Arıyorum İTÜ Gazetesi - İstanbul Teknik Üniversitesi

Transkript

Arıyorum İTÜ Gazetesi - İstanbul Teknik Üniversitesi
arıYORUM
onbeşinci sayı, kasım ikibindokuz
itü gazetesi
İTÜ Kültür ve Sanat Birliği Basın Yayın Kulübü’nün süreli yayınıdır.
ISSN: 1305-4783
İTÜ ‘Ay-Ti-Yu’
olmasın!
İTÜ, Diyarbakır’a
‘eğitim açılımı’ yaptı
TÜ’lü öğrenciler Diyarbakır’da bir köy okuluna
kütüphane kurdu. Öğrenci Konseyi tarafından
başlatılan proje başarıyla sonuçlandı. > 8 ve 9. sayfa
İ
Fotoğraf: İrem Yüzeç, Can Çelik
Yerleşkenin sahibi
köpekler gitmeli mi?
erleşkelerimizin vazgeçilmez unsuru olan
köpekler, İTÜ’lülerin güncel konularında
sürekli üst sırada kalmayı başarıyor. Peki neden
köpekler bu kadar çok konuşuluyor, kimler gitsin
kimler kalsın diyor? Gerçekten zarar veriyorlar mı
yoksa kampüs ortamına renk mi katıyorlar?
Farklı bakış açılarıyla yerleşkedeki köpekler...
Y
Olmasın’ ana sloterisi düzenledi. ‘İTÜ Ay-Ti-Yu
, Türkçe öğretime
ganıyla gerçekleştirilen yürüyüşe
üyeleri ve mezunlar
tim
öğre
nci,
öğre
olan
ek
dest
pek çok matematik
katıldı. Yürüyüşte, Atatürk’ün
‘Geometri’ kitabı
ığı
yazd
ek
tirer
terimini Türkçeleş
Matematik’ dersi
sergilenerek sembolik bir ‘Türkçe
çözü m öner ileri nin
de veri ldi. İşte ayrı ntıla r ve
ve 11. sayfa
yazıldığı rapordan özetler... > 1O
ulacak bölümlere
TÜ artık tümüyle İngilizce okut
fınd an ansı zın
tara
tosu
Sena
sahi p oluy or. İTÜ
açtı. İsteyen bölümçıkan karar büyük tepkilere yol
tümüyle İngilizce
lerin, en az bir programlarının
an karar, 12 Mart
tanıy
ak
olan
esine
geçm
öğretime
ı.
alınd
nda
ntısı
topla
to
2009 tarihli Sena
seyi , alına n bu
Gaze temi z ve İTÜ Öğre nci Kon
bir yürüyüş göskarara karşı 8 Nisan 2009 tarihinde
İ
Fotoğrafıma müdahele
etmeyin!
> 14 ve 15. sayfa
Kimdir bu kolektifler?
Kavga değil kick boks!
ünümüz fotoğrafçısının
en sık karşılaştığı sorular;
“bu fotoğrafınızda müdahale
var mı?”, “fotoğrafta oynama
var mı?” ya da daha fotoğraf
jargonuna uygun yazarsak
“bu fotoda fotoşop (photoshop) var mı?”dır.
G
TÜ Öğrenci Kolektifi çoğu zaman yaptıkları ile
merak konusu olmuştur. Sık sık çeşitli eylemlerde gördüğümüz Kolektif üyelerini bir de bizimle
tanıyın. Cesur sorulara cesur yanıtlar bu röportajda... > 12 ve 13. sayfa
İ
Devamı... > 16. sayfa
TÜ Kick Boks Kulübü ile enfes bir söyleşi: spor mu
kavga mı sorusuna verilen en güzel yanıtlar.
İ
> 18 ve 19. sayfa
sokak
fotoğrafçılığı
Takımların kardeşliği
oogle
İTÜ’den yerli g
earth: SPOT 5
> 3. sayfa
ç büyük futbol takımının İTÜ’lü taraftar gruplarını
tanıyalım. Taraftar dayanışması ve farklı takımların dostluğu > 17. sayfa
Ü
sayfa sergisi
İTÜ Geliştirme Vakfı’nın katkılarıyla...
arıYORUM
2
Kasım 2009
Sınırları zorlayan öğrencilik
SPOR BİRLİĞİ VE KULÜPLERİ
konuda her okurumuzun bize
güvenmesini istiyoruz. Her konuda da bizden destek istemenizi,
çağırmanızı, anlatmanızı, paylaşmanızı istiyoruz. Ne kadar paylaşabilirsek işler o kadar yoluna
girer. Bizler de daha rahat uyuruz.
ıllar çabuk geçiyor. Ne kadar
klişe bir laf olsa da insan sık sık
kullanmaktan kendini bir türlü
alamıyor. Gerçekten de öyle. Beş
yıl kadar oluyor ilk sayımızın çıkmasından beri. Bir de hazırlık
safhalarını düşünün...
Y
Gazetemizde emeği geçen
arkadaşların affına sığınarak biraz
kişisel cümleler kurmak istiyorum
artık. Çünkü benim son sayılarım
olacak bunlar.
İTÜ’de geçen, öğrenciliğin yasal
sınırlarına ulaşan yıllarımda benim
için Arıyorum’un yeri ayrı ve çok
büyük oldu. Bu yüzden gazetemizin hala hayatta kalmasını sağlamak, belki de okulu bitirmek kadar
önemli önceliklerim arasında girdi.
Bu konuda biraz mutluyum ki
Arıyorum yoluna giriyor. Bu yıl,
yeni katılan arkadaşlarla uzun
soluklu çalışmalara başladığımızdan beri, özellikle hazırlık ve birinci sınıfta olan arkadaşların gayretleriyle gazetenin uzun ömürlü
olması konusundaki hedeflerimize
artık ulaşıyoruz. Daha dün, üniversiteye erken yaşta başlamanın
cesaretiyle de ‘çocuk’ olarak
anılırken artık üniversitede
‘ağabey’ olma konumuna ulaşmış
olmanın verdiği karmaşık durumu
tarif edemem. Büyüdüğünü anlamadan büyümek misali. Ama
üniversiteli olarak taşıdığım
sorumluluğu azaltmadım hiç.
Bundan da ziyade İTÜ’de ilk defa
bir gazeteyi çıkartabilmenin vermiş olduğu zorluğu da, gazete
arkadaşlarımla birlikte üstlenebilme keyfiyetini de...
Biliniz ki Arıyorum İTÜ’ye hitap
ederken İTÜ’ye mâl olmuş bir
yayındır. Dolayısıyla tüm İTÜ
mensuplarının kendisini rahatça
ifade edebilmesi için kolaylıkla
kullanabileceği bir platformdur.
Eğer bu anlayış genele yaygınlaşırsa hem üniversitemizin hem de
Arıyorum’un işi daha da kolaylaşacak ve amacına ulaşacaktır.
İnsan odaklı çalışmalardaki zorluklar, ürün elde edilemediği
zaman daha da artar, sıklaşır, can
sıkar. Böylece çok itibar gören, özenilen lezzetli işler, o işi yapanlar
için gece kabus olarak dönecek
kadar ciddileşir, büyür ve
bakarsınız ki bedeninizin ve
kalbinizin taşıyamayacağı bir yük
haline gelir. Bu durumda da geriye
dönüp bakınca ‘neden’ soruları
peşinizi bırakmaz ve bir saniye bile
düşünceli olmaktan kurtulamazsınız. Neticede emek denilen
kutsallaştırılmış sözcük, sürekli
sizi rahatlatıcı unsur olarak her
nefesinizde içinize işlemeye çaba
gösterir ve bir nebze de olsun
rahatlatır.
FAKÜLTEME VE
HOCALARIMA
aman zaman üzüntülü haberler
geliyor. Bu haberler de çoğunlukla
öğrenci kulüplerinden, bilhassa da
Spor Birliği’ne bağlı kulüplerden geliyor. Bu yıl, Spor Birliği yönetiminin
değişmesi ile kulüplerden çok sayıda
şikayete tanık olduk. Çeşitli kulüplerden arkadaşlarla konuştuğumuzda
benzer sorunlara sahip olduklarını
anlıyoruz. Spor Birliği yönetimi kulüplerle görüşmüyor. Onlara sormadan
karar alıyor ve alınan bu kararlar spor
kulüplerinin alehine oluyor.
Z
Üniversiteye başladığımdan
beri fakültemle (Uçak ve Uzay
Bilimleri Fakültesi) aramda hep
bir mesafe oldu sanki. Ne ben çok
yaklaşabildim ne de fakültem bana
yaklaşabildi. Bunun sebebini
çözemedim ama ben hem fakültemi hem hocalarımı çok takdir ediyorum. Güzel çalışmalar yapıyorlar. Bunlarda emeğimin geçmesini
de çok istiyorum.
FATİH AVCI
[email protected]
İşte böyle artı ve eksilerin bir
biriyle çarpıştığı beyin kaosu
ortamlarında, paylaştığınız insanlardan gelen bir cümle, sizin günlerdir parçaladığınız beyin
hücrelerinizi toplarlar, tazeler ve
enerji verir. İşte o zaman
emeğinizin değer gördüğünü,
değer görmese bile bilindiğini
anlarsınız.
Arıyorum da artık bu ihtiyacı
hissediyor. Sizlerden gelecek bir
cümle, bir haber, bir yazı, bir
eleştiri, bir karikatür, bir ürün; hiç
olmazsa bir ‘merhaba’ demek bizi
tazeler ve ortak üretim yolunda bir
adım daha öteler.
Bundan önceki sayımız çıkalı
biraz zaman geçti. Uzun soluklu
bir aradan sonra karşınıza daha
yenilenerek ve toparlanmış olarak
çıkmak istedik. Verilen sözlerimiz
elbette unutulmuş değil. Yayın
periyodunda taviz verilmeyecek
bir kararlılık umarım sizleri sevindirecektir. Böylece daha güncel
haberler ve olası sorunlara çözüm
arayışlarının daha hızlı olması bizi
mutlu edecektir.
Tabi bu çalışmalar sırasında
kızanlar, kırılanlar, istemediği
haberlerle, beklemediği eleştirilerle
karşılaşabilenler olacaktır. Bütün
bunlar gazeteciliğin önemli görevleri arasında yer alıyor. Yakın bir
arkadaşımızla, hocamızla, yönetimle ilgili de olsa, gerektiğinde
eleştirmekten kaçmayacağız ve
doğru bilgiyi ulaştıracağız. Bu
Bu isteğimden ötürü geçtiğimiz
Bahar
yarıyılında
Fakülte
Sekreterimiz Aylin Elbay hanımla
(kendisine bir çok öğrenci abla diye
hitap eder ki gerçekten abla kadar
sevilir) okul durumum hakkında
konuşmuştuk. Ardından Aylin
hanımın aracılığıyla İTÜ Rotorlu
Taşıtlar Tasarım ve Mükemmeliyet
Merkezi’ne, Uzay Mühendisliği
Bölüm Başkanı Prof. Dr. Rüstem
Aslan hoca ile görüşmeye gitmiştim. Rüstem hocam bana bir görev
vermişti, Sanal Gerçeklik laboratuvarı ile ilgili. O gün ne kadar
sevindiğimi anlatamam. Hemen de
görevimi yapmaya başlamıştım
halbuki. Epeyce bir veri de
topladım fakat bir türlü tekrar
Rüstem hocamın yanına gidemedim. Biraz geciktiğim için olsa
gerek, ardından aylardır üstüne
gecikme ekledim. Şimdi fakülteme
girince Rüstem hocadan kaçıyorum görmesin diye. Çocukluk gibi
gelebilir ama bugüne kadar ilk defa
gazetede böyle bir şey yapıyorum
ve Rüstem hocama, dolayısıyla
Aylin hanıma buradan özürlerimi
iletiyorum ve Rüstem hocanın
‘haydi gel, tamam, devam et’
demesini bekliyorum.
Yeri gelmişken tüm hocalarıma
saygılarımı sunarım.
Kulüpler öğrenciler için vardır ve
öğrencilerin müşterek imkanlarıyla
desteklenir. Bu açıdan öğrenci kulüpleri bir üniversitenin olmazsa olmazları
arasındadır. Ancak nedense Spor
Birliği’nde, öğrencileri uzaklaştırma
arzusu var gibi uygulamalar bulunuyor. Bunun en son örneğini Vadi
Yurtları Spor Salonu’nda gördük. İTÜ
öğrencilerinin spor faaliyetlerini
sürdürebilmeleri için kurulan spor
salonunda, neredeyse her günün mesai
saatleri bitimine kadar özel okullar var.
Mesai bitiminden sonra da göstermelik
'öğrenci serbest çalışma' yazıyor. Bir
ara kulüp faaliyetlerini de kulüplerin
bile haberi olmadan durdurdular.
Düzenli çalışma disiplini gerektiren
spor kulüplerinin çalışmalarının
aksaması, hiç çalışmamış olması
gibidir. Yemek Kulübü değil ki iki
hafta tatil yapıp gelsinler!
Daha önce de stadyum ve halı
sahalarla ilgili uygulamalar konusunda kulüplerden eleştiri yazıları aldık.
Netici olarak, Spor Birliği yönetiminin acilen kulüpleri toplaması ve
dertlerini dinlemesi gerekiyor. Hatta
bizi de çağırsınlar o toplantıya, bu sefer
de “Helal olsun Spor Birliği’ne” diyelim.
Elçiye zeval olmaz.
İTÜ Kültür ve Sanat Birliği Basın Yayın Kulübü
Arıyorum İTÜ Gazetesi, Süreli Yayın, ISSN: 1305-4783
Yayın Kurulu:
Fatih Avcı, İrem Yüzeç, Can Çelik,
Burak Avcı, Necip Duman, Hakan
Selçuk, Çağrı Abdullah, Cihan Özgören,
Eren Yıldırım, Murat Yıldıran
İstanbul Teknik Üniversitesi Adına;
Yayın Sahibi Y. Doç. Dr. Semra Ahmetolan
Genel Yayın Yönetmeni Fatih Avcı
Baskı: DPC İstanbul
İTÜ Basın Yayın Kulübü
Arıyorum Gazetesi
Olimpik Yüzme Havuzu Binası B girişi No: 306
Ayazağa Yerleşkesi Maslak-İstanbul
[email protected]
www.gazete.itu.edu.tr
arıYORUM
Kasım 2009
Yerli Google Earth:
İTÜ SPOT 5
Çağrı Abdullah, Cihan Özgören
İTÜ UHUZAM’DAN
BÜYÜK BAŞARI
TÜ-UHUZAM, Devlet Planlama
Teşkilatı’nın desteği ile 1996 yılında 20 Milyon Dolarlık bir yatırım
ile bir Araştırma ve Teknoloji Projesi
olarak kuruldu. 2000 yılından bugüne
SPOT 2-4, Radarsat-1 ve NOAA uydularından görüntüleri doğrudan
indirilerek uyduya doğrudan programlama yapabiliyor. 2008 yılında
kabul edilen Tarımsal Rekolte Tahmin
ve Kuraklık İzleme Projesi (TARİT)
kapsamında, merkeze yüksek
çözünürlükte algılama yapabilen
SPOT-5 uydu sisteminden eş zamanlı
veri elde edebilecek yeni SPOT terminali kuruldu.
İ
GÜNCEL TÜRKİYE
HARİTASI OLUŞACAK
SPOT 5 ile ilgili katılımcılara
bilgi veren UHUZAM Müdürü Prof.
Dr. Cankut Örmeci, “SPOT-5 terminali ile yüksek çözünürlükte güncel
Türkiye haritası oluşturulabilecek.
Ayrıca üç boyutlu modellemenin
yapılacağı sayısal yükseklik modelleri
de üretilecek. Bu veriler, tarım alanlarının izlenmesi, bitkisel hastalıkların
tespiti ve ürün rekolte tahmini,
ormancılık, jeoloji, oşinografi, çevresel
olarak hassas olan sınır ve sınır ötesi
alanların izlenmesi ve diğer çevrecilik
çalışmaları, şehir bölge ve planlama
ile savunma gibi pek çok farklı alanda
kullanılabilecek.” dedi. Örmeci,
dünyada sayıları 40 civarında olan
uydu yer istasyonları arasında önemli
bir yere sahip olan merkezin anlaşmalı olduğu uydu sistemlerinden
eşzamanlı olarak dünya yüzeyine ait
uydu görüntülerini indirebildiğini de
vurguladı.
EROĞLU: EN ÇOK BİZ
YARARLANACAĞIZ
Törende bir konuşma yapan
Çevre ve Orman Bakanı Prof. Dr.
Veysel Eroğlu, “İstanbul Teknik
Üniversitesi bana büyük düşünmeyi
öğretti. Dünyadaki en saygın, en
itibarlı üniversitelerden biridir. Çok
iyi mühendisler yetiştirir. Bunu uzaktan algılama merkezi gibi gurur verici
bir çalışmada bir kez daha ispat etti.
Bu çalışmadan en çok yararlanacak
olanlardan biri de bizim bakanlığımız.
Devlet Su İşleri (DSİ) için 2.5 metre
mekansal yüksek çözünürlüklü hari-
talar çok önemli. Ormanların
korunması için de bu görüntüler çok önemli. Ayrıca kaçak
yapı tespiti de yapabileceğiz.
Özel koruma alanları da uydudan izlenebilecek.” dedi.
Konuşmaların ardından
İTÜ Rektörü Prof. Dr.
Muhammed Şahin, Bakan
Veysel Eroğlu’na memleketi
Afyon’un uydudan alınmış yüksek
çözünürlüklü görüntüsünü hediye
etti. UHUZAM'ın dünyanın en büyük
5 istasyonu arasına girmesini sağlayan
13 metre çapındaki dev anteni, programın sonunda konukları sağa, sola,
yukarı ve aşağıya gösteri hareketleri
yaparak selamladı.
