Tavır Dergisi 4. sayısını pdf formatında görmek için tıklayınız

Transkript

Tavır Dergisi 4. sayısını pdf formatında görmek için tıklayınız
KÜLTÜR VE SANAT
YAŞAMINDA
YIL: 1
SAYI: 4
TAVIR
MAYIS 1980
YAŞASIN 1 MAYIS
HALBİIİMİNİN İÇERİĞİ —
ÖNEMİ — İŞLEVİ
FUÇİK'İN SÖZLERİ
İŞKENCEYE YENİLMEZ DEVRİMCİLER
I — TÜRKİYE ÜNİVERSİTE — AKADEMİ.
— YÜKSEK OKULLAR HALK OYUNLARI
ŞENLİĞİNİN ARDINDAN
«71» YARGILANIYOR
— KARAR 71 Üzerine —
KARAR 71 ÜZERİNE OYUN
YAZARI CENGİZ GÜNDOĞDU
VE YÖNETMEN BURÇİN ORALOĞLU
İLE SÖYLEŞİ
DEVRİMCİ EDEBİYAT RUHU
VE GEO MİLEV
EYLÜL DESTANINDAN
KARİKATÜRE GENEL
BİR YAKLAŞIM
YİRMİNCİ YÜZYILDA
FAŞİZME KARŞI
SAVAŞTA DEVRİMCİ EDEBİYAT
YOLDA - ÖZGÜRLÜK—
ALDIRMAYIN ÇOCUKLAR
DEĞİNMELER
50 TL.
203
TAVIR
205
Mehmet AYDIN
Zeynep ERAY
211
Kemal KORAY
214
Nermin EREN
221
TAVIR
227
TAVIR
232
Ercüment TEMELLİ
235
Geo MİLEV
239
TAVIR
252
Samih EL KASIM
254
Georgi DİMİTROF
257
258
HO Şİ MİNH
TAVIR
TAVIR * Sahibi: Mustafa SÜLKÜ * Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Şevki
ÖMEROĞLU * Abone Koşulları: Yurt içi; 6 Aylık 300 TL, 1 Yıllık
600 TL, Yurt Dışı: ABD 25 Dolar, F. Almanya 40 DM, İngiltere 10
Sterlin, Fransa 85 Frank * Posta Çeki: Mustafa SÜLKÜ 12094 4 *
İlan. Tam Sahife 2500 TL, 1/2 Sahife 1250 TL, 1/4 Sahife 625 TL *
Yazışma Adresi: Kurabiye Sokak, Akgün Apt. Kat 3 Taksim/İstanbul *
Dergimizde yayınlanan, yazı ve resimler, derginin adı gösterilerek kul­
lanılabilir. Gönderilen yazı, resim ve ilanların sorumlulukları sahiplerine
aittir.
GAZİ MATBAASI — 1980 İSTANBUL
Yaşasın 1 Mayıs
20. yüzyılın son çeyreğini yaşadığımız bugünler, burjuva demokrasisiy­
le yönetilen ülkelerde bile, bütün görkemiyle kutlanılan 1 Mayıs, ülkemiz­
de yasak.
1 Mayısın yasak olması, devlet gücünün halka karşı bir çeşit gösterisi.
Pahalılığın, yokluğun ve ekonomik zorlukların üstesinden gelemeyenler, 1
Mayısı yasaklayarak, akıllarınca güçlü olduklarını gösteriyorlar. Evet, güç­
lüsünüz! Büyüksünüz! Fakat sadece, öküze benzeyebilmek için şişnen kur­
bağa kadar.
1 Mayıs işçi sınıfının mücadele günüdür. Ekonomik-demokratik kaza­
nımlarının savunulduğu bir simge gündür. Sanat ise; en kısa ve en genel
tanımıyla yaşamı (kavgayı), estetik kaygularla yansıtma aracıdır. Ülke­
mizde devrimcilerin örgütlü eylemleriyle yeri ve işlevi kazandırılmaya ça­
lışılan 1 Mayıs, sanata henüz yansıyamamıştır. 12 Mart, eksik ve yanlış­
lıklar taşımasıyla birlikte; roman, öykü, şiir ve oyanda değişik yanlarıyla
kullanılmasına karşın, 1 Mayıs birkaç şiir ve DİSK'in afiş yarışmalarının
ötesine geçmemiştir.
Bir 12 Martın belirli ölçülerde sanatsal yaşama girebilmesini, 71 hare­
keti ideolojisinin devrimcilerce savunulması ve o doğrultuda örgütlenilmesine bağlayabiliriz. Çünkü, doğru devrimci ideoloji kitleleri sarıp kucak­
lamakta, kendisini dosta-düşmana kabul ettirmektedir. Gelişen süreç, kül­
tür ve sanat yaşamında da doğru tavrı gündeme getirecek ve o alanda da
eksiklik ve zaaflar giderilecektir. Bu olay 1 Mayıs için de böyledir. Müca­
delemizle ne ölçüde 1 Mayısı kurumlaştırabilirsek, kültür ve sanat yaşa­
mında da, o ölçüde 1 Mayısın etkisini göreceğiz.
TAVIR/203
Bu sayımızda, tartışılmasını istediğimiz görüşlerimizden olarak, M. Aydın'ın Zeynep E r a y ' l a b i r l i k t e hazırladıkları «Halkbiliminin İ ç e r i ğ i Önemi
İşlevi»
başlıklı
yazıyla, 71 hareketini konu edinen Şehir Tiyatrolarının Ka­
r a r 71 oyununu ele a l a n «71» Yargılanıyor i l e oyun yazarı ve yönetmeniyle
yapılmış küçük b i r söyleşimiz var.
Geçen sayıda b i r ş i i r i n i yayınladığımız,
bu sayıda;
«Fuçik'in Sözleri» ve
arkadaşımız K e m a l Koray'ın
«işkenceye Yenilmez Devrimciler» adlı
i k i ş i i r i n i daha yayınlıyoruz.
Nisan ayının sonlarına d o ğ r u İstanbul'da 1. T ü r k i y e Üniversite Akade­
mi ve Yüksek O k u l l a r H a l k Oyunları Şenliği y a p ı l d ı . Bu şenliği; hem ge­
lecek k ü l t ü r ü n y a r a t ı l m a s ı açısından hem de
öğrenci gençliği b i r l e ş t i r i c i
işlev yüklenmesinden dolayı dergimize aldık.
T A V I R , k a r i k a t ü r e özel b i r önem vermekte. Genç k a r i k a t ü r c ü l e r i n ü l ­
ke sorunlarını k a v r a y a b i l m e l e r i somutu
karşısında, onların düşünce ve
çizgilerine y e r ve yön vermek i ç i n b i r sunu yazımız var.
D e v r i m c i selamlarımızla.
TAVIR
204/TAVIR
Halkbiliminin İçeriğiÖnemi-İşlevi
• Mehmet AYDIN — Zeynep ERAY
Dünya halkları, bugünkü yaşam ve bilgi düzeyine, insanlığın binlerce
yıllık yaşam ve bilgi birikimi sayesinde ulaşmıştır. Kişinin heıgün yaşadığı
olaylar bilincini, tavırlarını etkilemiş ve bu etkilenişler sonraki günde ya­
şantısını değiştirmiş, yani günlük maddi yaşantısı onun bir sonraki güne
daha deneyli ve farklı bir birikimle geçmesine neden olmuş, sosyal bilin­
cinin belirlenmesinde birincil derecede rol oynamıştır. Yaşam koşulları­
nın sosyal bilinci oluşturması sonucu tarih birçok toplumsal yapıya tanık
olmuştur. Bu toplumsal yapıların gerektirdiği üretim ilişkilerinde, farklı sı­
nıflar, üretim içinde farklı konumlarda olan sosyal topluluklar, doğal ola­
rak farklı dünya görüşlerini savunmuşlar ve ayrı kültür yaşamları olmuş­
tur. Alt yapıdaki bu yaşam koşulları farkı, onların düşüncelerinin oluşma­
sına ve giderek bu düşünce belirmesi maddi yaşam koşullarım değiştirme
yolundaki çabalarına neden olur. Hangi çağda olursa olsun bu karşılıklı
ilişki ve çelişki yumağı, maddi ve manevi anlamda sınıf kavgalarının teme­
lini oluşturmuştur. Kısaca alt yapıdaki ilişkiler ve olaylar, kişinin ve top­
lumun üst yapıdaki değer yargılarının oluşmasını belirlemiştir. Yalnız göz­
den uzak tutulmaması gereken şey, bu etkilenmenin tek yanlı olmadığıdır.
Maddi yaşamın üretilmesinde kişinin ve toplumun sosyal bilinci de etkile­
yici bir görev üstlenir. Maddi yaşam ve kültürel yaşam sürekli etkileşim
içinde bulunur. Sınıf kavgalarının yaşamın değişik alanlarına yansıması,
biçimde farklı olmasına karşın içerik olarak o denli farklılık taşımaz. Ya­
şamı bu farklı alanlarındaki sınıfsal çelişkilerin ayrı ayrı incelenmesi mut­
laka çok daha geniş boyutlu yazıların hatta kitapların tam anlamıyla altından kalkabileceği bir olaydır. Bu yazıda incelenmesi düşünülen halk bi­
limi konusunun yeterince açılabilmesi için konunun özgül sınırlarının çi­
zilmesi zorunludur. Bu nedenle maddi yaşama salt kültürel yaşama etki­
si anlamında yaklaşılacaktır.
Yaşamın, bilginin yeniden üretiminde, bu üretim uğraşısı içinde bulu­
nan kişi ya da yapı, daha önce sözünü ettiğimiz insanlığın binlerce yıllık
bilgi ve yaşam birikimim en küçük unsuruna varana dek özümlemek zoTAVIR/205
rundadır. Bu zorunluluk halkbilimi konusunda kendisini açıkça gösterir.
Eğer içinde yaşadığımız zaman diliminde var olan çelişkilere bilimsel, çağ­
daş bir yaklaşımla çözüm getirmek zorundaysak, aynı zorunluluk halkbi­
limi konusunu aynı niteliklerle incelemede de doğar. Çünkü geçmişin kül­
türel yaşamını ve dolaylı olarak alt yapıdaki oluşumları bize aktaran en
Önemli olgulardandır halkbilimi. Çünkü egemen sınıflar, tarih boyunca,
kendi kültürlerini üreten kesimin, emekçi halkların kültürüne egemen kı­
lıp, o dinamik kültür öğelerini yok etmeye ya da en azından baskı altına
almaya özen göstermişlerdir. Tarih, öldürülen ozanların, bilim adamlarının
yakılan kitapların, yıkılan mimari yapıların, yağmalanan uygarlıkların,
soysuzlaştırılan kültürel değerlerin utancını taşır. Tüm bunlara karşın
geçmiş kaybolmamışsa, o deneyler ve bilgiler bize ulaşmışsa bunun nede­
ni yaşayan ve yok edilemeyen halk kültürüdür, bu kültürü ve yaşamı içe­
ren, inceleyen halbiliminin varlığıdır. Konunun önemi ve irdelenmesi
gereği buradan kaynaklanmaktadır.
Bu kısa girişten sonra, halkbilimi kapsamına giren kavramlardan ön­
ce halk tanımını netleştirmek gerekmektedir.
HALKBİLİMİ :
Halk; «Belirli bir kara parçası üzerinde yaşayan geniş insan yığınıdır»
şeklinde tanımlara rastlamak olası. Ancak çağdaş dünya görüşümüz bize
insan tanımı konusunda bazı kıstaslar verir. Bu kıstaslarda; kendisini geliştirebilen yetkinleşen, yaşam değerlerini yeniden üretebilen varlık şek­
lindeki tanımı gerekli kılar. O halde halk: «İnsanlığın gelişimine ürettik­
leriyle katkıda bulunan geniş insan yığınıdır». Yani biz gerçek anlamda
halk tanımını yapmak istiyorsak, üretmeyen kesimi ve onun ideolojisinin
etkisi ile yaşam düzeyinin yükselmesine engel olan asalak kesimi bu yığın
dışında tutmak zorundayız. Ayrıca bu kıstasların içine zaman kavramını
da etkileyici bir unsur olarak almak gerekmektedir. Tarihin çeşitli zaman
dilimlerinde üretime katılan sınıflar değiştiği için bu olguyu o özgül tarih­
sel koşulları içinde incelemek zorunludur. Belirli bir süre için, örneğin feo­
dal toplumda üreten kesimi oluşturmasına rağmen toplum yapısının değiş­
mesi ile egemen duruma geçen ve hiçbirşey üretmeyen burjuvazi gibi top­
lumsal sınıflar tarih içinde farklı konumlarda olabiliyorlar. O halde halk:
«Yaşadığı zaman ve toplum içinde insanlığın gelisîmne ürettikleriyle sü­
rekli olarak katkıda bulunan, geniş insan yığınıdır». Başka bir deyişle «çe­
şitli toplumsal süreçler içinde üretime direkt katkıda bulunan ve varolan
üretim sistemiyle çelişkisi olan sınıf ve katmanlara» halk diyoruz. Bu sınıf
ye katmanların üretim içindeki yerlerinin ve konumlarının sosyal bilinçle206/TAVIR
rine, dolayısıyla tavırlarına yansımasını
adını veriyoruz.
inceleyen bilime de halkbilimi
Halkbilimi tanımı, folklore olarak ilk kez İngiltere'de William John
Thomas adlı bir toplum bilimci tarafından kullanıldı. Bu sözcük 1878 yılın­
da Londra'da Folklore Society adlı dernek kurulunca yeni bir bilim dalı­
nın adı olarak bütün dünyaya açıklandı. Bu tanım daha, sonraları İskandi­
nav, Rus, Portekiz ve İspanyol bilginlerince kabul edildi. Fransa'da halk
gelenekleri karşılığı olarak bir süre daha Traditicn Popularie, İtalya'da
Tradizioni Populari deyimleri üzerinde duruldu. Almanlar ise uzun sü­
re Folkskunde sözcüğünü kullandılar. Fakat folklor sözcüğü bugün artık
benimsendi ve bütün dünyada yaygınlaştı.
Ülkemizde de halkbilimi konusunda çeşitli kavramlar ortaya atıldı,
tartışıldı. Ancak bu tartışmaların başlamasından bu yana, bu alanın net­
leşmesi anlamında fazla bir yol katedilemedi. Bu konuda Türkiye'de ilk
yazılar 1910'lu yıllarda yazıldı. Günümüze kadar da çeşitli kişi ve kurum­
larca gerek kuramsal anlamda ve gerekse araştırma-derleme niteliğinde
çalışmalar yürütüldü. Ancak bunların sistemli, örgütlü bir bütünlüğünden
ve net bir dünya görüşünden kaynaklandığını söylemek mümkün değil. Çağ­
daş dünya görüşünü savunduğunu söyleyen kişi ve yapıların, çalışmaları
ayrı ayrı ve sistemsiz, örgütsüz yürütmesine karşılık egemen sınıflar çok
daha bilinçli bir politika izlediler, izlemekteler.
Uygulanan bu politikanın amacına geçmeden önce konuyu yazının ge­
nel çizgisi elverdiğince somuta indirgemek yararlı olacaktır.
Halkbiliminin kapsamında şunları sıralamak mümkün:
1 — Halk Edebiyatı,
2 — Halk Müziği,
3 — El sanatları,
4 — Halk tıbbı,
5 — Halk mimarisi,
6 — Halk giysileri,
7 — Halk oyunları,
8 — Halk inançları,
9 — Halk sporu,.
Bu kaba sıralama ayrıntıya inildikçe genişletilebilir.
Her toplumsal yapıda egemen sınıf ve üreten sınıf için ayrı ayrı dün­
yalar, yaşam tarzları olmuştur. Çünkü başta da belirttiğimiz gibi üretim
TAVIR/207
içindeki yerleri farklıdır. Bu yapının kültürel yaşama, sanata yansıması
da aynı farklılığı içermiştir. İki ayrı sanat anlayışı, iki ayrı kültürel de­
ğerler toplamı vardır. Konuyu bu genel hatlarından halk edebiyatı alt baş­
lığına indirgediğimizde de bu genel kurallar değişmeyecektir. Bütün-parca ilişkisi gereği edebiyatta da halk edebiyatı ve egemen sınıfların sözcü­
lüğünü yapan edebiyat şeklinde bir gruplaşma, ikili bir yapı görürüz. Halk
edebiyatı genellikle, çeşitli baskı yöntemleriyle tarihte zaman zaman yok
edilebildiği gözlenen yazılı edebiyat ve hiçbir zaman yok edilemeyen söz­
lü edebiyat şeklinde ikiye ayrılır. Egemen sınıflar yıllarca bir kez olsun kulakten kulağa yayılmayı, böylece olayların yorumlarının, değer yargıları­
nın kuşaktan kuşağa geçişini engelleyememişlerdir. Saray için, Osmanlı
Hanedanı için övgüler düzen bir yığın saray şairinin karşısına :
Şalvarı şaltak osmanlı/Eğeri kaltak osmanlı,
Ekende yok, biçende yok/Yiyende ortak osmanlı
anonim deyişiyle Anadolu çıkıyor. Bu dörtlükte ve benzerlerinde gördüğümüz, tüm bir toplumsal yapının eleştirisidir. Üretim şekilleri, sömüren-sömürülen ilişkisidir. Fransız sarayı hakkında söylenen şu söz sanırız ola­
yın dünya genelinde de farklı olmadığını gösteren iyi bir kanıt. «Saraym
gerçek durumunu öğrenmek isteyenler, bu konuda yazılan kitapları okuya­
caklarına, o yüzyılda Paris sokaklarında söylenen türküleri incelesinler.
Çünkü o kitaplar birtakım kişiler üzerine övgülerle doludur. Sokak şarkı­
ları ise saray durumunu bütün çıplaklığı ile ortaya koyar.»
Halk kendi yaşamını, düğününden cenazesine, uyumasından konuşmasına, sevgisinden nefretine, «melemez kuzu»luğundan isyanına dek türkü­
lerde anlatır, ağıtlarda anlatır. Tarlada madımak topladığını, madımağın
ise yedikleri içinde önemli bir yeri olduğunu türküsünde söyler.
Yürü bre Hızır Paşa/Senia de çarkın kırılır,
Güvendiğin padişahın/O da birgün devrilir.
dizeleriyle isyanını, umudunu yayar. Gün olur kamanın sapına sedef kakma­
lı işlenir duygular, gün olur heybe, halı nakışlarına yansır. Yayan giderken
omuzlarında biriken karı nasıl silktiğini, kurtları nasıl kolladığını canlan­
dırır oyunlarında. Tek başına nasıl sevdalı, hep birlikte nasıl güçlü oldu­
ğunu sergiler. Doğayla içiçe yaşar ve giysilerindeki renklerde yarışır do­
ğaya karşı. Doğa koşullarım, ağlardaki balıkların hareketini Karadeniz
oyunlarında, bir kekliğin bir turnanın hareketlerini turna barı, keklik oyun­
larında görmek mümkün. Semahlar ise alçakgönüllü, dost, sabırlı, bilge
insanların güzelliğini yansıtır. Canlı, üretken, yenilenen yaşantı üretim
araçlarının yetkinliği elverdiğince, oyasından cepkenine, takısından kiü208/TAVIR
mine değin el saatlarında gözlenir. Kısaca yaşamını sanatına, kültürüne
yansıtır. Tüm bunların ve benzeri olguların büyük bir titizlikle ve sabırla
değerlendirilip gelecek kuşaklara bırakılması ve gelecek çağın kültürü­
nün yaratılması eyleminde birer temel taşı olarak kullanılması zorunludur.
