Sayı No : 71 PDF İndir

Transkript

Sayı No : 71 PDF İndir
ULAŞTIRMA
&
ULAŞIM
Dosya: 1
İstanbul Teknik Üniversitesi Vakfı
Yayını
OCAK - MART 2016
SAYI 71
Y. Müh. (İnş.) Atila Alpöge
Prof. Dr. Yücel Candemir
Prof. Dr. Güngör Evren
Prof. Dr. Werner Rothengatter
Doç. Dr. Hatice Ayataç
Doç. Dr. İsmail Şahin
Prof. Dr. Nadir Yayla
Prof. Dr. Haluk Gerçek
Dr. Y. Müh. (İnş.) İsmail Hakkı Acar
Öğr. Gör. M. Çaputcu, Prof. Dr. B. Şengöz
Yrd. Doç. Dr. Selim Dündar
Prof. Dr. Ergun Gedizlioğlu
Prof. Dr. F. Ülengin, Yrd. Doç. Dr. Ö. Özaydın
Doç. Dr. Dilay Çelebi
Doç. Dr. Temel Kotil
Beyhan Yaraman, Cevat Alim
Göktuğ İslamoğlu
Söyleşi-Portre: Y. Müh. (Mimar) Hakkı Atun
Prof. Dr. Mithat İdemen
Metin Tükenmez
OCAK-MART 2016
| SAYI 71
İmtiyaz Sahibi:
İTÜ Vakfı adına Prof. Dr. Mehmet Karaca
Yayın Kurulu:
Prof. Dr. Yıldız Sey
Y. Müh. Naci Endem
Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol
Prof. Dr. Mete Tapan
Kenan Çolpan
Hatice Yazıcı Şahinli
Kenan Mete
Yazı İşleri Müdürü:
Hatice Yazıcı Şahinli
Yayın Koordinatörü:
Kenan Mete
Reklam ve Halkla İlişkiler:
Fahri Sarrafoğlu
Grafik Uygulama:
Murat Beşiktaş
Gizem Çinik
Katkıda Bulunanlar:
Simge Yıldırım Yurga, Osman Keskin,
Pelin Akbaş, Arzu Eryılmaz,
Gülşah Seyhan
Fotoğraf: Altan Bal, Engin Yıldırım
Yönetim Yeri:
İTÜ Vakfı Merkezi
İTÜ Maçka Yerleşkesi 80394
Teşvikiye / İSTANBUL
Tel: 0212 291 34 75 – 230 73 71
Faks: 0212 231 46 33
Baskı:
Azra Matbaacılık
Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi E Blok
1. Bodrum No.11 Topkapı Zeytinburnu /
İSTANBUL
Tel: 0212 674 10 51 – 612 79 27
Yayın Türü:
Yaygın, Süreli
E-posta: [email protected]
www.ituvakif.org.tr
Bu dergide yayımlanan imzalı yazılar
yazarlarının görüşünü yansıtmaktadır.
Dergiyi ve Yayın Kurulu'nu bağlayıcı
nitelik taşımaz.
İTÜ Vakıf Dergisi’nde yayımlanan yazı ve
fotoğraflardan kaynak belirtilmek koşulu
ile alıntı yapılabilir.
...........................................................................................................................................................................................................................................
VAKFI DERGİSİ
14
18
23
Ulaşımda Bugüne Yarından Başlayan Bir Yoldan Varmak
Y. Müh. (İnş.) Atila Alpöge
Küreselleşme Süreci İçinde Dünya Ekonomisinin Dönüşümü: Sonuçları
ve Olası Sonuçları
Prof. Dr. Yücel Candemir
Ulaştırmamızın Sorunlarının Çözümü İçin Köklü Bir Anlayış Değişikliği
Gerekli
Prof. Dr. Güngör Evren
27
31
Almanya’da ve Avrupa Birliği’nde Ulaştırma Araştırması
37
40
44
48
Uygarlığa Giden Yol Planlamadan Geçer
52
Prof. Dr. Werner Rothengatter
Kentsel Ulaşım Planlaması ve İstanbul
Doç. Dr. Hatice Ayataç
Doç. Dr. İsmail Şahin
Ulaşım Altyapıları Üzerine Bazı Değerlendirmeler
Prof. Dr. Nadir Yayla
Sürdürülebilirlik Bağlamında Kentsel Ulaşım ve İstanbul
Prof. Dr. Haluk Gerçek
İstanbul İçin Uygulanan Trafik Politikaları Ne Kadar Geçerli?
Dr. Y. Müh. İnş. İsmail Hakkı Acar
Yayalar ve İhmal Edilen Yaya Yolları
Öğr. Gör. Mehmet Çaputcu, Prof. Dr. Serhan Tanyel, Prof. Dr. Burak Şengöz
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Özuysal, Y. Müh. Sezin Kaplan, Y. Müh. Aykut Karabayır
58
62
Ülkemizin Kanayan Yarası Trafik ve Trafik Sorunlarında İnsan Etmeni
67
70
73
Türkiye’de Lojistik Sektöründeki Gelişmeler
78
84
88
94
98
106
125
129
Yrd. Doç. Dr. Selim Dündar
Trafik Yönetiminde Başarılarımız!
Prof. Dr. Ergun Gedizlioğlu
Prof. Dr. Füsun Ülengin, Yrd. Doç. Dr. Özay Özaydın
Türkiye'de Lojistik Eğitiminde Yeni Bir Döneme Doğru
Doç. Dr. Dilay Çelebi
Türk Hava Yolları’nın Ulaştırma Sektöründeki Yeri
Doç. Dr. Temel Kotil
Bir Mühendislik Yapısı: Yavuz Sultan Selim Köprüsü
Beyhan Yaraman, Cevat Alim
Hyperloop ve Da Vinci
Göktuğ İslamoğlu
Söyleşi-Portre: Hakkı Atun
“Ülkemizde Mühendislik Eğitimi”nin Durumu
Prof. Dr. Mithat İdemen
Teknokent Dosyası
Haberler
Yayınlar
Spor
Yazıları ve Rölöveleriyle
Sedat Çetintaş
Yazar: Prof. Dr. Ayla Ödekan
ISBN: 975-561-252-1
Basım Yılı: 2004
Boyutlar: 27 x 39 cm
Cilbent kutu içinde 79 sayfa metin + 108 sayfa rölöve föyleri.
2005
“Yunus al
sy
Nadi So r
Bilimle ı”
as
Araştırm
Ödülü
İTÜ Vakfı Yayınları
Genel Dağıtım: İTÜ Vakfı Yayınları
İtuyayinlari.com.tr
Online Sipariş: www.1773itu.com
Satış:0212 230 73 71 – 246 64 05
[email protected]
Sedat Çetintaş, mimarlık tarihimizde sanatsal ve mimari değeri
güçlü rölöve ve restitüsyonların yaratıcısı, 19. yüzyıl kültürü
ile beslenmiş 20. yüzyılın ilk yarısında yaşayan bir Cumhuriyet
aydını. O, Selçuklu dönemi ile Erken ve Klasik Dönem
Osmanlı mimarlığı tutkunu bir ‘Ülkügüder’. Sedat Çetintaş,
anıtsal yapıtları çizimleriyle günümüze taşımakla kalmamış,
yazılarıyla da mimar olarak toplumsal duyarlılığı sürekli diri
tutmuş bir aydın. Ülküsü bir ‘Corpus’ oluşturmak. Amacı
doğrultusunda yaklaşık 200 adet rölöve ve restitüsyon üretmiş.
Bu ürünlerden 108’i İTÜ Mimarlık Fakültesi Arşivi’nde
bulunmaktadır. Bu kitap da, Sedat Çetintaş’ın bu arşivde
yer alan yapıtlarını toplu olarak okuyucuya ulaştırmayı ve
araştırmaya açmayı hedefliyor. Buna ek olarak, çizimleriyle
tanıdığımız Sedat Çetintaş’ı yazılarından da okuyarak
‘ülkügider’liğinin insancıl boyutlarına da erişme olanağı
veriyor. Bu nedenle, kitapta yazar sık sık Çetintaş’ın kendi
anlatımlarına yer veriyor. Böylece kendi sözcük ve anlatım
dilini okuyucuyla paylaşarak Çetintaş’ın özellikle eski yapıları
koruma konusundaki savaşçı kişiliğini açığa çıkarıyor. ‘Sedat
Çetintaş’ın inanılmaz rölöveleri karşısısnda insan şaşırıyor.
Şaşırmamız rölövelerin insan emeğinin ürünleri oluşundan.
Hele bilgisayara dayalı bir tasarım kuşağı içinde olduğumuz
günümüzde, bu çizimler doğal olarak inanılmaz geliyor’ diyor,
Prof. Dr. Ayla Ödekan.
Büyük düşünmenin zamanı geldi!
Sizi, Versant ailesinin eşsiz performans sunan yeni üyesi Xerox® Versant 80 ile tanıştıralım. Otomatize iş akışları ile
zaman kazanın, kolaylaştırılmış baskı kalitesi ayarları (SIQA) ile daha iyi ve hızlı sonuçlar alın. Ultra HD çözünürlüğün
getirdiği 4 kat daha fazla detay ile baskıda fark yaratın. Xerox® Versant 80 ile işinizi büyütün.
•
•
•
•
80 ppm
52 - 350 gsm
1200x1200x10 bit RIP Çözünürlüğü
SIQA (Kolaylaştırılmış Baskı Kalitesi Ayarları)
0212 354 70 00
xerox.com.tr
©2015 Xerox Corporation. Bütün hakları saklıdır. Xerox,® küre sembolü ve Ready For Real Business®
Xerox Corporation’ın tescilli markalarıdır.
Bu ürünleri satın alarak, İTÜ öğrencilerine BURS sağladığınız için teşekkür ederiz.
Merkez : Ayazağa Kampüsü İTÜ Merkezi Derslik Binası giriş katı Maslak 212 276 58 92
Şube : Taşkışla cad. İTÜ Mimarlık Fakültesi No: 2 Taksim 212 244 22 02
İTÜ Vakfı kuruluşu olan
3M ARGE A.Ş. tarafından işletilmektedir.
İçerik: İTÜ Vakfı Dergisi
her
sayıda
özel bir
"Dosya
5 kıtada
60 ülkeye
yayılan
ihracatı
ve ABD’deki
üretimiyle
Konusu"nun
yanısıra,
özgün
globalleşen bir yıldız
bilimsel makale, araştırma
yazıları ve derlemelere;
İTÜ’deki tüm disiplinler ve
disiplinlerarası konularda
güncel bilimsel makalelere;
bilimsel ve teknolojik
gelişmeler ve yeniliklerle
ilgili haberlere;
İTÜ
öğretim
Bakır İhracatında
Lideriz.
elemanlarının akademik başarı,
yenilikçi proje ve buluş, yayın
haberlerine ilişkin metin ve
görsel malzeme katkılarına
açıktır.
Yazı Boyutu: İTÜ
Vakfı Dergisi’ne gönderilecek
Şirketler Topluluğumuz
makaleler
4 sayfa; 1850 sözcük
(15 bin karakter) sınırını
aşmamalıdır. Dipnotlar ve
kaynaklar bu sınırlamaya
dahildir.
Metin Yazım Özellikleri: Dergiye gönderilecek
metin, Microsoft Word programıyla yazılmalı, yazıda 12
punto boyutu kullanılmalı, yazı karakteri olarak Times
New Roman veya Arial tercih edilmelidir.
Görsel Malzeme: Gönderilen yazıda kullanılacak
fotoğraf, şekil, tablo vb. görsel malzemenin sayısı
makaleler için 5’i, haberler için 1’i aşmamalıdır. Görsel
malzeme, kesinlikle metin içine yerleştirilmemeli,
ayrıca iletilmelidir. Renkli, siyah-beyaz fotoğraf görsel
gönderilebilir. Görsel malzemenin dijital imaj dosyası
olarak JPG, TIFF, PSD formatlarında sunulmalı ve
Sarkuysan, 2014 yılında da İstanbul Maden ve Metaller
İhracatçı Birlikleri tarafından verilen “İhracatın Yıldızları
Ödülleri”nde “Bakır Teller ve Örme Halatlar İhracatı”
kategorisinde 1. sırada yer aldı.
İstanbul Teknik Üniversitesi Vakfı
Yayını
NİSAN - HAZİRAN 2015
www.sarkuysan.com
SAYI 68
çözünürlükleri 300 DPI’dan
düşük olmamalıdır.
Yazar İsmi: Gönderilen
makale, haber vb. metinlerde
yazar ismi, unvanı ve çalıştığı
kurum/görevi belirtilmelidir.
Metin Başlığı:
Makalelerde başlık
bulunmalıdır.
Dipnot: Dipnotlar sayfa
altında değil, metnin sonunda
yer almalıdır. Metin içinde
dipnot göndermeleri yer
alacaksa, sıra numarası ile
belirtilmeli ve metin sonunda
da aynı sıra numarası ile
yazılmalıdır.
Kaynaklar: Metin
sonunda yer almalı ve sıra
numarası verilmelidir. Metin
içinde kaynaklara gönderme
varsa, parantez içinde
gösterilmelidir. Kaynakça
yazım düzeni; yazar soyadı, adı, basım tarihi, yayın
adı, çevirmen adı-soyadı, yayınevi, basım yeri şeklinde
olmalıdır.
Metin ve görsel malzeme elektronik ortamda
e-posta ile veya CD’ye kayıtlı olarak, aşağıdaki iletişim
adresimize gönderilmelidir.
EĞİTİM
Doç. Dr. Selçuk Şirin
Prof. Dr. Emine Erktin
Prof. Dr. Güngör Evren
Prof. Dr. Gülsün Sağlamer
Prof. Dr. Lerzan Özkale
Prof. Dr. Mehmet Karaca
Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol
Prof. Dr. Erol Kulaksızoğlu
Prof. Dr. Ergün Toğrol
Prof. Dr. Ahmet Fahri Özok
Bülent Yalazı
Zeynep Afşeören
Mevlude Bakır
[email protected] veya
[email protected]
Tel. 0212 291 34 75 – 230 73 71
itü vakfı dergisi 11
Bu sayıda
Sevgili Okurlar,
2015 yılını arkada bırakırken 2016’nın sizler, ülkemiz ve tüm insanlık
alemi için başarılı, sağlıklı ve barış içinde bir yıl olmasını diliyoruz.
“Ulaşım & Ulaştırma : Dosya- I” başlıklı kapak dosyasını içeren 71.
sayımız, 2016’nın ilk günlerinde sizlere ulaştırılmış olacak. Kapaktaki “Dosya:1” ifadesinden de anlaşılabileceği gibi, 72.sayımızın
da ulaşım ve ulaştırma konusuna ayrılacağına işaret etmek istedik.
Bu uygulamaya başvurma nedenimiz, konu kapsamının genişliği ve
konunun bütünlüğünü sağlayan; ilgili bilim insanları/ve uzmanların
çeşitli bakış açılarını yansıtan yazılarına birlikte yer verebilmektir.
Ulaştırma&Ulaşım dosyasında öncelikle konuya kavramsal açıdan
yaklaşan yazılara yer verdik. Y.Müh. Atila Alpöge’nin “Ulaşımda Bugüne Yarından Başlayan Bir Yoldan Varmak” başlıklı yazısı, ulaştırmak ve ulaşmak eylemleri üzerinde durarak önemli bir açıklamaya
yer verdikten sonra “Ulaşım” eyleminin farklı boyutlarına değinmekte
ve hala endüstri çağının verileriyle düşündüğümüzü, bu durumun
bizi “yarından bugüne” yolculuğunun başlangıç noktasına getirdiğini
ve artık “Ekoloji Devrimi” çağının koşullarının geçerli olduğuna işaret
etmektedir.
Prof. Dr. Yücel Candemir, küreselleşme süreci içinde dünya ekonomisindeki dönüşümlerin, lojistik ve ulaştırma üzerindeki etkilerini küresel
arz ve değer zincirlerindeki gelişmeler üzerinden ele almaktadır.
“Ulaştırma Sorunlarının Çözümü İçin Köklü Bir Anlayış Değişikliği
Gerekli” başlığıyla yazısına giren Prof. Dr. Güngör Evren, öncelikle var
olan durumu incelemekte, yaşananlar ve yanlış kanılardan çıkarılabilecek dersler üzerinde durmakta ve çözüm için planlı bir gelişmenin tek
yol olduğu ve köklü bir anlayış geliştirme gerekliliğini vurgulamaktadır.
Almanya’da Karlsruhe Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Werner
Rothengatter’in “ Almanya’da ve Avrupa Birliği’nde Ulaştırma Araştırması” konulu yazısı, Türkiye’deki araştırma ortamı ile karşılaştırmak
açısından önemli veriler sergilemektedir.
Doç. Dr. İsmail Şahin’in “Uygarlığa Giden Yol Planlamadan Geçer”
ve Doç. Dr. Hatice Ayataç’ın “Kentsel Ulaşım Planlaması ve İstanbul”
başlıklı yazıları planlama konusuna yeni katkılarda bulunmaktadır.
İstanbul, ulaşım konusu açısından en çok tartışılan, üzerinde araştırmalar yapılan ve projeler geliştiren bir kenttir. Prof. Dr. Haluk Gerçek
“Sürdürülebilirlik Bağlamında Kentsel Ulaşım ve İstanbul” adlı çalışmasında kentsel hareketlilik, deniz ulaşımının yetersizliği, planlamada siyasetin rolünü incelemektedir.
İstanbul ile ilgili bir başka yazı ise, Dr. İsmail Hakkı Acar’ın “İstanbul
İçin Uygulanan Trafik Politikaları Ne Kadar Geçerli” başlığı altında;
trafik sorununun yeni yolların açılması, var olan yolların genişletilmesi
veya katlı kavşakların yapılmasıyla çözülemeyeceğini söylemekte ve
çözümün insan hareketliliğinin hedef alınarak bulunabileceğini savunmaktadır.
Prof. Dr. Nadir Yayla, ulaşım alt yapılarının yararlarına karşılık, doğru
planlanmadığı taktirde doğal kaynakların tüketilmesinden, ekolojik
dengenin bozulmasına kadar bir çok olumsuzluğa neden olduğunu
“Ulaşım Altyapıları Üzerine Bazı Değerlendirmeler “ başlıklı yazısında
ele almaktadır.
Prof. Dr. Ergun Gedizlioğlu ise “Trafik Yönetiminde Başarılarımız!”
başlığı altında, mevcut trafik sorunlarını nedenleriyle ve somut örneklerle açıklamaktadır.
12 itü vakfı dergisi
Lojistik konusundaki iki yazı, “Türkiye’de Lojistik Sektöründeki
Gelişmeler” konusunda Prof. Dr. Füsun Ülengin-Yrd. Doç.Dr.Özay Özaydın ve “Türkiye’de Lojistik Eğitiminde Yeni Bir Döneme
Doğru” başlığıyla Doç. Dr. Dilay Çelebi tarafından hazırlanmıştır.
Yrd. Doç. Dr. Selim Dündar’ın, trafik sorunlarının kaynağının temelde insan faktöründe varolduğunu, planlamadan inşa edene, işletenden kullanıcıya kadar her yerde insanın karar veren olduğuna
değinen “Trafik Sorunlarda İnsan Etmeni “konulu yazısı değişik bir
bakış açısını içermektedir.
“Yayalar ve İhmal Edilen Yaya Yolları” konulu makale, iki ayrı üniversiteden altı yazar tarafından yapılan bir araştırmaya dayanmakta ve yaya açısından trafik konusunda ilgi çeken sonuçları
ortaya koymaktadır.
Doç. Dr. Temel Kotil’in Türk Hava Yolları’nın ulaştırma sektöründeki
yerini sorgulayan ve yeni projeler ve hedefleri içeren yazısı, hava
ulaşımı açısından geleceğe ilişkin verileri gösteren önemli bir belge niteliği taşımaktadır.
Beyhan Yaraman ve Cevat Alim tarafından hazırlanan ve inşaatı
bitmek üzere olan “Yavuz Sultan Selim Köprüsü” yazısı, bir ulaşım
altyapısının inşaatını ve mühendislik özelliklerini aktarmaktadır.
Kapak Dosyası’nın son yazısı, SpaceX havacılık firması tarafından
düzenlenen Hyperloop Kapsul (Pod) tasarım yarışmasına katılan
ve 1200 ekip arasından seçilen 125 ekip içine giren İTÜ “Sci-X”
HyperloopTakımı’nın başarısını anlatmaktadır.
71. sayımızın ‘Eğitim’ sayfalarında Prof. Dr. Mithat İdemen’in “Ülkemizde Mühendislik Eğitiminin Durumu” konulu yazısı yer almaktadır. Yazar, mühendislik alanında başarılı olmanın, temel bilim
dallarındaki gelişmeleri yakından izlemeyi ve bu faaliyetlere bilfiil
katılmayı gerektirdiği görüşünü anlatmaktadır.
Her sayımızda bir İTÜ mezunu ile yaptığımız söyleşinin bu defaki
konuğu KKTC Eski Meclis Başkanı ve Başbakanı Hakkı ATUN.
1959 yılında İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden mezun olan ATUN’un mimarlık ve siyasete ilişkin görüşleri söyleşinin konusunu oluşturuyor.
Girişimcileri, şirketleri, yatırımcıları ve profesyonelleri bir araya
getiren geniş bir ekosistem olan İTÜ ÇEKİRDEK, dünyadaki lider
üniversitelerin girişimcilik kuluçka merkezlerini karşılaştıran ve sıralayan uluslararası UBI Global endeksi tarafından Avrupa’nın en
iyi 8., dünyanın ise en iyi 18. Kuluçka Merkezi seçilmiştir. Konu ile
ilgili geniş haberi ve İTÜ ÇEKİRDEK BIG BANG 2015 yarışmasında ödül alan girişimcilerin fark yaratan projelerine ilişkin detayları
“Teknokent Dosyası” sayfalarında okuyabilirsiniz.
“İTÜ’den Haberler” sayfalarımızda; çok sayıda bilimsel ve teknolojik işbirliği anlaşmaları, etkinlikler, öğretim üyelerinin ödül
haberleri ve kampuslarda hayatı kolaylaştıran uygulamalar yer
almaktadır.
Metin Tükenmez, “Güzel Oyun Futbol’un Doğuşu” başlıklı makalesinin 2. bölümünde okurları yine, insanlığı tarih boyunca motive
eden güçlerden biri olarak kabul edilen ‘futbol’un tarihine ilginç bir
yolculuğa çıkarmaktadır.
Saygılarımızla,
Prof. Dr. Yıldız Sey
D O S YA
ULAŞTIRMA
&
ULAŞIM
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
Paris’te “Velib” adı verilen
bisiklet kiralama sistemi.
Her gün binlerce kişi
kullanıyor bu bisikletleri.
Ulaşımda Bugüne Yarından Başlayan
Bir Yoldan Varmak
Y. Müh. (İnş.) Atila Alpöge
Ulaşım Plancısı, Yazar (İTÜ-1961)
Dünya, korkutucu bir
geleceğe, ciddi bir felakete
doğru hızla sürükleniyor” diye
haykırıyor bilim dünyası. İklim
değişiminde ulaşım sektörünün
de büyük payı olduğunu
vurgulayarak. Biliyoruz ki, iklim
değişiminin tetikçisi olan sera
gazı salımlarının %25’i ulaşım
kaynaklı... Bugünkü ortamda
kabul edilemeyen bir gerçek.
Çok şeyin bildiğimiz, alıştığımız
gibi sürdürülebilmesine olanak
kalmadığı anlaşılıyor…
14 itü vakfı dergisi
Y
azı, tuhaf bir ifadeyle başladı: “Bugüne yarından varmak”. Bu yaklaşım
garip duruyor, ama ilginç olabilecek
bir yolculuğa davetiye çıkarıyor.
Ancak, yola koyulmadan önce, bir meseleyi çözelim. Bir yerden diğerine ulaşmaktan
söz ediyoruz. Bu eylemle ilgili olarak Türkçe
sözlüğe göz attığımız zaman karşımıza iki
sözcük çıkıyor: Ulaştırma ve ulaşım. Türkçe Sözlük bunları şöyle tanımlıyor.
Ulaştırmak eylemi: İnsanların, malların,
haberlerin ulaşmasını sağlayan işlerin ve
araçların tümü.
Ulaşmak eylemi: Köyler, kentler, ülkeler
arasında bir yerden bir yere gidiş geliş.
Ulaştırma dediğimizde akla neredeyse
“nakliyecilik” geliyor. Malları sandıklara tıkıştırmak, kamyonlara doldurup bir yerlere
sevk etmek gibi.
Ulaşım deyince odak noktası değişiyor.
Sevk edenin değil de, gitmek isteyenin
niyeti ön plana çıkıyor. O kişinin “Çabuk gideyim… Zorluk çekmeyeyim… İnsanca bir
hizmet alayım” endişesi odak noktası oluyor.
Bu noktada, bir soru takılıyor akla. Bir
yerden diğerine gidilmesi gündem konusu
olunca, bu işlerle uğraşanların nasıl bir tavır
takınması gerekir? Sandık dolduran, asık
suratlı bir nakliyeci gibi mi? Yoksa birilerine hizmet sunmak için koşuşturan alçakgönüllü bir hizmetkâr gibi mi? Karmaşık
bir soru.
Bu noktada bir parantez açalım. Türkçe iki eylemi birbirinden ayırıyor, ama İngilizcede ve Fransızcada böyle değil; ulaşımı da, ulaştırmayı da bir tek sözcükle ifade
ediyorlar. Fransızcada “transport” var; İngilizcede ise bazı ülkelerde “transportation”
kullanılıyor, diğerlerinde ise “transport”.
(ABD’de “Secretary of Transportation ve
İngiltere’de Minister of Transport.)
Demek ki, Türkçenin bir inceliğiyle karşı
karşıyayız. Bana sorarsanız, ben bu çerçeve içinde, (yolculuk diye tanımladığımız)
konumuzu “nakliyecilik” yerine “hizmetkârlık” olarak ele almayı tercih ediyorum. Bu
nedenle “ulaşım”da karar kılıyorum.
Artık yola çıkabiliriz. Ancak, bu yolculuk
sırasında etrafa nasıl bakacağız? Hangi
gözle? Bu, çok önemli bir soru. Kullanacağımız bakış tarzı yolculuğu nasıl irdeleyip
değerlendireceğimizi biçimlendirecek.
Çünkü bakmak var, bakmak var. Örneğin, gözlerimizi tam önümüze dikerek, yerdeki taşlara, çalı çırpıya bakarak gidebiliriz.
Ya da sağa, sola, manzaranın tamamına
göz atarak… Gökteki bulutları ve güneşi
bile irdeleyerek… Bir bakıma dünyayı kucaklayarak… Birbirine zıt iki tavır bunlar.
Biri, hemen yakındaki tek yerle ilgilenmek
olan “noktasal bakış”. Öteki ise manzarayı olabilecek en geniş boyutlarıyla ele alan
“sistem bakışı”.
Ulaşım olayında noktasal bakış olabildiğince yaygın oluyor. Örneğin aracının direksiyonunda oturan kişi trafik sıkışıklığında
“Yeni yol yapılmalı… Altgeçit üstgeçit olmalı…” gibi çözümler düşünüyor. Belediye
başkanı ve politikacı ise “Şuraya bir mega
proje atayım. Bu bana oy sağlar!” diyor;
yani gene tek boyutlu, çizgisel bir “proje”
atıyor ortaya. (Yalnızca A ile B’yi bağlamayı tasarlayan çizgisel projeler de noktasal
nitelikli.) Ancak noktasal tavır bir noktaya
çözüm getirmiş gibi duruyor, ama sorunu
bambaşka bir noktaya iteliyor. Üstelik ilk
noktadaki çözüm belli bir zaman sonra soruna dönüşebiliyor.
Bugün ulaşımla ilgili ne
yapacaksak, ne söyleyeceksek
bunu yarınki (olası) bilimsel,
ekonomik, toplumsal ve teknolojik
verilerin ışığında yapmak
zorundayız. Bu yüzden de,
bugünün ulaşımını oluşturacak
verileri artık yarının olası
dünyasında aramak durumunda
kalıyoruz.
Paris’teki “Autolib” sistemi. 150.000 abonesi var. Bunlar elektrikli otomobil. Bir istasyondan alınıp bir
başkasına bırakılıyor.
Gelelim sistem düşüncesine. (1) Bu,
“bütüncül yaklaşım” ya da “holistik yaklaşım” diye de adlandırılıyor.
Ulaşım olayına sistem düşüncesiyle baktığımız zaman birçok boyut beliriyor. Önce
“mekân” çıkıyor karşımıza. Noktayı soyutlanmış olarak tek başına değil, bir bölgenin, bir
semtin, bir yerleşmenin içinde düşünüyoruz.
Zaman boyutu da devreye giriyor. Noktanın o andaki konumu hiç önemli değil;
uzun bir süre içinde yaşanabilecek değişimleri öngörmek gerekiyor.
Arazi kullanımı diye bir kavram da gündemde yer alıyor. Yani insanlar nereye,
nasıl yerleşecek ve ne gibi eylemlerle uğraşacak gibi bir tasa olmadan yapılan ulaşım
müdahaleleri havada kalıyor.
Öte yandan, ekonomik endişeleri de inceleyip ölçmek ve tartmak gerekiyor. Ülke
ekonomisini, çevrede yaşayanların ve çalışanların ekonomik yaşamını birer faktör olarak devreye almak.
Sosyolojik, psikolojik boyutlar da önemli. Hizmet sunulan kişilerin beklentilerinin,
özlemlerinin, istemlerinin de göz önüne
alınıp irdelenmesi ve şu tür soruların değerlendirilmesi gerekiyor: O kişi nasıl bir
hizmet istiyor? O beklentiyle diğer boyutlar
arasında ne gibi çelişkiler var? Bunlar nasıl
çözülür? Giderek beklentileri değiştirmek
mümkün mü?
Son bir boyutu daha devreye alalım: “Tarihi çerçeve”. Bir bakıma ulaşım olayının altyapısı. Şöyle soralım: “Ulaşım olayının kökeninde ne var? Ulaşımı ulaşım yapan neydi?”
Ulaşımı 150-200 yıl önce devreye giren
endüstri devriminin içinde düşünmek gerekiyor. İnsanlığın bu tarihi çağı toplumlarda
yepyeni özlemler, duygular, alışkanlıklar yarattı. Sokaktaki kişinin yaşam tarzını, alışkanlıklarını, beklentilerini, yiyip içtiklerini,
tükettiklerini, satın aldıklarını biçimlendirdi.
Motorlu aracı o kişinin önüne sürdü. Üretim, dağıtım, bakım, yakıt, kredi, sigorta
gibi çeşitli olgularıyla otomobili ekonominin
köşe başlarından birine oturttu.
Bunun doğal sonucu olarak ulaşımı
gündeme getirip öz çocuğu olarak yarattı.
Giderek motorlu araçların (ama özellikle
otomobillerin) hareketini kendine dert edinen bir uğraşı çıkardı ortaya. Başka bir
deyişle, eğer biz kendimizi “ulaşımcı” diye
tanımlıyorsak, aslında biz endüstri devriminin ürünleriyiz. Endüstri çağının verileriyle
düşünüp eyleme geçiyoruz. O dönemin
direktiflerine hizmet ediyoruz.
İşte bu saptama, bizi “yarından bugüne” yolculuğunun başlangıç noktasına getiriyor.
Belli bir zamandan beri, insanlığın tarih
sahnesinde bir perde iniyor, bir oyun bitiyor.
Bildiğimiz, alışmış olduğumuz endüstri çağı
devrini tamamlıyor. Getirdiği baş döndürücü ve olumlu katkıların yanında yaratmış
olduğu (saymakla bitmeyen) sorunlar giderek ön plana çıkıyor.
Bilim dünyası en az 40 yıldan beri, bu
çağın neden olduğu yıkımlara işaret ediyor:
Doğa tahribatı… hava kirliliği… denizlerdeki yaşamın yok oluşu… eriyen buzullar…
yok olan canlı türleri… katledilen ormanlar
ve benzerleri… ve özellikle iklim değişimi… “Dünya, korkutucu bir geleceğe, ciddi
bir felakete doğru hızla sürükleniyor.” diye
haykırıyor bilim dünyası. İklim değişiminde
ulaşım sektörünün de büyük payı olduğunu
vurgulayarak. Biliyoruz ki, iklim değişiminin
Kentlerde bisiklet kullanımını cesaretlendiren çeşitli uygulamalar var. Sistem hızla gelişiyor. Daha
şimdiden 500’ü aşan kentte uygulama söz konusu.
itü vakfı dergisi 15
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
Yolları ve kaldırımları fotovoltaik hücrelerle kaplayıp enerji üretimi denemeleri yapılıyor.
tetikçisi olan sera gazı salımlarının %25’i
ulaşım kaynaklı... Bugünkü ortamda kabul
edilemeyen bir gerçek. Çok şeyin bildiğimiz, alıştığımız gibi sürdürülebilmesine olanak kalmadığı anlaşılıyor.
Bugün insanlık “var olma” problematiğinin, bir ölüm-kalım kavgasının içine girmiş
durumda. Bu olay en açık biçimiyle küresel
ısınma sürecini tersine çevirme çabalarında
görülüyor. Örneğin, 2015’in son günlerinde, Paris’te Birleşmiş Milletlerin oluşturduğu
dev bir toplantıda (COP21) politikacı, devlet
sorumlusu, uzman, bilgin, örgütlü toplum
kuruluşu üyesi 20.000 kişi buluştu ve tarihi
nitelik taşıyan bir anlaşma oluşturdu.
Yepyeni bir oluşumun içindeyiz artık.
Sevmesek de, kabul etmesek de, dirensek
de, insanlık tarihinde yer alacak bir değişim
noktasını yaşıyoruz şimdi. Bizleri bugünlere getirmiş olan endüstri çağı sona eriyor.
Onunla birlikte hesapsız, kitapsız ve umursamazca kullandığımız fosil yakıtların (petrol, kömür, doğalgaz) musluğunun kısılıp
kapatılması gündemde. Bu yakıtların toprak
altında kalması, çıkarılmaması planlanıyor.
Endüstri çağı kapanırken yepyeni
bir çağ başlıyor, deniyor: “Ekoloji
devrimi”. Getirmekte olduğu
yepyeni hedeflerle… Yepyeni
yaşam biçimleri ve tüketim
alışkanlıklarıyla… Yepyeni
teknolojik boyutlarla…Alışık
olmadığımız, bilmediğimiz ilkeleri,
sistemleri ve düşünce düzenlerini
getirip önümüze koyarak…
16 itü vakfı dergisi
Bu demektir ki, ulaşım olayı da bildiğimiz haliyle sona erecek. Yani bu alanda
(düşünce alışkanlıklarımız, yorum ve değerlendirme tarzımız, kullandığımız veriler
ve yöntemler, geliştirdiğimiz çözümler gibi)
çok şeyi yeni baştan düşünme, gerekiyorsa
birçoğunu çöpe atma zorunluluğuyla karşı
karşıyayız.
Endüstri çağı kapanırken yepyeni bir
çağ başlıyor, deniyor: “Ekoloji devrimi”.
Getirmekte olduğu yepyeni hedeflerle…
Yepyeni yaşam biçimleri ve tüketim alışkanlıklarıyla… Yepyeni teknolojik boyutlarla…
Alışık olmadığımız, bilmediğimiz ilkeleri,
sistemleri ve düşünce düzenlerini getirip
önümüze koyarak… Yazının başında ‘bugüne yarından varmak’ demiştik. İşte yarın
bu. Bugün ulaşımla ilgili ne yapacaksak,
ne söyleyeceksek bunu yarınki (olası) bilimsel, ekonomik, toplumsal ve teknolojik
verilerin ışığında yapmak zorundayız. Bu
yüzden de, bugünün ulaşımını oluşturacak
verileri artık yarının olası dünyasında aramak durumunda kalıyoruz.
Yarın ne zamandır ki? 10 yıl sonra
mı? 30 yıl sonra mı? 2100 yılı mı? Başka ülkelerde ulaşım olayında olup bitenlere
baktığımızda yarının yavaş yavaş başlamış
olduğunu gözlemliyoruz. İlk adımlar atılmaya başlanmış bile. Dünyanın dört bir köşesinde hızla patlak vermekte olan bu olguyu
birkaç örnekle (binlerce örnek arasından
bir seçkiyle) kısaca resimlendirelim.
• Paris’te belediye kentin sayısız mahallesinde yıllık bir kartla bir, iki saatliğine
(elektronik bir düzenin kumandası altında)
kiralanabilecek bisiklet istasyonları oluş-
turdu. Kentte şimdi 1.200 istasyon var.
Bunlar genelde birbirinden 300 metre mesafede. Bu bisikletler her gün 300 bin kez
kullanılıyor.
• Gene Paris bisiklet uygulamasına
benzer bir sistemi elektrikli otomobiller için
oluşturdu. Halk kendi aracı yerine (bisiklet
uygulamasında olduğu gibi) bu ortak otoları kullanıyor. Araçlara elektrik yüklemesi
istasyona teslim edildiği zaman otomatik
olarak yapılıyor. Sistemde 2.500 otomobil
ve 150.000 abone var.
• Londra’da belediye kentin tam ortasında doğudan batıya, kuzeyden güneye
giden bisiklet otoyolları oluşturdu. Yalnızca bisikletlilerin ve yayaların kullanabildiği
yollar. Belediye başkanı da bu uygulamayı
vurgulamak amacıyla bu yolda bisikletiyle
gidip gelmeye başladı.
• Belediyelerin kurduğu bisiklet kiralama sistemi dünya ölçüsünde sayısız kentte
uygulanıyor. Birkaç örnek: (Hizmete sunulmuş bisiklet sayısıyla) Buenos Aires (1.100)
- Tel Aviv (1.100) – Washington (1.800)
- Mexico City (3.200) – Brüksel (3.500) –
Montreal (3.800) – Barselona (4.100) – New
York (4.200) – Londra (7.000) - Şangay, Çin
(28.000) - Hangzhou, Çin (66.500). Öte
yandan, daha küçük ölçekte olmakla birlikte, aynı sistem Avrupa’nın 350 kentinde de
uygulanıyor.
• İngiltere Ulaşım Bakanlığı’nın üzerinde çalıştığı bir projeye göre büyük kentlerin
ana yollarında bisiklet olduğu zaman motorlu araçlar saatte 25 kilometre hızı geçemeyecekler. Bu kuralı çiğnedikleri zaman
önemli bir ceza ödeyecekler.
• Çok yerleşmede ”kişisel otomobil sahipliği”nden ortak kullanılan araçlara doğru hızlı bir kayış var. Yani birinin satın alıp
evindeki ya da işyerindeki garajda günün
20 saati depoladığı araç, dört beş kişinin
gün içinde bölüşerek ortaklaşa kullandığı
bir işlev kazanıyor. Bu bölüşme sistemi internet ortamında yürütülüyor.
• Bazı yerlerde kent merkezine özel otomobil girişi ya yasaklanıyor, ya da ücrete
bağlanıyor. Yıllar önce Singapur’da başlamış olan bu tür uygulama, örneğin şimdi
Londra’da da yürütülüyor.
• Seul’de 40 yıl önce politikacıların
övünç kaynağı olmuş, çoğunluğun da alkışlamış bulunduğu (kentin göbeğinden
geçen) bir yükseltilmiş otoyol bugün yıkılıp
kaldırılıyor.
• Hollanda’da ve Fransa’da (yollara, kaldırımlara yerleştirilen fotovoltaik
hücrelerle) elektrik üreten ve bununla
ulaşımı besleyen, hatta konutlara enerji
sunan yol projeleri üzerinde araştırmalar
yapılıyor. Deneme uygulamaları devreye
girdi bile.
• Belçika’da 4 yıl önce güneş enerjisiyle çalışan ve iki kenti birbirine bağlayan bir
tren servisi başlatıldı. Bunun yanında gene
güneş enerjisi kaynaklı deniz araçları oluşturulduğu da gözleniyor.
• Gelişmiş ülkelerde (ve özellikle
ABD’de) oto kullanımında bir tepe noktasına varılmış olduğunu saptandı. Örneğin,
gençlerin sürücü ehliyeti edinmeye soğuk
baktıkları, kent içinde ulaşmak için otomobil kullanmaya gereksinim duymadıkları
görüldü.
• Toplu ulaşım hizmeti sunanlar “hizmet
kalitesi” kavramına gittikçe artan bir öncelik
tanıyorlar, kullanıcıların beklentilerine özel
özen gösteriyorlar. Bu, hizmetlerin sunum
biçimine olumlu bir değişim getiriyor. Yani,
halkı otobüslerde, metrolarda sürü yüklemiş
gibi taşımak yerine, rahat ve huzur içinde
seyahat ettirmeye dikkat ediyorlar. Örneğin, elektronik olanakları harekete geçirerek
bir otobüsün ya da metronun durağa kaç
dakika sonra geleceği konusunda güvenilir
bilgi veriyorlar.
• Ulaşıma basit, ucuz, sorun yaratmayan yepyeni bir kapsam getirme yolunda
teknolojik çabalar belirdi. Bir örneği şöyle
anlatabiliriz. Türkçede “tekteker” diyebileceğimiz, İngilizcede “solowheel” diye anılan elektrikli bir ulaşım olanağı kullanılmaya
başlandı. Bir tek tekerleği olan, elektrik motoruyla çalışan basit ve ufacık bir araç. İki
yanındaki çıkıntıları açıp ayakta durmanız
yetiyor. Motor ayaklarınızdan aldığı komutlara uygun olarak hareket ediyor. Varılan
yerde ise bunu toplayıp çantanıza koyabiliyorsunuz.
Gelişigüzel yaptığımız bu seçkinin aktardıkları garip, aykırı, hatta uyduruk durabilir. Ancak bunlar yükselen bir düşünce
akımına, güçlenen bir gelişmeye işaret
ediyor. Bunun zengin bir sonrası olacağını
düşündürüyor. Unutmamak gerekir ki, endüstri çağı bir günde gelmedi. Çalkantılı,
kavgalı, hatta çatışmalı çok uzun bir süreçten geçerek oluştu.
1800’lerden önceki günleri, o zamanların yaşantısını düşünelim. O günlerin insanının hayal bile edemeyeceği bir ortam
60-70 yıl sonra gerçekleşiverdi. Şimdi bizlerin önünde açılan yeni çağ da, yani ekoloji
devrimi de böyle bir dünya getirecek. Üs-
Bu aracın adı “solowheel”. Türkçe’de buna “tekteker” diyebiliriz. Basit, sade, hafif ve ucuz bir ulaşım aracı.
telik insanlık bu kez, ivedilik isteyen ağır bir
ölüm-kalım çabasının baskısı altında. Yani
değişimin süresi (15-20 yıl gibi) çok daha
kısa olacak.
Bu bakımdan “bugün”ü “yarın”la ilgili
verilerin ışığında düşünmek zorundayız.
Başka bir deyişle, bugüne yarından geleceğiz. Her şeyde olduğu gibi ulaşımda da.
Bu son ifadenin özellikle Türkiye açısından ağırlık taşıyan çıktıları var:
• Dünya ölçüsünde yapılmış bazı araştırma ve değerlendirmelere göre Türkiye’de
gerek halk arasında, gerekse yönetim düzeyinde (iklim değişimiyle biçimlenen) önümüzdeki çağı algılayıp buna göre davranma
eğilimi hayli düşük. İklim değişimi ve ekolojik sorunlar fazla ciddiye alınmıyor. Örneğin,
Brezilya’da halkın %90’ı iklim değişimi konusunda aşırı endişeli. Türkiye’de ise bu oran
%30’larda oluşuyor. Başka bir örnek: Paris’teki zirveyi diğer ülkelerin basın organları
iki hafta boyunca adeta manşetten verdi.
Türkiye basını fazla ilgilenmedi.
• Bu tavır ulaşıma da yansıyor. Türkiye’de, gelişmiş ülkelerden 40-50 yıl sonra
başlayan özel otomobil açlığı ve ne pahasına olursa olsun, kişisel ulaşım ısrarı devam
Londra’da belediye kentin tam
ortasında doğudan batıya,
kuzeyden güneye giden bisiklet
otoyolları oluşturdu. Yalnızca
bisikletlilerin ve yayaların
kullanabildiği yollar. Belediye
başkanı da bu uygulamayı
vurgulamak amacıyla bu yolda
bisikletiyle gidip gelmeye başladı.
ediyor. Yönetimlerin yaklaşımı da halktaki
bu açlığı yansıtıyor.
• Bu çerçeve içinde (zaten aşırı ölçüde
kendi içine kapalı olan ve giderek daha da
kapanan) Türkiye’nin dünyada gözlenen
canlı gelişmeleri çok arkalardan izleyeceğinden korkulabilir.
Ekoloji çizgili çağa geçiş ortamında
ulaşım alanında verilecek eğitimin niteliği
de bir soru olarak gündeme geliyor. Gelişmeler “kat kat boyutlu” sistem düşüncesini gündemin temel konusu yapmakta.
Ne yazık ki, endüstri çağı getirdiği (aslında olumlu) uzmanlaşmayla bir sıkıntının
kaynağı oldu; uzmanlık alanlarını giderek
daralttı. Bunun çarpıcı örneği tıp alanında
görülüyor. Şimdi bu duruma tepki gösterildiğini izliyoruz. Bir örnek verelim. Yabancı
ülkelerde tıbbın değişik alanlarından gelme
doktorlar, psikologlar, sosyologlar, felsefeciler grup oluşturuyorlar ve zaman zaman
toplanıp bazı sağlık konularını ele alıp irdeliyorlar. Bu konulardan biri, örneğin, obezite oluyor.
Önümüzdeki yıllarda ulaşım alanında
çalışacak genç arkadaşların da noktasalcı,
çizgiselci proje anlayışını aşıp, sistem düşüncesi içinde, ekoloji hareketinin getirdiği
yeni verileri yakından izlemeleri gerekiyor
artık.
(1) 1974’te düzenlenen ilk ulaşım kongresinde
sistem yaklaşımı üzerine bir tebliğ sunmuştum.
[Ulaşım Olayına Sistem Yaklaşımı. “İstanbul
Ulaşım Kongresi“. İnşaat Mühendisleri Odası
İstanbul Şubesi. 2009 - Tebliğe, internetten de
ulaşılabilir:
http://www.imo.org.tr/resimler/ekutuphane/pdf/10249.pdf]
itü vakfı dergisi 17
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
Küreselleşme
Süreci İçinde Dünya
Ekonomisinin Dönüşümü:
Sonuçları ve Olası Sonuçları
Prof. Dr. Yücel Candemir
İTÜ İşletme Fakültesi
Emekli Öğretim Üyesi
Lojistik ve ulaştırma endüstrisinin 1950’den sonra gösterdiği
lojistik devrimi denilen gelişimin, kendisini önemli değişikliklerle
en çok belli ettiği alanlar; (i) tüketici-odaklı ekonomi, (ii) internete
bağlı bilişim sistemleri, (iii) düşen ulaştırma maliyetleri ve (iv)
ekonominin küreselleşmesi olmuştur.
U
laştırma, farklı dışalım ve dışsatım
pazarlarını biribirine bağlamada
anahtar bir rol oynarken, dünyada
yaygın biçimde var olan dikey olarak ayrışmış üretim sistemlerinin bileşenlerinin de
bağlanmasına katkı sağladı. Bilgisayar ve
iletişim kolaylıklarının yaygın biçimde kullanımından önce karmaşık bir üretim sürecinin koordine edilmesi çok zordu. Bugün,
gelişmiş BİT sistemlerinin yeryüzünün her
köşesine yayılmasının sonuçlarını 50 yıl
önce hiç kimse öngöremezdi. Ama günümüzde bilgisayar kullanımı hem en küçük
üreticiye hem de en küçük tüketiciye kadar
yayılmış bulunmaktadır.
I. Dünya Ekonomisi: Geçmişi ve
Bugünü
“Dünya ekonomisi” çağrışımları nelerdir?
Soruna günümüz açısından bakılsa bile
Şekil 1: Çin ve diğer büyük güçlerin iktisadi tarihi2
18 itü vakfı dergisi
konunun bir tarihsel boyutu vardır ve bu
önemlidir. Çünkü güncel paradigma olarak
‘küreselleşme’yi alsak, bunun yalnız günümüzün değil, geçmişin de başat bir konusu
olduğunu görürüz -adı küreselleşme olmasa da-. Doğrusu, dünya ekonomisinin günümüzdeki oluşum ve gelişimini değerlendirirken, tarihsel yaklaşımın konuyu doğru
anlamamıza çok şey kattığını söyleyebiliriz.
Dünya ekonomisinin bileşenleri olarak ülkeler ekonomilerini alırsak, küresel ekonominin gelişimine göre bu bileşenlerin rol ve
ağırlıklarının da değiştiğini görürüz.
Şekil 1'deki grafik, dünya ekonomisinin
bileşeni olan sayılı ülkeler açısından Milat’tan günümüze nasıl gelişegeldiği hakkında bir fikir verebilir.
Bu Grafik bize MS ilk binyılın başında
Asya’nın (başlıca Hindistan ve Çin olmak
üzere) küresel çıktının neredeyse 3/4’ünü
ürettiğini göstermektedir. Bu üstünlük,
1860’da Avrupa ve Amerika’da sanayi dev-
Şekil 3: Dünya İktisadi Büyümesi’nin
Şematik Tarihi
Kaynak: G. Clark (2014), s.2
Şekil 2: Tarih yapılırken3
rimi (birincisi) söz konusu bölge ekonomilerini körükleyinceye dek sürmüştür. Batı’nın
üstünlüğü de 1950’de doruğuna çıktığında
küresel çıktının 4/5’ini ürettiği güne kadar
sürmüş ve sonrasında da göreli bir düşüşe
geçmiştir. Derek Thompson’a göre “1800’ün
solundaki her şey dünyadaki nüfus dağılımı-
nın bir kestirimidir (approximation); 1800’ün
sağındaki her şey de dünyadaki üretkenlik
farklılıklarının bir yansımasıdır.”
İkinci bir çizim Derek Thompson’un
sözlerini doğrulamaktadır.
Şekil 2'deki grafik bize 21. Yüzyıl’ın ilk
on yılında, dünya nüfusunun önceki 19
yüzyılın ürettiği toplam çıktıdan daha çok
iktisadi çıktı ürettiğini göstermektedir.
G. Clark’ın yorumlaması da bu trendi
doğrulamaktadır: Şekil 3 bunu gösterir.
Clark’a göre “dünyanın iktisadi tarihi şaşırtıcı derecede basittir: Şekil 2’de olduğu
gibi yalnızca bir diyagramda gösterilebilir.
Gözlenen bütün toplumlarda kişi başına
gelir 1800’den önce dalgalı bir seyir izlemiştir. İyi ve kötü dönemler olmuştur. Fakat
yukarı doğru yönelen bir trend yoktur.” İnsanlık, tarihinin büyük kısmında ‘Malthusgil
Tuzak’la yaşamıştır. Ama 1780’ler dolayında İngiltere’de başlayan Sanayi Devrimi
ile 1820’ye gelindiğinde, bu sürece katılan
diğer bazı ülkelerle birlikte kişi başına gelir
200 yıla yaklaşan bir süre içinde 10-15 katı
bir artış göstermiştir. Günümüzün dünyası
böyle doğmuştur.
Burada sorun, bu dönüşümün neden
1780’ler dolayında ve küçük bir ada devletinde doğmuş olmasının nedenlerinin ortaya çıkarılmasıdır. Bu karmaşık ama keyifli
çözümlemeyi burada bırakmak zorundayız. Çünkü bu yazıdaki asıl amacımız dünya ekonomisinin dönüşümünü incelemek
değil, bu dönüşüm içinde ulaştırma ve
lojistik ağlarının ve etkinliklerinin değerlendirmesini yapmaya çalışmaktır.
II. Küreselleşme Vakası ve Küresel
Ekonominin Dönüşümü
a. Küresel Ekonominin Dönüşümü
1780-1860 sonrası dünya ekonomisi bir
‘Merkez ve Çevresi’ sarmalında dönüşürken, Merkez’deki ekonomiler neredeyse
her yıl üstel bir oranda büyüyen üretkenlik artışları yaşadılar ve her geçen yıl girdi
başına daha büyük çıktı artışları getirdi.
Burada sürekli olarak büyüyen bir fiziksel
itü vakfı dergisi 19
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
Şekil 4: Gelecek üç yılda Yükselen-Piyasalar arz zinciri işlevleri
Kaynak: EIU (2015). s. 17
sermaye stokunun varlığı bizi, onun daha
önceki 12 yüzyıl boyunca görülmeyen bir
büyüme sürecinin başat değişkeni olarak
tanımlanmasına götürebilir ve bunda bir
yanlışlık da yoktur.
Ancak, 1950’lerle başlayan ve giderek
ivme kazanan bir yeni süreç küresel ekonomiyi yeniden dönüştürmeye başladı ve
görünen o ki bu süreç sürecektir.
Olup bitenleri şöyle özetleyebiliriz:
(a) Önce 3.Sanayi Devrimi denilen
olay gelişti -fizikteki ilerlemelere borçlu
olarak-. Buna Bilişim ve İletişim Teknolojisi
(BİT) diyoruz.
(b) Bunun sonucunda ve buna koşut
olarak uluslararası ticaretteki engeller kalkmaya başladı.4
(c) Düşen ulaştırma maliyetleri ve
yine BİT’in etkisiyle düşen iletişim ve eşgüdüm maliyetleri ticaret hacminin artmasına
katkı sağladı.
(d) Bütün bunlar üretim süreçlerinin
yapısını değiştirmeye başladı – birkaç fabrikada toplanma yerine, artan sayıda fabrikaya dağılma gibi-.
(e) Mal akımlarının artmasıyla, lojistik
etkinlikler ve özellikle de ulaştırma etkinlikleri hızla büyüdü.
Gerçekten de ulaştırma, farklı dışalım
Ulaştırma, farklı dışalım ve dışsatım
pazarlarını biribirine bağlamada
anahtar bir rol oynarken, dünyada
yaygın biçimde var olan dikey
olarak ayrışmış üretim sistemlerinin
bileşenlerinin de bağlanmasına
katkı sağladı.
20 itü vakfı dergisi
ve dışsatım pazarlarını biribirine bağlamada anahtar bir rol oynarken, dünyada
yaygın biçimde varolan dikey olarak ayrışmış üretim sistemlerinin bileşenlerinin de
bağlanmasına katkı sağladı. Bilgisayar ve
iletişim kolaylıklarının yaygın biçimde kullanımından önce karmaşık bir üretim sürecinin koordine edilmesi çok zordu. Bugün,
gelişmiş BİT sistemlerinin yeryüzünün her
köşesine yayılmasının sonuçlarını 50 yıl
önce hiç kimse öngöremezdi. Ama günümüzde bilgisayar kullanımı hem en küçük
üreticiye hem de en küçük tüketiciye kadar
yayılmış bulunmaktadır.
Yükselen piyasalar5, şirketlerinin yaklaşık % 60’ı AR-GE ve diğer yüksek beceri
gerektiren işlevleri son-tüketici olarak aynı
piyasada kullanmayı yeğlemektedirler. Gelişmiş piyasaya (ülkeye) yönelmiş şirketler
ise bu işlevleri gelişmiş ülkelere taşeron
olarak vermektedirler. Bu trendin hızlanması beklenmektedir.6 EIU Raporundan alınan
soldaki grafik, gelecek 3 yılda yükselen piyasalarda büyümesi beklenen en üst arz7
zinciri işlevlerinin ürün geliştirme (% 49) ve
AR-GE (% 37) olmasını öngörmektedir.
Küresel ekonomide Şekil 4’ün de ortaya koyduğu bazı gerçekleri/eğilimleri kısaca özetlemeye çalışırsak şunların tesbitini
yapabiliriz:
(1) Küresel ekonomide ortaya çıkan
en büyük eğilim, hizmetler kesiminin payının büyümesi ile birlikte önce toplam katma değerin sanayi payının artması ama
1970’lerle birlikte sanayi/imalat kesiminin
küçülmeye başlaması.
(2) 2000’li yıllarla birlikte Hizmetler’in
payında bir küçülme gözlenirken, sanayi
ve tarımın bir toparlanma göstermesi.
Küresel ekonomide gözlenen değişmeler ne kadar dikkate değer olsa da ve her
ne kadar bizim de katıldığımız ‘yapısal değişme olmadan iktisadi gelişmeden söz etmenin anlamsız olduğu’ görüşü Klasik İktisatçılar’dan başlayarak başlı başına bütün
iktisat kuramının başat çıkarsaması olarak
değerlendirilebilse de, bizim bu kapsamlı
konuyu burada incelememiz olanaksızdır.
Klasikler için de yapısal dönüşüm konunun temeli iken, Neoklasikler bunu ikincil
bir konu sayagelmişlerdir – geçen yüzyılın Paracıları’na da (Monetaristler) sarkan bir yaklaşım-. İlgilenenlere Kuznets,
Schumpeter, Sraffa ve Passinetti’ye başvurabileceklerini söylemekle yetinelim.
Bu ‘Arasöz’den sonra kendi konumuza
dönersek, bugün için geçerli olan olgunun
küresel değer zincirlerinin, işlevsel ve yerel
bölünmesinin ulusal sınırlar içinde iktisadi
etkinliklerin karşılıklı bağımlılığını zayıflattığını söyleyelim. Bunun anlamı, geçen
paragrafta adını andığımız iktisatçıların
ciddi katkı yapmış olan çözümlemelerinin
Şekil 5: Lojistiğin tarihsel gelişimi
küresel bağlamda boşlukta kaldığının, üzerinde düşünülmesi gereken bir durum olduğudur. Başka bir deyişle, Klasik İktisatçılar’ın, Marx ve yukarıda anılan iktisatçılarca
sürdürülen iktisadi sistemin yatay bir gösterimine merkez oluşturan çözümlemesinin, günümüzün küreselleşme süreci içinde bugün artık boşlukta kalıp kalmadığının
tartışılması gerektiğini düşünüyoruz. Öncekilerden çok farklı bir küreselleşme sürecinin biçimlendirdiği uluslararası/küresel
lojistik ağlar (küresel değer zincirleri) sistemi, bu sistemi çözümlemede kümelenme
sürecinin ‘tek-yönlü ilişkilere ve bakışımsız
(asimetrik) bağımlılığa dayalı’ dikey/doğrusal-olmayan (non-linear) bir yaklaşımını
daha işe yarar kılmaktadır.8 Bu durum, lojistik hizmetler sürecinin salt lojistik çalışanlarınkinden çok daha değişik bir şekilde ele
alınıp incelenmesi zamanının da geldiği
anlamındadır.9 Aynı durum lojistik hizmetler
sürecinin bir parçası olarak ulaştırma etkinlikleri (ve doğallıkla çözümlemesi – analizi)
için de söz konusudur.
b. Lojistik, Ulaştırma ve Küresel Arz ve
Değer Zincirleri
Lojistik, ilk elde askerleri ve donanımı, savaşta çarpışma alanına taşımayla ilgili bir
askeri etkinlik olarak ortaya çıkmıştır. Ama
bugün çağdaş üretim sürecinin bütünleyici
bir parçası olarak görülmektedir.
Kimilerine göre 1950’lere kadar uyuyan
bir konumda olan lojistik, sonrasında çeşitli evrelerden geçerek 21. Yüzyıl’da “3. ve
4. Parti Lojistik düzeylerinde küresel boyutlarda bir birliğe” kadar taşınmıştır. Tseng et
al’dan alıntıladığımız Şekil 5, lojistiğin geliş-
Son 50 yılda yük taşımasında
ve konteynır kullanımı gibi
elleçlemede gerçekleşen teknolojik
ilerlemeler, ulaştırma maliyetlerinde
çok büyük düşüşlere yol açmıştır.
‘Üretimin çokuluslu şirketlere
ve ülkelere yayılması’ şeklinde
tanımlayabileceğimiz Küresel Arz
Zincirleri (KAZ), dünya ekonomisini
son 30 yılda dönüştürmüştür.
me tarihini bize özetlemektedir.10
Lojistik ve ulaştırma endüstrisinin
1950’den sonra gösterdiği lojistik devrimi
denilen gelişimin, kendisini önemli değişikliklerle en çok belli ettiği alanlar; (i) tüketici-odaklı ekonomi, (ii) internete bağlı
bilişim sistemleri, (iii) düşen ulaştırma maliyetleri ve (iv) ekonominin küreselleşmesi
olmuştur.
Bilgisayarların ve iletişimin yaygın bir
biçimde kullanılmaya başlanmasından
önce, geniş bir coğrafyaya yayılmış karmaşık bir üretim sürecinin eşgüdümü çok zordu. İnternete bağlı bilişim sistemleri bunu
mümkün kılmış ve daha da öteye taşımıştır.
Son 50 yılda yük taşımasında ve konteynır kullanımı gibi elleçlemede gerçekleşen
teknolojik ilerlemeler, ulaştırma maliyetlerinde çok büyük11 düşüşlere yol açmıştır.
‘Üretimin çokuluslu şirketlere ve ülkelere yayılması’ şeklinde tanımlayabileceğimiz Küresel Arz Zincirleri (KAZ), dünya ekonomisini son 30 yılda dönüştürmüştür. ‘Arz Zinciri
Yönetimi’ (Supply Chain Management) kavramı Keith Oliver tarafından yazına sokulduğu 1982’den bu yana, ‘arz edenden son
Çizimler The Economist (2009) “The other-worldly philosophers”da Brett Ryder’a aittir.
kullanıcıya toplam mal akışının yönetimi’ni
göstermek üzere kullanılagelmiş, arz zinciri
(chain of supply) içinde yer alan süreçlerin
bütünleştirilmesini ifade etme kapsamında
geliştirilmiş bir kavramdır.
Öte yandan ‘Değer Zinciri’ (Value Chain) kavramı ise 1985’de Michael Porter tarafından yaratılmış ve sonrasında da artan
bir ilgi ile kullanılmıştır. Bilindiği gibi ‘değer’ Adam Smith’den bu yana iktisatçıların (değişik bir boyutta olsa da, Neo-Klasikler’in bile) üzerinde çok durdukları bir
kavramdır.
Arz Zinciri ile Değer Zinciri, bir girişimin
mallar ve hizmetlerin bir yönde ve talep
ve nakit akışı ile gösterilen değerin öbür
yönde akımını sağlayan tümleşik (günümüz Türkçesi’nde ‘entegre’de diyorlar) iş
süreçlerinin birbirini tamamlayan yüzleridir.
Her ikisi de aynı şirket ağlarını kullanırlar.
Her ikisi de mal ve hizmet sağlamada etkileşen firmalardan oluşmuşlardır. Ancak,
arz zincirlerinden sözettiğimizde genellikle
kaynaktan alıcıya bir mal akışını kastederiz. Değer öbür yanda akar. Alıcı değerin
kaynağıdır ve değer talep şeklinde alıcıdan arz edene akar. Bazan ‘talep zinciri’
bile denilen ve arz akımının tersi yönde
olan bu talep akımı, değer akımına koşut
olan sipariş ve nakit akımları ile gösterilir.
Buna göre bir arz zinciri ile bir değer zinciri arasındaki asıl fark, arz kaynağından
alıcıya doğru köklü bir kayma noktasında
görülür. Arz zincirleri etkinliği artırmak ve
savurganlığı azaltmaya yönelik olarak arz
ve üretim süreçlerine odaklanırlar. Değer
zincirleri ise gözlerinde (alıcıların) değer
yaratarak alıcıya yönelirler. Diğer bir deyişle, bir değer zinciri mal ya da hizmeti son
alıcıya sunmak için gerekli katma değer etkinliklerinin ta kendisidir.
Buna göre küresel değer zincirleri, küresel üretim analizinin özellikle ele alması
gereken bir nesnedir. Öyle ki zincirin her
halkasında katma değerin uygun tanımı,
özellikle zincir çeşitli ülkelerle örtüştüğünde, ulusal gelir hesabı için esastır.
Bunun önemine son paragrafta da kısaca değineceğiz.
III. Sonuçlar ve Olası Sonuçlar
21.Yüzyıla girdiğimizde küresel ekonominin yukarıda da değindiğimiz dönüşümü,
20. Yüzyılın 1944’de Bretton Woods’da
J.M. Keynes’in de ciddi katkısıyla kurulan
Dünya İktisat Düzeni ve Ulusal Gelir Analizi
yaklaşımını da sorgulanır hale getirmiştir.
itü vakfı dergisi 21
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
Kendisi başlı başına ayrı bir yazı konusu
olan bu sorunun burada yalnızca varlığına
değinmekle yetinelim.12
Yeni bir küresel ekonomi düzeninin sosyal/iktisadi hesaplar konusunda yarattığı
ikircikli durum, kimilerini ‘Yeni bir Makroiktisat’ arayışına kadar götürmüştür ve bu
satırların yazarı da aynı görüşü taşıyanlar
arasındadır. Bunlara göre “İktisat mesleği
toplumsal bilimler tarihinde görülmemiş biçimde bir kargaşa içindedir. 2008’in yıkıcı
borsa çöküşü öngörülememiştir.”13 Sonrasında Paul Krugman şunları yazacaktır:
“Özellikle makroiktisatta olmak üzere yeniden yaratmak (reinvention) için açık bir neden vardır. Büyük durgunluğun14 Keynes’i
getirmesi … gibi, yaratıcı yıkım15 şimdiden
yola çıkmıştır.”16
Krugman, “son 30 yılın makroiktisadının
çoğunun göz kamaştırıcı bir biçimde en iyisinden yararsız ve en kötüsünden de kesinlikle zararlı” olduğunu söylemekten de
geri kalmayacaktır.17
Kaynaklar
– Candemir, Y., D. Çelebi (2015) Connotations
over the importance of Logistics Chains
Facing the Global Economy in Transition: Some
Methodological Issues. Second World Keynes
Conference. PAU Denizli
– Chang, Y.H. (1998) Logistical Management.
Hwa-Tai Bookstore Ltd., Taiwan.
– Clark, G. (2014) “The Industrial Revolution”.
Handbook of Economic Growth, vol.2 (eds.
Phippe Aghion & Steven Durlauf)
– Da Silva, E.G. ve A.A.C. Teixeira (2006) Surveying Structural Change: Seminal Contributions
and a Bibliometric Account. FEP Working Papers. N.232. November.
– The Economist (2009) “What went wrong with
economics”. July 16th
22 itü vakfı dergisi
– The Economist (2009) “The other-worldly philosophers”. July 16th
– The Economist (2012) “More 2,000 years in a
single graphic”. June 20th EIU (The Economist
Intelligent Unit) (2015) Chain reactions. How trade between emerging
– Markets is reshaping global supply chains.
Harrison, J.M. (2014), Finding a New Macroeconomics: The Flawed Keynesian Model. A
– Civil American Debate - http://acivilamericandebate.com/2013/04/27/finding-a-new-macroeconomics-2-the-flawed-keynesian-model/
The Role of Transportation in Logistics Chain.
Proceedings of the Eastern Asia Society for
Transportation Studies. Vol.5, pp.1657-1672.
Dipnotlar
1) 20. Yüzyıldan başlayarak % 90’a varan
ve hala da sürmekte olan maliyet düşüşleri.
1890’da 18.5 cent olan ton-mil maliyeti 2004’de
2.3 cent’e kadar inmiştir – Maggi & Mariotti
(2011), s.2.
2) When history was made – Angus Maddison;
UN: The Economist(2012)
3) ibid
– Maddison, A. (2007) Contours of the World
Economy 1-2030 AD: Essays in Macro-Economic History. Oxford Univ. Press.
4) Kanımca bunun kaynağı yasal düzenlemeler
ve uluslar arası anlaşmalardan çok Bilişim Teknolojisinin kaçınılmaz etkileridir.
– The Maddison-Project(2013) http://www.ggdc.
net/maddison/maddison-project/home.htm
5) Gelişmekte olan ülkeler anlamında kullanılıyor.
– Maggi, E., I. Mariotti (2011) Globalisation and
the Rise of Logistics FDI. The Case of Italy.
6) EIU (2015)
ISBN 978-1-61470-358-7. Nova Science Publishers, Inc.
– Sturgeon, T.J. (2000) How Do We Define Value
Chains and Production Networks?
– Background Paper Prepared for the Bellagio
Value Chains Workshop. September 25 –
October 1
– Taniguchi, E., Thompson R.G., Yamada, T. and
Duin R. (2001a) Introduction. In City Logistics:
Network Modelling and Intelligent Transport
Systems. Pergamon, ss.1-15.
– Taniguchi, E., Thompson, R.G. and Yamada,
T. (2001b) Recent advances in modelling City
Logistics. In E. Taniguchi and R.G. Thompson
(eds.), City Logistics II. Institute of Systems
Science Research, Japan, 3-33.
– Thompson, D. (2012) The Economic History
of the Last 2000 Years in 1 Little Graph. The
Atlantic. http://www.theatlantic.com/business/archive/2012/06/the-economic-history-of-the-last2-000-years-in-1-little-graph/258676/
– Tseng, Y., W.L. Yue and Taylor, M.A.P. (2005)
7) Lojistik çalışanlar İngilizce’deki ‘supply chain’e ‘tedarik zinciri’ demektedirler. Ben supply
sözcüğünün Türkçe’deki karşılığının arz olduğunu düşünüyorum.
8) Da Silva et al (2006). s. 283
9) Ben burada salt iktisat çalışanlar için görüşlerimi aforoz edilmemek için belirtmemeyi seçiyorum.
10) Tseng et al (2005), s. 1659 – adı geçen çalışmada Şekil.2.
11) 20. Yüzyıldan başlayarak % 90’a varan
ve hala da sürmekte olan maliyet düşüşleri.
1890’da 18.5 cent olan ton-mil maliyeti 2004’de
2.3 cent’e kadar inmiştir – Maggi & Mariotti
(2011), s.2.
12) Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz. Candemir & Çelebi (2015)
13) Harrison (2014)
14) 1929’u kastediyor – benim notum.
15) Cf. Schumpeter – benim notum.
16) The Economist (2009) “What went wrong
with economics”.
17) ibid
U
Ulaştırmamızın
Sorunlarının Çözümü İçin
Köklü Bir Anlayış Değişikliği
Gerekli
Prof. Dr. Güngör Evren
İTÜ İnşaat Fakültesi
Ulaştırmamızın sağlıklı gelişiminin sağlanabilmesi için,
sürdürülebilir ulaşım koşullarına uygun olarak özenle hazırlanmış
dinamik yapıda bir planın kararlılıkla ve ödünsüz uygulanması,
yani "plan"ın olmazsa olmaz bir yönetim fonksiyonu olarak kabul
edilmesi, eleştirilerin doğru çözümler için çok değerli açılımlar
olarak değerlendirilmesi, halkın karar sürecinde rol alacağı katılımcı
bir karar yaklaşımının benimsenmesi zorunludur...
laştırma, çok boyutlu, çok disiplinli, çok amaçlı ve aynı zamanda çok
yönlü dışsal etkileri olan karmaşık
bir sistemdir. Kentsel ulaştırmada karmaşıklık daha fazladır.
İnsanların hareketliliği, ulaşım ve erişimi ulaştırma sistemi ile sağlanır. Üretim
faktörlerinin üretim merkezine ve ürünlerin
üretim merkezinden tüketiciye teslimi için
ulaştırmaya gereksinim bulunmaktadır. Yani
ulaştırma üretim ile tüketim arasında köprü
oluşturmasıyla ekonominin, öte yandan sosyal ve kültürel yaşamın olmazsa olmazıdır.
Ulaştırmanın yaşamın her alanına, hatta
ulaştırma hizmetinden yararlanmayan üçüncü şahıslara da yansıyan "dışsal" etkileri bulunmaktadır. Ekonomiyi canlandırabilmekte,
rant sağlamakta, hava ve gürültü kirliliği oluşturmakta, trafik kazalarıyla maddi hasarlar
yanında yaralanmalara, ölümlere neden olabilmektedir. Karayolu ve demiryolu olarak değerli arazileri işgal etmekte, doğa ve çevreyi
tahrip edebilmektedirler. Yani ulaştırmada
yapılan bir yanlışlık, yalnız ulaşımın aksamasıyla sınırlı olmayan, yaşamı birçok yönüyle
etkileyen olumsuzluklar yaratmaktadır. Bu
etkileri gözetmeden, "bu yatırım pahalıdır"
ya da "bu ulaştırma projesi zarar ediyor", "bu
ulaştırma projesini gerçekleştirmek ya da
gerçekleştirmemek gerekir" şeklindeki ulaştırma değerlendirmeleri eksiktir, yanlıştır.
Ulaştırma Yaşamla İç İçe, Kentin ve
Ülkenin Vitrini Niteliğinde Bir Etkinliktir
Özellikle kentsel ulaşım, yaşamla iç içe
ve yaşamın vazgeçilemez bir parçasıdır.
Ama yetersiz bir ulaştırma, insanların sabah
işe gidişlerinde enerjilerini tüketen, çalışma verimlerini azaltan, akşam eve dönüşte
yolda boşuna saatler harcanmasına neden
olan, sinirleri bozan tatsız bir serüvene dönüşmektedir.
Ulaştırmanın bir başka özelliği de kentlerin ve ülkelerin vitrini olma niteliğini taşımasıdır.
ABD ile ilgili izlenimlerde yoğun karayolu ağı,
Japonya ve Fransa gibi ülkelerde ise demiryolları yer alabilir. Caddelerinde bir düzenden
yoksun taşıt kalabalığının, bir karmaşanın,
klaksonların sinir bozucu bir gürültüsünün
egemen olduğu, zaman zaman durma noktasına varan tıkanıklıkların ve zaman kayıplarının yaşandığı, yayaların taşıtlarla işgal edilmiş
kaldırımlarda yol bulmakta güçlük çektiği ve
yolları geçmek için bu trafik içinde koşuştuğu
bir kent hakkında olumlu bir kanı ve izlenime
sahip olunması olası mıdır ? Büyük kentlerin
hepsinde az ya da çok trafik tıkanıklığı yaşan-
itü vakfı dergisi 23
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
Ulaştırmada yapılan bir yanlışlık,
yalnız ulaşımın aksamasıyla
sınırlı olmayan, yaşamı birçok
yönüyle etkileyen olumsuzluklar
yaratmaktadır. Bu etkileri
gözetmeden, "bu yatırım pahalıdır"
ya da "bu ulaştırma projesi
zarar ediyor", "bu ulaştırma
projesini gerçekleştirmek
ya da gerçekleştirmemek
gerekir" şeklindeki ulaştırma
değerlendirmeleri eksiktir, yanlıştır.
maktadır. Ama kuralların egemen olduğu bir
düzen görüntüsü yanında yine de bir akışın
sağlandığı trafik insanda farklı bir algı yaratmaktadır. Elbette trafik tıkanıklığının derecesi
de önemlidir. İstanbul, 2015 yılında, Tom-Tom
Navigasyon Kuruluşu trafik sıkışıklığı sıralamasında dünyada ilk sırada yer almaktadır. Bu
yaşanan trafik sorunun en açık göstergesidir.
Ulaştırma Çok Konuşuluyor,
Konuşulmalı da…
Ulaştırma sorunlarının sıkıntılarını çekenler onu yaşayanlardır. Geliştirilecek çözümlerden yararlanacak olanlar da onlardır. Bu
nedenle ulaştırma, üzerinde en çok konuşulan, en fazla eleştiri yapılan, en çok görüş ve
çözüm üretilen konulardan biridir. Özellikle
kentsel ulaştırma gündemin üst sıralarından
düşmemektedir. Bu da doğaldır.
İstanbul'da değişik zamanlarda yapılan
anket ve araştırmalar, ulaşımın kent yaşamında ne denli önemli olduğu gerçeğini
açıklıkla ortaya koymaktadır. 1993 yılında
İstanbul Valiliği'nin yaptırdığı ankete göre
ulaştırmayı sorun olarak görenlerin oranı
yüzde 34.0'tür. 2001 yılında Emre Kongar'ın
yaptığı çalışmaya göre bu oran yüzde
52.5'e yükselmiştir. İki yıl önce yayımlanan
"Gayrimenkul Sektörü İstanbul Konut Piyasası Saha Araştırması Raporu"na göre ev
almayı düşünenlerin yüzde 39.3'ü ulaşım
kolaylığını, yüzde 26.3'ü sosyal çevre uygunluğunu, yüzde 7.4'ü ise deprem olasılığı ve bina sağlamlığını ana tercih nedeni
olarak belirtmişlerdir (Cumhuriyet, 11 Aralık 2013). Ulaştırmaya verilen önemin açık
farkla deprem tehlikesinin önüne geçmiş
olması düşündürücüdür.
Ulaştırma Sorunlarının Görünen Yüzü
ve Gerçekler
Bazı sorunlar ve çözümleri göründükleri
kadar basit olmayabilir. Örneğin trafik sıkışı-
24 itü vakfı dergisi
yorsa, otomobiliyle ya da otobüsle yolculuk yapan kimse
için çözüm, haklı olarak, yolların genişletilmesi olarak gözükebilir. Ama kent içinde böyle
bir çözüm olanaksıza yakın
güçlüktedir. Üstelik karayolu
ve otomobil serüvenini bizden
önce yaşayan ülkeler, yeni
yollar açmanın çıkmaz bir yol
olduğunu on yıllar öncesinden
anlamışlardır. Bilimsel gerçek,
yeni açılan yolun trafiğini yaratarak çok kısa sürede yeniden
tıkanacağı ve sorunu daha da
büyüteceği, yani kesinlikle çözüm olmayacağıdır.
Otomobil kullananlar her
gittikleri yerde otopark bulmayı
isterler. Oysa, otoparklar trafik
yönetimi ve tıkanıklığında dolayısıyla trafik planlamasında
etkili olan bir altyapı bileşenidir. Bu nedenle, istenilen her
yerde ve özellikle kent merkezinde otopark
yapılması söz konusu olamaz. Otoparklara
ilişkin kararların planlama bağlamında alınması gerekir.
Bazı sorunların nedenleri ve çözümleri
açık olarak ortadadır. Örneğin yaya kaldırımlarını otomobillerin işgali, zaten kısıtlı yolları
taşıtların park yeri olarak kullanımı yönetim ve
denetim yetersizliğinden kaynaklanan sorunlardır. Kararlı bir yönetim tavrı sergilenmediği
için çözülemeden sürmektedirler.
Ulaştırmanın Temel Doğruları ve
Geçerliliği Doğrulanmış Uygulamaları
Ulaştırma sisteminin bütünlük içinde
değerlendirilmesi gerekir. Dar kapsamlı alt
sistemler çerçevesinde yapılan iyileştirmeler sistem bütününde bozulmalara neden
olabilir.
Günümüzde, ulaştırmanın ana çıktısı
olarak görülen "hareketlilik" yerine kentsel
etkinliklerden olabildiğince geniş ölçüde
yararlanılması temel amacına dayanan "erişebilirlik" kavramı öne çıkmış bulunmaktadır.
Ulaştırmanın mutlaka, özenle ve bilimsel yöntemlerle gerçekleştirilmiş planlarla
geliştirilmesi zorunludur.
Ulaştırma yönetimi sistem bütünlüğünü
gözeten bir organ tarafından ve tek elden
gerçekleştirilmelidir.
Ulaştırmanın, arazi kullanımı ile etkileşimini gözeten bütünlük içinde ele alınması
gerekmektedir.
Boğaz geçişi...
Özellikle kentsel ulaştırmada, yukarıdaki
ilkelere uygun bazı saptamalar ve uygulamalar neredeyse evrensel geçerlilik kazanmışlardır. Bir anlamda, büyük kentlerin
ulaştırma sorunlarının çözümü için yapılması gerekenler bellidir. Bunlardan başlıcaları
şunlardır :
-Bireysel karayolu ulaştırması çözüm
değildir. Yeni yollar kendi talebini yaratarak
kısa bir süre sonra tıkanmaktadır. Bu nedenle, otomobil kullanımını teşvik edecek
yatırımlar yerine, var olan ulaştırma olanaklarının etkin hizmet sunacak biçimde iyileştirilmesi uygun ve gerekli bir yaklaşımdır. Bu
soyut gözüken söylemin yaşamdaki karşılığı
niteliğinde çok çarpıcı bir uygulama Seul'de
gerçekleştirilmiştir. Günde 75 000 taşıt geçirerek otomobil kullanımını pompalayan 5.5
km uzunluğundaki bir viyadük yıkılmıştır. Bu
uygulamanın sonucunda Belediye Başkanı
halkın desteğini kazanmıştır.
-Ulaştırma "talep yönetimi" esasına göre
yönetilmelidir. Yani talebin gelişiminin izlenerek ona göre ulaştırma arzının genişletilmesi değil, talebin büyümesinin ve taşıma
türlerine paylaşımının yönetilmesi ilkesi benimsenmelidir.
-Çözümün temelini gerekli koşullarda
geliştirilmiş bir toplu taşıma sistemi oluşturmalıdır. Daha açık anlatımıyla, raylı ulaştırmanın omurgasını oluşturduğu, olabildiğince geniş ölçüde denizyolunun kullanıldığı,
otobüslerle desteklenen ve bütünleşik olarak hizmet sunması sağlanmış bir toplu taşıma sistemi geliştirilmelidir. Bu bağlamda,
yeterince önemsenmeyen fakat başarılı bir
toplu taşıma sisteminin olmazsa olmazı; türler arası ( yani raylı, deniz ve lâstik tekerlekli
taşıtlar arasında) aktarmaların sorunsuz ve
rahatlıkla gerçekleşeceği, zaman ve bilet eşgüdümünü de kapsayan bir bütünleşmenin (entegrasyonun) sağlanmasıdır.
