böylece kurumlar ve devletler
uzun soluklu olabilir. Şirketlerde saatler süren toplantılar, bütçelere sıkıştırılmış yenilik
arayışları inovatif bir hal için yetersizdir.
Yöneticiler çalışanlarına cesaret vermeli ve
bu cesaretlerini engelleyecek her türlü dış
etkeni ortadan kaldırmalılar. Şirkette sıcak
bir ortam oluşturulmalı ve karşılıklı güven
ortamının oluşmasının sağlanması yeniliklerin önünü açacaktır.
Sürekli kuralcı bir yapı oluşturmak yeni
fikirleri engeller, önyargıyla bakılan çalışan
size yeni fikrini söylemekten belkide alay
konusu olmaktan korkacaktır ve susacaktır.
Her yeni fikir değerlendirmeyi hak eder,
yeniliklere saygısızca eleştirmek, küçümsemek yok hükmünde saymak kişiyi demotive
edecek ve yeni fikirler oluşturmasına engel
olacaktır. Yeniliklerin ortaya çıkmasında ilk
evre dikkatli olmak ve akabinde farkındalık
oluşturmaktır. Bilgi toplumunda dikkatiniz
sonucu fark ettiğiniz eksiklik hakkında geniş
bir araştırma yapmanız gerekmektedir.
Geçmiş tecrübelerle harmanlanmış bilgi ve
dikkat yeni bir projenin ilk evresinin tamamlandığı anlamına gelir.
İkinci evre gelişim evresidir. Hazırlıkları
bitmiş yeni düşünce çevresel değerlerle
harmanlanarak, yeni gözlemlerle zenginleştirilerek sürekli zihinde çalışan makine gibi
sıcak tutulmalıdır. Son evrede ise zaman
içerisinde dinlendirilen farklı metotlarla
denenerek tekrar tekrar kontrol edilen yeni
düşünce ihtiyacın olduğu anda hayata
geçirilecek ve toplumun tüm kesimlerinde
karşılık bulacaktır. İşte bu anda hazır olanlar
fırsatı yakalar.
Fırsat treni istasyonda beklemez sadece
hazır olanlar binerler.
Kasım - Aralık 2013 87
GEZİ İRAN’IN ÇATISI: DEMAVEND II
İRAN’IN ÇATISI:
DEMAVEND II
>
YAZI ve FOTOĞRAF: OSMAN ARI/MAKİNE MÜHENDİSİ
Eylül ve ekim aylarını kapsayan geçen sayıda
İran’ın ünlü dağı Demavend’e tırmanışımla ilgili
yazımın ilk bölümü yayınlanmıştı. Bu yazının
devamı olarak da şimdi ikinci bölümü sizlere
sunmaktayım.
B
u duygularla rehberimize benim bundan sonra
devam edecek halimin
kalmadığını ve buradan
geri dönmek istediğimi söyledim.
Tecrübeli rehber gülerek baktı ve
her halükarda zirveye birlikte çıkacağımızı söyledi. Önümüzdeki zorlu
dik sırtı geçtikten sonra rotanın
eğiminin düşeceğini ve daha kolay
bir yürüyüşle zirveye ulaşacağımızı ekledi. Uygun bir yerde mola
verip kahvaltımızı yaptıktan sonra
kararımı tekrar gözden geçirmemi
istedi. Karlı rotayı tamamladıktan
sonra rüzgara nispeten set olan
büyükçe bir kayayı siper alarak
mola verdik. Mütevazı nevalelerimizle kahvaltımızı yaptık. Su
içmek için pet şişenin ağzını
açtığımda sırt çantamın içinde
olmasına rağmen suyun donmuş
olduğunu gördüm. Tevekkeli o
kadar üşümem boşuna değilmiş.