Halkbilimi ve halkbilimcileri böylesi bir görevle karşı karşıyadırlar.
Konunun bu denli geniş olmasına ve bilimsel bir yöntemle araştırılıp
her türlü politikaya karşı yaşatılması zorunluluğuna rağmen bu anlamda
çalışmaların yeterli olduğunu söyleyemiyeceğiz. Toplumda egemen olan
ideolojiler ve olanaklar elverdiğince yapılabilen araştırma ve açıklama­
lar konunun çağdaş yorumunu yapmaya yetmemiş ve netleşmesini sağla­
yamamıştır. Özellikle Halkevleri ve benzeri yapıların bünyelerindeki ay­
dın kesimin derlemeleri, konunun öneminin kavraması için kabul edilebile­
cek girişimler olarak kalmışlardır. Halkbilimi araştırmalarının şimdiye
dek somut bir gelişim izleyememesi ve içerdiği önemin gözlerden saklı
kalması bazı nedenlere bağlanabilir. Bu nedenlerin başında çoğu zaman
konuya gereken önemin verilmeyişi geliyor. Bir ikinci etken olarak, araş­
tırma ve derlemelerin tek tek kişi ya da kuruluşlarca yapılması bir bü­
tünlük içinde, çağdaş dünya görüşünün odağından geçirilerek değerlendi­
rilmemesi, somuta indirgenmemesi geliyor. Diğer etkenleri ise halkbilimi
araştırmalarının bilimsel ve diyalektik bir yöntemle yapılmaması ve çalış­
maların sergilenmesi için yeterli olanakların olmayışı ya da bu olanakları
yaratmak için bir çabanın olmayışı şeklinde sıralamak olası. Bu tür ne­
denlerle boş bırakılan bir alanı, varolan toplumsal yapıda egemen güçler
ve onların dünya görüşleri, politikaları ustalıkla kullanmıştır, kullanmak­
tadır.
YOZLAŞMANIN ASIL NEDENİ
Anadolu, bulunduğu coğrafi konumundan dolayı yıllar boyunca çeşitli
uygarlıkların tanığı olmuş, yıllarca değişik ulusların ya da ulusal azınlık­
ların, halkların yaşadığı bir kara parçası olmak durumunda kalmıştır. Bu
yaşantının günümüze bıraktığı zengin bir kültür birikimidir. Bu kültürel
yapıda Anadolu'da yaşayan tüm halkların maddi yaşamının izlerini gör­
mek mümkünken, burjuvazi, milliyetçi-şoven bir ideoloji gereği ulusal
kültür aldatmacası ile, bunlara sahip çıkmak gereğini duymuştur. Günü­
müzde tüm kültür konularında olduğu gibi, halkbilimi konularındaki ça­
lışmalarda, gerici-şoven bir anlayışa hizmet edecek kadrolar tarafın­
dan yönlendirilmek istenmektedir. Çağdaş yaşamın olanaklı kıldığı tüm
araçlar aracılığı ile yürütülen ve temelde, kavgada, kitlelerin direncini
kırmaya yönelik politika kültürel alanda böyle bir uygulamayı gerekli krTAVIR/209
lar. Egemen kültürün denetiminde olan basın, radyo, sinema, TV, tiyatro,
şenlikler ve benzeri araçlarla tüm kültürel değerler gibi halk müziği, halk
oyunları, halkın yaşamında yer alan olguların hepsi gerçek içeriklerinden
tamamen saptırılarak, üretim sistemine uygun düşen kültür politikası ge­
reği yozlaştırılmaktadır. Bu yozlaştırma içerikte olduğu kadar biçimde de
açıkça gözlenir. Halk giysilerinden, motiflerinden yararlanılarak modern
sanatın oluşması hızlandırılır (!), halk müziğinden esinlenilerek türk ha,fif müziği oluşturulur(!), doğu illerinin ve başlıbaşına bir halkın malı
olan türkülerimiz, ağıtlarımız, bol ağlatılı türk filmleri ile yıldız oluveren
sanatçılar tarafından icra edilir (!) ve değişik yörelerin lehçeleri reklam
filmcilerimize esin kaynağı olur.
Bu yapılanlara masum bir üretim gözüyle bakmak mümkün değildir.
Hepsi daha önce sözünü ettiğimiz sistemli, milliyetçi-şöven politika gere­
ği gerçekleştirilen olaylardır. Halkların özgün halk dansları, türküleri, dil­
leri değiştirilerek türkçe sergileniyorsa, bu o halkın köksüz bırakılmasının
gereğidir. Gerçekleştirilen bu çarpıtmalar halk kültürünü kaynaklandığı
topluma yabancılaştırmak ve o toplumu geçmişin olumlu kültür öğelerin­
den koparmak amacındadır.
Toparlarsak, ülkemizde varolan resmî «folklor» ve «kültür» uygulaması, ulusal baskıcı ve asimilasyoncu hakim ulus siyasetini en açık olarak
yansıtmakta ve tümüyle bilimsel olmaktan uzak bulunmaktadır.
HER ZAMAN EN ÜRETKEN KESİMİN, HALKLARIN YAŞAMINI YANSIT­
MAK KONUMUNDA OLAN HALKBİLİMİ BUNDAN SONRA BU DENLİ
YALNIZ BIRAKILMAYACAKTIR.
Ülkemiz koşullarında yükselen devrimci mücadelenin boyutlarıyla doğ­
ru orantılı olarak bu konuda da programlı ve uzun dönemli, bilimsel bir ça­
lışmaya gidilmelidir. Halkbilimi konusunda, geçmiş kültürün yaşatılma­
sı, gelecek kültürün yaratılması şeklinde önümüze çıkan görevler, geçmiş
ve gelecek üretim şekli ve gelecek üretim şekillerini ve ilişkilerini, bun­
lara denk düşen maddî ve yaşamı ve kültürel yaşama yansımasını bilim­
sel yöntemle değerlendirip, günümüz koşullarının tahlilini gerçekleştirip
yerine getirmektir. Bu girişimler salt kuramsal anlamda yürütülmemeli,
aynı zamanda pratik çalışmalar ve somut örnekler olarak gelecek için
saklanacak belgeler şekline dönüştürülmelidir. Hepsinden önemlisi halkın
yozlaştırılan, asimile edilen kültürel değerlerine sahip çıkmanın yanısıra
bu yozlaşmanın maddî kökenlerim açıklamalı, alternatif bir yapıyla bur­
juva ideolojisinin zedeleyemediği ilerici-devrimci unsurların, olguların
proletaryanın ve kavgasının çıkarları doğrultusunda bilinçli bir şekilde kul­
lanılmalıdır.
210/TAVIR
Kemal KOBAY
FUÇİK'IN SÖZLERİ
«Proletaryanın ölümsüz
nın sevgili anılarına»
Hayatı sevdim
güzeliği uğruna
koşarak girdim savaş alanlarına
Sizleri sevdim kısanlar
kıvanç duydum
karşılık görünce sevgim
yanlış anlaşıldığımda acı çektim
insanlar
mayısın ilk saatlerinde
varoşlarda pankart geren insanlar
akan selimiz sokaklarda
zindanda olsamda
yürümekteyim yine
yüzbinlerle kızalan'da
kapıdan pencereye yedi adım
yedi adım pencereden kapıya
can çekişiyorum işkenceden
susuzum
nefes alamıyorum
Milyonlar savaşıyor
1943 mayısında
özgürlük ve demokrasi uğruna
onlardan biriyim
ne güzel
şimdi ölüme gitmekteyim
ellerinizi sımsıkı avuçlarım
sımsıcak sıkarım
Sevinç için yaşadık
kıvanç için savaştık
hüzün adımızla birlikte anılmasın
TAVIR/211
İŞKENCEYE YENİLMEZ DEVRİMCİLER
Onları tanırım
alanlarda yığın yığın
bir kavga seli
grev boyları
işgal günleri
nasıl yiğitçe
türkü yakar gibi
mermi yakarlar
tarla sürer gibi
pusu bozarlar
aynı cesarette
içeri düşünce
bilirim kâr etmez
işkenceye yenilmez devrimciler
Kolları birer çelik arı kovanı
Vızır vızır işler namluları
ellerinden uçuveren
nazlı sahan, can goncası
konar faşist yuvalara
oysa şimdi bağlamışlar
ellerinden, kollarından
ıslak tahta bir sehpaya
212/TAVIR
Sevgi açan yüreğinde
yüreğinde tümen tümen
tarifsiz öfkeleri, hıncı
çıkıyor işkenceden
giriyor işkenceye
İnce kara bir yılan
akıyor dolanı dolanı
ellerinde dilinde
şişmiş çatlamış
falakadan ayağının tabanı
irin tutmuş yaralan
Düşünmek gelecek güzel günleri
belenirken coplar al kızıl kana
yanarken ciğerin
cana can katar düşünmek
fabrika işgallerini
eylemlerini
kavga yankılanırken bilincinde
dayanmak kolaylaşır işkenceye
yarılır dört duvar
çatlar demirler
direncin ulaşır bize
içini ferah tut
yüzünü sıcak
savaş sürüyor çünkü her mevzide
1980
TAVIR/213
1. Türkiye Üniversite - Akademi Yüksek Okullar Halk Oyunları
Şenliğinin Ardından
Nermin EREN
19 ve 20 Nisan günleri İTÜ —
Spor Kulübü tarafından 22 yüksek
öğrenim kurumu ve iki konuk top­
luluğun katıldığı halk oyunları şen­
liği düzenlendi.
Halkbilimi alanında bugüne de­
ğin burjuvazinin hedef saptırıcı,
gözboyamacı şenliklerine alterna­
tif olarak kabul edilmesi gereken
bu şenlik, halkbilimi çalışmalarına
devrimci kültürün yaratılması anla­
mında sahip çıkılması gerekliliğini
kavrattı.
Sergilenen oyunlarda, ülkemiz
insanlarının yıllar öncesinden günü-.
214/TAVIR
müze kadar ulaşan değişik yaşam
koşullan, dostluğu, iştenliği, kıvrak
zekası yansıtıldı.
İki gün süren gösterileri ve
üçüncü günkü paneliyle halkbilimi
çalışmalarına bilimsel yaklaşımı
içermesi anlamında ilk kez düzen­
lenen bu şenliği yalandan izledik.
19 Nisan günü saat 12'de baş­
layacak şenliği izlemek üzere ge­
len binlerce kişi salonu gösterinin
izlenebileceği son kişilik yerine ka­
dar doldurmuştu. Salona girildiğin­
de şenliğe katılan toplulukların
dostluk ve dayanışmayı içeren, halk
«Geçtiğimiz ay içerisinde İstanbul Spor ve Sergi Sarayında genç, yaşlı, öğ­
renci, memur, işçi geniş bir halk kitlesini bir araya getiren ve onlara unu­
tamayacakları coşkulu iki gün yaşatan halkoyunları şenliği düzenlendi...»
kültürüne sahip çıkılması, yaşatıl­
ması ve devrimci kültürün yaratıl­
masını içeren pankartları gözleni­
yordu.
Şenlik açılışı konuşmasıyla başla­
dı. Konuşmada halkbilimi, halk
oyunları kavrayışı, şenliğin amaç­
ları ve yarışma olmayışının neden­
leri açıklandı.
«Halkbilimi toplumların maddi
yaşamlarının üretilmesinde o top­
lumun bireylerinin birbirleri ile,
başka topluluklarla ya da doğa ile
kurdukları ilişkileri, mücadeleleri
müzikler, gelenek görenekler oyun­
lar vd. aracılığı ile günümüze yan­
sımalarını inceler. Halkbiliminin
görevi sadece araştırma inceleme
yapmakla da sınırlı değildir. Ayrıca
toplumun yaşamının daha ileriye
götürülmesinde yardımcı olan çağ­
daş kültürün, devrimci kültürün
yaratılmasına da katkıda bulunur,
ona kaynaklık eder.
Halkoyunlarını halkbiliminden
ayrı bir olgu olarak ele almak
olanaksızdır. Çünkü onun çeşitli
çalışma alanlarından bilidir halk
oyunları. Özgün müzikleri ve ritm
kuralları olan oyunlarımızda tar­
ladaki çalışmasından, düğündeki
sevincinden, birbirleri ile kavga
larına kadar yıllar öncesi bir top­
lumsal yaşamın yansımaları sergi­
lenir.
TAVIR/215
«...Şenliğe katılan tüm ekipler coş­
kulu, organize ve son derece disip­
linli seyircinin bitmez tükenmez al­
kışları arasında Şenlik Halayı çek­
tiler...»
Halkoyunları çalışmaları salt
eğlenmeye ya da boş zamanlarda
hoşça vakit geçirmeye yönelik bir
uğraş olarak görülmemelidir. Ana­
dolu halkının yaratıcı zekâsının
ürünleri olan bu zengin ve gür oyun
kaynağı, onun coşkusunu, cana ya­
kınlığını dostluğunu anlatır. Bu
oyunlara sahip çıkılmalı, yaşatıl­
malı yozlaştırılmaları engellenme­
lidir. Bu ve bundan sonra yapıla­
cak olan bu tür şenlikler ve dina­
mik üniversite gençliğinin çalışma­
ları bu açıdan değer taşımaktadır.»
Dağıtılan broşürlerde olsun, ku­
lüp başkanının konuşmasında ol­
sun şenliğin amaçları şöyle açıkla­
nıyordu:
«Halk bilimi çalışmalarına sa­
hip çıkarak, bu çalışmalara bilim­
216/TAVIR
sellik kazandırmak için tartışma or­
tamı yaratmak. Halk bilimi aracı­
lığıyla geçmiş kültür mirasının
olumlu öğelerini gün ışığına çıka­
rarak, çağdaş kültüre katkısını
sağlamak. Tüm yüksek öğrenim
kurumu toplulukları arasındaki iliş­
kileri geliştirmek. Sorunlarının or­
tak olarak ve etkin biçimde du­
yurulmasını sağlamak. Halk bili­
mini her türlü yozlaştırmalardan
arındırıp, şoven duyguların sömü­
rüsüne alet olmaktan kurtararak
halk yararına işler bir duruma ge­
tirmek.»
Günümüzde egemen sınıfların
hemen her alanda sürdürdüğü ya­
lancılığını, hedef saptırıcılığın halk
bilimi alanında da görmek olası.
Çeşitli burjuva kurumları halk bili­
mine sahip çıktıklarını iddia ede­
rek halk bilimi çalışma alanların-
«... Şenliğe salt Öğrenci gençlik çağ­
rılı değildi. İstanbul Halk Oyunları
Topluluğu (İHOT) ile İstanbul Kaf­
kas Kültür Derneği'nin de gösterile­
ri ilgiyle izlendi. Ulusal azınlıklar­
dan olan Çerkes'lerin tarihsel halk
danslarından sundukları gösteri so­
lunu coşkuya boğdu.»
da yoz anlayışları doğrultusunda
yarışmalar, şenlikler düzenlemek­
tedirler. Böylece hem halk bilimi­
nin yozlaştırılmasına, hem de halk
bilimi çalışmalarının yanlış kavra­
nılmasına yol açmaktadırlar.
«Maddi hayatin üretiminin be­
lirleyici olduğu, bunun yanında
nüfus, coğrafi şartlar gibi diğer et­
menlerin etkilediği toplumun üst
yapı kurumlarında farklılıklar ol­
ması kaçınılmazdır. Buna bağlı ola­
rak farklı yörelerdeki müzik, çal­
gı, giysiler de farklı olacaktır. Bu
anlamda halkbiliminin bir bileşe-
Şenlik düzenleme kurulu bize hazır­
lık çalışmalarına ilişkin şunları söy­
ledi:
«Üniversitelerle ilk ilişkilerin sağ­
lanması anlamında 3-4 ay önce baş
tılan çalışmalar, özellikle nisan ayı
başından sonra yoğun bir tempo ka­
zandı. Öyleki son bir haftalık süre­
de uykulu saatlerimiz sayılıdır...»
nini oluşturan oyunlarımız birbirle­
ri ile yarıştırılamaz. Çünkü onlar
değişik yörelerde yaşayan topluluk­
ların farklı yaşam koşullarından
kaynaklarını alan bir bütünün par­
çalarıdırlar. Bütün içinde hepsini
ayrı bir yeri ve değeri vardır». Ya­
rışma olmayışını anlatan olumlu
yaklaşımı, katılan topluluklar, iz­
leyicileri yarışma düşüncesinden
uzaklaştınyordu.
Açılış konuşmasının ardından
şenliğe katılan toplulukları karşı­
lamak için İTÜ-HBTopluluğunun
Bingöl yöresi oyunları sergileye­
cek elemanları, alana özgün mü­
zikleri ile geldiler. Sonra sırasıy­
la diğer topluluklar sergileyecek­
leri oyunlara ait özgün müzelerin­
den biri ile alana girdiler. İTÜ —
HBT elemanlarınca coşku ile kar­
şılanarak salondaki yerlerini götü­
rüldüler. Anonsla birlikte topluluk­
lar alanda içiçe halkalar oluştur­
dular. Hep birlikte açılış halayı
çektiler. Halaydan sonra o gün
gösterisi olan ekipler salonu terk
ederken, diğerleri salonun dört
yanına dağılarak oturdular. Göz­
lem Kurulu üyelerinin (Cavit Şentürk, Prof. Dr. Burhan Aytuğ, Doç.
Melik Boydak, Sabri Dcnat, Hüse­
yin Şahin, Mesut Güner, Şinasi Ünal) de salondaki yerlerini al­
malarından scnra gösteriler baş­
ladı. 1. gün Yüksek Teknik Öğret­
men Okulu (Artvin), Anadoluhisarı Gençlik ve Spor Akademisi (Ga­
ziantep — Barak) Edirne Devlet
Mühendislik ve Mimarlık Fakülte­
si (Edirne), İstanbul Üniversitesi
TAVIR/217
«...Şenliğin en iyi niteliğe kavuşma­
sı için 30 dolayında ekiple birkaç
kez, ayrıca İstanbul'da yiyecek, ya­
tacak ve ulaşım gereksinimlerinin
karşılanması için gerekli yerlerle
yüzlerce sayfalık yazışmalar yapıl­
dı. Birçok afiş örneği arasından se­
çilen afiş bastırıldı. Afiş öylesine
beğeni kazandı ki, şenlik anısına
yaptırılan yazma, mendil, kibrit
üzerlerine, tanıtma broşürüne ve
her türlü duyuru ve pankartlarda
kullanıldı...»
