Gençlik öğreniyor ve yazıyor Çoruh Vadisi turizm merkezi haline

Transkript

Gençlik öğreniyor ve yazıyor Çoruh Vadisi turizm merkezi haline
Sayı: 16
Nisan 2007
Gençlik öğreniyor ve yazıyor
Çoruh Vadisi turizm merkezi
haline getirilecek
Türkiye iklim değişikliğine karşı
uluslararası mücadeleye katılıyor
Sera gazlarının artışından
insanlar sorumlu
Yoksulluğa karşı maç
Gençlik öğreniyor ve yazıyor
Türkiye’deki 2007 Ulusal İnsani Gelişme Raporu’nun yazımı tam bir kapasite
geliştirme sürecine dönüştü. Türkiye’de ilk defa uygulanan bir yöntemle, rapor,
uzmanlar yerine, rapora konu olan kişilerin kendisi, yani gençler tarafından
yazılıyor.
Ankara, Nisan 2007
Her yıl küresel, yaklaşık her iki üç yılda bir de ulusal düzeyde, farklı temalarda İnsani Gelişme Raporları yazan Birleşmiş
Milletler Kalkınma Programı (UNDP), bu yıl Türkiye’de Gençlik temalı bir İnsani Gelişme Raporu yazıyor.
Ulusal İnsani Gelişme Raporu’nun öncekilerden farklı olarak, uzmanlar tarafından yazılmaması, ilk bakışta gelenekten
sapma gibi görünebilir ama değil. Çünkü hiçbir yetişkin, kendileri ve gelecekle ilgili idealleri ya da çözülmesi gereken
sorunları hakkında yazanlardan daha ‘uzman’ olamaz. Dolayısıyla, UNDP mikrofonu, kalemi bu yıl gençlere uzatıyor.
Gençler, yıl sonuna kadar sürecek proje çerçevesinde yazılacak raporda, önem verdikleri konuları belirleme
konusunda kendilerini gösterme fırsatı bulabilecekleri gibi, kendi seçeneklerini arttırma konusunda da bilgi sahibi
olma fırsatı bulacaklar.
Ulusal raporun hazırlık çalışmaları, Dışişleri Bakanlığı ve Devlet Planlama Teşkilatı’nın onayından sonra, 1 Ocak 2007
tarihinde başladı. İlk aylar, gençlerden oluşan çekirdek ekibin kurulmasıyla geçti. Raporun hazırlığı için şu anda, beş
genç yazar, bir web editörü, bir sosyolog, bir istatistikçi, bir gençlik uzmanı, en az 30 öğrenciden oluşan ve web
sitesinin kurulmasında yardımcı olan bir gönüllü ordusu bulunuyor. Tüm hazırlık süreci belgesel yapılmak üzere filme
çekiliyor.
Önümüzdeki aylarda, yaklaşık dört beş bin genç arasında kamuoyu yoklaması yapılacak, onların önündeki fırsatların
neler olduğu, ideallerini ne kadar gerçekleştirebildikleri, fırsatların ne kadarından yararlanabildikleri ortaya konmaya
çalışılacak. Bunun yanısıra, Türkiye’nin dört bir yanında, gençlerle, aileleriyle, sivil toplum kuruluşlarıyla, kamu
kuruluşlarıyla odak grup toplantıları düzenlenecek.. Bu toplantılardan bir kısmı şimdiden Ankara’da yapılmaya
başlandı.
Aslında bu projenin şekillendirilmesinde, Ankara’da gençlik alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarının rolü büyük.
Hangi konulara eğilinmesi gerektiğine, nasıl bir çalışma yapılması gerektiğine, yaz aylarından beri UNDP ile Sivil
Toplum Kuruluşları arasında yapılan toplantılarda karar verildi.
Geçtğimiz hafta raporun hazırlık çalışması için toplantıya davet edilen 30’u aşkın kamu kuruluşunun rapora ilgisi ve
destek verme yarışı, toplumun bu konuda birşeyler yapılmasını ne kadar istediğini de ortaya koydu. Tüm kurum ve
kuruluşlar, genç Türkiye için yeni bir vizyon, yeni planlar, yeni uygulamalar ve her şeyden önemlisi daha iyi bir
koordinasyon gerektiği konusunda hemfikirdi.
Raporun genç ekibi, şu anda gençlik alanında çalışma yürüten kamu kuuluşlarıyla tek tek görüşüp, politikaları,
programları, gelecekle ilgili planları hakkında bilgi alıyor. Hemen her kamu kuruluşu, projeye her türlü bilgiyi vermek
üzere hazırlanmakla kalmadı, bir de hemen hemen her kamu kuruluşunda, raporun yazımına destek vermek için belli
birimler harekete geçirildi, ekipler oluşturuldu.
Tüm bu bilgiler, raporun yazımına katkıda bulunmak, süreci daha interaktif hale getirmek için Nisan ayının başından
itibaren yayın hayatına geçecek gençlik portalında toplanacak. Gençlik portalına, UNDP Türkiye’nin web sitesinden de
ulaşılabilecek. UNDP, hem insani gelişme konusunun hem de, gençlikle ilgili politika, uygulama ve projelerin
yeralacağı bu web sitesinin kurulması için, Ankara’daki Gençlik Servisleri Merkezi’nden teknik destek, yine Ankara’daki
British Council’dan da mali destek alıyor. Bu web sitesinin rapor yayınlandıktan sonraki yıllarda da, British Council’ın
desteğiyle devam etmesi, hatta bölgesel bir gençlik portalı haline gelmesi amaçlanıyor. Web sitesini, altyapısı
sayesinde, ayrıca, görme engelliler de ziyaret edebilecek.
Rapora şimdiden gelen destek, bununla da sınırlı değil. Türkiye’de gençlik alanında çalışan tüm akademisyenler, Mart
ayında hazırlık çalışması için biraraya geldikleri toplantıda, raporun hazırlanmasına katkı sağlayabilecek
araştırmalarından, görüşlerinden sözederek, böyle bir raporun yazımına tam destek vereceklerini söylediler.
Aynı şekilde, hazırlık toplantısına davet edilen özel sektör temsilcileri de, raporun hazırlığına katkıda bulunmaya hazır
olduklarını bildirdiler. Özel sektör, özellikle raporun sunumu aşamasında düzenlenmesi planlanan ve gençlik alanında
en iyi örneklerin sergileneceği Bilgi Fuarı’nın organizasyonuna katkıda bulunma sözü verdi.
Sir Richard Jolly ile röportaj
Ulusal İnsani Gelişme Raporu’nun genç ekibi, Mar t ayının ilk
haftasında, insani gelişme konusunda İngiliz akademisyen Sir
Richard Jolly tarafından verilen eğitimlere katıldı.
Ankara, Nisan 2007
Ulusal İnsani Gelişme Raporu’nun genç ekibi, Mart ayının ilk haftasını,
insani gelişme konusunda yoğun eğitimler alarak geçirdi. Üstelik bu
eğitimler, dünyada 70’li yılların sonunda, insani gelişme kavramını,
alternatif bir gelişme modeli olarak ortaya atan ilk kişilerden biri olan
İngiliz akademisyen Sir Richard Jolly tarafından verildi. British Council’in
mali desteği sayesinde Ankara’ya gelen Sir Richard Jolly, ayrılmadan önce
Yeni Ufuklar’a verdiği mülakatta ilk olarak, insani gelişme kavramının ve
insani gelişme raporlarının dünyada nasıl ortaya çıktığını anlattı:
Richard Jolly (R.J.): UNDP her sene bu insani gelişim raporlarını yazıyor
ve bu raporlar son 20 yıla damgasını vuran çok önemli bir girişim. İnsani
gelişim raporlarında, cinsiyet ayrımı, kadın sorunları, tüketim konuları ve
insan hakları gibi çok önemli konular detaylı ve mükemmel bir şekilde
kaleme alınıyor. Daha da önemlisi bu raporlar, bu yıl Türkiye’de olduğu
gibi bugün 130’un üzerinde ülkenin kendi ulusal insani gelişme raporlarını
yazmalarını teşvik ediyor. Her ne kadar Türkiye’nin şu ana kadar yazılmış 6
ulusal insani gelişme raporu olsa da, bu sene bu rapor, geleneksel
ekonomik gelişmenin yetersizlikleri gibi sorunlara yeni bir yaklaşım
getirmeyi amaçlıyor. Burada insani gelişme raporlarıyla ilgili önemli bir
ayrıntıya değinmeden geçemeyeceğim: İnsani gelişme üzerine yapılan ilk
toplantılardan biri, 1987 yılında İstanbul’da Üner Kırdar tarafından
düzenlenmişti. O toplantıda benimle beraber, toplantıdan 3 yıl sonra
UNDP’de insani gelişme raporlarını başlatan Mahbub ul-Haq dahil, 60-80
katılımcı vardı. O toplantı, Amerika’dan, Avrupa’dan ve gelişmekte olan
ülkelerden katılımcıların, insani gelişmeyi ilk olarak tartıştıkları
toplantılardan biriydi ve bugünün dünyasında yaşanan sorunlara yepyeni
bir yaklaşım getirdi.
UNDP Türkiye: Peki niye bu raporlara gerek duyuldu, çıkış noktası neydi?
R.J.: Sanırım bunun birçok sebebi var. Güzel bir soru. Öncelikle insani
gelişme raporları 1990 yılında başladı, her ne kadar 1980’lerde ilk adımları
atılmış olsa da. Hatırlayacak olursanız, 1980’li yıllar Afrika’da, Latin
Amerika’da, hatta sanayileşmiş birçok ülkede bile ekonomik sıkıntıların baş
gösterdiği umutsuz yıllardı. Ayrıca 1990’lı yıllarda çevresel sorunlara karşı
büyümekte olan bir farkındalık başlamıştı. Latin Amerika’da ise
demokrasinin eksikliği sürmekteydi... Yani neo-liberal Thatcher ve Reagen
ekonomilerinin demokrasi anlamına gelmediği anlaşılmaya başlanmıştı.
