HF153 - Hayatım Futbol

Transkript

HF153 - Hayatım Futbol
2
1KASI
M2
01
4-SAYI
1
5
3
KARTAL
NEREYEUÇACAK?
Fut
bol
uz
evkver
i
yor
,kadr
os
u
umutver
i
yor
,s
t
adıyapı
l
ı
yor
.
PekiBeş
i
kt
aşner
eyekadar
gi
debi
l
ecek?Dönem dönem
baş
ar
dı
ğıgi
bil
i
gis
ür
kl
as
e
edebi
l
i
rmi
,yoks
agel
i
pgeçi
ci
bi
rr
üz
garmı
?
Bi
rkul
üp,bi
ri
ns
anbi
römür Ger
i
l
ememiyoks
adur
akl
amamı
? Yenioyun,yenikar
i
yer
GuyRoux
Manches
t
erCi
t
y
Foot
bal
lManager201
5
Yayın Koordinatörü
Beşiktaş
İlker Yılmaz
Spor Toto Süper Lig gelmiş geçmiş en kötü sezonlarından birini geçiriyor.
Milli takımın formsuzluğu, oyuncu kalitesindeki düşüş, taraftar sayısının
azlığı, hakem hataları, yönetici demeçleri, vs vs. Son dönemlerin en
heyecansız liginde ise Beşiktaş ışık veriyor. Biliç yönetimindeki siyahbeyazlılar, futbolcuları, yeni yapılacak olan stadı, hırslı teknik direktörüyle
en çok umut vadeden takım. Peki Beşiktaş futbolunu ve popülerliğini
nereye taşıyabilir. Hayatım Futbol 153. sayısında geçmişteki Lucescu
ve Milne dönemlerine de bakış atarak Kara Kartal’ın bugününü ve
geleceğini masaya yatırdı.
Yazarlar
Bahadır Bozkurt
Emre Gürkaynak
Erman Yaşar
Gürcan Ulusoy
Mert Sarıbaş
Ozan Ateş
Sedat Çıtrak
Şaban Işık
Varol Döken
Yusuf Koç
Bu sayıda ayrıca; Şampiyonlar Ligi’nde yine beklediğini bulamayan
ve elenmenin eşiğinde olan Manchester City’i, futbolun en sıradışı
hikayelerinden birine imza atan Guy Roux’u, Euro 2016 elemelerinde
beklenmeyen bir performansa imza atan Slovakya’yı, İzlanda’yı ve
Polonya’yı, futbol oyunu denilince akla ilk gelen oyun olan Futbol
Manager’in dumanı üstünde yeni versiyonunu bulabilirsiniz.
Keyifli okumalar,
İlker Yılmaz
[email protected]
[email protected]
#153 BU SAYIDA
Beşiktaş Nereye Gidiyor?
Siyah-beyazlılar ışık veriyor. Peki tünelin sonunda onları ne bekliyor?
Gökyüzünde İki Dönem
Unutulmaz iki dönem: Gordon Milne ve Mircea Lucescu
City Neden Kötü?
Manchester City bu sezon da Avrupa’ya erken havlu atma çizgisinde
Avrupa’nın Yeni Aktörleri
Slovakya, İzlanda ve Polonya Avrupa Şampiyonası elemelerinde
herkesi şaşırtıyor
Bir Kulüp, Bir İnsan, Bir Ömür
Futbol tarihinin en sıradışı hikayesi Guy Roux’un Auxerre kariyerini
olabilir mi?
Yeni Versiyon Yeni Heyecan
Footbal Manager yine bağımlılık yaratacak. Dumanı üstüne versiyonun
tanıtımı ise burada
Maç Bahane
Varol Döken bu kez İstanbul Maratonu’ndaydı
Erman Yaşar
Türkiye HF153
BEŞiKTAŞ
NEREYE GiDiYOR?
Galatasaray-Fenerbahçe rekabetinin son dönemde
iyice keskinleşmesiyle birlikte Beşiktaş’ın
ülke futbolundaki rolü çok fazla spekülasyon
konusu olmaya başladı. Elbette bu Beşiktaş
taraftarlarından ziyade rakip takım taraftarlarının
harladığı bir olgu. Ancak 15 sene içinde iki kere
şampiyonluk almış bir takım ‘’artık bizim rakibimiz
değil’’ sataşmalarının dozu gün geçtikçe artıyor.
Beşiktaş’ın 2000’lerin başı itibarıyla (ki bunu
post-Seba dönemi olarak da adlandırabiliriz)
girdiği kötü yönetimsel süreç rakipleri ile
arasındaki mesafeyi de bir hayli arttırdı. Özellikle
Demirören dönemi ile oluşan felaket finansal
tablo bunda büyük pay sahibi. Ezeli rakipleri
yeni stadyumları ve yıldız oyuncuları ile çok daha
pazarlanabilir hale gelirken Beşiktaş bu atılımı
sürekli ertelemek zorunda kaldı. Finansal anlamda
açılan mesafenin sportif başarıyı da doğrudan
etkilemesi kaçınılmazdı. Aslında ülke futbolu çok
uzun bir zaman diliminde tam olarak iki Beşiktaş
gördü. Biri Seba’nın Beşiktaş’ı diyebileceğimiz
daha mütevazı, öz kaynak düzenini ve birçok
sportif ilkeyi temel prensip edinmiş o mazideki
takım. Diğeri ise 2000’lerin kazanma odaklı, para
odaklı, başarı nasıl gelirse gelsin diye hareket eden
farklı Beşiktaş’ı. Gelgelim Beşiktaş hayli yıkıcı
geçen Demirören sonrası dönemde, yeni yönetimi
ve yeni bir anlayış ile ‘’bir başka başarı formülü
mümkün mü’’ sorusunun cevabını aramaya
koyuldu. Beşiktaş için yukarıda örnek verdiğimiz iki
modelden biri mi seçilecekti yoksa üçüncü ve farklı
bir yol var mıydı? Biz bu yazıda üç senedir süren
devinimin ne kadar olgunlaşabildiğini ve başarı
şansını irdeleyeceğiz.
FARKLI BİR ADAM, BAŞKA BİR YOL
Geçtiğimiz sezon başında “futbol direktörü” olarak
Beşiktaş’la anlaşan Önder Özen, görevde kaldığı
sezon boyunca, ülkede her zaman gündemde olan
ama bir türlü altının doldurulamadığı bir kurumu
da yeniden anlamlandırmaya çalıştı. Hem sportif
hem de yapısal anlamda bazı yenilikler getirmeye
çalışan Özen, belki talep ettiği çalışma süresine
sahip olamadı ama çalıştığı süre içerisinde
Beşiktaş’ta en azından fikirsel olarak değişikliklere
imza attığı da bir gerçek. Peki, bu fikirler Özen
sonrasında ne kadar uygulanabilir durumda?
Sıkıntılı bir dönemde Beşiktaş’ta görev almaya
başlayan Önder Özen’in ekonomik olarak en
temel amacı, daha genç, yabancı sınırını doğru
kullanmaya uygun, maaş toplamı olarak düşük
ama maaş farkının az olduğu bir takım yaratmaktı.
Geçen sezon başlayan bu akımın bu sezon da
sürdüğünü söyleyebiliriz. Özellikle Fernandes
ve Almeida’nın gidişi ve Cenk, Necip, Veli gibi
oyunculara yapılan iyileştirmeler ile oyuncular
arasındaki maaş farkları azaltılmış oldu. Burada
tabi Demba Ba’yı ayrı bir yere koymak gerekiyor.
Ba, hem bonservis hem de maaş olarak Özen’in
planının dışında dursa da; geçtiğimiz sezon sözü
edilen Ronaldinho transferi esnasında Özen’in
“Ronaldinho marka kalitesine değer katabilecek
bir futbolcudur” sözlerini düşündükçe, Ba gibi bir
ismin de bu cümle içerisinde değerlendirilmesi
normal kabul edilebilir. Üstelik sportif anlamda da
Ba’nın şu ana kadar gayet faydalı oynadığı da kesin
bir gerçek.
Beşiktaş’taki oyuncuların özellikle bu seneki
gelişimlerini gördüğümüzde, Özen’in neden 18
aylık bir süre istediği daha da iyi anlaşılıyor. Genç
oyuncular olarak, geçen sezon kiralık oynayan
Gökhan Töre ve önemli bir bonservis ücreti ödenen
Kerim Frei, bu sezon Beşiktaş’ta en çok parlayan
isimler haline geldi. Keza, Pedro Franco’nun
geçen sezon sonundan beri devam eden istikrarlı
oyunundan da bahsetmemiz gerekiyor. Özen
döneminde alınan diğer oyuncuların da, oynanacak
sistem düşünülerek seçildiği, özellikle Atiba
Hutchinson tercihinde daha da iyi ortaya çıkıyor.
Hatta geçen sezon yerden yere vurulan Serdar
Kurtuluş’un bile bu sezon sakatlanana kadar
verdiği performans da ortada. Özen döneminin en
büyük kumarı ise kesinlikle Jones ve Dany olmuştu;
aslında mantıklı sebepler gözetilerek yapılan bu iki
transferin beklenen etkiyi gösterememesi ikincilik
yolunca en önemli darbelerden biri oldu diyebiliriz.
Gelecek transferler açısından Özen döneminden
hem olumlu hem de olumsuz alınacak birçok
örnek mevcut.
Bu döneminin en heyecan verici hamlesi Belçika
2. Lig takımlarından KSV Roeselare ile yapılan
feeder club anlaşması olmuştu. Genç yerli
oyuncuların Türkiye içerisinde kiraya verilmesine
yıllardır alışkındık ama yabancı oyuncuları satın
almak yerine yetiştirme amacı ile çıkılan bu yol
daha da önemliydi. Trabzonspor’un da zamanında
deneyip başarılı olamadığı bu yöntemde, şu ana
kadar Beşiktaş da başarılı olmuş gibi gözükmüyor.
Beşiktaş’ın sadece “satın alan” bir kulüpten, hem
yabancı hem de yerli oyuncuları “geliştiren” bir
kulübe dönüşmesi için en önemli hamle, KSV
Roeselare ile yapılan anlaşmanın işlemesi olarak
gözüküyor.
Önder Özen göreve geldiği ilk gün, çalışmalarının
karşılığını almak için 18 ay istemişti. Özen, çeşitli
sebeplerden bu 18 aylık süreyi dolduramasa da
Beşiktaş’a bıraktığı yol haritası, işlerliğini büyük
bir ölçüde devam ettirmekte. Özen sonrası
Beşiktaş futbol yönetimindeki kişilerin de başka
bir maceraya atılmasına çok gerek yok aslında.
ŞABAN IŞIK
GÜZEL ADAM KAYBEDERKEN DE
GÜZEL KALANDIR
“Beşiktaş’tan teklif aldığımda kendi kendime ‘Hayır,
Beşiktaş olamaz!’ dedim çünkü reddedemeyeceğimi
biliyordum.”
Yukarıdaki sözler Slaven Bilic’in FourFourTwo’ya
verdiği röportajdan alıntı. Hırvat teknik adam bu
tutkuyu gelmeden hissetmiş. İlk geldiği zaman
belki Beşiktaş taraftarı için çok önemli biri değildi
ama artık o da taraftar için özel biri. Üstelik onu
özel kılan aldığı kupalar ya da gösterdiği üstün
başarı değil, bir kısmı saha dışı performans olmak
üzere geleceğe dair verdiği ışık.