(Siirt), İstanbul Yüksek Denizcilik
Okulu (Bayburt), İDMMA Galata­
saray Mühendislik Fakültesi (Bit­
lis), Zonguldak BMM Fakülte­
si (Artvin) ve konuk İstanbul Halk
Oyunları Topluluğu (Bitlis) ekiple­
rinin gösterileri izlendi. Dört saat
süren açılış ve gösteriler sonunda
kimse şenliğin 1. günkü bölümünün
sona erdiğini anlayamadı. Çünkü
izleyicilerin yemek sorunundan, ara
larda devrimci sanatçıların halk
müziği parçalarından oluşan müzik
yayınına, şenlik hatırası eşyala­
rın bulunduğu köşeye varıncaya ka218/TAVIR
dar herşeyin düşünülmüş olması,
görevlilerin devrimci disiplin ve öz­
veri ile çalışmaları binlerce izleyi­
cinin 4 saat boyunca sıkılmamalarını sağladı.
İkinci gün salon yine dopdoluy­
du. Görevliler coşkuyla çalışıyor
ve binlerce disiplinli izleyici en
küçük bir sorun çıkarmıyordu. İs­
tanbul dışından gelen toplulukların
gösterilerinin daha yoğun olduğu
bugün birinci günden de coşkuluy­
du. Konuk İstanbul Kafkas Kültür
Derneğinin sergilediği Çerkeslerin
tarihi halk dansları gösterisi izleyi­
ci kitlenin beğenisini topladı, çoşkuy
la alkışlandı. Kafkas Halk oyunları­
na Kars oyunları adı altında faşistlerce sahip çıkılıp, ulusçu, ırkçı ideo­
lojilerine alet edilmesine karşın, ül­
kemizdeki ulusal azınlıkların kül­
türlerinin baskı altında tutulması­
na, asimilasyona uğratılmasına kar­
şı kendi kültür değerlerine devrim­
ci anlamda sahip çıkmaları beğeni­
yi coşkuya dönüştürdü. Konuk top­
luluktan başka İTÜ — HBT (Bingöl),
Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü (Art­
vin), Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi (Diyarbakır),
Bursa Üniversitesi (Bursa — Orha­
neli), Ege Üniversitesi Spor Yüksek
Okulu (Afyon — Dinar), Ege Üni­
versitesi Makina Fakültesi (Üsküp), İstanbul Devlet Tatbiki Gü­
zel Sanatlar Yüksek Okulu (Van),
İstanbul Devlet Güzel Sanat Akade­
misi (Trabzon — Sürmene), İDGSA
Uygulamalı Endüstriyel Sanatlar
Yüksek Okulu (Ağrı), İİTİA Gaze­
tecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek
Okulu (Diyarbakır Kız), Hacettepe
Üniversitesi (Adıyaman), Orta Do­
ğu Teknik Üniversitesi Türk Halk
Bilimleri Topluluğu (Adana), Bo­
ğaziçi Üniversitesi (Erzincan — Şi­
ran — Gümüşhane Semahları) top­
luluklarının gösterileri izlendi.
İzleyicilerin bitmesini istemediği
şenliğin kapanışı da açılışı kadar
görkemli oldu. Gösterilerden sonra
kapanış halayını başlatmak üzere
Gözlem Kurulu alana çağrıldı. Bu
sırada toplulukların rehberleri oyun­
culara kulübün hazırlattığı şenlik
anısı eşyaları dağıtıyordu. Gözlem
Kurulunun da katılmasıyla topluca
kapanış halayı oynadı. Halayın ar­
dından Gözlem Kurulu adına yapı­
lan konuşmada bazı eksikliklerini
saptamalarına rağmen tüm toplu­
lukları, emeğe saygı ölçütünde yap­
tıkları değerlendirmede başarıya
değer gördükleri belirtildi.
Bütün topluluklara plaketlerinin
de verilmesinden sonra şenliğin gös­
teriler kısmı sona ermiş oldu.
Şenlik 21 Nisan günü İstanbul Ta­
bip Odasında düzenlenen panelle so­
nuçlandı. Panel, şenliğin eğlence
aracı olarak düzenlenmediği, halk
biliminin devrimci kültüre katkısını
sağlamaya yönelik ilk adım olduğu
düşüncesini pekiştirdi.
Panel ODTÜ - Türk Halk Bilim­
ler Topluluğu, Ankara Üniversitesi,
Siyasal Bilgiler Fakültesi — Halk
Bilimleri Topluluğu, Nibceğu Kültü­
rel Dergi, dergimiz TAVIR halk bili­
mi kavrayışlarını, İstanbul Üniversi­
tesi HOT ise halk bilimine ilişkin
geçmişteki başarılı çalışmaları olan
Halk evleri konusunda açıklamalar­
da bulundular.
Halkbiliminin günümüzdeki iş­
levinin, çağdaş kültürün yaratılma­
sında önem ve yönteminin, inceleme
alanının neler olması gerektiği ko­
nularının tartışıldığı, halkbilimi ta­
nımlarından, kapsamına giren kcnuiardan, yozlaştırmalarına kadar bir
çok konunun açıklığa kavuşturulduğu panel canlı bir tartışma ortamı
oluşturdu.
Nibceğu Kültürel Dergi'nin «•Folk­
lor varlığımız gerici ve tek ulusçu
bir şoven anlayışla bozulmakta ve
hatta geniş ölçüde öldürülmektedir.
Bozma ve yok etme işlevi, genel ola­
rak tüm halkların kültürlerinin de­
mokratik ve devrimci öğelerinin tü­
müne yönelmiş bulunmaktadır» bi­
çimindeki yaklaşımla sürdü.
ODTÜ - THBT'nin «Halk bi­
liminin görevi değişmeyi nedenle­
riyle birlikte saptama ve olduğu
gibi tanılama ve tanımlama ol­
malıdır. Eğer halkbilimi bu konu-
«... Sporcu arkadaşlarımız ve kulüp
doğal üyelerinden 250 görevli sap­
tandı...»
TAVIR/219
da bir tutum olacaksa ölçütü es­
kiye bağlılık değil ancak nesnel
estetik kuralları olmalıdır» yakla­
şımı ve diğer konuşmacıların ben­
zer yaklaşımları panelde üniversi­
te topluluklarının boyutunu aşan
bir tartışma ortamı yarattı.
«...Panelle birlikte üç gün süren
şenlik basın toplantıları, Radyo,
TV programları ile kamuoyuna du­
yuruldu.»
Panelin sonunda katılan toplu­
luklar ortak bir metni imzaladılar.
«Halk bilimi çalışmalarının çağ­
daş kültürün yaratılmasındaki öne­
minin bilincindeyiz. Bugüne değin
egemen sınıflar tarafından yoz­
laştırılarak, şovenist duyguların
körüklenmesine alet edilen halkı­
mızın kültür mirasına sahip çıka­
cağız. Şenlik aracılığıyla sağlanan
ilişkilerimizi, geliştirip, bu yozlaş­
tırmalara, hedef saptırıcılığa ortak
olarak ve daha etkin bir biçimde
karşı çıkacak yapılanmayı oluşturmak hedefimizdir. Toplumun
genel kurtuluşundan ayrı düşünü­
lemeyecek çalışmalarımızda emek­
çi insanlarımızın İstemelerini dile
getirmek, onlara hizmet etmek, ay­
dın olmamız nedeni ile bir görev
değil zorunluluktur.»
NİBCEĞU
Kültürel Dergi
*
*
*
*
*
220/TAVIR
Ülkemizdeki ulusal azınlıklardan Çerkeslerin kül­
türel dergisi.
Üç ayda bir yayınlanır.
Yazışma adresi: PK 78 Karaköy
Tek istekler için 40 TL pul gönderilmeli
Abone için yıllık 160 TL.
«71» YARGILANIYOR
- K a r a r 71 Üzerine•
TAVIR
Tiyatro dinamik bir olay. Dünden bugüne, bugünden yarına değişebilirliğin, toplumsal yaşamın kavranılıp aktarılmasının da çok önemli bir ara­
cı ve yansıtıcısı olabilir. Bu dediklerimiz dünyaya proleterya ideolojisi doğ­
rultusunda, yaklaşan çabalarda görülür kuşkusuz. Çelişkileri var oldukları
toplumsal koşullarda irdeleyip, güncelle bağını kuruyorsanız seyircinizin
gözünde bunları tuhaf kılıyorsanız, günümüz koşullarına da ve diyalektik
materyalist görüşle biçimlendirdiğiniz gelecek koşullarda alternatif gö­
rüşleriniz seyircinizin de doğrusu olur. Bir devrimci sanat ürününün ana
özelliği değişebilirlik çevresinde biçimlendirilmesindedir. Olgular oluştuk­
ları toplumsal koşullar içinde değerlendirilmeli, neden sonuç ilişkileri için­
de çözüme gidilmelidir.
Tiyatro içinde var olan birçok sanatsal öğe ile birlikte kitleleri çarpı­
cı bir biçimde etkileyebilen ve belli bir birikimin oluşmasını sağlamanın
da önemli bir aracıdır. Ve tiyatro ülkemizdeki diğer sanatsal etkinlikler
gibi güdükleştirilmeye, güdülmeye çalışılan bir yapı olarak vardır. Ege­
men sınıflara göre tiyatro ölmüştür. Onlar timsah gözyaşları döküp, kitle­
leri denetleyecek düzen ilişkilerini haklı kılacak yeni sanatsal etkinlik­
lerin arayışına girerler. Bir takım ultra akımları bu anlamda desteklerler.
TAVIR/221
Değişebilirliğin en iyi anlatım araçlarından biri olan tiyatro egemen
sınıflar açısından ölmüştür. Bu doğrudur. Çünkü çağımızın belirleyici ege­
meni burjuvazinin değişmesini istediği hiç mi hiç ama tek bir düze taşı
yoktur. İlerici devrimci öz gericileşen burjuvazinin değil proleteryanın ideo­
lojisinde yaşam kaynağı bulabilir. Sanata burjuva düşmanlığını baskı ve
saldırıları bu anlamda değerlendirmek gerekir. Kendilerine yöneltilen
bir silan olarak tiyatroyu karşılarında görenler dolaylı, dolaysız baskıları
sürekli olarak gündeme getirmişlerdir. Kumpanyalar, ağız dolusu küfür­
lerle perde açıp kapayanlar dolaylı baskıların sonucu oluşan ilkel yapılar­
dır. Devlet Tiyatrolanndaki baskılar ve bu doğrultudaki gelişmeler henüz
güncelliğini korumaktadır. İstanbul Şehir Tiyatrosu ise bu politikanın so­
nuçlarını ilginç bir şekilde yaşamaktadır. Bir yanda ilerici oyunlar sahne­
lenirken öte yanda gerici oyunların ve kumpanya örneklerinin sahnelen­
diği görülmektedir. Ürün vermeme şeklinde bir anlayışın da devrimci po­
litika (!) olarak ortaya konduğu bu koşullar Şehir Tiyatrolarında nitelikli,
devrimcilerce savunulan oyunların da çıkmasına engel olamıyor.
KARAR 71 Tüm bu koşullar için­
de ileriye yönelik bir adım olarak de­
ğerlendirilip anti-faşist, anti-emperyalist özü devrimcilerce korunup sahip
çıkılmalıdır. Ancak bu, özün, doğru
devrimci görüş doğrultusunda eleşti­
rilip biçimlendirilmesi çabalarına en­
gel olan tüm liberalist yaklaşımları
da dışında tutmalıdır.
KARAR 71 şehir tiyatrolarının iş­
leyişinin, yoz ilişkilerinin, çıkar he­
saplarının içinde nasıl oluştu? Yazıl­
masında, sahnelenmesinde hareket
noktası olarak neyi gördü? Yoğun ola­
rak tartışılmasının, kapalı gişe oyna­
masının gizi nerede?
Bir tiyatro yapıtının gücü, tarihselden güncele çektiği çizginin
doğruluğunda aranır. 1968-71 döneminde gelişen sınıflar mücadelesi
bir tarihsel kesit olarak sunuluyorsa, bu tarihsel dönemden çıkarıl­
ması gereken dersler mesaj olarak belirmelidir. KARAR 71
biçimsel
olarak bu çizgide bir oyun. Eksikliği ise bu tarihsel dönemin 71'in Türkiye
devrimindeki öneminin kavranamamasında görülüyor. 71 yorumlanamamıştır. Tarihsel olarak eksik kavranmış hatta bazı noktalarda 71'e subjek222/TAVIR
tif yaklaşılmıştır. (Necip kişiliği). Tarihsele sübjektif yaklaşmanın objek­
tif aktarımları engelleyeceği açıktır.
Türkiye'de sınıflar mücadelesi 1968'lerde başlamadı kuşkusuz. Ve 1971'
de de bitmedi. 1960-70 dönemi Türkiye devriminin yolunun arayışıdır. Revizyonizmin bataklığından sürdürülen devrimin yolunun arayışı mücadele­
sidir..
71 öncesinin Türkiye'sinde devrimin yolunun halk savaşı mı, ayaklan­
ma mı, cuntacılık mı MDD mi tartışması bugün artık geçerliliğini bizzat
pratikte yitirmiş ve yerini 71'e damgasını vuran hareketin teorik tezleri­
nin, pratiğinin sol, sağ ve devrimci yorumlanışı almıştır. 1980'ler Türkiye'
sinde 71 dönemine eğilen bir sanatsal biçimlenme bu özelliğe duyarlı ol­
malıydı. 71'e damgasını vuran hareket, oluşum sürecinde — yıllarca teorik
gelişmeyle birlikte süren TİP-MDD muhalefeti ve organize ideolojik mü­
cadele ve pratiği içinde — değerlendirilip oyun bu çatı üzerine kurulmalıydı.
Bu süreçte halk kitleleri içinde çalışılmış, sayısız miting gösteri ve grev­
ler yapılmış gençliğin demokratik üniversite kavgasına öncülük edilmiştir.
KARAR 71 bütün bu koşullarda malzemesini iyi seçememiş, çünkü kendisi­
ni devrim arayışının bir aracı saymıştır. Oysa bugün sorun Türkiye devriminin yolunun arayışı değil, proleteryanın belirlenen perspektifinin hayata
geçirilmesi sorunudur. Devrimci hareket dünün tecrübe, deney birikimi
üzerine yükselmektedir. Bir devrimci sanat ürünü ise mücadeleye olan kat­
kısıyla değerlendirilir. Bu anlamda KARAR 71 bizce fırsat kaçırmıştır.
Hiçbir sanat yapıtna rastlayamayacak kadar dinamik bir konu bulmuş ve
onu biraz cömertçe harcamıştır.
71'i anlatan oyunlar daha önce de
yazıldı. Ancak bunlar mücadeleyi an­
latan oyunlar değildi. 12 Martın karan­
lık yüzünü teslimiyetçi, icazetli bir
bakış doğrultusunda, egemen sınıfla­
rın tezgahlarını sergileyerek anlattı­
lar. Çözüm anlamında bir işlev taşı­
manın ötesinde devrimci mücadeleyi
karalayan mesajlar verdiler. «-Kendi­
ni Yazan Şarkı», «Sakıncalı Piyade»
özleriyle devrimci potansiyeli eritme
çabalarına girdiler. Devrimcilere goşist, küçükburjuva maceracıları kü­
fürlerini savurdular.
TAVIR/223
KARAR 71 devrimcilere küfretmiyor ama devrimci ideoloji doğrultu­
sunda biçimlenmiyor.
KARAR 71'İN ÖYKÜSÜ VE ÇIKARILAN SONUÇLAR.
Oyun 1968-71 yılları arası gelişen sınıflar mücadelesini YAZICI'nin ki­
şiliğinde yargılar. «İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar. Ama ken­
di keyiflerine göre kendi seçtikleri koşullar içinde değil, insanlar tarihi
geçmişten kalan koşullar içinde yaparlar. Bütün ölmüş kuşakların gelene­
ği büyük bir ağırlıkla yaşayanların beyinleri üzerine çöker» (Yazıcı). 71
bu replikle aktarılmaya başlanır. İlk etkili mesajdır bu. Mücadele revizyonizmin bataklığında başlatılmıştır. Oyunda 71 solu'nun ideolojik ayrılık­
ları sergilenmekte, yazıcı ise doğru ve yanlışların altını çizerek kararını
bildirmektedir. Bektaş barışçı yollardan iktidarın ele geçirilebileceğini sa­
vunan bir işçi temsilcisidir. Silahlı biçimde sürüdürülmeye başlanan müca­
delenin faşizme davetiye çıkardığı inancındadır. Mücadelesinin sınırı varolan
anayasanın uygulanması istemlerinin ötesine gitmez. NECİP bir ayağı or­
duda bir ayağı işçi sınıfı içinde olan devrimci bir subaydır. Başlangıçta or­
dunun sol kanadının müdahalesi durumunu şartlı olarak kabullenmektedir.
Süreç içinde cuntacılarla anlaşamayacak onlardan kopacaktır. Küçük burujuva aydın Ferit sol kemalistlerin önderliğinde, demokratik örgütlerin des­
teğinde orduya devrim görevini yüklemiştir. Seyfi pasifist çizgide görü­
nen Bektaş'ın karşısında cesur, yiğit, militan bir devrimcidir. Kitlelerin po­
litik örgütlenme düzeyine silahlı propaganda ile geleceği düşüncesini sa­
vunmaktadır. İktidar yönetemez duruma getirilecek, yüzbinler onları des­
tekleyecektir. Bektaş'm kızı Fatma olayların gelişimi süresince bilinçle­
nir. Babasına karşı önce Seyfi'nin o ölüncede Necip'in yanında yer alır.
Egemen sınıflararası gittikçe keskinleşen çelişkiler, yükselen toplum­
sal muhalefet, KARAR 71'in öyküsü bu çatıda biçimlenir. Aralarındaki çe­
lişkileri çözümsüzlük aşamasında erteleyen egemen sınıflar bütün güçle­
riyle devrimcilere saldırırlar. Oyunun gelişimi içinde çözülen cuntacı Fe­
rit ve katledilen Seyfi'den sonra Necip, Bektaş ve kızı Fatmada öldürü­
lür. Yazıcı son repliğini söylemektedir. «İşçi sınıfının politik örgütlenmesi
doğru yolda kanalize edilmezse mücadele haklı bile olsa yenilgiye mahkum­
dur.» Yazıcının bu genel önermesine 71 özelinde katılmamız olanaksız. KA­
RAR 71, 1958-71 dönem'nde verilen mücadelenin yanlışlığını, işçi sııfından
kopuk olarak yürütüldüğü noktasında görmekte, gençlerin(!) haklı olduğunu ancak işçi sınıfının tecrübesinin mücadelede eksik olduğu düşüncesini
savunmaktadır.
224/TAVIR
Oyunun başlarında yer alan Resneli Niyazi sahnesinde yazar tarihsel
yabancılaştırrma unsurunu kullanarak bu konuda ilk verilerini sunuyor.