-Otomobil kullanımının makul düzeyde
oluşumunu sağlayacak yani normalleştirecek önlemlerle toplu taşımanın desteklenmesi gerekmektedir. Paris'te yeni
yollar açılmasıyla ilgili bir ankete, İstanbul'a göre dört katı daha fazla otomobil
sahibi Parislilerin çoğunluğunun yanıtı,
otomobillere yeni yollar açmanın yararı
olmadığı ve toplu taşımanın gerekliliği konusunda toplumun bilinçlenmesinin ilginç
bir örneğidir. Söz konusu yanıt: "yeni yollar açmayın, toplu taşımayı güçlendirin!".
Örneği az olmakla birlikte bazı kentlerde
(Örneğin: Singapur'da) otomobil
kullanımı yanında otomobil sahipliğini kısıtlayan önlemler alınmıştır.
-Planlı gelişme, seçeneği olmayan tek çözüm yoludur. Planlama arazi kullanımı ile birlikte
gerçekleştirilmelidir. Ama planlama kararlılıkla uygulanacak bir
yönetim aracı olarak özümsendiği ölçüde geçerlilik kazanabilir.
-İyi planlanmış koşullarda, belirli
kentsel alanların taşıtlardan arındırılarak yayalara ayrılması kent
ulaştırmasına ve yaşamına olumlu katkılar sağlamaktadır. Taksim
Meydanı örneği, bugünkü haliyle,
yalnızca taşıtlardan arındırma uygulamasının yeterli olmadığını göstermektedir.
Günümüzde sürdürülebilirlik ulaştırma
açısından da önemli ve yukarıda belirtilen
doğruları kapsayan bir ilkedir. Çünkü bu
ilke özünde ulaştırmanın geliştirilmesi için
ülke ve kentle uyumlu ve insan odaklı bir
yaklaşımı öngörmektedir. Sürdürülebilirlik
kavramı ile, gelecek kuşakların gereksinimlerini karşılama olanaklarını tehlikeye atmadan kentin (elbette ki bölgenin ve ülkenin)
ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmesine
en büyük katkıyı sağlayacak ulaştırma
sisteminin geliştirilmesi ve sürdürülmesi
amaçlanmaktadır. Doğanın, çevrenin ve
kent kimliğinin, nitelikli doğal yaşam alanlarının, tarihi ve kültürel varlıkların korunması
Çözümün temelini gerekli
koşullarda geliştirilmiş bir toplu
taşıma sistemi oluşturmalıdır.
Daha açık anlatımıyla, raylı
ulaştırmanın omurgasını
oluşturduğu, olabildiğince geniş
ölçüde denizyolunun kullanıldığı,
otobüslerle desteklenen ve
bütünleşik olarak hizmet sunması
sağlanmış bir toplu taşıma sistemi
geliştirilmelidir.
ve geliştirilmesi de sürdürülebilirlik açısından özel önem taşımaktadır.
Yaşananlar, Yanlış Kanılar, Sorular ve
Çıkarılacak Dersler
Ulaştırma sorunlarının büyük ve pahalı yatırımlarla çözülebileceği gibi yanlış bir
kanı yaygındır. Büyük yatırımların mutlaka
yararlı olacağı düşünülmektedir. Zararlı olabilmeleri olasılığı akla gelmemektedir. Oysa
yatırımlar yararlı olabildikleri gibi zararlı da
olabilirler.
Yatırım yapmadan ya da akılcı küçük
düzenlemelerle de sorunların çözülebileceği gerçeği, nedense göz ardı edilmektedir.
Yöneticiler de bu algıların etkisi ile olsa gerek, belki prestij sağlayacağını düşünerek,
etkileyici, belirli sürede ortada görünecek
büyük yatırımları yeğlemektedirler
Yaya kaldırımlarının sık sık yenilenmelerine karşın, uygun olmayan düzenlemeleri, otomobiller tarafından işgal edilmeleri
toplumun çoğunluğunu (İstanbul'da belli bir
amaçla bir yerden başka bir yere gitmek
üzere evlerinden çıkanlardan yaklaşık yarısı yayalardır) ilgilendiren önemli ve temel
sorunlar arasında bulunmaktadır. İyileştiril-
meleri büyük yatırımlar gerektirmez. Bisiklet
kullanımının teşvikinin de, göreli küçük kaynaklar ve çabalarla, olumlu sonuçlar verebileceği unutulmamalıdır. Ama nedense bu
sorunlar çözümsüz olarak sürer gider. Bu
duruma kendileri için gerekli düzenlemeler
yapılmayan, hatta güvenlik sorunu yaşayan
yayalar, haklı olarak, tepki göstermektedirler. Yetkililerin duyarlı davranarak, gerekli
düzenleme, denetim ve yaptırımlarla insana
saygı gereğine aykırı bu durumu kararlı bir
tavırla kökten çözüme kavuşturmaları gerekmez mi ? Eğer böyle bir temel sorunun
çözümünde bile yetersiz kalınıyorsa ulaştırmaya köklü çözümler beklenmesi boş bir
hayal olur.
Öte yandan, zaten yetersiz kent yollarının otopark olarak kullanılmasına izin vermek ya da bu durumu engelleyememek
kabul edilebilir bir durum değildir. Çünkü
kapasite yetersizliği karşısında yeni yollar
açmayı düşünmeden önce var olan altyapının etkin kullanımı için sinyalizasyon, işletme önlemleri ve denetim gibi tüm
önlemleri almak gerekir. Uzmanlar
böyle bir yaklaşımla kapasitenin
küçümsenmeyecek ölçüde geliştirilebileceğini ileri sürmektedirler.
Ulaştırma kararlarında yapılan
yanlışlıklar ilgili oldukları projelerin
ötesinde etkiler yaratabilmektedirler. Örneğin İstanbul-İzmir Otoyolunun 2008 yılı başındaki ihalesinde
İzmit Körfez geçişi için çok akılcı
bir yaklaşımla, bir gidiş bir dönüş
demiryolu hattı konulmuşken 6 ay
sonra bu hatların kaldırılmasına karar verilmiştir. Demiryolu hatlarının
kaldırılması kararının önemli yansımaları şunlardır :
-İstanbul ve Marmara Bölgesi'nin İzmir, Bursa ve Ege Bölgesi ile etkin demiryolu bağlantısı şansının kaybedilmesi
--İstanbul'un Ankara ile yüksek hızlı demiryolu bağlantısının, uygulanan projeye göre
daha kısa mesafeli ve kısa süreli olarak ve
ucuza sağlanması olanağından yararlanılamaması.
Demiryoluna, karayoluna göre öncelik
sağlayan bir devlet politikası benimsendiği, üst düzey yönetim tarafından çoğu kez
dile getirilmektedir. Ama uygulamalar bu
söylemle uyumlu değildir. Üçüncü Köprü,
ortasında demiryolu hatları bulunmasına
karşın bir karayolu projesi niteliğindedir. İstanbul-İzmir Otoyolu Projesinde de benzer
bir durum söz konusudur. 25 milyar ABD
itü vakfı dergisi 25
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
doları harcandığı söylenen demiryollarımızda ne yolcu ne de yük taşımasında dikkate
değer bir gelişme sağlanamaması açıklama
bekleyen bir konu niteliğindedir.
Yöneticiler, ilgililer, uzmanlar sürekli
olarak sorunların çözümü için planlı gelişmeden başka yol bulunmadığını dile getirmişlerdir. İstanbul Metropoliten Planlama
ve Kentsel Tasarım Merkezi (İMP) tarafından yüzlerce uzmanın katılımı ile İstanbul
Çevre Düzeni Planı hazırlanması bir ümit
ışığı olmuştur. Ne var ki, plan henüz başlangıç aşamasında iken karayolu tünelleri
kararı ile ciddi bir yara almıştır. Daha sonra
bu planda bulunmayan ve planın stratejilerine aykırı, planı anlamsız ve geçersiz kılan yatırım kararları alınmıştır. Ayrıca İstanbul'un doğasına, tarihi ve doğal çevresine
çok ağır olumsuz etkileri olabilecek projeler için ÇED muafiyeti düşünülmesini anlayabilmek olası değildir. Doğaya, çevreye,
tarihi değerlere olabilecek zararları bir
süre için görmezlikten gelmek düşünülebilir mi ? Böyle gelişen süreçte plan, plansız
yatırımların planlara işlenerek planın öngördüğü yatırımmış gibi gösterilmesinin
aracı haline dönüştürülmüştür. Yerel yönetim meclislerinin kararı ile imar planlarının
değiştirilmesi de plana zarar veren başka
bir uygulama olarak kullanılmaktadır. Yani
ulaştırma planları ve yatırımları sürecindeki
uygulamalar planları geçersiz hale getirmiş
ve planlı gelişmenin yozlaşması sonucunu
doğurmuştur. Artık planlı gelişme kavramının yeniden tüm kuralları ve koşullarıyla uygulanması için yeniden kararlı bir çabaya
girişmek gerekmektedir.
Köklü Bir Anlayış Değişikliği Gerekli
Eleştirileri olumsuz ve karşı bir tavır şeklinde algılamak yerine sorunların çözümü için
önemli katkılar sağlayacak bir çaba olarak
algılayabilmek gerekli ve önemlidir. Bu, her
konuda olduğu gibi ulaştırmada da beklenen
bir gelişmedir. Böyle bir yaklaşımla, eleştiriler yanlışlardan korunmanın aracı olacaktır.
Uzmanlar ve akademisyenler için eleştirinin
görev olduğunu unutmamak gerekir.
Yalnız eleştirip çözüm önerilmediği de
doğru değildir. Bir çözüm önerisinin değerlendirilerek doğru olmadığı görüşünün ortaya konması, doğru çözümlerin bulunması
için önemli bir katkıdır. Yararsız bir projeye
kaynak harcamaktan kurtarmak ve doğru
çözüme kapı aralamak yanlış mıdır? " Planlara uygun, gerekli bilimsel etütleri yaparak
çözüm geliştirin" demek niçin yanlıştır,niçin
26 itü vakfı dergisi
Ulaştırma sorunlarımızın çözümü
için planlı bir gelişmeden başka yol
yoktur. Planlı gelişme için elbette
öncelikle , sağlıklı veriler kullanarak
bilimsel yöntemlerle hazırlanmış
planlara gereksinim bulunmaktadır.
Ama bu yeterli değildir. Plana
kararlılıkla uyulmazsa, planın
anlamı kalmaz.
olumsuz bir tavırdır? Aslında yapılanları,
yapılmak istenenleri irdelemek yaklaşımı
çözüm yolu göstermenin ta kendisi değil
midir? Ciddi planlama çalışmalarına tüm
uzmanlar ve akademisyenler destek vermemişler midir? Onlarca hatta yüzlerce
uzmanın hazırladığı planın gereğini yerine
getirmek yerine plan dışı yatırım yapılmasını kim ve hangi gerekçelerle onaylayabilir? Bir de plan dışı yatırıma tümüyle karşı
çıkmak yerine yanlışlarının düzeltilmesi için
öneri sunulması beklentisi var. Bu plan dışı
yatırımlara geçerlilik kazandıracak, dolayısıyla kabul edilmesi olanaksız ve tuzaklı bir
istektir.
Yineleyelim; ulaştırma sorunlarımızın
çözümü için planlı bir gelişmeden başka
yol yoktur! Planlı gelişme için elbette öncelikle, sağlıklı veriler kullanarak bilimsel
yöntemlerle hazırlanmış planlara gereksinim bulunmaktadır. Ama bu yeterli değildir.
Plana kararlılıkla uyulmazsa, planın anlamı
kalmaz. "Sorun plansa işte plan" tavrı ile
plansızlığı sürdürmek, plana, planlı gelişme anlayışına olan güvene en büyük zararı
vermektedir.
Çözümü amaçlanan sorunları yaşayanları ve sağlanacak çözümlerden yararlanacak olanları unutarak sağlıklı çözümler
bulunması olanaksızdır. Bu nedenle, ulaş-
tırma konusunda alınacak yatırım kararları ve önlemler için halkın görüşünün ve
desteğinin alınması gerekir. Katılımcı karar
süreci ile katılımcı demokrasi ile uyumlu
olumlu sonuca varılması, halkın doğru karar verebilmesine, bu amaçla gerekli bilgilere sahip olmasına ve belirli bir bilinç düzeyine erişilmesine bağlıdır. Bu bağlamda
yöneticilere, üniversitelere ve sivil toplum
kuruluşlarına görev ve sorumluluklar düşmektedir.
Plansız yatırımların ülkenin ve İstanbul'un geleceği için çok olumsuz sonuçları söz konusudur. İstanbul için yapılacak
planların ve ulaştırma yatırımlarının her
şeyden önce İstanbul için ve İstanbul'un
gelişmesi için olması gerekir. Üçüncü köprüsü olmadığı için İstanbul ne kaybeder ?
Ama şimdiden doğaya yaptığı tahribat ortadadır. Bu zararlar bağlantı yolları ve yeni
kaçak yapılaşmalarla sürecektir. Üçüncü
Havaalanı; kapasitesi, yeri ve güvenliği,
yani ulaştırma açısından ve daha önemlisi doğaya zararı bakımından tartışmalı
ve plana, stratejilerine aykırı bir yatırımdır.
Çevresindeki hızla ve çok değerlenerek el
değiştiren, yani bir rant konusu olan arazilerle gündemde olması ayrı bir konudur.
Sonuç olarak, ulaştırmamızın sağlıklı
gelişiminin sağlanabilmesi için, sürdürülebilir ulaşım koşullarına uygun olarak
özenle hazırlanmış dinamik yapıda bir
planın kararlılıkla ve ödünsüz uygulanması, yani "plan"ın olmazsa olmaz bir yönetim
fonksiyonu olarak kabul edilmesi, eleştirilerin doğru çözümler için çok değerli açılımlar olarak değerlendirilmesi, halkın karar sürecinde rol alacağı katılımcı bir karar
yaklaşımının benimsenmesi zorunludur.
Toplum ve yönetim olarak böyle köklü
bir anlayış değişikliği gerekli.
Almanya’da ve Avrupa
Birliği’nde Ulaştırma
Araştırması
Prof. Dr. Werner Rothengatter
Karlsruhe Üniversitesi
Institut für Wirtschaftspolitik und
Wirtschaftsforschung.
Alman üniversitelerinin
fakülteleri matematik, fizik,
mühendislik ya da iktisat gibi
bilim dallarına göre kurulmuştur.
Ulaştırma, bir uygulamalı alan
sayılmış ve bu nedenle de
ulaştırma araştırması, özellikle
inşaat mühendisliği, bilgisayar
bilimleri, insan bilimleri ya da
iktisat gibi değişik fakültelere
ayrılmıştır…
1.Giriş
A
lmanya’da ulaştırma araştırması
üniversiteler, teknik okullar, araştırma merkezleri ve ajansları,
dernekler ve birlikler, danışma kurulları
ve özel kuruluşlar gibi çeşitli örgütler tarafından yürütülmektedir (Bkz. Şekil 1).
Araştırma yaygın biçimde merkezi-olmayan (desantralize) bir etkinliktir ve bütün
araştırma çalışmalarını koordine etmekle
yükümlü bir kamu kuruluşu da (enstitüsü
de) yoktur. Ulaştırma araştırmalarının Federal ve Eyalet hükumetleri, Ulusal Araştırma Vakfı, özel dernek üyeleri ve özel
şirketler gibi çeşitli destekçileri de vardır. Federal ve Eyalet hükumetleri temel
araştırma için düzenli fonları sağlarlar ve
ek araştırma projelerini destekleyebilirler.
Araştırma projeleri bakımından Ulusal
Araştırma Vakfı uzun-dönem araştırma
fırsatlarına destek verirken en yüksek
bilimsel standartları gözetir. Diğer örgütlerce kurgulanan araştırma projeleri
genellikle uygulamalı konulara yönelirler
ve kuramsal ilerlemeye yönelik daha az
iddialıdırlar. Ulaştırmada Çerçeve Araştırması bütçesi Horizon 2020 programında
yaklaşık yılda 1 milyar Euro’ya varırken,
Avrupa Birliği uygulamalı araştırmanın
en büyük destekçisidir. AB araştırması,
çoğu kez ulaştırma modellemesi yaklaşımlarını Avrupa ölçeğindeki uygulamalarla birleştirir.
2. Üniversiteler ve Teknik Okullarda
Araştırma
Alman üniversitelerinin fakülteleri matematik, fizik, mühendislik ya da iktisat
gibi bilim dallarına göre kurulmuştur.
Ulaştırma, bir uygulamalı alan sayılmış
ve bu nedenle de ulaştırma araştırması,
özellikle inşaat mühendisliği, bilgisayar
bilimleri, insan bilimleri ya da iktisat gibi
değişik fakültelere ayrılmıştır. Dresden
Teknik Üniversitesi bunun tek istisnasıdır.
Bu üniversite sosyalist rejim içinde ulusal ulaştırma merkezine sıkıca bağlı olan
eski Ulaştırma Okulu’yla birleştirilmişti.
Siyasal değişiklikler ve Alman Birliği’nin
(yeniden) kurulmasından sonra Okul, Alman üniversiteleri arasında tek Ulaştırma
Fakültesi’ne dönüştürülmüştür. Bazı üniversiteler, uzmanlaşmış fakülte enstitülerinin işbirliği yaptığı ulaştırma ve lojistikte
araştırma yapacak araştırma merkezleri
ya da mükemmeliyet merkezleri kurmuşlardır. Örneğin Karlsruhe Teknoloji Enstitüsü (Karlsruhe Institute of Technology,
itü vakfı dergisi 27
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
Bazı üniversiteler, uzmanlaşmış
fakülte enstitülerinin işbirliği
yaptığı ulaştırma ve lojistikte
araştırma yapacak araştırma
merkezleri ya da mükemmeliyet
merkezleri kurmuşlardır.
KIT) farklı fakültelerden yedi enstitünün
işbirliği yaptığı bir Ulaştırma ve Lojistik
mükemmeliyet merkezi kurmuştur.
Üniversite enstitüleri Eyalet hükumetlerinden düzenli fon desteği alırlar
(Yalnızca KIT Eyalet ve Federal Hükumetlerinden fon alan bir üniversite ve
federal araştırma merkezi ortaklığıdır).
Eyalet fonlamasının ötesinde üniversite
enstitüleri proje ihalelerine katılabilirler.
Özellikle Almanya’da dokuz Teknik Üniversite (TU9: Aachen, Berlin, Braunschweig, Darmstadt, Dresden, Hannover,
Karlsruhe, München, Stuttgart) araştırma
bütçelerinin büyük bir kısmını kamu ve
özel kuruluşların açtığı projelerden elde
ederler.
Fakültelerin çalışma programları öğrencilere, ulaştırmayı, üniversite eğitimlerinin özel bir bölümü olarak seçebilecekleri fakat fakültelerinin diploması ile,
örneğin inşaat mühendisleri ya da iktisatçılar olarak, mezun olacakları tercihe
bağlı seçenekler sunarlar. KIT Karlsruhe’nin özel -üniversite- gibi bir yan ürünü olarak “Uluslararası Bölüm”ü örneğin
Anglo-Saxon modeline uyan özel uygulama alanları için master programları sunar.
Şekil 1: Almanya’da araştırma kuruluşları ve fonlama kaynakları
Fon
Kaynağı
Teknik
Okullar
Araş. M/
Ajansları
Dernekler,
Birlikler
Danışma
Kurulları
Özel Kuruluşlar
Federal
Hükumet
Eyalet
Hükümeti
Ulusal Araş.
Vakfı
Özel/Kamu
Kuruluşları
Özel
Şirketler
Avrupa
Birliği
Ana Etkinlik
Düzenli-olmayan Etkinlik
Diğer üniversiteler de Alman üniversitelerinde ulaştırma alanındaki araştırma ve
eğitimi vurgulayan, ulaştırmada uzmanlaşma modülleri programının alternatif bileşimlerini (kombinasyonlarını) sunarlar.
Üniversite örgütlenme ilkeleriyle ters
düşecek şekilde kendilerini “Uygulamalı
Bilimler Üniversiteleri” olarak adlandıran
Alman teknik okulları temel odaklanmaları öğretim ve eğitim iken, ulaştırmayı da
içermek üzere, uygulama alanlarına göre
örgütlenmişlerdir. Bu okullar üniversitelerle öğrenci ve eyalet fonları için rekabet
ederken bunlardan bazıları da uygulamalı ulaştırma araştırmasındaki adlarını
(ünlerini) geliştirmek ve sanayinin yanında iyi öğrenciler gözündeki çekiciliklerini
Karlsruhe Teknoloji Enstitüsü farklı fakültelerden yedi
enstitünün işbirliği yaptığı bir Ulaştırma ve Lojistik
mükemmeliyet merkezi kurmuştur. (http://www.ipsc2012.de)
28 itü vakfı dergisi
Üniversiteler
Düşük Etkinlik
artırmak için de deneyimli araştırmacılara
da iş vermektedirler.
3. Araştırma Merkezleri ve Ajansları
Bağımsız araştırma merkezleri başlıca
federal hükumet tarafından, kısmen de
eyalet hükumetlerince ortaklaşa finanse
edilirler. Örnekler:
Alman Havacılık Merkezi (DLR): Bu
merkez havacılık ve uzay araştırmalarına odaklanmıştır. Fakat karayolu yolcu
ve yük taşımacılığına da katılmaktadır ve
bölüm yürütücüleri genellikle bir üniversitede ulaştırma profesörleridir.
Federal iktisadi araştırma merkezlerinin ulaştırma bölümleri: Almanya’da altı
federal merkez bulunmaktadır ve bun-
ların bazılarının (örneğin, Berlin DIW,
Alman İktisadi Araştırma Enstitüsü) bir
ulaştırma bölümü vardır. Bu merkezler temel fonlarını (yaklaşık % 50) federal ve
eyalet bütçelerinden ortaklaşa alırlar. Asıl
yönelimleri makro-iktisadi analiz ve iktisat
politikası araştırması olduğundan ulaştırma araştırması da daha makro ağırlıklıdır.
Fraunhofer Enstitüleri ve bölümleri:
Fraunhofer Derneği Almanya’da 66 araştırma enstitüsü ile Avrupa’daki en büyük
araştırma kuruluşudur. Federal ortak-finans % 30 olurken, % 70’i sanayiden ve
kamu kurumlarından projelerle karşılanmaktadır. Birtakım Fraunhofer enstitüleri
ulaştırma ve lojistik projeleri yürütmektedirler ve bu başlık altında bir araştırma
birliği oluştururlar. Dortmund (IML) ve
Nürnberg’deki (ATL) lojistik enstitüleri lojistik kuramı ve uygulamasında uluslararası ün sahibi olarak bu alanın araştırma
önderleridir.
Federal Karayolu Araştırma Enstitüsü
(BASt) Federal Ulaştırma Bakanlığı yönetiminde bir kurumdur. Araştırma hedefleri
şunlardır:
• Yol güvenliğinin iyileştirilmesi,
• Yapım etkinliğinin iyileştirilmesi ve yol
altyapısının bakımı,
• Yol kapasite kullanımının iyileştirilmesi,
• Enerji tasarrufu ve çevre kaynaklarının korunması,
• Karayollarının ülkenin ulaştırma sistemiyle bütünleştirilmesi.
Bu enstitü, kazaları da içermek üzere; karayolu istatistiklerinden, karayolu düzenlemelerinin hazırlanmasından,
eyaletlerle birlikte karayollarının denetlenmesinden ya da Ulaştırma Bakanlığı
ulaştırma araştırma programının eşgüdümünden sorumludur.
Almanya’da demiryolları kesimi için
benzer bir kurum bulunmamaktadır. 1994
demiryolu reformundan önce Federal
Demiryolu Şirketi demiryolu araştırma
etkinliklerini düzenlemekteydi. Japonya
gibi diğer bazı ülkeler ulusal demiryolları
kuruluşlarını özelleştirdikten sonra bağımsız demiryolu araştırma enstitülerini
kurmuşlarken Almanya’da durum böyle
değildir. Demiryolu araştırması bugün
(resmen) özelleştirilmiş olan demiryolu
şirketi (DB AG), üniversite enstitüleri ve
demiryolu teknolojisinin sanayi sağlayıcıları arasında bölünmüştür.
http://www.kn-portal.com
Dortmund (IML) ve Nürnberg’deki
(ATL) lojistik enstitüleri, lojistik
kuramı ve uygulamasında
uluslararası ün sahibi olarak bu
alanın araştırma önderleridir.
4. Dernekler, Birlikler ve Danışma
Kurulları
Önde gelen ulaştırma araştırma dernekleri şunlardır:
• Karayolu ve Ulaştırma Araştırması Derneği (FGSV): Bu, teknik kurallar
ve düzenlemeler, araştırma programlarının eşgüdümü (BAST ile birlikte), teknik bilginin yayılması ve konferanslar,
seminerler ve çalıştaylar (workshop)
örgütlemeye odaklanan 1924’de kurulmuş kâr-amacı-gütmeyen bir kuruluştur.
FGSV’nin çalışan grupları akademisyenler ve uygulamacılardan oluşur ve ulaştırma planlamasının anahatlarının ve yasal geçerliğinin hazırlanmasına yardımcı
olur.
• Alman Ulaştırma Bilimleri Derneği
(DVWG): Bu, kendisini ulaştırmanın kuram ve uygulamasına (teori ve pratiğinde) bilgi transferi için bir platform olarak
tanımlayan 2400 üyeli 100 yıllık bir dernektir. Bir uluslarararası ulaştırma dergisi yayımlar (Almanca) ve konferanslar,
seminerler, çalıştaylar örgütler. Avrupa
Ulaştırma Bilimleri Platformu’nun (European Platform of Transport Sciences,
EPTS) üyesidir.
• Alman Lojistik Derneği (BVL): Bu
dernek 1978’de kurulmuştur ve lojistik ve
arz zinciri yönetiminin kuram ve uygulaması arasında bir köprü sayılır. Bilim ve
araştırma ile bağı sağlayan, aralarında üst
düzey üniversite araştırmacılarının bulunduğu bir Bilim Kurulu konuyla ilgili bilimsel
toplantılar düzenler ve önde gelen bilim
insanlarına ödüller verirken, derneğin
10.000 üyesi genellikle uygulamacılardır.
Dernek yaklaşık 3.000 katılımcıyla, Berlin’de yıllık bir lojistik toplantısı (konferans)
örgütler ve BVL Campus örgütü ile yönetici (executive) eğitim programları sunar.
Kuram ve siyasal uygulama arasındaki bağlar, Bakanlıkların sürekli danışma
kurulları aracılığıyla sağlanmaktadır.
• Tekeller Kurulu: Bu kurul bilim insanlarından ve uygulamacılardan oluşur
ve özellikle düzenlenen piyasalar için
olmak üzere, İktisat Bakanlığı’na piyasalarda rekabetin işleyişiyle ilgili düzenli raporlar verir. Düzenlenen piyasalar
ulaştırma piyasalarını da içerir ve kurul
1994’teki Demiryolu reformundan ve
2001 sonrası AB Demiryolu Yönergeleri/
Paketi’nden sonra düzenli aralıklarla demiryolu piyasasının arzı yanındaki gelişme hakkında rapor vermiştir. Yakınlardaki
2015 Raporu, kurulun, demiryolu piyasasının rekabet durumundan hala memnun
olmadığını ve işbaşındaki şirketin gücünü azaltmak için katı önlemler önerdiğini
ortaya koymuştur.
• Ulaştırma Bakanlığı Danışma Kurulu: Bu kurulun üyeleri (yalnız üniversite
itü vakfı dergisi 29
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
bilimcileri) Bakan tarafından atanırken,
kurul bağımsızdır ve hazırlanacak rapor
konuları ve içeriklerini bağımsızca kararlaştırır. Çoğu kez Bakan bu kurulun önerilerini takdir eder; fakat, örneğin Berlin
ile Hamburg arasında bir MAGLEV treni
için karar vermede olduğu gibi, öne çıkan
anlaşmazlık durumları da olmuştur. Siyasal karar projeden yana iken, kurul sert
bir uyarıda bulunmuştur. Proje, yüksek
yapım maliyetleri riskini üstlenecek hiçkimse bulunamadığından çok sonraları
durdurulmuştur.
• Yerel (Mekânsal) Planlama Danışma
Kurulu: Bu kurul, bilimciler ve uygulamacılardan oluşur ve yerel planlamadan ve
yerel gelişme yasalarının uygulanmasından sorumlu Bakan'a (bu, hükumet oluşumuna göre değişebilir) tavsiyelerde
bulunur. Üstlendiği rol, bölgesel yaşam
düzeyinin gerekleri ile ulaştırma alt-yapı
gelişmesinin gereksinimlerini uyumlaştırmak için uygun yasal geçerliği hazırlamak ve uygulamaktır.
5. Özel Örgütler
İki örneğin gösterdiği gibi, Almanya’da
ulaştırma araştırmasını desteklemek için
çeşitli özel örgütler kurulmuştur:
• Kühne Vakfı: Lojistik ve yük taşımasında dünya çapında bir lojistik ve yük
taşımacılığı şirketi olan Kühne+Nagel
AG’nin ana ortağı olan Klaus-Michael
Kühne İsviçre’de Schindellegi’de Kühne
Vakfı’nı kurmuştur. Bu vakıf, ulaştırma ve
lojistik araştırma ve eğitimine destek ve-
30 itü vakfı dergisi
Araştırma programı, AB ulaştırma
endüstrilerinin rekabetçiliğini ve
bütün yurttaşların çıkarına kaynaketkin, iklim/çevre dostu, güvenli
ve kusursuz ulaştırma sistemlerini
güçlendirmeyi hedefler.
rir. Hamburg’da lojistik ve yönetimde Kühne Lojistik Üniversitesi’ni kurmuştur. Bu
üniversite, eğitim kalitesinde üst düzey
bir yere sahiptir ve araştırma alanında da
iyi bir ünü bulunmaktadır. Bu ana etkinliklerin de ötesinde Vakıf, Almanya, İsviçre
ve Çin’de çeşitli ulaştırma ve lojistik enstitülerine ortak destek sağlamaktadır.
• Altyapı İletişim Hizmetleri Bilim Enstitüsü (WIK): Bu Enstitü, 1982’de posta
hizmetleri ve telekomünikasyon henüz
kamunun elinde olduğu sırada kurulmuştur. Bu kesimlerin özelleştirilmesinden
sonra finansal olarak hala İktisat Bakanlığı’nca destekleniyor olmasına karşın
özelleştirilmiştir. Araştırma alanları; özellikle telekomünikasyon, posta hizmetleri,
demiryolu, medya ve bilişim (information)
endüstrileri olmak üzere şebeke endüstrilerinde düzenleme ve yönetişimdir. Bu
yönelimlerle, Enstitü'nün Tekeller Kurulu
(bkz Bölüm 4) ve şebeke düzenleme yönetimi ile yakın bağlantıları vardır.
6. Avrupa Birliği’nin Alman Ulaştırma
Araştırmasındaki Rolü
Alman federal ve eyalet bakanlıkları ve
Ulusal Araştırma Vakfı, üniversiteler, okul-
lar ve araştırma merkezlerindeki temel
araştırmaları finanse etmektedirler. Bunlar, ihale sistemi ile dağıtılan temel fonlamanın ötesinde de araştırma projeleri
başlatabilirler. Fakat bu Üniversite-dışı/
Araştırma Merkezi fonlamasının hacmı
görece küçüktür. Araştırma ve Eğitim Bakanlığı ya da İktisat Bakanlığı gibi görece
yüksek bir AR-GE bütçesi olan bakanlıklar bile ulaştırmayı kendi programlarına
daha genel farklı başlıklar altında aldıklarından, ulaştırmaya ayrılmış araştırma
fonları açıklamazlar.
Avrupa Birliği, projeye-dayalı ulaştırma araştırması ana kaynakları sağlar.
Araştırma ve Teknik Gelişme için AB Çerçeve Programları (EU Framework Programmes, FP) çok-yıllı (7 yıllık) AB bütçe
planına sokulmuş çok-disiplinli programlardır. 2014-2020 için hazırlanan son 8th
FP “Horizon 2020” olarak adlandırılmıştır
ve üç odak alanı içerir: Bilimsel Mükemmeliyet, Endüstri/KOBİ katılımı ve toplumsal sorunlar. Ulaştırma bir toplumsal
sorun öğesidir. H2020 için planlanmış
toplam bütçe, 6,3 milyar €’su “akıllı, yeşil ve bütünleşik ulaştırma” için olan 29,7
milyar €’su Toplumsal Sorunlar’a ayrılmış
77 milyar € olarak planlanmıştır. Araştırma programı, AB ulaştırma endüstrilerinin rekabetçiliğini ve bütün yurttaşların
çıkarına kaynak-etkin, iklim/çevre dostu,
güvenli ve kusursuz ulaştırma sistemlerini güçlendirmeyi hedefler. Yük taşımasında yeni kavramlarla daha iyi devingenlik
(mobilite), daha az tıkanıklık, daha büyük
güvenlik ve korunma, araştırma projelerinde odak noktasındadır. Bu projeler
Çalışma Programı’nda başvurular için üç
başlıkla sınıflandırılmıştır:
• Büyüme için devingenlik (mobility),
• Yeşil araçlar,
• Küçük girişimler ve ulaştırma için hızlı
yol yenilikleri.
2016/17 Büyüme için Devingenlik
çağrısı (call for mobility to growth); havacılık (5), suyolu (4), güvenlik (6), kent
taşımacılığı (5), lojistik (4), akıllı ulaştırma
sistemleri (3) ve politika oluşturma (6) için
sosyo-ekonomik ve davranışsal araştırma
ve geleceğe dönük etkinliklere yönelik 36
projeyi kapsamaktadır. Bu çağrıların ve
burada sözü edilmeyen diğer eylemlerin
bütçesi 451 milyon € (2016) ve 487 milyon € (2017)’dur.
Kentsel Ulaşım Planlaması ve İstanbul
Doç. Dr. Hatice Ayataç
İTÜ Mimarlık Fakültesi
Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü
Koordineli ve bütünsel bir
kentsel ulaşım sürdürülebilir
bir kentsel geleceği tasarlamayı
hedeflemelidir. İdeal ulaşım
pramidinde görüldüğü gibi
tüm ulaşım araçları kentsel
ulaşım kademelenmesi ve
sürdürülebilir bir planlama
adına toplu taşıma odaklı ve
alternatif ulaşım aracı olan
bisiklet ve en temel hareketlilik
biçimi yürüme ile sadece
“ulaşım planlamasından”
öte bütünsel bir yaklaşımla
planlanmalıdır…
U
laşım, kısa bir tanımla; ‘‘insanların
ve eşyaların yer değiştirmesi ve
bunun organizasyonudur’’, “bir nesneyi veya bir kişiyi bulunduğu yerden farklı
bir yere aktarmadır”. Bireysel gereksinimler
için ulaşmak ve ulaşılır olmak zorunluluktur.
Ancak ulaşım sadece “hareketlilik -mobility” anlamına gelmemektedir. Önemli olan
“erişebilirliğin- accessibility” sağlanmasıdır. Ulaşım-transportation ve hareketlilik-mobility, insanların diğer insanlara ve
mekanlara erişimidir (Ayataç, 2013). Özellikle Batı ülkelerinde kentiçi ulaşımı denince; felsefesi, politikaları, kavramları, kuram
ve uygulama örnekleri (model), stratejileri
ile kentsel, hatta ulusal bağlamın içine yerleştirilen, oluşturulan akademi içi ve dışı
literatürüyle geniş, yerleşik bir disiplin anlaşılır.
Kentsel Ulaşım Planlaması ise; kentlerde ulaşım sisteminin oluşturulması, geliştirilmesi ya da sorunların giderilmesi için,
belirli kısıtlar altında hedef ve amaçlara
en uygun (optimum) çözümü sağlayan yapısal ve işletme çözümlerinin, mekan ve
zaman içindeki düzenlenmesi işidir. Ulaştırma altyapısına yapılacak yatırımların,
düzenlemelerin ve işletme yaklaşımlarının
belirlendiği uzun hedefli planlardır (Babalık-Sutcliffe, 2002). Kentsel alanlardaki
ulaşım sistemlerinin gelecekteki değişim
öngörülerini elde etmek üzere geliştirilmiş
bir yöntemdir (Kılıçaslan, 2012). Gelecek
için kentsel ulaştırma altyapısında mevcut
durumun analiz ve değerlendirmelerinin
yapıldığı yatırımların, düzenlemelerin ve
işletme yaklaşımlarının belirlendiği, öngörülerin elde edildiği araçtır veya yöntemdir
(Özalp ve Öcalır, 2008).
Kentsel ulaşım planlamasının temel
amaçları ise; (i) kentlerde ulaşım alanlarının
denetimli geliştirilmesi, (ii) kentiçi ulaşımında harcanan zaman ve kaynak kaybını en
aza indirmek, (iii) erişebilirlik, kalite, çevre yönüyle toplumsal faydayı sağlamaktır.
Kentsel ulaşım planlaması sürekliliği olan,
değişen koşullara göre yenilenen bir süreçtir. Bu sürecin başarılı olması var olan
koşulların doğru analiz ve değerlendirmesinin yapılarak, sürekliliği olan ve kararlı
sosyo-ekonomik politikaların uygulanmasına bağlıdır (Hamamcıoğlu, 2012).
Kentsel Ulaşım Planlaması Tarihi
Türkiye’deki Kentiçi Ulaşım Planlaması çalışmalarının değerlendirilmesi amacıyla ha-
itü vakfı dergisi 31
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
Tablo 1: Kentsel ulaşım tarihsel sürecine paralel gelişen
“Ulaşım modelleme çalışmaları” (Hamamcıoğlu, 2012)
1920'ler
İlk sistemli çalışma (ev anketleri ve taşıt sayımı) denizyolu ve demiryolu kararlarının bağımsız
alınması – sorunlar
1950'ler
Kentsel ulaşım planları (ABD, Avustralya, İngiltere, Kanada …) Arazi kullanım ve ulaşım yapısı
arasındaki etkileşimin analizi 6 aşamalı (veri toplama, tahminler, hedef tanımlama, ağ önerisi,
test edilmesi ve değerlendirme) – maliyet , seyahat süresi, güvenlik odaklı
1960'lar
Matematiksel modellerin kurulması (ulaşım mühendisleri), Bilgisayar kullanımına bağlı
modelleme, Merkezi yönetim ve politika kararlarının kentleri etkilediğinin anlaşılması
1970'ler
Enerji krizine bağlı olarak enerjinin etkin kullanımının sağlanması – talep yönetimi kavramı –
maliyet odaklı (ulaşım sisteminin yönetimi)
1990'lar
Sürdürülebilirlik kavramı (erişilebilirlik, makro-ekonomik etki, çevresel etki, sosyal eşitsizlik,
arazi kullanım ve ulaşım sistemlerinin yönetimi odaklı ), trafik yönetimi ve işletmenin önemi,
Çok amaçlı, çok aktörlü ve çok ölçütlü karar verme süreçleri
zırladıkları araştırmalarında Özalp ve Öcalır, (2008), ulaşım planlaması tarihini dünya
ve Türkiye için benzer dönemlere göre incelemişlerdir. İzleyen bölüm bu araştırma
verileriyle aktarılmaktadır.
1940’ların ortalarında ABD’de kentsel
ulaşım planlamasından anlaşılan, sadece köprü ya da kavşaklardaki tıkanmalar
gibi özel problemleri çözmekti. 1950’lerde
özellikle ABD’de kentsel alanlarda hızlı nüfus artışı, gelir artışına bağlı olarak gelişen
otomobil sahipliliği ve banliyöleşme süreci
gözlenmekteydi. O yıllarda kentsel gelişme
planlarının gerçekleştirilmesi için federal
fonların kullanılması, kentsel ulaşım planlamasında da gelişmelere neden olmuştur.
Bu gelişmelere bağlı olarak gerçekleşen
Chicago, Detroit ve diğer bazı kentlerdeki
alan bazındaki çalışmalar ile ulaşım planlaması tanımlanabilir bir disiplin olarak
kullanılmaya başlamıştır. Aynı dönemlerde
Kanada, İngiltere ve Avustralya’da da bu
konuda çalışmalar ortaya çıkmıştır. 1950 ve
1960’larda gelişen ve “klasik model” olarak
tanımlanan kentsel ulaşım planlaması, bir
nazım plan geliştirmek için geleceğe yönelik kararların “rasyonel” olarak alındığı
bir süreçtir. Ulaşım planlama yöntemi, genellikle inşaat mühendisleri tarafından gerçekleştirilen ve maliyet verimliliğine dayalı
teknik bir uygulamaydı. 1950’lerin sonlarında ve 1960’ların başlarında bilgisayarların gelişmesi, büyük veri setlerinin kolayca
analiz edilebilmesi imkânını da beraberinde getirmiştir. Ulaşım planlama yöntemi de
bilgisayarın kullanımı ile birlikte gelişmiştir.
Bilgisayara dayalı ulaşım planlama modelleri, “rasyonel” bilimsel planlamanın gerekli
bir parçası olarak kabul edilmekteydi.
1970’lerin sonlarında ise, toplumsal
değişikliklerle birlikte yeni yaklaşımlar gün-
32 itü vakfı dergisi
deme gelmeye başlamıştır. Kentsel planlama, teknik ve politik bakış açılarını aynı
anda dikkate alan ve tek bir en iyi çözüm
içermeyen bir süreç olarak görülmeye
başlamıştır. Kentsel plancılar sivil toplum
örgütlerinin yönetimlere karşı yasal savunucusu rolünü üstlenirken, inşaat mühendisi kökenli ulaşım plancıları, teknik bilgi
için bilgisayar modellerine dayalı yaklaşıma devam etmişlerdir. Bu yıllarda, kentsel
alanlarda raylı sistem yatırımlarında büyük
artış gözlenmiştir. Babalik-Sutcliffe (2002),
ABD, İngiltere ve Kanada’dan seçtiği sekiz
kentteki raylı sistem yatırımlarını karşılaştırırken, bu sistemlerin beklenen başarıya ne
kadar yakın veya uzak olduklarını da bazı
kıstaslarla ortaya koymuştur. Araştırmaya
konu olan raylı sistemlerin, maliyet verimliliği ve kent merkezlerine getirdikleri olumlu
etkilere rağmen, hiçbirinin trafik tıkanıklığı
ve çevresel problemleri çözmede tam olarak başarılı olamadıkları değerlendirilmiştir.
1990’larda “sürdürülebilirlik” kavramı,
planlamanın pek çok boyutuyla birlikte
ulaşım planlama gündemini de etkisi altına almaya başlamıştır. O günlerde, kentsel
ulaşım anlamında temel bir değişikliğin birkaç yıl içerisinde ortaya çıkması beklenmese de, finansal tedbirler ve ücretlendirme
politikalarıyla desteklenen trafik durultma
uygulamalarının, toplu taşım, yürüme ve
bisiklet gibi ulaşım türlerinin türel ayrım
içindeki payını artıracağı öngörülmekteydi.
1991’de Londra’daki bir konferansta ulaşım politikalarında son yıllarda gözlenen
değişim şöyle sıralanmıştır:
• Ulaşım daha büyük bir kentsel sorunun parçasıdır ve tüm yönetim düzeylerinde ele alınmalıdır.
• Türler arasındaki işleyişin tutarlılığı
önemlidir.
• Ulaşımın tüm taleplerini karşılamak
imkânsızdır.
• Ulaşım, basit teknik çözümlerden
daha fazlasını gerektirir ve insan faktörleri
ile yolculuk yapmayı gerektiren nedenlerin
daha iyi anlaşılması gerekir.
Sürdürülebilir bir ulaşım politikasının
ancak koordineli bir politika paketi ile elde
edilebileceğine dikkat çekmektedir. Sürdürülebilir bir kentsel ulaşım ve arazi kullanım
sistemi;
• kentsel alanın tüm sakinlerine mal ve
hizmetlerin verimli şekilde erişimini sağlar,
• şu anki nesil için çevre, kültürel miras
ve ekosistemleri korur ve
• gelecek nesillerin doğal çevre ve kültürel miras da dahil olmak üzere günümüzdeki refah düzeyine sahip olma imkanlarını
tehlikeye atmaz.
Türkiye’de Kentsel Ulaşım Planlaması
Birinci kuşak olarak tanımlanabilecek ve
1970 öncesinde gerçekleştirilen çalışmalar, kentiçi ulaşım planlaması konusunda
ülkemizdeki ilk çalışmalardır. Dönemin koşullarına bağlı olarak genellikle bir yabancı
kuruluşun görevlendirdiği bir ya da bir kaç
Tablo 2: İETT Tarihsel İstatistikleri, (Çalışkan ve Kırmızı, 2010)
✔
Türkiye’de 1975-2000 yılları arasında 1.200 km. otoyol, 0 km. demiryolu yapılmıştır.
✔
1950 yılında Türkiye’de yolların % 55’i, 2004 yılında ise % 4’ü demiryoludur.
✔
2004 yılında; 10.948 km. demiryolu ağının 2.122 km.si elektrikli, 2.505 km.si sinyallidir ve
kilometrekareye düşen demiryolu uzunluğu 0,0112 km.dir.
✔
2004 yılında; 8.300 km.lik kıyısı olan ülkemizde 149 liman-iskele, TCDD’ce işletilen 7 liman vardır.
✔
2004 yılında Karayolu yük taşıma payı % 91’dir. Karayolu toplam ağ uzunluğu 63.201 km., otoyol
1.851 km., devlet yolu 31.297 km., asfalt kaplama yol uzunluğu ise 6.067 km.dir.
✔
2001 yılında havayoluyla yapılan yolculuk sayısı 9.900.000, havalimanı ve meydan sayısı 34’tür.
✔
1923-2007 arasında il ve devlet karayolları toplamı % 237, demiryolları ise % 131,5 artmıştır.
✔
1933-2007 yılları arasında Türkiye’de otomobil sayısı % 151.936 (1.519 kat), 1965-2007 arasında
minibüs sayısı % 3.314 (33 kat), otobüs sayısı % 793 (8 kat) artmıştır.
Tablo 3: İETT Tarihsel İstatistikleri, (Çalışkan ve Kırmızı, 2010)
Tarihsel kesitler
1950 Öncesi Dönem; Küçülen ve Nüfus Kaybeden Bir Kentin Uyum Sorunlarıyla Mücadelesi
1950–1980 Arası Dönem; Hızlı Kentleşme Sanayi Kenti Oluşumu Gecekondu Gelişimi
1980 - 2000 Arası Dönem; Merkezileşme (Merkezi İş Alanlarının Sayıca Artması) Ana Ulaşım ve Çevre
Yolları Boyunca Merkez Dışına Yayılma Desantralizasyon
Demografik yapı
1920-30 arası nüfus kaybı, 1940 sonrasında nüfus artışının hızlanması (Türkiye nüfus artış hızının altında),
Gayrimüslim nüfusun azalması
Kırsal alandan kentsel alanlara nüfus hareketi, Hızlı nüfus artışı (Türkiye nüfus artış hızının üzerinde)
Kentin büyümesi, çeperlerde hızlı nüfus artışı, Tarihi merkezde nüfus kaybı
Nüfus artışının devamı Nüfusun özellikle çevre alanlarda hızlı artışı, Tarihi merkezde nüfus kaybı
İdari plan ve politikalar
1580 sayılı Belediye Kanunu (1930) uyarınca kentin arazi kullanım planının hazırlanmaya başlanması
1938 Prost Planı
Devlet Planlama Teşkilatı’nın kurulması, İmar ve İskan Bakanlığı’nın icracı kapasitesinin güçlendirilmesi,
Yeni Belediyecilik Hareketi Merkezi Planlı Kalkınma Modeli; Bütüncül Planlama Yaklaşımı, 307 sayılı
Belediye Yasası (1963), 775 sayılı Gecekondu Yasası (1966), 1164 Sayılı Arsa Ofisi Kanunu (1969), 6735
Sayılı İmar Kanunu (1972), Kat Mülkiyeti Kanunu (1965), 1966 Sanayi Nazım İmar Planı
İlçe belediyelerine planlama yetkisi, Yerelde yukarıdan-aşağıya yönetim anlayışının devamı, Yerel
Gündem 21 Nazım İmar Planları ve Uygulama Planları, Yerleşik alanda dönüşüm proje uygulamaları
(kentsel yenileme, sağlıklaştırma, islah-imar ve koruma), Büyük yatırımların etkisiyle yasadışı oluşan
kentsel alanlar, 3030 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu (1984), 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu (1984)
3194 sayılı İmar Kanunu (1985), 2805 sayılı Af Yasası (1983), 2981 sayılı Af Yasası (1984), 2863 sayılı Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu (1983), 2872 sayılı Çevre Kanunu (1983), 2960 sayılı Boğaziçi Yasası
(1983), 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu (1983).
Ulaşım
Kentin otomobil ile uyumlu hale getirilmesi, Sur-içi yollarda genişletme, Kent merkezi ve çevresinde
toplu taşıma aksları ve yeni yollar
Demiryolundan karayolu ulaşımına geçiş, Kentsel ulaşım tıkanıklıklarının çözülmesi amacıyla yeni
arterlerin açılması, “Dolmuş” ve “minibüs” gibi bireysel girişimcilerin toplu taşımada rol alması, Boğaziçi
Köprüsü’nün yapılması, Köprü ve çevre yollarına bağlı olarak kent içi hareketliliğin artması, Liman ve
havaalanı kapasitelerinin arttırılması, Harem ve Topkapı otobüs terminallerinin hizmete girmesi
Özel araç sahipliliğinin artması, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün ve çevre yollarının açılması, Atatürk
Havalimanı’nın kapasitesinin arttırılması, Sabiha Gökçen Havalimanı’nın açılması, Toplu taşımaya
dönük raylı sistem projelerinin yaygın biçimde inşası, 3. havalimanı tartışmaları, 3. köprü tartışmaları,
Haydarpaşa Limanı’nı taşıma tartışmaları
yabancı uzman tarafından gerçekleştirilen, belirli projeler bazındaki (örneğin İstanbul ve Ankara metroları) kısa süreli ve
dar kapsamlı çalışmalardır. Bu dönemdeki
çalışmalar kentin genel ulaşım yapısını irdelemekten çok belirli bir ulaşım yatırımının
(örneğin Boğaz Köprüsü’nün) gerekliliğinin
saptanması ve savunulması amacıyla gerçekleştirilmiştir (Öncü, 1993).
1970-85 yılları arasındaki ikinci kuşak
ulaşım planlama çabaları, kamu eliyle yürütülen nazım plan çalışmaları çerçevesinde gerçekleşmiştir. Bu dönemde kurulan
sekiz nazım plan bürosundan İstanbul, Ankara ve İzmir’deki planlama çalışmaları sırasında önceki döneme kıyasla daha kapsamlı ulaşım etütleri gerçekleştirilmiştir. Bu
dönemdeki ulaşım planlama çalışmalarının
temel amacı; nazım plan bürolarında kent
için yapılan üst ölçekli planlama çalışmaları sırasında ortaya konulan gelişme senaryolarının ve arazi kullanım kararlarının ulaşım boyutlarının sınanmasıdır. Bu yaklaşım,
ulaşım planlaması ve nazım plan ilişkisi
açısından önemli bir gelişme olarak kabul
edilmektedir (Öncü, 1993). Kent geneline
yönelik arazi kullanım kararları ile uyumlu
ulaşım planları hazırlanması yerine, kentsel
raylı sistem gibi büyük ulaşım yatırımları
için etütler yapılmış ancak uygulanmamıştır (Özalp ve Öcalır, 2008).
Kentiçi ulaşım planlama çalışmalarının
üçüncü kuşağı 1985-86 yıllarında İstanbul
ve Ankara kentleri için hazırlanan etütlerle
başlamaktadır. Büyük kentlerimizde raylı
toplu taşım türleriyle cevap verilebilecek
yolculuk talep düzeylerine ulaşılması ve
pek çok kentte bu yönde istek ve girişim-
Özellikle Batı ülkelerinde kentiçi
ulaşımı denince; felsefesi,
politikaları, kavramları, kuram
ve uygulama örnekleri (model),
stratejileri ile kentsel, hatta ulusal
bağlamın içine yerleştirilen,
oluşturulan akademi içi ve dışı
literatürüyle geniş, yerleşik bir
disiplin anlaşılır.
lerin ortaya çıkması ile birlikte, merkezi yönetim raylı toplu taşım projelerine kaynak
tahsisinin değerlendirmeye alınması için
ulaşım etüdü hazırlanmasını bir ön koşul
olarak belirlemiştir. Bu zorunluluk sonucunda, 1985 yılından bu yana yaklaşık
otuz kentimizde kapsamlı kentiçi ulaşım
etütleri yapılmıştır. Raylı toplu taşım sistemlerini üreten ülkelerin kendi teknolojilerini ülkemize tanıtmak ve özellikle büyük
kentlerimizde ortaya çıkan raylı toplu taşım
pazarından pay almak amacıyla kredi ve
hibe olarak sağlanan parasal kaynaklar ve
yabancı uzman katkısı bu dönemdeki en
belirgin özelliklerden biridir.
Özalp ve Öcalır’ın (2008) ülkemizde
kentlere ait ulaşım etüt ve planlama çalışmaları üzerinden yaptıkları analiz sonuçlarına göre özet olarak; yaklaşık % 80’inin
1985 yılından sonraki dönemde hazırlandığı, % 28’inde konut anketi ve trafik sayımı
yapılmadığı, % 50’sinde bilgisayar benzetim modeli ile talep tahmini yapıldığı, %
70’inde nazım imar planı ilişkisi bulunduğu,
yaklaşık % 80’inin tüm kenti kapsadığı, %
56’sının tüm ulaşım türlerini kapsadığı, %
44’ünün ise sadece belirli bir ulaşım türüne
yönelik etütler olduğu, % 52’sinin sadece
raylı sistem önerisi getirdiği ve sadece %
16’sında yeşil türlerin geliştirilmesine yönelik öneri getirildiği saptanmıştır.
İstanbul’da Kentiçi Ulaşım
İstanbul Bölge Planı (2010-2013) eklerinin
ulaşıma dair tarihsel değerlendirmesinde
(2010); İstanbul’da kent içi ulaşım altyapısının tarihi gelişimi, kentin mekânsal gelişimi ve şehir fonksiyonlarının şehir içerisinde
dağılımı ile çok yakın bir ilişki içerisindedir.
19. yüzyılın başlarına kadar Haliç çevresindeki tarihi yarımada ve Pera’nın yanı sıra,
Boğaz’da yer alan küçük ve birbirinden
kopuk yerleşimlerle sınırlı kalan İstanbul’da
ulaşım genellikle yaya olarak yapılmış, bu
bölgeler arasındaki ulaşım ise kayıklar ile
sağlanmıştır. 1851’de Şirketi Hayriye’nin
itü vakfı dergisi 33
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
Şekil 1: 1955-2007 yerleşim alan sınırları (Taşdemir-Batuk, 2009)
kurulması ile birlikte kente toplu taşımanın
başlangıcı olarak alınabilen vapur taşımacılığı hizmete girmiştir. Vapur taşımacılığı ile
beraber İstanbul’da genelde tarihi yarımada ve Pera ile sınırlı kalan yerleşim Boğaz
kıyıları boyunca ve Anadolu Yakası’nda
genişlemeye başlamıştır. 19. yüzyılın ikinci
yarısında geliştirilmeye başlanan tramvay
şebekesi ve banliyö hatları bu süreci daha
da hızlandırmıştır. 20. yüzyılın ilk yarısında
başlatılan otobüs ve dolmuş taşımacılığı
ise deniz ve banliyö taşımacılığı ile daha
önce Marmara kıyıları ve Boğaz’ın iki yakasın boyunca genişleyen yerleşimlerinin iç
kesimlere doğru kaymasını sağlamış olup
uzun yıllar boyunca İstanbul trafiğinde en
ön planda olan bir ulaşım türü olma özelliğini korumuştur.
1950 yılından itibaren kırsal bölgelerden göçün hızlanarak artması sonucunda
ise, İstanbul, gecekonduların ağırlıklı olduğu plansız ve hızlı bir yayılma sürecine
girmiştir. Otomotiv sanayinin kurulması ve
1970’lerden itibaren hızla artmaya başlayan otomobil sahipliliği bu süreçte rol oynayan en önemli faktörler olmuştur. Mevcut
tramvay hatlarının sökülüp tramvay taşımacılığının devreden çıkarılması ile 1960’lı yıllardan itibaren İstanbul’da karayolu ağırlıklı
taşıma dönemini başlamıştır. 1973’te hizmete giren Boğaz Köprüsü ve çevre yolu
ile 1988 yılında hizmet vermeye başlayan
Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ve TEM Otoyolu, İstanbul’da karayolunun ulaşımdaki
34 itü vakfı dergisi
ağırlığını daha da artırmış ve şehrin gerek
iç kesimlere gerekse doğu batı yönünde
hızla yayılmasına ivme kazandırmıştır (Şekil 1). Deniz otobüslerine ek olarak 1989
yılında hızlı tramvay, 1994 yılında hafif raylı
sistemler ve 2000 yılında ise metronun hizmet vermeye başlamasına rağmen, halihazırda karayolu ulaşımının diğer ulaşım
sistemlerine göre ağırlıkta olduğu görülmektedir. Raylı sistemler ve denizyolu ulaşımının payı ise oldukça düşüktür.
Halihazırda İstanbul’da günlük taşınan
yolcu sayısının ulaşım türlerine göre dağılımına bakıldığında kara ulaşım sisteminin
10 milyondan fazla yolcu ve genel toplam
içerisinde %88,32 oranı ile kent içi ulaşımda temel ulaşım sistemi olduğu görülmektedir. Raylı sistemler ise günde yaklaşık
olarak 1 milyon yolcu taşımakta ve genel
toplam içerisinde %8,44 orana sahiptir.
Deniz ulaşımı ise günde 400.000’e yakın
yolcuya hizmet vermekte ve genel toplam
içerisinde %3,24 gibi düşük bir öneme sahip bulunmaktadır.
İstanbul 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı çerçevesinde İstanbul genelinde ulaşım türlerinin farklı hizmet sektörleri
ile olan ilişkilerinin, tercihlerin ve eğilimlerin analizi amacıyla 2006 yılı hizmet sektörü anket çalışmasından elde edilen veriler
ile, 2006 tarihli arazi tespit çalışmasından
elde edilen veriler özellikle iş amaçlı yolculuklara dair önemli bilgiler vermektedir.
Bu kapsamda elde edilen bulgulara göre
işe ulaşımda tercih edilen araç türleri arasında toplu taşıma araçlarının kullanımı
görece daha fazladır. Çalışanların %37’si
toplu taşımadan faydalanırken; %23’ü
servis ve %20’si özel araç ile işyerlerine
ulaşmaktadır. Toplu taşıma araçları ile
ulaşımda, İETT araçları %70 gibi büyük
bir oran ile ağırlıktadır. Çalışanların %19’u
minibüs ve dolmuşları, %6’sı raylı sistemleri ve %5’i denizyolunu kullanmayı tercih
etmektedir.
Tablo 4: Sürdürülebilir Kentsel Hareketlilik planının geliştirilmesi ve
hazırlanması rehberi, EU, 2013 (Ayataç, 2015)
Geleneksel ulaşım planlaması
Sürdürülebilir kentsel hareketliliğin planlanması
Trafiğe odaklanır
İnsana odaklanır
Temel hedefi; trafiğin akış kapasitesi ve
hızıdır
Temel hedefi: Erişebilirlik ve yaşam kalitesi olduğu
kadar sürdürülebilirlik, ekonomik yaşayabilirlik, sosyal
eşitlik, sağlık ve çevresel kalitedir
Model odaklıdır
Tüm ulaşım modları arasındaki daha temiz ve
sürdürülebilir bir dengeye odaklanır
Altyapı odaklıdır
Efektif bir maliyete erişmek için Entegre bir eylem
setidir
Sektörel planlama dokümanıdır
Arazi kullanımı ve mekansal planlama, sosyal
servisler, sağlık ve politikaları tanımlayan bütüncül bir
dokümandır.
Kısa ve orta vadeli planlar önerir
Kısa ve orta vadeli planlar uzun dönemli bir vizyon ve
stratejiye temellenir
Yönetsel bir alanla ilgilidir
Fonksiyonel bir alanla ilgilidir
Ulaşım mühendisleri baskındır
Disiplinler arası bir planlama ekibi vardır
Uzmanlar tarafından planlanır
Çok ortaklı bir katılım süreciyle planlanır
Etkilerinin değerlendirilmesi sınırlıdır
Düzenli bir izleme ve değerlendirme vardır
Kentsel harekete eşit erişim sosyal
ve ekonomik bir ihtiyaçtır. Kırılgan
ve dezavantajlı grupları kapsayıcı
bir ulaşım olmalıdır. Çocukların,
kadınların, engellilerin trafikte
ve kentsel hareketlilikte kaliteli
erişimlerini destekleyen önlem ve
politikalar tartışılmalı, uygulanmalı
ve özendirilmelidir.
Şekil 2: Ulaşımda Erişim Piramidi
yaşam açısından da önemli ulaşım alternatifleri olarak desteklenmektedir.
Özet olarak, ülkemiz geneli ve İstanbul özeli için yapılabilecek çıkarım şudur;
koordineli ve bütünsel bir kentsel ulaşım
sürdürülebilir bir kentsel geleceği tasarlamayı hedeflemelidir. İdeal ulaşım pramidinde (Şekil 2) görüldüğü gibi tüm ulaşım
araçları kentsel ulaşım kademelenmesi ve
sürdürülebilir bir planlama adına toplu taşıma odaklı ve alternatif ulaşım aracı olan
bisiklet ve en temel hareketlilik biçimi yürüme ile sadece “ulaşım planlamasından”
öte bütünsel bir yaklaşımla planlanmalıdır.
Kaynaklar:
– Ayataç, H., 2015 Yaşanabilir Şehirlerde
Kentsel Ulaşımın Planlanması, MMG Dergi,
Sayı 82.
– Babalık Sutcliffe, E. (2012) ‘Ulaşım Ana Planı’,
Kentsel Planlama Ansiklopedik Sözlük, M. Ersoy,
ed., Ninova, İstanbul.
– Babalık-Sutclıffe, E., (2002) Urban Rail Systems:
Analysis of The Factors Behind Success, Transport
Reviews, 22:4; 415-447.
Sürdürülebilir Kentsel Hareketliliğin
Planlanması
Kentsel Ulaşım Planlamasının dünya, Türkiye ve İstanbul kenti özelinde ve tarihsel
gelişim sürecinde incelendiğinde, geleneksel ulaşım planlaması ilkelerinin hakim
olduğu görülmektedir. Ana odak trafik ve
trafiğin akış hızıdır. Model odaklıdır ve genellikle altyapıyı çözmeyi hedefler.
Oysa, Birleşmiş Milletlerin “Sürdürülebilir Kentsel Hareketlilik için Planlama ve Tasarım” konulu güncel raporundaki (UN&Habitat, 2013) saptamalarında “çevreye etkisiyle
petrole bağlı yakıtların öncelikle ulaşımda
kullanıldığı, sosyal verilerde birçok ülkede
düşük gelir grubundaki bireylerin kaliteli,
güvenli ve sağlıklı bir kentsel ulaşım fırsatına sahip olmadığı ve ekonomik verilerle ise
trafik sorununun özellikle kentsel alanlarda
yakıt tüketimi ve aktif kentsel yaşamdaki zaman kayıplarını artırdığı” vurgulanmaktadır.
Sürdürülebilir
kentsel
hareketliliğin
planlanması yaklaşımında öncelikle insana
odaklanmasıyla, temel olarak kaliteli, erişilebilir, eşitlikçi, güvenli bir çevreyi hedeflemesiyle ayrışmaktadır. Maliyet, çevre değerleri
ve gelecek hedefleriyle bütünsel bir planlama yaklaşımıdır. Disiplinler arası katılımla,
halka inebilen ve yönetsel baskılardan arınmış bir model olarak önerilmektedir.
Kentsel harekete eşit erişim sosyal ve
ekonomik bir ihtiyaçtır. Kırılgan ve dezavantajlı grupları kapsayıcı bir ulaşım olmalıdır.
Çocukların, kadınların, engellilerin trafikte
ve kentsel hareketlilikte kaliteli erişimlerini
destekleyen önlem ve politikalar tartışılmalı, uygulanmalı ve özendirilmelidir. Ulaşım
sistemleri fiziksel, zihinsel ve sosyal huzuru
sağlayacak şekilde planlanmalı ve güvenli
olmalıdır. Bireylerin günlük yaşamlarında
düzenli egzersiz yapmalarına olanak sağladığı için bisiklet ve yaya ulaşımı sağlıklı
– Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kentsel Hareketlilik için Planlama ve Tasarım konulu raporu, 2013,
http://unhabitat.org/planning-and-design-for-sustainable-urban-mobility-global-report-on-human-settlements-2013/
– Çalışkan, F.T., Kırmızı, Z., 2010. İstanbul Ulaşım
ve İETT Tarihsel İstatistikleri, İBB Yayınları, İstanbul
– Hamacıoğlu, C. 2012 Kentsel Ulaşım Planlaması,
Karar Alma Mekanizmaları ve Süreçleri, Ders Notu.
– Kılınçaslan, T., 2012 ‘Kentsel Ulaşım Politikaları’,
Kentsel Ulaşım, T. Kılıçaslan ed., Ninova, İstanbul.
– ÖNCÜ, E. (1993) Ülkemiz Kentlerinin Ulaşım Yapısı ve Kentlilerin Yolculuk Özellikleri, 5. Toplutaşım
Kongresi, Ankara.
– Özalp, M., Öcalır, E.V., 2008. Türkiye’deki Kentiçi
Ulaşım Planlaması Çalışmalarının Değerlendirilmesi, METU JFA 2008 / 2 (25:2) 71-97.
– 2010-2013 İstanbul Böle Planı Ekleri, İstanbul
Kalkınma Ajansı Yayını.
– Taşdemir, İ., Batuk, F., 2009 Boğaz Geçişlerinin İstanul’un Mekânsal Gelişimine Etkileri www.
hkmo.org.tr/resimler/ekler/5f66a7cda623915_
ek.pdf
itü vakfı dergisi 35
‹TÜ VAKFI YAYINLARI - Mimarlık Kitapları
Planlamada Sayısal Yöntemler
Prof. Dr. Vedia Dökmeci
Bas›m Y›l›: 2015
Boyutlar: 16,5 x 23,5 cm
Sayfa Sayısı: 176
Şehirlerin sağlıklı ve etkin olarak planlanması, mevcut fiziksel ve sosyo-ekonomik yapının
araştırılması, eğilimlerin ortaya konması ve geleceğin doğru olarak tahmin edilebilmesine
bağlıdır. Zamanımızda bilgisayar tekniklerinin yoğun bir biçimde kullanılması, bu alanda
ihtiyaç duyulan sayısal yöntemlerin geliştirilmesine yardımcı olmuştur. Bu kitapta, şehir
sistemlerinin ve planlama problemlerinin incelenmesinde kullanılan matematiksel modeller
açıklanmıştır. Bu modeller şehir nüfusunun ve gereksinilen tesislerin öngörülmesinde,
şehirlerin gelişme yönlerinin ve sosyal yapılanmasının belirtilmesinde, ulaşım ağı ve arazi
kullanımı değerlendirilmesinde, sanayi ve sosyal tesislerin ve yeni iş merkezlerinin etkin
bir biçimde yer seçiminde kullanılmaktadır. Bu modellerin çözüm yöntemleri açıklanmış
ve uygulama örnekleri verilmiştir.
İstanbul İçin Öngörüler - Taarla İTÜ Mimari Tasarım Araştırma
Laboratuvarı Çalışmaları
Ayşe Şentürer - Nurbin Paker - Özlem Berber - Aslıhan Şenel
Bas›m Y›l›: 2014
Boyutlar: 20,5 x 28 cm
Sayfa Sayısı: 207
“Kentini seven, yaşadığı kentten öğrenmeye çalışan, kentinin sorunları ile ilgilenen ve geleceği hakkında fikir üreten herkes için…” İstanbul için Öngörüler: taarla [itü mimari ta-sarım
ar-aştırma la-boratuarı çalışmaları], İstanbul Teknik Üniversitesi Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı Proje 1 Stüdyosu’nda 2007-2010 yılları arasında yapılan çalışmalardan bir
seçkiyi okuyucuyla paylaşıyor. Bu seçkiye, stüdyo yürütücülerinin bu stüdyoyu kurgularken odağa aldıkları “kuram ve araştırma aracılığında tasarım” yaklaşımının farklı vurgularla
açılımlarını yapan metinleri ve stüdyonun yürütücüsü veya katılımcısı akademisyenlerin
stüdyoda ele alınan temalar hakkındaki ufuk açıcı makaleleri eşlik ediyor. Kentini seven,
yaşadığı kentten öğrenmeye çalışan, kentinin sorunları ile ilgilenen ve geleceği hakkında
fikir üreten herkes bu metinler aracılığıyla geliştirilen tartışmalara katılacak ve genç mimarların “Melez Kentsel Strüktürler ve Mimari Açılımları”, “Kentsel Ekoloji”, “Kentsel Yaratıcılık,
Yaratıcı Mekânlar ve Kent” ve “Kentsel Konut: Yeniden, Bugün” tematik başlıkları altında
yaptıkları araştırmaları ve İstanbul için Geliştirdikleri önerileri ilgiyle inceleyecektir.
Mimarlıkta Değerlendirme
Prof. Dr. Mete Tapan
Bas›m Y›l›: 2004
Boyutlar: 16,5 x 23,5 cm
Sayfa Sayısı: 92
Mimari ürünün değerlendirilmesi mimarlık alanının en çok tartışılan konularından birisidir. Mete Tapan bu kitapta değerlendirme sürecinin bilinçli yapılması sorununu ele alarak
değer, değerlendirme analizleri ve estetik gibi kavramları irdeledikten onra mimarlık ürününün nesnel kavramlarla anlatılmasına ilişkin konulara açıklık getirmektedir. Bir yandan
karar vermenin mimarlık eylemi kapsamında eksplisitleşmesini amaçlayan, öte yandan
da mimarla işveren arasındaki diyaloğun sağlıklı bir biçimde yapılmasına olanak sağlayan
yaklaşımları ortaya koyan yapıt, özne ile nesne arasında oluşan değer olgusunu bilimsel
bir anlatımla dile getirmiştir. Çalışmada ayrıca mimarlık ürünleriyle ilgili değerlendirmede
estetik sorununun ele alınmış ve bu analize uygun geliştirilen değerlendirme teknikleri
ortaya konmuştur.
Uygarlığa Giden Yol
Planlamadan Geçer
Doç. Dr. İsmail Şahin
YTÜ İnşaat Fakültesi
Ulaştırma Anabilim Dalı
Kamu yönetimindeki karar vericilerin sorumluluğu; görevlerin
geçici fakat hizmetlerin kalıcı olduğu bilinciyle, kişisel hırs ve
çıkarlardan arınmış, toplum için en iyi kararları almaktır. Ulaştırma
bir uygarlık sorunudur. Bu sorunun üstesinden gelmek için, bir
başka uygarlık aracı olan planlama kullanılmalı ve tüm proje
süreçlerindeki sorumluluklar eksiksiz yerine getirilmelidir…
N
asıl bir gelecek istiyoruz? Bu
soru, “Planlanmış bir gelecek istiyoruz!” şeklinde yanıtlanabilir/
yanıtlanmalıdır. Plan, bir gelecek kurgusu olduğundan, plansızlığın bizi götüreceği yer, günümüzün devinim içindeki yaşamında, karmaşadır ve israfa
dayanan yokluktur. Üretim yöntemleri
ve araçları hızla gelişmektedir. Bunları
kullanarak kısa sürede büyük hacimli
(mega) mühendislik yapıları imal etmek
hiç de zor değildir, yeter ki mali kaynak
bulunabilsin. Parasal kaynaklar sınırlı
olmakla birlikte, mühendislik yapılarının
içinde bulunduğu doğanın kaynakları da sınırsız değildir. İmalatlar, doğal
kaynaklar ya da bunların işlenmiş türevleri kullanılarak gerçekleştirilir. Doğanın
tüketilmesi kendini yenileyebilme kapasitesini aştığında, yok oluş başlamıştır.
Dünya nüfusunun artıyor oluşu, teknolojideki gelişmeler ve ekonomideki rekabet koşulları, gereksinimlerle birlikte
tüketimleri ve dolayısıyla üretimleri artırmakta, böylece doğal kaynakların tüketilme hızı da artmaktadır. Bu gidişin çok
uzun sürdürülemeyeceği anlaşılmıştır.
Küresel iklim değişikliğinin olumsuz
sonuçları, dünyanın hemen her köşesinde hissedilmektedir. Bu durum, yer
küredeki canlılığın varlığı için ciddi bir
tehdittir. Üretim ve tüketim mekanizmaları üzerindeki denetimler, bu olumsuz
gidişi kontrol altına almak için yapılmaktadır. Kentlerdeki arazi kullanımının
ulaşım gereksinimini azaltmaya dönük
planlanması, tarım arazilerinin koruma
amacıyla yapılaşmaya kapatılması, doğal çevrenin ve tarihi mirasın korunmasına yönelik denetim kurullarının oluşturulması, çevresel koruma yasalarının
yürürlüğe girmesi vd. çabalar, mevcut
gidişten duyulan rahatsızlıklar ve bu gidişin bizleri iyi bir yerlere götürmediğinin anlaşılması nedeniyle gerçekleştirilen düzenlemelerdir.
Diğer yandan, ekonomik fayda
odaklı girişimler, üretici ve tüketici arasındaki kaçınılmaz bağ nedeniyle sürüp
gitmektedir. Bu ilişkilerin düzenlenmesi,
üretim yöntemlerinin ve araçlarının doğal süreçlere daha uyumlu hale getirilmesini ve tüketim alışkanlıklarının ise
istekler karşısında gereksinimlere öncelik veren tarzda değiştirilmesini gerektirmektedir. Ulaştırma yapılarının ve
hizmetlerinin sunulması ve kullanılması
da bu kapsamda değerlendirilmelidir.
Planlı ve plansız yaşamın bizlere neler
itü vakfı dergisi 37
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
getireceğinin ve bizlerden neleri alıp
götüreceğinin ayırdında olmak ve tercihlerimizi bu bilinçle yapmak çağdaşlığın ve uygar olmanın bir gereğidir.
Mühendislik Projelerindeki Evreler
Altyapı inşaatları ya da hizmet sunumlarına ilişkin mühendislik projeleri genel
olarak; gerçekleştirme sırasına göre
planlama, tasarım, yapım ve işletim evrelerinden oluşur. Projenin özelliklerine
ve boyutuna bağlı olarak, evrelerin önemi ve her biri için yapılan kaynak harcaması değişkenlik gösterebilir. Ön proje
planlaması ve tasarımı süreçlerinden
oluşan planlama evresi, projenin işlevselliği ve verimliliği bakımından hayati
önemdedir. Bu evreyi geçen projenin,
izleyen evrede kesin tasarımı yapılır,
ardından da imalat ve projenin hizmete
sunulma süreçleri gelir. Projenin son üç
evresi olan tasarım, yapım ve işletim evrelerindeki ürünler, planlama evresinde
alınan kararların sonucudur. Diğer bir
ifadeyle, toplumun hizmetine sunulan
proje, planlama evresinde alınan soyut
kararların gerçeğe dönüşmüş halidir.
Aşağıda, ön proje planlaması ve tasarımının süreçleri ve etkileri daha ayrıntılı
biçimde ele alınmaktadır.
Şekilde, bir projenin geliştirilme sürecinde ortaya çıkan proje maliyetleri
ile bu maliyetleri etkileyebilme fırsatları gösterilmektedir. Her proje bir fikirle
başlar. Fikren ortaya atılan proje önerisinin gerekli olup olmadığı ve hangi gereksinimleri karşılayacağı planlama evresinde karşılık bulur (Şekilde 1. Evre:
Belirle). Bu nedenle, projenin planlama
evresi proje yatırımının yapılabilirliği (fizibilitesi) bakımından hayati önemde-
38 itü vakfı dergisi
dir. Proje fikrinin toplumsal
gereksinimleri
karşılaması
konusunda
olumlu
değ e r l e n d i r m eler yapılması
halinde, proje
fikri ileriye taşınır. Toplumsal
gereksinimlerin nasıl
karşılanacağı,
proje
seçenekleriyle ortaya konulur.
Ulaştırma projeleri birbirleriyle ilişkili
çok sayıda bileşenden (iş kaleminden)
oluşur. Bu bileşenler birlikte bir sistem bütünlüğü içinde, geliştirilen her
bir proje seçeneğinde yer alır. Projelerin seçenekli incelenmesinin nedeni,
her seçeneğin projenin gerçekleştirilmesi ve gereksinimlerin karşılanması
konularında, birbirlerine göre olumlu
Ulaştırma projeleri, sonuçları
itibarıyla toplumun tüm kesimlerini
etkiler. Zamana yayılan bu etkiler
faydalar ve maliyetler olarak ortaya
çıkar. Ön proje planlaması ve
tasarım evrelerinde iyi çalışılmış
projelerin, belirlenen hedef ve
amaçları sağlama potansiyeli
çok yüksektir.
ve olumsuz özellikle sahip olmalarıdır.
Günlük gereksinimlerimizi karşılamak
için yaptığımız alışverişlerde nasıl farklı
ürünleri karşılaştırıyorsak, mühendislik projelerinde de aralarında karşılaştırma yapılacak birkaç proje seçeneği
geliştirilmelidir. Her proje seçeneğinin
teknik, mali, ekonomik yapılabilirlikleri
incelenir, çevresel ve sosyal etki değerlendirme raporları hazırlanır (Şekilde 1.
Evre: Değerlendir). Bütün bu inceleme
ve raporlamalar ön proje planlaması
ve tasarımı adı verilen kavramsal proje geliştirme süreçleridir. Bu süreçlerde
geliştirilen proje seçenekleri karşılaştırmalı olarak değerlendirilir ve içlerinden
(varsa) en uygun olan seçilir (Şekilde 2.
Evre: Seç). Seçilen projenin uygulanması için kesin tasarımı yapılır (Şekilde
3. Evre: Tanımla). Projenin bu tasarıma
uygun imalatının ardından (4. Evre:
Gerçekleştir), inşaatı tamamlanan proje hizmete sokulur ve kullanılır (5. Evre:
İşlet).
Daha İyisi İçin Planlamanın Önemi
Bir projenin çıktı değerlerini yükseltmek
için en büyük fırsat potansiyeli proje sürecinin ilk üç evresinde bulunur. Bu evreler bir bütün olarak ön proje planlaması
ve tasarımını oluşturur. Bir projenin ön
planlama ve tasarım sürecindeki işlerin
kalitesine yeterli özen gösterilmezse,
projenin hedeflenen işlevini yerine getiremeyeceğine kesin gözüyle bakılmalıdır. Projenin ilk evrelerinde görece az
maliyet harcamasıyla yapılan değişik-
Şekil: Proje Ömrü Boyunca Toplam Maliyeti Etkileyebilme
Çizelge: Sürdürülebilir Ulaştırma Hedeflerinin Proje Evreleri ile İlişkileri
(Ön)
Planlama
Tasarım
Yapım
İşletim
Ekonomik verimlilik
✔
✔
✔
✔
Ekonomik gelişme
✔
Enerji verimliliği
✔
Ödenebilirlik
✔
✔
İşletim verimliliği
✔
✔
Eşitlik / Hakkaniyet
✔
✔
Güvenlik, emniyet ve sağlık
✔
Toplumsal gelişme/birliktelik
✔
Tarihi mirasın korunması
✔
İklim dengesi
✔
Hava kirliliğinin önlenmesi
✔
✔
✔
Gürültünün önlenmesi
✔
✔
✔
Su kirliliğinin önlenmesi
✔
✔
✔
Açık alanların ve biyoçeşitliliğin korunması
✔
✔
✔
İyi planlama
✔
✔
Verimli fiyatlandırma
✔
✔
Hedefler
liklerin toplam proje maliyetini/çıktılarını
etkileme potansiyeli yüksektir. Ancak,
ilerleyen aşamalarda, özellikle tasarımın ilerleyen aşamalarında (3. Evre),
hatta inşaat aşamasında (4. Evre) yapılan değişikliklerin maliyeti çok yüksek,
buna karşın projenin toplam maliyetini/
çıktılarını etkileme olanağı çok düşüktür. Burada söz edilen fırsatları ve maliyetleri, sırasıyla, toplumsal (sosyal) faydalar ve maliyetler olarak kabul etmek
olanaklıdır. Maliyetler sadece inşa maliyeti olarak değil, yapının kullanım ve
işletim evresinde (5. Evre) ortaya çıkan
dışsal maliyetler (gürültü, hava kirliliği,
iklim değişmesi, kazalar vd.) olarak da
dikkate alınmalıdır. Dışsal maliyetler zamana yayılarak, projenin sürdürülebilir
olmaktan çıkmasına yol açabilir. Böylece, sürdürülebilirliğin karşıtı olan sürdürülemezlik durumu ile karşılaşılır; ekonomik, sosyal ve çevresel etkilerin ve
maliyetlerin sağlanan faydalardan çok
daha fazla olduğu durum ortaya çıkar.
Ulaştırma Hedeflerinin Proje
Evreleriyle İlişkileri
Sürdürülebilir ulaştırmaya ilişkin çeşitli
hedef, amaç ve başarım (performans)
ölçütleri ya da göstergeleri önerilmektedir. Bu hedefleri (ve ölçütleri) projelendirmenin çeşitli evreleri ile ilişkilendirmek, hangi hedefin proje geliştirmenin
✔
✔
✔
✔
✔
✔
✔
✔
✔
✔
✔
✔
Buna karşın, kervanın yolda
düzenlendiği projelerin
başarı şansı azdır ve bu
tür projelerin toplumsal
maliyetleri de oldukça yüksektir.