Biliç’ten bahsederken önce kişiliğinden bahsetmek
gerekir. Hırvat teknik adam, duruşu, görüşü,
söyleyecekleri olan; futbola, farklı açıdan bakarak
zihin açabilen biri. Maç sonu kendi lehine verilen
karar için, görüntüyü izledikten sonra hakem
burada hata yapmış diyebilen bir adam. Elbette
kazandığında bunları konuşmak, itiraf etmek
kolaydır ancak Bilic kaybettiğinde dahi rakip
oyuncuları saha kenarında bekleyip ellerini
sıkabilen bir karakter. Futbol, teknik, taktik
başka bir noktada dursun Slaven Bilic ortaya
koyduğu görüntü ile her şeyin öncesinde iyi bir
insan, güzel bir adam. Karizması ve tutkusu,
takımı sahiplenmesi yine bir başka artısı. Saha
kenarındaki karizmatik hoca oyuncuya da,
taraftara da olumlu yansır.
Biliç’in övgüye layık bir başka özelliği ise iyi
yetiştirici olması. Bu kadar kısa sürede Beşiktaş’a
müthiş bir yetenek kazandırmıştır diyemeyiz ama
Pedro, Veli, Oğuzhan, Gökhan Töre gibi oyuncuların
onunla birlikte yükseldiğini gönül rahatlığıyla
söyleyebiliriz. Pedro, Gökhan ve Oğuzhan için
zaten potansiyelliydi denebilir, haklılık payı var
ancak o potansiyeller bir başkasının elinde vasat
kalabilirdi. Zaman bu konuda Biliç’in tarafında
olacaktır. Eldeki oyuncuların birçoğu daha iyi
noktaya gelecektir.
Biliç’in vasat özelliği ise anlamsız ısrarları ve
stres yönetimi. Bu ısrarları kritik dönemlerde
takıma zarar veriyor. En azından kısa vadede
kesinlikle takım zarara uğruyor. Necip’in sağ
bekte ısrar edilmesi, ha keza Serdar’ın sağ bekte
ısrarı Beşiktaş’a derbi kaybettirdi. Öte yandan
derbilerdeki vasat performansı da hanesindeki bir
diğer eksi. Stres yönetiminin zayıf olduğunu ve
derbilerin stresinin altında kaldığını söyleyebiliriz.
Bilic’in iki sezon içerisinde en rahat gözlemlenen
olumsuz özelliği oyun içi hamleleri diyebiliriz.
Slaven Bilic rakibi iyi analiz edebilen, oyunu
farklı yönlerde doğru kurabilen takımını
maçlara iyi hazırlayabilen bir teknik adam. Yeni
yeni yıldızlarını parlatan oyuncuları için çok
önemli bir lider olduğu da aşikar. Lakin Hırvat
teknik adamın Ümraniye’den stadyuma yola
çıktıklarında kafasında oluşturduğu plan saha
içinde tutmadığında oyun içi hamlelerinde zaman
zaman baltayı taşa vurduğunu görüyoruz. Zaman
içerisinde bu noktada da gelişim gösterebilirse
Beşiktaş’ı basamak olarak kullanıp daha iyi bir lige
daha iddialı bir takıma teknik direktör olması da
şahsen şaşırtıcı olmayacaktır.
Son tahlilde Bilic Beşiktaş’ın Demirören sonrası
çıktığı ‘’yeni bir anlayış’’ macerası için doğru teknik
adamdır. Her şeyden önce bu ülke için özellikle
de Beşiktaş için çok önemli olan ‘’doku uyumu’’
Beşiktaş taraftarı ve Beşiktaş oyuncusu ile Bilic
arasında tutmuştur. Beşiktaş yazmak istediği o
farklı hikayeyi istediği gibi bitirebilirse aslan payı
da bu güzel adama gidecektir. YUSUF KOÇ
ADAM OLACAK ÇOCUKLAR
Yabancı sınırının olduğu, yabancıların yerlilere
göre -doğal olarak- daha transfer olmaya müsait
olduğu düşünülürse, takımların omurgalarını
genelde yerli oyuncular oluşturuyor. Evet, yerli
oyuncular yabancıların kalite bazında aşağısında
yer alıyorlar ama takımların olağan seyrinde daha
önemli bir yer tutuyorlar.
Beşiktaş’ta da Gökhan Töre, Olcay Şahan,
Oğuzhan Özyakup ve Veli Kavlak’tan oluşan
bir yerli omurga olduğunu söylemek mümkün.
Beşiktaş, gelecek 3-5 yılın planlamasında bu
sporcuların hem takım olarak, hem de bireysel
olarak ulaşabilecekleri en üst seviyenin hayalini
kuruyor. Zaten bu ana parçaların en önemlileri
olan Gökhan Töre ve Oğuzhan Özyakup’la yapılan
uzun soluklu sözleşmeler, bu hayalin en somut
göstergesi.
Peki bu oyuncular; Beşiktaş’ın güveneceği, ısrar
edeceği ve hatta bel bağlayacağı oyuncular mı?
Temel soru bu. Gökhan Töre, mevcut haliyle bile
fark yaratabileceğini ispatlamış durumda. Saha
dışı sorunlarını atlatabildiği takdirde, önümüzdeki
3-5 yılın Türk futbolunda Arda Turan’ın yanına
yazılabilecek ilk Türkiye ligi oyuncusu olacağını
tahmin etmek mümkün. Kaldı ki, bugün bile
ofansif anlamda onun üretimini yapabilen bir yerli
oyuncu bulabilmek kolay değil.
Olcay Şahan ise bambaşka bir vak’a. Yetenekleri
kısıtlı ama iyi bir tamamlayıcı... Lider özelliği
olmayan ama güvenilir bir sporcu. Bugün Beşiktaş
denince akla gelen ilk oyuncu. Karışık bir tablo
çizdiğimin farkındayım ama Olcay’ın durumu bu.
Beklenti içine girdiğinizde, o beklentiyi karşılaması
-yetenekleri itibariyle- son derece güç ama takım
kendi kendine işlediğinde fark yaratabilecek ve
hatta son 2 sezonda bir dolu fark yaratmış bir
karakter... Her şeye rağmen, Beşiktaş bu yıl UEFA
kupasını aldı deseler, “Yok canım Olcay’ın olduğu
takım alamaz” diyemezsin. Onu tamamlayıcı öge
olarak bırakıp, takımın ana arızalarını çözmeye
çalışmak çok daha mantıklı bir hamle olacaktır...
Oğuzhan Özyakup... Sergen’le mukayese, Tümer’le
mukayese... İyi tamam mukayese eğlenceli de, bu
oyuncuların Oğuzhan’la ortak bir özellikleri yok ki.
Tek ortak noktaları forvet arkasında oynatılıyor
olmaları. Örneğimiz açık; Chelsea’de Fabregas
ne ise, Oğuzhan da Beşiktaş’ta o olmalı. “İyi de,
o adam Fabregas” dediğinizi duyuyorum, ben
de “İyi de orası Chelsea” diyorum. Geleceğe bir
projeksiyon tutacaksak, forvet arkasında Mehmet
Topal’ın markajında oynayan Oğuzhan için bu
cümleler bile fazla... Lakin ışığını verdiği, kendisinin
bile belki farkında olmadığı merkez orta sahada
oyun kurucu rolü ise Beşiktaş için bir seviye fark
demektir. Savunmada oluşacak zaafiyet? Bilic
de o konuda hünerini göstermeli zaten. Atiba
ve Veli’yi ortaya Çin Seddi gibi dikip savunma
tarafını çözdük demek, Beşiktaş’ı Samet Aybaba
Beşiktaş’ına oranla eğlencesi daha az bir takım
yapıyor. İkisi de tercihtir elbette, geleceği de bu
tercihler şekillendirecektir.
Veli Kavlak, Ersan Gülüm ve İsmail Köybaşı...
Omurgada güvenilir oyuncu arıyorsak, maalesef
Ersan ve İsmail bu kategoriye henüz girebilmiş
değiller. Veli Kavlak ise, yukarıda tanımladığımız
Olcay Şahan özellikleri taşıyor. Seviye belli ama
güvenilirlik var. Karakter var, Beşiktaş denince
akla gelen oyuncu olabilmek var. Elbette reklam
yüzü olma anlamında değil, sahadaki varlığıyla
Beşiktaş’ın oyun tarzını tanımlama anlamında.
Lakin, bir sonraki seviye hayalinde Veli Kavlak ne
kadar var, işte o soru işareti.
Son dönemde bu oyuncu grubuna bir de Kerim
Frei eklendi. Kendisinden umutların yitirildiği
noktada X-Faktor olabileceğini ortaya koydu.
Onun için henüz uzun boylu konuşmak için
erken ama Kerim’in kariyerinde yapabileceği bir
atılım, hem Beşiktaş’ın kadro derinliğine, hem
de o kadronun gidebileceği uzaklığı etkileyebilir.
Mustafa Pektemek, Cenk Tosun gibi yerel bazda iş
görebilecek ama uzun vadede ne vaad ettikleri çok
da belli olmayan oyuncuları da soru işaretli oyuncu
sınıfına sokabiliriz...
sonunda Türkiye Şampiyonluklarının yanına bir de
Avrupa Kupası başarısı eklendiğinde, belki Chelsea
veya Arsenal’e tekrar dönemeyecekler ama büyük
liglerin başaltı takımlarına gidecekleri hayalinin
önünde bir engel yok. O nokta zaten Beşiktaş
futbol takımının yapacağı 2. atılımın başlangıç
noktası olacak.
Zaten bu iki oyuncu gelişimlerini devam ettiremez
veya düşüşe geçerlerse, Beşiktaş’ın önümüzdeki
beş yıllık planını buruşturup çöpe atmaktan
başka da şansı kalmıyor... O yüzden dönemsel iniş
çıkışlara gözleri kapayıp bu teknik ekip ve oyuncu
grubunun arkasında durmaktan başka bir şans da
gözükmüyor. GÜRCAN ULUSOY
Yabancılar mı? Demba Ba’yı gönderir yerine
başkasını alırsın. Atiba bütün o verimliliğine
rağmen, daha iyisiyle değiştirebilirsin. Sivok
ve Pedro yerine daha üst düzey bir oyuncu
bulabilmek uzun vadede hiç zor değildir. Burada
mesele Veli ve Olcay istikrarlarını sürdürürken,
Gökhan ve Oğuzhan’ın aşama kaydetmeleri adına,
oyun sistemini, düşüncesini onlara göre dizayn
edip onları kulübün en değerli ürünleri haline
getirmektir. Oyuncular da, Beşiktaş da, bu iradeyi
ortaya koymakta zaman zaman zorlansalar da,
büyük resimde Beşiktaş’ın Gökhan ve Oğuzhan’la
birlikte büyüyeceği hayali gerçekçi duruyor. 5 yıl
Gökhan Töre, Olcay
Şahan, Oğuzhan
Özyakup ve Kerim Frei,
sadece Beşiktaş’ın değil
milli takımın da umut
bağladığı isimler olarak
ön plana çıkıyor.
MUTLU SON MÜMKÜN MÜ?
Mümkün değil demek hem bu takımın
potansiyeline haksızlık hem de bu ülkenin
futbol iklimine ters olur. Neden bu takımın
potansiyeline haksızlık olur çünkü Beşiktaş her
ne kadar kısıtlı bir kadroya sahip olsa da artık
iki sene önceki o acemi takım değil. Hem daha
lider ve etkili oyunculara sahip hem de genç
oyuncularının ciddi anlamda tecrübe edindiğini
belirtmek gerek. Teknik direktörü ligi daha iyi
tanımış durumda ve takımının güçlü yönlerine
rakiplerinin zayıf yönlerine artık daha hakim.
Bu nedenlerle takımın potansiyeline haksızlık
etmemek lazım.