Şili’de 1973’te darbe sonucu iktidara gelen Pinoche 1980’lere kadar hala
iktidardaydı. Thatcher ise küçük bir isyan yüzünden ordularını çağırmıştı,
bu örneklere bakarak, insan haklarının ekonomik gelişmeyle ilerlediği
yolundaki klasik anlayış doğru değildi. Bir de çevresel konular vardı ve
zirve toplantısı her ne kadar 1992 yılında yapılmış olsa da çevresel
sorunlara farkındalık 1970’lere uzanıyordu. Tüm bunlardan dolayı
ekonomide süregelen ortodoksinin yetersiz oluşu gibi bir düşünce
oluşmaya başlamıştı. Bu sebeplerden ötürü yeni bir yaklaşıma ihtiyaç
Sir Richard Jolly
İngiliz Akademisyen
duyuluyordu. İlginç olan ise, insani gelişme raporunun yaratılışı: Rapor,
Pakistan’ın en kötü özelliklerini bilen Pakistan Maliye Bakanı Mahbub ulHaq, ekonomist ve filozof olan Nobel ödüllü Amartya Sen ve ilginçtir ki
UNDP’nin sağ-kanattan olan ama bu gruba inanan ve Mahbub ul-Haq’ın
yakın arkadaşı olan cumhuriyetçi başkanı Bill Draper’ın ortak fikriydi.
Rapor tüm bu unsurların doğru zamanda biraraya gelmesiyle ortaya çıktı.
UNDP Türkiye: Peki bu insani gelişme raporlarının başlamasıyla dünyada
ne değişti? Bu raporlar beraberinde neyi getirdi? Raporun getirdiği bazı
yaklaşımları herhangi bir ülke politikasında farkettiniz mi?
R.J.: Evet sanırım bunun örnekleri var. Ancak asıl yeni olan şey, liberal
filozofik bir bakış alanı sunan neo-liberal ekonomi yerine tutarlı bir çerçeve
sunmaktı. Bu yeni anlayışa göre aslolan, seçenekleri arttırmak ve insanın
yeteneklerini güçlendirmekti. Öte yandan, o dönemde, bastırılmış ya da
liberal temellere dahil edilmemiş unsurlar da vardı. Bunlar sadece politik
ya da medeni haklar değil aynı zamanda ekonomik ve sosyal haklar olmak
üzere tüm dünyada insan haklarıydı. İnsani gelişme anlayışı ise, sadece oy
kullanma hakkı tanıyan bir demokrasiyi değil, toplumdaki ezilmiş grupları
da içeren kapsamlı bir demokrasiyi öngörüyordu. Bu görüşlerin ne ölçüde
güç kazandığını sorabilirsiniz... Fikir olarak yayıldılar ve ulusal insani
gelişme raporları bu yeni unsurlarla birlikte tereddütsüz kabul edildi.
Örneğin, gelişmeye, insan hakları yönünden bakan yeni yaklaşım birçok
ülkede ortak politika olarak kabul ediliyor artık... Bir başka örnek vermek
gerekirse, eşitsizliklerden doğan aşırılıkların yumuşatılması artık daha çok
dikkat çekiyor ve bazı ülkelerde bu yönde girişimler başlatılıyor. 20-30 yıl
kadar öncesiyle karşılaştırdığımızda, Kore, Malezya, Sri Lanka, Morityus ve
Tunus gibi ülkeler dinamik ekonomi ile yeniden dağılımı birleştirerek,
daha da dinamik bir ekonomi elde eden ülkeler olarak günümüzde dikkat
çekiyor. Sonuç olarak bu fikirler her ne kadar bugün tüm dünyada
uygulanıyor olmasa da, giderek daha fazla dikkat çekiyor.
UNDP Türkiye: Peki tüm bu insani gelişme raporlarıyla siz ne zaman
ilgilenmeye başladınız? Biraz bundan bahsedebilir misiniz?
R.J.: Benim UNICEF’te 14 yıllık bir iş deneyimim var. UNICEF’te çalışmaya
başlamadan önce akademisyendim; UNCEF’te de, örgütün daha çok
analitik işlerini yapıyordum ve UNICEF; Afrika ve Latin Amerika gibi
ülkelerde çocuk ölümlerinin arttığı ve eğitim standartlarının düştüğünü
açıklayıncaya kadar (yani 1980’lere kadar) ben de Dünya Bankası’nın kötü
ideolojisinin bir parçasıydım. O dönemde kim, Dünya Bankası’nın
ekonomiyi düzelterek kalkınmaya yardımcı olduğunu nasıl iddia edebilirdi
ki? Mahbub ul-Haq’ın da sonradan dediği gibi “insanların hayatlarının
dengesini bozuyorlardı”. Ama 1995 yılında insani gelişme raporlarının bir
parçası olduğumda gerçekçi bir strateji kurma konusunda bazı kaygılarım
vardı. Dolayısıyla sorumlu olduğum tüm raporlarda, yapılması gerektiğini
savunduğum eylemlerle ilgili olumlu örneklere yer verilmesine çabaladım.
Bir başka deyişle “şunlar yapılmalı” demek yerine “şunlar yapılmalı çünkü
sonuçlarının örneklerini Kenya, Kosta Rika veya herhangi bir ülkede
görebilirsiniz” demek anlamına geliyordu ki örnek olarak sunduğumuz
ülkeler çok da iyi ülkeler değildi. Bulduğumuz olumlu örnekler çoğunlukla
belli bir dönemde ya çok yoksul olan ya da eşitsizliklerin çok olduğu
ülkelerdi. Dolayısıyla böyle bir çözümün çok daha gerçekçi olduğuna
kanaat getirdim ve stratejimizi “tavsiye vererek ilerletmek” olarak
belirledim.
UNDP Türkiye: Peki bu küresel insani gelişme raporlarının kaç tanesinde
birebir rol aldınız?
R.J.: 5 küresel insani gelişme raporunda... Bunlardan ilki 1996’da
ekonomik büyüme ve insani gelişmeyle ilgiliydi. 1997’deki ise, yoksulluk ve
insani gelişmeyle ilgiliydi. Ancak sadece maddi açıdan yoksulluk değil, her
şeyden yoksulluk ve yoksunluk. 1998’deki raporun konusu ise tüketim
çılgınlığı ve tüketimdeki eşitsizliklerdi. 1999’daki rapor küreselleşme
konuluydu ve benim en çok sevdiğim ve benim dönemimin muhtemelen
en önemlisi olan 2001’deki raporun konusu ise insan hakları ve insani
gelişmeydi.
UNDP Türkiye: Ancak sizin başka kitaplarınız da var öyle değil mi?
Bunlardan söz edebilir misiniz?
R.J.: Öncelikle ilk yazdığım şey üniversite öğrencisiyken, Afrika’daki
eğitimin güçlendirilmesi ve Afrika’nın kalkınması için bir eğitim stratejisi
bulmak konusunda yazdığım tezdi. Daha sonra 1978 yılında silahsızlanma
ve dünya kalkınması hakkında bir yazım oldu. UNICEF’te çalışırken ben ve
Profesör Francis Stewart dahil 3 arkadaşım, ‘insani bir kalkınma’
konusunda 2 ciltlik bir kitap yazdık. Fakat daha sonra farkettim ki, ‘insani
bir kalkınma’dan çok, insani gelişmeyle birlikte bir kalkınma daha önemli...
Bu yüzden tekrar biraraya gelmeye karar verdik ama o dönemde insani
gelişme raporları üzerine yeni görevime başlamıştım. UNICEF’ten bir
arkadaşımla bu konuda çalışmaya başladık ve her ne kadar işin büyük bir
bölümünü o yapmış olsa da ben de bir açılış bölümü yazdım. Daha sonraki
yıllarda ise Birleşmiş Milletler’in tarihini yazmaya başladık. Şimdilik bunun
sadece 9 cildini tamamlayabildik ama önümüzdeki 2 yıl içinde bunlara 6
cilt daha eklenecek.
UNDP Türkiye: Adınızın önünde bir “Sir” ünvanı var. Bu ünvanı almanızın
çalışmasını yürüttüğünüz bu insani gelişme raporlarıyla ilgisi var mı?
R.J.: Aslında hiçbir zaman sebebini tam olarak bilemiyorsunuz. Raporlarla
ilgisi olabilir ama ünvan sunulduğundaki sebep olarak “Birleşmiş Milletler
için yapmış olduğum hizmetler” gösteriliyordu. Buna sevinmemin bir
nedeni de daha önceleri İngiltere, Birleşmiş Milletler’de yapılmış herhangi
bir görevi ülkeye hizmet olarak görmüyordu. Daha da önemli bir nokta var
ki o da şu: İngiltere daha önce Birleşmiş Milletler’in kurallarına uymuyordu.
BM kurallarına göre, çalışan hiçbir personele, uyruklarını açığa çıkaracak
bir ünvan verilemez. Çünkü genel anlamda Birleşmiş Milletler’de çalışan
herkes dünya vatandaşı olarak görülüyor. Bunun sebebi ise asıl uyruğunuz
yüzünden bazı kayırmalara veya hor görmelere maruz kalmamanız. Ancak
İngiltere kurallara uyarak, UNDP’den emekli olmamı bekledi ve 2000 yılının
sonuna doğru sessizce böyle bir ünvanın teklif edilmesi karşısında kabul
edip etmeyeceğimi sordular. ‘Sir’ ünvanımı 2001 yılının başlarında
Kraliçe’nin huzurunda kabul ettim.
UNDP Türkiye: Peki Sir, sizi Türkiye’ye getiren şey ne?
R.J.: Beni buradaki UNDP Temsilciliği’nden Aygen Aytaç’ın liderliğindeki
çalışma ekibi davet etti. Öncelikle çok güzel bir ekip olduğunu söylemek
zorundayım. Ekip Türkiye için gençlik üzerine ulusal insani gelişme raporu
yazacak ve bu, çok heyecan verici... Türkiye’de denenen yöntem, daha
önce UNDP dışında çok fazla ülkede denenmedi ve denenen dört-beş
ülkede ise sadece “iyi bir çabadan” öteye gidemedi ve beklentileri
karşılamadı. Türkiye’de ise bu ekiple bir haftamı geçirdim ve planları çok
heyecan verici. Akademisyenlerle, devlet kurumlarıyla, sivil toplum
örgütleriyle birçok toplantı yapıldı ve şimdiden rapora çok büyük ilgi
duyuluyor. Ortaya çok güzel fikirler atılıyor ve rapora katkıda bulunmak
için herkes çok istekli. Sanırım bu ekip 2 hafta gibi bir süre sonra
Türkiye’deki gençlerle konuşmaya ve röportaj yapmaya başlayacak.