SPOT 5 ÇOK ALANDA
HİZMET VERECEK
Spot 5’ten elde edilen veriler
birçok alanda kullanılabiliyor.
Örneğin bu terminal ile yüksek
çözünürlükte güncel Türkiye haritası
oluşturulabilecek. Ayrıca üç boyutlu
modellemenin yapılacağı sayısal yükseklik modelleri üretilecek. Bu verilerden elde edilen fotoğraflar tarım alanlarının izlenmesi, bitkisel hastalıkların
tespiti ve ürün rekolte tahmini,
ormancılık, jeoloji, çevresel olarak
hassas sınır ve sınır ötesi alanların
izlenmesi ve diğer çevrecilik çalışmaları, şehir bölge planlama ile
savunma gibi pek çok farklı alanda
kullanılabilecek.
TOPLANTIDAN NOTLAR:
Türkiye’nin ilk uydu
yer istasyonu olarak
kurulan İstanbul
Teknik Üniversitesi
Uydu Haberleşmesi
ve Uzaktan Algılama
Merkezi’ne (İTÜUHUZAM) eklenen
yeni terminal SPOT
5, Çevre ve Orman
Bakanı Veysel
Eroğlu’nun katıldığı
törenle hizmete
girdi. Yerli Google
Earth olarak
anılmaya başlanan
terminal,
Türkiye’nin 2,5
metre mekansal
çözünürlükte, gerçek
zamanlı doğrudan
görüntüleri elde
edebilmesine olanak
sağlayacak.
Sokak fotoğrafçılığı
yazı ve fotoğraflar:
İrem Yüzeç, [email protected]
M. Can Çelik, [email protected]
u sayımızda sokak fotoğrafçılığından bahsedeceğiz. Öncelikle
belirtmek gerekir ki sokak
fotoğrafçılığı sadece sokakların
fotoğraflarını çekmek değildir. Sokak
fotoğrafçılığı, günlük hayatı
fotoğraflamaktır.
B
Eroğlu: Kaçak
yapılaşmayı
uydudan takip
edeceğiz.
Şahin:
Teknolojik
açılımları
unutmayın!
Örmeci: Spot 5
onlarca yeni
projeye imkan
tanıyor.
-İnsanlar yol olmayan
yerlere bile kaçak yapı
inşa edebiliyor. Şimdi
bunları uydudan tespit
edebiliyoruz.
-İTÜ’de otuz yıl görev
yaptım. Bu üniversite
benim için çok önemlidir.
-Baraj yapmak bir
zarurettir. Baraja karşı
çıkılmasın.
-Orman yangınlarını
uydudan tespit edebiliyoruz. GPS sayesinde
yangın helikopterlerinin
hızına, yönüne kadar
odamdan takip
edebiliyorum.
-Özerklik verilirse İTÜ
kendi ayakları üzerinde
durabilir.
-İTÜ mühendislik alanında
dünyada 108. sırada.
Hedefimiz ilk 100’e
girmek.
-Hükümette üç İTÜ’lü
bakan var. Üniversitemizin sesini duyurmalılar.
-Yasalar düzenlensin.
Bizim elimizi kolumuzu
bağlayıp ‘koş’ demesinler.
-Türkiye’nin en iyi mühendislerini yetiştiriyoruz.
-İTÜ çok yakında
Türkiye’nin ilk
helikopterini uçuracak.
-İTÜ’deki 13 metre çaplı
alıcı anten dünya beşincisi ve 3 bin kilometre
yarı çaplı bir kapsama
alanına sahip.
-Uydu destekli tarımsal
rekolte tahminleri yapabileceğiz.
-Hazar Gölü’ndeki
buzulları tespit edebileceğiz. Bu sayede yıllık 6
Milyon Dolar kar
edilebilir.
-2 yıl içinde üç boyutlu
Türkiye haritsasını
tamamlamış olacağız.
-Spot 5 sayesinde hassas
sınır ve sınır ötesi verileri
elde edebiliyoruz.
Sokak fotoğraflarında bir toplumun
kültüründen, yaşam biçiminden belgeler sunar. Bu yüzden sokak
fotoğrafçılığı, belgesel fotoğrafçılık
olarak da adlandırılabilir. Sokak
fotoğrafçılığında belirgin bir konu
yoktur; başlıca konu hayattır.
3
4
arıYORUM
Kasım 2009
Bilimin Oskar ödülü 6 İTÜ’lü
araştırmacının oldu
Teknoloji dünyasında her yıl merakla
beklenen Amerika
Birleşik Devletleri
“2009 R&D 100
Ödülleri” geçtiğimiz
aylarda açıklandı.
İstanbul Teknik
Üniversitesi (İTÜ)
mensubu ve mezunu
altı araştırmacının
geliştirdiği “Süper
sert ve kaygan kaplama (SSKK)” isimli
çalışmaları, nanoteknoloji biliminin en
önemli alanlarından
biri olan ince film
dalında ödüle layık
görüldü.
TÜ Kimya Metalurji Fakültesi,
Metalurji ve Malzeme Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Mustafa
Ürgen, Prof. Dr. Ali Fuat Çakır, Doç. Dr.
Kürşat Kazmanlı, Yar. Doç. Dr. Özgül
Keleş ve halen Argonne Milli
Laboratuvarı’nda çalışmalarını sürdüren
Dr. Ali Erdemir ve Dr. Osman Levent
Eryılmaz tarafından geliştirilen SSKK,
Argonne Milli Laboratuvarı ile yapılan
ortak çalışmalar sonucu 2007’de
Argonne Milli Laboratuvarı adına alınan
ABD patentine dayanıyor. İTÜ’lü
akademisyenler ve İTÜ mezunu araştırmacıların ürettiği kaplamanın lisansını
Galleon International Co., Brighton,
Michigan
(ABD)
ve
Hauzer
Technocoating (Hollanda) alarak, uygulama çalışmalarına başlamışlardır.
SSKK, motorlar dahil, her tür hareket
eden mekanik sistemin performansını
önemli boyutta iyileştirebilen “kristalkimyası” yaklaşımına uygun bir modele
dayanmaktadır. Laboratuvar deney-
İ
lerinde SSKK ile kaplanmış çelik
yüzeyinde sürtünme, kaplanmamış
çeliğe göre %80 azalmıştır. Daha da
önemlisi, ağır sınır yağlama koşullarında
çalışan kaymalı sistemlerde SSKK aşınmayı hemen hemen tamamen ortadan
kaldırmıştır.
Günümüzde sürtünme kayıpları,
motorlarda harcanan yakıt enerjinin
%10-20’sine eşdeğerdir (Bu oran, motor
boyutu, tipi, çalışma koşulları ve hava
koşullarına bağlı olarak değişmektedir).
Dolayısıyla sürtünme, motorların yakıt
tüketimini artırmasının yanında atmosfere daha fazla kirletici gönderilmesine
de neden olmaktadır. SSKK kullanılması
hem enerji tüketimini hem de çevre kirlenmesini büyük oranda azaltma potansiyeline sahiptir.
ABD’de otomobillerde kullanılan
yakıtın yaklaşık 30 – 60 Milyar Dolarlık
bölümü sürtünme nedeniyle harcanmaktadır.Bu kaybın azaltılması önemli
bir getiri sağlayacaktır. En önemli
araştırma laboratuvarları bu amaç için
kaplama üretme çabası içerisindedirler.
Bu çalışma, alınan ödül ile alanında ümit
veren kaplama olduğunu ortaya koymuştur.
Gelecekte motorlar daha ağır
koşullarda çalışacağından, tribolojik
(sürtünmeyi, aşınmayı azaltan) kaplamaların önemi daha da artacaktır. SSKK
ağır çalışma koşullarında yüksek performanslı, önemli boyutta yakıt tasarrufu
sağlıyacak ve çevre kirlenmesini azaltacak potansiyele sahip yeni nesil, öncü bir
“tasarlanmış” kaplama türüdür.
R&D 100 NEDİR?
Teknolojik olarak en önemli 100 yenilikçi
ürünü içeren bu liste “Uygulamalı
Araştırmanın Oscar Ödülleri” olarak da
biliniyor. “Halojen lamba”, “faks makinası”,
“sıvı kristal ekranları”, “yazıcı”, “sigara
bıraktıran bant”, “HD televizyon”, 47 yıldan beri verilen bu ödülü daha önce alan
binlerce üründen bazılarıdır.
ARIBA IV Avustralya’da Yarıştı
İTÜ Güneş Arabası Ekibi
(İTÜ GAE)'nin uluslararası
yarışlara katılmak için ürettiği araç ARIBA IV,
Avustralya'da düzenlenen
"Global Green Challenge
2009” yarışmasında 16.
sırada yer aldı. Takım ayrıca
"Best Newcomer Award"ı
(En İyi Yeni Katılımcı
Ödülü) kazandı.
vustralya'nın bir ucundan diğer
ucuna 3021 kilometrelik parkurda
27-31 Ekim 2009 tarihleri arasında
gerçekleşen Global Green Challenge
2009’a bu yıl ilk defa katılan İTÜ ekibi, 23
aracın katıldığı yarışta 16. sırada yer aldı.
Geçtiğimiz yıllarda TÜBİTAK'ın
düzenlediği Formula-G yarışlarında üst
üste alınan 1. ve 2.liklerin ardından bu
yıl İTÜ GAE, uluslararası alanda
A
başarısını
göstermek
amacıyla
Türkiye'de yapılan yarışlara katılmayarak yeni aracını uluslararası kurallara
göre tasarlayarak Avustralya'ya gitti.
Hızın yanında dayanıklılığın da ön plana
çıktığı yarışta İTÜ ekibi yarışı tamam-
layamamış olsa da 1038 kilometre yol
katederek araçların çoğunun tamamlayamadığı pistte önemli başarı elde etti.
Bununla birlikte yeni katılımcılar arasında verilen ‘Best Newcomer Award’ İTÜ
GAE ile ülkemize geldi.
Yarışa katılan diğer Türk ekibi
Sakarya
Üniversitesi'nin
aracı
SAGUAR ise yarışta 15. sırada yer aldı.
Birinciliği ise saatte 150 km sürate kadar
çıkabilen ‘Tokai Challenger’ aracıyla
Japon Tokai Universitesi kazandı.
arıYORUM
Kasım 2009
5
3. Ulusal Tasarım Öğrencileri Forumu
TASARIMCILAR
KRİZE
EL KOYDU
ekleşen
Taşkışla’da gerç
Ü
İT
e
d
n
ri
le
h
8-9 Ekim tari
l oturumunu
Kongresi bu yı
ım
ar
as
T
l
sa
Küçük
3. Ulu
başlığı ile açtı.
z”
ri
K
ya
ve
rinin
“Tasarım
ı kesen, endüst
ın
ız
h
in
en
tm
le
ları olduğu
büyük birçok iş
t vuran, kurum
ke
e
n
ri
le
ör
addikt
çeşitli se
sarımcıları da m
ta
la
ıy
ıs
ay
ol
d
,
tasarımın
kadar kişileri
kileyen krizi ve
et
z
su
m
u
ol
i
ini de
manev
çözüm öneriler
ı
as
ol
ği
ce
le
bi
krize getire
tartıştı.
profesyoneller
İTÜ TASARIM KULÜBÜ
ürkiye’de sayıları ve gelecek
kaygıları hızla artan, dolayısıyla
kafalarında krizle ilgili bir çok soru
işareti oluşan endüstriyel tasarım öğrencileri ise: “Peki, biz ‘tasarımcı adayları’
olarak krizin neresindeyiz? Endüstriye
henüz dâhil olmamış; firma stratejilerinden, çalışma ücretlerinden, üretim
ve pazarlama maliyetlerinden nasibini
almamış olan biz tasarım öğrencileri
krize ve tasarımın krize getireceği
çözümlere ne kadar dâhil olabiliriz? En
önemlisi, Türkiye’de tasarımın eğitim
safhasında bile birçok kriz sebebi mevcutken biz öğrencilerin ekonomik krize
ne kadar etkili bir çözümü olabilir?”
sorularının yanıtlarını İTÜ Tasarım
Kulübü (İTÜTASK) tarafından kongre
kapsamında gerçekleştirilen 3. Ulusal
Tasarım Öğrencileri Forumu’nda aradı.
Forum, tasarım nosyonuna sahip öğrencilerin, krize ekonomi değil eğitim
gözlüğünden bakmalarına ve başta
eğitim olmak üzere birçok alanda
karşılaştıkları krizleri özgür bir plat-
T
formda dile getirmelerine olanak
sağladı.
3.Ulusal Tasarım Öğrencileri
Forumu (UTÖF) şüphesiz kongrenin en
çok ilgi çeken kısımlarından biriydi.
Endüstriyel tasarım alanında eğitim
veren 7 farklı okulun katılımıyla gerçekleşen foruma İstanbul Teknik Üniversitesi, Eskişehir Anadolu Üniversitesi, İzmir
Ekonomi Üniversitesi, Orta Doğu Teknik
Üniversitesi, Yeditepe Üniversitesi,
Kadir Has Üniversitesi ve Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi Endüstriyel
Tasarım Bölümlerinden 5'er temsilci ve
farklı okullardan bir çok izleyici katıldı.
İki gün boyunca kongreyle eş zamanlı
olarak gerçekleşen forumda profesyoneller ekonomik krize yapılabilecek
tasarım müdahalelerini konuşurken,
farklı şehirlerden ve ekollerden gelen
tasarım öğrencileri ise tasarım eğitiminde yıllardır karşılaştıkları krizlere
yapılabilecek öğrenci müdahalelerini
tartıştı.
Forum boyunca özellikle tasarım
alanında yurt dışına duyulan sempatinin
yarattığı beyin göçleri, öğrencilerin
tasarım haklarının korunması konusunda yaşadığı sıkıntılar, KOBİ’lerle yapılan
projeler, tasarım yarışmalarının nitelikleri, tasarım eğitiminde tüketim eylemine yaklaşımlar, yeni açılan tasarım
bölümlerinin etkileri ve öğrenci
örgütlenmesinin gerekliliği gibi bir çok
konu farklı bakış açıları ve deneyimlerle
paylaşıldı; ardından bütün bu tartışmalar sonucunda öğrencilerin ortak
aldıkları kararlar ve getirdikleri çözüm
önerileri kongrede bir manifesto halinde
sunuldu. Özellikle akademisyenlerin
dikkatini çeken ve kongre sonrasında
ETAK’a
(Endüstriyel
Tasarım
Akademisyenleri Kurulu) davet edilen
öğrenciler, burada bir kez daha
akademisyenlerle yüzyüze bu problemler ve çözüm önerileri üzerinden konuşma fırsatı yakaladılar.
Akademisyenlerin ve profesyonellerin de öğrenci olduğu zamanlardan
itibaren bir kısır döngü içinde yıllardır
tartışılan ancak bazen ertelenen, ihmal
edilen, bazense bir düğüm haline gelmiş
ve sistemde kalıplaşmış olmasından
dolayı müdahale edilemeyen bu problemler ilk kez bu kadar geniş bir ortamda
dile getiriliyor ve ilk kez endüstriyel
tasarım öğrencileri de sistemin önemli
bir parçası olarak var olduklarını bu
kadar yüksek bir sesle duyurma imkanı
buluyor. Ancak alınan tepkilerden ve
ilgiden anlaşılıyor ki, bu yalnızca bir
başlangıç. Türkiye’de bugüne dek gerek
sektörün tasarım algısından gerekse
krizden kaynaklanan endüstri ve tasarım
kavramlarıyla ilgili sorunlara piyasaya
yönelik çözümler aranırken, yakın geleceğin tasarımcı adaylarına yapılacak
yatırımlar göz ardı edildi. Türkiye’deki
endüstriyel tasarım öğrencileri, kendilerinin de bazı mesleki müdahalelerde
okak fotoğrafçısı hayatı farklı
anlarıyla sunmayı amaçlar ve bu
amacı için her an tetikte olur. Pek çok
insanın baktığı ama görmediklerini
görüp fotoğraflar. Sokak
fotoğrafçısının en önemli özelliği
fotoğraf makinesinin her daim yanın-
S
bir yaptırım gücüne sahip olmaları
yönünde ilk adımı atmış oldular.
Tasarım algısı yeni yeni güçlenmeye başlayan ve bu konuda kat edecek
uzun bir yolu olan Türkiye gibi bir
ülkede sektörü var eden grupların
(akademisyenler, profesyoneller, öğrenciler)mikro milliyetçiliklerle birbirine
karşıt duruşlar sergilemeleri bu algının
güçlenmesini daha da zorlaştırmaktadır.
Bundan sonraki süreçte, bu foruma
katılan ve sistemde yer edinmek isteyen
Türkiye Endüstriyel Tasarım Bölümü
Öğrencileri Türkiye’deki diğer bütün
Endüstriyel Tasarım Bölümü öğrencilerinin, özellikle akademisyenlerin ve
profesyonellerin desteklerini beklemektedir.
da olmasıdır. Ekipman olarak ise çok
dar ya da çok geniş açılı lensleri tercih
etmez. İnsanları fotoğraflayacağı için,
insanlarla iletişimi iyidir ve itici bir
görünümde değildir. Utangaç hiç
değildir. Konuya elinden geldiğince
yaklaşıp doğru anı yakalar.
6
arıYORUM
Kasım 2009
Rektör Şahin
CESAER’a seçildi
erkezi Belçika’da olan ve
Avrupa’daki önemli mühendislik
üniversitelerinin yer aldığı CESAER
(Avrupa Yüksek Teknik ve Araştırma
Üniversiteleri) nin yönetim kurulu
üyeliğine Türkiye’den ilk kez İTÜ Rektörü
Prof. Dr. Muhammed Şahin oy birliği ile
seçildi
M
Dizi film Türkçesi
ile konuşmak
-Nasılsın?
-Süper…
-Annenler nasıl?
SUHA
ÇALKIVİK
|İTÜ Radyosu Yayın Sorumlusu
[email protected]
-Süper…
-Okul nasıl gidiyor?