Ancak her şey bu kadar toz pembe değil. Gelişime
açık takım olmakla kazanan takım olmak
arasında kocaman bir fark var. Şampiyonluk için
mücadele eden takım ile şampiyon arasında
hayli büyük bir fark olduğu gibi. Beşiktaş 2014/15
sezonununda ulaştığı oyunsal görüntü ve
olgunluk ile gelişen, iyi oynayan, şampiyonluk
iddiasını cidden dillendirebilecek bir takım,
hele ki rakiplerinin durumu da göz önünde
bulundurulursa bu aşikar. Fakat Beşiktaş’ın
büyük maçlarda sürekli yaşamakta olduğu
kazanma sıkıntısı, kırılma noktalarında sürekli
yaşamakta olduğu eşik atlayamamalar
kafalardaki soru işaretlerini arttırıyor. Kazanma
alışkanlığı ve ‘’winner’’ takım olmak öyle bir anda
elde edilebilen kazanımlar değil ama Beşiktaş için
artık buralara sıçrayabilme vakti geldi.
Elbette bu kadar uzun bir maratonda kadro
kalitesi ve derinliği çok belirleyici bir etken. Bu
noktada Fenerbahçe’nin ligdeki tüm takımlardan
avantajlı olduğu görünüyor. Yine de Beşiktaş’ın
eskisi kadar zayıf ya da niteliksiz bir kadrosu
yok şu an için. Sadece bir iki kilit mevkide
(ki bunlardan birinin sağ bek olduğunu artık
cümle alem biliyor) eksikler var. Sezon arasında
yapılabilecek bir iki doğru takviye Beşiktaş’ın
üç sezondur planladığı bu dönüşümü zirveye
çıkartabilir. Kulübün gelecek sezon İstanbul’un
en güzel ve merkezi yerindeki stadyumuna
çok daha gelişmiş şartlarda kavuşacağı
da düşünüldüğünde bu sene gelecek bir
şampiyonluk ve Şampiyonlar Ligi bileti, arayı
açmış diğer İstanbullu rakipleri yakalamak adına
da büyük bir fırsat yaratacaktır. Neredeyse tüm
maçlarını gurbette oynayan Beşiktaş’ın bu sene
bir dezavantajı olduğu açık ama takım bunu şu
ana kadar bir şekilde kotaraildiğini de gösteriyor.
Sözün özü Beşiktaş’ın Demirören dönemi sonrası
başladığı dönüşümü mutlu son ile bitirebilmesi
birden fazla denklemin Beşiktaş lehine
çözülmesine bağlı. Umut var, potansiyel var ama
gidilecek yol da hala çok uzun ve çetrefilli.
Bahadır Bozkurt
Unutulmaz HF153
GÖKYÜZÜNDE IKI DÖNEM
Beşiktaş’ın tarihindeki en başarılı iki önemli teknik adamı Gordon Milne ve Mircea
Lucescu’nun yaşattığı güzel günlerin, bıraktığı izlerin ardından; Olmasaydı sonumuz böyle
GORDON MILNE
Yüzleri güldüren, kendisi gülmeyen adam
Modern futbolu gerisinden izlediğimiz 80’li
yıllarda Beşiktaş istediği başarıları yakalayamayan
bir görüntü çiziyordu. 1987 yılında Akaretlere
gelen Bond çantalı, ufak tefek, soğuk bakışlı
bir adam kulübün içerisinde adım attığında
zamanın gazetecilerinin kim olduğu konusunda
en ufak bir fikirleri yoktur. Kapanan kapılar
ardında yapılan görüşmeler sonrası efsane
başkan Süleyman Seba, şaşkın gazetecilere şöyle
seslenir; Beşiktaş’ın yeni teknik direktörü İngiliz
Gordon Milne’dir. Futbolculuk yıllarında uzun süre
Liverpool’da görev yapmış, teknik direktörlük
kariyerinde İngiltere U18 ile şampiyonluk yaşayıp,
Gary Lineker’i Liecester City’den bir İngiliz
efsanesine dönüştüren bir altyapı canavarıdır.
Gordon Milne Fulya’ya doğru yola çıktığında elinde
sihirli bir değnek bulunmamaktadır. İlk sezonunda
camianın beklediği şampiyonluğu hediye edemez.
Zamanın Başbakanlık Kupası’nı ilk olarak
müzeye takdim eder. Beklentiler ikinci sezona
kalır. Maalesef ikinci sezonu da tamamladığında
arzulanan nesne olan şampiyonluk kupası
şehrin Anadolu yakasına doğru yol almıştır.
Türkiye Kupası’nı ve Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı
kazanması camianın beklentilerini karşılamaz.
Camia, Seba’ya Milne ile yollarını ayırması için
baskı kurar. Süleyman Başkan’ın Milne’ye inancı
tamdır. Tüm baskılara rağmen devam kararı alır.
Üçüncü sezonda Seba-Milne ortaklığı Türkiye
futbolunda bir çığır açacak hamle olacaktır. “12-3 gol yetmez 4-5-6 olsun” tüm zamanların
en iyi Beşiktaş bestesi; zorlu, çileli, uzun soluklu
bir yolculuğun sonucu olarak 1989 yılında
mırıldanılmaya başlanır. O senelerde büyüyen
çocukların büyük bir çoğunluğu siyah beyaza gönül
verir. Mahalle aralarında top oynarken idolleri Tanju
ve Rıdvan olmak isteyen çocuklara siyah beyazlılar
üç alternatif sunar: Metin-Ali-Feyyaz.
Gordon Milne’nin isteği üzerine Bergamaspor’dan
Zeki, Boluspor’dan Şenol ve Takoz Recep,
Kahramanmaraşspor’dan Şifo Mehmet,
Sakaryaspor’dan Engin İpekoğlu gibi isimler
kadroya dâhil olur. Takımdaki Gökhan-Ulvi-KadirRıza-Metin-Ali-Feyyaz gibi oyuncularla, yeni
katılan isimleri mükemmel bir şekilde harmanlar.
Ancak İngiliz hoca, bir dönem esip geçen Les
Ferninand dışında maddi imkânsızlıklar nedeniyle
de yabancı futbolcuların transferlerinde pek başarı
gösteremez. Bu nedenle, “Edirne’nin gerisinde”
ligde karşı konulamayan ekip, -biraz da şanssız
kuralar nedeniyle- “Edirne ötesinde” pek bir başarı
gösteremez. 10 gollü rekor galibiyetler, 5 gollü
derbi puanlarıyla güle oynaya şampiyonluk gelir.
İstikrarını ve kadrosunu koruyan Beşiktaş, Milne
ile ikinci sezonunda da mutlu sona ulaşır. 1991/92
sezonu havai fişek gösterileri gibi göz alıcıdır.
Üçüncü sezonda şampiyonluğa nağmağlup olarak
ulaşırlar.
Beşiktaş oynadığı baskılı hucüm futboluyla ligi
domine eder. Gordon Milne’nin bu başarısında
zamanın modası 3-5-2 taktiğinden vazgeçmesinin
büyük bir etkisi vardır. Dörtlü savunma ısrarı
takıma sınıf atlatır. Sağ bek Ali Gültiken’i
pivot santrafora ve orta sahadaki Gökhan
Keskin’i liberoya çeken İngiliz hoca, yaptığı
bu devşirmelerle takımın gelecekteki rotasını
belirler. İngiliz hoca taktiksel yeniliklerinin yanısıra
disiplinden taviz vermeyen yapısıyla kulübün
takdirini kazanır. Milne problem yaşadığı yıldız
futbolcu Metin Tekin’i düşünmeden yedek
kulübesine oturtur. Futbolcularına sigara yasağı
getirir ve gece âlemlerinden rahatsızlığını dile
getirir. Bu yönüyle de Süleyman Seba’nın tam
desteğini alan İngiliz hoca, güveni boşa çıkarmaz.
Başarıya aç gençleri ile oluşturduğu kollektif
uyumla dilere pelesenk olan kolej takımı havasını
yakalar.
3 şampiyonluğun ardından, 1992-93 sezonu Türk
futbol tarihinin unutulmaz sezonları arasına girer.
48 maç yenilgi yüzü görmeyen Kara Kartallar,
o sezon şampiyonluğu kaptırdığı Galatasaray’a
mağlup olur. Ardından mehşur 8 gollü Ankaragücü
galibiyeti ile sarı-kırmızılılar, Beşiktaş’ın
hükümdarlığına son verirken Süleyman Seba’nın
mehşur açıklaması duyulur; “Şerefli ikincilikler,
şampiyonluklardan daha önemlidir.”
Üst üste 4.şampiyonluğu son nefeste kaçıran
Kara Kartallar, yakaladığı tılsımın kaybolmasıyla
beraber ertesi sezonu 4. basamakta tamamlar.
Bu Beşiktaşlıların Metin-Ali-Feyyaz’ı son kez
bir arada gördüğü sezondur. Maddi ve manevi
problemler yaşayan efsanelerden önce Feyyaz
Fenerbahçe’ye, sonra Ali Kayserispor’a ve Metin de
Vanspor’a transfer olur. Avrupa Kupaları’nda başarı
gösteremeyen siyah-beyazlılar, Türkiye sınırları
içerisinde de yakaladığı ivmeyi kaybedince, hedef
tahtasına Gordon Milne oturtulur.
Milne’nin başarısızlığının en büyük sebebi
olarak kötü transferler gösterilir. Bir rivayete
göre Gordon transfer sezonunda yaptığı listeyi
başkan Süleyman Seba’ya verir. Seba’da listede
en son sırada yazan üç ismi transfer eder. Bir
başka iddia da Gordon Milne’nin gerçekleşen
transferlerden komisyon aldığı şeklindedir.
Milne’nin son iki transferi bardağı taşıran neden
olarak gösterilir. Saçları ve pasaportu dışında
hiçbir şeyi Mario Kempes’i andırmayan, ısınırken
sakatlanamabilmeyi başaran tuhaf golcü Osvaldo
Nartallo ile attığı imzadan başka, ne yaptığını asla
bilemeyeceğimiz Perulu Francesco transferleri
fiyasko ile sonuçlanır. Giden Türk yıldızların yerini
dolduramayan Milne, yolun sonuna gelir. Çıkardığı
fırtına kendi gemisini de alabora eder.
MIRCEA LUCESCU
Çavuşesku harikalar diyarında
Milne sonrasında görevi devralan Daum’la da
bir şampiyonluk yaşayan Kara Kartallar, 90’ların
başında yakaladığı ivmeyi sonlarına doğru
tamamen kaybeder. Camia alıştığı başarıları
yakalayamayınca efsane başkan Seba’ya
görevi bırakması için baskı yapar. Skor 3-0 iken
çocuklarını yatağa gönderen babalar, Valerenga
hezimetinin sabahını beklemeden Seba’nın
koltuğunu sallar.
Avrupa’da bir türlü başarı elde edilememesi,
efsane başkanın istifasına kadar yakasını
bırakmaz. 94 yıllık camianın 54 senesine hizmet
eden Seba, Hapoel Haifa maçıyla kredisini tüketir.
Bu maçta gol atan Ahmet Dursun’un özne olduğu
o tezahürat duyulur: “Ahmet Dursun, Seba gitsin!”.