Onların duygularını, görüş açılarını, hayal kırıklıklarını, sıkıntılarını ve
umutlarını öğrenmeye çalışacaklar. Zannediyorum bu rapor çok ilginç
olacak. Türkiye’deki bu gençler, ülkenin geleceği olacak; özellikle de
Türkiye nüfusunun çoğunluğunun genç nüfus olduğu düşünülürse. Birçok
ülkede durum böyle değil. Ayrıca 15-25 yaş arasındaki bu gençlerin çoğu
sözgelimi 2050 yılında hala hayatta ve hala aktif olacak. Bu yüzden onlar
hakkında bir rapor yazılacaksa, bu onların gereksinimleri ve fırsatları göz
önünde tutularak ve uzun vadedeki gelecekleri düşünülerek yazılmalı. 4050 yıl sonra Türkiye’nin durumu ne olacak? Türkiye’yi nerede görmek
isteriz? Gelecekteki Türkiye’yi kurmak üzere bugünün gençlerinin ne tür
hazırlıkları olmalı? Bu 1923’te Atatürk’e, Türkiye’yi 1950’li, 60’lı hatta 1970’li
yılların dünyasına nasıl hazırlayacaksın diye sormaya benziyor ve belki de
Atatürk o dönemde o vizyona sahipti. Bizim görevimiz bugünkü gençlerin
de aynı vizyona sahip olması için onlara sunabileceğimiz fırsatlar
yaratmaktır. Gelecekte liderlik vasıflarına erişebilmeleri için profesyonel
yetenekler kazandırmak, Türkiye’deki diğer insanlara karşı sorumluluk
duymalarını sağlamaktır.
UNDP Türkiye: Peki sizce bu rapor tüm bunları yapabilir mi?
R.J.: Bence bu rapor bunu başarabilir. Harika bir ekipleri ve raporu
yetiştirebilecekleri kadar da zamanları var. Raporun lansmanı 24 ve 25
Kasım tarihlerinde yapılacak dolayısıyla bu tarihe yetişmek için çok
çalışmaları gerekecek. Onlar sadece legoları üstüste koymak gibi basit bir
iş yapmıyorlar. Bu raporun web sitesini de kuracaklar, insanlarla sürekli bir
etkileşim halide olmaları gerekecek, birçok toplantı ve görüşme yapmaları
gerekecek ki bu sadece belli bir düzeydeki üniversite öğrencileri değil aynı
zamanda sokak çocukları, kadınlar ve hatta daha da ilginci belli bir yaşta
evlenmiş, çocuk sahibi olmuş ama hala 20li yaşlarının başında olan
kadınlar. Farklı sebeplerden ötürü toplum tarafından itilmeye zorlanmış
insanlar. Bu insanlar hayatta ikinci bir şansları olsaydı, ne olmak isterlerdi,
tüm bunlar gözler önüne sürülecek... İkinci şans için yapılması gerekenler
tartışılacak...
UNDP Türkiye: Belli ki, bu rapor herhangi bir gençlik raporundan farklı
olacak... Gençlik insani gelişme perspektifinden ele alınacak. Peki insani
gelişmeyi tek bir cümleyle tanımlayacak olasaydınız nasıl tanımlardınız?
R.J.: Bir cümleyle: insani gelişme; insanı, bir ülkedeki her türlü siyaset ve
eylemin tam ortasına yerleştirmek, insanın istediği şekilde yaşamasına,
projelerini gerçekleştirmesine olanak sağlamaktır.
Çoruh Vadisi turizm merkezi
haline getirilecek
Doğu Anadolu’da yer alan Çoruh Vadisi bölgesi geçimini
tarımdan sağlayan ve özel sektör ekonomisi ve girişimcilik
kapasitesi gelişmemiş bir yöre. Ancak, coğrafi konumu ve
zengin kültürel mirası ile yaz turizmi faaliyetleri için büyük bir
potansiyel taşıyor.
Ankara, Nisan 2007
Doğu Anadolu Bölgesi'nin ekonomisini kalkındırmak için, UNDP, Kültür
Bakanlığı ve özel sektör ortakları Efes Pilsen Grubu’nun desteği ile,
önümüzdeki iki yıl boyunca “Doğu Anadolu’da Turizmi Geliştirme” projesi
uygulanacak.
Proje, 30 Mart 2007’de Istanbul’da yapılan bir basın toplantısıyla
duyuruldu. Toplantıda konuşan UNDP Türkiye Daimi Temsilcisi Mahmood
Ayub, UNDP ile Efes Pilsen arasındaki bu ortaklığın özel sektörün
kalkınmayla ilgili sorunlara çözüm bulmasına ilişkin bir örnek olduğunu
söyledi. Ayub, özel sektör ve özel girişimlerin bünyesinde kalkınmayla ilgili
sorunlara çözüm bulunması için gerekli beceri ve insan kapasitesinin
bulunduğunu vurgulayarak, özel sektörün katılımı olmadan bu sorunların
çözülmesinin beklenemeyeceğini belirtti. Efes Pilsen Grubu projeye mali
yardım sağlıyor. Öte yandan, Kültür ve Turizm Bakanlığı proje çalışmalarını
ulusal politikalara entegre ederek, programın başarısında kilit rol
oynayacak.
Proje, Çoruh Vadisi bölgesinde tarım dışında alternatif gelir kaynakları
yaratarak bölgesel eşitsizlikleri azaltmayı hedefliyor. Bu çerçevede,
katılımcı planlama ve uygulamayı desteklemek için turizmi geliştirme
kurulları oluşturulacak, ve İspir ve Uzundere ilçelerindeki turizm ofislerinin
katkıları sağlanacak. Bu çalışmalar sonucunda yeni iş fırsatları ve yerel
girişimler geliştirilerek, turizmin bölgede alternatif bir gelir kaynağı olması
sağlanacak. Sosyo-ekonomik koşulların, düşük GSMH’nın ve dış göçün
yarattığı eşitsizliklerin dengelenmesine katkıda bulunulacak.
Bu proje sayesine, Çoruh Vadisi geniş kültürel, doğal ve vahşi yaşam
zenginliği ile yerel ve yabancı turistlerin ilgisini çekecek. Örneğin,
bölgedeki Kaçkar Dağları kano, rafting ve trekking sporları ve kuş
gözlemciliği için ideal. Ancak, daha yapılacak çok iş var. Yöre insanları son
derece dost ve girişime açık olmakla birlikte, turizm sektöründe
deneyimsiz ve eğitime muhtaç. Bölgedeki konaklama imkanlarının da
geliştirilmesi ve turistik standartlara getirilmesi gerekiyor. Proje
tamamlandığında, iyi korunmuş bio-çeşitliliği, zengin bitki ve hayvan
yaşamı, kaleleri, camileri ve kiliseleriyle Çoruh Vadisi turistlerin merakla
ziyaret etmek isteyeceği bir bölge olacak.
Bölgesel Afet Bilgi Araştırma Merkezi
Türkiye’de bir “Bölgesel Afet Bilgi Araştırma Merkezi” kurulması için çalışmalara
başlandı. Türkiye, Tacikistan, Ukrayna, Kırgızistan ve Kazakistan, merkezin
kurulması için, 21 Mar t’ta Ankara’da bir Mutabakat Belgesi imzaladılar.
Ankara, Nisan 2007
“Kalkınmakta olan Ülkeler arasında Teknik İşbirliği” (TCDC) anlaşması çerçevesinde hazırlanan protokol,
Genel Müdürlüğü’nde, Genel Müdür Mustafa Taymaz ve Tacikistan Sismoloji ve Deprem Mühendisliği
Kırgızistan Ulusal Bilimler Akademisi Sismoloji Enstitüsü, Ukrayna Ulusal Bilimler Akademisi Jeofizik
Enstitüsü, Kazakistan Eğitim ve Bilim Bakanlığı Sismoloji Enstitüsü ve Ulusal Nükleer Merkez Jeofizik
Enstitüsü’nün başkanları tarafından imzalandı.
Afet İşleri
Enstitüsü,
Araştırma
Araştırma
Merkez, doğal afetlerin olumsuz etkilerinin önleminde ön değerlendirmelerin hazırlanması ve etkilerin azaltılması için
Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkeleri ile işbirliği yapılmasını amaçlıyor. Ayrıca afet senaryoları, sismik riskler,
coğrafi bilgilendirme ve erken uyarı sistemleri konusunda katılımcı ülkelerin deneyimlerinden ve göreceli
avantajlarından yararlanmayı hedefliyor.
UNDP Türkiye Temsilcisi Mahmood Ayub, UNDP ve Devlet Planlama Örgütü tarafından, “Kalkınmakta olan Ülkeler
arasında Teknik İşbirliği” anlaşması çerçevesinde yürütülecek olan projenin, uzun bir teknik değerlendirme
sürecinden sonra oluşturulduğunu söyledi. Afet İşleri Genel Müdürü Mustafa Taymaz ise, Türkiye’nin geçmişte
yaşanan depremlerden ders aldığını, artık önlemler alma zamanının geldiğini belirtti.
UNDP Temsilcisi Ayub imza törenindeki konuşmasında, ortaklıklar kurarak çalışmanın önemini vurgulayarak, bunun
tüm taraflara karşılıklı yararlar sağlayacağını söyledi. “Bazı sorunlar, ulusal sınırların ötesinde eylem ve işbirliği
gerektirir. Bu yüzden UNDP, kalkınma sorunlarının sınır ötesi çerçevede, bölgesel ve uluslararası işbirliği ile
belirlenmesini ve çözümlere varılmasını teşvik ediyor.”
Afet Araştırma Merkezi projesinin temeli 2005’te atıldı. BDT ülkeleri ile Türkiye, bilgi paylaşmak ve faaliyetleri
planlamak için 2006 yılında beş yuvarlak masa toplantısı gerçekleştirdiler. Proje sayesinde, BDT ülkeleri ve Türkiye
afetler konusunda kendi bilgi ve deneyimlerini paylaşma ve gelecekteki araştırmaların temelini atma imkanını
bulacaklar. Taraf ülkeler ortak bir hareket planı oluşturacak ve bölgesel afet önleme projeleri tasarlayacaklar.
Türkiye iklim değişikliğine karşı
yürütülen uluslararası
mücadeleye katılıyor
Türkiye'nin hazırladığı İklim Değişikliği Ulusal Bildirimi 2004
yılında BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ni imzalaması
sonucu her yıl düzenli olarak yayınlanması gereken ilk İklim
Değişikliği Ulusal Bildirim Raporu.