Tamamlanması geciken,
kapasitesine eriştiği için
hizmet ömrünü kısa sürede
tamamlayan, tasarım hataları
nedeniyle yapım evresinde
radikal değişiklikler yapılan
projeler, bu gruba dâhildir.
hangi evrelerinde ele alındığını belirlemek olanaklıdır. Çizelgede, sürdürülebilir ulaştırma hedeflerinin ele alındığı
düşünülen proje evreleri işaretlenerek
gösterilmiştir. Birden çok evrede dikkate alınan hedeflere, ilgili evrelerin katkısı farklı düzeylerde olabilir. Çizelgedeki
işaretler, ön planlama ile işletim evrelerinin, sürdürülebilir ulaştırma hedeflerinin hemen tümüne erişmede etkili
olduğunu göstermektedir. Bu inceleme,
ön planlamanın ve bu evrede alınan kararların, sürdürülebilir proje hedefleri
(proje çıktıları ya da işletim sonuçları)
üzerinde büyük ölçüde etkili olduğunu
göstermektedir. Tasarım ve yapım evreleri ise, projenin gerçekleştirilme süreçleriyle doğrudan ilgili hedeflere erişilmesine hizmet etmektedir.
Ulaştırma Planlamasındaki
Sorumluluklar
Ulaştırma projeleri, sonuçları itibarıyla toplumun tüm kesimlerini etkiler.
Zamana yayılan bu etkiler faydalar ve
maliyetler olarak ortaya çıkar. Ön proje planlaması ve tasarım evrelerinde iyi
çalışılmış projelerin, belirlenen hedef
ve amaçları sağlama potansiyeli çok
yüksektir. Buna karşın, kervanın yolda
düzenlendiği projelerin başarı şansı
azdır ve bu tür projelerin toplumsal maliyetleri de oldukça yüksektir. Tamamlanması geciken, kapasitesine eriştiği
için hizmet ömrünü kısa sürede tamamlayan, tasarım hataları nedeniyle yapım
evresinde radikal değişiklikler yapılan
projeler, bu gruba dâhildir. Bu tür projeler, genellikle ön proje planlaması ve
tasarımı için yeteri kadar kaynak ve zaman ayrılmadığından, eksik ya da hatalı ürünlerdir. Bu gibi olumsuzluklarla
karşılaşmamak için, yaratıcı aklın ürünü
olan proje seçenekleri oluşturulmalı, bu
proje seçenekleri bilgiye dayalı olarak
değerlendirilmeli ve en uygun seçeneğin belirlenmesi ve uygulanmasında
etik ilkeler gözetilmelidir. Bütün bunlardaki bireysel sorumluluğumuz; mesleğimizi icra ederken bizden beklenenleri
en üst düzeyde başarmaktır. Kurumsal
sorumluluk; faaliyetlerde sosyal adalet
ve çevresel koruma duyarlılıkları en üst
düzeyde tutularak yerine getirilebilir.
Kamu yönetimindeki karar vericilerin
sorumluluğu; görevlerin geçici fakat
hizmetlerin kalıcı olduğu bilinciyle, kişisel hırs ve çıkarlardan arınmış, toplum
için en iyi kararları almaktır. Ulaştırma
bir uygarlık sorunudur. Bu sorunun üstesinden gelmek için, bir başka uygarlık aracı olan planlama kullanılmalı ve
tüm proje süreçlerindeki sorumluluklar
eksiksiz yerine getirilmelidir.
Not: Bu makalenin hazırlanmasında,
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi tarafından 8-9 Ocak 2016
tarihlerinde gerçekleştirilen, 3. İnşaat
Mühendisliği Eğitimi Sempozyumu’nun
bildiriler kitabında yer alan “Ulaştırma
Mühendisliği Eğitiminde Sürdürülebilirlik Yaklaşımları” başlıklı çalışmadan
yararlanılmıştır.
itü vakfı dergisi 39
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
Tem otoyolu ve yapılaşma.
Ulaşım Altyapıları Üzerine
Bazı Değerlendirmeler
Prof. Dr. Nadir Yayla
İTÜ İnşaat Fakültesi
Ulaştırma Anabilim Dalı
Ulaşım altyapılarının sıralanan yararlarına karşılık, doğru
planlanmadığı ve işletilmediği takdirde; doğal kaynakların tüketilmesi,
trafik tıkanıklığının yol açtığı zaman kaybı, hava kirlenmesi, gürültü
gibi istenmeyen sonuçlar getirmesi, yerleşim yoğunlaşmasına sebep
olmaları, ekolojik dengenin bozulmasını hızlandırması ve özellikle
karayollarında önemli maddi ve manevi kayıplara yol açan trafik
kazaları gibi olumsuz yanları da vardır…
1.Giriş
ilindiği üzere, ülke coğrafyasına dengeli şekilde yayılmış, yeterli uzunlukta, fiziki ve geometrik standartları
talebi karşılayacak düzeyde bir ulaştırma
altyapısının ve işletmesinin sağladığı erişebilirlik ve ulaşım kolaylığının o ülke için çok
yönlü kalkınmada son derecede önemli itici
bir güç olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.
Ülkenin potansiyel zenginliklerinin harekete geçirilmesi, pazarlama kolaylığı sağlanarak her türlü üretimin artmasını teşvik
etmek suretiyle ekonomiyi canlandırması,
ülke düzeyinde bölgeler arasında kalkın-
B
40 itü vakfı dergisi
mışlık farkını azaltması, sosyal gelişmeyi
hızlandırması, kültürel birliği sağlaması, iç
ve dış turizmi teşvik etmesi, devletçe sağlanan eğitim ve sağlık başta olmak üzere
kamu hizmetlerinin daha etkin ve yaygın biçimde gerçekleştirilmesi, devlet otoritesinin
etkinliğini ve savunma gücünü artırması, iyi
ve yeterli bir ulaşım altyapısının sağladığı
başlıca olumlu sonuçlar olarak sıralanabilir.
Ulaşım altyapılarının sıralanan yararlarına karşılık, doğru planlanmadığı ve işletilmediği takdirde doğal kaynakların tüketilmesi, trafik tıkanıklığının yol açtığı zaman
kaybı, hava kirlenmesi, gürültü gibi istenmeyen sonuçlar getirmesi, yerleşim yoğun-
laşmasına sebep olmaları, ekolojik dengenin bozulmasını hızlandırması ve özellikle
karayollarında önemli maddi ve manevi kayıplara yol açan trafik kazaları gibi olumsuz
yanları da vardır.
O halde, sosyo-ekonomik gelişme paralelinde taşıma talebindeki sürekli artış karşısında ulaştırma altyapısının geliştirilmesi zorunlu olduğuna göre, sıralanan ve bir kısmı
kaçınılamaz olan olumsuz sonuçları en aza
indirecek bir ulaşım altyapısının tesisi ile
işletme düzeninin kurulması esas amacımız
olmalıdır.
Aşağıda, ülkemizde bir kısmı gerçekleştirilmiş bazı önemli ulaşım altyapı yatırımları
irdelenerek bazı önerilerde bulunulmuştur.
2. Ulaşım Altyapısı Türleri
Boru hatlarını bir tarafa bırakırsak karayolu, demiryolu, havayolu ve suyolu ulaşımı
altyapılarının yerleşim ve çevre üzerindeki
etkileri oldukça farklıdır ve bunların içinde
en önemlisi kara ulaşımına ilişkin altyapıdır.
Bunları ayrı, ayrı ve kısa olarak, çevreye
olan etkileri bakımından en azından başlamak üzere ele aldığımızda aşağıdaki durumlar görülmektedir.
2.1. Suyolu Ulaşımı ve Kanal İstanbul
Suyolu ulaşımını nehir, kanal, göl ve deniz
ulaşımı olarak ele alındığında çevre kirliliği
bakımından en az kirletici olan ulaşım türü
olarak kabul edebiliriz. Ülkemiz için nehir
ve kanal ulaşımı şimdilik yok mertebesindedir. Denizyolu ulaşımı en etkeni olup bu
ulaşımda türünün en belirgin kirleticiliği
limanlarda ve açık denizlerde sintine vb
maddelerin boşaltılması ile oluşan su kirliliğine sebep olmasıdır. Bu kirliliğin sıkı bir
denetimle azaltılması mümkün görülmektedir. Suyolu ulaşımı alt yapısının liman ve
iskele yakınları dışında yerleşim üzerinde
etkisi olmadığı söylenebilir.
Ülkemiz için suyolu ulaşımı daha çok,
İstanbul’da Karadeniz ile Marmara denizi
arasında açılması gündeme getirilen kanal
projesi ile çok konuşulur olmuştur. Bu ulaşım altyapısı için henüz proje hazırlanmadığından geçirileceği güzergah kesinlik kazanmamıştır. Dolayısıyla getireceği olumlu
ve olumsuz sonuçları içerecek bir fizibilite
raporu, ayrıca Çevresel ve Sosyal Etki Değerlendirme Raporu da yoktur.
Ancak, güzergahı neresi olursa olsun
böyle bir kanalın geçtiği bölgede ve Marmara denizinde, hatta bazılarına göre Ege
ve Karadeniz’de var olan kirlenmeyi daha
da artıracağı ve başka hususlarda kaçınılmaz olumsuz sonuçlar getireceği konunun
uzmanlarınca ifade edilmektedir. Uzmanlık
alanım olmadığı için bunlara girilmeyecektir.
Ancak, bu kanalın gerçekleştirilmesi durumunda şöyle bir gelişme olacağı beklenebilir. Kanalın finansmanı kanal çevresinin
imara açılması ile kolaylıkla sağlanabilir. Bugün İstanbul Boğazı’nın iki yakasında Boğaz’ı
biraz gören 100-150 metrekarelik dairelerin
fiyatı 1 milyon dolardan başlamaktadır. Yeni
açılacak 25-30 km’lik kanalın iki yakasının
ikinci boğaz olarak reklamı yapılarak benzer
fiyatlarla satılması ve buna müşteri bulunması kolaylıkla mümkün görülmektedir.
Buna karşılık daha sonra değinilecek
olan Kuzey Marmara Otoyolu ve 3.Havalimanı’nın başlatacağı yapılaşmanın İstanbul’un Avrupa yakasında dar bir yarımada
şeklinde olan bölgenin Karadeniz’e kadar
tamamen dolması ve İstanbul’un gerekenden çok fazla olan şu andaki nüfus artışını tetiklemesi, böylece İstanbul’un yaşam
destek alanları olan orman ve tarım alanları
ile su havzalarının kısa sürede tüketilmesi
sonucunu getirecektir. Gerçekleşmesi halinde İstanbul’un Büyükçekmece, Çatalca
ve Silivri bölgesindeki sulu tarım için elzem
olan yeraltı su kaynaklarının da zarar görmesi kaçınılmazdır.
2.2. Havayolu ulaşımı ve
İstanbul 3. Havalimanı
Havayolu ulaşımının hava kirlenmesine
katkısı olmakla birlikte önemsenen esas
olumsuz etkisi gürültüdür. Bu ulaşım türünün çevreye verdiği gürültü özellikle gelişmiş ülkelerde çok önemsenmekte olup çok
sayıda Avrupa kentinde yakın mesafeye
havalimanı yapılmaması için yürüyüşler
düzenlenmektedir. Bu arada, 1970’li yılların
başında saatte 2.500 km dolayındaki hızı
ile havayolu ulaşımında çığır açacağı söylenen İngiliz-Fransız ortak yapımı Concord
uçaklarının başta Birleşik Amerika’da olmak üzere bazı kentlere inmesine izin verilmemesinin ve 10-15 yıl sonra yavaş yavaş
kullanımdan kaldırılmasının başta gelen
nedenlerinden birisi de sebep olduğu gürültü kirlenmesidir.
Havalimanı yer seçiminde dikkate alınan 10 kadar parametre vardır. Bunlar arasında çevredeki ekolojik dengeyi bozmamasına dikkat edilmesi, bu arada güvenlik
açısından kuşların göç yolları üzerinde olmaması da vardır.
İnsanların zamanı daha iyi değerlendirebilmek için havayolu ulaşımına olan
talebin tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de hızla artması karşısında, İstanbul’un
Avrupa yakasında böyle yeni bir havalimanına ihtiyaç olduğu kabul edilebilir bulunsa da, yapımına karar verilen yeri doğru
mudur? İstanbul’un uzun çalışmalar sonucu 2009 yılında oluşturulan 1/100.000’llik
Çevre Düzeni Planı’nda 3.Havalimanı için
Selimpaşa-Silivri’nin kuzeyinde bir alan
seçildiği ve hazırlanan planda gösterildiği
halde, sebepleri açıklanmadan ve yeterli
bir etüde dayandırılmadan Kuzeyde Arnavutköy ilçesi sınırları içinde önemli kısmı
orman ve su havzaları olan, ayrıca zemin
şartları sebebiyle maliyeti yükseltecek bir
yer tercih edilmiş olması düşündürücüdür.
İçeriği ve kullanılan yöntem uluslararası kuruluşlarca kabul edilebilir düzeyde hazırlanmış Çevresel ve Sosyal Etki
Değerlendirme Raporu olmadan başlanan bu hava limanı inşaatının oldukça
ilerlemiş olması karşısında; seçilen yerin
uygunluğu ve nihai maliyeti hakkındaki
tartışmalar bir yana bırakılsa da, bulunduğu bölgedeki arazi kullanımı ve Kuzey
Marmara Otoyolu ile birlikte getireceği
yerleşim yoğunlaşmasının, 12 km yarıçaplı etki alanı içinde kalan ormanlık alan ile
Terkos Gölü, Alibeyköy Barajı ve Pirinççi
Barajı su toplama havzalarını olumsuz
yönde etkileyeceğinin, konunun uzmanlarınca sürekli olarak gündeme getirildiğini vurgulamakta yarar görülmektedir. Bu
aşamada söylenebilecek olan, beklenen
olumsuzlukların söylenenlerden daha az
olmasıdır.
Hava ulaşımı altyapısı olan havaalanı
ve limanlarının yakın çevresinde, karayolu ulaşımı altyapılarında görüldüğü kadar
olmasa da yapılaşmayı hızlandırdığı ifade
edilebilir.
itü vakfı dergisi 41
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
3.3.Demiryolu Ulaşımı
Demiryolu ulaşımı özellikle elektrik enerjisi kullanıldığında sebep olduğu kirlenme
yönünden en tercih edilecek ulaşım türüdür. Altyapı güzergahının belirlenmesinde
karayolundakine benzer çalışmalar yapılırsa da, geometrik standartlarında farklılıklar vardır. Karayoluna kıyasla daha düşük
boyuna eğimler ve daha büyük yarıçaplı
yatay kurplar uygulandığı için ülkemizdeki
10.000 km’ye yaklaşan demiryolu ağının
Cumhuriyet döneminden önce yapılmış
büyük kısmı, özellikle batı bölgelerimizde
olmak üzere tarıma elverişli düz vadilerden
geçirilmiştir. Kırsal bölgelerden geçen demiryolu hatlarının istasyon yakınları dışında
karayolu altyapısında yaşananın aksine
plansız ve hızlı bir yapılaşmaya sebep olmadığı söylenebilir.
3.4. Karayolu Ulaşımı
Karayolu ulaşımı, gerek kazalar ve gerekse
çevreye olan olumsuz etkileri bakımından
en olumsuz ulaşım türüdür. Trafik kazaları
ile trafiğin sebep olduğu hava kirlenmesi
ve gürültü yanında, yakın çevresinde yapılaşmayı hızlandırması, yazının kapsamı
dışında tutulan ancak önemli konular olup,
burada karayolu ulaşımı altyapısının sebep
olduğu başka olumsuzluklar üzerinde durulacaktır.
Bilindiği gibi, karayolu güzergâhlarının (geçki) belirlenmesinde önce haritalar
üzerinde çalışılır. Bu aşamada ortaya çıkan
seçenekler üzerinde yapılacak ilk elemeden sonra olabilirliği mümkün olan güzergâh seçenekleri ayrı ayrı arazide yapılacak
gözlemlere dayalı olarak yeni bir değerlendirmeye tabi tutulur ve gerekiyorsa yeni
bir eleme yapılır. Bu elemeden sonra kalan
seçenekler için çevresel ve sosyal etkile-
42 itü vakfı dergisi
Karayolu, demiryolu, havayolu
ve suyolu ulaşımı altyapılarının
yerleşim ve çevre üzerindeki
etkileri oldukça farklıdır ve bunların
içinde en önemlisi kara ulaşımına
ilişkin altyapıdır.
rin değerlendirilmesi de yapılmak suretiyle
fayda/maliyet analizlerinin sonucuna göre
karara varılır. Bu aşamada, projenin bütün
şeffaflığı ile tartışmaya açılarak kamunun
bilgilendirilmesi, konunun uzmanı teknik
kişilerin görüşlerine ağırlık verilmesi, işin
içine siyasi tercihlerin girmemesi son derecede önemli hususlardır. Bu husus diğer
ulaşım türleri için de geçerlidir.
Karayollarında güzergâh belirlenmesinde pek çok faktörün dikkate alındığı,
bu faktörler arasında çatışmalar olduğu
bilinen bir husustur. Burada mühim olan
yapım, bakım ve işletme maliyeti, çevresel ve sosyal etkiler ile doğal kaynaklar ve
arazi kullanımına olası etkileri yönünden
en uygun olanın bulunmasıdır.
1950-1960’lı yıllarda, o zamanın şartları
içinde geçerli sayılabilecek olan “tekerlek
dönsün” yaklaşımının benimsenmesi ile
toprak işleri az, kolaylıkla ve düşük maliyetlerle inşa edilebilecek yol güzergahlarının
tercih edilmelerinde haklılık olabilir. Ancak,
bugün durum değişmiştir. İnşaat makinalarının performanslarındaki artışlar ve beton
kalitesinde sağlanan gelişmelerle tünel
açma ve viyadük yapımı kolaylaşmış ve
hızlanmıştır. Bu gelişmeler bize, daha ucuz
maliyetle yol yapma düşüncesi altında düz
tarım arazilerini geçme, düşük yarıçaplı
kurplar ve dik boyuna eğim kullanma gibi,
trafik kazalarına, ayrıca tarım arazilerinin
tüketilmesine zemin hazırlayan güzergah
seçimlerinden kaçınmamıza imkan vermektedir.
Bu arada, vurgulanması önemli görülen
bir başka husus ulaşım altyapısı veya başka mühendislik yapılarının tasarımında ve
yapımında, çok zaman bütçe veya ödenek
zorlaması ile ilk inşaat maliyeti esas alınmakta oluşudur. Konut yapımında da bu
durum söz konusudur. Halbuki doğru olanı,
ilk yapım maliyeti yanında, yapının hizmet
ömrü süresince bakımı ve işletilmesine yönelik gelir ve giderler ile doğal kaynaklar,
ayrıca yerleşim üzerindeki çevresel ve
sosyal olası etkilerinin olabildiğince doğru
tahmin edilerek sonuca varılmasıdır. Bu konuyu üzerinde çok tartışılan ancak dönüşü
olmayan iki projeye temas ederek kısaca
açmak istiyorum.
Karadeniz Sahil Yolu
Bu yol için zamanında konunun uzmanlarınca önemli eleştirilerde bulunulmuş ve yolun sahil boyunca yapılmasının sakıncaları
anlatıldığı halde, sahili takiben inşa edilip
kesim kesim trafiğe açılarak hizmete sokulmuştur.
Ancak, inşa dönemindeki zorluklar
dışında, özellikle kış döneminde denizde
oluşan dalgalar ve kara tarafında yoğun
yağışlardan sonra yamaçlardan gelen
sel sularının sebep olduğu bozulmalarla
yolun yer, yer hizmet dışı kaldığı yazılı ve
sözlü medyada sıkça yer almaktadır. Buna
göre, şöyle bir soru akla gelmektedir: Şayet, yolun güzergahı sahili takip etmeyip
yerleşim bölgelerinin dışından
olmak
üzere yüksek kotlardan geçirilmesi halinde inşa maliyeti ne olurdu? Bugüne kadar
altyapı ve üstyapı için yapılan onarım ve
bakım maliyetlerini azaltılabilir miydi? Yolun hizmete açıldığı yıldan bugüne kadar
geçen sürede yapılan bakım ve onarım
masrafları ile, aynı uzunlukta, örneğin İstanbul-Ankara otoyolunda veya güneydeki bir otoyol kesiminde yapılan bakım ve
onarım harcamalar kıyaslandığında fark
Kaldı ki, Tarım Arazilerinin Korunması
ve Kullanılmasına Dair Yönetmelik’in 10.
maddesinde, “karayolları, demiryolları, köy
yolları ve benzeri yolların yapımları ile ilgili
güzergah araştırmaları sırasında, sulu tarım arazilerinin başka seçenek yoksa kullanılması, kullanılması zorunlu ise tarımsal
faaliyetlerin zarar görmemesi için gerekli
önlemlerin alınması” koşulu bulunduğu
halde buna yeterince riayet edilmediği uygulamalardan anlaşılmaktadır.
Karadeniz Sahil Yolu
nedir? Bu fark, yolun hizmet ömrü dikkate alındığında ne olacaktır?
Üçüncü Boğaz Geçişi ve Kuzey
Marmara Otoyolu
1/100.000 Ölçekli İstanbul Çevre Düzeni
Planı’nda yer almayan, daha sonra 2012
yılında hazırlanmış 1/25.000 ölçekli Kuzey
Marmara Otoyolu Nazım İmar Planı’nda
“İlave Boğaz geçişleri alt ölçekli imar planında değerlendirilecektir” şeklindeki plan
notu ile Garipçe-Poyrazköy arasından geçmesine karar verilen ve ÇSED (Çevresel ve
Sosyal Etki Değerlendirmesi Raporu) bulunmayan köprünün ve Akyazı-Kınalı kavşağı arasında 300 km dolayında uzunluğu
olan Kuzey Marmara Otoyolu’nun yapımına
başlanıp önemli ilerlemeler de olmuştur.
Köprü yerinin belirlenmesi ve İstanbul’un
kuzeyinden geçecek otoyol güzergahı için
KGM’nin ilgili biriminde ayrıntılı çalışmalar
yapılıp çok sayıda seçenek üretildiği bilinmektedir. Sonuçta siyasi otoritenin tercihi
ile yer ve güzergah seçimi yapılmıştır. Şu
an ülkemiz için hayırlı olmasını dilemekten
başka yapılacak şey yoktur. Ancak, daha
sonrası için benzer hatalar yapılmaması
umudu ve düşüncesi ile bu güzergahın
olası bazı sonuçlarının verilmesi uygun
görülmüştür.
Köprü, otoyol ve bağlantı yollarının
hizmete girmesi ve 2017 yılında kısmen
hizmete açılacağı ifade edilen 3.Havalimanı’nın tetiklemesi ile İstanbul kuzeyinde
hızlı bir yapılaşma görülecektir. Bu yapılaşma 1/100.000 ölçekli İstanbul Çevre
Düzeni Planı çalışmalarında 16 milyonda
tutulması öngörülen İstanbul’un, hızla büyüyüp yaygınlaşması sonucu 15-20 sene
sonunda 20 milyona yaklaşan nüfus ve Karadeniz sahiline yaslanan yapılaşma ile su,
orman ve tarım havzalarının büyük ölçüde
tüketilerek, doğal kaynaklar bakımından
sürdürülebilirliği olmayan bir sonuç getirmesi kaçınılmaz görünmektedir. İlgililerce
İstanbul için 3.Çevre Yolu niteliğinde olacak Kuzey Marmara Otoyolu’na ormanlık
alanlarda fazla giriş/çıkışın verilmeyeceği savunulmakta ise de, hangi projede bu
sağlanabilmiştir? İkinci çevre yolu olan
TEM otoyolu yapılırken, bu yolun İstanbul’u kuzeyden kuşaklayacağı, kuzeyine
geçilmeyerek su ve orman bölgelerinin
korunacağı söylenmişti. Bu günkü duruma
bakıldığında, otoyol standartlarına sahip 1.
Çevre Yolu bir dönem için KGM’nin elinden
alınıp Büyükşehir Belediyesi’ne verilerek
neredeyse bölünmüş cadde haline getirilmiş, TEM otoyolunda ise proje dışında
yeni giriş/çıkışlar verilerek kuzeyinde her
iki yakada olmak üzere yoğun konut, iş ve
sanayi bölgeleri oluşmuştur. Gerçekte 3.
Köprü ve Çevre Yolu’na gereksinimde TEM
otoyolunun kuzeyindeki yapılaşmaların etkisi büyük olmuştur.
Tarım, nüfusu hızla artan ülkemiz için
gıda güvenliği bakımından son derecede
önemli sektördür. Buna karşılık, çeşitli sebeplerle verimli tarım işletmeciliği yapılamaması bir yana, ülkemiz coğrafyasında sulu
ve kuru tarıma uygun diye nitelenen alan
toplam yüzölçümümüzün ancak %34’ünü
kaplamaktadır. Bu nitelikli arazinin önemli
kısmı Marmara, Trakya ve Orta Kuzey Anadolu’da bulunmasına karşılık, yaşanan plansız hızlı kentleşme ve sanayi baskısı altında
gereken titizlilikle korunamamaktadır. Bunda
ulaşım altyapılarının da rolü vardır.
4. Sonuçlar
Ayrıntılarına girilmeden genel hatları ile
yapılan değerlendirmeler ışığında, ulaşım
altyapısı yatırımları için yer ve güzergâh
seçiminde aşağıdaki hususların vurgulanmasında yarar görülmektedir.
a- Ulaşım altyapılarının gerçekleştirilmesindeki teknolojik gelişmeler, standartların seçimi ile yer ve güzergâh belirlenmesinde önemli imkanlar yaratmıştır.
b- Hangi ulaşım türüne ait olursa olsun standart, yer ve güzergâh seçiminde
ilk inşa maliyeti yanında, altyapının hizmet ömrü boyunca gerektireceği bakım
ve onarım masrafları yanında sosyal ve
çevresel etkileri olabildiğinde doğru tahmin edilerek yapılacak değerlendirmeler
de dikkate alınmalıdır.
c- Ulaşım altyapıları için yer ve güzergah belirlemelerinde uluslararası kurumlarca kabul görmüş düzeyde hazırlanacak fayda maliyet/analizi ile Çevre ve
Sosyal Etki Değerlendirmesi Raporları
esas olmalı, projeler her konudaki şeffaflığı ile tartışmaya açılarak kamu bilgilendirilmeli, bu sırada siyasi tercilere gidilmemelidir.
d- Güzergâh seçimlerinde, altyapının oluşturulmasında ülkemiz için hayati önemde olan tarım arazileri ve doğal
kaynaklar korunmalı, trafiğin yol açtığı
kirlenmeler ile yakın çevredeki yerleşim üzerinde olası etkilerinin getireceği
sonuçlar titizlikle irdelenmeli, güzergâhın belirlenmesinden sonra, yakındaki
yerleşim yerleri için imar planları yapılıp
uygulanarak altyapı boyunca çarpık ve
yoğun yapılaşmalar önlenmelidir.
e- Son ve her şeyden önemlisi olarak;
gelecek nesiller için vicdani sorumluluk
olarak hangi tür için olursa olsun, ülkemizin ulaşım altyapılarının oluşturulmasında
doğal kaynaklarımızın sürdürülebilirliğinin
sağlanması önde gelen ilkelerimizden biri
olmalıdır.
itü vakfı dergisi 43
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
Sürdürülebilirlik Bağlamında
Kentsel Ulaşım
ve İstanbul
Prof. Dr. Haluk Gerçek
İTÜ İnşaat Fakültesi
Sürdürülebilir kalkınma, ekonomik verimliliği, eşitliği ve
çevresel güvenliği artırmak için ulaştırma sistemimizde önemli
değişikliklerin yapılmasını gerektirir. Bu, yalnızca ulaştırma
arzını artırmak, taşıt tasarımını değiştirmek ya da gelişmiş
teknoloji kullanarak trafik akımlarını iyileştirmekle sağlanamaz.
Ulaştırma profesyonellerinin sorunlara yaklaşma biçimlerini
ve bireylerin de kentliler ve tüketiciler olarak davranışlarını
değiştirmeleri gerekir…
44 itü vakfı dergisi
Sürdürülebilir Kentsel Hareketlilik
Planlaması
vrupa Komisyonu’nun kılavuzunda
“Sürdürülebilir Kentsel Hareketlilik
Planlaması (SKHP) kentlerde ve
kentlerin çevresinde, daha iyi bir yaşam
kalitesi için insanların ve iş dünyasının hareketlilik ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla
tasarımlanmış stratejik bir plandır1” şeklinde
tanımlanıyor. SKHP’nin temel amacı, kentsel
alanda erişilebilirliği artırmak, yüksek kaliteli
ve sürdürülebilir hareketliliği ve ulaşımı sağlamaktır. Bunun için öncelikle, “Gelecekte
nasıl bir kentte yaşamak istiyoruz?” sorusunun yanıtlanması gerekir. SKHP anlayışı ile
planlanmış bir kentte ulaştırma sisteminin
aşağıdaki özellikleri sağlaması beklenir:
a) Tüm kullanıcıların temel hareketlilik gereksinmelerini karşılar ve erişilebilir,
b) Kentliler, iş dünyası ve sanayinin farklı
hareketililik ve ulaşım taleplerine yanıt
verir ve dengeli,
c) Farklı ulaşım türlerinin daha iyi bütünleşmesini ve dengeli gelişmesini sağlar,
d) Ekonomik gelişme, sosyal eşitlik, sağlık
ve çevre kalitesini dengeleyerek sürdürülebilirlik gereksinmelerini karşılar,
e) Kentsel mekanın ve mevcut ulaştırma
altyapısı ve hizmetlerinin daha verimli
ve etkin kullanılmasını sağlar,
A
Şekil 1: İstanbul’da Ortalama Yolculuk Sürelerinin
Değişimi (Dakika)
f) Kentsel çevrenin çekiciliğini, yaşam kalitesini ve kamu sağlığını artırır,
g) Trafik güvenliğini artırır,
h) Hava ve gürültü kirliliğini, sera gazı salımlarını ve enerji tüketimini azaltır2.
Ulaştırma sistemi, topluma birçok fayda sağlarken aynı zamanda birçok sorun
da yaratır. Otomobil kullanmayanlara hizmeti zayıftır. Fayda ve maliyetler hakça dağıtılmamaktadır. Ev halkı, yönetimler ve iş
kesimi için önemli mali yükler getirir. Arazi
kullanımınının dağınıklaşması ve trafik tıkanıklığı nedeniyle gittikçe daha verimsiz
hale gelmiştir. Trafik kazaları nedeniyle
ölüm ve yaralanmaların önemli nedenlerinden biridir. Çevrenin korunması ve yaşam
kalitesinin yükseltilmesi amaçlarıyla çelişir.
Gittikçe azalan yenilenemeyen enerj kaynaklarına dayanır. SKHP’nın yukarıda belirtilen amaçlarına verilecek öncelikleri iyi
anlamak, önceliği yüksek amaçları destekleyen politikaları izlerken diğer amaçlara
ulaşmayı da kolaylaştırmak çok önemlidir.
SKHP’nın temel politika öğeleri ise a) Yolculuk gereksinmesini azaltmak, b) Otomobil kullanımını azaltmak, c) Toplu taşımayı
iyileştirmek, d) Motorsuz ulaşım türlerini
(Yaya ve bisiklet) iyileştirmek, e) Yol ağını
iyileştirmek, f) Taşıtların performasını iyileştirmek olarak sıralanabilir.
İstanbul’da Ulaşım ve Hareketlilik
İstanbul’a ilk kez gelen bir yabancıyı, gemi
ile gelen şanslı gezginlerden biri değilse,
ilk şaşırtacak şey, ancak mega-kentlerin
havalimanlarında görülebilecek devingen
bir kalabalıktır. Bu kalabalıktan geçip kente
doğru yola çıktığında karşılaşacağı kaotik
ve neredeyse kuralsız trafik onu dehşete
düşürebilir. İstanbul’da yaşam kalitesini
en olumsuz etkileyen etmenlerin başında
gelen ulaşım ve trafik sorunları, ne yazık
ki, kentin kimliğinin bir göstergesi haline
gelmiştir. Uluslararası bazı trafik tıkanıklık
göstergelerine göre, İstanbul trafiği en tıkalı dünya kentleri sıralamasında yıllardır ilk
üç içinde yer alıyor. İstanbullular normal bir
iş gününde en az 1.5-2 saati trafikte geçiriyorlar. Boğaz köprüleri üzerinden kentin
iki yakası arasında yolculuk yapmak zorunda olanlar için bu süre iki katına çıkabiliyor (Şekil 1). İstanbul’da yaşanmakta olan
ulaşım ve trafik sorunlarının nedenleri konusunda oldukça uzun bir liste hazırlamak
mümkündür. Ama kanımca birincil temel
neden, kentin çok göç alması nedeniyle
hızla büyümesi, bu büyümenin planlı ve
akılcı bir kentleşme sürecine oturtulamamasıdır. 1960’lı yılların başına kadar yalnızca bir kıyı kenti olan İstanbul artık “ucu
olmayan” bir mega-kent olmuştur. İkinci
temel neden, kentteki motorlu araç ve otomobil sayısının katlanarak artması; yaygın
bir metro ağının olmayışı ve yetersiz toplu
taşıma sistemidir. Son 20 yılda, İstanbul’un
nüfusu yaklaşık % 70 artarken kentte kayıtlı
motorlu araç sayısı 3.3 katına çıkmıştır. Son
yıllardaki çok önemli yatırım çabalarına
karşın, 15 milyon nüfuslu bu mega-kentte raylı sistem ağının uzunluğu yalnızca
141.5 km.dir. İstanbul’da 1000 kişi başına
157 otomobil kayıtlıdır ve bu sayı gelişmiş
birçok batı kenti ile karşılaştırıldığında oldukça düşüktür. 10 yıl içinde İstanbulda
yaşayan ailelerin % 65’inin otomobil sahibi
İstanbul’da yaşanmakta olan
ulaşım ve trafik sorunlarının
nedenleri konusunda oldukça uzun
bir liste hazırlamak mümkündür.
Ama kanımca birincil temel neden,
kentin çok göç alması nedeniyle
hızla büyümesi, bu büyümenin
planlı ve akılcı bir kentleşme
sürecine oturtulamamasıdır.
olacağı öngörülüyor. Otomobil sahipliğindeki hızlı artışa karşın, araçlı yolculuklarda
% 30 olan otomobilin payı 1990’lı yılların
başından beri hemen hemen aynı düzeyde
kalmıştır. İş ve okul servis araçları ile birlikte günlük araçlı yolculukların % 70’i toplu
taşıma sistemi ile taşınmaktadır. Son yıllarda tamamlanan projeler sayesinde raylı
sistemi kullananların oranı 2006 yılında %
4.6’dan 2013 yılında % 11.3’e çıkmıştır.
İstanbul ve Vapurlar
İstanbul, dünyanın en güzel coğrafyalarından birinde, Karadeniz’le Marmara Denizi
arasında Boğaz ve Haliç ile çevrelenmiş
bir deniz şehridir. Ama denizin İstanbul’a
sağladığı ulaşım olanaklarının yeterince
kullanıldığını söylemek mümkün değildir.
Vapurların günlük yolculuklardaki payı son
25 yılda hep % 2-3 düzeyinde kalmıştır.
Çocukluğum Samatya’da geçti. Deniz kıyısındaki evin penceresi önünde oturup saatlerce martıları, karabatak kuşlarını, neredeyse suya batacak kadar yüklenmiş kum
takalarının ağır ağır geçişlerini izlerdim. O
zamanlar Sahil Yolu yoktu. Evlerin önünde
denize girilir, balık tutulurdu. Babam Sirkeci’deki işyerine trenle gidip gelirdi. -Sanırım trenleri de o zamanlar sevmeye baş-
itü vakfı dergisi 45
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
Şekil 2: İskelelere Toplu Taşıma İle 15 Dakikada Erişim Alanı
ladım-. İstanbul’un banliyö trenleri yıllardır
yok. Kent yeni trenlerini bekliyor. Trenden
inince birden karşınıza çıkan olağanüstü
İstanbul manzarasına bakıp denizin serinliğini içinize çektiğiniz Haydarpaşa Garı’nın
ne olacağı belli değil. Kentine sahip çıkan
bir avuç insan üç yıldır her Pazar günü bu
tarihi garın merdivenlerinde oturup toplumsal farkındalık yaratmaya çalışıyor. Hergün binlerce İstanbulluyu kentin batı kıyısı
boyunca taşıyan banliyö hattının Sirkeci
İstasyonu da geleceğini bekliyor. İstanbul
bir deniz kentidir ve İstanbul’da yaşayan
hemen herkesin günlük yaşamında bir denizle ilişkisi vardır. Bazen yolunuz Boğaz’a
ya da Haliç’e düşer. Bazen Galata Köprüsü’nde durup limandaki çümbüşü, gemileri, martıları, balık tutanları seyredersiniz.
Hergün binlerce insanı İstanbul’un iki yakası arasında taşıyan zarif vapurlar bence
İstanbul kimliğinin en önemli simgeleridir.
İstanbul’un yakaları önce Galata ve Haliç
köprüleri, sonra Boğaz köprüleri ile birleştirildi. 2013 yılının Ekim ayından beri Boğazın altından geçen bir demiryolu tüneli
(Marmaray) İstanbulluları iki yaka arasında
taşıyor. Boğazın iki yakası arasında yakın
gelecekte tamamlanacak otomobil tünelinden (Avrasya Tüneli) günde 80.000 araç
geçerek kentin yoğun trafiğine karışacak.
Deniz kenti İstanbul giderek denizden
uzaklaşarak büyüyen, ucu olmayan bir azman kent haline geldi. İstanbul'un denizden çok uzak tepelerine, vadilerine konut
alanları, AVM’ler, işyerleri ile yeni kent alanları kuruluyor. Buralarda yaşayan, çalışan,
alışveriş yapan insanların denizle hiçbir
ilişkileri kalmadı. Eskiden vapurla karşıya
geçerken kente baktığımızda gördüğümüz
46 itü vakfı dergisi
yeşil tepelerin, yamaçların üzerinde de
artık görmemek için başımızı çevirdiğimiz
çirkin yapılar yükseliyor.
Bu hızlı mekansal değişimin sonucunda, bugün İstanbul’da yaşayanların ancak
% 21.5 (3.1 milyon kişi) ve işyerlerindeki
istihdamın % 28’i (1.2 milyon) ev ya da işyerlerine en yakın iskeleye toplu taşıma ile
15 dakikada erişebilecek bir alan içinde
yer alıyorlar (Şekil 2). Bunun deniz ulaşımı açısından anlamı şudur: İstanbulluların
ancak % 20’si bir vapur yolculuğu ile kentin iki yakası arasında 1 saat içinde işlerine
gidebilir ya da evlerine dönebilirler. Bugün
İstanbul’daki günlük araçlı yolculukların
yaklaşık onda biri Boğaz'ın iki yakası arasında yapılmaktadır ve bu yolcuların da
ancak beşte biri vapurları kullanmaktadır.
Bunun diğer önemli bir nedeni de vapur
hatları ve seferlerinin diğer toplu taşıma
türleri ile eklemlenmesindeki sorunlardır.
Bekleme ve aktarmalardaki zaman kayıpları, otobüs, minibüs gibi kara toplu taşıma
araçlarının sıkışık trafikteki düşük hızları
nedeniyle, tüm trafik tıkanıklığına karşın,
İstanbulda otomobil ile ortalama yolculuk
süresi toplu taşımadan daha kısadır. Örneğin, 2012 yılı verilerine göre, Boğazın iki
yakası arasındaki ortalama yolculuk süresi
otomobil ile 74 dakika iken toplu taşıma ile
85 dakikadır ve bu süreye hızlı metrobüs
sitemi ile yapılan yolculuklar da dahildir3.
Boğaz köprülerinin insanları değil
araçları yakalar arasında taşıdığı ve zaman içinde kendi trafiklerini yaratarak
tıkandıkları artık anlaşılmıştır. Boğazın
iki yakası arasındaki ulaşım talebinin yönetilmesi açısından tablo şöyledir: İstanbul’da nüfusun % 63’ü ve istihdamın ise %
70’i kentin batı yakasında yer almaktadır.
Kentlerde ev-işyeri dengesi erişilebilirliğin
önemli araçlarından birisidir. İstanbulun iki
yakasındaki bu dengesiz ev-işyeri dağılımı hergün yaklaşık 1.5 milyon kişinin Boğazın iki yakası arasında gidip-gelmesinin
en önemli nedenidir.
Siyaset ve Planlama
Geçtiğimiz 10-15 yılda İstanbul’da ulaştırma altyapısına önemli yatırımlar yapıldı.
Boğaza otomobil tüneli (Avrasya Tüneli), Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Kuzey
Marmara Otoyolu, 3. Havalimanı gibi büyük ulaştırma projelerinin yapımı devam
ediyor. Ulaşım projeleri, her zaman kent
makroformunun şekillenmesinde en önemli etkenlerden biri olmuştur. İstanbul’da
özellikle Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet
Köprüsü (FSM) sonrasındaki gelişmeler
izlendiğinde, bu yatırımların kentin kuzeye ve orman alanlarına doğru yayılmasını
tetiklediği ve su havzaları içerisinde yapılaşmaların ortaya çıkmasına neden olduğu
görülür. Özellikle FSM Köprüsü ve sonrası
Şekil 3: Kuzey Marmara Otoyolu, YSS Köprüsü ve 3. Havalimanı
yaşanan kentsel yayılım, önemli ulaşım kararlarının kendi trafiğini ve nüfus çekimini
de beraberinde getirerek kentin fiziksel
yapısını nasıl etkilediğinin en somut örneğidir. Geçmişteki bu gelişmeler göz önüne alındığında, yapımı süren Yavuz Sultan
Selim Köprüsü ve Kuzey Marmara Otoyolu
ve 3. Havalimanı projelerinin ve bunların
yakınında planlanmış olan yeni yerleşim
alanlarının kentin korunması gereken kuzeydeki orman alanları ve su havzalarında
neden olacağı geri dönülmez zararları öngörmek zor değildir.
İstanbul örneğinde, planlama-siyaset
(yönetim) ilişkisinde açık olarak görülen
durum şudur: Siyaset plana inanmıyor.
Planlar ya yasal bir gereklilik olduğu için ya
da önceden karar verilmiş projeleri plana
işlemek için yaptırılıyor. Plana dayanmayan
proje kararları sonucunda pahalı ve uzun
süren bir altyapı yapım süreci yaşanıyor.
Sürekli değişen imar kararları ile kentsel
alanlar üzerinden rant yaratma ve paylaşma, yapılmış planları kısa sürede geçersiz
hale getiriyor.
Gelişmiş toplumlarda kentsel sorunlar,
yalnızca politikacıların ya da plancıların
çözmesi gereken teknik sorunlar olarak değil, demokratik olarak karar verilmesi gereken politik bir yaşam biçimi sorunu olarak
görülür. Yaşanabilir kentler kurmak, kentte
yaşayanların demokratik biçimde katılabildikleri politik kararlara ihtiyaç gösterir. Öte
yandan, kentlilik bilincinin oluşması her
şeyden önce kente ilişkin konularda doğru
bilgilerin halka aktarılmasını gerektirir. Kırsal kesimlerden büyük kentlere göçen ve
kentin çeperlerinde kurdukları sağlıksız ve
zor yaşam ortamlarında tutunmaya çalışan
insanların kendi güncel kaygıları dışında
olup bitenlere duyarlı bireyler olmalarının
sağlanması kolay değildir. Bu geniş kitlelerin eğitimsizliği, kentin doğal, tarihsel ve
kültürel değerlerine duyarsızlığı, bir süre
sonra kent rantından bir ölçüde pay alma
ve köşeyi dönme kaygılarıyla birleşince
rant dağıtan siyasal sistem için çok elverişli ve rahat bir ortam oluşmaktadır. Olan
bitenin farkında olan ve kentlilik bilinci
gelişmiş halkın desteği ve talebi olmadan, modernleşme ve gelişme adı altında
kentin yaşam kaynaklarının vahşi biçimde
yağmalanmasına karşı koymak mümkün
değildir. Bu uzun bir süreçtir. Ancak doğru
yolda, birlikte atılacak küçük fakat kararlı
adımlar, kısa bir süre sonra olumlu etkilerini
gösterecektir.
Şekil 4: YSS Köprüsü İnşaatı
Sonuç
Sürdürülebilir kalkınma, ekonomik verimliliği, eşitliği ve çevresel güvenliği artırmak
için ulaştırma sistemimizde önemli değişikliklerin yapılmasını gerektirir. Bu, yalnızca
ulaştırma arzını artırmak, taşıt tasarımını
değiştirmek ya da gelişmiş teknoloji kullanarak trafik akımlarını iyileştirmekle sağlanamaz. Ulaştırma profesyonellerinin sorunlara yaklaşma biçimlerini ve bireylerin de
kentliler ve tüketiciler olarak davranışlarını
değiştirmeleri gerekir. Ne var ki bu değişikliklerin önünde birçok engel vardır. Tüm
yanlışlarına karşın, günümüzdeki ulaştırma
sistemi birçok kullanıcıya, karar verme sürecinde etkili olan sınıflara, yüksek derecede bir hareketlilik sağlamaktadır. Ulaştırma
sistemindeki verimsizlikten birçok kesim
doğrudan yarar sağlamaktadır. Bunların
sonucu olarak, radikal değişiklik önerilerine karşı direnç vardır. Kamusal kent alanları bir rant kaynağı olarak değerlendirildiği
sürece arazi kullanımı - ulaştırma planlamasını sürdürülebilir bir çerçeveye oturtmak olası değildir. SKHP açısından umut
verici olan durum ise şudur: Artan otomobil
kullanımının marjinal faydası azalmaktadır.
Birçok kişi araçlarında daha fazla zaman
harcamak, daha uzağa gitmek ya da araçlar, yollar ve otopark yerleri için daha fazla
Gelişmiş toplumlarda kentsel
sorunlar, yalnızca politikacıların
ya da plancıların çözmesi gereken
teknik sorunlar olarak değil,
demokratik olarak karar verilmesi
gereken politik bir yaşam biçimi
sorunu olarak görülür.
kaynak ayırmak istememektedir. Ulaştırmanın yalnızca sunu (arz) yanına odaklanarak
trafik tıkanıklığının çözülemeyeceği artık
anlaşılmıştır. Elbette mevcut ulaştırma altyapısındaki eksiklikleri gidermek için akılcı
yatırımlara gerek olacaktır. Ancak izlenmesi
gereken temel yaklaşım, mevcut ulaştırma
sistemini verimli kullanmak ve hareketlilik
talebini akıllı yönetmek olmalıdır. Gelecek
bilimcisi Glen Hiemstra’nın söylediği gibi,
“trafik tıkanıklığını çözmek için yolları genişletmek, obez bir insanın kendisini tedavi
etmek için kemerini gevşetmesi gibidir”.
Sonuç olarak, SKHP amaçlarına ulaşabilmek için koalisyonlar geliştirme fırsatları
vardır. Bu planların gerçekleştirilmesi, herşeyden önce, yerel ve merkezi yönetimlerin SKHP’nin temel ilkelerini ve amaçlarını
gerçekten benimsemeleri, bunların uygulanması için tutarlı ve kararlı politikalar izlemeleri ile mümkün olabilir. Bunun için de
kentlilerin yaşadıkları kente sahip çıkmaları
ve kente ilişkin karar ve uygulamalar konularında toplumsal bir farkındalığın ve bilincin, kısacası kentlilik kültürünün oluşması
gereklidir.
Dipnotlar
1) Planning for People, Guidelines: Developing
and Implementing a Sustainable Urban Mobility
Plan, 23 September 2011, www.mobilityplans.eu
2) A Concept for Sustainable Urban Mobility
Plans to the Communication from the Commission to the European Parliament, the Council, the
European Economic and Social Committee and
the Committee of the Regions, Annex, 2013.
3) Bringing The Two Sides Together, Haluk Gerçek interviewed by Pelin Derviş, Port City Talks,
Istanbul, Antwerp, Edited by M. Tabanlıoğlu,
Europalia Arts Festival, 2015.
itü vakfı dergisi 47
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
İstanbul İçin Uygulanan Trafik
Politikaları Ne Kadar Geçerli?
Dr. Y. Müh. (İnş.) İsmail Hakkı Acar
Şehir Plancısı
Yeni yolların açılması, var
olan yolların genişletilmesi,
katlı kavşaklar yapılması ile
İstanbul’un trafik sorunu
çözülemeyecektir, sadece
koridor ve nokta rahatlamaları
sağlanabilecektir. Çözüm, var
olan yol ağının “taşıt” değil
“insan” hareketliliği hedef
alınarak verimli kullanılmasında
ve yol ağındaki taşıt
yoğunluğunun kontrol altına
alınmasında yatmaktadır…
48 itü vakfı dergisi
Giriş
D
ünyada yerleşim yoğunluğu yüksek
tüm kentler ulaşım ve trafik sorunlarını bir ölçüde yaşamaktadırlar. Bazı
kentler bu sorunun altından farklı ulaşım
ve trafik politikaları uygulayarak kalkmaya
çalışırken, bazı kentler ise daha fazla yol,
daha fazla katlı kavşak yaparak bu sorunla
baş etmeye çalışmakta, “daha fazla inşaat,
daha fazla beton, daha fazla ‘prestij projesi’ bu işi çözer” anlayışının peşinden gitmektedirler. Örnek: Ülkemiz kentleri…
Ancak, trafik sorununun kıt ve geliştirilmesi
çok güç bir kaynak olan yol ağı yetersizliğinden kaynaklandığı gözlerden kaçmaktadır.
Köşe yazılarında “Trafik” ile ilgili başlıklara sık sık yer veren iktisatçı-yazar Ege
Cansen’in dediği gibi ‘‘trafiği inşaat değil
iktisat çözer”. Yaşanan ulaşım ve trafik sorunlarının çözümü “kente uygun doğru ulaşım ve trafik politikalarında”, “doğru trafik
mühendisliği tasarımlarında” ve “işletme
önlemlerinde” yatmaktadır.
Bu sene Hac’da yaşanan felaket sonrası New York Times Gazetesi, Hac konusun-
da ihtisaslaşan, Hicaz Bölgesi’nde çalışan
Suudi Arabistan’ın önemli mimarlarından
Sami Angawi1 ile görüşmüş ve görüşlerini
almıştır. Mimar şunları söylemiştir:
‘‘Hacıları karşılamaya çok para harcanıyor. Ama çözüm Suudilerin yaptığı gibi hep
daha çok köprü ve yol yapmak değil. Çözüm
‘kalabalıkları yönetebilmek’ ve ‘yönlendirebilmekte’. Ancak Suudiler, ‘kalabalık kontrolü’(crowdcontrol) yerine sadece yağlı-ballı
ihaleler ile ‘inşaatlara’ para harcıyorlar.’’
Bu yaklaşım kentlerimizde yapılanlara
benzemiyor mu? Birinde sorunu yaratan
‘insan kalabalığı’, diğerinde ise ‘taşıt kalabalığı’, ‘taşıt yoğunluğu’.
Belediyecilik alanında deneyimli Bogota Belediye Başkanı Enrique Peñalosa’ya
sorulan suallere ve verdiği cevaplara da
kulak vermek faydalı olacaktır2:
“S - Dünya üzerinde daha fazla yol,
otoban ve köprü yaparak trafik sorununu
çözmüş şehir var mı?
E.P. - Asla, kesinlikle hayır! Elbette şehirlerin yollara ihtiyacı var ama bu yöntemle trafiği çözen şehir yok. Neden? Çünkü
trafik problemini otomobil adedi yaratmaz.
Daha önemlisi otomobillerin sefer adedi
ve sefer uzunluğudur. Hatta yeni yol, köprü yaparak 5-10 yıl sonra başladığınızdan
kötü bir noktaya düşersiniz.… Trafiği ancak
otomobil kullanımına sınırlamalar getirerek
azaltabilirsiniz. Merkeze girişleri ücretlendiren, plaka uygulaması yapan şehirler
var. Ama en etkili ve basit yöntem ne? Park
edememelerini sağlamak. [park etmelerini
sağlamak değil. İHA]
S - …Toplu taşıma olanakları da zayıf
olunca yoksulların merkezle ve de üst sınıflarla bağı tamamen kesiliyor. Böyle bölünmüş bir şehrin nasıl bir ruhu olur sizce?
E.P. - Buna iyi bir cevabım yok ne yazık
ki. Gelişmiş toplumlarda zengin ve fakir bir
arada yaşar. Evleri dip dibedir, çocukları
aynı okullara gider; İsviçre’de, İsveç’te böyledir mesela. Bu soylulaştırma meselesini
çözebilmek gerçekten zor. O yüzden ben
yoksulların merkeze hızlı ve ucuz bir yolla
gelmesini sağlayacak toplu taşıma sistemiyle ilgileniyorum. Şahsen gerekmedikçe
toplu taşımayı yeraltından yapmaya da karşıyım. Şehirle bağını koparmayan, çok daha
ucuz olan hızlı otobüs sistemi esastır. Bundan daha demokratiği var mı? Yanında RollsRoyce trafikte, sen yanından geçiyorsun.
Metroya göre avantajları o kadar fazla ki…
Dünyada en fazla trafik sıkışıklığı yaşayan
şehirler, metro ağları en gelişmiş olanlardır.
Metro tek başına trafiği çözmez 3.
S - Bogota’da ulaşım sistemine dair büyük
eylemler oluyor son yıllarda. Sorun nedir?
E.P. - Bogota’da sorun, bu hızlı otobüs
sisteminin benimle fazla özdeşleşmiş olması. … Benden sonraki Belediye Başkanları beni düşman gördüklerinden, sistemin
sorunlarını çözmek ve geliştirmek yerine
ellememeyi tercih ettiler. Protesto edilir
çünkü sorunlar var. Bunların kendiliğinden
eylemler olduğundan da şüpheliyim. Bir
sürü ülkeden Bogota sistemini incelemeye geliyorlar. Kim nefret ediyor sistemden
söyleyeyim mi? Metroya yatırım [metro inşaatı - İHA]yapmak isteyenler. Öyle dolaplar dönüyor ki...”
Trafik Göstergesi Raporu
Gerçek-Zamanlı Veriler ve
Değerlendirme
Navigasyon Şirketleri, trafik araçlarına takılı veya aracımızı sürerken ‘konum bilgisi’
açık cep telefonlarımızdan verileri gerçek-zamanlı alıp değerlendiren ve bizlere
trafikteyken yön göstererek hizmet veren
kurumlardır. Gerçek-zamanlı topladıkları
inanılmaz büyüklükteki verileri toplayarak
seyahat süreleri ile ilgili geniş bir veri tabanı
oluşturmaktadırlar. TomTom da bu alanda
hizmet veren güçlü kurumlardan biridir4.
Söz konusu kurum ham verileri 200’ün
üzerinde kentin yol ağından toplamaktadır.
TomTom topladığı verilerin değerlendirmesini her yılın sonunda yayımladığı “TomTom
Trafik Göstergesi5” adlı raporuyla ilgilenenlere sunmaktadır. Bu raporda; koridorlardaki ortalama hız, seyahat süreleri, normal
durum ile zirve-saat kıyaslamaları gibi bilgiler ve değerlendirmeler yer almaktadır.
Karayolu trafiği ile ilgili kurumlar bu raporu kullanarak sorumlu oldukları yol ağının
verimliliğini ölçebilmekte, sıkışıklığın arttığı,
taşıtların yoğunlaştığı koridor veya noktaları
görebilmekte, nerelerde iyileştirme gerektiğini kolayca saptayabilmektedirler. ne kıyasla toplam seyahat süresindeki artış
yüzdesi.
- Serbest Akım Durumu (Free FlowSituation): Trafik sıkışıklığına uğranılmayan yapılan seyahat.
- Seyahat Süresi (Travel Time): Gerçek hız ölçümlerinden türetilen ve temel
veri olarak kabul edilen hızlara göre bir
koridor veya tüm yol ağı için hesaplanan
seyahat süreleri.
- Zirve Saat (Peak Period): Gerçek-zamanlı trafik ölçümlerine bağlı olarak
her bir kent için ayrı ayrı
saptanan sabah ve akşam için en yoğun birer
saatlik dilimler.
2012 yılına ait gerçek-zamanlı
veriler
kullanılarak hazırlanan
“Trafik Göstergesi Raporu”ndan şu sonuçlar çıkartılabilir:
- Trafik yoğunluğu %47 olan Varşova,
araç sahipliği artışına rağmen yoğunluğu
%42’ye çekebilirken, İstanbul’da %49 olan
"2012 TomTom" Göstergelerine göre
İstanbul Trafiği
Öncelikle Rapor’da kullanılan bazı terimlerin açıklanması gerekmektedir:
- Sıkışıklık Düzeyi/ Trafik Yoğunluğu
(Congestion Level): Serbest akım dilimi-
Avrupa’da ortalama sıkışıklık düzeyi: %24
2012 yılında trafik yoğunluğunun arttığı şehirler:
Leeds
%18’den %24’e,
%44 artış
İstanbul
%49’dan %55’e,
%12 artış
Moskova
%62’den %66’ya,
%6 artış
Buna karşılık 2012 yılında trafik yoğunluğunun azaldığı şehirler:
Bern
%21’den %12’ye,
%43 azalma
Malaga
%15’ten %9’a,
%40 azalma
Varşova
%47’den %42’ye,
%11 azalma
Yoğunluğun arttığı Moskova ve İstanbul’a ait değerlere baktığımızda:
Günlük Ortalama Yoğunluk
Moskova %66
İstanbul %55
Sabah-Zirve Yoğunluğu
Moskova %106
İstanbul %80
Akşam-Zirve Yoğunluğu
Moskova %138
İstanbul %125
İstanbul’a özel olarak bakıldığında:
Sıkışıklık Düzeyi
Sabah-Zirve %80
Akşam-Zirve %125
Zirve-dışı Seyahat Süresi
Sabah-Zirve 1:00sa
Akşam-Zirve 1:00sa
Zirve-Saat Seyahat Süresi
Sabah-Zirve 1:48sa
Akşam-Zirve 2:15sa
Sıralama ve Şehir
Yoğunluk Düzeyi
trafik yoğunluğu %12 artışla %55’e yükselmiştir.
- İstanbul’da normal koşullarda bir saatte kat edilen bir mesafe, akşam-zirvede
ancak 2 saat 15 dakikada kat edilebilmektedir.
"2014 TomTom" Göstergelerine göre
İstanbul Trafiği
2014 yılına ait gerçek-zamanlı veriler kullanılarak hazırlanan ve 2015 yılı başında
yayımlanan “Trafik Göstergesi Raporu”nda ise, 2012 verilerine göre Avrupa ikincisi
olan İstanbul’un, yapılan yoğun yatırımlara
rağmen dünya birinciliğine yükseldiğini
görüyoruz. Sabah-Zirve
Akşam-Zirve
1-İstanbul (2014)
58%
76%
109%
[İstanbul (2012)]
[%55]
[%80]
[%125]
2-Meksika Şehri
55%
93%
89%
3- Rio de Janeiro
51%
72%
81%
4- Moskova (2014)
50%
77%
103%
[%66]
[%106]
[%138]
[Moskova (2012)]
itü vakfı dergisi 49
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
Aşağıdaki tabloda bulunan değerlerden şu sonuçlar çıkmaktadır:
- İstanbul, dünya şehirleri arasında trafik
koşulları en kötü olan şehir haline gelmiştir.
- 2012’den 2014’e günboyu yoğunluk
düzeyinin artması (%55’ten %58’e) zirve
dönemlerin uzadığına işaret etmektedir.
Her ne kadar zirve-saat yüzdelerinde azalma görülse de, bu değerler yol ağının kapasitesine eriştiğine işaret etmekte, aşırı
yoğunluk nedeniyle yolların artık verimsiz
kullanıldığını da göstermektedir.
- Moskova’nın durumuna baktığımızda
ise üç kıstasta da önemli iyileşmeler sağladığı görülmektedir.
"TomTom" Göstergelerine göre
İstanbul Trafiği Nereden Nereye?
Göstergeler, yapılan yoğun yapısal yatırımlara rağmen sıkışıklığın arttığını, İstanbul’da trafik koşullarının iyileşmediğini göstermektedir.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2015
yılı bütçesinin 12 milyar 250 milyon TL’ye
bağlanması
beklenmektedir.
Bütçenin
7 milyar 860 milyon
TL’sı, yani yüzde 64’ü
yatırımlara ayrılmıştır.
Yatırımlar içinde en
büyük payı da 5 milyar
TL (yatırımların yüzde
64’ü) ile ulaşım projeleri almaktadır.
Ulaşım ve trafik
sorunlarının çözümü
için bu kadar yüksek
bütçeler ayrılmasına rağmen sorunların hala iyileşmediğini, iyileşemediğini
görmek oldukça düşündürücüdür. Bu
durum, bir yerlerde yanlış yaklaşımların
olduğunu göstermektedir.
Ulaşım ve Trafik Yaklaşımlarına Bakış
Bu bölümde “yanlışın olup olmadığını” kestirebilmek için şehirlerin ulaşım ve trafik konularına yaklaşımlarıyla ilgili ana başlıklara,
gerçeklere kısaca değineceğim:
Ulaşım Ana Planı
- Ulaşım Ana Planı veya revizyonları
uzun vadeye yönelik hazırlanmaktadır, hedef 15, 20, 30 sene sonrasıdır. Ancak trafik
sorunları bugün gittikçe büyüyerek yaşanmaktadır ve acil çözümlere gereksinme
vardır. Yani bugün yaşanan sorunlara Ulaşım Ana Planı faydalı olamaz, sadece yol
gösterici olabilir.
- Ulaşım Ana Planı, İmar Planları ile eşgüdüm içinde hazırlanmamaktadır. Hazırlanmış olan İmar Planları Ulaşım Ana Planları ile tahkik edilmektedir. Kaldı ki, Ulaşım
Ana Planları hazırlanma sürecinde, hatta
planın kabulünün hemen takibinde politik
zorlamalar ve rant baskıları ile İmar Planlarındaki yerleşim yoğunlukları, yol ağları
değişmekte, Ulaşım Planları anlamsız hale
gelmektedir.
- Sürdürülebilir ulaşım politikalarının
öne çıkartılamadığı bu aşamada, yola olan
talebin hızla arttığı görülerek, talebe cevap
verecek ölçüde yol arzı yapılamayacağı
gerçeği göz ardı edilmektedir.
- Kısıtlı yol altyapısının “taşıt hareketliliği”nden ziyade “insan hareketliliği”ne
yönelik plan-lanması ve yolların “insan hareketliliği” yönünde kullanılması gerçeği
“yeni yollar daha önemli olduğu” için ikinci
plana itilmektedir.
Mühendislik Projeleri
- Kent Yöneticileri, seçildikleri dönem
içinde başarılı olmak, geriye ‘anıtsal yapılar’ bırakmak için gösterişli ve etkileyici
‘prestij’ projelerine yönelmektedir. Bu projelerin başında da gösterişi yüksek olan
ulaşım ve trafik yapıları gelmektedir.
- Bu aşamada İmar Planı ve Ulaşım Planı –eğer gereğince, tekniğine uygun, politik
baskılardan uzak hazırlanmışsa bile– göz
ardı edilmektedir.
- Yöneticiler Planlara bakmadan, gerekliğini tartışmadan, ağırlıklı olarak ‘betona-dayalı’ eserler ortaya koymaya çalışmakta, yeni yollar açmakta ve/veya
mevcutları genişletmekte, kentin merke-
Sadece “Yol Mühendisliği” anlayışı içinde üretilen projeler…
Kente sadece taşıtlar açısından bakmakta, taşıtları öne çıkartmakta,
Yerleşim alanlarında yaşayan halkı ikinci plana itmekte,
Yerleşim alanlarında taşıtların daha hızlı ve kesintisiz gitmesini hedeflemekte,
Şehirlerarası yol standartlarını yerleşim alanlarında uygulamakta,
Taşıt akışkanlığında, yollardaki taşıt yoğunluğunu ve muhtemel etkilerini göz ardı etmektedir.
Buna karşılık tasarımlarının içine “Trafik Mühendisliği” anlayışını katan projeler…
Yerleşim alanlarında yaşayan halkın gereksinmelerini öne çıkartmakta, taşıt, yolcu, yaya, engelli, yük
hareketleri arasında denge kurmaya çalışmakta,
Kullandığı kentiçi yol standartları ile yerleşim alanlarında taşıtların güvenli bir hızda git-mesini, araçsız
olan kentlilerin zarar görmemesini hedeflemekte,
Oluşmuş bölgelerde yeni yol ve katlı kavşak yapımlarından ziyade ‘trafik mühendisliği’ ve ‘işletme’
önlemlerini öne çıkartmakta,
Yollardaki taşıt yoğunluğunu ve muhtemel etkilerini göz önüne almaktadır.
50 itü vakfı dergisi
Kısa ve orta döneme hitap
edecek olan bu yöndeki çoğu
projede yol projesinin “Trafik
Mühendisliği” kriterleri göz
önüne alınmamakta, kentin
merkezinde sadece “Karayolu”
kriterlerine uyan yapılar
oluşturulmaktadır.
edilen, her biri kendi içinde alt başlıklar ve
örnekler içeren hususların tamamıdır.
Ne kadar çok ‘betona-dayalı’ yapılar
yapılırsa yapılsın, İstanbul’un kısıtlı yol
ağında taşıt yoğunluğu kontrol altına alınmadan taşıtlar akıtılamayacaktır. ‘Yoğunluk Yönetimi’ni göz önüne alan projeler,
‘Yoğunluk Yönetimi’ne yönelik uygulamalar devreye sokulmadıkça trafikte normal
akış beklenmemelidir.
"TomTom Göstergeleri"nin zaman dilimleri bu hususu açıkça göstermektedir.
zinde katlı kavşaklar yapmaktadırlar.
- Kısa ve orta döneme hitap
edecek olan bu yöndeki çoğu
projede yol projesinin “Trafik
Mühendisliği” kriterleri göz
önüne alınmamakta, kentin
merkezinde sadece “Karayolu”
kriterlerine uyan yapılar oluşturulmaktadır.
Yapılaşmış Kent Merkezinde
Yeni Yol Açmak
- Yoldaki taşıt adedi kritik bir değeri aşarsa, taşıt akışı zorlaşır ve tıkanmalar başlar.
- Kapasitesine yakın hizmet veren bir
koridorda, koridordan ayrılma ve katılmalar
göz önüne alınıp şerit dengesi sağlanmazsa, özellikle zirve-saatlerde tıkanmalar kaçınılmazdır.
- Tıkanmış bir koridora, yeni bir bağlantı
yapmak, koridorda taşıt yoğunluğunu, neticede tıkanıklığı daha da arttırmaktır.
- Noktasal bir sorunu aşmak için o kesitte yol genişletmek, sistem dengesini bozup,
tıkanıklığı arttırır ve yolun eski kapasitesinden daha az hizmet vermesini sağlar. Kentiçi Kavşaklarda Katlı Çözüm
- Kentiçi kavşaklarda akım yönünde “şerit dengesi” sağlamak temel husustur. Denge sağlanamıyor ise kavşak alanının veya
akış koridorunun parçalı kullanılması esastır.
- 50 km hız kısıtlaması olan kent içi ana
yollarında katlı kavşaklar çözüm değil, sorun yaratan yapılardır.
- Paris, Londra, New York, Tokyo,
Roma, Madrid gibi birçok büyükşehir
merkezlerinde katlı kavşağa rastlanmamaktadır.
- Taşıtları akıtabilmek için yol ağında
taşıt yoğunluğu kontrol altında tutulabilmelidir. Katlı kavşaklar ‘tek başına’ bu
kontrol olanağını ortadan kaldırmaktadır.
- Bugün dünya uygulamalarında katlı
kavşak katılım kollarına sinyal kontrol konularak (ramp-metering) taşıt yoğunlukları
kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır.
İstanbul Yol Ağında Yoğunluk Yönetimi
Nasıl boğulmamak için suyu yudum yudum içiyorsak, yolların tıkanmaması için
de taşıtların kentiçi koridorlara parça parça, kontrollü gönderilmesi, yol ağındaki
yoğunluğun kontrol altında tutulması gerekir.
‘Trafik Yönetimi’ taşıtlar için “Saldım
yollara, Mevla’m kayıra” demek değildir.
‘Trafik Yönetimi’ bir önceki bölümde işaret
Sonuç
Yeni yolların açılması, var olan yolların genişletilmesi, katlı kavşaklar yapılması ile
İstanbul’un trafik sorunu çözülemeyecektir, sadece koridor ve nokta rahatlamaları
sağlanabilecektir.
Çözüm, varolan yol ağının “taşıt” değil “insan” hareketliliği hedef alınarak verimli kullanılmasında ve yol ağındaki taşıt
yoğunluğunun kontrol altına alınmasında
yatmaktadır.
Taşıtları akıtabilmek için yollardaki
‘taşıt yoğunluğu’ mutlaka kontrol altına
alınmalıdır. Belediye’nin kurulu elektronik
altyapısı ve veri akışı buna cevap verebilecek düzeydedir. Ancak ‘yoğunluk’ ile başetme konusundaki önlemler İstanbul’da
sürekli göz ardı edilmektedir.
Dipnotlar
1) https://en.wikipedia.org/wiki/Sami_Angawi
2) Radikal Gazetesi, 28 Mart 2012 (Buraya sadece Söyleşinin konumuzla ilgili bölümleri alınmıştır. Söyleşinin tamamını okumanızı öneririm.
İHA)
3) “tek başına” – Metro, ulaşım sistem bütününün bir parçasıdır ve diğer ulaşım türleri ile bütünleştirilmelidir. Trafik sorunlarının iyileştirilmesi
“tek başına” metro yapımına bağlanamaz.İHA
4)
https://www.tomtom.com/en_gb/trafficindex/#/
5) ‘Gösterge’ ‘index’ karşılığı kullanılmıştır.
itü vakfı dergisi 51
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
Yayalar ve İhmal Edilen Yaya Yolları
Öğr. Gör. Mehmet Çaputcu1, 3
Prof. Dr. Serhan Tanyel2
Prof. Dr. Burak Şengöz2
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Özuysal2
Y. Müh. Sezin Kaplan3
Y. Müh. Aykut Karabayır3
Gediz Üniversitesi Mühendislik Fakültesi
İnşaat Mühendisliği Bölümü
2
Dokuz Eylül Üniversitesi Mühendislik
Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü
3
Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Bilimleri
Enstitüsü İnşaat Mühendisliği
Anabilim Dalı
1
Bir şehri ‘yaşanabilir’ yapan
en önemli unsurlardan biri
yayalar ile bisiklet kullanıcılarına
gereken konfor ve güvenliğin
sağlanmış olmasıdır. Kentiçi
ulaşımında yaya yolculuklarının
günlük toplam yolculukların
yaklaşık %30~35’ini oluşturduğu
bilinmektedir. Dolayısıyla,
yayaların kullanım bölgelerinin
başarımı ve tasarımı da büyük
önem taşımaktadır…
52 itü vakfı dergisi
Giriş
lkemizde yaya ulaşımı kentiçi ulaşımının önemli bir kısmını teşkil etmektedir. Bir kentin sunduğu sosyal
ve psikolojik konfor ile kentiçi yolların ve
kentsel alanların yürünebilirliği arasında
güçlü bir ilişki mevcuttur. Yürüme, kabul
edilebilir mesafelerde en ekonomik ulaşım türüdür; ekstra bir yakıt veya bakım
maliyeti getirmez. En sağlıklı ulaşım türüdür; önceki devirlerdeki yaygın kırsal yaşamın aksine modern kent yaşamındaki
hareketsizliğin tetiklediği çeşitli hastalıklara karşı ciddi bir reçete sunmaktadır.
Erişilebilirliği en yüksek olan ulaşım türüdür; nitekim bireyin yürüyebildiği her an
ve her yerde kullanıma hazırdır. Aynı zamanda ulaşım türleri arasında en çevre
dostu olandır. Ayrıca, genellikle gözardı
edilmekle beraber, erişim bağlamında
toplu ulaşımın kaçınılmaz ve tamamlayıcı
bir bileşenidir.
Öte yandan, kent içi bazı ana ulaşım
güzergahları üzerinde yayalar tarafından
sıklıkla kullanılan yaya yolları ile ilgili bazı
sorunlar öne çıkmaktadır. Mevcut yaya
yolu enkesitinin geçici veya kalıcı çeşitli
öğelerle (ağaç, kulübe, direk, satış tezgahı, vb.) işgal edilerek daraltılmış olması, kaldırım enkesitinin yürüme talebine
yetersiz genişlikte olması ve kaldırım bu-
Ü
Şekil 1 Sorunlu ve sorunsuz yaya yolu
enkesitlerine örnekler
lunmaması şeklinde üç ana kategoride
ele alınabilecek bu sorunların (Şekil 1)
ortak sonucu olarak yayalar taşıt platformu üzerinde, taşıtlar ile aralarında
hiçbir bariyer bulunmadan yürümek zorunda bırakılmakta, güvenlik risklerine
maruz kalmakta, ulaşımda gecikmeler
Şekil 2 Kaldırım sorunlarından kaynaklanan yaya-taşıt çatışmasının şematik gösterimi
yaşamakta ve konfor hissini kaybederek
gerginlik yaşamaktadırlar. Burada konfor
kavramı; arzulanan zamanda ulaşma,
trafik güvenliği, emniyet algısı, strese
girmeme, bireylerarası sosyal iletişim ortamı bulma gibi etkenleri kapsamaktadır.
Yaya yolu sorunları nedeniyle yayaların
taşıt platformunu kullanması, taşıt trafiğini de olumsuz etkilemektedir. Söz konusu istenmeyen durumların yaya ve taşıt
hızları üzerindeki tahmin edilen etkileri
Şekil 2 üzerinde şematize edilmiştir.
Yaya hareketliliği üzerine gerçekleştirilmiş bilimsel çalışmalar oldukça çeşitlidir. Yaya akımının özellikleri, yaya verisi
toplama yöntemleri, yayaların davranış
ve tercihleri üzerindeki etkenler, bir ulaşım sistemi olarak yaya yollarının başarımı, yaya hareketlerinin farklı yaklaşımlarla modellenmesi, yaya yolu çevresi
değerlendirme ölçütleri, yaya kaldırımı
sorunları, yaya ve taşıt trafiği arasındaki
çatışma ve etkileşimler, yaya hizmet seviyesi, yaya hareketlerinin benzetimi (simülasyonu) ve yaya trafiği etüdünde teknoloji kullanımı gibi ana başlıklar altında
gruplandırılabilecek yüzlerce çalışma,
farklı alanlardan araştırmacılar tarafından gerçekleştirilmiştir.
Kentiçi ulaştırma sistemleri konusundaki çalışmaları ile tanınan Vuchic
(2005), modern kent hayatında otomobil kullanımının aşırı yaygınlaşması ve
bir bağımlılık haline gelmesine dikkati
çekmiştir. Vuchic’e göre bir şehri ‘yaşanabilir’ yapan en önemli unsurlardan biri
yayalar ile bisiklet kullanıcılarına gereken
konfor ve güvenliğin sağlanmış olmasıdır. Kentiçi ulaşımında yaya yolculuklarının günlük toplam yolculukların yaklaşık
%30~35’ini oluşturduğu bilinmektedir
(Oral, 2012). Dolayısıyla, yayaların kullanım bölgelerinin başarımı ve tasarımı da
büyük önem taşımaktadır.
“Walk score” adıyla aynı zamanda
ticari bir firmaya adını vermiş bulunan
yürünebilirlik endeksi yöntemi, bir noktanın (bir ev veya apartman adresi gibi)
ya da bir bölgenin en yakın iş, alışveriş
veya eğlence merkezi, en yakın okul ve
hastane gibi yaşam için önemli çekim
noktalarına olan uzaklığı esasına dayalı
bir değerlendirme sistemidir. Ancak bu
yöntem yaya yollarındaki fiziksel koşulları hesaba katmamaktadır (Cubukcu,
2015; en.wikipedia.org).
Konunun bir diğer yönü de, otomobil
sahipliğinin ve servis taşımacılığının hızla yaygınlaşmakta olduğu günümüzde
yürümenin kentlerde yaşayan insanların
sağlığı açısından kritik bir rol üstlenmesi
ile ilgilidir. Bu noktada “hareketli yaşam”
(active living) olarak adlandırılan ve “fiziksel hareketliliği günlük rutin işlerin bir
parçası haline getirerek şekillendirilen
yaşam tarzı” olarak tarif edilen yaklaşım
öne çıkmaktadır (Cubukcu, 2013). Günlük ulaşım ihtiyaçlarını yerine getirirken
yürümeye yer vermek hareketli yaşam
tarzı içinde ilk akla gelen uygulama olmaktadır.
Yayalar ile taşıtlar arasındaki çatışma halleri konusunda gerçekleştirilmiş
olan çalışmaların büyük çoğunluğunun
yaya geçitleri ve kavşaklarda yoğunlaştığı görülmektedir. Oysa ülkemiz özelinde
ve gelişmekte olan birçok ülkede görülen, ana caddeler boyunca yayaların
standartlara uygun olmayan yaya yolları
üzerinde ve taşıt yolu kenarında yürümek
durumunda bırakılmaları konusu çok az
sayıda çalışmada ele alınmış; neredeyse
hiç bir sayısal analiz ile irdelenmemiştir.
Bu durum, teknoloji (cihaz ve yazılım)
kullanımı gerektiren bu tip çalışmaların
çoğunlukla gelişmiş sayılan ülkelerde
gerçekleştirilmiş olması ve buralarda
Şekil 3 Yaya yolu sorunlarına örnekler (Kuralsız kaldırım işgalleri kırmızı ile, yaya yolunun taşıt yolu ile
kesiştiği kesimler sarı ile işaretlenmiştir.)
itü vakfı dergisi 53
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
En ekonomik, sağlıklı, çevreci
ve erişilebilir ulaşım türü
sayılabilecek “yürüme”yi
halen yaygın olarak tercih
etmekte olan insanımız daha
nezih yaşam ortamları ile
ödüllendirilmeyi hak ederken,
makul olmaktan uzak yaya yolu
uygulamaları nedeniyle âdeta
cezalandırılmaktadır.
Şekil 4 D.E.Ü. Dokuzçeşmeler Yerleşkesi karşısındaki etüt sahası (kontrol yol kesimi)
söz konusu yaya yolu sorunlarından kaynaklanan yaya-taşıt çatışması durumuna
rastlanmaması şeklinde yorumlanabilir.
Kavşaklar arası yol kesimlerinde görülen
ve bu yazıya konu olan söz konusu yaya
yolu sorunlarına örnekler Şekil 3 üzerinde görülebilir.
Yaya yolu sorunları nedeniyle yayalarda kendini hissettiren istenmeyen
durumlardan bazıları sayısal ve analitik
yöntemlerle, bazıları da gözlemsel yöntemlerle incelenebilir. Bu yazıda öncelikle, çeşitli yaya yolu sorunlarına maruz
kalan yayaların yaşadığı gecikme miktarının mevcut teknolojik imkanlarla ölçülerek hesaplanabileceği açıklanacaktır.
Uygulanan yöntemi orijinal kılan, geçmiş
çalışmalarda video kayıtları ve görsel
gözlemlerle sınırlı olarak incelenmiş bulunan yaya hareketlerinin santimeter ve
milisaniye (cm, ms) mertebelerinde bir
hassasiyetle ölçülerek ortaya konabiliyor
olmasıdır. Dolayısıyla, hesaplanan hız ve
konum değerleri görsel gözlemlerin çok
ötesinde bir netlik kazanmaktadır. Böylelikle, tasarım öğeleri, yaya yolu işgalleri,yayalar tarafından kullanılabilir kesit
genişliği ile yaya hareketleri ve yaya-taşıt çatışması arasındaki ilişkilerin mikroskobik ölçekte incelenmesi mümkün
olmuştur.
Analizler ve Sonuçlar
Yürütülen bir araştırma projesi kapsamında, İzmir ili Buca ilçesi sınırları içerisinde, üçü söz konusu yaya yolu sorunlarını içeren ve dördüncüsü standarda
uygun kontrol (karşılaştırma) yol kesimi
olarak dört etüt sahası belirlenmiştir. Yol
kullanıcıları ve trafik akımına ait özellikler
yönüyle değişkenlik olmaması açısından
birbirine yakın sahalar tercih edilmiştir.
Sorunlu olarak adlandırılan sahalardan
birisi Uğur Mumcu Caddesi’nin Heykel’e
54 itü vakfı dergisi
yakın bir kesimi, kontrol yol kesimi ise Erdem Caddesi’nin D.E.Ü. Dokuzçeşmeler
Yerleşkesi karşısındaki kesimdir. Yatay
düzlemde hassas mesafe ölçümü yapan
lazer tarayıcı cihazlar yardımıyla bu yol
kesimlerindeki yaya ve taşıt hareketleri
iki boyutlu kartezyen koordinat sistemine
işlenmiş; 40 ms aralıklarla (saniyede 25
kez) nokta bulutu olarak kaydedilmiştir.
Sahada elde edilen veri kümesi işlenerek yapılar ve ağaçlar gibi sabit nesneler
ile yaya ve taşıtlar gibi hareketli nesneler birbirinden ayrılmıştır. Oluşturulan bir
algoritma yardımıyla hareketli noktaların
saha planı üzerinde görüntülenmesi ve
analizi sonucunda yayaların belli aralıklardaki konum ve zaman bilgisi elde edilmiş; anormallik (yavaşlama, durma, dolanma gibi) beklenen ve gözlenen bazı
kesitlerdeki hareketler incelenmiştir. Ayrıca, sahada lazerle veri toplama esnasın-
da video kamera ile görüntü kaydı yapılmış; bu kayıtlardan yayaların yaş grubu,
kilo durumu, cinsiyet gibi bazı özellikleri
-kısmen öznel (subjektif) bir yaklaşımla- belirlenmiştir. Video görüntülerinden
ve lazer tarayıcılardan elde edilen veri
kümelerinin bütünleşik olarak analizi
gerçekleştirilerek sorunlu ve kontrol yol
kesimleri üzerindeki yayalara ait yürüme
davranışları karşılaştırmaya çalışılmıştır.
