HAZİRAN 2015
Transkript
HAZİRAN 2015
2 HAZİRAN 2015 ISSN: 2149-3219 İÇİNDEKİLER Editör’den Prof. Dr. Mehmet AÇA. ............................................................................... 1 Kırgız Halk Müziği ve Ezgi Kültürü Kyrgyz Folk Music AndTuneCulture Doç. Dr. Mehmet ÇERİBAŞ .......................................................................... 3 Eski Türk İdrakinin Çağdaş Kazak Manzumesindeki Sanatsal Estetik Görevi TheArtisticAestheticsTask of OldTurkishComprehension in KazakhPoetry Doç. Dr. Zhanat AİMUHAMBETOVA-Dr. Rysgul ABİLKHAMİTKYZY .................... 23 Giresun ve Trabzon Yöresi Balıkçılarının Av Merkezli İnanış ve Uygulamalarına Karşılaştırmalı Bir Bakış An Comparative Outlook On Hunting-CenteredBeliefsandPractıces of Eastern Black SeaFishermen Dr. Mustafa AÇA ..................................................................................... 33 Dede Korkut Hikâyeleri’nde Söz Merkezli Mitik Zaman Mythical Time Based on Promise in Dede Korkut Stories Dr. Çiğdem MOLLAİBRAHİMOĞLU .............................................................. 55 Ak Hun Kültürü Üzerine On theCulture of the White Hun Arş. Gör. Müslüme Melis ÇELİKTAŞ ............................................................. 69 Nilgün Marmara’nın Şiirlerinde Dil Sapmaları LinguisticDeviations in Nilgün Marmara’s Poems Arş. Gör. Anıl ÇELİK .................................................................................. 78 Samed Vurgun’un “Vaqif” Piyesinde Molla Penah Vakıf Molla PenahVagıf on SamadVurgun’s Drama “Vaqif” Taşkın İŞGÖREN....................................................................................... 94 Akkadcada Türkçe İzleri Ve Dil Kuralları Işığında Akkadca Ve Türkçe Dilleri Arasında Bağlar Turkish Marks in Akkadian and Bonds Between Akkadian and Turkish in The Light of Language Rules Elşad ALİLİ .............................................................................................111 Çeviriler Nizami’nin Leyla İle Mecnun Manzumesinin ve Rostand’ınCyrano De Bergerac Piyesinin GerardGenette’ınMetinlerarasılık Teorisine Göre Karşılaştırmalı Analizi M. TALAYİ-E. TOGHYANİ- M. TALAYİ (Çev.:FatemehNesaMohebbi - Dr. Gülseren Özdemir) ...................................150 Sosyo-Tarihsel Analizde “Anlatıcı”nın Konumu O. N. BUŞMAKINA (Çev. Attila BAĞCI) ........................................................168 Tanıtmalar Türk Kültüründe Evliliğe Bağlı Tabu ve Kaçınmalar Yıldız EROL. ...........................................................................................177 Göldeki İsyan 1916 Çarlık Mezalimine Karşı Soylu Direniş Hareketi Yasemin KOÇ .........................................................................................180 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) AKKADCADA TÜRKÇE İZLERİ VE DİL KURALLARI IŞIĞINDA AKKADCA VE TÜRKÇE DİLLERİ ARASINDA BAĞLAR Turkish Marks In Akkadian And Bonds Between Akkadian And Turkish In The Light Of Language Rules Elşad ALİLİ* ÖZET İlk dönem Assiroloji uzmanları Sümerce ve erken Akkadcanın Turanî bir dil olduğunu söylemektedir. Semitik Akkadca bünyesinde Türkçeden aldığı birçok kök sözü barındırmaktadır. Bu sözlerden semitik Akkadca dil kurallarına uygun olarak birçok yeni türev sözler üretilmiştir. Günümüzün Assiroloji uzmanlarının Türkçe dil bilimi konusunda bilgileri sınırlıdır. Hâlbuki Mezopotamya’da bulunan çivi yazılarını çözen ilk kuşak uzmanlar arasında Türkçe ve genel olarak Ural-Altay dilleri konusunda bilgi sahibi olan akademisyen sayısı az değildir. Erken dönem Sümer ve Akkad metinlerinde Türkçe dışında diğer Altay dillerinden, Macarca, Fince ve diğer Fin-Ugor dillerinden de kelimeler bulunmaktadır. Karşılaştırmalı örnekler bütün Mezopotamya dillerinin ilk aşamada eklemeli Ural-Altay dillerinden çokça faydalanarak bir literatür geleneği oluşturduğunu gösterir. Daha sonraki dönemlerde kâtipler ve rahibeler çekim kuralları uygulayarak bol bol yeni sözler üretmiştir. Üretilen bu sözler hem semitik dillerin mirası olmuş hem de Hint-Avrupa dillerine bol bol ödünç verilmiştir. Çalışamadaki amaç Akkadcada, yani Mezopotamiyada kullanılan literatürde Türkçe kelimelerin var oluşunu bariz şekilde sergilemekdir. Sırasıyla ilk önce Akkadca sözcükler ve Türkçede onlara bulunan paraleller gösterilecektir. Kelimeleri seçerken genelde eski ve orta Türkçe dönemi metinlerde bulunan sözcüklere üstünlük verilmiştir. Ama bazen de Azerbaycan ve Anadoluda halk ağızlarında bulunan kelimelere de yer verilecektir. Anahtar Kelimeler: Akkadca, Türkçe, Mezopotamya, Dil İlişkileri ABSTRACT Early Assyrian experts said that Sumerian and early Akkadian are tu-ranic languages. Shemitic Akkadian incorporates many root words recieved from Turkish. From this words, many number of -in accordance with the Ak-kadian language rules- derivative shemitic Akkadian words are made. Todays Assyrian experts have limited knowlodge about Turkish linguistics. Whereas the first generation of experts in solving the Mesopotamian cuneiform betwe* Azərbaycan Milli Elmlər Akademiyası İnsan Hüquqları İnstitutu. 111 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) en Turkish and overall knowledge of the Ural-Altaic, which is not less than the number of academics. Early Sumerian and Akkadian texts also have words from the other Altai languages other than Turkish. Comparative examples should be added in the initial stages of all Mesopotamian languages utilizing much of the Ural-Altay language literature indicates that create a tradition. Clerks and nuns produced plenty of new words by following the shooting rules in the later periods. These words have been produced on loan as well as the heritage of the Semitic languages and plenty of the Indo-European languages. The purpose in the study is the existence of Turkish words used in the literature to demonstrate the obvious ways in Akkadian, so Mesepota-mia. Respectively first Akkadian words and parallel to them in Turkish will be shown. When choosing the words the words contained in the text of the rule has been generally old and middle-Turkish era. But there will be sometimes Azerbaijan and the words in Anatolian folk dialects. Key Words: Akkadian, Turkish, Mesopotamia, Language Relations Giriş I. Akkad dili ve fonolojisi konusnda kısa bilgi Akkad dili bilinen en eski semitik dildir. Eski bilim literatüründe Akkadca önce Asurca, daha sonra ise Assuro-Babil dili gibi de adlandırlmıştır. Çünki deşifre olunan ilk çivi metinler Asurca olduğundan bu bilim dalı da o zaman-dan “Assiroloji” gibi tasnif olunmuştur. Günümüzün Assiroloji üzre uzmanları Akkadcanın ilk izlerinin M.Ö. 3000 senelerine aid Sümer tabletlerinde bulunduğu fikrindedirler. Kanıya göre bu şahıs adları ve Akkadcadan Sümerceye geçmiş bazi sözcüklerdir. Halbuki Akkadca ilk yazı metinleri M.Ö. 2500 senesinden öteye geçmez. Akkadû(m) lingvonimi (kadın cinsinde Akkadītu) bilahıs Akkadca metin-lerde geçer. Bu terimin Akkad devletinin (M.Ö. XXIV-XXII yy) başkenti olmuş şehrin isminden kaldığı zannedilir. Yalnız bu başkentin nerede yerleşdiyi henuz belirlenmemiş. Akkad devleti yarandığı çağdan ve kral I Sargon döneminden başlayarak devletin çöküşüne kadar (M.Ö. 2341-2160 yy.) Akkad dilinde yazı tabletleri ilk olarak Bağdad ve Mosul arasındakı coğrafiyada kullanılmış. Daha sonra Akkad dili ve yazıları Mesopotamiyanın güneyine, yani Sümere ve Elam bölgesine sirayet etmiş ve M.Ö. 2000 senesine doğru bütün Mesopotamiyanın resmi dili olmuştur. Akkad devleti yok olsada, Akkadû(m) lingvonimi, yani Akkad dili terimi yazı tabletlerinde yer almağa devam etmıştır. Günümü-zün resmi Akademik tezi bunları söyler. Zaman geçtikce Akkadca yazı dili olarak Babil ve Assur coğrafiyasının 112 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) dışına çıkmış ve eski çağda var olmuş Mari, Elam, Nuzi, Mitanni, Ugarit, Emar, Alalahe, Hitit, Urartu bölgelerinde kullanılmıştır. Ve artık M.Ö. XVI-XIV yy. zamanı Mısır faraonları ile Babil, Mitanni, Filistin bölgelerinin yöneticileri arasındakı yazışmalar Akkadca kayd olunmuşlar. Boğazköy ve Mısırda bulunan Tel-Amarna arşivleri Akkad dilinin uluslar arası çapda ne kadar yaygın olduğunun göstericisidir. Akkadca yazılı metinler eski çağ dönemi Babil, Assur, Mitanni, Hitit, Urartu ve diger devletlerin tarihi konusunda en mühüm kaynaklardır. Nitekim M.Ö. 2. binilliyin ortalarından başlayarak Akkadca böyük coğrafiyada lingua franka, yani uluslararası iletişim dili rolunu üstlenmıştır. Ve Akkadcanın nüfuz dairesi doğuda Hindistana, batıda ise Yunanıstan ve Balkanlar coğrafiyasına kadar uzanmıştır. Bu yüzden Sanskrit, eski Persce ve eski Yunancada Akkadcanın izleri bulunur. Büyük coğrafiyada yaygın olduğundan ve uluslararası iletişim, diplomasi dili rolu oynadığından dolayı Akkadcanı çeşidli etnik grupların temsilçileri kullanmış ve onların da dilinden Akkadcaya yeni kelimeler geçmıştır. M.Ö. 2000 senesinden başlayarak Akkadcanın iki bariz dialekti kendini göstermeye başlamışlar. Bunlar güneyde yaygın olan Babil ve kuzeyde kulla-nılan Assur dialektleridir. Bu dialektlerin de her birinin gelişme faz dönemleri olmuştur. Bazi uzmanların kanısına göre Assur dialekti direk eski Akkadcanın devamıdır. Babil dialekti ise eski Akkadcaya deyil de, bilinmeyen diger eski dialektlere dayanır. Assurcadan farklı olarak Babil dialekti Mesopotamiyada kültürel ve dinsel alanlarda daha baskın rol oynamıştır. Bunun dışında uluslararası yazışmalarda da diger ölkelerin kralları da Babil dialektine üstünlük vermişler. Babil dialekti hatta II binillyyinin ortalarından başlayarak Assur krallığı topraklarında bile metinlerde kullanılmıştır. Assiroloji uzmanları tarafından metinlerdeki Akkadca faz dönemleri aşağıdakı şekilde belırlenmıştır: Eski Akkadca (EAkk) – M.Ö. 2600-2000 Eski Babilce (EB) – M.Ö. 2000-1500 Orta Babilce (OB) – M.Ö. 1500-1000 Yeni Babilce (YB) – M.Ö. 1000-600 Son Babilce (SB) – M.Ö. 600-100 Eski Asurca (EA) – M.Ö. 1800-1700 Orta Asurca (OA) – M.Ö. 1300-1000 Yeni Asurca (YA) – M.Ö. 1000-600 Belli olur ki, Babil dialektinde metinler 2000 sene süre içinde arasız ola-rak yazılmışlar. EB dönemi sonunda ve OB döneminin başlarında uzmanlar tarafından Standart Babilce (SB) gibi isimlendirilen özel edebiyyat dili forma113 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) laşmış. Bir çok destan, şiir, rivayet ve tarihi belgeler bu literatür dilinde kay-da keçmıştır. Ve Hindistandan, Mısırdan başlamış Anadolunun batısına kadar diplomatik yazışmada çoğu zaman sırf bu edebi dialekt kullanılmıştır. Akkadca yazılı metinler Sümerlerden alınmış çivi yazı sistemiyle kayd olunmuşlar. En eski Akkadca yazı nüshası M.Ö. XXV y., en yenisi ise m.y. I y. aid edilir. Akkadcanın son dönemlerinde ise yazı dili gibi Orta Doğuda Aramice kullanılmış ve Akkad dili de ortadan kalkmıştır. Belli ki, Akkadca insanlık tarihinde çok mühim rol oynamış ve her ne kadar tarihten silinse de bütün semitik ve kismen de Hint-Avrupa dillerinde iz bırakmış bir dildir. Bir bakımdan Akkadcayı semitik dillerin atası saymak doğru olar. Bu günkü Assirologlar göz ardı etmelerine rağmen ön erken Akkadca (M.Ö. XXIVXXVIII yy.) eklemeli bir dil izlenimi verir. Bütün Sami dillerinin atası olan Akkadca Dili ilk dönemlerinde bu günkü Arapça ve Süryanice gibi çekimli (flexive) değil, Türkçe, Macarca gibi eklemeli (agglutinative) bir dil olduğunu erken Assiroloji uzmanları söylemişler. George Bertin ön erken Akkadca dilin Sümercenin bir kuzey dialekti olduğunu ve ondan sadece bazi fonetik özellikler ayrıldığını kayd etmiş (Bertin, 1888: 2). Eduard Hincks Babilistanın güneyinde konuşulan eklemeli dilin Akkadca olduğunu yazmış (Sayce, 1908: 24). Zaten eski Assiroloji uzmanları Babilistanın güneyindeki eklemeli dile turanik Akkad-Sümer dili adını vermişdiler (Booth, 1902: XIV). Archibald Sayce Babilistanın güneyinde konuşulan dilin Sümerce, kuzeyinde konuşulan eklemeli dilin ise Akkadca olduğunu kayd etmiş, yalnız bu eklemeli Akkadca dilde Sami dillerinin etkisi olduğunu da vurğulamıştır (Sayce, 1894: 11-12). O dönemin Assiroloji uzmanlarından George Smith Babilistandakı Hammurapi (M.