Seba, Ocak ayında görevi bırakır. Milenyumda
yepyeni bir yönetimle, yeni bir anlayışla yola çıkan
Kara Kartallar, Galatasaray’ın nirvanaya ulaştığı
2000 sezonunda Fevzi Tuncay’ın topu ıska
geçmesiyle bir şampiyonluktan daha mahrum
olur. Beşiktaş’ın arabesk yıllarındaki acıları tarif
edilemez bir noktaya ulaşır. Bir Barcelona galibiyeti
ile bayrama dönen hayatlar, Milan-BarcelonaLeeds United deplasmanlarında tuz buz olur. Seba
yönetiminin genç prensi, yeni başkan Serdar Bilgili
de camianın Avrupa kupalarındaki başarı isteğine
yanıt verememiştir. Galatasaray’ın tekrar Fatih
Terim ile anlaşması Beşiktaş yönetiminin umudu
olur. Galatasaray ile Avrupa’da başarılı sonuçlar
alan Mircea Lucescu, Terim’in gelişiyle bavullarını
toplamak zorunda kalır. Serdar Bilgili de fırsatı
değerlendirir ve Ümraniye’nin anahtarlarını Rumen
Hoca’ya teslim eder.
Mircea Lucescu; babacan tavırlı, yeri geldiğinde
sert konuşan, yönetimin sunduğu şartlara göre
pozisyon alabilen, futbolu çok iyi bilen İtalyan
stili bir teknik adamdır. Camia kötü günleri geride
bırakıp, 100. yılda şampiyon olabilmek için tüm
imkânlarını seferber eder. Altyapıdan yetişen
Sergen tekrar takıma döner. Ronaldo’nun yanına
stopere partner olarak Zago’yu transfer eden Kara
Kartallar, Kocaelispor’dan Kaan Dobra’yı kadrosuna
katar. Yıllardır bir türlü verim alınamayan Ayhan
Akman takas yoluyla Galatasaray’a gönderilir.
Takas karşılığı Galatasaray’dan alınan isim Ahmet
Yıldırım olur. Kale Oscar Cordoba’ya teslim edilir.
Kadrosunda İlhan-Tümer-Ahmet Dursun gibi
isimleri bandıran Beşiktaş’a Pancu gibi bir silah
daha eklenir. Ersun Yanal’ın Gençlerbirliği’nin
çilingiri Ahmed Hassan yedek kulübesine takviye
edilir. Oynadığı bir sezonda takımın simgesi olan
Pascal Nouma, taraftarlara 100. yıl hediyesi olarak
takdim edilir. Sezon açılışında yönetim son bir
sürpriz olarak Amaral transferini açıklar. Camia
kenetlenmiş olarak lige hazırdır. Takım “arıza”
yetenekliler ve görev adamlarından kurulu her
rengi içinde barındıran bir yelpaze gibidir.
Lucescu, Gordon döneminden bu yana
vazgeçilmeyen dörtlü savunmadan vazgeçip,
üçlü savunmaya dönüş yapar. Zago-Ronaldo’nun
uyumu Uche-Högh / Bülent –Popescu tadı verir.
Yanlarına monte edilen Ahmet Yıldırım, klas bir sol
ayağa sahip olup, oyunu geriden kurma görevini
üstlenir. Önlerinde iki kesici görev adamı TayfurAmaral bitmeyen enerji ile pres gücünü oluşturur.
Kocaelispor’un forveti Kaan Dobra’ya sağ
kanat, sol kanat ise başını kaldırsa Barcelona’ya
gideceğini düşünen İbrahim Üzülmez’e emanettir.
Takımın ileri ucunda Bayern’in radarına girdiği gibi
çıkan Sergen Yalçın, Tsubasa’nın Türkiye versiyonu
İlhan Mansız, Rumen joker Daniel Pancu ve her
devrin ikinci adamı olmaktan kurtulamayan Tümer
Metin görev alır. Daha sonra Lucescu tribünlerin
sevgilisi olmaya aday Amaral’ın performansından
memnun kalmayıp, Bresica’dan Federico Giunti’yi
transfer eder. Giunti, çok iyi bir kesici ve aynı
zamanda etkili kontra ataklar başlatabilen
önemli bir pasördür. Takıma girmesiyle beraber,
Beşiktaş’ın grafiği de yükselmeye başlar. Gordon
Milne’nin kolej takımındaki gibi genç bir kadro
değildir fakat oynadıkları futbolla o yıllardaki gibi
yenilmesi zor bir takım haline gelirler. Yıllar sonra
derbi maçları kazanabilen, zorluk derecesi yüksek
her maçta kontrolü ele alan, pozisyon vermeyen,
her maçı çözebilecek yeteneklere sahip bir takım
sahadadır. Ligde sadece Diyarbakırspor’a kaybeden
Beşiktaş, Galatasaray maçında Tümer’i asist
yapmaya zorlayan Sergen’in golüyle şampiyonluğa
ulaşır.
Pascal Nouma’nın gol sonrası elini öptüğü
Lucescu, otoriter bir suret yerine, maç sonlarında
röportaj veren oyuncularının sırtına paltosunu
koyan babacan kimliğini ortaya koyar. Camianın
çok istediği Avrupa’da başarı Lucescu ile filizlenir.
İlk sezonunda UEFA Kupası’nda çeyrek final
oynayan siyah-beyazlılar, ikinci sezon Şampiyonlar
Ligi’nde boy gösterir. Stamford Bridge’de
Sabri Ugan’ın “Kartalın kanat sesleri” diye
bağırdığı maçta Sergen’in iki golüyle Chelsea’yi
deplasmanda, kaleye çekilen şutların hadi hesabı
olmayan maçta Ronaldo’nun son dakika golüyle
Sparta Prag’ı İnönü’de devirir. Lazio ile İstanbul’da
berabere kalan Beşiktaş, Chelsea ile grubunda
final maçına hazırlanır. 15 Kasım’da Neva Şalom
ve Beth İsrael Sinagogu’na, 20 Kasım’da İngiliz
Konsolosluğu’na ve HSBC Bankası’na düzenlenen
terör olaylarından dolayı maç Almanya’nın
Gelsenkirchen kentine alınır. Babası ile maça giden
Olcay Şahan, yıllar sonra forma giyeceği takımını
o gün dahi yalnız bırakmaz. Maçın son bölümüne
girildiğinde Chelsea iki gol bulur. Televizyon
ekranın sağ köşesinde bulunan küçük kutucukta
ise Zelenka’nın golüyle Sparta Prag, Lazio’yu
yener. Beşiktaş, grubu üçüncü tamamlayıp, UEFA
Kupası’nda yoluna devam eder. Pancu’nun tüm
gayretine rağmen, yüzü gülen taraf Valencia olur.
Lucescu’nun ikinci sezonunda Avrupa’da
istenen başarı tam anlamıyla elde edilemese de
takım büyük ümit vaad eder. Fakat bu sefer de
yolunda gitmeyen bir Süper Lig macerası vardır.
Ligin ilk devresini hiç yenilmeden tamamlayan
siyah-beyazlılar, ligin ikinci yarısının ilk maçında
Samsunspor’la karşılaşır. Bu maçta kendi evinde 5
kırmızı kart gören Kara Kartal, yaşadığı travmanın
etkisinden uzun süre çıkamaz. Bu süre içerisinde
aradaki 8 puanlık farkı kapatan Fenerbahçe,
İnönü’de Beşiktaş’ı yenerek son hançeri saplar.
İlhan Mansız, Ahmet Dursun, Zago, Giunti gibi
isimler takımdan bir bir ayrılır. Lucescu kaybedilen
her maçın ardından faturayı hakemlere çıkarmaya
başlar, Türkiye Ligi’nin Çavuşesku Romanya’sından
farkı olmadığını dile getirir. Ligi üçüncü bitirdiğinde
Beşiktaş, liderden 13 puan fark yemiş, 8
mağlubiyet almış, başkanı ve teknik direktörü
istifa etmiş paramparça olmuş bir takıma döner.
Camia yine bu durumdan çıkmak adına reçeteye
“kan değişikliği” yazmış, Türk futbolu Yıldırım
Demirören’le tanışmıştır…
Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin? (Can
Yücel / Hamlet)
Emre Gürkaynak
Euro 2016 HF153
AVRUPA’NIN YENi AKTÖRLERi
Türkiye’nin artık rol bulmakta zorlandığı futbol sahnesine çıkmak isteyenler, yeni
Avrupa Şampiyonası formatıyla birlikte giderek artıyor
Yazın Brezilya’da oynanan Dünya Kupası
futbolseverlere güzel anılar verirken izleyenleri
futbola doyurmakla kalmadı, damağımızda da
tadını bıraktı. Bu bir aylık ziyafetin ardından,
milli seviyedeki futbol ihtiyacını karşılamak ise
Fransa’da düzenlenecek 2016 Avrupa Futbol
Şampiyonası’nın eleme maçlarına kaldı.
Elemeler, doğal olarak, Dünya Kupası seviyesini
yakalayamasa da bu sefer, her zamankinden farklı
bir anlam taşıyor. Oyunculuk döneminde, kıvrak
çalımlarıyla sahayı kendi oyun alanına çeviren
Michel Platini, başkanlığını yaptığı UEFA’yı da
çok farklı görmüyor. Zira Avrupa Şampiyonası
organizasyonunu “sıkıcı” bulan Platini, elemelere
iki aşamalı grup sistemini getirememiş olsa da
organizasyonun kendisini yenilemeyi başardı.
16 takımın katıldığı ve gruptan çıkmayı
başaranların, çeyrek finale adımını atmış olduğu
eski Avrupa Şampiyonası formatı, 8 takım ve
çeyrek final öncesi bir tur eklenmiş haliyle 2016’da
taraftarla ilk buluşmasını yapacak.
Bu değişiklikle birlikte, kimilerine göre kazanması
Dünya Kupası’ndan daha zor olan Avrupa
Şampiyonası daha farklı bir hale bürünecek. Henüz
elemelerde dört maçı geride bırakmış olsak da
gruplarına birinci torbadan giriş yapan ekiplerden
Hollanda, son Avrupa şampiyonu İspanya ile
2014 Dünya Kupası’nı evine götüren Almanya’nın
yanı sıra Yunanistan, Rusya, Portekiz ve BosnaHersek, grubunda ilk sırada yer almıyor. Bu durum,
yanıltıcı gözükse de, Euro 2016’da mücadele
edecek takımların artışı, Avrupa sahnesine yeni
aktörler çıkacağını açıkça gösteriyor. Türkiye, bu
oyunda yan rol bile bulmakta zorlanırken, Avrupa
Şampiyonası’nın yabancısı olmasına rağmen
ezberini şimdiden çalışmaya başlayan ekiplere göz
attık.
İzlanda
Her şeye rağmen Euro 2016 Elemeleri’ne umutla
başlayan Türkiye, ilk şoku İzlanda karşısında
yaşadı. Daha önce Avrupa Şampiyonası’na
katılmayan İzlanda, Brezilya’daki Dünya Kupası
vesilesiyle ülkesinin soğuk ikliminden ayrılıp
sıcaklara gitme şansını play-off maçları sonucunda
kaybetmişti. Ancak durum artık Kuzey ekibi için
daha parlak gözüküyor.
Oynadığı hızlı oyunla, 4. torbadan girdiği A
Grubu’na fırtına gibi başlayan ve ikisi gruptan
çıkma adına direkt rakibi Türkiye ve Hollanda’ya
karşı olmak üzere üç galibiyet alan İzlanda,
yalnızca Çek Cumhuriyeti’ne mağlup oldu. Ayrıca
2014 Dünya Kupası Elemeleri boyunca gol atma
sorunu yaşamasa da kalesini kaparken sıkıntı
çeken ekip, artık bu durumu da aşmış gözüküyor.
Elemelerde attığı 4 golle takımına liderlik eden
Gylfi Sigurdsson ve arkadaşları, Euro 2016 yolunda
izlenmeye değer bir oyun ortaya koyuyor.