Şekil 4, sorunların incelendiği sahalarda
belirlenen yaya hareketlerinin karşılaştırılacağı kontrol sahası olarak ele alınan
yaya kaldırımını göstermektedir.
Devam etmekte olan söz konusu
çalışmanın ilk sonuçlarından yola çıkarak, yayaların yaşadığı ulaşım kayıpları
ile ilgili bazı sayısal örnekler verilebilir.
Bunlardan birincisi, kontrol (Şekil 4) ve
sorunlu (Şekil 5) yol kesimlerinde gözlemlenen yürüme hızları arasında yapı-
Şekil 5 Uğur Mumcu Caddesi'ndeki etüt sahası (sorunlu yol kesimine örnek)
Şekil 6 Kıbrıs Caddesi’ndeki etüt sahası görünüşü (sorunlu yol kesimine örnek)
Şekil 7 Kıbrıs Caddesi etüt sahasının lazer taramasından elde edilen planı (farklı bir ölçüm anına aittir)
lan karşılaştırmadır. Burada Dokuzçeşmeler Yerleşkesi karşısındaki kaldırım ile
Uğur Mumcu Caddesi etüt sahasındaki
kaldırımda “kesit 1” olarak gösterilen kısım ele alınmıştır. 15-25 yaş grubundaki
yayaların rejim hızı kontrol yol kesiminde
ortalama 1,35 m/s iken, sorunlu olarak
adlandırılan yol kesiminde 0,3 m/s düşüş
sergileyerek ortalama 1,32 m/s’ye gerilediği gözlemlenmiştir. Kentlerde yaşayan
nüfusun kent içi seyahat tercihleri bağlamında değerlendirildiğinde yayalar için
bir sürtünme (direnç) unsuru olan bu ve
benzeri durumlar, yürünebilir mesafelerde bazı yayaların yürümek yerine diğer
ulaşım türlerini tercih edebileceğini akla
getirmektedir.
İkinci bulgu, yaya yolundaki istenmeyen daralmalar ve basamakların yaya
hareketlerine etkisi ile ilgilidir. Uğur Mumcu Caddesi’nde yapılan incelemelerde,
aynı kaldırımın üç farklı noktasında 1525 yaş grubundaki yayaların cinsiyete
bağlı ortalama hız değerleri bulunmuştur.
Şekil. 5 üzerinde gösterilen Kesit 1’de
ortalama hız değerleri 15-25 yaş arası bayanlar için 1,27 m/s, aynı yaş grubundaki erkekler için ise 1,28 m/s olarak
gözlemlenmiştir. Kesit 1, öncesi ve sonrasında yer yer kuralsız işgallere maruz
kalmış olmakla birlikte, yaklaşık 15 m’lik
bir uzunlukta yayalara yeterli kesit genişliğini sağlayan bir kesim içerisindedir.
Kesit 2’ye gelindiğinde hızlar aynı yaş
grubundaki bayanlar için 1,23 m/s, erkekler için ise 1,28 m/s’dir. Kesit 3 olarak
gösterilen basamak çevresinde ise ortalama yürüme hızı bayanlarda 1,22 m/s
mertebelerine, erkeklerde ise 1,26 m/s
mertebelerine düşmüştür. Hız değerlerine bakıldığında, hem bayan hem erkek
yayalara ait hızların basamağın varlığından etkilendiği görülürken, dar kaldırımda yürürken bayanların hızındaki düşüş
hemen bitişikte yakından geçen taşıtların
neden olduğu tedirginlik ve mağaza vit-
Otomobilleşmenin artış gösterdiği
günümüzde insanlar yürüme
alışkanlığını kaybetmeden yaya
yollarının, bilimin ve başarılı
örneklerin ışığında ulusal bir
strateji kapsamında gözden
geçirilerek yeniden düzenlenmesi
ülkemizin yakın gelecekteki
öncelikli atılımlarından biri
olmalıdır.
rinlerine daha çok yaklaşılması sonucu
yürümede dikkatin dağılmasından kaynaklandığı tahmin edilmektedir.
Yukarıdaki örnekte değinilen, yola dik
ara sokaklarla bölünen kaldırım başlangıç ve sonlarında basamak bulunması
elbette doğaldır ve yayaların buralarda
bir iniş/çıkış hareketi yapmaları söz konusu olacaktır. Burada basamak çevresindeki hız kaybına dikkat çekilmesinin
nedeni, iki kavşak arasında kaldırımın
süreklilik göstermesi gerekirken, plansız
yapılaşma sonucu farklı binaların önünde yer yer farklı yükseklikler göstermesi
ve yaya hareketlerinin bundan nasıl etkilendiği konusunda fikir vermek içindir. Bu
duruma bir örnek olarak, incelenen diğer
bir sorunlu yol kesimi olan Kıbrıs Caddesi’ndeki etüt sahası gösterilebilir. Burada
aynı kaldırım boyunca anlamsız iniş ve
çıkışlar görülmektedir. Hem basamaklar
hem de daralmaların görüldüğü buna
benzer durumları incelemek için, daha
önce bahsedilen algoritma yardımıyla
yayaların izleri oluşturulmuş ve hız-zaman eğrileri çizdirilmiştir.
Örnek olarak, Şekil 6 üzerinde gösterilen A kesitinden C kesitine doğru ilerleyen 15-25 yaş grubundaki bir yayanın
hareketi ele alınabilir. Yaya, Şekil 7 üzerinde daha açık görülebildiği gibi yalnızca yükseklik farkları değil aynı zamanda
1, 2 numaralı kesitlerde ve 3-4 aralığında
daralmalara maruz bir kaldırımda yürümektedir. Bu kesitlerden aynı anda ancak bir tek yaya geçebilmektedir; yani
yayaların yan yana yürümesi veya birbirini geçmesi olanaksızdır.
Şekil 8 üzerinde işaretlenerek gösterilmiş bulunan söz konusu yaya A ve
B noktaları arasında ortalama 1,33 m/s
olarak hesaplanan bir rejim hızı ile yürürken, önce küçük bir basamak inmekte,
sonra büfe önünde sergilenen ve yaya
Şekil 8 Hızı incelenerek örnek olarak gösterilen yayanın görüntüsü
itü vakfı dergisi 55
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
Şekil 9 Yayanın maruz kaldığı hız ve yol kayıpları
yolunu daraltan ürünlerle dikkati dağılmakta, sonra biri küçük, diğeri daha
büyük iki basamak çıkmakta, bu arada
önündeki bayan yaya ile arasındaki mesafe gitgide azalmakta, son olarak öndeki yaya ile arasındaki mesafeyi koruyacak şekilde hızını azaltarak bu yayayı
takip etmektedir.
İncelenen yayaya ait hız-zaman eğrisi ve istenmeyen yavaşlamalar nedeniyle
ortaya çıkan yol kayıpları Şekil 9 üzerinde gösterilmeye çalışılmıştır. Buradaki
yatay çizgi, yayanın herhangi bir engel
olmadan yol alabildiği A-B kesitleri arasındaki serbest rejim hızı olan 1,33 m/s
değerini göstermektedir. Çizginin sağdaki kesikli olmayan kısmı ise B-C kesitleri
aralığındaki engeller nedeniyle yayanın
hızında meydana gelen farkı ve aynı
kümülatif süre içerisindeki yaklaşık yol
kaybını belirtmek için uzatılmıştır. Gri ton
ile renklendirilmiş alanlar, söz konusu yol
kaybını vermektedir.
Grafiğe göre, yaklaşık 17 m’lik mesafeyi yaya 14,8 saniyede kat etmiştir. Eğer
yaya 1,33 m/s’lik hızını koruyabilseydi
aynı sürede toplam 19,7 m ilerleyebilir-
Ana caddeler üzerindeki yaya yolu
(kaldırım) sorunları üç başlıkta
özetlenebilir: 1.Kaldırım yok
(ayrılmış / yükseltilmiş bir yaya yolu
bulunmaması), 2. Kaldırım yetersiz
(yaya trafiği talebi için yeterli
genişlik bulunmaması), 3.İşgal ve
engeller (Plan dışı veya kuralsız yer
tutan öğelerin daraltmasıyla gerekli
hizmeti verememesi)
56 itü vakfı dergisi
di. Aradaki 2,7 m’lik fark grafik üzerinde
gri tonla gölgelendirilen alanlara karşılık
gelmekte ve yayanın bu süre içerisindeki
yol kaybını vermektedir. Diğer bir açıdan
bakıldığında ise yayanın A-C aralığındaki
zaman kaybı yani gecikmesi de hesaplanabilir. Yine, yaya eğer 1,33 m/s’lik rejim
hızını koruyarak yürüyebilseydi, 17 m’lik
bu aralığı 12,8 saniyede geçebilirdi. Dolayısıyla bu örnekte yaya kendi serbest hızına göreceli olarak 2 saniyelik gecikmeye
maruz kalmıştır. Basamak inme ve çıkma,
dükkan önünde dikkatin dağılması, öndeki yayayı takip etme gibi mikro davranışların bu 2 saniye içindeki payları istatistik
açıdan anlamlı olacak sayıda yaya üze-
rinde çalışıldıktan sonra ortaya konabilecek; böylelikle değişik durumlardan her
birinde belli yaş grubu ve cinsiyet için
ortalama gecikme miktarı hesaplanabilecek; yayanın serbest rejim hızına orantılı
olarak değişimleri karşılaştırılabilecektir.
Bu kapsamda, gecikmeye neden olduğu tahmin edilerek incelenmekte olan
başka durumlar da mevcuttur. Bunlar
arasında, aynı yayanın aynı etüt sahası
içerisinde serbest rejim hızının kaldırım
üzerinde ve taşıt yolunda değişiklik gösterip göstermediği, kaldırım genişliği ile
olan ilişkisi, yayanın basamak inmesi ve
çıkması, ayrıca basamağa ileri doğru
veya yana doğru adım atması durumları, basamak yüksekliği ile ilişkisi, başka bir yaya veya bir taşıt veya sabit bir
engel nedeniyle omuzunu döndürerek
geçmesi, daralma bölgelerindeki hızları,
dar kaldırımdaki bir yayayı geçmek için
yola indikten ve geçtikten sonra tekrar
kaldırıma çıkması, kaldırım olmayan kesimlerde güvenlik kaygısıyla yer yer geriye doğru dönüp bakması gibi davranış
veya olaylar sayılabilir. Sıralanan her bir
mikro davranışta meydana gelen gecikmelerin hesaplanması hedeflenmektedir.
Bu bağlamda kaldırımın bulunmadığı
sorunlu yaya yoluna örnek olarak Kıbrıs
Caddesi’ndeki diğer etüt sahası, Şekil 10
üzerinde sağ taraftaki kısım gösterilebilir.
Çalışma kapsamında konunun irdelenmekte olan tüm yönlerini burada an-
Şekil 10 Kıbrıs Caddesi'ndeki etüt sahasının kaldırım bulunmayan kuzey kısmı (sorunlu yol kesimine örnek).
Şekil 11 Yol kenarında yayaların tedirgin yürüme haline iki örnek
latmak mümkün olmamakla birlikte, son
olarak, taşıt yolu kenarında yürüyen yayalardaki güvenlik riskinden kaynaklanan
tedirginlik haline dikkat çekilecektir. Yanlış uygulamalar yüzünden ortaya çıkan
kaldırım biçimleri, trafikte yayaları tehlikeye atmakta, onları sürekli bir tedirginlik
içinde yürümeye zorlamaktadır. Sorunlar
karşısında yayaların tepkileri ve hareketlerine dair Şekil 11’de çarpıcı bir örneğe
yer verilmiştir. Kaldırımın standarda göre
çok yüksek olması nedeniyle risklere
rağmen yayanın taşıt platformunda ilerlemeyi tercih ettiği ve kaldırımın çıkış için
kabul edilebilir yüksekliğe indiği noktada kısa bir mesafe için bile olsa kaldırıma çıkmayı tercih ettiği görülmüştür (a).
b’de ise yol kenarında yürürken arkadan
gelen taşıt trafiğini kontrol etmek zorunluluğu hisseden bir yaya görülmektedir.
(Fotoğrafta net olarak görülmese de ekran alıntısının yapıldığı videoda durum
belirgin şekilde gözlemlenmiştir.)
Değerlendirme
Özellikle büyük şehirlerimizde, yerel
yönetimlerin toplu ulaştırma sistemlerine yaptıkları yatırımları vurgulayan ve
ulaşım konusundaki hizmetlerde başarısını ifade eden afişler yer almaktadır.
Bu afişlerde, toplu ulaşım hizmetlerinin
çeşitliliği ve yaygınlığı mesajı verilmeye
çalışılmaktadır. Ancak, toplu ulaşım sistemlerine erişim açısından vazgeçilmez
olan yaya ve bisiklet yollarının tasarımları ile ilgili uygulamalara yeterince vurgu
yapılmamaktadır. Bireysel ve toplumsal
yaşantımızda önemli bir yeri olan yaya
yolları, çeşitli çevre düzenlemelerinin yapıldığı alanlar dışında, mevcut halleri ile
ihmal edilmiş alanlar konumundadırlar.
Gelişmiş sayılan bazı ülkelerde bir
yaşam tarzı olarak kişisel araç kullanma
alışkanlığına sahip çok sayıda insan için
araçlarından vazgeçerek toplu taşım kullanmak bir direnç unsurudur. Ülkemizdeki pek çok vatandaşımız ise, gerek taşıt
alım gücü olmaması nedeniyle, gerekse
de bazı kentlerimizin kompakt yapılarının
etkisiyle, çeşitli amaçlara yönelik kentiçi
seyahatlerini yürüyerek gerçekleştirmektedir. Nitekim, alışveriş yapan yayaların
ellerindeki yüklerle (çanta, çocuk arabası, v.b.) uzun mesafeleri yürümesi; kentiçi
trafiğinin doğal bir bileşeni halini almıştır. Özellikle özel araç sahipliğini teşvik
eden politikalar ve bunun sonucunda
oluşan kendi aracı yerine toplu ulaşım taşıtını kullanmaya karşı direncin etkisiyle
de; en verimli ve ekonomik ulaştırma türü
sayılabilecek yaya ulaşımına, hak ettiği
oranda değer verilmemektedir.
Halbuki kentin gerçek sahipleri insanlar yani yayalardır. İzmir kenti özelinde toplam yolculukların %35’i gibi büyük
bir oranına sahip olan yayalarla birlikte,
bisikletlilerin ve engellilerin, kent içinde
herhangi bir engele maruz kalmadan ve
güvenle hareket edebilmelerinin sağlanması, ülkemiz geleceğinde ekonomik ve
çevresel açılardan önemli avantajlar vaat
etmektedir. Bu nedenle, geç kalınmadan
değerlendirilmesi ve teşvik edilmesi büyük önem taşımaktadır.
Konu bu yönüyle değerlendirildiğinde, ülkemizdeki tüm kentiçi yolların ve
yaya ulaşım ağının, yayaların konforlu
yürümesine olanak tanıyacak biçimde
baştan tasarlanmasına yönelik kolektif
ulusal bir strateji geliştirilmesi ve vakit
geçirmeden uygulanmasının gerekliliği
ortaya çıkmaktadır. Ülkemiz insanının
daha mutlu ve huzurlu bir kent yaşamına
kavuşabilmesi için başta Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Ulaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme Bakanlığı olmak üzere, tüm
Yetersiz kaldırımlar nedeniyle taşıt
yolundan yürümek zorunda kalan
yayalar trafik risklerine ve strese
maruz bırakılmaktadır.
yerel yönetimlere, ilgili meslek odaları ile
sivil toplum kuruluşlarına ve üniversitelere bu konuda büyük sorumluluk düşmektedir.
Teşekkür
Makalede sözü edilen bilimsel araştırma
projesi, TÜBİTAK 1001 Programı tarafından desteklenen ve Ekim 2013-Mart
2016 tarih aralığında gerçekleştirilen
“Yaya Yolu Tasarımı ve Uygulamaları
Kaynaklı Yaya-Taşıt Trafiği Çatışmasının
İncelenmesi” başlıklı çalışmadır. Yazarlar, desteğinden dolayı TÜBİTAK’a, veri
toplama ve işleme aşamasında yol gösteren Prof. Dr. Xiaowei Shao’ya, algoritma
geliştirme aşamasında katkı veren Yrd.
Doç. Dr. Haidar Sharif ile öğrencileri Feyza Galip ve Hilal İnan’a, saha çalışmalarında katkı veren Dokuz Eylül Üniversitesi ve Gediz Üniversitesi lisans ve yüksek
lisans öğrencilerine teşekkür ederler.
Kaynaklar
Cubukcu, E., Walking for Sustainable Living,
Procedia - Social and Behavioral Sciences 85,2013, s.33-42.
Cubukcu., E., Hepguzel, B., Onder, Z., Tumer,
B., Active Living For Sustainable Future: A model to measure “walk scores” via Geographic
Information Systems, Procedia - Social and
Behavioral Sciences - 168, 2015,s. 229 – 237.
Vuchic, V. R., Transportation for Livable Cities,
Center for Urban Policy Research, 2005.
Oral, M. Y., İzmir Ulaşım Ana Planı 2009, Ege
Mimarlık, Aralık 2012, s. 42-48.
https://en.Wikipedia.org/wiki/Walk_Score#Walk_Score (Walk Score maddesi, Walk
Score alt başlığı)
itü vakfı dergisi 57
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
K
Ülkemizin Kanayan Yarası Trafik ve
Trafik Sorunlarında
İnsan Etmeni
Yrd. Doç. Dr. Selim Dündar
Okan Üniversitesi
Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi
İnşaat Mühendisliği Bölümü
58 itü vakfı dergisi
Karayolu ve trafiği ile
ilgili karşı karşıya kaldığımız
sorunların tamamının kaynağı
temelde insandır. Ulaştırma
planlamasını yapan, ulaştırma
sistemini tasarlayan, ulaştırma
yapılarını ve araçlarını
tasarlayan, inşa eden, işleten
ve ulaştırma sistemini kullanan
insandır. Bu nedenle ulaştırma,
dolayısıyla da karayolu ve trafik
sorunlarına gerçekçi ve kesin
çözümler getirebilmek için insan
etkeninde köklü değişiklikler
yapılması bir zorunluluktur. Bu
da ancak halkımızın kültür ve
gelişmişlik düzeylerini artıracak
yenilikçi eylemlerin hayata
geçirilmesi ile sağlanabilir…
arayolu trafiği ve neden olduğu
sorunlar, günümüzün en büyük
toplumsal problemlerinden bir tanesidir. Özellikle ulaştırma planlamasına
gereken önemi vermemiş ve ulaşım sorunlarına günübirlik çözümler üretmeye
kalkan toplumlarda, bu problemlerin uzun
dönemde katlanarak arttığı görülmektedir.
Trafik ve trafik kaynaklı sorunlar hakkında,
mühendislik dallarından toplum bilimine,
ruhbilimden suçbilime kadar pek çok meslekten bilim adamları çalışmalar gerçekleştirmektedir. Her ne kadar trafik sözcüğünün
tanımı, her türlü taşıtın yanı sıra, yayaların
hareketlerini de içeriyor olsa da, bu sözcük
genellikle zihinlerde karayolu motorlu taşıtlarının hal ve hareketlerini imgelemektedir.
Bu imgeleme bile, toplum yaşantısındaki
yerini gözler önüne sermesi bakımından
dikkat çekicidir.
2. Dünya Savaşı sonrası, savaştan zarar gören Avrupa ülkelerinin yeniden imarı
hakkında dönemin ABD Dışişleri Bakanı
General George Marshall bir program geliştirilmesine ön ayak olmuştur. Bu program
kapsamında ABD 1948-1952 yılları arasında çeşitli Avrupa ülkelerine 13 milyar
Amerikan Doları yardımda bulunmuştur.
Ülkemiz her ne kadar 2. Dünya Savaşı’na
taraf olan ülkelerden biri olmasa da, bu
plan kapsamında 137 milyon Amerikan
Doları yardım almıştır. Alınan yardımların,
ulaştırma alanında kullanımı uzun yıllardır
tartışma konusu olmaktadır. Cumhuriyet’in
ilanından 1950’lere kadar büyük önem verilen yeni demiryolu hatlarının yapımı, bu
dönemle birlikte neredeyse tamamen ihmal edilmiştir. Öyle ki, 1923 – 1950 yılları
arasında 3045 km uzunluğunda yeni demiryolu hattı yapılırken, sonraki 50 yıl içerisinde inşa edilen yeni hatların uzunluğu
1000 km’yi bile bulamamıştır. Buna karşılık
1950’den sonraki 50 yıl içerisinde 386.000
km uzunluğunda yeni karayolu inşa edilmiştir. Devletin ulaştırma politikasındaki bu
önemli değişiklik genellikle “Marshall Yardımı” kapsamında alınan miktar ve verilen
yükümlülüklere bağlanmaktadır.
Ulaştırma alanındaki bu politika değişikliğinin toplumun gündelik hayatına
yansıması, en az olumlu etkenler kadar,
olumsuz etkenler de içermektedir. Osmanlı
Devleti’nin Sivas Valisi Halil Rıfat Paşa’nın
“Gidemediğin Yer Senin Değildir” sözünü
kendisine ilke edinen Karayolları Genel
Müdürlüğü, ülkemizin neredeyse her köyüne karayolu ile ulaşılabilmesini sağlamıştır.
Kuşkusuz erişilebilirlik, karayolu sisteminin
en büyük faydalarından bir tanesidir. Buna
karşın, karayolu taşıtlarının düşük kapasiteleri hem yolcu hem de yük taşımacılığı
açısından verimsiz bir sistem olmasına
neden olmaktadır. Bu da aynı miktardaki
yolcu ya da yükün daha fazla sayıda taşıtla
taşınmasına, dolayısıyla karayolu trafiğinin
yoğunlaşmasına neden olmaktadır. İnşa
edilen her yeni karayolu, ilave bir ulaşım
talebi doğurmakta, bu talebin karayolu kapasitesini aştığı durumlarda da trafik tıkanıklıkları başlamaktadır.
Ülkemizde Trafik
Günümüz Türkiye’sinde trafik özellikle büyük kentlerimizin en büyük problemlerinden bir tanesidir. Özellikle zirve saatlerde
ana yolların yanı sıra, sokak aralarında bile
trafik yoğunlukları artmakta, yolculuk hızları düşmekte, trafik kaynaklı gecikmeler git
gide artmaktadır. Zamanın öneminin ve değerinin her geçen gün artması da, trafikte
boşa geçirilen sürenin de taşıtların harcadıkları yakıt ya da çevreye saldıkları gazlar
gibi ülke ekonomisini olumsuz etkilemesine
neden olmaktadır. İşyerine ulaşmakta geçen süre her ne kadar ülkemizde çalışma
süresine katılmasa da, yurttaşların sosyal,
kültürel, sportif aktivitelere ayırabilecekleri
süreyi kısıtlamakta, bu da ülkemizin arzu
edilen gelişmişlik seviyesine ulaşması
önündeki önemli engellerden bir tanesi olmaktadır.
Karayolu trafiğinin neden olduğu olumsuzluklardan bir diğeri de trafik kazalarıdır.
Ülkemizde trafik kazalarının sayısının artış
oranı, nüfus artış oranının yaklaşık 3, sürücü belgesine sahip kişi sayısındaki artış
oranının ise yaklaşık 2 katı kadardır. Avrupa
Birliği üyesi ülkeler, trafik kazalarındaki artışın önüne geçmek için çeşitli çalışmalar
gerçekleştirmiş ve pek çok ülke artış eğilimini tersine çevirmeyi başarmıştır. Ülkemizde ise yapılan çalışmaların hiç biri, artış
oranını azaltmayı dahi henüz sağlayamamıştır. Ne yazık ki ülkemizde her yıl trafik
kazalarında binlerce kişi ölmekte, yüz binlercesi ise yaralanmakta ve sakat kalmaktadır. Kaybolan işgücünün ülke ekonomisine olumsuz etkisinden çok, neden olduğu
tarifsiz acılar toplumda onarılmaz yaralar
açmaktadır.
Ülkemizin her köşesine ulaşan karayolu
ağı, vatandaşların da motorlu taşıt sahiplilik taleplerini arttırmıştır. Gerek taşıt satın
alımında ödenen, gerekse de akaryakıt
ücretlerinden alınan vergilerin yüksekliğine
Zamanın öneminin ve değerinin
her geçen gün artması da,
trafikte boşa geçirilen sürenin de
taşıtların harcadıkları yakıt ya da
çevreye saldıkları gazlar gibi ülke
ekonomisini olumsuz etkilemesine
neden olmaktadır.
karşın, otomobil sahipliliği sosyal konumun
ve saygınlığın bir göstergesi olarak kabul
edilir hale gelmiştir. Otomobil sahipliliğinin
hızla artmasına karşın toplu taşıma politikaları ve sunulan hizmet düzeyi bu hıza
ayak uydurmakta çoğunlukla geri kalmış
ve olanağı olan vatandaşları kendi özel
araçlarıyla seyahatlerini gerçekleştirmeye
özendirmiştir. Bu da, karayolu trafiğindeki
motorlu taşıt sayısının daha da artmasını
sağlamaktadır.
Merkezi ve yerel yöneticilerimiz, trafik
tıkanıklıklarının azaltılması için önemli çabalar göstermektedir. Ancak, bu çabalar
sonucunda çoğunlukla yeni kavşaklar,
yollar inşa etmek ya da geometrik düzenlemeler ile mevcut yollar ve kavşakların
kapasitelerini arttırmak gibi çözümler sunmaktadırlar. Ortaya çıkan her yeni ya da
ilave kapasite kendi talebini doğurmaktadır. Örneğin, İstanbul Boğazı geçişi için
inşa edilen her yeni köprü, geçkisi etrafında yeni yerleşim bölgelerinin doğmasına
neden olmuştur. Yöneticilerimiz yeni köprülerin gerekliliğini, özellikle zirve saatlerde köprü geçişlerine olan motorlu taşıt talebinin yüksekliği savı ile savunmaktadır.
Bu da ülkemiz ulaşım politikalarının insanların ulaşımı yerine, taşıtların ulaşımını ön
planda tutan hatalı bir yaklaşıma sahip olduğunu gözler önüne sermektedir. Boğaz
geçişi örneği düşünüldüğünde, taşıt talebi
yerine yolculuk talebi üzerinden yapılacak
incelemeler, doğru ulaşım planlaması ve
kaliteli toplu taşımacılık hizmetleri verildiğinde, mevcut yol ağının bu talebi karşılamak için fazlasıyla yeterli olduğunu ortaya
koymaktadır.
Ulaştırma politikalarını, insanların ulaşımı yerine taşıtların ulaşımını ön plana koyması, başka sorunlara da neden olmaktadır. Gerek kent içi, gerekse de kentler arası
yollar tasarlanırken çoğu zaman insanların
hareketleri göz önüne alınmamaktadır. İnsanların yürüyebilmesi için yeterli genişliğe
sahip olmayan yaya kaldırımları neredeyse
her yerde karşımıza çıkabilmektedir. Yeterli
genişliğe sahip kaldırımlar ise sıklıkla motorlu taşıtlar tarafından park etmek amacıyla işgal edilmektedir. Ayrıca toplu taşıma
sistemlerinin durakları pek çok yerde yaya
kaldırımlarını tamamen işgal etmektedir.
Kimi zaman da motosiklet ve bisiklet gibi
taşıtlar, hareketleri için yaya kaldırımlarını
kullanmaktadır. Bununla birlikte yaya kaldırımlarının azımsanmayacak bir bölümü de
engelli vatandaşların buralardan faydalan-
itü vakfı dergisi 59
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
masına olanak sağlamamaktadır.
Yayalar, trafik kazası riskini en fazla,
yolu taşıtlarla paylaşmak zorunda kaldıkları karşıdan karşıya geçişleri sırasında taşımaktadır. Taşıt sürücüleri ve yolcularının
aksine, yayaların etrafında korunaklı bir
ortam bulunmadığından, yayaların karıştıkları kazalar genellikle çok daha olumsuz
sonuçlar doğurmaktadır. Bu nedenle 2918
Sayılı Karayolu Trafik Kanunu’nda, karşıdan karşıya geçiş hakkı yayaların yararına olacak şekilde düzenlenmiştir. Ancak,
ülkemizde sürücülerin azımsanmayacak
bir bölümü bu kurallara uymamakta, yayalara gereken saygıyı göstermeyerek,
karşıdan karşıya geçiş hakkını vermemektedir. Bu, aslında toplumun kültür seviyesi
ile ilişkilidir ve toplum bilimcilerin üzerinde durması gereken önemli sorunlardan
bir tanesidir. Trafik Kanunu, yaya karşıdan
karşıya geçişlerinin yaya geçitlerinden
yapılmasını belirtmektedir. Bazı yollarımızda, özellikle motorlu taşıt trafik akımı fazla
ya da taşıt hızları yüksek olan bölgelerde
yapılması gereken üst ya da alt geçitlerin
yapımı ekonomik kaygılar nedeniyle ihmal
edilmekte, hatta bu kesimlerde eş düzey
yaya geçitleri bile bulunmamaktadır. Bu
durum da yine insan yerine taşıt odaklı
ulaştırma politikaları benimsendiğinin bir
diğer kanıtıdır.
Ülkelerin gelişmişlik düzeyini belirleyen en önemli göstergelerden bir tanesi
de engelli vatandaşların gündelik hayata
katılımlarının ne denli kolaylaştırıldığıdır.
Ne yazık ki ülkemizin pek çok kesiminde
karayolu tasarımları engelli vatandaşlarımız göz önüne alınmadan yapılmaktadır.
Her ne kadar son yıllarda görme engelliler
için özel izli yollar, sesli sinyal sistemleri,
yürüme engelliler için kaldırım rampaları
gibi iyileştirmeler görülüyor olsa da, engelli
vatandaşlarımız bu kesimlere park eden taşıtlar ya da kullanılabilirlikten uzak tasarımlar gibi bir takım sorunlarla sık sık karşılaşmaktadır. Her sağlıklı bireyin bir gün engelli
bir birey haline gelebileceği gerçeğinden
uzak, eşduyum kuramayan sürücüler ve
tasarımcılar, engellilerin hayatına fazladan
engeller katmaktadır.
Karayolu trafik kazalarının yanı sıra,
motorlu taşıt sürücülerinin trafik kurallarını
ihlal eden davranışları da gündelik hayatta
sıkça karşılaştığımız durumlar arasındadır.
Ağır taşıt sürücülerinin kendilerini diğer
taşıtlardan üstün görme davranışları, ticari
taşıt sürücülerinin özellikle hız, şerit değiş-
60 itü vakfı dergisi
Yapılan her yeni yol, yapılan her
yeni kavşak, mevcut talebin üzerine
yeni talep eklenmesini sağlamakta,
kısa vadede trafik sorunlarını
azaltmış gibi görünmesine karşın,
uzun vadede sorunların katlanarak
artmasına neden olmaktadır.
tirme, trafik ışıkları ve yaya geçitlerindeki
geçiş öncelikleri gibi temel trafik kurallarını
oldukça sık ihlal etmeleri, motosiklet kullanıcılarının şerit ihlali yaparak araç kullanmaları ve hatta yaya kaldırımından gitmeleri, her cins motorlu taşıt sürücüsünün yol
verme tartışmaları ve hatta kimi zaman bu
tartışmaların ölümle sonuçlanması, ne yazık ki artık kanıksadığımız durum, davranış
ve olaylar arasındadır. Bu olumsuzlukların
neredeyse tamamı, diğer insanların haklarına saygı duymamaktan kaynaklanmaktadır. Bu da insanların trafikte yaşadığı sorunların aslında bir kültür sorunu olduğunu
açıkça göstermektedir.
Çözüm Önerileri
Karayolu trafiğinde yaşanan sorunlara çözüm önerileri getirmek için farklı bilim dallarından araştırmacıların yanı sıra, merkezi
ve yerel yöneticiler de uzunca bir süredir
çalışmalar yürütmektedir. Çoğu zaman yabancı ülkelerde olumlu sonuçlar sağlamış
yöntemler ülkemizde uygulanmaya çalışılmakta, zaman zaman da yeni yöntemler
geliştirilmeye çalışılmaktadır. Ancak trafik
sıkışıklarının her geçen gün daha da artması, trafik kazalarının bir türlü önüne geçilememesi gibi göstergeler, bu uygulanan
yöntemlerin yanlışlığını ya da eksikliğini
gözler önüne sermektedir.
Ülkemizde, trafik sıkışıklıklarının azaltılması amacıyla en sık uygulanan çözüm
yöntemi, yeni yollar ve yeni kavşaklar yapmaktır. Ancak daha önce de belirtildiği gibi,
yapılan her yeni yol, yapılan her yeni kavşak,
mevcut talebin üzerine yeni talep eklenmesini sağlamakta, kısa vadede trafik sorunlarını azaltmış gibi görünmesine karşın, uzun
vadede sorunların katlanarak artmasına neden olmaktadır. Bu durumda talebi kısıtlamak, diğer bir deyişle karayolunu kullanmak
isteyen taşıt sayısını azaltmaktır.
Karayolu talebini kısıtlamanın yollarından
bir tanesi, talebi farklı ulaşım türlerine aktarmaktır. Ülkemizde yolcu taşımacılığı gibi,
yük taşımacılığı da büyük oranda karayolu
ile gerçekleştirilmektedir. Demiryolu ağının
genişletilmesi, suyolu olanaklarının uygun
bir biçimde kullanılması ve önemli noktalara
konuşlandırılacak lojistik merkezleri sayesinde, karayollarını işgal eden ağır taşıt sayısının
oldukça azaltılması sağlanabilir.
Kent içi yollarda doğru politikalar uygulandığında, talebin azaltılması için daha az
yatırım gerekmektedir. Her ne kadar özellikle büyük şehirlerimizde trafik kaynaklı
sorunların kesin çözümü ancak raylı sistemler ile sağlanabilirse de, mevcut karayolu altyapısının verimli bir biçimde kullanılması, yaşanan sorunların en azından bir
süreliğine azalmasını sağlayabilecektir. Ör-
neğin ideal koşullarda karayolunun bir şeridinden bir saatte ortalama 1800 otomobil
geçebilir. Bu otomobillerin tümünde bir
sürücü ve bir yolcu bulunduğu kabul edildiğinde bir şeridi saatte 3600 kişinin kullanabildiği görülmektedir. Aynı sayıda yolcu,
her birinin içerisinde 40 yolcu bulunan 90
otobüsle de taşınabilmektedir. Bu da hızlı,
güvenli, konforlu ve erişilebilirliği yüksek
bir toplu taşıma sistemi oluşturulduğunda, düşük yatırımlarla bile trafik sorunlarının azaltılabileceğini göstermektedir. Bu
yaklaşım, dünyanın farklı ülkelerinde denenmiş ve neredeyse tamamında başarılı
olmuş ve halkın da desteğini kazanmıştır.
Son yıllarda ülkemizde ulaştırma yatırımları oldukça artmıştır. Bunların içerisinde İstanbul’a inşa edilen 3. Boğaz Köprüsü, 3. Havalimanı, Kanal İstanbul Projesi,
Marmaray, Avrasya Tüneli, İzmit Körfez
Geçişi Köprüsü ve otoyolu gibi oldukça
önemli mühendislik yapıları da bulunmaktadır. Bu yapıların neredeyse tamamı planlama sürecinden, yapım sürecine pek çok
tartışmanın da odağı olmuştur. Bununla
birlikte bu yapıların büyük çoğunluğunun
yine karayolu taşıtlarının kullanımı için inşa
edildiği ya da karayolu bağlantılı olduğu
da göze çarpmaktadır. Bu yapılar hizmete
girdiklerinde trafik sorunlarını bir süreliğine
azaltabilecek olsa da, yaratacakları yeni
talep, özellikle orta vadede bu yolların da
tıkanmasına neden olacak ve harcanan
kaynaklar israf edilmiş olacaktır. Ayrıca
İstanbul Boğazı’nı geçmek isteyen karayolu taşıtı sayısını azaltmak amacıyla yapı-
Boğaz geçişi örneği
düşünüldüğünde, taşıt talebi
yerine yolculuk talebi üzerinden
yapılacak incelemeler, doğru
ulaşım planlaması ve kaliteli toplu
taşımacılık hizmetleri verildiğinde,
mevcut yol ağının bu talebi
karşılamak için fazlasıyla yeterli
olduğunu ortaya koymaktadır.
lan Marmaray Projesi daha işletmeye bile
açılmadan yalnızca karayolu taşıtlarının
kullanacağı Avrasya Tüneli’nin gündeme
gelmesi, ulaştırma planlaması konusuna
verdiğimiz önemin düşüklüğünü göstermektedir. Tıpkı büyük şehirlerimiz gibi bu
şehirlerin ulaştırma sistemi de plansız olarak gelişmekte ve bu da ulaşım sorunlarını
her geçen gün büyütmekte, içinden çıkılmasını oldukça zor bir duruma sokmaktadır. Oysa ki mevcut ulaştırma altyapısı etkin
bir biçimde kullanıldığında dahi, doğru ulaşım politikaları ile sorunların önemli bir kısmının üstesinden gelinebilmesi olanaklıdır.
Trafik kazalarının önüne geçebilmek,
kaza sayısındaki artış oranını azaltmak ve
hatta bu eğilimi tersine çevirmek için kapsamlı çalışmalara gereksinim duyulmaktadır. Bu konuda başarılı olmuş ülkelerin uyguladıkları yöntemleri incelemek şüphesiz
faydalı olacaktır ancak, yerel koşulları göz
ardı ederek, bu uygulamaları bire bir kopyalamaya kalkmak çoğu zaman hüsranla
sonuçlanmaktadır. Gerek ülkemizde, gerekse dünyada trafik kazalarını ve buna yol
açan trafik ihlallerini azaltmak için öncelikle akla gelen eğitim ya da cezalandırma
sisteminde köklü değişiklikler yapılmasıdır.
Gerçekten de kimi ülkeler daha çocuk
yaşlardan itibaren trafik eğitimi vererek,
kimi ülkeler de uyguladıkları çok katı cezalandırma sistemleri uygulayarak başarı sağlamışlardır. Eğitim ya da cezalandırma yöntemlerinin ülkemizde şimdiye
değin ne derece başarılı olduğu ya da
bundan sonra ne derece başarı sağlayabileceği tartışmaya açık bir konudur. Yurt
dışında yaşayan milyonlarca gurbetçi
vatandaşımız, yaşadıkları ülkelerde trafik
kurallarını ihlal etmemekte ve kazalara
karışmamakta iken, ülkemiz sınırlarından
girdikleri andan itibaren sürücü davranışları neredeyse tamamen değişmektedir. Bu eğitimden çok cezalandırma sisteminin fayda sağlayabileceği şeklinde
yorumlanabilse de, cezalara katlanabilecek gelir düzeyindeki kişilerin de trafik
kurallarını fazlasıyla ihlal etmesi de sıkça
karşılaşılan bir gerçektir. Bu durumda,
ülkemiz şartlarının detaylı bir biçimde
incelenmesi, sürücü davranışlarına etki
eden etmenlerin doğru saptanması ve
bu doğrultuda çözüm önerileri üzerinde
durulması çok daha faydalı olacaktır. Bu
konuyla ilgili mühendislik, ulaştırma, ruh
bilimi, toplum bilimi, suç bilimi gibi farklı bilim alanlarından akademisyenlerle,
emniyet birimleri, merkezi ve yerel yönetimler, konuyla ilgili kamu kuruluşları, sivil
toplum örgütleri, meslek odaları ve kuruluşları gibi toplumun farklı kesimlerinin
bir araya gelmesi ve kapsamlı çalışmalar
yürütmesi faydalı olacaktır.
Karayolu ve trafiği ile ilgili karşı karşıya kaldığımız sorunların tamamının
kaynağı temelde insandır. Ulaştırma
planlamasını yapan, ulaştırma sistemini
tasarlayan, ulaştırma yapılarını ve araçlarını tasarlayan, inşa eden, işleten ve
ulaştırma sistemini kullanan insandır.
Bu nedenle ulaştırma, dolayısıyla da karayolu ve trafik sorunlarına gerçekçi ve
kesin çözümler getirebilmek için insan
etkeninde köklü değişiklikler yapılması
bir zorunluluktur. Bu da ancak halkımızın
kültür ve gelişmişlik düzeylerini artıracak
yenilikçi eylemlerin hayata geçirilmesi ile
sağlanabilir. Aksi halde yaşanan sorunlar bir çığ gibi büyümeye devam edecek
ve büyük bir ulaştıramama sistemi ülkemizin kangren haline dönmüş bir yarası
olacaktır.
itü vakfı dergisi 61
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
Trafik Yönetiminde
Başarılarımız!
Prof. Dr. Ergun Gedizlioğlu
İTÜ İnşaat Fakültesi
Karayollarımızda yaşadığımız sorunlu ve güvensiz trafikte,
sürücülerimizin önemli payının olduğu yadsınamaz. Ancak trafik
tıkanıklıklarında ve kazalarda yollarımızın payı, istatistiklerimizde
görüldüğü gibi küçük değildir…
U
zun yıllardır gündemde olmakla
birlikte, zaman zaman gündeme
gelen diğer, özellikle siyasi, konuların gölgesinde kalan yaşamsal bir sorunumuz, 9 günlük kurban bayramı tatilinde
yine gündemimizi oluşturdu. Her uzun süreli tatillerimizde olduğu gibi, artan karayolu trafiği, kazaları ve can kayıpları yayın
organlarının ilk sayfalarında ve haberlerinde yerini aldı.
Bu kez daha ilginç olan ise akademik
sanı da olan bir siyasetçinin e-sayfasında
yaptığı açıklamanın tartışmalara neden olmasıdır. Sayın Cumhurbaşkanı'nın danışmanı da olan bu siyasetçimiz; "Bu bayramda da maalesef trafik kazaları rekor kırdı;
yaklaşık 100 ölü. Oysa biz yolları duble
yaptık. Demek ki tedbirsizlik had safhada."
(kendisinin e-sayfasından kopyalanmıştır)
dedi.
62 itü vakfı dergisi
Öncelikle belirtilmesi gereken, bu ileti
yayınlandığında can kaybı 120 kişiye ulaşmıştı. Ama çok acıklı olan ise Prof. sanı
olan bir akademisyenin, uzmanlığı hiçe
sayarak, hiç bir araştırma yapmadan yapılan inşaatın, yapmak istenilene uygun
olduğundan emin olmadan, karayollarının
bölünmüş (kendi deyimleriyle Duble) yapılmasının kazaları bitireceği ya da azaltacağını sanmasıdır.
Buna karşın, konunun uzmanları eski
yolun yanına koşut yapılan yeni bir platform ile yolun bölünmüş (çift platformlu)
yapılmasının yanlışları, dahası neden olacağı tehlikeler değişik ortamlarda yazılı ve
sözlü olarak dile getirilmişti. İki şeritli çift
yönlü karayollarının, bölünmüş yola çevrilmesi kararındaki gerekçeler karayolunun
kapasitesini ve trafik güvenliğini artırmaktır.
Gerekliliği araştırılmadan, plansız ve bö-
lünmüş yol standartlarında projelendirilip
inşa edilmeyen yapılarla güvenliğin artırılamayacağı anlatılmaya çalışılmıştır. Nitekim
güncelliği kaybolmuş gibi görünen trafik
kazalarının tatiller dışında da olduğu göz
önünde tutulursa, gündemden düşmediği
yalnız yönetim sorunlarının gerisinde kaldığı görülür.
Bu konu, İnşaat Mühendisi Mehmet
Şahin'in Yüksek Lisans tezi konusu seçilmiştir. Çalışma; veri sağlanmasında karşılaşılan güçlükler (ilgili kurumların vermemesi) nedeniyle bir kaç kez durmuş, Sayın
Şahin'in af ile 3. kez dönüşünde yaklaşık
11 yılda tamamlanmıştır(1). Bu tezin geniş
özeti Cumhuriyet Bilim Teknoloji Dergisi’nde yayımlanmıştır(2). Daha ilginç olan ise bu
yeni bölünmüş yollar, konunun uzmanı olmamalarına karşın bilinçli kullanıcılarca da
ağır biçimde eleştirilmiş ve tehlikeleri dile
getirilmiştir (3).
Sözü edilen, "Türkiye’de yapılan bölünmüş yolların trafik güvenliğine etkisi"
başlıklı tezde; uzunlukları 30 ile 68 km arasında değişen, hepsi Orta Anadolu'da yer
alan, Karayolları Genel Müdürlüğü’nün
(KGM) belirlediği 7 kontrol kesiminde (KK),
bölünmüş olmadan ve olduktan sonra elde
edilebilen trafik hacmi ve kaza verileri değerlendirilmiştir.
Bu çalışmanın ilk sonucu; kapasite
ve hizmet düzeyi açısından incelenen 7
KK'den yalnız 2 kesimin çok şeritli bölünmüş yola çevrilip kapasitesinin artırılması
gerektiğidir. Diğer 5 adet KK'de ise mevcut
yolların bölünmüş yola çevrilip kapasitesinin artırılması gerekmemektedir.
Bu durumda, bu yolların bölünmüş
yapılmasında tek amacın trafik kazalarını
azaltarak yol güvenliğini arttırmak olduğu
söylenebilir.
Seçilen 7 KK'nde trafik güvenliği; "Kaza
Sayısı", "Kaza Tekrar Oranı" ve "Eşdeğer
Ağırlıklı (Kaza Göstergesi)" yöntemleri kullanılarak incelenmiştir. Bu üç yöntemle, 7
KK'de, önce iki şeritli karayolu iken olan ve
bölünmüş karayolu yapıldıktan sonra olan
trafik kazaları değerlendirilmiştir. Bu yöntemleri burada açıklamak için yer yeterli
değildir.
Karşılaştırma sonucunda, "Kaza Sayısı"
yöntemine göre, seçilen KK’lerinde kaza
sayısı ortalama %278 artmıştır. "Kaza Tekrar Oranı" yöntemine göre, seçilen KK’lerinde "Kaza Tekrar Oranı" ortalama %225;
"Eşdeğer Ağırlık" yöntemine göre seçilen
KK’lerinin ortalama kaza şiddeti ise %280
artmıştır. Bu sonuçlar; seçilen KK’lerinde
trafik güvenliğini artırma amacının sağlanamadığını, tersine bu kesimlerde kaza
değerlerinin arttığını göstermektedir.
Bunun nedeni; inşa edilen bölünmüş
yollar genellikle yeniden projelendirilmemektedir. Çoğunlukla, var olan karayolunun
yanına koşut yeni bir platform eklenip yol
bölünmüş yapılmaktadır. Çift yönlü trafiği
olan 2 şeritli eski yolun geometrik standartları, örneğin proje hızı 70-80 km/sa, engebeli arazideki bir yol için yeterli kabul edilebilmektedir. Yol bu yöntemle bölünmüş
yapılınca, yolun proje hızı hala 70-80 km/sa
olurken, yolun bölünmüş olduğunu gören
sürücüler eğer dikkatli değilse kolaylıkla bu
hızın üstüne çıkabilmektedirler. Bu uygulama, özellikle engebeli arazide veya vadi
(Örneğin: Sakarya Boğazı) geçişlerinde
yapıldığında, özellikle yolu tanımayan sürücüler için tehlike oluşturmaktadır. Bu durumla engebeli olmayan düz arazilerdeki,
uzun boylarda doğru (teğet) kesimleri olan
eski yollarda; bu doğru kesimler arasında
küçük yarıçaplı (sert) yatay dönemeçler olduğunda; eski yol bir geometrik düzeltme
yapılmadan, bu dönemeçler düzeltilmeden
bölünmüş yapılınca da karşılaşılır.
Bu konuda, TBMM’de bölünmüş yollarda hız kısıtının 110 km/sa çıkarılması girişimleri de göz önünde tutulursa, durumun
ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Bu günlerde TRT'de bölünmüş yollarda hız kısıtının 110 km/sa olduğunu belirten bir kamu spotu yayınlanmaktadır. Bu
yayın, hız kısıtının artırıldığını göstermektedir ki bu, çok daha endişe vericidir.
Anılan tezde; KGM'nin incelenen 7
KK'de gözlenen hızlarla ilgili verilerin sonuçları Çizelge 1'de özetlenmiştir. Görüldüğü gibi, yasal hız sınırlarını küçük araçların, orta büyüklükteki araçların (minibüs,
midibüs, kamyonet vb) ve otobüslerin ortalama yarısı, kamyonların da 5'te biri zaten aşmaktadırlar. Otomobillerin önemli bir
bölümünün 110 km/sa hızı bile aştığını öne
sürmek de abartılı olmaz.
Çizelge 1'de belirtilen hız değerleri;
bölünmüş yolların, güvenliği artırmak yani
kazaların azalmasını sağlamak bir yana,
kazaların ve daha önemlisi şiddetlerinin
artmasının nedenini açıklamakta ve bu sonuçları doğrulamaktadır.
OECD kuruluşu IRTAD, kazadan sonra
yaralı olarak hastaneye kaldırılanlardan 30
gün içinde yaşamını yitirenlerin de kayıtlara eklenmesini önermektedir. Bazı ülkeler-
Çizelge 1: Gösterilen Hız sınırını aşan taşıt yüzdeleri (4)
de hastanelerde yaralılar taburcu oluncaya dek izlenirken, bazılarında hastaneye
kaldırılanlar 7 gün izlenerek hastanedeki
kayıplar da eklendikten sonra bu değer bir
düzeltme katsayısı ile çarpılarak can kaybı
sayısı olarak kabul edilmektedir (5).
Ülkemizde de gerçekte can kaybının,
ilgili kuruluşların açıkladıklarından daha
fazla olduğu bilinmektedir. Çünkü kamu kuruluşlarımızdaki istatistiklerde can kayıpları, olay anında trafik polisi tespit tutanağında kayda geçirilenler kadar görünmektedir.
Yaralı, cankurtaran gelinceye kadar yolda
veya hastanede yaşamını yitirdiğinde bu
istatistiklerde görünmemektedir. Bu kayıplar bu hesaplarda yoktur.
Bu nedenle Türkiye'deki can kayıplarının
açıklanan değerlerin en az 2 katı olduğu
tahmin edilmektedir. Ancak hastanedeki
kayıplarla ilgili elde sağlıklı bir bilgi bulun-
İki şeritli çift yönlü karayollarının,
bölünmüş yola çevrilmesi
kararındaki gerekçeler,
karayolunun kapasitesini ve
trafik güvenliğini artırmaktır.
Gerekliliği araştırılmadan,
plansız ve bölünmüş yol
standartlarında projelendirilip inşa
edilmeyen yapılarla güvenliğin
artırılamayacağı anlatılmaya
çalışılmıştır.
mamaktadır. TÜİK tarafından verilen kaza
değerlerindeki yıllarca olan değişim de
bunların güvenirliliği hakkında kuşku duyulmasına neden olmaktadır. TÜİK'e göre 1994
yılında toplam 233.803 kazada 104.717
yaralı 5.942 can kaybı varken, bu değerler
2004 yılında sırasıyla 537.352, 136.437 ve
4.427; 2014 yılında ise 1.199.010, 285.059,
3.524 olmuştur. Buna göre son 20 yılda kaza
sayıları 5 kat artarken can kaybı neredeyse
yarı yarıya (%40) azalıp yaralı sayısı %272
oranında artmıştır.
Gerçek can kaybı göz önünde tutulursa
yukarda verilen "Eşdeğer Ağırlık" yöntemine
göre kaza artış şiddeti %280 değerinin oldukça üzerinde olacağı açıktır.
Bu kayıpların yanında, kaza nedeniyle trafikte kaybedilen zaman için en ufak
bir kayıt ve bilgi de yoktur. Örneğin; 5 Ekim
2015 tarihli gazetelerde, İstanbul 2. çevre
yolunda (TEM) meydana gelen bir kaza
nedeniyle, yolun saatlerce tamamen kapandığını, insanların araçlardan inerek 1 saate
varan süre yürüyerek işlerine gidebildiklerini yazıyordu. Bu maddi kayıplar hiç bir biçimde hesap edilememektedir. Ancak, ülke
ekonomisine verdiği kayıplar açıktır.
Kentlerarası karayollarımızda güvenliği
artırmak adına yapılan bu hatalı uygulamalar, kentiçi yollarımızda daha fazlasıyla
yapılmaktadır.
Avrupa Konseyi’nin düzenlediği, Kentsel
Devrim (rönesans) için 1980 -1982 arasın-
itü vakfı dergisi 63
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
Resim 1
Toplu Taşıma sistemi "Ulaşım Ana
Planına" dayanarak projelendirilen
bütünleşik bir ağ oluşturmalıdır.
Kentin Toplu Taşıma Ağının
bütünleşik olmadığı, türlerin
birinden diğerine aktarma yapmak
için kilometrelerce yürümek ve
onlarca dakika harcamak zorunda
kalınmasından da görülmektedir.
da yapılan Kent Politikaları çalışması sonuç
bildirgesinde(6); "Otomobiller kente karşıdır,
en basit ve doğru deyiştir. Yavaş yavaş ama
kesinlikle kentleri öldürmektedirler. 2000’li
yıllarda ya o ya diğeri arasında seçim yapılmak zorunda kalınacaktır. İkisi birlikte korunamayacaktır. Eğer hiçbir şey yapılmazsa,
yeni disiplin gelmezse; trafik, özellikle otomobiller ve kamyonlar yalnız kentleri tahrip
etmekle kalmayacak, aynı zamanda çevreye, sera etkisi ile önemli ölçüde zarar verecektir." denilmektedir. Bu bildirgeden yaklaşık 20 sene sonra, 2003 yılı başında Londra
merkezine otomobil girişi ücretli yapıldı. Bugün dünyada onlarca kentte otomobillerin
merkeze girişi kısıtlanmaktadır.
Buna karşın ülkemiz kentlerinde son
15-20 yılda otomobil öncelikli yatırımlar
inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. İstanbul'da
"116 çözüm" diye, katlı kavşak yapılacağı
duyuruldu (Resim1). Kavşaklar kesişmesiz
olursa trafik sorunu çözülür zannedildi. Duyurulandan daha fazlası yapıldı. Uzmanların uyarısına karşın, geometrik düzenleme için yeterli alan olmadan yapılan katlı
kavşakların çözüm olmadığı ancak bitince
anlaşıldı. Bunlara 6 milyar dolardan fazla
para harcandığı belirtilmektedir. Bilenlerin
belirttiği gibi; özel araçlar için yapılan yatırımlar daha çok aracı çektiğinden, sorun
daha içinde çıkılmaz olmuştur.
Bu kavşak yatırımlarının başarısızlığının önemli nedeni; bunların herhangi
bir araştırmaya, plana dayanmamasıdır.
Bir noktadaki sorunu çözmek için bir ağ
veya anayol üzerinde bir dizi kavşak göz
önünde tutulmaksızın her biri için ayrı çözümler düşünülmesidir. Düzenlemelerde
kavşaklar arasındaki uzaklıklar da kısa
olduğunda; giriş çıkışlar birbirlerini etkileyerek yine tıkanmalara neden olmaktadır
(Resim 2).
Ankara'da TBMM önünde Akay'da katlıkavşak, her şeye (tüm itiraz ve mahkeme
kararlarına) karşın, trafikteki yakıt tasarrufunun yatırımı karşılayacağı iddiası ile yapıldı. Resim 2'de bir çıkışı görülen bu 3 katlı
kavşağın tıkanmaması mucize olurdu. Açılışından bir yıl geçmeden kavşağın Atatürk
Bulvarı yaklaşımına Resim 3'de görülen
uyarı ve hız kısıtı konulmak zorunda kalındı. Çünkü bu tünelin çıkışı kentin en yoğun
eşdüzey kavşağına, bir sağ dönüş kolu ile
birleşerek çıkıyor ki bu kolun da sağlıklı çalışması olanaksızdır (Resim 2).
Katlıkavşak ve kollarının sağlıklı çalışa-
Resim 2
64 itü vakfı dergisi
bilmesi için kavşaklar arası 2,5-3 kilometre;
bu kavşakların giriş çıkışları arasındaki en
az 500 metre olmalıdır. Buna karşın kentlerimizde katlıkavşakla komşu kavşak arası
300 m. olabilmektedir.
Daha önemlisi, o yıllarda kavşaklar
yapılınca ulaşım (erişim) sorununun çözüleceğine inanıldığından, kavşak yatırımları
yapılırken özellikle Toplu Taşıma yatırımları hemen tamamen durmuştur. İstanbul'da
yapılan katlıkavşak yatırımlarına harcanan
para ile yüz km'yi aşkın metro yapılabileceğini; üstelik bunun için harcanan zaman da
göz önünde tutulursa bu kadar raylı ‘toplu
taşıma’ ağının yıllar önce hizmete girmiş
olacağına dikkat edilmelidir.
Nitekim kavşak yatırımlarının çözüm olmayacağını; Toplu Taşıma ağlarına yatırım
yapılması gerektiği onlarca yıl sonra anlaşıldı. Metrobüs yolu yapıldı. Kentte otobüs
yolu ya da metrobüs yolu yapılabilecek onlarca anayol bulunmasına karşın bu türün
geliştirilmesi ve bir ağ oluşturulması düşünülmedi, böyle bir düşünceden söz de
edilmemektedir.
Bunun yerine kentin değişik yerlerine
bir birinden kopuk metro hatları yapılmaya
başlandı. Kavşaklar için söylediğimiz gibi;
bu Toplu Taşıma yatırımları da bir araştırmaya, plana dayanmamaktadır. Toplu
Taşıma sistemi "Ulaşım Ana Planına" dayanarak projelendirilen bütünleşik bir ağ
oluşturmalıdır. Kentin Toplu Taşıma Ağının
bütünleşik olmadığı, türlerin birinden diğerine aktarma yapmak için kilometrelerce
yürümek ve onlarca dakika harcamak zorunda kalınmasından da görülmektedir.
Yukarıdakilerle doğrudan ilişkili olmamakla birlikte, hatalı yapılan diğer bir uygulama olarak Yuvarlak Ada (dönel, göbekli)
kavşaklar belirtilmelidir. KGM'nin "Yuvarlak
Ada Kavşak" tasarımı için bir el kitabı (7) olmasına karşın ülkemizde bu kavşakların
tasarımı ve işaretlemesi doğru yapılmamaktadır. Sözü edilen el kitabına göre yuvarlak
Resim 4
ada kavşağa giren yolların hiç birisi
anayol değildir. Kavşağa bağlanan
her kolun önünde "DUR" ya da "YOL
VER" işareti olması ve kavşak içinde,
ada etrafında dönen taşıtların önceliği
olması gerekir. Bu kural tüm dünyada olduğu gibi "Trafik Yasamız”da da
böyledir. Ancak bu kuralı sürücülerimiz
bilmediği gibi, trafik polislerimiz, daha
kötüsü mühendislerimiz bile bilmemekte, çoğunlukla emirle de olsa, haResim 5
talı düzenlemeler yapmaktadırlar.
Bu hatalı uygulamalar, örneğin kentler
Son 15-20 yılda otomobil
arası hız kısıtının 90 km/sa olduğu yollarda
öncelikli yatırımlar inanılmaz
(Resim 4) yapılabilmektedir. Daha da köboyutlara ulaşmıştır. İstanbul'da
tüsü, kavşak olmayan yere kavşak varmış
"116 çözüm" diye, katlı kavşak
gibi yuvarlak ada yapıldığı bile görülebilyapılacağı duyuruldu. Kavşaklar
mektedir (Resim 5).
kesişmesiz olursa trafik sorunu
Bir kaç ay kadar önce, kamuoyunun
çözülür
zannedildi. Duyurulandan
üzerinde çok durmadığı önemli bir haber
daha
fazlası
yapıldı. Uzmanların
vardı basında. ‘Minibüsçü isyanı’ başlıklı bu
uyarısına
karşın,
geometrik
haberde; ayakta yolcu aldığı için trafik polidüzenleme için yeterli alan
sinin, yeni çıkan yasaya göre ceza yazdığı
bir minibüs sürücüsünün aracını yakmaya
olmadan yapılan katlı kavşakların
kalktığı ve diğer minibüs sürücülerinin de
çözüm olmadığı ancak bitince
kendisine destek olmak için yolu kapattığı
anlaşıldı.
belirtiliyordu. Bu tepkiler üzerine yönetim
geri adım atarak yeni çıkardığı yasada değişiklik yapmış ve minibüslerin ayakta yolKoşuyolu ve Altunizade Mah. bölgesinde,
cu alma konusu gündemden çıkmıştır.
insanlar saatte bir Üsküdar'a, iki saatte bir
Minibüs sürücüleri ve meslek örgütü
de Kadıköy'e olan otobüs dışında minibüyöneticileri; tüm diğer taşıma araçlarında
se mahkûm.)
(kamu ve özel otobüslerde) taşındığı gibi
Nitekim son yıllarda üretilen minibüs
minibüslerde de ayakta yolcu taşınabimodellerinde ayakta daha çok yolcu alınaleceğini savunuyor. Yolcular ise sorulan
bilmesi için koltuk sayıları azaltılmıştır. Böysorulara verdikleri yanıtlarında; minibüste
lece, bir anlamda minibüslerin ayakta yolayakta yolculuk yapmanın rahat ve istenen
cu taşımaları da yasallaştırılmış olmaktadır.
bir yolculuk olmadığını, ancak işlerine yetiMinibüslerin hangi aşamalardan geçtiğine
şebilmek için başka bir çare olmadığından,
bakarsanız; ilk günlerde 10 yolcu kapasitebuna katlandıklarını belirtmektedir. Yani
li kabul edilen minibüsler, 2 kişilik koltuklara
toplu taşıma eksikliği nedeniyle bu duru3 yolcu alarak önce 14 yolcu taşımayı; aramu kabul etmek zorunda kalmaktadırlar (8).
ya tabure koyarak daha fazla yolcu almayı;
duraklara uyma zorunluluğunun kalkmasını
(Örneğin yaklaşık 50 bin kişinin yaşadığı
(durak dışı yolcu alıp bırakma ve sonuçta
dolmuş/minibüs duraklarının kalkmasını)
kabul ettirerek bu günlere geldiler. Gelişmelerle sonunda ayakta yolcu taşımalarına izin verilmesine kadar gelindi. Kural
tanımamakla ünlü bu esnafın sürekli ödün
verilerek kurallara uyması sağlanabilir mi?
Bu olaydan bir kaç hafta sonra, Halkalı’da minibüs kazasında onlarca vatandaşımız yaşamını yitirdi. Bu kazanın nedenlerinden biri, yeterli toplu taşıma ağı olmadığı
için insanların bu araçları kullanmaya zorlanması, diğeri de sürekli ödün verilen minibüs esnafının disiplinsizliğidir. Bir etken
de, yukarda belirttiğimiz, kavşaktaki geometrik düzenlemenin hızlı araç sürmeyi cesaretlendirmesi, yani hatalı olmasıdır.
Sonuç
Karayollarımızda yaşadığımız sorunlu ve
güvensiz trafikte, sürücülerimizin önemli
payının olduğu yadsınamaz. Ancak trafik
tıkanıklıklarında ve kazalarda yollarımızın
payı, istatistiklerimizde görüldüğü gibi küçük değildir. Bunda plan yapmadan ve
uzmanlarca hazırlanmamış projelerin etkisi açıktır. Daha kötüs, bu projelerin bir
bölümü mühendislere emir ile yaptırılmaktadır. Daha da kötüsü trafik ile ilgili yasal
düzenlemeler de tekniğe uygun olmayabilmektedir.
Kaynaklar
(1) Şahin, M., "Türkiye’de Yapılan Bölünmüş
Yolların Trafik Güvenliğine Etkisi", İTÜ FBE, Yüksek Lisans Tezi, Mayıs 2012, İstanbul.
(2) Şahin, M., Gedizlioğlu, E., “Duble Yollar
Trafik Kazalarını Önledi mi?" Cumhuriyet Bilim
Teknoloji Dergisi 08.02.2013, sayı1351.
(3) Doğan, Yavuz, "Duble Yollar Felaketi", Ekonomik Durum, sayı 108, 6/2006, İstanbul.
(4) KGM "Bölünmüş Yol ve Tek Yol Çalışmaları",
Eylül 2011
(5) International Traffic Safety Data and Analysis Group (IRTAD), (www.internationaltransportforum.org/irtadpublic/)
(Özel Rapor "Accident and injury definitions"
Repdeu1998)
(6) Council of Europe "European Urban Charter
1992&2008", Springer-Verlag, Berlin Heidelberg
(7) KGM "Dönel Kavşaklarda Tasarım Rehberi "
Çev. F.Seven, M.Ertekin, A.K. Kalycı, K. Kayacı,
Şubat 2005, Ankara.
(8) Gedizlioğlu, E., "Minibüslerde ayakta yolcu
taşıma ve kavşak matematiği" 15/09/2010 Radikal Gazetesi.
itü vakfı dergisi 65
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
Mühendislik “Best Seller’ı”
Cisimlerin Mukavemeti
Yenilenmiş 9. Baskı Çıktı…
Prof. Dr. Mustafa İnan
İTÜ Vakfı Yayınları
ISBN: 978-975-7463-05-4
618 sayfa, 16.5x23.5 cm
Şubat 2015
İTÜ Vakfı, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin efsane hocalarından Prof.
Dr. Mustafa İnan’ın İTÜ’ye ve Türkiye’de mühendislik dünyasına son
armağanı olan CİSİMLERİN MUKAVEMETİ kitabının 9. Baskısını
yayımlamaktan dolayı onur duymaktadır.
YENİ
İTÜ Vakfı Yayınları
Genel Dağıtım: İTÜ Vakfı Yayınları
İtuyayinlari.com.tr
Online Sipariş: www.1773itu.com
Satış:0212 230 73 71 – 246 64 05
[email protected]
Özel Fiyatı: 35 TL
İlk baskısı 1967 yılında yapılan ve tüm mühendislik dallarının
temel dersleri arasında yer alan “mukavemet” konusundaki bu eserin,
gerek öğrencilerin ve gerekse mühendislerin göstermiş olduğu ilgi ile
aranılırlığı gün geçtikçe artmıştır. Konuları ele alışı ve işleyişi açısından
alanındaki yeri tartışılmaz olan bu eserin, öğrenci açısından tek kullanım
zorluğu yazım dili idi. Doğal olarak 1960’ların “Türkçesi” ile günümüz
Türkçesi arasındaki farklar öğrenciyi zorlamaya başladığı için bu baskıda
kitabın bütünlüğü bozulmadan diline günümüz Türkçesi uyarlandı ve
buna ek olarak birim sistemi bugün uluslararası birim sistemi olarak
kabul edilen (SI) sistemine çevrildi. Bundan sonraki baskılarında son
yıllarda “mukavemet” dersi kapsamına alınan birkaç konuyu daha
katarak ve uygulamaları çoğaltarak bu eseri iki cilt halinde basmayı
tasarlıyoruz. Dileğimiz Mustafa Hoca’nın dileği olan, bu kitabın tüm
mühendislere ve mühendislik öğrencilerine ışık tutması ve yol gösterici
olmasıdır.
Mustafa İnan, akademik hayatı boyunca yayınlamış olduğu makale,
bildiri ve kitaplar ile birlikte İTÜ’de mühendislik alanında doktora
çalışmalarını başlatmış ve çok sayıda doktora öğrencisi yetiştirmiştir.
Bugün mekanik dalındaki çalışmaları ile tüm bilim dünyasında tanınan
bilim insanları yetiştiren Mustafa İnan’a bu çalışmaları nedeniyle
vefatının ardında TÜBİTAK tarafından “HİZMET ÖDÜLÜ” verilmiştir.
Bilimsel yaşamının yanı sıra, edebiyattan sanat ve müziğe, tarihten
dilbilgisine kadar geniş bir alanı kapsayan genel kültürü ve bu konuda
verdiği çeşitli konferanslarla Prof.Dr. Mustafa İnan’ın ünü bilim alanının
dışına da taşmıştır. Tüm yaşamı ve başarıları ile gençlere yüreklendirici
örnek olması için TÜBİTAK, Mustafa İnan’ın vefatının ardından
yaşamının roman şeklinde yazılması için bir proje önermiştir. Bu proje
Prof. Dr. Mustafa İnan’ın eşi Prof.Dr Jale İnan’ın yürütücülüğünde,
usta yazarımız Oğuz Atay’ın kalemi ile gerçekleştirilmiş ve “Bir Bilim
Adamının Romanı, Mustafa İnan” adı altında basılarak yıllar boyu
gençlere yol gösteren bir eser olmuştur.
66 itü vakfı dergisi
Türkiye’de
Lojistik Sektöründeki
Gelişmeler
Prof. Dr. Füsun Ülengin
Sabancı Üniversitesi,
Yönetim Bilimleri Fakültesi
Yrd. Doç. Dr. Özay Özaydın
Doğuş Üniversitesi, Mühendislik
Fakültesi, Endüstri Müh.Bölümü
Son yıllarda hızlı bir
gelişme gösteren lojistik, hem
kendi içinde taşıdığı büyüme
potansiyeli hem de Türkiye’nin
birçok ekonomik hedefe
ulaşmasında oynayacağı temel
rol itibariyle büyük öneme
sahiptir…
Giriş
L
ojistiğin rekabet üstünlüğü için
önemi her geçen gün artmaktadır.
Ulaştırma hizmetlerinin, hizmetler
içerisindeki oranı son on yılda %20 dolaylarında gerçekleşmiştir. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) verilerine göre ulaştırma ticari
hizmetler ihracatında 2014 yılında 955 milyar ABD doları seviyesini aşmıştır.
2009’da yaşanan küresel kriz, dünya
ekonomisinde daralmaya neden olmuş ve
2.Dünya Savaşı’ndan beri ilk kez bu daralma seviyesi %2’yi aşmıştır (Türkiye Lojistik
Kataloğu, 2011). Tüm sektörlerde meydana gelen düşüşler, lojistik sektörünü de
aynı yönde etkilemiştir. Lojistik sektörünü
etkileyen değişikliklerden biri de ticari mal
ihracatının Asya ve gelişmekte olan ülkelere doğru kaymasıdır. Küresel ölçekte lojistik sektörü 2004 yılındaki 4 trilyon dolar
seviyesinden, 7 trilyon dolarlık bir pazar
hacmine yükselmiştir (MÜSİAD, 2013).
Küresel Lojistik Performansın iyileştirilmesi, ekonomik büyüme ve rekabetin
özünü oluşturmaktadır. Politikacılar küresel
itü vakfı dergisi 67
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
anlamda lojistik sektörünün, gelişimin en
önemli kilometre taşlarından biri olduğunu
kabul etmişlerdir. Avrupa’da, Hollanda gibi
ticarette başı çeken ülkeler veya Vietnam
ya da Endonezya gibi gelişmekte olan ülkeler, kesintisiz ve süreklilik arz eden lojistiği, büyümenin önemli bir parçası olarak
görmektedir.
Lojistikte küreselleşme konusunun önemini dikkate alan Dünya Bankası, küresel
yük sevkiyatçıları ve taşımacılarının müdahil
olduğu ankete dayalı, bir ülke içindeki lojistik
tedarik zinciri boyunca performansını ölçmek
amacıyla her iki yılda bir Küresel Performans
Endeksi yayınlamaktadır. Söz konusu anket
160 ülkenin kıyaslanmasına imkân vermekte
olup, ülkelerin sıkıntılı alanlarını ve fırsatlarını
belirlemesine ve lojistik performanslarını artırmasına olanak sağlamaktadır.
2014 Küresel Lojistik Performans Endeksi raporunun genel bulgularının başında, altyapı ve sınır gümrüklerindeki
iyileştirmeler sayesinde, en iyi ve en kötü
performansı gösteren ülkeler arasındaki
farkın gitgide azalmakta olması gelmektedir. Bununla beraber, lojistik hizmet piyasası, yüksek performans gösteren ülkeler için
ayırt edici bir unsur olarak görülmektedir.
Sınır gümrüğünde daha fazla etki sağlayabilmek adına, gümrük ve diğer kontrol mercilerinde iyileştirmeler yapılmalıdır. Önemli
reformlar yapan ülkeler, gelişme seviyesinde rakiplerini geride bırakma eğilimi göstermektedirler.
Yeşil lojistiğe karşı ilgi artmakla birlikte,
bu konuya halen yalnızca gelir düzeyi yüksek ülkelerde yoğunlaşılmaktadır.
2007, 2010, 2012 yılında yayınlanan
daha önceki Küresel Lojistik Performans
Endekslerinde ortaya çıkan eğilim 2014 yılında da devam etmiş, düşük performans
gösteren ülkeler endeks puanlarını yüksek
performans gösteren ülkelerden daha fazla
artırmışlardır.
2012 yılında yayınlanan endekste
3.51'lik genel lojistik puanı ile 27. sırada
yer alan Türkiye, 2014 yılında 160 ülke arasında 3.50 genel lojistik puanı ile 30. sıra-
68 itü vakfı dergisi
Küresel Lojistik Performansın
iyileştirilmesi, ekonomik büyüme ve
rekabetin özünü oluşturmaktadır.
Politikacılar küresel anlamda
lojistik sektörünün, gelişimin en
önemli kilometre taşlarından biri
olduğunu kabul etmişlerdir.
da yer almıştır. Gümrükler alanında 2012
yılında 3.16 olan derecesini, 2014 yılında
3.23'e yükseltebilmiştir.
Dış kaynak kullanımı (outsourcing),
güçlü lojistik performansını ve gelişmiş lojistik piyasasının derinliğini göstermektedir.
Gelişmiş lojistik piyasalarında, nakliyeciler
ve 3 Taraflı Lojistik Hizmet Sağlayıcıları'nın
müşterileri genellikle yüklerinin %60’ını,
depolamanın %70’ini, taşımacılık hizmetlerinin ise %80’ini taşeronlara vermekte, geriye kalanları ise kendileri yürütmektedir. Dış
kaynak kullanımı ve 3 Taraflı Lojistik Hizmet
Sağlayıcıların (3PL) yaygınlığı, henüz lojistik pazarı olgunlaşmamış olan üst gelir ülkelerinde bile fazla değildir. Avrupa’nın AB
dışında kalan ya da AB’ye dahil yeni gelişen ekonomilerinde, dış kaynak kullanımı
%30 civarındadır (World Bank, 2014).
Afrika’daki düşük gelirli ülkelerde dış
kaynak kullanımı son derece azdır. Gelişmiş
lojistik hizmetlere yönelik talep bu ülkelerde
düşük iken, bu hizmetler ayrıca idari, bürokratik vb. kısıtlamalardan da olumsuz etkilenmektedir. 2012 yılında küresel 3PL pazarının
677 milyar ABD doları civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu pazarın gelişimi özellikle
Asya-Pasifik bölgesinde hızlı seyretmektedir.
Bu bölgede 3PL pazarı 236 milyar ABD doları
iken, ABD’de pazar 170 milyar ABD doları ve
Avrupa’da ise 156 milyar ABD dolarıdır (World
Bank, 2014).
Dünya Bankası’nın ticaretin kolaylaştırılması konusunda 2013 yılında projelere harcadığı rakam 5.8 milyar ABD doları olup, lojistik engellerin, uluslararası ticaret sistemine
katılıma ve gelişimine engel olduğu ortaya
çıkmıştır.
Lojistik ile İlgili Beklentiler
Avrupa Komisyonu, 2007 yılında “Yük Lojistiği Eylem Planı” yayınlamıştır. 2001 Beyaz Kitabı’nda ulaştırmaya dar bir bakış
açısıyla yaklaşmış olan Komisyon, küresel
ekonominin gerçeklerini dikkate alarak, lojistik hizmetleri tüm boyutlarıyla düzenleme
gereğinin bilincine vardığını, bu raporla ortaya koymuştur. Sözkonusu Eylem Planı’nda “Lojistiğin, AB’nin ekonomi makinesinin
yağı olduğunu” açıkça ifaden eden AB
Komisyonu, lojistik hizmetlerin etkinliğinin,
küresel krizden toparlanma mücadelesini
sürdüren Avrupa Birliği’nin yeniden büyüyen bir ekonomi haline dönüşmesi için
2020 yılına yönelik büyüme stratejilerinin
en önemli ve belirleyici faktörlerinden biri
olduğunun altını çizmektedir.
AB Komisyonu, 2011 yılında, gelecek
10 yılın ulaştırma politikalarını belirleyecek
olan temel politika belgelerinden sonuncusu olan Ulaştırma Beyaz Kitabı’nı yayınlamıştır. Söz konusu Beyaz Kitap’ta, AB’nin,
lojistik hizmetler alanında süregelen küresel rekabette özellikle Asya’nın gerisinde
kaldığı görüşü yer almakta olup bu alanda
AB ülkelerinin eski “lider konumunu” geri
kazanabilmesi için güçlü ve etkin bir lojistik sektörünün temin edilmesinin gereği,
somut rakamlarla ortaya konmuştur.
AB’nin 2020 yılına yönelik stratejik hedeflerinin alt kırınımları incelendiğinde;
ulaştırma ve lojistik alanında “akıllı uzmanlaşma” kavramının “kümelenme” olgusu ile
desteklendiği görülmektedir.
Kümelenme: Avrupa Birliği’nin 2020 yılına yönelik “Ufuklar 2020” stratejisinin en
önemli unsurları arasında “akıllı uzmanlaşma” ve “kaynakların etkin kullanımı” kavramları yer almaktadır. Günümüzde giderek daha fazla benimsenen bir olgu olan
“Kümeleme” (clustering) işte bu iki kavramı
birleştirmektedir. Avrupa çapında gerçekleştirilen bazı araştırmalar ortaya koymaktadır ki, “geleceğin ekonomik talepleri,
bugünün kaynaklarının % 75’i kullanılarak
karşılanabilecektir” (Clausen et al., 2013),
yani 20-30 yıl sonra bugünkü kaynakların
% 75’i mevcut olmayacaktır.
Kaynaklarını en etkin biçimde kullanma
arayışında olan Avrupa Birliği, sosyoekonomik gelişim için tüm paydaşların kendine
özgü uzmanlık ve yetkinliklerine yoğunlaştıkları bir iş bölümü modeli geliştirmektedir.
Bir çeşit “rekabet öncesi işbirliği – güçbirliği” olarak ifade edilebilecek bu modelde, farklı sektörler için kümelenme projeleri
Tablo 1: Dünya eşya ve ticari hizmetler ihracatı (2010-14, milyon ABD doları) (DTÖ, 2015)
2010
2011
2012
2013
2014
Eşya ticareti
15301000
18338000
18496000
18954000
19002000
Ulaştırma
823450
898510
916420
935130
955200
Seyahat
956030
1069130
1108610
1188510
1239790
Diğer ticari hizmetler
1960890
2221860
2286180
2433890
2586440
çok önemli yer tutacaktır, zira genellikle
“Üçlü Sarmal – Triple Helix” olarak anılmakta olan ve devlet, sanayi ve üniversite arasında oluşturulan özel bir sinerji sayesinde
karar alıcılar, araştırmacılar ve uygulayıcılar
ortak projeleri birlikte hayata geçirmekte,
tüm paydaşlar kendi uzmanlık ve imkanları
çerçevesinde yaptıkları “işbölümü” ile, oluşan “kümelere” aktif katkılar sağlamaktadır.
Lojistikle alakalı tüm faaliyetlerin ve
aktörlerin coğrafi alanlarda bir araya getirilmesi temel amacı etrafında şekillenen
“lojistik merkez projeleri” de bir çeşit kümelenme faaliyetidir. Bu merkezlerde lojistiğin
araştırma boyutu üniversiteler, araştırma
kurumları ve danışmanlar tarafından takip
edilirken; sektör firmaları talep sunan tarafı,
kamu kurumları bu taleplerin gerçekleşmesi için gerekli düzenlemeleri yapan (yasaları çıkaran) tarafı temsil etmektedir.
Avrupa’nın, özellikle lojistik sektörünü
kalkınma stratejileri kapsamında ele alan
Valonya, Kuzey Ren Vestfalya vb. bölgelerinde, lojistik paydaşları ilgili bölgenin
rekabet gücünü arttırıcı projeler etrafında
bir araya getiren yaklaşımlar hızla yaygınlaşmaktadır.
Oluşturulan bölgesel lojistik kümeleri
şu temel adımlar üzerine inşa edilmektedir: Bölgesel ihtisaslaşma alanlarının belirlenmesi, belirlenen alanlara ilişkin bölgeye özgü ve fazla işlenmemiş konuların
belirlenmesi, bağlantı sektörler ile ilişki
ağlarının oluşturulması, üniversitelerin ve
araştırma kuruluşlarının bu alanlara göre
yeniden yapılanması, kamu kurumlarının
ilgili alanlara yönelik destek mekanizmaları oluşturması, belirlenen ihtisas alanlarında bölgenin küresel rekabet üstünlüğünün elde edilmesi.
Almanya’da “Lojistik Köyler”, Japonya’da “Dağıtım Parkları”, İspanya’da “Lojistik Platformlar”, Fransa’da “Rekabetçilik Kutupları” ya da “Yetkinlik Merkezleri”
AB Komisyonu, lojistik hizmetlerin
etkinliğinin, küresel krizden
toparlanma mücadelesini sürdüren
Avrupa Birliği’nin yeniden büyüyen
bir ekonomi haline dönüşmesi
için 2020 yılına yönelik büyüme
stratejilerinin en önemli ve
belirleyici faktörlerinden biri
olduğunun altını çizmektedir.
olarak adlandırılan yapıların da, bahse
konu “kümelenme” anlayışı doğrultusunda kurulmuş olup, benzer amaçlar üzerine inşa edildikleri söylenebilir.