Ö. XVIII y.) çağı kişi isimlerini inceleyerken onları 4 sınıfa bölerek Elam, Kassit (Kassu), Sami ve eklemeli Akkadca (agglutinative Accadian) kökenli olduklarını vurğulamıştır (Smith, 1884: 194). Burada tabii ki, söz konusu bu gün bilinen Sami kökenli çekimli Akkadca deyil, ön erken Akkadca, ya da proto Akkadca gibi tanımlaya bileceyimiz eklemeli dildir. Çivi yazı uzmanları ilk dönemlerde Babilistanın Sami özellikli diline Assurca adını vermiş ve bu yüzden de Sümer ve Akkad üzre bilim dalı üzerinde o zamandan bu yana genel olarak Assiroloji ismi kalmıştır. Yalnız günümüzde Assiroloji dalında tanımlanan Akkadca artık eski Akkadcanı ve iki semitik ana dialekti – Babilce ve Assurcanı kapsayan eski bir dildir. Ön erken Akkadcanın eklemeli özellik taşıyan bir dil olduğunu günümü-zün Assiroloji üzre uzmanları söylememekte. Ve bu gün Akkadca konusundakı yazıları okurken bu dilin ta eski çağlardan çekimli bir semitik dil olduğu izleni-mini alırsız. Mesela Ignace Gelb Akkadca yazılara ithaf olunmuş kitabında ön 114 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) erken Akkadcanın eklemeli dönemi barede söz etmez (Gelb, 1955: 179-180). Bu durum bütün çağdaş Assiroloji uzmanlarının kayıtları üçün geçerli. Hâlbuki yukarıda belirtdiyimiz gibi ilk dönem Assiroloji uzmanları ön erken Akkadcanın eklemeli bir dil olduğunu yazmışlardır. Bu değişimin sebebi bizatihi ön erken dönem Akkadca ile sonrakı dönem Akkadca arasındaki farkı göstererek izah edilebilir. Sonrakı dönem Akkadca yazan kâtipler Akkadcaya aynen Sümerceye uyguladıkları gibi sözönü ekleri (prefiksler; preposition) ilave ederek yeni sözler türetmişlerdir. Bu da dilin gramer yapısının değişmesine, sonuç olarak da dilin değişmesine sebep olmuştur. Bunu tesvir etmekçin Akkadcanın eklemeli dillerden, mesela Türkçe-den kök sözleri alarak nasıl yeni sözler üretdiyi örnekleri göstermek gerekir. Gerçekden Akkadcanın çok sayıda Türkçe kök söz barındırdığını eski Assiroloji uzmanları söylemişler. Mesela Archibald Sayce Akkadcadakı ve genel olarak bütün semitik dillerdeki çifte ünsüzü olan bir çok kelimelerin Turani, yani Ural-Altay dilleriinden alındığını yazmıştır (Sayce, 1872: 113). Genel olarak bu alınma sözlerin tek hecalı, bazen ise çifte heçalı olduğunu sezmekdeyiz. Bu alınmış Türkçe kelimeleri Akkad dili hem de deyişdirerek yeni sözler üretmiş. Bu sürecin gelişimine aşağıda 3. Bölümde değineceyiz. İlk önce ise Akkadcada var olan Türkçe sözlerden bariz örnekler getitrilmesine ehtiyac vardır. Bununçün de Akkadcanın fonolojisi ve ses deyişim kurallarına az da olsa tokunmak gerekeir. Çünki bu ses deyişimleri bazen Akkadca Türkçe paralellel kelimelerde de kendini gösterir. Akkadcada belirlenmiş ünsüz sesler şunlardır: -b,-d,-ġ,-ḫ,-j,-k,-ḳ,-l,-m,-n,-p,-q,-r,-s,-š,t,-ṭ,-ş,-w,-z. Bunların dışında Akkadcada dört -a -e, -i -u ünlü-leri tesbit edilmıştır. Bü ünlüler hem de uzun (-ā, -ē, -ī –ū) ve daha uzun (-â, -ê, -î, -û) teleffuz olunurlar. Bazi tahminlere göre Akkadcada -ä, -ü, -o, -ö ve kısa -ə ünlüleri olmuştur (Kaplan, 2006: 23). Yalnız bunların okunuşu henuz belli değil. Genel olarak Akkadcada söz içinde, bazen ise söz önünde ünlülerin deyişmesi, yani asimilyasyonu çok yaygın kuraldır. Mesela epēšum/epāšum (iş yapmak), ešteme/aštame (ben işitdim), işbutū/işbatū (onlar yakaladılar), iššikin/iššakin (onu koydular), libbišu/libbašu (onun kalbi), išrišu/ašrišu (onun yerinde), mihrum/mehrum (cevab), leqeum/laqaḥum (götürmek), erṣetum/ arṣatum (toprak) ve s. Bundan başka Akkadcada söz içi ve önünde -d-z (ud-num/uznum-kulak), -ṭ-ş (naṭara/ṇars-güdmek, korumak), -l-t-ṭ-ş-š (semitik-lapatum/šafatun/śapa-dudak), -l-r (magulu/magurgurru-büyük kayık),n-l (namşatu/lamşatu-uçmak) gibi seslerin bir-birilerini deyişmesi halleri vardır. Bu gibi ünlü ve ünsüz ses deyişimleri hem de Akkadca-Türkçe dil paralellikle-rinde de kendini göstermekdedir. Nitekim Akkadcada bulunan Türkçe kelime115 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) lere aşağıda gösterilecek örneklerde bu fonetik deyişimlere rast gelinecek. II. Akkadcada var olan Türkçe kelimelere örnekler. Bu bölümde maksat elimizde olan bütün malzemenin hepsini deyil, yalnız bir kısmını ortaya çıkarmaktır. Amac Akkadcada, yani Mezopotamiyada kullanılan literatürde Türkçe kelimelerin var oluşunu bariz şekilde sergilemek-dir. Sırasıyla ilk önce Akkadca sözcükler ve Türkçede onlara bulunan paraleller gösterilecektir. Kelimeleri seçerken genelde eski ve orta Türkçe dönemi me-tinlerde bulunan sözcüklere üstünlük verilmiş. Ama bazen de Azerbaycan ve Anadoluda halk ağızlarında bulunan kelimelere de yer verilecektir. Akkadaca sözlerin metin ve sözlüklerdeki ingilisce karşılığı aynen gös-terilmişdir. Akkadca sözler kırmızı, Türkçe paralelleri ise siyah hariflerle işare-lenmiş: 1. adru “sad, dark” - gamlı, kederli; hüzünlü (TAD, 1964: 129). sayrı, sayru – hasta (KTS, 2007: 230); sayru– hasta, üzgün (ŞSEÇOW, 1902: 164); sayrı, sayru – hasta; mec. dertli (Gülensoy, 2007: 745). Eski Türkçede -d-y seslerinin olağan deyişimi (örn. adrı/ayrı, bedük/ büyük, kudu/kuyu, edgü/eyi/iyi) burada dikkate alınmalı. Yani eski Türkçede bulunan sayrı/sayrusözünün proto Türkçede sadrı/sadruşeklinde de olması olağandır. 2. angillu “rumor, clamor, loud cry, din, uproar” – gürültü, patırtı, yük-sek sesle ağlama, bağırtı (TAD, 1964: 57). angila– angırmak, bağırmak (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969: 57); anqır– angırmak (Радлов, 1893: 187). 3. ankuru or dingirkuru “a protective deity” – koruyucu, himaye edici tanrı (TAD, 1964 124). ān – 1. ilk, başlanğıc” 2. ilkin; 3. tale, kismet, mükaddarat, akibet (Э. К.Пекарский , 1959: 100-101); en – sözün evvelinde gelen küvvet, mübaliğe edatı (KTS, 2007: 73); eη – her şeyden evvel, ilkin olaraq (zaman zarfi veedatı) (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 174); tingri– tanrı (ŞSEÇOW, 1902: 189); tengeri, tenri, tinri – tanrı (KTS, 2007: 270-273); t(e)ngri, tngri– tanrı (Caferoğlu, 1968: 153); tenqeri – tanrı (Н. А. Баскаков, 1947: 147); teηgirlik– mabed, tapınak (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 552); qoru, qori – korumaq, mühafize etmek, müdafie etmek(ibid, 458-460); 116 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) koru – müdafie, himaye etmek(KTS, 2007: 88). Belli ki, Akkadcada bulunan ankuru ve dingirkuru terimlerinin her biri çift Türkçe sözlerden türemiş söz birleşimleridir. Şu gibi örnekler protoTürkçenin eski Mezopotamiyanın kültür yaşamındakı izlerine bariz nümunelerdir. 4. armannu, armanû, armānu, arwānu, ramannû “a tree and The aro-matic substance obtained from it” – ağac ve ondan elde olunan aromatik kokulu madde (TAD, 1964 291); orman – orman, meşe, nebat, ağac topası(KTS, 2007: 205); orman– ağaclarla örtülü yer(Gülensoy, 2007 630); varman– meşe, orman (М. Р. Федотов, 1964: 50). Mezopopotamiya çivi yazı metinlerinde biulunan armannu/armanû/armānu kelimesi eski Akkadca döneminden başlayarak bazi şehir ve coğrafi bölgelere de aid edilmıştır. Nitekim çivi yazılarda Güney-Doğu Anadolu için geçen Arman adlı bir bölgenin adı Akkadcaya geçmiş bu Türkçe sözle bağlı ola blir. 5. baltu (baštu), balṭi “thornbush” – diken; dikenli, dalayıcı(DS, 63). baldaran – baldırğan (KTS, 2007: 23); baldirgqan - baldırğan (ŞSEÇOW, 1902: 21); baldıran, baldırğan– baldırğan (DS, 502). Baldırğan sözü geniş türk coğrafiyasında yayılmıştır. Genel olarak dalayıcı bir bitkinin adını ifade edir. Akkadcadakı baltu (baštu), balṭi sözü ile paralellik göstermesi baldırğan sözünün kökünde baldır sözünün durduğu kanaetinin yanlış olduğunu gösterir. 6. barū ”to be superabundant” – bolluk içinde olmak (King, 1898: 340). baram, barım – var-devlet, servet, zenginlik (Caferoğlu, 1968: 22); barğu, barlığ I– 1. ganimet; 2. var-dövlet (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 8384); barlu– varlı, dövletli, zengin(KTS, 2007: 24). 7. būdu A“shoulder, region between The shoulders including The neck (of humans and animals, and, in transferred mng., of The exta)” – boyun nahi-yesi de dahil çiyinler arasındakı kısm (insan ve heyvanlarda) (TAD, 1965: 303). Genel olarak EB, SB, ve YB metinlerde bulunan bir sözcük. bod – boy, qamet (DLT, 115); bod1 – beden, vücut gövde, boy(ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969106); bod1 – vücud, boy, gövde(Caferoğlu, 1968: 30); boy, boyı, boyu - vücut, boy, gövde, endam (KTS, 2007: 35); boyun – boyun (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 110), (KTS, 2007: 35); boyın, boyun – boyun (Caferoğlu, 1968: 32); 117 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) boyın, boynu, boyun – boyun (KTS, 2007: 35). Eski Türkçede söz içinde -d-y seslerinin olağan deyişimi buradada görünür. 8. da’āmu, id’im, ida’um, da’um, da’um, da’ummatu, da’ummiš, du’ummiš, du’ummu “to become dark” – zülmet, karanlıqlaşmaq (TAD, 1959: 1). EB dönemi metinlerinde yer almış sözcük. tuman– duman, karanlıq, zülmet (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 585); tuman– duman, karanlıq, zülmet (Caferoğlu, 1968: 65); tuman, ṭuman– duman, qaranlıq (KTS, 2007: 283); tün – gece, karanlık (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 597); tünäk– kazamat, mahbes (ibid). 9. dalāḫu (AD-D 43) “to disturb (Persons, country), tonembarrass, to denounce, to interfere, to confuse, make unintelligible” – rahatsız etmek (in-sanları, ölkeni), sıkıştırmak, hedelemek, bezdirmek, perişan etmek, karmaka-rışıqlıq salmak (TAD, 1959: 43). EB, EA metinlerinde yer almış sözcük. dalaş, ṭalaş – dalaşmaq (Dilçin, 2009: 72); tala – talamak, qaret, talan etmek (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 528); tala I – talamak, yağmalamak, qaret etmek (KTS, 2007: 251); talaş – 1.dalaşmaq, döyüşmek, vuruşmaq; 2. mübahise etmek, gal-maqal salmaq (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 528); talaş, ṭalaş - dalaşmaq, kavğa etmek (Caferoğlu, 1968: 145). 10. dâlu B “to watch carefully” – dikkatle bakmak (TAD, 1959: 59). YA, YB metinlerinde yer almış sözcük. dal 2f.– dalmak; dikkatle bir işle meşğul olmak, tam dikkati vermek (ADİL, 2006: 523); tal I – dalmak, (KTS, 2007: 259). 11. dur «a habitation» – mesken, yerleşim, yurt (Budge, 1880: 138); 11 A. duruššu OB MB SB “basis, base, foundation, habitation” - özül, bünövre, temel, mesken, yurt (TAD, 1959: 198); 11B.duruššu (FAS 345) “foundation” – temel, bünövre (King, 1898: 245). EB, OB, SB metinlerinde yer almış sözcük. Yerleşim yeri gibi hem de Assur kralı Essarhaddonun (M.Ö. VII y.) yazıtlarında kayd olunmuştur. dur I- durmak, bir yerde karar tutmak, sabit kalmak (KTS, 2007: 65); tur II – meskun olmak (ibid, 284); ṭur I – durmaq, bir yerdekarar tutmak, sabit kalmak (ibid); turuş, ṭuruş (KTS 284) – duruş (ibid); 118 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) turuğ (EUTS 166) – duracaq menzil, barınak, kalınacak yer (Caferoğlu, 1968: 166). 12. ēdekkuBogh. “alone” - tek, yalnız, tenha (TAD, 1958: 25). tek IV– tek, tenha, yalnız (KTS, 2007: 268); täk, täg – tek, yalnız (Caferoğlu, 1968: 152). 13. ēṭimmu “spirit” - ruh; can (Hinke, 1911: 55). tın – can, ruh, nefes, heyat cevheri (Caferoğlu, 1968: 15); dın, tın – nefes, soluk, ruh (KTS, 2007: 61/274). ē+dek+ku ve ē+ṭim+mu sözlerinin önündeki ē Akkadcada güclendirici söz önü edatı (prohibitive particle) rolunu oynar. Yani şurada kök sözlere eklenmiş. 14. egru “1. twisted; 2. crossed; 3. crooked, perverse” – 1.eğri, burulmuş; 2. çapraz; 3. eğri, çarpık, doğru olmayan, kötü huylu, düzenbaz (TAD, 1958: 47). EB, SB, YB metinlerinde yer almıştır. eg - eğmek (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 165); egri - eğri, eğilmiş (ibid, 165); egri - eğri (KTS, 2007: 70); egri II - yalan (ibid); egri - eğri (Caferoğlu, 1968: 46); egri II - eğrilik, kötülük (Dilçin, 2009: 90). Bütün söz yapım kurallarına göre bariz bir Türkçe sözcük. Kelime Türk-çedeki eg/eğ fiili kökü ve sifet yaradan -ri (-rı, -rü, -ru) söz yapım eki aracılığı ile türemıştır. Tipoloji olarak aynı sivri, doğru sifetleri gibi. 15. enēqu “to suck” – emmek; 15a.šūnuqu “to suckle” - emizdirmek; 15b. eniqu, eniqtu “suckling child”– yavru emizdirmek (TAD, 1958: 165-168). EB, YB metinlerinde yer almıştır. enük– südemer heyvan balası ((ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 174); enük – köpek, ya da yırtıcı hayvanların yavrusı (KTS, 2007: 74), (DLT, 130); anuk– vahşi heyvan yavrusı (ŞSEÇOW, 1902: 160); enik, enük - et yeyen heyvanların südemer balaları (Dilçin, 2009: 95). 