Ankara, Nisan 2007
Türk hükümeti ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı UNDP tarafından
uygulanan ve bütçesi Küresel Çevre Fonu tarafından desteklenen 420.000
Dolarlık bir bütçeye sahip olan ‘Türkiye’nin İklim Değişikliğine Uyumu’
projesi tamamlandı. Ülke Raporu Türkiye Çevre ve Orman Bakanı Osman
Pepe ve UNDP Türkiye Mukim Koordinatörü Mahmood Ayub tarafından
medyaya sunuldu.
Bu alanda öncü olan araştırma Türkiye’nin özellikle su kaynaklarının
azalması, kuraklık ile tarım ve sağlık sektörleri açısından iklim
değişikliğinden etkilendiğini gösteriyor. Proje Türkiye’nin geleceği ile ilgili
tahminleri ve sera gazı emisyonu ve enerji sektörünü inceleyen analizlerini
içeriyor.
Proje kapsamında iklim değişikliğinin olası etkileri incelendi ve sera gazı
emisyonu envantarı hazırlandı. Yapılan çalışmalar 2020 yılına kadar olan
dönem için öngörülen emisyon hesaplarını da içeriyor. Proje kapsamında
alternatif enerji senaryoları geliştirilirken, sera gazı emisyonunu azaltmayı
sağlayacak koruyu önlemler de araştırıldı. Bununların yanında kamunun
farkındalığını artırmaya yönelik kampanyalar düzenlendi.
Bu rapor Türkiye’nin 2004 yılında BM İklim Değişikliği Çerçeve
Sözleşmesi’ni imzalaması sonucu her yıl düzenli olarak yayınlanması
gereken ilk İklim Değişikliği Ulusal Bildirim Raporu.
Enerji ve Tabii Kaynaklar, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme, Tarım ve
Sağlık Bakanlıklarıyla beraber Devlet Planlama Teşkilatı Çevre ve Orman
Bakanlığı ve UNDP Türkiye’nin ortaklaşa düzenlediği çalıştaylara katıldı.
20’den fazla araştırma enstitüsü, 100’ü aşkın araştımacı ve uzmanın da
katkılarıyla raporun hazırlıkları tamamlandı.
Türkiye’nin BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin gereklerini
uygulamak için attığı adımları gösteren İklim Değişikliği Ulusal Bildirim
Raporu’nda Türkiye’nin yakın gelecekte alması gereken önlemler de
belirtiliyor.
Türkiye'nin İlk İlkim Değişikliği
Ulusal Bildirisi
BM
İklim
Değişikliği
Çerçeve
Sözleşmesi
(UNFCCC)
Sekreter yası’na 23 Mar t 2007’de sunulan Birinci Ulusal Bildirim
Raporu, iklim değişikliği alanındaki Ulusal Eylem Planı’nın
önceliklerini belirliyor, ve Türkiye’de İklim Konularında Bilimsel
Yönlendirme Kurulu ve Ulusal Eylem Planını İzleme Platformu
kurulması gerektiğine dikkat çekiyor.
Ankara, Nisan 2007
Birinci Ulusal Bildirim Raporu’nun hazırlanması sırasında Türkiye
iklimindeki normal dışı eğilimleri anlayabilmek için birçok çalışma ve
araştırma yapıldı. Sonuçlar, gittikçe büyüyen bir tehlike olarak iklim
değişikliğine karşı acilen harekete geçmek gerektiğini gösteriyor. Rapor,
ülkenin iklim hassasiyeti değerlendirmelerini ortaya koyuyor; mevcut
eğilimleri ve gelecekle ilgili tahminleri belirliyor; ve özellikle hava sıcaklığı
ve yağış trendleri, deniz seviyesinin yükselmesi, iklim değişikliğinin sosyoekonomik yaşam üzerindeki etkileri, su kaynakları, tarım, deniz-topraktatlısu eko-sistemleri, sulak araziler ve biyo-çeşitlilik, sağlık, ve toprak
bozulması alanlarında uyum tedbirleri öneriyor.
İklim Değişikliği Ulusal Bildirim Raporu’nun bulguları özetle şöyle:
Sıcaklık ve yağışlar
Türkiye’de 1951-2004 tarihlerı arasında, ortalama yıllık mevsimsel hava
sıcaklıklarına uygulanan trend analizinde ortaya çıkan en belirgin nokta,
yaz mevsiminde hava sıcaklıklarındaki artış oldu. Yaz sıcaklıkları en çok
ülkenin batı ve güneybatı bölgelerinde arttı. Kentleşmenin bir sonucu
olarak yaz aylarındaki sıcaklık artışı en çok Akdeniz sahil kentlerinde, bölge
yüksek basınç sistemlerinin etkisine girdiğinde belirginleşiyor. Kış
mevsiminde maksimum sıcaklıklar Karadeniz bölgesinin kıyı kesimlerinde
önemli ölçüde düşme eğilimi gösteriyor. Orta Anadolu bölgesinde de
sıcaklıklarda yaygın bir düşme eğilimi var. Genel olarak minimum
sıcaklıklar hem kış, hem yaz aylarında benzer dağılım gösteriyor. Kış
mevsimi minimum değerleri, sadece kuzey ve güney sahil bölgelerinde
bariz azalma gösterdi. Yaz mevsimi minimum değerlerinde ise,
araştırmanın yapıldığı zaman sürecinde, gözlemlenen yerlerin hemen
hemen tümünde ciddi artış trendleri görüldü.
Yağış miktarına gelince; sonbahar ve kış aylarında önemli değişiklikler
gözlemlendi. Kış mevsimi yağışları, Türkiye’nin batı bölgelerinde son 50
yılda belirgin ölçüde azaldı. Öte yandan, Orta Anadolu’nun kuzey
bölgelerinde sonbahar aylarındaki yağış miktarı arttı. Genellikle yağışlar,
Ege ve Akdeniz sahillerinde düşüş, Karadeniz kıyı kesimlerinde ise artış
gösterdi. Orta Anadolu’daki yağışlarda ise çok az veya hiç değişiklik
gözlemlenmedi. Gelecekte Türkiye’nin güneybatı kıyılarında ciddi bir yağış
azalması; Kafkasya sahil şeridinde ise tersine daha fazla yağış alınması
bekleniyor. Bu gözlemler hem kış, hem bahar aylarındaki toplam yağışlar
için geçerli. Yaz aylarında Türkiye’deki toplam yağış miktarlarında fazla
değişiklik olmayacak. Türkiye genelinde sonbahar mevsiminde yağışlarda
hafif bir artış bekleniyor. Sonbahar yağışlarındaki artışın daha çok DicleFırat havzasında görüleceği dikkate değer bir husus.
Deniz seviyesinde yükselme ve kıyı kesimleri
Son yüzyıl içinde dünyanın deniz seviyelerindeki yükselmenin 10-20 cm
arasında olduğu tahmin ediliyor. Akdeniz ve Karadeniz bölgelerinde ise,
deniz seviyesindeki yükselme son yüzyıl içinde 12 cm civarında. Kıyı
kentleri Türkiye’nin toplam yüzölçümünün %5’inden azını kaplamakla
birlikte, kıyı alanlarında 30 milyonun üzerinde nüfus yaşıyor. Deniz
seviyesindeki yükselmenin başlıca sonuçları erozyon, seller, kıyı
şeritlerinde su baskınları ve toprağın daha fazla tuzlanması olacak.
Deniz seviyesinin yerel düzeyde (dört mareografik istasyonda yapılan
ölçümlere göre), yılda ortalama 4-8 mm yükselmesi, yerleşim
bölgelerindeki verimli topraklar ve kıyı alanlarındaki yollar da dahil olmak
üzere, çeşitli mühendislik inşaatları için tehdit oluşturabilir. İnsan yaşamı
ve ülke ekonomisine gelecek riskleri azaltmak için, Türkiye’de hazırlanan
kıyı planları ve mühendislik projelerinin, deniz seviyesi yükselme
trendlerini göz önüne alması öneriliyor.
Alçak deniz seviyesi koridorlarında yer alan diğer ülkelerle kıyaslandığında
Türkiye deniz seviyesinde yükselmeye karşı özellikle hassas gözükmüyor.
Yine de, Hızlanmış Deniz Seviyesi Yükselmesi göz önünde bulundurulmalı.
Bir kıyı ülkesi olan Türkiye’de kıyı bölgelerinde yaşanabilecek sorunlar için
hükümet kurumları tarafından şimdiye kadar çeşitli tedbirler alındı.
Örneğin, Fethiye-Göcek, Gökova, Patara, Kekova, Foça, Datça-Bozburun ve
Belek gibi koruma altındaki alanların çoğu kıyı bölgelerinde yer alıyor.
Çevre Bakanlığı, Çevresel Etki Değerlendirmesi için bir Kıyı Bölgesi
Departmanı kurmayı planlıyor. Özel Alanları Koruma Müdürlüğü yeni yeni
alanları koruma altına alıyor ve özel çevre programları geliştiriyor.
İklim değişikliğinin sosyo-ekonomik yaşama etkileri
Akdeniz, Ege ve Marmara’nın kıyılarında ve kıyı kesimlerine yakın
yerlerdeki toprak bozulmalarının ve çevre sorunlarının ana nedeni
kontrolsüz büyüme ve kalkınma baskısı. Su ihtiyacı çoğunlukla yeraltı
rezervlerinden karşılanıyor. Fakat bunların aşırı kullanılmasıtuzlu su
karışmasına, ve tarım gibi diğer alanlar için su kaynaklarının azalmasına
neden oluyor. İnsanların kullanımı ana sorun halindeyken, deniz suyu
seviyesinin yükselmesi sorunları daha da artırıyor. Bu konu 21. yüzyıl
boyunca daha da önemli bir sorun haline gelecek.
Istanbul Türkiye’nin en büyük sahil kenti. Sanayi altyapısı ve diğer
ekonomik özellikleri ile Türkiye’nin motor gücü ve GSMH’ya en büyük
katkıyı sağlayan şehir. İstanbul’da iklim değişikliği nedeniyle oluşacak ana
sorunlardan biri tuzlu su girişi. İki büyük lagün olan Büyükçekmece ve
Küçükçekmece gölleri ile eski İstanbul’u iş semtlerinden ayıran Haliç koyu,
ve Istanbul’a temiz su tedarikinin yapıldığı Karadeniz’in kıyı şeridine yakın
Terkos gölü, özellikle tuzlanma bakımından muhtemel bir Hızlanmış Deniz
Seviyesi Yükselmesi tehditi altında. İstanbul’un beş-yıldızlı kültürel ve
tarihi yerleri de öngörülen deniz seviyesi yükselmesinden etkilenecek.