Almanya’da Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı’nın desteklediği kümelerden
biri olan Effizienz Cluster Lojistik Kümesi,
200 üyeye (lojistik şirketleri, üniversiteler
ve araştırma enstitüleri ile laboratuvarları,
ilgili kamu kuruluşları ve meslek örgütleri)
sahiptir ve bu üyelerin ortaklaşa geliştirdikleri projelerle bugüne kadar yaklaşık
100 inovasyon, ürün ve patent geliştirmiş,
bölgenin kaliteli lojistik çözümler üreterek
lojistik performansını artırmasına, bu sayede istihdam ve gelir yaratılmasına katkı
sağlamıştır. Küme için, 30’dan fazla lojistik projesi için toplam 40 milyon avroluk
bir fon oluşturulmuştur.
Ülkemizde de benzer kümelenme çalışmalarının, lojistik sektörüne, özellikle
de Bölgesel Kalkınma Ajansları'nın destekleriyle daha yaygınlaştırılması öncelikli
hedeflerden biri olmalıdır.
Sonuçlar ve Öneriler
Son yıllarda hızlı bir gelişme gösteren lojistik, hem kendi içinde taşıdığı büyüme
potansiyeli hem de Türkiye’nin birçok
ekonomik hedefe ulaşmasında oynayacağı temel rol itibariyle büyük öneme sahiptir.
Ekonomi Bakanlığı, 2023 İhracat Stratejisi’nde yer alan “Uluslararası rekabet-
çiliğin arttırılmasına yönelik lojistik altyapısının güçlendirilmesi” başlığı altında,
ulaştırma ve lojistik sektörünün paydaşlarına aşağıda yer alan hedefleri öngörmekte ve söz konusu hedefler kapsamında yine aşağıda yer alan beş projeyi 2023
yılına kadar hayata geçirmeyi planlamaktadır.
Nihai olarak hedeflerin başında, Türkiye'nin Dünya Bankası lojistik performans
endeksinde ilk 15 ülke arasına girmesi ve
bunun için en önemli etkenlerden olacak
demiryolu bağlantısı olan liman sayısının
11’e çıkarılması ve toplam liman kapasitesinin 30 Milyon TEU’a çıkarılması gelmektedir.
Bahsi geçen hedefler için hayata geçirilebilecek projeler arasında; Marmara’da
liman altyapısının geliştirilmesi, Mersin’de
konteyner altyapısının geliştirilmesi, Çandarlı Limanı konteyner altyapısının geliştirilmesi, Limanlara demiryolu bağlantıları
ve kara konteyner aktarma terminalleri,
Organize Sanayi Bölgelerine, büyük fabrikalara özel sektör desteğiyle bağlantı
hatları kurulması gelmektedir.
Aynı paralelde, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı 2010-2014 Strateji Planı’nda temel sanayi politikası öncelikleri
ile yatay ve sektörel olmak üzere çeşitli
politika alanları tespit etmiş ve bu alanlara yönelik toplam 72 adet eylem belirlemiştir. Lojistik sektörü, tüm firmaların rekabet gücünü etkileyen ve farklı kurumlar
arasında koordinasyon gereğini ön plana
çıkartan, işgücünün niteliğini yükseltecek, finansmana erişimi kolaylaştıracak,
yenilikçilik kapasitesini geliştirecek, girdi
maliyetlerini düşürecek, çevreye duyarlılığı arttıracak yatay politikalar kapsamında
ele alınmaktadır.
Kaynaklar
DTÖ (2015), World Trade Organization, International Trade Statistics, Erişim Tarihi: 05.12.2015,
http://www.wto.org/statistics.
MÜSİAD (2013), MÜSİAD Sektör Raporları: Lojistik Sektör Raporu.
Türkiye Lojistik Kataloğu (2011), ÜTIKAD 25. Yıl
sayısı.
World Bank (2014), ‘Connecting to Compete,
Trade Logistics in the Global Economy. LogisticsPerformance Index and its indicators’, http://
lpi.worldbank.org/.
Clausen U. & ten Hompel M. &Klumpp M.
(2013). Efficiency and Logistics (Lecture Notes
in Logistics). Springer; 2013 edition.
itü vakfı dergisi 69
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
Türkiye'de Lojistik Eğitiminde
Yeni Bir Döneme Doğru
Doç. Dr. Dilay Çelebi
İTÜ İşletme Fakültesi
Ülkemizde karşılanabilen
miktardan çok daha yüksek ve
gün geçtikçe artmakta olan bir
yükseköğrenim talebi vardır
ve bu talep kaçınılmaz olarak
lojistik sektörü gibi ekonomik
büyümenin yüksek olduğu
sektörlerde oluşan işgücü
piyasası gereksinimlerine bağlı
olarak yapılanmaktadır. Bunun
sonucunda yükseköğretim
kurumları, işgücü piyasalarının
taleplerine çabuk uyum
sağlayabilecek eğitimli ve işe
hazır insan kaynakları üreten
kurumlar haline dönüşmektedir.
Yani, yükseköğrenim
ticarileşmekte ve özellikle
taşımacılık ve lojistik alanında
meslek yüksekokullarının sayısı
ve ağırlığı artmaktadır…
70 itü vakfı dergisi
F
iziksel nesnelerin günümüzdeki üretim, nakliye, elleçleme, tedarik ve
kullanım şekilleri ekonomik, çevresel ve sosyal olarak sürdürülebilir yapıda
değildir. Bilgi ve iletişim teknolojileri alanında geçtiğimiz birkaç on yıl içinde yaşanan
dönüşüme benzer olarak, bundan en çok
birkaç on yıl sonra dünyada lojistik işlemleri çok farklı yapılıyor olacaktır. Başta ABD
ve Avrupa Birliği (AB) ülkeleri olmak üzere,
gelişmiş ülkeler standartlaştırılmış paket
birimlerinin, esnek olarak yapılandırılabilen bağlantılı küresel lojistik ağları üzerinde intermodal ve senkromodal taşımacılık
sistemlerine geçiş hazırlığı yapmaktadır.
Tasarımı ve işlemsel yönetimi yoğun teknoloji ve teknik bilgi gerektiren bu sistemlerin geliştirilmesi ve etkin bir şekilde
yürütülmesi için üstün nitelikli araştırmacı
ve yöneticilere gereksinim vardır. Değil
gelecekte, günümüzde bile lojistik sektörü, teknik yetkinlik eksikliği, yönetimsel
yetilerin yetersizliği, iş tanımlarının ve yeteneklerin uyuşmazlığı ve yetersiz araştırma
faaliyetleri sebebiyle sıkıntıdadır. Lojistik
sektöründeki insan kaynağı açığı yalnızca
Türkiye’nin değil, Almanya ve İngiltere gibi,
lojistik eğitimi alanında önde gelen ülkelerin de sorunudur.
Günümüzün gittikçe ivme kazanarak hızlanan rekabet ortamında, güncel
gelişmeler ve sorunlar kadar, gelecekte
karşılaşılabilecek durumlar bağlamında
yapılandırılacak kısa ve uzun erimli politikaların ve çalışma planlarının hazırlanması, lojistik sektörünün öncelikli hedefleri
arasında olmalıdır. Bu eylemin gerçekleştirilmesi için iki yol düşünülebilir: Ya lojistik
sektörü gerekli çalışmayı kendisi üstlenir,
ya da gerekli çalışmaları araştırma kurumlarına veya üniversitelere yaptırır... Ne
yazık ki her iki seçenek için de ülkemizde
durum hiç de iç açıcı değildir.
Eğitimli ve İşe Hazır
İnsan Kaynağı İhtiyacı
Ülkemizde karşılanabilen miktardan çok
daha yüksek ve gün geçtikçe artmakta
olan bir yükseköğrenim talebi vardır ve
bu talep kaçınılmaz olarak lojistik sektörü
gibi ekonomik büyümenin yüksek olduğu
sektörlerde oluşan işgücü piyasası gereksinimlerine bağlı olarak yapılanmaktadır.
Bunun sonucunda yükseköğretim kurumları, işgücü piyasalarının taleplerine çabuk uyum sağlayabilecek eğitimli ve işe
hazır insan kaynakları üreten kurumlar haline dönüşmektedir. Yani, yükseköğrenim
ticarileşmekte ve özellikle taşımacılık ve
lojistik alanında meslek yüksekokullarının
sayısı ve ağırlığı artmaktadır. Ayrıca, yükseköğrenim ve işgücü piyasalarının bu
bağlantısı sebebiyle, araştırma ve gelişim
odaklı olması beklenen lojistik ve ulaştır-
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ)
ve WCTRS (World Conference
on Transport Research Society)
ortaklığında ulaştırma ve lojistik
alanında farklı disiplinleri bir araya
getiren bir uluslararası yüksek
lisans programı oluşturulması
planlanmıştır.
ma alanındaki yüksek lisans ve doktora
programlarının bile hem kapsamı hem
de içeriği daralmaktadır. Bugün lojistik ve
ulaştırma alanında öğretim yapan 30’dan
fazla sayıda yüksek lisans ve doktora
programının içerikleri incelenirse, hemen
hemen tümünün kapsamlarının kısa vadeli, içeriklerinin ise işlemsel ve mesleki
becerilere odaklı, kavramsal bütünlükten
uzak olduğu görülebilir.
Sonuç olarak, lojistik sektöründe, özellikle taktik ve stratejik yönetim seviyelerinde nitelikli iş gücü kıt kaynağa dönüşmüştür. Lojistik sektörü beceri ve pozisyonlar
arasındaki kopukluk ve araştırma faaliyetlerinin yetersizliği sebebiyle sıkıntıdadır.
Beceri gelişimi için en ağır ve acil eylem
gereksinimi, teknik ve orta yönetim kademelerinde yer almaktadır. Türkiye için hayati önem taşıyan lojistik sektörünün ivedilikle farklı disiplinleri bir araya getirerek
bütünleştirebilecek, uluslararası alanda
gelişmeleri takip ederek analiz edebilecek
ve edindiği birikimi gereksinim duyulan
alanlarda uygulamaya koyabilecek yetkin
işgücü ile desteklenmesi gereklidir.
Yukarıda da belirtildiği gibi hızla dönüşmekte olan dünya ekonomisi koşullarında gelişmiş ülkelerin de sorunu olan
nitelikli araştırmacı insan gücünün yetiştirilmesi temelde bir araştırma konusudur
ve araştırma uygulamayla birlikte yapılırsa
yararlı olabilir. Araştırmacının başarısı çok
büyük ölçüde ‘araştırma’nın kendisinin
varlığına, başka bir deyişle de ‘araştırmanın kurumlaşması’na bağlıdır ki ülkemizde
eksik olan, ama gelişmiş ülkelerin belki de
varlık nedeni sayılabilecek olan da budur.
Bu sorunun çözülmesi, yani bir yandan
araştırmacı yetiştirirken beri yandan bunların içinde yer alacakları araştırmanın kurumsal alt-yapısının oluşturulması için İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) ve WCTRS
(World Conference on Transport Research
Society) ortaklığında ulaştırma ve lojistik
alanında farklı disiplinleri bir araya getiren bir uluslararası yüksek lisans programı
oluşturulması planlanmıştır.
WCTRS, dünyanın bütün gelişmişlik
düzeylerindeki ülkelerinden ticaret, lojistik ve ulaştırma alanlarında bulunan
1500’den fazla araştırmacı ve uzmanı bir
araya getiren, alanındaki en büyük uluslararası ağdır. WCTRS-DL (Distance Lear-
ning) programı ise yeryüzündeki akademisyenler ve öğrencileri bir araya getirme
amacıyla oluşturulmuş lojistik ve ulaştırma
alanlarında uzaktan eğitim programları
oluşturan ve düzenleyen, uluslararası bir
öğretim ve araştırma ağıdır. WCTRS-DL
girişiminin ilk uygulaması İTÜ merkezli olarak oluşturulacak ve WCTRS üyesi
olan uluslararası araştırmacı ağı ile programa destek sağlayacaktır. Bu program
sayesinde lojistik sektöründe de yaşanan
nitelikli işgücü sıkıntısının giderilmesi ve
lojistik alanındaki yükseköğrenimin araştırma ve sanayi gereksinimleri ile ilişkilendirilmesi amaçlanmaktadır. Programın
hedefi, uluslararası yüksek bilgi ve beceri
temeline sahip üst düzey nitelikli araştırmacı ve uygulamacılar yetiştirerek, lojistik
ve ulaştırma sektörlerinde nitelikli personelle donatmak, aynı zamanda da üniversiteler ve araştırma kurumlarının kendi
örgütlenmeleri içinde güçlü yapılar oluşturmalarına katkı sağlamaktır. WCTRS-DL,
ulaştırma ve lojistik alanında gerçek zamanlı uzaktan eğitim veren ilk yüksek lisans programı olarak, alanına uygulama
teknikleri, içerik ve öğretim kapsamı açısından yeni bir soluk getirmektedir.
Disiplinlerarası ve Uluslararası Katılımlı
Programlar
Günümüzde lojistik ve ulaştırma eğitiminde disiplinler arası ve uluslararası katılımlı
itü vakfı dergisi 71
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
programların önemi çoktan anlaşılmış ve
bu yapı birçok seçkin üniversite tarafından benimsenmiştir. Örneğin, 2003’te
Avrupa’nın lojistik alanında öncü sekiz
üniversitesinin bir araya gelmesi ile oluşturulan TransportNet programı bu konuda başarılı bir örnektir. Benzer şekilde,
sektör ortaklığı konusunda yine 2003
yılında kurulan Massachusetts Institute
of Technology (MIT) Zaragoza Lojistik
yüksek lisans programı başarılı bir örnek
olarak gösterilebilir. Bu program kapsamındaki tüm araştırma faaliyetleri, akademi, sektör ve kamuyu bir araya getiren
bir araştırma merkezi tarafından yönetilerek, ortak bir yapıda gerçekleştirilmektedir. Keza, uzaktan eğitim/öğretim dünya çapında giderek yaygınlaşmaktadır.
ABD ve Avrupa’da, önde gelen birkaç
üniversite tarafından, sınıfta ve uzaktan
eğitimi birleştiren, özellikle lisansüstü
düzeyinde programlar sunulmaktadır.
Sadece ABD’de 3 milyondan fazla uzaktan eğitim öğrencisi bulunurken, uzaktan
eğitimin, yükseköğretimin en hızlı gelişim gösteren kesiti olacağı tahmin edilmektedir . Harvard Üniversitesi ve MIT,
video, canlı web konferansları ve karma
formatlarda 200’den fazla uzaktan ders
vermektedir. Yakın tarihli bir araştırmaya
göre, Almanya’daki öğrencilerin % 87’si
sınıf derslerinin yanında dijital öğretim
malzemelerini kullanmış, % 35’i interaktif öğretim modüllerinden faydalanmış,
% 12’si sanal seminerlere katılmış, % 8’i
canlı internet yayınlarını izlemiş ve % 5’i
sanal araçlarla laboratuvar faaliyetlerinde bulunmaktadır . İsveç’te, kampüs eğitimine kayıtlı öğrenci sayısı 1994’ten beri
giderek düşerken, kayıtlı uzaktan eğitim
öğrencilerinin sayısı 2005 yılından beri
artmaktadır . Uzaktan eğitim seçeneği,
72 itü vakfı dergisi
Bu program sayesinde lojistik
sektöründe de yaşanan nitelikli
işgücü sıkıntısının giderilmesi ve
lojistik alanındaki yükseköğrenimin
araştırma ve sanayi
gereksinimleri ile ilişkilendirilmesi
amaçlanmaktadır.
öğrencileri tarafından kampüs eğitimi
seçeneğine kıyasla dört kat daha fazla
oranda çekici bulunmaktadır.
Programın yapısı Orta Doğu Teknik
Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi, Karlsruhe Teknoloji Enstitüsü, MIT Lisbon
Ulaştırma Enstitüsü ve Almanya Havacılık ve Ulaştırma Araştırma Merkezi (DLR)
gibi saygın akademik kuruluşların yanı
sıra, Uluslararası Nakliyeciler Derneği,
Ekol Lojistik, Mall Lojistik ve Kale Lojistik
gibi farklı büyüklük ve yapılardaki lojistik
kurumlarından gelen bir uzman kadrosu ile iki yılı aşan çalışmalar sonucunda
oluşturulmuştur. Programda yer alacak
öğretim üyelerinin büyük bir kısmı gelişmiş ülke kesitinden gelmektedirler ve
bunların hem öğretim deneyimleri hem
de dünya ekonomisinin bütüncül/derneşik karakterinin içinde yer alan kimlikleri
ile Türkiye’yi bu alanda ciddi bir odak
noktası durumuna getirmeleri olasılığı
bulunmaktadır. Başarılı öğrenciler program sonunda hem İTÜ diploması hem de
WCTRS tarafından verilen ve uluslararası
saygınlığı olan bir sertifika alacaklardır.
Programda özel sektörün katkısı yalnızca programın oluşturulma aşamalarında
değil, programın yürütülmesinde yoğunluklu olarak kullanılacaktır. Sektör temsilcileri her öğretim döneminin başında ve
sonunda gerçekleştirilecek düzenleme
ve iyileştirme çalışmalarına katılacak,
böylece sektör gereksinim ve istekleri
doğrultusunda belirlenecek geliştirilmesi
gereken alanlar programa yansıtılacaktır. Ayrıca, sektör program kapsamında
gerçekleştirilen araştırma faaliyetlerinde birincil olarak yer alacaktır. Örneğin,
öğrencilerin program sonunda gerçekleştirecekleri yüksek lisans tezleri, biri
WCTRS grubundan, diğeri İstanbul Teknik Üniversitesi’nden iki akademik danışmanın yanı sıra, bir sektörel danışman
eşliğinde gerçekleştirilecektir. Bu şekilde yapılandırılmış bir programdan mezun olan uzman araştırmacılar yalnızca
akademik kurumlarda değil, özel sektörde de araştırma projeleri gerçekleştirebileceklerdir.
Sonuç olarak, WCTRS-DL programı
bir yandan araştırmacı yetiştirirken beri
yandan bunların içinde yer alacakları
araştırmanın kurumsal alt-yapısını oluşturmak ve sektörel ve uluslararası bir ortaklık çerçevesinde Türkiye’yi kendi coğrafyasında bir lojistik üs haline getirmek
için önemli bir adım olacaktır.
Kaynakça
-Abrar, Hasan and Wolfram Laaser. "Higher Education Distance Learning in Portugal–State of the
art and Current Policy Issues." European Journal
of Open, Distance and E-learning (2010).
-Moloney, J. F., & Oakley II, B. (2010). Scaling
online education: Increasing access to higher
education. Journal of Asynchronous Learning
Networks, 14(1), 79-94.
-Lewin, T. (2012, May 2). Clash of the titans! (for
online academics). The New York Times.
-Söderström,T., From, J., Lövqvist,J., & Törnquist, A. (2011). From distance to online education: Educational management in the 21 century.
Proceedings European Distance and E-learning
Network Conference (EDEN). Dublin.
Türk Hava Yolları’nın Ulaştırma Sektöründeki Yeri
Global Rekabet ve Teknolojik Gelişmeler
Işığında Yeni Projeler, Hedefler
Doç. Dr. Temel Kotil
THY A.O. Genel Müdürü
Türk Sivil Havacılığı, 2000’li yılların başından itibaren, her
vatandaşın uçmasını hedefleyen devlet politikasının etkisi ile büyük
bir sıçrayış yapmış, gelişiminin ivmesini artarak sürdürmüştür.
Buna göre, 2003 yılında 30 milyon olan yolcu sayısı, 2015 sonu
tahmini verilerine göre 130 milyonun üstüne ulaşacaktır. Bu oran,
yıllık ortalama (CAGR) %13 gibi önemli bir orana tekabül etmektedir.
Bu çerçevede, 2013-2015 arasındaki uçak sayısı oranı %198 artışla
482’ye, ciro oranı %1127 artışla 27 milyar dolara, havalimanı sayısı
%100 üzerinde artışla 55’e yükselmiş ve uçuş ağı da yaklaşık 3 kat
artmak suretiyle gelişme göstermiştir…
M
evcut çalışmada, “Türk Hava Yolları’nın ulaştırma sektöründeki
yeri, global rekabet ve teknolojik
gelişmeler ışığında yeni proje ve hedefleri nedir” sorusuna, günümüz havacılık
endüstrindeki gelişmeler ve bu endüstriye
yönelik öngörüler ışığında yanıt aranmaya
çalışılacaktır.1
Bu çerçevede, ilkin havacılık endüstrisinin günümüzdeki durumu ve endüstrinin
geleceğine ilişkin tahminler ortaya konulacak, ardından Türk Hava Yolları özelinde
çerçeve çizilmek suretiyle analiz tamamlanacaktır.
Havacılık endüstrisi, günümüzde dünyada direkt olarak yaklaşık 60 milyon istihdam yaratan, 2,4 trilyon USD’lik bir değer
yani GSYİH oluşturan dev bir endüstridir.
Bahse konu 2,4 trilyon USD’lik değer, tüm
dünyadaki, yani global GSYİH’nin yüzde
3,4’üne tekabül etmektedir. Türkiye örne-
itü vakfı dergisi 73
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
280 noktayı kapsayan dev uçuş
ağı, sunulan başlangıç ve varış
destinasyon olanakları, yani
"citypair" açısından da TK’yı Afrika
ve Orta Doğu’da dünyada ilk,
Asya&Pasifik’de ise dünyada
2. sıraya yerleştirmektedir.
ğinde ise, anılan oranın her geçen gün
büyümekle birlikte şu anda GSYİH’nin
yaklaşık yüzde 6’sına tekabül etmesi söz
konusudur. Önümüzdeki 20 yılın sonunda,
havacılık endüstrisinin dünyada yarattığı istihdam sayısının 1.8 kat artarak 105 milyona çıkacağı, GSYİH’nin ise 2,5 kat artarak
6 trilyon USD’lik değere ulaşacağı öngörülmektedir. Bu da global GSYİH’nin yüzde
4,1’ine tekabül edecektir. Türkiye örneğinde ise, önümüzdeki 20 yıldaki havacılık
sektörü payının GSYİH’nin yaklaşık yüzde
7’sine tekabül edeceği öngörülmektedir.
Yukarıda parasal değer olarak analiz edilen verilere, yolcu sayısı ölçeğinde
bakıldığında, dünya havacılık sektöründe
1994 yılında 1,2 milyar olan sayının 2014
yılına gelindiğinde 2,7 kat artarak 3,3 milyara ulaştığı, 2034 yılına gelindiğinde ise
2,2 kat daha artarak 7,3 milyara ulaşacağı öngörülmektedir. Türkiye özelinde ise,
1994 yılında 19,6 milyon olan sayının 2014
yılına gelindiğinde 6,3 kat artarak 123 milyona ulaştığı, 2034 yılına gelindiğinde ise
3,1 kat daha artarak 381 milyona ulaşacağı
öngörülmektedir
Bu noktadan hareketle, Türkiye ve dolayısıyla Türk Hava Yolları’nın dünya havacılığındaki yerinin tespit edilebilmesine
istinaden, dünya ölçeğinde bölge kırılımlı
olarak yolcu trafik hacimlerinin analizinin
yapılmasının uygun olacağı düşünülmektedir. Buna göre, günümüz (2014 verileri)
itibarı ile toplam Ücretli Yolcu Kilometre
(RPK-ÜYK) bazında bölge içi, bölge çıkış ve varışlı değerlendirme yapıldığında,
dünya pastasındaki en büyük oranın %29
ile Asya&Pasifik bölgesine ait olduğu görülmektedir. Takip eden bölgeler, %26 ile
Kuzey Amerika ve yine aynı oranla Avrupa,
%8 ile Latin Amerika ve yine aynı oranla
Ortadoğu, %4 oranında ise Afrika’dır.
Aynı hususta 2034 öngörüleri analiz edildiğinde, Asya&Pasifik bölgesinin
%35’lik oranla en büyük payı alacağı, onu
%22 ile Avrupa’nın, %19 ile Kuzey Amerika’nın, %11 ile Ortadoğu’nun, %9 ile La-
74 itü vakfı dergisi
tin Amerika’nın ve %4 ile Afrika’nın takip
edeceği görülmektedir. Bu çerçevede,
Önümüzdeki yirmi yıllık dönemde, Asya&Pasifik bölgesinin öneminin kayda değer
ölçüde artacağı, Kuzey Amerika ve Avrupa’nın ağırlıklarının ise nispeten azalacağı anlaşılmaktadır. Bu ise, dünya trafiğinin
ağırlık merkezinin gelişiminin doğu eksenine doğru kayma göstereceği, yani dünya
havalimanları yolcu sayısına göre ağırlık
merkezinin doğuya doğru hareket ederek,
günümüzde 42 olan “Mega Şehir” (yani
günlük en az 10.000 uzun hat yolcusu potansiyeli olan dev şehir) sayısını, yirmi yıla
kadar 90’ın üzerine çıkaracağı anlamına
gelmektedir. Bu durumun, Türkiye ve dolayısı ile Türk Hava Yolları açısından çok parlak bir geleceğin işareti olduğu aşikardır.
Bu bağlamda, Türk Hava Yolları’nın
sektördeki yerini net olarak ifade edebilmek için, Türk Sivil Havacılığı’nın gelişim
çizgisinin de ortaya konulmasının uygun
olacağı düşünülmektedir. Türk Sivil Havacılığı, 2000’li yılların başından itibaren,
her vatandaşın uçmasını hedefleyen devlet politikasının etkisi ile büyük bir sıçrayış
yapmış, gelişiminin ivmesini artarak sürdürmüştür. Buna göre, 2003 yılında 30 milyon olan yolcu sayısı, 2015 sonu tahmini
verilerine göre 130 milyonun üstüne ulaşacaktır. Bu oran, yıllık ortalama (CAGR) %13
gibi önemli bir orana tekabül etmektedir.
Bu çerçevede, 2013-2015 arasındaki uçak
sayısı oranı %198 artışla 482’ye, ciro oranı
%1127 artışla 27 milyar dolara, havalimanı
sayısı %100 üzerinde artışla 55’e yükselmiş ve uçuş ağı da yaklaşık 3 kat artmak
suretiyle gelişme göstermiştir.
Türk Sivil Havacılığı’ndaki bu gelişim,
doğaldır ki Türk Hava Yolları ile olmuş, ve
Türk Hava Yolları gelişirken, bayrak taşıyıcısı olduğu ülkenin sivil havacılığı da
İstanbul Grand Airport (İGA)’un
76.5 km2 alana, 500 uçaklık park
alanına, 6 pist ve 4 terminale,
son aşamada 150 milyon yolcu
kapasitesine sahip olması
öngörülmekte olup, ilk yıl yaklaşık
70 milyonluk bir yolcu kapasitesi ile
hizmet vermesi beklenmektedir.
karşılıklı etkileşimle gelişmiştir. 1933 Yılında 5 uçaktan oluşan mütevazı bir filo ile
kurulan Star İttifakı üyesi Türk Hava Yolları
TK bugün, 299 (yolcu ve kargo) uçaklık
filosu ile 232 uluslararası, 48 yurtiçi olmak
üzere dünyada 280 noktaya ve 11 ülkeye
uçan, 4 yıldızlı havayolu şirketidir. 2015 yılı
Skytrax değerlendirmesine göre TK, art
arda olmak üzere 5. kez “Avrupa’nın En
İyi Havayolu Şirketi” seçilmiş olup, 2010
yılında dünyanın “En İyi Ekonomi İkram
Servisi”, 2013 ve 2014 yıllarında “En İyi
Business Class İkram Servisi” ödüllerini
elde etmiştir. TK bu yıl da Skytrax değerlendirmesinde dünyanın “En İyi Business
Class Özel Yolcu Salonu İkramı” ve “En İyi
Business Class Özel Yolcu Salonu” ödüllerine lâyık görülmüştür.
TK, tüm dünya havayollarının küçülmeye gittiği kriz anlarında krizleri fırsat bilerek
uçak alımlarına gitmek ve yeni hatlar aç-
mak suretiyle büyümüş, bu planlı büyümede TK’nın 2006 yılında özelleşerek aktif bir
oyuncu olarak dünya havacılık sahnesinde
ön plana çıkması ve bu bağlamda müşteri
memnuniyetini en ön planda tutan kurum
felsefesi etkin olmuştur. TK’nın ortaklık
yapısı %50,88 Halka Açık %49,12 Başbakanlık ÖİB şeklindedir. Yüzde 50’nin
üzerindeki hissesi İMKB’de işlem gören bir
şirket olarak tüm kararları ve uygulamaları
özel şirket statüsündedir. Bu durum, TK’ya
özelleştiği tarih olan 2006 yılından itibaren,
büyük rekabetin söz konusu olduğu havacılık sektöründe hızlı karar alma ve yatırım
yapma konularında esneklik kazandırmıştır. Bununla birlikte, havacılık konusunda
devlet politikası olan vizyoner yaklaşım da
TK’nın gelişim çizgisinin ilerlemesi konusunda yol gösterici ve ufuk açıcı olmuştur.
Bu devlet politikası, her Türk vatandaşının uçmasını ve her şehirde bir havayolu
kurulmasını öngörmekte olup, TK’nın büyüme stratejisi ile uyum göstermiş ve TK’yı
başarılı kılan başat faktörlerden olmuştur.
Topla&dağıt (hub&spoke) sistemiyle
transit yolcularını İstanbul Hub’ı üzerinden
tüm dünyaya dağıtan global bir network
taşıyıcısı olan TK’nın başarısında, İstanbul’un coğrafi avantaj sağlayan stratejik
konumu da etkendir. 280 noktayı kapsayan
dev uçuş ağı, sunulan başlangıç ve varış
destinasyon olanakları yani "citypair" açısından da TK’yı Afrika ve Orta Doğu’da
dünyada ilk Asya&Pasifik’de ise dünyada
2. sıraya yerleştirmektedir.
İstanbul, inşası halen süren yeni havaalanın yakın vadede tamamlanıp devreye
itü vakfı dergisi 75
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
girmesi ile "globalhub" ve "megacity" yapısını tescilleyecektir. Çok yakın bir tarihte ilk
etabının devreye girmesi söz konusu olacak olan İstanbul Grand Airport (İGA)’nın
inşası sadece Türkiye ve TK için değil,
tüm dünya havacılık endüstrisi için çok
mühim bir olay mahiyetindedir. Zira proje
tamamlandıktan sonra, dünyanın en büyük
havalimanı ortaya çıkacaktır. Proje devreye
girince, TK’nın İstanbul Atatürk Havalimanı’ndaki tüm seferlerini yaklaşık bir hafta
içinde İGA’ya kaydırması söz konusu olacaktır. İGA’nın 76.5 km2 alana, 500 uçaklık park alanına, 6 pist ve 4 terminale, son
aşamada 150 milyon yolcu kapasitesine
sahip olması öngörülmekte olup, ilk yıl
yaklaşık 70 milyonluk bir yolcu kapasitesi
ile hizmet vermesi beklenmektedir. Bu gelişmeden en olumlu etkilenecek olan havayolunun, merkezini İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan İGA’ya transfer edecek olan TK
olduğu düşünülmektedir.
İstanbul’un coğrafi konumunun sağladığı avantaj, bu şehri dünyanın doğal merkezi
(naturalhub of theworld) durumuna getirecek ölçüdedir. TK’nın hub’ının da İstanbul
olması, doğal olarak TK’ya büyük bir rekabet avantajı sağlamakta olup, TK da hizmet
ve ikram servisinin üstünlüğü, yolcu memnuniyetini, uçuş güvenlik ve emniyetini en
ön planda tutan hizmet anlayışı ile bu avantajdan misliyle faydalanmaktadır.
İstanbul, dünya havacılık pazarının en
yoğun olduğu Avrupa, Ortadoğu ve Asya
arasında seyahat süresi avantajı ile doğal
bir aktarma merkezi konumundadır. Bu bağlamda, TK’nın dış hat noktalarının %70’ine
ve 55’den fazla ülkeye dar gövde menziline
girmeleri sebebiyle dar gövde ile sefer yapma imkanı bulunmakta olup, kısa menzilde
kullanılmaları büyük bir maliyet avantajı sağlamaktadır. Dar gövdeli uçakların sıklıkla sefer yapmasıyla oluşan kısa uçuş süresinde
frekans derinliği sağlanmakta ve birim maliyet de azalmaktadır. Bu da TK’ya önemli bir
rekabet avantajı sağlamaktadır.
TK’nın yolcu sayısı, 2004-2014
arasında yıllık ortalama olarak
(CAGR) %17 oranında, yani Türk
Sivil Havacılığının büyüme oranının
üzerinde bir oranda büyümektedir.
2002 yılında yaklaşık 10 milyon olan
yolcu sayısı, 2014 yılında yaklaşık
55 milyona ulaşmıştır.
76 itü vakfı dergisi
TK’nın yolcu sayısı,
2004-2014
arasında
yıllık ortalama olarak
(CAGR) %17 oranında,
yani Türk Sivil Havacılığının büyüme oranının
üzerinde bir oranda
büyümektedir. 2002 yılında yaklaşık 10 milyon
olan yolcu sayısı, 2014
yılında yaklaşık 55 milyona ulaşmıştır. Ücretli
Yolcu Kilometre (ÜYK)
ölçeğinde bakıldığında, TK’nın, 2015 tah- 2015 yılı Skytrax değerlendirmesine göre TK , art arda olmak üzere 5. kez
“Avrupa’nın En İyi Havayolu Şirketi” seçilmiştir.
mini büyüme oranı olan
%16 ile, ilgili dönemhavayolu olmaya çok yakındır. TK’nın dündeki %7 dünya oranının da yaklaşık 10
ya AKK’sı içindeki payı %2’ye yakınken, 1.
puan üzerinde olduğu görülmektedir. TK,
sıradaki dünyanın en büyük kapasiteye saArz Edilen Koltuk-Kilometre (AKK-ASK)
hip havayolunun bu pastadaki payı ancak
ölçütüyle ifade edilen dünya pazar payı
%5’dir.
yani kapasite oranına göre de 11. büyük
Ortaklık, 2013 yılında Boing’den 95,
Airbus’tan ise 117 yeni nesil uçak
siparişi vermiştir. 2021 yılına kadar
teslim edilmesi öngörülen bu uçak
siparişleri de eklendiğinde Türk
Hava Yolları’nın filosu 439 uçağa
ulaşacaktır.
Global network taşıyıcıların gelişimi için
önemli bir ölçüt olan transfer yolcu sayısı
oranı da TK’da uçuş ağı yani network gelişimine bağlı olarak büyük gelişim göstermektedir. Bu bağlamda, dıştan dışa transfer yolcu oranı, 2005-2015 arasında CAGR
olarak yaklaşık %33 büyümektedir. Bu oranın, 2015 sonunda 16 milyonun üzerine çıkacağı öngörülmektedir. Mevcut durumda,
TK’nın transfer yolcu oranı, tüm yolcular
içinde %40’lık dilime tekabül etmekte olup,
bu oran bahsedildiği üzere gelişen network
ile birlikte artma eğilimindedir.
TK, kar marjlarının düşük olduğu sektörde, sürdürülebilir bir büyüme oranı ile
birlikte, karlılığını da sürdürme başarısını
gösterebilmiştir. TK’nın EBITDAR marjı,
2006-2014 arasında CAGR olarak %19’un
üzerindedir. Bu dönemde, operasyonel verim de uçak ve personel sabit maliyetlerinin düşmesi ve anılan kalemlerin verimlerinin artması suretiyle artmaktadır.
Günümüzde 300’e çok yaklaşan uçak
sayısıyla TK, dünyada en büyük 13. filoya
sahip havayoludur. TK filosu, geniş ve dar
gövdeli olmak üzere, Boeing ve Airbus tipi
uçaklardan oluşmaktadır. Ortaklık, 2013 yılında Boing’den 95, Airbus’tan ise 117 yeni
nesil uçak siparişi vermiştir. 2021 yılına
kadar teslim edilmesi öngörülen bu uçak
siparişleri de eklendiğinde Türk Hava Yolları’nın filosu 439 uçağa ulaşacaktır.
Son üç yıldır Turkish Airlines Euroleague Basketball isim sponsoru olan Türk
Hava Yolları, Ekim 2013’te sponsorluğunu
2020 yılına kadar uzatmaya karar vermiştir. Bu sponsorluğun temeli, 2012 yılında
Türk Hava Yolları’nın Euroleague’in sosyal
sorumluluk projesi olan OneTeam’in kurucu ortağı olmasıyla birlikte atılmıştır. Ayrıca
Türk Hava Yolları’nın Türkiye Futbol Federasyonu A Milli Takımı, Türkiye Basketbol
Federasyonu A Milli Takımı, Basketball Japan League, TurkishLadies Open ve İstan-
bul ShoppingFest gibi pek çok kişi/kurum
ile sponsorluk anlaşmaları bulunmaktadır.
Didier Drogba ve Borissia Dortmund bunların arasındadır.
Tek bir cümleyle ifade edilecek olur
ise, TK, günümüzde dünyada en çok ülkeye ve uluslararası noktaya uçan havayolu
olma başarısını göstermiş olup, network
büyüklüğü olarak dünyada ilk 4 havayolunun içinde yer almaktadır. TK’nın 2015 yılındaki hedefleri; kapasite artış %15, yolcu
sayısı 61,7 milyon, doluluk oranı yaklaşık
%78, yıl sonu uçak adedi 299, toplam gelir yaklaşık 11 milyar USD şeklinde olup,
anılan hedefler için 2023 öngörüsüne istinaden, TK’nın dünyanın en çok noktasına
uçan havayolu şirketi ünvanını koruyarak;
2023 yılında 120 milyon yolcuya, 24 milyar dolar gelire ve 450’dan fazla uçaktan
oluşan bir filoya sahip olmayı hedeflemesi
söz konusudur.
Özetle, TK müşteri memnuniyetini ve
uçuş emniyetini en üst planda tutmak suretiyle başarısını sürekli kılmaya ve zorluk
rekabet koşullarında bir dünya markası
olarak taşıdığı bayrağı göklerde en ön sıralarda tutmaya yorulmaksızın ve her geçen gün daha da azimle çalışarak devam
edecektir.
Dipnot
1) Çalışmada, Airbus, ATAG, Boeing ve DHMI
verileri esas alınacaktır.
itü vakfı dergisi 77
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
Beyhan Yaraman
Karayolları 1.Bölge Müdürlüğü
Kuzey Marmara Otoyolu
Kontrol Başmühendisi
Cevat Alim
Kuzey Marmara Otoyolu
Kontrol Başmühendisliği
Asma Köprü Şefi
Yavuz Sultan Selim
Köprüsü, çeşitli özellikleriyle
oldukça dikkat çekici bir
mühendislik yapısıdır. Köprü
üzerinde toplam 8 karayolu
şeridi ile platform ortasında
konumlandırılan 2 demiryolu
şeridi bulunan Yavuz Sultan
Selim Köprüsü, 1.408 metrelik
ana açıklığıyla dünyanın,
üzerinden raylı sistem geçen en
uzun köprüsü olacaktır. Köprü
tabliyesi ana açıklıkta çelik,
yan açıklıklarda betonarmedir.
1.408 metre ana açıklık ve
378’er metrelik yan açıklıkları
ile toplam boyu 2.164 m’ye
ulaşan Yavuz Sultan Selim
Köprüsü'nün tabliye genişliği
59 metre olup bu yönüyle
de dünyanın en geniş asma
köprüsüdür. Yine 322 metreye
varan kule yüksekliğiyle
dünyanın en yüksek kulesine
sahip asma köprüsü
olacaktır…
78 itü vakfı dergisi
Bir Mühendislik Yapısı:
Yavuz Sultan Selim
Köprüsü
İ
ki bin yıldan uzun tarihî geçmişi ile benzersiz kadim şehir İstanbul. İmparatorluklara başkentlik yapmış ve kuruluşundan itibaren de çok sayıda kavmin ulaşmak
istediği sihirli bir tutku İstanbul. Bizans zamanında Hristiyan Ortodoks mezhebinin
merkezi, Fatih Sultan Mehmet’in karadan
gemiler yürüterek fethettiği, sonrasında
İslam’ın sembol şehri İstanbul. Avrupa
ve Asya coğrafyasında yaşayan halkların
yollarının kesiştiği kavşak noktası İstanbul. Hiç şüphesiz, Napolyon Bonaparte’ın
dediği gibi dünya tek bir ülke olsaydı ona
başkentlik yapacak şehir İstanbul.
İstanbul’un ülkemiz için ne kadar büyük
bir öneme haiz olduğu her fırsatta vurgulanmaktadır. Türkiye’nin sosyal, kültürel
ve ekonomik organizasyonlarının kalbi ve
dünyaya açılan penceresi şüphesiz İstanbul’dur. Türkiye’de neredeyse hiçbir kimse
yoktur ki herhangi bir nedenle İstanbul’la
yolları kesişmemiş olsun. Adeta bütün yollarının başlangıcında ve bütün yolların sonunda İstanbul bulunmaktadır.
İstanbul günden güne büyümekte ve
mevcut altyapı imkanlarının ve ulaşım alternatiflerinin geliştirilmesi ihtiyacı doğmaktadır. İstanbul’un en kalabalık, kelimenin tam
anlamıyla iğne atsanız yere düşmeyecek
semtlerini şimdiki nesiller siyah-beyaz eski
fotoğraflarda gördüğünde şaşırmaktadır.
Bugünün büyük ticari ve sosyal merkezlerinin çok değil belki sadece 50-60 yıl önceki
hallerinden bugünkü durumlarına yükselişleri gerçekten hayret vericidir. Ancak, insan
doğasına şaşırtıcı gelen kavramlar, İstanbul’un tarihsel gelişim süreci içinde artık
normal karşılanır süreçler olmuştur.
İstanbul Boğazı’nı geçme fikri çok eski
asırlara dayanmaktadır. İlk olarak Pers
kralı Darius I, M.Ö. 514’de İskit seferine
giderken Boğaz üzerinde yan yana dizdirdiği gemilerle ordusunu Anadolu’dan
Avrupa’ya geçirmiştir. Osmanlı döneminde
1900 yılında, II.Abdülhamid döneminde
Boğaz’ın üstünden, Viyana ve Bağdat arasını birleştirecek olan bir demiryolu geçişi
projesi düşünülmüştü. Osmanlı dönemine
ait diğer bir proje ise 1902 yılında Amerikalı
mühendislerce hazırlanan Salacak-Sarayburnu arasındaki çelikten sualtı demiryolu
tünelidir. Ancak ekonomik zorluklar ve siyasi karışıklıklar nedeniyle bu projeler hayata
geçirilememiştir.
İstanbul Boğazı’nın köprü ile geçiş
hayali, Pers Kralı'ndan yüzlerce yıl sonra
Boğaziçi Köprüsü'nün 30 Ekim 1973 tarihinde hizmete alınmasıyla gerçekleşmiştir.
İstanbul’un ve ülkemizin sürekli gelişen ve
büyüyen ekonomisine paralel olarak, Boğaziçi Köprüsü’nden sonra Boğaz’ın yeniden birleştirilmesine ihtiyaç duyulmuştur.
4 Temmuz 1988 yılında açılan Fatih Sultan
Mehmet Köprüsü ile Boğazın iki yakası
ikinci kez birleştirilmiştir. Bugünlerde, İstanbul Boğazı’nın kuzeyinde, Karadeniz
girişinde Garipçe ile Poyrazköy arasında
Yavuz Sultan Selim Köprüsü ile Avrupa ve
Asya kıtaları 3.kez birleştirilmektedir.
Sürekli büyüyen şehirde ulaşım belki
de başta gelen bir ihtiyaç olarak ön plana
çıkmaktadır. İstanbul’un ulaşım ihtiyaçları
sadece İstanbul’un kendi iç meselesi de
değildir. İstanbul’a yapılacak ulaştırma yatırımları tüm Türkiye sathını ilgilendirmekte,
global ölçekte de Avrasya bölgesinin ulaşımı için yeni pencereler açmak, yeni olanaklar yaratmak anlamına gelmektedir. Avrupa
ve Asya kıtaları arasındaki karayolu ulaşımının kavşak noktasındaki İstanbul’da,
kıtalararası geçişlerin ve kentiçi ulaşımın
%87’si karayolu ile sağlanmaktadır. Artan
nüfusu ile sürekli büyüyerek gelişen İstanbul’da, kara taşıtlarının sayısı neredeyse 3
milyonu bulmaktadır. Kıtalararası kara taşımacılığının yükünü çekmekte olan her iki
köprüden günlük 500 bin otomobil eşdeğeri araç geçmekte olup, mevcut köprüler
2,5 kat kapasiteyle çalışmaktadır. Günlük
trafik sıkışıklığı içerisinde köprülere ulaşımı
sağlayan çevreyolları üzerinde uzun araç
kuyrukları oluşmakta, pik saatlerde köprü
geçiş süreleri bir saati bulmaktadır. Uzayan
araç kuyruklarındaki bekleme nedeniyle işgücü ve akaryakıt kaybı ise yıllık yaklaşık 3
milyar dolar civarında olmaktadır.
Tabii ki İstanbul başta olmak üzere,Türkiye’nin en gelişmiş şehirlerinin bulunduğu
Marmara Bölgesinin Türkiye için önemini göz ardı etmek mümkün değildir. Çok
sayıda endüstriyel tesisin kurulu olduğu,
sosyal ve kültürel birçok faaliyetin cereyan
ettiği ve ülke nüfusunun hatırı sayılır bir bölümünün yaşadığı Marmara Bölgesi, Türkiye ekonomisine sağladığı katma değer ve
istihdama yaptığı katkı anlamında da ülkenin can damarı niteliğindedir. Ekonomik ve
sosyo-kültürel faaliyetlerin devamı ve gelişmesinin, ulaşım yollarının gelişmişliğiyle
direkt olarak ilgili olduğu gerçeğini de unutmamak gerekir.
Esasında, Yavuz Sultan Selim Köprüsü,
büyük bir otoyol projesi olan Kuzey Marmara Otoyolu’nun bir parçasıdır. İstanbul’un
batısında TEM-Avrupa otoyolunun Kınalı
kavşağında başlayacak olan Kuzey Marmara Otoyolu, İstanbul, Kocaeli ve Sakarya
illerinin ve mevcut TEM otoyolunun kuzeyinden katederek, Sakarya ilinin doğusunda Akyazı ilçesi yakınlarında TEM- Anadolu Otoyolu'na bağlanacaktır. Toplam yedi
kesim olarak planlanan Kuzey Marmara
Otoyolu'nda Odayeri – Paşaköy arasındaki
Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün de dahil
olduğu 60 kilometre ana gövde otoyol ve
35 kilometre otoyol standartlarında bağlantı yolu olmak üzere toplam 95 kilometrelik
kesimin ihalesi 2012 yılında, Karayolları
Genel Müdürlüğü tarafından yap-işlet-dev-
Kuzey Marmara Otoyolu III. Etap (Odayeri - Paşaköy Kesimi)
itü vakfı dergisi 79
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
ret modeliyle ihale edilmiş olup yapımı hızla
devam etmektedir. Kuzey Marmara Otoyolu, Gebze-Orhangazi-İzmir Otoyolu ile de
entegre edilecektir. Kuzey Marmara Otoyolunun, ilerleyen yıllar içerisinde yapılması
planlanan
Kınalı-Çanakkale-Savaştepe
otoyoluna da bağlanmasıyla Marmara Bölgesi içerisinde yüksek standartlı bir otoyol
ringi hizmete açılmış olacak ve ulusal otoyol ağının önemli bir bileşeni tamamlanmış
olacaktır. Böylelikle İstanbul’un çevre illere,
Ege ve Akdeniz bölgelerine ulaşımında
büyük kolaylıklar sağlanmış olacak, mal ve
hizmetlerin zaman kaybı olmadan dolaşımı
sağlanarak ekonomik hayata efektif bir şe-
80 itü vakfı dergisi
kilde girmeleri temin edilmiş olacaktır. Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün taşıyacağı
hızlı tren ve yük treni demiryolu sistemi ile
Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan ulaştırma alternatifleri zenginleşecektir. Raylı
sistem sayesinde İstanbul’un kuzeyinde
yapılmakta olan 3. havalimanı ile mevcut
Sabiha Gökçen Havalimanı ve şehir merkezindeki yerleşimlerin birbirlerine bağlantısı sağlanacak, ulaşım altyapısı gelişen ve
büyüyen İstanbul, Avrasya bölgesinde sosyal ve ekonomik bir merkez olma özelliğini
uzun yıllar muhafaza edecektir.
Avrupa yakasında Garipçe köyü yakınlarındaki Çalı Burnu ile Anadolu yakasında
Poyrazköy yakınlarındaki Fil Burnu arasında, İstanbul Boğazı’nın Karadeniz ağzında
kara parçalarının birbirine yaklaştığı bir
noktada inşa edilmekte olan Yavuz Sultan
Selim Köprüsü’nün yapımına 2013 yılının
ilk aylarında başlanmıştır.
Yavuz Sultan Selim Köprüsü, çeşitli
özellikleriyle oldukça dikkat çekici bir mühendislik yapısıdır. Köprü üzerinde toplam
8 karayolu şeridi ile platform ortasında konumlandırılan 2 demiryolu şeridi bulunan
Yavuz Sultan Selim Köprüsü, 1.408 metrelik ana açıklığıyla dünyanın, üzerinden
raylı sistem geçen en uzun köprüsü olacaktır. Köprü tabliyesi ana açıklıkta çelik,
yan açıklıklarda betonarmedir. 1.408 metre
ana açıklık ve 378’er metrelik yan açıklıkları
ile toplam boyu 2.164 m’ye ulaşan Yavuz
Sultan Selim Köprüsü’nün tabliye genişliği
59 metre olup bu yönüyle de dünyanın en
geniş asma köprüsüdür. Yine 322 metreye
varan kule yüksekliğiyle dünyanın en yüksek kulesine sahip asma köprüsü olacaktır.
Karayolu ve demiryolu şeritlerinin aynı seviyeden geçtiği (singledeck) Yavuz Sultan
Selim Köprüsü, estetik güzelliği yönünden
de etkileyicidir.
Birçok ’en’leri’ bünyesinde barındıran Yavuz Sultan Selim Köprüsü, taşıyıcı
sisteminin tasarımı /seçimiyle de dünya
mühendislik literatürü açısından hiç şüphesiz bir kilometre taşı olma özelliğindedir.
Yavuz Sultan Selim Köprüsü, asma köprü
ile gergin eğik askılı köprünün bir kombinasyonu şeklinde dizayn edilmiştir. Yavuz
Sultan Selim köprüsünde, asma köprülerin
ana kablosu ve ana kabloya bağlanan askı
halatları yanında, gergin eğik askılı köprü-
Çelik tabliye detayları
lerde karşımıza çıkan, tabliyeden kuleye
direkt olarak bağlanan eğik askı kabloları
birlikte bulunmaktadır. Yüksek rijitlikli asma
köprü veya hibrid köprü olarak adlandırılan
tasarımı ile kendi kategorisinde benzersiz
bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yavuz Sultan Selim Köprüsü için üzerinden 160 km/saat proje hızında1.000 ton
ağırlıklı hızlı tren ile 80 km/saat proje hızında 3.250 ton ağırlıklı yük treninin geçişine
elverişli ve açıklık ortasında aynı anda iki
yük treninin bulunabileceği senaryoları
içeren yükleme kombinasyonları ile analizler yapılmıştır. Bilindiği gibi klasik asma
köprüler büyük hareketli yükler altında büyük yer değiştirmeler yapmaktadır. Klasik
bir asma köprü tasarımı yapılmış olsaydı,
köprü üzerinden özellikle yük trenlerinin
geçişi sırasında kabul edilemez yer değiştirmeler meydana gelmiş olacaktı. Bu yer
değiştirmelerin sınırlandırılması için taşıyıcı sistem içerisine gergin eğik askılar ilave
edilmiş ve böylelikle yüksek rijitlikli asma
köprü veya hibrid köprü tasarımına geçilmiştir. Emsalsiz canlı ve ölü yüklere maruz
kalacak olan Yavuz Sultan Selim Köprüsü,
yüzlerce yükleme kombinasyonu sonucu
elde edilen en gayrı müsait yükleme tiplerini güvenle taşıyacak şekilde dizayn
edilmiştir.
Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün tasarımı ve yapımında başta Eurocode olmak
üzere çeşitli ulusal ve uluslararası standartlar, norm ve şartnameler kullanılmıştır.
Global tasarımı, geoteknik, aerodinamik ve
sismik hesapların yapılmasında, dünyada
söz sahibi yerli ve yabancı şirketler ile uzman kişiler rol almıştır. Yavuz Sultan Selim
Köprüsü bu yönüyle uluslararası bir nitelik
taşımakta olup, haklı olarak çok sayıda yerli, yabancı kişi, kurum ve kuruluşun ilgisini
çekmektedir.
Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün kuleleri betonarme olup, yamuk kesitli, 1,50
metre ile başlayarak 1,0 metreye azalan et
kalınlığında kabuk şeklinde tasarlanmıştır.
Temel üst kotunda 72 m2 olarak başlayan
kesit alanı, kule tepesinde 36 m2 ile sonlanmaktadır. Kuleler temel üst kotundan 322
metre, deniz seviyesinden ise 329 metre yüksekliktedir. Kule ayakları düşeyle 6
derecelik açı yapacak şekilde birbirlerine
yaklaşarak yükselmekte ancak direkt olarak birbirlerine temas etmemektedir. Ayaklar +69 metredeki betonarme alt bağlantı
kirişi ile, + 266 metre ve + 302 metrede bulunan çelik çapraz bağ kirişleri ile birbirine
bağlanmıştır. Kule ayaklarının inşaatında,
+208 metreye kadar kayar kalıp, +208 metre kotundan sonra ise tırmanır kalıp sistemi
kullanılmıştır. Kule temelleri ise 20 mx20 m
boyutlarında silindirik bir şaft temel olup,
volkanik kökenli andezit kaya formasyonunun içerisinde inşa edilmiştir.
Avrupa ve Asya yakasında 1’er adet
olan ve ana kablonun bağlanacağı, ankraj
bloğu 40 m x 60 m x 34 m boyutlarında,
yaklaşık 25.000 m3 betondan inşa edilen
ağırlık tipi bir ankraj bloğudur. Alt ankraj
bölümüne ulaşmak için tüneller ve galerilerin bulunduğu ankraj bloğunun sudan
yalıtılması için hassas drenaj ve izolasyon
çalışmaları yapılmıştır. Ankraj bloğunun yalnızca betonarme ağırlığı 60.000 tonu bulmakta olup, geri dolgulardan sonra ağırlığı
90.000 ton civarında olacaktır. Ankraj bloğu, hemen önündeki son 5 eğik askı kablosunun bağlandığı 92 metre uzunluğunda
rijit yaklaşım plağı ile genleşme derzinin
arkasındaki ana yapı bölümlerini teşkil etmektedir.
1.408 metre uzunluğundaki ana açıklığın 1.360 metresi çelik tabliyedir. Ortotropik kutu kesit tipindeki çelik tabliyede
çoğunlukla S460 sınıfı sac kullanılmakta
olup, tabliye üst sacı 14 mm, alt sacı ise
16 mm kalınlıklarındadır. Ancak gerilmenin değişimine bağlı olarak sac kalınlıkları da değişmektedir. Alt ve üst saclar ve
demiryolu şeridinin kenar konturlarını da
belirleyen tabliye içindeki boyuna diyaframlar, 7-8 mm kalınlıklı sacların bükülmesi
Yavuz Sultan Selim Köprüsü,
büyük bir otoyol projesi olan
Kuzey Marmara Otoyolu’nun bir
parçasıdır. İstanbul’un batısında
TEM-Avrupa otoyolunun Kınalı
kavşağında başlayacak olan Kuzey
Marmara Otoyolu, İstanbul, Kocaeli
ve Sakarya illerinin ve mevcut TEM
otoyolunun kuzeyinden katederek,
Sakarya ilinin doğusunda Akyazı
ilçesi yakınlarında TEM- Anadolu
Otoyoluna bağlanacaktır.
itü vakfı dergisi 81
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
ile oluşturulmuş trapezoidal kesitli rib’lerle
güçlendirilmiştir. İlave olarak her 4 metrede
bir kez olmak üzere kutu kesitli diyagonaller konuşlandırılmıştır.
Toplam 1.360 metre uzunluğundaki çelik tabliye, 24’er metre uzunluklu 59 adet
segmentten oluşmakta olup, her bir segmentin ağırlığı ortalama olarak 870 tondur.
Tabliye segmentleri İstanbul ve Yalova’daki tersanelerde imal edilmektedir. İstanbul-Tuzla’daki tersanelerde plaka saclardan paneller imal edilmekte, bu paneller
Yalova-Altınova’ya sevkedilmekte, Altınova’daki tesiste ise panellerden segmentler
oluşturulmakta ve bir ön deneme montajı
(trialassembly) yapılmaktadır. Ön deneme
montajından başarıyla çıkan segmentler,
kumlama ve boya işlemlerini takiben deniz
yolu ile birer birer montaj sahasına (Garipçe ve Poyrazköy) nakledilmektedir. Montaj
sahasında vinçlerle kaldırılan segmentlerin
birbirleri ile olan birleşimleri kaynaklı olarak
yapılmaktadır. Uygulanan kaynaklar tahribatsız test ve muayene metotları ile kontrol
edilmektedir. Kabul-red kriterleri için en sıkı
sınırlamalara sahip EN normları kullanılmaktadır. Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nde
kullanılan ortotropik kutu kesit tabliye tipi,
1950’li yıllarda keşfedilen ve icadından
beri sıklıkla kullanılagelen, özellikle aerodinamik davranışı itibari ile de performansını
kanıtlamış, daha makul tabliye ağırlıkları
sağlayan, özellikle uzun açıklıklarda ekonomik ve yapım kolaylığı ile de fonksiyonel
olan bir kesit tipidir.
Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nde başlıca 3 ana grup çelik kablo kullanılmaktadır.
Ana kablo 2 adet olup, herbir kablo 5,4 mm
çapındaki 14.351 adet çelik telden oluşmaktadır. Kullanılan çelik tellerin garanti
edilen çekme dayanımı (fGUTS) 1.860
Mpa’dır. Ana açıklıkta 72 cm, yan açıklıklarda 75 cm çapındaki ana kablonun uzunluğu ise 2.421 metredir. Ana kablo yapımında prefabrike paralel tel sistemi (PPWS)
kullanılmıştır. Ana kabloyu oluşturan büklümler, Avrupa yakası ankraj bloğundan
başlamak üzere herhangi bir ek olmaksızın
Asya yakasındaki ankraj bloğuna çekilmiş
ve her iki ankraj bloğunda ankraj odasında,
özel bir ankraj detayı ile betonarme ankraj
bloğuna bağlanmıştır.
Gergin eğik askı kabloları ise yan açıklık ve kenar açıklıkta 22’şer çift olup betonarme kulelere modifiye edilmiş fan stay
tipinde bağlanmıştır. Eğik askı kablolarının
uzunlukları 154 metre ile 597 metre arasın-
82 itü vakfı dergisi
Kule detayları
da değişmekte olup, 5,2 mm çapındaki 7
adet telin bir araya getirilmesi ile oluşturulan büklümlerin 65-151 adedinin HDPE
bir kılıf içerisinde birbirine paralel olacak
şekilde çekilmesi ve ankraj noktalarında
sabitlendikten sonra aktif ankraj tarafında
(kule içinde) gerilmesi neticesinde teşkil edilmektedir. Eğik askılar kulede, kule
gövdesine gömülü olan çelik çerçevelere
mesnetlenmiş olup kule tarafı aktif, tabliye
tarafı ise pasif ankrajdır. Eğik askı kabloları
için kullanılan çelik teller dünyada bugüne
kadar kullanılmış en yüksek dayanımlı çelik
teller olup garanti edilen çekme dayanımı
(fGUTS) 1.960 Mpa’dır. Eğik askı halatlarında Parallel Strand System (PSS) kullanılmıştır.
Toplam 68 adet olan askı halatları (hanger) ise 7mm çapındaki değişik sayıdaki
çelik telin bir araya getirilmesi ile teşkil edilmekte olup garanti edilen çekme dayanımı (fGUTS) 1.770 Mpa’dır. Askı halatlarının
uzunluk ve kesit alanları değişkendir. Askı
halatlarının yapım metodu Parallel Wire
System (PWS) dir.
Aerodinamik davranışın belirlenmesi
için Fransa ve İtalya’daki rüzgâr tüneli test
merkezlerinde kule ve tabliye modelleri ile
fullaeroelastik modeller üzerinde testler yapılmıştır. Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün
yapım sürecinin değişik aşamaları için rüzgâr testleri yapılmıştır.
Tasarım rüzgâr hızının belirlenmesi için
bölgedeki son 40 yıllık rüzgâr kayıtları incelenmiştir. Ayrıca Poyrazköy’de kurulmuş
olan rüzgâr istasyonundan ve çevrede
mevcut olan diğer meteoroloji istasyonlarından elde edilen veriler ve bölgenin to-
Betonarme tabliye detayları
Günlük trafik sıkışıklığı içerisinde
köprülere ulaşımı sağlayan
çevreyolları üzerinde uzun araç
kuyrukları oluşmakta, pik saatlerde
köprü geçiş süreleri
bir saati bulmaktadır. Uzayan araç
kuyruklarındaki bekleme nedeniyle
işgücü ve akaryakıt kaybı ise yıllık
yaklaşık 3 milyar dolar civarında
olmaktadır.
poğrafyası da göz önüne alınarak tasarım
rüzgâr hızı belirlenmiş olup tabliye seviyesinde 170 km/saat dir.
Deprem etkilerinin belirlenmesi için,
yerel zemin koşulları, faylanma ve diğer
faktörler de göz önüne alınarak deprem
spektrumları elde edilmiş ve deprem etki-
leri belirlenmiştir. Yavuz Sultan Selim Köprüsü yakınlarında büyük deprem üretebilecek herhangi bir fay tespit edilmemiş olup
deprem tasarımı Eurocode’da belirlenen
esaslar dahilinde yapılmıştır.
Dünyada yürütülmekte olan en büyük
mühendislik yapılarından birisi olan Yavuz
Sultan Selim Köprüsü ve Kuzey Marmara
Otoyolu’nun yapımı için bir çok kurum ve
kuruluş belli bir organizasyon dahilinde
eşgüdüm halinde çalışmaktadır. Arazide
fiilen 7.000’nin üzerinde işçi, teknik ve
idari personel yanında 1.000’in üzerinde
iş makinası 24 saat esası ile çalışmaktadır. Ülkemizin 21. Yüzyıl’daki modern
yüzünün bir simgesi olacak olan Yavuz
Sultan Selim Köprüsü şimdiden büyük ilgi
görmekte ve tamamlanması dört gözle
beklenmektedir.
Kuzey Marmara Otoyolu ve Yavuz Sultan Selim Köprüsü projesinin hayata geçmesi ile birlikte sağlayacağı faydalar yanında, inşaat aşamasında sağladığı istihdam
ve inşaat sektörünün yan dallarına getirdiği
ekonomik canlanmayı da unutmamak gerekir. Tasarım ve yapım aşamalarında Türk
mühendislerine kazandırdığı bilgi ve tecrübe, ilerleyen yıllarda yurt içi ve yurt dışında
yapılacak benzer büyük mühendislik yapılarında kullanılması bakımından önemlidir.
Her yönüyle birçok faydası sıralanabilecek
olan Kuzey Marmara Otoyolu ve özellikle
Yavuz Sultan Selim Köprüsü çağdaş, estetik, kullanılan gelişmiş malzeme ve mühendislik teknikleriyle 2023 yılında yüzüncü
yaşını kutlayacak olan Cumhuriyetimizin
yeni yaşını hiç şüphesiz taçlandıracak bir
sembol yapı olacaktır.
itü vakfı dergisi 83
GELECEĞİN ULAŞTIRMA ARAÇLARI
İTÜ’de Geçmişin Tozlu Sayfalarını Yeniden Açmak:
Hyperloop ve Da Vinci
Göktuğ İslamoğlu
İTÜ İnşaat Fakültesi
4. Sınıf Öğrencisi
İTÜ Sci-X Hyperloop Takımı
S
on birkaç yılın en popüler ulaştırma
konularından olan ve ünlü girişimci
işadamı Elon Musk’ın fikri Hyperloop, her gün gerçeğe daha çok yaklaşıyor.
Bunun için yine Elon Musk’ın havacılık firması SpaceX, Haziran 2015’te Hyperloop
Kapsül (Pod) Tasarım Yarışması düzenlediğini açıkladı. İTÜ’den katılan“Sci-X”Hyperloop takımı, bu yarışmaya 16 ülkeden
katılan 1200 ekip arasından seçilen son
125 üniversite ekibinden biri oldu ve Teksas, ABD’de yapılacak olan Design Weekend’de tasarımlarını sergileme hakkını
elde etti. Eğer başarılı olurlarsa, Haziran
2016’da SpaceX’in Hawthorne-Kaliforni-
84 itü vakfı dergisi
SpaceX havacılık firması
tarafından düzenlenen
Hyperloop Kapsül (Pod)
Tasarım Yarışması’na İTÜ’den
katılan“Sci-X”Hyperloop
Takımı, bu yarışmaya
16 ülkeden katılan
1200 ekip arasından seçilen
125 üniversite ekibinden
biri oldu…
ya’daki merkezinde yapılacak olan yarışmanın finali “Competition Weekend”de,
tasarladıkları Hyperloop kapsülünü inşa
etmiş olarak diğer ekipler ile yarıştıracaklar.
Ulaştırmanın Beşinci Modu:
Hyperloop
Ancak bu noktada, bahsettiğimiz Hyperloop’un ne olduğuna değinmek gerekiyor.
Hyperloop, basıncı azaltılmış bir tüp içerisinde yer ile temas etmeden ses hızında
seyahat eden yüksek hızlı bir tren. Aslında, uçakların da düşük basınçlı yüksek
irtifalarda uçtuğunu hatırlarsak, Hyperloop’u yerde giden bir uçak gibi düşünebili-
riz. Elon Musk, 2013 yılında “ulaştırmanın
beşinci modu” olarak Hyperloop konseptini, kendi yayınladığı Alpha dökümanı ile
ortaya attı. Uçaklara oranla daha az enerji harcayan, enerjisini tüp üzerine yerleştirilen güneş panellerinden elde eden,
ses hızında seyahat eden ve diğer bütün
ulaştırma yöntemlerinden daha verimli
olduğu öne sürülen Hyperloop’un gelecek vizyonu, kıtalararası mesafeleri katedecek ve Mars kolonisi kurulduğunda
üzerindeki ulaşımı sağlayacak teknoloji
olmak.
İlginç bir şekilde, bu kadar yenilikçi bir
teknoloji olarak tabir edilen Hyperloop’un
temelleri 1850’lerde atıldı. Bir İngiliz mühendis olan J. Latimer Clark’ın geliştirdiği,
basınç farkı sayesinde içindeki eşyaların
bir uçtan diğerine gönderilebildiği bir
“pnömatik tüp”, çok kısa sürede tüm Avrupa ve Amerika’daki bankalar ve posta
merkezlerini birbirine bağlayan bir ağa
dönüştü. O zamanlar telefon yoktu ve
telgraflar sadece uzun mesafeler arası
mesajları iletebiliyordu. Pnömatik tüplerin
ortaya çıkışı, 1800’lerin toplumunda günümüzde internetin ortaya çıkışı ile aynı
etkiyi yarattı: Gazeteler “gelecek pnöma-
İTÜ'nün Parlak Zihinleri'ni Twitter'da @ITUHyperloopSci Hesabından Takip Edebilirsiniz
İTÜ Sci-X Takımı, SpaceX Hyperloop Pod Tasarımı Yarışmasında
“Design Weekend” Aşamasında
Üyelerinin büyük bir
çoğunluğunu İTÜ
öğrencilerinin oluşturduğu
İTÜ Sci-X Takımı,
dünyanın en önemli
şirketlerinden biri olan
SpaceX’in düzenlediği
“SpaceX Hyperloop
Pod Competition”da
ilk elemeyi geçerek;
2016’nın Ocak ayında,
Amerika’da Texas A&M
(TAMU) Üniversitesi’nde
düzenlenecek “Design
Weekend” aşamasına,
yaptıkları “Pod” (kapsül tren)
tasarımını sunmak üzere
davet edilmiştir.
Hyperloop, düşük
basınçlı tüp içerisinde
hareket edecek olan yüksek
hızlı tren konseptidir.
Bu konsept 2013 yılında
SpaceX şirketinin kurucusu
ve Tesla Motors ile PayPal
şirketlerinin kurucu ortağı
Elon Musk tarafından
tanıtılmıştır.
“SpaceX Hyperloop
Pod Competition”
SpaceX şirketi tarafından
15 Haziran 2015’de
başlatılan ve 16 ülkeden
216’sı üniversite takımı
olmak üzere 318 takımın
katıldığı pod (kapsül tren)
tasarlama yarışmasıdır.
SpaceX şirketi bu yarışmada
takımlara teknik destek
sağlayarak Hyperloop
konseptini hayata geçirmeyi
amaçlamaktadır.
“Design weekend”
aşamasına katılan
takımlar yaptıkları
tasarımlarının son halini bu
aşamadaki jüri üyelerinin
değerlendirmelerine
sunacaklar. Beğenilen
ve uygulanabilirliği olan
tasarımlar 2016 Haziran
ayında düzenlenecek
olan son kısma, yani
“CompetitionWeekend”
aşamasına geçmeye hak
kazanacak.
Son aşamaya kalan
takımların yaptıkları
tasarımlar sponsorların
desteği ile inşa edilecek
ve SpaceX şirketinin
Kaliforniya’daki merkezinde
yapılacak “Competition
Weekend”de birbirleriyle
yarışacak.
itü vakfı dergisi 85
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
Hyperloop Da Vinci Köprüsü
tik tüpler ile inşa edilecek” manşetleri
atıyor, o zamanın fütüristleri, bu tüpler
içerisinde insanların seyahat edeceği
yılı tahmin etmeye çalışıyordu. Ancak
telefon ve arabaların ortaya çıkması
ile, pnömatik tüplerin kullanımı artmak yerine azalmaya başladı ve en
sonunda internetin de ortaya çıkması,
pnömatik tüplerin sonu oldu.
Benzer bir hikaye ülkemizin tarihinde de mevcut: Haliç üzerine yapılan
metro köprüsü ile gündeme gelen “Da
Vinci Köprüsü”… Büyük üstat Leonardo Da Vinci’nin, Haliç’in iki yakasını
birleştirmek isteyen II. Bayezid’e sunduğu, o zamana kadar köprü inşasında
kullanılan çok ayaklı alçak açıklıklı köprü
yapıları yerine, tek açıklıklı ve altından gemilerin rahatlıkla geçebileceği yükseklikte
dev bir kemerden oluşan, zamanında gerçekleştirilmesi imkansız ilan edilen ve reddedilen tasarım. Günümüzde Norveçli sanatçı Vebjorn Sand’ın girişimi ile Norveç’e
inşa edilmiş ve tasarımının gerçekten de
Haliç’in açıklığını kapsayacak kadar başarılı olduğu geç de olsa anlaşılmıştır.
86 itü vakfı dergisi
İTÜ’nün Parlak Zihinleri Ülkemize
Faydalı Olmaya Çalışıyor
İTÜ’nün Sci-X Hyperloop ekibi, sadece
öne sürülen Hyperloop konseptini tasarlamakla kendini sınırlamamakta, aksine
gelecek vizyonunu, geçmişin dehalarının
fikirlerine ve cesaretine dayandırarak,
geçmişte harcanan fırsatların gelecekte de harcanmaması için çalışmaktadır.
Ekip olarak inanıyoruz ki, geliştirmekte
olduğumuz tasarım, İstanbul’un trafi-
ği gibi çözülemeyeceği düşünülen
bütün ulaştırma problemleri için bir
çıkış yolu önerecektir. Sponsorumuz
olan Zorlu Holding’in de desteği ile,
İTÜ’nün parlak zihinleri ülkemize
faydalı olmaya çalışıyor.
Bundan sonrası, yarışmanın gidişatına bağlı. Ulaştırma pazarında,
girişimcilerin daha serbest hareket
edebildikleri ve rahatlıkla yatırım
bulabildikleri Amerika, Hyperloop
fikrinin gelişmesi için de en doğru yer olarak gözüküyor. Uber gibi
girişimler, birkaç sene içerisinde
milyar doları bulan değerlemeleri, Amerika’nın ulaştırma alanında onlara sağladıkları serbestlikler sayesinde topluyorlar. Avrupa ve Türkiye’de ulaştırma,
Amerika’ya oranla daha kamu ağırlıklı.
Ancak, Hyperloop’un testlerinin tamamlanmasının bile 2018 yılını bulacağı
söyleniyor. Durum böyle iken geleceğe
umutla bakmak için, dönüp bize destek
olan vatandaşlarımıza bakmak şimdilik
yeterli.
İTÜ Rüzgâr Arabası Hollanda’dan Madalya ile Döndü
İTÜ Rüzgâr Arabası
Ekibi (İTÜRAT) çok kısa süre
içerisinde tasarlanıp üretilen
rüzgâr arabasıyla, Hollanda’da
gerçekleşen Racing Aeoulus
yarışından 7.’lik madalyası ile
döndü. Yarışmaya katılan tek
Türk takımı olan İTÜRAT, son
dört yıldır parkuru tamamlayan
tek Türk takımı oldu.
İTÜ alternatif enerjili araçlar konusunda
yaptığı çalışmalara bir yenisini daha ekledi. İTÜ Rüzgâr Arabası Ekibi (İTÜRAT) çok
kısa süre içerisinde tasarlanıp üretilen rüzgâr arabasıyla, Hollanda’da gerçekleşen
Racing Aeoulus yarışından 7.’lik madalyası ile döndü. Yarışmaya katılan tek Türk
takımı olan İTÜRAT, son dört yıldır parkuru
tamamlayan tek Türk takımı oldu.
3 kişi ile yola çıkıp, gittikçe büyüyen
takım çok kısa süre içinde rüzgâr enerjisiyle çalışan bir araç üretti. Uluslararası
arenada İTÜ’yü ve ülkemizi temsil edip
madalya ile dönen İTÜRAT ekibi, projelerini ve hedeflerini anlattı:
“Rüzgar Arabası fikri nasıl ortaya
çıktı?”
Yola, üç kişi ile başladık ve sonra çoğalarak devam ettik. İTÜ’nün bu konudaki başarısını da biliyorduk. Önce ekipten üç arkadaşın fikriyle yola çıktık. Sonra bir araba
tasarlayıp üretmek için gerekli donanıma
sahip diğer arkadaşların da dahil olmasıyla 11 kişilik bir ekip olduk.
Rüzgâr enerjisi ülkemizde ve dünyada
yeni yeni gelişen bir alan. Güneşten daha
fazla verim alınabilecek bir enerji türü aslında. Neden rüzgâr enerjili bir araç yapmayalım diye düşündük. Rüzgar tribünlerini gördükçe "neden olmasın?" dedik ve
ekibi kurup aracımızı yaptık.
Aracın planlama tasarımı 1 sene içerisinde gelişti.
Ne yapmak istediğimizi biliyorduk.
Önce görsel olarak aracın tasarımını yaptık. En büyük sorunumuz sponsor bulmak
oldu. Bunun için çok uğraştık. Kapı kapı
dolaşıp bireysel görüşmeler yaptık. Yeni
bir takım olduğumuz için elimizde sadece proje görselleri vardı. Sponsor firmalar
genellikle somut bir şey isterler. Ama biz,
güzel bir fikrimiz, sıfırdan bir araç yapma
konusunda bir projemiz var dedik.
İTÜ Dayanışması
Projemizi anlatan iyi bir sunum hazırladık. Arabanın tasarımını görsellerle destekledik. Üniversitemizin verdiği destek
dışında Şubat ayına kadar elimizde hiç
bir şey yoktu. Geçtiğimiz Mart ayında
“Makinİstanbul” etkinliği kapsamında
alternatif enerji konusunda çalışmaları olan NLSS Mühendislik fakültemize
geldi. Firmanın sahibi de İTÜ Makina
Mühendisliği’nden mezun Barış Erdem.
Barış Erdem bize inandı ve projemizi
destekledi ve Barış Abi oldu ekibimiz
için. Bu aşamadan sonra kapı kapıyı açtı
ve sponsor bulabildik. Barış Abi, bizi
“Northel Enerji” ye yönlendirdi. Yeniliğe
önem veren, ülkemizde kendi üretimini
yapan tek firma özelliğine sahip Northel
Enerji sayesinde, arabanın yapımını gerçekleştirdik. Bu bizim için çok güzel bir
fırsat oldu ve daha sonra başka şirketlerden, belediyelerden sponsorluklar aldık.
Takımı sıfırdan kurduğumuz ve alt yapımız olmadığı için tahmin edemediğimiz
zorluklar da çıktı.
Yaptığımız çalışmaların akademik
hayatımıza katkısı büyük oldu. Teorik
bilgileri pratiğe dönüştürebildiğimizi gördük. Ellerimizle kompozit işledik. Değişik bir
imalat yöntemi geliştirdik ve hocalarımızla
paylaştık. Sponsorumuz ve destek veren
şirketlerden “Gençlerin fikri bize de ışık
oldu” gibi yorumlar aldık. Kısacası bu projenin akademik hayatımıza katkısı çok büyük.
Hatta ekibimizden bir arkadaşımız, şasenin
analizini bitirme projesi olarak kullandı.
Aracın Çalışma Prensibi
Araç tamamen mekanik olarak çalışıyor. Aracın tepesinde pervanesi var ve
pallerin dönmesi konik dişler sayesinde
tekerleklere aktarılıyor. Yani tamamen
mekanik.
Belirli dişli oranları var. Orada da kaset dişli sistemi kullandık bisikletlerde
olan ve motosiklet kavramamız var onu
değiştirdik. 3 tane konik dişli aracılığıyla
aktarım organlarından tek bir tekerleğe
tahrik veriyoruz. Yani bir elektrik motoru
kullanmadık arabamızda. Buna ek olarak kanatlarımızın açısı ve difüzörümüzün rüzgâra göre dönmesi elektrik olarak kontrol ediliyor.
Türkiye’deki en büyük sorun düşük
kaliteli malzemeler. Yarışta gördük ki diğer takımların araçları daha kaliteli malzemelerle üretilmiş. Aracımızda olması
gereken bir parçayı alamadık ve bu parçanın eksikliği bizi yarışta, 7 sıra geriye
attı.
Fotoğraf: Doğan Hasol
SÖYLEŞİ - PORTRE
“Mimarlık Bende Bir Tutku”
KKTC Eski Başbakanı
Hakkı Atun
Söyleşi: Prof. Dr. Yıldız Sey
88 itü vakfı dergisi
1959 yılından 1975 yılına kadar fiilen mimarlık yaptıktan sonra
politikaya girip mimarlığı bıraktımsa da ne yalan söyleyeyim,
mimarlık beni bırakmadı, çünkü bende bir tutku halini almıştı.
80 yılına vardığım bu yaşımda her gün mimarlıkla yatıp kalktığımı
söyleyebilirim. 25 yıllık siyasi yaşamımda görevim nedeniyle ziyaret
ettiğim dünyanın birçok kentinde mimari iç ve dış çevreyi bir
mimar gözüyle incelemekten, detaylara varıncaya kadar tasarımını
değerlendirmekten, "başka nasıl olabilirdi" diye düşünmekten hiç
kendimi alamadım. Bir siyasetçi olarak gittiğim bu yerlerde halime
ben de şaşıyordum…
Taşkışla önünde
üç arkadaşı ile.
Gümüşsuyu Yurdu sınıf etüdünde
Mimarlık Fakültesi
talebesi
Yıldız Sey: Üniversite ve meslek seçiminde sizi yönlendiren faktörler nelerdi?
Hakkı Atun: İki öğretmenli bir köy ilkokulunda okuduğum yıllarda ‘ne olacaksın’ diye sorulduğunda, tarihi boyunca
hep susuzluk çeken köyümüz Ergazi’nin
su sorununu çözerim hayaliyle ‘mühendis’
olmak istediğimi söylerdim. O yaşımda
belki de ‘mimarlık’ mesleğinin ne olduğunu dahi bilmezdim.
Kayseri’den gelen büyük dedem Hacı
Hafız ve medrese mezunu damadı Mulla
Rifat dedem dolayısıyla okumuş bir aileden geliyorum. Onlardan sonra gelen
kuşak da bu temayülü devam ettirmiş.
1934 yılında liseyi bitirdikten sonra amcam Hakkı Atun, dedemden fazla destek
görmeden Ankara’ya gidip Veteriner-bakteriyolog olmuştu. Onu takiben değerli
kardeşleri iki amcam da İstanbul Üniversitesi’nde tıp tahsili yapmışlardı.
Bu ortam içinde yetişen ben ve kardeşlerim, mutlaka onların izinden gitmek
istek ve inancı ile büyüdük. 1953 yılında
Kıbrıs’ın tek Türk Lisesi olan okuldan mezun olduktan sonra en büyük arzumuz
üniversiteye gidebilmekti. Ancak ailemizin mali durumu buna olanak vermiyordu.
Kardeşim Ankara’da çok arzu ettiği
lece Kolejde bu yeteneğimi keşfetme ve
Kara Harp Okulu’na alındı. Bense önce iki
geliştirme olanağı buldum.
yıllık yüksekokul olan Öğretmen Koleji’ne
Elimde ‘Olgunluk Sınavı’ yerine İngiliz
girdim. Orada okuduğum sırada, İstanbul
üniversitelerine girişi sağlayan ‘MatricuTeknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde
lation’ sınavlarını geçtiğime dair belge
okumaya başlayan yeğenim
vardı.