Polonya
Pele tarafından 2004’te yapılan Yaşayan En İyi 100
Futbolcu Listesi’nde kendine yer bulan Zbigniew
Boniek ve futbol dergilerine isim olan efsane
penaltının yaratıcısı Antonin Panenka gibi önemli
isimlerin yanı sıra iki de Dünya Kupası üçüncülüğü
ile zengin sayılabilecek bir futbol mirasına sahip
sayılabilecek Polonya, Avrupa Şampiyonası’nda
aynı şekilde başarılı değil. Turnuvaya ilk katılımını
2008’de favori olmaktan uzak bir şekilde yapan
ekip, 2012’de ev sahibi unvanıyla katılsa da henüz
bir ‘Euro’ galibiyet alamadı.
Yine de elemelerdeki durum, Polonyalıların
umutlarını yeşertecek cinsten. Lewandowski
ileride, Szczesny ise geride takımını vazgeçilmezi
olurken; diğer bölgelerde Polonya çeşitli oyuncular
kullanıyor. Sistemde ve oyuncu tercihlerinde
yaratılan esneklik ise belki de son dünya
şampiyonu Almanya karşısında 2-0’lık galibiyetin
kilit noktası.
Polonya’nın yer aldığı D Grubu’nda Almanya’nın
Avrupa Şampiyonası bileti almaması büyük sürpriz
olacak, Polonya ise Ada futbolundan İskoçya
ve İrlanda Cumhuriyeti’ne karşı bir adım önde
gözüküyor.
Slovakya
Çekoslovakya’dan ayrılışı sonrasındaki kısa tarihte
ilk büyük organizasyon deneyimini 2010 Dünya
Kupası’nda yaşayan ve ikinci tur gören Slovakya,
ilk Avrupa Şampiyonası tecrübesini 2016
Fransa’da tatmak için elinden geleni yapıyor.
2010’daki bol Süper Lig esintili, biraz da yaşlı,
kadroda değişikliğe giden ekip, İngiltere ve
Çek Cumhuriyeti ile birlikte elemelerde henüz
yenilgi yüzü görmeyen üç takımdan biri. Daha
da önemlisi, gruptaki önemli ekipler İspanya
ve Ukrayna ile oynayacakları maçları atlatmayı
başardılar. En iyi üçüncünün direkt olarak
finallere gideceği, diğerlerinin ise playoff maçı
oynayacağı da göz önüne alınırsa, şimdiden
Fransa biletini ayırtmaya yaklaşan Slovakya,
kolayca gol bulamasa da gol yemeyen yapısıyla
yeni Avrupa’da kendine güzel bir köşe bulabilir.
İzlanda, Slovakya, Polonya en dikkat çekenleri
olsa da, daha önce Avrupa’da futbol sahnesine
pek çıkamamış birçok ekip, yeni formatla birlikte
fırsat kolluyor. Gareth Bale’nin liderliğindeki
Galler, Avusturya, Slovenya, İsrail hatta sürpriz
kovalayan Arnavutluk ve Litvanya. Birçoğu
kolladıkları fırsatı elde edecek, işte o zaman
Platini’nin yeni formatının yeni Avrupa’yı da
getirip getirmediğini göreceğiz.
Mert Sarıbaş
BiR KULÜP
BiR iNSAN
BiR ÖMÜR
Profil
HF153
Menajerlik oyunlarında hepimizin hayalidir bir
takımı alt liglerden alıp Şampiyonlar Ligi’ne
kadar götürmek. Bu yolda kimimiz birkaç
sezonun ardından hayallere elveda dedi,
kimimiz ise bunu başarıp Şampiyonlar Ligi’nin
o meşhur müziği açarak ayağa kalktı. Guy
Roux ise bunu gerçek dünyada başaran isim
“Bizim Monaco gibi bir prensimiz yok, Inter’e yardım eden Pirelli gibi bir dev arkamızda değil, Juventus’un
sahip olduğu Ferrari fabrikasının da desteğini almıyoruz. Ben bunlardan yoksun olarak nasıl mı başarılı
oluyorum. Çünkü işi biliyorum!”
1961 yılından 2005 yılına kadar dünya tarihinde
diyor. 22 yaşına kadar sürdürdüğü pek de parlak
pek çok şey değişti. Duvarlar inşaa edilip yıkıldı,
olmayan futbolculuk kariyeri Auxerre’nin teknik
rejimler değişti, liderler yerini kaybetti ama Guy
direktör arayışına geçtiği 1961 yılı ile birlikte
Roux’un Auxerre’deki teknik direktörlük görevi
bambaşka bir boyut kazanıyor. 15 yaşından beri
değişmedi. Tam 44 yıl boyunca mavi-beyazlı
hayalini kurduğu teknik direktörlük fırsatını
ekipte görev yapan Roux, 890’ı 1. Lig maçı
kaçırmak istemeyen Roux, yönetime Auxerre
olmak üzere yaklaşık 2000 maça çıkarak bu
için gerekirse odun bile kesebileceğini dile
alanda kırılması zor bir rekora imza attı. 18 Ekim
getirdiği bir başvuru mektubu yolluyor. Kulüp
1938 yılında Auxerre’e yaklaşık 10 km uzaklıktaki
başkanı gelen başvurular arasında en az maaşı
Alsace’de dünyaya gözlerini açan Roux, emekli
isteyen ve en genç kişiden gelen teklifi kabul
olduğunda “7 yaşında kendime hayatım
ediyor. Böylece Roux, 1961 yılında aylık 600
boyunca her gün futbol oynamak istiyorum
frank karşılığında teknik direktörlük kariyerine
dedim ve hemen hemen bunu gerçekleştirdim”
start veriyor.
Çiftçilerden gübre oyuncu
eşlerinden önlük
Roux göreve başladığında ilk hedeflerinden
biri yaklaşık 40.000 nüfusa sahip olan Auxerre
halkını takımla bütünleştirmek oluyor. Fransa’nın
kalbi olarak bilinen Doğu Fransa Bölgesi’nde
yer alan Auxerre mütevazı nüfusuna rağmen
ülkenin önemli merkezlerinden biri olarak dikkat
çekiyor. Büyük oranda çiftçilik ve ahşap üretimi
ile geçimini sağlayan Auxerre halkı Fransızların
olmazsa olmazı şarap sektöründe de oldukça
önemli bir konumda bulunuyor. Roux şehrin
imkanlarından faydalanmak için kapı kapı
geziyor, çiftçileri keçilerini takıma bağışlamaları
için ikna etmeye çalışıyor. Auxerre’nin ilk oyun
sahalarından biri de bu çiftçilerin bağışladığı
gübreler ile oluşturuluyor. Bununla yetinmeyen
Roux antrenmanlarda kullanmak için futbolcu
eşlerinden de önlük dikmelerini istiyor. Uzun
süre kulübe ilk gelip en son çıkan kişi oluyor,
antrenmanlarda daha önce bir bölgesel lig
takımında görülmemiş çalışmalar gerçekleştiriyor
ve tüm bu çalışmalarının ilk meyvesini 1970
yılında Bölgesel Lig’ten 3. Lig’e çıkarak alıyor. 4
sezon sonra da 2. Lig’e yükselen Roux’un ekibi
1979 yılında daha sonra 4 defa kazanacağı (1994,
1996, 2003, 2005) Fransa Kupası’nda ilk defa
final oynuyor fakat uzatmalarda 4-1 kaybederek
kupayı rakibi Nantes’a kaptırıyor. Fransız teknik
adamın ayak seslerini iyiden iyiye duyuran
olay ise 1979/80 yani Roux’un Auxerre’deki 18.
sezonunda 2. Lig’te kazanılan şampiyonluk
oluyor.
Roux 22 yaşında.
Futbolculuğunun son resmi.
Ustalık dönemi
Roux, Fransa’nın en üst noktası 1. Lig’teki ilk
döneminde biraz bocalasa da 1983/84 sezonunu
3. bitiriyor ve bu ligdeki kalıcılığını ispatlıyor.
Bu başarıya 2 gol ile katkıda bulunan isim
ise hepimizin yakından tanıdığı Eric Cantona
oluyor. 1981 yılında Auxerre altyapısında futbola
başlayan “The King”, Guy Roux’un futbola
kazandırdığı isimlerin (Alain Goma, Djibril Cisse,
Philippe Mexes, Lourent Blanc, vs) başında
geliyor. Auxerre altyapısından çıkan bir diğer isim
Basile Boli ise “İnsanlar onun heykelini dikmeli”
1980’de kazanılan
şampiyonluğun ardından.
Auxerre artık Ligue 1’de.
diyor Roux için. Cantona ve Boli gibi altyapısından
yetişen pek çok yetenekli oyuncu ile başarılar
yakalayan Auxerre yetiştirici takım kimliğine
uyarak bu isimleri Avrupa’nın önde gelen
takımlarına servis ediyor zamanla.
Artık başarı dönemi geliyor ve Roux’lu Auxerre
1994 yılında Fransa Kupası’nı kaldırıyor. Hemen
1 sezon sonra ise mavi-beyazlı kulüp tarihi
yıllarından birini yaşıyor ve 1995/96 sezonunu
hem Fransa 1. Lig şampiyonluğunu hem de
Fransa Kupası’nı kazanarak kapatıyor. Devam
eden yıllarda Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek
final, UEFA Kupası’nda yarı final, Inter-Toto
şampiyonluğu ve 2 Fransa Kupası şampiyonluğu
daha yaşayan Roux, 2005’te Sedan’ı yenerek
kazandıkları Fransa Kupası’nın ertesi günü
düzenlediği basın toplantısında “İlk yıl korkunç
geçecek ancak yedek kulübesinde ölmediğim
taktirde eninde sonunda emekliliğimin ilk
yılını yaşayacaktım ve ben kulübede ölmek
istemiyorum” sözleri ile 44 yıldır sürdürdüğü
teknik direktörlük kariyerine son veriyor
(2007’deki 4 maçlık Lens macerasını görmezden
gelelim). Bir Fransız yöneticinin sarf ettiği
“Roux’suz Auxerre, Eiffel’siz Paris’e benzer”
cümlesi ise Roux’un Fransa futbolundaki yerini
özetler nitelikte oluyor.
Motor sıcak mı?
Guy Roux hakkında yazı yazıp meşhur
hikayelerinden bahsetmemek tabii ki olmaz.
Oyuncularının saha dışında ne yaptığını komplike
bir muhbir ağıyla takip etmesiyle bilinen Roux,
oyuncusu Boli’nin akşam motoruyla dışarı çıktığı
haberini alması ile harekete geçer ve Boli bir
sonraki akşam dışarı çıkmak için hazırlandığında
motorunu demirlere zincirlenmiş halde bulur.
Verdiği bu cezayı yeterli bulmayan Roux zincir
masraflarını da oyuncusunun cuzi miktardaki
maaşından keser.
Maç esnasında tribüne giden topu geri vermeyen
taraftarı maç sonunda bulup topu alması,
gece yarıları oyuncularını yakalarından çekerek
gece kulüplerinden çıkarması, oyuncularının
Roux’un çalışma odası.
2003 Fransa Kupası
şampiyonluğu.
arabalarının kaputlarını elleyerek motorun
sıcaklığına bakması hatta ve hatta arabaların
kilometrelerini kontrol ederek oyuncularının Paris’e
gidip gitmediğini (Fazladan yapılmış 400km
Paris’e gidip geldiği anlamına geliyordu) kontrol
etmesi Roux’un efsaneleşmesinde katkısı olan
hikayelerden bazıları.
Evet Guy Roux’un mütevazı Auxerre kentini önce
Fransa ardından Dünya futboluna kabul ettirme
hikayesini okudunuz, Türkiye’de ise bu sezon
henüz 9. hafta tamamlanmışken 5 Süper Lig, 7
de PTT 1. Lig takımı şimdiden teknik direktörlük
koltuğunda değişikliğe gittini hatırlatalım.