Onbeş yirmi dakika kahvaltı molasıyla birlikte rehberimizin teşvik
edici sözleri neticesinde tırmanışa
devam kararı verdim. Gerçekten
de dik sırtı aştığımızda parkur
88 Mimar ve Mühendis
nispeten kolaylaşmıştı. Ancak
rüzgarın şiddeti de artmıştı. Diğer
bir husus da zemin sapsarı kükürde
dönmüştü. Bazı yerlerden ise sülfür
gazı çıkışı vardı. En fazla gaz çıkışı
ise zirveden oluyordu. Rüzgar ters
yönden estiğinde insanın genzini
ve gözlerini yakıyordu. İşte zirve
tam karşımızda, elimi uzatsam
sanki dokunacağım. Buna rağmen
tam üç saatlik bir tırmanıştan sonra nihayet zirveye ulaşıyoruz. Evet
zirve.. Üç yıl önce Ağrı dağı zirve
dönüşü çıkmaya karar verdiğim
Demavend’in zirvesindeyim. Ağrı
dağından daha yüksek ve (bana
göre) daha zor bir parkur.Yolun
yarısında bütün enerjimin tükendiği
artık benden bu kadar dememe
rağmen şükür ki Demaved’in
zirvesine ulaştım. Demek ki hemen
pes etmemek gerekiyormuş. ‘’Artık
benden bu kadar’’ dediğiniz an da
bile aslında potasiyel bir enerjiniz,
saklı bir gücünüz varmış..
Bütün konsantrasyonunuzu zirve
için yoğunlaştırdığınızda zirveye
ulaşmak; önünüze koyduğunuz
büyük hedefi gerçekleştirmektir.
Kasım - Aralık 2013 89
GEZİ İRAN’IN ÇATISI: DEMAVEND II
Ancak tırmanışta zirve tek hedef değildir.
Aksine zirve bazen önemsiz küçük bir ayrıntıdır. İnsanın tırmanış esnasında kendisini
yaşaması, kendi güç ve imkanlarının sınırlarını test etmesidir. Tabi ki bütün bunların
yanında ‘’dağ’’ ile, dağın müthiş gizemiyle
baş başa kalmaktır.
Zirvede küçük bir düz alan var. O kadar
kalabalık ki zirve fotoğrafı çekilmek için
beklemek zorunda kalıyoruz. Zirvede 2 adet
koyun cesedi var. Hava çok soğuk olduğunda bozulmamış. Koyunların kurtlardan
kaçarak zirveye kadar geldikleri ve soğuktan
donarak öldüklerine ilişkin anlatılanlar bana
şehir efsanesi gibi geldi. Zirvede çok yoğun
sülfür gazı çıkışı var. Bir yanda sülfür gazının
dayanılmaz kokusu ve diğer yanda çok soğuk esen rüzgar nedeniyle zirvede çok fazla
oyalanmıyoruz. Zirveye çıkışımız yaklaşık 6,5
saat sürdü. Rehberimizin ifadesiyle iyi bir
performans. Sabah saat 04.30’da başladığımız tırmanışla saat 11.00’de zirveye ulaştık.
Hızlı bir şekilde inişe geçiyoruz. Rehberimiz
geniş kar bloklarının bulunduğu karlı vadiden
gitmemizi öneriyor. Kalabalık grupların iniş
ve çıkış yaptığı rotadan ayrılarak sağ taraftaki karlı vadiye doğru iniyoruz. Karlı bölgeye
geldiğimizde arkadaşlar kayarak inmemizi
öneriyor. Denemeye değer diyorum. Parkur
oldukça dik ve uzun. Kayarak daha uzun mesafeyi daha az enerji harcayarak kat etmiş
90 Mimar ve Mühendis
Karlı rotayı tamamladıktan
sonra rüzgara nispeten set
olan büyükçe bir kayayı siper alarak mola verdik. Mütevazı nevalelerimizle kahvaltımızı yaptık. Su içmek
için pet şişenin ağzını açtığımda sırt çantamın içinde
olmasına rağmen suyun
donmuş olduğunu gördüm.
Tevekkeli o kadar üşümem
boşuna değilmiş.
olacağız. Fakat kayak için uygun ekipmanımız yok. Pantolonun üstünde kaymak da çok
mantıklı değil. Neyse ki üzerimdeki kabanı çıkartarak üzerinde kaymayı deniyorum. Sonuç
mükemmel.. Bazen çocukları taklit etmek,
gerilerde kalsa da o günleri yad etmek fena
bir fikir değil. Hızım arttığında topuklarımla
firen yaparak epey bir mesafe katettim.
Ancak pantolonumun ıslanma tehlikesi vardı.
Bu şekilde daha fazla kaymam mümkün
değildi. Tekrar karlı vadiyi takip ederek kamp
alanına 4 saatlik bir yürüyüşten sonra ulaştım.