Ayer Kâşif gönderdiği mekÖğretmen Koleji’nin ilk
yılını tamamladıktan sontupta, benim de Üniversite’ye
alınabileceğimi yazıyor, Kolejra Ankara’ya amcam Hakkı
Atun’un yanına gittim. Elimden ayrılıp İstanbul’a gitmemi
tavsiye ediyordu. Aldığım bu
deki belgenin T.C. Milli Eğitim
hayırlı mesaj yaşamımda bir
Bakanlığı tarafından onayı ve
dönüm noktası oldu. Önümtescili gerekiyordu. Bakanlığa
sabahleyin yaptığım müracade mimar olmak için bir yol
açılmıştı.
ata aynı gün öğleden sonra
İtiraf etmem gerekir ki
olumlu yanıt aldım. Bakanlıkyeğenim Ayer’den gelen
ça bana “Olgunluk geçmiş
öneriye kadar mimar olma- Hakkı Atun, Mücahit Cenk gibi işlem görecektir” diye bir
Grubu, 10. Bölük
yı düşünmemiştim. Hedefim Havan Mangası Nişancısı, belge verilmişti. Adeta yenispesifik bir alan seçmekten
den doğmuştum.
rütbesi Onbaşı
daha çok, yüksek tahsil ya1954’ün Ekim ayında İTÜ
Mimarlık Fakültesi’ne kaydımı yaptırdım.
pabilmekti. Yeğenimden edindiğim bilgiBirinci yılımı takıntısız geçtikten sonra
lere göre el ve çizim yeteneği, iyi resim
ikinci yıl T.C. Devleti’nden de aylık 125
yapabilme gerekliydi. O yönde doğal bir
TL burs aldım. İTÜ’ye çok zor bir özel giyeteneğim vardı ki, Kolejin resim hocası
Mr. Kanthos günlük yaşamdan esinleneriş sınavı olmasına karşın “yabancı ülke”
kontenjanından Kıbrıslı Türklere sınavsız
rek yaptığım resimleri çok beğeniyor, sigirme hakkı tanınıyordu. Bu durum Türyah tahtaya örnek olarak asıyordu. Böy-
itü vakfı dergisi 89
SÖYLEŞİ-PORTRE
düğümde, ilk olarak o
döneme hâlâ büyük
bir özlem duyduğumu
söylemek isterim. Biraz
önce, o eğitim aldığımız
kentsel çevre koşullarınİTÜ Mimarlık Fakültesi’nde geçen 5 yılı
dan söz ettim. Bu olumve üzerinizdeki etkisini nasıl tanımlarlu genel koşullara bir de
biz gitmeden önce basınız?
Bu konuda önce ve özellikle söylemek
şarılı bir restorasyondan
istediğim, İstanbul Teknik Üniversitesi gibi
geçen ve ideal mimarlık
seçkin bir üniversitenin, İstanbul gibi tarih
ve mühendislik eğitimi
ve kültür yüklü bir şehirde ve hele o harivermek için uygun hale
Gümüşsuyu Yurdu'ndan Taşkışla'ya proje teslimine,
getirilen tarihî Taşkışla
kulade doğal güzelliklere sahip şehrin
birkaç gece sabahlamadan sonra
binasını eklemem geremerkezinde konuşlanmış olması arayıp da
bulamayacağımız bir ortamdı. Ayrıca ünikir. Neo-klasik görkemli
cepheleri insana huzur veren, içini ferahversiteden aldığımız dört başı mamur eği1959 yılından 1975 yılına kadar fiilen
mimarlık yaptıktan sonra politikaya girip
latan, oraya ait olduğunuzu duyumsatan iç
timin dışında, İstanbul’un sosyal ve kültürel
mimarlığı bıraktımsa da ne yalan söyleyemekânları ile âdeta ikinci bir evimizdi. Yazın
yaşamından edindiklerimiz, yetişip olgunserin, kışın sıcaktı. Hepimiz Taşkışla için,
laşmamız ve kişilik kazanmamıza büyük
yim, mimarlık beni bırakmadı, çünkü ben‘hem anamız, hem babamızdır’ derdik.
katkı sağlamıştı.
de bir tutku halini almıştı. 80 yılına vardıFiziki ve sosyo-kültürel koşulları sıraladık1950’li yılların sakin, huzurlu ve istikrarlı
ğım bu yaşımda her gün mimarlıkla yatıp
yaşam koşullarının var olduğu bu ortamda
kalktığımı söyleyebilirim.
tan sonra 5 yıllık bu serüvenin esas içeriğine
eğitim almak daha sonraki çalkantılı dö25 yıllık siyasi yaşamımda görevim
geldiğimizde, aldığımız eğitimin mükemmel
nedeniyle ziyaret ettiğim dünyanın birkalitesi ve kapsamıyla hiç kuşkusuz bu eğitinemleri düşündüğümüzde hepimiz için
büyük bir şanstı. Özetlemem gerekirse,
mi veren birbirinden değerli hocaların varlığı,
çok kentinde mimari iç ve dış çevreyi bir
İstanbul’da Taşkışla ve Gümüşsuyu’nda,
mimar ve adam olmamızda en büyük etkenmimar gözüyle incelemekten detaylara
mimarlık eğitimi almak için bütün koşullar
varıncaya kadar tasarımını değerlendirdi. Bu değerli hocaların altında öğrenim görmevcuttu.
mek, mimarlığı öğrenmek bir ayrıcalıktı. Bu
mekten, "başka nasıl olabilirdi" diye düMimarlık Fakültesi’nde geçirdiğim beş
değerli insanlar bizlere mimarlığı benimsetti,
şünmekten hiç kendimi alamadım. Bir siyılı ve üzerimde bıraktığı etkiyi düşünöğretti ve sevdirdi diyebilirim.
yasetçi olarak gittiğim bu yerlerde halime
ben de şaşıyordum.
Bizi çok iyi eğiten, mimar olmamızı sağ40. Mezuniyet yılı töreninde 9. Cumhurbaşkanı Sn. Demirel ve
layan, hayatta olan veya olmayan sevgili
Rektör Gülsün Sağlamer ile
hocalarımızı saygı ve minnetle anıyorum.
kiye’nin bizlere tanıdığı çok önemli, ayrıcalıklı bir haktı. Özellikle daha sonraki yıllarda Kıbrıs’ta başımıza gelenleri dikkate
aldığımızda insan yetiştirme açısından bu
çok isabetli bir karar ve ileri görüştü.
Üniversite’den çıktıktan sonra bir süre
Kıbrıs’ta mesleki ortamlarda çalıştınız
ve sonra İngiltere’de mimarlık ve şehircilik Yüksek Lisans öğrenimi yaptınız.
O dönemde Türkiye’deki öğrenimle, İngiltere’deki öğrenim arasındaki farklar
nelerdi?
İki yıl serbest mimar olarak çalıştıktan
sonra, daha güvenli bir yaşam kurarım
düşüncesiyle memuriyete geçtim. Kıbrıs
Aldığımız eğitimin mükemmel
kalitesi ve kapsamıyla hiç kuşkusuz
bu eğitimi veren birbirinden değerli
hocaların varlığı, mimar ve adam
olmamızda en büyük etkendi. Bu
değerli hocaların altında öğrenim
görmek, mimarlığı öğrenmek bir
ayrıcalıktı.
90 itü vakfı dergisi
Cumhuriyeti Planlama ve İskân Dairesi’ne
atandım. Dairem resmi tayinimle birlikte,
ödeneksiz izinli olarak Şehir ve Bölge
Planlaması alanında Yüksek Lisans çalışması yapmamı şart koşmuştu.
Dairemin de yardımıyla bursla iki yıllığına Manchester Üniversitesi’ne eşim ve
kucağımda 6 aylık kızımla okumaya gittim. 1969 yılında da bu kez ‘Kent Tasarımı
ve Kentlerin Görsel Kalitesi’ üzerine araştırma yapmak üzere iki tam yıl Nottingham
Üniversitesi’nde bulundum.
Türkiye’deki öğrenim ile İngiltere’deki
öğrenim arasındaki farkları belirtmeme
gelince, ilk gözlemlediğim, orada talebe
ile öğretmen arasındaki ilişki ve diyaloğun
çok daha rahat ve resmiyetten uzak oluşu
ve talebelerin proje ve derslerde de baskı ve stresten uzak, doğal diyebileceğim
davranışları idi.
İTÜ’deki Osmanlı geleneğinden gelen resmi ve ciddi okul havasından (bel-
Her yıl Mayıs ayında bir araya
gelen 1959’lular, bu kez Kıbrıs’ta
Meclis Başkanı Dr. Sibel Siber’i ziyarette
Etütte çalışmaya ara verildiği
bir an. Atun, en solda.
Hatay'da, 2006 yılı sınıf
buluşmasında sesine
güvenenler diğerlerini
eğlendiriyor.
ki bana öyle geliyordu) çok farklı olarak
bütün talebelerin özellikle hocalarına
karşı son derece rahat oluşları, derste ve
seminerlerde hocalara ismi ile hitap ederek onlarla, cesaretle ve hiç çekinmeden
tartışabilmeleri, bazen “sizinle aynı fikirde
değilim” diyecek kadar rahat ve açık sözlü olmaları dikkatimi çekmişti. Onlar arasında ben koca iki yıllık mimar adam,
çekingen ve biraz da lisan zorluğu nedeniyle soru sormaktan, konuşmaktan
kaçınan bir ruh hali içinde idim. Özellikle hocaların karşısında istesem de onlar kadar rahat olamıyordum. En genç
hocalara bile ‘sir’ diye hitap ederdim.
Nihayet bir hoca bana “Hakki, hiçbirimize ‘sir’ demene gerek yok. Yalnız, o
da istersen, okulun profesörü Mr. Kantarowich’e ‘sir’ diye hitap edersin” demişti. Okulda öğretim ile ilgili biraz da
geç fark ettiğim konu teorik derslere,
özellikle sınav geçmede çok önem vermeleri ve verilen dersle ilgili geniş bilgi
İTÜ’den mezun olduktan sonra
Manchester ve Nottingham
Üniversiteleri’nden aldığım
akademik formasyon dolayısıyla
Üniversite’de hocalık yapabilmek,
içimde hep bir ukde olarak
yaşıyordu. Hattâ bu arzum
nedeniyle politikaya devam etmekte
ısrar etmedim
itü vakfı dergisi 91
SÖYLEŞİ-PORTRE
dersten sınıfta kalmıştım. Ancak tasarı
hocam “Hakkı’yı kaybedemeyiz. Üniversiteye lazımdır!” diyerek okuldan atılmamı önlemişti. Yönetmeliklere rağmen bu
kadar inisiyatif kullanabiliyorlardı.
Eğitim kalitesini kıyaslamama gelince, İTÜ’den özellikle tasarım derslerinde mükemmel bir eğitim standardı içerisinde yetiştiğimizi fark ettim. Oxford ve
Cambridge’den gelen talebelerin de yer
aldığı sınıfımda talebelere proje derslerinde yardımcı oluyor, kendimi gösterebiliyor, hoca ve talebelerin beğeni ve
takdirini kazanıyordum.
Sizin, Kıbrıs’taki Mimarlık Fakültelerinde Öğretim Üyesi olarak çalıştığınızı,
İTÜ ile de ilişkilerinizin sürdüğünü biliyoruz. Sizce öğrencilik döneminizle
bugünkü fakültenin arasında nasıl bir
fark oluşmuştur?
1998 yılının sonunda siyasetten ayrıldıktan sonra, Kuzey Kıbrıs’taki üniversitelerde mimarlık ve şehircilik üzerine on yıl
kadar öğretim üyeliği yaptım. İTÜ’den mezun olduktan sonra Manchester ve Nottingham Üniversiteleri’nden aldığım akademik
formasyon dolayısıyla Üniversite’de hocalık yapabilmek, içimde hep bir ukde olarak
yaşıyordu. Hattâ bu arzum nedeniyle politikaya devam etmekte ısrar etmedim.
Hiç ara vermeden İTÜ ile ilişkilerimi
sürdürmeye gayret ettim. İTÜ Mezunlar
Derneği’ne üye oldum. Rektör Gülsün Sağlamer, Dekan Mine İnceoğlu, Afife Batur
ve sınıf arkadaşım olarak seninle devamlı
temas ve iletişim içinde oldum. Ayrıca mimarlığa âşık, mesleğe büyük hizmetlerde
bulunan bir dostum olarak Doğan Hasol ile
bugüne kadar çok yararlı, keyif veren bir
ilişki ve işbirliği içinde oldum.
Üniversitemle sürdürdüğüm bu ilişkilerin sanki bir semeresi olarak Kıbrıs’ta
bir İTÜ Kampusu’nun kurulmakta oluşunu
görmek ben ve benim gibi sayısı bine yaklaşan Kıbrıslı İTÜ mezunlarını son derece
memnun etti. Burada da bir Mezunlar Derneği kurmamıza vesile oldu.
Kuzey Kıbrıs’taki üniversitelerimizde
mimarlık ve şehircilik dersleri verdiğim on
yıllık dönemde karşılaştığım durumları değerlendirerek, kendi dönemimizle bugünkü
Genel Sekreterliği görevlerinde bulundu.
1983 yılında oluşturulan
2. Kurucu Meclis’te görev aldı ve kurulan
ilk Cumhuriyet hükümetinde yeniden
İskân Bakanlığına atandı. 1985-1993 yılları
arasında Meclis Başkanlığı yaptı.
1993 erken genel seçimlerinde,
kurduğu Demokrat Parti’den Lefkoşa
Milletvekili seçildi ve Demokrat PartiCumhuriyetçi Türk Partisi koalisyon
hükümetlerinde 16 Ağustos 1996 tarihine
kadar Başbakanlık yaptı. 4 Ekim 1996
tarihinde yeniden Cumhuriyet Meclisi
Başkanlığına seçildi ve bu görevine 18
Aralık 1998 tarihine kadar devam etti. Bu
tarihten sonra politikadan ayrıldı ve Doğu
Akdeniz, Yakındoğu, Girne Amerikan
ve Uluslararası Kıbrıs Üniversitelerinde
Mimarlık, Şehircilik, Uluslararası İlişkiler
ve Yöneticilik konularında ders verdi ve
böylece bilgi, birikim ve deneyimini genç
nesillere aktarmaya çalıştı.
Halen Doğu Akdeniz Üniversitesi
Stratejik Araştırmalar Merkezi
Başkanlığını yürütüyor ve mimarlık,
şehircilik, çevre konularında ve diğer
sosyal ve siyasi sorunların aşılmasında
sivil toplum örgütlerine destek ve hizmet
vermeye devam ediyor.
Evli ve yetişkin iki çocuk ve üç
torun sahibidir. Çok iyi İngilizce ve orta
derecede Rumca bilmektedir.
Gümüşsuyu Yurdu’nda bir grup sınıf arkadaşı ile
Mimarlığı
aklına koyan
yeğeni Ayer
Kasif’le
Gümüşsuyu
Yurdu’nda.
edinmemizi istemeleriydi. Yılın başında öğrencilere bir okuma listesi dağıtılmıştı. İTÜ’de alıştığım veçhile ben ilk
yıl içinde projelere (studio work) ağırlık
verip ek kitap okumayı ihmal edince 4
HAKKI ATUN
1935 yılında Mağusa’nın Ergazi
Köyü’nde doğdu. İstanbul Teknik
Üniversitesi’nden 1959 yılında Yüksek
Mühendis-Mimar olarak mezun
oldu. Manchester ve Nothingham
Üniversitelerinde Şehir Planlama ihtisası
yaptı.
1961-76 yıllarında çeşitli kamu
görevlerinde müdür ve müsteşar olarak
hizmet etti.
1976, 1981, 1985, 1990 genel
seçimlerinde Ulusal Birlik Partisi’nden
Lefkoşa Milletvekili seçildi. Milli Eğitim,
Kültür Gençlik ve Spor Bakanlığı, İskân
ve Rehabilitasyon Bakanlığı, Ekonomi ve
Maliye Bakanlığı ve Ulusal Birlik Partisi
92 itü vakfı dergisi
Kanımca mühendislik ve
mimarlık, önce eğitimi ve ondan
sonra da uygulama disiplini,
idari yetenek kazanma, insan
yönetmeyi öğrenme ve başlayıp
bitirmeyi bilmek açısından en
uygun bir meslektir. Binayı
bir bütün olarak düşünüp
tasarlama, size bir konuyu, bir
olayı da bir bütün olarak somut
şekilde görebilme ve yönetme
yeteneği sağlıyor.
fakültenin mukayesesini yapmak istiyorum.
Kıbrıs üniversitelerine, Türkiye’deki
belirli üniversiteler en parlak ve okumaya
azimli öğrencileri aldıktan sonra, nitelik
yönünden 3’üncü, 4’üncü derece sayılabilecek öğrenciler gelmektedir. Aralarında yetenekli ve çalışkan öğrenciler bulunmakla beraber, çoğunda ilgisizlik ve
gayret eksikliği gözlemledim. Sarf ettiğim
nefesin ve ortaya koyduğum çabanın karşılığını almakta zorlandım. Bu süreç çok
daha keyifli ve tatmin edici olabilirdi diye
düşünüyorum.
Türkiye’de ve burada mimarlık eğitiminin
dört yıla indirilmesi, kanımca, asgari beş yıl
olması gereken eğitim kalitesinde ve düzeyinde eksiklik ve düşüklük yarattı. Buna
karşılık master yapma eğilimi arttı. Örneğin
bizlerin iki yıl okuduğumuz şehircilik dersi
ancak bir sömestr verilebiliyor. Bizim iki yıl
okuduğumuz yapı bilgisi, statik ve mühendislik dersleri çok daha az öğretiliyor.
Hâlbuki bütün gelişmiş ülkelerde mimarlık eğitimi çok daha uzundur. Örneğin
İngiltere’de asgari beş yıl olup pratik eğitim için bir yıllık ara verilmesi de istenmek-
Hakkı Atun,
İTÜ Mezunlar Derneği Onursal Üyeliğine seçildiği
törende Hüseyin Cevahiroğlu ile, 23 Mart 2015.
tedir. Mezuniyetten sonra da tanınmış bir
büroda iki yıl çalıştıktan ve yeterlilik sınavı
verildikten sonra mimarlık yetkisi kazanılabilmektedir. Kanımca, gerek Türkiye’de
gerekse Kıbrıs’ta İngiliz sistemine geçmek
gerekir. Bunu yapmamanın bedeli, bilgi ve
tasarımda kalite düşüklüğü yaratmakta,
sonuçta da oluşturulmaya çalışılan fiziki
çevre zarar görmektedir. Hayatınızın önemli bir bölümünde siyasette aktif olarak rol aldınız. Bu süre
içindeki çalışmalarınız sırasında mimar
olmanın konulara yaklaşımınızda rolü
oldu mu?
20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı’ndan
sonra, yirmi beş yıl gibi uzun bir süre politikada bulundum. İmar İskân ve Rehabilitasyon Bakanlığı görevimle başlayan
siyasi yaşamımda çeşitli bakanlık, Meclis Başkanlığı, Cumhurbaşkanı vekilliği
ve Başbakanlık görevlerinde bulundum.
Mutlu Barış Harekâtı’ndan sonra,
Kıbrıs’ta büyük bir göç olayı yaşandı.
Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın kurduğu Ulusal Birlik Partisi’nden 1976’da
seçimi kazandıktan sonra, mimar-şehirci olmam ve geçmişte Rumların saldırıları nedeniyle göçmen durumuna düşen
yirmi beş bin göçmenin yerleşiminden
sorumlu Planlama ve İnşaat Dairesi’nin
müdürlüğünü yapmış olmam dolayısıyla,
kurulan Federe Devletin ilk İmar İskân
Bakanı oldum. İnsanların yaşamıyla en
yakından ilgilenen bir meslekten gelmiş
olmam dolayısıyla bu göreve getirildim.
Ortaya çıkan yerleşim sorunlarının giderilmesinde elimize geçen konutların ve
toprağın dağıtılmasında bilgi sahibi olmanın büyük avantajı vardı. Daha sonra
gerek İskân Topraklandırma, gerekse Sosyal
Konut, İmar ve Çevre
Yasalarının Meclis’ten
geçirilmesinde önemli
rol üstlendim. Bu alanda Bakanlar Kurulu’nun
kilit elemanı olmuştum.
Daha sonra meslek
alanım dışında getirildiğim Bakanlık görevlerinde mimarlık eğitiminde kazandığım genel
bilgim, kültürüm ve iş
bitiriciliğim
devletimizin bu kuruluş aşamalarında çok etkili oldu.
Hakkı Atun ilkokul’da en sağda.
Yeğeni Ayer soldan üçüncü.
Talebe Birliği üyelik kartı
Cumhurbaşkanı ve T.C. Büyükelçiliği’nin
dikkatini çekti.
Kanımca mühendislik ve mimarlık,
önce eğitimi ve ondan sonra da uygulama disiplini, idari yetenek kazanma,
insan yönetmeyi öğrenme ve başlayıp
bitirmeyi bilmek açısından en uygun bir
meslektir. Binayı bir bütün olarak düşünüp tasarlama, size bir konuyu, bir olayı
da bir bütün olarak somut şekilde görebilme ve yönetme yeteneği sağlıyor.
Sanat ve kültür alanında bir avantaja sahiptim. Meclis Başkanlığım döneminde izlediğim sergilerden bilinçli biçimde satın aldığım resimlerle Meclis’i
bir Resim Galerisi’ne çevirdim. Meclis
binamız yetersiz kalınca, yapılan ilave
binaların tasarımında ve inşasında, proje mimarlarına gayet bilinçli katkılarda
bulundum.
Siyasetçinin olmazsa olmazı olan etkili konuşma yapabilme konusunda da
mimarlık eğitiminden aldığım genel bilgi
ve kültürün büyük yararı oldu diye düşünüyorum.
Başbakanlık döneminde ise yukarıda saydıklarım, misli ile geçerliydi. Kanımca mimarlık, idarecinin düşünmesinde ve vizyon geliştirmesinde çok etkili
bir meslek alanıdır.
itü vakfı dergisi 93
EĞİTİM
Prof.Dr. Mithat İdemen
Okan Üniversitesi Mühendislik Fakültesi
B
ugün dünyanın her yerinde mühendislik sözcüğü inşaat, elektronik,
fizik, kimya, orman, endüstri vb
sözcüklerle birlikte kullanılmaktadır. Tıp ile
birlikte kullanılacağı günlerin de çok uzak
olmadığı görünüyor. Çünkü, daha şimdiden
biyo-mekanik sözcüğü üniversitelerin programlarında yer almış bulunuyor. Ben burada,
bu sözcükle kastedilen işin eğitimi hakkında
düşündüklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Mühendislik sözcüğünün önüne yerleştirilen elektronik, orman, endüstri vb sözcüklerin görünürde birbirinden çok farklı
nesneleri tanımlıyor olması, her şeyden
önce mühendislik sözcüğü ile kastedilen
işin ne olduğunun berrak biçimde ortaya
konmasını gerektiriyor.
Mühendislik denince ben İTÜ matematik
profesörlerinden merhum Hamit Dilgan’ı ve
onun emekliye ayrıldığı gün yapılan törende
söylemiş olduğu şu sözleri hatırlarım: ‘Türkçe mühendis sözcüğü Arapça hendese’den,
hendese de Hintçe endaze’den gelir’. Bu
etimolojik ilişki, mühendislik kavramının kökeninde matematik ve ölçüp biçerek değerlendirme işlemlerinin yer aldığını gösteriyor.
Batı dillerinde kullanılan ingénieur (ve engineering) gibi sözcükler ise, Larousse’a göre,
Latince ingenium’dan geliyor. İngenium,
zekâ, daha doğrusu keskin zekâ anlamında.
Ondan türeyen Fransızca s’ingénier fiili, ‘bir
işi başarmak amacıyla bir araç geliştirmek
için çaba harcamak’ demek.
Bu açıklamalara bakarak diyebiliriz ki
mühendislik; hem Doğu hem de Batı dünyasında, matematik temele dayalı keskin zekâ
faaliyetleri olarak ortaya konmuş bulunan ve
binlerce yıldan bu yana sürüp gelen çabaların tümüdür. Yüzyıllar önce, henüz Newton
mekaniğinin (1687) bile ortada olmadığı
günlerde Michelanjelo (di Lodovico Buonarroti Simoni, 1475-1564)’nun geliştirmiş
94 itü vakfı dergisi
"Ülkemizde Mühendislik
Eğitimi"nin Durumu
1
Bugün üniversitelerimizin bir kısmında matematik, fizik ve kimya
bölümleri yoktur (veya, önceden varken kapatılmış durumdadır!).
Bu, o üniversitelerde sözü edilen temel konularda dünyada oluşan
gelişmeleri izleyen, tartışan, o gelişmelere katkı sağlamaya heves
eden insanların ve laboratuvarların bulunmaması demektir. Böyle
bir kurum, öğrencilerinde matematik ve bilimsel temele dayalı eğitim
hevesi uyandırabilir mi?
olduğu, bugün bile hepimize dahiyane görünen düzenekler; binlerce yıl önce yapılmış
mimarlık şaheseri kiliseler, camiler, köprüler,
su kemerleri vb bunun ilk örnekleridir.
Konuyu tartışmaya şu soruya vereceğimiz cevabı berraklaştırmakla başlayalım:
Mühendislik sözcüğü ile biz biraz önce
belirtilen anlamdaki matematik temelli ince
zekâ çabalarını mı, yoksa daha başka şeyleri mi kastediyoruz? Örneğin, nasıl yapılmış olduğunu bilmediğimiz bazı ürünlerin
(bina, gemi, radyo vb) pazarlanması, işletilmesi, bakımı ve tamiri mühendislik kapsamında sayılması gereken faaliyetler midir?
İkinci grupta sayılan çabaların (pazarlama, işletme, bakım, onarım) usta-çırak
ilişkisi ile çok daha kolay öğrenilip güvenle
tekrarlanmakta olduğu herkesin hemen kabullenebileceği bir gerçektir. Bu nedenle,
bunların eğitiminin esas amacı araştırma
olan üniversitelerde değil, daha az iddialı
olan yüksek meslek okullarında, hükümet,
sanayiciler ve mahalli yöneticilerin ortaklaşa
hazırlayacakları planlar çerçevesinde yapılması uygun olur düşüncesindeyim.
Buna karşın, biraz önce sözünü ettiğim
ilk anlamdaki mühendislik fizik, kimya, biyoloji vb doğal (temel) bilimlerle matematiğin
iç içe kullanılmasının kaçınılmaz olduğu
(disiplinlerarası) faaliyetlerdir. Bu anlamda
mühendislik iddiasıyla yapılacak bir eylemin başarılı olabilmesi ancak temel bilim
dallarında tüm dünyada ortaya konan gelişmelerin yakından izlenmesini, gerektiğinde
araştırma ve geliştirme faaliyetlerine bilfiil
katılımı da gerektirir. Yani, bu anlamdaki mühendislik bir araştırma-geliştirme faaliyetidir
ve eğitimi de ancak üniversite düzeyinde
olabilecek olan bir iştir. Ben burada üniversite düzeyindeki mühendislik eğitiminden
söz etmek, onu tartışmak istiyorum.
Bugün ülkemizde 200’e yakın mühendislik fakültesi veya bölümü içeren üniversite
var. Bunların programları kâğıt üzerinde incelendiğinde, okutulan derslerin adlarının ve
içeriklerinin hemen hemen hepsinde aynı,
hatta gelişmiş ülkelerin tanınmış üniversitelerindekiler gibi olduğu görülür. Fakat bu
okullardan diploma alan öğrencilerin bilgi ve
becerilerinin birbirinin aynı, özellikle de gelişmiş ülkelerdeki üniversitelerden diploma
alanlarınki gibi olduğu söylenebilir mi? Fark,
kısmen, üniversitelerimizin yönetiminde etkin
olanların bilime ve eğitime bakış açılarının
birbirinden ve uygar dünyada geçerli olandan farklı oluşunun bir sonucudur. Bugün
üniversitelerimizin bir kısmında matematik,
fizik ve kimya bölümleri yoktur (veya, önceden varken kapatılmış durumdadır!). Bu, o
üniversitelerde sözü edilen temel konularda
dünyada oluşan gelişmeleri izleyen, tartışan,
o gelişmelere katkı sağlamaya heves eden
insanların ve laboratuvarların bulunmaması
demektir. Böyle bir kurum, öğrencilerinde
matematik ve bilimsel temele dayalı eğitim
hevesi uyandırabilir mi?
Mühendis, önemli olanla önemsiz
olanı optimum biçimde ayırt
edebilecek yeteneğe sahip olmak
zorundadır. İşte, mühendislik
eğitiminin amacı bu düzeyde
kafa yapısına sahip insanlar
yetiştirmek olmalıdır.
Üniversitelerimizden alınan diplomaların
düzeylerinin birbirinden, özellikle de gelişmiş ülkelerde alınanlardan farklı olmasının
bir diğer nedeni de, diploma almak arzusuyla üniversiteye başvuran gençlerimizin üniversiteye gelmeden önce kazanmış olmaları
gereken bilinç ve yetenekle ilişkilidir. Uluslararası yarışmalarda, matematik problemlerini
kavrayıp çözmede veya kendi anadilimizde
yazılmış düz metinleri okuyup anlamada ortalamanın çok altında başarı gösterebilen
çocuklarımıza üniversitede ne verebiliriz?...
Kabul etmek gerekir ki; her şeyin bir öğrenme yaşı vardır. O yaşlarda öğrenilmeyenleri
daha sonra öğrenmek çok zor, hatta imkânsız olur. Örneğin, iki yaşında bir çocuk çok
düzgün bir telaffuzla, doğru konuşur ve söylenenleri doğru anlar. Fakat kırk yaşında biri,
yeni bir dili iki yılda öğrenemez.
Bu gerçekleri göz önünde bulundurarak,
sizlere, üniversitelerimize ilişkin birtakım sayılar sunmayı ve o sayılar üzerinden ülkemizdeki mühendislik eğitimini tartışmayı anlamsız ve hatta yanıltıcı buluyorum. Bu nedenle,
burada tartışmak istediğim, benim için ideal
olan mühendislik olacaktır.
Bir konu matematik temel üzerine gelip
oturduğunda, benim aklıma her zaman, geçen yüzyılın ilk çeyreğinde Hilbert’in fizik için
söylediği şu cümle gelir: “Fizik fizikçilere zor
geliyor!” Hilbert bu sözüyle, o günlerde fiziğin matematikle çok geniş ve çok derin bir
biçimde iç içe girmekte olduğunu belirtmek
istemişti. Ben, bundan esinlenerek, o yüzyılın ikinci yarısından sonra mühendisliğin her
dalında gözlenen gelişmeleri göz önünde
bulundurarak, değişik vesilelerle yapmış olduğum konuşmalarda, “Artık mühendislik de
mühendislere zor geliyor diyebiliriz!” demiştim. Bu, çağdaş mühendisliğin başarılarını ve
çözüm bekleyen yeni problemlerini bilen hiçbir kimsenin reddedemeyeceği bir gerçektir.
Mühendisliğin ortaya koyduğu matematik problemler, genellikle ters problem olarak
adlandırılan türden problemlerdir. İyi matematikçiler için bile oldukça zor görünüme
sahip olan bu problemleri çözmeye elverişli
yöntemler geliştirebilmek amacıyla, geçen
iki yüzyıl boyunca çok çaba harcandı. Matematikteki devrim nitelikli gelişmelerin kökeni
incelendiğinde, bunların çoğunun mühendisliğin zorlamasıyla gün ışığına çıktığı hemen görülür. Örneğin, kompleks analiz, harmonik analiz, spektral analiz (fourier serileri
ve integralleri), genelleştirilmiş fonksiyonlar
(distribüsyonlar), optimizasyon, varyasyonlar hesabı, vb bunlar arasındadır. Bu sıkı
ilişki, çoğu kez, yapılan bir işin matematik
mi, yoksa fizik veya mühendislik mi olduğu
hususunda tereddütlerin ortaya çıkmasına
neden olur. Benim anlayışıma göre, bunların
arasındaki farkı belirtmek amacıyla size çok
basit bir örnek sunmak istiyorum.
İstanbul’da yaşayan pek çok iş adamının Boğaz’ın bir kıyısında yalısı, diğer tarafında da iş yeri vardır. Bunlardan biri işe gidip gelmek amacıyla bir deniz motoru almış
ve satıcıya şu soruyu sormuş olsun:”Evimin
önünden motora binsem ve rotayı batıya
çevirsem, kaç dakika sonra karşı sahile ve
hangi noktaya erişmiş olurum?” Bu, ilk sırada
bir fizik, ikinci sırada da bir matematik problemidir. Newton’un denklemleri, motorun ve
Boğaz’daki akımın hızı kullanılarak kolayca
cevaplandırılır. Diyelim ki cevap, yarım saat
sonra, karşı yakadaki Y yalısının önüne varılacağı şeklinde olsun. Bu cevap iş adamının istemediği bir şeydir. O, örneğin, “Yirmi dakikada A iskelesinde olmak istiyorum; bana bunu
sağlayacak ve mümkün olduğu kadar da
ucuz olacak bir motor bulun!”, derse durum
itü vakfı dergisi 95
EĞİTİM
Uluslararası yarışmalarda,
matematik problemlerini kavrayıp
çözmede veya kendi anadilimizde
yazılmış düz metinleri okuyup
anlamada ortalamanın çok altında
başarı gösterebilen çocuklarımıza
üniversitede ne verebiliriz?...
ne olur?. Yapılacak şey, her şeyden önce, bu
isteği karşılayacak motorun hızını ve dümenin çevrileceği yönü (rotayı) belirlemektir. Bu
artık bir mühendislik problemidir ve matematik bakımından da bir ters problemdir. Terslik şuradan kaynaklanıyor: Önceki durumda
motorun hızı ve rotası önceden biliniyordu;
varılacak nokta ve harcanan zaman belirlenmeye çalışılıyordu. Şimdi, tersine, varılacak
nokta ve harcanacak olan zaman biliniyor;
bu işi yapabilecek olan motorun ve seçilmesi
gereken rotanın belirlenmesi isteniyor. Bu mühendislik problemi matematikçi ve özellikle
de fizikçi için hiç de ilginç ve önemli değildir.
Mühendisin bu problemi çözebilmesi için, her
şeyden önce, düz problemin çözümünü bilmesi gerekir.
Burada şu hususu ısrarla belirtmek istiyorum: Mühendis, karşılaştığı problemi kendisi çözmek zorundadır; onun çözümünü
matematikçiden bekleyemez. Çünkü, mühendisin çözümden beklediği, genel olarak
matematikçinin beklediğinden farklıdır. Bir
matematikçi için bir problemin çözülmüş
olması, genellikle, çözümün var veya yok;
eğer varsa tek veya çok olduğunun ispatlanması demektir. Ama mühendisin beklentisi
bundan daha ötededir. Mühendis, var olan
çözümün bilimsel ve teknolojik yorumlara
ve kolayca sayısal değerler elde etmeye
uygun biçimlere indirgenmesini de ister. Bu
da, çoğu kez kesin çözüm olarak ortaya çıkmış bulunan ve sonsuz defa tekrar edilen
iterasyonlar, çok katlı sonsuz seriler veya integraller içeren karmaşık analitik ifadelerde
yer alan fakat sonuca ölçülemeyecek veya
ihmal edilebilecek kadar küçük katkılar sağlayan terimlerin fark edilerek diğerlerinden
ayrılması ile sağlanır. Yani, mühendis, önemli
olanla önemsiz olanı optimum biçimde ayırt
edebilecek yeteneğe sahip olmak zorundadır. İşte, mühendislik eğitiminin amacı bu düzeyde kafa yapısına sahip insanlar yetiştirmek olmalıdır. Evlerimizde ve iş yerlerimizde
her gün kullandığımız ve mükemmel olduklarını söylediğimiz aletlerin hepsi (arabalar,
telefonlar, bilgisayarlar, tomografi cihazları,
96 itü vakfı dergisi
vb) bu türden matematik
analizler sayesinde geliştirilmişlerdir.
Üniversitelere, değişik
dallarda, değişik kademelerde mühendislik eğitimi
almak amacıyla gelen öğrenciler, önlerine konulacak
olan programı, ancak çağdaş teknolojinin dayandığı
bilimsel temellere (matematik, fizik, kimya, biyoloji
vb) yeterli düzeyde vakıf ve
daha da ilerletmeye hevesli iseler başarabilirler. Aksi
halde sonuç, papağana şiir belletmekten
farksız olur. Benim kişisel deneyimim odur ki;
yukarıda sözünü ettiğim heves üniversitede
alınan derslerle sağlanamamaktadır. O heves ve o hevesin beslediği yetenek, çocukluk
günlerinde, önlerine konacak ilgi çekici problemlerle uyandırılmalıdır. Problemleri çözebilmek için düşünmeye, akıllarına gelen yöntemleri ve tahmin ettikleri çözümleri sabırla ve
cesaretle tartışmaya o yaşlarda alışmalıdırlar.
Burada şöyle bir soru ortaya atılabilir: "İleride mühendis olmayı düşünmeyen çocukları
küçük yaşlarda matematik temelli düşünmeye ve tartışmaya heveslendirmek ne işe yarar?" Sorusuna yanıtım, “beyinleri bu şekilde
çalışmaya alışan çocuklar ileride mühendis
veya bilim adamı olmasalar bile, yönetici olarak karar verme durumunda kaldıklarında,
konuları cesaretle tartışıp optimum kararları
alabilirler” şeklinde olacaktır. Burada söylediğimi yaşanmış bir tarihi örnekle açıklığa kavuşturmak istiyorum.
Yirmi yıl kadar önce, Amerika Matematik Cemiyeti’nin düzenli yayını olan Notices
dergisinde, geçen yüzyılın dünyaca tanınmış
Rus matematikçilerinden Vladimir Igorevich
Arnold (1937-2010) ile yapılmış bir söyleşi
okumuştum (Notices of Amer. Math. Soc.
vol. 44, no.4, 1993). Arnold’un söyledikleri
arasında benim en çok ilgimi çeken şu sözler olmuştu: “Pek çok Rus ailesinde, beş ve
altı yaşındaki çocuklarına yüzlerce problem
verip çözmek için uğraşmalarını istemek geleneği vardır. Çocuklar bunları severler ve
çözmeyi de başarırlar.”
Arnold o problemlerden bazı örnekler
de veriyor. Onlardan ikisini, fikir edinmenizi
sağlamak amacıyla, sizlerle paylaşmak istiyorum.
Biri şöyle: İki yaşlı kadın A ve B köylerinden, güneş doğarken, birbirlerine doğru
yola çıkıyorlar. Tam güneş tepede iken kar-
şılaşıp selamlaşıyorlar ve durmadan, aynı
tempo ile yollarına devam ediyorlar. Biri saat
4’te, diğeri ise saat 9’da hedefine varıyor. 5
ve 6 yaşındaki çocukların kafa yorup çözüm
bulmaları gereken soru şu: O bölgede, o
günde güneş saat kaçta doğmuştur?
Bir başkası: Bir şarap fıçısının yanında
bir bardak çay duruyor. Bir çocuk bir kaşık
şarap alıp çay bardağına döküyor ve karıştırıyor. Sonra da o çay bardağından, aynı
kaşıkla, bir kaşık çay alıp şarap fıçısına koyuyor. Şimdi çocukların cevaplaması istenen
soru şu: Şarap fıçısındaki çay mı çoktur, çay
bardağındaki şarap mı?
Ben Arnold’un anlattıklarını okuduğumda, o günlerde artık var olmayan Sovyetler
Birliği’ni, dünyayı temelden etkilemiş olan
Soğuk Savaş yıllarını ve Demir Perde’yi
hatırladım. O dönemde Batı dünyasında
elde edilen bilimsel ve teknolojik gelişmeler Sovyetler’den sıkı bir biçimde gizleniyordu. Bu nedenle Ruslar, demir perdenin
arkasında, Sovyetler Birliği’nin tüm yükünü
kendi başlarına sırtlanmak zorunda kalmışlardı. Arnold’un sözünü ettiği o aile geleneği
ile yetişen Rus çocukları, üniversitelerden
diplomalarını aldıktan sonra önlerine çıkan
bütün problemleri (bilimsel, teknik v.d.) optimum biçimde çözebilmeyi başardılar. Batıda yapılanların tümünü paralel biçimde,
yeniden elde ettiler; kimisini az gecikmeyle, kimisini de daha önce… Bilimin değişik
dallarında Nobel ödülleri aldılar, uzaya ilk
suni peyk’i gönderdiler (sputnik-1, 1957), ilk
defa uzaya bir insan gönderip sağlıklı biçimde geri getirmeyi başardılar (Yuri Gagarin,
1961), Sovyetleri savunmak amacıyla nükleer ve termo-nükleer silahlar geliştirdiler.
Bunlar bilim ve mühendislik dallarını seçmiş olan Rus çocuklarının başarılarıydı. Ama
ben bir başka alanda sergilemiş oldukları başarıyı da Arnold’un sözünü ettiği o aile
geleneğine bağlıyorum. O aile geleneği ile
yetişmiş olup da devlet adamı olmayı tercih
etmiş olanlar, özellikle de Mihail Gorbaçov
(hukukçu) ve Boris Yeltsin (mühendis)), temelleri 1917 yılında çok kanlı biçimde atılan
ve 1922 de kurulmuş olan Sovyetler Birliği’ni
70 yıl sonra, 1991 sonunda, kansız, kavgasız biçimde dağıtmayı başardılar. Bence bu
bir sosyal problemin mühendis kafasıyla, optimum çözümüdür. Sovyetler Birliği 70 yıl süresince, İkinci Dünya Savaşı’nın öncesinde ve
sonrasında iki kutuplu dünyada hüküm süren
koşullar altında, her zorluğa katlanılarak yaşatılmaya çalışılmıştı. Ama olayları mühendis
mantığıyla doğru analiz etme yeteneği kazanmış olan Rus yöneticiler, ikinci binin son
yıllarında dünyadaki koşulların artık değişmiş olduğunu, Sovyetler’i devam ettirmenin
hem Ruslar hem de diğerleri için mutsuzluk
nedeni olmaktan başka bir işe yaramadığını
fark etmişlerdi. Önemli olanla önemsiz olanı
cesaretle değerlendirerek optimum çözümün
birliğin dağıtılması olduğunu keşfettiler ve gerekeni dostça yaptılar.
Yukarıdaki örneği, çocuklarını çok
erken yaşlarda, akıllarını rasyonel biçimde kullanmaya heveslendirerek
yetiştirmeğe özen gösteren toplumların bilimsel ve teknik problemlerini olduğu kadar sosyal
problemlerini de optimum
biçimde
çözebildiklerini
göstermek
amacıyla
verdim. Gelişmiş dediğimiz toplumların
hepsinin (Almanların, Fransızların,
İngilizlerin vd) gelenekleri arasında
Arnold’un sözünü
ettiğine benzer
olanlar vardır. Kendimizi aldatmaya
kalkışmadan
durumumuzu
gözden
geçirdiğimizde hemen anlarız ki;
bizim geleneklerimiz arasında öyle- l e r i
yoktur. Hatta, ona tam anlamıyla ters düşen, çok köklü geleneklerimiz vardır. 90 yıl
kadar evvel, Cumhuriyetimizin kurulduğu
yıllarda büyük babalarımıza yüksek sesle
yapılmış olan şu uyarılar bunun bariz bir
kanıtıdır: ‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir,
fendir. İlmin dışında mürşit aramak gaflettir,
delalettir ve hatta hıyanettir.’ En sondaki hıyanet sözüne ve onun söylenişindeki vurguya özellikle dikkatinizi çekmek isterim. Kime
"İleride mühendis olmayı
düşünmeyen çocukları küçük
yaşlarda matematik temelli
düşünmeye ve tartışmaya
heveslendirmek ne işe yarar?"
Sorusuna yanıtım, “beyinleri bu
şekilde çalışmaya alışan çocuklar
ileride mühendis veya bilim adamı
olmasalar bile, yönetici olarak karar
verme durumunda kaldıklarında,
konuları cesaretle tartışıp optimum
kararları alabilirler” şeklinde
olacaktır.
karşı hıyanet?...Hıyanet, çocuklarımızdan,
gelecek nesillerimizden başkasına karşı
olabilir mi?... Neden gelişmiş hiçbir ulusun
lideri kendi ulusunu bu biçimde uyarmak
gereğini duymamış da bizim Cumhuriyetimizin kurucusu buna gerek görmüş?.. Bu
sorunun cevabını ulusal marşımızın içinde
yer alan şu türden cümleler apaçık biçimde
veriyor:
“Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, medeniyet
dediğin tek dişi
kalmış canavar.” Bu sözler,
yetenekli
bir
şairin kulağa
hoş gelen sözleri
değildir.
Doksan yıl kadar önce, Cumhuriyetimizi kuran Büyük Millet Meclisi’nde,
mebusların
ısrarlı
istekleri üzerine tekrar
tekrar okunan ve göz yaşları
içinde, ayakta alkışlanmış bulunan
sözlerdir bunlar. Bunlardan apaçık
anlaşılıyor ki; doksan yıl evvel ve
onun öncesindeki yüz yıllar boyunca
toplumumuz uygar dünyayı kendisine düşman hissetmiş, onu ve onun ürünü
olan teknolojiyi aşağılamaya çalışarak moralini yükseltmeye çalışmış. Bilim ve teknolojinin yerine, anlamadığı bir dilde okumaya
çalıştığı duaları koyarak bütün sıkıntılarını
gidermeyi, hastalıkları iyileştirmeyi, çaba
göstermeden zenginleşmeyi ve savaşları
kazanmayı ummuş.
Mühendislik yerine duaları koyarak her
problemin çözülebileceğini ummak bizim
klasik geleneklerimizden biri ve en köklüsüdür. Bugün çektiğimiz sıkıntıların en önemli
nedenlerinden biridir bu. Bu geleneği yıkmak ve çocuklarımızı Arnold’un söylediğine benzer bir yöntemle motive etmek için
Cumhuriyetin ilk yıllarında değişik önlemler
düşünüldü. Örneğin, orta okulun sonunda
bütün Türkiye ölçeğinde eleme sınavları,
lisenin sonunda da olgunluk sınavları yapılırdı (sadece kompozisyon, felsefe-sosyoloji, cebir-geometri ve fizik derslerinden!!!).
Bunlara ek olarak, ülkemizin biricik teknik
üniversitesi olan İTÜ’ye giriş için de efsane
olarak nitelendirilebilecek türden sınavlar
vardı. O sınavları yüksek derecelerle başarmaya heves etmiş olan çocuklar, onların
aileleri ve öğretmenleri ciddi çaba gösterirlerdi. Ama uygulama, Cumhuriyetin yirminci yılından sonra, oy avcılığı yarışıyla gitgide artan bir hızla ters dönmeye başladı ve
klasik geleneklerimize geri dönüş hevesini,
okumuş kesimde bile belirgin hale getirdi.
Bu günlerde, henüz Türkçeyi doğru dürüst
konuşup yazamayan, sayıları düzgün sayma becerisini kazanamamış beş altı yaşındaki çocuklarımızı Arap harfleri ile Arapça
öğrenmeye; cinlere, şeytanlara vb hikâyelere ilgi duymaya teşvik ediyor duruma geldik. Bunun sonuçlarını yakın gelecekte hep
birlikte görecek, bazı bedelleri hep birlikte
ödeyeceğiz.
Ama, şu anda farkında olmadan ödemekte olduğumuz bedeller de var: Uzun
yıllardan beri ülkemizi kana bulayan KürtTürk problemine, önemliyi önemsizden
ayırarak optimum çözüm bulamamışken,
Cumhuriyet’in
kuruluş yıllarında tarihin
derinliklerine gömülmeye çalışılmış olan
sünni-alevi, ümmetçi-milliyetçi, dindar-laik
vb kavgaları yeniden hortlatmış olmamızın;
yurtta sulh cihanda sulh ilkesini terk edip
burnumuzun dibindeki Suriye’de otoritenin
yok olmasına katkı vermemizin, ulusumuza
ve devletimize vermiş olduğu maddi ve manevi zararları mühendis mantığıyla tartışmamız gerekiyor.
Bugün beş altı yaşlarındaki çocuklarımızın zamanı akıl dışı hikâyeleri bellemekle
heder edilirken, yetişmiş insanlarımızın zamanı da değersiz politik kavgaları izlemeye
zorlanarak heder edilmektedir….
Bize yazık oluyor. Hepimize…
Dipnotlar:
1) Elektrik-Elektronik Mühendisliği Kongresi EEMKON 2015’te Mithat İdemen’in yapmış olduğu
konuşma
itü vakfı dergisi 97
TEKNOKENT DOSYASI
İ
TÜ Çekirdek, dünyadaki lider üniversitelerin girişimcilik kuluçka merkezlerini
karşılaştıran ve sıralayan uluslararası
UBI Global Endeksi tarafından Avrupa’nın
en iyi 8.,dünyanın ise en iyi 18. kuluçka
merkezi seçildi.Endeksin üst sıralarında
yer alan İTÜ Çekirdek, Avrupa’dan 117,
dünyadan 220 kuluçka merkezinin bağımsız uzmanlarca değerlendirilmesi sonucunda Türkiye’den endekse girmeye hak
kazanan ilk kuluçka merkezi oldu.
Dünyanın En İyileri İle Rekabet
Ediyoruz
İTU ARI Teknokent Genel Müdürü Kenan
Çolpan, İTÜ Çekirdek’in artık bir kuluçka
merkezi olmanın da ötesinde işler yaptığının altını çizerken, elde edilen başarıyla
ilgili olarak şu değerlendirmede bulundu:
“İTÜ ARI Teknokent bünyesinde 2012 yılında faaliyete geçen İTÜ Çekirdek, üç yılda girişimcilere 7 milyon TL’yi aşkın katkı
sağladı. İTÜ Çekirdek, ticarileştirilebilir bir
teknoloji fikri ya da girişim projesi olan her
yaştan girişimcilere açık. Öte yandan otomotiv, bulut bilişim gibi büyük potansiyele
sahip sektörlere yönelik özel kategoriler
açarak da genç zihinlerin katkılarını öncelikli sektörlere yönlendiriyoruz. İstanbul
Sanayi Odası, Otomotiv İhracatçıları Birliği,
IBM, Microsoft ve Elginkan Vakfı gibi 40’ı
aşkın ulusal ve uluslararası stratejik paydaşımızla, İstanbul’u ‘dünya girişimcilik haritasına’ koymaya çalışıyoruz. İTÜ Çekirdek’in,
UBI Global tarafından hem Avrupa’nın hem
de dünyanın en iyi kuluçka merkezlerinden
biri olarak gösterilmesi doğru yola olduğumuzun en güzel kanıtı.”
İTU ARI Teknokent Genel Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Deniz Tunçalp ise, İTÜ
Çekirdek sürecinde girişimcilerin 11 hafta
ve 150 saati kapsayan iş modeli geliştirme
98 itü vakfı dergisi
İTÜ ÇEKİRDEK,
Girişimcilik Kuluçka Merkezleri
Dünya Sıralamasında
İlk 20'ye Girdi
kampına girdiğini ve 150’yi aşkın gönüllü
mentordan günlerce teke tek danışmanlık
aldığını belirterek, uluslararası arenada bu
büyük başarıya imza atmalarına yol açan
sistem hakkında şu bilgileri verdi: “Dünyanın lider üniversitelerinde ve girişimcilik
merkezlerinde kullanılan iş modeli yöntem
ve içeriklerinin yerel koşul ve ihtiyaçlara
uyumlandırdığımız bize özel bir şeklini kullanıyor ve bunu sürekli geliştiriyoruz. İTÜ Çekirdek’e kabul edilen girişimciler ön kuluçka
merkezimizde ortak ofis ve laboratuvar imkanlarından faydalanırken eş zamanlı olarak
Hızlandırma Programı kapsamındaki eğitim
ve mentorluklarla projelerini geliştiriyor. Böylelikle ticari hayata uygulanabilir teknoloji
tabanlı projeler İTÜ Çekirdek’te büyüme
imkanı buluyor. Bu yılın sadece ilk 9 ayında
tüm Türkiye’den 3.900’dan fazla başvuruyu değerlendirip, en iyi 260’ını belirli aşamalara kadar eğitip destekleme imkanımız
oldu. Bunların en iyi 20’si de 14 Kasım’da
İTÜ Ayazağa Kampüsü'nde düzenlediğimiz
Big Bang etkinliğinde yatırımcılarla ve diğer
girişimcilerle buluşarak geleceğin çığır açıcı
şirketleri olma adına ilk adımı attı.”
İyi kuluçka merkezlerinden uzun
soluklu girişimciler çıkıyor
UBI Global’in değerlendirme süreci, dünyanın dört bir yanından kuluçka merkezlerini
geliştirmeyi, en iyileri belirlemeyi ve arala-
rında iş ağını geliştirmeyi hedefliyor. Değerlendirme sonucunun açıklandığı etkinlikler
kapsamında dünyanın dört bir yanından kuluçka merkezi yöneticileri sunumlar, örnek
hikayeler ve analizlerle küresel girişimcilik
ekosisteminin gelişimine destek oluyor.
UBI Global değerlendirmesi ayrıca
ilginç verileri de içeriyor. Başvuruda bulunan kuluçka merkezler içerisinde önde
gelen sektör yüzde 35 oranında bilişim teknolojileri olarak dikkat çekiyor. En başarılı
kuluçka merkezilerinden çıkan girişimlerin
“hayatta kalarak” işe devam etme oranı,
ortalama kuluçka merkezlerinden çıkan
girişimlere göre yaklaşık yüzde 20 daha
fazla. En başarılı kuluçka merkezleri, bünyelerinde bulunan girişimcilerin en az yüzde 81’ine kaynak sağlayabiliyor. Ortalama
kuluçka merkezlerinde ise bu oran ancak
yüzde 48’te kalıyor.
İTÜ Çekirdek Süreci
İTÜ Çekirdek ön kuluçka aşamasına kabul
edilen girişimciler İTÜ Çekirdek’in tüm imkanlarından bir sene boyunca ücretsiz yararlanabiliyor. Bu süre sonunda en başarılı
projeler İTÜ Big Bang adı verilen ödül etkinliğinde jüri karşısında çıkıyor ve seçilen
girişimciler ödül parasını paylaşıyor. Girişimcilere şu ana kadar 7 milyon TL’yi aşan
katkı sağlayan İTÜ Çekirdek içerisinde 3
senede toplam 23 firma kuruldu.
“İTÜ Çekirdek”, 2015 Girişimcilerini Seçti
Avrupa’nın En İyi 8. Kuluçka Merkezi ve Türkiye’nin en önemli
girişimcilik destek projelerinden biri olan İTÜ ÇEKİRDEK BIG BANG
2015 finali gerçekleşti. 20 girişimcinin finale kaldığı yarışmada,
Vivosens 260 bin TL’lik büyük ödülün sahibi oldu…
F
arklı sektörlerden ticarileştirilebilir
projelerin ödüllendirildiği İTÜ Çekirdek girişimcilik yarışmasının final
organizasyonu 14 Kasım 2015 Cumartesi
günü Ayazağa Yerleşkesi, Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.
Bu yıl, 1.2 milyon TL’lik ödül ve 1.5 milyon
TL değerinde bulut bilişim altyapısı, finale
kalan ekiplere sunuldu.
İTÜ Çekirdek Girişimcilik Ekosistemi’nin
girişimcilik yarışması BIG BANG 2015’te
3.900 başvuru arasında finale kalan 20 girişimciden Vivosens ekibi her yerde güvenilir medikal testler yapmayı mümkün kılan
taşınabilir ölçüm cihazı projesiyle 260 bin
TL kazanarak en büyük ödüle ulaştı.
Bu sene “Geleceği Kaçırma” temasıyla düzenlenen İTÜ Çekirdek BIG BANG
2015’te dereceye giren ekipler belli oldu.
Türkiye’nin önde gelen girişimcilik destek
programlarından İTÜ Çekirdek’in, kimyadan elektroniğe, bilişimden biyogenetiğe
kadar farklı sektörlerdeki ticarileştirilebilir
projeleri ödüllendirdiği İTÜ Çekirdek BIG
BANG 2015’in finali 14 Kasım Cumartesi
günü İTÜ Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nin salonlarını ve bahçesini tıka basa
dolduran yaklaşık 1.500 kişinin katılımıyla
düzenlendi. Etkinliği Internet üzerinden de
yaklaşık 12.000 kişi izledi. Yarı finalist 68
gruptan finale kalan 20 ekibin projelerini
sunduğu etkinliğin moderatörlüğünü Serdar Kuzuloğlu yaptı.
İTÜ Çekirdek BIG BANG 2015’te toplam 1.2 milyon TL’lik ödül ve 1.5 milyon
TL değerinde bulut bilişim altyapısı, İTÜ
Çekirdek paydaşı kurum ve kuruluşlar
tarafından 20 ekip arasında paylaştırıldı.
Her bir paydaşın desteklediği projeye
kendi karar verip sırayla açıkladığı etkinlikte gruplar arasında çekişmeli bir yarış
yaşandı.
nolojili yöntemlerle tarım endüstrisi için
tohum üreten TRD Biotek ekibi izledi.
Çağımızın pil sorununu çözen, yüksek
kapasiteli yeniden şarj edilebilir batarya
geliştiren Enwair ekibi ve yol bilgilerini
toplayarak sürücüler ve kendi kendine
seyredebilen araçlar için analiz eden
IUGO ekibi ise ayrı ayrı 100 bin TL’lik
ödüllerin sahibi oldular. Bulut ödüllerini ise Vivosens ve IUGO ekiplerinin yanı
sıra, sürücü değerlendirme sistemi geliştiren Marvin ve giyilebilir cihazlarda yeni
bir devir başlatan Pao ekipleri aralarında
paylaştı.
İTÜ Çekirdek BİG BANG için oluşturulan ödül havuzunun en büyük kaynak sağ-
Sağlıkta Sınırları Kaldıran VIVOSENS
260 Bin TL Kazandı
Gecenin sonunda en yüksek ödül miktarının sahibi taşınabilir medikal test cihazları projesi ile Vivosens oldu. Toplam 260
bin TL’lik ödül kazanan Vivosens’in aldığı
tutarın 150 bin TL’lik kısmı ise kazandığı
İstanbul Sanayi Odası - Geleceğin Sanayicisi Büyük Ödülü’nden geldi.
En yüksek ödülü toplayan Vivosens’i,
130 bin TL değerindeki ödül ile ileri tek-
itü vakfı dergisi 99
TEKNOKENT DOSYASI
çok uzun bir yol kat edildiğine ve büyük
başarılara imza atıldığına dikkat çekti.
Karaca, Ülkemizin kalkınması, gelişmesi
ve kendi teknolojisini üretebilir hale gelmesi için İTÜ olarak gençlere ve onların
fikirlerine her zaman yatırım yaptıklarını
vurguladı. Gençleri fikir üretmeye teşvik
ettiklerini, üretilen fikirleri desteklediklerini söyleyen Karaca, İTÜ Çekirdek çatısı
altında gençlere fikirlerini projeye dönüştürmeleri için ihtiyacı olan tüm olanakları
sunduklarını belirtti. Karaca, bu yıl kuluçka aşamasındaki firmalara 7 milyon TL’yi
aşan destek sağlandığını söyledi.
layıcıları tüm gruplara verilen toplam 300
bin TL’lik eğitim ve hızlandırma desteği ile
birlikte 200 bin TL’de nakit ödül dağıtan
İstanbul Sanayi Odası oldu. Otomotiv İhracatçıları Birliği de yarışma içerisinde açtığı
“Otomotiv Teknolojileri” kategorisi ile 250
bin TL nakit ödül dağıttı. İTÜ Çekirdek’in
dört yıl önce yola çıkışından bu yana her yıl
düzenli olarak destekleyen Elginkan Vakfı’da 100 bin TL ile desteğini sürdürdü. İTÜ
100 itü vakfı dergisi
ARI Teknokent ise dağıttığı 200 bin TL’lik
nakit ödülün yanı sıra, 5 gruba kapalı ofis
ve yarı finale kadar gelerek şirketleşme yolunda devam edecek 68 gruba da açık ofis
imkânlarını sağlayacağını duyurdu.
İTÜ Çekirdek Big Bang’in bir süprizi de, dünyaca ünlü 500 Startups erken
aşama yatırım fonunun İstanbul ayağının
7. yatırımını sahnede izlediği yarışmacılardan AR Pandora’ya yapmaya karar verdiğini açıklaması oldu. Mimari ve mobilya
gibi sektörler için özelleştirilebilen arttırılmış gerçeklik ve sanal gerçeklik deneyimleri yaratan AR Pandora ile 500 Startups İstanbul bölgesel fonu, Aralık 2015
itibariyle yatırım anlaşmasını tamamlamaya karar verdiler.
Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca:
Fikir Üretmeye Teşvik Ediyoruz
Açılış konuşmasını yapan Rektör Prof. Dr.
Mehmet Karaca; 4 yıl gibi kısa bir sürede
İTÜ ARI Teknokent Genel Müdürü
Kenan Çolpan: Türkiye İçin Büyük
Katma Değer
Türkiye’de girişimciliği güçlendirmek ve
Türkiye için büyük katma değer sağlayacak dünya çapında teknoloji markaları
oluşturmak amacıyla hareket ettiklerini
belirten İTÜ ARI Teknokent Genel Müdürü
Kenan Çolpan, bu yıl büyük bir final heyecanına sahne olan İTÜ Çekirdek BIG
BANG 2015’in yakaladığı başarıdan büyük memnuniyet duyduklarını ifade etti.
Çolpan, “Ülkemizin hemen her yerinden
çok sayıda başarılı projeyi görmenin mutluluğunu yaşadık. İş ve teknoloji dünyasından gelen bağımsız jüri üyelerimiz pek
çok güzel proje arasında tercih yaparken
çok zorlandı. İTÜ Çekirdek’in başarısının
önümüzdeki yıllarda katlanarak artacağına inancımız tam. Gelecek yıl daha da
fazla projeyi, daha da kuvvetli bir biçimde
destekleyebilmek için, tüm kurum, kuruluş ve yatırımcıları İTÜ Çekirdek paydaşı
olmaya ve desteklenecek projeleri bizimle birlikte seçmeye davet ediyorum” dedi.
Girişimcilere sağladığı 800 m2’lik açık
ve kapalı ofis, laboratuvar, seminer ve
toplantı salonları ile bir girişimcinin ihtiyacı olan bütün fiziki olanakları bir arada
sunan İTÜ Çekirdek; İSO, OİB, Microsoft,
IBM, Engilkan Vakfı, Cardtek Group, Monitise, Ege Kimya, Yapı Kredi Teknoloji,
Agito gibi pek çok önemli kuruluşun destek ve işbirliği ile Türkiye’ye yeni teknoloji
şirketleri kazandırıyor. Kazandıkları para
ödülünü projelerini geliştirmek için sermaye olarak kullanacak olan girişimciler
ayrıca yatırımcılarla tanışma ve profesyonel bir iş ağı oluşturma olanaklarıyla
dünya çapında iddialı olabilecek şirketlerini kurma yolunda hızla ilerleme fırsatını
yakalıyor.
İTÜ Çekirdek Yarışması 2015’te
Büyük Ödülü Kazanan Girişimciler
İTÜ Çekirdek Girişimcilik Ekosistemi yarışması BIG BANG 2015’te 3.900 başvuru
arasında finale kalan 20 girişimciden ilk üç dereceye girerek büyük ödülü kazanan
Vivosens, TRD Biotek ve Enwair fark yaratan çalışmalarını anlatıyorlar…
Vivosens: Her yerde güvenilir medikal test
Taşınabilir Ölçüm Cihazı
Vivosens, her yerde güvenilir medikal
testler yapmayı mümkün kılan taşınabilir
ölçüm cihazı ile İTÜ Çekirdek 2015’in
260 bin TL’lik birincilik ödülünü kazandı.
Vivosens Biyoteknoloji’nin ödül kazanan
çalışmasının ayrıntılarını ve gelecek hedeflerini ekip üyelerinden dinledik:
“Vivosens Biyoteknoloji 2015 Mayıs
ayında kurulmuş bir start-up. Amacımız
tanı işlemlerini herkes için ulaşılabilir
kılacak teknolojiler geliştirmektir. İlk ürünümüzü, bakterileri 15 dakikada spesifik
olarak tanıyacak striplerimiz ve internete çıkan ölçüm cihazımızdır. İlk kullanı-
liştirmeci (Gözde Büyükacaroğlu), bir
yazılımcı (Ömer Faruk Sarıoğlu) ve bir
tasarımcı (Senay Tayfun) var.
İTÜ Çekirdek ile, geliştirdiğimiz teknolojinin en doğru kullanım alanlarını
bulmayı ve doğru stratejiyi belirlemeyi
öğrendik. Doğru iş modelini bulmuş bir
start-up için en zorlu yolculuk ürünü pazara sokmak ve büyük şirketlerle
rekabet etmek. İTÜ Çekirdek ve
mentorlarımız bize bu yolculukta
destek olan kocaman bir ekip.
ÖDÜLLÜR
E
PROJEL
Big Bang'de aldığımız ödüller bizleri çok mutlu etmekle birlikte, sorumluluğumuz arttı. İTÜ Çekirdek'ten çıkan ve yarışan çok başarılı
girişimciler var. Biz de dünya standartlarında bir marka yaratarak İTÜ Çekirdek’in bize yaptığı yatırımın karşılığını
vermek istiyoruz.
cılarımız arasında laboratuvarlara zor
ulaşan ve insanların ürünlerinden yararlandığı hayvan çiftlikleri, sahada yapılan
bakteri testleri ve dezavantajlı bölgelerde rutin kontroller yapan STK’lar olacaktır. Amacımız şu an bakteriler için geliştirdiğimiz striplerimizi viral hastalıkların
ve vücuttaki proteinlerin de tanınmasını
sağlayacak geniş bir ürün platformuna
sahip olmak.
5 öğrenciden oluşan ve zamanını bu
işin başarısına adamış bir ekibimiz var.
Ekibimizde 2 Ar-Ge mühendisi (Miray
Tayfun ve Balım Bengisu Caf), bir iş ge-
Hedef: Hasta takip ve erken teşhis
kitleri geliştirmek
Hedefimiz, teknolojinin daha çok gelişmesi ile birlikte bireysel hasta takip ve
erken teşhis kitleri geliştirmek, bu sayede hastalıkların olmadığı ve kişilerin
kendi sağlık bilgilerini şeffaf bir şekilde
görebildiği bir dünyaya hizmet etmek.
Şu an ilk ürünümüzü geliştirmekteyiz
ve sertifikasyon sürecini tamamladıktan
sonra 2017 başında pazara gireceğiz.
Ürünümüz tanı işlemlerini daha kolay ve herkesin gerçekleştirebileceği
yeni bir dünyada rekabet edebilecek ve
insanların hayatlarını kolaylaştırıp daha
sağlıklı yaşamalarını sağlayabilecek potansiyelde bir ürün. Biyosensör teknolojilerinin ilk çıkış noktası buydu. Bizler
de ürünümüzün laboratuvarda kalmasını
değil, insanların yararına ticarileşmesi
için durmaksızın çalışıyoruz…”
itü vakfı dergisi 101
TEKNOKENT DOSYASI
Enwair Çağımızın Pil Sorununu Çözdü
Elektrikli Araçlar İçin Lityum İyon Batarya
İTÜ Çekirdek 2015’in girişimci yarışmacılarından Enwair,
elektrikli araçlar için yüksek elektrot kapasitesine sahip, lityum
iyon batarya üreterek pil sorununu çözen çalışması ile büyük
ödüllerden birinin sahibi oldu.
ÖDÜLLÜR
E
PROJEL
görüşeceğimiz, talepleri ve taleplerimiz ile ilgili İTÜ Çekirdek’ten
aldığımız mentorluk desteği, bir start
up firması için oldukça önemli bir değer.”
Enwair ekibi “Elektrikli Araçlar İçin Yüksek
Elektrot Kapasitesine Sahip Lityum İyon
Bataryaların Üretimi” adlı projesini, firma
olarak lityum-iyon bataryaların geliştirilmesi
üzerine çalışmalarını sürdürüyor. Ekip üyeleri, İTÜ ÇEKİRDEK’te ödül alan projenin
ayrıntılarını şu şekilde anlattılar:
“Bu proje kapsamında elektrikli araçlar
için yüksek kapasiteye sahip silisyum bazlı
anotların geliştirilmesi amaçlanmıştır. Bilindiği üzere EV’lerde kullanılan lityum-iyon
bataryaların yeterli elektrokimyasal performansı sergileyememeleri ve bu sebeple Wh başına üretim maliyetlerinin yüksek
olması EV’lerin yaygın olarak kullanımının
önüne geçen en büyük etkendir. Geliştirdiğimiz seri üretime uygun, 4 kat daha
yüksek anot kapasitesi sergileyen silisyum
bazlı anota sahip bataryalar kullanarak,
EV’lerin 1000 km menzilin üzerine ulaşması
hedeflenmektedir. Geliştirdiğimiz teknoloji
anot yapısına özel bir polimer katkısı yapılarak lityumun, silisyumun yapısına girmesi
ile meydana gelen % 300’lük hacimsel genişlemeyi tolere edebilecek bir matris oluşturulmasına dayanmaktadır. Ayrıca kullanılan polimerin iletkenlik özelliğinin yüksek
olması bataryanın yarım saatin altında şarj
102 itü vakfı dergisi
olabilmesine imkan tanımaktadır. Projede
ön prototip (düğme hücre) üretilmiş olup
şu anki aşamada EV’ler için gerekli olan
cep hücrelerin (nihai prototip) üretilip test
edilmesi üzerine çalışılmaktadır.
“İTÜ Çekirdek’in desteği bir start-up
firması için oldukça önemli bir değer”
Geliştirdiğimiz ürün patent başvuru aşamasında olup, patent işlemleri tamamlandıktan sonra ilk aşamada ürünün teknolojisini lisanslama anlaşması yaparak, hedef
müşteri kitlemiz olan elektrikli araç batarya
üreticilerine pazarlamayı hedeflemekteyiz.
Lisanslama anlaşmalarından veya alacağımız yatırımlar doğrultusunda da kendi
üretim hattımızı kurmayı amaçlıyoruz. Gireceğimiz bu pazarın büyüklüğüne bakıldığında ise özellikle 2020’ye doğru elektrikli
araçların satışında beklenen büyük artışa
bağlı olarak 23 Milyar $’dan (2015 sonu
beklenen değer) 75 Milyar $ mertebelerine
çıkması beklenmektedir.
Enwair olarak İTÜ Çekirdek’te 3. olup
100.000 TL’lik ödül kazandık. Bu çok
önemli bir miktar ancak daha önemlisi İTÜ
Çekirdek’in bizlere sağladığı network. Kapımızı çalan çok sayıda yatırımcı ile nasıl
EMWAIR Ekibi ve Çalışma Alanları:
Neslihan Yuca: Doktora çalışmalarını
lityum iyon bataryalar üzerine sürdürmekte olup takımda teknik çalışmalarda yer
almaktadır. Takımın yapacağı ar-ge çalışmalarını ve geliştirilecek ürünün özelliklerini, mekanizmasını belirlemektedir ve aynı
zamanda Enwair’in kurucusudur. İTÜ Enerji Enstitüsü’nde Araştırma Görevlisi olarak
çalışmakta ve Li-iyon bataryalar üzerine
doktorasına devam etmektedir.
Mehmet Emre Çetintaşoğlu: Yüksek
lisans çalışmalarını İTÜ Malzeme Mühendisliği programında lityum iyon bataryalar
üzerine sürdürmekte olup, grupta elektrotların üretilmesi ve test edilmesinde görev
almaktadır.
Ömer Suat Taşkın: Doktorasını İTÜ
Kimya Bölümü’nde polimerler üzerine tamamlamış olup, takımda elektrotun yapısal
bütünlüğü ve yüksek kapasitelere ulaşabilmesi için büyük önem taşıyan polimerleri
sentezleyen kişidir.
Murat Ferhat Doğdu: Doktora çalışmalarını lityum iyon bataryalar üzerine İTÜ
Enerji Enstitüsü’nde sürdürmekte olup, ürünün elektrokimyasal testlerini yürütmekte ve
ürünle ilgili halihazırda geliştirilen teknolojileri ve marketi takip etmekte, ürünün ticarileşmesi ve pazarlanması üzerine çalışmaktadır.
TRD Biotek: Tarımsal Kalkınmaya Destek
Yüksek Teknolojili Tohum Üretimi
"Ülkemiz, tohumluk ticareti açısından yurt dışına bağlı duruma gelmiştir. Dünya tohum ticaretinde, ülkemiz sadece %1.7’lik bir paya sahiptir. Tarımsal kalkınmanın desteklenmesi
amacıyla yüksek teknolojili tohum üretimi stratejilerinin geliştirilmesi de bu
anlamda önem arz etmektedir. TRD
ÖDÜLLÜR
E
Biotek firması olarak, bu anlamda
PROJEL
ülkemiz için ticari değeri yüksek, ihracaat potansiyeli bulunduran ve rakiplerin
zayıf olduğu bir tarımsal ürün olan sarımsak
tohumunun üretimini gerçekleştirerek, sektörde bir fark yaratmayı hedeflemiştir. Sarımsağın
tohumluk maliyeti ve patojenleri ile etkin mücamücadelesinin olmamasından dolayı bitkinin
hastalıklardan uzak tutulması tek yoldur. Ülkedelede yaşanan sorunlardan dolayı üretimde
zaman zaman önemli problemler ile (%60mizde tescilli virüsten ari bir sarımsak çeşidi80’e varan verim kaybı) karşılaşılması, virüsmiz bulunmamaktadır.
Projenin ana hedefi, ucuz ve patojen
ten ari sertifikalı tohumluk üretiminin önemini
yönünden problemsiz sarımsak tohumu
vurgulamaktadır. Viral hastalıkların kimyasal bir
elde etmektir. Hedeflenen yüksek teknolojili tohum üretimi ile sarımsak üreticisinin
geçim kaynağının iyileştirilmesi, patojen
yönünden problemsiz ve tohumluk ihtiyacını karşılayan boyutta üretimin yapılması
ve sonraki yıllarda yeni tarımsal ürünlere
ait yüksek teknolojili tohum üretimlerinin
gerçekleştirilmesidir. AR-GE boyutu tamamlandıktan 2 sene sonra yıllık Türkiye'de ihtiyaç duyulan 7500 ton sarımsak
tohumluğunun yaklaşık %5’i olan 375 ton
tohumluk satılması projenin nihai hedefidir.
Projenin hayata geçirilmesi ile, bu
alanda çalışma yapmak isteyen Biyoloji/
Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü öğrencilerine örnek olmak, ülkemizin tarımsal gelişimine katkı sağlayarak kalkınmayı
desteklemek en önemli çıktıları olarak sayılabilecektir.”
Doç. Dr. Özge Çelik, İstanbul Kültür
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Öğretim
Üyesi. 15 yıldır Bitki Biyoteknolojisi alanında çalışmalar yürütüyor.
IUGO: Tasarruflu ve güvenli sürüş deneyimi
İTÜ Çekirdek 2015 yarışmasının ödüllü projelerinden IUGO, araç ve yoldaki verileri işleyerek kullanıcılara daha akıllı, tasarruflu ve
güvenli sürüş deneyimi sunuyor.
Altyapıdan ve araçtan gelen verilerin buluta aktarılması ile sürücü davranışlarının incelenmesi ve tüm bu verilerin kullanılmasıyla
da sürücü alışkanlıklarının ve gidilecek rotanın öğrenilmesi sağlanmaktadır. Öğrenen
algoritmalar sayesinde hem sürüş sırasında
sürücüye anlık gelişmiş destek ve tavsiyelerin verilmesi, hem de sürüş sonrası
detaylı raporlarının çıkarılması üzerinde çalışmaktadır.
IUGO, 100 bin TL’lik ödülün yanısıra, Bulut ödülünü de kazandı.
İTÜ Çekirdek BIG BANG 2015 Yarışması
Finalisti Diğer Girişimciler
Marvin: Sürücü değerlendirme sistemi geliştiren proje yarışmada Bulut ödülü kazandı.
Pao: Giyilebilir cihazlarda yeni bir devir başlatan proje, Bulut ödülü kazandı.
Enigma: Optik biyoteknoloji ile sağlık odaklı
giyilebilir cihazlar üretiyor.
Halber Mekatronik: Regülasyon ile gelen
artırılmış gerçeklik uygulaması hazırlıyor.
Synesis Marine: Ponton tipi, polietilenden
mamül, imalat süresi kısa ve çevre dostu
yüzer taşıt tasarlıyor ve geliştiriyor.
IPTV: Internet televizyonculuğunun ve
ÖDÜLLÜR
yayıncılığının ucuz, kolay, hızlı ve inteE
PROJEL
raktif versiyonları üzerinde çalışıyor.
CYTOKEY: Kromozom harvest ve yayması için otomatik bir cihaz geliştiriyor.
Pass Kontrol: Uçak yolcularına ait uçuş dokümanlarının uygunluk, geçerlilik ve gerçeklik kontrollerinin hızlı ve etkin şekilde yapılihtiyaç için üre kalite sensörü geliştiriyor.
masını sağlayan yazılım+donanım çözümü
geliştiriyor.
ACL Teslim: Kurumsal/bireysel kullanıcıGreenCoat: Dikey bahçe ve yeşil çatılar için
lara uygun online kurye pazaryeri hizmeti
kullanılabilecek, çevre dostu ve sürdürülebisunuyor.
Maxwell: Yüksek performanslı ve özgün inlir bitkilenebilme yeteneğine sahip yalıtımlı
bir prekast blok geliştiriyor.
sansız hava aracı geliştiriyor.
UNIBBLE: Uzmanların seçtiği tamamen doGeenOS: Geen içeren hücreler ile birlikte
GeenEX kiti ve sentetik DNA satışı yapıyor.
ğal, yenilikçi atıştırmalıkları, online üyelik sisUstamdan: Anadolu’da kaybolmaya yüz
temiyle, müşterilerin adresine gönderen bir
tutmuş zanaatların devamlılığını sağlamak
gıda teknolojisi geliştiriyor.
amacıyla oluşturduğu online plotformda, yeREPG: Havanın bağıl nem oranının %100
değerinin altında olmasından faydalanılarak,
rel ustaları müşteri ile buluşturuyor.
elektriğe dayalı güç sağlayan bir elektrik jeAR Pandora: Her türlü inşaat projesinin sunum ve pazarlaması için kullanılabilecek bir
neratörü üretiyor.
itü vakfı dergisi 103
TEKNOKENT DOSYASI
İSO VE İTÜ ARI Teknokent Girişimcilere
“Sanayici Antrenör” Bulacak
İ
stanbul Sanayi Odası (İSO) ve İTÜ ARI
Teknokent, üniversite-sanayi işbirliği ekseninde girişimciliğe yönelik öncü nitelik
taşıyan, stratejik bir ortaklığa imza attı. İSO
Türkiye’de bir ilki gerçekleştirerek, Türkiye’nin en çok başvuru alan öncü kuluçka
merkezi İTÜ Çekirdek’in ana paydaşlarından biri oldu.
Türkiye’deki girişimcilik ekosistemini
güçlendirecek bu işbirliği, sürdürülebilir
inovasyon odaklı firma sayısının artmasına
104 itü vakfı dergisi
yardımcı olacak. İSO ve İTÜ ARI Teknokent,
gerçekleştirdikleri bu ortaklıkla Türkiye’de
üniversite sanayi işbirliğinde bir ilke de öncülük ediyor. Bu stratejik işbirliği sayesinde
yaratıcı fikirlere sahip olan genç girişimcilerle alanında başarılı ve deneyimli sanayiciler düzenli olarak buluşturulacak. ISO ve
İTÜ ARI Teknokent bu proje ile bir anlamda
yolunu bulmaya çalışan genç girişimcilere
sanayicilerden oluşan bir antrenörler takımı
ile fener tutacak.
Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan:
İSO girişimcilerin önünü açıyor
İSO’nun, Türkiye ihracatına katkı sağlayacak, inovasyona dayalı projeleri geliştirmeyi ve büyütmeyi misyon edindiğini
belirten ISO Yönetim Kurulu Başkanı Erdal
Bahçıvan, ITU ARI Teknokent ile sağlanan
ortaklık ile ilgili olarak; “Türkiye’nin en büyük ve en köklü sanayi odası olan İstanbul
Sanayi Odası olarak diğer konulardan farklı
olarak eğitime, üniversite-sanayi işbirliğine
özel bir ilgi göstererek çok büyük bir değer
veriyoruz. Girişimciliğin, küresel yetenek
ve inovasyonun, yarınlarımız için hayati bir
öneme sahip olduğu gerçeği ile hareket
ediyoruz. Kişi başına düşen patent başvuru sayılarının Japonya, Almanya, Güney
Kore gibi ülkelerden 30 kat daha düşük
olduğu ülkemizde, girişimciliği özendirmek ve sanayimizin odağına yerleştirmek
hepimiz için milli bir görev olmalıdır” dedi.