Türkiye sahil hattındaki kıyı şeridi erozyonuna karşı hassasiyet analizinin
ilk değerlendirmelerine göre, deniz seviyesi yükselmesinin GSMH’nın %6’sı
kadar sermaye kaybı ve %10’u kadar koruma ve uyum maliyeti getireceği
öngörülüyor.
Su kaynakları
Dünyada muhtemel bir iklim değişikliğinin olası sonuçlarını su havzaları
ölçeğinde araştırmak için Dokuz Eylül Üniversitesi tarafından yapılan
modelleme çalışmalarında Gediz ve Büyük Menderes havzaları örnek
olarak kullanıldı.
İzmir kenti yakınlarındaki Gediz Nehri Havzası, Ege bölgesinin ikinci büyük
nehri. Toplam 18.000 km2 drenaj alanına sahip. Günümüzde Gediz
Havzası’nın en dikkat çeken özelliği suyunun azalmış olmasıdır.Bunun
nedeni başta tarım sulamacılığı, endüstriyel ve gündelik su ihtiyacı olmak
üzere yoğun bir talep rekabeti yaşanması. Havza, zaman zaman yaşanan
kuraklıklara rağmen çevresel kirlenme tehditi altındadır.Havzanın güncel
hidrolojik analizi, çeşitli kullanımlar için toplam su arzının, toplam su
talebine hemen hemen eşit olduğunu gösteriyor. Diğer bir deyişle,
Gediz’in daha fazla su tahsis etmek için fazladan rezerv yoktur.
Büyük Menderes Nehri Havzası, incelenen ikinci kaynaktı. Ege’nin bu en
uzun nehri önce Türkiye’nin batısında 584 km’lik bir alanı dolaştıktan
sonra büyük bir delta oluşturarak Ege denizine dökülür. Gediz deltası gibi
Büyük Menderes deltası da önemli bir sulak arazidir. 24.976 km2’lik toplam
drenaj alanı vardır. Yıllık su boşaltımı Türkiye’nin su potansiyelinin
%1.6’sını karşılar. Nehir havzasında, 13 baraj ve birçok sulama sistemleri
inşa edilmiştir. Havza içinde sulama yapılan toplam tarım aranı 88.000
hektardan fazla. Büyük Menderes Havzası Türkiye’nin ana pamuk üreticisi.
Ege’nin üç büyük şehrinde --Aydın, Muğla ve Denizli-- 2.5 milyondan fazla
nüfus yaşıyor. Bölge sadece tarım bakımından değil, tekstil ve turizm
açısından da zengin. Bu ekonomik faaliyetler büyük bir su talebi ve
rekabeti yaratıyor.
Öngörülen iklim değişikliği senaryolarına dayandırılan su bütçesi
modelinin simulasyonundan elde edilen sonuçlar, 2030 yılına kadar yüzey
sularının %20’sinin azalacağını gösteriyor. Havzaların azalan yüzey suyu
potansiyeli başlıca tarım, ev ve sanayi alanlarındaki su kullanıcıları arasında
ciddi su sıkıntısı yaratacak. Böylece ekinler normalden daha fazla suya
ihtiyaç duyarken, iklime bağlı olarak azalan yağışı değerleri de fazladan
baskı oluşturacak.
Gelecekte beklenen iklim değişikliği mağduriyetiyle başetmek için, arazi
kullanımı yönetim programlarında, sulama ve yerleşim alanlarındaki su
taşıma ve dağıtım sistemleri teknolojilerinde değişiklik yapılması teşvik
ediliyor. Su kullanıcıları arasında su taleplerini rasyonalize etme çalışmaları
önerilen adaptasyon önlemleri arasında yer alıyor.
Tarım
Araştırma projesi, iklim ile tarım sistemleri arasındaki ilişkiyi analiz etmek
için, Akdeniz bölgesinin doğu kıyısında, Seyhan Hehri Havzası dahil olmak
üzere, kıraç ve yarı-kıraç alanları inceledi.
İlk sonuçlar Türkiye’nin güney bölümünde, 2070 yılına kadar ortalama
sıcaklığın 2.3°C artacağını ve yıllık yağışların 470 mm’den 360 mm’ye
düşeceğini gösteriyor.
Seyhan Nehri havzasındaki su kaynakları nispeten istikrarlı. 1990’dan beri
rezervuarların kuruması ve kuraklık gibi ciddi bir olguyla karşılaşılmadı.
Ancak, gelecekte iklim değişikliğinin yol açabileceği su boşaltım
miktarında azalma sonucu kuraklık meydana gelebilir. Fakat, CO2
yoğunluğunda yükselme, iklim değişikliğine bağlı hava sıcaklıkları ve su
sıkıntısı, havzada yağmurla beslenen buğday ve sulanan arazideki mısır
üretimi dahil, ana ekinlerin verimini etkileyebilir. Tahminler Adana
bölgesinde ve yağmurla beslenen bölgedeki tahıl üretimininde gelecekte,
küresel ısınmaya bağlı olarak sıcaklık ve yağıştaki değişikliklerle, azalma
olacağını gösteriyor.
İklim değişikliğine bağlı olarak artan su talebi daha etkin sulama ile
şimdiki imkanlarla bile düzeltilerek yönetilebilir. Etki ölçümü
çalışmalarından elde edilen bulgulara göre belirlenen uyum önlemlerinin
bazıları şunlar:
Su kaynaklarının geleneksel-olmayan yöntemlerle kullanılması için
teknikler geliştirilmesi;
Kuraklık ve tuzluluğa dayanıklı yeni bitki türleri geliştirilmesi veya ıslah
edilmesi;
Az kaliteli suyla iyi kaliteli ürün veren bitki türleri geliştirilmesi.
Deniz, toprak ve tatlısu eko-sistemleri
Karadeniz eko-sisteminde, 1980’li ve 1990’lı yıllar arasında, eutrophication
(nitrojen ve fosfor içeren kimyevi bileşiklerin artması), aşırı avlanma,
jelatinli etobur türlerinin aşırı çoğalması, ani soğuma ve ısınmalar ve
bunlara bağlı nedenlerle çok ciddi değişiklikler meydana geldi.
İklim değişikliğinin sonucu olarak su sıcaklığındaki artışlar ekolojik
süreçleri, su türlerinin coğrafi dağılımını etkiliyor; türlerin yok olmasına ve
bio-çeşitliliğin azalmasına neden oluyor.
Sağlık
Belli zaman aralıklarında hava sıcaklığı değişimlerinin analizi, Türkiye’de
(sıtma, leptospirosis ve kanamalı Kırım-Kongo humması dahil) bazı
hastalıklar ile yüksek hava sıcaklığı arasında bir paralellik olduğunu ortaya
çıkardı.
Son 35 yıl içinde özellikle Adana bölgesinde sıtma vakalarında artış
kaydedildi. Fakat önleme ve kontrol çalışmaları ve tedbirleri etkili oldu; ve
son zamanlarda sıtma vakaları büyük ölçüde azaldı.
Toprak bozulması ve çölleşme
Türkiye’nin fizyografik çevresi, geçmiş kültürel ve ekonomik mirasıyla
biraraya geldiğinde ve şimdiki toprak kullanıcılarının sosyo-ekonomik
durumu göz önüne alındığında, toplam toprak alanının %86.5’inin
çölleşmeye karşı oldukça hassas olduğu ortaya çıkıyor. Ekilebilir
toprakların da %73’ü erozyon, toprak bozulması ve çölleşme riski altında.
İklim faktörleri, seyrek ve hassas bitki örtüsü dikkate alındığında,
Güneydoğu Anadolu ve Türkiye’nin iç bölgelerindeki çorak alanlar
çölleşmeye yatkın görünüyor.
Yüksek topoğrafya, tarım alanlarının sürdürülebilir-olmayan kullanımı ve
orman yangınları gibi doğal ve antropojenik faktörler göz önüne
alındığında, Akdeniz ve Ege bölgeleri gelecekte çölleşme sürecine karşı
daha hassas olabilecek alanlar.
1998 yılında ‘Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Anlaşması’nı
(UNCCD) imzalayan Türkiye, bu anlaşma gereğince çölleşmeyi azaltma ve
toprak bozulması önleme konularında bazı plan ve programlar hazırlandı.
BM İklim Değişikliği Çerçeve
Sözleşmesi uluslararası toplumu
acilen eyleme çağırıyor
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (United
Nations Framework Convention on Climate Change/UNFCCC)
Genel Sekreteri Yvo de Boer, küresel iklim sisteminin belirgin
ve gittikçe ar tan bir şekilde ısınması konusunda şimdiye kadar
elde edilen kesin bilimsel kanıtlar üzerine, bu olguyla
mücadele için uluslararası toplumu hızla ve kararlılıkla
harekete geçmeye çağırdı.
Ankara, Nisan 2007
BM’nin ‘İklim Değişikliği Hükümetler-arası Paneli’nin (Intergovernmental
Panel on Climate Change/IPCC) yayınladığı rapora göre, eğer sera gazları
salınımı şimdiki hızıyla artmaya devam eder ve endüstri devrimi öncesine
göre iki katına yükselirse, dünyamız bu yüzyılda ortalama 3°C’lık bir ısı
artışına uğrayacak.
Yvo de Boer, “Tüm devletlerin de kabul ettiği bu bulgular, insanlığın karşı
karşıya olduğu tehlike konusunda hiçbir tereddüte yer vermiyor, ve
gecikmeden önlem alınmasını gerektiriyor. İklim değişikliği konusunda
harekete geçmek için yeterli bilgimiz olmadığı yolundaki görüşler, artık
hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde bertaraf edildi”, dedi.
IPCC raporuna göre, son 100 yıldaki ısı artışı 0.74°C olup, bunun büyük bir
oranı geçtiğimiz 50 yılda meydana geldi. Önümüzdeki 20 yıl içinde dünya
sıcaklığının on yılda bir 0.2°C artacağı öngörülüyor.
UNFCCC Genel Sekreteri Boer, “Bilim dünyasının vardığı sonuçları tüm
hükümetlerin onaylaması çok önemli, çünkü bu değerlendirme politik
alanda somut kararlar alınması için sağlam bir temel oluşturuyor.” dedi.