Padişah zulmüne karşı 200 askeri ile ayaklanan yüzbaşı Resneli Niyazi'nin
başlattığı haraket başarıya ulaşır. Sultan Abdülhamit hürriyeti ilan eder.
Ancak bir sınıf temeline dayanmayan bu örgütsüz hareket örgütlü olan
burjuvazinin işine yarayacak faturayı işçi sınıfı ödeyecektir. Yazar bu dü­
şüncesini 68-71 dönemini 1908 tarihsel sürecinde göstererek Resneli'den 71'e
bir çizgi çekmiştir. Doğrusu bu çizgiyle seyirci aynı zamanda 71 olgusunada yabancılaştırılmıştır!
Ayağında botlar, kadife pantalonlarla heyacanlı keskin gençler, işçi
sınıfından bağımsız bir şekilde yürüttükleri mücadelede kahramanca ölen
insanlar. Karşımıza yine gençliğin silahlı mücadeleden yana olmasını genç
ve dinamik olmalarına, yaşlarıyla orantılı, heyecanlılıklarına bağlayan
devrimci olmayan anlayış çıkmaktadır.
«Herhangi bir kimsenin burjuvaziye karşı kahramanca mücadele et­
mesi elbette büyük birşeydir. Fakat ileriye doğru atılması gereken adım,
burjuvaziye karşı yüzbinlerin mücadele etmesidir» (Yazıcı). 71 örgütsel
yenilgisinin revizyonist gelenek içerisinde aramayan hareket içerisinde be­
liren sağ sapmayı kavramayan anlayış Kızıldereyi egemen sınıflara vuru­
lan güçlü bir darbe olarak göremez ve bugün yarattığı potansiyeli de sür­
dürülen mücadeleyi de anlayamaz. Geniş kitle ilişkilerine sahip hareket,
parti içinde beliren sağ sapma nedeni ile bu ilişkileri silahlı mücadele
p'atformuna kanalize edememiş, kitleden kopuk olduğu için değil, silahlı
mücadeleyi yürütemediği için yenilmiştir.
Oyundaki Necip kişiliği üzerinde
de biraz durmak gerekiyor. Tarihsel
bir görev yüklenen ve yazıcı ile birlik­
te karar veren Necip'in düşünceleri
sağ sapmanın düşünceleri doğrultusun­
dadır. Onlar da mücadelenin en keskin
anında silahlı işçi timleri oluşturma
vb. Doktor Kıvılcımlı'nın revizyonist
tezlerine, mücadeleden kaçmak için
dört elle sarılmışlardır.
KARAR 71 ideolojisindeki karmaşıklığa, yanlışlara rağmen anti-faşist.
anti-emperyalist niteliğini koruyan bir oyun. Açık faşist dönemin geliş ko­
şullarını başarılı bir şekilde açıyor. Açık faşist dönemlerin önünde biliyoTAVIR/225
ruz ki başlıca iki görev durur. Egemen sınıflararası çelişkilerin çözümlen­
mesi ve yükselen toplumsal muhalefetin bastırılması. Oyun egemen sınıf­
lararası çelişmelerde toprak ağalarına ağırlıkla yer vermiyor. Ancak 71'de tasfiye edilmeye çalışılan ittifak unsurlarının başında toprak ağaları
geliyordu. Öte yandan yükselen toplumsal muhalefet karşısında bütün güç­
lerin devrimcilere yöneltilmesi doğru bir yorumla aktarılmış. 12 Mart açık
faşizminin ülkemize gelişi yine tarihsel yabancılaştırma ile Hitler Alman­
ya'sında gösterilerek başarılı olunmuş.
YAZARIN KAYGUSU ÜZERİNE
KARAR 71'in gerçekten övgüyle belirtilmesi gereken özelliği, seviyeli
çizgisinde görülmektedir. Oyundaki sol kişilikler küfürlerle karalanmaya
değil ideolojileriyle mahkum edilmeye çalışılmaktadır. Onların, faşizme,
emperyalizme karşı yanları özenle korunmaya çalışılmaktadır. KARAR
71'in bu anlayışı bütün demokrat ve devrimci kültür-sanat yaratıcılarımızca
benimsenmeli, ürünlerimiz egemen sınıflara propaganda malzemesi olma­
malıdır.
BİÇİM ÜZERİNE BİR KAÇ SÖZ
KARAR 71 biçimsel olarak burjuva tiyatrosunun kalıpları dışında göstermeci tiyatro olarak izleniyor. YANGELDİMCİ ve YAZICI tipleri oyun­
da «yaratılan potansiyelin erimemesi» düşüncesiyle kullanılmışlar. Yazıcı,
gerilimin arttığı sahnelerde araya girerek oyunun seyirci tarafından duy­
gusal olarak algılanmasını engelleyebiliyor. Onları düşündürmeye ve yar­
gı vermeye itebiliyor. Ancak yangeldimcinin müdahaleleri tam tersi so­
nuçlar yaratabiliyor.
Son sözlerimizi KARAR 71'in güçlü bir sanat yapıtı olmadığı noktasın­
da söyleyeceğiz. Sanat yapıtının kitleler üzerindeki etkinliği ancak, doğru
devrimci görüş temelinde üst düzeyde sanatsal yaratışlarda kendisini
gösterir. Günümüzde ilerici oyunların oluşması ne kadar zor koşullar
altında gerçekleşiyorsa, eksikliklerine de o derece hoşgörülü davranılmalıdır. Önemli olan ise, hoşgörülükle liberalizm arasındaki çizgiyi iyi saptayabimek, oyunları yapıcı ve ilerletici biçimde eleştirebilmektir.
226/TAVIR
KARAR 71 üzerine oyun yazarı Cengiz Gündoğdu
ve yönetmen Burçin Oraloğlu ile söyleşi
•
TAVIR
Sayın Cengiz Gündoğdu tiyatro nedir sizce?
Ben, bir yazımda bunu yazdım. Şöyle dedim. Türkiye'de güzel bir dün­
ya için savaşım verenler var. Bir dakika bile fazla yaşaülmayanlar. İşte
burda tiyatro, geride kalanlara, bu halkın nasıl tarih yaptığını göstermeli­
dir. Bitmez tükenmez öldürmelerle açmaza sokulmak istenen insammıza
güç kaynağı olmak zorundadır tiyatro. Geride kalanlara güç vermek için
tiyatro tarihle birlikte güncel yaşamın içine girmelidir.
TAVIR/227
Tarihle birlikte güncel yaşamın içine
mısınız?
girmek sözünü biraz somutlar
Söylemek istediğim şu. Güzel bir dünya tarihsiz kurulmaz. Şimdi bizim
bir tarihimiz var. Nasıl bir tarih bu? Sömürücülere, zorbalara karşı satır
satır yazılmış bir tarih. Ama bize böyle gösterilmiyor bu. Padişahlar, sul­
tanlar geldiler, mutlu, adil bir düzen kurdular. Öylece yaşadık işte. Ba­
kın, İbni Haldun, ne diyor bu konuda, «Derinliğine bakıldığında, tutarlı bir
incelemedir tarih. Olup bitenlerin nedenlerini, nasıl başlayıp nasıl geliş­
tiğini inceliğiyle ortaya koymadır». Ama diyor İbni Haldun, asalaklar gelir­
ler, karman çorman ederler tarihi. Değiştirirler, bir sürü yalanı sürerler
piyasaya. Tam burada İbni Haldun'un güzel bir gözlemi var. Şöyle, «bunun­
la birlikte gerçeğin gücüne karşı konulamaz. Yanlışın şeytanı, tutarlı görü­
şün silahıyla vurulup yokedilebilir». İşte ben bunu yapıyorum. Yanlışın şey­
tanlarına karşı oyun yazıyorum. «Sapak»ta bunu yaptım. «Karar 71»de bu­
nu yaptım. Oyun yazmak bir savaştır benim için. Yanlışın şeytanlarına kar­
şı bir savaş.
Bn anlamda «Karar 71»i hangi şeytanlara karşı yazdınız?
Önce şunu söylemek gerekiyor. Bir çok görüş var 71 yılında olup bi­
tenlerle ilgili. Örneğin şöyle deniyor. Devrimcilerin bilinç altında doyurul­
mamış bir çok istek varmış. Bu devrimciler de bilinçaltının güdüsüyle baş­
kaldırmışlar. Bu görüşe göre, devrimciler birer hasta. Devrimci harekete
moda diye bakanlar da var. Bir modaymış bu, Avrupa'dan bize geçmiş.
Bu hareketin serüvencilik olduğunu söyleyenler de var. Bir başka görüş
şu. Bu olup bitenler kızıl emperyalizmin kışkırtmasıyla oldu. Bunların hiç
biri doğru değil. Bu görüşlerin hepsi, yanlışın şeytanı. Yanlışın şeytanı
gördüğünüz gibi bir tane değil. Çok. «Karar 71» bu şeytanlara karşı yazıl­
dı. «Karar 71» şunu diyor, yazıcının diliyle, «Bu bir tarihsel mücadele bi­
çimidir».
Bunu biraz açar mısınız?
Elbette. Bu ülkenin insanları sürekli hareket halinde. Mustafa Akdağ
yazdı bunu. 1520 yıllarında hazine tamtakırdı, Osmanlı'da kötüye gidiş
başlamıştı. Ne oluyor kötüye gidiş başlayınca? Medrese öğrencileri ayak­
lanıyor. Ondan sonra Celali ayaklanmaları filan... Türkiye halkı, şaka de­
ğil, dört yüzyıldır mücadele veriyor zorbalara karşı. Ne demek bu? Dü­
şünelim. 71'de olup bitenler Türkiye tarihinin getirdiği bir mücadele bi228/TAVIR
çimidir. O mücadelenin kökü, Anadolu topraklarındadır. «Karar 71» bunu
gösteriyor işte. 71 hareketinin geçmişten ayırıcı özelliği şu. Bu dönemde
Türkiye insanı, geniş ölçekte sosyalizmle kucaklaştı. Üstyapı devrimcili­
ğinden toplumsal devrimciliğe yönelen bu süreçte devrimciler, eşitlikçi
Türkiye için öne atıldılar. «Karar 71» bu öne atılışın Öyküsüdür işte.
Şeytanlar da var «Karar 71» de.
Evet. Nasıl söyleniyor halka. Devrimciler, ülkeyi bilmem nerenin sö­
mürgesi yapacaklarmış da, gelmişler, kurtarmışlar. «Karar 71» neyi gös­
teriyor bu noktada. Sanayiciler, bankacılar, tüccarlar, toprak ağaları, iş­
çinin yarattığı artık değerin paylaşımı için sofra başında korkunç bir sa­
vaşa girdiler. Ben, bunu da gösterdim. Sermaye sınıfının 12 Mart'ı nasıl
tezgâhladığını...
«Karar 71» öae atılışın Öyküsüdür dediniz. Şunu sormak istiyoruz. Oyun­
da devrimciler için «Doğru yolda yanlış adım attılar» diyorsunuz. Yanlış
adım neden atıldı sizce?
Önce şunu söylemek istiyorum. Burada şaşırtıcı olan, «Doğru yolda yan­
lış adımın atılması değil. «Doğru yolda doğru adım atılmış» olsaydı, tarih,
o zaman şaşırırdı. ABD emparyalizmden destekli, deneyli bir sınıf var
karşıda. Buna karşı teori ve pratiğiyle son derece deneysiz devrimciler.
Tarih, yalnız olumluyu değil, olumsuzsu da sürükler çağdan çağa. Dev­
rimci açıdan geçmiş pek tutarlı değil bizde. Tarihi, istediğimiz gibi yapa­
mıyoruz ne yazık ki... Kısaca, tarihin biçimlendirdiği bir yanlıştır o. Ka­
çınılmaz bir yanlıştır o.
«Karar 71»'de bütün bunları yeterli bir şekilde açıkladınız mı?
Önce her şey yeterli sanılır. Sonra oyun başlar. Bir bakarsınız, şurası
fazla olmuş, burası eksik olmuş. Burası tam anlatılmamış dersiniz. Sakın
yanlış anlaşılmasın, her oyun yazarı, ya da her yazar için söylemiyorum
bunu. Söylediklerim kendim için. «Sapak»ta da böyle oldu. «Karar 71» de
de... İnsan elbette ki, eksiksiz bir sanat ürünü yaratmak ister. Ama öyle
bir kaçgun devrinde yaşıyoruz ki, insan bile, eksiksiz insan olamadı daha.
«Karar 71»e yöneltilen eleştiriler
değerlendiriyorsunuz?
nelerdir, siz, bu eleştirileri nasıl
«Karar 71»in eleştirisi yapılmadı daha. Çünkü eleştiri, Plehanov'un de­
yişiyle, bir ürünün toplum bilimsel karşılığını bulmaktır. Ama bu hiç bir
TAVIR/229
zaman yeterli olmaz. Bunun yanı sıra, ürünün estetik tavrını da ortaya
çıkarmak gerekir. Bunların hiç biri yapılmadı. Buna karşı kimi devrimci
arkadaşlar, bu oyuna karşı bir tavır koydular. Geçen gün Mayakovski'nin
bir şiirini okudum. Ataol Behramoğlu çevirmiş. Şöyle diyor. Mayakovski:
Aynı davaya gönül verdiğimizden/kuşkunuz olmasa gerek/ yürek hattında/
ayrılığımız yok/Eğer siz/değilseniz/bizden yana/ve biz/sizinle/birlikte
değilsek/ne gerek var/bunca çabaya/(...) Ne yaptımsa ben/sizindir hepsi/
(...) Ün denen şeyden/daha kaypak/ve daha çürük/ne var şu dünyada?/
Onu mezarıma mı götüreceğim öldüğümde?/Tüküreyim içine/en yüksek
derecede/şöhretinin de/parasının da ve o türden ne varsa (...) Dileğiniz
sövmekse/düşman çok, bakın/öte yanında/kızıl barikatların» Kısaca söyle­
mek istediğim şu. Türkiye gibi bir ülkede devrimci sanatçı kolay yetiş­
mez. Onlara karşı hoşgörülü davranmak zorundayız.
Sayın Burçin Oraloğlu, KARAR 71'i göstermelik biçimde uygulamakta­
ki amacınız nedir?
Önce şunu belirtmek isterim, biz Gündoğdu ile 1976 dan beri bir ça­
lışmanın içindeyiz. Bu beraberlikteliğin iki ürünü olarak Sapak ve Karar 71
gerçekleşti. Bir yönetmen olarak oyunun doğumuna kadar bir hekim gibi
izlediğim çok oyunda kullanacağım biçim ve yöntem zaten belliydi. Bunu
şunun için söylüyorum yazar ve yönetmen olarak birbirimizden soyutlanmış
değildik.
Oyunu şöyle bir incelerseniz nasıl bir dünya görüşünden yola çıktığını
hemen görürsünüz. Bu görüş tarihe, dünyaya idealistçe bir kuruntu taşı­
madan bakan bir görüştür. Karar 71 olgulara dayanır. Olayları uyduruk
ilişkiler içinde değil, kendi ilişkileri içinde inceler. Olanı biteni olduğu gibi
gösterir. Gerçekte olup bitenden başka gerçek göstermediği için de Karar
71 maddeci bir oyundur.
Biçim olarak ele alındığında da görülür ki oyunun genelinde yer ve za­
man çokluğu vardır. Oyun kahramanları yerine, koşulların ve dış dünyanın
(davranışlarını belirlediği kişiler vardır, oyunun aksiyonu da buradan düz
bir çizgi izlemeden gelişir.
230/TAVIR
İnsanın kendi kendisinin bilincine varabilmesini, açığa vurulmamış bi­
linçsiz arzuların dünyası olan düş dünyasını çözmede gören, bireyci Freud
psikolojisini ve yanılsamayı dışlayan bu biçim de açık oyun biçiminden baş­
ka bir şey değildir.
Oyunun içeriğini öne çıkartmak, çelişmelerden gerçeğe varmak, tarih­
teki deneylerden geleceğe ışık tutmak ve seyirciyi düşünerek karar ver­
meye zorlamak şeklinde özetlenebilecek amacımızı gerçekleştirmek için
de göstermeci tiyatro anlayış ve üslubundan hareket ederek Karar 71'in
aksiyon sürecine, bütünselliğine ve ilişkilerine uygun olarak diyalektik bir
yorum getirmeye çalıştım.
Sayın Oraloğlu, oyununuz sol kesimden gerektiği ilgiyi gördü mü?
Seyirci oyunumuz daha sahneye çıkmadanönce Karar 71 ile ilgilenme­
ye başladı. Ben bu ilgiyi sağlıklı bulmuyorum çünkü bu yapay ilgi o kitle­
lerin aynı zamanda ön yargıya varmasını da getirmiştir. Oyun sahneye çık­
tığından beri boş oynamadı, sezon sonuna kadarda kapalı gişe oynayaca­
ğının belirtileri var.
Sahneye konduğundan bugüne kadar, Karar 71'e yöneltilen eleştiriler
nelerdir, siz bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Karar 71'i anlayamayan ya da anlamak istemeyen bazı kişiler bu oyu­
nun grafiğini çizemeyeceklerini söylediler. Oysa yukarda açıkladığım an­
lamda bir oyunun grafiği elbette çizilemez çünkü oyun ana konunun özelli­
ğini taşıyan sahnelerden ve düz bir çizgi izlemeyen aksiyonlardan nesnel
gerçekliğe ulaşır. Bir başka ilginç görüşse Karar 71'in didaktik olduğu idi.
Uslamlamayı öngören bir oyun nasıl didaktik olur, hâlâ merak ediyo­
rum doğrusu.
Bizce öğretisel oyun, seyircinin belli bir siyasal ve toplumsal görüşe
kazandırılması adına yan tutan akıllı, tezli oyundur. Bu eleştiriliyorsa eleş­
tirenlerin niteliklerini ortaya koyması bakımından ilginçtir. Oyuna daha
başkada eleştiriler gelmektedir. Bunlar gerçekle ilgisi olmayan duygusal
eleştirilerdir.. İdeolojik plandakilerse kendi ideolojileri doğrultusunda tu­
tarlı olabilirler bu çok doğaldır. Biz sözümüzü açık seçik sahnede söylüyoruz. Burjuvazi ilişkilerinin ipliğini pazara çıkaran, emperyalizmi ve
kapitalizmi çırçıplak, seyirciyi duygu batağına saplamadan, coşturmadan,
boşaltmadan, yargıcı durumuna getirerek sunan antifaşist bu oyunun çeşit­
li tepki ve eleştirilere hedef olması sağlığının, göstergesidir kanısındayım.
TAVIR/231
Devrimci
Edebiyat
Ruhu ve
Geo
Milev
(1895-1925)
Çeviren :
Ercüment TEMELLİ
15 ocak 1895 senesinde eski Zara ilinin Rodnevo köyünde doğdu. Da­
ha küçük yaşta edebiyat ve sanata karşı duyduğu ilgi daha sonra bu alanı
meslek olarak seçmesine neden olmuştur.
Babası Milo Kasabov kültürlü, bilgili ve çevresinde sevilen bir kişidir.