Penahgahda çorba ve çayımı içtikten sonra
çadıra geçtim. İstirahat için iki saat vaktimiz
var. Akşam hava kararmadan Gosfendsera’ya
dönmemiz gerekiyor. Bir müddet dinlendikten
Zirvede çok yoğun sülfür gazı çıkışı var. Bir yanda sülfür
gazının dayanılmaz kokusu ve diğer yanda çok soğuk sen
rüzgar nedeniyle zirvede çok fazla oyalanmıyoruz. Zirveye
çıkışımız yaklaşık 6,5 saat sürdü. Rehberimizin ifadesiyle iyi
bir performans.. Sabah saat 04.30’da başladığımız tırmanışla
saat 11.00’de zirveye ulaştık. Hızlı bir şekilde inişe geçiyoruz.
sonra arkadaşlarla çadırlarımızı ve eşyalarımızı topluyoruz. Katırlara verilecek ağır
eşyalarımızı çuvallara koyup saat 17.00’de
tekrar inişe geçiyoruz. Demavend’in eteğinde iki gündür olağanüstü bir tabiat olayı
gerçekleşiyor. Demavend’in eteğindeki
vadiyi doğudan başlayarak batıya doğru bir
sis tabakası adım adım kaplıyor. Ve biz bu
muhteşem anı yukarıdan an be an seyrediyoruz. Önümüzde yoğun bulut tabakasının
vadiyi kaplarken akşam güneşinin kızıllığıyla
oluşturduğu gerçeküstü tablo ve arkamızda
eteklerinden zirvesine kadar bütün haşmetiyle Demavend.. Bu muhteşem manzaralar
eşliğinde saat akşam 21:00'de hava karar-
dıktan sonra Gosfendsera’ya ulaşabildik.
Akşam namazından sonra İran’ın meşhur
yemeği abguşt (etli nohut) yiyoruz. Yemeğin
ardından çaylarımızı da içtikten sonra bizi
Pulour’a götürecek kamyoneti bekliyoruz.
Uzun bir beklemeden sonra sanırım gece
11.30 civarında jeep geldi. Yoğun sisin
altında bir saatlik bir yolculuktan sonra
arabamızı bıraktığımız yere geldik. Üzerimizde bir zirve tırmanışını daha başarıyla
tamamlamanın tatlı yorgunluğu vardı.
Bundan sonra zirve hedefim neresi olabilir?
Ortadoğu'nun en yüksek zirvesinden sonra
belki de Afrika’nın zirvesi Kilimanjora !.
Neden olmasın?..
Kasım - Aralık 2013 91
SİNEMA ÜÇ YOL
BOSNA'DAKİ
KATLİAMI ANLATAN
İLK TÜRK FİLMİ
BOSNA VE TÜRKİYE'DE YAŞANAN DRAMLARI
BİR ARAYA GETİREN “ÜÇ YOL” FİLMİNİ ÖNEMLİ
KILAN EN BÜYÜK ETKEN, BOSNA'DA YAŞANAN
KATLİAM SONRASINDA KAYIPLARI VE TOPLU
MEZARLARI KONU EDİNEN İLK TÜRK FİLMİ
ÖZELLİĞİNİ TAŞIMASIDIR.
B
alkon Film yapımcılığında, yönetmenliğini Faysal
Soysal'ın üstlendiği başrollerinde Kristina Krepela,
Nik Xhelilaj, Turgay Aydın, Alma Terzic, Faketa Salihbegovic, Rıza Akın'ın
yer aldığı ' Üç Yol ' filmi, 25 Ekim'de
Pinema Filmcilik tarafından vizyona
sunuldu.'Üç Yol' filminin çekimleri Malabadi, Batman, Hasankeyf ve
Midyat'ta başlayıp Saraybosna, Visokov, Mostar ve Poçitel'de tamamlandı.
Oyuncular Türkiye, Bosna, Hırvatistan
ve Arnavutluk'tan seçildi. Filmin müzikleri İran'ın önemli müzisyenlerinden
Kayhan Kalhor'un eserlerinden seçildi.
Ülkemizde de çok sevilen Rus müzisyen
Evgeny Grinko 'Serenade' isimli çalışmasını, filmin fragman müziği için yeniden
düzenledi.
BOSNA'DAKİ KATLİAMI ANLATAN İLK TÜRK FİLMİ
'Üç Yol' ayrıca Bosna'da yaşanan katliam sonrasında kayıpları ve toplu
mezarları konu edinen ilk Türk filmi
özelliğini taşıması ile dikkatleri çekiyor.
Daha önce yerli ve yabancı festivallerde
kısa filmleri ile övgüler alan, ödüllü
yönetmen Faysal Soysal, ilk uzun metraj projesi olan 'Üç Yol'da Bosna savaşında ve sonrasında yaşanan dramlara
ayna tutuyor.