16. eršu A “wise“ – bilge, arif (TAD, 1958: 313); 16a. iršu“wise” – bilge, arif (Ungnad, 1907: 3). EAkk, EB, SB metinlerinde yer almıştır. erşi I – bilge, arif, terkidünya (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 181); irşi I – bilge, arif, terkidünya (ibid, 213); 119 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) irsi– kutsal varlık (Caferoğlu, 1968: 65); eriş erişmek (KTS, 2007: 75); iriş I, irüş - erişmek (ibid, 113); irzi– öyretmen, üstad (Caferoğlu, 1968: 66). Bu sözün Akkadca her iki eršu ve iršu variantlarının eski Türkçede paralellerinin mevcud olması önemli göstericidir. Eski Türkçedeki erşi/irşi sözü er/ir (ermek) fiili kökünden türemıştır. Halbuki Eski Türkçe Sözlüğü tartib edenler bu sözün yanlış olarak Sanskritcedeki rişi kelimesinden alıntı olduğunu kayd etmişler. Suradansa, belli olur ki, Sanskritceye rişi kelimesi ya Türkçeden, ya da Akkadcadan geçmiş ve ilk iki ses metateze uğramış, yani yer deyişmiş ve irşi şekli rişi’ye dönüşmüşdür. 17. ganzabaru “treAsurer” – hazinedar (TAD, 1956: 43); ganzabāru “treAsurer” – hazinedar(ACDA, 2000: 90). YB ve SB metinlerinde yer almıştır. qaznaq, qiznaq– hazine (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 439-450); kazna-hazine(KTS, 2007: 135); qazğanc – kazanc (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 439). Türkçeye geçmiş hazine (xezne) sözünün arapcadanmı, ya da orta farscadakı ganzak sözündenmi geçdiy konusunda yekdil bir fikir yokdur. Halbuku eski Türkçede mevcud olan qaznaq/kaznak kelimesi göz ardı edilmişdir. Mühtemelen bu söz eski Türkçedeki qaz/kaz (kazanc, kar) kök sözüyle alakalıdır. Eski Türkçede mövcud olan qazna/kazna (hazine) kelimesi Akkadcada metateze uğramış ve ganza halini almıştır. Oradan da arapca ve orta farscaya bu halde geçmıştır. Bu arada orta farscada var olan kar sözünün de eski Türkçedeki bir -r dialektinden alıntı olduğu aşkar olunur. Not: Azerbaycanda var olmuş ve antik kaynaklarda adı Atropatena gibi kayıtlara düşmüş devletin başkentinin ismi Strabon’qa Qazak, bizanslı yazar Theofilakt Simokattada ise Qandzak gibi geçir. Güney Azerbaycan bölge ahalisi o kentin kalıklarını Tahti-Süleyman adlandırır. Belli ki, Strabonda söz Türkçe kökenlidir. Theofilakt Simokatta çağında ise Qazak/Qaznak şekli metateze uğramış ve Qanzak şeklini almıştır. Tıpkı Kuzey Azerbaycandakı Gence şehrinin eski adı Qanzak gibi. 18. gâšu I OB “to run, hasten” – koşmak, hızlanmak, acele etmek (ACDA, 2000: 91). EB metinlerinde yer almıştır. kaş – koşmak (KTS, 2007: 130); qaç – koşmak (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 400); kaç – koşmak (Caferoğlu, 1968: 106). 19. gā’um, gāwum “people, tribe” - camaat; xalq; nesil; kabile (ACDA, 120 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) 2000: 91). Mari metinlerinde yer almıştır. qonum, qonim– yakın olan kes, akraba, aynı soydan olan, kabiledaş (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 455); qonum-qonşu – yakın insanlar, akrabalar, komşular (26-3, 179) qonşi – komşu (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 455). Türkçedeki qonum ve qonşu (komşu) sözleri qon (konmak) fili kökünden türev kelimelerdir. Azerbaycanda qonum sözü hem de qohum (akraba) şeklini almıştır. 20. gimuššu “reed pole” – qarğı, qamış dalı (ACDA, 2000: 93). qamiş, qamuş– gamış, garğı (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 415-416); kamış– gamış (KTS, 2007: 128); kamış, kamuş – gamış (Caferoğlu, 1968: 109). 21. gizillû (CDA 95) “torch, brand” – meşale, alev, kızmış metal (ACDA, 2000: 95) gizillû (AD 113) “torch of reed for cultic purposes” – törenlerde kullanı-lan alev (TAD, 1956: 113). SB, YB, YAmetinlerinde yer almıştır. Sümerceden alıntı olduğu kabul edilmişdir. qiz – kızarmaq, alevlenmek (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 450); qiza – küre, demirçi sobası (ibid); qizqil – kırmızı (ibid); qizil I – qırmızı, al qırmızı (ibid); qizğu – qırmızı, al, pembe (ibid); ḳızıl, ḳızḳıl – kızılı, kırmızı (Caferoğlu, 1968: 118); kız - 1. kızdırmak, odda isitmek; 2. hararetlenmek, kızdırmaq (KTS, 2007: 147); kızıl – güneşden kızarmak (ibid). Güney Azerbaycan arazisinde Kızıl Üzen nehrinin aşağı havzasında var olmuş ve M.Ö. IX y. itibaren Assur krallarının yıllıklarında kayıtlara geçmiş Gizil-Bunda vilayetinin ismi de Türkçedeki bu kelime ile bağlıdır. Gizil-Bunda etimolojik olarak “kutsal ve tokunulmaz alevin toprağı” gibi açılır. Bu da Azerbaycanın Odlar Yurdu gibi epitetinin (sifetinin) en eski kayıtlarındandır. Belli ki, Kızıl Üzen nehrinin de adı o devirlere uzanır. 22. ḫammatu B “totality” – her kes, bütünlükle(TAD, 1956: 68). SB metinlerinde yer almıştır. hamı – hepsi, her kes, hep beraber, bütün olarak, bir yerde(26-2, 328); kamu, kamuğ– her kes, bütün (KTS, 2007: 125); 121 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) 109); ḳamağu, ḳamuğ – her kes, hep beraber, birlikde, hepsi, tamamiyle(Caferoğlu, 1968: xamağ, xamağin– bütün, bütünlükle, her kes, hep beraber, bütünlükle her şey ((ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 636); qamağ, qamiğ, qamu, qamuğ– bütün, bütünlükle, hamı, her kes, bü-tünlükle her şey (ibid, 414-416). 137); 130); 405). 23. ḫašālu MB “to crush; to shatter” - ezmek, ufalamak (TAD, 1956: ḫašlu A MB “crushed” - ezilmiş, ufalanmış (ibid 141); ḫašlu(m)“crushed, bruised” - ezilmiş, ufalanmış (ACDA, 2000: 111); ḫašû(m) IV “to crush, chop” – ezmek, ufalamaq (ibid). OB, OA, Mari, Nuzi yazıtlarında kayıtlara geçmişdir. kaşla– haşlamaq, suda kaynadarak ezilmiş hala getirmek (KTS, 2007: xaşal– haşile benzer hamur yemeyi (ŞSEÇOW, 1902: 79); haşlak – isti havanın etkisi ile kuruyub ufalanmış taxıl, meyve ve s. (Gülensoy, 2007 24. ḫulmaḫu “a snake” – yılan (TAD, 1956: 230); maqa – yılan (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 335); moqa– yılan (34). 25. ḫupšu B “totality” – hamı, bütünlükle(TAD, 1956: 242); 25 A. ḫupu C “totality” – hamı, bütünlükle(ibid, 243). hab, heb – hepsi, bütün (ŞSEÇOW, 1902: 77); hep– bütün olaraq (Gülensoy, 2007 408); kop/qop– çok, heddinden çox; mübaliğeedatı ((ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 458); qamağ, qamiğ, qamu, qamuğ– bütün, bütünlükle, hamı, her kes, bü-tünlükle her şey (ibid, 414-416); kamu, kamuğ– her kes, bütün (KTS, 2007: 125); ḳamağu, ḳamuğ – her kes, hep beraber, birlikde, hepsi, tamamiyle(Caferoğlu, 1968: 109). 26. ḫušukû, ḫusukû (CDA 123) “part of horse harness” – atın goşgu hissesi (ACDA, 2000: 123); 26. A ḫušumma (CDA 123) “to tie up (to)” – birleşdirmek,bir-birine goşmak (ibid). OA, OB metinlerinde kayıtlara geçmişdir. qoş– goşmaq, birleşdirmek, bir-birine bağlamaq; bir şeyin cifti, goşası (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 460); 122 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) qoşa– goşa, cift (ibid); qoşuğluğ – goşqu üçün (ibid); qoşqu – ata ve diger binek hayvan ve araclarına takılan, birleşdirilen malzeme (ADİL, 2006:186); koş - goşmaq, birleşdirmek, elave etmek (ŞSEÇOW, 1902: 135); ḳoş – goşmaq, elave etmek; takmaq (Caferoğlu, 1968: 121), (KTS, 2007: 154). 27. ibaḫu, ebaḫu “womb” – ana rahmi (ACDA, 2000: 124). ebe – ana, nine (KTS, 2007: 69); ebe – mamaça (Radlov, 1893: 926); epe – ana (ibid, 919); aba I – ana (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 1). 28. ibiḫu SB, “rope” – ip (TAD, 1960: 2). SBmetinlerinde kayıtlara geçmıştır. ib, ip, yib, yip – ip, iplik (KTS, 2007: 105); ip – ip (Caferoğlu, 1968: 89); yip – ip, sap (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 267), (Caferoğlu, 1968: 193); iblik, iplik – iplik (Gülensoy, 2007 105). 29. illatu A, ellatu, elletu, illitu “kinship group, clan; confederates, elique, cohorts; army, host, troops (always referring to The enemy)” – akra-balardan kurulu grup, aşiretler birliyi; ittifak halında birlik, silahlı birlik; ordu, insan kitlesi(TAD, 1960: 82). EB, EA SBmetinlerinde kayıtlara geçmişler. Sırf düşmenler üçün söyle-nen ifade. il– el, memleket; devlet (Caferoğlu, 1968: 61); il – halk, aşiret, kabile (Radlov, 1893: 1471); el – 1. aşiret, tayfa ittifaqı; boy birliyi; 2. halq; 3. devlet (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 168), (KTS, 2007: 71); ilat – elat; köçebe aşiret birliji (Caferoğlu, 1968: 84); ilat – halq, aşiret (Radlov, 1893: 1475); elat– bir yurdda meskunlaşmış aşiret birliyi, el (26-2, 16). 30. issu“woman, wife” – kadın, eş (ACDA, 2000: 132); 30a.iššu “woman, wife” – kadın, eş (ibid, 135); 30b. išḫu “lover, husband” - aşik, sevgili; koca(TAD, 1960: 135); 30c. išḫû “bridegroom, husband” - adaklı, koca (ACDA, 2000: 133). iş - dost, hemdem, yoldaş, arkadaş(Caferoğlu, 1968: 67); iş II, eş II - dost, hemdem, yoldaş, arkadaş(KTS, 2007: 115); iş – birisinin cifti; dost, hemdem (Caferoğlu, 1968: 93); 123 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) eş – dost, hemdem, yoldaş, arkadaş(ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 184). 31. kabû C “pod” - gın, kabuk (bitkide) OB, NB. EB, YBmetinlerinde kayıtlara geçmiş. ḳab III – kabuk (KTS, 2007: 121); ḳabıḳ, ḳabuğ– kabuk, ağac kabuğu (ibid); ḳabuçak– kovuq (Caferoğlu, 1968: 106); qabucaq – ağacın içini ahate eden kısmı ((ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 399). 32. kadāru A “1. to be overbearing, arrogant, spirited; 2. şukdurru – to make fierce” 1. hökmlü, baskıcı, kibrli, kibirli, zorba olmak; 2. şukdurru – amansız olmak, şiddet sergilemek (TAD, 1971: 30); 33. kadāru(m) II “to rear up” – şahlanmak, kendinden çıkmak(ACDA, 2000: 140); 34. kadru “wild, goring (bull), impetuous, proud (deity or Person)” – vahşi, kızğın, yabanı, boynuzatma (boğa üçün), coşkun, keskin, mağrur (tanrı veya her hankı bir şahs için)(TAD, 1971: 32); 34a.kadru, qadru “rearing up, aggressive” – kendinden çıkmış, şiddet-lenmiş, tecavüzkar, saldırğan (ACDA, 2000: 141); 34.b kadrūtu (AD-k 33) “aggressiveness” – saldırğanlık,tecavüzkarlık(TAD, 1971: 33). ḳadır – sert, kızğın, hiddetli, yırtıcı (Caferoğlu, 1968: 107); qadir, qadra– 1. sert, amansız, şiddetli, keskin; 2. abartmaedatı gibia-şırı düzeyde, üstün derecede, fövkalade (eski uygur metinlerinde tanrı sifeti gibi de işlenmiş) (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 403); kazır – amansız, zahmlı, korkunc, sert, şiddetli, gazablı (Verbitskiy; 1884: 114); qudur – bir işeaşırı şekilde çok can yandırmak, tutulmak, mübtela olmak(ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 463); qudur I, qutur– 1. haddini aşmak, cizgiden çıkmak; 2. kudurmaq, şid-detlenmek, kuduzlaşmak(ibid, 463, 474); ḳutır– kudurmak, delirmek(Caferoğlu, 1968: 123). 35. kakilu “a bird” – kuş, kuşlarla alakadar söz(TAD, 1971: 44), (ACDA, 2000: 141). kekel – kakul (KTS, 2007: 136); kekälik – keklik ((ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 295), (Caferoğlu, 1968: 69); käkük – gu kuşu (Caferoğlu, 1968: 69). 124 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) 36. kanāšu “to gather in” – her hangi bir sebebden dolayı toplanmak, bir araya gelmek (ACDA, 2000: 145); kanāšu “to submit to an overlord, a deity, to submit to a decision” – hükmdara ya da tanrıya arzetmek, bir karara varmak(TAD, 1971: 144). keŋäş– istişare, müşavire, toplantı, konsey(ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 299); kängäş, känkäş– müzakire, müşavire, toplantı, konsey(Caferoğlu, 1968: 71); keneşkü – müşavire, toplantı, konsey(KTS, 2007: 138); kengaş, kenkeş - müşavire, toplantı, konsey(ŞSEÇOW, 1902: 127). 37. kāru, karru “quay, port” – rıhtım, sahil, liman (ACDA, 2000: 150). ḳarığ – kenar, sahil(KTS, 2007: 128); karan – sahil (ibid, 127); kır II, kırı– kenar, kıraq (ibid, 144); ḳıraḳ– kenar, sahil; ufuk ( ibid.) 38. kâru II “to be dazed” – hayretlenmek, şaşırmak (ACDA, 2000: 150). karıx – şaşırmak, çaşmak, (39-2, 641). 39. kiššâti “hosts” – insan kitlesı, yığını (Prince, 1909: 54); kiššâtiu”host, totality, The world” - insan kitlesı, toplusu, her kes, beşeriyyet(King, 1898: 355). kişi– insan, adam(ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 310), (KTS, 2007: 150); kisi, kişi (EUTS 75) – insan, adam; mahlugat(Caferoğlu, 1968: 75). 