Sözlerine İTÜ Çekirdek Girişimcilik Ekosistemi’nin akademisyen, mentor, girişimci,
sanayici ve yatırımcıyı buluşturmak gibi
çok önemli bir misyona sahip olduğu şeklinde devam eden Bahçıvan şu değerlendirmelerde bulundu:
“2015 yılı itibarıyla İTÜ Çekirdek girişimci başvurularının değerlendirilmesi sürecinde Odamız üyesi sanayicilerimiz de
jüri üyesi olarak yer aldı. Bu süreç, 14 Kasım 2015 tarihinde gerçekleştirilecek İTÜ
Çekirdek’in ‘BigBang’ büyük finalinde belirleyeceğimiz girişimci veya girişimcilere
‘İSO Geleceğin Sanayicisi Ödülü’ verilmesi
ile devam edecek. İTÜ Çekirdek Big Bang
Finalini takiben, yaratıcı fikirlere sahip olan
genç girişimcilerle alanında başarılı ve deneyimli sanayicilerimizi buluşturarak, girişimci ile sanayici arasında adeta bir köprü
vazifesi göreceğiz. ‘İSO Geleceğin Sanayicisi Ödülü’ alan girişimcilerin yanı sıra İTÜ
Çekirdek Ekosistemi’nde bir yıl boyunca
yer almaya hak kazanan diğer girişimcilerimizi de “İSO KOZA” adını verdiğimiz
hızlandırma programı altında bir araya getiriyoruz. Böylelikle, yaratıcı fikirleri; üretim
kültürü ve bilinci eşliğinde üretici sanayicilerle buluşturarak, girişimci - sanayici
eşleşmeleri ile sanayiye yönelik olarak
çalışan girişimcilerimizin üretim ve fabrika
ortamını deneyimlemesinin yanı sıra yaratıcı fikirlerin hayatiyet kazanmasına imkân
sağlayacağız. İşte bu şekilde yaratıcı fikirlerin koza kabuğu içinde kalmayıp, ortaya
çıkarak özgür bir kelebek gibi uçmasının
önünü açacağız. Toplamda 500 bin TL
Girişim Hızlandırma tutarında İstanbul Sanayi Odası’nın katkısını içeren İSO KOZA
Girişim Hızlandırma Modeli ile girişimcilerimize, çalışma stratejilerini geliştirmelerine
katkı sağlayacak olan ‘mentörlük’ desteğini
de vereceğiz.”
Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca: Hedef
2023, Anahtar Kelimeler Girişimcilik ve
İnovasyon
İTÜ’nün 250. yaşını kutlayacağı 2023 yılında dünyanın önde gelen araştırmacı ve
girişimci üniversitelerinden biri olmayı hedeflediğini belirten İTÜ Rektörü Prof. Dr.
Mehmet Karaca ise sağlanan işbirliği ile
ilgili olarak şu değerlendirmede bulundu:
“2023 vizyonumuza ulaşmada inovasyonun ve girişimciliğin önemi çok büyük.
Fikirlere güç veren ve girişimcilere yatırım
yapan İTÜ ARI Teknokent de bu hedeflerimiz doğrultusunda sahip olduğumuz en
önemli mekanizmalardan biri. AR-GE yapan 200’ü aşkın şirket, 6500’den fazla personel ile gurur duyduğumuz bir yapılanma.
Geçen süre zarfında İTÜ ARI Teknokent
pek çok başarıya da imza attı. Ülkeye
inovatif ve ülke ihracatına katkı sağlayan
firmalar kazandırmanın yanı sıra girişimciliğin ülkemizde kurumsallaşması adına
faaliyetler yürüttü. Bugün İTÜ ARI Teknokent, 13. yılında artık farklı bir yola girmiş
durumda. Bu yol, girişimcilik ekosistemini
geliştirmek adına yeni projeler üretmekten
eğitime, yurt dışı iş ağlarını geliştirmekten
fon kullandırımına kadar geniş bir yelpazenin farklı parçalarından oluşuyor. İTÜ ARI
Teknokent içerisinde faaliyete geçen İTÜ
Çekirdek de bu misyonu gerçekleştirme
açısından stratejik bir öneme sahip. Bugüne kadar pek çok proje, kelimenin tam
anlamıyla ‘Çekirdek’ten yetişti’ ve yetişmeye de devam ediyor. Türk sanayisinin en
güçlü temsilcilerinden biri olan İSO ile İTÜ
ARI Teknokent’in gerçekleştirdiği ortaklık
da bu büyük girişimcilik ekosistemine güç
katacak. Öte yandan bu işbirliği, işin özel
sektör-üniversite ayağında örnek teşkil
edecek. Sanayi-üniversite işbirliğini daha
da ilerilere taşıyacak.”
Genel Müdür Kenan Çolpan: ÜniversiteSanayi İşbirliğinin Sağlanmasında
Örnek Model
Türkiye girişimcilik ekosisteminin örnek
projelerinden biri olarak gösterilen İTÜ
Çekirdek’in ISO desteği ile güç kazandığının altını çizen ITU ARI Teknokent Genel
Müdürü Kenan Çolpan ise yaptığı konuşmada “Türkiye’nin en büyük sanayi odası ISO’nun İTÜ Çekirdek’e verdiği destek,
üniversite-sanayi işbirliğinin sağlanmasında örnek model teşkil ediyor. ISO, girişimciliği destekleme yönündeki vizyonu ve bu
yöndeki değerli çalışmaları ile öncü kurum
olma özelliği taşıyor. Teknoparklar arasında büyük bir öneme sahip bu işbirliğinin,
bünyemizdeki birçok girişimciye yeni fırsat
kapıları açacağına inanıyorum. Türkiye’de
ilk örnekleri 2001’de görülen teknoparkların geride bıraktığı 14-15 yıllık serüven
dikkate alındığında, bu alanda çok yeni
ve gelişime çok açık olduğumuz somut
gerçeğinden bahsedebiliriz. Ancak her
geçen gün büyüyoruz. Bugün ülkemizde
teknokent sayısı neredeyse 60’a ulaştı. En
önemlisi de teknokentlerimiz faaliyetlerini
zenginleştiriyor” dedi.
Çolpan ayrıca şu değerlendirmelerde
bulundu:“2012 yılında başlattığımız İTÜ
Çekirdek, hem bir ön kuluçka merkezi,
hem de bir girişimcilik yarışması olarak
çok özel bir misyonu yerine getiriyor. İTÜ
Çekirdek olarak, ‘İyi Girişimler Çekirdekten
Yetişir’ anlayışıyla her yaştan ticarileştirilebilir bir teknoloji fikri ya da projesi olan tüm
girişimcileri destekliyoruz. Ayrıca büyük
potansiyele sahip alanlara özel kategoriler
açarak sektörlerin yeni fikirlerle beslenmesine de ön ayak olmaya çalışıyoruz. Bu
kapsamda geçen senelerde Bulut Bilişim
kategorisini açmış ve büyük ilgi görmüştük.
İTÜ Çekirdek’in bu yılki ‘özel’ kategorisi ise
Otomotiv Teknolojisi oldu. İTÜ Çekirdek’e
her sene farklı dönemlerde girişimciler
başvurabiliyor. Ön etap elemesi sonucunda belirli sayıda girişimciler bir seneliğine
Ön Kuluçka adı verilen sürece kabul ediliyor. Girişimciler profesyonellerden ve akademisyenlerden iş planı hazırlama, pazarlama, sunum gibi toplamda 150 saat süren
girişimcilik hızlandırma eğitimleri alıyor. Ön
Kuluçka’da geçirilen bir sene sonucunda
Big Bang adını verdiğimiz bir yarışma yapıyoruz. İTÜ Çekirdek’te 3 senede toplam 27
firma kuruldu. Bu firmaların pek çoğu artık
kayda değer ihracat rakamlarına ulaşmış
durumda. İTÜ Çekirdek’e ilgi her geçen
sene katlanarak büyüyor. Sadece bu sene
3 bin 900’e yakın başvuru aldık. Böylelikle
İTÜ Çekirdek’e yapılan başvuru sayısı 4 yıl
içerisinde toplamda 6400’e ulaştı…”
CARDTEK Yeni Ürününü New York’ta Tanıttı
Mobil ödemeler konusunda yenilikçi çözümler sunan İTÜ ARI Teknokent
firmalarından Cardtek, Polonya merkezli MasterCard Payment Transaction
Services (Trevica) firmasına HCEXpert ürünü ile hizmet vereceğini Amerika
lansmanıyla duyurdu. Bulut tabanlı bir mobil ödeme plarformu olan HCExpert,
MasterCard Payment Transaction Services firmasının bankacılık müşterilerine,
akıllı telefonlar üzerinden gerçekleştirecekleri HCE tabanlı NFC ödemeleri için
daha güvenli ve kolay bir mobil ödeme hizmeti sunabilmesine olanak sağlayacak.
Üç girişimci tarafından 2001 yılında kurulan, KOSGEB ve İTÜ ARI Teknokent
desteğiyle büyüyen Cardtek, TÜBİTAK destekli AR-GE projeleriyle ürettiği
teknolojiyi, 5 ülkedeki ofislerinden 26 ülkeye ihraç ediyor. 2010 yılında New York
ofisini açan Cardtek, 60’a yakın iş ortağıyla 5 kıtaya hizmet veriyor.
Ödeme dünyası için yazılımdan donanıma çözümler üreten Cardtek (Payment
Processing Services), Deloitte Teknoloji Fast50 2015 programında geçen yılın
ardından bu yıl da Türkiye’nin en hızlı büyüyen birinci teknoloji şirketi seçildi.
itü vakfı dergisi 105
İTÜ'DEN HABERLER
“Hava Taşımacılığı Yönetimi”
Yüksek Lisans Programı’nda Üçüncü Dönem
İ
stanbul Teknik Üniversitesi, Türk Hava
Yolları ve Boeing işbirliği ile 2013 yılında
başlatılmış olan “Hava Taşımacılığı Yönetimi Yüksek Lisans Programı’nın, üçüncü
döneminin ilk dersi, 12 Ekim 2015 Pazartesi günü İTÜ Ayazağa Yerleşkesi Süleyman
Demirel Kültür Merkezi’nde gerçekleşen törenle başladı.
Hava Taşımacılığı Yönetimi yüksek lisans programı yeni döneminin başlangıcı, programa katılan 40 öğrenciyle birlikte
kutlandı. 2013 yılında başlatılan program,
havayollarındaki gelecek vadeden yöneticileri eğitmeyi amaçlıyor. Programa katılan
öğrenciler, havacılık profesyonellerinden
ve mühendislik, işletme, sosyal bilimler ve
hukuk alanında akademik dereceye sahip
kişiler arasından seçildi. Yüksek lisans de-
recesi almaya aday olan katılımcıların havayolu yönetimi, havacılık ekonomisi, havacılık
hukuku ve mevzuata uygunluk yönetiminin
yanı sıra havalimanı planlaması ve yönetimi
konularındaki zorunlu ve seçmeli derslerden
başarıyla geçmeleri gerekiyor.
Programdaki derslerin her biri gerçek
hayatta havayolu şirketi yöneticilerinin karşı karşıya kalabileceği sorunların gerçek
zamanlı çözümünü içeren örnek olay incelemeleri ile desteklendi.
Rektör Karaca “Dünya çapında
bir program haline gelmesini
hedefliyoruz.”
Törenin açılışında konuşan Rektör Prof. Dr.
Mehmet Karaca,“İTÜ, 242 yıllık tarihi birikimi olan ama her zaman yeniliklere açık
Prof. Dr. Mehmet Karaca
106 itü vakfı dergisi
Doç. Dr. Temel Kotil
bir üniversitedir. 2013 yılında başlattığımız
bu program ile marka kuruluşları bir araya getirdik. Ülkemizde ilk defa uygulanan
program sayesinde üniversitemize özel
sektör ile işbirliği yaparak farklı bir vizyon
kazandırdık. Türkiye’de bu alanda İTÜ
dışında katkı sağlayabilecek üst seviyede bir kuruluş ne yazık ki yoktu. Program
sayesinde bu alandaki boşluğu doldurmuş olduk. Dünya çapında bir program
haline gelmesi için de adım adım ilerliyoruz. Yeni dönemde tüm öğrencilerimize
ve akademisyenlerimize başarılar diliyorum.” dedi.
Boeing Türkiye Genel Müdürü – Ülke
Temsilcisi Ayşem Sargın Işıl ise konuşmasında şunları vurguladı: “2013 yılında
başlatılmış olan Hava Taşımacılığı Yük-
Arnavutluk ile İlişkilerin
Geliştirilmesinde
İTÜ’den Bir Adım…
Arnavutluk Cumhuriyeti Başbakanı Edi Rama’ya,
İTÜ’den Fahri Doktor unvanı verildi.
sek Lisans Programı’nın üçüncü döneminin başladığını görmek benim için bir
ayrıcalık. Tüm öğrencilerin programı başarıyla tamamlayarak kariyer hayatlarına
büyük katkıda bulunacak olan Yüksek Lisans diploması almaya hak kazanmasını
dilerim. Boeing, İTÜ ve Türk Hava Yolları
ile birlikte yürütülen bu programın bir parçası olmaktan gurur duyuyor. İnanıyorum
ki bu programa katılan öğrenciler mezun
olduklarında Türk havacılık endüstrisinin
geleceğine değer katacak ve biz Boeing
olarak buna şahit olmaktan memnuniyet
duyacağız.”
İlk Ders Temel Kotil’den
Türk Hava Yolları Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Başkan Vekili Doç. Dr. Temel
Kotil, törendeki konuşmasında “Dünyada en fazla ülkeye ve en yüksek sayıda
uluslararası destinasyona uçan havayolu
unvanına sahip olan Türk Hava Yolları,
tıpkı diğer saygıdeğer program ortaklarımız olan Boeing ve İTÜ gibi bu mükemmel havacılık programına katkıda
bulunmaktan büyük gurur duymaktadır.
Bu başarının devamında, biz uzun vadeli
hedeflerinizi uygulamaya devam ettikçe
bu programın Türkiye havacılığının gelecekteki liderlerinin mesleki yeteneklerine
önemli katkılarda bulunmaya devam edeceğine inanıyorum” dedi.
Bu alanda bölgede bir ilk olan yüksek
lisans programı kapsamında ABD’deki
Massachusetts Institute of Technology,
İngiltere’deki Cranfield University ve Kanada’daki University of British Columbia
ile akademik iş birlikleri de gerçekleştirilmekte olduğunu ifade eden Kotil, programın ilk dersini THY’nin yurt içi ve yurt dışı
faaliyetleri hakkında hazırladığı sunumla
gerçekleştirdi.
Fahri Doktora töreninde (soldan sağa) Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ali Fuat Aydın, Arnavutluk
Cumhuriyeti Başbakanı Edi Rama ve İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca.
İTÜ ile Arnavutluk Cumhuriyeti üniversiteleri
arasında öğrenci ve öğretim üyesi değişimi
konularında işbirliği protokolleri hazırlanmasında ve uygulanmasında önemli girişimlerde ve büyük katkılarda bulunması ve Ülkemiz ile Arnavutluk Cumhuriyeti arasındaki
bilimsel ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesine
yapmış olduğu üstün hizmetler nedeniyle Arnavutluk Cumhuriyeti Başbakanı Edi
Rama’ya Fahri Doktor unvanı verildi. 19
Kasım tarihinde İTÜ SDKM’de gerçekleşen
törende açılış konuşmasını yapan İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca, Arnavutluk
Cumhuriyeti Başbakanı Edi Rama’ya Fahri
Doktor unvanı vermenin onurunu ve mutluluğunu yaşadığını söyledi.
Karaca” Bugün, kökleri 14. Yüzyıla
dayanan eski ve kadim bir dostluğu daha
ileriye taşımak amacıyla burada bulunmaktayız. Tarihi ve sosyal dokusu ile hep etkileşim ve paylaşım içinde olan iki ülkenin
temsilcileri, 1998 yılında da benzer bir tören
için biraraya gelmişti. O zaman Arnavutluk
Cumhurbaşkanı olan Prof. Dr. Rexhep Meidani’nin yoğun madde ve istatistik fizik konularında yapmış olduğu katkılardan dolayı
Fahri Doktor unvanı verilmişti. Ne mutlu bize
ki kardeş ülke Arnavutluk ile ikinci bir fahri doktora töreni için bir aradayız. İTÜ 242
yıllık bir üniversite olarak, uluslararası platformlarda pek çok ülke ve farklı üniversite
ile köklü işbirlikleri içerisinde. Farklı kültürleri tanımak ve tanıtmanın akademik bir zenginlik olduğunu düşünüyorum. Arnavutluk
Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Edi Rama
nezdinde de bu temasların artarak devam
edeceğine inancım tamdır” dedi.
Türkiye ve Arnavutluk Cumhuriyeti
halkları arasında mevcut dostluk, kardeşlik
ve işbirliği ilişkilerinin pekiştirilmesine; ikili,
bölgesel ve uluslararası konular hakkında
kapsamlı görüş alışverişinde bulunulması
amacıyla iki ülke yetkilileri de sık sık temasta bulunuyor. Arnavutluk Cumhuriyeti
Başbakanı Edi Rama ülkesinde de; eğitim, sanat ve spor alanındaki başarılı çalışmaları ile biliniyor.
Edi Rama kimdir?
2005 yılından bu yana, Arnavutluk'un en
büyük muhalefet partisi, Arnavutluk Sosyalist Partisi'nin lideri Edi Rama, 1998-2000
yılları arası Kültür, Gençlik ve Spor Bakanı, 2000-2011 yılları arası Başkent Tiran'ın
Belediye Başkanı olarak görev yaptı.
Rama, 23 Haziran 2013 tarihinde, seçimleri kazandı ve Başbakan olarak görev yapmak üzere atandı. Halen Arnavutluk Cumhuriyeti Başbakanı olarak görev yapan Edi
Rama’nın, Tiran Belediye Başkanı'yken yaşadıklarını anlattığı "Kurban" adlı kitabı da
Türkçe dahil pek çok dile çevrildi.
itü vakfı dergisi 107
İTÜ'DEN HABERLER
Rektör Mehmet Karaca İstanbul
Sanayi Odası’nın Meclis Toplantısında
Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca ve
İTÜ ARI Teknokent CEO’su Kenan
Çolpan 25 Kasım 2015 tarihinde gerçekleştirilen İstanbul Sanayi Odası
(İSO) Meclisi Kasım ayı olağan toplantısına katıldı. İSO Yönetim Kurulu
Başkanı Erdal Bahçıvan’ın başkanlığını yaptığı toplantı, "Yeni Hükümetten,
İstanbul Sanayi Odası'nın Sanayimiz
ve Ekonomimiz Açısından Beklentileri
ve Önerileri” ana gündemi ile gerçekleştirildi. Meclis üyeleri gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Karaca : “İTÜ Çekirdek
Ekosistemi'nde İSO’nun
desteği önemli”
İTÜ Çekirdek Girişimcilik Ekosistemi
adı altında işbirliği içerisinde olduğu
İSO’nun meclis toplantısında davetli konuşmacı olan Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca
konuşmasında, 242 yıllık bir kurum olan
İTÜ’nün geçmişten bugüne ülkemizin modernleşmesine yaptığı katkılardan
dolayı gurur duyduklarını söyledi.
Rektör Mehmet Karaca,
Karaca üniversitelerin bilgi ürettiğini
İSO Yönetim Kurulu Başkanı
Erdal Bahçıvan ve
ancak sanayicilerin bu bilgiyi ürüne
İTÜ Arı Teknokent Genel
dönüştürdüğünü kaydetti. İSO’nun
Müdürü Kenan Çolpan.
katkısının İTÜ Çekirdek Girişimcilik
Ekosistemi’nin marka değerini yükselttiğinin altını çizen İTÜ Rektörü
Karaca, uluslararası anlamda da kuluçka merkezleri arasında şampiyonlar ligi seviyesine çıktıklarını belirtti.
Bundan sonraki dönemde tematik
teknokentlere yoğunlaşacakları bilgisini veren Karaca, Enerji Teknokenti
kurduklarını ve Deniz Teknokenti için
de çalışmalarını sürdürdüklerini söyledi.
TRD Bİotek ve Vivosens
Biyosensör Girişimcileri Kürsü’de
İTÜ Çekirdek BigBang 2015 finalistlerinden olan ve İSO Geleceğin
Sanayicisi Ödüllerinden 50.000 TL
değerindeki ödülü kazanan TRD Biotek’ten Doç Dr. Özge Çelik de Türkiye’nin ilk yüksek teknolojili tohum
üretim firmasını hakkında meclis üyelerine bilgi verdi. İSO Geleceğin Sanayicisi Büyük Ödülü’nü kazanarak
150.000 TL’lik para ödülünü kazanan
Vivosens Biyosensör projesinden
Miray Tunay ise İSO’ya desteğinden
ötürü teşekkür etti.
Doç. Dr. Zeynep Günay ISOCARP Türkiye Milli Delegasyon Başkanı
İTÜ Şehir ve Bölge Planlama Öğretim
Üyesi Doç. Dr. Zeynep Günay, International Society of City and Regional Planners
(ISoCaRP)’ın Türkiye Milli Delegasyon
başkanı seçildi.
Farklı ülkelerden çok sayıda şehir
plancısını, bir araya getiren ISOCARP
(Uluslararası Şehir ve Bölge Plancıları
Birliği)’nin Türkiye Milli Delegasyon başkanlığına Doç. Dr. Zeynep Günay seçildi.
Planlama konusunda uluslararası düzeyde araştırmaların paylaşımı, geliştirilmesi,
farkındalık yaratılması ve tüm paydaşlar
108 itü vakfı dergisi
arasında iletişimin sağlanmasını amaçlayan örgüt, 1965
yılında Hollanda’da kuruldu.
Planlama politikaları, uygulamaları ve yöntemleri üzerine
kongreler, sergiler, atölyeler
ve yarışmalar düzenleyen
ISOCARP, “Daha İyi Kentler
İçin Birikim” mottosu ile şehir ve bölge plancılarının en
önemli sivil toplum örgütüdür.
Kentsel koruma kuram ve politikaları,
eleştirel miras çalışmaları, kentsel dönü-
şüm, kentsel sistemlerin dönüşümü, uluslararası kentleşme
trendleri ve tehditleri konularında çalışmalar yürüten Doç.
Dr. Zeynep Günay, 2008 yılından beri burslu olarak çeşitli
uluslararası atölyelerde ve
projelerde görev alıyor. 2012
ve 2014 yıllarında Milli Delege
ve Büro Temsilcisi olarak ISOCARP bünyesinde bulunan Günay, 2015’te
3 yıllığına ISOCARP Türkiye Milli Delegasyon Başkanı olarak seçildi.
İTÜ, Türkiye İnovasyon Haftası’na
7 marka ve 14 proje ile katıldı
Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) tarafından, inovasyonun önemini anlatmak ve
inovatif çalışmaları desteklemek amacıyla
2013 yılından beri düzenlenen “Türkiye
İnovasyon Haftası” 3-5 Aralık tarihlerinde
İstanbul Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi.
İTÜ, Türkiye İnovasyon Fuarı’nda, 7
markası ve çeşitli konulardaki 14 proje ile
birlikte yerini aldı.
T.C. Ekonomi Bakanlığının destekleriyle oluşturulan etkinlikte, Dünyada ve Türkiye'de fark yaratan uluslararası profesyoneller, sanayiciler, akademisyenler ve
üniversite öğrencilerinin bir araya geldi.
Türkiye İnovasyon Fuarı’nda, İTÜ, 7
markası ve çeşitli konulardaki 14 proje ile
birlikte yerini aldı. İTÜ standına ilgi büyüktü. Fuarda, İTÜ standını ziyaret eden
Ekonomi Bakanı Mustafa Elitaş, projeleri
hakkında detaylı bilgi aldı.
Girişimcilik ve inovasyon kültürünü ülkemiz geneline yayma vizyonu doğrultusunda hareket eden İTÜ ve iştirakleri İTÜ
ARI Teknokent ve İTÜ INNOVA TTO olarak
Türkiye İnovasyon Haftası kapsamında
katılımcılarla deneyimlerini paylaştı.
İTÜ’nün akademisyenleri tarafından
geliştirilen ve güvenlik konusunda hizmet veren İnsansız Hava Aracı, farklı
disiplinlerin biraraya gelerek ürettiği ve
vücudun terlemesi ile birlikte ortaya çıkan teri toplayan ve lacticasiti miktarını
hızlıca ölçümleyen biyosensör, Orman
Genel Müdürlüğü ve İTÜ’nün ortak işbirliğinde yürütülen ve orman kaynağının
teknolojinin sağladığı araçlarla etkin ve
hızlı kullanılacağı ORBİS projesi, tek şarj
ile 9 TL’ye 400 kilometre yol giden elektrikli minibüs fuarda yer alan projelerden
bazıları…
Fuarda yer alan diğer İTÜ projeleri:
1 Kuax, İnteraktif dijital vitrin uygulaması ile kişinin hareketini algılayan ve
ürün bilgisi verebilen geleceğin alışveriş mağazalarının vitrinlerini tasarlanmaktadır.
2 Hangar, artırılmış gerçeklik, görüntü
işleme, kapalı ve açık mekân konum
servisleri
(indoor-outdoorlocation)
teknolojileri ile kurumsal yazılımların
üretileceği, V-Sight Giyilebilir Cihazlar
için İş Uygulamaları Platformu’nu geliştirmektedir.
3 ACL Teslim, e-ticaret sitelerine ve diğer kurumsal ve bireysel kullanıcılara
uygun ve esnek hızlı teslimat avantajı
ve talep bazlı online kurye pazaryeri
hizmeti sunuyor
4 Fusion 3DS, Fusion 3D Systems başta
kuyumculuk sektörü olmak üzere yüksek çözünürlük ve hıza ihtiyaç duyan
profesyonel sektörlere çözüm üreten
üç boyutlu yazıcı projesidir.
5 IUGO, bir donanım ve bu donanımdan
aldığımız verilerden beslenen algoritmalar oluşturarak daha akıllı, tasarruflu ve güvenli sürüş deneyimi sağlamak.
6 Maxwell, MX8 platformu yağmur, toz
ve -30 dereceye varan soğuklarda görev yapabilme gibi eşsiz özellikleriyle
endüstri, arama kurtarma ve askeri
personelin gökyüzündeki gözüdür
7 Pandora, Pandora, mimari maketlere
alternatif olarak geliştirilen bir arttırılmış gerçeklik uygulamasıdır. Amacı,
inşaat ve mimarlık sektörlerinde kullanılan maketlere alternatif olarak maliyeti daha düşük, daha fonksiyonel ve
mobil cihazlar aracılığıyla daha geniş
kitlelere ulaşan çözümler üretmektir.
8 Anlatsın.com, platform, 18-30 yaş
aralığındaki kişilerin kariyer tercihlerini
daha sağlıklı yapabilmeleri için, adaylara ulaşmak isteyen şirketlere yeni ve
farklı bir kanal, adaylara ise marka algılarını güçlendirecek bir sistem sunmaktadır.
9 Greencoat,GreenCoat, her yüzeyde
kullanıma uygun, ısı ve ses yalıtımlı
üzerinde topraksız bitki yetişen yüzey
kaplama malzemesidir. Estetiktir, ekolojiktir, sürdürülebilirdir ve yapıyı korur.
10 RolloUp, Sosyal içerik oyunlaştırma
platformudur.
itü vakfı dergisi 109
İTÜ'DEN HABERLER
Doktora Öğrencisi Bükra Kalaycı’ya
“GreenTalents” Ödülü
İTÜ Tekstil Mühendisliği Bölümü doktora
öğrencisi Bükra Kalaycı, Almanya’da katıldığı “GreenTalents” bilim forumunda ödüle layık görülen ilk Türk Tekstil Mühendisi
oldu.
Almanya Federal Eğitim ve Araştırma
Bakanlığı tarafından bu yıl 7.’si düzenlenen “GreenTalents - Sürdürülebilir Gelişme
Alanında Uluslararası Yüksek Potansiyeller
Forumu”na katılan Bükra Kalaycı, çok sayıda araştırmacı arasından seçilerek ödül
aldı. Dünyanın dört bir yanından başvuran
ve sürdürülebilirliği amaç edinmiş çok sayıda araştırmacının başvurduğu forumda,
toplamda 26 proje ödüllendirildi. GreenTalent Bilim Forumu kapsamında, Bükra Kalaycı Prof. Dr. Cevza Candan’ın tez danışmanlığında yürüttüğü “”AB’nin Sürdürülebilir
Geleceği İçin Endüstriyel Ecology: Yeşil ve
Rekabetçi Bir Endüstri İçin Sürdürülebilir
Üretim ve Tüketim Politikaları” başlıklı çalışmasıyla ödül aldı.
Jean Monnet bursu kapsamında İtalya
Benecon Araştırma Merkezi’nde master
eğitimine devam eden Kalaycı, tekstil ve
hazır giyim ürünlerinin yaşam döngülerinde meydana gelen çevresel ve sosyal
etkileri analiz ederek, sürdürülebilir ekonomi hedefi için yeşil iş modellerini inceliyor. Kalaycı GreenTalent Bilim Forumunda
kazandığı ödül kapsamında Berlin Teknik
Üniversitesi’nde 2016 yılı içinde kısa dönemli araştırma bursu kazandı.
Ford'un “Sürüş Akademisi Eğitimi” İTÜ’de Yapıldı
3,5 saat süren ve 4 aşamadan oluşan
programda, direksiyon başında SMS
atma ve fotoğraf çekme gibi dikkat dağıtıcı davranışların ve alkollü araç kullanımının tehlikeleri de uygulamalı olarak
gösterildi.
İTÜ, Ford Motor Company'nin 2003 yılında Amerika'da geliştirdiği güvenli sürüş
eğitim projesi olan "Ford Sürüş Akademisi" (Ford Driving Skills For Life) etkinliğine ev sahipliği yaptı.
Türkiye’de bu kapsamda ücretsiz
sunulan ilk eğitim olarak öne çıkan Ford
Sürüş Akademisi, 5-7 Kasım tarihleri arasında İTÜ Vakfı’nın da katkılarıyla
Ayazağa Yerleşkesinde gerçekleşti. Etkinlikte, 18-24 yaş aralığındaki 300’den
fazla öğrenci Ford Sürüş Akademisi eğitimlerini aldı.
110 itü vakfı dergisi
Castrol Ford Team Türkiye şampiyon
pilotu Murat Bostancı İTÜ’deydi
Türkiye’nin en önemli motor sporları simgelerinden biri olan Castrol Ford Team
Türkiye’nin şampiyon pilotu Murat Bostancı ve ekibi tarafından sürüş teknikleri
eğitimi verildi. Türkiye tarihinde ilk defa
Avrupa Ralli Kupası’nı kazanarak tarihe
geçen Murat Bostancı, Ford Sürüş Akademisi kapsamında sürüş tecrübelerini
ve bilgilerini İTÜ’lü genç sürücülerle paylaştı. Ford Sürüş Akademisi eğitimine katılan gençlerin neredeyse hepsi, eğitim
sonrasında kendilerine güvenlerinin arttığını ve programı arkadaşlarına tavsiye
ettiklerini belirtti.
Avrupa'da, 18-24 yaş arası gençlerin
birinci ölüm nedeninin trafik kazası olması nedeniyle, Ford Sürüş Akademisi’nde;
tehlike tanıma, direksiyon hâkimiyeti, hız
ve mesafe yönetimi gibi beceri geliştirme
eğitimleri hem teorik hem de uygulamalı
olarak verildi. Türkiye’yle birlikte ilk kez
Danimarka ve Hollanda’da da uygulanacak olan proje; halen Belçika, Fransa, Almanya, İtalya, Romanya, Rusya, İspanya
ve Birleşik Krallık ’ta devam ediyor.
Doktora Öğrencisi Zeliha Güler’e
“Genç Araştırmacı” Ödülü
İTÜ Nano-Bilim ve Nano-Mühendislik
Programı doktora öğrencisi Zeliha Güler,
19-21 Kasım 2015 tarihlerinde Romanya'da düzenlenen “EHB 2015” kapsamında yaptığı sunum ile “Genç Araştırmacı”
dalında ikincilik ödülü aldı.
“5th Edition of the International Conference on e-Health and Bioengineering
(EHB)” Romanya Tıbbi Biyomühendislik
Topluluğu ve Grigore T. Popa University
of Medicine and Pharmacy tarafından
Romanya’nın Iasi kentinde düzenlendi.
Konferansa, Prof. Dr. A. Sezai Saraç’ın danışmanlığında yürüttüğü "BMP-2 immobilized PCL/PANA Nanofibers for Bone Tissue Engineering" çalışmasıyla katılan ve
sözlü sunum yapan Zeliha Güler, “IEEE
International E-Health and Bioenginee-
II. Kıyı ve Deniz Jeolojisi
Sempozyumu İTÜ’de Yapıldı
II. Kıyı ve Deniz Jeolojisi Sempozyumu
ve IODP ECORD Toplantısı, 15-16 Ekim
2015 tarihlerinde İTÜ Maden Fakültesi’nde gerçekleştirildi.
Sempozyum, TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, İTÜ Jeoloji
Mühendisliği Bölümü, İÜ Deniz Bilimleri
İşletmeciliği Enstitüsü, EMCOL, TÜBİTAKMAM, MTA, Türkiye Petrolleri (TP), IODP
(Okyanus Keşif Programı) ve ECORD
(European Consortium for Ocean Research Drilling) kurumları işbirliği ile düzenlendi.
İÜ Deniz Bilimleri İşletmeciliği Enstitüsü, TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası
İstanbul Şubesi, İstanbul Teknik Üniver-
sitesi Maden Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü ve EMCOL, Türkiye Bilimsel
ve Teknolojik Araştırma Kurumu Marmara
Araştırma Merkezi (TÜBİTAK MAM), Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü
(MTA), Türkiye Petrolleri (TP), IODP (Okyanus Keşif Programı) ve ECORD (European Consortium for Ocean Research
Drilling) kurumları tarafından organize
edilen sempozyumun açılış konuşmaları;
Prof. Dr. Namık Çağatay, TMMOB Jeoloji
Mühendisleri Odası Genel Başkanı Hüseyin Alan, MTA Genel Müdürü Yusuf Ziya
Coşar, IODP Başkanı Gilbert Camoin ve
İTÜ Rektörü Mehmet Karaca tarafından
yapıldı.
ring” bilimsel komitesi tarafından “Genç
Araştırmacı” dalında ikincilik ödülüne layık görüldü.
İTÜ Jeoloji Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Namık Çağatay ve İÜ Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü Öğretim
Üyesi Doç. Dr. Erol Sarı’nın başkanlığını
üstlendiği Sempozyum, Prof. Dr. Şükrü
Beşiktepe’ nin “Türkiye Deniz Araştırma
Programı ve Stratejisi: Deniz Jeolojisi ve
Jeofiziği” başlıklı sunumuyla başladı. Bu
konuşmanın ardından IODP ve ECORD
sunumları gerçekleştirildi. Okyanus ve
denizlerdeki jeolojik süreçleri, derin sondajlar (5-6 km) yaparak araştıran ve 46
farklı ülkenin üye olduğu uluslararası
bu iki kurum (IODP ve ECORD), yaptığı
çalışmaları 10 farklı sunumla Türk Bilim
adamlarıyla paylaştı. Kurum yetkilileri
Türkiye’nin de bu organizasyonlarda yer
almasının önemini dile getirdi. Sempozyuma; Türkiye’de deniz jeolojisi ve jeofiziği araştırmaları yapan İTÜ-EMCOL, İÜ
Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü,
ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü, Dokuz
Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü ve MTA gibi kurumlar
çalışmalarını, IODP ve ECORD yetkililerine tanıttı.
Sempozyumun ikinci günü iki ayrı salonda eş zamanlı olarak; “Denizlerde Doğal Afetler: Aktif Faylar, Depremler, Sualtı
Heyelanları ve Tsunami”, “Deniz Çökellerinde Kirlilik ve Kirlilik Tarihçesi”, “Denizlerin Cansız Kaynakları: Hidrokarbonlar,
Endüstriyel Ham Maddeler ve Metaller”,
“Paleo-Oşinografi ve Paleo-İklim”, “Kıyı
Mühendisliğinde Zemin, Türkiye Denizlerinin Oluşumu ve Jeolojik Evrimi” oturumlarında toplam 60 sunum yapıldı. Sempozyuma birçok üniversiteden, kamu kurum
ve kuruluşlardan, sivil toplum örgütlerinden ve özel sektörden yaklaşık 400 kişi
katıldı.
itü vakfı dergisi 111
İTÜ'DEN HABERLER
GİNOVA Global Girişimcilik
Haftası’na 5 Etkinlikle Katıldı
İTÜ GİNOVA, her yıl dünya genelinde kutlanan
Global Girişimcilik Haftası’na (GGH), düzenlediği 5 etkinlikle katıldı. Bu sene 16-22 Kasım
tarihlerinde kutlanan olan GGH kapsamındaki
etkinlikler, girişimciliğe ilgi duyan tüm öğrencilerimizin katılımına açık olarak düzenlendi.
İTÜ GİNOVA’nın GGH kapsamındaki ilk
etkinliği “GGH Global Etkinlik” adı altında 17
Kasım Salı günü gerçekleşti. Etkinlikte, Penn
State ve Middlesex üniversitelerinde gerçekleşen “Dijital Ekonomi ve Girişimcilik Online
Konferansı”, canlı yayınla 14.15-16.00 saatleri
arasında İTÜ’lülerle buluştu.
Global etkinliğin ardından, 18 Kasım Çarşamba günü, GGH Kadın Günü çerçevesinde “Teknoloji Girişimciliği’nde Kadın Olmak”
etkinliği düzenlendi. 10.45-13.45 saatleri
arasında gerçekleşen etkinlik kapsamında
öncelikle “İş Dünyasında Toplumsal Cinsiyet
Eşitsizlikleri” ve “Girişimcilik Dünyasında Kadınlar” başlıklı konuşmalar yapıldı, ardından
Kadın Girişimci Olmanın Zorlukları adlı atölye
çalışması düzenlendi.
İTÜ GİNOVA’nın GGH etkinliklerinin bir
diğer ise 19 Kasım Perşembe günü 18.30 –
20.00 saatleri arasında gerçekleşen “Girişim
Sineması”. Yaklaşık bir aydır gerçekleşmekte
olan “Girişim Sineması” kapsamında GGH’ye
özel gösterimle, Facebook’un kurucusu Mark
Zuckerberrg’in hikâyesine odaklanan “The
Social Network” filmi izleyiciyle buluştu.
GGH, bu yıl dünya genelinde 16-22 Kasım tarihleri arasında kutlansa da, bu haftanın
dışında gerçekleşen etkinlikler de GGH kap-
“90 Saniyede Sunum” Yarışması
İTÜ öğrencilerini girişimcilik konusunda cesaretlendiren ve yol gösteren İTÜ GİNOVA,
öğrencilerin katıldığı bir sunum yarışması
düzenledi. Bu yıl ilk kez düzenlenen yarışmada katılımcı öğrencilerden 90 saniye
içinde, ana hatlarıyla kısa bir sunum yapmaları istendi. 23-24 Kasım 2015 tarihlerinde
düzenlenen yarışmada birinciliği
paylaşan iki öğrenciye Iphone 6s
telefon hediye edildi.
İTÜ öğrencilerinin 90 saniyede
fikirlerini katılımcıların ve jüri üyelerinin önünde sunarak, sunum ve
topluluğa hitap yeteneklerini geliştirmelerini hedefleyen yarışmaya, öğrenciler yoğun ilgi gösterdi.
Index Grup ve MeanderConsul-
112 itü vakfı dergisi
ting’in sponsorluğunun yanı sıra İTÜ Girişim
Kulübü, IAESTE ve YoungEntrepreneurs’ın
desteği ile düzenlenen yarışmada, katılımcılardan, “Ben kimim? Hangi sorunu çözmek
istiyorum? Çözüm fikrim nedir?” başlıklarıyla
90 saniye içinde 150-200 kelimeyi aşmayacak şekilde bir sunum yapması istendi.
samında değerlendirilmekte. 23 Kasım Pazartesi günü 18.30 – 21.30 saatleri arasında
düzenlenen “İTÜ GİNOVA Sunum Atölyesi”
bu kapsamda, GGH etkinlikleri arasında yer
aldı. Sunum atölyesinde, katılımcılar öncelikle
“Kısa Sunum İçerik Eğitimi” ve “İkna Edici Bir
Sunum İçin Gerekli Öğeler” başlıklı konuşmalarla etkili sunum teknikleri konusunda bilgi
edindi, ardından, bir sonraki gün gerçekleşecek olan sunum yarışmasına katılacak öğrencilerin seçimi yapıldı.
İTÜ GİNOVA’nın GGH kapsamındaki bu
yıl gerçekleştireceği son etkinlik 24 Kasım Salı
günü düzenlenen “İTÜ GİNOVA Sunum Yarışması”ydı. Sunum atölyesine katılan öğrenciler
arasından seçilen 42 kişinin, 90 saniyede sunumlarını yapması üzerine kurgulanan etkinlik, 18.30 – 21.15 saatleri arasında gerçekleşti. Etkinlik sonunda en başarılı iki sunumu
gerçekleştiren öğrencilerimiz Iphone 6s’in
sahibi oldu.
Yarışmanın ilk gününde, öğrencilere MeanderConsulting Kurucu Ortağı Özkan Zere
ve İTÜ GİNOVA Müdür Yardımcısı Dr. Zeynep Erden Bayazıt tarafından sunum becerileri üzerine eğitim verildi. Eğitimin ardından
öğrenciler, 90 saniye içinde özgün fikirlerini
jüri üyelerine ve diğer öğrencilere anlatarak,
finale kalmak için yarıştı.
Yarışmanın ikinci gününde ise finale kalan 42 öğrenci; Index Grup Yönetim Kurulu
Başkanı Erol Bilecik, MeanderConsulting Kurucu Ortağı Özkan Zere
ve İTÜ GİNOVA Müdür Yardımcısı
Zeynep Erden Bayazıt’tan oluşan
jüriye, diğer finalistlere ve izleyicilere sunum yaptı. Jüri değerlendirmeleri ve oylamalar sonucunda,
sunumda başarılı olan öğrencilerimiz Şeyda Yaşar ve Tugay Alyıldız
birinciliği paylaştı.
Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği
Bölümü öğrencisi Mert Yiğit Aladağ, “GE
‘Lider Olmaya Hazır Mısın?’ (DaretoLead)
Liderlik Atölyesini ilk duyduğum zaman
öncelikle büyük bir merak ve heyecan içerisine girdim. Bu konu hakkında yol gösteren, bilgi sahibi olan birilerinin önderliğinde
neler yapabileceğimi öğrenmeyi gerçekten
çok istiyordum. Bu liderlik atölyesi öncelikle liderlik konusunda kendi potansiyelimi
görmemi sağladı. Bunun dışında takım
çalışmasının ne kadar önemli olduğunu,
bu sayede zor görünen şeylerin ne kadar
kolay çözülebileceğini fark ettim. Çok sıra
dışı bir deneyimdi” dedi.
Lider Olmaya Hazır mısın?
İTÜ GİNOVA ve General Electric(GE) işbirliği ile “Lider Olmaya Hazır Mısın?” atölyesi
düzenlendi. Öğrencilerin liderlik becerilerini değerlendirme ve bu becerileri ile ilgili
kendilerine yol haritası çizme yetkinliği kazanmaları için düzenlenen atölyeye 32 İTÜ
öğrencisi katıldı.
25 Kasım 2015 tarihinde GE Türkiye
İnovasyon Merkezi’nde gerçekleşen atölyede geleceğin liderleri olarak karşılaşacakları zorluklar ve değerlendirmeleri
gereken fırsatlar konusunda eğitimler verildi. Atölye kapsamındaki eğitimler; GE
eğitmenleri, üst düzey yöneticiler ve insan
kaynakları yöneticileri tarafından verildi.
Liderlik atölyesinde, genç yeteneklerin içlerindeki liderlik ruhunu keşfetmeleri sağ-
landı. Atölyeye başvuru yapan 2. ve 3.
sınıf öğrencileri arasından not ortalaması,
İngilizce düzeyi ve “#LiderOlmayaHazırım”
etiketi ile gönderdikleri mesajlar değerlendirilerek 32 öğrenci belirlendi ve bu kariyer
kampına katılma fırsatı yakaladı.
Bir günlük kariyer kampında katılımcılar, liderlik yönlerini keşfedecekleri stratejik
oyunlar, kariyer fırsatlarını öğrenebilecekleri ve kendi kariyer yollarını belirleyecekleri
etkinlikler ile interaktif konuşmalar ve daha
birçok farklı deneyimi bir arada yaşadılar.
“Liderlik Konusunda Potansiyelimi
Gördüm”
Profesyonel hayata hazırlık sürecinde
önemli bir adım atan öğrencilerimizden
“Geleceğimle İlgili Daha Net Planlarım
Var Artık”
Endüstri Mühendisliği Bölümü öğrencisi
Merve Kurt, “Dünya çapında tanınan, küresel ve geleneksel yönetim biçiminden
farklılaşmış bir şirketin, yeni dünyaya açılan
liderlerin özelliklerini öğretiyor olması beni
çok heyecanlandırdı ve hemen katılmak istedim. Gün boyu gerçekleşen aktivitelerin
tamamı çok heyecan vericiydi. Bu aktiviteler süresince kendi potansiyelimi ve neler
yapabileceğimi gördüm. İleride beni yönlendirecek adımları netleştirebildim, geleceğimle ilgili daha net planlar yapabildim.
Bu atölye, takım çalışmasını, takım lideri olmanın gerektirdiği özellikleri öğretti. Benim
için çok değerli olan bu fırsatı yakalamış olmaktan büyük mutluluk duyuyorum.” dedi.
Yetenekli öğrencilerin liderlik yönlerini keşfetmeleri ve içlerindeki potansiyeli fark etmeleri adına böyle bir işbirliğine gittiklerini
belirten İTÜ GİNOVA Müdürü Prof. Dr. Şebnem Burnaz, bu tür atölyelerin yaygınlaştırılmasını ve daha fazla sayıda öğrencinin
bu imkândan faydalanması gerektiğini vurguladı. Burnaz, İTÜ GİNOVA olarak geleceğin liderleri olma yolundaki öğrencilerin
her zaman yanında olacaklarını söyledi.
GE Türkiye Üniversite İlişkileri Lideri
Ruhan Temeltaş ise , “Geleceğin iş dünyasını algıları açık, kendini yetiştirmiş genç
liderler yönetecek. Bu içgörü ile gerçekleştirdiğimiz atölyeye katılan öğrencilerimizin
tüm programı büyük bir heyecan ve ilgi ile
takip ettiğini gördük. Genç yeteneklerin
liderlik konusunda cesaretlenmelerinde
ilham kaynağı olmak bizlere gurur veriyor.
Bu yaklaşım ile MENAT bölgesinde ilk kez
Türkiye’de İTÜ GİNOVA işbirliğinde gerçekleştirmiş olmaktan mutluluk duyuyoruz”
dedi.
itü vakfı dergisi 113
İTÜ'DEN HABERLER
Sürdürülebilir Şehirler,
İTÜ’de Konuşuldu
karbon ayak izini azaltma, ekolojik ve estetik bütünlük gibi birçok alanda çalışma
yapıyoruz. Bize bu konularda destek veren WRI Türkiye’ye ve Evonik firmasına bir
kez daha teşekkür ediyorum.”
Daha yeşil ve daha nitelikli bir dünyada yaşamak için çözüm önerilerinin
görüşüldüğü ve yapılan çalışmaların sunulduğu böyle bir toplantıya ev sahipliği
yapmaktan büyük mutluluk duyduğunu
belirten Karaca, İTÜ Ailesi olarak bu konuda üstlerine düşen görevleri yapmaya her
zaman hazır olduklarını söyledi.
Dünya Sürdürülebilir, İklim Korunabilir
Dünyayı sürdürülebilir hale getirirken, iklimin de korunabileceğini belirten WRI
Global Direktörü Ani Dasgupta, şehirlerin
ve iklimin ilk kez küresel bir müzakerenin
parçası olduğunu vurguladı. Dünya nüfusunun yarısının şehirlerde yaşadığının
altını çizen Dasgupta, “ Büyük nüfusların
yaşadığı yerler olan şehirleri daha yaşanabilir kılmak çok önemli. Bu çalışmaları
yaparken iklimi de korumak gerekli. Dünyada bununla ilgili örnekler var” dedi.
Akıllı şehirler, akıllı ulaşım sistemleri, şehirlerin ihtiyaçlarına yönelik entegre çözümler… Sürdürülebilir ve yaşanabilir bir dünya
yaratmak için uzmanlar İTÜ’de buluştu.
WRI Türkiye’nin bu yıl üçüncüsünü
düzenlediği “Sürdürülebilir Şehirler Sempozyumu” üniversitemiz ev sahipliğinde
gerçekleşti. 19-20 Kasım tarihlerinde Ayazağa Yerleşkesi, Süleyman Demirel Kültür
Merkezi’nde düzenlenen etkinliğe, dünyanın farklı şehirlerinden uzman ve kent yöneticileri katıldı.
İTÜ’nün “Yeşil Kampüs” projesi kapsamında yapılan çalışmalar nedeniyle ev
sahipliği yaptığı sempozyumun bu yılki
ana teması “Daha Akıllı Şehirler ve Enerji Verimliliği” oldu. İki gün boyunca çeşitli
oturum, panel ve sunumların gerçekleştiği
sempozyumda; kentlerin ulaşım sorunlarına çözümler aranırken, yönetim ve yaşam
biçimi ile iklim dostu bir dünya yaratılması için projeler sunuldu. Dünyada ki farklı
şehirlerin sürdürülebilirlik çalışmaları hakkında örneklerin de sunulduğu sempozyumda yerel olarak uyarlanmış çözümlerin
yaratılması gerektiği vurgulandı.
Dünya Yeşilden Griye Dönüyor
Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, dünyada
yeşilden griye doğru geçişin olduğu bir
114 itü vakfı dergisi
dönemin yaşandığına dikkat çektiği konuşmasında,
çevre sorunlarından bir
kurumun ya da kuruluşun
değil, bütün insanlığın sorumlu olduğunu vurguladı.
Mekânların insanın kişiliğini ve kimliğini yansıttığını
söyleyen Karaca, “Üniversitemizde Yeşil Kampüs
projesi ile doğaya ve insana saygı gösteren bir anlayışı benimsiyoruz. Kampüs
içindeki doğal hayatı koruyarak kısa ve
uzun vadeli bir yapılandırma projesi başlattık. Bu kapsamda geri dönüşüm bilinci
kazandırma, bisiklet ve yürüyüş yolları ile
Yeşil Kampüs Projesi Sunuldu
Sempozyum kapsamında “İTÜ Yeşil Kampüs” projesi tanıtıldı. Son üç yıldır yapılan
çalışmaların yer aldığı sunum İTÜ Yapı
İşleri ve Teknik Daire Başkanı Sis Alkan
tarafından gerçekleştirildi. Yeşil Kampüs
çalışmaları kapsamında, kampüs sakinlerine geri dönüşüm bilinci kazandırılması,
kampüsün doğal ortamının korunması,
engelsiz ve spor ile iç içe bir bisiklet kenti oluşturulması hedeflendi. Sürdürülebilir
bir yaşam kültürünün hakim olduğu, ekolojik ve estetik kimliği olan,
nitelikli peyzaj anlayışı
benimsenen, yaşayan bir
kampüs oluşturma yönündeki çalışmalar anlatıldı.
Sempozyum
kapsamında, “Kent İçi Ulaşımda
Enerji Verimliliği ve İklim
Değişikliğine Etkileri”, “Yaşanabilir Şehirler İçin Ulaştırma Çözümleri” ve “Tasarım Yoluyla Daha Güvenli
Şehirler” başlıkları ile ilgili çok sayıda oturum düzenlendi. Dünya şehirlerinin örnek
projelerinin sunulduğu sempozyuma çok
sayıda katılım oldu. Ayrıca sempozyum
konu ile ilgilenen ve katılım sağlayamayan
kişiler için canlı yayın ile paylaşıldı.
Denizcilik Fakültesi’nin
Geleneksel Balık Günü Kutlandı
Türk denizcilik eğitiminin 131. ve İTÜ Denizcilik Fakültesi (İTÜDF)'nin 23'üncü kuruluş yılı dolayısıyla düzenlenen Geleneksel
Balık Günü coşkuyla kutlandı.
İTÜ Denizcilik Fakültesi Mezunlar Derneği (DEFAMED) ve İTÜ Denizcilik Fakültesi
işbirliği ile 12 Aralık 2015 tarihinde gerekleştirilen Geleneksel Balık Günü’nde Denizcilik
Fakültesi mezunları bir araya geldi.
Türk Denizciliğine İTÜ’den Anlamlı Destek
Boru-trampet takımı eşliğindeki törenle
başlayan etkinliğe, Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, Ulaştırma ve Denizcilik Baka-
nı Binali Yıldırım, bürokratlar ve misafirler
katıldı. Törenden önce sergi alanını ziyaret
eden Bakan Yıldırım, bütün stantları tek tek
gezdi ve öğrencilerle muhabbet etti. Yıldırım'ın en fazla dikkatini çeken stant ise İTÜ
Denizcilik Fakültesi öğrencilerinin yaptığı kendi kendine yönünü tayin edebilen
"İnsansız Su Üstü Aracı" oldu. Aracı uzun
süre inceleyen Yıldırım, öğrencilere çeşitli
sorular yöneltti.
Törende ilk konuşmayı Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Oğuz Salim Söğüt gerçekleştirdi. Söğüt konuşmasında, “Yüksek
Denizcilik Okulu ve İTÜ Denizcilik Fakültesi; geleneksel değerlerine, milli ve manevi
değerlerine, Cumhuriyet değerlerine, Atatürk'ün ilke ve inkılaplarına bağlı, bayrak ve
millet sevgisiyle dolu nesiller yetiştirmektedir. İTÜ Denizcilik Fakültesi olarak bu değerleri her zaman muhafaza edeceğiz” dedi.
Genel Zabit, 4. Sınıf öğrencisi Baturay
Özdemir konuşmasında “Bizim adımız İTÜ
Denizcilik Fakültesi, soyadımız Yüksek Denizcilik Okulu’dur. Lumbarağzından adım
attığımız ilk dakikadan beri, bu büyük ailenin bir üyesi olmanın gururunu taşıyoruz.
131 yıllık soyağacımız her geçtiğimiz yıl
köklerini salmaya devam etmektedir” dedi.
Rektör Karaca: “Başarılarınız ile gurur
duyuyoruz.”
İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca ise
konuşmasına, denizcilik fakültesinin tarihten
elde ettiği geleneği yaşatan, geçmiş ile gelecek arasında köprü oluşturan nesiller yaşattığını vurguladı. Karaca, "Sizler bizim bugünümüz ve yarınımızsınız. Sizlerin başarısı
sayesinde fakültemiz denizcilik eğitiminde
üst seviyelerde. Bugün mezunlarımız ve öğrencilerimizle birlikteyiz. Hakkınız ödenmez,
hepinize teşekkür ediyorum" dedi.
Binali Yıldırım: “İTÜ Ailesinin mensubu
olmaktan hep gurur duydum.”
Törende konuşan Ulaştırma Denizcilik ve
Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, hayatı boyunca İTÜ ve denizcilik ailesinin bir
mensubu olmaktan hep gurur ve mutluluk
duyduğunu belirtti.
İTÜ Denizcilik Fakültesi 40, 50 ve 60 yıl
mezunlarına plaket verilmesinin ardından,
okul yemekhanesinde özel balık menüsü
sunuldu.
Herkes İçin Sanat Akademisi Muğlalı Çocuklarla Buluştu
“Herkes İçin Sanat Akademisi” projesini tanıtmak ve yaygınlaştırmak amacıyla kurumlarla işbirliği yapılarak geniş katılımlı olarak
düzenlenen müzik seminerlerinin İstanbul dışındaki ilk etkinliği Muğla’da gerçekleştirildi.
İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı
Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Serpil Murtezaoğlu’nun projelendirdiği, Muğla genelinde
ise Proje Koordinatörlüğünü Muğla Sıtkı
Koçman Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölüm
Başkanı Yrd. Doç. Dr. Ercan Kılkıl'ın yürüttüğü, “Herkes İçin Sanat Akademisi” etkinliği İTÜ TMDK, EGE Üniversitesi TMDK ve
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölüm Başkanlığı akademisyenleri
tarafından Menteşe İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü işbirliği ile gerçekleştirildi.
İTÜ TMDK Müdürü Prof. Adnan Koç’un
da katıldığı etkinlikte; Bağlama Yrd. Doç.
Dr. Ercan Kılkıl, Ney Doç. Dr. Ali Tüfekçi,
Klasik Kemençe Öğr.Gör. Hatice Doğan
Sevinç, Ud Öğr.Gör. Mehmet Bitmez, Kaval Dr. Mahmut Karagenç, Kemane Öğr.
Gör. Atakan Türüdü tarafından tanıtıldı ve
seslendirildi. “Herkes İçin Sanat Akademisi” Seminer-Konser etkinliği kapsamında,
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Atatürk
Kültür Merkezi’nde ağırlanan 1000 Muğlalı
öğrenciye verilen interaktif seminerin ardından projenin Türkiye genelindeki startı
verildi.
Herkes İçin Sanat Akademisi
Türk musikisi alanında kurulmuş ilk akademik eğitim kurumu olan İTÜ Türk Musikisi
Devlet Konservatuarı, sanat sevgisini ve
akademik eğitimi toplumun her kesimine
yaymak amacıyla “Herkes İçin Sanat Akademisi” projesini oluşturdu.
İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Serpil Murtezaoğlu’nun projelendirdiği, “Herkes İçin
Sanat Akademisi”’nin amacı geleneksel
musikimizin çocuk ve gençler arasında
yaygınlaşmasını sağlamak. İstanbul genelinde başlatılan ve binlerce çocuğa ulaşan
projenin, tüm Türkiye'ye ve uluslararası
platforma taşınması hedefleniyor.
itü vakfı dergisi 115
İTÜ'DEN HABERLER
İTÜ ARIGE’ye 2 Kategoride Birincilik Ödülü
İTÜ ARI Teknoloji Geliştirme Kulübü (ARIGE), İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nün
(İYTE) öğrenci topluluklarından olan Institute of Electric Electronic Engineers (IEEE)
tarafından bu yıl dördüncüsü düzenlenen
İZTECH Roboleague yarışmasında, 2 kategoride birinciliğe layık görüldü.
İki gün süren etkinlikte; yangın söndüren, çöp toplayan, arazi robotu gibi kategorilerde yarışmalar düzenlendi. Bu yıl ilk
kez düzenlenen, 24 saatte robot tasarlama
esasına dayalı “tasarla-yap-yarıştır” kategorisinde de yarışmacılar en iyi robotu
yapabilmek için durmaksızın çalıştı. “Ta-
sarla-yap-yarıştır” kategorisinde 1.’liği İTÜ
ARIGE kazandı. Ekip aynı zamanda “Çöp
Toplayan” kategorisinde de 2 farklı robot
tasarımı ile yarıştı ve kategorinin hem 1.’si
hem de 2.’si oldu.
2012 yılından bu yana düzenlenen Roboleague yarışmasında her yıl; robot, endüstriyel otomasyon, teknoloji, mekatronik,
elektronik ve makine alanlarında faaliyet
gösteren firmalar ile bu alanlara ilgi duyan
geliştiriciler buluşuyor.
İTÜ ARIGE:Tam adıyla ARI Teknoloji Geliştirme Kulübü, 2013 yılında Elektrik
Elektronik Fakültesi bünyesinde kurulan bir
uzmanlık kulübüdür. Mekanik, elektronik
ve yazılımsal projelerde çalışmaya hevesli
öğrenciler tarafından kurulan ARIGE, kurulduğu günden bugüne İTÜ’yü ulusal ve
uluslararası platformlarda başarıyla temsil
ederek, 2 sene içerisinde 8 derece elde
etmiştir.
Engelsiz Üniversite Birimleri İTÜ’de Bir Araya Geldi
İstanbul 4. Bölgesel Engelsiz Üniversiteler
Birim Koordinatörleri İTÜ ev sahipliğinde bir
araya geldi. 24 Kasım 2015 Salı günü Gümüşsuyu Yerleşkesi, Evrensel Tasarım Merkezi’nde gerçekleşen toplantıda üniversitelerin
engelsiz olma yolunda yaptıkları çalışmalar,
projeleri ve hedefleri konuşuldu.
İTÜ Engelli Öğrenci Danışma Birimi koordinatörlüğünde gerçekleşen toplantıya İstanbul’daki kamu ve vakıf üniversitelerinden
temsilciler katıldı. 12 Mayıs 2016’da Eskişehir
Anadolu Üniversitesi’nde gerçekleşecek “10.
Engelsiz Üniversiteler Çalıştayı” öncesinde İstanbul’da yıl içinde yapılacak ortak çalışmalar
konusunda getirilecek tekliflerin konuşulduğu
toplantıda, üniversitelerin erişilebilirlik çalışmaları üzerinde duruldu.
Toplantı Tekstil Tasarımı ve Teknolojileri
Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Nevin Çiğdem Gürsoy’un Evrensel Tekstil Tasarım Mer-
116 itü vakfı dergisi
kezi’nin tanıtım sunumu ile başladı. Geçtiğimiz
aylarda hizmete açılan İTÜ Evrensel Tekstil
Merkezi hakkında bilgiler veren Gürsoy, merkezde yapılacak çalışmalardan ve merkezin
açılış amacından bahsetti.
Evrensel Bakış Açısı İle Ayrımcılık
Ortadan Kalkar
Bütün yaklaşımların ve tasarımların evrensel
bakış açısı ile geliştirilmesi ve fiziksel-öğretimsel erişilebilirlik üzerine çalışılması gerektiğini vurgulayan Doç. Dr. Göksenin İnalhan,
evrensel bakış açısı ile eşitlikçi bir kullanım
hakkı getirilmiş olacağını belirtti. İTÜ’de erişilebilirlik üstüne yapılan çalışmalardan bahseden İnalhan, “Yeşil ve engelsiz bir kampüs
mottosu ve İTÜ’lü olmak anlayışı ile kampüsümüzde çok çeşitli çalışmalar yapılıyor.
Kampüsümüzü bisiklet kenti haline getirmek,
karbon salınımını minimuma indirmek, doğa
dostu ve dünyayı koruyan yaklaşımlar geliştirmek, spor ile iç içe yaşam alanı yaratmak,
kampüs sakinlerine geri dönüşüm bilinci kazandırmak gibi çalışmalar yapılıyor. Ayrıca
kaldırımlar düzenlenerek engelli bireylerin de
rahat kullanabileceği kaygan olmayan hale
getirildi. Yol izleri çalışmaları halen devam
ediyor. Kampüs içinde trafik düzenlemeleri
yapıldı ve daha yapılacak çalışmalar da var.
Bununla birlikte sosyal sorumluluk projelerimiz de var. Örneğin, kampüsümüz zihinsel
engelli çocukların gittiği bir özel eğitim okuluna ev sahipliği yapıyor. Kampüsümüz ayrıca
down sendromlu çocukların çalıştığı Fanfan
Kafe’ye de ev sahipliği yapıyor. Her şeyden
önemlisi İTÜ’lülerin bu konuda farkındalığı
var ve daha neler yapabiliriz diye sürekli çalışıyoruz” diye konuştu.
İTÜ Engelli Öğrenci Danışma Birimi sorumlusu Çağrı Artan ve Psikolog Cem Demirbaş, Engelli Öğrenci Danışma Birimi’nin
kuruluşuna kadar geçen süreci anlattı. Konu
ile ilgili İTÜ’de bilinç artırabilmek ve farkındalık yaratabilmek için yapılan çalışmalardan da
bahsedilen toplantıda üniversite bünyesinde
engelli öğrenci veya çalışan olmasa da üniversitelerin erişilebilir olması gerektiği vurgulandı.
Toplantıda üniversitelerde engelli bireyler
için yapılan ve yapılacak çalışmalar, maddi
sorunlar, iç ve dış mekânlardaki erişilebilirlik düzeyleri, tarihi binaların doku problemi,
kampüs içindeki ortak kullanım alanlarında
yaşanan sorunlar, denetim mekanizmalarının
yeterli olmaması gibi sorunlar ve bu sorunlara
getirilen öneriler konuşuldu.
sınırlı tutuldu ve rampalar yapıldı. Bu sayede
engelli bireyler için özel bir yol açmaya gerek kalmadan yerleşke için rahatlıkla hareket
edebilmeleri sağlandı. Aynı zamanda kaldırımlar üzerine yapılan hissedilebilir yüzey
çalışmaları da devam ediyor. Ayrıca yerleşke
içinde kullanılan geçirimli beton uygulaması
ile birlikte ise yollarda ve kaldırımlarda su birikintilerinin oluşması engellendi.
İTÜ Vakfı'nın katkılarıyla yürütülen bu çalışmalarla kampüslerdeki otoparklarda engelliler için özel alanlar da yaratıldı.
İTÜ’de Engelsiz Hayat
“İTÜ’de Engelsiz Hayat” anlayışı kapsamında pek çok farklı çalışma yapılıyor. “Sesli
Adımlar, Evrensel Tekstil Merkezi, Engelsiz
ve Yaya Dostu Kaldırımlar” bunlardan sadece birkaçı…
İTÜ’de Engelleri Kaldıran “Sesli Adımlar”
İTÜ İnşaat Fakültesi koridorlarında bluetoothbeacon cihazları ile çalışan navigasyon
programı sayesinde yön ve yer bulmak kolay
olacak. Erişilebilirlik ve engelsizlik konusunda yapılan çalışmalara bir yenisini ekleyen
İTÜ ilk kez in-doornavigasyon uygulamasını başlattı. Kapalı mekânlarda bluetooth ile
çalışan navigasyon uygulaması yer ve yön
bulmayı kolaylaştırıyor.
İTÜ Arı Teknokent bünyesinde faaliyet
gösteren Boni Firması tarafından geliştirilen
ve İTÜ İnşaat Fakültesi’nde hayata geçirilen
in-doornavigasyon ile yer ve yön bulmak
görme engelliler için artık daha kolay hale
geldi. Proje kapsamında, İnşaat Fakültesi
koridorlarında 120 tane bluetoothbeacon
cihazı yerleştirildi. Akıllı telefonlara indirilen
“Sesli Adımlar” uygulaması ile gitmek istenilen konum belirtildikten sonra, yer-yön tarifi
alınabiliyor. Hem yazılı hem de sesli komut
verebilen uygulama, sadece engelli bireyler
için değil herkes için kolaylık sağlayacak.
Temmuz 2015 tarihinden itibaren İTÜ İnşaat
Fakültesi’nde kullanılabilen uygulama ile cihazlara tanımlı bütün salonlar, sınıflar, odalar
ve fakülte içindeki diğer birimler hakkında
komut alınabiliyor. Ayrıca bluetooth cihazlarına çıkış kapıları, yangın merdiveni ve asansörler de tanımlanmış durumda.
Evrensel Tekstil Tasarım Merkezi İTÜ’de
İTÜ’nün öncü projelerinden biri olan “Evrensel Tekstil Tasarım Merkezi” hayata geçti.
Engelsiz İTÜ Birimi
İTÜ’de yapılan ve yapılacak erişilebilirlik
ve engelsizlik çalışmaları konusunda bütün
paydaşları bir çatı altında toplayan Engelsiz İTÜ Birimi çalışmalarına başladı. Birim,
üniversitemizde engelli yaşam konusunda
bilgilendirici, bilinçlendirici ve farkındalık yaratma çalışmalarına destek olacak.
İTÜ’de Erişilebilirlik Çalışmaları
İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde “Erişilebilirlik”
zorunlu ders haline getirildi. Mimarlık Bölümü’nde zorunlu ve tasarım ile ilgili diğer
bölümlerde ise seçmeli ders olarak verilecek “Erişilebilirlik” dersi ile öğrencilerimiz bu
temeli alarak ve farkındalığı kazanarak yetişmiş olacak.
Ayrıca, Sürekli Eğitim Merkezi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile yapılan
protokol kapsamında İTÜSEM bünyesinde
“Erişilebilirlik Uzmanlık Sertifika Programı”
düzenleniyor.
Engelli bireylerin ihtiyaçlarının dikkate alınarak giysi tasarımının yapılacağı merkez
İSTKA desteği ile İTÜ’de kuruldu. Engelli ve
özel gereksinimli bireylerin ihtiyaçları düşünülerek kumaş, giysi ve diğer tekstil tasarımlarının yapılacağı, numunelerin üretileceği
merkez gelişmiş bir altyapıya ve son teknoloji üretim cihazlarına sahip. Kolay giyilebilir,
bakımı kolay, konforlu ve estetik giysilerin
tasarlanacağı merkezde ayrıca üç boyutlu
vücut tarama sistemi ile vücut ölçülerinin
alınması sağlanacak.
Engelsiz ve Yaya Dostu Kaldırımlar ve
Otoparklar
Engelsiz, yaya dostu ve doğayla bütünleşen
bir üniversite anlayışı ile yerleşke içindeki
kaldırımlar değişti. Kaldırımların genişliği 3-4
metreye çıkarılırken yüksekliği ise 5 cm ile
Fanfan ve Özel Eğitim Okuluna Ev
Sahipliği
İTÜ, Türkiye’nin ilk üniversite down kafesi
Fanfan’a ve Sarıyer Şehit Üsteğmen Ali Büyükdicle Özel Eğitim İş Uygulama Okulu’na
ev sahipliği yapıyor.
Engelli bireylerin farkındalığını arttırmak
için “Vosw-otizm” projesi ile Gönüllülük Kulübü ve Sarıyer Şehit Üsteğmen Ali Büyükdicle
Özel Eğitim İş Uygulama Okulu öğrencilerinin hazırladığı kek, kurabiye, limonata, reçel
gibi ürünler satılıyor.
Gönüllülük Kulübü “Engeller
Durdurmasın” Projesi
İTÜ Gönüllülük Kulübü’nün “Engeller Durdurmasın” projesi kapsamında, öğrencilerimiz İstanbul Uygulama ve Eğitim Merkezi’nden gelen otistik ve zihinsel engelli
çocuklara yüzme öğretiyor ve onların güzel
vakit geçirmesine katkıda bulunuyorlar.
itü vakfı dergisi 117
İTÜ'DEN HABERLER
Prof. Dr. Gülden Erkut Habitat III’e Seçildi
İTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gülden Erkut, Habitat
III Sekretaryası tarafından “Kentsel Ekonomik Gelişme Stratejileri” birimine seçildi.
17-20 Ekim 2016 tarihleri arasında Ekvator’un Quito kentinde gerçekleşecek,
Birleşmiş Milletler Konut ve Sürdürülebilir
Yerleşmeler Konferansı (Habitat III) Sekretaryası tarafından “Kentsel Ekonomik Gelişme Stratejileri” birimine seçildi. Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı tarafından gösterilen adaylar arasından seçilen Erkut, 2015
sonrası Dünya Kentlerinin sorunlarına
çözüm geliştirecek olan 2016-2036 Yeni
Kent Gündemi’nin oluşturulması sürecine
katkıda bulunacak.
Habitat III, 17-20 Ekim 2016 tarihleri arasında Ekvator’un başkenti Quito’da
gerçekleştirilecek olan III. Birleşmiş Milletler Konut ve Sürdürülebilir Yerleşmeler
Konferansıdır. Habitat konferanslarının ilki
1976 yılında Kanada Vancouver’da, ikincisi ise 1996 yılında Türkiye İstanbul’da
gerçekleştirildi. 2016 yılında yapılacak
üçüncü konferans ise, 1996 ‘İstanbul
Deklarasyonu’ üzerine inşa edilecek ve
“Abluka”ya Bu Kez de En İyi Film Ödülü
Yönetmenliğini İTÜ Öğretim Görevlisi Emin
Alper’in yaptığı “Abluka”, 72. Venedik Film
Festivali’ndeki “Jüri Özel Ödülü”nden sonra,
22. Altın Koza Film Festivali’nde “En İyi Film”
ödülünü kazandı.
14-19 Eylül 2015 tarihlerinde Adana’da
düzenlenen 22. Uluslararası Altın Koza Film
Festivali kapsamında, “Ulusal
Uzun Metraj Film Yarışması” kategorisinde Emin Alper’in senaryosunu yazıp yönettiği “Abluka”
en iyi film ödülüne layık görüldü.
“Abluka”; yönetmen, senaryo yazarı, oyuncu ve müzisyenlerin yer aldığı jüri tarafından,
güncel ve yerel bir konuyu, evrensel bir bakış açısıyla, yetkin
ve çarpıcı bir sinema diliyle anlattığı için “En İyi Film” dalında
ödül aldı. Filmde, terör olaylarının artmasıyla birlikte güvenlik ablukasına alınan bir
gecekondu mahallesinde yaşayan iki kardeşin paranoyalarla dolu yaşamı anlatılıyor.
Emin Alper, “Abluka” isimli filmi ile 72.
Venedik Film Festivali’nde dünyaca ünlü
yönetmenlerle “Altın Aslan Ödülü” için
yarıştı ve “Jüri Özel Ödülü”
nü aldı. 2-12 Eylül tarihleri
arasında yapılan 72. Venedik
Film Festivali'nde, Meksikalı
yönetmen Alfonso Cuarón'un
başkanlığındaki jüride Nuri
Bilge Ceylan ile birlikte Elizabeth Banks, Emmanuel Carrère, Hou Hsiao-hsien, Diane
Kruger, Francesco Munzi,
Pawel Pawlikowski ve Lynne
Ramsey de yer aldı.
Bisiklet Dostu İTÜ’de, Yola Devam
“Yeşil Kampüs” anlayışı ile planlanan ve
projelendirilen çalışmaların içerisinde yer
alan ve minimum karbon salınımını destekleyen “Bisikletli İTÜ” projesinde sona
gelindi.
Ayazağa Yerleşkesi içinde toplamda 6
kilometre olacak şekilde planlanan bisiklet
ve yaya yolu projesinin şimdiye kadar 4 kilometrelik etabı tamamlandı. 2 kilometrelik
4. etap çalışması ise devam ediyor.
Akademik Kapı (Harp Akademileri
yönü) girişinden Etiler çıkışı yolu üzerinde
yürütülen bağlantı çalışmasının bitirilme-
118 itü vakfı dergisi
siyle birlikte 2016 yılı içinde 6 kilometrelik
bisiklet yolu tamamlanmış olacak.
Proje kapsamında Yerleşke içinde bisiklet parkları için altyapı çalışmaları da
yapılıyor. Bu çalışmalara göre; Yerleşke
içerisinde bisiklet kiralanabilecek ve kuracak istasyonlar ile uygun fiyata, istenilen
sürede bisiklet kiralanabilecek.
Bisikletli yaşam anlayışını desteklemek
amacıyla Yerleşke içinde indirimli bisiklet
satışı, bisiklet tamir ve bakımı, bisiklet kiralaması yapılmak üzere tasarlanan İTÜ
Bisiklet Evi inşaatı da hızla devam ediyor.
konferansta küresel ölçekte Sürdürülebilir
Kentleşmenin uygulanacağı 2016-2036
dönemi için ‘Yeni Kent Gündemi’ belirlenecek.
"Abluka", yan ödüllerden Arca Cinema
Giovani ödülü ile, festivalin resmi ödülleri
arasında bulunmayan ancak festival kapsamında verilen bağımsız eleştirmenler
ödülü "Bisato D'Oro"yu da aldı.
2003 yılından beri İTÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’nde akademisyenlik
yapan Emin Alper, profesyonel sinema
kariyerinin yanında aynı zamanda Tarih
ve Toplum, Birikim, Mesele, Altyazı ve Görüntü gibi dergilerde yazarlık da yapıyor.
Emin Alper’in sinema geçmişinde Mektup
(2005) ve Rıfat (2006) kısa metrajlı filmler
olarak, Tepenin Ardı (2012) ve Abluka da
(2015) uzun metrajlı filmler olarak yer alıyor.
Alper, Tepenin Ardı isimli filmi ile de 2012
yılında ulusal ve uluslararası alanda 32
ödül almıştı.
Emin Alper, İTÜ’de halen Modernitenin
Oluşumu, Modern Türkiye Tarihi, Dünya Tarihi derslerini vermektedir.
Teknolojiyi Kullan, Çığır Aç!
İTÜ İşletme Mühendisliği Kulübü tarafından düzenlenen Bilişim Teknolojileri Zirvesi (BTZ) ünlüler, teknoloji severler, profesyoneller ve öğrenciler biraraya geldi, iki
gün boyunca girişimcilik ve teknoloji konuşuldu, tartışıldı.
Her yıl yaklaşık 700 kişinin katılımıyla
düzenlenen, 30 binin üzerinde kişinin internet üzerinden takip ettiği Bilişim Teknolojileri Zirvesi (BTZ) gerçekleşti. Bu yıl 8.’si
düzenlenen etkinlikte; sanatçılar, siyasetçiler, iş adamları, akademisyenler, girişimciler ve yatırımcılar ile enine boyuna bilişim
teknolojileri ve sosyal medya konuşuldu.
Bilişim Teknoloji Zirvesine katılan İTÜ
Elektronik Haberleşme mezunu ve Türk Te-
lekom Grubu Kurumsal Servisler Direktörü
Cenk Sezgin ve İTÜ Fizik Mühendisliği mezunu, IBM Türkiye Bulut Çözümleri Yöneticisi Erdem Erdoğan’dan genç İTÜ’lülere
mesaj var.
Bilişim Zirvesi’nde konuşmacı olarak
yer alan İTÜ Elektronik Haberleşme mezunu ve Türk Telekom Grubu Kurumsal
Servisler Direktörü Cenk Sezgin, “İTÜ’de
olmak çok heyecan verici. Genç İTÜ’lülere
İki tane mesajım var.” Hangi alanda güçlüyüm ve hayatta ne istiyorum” sorularının
cevaplarını arasınlar. Bu iki sorunun cevabını vermek zordur. Steve Jobs’un dediği
gibi ölene kadar bu cevapları aramakla
yükümlüyüz aslında. Bu ikisinin cevabını
bulmak emek istiyor, denemek gerekiyor.
Bu iki soruya doğru cevabı bulmak için çok
kafa yorsunlar” dedi.
Hayallerinin peşinden gidenler
İTÜ Fizik Mühendisliği mezunu, IBM Türkiye Bulut Çözümleri Yöneticisi Erdem Erdoğan da mühendislik bilgisinin önemi ile
ilgili şöyle konuştu “Mühendislik yaklaşımı
bence dünyayı daha doğru ve bilimsel olarak algılamak için ciddi bir altyapı. Dijital bir
dünyada matematik ve mühendislik bilgisi
şart ve çok değerli. Yoksa sihir ve büyüyle
yürüyen bir dünya olarak algılarsınız hayatı.” Erdoğan, genç İTÜ’lülere, “Bugün
her zamankinden çok daha fazla imkâna
sahipler. Hayal etmek ve gerçekleştirmek
arasında artık çok daha ince bir çizgi var.
Artık daha çok imkâna ve araca sahipler.
Sunumda kullanılan bilim adamlarının başardıklarından çok daha fazla şey başaracak arkadaşlarım var aralarında. Umarım
yılmadan, sıkılmadan hayallerinin peşinden giderler” mesajını verdi.
8. Bilişim Teknolojileri Zirvesi’nde toplam 600 bin kişinin oyuyla sosyal medyayı
en iyi kullanan kişiler ve kurumlara ödülleri
verildi. Her yıl yaklaşık 700 kişinin katılımıyla düzenlenen, 30 bin kişinin internet üzerinden izlediği Bilişim Teknolojileri Zirvesi
(BTZ) kapsamında gerçekleştirilen “Sosyal
Medya Ödülleri” sahiplerini buldu.
28 kategoride sosyal medya ödülü
dağıtıldı
Oy veren 600 bin kişinin yüzde 75’i 1824 yaş arasında. Yüzde 70’i Türkiye’den
olmak üzere 114 ülkeden kullanıcının oy
kullandığı oylamada oy verenlerin yüzde
58’nin kadın olduğu belirtildi.
Ödül Alanlar
Bireysel Blog: Buse Terim, Dizi: Kiralık Aşk,
En Popüler Kullanıcı: Alp Kırşan, Gazeteci: Fatih Portakal, Haber Kaynağı: Hürriyet,
İçerik Platformu: Onedio, Kurumsal Blog:
Shiftdelete, Marka: Mavi, Medya: Acun
Ilıcalı, Mizah: Cem Yılmaz, Mobil Uygulama: Scorp, Müzik Erkek: Murat Boz, Müzik
Grubu: Mor Ve Ötesi, Müzik Kadın: Sıla,
Oyuncu Erkek: Barış Arduç,Oyuncu Kadın:
Elçin Sangu, Politikacı: Muharrem İnce,
Radyo: Power Fm, Resmi Kurum: Kadıköy
Bel., Sanat: Bkm, Sivil Toplum: Lösev, Spor
Kulübü: Galatasaray, Spor Programı: Beyaz Futbol, Sporcu: Muslera, TV: Star, Tv
Programı: Beyaz Show, Yazar: Ahmet Ümit,
Youtube: Oha Diyorum
itü vakfı dergisi 119
İTÜ'DEN HABERLER
İTÜ TMDK Türk Müziği Topluluğu Rusya’da Sahne Aldı
İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Türk Müziği Topluluğu, Rusya’nın Saint
Petersburg şehrinde düzenlenen Konservatuvarlar Festivali’nde ülkemizi başarıyla
temsil eden tek konservatuvar oldu.
Saint Petersburg Rimsky-Korsakov
Devlet Konservatuarı tarafından 23-30
Ekim 2015 tarihlerinde Saint Petersburg XV.
Uluslararası Konservatuvarlar Haftası çerçevesinde düzenlenen etkinliklerde Türkiye’den davet edilen İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Türk Müziği Topluluğu,
yaptığı performanslarıyla büyük ilgi topladı.