Cantona ve Roux
Guy Roux’un Auxerre altyapısından çıkardığı
oyuncular arasında ilk sırada gelen Eric Cantona,
hırçın yapısını kariyerinin ilk basamaklarında
göstermeye başlıyor. 1983/84 sezonunun
başında Auxerre rezerv takımının Cournon-Le
Cendre ile oynadığı maçı Roux da takip eder,
maçta rakip takım oyuncularının Cantona’ya sert
müdahalelerine rağmen hakemden ses çıkmaz bir
sonraki faule dayanamayan Cantona cevap verir
ve rakibi maça devam edemez. Bu hareket üzerine
Cantona’ya sinirlenen rakip takım oyuncuları
maç bitiminde soluğu Auxerre soyunma odasının
önünde alırlar. Kapıya çıkan Roux, Cantona’ya zarar
vermeleri halinde geceyi karakolda geçireceklerini
iletirken Cantona orada belirir ve elindeki
çantasıyla önüne gelene saldırmaya başlar.
Roux’un araya girmesi ile sona eren kavganın
bitiminde teknik adam tüm oyuncuları soyunma
odasına sokar ve zarar gören oyuncularla ilgilenir.
1987/88 sezonunda ise Roux ve Cantona’lı
Auxerre sezon öncesi kampında Polonya’ya gider.
Mielec kentinde maça çıkan mavi beyazlı ekipte
röveşatayla harika bir gole atan Cantona’ya maç
bitiminde tribünden atılan bir yumurta isabet
eder. Bunun üzerine deliren Cantona tribünlere
doğru yönelir bu esnada oyuncusunu tutmaya
çalışan Roux “Onu montundan tutmaya çalıştım
ama sürat teknesinin arkasına bağlanmış bir su
kayağındaymışım gibi beni sürükledi” cümlesi
ile anlatıyor bu olayı daha sonraları. Roux’tan
kurtulan Cantona, hocasının “Eric, komünist
Polonya’dayız, 10 yıl yersin, biz de bu ülkeden
bir daha çıkamayız” uyarısını duymuyor bile ve
tribünlere tırmanıyor. Neyse ki Cantona tribünde
aradığı kişiyi bulamıyor ve Auxerre kafilesi
Fransa’ya dönmeyi başarıyor.
Sedat Çıtrak
İngiltere
HF153
GERiLEME Mi YOKSA
DURAKLAMA DÖNEMi Mi?
Hayatım Futbol ekibi olarak Şampiyonlar Ligi’nde mücadele edecek 32 takımı ve
gruplarda neler yapabileceklerini mercek altına almıştık. E grubu hakkında öngörüde
bulunurken Manchester City’nin özlenen ve beklenen Şampiyonlar Ligi başarısına bu sene
yaklaşabileceğini belirtmiştik. Ama ne yazık ki İngiliz ekibi UEFA Şampiyonlar Ligi’ndeki
umutlarına son dört sezonda üçüncü kez erken bir son verme tehlikesiyle karşı karşıya
Şeyh Mansour bin Zayed el-Nahyan’nın
Manchester City’i satın almasının üzerinden
yaklaşık 6 sene geçti. Bu zaman zarfında harcanan
para ise tam 1 milyar pound! Bu ciddi yatırımın
karşılığı Premier League’de alınan iki şampiyonluk
oldu. Buna karşın Manchester City’nin
Şampiyonlar Ligi karnesi ise son derece başarısız.
Bu başarısız tablonun düzeltilmesi amacıyla
göreve getirilen isim ise Manuel Pellegrini’ydi.
Ortak kanı takımın Şampiyonlar Ligi’nde geçen
sezon olmasa da bu sezon başarı elde edebileceği
yönündeydi. Ancak şu an geldiğimiz noktada
Pellegrini’nin başarısız olduğu gerçeği apaçık
ortada.
Pellegrini, Villarreal’de oynattığı 4-4-2 düzenini
geçen sezon Manchester City’e de aşılayıp
ortaya pozitif futbol oynayan muazzam bir
takım çıkartmıştı. Bu işleyen düzene ek olarak
yaz transfer döneminde Mangala, Fernando,
Lampard gibi isimler eklendi. Ancak hem ligde
hem de devler liginde işler iyi gitmiyor. Aslında
geçmişte Roberto Mancini’nin yaşadığı benzer
sorunları Pellegrini de yaşıyor. Tabii bu sorun
oyun anlayışının benzerlik göstermesiyle alakalı
bir durum değil. Her iki teknik adamın şampiyon
oldukları sezon sonrasında takımla birlikte
yaşadıkları mental düşüş dikkat çekici. Mental
düşüşün yanında Manuel Pellegrini yönetimindeki
Manchester City’nin bu sezon sıkıntı çektiği bir
başka konuda takımın savunma anlamında pek
de iyi sinyaller vermemesi. Şilili’nin iyi ve pozitif
futbol oynatma aşkı hep ön planda olduğu için
işin savunma yapma kısmını unutur oldu takım.
Mangala-Kompany ikilisinin form tutmaması
etkenlerden bir tanesi.
Şampiyonlar Ligi gruplarını ele alırken Manchester
City için artık daha tecrübeli ve hata yapmak
istemediğini yazmıştık. David Silva, Sergio
Agüero, Yaya Toure, Kompany, Joe Hart uzun
yıllardır takımda yer alan ve birbirlerini çok iyi
tanıyan isimler. Takım olarak sadece 1 yaş aldılar
ve tecrübe anlamında da eşiği çoktan geçtiler.
Peki sorun neydi ? Acaba kadro göründüğü kadar
iyi değil mi? İrdelenmesi gereken konu da tam
olarak bu. Özellikle Finansal Fair-Play mevzusunu
yanlış yorumladıkları ihtimalini göz ardı edemeyiz.
Daha açıklayıcı bir şekilde anlatmak için, hemen
hemen benzer dönemlerden geçmiş ve şimdilerde
uyguladıkları politikayla göze batan Chelsea
örneğiyle karşılaştırabiliriz.
Bundan 3 sezon önce Premier League’in en çok
para harcayan iki kulübünden biri olan Chelsea’nin
Şeyh Mansour
Manuel Pellegrini
FIFA’nın FFP kurallarıyla birlikte transfer
politikasındaki değişim bir hayli dikkat çekici. Bir
bütün olarak 2014 takvim yılını ele aldığımızda
Chelsea’nin yüksek bonservis bedeliyle elden
çıkardığı oyuncular; Juan Mata (44,73 milyon
euro), Kevin de Bruyne (22,00 milyon euro),
Romelu Lukaku (35,36 milyon euro), David Luiz
(49,50 milyon euro)… Mourinho’nun da dediği
gibi; Chelsea artık futbolcu alan değil satan bir
kulüp olma yolunda hızla ilerliyor. FFP’yi doğru
algılayan bir Chelsea var karşımızda. Avrupa’nın
dev kulüpleri FFP kurallarına sıkı sıkıya bağlı olmak
zorunda. Özetle para harcamak için önce para
kazanmanız gerekiyor. Tabii bunu yaparken kadro
kalitesini aynı oranda arttırmak zorundasınız.
Chelsea bir çok yıldızın ayrılmasına izin verdi ama
takıma dahil olan yeni isimlerin verimi ortada.
Madalyonun öteki tarafına baktığımızda ise
Manchester City’nin FFP’yi algılayış şekli
Chelsea’ye göre şimdilik daha farklı. Rakamlarla
ifade edecek olursak, 2014 yılında Manchester
City’nin transfere harcadığı para 181,5 milyon
euro. Satılan oyuncuların bonservis bedellerinden
kulübün kasasına giren miktar ise 45,26 milyon
euro. Özellikle Mancini döneminde takıma katılan
ve iskeleti oluşturan oyuncular haricinde takıma
katılan yeni isimlerin teknik ekip ve taraftara
güven vermediğini söyleyebiliriz. Bir başka örnek
de, diğer kulüplerle yapılan iş birlikleri. Chelsea’nin
Vitesse ile olan bağlarının uzun zamandır devam
ettiğini biliyoruz. Elinde bulunan genç oyuncuların
tecrübe kazanması ve ileride pazarlanması adına
yapılan bu hamle son derece olumlu. Manchester
City’nin başkan Mansur bin Zayed El Nahyan’nın
da sahibi olduğu Melbourne City ve New York City
kulüpleriyle ilişkisi taze olduğu için ileride neleri
getirebileceği ile ilgili şu an için yorum yapmak zor.
Uzun vadede nasıl sonuç alacakları merak konusu.
Evet Manchester City’nin harcayacak milyonlarca
eurosu var. Dünyanın en iyi futbolcularını
toplayarak bir “Los Galacticos” da kurabilir.
Ancak bu şu an için bu mümkün değil. Koyulan
kurallar bunu büyük ölçüde imkansız kılıyor. Bu
nedenle iki sene öncesine kadar İngiltere’nin
en iyi takımı net olarak Manchester City iken
şimdilerde bir düşüş söz konusu. Manchester
United, Chelsea ve Arsenal uzun vadede bu
düşüşü iyi değerlendirebilecek ekipler. Bu kulüpler
belli bir yapılanma dönemi içerisindeler ve ileriki
yıllarda potansiyellerinin üzerine bile çıkabilirler.
Manchester City’nin bu düşüşünü gerilemeden
çok duraklama dönemi olarak nitelendirmek daha
doğru olacaktır. Bu tezi destekleyecek doneler
mevcut. Altyapı için yaptıkları yatırımları ciddiye
almakta fayda var. Dünyanın en modern altyapı
tesislerinden birisi olacak Etihad Campus gibi
muazzam projeleri hayata geçiriyorlar. Buna
benzer bir çok plan projeleri mevcut. Tüm bu
yatırımların meyvesini önümüzdeki yıllarda büyük
ihtimalle alacaklardır. Fakat 2-3 yıllık bir bocalama
dönemi kendilerini bekliyor. Manchester City’i
finansal açıdan büyüdükçe tecrübe kazanan,
bunun yanında tecrübe kazandıkça gelişmeye açık
bir kulüp olarak değerlendirdik yıllarca. Bundan
sonra asıl merak edilen şey Manchester City’nin
dönem takımı mı yoksa dünya futbolunda adını
uzun yıllar boyunca zikredeceğimiz bir takım mı
olacağı. Bekleyip görelim.
Varol Döken
Maç Bahane HF153
RUN VAROL RUN!
Maç Bahane, bu hafta size Vodafone 36. İstanbul Maratonu eski adıyla Avrasya
Maratonu’ndan sesleniyor. Neden 10 kişilik ekipmişiz gibi yazıyorsam… Ben
sesleniyorum işte, maratonu da tek başıma koştum zaten. Geriye 1.07.01 saniyelik
bir derece ve bu yazı kaldı. Buyrun bakalım, hızıma yetişebilecek misiniz?
Hani benim gençliğim nerede?
Şu hayatta iki şeyi vasatın biraz üstünde
becerebiliyorum. Biri yazmak, diğeri koşmak…
Yazmak meslek oldu öyle ya da böyle ama
koşmak hâlâ bir gençlik sızısı. Zira ortalamanın
üstünde giden bir koşu kariyerini astım hastası
olduğum için lise 3’te bırakmak zorunda kaldım.
Sonuçta Türkiye şampiyonu falan olacak
değildim ama en azından bir ilçe birinciliği alırdım
belki, kim bilir? Her neyse uzun mesafe koşmayı
her zaman sevdim. Yıllar sonra da bu sevdaya
geri döndüm.