40. kuruš (CDA 169) “a spice” - baharat, huruş (ACDA, 2000: 169). Kassit (kassu) dilinden alıntı bir söz gibi gösterilmiş. xuruş – pilav için ayrıca bişirilmiş et, kuru üzüm ve baharatlı menyu, kara; (26-2, 488); huruş – kurutulmuş meyve (DS, 2445). Azerbaycan sözlüklerinde farsca menşeli bir söz gibi gösterilmıştır. Kuruš sözünün Kassit (Kassu) dilinden OB döneminde alınması bu kanaeti takzib edir. Çok ihtimal Türkçedeki “kuru aş” söz birleşmesinden töre-mıştır. 41. kutturu “a class of Person(?)” - insan zümresi, sınfi(ACDA, 2000: 171). qutu – sınıf, silk, zümre, qrup (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 474). 42. li‘ū “strong, mighty, powerful” – güclü, kudretli, kuvvetli; lā li’ū»impotent, weak, unable» – gücsüz, iktidarsız, zayıf, beceriksiz.(King, 1898: 356). elig I– hükmdar, iktidar sahibi (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 170). 43. maḫḫu (CDA 190, AD-m1 89) “exalted” - yüce, övgü dolu(ACDA, 125 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) 2000: 190), (TAD, 1977: 89); 44. maḫḫû, muḫḫû “ecstatic, prophet” – vecde gelmiş, kendinden; geçmiş, ilhamlanmış (mistik anlamda), ekstatik hala gelmiş, gam(ACDA, 2000: 190), ( 42, 90); 45. maḫḫū “prophet, prophetess” – gam, peygambar (King, 1898: 358). mağ medh, tarif, övgü, algış (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 335); mak– medh, vasıf, algış, övgüVerbitskiy; 1884: 198); mağla - ezan okumak(KTS, 2007: 175); maḳdamedh etmek(ibid, 176); maxta, makta– sitayiş etmek, medh etmek, (ŞSEÇOW, 1902: 2143); makta – medh etmek, vasıflandlrmak, övgü yağdırmakVerbitskiy; 1884: 198). 46. mēsu A, mēšu “a native tree and its wood” – ağac, meşe,orman(TAD, 1977: 33); 46a. mēsu , mēšu, mīšu “wood” – orman, meşe (ACDA, 2000: 209). meşe– meşe, orman (Dilçin, 2009: 166); meşe – orman(26-3, 306); meşe – ormanlık(DS, 3172); bışe– orman, ağaclık ((ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 103). Bazi sözlüklerde Türkçedeki meşe sözünün farscadakı bişe sözünden alınma olduğu iddiası yer almakdadır. Akkadcadakı mēsu , mēšu, mīšu şekilleri fonetik olaraq batı Türkçesindeki meşe/meşə kelimesine daha yakındır. Bir de fin-ugor dillerinin de leksik dağarcığında bu sözün varlığı (fince metsä-orman, udmurtca pispu-ağac) fars kökenli olmadığına kanıtdır. 392). 47. maštaktu “a wooden object” – ağac mamulu, tahta; meşe+taxta(TAD, 1977: tak– ağac adı(Caferoğlu, 1968: 180); taḳta, taxta – tahta(KTS, 2007: 259); takta – takta, döşeme tahtası (ACDA, 2000: 259). 48. naḫāšu “to prosper, to thrive, to be in good health; to be plea-sing” – rifahlı olmak, iyi, başarılı olmak, gelişmek, iyi olmak; sağlıklı, hoş olmak”(TAD, 1980: 133), (ACDA, 2000: 232); 48a.naḫšu “healthy, prosperous; lusty” – sağlam, sağlıklı, hoş, rifahlı (TAD, 1980: 142), (ACDA, 2000: 232). yaqşi– iyi (şahs için), hoşharakterli, sevimli (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 238); yaxşi– iyi (ibid, 250); yaḫşı, yaḳşı– iyi, gözel, hoş (KTS, 2007: 306-307); yaḳşı– iyi, ela(Caferoğlu, 1968: 183). 126 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) burada bazi Akkadca sözcüklerde –n sesinin Türkçe paralel kelimele-ri için –y sesine döndüyünü vurğulamalıyız. Aşağıda verilecek bir kaç örnek bunu bariz şekilde gösterecektir. 49. nakiru “enemy” – düşmen (Mercer, 1921: 119), (Hinke, 1911: 76); 50. nāqiru “wrecker” –talançı, yağmaçı(TAD, 1980: 335); naqâru “tear down, destroy” – yıkmak, dağıtmak, mahv etmek (Mol-denke, 1893: 56), (Hinke, 1911: 77). yaği– yağı, düşmen (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 224); yağı– yağı, düşmen (KTS, 2007: 302),(Caferoğlu, 1968: 302); yağıma, yağma– yağma, talan(KTS, 2007: 306). 51. narāmu “loved one; love” - sevimli; sevgi (32 241). yar – dost, sevgili (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 238), (KTS, 2007: 311), (ŞSEÇOW, 1902: 100). 241); 52. nassiš “plaintively” – dertli, kederli,hüzünlü, qamqin (ACDA, 2000: nassu “groaning, wretched” – inleyen, bedbaht, perişan (ibid). yas – yas, matem, üzüntü, keder ((ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 244), (KTS, 2007: 313), (ŞSEÇOW, 1902: 101). 53. naštuk, naštuq “leaTher bag” – deri torba, kise (TAD, 1980: 79). 54. yastuq I- yastıq (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 245); 55. yastıq, yastuk – yastıq (KTS, 2007: 314). 56. nazziqu “ill-tempered” –kötü huylu, (TAD, 1980: 142). yazıq, yazuq – günah, hata (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 251); yazıḳ, yazug, yazuḫ, yazuk– günah(KTS, 2007: 316); yazug, yazuk – günah, suç, hata(Caferoğlu, 1968: 190). 55. nikmu “pile” - yığın, topa(TAD, 1980: 231). yiğim– yığın, topa, kalak (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 265); yığın – küme, topa, yığın(KTS, 2007: 320); yiğ – yığmaq, toplamaq(ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 265), (KTS, 2007: 320), (Caferoğlu, 1968: 191). 56. nīmu, nēmu “a fodder grass” – ot yemi (ACDA, 2000: 253). yem – yem, hayvan yemi (KTS, 2007: 318); yem – yem, gida (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 255); yim– yem(Caferoğlu, 1968: 193). 57. nuḫar “chapel atop a temple tower” – tapınağın yukarı kısmında yerleşen ibadethane, şapel (TAD, 1980: 313); nuḫar “high temple, zikkurat” – yüksek tapınak, zikkurat (ACDA, 2000: 257). yuqaru, yoqaru- yukarı (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 273/281); yugarı, yugaru, yuḳarqu, yuḳarı, yuḳaru– yukarı(KTS, 2007: 328); 127 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) yoqar-yukarı kalkmak, yükselmek (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 273). 58. parrisu (a canine or feline) - köpek veya kedi (TAD, 2005: 191). bars – kaplan (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 84); pars – yaban kedisi (KTS, 2007: 24;215); bars – kaplan, leopar (Caferoğlu, 1968: 22). 59. patāḫu ”1. to pierce, to bore, perforate, 2. to run through (with a sword or oTher weapon), 3. to slaughter, Mari, Bogh., SB, NB ipattaḫ - patiḫ, patḫu, pitḫu”–1. saplamak, sancmak, sokmak, delik açmak; 2. saplamak (kılıc, ya da diger silahla); 3. katletmek; (TAD, 2005: 269). SB, YB, Mari, Boğazköy yazılarında geçer. batur – mahv etmek, telef etmek; batık – telef olmuş (Caferoğlu, 1968: 23). batır – ucu sivri bir eşyayı sancmak, saplamak, sokmak; mahv etmek (26-1, 245). 60. qaqânu “a bird” – kuş (TAD, 1982: 99); qaqû “a bird”OB, MB – kuş (ibid, 124). EB, OB yazıtlarında geçer. qaq – bir tür kaz (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 422); qağa – gaga(26-3, 16); qağayı – martı (ibid). 61. qarḫu “ice”NB – buz(TAD, 1982: 131); 60a.qaraḫu”to become iced up” NA - buz gibi olmak (TAD, 1999: 126). OB, OA metinlerinde geçer. qar – kar (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 422); kar – kar (KTS, 2007: 126). 62. qinītu, qanû «concubine, second-ranking» - cariye, metres, ikinci statüsü olan(TAD, 1982: 254). YAmetinlerinde geçer. küni - bir cariyenin digerine göre statüsü (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 327); küni– metres, bir erkekle nikahsız yaşayan kadın (KTS, 2007: 168). 63. rumaktu «bath» - yıkanma (TAD, 1999:411). Mari metinlerinde geçer. yu - yumak, yıkamak ((ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 277); yu - yumak, yıkamak (KTS, 2007: 328) . 64. ruqququ «very thin» - çok ince (TAD, 1999:420). EB metinlerinde geçer. 128 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) yuğa, yuyqa, yuqa, yupka, yuvka - çok ince, hafif, yumuşak (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 277); yuğa, yuqa, yupka - çok ince, hafif, yassı (KTS, 2007: 328) yuğul hafif (ibid). yukarıda verilmiş iki örnek gösterir ki, bazi kelimelerde sözün başında Akkadcadakı -r sesi Türkçedeki -y sesine uyğun gele bilir. 65. sagtukullu «The top part of a weapon» - silahın uc, üst kısmı (TAD, 1984: 26). sag+tukullu. tukullu=takıl? Sümer kökenli sözdür. sağan - ok ucu, demiri (KTS, 2007: 222); sagadak, sagaydak - sadak, oklug (Е. Н. Шипова, 1976: 266); sAg(u)n- ok ucu, demiri (52); saa – yay ve ok (Э. К. Пекарский, 1917: 2005). 66. saḫalu, seḫēlu, suḫḫulu «to pierce, stab, prick»–delmek, sapla-mak, deşmek (TAD, 1984: 28). EBmetinlerinde geçer. sağan - ok ucu, demiri (KTS, 2007: 222); saqadak, saqaydak - sadak, oklug (Е. Н. Шипова, 1976: 266); sAg(u)n- ok ucu, demiri (52); saa – yay ve ok Э. К. Пекарский, 1917: 2005). ProtoTürkçede var olmuş saq/sağ/sak/saḫ kelimesinin harfi anlamı ok, ok ucu, süngü demekdir. Yalnız bu kelime mecazi anlamda aşiret birliyi, lider ve hetta savaşçı kişi anlamında da kullanılmıştır. Eski Türkçede var olan oğ/ ok ((ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 370) kelimesi de aynen aşiret birliyi gibi anlam ifade etmıştır. Ve bu kelime de oğuş/oğuz – aşiret birliyi ifadesinin kökünde durur (ibid, 365). saq/sağ/sak/saḫ kelimesi Akkadcaya Sümer dilinden geçmiş ve proto Türkçede kullanılmış anlamlara hemen hemen yakın durur. Sümercedeki saga (Foxvog, 1967: 46), šaggina/šaggin/šagina (Halloran 71) ve Akkadcaya geçmiş saganu (TAD, 1984: 66) kelimeleri lider, öncül, kumandan, başbuğ anlamı taşımışlar. Kaşgarlı Mahmudun verdiyi bilgilere göre karluk başbuğları da sağun rütbesi daşımışlar ((ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 481). Bu da proto Türkçeden kalma bir izdir. Sümercede šaggu hem de gerilmiş, dayanıklı, sıkı anlamında kullanılmıştır ki, bu da belli ki, semantik bakımdan ok ve yay kavramlarıyla alakalıdır. Eski Akkadcadakı gamir-dayanıklı, sıkı (TAD, 1956: 33) ve gimir - ordunun öncül gücü (TAD, 1956: 75) de Sümercede ve proto Türkçedeki saq/sağ/sak/saḫ kelimesinin tercümelerindendir. Belli olur ki, Yunan metinlerinden bilinen kimmer (κιμμερίους) etnonimi Akkadcadan alınmadır ve sak etnonimin direk tercümesidir (loan translation). Nitekim Behistun trilingvasında da sak sözü gimir (kimmer), ya da çoğul ola129 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) rak gimir-ra sözünün tercümesi gibi geçir. Türkiyede ve ingilscede sak’a gibi bilinen bu etnonimin sonundakı -a aslinde eski Yunancada kavim ve coğrafi adlar üçün kullanılmış çoğul ekidir. Özetlemek gerekirse kaynaklarda iskitler için kullanılan sak terimi aslinde oğuz teriminin sinonimidir ve proto Türkçe kökenli bir kelimedir. 67. šagāšu (šakāšu)»1. to slay in battle, to strike down (said of gods and kings); 2. to murder; 3. to slaughter (animals); šuggušu «to murder» - 1. savaş zamanı öldürmek, vurmak, devirmek (tanrı ve krallar üçün kullanılmış); 2. öldermek; 3. katletmek; šuggušu öldürmek (TAD, 1989: 66). EA metinlerde geçer. savaş - savaşmak, tartışmak, kavga etmek (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 492); sögüş, söküş - sövüşmek, tartışmak, küfürleşmek (ibid, 510-511); süngüş savaşmak, dövüşmek, harb etmek (ibid, 517). Eski Türkçede bulunan savaş, sögüş ve süngüş fiili esasları semantik bakımdan bağlı olsalarda, türev olarak farklı kök sözlerden yapılanmışlar. Mühtemelen savaş ve sögüş fili esasların kök sözleri semantik bakımdan biri birilerine bağlıdılar. Bu iki sözden birine Akkadcadakı šagāšu (šakāšu) kelimesi direk bağlıdır. 68. šarūriš “like sunlight” –güneş işığı (TAD, 1992: 140). SB metinlerin-de geçer. šarūru“radiance, brilliance, sunlight” OB, SB, NA, NB –işıma, parlaklık, işın (TAD, 1992: 140). EB, SB, YA, YB metinlerinde bulunur. yaru–parlamak, işınmak, işıldamak (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 243); yaruğ, yaruq – işık, parlaklık, şua (ibid, 244); yarun – işıldamak, parıldamak(ibid). 69. ša pronoun “of, that, which, that of” – işaret zamiri şu, bu (TAD, 1989: 1); EAkk. šu a pronoun “that, The aforementioned” – işaret zamiri şu, bu, adı geçen(TAD, 1992b: 162);EAkk. šunu pronoun “1.They; 2. those, The aforementioned” OA, OB, NA – 1. şunlar, onlar; 2. şunlar, adı geçen(ibid, 304). EA, EB, YA. şu – şu, bu (işaret zamiri) (KTS, 2007: 254); uş, uşbu – şu, bu, adl geçen, (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 6177); oşu– şu, bu (ibid, 372). 70. tādirtu “distress, depression, gloominess”– sıkıntı, üzüntü, dep130 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) ression, kasvet. SB, YA. tādiru “depression” – depression.(TAD, 2006: 34). tedirgin – rahatsız, hüzursuz (Gülensoy, 2007 873). 