Mesleği yayıncılıktır. Bir süre «Makedonya Gözyaşları» gazetesini çıkar­
maya çalışmış ancak başaramamıştır. Küçük yaşlarda babasından etkile­
nen Geo Milev karikatür çizmeye, şiir yazmaya başlamış ve bunları elde
hazırladığı dergilerde yayınlamıştır.
Geo Milev yüksek öğrenimine Sofya Edebiyat Fakültesin'de başlamış
(1911-1912), Almanya'da devam etmiştir. Burada bir yandan psikoloji ve
felsefe derslerine devam etmiş, diğer yandan da çeşitli kültürel etkinlik­
lerde bulunmuş, tiyatro, sergi, konserlere gitmenin yanısıra Almanca, Fran­
sızca ve Rusçadan çeviriler yapmıştır. Çevirilerini ve kendi yazdığı yapıt­
ları Bulgaristan'a göndererek «Kavga» dergisinde basılmasını sağlamıştır.
232/TAVIR
1914 de Leipzig'ten gönderdiği Kırlangıç dergisinde basılan sekiz yazınsal
niteliklikli mektubundan anlaşıldığına göre o yıllarda Almanya'daki mo­
dern edebiyat akımına kapılmıştır. Almanya'dan sonra Londra'ya giden
şair, sınıflar arasındaki çelişkiyi «Temza Üzerinde Gece» adlı yapıtında
anlatmıştır. Modern akımın yanında formalizme de ilgi duyması Londra
gidişine rastlar.
"Birinci Paylaşım Savaşı'nda şovenist duygulara kapılmayan bir avuç
insanın arasındadır. Bu denemde «Doyran Gölü Yanında» ve «Ateş Kırbacı­
nın Felaketi» yazılarıyla dönen dolapları anlatmıştır. Savaşta telsizci iken
ağır yaralanarak Berlin'de tedaviye gitmesi, 1918'lerde Almanya'da gücü­
nü gösteren expresyonizm akımı ile ilgilenmesine neden olmuştur. Bu
akımdan etkilenerek çıkan «Aksiyon» dergisinde de bir süre çalışmıştır.
1919 yılında çeşitli deneyimlerle yoğurulmuş bir yazar olarak Bulgaris­
tan'a dönen Geo Milev 1922'de birkaç yabancı yazarın tiyatro yapıtlarını
sahneye uygulamış, böylece ilk bilimsel tiyatro sanatçılarının ortaya çık­
masına da yardımcı olmuştur. Ayrıca ilk olarak (Bulgaristan'da) Van
Gogh,Gogen, Roden ve başkalarının portre reprodüksiyonlarını yapması,
bu sanatçıları uluslararası platformda tanınmasını sağlamıştır. Bu çok yön­
lü çalışmalarıyla uluslararası klasiklerin Bulgaristan'a girmesini, Puşkin,
Geothe, Heine, Shekespeare, Şofokil, Verharini gibi sanatçıların Bulgar
okurlarına tanıtılmasını sağlamıştır.
Bu dönemlerde yazdığı «Gaddar Yüksük» yapıtıyla gerçeklerin acı ol­
masını açıklayarak, savaşın daha iyi bir yaşantı vaad ettiğini vurgulamış­
tır.
1922 yılında çıkan «Cehennem» ve «Öfkenin Günü» adlı bitmemiş şiir­
sel destanlarında artık Geo Milev kendini devrimci bir yazar olarak tanıt­
maya başlar. Bu yapıtlarında kitlelere, milyonlarca işçi ve köylüye sesle­
nir. Onları, «gururlu lordlar, tok bankerler, subaylar ve sürüsepet itlere»
karşı isyana davet eder. (Özellikle «Cehennem»de).
Devrimci tohumları daha Berlin'deki tedavisinde kapmıştır. Oradaki
anılarını da Geo Milev, 1924 yılında «Çirkin Düz Yazılar»ında anlatır.
1919 devrimi, Bulgaristan'da ve tüm Avrupa'da alevlenen devrimci ha­
reketler, Geo Milev'in üzerinde büyük değişimler yaratır. «Terazi» dergisi­
nin çıktığı Eylül ayaklanmasından önceki dönemde, yazar, birçok yapıtını
ve çevirisini okuyucuya sunar. Mayakovski'den yapılan ilk çeviri onundur
TAVIR/233
(«Bizim Marşımız» şiiri). Devrimci nitelikli «Bulgar Halkı Bugün» yazısıy­
la sert bir dil kullanarak burjuvaziye saldırır.
1923 Eylül ayaklanması her yönden önemli olduğu gibi aydınların ve
edebiyatçıların kesiminde de büyük yankılar uyandırır. Aydın çevrelerde
«devrim» düşüncesi, sis perdesi arkasındaki bir görüntü gibj net değildir.
Ayaklanmanın, gerçekleri gözler önüne sermesi devrimci edebiyatı daha
bir üst düzeye yükseltir. Bu arada, devrimci edebiyat ruhu ile ortaya çı­
kan yazarların başında Geo Milev'i görürüz.
Demokratik ve devrimci sanata özlem duyan Geo Milev, var olan ede­
biyatta devrimci ruhu yaratıp, yeni atılımlara girme çabasındadır. 19241925 yılları arasında «Alev» dergisinin sorumluluğunu üstlenerek burjuva­
ziye saldırmaya devam eder. Büyük toplumsal olayların (Eylül ayaklan­
ması ve kanlı sonu) sonunda böyle bir hareket, cesaret ve azim isteyen
bir iştir. Gündemde olan burjuva ideolojisinin demogoji ve yalanlarını açı­
ğa çıkaran yazıları arasında «Polis Kritiği», «Bay Boris Vazov'a Açık
Mektup» makalelerini görebiliriz. «Devleti Koruma Yasası» ve «Polis Kri­
tiği»nde, halk üzerindeki aşırı baskı ve terörün dayanağı olmadığını ve Ey­
lül isyanının bastırılmasıyla başlayan toplu katliamların suçunu hafifletemeyeceğini gayet iyi açıklar. Aynı makalenin sonunda da «Düşüncenin ale­
vini dünyada söndürecek itfaiye yoktur» diyerek devrimci ruhun yenilgiye
uğramadan başarıya ulaşacağını anlatmaya çalışır.
Artık en uzun şiiri olan «Eylül»ü bitirmiştir. Eylül ayaklanmasını bir
yıl sonra anmak amacıyla şiir «Alev» dergisinde yayınlanır. Dergi çıkar
çıkmaz bütün sayıları polis tarafından toplatılıp yasaklanır. Geo Milev
tutuklanarak mahkemece bir yıl ağır hapse mahkûm edilir ve tüm yasal
hakları elinden alınır. Kararın uygulanmaya geçmesinden kısa bir süre
sonra diğer anti-faşist ve komünistlerle birlikte boğularak öldürülür. (14/
4/1925).
Bulgaristan'ın büyük şair, yazar ve sanatçılarından biri daha en ve­
rimli çağında böylece katledilmiştir. Tüm yaşamı boyunca gerçekleri ara­
yan Geo Milev, onu bulduğu anda öldürülür.
Kendisinin de dediği gibi, «İnsanoğlunun kavranabilmesi, hoşnutsuzluk ve
arayışlarda başlıyor... Ezilmemiş ve dikenli patikalardan insanlığı, Kolomb ve Galile'lerin kuşakları yürüyor...»
234/TAVIR
• Geo MİLEV
EYLÜL DESTANINDAN
Halkın sesi:
Hakkın sesi
Derisi
bin kere bıçakla
delik deşik
halk—
sersem sepelek,
horlanan,
dilencidende aşağı görülerek
beyni yitirilmiş,
sinirleri bitirilmiş yığın—
ayaklandı
paldır küldür
karanlığından yaşamının
ve yazdı kanıyla kaderim :
ÖZGÜR!
Ayaklandı halk—
tezgahlardan, ocaklardan çıkarak
— çekiş elde,
isle, kurumla, kıvılcımla
yoğrulmuş halde,
— ve elde orak,
yürüdüler ovalardan
topraktaki kara isin adamları
iliklerine işlemiş rutubet ve ayaz
ve ömür törpüsü sabırları
hiç bir eyleme sığmaz.
Meydanları
kızıl bir atlas gibi kapladı kan.
Ölüm çığlıklarının yarısı çıkamadı
Kılıçla kesilen gırtlaktan.
Zincir, pranga şakırtıları saçtı ölüm.
TAVIR/235
Hapishaneler adam almıyor, tıklım tıklım,
zincirlendi umutlar.
Ve kışla, cezaevi avlularından komutlar :
— Doldur ve kapa,
ateeeeş!
Evlerde kapılar içerden sürgülü.
Ve dışardan yüklenir davetsiz misafirler.
Oğul elde tabancayla eşikte ölü
Baba asılmış direğe.
Baygın yatar kirletilen kızkardeş,
namus kanı çarşafta ateş gülü.
Köylerinden sürülüp çıkarılmış köylüler,
hepsini askerler katmışlar önlerine:
bu bir hazin kervandır,
yürürler bir çukur kenarına
bir duvar dibine doğru.
Komut: Dur!
— Doldur ve kapa!
Mekanizmalar şakır şakır:
Ku
Kluks.
— Klan,
— Ateeeeş!
Tek kişi yok ayakta kalan.
On ceset,
kurşuna dizdikleri kıyıdan
düştüler külçe gibi
bulanık ölgün sularına Meriç'in.
Sular sürükledi ölüleri,
sular ölülerin kanıyla yanarak için için.
Ve çok uzak bir yerlerde
yankılanarak sokaklarca ıssız yanık
gürlüyordu bando-mızıka:
«Şumi Maritsa...»
236/TAVIR
Kanla boz-bulanık...
Ve yangın geçmiş, çiğnenmiş tarlalarda
diken yumaklarıyle boy boy otlar arasında
kelleler yuvarlanmada,
kan içinde sakal-bıyık,
yüzlerini tanıyamaz doğuran ana bile,
yüzleri satırla kıyık.
Darağaçlan dikilmede kara kollarını açarak
(darağaçlan
ölüm sisi içinde
birer hortlak.)
Havada
çelik yüzü parıldayan baltanın
durmadan yayılan korkunç türküsü,
bu türkü
her inişte kırdığı
kemiğin kütürtüsü.
Tan yerinde çepeçevre
yanan köylerin kızıltısı.
Kandır kan derelerin çağıltısı.
Ve göklere
odun çatkılarından
alevler yükselir,
gökler alçalır.
yalar tanrı tahtının kutsal tabanını
alevlerin bütün kutsallıklara söğen dili.
Ve biz
omuz vererek
uçsuz bucaksız göksel köprülere,
kaldıraçlar ve halatlarla indireceğiz
o mutlu cenneti
yeryüzüne,
yani bunca kederle bunalmış,
al kanlara bulanmış
yeryüzüne.
Bekleyip göreceklerimiz de
TAVIR/237
tıpatıp uygun düşecek
filozoflarla şairlerin peşin sözüne:
— Tanrısız! Efendisiz!
Eylül Mayısa dönüşecek.
Ve insan yaşamı
bir yükseliş olacak
bitimsiz, sonsuz,
yüceden yücelere dek
Yeryüzü cennete dönüşecek:
Dönüşecek
cennete
yeryüzü!
(Çeviren: O. Ufuk)
238/TAVIR
KARİKATÜRE
GENEL
BİR
YAKLAŞIM
•
TAVIR
Hemen her alanda karikatürden yararlanılan bir ortam içindeyiz. Gün­
lük yaşantıda sürekli örneklerini görüyoruz bu ilişkinin. Karikatür, okudu­
ğumuz gazetenin sayfalarında, kitap kapaklarında, dergilerde, afişlerde,
broşürlerde, panolarda yerini buldu. Sayıları hızla artan karikatür yarış­
malarının duyurulan, sergiler, kartpostallar ve daha niceleri...
Günümüz insanı, içinde bulunduğumuz düzen ve ekonomik koşulların
zorlamasıyla zamanının pek azını okumayaı çeşitli kültür ve sanat etkin­
likleriyle ilgilenmeye ayırabiliyor. Belirli saatlerde gerçekleşen sinema,
tiyatro gibi etkinlikler ve belirli bir alım gücünü gerektiren kitap, dergi...
vb. gibi basın - yayın organlarının izlenmemesinin yanısıra, uzunca bir ya­
zıyı tek karede genel hatlarıyla özetleyiveren bir karikatür, bu olumsuz
ortam içerisinde insanımızın yanıba.şında olabiliyor. Anlatım dilinin özelli­
ğinden kaynaklanan bu şanslı niteliği ile karikatür, okuyucu ile kurulan
ilişki zincirinin ilk halkası oluyor. Bu anlamda karikatür hem başlıbaşına
bir öğretici hemde usta bir tamamlayıcı işlevini yüklenmektedir.
Halkımızın mizaha olan yakınlığı ve günümüz koşulları biraraya geldi­
ğinde, çizer ve okur yönünden alışılmamış bir potansiyeli gözlemliyoruz.
Yukarda sözünü ettiğimiz karikatür izleyicisinden «okur kitlesi» niteleme­
siyle söz edişimizin nedeni, tüm sanat dallarında verilmesi gereken müca­
deleyi kısaca açmamızı da gerekli kılmaktadır.
Emperyalizm kültür ve sanatı yozlaştırarak var olan durumun sürdü­
rülmesi doğrultusunda bir araç olarak kullanmaktadır. Devrimcilere düşen
TAVIR/239
görev, sanatı burjuva dünya görüşünün egemenliğinden kurtarıp, verilen
mücadele doğrultusunda, gerçek biçimi ile, sanat olduğunu unutmadan
kullanabilmektedir. Sanat ne bir rahatlama aracıdır ne de hoşça vakit ge­
çirtecek bir zevk aracı, alıcısını düşündürecek, gerçekleri kavramasına
yardımcı olacak ve onu yönlendirebilecek bir olgudur. Bu nedenle karika­
tür de ne salt güldürmeyi amaçlamalı ne de gülündükten sonra unutula­
cak olaylar dizisi olarak kalmalıdır. Karikatür izleyicisi, salt izleyici ol­
maktan kurtarılmalı, yansıtılanla özdeşleşebilmelit sorunun yabancısı ol­
mamalıdır. Yani karikatürün okuru durumuna gelmelidir. Çizgiyi yardım­
cı bir öge durumuna indirgeyen, bol sözlü, düşünmeyi gerektirmeyen ko­
lay anlaşılır ama o denli tehlikeli (kişiyi düşünme tembelliğine iten) kari­
katürlerin izleyicisinin ülkemizde çok sayıda olduğu düşünülürse, bu elbetteki kolay olmayacaktır. Amaç burada ortaya çıkmaktadır. Her şeyden
önce karikatür okurunu eğitmek ve karikatürde gerekli öz-biçim dengesini
kurabilmektir.
KARİKATÜRÜN DOĞUŞU :
Karikatür sanatı yakın zamanda doğmuş bir sanat değil. Kökeni tarih
öncesi dönemlere değin uzanır. Bu sanat dalı insanlık kültürünün gelişimi
ile ancak 19. yy. da karikatür diyebileceğimiz kullanımına erişmiştir. Da­
ha önceleri resim sanatında mizahm kullanıldığına ve mizahın, resimin an­
latım olanaklarıyla biçimlendiğine tanık oluyoruz. Mizah, resimle kurduğu
bu ilişkide biçimsel olanaklarını geliştirmiştir. Karikatürün ortaya çıkışı­
nın ön koşulu olan bu olgu, 19. yy. başlarında gelişen baskı teknikleriyle
yaygınlaşmış ve gelişimini sağlamıştır. Karikatür İtalya'da kendini tanıt­
tıktan sonra İngiltere'de yaygınlığını, arttırmıştır. Bu yy. da basım teknik­
lerinin gelişmesi, beraberinde basıma dayalı sanatın da yaygınlaşmasını
getirmiş, karikatür önüne geçilemeyen kök salmasına başlamıştır. Toplum­
sal çelişkiler arttığında karikatür buna ayak uydurabilmesini becermişse,
izleyicisi tarafından kucaklanmış, bu gücü ile dünyanın dört bir tarafına
yayılarak evrensellik kazanmıştır. Artık karikatür basım tekniklerinin ge­
lişmesi öncesi sanatı değildir. Sanatçı bu evrenselliğin uzağında, bu olanak­
lardan yoksun, masasının başında kendi dertleri, komşusunun sıkıntıları için
değil tüm dünya sorunlarının çözümü ve ülkesinin kurtuluşu için çizecektir.
Bu yol açılmıştır.
240/TAVIR
ÜLKEMİZDEN VE DÜNYADAN İLK KARİKATÜR ÖRNEKLERİ
TAVIR/241
ÜLKEMİZDE KARİKATÜR :
j
Bildiğimiz ilk türk karikatürü 24 Kasım 1870 tarihinde yayınlandı. İlk
mizah dergimiz olan, Teodor Kasap'ın «Diyojen»inde. Osmanlı yönetimine
karşı bir yayın politikası sürdüren Diyojen, yönetimi Meşrutiyet isteğiyle
alabildiğine eleştiriyor ve eşitlik, adalet, Özgürlük kelimelerini bolca kul­
lanıyordu. 1. Meşrutiyetin ilanından sonra meşrutiyete bunca emeği geç­
miş dergilere özgürlük bekleyenler yanıldılar. Durum birden değişmiş,
savunulan meşrutiyetin meclislerinde mizahın günah olup olmadığı tartı­
şılmaya başlanmıştı. Tepkinin nedeni ise mizah dergilerini meşrutiyet dö­
nemi baskılarını, yanlışlıklarını eleştirmeleri idi. Oysa meşrutiyet bu mi­
zah dergileri içinde yine de savunuluyordu. Bu eleştiriler bile meşrutiyet­
çilerin sabırlarını aşmış ve karikatürcüler üzerinde baskı uygulanmaya
başlamıştı. Birinci Meşrutiyetin kalkması ile karikatürcüler ve dergileri
üzerindeki baskı dayanılmaz bir hal almış ve karikatürcüler için Avrupa'­
ya gitmekten başka çare kalmamıştı. Jön Türkler'in desteği ile Avrupa'da
çeşitli yayın organlarında Türk karikatürcülerinin çizdiği Abdülhamit tip­
leri yer almaya başladı. Bu dönemin karikatürcülerinden «Cem» özellikle
saray, mutlakıyet kavramına karşı çıkıyor ve mizaha karşı hoşgörüsüzlüğü
her fırsatta eleştiriyordu. Türk karikatüründe ilk önemli ad olarak gördü­
ğümüz «Cem» batılı karikatürcüler tarzında bir çizimle Osmanlı yöneti­
mine karşı olan mücadelenin savunuculuğunu yapmış ve bu yönden en etki­
li çizer olarak «Cemal Nadir» dönemi öncesinde tek başına belli bir dönemi
simgelemiştir.