Gençlikte bıraktığınız bir spora 35 yaşında
dönmek zor tabi. Alkolü azaltarak, diyet yaparak
önce yürüyebilecek bir kiloya dönmem gerekti.
4 ayda 16 kilo verince insan bir gaza geliyor. Bu
gazla önce 2-3 km hızlı tempo yürüyüş sonra
3-4 km hafif tempo koşu derken, yavaş yavaş
ayaklarımın açılmaya başladığını hissettim.
Çalıştığım ajansta tatlı bir rekabetle başlayan bu
koşu merakı, Nike İstanbul yarışında pik yaptı
ve kışla beraber tekrar yavaşladı. Yine de tüm
bu deneyim ve antrenmanlardan sonra İstanbul
Maratonu’nda 42-15-10 km profesyonel koşu
parkurlarından 10 km’yi bitiririm herhalde diye
düşündüm ve kaydımı yaptırdım.
Engelleri koşarak aşmamız lazım artık bu ülkede.
Maraton fuarı
Yarışa online kayıt olmak güzel. Ama göğüs
numarası ve çip için Ataköy Sinan Erdem Spor
Salonu’ndaki Maraton Fuarı’na gitmek zorunda
kalmak biraz sıkıcı. Fuara gidince ise bu kadar
büyük bir kalabalık ve sponsorlar ordusunu ancak
böyle bir yerde kontrol altında tutabilirsiniz
diyerek organizasyon komitesine hak veriyorum.
Ataköy zaten çocukluğumun geçtiği yer, kolayca
buluyorum salonu. Göğüs numaramı, ayakkabıya
takılacak çipi ve içinde tişört, matara gibi şirin
hediyelerin bulunduğu sponsor çantamı (bana
özel değil herkese veriyorlar) alıp Kadıköy’e geri
dönüyorum.
Koşu günü ne yemeniz gerektiğini söyleyemem
ama ertesi gün 10 km koşacaksanız içmemeniz
gerektiği kesin. Alkolü azalttığımdan beri zaten
hafta sonları 1 gün içiyorum, o günü de Cuma
akşamı harcadığım için içim rahat. Yemeğimi
yiyip, televizyonumu izleyip 12 gibi yatıyorum.
Koşu günü
Sabah 7’de uyanıyorum. Koşu öncesi hafif bir
kahvaltı, özellikle karbonhidrat alımı öneriliyor.
Ben sütle müsli yiyorum, bana yetiyor. Duşumu
aldıktan sonra, sırt çantama yedek bir tişört
koyuyorum. Çantaları bırakabileceğiniz bir
otobüs var ama özel eşyaları kabul etmiyorlar.
O yüzden ben cüzdan anahtarı falan da
çantaya tıkıştırıp yola çıkıyorum. Hedefim
Söğütlüçeşme’den metrobüse binmek ama
Söğütlüçeşme durağında çalışma olduğunu
ne yazık ki diğer birçok kişiyle birlikte durağa
varınca öğreniyorum. Metrobüs çalışıyor ama
2. köprüden gidiyor. Benim gibi hataya düşen
birkaç kişiyle birlikte bir taksi tutuyoruz. O
da kapalı yol yüzünden çevreyolu Çamlıca
dönüşünde bizi bırakmak zorunda kalıyor. Saat
8.30, koşu 9’da başlayacak, mecburen yürümeye
başlıyoruz. Arkadan yetişen bir otobüs olmasa
koşuyu kaçıracağız.
İstanbul aşkımıza karşılık vermeyen bir şehir artık.
Bu küçük aksiliklerin sonunda, köprüye 1 km
kala başlangıç çizgilerinin oradayım. Başlangıç
çizgileri, yukarıda da yazdığım gibi, 42, 15, 10 km
için ayrı ayrı. Bir de 8 km halk yürüyüşü var tabi,
onların çıkışı biraz daha geç. Ben 10 km çizgisini
bulup arkalarda bir yere geçiyorum. Profesyonel
koşuya 25 binin üstünde katılım var o yüzden
start verildikten ancak 10 dakika sonra çizgiyi
geçebiliyorum.
Maratoncular ilk hedefiniz Boğaziçi köprüsü!
Yaşam bir maratonsa
10 km koşuya katılıp da yürüyen çok. Başlangıçla
birlikte çok hafif bir tempo tutturarak kendime
alan açıyorum. Köprünün sonuna kadar fena
da gelmiyorum. Ama köprüden Beşiktaş
çıkışına kadar olan kısım biraz yokuş. Bir
süredir antrenman yapmadığım için bacaklarım
kesiliyor, yürüyüş temposuna kadar düşüyorum.
Köprüde geçtiklerim yanımdan geçip gidiyor.
Barbaros yokuşunun başında yürüyerek giden
Özgür Buzbaş, Roksan Kunter ve Mehmet
Demirkol’u görünce (öndeki turist kızlar da
olabilir orasını karıştırmayın, bu arada yarışa
yoğun bir yabancı katılımı var) tekrar bir gaza
geliyor ve tempomu artıyorum. Barbaros’tan
aşağı inerken artık yarışı bırakanlar ve devam
edenler belli oluyor. Ben devam edenlerdenim.
Beşiktaş, Dolmabahçe, Kabataş, Fındıklı’yı
geçiyor, Fındıklı’da ajansım Karbonat’a selam
çakıyor, Karaköy’e doğru ilerliyorum. Yolda
sponsorların bando, tezahürat, pankart gibi
çeşitli hoş sürprizleri var. Galata Köprüsü
üstünde son 1 km tabelasını gördüğümde
daha yeni ısınmış gibiyim. Tempoyu artırıp
geçebildiğim kadar yarışmacıyı geçiyorum.
Son 100 metrede yaşımdan utanmadan bir
de depara kalkıyorum. Hızımı alamayıp finişte
çarparak düşürdüğüm o arkadaştan buradan bir
kez daha özür dilerim.
Hoşlandığın kız son anda metrobüse binecekmiş
gibi koş.
Eve dönüş
10 km yarışı, Eminönü Ticaret Üniversitesi’nin
yani Kadıköy vapurlarının önünde bitiyor.
Hemen finişin arkasında yine bir sponsor torbası
karşılıyor bizi. İçinde madalyamız, bir tişört,
çikolata, muz, meyve suyu var. Gerekli takviyeyi
yapıp üstümü değiştirdikten sonra vapura
biniyorum. Normalde açma germe hareketleri
yapmam gerekir ama o kısmı heyecandan
atlıyorum.
Maraton, en çok insanın kendisiyle yarışması
aslında. 1 saatlik süre benim için bile kötü bir
süre ama 10 km’yi bitirmenin mutluluğu yanında
sürenin bir önemi yok. Koşmak insana iyi geliyor.
Koşmak, en azından o 1 saat boyunca her şeyi
arkanızda bırakmanızı sağlıyor. Eve mutlu bir
adam olarak dönüyorum.
bir maraton koşarsanız siz de benim gibi eve
Şirinler’i görerek dönebilirsiniz.
Koşmasaydım yazamazdım
Haftaya başka bir Maç Bahane’de görüşmek
üzere, esen kalın…
Pazartesi işe giderken elimde Haruki
Murakami’nin ‘‘Koşmasaydım Yazamazdım’’
isimli kitabı var. Nike Running’de açtığı şirket
challenge’ı ile beni tekrar koşmaya sevk eden
sevgili arkadaşım İpek Kanra’nın başka bir
güzel hediyesi. Koşmak ile yazmak arasındaki
bağlantıya hep inanmışımdır. Bu kitap, bu
duygumu perçinliyor.
Birazcık ilgisi olan, nereden nasıl başlasam diye
düşünen herkesi dışarı çıkmaya davet ediyorum.
Mobilde bir sürü program var, indirin ve yürüyerek
başlayın. Ben Nike Running kullanıyorum.
Her seferinde kendinize meydan okumak,
her seferinde bir önceki derecenizi biraz daha
geçmek size iyi gelecek. Hele ki bunun sonunda
Yaşam bir maratonsa yazarımız onun
10 km’sini daha koştu.
Hayatım Futbol’un artık kıtalararası bir atlet yazarı var.
Ozan Ateş
Oyun
HF153
Bağımlılık yaratan oyunun son sürümü yayında. Football Manager
2015 oldukça iddialı ve yeniliklerle karşımızda
Futbolda 2014/15 sezonu şekillenmeye
başlarken, Sports Interactive’in bu sezon için
çıkardığı Football Manager 2015 oyunu raflardaki
ve online mağazalardaki yerini aldı.
Kullanıcılarına çok sayıda farklı ülkede takım
yöneterek başarılar yakalayabilecekleri sanal bir
futbol dünyası sunan Football Manager, her sene
olduğu gibi bu sene de yenilikleriyle farklı bir
havaya bürünmüş bir şekilde karşımıza çıkıyor.
Yeni arayüz
Menajerlik oyunlarında arayüz hem kullanıcının
aradığını kolayca bulabilmesi açısından önemlidir,
hem de görsel olarak etkileyici olmalıdır. Farklı
temalar oyunu daha çekici kılabilir. Bunların
bilincinde olan Sports Interactive her sene
arayüzü yeniliyor, kullanışlı ve yeni olmasına çaba
gösteriyor.
Yıllar sonra sol kenar çubuğu FM15 oyunuyla
birlikte geri döndü. Arayüzdeki önemli başlıkları
tutan bu çubuk, oyundaki farklı ekranlara
ulaşımı kolaylaştırıyor. Herhangi bir ekrandayken
yukarıda bulunan başlık, üstüne tıkladığınızda
arama çubuğuna dönüşüyor. Yazdığınız harfler,
altında arama sonuçlarını anında beraberinde
getiriyor.
Önceki oyunlarda gözlemcilik (scouting) ve
oyuncu arama(player search) ekranları, kulüp
çalışanları (staff) ve personel arama (staff
search) ekranları gibi bazı ilişkili ekranlar farklı
ana başlıklar altında bulunuyordu. Bu ekranlar
arasındaki geçiş zorluğu oyunun akıcılığını
bozuyordu. FM15’te bu ilişkili ekranların
aynı bölümlerde toplanması, üzerinde çok
zaman geçirdiğimiz bu oyun bölümlerinde
kullanılabilirliği artırıyor.
Yeni menajer profili
Daha önce sadece kişisel bilgilerle oluşturduğumuz
menajer profili, artık diğer menajerler gibi antrenör
özellikleri ve zihinsel özellikleri de içeriyor. FM15
ile birlikte artık antrenörler gibi antrenmanlara
katılabiliyoruz, bir veya birden fazla antrenman
çeşidini üstlenebiliyoruz. Profilimizdeki özellikler
hem verdiğimiz antrenmanın kalitesini, hem de
oyuncularla olan etkileşimimizi etkiliyor.
Profili oluştururken Antrenman Uzmanı (Tracksuit
Manager) ve Taktisyen (Tactical Manager)
arasındaki tarz ağırlığını belirleyip puanları
dağıtarak kendi özelliklerimizi oluşturuyoruz.
Antrenörlük diploması ve futbolculuk tecrübesi
seçimi, özelliklerimiz için ne kadar puan
kullanabileceğimizi belirliyor. Oyunun ilerleyen
zamanlarında, yönetimin izin vermesi halinde
antrenörlük kursuna katılarak bir üst seviyedeki
diplomayı alabiliyoruz. Fakat kurs sırasında
antrenmandaki verimliliğimiz azalıyor. Bu nedenle
yönetim bu fikre pek sıcak bakmayabilir.