71. tarāşu B “1. to be pleasing, just, right, to be honest, proper, to be correct, fitting; 2. to succeed, prosper; 3. to be mutually satisfactory; 4. turruşu to set straight, manage” OA, OB, EA, SB, NA, NB – 1. memnuniyet verici, adil, dakik olmak, dakik ayarlanmış olmak; 2. başarılı olmak; 3. karşılıklı olarak tatmin edici olmak; 4. Düz ayarlanmak, doğru işletmek(TAD, 2006: 215). EB, EA, SB, YB, YA. tarazuk – terazi (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 537) tarazuk sözü eski uygur metinlerinde kayda keçmıştır. Farsca olması kuşkuludur. Mühtemelen Türkçedeki tara ve tart fiili esasları ile semantik bağı vardır. 72. ṭību “immersion, submersion”– dalma, dalış, dibe eniş (TAD, 2005: 105). SB, OB. dib/dip/tib/tiptüb/tüp– dip(KTS, 2007: 61). YB. 73. ṭuppušu, ṭuppuštu “thick, plump”–şişman, dolu, tombul (TAD, 2005: 150). SB, top- top dolu (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 575); top-top (ibid); toppuş - şişman, dolu, tombul(26-4, 357). toppuş kelimesi Azerbaycanda totuş-tombul çoçuklar üçün sıkı kullanılır. Sözün kökünde eski Türkçedeki top-top, dolu kök sözü durur. -uş ise diminutiv, yani okşayıcı küçültme ekidir. Akkadcadakı -uve -tu formantlarının erkek ve kadın cinsi için adlık hal ekleri olduğunu ve çivi yazılarda -o ünlüsünün okunmadığını dikkate alırsak ṭuppuš-u, ṭuppuš-tu kelimeleri Azerbaycandakı toppuş sözüyle hem fonetik, hem de anlam bakımından üst-üste düşür. Bunun dışında Babilistanda şahıs ismi gibi de kayıtlara geçmiş, Azerbaycanda ise çoçuk dilinde bir mahlas, lakab gibi çok kullanılır. 74. şirḫu “1.dirge; song” – 1. ağıt; 2. şarkı. SB. ša şirḫu “dirge singer” -(TAD, 2010: 205-206). jir–şarkı, türkü (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 268). 75. ālik şēri "a type of soldier" - asker nevi (TAD, 1964: 346). Nuzi, SB. çerig - ordu, asker (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 144); çeri, çerig, şeri, şerü - asker, ordu (KTS, 2007: 48). Burada ālik+şēri ifaesinde ālik sözü Akkadcada şahsın fealiyyetini yansıtan yardımçı zamir rolu131 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) nu oynar. Örneğin ālik arki(heir, ox driver, retainer)ālik eqli(field worker), ālik idi (helper, protektor, partner), ālik maḫri (herald, forerunner) vs. 76. undu, untu, endu, indu “at that time” – o zaman (TAD, 2010: 157). indi, imdi, emdi – şimdi (KTS, 2007: 112); emdi, emti – şimdi (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 172-173). 77. uturtu “excess, surplus”– fazla, artık olan(TAD, 2010: 349). SB. art – artmak, çoğalmak, fazlalaşmak (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 55); artğu – fazla, artık (ibid, 57); art – artmak (KTS, 2007: 12). 78. zēru, zâru “braided, plaited”– örülmüş (TAD, 1961: 89). Tel Amarna ve Sb yazıları. ör– örmek (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 388); ör – örmek (saç) (KTS, 2007: 211) III. Ekleme ve çekim dil kuralları işığında Akkadca ve Türkçe dilleri arasında bağlar 2. bölümde Akkadcaya geçmiş Türkçe kelimelere örnekler verildi. Bu bölümde ise, Akkadcanın eklemeli dil olan Türkçeden kök sözleri alarak nasıl yeni sözler ürettiğini örneklerle ortaya koyulacak. Mesela Akkadcadaki, na-pāš-u- nefes almak, soluk almak; rahatla-mak, huzur bulmak; genişlenmek (to breaThe, to become wide; draw breath, calm down; become plentiful; breaThe freely, relax), na-paš-tu, pl. na-pšā-tu hayat, ömür, yaşam (life, lifespan), na-piš-tu – hayat, yaşam, var oluş (essense of life; living, subsistence), na-pīš-u - nefes, soluk, güzel koku (bre-athing, inhale, scent) (ACDA, 2000: 238-239 ) sözlerinin tahlili buna bariz ör-nektir. Burada -na sözün köküne bitiştiğinde nispet ve yön bildiren ön ek (pre-fix; preposition) görevi yapmaktadır; paš/piš sözün kökü, -u Akkadcada erkek, -tu ise dişi isim yalın hal (nominative case) ekidir (suffiks). Bu sözlerdeki paš/ piš kökü eski Türkçede var olmuş ve günümüzde de benzer anlamlarda kul-lanılmaktadır. Yukarıda 1. bölümde söylediyimiz gibi Akkadcada kelime içinde, söz önünde ve ortasında -a, -u, -i ve bazen de -e ünlülerinin bir birine dö-nüşmesi (assimilyasonu) olağandır. Ama Akkadca metinlerde, genellikle çivi yazılarında, Türkçede var olan -o, -ö, -ü, -ı, -ə (ä) ünlüleri tespit edilememiştir. Eski Türkçede pus/bus ve benzer sözler ruh, can, hayat, öz anlamlarında kullanılmıştır. Akkadcadaki paš/piš ile Türkçedeki pus/bus arasında bir paralellik olduğu açıktır. Günümüz bazı Kuzey Türk lehçelerinde (Tatarca ve diğerlerinde) puş sözü hala hayat, can anlamında kullanılmaktadır. Kıpçak şi-velerinde bu söz çok daha sıkı korunmuştur. Eski Kıpçakça metinlerinde bus ve 132 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) pus sözü nefes, soluk anlamında kullanılmıştır (Verbitskiy; 1884:38/216). Tür-kiye Türkçesindeki pus-duman (Çuvaşçada pas) sözü de semantik olarak aynı köktendir. Ayrıca 19 yy. Altayca sözlüğünde de pos-öz kelimesi geçmektedir. Altaycada bu söz boş, serbest, özgür anlamlarında da kullanılmıştır (KTS, 2007: 265-266). Bu gün kullanılmakta olan boş sözü eski Türkçede serbest, özgür, geniş gibi anlamlarda da kullanılmış (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 113). Bunlara ilaveten Çuvaşçada ves - 1.uçmak, 2. özgür kalmak (Yegorov, 1964: 53) fiili de semantik bağ bakımından misal olabilir. Yani bir Türkçe kök söze -na sözönü eki (prefix) ve Akkadcaya özgü bir -u (-tu) son yalın hal eki (nominativ case) (suffiks) ilave ederek Akkadca na-piştu sözü türetilmiştir. Bu söz de Ut(a) Napištum isminde yer almakdadır. Bu isim ise, Gilgamış Destanı’nda hikayesi anlatılan Hz. Nuh’un Sümer mitolojisindeki prototip ismi Ut(a) Napištum’dan başkası değildir. Eski çağ Mezopotamya metinlerinde Ut(a)Napiştum, Atrakharsis, Ziisudra (Ksisutra) gibi isimlere rastlanır. Ut(a) Napištum isminin manası “ebedi hayatla ödüllendirilmiş”, “ölümsüzlükle mükâfatlandırılmış” demektir. uta/uti kelimesi eski Akkadca’da mükafat, ödül (award, additional payment) anlamını gelirdi (ACDA, 2000: 430). Akkadcadakı bu kelimeyi semantik açıdan incelediğimizde muhtemelen eski Türkçede ve Uygur metinlerinde, geçen utli - mükâfat, ödül sözüyle paralellik oluşturduğunu görürüz (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 618). Bu terim eski Uygur dini metinlerinde kullanılmıştır. Turfan yazıtlarında geçen “kim özitin üçün edgü uruğ saçsar jemä anang utlisin menigü ölmäz öz tängri yerintä bulir”, yani “kim öz’ü için iyi tohumlar saçarsa, ebedi Tanrının katında ölmezlik ödülünü bulur” (ibid) cümlesini burada kullanmak Akkadca kelimenin tam açıklamasıdır. Ut(a) Napištum isminin açılımı olan “ebedi hayatla, ölüm-süzlükle ödüllendirilmiş” ifadesindeki uti kelimesi ile Turfan metinlerindeki bir cümlede geçen ölümsüzlükle, ebediyyetle ödüllendirilme anlamına gelen utli sözünün mana bakımdan aynı olması dikkate alınması gereken çok önemli bir husustur. Buradan da anlaşıldığı gibi Ut(a) Napištum isminde eski Türkçe iki kök söz bulunmaktadır. Burada uti/utli açık, piš/puş ise saklı haldedir. Sonraki örneklerde Akkad diline geçmiş açık aşkar Türkizmleri örnek vereceğiz. Bu arada Arapçadaki nefes ve nefs kelimeleri ve diğer türevleri de yine Akkadcadaki bu napiš sözünün modifikasyonlarıdır. Akkadca Türkçeden kök sözler alıp onları değişime uğrattıktan sonra yeni türev kelimeler yaratması yanında bu kelimelerin diğer dillere aktarıl-masında da rol almıştır. Akkadca ile ilgili hiç bilinmeyen diğer bir konu ise Hint-Avrupa dillerine olan etkisidir. HintAvrupa kökenli sanılan birçok kelime aslında Akkadcadan alınmadır. Örneğin Farsça nam, Latince nomo ve İngiliz-ce name (Türkçesi isim/ad/nam) sözlerinin kökeni Akkadcadaki nību/nimbu/ 133 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) nīpu – isim, isimlendirme; sınıflandırma (ACDA, 2000: 252) (naming; to name, to classify), ya da nabû/nabīu – isimlendirme (to call); isim verme (to name, to give name; to inboke) (TAD, 1980: 30-31)sözlerine dayanır. Bu kelimeler Ak-kadcanın EAk, EB ve EA dönemi metinlerinde (M. Ö. 2400-1600) geçmektedir. Yani bu söz Hint-Avrupa dillerinde ortak kelime sanılsa da bir zamanlar Akka-dca batı ve doğu coğrafyalarında çok etkin olduğundan bu kelimeler batıda Avrupa dillerine, doğuda ise İrani ve Hint dillere geçtiğini gösterir. Aynı şekilde Eski Yunanca paradeisos, Latince “paradise” (cennet bağları) ve Farsça “Fir-dovs” (cennet bağları) Akkadcadaki pardēsu – hisarla çevrilmiş bağ (enclosed garden) (ACDA, 2000: 266) sözüne dayanmakdadır. Gerçi uzmanlar Akkadcanın Yeni Babilce dönemi metinlerinde (M. Ö. 1000-700) göründüğünden bu sözün eski Persçe kökenli olduğunu iddia etseler de bu kanı çok kuşkuludur. Çünkü bu dönem Akhameniler öncesi bir çağa dayandığından bu dönemde İrani diller henüz Akkadca’ya tesir edecek derecede gelişmemişlerdi. Daha da önemlisi bu kelimeye ne Akhameniler dönemi eski Persçe ne de sonraki Zend (Avesta) dönemi metinlerinde rastlanır. Bu sonuç Persçenin Akhameniler dö-neminden önce (M. Ö. 600) Akkad diline etki yapamayacağının açık göstergesidir. Sonuç olarak pardēsu – hisarla çevrilmiş bağ kelimesinin eski Persçeden Akkadca’ya geçmesi mümkün değildir. Latince ve İngilizcedeki “secret” kelimesi de muhtemelen Akkadca sekru – kapalı (closed off/up), sekretu/sekratu – kapalı (bayan) (enclosed (woman)) (ACDA, 2000: 320) kelimeleriyle ilişkilidir. Sekretu, sekratu kelimesi Akkadcada bazen Tanrıça sıfatları yerine de kullanılmıştır. Bu tür misalleri devam ettirmek mümkündür. Bazı Türkçe kelimeler de Akkadca aracılığıyla Hint-Avrupa dillerine geçmiştir. Mesela eski Yunanca olduğu sanılan “barbar “ sözü Akkadca kökenli barbaru - kurt, bazen de leopar – anlamında kullanılan söze (ACDA, 2000: 8) dayanması kuvvetle muhtemeldir. Bu da eski Türkçedeki börü, buri, bürü – kurt (Caferoğlu, 1968: 50) (bazı Türk lehçelerinde babir-leopar) kelimesinin reduplikasyonudur. Akkadca bol bol reduplikasyon kelimeler kullanan bir dildir ve bunla-rın da birçoğu Türkçe kök sözlerden türetilmedir. Mesela Akkadcada bāqu/ baqqu– sivrisinek, moskito (fly, mosquito) ve onun reduplikasyonu şeklinde aynı anlamı taşıyan baqbaqbu (a small gnat) sözleri vardır(ACDA, 2000: 8). Şu sözlerle paralel olarak, Eski Türkçede baybayuk-kelebek sözü vardır (Mah-mud Kaşgarî-III, 175). Diger paralel ise, Azerbaycan Türkçesinde aynı anlamda kullanılan mığı– tatarcık, sivrisinek, moskito ve onun reduplikasyon şekli mığmığ/mığmığa/mığmığı (ADL, 1999: 392) kelimeleriyle hem kavram, hem fonetik hem de reduplikasyon şekilleri açısından paralellik göstermekdedir. Türkçe ve Akkadca sözlerdeki -bm değişimi göz önüne alındığında bu söyle134 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) diğimiz doğrulanacaktır. mığı ve onun reduplikasyon şekli olan mığmığ sözleri Anadolu ağızlarında da kullanılmaktadır (THADS, 1993: 3179). Reduplikasyona diğer bir örnek ise Akkadcadaki zirzirru/čirčirru kelimesi ile (name of a kind of grasshopper) (Muss-Arnold, 1905: 296) Türkçedeki cırcır böceği kelimesi-dir. Bu reduplikasyon kelime Azerbaycan Türkçesindeki cırcırama-kızböceği (ender hallerde çekirge) (26-I, 412) sözüyle de paralellik gösterir. Yine Anadolu ağızlarındabu söz cırcır böceği–kara çekirge anlamına gelir (THADS, 1993: 928). Yine Akkadcada reduplikasyon şeklinde geçen dibdibbu (ṣipṣippu) – su saati (clepsydra) (ACDA, 2000: 59)kelimesi vardır ki, bu da damla damla dibe düşüşü ifade ettiğine göre Türkçede eski çağlardan beri kayıtlara geçmiş dib/ dip/tib/tip/tüb/tüp - dip, temel, kök (KTS, 2007: 425)kelimesiyle bağlantılı olduğunu açıkça işaret eder. Türkçe ile daha bir reduplikativ paralel söze örnek olarak Akkadcadakı pispisu–böcek (TAD, 2005: 61) sözünü getirmek olar. Azerbaycanda bir tür siyah böceye pıspısa derler (26-III, 601). Kısacası Akkad dili Türkçe gibi reduplikasyon kelimeler kullanmış ve bu reduplikasyon kelimelerin bir kısmı Türkçe sözlerle açık-aşkar bir şekilde benzerlik göstermektedir. İki kök sözün tekrarından oluşan kelimelerin farklı dil ailelerinde paralellik göstermesi bunun bir tesadüf değil de bu diller arasında bir zamanlar sıkı bir temasın var olduğunu gösterir. Sonraki dönem Akkadcada yazım ile uğraşan kâtipler bir başka ilginç uygulama daha yaptılar: Kök sözleri ortadan parçalayarak yeni sözler türetti-ler. Sonuçta bu gün Arapçaya ve Süryaniceye has özellikler taşıyan dillerin ortaya çıkmasına vesile oldular. Mesela Eski Türkçedeki