-Süper…
-Dünkü maçta Semih’in golü mükemmeldi
-Aynen öyle…
-Sarıkız’ın bu yarışın favorisi olduğunu düşünüyorum
Avrupa’daki yüksek öğretimde mühendislik eğitiminin kalitesini artırmak için çalışan ve kar amacı gütmeyen CESAER’da 60 seçkin Avrupa üniversitesi yer alıyor. Aralarında Viyana Teknoloji, Helsinki Teknoloji,
Berlin Teknik, Southampton gibi üniversitelerin yer aldığı
birliğin yönetim kurulu 14 üyeden oluşuyor. Birliğin
Danimarka’da düzenlenen toplantısında 7 üye yeniden
seçilirken İstanbul Teknik Üniversitesi de oy birliği ile bu
üyeler arasında yer aldı.
Gelişmekte olan ülkelerdeki üniversitelerle ilişkiler ile
Doğu Avrupa’daki üniversitelerle ilgili çalışmalar yapan
birlik, üye üniversitelerin yüksek lisans ve doktora programları, teknoloji ve eğitimdeki son gelişmelerini de
yakından takip ediyor. Ayrıca Avrupa Birliği fonlarından
yararlanmak üzere ortak projelerin yapılması için de ön
ayak oluyor.
Dört yıl boyunca yönetim kurulunda yer alacak olan
Rektör Şahin, toplantılarda Türkiye’yi temsil edecek.
Mekik servisinde
öğrenci çilesi
009-2010 Akademik yılından itibaren
ücretsiz olarak hizmet vermeye
başlayan yerleşke içi mekik servisi, araç
azlığı ve agresif şoförleri nedeniyle
öğrencilere sıkıntı yaşatıyor
2
Bu yıldan itibaren ücretsiz olarak öğrencilere sunulan
mekik servisi, pek çok öğrenciyi mağdur ediyor.
Rektörlük tarafından İTÜ kamuoyuna duyurulan servis
saatleri ve güzergahına uyulmadığı, servis sayısı azlığından kaynaklanan yoğunluk öğrencilerden gelen şikayetler
arasında. Bunlarla birlikte servis şoförlerinin keyfi ve
agresif tavırları da öğrencilere rahatsızlık veriyor.
Bali Turizm tarafından işletilmekte olan servislerde,
geçtiğimiz yıllarda da benzer sıkıntılar yaşanıyordu.
Özellikle yurtta kalan öğrencilerin kullandığı servisler,
kış aylarında daha da önemli hale geliyor.
-Aynen öyle…
-Yaprak Dökümü güzel bir dizi ama çok uzatıyorlar
-Aynen öyle…
Süper, aynen öyle, yani, kendine iyi bak, bekraunt, mental, umarım, kahretsin, detay, ‘nasıl gidiyor, sıcak bakıyor musun, şu
andan itibaren telefon alacağız bol bol, problem yok, moral
doping, ekşın filimler, ajite, asosyal, okey, çok mersi, transparan
gelinlik, panik yapmak, negatif hareket, nüans, şoke olmak,
argüman, soft, flaş, rivörs, momentum, asistlik, skorer, tolere,
bilbordlar, dominant, prezante, start almak, start vermek, skorbord, egzajere, motive etmek, anomali, kreatif, anbiyans, singıl,
orjinli, tradisyon, rutin, lânse etmek, ba baaay, cenerasyon,
bloke etmek, finiş, efektler, ekarte etmek, trendler, brifing almak,
revize etmek, layt ekmek, sponsor, konsept, step step, direkt,
interaktif, performans, aktivite, vi ay pi….
Örneklerini artırabileceğimiz, yerli ve yersiz her durumda
kullandığımız bu sözcükler veya deyimler, gerek televizyon dizilerindeki karakterlerin sığlıklarını ele veren karşılıklı konuşmalarından ve daha da çok yabancı film/dizi
tercümelerindeki uydurma deyimlerden oluşan ‘çeviri
Türkçesi’ diye nitelendirdiğimiz, gündelik hayatımızı
kuşatan yapay bir konuşma dili yarattı. Diller arasındaki
etkileşim bazen kelime sınırını aşarak kelime gruplarına
ve cümlelere kadar uzanır. Bazı kelime grupları ve deyimler kaynak dilden hedef dile kaynak dildeki yapısıyla ve
kelime kelime aktarılır. Oysa aynı düşünceyi anlatmak
için hedef dilde başka söyleyiş kalıpları, başka deyimler
vardır. Dolayısıyla hedef dilin deyim ve söyleyiş kalıpları
dikkate alınmadan yapılan bu tür çeviriler yanlış sayılır.
Gerçi bazılarının zamanla dile yerleştiği de olur; ancak
ana dildeki söyleyiş olanaklarını kullanmak ve bunlardan
kaçınmak gerekir. Aksi durumda bugün olduğu gibi ‘çeviri Türkçesi’ denilen, dilimizin yapısına aykırı anlatımlar
etrafı sarar. Daha çok yabancı film ve dizilerde rastlanan
bu tür yanlışlar, ana dilini yeterince bilmemekten veya
acele ile yapılmış kötü tercümelerden kaynaklanmaktadır.
Türk Dil Kurumu ve Radyo ve Televizyon Üst
Kurulu’nun ortaklaşa çalışmaları sonucu kaleme alınan
raporda Radyo ve televizyonlarımızın söz varlığını tespit
etmek için de üç kanala ait ve daha çok haberlerden oluşan, toplam 24247 kelimelik bir yazılı metin üzerinde çalışılmış; bu metin üzerinde yapılan değerlendirme ve sıklık
listeleri de rapora eklenmiştir. Saptanan dil yanlışlarının,
uygulanmakta olan eğitim sistemimizle doğrudan ilgili
olduğunu öncelikle belirtmek gerekir. Toplumumuzda
gittikçe yoğunlaşan dili yanlış ve keyfî kullanış, ilkokuldan başlayan ve bütün öğretim kademelerinde dilimize
önem verilmemesinden kaynaklanmaktadır. Raporda
ayrıntılarıyla belirtilen yanlışlar ve bazı önemli noktalar,
genel olarak birkaç maddede toplanabilir.
- Dil yanlışları daha çok canlı yayınlarda görülmektedir.
Haberin gerçekleştiği yerden yapılan canlı yayınlarda bu
oran daha yüksektir.
- Yapılan dil yanlışları, sunucunun belli bir dil eğitiminden geçmediği, dildeki gelişmeleri takip etmediği sonucunu ortaya koymaktadır.
- Yoğun olarak yapılan dil yanlışlarına ve keyfî kullanımlara bakıldığında ilgili kurumda bir denetlemenin bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
- Kelimelerin seçimi, yazımı ve okunuşunda ortaya çıkan
dil yanlışları, pek çok sunucunun imlâ kılavuzu, sözlük
gibi kaynakları kullanmadığını göstermektedir.
- Bu saptamalara, yabancı dillere karşı gösterilen aşırı ilgiyi, yabancı kelime kullanmadaki özentiyi de katabiliriz.
- Yerli film ve dizilerde toplum içinde söylenmesi çirkin
olan, görgü kurallarına ters düşen pek çok argo sözcüğün
kullanıldığı da görülmektedir. Bunların yoğun olarak kullanılması dinleyicileri, seyircileri rahatsız etmekte hatta
tiksindirmektedir.
- Öğrenim sırasında ve daha sonra herhangi bir deyimin
gerçek yapısı ve nerelerde kullanılabileceği kavranmamış
olduğundan pek çok deyim yanlış kullanılmakta, söz gelişi, ekmeğine yağ sürmek gibi bir deyim kazancına ekmek sürmek biçimine dönüştürülebilmektedir.
- Deyimleri yanlış ve eksik kullanma, kelimeleri yanlış
telâffuz etme, cümle düzenini bozma, konuşmada kaba,
terbiye dışı sözlere yer verme, yabancı kelimelere özenme
gibi noktaların toplumu hızla etkilemekte olduğu acı bir
gerçektir. Kısa vadede önlem alınmadığı takdirde bu
olumsuz gidişin boyutları daha da büyüyecektir.
- Radyo ve televizyonlarda kullanılan söz varlığının da
son derece sınırlı olduğu ve 500-1000 kelime etrafında
döndüğü saptanmıştır.
‘Diksiyon’ sözcüğü Fransızcada ‘diction’ karşılığı bulunup, sözleri seçip sıralayış ve okuma ya da anlatım biçimi
anlamındadır. Seslerin, sözcüklerin, vurguların, anlam ve
heyecan duraklarının hakkını vererek söyleme biçimidir.
Her ülke, bölgelerinde kullanılagelen çeşitli ağızlardan
birini kendi konuşma dilinin en iyi örneği -standardı- olarak seçip saptamıştır. Bizde bu örnek, İstanbul Ağzı diye
bilinir. Etkili ve güzel konuşmanın yolu, okuma, anlama
ve anlatma, dinleme ve dinletmek süreçlerinden geçer.
Güven verici ve samimi olmak, canlı ve doğal olmak, dilimizi iyi kullanmak ve de söz sanatlarından yararlanmak,
iyi konuşmacının uyması gereken ögelerdir. Sadece Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümleri, Eğitim Bilimleri Bölümleri,
Konservatuarlar ve İletişim Fakültelerinde değil, tüm akademik disiplinlerde ‘Konuşma Eğitimi’nin (fonetik-diksiyon) seçmeli ders olarak benimsenmesi daha aydınlık bir
geleceğin inşası için büyük önem taşımaktadır. Ancak bu
dersin programlara alınması yeterli olmayıp, dersi verecek akademisyenin Türkçenin güzelliğine, zenginliğine ve
bu dersin önemine önce kendisinin inanması; hepsinin
Türkçe karşılığı bulunan yabancı kökenli sözcüklerin olabildiğince az kullanımlarının sağlanması; yapılan yanlışların, öğrencileri incitmeden kendi çabaları ile düzeltilmesi ve böylece şive, ağız özelliğinin üzülecek bir yanının
bulunmadığının anlatılması önemlidir. Uygulama çalışmalarında Türkçeyi doğru ve güzel konuşan bilim ve
düşünce insanları, yazarlar, şairler ve tiyatro sanatçılarının ses kayıtlarının dinletilmesi ile dersin amacına ulaşılmış olacaktır.
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin ismi efsaneleşen
Rektörlerinden, Rahmetli Prof. Dr. Mustafa İnan’ın bilim
dili olarak Türkçemize katkıları ve sözcüklerin, terimlerin
kökenleri üzerine araştırmalarının önemi yadsınamaz.
Değerli Hocamızın miras bıraktığı bu çalışmaları sürdürmek, İstanbul Teknik Üniversiteliler olarak bizim en
önemli ödevlerimizdendir.
arıYORUM
Kasım 2009
7
Türkiye’de üretilen ilk uydu
uzayda!
İTÜpSAT1 UZAYDA
İstanbul Teknik Üniversitesi
Uçak ve Uzay Bilimleri
Fakültesi Uzay
Mühendisliği Bölümü
tarafından Türkiye’de
üretilen ilk uydu İTÜpSAT1
başarıyla fırlatıldı.
Yörüngeye yerleşen uydu ile
ilk haberleşme sağlandı.
Uydunun çekeceği
fotoğraflar içerisinde İTÜ’de
kurulan yer istasyonuna
ulaştırılacak.
ürkiye’nin ilk küp uydusu, 23 Eylül
2009, Çarşamba günü Türkiye saatiyle
9.21 de fırlatıldı. Hindistan Uzay
Araştırmaları Kurumu (ISRO) tarafından
PSLV C–14 roketi ile fırlatılan uydu, 20
dakika sonra yerden 720 km yüksekteki
yörüngesine yerleştirildi. Uydunun fırlatılmasını canlı olarak takip eden Uzay
Mühendisliği Bölümü akademisyen ve
öğrencileri heyecanlı anlar yaşadı. Hep
birlikte geri sayarak uydunun fırlatılmasına tanıklık eden proje ekibinin heyecanı,
uydunun yörüngeye yerleşmesiyle
doruğa çıktı. İTÜpSAT1 yörüngesinde
saniyede yaklaşık 7,5 km ile yol alan uydu
dünyayı yaklaşık 96 dakikada bir dönmeye başladı. İTÜpSAT1 16 kez dünyayı
turlayacak ve Türkiye’den geçtiği zaman
T
dilimlerinde 10 dakika boyunca
haberleşme sağlanabilecek.
Projenin yürütücülüğünü üstlenen
İTÜ Uzay Mühendisliği Bölüm
Başkanı Prof.Dr. Alim Rüstem Aslan
ile Uçak Mühendisliği Öğretim Üyesi
Yrd. Doç. Dr. Gökhan İnalhan
Hindistan’da bütün aşamaları yakından
takip etti. Fırlatmayı İTÜ’deki Uzay
Sistemleri
Tasarım
ve
Test
Laboratuarı’nda izleyen Uçak ve Uzay
Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fevzi
Ünal “Bu bir ekip çalışmasıdır. Üç yıldır
büyük bir sabır ve emekle yürütülen çalışmaların başarıyla sonuçlandığını görmek
heyecan verici. Türkiye’de bir ilki gerçekleştiriyor olmanın verdiği gururu yaşıyoruz. Bu başarı daha büyük uyduların
üretilmesi için önümüzü açtı. Nano uydu
üretimi için başlattığımız çalışmalar hız
kazanacak.” dedi.
Toplam kütlesi 1 kilogram ve boyutları
10x10x10 santimetre küp olan uydu bir
VGA kameraya ek olarak sıcaklık, ivmelenme ve manyetik alan ölçümü yapan
duyargalara sahip. Uydu bilgisayarı
tarafından kaydedilen sıcaklık, ivmelenme ve diğer bilgiler de yer istasyonuna
düzenli olarak aktarılacak.
PSLV roketi, Türkiye uydusuna ek olarak
Hindistan tarafından okyanus araştırmaları için üretilen büyük ölçekli
Oceansat-2 uydusu yanında 4 Alman ve 1
İsviçre uydusunu da yörüngeye başarıyla
yerleştirdi.
İTÜ Genç TEMA
çalışmalarını sürdürüyor
stanbul Teknik Üniversitesi
Genç TEMA Topluluğu
geçtiğimiz günlerde düzenlediği tanıtım toplantısı ile
2009-2010 dönemi çalışmalarına başladı.
TEMA Vakfı’nın ilk stant
kurduğu üniversite olan
İTÜ’de, doğaya karşı sorumluluğun
arttırılması
konusunda özellikle yerleşke
içinde çalışmalar yapan İTÜ
Genç
TEMA,
Ekoloji
Kulubü’ne bağlı olarak çalışıyor.
Ayrıca Türkiye’nin farklı bölgelerinde yapılan toplantılara
katılarak bilgi alışverşinde bulunma
imkanıda sunuyor. İki hafta aralıkla
yapılan toplantılarda da yerleşke
içerisine ve İstanbul’a yapıalcabilecek
çalışmalar üzerinden tartışılıyor.
İ
Ayrıntılı bilgi için:
[email protected]
Haldun Bozkurt (Başkan)
0536 694 68 11
Murat Yıldıran (Başkan yrd.)
0535 627 66 73
okak fotoğrafçısı, fotoğraflarını
çektiği insanlara rahatsızlık
verdiğini hissettiğinde oradan uzaklaşır. Çünkü asıl amaç doğallık
olduğundan rahatsız olan ya da yap-
S
macık davranan insanlar fotoğrafını
çirkinleştirir. Fotoğraf makinesindeki
ayarları genellikle hazırdır böylece
konuyu yakaladıktan sonra bir de
ayarları yapmakla uğraşmaz.
8
arıYORUM
Kasım 2009
Öğrenciler Diyarbakır’da
kütüphane açtı
Proje koordinatörü Güneş Turan öğrencilerle....
İstanbul Teknik
Üniversitesi Öğrenci
Konseyi, geçtiğimiz
yıl başlattığı ‘Kardeş
Okul’ projesini 5
Ekim 2009’da tamamladı. Uzun soluklu
çalışmada farklı fakültelerden 25 İTÜ öğrencisi, Kardeş Okul
olarak seçtiği Kayhan
Köyü İlköğretim
Okulu öğrencileri için
kütüphane oluşturdu.
Yaklaşık 30 bin TL’lik
destek ile İTÜ’lüler,
okula kütüphane yaptırırken ve diğer köy
okulu öğrencileri ile
birlikte toplam 708
öğrenci için de eğitim
paketleri dağıttı. İTÜ
Rektörü Muhammed
Şahin’in de katıldığı
kütüphane açılışına
büyük ilgi gösterildi
niversitelerinin kütüphanesinde ders çalışırken ihtiyacı olan
bir okula kütüphane yaptırma
fikrinden yola çıkan İTÜ Öğrenci
Konseyi’ne üye öğrenciler, önce
okulu belirlemek için araştırma
yaptı. Eğitim seviyesi bakımından en
alt sıralarda yer alan Diyarbakır’ın
Kulp İlçesi seçildi. Diyarbakır’a
giderek ihtiyacı yerinde gören
öğrenciler hızla çalışmaya başladı.
İTÜ Öğrenci Konseyi'nin organizasyonuyla Erkan Oğur ve İsmail Hakkı
Demircioğlu’nun ücretsiz katıldığı
bir konser düzenlendi. Konserin
biletleri öğrencilere satılarak 5 Bin
TL gelir elde edildi. Alınan sponsorluklarla mobilyalar, raflar ve yeni
kitaplar alındı. Ayrıca tüm dershaneler tek tek gezilerek ilköğretim
için SBS kitapları temin edildi.