Gözlemcilik (Scouting) ekranı
Yazının Yeni Arayüz başlığı altında belirttiğimiz
gibi gözlemcilik ve transfer ile ilgili ekranlar bu
bölümde toplanmış. Kulübümüzün sahip olduğu
bölgesel bilgi seviyeleri (knowledge), gözlemcilerin
görevde olup olmadığı, oyuncu arama bölümü,
transfer ve maaş bütçelerimiz aynı ekranda yer
alıyor. Bu sayede tüm olan biteni hızlıca kontrol
edebiliyoruz.
Oyuncu arama bölümünde yeni kriterler var.
Örneğin mutsuz olan, bu sayede kulübünden daha
kolay kopabilecek oyuncuları arayabiliyoruz.
Gözlemcilerle olan etkileşimlerimiz artık çok
daha fazla. Gözlem isteği ve raporlama için farklı
imkanlarımız mevcut. Boştaki gözlemciler takip
etmenin yararlı olacağı turnuvaları gözlemlemek
için bize öneride bulunabiliyor. Gözlemcileri belli bir
ülke yerine belli bir bölgeye gönderip, geniş sınırları
araştırması yönünde onlara direktif verebiliyoruz.
Gözlemcilerden kadromuzdan ayrılması beklenen
belirli bir oyuncunun yerini doldurması için oyuncu
arayışına girmesini isteyebiliyoruz. Veya yaşı
ilerlemiş yıldız futbolcumuza yedek olup ondan
öğrenmesi için bir genç oyuncu transfer etme
amacınızı gözlemcilere iletebilirsiniz.
Bir oyuncu için rapor isterken 3 aya kadar gözlem
altında kalmasını isteyebiliyoruz. Bu süre içerisinde
oyuncunun yaptığı maçların raporları ve detaylı
bilgiler, haftalık raporlar şeklinde bize sunuluyor.
Oyuncu raporlarında gözlemci (veya antrenör)
yorumları artık Artılar (Pros) ve Eksiler (Cons)
başlıkları altında karşımıza çıkıyor. Oyuncunun
futbol tarzı, kişiliği, özellikleriyle takımınıza ne
kadar uyum sağlayacağı, büyük maçlara ne kadar
ilgi gösterdiği, transfere olan isteği gibi bilgiler
burada yer alıyor.
Taktikler(Tactics) Ekranı
Taktik ekranı rollerin ve futbolcuların o rolde
oynama becerilerinin daha kolay göründüğü bir
yapıya bürünmüş. Oyuncumuzun seçilen role ne
kadar uygun olduğu, renkli yıldız ve çember ile
bize gösteriliyor. Ayrıca rol seçimine bağlı olarak,
yandaki diziliş bölümünde futbolcuların yerlerinde
ileri veya geri kaymalar oluyor.
Futbolculara atayabileceğimiz 4 yeni rol eklendi.
Serbest oyun kurucu (roaming playmaker),
orta sahada hem geriden oyun kurma hem de
rakip sahada oyunu yönlendirme görevlerini
bünyesinde topluyor. Fırsatçı kanat oyuncusu
(raumdeuter), Thomas Müller ile özdeşleşen ve
Barcelona futbolcusu Pedro için de tanımlayıcı
olarak kullanılabileceğimiz bir rol. Boşlukları iyi
takip değerlendirebilen golcü kanat oyuncuları
için bu rol ideal. Çok yönlü bek (inverted wing
back), çoğunlukla Güney Amerikalı futbolcularda
rastlanan içeri kat eden bek tipi. Marcelo gibi
ortaya yaklaşarak hücum etmeyi seven veya Lahm
gibi içeriye yaklaşarak pas organizasyonlarına
katılan bekler için kullanışlı bir rol. Kanattaki oyun
kurucu (wide playmaker), çizgiye yakın oynatmak
istediğiniz oyun kurucular için kullanılabilir.
Oyuncu ve takım görüşmeleri
FM yapımcıları, futbolcuların performansının
çok sayıda konudan etkilendiğini ve bir teknik
direktörün takımın başarısı için bu konulara
önem vermesi gerektiğini oyuna olabildiğince
gerçekçi aktarmaya çalışıyor. Futbolun sadece
taktiklerden ve yeteneklerden ibaret olmadığını,
başarının mutlu ve uyumlu bir takım ile geldiğini
Football Manager oynarken de anlıyoruz. FM15’te
oyuncular daha çok konuda sizinle konuşma
ihtiyacı duyuyor. Kulübün finansal veya sportif
durumu, geleceği, oyuncunun mutsuz olduğu
kişisel bir durum, etrafta duyulan söylentiler,
transfer teklifi ihtimali gibi birçok konuda görüşme
talep ediyorlar. Gitmek isteyen bir futbolcuyu ikna
etmeye çalışırken; kadroyu geliştirme sözü, başarı
sözü, maaşına zam yapma teklifi, transfer olacağı
takımda yedek kalacağını söyleyerek burada
gördüğü değeri anlatmak gibi farklı yollardan birini
seçebiliyorsunuz. Karşılıklı olarak yolları ayırmayı
kabul ettiğiniz futbolculardan ise bu konuda
medya ile konuşmasını, kendine kulüp bulmasını
isteyebiliyorsunuz. Futbolcular kulübün içinde
olan bitenden çok daha fazla etkileniyor. Finansal
sorunlar veya bir oyuncuya olan tavrınız çok sayıda
futbolcuyu endişelendirebiliyor ve hepsiyle bu
konuya özel bir toplu konuşma yapabiliyorsunuz.
Zor günlerde yönettiğiniz ekibi bir bütün halinde
mutlu edebilmek, başarısızlığa son vermek veya
başarının devamlılığını sağlamak için çok önemli.
Basın toplantıları ve röportajlar
Football Manager’da medya ve kamuoyu ile
olan ilişkilerimiz, kayıtlı oyunda ilerleyen sanal
dünyanın içine girip o havayı hissedebilmemiz
için oyunun önemli bir parçası. Her yeni oyunda
medyanın yönelttiği soruların çeşitliliği artırılıyor
ve bu konuda birkaç yenilik yapılıyor.
Bu seneki yeniliklerden biri maç öncesinde,
sonrasında ve antrenmanlarda yapılan röportajlar.
Gerçek hayatta televizyonda izlediğimiz maçlarda
yayıncı kuruluşun stadyumda, teknik direktöre
maç hakkında kısa sorular sormasına alışığız.
FM15’te benzer şekilde, televizyon yayını için
seçilmiş maçların bazılarında sizi durduruyorlar
ve maçın önemli detayları hakkında görüşlerinizi
alıyorlar. Oyuncuların gelişimleri ve kadrodaki
yerleri gibi konulardaki röportaj istekleri ise
antrenmanlarda karşımıza çıkiyor.
Kulüp efsanelerinin takımın gidişatina dair
yaptığı yorumlara artık karşılık verebiliyoruz.
Efsanenin hâlâ kulübü önemsediğini överek veya
haklı olduğunu söyleyerek pozitif bir yaklaşım
sergileyebilirsiniz. Agresif bir tutum göstererek
işine bakmasını söylemek, taraftarların hoşuna
gitmeyebilir.
3D maç motoru
Birçok Football Manager oyuncusu, geçmişten
gelen alışkanlıkla oyundaki maçları 2 boyutlu
izliyor. Oyunun asıl unsurlarının yanında 3 boyutlu
maç motoru, çıktığı günden beri arkaplanda
kalıyor. Fakat yapımcılar maç motorunu
geliştirmekte kararlı. FIFA serisinin son yıllardaki
başarısında önemli pay sahibi olan hareket
kayıt teknolojisi, FM15 ile birlikte Football
Manager’da da kullanılmaya başlandı. Total
War adlı strateji oyunu serisinin yapımcıları The
Creative Assembly’nin stüdyoları, bu amaç için
kullanıldı. 2000’den fazla yeni animasyon oyuna
eklendi. Bu teknolojinin Football Manager’a olan
etkisi şimdilik temel düzeyde kalsa da, 3D maç
moturunun geleceği için büyük umut vaat ediyor.
Oyuncu modellemeleri ve top fiziği yenilendi. Işığın
ve havanın görüntüye etkisi, gölgelemeler, kaleci
animasyonları, top kontrol ve koşu animasyonları
elden geçirildi. Farklı stadyum dizaynları yapıldı ve
stadyumların içine çok sayıda detay eklendi. Dev
ekranlar, ambulanslar, kulüplere özel pankartlar
ve bunun gibi birçok yenilik ile maçları 3 boyutlu
izlemek artık daha çekici. Grafik detaylarının ne
kadarını görebileceğinizin bilgisayarın özelliklerine
bağlı olduğunu da söylemek gerek.
Diğer yenilikler
-İş görüşmeleri detaylandırıldı. Eski takımınızdan
neden ayrıldığınız, geçmişte yaşadığınız bir olayın
veya başarısızlığın tekrarlanma ihtimali, varsa
tecrübesizliğinizin işinizi etkileyip etkilemeyeceği,
yapmak istediğiniz kariyer adımını kaldırıp
kaldıramayacağınız, kulübün finansal durumunu
ne kadar kullanmayı planladığınız ve yönetim
stiliniz hakkında sorular soruluyor.
-
Maç sırasında kulübeden takımınıza veya
belli oyunculara taktik verebiliyorsunuz. Bu
komutlar oyuncuların ruh halini veya oyun stillerini
değiştirebiliyor.
-
Futbolcuların edinebildiği favori
hareketlere birkaç ekleme yapıldı. Örneğin
kaleciler uzun atışlarla kontra atak başlatmayı,
forvetler çoğunlukla ceza sahasında kalmayı
benimseyebiliyor.
-
Ana sayfadan ulaşabildiğimiz Verilen Sözler
(Promises) ekranında oyuncularımıza verdiğimiz
sözler listeleniyor. Artık verdiğimiz sözleri
unutmak için bir bahanemiz yok!
-
Oynanan oyunları internetten yayınlamak
için kullanılan ve çok yaygınlaşan canlı yayın
platformu twitch.tv, Football Manager ile
anlaşma sağladı. FM15’te Twitch hesabınızla
giriş yaptıktan sonra ayarlarda bulunan tek tuşla
yayını başlatabilir; heyecanlı maceralarınızı,
önemli maçlarınızı oynarken sizi destekleyecek
veya yorumlarda bulunabilecek bir izleyici kitlesi
oluşturabilirsiniz.
-
FM15’in bir diğer anlaşması Movember
organizasyonu ile. Movember, her yılın Kasım
ayında erkeklerin sağlık sorunlarına dikkat
çekmek için bıyık bıraktığı bir organizasyon. Bu
organizasyona destek amacıyla Sports Interactive,
FM15’e çok sayıda bıyık varyasyonu ekledi.
Oyunda Kasım ayına geldiğinizde, oyunun ürettiği
futbolcuların bazılarının profiline girdiğinizde bıyık
bıraktıklarını fark edeceksiniz.

Benzer belgeler

Beşiktaş - Galatasaray Roma - Lazio Man City

Beşiktaş - Galatasaray Roma - Lazio Man City Bu sayıda ayrıca; Şampiyonlar Ligi’nde yine beklediğini bulamayan ve elenmenin eşiğinde olan Manchester City’i, futbolun en sıradışı hikayelerinden birine imza atan Guy Roux’u, Euro 2016 elemelerin...

Detaylı

SAYI 316 - Gazete Beşiktaş

SAYI 316 - Gazete Beşiktaş olan bitene razı, şikayet etmeyeceğiz!.. Karar sizin!..” Peki mutluluk? Zor gözüküyor!.. Ne de olsa; Türkiye'de yaşıyoruz!!! ...Ve gündemi belirleyen bizler değiliz çoğu zaman. “TAKIM İYİ YOLDA” Ka...

Detaylı