sar - sarmak, dolamak, kuşatmak (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 488) fiili kökünü alıp, parçalayarak asāru/esēru-çembere almak (to be siege), sarmak fiili türetilmiştir. Daha sonra bu fiil kökünden asirtu- esir düşmüş kadın ( a woman in captivity) (ibid), asīru – savaş tutsağı (prisoner of war)(TAD, 1964: 331 ), esēru– içine kapatmak, sınırlandırmak (to enclose, to confine),bīt esēru – hapishane (prison), esirtu – cariye/metres/keniz (concubine), esīru – esir, tutsak (prisoner), esru – tutsak, sınırlanmış (captive, blocked)(TAD, 1958: 334338); ussuru – esir almak (to enslave, to take captive)(TAD, 2010: 281), utassuru – çembere alınmak (to become enclosed), mēsiru – hapis, gözaltı (imprisonment, deta-inment)(TAD, 1977: 28) ve benzeri kelimeler türetilmiştir. Buradan da anlaşı-lacağı gibi Arapçadan dilimize geçtiği sanılan esir-tutsak sözü bu türetmenin sonucudur. Yeni gramer kuralları uygulanarak yapılan yeni Akkadca kelimeleri Türk-çe ve diğer Ural-Altay dillerinin eklemeli gramer kuralları çerçevesinde kolay-lıkla türetmek mümkün değildir. Türkçe dil kuralları içinde hiç bir zaman sar kök kelimesinden yukarıda örnekleri verilen yapay terimleri türetmek müm135 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) kün değildir. Türkçe korunaklı bir dil olduğundan gramerine göre bu kadar yapay sözün üretilmesi çok daha uzun zaman alır ve tabii ki, bu yeni kelimeler başka bir söz yapım kurallar ve fonetiğine göre seslenirdi. Ama o dönemde Sümer ve Akkad bölgesinde yaşayan dilci ve kâtipler bu yolu, yani kök sözlerle oynama yolunu, seçerek yeni gramer kurallarını uyguladılar ve daha kolay bir biçimde yeni sözler çıkardılar. Belki de ilk aşamada bu sözleri yalnız kâtipler anlayabilmekteydi. Yani bu sözler ve bu sözlerden kurulan cümleleri yalnız be-lirli bir kesim okuyup anlayabiliyordu. Bunun sonucunda da ön erken Akkadca zamanla eklemeli dil özelliğini kaybederek çekimli semitik bir dile dönüştürül-dü. Bunun ortaya çıkarılması için daha geniş çaplı araştırmalar yapılmalıdır. Semitik kelimelerin Sümerceye de dışarıdan girdiği kabul edilmektedir. Hâlbu-ki nefes-napis örneğinde olduğu gibi “dışarıdan gelen bu tip semitik sözlerin” kaynağı kolaylıkla belli olur. Eğer Akkadca ve Arapçadaki Türkçe kök sözlerden türeme kelimelerin sayısı tesbit edilebilirse o zamanki dilcilerin ne yaptığı anlaşılacaktır. Akkadcada bu tip türeme (derivat) sözler çok olmasına rağmen tespiti mümkündür. En ilginç ve anlaşılmazı ise bizzat Akkad isminin kendi-sindedir; şöyle ki, Akkadu sözü “dağlılar ülkesi” anlamına gelmektedir. Sözün kökünde Akkadca aka-yüksek (Bugde, 1880: 130) kelimesi durur ki, bunun da muhtemelen eski Türkçedeki ağ-kalkmak, yükselmek (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969: 16) fiili ile bağı vardır. Asıl soru Samiler arasında dağlılar bulunmadığına göre, neden bu halk kendine, dağlı, ya da ölke ve başkentlerine dağlılar yurdu desin ki? Bu durum zamanında Akkadları Sami olarak niteleyen Assirologları çok zor durumda bırakmıştır. Zira erken Akkadlılar Sami ırkından iseler bu dağlılar nereden çıktılar yok, eğer erken Akkadlılar Semitik değillerse ve dağlı bir halk ise onların etnik kökeni nedir? Erken Akkadlılar konusunda bu soru henüz cevabını bul-mamıştır. İlk dönem Assiroloji uzmanları Sümerce ve erken Akkadcanın Turanî bir dil olduğunu açıkça söylediler. George Rawlinson’un bildirdiğine göre eski Babilistan yazıtlarında “Kipratarbat”, yani “dört ırk” kelimesi geçer bazen de bölgede konuşulan diller “Arba Lisun” – “dört dil” şeklinde tanımlanır. Raw-linson bu dört dilden birini Turanî olarak açıklar ve bu dilin Türkçe, Tatarca ve Macarcaya çok yakın olduğunu söyler (Rawlinson, ty. 41-42). Archibald Sayce bu dilin erken şeklini Sümerce olarak adlandırmış ve Sami medeniyetinin kökünde bu Turanî kökenli Sümerlerin bulunduğunu söylemiştir. Aynı araş-tırmacı Samilerin bütün medeniyetlerini, dini ve hukuki kurallarını ve dünya düzenlerini onlardan aldıklarını kaydeder (Sayce, 1908: 30). Sayce’nin bu iddi-asına Eski Ahit araştırmacısı (bibleist) ve semitolog bir gurup bilim adamı karşı çıkarak ve Assirolojinin vardığı kanaatleri reddederek bu sonucu bir takım 136 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) amatör araştırmacının fantezisi gibi görmüşlerdir(ibid, 24-25). Renan, Halevi ve diğerleri bu sonuçlara şiddetle karşı çıkanlardandır. Renan eski Samilerin çok tanrılı bir dine sahip olabileceğini bile bir türlü kabullenememiş, Halevi ise Babilistanda Turanî kökenli Sümerlerin olabileceğini tartışarak Sümercenin yapay bir yazı dili olduğunu iddia etmiştir. Diğerleri ise Samilerin din ve kültür-lerini Turanîlerden aldığını sindirememiştir (Booth, 1902: XVI). Hâlbuki Henry Rawlinson, George Bertin, Claude Conder, Eduard Hinks, Edvin Norris, George Smith, Jules Oppert, Nil Vestergard, Archibald Sayce, Louis de Saulsy ve diğer bilim adamları çalışmalarında eski Babil’de Turanî yani Ural-Altay dillerinin mevcudiyetini çeşitli delillerle göstermişlerdir. Bu delillerin ışığında Türkçeden semitik ve diğer eski dillere kelimelerin geçmesi normal kabul edilmelidir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi semitik Akkadca bünyesinde Türkçeden aldığı birçok kök sözü barındırmaktadır. Bu sözlerden semitik Akkadca dil kurallarına uygun olarak birçok yeni türev sözler (derivat) üretilmiştir. En çok söz üretilen Türkçe kök sözlerden biri kes fiil köküdür. Bu Türkçe kelime eski Türkçe söz-lüklerinde kâs kesmek, kırmak, käs– küçük parçalara ayırmak (Caferoğlu, 1968: 72), ḳas– kısaltmak(KTS, 2007: 129), kes – kesmek, doğramak, parçalara ayırmak (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 302) şekillerinde geçmektedir. Akkadcada bu fiilden türemiş kasāmu– kesmek, doğramak (to cut, to chop), kasāpu– çapmak, kesmek (to break), kasāru– bir şeyin önünü kesmek - mesela nehrin (to bloke), kāsimu– kasap bıçağı ( butcher knife), kāsiru– baraj, hisar (barrage), kāsistu– kemirgen (gnawer), kasmu– kesilmiş (chopped tree or plant), kassupu– kırık (broken), kašātu– kesmek, biçmek, doğramak (bitkileri, çalıları kesmek, meyveleri dermek, ağaçları budamak) (to cut off, chop down – tree? vine), kismu– doğramak, kesmek (cutting), kissatu– kemirmek (to gnaw) sözleri vardır (ACDA, 2000: 150). Bu örneklerde de görüldüğü gibi Türkçedeki kes fiil kökünden Akkadcada türetilmiş sözler yalnız bir kısım örnektir. Aslında benzer örnekler çoktur. Arapça kökenli olduğu sanılan kasap, taksim, kısım, kasım, taksit, kısmet, aksam, maksam gibi sözler aslında yukarıda verilen kelimelere bakıldığında Akkadcadan Arapçaya geçtiği ve dolayısıyla Türkçedeki kes fiili kök sözüne bağlı olduğu ortaya çıkmaktadır. Akkadcanın gelişim sürecini izlerken kes gibi her hangi bir kök sözü içe-riden parçalayarak (transfix) taksim, maksam gibi yeni sözlerin üretildiğini görürüz ki bu da yukarıda belirtildiği gibi yapay şekilde yeni gramer kuralları uygulandıkdan sonra mümkün olmuştur. Türkçe eklemeli (agglutinative) bir dildir. Yeni sözler üretilirken sözün kökü değişime uğramaz bu yüzden dilin leksik gücü bin sene geçse bile çok az değişir. Bu özellik Türkçeyi çok korunaklı (conservative) bir dil haline getirir. Hatta Türkçenin bütün eklemeli (agglutinative) diller arasında en korunaklı yapıya sahip dil olduğunu söyle137 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) yebiliriz. Çekimli (flektive) dillerle kıyaslandığında Türkçenin bu özelliğinden dolayı yeni sözlerin yapımı zorlaşır. Buna karşılık çekimli diller kök sözleri de-ğiştirerek bazen de parçalayarak yeni sözlerin yapımında daha kolay yeni söz üretme kuralları uygulamıştır ki, bu da ilk aşamada yapay bir metotmuş gibi görünmektedir. Akkadcayı araştırırken ve gelişimini kronolojik olarak izlerken bunlar açıkça görülmektedir. Yukarıda John Halevi’nin Sümercenin yapay bir yazı dili olduğunu iddia ettiğini belirtmiştik. Aslına bakılırsa Sümerce ve ön erken Akkadcanın ilk dönemleri incelendiğinde karşımıza daha çok saray ve tapınak yazıları çıkmaktadır. Bu bakımdan John Halevi’nin tesbitinde kısmen doğruluk vardır. Ama doğruluk kâtiplerin icat ettikleri yeni ve yapay kurallarla ürettikleri sözlerle dili değiştirmesini de içerdiğinden kısmen doğruluk payının açıklanmaya ihtiyacı vardır. Yoksa o dönemde halkın böyle yapay bir dille ko-nuştuğunu düşünmek doğru değildir. Yalnız şunu da ifade edelim ki, eski saray ve tapınak dilleri bünyelerinde her ne kadar yapay edebi gramer kurallarını barındırsa da bu yapay yazım dilleri o dönemin yaşayan konuşma dili ve ağız-larındaki leksik söz dağarcığından bolca istifade etmiştir. Tarihte saray ve tapınakta konuşulan dil halkın konuştuğu yaşayan dil-den her zaman farklı olmuştur. Bu fark bazen çok fazla olur. Örneğin Osmanlı ve Safevi saraylarında ve fermanlarında kullanılan resmi Türkçe yazı dili ile o dönemin halk şair ve ozanlarının kullandığı dil arasında büyük fark vardır. Yani linguistik açıdan baktığımızda saray Türkçesi ve halkın konuştuğu yaşayan Türkçe farklı üslup ve gramer kurallarına sahiptir. Bir de Türkçenin korunaklı bir dil olduğunu düşünürsek diğer dillere göre bu farkın gerçekten de ne kadar büyük olabileceğini anlarız. Bu durumda saray dilinin halk dilinden farklı olarak yapay üslup ve gramer kuralarına sahip olduğu bariz bir şekilde ortaya çıkar. Aynı örnek yeni Farsçayla orta Farsça arasındaki farkı göstermek için de verilebilir. Bilindiği gibi yeni Farsça Samanoğulları, Gazneliler ve Selçuklular döneminde genel olarak şiir ve saray dili olarak geliştirilmiştir. Bu edebiyat dili o dönem İran halkının kullandığı şifahi Tati diyalektleriyle kıyaslandığında aralarında çok büyük farklılıklar vardı. O dönemde bir orta Farsça Tati halk diyalekti kullanıcısının edebiyat eğitimi almadan yeni Farsçayı anlaması çok zordu. Aynı durum Sümerce yazılmış tabletler için de geçerlidir. Bu durumda Sümercenin bir kaç farklı diyalektiğe sahip bir yazı dili olduğunu kabul etme-liyiz. Yalnız bu yazı dili ve farklı dialektleri o dönemki yaşayan halk dilinin leksik yapısı, yani söz varlığı üzerinde yapılanmıştır. Bu yaşayan dilin de Turanî bir dil olduğunu erken Assiroloji uzmanları defalarca söylemişlerdir. Sümerli kadın kâhinlerin tapınak dili olan emesal (latif tad) diyalekti ise diğer Sümer yazı diyalektlerinden çok farklıdır. İşin ilginç tarafı bu kadın kâhinlerin kullandıkları bazı sözleri çekimli dillerin kurallarına uygun olarak değiştirdikleri 138 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) anlaşılmaktadır. Yani yaşayan Sümerce sözlerin kökleri üzerinde oynanarak yaratılan farklı sözler karşımıza çıkmaktadır. Bu kadın kâhinlerin kullandıkları tapınak dili bütünüyle eklemeli (agglutinative) değil de kısmen çekimli (flek-tive) bir dil özelliği göstermeye başlar. Tabii ki, bu da yapay olarak gelişen bir olgudur. Anlaşılan o ki, bu yapay gelişmeyle başlayan tapınak dili ilk önce Güney Babil’de ortaya çıkmış daha sonra kuzeyde kendini belli ettirmiş gibi görünmektedir (Haupt, 1884: 70). Bu diyalektin sonraki dönemde Akkadcanın tamamında olmasa da onun semitik şekil almış bir diyalektinin gelişiminde başrolü oynadığını söyleyebiliriz. Böylece ön erken Akkadca kuzeyde yeni yazı kuralları uygulanarak çekimli bir dil haline dönüştürülmüş ve bilinen semitik (Sami) dillerinin atası olma özelliğini kazanmıştır. Hiç bir dil zamanla aynı kalmaz, hatta yapay şekilde ortaya çıkan saray, tapınak dilleri de yeni literatür ve gramer kuralları uygulanarak gelişim geçirir. Belli ki, tabletleri yazan kâtiplerin eliyle kök sözlere sözönü ekler (pre-fiks) getirilerek Sümerce ve erken Akkadcada yeni sözler üretilmiştir. Bu yeni gramer kuralları yazıda tasarrufa hizmet etmiştir. Çünkü günümüzden farklı olarak o dönemki malzeme ve koşulların zorluğundan dolayı yazı yazmak daha çok zaman ve zahmet isteyen bir iştir. Bu süreç devam ettikçe sar, kes fiil köklerin örneğinde olduğu gibi kök söz transfiksler vasıtasıyla ortadan parça-lanarak esir, mesiru, kısım, taksim vb gibi sözler yapılmıştır ki, bu da artık ön erken Akkadcanın yavaş yavaş çekimli ve semitik olarak tanımlayacağımız bir dile dönüşmeye başladığına misaldir. Yukarıda da söylenildiği gibi bu yapay bir dil gelişim sürecinin göstergesidir. Yani Akkadca, Arapça ve diğer semitik diller yapılanırken Türkçe ve diğer UralAltay dillerindeki kök sözlerden bolca faydalanılmış ve bu yapılanan yeni semitik diller Türkçe gibi matematiki gramer kurallarına tabi tutulmayıp bu kez farklı ama nizami çekim kanunlarına tabi tutulmuşlardır. Gerçekten de Akkadca ve Arapça gibi semitik dillerde bu çekim kuralları çok nizami kaidelerle uygulanmıştır. Aslında bunun arkasında bir deha gizlenmiştir ama bu deha insan zihniyetine has bir dehadır. Yeni yazım kuralları daha sonra (M.