1908 yılında İkinci Meşrutiyetin ilanıyla ülkemiz bir anda Birinci Meş­
rutiyetten bu yana geçen otuz yılın karikatürcülerde yarattığı birikimle
çok sayıda (otuzbeşin üzerinde) mizah dergisi ile kaplanıverdi. Meşruti­
yet bekleneni verememeye başladığında, İkinci Meşrutiyetin sonlarına doğru tüm bu dergiler üzerinde baskı başlayacak, bir zamanlar kapışılan der­
giler şimdi birer birer kapatılacaklardır.
Kurtuluş Savaşı yıllarına gelindiğinde ise iki dergiyi görüyoruz. Bu iki
dergide İstanbul'da yayınlanmakta. Ve iki ayrı uçta mizah yapmaktadırlar.
Bunlardan «Güleryüz» Kurtuluş Savaşını desteklemekte, sömürgecilik yandaşlarıyla savaşmaktadır. Diğeri olan «Aydede» ise İngiliz sömürgeciliğini
isteyip, Kurtuluş Savaşı yandaşlarını «komünist» olarak nitelendirmektedir.
Aydede'nin yazılarını yazan Refik Halit ve karikatürcüsü de Rıfkı'dır. Öze­
ne bezene çizdiği, övdüğü işgal kuvvetleri karikatürleri ile yetinmeyen Rıfkı, Kurtuluş Savaşı kuvvetlerine silâh taşıyanlara işkence edecek kadar
«hain»leşmiştir. Kurtuluş Savaşı sonucunda Refik Halit ve Rıfkı soluğu Av­
rupa'da alacaklardır.
242/TAVIR
CEMAL NADİR
TURHAN SELÇUK
OHANNES ŞAŞKAL
TAN ORAL
TAVIR/243
CUMHURİYET DÖNEMİ KARİKATÜRÜ :
Cumhuriyetin ilk yıllarında göze çarpan iki karikatürcü var. Bunlar­
dan Ramiz, Osmanlı İmparatorluğu'nun sen dönemlerinde başlayan etkin­
liğini cumhuriyetin ilk yıllarında da sürdürür. 1928 yılında gazetelerde gö­
rülmeye başlayan Cemal Nadir, ülkemizde karikatüre olan ilgiyi arttıran,
kendisinden sonra gelecek «Orta Kuşak» için usta görevi gören bir kişidir.
Cemal Nadir Dönemi diye adlandırdığımız bu dönemde, dönemin diğer çi­
zerleri (Necmi Rıza, Orhan Ural, Şevki Çankaya) bir etkinlik göstereme­
mişlerdir. Tek partinin egemen olduğu cumhuriyet döneminin ilk yılların­
da, karikatürler genellikle ikili konuşmaya dayanıyordu. Bu karikatürler
büyük çoğunlukla önce çiziliyor, sonra buna uygun bir espri bulunuyordu.
Ağırlığı söze dayanan bu karikatürlerde yönetimi hedef almış eleştirilere
rastlamak olası değildir. Ya yönetimi ilgilendirecek eleştirilere hiç giril­
miyor ya da girildiğine sorunlar kişisel hatalar olarak işleniyordu. Ken­
dine özgü tipleriyle tanına Cemal Nadir'in ardından gelen bir orta kuşak
hareketi de başlangıçta Cemal Nadir'i örnek alacaktır, öz-biçim bakımın­
dan.
Çok partili hayata geçiş dönemine kendi kişiliğini bulmaya başlayan
orta kuşak başlıca: Mustafa Uykusuz, Semih Balcıoğlu, Turhan Selçuk,
Nehar Tüblek, Yalçın Çetin, Tonguç Yaşar, Oğuz Aral, Mistik, Suat Yalaz,
Ali Ulvi, Altan Erbulak, Ferruh Doğan ve Bedri Koraman gibi adlardan
oluşmaktadır. Geçiş döneminin artırdığı çelişkiler, İkinci Dünya Savaşı son­
rası dünyaya hızla yayılan yeni sömürgecilik ve karşıtı demokrasi düşün­
cesi, daha da ileride sol düşünce, orta kuşak karikatürcülerinde daha da
ilerde sol düşünce, orta kuşak karikatürcülerinde büyük bir değişmeyi de
beraberinde getirir. Emperyalizm yoz kültür politikasıyla halkı uyutmak
için elinden geleni yapmaktadır. Karikatürlerde komünizm tehlikesi işlen­
mekte, boş umutlar, boşvermişlik politikaları beyinlere enjekte edilmekte­
dir. Diğer yandan orta kuşak karikatürcülerinin büyük bir kısmı toplumsal
aksaklıkları eleştirmekte, kendilerinden önceki karikatürcülerin güldürü
yanı ağır basan, esprisi yazıya dayalı karikatürlerinin tersine, izleyiciyi
düşündüren, evrensel bir dile sahip, çizgi ile mizaha dayalı, yazısız karika­
türlerin temelini atmaktadırlar.
1950 — 1950 arası dönemde orta kuşak karikatürcüleri toplumsal aksak­
lıklara karşı verdikleri mücadele ile karikatürün halk arasında yaygınlaş­
masını ve sevilmesini sağlamışlardır.
1961 Anayasasının getirdiği, eski dönemle kıyaslanamayacak bir özgür­
lük ortamıdır. Orta kuşak karikatürcülerinin büyük bir sınavıdır bu. Bu
244/TAVIR
TAVIR/245
ortam içinde kitleler mitingler düzenleyebiliyorlar, dileklerini meydanlar­
da söyleyebiliyorlardı. Sol düşünce yaygınlık kazanıyordu. İktidar değiş­
miş, AP'nin eline geçmişti. Bir kısım karikatürcüler eski alışkanlıklarını
sürdürüp Menderes'i eleştirmeye devam ettiler. Bir kısmı eleştiri karika­
türlerini, burjuva ilericiliği ile çizmeye devam etti. Kitlelerin gerisinde ka­
lan bu karikatürcülerden ayrı bir kısmı ise safını seçmiş, gerçek yerini bul­
muştur.
Kitle eylemlerinin karikatür sanatının önünde gitmesi, bir başka deyiş­
le karikatürün gerçek işlevini bir kısım karikatürcünün çizimleri dışında
bulamaması, karikatürü gazetelerin birinci sayfasından çıkartmış, 12 Mart
döneminde bu bir kısım karikatürcülere de gazete kapılarının kapanması,
1930-70 arası yıllarının karikatür sanatı yönünden boş geçen yıllar olma­
sına neden olmuştur.
Genel olarak toparlarsak toplumsal eleştirileri, halktan yâna oluşları,
karikatüre biçim açısından da güzel örnekler katmalarıyla orta kuşak ka­
rikatürcülüğü gerçek karikatürcülüğün temelini oluşturur diyebiliriz.
GENÇ KARİKATÜRCÜLER VE DERGİLER — KİTAPLAR :
Karikatürümüze, 1970'li yıllarda toplumsal çelişkilerin üst düzeye çık­
ması, gelişen mücadele, Karikatürcüler Derneğinin kurulması, yaygın ser­
giler açılması ve mizah dergilerinin yayın hayatına atılması ile genç ka­
rikatürcüler patlaması diyebileceğimiz, ülkenin her yanından katılım sağ­
lanır. Birçok genç karikatürcü içlerinde oluşan duygu ve düşünceleri, be­
yaz kağıda istanbul çevresinden kurtarıp coşkuyla çiziyorlar. Genç, çiz­
meye aç bir kuşak. 1970'li yıllara değin İstanbul çevresinde bulunan ve bir­
birleriyle kolayca ilişkiye geçebilen karikatürcülere geniş bir katılımdır
bu ve beraberinde birçok sorunu da getirecektir.
Basının tekelleşmesi ve karikatürcülerden kendi istedikleri gibi değil
egemen burjuva idolojisinin hizmetinde çizmelerim istemeleri, genç kari­
katürcülerde bir küskünlük yaratmış ve onların önüne sadece iki seçenek
koymuştur. Ya istenilen türde karikatür çizmeyi kabul etmek ya da yarış­
malarda istediklerince çizmek. Aksi takdirde çizdikleri karikatürler ma­
salarının üzerinde kalacak ve hiçbir anlam taşımayacaktır.
Sulu mizah türü dergilerde çizmeye başlayan pekçok karikatürcü orta
kuşaktan beri belli bir düzeye gelmiş karikatürümüzün sesini duymamış­
tır bile. Bu konuda hem karikatür kitaplarının azlığı hem eğitici bir dergi­
nin yokluğu, hem de genç karikatürcülerin iyi değerlendirilememiş olması
en büyük etkenlerdendir.
246/TAVIR
Karikatür sanatının gelişimi için önemli konulardan biridir karikatür
kitapları. Örneğin 1976 ve 1977 yıllarına dek son derece az sayıda olan bu
kitaplar artan karikatürcü potansiyelinin istemi sonucu yalnız bu seneler­
de basılanlarla eski basılanları kat kat geçmiş ama yine de ülkemiz ka­
rikatürcülüğü için son derece az bir sayıda kalmıştır. Günümüzde de bunun
değiştiği söylenemez. Yetişen genç karikatürcülere kaynak olacak, oluşan
birikimi somut olarak rahatça izlemelerini sağlayacak karikatür kitapları
ile bol yayın arasındaki ilişki yadsınamaz. Yapılan sanatın kitleler için ol­
duğundan söz ediliyorsa bu ilişkiyi gözardı etmemek gerekir. Unutulma­
malıdırki: karikatür çizildikten sonra işlevi doğrultusunda kitlelere ulaş­
madıkça, onlarla kaynaşmadıkça sürekli bir geriye dönüş yaşayacak, için­
de taşıdığı eleştiri gücü anlammı yitirecek, işlediği konular ne olursa "olsun
bir anda sadece birkaç kişinin duyduğu fısıltıya iniverecektir. Bundan da­
ha da tehlikelisi, sayıları son derece az olan karikatür kitaplarına bir de
«Süper fiyatlı» karikatür albümleri eklenince ortaya çıkıyor. «Bugüne ka­
dar çok kitap çıkarttım, çok karikatür çizdim, biraz da Avrupa'da, doğu
TAVIR/247
bloğunda çokça yapılan lüks baskılı karikatür albümüm olsun», «üçüncü
hamur kağıda basılmış kitaplar, kötü ve ucuz baskılı kitaplar, kötü ve
ucuz baskılı kitaplardır» türünden anlayışın yorumunu ise okurlarımıza
bırakıyoruz. Yalnızca vurgulanması gereken; sanatçı yapıtlarını ülke ko­
şullarına göre, sanatını yaptığı kesimin koşullarına göre piyasaya sürme­
lidir. Sesini duyurduğu kesimin kurtuluşu gerçekleşene kadar da görevi
bitmez. Bunun tersi düşünce, 1970'li yılların başlangıcmda yetişen büyük
bir potansiyeli zora koşan anlayışın bir halkasıdır. Karikatürcünün görevi
sadece çizmek değil çizdiklerini halka ulaştırabilmektir. Bunun için her
yöntemi denemelidir. Elde bulunan olanakların ucuz ve bol yayın için zor­
lanması pek çok çözümü de beraberinde getirecektir. Daha başka yollar,
örneğin: Karikatürcüler Demeği aracılığı ile seçme kitapçıklar çıkartıl­
ması, sergilerin yarışmaların yoğunlaştırılmaları ve en önemlisi bu çalış­
maların geniş kitle ile bağ kurması için denemeler yapılabilir.
Yetişen bu genç karikatürcüler tekelci basın için oldukça cazip bir ya­
tırım kaynağı idiler, aynı zamanda. Tekelci basın eldeki bu karikatürcü
potansiyelini, karikatüre yeniden duyulan ilgiyi paraya çevirmek isteyecek
tir. Nitekim istedi de. Ve emperyalizmin yoz kültür politikası karikatür
alanında da koca koca harflerle yazdı: SÖMÜRÜYE HİZMET... Pekçok
dergi birbiri ardınca yayın hayatına başladı. Bu dergiler yoluyla kitlelere
fuhuş, serserilik, yoksulluğun güzelliği, vurgunculuk, köşeyi dönme mizah
olarak sunuldu. Ulusal giysili Yunan halkının karikatürleri çizilip em­
peryalizmin yapay düşmanlık politikası gereği aşağılandı. Asıl kavga giz­
lenip kitleler politikadan uzak tutulmaya çalışıldı. Halkı düşünmeye zor­
layan, gücünü çoğunlukla özünden ve çizgiye dayalı olmasından alan kari­
katürden tam bir eskiye dönüşle vazgeçilip, gücünü TV reklamlarından
alan, sadece sözüne gülünen, sanat olarak bir değeri kalmamış karikatür­
ler çizildi.
Amaç yalnızca «Yazısız karikatürleri halk anlamaz, o yüzden böyle
çiziyoruz» muydu acaba? Böylesi bir ortamda büyük bir uyutma aracı olan
TV'yi, dizi filmleriyle, reklamlarıyla, hiçbir gerçekçi yanı olmaksızın tek­
rar tekrar reklam yaparcasına çizmek, bir düzen sonucu olan sorunlar «po­
litikayla uğraşmıyoruz, politikacılarla uğraşıyoruz» basitliğine ve hedef
saptırıcılığıa indirgemek ne derece gerçek mizahtır. Ne derece halka hiz­
met etmektir?
Osmanlı dönemi türk mizahını incelersek ilginç bir konuyla karşılaşı­
yoruz. Halkımızın mizahi geleneğinde var olan bir boşalıp rahatlama ol­
gusunu görüyoruz. Halkımız kendini ezenlere başkaldırmak olanağını bula­
madığı zamanlarda mizahı sadece bir başkaldırma olanağını bulamadığı
zamanlarda boşalma aracı olarak da kullanıyor. Bunu iyi bilen «sulu mi248/TAVIR
zahçı»ların sürekli kullandıkları söz de şudur; «Halkımız tüm günün hıncı
ve yorgunluğu ile evine geldiğinde, başından geçenleri rahat koltuğuna
oturup dergimizde izliyor ve kahkahalarla gülüp bir yeni güne içi rahatla­
mış olarak hazırlanıyor». Önce halkın dikkatini bir iki nokta üzerine çek­
mek, sonra da mizahı bir emniyet sübabı gibi kullanıp halkı rahatlatmak...
«Halkımız yazısız karikatürü anlamaz» diyerek çizgi olarak hiçbir sanat­
sal değeri kalmamış, resimli fıkralar oluşturan, sorunlara değinse bile
oldukça yüzeyde kalan, genellikle yoz anlayışları, köşeyi dönme politika­
ları, yaşamın «gırgır» yanlarını gösterme yoluna kaçan sulu mizah ör­
neği mizah dergilerini yaygınlaştırmak, sonra da «Biz çok satıyoruz, doğ­
ru biziz» yaygarasını basmak, karikatür sanatına hizmet değil, ancak idea­
list dünya görüşünün yanında yer alıp gerçek karikatüre balta sallamaktır.
KARİKATÜR YARIŞMALARI :
Günümüzde sayıları oldukça artan karikatür yarışmalarının gerçek iş­
levlerinden uzak kaldıkları acı bir gerçek. Yakın bir geçmişte «Ya sermayenin istediği gibi, ya da yarışmalarda gönlünce çizmek» sorunuyla karTAVIR/249
şı karşıya kalmıştı genç çizerler. Bu anlamda yarışmaların önemi sen de­
rece fazlaydı. Günümüzde basının çeşitli dallarında karikatürcülere yeni
alanlar açılmıştır gerçi ama yine de yarışmaların önemi sürmektedir. Çi­
zerler bu yarışmalarda büyük bir heyecanla, coşkuyla çizmektedirler. Bu
yarışmalar tam anlamıyla karikatür şöleni haline dönebilmektedir. Oysa
yapılanların çoğu bir yarışma tertipleyip katılan karikatürleri geniş kitle­
lere duyurusunu yapmadan elit bir kesime sergilemek (tüm Anadolu'nun
yanında İstanbul'un da elit bir kesim sayılacağı unutulmamalı) sonra onca
eseri kaldırıp tozlu raflara koymak burjuva tarzı yarışma anlayışından
öteye geçemez. Özünde ne denli ilerici-devrimci konular üzerine kurulursa
kurulsun Anadolu'nun dört bir yanma dağılmış demokratik örgütler, gale­
riler, sergi alanları bulunurken zahmete el sürmemek, yarışma duyurusu­
nu yapıp herşeyi bitti saymak karikatür sanatını sürekli olarak kısıtlı kal­
mış, kitap basım olanakları biraraya gelinip çözümlenmeye çalışılmamış,
ellerindeki sayılı olanakları kullanıp ortaya çıkarttıkları yapıtları tozlu
raflara atılmış genç karikatürcüler ve arkalarından gürül gürül yetişen
yeni kuşak nasıl ulaşacaktır kitlelere? Çizilen karikatürlerin tartışması,
'öz-biçim yanlışlıkları nasıl duyurulacaktır çizerlere ve günümüz karikatür
cülerine?...
Burjuva anlayışlardan doğan tüm bu eksiklikler tasviye edilebilmeli
ve eldeki olanaklar (Karikatür gerçekten bir silah, uzun bir yazının küçük,
vurucu bir kopyası olarak önemli kabul ediliyorsa, bu sanatın çeşitli bö­
lümlerinde sonuna kadar kullanılabilmelidir.
NE YAPILMALI?
İşin önemi ortadadır. Sürdürülen devrimci mücadelenin yaşamın her
alanına kayması gereği de. Karikatür eleştiri gücünden dolayı geniş bir
kitleyi bağrında toplayabiliyorsa, onları rahatça etkiliyebiliyorsa, uzun
uzun yazılarla açılan konuları kitlelere kolayca anlatabiliyorsa mizahi bir
geleneğe sahip halkımızca kolayca benimsenebiliyorsa «ne yapmak gerekir»
diye çözümsüz beklemek yanlıştır. Karikatür büyük eleştiri gücünü kulla­
nabilmeli, kültür alanında bir silah olabilmelidir. Çağdaş karikatürcüler
dediğimiz orta kuşak ve devamı çizerlerin karikatürlerinde görülen; çizgi­
yi temel anlatım aracı olarak kullanan karikatürün eksik yanı, çoğu za­
man sadece sorunları ortaya koymakla yetinip, bunların açılmaları yönün­
den ileriye dönük çözüm önerileri getirememeleridir. Bu nedenle de kari­
katürün işlevi gerçek hedefini bulamamaktadır. İzleyenler karikatürü laf
kalabalığından uzak, yalın, güzel şekliyle izliyorlar, yaşadıkları sorunları,
250/TAVIR
farkına varmadıkları ayrıntıları algılıyorlar. Ancak çözüm önerisi getiril­
memesi nedeni ile sorun yeteri derinlikte açılamıyor. Devrimci bir sanat­
çının yapması gereken ise biçimi ya da özü abartmaksızın, öz-biçim uyu­
mu sağlayarak anlatılmak istenileni bilimsel bir dünya görüşünün oda­
ğından geçirerek çözümleriyle birlikte sunmaktır. Gerçek karikatür budur.