Bununla da kalınmayıp her fakülteye kutular konularak ilköğretim
seviyesine uygun yaklaşık 2 ton
kitap toplandı. Diyarbakır’ın Kulp
İlçesi’nin Kayhan Köyü İlköğretim
Okulundaki uygun mekan tüm bu
malzemelerle
kütüphaneye
dönüştürüldü. Ayrıca Sarıyer
Belediyesi’nden 15 Bin TL sponsorluk alındı ve bu destek ile her sınıfa
ayrı ayrı, içinde öğrencilerin istedikleri malzemeler olan 708 adet eğitim
paketi hazırlandı.
5 Ekim 2009 günü, İTÜ Rektörü
Prof. Dr. Muhammed Şahin ile
beraberinde Elektrik Elektronik
Fakültesi’nden Güneş Turan, İnan
Günay, Alper Yükselen, Aycan
Sarıoğlu, İnşaat Fakültesi’nden
Haluk Özbay, Uçak ve Uzay
Bilimleri Fakültesi’nden Fatih Avcı
ve Kimya Metalurji Fakültesi’nden
Burçin Bilgin Diyarbakır’ın Kulp
İlçesi’nin Kayahan İlköğretim
Ü
arıYORUM
Kasım 2009
Okulu’na giderek oradaki öğrencilerle kütüphanenin açılışını gerçekleştirerek, büyük bir mutluluğu birlikte
paylaştılar.
İTÜ Rektörü Prof. Dr.
Muhammed Şahin açılışta yaptığı
konuşmada, “İTÜ olarak amacımız
sadece üstün donanımlı değil aynı
zamanda ülkenin sosyal sorunlarına
duyarlı mezunlar da yetiştirmektir.
Bunun için İTÜ’de sosyal sorumluluk projelerinin zorunlu hale getirilmesi için çalışma başlattık. Öğrenciler stajlarının bir kısmını bu türden toplumsal projelere ayıracaktır”
dedi.
Açılışa
katılan
Kulp
Kaymakamı sayın Ahmet Günaydın
da “Adı sürekli terör olayları ile
anılan ilçemiz için bu çok büyük bir
adım. Güvenlik olayları ile anılmaktan yorgun düşen insanımızın
temel beklentisi sosyal sorunlarına
çözüm üretilmesidir. Okumaya
istekli çocuklarımız için bu
kütüphane çok önemli bir fırsattır”
dedi.
Açılışın ardından içinde öğrencilerin ihtiyacı olan malzemeler bulunan eğitim paketleri dağıtıldı.
Paketleri sevinçle açan öğrencilerin
mutluluğu İTÜ’lü abla ve ağabeylerine duygulu anlar yaşattı. Öğrencilerden Güneş Turan, “Projemizin sonucunu görmek çok heyecan verici. İlk
kez pastel boya gördüğünü söyleyen
öğrenciler var. Onların gözlerindeki
sevinci görünce tüm emeklerimize
değdi dedik. Bizlerin sahip olduğu
olanaklar Doğu ve Güneydoğu’daki
kardeşlerimize de verilirse, onların
bizim gibi eğitim almamaları için
hiçbir neden yok. Amacımız daha
büyük desteklerle daha çok öğrenciye ulaşmak” dedi.
okak fotoğraflarında doğru netlik,
ufuk çizgisi düzlüğü, 3’ler kuralı
gibi kurallar ikinci plandadır. Önemli
olan kompozisyondur. Genellikle
siyah beyaz tercih edilir; bunun sebebi renkli fotoğraflarda bazı renkler
dikkati üzerine çeker ve bu asıl
S
konunuzun dışında bu renklere sahip
objeler fotoğrafı bozabilir. Tabi bir de
siyah beyazın nostaljik yanı vardır.
Fotoğraflarda kontrast farkından
yararlanarak konuyu ön plana çıkarmak önemlidir. Çok karışık kadrajlarda konu dikkat çekemeyebilir.
9
arıYORUM
Kasım 2009
Fotoğraflar: Burak Patpat
10
İTÜ Ay-Ti-Yu Olmasın!
Nedir, ne olsun, nasıl olsun?
stanbul Teknik Üniversitesi, ani bir kararla, öğretim dilini yüzde 100
İngilizceye geçirmeye hazırlanıyor. Geçtiğimiz Mart
ayında alınan bu karar İTÜ
kamuoyunda önemli
tartışmalara sahne oldu.
Destekleyenler olduğu gibi
karşı duranlar da oldu.
Mevcut sistemdeki aksaklıklar, altyapı eksiklikleri, üniversitenin görevi ve eğitimde kalite gibi konuların yeterince düşünülmeyerek, ön
hazırlık yapılmadan ve üniversite kamuoyunun fikrine
sunulmadan alındığı düşünülen bu karar üniversitemizi nasıl etkileyecek?
Gazetemiz, bu kararın
ardından Öğrenci Konseyi
ile karar hakkında görüşmüş
ve görüş bildirmek üzere bir
yürüyüş düzenlemiştir. Bu
yürüyüşün amacı Türkçe
eğitimin öneminin yansıtılmasıydı. Yürüyüş sonunda
bir ‘Çözüm Önerileri’ kitapçığı dağıtıldı. Bu kitapçıkta,
İngilizce öğretime geçiş için
gerekçe olarak gösterilen
konular ve bunlarla ilgili
gerçek ve kalıcı çözümler yer
alıyor. Kitapçıkta bahsedilen
konulardan özetleri aktarıyoruz.
İ
İTÜ Ay-Ti-Yu Olmasın!
Peki neden?
Çünkü bilim en iyi anadilde öğrenilir.
Çünkü İTÜ’nün özgörevi Türkçe öğretimdir.
Çünkü bilimsel araştırmalar yabancı dilde
öğretimin kaliteyi düşürdüğünü göstermektedir.
Çünkü İTÜ’nün bu tür ‘hevesli’ çözüm
önerilerine değil, kalıcı planlamalara ihtiyacı vardır.
Çünkü İTÜ’nün tek ve en önemli eksiği
İngilizce öğretim değildir.
Çünkü İTÜ’nün daha pek çok önerisi mevcuttur.
Ne yapılmalı?
İşte biz, Öğrenci Konseyi ve Arıyorum
İTÜ Gazetesi olarak, İTÜ paydaşlarının
fikirleriyle ‘ne yapılmalı?’ dedik ve bu
raporu oluşturduk. Eminiz ki İTÜ, bunun
gibi pek çok rapor hazırlayacak, kitaplar,
hatta ciltler oluşturabilecek bir potansiyele
sahiptir.
“İTÜ Ay-Ti-Yu Olmasın!” sloganı, aynı
zamanda bir durum eleştirisidir. Yabancı
dilde yapılan öğretimin yalnızca eğitim
kalitesini düşürmekle kalmayacağını ve bir
kültür sendromu yaşatacağının uyarısıdır.
Yabancı dilde öğretimin asla yabancı dil
öğretimi olmadığının belirtilmesidir.
Türkiye yabancı dilde öğretimle hep
kaybetmiştir, kaybetmeye devam edecektir. İTÜ’nün ‘yeni şeyler’ söylemesi, buna
yönelik üretim yapması ve çağdaşlarına
örnek olması gerekmektedir.
İTÜ çok iyi İngilizce öğretebilir.
İTÜ daha kaliteli öğretim yapabilir.
İTÜ’nün ‘dünya üniversitesi’ olabilecek
kaynakları vardır.
Bunların yöntemi yabancı dilde öğretim
değildir.
Bu yüzden İTÜ Ay-Ti-Yu olmasın!
Peki ne olmalı? Bunun yanıtını bu raporda
vermeye çalıştık.
Gerekli araştırmalar yapıldı mı?
Yabancı dilde öğretim konusunda yapı-
lan araştırmaların incelenmesi, yeni araştırmaların yapılması ve araştırma yapan
kurum, kuruluş ve kişilerden bilgi istenmesi konusunda yeterli ve sağlıklı bir girişim
olmamıştır. Bu denli önemli ve bilimsel
gerekçelere dayandırılması gereken kararın, özellikle uzmanlar tarafından tartışılması gerekmektedir.
ÖSS TABAN PUANLARI
Yabancı dilin tercihte önemi
İTÜ’ye giriş puanlarının, denk üniversitelere göre daha düşük olmasının nedeni,
yabancı dilde öğretim yapılmayışına bağlanmaktadır. Dolayısıyla bu kararın uygulanmasıyla puanların yükseleceği düşünülmektedir.
Üniversiteye giriş puanlarını etkileyen
birçok etken bulunmaktadır. Bunlardan en
az etkili olanı yabancı dilde öğretimdir.
Konuyla ilgili pek çok örnek de Türk üniversitelerinde görülmektedir. Eğitim kalitesinin ve olanaklarının arttırılmasının yanı
sıra; lise öğrencilerine bu bilgilerin daha
yakın ilişki kurularak ve doğru yöntemlerle aktarılması, yüksek puanlı öğrencilerin
İTÜ’ye çekilmesi için izlenebilecek doğru
bir yöntemdir. Puan artışına bağlı ‘kısa
vadeli’ çözümler üretmek, İTÜ’nün imajı
ile ilgili asıl sorunları göz ardı etmektir.
Yüzde 30 puanları
arttırmadı
1996’dan beri durum
Üniversitemizin, 1996 yılında benzer
gerekçelerle yüzde 30 İngilizce öğretime
geçmesiyle, İTÜ’nün puanlarında herhangi
bir artış görülmediği gibi, İTÜ’yü tercih
eden öğrencilerin Türkiye sıralamalarında
ciddi bir düşüş görülmüştür. 1995 yılında
İTÜ’ye giren öğrencilerin genel ortalaması
11.719 iken, 2004 yılında bu ortalama
17.500, 2008 yılında ise 21.900 olmuştur
(Kaynaklar için ogrencikonseyi.itu.edu.tr
adresine bakınız). Bu veriler göstermektedir ki yabancı dilde öğretim, İTÜ’nün tercih
edilmesine gerekçe olarak gösterilemez.
YABANCI ÖĞRENCİ VE
AKADEMİSYENLER
İngilizce öğretime geçiş için kullanılan
gerekçelerden biri de yabancı öğretim
arıYORUM
üyesi ve öğrencilerin İTÜ’yü tercih etmemesidir. Yabancıların, genel olarak Türk
üniversitelerini tercih etmemesi, İTÜ’nün
kendi özelinde çözmesi gereken bir sorun
değildir. Bu ancak Yüksek Öğretim
Kurulu’nun programı ve teşviki ile aşılabilir. Bununla birlikte, yurtdışından gelmesi
hedeflenen yaklaşık 500 öğrenci için
İngilizce ders programı hazırlanması,
bütün İTÜ öğrencilerini etkileyen bir kararın uygulanmasından daha anlamlı, daha
bilimsel, daha çağdaş ve üstelik daha da
kolaydır.
ERASMUS’un dili
İngilizce değil!
ERASMUS programına dahil olan
Avrupa üniversiteleri incelendiğinde,
İngilizce ile öğretim yapmadıkları, İTÜ’den
giden öğrencilerin de dersleri İngilizce olarak değil, gidilen ülkenin diliyle gördükleri bilinen bir gerçektir.
Benzer şekilde, öğretim üyesinin isteği
ile derslerin İngilizce olarak verilmesi
mümkün olduğuna göre, yabancı akademisyenlerin İTÜ’ye gelmemesi için herhangi bir engel bulunmamaktadır.
Hazırlık sınıfı İngilizce
öğretemiyor
verilerek veya daha kolay sınavlar yapılarak, öğrencilerin üst kurlara geçmesini
veya hazırlık sınıfını atlamasının sağlanması
görmüş olurlar. İTÜ de, yüzde 100 İngilizce
öğretime geçerek bile kazanamayacağı
puan yükselişini, Türkiye’de bir ilk olacak
bu uygulama ile sağlayabilir.
Lisans eğitimi sırasında verilen İngilizce
dil derslerindeki aksaklıklar
Anadili İngilizce olan okutmanlar
Hazırlık sınıflarında anadili İngilizce
olan okutman sayısının arttırılması, hazırlık eğitimindeki kaliteyi yükseltecektir.
• Mesleğe yönelik müfredatın olmaması
• ING kodlu derslerin az sayıda olması
• ING kodlu derslerin bölümlere özel
mesleki müfredata sahip olmaması, havuz
dersi olarak işlenmesi
• Kaynakların yetersiz olması
• Derslerin araştırmaya teşvik etmemesi
İngilizce açılan derslerdeki
aksaklıklar
• Öğretim üyesinin yabancı dile hakim
olmaması
• Öğrenci - öğretim üyesi iletişiminin
olması gereken düzeye çıkarılamaması, bu
nedenle konular üzerinde tartışma ortamı
yaratılamaması
• Öğrencilerin, ders kaynağı olarak gösterilen İngilizce yayınları kullanmaması,
hocaların kaynak kullanımını yeterince teşvik etmemesi
• İngilizce ve Türkçe olarak açılan bir dersin, sınav sonuçlarında İngilizce dersin
sınav sonucu ortalamasının Türkçe derse
göre oldukça düşük olması
Araç olarak yabancı dil
İTÜ’DE YABANCI DİL EĞİTİMİ
İTÜ, yabancı dilde öğretime başladığı
yıldan bu yana, hazırlık eğitimi konusunda
pek çok aksaklıkla mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Hazırlık eğitiminin, öğrencilerin dil
becerilerini tam anlamıyla geliştirerek
İngilizce’yi kullanma becerisi sağladığı
söylenemez.
Öğrencilerin hazırlık eğitiminin ardından İngilizce’ye hakim olmaları ve
İngilizce makaleleri okuyup anlayabilmeleri gerekmektedir. Ancak şu anki durumda
bu mümkün değildir. Yapılması gereken
hazırlık eğitiminin güçlendirilmesi, öğrencilerin yabancı dil hakimiyetlerinin arttırılması olmalıdır.
Hazırlık sınıfındaki İngilizce
eğitiminde aksaklıklar
• Pratik kullanıma değil ezbere yönelik
eğitim yapılması
• Ders saatlerinin fazla olmasına karşın
müfredatın yeterli yoğunlukta olmaması.
• Sınıfların kalabalık olması ve bu nedenle okutmanların her öğrenciyle birebir ilgilenememesi
• Anadili İngilizce olan yabancı okutman
sayısının azlığı
• Sözlü sınavların az ve yetersiz olması
• Yabancı dil yeterlik sınavında ‘konuşma’ bölümünün olmaması
• Verilen dil eğitiminde temel mühendislik ve mimarlık terimleri öğretilmediği için,
mesleki İngilizce kaynakların çözümlenmesinde yetersiz kalınması
• Profeciency seviyesinin, dil bilgisini ölçmede yetersiz olması
• Sınıflardın kalabalık olması nedeniyle,
sınav sonuçlarına hak edilenden fazla not
YABANCI DİL ÖĞRETİMİ VE
YABANCI DİLDE ÖĞRETİM
ARASINDAKİ FARK
Bilimsel çalışmaların da gösterdiği gibi
dil öğretmenin yolu yabancı dilde meslek
derslerini vermek değildir. Raporun devamında belirttiğimiz çözüm önerilerinde,
kaliteli şekilde dil öğrenmenin ve dünya
çapında araştırmalar yapmanın, bildiri
hazırlamanın pek çok yolu ve yöntemi vardır. Üniversitelerin yapması gerekense bu
yol ve yöntemler üzerinde çalışıp hem kaliteli eğitim almış, aldığı eğitimi anlamış ve
özümsemiş, aynı zamanda da yabancı dil
bilgisine yüksek düzeyde sahip mezunlar
yetiştirmektir.
EĞİTİM KALİTESİ EĞİTİM DİLİ
İNGİLİZCE YAPILMADAN NASIL
ARTTIRILIR?
Hazırlık eğitimi
Hazırlık eğitimi, uygulamaya yönelik
gelişmeler ve projelerle yeniden ele alınmalıdır. Hazırlık eğitimi, ilk ve orta öğretimde
dil eğitimi alsın, almasın bütün öğrencilerin İngilizce’ye hakim olması için önemli
bir dönemdir. Genellikle bir akademik
yılda verilen bu eğitimlerin sonucunda
yapılan yeterlik sınavında gösterilen başarının arttırılması gerekmektedir.
Yurtdışı dil kampları
Yabancı dil, en hızlı ve etkili konuşulduğu ülkede öğrenilir. Hazırlık eğitimi süresince, uygun görülen bir zaman aralığında
öğrenciler yurtdışında İngilizce kamp
programına dahil edilebilir. Bu sayede
öğrenciler hem İngilizce’yi yaşayarak çok
iyi bir şekilde öğrenir, hem farklı bir ülke
Yeterlik koşulu olarak TOEFL
Hazırlık eğitimi ve sonunda yapılan
Profeciency Yeterlik Sınavı, TOEFL sistemine dönüştürülebilir. Bu sayede öğrenciler mezuniyet sonrası kendi çabalarıyla
almak zorunda kaldıkları TOEFL belgesini
hazırlık sonrası almış olacaktır.
Lisans eğitimi
Kaliteli mezun tanımında “mesleki
İngilizce” bilgisi büyük önem taşıdığı için
lisans eğitimi boyunca öğrencilerin
İngilizcelerini geliştirmeleri gerekmektedir.
Bu sorunun çözümü için;
Öğrencilerin teknik terimleri öğrenebilecekleri, bölümlerine ve mesleklerine
yönelik çeşitlendirilecek İngilizce dersleri
planlanmalıdır.
ÖSS’de İTÜ’nün puanlarının
yükseltilmesi
Yabancı dile geçiş için gerekçe olarak
gösterilen ‘ÖSS taban puanları’ çeşitli yollarla yükseltilebilir. Bilinmelidir ki bir üniversitenin tercih edilmemesi, üniversitenin
üniversite adaylarıyla yeterli ilişki kuramamasından kaynaklanır. Bu nedenle üniversitenin tanıtım faaliyetleri ile ilgili planlamalar bu puanların arttırılmasında etkili
olur.