İklim Değişikliği alanında BM’nin en üst düzey yöneticisi olan De Boer,
uluslararası hükümetleri önderlik etmeye ve BM sistemi çerçevesinde
görüşmeleri sürdürmeye çağırdı. “Zehirli gaz salınımı konusunda
sanayileşmiş ülkeler için daha sıkı yaptırımlar, kalkınmakta olan ülkeler için
ise emisyonlarını azaltıcı teşvikler ve gerçekçi uyum önlemlerini içeren
yeni bir uluslararası anlaşmaya ihtiyacımız var” diye ekledi.
İngiltere hükümeti’nin geçen yıl yayınladığı ‘Stern Raporu’na göre,
ortalama 3°C’lik ısı artışı dünyada ciddi su kıtlıklarına ve tarım verimi
azalmasına yol açacak. İklim değişikliği daha şimdiden kalkınmakta olan
ülkelerde ekonomik ve sosyal gelişmeye ket vuruyor.
IPCC’nin iklim değişikliğinin etkileri konusunda yapacağı değerlendirme,
Nisan ayının başında yayınlanacak.
Yvo de Boer, “IPCC’nin en kötümser tahminlerinin iklim değişikliği
konusunda şimdi ve gelecekte sürdürülecek mücadeleyi göz önüne
almayan senaryolara dayandırılması iyi bir haber. Kötü akıbeti önlemek
için gerekli olan politika ve teknoloji şimdiden mevcut… İklim Sözleşmesi
ve Kyoto Protokolu’nun varlık nedeni de zaten bu planları yürürlüğe
koymaktır”, diyerek ülkeleri iklim değişikliğine karşı harekete geçmeyi
engelleyen ekonomik temelli faktörlerin üstesinden gelmeye çağırdı.
“Stern Raporu, iklim değişikliğinin sonucu olan sıcaklık artışlarının yol
açtığı vakitsiz ölümlere dikkat çekmekle kalmıyor; aynı zamanda bu
konuda harekete geçmemenin getireceği ekonomik bedelin (örneğin
milyonlarca insanın yerlerinden-yurtlarından olup göç etmesi gibi) şimdi
önlem almanın getireceği maliyetten çok daha ağır olacağını da
belirtiyor.” dedi.
IPCCC, iklim değişikliğinin etkileri ve mevcut önleyici tedbirler
konusundaki değerlendirmelerini önümüzdeki aylar içinde tamamlayacak;
ve Mayıs 2007’de Bonn’da yapılması planlanan UNFCCC toplantısında
kamuoyuna bildirecek.
Her üç raporun bir sentezi, bu yıl Aralık ayında yapılacak Birleşmiş Milletler
İklim Değişikliği Konferansı’ndan yaklaşık bir ay önce sunulacak.
UNFCCC Genel Sekreteri, iklim değişikliği alanında, maliyetleri azaltan
pazar-odaklı yaklaşımları kullanma konusunda Kyoto Protokolu’nun
başarısına güvenilebileceğini de belirtti.
Kyoto Protokolu, 35 sanayileşmiş ülkenin ve Avrupa Topluluğu ülkelerinin
2008-2012 yılları arasındaki ilk taahhüt döneminde, sera gazı emisyonlarını
1990 seviyelerinin ortalama %5 altına çekmelerini şart koşuyor.
Boer, “Uluslararası katılım ile gelecekte yapılacak anlaşmalar, sanayileşmiş
ülkelerin emisyonlarını azaltmada öncü olmalarını ve 2050 yılına kadar
%60 ila %80 arasında emisyon indirimine hazırlıklı olmaları gerektiğini
öngörmelidir.” dedi. “Sera gazlarının atmosferde birikerek, en kötü
felaketleri doğurmasını önlemek için hedeflememiz gereken yol budur.”
Sera gazlarının artışından insanlar sorumlu
İklim Değişikliği Hükümetler Arası Paneli (IPCC)’nin Şubat 2007’de yayınladığı
Küresel Isınma Raporu, karbondioksit, metan ve diazot monoksit gibi sera
gazlarının atmosferdeki yoğunluğunun, 1750’lerden bu yana, ciddi ölçüde
ar tmasının insan faaliyetlerinin sonucu olduğunu doğruluyor.
Ankara, Nisan 2007
Fosil yakıtlar yakılması, karbon bakımından zengin ormanların tahribatı ve ısıyı hapsetme özelliği taşıyan aerosol
ürünleriklim değişikliği olgusunun ardındaki baş faktörler… ve gelecek yıllarda daha da tehlikeli değişimlere yol
açabilirler. İklim değişikliğinin beklenen etkileri (deniz sularının yükselmesi, daha sık ve yoğun fırtınalar, türlerin
yokolması ve ekinlerin harab olması) dünyadaki tüm ülkelerde hissedilecek.
IPCC Raporu, daha şiddetli sıcaklıklar, daha uzun süren sıcak dalgaları, yeni rüzgar düzenleri, bazı bölgelerde ağırlaşan
kuraklıklar, bazı bölgelerde ise daha yoğunlaşan yağışlar, buzulların ve kuzey kutbundaki buzların erimesive dünyanın
ortalama deniz seviyelerinin yükselmesi ile daha sıcak bir dünyaya doğru hızlı bir gidiş olduğunu gösteriyor. Rapor,
Antarktika’nın ve Grönland’ın buz tabakalarının kütle kaybettiğinin ve deniz seviyesinin yükselmesine katkıda
bulunduğunun ilk bilimsel kanıtlarını da veriyor.
Raporda şu saptamalar da yer alıyor:
Dünyanın ortalama yüzey sıcaklığı son 100 yılda (1906-2005) 0.74° santigrat civarında arttı. Bu rakam, son yıllarda
yaşanan aşırı sıcak yıllar nedeniyle 2001 raporunun 0.6°C’lik 100 yıl tahmininden daha yüksek. 1850 yılı civarında
başlanan modern anlamda kayıt tutma yöntemleri sonucunda, o yıllardan bu yana yaşanan en sıcak 12 yıldan 11’i son
dönemde gerçekleşti. Önümüzdeki 20 yılda 0.2°C’lik bir sıcaklık artışı öngörülüyor.
Denizin hem Kuzey Kutbu, hem Antarktika bölgelerinde çekilmesi bekleniyor. Sera gazları emisyonu şimdiki
tahminlerin üst sınırına ulaşırsa, Kuzey Buz Denizi’nin büyük bir kısmı yıl boyu süren buz örtüsünü 21. yüzyılın sonuna
kadar kaybedebilir. Kuzey Buz Denizi’ndeki buz miktarı 1978’den beri her on yılda %2.7 oranında azaldı; yaz
minimumu ise 10 yılda %7.4 azaldı.
Birçok bölgede, özellikle bahar aylarında, kar kalınlığı azaldı. Kış ve bahar aylarında buzlu zeminin maksimum miktarı,
Kuzey Yarımkürede 20. yüzyılın ikinci yarısında %7 azaldı. Kuzey Yarımkürede nehir ve göllerin donma tarihi son 150
yılda ortalama 5.8 gün daha geç geldi. Ortalama çözülme tarihi ise 6.5 gün erkene çekildi.
Yüksek rakımlarda yağışların artması“çok muhtemel”, alt-tropik bölgelerde azalması ise “muhtemel” görülüyor. Bu
değişiklerin yapısı 20. yüzyılda gözlemlenenle benzerlik gösteriyor.
Şiddetli sıcaklar ve sıcak dalgaları trendinin devam etmesi “çok muhtemel”. Kuraklık süreleri ve yoğunlukları geniş
alanlarda 1970’den beri arttı, özellikle de tropikal ve alt-tropikal bölgelerde. Afrika’nın Sahel bölgesi, Akdeniz bölgesi,
güney Afrika, ve güney Asya’nın bazı kısımları şimdiden (20. yüzyılda) daha kuraklaştı.
Küresel ısınmayı azaltmak için bireysel olarak
neler yapabiliriz?
İklim değişikliğine karşı bireysel mücadelede alınabilecek önlemlerden bazıları.
Ankara, Nisan 2007
Evimizi enerji verimliliğine göre ayarlayalım
Kışın güneşle ısınmayı artırabilir ve evimizi rüzgar almayacak hale getirebiliriz. Yazın ise daha çok gölgelik sağlayabilir
ve daha fazla rüzgar alacak şekilde düzenleme yapabiliriz.
Yakıt tasarruflu araba kullanalım
Daha az yakıtla daha fazla yol kat etmek mümkün. Böylece daha az karbon dioksit tüketmiş, benzin parasından
tasarruf etmiş oluruz.
Arabamızı or tak kullanabiliriz
Eğer geniş bir araç kullanıyorsak, arkadaş ve yakınlarımızla işe aynı araba ile gidip gelmek yakıttan ve paradan tasarruf
sağlar.
Araba lastiklerimizi yeterince şişik tutalım
Araba lastiklerinin gerektiği kadar şişik olmasına dikkat edelim. Bu küçük önlem yılda 112.5 kg karbondioksit ve 840
Dolar para tasarrufu sağlar.
Hava filtresini değiştirelim
Arabamızın hava filtresini her ay kontrol edelim, sıkça değiştirelim. Yılda 360 kg karbondioksit ve 130 Dolar tasarruf
sağlar.
Çöp üretimini azaltalım
Daha az ambalajlı, dönüşümlü kağıtlı, plastik ve camlı ürünler satın alalım. Yılda 900 kg karbondioksit tasarruf
edebiliriz. Kompostlama, seragazı emisyonlarını azaltmaya yardımcı olur.
Dönüşümlü kağıt kullanalım
Bilgisayarımızın yazıcı kağıdının %100 geri dönüşümlü olmasına dikkat edelim. Bir top kağıtta 2.25 kg karbondioksit
tasarruf edebiliriz.
Minimal ambalajlı ürünler alalım
Az ambalajlı ürünler çöpümüzü %10 oranında azaltabilir. Yılda 540 kg karbondioksit ve 1000 Dolar para tasarruf
edebiliriz.