"Onun dışındaki her şey bir başkasıdır."
Babasının ve sevdiği kız Zeliha'nın
92 Mimar ve Mühendis
Yusuf'a olan ilgilerinden dolayı
Bünyamin'in çocukluğu hep kıskançlık
duygularıyla geçmiştir. Hep birlikte
oyun oynarken, Bünyamin Zeliha'nın
Malabadi Köprüsü'nden düşüp boğulmasına sebep olur. Vicdan azabı yıllarca Bünyamin'in peşini bırakmaz.
Ağabeyi ile hiçbir şekilde yüzleşemeyen
Bünyamin çareyi uzak yerlere kaçmakta ve başkalarına iyilik yapmakta arar.
Uzun süredir Bosna'da toplu mezarlardan kayıpların cesetlerini çıkarmakla
meşguldür. Kayıplar Komisyonu'nda
çalıştığı süreçte kendine ve her şeye
yabancılaşır. Rüyalarında kendisini ağabeyi olarak görmeye başlar. Rüyalarında Yusuf olup yüzü peçeli mavi elbiseli
bir kadının peşinde kuyusunu aramaktadır. Bünyamin, Türkiye'ye dönmesine
günler kala, Mostar Köprüsü'nden kendini atmaya çalışan Zrinka ile tanışır.
Zrinka savaş sonrası travmalar ve intihar eğilimleri üzerine çalışan, yarı Sırp
yarı Boşnak bir psikologdur. Ailesini ve
Uluslararası bir ekibin çalışması sonucu ortaya çıkan 'Üç Yol'un hikayesi,
Evliya Çelebi'nin 'Seyahatname' adlı eserinde de iki kardeş köprü
sayılan, Batman'daki Malabadi Köprüsü'yle acılara tanıklık etmiş Mostar
Köprüsü'nü birleştiriyor.
en yakın arkadaşlarını savaşta kaybetmiştir. Bünyamin'in gizemli ve günahkar şair dünyası ilgisini çeker. Zrinka
aşık olur. Bünyamin gördüğü karmaşık
rüyalar ve toplu mezarlar sonucu hastalanır. Zrinka ona psikolojik destek
vermeye çalışır. Bünyamin iyileştiğinde
Zrinka'nın aşkını hak etmek ve Yusuf'la
ve babasıyla yüzleşmek için memleketi
Hasankeyf'e döner. Zrinka, uzun süre
Bünyamin'den haber alamaz. Bir gün
rüyasında Bünyamin'in başına kötü
bir şey geldiğini görür. Bünyamin'e
yardım etmek ve aşkına cevap bulmak
için Hasankeyf'e gider. Zrinka'yı orada
Bünyamin'in rüyalarındaki gibi kendisini hakiki aşka kavuşturacak başka sürprizler beklemektedir.
Kasım - Aralık 2013 93
KİTAPLIK
AR-GE MUCİZESİ /
BAŞARI ÖYKÜLERİ
TÜBİTAK Yayınları
Bilim ve teknolojiyi ülke
kalkınmasında motor gücü
olarak başarılı şekilde
kullanabilen gelişmiş ülkelerde bilimsel çalışmaların
teknolojiye, teknolojinin de
ürüne, dolayısıyla ekonomik değer dönüşmesinde,
sanayi kesimi çok önemli
rol oynuyor. Bu ülkelerde
hem Ar-Ge'ye ayrılan pay
yüksek, hem de bu harcamanın en üçte ikisini sanayi
kesimi yapıyor. Ülkemizde
ise sanayinin Ar-Ge içerisindeki payı daha on yıl
kadar önce yüzde yirmiler
düzeyindeydi. Ülkemizde bu
bilincin oluşmaya başlaması ise oldukça yeni. 1995
yılında TÜBİTAK'ın girişimi
ile başlatılan ve Dış Ticaret
Müsteşarlığı işbirliği içinde
yürütülen sanayiye Ar-Ge
desteğinin, bu bilincin
oluşmasında ve sanayimizin
rekabet gücünün artmasında
önemli payı var.