Her ne kadar üniversite adaylarına
yönelik tanıtımların yapılması puanları art-
yrıca fotoğraflarda arka plan
çok önemlidir. Güzel bir
fotoğraf doğru bir arka planla çok
güzel bir hale gelebilir. Doğru arka
plan için konunuzun etrafında neler
var kontrol etmeli ve doğru açıdan
çekmek gerekir. Fotoğraflarda bir de
“hareketin doruk noktası” konusu
A
11
tırsa da, en önemli puan artışını İTÜ’lülerin
aidiyet duygusu sağlayacaktır.
Aidiyet duygusunun geliştirilmesi,
farklı kollardan yapılacak çalışmalarda,
İTÜ’nün bütün bileşenlerinin katkısıyla
olmalıdır. Bu çerçevede şu konulara önem
verilebilir:
Mezun-öğrenci iletişimi
Mezunlar ve öğrenciler arasında sürekli
diyalog kurulmasına ilişkin bir ‘mezun
danışman’ sistemi oluşturulabilir.
Öğrenci-öğrenci iletişimi
İTÜ’yü yeni kazanan öğrencilerin, üst
sınıflardaki öğrencilerle ‘abla-ağabey’ ilişkisinin kurulması uygulanabilecek bir
diğer yöntemdir.
SONUÇ
İstanbul
Teknik
Üniversitesi,
Türkiye’nin bilimsel altyapısını geliştirmek
ve yerli kaynaklar oluşturmak özgörevinden ödün vermemelidir. Ancak bu özgörevin ışığında; eğitim kalitesini arttırmak,
ÖSS taban puanlarını yükseltmek, öğrencilere aidiyet duygusunu aşılamak, mezunüniversite ilişkisini güçlendirmek ve en az
bir yabancı dil ile donanmış mezunlar vermek ile ilgili sorunlar çözümlenebilir.
‘Teknik Üniversite’ özgörevini unutarak
veya değişmesi gerektiğini savunarak, hiçbir bilimsel dayanağı olmayan ‘yabancı
dilde öğretim’ yolunu seçtiği takdirde, geri
dönüşü olmayan bir yola girecektir.
Bu metin, İTÜ Öğrenci Konseyi ve Arıyorum
İTÜ Gazetesi tarafından hazırlanan “İTÜ Ay-TiYu Olmasın!” kitapçığından kısaltılmıştır.
Kitapçığın tümüne
www.gazete.itu.edu.tr/ituaytiyuolmasin.pdf
adresinden ulaşabilirsiniz.
vardır. Bir çocuk tam topa vururken
ya da ip atlayan bir çocuğun ipi en
yukardayken veya en aşağıdayken
çekmek kompozisyonu güzelleştirir.
Sokaktaki insanların portreleri çekiliyorsa da alan derinliği kısılarak
arka plana bir fluluk kazandırılır.
12
arıYORUM
Kasım 2009
İTÜ Öğrenci Kolektifi:
“Kendimizi üniversitenin
tam merkezinde görüyoruz.”
Burak Avcı
Üniversitelerdeki öğrenci
toplulukları, üniversitelerde
demokrasinin işleyebilmesi
ve içselleştirilmesi için çok
önemli görevler üstlenmesi
gereken oluşumlar, fakat
ülkemizde geçmiş yıllarda
yaşanan öğrenci olayları,
kamuoyunun bu topluluklara
önyargılı ve bazen de kötü
gözle bakması için zemin
hazırlıyor. Durum böyle
olunca öğrenci toplulukları
toplumun gözünde “illegal”
oluşum olarak etiketleniyor.
En önemli görevlerinden
birinin de toplumun nabzını
tutmak ve kamuoyunu yönlendirmek olan üniversitelerin, demokratik bir
iklimden uzak ve koridorlarında “tek bir ses”in yankılandığı kurumlar olması,
ülkemizin bugünü ve yarını
için büyük bir tehlikedir. İşte
bu görüşten hareketle
Arıyorum İTÜ Gazetesi
olarak, üniversitemiz
bünyesinde faaliyet gösteren
öğrenci topluluklarına sayfalarımızda yer açıyor bunu
demokrasinin ülkemizde ve
üniversitemizde içselleştirilmesi için önemli bir görev
olarak görüyoruz. Kapımız
tüm öğrenci topluluklarına
açıktır...
ğrenci Kollektifleri, İstanbul
Teknik Üniversite bünyesinde
faaliyet gösteren en aktif öğrenci topluluklarından biri. Yazdıkları, çizdikleri
ve söyledikleriyle daima dikkat çeken
Öğrenci Kollektifleri’nin yaptığı birçok
eylem çoğu zaman öğrenciler tarafından tepkiyle karşılanıyor. Durum böyle
olunca, Öğrenci Kollektifleri’nin aslında neyi amaçladığını, günahları ve
sevaplarıyla kamuoyuna birinci ağızdan, doğru bir şekilde aktarmak
üniversitemizde demokrasi bilincinin
yerleşmesi için önemli bir görev olarak
karşımıza
çıkıyor.
Öğrenci
Kollektifleri’nden Fatih Usta, Ersin
Kılıç ve Ali Duman ile konuştuk ve
aslında ne yapmak istediklerini sorduk...
Ö
Öğrenci Kolektifleri ne zaman, ne
amaçla kuruldu?
Fatih: Öğrenci Kolektifleri, 2006
baharında ilk olarak İstanbul Teknik
Üniversitesi’nde kuruldu. Bunun
öncesinde çeşitli üniversitelerde faaliyet
gösteren ve özellikle harçlar, yurt ücretleri gibi konularda tepkisini ortaya
koyan öğrenci grupları vardı, fakat bu
oluşumlar kurumsal bir kimlikten yoksundu. 2006 yılı, bu birikimin kurumsallaştığı, hedeflerinin ortaya konulduğu ve
belirli bir isim altında birleştiği bir yıl
oldu. Bu tarihten sonra önümüze koyduğumuz her programda demokratik
katılıma ve eleştiriye açık bir yapı kurmak, üniversitede yaşadığımız sorunlara
birlikte çözüm üretmek en önemli
amaçlarımız oldu. Ulaşım, barınma gibi
öğrencilerin en temel haklarının paralılaştırılması, sosyal kültürel alanların
yetersizliğiyle üniversitelilere dayatılan
bireyselcilik aslında ortada topyekûn bir
üniversite sorunu olduğunu gösteriyor
bize. YÖK gibi bir kurumun varlığı ve
gündemde var olan her gelişmenin
üniversiteye yansıması bu sorunların
kökeninin ülke siyasetinden bağımsız
olmadığını gösteriyor. Bu nedenle
Öğrenci Kolektifleri olarak ülke ve
üniversite gündemi hakkında söz
söyleyen, görüş bildiren bir yapıya da
sahibiz.
“Kolektif” isminin özel bir anlamı var
mı?
Fatih: Kolektif, birliktelik anlamına
gelen bir kelime. Üniversite ve ülke
sorunlarının, ancak bir araya gelerek ve
ortak bir duyarlılık sergileyerek çözüme
kavuşacağına inanıyoruz. Bu noktada
isim değil birlikte yaptığımız işler önemli aslında.
Kendinizi siyasi yelpazenin neresinde
görüyorsunuz? Siyasi bir grup veya
örgütle bağlantınız var mı?
Fatih: Öğrenci Kolektifleri demokratik,
bağımsız bir öğrenci örgütü. Hiçbir
örgütle, partiyle ilgisi ve bağı yok. Bu
nedenle de zaten herkesin katılımına
açıktır.
Ersin: Öğrenci sorunlarına çözüm bulmak ve mevcut durumu eleştirme ve
değiştirme noktasında muhattabınız
doğal olarak siyasi iktidar oluyor.
Öğrencilerin elde etmesi gereken hakların kazanımı konusunda – yaptığımız
çalışmalar da bu yönde zaten- doğal
olarak iktidarı karşımıza alıyoruz ve bu
yönüyle biz bir tarafız. Eylemlerimizde
yoğunlukla ele aldığımız yurt, burs,
ulaşım gibi temel haklarımızı savunmak
için kendi mücadelemizi vermemiz
gerekir.
Hayata soldan bakmıyor musunuz?
Ali: Var olan sisteme alternatif bir şey
söylemenin sol tarafa oturduğu bir
gerçek. Haklarını arama, bağımsızlığı,
demokrasiyi, özgürlüğü ve kardeşliği
savunuyoruz. Aynı zamanda üniversitenin bugünkü var olandan farklı
olması gerektiğini söyleyerek alternatifini önerdiğimize bakarsanız bizim solcu
olduğumuzu söyleyebilirsiniz.
Ayrışma da buradan çıkmıyor mu?
Tüm öğrenciler bahsetiğiniz sorunların birebir mağduru, fakat özellikle
Öğrenci Kolektifleri’nin kampüs
içerisindeki prestijine ve öğrencilerin
size olan desteğine baktığımızda
bunun yeterli düzeyde olmadığını
görüyoruz.
Ersin: Üniversitede bir eylem olduğunda
herkesin aklına ilk olarak Öğrenci
Kolektifleri geliyor. Belki de birçok
arkadaşımızın yeterli bilgisi olmadığı
için böyle bir bakış açısı var ve bu birtakım yanlış anlamalara yol açabiliyor.
Ali: Bunu bir önyargı olarak görüyorum.
Ben aynı zamanda Halk Bilimleri ve
Sanatları Kulübü’nün de aktif bir üyesiyim. Kulüp içerisinde hiçbir zaman bana
karşı kötü bir intibah olduğunu görmedim. Bu sorunun öğrencilerin bizi yeterince tanımamasından kaynaklandığını
düşünüyorum. Elbette eleştirilebiliriz,
bu çok doğal. Ancak bizi eleştirenlerin,
eleştirirken ortaya alternatif bir örgütlenme koymaları gerekiyor. Çünkü örgütlü
olmadan sorunlarımıza çözüm bulmamıza imkân yok.
Fatih: Bunun yanında ben bu yargıyı çok
da doğru bulmuyorum. Örneğin,
Kolektif ilk kurulduğunda öğrenci
sorunları ve eylemlerle ilgili bir anket
yapmıştık. Bu ankette arkadaşlarımızın
bize desteğini de sorduk. Bu ankette
%86’lık bir destek çıkmıştı. Buna ek
olarak yaptığımız imza kampanyaları da
büyük ilgi görüyor binlerce kişi tarafından destekleniyor. Bu bağlamda
kendimizi üniversitenin kenarında
köşesinde değil tam merkezinde görüyoruz. Diğer arkadaşlarımızdan farklı da
görmüyoruz. İTÜ Öğrenci Kolektifi’ndeki her arkadaşım gibi İTÜ’lü olmaktan
mutluyum. Eleştirilerimiz, eylemlerimiz
bu güzel üniversitenin daha farklı olması
içindir. Eminiz ki bizim gibi düşünen
binlerce öğrenci var. Ama bir araya
gelmek gerekiyor. Biz de bir araya gelenleriz. Hatalarımız vardır elbet. Mesela
uyguladığımız yöntem ve üslup
konusunda arkadaşlarımızdan eleştiriler
gelebilir. Bu eleştiriler art niyet
gütmedikçe bunu hoşgörüyle karşılarız,
her zaman eleştiriye açığız. Bizi eleştiren
arkadaşlarımızla fikirlerimizi paylaşabiliriz ki bununda birçok örneği var.
Hakkımızda yanlış bilgilendirmelerle
bize gelen birçok arkadaşımı haklılığımıza ikna ettim.
2 Aralık tarihinde Maçka’da tatsız
olaylar yaşandı. Bu olaylar nasıl
gelişti? Bir de sizden dinleyelim.
Ali: Olaydan birkaç gün önce Yabancı
Diller Yüksekokulu’nda film gösterimimiz vardı. Film gösterimi sırasında laf
arıYORUM
Kasım 2009
atma gibi çeşitli tacizlerde bulundular
bize. Biz hiçbir şekilde müdahale
etmedik. 2 Aralık günü, bu grup
sınıflara kadar çıkıp dergi dağıtmaya
başladı ve dağıtım sırasında “Biz aşağıdakiler gibi değiliz” tarzında sözler
söyleyerek, bize yönelik sınıflarda
tehditler savurdular. Bu duruma hem
öğrenciler hem de okutmanlar şahittir.
Bu insanların bize karşı bu üslupla
konuşmamaları konusunda uyardık.
Bunun ardından üzerimize bıçaklarla
saldırdılar.
Demokrasi sınırları içerisinde size
karşıt bir görüşün varlığına tahammül
etmeniz gerekmez miydi?
Fatih: Kendini milliyetçi olarak tanımlayan
her
insanla
demokrasi
çerçevesinde tartışabiliriz ama
“Ülkücülük” bir ideoloji olarak
demokrasinin sınırlarını aşan bir
kavram. Bu ideoloji adına geçmişte
birçok katliam yapılmıştır. Böyle bir
görüşün “demokrasi” diyerek yaygınlaşmasına izin verirseniz gün gelir size
saldırır, canınızı alabilir. Bu yüzden biz
bu gibi görüşlere saygı duymanın
demokrasiye hizmet etmek değil ihanet
olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca bunu
bir demokrasi sorunu olarak görüp bu
fikre izin verenler öncelikle yaşanan
olayları bir düşünsünler. Bu ülkede kaç
tane aydın gazeteci yazar öldüklerini
biliyoruz hepimiz. En sonuncusu Hrant
Dink örneği. Ama bugün gerçekten İTÜ
öğrencilerinin durduğu noktadan ve
Fatih Usta
duyarlılıktan memnun olduğumu
söyleyebilirim. Yaşanan saldırının bir
gün ertesinde iki kampüste 800 öğrenci
tepki
yürüyüşleri
düzenledi.
Marmara’da Gazi’de bunun gibi onlarca
saldırı yaşanır. Ama sesinizi çıkartamazsınız. İTÜ ise farklıdır.
Olayın zamanlaması hakkında ne
düşünüyorsunuz?
Fatih: İTÜ Maçka Kampüsü’nde geçen
dönem yemekhane kuyrukları, doğalgaz zamları gibi konularda önemli
eylemler oldu. Bu saldırının tam bunların sonrasına denk gelmesi oldukça
ilginç bir durum. Hemen ardından masa
açma, afiş asma gibi hakların yasaklanması, kampüse çevik polisin girmesi,
bize bunun planlı bir saldırı olduğunu
düşündürüyor.
Rektör Muhammed Şahin hakkında
ne düşünüyorsunuz?
Fatih: Rektör Şahin’in üniversite
içerisinde yapılan seçimde ikinci sırada
bulunmasına rağmen YÖK ve
Cumhurbaşkanı tarafından göreve getirilmesini doğru bulmuyoruz. Halbuki
Muhammed Şahin, göreve gelmeden
önce “Ankara’nın değil İTÜ’nün rektörü
olacağım” demişti ama öyle olmadı.
İkinci sıradan atanma durumu ve Eylül
ayında gerçekleşen açılış töreninine
öğrencilerin alınmaması ve Tayyip
Erdoğan’ı protesto eden öğrencilere
uygulanan şiddet, Şahin’in bu söylemine gölge düşürüyor. Maçka’da yaşanan
olayların ardından sıkıyönetim ilan
edilmesi, afiş asılmasına ve masa açılmasına yasakların getirilmesi Şahin’in
öğrenciye bakışını özetler nitelikte.
Geçtiğimiz aylarda rektörle bir görüşmeniz olmuştu. Bu görüşmede neler
konuşuldu. Rektör’ün sizinle görüşmesini bir jest olarak nitelendirmiyor
musunuz?
Fatih: Bildiğiniz gibi özellikle öğle
yemeklerinde yemekhanede uzun
kuyruklar oluşuyor. Üniversitemizin
yurt olanakları oldukça kısıtlı ve bazı
yurtlar oldukça pahalı. Bu konuda yaklaşık iki bin adet imza toplayıp rektörlüğe sunduk ve görüşme de bu konu ile
ilgiliydi. Vadi Yurtlarının çamaşır
sorunu, öğrenci belgesi alınmasında çekilen zorluklar konusunda çeşitli sözler
aldık. Bunların bir kısmı yapıldı, bir
kısmı ise yapılmadı. Muhammed
Şahin’in bizimle yaptığı bu görüşme iyi
niyet göstergesi değil. Maçka’da gerçekleşen olaylar sonrasındaki yasaklar ve
cezalar böyle olmadığını gösteriyor.
Onun açısından bakarsanız hergün
yüzlerce imzanın toplandığı olağan bir
kampanya bu.
Üniversitedeki sosyal kültürel ortamla
ilgili ne düşünüyorsunuz? Bu alana
dair çalışmalarınız da oluyor sanırım.
Ali: Üniversitemizin sosyal ve kültürel
olanaklarını sınırlı görüyoruz. Bunu arttırmak isteyen arkadaşlarımız da birçok
sorunla karşılaşabiliyor. Bu konuda
yeterli kaynak sağlanmıyor.
Sponsorunuz yoksa şenlik yapErsin Kılıç mayın deniyor mesela. Ya da
çeşitli salonların kullanımına
13
kısıtlamalar yasaklar getiriliyor. Konser
yapmak istediğiniz yerin şirket kokteyllerine çok önceden ayrıldığını görebiliyorsunuz. Ancak biz arkadaşlarımızı
birlikte bir şeyler üretmeye davet ediyoruz. Örneğin geçtiğimiz dönem
“Sinema Günleri”nin üçüncüsünü
düzenledik. Tarık Akan, Yeşim
Ustaoğlu, Erkan Can, Nejat İşler,
Handan İpekçi gibi birçok yönetmen ve
oyuncuyu davet ettik. Arkadaşlarımızla
film izleyip üzerine tartışmaya, fikir
üretmeye çağırıyoruz. Bunda bile yasaklarla karşılaştığımız oluyor. Ama biz
inatla sürdürüyoruz
Peki aileleriniz tepkisi nasıl? Sizi
destekliyorlar mı yoksa karşınızdalar
mı?