Bu olmalıdır. Bu demek değildir ki salt sorunu ortaya koymakla yetinen
karikatür yadsınmalıdır. Hayır. Onların da olumlu bir işlevi olacaktır kuş­
kusuz. İçlerinde taşıdıkları devrimci öz, izleyiciyi kavrayacaktır. Devrim­
ci sanatçı ise sorunu nedenleriyle sunmanın ötesinde nedenlerle gelen tanı­
ları ışığında onların aşılması doğrultusunda çözüm önerileri de getirebilen
sanatçıdır.
Karikatür ülkemizde tanınmadan çok önceleri batıda yaygınlaşmıştı.
Bunun doğal sonucu olarakta, karikatürcülerimiz batının yetkin örnekleri­
ne yönelmiş ve onların usta çizgilerinden, anlatım olanaklarından etkilen­
mişler ve yararlanmışlardır. Bu ilişkinin yanlış olan yanı batı okurunun
(Karikatür izleyicisinin) yabancısı olmadığı konuların da karikatürcülerımizce benimsenmesidir. Sonuçta dergileri ve yarışmaları; sulu mizah ör­
nekleri, kovboy, sihirbaz, ıssız ada, yoz anlayış karikatürleri kadar çağdaş
mizah örneği; okurunun sadece zihnini yoran, onun anlayış düzeyinin çok
üstüde, entellektüel karikatürlerde doldurmuştur. Oysa yapılması gereken,
gerek sorun, gerekse sorun'un çözümle donatılması ile net ve açık bir çizim
tarzının izlenmesi ve sanatçının görevini unutmamasıdır. Ele alınan ko­
nunun düşüncenin en anlaşılır şekliyle (Öz ve biçimin diyalektik birliği
kurularak) çizilmesi gerekmektedir. Ayrıca karikatürün geniş halk kitlele­
ri ile bağ kurabilmesi için gerekliliği yadsınamaz diğer özellikleri ise, çi­
zerin geleneklerden devrimci bir tarzda yararlanması ve diğer sanat dal­
larının olanaklarını kullanabilmesidir.
Eğer karikatür bir çizgi mizahsa, çizin; fıkraların uzun uzun sözlerin
eklentisi olmaktan kurtulsun. Yazının, sözün egemenliği son bulsun. Çizgi
kendine özgü sanatsal olanaklarıyla karikatürü güçlü kılsın, geliştirsin.
Eğer karikatür bir sanatsa, çizin; kitleler için, özgürlük günleri için...
Gerekli ilgi gösterildiğinde görsel yönden halkımıza yatkınlığı ile etkili
bir sanat haline gelen karikatür konusunda görüşlerimizi açmaya, çeşitli
karikatürcülerle yapacağımız konuşmalarla (gerçek karikatür, günümüz
karikatürü ve çözümler doğrultusunda) devam edeceğiz.
TAVIR/251
•
Samih EL KASIM
YİRMİNCİ
YÜZYILDA
Öğrendiydim nefret etmemeyi
yüzyıllar boyunca,
beni zorla yoldan çıkardılar:
Fırlattım oku suratına koca yılanın,
çarptım ateşten kılıcı canavar tanrının suratına.
İlyas Peygamber yaptılar zorla beni
yirminci yüzyılda.
Öğrendiydim ağıza almamayı
sapık düşünceleri
yüzyıllar boyunca.
Bugün yapıştırıyorum kamçıları tanrılara,
o tanrılar ki gönlümdeydiler, kutsaldılar,
sattılar benim halkımı iki pula
o tanrılar
yirminci yüzyılda.
Öğrendiydim kapalı tutmamayı
konuklara kapımı
yüzyıllar boyunca.
Ama bir gün açtım
gözlerimi ve gördüm ki
neyim var neyim yok yağma Hasan'ın böreği.
Ve gördüm ki asmışlar karımı,
252/TAVIR
ve yavrumun sırtında
na şöyle şöyle
yara izleri.
Konuk değilmiş onlar, anladım, düşmanmışlar.
Mayınlar, bıçaklar topladım eşiğimden.
Sonra ant içtim bütün yaralarım adına:
Atmayacak eşiğimden adımını, dedim,
bir tek konuk
yirminci yüzyılda.
Bir şairden başka bir şey değildim
yüzyıllar boyunca
tanrıdan medet uman.
Oysa şimdi ben
bir volkanım,
yirminci yüzyılda.
Patlayan bir volkan!
(Çev. : A. Kadir — Afşar Timuçin)
TAVIR/253
Faşizme karşı savaşta
devrimci edebiyat
• Georgi DİMİTROF
28-Şubat 1935'de Sovyet Yazarlar
Birliği'nde yapılan konuşmadan.
Leipzig'deki mücadelenin üç ay sürdüğü bilinmektedir. Leipzig duruş­
ması, yargıçların, avukatların, ajanların, savcıların, müfettişlerin de bü­
tün diğer yüksek dereceli polis memurların kişiliğinde Alman faşizminin
çürümüşlüğünü apaçık ortaya koymuştur.
Sanıklar bile kendi aralarında özel politik bir gurup meydana getiri­
yorlardı. Aralarında çeşitli akımların, çeşitli sınıfların, tiplerin temsilci­
leri vardı, fakat işçi sınıfının devrimci partisinden, devrimci proletarya­
dan, lumpen-proletaryadan da temsilciler bulunuyordu. Ayrıca komünist ve
işçi hareketinin küçük burjuva unsurlarına, bürokratik ve philisten düşün­
cenin kalıntılarına rastlanıyordu: iyi tanıdığımız Torgler arkadaş (eski
yoldaşımız da diyebilirim) bunların tipik bir örneğidir.
Arkadaşlar, bu üç aylık mücadele sonunda, bilindiği gibi komünizm bü­
yük bir zafer kazanmıştır. Komünizm, dünya proletarya güçlerinin ve na­
muslu aydınların seferberliği sayesinde bu zaferi kazanmıştır. Evet, bu mü­
cadele kazanılmıştır, çünkü resmiyet kazanmamış ve onaylanmamış ol­
masına rağmen, Alman faşizmine karşı tüm Komünist, Sosyal Demokrat ve
İşçi Partilerinin oluşturduğu bir birleşik cephe vardır. Zafer kazanıldı,
çünkü Nasyonal-Sosyalist kitlelerin içinde bile Nasyonal-Sosyalizmin pro­
vokasyonlarına karşı bir hareket ve komünist sanıklara karşı da büyük bir
sempati doğup yükseldi.
Faşist Almanya'nın güçlü şahsiyeti Göring'in mahkeme salonuna 40-50
kişilik saldırı kuvveti ile gelip, ben salondan çıkarıldığım zaman, kendi
taraftarlarının bakışları arasında nasıl mahcup ve yıkılmış halde salonu
terk etmek zorunda kaldığını çok iyi anımsıyorum.
254/TAVIR
Bu, Sovyet Yazarlar Birliği toplantısında, Leipzig duruşması gibi pro­
leter hareketin, devrimci düşünce ve pratiğine büyük 'katkısı olan böyle te­
mel, bir materyelin şimdiye dek sizlerce işlenmemesinden doğan şaşkın­
lığımı ifade etmeme izin verin.
Burjuva yazarları gibi yalnız lirik bir şekilde aşktan, sübjektif duygu­
lardan bahsetmek istemeyen birkaç yabancı yazar tanıyorum. Onlar da
proletaryanın devrimci hareketine bir katkıda bulunmak istiyorlar. Ve bu
zavallı kabiliyetler düşünüyor, tekrar düşünüyor, yazabilecek bir şeyler
arıyorlar. Oysa milyonlarca insanın ateşli kavgasına baksalar, binlerce
dâva, grev, gösteri, işçilerle sınıf düşmanlarının mücadelesini görseler,
Leipzig dâvasının belgelerini daha yakından inceleseler, yazacak çok daha
iyi konular bulabilirler.
Van der Lubb'u ele alın! İşçinin, nasıl sınıf düşmanının âleti haline ge­
lebileceğini göstermeye çalışan Lubb örneği. Van der Lubb'un bu olumsuz
kahramanı binlerce genç işçinin eğitiminde ve gençlik içinde faşizme kar­
şı yürütülen mücadelede yararlı olabilir.
Gençlik yıllarımda, edebiyatta bende en güçlü etkiyi bırakanın ne ol­
duğunu anımsıyorum. Yine karakterimde ve savaşçı olmamda en çok et­
kisi olan nedir? Tüm açık yürekliliğimle söylüyorum: Çernişevski'nin yapı­
tı «Ne Yapmalı». Bulgaristan'da işçi hareketi sırasında kazandığım daya­
nıklılığın, Leipzig dâvasında sonuna dek içimde taşıdığım, cesaret, sebat
ve metanetin, gençliğimde okuduğum bu yapıtla yakın ilgisi var.
Almanya'da, Avusturya'da, Bulgaristan'da, Çin'de ve diğer ülkelerde­
ki proletarya hareketinin kahramanlarına, edebiyatımızın neresinde rast­
lıyoruz? O halde binlerce insanın izleyeceği bu örnekler nerde?
Van der Lubb gibi gençlere ders olacak etten ve kemikten, olumsuz ör­
nekleri de gösterin yapıtlarınızda.
Edebiyat, devrimci kuşağın eğitiminde büyük bir rol oynar. Bize yar­
dım ediniz, işçi sınıfının partisine yardım ediniz. Ona mücadele için roman,
şiir, hikâye gibi emin silâhlar veriniz! Devrimci kuşakların doğmasına ya­
pıtlarınızla yardımcı olunuz.
Burjuvazi, kendi zamanında edebiyatta dahil olmak üzere her türlü
imkânı kullanarak sınıf çıkarları için mücadele etmişti. Servantes'in Don
Kişot'u gibi şövalyelik kalıntılarını kim gülünç duruma düşürdü? Bu yapıt
burjuvazinin elleri arasında feodalizme ve aristokrasiye karşı kullanılan
en mükemmel, en korkunç silâh oldu. Devrimci proletarya da kendine bu
nun gibi güçlü bir silâh sağlayacak, küçük de olsa bir Servantes'e ihtiyaç
vardır.
TAVIR/255
imkân bulduğum her zaman çok okurum. Fakat şunu da eklemem ge­
rekir ki, devrimci edebiyatımızı okumaya her zaman sabrım yetmiyor!.
«Yaşasın devrim» deyip duran bir kimse, devrimci bir yazar değildir.
Yalnız, işçi kitlelerini devrime çağırmada katkısı bulunan, onları düşmana
karşı mücadelede birleştiren bir yazar devrimci sayılır.
Belki konuşmam biraz sert oldu. Bunun için beni bağışlamanızı dile­
rim... Beni yeni tanımadınız. Ben herşeye adıyla hitap ederim.
Sovyet Yazarlar Birliği'nin kurulmasından sonra, daha geniş olanak­
larla daha yararlı ürünler verebileceğinize inanıyorum.
«Pravda»
•
4 Mart 1938
(1) Gençlik üzerine Notlar, Georgi DİMİTROF, Evren Yayınları.
YAZARLAR ve ÇEVİRMENLER
YAYIN KOOPERATİFİ
EROL TOY
IĞRIP / roman
ÇETİN ALTAN
AL İŞTE İSTANBUL / anlatı
M. GORKİ
BOZGUNCU / hikayeler
F. DÜRRENMATT
ŞÜPHE / roman
BEKİR YILDIZ
HALKALI KÖLE / roman
KEMAL BİLBAŞAR
BEDOŞ / roman
Arifpaşa Sokak. Kurt İşhanı, Cağaloğtu-İSTANBUL, 27 73 37
256/TAVIR
•
HO ŞI MINH
YOLDA
Elimi kolumu sımsıkı bağladılar ama,
işte kuş sesleri, cıvıl cıvıl,
çiçekler işte, burcu burcu,
duymak ve koklamak ne güzel/
Yollar artık o kadar tasalı değil.
Tek başıma sayılmam ben artık o kadar.
Hani nerde, gelsin o babayiğit
gelsin alsın benden bu mutluluğu!
(Çev: A. Kadir)
ÖZGÜRLÜK
Dağları ha aştım ha aşacağım derken,
bir bulut bir dağ, bir dağ bir bulut.
Yansıtır dağları, bulutları aşağıda bir ırmak,
rengini hiç bir şey silemez.
Yürürüm Si-Fong-Ling üzerinde,
bir başıma, yüreğim çarparak,
gözlerim güneyde,
kafam bizim dostlarda.
(Çev: A. Kadir)
ALDIRMAYIN ÇOCUKLAR
Uyanır uyanmaz bitlerimizi kırmaya başlarız.
Saat sekiz dedi mi, çan çalar, gelir aşımız.
Aldırmayın çocuklar, bu kahırlı, karanlık günlere,
adamakıllı doyurmaya bakalım şimdi karnımızı,
nasıl olsa yakında apaydınlık olacak önümüz.
(Çev: A. Kadir)
TAVIR/257
DEĞİNMELER
HABERLER
OLAYLAR
AP AZINLIK İKTİDARININ SİNEMAYI
ELE GEÇİRME ÇABALARI BOŞA ÇIKARI­
LACAK, SİNEMA EGEMEN SINIFLAR
ELİNDE BEYİN YIKAMA VE FAŞİST
DEMOGOJİNİN YAYILMA ARACI OL­
MAYACAKTIR.
Devrimci, demokrat ne görürse onu
yoketmekle çalışmalarına başlayan Tevfik Koraltan'ın Kültür Bakanlığı şimdi
sanat birimlerinde alternatif kurumlaş­
masını sağlamak ve bu yapıları ele geçirmek düşüncesiyle çeşitli organizas­
yonlara girişiyor. Milli Sinema Kongresi
bu niteliği nedeniyle demokratik sanat
çevrelerince dıştalandı. Önce tertip ko­
mitesine üye olarak çağrılan Atilla Dor­
say bir mektupla komiteye katılmayaca­
ğını bildirdi. Dorsay, kongreye katılmak­
la kongre düzenleyicisi olarak işlev göre
ceğini belirttiği Kültür Bakanlığı Sine­
ma Dairesinin yanlışlarına katılmış ve
eleştiri hakkını teslim etmiş sayılacak­
larını bildirdi. Mektubunun son bölü­
münde, Kültür Bakanlığının en sorumlu
mevkilerinde görev alanların çağın ge­
258/TAVIR
risinde kalan bir milliyetçilik anlayışı­
nın somut örneklerini verdiğini anlatan
Atilla Dorsay aralarında temel görüş
ayrılıkları bulunan uygulayıcılarla ça­
lışmalarını yararlı görmediklerini bildir­
di.
Daha sonra ise basına ortak bir
açıklamada bulunan 13 demokratik ku­
ruluş kongreye katılmayacaklarını bu­
nun yerine sinemamızın gerçek kong­
resini yapacaklarını bildirdi. Milli Sine­
ma Kongresinin kınandığı ortak bas.n
bildirisinin tam metnini sunuyoruz:
ORTAK BASIN BİLDİRİSİ
Türkiye'de yaşanan bunalımın as­
lında egemen sınıfların, işçi sınıfının ve
tüm emekçi halkımızın çıkarlarına karşı olan önlemler almak ve bu önlem'erin halk yığınlarına karşı niteliğini göz­
lerden saklamak için yaygın bir baskı
ve şiddet ortamı yaratmasından kaynak
landığı biliniyor. Sömürü ve baskı dü­
zeninin sürmesi için kitlelerin gerçek­
lerden uzak tutulması, ekonomik ve
politik tercihlerin yalnızca sermayenin
yararına ve onu kurtarmaya yönelik olduğununun kltlelerce anlaşılmaması gere
kiyor. Bu tarihsel misyonu yüklenmiş
gözüken günümüz iktidar, bu alanda
kitleleri gerçeklerden soyutlamak, uyuş­
turmak, beyinlerini yıkamak istiyor. Kit­
leleri uyandırmaya yönelik başlıca alan-
lardan biri olan, sanat alanında da sine­
mada da izlenen politika temelde bu­
dur.
Zaten bugüne dek, devlet sinema­
ya her müdahelesinde emekçilerin hakla­
rını ve düşüncenin yolunu kısıtlayıcı,
engelleyici bir tavır ortaya koymuştur.
Yapılagelen çeşitli ve sayısız kongreler­
de, komisyonlarda alınan kararların bu­
güne dek nasıl uygulandığı ve bun­
lardan sinemanın hiçbir şey kazanmadı­
ğı da ortadadır.
Demirel hükümeti kurulduğu gün­
den beri kültür ve sanatın her alanın­
da devrimci, ilerici, demokrat sanat ey­
lemlerini, filmleri, oyunları, kitapları,
dergileri, tüm yayın hayatını açık ve
gizli baskılarla sindirmeye, engelleme­
ye çalışmıştır. Kitleleri uyuşturucu yön­
de işlev gören söz gelimi seks filmleri
ve yayınları hızla çoğalırken, demokrat
ve ilerici yapıtlara ve bu yapıtların üre­
tilmesini sağlayan alanlara vurulan eko­
nomik darbeler gözönünde sürüp git­
mektedir. Hükümetin bunları yaparken
yaptığı işleri, kendi varlığını ve sanat
politikasında doğrulaması ve legalize
etmesi gerekmektedir.
İşte bizce Kültür Bakanlığı tarafın­
dan 5/12 MAYIS tarihleri arasında ya­
pılması tasarlanan Milli Türk Sinema
Kongresi bu amaca yöneliktir. Bu kong­
renin hazırlık toplantıları sırasında Kül­
tür Bakanlığının hiçbir açık seçik sine­
ma politikası olmadığı görülmüştür. Da­
ha önce çeşitli alanlarda aldığı karar­
larla ülkedeki kültür yaşamının gelişi­
mine darbeler vuran, baskılar—yasak­
lar getiren bu bakanlığın zaten bir si­
nema politikası olsaydı bile bunun si­
nemamızın ve sinema emekçilerimizin
yararına olacağına inanmıyoruz. Bu
kongre, yalnızca iktidarın sanat politi­
kasını kamuoyu önünde legalize etmek
amacına yönelik göz boyayıcı bir girişimdir, Hazırlık toplantılarında bakan­
lık adına kişilerce çağrılması düşünülen
bazı kuruluşların sinema ile hiçbir iliş­
kisi olmayan ve temelde tutucu, gerici
kuruluşlar olması da bu kongreden
Türk Sinemasının ve emekçilerinin ya­
rarına sonuçlar çıkamayacağına değin
başka bir işarettir.
Bu açıdan, biz aşağı da adı yazılı
kuruluşlar, bu kongreye katılmama ka­
rarı aldık. Bu kongreyi kamuoyu önün­
de kınıyor ve mahkum ediyoruz. Biz
sinemanın ve sinemanın her dalında et­
kinlik gösterenlerin gerçek temsilcileri
olarak aynı tarihlerde programı ayrıca
açıklanacak olan çeşitli panel, seminer,
açık oturum ve dayanışma geceleriyle sinemamızın gerçek kongresini yapıcağız.