94 Mimar ve Mühendis
AR-GE TEŞVİKLERİ
DOĞANIN İNOVASYONU
İNOVASYON
Muhammet Bezirci
BETA Yayınevi
Şafak Altun
ElmaYayınevi
Şirin Elçi
NOVA Yayınları
Bu çalışma, sürdürülebilir
ekonominin temel taşlarından olan yatırımların devamının sağlanması, devlet
tarafından sağlanan Ar-Ge
teşviklerinin vergi kanunları
ve TMS açısından karşılaştırmalı bir değerlendirmesini yapmak, mevcut Tek
Düzen Muhasebe Uygulama
Tebliğine ve TMS açısından
muhasebeleştirmesini incelemek ve Ar-Ge teşviklerinin
denetim sürecini denetim
ve YMM raporları ile ortaya
koymaktır.
Altun, titizlikle araştırdığı
biotaklit kavramını hem
akıcı ve eğlenceli bir dille
işlemiş hem de girişimci
ruhlar için pek çok ilham
verici iş fikirleriyle bezemiş.
Doğanın İnovasyonu bir
dogma değişimini anlatıyor:
"Doğayla savaşan" değil,
"ondan öğrenen ve uyum
sağlayan" insan kavramına
geçişin hikâyesi bu. Tam da
çocuklarına nasıl bir dünya
bırakacağını ciddiye alanlarla, ekonominin geleceğinin
nerede olacağını bilmek isteyenlere göre bir kitap.
Burçak Güven / Forbes Genel Yayın Yönetmeni
33 Avrupa ülkesinde ve
dünya üzerindeki 3 farklı
bölgede inovasyon politika
ve uygulamalarına ilişkin gelişmeleri Avrupa Komisyonu
için incelerken Türkiye'nin
çarpıcı dinamizm ve potansiyele sahip olduğunu görüyorum. Bu potansiyelin en
üst düzeyde kullanılması ve
sonuçlarının topluma ve ekonomiye yansıması, inovasyonun öneminin anlaşılması ve
stratejilerinin hayata geçirilmesiyle mümkün olacak. Bu
konuda önemli bir deneyim
ve birikime sahip olan Şirin
Elçi'nin kitabının, Türkiye'nin
arzu edilen sıçramayı yapması için gereken heyecanı
yaratmasını umuyorum."
Alasdair Reid, AB 'Trend
Chart on Innovation' Politika
İzleme Ağı Yöneticisi
SMM İSTANBUL 2014
İNŞAAT MALZEMELERİ
İnşaat Malzemeleri Test Teknolojileri Fuarı
Sektör: Yapı-İnşaat
Şehir: İstanbul, İFM
Fuar Tarihleri: 16.01.2014 – 19.01.2014
Web: www.demosfuar.com
EMITT 2014
Turizm ve Tatil Fuarı
Sektör: Turizm
Şehir: İstanbul, TUYAP
Fuar Tarihleri: 30.01.2014 – 02.02.2014
Web: www.emitistanbul.com
Gemi İnşaat, Makine ve Deniz Teknolojileri Fuarı
Sektör: Denizcilik
Şehir: İstanbul, Greenpark, Pendik
Fuar Tarihleri: 26.02.2014 – 27.02.2014
Web: www.smm-istanbul.com
EĞİTİM FUARI
Yurtdışı Yüksek Eğitim Fuarı
Sektör: Eğitim
Şehir: İstanbul, Ceylan Otel
Fuar Tarihleri: 01.03.2014 – 01.03.2014
Web: www.tobmpa.com
FOOD SHOW
Gıda, İçecek ürünleri ve Hazır Maddeler Fuarı
Sektör: Gıda
Şehir: İstanbul, TUYAP
Fuar Tarihleri: 13.02.2014 – 16.02.2014
Web: www.foodshowistanbul.com
YAPI ve AHŞAP
Yapıda Ahşap ve Ahşap Ürünleri Fuarı
Sektör: Yapı-İnşaat
Şehir: İstanbul, Lütfi Kırdar
Fuar Tarihleri: 13.02.2014 – 16.02.2014
Web: www.kurefuar.com
Kasım - Aralık 2013 95
ÇİZGİ YORUM YAKUP GÜLER
96 Mimar ve Mühendis
BU TOPRAĞIN
RENKLERİNDE
BİZ VARIZ!
Rize’de çayın yeşilinde
Adana’da pamuğun beyazında
Konya’da başağın sarısında
Niğde’de elmanın kırmızısında
Antalya’da portakalın turuncusunda
BİZ VARIZ!
GÜBRETAŞ, bir Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri iştirakidir.
www.gubretas.com.tr T:+90 212 376 5050 F:+90 212 274 0096

Benzer belgeler