Şef Doç. Cihangir Terzi tarafından yönetilen konser ve tanıtım etkinliklerinde
solist olarak İTÜ Ses Eğitim Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Sinem Özdemir ve TRT
İstanbul Radyosu Ses Sanatçılarından
Celal Bakar sahne aldı. İTÜ TMDK Karma
Orkestrasında Doç. Ayşegül Kostak Toksoy (Kanun), Doç. Dr. Ali Tüfekçi (Ney),
Yrd. Doç. Serhat Turunç (Tar), Öğr. Gör.
Kadir Verim (Kemança/Kemane), Öğr.
Gör. Erdem Şimşek (Bağlama), TRT İstanbul Radyosu Saz Sanatçılarından Zafer
Taşdan (Mey-Balaban) ve Cemal Kablan
(Ritim Saz), enstrümantal ve solist eşlikli
eserlerde Türk Halk Müziği ve Türk Sanat
Müziği eserlerinden oluşturulan türkü ve
şarkılara eşlik etti.
Topluluk, ilk konserini 24 Ekimde diğer ülkelerden davet edilen grupların
da yer aldığı SmonlyCathedral Konser
Salonunda verdi. Bağımsız konserini 25
Ekimde MariinskyTheatre II Mussorgsky
Salonunda gerçekleştirdi. 26 Ekimde ise
Saint Petersburg Rimsky-Korsakov Devlet
Konservatuvarında öğretim elemanları ve
konservatuar öğrencilerinin katıldığı etkinlikte geleneksel Türk müziği ve çalgılarının tanıtımı ve icraları gerçekleştirildi.
Karşılıklı soru ve cevaplarla geçen son
günde, grup elemanları üniversitemiz adına kültürler arası kaynaşma ve temsiliyet
bağlamında önemli bir görevi başarıyla
yerine getirdi.
İTÜ Müzikal Topluluğu Sahnede
İTÜ Müzikal Topluluğu yılın ilk gösterisini
12-15 Aralık 2015 tarihlerinde Maçka Kampüsü Mustafa Kemal Amfisi’nde sahneledi.
120 itü vakfı dergisi
3 yıldan bu yana her yıl farklı bir tema
ile sahneye çıkan İTÜ Müzikal Topluluğu,
bu yıl “Dans, Renk!” teması ile sahnedey-
di. Topluluk, daha önceki yıllarda da Queen Gecesi, Müzikal Gecesi ve Evolution
of Musicals gösterileriyle seyirci karşısına
çıkmıştı. 12 ve 15 Aralık tarihlerinde sahnelenen “Dans, Renk!” performansında,
kabare ortamında MammaMia, MoulinRouge, Brooklyn, Notre Damme de Paris gibi
dünyaca ünlü müzikalleri,farklı müzikallerden seçilen müzik parçaları sahne şovları
ile sergilendi.
Müzikal Topluluğun büyük çoğunluğu
İTÜ öğrencilerinden oluşuyor. Toplulukta,
diğer üniversitelerden de öğrenciler yer
alıyor.
Ulu Önder Atatürk'ü Andık
Türk Tarihi Uzmanı Prof. Dr. Feroz Ahmed (solda),
törende Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluşundaki rolünü ve devrimlerini anlattı.
İTÜ Rektörlüğü tarafından Ayazağa Yerleşkesi - Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde
gerçekleştirilen anma programına İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca, Rektör Yardımcıları, akademisyenler, öğrenciler ve idari personel katıldı. Tören, saat 09.05’te siren
sesi eşliğinde saygı duruşunda bulunulması
ile başladı. İstiklal Marşını birlikte söyleyen
İTÜ’lüler, daha sonra Atatürk’ün sesinden
10. Yıl Nutkunu dinledi ve siyah beyaz görüntüler eşliğinde Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına doğru kısa bir yolculuk yaptı.
Film gösteriminin ardından konuklara
seslenen Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca,
konuşmasında Atatürk’ün bilime verdiği
önemi vurguladı. Karaca: “Mustafa Kemal
Atatürk, Türk devletinin ulaşması gerektiği aşamayı, 20.yüzyılın başlarında şaşmaz
bir sezgiyle görerek yaşamda en gerçek
yol göstericinin bilim ve teknoloji olduğunu
tespit etmiştir. Ayrıca gerçek kurtuluşun ekonomik bağımsızlıktan, ülkenin her bakımdan
kalkındırılıp güçlendirilmesinden geçtiğini
belirtmiş, batı uygarlığının biliminden, teknolojisinden yararlanarak, bunları özümseyerek çağdaş uygarlık düzeyine çıkıp, bu
düzeyi de aşmayı milletinin önüne amaç
olarak koymuştur. Bu amacı daha somut
olarak “Büyük davamız, en medeni en müreffeh millet olarak varlığımızı yükseltmektir”
şeklinde ifade etmiş ve refah toplumu olmayı
hedef göstermiştir” dedi.
Konuşmasına Atatürk’ün sözleriyle son
veren Karaca: “Ben, manevi miras olarak hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim
ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zo-
runda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki gayelere tamamen erişemediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve
ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir.
Benim Türk milleti için yapmak istediklerim
ve başarmaya çalıştığım ortadadır. Benden
sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel
eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul
ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.”
İTÜ öğrencileri adına konuşan Batuhan
Evren ise bugün Ulu Önderimiz ve Başöğretmenimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün
aramızdan ayrılışının 77. Kasım’ı. Türk Milleti
olarak bu güne kadar O’nu anmayı, anlamanın ötesine geçirmiş bulunmaktayız diyerek
sözlerine başladı. Evren, şunları kaydetti:
“Laik, demokratik ve sosyal cumhuriyetimizin, yani bugün sahip olduğumuz tüm haklarımızın kazanılması o kadar kolay olmadı.
Atatürk’ün fikir ve uygulamada önderi olduğu Türk inkılabı hangi görüşten, hangi
milletten, hangi dinden olunursa olunsun,
incelendiğinde; çok yönlü, radikal ilerici,
kendini sürekli yenileyen, kalıplara sığmayan
bir inkılaptır. Ulu önderimiz yaşamı boyunca
yaptıklarında tek bir unsuru her şeyin üzerinde tuttu, milletin refahı. Devrimlere dönüp
baktığımız zaman ulusumuzun kul olmaktan
birey olmaya geçişini tartışmasız gözlemleyebiliriz. Bugün burada şu veya bu devrimler yapıldı, iyi oldu veya kötü olduğunu
irdelememeliyiz. Bizler bugün Gazinin bizlere işaret ettiği, hala güncelliğini koruyan,
bizleri birey ve ülke olarak ileriye götürecek
fikirleri konuşmalı, irdelemeli ve benimsemeliyiz. Örneğin şu sözlerini bir Türk genci
olarak aklımızdan çıkarmamamız gerektiği
kanısındayım: “ Çalışmadan, öğrenmeden,
yorulmadan rahat yaşamın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da
istikballerini kaybetmeye mahkûmdurlar.”
Törenin bu yıl ki davetli konuşmacısı
Cumhurbaşkanlığı Liyakat Nişanı sahibi,
Türk Tarih Kurumu Şeref Üyesi ve Türk Tarihi Uzmanı Prof. Dr. Feroz Ahmad oldu.
Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki rolünü ve devrimlerini anlattığı konuşmasında şunları aktardı. “Atatürk’ün ve
çalışma arkadaşlarının kurduğu yeni Türkiye
Cumhuriyeti 1930’lar itibariyle dönüşümünü
tamamlamış ve gelişmekte olan üçüncü dünya ülkeleri için bir model olmuştu. Pakistan’ın
kurucusu Muhammet Ali Cinnah Atatürk’ün
reformlarından ilham alan liderlerden biriydi ve bunu ülkesinin kuruluşunun ardından
yaptığı ilk konuşmada belirtti. Fakat bir yıl
sonra aklındaki devrimi gerçekleştiremeden
öldü. Hindistan’ın ilk Başbakanı JawaharlalNehru da Atatürk devrimini beğenmekteydi.
itü vakfı dergisi 121
İTÜ'DEN HABERLER
İTÜ Öğrencisi Refik Safa Çolakoğlu,
Contemporary Istanbul'daydı
Buna rağmen Hindistan’ın böyle bir devrimi
gerçekleştirmek için çok büyük bir ülke olduğunu da söylemişti. Fakat Cinnah’ın aksine, Hindistan’ı bugünkü haline getirecek
seküler ve bilimsel temelleri atacak kadar
yaşadı. Atatürk’ün modern Türkiye’nin temellerini atacak kadar uzun yaşamadığını
düşünün. Türkiye nasıl olurdu? Fakat yeni
Türkiye’nin temellerini atacak kadar yaşadı.
Kendisi aynı zamanda ardında Türkiye’nin
gururla izlemeye devam ettiği seküler ve bilimsel bir geleneğin mirasını bıraktı. Ancak
unutmayalım Türkiye hala göreceli olarak,
92 yaşında, genç bir ülkedir ve Atatürk ile
bağdaştırdığımız bazı reformlar dikkatli olmazsak eskiye dönebilir.” şeklinde konuştu.
Konuşmaların ardından, Rektör Prof. Dr.
Karaca, davetli konuşmacı Prof. Dr. FerozAhmad’e teşekkür plaketi takdim etti.
Program, İTÜ TMDK tarafından verilen
“Atatürk’ün Sevdiği Şarkılar” konseri ile sona
erdi. Ardından, Prof. Dr. FerozAhmad öğrencilerle bir araya geldi ve “Modern Türkiye’nin
Oluşumu ”adlı kitabını imzaladı.
“Ata için yürüyoruz” ve
“Ata için koşuyoruz”…
Ulu Önder Atatürk’ün 77. Ölüm Yıl Dönemi’nde, İTÜ Beden Eğitimi Bölümü tarafından organize edilen “Geleneksel Atatürk’ü
Anma Koşusu ve Yürüyüşü” 32. kez gerçekleşti.
10 Kasım Atatürk’ü Anma Töreni’nin ardından gerçekleşen etkinlik, bu yıl “Ata için
yürüyoruz” ve “Ata için koşuyoruz” sloganlarıyla düzenlendi. 7’den 70’e tüm İTÜ Ailesi’nin katıldığı yarışın startını Rektör Prof. Dr.
Mehmet Karaca verdi.
Ayazağa Yerleşkesi, Beden Eğitimi Bölümü önünde başlayan ve bitiş noktası İTÜ
Stadyumu olan koşu ve yürüyüşe; İTÜ öğrencileri, İTÜ akademisyenleri ve idari personelin yanında İTÜ GVO Dr. Natuk Birkan
İlkokulu/Ortaokulu ve Ekrem Elginkan Lisesi
öğrencileri katıldı. Yarışın bitiş noktası olan
İTÜ Stadyumu’nda koşuya katılan bütün katılımcılara sertifika verildi.
122 itü vakfı dergisi
Türkiye'nin en önemli çağdaş sanat fuarları
arasında yer alan Contemporary İstanbul,
12-15 Kasım 2015 tarihlerinde Lütfi Kırdar
Kongre ve Sergi Sarayı’nda düzenlendi.
İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü’nden Dr.
Ebru Yetişkin'in direktörlüğünü ve küratörlüğünü üstlendiği Contemporary İstanbul'un
Plugin kategorisinde, İTÜ Tekstil Teknolojileri
ve Tasarımı Fakültesi Tekstil Mühendisliği 4.
Sınıf öğrencimiz Refik Safa Çolakoğlu "Pantone, Black & White" isimli video çalışması ile
İTÜ’yü başarıyla temsil etti.
Öğrencimiz Refik Safa Çolakoğlu, Uluslararası platformda İTÜ’yü temsil etmenin
kendisine büyük bir sorumluluk yüklediğini
ama aynı zamanda da gurur duyduğunu
söyledi. Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nevin Çiğdem Gürsoy’a ve Dr. Ebru Yetişkin’e desteklerinden
dolayı teşekkür etti.
Pantone, Black & White
Tekstil mühendisliği eğitimi alan aynı zamanda Yatırım Kulübü’nün organizasyonlarında
tanıtım videoları tasarlayan Çolakoğlu, geometriyi çok sevdiğini bunu da profesyonel videolar hazırlarken kullanmaktan zevk aldığını
söyledi. Çolakoğlu çalışmasından şöyle bahsetti. “Çalışmam klasik şekillerin dışına çıkan,
3. boyuttan sonrasını yoğun şekilde düşündüren hipergeometrik şekillerle renklerin buluşmasından oluşuyor. Klasik şekillerin yerini
hipergeometrik şekillere bırakması tasarımlara, logolara medyaya yansır ve medyayı değiştirir. Renkler ve şekiller buluştukça çeşitli
maddeler meydana gelir. Renklerin, şekillerin
hareket kazanmasıyla maddenin çeşitlenmesi sağlanır. Sanatın yaratıcılığıyla, mühendisliğin yapısı birleştiğinde ise sanat çağdaş
çizgiye gelir. Bir şaheser sanat, mühendislik
şaheseri olarak da görülür. Çünkü her ikisi de
ağırlık merkezi ve disiplin içerir. Bunlar birbirini dengeler ve birbirinden ayrılamaz. Ben de
tasarımlarımı bunun üzerine kurguladım.”
İTÜ, laboratuvarlarını sanatçılara açmalı
Contemporary İstanbul’un direktörlüğünü ve
küratörlüğünü üstlenen Dr. Ebru Yetişkin ise
bilim, sanat teknoloji kesitindeki deneysel
ve inovatif çalışmalara yer veren Plugin Yeni
Medya Bölümü’nün temel yapısı ve içeriğinin
Plugin tanımından yola çıkarak geliştirildiğini
aktardı. Programının, çağdaş sanatın güncel
haline yaratıcı müdahalelerde bulunabilmenin yollarını araştıran ve onu dijital kültür
perspektifleriyle mutasyona uğratan bir ek
program modülü olarak tasarlandığını söyledi. Türkiye’deki bilim, sanat, teknoloji ve politika arasındaki ilişkinin disiplinler ötesi bir
metotla araştırılmasında İTÜ’nün katkısına
dikkat çeken Dr. Yetişkin “Bugünün çağdaş
araştırma yöntemlerinin bilim, sanat ve teknoloji yöntemlerini kullanarak bizi daha ileriye taşıyacağına inanıyorum. Öğrencimiz Refik Çolakoğlu; sanat, tasarım ve mühendislik
bilgisini birleştiren bir video çalışması yaptı
ve gelecekte de bu tür çalışmalar yapmak istediğini söyledi. Öğrencimizi destekleyerek
bu tip çalışmalar yapan öğretim üyelerimizin
ve başka öğrencilerimizin yolunu açmak istedik” dedi.
Türkiye’de bilimsel ve sanatsal alanda
kaliteli ve inovatif çalışmaların yapabilmesi
için İTÜ’deki araştırma laboratuvarlarının,
sanatçılarla birlikte üretim yapacak şekilde
ortak çalışmalara açılmasının önemli olduğunu ifade eden Yetişkin “Önümüzdeki dönemde Üniversitemizin bu tür çalışmalara
destek vermesini ümit ediyorum. Moleküler
Biyoloji ve Genetik Bölümü’nün Laboratuvarları, Robotikle ilgili çalışmaların yapıldığı
laboratuvarlar veya Fizik Laboratuvarı bu
alanlarda çalışan bugünün sanatçısı hem
mühendis, hem güzel sanatlardan gelen
çok disiplinli bir yapıya sahip. O yüzdende
laboratuvarlarının açılmasını deneysel çalışmaların yapılması ve bilgi üretimine yapacağı katkısı açısından önemli buluyorum.”
diye konuştu.
5. Uluslararası İstanbul Tekstil Kongresi
ve COST MP1206 Çalıştayı
İTÜ Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı Fakültesi tarafından düzenlenen “5. Uluslararası İstanbul Tekstil Kongresi 2015: Yenilikçi
Teknolojiler- Yenilik İçin İlham Al” teması
ile, İTÜ Gümüşsuyu Kampusu’nda gerçekleştirildi. Kongre ve paralel etkinlik olarak
COST MP1206 aksiyonu çerçevesinde
gerçekleşen çalıştaya 100’ü aşkın yerli ve
yabancı katılım sağlandı. İki gün süren etkinliklerde farklı konularda geniş kapsamlı
oturumlar düzenlendi.
Türkiye, Yunanistan, Fransa, Tunus,
İtalya, Ukrayna, İngiltere, Litvanya, Finlandiya, Belçika, İspanya, Hindistan, Bangladeş, Bosna-Hersek, Kazakistan, Kenya,
Kırgızistan, Moldova, Nijerya, Senegal,
Srilanka, Sudan ve Vietnam’dan katılımcıların yer aldığı Kongre’de toplam 62 adet
sözlü sunum, kongre genelinde toplamda
20 adet poster sunumu gerçekleştirildi.
COST MP1206 kapsamında İTÜ de ikinci
defa düzenlenen workshop olan ‘Textile
Applications of Electrospun Nanofibers’
etkinliğinde ‘Electrospinning’ alanında 16
adet sözlü sunum 7 adet ise poster çalışması sunuldu.
COST Çalıştayı’nda başlıca polimerik
nanofiberlerin elde edilmesinde kullanılan
çeşitli özelliklerde polimer, kopolimer ve
kompozit blendlerle ilgili çalışmalar; farklı
elektrospinning tekniklerinin (aligned, nonaligned, coaxial, needles vb) uygulanması yolu ile farklı yapıda nanofiber elde
edilmesi, fonksiyonel nanofiberler ve bunların spektroskopik (FTIR ATR,Uv-vis,XRD),
termal, morfolojik taramalı elektron mikroskop (SEM) –EDX, atomik kuvvet mikroskopu (AFM) yöntemlerle karakterizasyonu
konularında detaylı oral ve poster sunumlar
gerçekleştirildi.
Nanofiber komposit yapıların coaxial
elektrospinning tekniği ile fabrikasyonu konularının işlendiği ve bu kompozitlerin değişik
nanokatkı maddeleri ile katkılanarak farklı
kullanım alanlarında uygulanabilir hale geldiği vurgulandı.
İletken polimer -grafen oksit
kompozit nanofiberler, kovalent
protein immobilizasyonu ve kitosan içeren nanofiberlerin üretimi
ve bunların özellikleri üzerindeki
çalışmalar tartışıldı.
Nanofiberlerin ilaç salınımı ve yara sargı malzemeleri
olarak kullanılabileceği ve bazı
ilaç bileşenlerinin nanofiber
uygulamalarının yaraların daha
hızlı iyileşmesini sağladığı
Prof. Dr. Ahmet Samsunlu’ya
Türk-Alman Çevre Sempozyumu Plaketi
Çevre Mühendisliği Bölümü öğretim üyeledolayı verilen plaket Stuttgart Üniversitesi,
rinden Prof. Dr. Ahmet Samsunlu’ya, çevre
Dokuz Eylül Üniversitesi, Ege Üniversitesi
ve katı atık yönetimi alanında yaptığı çalışrektörlerinin ortak imzasını taşıyor.
malar nedeniyle plaket verildi.
Günümüzde, ulusal ve uluslararası düzProf. Dr. Ahmet Samsunlu ve Prof. Dr.
lemdeki katı atık sorunlarının çözümünde
Oktay
Tabasaran’a,
kullanılan atık azaltma
TAKAG 2015 Kongreve değerlendirilmesine
si’nde çevre ve katı atık
dayalı konvansiyonel
yönetimi konusundaki
teknolojiler, atıkların bir
araştırmaları, projelerin
kaynak olarak ele alınve işbirliklerinin oluştuması gerektiği felsefesi
rulmasına ve yürütülile değişime ve dönümesine 40 yıl boyunca
şüme
uğramaktadır.
vermiş oldukları emek,
Bu bakımdan TAKAG
yeni nesillere açmış
2015 ana teması “Tekoldukları ufuk ve ver- Prof. Dr. Erwin Thomenetz, Prof. Dr. Martin
nolojiye Dayalı Kaynak
miş oldukları ilhamdan Kranert ve Prof. Dr. Ahmet Samsunlu.
Verimliliği ve Katı Atık
bilinmektedir. Nanofiber yara sargı malzemeleri, gözenekli yapısı sayesinde yaranın
hava ile temasını kesmeden yara üzerinde
bakteri geçişini engelleyerek, yarayı dış
etkilerden korumakta ve yaranın hava ile
temasını engellemediği için yaranın iyileşme süreci hızlandırmaktadır. Nanofiber
yapıdaki yara sargı malzemesinden ilacın
yüzeye kontrollü salımının gerçekleşmesi
mümkün olmaktadır, antimikrobiyal aktivite
testleri ve ilaç salım çalışmaları ile bu etki
kanıtlanabilmektedir.
Yönetimi” olarak belirlenmiştir. Bu kongre
kapsamında katı atık yönetimi ve teknolojileri konusunda güncel yenilikçi ve özgün
araştırmalara yer verildiği gibi, ilk defa genç
araştırmacıların da tebliğ vermeleri sağlanmış, genç araştırmacılar forumu düzenlenmiştir.
İzmir’de 6.’sı gerçekleştirilen ve Prof. Dr.
Ahmet Samsunlu'nun “Türkiye’de Sürdürülebilir Katı Atık Yönetimi-İstanbul ve Çorum
Örnekleri” başlıklı bir bildiri sunduğu Kongre’de Alman-Türk ve Avusturyalı bilim insanlarının özgün çalışmalarına ait 59 bildiri ile
Türk ve Alman genç araştırmacılarına ait 20
bildiri programda yer almış, 13 poster sunumu gerçekleştirilmiştir. Ayrıca belediyelerin
ve firmaların katı atık yönetimi konusundaki
çalışmaları ve uygulamaları da programda
yer almıştır.
TAKAG’2015 kapsamında gerçekleşen
bir başka yenilik de “Genç Araştırmacılar
Forumu” olmuştur.
itü vakfı dergisi 123
İTÜ VAKFI'NDAN HABERLER
Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi'nden
“Burs Kampanyası”na
Destek
İ
TÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler
Komitesi, Zeliha Dilek başkanlığında
yürüttüğü 2015-2016 çalışma programını çeşitli etkinliklerle sürdürüyor. “Burs
Kampanyası”na destek etkinlikleri çerçevesinde programlanan konserler, mekan
olarak kullanılan Maçka Mustafa Kemal
Konferans Salonu’nun onarımının ardından
tekrar müzikseverleri bir araya getirecek.
Konserler dışında briç ders ve turnuvaları,
resim eğitimi, yurtiçi ve yurtdışı geziler, günübirlik geziler, kermes gibi etkinlikler büyük ilgi ve geniş katılımla sürdürülüyor. Tüm
bu çalışmalarda hedeflenen amaç, daha
fazla İTÜ öğrencisine, daha fazla miktarda
burs desteği sağlamak.
124 itü vakfı dergisi
Kermes
Hayal gücü ile tasarlanıp, el emeği ve göz
nuru ile çeşit çeşit takı, dekoratif obje, giysi,
tablo ve günlük kullanıma yönelik eşyalara
dönüşün yüzlerce ürün, İTÜ Vakfı Sosyal ve
Kültürel Hizmetler Komitesi’nin geleneksel
“Yılbaşı Kermesi”nde bir araya geldi, sergilendi, satışı yapıldı ve İTÜ öğrencileri için burs
kaynağına dönüştü. İTÜ Maçka Sosyal Tesisi
Arı Kovanı Restoran salonlarında her yıl Aralık ayında yılbaşı öncesi düzenlenmekte olan
kermes için hazırlıklar aylar öncesinden başlıyor. Kermes’e, farklı ürün grupları ile katılacak
takı, giysi ve diğer obje tasarımcıları ile temas
kuruluyor, duyurular yapılıyor. Tekstil firmalarından burs kampanyasına destek amacıyla
temin edilen giysiler, Komite üyelerinin her
birinin maharetli elleriyle yaptıkları birbirinden
enfes yiyecekler satışa sunularak, Burs Fonu’na bir katkı sağlanıyor. Bu yıl yapılan Yılbaşı
Kermesi, yoğun ziyaretçi katılımı ile gerçekleşti. Öğrenciler açısından sevindirici bu sonuçlar, yine Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi
üyelerinin her birinin yoğun çaba ve emekleri
ile elde ediliyor.
Gezi: Sicilya ve Güney İtalya’dan
Manzaralar
Komite’nin büyük ilgi gören etkinliklerinden biri
de yurtdışı geziler. Burs kaynağına katkı sağlamayı amaçlayan ve her yıl farklı coğrafyalara
gerçekleştirilen gezilerin bu yılki rotası Sicilya
ve Güney İtalya oldu. Akdeniz’in en büyük
adası Sicilya ve Güney İtalya’yı kapsayan
gezi 22-30 Ekim tarihlerinde yapıldı. Yunan
ve Roma dönemi harabeleri, Orta Çağ şehirleri gibi zengin bir kültür mirasını bünyesinde
barındıran Sicilya gezisinin rotası şu şekilde
çizildi: İlk durak Katanya; Ortaçağ’dan kalma,
sanatçılara, şairlere, yazarlara ilham kaynağı
olmuş, antik tiyatrosu ile ünlü Taormina; matematikçi Arşimed’in yaşadığı kent Siracusa’da
Neapolis Tepesi’nde Yunan Tiyatrosu, Roma
Amfi tiyatrosu ve Dionisos’un Kulakları Mağarası, latomia denilen taş ocakları; antik dönemin en güzel örnekleri ile tapınaklar vadisi
Agrigento ve sayısız antik eserin yer aldığı Polermo. Sicilya’nın en güzel mimari örneklerinin
yer aldığı katedral ve manastır gezilerinden
sonra Napoli ve buradan da Güney İtalya. Tamamen farklı bir kültürün, sanayileşmiş tarıma
dayalı bir ekonominin hüküm sürdüğü, pizza
ve makarna cenneti Güney İtalya’dan sonra
batı kıyılarında geçmişten günümüzden tablo
gibi manzaralar sunan Sorrento ve Positano;
güneyin Floransası diye anılan Lecce; Otranto ve buradaki Osmanlı Amirali Gedik Ahmet Paşa Kalesi’ni ziyaret ve eski bir liman
şehri olan Bari’den İstanbul’a dönüş. Geniş
katılımın olduğu Sicilya seyahati, Komite’nin
yurtdışı gezi organizasyonlarını yapan Şadiye
Karadoğan ve Aysun Yücekal ‘ın büyük katkısı ile organize edildi.
YAYINLAR
Fahamettin Akıngüç
Kendini Eğitime Adamış Bir
Mühendis
Yayıma Hazırlayan: Ömür Candaş
Kompozit Malzemeler
Tasarım ve Uygulamalar
Daniel Gay
Çeviri: Prof. Dr. Barlas Eryürek
Kompozit malzemelerin mekaniği ile ilgili
konuları çok basit şekilde ele alan bu kitap, lisans ve lisansüstü öğrencileri ile, bilgilerini geliştirmek ve kompozit malzemelerin kullanım ilkelerini öğrenmek isteyen
mühendisler için uygundur.
Kompozit yapıların boyutlandırmasına
büyük katkılarda bulunduğu kabul edilen Kompozit Malzemeler: Tasarım ve
Uygulamalar, ağır yük altındaki kompozit
parçaları tasarlayanlar için popüler bir referans kitabıdır. Kompozitlerdeki
hızlı büyümeyi ve gelişmeyi yansıtmak için kitabın üçüncü baskısı tümüyle
güncellenmiştir.
Üç ana bölümden ve uygulama için dördüncü bölümden meydana gelen
Kompozit Malzemeler kitabı, ilerledikçe zorluk derecesi gittikçe artan bir
teknik düzey içerir, ama yine de her bölüm ayrı olarak araştırılabilir. Yapısal
parçaların metodik ön tasarımına ayrılmış olan kitabın özü orijinal karakterini korurken, içeriği modern mühendislik uygulamalarında karşılaşılan zorlukları daha iyi gösterebilmek için önemli ölçüde yeniden yazılmış, yeniden
düzenlenmiş ve genişletilmiştir.
Bir Eğitim Çınarının Yolculuğu
Kendini yeni kuşakların yetişmesine ve
eğitimine adamış kaç mühendis tanıdınız?
İstanbul Kültür Üniversitesi (İKÜ), Kültür
Koleji ve diğer Kültür Eğitim Kurumları’nın
kurucusu olan Fahamettin Akıngüç’ün hayatını anlatan “Fahamettin Akıngüç: Kendini Eğitime Adamış Bir Mühendis” adlı
kitap işte tam da böyle bir kişiliğe ayna
tutuyor.
Cumhuriyet dönemi sonrasında ülkemizde özel okulculuğun gelişmesi ve
gelen her yeni kuşağa yenilikçi ve çağdaş eğitim olanaklarını sunmak için
çabalayan Akıngüç’ün 90 yıllık yaşam öyküsünü anlatan bu biyografik kitabın satır aralarından eğitim tarihimizde yaşanan değişimi de izleyebilirsiniz.
Aynı zamanda bir mühendisin analitik bakış açısının eğitim hayatına neler katabileceğinin ipuçları da bu kitapta saklı.
Kitap, Akıngüç’ün doğumundan başlayarak Kültür Eğitim Kurumları’nın 50.
Yıldönümü’ne dek uzanan bir zamansal izlekte Akıngüç’ün kendisinin anlatımlarına; birlikte çalıştığı Prof. Dr. Tamer Koçel, Prof. Dr. Dursun Koçer,
Prof. Dr. Semahat Demir, Dr. İlhami Fındıkçı, Erdoğan Yılmaz gibi eğitimci ve
bilim insanlarının onun hakkında yazdıklarına; Muazzez İlmiye Çığ ve Prof.
Dr. Bozkurt Güvenç gibi dostları ile Refik Erduran, Abbas Güçlü'nün ona
yazdıkları mesajlara dayanıyor.
İKÜ Yayınevi
Aralık, 2015
Boyutlar: 16,5 x 24,5 cm
350 sayfa, Sert Kapak
Otopark Tasarımı
Planlama İlkeleri - Projeler ve
Yapılar
OYTEV (Orhan Yavuz Teknik Eğitim Vakfı) Yayınları
İstanbul, 2015
Boyutlar: 16,5 x 24 cm
611 sayfa, Karton Kapak
Resimler Nasıl Okunur?
Anlam ve Yöntem Okuma Rehberi
Ilja Irmscher, Ivan Kosarev,
Angela Schiefenhövel
Çeviri: Zuhal Nakay
YEM Yayın’ın, büyük beğeni toplayan ve dünya çapında yüz binlerce adet satılan “Binalar
Nasıl Okunur?” ve “Semboller Nasıl Okunur?”
adlı kitapların ardından dizisinin üçüncü kitabı “Resimler Nasıl Okunur?” da raflardaki
yerini aldı. Batı Avrupa’da özellikle Rönesans
sonrasında hızla gelişen resim sanatının tarihini, teknik gelişimini ve resimlerin ifade ettiklerini, farklı türden 50’den fazla
tanınmış örnek üzerinden, ayrıntılı anlatımlarla öğrenmeye ne dersiniz? Bu
son derece kullanışlı cep kitabı, dünya çapında tanınmış çok sayıda sanat
yapıtı ve onların ilgi uyandıran öyküleri aracılığıyla Batı Avrupa resim geleneğine kapsamlı bir bakış olanağı sunan pratik bir rehber niteliğinde. Resimlerin
ayrıntılı olarak incelemesinin ötesinde kitabın sonunda yer verilen “açıklamalı
sözlük” ile de belli başlı kavramların anlamları okuyucuya sunuluyor.
Otopark kavramından yola çıkarak otopark yapılarının tasarım ve uygulamalarında dikkat edilmesi gerekenler, Türkiye’de
ilk kez bu kitapta en kapsamlı ve ayrıntılı
biçimde ortaya konuyor. Yazarlar, konuyu
akademik titizlik ve bütüncül bir yaklaşımla irdeleyerek kullanıcı dostu, işlevsel, ekonomik ve pratik otopark yapısı çözümleri sunuyorlar. YEM Yayın’ın
Otopark İşletmecileri Derneği’nin katkılarıyla hazırladığı kitap, konuya çok
basit bir soruyla başlıyor: Otopark nedir? Otopark yapıları çoğunlukla dikdörtgen park yerleri ve onlara bağlanan araç yollarının basit kombinasyonu
olarak görülmektedir. Oysaki bunun hiç böyle olmadığının en çarpıcı yanıtıdır
bu kitap; özellikle de proje bölümündeki birbirinden ilginç, estetik ve teknik
düzeyi yüksek otopark örneklerinden de görüleceği üzere. Ancak bu örnekleri farklı kılan en önemli nokta, tasarım açısından başarılı oldukları kadar işlev
açısından da tatmin edici olmalarıdır. Bu kitabın amacı da buna giden yolu
başta mimarlar, mühendisler, trafik planlamacıları olmak üzere, otoparkların
yapımında yer alan yapı sahipleri, proje geliştiricileri, yatırımcılar ve yerel politikacılar gibi bütün katılımcılara en iyi şekilde tanıtmak ve onlara bu konuda
ışık tutan bir yapım ve tasarım rehberi sunmaktır.
YEM Yayın
YEM Yayın
Eylül, 2015
Boyutlar: 13,6 x 16,5 cm
256 sayfa, Karton Kapak
Mayıs, 2015
Boyutlar: 22,5 x 28 cm
570 sayfa, Kulaklı Karton Kapak
Liz Rideal
Çeviri: Ece Erbay Nahum
itü vakfı dergisi 125
YAYINLAR
İTÜ VAKFI YAYINLARI
‹TÜ VAKFI, ‹TÜ Maçka Kampüsü, Sosyal Tesisler / Teşvikiye - ‹stanbul
Bilgi ve ‹letişim: 0212 230 73 71 - 232 57 62 - 291 34 75 / [email protected]
Gemi İnşaatı ve Deniz
Teknolojisi Mühendisliği
Tarihi - 2015
Reşat Baykal
40 TL
Matematik 1 Teoremler,
İspatlar, Problemler - 2008
Mehmet Ali Karaca
25 TL
Otomatik Konteyner
Terminalleri ve Terminal
Yönetim Bilgi Sistemleri - 2015
Yavuz Keçeli
Volkan Aydoğdu
18 TL
Kompleks Değişkenli
Fonksiyonlar Teorisi - 2008
Mithat İdemen
15 TL
Cisimlerin Mukavemeti
Yenilenmiş 9. Baskı - 2015
Mustafa İnan
35 TL
Uçuşun Yüzüncü Yılında
Modern Aerodinamiğin
Temelleri - 2006
Ülgen Gülçat
17 TL
Lineer Sınır-Değer
Problemleri ve Özel
Fonksiyonlar - 2015
Mithat İdemen
25 TL
Writing Research Papers 2.baskı, 2006
Editörler: Dilek Vidana
Tavaşoğlu, Süeda Albayrak,
Suzan Arıman
15 TL
Enstrüman Yapım
Eğitiminde Oransal
Ölçeklendirme - 2015
Eren Özek
15 TL
Muallim
İsmail
Hakkı Bey ve
Yazıları ve
Rölöveleriyle
Musiki
Tekamül- Dersleri
2006
Sedat Çetintaş
2004
Nermin
Kaygusuz
Editör: Ayla
Ödekan
150
10 TL
TL
İstanbul İçin Öngörüler - Taarla
İTÜ Mimari Tasarım Araştırma
Laboratuvarı Çalışmaları - 2014
Editörler: Ayşe Şentürer
Nurbin Paker - Özlem Berber
Aslıhan Şenel
25 TL
Mimarlıkta Değerlendirme
2004
Mete Tapan
10 TL
Teknik İngilizce
2014. 5. Baskı
Pamela Edis
15 TL
Mimarlıkta Estetik
Değerlendirme - 2014
Mete Tapan
10 TL
Theory and Practice of Ship
Handling - 2014
Kinzo Inoue
50 TL
İTÜ Tarihçesi
Kazım Çeçen
10 TL
Müzikoloji ve Kaynakları
2014 2. Baskı
Yrd. Doç. Dr. Recep USLU
17 TL
Analiz Dersleri - 1993
Ratıp Berker
10 TL
ORFF Yaklaşımı, Elementer
Müzik ve Hareket Eğitimine
Giriş - 2014
Atilla Coşkun Toksoy
15 TL
Gemi Formunun
Hidrodinamik Dizaynı
Kemal Kafalı
10 TL
Ebrunun Mermer Yüzü - 2014
Hikmet Barutçugil
150
TL
İstanbul Boğazı Güneyi ve
Haliç’İn Geçe Kuvaterner
Dip Tortulları
Engin Meriç
10 TL
İstanbul Teknik Üniversitesi
ve Mühendislik Tarihimiz 2. baskı, 2013
İstanbul Teknik Üniversitesi ve
Mühendislik Tarihimiz 2. baskı, 2013
150
TL
YENİ ÇIKANLAR:
Ord. Prof. Ata Nutku-Türk Gemi
İnşaatı Endüstrisi ve Mühendislik
Eğitiminin Önderi - 1.baskı, 2013
Aydın Eken
50 TL
Planlamada Sayısal
Yöntemler - 2. Baskı, 2015
Prof. Dr. Vedia Dökmeci
15 TL
Matematik I Çözümlü
Problemleri - 7. Baskı, 2013
Ayşe Peker Dobie
22 TL
Elektromagnetik Alan
Teorisinin Temelleri Yenilenmiş 4.Baskı, 2015
Prof. Dr. Mithat İdemen
17 TL
Essentials Of Research
Paper Writing - 3.baskı,
2015
Editörler: Dilek Vidana
Tavaşoğlu, Süeda Albayrak,
Suzan Arıman
19 TL
Yaşamın Evrimi Fikrinin
Darwin Döneminin Sonuna
Kadarki Kısa Tarihi - 2.Baskı, 2015
Prof. Dr. Celâl Sengör
20 TL
Diferansiyel Denklemler
2010
Faruk Güngör
25 TL
Dalga Kırınımında Analitik
Yöntemler Cilt:I-II - 2011
Alinur Büyükaksoy,
Gökhan Uzgören,
Ali Alkumru
25 TL
Elektromagnetik
Alan Teorisi Çözümlü
Problemleri Cilt:I-II - 2009
Gökhan Uzgören, Alinur
Büyükaksoy, Ali Alkumru
35 TL
Lineer Cebir Çözümlü
Problemleri - 2009
Mehmet Ali Karaca
15 TL
126 itü vakfı dergisi
İTÜ Vakfı Yayınları Satış Noktaları:
İTÜ Vakfı (İTÜ Maçka Yerleşkesi)
www.1773itu.com (on-line)
Seçkin Yayıncılık
Çantaylar Kitabevi (İTÜ Ayazağa Yerleşkesi)
PAN Yayıncılık
YEM Kitapevi
Pandora
EDGE Akademi (Ankara)
Ayrıntılı bilgi için: www.ituyayinlari.com.tr Sipariş: [email protected]
İstanbul Teknik Üniversitesi
ve Mühendislik Tarihimiz
Editör: Prof. Dr.
Mehmet Karaca
2. Baskı
Matematik I
Teoremler, İspatlar,
Problemler
Y. Doç. Dr.
Mehmet Ali Karaca
2. Baskı
rsitesi Fen ve Mühendislik
ematik 1 dersinin notlarndan
li ölçüde gerekli olan teorik
aha zora sralanmş çözümlü
atlar kapsayacak biçimde
bölümlerinin birinci snfnda
n umarm.
MATEMAT‹K I ÇÖZÜMLÜ PROBLEMLER‹ / Ayşe Peker Dobie
ul Teknik Üniversitesi Fenmü’nde tamamlayan Ayşe
Yrd. Doç. Dr. olarak görev
Yazıları ve
Rölöveleriyle
Sedat Çetintaş
Prof. Dr. Ayla Ödekan
Essentials of
Research Paper
Writing
Dilek Vidana Tavaşoğlu
Suzan Arıman
Süeda Albayrak - 3. Baskı
Ord. Prof. Ata Nutku Türk
Gemi İnşaatı Endüstrisi ve
Mühendislik Eğitiminin
Önderi
Y. Müh. Aydın Eken
Theory and Practice of Ship
Handing
Kinzo Inoue
Elektromagnetik
Alan Teorisinin
Temelleri
Prof. Dr. Mithat İdemen
Yenilenmiş 4. Baskı
Mimarlıkta
Değerlendirme
Prof. Dr. Mete Tapan
Cisimlerin Mukavemeti
Prof. Dr. Mustafa İnan
Yenilenmiş 9. Baskı
Lineer Sınır-Değer
Problemleri ve Özel
Fonksiyonlar
Prof. Dr. Mithat İdemen
MATEMAT‹K I
ÇÖZÜMLÜ PROBLEMLER‹
7. BASKI
Ayşe Peker Dobie
limit ve süreklilik
türev ve uygulamalar
integral ve uygulamalar
integrasyon teknikleri
9 789757 463115
Matematik I
Çözümlü Problemleri
Y.Doç.Dr.
Ayşe Peker Dobie 7. Baskı
Teknik İngilizce
Pamela Edis
5. Baskı
Yaşamın Evrimi Fikrinin
Darwin Döneminin Sonuna
Kadarki Kısa Tarihi
Prof. Dr. Celâl Sengör
Değiştirilmemiş 2. Baskı
Planlamada
Sayısal Yöntemler
Prof. Dr. Vedia Dökmeci
Gözden Geçirilmiş 2. Baskı
Diferansiyel
Denklemler
Prof. Dr. Faruk Güngör
4. Baskı
itü vakfı dergisi 127
YAYINLAR
İTÜ Vakfı Yayınları Satış Noktaları:
İTÜ Vakfı (İTÜ Maçka Yerleşkesi)
www.1773itu.com (on-line)
Seçkin Yayıncılık
Çantaylar Kitabevi (İTÜ Ayazağa Yerleşkesi)
PAN Yayıncılık
YEM Kitapevi
Pandora
EDGE Akademi (Ankara)
Ayrıntılı bilgi için: www.ituyayinlari.com.tr Sipariş: [email protected]
Gemi İnşaatı ve Deniz
Teknolojisi Mühendisliği
Tarihi - 2015
Prof. Dr. Reşat Baykal
Otomatik Konteyner
Terminalleri ve Terminal
Yönetim Bilgi Sistemleri - 2015
Doç. Dr. Yavuz Keçeli
Doç. Dr. Volkan Aydoğdu
ORFF Yaklaşımı, Elementer
Müzik ve Hareket Eğitimine
Giriş - 2014
Yrd. Doç. Dr. Atilla Coşkun
Toksoy
Ebrunun Mermer Yüzü
2014
Hikmet Barutçugil
Kompleks Değişkenli
Fonksiyonlar Teorisi - 2008
Prof. Dr. Mithat İdemen
Uçuşun Yüzüncü Yılında
Modern Aerodinamiğin
Temelleri - 2006
Prof. Dr. Ülgen Gülçat
128 itü vakfı dergisi
Enstrüman Yapım
Eğitiminde Oransal
Ölçeklendirme - 2015
Yrd. Doç. Dr. Eren Özek
İstanbul İçin Öngörüler - Taarla İTÜ
Mimari Tasarım Araştırma Laboratuvarı
Çalışmaları - 2014 Editörler:
Prof. Dr. Ayşe Şentürer, Doç. Dr. Nurbin
Paker, Araş. Gör. Özlem Berber
Yrd. Doç. Dr. Aslıhan Şenel
Müzikoloji ve Kaynakları
2014 2. Baskı
Yrd. Doç. Dr. Recep USLU
Dalga Kırınımında Analitik
Yöntemler Cilt:I-II - 2011
Prof. Dr. Alinur Büyükaksoy
Prof. Dr. Gökhan Uzgören
Prof. Dr. Ali Alkumru
Elektromagnetik
Alan Teorisi Çözümlü
Problemleri Cilt: I-II - 2009
Prof. Dr. Gökhan Uzgören
Prof. Dr. Alinur Büyükaksoy
Prof. Dr. Ali Alkumru
Lineer Cebir Çözümlü
Problemleri - 2009
Yrd. Doç. Dr.
Mehmet Ali Karaca
Writing Research Papers 2.baskı, 2006
Editörler: Dilek Vidana
Tavaşoğlu, Süeda Albayrak,
Suzan Arıman
Mimarlıkta Estetik
Değerlendirme - 2014
Prof. Dr. Mete Tapan
Muallim İsmail Hakkı
Bey ve Musiki Tekâmül
Dersleri
Prof. Nermin Kaygusuz
SPOR
Güzel Oyun
Futbolun Doğuşu (2)
Metin Tükenmez
İTÜ Beden Eğitimi Bölümü
İnsanlığı tarih boyunca
isteklendiren (motive eden)
güçlere bakıldığında -inanç ve
para- futbolun dünya çapında
popülerliği insana pek de
şaşırtıcı gelmiyor. Futbol
evrensel ama kendine özgü,
asla tükenmeyen, yenilenebilir
bir umut kaynağı, zaman zaman
tansıksal (mucizevi) ve herkesin
izleyebileceği, basit, birbiriyle
çatışmayan kurallarla yönetilen
bir spor. Futbol farklılıklar
arasında köprü kurma ve ulusal
önyargıları alaşağı etme gibi
eşsiz bir niteliğe sahip…
R
ugby College’nin yöneticisi Thomas
Arnold’un sessizce yürüttüğü futbol
reformu güzel oyunun yolunu Rugby
ve Hurlin’den ayırmaya başladı. Yeni oyun
topun ve saha ölçülerinin tek biçim (standart) hale gelmesi, oyuncu sayısı ve oyun
süresinin değişmez kılınması ile de diğerlerinden ayrılıyordu. Bundan böyle özdenetime ağırlık verilir, bireysel roller önem
kazanır, çeviklik şiddetten daha önemli
hale gelirken, uzun yıllar topu salt driplingle karşıt kaleye taşınması anlayışının yerini
de bireysel hareketler ve paslaşmalar alır.
20. yüzyılın henüz başında İskoçların paslaşmayı keşfetmesi futboldaki devrimlerden
biri olur.
Güzel oyun futbol, toplumsal bir olay
olarak yayılmaya başlayıp insanların gönlünde taht kurmak için yola koyulsa da,
şiddet içermesi nedeniyle zaman zaman
yasaklanma noktasına gelmiştir. 1860’da
Kral 1. Jones’ın Londra şeriflerini toplaması, futboldaki şiddeti önleme hamlesi olarak
kayıtlara geçmiştir. Gene de futbol, dağın
zirvesinden aşağıya doğru yuvarlanan kartopu gibi gelişip, büyüyerek salt İngilizleri
değil dünyayı etkileme gücü ile devinimini sürdürmeye devam etmiştir. Kuşkusuz
toplumsal yapının içerisinde çatışmalara
neden olduğu anlar, kartopunun bir çalıya
takılıp dağın yamacında kalmasına benzer.
Güzel oyunun yoluna devam etmesi için
birinin çalıyı çekmesi gerekmektedir. Futbolun devinimini sürdürmesi için gerekli hamleyi yapmak İngiltere’deki Puplic Scholl’lara
düşmüştür. Puplic Scholl’lar futbol oyununu
kalıcı kılacak olan kuralların tescil edilmesine karar verirler. En eski ve en ünlü okullardan Eton ve Horrow, ellerin kullanımını ve
baldır kemiğine tekme atmayı yasaklayan
kuralları belirlerler.
Belli kurallara göre oynanması söz konusu olunca futbolun tanınması ve yayılması da hızlanır. 1860 yılından başlamak koşuluyla zaman zaman orta sınıfın yararına
olan Cumartesi öğle sonrası dinlencesinin
düzenlenmesi sayesinde hem bölgesel
hem de toplumsal planda gelişir. Bedensel Hıristiyanlık üzerine umutlar inşa eden
papazların etkisi olsun olmasın, kilise çevresinde birçok kulüp ortaya çıkar. Aston Villa, Blackpool ya da Bolton Wenderers gibi
büyük kulüplerde de bu dinsel yaklaşım
söz konusudur. Toplumsal merkezi olmasından dolayı Pup, kulüplerin doğmasına
neden olan ikinci kurumdur. Oyuncuların
toplanması için bir ortam sağlar ve çoğunlukla bir sahaya sahiptir. Sheffield ya da
Birmingham gibi şirket kulüpleri 1870’lerden itibaren ortaya çıkarlar ve sayıları bu
yıllarda 20’ye ulaşır. West Ham Kulübü’nün
kurucusu Thames Ironworks, Demir-Çelik
Fabrikası’nın sahibi Arnold Hills’dir. Manchester United gibi sayıca daha fazla olanlar
ise demiryolu işçilerinin takımlarıdır.
Büyük Britanya’nın ortasında ve kuzeyine doğru takımlar birer birer kurulurken,
daha 1885 yılında İngilizler futbolu ada
dışına ihraç ederler. Bununla da kalmaz
özellikle Asya ve Latin Amerika’da kendi
koydukları kuralları da zorla kabul ettirirler.
Ama kurallar henüz evrimini tamamlamamış ve tektipleşmiş değildir. Almanya’da
Konrad Koch’un yaptığı gibi birkaç yerde
oyunu ulusallaştırmak ve İngiliz hayranlığını
engellemek için denemeler söz konusuysa
da, kıtalılar bu kuralları benimserler. Belçika’da ve İsviçre’de oluşan ilk federasyonlar,
İnternational Board’un 1886’da kabul ettiği
İngiliz kurallarını tüzüklerine geçirmek için
harekete geçerler.
Britanya adalarının sınırlarını aşarak
kulüpler aracılığıyla dünyaya yayılan fut-
itü vakfı dergisi 129
SPOR
Britanya adalarının sınırlarını
aşarak kulüpler aracılığıyla
dünyaya yayılan futbol,
şiddet ve çatışmalardan
yolunu ayırıp İngiliz seçkin
sınıfları tarafından bir “erdem
okulu” olarak görülmeye
başlanır.
bol, şiddet ve çatışmalardan yolunu ayırıp
İngiliz seçkin sınıfları tarafından bir “erdem
okulu” olarak görülmeye başlanır. Oyuncu
ağırbaşlı ve soylu bir tutuma sahip olmakla
yükümlüydü. Bu konuda basın, İngiliz üniversite takımı Corinthians’dan incelikle dolu,
kabalıktan uzak ve hakemle ters düşmeyen
oyunculardan övgüyle söz ediyordu. Yüzyıl
başındaki spor basınının tutumu, oyunun
eğitim amaçlı olmasının esas alındığını göstermektedir. Futbol ahlaklı olmaya yönlendirilmeli, karakteri, dayanışma ruhunu, gönüllülüğü ve cesareti güçlendirmeliydi. Hatta
izleyicilerin, yalnızca sahada oyuncuları izlemek gibi basit bir eylemle, bu erdemlere
sahip olabilecekleri bile düşünülüyordu.
Gazeteciler ve federasyon yetkilileri, İngiltere’ye özgü dürüst oyunun (fair-play) altını çizerek, gençlerin sahada dürüst ve kibar
davranmalarının ve bu erdemleri gündelik
yaşamlarına da uydurmalarının üzerinde
duruyorlardı. Dürüst oyun futbol çevrelerinin
sınırlarını aşarak bir efsane haline geldi.
Bununla birlikte, gerçekler her zamanki
gibi farklıdır. Futbol çağdaş yaşamı düzenleyen kuralların dışında nasıl gelişebilir?
Kazanma isteği artınca başlangıçtaki eğitim
ikinci plana düşer. Bir yandan savaş gibi futbola ve komando gibi takımlara övgüler düzülürken, diğer yandan dürüst oyun olarak
görülen alışılmış anımsatmaların ne değeri
olabilir? Profesyonelliğin ortaya çıkmasıyla
birlikte gücün ve paranın dürüst oyun üzerinde baskı oluşturması güzel oyunun bir
130 itü vakfı dergisi
başka yönünü ortaya çıkardı: Futbol, yaygın
düşüncenin tersine toplumun büyük sorunlarının dışında kalan kurtarılmış bir bölge
değildir. Tam tersi, büyük ekonomik çıkarlar,
ideolojik çarpışmalar, ulusal ve uluslararası
politikalar ile şekillenen alanlardan biridir.
Futbol çağımızın sorunlarının aynasıdır.
Başlangıçta futbolcuların hepsi ortak
yaşamın gerektirdiklerini yerine getiriyorlardı. İlk oyuncu kuşağının, kramponlarını
çıkardığı anda kulüpteki yöneticilik görevi
hazırdı. 1930’lardan başlamak koşuluyla,
futbol büyük kentlerdeki sanayicilerin ya da
büyük tüccarların yönetimine geçer. Serbest meslekler ikinci sıradadır. Doktorlar,
sigorta memurları, futbola az ya da çok gö-
nül vermiş olan ama bir yandan da, açılan
pazarın cazibesine kapılan ya da saygınlık
ve ün peşinde koşan herkes oyunun içine
nasıl gireceğinin hesabı peşindedir. Daha
az değerli olan maddi hedefler ise memurlar ve işçilere kalır.
Büyük kulüpler ve ulusal takımlar arasında düzenlenen uluslararası karşılaşmalar
bugün hemen hemen her tür sosyal çevrenin ve özellikle de kadınların ilgisini uyandırmaktadır. Spor işletmeciliğinde uzmanlaşan
büyük mali kuruluşların futbol endüstrisine
girmesi ve televizyon yayını anlaşmaları,
paranın kayıtsız şartsız egemenliğini getirmiştir. Paranın egemen olduğu bir yerde
politikanın futbola bulaşmaması olanaksızdır. Bu bağlamda politikacıların yarattığı
ekonomik eşitsizlik, ülkelerin genel durumunun aynası konumundaki stadyumlara
yansımaktadır. İspanya’da Barcelona, yerel
rakibi Espanyol ve Madrid’in Real Madrid’i
karşısında uzun süre Franco karşıtlığının
simgesi olmuştur. Dolayısıyla futbol maçları,
iktidarların sokaklarda yaşanmasını istemedikleri politik kavgaları simgeleyen bir olaya dönüşmektedir günümüzde. Katalanlar,
Başbakan Carrero Blanco’nun öldürülmesinden çok, Real Madrid’e karşı elde ettikleri 5-0’lık yengiyi politik geçiş döneminin
gerçek başlangıcı olarak değerlendirdiler.
Fransa ve Belçika arasında 50 yıldan fazla
bir süre boyunca her 11 Kasım’da oynanan
anma karşılaşmalarının nedeni de benzerdir. Fransa-Almanya karşılaşmaları uzun
süre gerilimli bir hava yaratmıştır. 1952’de
bir Fransız taraftar Colombes’e toplama
kampı tektipi ile gelir. 1969’da, bir dünya
kupası eleme maçı öncesinde El Salvador,
Honduras’la tüm diplomatik ilişkilerini keser.
1978’de, Arjantin diktatörü General Videla,
Dünya Kupası aracılığıyla bir tür meşrulaşma arayışına girince demokratik ülkelerde
boykot kampanyaları başlar, Hollandalı
oyuncular General Videla’yı selamlamayı
reddederler.
Bütün bu politik gösterilere karşın futbol günümüzde Birleşmiş Milletler benzeri
İTÜ Sporcularının Başarısı
bir görkem ve yüce gönüllülüğün, ulusların
karakteristik özelliklerinin sergilendiği, rengarenk bir gösteri olmaktan geri durmadı.
İnsanoğlunun ruhunun derinliklerinde yatan
defoların ya da beklenmedik yüceliklerin
açığa çıkışı; tek bir topun peşine koşturan
onca adamı izlemek için ulusların sabahın
3’ünde kalkması hatta işi tümden unutması
alışılmış bir durum olmasa gerek.
İnsanlığı tarih boyunca isteklendiren
(motive eden) güçlere bakıldığında -inanç
ve para- futbolun dünya çapında popülerliği insana pek de şaşırtıcı gelmiyor. Futbol
evrensel ama kendine özgü, asla tükenmeyen, yenilenebilir bir umut kaynağı, zaman
zaman tansıksal (mucizevi) ve herkesin izleyebileceği, basit, birbiriyle çatışmayan kurallarla yönetilen bir spor. Futbol farklılıklar
arasında köprü kurma ve ulusal önyargıları
alaşağı etme gibi eşsiz bir niteliğe sahip.
2002’deki Dünya Kupası’nı Güney Kore
ile Japonya’nın yapabilir olması hoşgörü ve
karşılıklı anlayışın utkusudur. Güney Kore,
yarım yüzyıldan kısa bir süre içinde, Japonya Ulusal Takımı’nın bir Dünya Kupası
karşılaşması için sınırlarından geçmesine
izin vermeme noktasından, turnuvaya eski
işgal güçleriyle birlikte ev sahipliği noktasına gelmiştir. Bu da futbolun zaferidir.
Futbolun evrenselliği, sadeliğinde,
oyunun her yerde, her şeyle oynanabilir
olmasında… Kentli çocuklar beton üstünde meşrubat kutularıyla; köylü çocuklar
toprak üstünde, çıplak ayakla, birbirine
sarılmış çaput parçalarıyla oynuyor. Futbol
günümüzde bir inanca dönüştü. Üç milyar
insanın televizyon kanallarından bir Dünya
Kupası finalini izlemesi gibi bir birliktelik
hangi inançta ya da etkinlikte vardır? Haitili bir futbolsever, futbola olan özlemini ve
tutkusunu şöyle dile getiriyor: Biz her gün
açız. Bir yığın sorunumuz var, Amerikalılar
her gün ülkemizi işgal edeceklerini söylüyorlar. Ama Dünya Kupası sadece dört yılda bir düzenleniyor…”
İTÜ takımları, çeşitli spor dallarında
katıldıkları ulusal ve uluslararası
yarışmalarda kupa ve madalyalarla
döndüler.
Deniz Kanosu Şampiyonası
Türkiye 3.’lüğü
Türkiye Kano Federasyonu tarafından
24-25 Ekim 2015 tarihlerinde Muğla’nın
Marmaris ilçesinde düzenlenen 8.
Deniz Kanosu Türkiye Şampiyonasına
katılan İTÜ Kano ve Kürek Takımı 3.’lük
kupasının sahibi oldu.
Marmaris’in Turunç Beldesinde
düzenlenen Şampiyonada çeşitli
illerden 17 kulüp ve 59 sporcu yarıştı.
İTÜ Kano ve Kürek Takımı, K1 Erkekler
Birgül Erken
kategorisinde Türkiye 2.’si, K2 Mix
kategorisinde Türkiye 3.’sü olurken
genel kulüpler sıralamasında Türkiye
3.’lüğünü elde etti. İTÜ Kano ve Kürek
Takımı, şampiyonaya 7’si erkek, 1’i
kadın olmak üzere 8 sporcu ile katıldı.
Serbest Dalışta Dünya 3.’lüğü
İTÜ Spor Kulübü sporcusu Birgül Erken,
4-11 Ekim 2015 tarihlerinde İtalya’da
gerçekleşen Serbest Dalış Outdoor
Dünya Şampiyonasında dünya 3.’sü
oldu.
İtalya’nın İschia adasında
gerçekleşen, Dünya Sualtı Sporları
Konfederasyonu (CMAS) tarafından
düzenlenen Şampiyona ‘ya, İTÜ Sualtı
Sporları Spor Kulübü (İTÜ SAS) adına
katılan milli sporcu Birgül Erken, “Küp
Apnea” dalında 137 metrelik derecesiyle
dünya 3.’sü olarak bronz madalyanın
sahibi oldu.
Geçtiğimiz Ağustos ayında
Antalya’da gerçekleşen Serbest Dalış
Türkiye Şampiyonasından 4 altın
madalya ile Türkiye şampiyonluğunu
elde eden Erken, “küp apnea” dalında
149,8 metre ile Türkiye rekorunu
kırmıştı.
2014 yılından beri İTÜ Sualtı
Sporları Spor Kulübü bünyesinde spor
yaşamına devam eden Birgül Erken,
aynı zamanda Türk Dili ve Edebiyat
öğretmenliği ve sualtı fotoğrafçılığı
yapıyor. Erken, sualtı sporları dalında
en çok ödüle sahip milli sporcu olma
özelliğini de taşıyor.
itü vakfı dergisi 131
SPOR
İTÜ Sporcusu Türkiye Satranç Şampiyonu
Sualtı Görüntüleme Türkiye
Şampiyonluğu
2015 Altın Palet Sualtı Görüntüleme
Türkiye Şampiyonasına katılan İTÜ
Spor Kulübü Sualtı Sporları Şubesi açık
farkla Türkiye Şampiyonu oldu.
30 Eylül-3 Ekim 2015 tarihleri
arasında İzmir Seferihisar’da 18.’si
düzenlenen Altın Palet Sualtı
Görüntüleme Türkiye Şampiyonasında
yarışan İTÜ Spor Kulübü 325 puan
alarak açık farkla Türkiye Şampiyonluğu
kupasının sahibi oldu.
İTÜ Spor Kulübü sporcuları Taner
Atılgan 178 puan ile birinci, Cenk
Ceylanoğlu ise 134 puan ile ikinci
olarak bireysel kategoride ilk iki sırayı
aldılar ve ayrı bir başarıya imza attılar.
İTÜ Spor Kulübü Sualtı Sporları
Takımı, 2016 yılında İspanya’da
düzenlenecek CMAS Sualtı Fotoğraf
Avrupa Şampiyonası’nda da yine milli
takım bünyesinde ülkemizi temsil
etmeye hazırlanıyor.
tov, 2011 yılından itibaren yarışmalarda ülkemizi temsil ediyor. Alexander Ipatov, daha
önce 2012 Dünya Gençler Şampiyonu, 2013
Dünya Gençler İkincisi, 2013 ve 2015 Dünya
Kupası Finallerine katılma hakkı da kazanan
sporcu oldu.
İTÜ Öğrencisi Gazel Armağan’ın
Binicilikteki Başarısı
FOTOĞRAF: SERDAR UYGUNOĞLU
Taner Atılgan
İTÜ Satranç Takımı sporcusu Alexander Ipatov, 26 Kasım - 10 Aralık 2015 tarihleri arasında Adana’da düzenlenen Türkiye Satranç
Şampiyonası’nda şampiyonluk kupasının
sahibi oldu.
İTÜ Spor Kulübü adına şampiyonaya
katılan Büyük Usta Alexander Ipatov, 13 tur
oynanan şampiyonanın ardından Türkiye
şampiyonluğunu aldı. 14 sporcunun yarıştığı
Türkiye Şampiyonası finalinde Ipatov, sadece bir maçta beraber kalarak tüm turları
birinci olarak bitirdi. Ipatov, geçen yıl ilk kez
kazandığı Türkiye Şampiyonluğu unvanını,
bu yıl da korumayı başardı. Ayrıca, bu şampiyonada aldığı 19 ELO puanıyla, ülkemiz sıralamasında da bir numaraya yükseldi.
Uluslararası Satranç Büyük Ustası olan
Alexander Ipatov, 1993 yılında doğdu. Çok
küçük yaşlardan beri satranç oynayan Ipa-
Cenk Ceylanoğlu
İTÜ Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı Fakültesi, Tekstil Geliştirme ve Pazarlama bölümü
2.sınıf öğrencisi Gazel Armağan, 20-21-22 Kasım tarihlerinde Victoryman Binicilik
Kulübü'nde düzenlenen Türkiye Binicilik Federasyonu Gebze Belediyesi Atlı Dayanıklılık
Türkiye Şampiyonası'nda Türkiye Şampiyonu oldu.
"Biltekin" isimli atı ile yarışan Gazel Armağan, UAD3*(80km) müsabakası yetişkinler
kategorisinde şampiyonluğu elde etti. 9 yaşından beri biniciliğe ilgi duyan ve şimdiye
kadar Binicilik Federasyonu’na bağlı olarak katıldığı yarışlarda 6 şampiyonluğu bulunan
Gazel Armağan’ın hedefi Milli Takım’a girmek.
132 itü vakfı dergisi
SEKTÖR HABERLERİ
Doğan Hasol’a “Yılın Fark Yaratanı”
Onur Ödülü
Türkiye inşaat ve gayrimenkul sektörünü
en iyiye teşvik etmek amacıyla Hürriyet
gazetesince bu yıl ikincisi düzenlenen
Sign of the City Awards (SotCA) yarışmasının ödülleri belirlendi ve görkemli bir
törenle verildi.
Ödüller kapsamında Türkiye’nin önde
gelen inşaat ve gayrimenkul projeleri
seçkin bir jüri tarafından değerlendirildi.
Yarışmanın değerlendirme süreci hakkında bilgi veren jüri başkanı Prof. Dr.
Güzin Konuk, “140 projeyi farklı sektörlerden bağımsız jüri üyelerimizin titiz çalışmalarıyla, çok ciddi tartışmalarla değerlendirdik. Sign of the City çok önemli
bir platform. Yarışmak çok önemli çünkü
küreselleşme sürecinde kentler, kentsel
projelerle yarışıyor. Yarışmada sürdürüle-
bilir geleceğin en önemli bileşenlerini ortaya koyduk: ekonomik, ekolojik ve toplumsal boyut… Kategorilere baktığınızda
bu üç boyutu da görebilirsiniz” dedi.
Yarışma kapsamında belirlenmiş çeşitli
kategorilerde "Sign of the City" seçilen
projeler ödüllendirilirken Dr. Y. Müh.
(Mimar) Doğan Hasol da “Yılın Fark Yaratanı” seçilerek Jüri Onur Ödülü’nün
sahibi oldu.
AEO Sertifikalı Solmaz
Nakliyat’tan Yeni Bir Ortaklık
Solmaz Nakliyat A.Ş., şeffaflığını, etik ticaretini ve hizmet kalitesini 2015 yılında
aldığı AEO (Authorised Economic Operator) Yetkilendirilmiş Yürümlü Sertifikası
ile taçlandırdı. 1978 yılında Gümrük Müşavirliği hizmetleri ile faaliyete başlayan
ve bugün 1.200 kişilik bir aile ile lojistik
sektöründe varlığını sürdüren Solmaz
Nakliyat’ın Genel Müdürü İTÜ Endüstri
Mühendisliği Bölümü mezunu Y. Yalçın
Dorman, firmanın çalışma alanları ve
yeni iş ortaklıkları hakkında şu bilgiyi
veriyor: “Bugün Türkiye’de 52 noktadaki ofisleri ile 185 bin m2’lik gümrüklü ve
gümrüksüz depolama alanları, 100’ün
üzerinde ülkede bulunan acentaları kanalıyla çalışmalarını sürdüren Solmaz,
uzun yıllardır Tedarik Zinciri Sürecinin
(Yurtdışı
gümrükleme,-hava-kara-de-
niz-multimodel-intermodel
–taşıma, yurtiçi gümrüklü antrepo , gümrükleme,
stok takibi , yurtiçi dağıtım
ve tersine lojistik, fuar lojistiği) alanlarında iş ortaklarına kapıdan kapıya
rekabetçi , güvenli hizmetler sunuyor.
Solmaz Nakliyat olarak, 2014 yılı sonunda Hotiç Sanayi ve
Tic. A.Ş. ile tüm lojistik operasyonların
tek bir merkezden yönetilmesi sürecinde iş ortaklığını başlatık. 130 mağazası bulunan Hotiç’in 2014 yılında 4 farklı
lokasyonda deposu ve tüm operasyonu
26.000 metrekarelik Solmaz Hadımköy
Tesisi’ne taşınarak, bir tedarikçi kolisinin teslim alınmasıyla başlayan işbirliği
hikâyemiz 7500 palet stok kapasitesine
kadar ulaştı. x-dock operasyonundan
mağaza emanetlerine, e-ticaret lokasyonundan kalite kontrol süreçlerine, sarf
malzemesi depolamasından boyahanesine, mağazalar arası transferden ürün
transferlerine kadar Solmaz Grup ve Hotiç Ayakkabı işbirliği tüm lojistik kanallarında devam etmektedir.”
itü vakfı dergisi 133
SEKTÖR HABERLERİ
Ekol, Türkiye’nin En Beğenilen
Lojistik Şirketi Oldu
Ekol, Capital Dergisi’nin "Türkiye'nin En Beğenilen Şirketleri"
araştırmasında Kargo-Nakliye-Lojistik sektöründe 2015 yılında
da birinci oldu.
İş dünyasının önde gelen yöneticilerinin seçimiyle belirlenen, "Türkiye'nin En Beğenilen Şirketleri” araştırmasına bu yıl
700’ün üzerinde şirketten 1.602 orta ve üst düzey yönetici katıldı. Şirketler; yenilikçilik, itibar, müşteri memnuniyeti, uluslararası
pazarlara entegrasyon, hizmet ve ürün kalitesi, güvenilir şirket
olma ve finansal sağlamlık kriterleri ile değerlendirildi.
Bu yıl 16.sı yapılan araştırmada en beğenilen şirket seçilen
Ekol Lojistik'in Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Musul; “25. yılımızı, “En Beğenilen Şirketi” seçilmenin mutluluğu ve gururu ile
tamamlıyoruz. Bu başarının aslında iyi bir takım çalışmasının
neticesi olduğunu bilmek ve bu ödülü art arda ikinci kez almak
son derece memnun edici. Ekol olarak temel önceliğimiz, eşsiz müşteri deneyimine odaklanarak, sunduğumuz çözümlerle
hizmet kalitesinde en üst seviyeyi yakalamak ve her zaman en
doğru iş ortağı olmak.” dedi.
İnanlar İnşaat’tan 50 yılda
220’nin üzerinde proje
İnanlar İnşaat, 50 yılda 220’nin üzerinde
proje kazandırdığı
İstanbul’a “terrace”
markalı
konutlarla
değer katmaya devam ediyor. İnanlar
İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Serdar
İnan, yenilikçi yönleri ile dikkat çeken
projeleri hakkında şu
bilgileri veriyor: " 3.
havalimanına ve 3.
köprüye yakın, stratejik bir konumda
yer alan Zekeriyaköy, yakın gelecekte
şehrin yeni yaşam
ve yatırım trendi. Yıllardır İstanbul’un seçkin yaşamlarına ev
sahipliği yapan prestijli bölgesi Zekeriyaköy; temiz havası Karadeniz sahilindeki plajları, yemyeşil orman ve bahçeleri ile
şehre sadece 25 dakika uzaklıkta bulunuyor,. Zekeriyaköy’de
keyifli yaşam ve kazançlı yatırım sunmaya 4 seçkin villa projemiz ile devam ediyoruz. “54 seçkin villadan oluşan Terrace
Plus, İnanlar'ın her beklentiye cevap veren geniş portföyünün;
en avangart, en teknolojik, en yenilikçi projesi olup, Belgrad
Ormanları’nın doğal atmosferinde yaşama ayrıcalığını sunuyor. Terrace Vadi de, villa yaşamının kalıplarının dışına çıkan,
oldukça yenilikçi bir proje.
Serdar İnan
Terrace Plus örnek villa
134 itü vakfı dergisi
Güriş’ten Yenilenebilir
Enerji Yatırımı
Son dönemlerde yenilenebilir enerji yatırımlarına yönelen, Türkiye’nin
önde gelen taahhüt firmalarından Güriş, enerji sektörüne toplam 2.5
milyar dolarlık yatırım yapmayı planlanlıyor. Şu ana kadar yatırımın 800
milyon dolarlık kısmını realize eden Güriş, 2018 sonuna kadar yenilenebilir enerji gücünü 1150 MW’a çıkarmayı hedefliyor.
Türkiye’nin önde gelen taahhüt firmalarından Güriş İnşaat ve Mühendislik A.Ş., 1958 yılından bu yana, dinamik ve deneyimli kadrosu,
sağlam finansman kaynakları, 21. yüzyılın küreselleşen ekonomisinde
yüksek kalitedeki hizmetleri ve yarattığı sinerji ile Türk İnşaat Sektörü’nü uluslararası standartlarda temsil ediyor. Güriş’in dünyada, özellikle yakın coğrafyada Suudi Arabistan, Libya ve Birleşik Arap Emirlikleri'nde önemli inşaat işlerinde imzası bulunuyor. İnşaat sektörünün
hemen hemen her alanında faaliyet göstermiş olan ve tarihi ilklerle
ve başarılarla dolu Güriş’in yatırım yaptığı, çözüm ürettiği alanlardan
bazıları: Rüzgar enerji santralleri, termik santraller (Çayırhan), jeotermal santraller (Germencik), su temini projeleri (evsel ve endüstriyel),
sulama projeleri (Kralkızı - Dicle), metro sistemleri (Ankara Metrosu 1.
aşama inşaatı) , ulaşım projeleri (Gülburnu Viyadüğü), sanayi tesisleri (Petlas Lastik Fabrikası) ve hastaneler (Malatya İnönü Üniversitesi
Araştırma ve Uygulama Hastanesi).
Şirket verilerinizi riske atmayın!
"Firewall"suz işletme kalmasın
Dijitalleşen dünyamız ve
iş modellerindeki yapısal değişiklikler ile birlikte şirketlerin en önemli
değerlerinden biri olan
veri güvenliği, firmaların
en hassas olduğu konuların başında geliyor. Bu alanda; siber saldırılar, bilgisayar korsanlığı ve hedefli saldırılar gibi güvenlik tehditleri söz konusu. Günümüzde sadece büyük ölçekli kurumların
değil, küçük ve orta ölçekli firmaların da ağ güvenliği konusunda
yatırım yapmak zorunda kalacağından hareketle, 25 yıllık küresel
tecrübesini ülkemize aktaran ZyXEL, küçük ve orta ölçekli kurumlar için Türkçe arayüze sahip, yönetimi ve adaptasyonu kolay ürünler sunuyor.
ZyXEL, gün geçtikçe artan ve kendini yenileyen tehditler karşısında en güncel ve güçlü ağ güvenlik çözümleriyle ilgili kurumlara
ücretsiz eğitim hizmeti de sunuyor.
BRIÇ
Hazırlayan: Süleyman Kolata
[email protected]
Briç Turnuvaları
Cumhuriyet Kupası
Merhaba sevgili briçseverler,
2015 sezonu Cumhuriyet Kupası 24-25 Ekim 2015 tarihleri arasında 419 çiftin katılımıyla İstanbul’da yapıldı. Dereceye girenler
şöyle :
1. Salim Yılankıran – Ali Uçar
2. Nevzat Aydoğdu – Aykut Aksu
3. Ali ÜlviYentür - Hüseyin Zeki Güven
4. Gökhan Yılmaz- Okay Gür
5. Aydın Uysal – Mehmet Kuranoğlu
6. Tevfik Gürkan – Yusuf İşitemiz
7. Süleyman Kolata – İsmail Kandemir
8. Mustafa Tuncer – Ayhan Akbıyık
9. Orhan Ekinci – Yusuf Kahyaoğlu
10. Zeynep Ramazanoğlu – Hakan Peyret Kadın 1. Dilek Yavaş – Mey Zaim Karışık 1. Funda Özbey – Tayfun Özbey Senyör 1. Mustafa Doğu – Haluk Garipağaoğlu
Genç 1. Caner Civan – Nihat Albayrak
%59,68
%58,66
%58,64
%58,41
%57,99
%57,85
%57,24
%57,13
%56,63
%56,24
%55,50
%55,33
%54,49
%47,79
Şampiyon Kulüpler Kupasına katılan Çayeli takımı
Soldan sağa: İsmail Kandemir, Nafiz Zorlu, Süleyman Kolata, Ali Uçar
1. Adnan Ekşioğlu – Tamer Akbulut
2. Ferda Zorlu – Nilgün Kotan
3. Yusuf Salman – Yalçın Salman 4. İlker Özel – Serhat Paksoy
5. Mesut Tekin – Haldun Çıvgıner
Kadın 1. Nuray Şen – Başak Oruç Orhan Karışık 1. Tuna Elmas – Yahya Küçükkılıç
Senyör 1. Mehmet Emin Çopur- İlker Erkman Genç 1. Furkan Turhan – Levent Nedim İnan
%58,56
%58,07
%57,52
%57,50
%56,52
%50,27
%56,27
%53,80
%49,79
2015 Salvador Assael Ege Açık İkili Turnuvası
2015 Salvador Assael Ege Açık İkili Turnuvası 21-22 Kasım tarihlerinde 211 çiftin katılımı ile İzmir’de yapıldı. Sonuçlar şöyle :
1. Berk Başaran – Salim Yılankıran
2. Zeki Uçum – Enis Kırdar
3. Armağan Erol – Ayhan Coşkunol
4. Yalçın Atabey – Özgür Şakrak 5. Zafer Bilgin – Ahmet Can Özer
Karışık 1. Bedia Alacakaptan – Arif Özkayalar
Kadın 1. Ferda Zorlu – Nilgün Kotan Cumhuriyet Kupası Birincileri
Salim Yılankıran – Ali Uçar
Salvador Assael Ege Açık İliki Birincileri
Salim Yılankıran – Berk Başaran
Şampiyon Kulüpler Kupası
2015 Şampiyon Kulüpler Kupası 12-14 Kasım 2015 tarihlerinde İngiltere’de yapıldı. Turnuvayı kazanan İtalya’nın Allegra Kulübü
olurken, ülkemizi temsilen katılan Çayyolu Briç Spor Kulübü Takımı
turnuvayı 7. sırada tamamladı.
15. Necmettin Sünget İkili Turnuvası
15. Necmettin Sünget İkili Turnuvası 15-16 Kasım 2015 tarihlerinde İstanbul’da yapıldı. Necmettin Sünget’in briçe olan emeklerinin saygıyla anıldığı turnuvaya 124 çift katıldı. Sonuçlar şöyle:
%61,01
%59,33
%59,32
%59,23
%57,53
%55,66
%54,64
Salim Yılankıran bu turnuvayı da kazanarak 2015 sezonunun
en formda oyuncusu olduğunu kanıtladı. Salim Yılankıran’nın 2015
turnuva dereceleri şöyle :
Assael İkili 1
Cumhuriyet İkili 1
Açık Takımlar 1
İstanbul Kış Takımlar 1
Marmara Kulüpler Takımlar 1
Mersin Swiss Takımlar 1
Sezon Açılış Turnuvası 2
Kış Açık Takımlar 3
Kulüpler Takım Şampiyonası 4
Batı Akdeniz İkili 4
Trakya Açık İkili 4
Karadeniz Açık İkili 7
Güney Marmara İkili 8
Kendisini tebrik eder başarılı sezonlarının devamını dileriz.
itü vakfı dergisi 135
BRIÇ
ULAŞTIRMA-ULAŞIM
2015 Salvador Assael Ege Açık İkili
Final A 1. Seans El No: 9
Dağıtan: Kuzey
AV109
A1074
107
AV2
K
RQ865
Q8
73
B -----
----- D
RV84
V9532
3
Q10853
R7
G
42
R6
S.YILANKIRAN
M.SEÇKİN
B.BAŞARAN
H.İ.KURUGÜL
Batı
-
1 KARO
2 TREFL
PAS
PAS
Kuzey
PAS
2 PİK
3 PİK
PAS
Doğu
PAS
1 KÖR
3 KARO
KONTUR
Güney
PAS
1 PİK
PAS
PAS
En son Berk Başaran'ın attığı kontur, ceza teklifi idi. Yılankıran
da 15 puana ve defans lövelerine sahip olduğu için pas eder ve
tek kozunu atak eder. (İyi oyuncular, genellikle konturlu part-skor
oyunlarına koz atak ederler.)
Oynayan koz atağını kazanıp karo oynar. As karo ile kazanıp
kör dokuzlusu dönülür. Yerden vale, Doğu eli rua ile alır ve tekrar
koz döner. Dönüşü alan deklaran karo damını tahsil edip, diğer
karosunu yere çakar. Şimdi yerden trefl oynanır ve el batıya geçer.
Tekrar kör ile eli doğuya geçirip, bir koz daha oynatılınca, kontrat
2 batmaktan kurtulamıyor. 500 E / W çifine 100 maç puanın da
99'unu kazanırlar.
Cavendish İkiliden Bir El:
AQ9652
Briç Magazin dergisinden alınmıştır.
Dağıtan: Batı
964
M.DUMAN
s.yILANKIRAN
Ö.TURSAK
Batı
-
PAS
Kuzey
1NT
PAS
Doğu
PAS
PAS
AV1083
B. Başaran
R6532
Güney
3NT
15-17 NT açışı oynamalarına rağmen, 14 puanla (markalarını
sevmiş) 1NT açarak başlamış Yılankıran. Küçük trefl atağına, Batı
Rua koyunca, oynayan boşlar. Trefl dönüşünü As ile alınca karo onlusunu oynar ve valeye kaptırır. El kendisinde kalan batı pik ruasını
oynar. As ile alan Yılankıran bir karo daha oynar ve ruaya da verir.
Trefleri alan doğuya hiç el geçmeyince, 2 karo, 1pik, 1 trefl vererek
3NT'yu tam yapar. 100 üzerinden 81 puan Yılankıran - Başaran çiftine gider.
9
87
R6
K
B -----
AV10542
752
A107
R63
D1053
R
8743
A10873
K
AR87
V42
1052
G
RQV94
64
Q965
V9
136 itü vakfı dergisi
632
----- D
ARQ6
D87
ARV964
V1053
B -----
9
G
A1075
Q92
----- D
2
Aynı Turnuvadan Final A 2. Seans El No: 26
Dağıtan: Doğu
8
D94
DV84
ZİYA
DE BOER
BİLDE
Batı
1 KARO
3 KARO
4 KÖR
Kuzey
1 PİK
3 PİK
PAS
Doğu
2 TREFL
KONTR
5 KARO
SNELLERS
Güney
2 PİK
PAS HERKES PAS
Bilinçli ya da iyi deklara edilmiş bir 5 karo olduğunu söyleyebilir
misiniz? Ama Ziya oyunu güzel oynadı: Pik as çıkıldı, ikinci piki ruası
ile azan Ziya kör damını oynadı, Snellers alıp küçük koz dönünce
yerin damı ile alan Ziya pik damına bir kör attıktan sonra trefl as
ve ruasını çekip elinden bir kör daha attı, sonrasında karo çevirip
elden 10lusu ile kazanınca son körünü yere çaktırıp kozları topladı.
Diğer odada Van der Bo ve Lankveld 3SA oynadılar, bu
kontratta da sorun çıkmayınca board egale oldu.