SİNE-SEN (Türkiye Sinema Emekçi­
leri Sendikası)
YÖN-SEN (Yönetmen, Yardımcı Yö­
netmen ve Senaryo Yazarları Derneği)
FİLM SET TEKNİSYENLERİ DERNEĞİ
FİLM IŞIKLANDIRMA YÖNETMENLE­
Rİ DERNEĞİ
FİLM-SES
SİNEMA YAZARLARI DERNEĞİ
TÜRKİYE SİNEMA-TEK DERNEĞİ
TÜRKİYE YAZARLAR SENDİKASI
PERSA-İŞ
GÖRSEL SANATÇILAR DERNEĞİ
İFSAK
TRT-DER
Tl-SAN
TAVIR/259
pıyor, milliyetçilere baskı yapıyor. Ama
sağ sesini çıkarmıyor. Sansürün milliyet­
çiler yararına devlet tarafından yeniden
düzenlenmesi gerekir» derken, FaruK
Kenç «Biz sansüre karşı değiliz, sansü­
rün kalkmasını istemiyoruz» diyerek
sansürü övüyordu.
Emin Bilgiç ve Faruk Kenç başkanlığın­
daki Komisyon Millî Sinema Kongresinde
Daha önce Milli Sinema Kongresi'
nin 5-12 Mayıs tarihleri arasında yapı­
lacağı duyurulmuştu. Ancak demokratik
örgütlerin protestoları kongrenin fiyas­
ko diyebileceğimiz sonunu hazırladı. 5
Mayısta Atatürk Kültür Merkezi'nde
başlayan, kongre ödül törenleri vb. ile
ancak 6 Mayısa kadar uzatılabildi!
«Milli Sinema Kongresi» nin birin­
ci günü Kültür Bakanlığı Müsteşarı Emin Bilgiç'in de katıldığı ödül töreni
yapıldı. Törenden amaç otuz sanat yı­
lını aşmış sanatçılara birer «Takdir bel­
gesi» vermekti. Ne varki bu belgelere
lâyık görülenlerin büyük bir çoğunlu­
ğu ödüllerini almaya gelmedi. Gelen­
ler arasında Film-San Genel Sekreteri
Faruk Kenç ve Zeki Müren gibi isimlerede rastlanıyordu. Başlangıçta yüze ya­
kın olan davetli sayısı verilen, kokteyl
sonrası yirmiye indi. Beceriksizliğin,
bilgisizliğin ve geriliğin en ince örnek­
lerinin sergilendiği kongre ikinci günsonunda hiç bir sonuç alamadan da­
ğıldı. İkinci günde özellikle sansür
üzerine yapılan konuşmalar ilgi çe­
kiyordu. Bir delege, «Türkiye'de san­
sür sola baskı yapmıyor, sağa baskı ya­
260/TAVIR
Sinemanın eğitici, milletin sanat
zevkini yüceltici bir sanat olduğu gibi
devleti parçalayıcı, bölücü de olabileceği
düşüncesinde olan Emin Bilgiç ise, bü­
tün konuşmaları dinledikten sonra, top­
lantıdan, çok şeyler öğrendiğini açıkla­
dı.
Demirel azınlık iktidarının sinema­
mızda yükselen İlerici akımları bastır­
mak, faşist baskıları ve sansüre taban
bulmak amacıyla düzenlediği «Milli Si­
nema Kongresi» silahı geriye tepmiş
demokrat ve devrimci güçlerin gericiliğe ve faşistlere vurduğu sillenin an­
latımı olmuştur.
İSTABUL ÜNİVERSİTESİ
I. KÜLTÜR ŞENLİĞİ
Nermin EREN
İstanbul Üniversitesi Halk Oyunları, Tiyatro ve Halk Müziği Toplulukları
1980 çalışma yılı ürünlerini, halkbilimi
konusunda bir panelin de yer aldığı 3
gün süren I. Kültür Şenliğinde sergile­
diler.
28 Nisan da Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosunda başlayan şenlik her
kolun özenli çalışmalarına karşın, orga­
nizasyonda ki bazı aksaklıklar nedeniy­
le istenilene uyamadı.
ŞİŞLİ KÜLTÜR MERKEZİ; DEVRİMCİ
tutam nefesi simgeliyor. Merkezin özel­
KÜLTÜR KAVGASINDA BİR
likle
TUTAM NEFESİ SİMGELİYOR
Geçtiğimiz
devrimci
sinemaya kazandırabile­
cek çok şeyleri olabilir, yeter ki bizler
bu olanakları doğru yönde değerlendir­
ayın önemli gelişmele­
meyi bilelim.
rinden birisi de kuşkusuz «Şişli Kültür
Devrimci
Kültür
yaşamına
akılcı
Merkezi»nin açılması oldu. Parlak lâflar
katkılarını
edilebilir, ama bu devri çoktan kapattık.
süre için, Sanat Merkezi işlevi salt sine­
beklediğimiz (Bir aylık bir
Şimdi artık hesap yapmalıyız, devrimci­
ma olmasa gerek. Diğer sanat dalları
ler olarak
ve daha zengin bir ortam yaratılmalı­
neler kazandık,
burjuvaziye
neler kaybettirdik diye! Bu tür yapılan­
dır.)
malar önceden denenmiş ancak bir türlü
çıkmalı, ileriye dönük ve tutarlı ürünler
yürütülememiş olarak
verebilmesi için
çıkıyorlardı.
kültür sahnesine
Ancak bu
kuruluşa devrimci olarak sahip
katkıda bulunmalıyız.
sefer ki, daha
ciddi ve daha akılcı tutumları barındı­
SÖYLEŞİ
ran bir kurum olarak karşımıza çıkıyor.
Tüccar kafasından, kâr hırsından uzakta
bir ticari sinema. Yeniden üretebilmek
için ticari olma zorunluluğunu yadsıya­
mayız, ilerici, devrimci nitelikte filmle­
ri oynatmaya kararlı olan merkez aynı
zamanda
açık
oturumları,
sergileri,
«ALLI PULLU SANAT» VE
Selim BODRUMLU
konferansları hayata geçirebilecek. Dü­
zenlenecek programlarda, yeni kuşağın
tanımadığı merak konusu olan
filmler
de yer alacak.
Uzun metrajlı yapıntı filmlerin ya­
terilmesi yararlı olmasını
beklediğimiz
bir girişim. Bu, birçok genç sinemacıya
şans
Geçtiğimiz ay içinde Afşar
çin,
İstanbul
«Sanatta
nında, kısa metrajlı filmlerin de gös­
tanıması
ve
meye yöneltmesi
onları
film
üret­
açısından gerçekten
çok önemli. Herhangi bir üyelik sistemi-
TOPLUM
İLİŞKİLERİ
Filarmoni
Yozlaşmanın
Timu­
Derneğinde
Toplumsal
Kay­
nakları» konulu bir söyleşide bulundu.
Sanatta yozlaşmanın toplumsal ve kişi­
sel nedenlere dayandığını belirten sa­
natçı, her iki yozlaşmaya karşı
alınması gerektiğini
önlem
söyledi. Konuşma
kısaca şu biçimde özetle nebilir:
"
'
'
.
'
•
:
.
.
•
.
'
nin uygulanmayışı, sinemayı elit entellektüel kesimden kurtarıyor, halka, si­
nemanın
gerçek
Yönetmenlerin
sahibine götürüyor,
filmlerini oynatacak
sa­
lonları bulamadığı, sinema salonlarının
bombalandığı, kızgın bir dönemde Şişii
Kültür Merkezinin
beyaz perdesi bir
TAVIR/261
«Sanatta yozlaşmanın kişisel neden­
leri tamamen pedagojiktir ve ruhsal bo­
zukluklardan kaynaklanır. Bu oldukça
tehlikeli ve toplum için zararlıdır. Bu
kişisel nedenler ortadan kaldırılamaz
ne var ki yetkinlik kazanmaları sağlık'ı
toplumlarda daha azdır, pazarlanamazlar.
Yoz sanatı bilebilmek için, önce
sağlıklı ölçütleri
bulup çıkartmalıyız.
Sanat yapıtı bir duygu ve düşünceler
yumağıdır. Sadece duygu olmadığı gi­
bi, sadece düşünce de olamaz- Her sa­
nat yapıtının bireysel bir yapısı vardır.
Ancak bu sanat ürünün başlı başına bi­
reysel olduğunu getirmez. Unutmama­
lıyız ki, birey de toplumsal ve tarihsel
bir varlıktır. Sanat yapıtı toplumun ve
tarihin özelliklerini taşıyan, nesnel ve
öznel gerçeklikleri taşıyan, toplumsal,
tarihsel bireyin ürünüdür. Gerçeklik­
lerin toplumsallığı vetarihselliği ne de­
rece açıksa, sanat yapıtı da o derece
doğrudur. Sanatta tekil tüzeli, öznel
nesneli, birey toplumu açıklamak için
vardır. Bu doğmaca sunulmuş bir yön­
tem değil bir gerçekliğin doğrudan
doğruya anlatımıdır.
Yerel bir olgudan, evrensel bir ol­
guya gidebilirsiniz. Bunları yaparken,
akımlardan önce, başlıca tutum gerçek­
çilik tutumu olmalıdır. Çünkü toplumcu
gerçekçilik tarihsel ve toplumsal ger­
çeklerin açıklamasıdır. Dönüştürücü et­
ken, sanatın toplumsal yanıdır. Sanatın
gerçekçi yanı ise, insana insanlık duru­
munu göstermek için vardır.
Sanatla ilgili
herşey yaşanılanla
direk ilişkilidir. Bir yerde, insanın do­
ğal olana katkısı, yorumu. Herşeyden
önemlisi sanat yasamın kendisinde var­
262/TAVIR
olmaz, üretilir. Tarihsellik, toplumsallık,
evrensellik boyutları içinde toplumcu
gerçekçi sanatçı yeniden üreten insan­
dır.
Bilgi gerçekliğin kendisi. Bilgi ol­
madan ya yoz sanat yapılır, ya da yoz­
laşmaya eğilimli sanatlar yapılır. Bilgi­
siz sanatçı insana gelişigüzel yaklaşım
insanı yanlış yorumlar, böylelikle yoz­
laşmanın ilk tohumlarını atar. Bu onun
beceriksizliğinin eseridir. Yoz sanat in­
sanı kötü ve yanlış yollara iter ve yay­
gınlaşması da çok kolay olur. Geri bı­
raktırılmış ülkelerin
yoksul halkları,
kısa vadede sevindiren yalanı daha
çok sever ve çabuk kabullenir. Sanatın
yozlaşması, giderek yaşamı da yozlaş­
tırır. Bu, giderek toplumun yozlaşması­
na varır. Yoz sanat, insanı olamayacağı
gibi gösterir, insan gerçeğini çarpıtır.
Toplum bir süre sonra bir morfinman
gibi yoz olan ister. Bu istekler karşıla­
nır. «Kör alıcı, kör satıcı» ilişkisi yürü­
yüp gider. Yoz sanat sadece bir ticaret
meta-ı değil, bir sömürü aracıdır da.
Bundan, sakat toplumdan çıkarları olan­
lar ve bu sanatı allayıp pullayıp satışa
çıkaranlar sorumludur».
A Ç I K
O T U R U M
B E L G E SİNEMASI
AÇIK O T U R U M U
«BİR YÖNETMENİN HASTALIĞIN­
DAN ÖTÜRÜ BÜTÜN BİR KURTULUŞ
SAVAŞININ SESSİZ GEÇİRİLİŞİ BİRAZ
TRAJİK KOMİK BİR OLAYDIR.»
Nisan ayı içersinde İstanbul Film
Yapım ve Gösterim Merkezinde Türki­
ye sineması açısından önemli bir açık
oturum yapıldı; Belge Sineması. Onat
Kutlar'ın yönettiği açık oturuma Çetin
Öner, Kemal Sevimli, Güner Sarıoğlu,
Semih Taytak konuşmacı olarak katıl­
dılar. Kısaca özgeçmişlerini anlatan ko­
nuşmacılar daha sonra belgesel sinema­
nın işlevini anlattılar.
Semih Taytak genç bir sinemacı.
Samsun Üniversitesi arkadaş gurubuyla
bir köy belgeseli yapmış; Arayış. Bü­
yük güçlüklerle
gerçekleştirilen film
ifsak kısa film yarışmasında Bank-sen,
Kaşif, Maden-İş ödüllerini aldı. Semih
Taytak, «sinema aracılığı ile Umutlu halkının sorunlarını Türkiye kamuoyuna
ulaştırmayı amaçladık» diyor.
Kemal Sevimli uzun süredir film
çekimlerinde bulunmuş bir sinemacı.
Oluşturduğu belgesel film grubu ile
çalışmalarını sürdürüyor. Sevimli bel­
gesel film ile «toplumun sosyal siya­
sa gelişmesine katkıda bulunuruz» di­
yor. Ancak ekonomik sorun!ar nedeni
ile bunu yerine getirememekten yakı­
nıyor.
Çetin Öner'in gerçek etkinlik sa­
hası tiyatro. Ancak belgesel film çalış­
malarında da bulunmuş. Öner, oturum
da bizce çok önemli konulara değindi;
«Geçiş dönemindeki Türkiye'de uzlaş­
maz çelişkileri yaşıyoruz. Buraya nasıl
geldik, sorunlar nasıl çözümlenecek? Bü­
tün bunların belgeselini yapmak ister­
dim. Her konuda belgesel film yapıla­
bilir. Ancak sıralamada acil olanlarını
gözleyebilmeliyiz. 1980 Türkiye'sini an­
latmalıyız. Ülkemiz konu açısından her
alanda çok verimli. Belgelenecek, bel­
gelenmesi gereken çok şey var. Bu ko­
nuda, sendikaların, demokratik kitle
örgütlerinin kesin desteği alınmalıdır.»
Güner Sarıoğlu ise belgesel filmin
işlevini tartışmazdan önce onun bir
vücut bulması gerektiğini, Türkiye'de
henüz belgesel sinemanın tam anlamı
ile oluşmadığını, kurumsallaşmanın sağ­
lanamadığını vurguladı. Örgütlenmenin
gerekliğini de tüm bunlardan yola çıka­
rak açıkladı.
Oturumu yöneten Onat
Kutlar ise, belgesel türün ülke ve dün­
yadaki tarihsel gelişimini anlattıktan
sonra işlevinden sözederken onun «ta­
nık» ve «savaşçı» yönlerine değindi.
Ülkemiz gerçeklerine son derece
paralel bir yapıda gelişen oturum nicel
gelişme içinde büyük bir kazanç olarak
görüldü.
EDEBİYAT E Ğ İ T İ M İ EDEBİYAT
İ L İ Ş K İ L E R İ AÇIK O T U R U M U
«EGEMEN SINIFLAR EDEBİYATI KÜLTÜR
TARİHİNDEN AYIRARAK, AYRINTISIYLA
UĞRAŞIYORLAR.»
24 Nisan perşembe günü, TYS'nin
üçüncü açık oturumu olan «Edebiyat
eğitimi, edebiyat
ilişkileri», Harbiye
Muhsin Ertuğrul Tiyatrosunda yapıldı.
Oturuma Ataol Behramoğlu, Atillâ Özkırımlı, Ender Kâmil Boyacı, öğretmenTAVIR/263
lerden Hüseyin
Celil Altın
Erkan, Erdem Kanat,
konuşmacı olarak
Egemen
sınıfların
tarihinden
ayırarak,
katıldılar.
edebiyatı
kültür
ayrıntısıyla uğraş-
tıklarını belirten Ataol Behramoğlu,
öğrencilerin bundan sıkıldıklarını belirt­
ti. Behramoğlu
varolan, edebiyat eğiti­
minin ileriye dönük olmadığını, tam ter­
sine geriye dönük olduğunu belirtirken,
yazarların
görevlerini de belirleyerek;
bize düsen
edebiyat tarihini ortaya
çıkarmak, işçi
edebiyatını geliştirmek­
katılan edebiyat
menleri eğitim
öğret­
konusunda doğal ola­
rak geniş açıklamalarda bulundular.
Celil Altın, öğretmen yetiştiren okul­
larda öğrenciye yaratıcılığın yerleştiril­
mediğini bu yüzden
bın
dışına
öğretmenin kita­
çıkamadığını
açıkladı.
Er­
dem Kanat ise, bugünkü eğitim politi­
kasının insanı edilgen kıldığına, onu ki­
şisel yarara, savaşkanlığa, ırkçılığa sü­
rüklediğine değindi.
Düzen, çarkına uygun dişlileri yarat­
tir, dedi.
Edebiyat eğitiminin tarihçesine deği­
nen Özkırımlı, 47 — 48 yıllarında Sa­
bahattin Eyüboğlu,
tav'ın yeni edebiyat
dıklarını ancak
Toplantıya
Pertev Naili Borakitapları hazırla­
bunun engellendiğini,
ma
sevdasında okullarda
beyin
yıka­
maya devam ediyor. Devrimciler, haya­
tın her alanında olması
gerektiği gibi
kültürel alanda da düzene karşı gelme­
li, düzeni teşhir etmelidirler.
öldürüldüğü o dö­
Edebiyat düzen
insanı yetiştirmede
nemlerde bu kitapların toplatıldığını an­
değil devrimlerin
eğitiminde bir araç
Sabahattin Ali'nin
lattı. Bu dönemden sonra, artık kitap­
olacaktır. Mücadelede kasarlılığın sürek
larda divan edebiyat ürünlerine rastla­
liğinin
nıyor, tam anlamı ile geriye dönülüyor.
cektir.
sağlanmasında görev yüklene­
DERGİMİZE GELENLER
Dergiler :
OYUN — Şubat - Mart Sayı: 12-13
YABA — Mart - Nisan Sayı: 8-9
ÇIKIN — Mart - Sayı: 1
SÜREÇ — Nisan - Mayıs - Haziran Sayı: 2
YAPIT — Şubat - Mart - Nisan Sayı: 38-39-40
YEDİTEPE — Ocak - Şubat - Mart - Nisan
İ.D.G.S.A — K.Y.E.K - Yayın Bülteni - Sayı: 1
Kitaplar - YAZKO
Halkalı Köle — BEKİR YILDIZ (Roman)
Bedoş — KEMAL BİLBAŞAR (Roman)
Iğrıp — EROL TOY (Roman)
Al İşte İstanbul - ÇETİN ALTAN (Anlatı)
Şiir Kitapları
Ölüm Yok Ki — ARİF DAMAR
Kalk Yiğit Öfkem - NEVZAT ŞİMŞEK
Neruda — ENVER GÖKÇE (Çeviri)
264/TAVIR

Benzer belgeler

Tavır Dergisi 6. sayısını pdf formatında görmek için tıklayınız

Tavır Dergisi 6. sayısını pdf formatında görmek için tıklayınız TAVIR * Sahibi: Mustafa SÜLKÜ * Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Şevki ÖMEROĞLU * Abone Koşulları: Yurt içi; 6 Aylık 300 TL, 1 Yıllık 600 TL, Yurt Dışı: ABD 25 Dolar, F. Almanya 40 DM, İngiltere 10 Ste...

Detaylı