Kullanılmayan elektronik cihazların fişini çekelim
Elektronik cihazlar kapalı olsalar bile enerji kullanırlar. Kullanmadığımız zaman fişten çekerek 450 kg karbondioksit ve
150 Dolar tasarruf sağlayabiliriz..
Bir ağaç dikelim
Ağaçlar bize mikro iklim ve sürekli nem sağlar. Karbondioksiti emer ve temiz nefes almamız için havayı temizler. (Yılda
900 kg karbondioksit tasarrufu)
(Kaynak: www.stopglobalwarming.org)
Küresel ısınmayla mücadeleye Live Ear th’den destek
ABD Eski Başkan Yardımcısı Al Gore’un önderliğindeki çevreciler, küresel ısınmayla mücadele kapsamında 7 Temmuz
2007 tarihinde dünya çapında dev konserler düzenleyecekler. Afrika’ya yardım için düzenlenen 1985 Live Aid ve 2005
Live 8 konserlerini gölgede bırakması beklenen bu etkinlikler 2 milyar insana ulaşmayı hedefliyor.
Live Aid ve Live 8 konserlerinden farklı olarak, bu yıl düzenlenecek olan Live Earth konserleri para toplamayı değil,
sistem değişikliğini hedefliyor. Amacın dikkat çekmekten öte, insanları harekete geçirmek olan bu konserlere Red Hot
Chili Peppers, Black Eyed Peas, Sheryl Crow, Bon Jovi ve Snoop Dogg gibi dev isimler katılacaklarını şimdiden
duyurdular. Konserler Şangay, Sidney, Johannesburg ve Londra ile Brezilya, Japonya ve ABD’de birer kentte
düzenlenecek.
UNDP ile TOBB Ortaklık
Anlaşması imzaladı
BM’nin Binyıl Kalkınma Hedefleri’nin Türkiye’de başarıya
ulaşması için Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ( TOBB) de
destek veriyor.
Ankara, Nisan 2007
Fotoğraf : Engin Güneysu
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ile TOBB tarafından 22 Mart
2007 tarihinde düzenlenen ortak basın toplantısında, bu konuda bir
ortaklık anlaşması imzalandığı bildirildi. Ortaklık, iş dünyasının desteğiyle,
Türkiye’nin Binyıl Hedefleri’ni yerelleştirmesini; ekonomik, sosyal ve
demokratik kalkınma hedeflerini gerçekleştirmesini amaçlıyor.
Basın toplantısında, TOBB ile bu alandaki işbirliklerinin 2015 yılına kadar
süreceğini bildiren Birleşmiş Milletler Türkiye Temsilcisi Mahmood Ayub,
"İşletmeler Birleşmiş Milletler Binyıl Hedeflerini'nin başarıya ulaşmasında
giderek daha fazla rol üstleniyorlar ve TOBB bu dünya çapındaki eğilimin
önemli bir örneğini oluşturuyor. TOBB, bu girişimle, yoksulluk, sağlık,
eğitim ve çevre konularında belirlenen gelişme hedeflerini
gerçekleştirmede Türkiye'de iş dünyasının bağlılığını teyid ediyor" dedi.
TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu da, “ekonomik büyümenin özel sektöre
dayalı olduğu günümüz iş ortamında özel sektörün ticari ve ekonomik
kalkınmada ekonomik politikaları belirleyen bir aktör konumuna geçmesi
gerektiğini” söyledi.
Anlaşma, yerel oda ve borsalarının ve onların Yerel Gündem 21
şehirlerindeki üyeliklerini teşvik etmeyi ve Binyıl Hedefleri’ni Yerel
Gündem 21 yönetim ağı yoluyla yerelleştirerek Türkiye’nin kalkınmasını ve
Binyıl Hedefleri’ne ulaşmasını sağlamak amacıyla yerel yönetişim
öğeleriyle beraber “en iyi örnek” ortaklığı kurmasını amaçlıyor. TOBB, ülke
çapındaki 364 oda ve borsalı geniş ulusal ve yerel tamsilci ağıyla, özel
sektörün Binyıl Hedefleri’ndeki potansiyelini ve yerel çaptaki Yerel
Gündem 21 süreçlerini göstermede kritik rol üstleniyor.
Rıfat Hisarcıklıoğlu, “81 il ve 157 ilçeye yayılmış oda ve borsalarımızın
oluşturduğu geniş ulusal temsil ağı, kilit bir konuma ve role sahip.
Birliğimiz, proje çalışmalarında aktif olarak yeralacak ve Binyıl Kalkınma
Hedefleri’nin yerelleştirmesi için odalarımız ve borsalarımız tarafından
hazırlanacak projelere destek sağlayacak”.
1997 yılından bu yana, UNDP Türkiye, ulusal meslektaşlarıyla yerel
yönetim üzerinde, Yerel Gündem 21 Programı kapsamında ortak
çalışmalar yürütüyor. Bu program daha önce IULA-EMME – Uluslararası
Yerel Merciler adıyla bilinen “Birleşmiş Şehirler ve Yerel Hükümetler,
Ortadoğu ve Batı Asya” tarafından koordine ediliyor. Programın genel
amacı sivil toplumun, karar verme mekanizmalarına katılarak yerel
yatırımlara etki edebilmesi. 60 şehri kapsayan Yerel Gündem 21 Programı
eşit ortaklar arasında geliştirilmiş bir ağ ve ortak çalışmaya dayalı bir
yaklaşımı temsil ediyor.
Yeni bir internet ağı siyaset
dünyasındaki kadınları
birleştiriyor
Dünyanın her yerinden siyasetle ilgilenen kadınları birbirine
bağlayan ‘iKNOW Politics' adlı ilk internet ağı, New York’taki
Birleşmiş Milletler Merkezi’nde tanıtıldı.
Ankara, Nisan 2007
“Politik Yaşamdaki Kadınların Uluslararası Bilgi Ağı” (International
Knowledge Network of Women in Politics) adının kısaltılmışı olan iKnow
Politics, yönetişim mekanizmalarının kadınlar yararına daha iyi işlemesini
sağlamak, siyaset ve toplum hayatında yer alan kadınların rolünü
güçlendirmek ve sayılarını artırmak için özel olarak tasarlanmış ilk internet
sitesi.
UNDP Demokratik Yönetişim Direktörü Pippa Norris, lansman
toplantısında yaptığı konuşmada “Kadınlar birbirleriyle iletişim kurarak
deneyim kazanırlar. ‘iKNOW Politics’ onlara bu fırsatı sağlayacak. Seçimle
işbaşına gelen kadın liderleri genç ve azimli politikacılarla, siyaset
adaylarını profesyonel lobicilerle birleştiren iKNOW Politics, kadının kamu
hayatında hakettiği yeri bulamaması sorununu aşıp, politik arenaya
katılabilmesi için sınırlar ve kuşaklar arasında değişik inanç ve görüşteki
kadınlara donanım kazandıracak”, dedi.
Siyasetle uğraşan kadınlar tarafından hazırlanan, ve kadın/siyaset ilişkileri
konusunda 100’ü aşkın uzmanın veritabanından yararlanan iKNOW
Politics on-line kütüphanesi, önde gelen uluslararası ajanslardan,
araştırma kurumlarından, akademisyenlerden ve sivil toplum
kuruluşlarından sağlanan 400’ü aşkın rapor ve eğitim malzemesini
İngilizce, Fransızca ve İspanyolca olarak sunuyor. Kadınların görüş ve
önerilerini paylaşabilecekleri bir forum olmanın yanısıra, seçim
kampanyaları, siyasi partiler, meclisler, lobi faaliyetleri, bütçeler, kanunlar,
ve çatışma-sonrası geçiş dönemi toplumları üzerine geniş bir dizi kaynak
sağlıyor. Site yakında Arapça sunuma da başlayacak.
New York’taki lansman toplantısında konuşan, A.B.D.’de ulusal bir partiden
aday gösterilen ilk kadın başkan-yardımcısı adayı olarak tarihteki yerini
alan Geraldine Ferraro, bu girişimi ‘bağlantısı olmayanları da sürece
katmaya yarayacak pragmatik bir strateji’ olarak tanımladı. Toplantıdaki
tüm katılımcıları “nasıl başarıya ulaştıklarını herkese anlatmaya ve kendi
politik amaçlarını desteklemek için bu internet ağını kullanmaya” davet
etti. Geraldine Ferraro, “Siyasette kadın olmanın zorluklarını biliyorum.
1984 yılında başkan yardımcılığına aday olduğumda, A.B.D.’deki kadınlara
yapabileceklerimizin sınırı olmadığını söylüyordum. Şimdi, iKNOW ile
dünya çapında bir adım daha ilerlemiş olduk”, dedi.
Afrika’da demokratik yoldan seçilen ilk kadın başkan olan Liberya
Cumhurbaşkanı Johnson-Sirleaf ise, girişime desteğini şöyle belirtti:
“Değişim rüzgarları esmeye başlarken, kadınlar politik gücün dışında
kalıyorlar. İşte bu yüzden İKNOW Politics, siyasetteki kadınlara politik
yaşamın her alanında anlamlı bir şekilde yeralabilmeleri için gerekli
donanımı sağlayan ilk internet ağı olarak yaratıldı.”
Böyle bir bilgi kaynağına büyük ihtiyaç olduğu açık. Her ne kadar siyasetle
ilgilenen kadınların sayısı son yıllarda artsa da, kadınlar hala yetersiz temsil
ediliyorlar ve tam katılım konusunda sayısız engelle karşılaşıyorlar. IPU’ya
(Parlementolar Arası Birlik) göre 2006 yılında parlamenterlerin yüzde
17’sinden azı kadınlardan oluşuyordu. ‘Dünya Çapında Kadın Liderler
Rehberi’nin raporu ise dünyanın 194 devlet ve hükümetinin sadece
13’ünün seçimle gelen kadınlar tarafından yönetildiğini belirtiyor.
iKNOW Politics girişimi, Uluslararası Demokrasi ve Seçim Desteği Enstitüsü
(IDEA), IPU, Uluslararası İlişkiler için Ulusal Demokratik Enstitü (NDI),
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve BM Kadınlar Kalkınma
Fonu (UNIFEM) ortaklığıyla hayata geçirildi.
Yoksulluğa karşı maç
19 Mar t 2007 tarihinde, dünya, yoksulluğa karşı yapılan bir
maça daha tanık oldu. Marsilya, Fransa’da oynanan ve UNDP
tarafından düzenlenen dostluk maçında, dünya futbol yıldızları
ve UNDP İyiniyet elçileri olan Zinedine Zidane ve Ronaldo’nun
takımları yoksulluğa karşı farkındalığı ar ttırarak para toplamak
ve BM Binyıl Hedefleri’ni pekiştirmek amacıyla karşı karşıya
geldi.