Ö. I binde) bu gün Hint-Avrupa Dil Ailesi adı verilen dillerin kökenine uygulanmak istenmişse de Sami dillerinde olduğu gibi dakik ve nizami kurallar icat edilememiştir. Sonuçta Sanskritçe ve eski Persçe Dilleri Turanî dillerden (Ural-Altay), Akkadcadan ve diğer dillerden etkilenerek (leksik) kelime haznesini doldurmasına rağmen semitik dillerden farklı olarak daha karmaşık bir gramer gelişimine tabi olmuştur. Bu süreç erken Sami dilindeki gibi kurallı bir biçimde gelişmemiştir. Bu yüzden Sanskrit dili gibi bir din, felsefe ve mitoloji dili aslında oldukça karmaşık çekimli dil kurallarına sahiptir. Sanskrit dili belki de en karmaşık çekim kurallarına sahip dildir. John Halevi’nin iddialarını burada Sanskritçe için de düşünürsek Sanskritçenin de 139 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) semitik Akkadca ve Arapça gibi yapay bir edebiyat dili olduğunu söylemeliyiz. Ama Akkadca ve Arapçadan farklı olarak onun gibi dayanıklı dil kurallarına sahip değildir. Hint-Avrupa dillerine Türkçe ve Akkadcadan geçmiş kelimeleri bariz şe-kilde göstermek için başka konulara da bakmak gerekir. Yukarıda gösterilen komparativist dil örnekleri göz önüne alındığında Akkadca vasıtasıyla Arapçaya birçok Türkçe kök söz ve yapay bir şekilde üretilmiş yeni sözler de geçtiğine tanıklık etdik. Tabii olarak bu gün İslam’a ait sanılan bir takım dini terimler de Akkadcadan alınmadır. Akkadcaya ise bu kabilden Türkçeden geçmiş sözler vardır. Akkad Dili Türkçe kelimeleri alıp kendi dil kuralları içinde değiştirerek yeni sözler türetmiştir. Mesela, Türkçe kabar fiil kökü Akkadcaya geçerek yeni sözler üretilmiş ve daha sonra Arapçada akbar, cabbar, kibr, mutakabbir, icbar, cabir gibi sözlerin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Bunun gelişimini aşağıda göstereceğiz. Ama daha önce Arapça kökenli sandığımız ahir/ahiret sözünü ele alarak ortaya çıkma sürecini izleyelim. Ahir (Avahir/Ahret) kelimesi bu günki Türkçeye Arapçadan geçmesine rağmen Akkadcadan alınmadır. Akkadçaya ise eski Türkçedeki arkha/arka sö-zünün çeşitli şekillerde değiştirilmesiyle girmiştir. İlk önce arka sözünün Ak-kadcadaki ilk kullanım şekline bakacak olursak bunun doğruluğunu anlarız. Arka kelimesinin Akkadca’da kullanılmış bazı anlamları şöyledir: arka (eski dönem çeşitli yazılarda değişik kullanım şekilleri warka, arkâ, arki, arku, urki, urku) – 1. sonra, sonralar (aftewards); 2. arka, arka tarafda (behind, in behind)(TAD, 1964 271). Akkadca sözlüklerden de anlaşılacağı gibi bu kelime arka şeklinde Erken Akkadca (EA – M. Ö. 2500-2000) ve Erken Babilce (EB – M. Ö. 2000-1600) dö-nemi yazılarında geçmektedir. Arkâ (son -a sesi uzatılarak telaffuz edilir) şek-linde Orta Babil (OB – M. Ö. 1600-1200) metinlerinde ise daha sonra, bir sonra (henceforth) anlamında kullanılmıştır (ACDA, 2000: 27). Bu sözün eski Türkçe metinlerinde arka (Caferoğlu, 1968: 13), arga (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 53) ve arkha (KTS, 2007: 10) fonetik transkripsionlarda arka (arka taraf, arka mevki), küreğin (bel/arka) kısmı gibi anlamlarda kullanıldığı kayıtlarda vardır. Yardımçı zaman zarfı (sonra) olarak kullanılışına Anadolu Türkçesinde arkasından (afterwords) şekliyle rastlanır. Aynı anlamda Azerbaycan’da da kullanılmaktadır. Sonuç olarak arka sözünün EA döneminde kullanılmış her iki anlamı ta eski Türkçe döneminden beri Türk Dilinde değişmeden kalmıştır. İlk anlamı çok sık kullanılmasa da zaman bildiren yardımcı zaman zarfı olarak (“arkadan gelen” gibi) ara sıra kullanılmaktadır. Semantik bakımdan bu söz Türkçedeki “art” kelimesi (arkası, peş, sonrası, devamı, ardı) ile aynı kökten türetilmiştir. ka eki ise eski Türkçeye özgü bir söz yapıcı son ektir (affiks). Ak140 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) kadca gramerde ise bu yapıcı affiks (ek) görülmez. Yani arka sözü sırf Türkçe söz yapım kurallarına uygun olarak türetilmiş olmasına rağmen yazılı belgelere göre ilk olarak EAk dönemi Akkadca metinlerinde rastlanmaktadır. Ardından bu söz sonraki dönem Akkadca metinlerinde çeşitli fonetik değişimlere uğrayıp bölünerek Akkadca söz kurallarına uygun yeni derivat sözler meydana getirilmiştir. Buna rağmen kök söz değişmeden Akkadcada arkāniş - arka; arka taraf; sonra, sonda, arkada (back; back side; later; subsequently) anlamında ve Yeni Babil (YB – M. Ö. 1000-700) metinlerinde kayda geçirilmiştir (ACDA, 2000: 23). Daha sonra arkiš – arka, geri (back/behind) şeklinde arkiš taru söz birleşmesiyle geriye/arkaya dönmek (to turn back) fiili çıkartılmıştır (ibid, 24). Bu sözün kökünün Akkadca metinlerde fazla değişmeden M. Ö. VII yy. kadar geldiği görülmektedir. Diğer bazı metinlerde ise erken dönemlerden başlayarak bu sözün kökünde değişiklikler yapıldığı kronolojik olarak takip edilebil-mektedir. Değişimleri kronolojik olarak inceleyebilmek için Akkadca’da bu kök sözle alakalı diğer kelimeleri inceleyelim: arkānu (warkānum, barkānum, urkānum) – sonra, daha sonra (later on, afterward)(13 , 273); EA, EB; arkat (warkat) – sonra (after); EB; arkatam (warkatam, urkatam) – az sonra, daha sonra; arka, arkada (afterward, soon after; in The rear); EA, EB; arkatu (warkatu, urkatu, barkatu) – arka yan, arka taraf, arka alan (rear side, rear area, back side); sonra (after); EA, EB. arki (warka, warki) - sonra (after); arkada, arka kısımda (in behind; rear); EA, EB. arkītam (warkītam, urkītam) – sonra, az sonra (afterward, soon after); EA, OA, YA, YB. arkītu (warkītu, barkītu, urkītu) – devam, sonrakı, gelecek (sequel, fol-lowing, future); gezegenin ikinci sabit noktası (second stationary point of The planet); arka, arka cenah (rear) EA, EB. arku (irku) – uzun süre, uzun vadeli (in The long run); uzun (long); EA, EB. arkû (warkiu, barkiu, urkiu, urkû, uškû) – 1. gelecek, sonraki an, arka, arka taraf. EAk, EAs, EB. arkûm (warkum, warku, uškû) – daha sonra, gelecekde (afterwards, in The future) (13 , 278-290 ). EB, YB. Aşağıdaki örneklerdeyse sözün kökündeki -rk ünsüzlerinin yeri değiştirilerek (metatez yoluyla) -khr (ḫr) şeklini aldığını görmekteyiz: aḫrâtaš – gelecekte (in The future) SB; aḫrâtu (aḫriātu, aḫrītu) – gelecek (future); yeni gelecek nesiller (new coming generations) EB. 141 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) aḫrītiš – gelecekte, ileride (in The future) aḫrūn – sonra (after)(9 , 193-94 ) aḫarrû - sonra (after) EB. aḫārû – gec kalmak(to be late) (ibid , 170) aḫāru (aḫrâ)– arkada olmak, arkada yerleşmek (to be behind; to sit in behind) (ACDA, 2000: 7). Görüldüğü gibi Türkçe arka/arkha sözü Akkadcada metatez yoluyla de-ğişikliğe uğrayarak ahra şeklini almış ve bu formda daha çok zaman zarfı gibi kullanılmıştır. Aslında sözün ortasında -r ses yer deyişimi (metatez) aynı za-manda Türkçeye de özgü bir karakterdir. Türkçe ağızlarda kiprik-kirpik, yaprak-yarpak, köprü-körpü, yogran-yorgan, ördek-ödrek vb sözler örnek verilebilir. arka sözünün bu tip değişkenliği eski Akkadca döneminden başlayarak sık sık görülmektedir ve bu tip değişiklikler Akkadca’ya has bir özelliktir. Esasen Akkadcadaki ve Akkadcaya bağlı olarak dil gelişimini göz önüne alırsak Arapça, Yahudice ve benzeri semitik dillerde bütün kelimelerin kök sözleri ve yapılma şekilleri ortaya konulabilir. İşin ilginç yanı, -rkh yer değiştirmesi (metatez) son-rası aḫrâ kökü metinlerde daha çok zaman zarfı gibi kullanılmıştır. Yalnız eski Babilce metinlerde geçen aḫāru – arkada olmak, arkada yerleşmek sözü bunun dışındadır. Eski metinler ve günümüz verileri bunu göstermektedir. Konuyu çok önemli ve ilginç bir komparativ örnekle devam ettirmekte yarar vardır. Türkçedeki hem kabar fiili hem de bu fiilin kökü Akkadcada ve daha sonra Arapçada kullanılmış derivat kelimelerdir. Yukarıda belirtildiği gibi Türkçe kabar fiil kökü Akkadcaya geçerek çeşitli yeni kelimelerin yapılmasına iştirak etmiş ve daha sonra Arapçadaki akbar, cabbar, kibir, mutakabbir, cabir, kibriya ve benzeri sıfatların hem de onlardan türeyen fiillerin oluşumuna zemin hazırlamıştır. İlk önce kabar fiil kökünün Türkçede ta eski dönemlerden bu yana kullanılmış anlamları şu şekildedir: qabar– şişmek, kabarmak(14 , 399); ḳabar, ḳapar– kabarmak (17 , 106); kabar - şişmek, kabarmak (71); kabar– büyümek; şiddetlenmek (25 , 133); qabar – 1. yükselmek, taşmak; 2. şişmek; 3. mec. kabarmak, birine karşı gelmek, birine karşı kabarmak, direnmek, dikleşmek (26-III, 9); kabar (2)– 1. gururlanmak; 2. birine karşı gelmek, horozlanmak (Gülensoy, 2007 447); kabar – 1. kabarmak, kalkmak, şişmek; 2. şişmek, köpürmek; 3. gurur-lanmak, tekebbürlenmek; mec. şişmek, kabarmak (Radlov, 1893: 441); kabargan – ( vücutda) kabar, suluk, sızanak, fiske, nasır 142 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 399); kabartgan – abartan, şişirten (ibid); kabartı – kabarık; fiske, nasır, suluk (26-III, 10). Türkçe sözlüklerden bu tip örnekleri devam ettirmek mümkündür. Ama sunulan misaller yeterlidir. Türkçedeki kabar fiil kökü Türk dili söz üretme kurallarına uygun şekilde türemiştir. Sözün kökünde eski Türkçede kullanılan kab/gab – kabarmış, şişmiş bir obje (örneğin tulum, körük, kab, çuval)(ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 420) anlamında sıfat sözden türemiş bir isimdir. Bu kök sözün aynısının Sümercede bulunması çok ilginç-tir ve ayrı bir araştırma konusudur. Türkçe kabar fiilindeki -ar söz yapım eki (affiks) isimden fiil köklerin türetilmesine hizmet eder. Örnek olarak ot (ot, çim) ve otar (otlatmak), suv (su) ve suvar (sulamak), yaş (yaş, nem, ıslaklık) ve yaşar (nemlenme, yaşarma, ıslanma), baş (baş, kafa) ve başar (başar-mak) gibi sözler gösterilebilir. Akkadcada kabar fiiliyle ilgili kelimelere geçmeden önce şunu da belirtelim ki, eski Türkçede yüksek, kaldırılmış anla-mında kullanılmış qaba (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 399) ve qapa (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ, 1969 420) sıfatları Akkadcadaki gab’u (he-ight) – yükseklik, (TAD, 1956: 6) kelimesiyle bir paralellik gösterir ki, bu da göz ardı edilemez ve tesadüf de sayılamaz. Türkçedeki kabar fiiliyle bağı olan Akkadca kelimelerden bir kaç örnek verelim: gabarraḫḫu, kabarraḫḫu– isyan (rebellion) OB, Sum; gabarû, gabrû – rakip, düşman (opponent) OB, YB; gabbāru – güçlü, kuvvetli (strongşahıs ismi gibi) YA; gabru, gubburu– güçlü, kuvvetli (strong)(TAD, 1956: 1-6); gubburu– üstün gelmek, boyun eğdirmek, baskın çıkmak, tabi tutmak (to overpower)(ibid, 118); gabru, Gabbaru – güçlü, etkin (The strong, active ), aynı zamanda tanrı Nebo/Nabu’ya atıf olunan sıfat (Muss-Arnold, 1905: 367); kabartu – kalınlık (thickness) OB, SB(ACDA, 2000: 140); kabartu, kabrūtu – güçlü, kuvvetli (strong)(Muss-Arnold, 1905: 367); kabāru, ḫabâru, kubburu– şişmek, ağırlaşmak, kökelmek, güçlü olmak; her zaman kabarık şekilde durmak (to become fat, heavy, thick, strong; to make heavy, thick, strong; to be constantly puffed up)(TAD, 1971: 4); kabâru – büyük, kudretli, güçlü (be great, mighty, powerful) (Prince, 1908: 388); kabbaru – çok büyük, çok kudretli (very big, very strong)(Muss-Arnold, 1905: 367). kabbaru(m) – çok kalın (very thick)(ACDA, 2000: 140); kabru- kökeltilmiş, şişmiş, kök, kalın, büyük, iri (fattened, fat, thick, 143 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) plump, large) OAkk(TAD, 1971: 22); kabru –iri, büyük (large)(Prince, 1908: 389); kabru – büyük, kudretli (great, mighty)(Muss-Arnold, 1905: 367); kabru(m), kabartu(m) – kalın, şişkin, berk (thick, solid)(ACDA, 2000: 140); kabrûtu – kalınlık (thickness) OB, SB(ibid); kabrûtu – büyüklük, kudret (greatness, strength)(Prince, 1908: 389); kabbartu – ayağın bir kısmı (part of The foot) OB, SB(TAD, 1971: 18); kibarru – kabartılmış deriden (tulum) yapılmış kayık (boat made of inflated