Ersin: Benim ailem çoğu zaman destekler beni. Zaman zaman tartıştığımız olsa
da beni anlayışla karşıladılar bugüne
kadar.
Fatih: Babam işçi annem de Ordu’da
çiftçilik yapar. Hayatları her zaman
çalışmakla geçer. İyi kötü geçimlerini
sağlayarak yaşıyorlar. İki kardeşimin
daha üniversitede okuması maddi
olarak epey zorlayıcı oluyor. Bu yüzden
haklılığına bakmadan aslında devrimciliğimi pek tasvip etmezler. Korkuları
bana zarar gelmesinden ötürü muhtemelen. Elbette ki üzüntüler yaşanır bu
durumda ama her zaman sonunda beni
dinlediler ve haklılığımı kabul ettiler.
Yine de sorarlar ne yaptığımı. İlginçtir
son seçimlerde AKP’ye oy verdiler. Ama
benim AKP karşıtı oluşum onları da etkiliyor. Şimdi çok sevmezler AKP’yi. Bir
de bizim çocuğumuz devrimcidir diye
övündüklerini duydum. |
Ali Duman
nlü Türk, sokak fotoğrafçıları
arasında, Ara Güler, Mehmet
Oral, Yücel Tunca, İsmail Acar, Sabit
Kalfagil, Coşkun Aral gibi isimler
Ü
vardır. Sokak fotoğrafçılığın babası
olarak bilinen isim ise, Henri CartierBresson’dur.
www.miam.itu.edu.tr
14
arıYORUM
Kasım 2009
Hem sevilen hem sevilmeyen
KAMPÜS KÖPEKLERİ
Çağrı Abdullah
imi zaman yurdun
önünde huysuz bir bekçi
gibi nöbete durup içeri girilmesini engelliyorlar, kimi
zaman ne kadar hızlı koşabileceğinizi sınıyorlar,
kimindeyse elinizdeki poşettekilerin tadına sizden önce
bakıyorlar… Bu oyuncu hayvanların bizlere alıştıkları ve
hayatlarından gayet memnun
oldukları kesin, fakat biz
onlara ne kadar alıştık acaba?
K
Veriler ne söylüyor?
Son yıllarda Maslak Yerleşkesi’nde neredeyse her yerde bir köpek
veya kediye rastlamak mümkün hale
geldi. Yerleşke etrafındaki mahallerde
betonlar arasında yaşama imkânı bulamayan tüm köpekler, elverişli koşulları
nedeniyle yerleşkeyi kendileri için yeni
bir ev olarak belirlemiş durumdalar.
Sokak hayvanları için en önemli sorun
olan yiyecek ise gönüllü bir şekilde
kendilerini besleyen kişiler tarafından
çözülünce Maslak Yerleşkesi bu hayvanlar için biçilmiş kaftan haline geliyor.
Sayılarının kırk dört olduğu bilinen köpeklerin -çoğu zaman öğrenciler
için bir tehlike oluşturmasa da- toplumsal hayatımıza tam olarak uyum
sağladığını söylemek zor. Bu sorunun
nedenleri arasında; köpek korkusu
-hatta kedi korkusu- olan öğrenci
oranının hiç de azımsanmayacak boyutlarda olması başta geliyor. Öğrencilerin
büyük kısmında olan bu korku
köpeklerin bizle iç içe olmasını imkansız
hale getiriyor veya çok zorlaştırıyor.
Fakat tüm bunların yanı sıra;
köpekler yüzünden yaralanan kişi sayısı
çok az. Mediko’dan aldığımız verilere
göre; İTÜ’de köpekler yüzünden meydana gelen sorunlar yılda 5’i geçmiyor.
Bu binlerce öğrencinin olduğu bir yerleşke için gerçekten oldukça düşük bir
rakam.
Köpekler hakkında yeterince bilgimiz
var mı?
Konuya hâkim birkaç kişi
haricinde insanlar, İTÜ’deki köpeklerin
tamamen başıboş olduğunu düşünmekte. Bu da korkuları ve yanlış
anlamaları artırmakta, fakat
yaygın kanının aksine, durum
farklı;
aslında
İTÜ’deki
köpeklerin hepsinin kaydı tutulmakta. Aşıları ve bakımları
yapılmakta, düzenli olarak
yemekleri verilmekte ve nüfuslarını sabit tutabilmek için kısırlaştırılmaktalar. Bu nedenle yerleşke içindeki köpekler, havlamalarını
ve
samimi
davranışlarını
saymazsak
sanıldığından çok tehlikesizler.
Köpeklerle ilgili düşüncelerine
göre öğrencileri gruplandırmak
gerekirse; İTÜöğrencileri iki
temel bakış açısına sahip.
Birinci gruba ait örgenciler;
Bu öğrenciler köpek veya
kedi ile karşılaştıklarında, hayvanlar kendilerine dostça yaklaşsa dahi rahatsız oluyorlar.
Çoğu zaman kız öğrencilerin
daha çok yaşadığı bu sorun, öğrencilerin
kimi zaman yollarını değiştirmesine,
yurtlarına girememesine dahi yol açıyor.
Ayrıca köpekler hava kararınca sürüler
halinde dolaşıp bu kişiler için daha
korkutucu olabiliyor, zaman zaman
yaralanmaya dahi varan kazalara sebebiyet verebiliyorlar. Özellikle son yıllarda bunun örneklerini sıkça görmek
mümkün hale geldi.
İkinci gruba ait öğrenciler;
Köpeklerden korkan grubun
aksine; sokak hayvanlarının varlığından
mutlu oluyor onlardan korkmuyorlar.
Hatta yerleşke içinde köpeklerin varlığı
bu insanları daha da mutlu ediyor.
Zaman zaman köpekleri seviyorlar ve bu
sevgiyi karşılıksız bırakmayan köpeklerle güzel arkadaşlıklar kurabiliyorlar.
Doğal bir ortamda hep birlikte yaşamamızın gerektiğini düşünüyorlar. En
önemlisi köpekleri tehlike olarak görmüyor ve onlardan korkmuyorlar. Bu
yüzden birinci gruptaki öğrencilerin
yaşadığı kazalar bu grupta görülmüyor.
Geçmişte ne olmuştu?
Geçmiş dönemlerde gelen
şikâyetler üzerine köpekleri toplatan
yönetim hiç beklemediği bir sorunla
karşılaştı; ne kadar köpeği yerleşkeden
uzaklaştırdıysa kısa zamanda daha fazla
köpek geliyordu. En sonunda bununla
baş edilemeyeceği anlaşılıp uygulamadan vazgeçildi ve yönetim köpekleri
tamamen uzak tutmanın mümkün
olmadığı kabul edilerek “kontrol altına
alma” uygulamasına geçti. Bu durumun
nedenini anlamak içinse hayvan psikolojisine kısaca göz atarsak; içgüdüsel
olarak köpekler yaşadıkları bölgeyi
sahipleniyor ve koruyor, tanımadıkları
köpeklerin bu “kurtarılmış bölgelere”
girişini engelliyorlar. Daha anlaşılır bir
biçimde ifade edersek yerleşke içerisin-
arıYORUM
Kasım 2009
deki kırk dört köpek dışarıdaki üç, dört
bin köpeğin yerleşkeye girişini engelliyor. Bu da bizi temel bir soruyla karşı
karşıya bırakıyor: aşısız ve tehlikeli
kontrol altında tutulamayan üç bin
köpek mi yoksa aşılı ve tehlikesiz kırk
dört köpek mi?
Yetkililer ne söylüyor?
Bu konuda bilgi almak için üniversitede ilgili kurulun başındaki isim Prof.
Orhan Kural ile görüştük. Orhan Kural
bizlere yerleşkenin köpeklerden tamamen arındırılamayacağını düşündüğünü
söyledi ve bunun teknik olarak imkansızlığından bahsetti. Kısaca açıklamak
gerekirse; “Yerleşke içindeki kırk dört
köpek, civardaki -sayısı 7 bini bulanbaşıboş köpeğin yerleşkeye girişini
engelliyor. Bu sayede öğrencilerin
etrafında yalnızca aşılı ve sağlıklı
köpekler bulunmuş oluyor.” diyor
Orhan Kural. Ayrıca köpeklerin
sanılanın aksine çok zararsız olduklarını
da belirterek, bizlere bunu verilerle
anlattı.
Çözüm ne olabilir?
Durumu anlatıp görüşünü
aldığımız öğrencilere göre çözüm bir
noktada birleşiyor;
Hepsi olmasa da bazı köpekler
gerçekten sorun yaratabiliyor. Gerek
vakitsiz havlaması, gerek agresif
davranışlarıyla insanları korkutabiliyor.
Öncelikle bu köpekler ayıklanmalı.
Ardından köpekler ile öğrenciler arasındaki iletişim sorunu çözülmeli. Yani
onların doğal hayatımızda var olmasının
kötü olmadığını, aksine yerleşkeyi diğer
köpeklere karşı koruduklarını anlatabilmeliyiz. Beslenmeleri poşetlerle yapılmamalı ve elimizdeki poşetlere ilgi duymamaları sağlanmalı.
Prof. Dr. Orhan Kural:
Öğrenciler ne diyor?
Hilal Kalaycı – İşletme Müh. öğrencisi
Ferhunde Birkan Kız Yurdu’nda kalıyorum. Normal zamanlarda dahi
köpeklerden çekiniyorum. Fakat özellikle akşamları çok zor durumda kalıyorum onların yüzünden. Elimizde poşet
gördüklerinde peşimize takılıyorlar.
Korkuyorum, sosyal hayatımızı kısıtladıklarını düşünüyorum. Okul yönetimi, güvenlik konusunda bizlere
yardımcı olabilir veya tamamen uzaklaştırabilirler.
Alaaddin Varol – Elektronik Müh. öğrencisi
Köpeklerin sayısı çok fazla ve bizler için
bir tehlike oluşturabiliyorlar. Örneğin
benim bir arkadaşım köpeklerden kaçıp
kapıyı açmaya çalışırken camı kırdı. Eli
kesildi. Kaçmaya çalıştığından köpek
de oynuyor sanıp peşinden gelmiş. Ben
kendim böyle bir olay yaşamadım.
Bence uysal olanları kalabilir.
Zeynep Merve Cangal – Matematik Müh.
öğrencisi
Bence, köpeklerin toplanması gerekli. En azından kız
yurtlarının civarına gelmeleri engellenmeli. Çünkü
kızlar daha fazla etkileniyor. Ben yurtta kalmadığımdan benim için çok büyük bir sorun olmuyor. Fakat
yurtta kalan arkadaşlarım bu konudan çok şikayetçi
ve bu konuda bir çözüm bekliyorlar.
Taygun Recep Güngör - Makina Müh. öğrencisi
Ben genel olarak köpeklerden çekiniyorum. Gündüzleri bir sorunum yok, ama
geceleri yerleşkede yalnız başıma dolaşmamaya dikkat ediyorum. Fakat şunu da
belirtmeliyim ki, dolaştığım zamanlarda
da bir sorun yaşamadım. Ayrıca İTÜ
Maslak Yerleşkesi çok büyük ve bu
köpeklerin bir şekilde oradan çıkarılsa
bile yerine yenilerinin geleceğini
düşünüyorum. Onun için köpeklerin oradan uzaklaştırılmasına veya
öldürülmesine karşıyım.
Ersen Köse - İnşaat Müh. öğrencisi
Pek bir sorunum yok aslında köpeklerle. ODTÜ’deki ve Ankara Üniversite’sindeki köpekleri gördüm ben. Bayağı kovalıyorlardı öğrencileri.
Bunlar o kadar sıkıntı vermiyor. Sayıları fazla mı? Evet, fazla. Ama
zararsız olukları sürece onlara dokunulmaması gerektiğini düşünüyorum.
Mehmet Emin Şahin - İnşaat Müh. öğrencisi
Kampüste çok köpek var ancak henüz saldırdıklarını gormedim. Bu yuzden bu beni cok rahatsiz etmiyor. Korkup rahatsiz olan insanlar var,
onlar için eğitim düzenlenebilir. Uysal olmayan köpekler uzaklaştırabilirler.
Halil İbrahim Özhanlı – Elektronik Müh. öğrencisi
Kampüs hayatında köpeklerin de olması bu kadar büyütülmemeli. Şu
ana kadar kimseye saldırdıklarını görmedim. Bence kalabilirler.
“Gece beş köpeği bir arada
görsem ben de korkarım.”
İTÜ’deki köpeklerden rahatsız
olan çok sayıda insan var gibi.
Bunlar arasında hayvanların
öldürülmesi dahi talep edenler
var. Ne söylemek istersiniz?
Hayvanların öldürülmesi hiçbir
şekilde söz konusu dahi olamaz. Bu
yasal olarak da bir suçtur.
Peki, bu insanlar hayvanlardan
korkuyorlarsa?
Buna elbette hakları var. Örneğin,
gece karşımızda dört beş tane
köpeği bir anda görsek hepimiz
korkarız.
Bir kısım insanlar ise yerleşkenin köpeklerden tamamen arındırılmasını istiyor. Bu
teknik olarak mümkün mü?
Geçenlerde bu konuda bir toplantıya gittik ve
köpeklerin yerleşkeden atılmasını isteyen bir
grupla karşılaştık. Bir defa bu insanların şunu
bilmesi gerekir, bu köpekler gittiği an yerine
yenileri gelir.
Yani şu anda yerleşkede yaşayan köpekler
toplansa dahi yeni köpeklerin gelişini
engellemek mümkün değil mi?
Evet. Köpeklerin ve benzeri hayvanların kendilerine ait bölgeleri vardır. Bu bölgeyi sahiplenir
ve korurlar. Ayrıca başka hayvanların kendi bölgesine girmesini engellerler. Biz dışarıdaki
köpekleri bilmiyoruz ama kendi köpeklerimizi
biliyoruz ve bizim köpeklerimiz sayesinde
dışarıdaki köpekler yerleşkeye giremiyor.
Sarıyer’de 7000’e yakın köpek var. Bu köpekler
bitmeden, İTÜ’deki köpekleri ne kadar yollarsak
yollayalım sürekli yeni köpekler gelir.
Peki, buradaki köpeklerin bakımı yapılıyor
mu?
Buradan Ayşegül Bölükbaşı’na teşekkür etmek
istiyorum. Kendisi sayesinde İTÜ’deki
köpeklerin hepsi kısırlaştırıldı, aşıları yapıldı ve
gayet sağlıklılar. Sarıyer Belediyesi ile çok iyi bir
diyalog içerisindeyiz. Sarıyer Belediye Başkanı
Şükrü Genç bizlere çok yardımcı oldu.
Kendilerine de teşekkürü bir borç biliyorum.
Peki köpeklerden korkan kişilerle ilgili neler
yapılabilir? Nasıl ortak bir çözüm bulunabilir?
Öncelikle şunu söylemek isterim; yerleşkemizdeki tüm köpekler kısırlaştırılmıştır, aşıları
tamdır, karneleri vardır. Yani korkmaları için
gerçekten bir neden yok. Bazen bisikletli öğrencilerden şikayet geliyor bisikletle giderken
kovaladıklarına dair. Köpekler oyun oynamak
istiyor. Çünkü ilgilerini çekiyor. Aslında onlardan korkulmazsa, sevgiyle yaklaşılırsa birçok
sorun aşılacaktır. Biz gerekirse bu konuda
köpeklerden korkan öğrencilerimize psikolojik
destek vermek istiyoruz. Bunu seminer halinde
yapabiliriz. Sonuçta biz korkuyoruz diye karşı
tarafın haklarını kısıtlayamayız. Hatta geçen
15
böyle bir tartışmada Ayşegül Hanım çok doğru
bir şey söyledi: “Ben de erkeklerden korkuyorum. Şimdi tüm erkekleri toplatmalı mıyız?”
(gülüşmeler) Ayrıca kız yurtlarına giden uzun
yolun kenarlarına köpeklerin yaklaşmasını
engelleyen frekans yayıcılar konuldu. Artık
rahatça yurtlarına gidebilecekler.
Siz onlarca ülkeyi gezmiş görmüş birisiniz.
Dışarıda bu uygulamalar nasıl?
Birçok ülkede sokak hayvanı gibi bir kavram
yok. Mesela ABD’de sokakta hayvan göremezsiniz. Bu hayvanlar toplanır ve bakım
merkezine alınır. Bir ay süre ile bakılır. Eğer bir
ay içerisinde sahiplenmek isteyen olmazsa iğne
ile uyutulur. Avrupa’da da durum böyledir.
Türkiye’deki yasa hayvanlar açısından daha
iyi sanırım.
Evet, keşke yasa uygulamada da aynı iyiliğe
ulaşabilse. Hayvanlar orada, açlıktan yürüyemeyecek hale gelip can çekişerek ölüyorlar.
Gözlerimizle gördük bunları. Bu açıdan, hayvanların işkenceyle ölmesindense, uyutularak
ölmesini daha iyi buluyorum. Fakat her ne olursa olsun canı Allah vermiştir bizim can almaya
hakkımız yok.
Bazı öğrenciler ise köpeklerin sadece bir
kaçının saldırgan olduğunu ve onların uzaklaştırılması gerektiğini söylüyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Uzaklaştırılıyor onlar. Ayşegül Hanım bu
köpekleri tespit ediyor ve yerleşke dışına
çıkartıyor. En kötü ihtimalle Kemerburgaz’daki
hayvan barınağına götürülüyor. Bu tip önlemleri biz de haklı buluyoruz ve kesinlikle destekliyoruz.
Peki, öğrencilere son olarak söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Her ne kadar köpeklerden korkan öğrencilerimiz olsa da; onları seven bir kesim de var. Ayrıca
bu hayvanlar geldikten sonra hırsızlıklar azaldı.