Ankara, Nisan 2007
Stade Vélodrome’da yapılan ve İtalyan Pierluigi Collina’nın üst üste 4 kez
hakemliğini yaptığı karşılaşmada, Zidane’ın takımı Ronaldo’nun takımına
6-2 galip geldi. Zidan’ın takımı için goller; Ronny (KK), Sichi, Portillo (2), Al
Jaber ve Fas asıllı Fransız komedyen Jamel Debbouze’dan gelirken
Ronaldo’nun takımının gollerini Gerald ve Sonny Anderson kaydetti; ancak
maçta uluslararası futboldan diğer ünlü isimler de vardı. Arsenal’den Julio
Baptista, Boavista’dan Ricardo Silva, Olympiakos’tan Rivaldo, Real
Madrid’den Robinho, Türkiye-Galatasaray’dan Hakan Şükür ve hatta
Ronaldo’nun takımına kaydolan ve Formula 1 dünya şampiyonasında yedi
birinciliği olan Michael Schumacher bunlardan sadece birkaçı.
Daha önceki maçlarda olduğu gibi, bilet satışlarından elde edilen tüm
gelirler, UNDP’nin Asya, Afrika ve Latin Amerika’da yürüttüğü projelerde,
sağlık merkezleri ve okul yapımları için kullanılacak. Haiti, Kongo, Sri
Lanka, Komor, Gine Bissau, Burkina Faso, Namibya, Kolombiya, Brezilya,
Butan, Küba ve Vietnam önceki yıllarda “yoksulluğa karşı maç”lardan elde
edilen gelirlerden yararlanan ülkeler arasında yer alıyor.
Maçla ilgili olarak, Ronaldo; halktan böylesine güzel tepkiler almalarının
son derece teşvik edici olduğunu ve farkındalığı arttırarak yoksulluğu alt
etmede yardımcı olmaya devam etmek istediğini açıkladı. Aynı şekilde,
2006 Dünya Futbol Kupası’nda jübilesini yaptıktan sonra ilk kez
uluslararası platformda futbol oynayan Zidane da, her ne kadar
profesyonel futbolu bırakmış olsa da böyle bir amaç için forma giymeye
devam edeceğini belirtti. UNDP Başkan Yardımcısı ve BM Genel Sekreter
Müsteşarı Ad Melkert ise “yoksulluğa karşı maç sayesinde milyonlarca
taraftar futboldaki kahramanlarının, aşırı yoksulluğa karşı mücadelede
birer kahraman haline dönüştüklerini görüyor. Bu mesaj çok önemli çünkü
ancak hükümetlerin, özel sektörün, sivil toplumların ve Ronaldo, Zidane ve
Drogba gibi bireylerin ortaklığıyla yoksulluğu gerçekten yenebilir ve Binyıl
Hedefleri’ni gerçekleştirebiliriz” dedi.
'Su kıtlığıyla baş etmek'
Bu seneki Dünya Su Günü'nün sloganı 'Su kıtlığıyla baş etmek' idi.
Ankara, Nisan 2007
22 Mart’ta kutlanan Dünya Su Günü’nün bu yılki teması, dünya çapında giderek büyüyen su darlığına dikkat çekiyor;
ve azalan su kaynaklarının sürdürülebilir, etkin ve adil yönetimi için gerek uluslararası, gerek yerel düzeylerde daha
fazla entegrasyon ve işbirliği yapılması gerektiğini vurguluyor. Bu yıl Su Günü’nün kutlanmasında, Dünya Gıda ve
Tarım Örgütü (FAO), tüm Birleşmiş Milletler kuruluşları ve programları adına koordinatörlüğü yürüttü.
UNDP Başkanı Kemal Der viş’in Su Günü mesajı
“Temiz suya sürdürülebilir erişimi olmayan insanların sayısını yarıya indirme amacını da içeren Binyıl Kalkınma
Hedefleri’ne doğru yolumuzun yarısını kat etmiş olduğumuz bu yıl, dünya hala su tedariki ve temizlik konularında
ciddi sorunlar yaşıyor. 2015 yılına kadar Hedefleri tutturulabilmek için, daha 900 milyonun üzerinde insanın temiz bir
su kaynaklarına gündelik olarak erişebilmesini, ve 1.3 milyondan fazla kişinin de sağlıklı tuvalet koşullarına
kavuşmasını sağlamamız gerekiyor.
Bu yılki Dünya Su Günü’nün teması “Su Kıtlığıyla Başetmek”, kronik su sıkıntısının dünyada yaklaşık 800 milyon kişiyi
etkilediğine, ekolojik sistemlerin çökme tehditi altında bulunduğuna, yoğunlaşan su rekabetinin sınırlar arası gerilimi
artırdığına dikkat çekiyor. Dünyanın suyu tam olarak tükenmiyorsa da, güvenilir olmayan su birçok yerde, dünya
nüfusunun önemli bir kısmının insani kalkınması için ciddi bir engel oluşturuyor. 43 ülkedeki 700 milyon kişi, su
sıkıntısı eşiği olan “yılda kişi başına 1700 m3’ün” altında suyla idare etmeye çalışıyor. 20 yıl sonra 3 milyar kişi bu eşiğin
altında kalan ülkelerde yaşıyor olacak. Büyüyen kentlerin, sanayi ve tarımın, enerji talebinin artan su ihtiyacı,
yoksulların zaten zor durumda olan gıda ve geçimlerini sağlama güvenliğini daha da tehlikeye atıyor. 2006 İnsani
Kalkınma Raporu, temiz suya erişimin bir insan hakkı olarak kabul edilmesi ve su krizine çözüm bulmak için bir Küresel
Harekat Planı yapılması için çağrıda bulundu. Dünya Su Günü’nde biz de bu çağrıyı yineliyoruz; ve bu sorunu
gerektiği gibi çözemezsek, tüm Binyıl Kalkınma Hedefleri’nden geri kalabileceğimizi hatırlatıyoruz.
Ne büyük bir çelişkidir ki, insanların ne kadar yoksulsa, suya o kadar fazla para ödediği bir dünyada yaşıyoruz.
Gelişmekte olan ülkelerde yaşayan en yoksul ev halkı gelirinin %10’unu suya harcarken, kalkınmış dünyada gelirinin
%3’ünden fazlasını suya harcamak ekonomik sıkıntı çekmek diye nitelendiriliyor. Gerçekte, su krizi büyük oranda
temel eşitsizliklerden kaynaklanıyor. 2006 İnsani Kalkınma Raporu’nda vurgulandığı gibi, su kıtlığı tam olarak fiziksel
veya çevresel bir eksiklik değil, maddi ve politik güç eksikliğidir. Yoksulların oy kullanamama, hastalıklardan uzak
duramama veya afet ve çatışmalardan kurtulamama, ekonomik olarak güçlenememe nedenleri ne ise, yeterli temiz
suya ulaşamama nedenleri de aynı. Genellikle yoksul olmak, sesini duyuramamak ve fırsatlardan yoksun kalmak
anlamına geliyor. Su krizi ile mücadele etmek, yoksullukla savaşmak ve insani kalkınmayı daha fazla desteklemek için
zorunlu bir adım.
İklim değişikliği, yoksul insanların geçim mücadelesini daha da zorlaştırıyor. Artan yaygın kuraklıklar, seller ve
değişken yağış düzenlerinden ötürü suya erişimin daha da güçleşmesi, yoksulları daha da fazla vuruyor. En yoksul
insanların iklim değişikliğinde hiçbir suçu olmamasına rağmen, birçok durumda sonuçlarından en fazla sıkıntı çeken
onlar oluyor. Tarım verimliliği Asya ve Sahra-altı Afrika’da daha da azalacak gibi görünüyor. Yükselen deniz seviyeleri,
Bangladeş gibi alçakta yeralan ülkelerin içme suyu kaynaklarına tuzlu suların karışması riskini artıracak. Riski ve zararı
azaltmak ve yönetmek için etkili ve hesaplı uyum stratejileri geliştirmek, ulusal su yönetimi politikalarının ve
uluslararası yardımın odak noktası haline geldi.
Su krizi korkutucu gözükebilir, fakat bu acil durumla mücadele etmek için somut adımlar atılabilir. İşte bu yüzden
Dünya Su Günü, bu çok hayati konuda tartışmayı canlandırmak ve önlemleri harekete geçirmek için önemli bir fırsat.
G8 ve diğer bağışta bulunan ülkeler, yoksulların su sıkıntısını kalplerinde hissetmeli; ve Afrika’ya temiz su ve hijyen
koşullarının iyileştirilmesi için verdiği yardımını gelecek yıl iki misline, 2011 yılına kadar ise 200 milyon Sterlin’ine
çıkarma sözü veren İngiltere’yi örnek almalıdır. Temiz suya erişimi olmayan dünya nüfusu sayısını yarıya indirme
hedefi için gerekli olan toplam yatırım, Avrupa ve ABD’nin bir aylık maden suyu harcamasına eşittir. Binyıl Kalkınma
Hedefleri’ni elde etmek, gelişmekte olan dünyaya 38 milyar Dolarlık ek bir ekonomik yarar sağlar. Haziran ayında
yapılacak zirvede G8’in üzerinde dikkatle düşüneceğini umduğum rakamlar işte bunlar.
Su kaynaklarının yönetimini güçlendirerek, şimdiki ve gelecekteki su ihtiyacını karşılamak için şimdiden yatırım ve
planlama yaparak, ülkeleri gelecekteki su şartları üzerindeki denetimlerini artırmak için destekleyerek insani
kalkınmaya doğru bir sonraki sıçramayı tetikleyebiliriz. Çözümler esasen hidrolojik veya teknik değil. Güç, politika ve
her seviyede yönetişim daha önemli rol oynuyor. Hep birlikte dünya su krizini ile savaşmak için çarelerimiz var. Şimdi
ihtiyacımız olan kararlılık, ortak politik irade ve zorlukları yenmek için uygun politikalardır.”

Benzer belgeler

United Nations Nations Unies

United Nations Nations Unies yaklaşımları herhangi bir ülke politikasında farkettiniz mi? R.J.: Evet sanırım bunun örnekleri var. Ancak asıl yeni olan şey, liberal filozofik bir bakış alanı sunan neo-liberal ekonomi yerine tut...

Detaylı

Türkçe

Türkçe eğitimler, dünyada 70’li yılların sonunda, insani gelişme kavramını, alternatif bir gelişme modeli olarak ortaya atan ilk kişilerden biri olan İngiliz akademisyen Sir Richard Jolly tarafından veril...

Detaylı