skins)(ibid, 329); kibrû – ulu insan (old man)(ibid, 336); kubāru - büyük, kudretli (great, mighty)(Muss-Arnold, 1905: 367); kubru – yükseklik (height, length)(ibid) Türkçe kabar/qabar fiil kökünün kabarmak, kalkmak, şişmek, gurur-lanmak, kibirlenmek, diklenmek, karşı gelmek, direnmek şeklinde kullanılan anlamlarının hemen hemen hepsi Akkadcada bulunmaktadır. Hatta insan ayağında çıkan kabartı (nasır; callus) kelimesinin Akkadcada kabbartu (callus) şeklinde aynı anlamda Eski Babil yazıtlarında kayıtlara geçmiştir. Türkçedeki kabar fiilinin kabarmak, büyümek, kalkmak, kibirlenmek, karşı koymak, efelenmek gibi mecazi anlamlarını da göze aldığımızda bu kök sözden Akkadcada gabarraḫḫu, kabarraḫḫu – isyan, gabarû, gabrû – rakip, düşman, gabbāru, gabru, gubburu– güçlü, kuvvetli, gubburu– üstün gelmek, boyun eğdirmek, baskın olmak, tabi tutmak, kabâru –büyük, kudretli, güçlü olmak, kabru – büyük, kabrûtu – büyüklük, kudret gibi sözler üretilerek daha geniş şekilde yararlanılmıştır. Bu türev sözlerin üretilmesinde Türkçedeki kabar kök sözün Akkadca-daki fleksiv (çekim) kurallar dahilinde gabrû, gubburu, kabru, kabbartu, kabrûtu derivat kelimelere dönüştüğünü de görmekteyiz. Dahası Akkadca bununla yetinmeyip fleksiv ve dahili fleksiv dil kuralları uygulayarak (trans-fixler aracılığıyla) bu kökden diğer derivat sözleri de üretmiştir. Örneğin eski Türkçedeki qabartgan – abartan, şişiren, uyduran mecazi kavramına benzer kabar fiilinden Akkadcada mukabbirru, muktabirru – kendini öven, palavracı (boaster, braggart) (TAD, 1977: 181/189) kelimeleri kayıtlara geçmişdir. Aşağıda kabar kök sözünün Akkadcadaki dahili fleksiv kurallara tabi tutularak (transfixler aracılığıyla) türev sözlerin diğerlerine örnek verelim: takbāru – kökeldilmiş, beslenmiş koyun (fattened sheep) OA, YA (MA, NA)(TAD, 2006: 70); nakbartu – bir tür kiyafet (a garment) OB (MB)(TAD, 1980: 180); kabaru – ikbir, ikabbar – büyük, geniş, her yanı saran, güclü, kudretli 144 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) (extend, be or become long, great, mighty)(Muss-Arnold, 1905: 366); kabaru – uktebir – şeref, izzet (honor)(ibid, 367). Yukarıda verilmiş örneklerden de görüldüğü gibi Türkçedeki kabar/qa-bar kök sözü Akkadcaya geçerek fleksiv ve dahili fleksiv gramer kuralları ara-cılığıyla bol bol isim, fiil, sıfat üretilmiştir. Nebo/Nabu örneğinde (Gabbaru) gördüğümüz gibi bunlar bazen tanrı sıfatı (epithet) yerine de kullanılmıştır. Mesela Tanrıça Tiamat ummu kxubur – “ Derinliklerin Anası” gibi bir sıfatla anılmıştır (ibid, 303). Mitolojiye göre Tiamat okyanusların tanrıçası ve okya-nusların tanrısı Apsunun da eşidir. Yeni türetilen bu isim ve sıfatlar Akkadca aracılığıyla diğer semitik dillere de geçmiştir. kabaru ve türevleri (derivatı) şeklinde Akkadca metinlerde geçen ik-bir, ikabbar, uktebir (büyük, geniş, her yanı saran/kuşatan, güçlü, kudretli, ulu, izzetli) gibi kelimelerin Arapçadaki ekber/akbar, ekabir/akabir, kabir, ki-bar, kibr, kübra, mutakabbir, takbir, takabbür gibi sıfat ve isimlerle doğrudan genetik bağı bulunduğunu belirtmekte yarar vardır. Aynı durum Akkadcadaki gabbāru-gabru (güçlü, kudretli, etkin, üstün, boyun eğdiren, baskın olan, tabi tutturan) terimlerine de şamil olabilir. Ve büyük ihtimalle bu sıfat Arapçadaki cebbar, cabir, cebr, ceberrut, icbar, mecbur vs gibi isim, sıfat ve fiillerin yapılmasında görev almıştır (Akkadca ya da Aramicede bulunan -g ünsüzünün Arapçada bulunmadığından dolayı bu sözler otomatikman -c (cim) harfi ile seslendirilmiştir). Verilen örnekler Türkçe kök sözlerin insanlık tarihinde en erken orta-ya çıkan yazı ve dini literatürün oluşmasında mühim bir rol üstlendiğini gös-termektedir. Tabii ki, burada verilen misaller sadece cüzi örneklerdir. Daha yüzlerce örnek verilebilir ve bu da daha geniş bir çalışma alanını kapsar. Ben bazılarını seçerek komparativ misaller getirdim ve semitik dillerde olan bazı terimlerin özünde Türkçe kök sözlerin bulunduğunu göstermek istedim. Sonuç olarak, Akkad dili, Türkçe kök sözlerini aşırı derecede kullanmıştır. Günümüzün Assiroloji uzmanlarının Türkçe dil bilimi konusunda bilgileri yok derecesindedir. Hâlbuki Mezopotamya’da bulunan çivi yazılarını çözen ilk kuşak uzmanlar arasında Türkçe ve genel olarak Ural-Altay dilleri konusunda bilgi sahibi olan Akademisyen sayısı az değildi. Erken dönem Sümer ve Akkad metinlerinde Türkçe dışında diğer Altay dillerinden, Macarca, Fince ve diğer Fin-Ugor dillerinden kelimeler bulunduğunu da söylemekte yarar vardır. Bu bütün Mezopotamya dillerinin ilk aşamada eklemeli (agglutinative) Ural-Altay dillerinden çokça faydalanarak bir literatür geleneği oluşturduğunu gösterir. Daha sonraki dönemlerde kâtipler ve rahibeler çekim (flexsive) kuralları uygulayarak bol bol yeni sözler üretmiştir. Üretilen bu sözler hem semitik dillerin mirası olmuş hem de Hint-Avrupa dillerine bol bol ödünç verilmiştir. 145 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) esir, ahir, nefes, enfes, kasim, taksim, kasap, makkas, akabir, kibir, mecbur, icbar vs kelimelerin örneğinde olduğu gibi daha sonra Arapçadan Türkçeye yeni derivat sözler dâhil olmuştur. Kısaltmalar ACDA :A Concise Dictionary of Akkadian ADİL : Azerbaycan Dilinin İzahlı Lügatı ADL : Azerbaycan Dialektoloji Lügati DS : Derleme Sözlüğü KTS : Kıpçak Türkçesi Sözlüğü TAD : The Assyrian Dictionary of The Oriental Institute of Chigago THADS : Türkiye’de Halk Ağızları Derleme Sözlüğü ŞSEÇOW : Şeyx Suleyman Efendi’s Çağatay-Osmanisches Wörterbuch Kaynaklar (University of California) http://home.comcast.net/~foxvog/Glossary.pdf A Concise Dictionary of Akkadian (2000), Weisbaden. Azərbaycan Dialektoloji Lüğati (1999), Azerbaycan Milli İlimler Akade-misi Nesimi Dil Enstitüsü; Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. Azerbaycan Dialektoloji Lügati, (1999), Azərbaycan Milli İlimler Akade-misi, Nesimi Dil İnstitusü. Azerbaycan Dilinin İzahlı Lügatı, (2006), Azərbaycan Milli İlimler Akade-misi, Nesimi Dil İnstitusü, 4 Cilt, Bakü. Bertin, George (1888), Languages of The cuneiform inscription, (Süme-ro Akkadian Grammar), London. Booth, A., John (1902), The Discovery And Decipherment of The Trilin-gual Cuneiform Inscriptions. Budge E.A. (1880), History Of Esarhaddon (Son Of Sennacherib) King Of Assyria, B.C. 681-668., London. Budge, A. Ernest (1880), History of Esharhaddon (Son of Sennacherib) King of Assyria, B.C., London. Caferoğlu, A. (1968), Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İstanbul. Derleme Sözlüğü. Türk Dil Kurumu Yayınları, 15 cilddə. Dilçin, C. (2009), Yeni Tarama Sözlüğü, Ankara: TDK Yay. Divanu Lugati‘ T Türk Veri Tabanı, Türk Dil Kurumu. Foxvog Daniel (1967), ELEMENTARY SÜMERIAN GLOSSARY, Gelb, J. (1955), Old Akkadian Inscriptions in Chicago Natural History 146 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) Museum. Gülensoy, Tuncer (2007), “Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Kö-ken Bilimi Sözlüğü” Türk Dil Kurumu Yayınları; Ankara. Halloran John, Sümerian Lexicon http://www.Sümerian.org/Sümerlex.htm. Haupt, Paul (1884), The Babylonian “Woman’s Language”, The American Journal of Philology, Vol. 5, No. 1 (1884), pp. 68-84. Hinke, W. J. (1911), Selected Babylonian Kudurru Inscriptions, Leyden. Ibn Bibi Selcukname. Kaplan, G. H. (2006), A Scetch Of Akkadian Grammar. Russian Academy of Sciences Institute of Oriental Studies, St. Petersburg. Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lüğatit Türk, Haz. Suat Batur. King, L. W. (1898), First Steps In Assyrian, London. Kıpçak Türkçesi Sözlüğü, (2007), Ankara: TDK Yay. L. W. King (1898) “First Steps In Assyrian” London. Mahmud Kaşqari (2006), Divanü Lüğat-İt Türk, 4 cildde, Azərbaycan Milli Elmlər Akademiyasi Folklor İnstitutu, Baku. Mercer, AB. Samuel (1921), Assyrian Grammar with Chrestomathy and Glossary, London. Moldenke, Alfred B. (1893), “Cuneiform Texts In The Metropolitan Mu-seum of Art”, New York. Muss-Arnolt, William (1905), A Concise Dictionary Of Assyrian Langu-age, Berlin. Prince, D. John (1908), Materials for A Sümerian Lexicon, Leipzig. Prince, J. Dyneley (1909) Assyrian Primer An İnductive Metod Of Learning Characters” Kolumbiya Universiteti. Protierey, V., Verbitskiy (1884), Словар Алтайскаго и Аладакскаго Наръчий, Rawlinson, G. (t.y.) The Seven Great Monarchies of The Ancient Eas-tern World, Cilt. 1. Sayce, A., Henry (1872), Assyrian Grammar For Comparative Purpo-ses, London. Sayce, A., Henry (1894), A primer of Assyrology. Sayce, Archibald Henry (1908), The Archaeology of The Cuneiform Inscriptions, London. Şeyx Suleyman Efendi’s Çağatay-Osmanisches Wörterbuch (1902), Bu-dapest. Smith, George (1884), The History of Babylonia, London. The Assyrian Dictionary of The Oriental Institute of Chigago, (1964), Volume I, part A1, Chicago, Illinoys. 147 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) The Assyrian Dictionary of The Oriental Institute of Chigago, (1964), Volume I, part A2, Chicago, Illinoys. The Assyrian Dictionary of The Oriental Institute of Chigago, (1965), Volume II, part B, Chicago, Illinoys. The Assyrian Dictionary of The Oriental Institute of Chigago, (1959), Volume III, part D, Chicago, Illinoys. The Assyrian Dictionary of The Oriental Institute of Chigago, (1958), Volume E, Chicago, Illinoys. The Assyrian Dictionary, Of The Oriental İnstitute of Chicago (1977), Volume 10-M/1, Chicago, Illinoys. The Assyrian Dictionary, Of The Oriental İnstitute of Chigago (1956), Volume 5 G. Chicago, Illinoys. The Assyrian Dictionary, Of The Oriental İnstitute of Chigago (1956), Volume H, Chicago, Illinoys. The Assyrian Dictionary, Of The Oriental İnstitute of Chigago (1960), Volume 7-I, Chicago, Illinoys. The Assyrian Dictionary, Of The Oriental İnstitute of Chigago (1971), Volume 8-K. Chicago, Illinoys. The Assyrian Dictionary, Of The Oriental İnstitute of Chigago (1982), Volume 13-Q, Chicago, Illinoys. The Assyrian Dictionary, Of The Oriental İnstitute of Chigago (1999), Volume 14-R, Chicago, Illinoys. The Assyrian Dictionary, Of The Oriental İnstitute of Chigago (1992), Volume 17-Š/2, Chicago, Illinoys. The Assyrian Dictionary, Of The Oriental İnstitute of Chigago (1992b), Volume 17-Š/3, Chicago, Illinoys. The Assyrian Dictionary, Of The Oriental İnstitute of Chigago (2005), Volume 12-P, Chicago, Illinoys. The Assyrian Dictionary, Of The Oriental İnstitute of Chigago (2006), Volume 18-T, Chicago, Illinoys. The Assyrian Dictionary, Of The Oriental İnstitute of Chigago (2010), Volume 20-U. Chicago, Illinoys. The Assyrian Dictionary, Of The Oriental İnstitute of Chigago, (1980), Part 11, Vol. N-1, Chicago, Illinoys. The Assyrian Dictionary, Of The Oriental İnstitute of Chigago, (1980) Part 11, Vol. N-2. The Assyrian Dictionary, Of The Oriental İnstitute of Chigago. (1984),Vo-lume 15-S. Chicago, Illinoys. The Assyrian Dictionary, Of The Oriental İnstitute of Chigago. (1961), 148 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) Volume 21-Z. Chicago, Illinoys. The Assyrian Dictionary, Of The Oriental İnstitute of Chigago. Volume 17-Š/1. Chicago, Illinoys. 1989. The Assyrian Dictionary, Of The Oriental İnstitute of Chigago (2005), Volume 19-Ṭ, Chicago, Illinoys. Türkiye’de Halk Ağızları Derleme Sözlüğü (1993), Türk Dil Kurumu Ya-yınları, 2. Edit., Ankara. Ungnad Arthur (1907) “Selected Babylonian Business And Legal Docu-ments Of The Hammurabi Period” Leyden. V. V. Radlov (1893), “Opit Slovarya Tyurkskix Nareçiy (Опыт Словаря Тюркских Наречий) - Türkçe Lehceler Sözlüyü-Rusca, 4 cildde, Sanktpetersburg. Yegorov, G. (1964), Этимологический Словарь Чувашского Языка. Cheboksary. (ДРЕВНЕТЮРКСКИЙ СЛОВАРЬ (1969), SSCB BA Leningrad. Е. Н. Шипова (1976),2000 ТЮРКСКИХ СЛОВ В РУССКОМ ЯЗЫКЕ. Алма-Ата 1976. М. Р. Федотов (1964), ЭТИМОЛОГИЧЕСКИЙ СЛОВАРЬ ЧУВАШСКОГО ЯЗЫКА. Çeboksar. Н. А. Баскаков (1947), Е, Б, Тощакова ОЙРОТСКО-РУССКИЙ СЛОВАРЬ. Moskva. Радлов В.В. (1893), ОПЫТ СЛОВАРЯ ТЮРКСКИХ НАРЕЧИЙ, Санктпетербург. Сергей Старостин: ПРОЕКТ ВАВИЛОНСКАЯ БАШНЯ (Проект Этимологической Базы Данных). http://starling.rinet.ru/cgi-bin/main. cgi?flags=wygnnnl Э. К. Пекарский (1917), СЛОВАРЬ ЯКУТСКОГО ЯЗЫКА. Т 2, Петроград. Э. К.Пекарский (1959), СЛОВАРЬ ЯКУТСКОГО ЯЗЫКА, АН СССР, 3 cilddə. 149