Hayvanlar yabancıları tanıyor ve girişlerini
engelliyorlar. Tabi ki insanların köpeklerden
korkmaya hakkı vardır. Fakat bu korkuyu bir
şekilde aşabilirlerse sorunlar da büyük ölçüde
çözülür. Hepimiz ortak bir dünyada yaşıyoruz
ve bunu paylaşmasını bilmeliyiz.
16
arıYORUM
Kasım 2009
f
otoğrafıma müdahele
etmeyin!
M. Cansın Özden
Günümüz fotoğrafçısının en sık
karşılaştığı sorular; “bu fotoğrafınızda
müdahale var mı?”, “fotoğrafta oynama var
mı?” ya da daha fotoğraf jargonuna uygun
yazarsak “bu fotoda fotoşop (photoshop) var
mı?”dır.
Fotoğrafta müdahale konusundaki tartışmalar herhalde ilk filmleri oluşturan üzeri
kimyasallarla kaplı cam levhalarla yapılan
çalışmalara kadar dayanmaktadır. Kimi
fotoğrafçılar fotoğrafa dünyanın veya olayların olduğu gibi yansıtılması olarak bakarlar ve fotoğraflarda yapılacak en ufak bir
değişikliğe bile kavgacı eleştirilerle yaklaşırlar. Bazıları ise tam tersine fotoğrafı sanat
için yaptıklarını ve tek amaçlarının estetik
görüntüler ortaya koymak olduğunu
savunurlar ve hiç bir konuda kendilerini
kısıtlamazlar.
Örneğin, sanatsal fotoğraflar çeken biri
için doğal ortamı ülkemizin doğu illeri olan
bir yeşil çekirgeyi ülkemizde yetişmeyen
güzel çiçekli bir bitki olan strelitzia’nın üzerine koyarak fotoğraflamak çok heyecan verici
bir uğraş olabilir. Çünkü çekirge ile strelitzia’nın sahip olduğu formlar uyum
içindeyken renkleri oldukça dikkat çekici bir
kontrast yaratacak ve ortaya son derece
estetik bir fotoğraf çıkacaktır. Ancak bir
ziraat mühendisi veya bir doğa bilimci için
bu fotoğraf hiç bir şey ifade etmeyebilir ya da
bu türlerin yaşayışıyla ilgili yanlış yargılar
elde etmelerine neden olabilir. Çünkü
dünyanın farklı yerlerinde yaşam alanı
bulan bu çekirgenin o bitki üzerine üzerinde
görülme imkanı yoktur ve belge nitelikli
çalışmalar yapan fotoğrafçılar tarafından bu
yapılan iş bir suç olarak görülür ve ciddi
eleştiriler alır.
Ben şahsen, yukarıda bahsettiğim iki profesyonel gruba da saygı duyuyorum.
Fotoğrafçı, tercihini yapmalı ve kendine bu
iki seçenek arasında hangisi mantıklı geliyorsa o şekilde hareket etmelidir diye düşünüyorum. Fotoğrafa müdahale ilgili başka bir
tartışma konusu da çekilen bir fotoğrafın
renkleriyle yapılan çalışmalara yöneliktir.
Yine bazıları fotoğraftaki belgesel niteliğin
bozulmasını istemezler ve bu yapılan işi
eleştirirler. Ancak ne yazık ki bu konudaki
eleştiriler sadece bu belge niteliğini koruma
taraftarı profesyonel çevre ile sınırlı kalmamakta…
önce sonra
“Dijital icat oldu mertlik bozuldu” mu?
Günümüz insanının bence en kötü özelliği bir şeyleri olumsuz eleştirmekle kendini
kültürlü ve bilgili göstereceğini sanması. Ne
yazık ki fotoğrafta müdahale konusu da bu
bilgisiz insanlar tarafından dile çokca
dolandırılan bir konu. Güzel fotoğraflar ve
başarılı fotoğrafçıların pek çok defa o
fotoğraf veya fotoğrafçıyı eleştirebilecek
bilgi dağarcığına sahip olmayan kimseler
tarafından, çalışmalarında uyguladığı yöntemler öne sürülerek kötülenmesine tanık
oldum. “Falanca kişi fotoğraflarında oynama
yapıyor”,
“filanca
kişi
fotoşop
fotoğrafçısıdır” gibi eleştirileri hergün işitiyoruz. “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” lafı
da pek çok defa bu tarz çalışmaları küçük
düşürmek için “dijital (dijital fotoğraf makinası) icat oldu veya photoshop icat oldu
mertlik bozuldu” şeklinde değiştirilerek kullanılıyor. Kızmamak elde değil… Yukarıda
bahsettiğim belgesel niteliğin korunmasına
dair yapılan fotoğraf etiği tartışması, bilgisiz
ve fotoğraf dünyasını dışarıdan takip eden
insanların dilinde bambaşka bir konuya,
yetenek konusuna çekiliyor. Gerçek profesyonellerin fotoğraflarına müdahale etme
ihtiyacı duymadan güzel çalışmalar ortaya
koyduklarının sanılması veya fotoğrafa
yapılan müdahalelerin bir yeteneksizlik
göstergesi olarak dile getirilmesi fikrimce
yeterli bilgi altyapısı tarafından desteklenmeyen bir yaklaşım. Tabi fotoğrafa müdahalenin dijital fotoğrafçılıkla ortaya çıktığını
sanmak da yine konu hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan varılan bir yargıdan
fazlası değil…
Yazımın başında değindiğim gibi,
fotoğrafın renklerine yapılan müdahaleler
dijital fotoğrafçılıkla doğan bir yöntem değil,
üzerine kimyasallar sürülen cam plakalardan oluşan ilk filmlerle yapılan çalışmalara
kadar varmaktadır. Ansel Adams’ın bile
siyah-beyaz baskılarında renklerin kontrast
ve ton ilişkilerine müdahalede bulunduğu
bilinmektedir. Pek çok profesyonel çeşitli
renk etkileri yaratmak için fotoğraf makinası
lenslerinin önüne takılan renk filtrelerinden
yardım alır. Bunlarla filmin renk sıcaklığını
arttırmak, seçilen bir renge yakınsamak hatta
infrared
çalışmalar
bile
yapmak
mümkündür. Bilgisayarın fotoğrafçıların
hizmetine girip dijital müdahaleleri olanaklı
kılan yazılımların yaygınlaşmasından önce
bu programlarla yapılabilen neredeyse her
türlü oynama, fotoğrafçıların filmlerini
kopyalamaları sırasında karanlık odada
yapılmaktaydı. Hatta bir diapozitifin üzerini
boyayarak farklılaştırmak veya başka bir
diapozitiften alınan bir görüntünün bir diğer
diapozitife eklenmesiyle fotomontajlar bile
yapılıyordu.
Bana sorarsanız yetenek ve bilgi gerektiren tüm bu uygulamaları, kafasında yarattığı fikri etkin bir şekilde sunabilmek için
çalışmalarında kullanan ve sonuçta başarılı
işler çıkaran bir fotoğrafçı övgüye layıktır…
Kötü bir fotoğraftan iyi bir fotoğraf yaratamazsınız…
Şunu asla unutmamak gerekir, kötü bir
fotoğrafı hiç bir müdahale ile iyi bir fotoğraf
yapamazsınız… Ancak güzel kompozisyona
sahip bir fotoğrafı renkler üzerine çalışarak
daha da estetik hale getirebilirsiniz. Yapılan
oynamaların, fotoğraf dijital de analog da
olsa onun baskı kalitesine olumsuz etkiyebileceğini ve gerçeklikten uzak renk tonlarına ulaşmanın fotoğrafı çirkinleştireceğini de
iyi bilmek gerekir.
Aslında orada olmayan bir nesneyi oradaymış gibi fotoğrafa yerleştirme işine
fotomontaj veya fotomanüpülasyon denilir.
Bu tarz çalışmalarla muhteşem işler ortaya
konabilmektedir. Benim de bazen uygulamak zorunda kaldığım başka bir yöntem ise
fotoğraftan nesne silmektir. Güzel olabilecek
bir fotoğrafın kadraja giren fakat fotoğrafın
çekilmesi esnasında elde olmayan sebeplerden dolayı uzaklaştırılamayan nesnelerin
fotoğraftan çıkarılması olarak tanımlayabileceğim bu yönteme bir örnek vereyim:
Çok sevdiğim fotoğraflarımdan birinde
bir modelimi eski ve güzel bir binanın
önünde çekiyordum. Binanın yapıldığı
zaman üzerinde olmayan ama sonrasında
kötü bir işçilikle tesis edilmiş elektrik kabloları fotoğrafımdaki estetiği bozuyordu.
Benim fotoğrafta yansıtmak istediğim bu
binanın mimari görünüşü olmadığı,
amacımın ortaya güzel bir fotoğraf çıkması
olduğu için tereddüt etmeden bu kabloları
bir dijital müdahale ile fotoğraftan sildim.
Sonuç gözü hiç rahatsız etmedi ve ortaya en
beğendiğim fotoğraflarımdan birisi çıkmış
oldu.
Özetlemek gerekirse, analog fotoğrafı
nasıl ki karanlık odasız düşünemiyorsak dijital fotoğrafı da onun üzerindeki kontrolümüzü sağlayan bir grafik programından
ayrı düşünmemiz hatalı olur. Pek çok dijital
fotoğraf makinasının veya objektifin çeşitli
kayıplardan ötürü gözümüzle gördüğümüz
netlik ve renk tonlamasını tutturamadığını
da düşünürsek bu, bir tercihten ziyade,
günümüz fotoğrafçısının bir zorunluluğudur diyebiliriz. Ayrıca yukarıda yazdıklarımdan tatmin olmadıysanız veya
fotoğrafa çekim sonrası müdahalenin analog
fotoğrafçılıkta nasıl yapıldığıyla ilgili daha
detaylı bilgi edinmek isterseniz size Jim
Zuckerman tarafından yazılmış “Fotoğrafta
Rengin Sırları” (Jim Zuckerman’s Secrets of
Color in Photography) isimli kitabı tavsiye
ederim.
Child In Time
La Femme Metal
Makine: NIKON D70s
Enstantane: 1/500
Diyafram: F/4.8
Odak: 38 mm
Makine: NIKON D70s
Enstantane: 2.5”
Diyafram: F/7.1
Odak Uzaklığı: 28 mm
Bu fotoğrafımda Güzelyalı/İzmir’deki asma
köprünün teknolojik görüntüsünü, şehir ve
binalar arasında yaşamak zorunda bırakılan
zamane çocuğunun herşeye rağmen oyun
oynama ve mutlu olma çabasına gönderme
yapmıştım. Fotoğrafın adı da Deep Purple
Grubu’nun ünlü şarkısı Child In Time olarak
seçildi. Köprünün halatlarının ve korkuluklarının yarattığı perspektifin gözü, çocuk öğesine ilettiğine dikkat ediniz. Balon renkleri, kırmızı yeşil ve mavi (RGB) yani ana renklerden
seçildi. Bunların yarattıkları etki, gün batarken
gelen paralel ışıkların yarattıkları gölgeler ile
daha da güçlü bir etki kazandı.
Eski ve karmaşık yapılar
fotoğrafta estetik etkiler bırakmaktadır. Dökülmüş boyalar,
pas izlerinin bıraktıkları doku
etkileri ve renkleriyle çalışmak
bana çok keyifli gelir. Bu
fotoğrafta da bana modellik
yapan kardeşim, fotoğrafa
çıplak ayakları ve kıyafetiyle,
soğuk ve katı olarak bilinen
metal üzerindeki çelişki unsuru olarak konuk olmuş
bulunuyor. Bu fotoğrafın yer
aldığı serinin adı, Metal Kadın.
arıYORUM
Kasım 2009
17
Büyük takımların büyük dostluğu
Onlar Türkiye’nin büyük
takımlarının üniversiteli
taraftarları. Sporu ‘spor’
olduğu için seviyorlar ve
bunu aşılamaya çalışıyorlar.
Toplumdaki algının aksine
çok da iyi dostlukları var.
Üniversiteli takımdaşlarını
da aralarına çağıran
Galatasaraylı Çağkan
Taşan, Hayri Pirgon;
Fenebahçeli Turhan Yalçın,
Bertan Akan ve Beşiktaşlı
Baris Bantza Oglou ve
Gökhan Dıngaz ile üniversite ve futbol üzerine konuştuk
Birbirinizi tanıyor muydunuz daha
önce?
Çağkan Taşan (İTÜ’lü Aslanlar üyesi, Petrol
ve Doğalgaz Müh. öğrencisi): Benim okulda
ilk tanıştığım kişi Barış’tır. Burada hepimiz birbirimizi çok iyi tanırız ve bu tanışma zorunlu olan bir tanışma değildir. Şu
an atkı ve formalarımızı çıkardığımızda
hangi takımı tuttuğumuz önemli değil,
eve birlikte gideceğiz.
Baris Bantza Oglou (UNIBJK Yönetim
Kurulu Başkanı, Elektrik Müh. öğrencisi):
Bizden önceki ağabeylerimiz birbirleriyle arkadaştılar. Biz geldik, şimdi biz
arkadaşız. Eminim ki bizden sonra
gelenler de bizim gibi arkadaş olacaklardır.
Bertan Akkan(1907 ÜNİFEB İTÜ sorumlusu,
Makina Müh. öğrencisi): Bizim görüşmelerimiz sadece maçlarla olmuyor. Maçlar
sadece ayda 3 kere oluyor ama bizim
görüşmelerimiz neredeyse her gün oluyor. Futbol etkinliğinden çok arkadaşlık
ortamımız var.
Karşılaşmalardan sonra hiç kavga oldu
mu?
Turhan Yalçın (1907 ÜNİFEB Yönetim
Kurulu Üyesi, İnşaat Müh. öğrencisi):
Adımızda da olduğu gibi biz üniversiteli
Fenerbahçeliyiz, belli bir seviyeye gelmiş
insanlarız. Bir maçtan sonra sonuç ne
olursa olsun o tarz olaylara girmedik ve
bundan sonra da girmeyiz. Tabi ki öyle
bir şeye de izin vermeyiz.
Çağkan: Bizim takımlarımızın birbiriyle
yaptığı maçların sonucuna göre, yeri
gelir biz seviniriz yeri gelir onlar sevinir.
Biz bir şeyin sevincini yaşarken onların
geldiğini görünce sevincimizi durdurmuşuzdur veya daha belli sınırlarda sevinmişizdir. Yeri gelir birbirimizin
pankart asmasına yardım etmişizdir.
Duyurularında yardımcı olmuşuzdur.
Tribünlerde olan olaylar hakkında ne
düşünüyorsunuz?
Hayri Pirgon (UltrASlan-UNI İTÜ Temsilcisi,
Maden Müh. öğrencisi): Sadece stadlarda bu
tür olaylar oluyormuş gibi gözüküyor
ama aslında bir evde bile karşı takım-
ların taraftarları olunca onlar da kavga
edebiliyor. Evin içinde bile bunlar
olurken medyanın bu karşılaşmaları
günler öncesinden bir savaş ortamı olacakmış gibi göz önüne getirmesi büyük
hata. Biz deplasmanlara gittiğimizde
karşı takım taraftarını görmeden stada
girip çıkıyoruz.
Baris: Bizim kulüplerimiz büyük kulüpler olduğu için bunlardan yararlanmak
isteyen taraftarlar oluyor. Bu insanlar
sürekli bir olay çıkarma peşinde oluyorlar ama böyle olaylar yavaş yavaş azalıyor. İnsanlar spor olduğunun bilincine
varıyor.
Maçlara gitmek dışında ne gibi etkinlikler yapıyorsunuz?
Turhan: Mesela her yıl 3 Mayıs’ta
Atatürk’ün kulübü ziyareti adına etkinlik yaparız ve bu etkinliğe yaklaşık 15002000 Fenerbahçeli katılır.”
Hayri: Alparslan ağabeyin başlattığı ve
yürüttüğü bir Metin Oktay İlköğretim
Okulu var. Tamamen bir okulun
yapımında UltrAslan ve alt kulüpleri
olarak yardımcı olduk. Bütün masrafları
Ultraslan tarafından karşılandı ve hala
karşılanmaya devam ediliyor.
Çağkan: Sosyal Kültürel Merkez’in
yürüttüğü Gülümsetelim kampanyasına
biz de kendi grubumuz olarak bir
yardımımız oldu. Aslında bizim kendi
aramızda konuştuğumuz şeyler tribün
olaylarından çok bunun gibi sosyal
yardımlaşma olayları oluyor.
okulunun ihtiyaçlarını gideriyoruz.
Beşiktaş’ın tarihini canlandırmak
amacıyla bir Şeref Bey heykeli yaptırdık.
Bu heykel sadece Beşiktaşlı öğrencilerin
katkısıyla yapılmıştır. Beşiktaş hatıra
ormanı için ağaçlandırma yapıldı.
Gökhan Dıngaz (UNIBJK İTÜ Temsilcisi,
İnşaat Müh. öğrencisi): Amacımız bu okuldaki Beşiktaşlıları bir araya getirmek ve
başta topluca maça gitmek olmak üzere
çeşitli sosyal faaliyetlerde bulunup
Beşiktaş için bir şeyler yapabilmektir. İlk
bakışta Beşiktaş kulübü olarak gözüküyoruz ama altlara inildikçe bir arkadaşlık
kulübüyüz.
Neden öğrenci kulübü kurmuyorsunuz?
Baris: Okul içinde legal olarak bir kulüp
olamıyoruz. Yaptığımız projeler illegal
olarak gözüküyor ve öyle yapmak
zorunda kalıyoruz. Yaptığımız işleri
kendimiz fedakarlık yaparak tamamlıyoruz.
Çağkan: Okul yönetiminin bizi desteklemesini istiyoruz. Mesela panel yapmak
istiyoruz, izin verilmiyor. ‘Siz kavga
çıkartırsınız’ deniliyor. Resmi bir statü
vermiyorlar, kulüp olamıyoruz. Resmi
ve
düzenli
olamadığımızdan
büyüyemiyoruz.
Futbol demenin kardeşlik demek olduğunu
vurgulayan ve çalışmalarını dostlukla
sürdüren bu arkadaşlara teşekkür ediyoruz.
Sporun her zaman böyle ortamlarda var
olması ve desteklenmesi gerektiğini
düşünüyoruz.
Baris: Her sene düzenli olarak bir köy
Topluluklarla ilgili ayrıntılı bilgilere şu web
adreslerinden ulaşabilirsiniz.
www.ituluaslanlar.net
www.1907unifeb.org
www.unibjk.com
18
arıYORUM
Kasım 2009
Kavga değil, spor:
Kick Boks
Fatih Avcı
Kick boks denilince
aklımıza sanki boks
turnuvalarındaki kanlı
maçlar, kopan kulaklar,
kırılan kemikler ya da
filmlerdeki dövüşler
geliyor. Akla bunlar
gelince, İTÜ Kick Boks
Kulübü denilince de
ister istemez benzer
görüntüler şekilleniveriyor hafızalarda.
Spor mu yoksa üniversitedeki kavgacı tiplerin
bir araya gelerek
kurduğu bir nevi
‘dövüş kulübü’ mü diye
sormayı istemekten
alıkoyamıyoruz
kendimizi. Nitekim
sorduk. Uzun yıllardır
çeşitli dövüş sporları
geçmişinden gelen
Kulüp başkanı Taner
Orman, yöneticilerden
Utku Alkan Örnekli,
kulübün emektarları
Kerem İspirli ve pek
çok dövüş sporunda
usta öğretici Taylan
hoca ile görüştük.
Röportajı okuyunca
sizin de kafanızdaki şu
‘kanlı görüntüler’ biraz
olsun silinecektir.
Not: Ben de bu dönem kick boksa kayıt oldum. İlk
çalışmayla birlikte gerçekten ‘spor yapıyor’
olmanın keyfiyetini sürmeye başladım. Tüm
samimiyetimle tavsiye ederim.
İTÜ’ye gelme hikayenden başlayalım
mı Taner?
Taner: İTÜ her sayısal ögrencisinin hayali haline gelmişti.Bizi de birgün
lisedeyken geziye getirdiler İTÜ’ye. Ama
sadece Süleyman Demirel Kültür
Merkezi’ni gezdirdiler. O zaman çok
derli toplu diye sevinmiştim. Bizim
Fakülteye (Gemi İnşaatı) götürseleri bir
kez daha düşünürdüm. Bölümümü de
kendim seçtim.
Türkiyede popüler olan dövüş sporları
var. Bunlar arasında sizin uğraştığınız
kick boksun farkı nedir?
Taner: Kick boksun farkı daha donanımlı olması bence. Biz K1 sistemi full-kontak yapıyoruz ve kursta da onun eğitimini veriyoruz. Daha donanımlı, daha
enerji harcayıp daha ter akıtabileceğimiz
bir sistem. Hem sizi ciddi boyutlarda
sinir ve stresten arındırıyor. Bence diğerlerine göre avantajları bunlar.
Geldikten sonra memnun değil misin
şimdi?
Taner: Yok, tabi memnunum.
Bölümümden özel olarak menunum.
Dövüşlerde her zaman boks eldiveni
oluyor mu? Onun avantajı nedir?
Eldivensiz antrenman yapıyor
musunuz?
Taner: Karşılıklı antrenmanlara geçildiği
zaman -ki bu yeni başlayanlarda geçerli
değil- boks eldiveni kesikleri önlüyor.
Sonuçta çıplak elle kemik kemiğe ya da
ete temas ettiğinde kesik açılıyor ve bu
da sporda istenmeyen bir durum. Spor
vahşi bir şey değil ve biz de karşımızdakine o boyutta zarar vermek
istemediğimiz için kesik açılmasını
önleyip, darbenin ilk şiddetini önlüyor.
Lisede ilgileniyor muydun sporla?
Taner: Lisede voleybol takımındaydım.
Dövüş sporları ile ilgileniyor muydun?
Taner: Lisede bende agresiflik vardı.
Dövüşü spor olarak değilde daha çok
sokak dövüşü kıvamında yapıyordum.
Bu durum da eve ve okula geri
dönüşlerde problem oluyordu.
Lisede çok mu kavga ettin?
Taner: Bayağı. Konumum sağlamdı.
Çete lideri miydin?
Taner: Onlar gereksiz şeyler ama iyiydi
durumum.
Peki bu kulubü nasıl buldun, nasıl
geldin, eğitimlere mi katıldın?
Taner: Benim üniversiteye gelirken
böyle bir spora başlamaya niyetim vardı.
O zaman Taylan Hocam kulüp yönetimindeydi aynı zamanda ders veriyordu.
Afişleri gördüm, irtibata geçtik ve
başladım derslere . Antrenmanlara
başadık, azimliyiz falan. Sonra kulübü
devralma imkanımız oldu. Daha farklı
deyişle kulubü sıfırdan kurma
imkanımız oldu. Aldığımız destekle
buralara kadar geldik, inşallah daha da
ileriye götüreceğiz.
Peki Utku, senin kick boksa başlarken
niyetin neydi? Dövüş sporunu öğrenmek mi, kendini savunmak mı yoksa
spor yapmak mı?
Utku: Benim amacım vücut geliştirmek.
Ben hala da spor salonuna giderim.
Vücudumu geliştirirken de katkıda
bulunsun diye düşündüm. Hazırlık
sınıfında body salonunda çok zaman
geçirdim ama hiçbir şey olmadı, eğitmen
olmadığı için. Ama kick boksun etkisini
direkt gördüm. Niyetim vücudu
geliştirirken kendimi korumayı da
öğrenmek aslında.
Genelde boks denince daha çok kavga
eden insanlar akla gelir. Boks maçlarındaki kan görüntüleri belki buna sebep
oluyor. Sizin tarzınız ne? Böyle insanlar mı geliyor size?
Utku: Ben hayatımda hiç kavga etmedim. Amacım hiç o değildi. Öğrenmek
istedim ve katıldım kulübe.
Taner: Bizimki dövüş kulübü değil.
Utku sen biraz kendinden bahseder
misin?
Utku: İlkokul 5. Sınıftan itibaren basketbol oynamaya başladım, profosyonel
olarak devam edecektim ancak ÖSS
nedeniyle bıraktım.Benim gelişim
Taner Orman
Taner’inki kadar idealistçe olmadı,
İTÜ Deniz Teknolojisi Mühendisliği
gelip görmedim. Ben elektronik tabanöğrencisi, kulüp başkanı
lı bir bölüm okumak istiyordum.
Puanımın yettigi en güzel yer de İTÜ
Teleokom Mühendisliği bölümüydü.
Kulübü nasıl buldun?
Utku: Taner’in hikayesi ile aynı. Ben
de gelirken bir dövüş sporu ile ilgilenmek istiyordum. 75’e (75. Yıl Öğrenci
Sosyal Merkezi) büyük bir pankart
asmışlardı, altında da Taner Orman
yazıyordu.Taner’i aradım, böyle
başladı işte.
Kerem: Yıllardır tekvando v.b. içindeyim, şu ana kadar da hiç kavga etmedim.
O zaman gelenlerin çoğu kavgayı sevenlerin aksine spor amaçlı geliyor.
Utku: Amaç aslında enerjiyi atmak. Bir
de öyle bir ortamımız yok. Kulübün
işleyen bir düzeni, belirli bir disiplini
var.
Belki de kavga etmek isteyenlerin de
enerjilerini atıp burada tatmin olabildikleri bir yer.
Taner: Gelenler hem enerjilerini atmak
hem de vücutlarını düzgünleştirmek için
geliyorlar.
Her sporunun belli kuralları var. Kick
boksun kuralları nelerdir? Her şey
özgür mü?
Taner: Herşey özgür değil. Belli kuralları
var. Örneğin bel altı ile bacak üstüne
vuramıyorsun. Kafa atmak yok.
Dişlik takılıyor değil mi?
Taner: Evet dişler batmasın, kesme yapmasın, kırılmasın diye takılıyor. Çenenin
fazla sarsılmasını önlüyor.
İlk çalışmada ne hoşunuza gitti?
Utku: Ben eskiden beri yorulup yorulup
dinlenmeyi severim. İyice fiziken yorularak uyumak dünyanın en eğlenceli
şeyi. Çok yoruluyordum antrenmanlarda ve etkisini çok çabuk görüyordum.
Etkisi derken, ben üstümü çıkartıp
aynaya baktığımda, 4. ayın sonunda
kesinlikle net bir fark gördüm. Daha
rahatım artık ve özgüven de var...
Taner: Kick boks kesinlikle form tutmanız için bire bir. Ben spor yapmadan
duramayan bir insanım. Üstelik sinirimi
alıyor.
Azgın bir insanken mülayim oldum
diyebiliyor musun?
Taner: Azgın değil de enerjisi doğru yere
yönlenmemiş diyebiliriz. Gereksiz enerjiyi bu şekilde atabiliyorum. Spor sağlıktır. Bende mesela bronşital astım var.
Spor efor isteyen bir olay ama düzenli
yaptığımda bu hastalığıma bile faydası
dokunuyor.
Utku Alkan Örnekli
İTÜ Telekomünikasyon Mühendisliği
öğrencisi, kulüp yöneticisi
arıYORUM
Kasım 2008
19
www.kickbox.itu.edu.tr
Sende ne gibi değişiklikler oldu?
Utku: Ben zaten kuzu bir adamdım,
benim sinirim falan yoktu. Özgüven
konusunda yararı oldu. Çok daha
rahatım.
Peki bayanlar kick boks yapabiliyor
mu? Kulübünüzde bayan öğrenciler var
mı?
Utku: Bu spor için kız erkek farketmiyor.
Eşleşmelerin de kız kıza ya da erkek
erkeğe olması gibi bir şart yok.
Peki size gelen bir öğrenci, belli bir
süre sonra kuşak gibi dereceler alıyor
mu?
Taner: Eğitimi 3 aylık kurlara böldük. 4
kur sonunda isterse maç programına
devam ediyor. Eksik kalan sadece maç
tekniği oluyor.
Çalışma ortamınız nasıl?
Taner: Vadi yurtları spor salonunda
çalışıyoruz. Basketbol sahasını kullanıyoruz. Ayrıca kick boks antrenmanları
için ayrı bir salonumuz var. Kendimiz
yaptığımız için emek vererek eksiği
olduğu zaman tamamlamaya çalışıyoruz. Vadi spor salonunun soyunma odası
ve duşları ile ilgili genel bir problem var.
Ayrıca spor yapma amacı ile gelen insanların eşyalarını koyacakları dolaplar var
ama anahtarları verilmiyor.
Şu an Rekörle konuşsaydınız ne demek
isterdiniz?
Kerem İspirli
İTÜ Bilgisayar Mühendisliği mezunu,
eğitmen yardımcısı
Taner: Aramızda çok fazla aracı olmasın.
Çok çok çok kademe aşmamız lazım gibi
geliyor ulaşmak için. Bu bazen problem
oluyor. Tabii ki prosedürler olmalı fakat
dilekçe ile söylendiği halde halledilemeyen en büyük sorun temizlik.
Temizlik sonuçta hayati bir şey.
İTÜ sizce sporu yeterince destekliyor
mu?
Taner: Öğrenciye daha fazla yayılması
lazım sporun. Çok teşvik edilmesi lazım
öğrencilerin. Aksi takdirde kalıcı olmaz.
Eğitimleri kim veriyor.
Taner: Şu anda eğitimleri veren Taylan
Hocadır. Ben eğitimleri ondan aldım,
şimdi yardımcılığını yapıyorum. Ben de
üniversiteye geldiğimde başladım kick
boksa. İsteyince daha üst seviyelere de
ulaşılabiliniyor. Kulübün işleyişi de bu
şekilde. Sürekli öğrenci olması gerekiyor
zaten.
Hangi günler antrenman yapıyorsunuz?
Taner: Pazartesi ve Çarşamba günler,
19:00 ile 20:30 arasında.
Genel anlamda kick boksun diğer
sporlarla farkı, sana kattıkları, başlamak isteyenlere ya da yeni başlamış
olanlara neler önerirsin?
Kerem: Bir dövüş sporu olarak tatmin
edici ve kapsamlı. Hem vücudu terbiye
edip çalıştırma ve geliştirme açısından
hem de yeni başlanacak spor olarak tatmin edici olduğunu düşünüyorum. Yeni
başlayanlara temelde şampiyon çıkarmak ya da insanlar dövüşsün diye bir
kaygı taşıyan kulüp değil. Amaç insanların öğrenmesi ki bu amaç için 1,5 ay
ücretsiz savunma eğitimi verdik.
Amacımız birlikte geçen zamanda çok
şey öğrenmek. Kick boks sert ve darbeye
yönelik bir spor. İnsan bedenini tanıyorsun ve kendini nasıl savunabileceğini
öğreniyorsun. Dolsyısı ile insanlarar
verdiğimiz eğitimlerde insanlara
mümkün olduğunca az darbelerle kendini savunmayı öğretiyorsun.
Taner: ‘Yanlış öğrenirsen yanlış gider’
mantığı ile hareket ediyoruz. Bu yüzden
özellikle temel duruş konusunda bilgi
veriyoruz.
Taylan hoca kaç yıldır hocalık yapıyorsunuz?
Taylan: Kick boksa başlayalı 10 yıl oldu.
İTÜ’de 3,5 yıl oldu. Ben tekvando, boks,
kısmen güreş çalıştım.
Taylan Hoca, eğitmen
Gelen öğrencilerde bir kaç ay sonra ne
gibi değişiklikler gözlemliyorsunuz?
Taylan: Vurmayı, durmayı ve dengede
durmayı öğreniyorlar ve kaçmayı
öğreniyorlar. Algılama ve odaklanma
katsayıları artıyor. Özgüvenleri geliyor.
Bireysel bir spor olduğu için ilerlemek
için kendini geliştirmek zorundasın.
Birçok dövüş sporu ile ilgileniyorsunuz. Bunların arasında en çok tercih
ettiğiniz hangisi?
Taylan: Türkiye’ye yeni yeni gelen
MMA var. Bizimle geldi 5 yıl önce.
Bunlar birbirine karışmıyor değil mi?
Taylan: Kick boksun kuralı temasta
bitiyor. Adam rakibinin üzerine
kapanınca bitiyor.
Peki eğitici olarak İTÜ’lülere kick
boksla ilgili olarak ne demek istersiniz?
Taylan: Kick boks yapanlar korkmazlar,
yani kendilerine daha fazla özgüven
duyarlar. Pek çok olumsuzluğun kaynağı korkudur ve kendinden emin olursan karşındakini de tolere edebilirsin.
Dolayısıyla bu karşındakine saldırmamayı öğretir. Korkan bir canlı karşısındakine saldırır. Sen daha salim kafa ile
cevap vermeyi öğrenirsin. Pozisyonu
daha rahat süzersin. Bu da sağlıklı karar
vermeyi ve daha sonra pişman olmamanı sağlar. Neticede durum sana
kalmış oluyor, matematiğini net olarak
yapıyorsun sakin bir şekilde. Artı, spor
olarak çok kıymetli. İki üç şeyi birlikte
sunuyor. Hem sporu sunuyor hem ciddi
bir kondisyon, odaklanma yeteneğini
hem fiziksel ve ruhsal gelişimi hem de
savunma yeteneğini sağlıyor. Kendini
tanıyor kendini geliştiriyorsun. Bireysel
gelişim bence toplumun her alanında
gerekli. Kimi bunu müzikle yapar kimi
resimle kimi de sporla. Kimisi üçünü
beraber yapar. Bilgi paylaştıkça güzel ve
kıymetli. Kıymetli bir bilgi bu spor ve bu
bizim elimizde ve öğretiyoruz. Bu şekil-
de gitmesini istiyorum İTÜ’de, hem spor
alanında hem de öğrencilerin gelişimi
için. Çünkü İTÜ’de insanlar streslerini
atacak çok fazla alan bulamıyorlar.
Kerem: Genel yanılgı şu oluyor. Derse
gelip dövüşerek öğreneceklerin sanıyorlar. Bu birinci ligdeki takımda hemen top
oynamak istemek gibi. Topa nasıl vuracağını, sahada nasıl duracağını öğrenmeden öğrenciyi temasa sokamazsın.
Ama belli bir seviyede sonrada
öğrencinin kendi eksiklerini görebilmesi
için karşılıklı denemesi gerekiyor koruma ekipmanları ile. Sonra öğrenci kendi
arasında karar veriyor. Ya diyor bu yaştan sonra ringe çıkamam ya da kendimi
ringde de deneyeyim. Herhangi bir
kaygımız yok bizim. Ringe gitmek
isteyene de sonuna kadar desteğimiz
var.
Not: Kulüp kayıtları devam ediyor.
Eğitimleri görmek veya üye olmak için
kulübün web sitesinden ve şu iletişim
adreslerinden bilgi edinebilirsiniz:
[email protected]
0555 606 86 45

Benzer belgeler

Asistanlar rektörlükte - Arıyorum İTÜ Gazetesi

Asistanlar rektörlükte - Arıyorum İTÜ Gazetesi Açıklamada görüşlerine yer verilen RTEÜ Rektörü Prof. Dr. Arif Yılmaz, iki üniversite arasında yapılan işbirliği protokolünün esas amacının ülkeye katkı sağlamak olduğunun altını çizerek, İTÜ ile b...

Detaylı

Devrimciler genç olur. - Arıyorum İTÜ Gazetesi

Devrimciler genç olur. - Arıyorum İTÜ Gazetesi merak konusu olmuştur. Sık sık çeşitli eylemlerde gördüğümüz Kolektif üyelerini bir de bizimle tanıyın. Cesur sorulara cesur yanıtlar bu röportajda... > 12 ve 13. sayfa

Detaylı